EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Emperyalizmin Ortadoğu'nun bağrındaki hançeri: İsrail
Sayfaya git 1, 2  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İSLÂM DÜNYAS!
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Eyl 08, 2008 11:42 pm    Mesaj konusu: Emperyalizmin Ortadoğu'nun bağrındaki hançeri: İsrail Alıntıyla Cevap Gönder

"Gerçek bir Büyük Doğu projesi içinde İsrail diye bir devlete yer yoktur"
Salih MİRZABEYOĞLU (*)






İHH'nin GAZZE'ye yardimı vesilesiyle söyleyeyim:

Gerçek bir Büyük Doğu projesi içinde, İSRAİL diye bir devlete yer yoktur. Kendi iç oluşumunu tamamlama süreciyle beraber, hedef ve stratejik esasi bu olmasi gereken bir politikaya ve gereklerine inaniyoruz: Bu sadece bir güç yetip yetmeme meselesi değil, gücün yetmese de her türlü taktiğin ve bükülüşlerin kendisine göre yapilmasi gerekenini gösteren bir anlayiştir; Ortadoğu'ya âit politikalari, günübirlik ve rastgele tâyin etmeye karşidir.

GAZZE'ye gemiyle yardim götüren kardeşlerimiz, İslâm dünyasinda uyanan heyecanla, belli belirsiz olsa da sözkonusu hedef etrafinda birliği göstermiştir.

Ortadoğu'da, birbirine düşman ve çekişme içinde olan devletlerin her birinin, doğrudan veya dolayli İsrail ile ilişkilerini geliştirme çabalarina mukabil, halkin hissiyati ters yönde gelişiyor; bu hissiyatin tek bir devlet hâlinde gerçekleşmesi için duaci ve duanin icrada aranmasi gerektiğine inananiz.

Şehidlerimize rahmet diliyorum ve hepsini selâmliyorum; (..)

* ÖLÜM ODASI- B YEDİ'den

İsrail gücünü Türkiye'nin "terör" yorumcularından alıyor
Ayhan BİLGEN
1 Haziran 2010
ayhanbilgen@yahoo.com

İsrail’in kendisinden bekleneni yaptı. Asla meşru görülemeyecek olan bu müdahale biçimi kendince bir gerekçeye dayanıyor. “Terör” ile mücadele. Şu an da yaşananların sıcaklığı içerisinde insanlık vicdanının tepkisi oldukça güçlü gözüküyor. Ancak kısa bir süre içinde İsrail lobilerinin medya gücü, müdahalenin tarzı yanlış olsa da kimi haklı gerekçelere dayandığı tezini etkin biçimde savunulur kılacaktır.

“Terör” söylemi bütün kapıları açan sihirli bir anahtar gibidir. Akan sular durur. Karşınızdakinin “terörist” olduğunu anlatmayı başarabilirseniz, ona yönelik tavrınızın meşruiyeti sorgulanmaz bile. Gemiye yönelik müdahalede haklı öfkemizin dozu düşünce İsrail tarafının tezleri kolayca taraftar bulmaya başlayacaktır. HAMAS’ı bir parti olarak değil bir “terör örgütü” olarak gören çevreler, gemide bulunan kimi isimlerin alınmak istenmesini de buna engel olunduğu için istenmeyen olaylar yaşandığını da yaygın biçimde dile getirecekler.

İsrail’in bu “terörle mücadele” konseptini hala savunabiliyor olmasında Türkiye’nin “terör uzmanları” ne kadar pay sahibi ? Son yaşadığımız gelişme bu soruya cevap ararken önemli bir yol gösterici işlev üstlenecektir. İskenderun’da gerçekleşen eylemle, Gazze’ye yardım gemilerine müdahalenin aynı saatlerde gerçekleşmesi müthiş(!) analiz ve yorumların yapılmasına zemin oluşturdu. Televizyon spikerlerinden parti başkanlarına, iktidar partisi temsilcilerinden ana muhalefet liderine bir çok çevreden destek bulan bu teze göre, iki olayın zamanlamasından hareketle PKK-İsrail ilişkisi kolayca kurulabilmekte. Sağ milliyetçi gazetelerden, ulusalcı sol televizyonlara uzanan bu cepheye, Numan Kurtulmuş, Hüseyin Çelik, Kemal Kılıçdaroğlu gibi siyasiler de açıklamaları ile destek veriyorlar.

Bu tehlikeli yaklaşımın bir adım sonrasını görmek için protesto gösterilerine katılan kimi çevrelerin sloganlarına bakmak yetiyor. Ankara’da İsrail elçisinin rezidansının önündeki eyleme desteğe gelen kimi gruplar “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı ile tepkilerini dile getiriyorlar. Daha önce ABD’nin Irak müdahalesine kızıp öfkesini Kürtlere yönlendirenlerin psikolojisini görmüştük. Şimdi İsrail’e duyulan kızgınlığı, PKK üzerinden Kürtlere çevirme girişimi ile karşı karşıyayız. İsrail’in OECD üyeliğine destek veren devletler, bugüne kadar BM adına ortaya koyulan tepkinin ilerisine geçmeyeceklerdir. Kınama ve kısa süreli diplomatik tutumlar dışında kirli ve karanlık ilişkiler devam edecek.

On tane insani yardım aktivisti için İsrail ile çıkar ilişkilerini masaya yatırabilecek bir vicdan ne Türkiye’de ne de dünyada politikaların belirlenmesinde belirleyici değildir. İsrail, bu güne kadar başta Heron uçakları olmak üzere PKK ile mücadelede önemli müttefiklerimizden birisidir. Türkiye’nin zaman zaman soyunduğu arabuluculuk görevi, İsrail ile ilişkilerin derinliğini göstermeye yeter. İsrail’in gemilere saldırma ihtimalini yeterince önemsemeyenler, İsrail’i tanımadan onunla ilişki kurmayı hatta ona karşı tepki örgütlemeyi de başaramazlar.

Bu sürecin sonu iki önemli gelişmeye evrilme potansiyeli taşımaktadır. Bunlardan birincisi Türkiye’de iktidarın hareket alanının gittikçe daralmasıdır. İkincisi ise PKK ile mücadele ekseni üzerine oturan bir yeni ittifak zemininin, tepkilerin hedefini değiştirerek siyaseti manipüle etmesidir. Her şart altında, bu güne kadar üzerine düşeni yapmaktan geri duran siyasal tutumların bedelini ödemeye devam edeceğimiz sıcak bir yaz bizi bekliyor. Anayasa mahkemesinin Perşembe günü başlayacağı görüşmenin, bu denklemin iyice içinden çıkılmaz hale gelmesine katkısından hiç şüphe duymuyorum.
habertaraf

İsrail İle TC Arasındaki “Gerilim” Sahici mi?
Murad Salih



TC'nin İsrail'i “Anadolu Kartalı” tatbikatından dışlanmasıyla başlayan ve İsrail tarafından "Aklını başına al" uyarılarıyla devam eden, içerideki “Yahudi muhibleri”nce “Öldük! Bittik! Battık! Yoksa sevgili stratejik ortağımız İsrail’e sırtımızı mı dönüyoruz? Şeriat mı geliyor? Yeni Osmanlıcılık mı hortluyor?” velvelesiyle köpürtülen, İsrail hükûmeti ve medyasınca da aynı tonda sert demeç ve yazı haber ve yorumların AB-D medyasında da geniş yer bulması ile alevlendiği hissi doğuran; son olarak TRT'de yayınlanan "Ayrılık" isimli dizi ve bu dizi ilgili İsrail "notası" ile bu notaya kendilerinden umulmayacak bir “cesaret”le TRT’nin arkasında duran hükûmet yetkililerinin beyanlarıyla zirve yapan “gerilim”, sahici bir gerilim mi?

Peşinen belirtelimki İsrail ile TC’nin arasını açacak, TC’yi İsrail’den uzaklaştıracak, aralarındaki kirli ve kanlı ortaklığı sarsacak, zayıflatacak ve ortadan kaldıracak sahici her gerilim; sebebi her ne olursa olsun ve kim tarafından, hangi sebeple çıkarılırsa çıkarılsın bizi mutlu eder...

Burada yapmaya çalıştığımız şey, İsrail’le TC arasında varolduğu iddia edilen gerilimin gerçekten var olup olmadığını anlamaya çalışmaktan ibarettir...

Bunun niçin biraz geriye gitmemiz gerekiyor...

Tarih; 22.9.2009 ve haber şu:

[Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 64. dönem BM Genel Kurulu üst düzey toplantıları ve G-20 zirvesi nedeniyle geldiği ABD’de temaslarına Musevi kuruluş ve organizasyonlarını kabul ederek başladı. -Gezisi süresince, New York’ta kalacağı tarihi Plaza otelde yaklaşık 50 kadar Musevi kuruluş temsilcisini, otele yerleşmesinin hemen ardından, kabul eden Erdoğan’ın Musevi kuruluş temsilcilerinin çeşitli sorularını yanıtladığı ve bazı güncel konularla ilgili de Türkiye’nin görüşlerini Musevi kuruluş temsilcilerine belirttiği öğrenildi.]

Bundan yaklaşık 1 ay önce Erdoğan ABD’ye gidiyor ve uçaktan iner inmez ilk yaptığı iş ABD’de bulunan bütün yahudi kuruluşlarının üyeleriyle kapalı kapılar ardında bir araya gelerek “fikir alışverişi”nde bulunmak oluyor...

Bu “ilginç” görüşme MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural’a da “çok ilginç” gelmiş olmalı ki; TBMM Başkanlığı'na sunduğu yazılı soru önergesinde, Erdoğan'ın 22 Eylül'de New York'ta Musevi kuruluşlarının temsilcileriyle görüştüğünü hatırlatarak, ''Bu görüşmede Ermenistan, İran gibi ülkelerle olan ilişkilerin ele alındığı, sorulara cevap verdiğiniz hususları basında yer almış ve İsrail'i ziyaretinizin henüz kesinleşmediğini belirtmiştiniz, Yahudi cemaatleriyle bir araya gelmeniz milletimizin bir isteği midir? ABD'de Yahudi cemaatiyle birlikte olmanızı ve Türkiye'nin milli meselelerini bu cemaatle değerlendirmenizin gerekçesi nedir? Bu görüşmede sorulan sorular ve verdiğiniz cevaplar nelerdir? Bu tutanakları milletimizle paylaşmayı düşünüyor musunuz?İsrail'i ziyaretiniz kesinleşmediğine göre, ziyaret etmek için niyetiniz ve girişimlerinizin olduğu anlaşılmaktadır. Bu girişimleriniz ne safhadadır?'' diye soruyor...

Soru güzel de...

Daha Erdoğan’ın New York’ta öpüp koklaştığı Yahudi’lerin üzerine sinen kokususu çıkmamışken...

Şöyle bir haber düştü ajanslardan bilgisayar ekranlarına:

[Bugün yapılması planlanan “Anadolu Kartalı” tatbikatının, İsrail’in de katılması planlanan uluslararası bölümü iptal edildi. İsrailli kaynaklar, Ankara’nın Gazze operasyonu sebebiyle İsrail’in katılımını istemediğini savundu. İddialara göre, Türk askeri yetkilileri geçen hafta İsrail’e, İsrail Hava Kuvvetleri’nin “Anadolu Kartalı” tatbikatına alınmayacağını bildirdi..
İsrail ile beraber tatbikata katılması planlanan Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve İtalya‘nın da bu kararın ardından tatbikattan çekildi.. İsrail Dışişleri Sözcüsü konuyla ilgili açıklamasında, bu adımının NATO, Avrupa ve Amerika’nın çıkarlarını da etkileyeceğini söyledi.
İngiliz The Times gazetesi, İsrailli üst düzey güvenlik yetkililerinin Türkiye’nin Anadolu Kartalı tatbikatından İsrail’i çıkarmasına çok öfkeli olduğunu öne sürerek, bir askeri yetkilinin “Türkiye’nin bizi aşağılamasına boyun eğmeye artık bir son vermeliyiz” dediğini iddia etti. Gazeteye göre İsrailli yetkililerin, “Onların her fırsatta bize hakaret etmesi ve bizim de dilimizi tutmaya devam etmemiz kabul edilemez” dediğini iddia etti. Türkiye’nin İsrail’i çıkarması üzerine ABD’nin de katılmayı reddettiği tatbikat, Türk hava sahası içinde, Suriye, Irak ve İran sınırlarına yakın bölgelerde gerçekleştirilecekti.]


Tarih: 12 Ekim 2009... Yani Erdoğan’ın New York’ta Yahudi dostlarıyla öpüp koklaşmasından yalnızca 20 gün sonra...

Sizce de bu durum bir tuhaflık yok mu?

Bundan 4 gün sonra bir başka haber:

[Tatbikat krizi ile gerilen İsrail, TRT'de yayımlanan ve Gazze işgalini anlatan 'Ayrılık' dizisi nedeniyle ayağa kalktı. İsrail basını diziye tepki gösteren Tel Aviv'in 'travma' yaşadığını yazdı. Diziyi 'provokasyon' olarak nitelendiren İsrail yönetimi Türk Maslahatgüzarını Dışişleri'ne çağırarak rahatsızlığını iletti.16.10.2009]

Hadi Buyurun bakalım...

Bütün bunları, medyadaki AKP’nin aleni işbirlikçiliğini izah etmekte zorlanan (İbrahim Karagül gibi) iyimser/saf/saftirik yorumcuların can simidi gibi üzerine atılarak, “sahici bir gerilim” olarak algılayanları da var şüphesiz...

Onlara “keşke öyle olsa”dan başka söyleyecek sözümüz yok...

Sözümüz “n’oluyor? Düğün değil bayram değil, bu Erdoğan enişte İsrail isimli baldızını durup durup niye öpüyor?” diye soranlara...

Anlayabildiğim kadarıyla bu gerilimin biri dış diğeri de iç iki sebebi/ihtimali var gibi görünüyor...

Birincisi:,

Eline yüzüne bulaşan kanlı işgalin faturasını “yurtta ve dünyada iktisadi kriz/çöküş” olarak ödemek zorunda kalan yeni ABD yönetiminin Ortadoğu’da çıkacak yeni krizleri ne kaldıracak ne de yönetecek durumda olmamaması sebebiyle Neocon’ların desteğiyle iyice şımarıp kontrolden çıkmış olan İsrail’i TC eliyle terbiye etmeye karar vermesi...

“Niye TC?”

Her kullanıma müsait ve hazır bir maşa varken: kim kendi ellerini yanma riskine sokar?

ABD bu iktisadi kriz ortamında; paranın dünyadaki gerçek patronu Yahudilerle arasını niçin bozsun?

Bununla ilgili hoş bir değerlendirme Fatama Sibel Yüksek’ten:

[Sen! Uzun Boylu, Bıyıklı Olan! Sen Kal Bakiim...
Neydi adın senin?

-Tayyip Sir…

-Erdoğan Tayyip mi? Şu “Turkey” olan?

-Yes Sir…

“Barack Obama, G-20 liderlerini salondan uğurladıktan sonra Erdoğan’a seslenip başbaşa görüşmek istedi. İkili, açılım sürecini konuştu. ABD Başkanı Obama Pittsburgh kentindeki David L. Lawrence Convention Center’da ağırladığı dünya liderlerini tek tek yolcu etti.
Erdoğan, yerinden kalktığı sırada, Obama başbaşa görüşmek istediğini söyleyip Başbakan’ın yanına oturdu...”

Anadolu Ajansı’nın New-York’tan geçtiği haber böyle.

Yalnız, haber metninin sonundaki cümlede bir mantık sorunu var:

“Erdoğan, yerinden kalktığı sırada, Obama başbaşa görüşmek istediğini söyleyip Başbakan’ın yanına oturdu...” denilmiş..

Oysa haberin başında

“Barack Obama, G-20 liderlerini salondan uğurladıktan sonra Erdoğan’a seslenip başbaşa görüşmek istedi” cümlesi yer alıyor.

Mantıksızlık şurada:

Obama eğer liderleri salondan uğurladıktan sonra Erdoğan’a “seslendiyse”, Erdoğan o sırada salondan ayrılmakta olan liderlerle birlikte ayağa kalkmış vaziyette demektir; çünkü oturmakta olan birine “seslenilmez”..

Ve gitmekte olan birine “seslenen” kişinin, Anadolu Ajansı’nın haberinde yazıldığı gibi, “seslendiği” kişinin gidip “yanına oturması” mantıken ve fiziken söz konusu olamaz.

Eğer “seslenmişse”, çağırıp yanına oturtmuş olması gerekir.

Belli ki Anadolu Ajansı, Başbakan’ı “huzura çağrılmış” konumunda göstermemek için böyle karmakarışık bir cümle kurmak zorunda kaldı.

“Yanına oturdu” şeklinde zorlama bir fiil ekleyerek, olayın mantığını tamamen tersyüz etmek pahasına, kendilerince Başbakan’ın “onurunu” kurtardılar…

Çünkü, arkadan seslenmek, “sen kal” demek, çağırıp yanına oturtmak “üst” konumunda olanın davranışıdır. Üst’ün ast’a yaklaşımının bütün unsurlarını taşıyan bu davranış, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na lâyık görülmüştür.

Kısacası Obama, başbakanımızı “oturtmuştur”.]
(*)

Soru şudur: TC Başbakanı'nı “oturtan” zor durumdaki kaatil Obama, bu “oturum”da acaba nasıl bir “yardım/kıyak” talep etti? Bu talep “Şu İsrail’in kulağını biraz çekiver abisi” midir?

İkincisi:

Son günlerde çok ağır bir “asimetrik savaş”la karşı karşıya kalan ve bunu sık sık dile getiren TSK’nın bu asimetrik savaşa içli dışlı cevap vermesi...

TSK, Anadolu Kartal’ı tabikatından İsrail’i çıkartma kararı aldığında bundan başta ABD olmak üzere diğer Batılı ülkelerin etkileneceğini ve tatbikattan çekileceklerini öngörerek İsrail’e bu tatbikattan çıkarıldığını bizzat tebliğ etmiştir... Bu davranışıyla da, karşı karşıya kaldığı “asimetrik savaş”ın gerçek patronlarını bildiğini göstererek, onların beklemediği karşı bir hamle yapmıştır... -Ki temennimiz de budur-.. Böyle olduysa; hedef 12’den vurulmuştur...

Hemen ardından İsrail’in teslim ettiği 2 adet HERON insansız keşif uçağının iadesini ve TSK’nın Heronlara karşı; yerli iki firmaya “ÇALDIRAN” ismi ile yerli insansız keşif uçağı imali ihalesi verdiğinin ortaya çıkmasını da, de buna eklerseniz mesele biraz daha aydınlanır...

“Peki, Erdoğan’ın Arabiya televizyonuna verdiği demeçte meseleyi sahiplenip, Tatbikattan İsrail’i kendisinin çıkarttığını belirtmesine ne diyeceğiz?”

“TSK benden habersiz davrandı” demesini herhalde beklemiyordunuz?..

Ama meselenin aslını öğrenmek için, Erdoğan’ın El Arabiyya Televizyonuna demeç vermesinden önce; Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in , Zaman gazetesine şu açıklamayı yaptığını hatırlamak lâzım:

“Tatbikat hava kuvvetlerinin bir etkinliği. Etkinliğe kimlerin katılıp katılmayacaklarına kendileri karar verir, Genelkurmay da uygun görür. Hükümetin bu konuda bir müdahalesi mümkün değildir.”

İşte böyle...

* Fatma Sibel Yüksek, Sen! Uzun Boylu, Bıyıklı Olan! Sen Kal Bakiim...Açık İstihbarat, 25.09.2009.

Kaynak: Baran

KUZKA'NIN ANASINI GÖSTERDİK
Barış Zeren
20.01.2010
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Pazar günü Ankara’ya gelmesi, merkez basında ayrı bir mutlulukla karşılandı. Merkez basındaki pekçoklarına göre, Barak’ın bu ziyareti, İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Danyel Ayalon’un yol açtığı krizi giderme odaklıydı; örneğin Hürriyet gazetesine göre, “Barak’ın ziyareti, İsrail’le buzların eridiğine işaret ediyor” İsrail, Ayalon’un ağır hareketini telafi etmek istiyordu.

Ayalon krizi, Türkiye’de uzun zamandır taraftar basınla özdeşleştirilen “dezenformasyon” alışkanlığının asıl kaynağının merkez basın olduğunu bir kez daha göstermiş bulunuyor.

Tivyaev: “Türkiye Barak ile Lieberman arasında serseme döndü”

Öncelikle, Odatv’de de sıklıkla vurgulandı, İsrail’in hafta içinde Türkiye’den özür dilediği “haberi” yabancı basındaki yorumların bilinçli biçimde abartılmasından imal edilmiştir. İsrail yönetiminin köktenci siyonist kanadından Danyel Ayalon’un yaptığı, diplomaside eşine az rastlanır bir aşağılama olup daha önce ABD’de Türk büyükelçilerine yönelik benzer muamelelerin tersine, açıkça ve lümpenlik dozu en yüksek tutularak gerçekleştirilmiştir. Yalnızca Lieberman’ın partisinde değil, diğer kesimlerde de, Tayyip Erdoğan’ın Davos’tan başlayan ucuz gösterilerine yanıt verildiği kanısı hakimdir.

Ayalon’un yaptığı hareketin, İsrail kamu kanaatinde büyük memnuniyet uyandırdığı kesindir. İsrail’le arasında geleneksel bağlar bulunan Türk basınının, İsrail’deki bazı çevrelerin köktenci siyonistlere “uyarılarını” yansıtmasına kanmamalı. Kadima Partisi’nden, İsrail-Türkiye Parlamentolar Arası Dostluk Grubu’nun başkanı, Rus kökenli Robert Tivyaev en belirgin örnektir. Tivyaev, göreve geldiği ilk andan itibaren, Rusya bağlantılarını da kullanarak, Türkiye ile İsrail arasındaki “Van münüt” krizini aşma yolunda yaptığı çalışmalarıyla biliniyor. Ayalon’un ağır hakareti karşısında söylediği, anlamlıdır: “Türkiye, Lieberman ile Barak arasında serseme döndü; ikisi de Türkiye’yi bir fiskeyle birbirine atıyor.” Tivyaev, kuşkusuz, Türkiye’yle fazla oynamamak gerektiğini belirterek, “Yalnızca Tayyip Erdoğan’a haddi bildirilmeliydi, televizyon dizileriyle hiç ilgisi olmayan büyükelçiyi aşağılamanın gereği yoktu,” sözlerini eklemektedir. Likud’un ılımlı çeşitlemesi olarak bilinen Kadima Partisi’nden, üstelik Türk-İsrail ilişkilerinden sorumlu bir siyasetçinin gösterdiği nettir: Bizim “özür” olarak bildiklerimiz yalnızca üslup ve dozaj üzerine “şerhler” oluyor. İsrailliler’de “Tayyip Erdoğan’a haddini bildirme” konusunda bir ortaklık bulunuyor.

Lieberman’ın görevden almayacağını söylediği Ayalon’un tehdit ve aşağılamaları sürerken, İsrail’in ünlü gazetecilerinden Haim Şalev “Ayalon, Türkiye’ye Kuzka’nın anasını gösterdi,” demektedir. On dokuzuncu yüzyıl Rus taşrasının bu ünlü deyimi, kış aylarını toprağın derinliklerine gömülerek geçiren Kuzka’ya, mayıs böceğine atfen, “birini yerin dibine batıracak denli aşağılamak,” anlamında kullanılıyor. Ünlü Sovyet lideri Hruşçov’un, Ekim 1960’da Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada, ayakkabısını sallayıp ABD’ye “size kuzkanın anasını göstereceğiz” yollu bağırmasıyla deyim Rus köyünden çıkıp diplomasi diline de girdi.

Şalev’in Hruşçov anıştırmasının rastlantı olmadığını belirtmek gerekiyor; Ayalon aşağılaması, tersinden bir Hruşçov vakasıdır. Hruşçov’un o meydan okuması, büyük Cezayir kurtuluşçusu Franz Fanon’un da söylediği üzere, Arap dünyası üzerinde büyük moral etki uyandırmıştı. Şimdi ise, Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye dayanarak yaptığı ucuz gösterilerini, İsrail’e meydan okuma olarak yorumlamak isteyen ezilmiş Arap toplumlarına da bu aşağılamayla mesaj verildiği kesindir.

Bu tablo karşısında herkesin bildiğini yazmadan geçemeyiz. Ayalon’un bu ağır hakareti ve İsrail hükümetinin samimiyetsiz “ayıplamaları” karşılığında onurlu bir yönetimin vereceği tek denk yanıt, İsrail’le diplomatik ilişkileri kökten sorunsallaştıracak adımlar atabilmektir.

Barak Ziyareti: Organik Bütünleşme Sürüyor

Tam da bu bağlamda, Ehud Barak’ın ziyareti, Türkiye’nin aylardır sürdürdüğü İsrail’le “dalaşma” siyasasının sınırlarını gösteriyor.

Ziyaret hiç de merkez basının toplumumuza anlattığı gibi, “ilişkileri yumuşatma” hedefli olmayıp Şubat 1996’da iki ülke arasında gerçekleştirilen stratejik işbirliği anlaşması kapsamında, rutindir. Başka deyişle, Şubat 1996’dan bu yana, İsrail ile Türkiye yetkilileri, en başta askeri ve istihbaratı ilgilendiren konularda işbirliği için, düzenli olarak bir araya gelmektedir. İsrail ile bağımlılığın en somut belgesi olan Şubat 1996 anlaşması gereği İsrail Savunma Bakanı’nın Türkiye’ye kabulü, basın tarafından AKP hükümetinin “İsrail’e meydan okumak” gibi boyundan büyük ambalajlara sarılmış olduğunu da gösteriyor.

Ağır dezenformasyon altında şunu da açıklığa kavuşturmak gerekir; İsrail Savunma Bakanı’nın Türkiye’deki muhatabı, Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da Genelkurmay Başkanı değil, Türk Savunma Bakanı’dır. Dolayısıyla söz konusu üç makamın, bir başka ülkenin Savunma Bakanı’na randevu vermemesi değil, vermesi şaşırtıcı olurdu. Üstelik, İsrail Savunma Bakanı’nın, bu rutin diplomatik görüşmesini, Türkler’in tatil, İsrailliler’in çalışma günü olan Pazar günü gerçekleştirmesi de İsrail’in dominant konumunu anımsatması olarak yorumlanabilir.

Metres İlişkisinin Tarihçesi

Tayyip Erdoğan’ın her gösterisinde İsrailli yetkililerin anımsattığı tarihsel gerçekler, AKP iktidarında da sarsılmadan varlığını koruyor; Türkiye ile İsrail, egemenleri arasında çok sıkı, hatta organik bağlar bulunan iki ülkedir. Aralarındaki ilişkinin niteliğini, zamanında Ben Gurion çok özlü biçimde dile getirmiştir: Metres ilişkisi.

Türkiye, bir yandan Araplar’la “aile” görüntüsünü korumaya çalışırken diğer yandan İsrail’le bir yasak aşk yaşamaktan geri durmamış; İsrail kurulduğunda, tüm Ortadoğu ile Asya ülkelerinin İsrail’i yalıtma siyasasını, onu önce de facto kısa süre sonra de jure tanıyarak kırmış; İsrail hiçbir ülke ile resmi diplomatik bağ geliştiremezken Türk diplomatları ve Türkiye aracılığıyla siyonist dış siyaseti idame ettirmiş; hatta 1958’de Ben Gurion, gizli bir ziyaretle, “muhafazakar” Demokrat Parti iktidarında Türkiye’yle bir “peripheral alliance,” çevresel ittifak kurmuş; böylelikle İsrail ile Türkiye bağları, sağlam bir zemine oturtulmuştur. Hâlâ gizliliği korunan bu anlaşmada, İsrail’in “çevresel ittifaklar” yoluyla, kendisini yalıtmak isteyen Arap dünyasını dışarıdan, özellikle Türkiye ile Etiyopya üzerinden kuşatma hedefini okuyorduk.

Bu şekilsiz ve belirsiz ittifak, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle daha somut görünümler aldı. İsrail, 1990’lı yıllarda Arap Emirlikleri’ne bağlı Körfez sermayesiyle bütünleşti; bu bütünleşme, 2000’li yıllarda MENA (Middle East North Africa/Ortadoğu Kuzey Afrika) adlı ekonomik işbirliği kuşağı yaratma projesi vesilesiyle şu sloganda özetleniyordu: “İsrail zekası, Körfez sermayesi, Arap işgücü.” Aynı süreçte, Türkiye de Özal ve sonraki yönetimlerle “Körfez sermayesine” yani İsrail’in ekonomideki uzantılarına açılıyordu.

Çiller’in 1993 yılında şaşırtıcı bir biçimde iktidara gelmesi, İsrail – Türkiye kaynaşmasına ivme kazandırmıştır. İsrail’le Başbakanlar düzeyinde karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriliyor, 1994 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin gizliliğini taahhüt eden “Gizli Güvenlik Anlaşması” imzalanıyordu. Şubat 1996’daki ünlü stratejik işbirliği, 1994’teki bu adımların üzerine kuruluyor, 1958’deki ilk gizli anlaşmayı da revize edip pekiştiriyordu.

İslamcı Muhafazakarların İsrail Sevdası

Şu bir gerçek; İsrail’le ilişkilerde dönüm noktası sayılacak adımları atmak, hep muhafazakar-İslamcı iktidarlara nasip olmuştur. 1958 anlaşması sırasında Demokrat Parti ile Şubat 1996 Anlaşması’nda Çiller; Ağustos 1996 askeri teknolojide işbirliği anlaşmasında Erbakan yönetimleri ya büyük hevesle ya da “pek de tereddüt etmeden” İsrail ile Türkiye’yi bütünleştiren imzaları atmıştı.

İşte AKP iktidarı, bu tarihsel eğilimin en güçlü halkası kabul edilebilir. Ne de olsa, AKP’nin istikrarlı destekçilerinden İhsan Dağı’nın da vurguladığı üzere, Refah Partisi’nin en büyük kusuru, “uluslararası projelere” dahil olmada çok ağır ve çekinceli davranmasıydı. AKP, aynı zamanda bu çekincenin dizginsizce aşılmasının adı oluyordu.

AKP’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne gönüllülüğü, İsrail uçaklarının Türk hava sahasından geçip Suriye tesislerini bombalaması, ya da Arap basınında sıklıkla gündeme gelen, Hizbullah hedeflerini Türkiye’nin İsrail’e bildirdiği iddiaları hemen akla gelen örneklerdir. Onun dışında, AKP iktidarı döneminde, Körfez sermayesiyle bütünleşmenin en yüksek düzeye vardığını da anımsamak gerekir.

Tayyip Erdoğan, bu diplomatik birikimden ve devlet yönetme görgüsünden uzak siyasetçi, ABD’nin İsrail’le araya mesafe koyma siyasasını fırsat bilerek ve İsrail’le kurulan organik ilişkilere güvenerek İsrail’e saldırmaya başladı. Ama şimdiye dek, Ayalon’un açık aşağılamasını sindirmiş, ucuz meydan okumalarının ağırlığı altında ezilmiş görünüyor.
Odatv.com

OBAMA NETANYAHU’YA NEYİ İMA ETTİ?
Sait Çakır
15 Kasım 2009

Geçtiğimiz pazartesi günü Amerika Devlet Başkanı Barack Obama ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu akşam saatlerinde Beyaz Saray’da bir araya geldi.

Bu toplantı birçok açıdan farklıydı; İsrail başbakanının Amerika’ya geleceği bilindiği halde Beyaz Saray’ın son ana kadar randevu vermemesi, randevunun geç saatlere konması, Netanyahu’yu Beyaz Saray’a getirmesi için limuzin gönderilmemesi, İsrail tarafının toplantıdan sonra yapacağı basın açıklamasının iptal edilmesi, toplantı öncesinde ve sonrasında basının fotoğraf almasının engellenmesi, Amerika’nın İsrail’i aşağıladığı şeklinde değerlendiriliyor. İsrail basınının bu yöndeki yayınlarının yoğunlaşması üzerine Beyaz Saray Cuma akşamı Obama ile Netanyahu’nun kek yerken çekilmiş bir fotoğrafını basına verdi.

Obama geçtiğimiz hafta sadece İsrail başbakanına soğuk davranmadı, Yahudi Cemaatleri Birliği’nin toplantısına, ki Netanyahu’nun Amerika’da bulunmasının nedeni bu toplantıydı, Teksas kıyımını bahane ederek katılmadı. Bunun üzerine bu Birliğe ait altmış temsilciye Beyaz Saray’da bir resepsiyon verdi; Jerusalem Post’un haberine göre, Yahudi temsilciler Ortadoğu konusunda konuşmak istemelerine rağmen Obama onlarla sağlık reformu tasarısının Kongre sürecinden bahsetmeyi tercih etti.

Bütün bunlar, Obama ile İsrail Devleti ve onun çizgisindeki Yahudi örgütleri arasında Ortadoğu siyaseti üzerine derin bir uzlaşmazlığın olduğunu göstermektedir. Bu uzlaşmazlığın temelinde Obama yönetiminin Batı Şeria’da kurulacak egemen bir Filistin devletini çözüm yolu olarak sunması, Yahudi yerleşimlerinin dondurulması konusunda İsrail hükümetine baskı yapması ve Netanyahu hükümetinin, Amerika’daki geleneksel İsrail lobilerinin de desteğini alarak, yerleşimlere devam etmesi yatıyor.

Netanyahu’nun yerleşimcilere izin vermesiyle birlikte sadece Obama’nın değil, programını tamamen Obama’ya göre şekillendiren Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Mahmud Abbas’ın da itibarı zedelendi. Barış görüşmelerinin tıkanmasıyla birlikte Hamas tarafından alay konusu haline getirilen Mahmud Abbas önümüzdeki yılın başında yapılacak başkanlık seçimlerine katılmayacağını açıkladı.

Abbas’ın emekliye ayrılma kararı “barış” sürecinin ciddi anlamda tıkandığını göstermektedir; zira Batı’nın bundan sonra, Filistin siyaseti içerisinde İsrail’e karşı en ılımlı isim olan Abbas’tan daha iyisini bulma ihtimali oldukça düşüktür.

Monica Lewinsky Skandalı

Obama-Netanyahu görüşmesine dönelim. İsrailli Haaretz gazetesinin bu görüşmeye ilişkin bir haberine göre; Obama yönetiminin üst düzey yetkilileri Netanyahu’yu, Amerika’daki çeşitli lobileri kullanarak Başkan Obama üzerinde baskı oluşturmakla suçluyor. Görüşmede bu konunun açıldığını belirten Haaretz’e göre Beyaz Saray, Netanyahu’nun Bill Clinton dönemindeki davranışlarını tekrarladığını düşünmektedir.*

O halde ilişkilerin bugünkü durumunu anlayabilmek için Bill Clinton döneminde nelerin yaşandığına kısaca bir göz atmak gerekiyor.

Bill Clinton döneminde İsrail Başbakanı İtzhak Rabin ile Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Yaser Arafat Oslo barış süreci başlatmışlardı. Filistinlilerle barış için İsrail’in işgal ettiği toprakların bir bölümünü bırakmasına (land for peace, barış için toprak) dayanan bu mutabakat Amerika’daki neo-konservatifleri ve Hristiyan köktencileri arkasına alan Likud lideri Netanyahu’nun hedefi haline gelmişti. İsrail sağının “Judea and Samaria” olarak adlandırdığı Batı Şeria’nın Filistin’e bırakılmasını öngören bu süreç İtzhak Rabin’in öldürülmesiyle fiilen son bulmuş ve 1996-Mayıs’ında yapılan seçimlerde Rabin’den boşalan koltuğa sağcı lider Netanyahu geçmişti.

Bir İsrail başbakanının hayatı mal olsa da, “barış için toprak” siyaseti konusunda ısrarcı olan Bill Clinton yönetimi bu konuda Netanyahu’yu sıkıştırmaya devam ediyordu. Clinton barış sürecini canlandırmak üzere Beyaz Saray’da Netanyahu ve Arafat ile bir görüşme planlamıştı; bu görüşmede Clinton Netanyahu’ya Batı Şeria’yı Arafat’a bırakması konusunda baskı yapacaktı.

Craig Unger, 2007 yılında çıkan The Fall of the House Of Bush kitabında, Hristiyan Siyonist Jerry Falwell’ın anlatımlarına dayanarak bu toplantıyı anlatıyor: “Netanyahu gerçekten de İsrail’in topraklarını bırakması konusunda büyük baskı altındaydı. Netanyahu çok zor bir durumdayken; toplantı odasına birisi geldi, Clinton’un kulağına bir şeyler fısıldadı ve Clinton’un rengi birden değişti. Clinton’un kulağına Monica Lewinsky ile olan ilişkisinin açığa çıktığı söylenmişti. Clinton İsrail’i zor duruma sokacak taleplerini iletmeden toplantıyı bitirdi. Netanyahu İsrail’e doğru uçarken, neşeli bir şekilde, İsrail’i Monica Lewinski’nin koruduğunu söyledi.”** Bill Clinton Monica Lewinsky skandalının patlak vermesinden sonra kendisini savunmak zorunda kalmış ve İsrail’i toprak bırakmaya zorlamaktan vazgeçmişti. Bugün bu skandalın arkasında İsrail lobisinin bulunduğu konusunda hiçbir kuşku bulunmuyor. Bizzat bu komplo sürecinde yer alan Jerry Falwell, Vanity Fair dergisinin 2005-Aralık sayısında Monica Lewinsky olayının İsrail lobisinin tezgâhı olduğunu doğruluyor.***

Barış için toprak siyasetinin bir İsrail başbakanının hayatına ve bir Amerikan Başkanının onuruna mal olmuştur. Obama’nın bunları bildiğini ve Pazartesi günü yapılan görüşmede kendisine karşı komplo kurmaması için Netanyahu’yu uyardığını düşünebiliriz.

*http://www.haaretz.com/hasen/spages/1127420.html

**http://www.historycommons.org/entity.jsp?entity=benjamin_netanyahu

*** www.rense.com/general69/col.htm
Odatv.com


MalcolmX: İsrail Filistinde ne halt ediyor?

Bundan tam 44 yıl önce bugün 21 Şubat 1965’te suikasta uğradı. Malcolm X'in ölmeden 4 ay önce bir gazetedeki yazdıklarından bugüne neredeyse hiçbir şey değişmedi…

SİYONİST MANTIK

Omowale Malcolm X Şahbaz*

Filistin’i şu an işgal eden Siyonist ordular, kadim Yahudi peygamberlerinin “bu dünyanın son günlerinde” kendi Tanrılarının onları vaat edilmiş topraklara götürecek bir “Mesih” göndereceğini ve bu yeni-elde edilmiş topraklarda yeni bir “ilahi hükümet” kuracaklarını ve bu “ilahi” hükümetin “diğer tüm ulusları demirden bir sopayla” yönetmesini sağlayacağını öngördüğünü iddia ederler.

Eğer İsrailli Siyonistler, Arap Filistin’inin işgallerini, Yahudi peygamberlerinin kehanetlerinin gerçekleşmesi olarak görüyorlarsa, diğer ulusları demirden sopayla yönetecek “ilahi” görevlerine de inanmışlar demektir. Demirden sopa, sadece önceki Avrupalı Sömürge Güçleri’nden daha sıkı sabitlenmiş güçlü-hâkimiyet anlamına gelmektedir.

Bu İsrailli Siyonistler, Yahudi Tanrı’larının eskimiş Avrupalı sömürgeciliğini yeni bir türüyle değiştirmek için kendilerini seçtiğine inanmaktadır. Bu yeni tür, Afrikalı halkaları istençle “ilahi” otoritelerine ve rehberliklerine itaate kandıracak şekilde iyice gizlenmiştir.

Kamuflaj
İsrailli Siyonistler, yeni tür sömürgeciliklerini başarıyla gizlediklerinden emindirler. Sömürgecilikleri daha “hayırsever”, daha “insancıl/iyilikçi” görünmektedir. Bu sistemde potansiyel kurbanlarını dostane ekonomik “yardımları” ve ekonomileri büyük sıkıntılar çeken yeni-bağımsız Afrika uluslarının burunları önünde salladıkları diğer kışkırtıcı hediyeler almaya iterek idare etmektedirler.

Afrika’daki halkların ekserisi okuma-yazma bilmediği 19. Yüzyıl’da Avrupalı emperyalistlerin onları “korku ve güç”le idare etmesi kolaydı ancak günümüz aydınlanma çağında Afrika halkları uyanmaktadır ve onları 19. Yüzyıl’ın antikalaşmış yöntemleriyle hizada tutmak imkansızdır.

Bu nedenle emperyalistler yeni metotlar geliştirmeye mecbur kalmışlardır. Artık kitleleri boyun eğmeye zorlayamadıkları ve korkutamadıkları için, Afrikalı hakları istençli bir itaate taşıyacak yeni modern yöntemler bulmak zorundadırlar.

Yeni-emperyalizmin modern 20. Yüzyıl silahı “dolarizm”dir. Siyonistler dolarizm’in biliminin kitabını yazmıştır: bir arkadaş ve yardımsever pozuyla gelirler, hediyeler ve diğer her tür ekonomik yardımlar getirip teknik destek önerirler. Yani, birçok yeni “bağımsız” Afrika uluslarında Siyonist İsrail’in etkisi ve gücü 18. Yüzyıl Avrupalı sömürgecilerden çok daha fazla sabit hale hızla-gelmiştir. Ve bu yeni Siyonist sömürgecilik sadece şekil ve metot itibariyle farklıdır, asla amaç ve güdüde değil.

Avrupalı emperyalistler uyanan Afrika halklarının eski güç ve korku ile idare şekline boyun eğmeyeceklerini akıllıca öngördükleri 19. Yüzyılın sonlarında, bu ölmez-entrikacı emperyalistler “yeni bir silah” ve bu silaha “yeni bir üs” bulmak zorunda kaldı.

Dolarizm
Yirminci yüzyıl emperyalizmin bir numaralı silahı Siyonist dolarizm’dir ve bu silahın ana üslerinden biri de Siyonist İsrail’dir. Ölmez-entrikacı Avrupalı emperyalistler, Arap dünyasını coğrafi olarak parçalayacak, içine sızacak ve Afrika liderleri arasına ihtilaf tohumları ekecek ve Afrikalıları Asyalılara karşı bölecek şekilde İsrail’i akıllıca yerleştirmiştir.

Siyonist İsrail’in Arap Filistin’ini işgali yeni bağımsız Arap ülkelerinin ekonomilerini güçlendirmek ve halklarının hayat standartlarını yükseltmek için odaklanmayı imkansız hale getirerek Arap dünyasını milyarlarca değerli dolarını silahlanmak için kullanmak zorunda bıraktı.

Afrikalılara Arap liderlerin onların hayat standartlarını yükseltmek için Arap liderlerinin entelektüel ya da teknik olarak yetkin olmadığını göstermek için Arap dünyasında hayat standartlarının süregelen düşüklüğünü, Siyonist propagandacılar maharetle kullanılıyor.

“Kuşun kanadını kırıyorlar ve sonrasında onlar kadar hızlı uçamadığı için suçluyorlar”

Emperyalistler her zaman kendilerini iyi gösterir, fakat bu sadece Siyonist-kapitalist fesadıyla ekonomileri kötürüm bırakılan yeni bağımsız ülkelerin sakat ekonomileriyle yarıştıkları içindir. Adil bir yarışa tahammül edemezler zira Cemal Abdül Nasır’ın Sosyalizm altında Afrika-Arap Birliği’nden ödleri koptu.

Mesih?
Mesihlerinin onları vaat edilmiş topraklara götüreceği ve İsrail’in şu anki Arap Filistin’ini işgalinin bu kehanetin gerçekleşmesi yönündeki Siyonist iddiaları doğruya, peygamberlerinin onları oraya götüreceğini söyledikleri Mesihleri kimdir? İşgal Altındaki Filistin’i Siyonistlerin eline veren “anlaşmayı görüşen” Ralph Bunche’ydi! Ralph Bunche mi Siyonizm’in Mesih’idir? Eğer Ralph Bunche onların Mesih’i değilse ve Mesihleri gelmediyse, Mesihlerinin önünde Filistin’de ne halt etmektedirler?

Siyonistlerin Arap Filistin’i işgal etmek, Arap vatandaşlarını evlerinden kovmak ve tüm Arap topraklarını atalarının orada binlerce yıl önce yaşadığı “dini iddiasıyla” tüm Arap topraklarına el koymak için yasal ya da ahlaki bir hakları mı vardı? Daha bin yol önce Endülüsler İspanya’da yaşıyordu. Bu, tıpkı Avrupalı Siyonistlerin Filistin’deki Arap kız ve erkek kardeşlerimize yaptığı gibi, Mağriplilere İberya Yarımadası’nın işgal edip, İspanyol vatandaşları söküp İspanya’nın olduğu yerde yeni bir Fas devleti kurma hakkı mı verir?

Sözün özü, İsrail’in Arap Filistin’indeki şu anki işgalini meşru kılacak tarihte ne akli ne de yasal bir temel yoktur… Hatta kendi dinlerinde bile. Mesihleri nerede?

*Malcolm-x.org’dan alınmıştır.

İsrailliler Gazze bombardımanını izleyip alkışladı
13 Ocak 2009
- Amerikan Time Dergisi vahşet karşısında İsraillilerin nasıl insanlıktan çıktığını anlattı. Dergi, Gazze sınırında Sderot bölgesine gelen İsrailli ailelerin Gazze'ye atılan bombaları canlı izleyerek alkışladıklarını yazdı. Muhabirleri Aaron J. Klein ve Kibbutz Nir-Am'ın izlenimlerini sayfalarına taşıyan dergide İsrail'in bombalama olayı ve sonrası şöyle anlatıldı: "Pazar öğleden sonra İsrail'e ait iki Apache helikopteri Gazze sınırına yakın Sderot'un doğusunda gökyüzünde belirdi. Helikopterlerin altında, piknik yapan İsrailliler de olacaklar hakkında tahminlerde bulunarak seyretmeye koyuldu. Bir dakika sonra Apacheler'den birinden bir Hellfire (Cehennem ateşi) füzesi fırlatıldı. Füze, Filistin sınırını hızla aştı. Bir saniye sonra, sınırın ötesinde oluşan manzara karşısında kalabalığın içinden tezahürat koptu. Cebaliye mülteci kampıyla, Gazze kenti arasından bir yerden devasa, simsiyah bir duman bulutu yükseliyordu. Daha sonra seyirciler radyolarından, saldırının sonucunu veren açıklamaları dinlediler."

HAYATINI KAYBEDEN FİLİSTİNLİ SAYISI 900'Ü AŞTI
Ölümlerle sarsılan, günlerdir İsrail ordusunun yoğun bombardımanı altındaki Gazze Şeridi'nde, 17 günden sonra bazı mahallelerde ilk kez elektriğin gelmesi, sevince neden oldu. Birkaç gün önce akaryakıt sevkıyatının yapılmasının ardından Gazze'nin tek elektrik santralının çalıştırılmasıyla bugün Gazze'nin bazı semtlerine elektrik verildi.
Geceleri karanlıkta yaşayan, evlerinde hiçbir elektrikli aleti kullanamayan Gaazzeliler elektriğin verilmesini sevinçle karşıladı, birçoğu Gazze Şeridi'nde neler olup bittiğini öğrenmek için televizyonlarının başına koş tu. Elektrik verilen mahallelerde kadınların çoğu, ekmek yapmak için fırınların ın başına geçerken, insanlar boşalan su depolarını elektrikli pomaların yardımı yla doldurmaya çalıştı.
Gazzelilerin çoğu, evinden çıkmadığı için kentte ve Gazze Şeridi'nin tamamında neler olup bittiğini bilmiyor ve haberleri, nadiren ulaşılabildiğinde, dışarıdan kendilerini arayanlara soruyor. Gazze'deki yerel radyolar da genellikle olayları yansıtmaktan kaçınıyor, marşları ve açıklamaları yayımlamakla yetiniyor. İnsanlar en fazla yanı başlarındaki komşularına gidebiliyor. Sokaklara çıkamayanlar insanlar, kendi evlerinin çatıların da dahi oturamıyor. Birçok Gazzeli, çatıya çıktığında uyarı ateşi açıldığını belirtiyor.
Ulaşılabilen yerel kaynaklardan biri, Gazze'nin Tuffah (Elma) mahallesinde, 3 gün önce çatıda oynayan ortaokul 3. sınıf öğrencisi bir kızın çatıyı vuran füzeyle iki ayağını birden kaybettiğini, kızın amcasının iki oğlunun da aynı saldırıda öldüğünü anlattı.
Tuffah ve Zeytun, askerlerle militanlar arasında yoğun çatışmaların meydana geldiği mahallelerden.
İsrail askerleri ve tanklarının, Tuffah mahallesi etrafında, Gazze'yi kuzeye bağlayan Yafa caddesini tam karşıdan gören "Reis" tepesinde konuşlandıkları belirtiliyor. Söz konusu tepenin, Gazze kent merkezine hakim bir nokta olduğu ifade ediliyor.
Gazze'nin denize bakan kesimlerinde, Tel El Hava mahallesinin varoşları Şeyh Eclin ve Sudaniye bölgesinde de İsrail tankları mevzilenmiş. Gazze kentinin böylece kuzey, doğu ve güney girişleri İsrail askerleri tarafından kuşatılmış durumda. Bu bölgelerde askerlerle militanlar arasında özellikle akşam başlayan yoğun çatışmalar yaşanıyor.
Gazze kentinde yaklaşık 700 bin Filistinli yaşıyor.
Gazze Şeridi'nin kuzeyinde de Beyt Lahya ve Cebaliye'de bombardımanlar devam ediyor. Cebaliye'nin El-Carin olarak adlandırılan varoşlarında, El Fetih'in El Aksa Şehitleri Tugayları'nın Eyman Cuda grubunun, birkaç gün önce öldü rülen liderlerinden birinin evi de bugün yeniden saldırıya uğradı. Gazze sınırı yakınlarındaki Şeyh Zaid bölgesinde ve Beyt Lahya'da da füze saldırıları devam etti.
Gazze Şeridi'nin güneyinde de dün gece Filadelfi Yolu olarak bilinen, tünellerin bulunduğu alanlar yeniden bombalanmıştı.
Bu arada gündüz nispeten sakin olan Gazze kent merkezinde, ateşkes uygulandığı saatlerde tanklardan açıldığı söylenen ateş, pazar yerinin ortasını vurdu; Filistin meydanındaki pazar yerinde 3 kişi öldü, 10 kişi yaralandı.
Acil Servis ve Ambulans Hizmetleri Başkanı Dr. Muaviye Hasaneyn de pazar yerinden getirilen cesetlerin parçalanmış şekilde hastaneye ulaştığını ifade etti.
Kısmi ateşkesin başladığı saat 13.00 civarında da yine kentteki Et Tafer binasına saldırı düzenlendi, ancak ölen veya yaralanan olmadı.
17 gündür devam eden İsrail saldırılarında 900'den fazla Filistinli öldü, 4100 dolayındaki Filistinli yaralandı.
Öte yandan, Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları, bir İsrail askerini kaçırdıklarını, askeri götürdükleri yerin İsrail ordusu tarafından bombalanıp, askerin de öldüğünü öne sürdü.
El Kassam Tugayları yaptığı açıklamada, askeri kaçırdıktan sonra Gazze'de bir eve götürdüklerini, ancak izlendiklerini, birkaç saat sonra da evin bombalandığını ve İsrailli askerin olay yerinde öldüğünü iddia etti.
Açıklamada, İsrailli komutanların, serbest bırakılması için görüşmelerde bulunmak veya bir askerinin militanların eline geçmesinin önlenemediğini göstermektense askerini öldürmeyi tercih ettiği de öne sürüldü.
Açıklamada, El Kassam Tugayları'nın Filistinli tutukluların serbest kalmasını sağlamak için İsrail askerlerini kaçırma yolunda ellerinden gelen her türlü çabayı göstermeye yeminli oldukları da belirtildi.
netgazete

İsrail vahşetinde son rakam 850 Şehid
11 Ocak 2009
Filistin acil yardım servislerine göre, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 854'e çıktı.

Gazze Şeridi Acil Yardım Servisi Başkanı Muaviye Hasaneyn, yaptığı açıklamada, bölgede yeni cesetlerin bulunmasıyla ölü sayısının 854'e çıktığını söyledi.

Ölenlerden 270'inin çocuk olduğunu belirten Hasaneyn'e göre saldırılarda 3 bin 940 kişi yaralandı.

Hasaneyn, ''Cebaliye ve Beyt Lahya'da akşam saatlerinde yeni cesetler bulundu'' dedi.

En şiddetli çatışmaların çıktığı Cebaliye ve Beyt Lahya, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunuyor. haber7

İngiltere'de 10 yılın en büyük protestosu

Londra'da toplanan 50 bini aşkın gösterici, Gazze'ye askeri operasyonunu sürdüren İsrail'i protesto etti. BBC ve Sky katılanların sayısını farklı açıkladı.
11 Ocak 2009
"Savaşa Hayır Koalisyonu", "İngiltere İslam İnsiyatifi" ve "Filistin'le Dayanışma Hareketi" tarafından organize ettiği yürüyüşe BBC'ye göre 50 bine yakın kişi, Sky kanalına göre ise 100 bini aşkın gösterici katıldı.

Londra'nın şehir merkezinde Hyde Park mevkiinde toplanan on binlerce göstericiye çeşitli sendika liderleri, politikacılar, sanatçılar ve din adamları seslendi. Konuşmacılar arasında bulunan Yeşiller Parti Avrupa Parlamentosu üyesi Jean Lambert, Müslüman din adamı Şeyh Mahmud Hasan ve Hıristiyan din adamı Gareth Ewit, İngiliz hükümetinden İsrail'e ekonomik ve askeri ambargo uygulamasını istediler. İsrail'e silah satışının durdurulmasını isteyen konuşmacılar, İsrail'in işgal ettiği Gazze topraklarından da bir an önce çıkmasını talep etti.

İngiliz polisi, konuşmalardan sonra İsrail Büyükelçiliği'ne doğru yürüyen göstericileri büyükelçiliğin avlusuna yaklaştırmamak için güç anlar yaşadı. Yürüyüş sırasında göstericiler bir Starbucks kahve dükkanının camını kırdı. Gösteride 3 İngiliz polisi yaralandı.

Gösteri sırasında oldukça kızgın oldukları gözlenen protestocular, sık sık "Filistin'e özgürlük" sloganları attılar. Bazı göstericiler ise ölen Filistinlilerin anısına sembolik olarak kefen giyerek yerde ölü taklidi yaptı.

Bu arada bir İngiliz polis yetkilisi yaptığı açıklamada, gösteri sırasında polis ile protestocular arasında çıkan arbedelerin hayal kırıklığı yarattığını söyledi.

Öte yandan İsrail'e verilen tepkiler gün geçtikçe büyüyor. Yakın tarihin en büyük gösterisinin yaşandığı Londra'da yaşayan bir grup Yahudi, Ortadoğu'da savaşın bitmesi için gösteri düzenleyecek. haber7

ALONİ: İSRAİL IRKÇI BİR DEVLET
14 Eylül 2008
İsrail’in demokratik bir devlet olmadığını söyleyen İsrailli eski Eğitim Bakanı Aloni, İsrail hükümetin yaptığı icraatlarla Apartheid’ı ve ırkçı rejimleri hatırlattığını belirtti.
İsrail’in eski Eğitim Bakanlarından insan hakları eylemcisi Shulamit Aloni bu hafta piyasaya çıkan “Kelepçeli Demokrasi” isimli kitabında etnokratik bir devlete dönüşen İsrail’in artık demokratik devlet vasfını yitirdiğini, hükümetin yaptığı icraatlarla Apartheid’ı ve ırkçı rejimleri hatırlattığını ifade etti.

Eski bakana göre, 1992’de kabul edilen ve İsrail’i bağımsızlık belgesindeki “İsrail her vatandaşın devletidir” şeklindeki tanımını “Yahudi ve Demokratik” bir devlet olarak değiştiren “İnsan onuru ve hürriyeti” kanununun çıkarılmasından sonra İsrail demokrasisi günden güne gerileyerek resmen etnokratik bir devlete dönüştü.

Bakana göre, İsrail’de uzun bir süredir ırk ayrımına dayalı devlet sistemi (apartheid) ve barış aleyhtarı bir rejim iş başında. Bu rejimin işlediği birçok cinayet ve suç bir bir ortaya çıkmaktadır.

Yazara göre, Faşist İtalya’nın kurucusu Mussolini gibi İsraillilerin bazen kurban bazen de güç, kutsiyet ve kahramanlıkla nasıl uyutulduklarına değinirken şu konuya dikkat çekiyor: “Kuruluş dönemiyle kıyasladığımızda İsraillilerin nasıl hırslı, materyalist ve bozuk bir topluma dönüştüğünü görmek oldukça şaşırtıcı.”

İSRAİL KENDİ ELÇİSİNİ VURDU

Aloni, İsrail’in Londra büyükelçisi Shlomo Argov’a ateş edilmesinin amacı 1982 Lübnan işgaline kılıf hazırlamaktı. Plan Sina yarımadasını Mısır’a iade ederek imaj kaybına uğrayan Menahem Begin ve Ariel Sharon tarafından uygulamaya konuldu. Bu ikilinin diğer bir amacı da Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün ateşkes anlaşmasına rağmen Filistin Direnişi’ni Lübnan’dan çıkarmaktı.

NÜRNBERG YASALARI’NDAN BETER

Yazar, 1995 yılında suikaste kurban giden eski başbakan İshak Rabin cinayeti Nürnberg Yasalarından daha beter kanun girişimlerine sahne olan seksenli yıllardan itibaren güçlenmeye başlayan ırkçı dalganın bir eseri olduğunu söyledi. Alon, bu suikastın arkasında Shabak’ın olma ihtimali de yüksek olduğunu kaydetti.

Rabin aleyhinde başlatılan provakatif faaliyetleri anımsatan yazara göre, yerleşimcilerle sağ cenah barış istemedi, bunlar Arapların ve camilerin olmadığı bir İsrail hayal ediyorlar.

Eski Bakan, Ehud Barak’ın İsrail Başbakanı iken sürekli suçu Filistinlilerin üzerine atarak onları “Partner” olarak kabul etmemesiyle Oslo sürecini nasıl katlettiğini ve barış görüşmelerinin sonuçsuz kaldığını da anlattı. İsrail sürekli “denize atılma korkusu yaşamadan güvenli bir biçimde yaşama hakkı” söylemini sakız gibi sürekli çiğnemekle meşgul.

Shulamit Aloni'nin piyasaya yeni çıkan kitabı...

Eski bakana göre, İsrail’in demokrasisi tamamen bir göz boyamadan ibaret: “İçimizde yaşayan ve ordumuza hizmet eden aynı zamanda yarı kanımızdan olan Dürzîler, Yahudilerle aynı hukuka mı sahip?” diye sordu.

Aloni’ye göre, İsrail’in “Yahudi ve Demokratik” bir devlet olarak tanımlanması Fransa’nın Fransızlara ait bir devlet olmasıyla kıyaslanamaz. Zira “İsrail devleti” farklı düşünce ve inanca sahip medeni bir toplumu temsil ederken “Yahudi devleti” Ortodoks din denetiminde dini ve etnik bir devleti temsil ediyor.

HAHAMLAR DUYGUSUZ VE KORKAK

Yazar bir “İsrailli” olarak hahamların uyguladığı dine dayalı işkencenin karşısında olduğunu, hahamların benimsediği “hayır” kültürü yerine “evet” kültürü benimsediğini istersem güneşe, aya, yıldızlara, bahara ya da herhangi bir şeye ibadet etmeye hazırım, ancak hissiz, duygudan uzak, her türlü yenilikten korkan ve kadını aşağılayan din adamlarını kabul edemiyorum.

Gençliğinde Hagana örgütünde aktif görev alan Aloni, 1948 Araplarının bilinçli olarak göçe zorlanma girişimlerini ise görmezlikten gelerek “Filistinlilerin kaçması ve göç etmesi hakkında farklı görüşler var, İsrail bu göçmenlerin yurtlarına geri dönmesine izin vermiyor” demekle yetindi.

ESİRLERİN ÖLDÜRÜLMESİ

Yazar Aloni, İsraillilerin 1956 yılındaki üçlü saldırı sırasında giriştikleri cinayet ve işledikleri suçlarla ilgili şunları söylüyor, “Bazı subayların Gazze’de yağma ve talana başladıklarını duymuştum. Mısırlı esirlerin nasıl öldürüldüklerine dair birçok hikâye dinledim. Bu esirlerin atış taliminde canlı hedef olarak nasıl kullanıldığını duydum. Kefer Kasım Katliamını unutmak mümkün mü?”

Yazar, İsrail’in hazinesi dolu olmasına rağmen eğitime, akademik çalışmalara ve kültürel faaliyetlere gereken desteği vermediğini bunun yanında yolsuzluğun günden güne arttığını vurgularken, “İsraili kuranların hayal ettiği ideal jenerasyon rüyasının buharlaşmaya başladığını ülkenin anti demokratik bir devlete başka bir ifadeyle bir Yahudi gettosuna üstelik askeri ve mali gücü olan bir gettoya dönüştüğünü görüyoruz” dedi.
Timeturk

'BM İSRAİL'İN ÜYELİĞİNİ İPTAL ETMELİ'
20 Kasım 2008
Nobel Barış Ödülü sahibi Kuzey İrlandalı Katolik barış elçisi Mairead Maguire, "İsrail'in BM üyeliği ya askıya alınmalı ya da tamamen lağvedilmeli" dedi.
Batı Şeria'nın Ramallah kentinde demeç veren 1976 Nobel Barış Ödülü sahibi Maguire, İsrail'in Filistinlilere bilhassa Gazze Şeridi'nde uyguladığı ablukanın kaldırılmasını istedi.

Nobel Barış Ödülünü 32 yıl önce yurttaşı Betty Williams (63) ile paylaşan 64 yaşındaki Maguire, İsrail'in yakın zamandaki Gazze kuşatmasına da karşı çıkıyor. haber10

İSRAİL'İN KUDÜS'LE İLGİLİ YENİ PLANI
21 Eylül 2008
İsrail'in, 2020'ye kadar Kudüs'teki tüm Filistinlilerin tasfiyesini hedefleyen bir plan yaptıkları ortaya çıktı
Mescidi Aksa'yı ortadan kaldırmayı planladıkları deşifre olan İsrail Yönetimi'nin, Kudüs'le ilgili tehlikeli bir planı daha olduğu ortaya çıktı.

İsrail Yönetimi, Mescid-i Aksa'yı ortadan kaldırma amaçlı sinsi ve tehlikeli planlarını tüm belgeleriyle birlikte gün yüzüne çıkaran ve bu yüzden işgal devletinin hedefi olan, muhtelif baskılara ve şiddet uygulamalarına maruz kalan son olarak da kurmuş olduğu el-Aksa Müessesesi kapatılan Raid Salah, şimdi de 2020 yılına kadar Eski Kudüs'teki tüm Filistinlilerin tasfiyesini hedefleyen tehlikeli bir planı açığa çıkardı.

Filistin'in 1948'de işgal edilmiş bölgesinde faaliyet gösteren İslâmî Hareket'in lideri olan Şeyh Râid Salah işgalcilerin kendisine yönelik tüm baskılarına ve tehditlerine rağmen onların tehlikeli oyunlarına ve planlarına karşı kararlı mücadelesini sürdürmekten vazgeçmiyor. Şimdi de Kudüs'teki Filistinli varlığı tümüyle yok etmeyi hedefleyen bir planlarını açığa çıkararak ona karşı mücadele başlattı.

Râid Salah, ortaya çıkarılan bu son planın işgalcilerin Kudüs'le ilgili en tehlikeli planları olduğuna dikkat çekti. Planın birinci merhalesinde Doğu Kudüs olarak da adlandırılan Eski Kudüs kısmındaki Filistinli nüfusun tamamen tasfiye edilmesi hedefleniyor. İkinci merhalesinde ise 2050 yılına kadar tüm Kudüs'teki Filistinli nüfusun tasfiyesi ve böylece bu kutsal şehrin salt Yahudi şehri haline getirilmesi amaçlanıyor.

Planın amacına ulaşması için muhtelif taktiklere başvurulması öneriliyor. Bunların başında da kimliklerin alınması, çok basit gerekçelerin sürgün için değerlendirilmesi, evlerin yıkılması ve arazi gaspı yer alıyor.

Plan hakkında Qudspress Haber Ajansı'na bilgi veren Râid Salah, işgal devletinin Kudüs'teki Yahudileştirme planlarını uygulamak için öncelikle gayrimenkullerin Yahudi mülkiyetine geçmesine ağırlık verdiğine bunun için de Filistinlilere ait evleri yıkma ve arazileri gasp etme uygulamalarına sıkça başvurduğuna dikkat çekti. Şeyh Salah işgal devletinin ayrıca etnik temizlik metodunu yaygın bir şekilde kullandığını ve Kudüslülerin orada ikamet etmelerine imkân veren kimliklerini çok basit gerekçelerle aldığını dile getirdi.
Kaynak: Filistin Enformasyon Merkezi

İSRAİL POLİSİNİN YENİ SİLAHI: KOKARCA KOKUSU

İsrail'in insanlık dışı son silahı
İsrail polisi, göstericilere karşı kullanmak üzere yeni bir "silahı" devreye soktu. İşte İsrail'in insalık dışı silahı...

Böylece Filistinli göstericilerin bir süre önce askerler tarafından "üzerlerine lağım suyu püskürtüldüğü" şikayetlerinin de aslı ortaya çıktı.

İsrail polis sözcüsü, bu "yeni ve öldürücü olmayan maddeyi" anlatırken, çok kötü bir koku yaydığını vurguladı.

Denemelerde de etkinliğini kanıtlayan ve "kokarca" adı verilen yeni madde, yayıldığında elbiseler ve cilt tarafından emiliyor, bulantı ve kusmaya neden oluyor.

Polis sözcüsü, "kokarca"nın içindeki doğal bileşenlerin, "birkaç saat sonra herhangi bir iz bırakmadığı" değerlendirmesini de yaptı.

3 yıldan fazla süredir duvar karşıtı gösterilerde yer alan sol eylemci Dr. David Nir, tiksintisini belirterek kokuyu, "çok kötü bir koku; çürümüş bir şey, bir hayvan leşi gibi" diye niteledi.

Dr. Nir, 3 hafta önce Batı Şeria'daki duvara karşı eylemleriyle gündeme gelen Naalin'de kokuyla nasıl tanıştığını anlattı:

"Plastik mermilere alışığız, bunlara karşı tecrübemiz var. Gözyaşı bombaları, tazyikli sulara da... Ansızın iki sınır polisi, sırtlarında garip torbalarla beliriverdi ve göstericilerin üzerine bir sıvı püskürttü. Çok kötüydü. Bazıları sıvıyla iliklerine kadar ıslandı. Allah'tan ben menzil dışı kalmayı başardım ve çok etkilenmedim. Ama koku bana da bulaştı, cildime geldi. Çok berbattı. Kokuya dayanamadım. Bu kokuya dayananlar altın madalyayı hak ediyor."

Naalin'deki gösteriden bir hafta sonra, Batı Şeria'daki diğer Filistin köyü Bileyn'de yapılan gösteri sırasında da bir beyaz kamyonun yanaştığını ve güvenlik çiti kenarında durduğunu söyleyen Dr. Nir, bir motor sesi duyduklarını ve üzerlerine kötü kokulu bir sıvının püskürtüldüğünü bildirdi. Tel Aviv'e doğru giderken kokuyu gidermek için araçların pencerelerini açtıklarını, deodorant sürdüklerini ancak hiçbir şekilde kurtulamadıklarını belirten Dr. Nir, "Bunu tarif edecek bir kelime yok. Tahmin edilebilecek en kötü koku. Kanalizasyona balıklama atlamakla eşdeğer" diye konuştu.

Batı Şeria'daki Bileyn Halk Komitesi Başkanı İyad Burnat, birkaç hafta önce, İsrail askerlerinin kendilerini dağıtmak için üzerlerine lağım suyu püskürttüğünü söylemişti.

HER GÖSTERİCİNİN KAÇMASINA NEDEN OLACAK

İsrail'in önde gelen gazetelerinden Ha'aretz, kokulu maddenin ilk kez kullanmasından bir hafta sonra 17 Ağustosta İsrail polisinin, internet sayfasında "kokarca"yı, "Sınır polisi, kokarcayı başlatıyor. Polisin hizmetindeki yeni araç, kötü kokusu nedeniyle her göstericinin kaçmasına neden olacak" sözleriyle açıkladığını belirtti.

İsrail polisinin harekatlardan sorumlu bölümünün başkanı Tümgeneral Yaki Azulay, yeni maddenin geliştirilmesine 3 yıl önce başlandığını anlattı. "Amacımız polise kitlesel gösterilerde yardımcı olacak bir şey geliştirmekti" diyen Azulay, İsrail polisinin sürekli olarak kullanabileceği şeylerin arayışında olduğunu, bazen bunu bir markette bulduklarını bazen de kendilerinin geliştirdiğini kaydetti.

İsrail polisi, yıllardır öldürücü olmayan silahla ilgili yüzlerce öneriyi değerlendiriyor. 13 İsrailli Arap'ın polisin açtığı ateşte öldüğü Ekim 2000'den sonra, bu tür öldürücü olmayan silahlar için büyük çaba gösterildiği belirtilirken, geçen hafta İsrail polisinin bir kez daha, öldürücü olmayan silahların geliştirilmesine yönelik orijinal fikir veya gelişmelerle ilgili uluslararası ihaleye çıktığı da bildirildi.

"Kokarca şimdi, güvenlik çitleri boyunca konuşlanan sınır polislerinin yeni umudu oldu" denilirken, Azulay, "kokarca" için, "yeni ve çok etkili caydırıcı bir güç olarak değerlendiriyoruz" ifadesini kullandı. Azulay, şimdiye dek, sınır bölgelerinde gösteriler için polisin genellikle biber gazı, tazyikli su, atlı polisler kullandığını ifade ederken, şöyle konuştu:

"Öldürücü olmayan maddeler arayışındaydık. Kokarca, göstericilere mümkün olduğu kadar az zarar verme çabalarından, böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Kimseye bir zarar verme niyetimiz yok. Polis gösteri hakkına da saygı duyar ama biz kamu düzenini sağlamakla görevliyiz. Gösteriler kontrolden çıktığında müdahale ediyoruz, Naalin ve Bileyn'de olduğu gibi. Buralarda da göstericiler, sistematik olarak güvenlik çitlerine ve bölgedeki mekanik malzemelere zarar vermeye çalışıyorlar."

İsrail polisinin teknolojik gelişmeler bölümü başkanı, "kokarca" projesinin öncüsü David Ben Haroş, 18 kişilik, çoğunluğu mühendislerden kurulu bir ekiple Ramle'deki karargahta çalışıyor.

David Ben Haroş, "Biz yasal ve sağlık standartlarını karşılamak durumundayız ve bu çok kolay değil. Kokarcaya gelince, dünyada, İsrail'de de olduğu gibi, bu tür sistemleri geliştirmek için çok çaba var. Technion (İsrail Teknoloji Enstitüsü), Weizman Bilim Enstitüsü, Nahal Sorek'teki Nükleer Araştırma Merkezi de bunlar üzerine çalışmıştı ama başarısız oldular. Hepsinin ortak yanlışı, kimyasal maddelere dayanmaları. Ve bu tür maddelerden oluşan sıvıların göstericilere karşı uygulanmasına onay verecek tıp otoriteleri yok" diye konuştu.

"Sadece doğal organik maddelerden oluşan bir eriyik yaptım" diyen Ben Haroş, bunlar birbirine karışınca, "benzeri olmayan" bir koku çıktığını belirtti.

Ben Haroş, "kokarca"nın formülüyle ilgili soru üzerine, "Formülü gizli ve tek. Ancak temel maddelerinin maya ve protein olduğunu söyleyebilirim" dedi. Bu eriyiğin içilebilir olup olmadığı sorusuna da Ben Haroş "İçebilirsiniz. Böylece çok miktarda protein yüklü bir içecek almış olursunuz. Tek sorun, çok belirgin, pis bir kokuya sahip olması" dedi.

David Ben Haroş, İsrail polisinin yeni silahının "yeşil hat" boyunca yapılacak gösterilerde kullanılıp kullanılmayacağının sorulması üzerine şunları söyledi:

"Muhtemelen. Kokarca sadece Naalin ve Bileyn için geliştirilmedi. Her polis bölgesinde depolanacak ve kullanıma hazır olacak. Ancak bazı teknik ve operasyonel sorunlar hala çözümlenmiş değil. İki ana sorunumuz var. Bunlardan biri, bu merkezlerde maddeyi depolamak imkansız. Konteynerlerde tutulsa bile tüm merkezi kokutuyor. İkinci mesele; biz henüz patentini almadık. Halihazırda, eriyiği birlikte yaptığımız firmayla görüşmeler yapılıyor. Her iki taraf için de bundan önemli ölçüde çıkar sağlayacak bir planlama istiyoruz."

KOKU GİDERİLEBİLİR Mİ?

"Kokarca"nın kötü kokusunu gidermeye çalışmak, Bileyn ve Naalin'deki göstericilerin kaçınılmaz takıntısı oldu.

Technion'da matematik profesörü olarak çalışan, aynı zamanda da "Duvara Karşı Anarşistler" örgütünün aktif üyesi olan Kobi Snitz "Kokarcanın ilk kullanıldığı günlerde, kötü kokusuyla baş edebilmek için çeşitli şehir efsaneleri ortaya çıktı" diyor ve ekliyor:

"Kötü kokuyu gidermek için çeşitli denemeler duydum. Bunların arasında sirkeyle yıkanmak veya deriyi ıslak tuzla ovalamak vardı. Benim keşfettiğim en etkili yöntem denize girmek oldu. Denizde geçirdiğim yarım saat defalarca sabunlanmaktan ve duş almaktan çok daha iyi sonuç verdi."

Üzerine bulaşan kokuyu çıkartmak için farklı yöntemler deneyenler de oldu. Filistin Ulusal İnisiyatifinden (El Mubadara) eylemci Ahad Huca (52), kendisini çamaşır suyu ile temizlemeyi denedi. Naalin'deki gösteri sırasında üzerine "kokarca" püskürtülen Huca, "Tam da polise, sakin, barışçıl bir gösteri yaptığımızı söylüyordum. Bana sıvıyı püskürtmeye başladı. Hayatımda hiç böyle kötü kokmadım" dedi. Bunu çok aşağılayıcı bulduğunu da belirten Huca, şöyle devam etti:

"Kokudan kurtulmayı başaramadım. Derhal eve gittim, üzerimdeki tüm giysileri çıkardım, duş aldım ama hiç işe yaramadı. Tüm ev bu kokuyla doldu. Karım o sırada evde yemek pişiriyordu, koku yemeğe, duvarlara sindi. Çocuklar yemek yemek istemediler. Birkaç duştan sonra, başka şansım kalmadığını düşünerek, kendimi çamaşır suyuyla temizlemeye karar verdim. Ama bu da işe yaramadı, sıcak sularla yıkandım, olmadı, koku üzerimden gitmedi. Bir hafta kadar, nereye gittiysem herkes uzun mesafelerden bile kokumu aldı."

Tel Aviv'den psikolog Dr. Ilan Şalif de "kokarca" tecrübesini şöyle anlattı:

"Gösterilerden birinde kullanılınca sırtıma geldi. Önceleri fazla önemsemedim, bir duştan sonra geçer diye düşündüm. Artık kokarcayla tanışmış olanlar ateşten kaçar gibi kaçıyorlar. Ben de ilk iş giysilerimi ikişer kez yıkamaya başladım.

İkinci duştan sonra tuzun kokuya iyi geldiğini duydum, sonraki duşlarımda sabunu tuzla karıştırdım. İşe yaradı ama saçıma yapışan kısmından kurtulmam zor oldu, zaten büyük kısmı saçım tarafından emilmişti. Yavaş yavaş buharlaşıp gitti. İşin ilginç kısmı banyom günler boyunca kokmaya devam etti. Çok garipti."

İsrailli insan hakları örgütü B'Tselem'in halkla ilişkiler sorumlusu Sarit Michaeli ise "Cuma günü bunu yerleşimcilere de kullanacaklar mı? Buna inanmak zor. Bunun herkese kullanılacağını düşünmüyorum. Filistinlilere ve sol eylemcilere, tanınsınlar diye sınırlı olarak kullanılıyor. Bugüne dek, şiddet içermeyen gösteriler düzenleyen insanlara kullanıldı. Peki bu insanlara bu şekilde püskürtmek, onları kirletmek gerekli mi? Sizi işaretliyor. Aşağılamanın yeni bir yolu" diye konuştu.

İŞGALİN İĞRENÇ KOKUSU

Batı Şeria'daki göstericiler ve eylemciler, "kokarca"ya rağmen eylemlerinden vazgeçmeye niyetli değil.

Sol eylemci David Nir, "kokarca"dan kendilerini nasıl koruyacaklarını öğrendiklerini belirterek, şunları söylüyor:

"Kokarca caydırıcı ama kısa süreyle. Bir farklılık yaratmayacak. (Eriyik taşıyan) kamyon yavaş hareket ediyor ve ondan uzakta durmak mümkün. Gösteriye gelirken, kendimizi büyük plastik torbalarla sarıyoruz, hatta şemsiye ve yağmurluklarla gösteriye geliyoruz. Kokarca, hikayeyi çok değiştirmeyecek. Her şey her zaman olduğu gibi devam edecek.

Bu maddenin, bir kişinin fikirlerini yeneceğini düşünmek kadar saçma bir şey yok. Bizi hedefimizden alıkoyamayacak küçük bir saptırmaca. Bizim protestolarımız işgale karşı. Hatta eğer unutan biri varsa; işgalin o iğrenç kokusu için zavallı bir hatırlatma..."
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
اللهم صلي وسلم وبارك عليك يا حبيبي ياشفيعي يا قرة عيني يا محمد
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:

Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.

Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.

Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.

Serhat ERDEMLİ

İsrail hava kuvvetleri helikopteri düştü
10 09 2008
İsrail Hava Kuvvetleri helikopteri, ülkenin kuzeyinde eğitim uçuşu sırasında düştü. Kazada ölen ya da yaralanan olup olmadığı henüz bilinmiyor.
Kanal 10 Televizyonu, 2 Cobra saldırı helikopterinin yanyana eğitim uçuşu yaptıklarını, helikopterlerden birinin pervanesinin koptuğunu ve düştüğünü bildirdi.

Cobra helikopterinde, 1'i pilot 2 kişinin bulunduğu kaydedildi.

İkinci helikopter güvenli bir biçimde inerken, düşen helikopterin alev aldığı ve muhtemelen helikopterdeki patlayıcılar yüzünden şiddetli patlamalar olduğu da haber verildi.

Polis, helikopterin düştüğü, Ginegar Kibutzu yakınındaki alanı güvenlik gerekçesiyle kapattı. Kurtarma ekiplerinin de kaza bölgesinde oldukları bildirildi. haber7

KİMYEVİ ATIKLAR FİLİSTİN'İ TEHDİT EDİYOR
17 Eylül 2008
İsrail'in Filistin halkına yaptığı işkencelere her gün bir yenisi ekleniyor. Son olarak kokarca bombası üreten İsrail, Filistin topraklarını şimdi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Ekm 03, 2008 10:19 pm    Mesaj konusu: SiYONiSTLER 25 ÇOCUK KAÇIRDI Alıntıyla Cevap Gönder

11 Aralık 2008

İşgal Hapishanelerinde Yüzlerce Esir Çocuk Vahşi İşkencelere Maruz Kalıyor



İşgalciler, Filistin halkına yaptıkları ihlal ve tecavüzlerle Filistinli çocukları hedef haline getirdiler. Onlarca çocuk, bombardıman ve rastgele atılan mermiler nedeniyle kurban olurken, onlarcası da işgalin saldırgan politikaları yüzünden sakat kaldı. Ayrıca, Siyonist hapishaneleri ve tutukevleri yüzlerce Filistinli çocukla doldu.
Filistin Hükümeti Esirler Bakanı Muhammed Ferac el-Gul, işgal yönetiminin, Aksa İntifadasından beri 7200’den fazla çocuğu kaçırdığını, hala 310’unu da, yaşamın minimum standartlarından yoksun şartlar altında cezaevlerinde tuttuğunu söyledi. Bu esir çocuklar, Siyonist sorgu ve tutuk merkezleri yanında Telmund, Ofer, Nakab, Atsyon, Mecdo ve Havara cezaevlerine dağıtılmış durumdadırlar. Sorgucular ve İsrail İç İstihbarat Örgütü (ŞABAK) üyeleri, tehditle itiraflarda bulunmak zorunda kalan bu çocukları her türlü işkence, fiziksel ve psikolojik eziyete maruz bırakmaktadırlar.



Ayrıca, serbest bırakılma ya da yapılan işkencenin azaltılmasına karşılık işgalcilerle işbirliği yapmaları için zorlanmaktadırlar. Bu esir çocukların, 133’ü mahkum, 170’i mahkemesini bekleyen tutuklu, 7’si de herhangi bir suçlamada bulunulmayan idari tutuklu durumundadır.

İnsanlık dışı uygulamalar

Esirler Bakanı Gul, Siyonist işgal devleti cezaevi yönetimlerinin esir çocuklara karşı temizlikten yoksun, yeterince havalandırması ve aydınlatması olmayan koğuşlara çok sayıda çocuk koyma, yatak, örtü ve özellikle kışın yeterli kıyafet vermeme gibi vahşi yöntemler uyguladığını sözlerine ekledi.

Ayrıca, cezaevi yönetimleri esir çocukları aile ve avukatlarının ziyaretlerinden mahrum bırakıyor ve onlara eziyet etmek için dış dünya ile ilişkilerini kesiyor, yeterli miktarda yemek temin etmiyor, sağlık açısından ihmal ediyor ve yeterli sağlık hizmetini sağlamıyor, arama bahanesiyle gece yarısından sonra koğuşlara zorla giriyor, esirlerin eşyalarına ve ailelerinin fotoğraflarına zorla el koyuyor.




Esirler Bakanı Ferac el-Gul, esir çocukların sorgu aşaması bittikten sonra tutuk ve cezaevlerinde bulundukları sırada da bütün bu kötü uygulamalara maruz kaldıklarını belirtti. Bu çocukların sorgu aşamasında, sopayla darp edilmeye ve tekmelenmeye, acı verici pozisyonlarda bağlanıp uzun süre bu şekilde kalmaya zorlanmaya, başa çuval geçirilmeye, elleri ve ayaklarından uzun süre bağlı tutulmaya, birkaç gün boyunca uykudan mahrum bırakılmaya, öldürülmek, ailesinin tutuklaması ve evinin yıkmasıyla tehdit edilmeye, Siyonist istihbaratla işbirliği yapmak için şantaja, serbest kaldıktan sonra bile uzun süre psikolojilerinde kötü iz bırakan ve psikolojik tedaviyi gerektiren ağır psikolojik baskıya maruz kaldıklarını ifade etti.




Uzun süre kalıcı izler

Esirler Bakanlığı Enformasyon Daire Başkanı Riyad el-Aşkar da, evlerden, barikatlardan, okul kapılarından ve sokaklardan kaçırılarak esir edilen çocukların % 99’unun işgal yönetiminin onlara karşı uyguladığı çeşitli işkence yöntemlerine maruz kaldığını, bunun da cezaevinden kurtulduktan sonra bile bu çocuklarda, özellikle hapishanede uzun süre kalanlarda veya burada doğanlarda uzun vadeli psikolojik sorunlara yol açtığını, çünkü hayatının ilk ayları ya da yıllarında yaşadığı olayların, daha sonra davranışlarının şekillenmesinde iz bıraktığını vurguladı.

Esarette doğan ve hayatının ilk aylarını parmaklarının arkasında geçirenlerin zihinlerinde, kelepçeler, kilitler ve madeni zincirler, sanki akıllarına ve hafızalarına kazınmış yer etmektedir. Bu çocuklar, ileri yıllarda kilit elde etmeye ve kapıları kapalı tutmaya meyilli oluyorlar. Dış dünyayla, babaları ve ailenin diğer fertleri ile iletişim kurmakta birçok sorunla karşı karşıya kalıyorlar. Bütün bunlar, doğal olarak çocuğun yetişmesini psikolojik olarak etkiler ve büyüdüğünde cezaevinde yaşadığı şiddet davranışlarını uygulamaya başvurabilir.

Aşkar, esir çocukların arasında, çeşitli hastalıklara yakalanan, sağlık hizmetinden ve tedaviden yoksun bırakılan 70 çocuk bulunduğunu, cezaevi yönetimlerinin ihmali sonucu çocukların arasında hastalıkların artmasının da söz konusu olduğunu belirtti.

Çocukların tutulduğu bölümlerde veya cezaevlerinde gerekli temizliğin sağlanmaması ve haşaratın çokluğunun, hastalıkların yayılmasına yol açan en önemli faktörler olduğunu belirten Aşkar, bunun da özellikle Telmund cezaevinde, esir çocukların arasında cilt hastalıklarının yayılmasına yol açtığını söyledi. Aşkar ayrıca, Telmund cezaevinde, gardiyanlardan gördükleri aşağılayıcı muameleden dolay ağır psikolojik şartlarda yaşayan ve hücre hapsi, ağır maddi cezalar, zincirlerle bağlanma, esirin psikoloji ve istikrarını bozmak için bölümler ya da cezaevleri arasında değiştirmeler gibi ağır cezalar çeken 120 esir çocuğun tutulduğunu belirtti.

Betselim belgesi

Esirler Bakanlığı’nın esir çocuklarla ilgili raporunda, Yahudiler arasında faaliyet yürüten Betselim İnsan Hakları merkezinin hazırladığı bir belgeye de yer verdi. Belgede Betselim, İsrail hükümetini, hapishanelerinde Filistinli çocuklara işkence yapmakla, 18 yaşından küçük esir çocuklara şiddet ve eziyet uygulamakla suçladı.

İnsan hakları merkezi, 18 yaşın altındaki bazı esirlerin ifadelerinin alınışları hakkında hazırladığı raporda, sorgulama sırasında ve cezaevlerinde bu esir çocukların işkence gördüklerini, sorgulama yapan kişilerin esir çocuklara sıcak ya da soğuk su sıkmak, buz küplerini yemeye zorlamak, soğuk havada uzun süre soğuk suya sokmak ve sorguya çekilen çocuğun kulaklarına yüksek ses veren kulaklıklar takmak gibi yeni sorgu yöntemleri kullandıklarını belirtti.

Hükümetine belgeler ve tanıklıklarla desteklediği kendi hazırladığı raporu sunan İsveçli avukat Birgitta Altsrom raporunda yukarıda verilen bilgileri konfirme etti. Altsrom raporunda, işgal yönetiminin esir çocuklara karşı bir çete gibi davrandığını belirterek Siyonist yargı organının, güvenlik birimleri tarafından esir çocuklara karşı uygulanan işkence olaylarına karıştığını ispatladı.

Raporunda gördüklerinin ve duyduklarının inanılmaz olduğunu, işkencenin şiddetinden dolayı sinirlerine hakim olamadığını belirten Altsrom, işgalcilerin tutukladığı tüm çocukların, tutukevlerinden çıktıktan sonra psikolojik ve fiziki hastalıklara maruz kaldıklarını vurgulayarak, “İsrail’in masum çocuklara karşı uyguladığı işkence ve terörün vahşeti hakkında gördüklerim ve duyduklarım kelimelerle tarif edilemez.” dedi.

Yasaları ihlal

Esirler Bakanlığı’nın raporunda, işgal yönetiminin esir çocuklar ile alakalı uluslar arası tüm anlaşmaları görmezden geldiğine ve bu anlaşmaların sağladığı tüm haklardan esirleri mahrum bıraktığına işaret edildi. Bu hakların en önemlileri, suçsuz yere tutuklanmama, tutuklanma sebebini öğrenme, avukat talep etme, ailesinin çocuğunun tutuklanma sebebini ve yerini öğrenme, muhakeme edilme, suçlamaya itiraz etme, dış dünya ile iletişim kurma, tutuklanan çocuğun onurunu koruyacak ve durumunu dikkate alacak insani muamele haklarıdır.

İşgal yönetimi, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları

Sözleşmesinin “Anlaşmanın taraf ülkeleri, fiziksel istismar ve tecavüzün her türlü şekline karşı çocukları korumayı taahhüt eder.” şeklindeki 34. maddesini, “Hiçbir çocuğun özel yaşantısına, aile, konut ve iletişimine keyfi ya da haksız bir biçimde müdahale yapılamayacağı gibi, onur ve itibarına da haksız olarak saldırılamaz.” ve “Çocuğun bu tür müdahale ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.” şeklinde şeklindeki 16. maddesini ihlal etmektedir.

İşgal yönetimi, yargılanma sırasında esir çocukların yaşlarını dikkate almamakta ve Çocuk Hakları Sözleşmesinin “Yetkili, bağımsız ve yansız bir makam ya da mahkeme önünde adli ya da başkaca uygun yardımdan yararlanarak ve özellikle çocuğun yaşı ve durumu göz önüne alınmak suretiyle kendisinin yüksek yararına aykırı olduğu saptanmadığı sürece, ana–babası veya yasal vasisi de hazır bulundurularak yasaya uygun biçimde adil bir duruşma ile konunun gecikmeksizin karara bağlanmasının sağlanması;” yönündeki 40. maddesinin 3. bendi uyarınca onlara özel mahkeme kurmamaktadır.

Esirler Bakanlığı, raporun sonunda bu sözleşme ve anlaşmaları koruyan kurumları ve ülkeleri, kanunları ihlal ettiği için işgal devletini kınamaya, herkes seyirci kalırken cellatların kırbaçları altında işkence gören esir çocuklara adil bir gözle bakmaya ve tutuklanmaları uluslararası yasalara aykırı olduğundan, esir Filistinli çocukları kurtararak, sıkıntılarına son vermeye ve onların menfaatini korumaya davet etti....

F.İ.EM
http://anadoluhaber.blogspot.com/2008/12/igal-hapishanelerinde-yzlerce-esir-ocuk.html

İsrail, ambulansları da vuruyor! Yaralıları almaya giden 5 doktor bombardımanda hayatını kaybetti

04 Ocak 2009 İsrail ordusu piyadelerinin Gazze Şeridi'nin kuzeyinden ve Gazze kentinin doğusundan başlattıkları kara saldırısı devam ederken, ağır bombardımanda yaralıları almaya çalışan Gazzeli 5 doktor hayatını kaybetti.
Dün geceki ağır bombardımanlar sırasında Gazze kenti ve kuzeyindeki Cebaliye'de ambulanslarla yaralılara ulaşmaya çalışan doktorlardan, Gazze'nin en büyük hastanesi olan Şifa hastanesi doktorlarından İhab Medhun ile Muhammed Ebu Hasira'nın da aralarında bulunduğu 5 doktor ve ambulans şoförleri, ambulansların hedef alınması sonucu öldü.
Şifa hastanesi doktoru, "Ambulanslar rahat hareket edemiyor. Onlar da bombalanıyor. Şu anda, (kuzeydeki) Beyt Lahya'nın güneyinde bir evde, sivillerden 20-25 kadar yaralı var. Ama ambulanslar bombardıman altında oraya gidemiyor" dedi.


netgazete
SİYONİSTLER 25 ÇOCUK KAÇIRDI

3 Ekim 2008 22:12
Uluslararası İnsan Hakları İçin Dayanışma Derneği raporuna göre Siyonistler, geçen ayda 25'i çocuk 3'ü kadın 200 kişiyi kaçırdı.
Uluslararası İnsan Hakları İçin Dayanışma Derneği, Siyonist işgal güçlerinin Filistin halkına karşı geçen ayda da saldırılarını sürdürdüğünü ve Ramazan ayı içinde onlarcasını kaçırdığını ifade etti.

Kurumun yayınladığı ve Filistin Enformasyon Merkezi'ne de ulaşan aylık insan hakları ihlalleri raporunda Siyonist işgal güçlerinin Ramazan ayı içerisinde Filistin topraklarına yaptığı baskın ve aramalarda 200 kişiyi kaçırdığın ı belirtti. Bunlar arasında yaşları 18'in altında 25 çocuk ile 3 tane de Filistinli kadın var.

Uluslararası Dayanışma Derneği, Siyonistlerin işgal altındaki Filistin topraklarında yaptığı insan hakları ihlallerini şiddetle kınadığını ve buradaki insanlık dışı muamelelerden dolayı endişe duyduğunu belirterek, insan haklarıyla ilgili kurum ve kuruşlardan, bölgesel ve uluslararası kuruluşlardan; işgal altındaki topraklarda ve Batı Yaka'da uyguladığı bu uygulamalarından vazgeçmesi, kuşatmayı kaldırması ve sınır kapılarını açması için Siyonistlere etkin bir şekilde baskı kurmalarını istedi.

Yayınladığı insan hakları raporunda ayrıca, günlük tutuklamalara son vermesi, elindeki tutukluları serbest bırakması, Filistin halkının izzetiyle yaşamasına fırsat vermesi için de Siyonistlere baskı kurulmasını talep etti.

haber10

İsrail, Filistinli aileyi kapı önüne koydu
10 Kasım 2008 17:10
İsrail askerleri, 52 yıldır Doğu Kudüs'te Arap nüfusun yoğun olduğu mahallelerden Şey Cerrah'ta yaşayan Filistinli bir aileyi mahkeme kararıyla kapı önüne koydu.
El-Kurd ailesi, Yaffa ve Batı Kudüs'ten kaçışlarının ardından 1956 yılında bu mahalleye geldi. İsrail'in 1967 yılında Doğu Kudüs'ü işgalinin ardından, Yahudi yerleşimciler Şeyh Cerrah mahallesinin kendi toprakları olduğunu iddia etmeye ve burayı Osmanlı dönemindeki sahiplerinden 1800'lü yıllarda aldıklarını öne sürmeye başladı. Yahudi yerleşimciler, 1972 yılında da İsrail Tapu İdaresine de bu yönde bir kayıt düştü.

Aile 1999 yılında evlerine ek yapınca, İsrail mahkemesi bunu yasa dışı ilan ederek para cezası verdi. İsrailli yerleşimciler da daha sonra yaklaşık 80 metre karelik bu ek yapıyı işgal etti.

El-Kurd ailesi, İsrail Yüksek Mahkemesinin temmuz ayında evlerinden çıkarılmasına karar verdiği günden bu yana tahliyeye karşı direniyor.

İsrail polis ve askerlerinin yerleşimcilerle birlikte saat 03.00'te evine gelerek kendisini, tekerlekli sandalyeye mahkum kocasını ve iki çocuğunu zorla evlerinden çıkardıklarını belirten Fevziye El-Kurd (56), "İsrail'in barıştan söz ettiğini, ancak tam tersini yaptığını" söyledi.

El-Kurd ailesi için, bugün evlerinin yakınlarındaki boş alanda çadır kuruldu. "Artık bu çadırda oturacağım" diyen Fevziye El-Kurd, AA muhabirine, "haklarını aramayı sürdüreceklerini ve evlerine dönene kadar mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini" ifade etti.

Yaşlı ve yürüyemeyen kocası Muhammed El-Kurd'un dün evden zorla çıkarıldıktan sonra halen hastanede bulunduğunu söyleyen Fevziye El-Kurd, biri kız 5 çocuğu olduğunu, askerlerin evlerine geldiği sırada çocuklarından ikisinin yanlarında bulunduğunu ifade etti.

Polis, El-Kurd ailesinin evinin bulunduğu caddeyi kapattı. Girişe yasaklanan bölgede İsrailli polisler, sürekli nöbet tutuyor. Evin yakınlarında polis araçları bekliyor.

-TEPKİLER-

İsrail'deki "İslam Hareketi"nin sorumlusu Şeyh Raed Salah, Rum Ortodoks Kilisesi sözcüsü Atallah Hanna, Yüksek İslam Konseyi Başkanı İkrima Sabri ve Filistin Parlamentosunun bazı üyeleri ile Şeyh Cerrah'taki çoğu kadın Filistinliler, bu sabah el birliğiyle El-Kurd ailesi için evine 100-150 metre uzakta bir çadır kurdular.

Şeyh Raed Salah, çadırın önünde yaptığı açıklamada, İsrail'i Doğu Kudüs'teki Filistinlilere zulüm uygulamakla suçlayarak, "İsrail işgaline karşı mücadelemizi sürdürmeliyiz" diye konuştu.

Filistinli milletvekili Bernard Sabella ise "bir adaletsizlik örneği" ve "trajedi" olarak değerlendirdiği İsrail'in uygulamalarına karşı uluslararası kamuoyunu harekete geçmeye çağırdı.

Rum Ortodoks Kilisesi sözcüsü Atallah Hanna da "İsrail'in Filistin halkına karşı işlediği suçlar ve Doğu Kudüs'teki Filistinlilere yönelik uygulamalarına hayır demek için burada toplandıklarını" söyledi.

İsrail'in bu uygulaması hakkında açıklama yapan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Başkanlık Bürosu sorumlusu Refik El-Hüseyni, İsrail-Filistin barış görüşmelerinin sürdüğü bir sırada yapılanların "insanlık dışı" olduğunu ifade etti. El-Hüseyni, Abbas'ın da konuyu birçok kez İsrailliler nezdinde gündeme getirdiğini kaydetti ve bu tahliye kararının barış çabalarına zarar verdiğini ifade etti. El-Hüseyni, İsrail'in yerleşimcilerin bu tür davranışlarını önlemesi gerektiğini söylerken, "Aksi takdirde bizimle hiçbir şekilde bir barış sağlayamayacaklar" diye konuştu.

BM'nin Filistinlilere Yardım ve Çalışma Ajansı sözcüsü Christopher Gunness de olayı kınadı ve gece yarısı yapılan tahliye işlemini "utanç verici" olarak nitelendirdi.
haber7

LAVROV: HAMAS DAHA GERÇEKÇİ...

25 Mayıs 2009 18:37
Rusya Dışişleri Bakanı, Gazze'de geçen yıl sonunda İsrail'le yaşanan savaşın ardından Hamas'ın daha gerçekçi bir yol izlediğini savundu.
Sergei Lavrov, Hamas'ın yalnızca Gazze değil, tüm Filistinlilerin kaderiyle ilgili olarak sorumluluk hissettiğini söyledi.

Lavrov dün Şam'da Hamas'ın sürgündeki siyasi lideri Halid Meşal'le görüştü. Sergei Lavrov, Meşal'in Hamas'ı İsrail'le ateşkese uymaya zorladığını ve şimdi de barışa ikna etmeye çalıştığını belirtti.

Lavrov, gelecek ay İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'la Moskova'da yapacağı görüşmede, Gazze ablukasını kaldırmaları yönünde Hamas'ın isteğini kendisine ileteceğini kaydetti.

voa

ESİRLERE RAMAZAN’DA DA İŞKENCE !

1 Eylül 2009 22:00
Hamaslı esirlere, aileleriyle görüşme yasağı getiren İsrail, Ramazan ayında da Hamaslı tutukluları, iftarla cezalandırarak, sıcak ve pişirilmiş yemek vermiyor.
İsrail, özellikle de Ramazan ayının başlamasıyla, Filistinli esirlerden sıcak ve pişirilmiş yemeği kesti.

Filistinli esirler, İsrail hükümetinin bu uygulamasını eleştirirken, Shalit’in serbest bırakılması için Hamaslı esirler üzerine baskı uygulama politikasının bir parçası olduğunu söylediler.

ABD ve Batı’nın Ortadoğu’daki beslemesi-soykırımcı İsrail, Ramazan ayında bile, zindanlarındaki Filistinli tutuklulara her türlü insanlık dışı muamele ve işkenceyi uyguluyor.

İşgalci-terör devleti İsrail, Haziran 2006’da esir alınan siyonist asker Gilad Shalit’i kurtarmak için Hamaslı tutuklulara baskı yapıyor. Hamaslı esirlere, aileleriyle görüşme yasağı getiren İsrail, şimdi de Hamaslı tutukluları iftarla cezalandırıyor.

Yedioth Ahronoth’un haberine göre İsrail, özellikle de Ramazan ayının başlamasıyla, Filistinli esirlerden sıcak ve pişirilmiş yemeği kesti.

Filistinli esirler, İsrail hükümetinin bu uygulamasını eleştirirken, Shalit’in serbest bırakılması için Hamaslı esirler üzerine baskı uygulama politikasının bir parçası olduğunu söylediler. Esirlere göre bu uygulama da diğerleri gibi başarısız olacak. İsrail zindanlarındaki tutsaklara uygulanan baskılarda, Shalit’in esir alınmasından sonra artış gözlendiğini hatırlatan bir Filistinli esir, “Ramazan ayında iftarımızı, sıcak pişirilmiş yemekler yerine konservelerle açıyoruz. Şimdiye kadar böyle bir uygulamayla karşılaşmamıştık” dedi.

Başka bir Filistinli ise “İsrail zindanlarındaki bütün Filistinli esirler, özellikle de Ramazan ayında zor hayat şartlarına karşı mücadele vermektedir” diye konuştu. İsrail’in, Filistinli esirlere uyguladığı işkenceler birçok insan hakları örgütü tarafından ispat edildi.

Filistinli esirlere uygulanan işkence metotları arasında Filistinlilerin ve akrabalarının evlerini aramak ve evlerine zarar vermek, esirleri saatlerce zincirli tutmak, aşırı sıcak ve aşırı soğukta savunmasız bırakmak, esirlerin hayatta kalmasına imkan verecek kadar hava ve güneş alan, 1-1,5 metrelik tek kişilik, tuvalet imkanının olmadığı hijyenik olmayan hücrelerde tutmak, soyunmaya zorlamak, üzerine köpek salarak korkutmak, diğerlerine yapılan işkenceyi izletmek yer alıyor.

Vakit

Gilad Atzmon,
'Çağdaş Yahudi folklörü'nde organ bağışı ve hırsızlığı'

Senaryo yazarı ve komedyen Larry David, çok izlenen TV (hiciv) programı "Curb Your Enthusiasm"da Amerikan Yahudi kimliğine cesur bir şekilde yaklaşıyor. Beşinci sezonda (2005) organ bağışı konusunu ele almış David: Ayrıksı bir Amerikalı ve bencil bir Yahudi'yi oynayan David ciddi bir ikilemle karşılaşır. En iyi arkadaşı Richard Lewis (bir diğer Yahudi komedyen), akut böbrek yetmezliğinden muzdariptir. Hayatı bir böbrek bağışına bağlıdır ve tahmin edileceği üzere Larry David organ bağışı yapacak en uygun kişidir. Popüler Amerikan kültüründe nihâi bencil şahsiyet David ise böbreğini bağışlamaya gönülsüzdür. İşi ağırdan alır, özürler bulur ve oyunlar oynar. Sözkonusu olan böbrek olunca, meselenin "icâbına bakacak" konumdaki zengin, Ortodoks bir Yahudi'yle arkadaş olmaya bile çalışır. Velhâsıl, en iyi ve en yakın arkadaşına böbreğini bağışlamamak için elinden gelen herşeyi yapar. Hikaye ilerlerler ve David gerçek ana-babasını keşfetmek için özel dedektif tutar ve öğrenir ki aslında evlatlık alınmıştır. Genetik ebeveyniyle görüşen David yine keşfeder ki tam bir Yahudi değildir. Hıristiyan İskoçyalı bir soydan gelmektedir. Yeni etnik kimliği ve inancından heyecan duymaktadır. Üzerinde çok fazla kafa yormadan, empati kurabilen bir kişi olmuştur. Bencil şahsiyet arkada hiçbir iz bırakmadan gözden kaybolur. Diğer insanları birdenbire önemsemeye başlar.

Anlayışlı, bayıcı şefkatiyle sıradan bir insanoğluna döner. Birkaç sahne sonra David'i yeni ebeveyniyle birlikte Semt Kilisesin'deki Pazar Ayin'inde buluruz. Rahipten "vermenin" aslında "almak" olduğunu öğrendiği yer burasıdır.

David bir saniye bile kaybetmeden herşeyi anlamıştır. Hemen Kilise'den ayrılır ve ilk uçakla Los Angeles'ın yolunu tutar ve dosdoğru hastahaneye gider; aklında tek bir şey vardır: Böbreğini dostu Lewis'e vermek. Organ nakli için hazırlık yapılırken hemşire böbreğini arkadaşına veren David'in fedâkarlığı, hüsn-ü muamelesi ve metin inancı karşısında şaşkınlık yaşamaktadır. Larry David, Hıristiyanlığa geçiş süreci içerisinde o bildiğimiz bencil David değildir artık. Ancak David'e semâdan ilham edilen insani başkalaşma çok uzun sürmez. Aneztezi yapılmıış halde sedye üzerinde ameliyathâneye götürülürken özel dedektif hastahane koridorunda David'e doğru koşmaktadır. "Larry, bir hata yaptım" diye bağırmaktadır: "Evlatlık alınmamışsın." Anesteziye rağmen jetonları hemen düşer. David bir Yahudi olduğunu farkeder. Hıristiyan şefkati derhal kaybolur. Ânında tepkisini verir: O, bir Yahudi'dir ve Yahudiler organlarını başkalarını vermez meğer ki o başkası en yakın arkadaşı olsun. Ağır anestezi altındaki David direnmeye çalışır, uzaklaşıp gitmek ve böbreklerini vermek istemez ancak uyuşturucu yüzünden zayıf düşmüştür. Ameliyathâneye sürülürken geçici gayri Yahudi hüsn-ü muamelesinin kurbanıdır artık.

Larry David'in yukarıdaki sergüzeşt'te verdiği mesaj açıktır. Yahudi olmak bir hâlet-i ruhiyedir. Biyolojik veya genetik değildir. Şefkat ve narsizm arasındaki dönüşüm son derece önemlidir. Handiyse bir seçim meselesidir. Bununla birlikte, sözkonusu olan Larry David olduğunda bir şey açıktır: Yahudiliğe döndükten sonra "vermek" mevzû bahis değildir. Sözkonusu olan David olduğunda, Yahudi, paylaşmayı, bağışlamayı veya vermeyi sevmez.

İnsan organlarını devşirmek

Son haftalarda İsrail'in organ hırsızlığı ve Yahudi organ kaçakçılığıyla ilgili ilginç gelişmelere şâhid oluyoruz. Temmuz ayında, Brooklyn'de yaşayan Böbrek kaçakçısı Levy İzak Rosenbaum, New Jersey'de yakalandı. Federal dava dilekçesinde belirtildiğine göre 10 yıldır yasadışı böbrek ticareti yapıyor. Federal Başsavcı'nın açıklamasına göre savunmasız insanları 10.000 dolara böbreklerini vermeye ikna ediyor ve aldığı böbrekleri 160.000 dolara satıyordu. Temmuz ayında sayıları 30'u bulan bir diğer İsrailli grup Romanya'da tutuklandı. Bu kez insan yumurtası kaçırma suçundan. 18-30 yaş arası Romanyalı kadınlardan 300 dolar karşılığında yumurtalarını almakla suçlandılar. 300 dolara aldıkları yumurtaları 40 kat fazlasına satıyorlardı. Bu hafta başında Alison Weir, İsrail organ kaçakçılığı ve hırsızlığı hakkında sarsıcı bilgiler içeren bir yazı kaleme aldı. Weir, organ hırsızlığıyla ilgili insanı afallatan olayları gün ışığına çıkardı. Ailesinin rızası olmaksızın, hayatta olan bir kişinin kalbinin alındığı bir vakayı ele alarak başlıyor yazısına. Filistinlilerin bedenlerinden çalınan organlar hakkındaki haberleri de anıyor.

Bir hafta önce İsveçli gazeteci Donald Bostrom'un, İsveç'in en büyük gazetesi Aftonbladet'te İsraillilerin organ topladıklarını ifşa etmesiyle İsrail'in organ hırsızlığına yönelen dikkatler daha bir keskinleşti. Bostrom, Filistinlilerin, İsrail'in gençleri tutuklayıp ülkenin organ rezervi muamelesi yapmasından şüphelendiklerini kaydetti.

Venedik'ten Tel Aviv'e

Organ kaçakçılığının niçin bir "Yahudi işi" olduğunu, İsrail devleti ve Yahudi halkının böylesi iğrenç ve gayri ahlâki ticarete nasıl karıştığı merak edilebilir. Cevap bellidir: İyi bir iş ve bahse değer bir rekabet sözkonusu değil; karaciğer ve böbrek hırsızlığı veya kaçakçılığı üzerinden geçimini sağlamak isteyenlerin sayısı çok değil.

Bir Marksist olmadan, bu durumun materyalist bir izahını yapabilirim: Bazı insanlar hayatta kalmak için büyük paralar ödemeye hazır. Aynı zamanda, bazı insanlar var ki sadece masalarına ekmek koymak için vücud parçalarını vermeye hazırlar. Doğal olarak bu iki mustakil insan grubunun (bencil zenginin ve beş parasızın) biyolojik benzerlik müstesna, çok az müştereği var. Asla karşılaşmayacaklar ve birbirlerine karışmayacaklar. Bir aracı gerekiyor. Hiçbir sınıfa ait olmayan bir tüccar, hiçbir ekonomik üretim zincirinin halkası olmayan bir kişi, ahlâkla bağı olmayan bir kişi, insanlığa ve insancıllığa yabacı bir kişiye ihtiyaç var. Öğrendiğimiz üzere, mükemmel aday bulunmuş. Ve yalnız değiller, Yahudi devleti işi kolaylaştırmak için orada. Teknoloji ve bilgi gibi gerekli vâsıtaları temin için orada. Yahudi aracı, zenginle anlaşabilir, fakirle kolaylıkla başa çıkabilir, yeter ki kazanacağı para olsun, herşeyi yapabilir: Tüccar heryerde tüccardır, ister Venedik, Tel Aviv, Budapeşte olsun isterse New Jersey veya Brooklyn'de.

Ancak fazlası var. Larry David'in böbrek sergüzeştinden öğrendiğimize göre, Yahudi olduğunu yeniden keşfetmeye görsün, organ bağışçılığı topyekûn redde dönüşür. David'in davranışı bazı ezici istatistiklerle desteklenmektedir. Görünüşe göre İsrail diğer ülkelerden organ tedarik eden bir numaralı ülke, hiç değilse çapına göre. İsraillilerin sadece yüzde 3.5'i organ bağışında bulunmuş. İsrail'de organ bağışında bulunanlar Avrupa'dakinin beşte biri kadar ve bu yüzden diğer kültürlerden hayâti organlar alıyorlar. İsrail hükümeti, diğer ülkelere gidip organ satın almak isteyenlere 80.000 dolar vererek yardım ediyor. Aracılar verdikleri hizmetleri İsrail radyolarında ve gazetelerinde reklam vererek tanıtıyorlar.

Kvod Hamet

Yahudilik, bu olağandışı / sapkın durumu biraz aydınlatabilir. Musevilik, esas itibariyle, ölünün vücuduna müdahale etmeyi kesin olarak yasaklar. Ölüye saygının gereği olarak (kvod hamet) bedenin gömülmesini emreder. Ancak bu insancıl ve saygılı yaklaşım yalnızca Yahudiler içindir. Musevilik, "bir Yahudinin hayatını" (pikuach nefesh) kurtarmak için organ bağışını teşvik de ettiğinden dolayı işler biraz karmaşık hâl alır. İkircikli görünen bu şeyin çözümü ise .çok karmaşık değildir. Musevilik, tâkipçilerini organ bağışına karşı gönülsüzlüğe teşvik ederken, diğer insanların organlarının kullanılmasını onaylar hatta teşvik eder. İsrail'in Tıbbi Bilimlerde ileri bir devlet olduğunu akılda tutarak, Yahudi devletinin organ hırsızlığı ve kaçakçılığıyla ilgili tüm bu karanlık işlere yardım ve yataklık etmesi tabîî'dir. Daha ilginç olanı, İsrail'in kendisini laik bir toplum olmasına rağmen, sözkonusu olan organ bağışı olduğunda Yahudiler sanki toplu olarak Tanrı'ya iltica etmeyi tercih ediyorlar gibi duruyor. Asli kimliğinin Yahudi olduğunu farkettiği anda Larry David'in böbreğini bağışlamada gösterdiği gönülsüzlük, Yahudinin dini emirleri titizlikle seçmesine [yani bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmesine] örnektir. Laik Yahudi yeri geldiğinde Ortodoks olur.

Yahudi Folkloru

1980'lerde İsrail'de sahnelenen Ha- Gashash Ha-chiver adlı kabare tiyatrosu, organ bağışı konusunu hiciv yoluyla işlemişti. Komedi oyununda, organ nakli uzmanı Aşkenazi, sırf şöhret uğruna, Iraklı (Yahudi) bir çocuğun hayatını kurtarmak için Kaz karaciğeri naklinde ısrar ediyordu. Sefarad Yahudisi baba ise harab olmuş haldeydi. Bağışlanacak karaciğer Aşkenazi Yahudisinden hatta Yahudi olmayan bir kişiden (Goy) gelecek diye kaygılanıyordu. Söylemeye gerek yok, kazın ciğerinden de öyle pek hoşnut olmadı. Zaman ilerledikçe, Yahudiler toplu halde bu safhayı geçmişler gibi duruyor. Bazı Yahudiler kursaklarından geçecek olan yiyecek hususunda "seçiciyken" (Koşer perhizi) veya çocuklarının arkadaşlık edeceği kişilerin ırk kimliği hususunda bile kaygı duyarlarken, vücutlarına nakledilen organların kökeni hakkında artık daha az kaygı duyuyora benziyorlar. Ahlâki kaygı gütmeksizin tek bir şeyin, dirilerin arasında olmanın kaygısını taşıyorlar sadece.

Bu organ hırsızlığı skandalı bir kez daha kanıtlamıştır ki sözkonusu olan İsrail olduğunda, komşudan nefret etme ölçüsünde kendini sevmek, çağdaş Yahudi felsefesinin tezahürüdür. Günün sonunda, bizi şaşkınlığa garketmemeli. Başka bir halkın toprağında yaşayan ve başka halkın üzüm ve incirini yiyenlerden başka ne beklenirdi ki.

dunyabulteni

Hüsnü Mahalli
Akşam
Kurnaz Batı

Bazılarınız fark etmemiş olabilir. Bundan böyle haftada iki gün sizinle birlikte olacağım.

Salı ve Cumartesi.

Başta Batı olmak üzere tüm dünyanın gözünün ve kulağının olduğu Türkiye ile bizim coğrafyadaki gelişmeleri şimdiye kadar olduğu gibi objektif bir şekilde anlatmaya devam edeceğimden emin olabilirsiniz.

Önemli olan sizin de farkında olduğunuzdan emin olduğum gerçekleri paylaşmaktır.

Örneğin son gelişmeler.

Ankara; Türkiye düşmanı Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına geri dönüşüne ve Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne seçilmesine vize verdi. Rasmussen İstanbul'daki Medeniyetler İttifakı toplantısında İslam aleminden özür dileyecek ve ROJ TV'nin kapatılması için somut bilgiler verecekti. Ama her iki konuda bir davranışta bulunmadı.

Sarkozy ise Türkiye'nin AB'ye girişine karşı olduğunu bir kez daha vurguladı.

Oysa ABD Başkanı Obama her iki konuda Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'a teminat vermişti.

Şimdi bu ikiliye düşen görev, Obama'yı arayıp 'Sayın Başkan verdiğiniz söz işe yaramadı' demektir. Bence işe yaramayacak ama yine de aramalıdırlar.

Çünkü yalanlarını yüzlerine vurmadıkça Batılılar daha fazla küstahlaşıyor ve 'Kimse bize hesap soramaz' mantığı ile davranıyor. Bununla ilgili binlerce örnek verebilirim. İşte Ermenistan konusu.

Obama Türkiye'ye gelerek 'Ermenistan'ı tanıyın ve sınırlarınızı açın' derken, her nedense Ermenilere de dönerek 'Siz de aptalca söylemlerinizden vazgeçin. 15 yıldır işgal altında tuttuğunuz Azerbaycan topraklarından çekilin ve bir milyon Azeri göçmenin evlerine dönmesine izin verin' demiyor.

Bu ikiyüzlülük değilse ne olabilir?

Avrupa destekli Obama bununla da yetinmeyerek Türkiye ile kardeş ülke Azerbaycan ilişkilerini de gererek Ermenistan'a başka bir hizmette bulundu.

'Böl ve yönet' mantığı ile bu coğrafyada tarihten ders almayan halkları birbirine kırdıran Batı inanın bana olup bitenlerden müthiş haz alıyor.

İşte ilginç bir örnek.

Son Gazze saldırılarında İsrail'in işlediği cinayetlere sessiz kalan Batı bu kez daha da ilginç bir tavır sergileyerek bizimle alay ediyor.

Bu cinayetleri soruşturmak amacıyla BM İnsan Hakları Konseyi bir komisyon kurulmasına karar verdi. Kararı veren kuşkusuz ABD ve müttefiği Batılı ülkeler.

Şimdi diyeceksiniz ki 'Ne güzel işte nihayet İsrail'den hesap soruluyor'.

Doğru ama hesap soracak olan kişi Yahudi. Elbette Yahudiler arasında da iyi ve objektif insanlar var ve biz başkalarına karşı dinsel dürtülerle hareket etmeyen insanların dinsel kökenleri ile ilgilenmeyiz.

Ama İsrail cinayetlerini soruşturmakla görevlendiren Richard Goldstone 'Bir Yahudi olarak ben şimdi ne yaparım' diyor. Bu örnek yeterli olmayabilir.

Hatırlarsanız 3 Eylül'de AKŞAM'da Darfur ile ilgili iki günlük bir yazı dizisi yayınlanmıştı. O yazıda ABD, İsrail ve Batı'nın, Darfur ile ilgili plan ve oyunlarını özetlemiştim.

Geçtiğimiz günlerde Sudanlı Bakan çok önemli bir açıklama yaptı. Bakan'a göre ocak ve şubat aylarında Amerikan uçakları Sudan'ın doğusuna saldırarak yaklaşık olarak 800 kişinin ölümüne neden olmuştu. Saldırıları dolaylı da olsa doğrulayan Amerikan kaynakları 'Hedefin aslında Hamas'a silah kaçıran radikal İslamcı kaçakçılar' olduğunu söylüyordu.

Haritaya bakarsanız bu iddianın ne denli aptalca olduğunu göreceksiniz.

Yani Kızıldeniz'den Sudan sahillerine çıkan kaçakçılar, silah dolu sandıkları ciplerle Mısır'a geçirecekler, oradan da yaklaşık 1000 kilometrelik yolu geçerek Gazze sınırına gelecekler ve İsrail ile Mısır kuşatması altındaki Gazze'ye bu silahları sokacaklar. Batılılar böyle diyorsa o zaman doğrudur!

Ama Batılılar doğru olanları anlatmadıkları gibi doğruların ortaya çıkmasını da engelliyor.

Bu olayı örtbas eden Batı medyası ve siyasal çevreleri (Türk medyası hiç ilgilenmedi) aslından daha önemli bir gerçeği saklıyordu.

Çünkü bağımsız bir ülkenin topraklarına yönelik o saldırıyı yapan Amerikan değil İsrail uçakları idi.

Aklıma, 5 Eylül 2007'de Suriye'nin bazı hedeflerini bombalayan ve dönüş yolunda Türkiye hava sahasına girerek yakıt tanklarını Hatay bölgesine atan İsrail uçakları ile bu uçakların ve benzerlerinin yıllardır bu saldırıyı yapmak amacıyla Suriye çölüne benzeyen Konya ovasında eğitim yaptığı geldi.

AKŞAM

19 Kasım 2009
İsrail'i Çin'de Eleştirdi
Çin, İsrail'in Doğu Kudüs'te Yahudiler için yeni evler inşa etme planını eleştirdi. Çin yönetimi İsrail'in Doğu Kudüs'te Yahudiler için yeni evler inşa etme planını, Orta Doğu barış sürecine yeni engeller oluşturduğu gerekçesiyle eleştirdi.

ABD, AB ve Filistin taraflarından sonra Çin Dışişleri Bakanlığı da açıklama yaparak, İsrail'den yeni yerleşim merkezleri kurma planını durdurması istendi.

Bakanlık sözcüsü Çin Gang Pekin'deki haftalık olağan basın toplantısında, "İsrail tarafını Filistin ile aralarındaki karşılıklı güveni yeniden oluşturmak ve görüşmelerin bir an önce tekrar başlatılması için gerekli koşulları yaratmak için somut önlemler almaya çağırıyoruz" diye konuştu.

Orta Doğu'daki istikrarı kendi ekonomisinin ihtiyacı olan petrol ve doğal gaz ithalatı için gerekli gören Çin yönetimi, bu bölgeye yönelik politikasında son yıllarda daha aktif davranmaya başladı.
aktifhaber

İSRAİL'E İSRAİLLİLERDEN PROTESTO

3 Ocak 2010 20:30
İsrail'in Gazze'yi işgalinin birinci yıldönümünde Tel Aviv'de toplanan yüzlerce İsrailli, Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılmasını istedi.
İsrail’in geçen yıl Gazze’yi hedef alan ve bin 400’ü aşkın kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırılarına, sadece dünya kamuoyu değil, İsrailliler de tepkili.

Saldırıların birinci yıldönümü dolayısıyla, başkent Tel Aviv’de toplanan yüzlerce İsrailli, İsrail hükümetinden Gazze’ye uyguladığı insanlık dışı ablukaya son vermesini istedi.

Başkent Tel Aviv’de düzenlenen gösteride, Gazze’ye yönelik ablukasını sürdüren İsrail hükümeti aleyhinde sloganlar atıldı.

"Abluka terörüne son verin", "Gazze için adalet ve özgürlük" yazan pankartlar taşıyan İsrailli göstericiler, hükümetten Gazze’ye düzenlediği saldırılara da artık tamamen son vermesini istedi.

Göstericiler, İsrail hükümetinden barış görüşmelerine derhal yeniden başlamasını ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması için gereken adımları atmasını talep etti.

İsrailli barış yanlılarının gösterisine, İsrail parlamentosu Knesset’teki Arap asıllı İsrailli milletvekilleri de katıldı.

Batı Şeria’nın Nablus kentinde toplanan yüzlerce Filistinli de, İsrail’i protesto etti.

Ellerinde mum ve Filistin bayrakları taşıyan göstericiler, Gazze’ye uygulanan abluka yüzünden yüzlerce çocuğun açlık ve bulaşıcı hastalık yüzünden öldüğüne dikkat çekti.

Timetürk

11 Ocak 2010
Vadi'den İsrail'e Sert Cevap

Kurtlar Vadisi Pusu dizisinden duyduğu rahatsızlığı Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi'ne ileten İsrail'e Pana Film'den sert cevap geldi...

Kurtlar Vadisi Pusu dizisinden duyduğu rahatsızlığı Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'u Dışişleri Bakanlığı'na çağırarak dile getiren İsrail'e dizinin yapımcısı Pana Film'den cevap geldi.

İsrail, ''Kurtlar Vadisi'' dizisinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmesinin ardından dizi yapımcısı Pana Film ''Kurtlar Vadisi, doğruları söylemeye ve yanlışları teşhir etmeye devam edecektir'' dedi.

Pana Film'den yapılan yazılı açıklamada, İsrail'in başta Birleşmiş Milletler raporları olmak üzere, birçok uluslararası insan hakları örgütünün hazırladığı raporlarda defalarca savaş suçlusu olarak ilan edildiği belirtildi.

''İsrail yönetimi, insanlık dışı uygulamalarının teşhirini diplomatik yollardan engellemeye çalışmak yerine, bir an önce Filistinli çocuklara uyguladığı vahşeti durdurmalıdır'' denilen açıklamada, şöyle devam edildi:

''İsrailli yetkililerin Filistinli çocuklara olan hassasiyetinin derecesini, başta İsrail halkı olmak üzere, dünya kamuoyu ibretle seyrediyor. Filistinli çocuklar, en temel yaşamsal hakları olan beslenme, sağlık, eğitim gibi haklardan mahrum ediliyor. Birleşmiş Milletler bayrağı altındaki çocukları bombalamaktan çekinmeyen İsrail yönetimi, neden Kurtlar Vadisi dizisinde yaptıklarının anlatılmasından rahatsız oluyor?

Kurtlar Vadisi Irak filminde, İsrailli bir doktorun organ kaçakçılığına karıştığını gösteren sahneler de eleştirilmiş ve yalanlanmıştı. Ancak kısa süre önce bizzat İsrailli kaynaklar, bu sahnenin doğruluğunu kanıtlayan gerçekleri ortaya çıkardılar. İsrail yönetimi, insanlık dışı uygulamalarının teşhirini diplomatik yollardan engellemeye çalışmak yerine, bir an önce Filistinli çocuklara uyguladığı vahşeti durdurmalıdır. Kurtlar Vadisi, doğruları söylemeye ve yanlışları teşhir etmeye devam edecektir.''

-İSRAİL'İN DİZİDEN RAHATSIZLIĞI

İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, bugün Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'a diziden duydukları rahatsızlığı ve üzüntüyü iletmişti.

İsrail basını da Kurtlar Vadisi adlı dizide, Mossad'ın Türkiye'deki faaliyetlerinin işlenmesini gündeme getirmiş, dizinin İsrail karşıtı mesajlar içerdiğini öne sürmüştü.
aktifhaber

Yahudi Düşmanlığı Bütün Dünyada Artıyor!

25 Ocak 2010, 01:37 Anadolu Haber

Dünya genelinde Yahudi düşmanlığının artışı İsrail'i tedirgin ediyor. İşte yapılan son araştırmadan detaylar;

Merkezi İsrail'de bulunan Yahudi Ajansı, Batı Avrupa'da 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en çok Yahudi düşmanlığı vakalarının geçen yıl görüldüğünü ileri sürdü.

Yahudi Ajansının yayınladığı rapora göre, geçen yılın ilk 3 ayında yaşanan vakaların sayısı, 2008'deki toplam vakalardan daha fazla idi.

Bu dönemin, İsrail'in Gazze işgalinden hemen sonraya denk geldiği belirtildi.

Örneğin Fransa'da 2009'un ilk 3 ayında 113'ü şiddet içermek üzere toplam 631 Yahudi düşmanlığı vakası yaşandı. Rapora göre geçen yıl dünyada Yahudi karşıtı saldırılarda 8 kişi öldü.

İsrail'in 'kültür katliamı': Binlerce kitap yok edildi

31 Ocak 2010, 00:09 Anadolu Haber

İsrail devletinin kurulduğu yıllarda Filistin kültürünü anlatan binlerce Arapça kitap yok edilmiş

İsrail'in Ben-Gurion Üniversitesi'nde doktora yapan bir araştırmacı, İsrail devletinin ilk yıllarında binlerce Arapça kitabın imha edildiğini ortaya çıkardı.

İsrail'in yağmalayıp yok ettiği binlerce kitabın izini süren araştırmacı, yeni kurulan İsrail devletinin "ülke yahudileştirme ve Filistinliler'i kendi kültürlerinden koparmak projesi" çerçevesinde Filistin kitaplarını tahrip ettiğini belirtti.

El-Cezire internet sitesinde yayımlanan röportajda, uzun bir araştırma süreci sonucu ulaştığı bilgileri aktaran doktora öğrencisi araştırmacı, İsrailli yetkililerin Kudüs, Yafa, Hayfa, Safed ve diğer şehirlerde Filistinliler'in ev ve işyerlerini basarak on binlerce kitabı topladığını, bunlardan yaklaşık yarısının "güvenlik tehdidi" oluşturduğu gerekçesiyle yok ettiğini anlattı.

Ordu arşivlerine göre, İsrail askerleri "Nakba" sırasında evlerini terkeden Filistinliler'in kitaplarını da talan etti.

Araştırmacı'nın ulaştığı belgelere göre, İsrail 1958 yılında 27 bin Filistin kültürüne ait kitabı, "faydasız olduğu ya da tehdit oluşturduğu" gerekçesiyle yok etti. Kitapların büyük çoğunun bir kağıt fabrikasına satıldığı ifade edildi.

"Bu, kütüphane ve müzelerden çaldıklarını sergileyen Avrupa sömürgeciliğinden daha kötü bir kültürel katliam" şeklinde konuşan araştırmacı, Kudüs'teki İbrani Üniversitesi arşivine devredilmiş altı bin Filistin kitabı olduğunu, ancak bunlardan bir çoğunun depolarda tutulduğunu söyledi.

14 Şubat 2010 13:57
MOSSAD Suikastlere Başladı
İngiliz Times gazetesi, İsrail gizli servisi MOSSAD'ın, yeni suikast operasyonuna geçen aralık ayında başladığını yazdı. İşte MOSSAD'ın eylemleri...

İngiliz Times gazetesinin haberine göre, Hamas, Hizbullah ve Devrim Muhafızları’nın koordinasyonunu engellemek isteyen İsrail gizli servisi Mossad, yeni suikast operasyonuna geçen aralık ayında başladı

Habere göre, Mossad’ın 3 eylemi şunlar: Aralıkta Şam’da İranlı yetkililerle Hamas üyelerini taşıyan bir otobüs patlatıldı, 3 kişi öldü. Birkaç hafta sonra Hamas ile Hizbullah’ın Beyrut’ta yaptığı bir toplantıya saldırı düzenlendi; kayıplar gizli tutuldu. Son olarak da Hamas’ın liderlerinden Mahmud El Mabhuh’un geçen ay Dubai’de öldürüldü.
aktifhaber

İsrail'den, BM'nin nükleer silahları imha kararına ret
20:35 - İsrail hükümeti tarafından yapılan açıklamada, "Orta Doğu'nun nükleer silahlardan arındırılması kararı tamamen iki yüzlü ve zayıftır. Bölgenin ve bütün dünyanın karşı karşıya bulunduğu gerçek tehditleri inkar etmektedir" denildi. 29.05.2010 TORONTO netgazete

Siyonist işgalci İsrail zindanlarındaki Filistinli esirler şehid Jaradat için açlık grevinde
24 ŞUBAT 2013

BBC'nin haberine göre; Siyonist işgalci İsrail zindanlarındaki binlerce Filistinli esir, taş attığı için İsrail zindanına atılan ve orada "kalp krizinden öldü denilerek cenazesi ailesine teslim edilen şehidimiz Arafat için için bir günlüğüne açlık grevine gidiyor.

Siyonist işgalci İsrail, 30 yaşındaki esirArafat Jaradat'ın Cumartesi günü kalp krizinden öldüğünü duyurmuştu.

Haber duyulur duyulmaz esir Filistinliler de dışardaki filistinliler de protesto gösterilerine başladılar.

Siyonist işgalci İsrail Başbakanı Netanyahu'nun elçisi, Filistin Yönetimi'ne Batı Şeria'daki protestolar düzenleyen kalabalıkları sakinleştirme çağrısında bulundu.

El Halil yakınlarındaki Sair adlı köyden iki çocuk babası Arafat Jaradat'ın şehadeti, Siyonist işgalci İsrail ordusu ile Filistinli gençler arasında dört açlık grevi eylemcisinin şehadet sınırına gelmesiyle nedeniyle başlayan çatışmalardan bir hafta sonra meydana geldi.

Siyonist işgalci İsrail Cezaevleri Yönetimi Sözcüsü Sivan Weizman, AFP'ye yaptığı açıklamada "Yaklaşık 3000 tutuklu ve hükümlü yemek kabul etmeyeceklerini" söyledi.

Şehid Arafat Jaradat İsrail askerlerine taş attığı gerekçesiyle gözaltına alınmıştı.
haber1001
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Arl 29, 2008 11:32 pm    Mesaj konusu: Biliyor muydun Amca! Alıntıyla Cevap Gönder

Nuh Gönültaş

Can acıtanın canı acır

Ne zaman İsrail saldırganlığı, Siyonist dünya görüşü söz konusu olsa, Ahmet Altan'ın "Ey kavmim" başlıklı yazısını hatırlarım.

Hani şu "sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin" sözleriyle başlayan yazısı...

Ahmet Altan bu yazıda sadece Yahudileri kastetmiyor elbette. Dört kitaba mensup herkes bu yazıdan kendisine bir pay çıkarabilir.

Bu yazı şu günlerde, İsrail denilen terörist devletin Hitler'in Yahudiler'e yaptığını Filistinliler'e reva gören saldırıları ile birlikte okunduğunda Siyonist Yahudiler'i anlatıyor olmalı diye düşünebiliriz.

Çünkü peygamberlerini dinlemeyen, hatta onları öldüren bir kavimdir Yahudiler.

İsrail kurulduğundan beri Ortadoğu'ya barış ve huzur hiç olmadı.

Kendileri de huzur içinde yaşayamıyor elbette.

Böyle devam ettiği müddetçe, gerek İsrail'de yaşayan, gerekse İsrail dışında yaşayan Yahudiler asla ve asla huzur içinde olamaz!

Zenginlikleri içinde korku ve dehşetle birlikte yaşayıp giderler.

Yahudilerin neredeyse bütün dünyada neden sevilmediğine dair bir araştırma yapılsa sonuçları çok ilginç olur. Bilmiyorum böyle bir araştırma var mı acaba?

Gerçekten, neden sevilmiyor bu millet?

Peygamberlerini öldürdüklerinden olabilir mi?

Asla ve asla kendi hakkına razı olmayan, sürekli gözü başkalarının üzerinde olan, sürekli başkalarının haklarını gasp etmeye çalışan, saldırgan bir millet olduklarından mı?

Çocuk katili bir orduya sahip olduklarından mı?

Yoksa neden?

İsrail'in tarihinde çok kanlı katliam var. Ama şu son Gazze Saldırısı gibi hiçbiri bütün dünyaya rağmen bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşmedi.

Çocuk katili İsrail askerlerinin öldürdüğü Filistinli çocuklar sanki bizim çocuklarımızdı.

Günlerdir televizyon ekranlarından Filistinli kanı akıyor evlerimize.

Düşünüyorum da İsrail Filistinliler'e bunları yapıyor da kendisi rahat mı yaşıyor, huzur içinde mi?

Öyle bir ülke düşünün ki, ne zaman neresinde, bir otobüs durağında bir alışveriş merkezinde bir sinema veya bir konser salonunda bir canlı bomba patlama ihtimali olsun.

Filistinliler'in kanını akıttıkça İsrail de rahat olmayacak. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok.

Can acıtanın canı acır.

Ev yıkanın evi yıkılır.

Bu şekilde devam ettiği müddetçe İsrail uluslar arası toplumun asla ve asla saygın bir üyesi olmayacak.

İsrail asla huzurlu bir devlet olmayacak.

Dolayısıyla da halkı asla huzur için de yaşamayacak.

Siz sanıyor musunuz ki Filistinliler çocuklarını, eşlerini katleden Yahudiler'i affedecekler. Ölmüş analarının kanları üzerinde onların başında bekleyen Filistinli çocuklar intikam almayacak mı, İsrail düşmanı olarak yetişmeyecek mi?

Bu insanların son Filistinli kalana kadar topraklarını savunacaklarına emin olun.

Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız İsrail saldırganlığını onaylamadığı, karşı çıktığı için İsrail çok rahatsız.

Arapları kale almıyorlar zaten.

İsrail, Mısır Zirvesi'ne katılan devlet adamları için bir davet vermiş ve fakat Cumhurbaşkanı Gül'ü davet etmemiş.

Türkiye'nin çok da umurundaydı!

Siz seçim için binlerce Filistinli'nin kanını akıtırken Türk Milleti ayağa kalkmışken, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız sizi mi destekleyecekti yani... Kaldı ki davet edilseler bile gitmemeleri gerekirdi!

İşte Ahmet Altan'ın muhteşem ifadeleri:

"Sen ki, tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın.

Musa Kızıldeniz'i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin.

Ey kavmim...

Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.

Korkarsan kendinden olmayan herkesten.

Ve sen kendinden bile korkarsın.

Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın.

Hazreti İsa'yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın.

Zebur'u, Tevrat'ı, İncil'i, Kur'ân'ı bilirsin.

Hazreti Davud için üzülür ama Golyat'ı tutarsın.

Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın.

Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın.

Örümcek olsan Hazreti Muhammed'in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin.

Ölülerine dönüp de bakmazsın. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın.

Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.

Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.

Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.

Musa önünde Kızıldeniz'i açsa o denizden geçemezsin.

Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.

bugün

Peres: Saddam gibi Hitler de asılmalıydı


Yarın görevi Obama'ya bıracak olan Bush, İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e telefonla veda etti, tarihten notlar hatırlatıldı.19 Ocak 2009 21:15

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Irak'ın idam edilen lideri Saddam Hüseyin'e yapılanın aynısının Nazi diktatörü Adolf Hitler'e de yapılması gerektiğini söyledi.

Görevini yarın yeni seçilen başkan Barack Obama'ya devredecek olan ABD Başkanı George W. Bush, İsrail Cumhurhurbaşkanı Şimon Peres'i telefonla arayarak veda etti.

İsrail Cumhurbaşkanlığı'na göre Peres, konuşmada Bush'u kutladı ve Bush'a, ''Dünya, Hitler'e karşı sizin Saddam Hüseyin'e karşı hareket ettiğiniz biçimde hareket etseydi, milyonlarca yaşam kurtulurdu'' dedi.

Saddam Hüseyin, 2003'te ABD'nin Irak'a askeri müdahalesinin ardından 13 Aralık'ta yakalanmış ve 30 Aralık 2006'de idam edilmişti.

Peres, ''Kendi adıma, İsrail adına ve İsrail halkı adına size bu uzun destek ve dostluk yılları için teşekkür ederim. Tüm dünyaya ve özellikle Yahudi halkına tarihi bir destekte bulundunuz'' diye konuştu.

Peres, Bush'a, özellikle İsrail'in yanında barış içinde yaşayan bir Filistin devletinin kurulması için açıkça çağrıda bulunan ilk ABD Başkanı olduğu için teşekkür etti.

Adnan Faruk
Katil İsrail ve Ötekiler

Gayrimeşru bir devletin, hukuka saygılı olmasını beklemek saflık olurdu…

İktidar kavgası için yüzlerce insanın hayatını yitirmelerini mazur göstermek, gayri meşruluğu ilke edinmiş olan Siyonist bir devletin temel anlayışı olabilirdi…

Hayatlarını kaybeden yüzlerce masum çocuğu Hamas üyesi olarak göstermek, soykırımı temel politika olarak kabul etmiş olan katillerin yaklaşımı olabilirdi… Bunu ise ancak, soykırım uygulayan İsrail’in, liderlik hayalleri kuran kadın bakanı yapabilirdi.

Düşüncesinde ve kuruluşunda; gayrimeşruluk, hukuk dışılık ve soykırım anlayışı olan bir devletten, başka bir tutum beklemek yanlış olurdu!

Çünkü bu devlet, varlığını; uyguladığı şiddet, tehcir ve soykırıma borçlu…

İsrail; devlet terörü uygulayan, katil, soykırımcı ve gayrimeşru bir devlettir…

Peki; gayrimeşru, katil ve soykırımcı bu devlet ile işbirliği içinde olan devletlerin konumu nedir?

Katil İsrail’in uyguladığı her türlü şiddetinin arkasında duran ve destekleyen ABD’ye ne diyeceğiz?

ABD; devlet terörünün mucidi olan, katil İsrail’in, suç ortağıdır.

AB ülkeleri?

Suç ortağının küçüğü, büyüğü olmaz!

Zengin Arap şeyhleri?

Paraya tapan bu kişilerin, insan oldukları dahi kuşkuludur. “Dilsiz şeytan” dedikleri böyle bir şey olsa gerek…

Kendi halkına ihanet etmeyi liderlik sananları, insan dahi kabul etmemek gerekir!

Peki, İsrail ile her türlü ilişkiyi kurmak ve sürdürmekte sakınca görmeyen, halkı Müslüman olan ülkelere ne diyeceğiz?

Mesela; Türkiye ve Mısır…

Masum Filistinlilere bomba yağdıran uçaklar nerede eğitim görüyor?

Katil İsrail ile “stratejik ortaklık” kuran ülkelerin, kurdukları bu ortaklığın hedefi nedir?

Katil bir devlet ile “Real politika” adına ilişki sürdürmenin kazandıracakları, katil devletin neden olduğu günaha ortak olmaya değecek düzeyde mi bari?

Real politik kazanımlar ile ortak olunan günah arasındaki ilişki, yapılanı masum gösterebilir mi?

İktidara gelmeyi, iktidarda kalmayı, iktidar süreçleri içinde yükselmeyi, mevki ve makam sahibi olmayı, milletinin oyu ve desteğinden ziyade, Siyonist kurumlar ile kurdukları ilişkiler üzerinden devşirdiklerini düşünenler, haberleri rahat izleyebiliyorlar mı?

Bu insanları, böylesine kirli bir işbirliğine zorlayan sistem mutlu mu şimdi?

300’e yakın milletvekilinin birlikte oluşturdukları, “İsrail Dostluk” grubunun, bu zavallı üyelerinin keyifleri yerinde mi?

Bırakın; ateşkesi kim bozdu ve oluşan şiddet üzerinden kime ne tür mesajların verilmek istendiğini…

Bu bir katliamdır.

Bunu dile getirelim.

Katliamı durdurmak için çaba gösterelim.

Ve suç ortaklığından vazgeçelim...

farukadnan@gmail.com
haber10

Seçim Füzeleri
29 Aralık 2008
Hüsnü Mahalli

Gazze katliamının ardında 10 Şubat’ta yapılacak seçimle ilgili oy toplama yarışı yatıyor. Seçimde yarışan İşçi Partisi, Kadima ve Likud Partileri, “Kim daha fazla Filistinli öldürür”ü bu katliamla ispatlıyor

Başbakan Erdoğan İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamını yorumlarken ‘Hava harekâtını orantısız güç kullanımı olarak görüyor ve bunun barışa indirilmiş bir darbe olarak değerlendiriyorum.

Bu ayrıca bize karşı yapılmış bir saygısızlıktır’ demiş.

Oysa aynı Erdoğan 20 Mart 2004’te Hamas lideri 75 yaşındaki Ahmet Yasin sabah namazı sonrasında tekerlekli sandalyesiyle cami çıkışında öldürüldüğünde ‘İsrail’i terörist devlet’ olarak nitelendirmiş ve bu cinayetlerine derhal son vermesini istemişti.

Ama aynı İsrail bir hafta sonra bu kez Yasin’in yerine seçilen Rantisi’yi de benzer şekilde öldürmüştü.

Mart 2004’ten bu yana İsrail, Başbakan Erdoğan’ın çağırısına saygısızlık yaparak en az 2000 Filistinli’yi öldürdü.

Yani İsrailliler ilk kez Türkiye’ye ve Sayın Başbakan’a saygısızlık etmiyor.

İsrail Başbakanı Olmert Nisan 2007’de Ankara’yı ziyaretinde Kudüs’teki kazılarla ilgili olarak Başbakan Erdoğan’a yalan söyleyerek saygısızlık etmiştir.

İsrail uçakları ise 5 Eylül 2007’de Suriye’yi bombaladıktan sonra Türk hava sahasına girmiş ve Hatay yakınlarında yakıt tanklarını bırakarak Başbakan Erdoğan ve tüm Türk milletine ve devletine saygısızlık etmiştir.

İsrail yine 2007 başlarında Hamas’ın kaçırdığı askerin kurtarılması için yoğun ve gizli çaba harcayan ve bu konuda başarı sağlamak üzere olan dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün bu çabalarını deşifre ederek ona, Erdoğan’a ve tüm Türkiye’ye saygısızlık yapmıştır.

İsrail’in Türkiye’ye, Erdoğan’a, Gül’e ve ondan öncekilere saygısızlıklarını saya saya bitiremeyiz.

Ama konumuz o değil...

Konumuz İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamlarını böylesi hafif kelimelerle nitelemektir. Çünkü İsrail’e ‘saygısızlık yapıyorsun’ denildiğinde aslında iltifat ediliyor. Çünkü İsrailliler zaten açık ve net olarak ‘bizim tüm dünyaya saygımız yok ve hiç kimseyi dinlemeyiz’ diyorlar.

Anlaşılması zor başka bir konu da İsrail’in saldırılarını ‘orantısız güç kullanımı’ olarak nitelemektir.

Klişeleşmiş bu deyimi kullananlar aslında şunu söylemek istiyor:

‘İsrail saldırılarında haklı ama gücü kullanırken kantarın ucunu kaçırmasın.’

İnanılacak gibi değil.

Vicdanı olan bir insan bırakın bu deyimi kullanmayı böyle bir düşünceyi aklının ucundan bile geçirmemeli.

Çünkü;

1-İsrail denilen devlet 1948’de ABD’nin desteği ve BM’nin kararı ile Filistin toprağının yarısı üzerinde kurulmuş ve burada yaşayan Filistinliler ülkelerinden kovulmuştur.

2-İsrail geri kalan Filistin topraklarını, yani Batı Şeria ve Gazze’yi 1967’de işgal etmiştir. Bu topraklar 41 yıldır işgal altındadır. Filistin kelimesini kullananlar aslında işgal altındaki bu iki toprak parçasından söz ettiklerini bilmelidir.

Batı Şeria ve Gazze şehir içlerinden çekilen İsrail ordusu istediği her an bu şehirlere girerek istediği herkesi tutuklayabilir, öldürebilir ve her şeyi yapabilir.

Örneğin 2006’da Filistin parlamentosu başkanlığına seçilen El-Duveyk ve bazı milletvekilleri İsrail askerleri tarafından Gazze’deki evlerinden alınarak içeri atıldı ve hâlâ İsrail hapishanesindeler.

3 Ocak 2006 seçimlerinde Hamas’a oy verdi diye kuşatma altında bulunan Gazze’deki 1,5 milyon Filistinli zaten ölümle pençeleşiyor. İki yıldır İsrail ordusu Gazze’ye yakıt, yiyecek, ilaç ve yaşamsal hiçbir malzemenin girişine izin vermeyerek insanların yavaş yavaş ölmesini istiyor.

Şimdi soruyorum:

Anadolu’yu işgal eden İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyanlar İsrail’in yukarıda özetlemeye çalıştığım uygulamalarını 41 yıl süreyle yapsaydı acaba Türk milleti ne yapardı. Hangimiz çıkıp onlara ‘Yapmayın orantısız güç kullanıyorsunuz’ diyebilirdik.

Lütfen mantıklı, gerçekçi ve vicdan sahibi olalım.

62 yıl önce toprağının yarısı zorla elinden alınan ve geri kalan toprağı 42 yıldır işgal altında tutularak her türlü işkence ve zulme maruz kalan bir halk acaba ne yapar?

Filistin halkı uluslararası hukukun kendisine tanıdığı tüm haklar çerçevesinde her yola başvurarak kendini savunmakta ve ülkesini işgalden kurtarmaya çalışıyor.

Dolayısıyla karşılıklı güç kullanımı yok ki; orantısız kullanımı olsun.

Dünyanın dört bir yanından gelerek başkasının toprağını ele geçiren ve bunun için her türlü cinayeti işleyenlerin saygının ne olduğunu bilmedikleri için onları saygısızlıkla suçlamanın da bir anlamı yok.

İsrail’de 10 Şubat’ta seçim var

Olup biten bu olayları da bu çerçevede görmek gerekiyor.

Çünkü seçimde yarışan üç parti aynı zamanda ‘kim daha fazla Filistinli öldürür’ diye de yarışıyor ve bununla oy toplamaya çalışıyor.

1-Kadima partisi lideri Livni eski Mossad ajanı ve Avrupa başkentlerinde Filistinlileri öldürmüş.

2- İşçi partisi lideri Barak da eski bir Mossad ajanı ve o da Beyrut’ta Filistinlileri öldürmüş.

3- Likud partisi lideri Benjamin Netanyahu İsrail’de en bağnaz ve saldırgan kesimin temsilcisi.

İşte Başbakan Erdoğan’ın ‘saygısızlıkla’ suçladığı üç kişi...

Ve bu kişiler ‘radikal islamcı’ Hamas’ın işgale karşı çok kısıtlı direnişini gerekçe göstererek katliamlarına devam edeceklerini söylüyor.

Oysa hiç kimse cesaret edip de “Yahu siz Filistin topraklarını 41 yıldır işgal ediyorsunuz ama Hamas 15 yıldır var. Ve ondan önce hep solcu -devrimci Filistinli gruplar vardı. Hatta bunlar arasında Habaş ve Havatma gibi Hıristiyanların liderliğini yaptığı direniş grupları vardı’’ demiyor ya dadiyemiyor.

Baksanıza BM bile bunca katliam ve cinayete rağmen İsrail’i kınayamıyor.

Durum böyle olunca İsrailliler genetik bir hal alan bu katliamlarına devam edecek. Barış İsrail’in umurunda değil. Çünkü İsrail barışa ‘evet’ derse 41 yıldır işgal altında tuttuğu Batı Şeria ile Suriye’nin Golan ve Lübnan’ın Şabaa bölgelerinden de çekilecek. Oysa İsrail, başta Rusya olmak üzere dışarıdan getirdiği Yahudileri buralarda yerleştirerek ‘buralar Allah tarafından bize verilmiştir’ diyor.

Uzatmaya ve detaylarla uğraşmaya gerek yok.

İsrail barış yapmaz ve yapamaz.

Çünkü dünyanın dört bir yanından gelerek Filistin toprağını işgal eden ve burada İsrail devletini kuran İsrailliler aslında ‘Nil’den Fırat’a kadar uzanacak Büyük İsrail devletini kurmak için gelmişti.

Şimdi Başbakan Erdoğan ya da yeni başkan Obama istiyor diye bundan vazgeçmeyerek saldırılarına devam edeceklerdir ve gerekirse her gün ‘orantısız güç’ kullanarak binlerce Filistinli’yi Lübnanlı’yı, Suriyeli’yi öldürüp herkese saygısızlık yapacaklar.

Bunun tersini onlardan beklemek onlara saygısızlık olur!
Akşam

İsrail'in saldırılarında 6 günde 417 kişi öldü


02 Ocak 2009 Gazze'deki acil servis ve ambulans hizmetleri başkanı Muaviye Hasaneyn'in verdiği bilgiye göre İsrail'in altı gündür süren hava saldırılar ında ölü sayısı en az 417'ye yükselirken, 2000 dolayında kişi de yaralandı. Yaralılardan 250'sinin durumunun çok ciddi olduğu belirtiliyor. Bu arada, Hamas'ın siyasi liderlerinden Nizar Rayyan'ın 5 katlı evine israil uçakları tarafından yapılan saldırı gazeteciler tarafından görüntülendi.
Öte yandan Gazze Şeridi'nde yaşayan, aralarında bir Türk ailenin de bulunduğu yabancılar tahliye ediliyor.
Çoğunluğu Rus ailelerden oluşan, sayıları 400 civarındaki yabancıların tahliyesinin İsrail makamları tarafından da onaylandığı, herhangi bir terslik olmazsa, çıkışlarının yarın Erez geçiş noktasından yapılacağı öğrenildi.
Ailelerden yarın sabah 06.30 civarında Erez'in Gazze tarafında bulunmaları istendi. Aileler, işlemlerinin tamamlanmasının ardından İsrail tarafına aktarılarak, Türk aile Türkiye'ye, diğerleri de kendi ülkelerine gönderilecekler.
Gazze'de 17 yıldır yaşayan Türklerden Işıl Zakkut ve eşi Şaban Zakkut ile çocukları, Gazze'den çıkarılmayı beklerken, Işıl Zakkut, tahliye edilecekleri bilgisinin kendilerine ulaşmasından sonra, "Son 6 gündür öldüm öldüm dirildim. 6 gün 60 seneye bedel gibi oldu. Sıkıntı çekeceksem, bari bunu kendi ülkemde çekeyim" dedi.
Işıl Zakkut, daha önceki İsrail operasyonları sırasında çıkış yapmış, ancak eşi Şaban Zakkut ve çocukları Gazze Şeridi'nde kaldığı için geri dönmüştü.
Zakkut ailesi, bugün Hamas'ın üst düzey siyasi ve askeri liderlerinden Nizar Rayyan'ın vurulan evinin yakınlarında yaşıyor.
Işıl Zakkut, "Art arda 4 patlama duyduk...İlk ikisi daha küçük, son ikisi ise çok şiddetliydi. Rayyan'ın evi bütünüyle yerle bir oldu" diye konuştu.
Nizar Rayyan'la (49) birlikte, patlamada ölenlerin sayısı 14'e yükselirken, ölenler arasında eşlerinden ikisinin de bulunduğu, ayrıca çocuklarının bazılarının da enkaz haline gelen evde öldüğü kaydedildi.
Rayyan'ın 4 eşinin bulunduğu biliniyor.
Öte yandan, yerel kaynakların verdiği bilgiye göre, Hamas liderlerinden Nizar Rayyan, evinin füze saldırısına hedef olması öncesi, birkaç kez İsrail ordusunca telefonla uyarılıp evini boşaltması istendi. Ancak Rayyan'ın bu uyarılara rağmen evini boşaltmadığı bildirildi.
Haaretz gazetesi, savunma yetkililerine dayanarak, Rayyan'ın evine bir tonluk bomba atıldığını, evde meydana gelen diğer ikincil derecedeki patlamaların, evde saklandığı belirtilen diğer patlayıcılardan kaynaklandığını belirtti.
Işıl Zakkut, Gazze'deki durumu şöyle anlattı:
"Elektrik yok...Savaş başladığından bu yana kısıtlı olarak geliyor, bazen günde ancak 2 saat...Su yok, gaz yok, ekmek yok, fırınlar kapalı, burada bir kaşık un bulamıyoruz...Türkiye'nin yardımları geliyor, bir şey görmüyoruz, biz bu yardımlardan faydalanamıyoruz. Yardımlar pazarlarda satılıyor."
Bir çuval unun daha önce 50 şekel iken 150 şekele çıktığını, yardım olarak gelen bu unlardan almak için bile önce başvurup para ödendiğini, ancak bir gün sonra, o da yardımın verilmesi onayı çıkarsa alınabildiğini kaydetti.
Gazze'de pek çok yerin vurulduğunu, kendi evlerinin çatısının da patlamalarda hasar gördüğünü anlatan Işıl Zakkut, "Gece üzerimize yağmur yağı yor, battaniyeler, yorganlar ıslak...Çocuklar üşüyor, bir taraftan da hepimiz can korkusu yaşıyoruz" dedi ve Gazze'de sadece kendilerinin değil, herkesin durumunun aynı olduğunu vurguladı.
"17 yıldır buradayım...Böylesini ilk kez gördüm" diyen Işı l Zakkut, son İsrail operasyonunun diğerlerinden çok daha ağır olduğunu vurgularken, Gazze Şeridi'nde durumun "ilk kez bu kadar kötü" olduğunu söyledi.

netgazete

Biliyor muydun Amca!
29 Aralık 2008
Umur Talu

Şöyle bir dengecilik var:
"Hamas da füze attı".
İster ABD ve İsrail'le birlikte "sadece terörist" deyin...
İster "seçim de kazanmış, siyasi ve askeri bir hareket" deyin.
Bu Gazze'nin ne olduğu gerçeğini değiştirir mi?
Gazze'nin "İsrail'e karşı iktidarsız" Birleşmiş Milletler dilindeki adı bile "işgal altındaki topraklar".
Kimin işgali?
Hamas'ın mı!
Bir zamanlar, Hıristiyan Arapların da dahil olduğu "milliyetçi" Filistin hareketi karşısında "İsrail'in teşvikiyle" oluşmuş Hamas'ın mı, yoksa İsrail'in mi?
Yıllarca Gazze, işgal altındaki topraktı ve düne kadar Gazze abluka altındaki topraktı.
İnsanların, kadınların, çocukların, yaşlıların açlık ve sefalet mezarına canlı canlı koyuldukları topraktı.
"Terörizm", "masum insanlara da saldırı" tanımıyla özel mana kazanır, değil mi?
Bir örgütün "teröristliği" en çok bununla vurgulanır.
Peki, bir devlet "masum insanlar"a, kadınlara, okul çocuklarına, bebeklere füze ve bomba ile saldırdığında nedir?
İsrail böyle bir saldırıyla nedir!
"Denge cambazları" sanki "iki eşit"ten bahseder gibidir.
Bir tarafta "onlarca yıldır işgal altında", yıllardır abluka altında, yoksulluk ve açlığa sıkıştırılmış, kimliği, kişiliği, insanlığı aşağılanmış bir halk... Bir tarafta dünyanın dört bir yanından da destek alan, nükleer silahlı, denizaltılı, savaş uçaklı, haşin ordulu bir devlet.

Üstelik, tarihin önemli anlarında "halkının karşıtı ve ona vuran, kıran" ne olmuşsa, ona dönüşmüş bir devlet.
Belli topraklarda hayat hakkı mı tanınmamışmış kendi halkına; aynen öyle hayat hakkı tanımayana dönüşmüş bir devlet.

Belli ülkelerde ayrımcılığa, aşağılanmaya, ırkçılığa, kırıma, soykırıma mı tabi olmuş halkı; kendini o zalimliğe adamış bir devlet.

Etrafındaki devletler tarafından ablukaya mı alınmış; yerinden yurdundan ettiği, topraklarını işgal ettiği bir halkı ablukaya gömen bir devlet.

Tarih boyunca dini, milliyetçi, etnik şiddete maruz kalmış bir halk mı; işte aynen dini, milliyetçi, etnik şiddetle bütünleşmiş bir din ve ırk devleti.
Hem de...

Bizatihi terörle, terörizmle, sabotaj ve suikastlarla kurulduğu, toprak genişlettiği halde şimdi köşeye sıkışmış, yoksul, aç, aşağılanmış bir halkı terörizmle suçlayan ve her saldırıya eşitsiz, orantısız saldırı değil, katliamla misilleme yapan bir devlet.
Buradan, bakmayın "kardeş mardeş" ağızlarımıza, kına yakmış kınamalarımıza, bize de ciddi bir utanç düşüyor.
Bir kere; "İsrail savaş, saldırı, katliam makinesi"ne ciddi para, cesaret ve cüret akıttı bizim "demokratik laik hukuk devleti".

Siyasi iktidarlar ve Silahlı Kuvvetler, tankla, helikopterle, uçakla para ve imkân akıttı o çarka.
Utanmadık, çoluk çocuğu bombalayan İsrail uçaklarına pistlerimizi açtık. Hislerimizi açtık. Histeriye kucak açtık!
Şimdi, daha da rezili şu:

Ya, Başbakan'ın sandığı gibi, aldatıldık...

Ya da kendimizi kandırdık...

Daha da beteri, devlet eliyle halkımızı aldattık.

Çünkü, bu saldırı hazırlığını uzun süredir yaptığı anlaşılan "gitti gidecek" İsrail Başbakanı, katliam emrini vermeden hemen önce Ankara'da idi.

Bu, tarihimizin en ciddi utançları arasına girdi.

Ya, elini yine kana bulamaya hazırlanırken Ankara'da yalan söyledi, gaz aldı, gaz verdi...

Ya da, daha beteri, ne yapacaklarını söyledi ve gitti!

Her halükârda, okulda sabahçı öğlenci değişimi yapılırken öldürülmüş o çocukların, belki iki eli değildir yakamızda ama, bir sorusu uçup gider Ankara'ya:

Bizi öldüreceklerini biliyor muydun Amca!
Sabah

İsraillerin yeni eğlencesi, savaş uçaklarının Gazze'yi bombardımanını 'canlı canlı' yerinde seyretmek

12:15 - İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılar bir hafta geçmesine rağmen sürüyor. İsrail jetleri, belirledikleri hedeflere tonlarca bomba bırakıyor. Operasyonlar sırasında, güvenli bölgelerdeki yüksek tepeler de meraklı gözler tarafından adeta işgal ediliyor. Gazze Şeridi yakınlarındaki Sderot kasabası da bu yerlerden sadece birisi.Ellerinde dürbünle tepeye çıkan kadınlı erkekli onlarca İsrail vatandaşı, bombaların hedefe inişini ve vurulan yerlerden çıkan dumanları saniye saniye izliyor. 02.01.2009 SDEROT netgazete

03 Ocak 2009 Cumartesi
SOK FOTO! ISRAIL'E ATATURK HEYKELI!!

mert aydoğdu yazdı...

ISRAIL ATATURK BUSTU KOYDU
AYRIYETTEN KOCA MEYDANA ATATURK HEYKELI DIKIP MEYDANIN ADINI ATATURK MEYDANI YAPTI!
BUSTUN ALTINDAKI YAZIYA DIKKAT!


(anadoluhaber)

17 Ocak 2009 Cumartesi
İnternette 9 bin kişi israil için çalışıyor!



İsrail hükümeti ve ordusu Gazze üzerine bombalar yağdırıp, dünyayı hiçe sayarken, İsrailli gruplar da gerçeğin ortaya çıkmasını önlemek ve İsrail aleyhine yazılan yazılara anında cevaplar yazmak için organize "internet timleri" kurdu.

Başta İsrail ve Amerika merkezli olan ve yahudi gençlerin 7/24 görev aldığı bu timler, internet sitelerini kontrol altında tutarak İsrail aleyhine yazılan bütün yazı ve yorumlara cevaplar yazıyor, İsrail yanlısı ifadelerle bu sitelerdeki eleştirilere tepkiler yağdırıyor, hatta İsrail`i eleştiren yorumları yazanları taciz ediyor.

İnternet timleri, internet üzerinde yapılan kamuoyu yoklamaları ve anketleri de sabote ederek, sonuçların İsrail lehine çıkması için kampanyalar organize ediyorlar.

Özellikle Facebook gibi geniş kullanıcı ağı olan sosyal sitelerde ve her ülkedeki büyük medya kuruluşlarının internet sitelerinde çıkan bütün haber ve yorumları kontrol altında tutan timler, kendi kurdukları propaganda sitelerinden de İsrail yanlısı yayınlar yaparak gerçeklerin üzerini örtmeye çalışıyor.

Bu sitelerde, İsrail`e yöneltilen suçlamalara verilecek muhtemel cevaplarla ilgili öneriler, İsrail yanlısı isimlerin yazdıkları makalelerden örnekler, İsrail askerlerinin "insani" yönünü vurgulayan yazı ve fotoğraflar da yer alıyor.



Bu timlerden birinin başkanlığını yapan Michael Dickson`un ifadeleriyle, bu timler " İnternetteki gündeme sadece cevap vermekle değil, gündemi dikte ettirmek" için çalışıyor.



Sadece Facebook`da, Dünya Siyonist örgütleri tarafından yönlendirilen 9 binden fazla kullanıcı bu propaganda da aktif olarak görev alıyor. Bu kullanıcılar, resim alanlarına "İsrail`i seviyorum" kartı koymaya teşvik ediliyor, özel sayfalarında İsrail`e yönelik roket saldırılarının güncellemesine yer veriyorlar, İsrail yanlısı eylemler hakkında duyurular yayınlıyorlar, İsrail`e yardım topluyorlar.



Bu üyeler arasında bütün mesaisini İsrail yanlısı gruplar oluşturmak ve Facebook üzerinde bu grupların yaygınlaşmasını sağlamak olan Esther Kustanowitz gibi isimler de var.



Facebook gibi sitelerde herkesin yüzlerce "arkadaşı" olduğunu hatırlatan tim üyelerinden biri, "yarım dakikalık bir video, birçok insanın İsrail`in pozisyonu yanında yer almasını sağlayabilir" ifadelerini kullanıyor.

Buna benzer propaganda taktikleri gazetelerin okuyucu yorumları arasında ve blog sayfalarında da tüm hızıyla sürüyor.
İsrail yanlısı "internet timleri" İsrail eleştirilerine anında cevap yazıyor. Bazı Türk gazetelerinin okuyucu yorumları sayfalarında İsrail lehine yorum yapan isimlerin neredeyse aynı olması gözlerden kaçmıyor.

Öte yandan, yapılan yorumlarda kullanılan dil ve Türkçe karakter problemleri de, bu organize kampanya hakkında fikir veriyor.
Benzer eleştirilere benzer cevapların yazıldığı bir çok sitede, İsrail`e tepki gösterenler "yahudi düşmanlığı" ile suçlanıyor, ya da Türkiye`nin uluslararası arenada problem yaşadığı konular gündeme getirilerek hedef saptırılıyor.

Yahudi internet timleri, Gazze`de ölen ve yaralanan binlerce insan hakkında tek kelime etmemeye de büyük özen gösteriyor.

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/01/internette-9-bin-kii-israil-iin-alyor.html



En son Ekim tarafından Çrş Oca 21, 2009 12:43 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Oca 05, 2009 1:15 am    Mesaj konusu: israil Gazze'de cami vurdu Alıntıyla Cevap Gönder

Erhan Başyurt
Bugün Gazetesi
Genelkurmay'ın içinde 'İsrail Odası' var mı?
31 Ocak 2010

Pazar 08:31Türkiye ile İsrail arasında soğuk bir dönem yaşanıyor.
İsrail'in Gazze ve Lübnan saldırısı, ardından "One minute" krizi ve son olarak "alçak koltuk" küstahlığı...
İsrail ile ilişkiler son 10 yılın en düşük seviyesinde görünüyor.
Bunlara teslim edilmeyen Heronlar, Anadolu Tatbikatı'ndan İsrail'in çıkarılması, F-4 savaş uçağı ve M-60 tank modernizasyonlarında yaşanan olumsuzluklar da eklendiğinde bilanço daha da ağırlaşıyor.
Ancak geçtiğimiz hafta Vakit Gazetesi çok çarpıcı bir iddiayı gündeme getirdi.
Habere göre İsrail ile Türkiye arasında, 20 Ocak 1998'de "Muhabere elektronik istihbarat bilgilerinin teatisini sağlamak amacıyla İşbirliği Ek Protokolü" imzalandı.
28 Şubat darbesine denk gelen yine aynı günlerde, Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı ile İsrail'in elektronik sistemler birimi ISNU arasında direkt muhabere devresi tesis ediliyor.
Habere göre sistemin işletimi ve devamı, Genelkurmay içerisinde "Bilgi Değişim Birimi Demir Devreler" adı verilen ve tamamen İsrailli yetkililerin kontrolündeki bir odadan sağlanıyor.
İddia da bilgiler de şok edici.
Vakit, "Siyah Lale" adı verilen bir resmi değerlendirme raporunun, "İsrail'in Türkiye'ye ait telsiz kanallarını da dinlediği" bilgisine yer verdiğini de ileri sürüyor.
Siyah Lale'de şöyle deniliyor:
"Müh. Bnb. H.Ö. tarafından faaliyet esnasında bir kısım IDF/ISNU personelinin, uçağın arka tarafındaki bir bölmede muhtemelen 'PCM' olduğu değerlendirilen ve Türkiye'ye ait olabileceği düşünülen çok kanal sistemlerini dinledikleri belirlenmiştir."
Raporun haberde yer alan bölümleri vahim bir gerçeği daha gün yüzüne çıkarıyor:
"GES Komutanlığı'nca tespit edilen ve özel bir yapısı bulunan Suriye ve İran'ın sayısal çok kanal haberleşmelerine ve radarlarına ait sinyallerin çözümlenmesi amacıyla, 5 adet sinyal kaseti analiz edilmek üzere, 19 Ocak 2004 tarihinde İsrail Askerî Ataşesi'ne teslim edilmiştir. Sinyal analizinden bugüne kadar bir sonuç alınamamıştır. Demir Devreler İsrail lehine tek tarafa fayda sağlayacak şekilde devam etmektedir."
Haberin yayınlanmasının üzerinden bir hafta geçti.
Ne İsrail ne de Genelkurmay iddiaları yalanlamadı.
Kurtlar Vadisi'nde bir sahne için kıyamet kopartan İsrail, bu kadar iddia "yalan" olsaydı herhalde sessiz kalmazdı.
Genelkurmay'ın da bu kadar ağır iddialar karşısında sessiz kalması dikkat çekici.
Sadece gerçeği öğrenmek adına taraflara yönelik başlıktaki soruyu tekrar ediyorum:
Genelkurmay içerisinde bir İsrail Odası var mı?


"Bu binada bir savaş suçlusu var"
17 Ocak 2009 17:35

Washington'da Rice ile güvenlik anlaşması imzalayan İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, bir gazeteci tarafından ‘terörist' olarak adlandırıldı.

İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, dün Washington'da Amerikalı meslektaşı Condoleezza Rice ile Mısır'dan Gazze'ye tünellerle silah sokulmasını önlemeye yönelik bir anlaşma imzaladı. Ardından basın mensuplarının karşısına çıkan Livni, "sinir bozucu" bir basın toplantısı yaşadı.

Toplantının başlamasından itibaren kendisine yöneltilen sorularla bozuldu. Gazetecilerin çoğu, İsrail'in Gazze saldırılarının Ortadoğu'da barışı daha da uzaklaştırdığını söylüyordu.

Bazı gazeteciler, Gazze'ye basın mensuplarının girmesini yasakladığından dolayı İsrail hükümetini, "diktatör" Zimbabve Devlet Başkanı Robert Mugabe ile karşılaştırdı. Basın toplantısının en gergin anı ise bir gazetecinin, Livni'ye "Gazze Şeridi'nde sivillerin öldürülmesini sormadan önce uzun bir İnsan Hakları raporundan alıntı yapmasıyla başladı.

Gazeteci, sorusunu bitirmesi istendiğinde Livni'nin bir saatten beri konuştuğunu ve gazetecilere söz hakkı verilmediğini haykırdı. Ardından da ABD'nin ne zamandan beri "teröristleri misafir ettiğini" sordu.

Sükunetini korumaya çalışan Livni, soruyu cevaplamak istediğini söyledi. Livni, cevabını bitirdiğinde "İsrail, Filistin Otoritesi'nin içişlerine karışmak istemiyor; Gazze Şeridi'ni bu yüzden tek taraflı bıraktık. Ama dönüşte elde ettiğimiz terör oldu. Sivillere zarar vermekten kaçınmak için yapabileceğimiz her şeyi deniyoruz, ama oluyor" dedi.

Diğer gazeteciler de insan hakları raporlarından alıntılar yaparak, İsrail'in Gazze Şeridi'ne uyguladığı ablukadan dolayı ateşkes konusunda yaşanan başarısızlıklardan sorumlu tutulup tutulamayacağını sordular.

Livni içeride terlediği sırada ise basın toplantısının düzenlendiği binanın önünde kendilerine "Code Pink" adını veren savaş karşıtı bir grup kendisini protesto etti: "Bu binada bir savaş suçlusu var"
aktifhaber

MUTTEKİ: İSRAİL LİDERLERİ YARGILANMALI

1 Şubat 2009 22:10
İranlı bakan İsrail'in yeni bir savaşa girişmesini önlemek için liderlerinin yargılanmasını istedi
İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki, "İsrail'in bölgede yeni bir savaşa girişmesini önlemek için bu ülke liderlerinin yargılanması gerektiğini" söyledi.

Mutteki, bugün düzenlediği basın toplantısında, bölge barışının sağlanmasına ilişkin değerlendirmesinde, "Gelecekteki her türlü İsrail saldırısını önlemek için, siyonist liderlerin uluslararası mahkemede yargılanması gerektiğine inanıyoruz" dedi.

İranlı Bakan, "33 gün savaşından sonra, siyonist İsrail rejimi liderleri, Lübnan'a saldırılarından dolayı yargılansaydı, bugün bu rejim Gazze Şeridi'ne saldırı cesaretini bulamayacaktı" ifadesini kullandı.

Gazze Şeridi'ne yönelik İsrail ablukasının kaldırılmasını da isteyen Mutteki, geçiş kapılarının açılması ve Gazze hava alanının yeniden yapılması gerektiğini belirtti. Menuçehr Mutteki, Gazze'ye yardım konusunda uluslararası bir konferans için ilgili tüm taraflarla görüşmelerin sürdüğünü sözlerine ekledi.

haber10

GAZZE'DE ŞEHİD SAYISI 1000'İ AŞTI

14 Ocak 2009 21:40
Gazze Şeridi'ndeki sağlık yetkilileri, İsrail saldırılarında hayatını kaybeden Filistinli sayısının bini aştığını açıkladı
Gazze Acil Hizmetler Müdürlüğü'nden Muaviye Hassaneyn bugün gazetecilere yaptığı açıklamada, ölü sayısının bin 10'a yükseldiğini söyledi. Hassaneyn, yaralı sayısının ise 4 bin 600'den fazla olduğunu kaydetti.

Gazze'deki Şifa Hastanesi doktoru Hamis el-Essi ise yaralılardan 400'ünün durumunun “çok ciddi” olduğnu belirtti. Essi, ölü ve yaralıların yüzde 50'sinin kadın ve çocuklardan oluştuğunu söyledi. Essi, geri kalan yüzde 50'nin ise çoğunluğu sivil olan erkeklerden oluştuğunu ifade etti.
haber10

BUNU HİTLER BİLE YAPMADI
10 Ocak 2009 08:34

İsrail önce 110 Gazzeli sivili güvenlik için bir eve toplandı. Sonra o evi vurdu.

İsrail ordusunun, 110 Gazzeliyi önce sığınmaları için bir eve topladığı, ertesi gün de bu evi vurarak 30 kişinin ölümüne yol açtığı raporlandı.

BM, İsrail ordusunun, bu hafta başında Gazze kentinde yarısı çocuk 110 sivili topladığı bir evi 24 saat sonra topa tutarak, 30 kişinin ölümüne yol açtığını bildirdi. BM İnsani İşler Koordinasyon Bürosu (OCHA) tarafından hazırlanan rapora göre, İsrail askerleri 4 Ocak’ta Gazze’nin merkezindeki Zeytun Mahallesi’nde bir eve 110 Filistinliyi sığınmaları için yerleştirdi ve bu kişileri evden çıkmamaları konusunda uyardı. Görgü tanıklarına dayanılarak hazırlanan raporda, bu evin daha sonra İsrail’in açtığı ateşte isabet aldığı ve 30 kadar kişinin öldüğü kaydedildi.

Filistinli sağlık görevlileri 5 Ocak’ta yaptıkları açıklamada, İsrail’in tank ateşinde bir evde aynı aileden 12 kişinin öldüğünü bildirmişti. Görevliler, ölü sayısının, enkazdaki diğer cesetlerin çıkarılmasıyla 30’u bulduğunu belirtmişti. İsrail ise, BM’nin bu iddiasını reddetti.

İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırılarında ölen ve yaralanan her üç kişiden birinin çocuk olduğu bildirildi. BM’nin Çalışma ve Yardım Ajansı’nın Gazze’deki operasyonlarından sorumlu yetkilisi John Holmes, Gazze’de ölen 803 kişiden 257’sinin, yaralanan 3330 kişiden de 1080’inin çocuklar olduğunu söyledi.

Operasyonlara devam
BM Güvenlik Konseyi’nin önceki gece taraflara kalıcı barış için acil ateşkes çağrısı yapmasına karşın İsrail, Gazze’deki operasyonlarını dün de sürdürdü. Filistin topraklarından İsrail’e yönelik roket atışları da devam etti.
Hamas’ın askeri kanadı El Kassam Tugayları, dün Beyt Lahiye’de bir evi işgal eden İsrail askerlerine baskın düzenleyerek pusuya düşürdüğü 8 İsrail askerini öldürdüklerini iddia etti.

İsrail bombardımanlarında evi isabet alan İhab Vahidi adlı fotomuhabiri, annesi ve eşi ile birlikte hayatını kaybetti. Bombardımanlar sırasında, Ukraynalı bir kadın ile 1.5 yaşındaki oğlunun da öldüğü bildirildi.
İsrail ordusu, Gazze’nin kuzeyine düzenlediği hava saldırılarında 6’sı aynı aileden olmak üzere 9 Filistinliyi öldürdü. İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarını sürdürürken Batı Şeria’ya da tam abluka başlattı.



Filistinli bir kadın, İsrail’in vurduğu Refah’taki bir binanın enkazında yürüyor.


‘Obama, Hamas’la diyalog kuracak’
ABD’de 20 Ocak’ta başkanlık görevini devralacak Barack Obama yönetiminin, şimdiki Başkan George W. Bush’un Hamas’ı izole etme politikasını terk ederek Filistinli örgütle doğrudan olmasa da bir iletişim kanalı kuracağı iddia edildi. İngiliz “The Guardian” gazetesinin Obama’nın geçiş ekibine yakın kaynaklara dayandırdığı haberine göre, Amerikan haber alma teşkilatları aracılığıyla Hamas ile temas kurma hareketi, Bush yönetiminin, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terörist örgüt olarak tanımladığı ve 2006’da Kongre’nin Amerikan mali yardımı yapılmasını yasakladığı Hamas örgütüyle tüm ilişkileri kesme politikasının tamamen sonu anlamına geliyor.

Gazze hutbelerde
‘Lanetlenmiş kavmin lanetli askerleri’
İsrail’in Gazze operasyonu, dün Türkiye’deki camilerde okunan hutbelerin konusu oldu.

Diyanet İşleri Başkanlığı, dünkü hutbe konusunun Gazze’deki insanlık dramı olmasını istedi. Birçok müftülük, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı hutbeyi alırken, bazı müftülükler ise kendi metinlerini yayımladı. Aksaray Müftülüğü’ndeki Sanayi Mahallesi Cami İmamı Hamdi Coşkun imzasını taşıyan hutbede, “Lanetlenmiş kavmin gözlerini kan bürümüş lanetli askerleri, ne bıraktılar ki?” ifadesi kullanıldı.

Konya Müftülüğü’nün hutbesinde ise, “Filistinli bebeği kundağında öldüren her füze, Avrupa’nın temsil ettiği bütün medeniyet değerlerini de vuruyor. Onların iç yüzünü ve ikiyüzlülüklerini de açığa çıkarıyor” denildi.

aktifhaber

Meşal: İsrail son şansı da öldürdü

Hamas'ın Suriye'de sürgündeki siyasi büro şefi Halid Meşal, Gazze saldırılarının İsrail ile uzlaşma ve müzakereler için şon sansı öldürdüğünü belirtti.11 Ocak 2009 00:15


Meşal, El Cezire televizyonuna verdiği demeçte, İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırıları ''soykırım'' olarak nitelendirdi ve kınadı.

İsrail'in saldırılarının başarısız olduğunu, çünkü Hamas'ın hala İsrail'e roketler fırlattığını belirten Meşal, '' Müzakereler ve uzlaşma için son şansı bitirdiniz. Şu anda direnişin en zor anlarını yaşıyoruz. Filistin'de ve Arap sokaklarında başka bir intifada istiyoruz''dedi. Halid Meşal, İsrail'le ilişkileri olan Arap ülkelerinden ''saldırıları durdurun yoksa sizinle ilişkimizi keseceğiz'' demelerini istedi.

İsrail'in saldırılarını sona erdirmemesi durumunda Hamas'ın ateşkes düşünmeyeceğini kaydeden Meşal, ''Önce İsrail saldırıyı durdursun, geçişleri açsın, o zaman itidal konusuna bakılabilir'' dedi.
aktifhaber
İsrail Okul Vurdu: 40 Ölü

06 Ocak 2009 17:37
Gazze'deki BM okuluna düzenlenen İsrail saldırısında ölü sayısının 40'a yükseldiği bildirildi.

Hastane kaynakları, BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Kurumuna ait (UNRWA) okula isabet eden İsrail tank ateşinde ölenlerin sayısının 40'a çıktığını, ölenlerin okula sığınanlar ve yöre sakinleri olduğunu söyledi.

Kaynaklar, 2 tank mermisinin okulun dışında patladığını ve şarapnel parçalarının okulun içine ve dışına saçıldığını açıkladı.

Yüzlerce Filistinlinin, çatışmalar nedeniyle okula sığındığı belirtiliyor.
aktifhaber

Gazze'de Durum Çok Kötü
06 Ocak 2009 18:03BM'nin Filistinli Mülteciler için kurduğu ajansın (UNRWA) başkanı John Ging, Gazze Şeridi'ndeki durumun her geçen saniye daha da kötüleştiğini söyledi.

BM'nin Filistinli Mülteciler için kurduğu ajansın (UNRWA) başkanı John Ging, İsrail'in önce havadan sonra da karadan vurduğu Gazze Şeridi'ndeki durumun her geçen saniye daha da kötüleştiğini söyledi.

Ging, 11. gününe giren İsrail saldırıları yüzünden Gazze Şeridi'nde “bir insanlık trajedisi” yaşandığını belirttiği açıklamasında, “Burada her an kötüleşen korkunç bir trajedi söz konusu. Yaralı insanlar yığın yığın akın ediyor. İnanılır gibi değil” ifadesini kullandı.

Gazze'deki Şifa Hastanesi'ni ziyaret ettikten sonra gazetecilere açıklamalarda bulunan Ging, “Duyduklarımdan ve gördüklerimden şoke oldum. Yaraların durumuna bakınca, gözle görülür biçimde insanlıktan ne derece uzak bir noktaya ulaştığımız ortada” dedi.

İnsanların şiddetten kaçarak sığındığı BM'nin idaresindeki okulun da vurulduğunu hatırlatan Ging, “Gazze'de güvenli ya da sığınılabilecek tek bir yer bile yok. Herkes korku içinde, travma geçiriyor, çünkü şiddetten kaçacak bir yer yok” diye konuştu.

Hastanelerde ilaç ve elektrik sıkıntısı çekildiğini, bu durumun ağır yaralılar için ciddi bir tehdit oluşturduğunu belirten Ging, “Gazze'de silahların kanunu geçiyor ve buna bir son verilmeli. Şiddet şimdi son bulmalı” diyerek, şunları kaydetti:

“Burada, İsrail'deki, bölgedeki ve dünyadaki yetkililere, birlikte hareket etmeleri ve buna bir son vermeleri için sesleniyorum. Ölümlerden onlar sorumludur. Artık anlayış ya da merhamet istemiyoruz. Elimizdeki görüntülerden herkes neler olup bittiğini tam olarak görebilir.”

aktifhaber

İsrail tankları Gazze'de cami vurdu, 16 kişi öldü


03 Ocak 2009 - İsrail'in, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cebaliye'teki camiye yönelik saldırısında 16 Filistinlinin öldüğü açıklandı .
Görgü tanıkları ve hastane kaynakları, Cebaliye'deki Filistin mülteci kampındaki camiye saldırıdan sonra enkazdan 16 cesedin çıkarıldığını, bunlardan 2'sinin 10 ile 12 yaşlarındaki iki kardeşe ait olduğunu belirtti.
Aynı kaynaklar, ölenler arasında 2 genç kuzenin bulunduğunu belirtirken, İsrail'in namaz sırasında vurduğu camide en az 60 kişinin de yaralandığını kaydetti.
Kaynaklar, yaralılardan 16'sının durumunun kritik olduğunu da söyledi.
Saldırı sırasında camide 200'den fazla kişinin bulunduğu belirtiliyor.
netgazete

Türkiye, Filistin için ayağa kalktı

İsrail’in Gazze saldırısı, İstanbul’da Çağlayan Meydanı´ndaki mitingde protesto edildi. Mitinge her kesimden yoğun katılım oldu. Ayrıca yurdun diğer illerinde de hareketli protesto gösterileri yapıldı.

Saadet Partisi’nin mitingine, her kesimden yoğun katılım oldu. Mitinge katılanlar, sık sık, “Kahrolsun İsrail”, “Kahrolsun Siyonizm” sloganları atıyor. Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı mitinge, çeşitli sivil toplum örgütleri de destek verdi.
İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırılar, yurt genelinde çeşitli sivil toplum örgütlerinin düzenlediği gösterilerde protesto edildi.

Eskişehirli inşaat işçisi İstanbul´a yürüdü

Eskişehir'de, İsrail'in Gazze'de başlattığı saldırıları protesto etmek için iki gün önce İstanbul'a yürüyüş başlatan inşaat işçisi Rıza Demiralay, Adapazarı'na ulaştı.

Yaya olarak Bilecik'in Bozüyük ilçesine kadar gelen Demiralay, yol çalışmaları nedeniyle Bilecik-Adapazarı arasını otomobille katetti. Yürüyüşüne Adapazarı'ndan devam eden Demiralay, gazetecilere yaptığı açıklamada, yürüyüşünün emperyalizme karşı bir onur yürüyüşü olduğunu ifade etti.

Amacının İsrail'i protesto etmek olduğunu aktaran Demiralay, şunları kaydetti: "Yürüyüşümüzü Eskişehir'den başlattık, İstanbul Taksim'de bitecek. İnsanlık onurunu kurtarma, bu gözyaşlarının son bulması adına bu yürüyüşü başlattım. Bunu sadece Filistin'de değil Irak'ta da gördük, Somali ve Afganistan'da da gördük. Daha başka yerlerde de çıkacak. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, değil savaşı durdurma, kınamaktan aciz. Müslüman alemi birlik beraberlik içinde olmalı."

-Şanlıurfalılar Balıklıgöl´de toplandı-

Şanlıurfa'da öğle namazı sonrası tarihi Balıklıgöl'de toplanan bir grup, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını protesto etti.

Bazı sivil toplum örgütlerinin desteğiyle öğle namazının ardından Balıklıgöl'deki Hz. İbrahim'in doğduğu rivayet edilen Dergah bölgesinde toplanan vatandaşlar, üzerinde "Çocuk katili İsrail", "Hepimiz Filistinliyiz" yazılı dövizlerle tekbir getirerek İsrail ve ABD aleyhine bir süre slogan attı.

Bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin konuşma yapmasının ardından gruptakiler, Filistinliler için birlikte dua etti. Bu arada gruptakilerden bazılarının Filistinlilerin kullandığı "Kassam roketlerinin" maketlerini taşıdığı görüldü. Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı eyleme katılanlar, daha sonra dağıldı.

-Iğdır´dan kınama

Iğdır Baro Başkanı Mustafa Buluş, İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırıları kınadıklarını bildirdi. Buluş, yaptığı yazılı yazılı açıklamada, İsrail'in saldırısını haklı kılacak hiçbir nedenin bulunmadığını ifade etti.

Filistin'deki saldırılarda 500'e yakın sivilin hayatını kaybettiğine dikkati çeken Buluş, şunları kaydetti: "İsrail ordusunca hem havadan hem karadan füzelerle yapılan saldırıda vurulan hedeflerin önemli bir kısmı sivil halkın yerleşim alanlarıdır. Nitekim ölenlerin önemli bir kısmının sivil halk olması da bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır. Teknolojik silahların kullanılarak sivil halkın hedef seçilmesi tam bir vahşettir. ABD başta olmak üzere BM, AB ülkeleri ve Arap dünyasının önemli bir kısmı bu vahşete sessiz kalmakta ve hatta sebep olarak Filistin'deki bazı grupları göstermektedir. Bu vahşet en temel insan haklarından yaşam hakkının ihlali olup, bu ihlal karşısında dünyanın sessiz kalması, bu ihlale ve zulme ortak olması demektir."

Rize esnafı ayağa kalktı

Rize'de bir grup esnaf, İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırıları protesto etti.

Cumhuriyet Meydanı Atatürk Anıtı önüne gelen ve "Çocuklar ölmesin, çocuklar bizim", "Camiye uzanan eller kırılsın" yazılı dövizler taşıyan yaklaşık grup, tekbir getirip "Kahrolsun İsrail", "Gazze İsrail'e mezar olacak" sloganları attı.

Burada grup adına konuşma yapan Rizeli iş adamı Cengiz Şafak, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına, dünyanın sessiz kalışını protesto ettiklerini söyledi.

Şafak, İsrail'e karşı Müslümanları birlik olmaya çağırarak, Avrupa ülkelerini saldırı karşısında basiretsiz kalmakla suçladı. Açıklamanın ardından slogan atan grup, İsrail bayrağını yaktı. Gruptakiler daha sonra dağıldı.

KAYSERİ'DEN 1 POŞET KAN İSRAİL'İN ANKARA BÜYÜKELÇİLİĞİNE GÖNDERİLDİ

Kayseri'de 3 sendika, üyelerinin bağışladığı 1 poşet kanı, "Müslüman kanı dökmemesi" için İsrail'e ulaştırılmak üzere bu ülkenin Ankara Büyükelçiliğine gönderdi.

Türk Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, Türk Sağlık-Sen Şube Başkanı Ünal Polat, Türk Tarım Orman-Sen Şube Başkanı Fikret Özcan ile bazı sendika üyeleri, Cumhuriyet Meydanı'ndaki PTT binası önünde basın açıklaması yaparak, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını kınadı.

Öztürk, burada, karton kutudan çıkardığı, içinde sendika üyelerince bağışlanan kan bulunan poşetleri göstererek, "İsrail, Müslüman kanı akıtmaya bir türlü doymuyor. Bu tutumundan vazgeçmesi için üyelerimizin bağışladığı kanları İsrail'e gönderiyoruz. Umarım İsrail bu kanlarla tatmin olur da Filistinli Müslümanların kanını akıtmaktan vazgeçer. İsrail'e, 1 yıl içinde 365 gün boyunca günde 1 poşet kan göndereceğiz" dedi.

Öztürk ve diğer sendika yetkilileri, koliye koydukları bir poşet kanı, İsrail'e ulaştırılmak üzere bu ülkenin Ankara Büyükelçiliğine gönderilmesi için PTT yetkilisine teslim etti.
skyonline

Dünyada İsrail protestoları!..

İsrail'in Gazze saldırıları bugün İngiltere'den Fransa´ya Yunanistan'dan İtalya´ya kadar pekçok ülkede protesto edildi. Meydanları dolduran binlerce kişi katliamı kınarken, ABD ve İsrail aleyhine sloganlar attı.

YUNANİSTAN

Yunanistan'ın başkenti Atina'da İsrail'in Gazze operasyonunu protesto gösterileri yapıldı. Yunanistan Parlamentosu'nun da Bulunduğu Sindagma Meydanı yakınındaki Roma Kapısı'nda toplanan göstericiler, saldırıları kınayan sloganlar attı.

Bakoyanni tepkili

Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, "İsrail'in Gazze'ye yaptığı kara harekatının çok olumsuz bir gelişme olduğunu" söyledi.

Yunan basın yayın organlarına göre, Bakoyanni, Gazze'deki gelişmelere yönelik açıklamasında, "Gazze'ye yapılan kara harekatı çok olumsuz bir gelişme.

Trajik insani krizin yanı sıra bölgedeki tehlikeli istikrarsızlığı kötüleştiriyor. Aşırı ve kabul görmez tezleri ise güçlendiriyor. Çözüm için tek yol olan, barış süreci beklentilerine zarar veriyor" ifadesini kullandı.

"Uluslararası toplumun, olup bitenlerin hareketsiz gözlemcisi ve eleştirmeni olarak kalamayacağını" da söyleyen Bakoyanni ayrıca, BM Güvenlik Konseyi'nin rolünün önemine dikkati çekerek, daha fazla zaman kaybedilmemesi gerektiğini kaydetti.

Bakoyanni, "Kan dökülmesine son verilmelidir. Şiddet çözüm değildir.

Harekat bir an önce son bulmalı, ateşkes sağlanmalıdır. Başlangıçta da Yunanistan'ın tezi olan ve 30 Aralıkta Paris'de AB dışişleri bakanları olarak karar aldığımız gibi, ateşkes - insani yardım - barış süreci politikası uygulanmalıdır. Bölgede, örneğin, uluslararası gözlemci bulunması gibi, muhtemel bir uluslararası mevcudiyet olması ciddi biçimde gözden geçirilmelidir" diye konuştu.

FRANSA

Fransa'nın başkenti Paris'te polise göre 6 bin, gösteriyi düzenleyenlere göre ise 25 bin kişinin katıldığı mitingde, katliam kınanırken İsrail'e yaptırım uygulanması istendi.


İNGİLTERE

İngiltere'nin başkenti Londra'da Trafalgar Meydan´ında toplanan 10 bini aşkın gösterici, Protesto mitingi boyunca İsrail, ABD ve Filistin’deki duruma seyirci kalmakla suçladıkları diğer batılı ülkelerin hükümetleri aleyhinde sloganlar attı. Protestocuların attığı sloganlar arasında "Filistin’e bağımsızlık" da vardı.

İngiltere Başbakanı ateşkes istedi

İngiltere Başbakanı Gordon Brown, İsrail'le Hamas arasında derhal ateşkes ilan edilmesini istedi.

Brown, BBC'ye verdiği demeçte, "Yapmamız gereken, acil ateşkes için eskisinden daha çok çaba göstermek. İsraillilerin roket saldırılarının olmayacağı konusunda birtakım garantiler alması gerekiyor" dedi.

MISIR

Mısır Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada da İsrail'in Gazze'de kara harekatına başlaması ve bu toprakları istila etmesi kınandı.

Açıklamada, İsrail'den saldırganlığını derhal ve önkoşulsuz durdurması istenirken, BM Güvenlik Konseyi ile Ortadoğu Dörtlüsüne, İsrail'in saldırganlığını durdurmak için vakit geçirmeden sorumluluklarını yerine getirmesi çağrısında bulunuldu.

ÇİN

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Qin Gang da Gazze'deki durumdan kaygı duyduklarını belirterek, taraflara, sivil kayıpları önlemek için askeri eylem ve çatışmaları derhal durdurmaları çağrısı yaptı.

ALMANYA

İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırıları, Almanya'nın Bremen kentinde de Lübnan, Filistin, Türk ve Alman sivil toplum dernekleri tarafından düzenlenen ortak bir yürüyüşle kınandı.

İRAN: GAZZE, İSRAİL'E MEZAR OLACAK

İran, Gazze Şeridi'ne kara saldırısı başlatan İsrail'in, "Filistinli mücahit direnişçiler karşısında bozguna uğrayacağını" bildirdi.

İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Meclis oturumunun açılışında yaptığı konuşmada, İsrail'in hava saldırılarından sonra Gazze Şeridi'ne kara saldırısı başlatmasını kınadı ve "Gazze, İsrail'e mezar olacak" dedi.

Laricani, İsrail'in cami, okul, ev, hastane ve ambulans ayrımı gözetmeden sivil hedefleri bombalamasını "katliam" olarak nitelendirdi.

İsrail kara birliklerinin, Filistinlilerin direnişiyle karşılaştığını belirten Laricani, "Cesur Filistin halkının, bu savunmayı bir dönüm noktası olarak gördüğünü" söyledi.

Laricani'nin konuşması sırasında milletvekilleri de "İsrail'e ölüm" sloganları attı. İsrail'in, Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava ve kara saldırılarında şu ana kadar 75'i çocuk 470 kişinin hayatını kaybettiği, 2400 kişinin de yaralandığı belirtiliyor.

skyonline

İSRAİLLİ ASKERDEN GAZZE PROTESTOSU

Karakter boyutu :

12 Ocak 2009 23:31
İsrail ordusunun 17. gününü geride bırakan Gazze saldırısında, silah altına alınmayı bekleyen binlerce yedek askerin sınırlı sayıdaki bir bölümü dün kara operasyonuna katılmak için kente girerken, bir yedek asker "Filistinli sivillerin öldürülmesini" protesto ederek, savaşmayı reddetti

.

Haaretz Gazetesi'nin internet sitesindeki habere göre, operasyona katılmadığı gerekçesiyle söz konusu yedek asker, 14 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Askerin operasyonun başladığından bu yana, emirlere karşı çıkan ilk kişi olduğu ifade ediliyor.

Bir sivil toplum kuruluşunun yasal danışmanı olan Avukat Michael Sfard da 27 aralıkta başlayan "Dökme Kurşun" operasyonundan bu yana 8 yedek askerin, yedeklere yapılan çağrı sonrası kendisine başvurarak, bu konuda danıştığını bildirdi.

8 yedekten üçünün Gazze Şeridi'ne girmeyi reddettiği, bunlardan ikisinin komutanlarıyla uzlaşmaya vararak, birlikleriyle savaşa katılmaktan muaf tutuldukları da kaydedildi.

haber10

İran: "İsrail ile ilişkiler kesilsin"


12 Ocak 2009 İran, BM Güvenlik Konseyi'nin kararına rağmen Gazze Şeridi'ne saldırılarını sürdüren İsrail ile ilişkilerin kesilmesi çağrısında bulundu.
Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki, bazı İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarına gönderdiği mektupta, "Gazze Şeridi'nde çocuk, kadın, yaşlı, savunmasız ve masum sivilleri katleden İsrail ile ilişkilerin kesilmesini" istedi.
İsrail'e karşı ekonomik ambargo tedbirlerinin de düşünülmesi gerektiğini belirten Mutteki, İsrail'in ticari ataşeliklerinin kapatılması önerisinde bulundu.
Mutteki, ateşkes sağlanmasına yönelik 1860 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını da "eksik ve geç kalınmış" bir karar olarak değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad başkanlığında dün yapılan bakanlar kurulu toplantısında da "İsrail'de yatırım yapan veya siyonist rejime mali yardımda bulunan şirketler, İran tarafından cezaya ve ambargoya tabi tutulacak" kararı alınmıştı.
Ayetullah Mekarim Şirazi de bir soru üzerine, "İsrail ürünlerinin alımı, satımı, bulundurulması, kullanımı ve hediye edilmesi haramdır" fetvasını vermişti.

netgazete

08 Ocak 2009 Perşembe
İsrail’in Sonu Geliyor


1. İsrail devleti tarihî bir ârızadır. Onda devamlılık olamaz. Ârızaların başlangıç ve bitiş tarihleri vardır. İsrail ârızasının başlangıç tarihi 1948'dir. Tahminimce bitiş tarihi yakındır.

2. ABD (yine tahminimce) yakın tarihte çökecek, birkaç parçaya ayrılacaktır. Bunun sebebi âdil olmayışıdır. ABD çöker mi? Sovyetler Birliği nasıl dağıldıysa, o da çökecektir.

3. ABD'nin desteğini yitiren İsrail'in ayakta kalması mümkün değildir.

4. ABD'ye ve İsrail'e dayanan Kuzey Irak'taki Kürt devleti de çökecektir.Kürt milliyetçiliği Kürtlere çok büyük zarar verecektir.

5. İsrail batmadan önce üçüncü dünya savaşını çıkartacak, atom bombaları ve füzeleri kullanacaktır. Dehşet dehşet dehşet...

6. ABD'nin çökmesi bütün dünyayı allak bullak edecektir.

7. Mısır'da rejim değişikliği kaçınılmazdır.

8. Ortadoğu'daki modern Sodom ve Gomoreler altüst olacak, yerin dibine geçecektir.

9. Avrupa Birliği, ABD'nin çöküşünden sonra zayıflayacaktır. Dağılması mümkündür.

10. Bütün bu hengâme içinde Türkiye ne olacaktır? İsrail uçakları Konya ovasında talim yapıyor...İncirlik havaalanı ABD'nin elinde... Oradan komşu bir devlete füze atılırsa ne olur? Ülkemiz beklenen büyük yangının dışında kalabilir mi?

İleride bütün küçük hesaplar ve ihtiraslar gündemden düşecek, mânâlarını yitirecektir.

Birtakım adamları ve kadroları, büyük bir hırsla giymiş oldukları ateşten gömlekler yakıp kül edecektir.

Zulümle, hile ile, çeşitli şeytanlıklar ile biriktirilmiş muazzam ve efsanevî haram ve kara servetlerin hiç kıymeti kalmayacaktır.

Birilerinin ABD'de kara paralarla satın almış oldukları villalar, mülkler, banka hesapları bir işe yaramayacaktır.

Ortadoğu'da akıllara durgunluk verecek derecede korkunç ve kanlı savaşlar olacaktır.

Mehdi zuhur edecek, Müslümanlar onun etrafında birleşecektir.

Dehşetli olaylardan, kanlı ve yıkıcı savaşlardan sonra dünyada yeni bir Mutlu Çağ başlayacak, adalet ve doğruluk hakim olacaktır.

milligazete

'TÜRKİYE'Yİ BOYKOT' ÇAĞRISI

14 Ocak 2009 11:51
Türkiye'nin Gazze operasyonuna gösterdiği sert tepkisine kızan kimi Yahudiler, İsrailli turistlere 'Türkiye'yi boykot" çağrıları yapıyor. İnternette yürütülen kampanyada Türkiye'de İsraillilere karşı "ırkçılık' yapıldığı iddia ediliyor
İsrail basınına göre, son günlerde internette gönderilen mesajlarda İsraillileri, Gazze operasyonuna itirazları nedeniyle Türkiye'yi ziyaret etmemeye çağrılıyor. Kampanya yürütenlerin gönderdiği mesajta ayrıca Türkiye'de "İsrail karşıtı ırkçılığı"nı kanıtladığı iddia edilen bir fotoğrafa da yer veriliyor.

"Artık Türkiye'ye seyahat yok" gibi sloganların kullandığı mesajta yer verilen ve Alanya'daki bir giysi dükkanda çekildiği öne sürülen fotoğraf, dükkanın vitrininde İngilizce yazılmış bir tabela görülüyor. Tabelada ise "Çocukları katleden İsrailliler için satış yok, giriş yasak" yazılı olduğunu gösteriyor.

haber10

Gazze'deki doktor: 5 günde 100 kişi ameliyat ettim! İsrail, suda sönmeyen ABD bombalarını deniyor
14:20 - İsrail'den Gazze'ye atılan bombaların, kalabalık kentte, nereye düşse birkaç kişiyi öldürmesinin, onlarcasını yaralamasının kaçınılmaz olduğunu söyleyen doktora göre, atılan bombalar yeni ve Gazzeliler üzerinde "deneniyor.". "Amerika'dan yeni silahlar getiriyorlar ve denemek için bizi kullanıyorlar. Şu deney farelerine döndük" diyen doktor, bir doktor arkadaşının evine d üşen ve iki çocuğunu yaralayan bombaların yaktığı parçaları, arkadaşını n getirip gösterdiğini anlatırken, "Galiba fosforlu bombalar dedikleri bu... Sürekli yanıyor ve sönmüyor. Suyla söndürmeyi denedik olmadı.. Ancak üzerine toprak örtünce söndü" diye konuştu. 14.01.2009 TEL AVİV -
netgazete

Chavez, Katliamı Kınadı
03 Haziran 2010, 11:03Anadolu Haber
Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez, İsrail`in özgürlük filosunu hedef alan saldırısını kınadı.

Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez, İsrail`in Gazze`ye insani yardım taşıyan Özgürlük Filosuna düzenlediği kanlı saldırıyı kınayarak

"Ey lanetli katil İsrail devleti.. Sen lanetlisin! Sen teröristsin! Sen katilsin! Yaşasın Filistin halkı" şeklinde seslendi.

Amerika`nın söz konusu saldırı karşısındaki aciz duruşunu eleştiren Chavez, Amerika`nın sadece "endişe" duyduğunu ifade etmekle yetinmesine dikkat çekerek "israil olunca herşeye müsaade ediliyor. Obama hükümeti, müttefikleri ya da israil terör işleyince kınamıyor. Onlar, bizlerin terörü desteklediğini söylüyorlar. Halbuki esas onlardır terörü gözeten" dedi.


En son Ekim tarafından Pzr Oca 31, 2010 11:16 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Oca 19, 2009 11:55 pm    Mesaj konusu: ABD Kongresine AçIk Mektup : Suçluyorum! Alıntıyla Cevap Gönder

ABD Kongresine Açık Mektup : Suçluyorum! (*)



Amerikan Kongresi: 34 numaralı kararı kabul eden “390 kabul, 5 red” sonucuyla ortaya çıkan oylamanız sebebiyle sizi suçluyorum. İsrail’in güvenliğini temin için alındığı iddia edilen bu karar; aslında bir kaç şiddet olayından bütün bir halkı sorumlu tutmak “hakkını” İsrail’e vermektedir. 34 numaralı kararınız, geçtiğimiz iki hafta içindeki İsrail’in yaptıklarına nefs-i müdafaadır, diyerek göz yumup, bir buçuk milyon Gazze’liyi işlemedikleri suçlardan yargılamaya dahi tabi tutmadan idama mahkum etmektir. İsrail’in yaptıklarını açıkça onaylayarak ve kabul ederek şimdi ortaya çıkan sonuçların sorumluluğunu kabul etmiş oluyorsunuz.

Yüzlerce masum çocuğun kanına ellerinizi bulamakla sizi suçluyorum. Sizi Gazze’de cesedi bir enkazda feci halde yanmış olarak bulunan 18 aylık bebek Şehid Ebu Halime’nin ölümünden sorumlu tutuyor ve suçluyorum. Sizi Selhe ailesinin dört çocuğunun ölümlerinden sorumlu tutuyorum, Rola (1), Baha (4), Rana (12) ve Dyia (14), İsrail’in evlerinin üzerine attığı roketle öldüler. İsrail’in aralıksız yağan bombardımanından korunmak için barınak arayan insanların sığındıkları Birleşmiş Milletlerin okulunda öldürdüklerinin ölümlerinden sizi sorumlu tutuyor ve suçluyorum. Birleşmiş Milletlerin çok açıkça belli olan işaret ve flamalarına rağmen, İsrail bu sığınağa saldırdı, 30 kişi öldü ve 50 kişi yaralandı. Sizi Gazze’deki İsrail saldırısının ilk on altı gününde ölen diğer 252 çocuğun ölümlerinden ve sizin teşvikleriniz sayesinde hayatlarını kaybedenlerin ölümlerinden sorumlu tutuyorum, suçluyorum.

Sizi Birleşik Amerika Devletleri Kongresinin yaptığı, Amerikan yapımı silahların sivil nüfusa karşı kullanılamayacağında ısrar eden 1976’daki Silahların Dışa Satımının Kontrolü yasası gibi kanunları ihlal ile suçluyorum.

Sizi insan haklarına alçakça tecavüzü desteklemekle suçluyorum. Oylarınızla desteklediğiniz savaşçıların, uluslararası hukuka göre savaşın sivil kurbanlarına itina etmeleri gereklidir. Ancak, İsrail hükûmeti dört gün boyunca bombaladıkları yerlere Uluslararası Kızıl Haç Örgütünün erişimini reddetmiştir. Ortaya çıkan kâbuslar tasavvur edilemeyecek kadar dehşettir. Sonunda, nihayet İsrail bombalamalarının kurbanlarına yardım götürmelerine izin verilen Uluslararası Kızıl Haç Örgütünün ne bulduğuna dair belki siz bir tahmin yapabilirsiniz: açlıktan ayağa kalkmaya dahi takati kalmamış dört çocuk annelerinin ölü bedenine sokulmuş, birbirlerine sarılmış halde bulundular. Gazze’ye çok, daha çok roket atıldıkça yiyecek ve su kıtlaşmakta, tıbbî yardıma ihtiyaç arttıkça ilaç bulmak güçleşmektedir. İsrail sadece bir Birleşmiş Milletler okulunu değil aynı zamanda çaresizce beklenen, çok muhtaç olunan malzemeyi getiren bir Birleşmiş Milletler konvoyunu da hedef seçmiştir. Uluslararası Kızıl Haç örgütünün çalışmalarının yöneticisine göre sonuç felâkettir: “Artık hiç şüphem yok; biz insanî terimlerle tam anlamıyla çok büyük bir krizle karşı karşıyayız. Gazze’lilerin durumu on gündür ara vermeyen yaylım ateşinin olağanüstü ve travmatik bir sonucudur. Bu anlamda artık kesinlikle dayanılmaz bir haldedirler.” demiştir.

Sizi uluslararası hukuku çiğnemekle suçluyorum. Birleşik Amerika; Dördüncü Cenevre Sözleşmesini imzalayan taraflardan birisi olduğu için, savaşta sivilleri korumak ve onları hedef alan herkese hesap sormakla mükelleftir.Sizi, müttefikimiz İsrail’i bugünün yetimleri gelecekte intikam peşinde olacakları için her zamankinden daha emniyetsiz bir hale getirmekten sorumlu tutuyor ve suçluyorum. Karşılıklı emniyet ve refahı temin eden gerçek bir barış için uğraşmak yerine, siz bu mücadelede sadece bir tarafı desteklemeyi tercih edip diğerini korkunç bir ızdıraba mahkûm ettiniz.

Sizleri politikayı insaniyetin önüne geçirmekle, masumların toplu kıyımına göz yummakla, en temel insan hakkı olan ani ölümün dehşetli korkusundan uzak yaşamak hakkı için ayağa kalkmak yerine savaş suçlarını desteklemekle itham ederek suçluyorum.
Amerika’nın 111. Kongre’sinin 390 üyesinin her birini sorumlu biliyorum, tutuyorum. İnsanların yapabileceği en ciddi ihlallerde sizi suç ortaklığı yapmakla itham ediyorum!

Sarah Shields

MEKTUBUN İNGİLİZCESİ

I accuse you, the US Congress, of having voted for US House Resolution 34 by an overwhelming margin, 390-5. In the name of protecting Israel’s security, this Resolution instead protects Israel’s “right” to hold a whole population accountable for the violations of a few. By condoning Israel’s behavior over the past two weeks as self-defense, HR 34 condemns one and a half million Gazans to capital punishment without trial for crimes they have not committed. By publicly acknowledging and approving Israel’s behavior, you now share responsibility for the outcomes.
Cont'd

I accuse you of having the blood of hundreds of innocent children on your hands. I accuse you of the death of Shahd Abu Halemeh, an infant of 18 months, whose corpse was found badly burned in the wreckage of Gaza. I accuse you of the deaths of the four Salha children, Rola (1), Baha (4), Rana (12), and Dyia (14), who died when the Israelis dropped a missile on their house. I accuse you of the deaths of those killed while seeking refuge from constant bombardment, people who sought protection at a school run by the United Nations. Despite the clear UN markings and flags, Israelis attacked the sanctuary, killing 30 and wounding 50. And I hold you responsible for the lives of the 252 other children killed in the first sixteen days of Israel’s attack on Gaza, and the deaths of those who will be killed as a result of your encouragement.

I accuse you of violating the laws made by the Congress of the United States, laws like the Arms Export Control Act of 1976, which insist that American-made weapons may not be used against civilian populations.

I accuse you of supporting flagrant violations of human rights. The combatants you voted to support are required by international law to care for civilian victims of war. Yet the Israeli government denied the International Committee of the Red Cross access to the sites they bombed for four days. The nightmares that resulted are too horrific to be imagined. Perhaps you could contemplate what the ICRC found when it was finally allowed to provide relief for the victims of Israeli bombing: four children, so starved that they could not stand up, huddled by their dead mothers. Food and water have become hard to find, and medicine is vanishing as the need for medical care explodes as more and more missiles land in Gaza. Israel has, nonetheless, targeted not only a UN school, but also a UN convoy bringing desperately needed supplies. The result, according to the ICRC’s director of operations, is catastrophic. "There is no doubt in my mind,” he stated, “that we are dealing with a full blown and major crisis in humanitarian terms. The situation for the people in Gaza is extreme and traumatic as a result of ten days of uninterrupted fighting. In that sense, their situation has clearly become intolerable."

I accuse you of transgressing international law. The United States, as one of the High Contracting Parties to the Fourth Geneva Convention, is required to protect civilians in war, and to call to account anyone who targets them. You have instead voted to support behavior considered criminal according to international law.

I accuse you of making our ally, Israel, less secure than ever before, as the orphans of today seek vengeance in the future. Instead of seeking a real peace, a peace of mutual security and prosperity, you have chosen to support only one side in this ongoing struggle, condemning the others to enormous suffering.

I accuse you of putting politics before humanity, of condoning the slaughter of innocents, of supporting war crimes instead of standing up for the most basic human right: the right to live without the terrifying fear of immediate death.

I hold you responsible, each of these 390 members of America’s 111th Congress. I accuse you of complicity in the most serious transgressions that humans can commit.

Sarah Shields
(*) Bu mektup Kuzey Karolayna Üniversitesi Tarih Bölümünden Doç. Dr. Sarah Shields tarafından Amerikan Kongresi'ne hştaben yazılmıştır. Mektup, Dr. Cangüzel Zulfikar tarafından Türkçe'ye çevrildi..

Www.Moralhaber.Net

20 Ocak 2009 Salı
İsrail konusunda değişmeyen medya kuralları



İsmini sizinde bildiğiniz birtakım işbirlikçi medya'da malumunuz olduğu üzre İsrail'den çok israilcilik ve emperyalizmin gönüllü savunuculuğu tavan yapmaktadır ..
İşte İsrail'in adı her anıldığında Medyanın değişmez altın kuralları:

İsrail sorununun medyada ele alınması durumunda uyulması beklenen 12 şaşmaz altın kural:
1.Ortadoğu`da Araplar her zaman ilk saldırandır, İsrail her zaman kendini savunur. Bu savunmaya "misilleme" adı verilir.

2. Ne Araplar`ın, ne Filistinliler`in ne de Lübnanlılar`ın sivilleri öldürme hakkı vardır, bu "terörizim"dir.

3. İsrail`in sivilleri öldürme hakkı vardır. Bunun adı "haklı savunma"dır.

4. İsrail sivil halka karşı katliam yaptığında Batılı güçler İsrail`den "dikkatli ve duyarlı" olmasını ister. Bunun adı, "uluslararası kamuoyunun tepkisi"dir.

5. Filistinliler ya da Lübnanlılar, askeri bölgelerde, nöbette ya da çatışmada herhangi bir İsrail askerini esir alamaz. Bu "savunmasız sivillerin kaçırılması" olarak görülür.

6. İsrail istediği kadar Filistinli ve Lübnanlı`yı, istediği zaman ve istediği yerde kaçırma hakkına sahiptir. Şu anda 10 bin civarında insan İsrail hapishanelerindedir, bunların 300`ü kadın ve çocuktur. Bu insanların suçluluğu konusunda herhangi bir delile gerek yoktur, İsrail onları süresiz olarak hapiste tutma hakkına sahiptir, bu insanlar Filistinliler`in demokratik olarak seçtiği kişiler bile olsa. Buna "teröristlerin hapsedilmesi" denir.

7. Ne zaman "Hizbullah" adı kullanılsa, "Suriye ve İran tarafından desteklenen ve finanse edilen" ifadelerinin de kullanılması zorunludur.

8. İsrail`den bahsedildiğinde "Amerika tarafından desteklenen ve finanse edilen" ibaresinin kullanılması kesinlikle yasaktır. Bu, çatışmanın dengeli olmadığı ve İsrail`in aslında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmadığı izlenimi verebilir.

9. İsraille ilgili herhangi bir cümle ile birlikte "işgal altındaki topraklar", "BM kararları", "insan hakları ihlalleri" ya da "Cenova Anlaşması" ifadelerinin kullanılmasından özenle kaçınılmalıdır.

10. Filistinliler ve Lübnanlılar kendilerinden hoşlanmayan sivil halkın arkasına saklanan "korkaklardır". Eğer aileleri ile birlikte yaşıyorlarsa, buna "korkaklık" denir. İsrail onları ve ailelerini bu sığınaklarda yok etmek zorundadır. Bu, "detaylı, yüksek hassasiyeti olan" operasyonlardır.

11. İsrailliler, Araplar`dan daha iyi İngilizce, Fransızca, İspanyolca ya da Portekizce konuşur. Bu yüzden kendilerine daha fazla söz hakkı verilmesini ve yukarıdaki kuralların izleyiciye daha iyi aktarılmasını hakederler. Buna "tarafsız medya" denir.

12. Yukarıdaki kurallarla ilgili herhangi bir sorunu olan herkes "çok tehlikeli bir anti-semitik terörist" olarak damgalanır.

http://anadoluhaber.blogcu.com/israil-konusunda-degismeyen-medya-kurallari_34048321.html

Salih Tuna

Sizin hiçbir kitapta yeriniz yok!

Dinci-faşist İsrail rejiminin başbakanı Ehud Olmert, “Operasyon hedefine ulaşmıştır…” demiş.

Demek ki, hedeflerine ulaşabilmeleri için fosfor bombalarıyla yüzlerce çocuğu yakmaları gerekti!

Aç, susuz, ilaçsız, elektriksiz bırakmak suretiyle 16 ay boyunca ambargoya tabi tuttukları Gazze halkının üzerine kuduz köpekler gibi saldırıp; çocuk, kadın, ihtiyar 1300'ü aşkın Filistinliyi öldürmeseler, binlercesini de yaralamasalardı hedeflerine ulaşamayacaklardı demek ki!

Ambulans şoförü Ebu Avkel'in dehşet içinde anlattığı; cesedi köpekler tarafından parçalanan Gazzeli kız çocuğu da hedefleri arasında mıydı, bilemiyoruz tabii.

Köpekler durumdan vazife çıkarmış yahut işbirliği yapmış veya rol çalmış olabilirler.

Bilmiyoruz!

Çünkü…

“Köpekler birbirine benzer…”

Bizim bildiğimiz, insanî yardımın ulaşabileceği bütün kapıları sımsıkı kapatarak, aylardır ambargo altında tuttukları sivil halkın üzerine, dünyanın en modern ve en vahşi silahlarıyla saldırmalarıdır.

Korkunç bir ambargoyla adeta toplama kampı haline getirdikleri Gazze'de okulları, camileri, hastaneleri, ambulansları acımasızca vurmalarıdır.

“Operasyon” dedikleri de bundan ibarettir.

Gazze katliamına “operasyon” demek ne kadar yanlışsa, dinci-faşist İsrail rejimini “savaş suçlusu” ilan etmek de o kadar yanlıştır.

Çünkü bir yerde savaş suçundan bahsedilebilmesi için, ortada bir savaş olması lazım.

Dünyanın en güçlü ordularından birinin, toplama kampı hüviyetindeki Gazze'ye saldırmasına “savaş” denilemez.

(..)

Hulasa, dinci-faşist İsrail rejimi “savaş suçu” değil, terör suçu işlemiştir.

Dolayısıyla…

Başbakan Olmert savaş suçlusu değil, teröristtir.

Dışişleri Bakanı Tzipi Livni de öyle. Tıpkı İrgun çetesi üyesi olan ebeveynleri gibi.

Düşünün ki, bu terörist kadın bile, İsrail'in ırkçı Siyonistleri tarafından “güvercin” olmakla suçlanıyor!..

Siyonistlerin 1969-74 yıllarında başbakanlığını yapmış olan Golda Meir, “Arapları affetmeyeceğiz…” demişti, “Çocuklarını bize öldürttükleri için…”

Hiçbir söz, dinci-faşist İsrail'in benmerkezci ve yok edici yüzünü, bu mel'un söz kadar açıklayamaz.

Goebbels'in bile aklına (Yahudilere) “Bize soykırım yaptırdığınız için sizi affetmeyeceğiz…” demek gelmemişti…

“İsrail'in ikinci Golda Meir'i” denilen Tzipi Livni, Arapları affetmediklerini, Gazze'li çocukları fosfor bombalarıyla yakarak kanıtladı.

Böylece bir önceki katliamlarının intikamını almış oldular.

Kim bilir Gazze katliamının intikamını nasıl alacaklar?

Böylesine rahatsız bir zihniyetin yalan nakliyeciliğine soyunan bizdeki bazı rezil köşe yazarları (halkımızın tepkisinden çekindikleri için) İsrail'i açıkça savunmak yerine, demokratik seçimlerde ezici bir çoğunlukla iktidara gelen Hamas'a terörist örgüt demeyi tercih ediyorlar.

Aynı adamlar Kana'da bebekleri katleden İsrail terör rejimini savunmak adına, Hizbullah'ın çocukların arkasına sığındığını, dahası, çocukları öne sürerek öldürttüğünü iddia etmişti.

Bu şerefsiz iddia ile Golda Meir'in mahut sözü arasında ne fark vardır?

Bu haysiyetsizlerin halleri; diri, diri gömülen kız çocuklarının hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, “Onlar kendilerini öldürtmüş…” diyenlerin haline benzer.

Lakin, bunu diyebilen alçakların (bir misal olarak bile) hiçbir kitapta yeri yoktur.

yeni şafak

ÜNLÜ FİZİKÇİDEN İNSANLIK DERSİ

27 Ocak 2009 23:53
Dünyanın en ünlü teorik fizikçisine Gazze’de yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği ve binlercesinin de yaralandığı İsrail'in 3 haftalık saldırısı soruldu. Hawking bakın ne dedi:
Oğuz Eser / TIMETURK

Evrendeki temel iki sorudan biri olan “Nasıl”ın cevabını arayan fizik biliminin yaşayan en büyük temsilcilerinden olan Stephen Hawking’e, İsrail’in Gazze saldırısı soruldu. Albert Einstein, Isaac Newton gibi isimlerle karşılaştırılan Hawking, dünyada 10 milyondan fazla satan “Zamanın Kısa Tarihi” adlı eserin de yazarı.

21 yaşında motor nöron hastalığına yakalan Hawking’e 2-3 yıl ömrü kaldığı söylenmişti. Ancak hayattan ve fizikten kopmayan Hawking, arkasından gelen yıllarda karadelik ışımaları gibi birçok önemli keşfe imza attı. Kendisine özel olarak yapılan sandalyede Cambridge Üniversitesi’nde matematik anlatmaya devam eden Hawking, sadece fizik alanında değil dünyadaki yaşanan gündem konularında her platformda fikirlerini açıklamayı sürdürüyor.

“Bu böyle gidemez”

El-Cezire Televizyonu’nda Riz Khan, Hawking’e İsrail’in Gazze saldırısını ve yaşanan vahşeti sordu. Ünlü fizikçi şu yanıtları verdi:

“Gazze’ye olan saldırı iki sene önce 2 binden fazla sivilin öldüğü ve İsrail’in askeri amaçlarına ulaşamadığı Lübnan’daki saldırıya benziyor. Bence Gazze’ye olan saldırı da aynı şekilde başarısız olacaktır. İşgal altındaki insanlar ellerindeki her yolla direnmeye devam edecektir. İsrail barış istiyorsa İngiltere’nin IRA’yla yaptığı gibi Hamas’la konuşması gerekiyor. Hamas, Filistin halkının demokratik olarak seçtiği lideridir ve bu yok sayılamaz.

İsrail’in roket saldırılarına karşı verdiği cevap orantılığın dışındadır. Her İsrailli için 100 Filistinli hayatını kaybetmiştir. Durum 1990 öncesi Güney Afrika gibidir. Bu böyle devam edemez”.

Evrendeki Büyük Tasarı

Hawking’e Riz Khan yeni çıkacak kitabı “Büyük Tasarı”yı (Grand Design) da sordu. Kitabının “Neden buradayız? Nereden geldik? Evrenimiz neden böyle? Neden bizim evrenimiz?” gibi sorulara cevap arayacağını anlatan Hawking, ana amacının evrendeki Büyük Tasarı’nın varlığını ve anlamını sorgulamak olduğunu söyledi.

Önümüzdeki 10 yıl içerisinde bekleyen en büyük tehlikenin küresel ısınma olacağına dikkat çeken Hawking, “CO2 salınımlarının azaltılmasıyla sıcaklık artışının dengelenebileceğini, hatta geriye çevrilebileceğini söyledi”.

Hawking hastalığıyla ilgili artık konuşmak istemediğinin altını çizdikten sonra şunları söyledi: “Bana kendime acımamayı öğretti. Bu hastalığa yakalanmadan önce olduğumdan daha mutluyum. Özürlü olmanın bir handikap yaratmadığı nadir alanlardan biri olan teorik fizikte çalışıyorum”.

Fizikçiler “öteyi” düşünür

Kendisini Newton ve Einstein’la karşılaştırılmasıyla ilgili olarak Hawking, “Einstein’la denk olabileceğimi hissetmiyorum” dedi. Hawking sözlerini şöyle bitirdi: “Tüm fizikçiler aslında benzer şekilde düşünür. Einstein matematikte iyi değildi fakat büyük bir fizik kavrayışı/vukufu, alışılmışın ötesinde düşünme cesareti vardı. Umarım bende de bu özelliklerden az da olsa vardır”.


İbrahim Karagül
YeniŞafak
Neyi kazandın lanet olası!..
20 Ocak 2009

Hiçbir zaman uygulanamayacak bir ateşkes kararı alındı. Şimdi Gazze'de hangi taşı kaldırsanız altından bir ceset çıkıyor. Hangi enkazı kaldırsanız bir başka dehşet çıkıyor. Gökten masumlar üzerine ateş yağarken sevinçten kendilerinden geçen İsrail halkı, bu yıkımı, vahşeti sevinçle karşılıyor. Aklını kaçırmış bir devlet, vicdanını kaybetmiş bir millet, şuurunu yitirmiş bir ülke var karşımızda. Yeryüzünü, insan ırkını tehdit edercesine çılgınlıklara girişebilecek, bu yüzden de mutlaka kontrol altına alınması gereken bir hastalık var.

İsrail Başbakanı "Kazandık", diyor, "amacımıza ulaştık" diyor, "Hamas'ın belini kırdık" diyor. Neyi kazandınız lanet olası! Bir kenti harabeye çevirmekle övünebilen bir ırkçı zihniyet için kazanç nedir? Çocukları diri diri toprağa gömmek askeri zafer midir? Bir avuç direnişçiyle karşılaşmayı göze alamayıp mabedleri, hastaneleri, okulları, çocukları, anaları, ihtiyarları hedef alanlar için zafer nedir?

Neyi kazandınız? Hamas dimdik ayakta. Filistin dimdik ayakta? Gazze, yeniden kurulur. Uçaklarınıza rağmen, gemilerinize rağmen, tanklarınıza rağmen giremediğiniz o küçücük yer, İsrail yok olduktan sonra da varolur!

Neyi kazandınız? Amacınız Hamas'ı tasfiye etmekti, edemediniz. Amacınız Gazze'yi insansızlaştırmaktı, edemediniz. Amacınız roket saldırılarını durdurmaktı, durduramadınız!

Neyi kazandığınızı söyleyeyim: Devlet olma ehliyetine sahip olmadığınızı tekrar gösterdiniz. İnsan ırkından nefret ettiğinizi tekrar gösterdiniz. Kendinizden bile korktuğunuzu tekrar gösterdiniz. Dünyadaki en büyük anti-semitik topluluk olduğunuzu tekrar gösterdiniz. Soykırıma uğrayan bir milletin devleti olarak soykırımdan başka sermayenizin olmadığını, soykırımla ayakta durduğunuzu tekrar gösterdiniz. İnsan ırkının düşmanı olarak bir kez daha tescillendiniz!

Neyi kazandınız?

Hamas'ı tasfiye edip Gazze'yi Mahmud Abbas kulunuza hediye edecektiniz. Adamınız tamamen kaybetti. Kardeşleri orada kıyıma uğrarken o kirli müteahhit iktidar hesapları yapıyordu. Adamınız Abbas hakkında tarih kitaplarına ihanetten başka hangi not düşülecek?..

Şimdi sadece Gazze değil, Batı Yakası, Mısır, Ürdün, boydan boya Ortadoğu, Latin Amerika, Uzak Asya Hamasçı oldu. Hamas askeri olarak bitmedi. Ahlaki bir zafer kazandı. Siz hem askeri olarak kaybettiniz, başaramadınız hem da ahlaki olarak kaybettiniz…

Adam bir ABD'ye bir de Mısır'a teşekkür etti. Abbas'ı unuttu, bölgede İsrail'e gizli destek verenleri unuttu. Ama biz onları biliyoruz. Bu bölgenin halkları onları biliyor. Onlar şu an iktidarda ama vicdanlarda mahkum edildiler. Çok yakında kahrolası iktidarlarını da kaybedecekler!

Unutacak mıyız? Ateşkes oldu diye unutacak mıyız? Irak'ta bir milyondan fazla insanı öldürmelerini unutacak mıyız? İşkence evlerini, esir kamplarını, bu medeniyeti aşağılamalarını, Fulluce'deki kitlesel kıyımı, Cenin'i unutacak mıyız! Hayır, unutmayacağız tabii, unutturmayacağız. Nasıl bugün Türkiye kamuoyu hafızasını yeniliyorsa, yenilediği için Gazze'ye sahip çıkıyorsa, biz artık zihinlerimizi sağlıklı, hafızamızı canlı tutacağız!

Hiçbir alçaklığı unutmayacağız!

Bu mesajı okuyun..

Sadece biz mi söylüyoruz bunları? "Soykırım Endüstrisi" kitabının yazarı Prof. Norman G. Finkelstein'ın (zaman) sözlerini okuyun. Soykırımdan kurtulan bir ailenin torunu. "İsrail soykırım yapıyor" diyor, "aklını kaybetti, barış düşmanı" diyor. Ve daha neler diyor. Bu kadar mı? Bir de vicdanı olan bir Musevi'nin, Gazze kıyımına karşı haykırışını içeren mesajını paylaşmak istiyorum bugün:

"İbrahim Bey, 27 yaşındayım İstanbul'da ikamet ediyorum. 14-17 yaşlarım arasında 3 yıl İsrail'in kuzeyinde Afula kentinde ailemle birlikte yaşadım. Eğer dönmeseydim bu gün ya Gazzeli bebekleri, kadınları, çocukları öldürüyor olacaktım ya da İsrail hapishanelerinde işkence edilen bir çok arkadaşımla aynı kaderi paylaşacaktım. Kimin kutsal kitabında kadınları çocukları hamileleri beşikteki bebekleri hatta tarım hayvanlarını nasıl ne şekilde katledileceğine dair emirler ve izinler var?

Siyonizm bir din değildir, kahrolası bir ideolojidir. Irkdaşlarımın ve dindaşlarımın on yıllardır işlediği katliamlar, soykırımlar aynı soydan gelen beni ve bir çok yakınımı derin bir korkuya sevketmiştir. Bu insanların inandığı bu günkü Tevrat bir Tanrı tarafından gönderilmiş olamaz. Tevrat'ı okuduğunuzda insan eli bulaştığını rahatlıkla anlayabiliyorsunuz, tabii bunu anlamanız için kahrolası kibrinizden sıyrılmanız gerekiyor. Aksi halde İsrailoğulları hakkında yazılanlar gururunuzu okşuyor.

Savaşın biteceğini sanmıyorum. Yayılarak devam edeceğine ve bütün bölge ülkelerini yakacağına inanıyorum. Karşınızda siyasi mülahazalara ve stratejik hesaplara göre adım atan değil, tam aksine inandığı dinin emirlerini yerine getirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek bir topluluk var.

İsrail'de gördüğüm ortaöğrenim sırasında tarih hocamın: "Babil ve Roma istilaları sonrası kavmimizin çektiği sıkıntılar Kudüs'ün fethiyle İslam halifesi Ömer tarafından sonlandırılmış ve haçlı seferine kadar topraklarımızda huzur içinde yaşanmıştır" cümlesini duyduktan sonra tarih okumaya karar verdim.

İstanbul'da doğmuş, İsrail'de üç yıl yaşamış, Gazze'yi, El Halil'i, Nablus'u, Cenin'i, Ramallah'ı görmüş, Anadolu'yu ve insanını delicesine seven, Gazzeli, Tel Avivli, İstanbullu, Konyalı, Maraşlı Trabzonlu, Moskovalı, Washington'lu kardeşleriyle bir arada yaşamak isteyen bir kimse olarak size sesleniyorum. Bu sese kulak verin…"

İBRAHİM KARAGÜL - YENİŞAFAK

ibrahimkaragul@gmail.com

21 Ocak 2009 Çarşamba
İsrail 'blogcu ordusu' kuruyor



İsrail, dünyadaki İsrail karşıtı havayı kırmak için “blogcu ordusu" kurmaya hazırlanıyor

İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesi, Tel Aviv yönetiminin Gazze nedeniyle dünyada oluşan olumsuz havayı kırmak ve Siyonizm karşıtı sitelerle mücadele etmek üzere, İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Almanca bilen İsraillilerden oluşan bir “blogcu ordusu" kuracağını yazdı.

Proje, Göçmen İşleri Bakanlığı tarafından hayata geçirilecek.

Bakanlık verilerine göre 7 milyon nüfuslu İsrail'de 1 milyon civarında Avrupa kökenli göçmen bulunuyor.

Göçmenler, ikinci ana dil olarak geldikleri ülkelerin dillerini konuşuyor. Bunların arasında Rusça ve Portekizce bilenler de var.

İşte bakanlık, bu göçmenleri harekete geçirmek üzere bir plan hazırladı.

Plana göre, her göçmen İsrail vatandaşı bildiği dildeki internet bloglarına girerek kendi düşüncelerini dile getirecek.

Bakanlık bu çerçevede gönüllü blogcuların bakanlığının "mediamoia.gov.il " adlı internet sitesine başvurmalarını istedi.

Siteye kayıt yaptıranların e-mail adresleri, daha sonra Dışişleri Bakanlığı'na verilecek.

Bakanlık da “problemli" gördüğü internet siteleriyle, ilgilenilmesi gereken ülkelerin blog adreslerini gönüllülere ileterek faaliyete geçmelerini isteyecek

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/01/israil-blogcu-ordusu-kuruyor.html

İsrail'den tehdit, "Ermeni soykırımını tanıyacağız"


27 Ocak 2009 Likud üyesi milletvekili Zeev Elkin, İsrail’de gelecek ay yapılacak genel seçimlerin ardından oluşacak yeni Parlamento'nun 24 Şubat’ta çalışmalarına başlayacağını belirterek, “Ankara’nın tutumu, Ermeni Soykırımı’nın (İsrail Parlamentosu'nca) tanınmasının kaçınılmazlığını kanıtladı” dedi.
İsrail’in “Ermeni Soykırımı”nı tanıması için yoğun çabalar gösteren Zeev Elkin, Ermeni basınına yaptığı açıklamalarında, “Ankara’nın tutumu, Ermeni Soykırımı’nın tanınmasının kaçınılmazlığını kanıtladı. Knesset’te bir karar tasarısının kabul edilmesi konusuna gelince, yeni Parlamento 24 Şubat’ta çalışmalarına başlayacak ve Likud Partisi'nin başına geçme şansı yüksek” şeklinde konuştu.
Elkin, Türk hükümetinin, Gazze operasyonuna yönelik sert eleştirilerini kastederek, “Ermeni Soykırımı’nın tanınmasında ısrar etmekte haklıydım. Bunu yapmadık ve Türkiye’den destek yerine sert eleştirileri aldık” sözlerine ekledi.

netgazete

OBAMA SİNAGOG'DA NE DEDİ?
28 Ocak 2009 08:13

Obama'nın hep umut veren yönlerine baktık, bir de bu yönleri var...

Aktifhaber Amerika Temsilcisi Ömer Bayraktar Yazıyor...

Obama...Gazze..... Tamirci!!!

"Change" (değişim) sloganıyla ve ezici bir çoğunlukla seçimi kazanıp Amerika'nın ilk siyahi Başkanı olan Barack Obama'ya sadece Amerikan halkı değil bütün dünya umutla bakıyor.

Özellikle 8 yılı savaşlarla geçen Bush döneminden sonra Obama'nın Başkan olmasına en çok Müslümanlar seviniyordu.

Ne yazık ki bütün bu sevinçler İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamla daha başlamadan yok oldu. İsrail'in Gazze'de yaptıgı katliamda 1300 kişinin hayatını kaybetmesine rağmen Obama İsrail'e destek vermede geri kalmadı.

Obama'nın bu tutumuna anlam veremeyen Müslümanlar hayal kırıklığına uğradı.

Gazze katliamı Obama'ya göre; Dünyanın Yeniden Tamiri...

Aslında Obama'nın bu tutumu daha seçim öncesi Yahudilere yaptıgı konusmayla çoktan anlaşılmıştı.

Seçim turlarının en yoğun geçtiği 2008 Nisan aylarında Obama Philedelphia'da Yahudilere seçim vaatlerinde bulunuyordu. Washington'da herseyi temelden değiştireceği vaadini veren Obama aynen şu cümleleri kullanıyordu. "Bu değişimi meydana getirebilmek için Yahudi geleneklerine bağlı yeni bir ruhla mücadele vermemiz gerek. Böyle bir görüntü için de hepimize bu dunyayı yeniden tamir etme görevi düşüyor." diyordu.

Evet 2009'a umutla giren bir dünyada Obama'nin 'tamir' diye nitelendirdiği değişimde İsrail Gazze'de toplam 22 bin özel ve kamu binasının yıkıldığı ya da zarar gördüğü belirtiliyor.

SİNAGOG'DA YAPTIĞI VAATLER
Rodeph Shalom Sinagog'un da Yahudilere vaatlerde bulunan Obama, onlarla "shoulder - to- shoulder" yani omuz omuza olduğunu ve "civil rights" insan hakları için mücadele verilmesi gerektiğinin öneminden bahsediyordu.

Kadin hakları konusunda çok kararlı olduğundan bahseden Obama, iki kiz çocuğu babası olduğunu ve çocukların (doğuştan gelen hakkı olan) gelececği için daha temiz ve daha güvenli bir dünya bırakacakları sözü verdi. Obama'yı dinleyen Yahudiler'in gönülden desteklediği İsrail'in, 3 hafta boyunca katlettiği 1300 kisiden 514'ünü kadın ve çocuklar oluşturuyor.

Barack bir Yahudi adıymış!

Obama'nin resmi internet sitesi olan www.barackobama.com da ayrıntılı verilen seçim vaadi konuşmasında Obama, "Barack" isminin İbranice "Baruch" ismiyle ayni kökten geldiğini ve 'kutsal' anlamına geldigini söylüyor.

aktifhaber

İşte O İki Tank Düşkünü
02 Şubat 2009 08:48

Erdoğan Davos'ta Perez'e cevap verirken, "Filistin'e tankla girmekten mutlu olan iki başbakanınız var" demişti. İşte Erdoğan'ın kastettiği ikili ve o sözleri..

Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta dile getirdiği ‘tank üzerinde Filistin’e girmekten mutluluk duyuyorum’ diyen eski Başbakanların Ehud Barak ile Ariel Şaron olduğu ortaya çıktı.

Ortadoğu uzmanı gazeteci Hüsnü Mahalli, ‘Ariel Şaron, Mescid’i Aksa’nın işgalinden sonra yaptığı ziyarette ‘Filistinliler’i ezmekten mutluluk duyuyorum’ demişti’ dedi. 1982’de İsrail Savunma Bakanı olarak Lübnan’da Sabra ve Şatila kamplarında Filistinli mültecilerin katledilmesinin emrini veren Ariel Şaron, adını tarihe Filistinliler’e yaptığı katliamlarla yazdırdı.

Şaron’un, 28 Eylül 2000’de Mescid’i Aksa’yı ziyaret etmesinden sonra çıkan olaylarda 1000’e yakın Filistinli hayatını kaybetmişti. Şaron, ‘Yahudi halkının en kutsal mekanlarından birinde neler olduğunu görmeye geldim’ demişti. Dönemin Başbakanı Ehud Barak, Mescid’i Aksa katliamının ardından şu açıklamasıyla dikkat çekmişti:

‘Bana Gazze’de, Batı Şeria’da ve diğer mıntıkalardaki çatışmaların nasıl dineceğini sormayın. Filistinli kalabalıklara karşı her türlü aracı kullanmak meşrudur. Kaç Filistinlinin öldüğü beni alakadar etmez. Benim için önemli olan halkımın emniyetidir.’ Ariel Şaron başkanlığında kurulan Ulusal Birlik Koalisyonu’nun ortaklarından aşırı dinci Şas Partisi’nden haham Ovadia Yosef’ten gelmişti. Yosef ‘’Araplara acımamak ve üstlerine füze yağdırmak, bu kötü adamları, bu uğursuzları yok etmek gerekir’ demişti.
aktifhaber

Savaş Suçları Mahkemesi İsrail'i inceliyor

Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Luis Moreno-Ocampo, İsrail'in Gazze'de işlediği suçlarla ilgili olarak ''hazırlık soruşturması'' yürütüyor.
03 Şubat 2009 00:12


Savcılık bürosunca yapılan açıklamaya göre savcılığa, Gazze'de İsrail'in işlediği suçlar konusunda yaklaşık 200 kişi ve kuruluştan suç duyurusu geldi.

Açıklamada, savcılığın, gelen tüm duyuruları dikkatlice incelemekte olduğu ve gerekli görürse dava açılacağı bildirildi.

UCM; savaş suçları, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların faillerini yargılamakla görevli ilk uluslararası kalıcı mahkeme.

aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Şub 03, 2009 9:33 pm    Mesaj konusu: iSRAiL DARBE PE$iNE DÜ$TÜ Alıntıyla Cevap Gönder

"EN BÜYÜK KATLİAMI TÜRKLER YAPTI"

14 Şubat 2009 07:02
Davos’taki ‘Gazze Paneli’ sırasında İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in sözlerine sert tepki göstererek oturumu terk eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a çok ağır suçlamalarda bulunan İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı General Avi Mizrahi, “Erdoğan, aynaya baksın” dedi.
Mizrahi, Türkiye’ye yönelik sözleri için, İsrail’de yapılan ‘askeri psikoloji’ konulu uluslararası toplantıyı özellikle seçmesi de dikkat çekti.

İsrail’in Haaretz gazetesine göre, toplantıda konuşan Mizrahi, Başbakan Erdoğan’ın Peres’e yönelttiği, “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” şeklindeki sözünü hatırlatarak, “Erdoğan, aynaya baksın” ifadesini kullandı.

İsrailli komutan, Türkiye’nin yıllar önce Ermenilere dünyanın en büyük katliamlarından birini yaptığını öne sürerek, aynı politikanın bugün de Kürtler üzerinde sürdürüldüğünü iddia etti.

Mizrahi, İsrail’i Filistin topraklarını işgal etmekle suçlayan Erdoğan’ın ülkesinin, Kıbrıs’ın kuzeyini on yıllardır işgal ettiğini iddia etti.

General Mizrahi, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in BM’den çıkarılması yolundaki çağrısını hatırlatarak, “Böyle bir durumda, Türkiye de İsrail’in yanına eklenmelidir” diye konuştu.

MİLLİYET

İSRAİL'E SERT NOTA

14 Şubat 2009 20:52
İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabriel Levy, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mirzahi'nin 10 Şubat 2009 tarihinde yaptığı açıklamalar nedeniyle bugün Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı tarafından Bakanlığa çağrıldı
Bakanlık tarafından yapılan konuyla ilgili açıklamada şöyle denildi: ''Her türlü diplomatik teamüle, tarihi ve güncel gerçeklerle taban tabana zıt ifadeler içeren açıklama, Sayın Başbakanımız'a ve ülkemize yönelik kabul edilemez ithamlar ve hezeyanlarda bulunması sebebiyle bir nota tevdi edilerek protesto edilmiştir. Ayrıca söz konusu beyanların mesnetsiz ve kabul edilemezliği vurgulanarak, bu durum hakkında İsrail makamlarından acilen izahat istenmiştir.''
haber10

İsrail'inki Guantanamo'dan da beter

İsrailli insan hakları örgütü B'Tselem'in raporunda, İsrail'deki 540 Filistinli'nin tutulduğu cezaevlerine dikkat çekti.05 Şubat 2009 23:01



İsrail'de haklarında dava açılmamış 540'dan fazla Filistinlinin tutuklu bulunduğu bildirildi.

İsrailli insan hakları örgütü B'Tselem, yayımladığı raporda, cezaevlerinde haklarında dava açılmamış 548 Filistinlinin bulunduğunu, bunlardan 2'sinin 4,5 yıldır cezaevinde tutulduğunu ve tutuklulardan 6'sının çocuk olduğunu belirtti. Raporda, geçen yıl sonunda toplam 7 bin 904 Filistinlinin İsrail'deki cezaevlerine kapatıldığı kaydedildi.

Raporda ayrıca, İsrailli güvenlik güçlerinin geçen sene 87'si çocuk 455 Filistinliyi öldürdüğü, bu Filistinlilerden en az 175'inin hiçbir çatışmaya karışmadığı, aynı dönemde İsrailli 18 sivil ve 10 askerin öldüğü belirtildi. Rapor, İsrail'in Gazze Şeridi'ne 27 aralıkta başlattığı saldırılarda ölenleri kapsamıyor.

Örgüt, Batı Şeria'daki bir olay sırasında ordu mensuplarının sivil Filistinlileri yaraladıklarını anımsatarak, İsrailli yetkilileri bir kez daha, bu askerler hakkında soruşturma başlatmamakla suçladı.
haber7

GENELKURMAY'DAN İSRAİL'E SERT TEPKİ

14 Şubat 2009 15:38
Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki Gazze oturumundaki çıkışının ardından İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi'nin dün basına yansıyan,' Erdoğan aynaya baksın' sözlerine Genelkurmay'dan tepki geldi
Genelkurmay Başkanlığı, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı'nın uluslararası bir toplantıda yaptığı konuşmaya ilişkin basında yer alan bazı sözlerin “gerçekleri saptıran, maksadını aşan, talihsiz, hiçbir şekilde kabul edilemez, bulunduğu görevin yetki ve sorumluluklarıyla bağdaşmayan ve en önemlisi de iki ülke arasındaki milli menfaatlere zarar verebilecek boyutta ifadeler olduğunun değerlendirildiğini” bildirdi.

Genelkurmay Başkanlığından yapılan yazılı açıklamada, şunlar kaydedildi:

“13 Şubat 2009 günü İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı'nın uluslararası bir toplantıda yapmış olduğu konuşmaya ilişkin bazı sözler basında yer almıştır.

Basında yer aldığı şekliyle ve söz konusu kişiye atfedilen sözlerin gerçekleri saptıran, maksadını aşan, talihsiz, hiçbir şekilde kabul edilemez, bulunduğu görevin yetki ve sorumluluklarıyla bağdaşmayan ve en önemlisi de iki ülke arasındaki milli menfaatlere zarar verebilecek boyutta ifadeler olduğu değerlendirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri ile olan ilişkilerine önem verdiğini düşündüğümüz İsrail Genelkurmay Başkanlığı'nın konuya açıklık getirmesini beklediğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

İSRAİLLİ KOMUTAN NE DEMİŞTİ?

Davos’taki ‘Gazze Paneli’ sırasında İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in sözlerine sert tepki göstererek oturumu terk eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a çok ağır suçlamalarda bulunan İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı General Avi Mizrahi, “Erdoğan, aynaya baksın” demişti.

Mizrahi, Türkiye’ye yönelik sözleri için, İsrail’de yapılan ‘askeri psikoloji’ konulu uluslararası toplantıyı özellikle seçmesi de dikkat çekmişti.

İsrail’in Haaretz gazetesine göre, toplantıda konuşan Mizrahi, Başbakan Erdoğan’ın Peres’e yönelttiği, “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” şeklindeki sözünü hatırlatarak, “Erdoğan, aynaya baksın” ifadesini kullandı.

İsrailli komutan, Türkiye’nin yıllar önce Ermenilere dünyanın en büyük katliamlarından birini yaptığını öne sürerek, aynı politikanın bugün de Kürtler üzerinde sürdürüldüğünü iddia etti.

Mizrahi, İsrail’i Filistin topraklarını işgal etmekle suçlayan Erdoğan’ın ülkesinin, Kıbrıs’ın kuzeyini on yıllardır işgal ettiğini iddia etti.

General Mizrahi, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in BM’den çıkarılması yolundaki çağrısını hatırlatarak, “Böyle bir durumda, Türkiye de İsrail’in yanına eklenmelidir” diye konuştu.
haber10

Mustafa ÖZCAN
Vakit
Haydut devlet...
09 Şubat 2009

Prof. Avi Shlaim, Davos’ta yapılan Gazze paneline damgasını vuran isim. Bu isimden ve benzerlerinden yapılan alıntılardan sonra Şimon Peres pes etmiş ve ‘Buraya palavra dinlemeye gelmedim’ şeklinde konuşmuştu.

Türkiye’deki bazı yazarlar da bu isme dudak bükmüş ve İsrail tarafından pek makbul bulunmadığına işaret etmişlerdi. Koşer gibi İsrail damgası yemeyince referans isimler pek muteber sayılmıyor.

Herhalde Erdoğan’a referans olduğu kadar Şimon Peres’e de referans olmamasını bir kusur ve eksiklik olarak addetmiş olmalılar. Herkesin değerlendirmesi kendisini bağlar ve derununa ışık tutar. İsrail konusunda bir orta yol bulunamayacaktır ve dolayısıyla Shlaim gibiler İsrail severleri hiçbir zaman memnun edemezler. Zaten eskilere mal edilen bir ifade şöyledir: Rizannasi gayetun la tünal: İnsanların rızası ulaşılmayacak bir gayedir. Bu gaye peşinde dolaşan, serap peşinde koşar. Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilemez. Doğru, pazarlık konusu değildir. İsrail’in rızası ve hoşnutluğu peşinden koşanlar ise insanlıktan nasibini yeteri kadar alamayanlardır. Silvyo Ovadya gibiler alınsa da hakiki Musa çocuğu Prof. Avi Shlaim’dir. Zira o ve onun gibiler işin özüne ve hakikatine bakıyor. Cinse, soya, sopa veya güce bakmıyor. Söyleyeceklerini eğip bükmeden yalın olarak söylüyor. Avi Shlaim’in, The Guardian gazetesinde yazdığı ve Zaman’a da tekrarladığı husus İsrail’in haydut bir ülke olduğu gerçeğidir. Belki de çizmeyi aşma ve çizgiden çıkma açısından dünyanın yegane haydut ülkesi İsrail’dir. Zira onun kadar güç ile hukuksuzluğu bir arada barındıran başka bir ülke yoktur. Diğerleri haydutlukta yaya ve ilkel kalır.



Rıfat N. Bali gibilerin hilafına Erdoğan’ın Davos çıkışını haklı bulan Avi Shlaim, ABD’nin İsrail’in bir kolonisi olduğu düşüncesini reddetmekle birlikte Amerikan Kongresi’nin "İsrail işgali altındaki topraklar" olarak nitelendirilmesine katılıyor. The Guardian’daki makalesinde İsrail için şu tanımlamada bulunuyor: “Tamamen ahlaksız, vicdansız liderlerin yönettiği haydut bir devlet...” Sonra da haydut devletin klasik tanımından yola çıkarak bunun İsrail’e uyup uymadığını ölçüp biçiyor: “Ben uluslararası ilişkiler hocasıyım. Akademik dünyada 'haydut devlet' tanımı için 3 değişken var. Uluslararası hukukun sürekli ihlali, kitle imha silahları sahipliği ve siyasi gayeler için sivillere karşı terör uygulanması. Bu 3 kriteri de İsrail yerine getiriyor...”

Yazılarında İsrail’in 1967 sonrasında bir canavara ve sömürge mekanizmasına dönüştüğünü belirtiyor. Zaten Yahudiler arasında bunu bütün açıklıkla yapan iki grup var. Birisi Hazreti Musa’nın çizgisini bugün dahi sürdürme cehdinde olan bazı Ortodoks Yahudi cemaatlar ile kimi akademisyen, yazar ve gazeteciler kümesidir. Neden İsrail’i eleştirmekte goyimler yani Yahudi olmayanlar kadar sert olduğunu da şöyle izah ediyor: “O makaledeki (Erdoğan’ın Şimon Peres’e hatırlattığı) her kelimenin arkasındayım. İsrail'i eleştirmekten keyif almıyorum. Yaptığım, namusluca bugünkü İsrail'i anlatmak. Ben 1960'lı yıllarda askerliğimi İsrail Silahlı Kuvvetleri'nde yaptım.

O zaman İsrail ordusu hakiki bir savunma kuvvetiydi. 1967'den sonra, İsrail sömürgeci bir güç oldu. İşgal altındaki topraklarda bir imparatorluk kurdu ve baskıcı-sömürgeci bir devlete dönüştü. İsrail'in 1967 öncesi sınırlarında tamamen meşru olduğunu düşünürken, 1967 sınırlarının ötesindeki Siyonist sömürgeci projeyi külliyen reddediyorum. Filistinliler, 41 yıldır acımasız bir askeri işgal altında yaşıyor. Asıl kurban onlar ve Filistinlilere saygı duyuyorum...

İsrail'in huzur bulabilmesi için bağımsız bir Filistin devletine derhal ihtiyaç var. Bunu ben değil, Başbakan Ehud Olmert söylüyor.

İşgalin sona erdirilmesi ve askerlerin tamamen geri çekilmesi. İsrail, Batı Şeria'da birtakım topraklara sahip çıkmak istiyorsa Filistinliler 1'e 1 oranında İsrail topraklarından telafi edilmeli.

İşgal sona ermezse İsrail yaşayamaz. Yani bağımsız bir Filistin devleti İsrail için varoluşsal bir mecburiyettir. İsrail'in işgali sona erdirerek askerlerini geri çekmesi Filistinlilere değil, İsrail'e bir iyiliktir. Çok akıllı bir Yahudi olan Karl Marx'ın dediği gibi, bir başka millete baskı yapan bir halk asla bağımsız kalamaz...” Adam daha ne desin? Adamın farkı, İsrail’li liderlerin kollektif çılgınlığını paylaşmıyor olması ve İsrail’in bekası için asgari şartın bölgeye barış yoluyla entegrasyon olduğunu ifade etmesidir.

Adama madalya vereceklerine bir de kalkmışlar sadakatini sorguluyorlar! Clinton döneminde tedavüle çıkan veya yeniden sokulan ‘rogue state/haydut devlet’ kavramı çok yankılanmıştı.

Birçok ülkenin üzerine uyarlanmaya çalışıldı.

Durumdan vazife çıkartan zamanın Cumhurbaşkanı Demirel ise rogue state yani haydut devlet model ve kisvesinin Yunanistan’a yakıştığını söylemişti. Yunanistan’ı bilmem ama üzerine en çok oturanı ve yakışanı İsrail olmalı. Bunu kendi çocukları da yakıştırdığına göre goyimlere (hariçten gazel okuyanlara diyelim) laf düşmez!
Mustafa Özcan - Vakit


İsrail Bir Filistinli'yi daha katletti
05 Şubat 2009
İsrail askerleri, Gazze ile sınırda bir Filistinliyi vurarak şehidetti.


İsrail Büyükelçisi Ayakkabıyı Yedi
05 Şubat 2009 18:39

"Ayakkabı fırlatma" yoluyla yapılan saldırının son kurbanı İsrail'in Stockholm büyükelçisi oldu. İşte büyükelçinin ayakkabı yeme anı...

VİDEO: http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=206029

ABD Başkanı olduğu dönemde George Bush'un hedef olduğu "ayakkabı fırlatma" yoluyla yapılan saldırının son kurbanı İsrail'in Stockholm büyükelçisi oldu.

Büyükelçi Benny Dagan'a bir konferans için bulunduğu Stockholm Üniversitesinde ayakkabı ve kitap fırlatıldı.

Stockholm Emniyet Müdürlüğü basın sözcüsü Joakim Caryll'un verdiği bilgiye göre, Büyükelçi Dagan, üniversitenin kantininde bulunan iki kişinin saldırısına uğradı. Bu kişilerden biri ayakkabılarını çıkararak İsrail Büyükelçisine atarken, diğeri büyükelçinin yüzüne kitap fırlattı.

Polisin 37 ve 27 yaşındaki iki saldırganı gözaltına aldığı bildirildi.

ABD Başkanlığı görevinin son günlerinde geçen Aralık ayında Irak'a ziyarette bulunan Bush'a, bir gazeteci, basın toplantısı sırasında ayakkabılarını çıkararak fırlatmıştı.

"Ayakkabı fırlatma" saldırısının ikinci kurbanı Çin Başbakanı Ven Jiabao olmuştu.

Pes doğrusu
11/02/2009
Hüsnü Mahalli

Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e hak ettiği yanıtı veren Başbakan Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye bölgede prestij ve saygınlık kazanınca aşağılık kompleksi ile malul birileri rahatsız oldu.
Bu sürecin önüne geçmek ve Türkiye'yi Arap ülkelerinden uzak tutmak için çeşitli yollara başvuran bu süper zekalılar ne yazık ki yalan söylemeyi bile beceremiyor.

hmahalli@superonline.com

İşte size örnek. Geçtiğimiz çarşamba günü 8 Arap ülkesinin dışişleri bakanı, Gazze ve genel olarak Arap bölgesindeki gelişmeleri görüşmek üzere Abu Dabi'de toplanmıştı.
Aynı akşam bazı Türk televizyonları bakın nasıl bir haber veriyordu: ''Arap Birliği yaptığı açıklamada Arap olmayan bölge ülkelerinin Filistin ve Arap sorunlarına karışmamasını istedi''...
Haberin sunuş şekline bakılırsa 'Arap olmayan ülkeler' deyiminden Türkiye işaret ediliyor ve Erdoğan'a 'İşte bak Araplar seni istemiyor' deniliyordu.
Ertesi gün yani perşembe günü birçok gazete konuya ilgi göstermiş ve benzer imalarla Arapların Türkiye'nin kendi içişlerine karışmamasını istediği vurgulanıyordu. Bazı köşe yazarı da hedefin direkt olarak Erdoğan ve Türkiye olduğunu yazıyor ve Erdoğan ''Al sana Arap dostluğu' gibilerinden dalga geçiyordu.
Müthiş bir zeka ya da geri zekalık.
Onun için de bu tür kişilere geçen hafta 'Kara cahiller' demiştim. Çünkü bu tür kişiler bilmedikleri bir konuda bile ahkam kesecek kadar ilginçleşiyor ama aynı zamanda öğrenmek için de hiçbir çaba harcamıyor. Nasıl olsa sipariş üzerine yazı yazıp, televizyonlarda konuşuyorlar.
Dönelim konuya... Arap Birliği'nde 22 Arap ülke var. Bunların yalnızca 8'i Abu Dabi toplantısına katılmıştı. Toplantıda herhangi bir ortak karar alınmamıştı. Toplantıya başkanlık eden ev sahibi Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayid El Nehyan, Fransız Haber Ajansı'na demeç vererek ''İçinde bulunduğumuz zor aşamadan ileri gidebilmek amacıyla içişlerimize Arap olmayan taraflarca yapılan olumsuz ve yapıcı olmayan müdahaleleri durdurmak amacıyla bir Arap mutabakatı yaratmaya çalışıyoruz' demiş.
Demeci alan muhabirin 'bakanın kastettiği ülke İran' demesine ve bakanın kendisi de adını vermemekle birlikte İran'ı kastettiğini birçok kez ima etmiş olmasına karşın bazı gazetelerin bakanın ağzından Türkiye'yi hedef göstermesi sizce de çok ilginç değil mi?
Bazı Türk medyasında bu tür kasıtlı ve bilinçli yalanlar ilk kez görülmüyor. Yine bazı köşe yazarlarının kasıtlı yalan haber ve dolayısıyla bu yalanlara dayalı analizlerini de ilk kez okumuyoruz. Türk halkı artık bu kişileri ve yönetimlerindeki gazete ve televizyonları çok iyi tanıyor.
Gazze saldırısı ile başlayan ve Davos düellosu ile devam eden süreçte Türk halkının İsrail ve dolayıyla ABD ve Batı karşıtı duygu ve tutumundan rahatsız olan bu kişiler şimdi de Türk halkını 'anti-semitist' olmakla suçlayacak kadar ileri gidiyor. Eğer kendileri bu düşmanlığı istemiyor ve kışkırtmıyorsa bu konuda da bir gariplik var. Kendini bir Yahudi devleti ilan eden İsrail'in saldırganlığı doruğa çıktığı her zaman dünyanın her tarafında (başta Hıristiyan ülkeler) bu ülkeye karşı çok keskin tepkiler yaşanıyor. Örneğin İsrailli sporcuların maçları yalnızca Türkiye'de değil İspanya'da da protesto edilerek engellenmiştir.
Papa 16. Benediktus bile Gazze olaylarını fırsat bilerek daha önce aforoz edilen ve aralarında İngiliz papaz Richard Williamson'ın da bulunduğu 4 papazı affetti. Williamson; aslında bir Yahudi soykırımı olmadığını ve bu konu ile ilgili haberlerin Yahudiler tarafından sürekli abartıldığını söyleyerek bazı Yahudilerin de kendi dindaşlarına karşı Hitler ile işbirliği yaptığını kanıtlamaya çalışmıştı.
Görüldüğü gibi anti-semitizm yani Yahudi düşmanlığı yalnızca Türkiye'nin sorunu değil.
İşte bu nedenle hiç kimse Erdoğan ve Türk halkını anti-semitizm ile suçlamaya kalkışmasın. Yok eğer bu kampanyanın amacı bu topraklarda yaşamakta olan Yahudi ya da Musevi vatandaşları korkutarak Filistin'e göçe zorlamaksa,- ki ben öyle düşünüyorum-, o zaman durum değişir.
Bakın Yahudilerin Filistin'e gelerek Filistin halkına karşı neredeyse 90 yıldır cinayet ve katliam işlemelerine rağmen hiçbir zaman hiçbir Arap ülkesinde bugün bile hiçbir Yahudi'ye dokunulmamıştır.
Bunu gören siyonist çeteler örneğin Bağdat'ta 1950'li yıllarda Yahudileri hedef alan kanlı eylemlerde bulunarak onları Arapların üzerine atmışlardı. Amaç Iraklı Yahudileri korkutarak Filistin'e göç ettirmekti. Tıpkı Varlık Vergisi'ni bahane ederek aynı dönemlerde Filistin'e göç ettirilen Türkiyeli Museviler gibi.
Üstelik bu Museviler 1492 yılında Osmanlı Sultanı tarafından İspanya'nın Haçlı katliamlarından kurtarılarak bu coğrafyaya getirilmiş ve 450 yıl süreyle hep en iyi şekilde muamele görmüşlerdi. Hem de Sabetay Sevi, Emanuel Karasu ve benzerlerinin İttihat Terraki'deki yıkıcı rolüne rağmen. Ve son not; ABD'deki ünlü Yahudi örgütü ADL'nin geçen yıl Türkiye'yi tehdit eden Başkanı Abraham Foxman bakın cuma günü ne diyordu: ''Gazze saldırıları son on yılların en kötü ve keskin anti-semitist rüzgarları estirdi. Bu savaş Avusturya'dan Zimbabve'ye kadar uzanan coğrafyada Yahudilere karşı nefreti beslemiş ve onlara karşı saldırıları kışkırtmıştır.''
Bilmem söylenecek başka bir şey kaldı mı?
Akşam

İbrahim Karagül
YeniŞafak
Türkiye oyun bozdu, İsrail darbe istiyor!
03 Şubat 2009

İsrail'in bu bölgede en büyük projesi Türkiye'dir. Türkiye'siz bir Ortadoğu, İsrail'e mesafe koymuş Türkiyeli bir Ortadoğu onlar için belki de en büyük yıkımdır. Bugün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos çıkışıyla bacakları titreyenlerin öncelikle bunu anlaması lazım. Türkiye olmadan Mısır'la mı, S. Arabistan'la mı, tek başına Ürdün'le mi bölgesel etkisini güçlü tutabilecek?

Hal böyle iken;

Türkiye kaybetmiş, İsrail silah ambargosu uygulayacakmış, İsrailli turistler gelmeyecekmiş, Yahudi lobisi bizi cezalandıracakmış gibi hezeyanlarla içeriye korku salanlar aslında hiçbir şey söylemiyor. Bundan sonra kendi korkularıyla baş başa kalacaklar.

Şimon Peres hemen özür diliyor. Bir gün sonra tekrar arıyor. Başbakan Ehud Olmert, Türkiye'ye karşı sert konuşanları uyarıyor. Gerilimi düşürmek için Ankara'ya temsilci gönderiyor. Neden? Türkiye'nin İsrail'den teknoloji transferine ihtiyacı yok. İsrail savunma sanayini ihya eden Türkiye değil mi? İsrailli turist gelmiyorsa üç yüz milyon Arap potansiyel turist var, Türkiye daha çok kazanır.

Şunu kabul edin artık: Bu bölgede Türkiye'nin İsrail'e duyduğu ihtiyaçtan daha çok İsrail Türkiye'ye muhtaç. Bölgenin hiçbir ülkesi İsrail'i Türkiye kadar yalnız ve çaresiz bırakamaz. Ankara ne kadar sertleşirse sertleşsin onlar sürekli alttan almak zorunda kalacaklar. Çünkü kar-zarar hesabını iyi yapacaklar.

Haaretz gazetesi; “İsrail'in Başbakan Tayyip Erdoğan'ı tasfiye etmek için çalışacağını, Ermeni meselesinden Kürt meselesine kadar bu amaçla her şeyi kullanacağını, Türk ordusunu AK Parti'ye karşı kışkırtacağını, içerideki bürokratlarla zayıflatmaya çalışacağını” yazıyor.

Yediot Ahranot; “İsrail'in Türkiye'ye zarar verme imkanları Türkiye'nin İsrail'e karşı kozlarından daha fazla” olduğunu iddia ederek, “Günümüzde Kürtler, Ermeniler, Rumlar, ABD ve Avrupa var. Sizin dükkan bizimkine nazaran kırılıp dökülecek daha fazla eşya ile dolu” şeklinde küstahça yayınlar yapıyor.

Şu cümlelere bakın! Birilerinin stratejik ortak gördüğü ülkeye bakın!

Açıkça Türkiye'de darbe yapmaktan söz ediyorlar. Kışkırtıyorlar. Buna güçlerinin yeteceğini iddia ediyor. İşte Türkiye'nin dostları bunlar! “Türkiye'nin başbakanını tasfiye etmek” gibi utanmazca cümleler kurabiliyorlar. Bugüne kadar yaptıklarını deşifre ediyorlar.

Daha önce yapmadılar mı? Yaptılar… 28 Şubat, onların, Likudcu İsraillilerin, ABD'deki Yahudi lobisinin, neoconların ve içerideki bir takım “generallerin” ortak projesiydi. Biliyoruz bunu, Benjamin Netanyahu'ya sunulan proje söz konusu darbenin yol haritasıydı.

Daha bir yıl önceye kadar, belki hala devam ediyordur, İsrail'den Kuzey Irak'a ve Türkiye'ye sokulan patlayıcıların, silahların, karargah evlerin tartışmasını yapmadık mı? Kime karşıydı bunlar! Zaten tasfiye etmeye çalışmıyorlar mıydı? Yeni ve farklı bir 28 Şubat denemiyorlar mıydı? Hangi güçleri öne sürüp operasyonlar yaptılar, bugünlerde daha iyi görmüyor muyuz? ”Dost”ken bile yapıyorlardı bunları. Ne farkedecek? Bugünkü siyasi iktidar İsrail desteğiyle mi ayakta?

İsrail özel temsilcisi Yuval Rotem, Avustralya'da, kameralar kapandıktan sonra “Gazze'ye saldırı İran'a saldırının ön adımıydı” diyor. Bu seçimlerde iddialı olan Benjamin Netanyahu; “İran'ın nükleer güç olmasının önüne geçeceğiz, İran'ı durduracağız” diyor. Gazze saldırıları sırasında, Türkiye'nin de ricasıyla, İran mesafeli duruyor. Belki de bir büyük savaşın böylece önüne geçiliyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan, “Belki bazıları bir oyun kurdu ve duruşumuzla biz bu oyunu bozduk” sözü burada bir anlam ifade eder mi? Geoge Bush yönetimi, giderayak bütün bölgeyi ateşe atmak istemiş olmasın! Türkiye bu oyunu bozmuş olmasın!

“İsrail Başbakan Tayyip Erdoğan'ı tasfiye edecek” sözü çok önemli. “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözüyle bu tasfiye olayı bir arada kullansak nasıl bir görüntü çıkar ortaya! Bundan önce yaşananları, operasyonları, darbe planlarını, henüz deşifre edilmemiş İsrail bağlantıları…

Gazze saldırısı bölgesel savaşın ön adımıydı, Türkiye'nin kararlı tutumu hesapları bozdu. Türkiye, bölgesel savaşa ilişkin hesapları bozan, Gazze'deki kitlesel kıyıma şiddetle karşı çıkan ülke olduğu için mi birileri bu kadar kızdı!

Peki, İsrail Türkiye'de ne haltlar karıştırıyordu? Bunu tartışmadan olmaz! Suikastlerden örtülü operasyonlara, darbe planlarından silah sevkıyatlarına kadar sorgulanacak çok şey var. Sorgulamaya 28 Şubat'tan başlamayı öneriyorum. Bu ülkede, Ergenekon tartışması kadar İsrail tartışması da yapmak zorundayız. Yoksa gerçek bir temizlik yapılmış olmayacak. Türkiye, İsrail'in bölgesel oyununu bozarken içeride başka bir oyunu da bozmuş olmasın! Bu oyun, suikast miydi yoksa darbe miydi? Ya da başka hangi kirli tezgahtı?...

İbrahim Karagül - Yeni Şafak

İSRAİL DARBE PEŞİNE DÜŞTÜ
03 Şubat 2009 08:42
İsrail'de Erdoğan'ı devirmek için "DARBE" yazıları başladı...

İsrail'de AKP Hükümetine karşı darbe yaptırılması, Askerin bu konuda kışkırtılması, Erdoğan'ın tasfiye edilmesi, Kürtler, Rumlar ve Ermenilerin Türkiye'ye karşı kullanılması dahil Türkiye'ye karşı kara propaganda ve ağır saldırılar başladı.

İsrail Derin Devleti ve çalışmalara yönelik bu haberler çok önemli.

1 - SİNAGOG YAKTILAR YALANI

İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesi, Türkiye'deki Musevi Cemaati'nden kaynaklara dayandırdığı haberde, Bursa'daki bir sinagogun ateşe verildiğini iddia etti. Bu haberi İsrail'deki Türkiye aleyhtarı lobi kullanmaya başlamıştı.

Musevi Cemaati Türkiye Hahambaşılığı, Türkiye'nin kuzeybatısında bir sinagogun yakıldığı yolunda yabancı basında yer alan haberin aslının bulunmadığını bildirdi.

2 - ERDOĞAN DEVRİLECEK

Haaretz gazetesi; “İsrail'in Başbakan Tayyip Erdoğan'ı tasfiye etmek için çalışacağını, Ermeni meselesinden Kürt meselesine kadar bu amaçla her şeyi kullanacağını, Türk ordusunu AK Parti'ye karşı kışkırtacağını, içerideki bürokratlarla zayıflatmaya çalışacağını” yazdı.

3 - TÜRKİYE'YE ZARAR VERECEK KOZ ÇOK

Yediot Ahranot; “İsrail'in Türkiye'ye zarar verme imkanları Türkiye'nin İsrail'e karşı kozlarından daha fazla” olduğunu iddia ederek, “Günümüzde Kürtler, Ermeniler, Rumlar, ABD ve Avrupa var. Sizin dükkan bizimkine nazaran kırılıp dökülecek daha fazla eşya ile dolu” şeklinde yayın yaptı.
aktifhaber

Ali ÇAKIROĞLU
Milli Menfaatlerimiz (!) ve İsrail

Türkiye-İsrail ilişkilerinde “Türkiye’nin milli menfaatleri esas alınır”mış!

Neymiş bakalım bu milli menfaat denen şey-ler?

Ve kimler karar verirmiş bakalım bu ülkenin milli menfaatinin ne olduğuna?

Her şeyden öne TSK milli menfaat tanımı, bu ülkenin ve halkın milli menfaat tanımı ile uyuşuyor mu acaba?

Eğer uyuşmuyorsa buna “Milli” menfaat mi denilir, yoksa “İsrail’i” menfaat mi denilir acaba?

Yakın bir geçmişte Genelkurmay Başkanlığı makamını işgal etmiş olan bir kişi halkın seçerek iktidara getirdiği bir siyasi partiyi asker gücü ile “temizlemekten” ve “halletmekten” söz ediyorsa böyle bir ordunun “milli menfaat” tanımı ne kadar milli olabilir ki?

Türkiye’nin Genelkurmayı İsrail ile sıkı-fıkı ilişikliler içinde olduğuna göre Türkiye’nin topraklarının büyük bir kısmının Yahudilere “vaat edilmiş vatan” yani bir gün ele geçirmeleri gereken ülke olarak gördüğünü de biliyordur herhalde.

Türkiye’nin topraklarının bir kısmında gözü olan ve uzun dönemde hak iddia eden bir ülkenin ordusu ile çok sıkı-fıkı olması Türkiye’nin gerçek milli menfaatleri ile ne kadar bağdaşır acaba?

Türkiye’nin milli menfaatlerinden dem vuran TSK-üst yönetimi İsrail ile olan sıkı-fıkı askeri ilişkilerin ve ordumuzun tehlikeli bir düzeyde İsrail’e bağımlı olmasının milli menfaatlerimize ileride doğuracağı tehditlerden haberdar mıdır acaba?

***

Vatandaşın ensesine dipçiği dayayarak “Sevileceeek! Sev!” diye bağırarak, emir-komuta ile TSK’ni sevdirmek dönemi çoktan geçmiştir.

TSK’nin üst yönetimi, tıpkı Türkiye’nin Başbakanı gibi, kendi halkının duygu ve düşüncelerine tercüman olarak halkın sevgi ve desteğini kazanıp sürdürebilir ancak.

Vatandaşın sevdiğini sevmeden, nefret ettiklerinden de nefret etmeden nasıl kazanacaksınız Türk halkının sevgi ve desteğini?

TSK’nin üst yönetimi son yıllarda gırtlağına kadar siyasete girerek halk gözündeki itibarını çok ciddi şekilde zedelemiştir.

TSK’nin çok üst düzey mensuplarından çok sayıda kişi darbe hazırlığı içinde olmak suçundan tutukludur.

TSK’nin halen görevde olan üst düzey yönetimi ise “demokrasiye bağlılığını” ve “darbeciliğe karşı olduklarını” açıkça deklare ederek Türk halkını rahatlatacak herhangi bir açıklama yapamamıştır henüz.

***

Bir de İsrail ile iyi geçinmemizin neden milli menfaatimiz olduğunun açıklığa kavuşması lazım.

İsrail ile iyi geçinmek bizim için bir “tercih” meselesi midir, yoksa mahkûm olduğumuz bir durum yani bir “zorunluluk” mudur?

Bu bir tercih ise neden?

İsrail ile aramızda, insan olmanın ötesinde, “kan bağı” mı, yoksa “din bağı”mı vardır?

Eğer aramızdaki tek ortak nokta “insan olmak” ise aynı bağ Filistinlilerle de yok mu?

Biz, Sayın Genelkurmay başkanının geçen yıl medyaya yansıyan sakallı bir Yahudi ile ağlama duvarında çekilmiş samimi resimlerinin dışında başka bir akrabalık ve yakılık emaresinin varlığını bilemiyoruz.

Yok, İsrail ile iyi geçinmemiz milli menfaatlerimiz açısından bir “zorunluluk” ise şayet, bu “bağımlılık” boyutundaki “zorunluluk” kimler tarafından ve nasıl oluşturuldu?

70 milyonluk bu ülkenin binlerce yıllık geçmişi olan ordusunu, daha yarım asırlık bir geçmişi bile olmayan 3-5 milyon nüfuslu İsrail’in ordusuna bağımlı hale getirenler kimlerdir?

Hangi Türk’tür Türk ordusunu İsrail ordusuna bağımlı ve mahkûm duruma düşüren!

Eğer ordumuz İsrail ordusuna bağımlı ise ve bu bağımlılıktan dolayı İsrail’e mahkûm duruma düşmüşsek bunun sorumlusu evlatlarını davul-zurna ve tekbirlerle askere gönderen anne babalar mıdır, yoksa TSK’nin tepesini işgal eden sayın generaller midir?

İsrail ile iyi geçinmenin milli menfaatlerimizin gereği olduğunu söyleyenler ağızlarından çıkanın farkındalar mı acaba?

Bu sözleri ile milleti tehdit mi ediyorlar yoksa kendi suçlarını itiraf mı ediyorlar?

aktifhaber

KATLİAMA ABD KAMUFLAJI

7 Şubat 2009 23:09
Amerikalı düşünce kuruluşu (CSIS), Gazze katliamında 'İsrail'in etkileyici bir biçimde şeffaf davrandığını' belirterek terör devletine övgüler yağdırdı.
ABD'nin Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği katliamda, hiçbir insan hakları ihlali ve savaş suçu işlenmediğini iddia etti. Anthony H. Cordesman başkanlığındaki heyet tarafından yürütülen araştırma raporu, İsrail'in katliam boyunca son derece şeffaf bir politika izlediğini, meşru bir zeminde hareket ettiğini ve savaş suçu sayılabilecek bulguya rastlanmadığını öne sürdü.

Amerikan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi (CSIS)'nin yürüttüğü Gazze raporu, Amerikalı düşünce kuruluşları ve entelektüelleri tarafından İsrail'in katliamlarına nasıl kılıf arandığını gösteriyor. Anthony H. Cordesman başkanlığındaki heyet tarafından yürütülen CSIS araştırma raporunda, İsrail'in Gazze'de giriştiği katliamın İsrail'in askeri gücünü arttırdığını ancak uzun süreli bir zaman dilimi için düşünüldüğünde savaşın olası sonuçlarının belirsiz olduğu görüşüne yer verildi. Amerikalı düşünce kuruluşu, tüm dünyada "soykırım" olarak nitelenen katliam sırasında "İsrail'in etkileyici bir biçimde şeffaf davrandığını" öne sürerek bu ülkeye övgüler yağdırdı. İsrail'in 2006'da Hizbullah'la giriştiği savaştan sonra askeri kapasitesini etkileyici bir biçimde arttırıp şeffaflaştırdığı iddia edilen raporda, "her ne kadar çok sayıda ölü varsa da, savaş hukukunun ihlaline dair hiçbir bulguya rastlanmadı" denilerek, İsrail katliamlarının Amerika tarafından bilimsel kisveler altında aklanmaya çalışıldığı göze çarpıyor.

"Filistin'i yok edin" çağrısı

Aynı rapor, İsrail'e adeta yeni hedefler göstererek, Hamas'ın, dolayısıyla da Gazze üzerine daha ısrarlı gidilmesi gerektiğini belirterek, "savaş süresince İsrail, başarılı ve etkileyici bir başarılı elde etmesine karşın, Hamas hâlâ İsrail'i vuracak roketlere sahip ve şayet İsrail, kesin bir sonuç elde etmek istiyorsa yarıda kalmış işini tamamlamalı" deniliyor.
Milli Gazete

ARKASINDA BIÇAKLI BİRİ VAR
09 Şubat 2009 09:01

İsrail Derin Devleti Erdoğan'ı yoketmek için kimi, nasıl kullanacak? Çok çarpıcı analiz...

Yenişafak'tan Mehmet Gündem'in, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı Sedat Laçiner'le yaptığı röportajın çarpıcı bölümü:

İsrail'in operasyonel gücü nedir?

Hem İsrail hem de gücü, gerçekliğin ötesinde büyük bir efsane. Her efsane gibi bu da hikayelerden, diğer ülkelerin algı ve abartmalarından oluşuyor.

Algının abartı yönü olduğu kadar bir de gerçeklik boyutu var değil mi?

Evet, şunu göz ardı etmeyelim, İsrail bir terör devletidir yani terör faaliyetleri sonucunda kurulmuştur. İlk başbakanları, bakanları teröristtir… İsrail'in temelindeki şiddet örgütlenmesi bugün de devam ediyor. İsrail'de devlet mi orduya sahiptir, ordu mu devlete sahiptir anlayamazsınız. İsrail de her şey silahlı devlettir. Türkiye'de derin devlet var diyoruz ya İsrail'in tamamı derin devlet gibidir. Bütün devletler İsrail'den endişe ederler. Dışarıda terör uygulayan bir devletten bahsediyoruz.

Erdoğan'ın batı ile arasını açmak istiyorlar

İsrail'de Erdoğan fotoğrafının üzerine çarpı atıldığını, Türkiye'de ise ulusalcılar arasında İsrail ve Amerikan sevgisinde hızlı bir artışın gözlendiği konuşuluyor.

Türkiye'de iktidarı ABD, İsrail, AB belirler algısı var.

Türkiye'de darbe isteyenler şimdi İsrail ve ABD'den destek mi bekliyor?

AK Parti iktidarının devrilmesi konusunda Türkiye'de bir gruplaşma var. Darbeyi nasıl yapalım arayışındalar. İsrail'den, ABD'den, AB'den destek almayı düşündüler. Dışarıda AK Parti'nin bağlantılarını kesmeyi, içeride ise ekonomik, sosyal açıdan zayıf, rejim tartışmalarıyla yorgun düşürerek sonuca gitmeyi planladılar. Planlar yapılırken ulusalcılar veya Ergenekon çeteleşmesi, nasıl olur da AK Parti ile batının arasını soğuturuz dedi. Bizde medyanın önemli bölümü ABD ve İsrail'i savunur hale geldi. Amaç AK Parti'yi ne pahasına olursa olsun devirmek.

İsrail'in Erdoğan'a 'kirli operasyon' ihtimali var mı?

Türkiye'de Yahudi bir iş adamına suikast olabilir dedim bir süre önce. Davos sonrası bir Yahudi'nin burnu kanasa sorumlusu olarak Erdoğan'ı yansıtacaklar. Türkiye'de köşeye sıkışanlar böyle bir olayı yapabilir. İsrail Türkiye'de ittifak kurabilecekleriyle ittifak kurabilir. İttifak için en uygunu da Ergenekon'dur. Geçen hafta Yahudi işadamlarına suikast planlayan bir El Kaide hücresi çökertildi, aynı gün İsrail'de bir gazetede Bursa'da bir sinagog yakıldı diye yalan bir haber çıktı.

Erdoğan için esas tehlike nedir?

Arkasına bakmadan mücadele ediyor. Davos'ta sert konuşuyor ama arkasında duran biri bıçakla bekliyor.

Yani…

Ergenekon'u temizleyememiş Başbakan ülkesinin dışında dik duramaz. Ağır fatura öder. Türkiye'de devletin içinde birbiriyle çatışan en az iki grup var. Bütün güçlerini ülke içinde hesaplaşmalarda harcarlar. Güvenlik birimlerinizle içe odaklanırsanız dış savunma ve ön alma yetenekleriniz kaybedersiniz. Çeteleriniz, hemen dış güçlerin etkisi altına girerler. Erdoğan'ın gitmesine İsrail kadar, Ergenekon da bazı gazeteler de sevinir.

ABD'de darbe için lobi yapan Türkler oldu

İsrail Türkiye'ye ne yapabilir?

İsrail'in Türkiye'nin çıkışlarından rahatsız olduğu muhakkak. Ortada krizden de fazlası var. Ya İsrail değişecek ya da Türkiye'yi değiştirecek. Türkiye'ye açıktan meydan okuması zor. Çünkü hem savaştığı cephe geniş hem Türkiye ile kavga etmek meşruiyetine inanılmaz darbeler vurur. Bu nedenle formel siyasette tansiyonu düşürmek isteyen taraf olacaktır. Yine de pek çok İsrail'li siyasetçi dua ediyorsa ilk dileği “AKP'siz bir Türkiye”dir.

İsrail için AKP'siz bir Türkiye bundan sonra stratejik bir arzu mu?

Bir devletin başka bir devlette iktidarları değiştirmesi kolay değil. Fakat Türkiye'nin olduğu gibi İsrail'in de derin devletinin bulunduğu unutulmamalı. İsrail'in derin devleti Türkiye'nin derin devletlerinden hem daha geniş, hem de daha etkili. İsrail'e ordu-istihbarat devleti demek dahi mümkün.

ERGENEKON SÜRECİ BELİRLEYİCİDİR

Böyle bir devletin reflekslerinden korkmak gerekir mi?

Evet ama ben yine de İsrail devletinin AK Parti'ye karşı kirli operasyon emri vereceğini sanmıyorum. İsrail derin devleti için ise aynı iyimserliği ifade edemiyorum. Türkiye'nin içinde birlik sağlanabilmiş olsa, Ergenekon üzerine kararlılıkla gidilse Türkiye'nin İsrail'den korkacağı bir şey yok. ABD'nin bile Türkiye'ye yapacakları sınırlı. Devletlerin gücünü asıl içerideki yapılar oluşturur. Bakınız Türkiye'ye, işbirliğine bile gerek yok, bugün İsrail'in arzusu ile Türk medyasının önemli bir kısmının arzusu aynı.

Bu durumda İsrail'deki bazı aşırı uçlar ile ABD'deki uzantılarının AK Parti'siz Türkiye için özel bir çaba içinde olacakları söylenebilir mi?

Söylenebilir fakat bu çaba yeni değil. Özellikle 2006 ve 2007'da neo-conlar ile temas içindeki bazı İsrail unsurları AK Parti'yi dinci ve Yahudi düşmanı göstererek Türkiye'de askeri darbenin ABD ve İsrail'in hayrına olacağına dair görüşlerini yaymaya başladı. Bu görüşler bir dönem Washington'da güçlü bir taraftar kitlesi de buldu. Kongre, Beyaz Saray ve Pentagon'un darbeye ikna edilmesi için ciddi lobi çalışması yapıldı. Bu çalışmalarda bazı Türkler de rol aldı. Türkiye'de kim öldürülürse bunun darbeye nasıl hizmet edebileceği bile konuşuldu. Hatırlayın, Washington yönetimi 27 Nisan muhtırasına uzun süre tepki vermedi.

Ordu, İsrail ve Amerikan'ın düğmeye basmasıyla darbe yapar deniliyor…

Daha önce basıldı ama ordu darbe yapmadı.

Fatura fantazimiz geniş

Demirel, “Uluslararası meselelerde birtakım faturalar çıkar. Bu faturaların nerede, ne zaman, nasıl çıktığının çok farkına varamazsınız…” sözleriyle ne demek istedi?

Demirel bu tür kirli operasyonları en iyi bilecek kişilerden bir tanesi, kendisine karşı da yapılmıştır. En büyük korkusu askeri darbeler ve Amerika ve İsrail gibi devletlerin istihbarat güçlerinin müdahaleleri oldu. Bu iki gücün Türk siyasetini yönlendirdiği kanaati Demirel'de hâlâ var. Erdoğan burada askere rağmen iktidar olunmaz ve İsrail ve Amerikan politikalarıyla ters düşerek iktidarda kalınmaz efsanelerine meydan okuyor. Bu süreçten sağ salim çıkarsa Türkiye'de ilk örnek olacak… Yani o faturanın ne olacağı konusunda geniş bir fantazi dünyasına sahibiz.
aktifhaber

İsrail, Yahudiler için büyük tehlike

Roni Margulies, Yahudi kökenli bir Türk vatandaşı. Şair, savaş karşıtı bir eylemci. 'Darbeye Dur-De' inisiyatifinin aktivisti. İngiltere'de iktisat okumuş. İstanbul'da yaşıyor. Çevirmenlik yaparak geçimini sağlıyor. Roni Margulies, aynı zamanda İsrail karşıtı bir anti-siyonist. İsrail'in Filistin halkına karşı uyguladığı sistemli saldırılara karşı her platformda sesini yükseltiyor. Ona göre "İsrail, Yahudiler için büyük tehlike".

Margulies, Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki çıkışından çok memnun olmuş. "Gazze'deki vahşet karşısında ben bile derin öfke duydum. Tayyip Erdoğan bir de Müslüman, dini bütün bir adam. Dolayısıyla 'din kardeşlerim eziyet görüyor, öldürülüyor, bombalanıyor' diye düşünmüştür. Olup bitene karşı bilenmiştir. Karşısına İsrail'in cumhurbaşkanı çıkıp ileri geri konuştuğu zaman çok bireysel bir tepki gösterdi." diyor Margulies. Başbakan Erdoğan'ın söyleminin Yahudi düşmanlığını kışkırttığı iddialarını ise kabul etmiyor. Ona göre anti-semitizmin yükseliyor olmasının sorumlusu "İsrail Devleti'nin politikaları". Margulies, İsrail'in işlediği bütün günahların Yahudilere mal edilmesinin yanlışlığına dikkat çekiyor: "İsrail başka şeydir, Yahudiler başka. İsrail'in siyasetini onaylamayan birçok Yahudi mevcuttur."

Yahudi düşmanlığı yükseliyorsa bunun suçlusu İsrail'dir

Roni Margulies, İstanbullu bir Yahudi. Şair, savaş karşıtı bir eylemci. "Darbeye Dur-De İnisiyatifi'nin aktivisti, İsrail karşıtı bir anti-siyonist. Geçimini tercüme yaparak sağlıyor. Yayınlanmış -çoğu şiir- dokuz kitabı var. Ona göre "İsrail, Yahudiler için büyük tehlike". İsrail'in çoluk çocuk demeden Filistin halkına saldırması terörizm, bir insanlık suçu. Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki çıkışından memnun kalan Margulies, son katliamdan sonra bütün dünyada Yahudi aleyhtarlığının artışına dikkat çekiyor "Yahudi düşmanlığı yükseliyorsa bunun suçlusu İsrail'dir." diyor.

Davos'ta yaşananları nasıl değerlendirdiniz?

Başbakan Erdoğan'dan kişisel olarak böyle bir tepki beklerdim de herhalde çevresindeki danışmanları izin vermez diye düşünürdüm. O açıdan şaşırdım. Erdoğan'ınki kişisel bir tepkiydi. Ama ben çok olumlu buluyorum bu çıkışı. Çünkü bir başbakanın işi kendisine oy veren kendisini seçen kişileri temsil etmektir. Halk arasında çok olumlu karşılanan bir tepki göstermiş olmasına rağmen bu tavır bazı kesimlerce AK Parti ve Erdoğan'a karşı kullanılacak. CHP'nin sözcüleri hemen "Türkiye'nin çıkarları zedeleniyor." diye tepki verdiler. Gerçi daha sonra Baykal tersini söyledi. Baykal, baktı ki olanlar halk arasında olumlu karşılandı, 'biz tam bunun tersini söylemeyelim' diye düşündü herhalde. Bence takiyye yaptı!

Erdoğan'ın çıkışının hesaplı olduğunu söyleyenler var. Sizce de öyle mi?

Yok öyle olduğunu zannetmiyorum. Çünkü televizyonda izleyen herkes çok doğal, planlanmamış bir tepki olduğunu anlamıştır. Belli ki kafası attı Başbakan'ın. Çok sinir bir şey o el kol hareketleri. Kime yapılsa benzer tepki verebilir. Bir de şöyle bir durum var; birkaç hafta boyunca Gazze'de olup bitenleri hepimiz izledik. İnanılmaz vahşet sahneleri... Ben bile derin bir öfke duydum. Erdoğan bir de Müslüman, dini bütün bir adam. Dolayısıyla 'kardeşlerim eziyet görüyor, öldürülüyor, bombalanıyor' diye düşünmüştür. Olup bitene karşı bilenmiştir. Karşısına İsrail'in cumhurbaşkanı çıkıp ileri geri konuştuğu zaman çok bireysel bir tepki gösterdi. Bir başbakan böyle uluslararası bir toplantıda böyle yapmalı mıdır, o başka bir şey. Ben yapmalıdır diye düşünüyorum. İlle de 'uluslararası platformda doğruyu söylemek yanlıştır, ülkenin çıkarları ne olacak?' demeyi ben makul bulmuyorum.

Bu tepkisinin dünya kamuoyuna etkisi oldu mu?

Erdoğan bu kadar esti gürledi ama İsrail'le Türkiye arasında ikili antlaşmalar bozuldu mu? Hayır. Çok çeşitli askerî ve ekonomik antlaşmalar bozuldu mu? Hayır. Konya'da İsrail pilotlarının eğitim görmesine dokundu mu? Hayır. İkincisi uluslararası ilişkilerde 'şimdi bu adam bizim aleyhimize konuştu, bütün ilişkilerimizi keselim', düzeyinde iş yapılmaz. İster Amerika ister İsrail, Türkiye'de masaya oturduğu zaman, orada somut çıkarlar gündeme gelecek. Dünyaya baktığımızda ise ben son dönemde bir kırılma olmaya başladığını hissediyorum.

Ne tür bir kırılma?

Yakın geçmişe kadar Avrupa'da İsrail'e eleştirel bakmama çok yaygındı. İsrail'in yaptıklarını büyük ölçüde haklı bulma, çok fazla ince eleyip sık dokumama eğilimi hep baskındır Batı'da. Bunun nedeni açık: Almanya'da II. Dünya Savaşı sırasında 6 milyon Yahudi'nin faşistler tarafından katledilmiş olması. Bunun biraz artık kırıldığını, çatladığını hissediyorum. Lübnan ve Gazze saldırılarında açıkça görüldü ki İsrail hastaneleri füzeyle vurdu, yolları, binaları, okulları havaya uçurdu, elektrik suyu kesmek için bombalar attı hatta giden yardımları engelledi. Televizyon ekranlarından açıkça görüldü ki bu bir sivil halka bir saldırı. Bunları nasıl biz görüyorsak hiç şüphesiz Batı'da daha ayrıntılı takip ediliyor. Bu nedenlerle bir kırılma olduğunu düşünüyorum. Örneğin Londra'da toplam dört gösteri yapıldı. Son gösteriye 100 bin kişi katıldı. Ben de o gösterideydim. Londra'da Filistin'le ilgili ikinci en büyük gösteri, 5 bin kişilikti. Sayı bugün 100 bine çıkmış. Bu ilginç bir gelişme. Dolayısıyla soruya dönecek olursak. Erdoğan'ın yaptığı nasıl Türkiye'de halkın nabzına denk düşmüşse, Batı'da da eskisi kadar ters düşmedi bence.

Başbakan, Türkiye'nin değil de 'terörist' örgüt dedikleri Hamas'ın çıkarlarını mı korudu?

Şimdi Hamas'ın terörist bir örgüt olduğunu nerden çıkarıyorlar anlamıyorum. İsrail'e roket atıyormuş... İsrail orada 1300 insanı öldürüyor bu terörizm olmuyor da Hamas'ın 6 tane roket atması mı terörizm oluyor? Demokratik yöntemlerle seçilmiş bir hükümet, Filistinli halkın büyük çoğunluğunun açıkça desteğini almış bir oluşum niçin terörist oluyormuş ben anlamıyorum. Bunu desteklemek neden sorun oluyormuş bunu da anlamıyorum. Filistinliler eğer bu örgütü kendilerini temsil etmek için seçmişse bize susmak düşer.

Erdoğan'ın tavrının bir devlet adamına yakışmadığı şeklinde yorumlar yapıldı. Hâlâ da Bbaşbakan'ı ağır dille eleştiren köşe yazarları var. Siz bu yazılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu köşecilerin tepkisi İsrail taraftarlığından değil Türkiye'deki son dönemdeki kutuplaşmadan kaynaklanıyor. Kemalist cephe sürekli fırsat kolluyor. 'Biz söylemiştik, tehlikeye işaret etmiştik' demeye getiriyorlar. Ben bu kesime zaten büyük bir öfke duyduğum için bu tür haber ve yorumları okuduğum zaman daha da öfkeleniyorum. Ama böyle yaptıkları sürece bir kez daha toplumdan kendilerini tecrit etmiş oluyorlar. Toplumun büyük bir kısmı Erdoğan'ın çıkışından çok memnun oldu. Memnuniyetsiz insanlar kendilerini bir kez daha deşifre etmiş oluyorlar. Bu da iyi oluyor.

İsrail'i eleştirmek Yahudi düşmanlığı mıdır?

İsrail'i eleştirmek, siyonistlerin gözünde tam da böyledir. Ama gerçek böyle değil. İsrail bir devlettir. Bir devletin politikalarını eleştirmek ırkçılık değildir, Yahudi düşmanlığı değildir. Ama İsrail devleti bunu kullanır. Hem böylece bütün Yahudileri kendine bağlamayı umar, hem de kendisine yöneltilecek eleştirilerin önünü kesmeyi amaçlar. Çünkü hiç kimse ırkçı olarak algılanmak istemez, ırkçılar hariç. İsrail devleti ve İsrail devletinin başındaki Siyonist kurumlar bunu kullanıyor. Ama bu bir yanıltmacadır, üstelik hem İsrail devletinin hem de Yahudi düşmanlarının işine gelen bir yanıltmaca... Böylece İsrail devletinin işlediği bütün suçlar, cinayetler Yahudilere mal edilir. 'İsrail' başka şeydir, 'Yahudiler' başka. Kaldı ki, hem İsrail içinde hem İsrail dışındaki Yahudiler arasında anti-Siyonist çoktur. İsrail'in siyasetini onaylamayan, desteklemeyen Yahudi çoktur.

Musevi cemaatiyle ilişkileriniz nasıl?

Yahudi cemaati benim fazla konuşmamdan memnun değil. Nedeni şu. Yahudi cemaatinin tavrı konuşmamak, göze çarpmamak mümkünse görünür olmamak. Görünmezsek bizim burada olduğumuz unutulur ve bize dokunmazlar tavrı hakim. Ben konuştuğum zaman sessiz kalma çabasını bozmuş oluyorum. Kaygılanıyor muyum? Hayır. Çünkü Yahudi cemaatinin köşede adam vurdurtmak gibi bir âdeti yok. Benimle bu âdetin başlamayacağını ümit ediyorum. Çok da bir korkum yok. m.tokay@zaman.com.tr

Erdoğan, hiçbir zaman anti-semit laf etmedi

Erdoğan'ın çıkışının anti-semitizmi kışkırttığı söylendi. Siz ne düşünüyorsunuz?

Erdoğan "Yahudilere bir şey yapmak isteyen karşısında beni bulur." dedi. Son derece olumlu bir söylem. Erdoğan'ın daha önce anti-semitizme yol açan sözler ettiği söylendi, bu doğru değil. Şöyle bir hata yaptı İsrail'e yönelik olarak. "Biz 500 yıl önce sizin atalarınızı burada kabul etmiş insanlarız." dedi. Şimdi bunu dediği zaman Yahudilerle İsrail devletini bir ve aynı yapmış oluyor. İsrail devletinin kuruluşundan 450 yıl önce yaşayanlarla bugünkü Siyonist devleti aynılaştırmak sorunlu bir şey. Bu bence bilmemekten yapmış olduğu iyi niyetli bir hata. Ve belli ki Başbakan'ı bu konuda uyardılar. Söylediklerine baktığım zaman hiçbir zaman anti-semit laf etmedi. Bundan ötesi palavra.

Musevi cemaati tedirgin; çünkü...

Musevi cemaati tedirginlik duyuyor mu?

Kuşkusuz tedirginlik duyuyor. Bunun suçlusu Erdoğan mıdır değil, hükümet midir?' değil. İsrail aleyhine gösteri yapanlar mıdır, değil. Niye değil? Protestomuzu dile getirmek zorundayız. Bunun suçlusu İsrail devletidir. Sadece İstanbul'da değil dünyanın birçok yerinde geçtiğimiz dört-beş hafta içinde Yahudi düşmanlığının artmış olduğundan hiçbir kuşkum yok. Anti-semitizmin yükseliyor olmasının suçlusu İsrail devletidir. Türkiye'de belli bir düzeyde Yahudi düşmanlığı var. Ama bu saldırgan ve azılı bir düşmanlık değil. İsrail devleti ile Yahudi bireyler arasındaki fark muhafaza edilmediği takdirde masum bir Türkiye vatandaşına saldırı olması ihtimalini gündeme getirmiş oluruz. Onun içindir ki Yahudi cemaati tedirginlik yaşıyor. Bir de ayrıca burası Türkiye. Varlık vergisinin, 6-7 eylül olaylarının yaşanmış olduğu memleket.. Bu olaylar cemaatin belleğinde durur.
Kaynak: Zaman / Pazar

Haham Eliyahu'dan İsrail halkına açık çağrı:
''Türkiye’den ithal edilen ürünleri boykot edelim''


10 Şubat 2009 İsrail’de açıklamalarıyla tartışmaya sebep olan Haham Eliyahu, Türkiye’nin Gazze operasyonu sırasında İsrail’e gösterdiği “düşmanlık” nedeniyle halkın Türkiye’den ithal edilen kuru meyve ürünlerini boykot etmesini istedi.
Haham Eliyahu, Yedioth tarafından yayınlanan açıklamalarında boykot çağrısının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos toplantısında Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yönelik “düşmanca" ifadelerini ve buna Türk halkının verdiği desteği protesto etmeyi amaçladığını söyledi.
Türkiye’ye yönelik turizm boykotuna ek olarak bir ekonomik boykotun başlatılmasını isteyen haham “Askerlerimiz savaştığı ve devleti savunduğu sıralarda Türkiye, en büyük düşmanlarımızın yanında yer almayı tercih etti ve kuvvetlerimizi tehdit etti” şeklinde konuştu.
Çok sayıda İsrailli şirketin son dönemde Türkiye’den büyük miktarda kuru meyve ithal ettiği, boykot çağrısının başarılı olması halinde ürünlerini imha etmek zorunda kalacakları kaydedildi.
netgazete

27 Ocak 2010 19:55
Türkiye'den İsrail'e Sert Uyarı
Türkiye, BM Güvenlik Konseyinde, İsrail'i bir kez daha ''güçlü bir şekilde uyardı''.

Türkiye, BM Güvenlik Konseyinde (BMGK), İsrail'i Filistinliler'e yönelik politikası ve uygulamaları nedeniyle bir kez daha ''güçlü bir şekilde uyardı''.

BMGK'nın Orta Doğu konulu aylık toplantısında, BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ertuğrul Apakan, Türkiye'nin konuyla ilgili görüşlerini açıkladı.

Türkiye toplantıda ''İsrail, Kudüs'te Filistinliler'e yönelik zorla tahliyelerine ve işgal ettiği topraklardaki Yahudi yerleşimlerine son vermeli, Gazze'de halkın çektiği eziyeti sona erdirmelidir'' dedi.

Türkiye'nin Orta Doğu barış sürecinin yeniden canlandırılmasına yönelik uluslararası çabaları tamamen desteklediğini, katkıda bulunduğunu ve görüşmelerin gecikmeksizin başlaması gerektiğini belirten Apakan, ancak bu konuda bazı engellerin bulunduğunu belirtti.

İsrail tarafından Kudüs'te Filistinliler'e ait evlerin yıkıldığını, Filistinli ailelerin tahliye edildiğini ve Kudüs'te yaşayan Filistinliler'e verilen ikamet haklarının iptal edildiğini vurgulayan Apakan, 2008 yılında Doğu Kudüs'te ikamet hakları ellerinden alınan Filistinliler'in sayısının son 40 yıldaki ortalamanın tam 21 katı olduğunu bildirdi.

Uluslararası toplumun İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhak etmesini kabul etmediğini ve Kudüs'ün statüsü meselesinin bu kentin, bölgede yan yana ve barış içinde yaşayacak iki devletin başkenti olacak şekilde çözülmesi gerektiğini bildiren Apakan, Kudüs'ün demografik yapısının, statüsünün, kültürel ve dini sisteminin korunması gerektiğini bildirdi.

Ertuğrul Apakan, İsrail'den Filistinliler'e yönelik zorla tahliyelerine, ev yıkımlarına son vermesini isterken, İsrail'in Kudüs'te kışkırtıcı hareketlerden kaçınması ve Kudüs'ün statüsünü BM Güvenlik Konseyi kararlarında belirtildiği üzere koruması gerektiğini de ifade etti.

İsrail'in işgal ettiği topraklarda yürüttüğü Yahudi yerleşimlerinin de uluslararası hukuk kurallarına göre meşru olmadığının altını çizen Apakan, İsrail'in 1967 yılından beri işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve Yahudi yerleşimlerine son vermesi gerektiğini vurguladı.

-GAZZE'NİN DURUMU

İsrail operasyonunun üzerinden 1 yıl geçmesinin ardından Gazze'de halen 1,4 milyon Filistinli erkek, kadın ve çocuğun Gazze'de sıkışıp kaldıklarını ve günlük hayatlarında elektrik kesintileri, su, gıda sıkıntısı ve sağlık sorunlarıyla karşı karşıya olduklarını belirten Daimi Temsilci Büyükelçi Ertuğrul Apakan, İsrail'in ablukası nedeniyle Gazze'de büyük çapta issizlik sorunu, yoksulluk olduğunu ve 20 binden fazla yerlerinden olmuş Filistinlinin halen çadırlarda ve inşası tamamlanmamış evlerde yaşadıklarını vurguladı.

''Bu böyle devam edemez'' diye Apakan, Gazze halkının çektiği eziyetlerin sona erdirilmesi, 1860 sayılı BMGK kararının uygulanması ve Gazze'nin yeniden inşasının başlaması gerektiğini, bunun için de Gazze'ye geçişlerin tamamen açılması ve Gazzeliler'in normal günlük hayatlarına dönmeleri gerektiğini belirtti.

Apakan, bunun aksi durumunda barış yönünde ilerleme kaydetmenin ve güven sağlamanın son derece zor olacağını kaydederek, Orta Doğu'da kapsamlı ve kalıcı barışın sağlanması amacıyla başlaması gereken barış süreci yolunda duran şu anki engellerin ve çıkmazın aşılması gerektiğinin altını çizdi.
aktifhaber


En son Ekim tarafından Çrş Oca 27, 2010 11:19 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Şub 15, 2009 6:29 pm    Mesaj konusu: "Gül diyet ödüyor" Alıntıyla Cevap Gönder

Prof. Dr. Nurullah Aydın: Gül diyet ödüyor
16-11-2007

Prof. Dr. Nurullah Aydın, Gül'ün İsrail ile Türkiye'yi aynı kefeye koymasını "utanç verici bir olay" olarak nitelendirdi. Aydın, "İsrail'in PKK terörüne verdiği destek açık olarak bilinmesine rağmen Gül'ün böyle bir beyanda bulunması tarihi bir yanılgıdır, tarihi saptırmadır" dedi. Prof. Dr. Nurullah Aydın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün diyet ödediğini
savundu. Aydın, Gül'ün ABD'nin Irak işgali için söylediği 'Bu müdahale bölgeye
demokrasi, barış ve huzur getirecektir' sözünü hatırlatarak, "İsrail
hakkındaki açıklamasıyla kan ve gözyaşına boğulan Filistin halkının
mücadelesini görmezden gelmiştir. İsrail'in PKK terörüne verdiği destek açık
olarak bilinmesine rağmen Gül'ün böyle bir beyanda bulunması tarihi bir
yanılgıdır, tarihi saptırmadır" dedi. Bu açıklamayla Ortadoğu'da barıştan
ziyade HAMAS'ın gözden çıkarıldığını belirten Aydın, "HAMAS Lideri Meşal'le
görüşerek İsrail'in tepkisini çeken Gül, bu açıklamayla İsraillilerin gönlünü
almıştır. Filistin halkının yasal temsilcileri bu buluşma ve açıklamayla devre
dışı bırakılmıştır" diye konuştu.

İsrail'in demokratik bir ülke olmadığını söyleyen Prof. Aydın, "İsrail'i
demokratik bir ülke olarak ilan etmek demokrasi anlayışına ters bir
yaklaşımdır. İsrail terör örgütü olarak kurulmuştur ve bu şekilde varlığını
sürdürmektedir. İsrail kurulduğundan beri insan haklarını en fazla ihlal eden
ülkedir. Ayrıca İsrail ile Türkiye'yi aynı kefeye koymak büyük bir
talihsizliktir. Çünkü İsrail devlet terörü uygulamaktadır. Türkiye ise tarihi
ve geçmişi ile birlikte bugün yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen insan
haklarının yaşandığı önemli ülkelerden biridir. Dolayısıyla Gül'ün İsrail ile
Türkiye'yi aynı kefeye koyması utanç verici bir olaydır. Büyük bir çelişkidir.
İsrail ile Türkiye'nin aynı kareye gelmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. İsrail
vahşetini göz ardı etmek Türkiye'nin büyüklüğünü idrak edememek demektir"
şeklinde konuştu.

http://www.turkpolitika.com/component/content/article/1-haberler/1019-prof-dr-nurullah-aydgiyet-or

Hillary: Yeni İsrail hükümetinin de yanındayız
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Ortadoğu turu kapsamında temaslarda bulunmak üzere İsrail'e geldi. Clinton, "ABD, yeni kurulacak İsrail hükümetinin yanında olacak. İsraillilerin demokratik iradesi ile seçilmiş yeni hükümetin arkasında olacağız" dedi. İsrail Cumhurbaşkanı Peres ise, kurulacak hükümetin barış sürecine ve anlaşmalara bağlı kalacağını söyleyerek, İsrail'in ciddi güvenlik sorunları olduğunu belirtti. 03.03.2009 KUDÜS

Bu suçlar görmezden gelinemez
Ahmet VAROL
Vakit
20 Şubat 2009

İşgalci Siyonist devlet şimdiye kadar sürekli işlediği suçların görmezden gelinmesinin rahatlığını yaşadı. Tabii bunda ABD’nin kendisine sahip çıkmasından, işlediği tüm savaş suçlarının üstünün onun tarafından örtülmesinden yararlandı. Nükleer silahlanma konusunda önü hep açık tutulduğu gibi, savaş suçları konusunda da hiç üzerine gidilmedi.

Bu derece saldırgan, sınır tanımaz, kural tanımaz olabilmesinin sebebi de budur. Ama onun bütün bu suçları görmezden gelinemez. Görmezden gelindiği sürece sınır tanımaz olmaya devam edecektir. En azından icra ettiği savaş suçları konuşulmalı, bu suçlarla ilgili bilgi ve belgeler kamuoyunun gündemine taşınmalı, gün yüzüne çıkarılması için çaba sarf edilmelidir.

Siyonist işgal devletinin savaş suçları arasında yer alan, ibadet mekânlarının, camilerin vurulmasına bir önceki yazımızda kısaca temas etmiş ve sadece sayıları vermekle yetinmiştik. Ancak bu konu üzerinde biraz daha durmak gerekiyor. Siyonist devletin Gazze’ye yönelik saldırılarında camiler özellikle hedefti. İşgal güçlerinin bilhassa camileri hedef alan saldırıları, iddia ettikleri gibi savaşlarının belli bir örgüte veya harekete karşı değil doğrudan İslâm’a, İslâmî değerlere ve mekânlara karşı olduğunu da gözler önüne sermektedir. Camileri hedef almalarının muhtelif sebepleri var ama burada ayrıntısına giremiyoruz.

Camilerden kendilerine saldırı düzenlendiğini iddia etmeleri ise saldırganlıklarına gerekçe oluşturmak için yalanın her türlüsüne başvurmakta herhangi bir sakınca görmemeleri, saldırıda sınır tanımadıkları gibi yalanda da sınır tanımamaları sebebiyledir. Farz edelim ki bir iki camiden saldırı oldu. Hareket ettiğini gördükleri bir şeyi ihmal etmedikleri gibi minaresinin göğe doğru yükseldiğini gördükleri hiçbir camiyi de ihmal etmemişler. Bazı camiler özellikle namaz esnasında vuruldu ve namaz kılanların üzerine yıkıldı.

İşgalci Siyonistlerin cami düşmanlıkları ve saldırılarında camileri özellikle hedef alma hastalıkları yeni değildir. 1968’de saldırı düzenledikleri, Kerame’yi ziyaret ettim. Dikkatimi çeken şey şehrin merkezindeki caminin minaresini hedef tahtası yapılmış olmalarıydı. Ben ziyaret ettiğimde saldırının üzerinden yirmi yıl geçmişti ama atılan mermilerle kalbura dönüştürülen minarede izler aynen korunuyordu.

Beş gün sonra el-Halil katliamının yıldönümünü anacağız. Müslümanların el-Halil’de Hz. İbrahim Camii’nde sabah namazını kılarken secdeye vardıklarında arkadan üzerlerine otomatik silahlarla mermi yağdırılması suretiyle gerçekleştirilen bu katliam Siyonist vahşetin Müslümanların dinlerine, ibadetlerine ve mabetlerine olan kinlerini gözler önüne seriyor. Okuyucularımızdan medyayla ilgisi olanlara el-Halil katliamının yıldönümünde mutlaka onların bu kinlerini gündeme taşımalarını tavsiye ediyoruz. Katliamla ilgili bütün ayrıntılı bilgileri ve fotoğrafları web sitemizde (www.vahdet.com.tr) bulabilirsiniz.

Siyonist işgal güçlerinin son Gazze katliamında gerçekleştirdikleri savaş suçlarından biri de Filistinli esirleri katletmeleridir. Uluslararası savaş hukukuna göre cephede savaşırken esir edilen askerlerin bile canlarının emniyette olması, öldürülmeyip esirlerin toplandığı mekânlarda canlı tutulmaları gerekir. Siyonist işgalciler ise cephede savaşan mücahitlere yaklaşamadıkları için onlardan kimseyi esir edemediler. Ama silahsız, savunmasız sivilleri esir ederek vahşice katlettiler. Bazılarını topluca evlere doldurdu, o evlerin koordinatlarını bildirip havadan bombalatmak suretiyle toplu katliam gerçekleştirdiler. Bu tür vahşi katliamlara dair birçok belge ve olaylara şahit olanların verdiği bilgiler var.

Siyonistlerin gerçekleştirdiği savaş suçları arasında özellikle zikredilmesi gereken bir suç da hayvanların, ağaçların ve bitkilerin topluca imha edilmesidir. Savaş sonrasında Gazze’ye ziyarette bulunan birçok gözlemci işgal güçleri tarafından basılmış yerlerde hayvanların ve zirai mahsulâtın imha edilmiş şekline gözleriyle şahit oldu ve görüntüler aldı. Hayvanlardan bazılarının kimyasal silahlarla imha edildiği tespit edildi.

İşgal devletinin öcü yapılması ve onunla uğraşılmasının ağıra mal olacağı uyarıları kimsenin gözünü korkutmamalı. Aslında Siyonist işgalcinin zaafları daha fazladır ve şişirildiği gibi de değildir.

BM’nin ve uluslararası yargı organlarının ikiyüzlülüğü sebebiyle “nasıl olsa bir şey çıkmayacak” yaklaşımı da ihmale sevk etmemeli. En azından Siyonist saldırganın suçluluğu tescil edilir ve insanlık nezdinde mahkûm edilir. Suçlarının üstü kapatılmamış, kayıtlara geçirilmiş olur. Bugünün ikiyüzlü kurumlarının cezalandırmadığı Siyonist vahşeti bir gün insanlık mutlaka cezalandırır. Allah katında ise hiçbir suçları ihmal edilmemektedir, herkes işlediği zulmün cezasını mutlaka çekecektir.
Vakit

İSRAİL'DEN 'ERMENİ SOYKIRIMI' TEHDİDİ!
15 Şubat 2009
İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi, Ermeni soykırımını iddialarını tanımanın herkesten çok İsrail’e düştüğünü öne sürerek, açık açık Türkiye'yi tehdit etti
Jerusalem Post gazetesinde yer alan yazıda, Türkiye’de dile getirilen “İsrail Gazze’de soykırım yapıyor” iddiaları hatırlatıldı ve “Çok farklı bir nedenle de olsa İsrail’in artık Ermeni soykırımı tanıması gerekiyor. Çünkü benzerini yaşamış bir ülke olarak Ermeni soykırımını tanımak herkesten çok İsrail’e düşer” ifadesi yer alıyor. Yazıda 1915 olaylarının Birleşmiş Milletler soykırım tarifine uyduğu iddia ediliyor.

Yazıda 1915 olaylarının Birleşmiş Milletler soykırım tarifine uyduğu iddia ediliyor.

Washington’un da soykırım iddialarını tanımaya her zamankinden çok daha yakın olduğu öne sürülen yazıda, ABD Başkanı Obama yönetiminin bugüne kadar ki, “En Ermeni yanlısı yönetim” olduğu belirtiliyor.
haber10

Kayseri'de 'Hitler'in ruhu için' helva dağıtıldı
16 Şubat 2009
Kayseri Türk Eğitim-Sen 2 No'lu Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, rüyasında gördüğü Hitler'in isteği üzerine vatandaşlara helva dağıttı.
Türk Eğitim-Sen 2 No'lu Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, rüyasında gördüğünü iddia ettiği Alman Lider Adolf Hitler'in isteği üzerine Cumhuriyet Meydanı'nda helva dağıttı. İlginç tepkileriyle kamuoyunda adını duyuran Öztürk, dün gece gördüğü rüyayı şöyle anlattı:
"Dün bir rüya gördüm. Rüyamda Hitler Bey, 'Sizler beni hep başkalarının gözü ile tanıdınız. Haydi ben kötü şeyler yapmış olabilirim. Ancak Fransa'nın Cezayir'de, Çin'in Doğu Türkistan'da, Yankilerin Amerika'da, Rusların Kafkaslar'da, Ermenilerin Karabağ'da, Amerika'nın Irak'ta yaptıkları karşısında benimki devede kulak kalır. Bunlar yaptıkları her katliamda kasıtlı olarak benim adımı öne sürüp kendilerini masum göstermeye çalıştılar. Sizler de bu propagandaya kandınız ve günahımı aldınız. Sizlere hakkımı
helal etmiyorum. Kayseri Cumhuriyet Meydanı'nda ruhuma helva dağıtırsanız, hakkımı helal edebilirim."
Öztürk, konuşmasının ardından Cumhuriyet Meydanı'nda halka helva dağıttı. Vatandaşlar helva dağıtımına yoğun ilgi gösterdi.
netgazete

MEŞRU MÜDAFAA'NIN MEŞRULAŞTIRILMASI
Kevin Barrett
17 Şubat 2009
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Amerika’da hala ırkçılık var ve Barack Obama günahlarımızdan bizi henüz vaftiz etmemiş iken, Siyahken Araç Kullanmak (Driwing While Black-DWB) diye bir günah varmış. Afrikalı Amerikalılar, bu günah (DWB) nedeniyle çevrilmeye alışmışlardı. Doğal olarak, aydınlanmış çağımızda, böylesi bir şey asla olamazdı.

Bugün işleyebileceğiniz en büyük suç is DWI’dır (Defending While Islamic) yani İslamcı İken (meşru)Müdafaa. Bu suç daha çok “terörizm” olarak bilinir. (..)
Bugün kendini savunmaya cüret eden her bir Müslüman, ailesi ya da toplumu DWI nedeniyle tutuklanma ve yeni Obama-Emmanuel Guantanamo izniyle açık kalmaya devam edecek seks işkencesi çalışma kampındaki düzinelerce gizli hapishanelere doğrudan postalanma tehlikesi altındadır.

Bugün Hamas’ı ya da Hizbullah’ı açıktan destekleyen herkes, pantolonların arkasına “vur bana” levhası asmış ve Ulusal Güvenlik postalına karşı domalmış gibidir.

Bence, Ulusal Güvenlik o postalı alıp güneşin üzerinde parlamadığı yerine sokabilir. Ben Hamas ve Hizbullah’ı seviyorum. Kimin bildiği de umurumda değil.

Hamas ve Hizbullah öncelikle hayırsever organizasyonlardır. Fakirlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için muhteşem işler çıkarmaktadır. Ve ihtiyaç olduğunda, toplumun silahlı meşru müdafaasına yardım ederler.

Bugün, tüm Orta Doğu meşru müdafaa için silahlı bir topluma ölesiye ihtiyaç duymaktadır. Soykırım çılgınları, namı diğer Siyonistler, halihazırda Filistin’i işgal ve ilhak edip etnik temizlik uyguladı ve tüm Orta Doğunun kalbine terör saltanatlarını yayma niyetinde.

Bana inanmıyor musunuz? İsrail bayrağına bir bakın. İki mavi şeridi görüyor musunuz, hani Davut yıldızının her iki kenarında. Bir şerit Nil’dir diğeri Fırat. Siyonist zırdeliler Yahwe adındaki soykırım tanrısının tüm bu toprağı onlara söz verdiğine inanırlar. Bunlardan biri “Sam’in oğlu” David Berserkowitz’dir. Bu insanlar onlara kitle katliamları yapmalarını söyleyen gaipten sesler duyarlar.

Daha da kötüsü Siyonist psikopatların elinde, tüm ilgili anlaşmalar ve kanunların ihlal ederek yüzlerce nükleer silah ve saldırı sistemleri bulunur. İran’ın tersine, onlar Uluslararası Silahsızlanma Anlaşması’nı imzalamamışlardır.

Örtmece, edebi kelam olsun diye “İsrail” adı verilen bu Siyonist varlık, dünyadaki en büyük uluslararası suç kartelidir. Dünyadaki tüm meşru ulusların toplamından daha fazla olarak uluslararası kanunları ve BM kararlarını ihlal etmiştir. Üniformalı keskin nişancıların çocukları öldürmesine müsaade etmektedir. Sırf eğlence olsun diye, çocuklar oyun bahçesinde oynarken tek tek öldürmektedirler. İngiliz Tıp Dergisi, İsrail keskin nişancılarının “çok az ya da hiç” tehdit oluşturmayan çocukları gözlerini kırpmadan öldürdüğü 600’den fazla vaka tespit etmiştir. Yok, daha neler diyorsanız, Filistin’de olup bitenler hakkında hakikati yazmaya başladığı an New York Times’tan ayrılan gazeteci Chris Hedges’in “Gazze Günlüğünü” okuyun.”Gazze Günlüğü”nde Hedges, İsrail askerlerinin çocukları silahlarının menziline çektiğiniz ve onları spor olsun diye vurduğunu anlatır. Bu spor İşgal Altındaki Filistin’de epey yaygındır.

Eğer bu soykırım zırdelileri denizden gelip sizin ülkesini işgal ve ilhak edip çocuklarınızı spor olsun diye öldürse siz ne yapardınız? Ben ne yapacağımı biliyorum. Kendimi, ailemi ve halkımı savunurdum.

Hamas ve Hizbullah’ın yaptığı tam da budur. Bu örgütler Amerika’yla savaşta değiller. Onlar Siyonizm’le savaştalar. Uluslararası kanun altında, işgale karşı silahlı meşru-müdafaa hakları var. Onların desteğinize ihtiyaçları var, tüm aklı başındakilerin, iyi insanların desteğine.

(Kaynak: AtheoNews; Çev: Oğuz ESER/TIMETURK)

İsrailli yazar Levy: Türkiye'yi kaybettik, utanıyorum
27 Şubat 2009
İsrailli gazeteci Gideon Levy, ülkesinin Gazze katliamında Türkiye'yi kaybettiğini belirterek, ülkesinde yaşamaktan utanç duyduğunu söyledi.
Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi'nin düzenlediği toplantıda, Ortadoğu'da yaşananların konuşulduğu bir dönemde iki önemli ismi ağırladı. İsrail'in Gazze saldırılarında İsrail medyasında en sert tepkiyi gösteren Haaretz Yazarı Gazeteci Gideon Levy ile İngiliz The Economist'in 16 yıldır Gazze muhabirliğini yapan Catrin Ormestad, Bursalı gazetecilerle söyleşide bir araya geldi.
ÇGD Bursa Şubesi Başkanı Cüneyt Önder'in oturum başkanlığını ve tercümanlığını yaptığı söyleşide konuşan İsrailli Haaretz Yazarı Gazeteci Gideon Levy, İsrail'in Gazze'ye zalimce bir saldırı düzenlediğini ve bu saldırının hiçbir anlamı olmadığını belirtti. Gazze'ye yapılan saldırıyı zalimce olarak nitelendiren Levy, "Bu dünyada ilk kez yaşandı. Kuşatma altında bir ordunun halka yaptığı bir zulümdü. Bin 300 Filistinli'yi bir hiç uğruna öldürüldüler. 8 yılda 11 İsrail askeri öldü. Bu bir denge değil.
İsrail, saldırıları bitirmiş gibi gösteriyor. Bir cezaevini düşünün, gardiyanlar hala içeride. İsrail basını, Gazze'deki trajediyi hiçbir zaman gündeme getirmedi. İsrail'in bu operasyonda hiçbir çıkarı yok, ama çok şey kaybetti. En önemlisi de Türkiye gibi bir dostunu kaybetti. Bir İsrailli olarak bu yapılan saldırılardan utanç duyuyorum. Barış için hiç umudum yok" dedi.
ABD'nin Obama başkanlığındaki yeni yönetimin bu katliamdan sonra İsrail yönetimine karşı farklı bir politika sergileyeceğini umduğunu belirten Levy, "Ama açıkçası pek fazla da umutlu değilim. ABD dünyanın süper gücü konumunda. Busch, milyonlarca masum insanı öldüren bir liderdi. Ne Busch'u, ne de ABD'yi bu katliamdan dolayı yargılamak mümkün değil, hatta imkansız. Ben İsrail Hükümeti olsaydım, Gazze operasyonlarını gerçekleştiren İsrail Ordu komutanını kovardım" diye konuştu.
Türkiye'nin İsrail için çok önemli bir ülke olduğuna dikkat çeken Levy, "İsrail'in Türkiye'ye çok ihtiyacı var. Türkiye, bölgede İran, Hamas, İsrail üçgeni arasında diyalog kuran tek lider ülke. İsrail için Türkiye'yi kaybetmek çok kötü olur. Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta yaptığı cesur ve haklı bir davranış. Diğer ülkelerin de İsrail'e karşı koykusuzca, böyle cesur davranışlarda bulunmasını isterdim. Ben Başbakan Erdoğan'ı tanımam, bilmem. Erdoğan, Davos'ta hiçbir dünya ülkesi liderinin şimdiye kadar yapamadığını yaptı. Perez'e karşı ayağa kalktı, sesini yükseltti. Uluslar arası toplumun Hamas'ın da içinde bulunacağı bir görüşmeyle müdahale etmesi gerekiyor. Ben ülkemde bu görüşlerime yer verdiğim için hain ilan edildim" diye kaydetti.
İngiliz The Economist muhabiri Catrin Ormestad ise, Gazze'de yaşadıklarını anlatırken, "Biz Gazze bölgesinde haber yaparken çok sıkıntılar yaşadık. İsrail, Gazze'ye yerli ve yabancı gazetecilerden hiç kimseyi sokmadı. Gazze, duvarlarla örülü bir hapishane gibiydi. " diye konuştu.
Gazze'ye hemşire kılığında giren tek gazeteci olduğunu hatırlatan Ormestad, "İsrail, uluslar arası medyaya saygı göstermediğini bu operasyonda kanıtladı. İsrail, orada yaşanan insanlık dramını tüm dünyaya anlatılmasını engellemeye çalıştı, ama başaramadı. Bütün engellemelere rağmen gazeteciler, habercilik görevlerini en iyi şekilde yaptılar. Gazze'de iken yaşananları yakından gördüm. Bir ara, Gazze'den hiç çıkamayacağımı, bir daha evime geri dönemeyeceğimi düşündüm." şeklinde konuştu.
netgazete

Ortadoğu'da, Filistin'in İsrail tarafından işgalini karşı olmayı anti-semitik olarak niteleyenlere çatan Mahalli, gerçekleri söylemek ne zamandan beri anti semitizm oldu dedi.
09 Mart 2009

Engin Dinç - Murat Hazine'nin Özel Haberi

Gazeteci-Yazar Hüsnü Mahalli, Hukukun Üstünlüğü Derneği'nde konuştu. Ortadoğu üzerine konuşan Hüsnü Mahalli, Türkiye'nin bölgedeki etkisinden yaşanan çatışmaların arkaplanına, Filistin meselesinin tarihi seyrinden Hizbullah-İsrail mücadelesinin gerçek sebebine kadar pek çok hususa açıklık getirdi.

"1915'TEN 2009'A İSRAİL FİLİSTİN'İ NASIL ADIM ADIM İŞGAL ETTİ?"

Konuşmasının başında Filistin'in işgal sürecini gösteren haritayı gösteren Mahalli, 1915'ten bu yana Filistin'in adım adım işgal edildiğini ifade etti. "İşte bu harita herşeyi hatırlıyor. Başka birşey konuşmaya gerek yok. 1915 yılında görüyorsunuz Filistin'in tamamı yeşil. 1915'ten 2008'e kadar Yahudiler Filistin toprağını nasıl ele geçirmişler görüyorsunuz bu haritada. Şimdi bu sorun varken neyi konuşalım ki? Ben geleceğim, evinizin önce bir odasını sonra iki odasını üç odasını işgal edeceğim. Sonra sizi, balkonda yaşamaya zorlayacağım. Aynen yaşanan hadise budur. Hal böyleyken uluslararası hukuk nasıl İsrail'i haklı buluyor? Eğer bu konuda İsrail'i haksız bulmak anti-semitizm ise ben bir anti-semitistim.Eğer bir adam, yahudi olduğu için Leningrad'dan, İzmir'den, Etiyopya'dan Filistin'e göç ettirilen bir Yahudi, Filistinlileri öldürüyorsa ve bunu yahudi olduğu için yaptığını söylüyorsa, buna karşı olduğum için ben mi anti-semitist oluyorum?

Malezya'dan, Rusya'dan ve dünyanın dört bir yanından Filistin'e göç eden yahudiler ile dünyanın gelişmiş ülkelerinden göç eden yahudilerin ortak noktası nedir? Hepsi, Filistin'i kutsal kabul ediyor. Ancak orası Müslümanlar için de hristiyanlar için de kutsal. Şimdi kalkıp 1.5 milyar Müslüman olarak, Filistin'e göç etsek kutsal olduğu için, ne olur? Yahut 1.5 milyar hristiyan kalkıp Filistin'e göç etmeye karar verirse ne olur? Filistin dediğiniz, haritada gördüğünüz tüm alan 27.000 kilometre karedir. Yani Adapazarı kadar.Son 15 yılda, Sovyetler dağıldıktan sonra, Batı Şeria'ya yaklaşık 700.000 yahudi getirilerecek yerleştirildi. O yüzden bu harita bu halde, fare kemirmiş gibi. Haritada gördüğünüz, yeşil alanlardaki beyaz kısımlar hep yahudi yerleşim birimleri. Batı Şeria'da 600 İsrail kontrol noktası vardır. 16 yaşında olan her yahudinin mutlaka silahı vardır. Bundan hariç bir de kontrol noktaları var. Bunlar da ciddi ciddi psikolojik baskı demek aslında.Şimdi birileri çıkıp diyor ki 'Filistin halkı İsrail'i rahatsız ediyor'." şeklinde sözlerini sürdüren Hüsnü Mahalli, bölgedeki dengelerin İsrail tarafından oluşturulduğunu ve bu operasyonun da bu dengenin bir unsuru olduğunu öne sürdü.

Analitik Bakış
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Mar 12, 2009 1:19 am    Mesaj konusu: israel Shamir: Türkiye Ortadogu’da daha etkin olma Alıntıyla Cevap Gönder

Haber10/özel

İsrael Shamir: Türkiye Ortadoğu’da daha etkin olmalı

Yahudi kökenli Rusya ve İsrail vatandaşı ünlü entelektüel İsrael Shamir’le, Sencer Film tarafından hazırlanan ve 5 Mart 2009 tarihinde TRT 2’de yayımlanan ‘Kırmızı Dosya’ programının Filistin bölümü için yapılan söyleşiyi ilginize sunuyoruz.

Soru : Israil’in Gazze’ye saldırmaktaki amacı neydi ?

Shamir: Bu durumla ilgili bir kaç farklı açıklama var. Bunun tek bir cevabı yok. Bu durumu Türkiye’de de olanlarla karsılaştırabilirsiniz. Sizde İslami bir hükümet iktidar olduğunda, bunlara karşı çıkan güçler oldu Türkiye’de. Hatta anayasa mahkemesine kadar gittiler bu hükümeti feshetmek için. Gazze’de aynı şey oluyor şu an. İsrail Gazze’de tamamen Türkiye’deki gibi demokratik secimler sonucunda yönetime gelen İslami hükümeti istemiyor. Ve bu hükümeti dağıtma kararı aldılar. İlk basta ambargo ile denediler, o işe yaramayınca simdi yaptıkları operasyonu yapmaya karar verdiler. Çok temel bir bakışla: operasyonun amacı Gazze’de İsrail’in hemfikir olmadığı ve demokratik olarak seçilen hükümeti iktidardan almaktı. Bir çok ülkede olan şey burada da oluyor. Bu durumun benzeri olan Cezayir’de olmuştu. Bildiğiniz gibi orada da yasal olarak yönetime gelen İslami güçler generaller tarafından durduruldu. Ve hemen hemen benzeri bir durum Türkiye’de de oldu. Fakat bunu farklı bir şekilde görmemizde mümkün. Gazze’de ki İsrail saldırısının daha büyük hedefleri olduğunu da ileri sürebiliriz. Bir çok insanın da düşündüğü gibi, eger Gazze operasyonu başarılı olursa Israil Suriye’ye ya da İran’a da saldıracaktı. Ne olacağını henüz bilemiyoruz. Fakat bundan iki yıl önce Lübnan’da savaş varken genel aynıydı; bu operasyon basarili olursa İsrail Suriye ve Iran’a da saldıracaktı. Fakat basarili olamadı. Şu an ortada söyle bir soru var; bu operasyonun yeteri kadar basarılı sayıp devam mı edecekler yoksa geri çekilip daha küçük hedeflerle mi yetinecekler.

Soru : Daha sonra Filistin’de neler olacak peki ?

Shamir: Bildiğiniz gibi Filistin şu an çok zor ve stresli bir durum içinde. Filistin’de Hamas’ı iktidar yapan tamamen yasal seçimlere ragmen; ABD ve İsrail El-Fatih güçlerini ve Mahmut Abbas’ı desteklemeye karar verdiler. Amerika ve İsrail Hamas’a karşı birlikte olmaya karar verdiler. Bu Filistinliler için durumu çok ama çok karışık bir hale getiriyor. Onların her zamanki isteği iç savaştan kaçınmaktı. Filistin topraklarında karsı karşıya gelmekten kaçınıyorlardı. Ve halen bunu yapmaya çalışıyorlar.

Soru :El Fetih ve Hamas arasındaki ilişkiler ve zıtlıklar, israil’in müdahaleleri ve kışkırtmaları ile yönetiliyor gibi…


Shamir: Hamas secimi kazanana kadar Israil’in hep söylediği birsey vardı. Gazetelere bakabilirisiniz bu konuda. El Fetih ve Mahmut Abbas önemsizdir. Mahmut Abbas ve Fetih iktidarda olduğu surece İsrail hep Fetih’i küçümsedi. Taaki Hamas seçimi kazanana kadar, İsrail o zaman El Fetih’i tercih edelim demeye başladı. Yani İsrail hic bir zaman kendisine bağlı olmayan ya da kendisiyle hemfikir olmayan hiç bir hükümetle anlaşmaz. El Fetih’in bunu çok iyi anlayıp çok iyi düşünmesi lazım. Fakat insanlar bunu unutuyor. İnsanlar bazı vaatler ile kandırılıyorlar. Fetih içindeki bir çok insan Hamas iktidar olmadan önce önemsenmediklerini unuttular. Ve simdi onlar sadece Hamas kazandığı için dikkate alınıyor. Bunu hep unutuyorlar. Ve simdi düşünüyorlar ki; İsrail ile anlaşacak olan barışı getirecek olan insanlar bizleriz. Bana göre bu bir hayal. Fakat bu hayal halen orada duruyor. Şu an Fetih bu durumda bulunmakta. Fetih’in içinde Amerika ve İsrail yanlısı güçler var. Bu güçler kendilerini Amerika’nın ve İsrail’in Orta Doğudaki güçlü yapısının içinde bir element olarak görüyorlar. Fakat ortada çok farklı kişiler de var. İsrail hapishanesinde olan Mervan Berguti’yi hatırlamak yeterli. Mervan Berguti gibi bir çok insan var. Bu yüzden Fetih’in tamamının hatalı olduğunu söyleyemem. Aynı sizin ülkenizde olduğu gibi. Kemalistlerin hepsi Amerikan yanlısı değildir ya da tüm İslamcılar Amerikan karşıtı değildir. Oyun çok daha fazla karmaşık.


Soru : Arap Dünyasının, Rusya’nın ve Avrupa Birliğinin, Filistin meselesine yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz.


Shamir: Şu an çok büyük değişiklikler oluyor. Durum aynı kalmıyor. Örneğin; Rusya son bir kaç yıldır çok fazla değişim gösterdi. Şam’daki Hamas liderleri ile çok açık ilişki içindeler. Ve diyaloglarını devamlı açık tutuyorlar. Mahmut Abbas ve İsrail’le de diyaloglarını sürdürmeye devam ediyorlar. Avrupa’dan bahsedecek olursak, Avrupa halen bu konuda yavaş ilerliyor, Fakat aynı zamanda Amerika ve İsrail’in içinde olduğu bu durumun bir an önce sorunu çözemeyeceğini anlamış bulunuyorlar. Arap dünyası içinde Başkan Hüsnü Mübarek ve Suudi Arabistan tarafından temsil edilen çok güçlü bir Amerikan yanlısı kanat yer alıyor. Ve bu güçler kendi ülkelerindeki bir çok insanın Filistin yanlısı olmasına rağmen, Amerika’nın çıkarları çerçevesinde bazı şeyleri değiştirmeye çalışıyorlar. Durum her zaman değişim gösteriyor. Gazze’deki bu savaş halkın çok tepkisini çekiyor ve su an beklenenden çok daha fazla değişim getirebilir.


SORU:Türkiye’nin Filistin meselesi hakkındaki yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye bölgesel barış hakkında ne tür bir rol oynayabilir.


Shamir: Türkiye gerçekten çok önemli bir ülke. Biz şu an bu röportajı eski Yafa’da yapıyoruz. Bu şehir Osmanlı tarafından inşa edilmiş ve gerçekten Osmanlı’nın bir parçası olmuş çok eski bir şehirdir. Bu yüzden biz Türkiye’de olup biten her şeyle çok yakından alakadarız. Türkiye bölgedeki en önemli ülkedir. Fakat bu kadar önemli bir ülke olmasına rağmen oynayabileceğinden ve oynaması gerektiğinden çok daha az rol oynadı. Fakat biz halen Türkiye’nin daha fazla rol oynayacağını ümit ediyoruz bundan sonra, çünkü Türkiye yavaş yavaş eski durumunu keşfediyor, Bir bakıma o eski köhneleşmiş durumundan çıkıp kendi gerçek kimliği olan laik, demokratik ve Avrupayla bağlantılı olan Avrupai bir ülke konumuna kavuşuyor. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’de olup bitenler bizim için en önemli şeylerdir şu durumda.. Başbakan Erdoğan’ın Gazze ile ilgili yaptığı şeyler çok iyiydi. Gazetelerde okuduk ki İsrail hükümeti ile olan gönülden bağlarını biraz yavaşlatma kararı almış. Gayet tabii ki bizde birbirimize gönülden bağlı ve mükemmel ilişkiler kurmak istiyoruz. Fakat şu durumda gönülden ve çok sıkı ilişkiler barış görüşmeleri kapsamında yanlış anlaşılıp sakıncalı olabilirler. Ve gene bu açıdan baktığımızda Türkiye’nin yaptıkları çok iyi şeyler. Ve Türkiye’nin bunu yapmaya devam etmesi gerekmektedir. Geçen yıl Jarusalemdeki (Kudüs) El Aska Camii ile ilgili problem olduğunda Türkiye çok büyük bir rol oynamıştı. O yüzden Türkiye’nin bu meseleyle yakından ilgilenmesi çok istenen bir durumdur şu anda. Filistin ve İsrail’deki bir çok insan Türkiye’yi bir abi ülke, İmparatorluğumuz olarak görüyor halen. Eski imparatorluğun olduğu gibi olmasa bile, Türkiye yine daha fazla rol oynamalıdır.


SORU : Sizin Filistin meselesi için tam olarak öneriniz nedir ?


Shamir: Bu çok önemli bir soru. Ve bu çok ama çok açık bir şekilde anlatmak istediğim bir mesele. Şu an burada olup biten tam anlamıyla bir yangın. Eğer bir yerde bir yangın varsa, yapılacak ilk şey yangını durdurmaktır. Olaya bu açıdan baktığımızda, bu noktadan sonra İsrail bu yangını görüp kontrol altına almalı ve güçlerini Gazze bölgesinden çekmeli ve ambargoyu kaldırmalıdır. Gazzelilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için bu atılacak ilk ve çok önemli adım olacaktır. Bu yeterli olacak mı? Hayır. Bunun yeterli olmayacağını söylemekte çok önemli. Yangını durdurmak yeterli olmayacaktır. Yeni bir durumun yaratılıp yola devam edilebilmesi gerekmektedir. Ve bir sonraki adımı atmalıyız. Gazzeliler aslen Yafa’dan gelen mültecilerdir. Yafa’dan, şu an oturduğumuz yerdenler. Eskiden Izdirot’ta, Ajdod ve Askelon’da yaşayan ve İsrail tarafından yerlerinden edilmiş mültecilerdir. Bu insanlara öncelikle tazminat ödenmelidir ya da geri dönmelerine izin verilmelidir. Veya bu insanların problemlerine başka bir adil çözüm yolları bulunmalıdır. Ve bana göre bunu yapmanın en iyi yolu Gazze’yi İsrail ile birleştirmektir. Gazze’yi ve West Bank’ı Israil’le birleştirmektir. Bu şekilde bir çok sorunlu bölge birleştiriliyor halen. Örneğin; Türkiye’deki Kürt bölgesinde Irak’ın Kuzeyindeki bölgeden çok daha fazla problemleriniz var, Fakat sizin Güneydoğu’nuz Türkiye’nin bir parçasıdır. Orada yasayan herkes birer Türk vatandaşıdır. Bizimde burada gerçekleştirmemiz gereken çözüm bu olmalıdır. Gazze’deki ve West Bank’taki herkes İsrail vatandaşı olmalıdır ya da hem Filistin hem İsrail vatandaşı. Tek vatandaşlık ve tek ülke, çözüm bu olmalıdır. Bu bize cenneti getirecek olan çözüm olmayabilir fakat bu bizi Türkiye’deki veya Lübnan’daki ya da Fransa’daki ya da herhangi bir ülkedeki duruma getirecektir, Ümit edebileceğimiz bir çok cozum yolu var fakat benim bahsettiğim gayet mümkün olan ve aslında olması gereken çözüm yoludur. Mantık olarak çözüm yolu çok basit, “eşitlik”. Fakat şu an acilen yapılması gereken en önemli şey yangını kontrol altına almak, askeri güçleri geri çekmek ve ambargoyu kaldırmaktır.



SORU : Sizin iki halk ve iki ülkeli çözüme karşı olduğunuzu anlıyorum.


Shamir: Aslında ben ise yaramayacak olan şeylere karşıyım. Eğer birileri bize 50 yıldır, “ bağımsızlığı ümit edin ‘ diyorsa ve bu olmuyor ve bir işe yaramıyorsa bunun için uğraşmanın anlamı yok. Birileri size çok eski bir mikrodalga fırın getirirse ve bu 50 yıldır çalışmamışsa, ne kadar süre onu açmaya çalışırsınız. Demek istediğim iki devleti çözüm işe yaramıyor.

SORU : ABD’de Obama’nın seçilmesiyle yeni bir dönem başladı. Önce şunu sorayım, Barack Obama’nın zaferi sizin için ne ifade ediyor ?

Shamir: Bir çok insan Barack Obama’nın bir çok şeyi değiştireceğini ümit ediyor. Bugün bir çok Filistinli ile konuştum ve bir çoğu Obama’dan çok ümitliler. Obama geldiğinde çok şey değişecek diyorlar. Su an bunun olup olmayacağını bilemiyoruz. O şu an Bill Clinton’a da çalışmış olan bir çok eski Siyonist danışman tarafından çevrelenmiş durumda. İyi olup olmayacağını henüz bilmiyoruz. Fakat olmaması imkansız da değil. Yeni bir başkan geldiğinde ve özellikle bu yeni başkan elinde çok fazla bir güçle geldiğinde bir çok şeyi değiştirmek mümkündür. Tekrar söylüyorum ki şu durumda ne çok fazla iyimser ne de çok fazla kötümser olmak istiyorum. Bekleyip görelim.Şunu biliyoruz; Israil’li ve Yahudi lobisindeki bir çok kişi endişelenmiş durumdalar. Bunun sebeplerinden birisi; Obama’nın Israil’in savaş brifingini dinlemeyi reddetmesi. Eğer onlar endişelendiyse bu iyiye işarettir. Fakat tekrardan soyluyorum, bu yeterli değil henüz.

SORU: Obama, George Bush’tan farklı ne yapacaktır sizce. Obama ile Bush arasındaki fark ne olabilir. Obama, dünya sorunları için adil ve barışçıl stratejiler üretecek mi?.Tahmininiz nedir ?

Shamir: Aslında Obama şu an çok kara bir at gibi. Onun hangi yola gideceğini henüz bilmiyoruz. Şu an itibari ile çok güzel konuşuyor. Fakat bunu yapan onun danışmanları. Bunlar Yugoslavya’daki büyük savaşın patlak vermesinden başka hiç bir şey getiremeyen, Clinton’un eski danışmanlarından oluşan bir takım. Ve bir çok yerde bir çok başka başarısızlıkları var. Yani mükemmel olmayan böyle bir demokratik miras ile bu işi başarıp başaramayacağı bir soru işareti halen. Ve şu anda bizim kesin bir yargıya varmamız için çok erken olduğunu düşünüyorum.

SORU: Sizce Obama Orta Dogu stratejisinde değişiklik yapacak mı ?

Shamir: Bu da bizim olması için ümit ettiğimiz ve tekrar ediyorum olup olmayacağını tam olarak bilemediğimiz bir konu. Bir çok kişi O’nun Gazze’de olup bitenlerle ilgili konuşmamasından dolayı bu konuda endişeli durumda, Onun gazze saldırısı sırasında henüz yönetimde olmamasından dolayı gerçekleştiremeyeceği şeyleri söylemek istememesini de anlayabiliyorum. Çok önemli bir kaç haftaya giriyoruz. Şu zaman dilimi akıllı bir adam için yapabileceğinden fazlasını vaat etmemesi gereken bir zaman dilimi.

SORU: Daha barışçıl bir Dünya için Obama ne yapmalıdır sizce ?

Shamir: Kanımca Obama yapabileceğinin en iyisini denemelidir. Yani basit olarak Amerika daha fazla kendi işiyle uğraşmalıdır. Orta Doğu’da daha az Amerikan varlığı en iyisi olacaktır. Eğer Amerikan askerleri ve Amerikan güçleri ülkelerine geri dönerlerse, benim fikrimce bu en iyisi olacaktır. Ben Amerika’nın her şeye müdahale etmesi gerektiğini, her olayla ilgilenmesi gerektiğini düşünen insanlardan değilim. Bence Amerika hiç karışmaz ve müdahale etmezse her şey kendiliğinden çözülecektir gene. Obama’nın yapacağı en iyi şey 6’nci Filoyu Meksika Körfezine çekmek ve dünyanın bizle ilgili olan kısmını gelecek 8 yıl için unutmaktır. Ve sanırım bu 8 yıldan sonra biz iyi bir çözüm ile gelmiş oluruz.

SORU: Eklemek istediğiniz bir şey var miı?

Shamir: Temelde söylemek istediğim bir çok şey Türkiye’ye ve Türk insanına bağlı. Türk hükümeti yaptığından daha fazlasını yapamayacak bile olsa, eğer Türk halkı tarafından daha fazla desteklenir ve daha fazla dürtülürse fazlasını yapabilir. Ben ara sıra Türkiye’ye gidiyorum. Türk gazeteleri benim makalelerimi yayınlıyorlar bazen. O yüzden benim görüşümü biliyorlar. Benim bakış açım bu bölgede yaşayan herkese, esas olarak barışçıl ve dostça bir yaklaşımın esas olması. Türk insanının devleti destekleyip özendirerek çok daha fazlasını yapmasını umuyorum Gazze için. Çünkü şu an Gazze perişan durumda. En kısa sure içinde şu üç temel şart üzerinde barış gelmelidir. Bunlar; İsrail askerlerinin geri çekilmesi, yangını durdurmak ve ambargoyu kaldırmak..

Tesekkur ederim..

haber10.com

İsrail'de kurtarma operasyonu fiyaskoyla bitti


12 Mart 2009 İsrail'de fiyaskoyla sonuçlanan kurtarma operasyonu, olay yerinde bulunan bir kameraman tarafından saniye saniye kaydedildi.

Beyt Şean kasabasında oturan üç kişi, önceki gün piknik yapmak için Ürdün sınırındaki eski mayınlarla kaplı araziye girdi. Uyarı levhalarına rağmen piknik yapan üç kişiden biri yanlışlıkla bir mayına basarak, bir ayağını bilekten kaybetti.

Olay yerine çağrılan kurtarma ekipleri ve ambulanslar, arazinin mayınlı olması nedeniyle karadan müdahale edemeyince, devreye İsrail Hava Kuvvetleri'ne ait Sikorsky tipi bir kurtarma helikopteri girdi. Kurtarma ekibinden bir kişi helikopterden halatla sarkarak yaralıyı bu halata bağladı. Ancak helikopterin yerden yaklaşık 30 metre yükseldiği bir sırada, bilinmeyen bir nedenle halat koptu ve yaralı, olayı izleyen kurtarma ekiplerinin gözü önünde yere çakıldı.

Yere çakılan yaralıyı tekrar halata bağlayarak aynı yöntemle helikoptere alan kurtarma ekiplerinin bu çabası yeterli olmadı ve yaralı hayatını kaybetti.

netgazete

İsrail 22 günde 288'i çocuk 1434 Filistinli öldürmüş

13 Mart 2009 Filistin İnsan Hakları Merkezi, İsrail'in 27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009 tarihleri arasında Gazze'ye düzenlediği saldırılarda 960'ı sivil toplam 1434 kişinin öldüğünü açıkladı.
Filistin İnsan Hakları Merkezi'nin raporunda, İsrail'in 22 günlük hava, kara ve denizden düzenlenen saldırılarında ölenler arasında 239 polis, 235 itfaiyeci bulunduğu, 960 sivilden 288'inin çocuk, 121'inin kadın olduğu bildirildi.
Sağlık Bakanlığının saldırılar sırasında toplam 5303 Filistinlinin yaralandığını doğruladığı belirtilen raporda, yaralılardan 1606'sının çocuk, 828'inin kadın olduğu aktarıldı.
Raporda İsrail'in ayrımsız ve ölçüsüz güç kullandığına dikkat çekilerek, savaşanlar ve savaşmayanlar arasında tarafların uyması gereken kuralı da ihlal ettiği kaydedildi.
Filistin İnsan Hakları Merkezi, Gazze saldırıları sırasında ölenlerin kimliklerini gelecek hafta yayınlayacağını, bu isimlerin yer aldığı listeyi internet sitesinden Arapça ve İngilizce olarak duyuracağını da ilan etti.
İnsan Hakları Merkezi, ayrıca İsrailli güçlerin işlediği suçların uluslararası alanda soruşturulması, saldırılarla ilgili olarak suçlanan siyasi ve askeri liderlerin kovuşturulması çağrısında bulundu.
netgazete

İsrail eski lideri Katsav, makamında tecavüz etmiş
14:30 - İsrail'de, eski Cumhurbaşkanı Moşe Katsav hakkında tecavüz ve başka cinsel suçlardan resmen dava açıldı. Tel Aviv'in bir bölge mahkemesinde açılan davanın duruşma tarihlerinin henüz belirlenmediği bildirildi. Katsav, bir zamanlar kendi bürosunda çalışan bir kadına tecavüz etmek ve eski üç çalışanına cinsel tacizde bulunmakla suçlanmıştı. Dava açan 4 kadının, 1990'larda Turizm Bakanı olduğu dönemde ve Cumhurbaşkanlığının ilk dönemlerinde Katsav ile çalıştıkları belirtildi. 19.03.2009 KUDÜS netgazete


22 Mart 2009 07:43
Gazze'de katliam yapan İsrail askerlerine komutanlarının onayıyla çok tartışılacak tişörtler dağıtıldı. Tişörtlerde Filistinlilerin ölümüyle dalga geçiliyor.

İsrail ordusunda eğitimini tamamlayan birliklere dağıtılan tişörtler tartışılıyor. Gazze operasyonunun ardından askerlerce tasarlanıp komutanların da onayını alan asker tişörtlerinde, ordunun daha önce yasakladığı Arap karşıtı sloganlar yazılı.

iSRAİL başkenti Tel Aviv’de bulunan Adiv tekstil fabrikasında, İsrail ordusunda görevli askerlerin siparişi olan tişörtler basılıyor. Haaretz’in haberine göre, türünün en büyük örneği olan fabrikadaki siparişler, farklı birliklere göre sınıflandırılıyor. Tişörtlerin üzerine basılacak resimleri, karikatürleri ve yazıları her birlikte görevli askerler tasarlıyorlar. Her ay 1000 farklı tasarım basılıyor. Tişörtler, bölük veya müfreze komutanından izin alındıktan sonra, eğitimlerini tamamlayan askerlere düşük bir fiyat karşılığında dağıtılıyor. İsrailli askerler orduda spor yaparken, kendi birliklerinin armasını da taşıyan bu tişörtleri giyiyorlar.

Bu tişörtlerin Filistinlilere karşı şiddet ve saldırganlığı teşvik eden içeriklere sahip olması bugünlerde tartışılıyor. İsrail ordusu, "Tişörtler askerlerin kendi girişimiyle basıldı. Tasarımlar ordumuzun değerlerine uygun değil ve tek kelimeyle tatsız. Bu tür bir mizah kabul edilemez" açıklamasını yaptı. Fakat eski bir İsrail askeri olan barış gönüllüsü Michael Maniken, "Ordu, içinde birkaç çürük elma olduğundan sürekli bahsediyor, ama bu tişörtler genel bir sorun olduğunun kanıtı" dedi.

Kafasına sıkmadan gevşeme

Birliklerin en çok tercih ettiği tişörtler şöyle:

Golan Tugayı: Etrafta bakire kalmazsa, terör saldırıları da biter. (Filistinli bir kadına tecavüz eden İsrailli asker resmiyle)

Lavi Taburu: Geldik, gördük, yok ettik (üstündeki resimde, yıkık bir cami görülüyor).

Haruv Taburu: Kafasına sıkmadan gevşeme. Her Arap anası, oğlunun kaderinin benim ellerimde olduğunu bilsin (İsrail ordusu bu iki sloganı daha önce yasaklamıştı).

İstihkamcılar: Yalnız Tanrı affeder (İsrail askeri tarafından havaya uçurulan bir cami resmi var).

Diğer: Prezervatif kullansa daha iyi olurdu (Tişörtteki resimde, Filistinli bir anne, vurularak öldürülen bebeğinin yanında ağlıyor).
aktifhaber

Fikret ERTAN
Zaman
İsrail'in uzun kolları...
29 Mart 2009

İsrail küçük; ama kolları oldukça uzun bir ülke. Bu kollar zaman zaman kendi sınırlarından çok uzaklara da uzanabiliyor, uzanılan yerlere zarar verebiliyor.

Bu kollar son yıllarda askerî operasyonlar olarak çeşitli yerlere ulaşmış bulunuyorlar. 2007 yılının eylül ayında bu kollar Suriye'nin bizim sınırlarımıza yakın El Kibar bölgesindeki bir tesise kadar uzanarak tesisi havadan bombardımanla imha etmişti. İsrail bu tesisin Suriye'nin Kuzey Kore ile birlikte inşa etmekte olduğu bir nükleer reaktör tesisi olduğunu iddia etmiş, Suriye ise bunun doğru olmadığını, tesisin bir zirai araştırma istasyonu olduğunu söylemişti. Hatırlanacağı gibi, İsrail uçakları bu operasyon sırasında bizim Hatay bölgesine bir de fazla yakıt tankı bırakmış, bu tank da daha sonra bulunmuştu...

Uzun kollar geçen yılın haziran ayında bu defa büyük çaplı bir hava tatbikatı şeklinde kendilerini göstermişti. Bu tatbikatta İsrail hava kuvvetlerine ait 100 kadar savaş uçağı, tanker uçağı ve helikopterler Akdeniz üzerinde ve Yunanistan hava sahası üzerinde İran'a yapılması planlanan hava saldırısının provasını yapmışlardı. Tatbikatta menzil yaklaşık 1.500 kilometreydi ve bu da İsrail'den İran'ın nükleer tesislerine olan uzaklık kadardı.

İsrail genelkurmayı tatbikatı doğrulamış, açıklamasını da 'İsrail hava kuvvetleri İsrail'in karşı karşıya olduğu tehditlere karşı koymak amacıyla düzenli olarak bu tür tatbikatları yapmaktadır.' şeklinde yapmıştı.

Bu anlattıklarım son yıllarda ortaya çıkan uzun kol harekatlarının bazıları. Daha önceleri mesela bir de Irak'ın Osirak adlı nükleer tesisine yapılan harekat var. 1981 yılında yapılan ve adı 'Opera Harekatı' olan bu hava saldırısında İsrail savaş uçakları söz konusu tesisi yerle bir etmişti.

Bugünlerde İsrail'in yine bir uzun kol harekatı söz konusu. Bu defa kol büyük bir ihtimalle Sudan'a kadar uzanmış bulunuyor.

Önce Amerikan CBS, sonra The New York Times ve daha sonra başkaları tarafından ortaya atılan haberlere göre, kimlikleri tespit edilemeyen savaş uçakları Sudan içlerinde Mısır sınırlarına yakın bir bölgede hareket halinde olan bir kamyon konvoyuna iki defa saldırı düzenleyerek konvoyu ve içindekileri imha etmiş.

Haberlere göre, bu harekat İsrail'in geçen ocak ayında Gazze'de icra etmekte olduğu 'Dökme Kurşun Harekatı' sırasında yapılmış; ancak dünya bundan yeni haberdar olmuş bulunuyor. Bunun sebebi de tam belli değil; ancak ortaya çıktığı için Sudanlı yetkililer de artık harekatın yapılmış olduğunu kabul ediyor. Nitekim, çeşitli gazetelerde Sudanlı yetkililerin bu konuda demeçleri ve harekatın ayrıntıları da yer alıyor.

Sudanlı yetkililer önceleri harekatı Amerika'nın yaptığını söylerlerken artık bundan vazgeçerek şimdilerde harekatın büyük ihtimalle İsrail'in eseri olduğunu iddia ediyor. İsrail ise bu konuda her zaman yaptığı gibi suskunluğunu koruyor; harekatı ne doğruluyor, ne de yalanlıyor. Ancak Başbakan Ehud Olmert, Herzliya'da birkaç gün önce yapılan bir konferans sırasında harekat haberleri ile ilgili olarak '..İsrail'in dünyada ulaşamadığı hiçbir yer yoktur. Terörist altyapıya karşı biz her yerde harekat yaparız. Yakında, uzakta caydırıcılığımızı artıracak her yerde yaparız. Çeşitli olaylarda bu kuzeyde de, güneyde de gerçektir. Burada ayrıntılara girmenin lüzumu yoktur. Herkes hayal gücünü kullanabilir. Bilmeleri gerekenler İsrail'in harekat yapamayacak bir yer olmadığını bilirler. Böyle bir yer yoktur.' şeklinde konuşarak açıkça olmasa bile harekatın kendileri tarafından yapıldığını güçlü bir şekilde ima etmiş oldu.

Bu son Sudan harekatı hakkında muhtemelen başka bir haber ya da bilgi çıkmayacak. İsrail yaptığını resmen kabul etmeyecek; ancak bu tür harekatları her zaman yapabileceğini de hasımlarına bir kere daha hatırlatmış olacak.

İsrail uzun kollarının uzandığı ülkeler de ne yazık ki bu harekatları sineye çekip konuşmayacak, zaaflarını saklamaya çalışacak ve bu arada uzun kollar da beklemede olacak...

FİKRET ERTAN - ZAMAN
f.ertan@zaman.com.tr

Peres katliam için özürü reddetti
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Gazze'deki saldırılarından dolayı hiçbir zaman özür dilemeyeceklerini söyledi.

07 Mayıs 2009 00:04

Şimon Peres, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ile görüştükten sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, Gazze'ye saldırdıkları sırada vurulan BM tesisiyle ilgili BM raporunu ''insafsız'' bulduklarını bildirdi.

İsrail'in, BM tesisinin vurulmasıyla ilgili olarak yanlış bilgilendirdiğine işaret eden raporun ''bir sözcüğünü bile'' kabul edemeyeceklerini ifade eden Peres, İsrail ordusunun, Gazze'ye yönelik saldırılar sırasında kimi hatalar yapmış olabileceğini ise kabul etti.
haber7

Arap Birliği Genel Sekreteri Musa: Gerçek nükleer tehlike, İran'dan değil İsrail'den geliyor

17 Mayıs 2009Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, "Gerçek nükleer tehlike, İran'dan değil İsrail'den geliyor" dedi.
Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına katılmak üzere Ürdün'de bulunan Musa, forum çerçevesinde yaptığı konuşmada, "Neden İran ile nükleer programı konusunda tartışılıyor da, İsrail'e aynısı yapılmıyor" diye konuştu.
"Bu konuda dengeli bir yaklaşımda bulunulması gerekir, askeri nükleer program konusunda gerçek tehlike İsrail'den geliyor, İran'dan değil" ifadesini kullanan Musa, "Arap ülkelerinin büyük bölümünün İran'ın nükleer programının özel bir sorun olmadığını düşündüğünü" söyledi. netgazete

Araştırmacı yazar Rıfat Bali'den Yahudi analizi, "“İstanbul Yahudisi tüccar, İzmir Yahudisi siyonisttir”

17 Mayıs 2009 Araştırmacı yazar Rıfat Bali, "Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri" üçlemesinin son kitabı “Devlet'in Örnek Yurttaşları”nı yayınladı. İlk başta tek kitap halinde düşünülen seri malzeme çokluğu nedeniyle 3 kitaba yayıldı. Üçlemenin ilk kitabı 1923-1945 tarihlerini, ikinci kitap 1946-1949 İsrail'e göç yıllarını anlatıyordu. Son kitap ise 1950 ile Sinagog saldırılarının olduğu 2003 yılları arasını ele alıyor. Yaklaşık 10 yıllık bir araştırma sürecine yaslanan kitap, Ermeni soykırımı tezine karşı Türk Hükümeti'nin yaptığı lobi faaliyetlerinde Türk Yahudi toplumunun oynadığı rolü ilk kez ayrıntılı olarak gözönüne seriyor. Bali, “İddialı konuşmak istemem ama kitaptaki bilgilerin neredeyse tamamı ilk defa yayınlanıyor” diyor.

ON DOKUZ ARŞİV GEZDİ
Yeni Şafak gazetesinin haberine göre; kitabın hazırlanma sürecinde dokuzu Amerika'da, biri İngiltere'de, biri Danimarka'da, beşi İsrail'de biri Başbakanlık olmak üzere üçü Türkiye'de toplam 19 ayrı arşivden yararlanan Bali, “Faydalanamadığım 2 arşiv var ve açık olmadığı için yazık olduğunu düşünüyorum. Biri 500. Yıl Vakfı Arşivi. Bu arşivden dolaylı olarak yararlanabildim. Önsözde bahsettim. Diğeri ise Türkiye Hahambaşı arşivleri. Her zaman kapalı. Zaten bu arşivin büyük bir kısmının var olduğuna inanmıyorum. Belki 1980 sonrası olabilir. Bu arşivler özel arşivler olduğu için açıp açmamak kendilerine kalmış. Yurt dışındaki bazı arşivlerin de açık olduğu döneme yetişemedim. Bunların bir parça eksikliğini hissediyorum. Ancak 20 sene daha bekleyecek vaktim yoktu. Bu kitap benim üzerimde büyük bir yüktü, şimdi rahatladım.” diyor.

Bali'nin kitabın adını “Devlet'in Örnek Yurttaşları” koymasının sebebi Yahudilerin Rum ve Ermenilerin arasında devletle arasında en az ihtilafı, gerginliği olan cemaat olarak görülmesi. Bali “Yahudilerin devletle arasında 'halledilmemiş' bir meselesi yok, geçmişten gelen bir talebi de yok. Azınlıklar arasında 'Ankara ile ilişkiler nasıl olmalı?' dendiğinde Yahudiler örnek gösteriliyor. Devlet de problem yaratmayan insanlar ve cemaatler ister. Dolayısıyla kitabın önemli kısmını tutan lobi faaliyetlerinde de rol aldılar. Devletin yanındaydılar.” diyor. Ancak bu konumun zamanla Türkiye değiştikçe bir dezavantaj halini aldığını söyleyen Bali 90'lı yıllarda Türk Yahudi cemaatinin sol ve liberal çevreler tarafından devletçi olarak algılanıp dışlandığını, görmezden gelindiğini anlatıyor. “Görünmek istemeyen bir cemaat 92'de 500. yıl şenlikleri için birden çok fazla görünür oluyor sonra ortadan öyle bir kayboluyor ki, sanki burada yok. Çünkü taşlar yerinde oynadı, söylem değişti. Mevcut nizamı, Kemalizm'i tenkit etmek gayet sıradan bir şey oldu. Türk Yahudi cemaati ise devletin örnek yurttaşları olduğu için müesses nizamın ve Kemalizm'in yanında yer aldılar ve dışlandılar.” diyor.

KAMHİ BÜYÜKELÇİNİN İMDADINA KOŞARDI

Kitapta özellikle Kıbrıs harekatından sonra başlayan Türkiye'nin tanıtımına yönelik lobi faaliyetlerindeki Türk Yahudi toplumunun rolüne yer veriliyor. Bu dönemde Amerika Yunan ve Ermeni lobilerine karşı Amerikan Yahudi kuruluşları ile işbirliği yapmanın zemini aranırken Türk Yahudi toplumunun liderlerine başvurulmuş. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, “Ben ABD'de büyükelçi iken zora girdiğimde Jak Kamhi'ye telefon ederdim. 48 saat içinde uçağa atlar gelirdi. Washington'da, Kongre'de Kamhi, Yahudi Lobisiyle mücadele eder, Yahudi Lobisi'ni bizim lehimize seferber eder, harekete geçirirdi. O bakımdan büyük yardımları olmuştur.” diyordu.

İSTANBUL TÜCCAR İZMİR SİYONİST

Kitapta ilgi çeken bölümlerden biri İsrail Başkonsolosu Yehuda Levitt'in İstanbul ve İzmir Yahudileri hakkındaki gözlemleri. Levitt 1950'li yıllarda İstanbul Yahudilerinin Siyonist olmadıklarını, İsrail'i ise ev ve arsa alınabilecek, ticaret yapıp kar elde edilebilecek bir yer olarak gördüklerini, İsrail'e göç edenlere yardımda bulunmaya ikna edilmelerinin çok zor olduğunu söylüyor. İstanbul Yahudileri için “İsrail'e sadık değiller, zira bu paraya mal oluyor.” diyen Levitt, Türkler tarafından her zaman yabancı görüldükleri için Türkiye'ye de sadık olmadıkları iddialarında bulunuyor. Levitt, İzmir Yahudilerinin ise başka bir ülkedeymişçesine hayatlarının her kesiminde Siyonist eğilimin belli olduğunu söylüyor. İzmir'deki genel temayülün Yahudi gençleri İsrail'e yollamak olduğunu ifade eden Levitt, İstanbul'un aksine İzmir'de çocukların Yahudi okullarında iyi bir eğitim aldığını ve İstanbul nüfusunun onda birine sahip İzmir Yahudilerinin İstanbul'dan toplanabilecek bağışın yarısından fazlasını toplayabildiğinin altını çiziyor.

netgazete

İsrail'den Şok Filistin Teklifi
27 Mayıs 2009 13:42

İsrail Parlamentosu'na bugün şok bir teklif damgasını vurdu. Teklif bu kadar da olmaz dedirtti. Teklif'in sahibi ise aşırı sağcı bir vekil...
İlişkili HaberlerTüm Haberler
Yeni Plan GündemdeNetanyahu 'Filistin Devleti' DediBarış Hayelleri Yine Suya DüştüPapa Haremüşşerif'teÜrdün Kralı Uyardı

Böylesi hiç olmadı. Ama İsrail bunu da yaptı. "Filistinliler'i Ürdün vatandaşı yapalım önerisi" İsrail Parlamentosu'na kadar geldi.

İsrail parlamentosu (Knesset), aşırı sağ partilerinden Ulusal Birlik Partisinin bir milletvekilinin, "Ürdün zaten Filistin devleti. Filistinliler Ürdün vatandaşı olsun" önerisini tartışıyor.

Milletvekili Aryeh Eldad'ın sunduğu öneri, Ürdün Nehrinin iki yakasındaki iki devlete işaret ederek, İsrail'in İsrailliler için, Ürdün'ün de Filistinliler için devlet olması esasını öngörüyor.

İşçi Partili bakanlar Ehud Barak, Binyamin Ben Eliezer ve İzak Herzog'un da aralarında bulunduğu 53 milletvekilinin desteklediği öneri, Knesset'in Dışişleri ve Savunma Komisyonunda da ele alınacak.

İşçi Partili milletvekillerinden, eski Savunma Bakanı Amir Peretz, İşçi Partili milletvekillerinin de desteğiyle önerinin komisyona kadar taşınmasının skandal olduğunu belirterek, bunun İsrail'in ulusal çıkarlarına zarar verdiğini kaydetti. Herzog ise verdiği desteğin "sadece teknik anlamda" olduğunu öne sürerek, önerinin muhtemelen komisyonda sona ereceğini savundu.

PERES'TEN TEPKİ

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ise öneriye tepki göstererek, bunu "hiçbir temele dayanmayan halusinasyon" olarak niteledi. Peres, Filistin sorununun, Filistin topraklarındaki Filistinlilerle çözülmesi gerektiğini belirtti.

İsrail radyosuna göre Peres, Eldad'ı "pervasızca Ürdün'ün içişleri karışmakla" da suçlayarak, bunun sadece karışıklık yaratmayı amaçlayan, provokatif bir öneri olduğunu bildirdi.

ÜRDÜN, İSRAİL'İN AMMAN BÜYÜKELÇİSİNİ DIŞİŞLERİNE ÇAĞIRDI


Ürdün Dışişleri Bakanlığı, İsrail'in Amman Büyükelçisini, İsrailli bir milletvekilinin "Filistinlilere Ürdün vatandaşlığı verilmesi" önerisi üzerine bakanlığa çağırdı.

İsrail'de yayımlanan Jerusalem Post gazetesinin haberine göre, Ürdünlü Bakan Nasır Cude, milletvekili Arye Eldad'ın bu önerisi nedeniyle büyükelçiye protesto notası verdi.

Cude, ülkesinin "bu yöndeki bir tartışmadan dehşete düştüğünü ve Knesset üyesinin önerisini tamamen reddettiğini" belirterek, İsrail hükümetine Knesset'teki tartışmalarla ilgili açıklama yapması çağrısında bulundu.

İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor ise Büyükelçi Yaakov Rosen'in, önerinin muhalefet milletvekili tarafından yapıldığını, milletvekilinin hükümeti ve hükümetin tutumunu temsil etmediğini anlattığını belirtti.

aktifhaber

Filistin: İsrail, Batı Şeria'da yol bariyerlerini kaldırmadı

06 Haziran 2009 İsrail ordusunun, Batı Şeria'daki Filistin kentlerinden Ramallah etrafındaki yol bariyerlerinin ikisini kaldırdığı açıklamasından sonra, Filistin tarafından yol bariyerlerinin hala "temizlenmediği" ve eski yerlerinde durduğu açıklaması geldi.
İsrail ordusu, Ramallah'ın doğusundaki Rimonim ile kuzeyindeki Bir Zeit'teki yol bariyerlerinin, Batı Şeria'daki Filistinlilerin gündelik hayatını kolaylaştırmak amacıyla kaldırıldığını duyurmuştu.
Filistinli yetkililer ise yerel Ma'an haber ajansına, İsrail tarafının iddia ettiği gibi, her iki kontrol noktasının da kaldırılmadığını belirtti.
İsrail ordusu bu arada dün Kalkilya'nın doğusundaki bir yolun Filistinlilerin geçişine açıldığını ve böylece Kalkilya'nın doğusundaki köylerle bağlantının kolaylaştırıldığını bildirmiş; yine Kalkilya'nın güneyinde bulunan "Hable" noktasındaki yol bariyerlerinin de kaldırıldığını duyurmuştu. netgazete

Obama'nın özel temsilcisi Mitchell: ABD, İsrail'in yakın müttefiki olarak kalacak

10 Haziran 2009 ABD Başkanı Barack Obama'nın Orta Doğu Özel Temsilcisi George Mitchell, Batı Şeria'daki yerleşimler ve Filistinlilerle barış konusundaki görüş farklılıklarına rağmen, "Washington'un İsrail'in yakın müttefiki olarak kalacağını" söyledi. netgazete

İsrail'i Çileden Çıkartan Fotoğraf
11 Haziran 2009 08:17

İsrail, Erdoğan'ın "One minute" çıkışı üzerine adeta ayağa kalkmıştı. Obama'nın bu fotosu da İsrail'de aşırı tepki aldı. Sebebi ise...

İsrail televizyonları bu fotoğrafı yayınlayarak, geçtiğimiz Pazartesi, Oval Ofis'te çekildiğini iddia etti ve "İsrail'e hakaret" olarak verdi. Başkan Obama, ayaklarını masanın üzerine atmış, telefonla görüşüyor. Ama İsrail televiyonlarının yaklaşımı oldukça ilginçti.

Geçtiğimiz Pazartesi Oval Ofiste, Başkan Obama telefonda görüşürken çekildiği belirtilen fotoğraf, İsraillileri çileden çıkardı çünkü telefonun diğer ucunda İsrail Başbakanı Netanyahu vardı.

İsrail televizyonları ise görüntüyü, en az Başkan Bush'a ayakkabı fırlatılması kadar vahim olarak yorumladı ve "İsrail'e hakaret" diye verdi.

Her ne kadar bir İsrail geleneği olmasa da ayakkabılarının altını göstermek, İsrailliler'in de ayıpladığı bir şey. Ortadoğu'da ayakkabılarını birine doğru tutmak, ayakkabı fırlatmak bir hakaret sayılıyor. 60 yıldır bu bölgede varlığını sürdüren İsrail ise bu gelenekten etkilenmiş görünüyor.

Bu görüntünün diğer Ortadoğu ülkelerinde nasıl yorumlanacağına da dikkat çeken İsrail'in Channel One TV kanalı, Obama'nın Netanyahu ile görüşürken bu pozisyonu tercih etmesini eleştirdi.

Amerikan CBS televizyonu ise "Bu fotoğraf doğru veya değil.. Ama bu fotoğrafa İsraillilerin getirdikleri yorum ne kadar köşeye sıkışmış hissettiklerini gösteriyor" ifadesini kullandı.

Başkan Obama, İsrail'in Filistin topraklarına inşa ettiği yerleşim birimlerine karşı çıkıyor ve İsrail yönetimine bu konuda baskı uyguluyor.

Bush yönetimi sırasında böyle bir baskı görmeyen İsrail yönetimi, Obama'nın baskısından son derece rahatsız.
aktifhaber

14 Haziran 2009 Pazar
YILMAZ DİKBAŞ'IN KİTABINA İSRAİL SANSÜRÜ



Yılmaz Dikbaş'ın Efendi Teröristler isimli kitabına Radikal Gazetesi tarafından parasıyla'da olsa yayınlanmaması yönünde İsmet Berkan tarafından krar verildiği açıklandı.Gazetenin bu kararı Terörist İsrail Devletinin bazı basın ve yayınkuruluşlarında ne derecede etkili olduğunu da gündeme getirdi

“Efendi Teröristler” rahatsız oldular

İşte İsmet Berkan'tı rahatsız eden cümleler: Terörist Siyonist liderlerin öncülüğünde 90 yıla yakındır Filistin'de soykırım ya da etnik temizlik boyutlarına ulaşan katliamlar yapılmaktadır. Bugüne kadar 531 Filistinli Müslüman köyü yakıp yerlebir ettiler. Kadınların ve kızların ırzlarına tecavüz ettiler. Yahudi asıllı Albert Einstein, 27 ünlü arkadaşı ile birlikte siyonsitleri terörist olarak adlandırıp İsrail'li Siyonistleri İsrail'li Naziler diye tanımladı ve lanetledi.

Berfin Basın Yayından çıkan Yılmaz Dikbaş'ın “EFENDİ TERÖRİSTLER” adlı kitabının 12 Haziran 2009 Cuma günkü Radikal Kitap ekine verilen ilanı, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan tarafından son anda “efendice” sansürlenerek yayından kaldırıldığı belirtildi. Para karşılığı basılacak ilanı İsrail'e karşı sert eleştiriler olduğu gerekçesiyle yayından kaldıran Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, ‘yayın politikalarına uymadığı' gerekçesiyle reddettiği belirtildi.

EMPERYALİST EFENDİLERİ BUNU EMRETTİ
Skandal durumla ilgili Vakit'e açıklamalarda bulunan yazar Yılmaz Dikbaş ise “Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan efendilerinden aldığı talimatı yerine getirdi” dedi. Dikbaş Doğan medyasının her zamanki ahlaksızlığının mağduru olduklarını belirti. Yazar Dikbaş “Parayla verilen bir ilana dahi ne kadar tahammülsüz olduklarını gösterdiler. Yayın evimin verdiği bilgiye göre Bizzat İsmet Berkan tarafından yayından kaldırıldığı söylendi. İsrail hakkındaki gerçekleri ortaya koyan bu eseri sindiremediler. Bizzat İsrail devletinin belgeleriyle yayınladığı için koymadılar. İsmet Berkan'a ulaşmaya çalıştım cesaret edemediği için telefonlarıma bile çıkmadı.. En net ifadeyle belirtmek istiyorum ki bunlar Siyonist İsrail'in uşaklarıdır. Emperyalist ‘efendileri' onlara bunu emretti onlarda koymadı. Hani basın özgürlüğünü savunuyorlardı. Bu ahlaksızlıktan başka bir şey değil. İsrail'le ilgili yazdığım kitapta bir kelime uydurma yok hepsi İsrail devletinin resmi belgeleri ve saygın Yahudi kaynaklarından alınarak hazırlanmıştır. Ama gelin görün ki siyonist uşaklarına bunu anlatamıyoruz.” dedi.

SANSÜRCÜ İSMET BERKAN'A KINAMA
Yayın evi ise konuyla ilgili bir basın açıklaması yayınlayarak İsrail devleti ile ilgili gerçeklerin sıralandığı kitaba eşi görülmemiş bir sansür uygulandığı, meslek ilkelerinden bahseden Doğan Medyasının kendilerine belli kesimlerden aldıkları direktiflerle ambargo uyguladığı ifade edildi.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: Yayımlanmasından sonra bir ay gibi kısa bir zaman sürecinde medyadan ve kamuoyundan çok olumlu ve yoğun ilgi gören ‘EFENDİ TERÖRİSTLER' kitabının, Radikal'in Kitap ekinde para karşılığı ilan edilmesini sansürleyen Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'a şimdi soruyoruz:
Demokrasi kim için?

Yalnız vatanı pazarlayan AB Mandacıları için mi?

İfade özgürlüğü kim için?

Yalnız emperyalistlerin uşaklığını yapanlar için mi?

İnsan hakları kim için?

Yalnız ABD yandaşları için mi?

Basın özgürlüğü kim için?

Yalnız Siyonist Efendi Teröristlerin işbirlikçileri için mi?

İlanımıza sansür koyarak basın özgürlüğünü çiğneyen, Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'ın şahsında Radikal Gazetesi'ni kınadığımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

VAKİT
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Tem 03, 2009 11:07 pm    Mesaj konusu: Enayiler için Kabile Marksizmi Alıntıyla Cevap Gönder

07 Temmuz 2009 Salı
İSRAİLLİ SİYONİST KORSANLAR!
Yılmaz Dikbaş

Siyonist İsrail ordusu 27 Aralık 2008-18 Ocak 2009 sürecinde tam 22 gün, gece gündüz Gazze’deki savunmasız Filistin Müslüman halka saldırdı.
Aralarında sayıda çocukların da bulunduğu en az 1 400 sivili öldürdü, 50 bin evi yıktı, 800 sanayi tesisini yerle bir etti, 200 okulu harabeye çevirdi, 39 cami ve 2 kiliseyi dümdüz edip geçti.

Siyonistlerin buyruğundaki ABD bu kanlı katliama yalnız sessiz kalmakla yetinmedi, gemilerle Siyonistlere silah ve cephane taşıdı. Aydınlanma Devrimi geçirip uygarlaşmış olduğu iddia edilen AB ülkeleri ise bu insanlık vahşetini uzaktan izledi…

Ama dünyada bu soykırıma sessiz kalmayanlar da vardı.

11 ülkenin insan hakları savunucuları, “Özgür Gazze Hareketi” adlı bir oluşumda bir araya geldiler. Laf üretmediler, oralara buralara duyurular, bültenler fakslamadılar, gösterişli basın toplantıları yapmadılar. “İnsanlığın Ruhu” adını verdikleri küçük bir gemiye ilaç, yiyecek, inşaat malzemesi ve çocuk oyuncakları yükleyerek Kıbrıs’tan Gazze’ye doğru denize açıldılar.

30 Haziran 2009 Salı günü, Gazze kıyılarından 23 mil uzakta, yani uluslararası sularda, Siyonist İsrail ordusunun deniz kuvvetleri, “İnsanlığın Ruhu” gemisine saldırdı. Gemiyi ele geçirdiler, içindeki 21 insan hakları savunucusunu tutuklayıp zorla İsrail’e götürdüler.

21 kişinin arasında, Nobel ödüllü Mairead Maguire ve ABD eski milletvekili Cynthia McKinney de bulunmaktaydı.

İsrailli Siyonist korsanlar tarafından tutuklanıp zorla götürülmeden kısa bir süre önce, hareketin başkanı ve bu deniz seyahatinin koordinatörü Huwaida Arraf şunları söyledi:

“Hiç kimsenin bizim bu küçük gemimizin İsrail’e karşı bir tehdit oluşturacağına inanması mümkün değildir. Biz bu gemide ilaç, sıhhi araç ve gereç, inşaat malzemeleri ve çocuk oyuncakları taşıyoruz. Yolcularımız arasında Nobel ödüllü bir kişi ve ABD’nin bir eski milletvekili bulunmaktadır. Gemimiz Kıbrıs limanından ayrılmadan önce arandı ve güvenlik taramasından geçirildi. Seyahatimizin hiçbir anında İsrail karasularına girmedik.”

Huwaida Arraf sözlerini şöyle bitirdi:

“İsrail’in silahsız ve savunmasız gemimize yapmış olduğu bu bilinçli ve önceden planlanmış saldırısı, uluslararası yasaların çok açık bir biçimde çiğnenmesi demektir. Hemen ve koşulsuz olarak serbest bırakılmamızı talep ediyoruz.”

Öyle anlaşılıyor ki, çok iyi niyetli olan Arraf, Siyonist İsrail’in kurulduğundan beri hiçbir uluslararası yasayı, BM Genel Kurul kararlarını ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını tanımadığını bilmiyordu!

İsrailli Siyonist korsanlar tarafından kaçırılan Nobel ödüllü Mairead Maguire ise şunları söylüyordu:

“Biz bu yardımı taşımakla, Gazze halkına bir ümit vermek istedik. Böylece deniz yolunun onlara açılmasını umduk. Bundan böyle onların, İsrail’in saldırısı sırasında yıkılmış olan okullarını, hastanelerini ve binlerce evlerini yeniden inşa edecek malzemeleri taşımaya başlayabileceklerini göstermek istedik. Biz bu girişimle, Gazzelilerin yanında olduğumuzu, yalnız olmadıklarını duyurmayı amaçladık.”

İsrailli Siyonist korsanların uluslararası sularda ele geçirdikleri gemide, insan hakları savunucusu yolcular arasında bir de Nobel ödüllü kişinin olduğunu öğrenince merak ettim. Acaba yolcular arasında bizim Nobel ödüllü Orhan Pamuk da var mıydı? Her fırsatta ‘Biz Türk Aydınları olarak…’ diye ortaya çıkarak kameralar önünde insan haklarını savunup tumturaklı demeçler veren Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Akın Birdal, Şener Yurdatapan da bu gemide olabilir miydi? Sözde kıyımlardan dolayı Ermenilerden özür dileyecek kadar pusulayı şaşırmış, AB Hibecilerinden Mine Kırıkkanat, Prof. İbrahim Kaboğlu, Prof. Atilla Yayla, Prof. Halil Berktay, Ertuğrul Kürkçü, Ethem Mahçupyan, Mehmet Ali Birand, Adalet Ağaoğlu, Murat Belge ve Mazlumder de “İnsanlığın Ruhu” adlı geminin yolcuları arasında mıydı? Gemideki yolcu listesinde gözlerim, kırk yıllık Mason Çetin Altan’ın oğullarını, Aydın Doğan Medyası’nın azılı demokrat, aşırı insan hakları savunucusu köşe yazarlarını da aradı…

İsrailli Siyonist korsanların uluslararası sularda saldırdıkları “İnsanlığın Ruhu” adlı gemide tutsak aldıkları kişilerin listesini aşağıda veriyorum. Ben bu listede bizimkilerden hiçbirinin adını göremedim, bir de siz bakın, belki görebilirsiniz!

Mairead Maguire, Nobel ödülü sahibi, İrlanda.
Cynthia McKinney, eski milletvekili, ABD.
Denis Healey, geminin Kaptanı, UK.
Adam Qvist, Dayanışma çalışanı, Danimarka.
Adam Shapiro, Belgesel film yapımcısı, ABD.
Adnan Mormesh, Dayanışma çalışanı, UK.
Theresa Mcdermott, Dayanışma çalışanı, İskoçya.
Kathy Sheetz, hastabakıcı ve film yapımcısı, ABD.
Halid Abdülkadir, mühendis, Bahreyn.
Huwaida Araf, ‘Özgür Gazze Hareketi’ Başkanı, ABD.
Osman Abufalah, El-Cezire TV’nin yazarı, Ürdün.
Fathi Jaouadi, gazeteci, UK.
Mansur Al-Abi, El-Cezire TV kameramanı, Yemen.
İsmail Blagrove, belgesel film yapımcısı, UK.
Fatima Al-Attawi, yardım derneği çalışanı, Bahreyn.
Derek Graham, elektrikçi, kaptan yardımcısı, İrlanda.
Halid Al-Shenoo, üniversite hocası, Bahreyn.
Alex Harrison, Dayanışma çalışanı, UK.
Kaltham Ghloom, Dayanışma çalışanı, Bahreyn.
Juhaina Alqaed, gazeteci, Bahreyn.
Lubna Masarwa, Filistin insan hakları aktivisti, Filistin.
Bir süre önce, Aden Körfezi’nde Somalili korsanların saldırıları yoğunlaşınca hemen BM Güvenlik Konseyi toplandı ve Batı ülkelerinin deniz kuvvetlerinin o bölgeye gönderilmesine karar verdi. Bu bağlamda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin deniz unsurları da Somalili korsanları yakalama ve ticaret gemilerini korumayla görevlendirildi. Medya bunu, “Asker korsan avlamaya gidiyor” diye duyurdu.[1]

Peki, şimdi İsrailli Siyonist korsanları kim avlamaya gidecek?

Uluslararası yasaları, evrensel hukuk kurallarını, BM Genel Kurul kararlarını, BM Güvenlik Konseyi kararlarını dinlemeyen İsrailli Siyonistlere kim dur diyecek?


[1] Milliyet, “Asker korsan avlamaya gidiyor”, 10.02 2009

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/07/anadoluhaber-dogu-turkistan-katliam.html

FİLİSTİN RADYOSU SUSTURULDU
26 Ağustos 2009 20:52
Filistin radyosu "Beytüllahim 2000", İsrail ordusunca susturuldu
Batı Şeria'da Beytüllahim şehri yakınlarındaki Beyt Cela kasabasına dün akşam baskın yapan askerlerin, 1996 yılından bu yana yayında olan özel radyonun vericilerini söküp gittiği bildirildi.

Radyo yetkilileri, tekrar yayın yapmamaları için askerler tarafından uyarıldıklarını da belirterek, bu durumun basın hürriyetine saldırı olduğunu vurguladı
haber10

Gilad Atzmon
Enayiler için Kabile Marksizmi

Filistinle dayanışma söylemlerine yıllardan beri Yahudi Marksistlerin yürüttüğü sol ideoloji hâkimdir. Yahudi solcuların desteği ilk başlarda oldukça önemli olmasına rağmen, Filistin direnişi ve Filistin dayanışması, etnik temellere dayalı güçlü ve özerk bir söyleme doğru evrildiği için daha sonraları üstünlüğünü ve aciliyetini kaybetti. İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği savaş suçları artık gayet iyi belgeleniyor. Durumu, bu "hakşinas koşer Yahudinin" onayından geçirmeye kimsenin ihtiyacı yok.

Filistin dayanışma söyleminin ilerlediği gerçeğine rağmen Yahudi Marksistler, kendilerinin kabile yönelimli, gerçekliğin sahte analitik vizyonunu zorla kabul ettirmede halen ısrar ediyorlar.

Yahudi Marksizmi, Marksizm'den veya Sosyalizm'den çok farklıdır. Marksizm, evrensel bir paradigmayken, onun Yahudi versiyonu çok başkadır. Marksist diyalektiği Yahudi uşağı bir kaideye çevirir. Yahudi Marksizmi esas itibariyle "Marksist benzeri" bir terminolojinin, Yahudi kabile davasının tek gâyesi uğruna çiğ bir şekilde kullanılmasıdır. Siyasi gücü hedefleyen, Yahudi merkezli sahte entelektüel bir düzenlemedir.

Gazze'de, Nablus ve mülteci kamplarındaki durumun 19.yy Avrupasınınkiyle aynı olmadığını farkedenlerin ilki herhalde Filistinli düşünürlerdi. Marksizmin tek analitik araç olarak kullanılışına kafa tutmak için yeterliydi bu. Bununla birlikte, Yahudi Marksistlerin Filistinliler, Araplar ve genel olarak bölge için çok daha mâceracı planı vardı. Arapların kozmopolitan ateist olmalarını istiyorlardı. Arapların "tepkici İslamı" terkedip, bir yüzyıl önce Yahudilerin yaptığı gibi kendilerini özgürleştirmelerini telkin etmişlerdi.

Görünüşe bakılırsa Filistinli ve Arap entelektüeller Rusya'yı milyonlarca insanın canı pahasına Sovyetlere dönüştüren yöntemin kendilerini özgürleştirmeyeceğini kavramışlardı. Yahudi Marksistlerin, Filistinli mültecileri evlerine geri getirme niyetlerinin olmadığını apaçık anlamışlardı. Yahudi Marksist, herhangi bir şekilde yeterli bir direniş bile sergilememişti. Dikkatleri Yahudi politikasıyla ve Yahudi kimliğiyle ilgili sorulardan başka yöne çekmek amacıyla söylemi boş laflarla ve sahte analitik jargonla doldurmak için vardı o.

Yeterince ilginç olmalı, İslamı terketmeleri şartıyla Filsitinlileri desteleyenler aslında Yahudi kabile politikalarının ibret verici nihâi timsâli olan Yahudi Marksistlerdi. Yahudinin çirkin politik tavırlarını en ham haliyle ifşa eden "Siyonist" değil "Yahudi Marksist'tir." Yahudi solunu takibe almak ve onun felsefesini anlamak için yeterli bir sebeptir bu. Birazdan göreceğimiz gibi Yahudi Marksizmi, Yahudi sorununa herhangi bir şekilde yakınlaşmayı fırıldak çevirerek bastırmak için vardır.

Yahudi gücünün ve Yahudi lobisinin mercek altına alınmasını engellemek için vardır. Yahudi Marksist, cevapları bildiğini iddia eden ama bazı sebeplerden dolayı yine de tarihi olayları tam bir felaket denilecek şekilde okuyan sahte bir kahindir. Tahminlerinin hiçbirisi gerçekliğin testine dayanamaz.

Yahudi Marksist ideolojinin son timsâlinden biri de Profesör Moşe Machover'dır. Machover Tel Aviv'de doğmuş ve 1968'de İngiltere'ye yerleşmiş. Matzpen adlı minyatür bir Sosyalist örgütün kurucusu (1962).

Machover'in Siyonizm okuması hayli abes. İsrail diyor, "bir yerleşimci devlet/i/dir" Machover için gerekli bir kalkış noktasıdır bu zira Siyonizmi sömürgeci, genişlemeci bir proje olarak ele almaktadır. Böylesi sakat bir entelektüel fırıldaklığın arkasındaki gerekçe açıktır. Siyonizm sömürgeci bir proje olarak nakledildiğinde, Yahudiler sıradan bir halk olarak görülmelidir. Fransızlardan veya İngilizlerden bir farkları yok demektir; ölümcül sömürgeci projelerini sadece farklı bir zamanda yürütüyorlar demektir.

Bununla birlikte, Machover dikkatleri Yahudi sorunundan, Yahudi kabile politikasından ve Yahudi kimliğinden öte yana çevirmeyi gözü dönmüş bir şekilde istiyorsa da, tüm önermesi tek bir hamlede yıkılabilir. Şayet İsrail bir yerleşimci devlet/i ise o halde sormalı, "anavatanı" neresidir? İngiliz ve Fransız sömürgeciliği devrinde, yerleşimci devletler/i bağlarını "anavatanlarıyla" çok açık bir şekilde korumuşlardı. Yerleşimci devlet/i/nin, tarihte bazı hallerde, anavatanla bağları kopardığı da olmuştur. Hayli dikkat çekicidir. Boston Çay Partisi bir şeyler anımsatabilir. Bununla birlikte, bildiğimiz kadarıyla "Yahudi yerleşimci devlet/i" ile arasında asli bir bağın olduğu "Yahudi anavatanı" yoktur. Yahudi halkı, Yahudi devleti ile ilişkilendiriliyor ama ne ki Yahudi halkı, özerk egemen varlığın "maddesi" değildir. Maddi bir Yahudi anavatanının olmayışı, Machover'ın sömürgeci savının çöküşüne neden oluyor, hemen ve derhal.

Dahası, İbrani, İsrailli Yahudiler kültürel ve duygusal olarak hiçbir anavatana bağlı değildir, kendi devletleri hâriç. Eski bir İsrailli olarak şahitlik edebilirim ki ne ebeveynim ne ben ne de İsrail vatandaşlığından çıkmış diğerleri İsrail hâriç herhangi bir (anavatanla) devletle bağımızın olduğu şeklinde bir farkındalık taşımadık. Dolayısıyla, Siyonizmin bazı sömürgeci nitelikler taşıdığı doğru olabilirse de bizâtihi (per se) sömürgeci bir proje değildir çünkü Yahudi yerleşimci devlet/i ile Yahudi anavatanı arasında bir maddi tekabüliyeti hiç kimse gösteremez. Yahudi ulusal projesi tarihte benzersizdir ve Marksist maddeci açıklamalara uymamaktadır.

Demek oluyor ki Machover'ın "yerleşimci devlet/i/nin" bir diğer Yahudi Marksist fırıldaklık olduğunu farzetme hakkına sahibiz ve o, İsrail'in bir Yahudi devleti olduğu gerçeğini gözlerden kaçırmak için vardır. İsrail'in benzersiz durumunu anlamak için "kimler Yahudi'dir" diye sormamız gerekiyor. Musevilik nedir? ve Yahudilik nedir? Bu soruya vereceğimiz cevap sayesinde Machover ve diğer Yahudi Marksistlerin bu yanar döner işlere niçin bu kadar yatırım yaptıklarını anlayabiliriz. Machover'ın Marksist ideolojiyi tahrif edişi, çok ilginç bir benzerliktir, Siyonistlerin Eski Ahidi tahrif edişine benzer.

Machover'ın Kasım 2006'da Brunei Gallery Lecture Theater (SOAS) yaptığı tumturaklı uzun bir konuşma bazı nedenlerden dolayı International Socialist Review (ISR) tarafından bu ay yayınlandı.

Marchover'ın kahince tahminlerinin hiçbirisi de gerçekliğin testine dayanamamıştır. Böylesine mahcub edici bir çalışmanın yayınlanması, ISR editörlerinin mevcut dünya meselelerini kavrayışları hakkında ciddi kaygıya yol açıyor. Machover'ın İslam hakkındaki şu sözlerini ISR'nın onaylayıp onaylamadığını öğrenmek çok ilginç olacaktır: "İslam, geriye dönüktür [çağdışıdır] ve tabiatı gereği, ilerlemeyi sağlayamaz." Bu gezegende yaşayan her müslüman bilmeli ki Londralı yaşlı bir Yahudi Marksist, Kur'ân'ı kaldırıp atmaları gerektiğine kâni.

Ulusçuluğun yükselişinden dolayı burada, İngiltere'de ve diğer Avrupa ülkelerinde kaygılanan çok az insan var. Yeterince sarsıcıdır, Machover'in kurumlu ve üstünlükçü bir tavırla İslamı ele alışıyla sağcı ulusçuların İslamı ele alışlarının mukayese edilmesi eğlendirici bir gerçeği ifa eder. Machover, Yahudi kabilesinin üstünlükçü üyesi, kendisini Nick Griffin ve BNP'nin sağına yerleştirdi. Griffin ise "anavatanlarına" dönmelerini için yabancılara 50.000 Sterlin teklif ederken şu bizim Koşer Marksist Machover, yerliyi kendi toprağında soyup soğana çevirmenin derdinde. Griffin, İslam'a "çağdışı" deyip sonra sıvışıp gidemezdi. Şaşırtıcı değil çünkü Griffin büyük bir muhalefetle karşılaşmak durumunda kalırken Machover sol cenahtan çok az muhalafet görecektir. Bunun bir nedeni açıktır ki Machover ve onun üç Yahudi takipçisinin farkedilebilir olmamalarıdır. Bir diğer nedeni ise ırkçılık ve üstünlüğün maalesef "Yahudiye mahsus" bir saha olmasıdır. Gördüğümüz gibi Machover sıvışıp gidiyor. Ümit o ki bu durum yakında değişecektir.

Machover 2006 Kasım'ındaki konuşmasını ilginç bir soruyla açıyor: "İsrail-Filistin çatışması hakkında nasıl düşün-mel-iyiz?"

Machover'ın "biz" ve "meli-malı" eklerini kullandığı sanırım gözden kaçmamıştır. Konuşmanın şekli, entelektüel cephaneliğinde bulunan doğru cevaplara yaşlı kişinin sahip olduğunu telkin ediyor. İbrâni kahinlerin geleneğini takip ederek kendinden emin bir şekilde ilan ediyor: "Meseleye nasıl yaklaşılması gerektiği hususunda sarîh olmalıyız."

Marjinal Yahudi bir Marksist "biz", "meli-malı" ve "lazım" gibi [we, should, ought] takı, zamir ve sözcüklere başvurduğunda kırmızı alarmlarım çalmaya başlar.

Machover, bir çözüm kavrayışı sunan analitik bir savla geliyormuş gibi yapmaya cüret ediyor "Anlamak" diyor, "hükme takaddüm etmeli." Belki de 50 yıldır tek bir felsefi metin okumayan şu İbrâni kahine birisi hatırlatmalı, "anlamanın" bizâtihi kendisi önceki "anlayışlara" ve "hükümlere" tâbidir. Aslında Machover'ın, İslam'ın ve Arap direnişinin gücünü anlamadaki sistematik başarısızlığı bile bizâtihi önceki anlayışları ve keskin Yahudi Marksist telkinlerden dolayıdır.

"Çözüm" vizyonunun - ilkeler ve önşartları – ana hatlarını ortaya koymadan evvel Machover'ın binlerce kelimelik sahte analitik metin döktürmesi gerekiyor.

"Herşeyden evvel" diyor "Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Suriye'nin Golan Tepeleri üzerindeki işgaline son vermesi için İsraile baskı yapılmalıdır." "Eşit haklar, kalıcı bir çözümün ete kemeği bürünebilmesi için temel unsurdur" diyor tasdik ederek. Çatışmayı kavradığını iddia eden bir adamın parmak ısırtan bir ufku bu. "Analitik araştırmasına" rağmen, Machover Yahudi devletinin kendi iradesiyle, hangi şekle sahip olursa olsun "eşitliği" onaylamayacağını farketmiyor; zira Yahudi siyaset ideolojisi, insanın eşitliğine râm olmaz.

"Dönüş hakkı" diye devam ediyor "Filistinli mültecilerin anavatanlarına dönme hakkının tanınması, haklarının iadesi, mal kaybının ve geçimliklerin uygun bir şekilde tazmin edilmesidir."

Güzel ve doğru sözler bunlar ancak Machover, İsrailli Yahudileri kendi küçük "Yahudilere mahsus" devletlerinden neyin vazgeçireceğini anlatmakta başarısız.

Machover nihayet çok basit bir çözümle geliyor. "Sahici bir çözümün üçüncü ve en temel unsuru, çatışmanın temel nedenini ortadan kaldırmaktır: Siyonist sömürge projesi ilga edilmelidir." Bu noktada söylemeliyim ki Machover, benim hivic olsun diye ortaya attığım kurgusal bir karakter değildir. Gerçek bir kişidir ve asgari üç Yahudi Marksist takipçisi vardır. Buradaki can alıcı soru, söz konusu dört Yahudi Marksistin bu mâkul fikri İsrailli Yahudilere nasıl satacaklarıdır.

Filistinin geleceğini tâyin edecek olanın "o zemindeki fiili durumun / gerçeklerin" olduğunu takdir etmede zaafa düşen diğer ayartıcı dayanışma kampanyacıları gibi Marchover da akademik tek devletli-iki devletli çözüm söylemine yapışıyor. "İki devletli bir çözümün onları tatmin etmesi için İsrail, Siyonizmi terk etmelidir: Etnik merkezli yerleşimci devlet/i olmaktan tüm sâkinleri için demokratik bir devlet olmaya doğru yol almalı, dönüşmelidir." İsrail'de dahi yaşamayan Machover bazı nedenlerden dolayı, İsraillilere ne tür bir ülkede yaşamaları gerektiğini söyleyebileceğine inanıyor. "Diğer yandan, tek bir devlet sırf demokratik (dolayısıyla seküler) olmakla kalmayıp iki ulusun varlığını tanıyan, onlara eşit ulusal haklar ve statü veren bir anayasal yapıya kavuşmalıdır." Yaşlı Yahudi Marksist, mümkün nihâi marjinal ses, şayet birlikte yaşamak istiyorlarsa seküler olmak zorunda olduklarını yine bir kez daha Filistinlilere ve İsraillilere anlatıyor. Şimdiye kadar kabul etmiş olmalı, Yahudi Marksist olmak biraz Chutzpah [arsızlık derecesinde hırslı / küstah olmayı] gerektirir.

Sözlü mastürbasyonun eşiğindeki 22 sayfalık Marksist zevk-ü sefâ'dan sonra, herifçioğlu zorunlu noktaya geliyor. Dinleyicilerinin vaktini israf ettiğini kabul ediyor.

"Güçler dengesindeki devâsa orantısızlıktan dolayı, hakikat, sahih bir çözüm kısa veya orta vadede mümkün değil" diyor.

Değişimin nasıl söz konusu olabileceğini merak ediyorsunuzdur bu durumda. İşte şöyle, Arabistanlı Moşe'nin sunacak iki cevabı var: "İlki, Amerikan'ın küresel hâkimiyetinin çökmesi", sanki İsrail mevcut ittifaklarını kaybetmeye mahkum. Machover'ın da bileceği üzere, Yahudiler son yüzyılda çok sık müttefik değiştirmişlerdir.

"İkincisi" diyor, "Arap Doğu'sunun, Arap ulusunu bir dereceye kadar birliğe sevkedecek radikal-ilerlemeci bir sosyal, iktisâdi ve siyasi dönüşümden geçmesidir – bölgesel federasyon şeklinde olması muhtemeldir bunun." Görünüşe bakılırsa, arkaik Marksist bâriz bir biçimde gelişen hikayeyi toparlayamıyor; Arap ulusu büyük ölçüde müslümandır. Araplar, Allah sevgisi ve Ümmet fikri etrafında daha da birleşiyor. Söz konusu olan gerçeklik olduğunda, İslam yükselen güçtür, Yahudi Marksistimiz hoşlansa da hoşlanmasa da. Hamas, yapılan ilk Meclis seçimlerinde müthiş bir başarı elde etti. Bugün Filistinde seçim yapılsa, Hamas'ın zaferi daha büyük olacaktır. Batı sömürgeciliğine ve Siyonist savaş makinesine karşı başarılı tek direniş gücünün İslam olduğu gerçeğini gözönüne aldığımızda, ISR'nin yayınladığı Machover'a ait Yahudi merkezli, entelektüel bakımdan sakat analiz, Sosyalistlerin ve Marksistlerin kendilerini Yahudi'nin siyasi kıskacından kurtarmaları için vaktin yeterince olgunlaştığını gösterir. Marks 1884 tarihli "Yahudi Sorunu" başlıklı paha biçilmez çalışmasında, dünyanın kapitalizmden azad olması için kendisini evvela seküler Yahudi'den kurtarması gerektiğini savunmuştu. Bu hükmü biraz daraltıp şunu söyleyeceğim: Marksistler ve Sosyalistler, akıl hocalarının belirttiği üzere, söylemlerini kurtarmak için evvela kabilenin köstebeklerinden kurtulmayı dikkate almalıdırlar.

Daha önce gördüğümüz gibi, Machover, hoşgörü ve ahlak bakımından, kendisini Griffin'in ve BNP'nin sağına yerleştirmiştir. Siyasi pragmatizm bakımından da Şimon Peres'in ve onun "Yeni Ortadoğu'sunun" sağındadır. Yeni Ortadoğu için Machover'ın kendi planları var. Hepsini birleştirecek ve Kur'ânı kaldırıp atacakmış.

Şimdiye kadar gördüklerimizden anladık ki Machover İslam'dan hazzetmiyor. Diyorki "İslamizm'in yükselişi sahte umut dağıtıyor...muhtemel birleştici bir güç olamaz: Tam aksine, Sunniler ve Şiiler arasında olduğu gibi, bölücüdür ve İbraniler şöyle dursun, gayrimüslimler, laik Araplar (Filistinliler dâhil) için hiçbir cazibesi yoktur."

Yeterince ilginç, Arabistan'ın Moşe'si 2006 Kasım'ında bu hicap verici konuşmayı yaptıktan beş ay sonra Şii Hizbullah, İsrail ordusuna aşağılayıcı bir mağlubiyeti tattırmaya hizmet edecek şekilde İsrail'e kendilerinin sadece Kuzey'de olduğunu, uyanık olduklarını hatırlatırarak Gazze'deki kardeşlerine yardım sinyali gönderdi. Yaşlı komedyen Marksist 2006 yılındaki bu konuşmasını, Hamas'ın Meclis seçimlerinde büyük bir zafer elde etmesinden yaklaşık bir yıl evvel yapmış oluyor. Bugün seçim yapılsa daha büyük bir zafer elde edecekler.

Aslında pek çok Sosyalist ve Marksist bilhassa Anglo-Amerikan dünyasındakiler böyle yapıyor. Ancak İslam karşıtı fikirleri yayan Marksist ve Sosyalistler, Yahudi lobisine, Wolfowitz ve neocon'lara, NJF'ye katılsalar yeridir. Böyle yapmaları daha iyi çünkü ait oldukları yer orası.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın

İsrailli askerler: Gazze'de suç işledik!
16 TEMMUZ 2009
İsrail'in Ocak ayında gerçekleştirdiği Gazze operasyonuna katılan 26 asker, sivillere karşı birçok suç işlendiğini ve militanlar ile siviller arasında ayrım gözetilmediğini söyledi.

KUDÜS - İsrail'in Ocak ayındaki Gazze operasyonunda görev alan bir grup asker, sivillere karşı birçok suç işlendiğini, bunların bazılarının savaş suçuna dahi tekabül edebileceğini söyledi.

25'ten fazla İsrail askeri, Sessizliği Bozmak (Breaking the Silence) adlı İsrailli savaş gazilerinin oluşturduğu örgüte, ordu içindeki insan hakları ihlallerini anlattı.

Örgütün raporunda, Gazze'nin sivillerine yönelik ''büyük ve emsalsiz darbenin'' arkasında İsrail'in çatışma kuralları ve komuta kademesinin belirlediği politikanın yattığına dikkat çekildi.

Ordunun çatışma kurallarının militanlar ile siviller arasında ayrım gözetmediğini belirten askerler, kendilerine "ne kadar Filistinli'nin hayatına mal olursa olsun, İsrail'in kayıp vermesini önlemeleri gerektiğinin" söylendiğini ifade etti.

Bir asker, kendilerine "Şehir savaşında herkes düşmanınızdır, masum yoktur.'' denildiğini aktardı.

Bir diğer asker ise, aynı timde görev yaptığı silah arkadaşları için ''hapse atılmayı hak eden insanlar'' değerlendirmesini yaptı.

İsrail ordusu, Gazze'de savaş suçu işlendiği iddialarının "Filistin propagandası" olduğunu ileri sürüyordu. Ama şimdi, bu suçlamalar İsrail askerleri tarafından yapılıyor.

İsrail ordusu sivillerin zarar görmesini önlemek için olağandışı önlemler aldığında ısrarlı. Askerler de, girmeye hazırlandıkları bölgelere önceden bölgeyi terketmeleri uyarısını içeren el ilanları fırlatıldığını aktardı.

Ancak Sessizliği Bozmak örgütü asıl sorunun askerlerin bu bölgelere girmesinden sonra yaşananlar olduğunu söylüyor. Örgüt, İsrail ordusunun Gazze'deki eylemlerinin daha kapsamlı şekilde soruşturulması çağrısında bulunuyor.
Akşam

Haham Mafyasının Türkiye Kolu
25 Temmuz 2009 17:02

Hahamların organ mafyası kimi organları Türkiye'den temin ettikleri ortaya çıktı. Amerika'da tarihin en büyük yolsuzluk operasyonu Türkiye'ye de uzandı.

Yasadışı organ ticareti yapan hahamların kimi organları Türkiye'den temin ettikleri, balkan ülkelerinde de ameliyatı gerçekleştirdikleri ortaya çıktı. Yılda 3 milyon dolarlık vurgunu ortaya çıkartan gizli tanığın ise tutuklanan hahamın oğlu olduğu ortaya çıktı

Amerika'nın New Jersey Eyaletinde önceki gün yapılan tarihi yolsuzluk operasyonunda 3 belediye başkanı 5 din adamı olmak üzere 44 toplum lideri tutuklanmıştı. 300 FBI mensubunun katıldığı eş zamanlı operasyonların Türkiye'ye kadar uzandığı ortaya çıktı.

Yasadışı organ ticareti yapan hahamların organları Türkiye, Kuzey Afrika ülkelerinden 10 bin dolar gibi bir paraya aldıkları ve 160-180 bin dolara pazarladıkları ortaya çıktı.

Ameliyatların ise Balkan ülkelerinden birinde yapıldığı belirlendi. Bu arada şebekelerin çökertilmesinde büyük rol oynayan "gizli tanığın" Hahamın oğlu olduğu ortaya çıktı.

Haaretz gazetesinin haberine göre Solomon Dwek isimli hahamın oğlu dada dönü kadar çok dindar bir kişilikti. New Jersey'de yaptığı emlakçılık işinde babası Yitzak yolsuzluk yapıp işi batırınca oğılu işsiz kaldı. Yolsuzluklardan geleceği tehlikeye giren Solomon çareyi FBI'a gitmekte buldu. Üç yıl boyunca cemaatin yasadışı işlerini tet tek takip etti ve verdiği ifadeler sonucunda babasını parmaklıklar ardına tıktırdı.
aktifhaber

İsrailli oyunculara tecavüz suçlaması

Göteborg ile karşılaşan FC Tel Aviv'in 2 oyuncusu tecavüzden gözaltına alındı. Savcık ifadesini aldığı iki İsrailli oyuncuyu serbest bıraktı.

01 Ağustos 2009 00:49

UEFA Avrupa Ligi'nde Göteborg IFK takımı ile İsrail'in FC Tel Aviv takımı arasında dün gece Göteborg'da oynanan futbol maçının ardından 2 İsrailli futbolcu, tecavüz suçundan gözaltına alınmıştı.

haber7

Nagehan ALÇI
Akşam Mossad'daki toplantı
01 Ağustos 2009

Tarih, 29 Temmuz Çarşamba. Yer, Tel Aviv'in kuzeyindeki Mossad merkez binası.
İçeride dünyanın kaderini belirleyecek bir toplantı yapılıyor.

Masada oturan isimler şunlar: ABD Milli Güvenlik Danışmanı James Jones, Obama'nın İran'dan sorumlu Özel Temsilcisi Dennis Ross ve Müsteşar William Burns.

İsrail tarafında ise İstihbarat Bakanı Dan Meridor ve Mossad Başkanı Meir Dagan'ın yanı sıra Askeri İstihbarat Şefi ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı yer alıyor.

***
Toplantının başlığı İran lideri Ahmedinecad'ın koltuğundan indirilmesi. Evet, doğru duydunuz. ABD ve İsrail kafa kafaya verip İran'daki hükümetin varlığının nasıl son bulabileceği üzerine bir toplantı düzenliyor! İsrail istihbaratının İran'da topladığı bilgilere bakılırsa Ahmedinecad kabinesi dağılmanın eşiğinde. Bakanlar istifa ediyor, fikir ayrılıkları artıyor. Hazır atmosfer böyle iken, ABD ve İsrail de süreci hızlandırma peşinde.

***
Yakın zamana kadar ABD, İran Devlet Başkanı'na yönelik bir operasyona karşı çıkıyordu. Çünkü Ahmedinecad ve İran'ın dini lideri Hamaney'in nükleer güç konusunda ABD ile diyaloğa yeşil ışık yakacağını düşünüyorlardı. Ancak diyaloğun başlaması için tanınan süre eylülde doluyor ve ufukta herhangi bir olumlu gelişme gözükmüyor. Bu nedenle tavır değişti. ABD 'Ahmedinecad'la olmayacaksa yönetim değişsin' demeye başladı.

***

Bu değişiklikten İran da haberdar. Hatta olası müdahaleleri engellemek için İsrail'i oyalamanın peşine düştü. Nasıl mı?

İsrail istihbarat kaynaklarına göre İran'ın Devrim Muhafızları, geçtiğimiz günlerde Hizbullah ile bağlantıya geçtiler ve İsrail-Lübnan sınırında gerginlik çıkarılması talimatı verdiler. Ancak Hizbullah lideri Hasan Nasrallah şu sıralar silahlı güçleri ön plana çıkarmak istemiyor. Bu nedenle İran'ın isteğini Lübnan ordusuna havale etti. Nasrallah, Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Süleyman'la bağlantıya geçerek ordunun Lübnan-İsrail sınırındaki faaliyetlerini artırmasını istedi. Kısacası İran kendi üzerindeki gözlerden kurtulmak için Lübnan'ı ateşe atabilir.

İran maratonu
GEÇTİĞİMİZ hafta boyunca İsrail'de bir dizi 'İran toplantısı' gerçekleştirildi. Yukarıda anlattığım bunlardan biriydi. Toplantılarda ABD Savunma Bakanı Robert Gates de yer aldı ve İran ile ilgili üç aşamalı bir plan açıkladı.

***

O aşamalar şunlardı:

1) Gidebildiği yere kadar diplomatik çabaları sürdürmek. ABD, bu çabaların şansının gittikçe azaldığını görüyor ancak yine de eylüle kadar bekleyecek.
2) Çabalar başarısızlıkla sonuçlanırsa yaptırımlara geçilecek. İran'ın petrol ürünleri ihracatına ambargo uygulanacak, benzin girişi durdurulmaya çalışılacak.
3) Tüm bunlar da yeterli olmazsa askeri seçenek masaya gelecek. (Bu seçeneğin detayları, yani olası bir operasyonun nasıl koordine edileceği de toplantılarda konuşuldu)

***
Toplantıların sonunda ABD İsrail'e 'İran konusundaki zamanlamayı bize bırakın. Sizi yalnız bırakmayacağız. Ancak şimdilik sadece İran'ı baskı altında tutmanız yeterli' dedi.

***
Tahran'ın suyu kaynıyor. Bu gidişle Obama'nın diyalog vaatlerinin yerini yine silahlar alacak.

Nagehan Alçı - Akşam
nagehan@nagehanalci.com

İsrail'i Eleştiren Konsolosa Gözdağı
09 Ağustos 2009 14:44

İsrail Dışişleri Bakanlığı, ABD ile ilişkilere zarar verdiği eleştirisinde bulunan Boston başkonsolosunu ülkeye çağırdı

İsrail Dışişleri Bakanlığı, gizli bir iç yazışmada hükümete ABD ile ilişkilere zarar verdiği eleştirisinde bulunan Boston başkonsolosunu ülkeye çağırdı.

Bakanlık açıklamasında, Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın talimatıyla, İsrail'in Boston başkonsolosunun konuya açıklık getirmek için gelecek hafta Kudüs'te olacağı kaydedildi.

Başkonsolos Nadar Tamir, İsrail'in Kanal 10 televizyonuna sızan bir iç yazışmasında, ABD'nin Yahudi yerleşim birimleri inşasının dondurulması talebiyle ilgili İsrail hükümetinin Washington ile aleni çatışmasının "İsrail'e stratejik zararı" olduğunu belirtmişti.

Tamir, ABD-İsrail ilişkileriyle ilgili düşüncelerini aktardığı 3 sayfalık metinde, İsrail'in bu tutumunun iki ülke arasındaki özel ilişkiye zarar verdiğini yazmıştı.

Hükümet, Tamir'in siyasi görüşlerini dile getirerek iletişim kurallarını ihlal ettiğini savunuyor.

Dışişleri Bakanlığının Tamir'in mektubunun medyaya nasıl sızdığını da araştırdığı belirtiliyor

aktifhaber

13 Ağustos 2009 Perşembe
İsrail ile tatbikata 'one minute' diyen yok

Gelecek hafta Doğu Akdeniz’de Türkiye, ABD ve İsrail’in katılımıyla gerçekleşecek deniz tatbikatı, İsrail’de Türkiye ile “gerilimin” yatıştığının işareti olarak yorumladı.

Türkiye, İsrail ve ABD'nin kara ve deniz kuvvetlerinin katıldığı ortak "arama ve kurtarma tatbikatı" Güvenilir Denizkızı bu yıl Türkiye'de düzenlenecek. Tatbikat üç ülkenin Doğu Akdeniz'de artan işbirliğini temsil ediyor.

Türkiye, İsrail ve ABD'nin kara ve deniz kuvvetleri her yıl düzenlenen arama ve kurtarma tatbikatı 'Güvenilir Denizkızı' için bir araya gelecek. Deniz sularında acil durumlarda ortak kurtarma aktiviteleri ile koruma önlemlerinin paylaşıldığı tatbikat, her üç ülkenin donanma ve hava kuvvetleri arasında bu tür durumlarda işbirliğinin ve karşılıklı koordinasyonunun etkin ve hızlı bir şekilde sağlanmasını amaçlıyor.

Tatbikata üç ülkeden 8 gemi, 4 helikopter ile üç arama kurtarma uçağı katılacak. 17-21 Ağustos tarihleri arasında Türkiye'de yapılacak olan tatbikat geçtiğimiz yıl İsrail'in Hayfa Limanı'nın 40 kilometre açığındaki uluslararası deniz sularında gerçekleştirilmişti. Arama kurtarma amaçlı olduğu belirtilen tatbikata Doğu Akdeniz ülkelerinden Lübnan ve Suriye katılmıyor. Dahası Türkiye'nin bu iki bölge ülkesiyle ortak arama kurtarma tatbikatı da bulunmuyor.

Tatbikatın başlamasıyla Marmaris'te Aksaz Donanma Üssü'nde basın toplantısı düzenlenecek. Türkiye'nin İsrail ve ABD ile artan işbirliğine işaret eden tatbikatın ilki 7 Ocak 1998'de İsrail kıyılarında gerçekleştirilmişti. Her yıl Doğu Akdeniz'de gerçekleştirilen tatbikatlar 1996 yılındaki Türkiye İsrail işbirliği anlaşmasının ve ABD ile İsrail arasındaki askeri işbirliği anlaşmasının sonucu.

Tatbikat Türkiye'de sınırlı bilgiyle sunulurken, İsrail basını 'Güvenilir Denizkızı'nın özellikle Davos krizinden sonra yapılacak ilk askeri tatbikat olmasına dikkat çekiyor. İsrail basını tatbikatın Davos krizinin ardından iki ülkenin yetkililerinin ikili ilişkilerde sıkıntı olmadığına yönelik açıklamalarının kesin bir kanıtı olduğunda hemfikir. Türkiye'de ise tatbikatın yalnızca bir arama-kurtarma tatbikatı olmasına dikkat çekiliyor.

Anadouhaber

İsrail'de, nükleer santral çalışanlarına uranyum içirilmiş

17 Ağustos 2009 İsrail'in nükleer santrali Dimona'da görevli bazı çalışanlara, deneysel amaçlı "uranyum" verildiği ortaya çıktı.
Haaretz gazetesinin verdiği habere göre, Dimona'nın eski bir çalışanı, 4 ay kadar önce Ber Şeva'daki mahkemeye dava açarak, Dimona'nın bazı çalışanlar ının 1998 yılında denek olarak kullanıldığını söyledi.
Bu deneyin, insan üzerinde yapılan deneylerle ilgili Helsinki Deklarasyonu'na aykırı olduğu, çalışanların yazılı izinlerinin alınmadığı ve deneyin riskleri veya yan etkileri konusunda uyarılmadığı iddia edildi.
Davayı açan Dimona eski çalışanlarından Julius Malick, Dimona yönetiminden 1,8 milyon şekel (yaklaşık 474 bin dolar) tazminat istiyor.
Davacı Malick göre, deney çerçevesinde kendilerine, içinde uranyum olan üzüm ve greyfurt suyu içirildi.
Dava dilekçesinde, deneyin bir bilim dergisinde de yayımlandığı ayrıntısına yer veriliyor.
Kimyager Malick, 15 yıl çalıştığı tesisten 2008'de emekli oldu.
İsrail Atom Enerjisi Komisyonu yaptığı açıklamada, Dimona tesisinin, çalışanlarının güvenliği ve sağlığını ön planda tuttuğunu belirterek, deneklere verilen uranyum miktarının, Ber Şeva sakinlerinin, bir ay musluk suyundan aldığı uranyumun miktarından daha az olduğunu kaydetti.

netgazete

19 AĞUSTOS 2009, ÇARŞAMBA


'İsrail organ için öldürüyor'

İsveç'te yayımlanan bir gazete, İsrail askerlerinin, Filistinlileri organlarını çalmak amacıyla öldürdüğünü iddia etti

TEL AVİV - İsrail basınına habere göre, İsveç'in önde gelen gazetesi "Aftonbladet", "Çocuklarımızın organlarını yağmalıyorlar" başlıklı haberinde, Filistinlilerin, "Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da İsrail askerlerinin, yakaladıkları gençlerin cesetlerini organları kayıp şekilde teslim ettiği" iddiasını aktardı. Donald Boström imzalı haberde, Nablus, Cenin ve Gazze'den Filistinlilerin, "Çocuklarımız, gönülsüz organ bağışçısı olarak kullanıldı" şeklindeki sözlerine ve cesetlerin birkaç gün sonra otopsi yapılmış şekilde gece iade edildiği yolundaki iddialarına yer verildi. Haberde, bir süre önce Amerika'da New Jersey'deki bazı Amerikalı hahamların, organ nakillerinde insan böbreği satışlarında aracılık ettikleri yolunda suçlamalarla karşı karşıya geldiğine de atıfta bulunuldu. Birinci Filistin intifadası döneminde, 1992'deki bir organ çalma iddiasının aktarıldığı haberde, İsrail ordusunun, Nablus bölgesinde askerlere taş atan bir genci yakaladığı, gencin göğsünden ve ayaklarından ve karnından vurulduğu, daha sonra bir askeri helikopterle, "bilinmeyen bir yere" götürüldüğü, 5 gece sonra gencin cesedinin, yeşil hastane giysilerine sarılmış olarak geri getirildiği anlatıldı.
netgazete

İsveç Başbakanı, İsrail aleyhine haber yapan gazeteyi kınamayacak

24 Ağustos 2009 İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt, İsrail askerlerinin Filistinlileri organları için öldürdüğü iddialarına yer veren Aftonbladet gazetesini kınamayacağını açıkladı.
Başbakan Reinfeldt, İsrail'in sert tepkisine yol açan iddialarla ilgili gazetecilerin soruları üzerine, basın ve ifade özgürlüğünün anayasal teminat altında, demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden olduğunu belirtti.
İsrail hükümetinin istediği gibi anayasayı önemsemeyerek gazeteyi kınayan bir açıklama yapmayacağını bildiren Reinfeldt, çoğulcu bir toplum olan İsveç'te Hristiyan, Müslüman, Yahudi, dinsiz ve değişik siyasi görüşleri taşıyan herkesin karşılıklı saygı ve anlayış içinde yan yana yaşadığını söyledi. netgazete

İbrahim Karagül
İsrail, organ ticareti, Atlantik'te korsanlık

Bir süredir, İsveç ile İsrail arasında, Filistinliler üzerinden, ilginç bir gelirim yaşanıyor. AB Dönem Başkanı İsveç ile İsrail yönetimi arasında krize yol açan durum, İsrail için çok ağır suçlamalar içeriyor. İsveç'in önde gelen gazetelerinden Aftonbladet'te; "İsrail askerlerinin Filistinli çocukları organlarını almak için öldürdüğü" şeklindeki haber büyük yankı buldu.

Gazete; "Çocuklarımızın organlarını yağmalıyorlar" başlığı ile verdiği haberde, İsrail askerlerinin Batı Şeria ve Gazze'de yakaladıkları gençlerin cesetlerini, organları alınmış halde ailelerini teslim ettiği" gibi ürkütücü iddialar var. Gazete; ABD'nin New Jersey eyaletinde bazı hahamların organ ticaretini, yani trafiği yürüttüğünü yazdı. Filistin kaynakları da bu haberi doğrulayan bilgileri kamuoyuyla paylaştı. Beytullahim merkezli Filistin haber ajansı Ma'an konuyla ilgili bir rapor yayınladı. İsrail askerlerinin öldürdükleri Filistinli gençlerin organlarını sattığı, özellikle hapishanedeki Filistinlilerin bu tehditle yüzleştikleri ifade edildi.

Bazı kaynaklar bu şekilde yüzlerce cesedin ailelere verildiğini, İsraillilerin yönettiği bir organ piyasası olduğunu öne sürüyor. New York'ta Yitzak Rosenberg adlı bir hahamın bu yüzden tutuklandığı, organ trafiğinin yöneticilerinden biri olduğu, bazı hastaların 160 bin dolara satıldığı belirtiliyor.

Olay buraya kadar insanlık suçu çerçevesinde bir tartışma niteliğinde. Elbette çok önemli, elbette tüyler ürperten bir durum. İzlerken aklıma başka gelişmeler de geldi. İki ülke arasındaki gerginlik, sadece söz konusu gazetenin haberiyle mi başladı ya da onunla mı sınırlı? Aklıma gelen hikayeyi paylaşayım.

Geçtiğimiz ay, Avrupa sınırları içinde, Baltık Denizi'nden Atlas Okyanusu'na ve Afrika açıklarına uzanan sularda esrarengiz, bazı endişeleri gündeme getiren bir gelişme oldu. Geçtiğimiz hafta burada tartıştık, hatırlayalım: Malta gemi siciline kayıtlı, mürettebatının tamamı Rus olan, 98 metre uzunluğunda bir yük gemisi, 20 Temmuz'da demirlediği Finlandiya'nın Pietarsaari limanından aldığı 1.3 milyon dolarlık "kereste" yükünü Cezayir'e götürmek için yola çıktıktan sonra kayboldu. M/S Arctic Sea adlı gemi yola çıktıktan üç gün sonra İsveç kıyılarında durduruldu. 24 Temmuz'da İsveç'in Öland ve Gotland adalarının arasında izlenen gemiden bir daha haber alınamadı.

On iki kişi oldukları söylenen siyah giyinmiş, maskeli, kimliği belirsiz bazı insanlar gemiye çıktı. Mürettebatı etkisiz hale getirip bağladı. Geminin bütün iletişim araçlarını tahrip edip cep telefonlarını topladılar ve arama yaptılar. Bir süre sonra gemideki izleme cihazı da söküldü ve Arctic Sea tamamen kayboldu. Bir gemi, üç hafta resmen kayboldu, kaçırıldı. Atlas Okyanusu'nda, Avrupa Birliği sularında 17. Yüzyıl'dan kalyma bir korsanlık olayı yaşandı.

Arctic Sea 17 Ağustos'ta Senagal açıklarında, Batı Afrika kıyılarında, Cape Verde (Yeşil Burun) takımadaları açıklarında bulundu. Gemi sır dolu bir operasyona maruz kalmıştı? Kimlerdi bunlar? NATO birlikleri dendi, özel istihbarat şirketleri dendi, bir sürü iddia atıldı ortaya. Geminin kereste yüklü olmasına rağmen Cezayir'e nükleer malzeme taşıdığı, füze sistemleri taşıdığı iddia edildi.

Kaçırma olayı İsveç kıyılarında oluyordu. Gemiye orada el konuldu. Yaklaşık bir hafta sonra bazı gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Rus gemisinin İsveç sularından İsrail istihbarat mensupları tarafından kaçırıldığı, gemiye el konulduğu, 'korsan"ların aslında Mossad mensubu olduğu iddiaları güç kazandı.

Arctic Sea gemisinin Cezayir'e kereste taşırken İran'a da X-55 füzeleri taşıdığı, İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'in Moskova ziyaretinde bu konunun gündeme geldiği, bu sevkıyatın engellenmesi için de Mossad mensuplarının gemiyi kaçırdığı öne sürülüyor.

Ne garip, İsrail'i organ ticaretiyle suçlayan ve krize neden olan İsveç gazetesinin haberi ile Rus gemisinin İsveç'in Öland ve Gotland adaları arasında İsrail istihbarat mensuplarınca kaçırılması arasındaki zamanlama dikkat çekici. İsveç sularını operasyon üssü olarak kullanan İsrail, bir anda organ nakli ile ilgili bir gazete haberi üzerinden köşeye sıkıştırıldı.

Tuhaf değil mi?

Yeni Şafak

İsrail donanması Filistinli balıkçıyı öldürdü

Filistinli kaynaklar, İsrail donanmasından açılan ateş sonucu, Gazze'nin kuzey sahillerinde denizde balık tutmakta olan 25 yaşındaki Filistinli bir balıkçının öldüğünü, bir diğer Filistinlinin yaralandığını belirtti.

27 Ağustos 2009 16:45

Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı Acil Servis ve Ambulans Hizmetleri Başkanı Dr. Muaviye Hasaneyn, ölen balıkçının cesedinin hastaneye parçalanmış halde getirildiğini bildirdi
haber7

İsrail'e Bir 'One Minute' Daha
29 Ağustos 2009 12:22Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta 'one minute' çıkışıyla İsrail'e gösterdiği tepkinin benzeri Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı Başpiskopos Desmond Tutu'dan geldi.

Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta 'one minute' çıkışıyla İsrail'in Filistinlilere uyguladığı şiddete gösterdiği tepkinin bir benzeri de Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı Anglikan Başpiskopos Desmond Tutu'dan geldi.

Kudüs'ü ziyaret eden Tutu, Batı'nın İsrail'e karşı soykırım suçu altında haklı olarak ezildiğini; ama kefareti Filistinlilerin ödemek zorunda kaldıklarını söyledi. İsrail'in Haaretz Gazetesi'ne konuşan Tutu, Almanya gezisi sırasında soykırımdan alınması gereken dersin İsrail'in her zaman kendisini korumak zorunda olduğu yorumunu yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu da eleştirdi.

"İsrail'in soykırımdan alması gereken ders, güvenliğin asla çitler, duvarlar ve silahlarla edinilemediği dersidir." diyen Tutu, kendi ülkesinde de güvenliği silahın namlusunda görenlerin yanıldıklarını ve güvenliğin ancak herkesin insan hakları tanındığı zaman sağlanabildiğini söyledi.

Nobel ödüllü Başpiskopos, işgali eleştiren herkesi antisemitizmle suçlayan ve kendisine karşı lobicilik yapan Amerikalı Yahudi örgütlerini de eleştirdi ve "Benim konumum aslında direkt Tevrat'tan alınmış bir konum. Allah insanı kendi suretinde yarattı ve Rabb'imiz her zaman ezilmişten yanadır." şeklinde konuştu.

APARTHEİD'DAN BİLE SERT

Tutu aynı zamanda Ben-Gurion Üniversitesi Profesörü Neve Gordon'un İsrail'e kısıtlı bazı yaptırımların uygulanması yönündeki çağrısını da desteklediğini açıkladı. İsrail İşgali adlı kitabın yazarı olan Profesör Gordon, bir müddettir işgalin ve "İsrail Apartheid"ının sona ermesi için ülkesine uluslararası boykot ve yaptırım uygulanması çağrısında bulunuyordu.

Tutu, işgal altındaki Filistin topraklarıyla kendi ülkesinde yaşanmış Apartheid dönemini kıyaslarken de güvenlik güçlerinin kontrol noktalarında insanlara yaptığı muamelenin bire bir aynı olduğunu söyledi. Ancak Tutu Güney Afrika Apartheid'ında hiç değilse kolektif cezalandırmanın olmadığının altını çizdi.

"Bizde bir evde yaşayanlardan birinin terörist olabileceği ihtimaline binaen evin tümden yıkılması diye bir şey yoktu." şeklinde konuşan Tutu, Bil'in Köyü'nün kurtarılması için mücadele eden barış taraftarlarını da Gandhi ve Martin Luther King'e benzetti. Bil'in, 2007 yılından bu yana yanı başında kurulmaya çalışılan yerleşime karşı mücadele veren bir Filistin şehri. Bil'in'in mücadelesine pek çok Yahudi gönüllüsü destek veriyor.

Apartheid, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1950'den 1994 yılına kadar yürürlükte kalan ayrımcılık politikasının adı. Uluslararası terminolojide, ırkçılık siyasetinin egemen olduğu hükümetlerce yönetilen rejimler için Apartheid rejimi ifadesi kullanılıyor.
aktifhaber

ESİRLERE RAMAZAN’DA DA İŞKENCE !

1 Eylül 2009 22:00
Hamaslı esirlere, aileleriyle görüşme yasağı getiren İsrail, Ramazan ayında da Hamaslı tutukluları, iftarla cezalandırarak, sıcak ve pişirilmiş yemek vermiyor.
İsrail, özellikle de Ramazan ayının başlamasıyla, Filistinli esirlerden sıcak ve pişirilmiş yemeği kesti.

Filistinli esirler, İsrail hükümetinin bu uygulamasını eleştirirken, Shalit’in serbest bırakılması için Hamaslı esirler üzerine baskı uygulama politikasının bir parçası olduğunu söylediler.

ABD ve Batı’nın Ortadoğu’daki beslemesi-soykırımcı İsrail, Ramazan ayında bile, zindanlarındaki Filistinli tutuklulara her türlü insanlık dışı muamele ve işkenceyi uyguluyor.

İşgalci-terör devleti İsrail, Haziran 2006’da esir alınan siyonist asker Gilad Shalit’i kurtarmak için Hamaslı tutuklulara baskı yapıyor. Hamaslı esirlere, aileleriyle görüşme yasağı getiren İsrail, şimdi de Hamaslı tutukluları iftarla cezalandırıyor.

Yedioth Ahronoth’un haberine göre İsrail, özellikle de Ramazan ayının başlamasıyla, Filistinli esirlerden sıcak ve pişirilmiş yemeği kesti.

Filistinli esirler, İsrail hükümetinin bu uygulamasını eleştirirken, Shalit’in serbest bırakılması için Hamaslı esirler üzerine baskı uygulama politikasının bir parçası olduğunu söylediler. Esirlere göre bu uygulama da diğerleri gibi başarısız olacak. İsrail zindanlarındaki tutsaklara uygulanan baskılarda, Shalit’in esir alınmasından sonra artış gözlendiğini hatırlatan bir Filistinli esir, “Ramazan ayında iftarımızı, sıcak pişirilmiş yemekler yerine konservelerle açıyoruz. Şimdiye kadar böyle bir uygulamayla karşılaşmamıştık” dedi.

Başka bir Filistinli ise “İsrail zindanlarındaki bütün Filistinli esirler, özellikle de Ramazan ayında zor hayat şartlarına karşı mücadele vermektedir” diye konuştu. İsrail’in, Filistinli esirlere uyguladığı işkenceler birçok insan hakları örgütü tarafından ispat edildi.

Filistinli esirlere uygulanan işkence metotları arasında Filistinlilerin ve akrabalarının evlerini aramak ve evlerine zarar vermek, esirleri saatlerce zincirli tutmak, aşırı sıcak ve aşırı soğukta savunmasız bırakmak, esirlerin hayatta kalmasına imkan verecek kadar hava ve güneş alan, 1-1,5 metrelik tek kişilik, tuvalet imkanının olmadığı hijyenik olmayan hücrelerde tutmak, soyunmaya zorlamak, üzerine köpek salarak korkutmak, diğerlerine yapılan işkenceyi izletmek yer alıyor.

Vakit

Chavez Lieberman'ı Haşladı

Sol Haber

Gazze katliamına yönelik tepkisi nedeniyle Chavez Ortadoğu halkının kalbini kazanmıştı Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, kendisini "anti-semitizm" ile suçlayan İsrail'in aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'a sert yanıt verdi:

Mafya babası!

Geçtiğimiz hafta boyunca İran'ın Latin Amerika'daki etkisini kırmak için Kolombiya'yı ziyaret eden İsrail'in aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman El Tiempo Gazetesi'ne verdiği demeçte, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez'i "anti-semitizm" ile suçlayınca, Chavez'in yanıtı sert oldu.

Röportajda "belirli bir istihbarata dayanmasa da" Chavez'in Hizbullah hücrelerinin Karakas'ta faaliyet göstermesine izin verdiğinden ve İran'a nükleer faaliyetlerde kullanılan bazı maddeleri temin ettiğinden kaygılandıklarını anlatmıştı.

Gazze saldırısı sırasında İsrail diplomatlarını ülkesinden kovan Chavez'in Lieberman'a yanıtı ise gecikmedi. Lieberman'a "mafya babası" diyen Chavez, haftalık "Alo Başkan" programında Dışişleri Bakanı'nın ülkesinde kara para aklamakla suçlandığını anımsattı. Chavez

" o mafya babası İsrail'in canları istedikçe binlerce Filistinli'nin, çocukların, masum kadınların ve Lübnan halkının ölümünü emreden aşırı sağcılardan"

dedi.

Lieberman'ın Brezilya, Peru, Arjantin ve Kolombiya'yı kapsayan 10 günlük ziyaretini de değerlendiren Chavez, Lieberman'ın açıklama için Kolombiya'yı uygun görmesini de manidar buldu. Kolombiya ile Venezuela'nın sınır gerilimi ve çatışmanın eşiğine geldiği bir dönemde yapılan açıklamanın Venezuela'ya karşı hazırlanan bir saldırı planının parçası olduğunu belirten Chavez,

"İran'ın bölgedeki etkisinin dengelenmesi çabasına" dikkat çekti.

Önceki hafta Kolombiya'yı Latin Amerika'nın İsrail'i olmakla suçlayan Chavez Lieberman tarafından "anti-semitist" olmakla itham etmişti. Gazze Savaşı'ndan bu yana diplomatların kovulması nedeniyle İsrail ve Venezuela arasında diplomatik bir ilişki bulunmuyor. Lieberman El Tiempo Gazetesi'ne verdiği demeçte "yeniden kurmaya gerek yok" derken, Chavez, İsrail'in Venezuela diplomatlarını kovmasının kendilerini onurlandırmak olduğunu belirtmişti .

Anasayfam Yap Arşiv Künye 10 Eylül 2009 Perşembe
SON HABERLER

GAZZE'DE ÖLÜRÜLEN FİLİSTİNLİ ÇOCUK SAYISI 252!

9 Eylül 2009 18:19
İsrail İnsan Hakları Örgütü B'Tselem yaptığı araştırma sonucunda, ölen 1.400 Filistinli'nin yarıdan fazlasının sivil olduğunu açıkladı.
Örgüte göre bunların 252'si, 16 yaşın altındaki çocuklar.

Bu sayılar İsrail ordusunun açıkladıklarından hayli farklı. İsrail ordusu operasyonda 1.166 Filistinli'nin öldüğünü ve bunlardan 295'inin siviller olduğunu açıklamıştı.

İsrail ordusu verilerine göre, ölen çocukların sayısı da örgütün iddia ettiğinin neredeyse üçte biri kadar: 89.

'TOPLUM KENDİSİNİ SORGULAMALI'

İsrail, üç hafta süren operasyonu Filistinli örgütlerin roket saldırılarını önleme gerekçesiyle düzenlemişti.

B'Tselem yetkilileri, raporlarının İsrail toplumunun yaşananları sorgulamasına yol açmasını umduklarını söyledi.

Raporda, 'son derece ağır olan kayıplar ve sivil mülklerine verilen büyük hasar İsrail toplumunun içe dönük bir sorgulamaya girmesini gerektiriyor' denildi.

Örgüt raporu hazırlamak için ölenlerin ailelerini ziyaret etmek de dahil, aylar süren kapsamlı bir çalışma yaptığını belirtiyor.

Ordunun bu konuda yaptığı iç soruşturmayı da yeterli bulmayan B'Tselem, bağımsız soruşturma çağrısı yaptı.

Bir diğer insan hakları kuruluşu olan Uluslararası Af Örgütü de (Amnesty International) İsrail'i bu operasyon sırasında savaş suçları işlemekle itham etmişti.

İsrail ordusu son rapor konusunda doğrudan bir açıklama yapmadı.

Daha önceki açıklamalarda ise operasyon sırasında 'bazı nadir kazalar' olduğu belirtilmiş, ancak askerlerin hukuku çiğnediği suçlamaları reddedilmişti.

haber10

İsrail askerleri, Batı Şeria'da bir İsrailli Arabı vurarak öldürdü

23 Eylül 2009 İsrail askerleri, Batı Şeria'da bir askeri kontrol noktasında, aracıyla durmayan bir İsrailli Arabı vurarak öldürdü.
Ordu radyosunun verdiği habere göre, olay Kudüs'ün güneyindeki Beitar İllit yerleşimi yakınındaki kontrol noktasında meydana geldi.
netgazete


En son Ekim tarafından Sal Eyl 22, 2009 11:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Eyl 10, 2009 9:47 pm    Mesaj konusu: 'En İyisi Ölüsü' Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet VAROL
Vakit
''En İyisi Ölüsü''
10 09 2009

Ünlü “İsrailli” müzisyen ve yazar Gilad Atzmon bir yazısında kendilerinin “iyi bir Arap ölü Araptır” zihniyeti üzere eğitildiklerini dile getiriyor ve İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği son katliamın iyi tahlil edilebilmesi için işte bu zihniyetin iyi tanınması gerektiğini vurguluyordu.

Biz bu sözün işgalci Siyonistlerin askerlerine ezberletilen bir slogan olduğunu, askerlerin bir Filistinliyi öldürmede hiç tereddüt etmemesi için bu sloganın kafalarına yerleştirildiğini sanıyorduk. Demek ki sadece askerlere değil ilkokul çağındaki Yahudi çocuklara da öğretiliyormuş ve “sivil” bildiğimiz “İsrail toplumu” bu anlayış üzere yetiştiriliyormuş. Bunu da Atzmon’un itirafıyla öğrendik.

Bu slogan sadece Siyonist saldırganlığın temel felsefesini oluşturan prensiplerden biri midir? Dünden bugüne değişmeyen haçlı saldırganlığının temel felsefesinde de bu prensip yer almıyor mu? Afganistan’da düğün konvoylarının ve son olarak da petrol tankerinin etrafına toplanan kalabalığın hedef alınmasının “yanlışlık” değil kasıtlı ve sistemli saldırı olduğunu anlayabilmek için de temelinde “en iyisi ölüsü” prensibinin yer aldığı zihniyeti iyi tahlil etmek gerekir.

Yıllardan beri yatağa bağımlı halde ve hayat ile ölüm arasında dünya varlığını sürdüren, bir türlü ölemeyen Ariel Şaron bir zamanlar askerlerine Filistinli çocukları tereddüt etmeden öldürmelerini tavsiye etmiş ve öldürülmemeleri halinde büyüdüklerinde onların da karşılarında birer savaşçı olacaklarına dikkat çekmişti. Bu tavrın temelinde de aynı zihniyet var. Batı Yaka’da doğum için hastaneye giden yüzlerce kadının askeri geçiş noktalarında bekletilmesi ve buralarda sağlıksız ortamda doğum yapmaya zorlanmalarının sebebi de kuvvetli ihtimalle aynı amaçtır. Büyüdüklerinde savaşçı olmamaları için kötü şartlarda doğuma yani doğar doğmaz ölmeye zorlanmaları.
Savaşları incelediğimizde iki ana stratejinin karşımıza çıktığını görürüz. Birincisi; düşmanı mağlup etme ve bu yolla kontrolü onun elinden alma. İkincisi; düşman tarafından mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı tamamen yok etme, sağ kalanları da aşağılanmış bir şekilde, zillet içinde yaşamayı kabule zorlama. Kudüs’te bunun iki örneği de yaşanmıştır. Hz. Ömer (r.a.) burayı fethettiğinde, düşman şehri teslim ettikten sonra kimseye dokunmamış, mallarının ve canlarının korunacağına dair kendilerine yazılı eman vermiş, Hıristiyanların kiliselerinde namaz kılmasını teklif etmelerine rağmen daha sonra oranın camiye çevrilebileceği endişesini dile getirerek açık alanda namaz kılmayı tercih etmiştir. Haçlılar bu şehri ele geçirdiklerinde ise şehirdeki Müslümanlardan saklanabilenlerin dışında herkesi öldürmüşlerdir. Yetmiş bin kişi katledilmiştir. Haçlı subaylarının anılarında atlarının topuklarına kadar kana gömüldüğü, şehir caddelerinin cesetlerle dolduğu dile getirilir. Aynı örneği Endülüs’te de görüyoruz. Bunun daha pek çok örneğini zikretmek mümkün, ama sözü fazla uzatmaya gerek yok.

Günümüzdeki haçlı zihniyetinin ve Siyonist saldırganlığın az masrafla çok insan katletme amaçlı araçlar geliştirmeleri de düşmanı toptan yok etme stratejisini ortaya koyuyor. Onların “düşman” tanımını da en net şekilde bir önceki ABD başkanı Bush’un yapmış olduğunu da bu arada hatırlatalım. “Ya bizdensiniz ya da düşmanımızsınız!”
Siyonistlerin 2006 saldırısından sonra Beyrut’u ziyaretimizde bize rehberlik eden arkadaşın sözünü ettiği ilginç bir bomba türü vardı. Siyonist saldırganların kullandığı bu bomba evlerin duvarlarını delip içeri giriyor ve içeride patlıyor. Üstelik misket bombası gibi evin bütün odalarına yayılarak içerdekilerden bir tek kişiyi ihmal etmeksizin herkesi katletmeyi hedefliyor. Duvara çarpıp patlayarak zayi olmasın mutlaka atıldığı evde ikamet edenleri toptan yok etsin diye böyle bir bomba türü geliştirilmiş. Vurulan bazı evleri görmüştük. Duvarında boru gibi bir delik açmış. Duvarda başka hiçbir şey olmamış; ama bomba içeri girerek patlamış ve zikrettiğimiz özelliğinden dolayı içeride bulunanlardan bir tek kişiyi bile ihmal etmemiş.

Afganistan’daki son Kunduz katliamının en önemli amaçlarından biri de son zamanlarda işgalcilere ağır darbe vuran direnişçilerden intikam alınmasıdır. Direnişçilere göre düşman işgalciler, işgalcilere göre ise Afganistan halkının tümüdür. İşgalci, silahlı direnişçiler karşısında köşeye sıkışınca silahsız, savunmasız insanları topluca katletmek suretiyle hem intikam alıyor; hem de direnişçilere mesaj veriyor; “Siz bizim askerlerimizi yok etmeye kalkarsanız biz sizin tüm halkınızı yok etmekten çekinmeyiz” diye. İşte Afganistan’da ve Filistin’de böylesine vahşi bir zihniyetle savaşılıyor.

Ahmet Varol - Vakit
www.vahdet.com.tr

Yahudi'den Yafa'da pankartlı İsrail protestosu
01:35 - Mevcut hali 1538 yılında Osmanlı mimarları tarafından yaptırılmış olan bugünkü İsrail toprakları içinde bulunan Yafa Kapısı’nı ziyarete gelen Yahudiler çok ilginç bir eylemle karşılaştı. Ziyaretçiler bir Yahudi’nin elinde pankartla İsrail’i protesto etmiş olduğunu gördü. Kimliği açıklanmayan adam hem Yahudi hem de İslam tarihinde çok önemli bir yer olan Yafa Kapısı’nda duvar kenarında bulunan Yafa Kapısı’nda eli “Yıldırarak Birleşme” yazılı pankartla İsrail’in Filistinlilerin evlerini boşaltmasını protesto etti. 12.09.2009 YAFA
netgazete

İsrail Cumhurbaşkanı Peres baygınlık geçirdi

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, bu akşam Tel Aviv'de bir toplantıda konuşurken bayıldı.

13 09 2009 00:15

İsrail medyasına göre, bilinci birkaç saniye kapalı kalan 86 yaşındaki Şimon Peres, kendine gelince hastaneye kaldırılmayı reddetti.

Peres, bayıldığında dinleyicilerden gelen soruları yanıtlıyordu.

UAEK zirvesinde İsrail aleyhine ilk karar

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) 53'üncü Genel Kurul Toplantısı'nda, İsrail'in nükleer programı aleyhine karar aldı. Türkiye oylama öncesi salonu terketti.

19 09 2009 00:50

Toplantının son gününde İsrail'in atom ve nükleer programlarını eleştiren bir karar çıktı. İsrail'in nükleer kapasitesiyle ilgili kaygıların dile getirildiği önerge 16 çekimser ve 45'e karşı 49 oyla kabul edildi. Aynı tasarı 1991 yılında 13 çekimser oy, 31'e karşı 39 oyla reddedilmişti.

Arap Birliği üyesi ülkelerin sunduğu tasarıda, toplantıda tasarının oylanmasının ardından kabul edilen karar tasarısı ayakta alkışlandı. UAEK Genel Kurul Toplantısı'na, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 150 üye ülkeden
Bakan ve üst düzey diplomat katıldı. "İsrail'in Nükleer Yetenekleri" başlıklı karar tasarısının gündeme alınması için yapılan oylamada Türkiye çekimser oy kullandı. Tasarı oylanması için çoğunluk sağlandı. Karar tasarısının oylanması sırasında salonda bulunan Türk heyetinin salonu terk ettiği görüldü. Türkiye böylece oylamaya katılmadı.

SURİYE'DEN İSRAİL'E KARŞI BÜYÜK BAŞARI

Suriye'nin öncülük yaptığı ve Arap Birliği üyesi ülkeler adına sunduğu, "İsrail'in Nükleer Yetenekleri" başlıklı karar tasarısının kabul edilmesiyle, UAEK'nın, bundan böyle İsrail'in nükleer programına ilişkin yönetim kuruluna rapor sunması zorunluluğu getirildi.

Her yıl genel kurul toplantısına sunulan İsrail'in nükleer yetenekleri ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi(NPT) rejimine taraf olması yolundaki çağrıyı içeren karar tasarısı, gerekli çoğunluk sağlanamadığı için reddediliyordu.

Diplomatik kaynaklar, Arap Birliği adına sunulan "İsrail'in Nükleer Yetenekleri" başlıklı karar tasarısında, UAEK'nın bundan böyle İsrail'in nükleer programı hakkında da yönetim kuruluna rapor vermesini öngören bir madde bulunduğuna işaret ederek, "İsrail'in nükleer programının ilk kez UAEK'nın gündemine ciddi olarak alındığını ve genel direktörün yönetim kuruluna rapor verme yükümlülüğünün üye ülkelerce kabul edildiğini" bildirdiler.
Bölgede nükleer silah sahibi tek ülke olan İsrail, bugüne dek UAEK'nın güvence denetimleri ve NPT antlaşmalarına taraf olmamakta ısrar ediyor
haber7

İsrail, İbrani Takvimine göre bu akşam yeni yıla giriyor

18 Eylül 2009 - İsrail, İbrani Takvimine göre bu akşam yeni yıla (Roş Haşana) giriyor.
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, İbrani Takvimine göre 5770. yılın başlaması dolayısıyla yayımladığı yeni yıl mesajında, sancılı bazı tavizlere mal olsa bile barış şansının kaçırılmaması gerektiğini belirtti netgazete

İsrail'in 200'den fazla nükleer silahı var
17:35 - Filistin'in Ankara Büyükelçisi Nebil Maruf, "Başbakan Erdoğan'ın İsrail'in silahlarıyla ilgili söylediği sözler gerç ekten doğrudur. İsrail'in 200'den fazla nükleer silahı bulunmaktadır ve bütün dünya da bu gerçeği bilmektedir" dedi. . 28.09.2009 ANKARA
netgazete

Rusya, İsrailli konsolosu kovdu
03 Ekim 2009, 22:16 Anadolu Haber

Tel Aviv'in yaptığı baskılarla konsolosu resmi olarak kovduğunu ilan etmeyen Rusya bunun karşılığında ülkeyi kendi rızasıyla terk etmesini şart koştu.

Rusya, ülkede casusluk yaptığı gerekçesiyle İsrailli konsolosu topraklarından kovdu.

İsrail Ma'aarif gazetesinde geçen Perşembe günü verilen habere göre Rus yetkililer Moskova'daki İsrail büyükelçiliğinde konsolos olarak görev yapan Shmuel Polishchuk'u ülkede kanunsuz yollarla bilgi toplayıp casusluk yaptığı gerekçesiyle sınırdışı etti.

İsrail'den gelen baskılarla iki ülke arasında kovma eyleminin ilan edilmemesi üzerine ittifaka varıldı. Rusya dışişleri bakanlığı İsrailli diplomatın suçüstü yakalandığını açıkladı. Ancak suçun detayı hakkında bilgi verilmedi.

Rusyalı yetkililer Moskova'daki Yahudi göç dosyasına bakan İsrailli konsolosu Shmuel Polishchuk'u casusluk yaptığı ve gayri meşru yöntemlerle bilgiler topladığı
suçlamasıyla kovdu.

İsrail Ma'arif gazetesinin 01.10.2009 tarihinde verdiği habere göre Rus yetkililer Polishchuk'tan bir hafta önce ülkeyi terketmesini istedi. Kovulan konsolosun üç gün önce ülkesine döndüğü ortaya çıktı.

Tel Aviv Moskova'ya İsrailli diplomatı resmi surette kovmaması için baskı yaptı. Hatta eğer Moskova, İsrailli diplomatı 'ülkede istenmeyen şahıs' itibariyle kovarsa aynı şekilde karşılık vereceği tehdidinde bulundu.
Gazetede yer alan habere göre iki taraf sonunda Moskova'nın İsrailli diplomat Polishchuk'u, gönüllü olarak ayrılması şartıyla ülkeden istenmeyen bir şahıs olarak kovduğunu resmi olarak ilan etmemesi üzerinde anlaştı. Fiilen Polishchuk Moskova'dan ayrılmak zorunda kaldı.
Gazete, İsrail dışişleri bakanının, bu meselenin hala iki taraf arasında görüşüldüğü sözlerini aktardı.
İsrail son senelerde İsrail'in içinden dünyanın diğer ülkelerine olmak üzere ters göçle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum ise Yahudi göç örgütünün, Yahudi siyasilerin ve dünya Yahudilerinin yaşamak üzere Filistin'e gelmeleri için çaba harcayan kesimlerin uykularını kaçırmaktadır.

Suçüstü Yakalandı

Öte yandan Rusya dışişleri bakanlığı sözcüsü Andrei Nesterenko geçen Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında Rus yetkililerin Moskova'daki İsrailli yetkiliyi Rus kanunlarına muhalefet ettiği için ülkeden ayrılmasını istemeden önce alıkoyduklarını, Rus emniyet biriminin Polishchuk'u suçustü yakaladıklarını açıkladı. Nesterenko suçun mahiyeti hakkında ise detaylı bilgi vermedi.

Moskova'daki İsrail büyükelçiliğinin İsrailli diplomatın Rus yetkililer tarafından casusluk suçlamasıyla kovulduğunu reddeden açıklamaları karşılığında Rusya dışişleri bakanlığından haberi doğrulayan açıklamalar geldi.
Moskova'daki İsrail elçiliğinde basın ateşesi olan Alex Goldman İsrailli diplomatın ülkeyi terketmesinin iki kardeş ülkenin çözmeye çalıştığı idari meselelere bağlı olduğunu söyledi. İsrailli ateşe bu meselenin iki dışişleri bakanı arasında hala görüşülmekte olduğunu, bu kötü anlamayı yakın zamanda ortadan kaldırmayı temenni ettiklerini belirtti.
Polishchuk Moskova'daki İsrail büyükelçiliğinde konsolos olarak görev yapıyordu. Aynı şekilde Nativ isimli Yahudilerin Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu'ndan İsrail'e göçlerini teşvik eden kuruluşun başkanı idi.
Rusya ve İsrail arasındaki ilişkiler git-gel yaşamaktadır. İsrail Moskova'nın uçak-savar füzeler anlaşmasını İran'a satacağından şüphe ediyor. Rusya ise İsrail medyasının bu yönde verdiği haberleri reddediyor.

13 Ekim 2009 19:27'
'Türkiye Aklını Başına Toplamalı'

Türkiye ile İsrail arasındaki tatbikat krizinde yeni açıklama. İsrail Başbakan Yardımcısı Şalom, 'Türkiye aklını başına toplamalı' dedi...

İsrail Başbakan Yardımcısı Silvan Şalom, Türkiye ile ilişkilerdeki kötüleşmenin anlamsız olduğunu belirterek, “Türklerin akıllarını başlarına toplayacaklarını ve iki ülke arasındaki bağların, bizim olduğu kadar onların da çıkarına olduğunu anlayacaklarını umuyorum” dedi.

Silvan Şalom, Kfar Blum’da düzenlenen bir konferan yaptığı konuşmada “Anadolu Kartalı” tatbikatı krizi nedeniyle İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerde son günlerde yaşanan kötüleşmenin anlamsız olduğunu belirterek “Türkiye, İsrail ile stratejik bağları olan önemli bir Müslüman ülkesidir. Türklerin akıllarını başlarına toplayacaklarını ve iki ülke arasındaki bağların, bizim olduğu kadar onların da çıkarına olduğunu anlayacaklarını umuyorum” şeklinde konuştu.

Şalom’un sözlerini yansıtan Yedioth gazetesi de “Türkiye, İsrail’e artam mesafesini ve Suriye ile derinleşen bağlara işaret ederek "Kudüs’ın sabrı tükenmeye başladı” yorumunu yaptı.
aktifhaber

Erdoğan'dan İsrail'e: Halkımızın sesine kulak verdik!

14 Ekim 2009 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Anadolu Kartalı" tatbikatı konusunda halkın sesine kulak verdiklerini söyledi.
El Arabiye televizyonunun sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, "Anadolu Kartalı" tatbikatına İsrail'in katılmamasına ilişkin bir soru üzerine, Türk halkının hassasiyetleri ve diplomatik hassasiyetleri göz önünde bulundurduklarını kaydetti.
Halkın vicdanına sözcülük ettiklerini belirten Erdoğan, halkın tatbikata İsrail'in katılmasını istemediğini, bu nedenle tatbikatın uluslararası bölümünü ertelediklerini ifade etti.
Başbakan Erdoğan, Davos'taki çıkışıyla ilgili bir soruyu yanıtlarken de, orada hak dilinin sözcüsü olmaya ve haklıya hakkını vermeye çalıştığını bildirdi.
Erdoğan, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yaptıkları sırada İsrail'in Gazze'ye ağır silahlarla girerek, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 1500 kişiyi öldürdüğünü ve aralarında hastane ve okulların da bulunduğu birçok binayı tahrip ettiğini hatırlattı.
Davos'ta kanaatlerini dile getirdiğini ifade eden Erdoğan, tutumunda haklı olduğunu ve orada söylediklerinin doğru olduğunu belirtti.
netgazete

İsrailli yazar: "Türkiye, artık güvenilir ortak değil"

14 Ekim 2009 “Anadolu Kartalı” tatbikatı krizinin İsrail'deki yankıları sürüyor. Ünlü İsrailli gazeteci yazar Ron Ben-Yishai, Yedioth Aharonot tarafından yayınlanan analizinde “Anadolu Kartalı” krizinin “İsrail’e stratejik darbe” olarak nitelenirken, “Türkiye, İsrail için artık güvenilir bir stratejik müttefik değil” yorumunu yaptı.
Ron Ben-Yishai, “İsrail’e stratejik darbe” başlığını kullandığı analizinde “Türkiye İsrail için artık güvenilir bir stratejik müttefik değil” görüşünü de dile getirdi. Türkiye’nin kararının ardından İsrail Hava Kuvvetlerinin yeteneklerinin önemli bir biçimde etkilenmeyeceğini belirterek “Türkiye’nin bölgede İsrail Hava Kuvvetlerinin muharebe senaryolarını içeren tatbikatları yapabileceği tek ülke olmadığı”nı kaydederek şöyle devam etti:
“Ancak İsrail’in, Türkiye’deki NATO hava tatbikatına katılımını iptal etme kararı, bizim giderek artan diplomatik izolasyonumuzun yaratabileceği stratejik ve ekonomik etkilerine ilişkin bir uyarı işareti olarak algılanmalı.”

“KÖTÜLEŞME ERDOĞAN’IN ARABULUCULUK ÇABALARININ BAŞARISIZLIĞIYLA BAŞLADI”
Analizde Müslüman Türkiye’nin, yıllarca İsrail’in çok güçlü ve güvenilir bir müttefik olduğu ancak durumun artık değiştiği kaydedilirken “Kötüleşme, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail eski Başbakanı Olmert ile Suriye Cumhurbaşkanı Esad arasında aracılık yapma çabalarının başarısız kalması ile başladı” savı dile getirildi.
Bunun sonucunda iki ülke arasındaki güvenlik işbirliğinin giderek erosyona uğradığını kaydeden Ben-Yishai, “İsrail savunma sanayince Türk ordusuna önerilen on ve yüz milyonlarca dolar değerindeki yeni anlaşmalar ile Türk muhataplarıyla işbirliği ya askıya alınıyor yada tamamıyla iptal ediliyor. Nitekim kısa bir süre içinde Ankara’da yetkililer, İsrail’in Türkiye’ye önerdiği modelden daha az kaliteli ve daha pahalı olmasına rağmen casus uydusunu İtalya’dan almayı tercih ettiler” diye yazdı.

“TATBİKATIN İPTALİ WASHİNGTON’A MEYDAN OKUYAN ADIM”
“Ancak, İsrail’in hava tatbikatına katılımının iptali gerçekten olumsuz bir değişiklik” denilen analizde buna karşın bu kararın İsrail’in güvenliğini doğrudan veya çok kısa vadede zedelemediği vurgulandıktan söyle devam edildi:
“Ancak Avrupa Birliği üyeliğinin kabul edilmesi ile ilgilenen Türkiye, Washington ve Avrupa müttefiklerine meydan okuyan bu adımı atmaya, hükümetinin İsrail’i dışlayarak bölgesel ülkelerden bekleyebileceği yararların, potansiyel zarardan daha fazla olduğu kanısına varmadan cesaret edemezdi.”

“İSRAİL, TÜRKİYE’YE ALTERNATİF ARAMAYA BAŞLADI”
İsrail hükümeti yetkililerinin ilişkiye daha fazla zarar vermemek amacıyla düşük bir profil göstermeyi tercih ettiğini kaydeden Ben-Yishai, “Ancak kabul etmeliyiz ki Ankara, en az şimdilik, İsrail için güvenilir bir stratejik ve güvenli ortak değil. Bu gerçek, bizim ulusal güvenliğimiz için önemli bir darbe çünkü İran ve Suriye’ye karşı caydırıcı gücümüzde erozyona yol açıyor. Haritaya bakan herkes, bunu kolayca anlayabiliyor.”
Ben-Yishai analizine son verirken “İsrail, Türkiye ile ilişkinin sağladığı stratejik avantajların yerini alabilecek alternatifleri arama sürecini başlattı. Ancak bu süreç, zor ve karmaşık ve Ankara ile kaybedilen bağların telafisi olabileceği de şüpheli” görüşünü de dile getirdi. netgazete

Netanyahu'dan ağır itham: "Türkiye dürüst değil"
11:10 - İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Türkiye’nin ülkesi ile Suriye arasında yeniden aracılık yapmasını istemiyor. Netanyahu, Kudüs’te İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ve beraberindeki heyeti ağırladı. Görüşme sırasında Zapareto’ya eşlik eden İspanya Dışişleri Bakanı Moratinos’un, Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında arabulucu olursa durumun değişeceği yönündeki sözlerine karşılık olarak Netanyahu’nun Türkiye’nin iki taraf arasında nasıl “dürüst bir arabulucuk” olabileceğini görmediğini de söylediğini aktardı. 18.10.2009 KUDÜS netgazete

9 Ekim 2009 10:45Türkiye'deki Dostlarını Belirlediler
Ünlü İsrail gezetesinin yazı işlerinden Türkiye'nin iç işlerini tek tek sorgulayan yorum. İsrail Türkiye'de desteklenmesi gereken guruplarıda belirledi.

İsrail'de yayınlanan The Jarusalem Post gezetesinin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Caroline Glıck'un Türkiye'nin AB üyeleğinden, adli ve sosyal yapısını tek tek sorgulayan pervasız yazı...

.....................................
TRT bardağı taşırdı
Şubat 2006’da Hamas’ın Filistin seçimini kazanmasının ardından Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan bu cihad yanlısı grubun liderlerini ağırlayan ilk uluslararası şahsiyet haline geldiğinde, Kudüs bu diplomatik saldırganlık için bahaneler uydurmaya çalıştı. İsrail liderleri, İsrail’in yıkımını isteyen bu katillerin Erdoğan
tarafından kırmızı halıda ağırlanmasının AKP’nin İsrail düşmanlığından kaynaklanmadığını savundu. Ankara’nın demokrasiyi desteklediğini ve AKP’nin mazlum bir Müslüman grup olarak Hamas’a sempati duyduğunu iddia ettiler.
Türkiye İsrail’in Hizbullah’la 2006’daki savaşında İran’dan Lübnan’a silah taşıyan konvoyların topraklarından geçmesini görmezden geldiğinde, Dökme Kurşun Operasyonu’nda Hamas’ın tarafını tuttuğunda, İsrail’in BM’den ihraç edilmesi çağrısı yaptığında veya Erdoğan Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i azarladığında da, Kudüs Ankara için benzer bahaneler uydurmuştu. Türkiye’nin İran’ın nükleer silah programına verdiği açık destek, Tahran ve Şam’la hızla artan ticareti veya Kaide finansörlerini kucaklaması da İsrail ve Amerika’dan mızmızlanmalar dışında bir tepki gelmesini sağlamadı.
İsrail aslında bu haftanın başında da, kendisine yönelik Türk saldırganlığı için bahaneler bulma politikasını sürdürmeye çalıştı. Türkiye’nin İsrail’i Anadolu Kartalı tatbikatından dışlamasının ardından, üst düzey yetkililer Türkiye’nin hâlâ İsrail’in stratejik müttefiki olduğunu savundu.
Fakat Türkiye onları haksız çıkarmak için fazla beklemedi. Pazartesi günü 11 Türk bakan, İran’ın Arap uşağı Suriye’yle işbirliği anlaşması imzaladı. Suriye’nin Türkiye’yle askeri ittifaka girmekte olduğunu ve ortak tatbikat yapılacağını ilan ettiği sırada, Türk Dışişleri bu küstah hareketi açıklama fırsatını bile bulamamıştı. Türkiye’nin kendisiyle ortak tatbikatı iptal etmesinin üzerinden sadece iki gün geçmişken düşmanıyla tatbikat yapma adımı karşısında dili tutulan İsrail, bu kez yatıştırıcı bir açıklama getirmeyi başaramadı.
Salı günüyse Türkiye’nin Yahudi devletine sözlü saldırıları tırmandı. Erdoğan önce İsrail’in Gazze’de çocukları kasten öldürdüğüne dair iftira dolu suçlamalarını yineledi. Sonrasında Türkleri Yahudiler gibi para kazanmayı öğrenmeye çağırdı. Erdoğan’ın İsrail karşıtı ve anti-Semitik gürlemelerini salı akşamı hükümet kontrolündeki TRT1 kanalında yeni başlayan bir dizi izledi; dizi İsrail askerlerini bebek ve küçük kız katili, Filistinli kadınları kontrol noktalarında ölü bebekler doğurmaya zorlayan ve Filistinlileri kurşuna dizmek için sıraya sokan insanlar olarak resmediyor. Bu yayın İsrail’i birşey yapmaya zorladı. Dışişleri Türkiye elçiliğine resmi bir protesto sunacağını açıkladı.

Basını da kontrol etme peşinde
Türkiye’nin Batı ve İsrail’den kopuşuyla Irak ve İran konusunda ABD’ye muhalefet etmesi öngörülebilirdi. AKP’nin militan İslam’ı artan bir destekten besleniyor; laik liderlerin yaygın yolsuzluğu İslamcıların popülaritesini artırdı. Bu iç gerçeklik göz önüne alındığında, Erdoğan’ın ve diğer İslamcıların iktidara gelmesi zaten an meselesiydi. Fakat AKP’nin iktidara gelişi tahmin edilebilirken, bir zamanlar özgür olan basın dahil neredeyse her yönetim organının kontrolünü ele geçirmesi ve ülkenin duruşunu yedi yılda tamamen değiştirmesi engellenebilirdi. AKP bu başarıları için Bush ve Obama yönetimlerinin yanı sıra AB’ye de teşekkür borçlu. Bush yönetimi ülkenin medyası, ordusu ve diplomatik çevrelerindeki laikler tarafından Erdoğan’ın aslında göründüğü gibi olmadığına dair yapılan uyarıları gözardı etti.


Erdoğan’ın Türkiye’nin laik ve Batı yanlısı karakterinin altını oymaya yönelik önceki girişimlerine dikkat edip ona bir miktar şüpheyle yaklaşmak yerine, ABD seçim zaferinin ardından AKP’yle Erdoğan’ı, İslamcı ılımlılığın kusursuz örnekleri ve ABD’yle Batı’nın siyasal İslam’la
sorunu bulunmadığının kanıtı olarak destekledi. Erdoğan’ın yumuşak biçimde sunduğu fakat acımasızca güçlendirdiği İslamcılığı, Amerikalı yetkililerce kucaklandı. Bu yetkililer, demokrasinin sadece liberal eşitlikçiliği tesis eden kanunlar ve pratikler sistemi olarak anlam taşıdığını teslim etmek yerine, demokrasiyi sadece seçimlere indirgeme niyetindeydi.

Mahkemeler İslamcılarla doldu
Bush yönetiminin AKP’yi hevesle kucaklaması, Erdoğan’ın basın özgürlüğüne son vermek, orduyu laik liderlerinden arındırmak, laik işadamlarını korkutmak ve mahkemeleri İslamcılarla doldurmak yönündeki adımlarına karşı Batılı muhalefetle karşılaşmaması anlamına geldi.
Yani ABD sulandırılmış bir demokrasi tanımı çerçevesinde verdiği destekle, Erdoğan’ın liberal normların korunmasını sağlayan ve Türkiye’yi Batılı ittifakın içinde tutan bütün kurumları altüst etmesine yardımcı oldu. Obama yönetimiyse müttefikleri kaybetme pahasına ABD’nin düşmanlarına ödün verme siyaseti izleyerek, Washington’ın demokrasi eylemcilerine verdiği destekten vazgeçti. Bu politika doğrultusunda Barack Obama Ankara’yı ziyaret edip, bu NATO ülkesini Tahran’daki mollaların kollarına atan Türk dış politikasının İslamileşmesini destekledi. Bush ve Obama yönetimlerinin davranışları, artık ülkelerinin İslamcı aşırılıkçılığın derinliklerine gömüleceğine inanan Batılılaşmış Türklerin moralini bozdu.


Brüksel’se Türkiye’yi oyalıyor, insan hakları alanında yeterli reform yaparsa bu Müslüman ülkenin Avrupa’ya katılmasına izin verileceğini vaat ediyor. Fakat bu sözde aydınlıkçı reformlar Türkiye’de daha liberal davranışları teşvik edeceğine İslamcılığın yükselişinin önünü açtı. Laikliğinin garantörü olarak ordunun rolünü azaltmakla AB, laikleri AKP dalgasına karşı son savunma hatlarından mahrum bıraktı. Brüksel Türkiye’nin üyeliğini sürekli reddederek, laiklerinin itibarına daha da çok zarar verdi. Avrupa’nın bütün küçük düşürücü reformlara rağmen onları hâlâ reddetmesi karşısında Türklerin yaralanan gururlarını onarmanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Bunu yapmanın en doğal yolu, basitçe Avrupa’ya sırt çevirip Müslüman dindaşlarına yönelmekti.

Laik dostlarımızı destekleyelim
Hiçbir ittifaka ait olmayan İsrail Türkiye’deki iç gelişmeleri şekillendirme yeteneğine sahip değildi. Fakat Türkiye’nin Batı’ya ihanet etme kararı İsrail ve özgür dünya için dersler içeriyor. Bu dersler öğrenilmeli ve sadece Türkiye’ye değil, bölge ve dünyadaki bir dizi rejime ve ulusal gruplara da uygulanmalı. Politika yapıcılar öncelikle, insan yapısının tek daimi özelliğinin değişim olduğunu teslim etmeli. Bir ülkenin bugün Batılı kampta yer alması, gelecekte de orada kalacağı anlamına gelmiyor. Türkiye’nin kaybedilmesi ülkelerin değişebileceğini gösteriyor. Bu değişimi etkilemenin en iyi yolu, mükemmel olmasalar da dostlarımıza sadık kalmaktan geçiyor. Hükümetlerin diğer devletler ve toplumlardaki iç değişimler üzerinde yapıcı etki yaratmasının tek yolu, kendileriyle aynı normları ve çıkarları paylaşanları desteklemektir.
İslamcıları siyasi güçten uzak tutan ordu kontrolündeki bir Türk demokrasisi, Türkiye’yi İran eksenine taşıyan, seçilmiş bir AKP rejiminden daha arzu edilir.
Afganistan’da da Batı’ya dayanan, yolsuz bir rejim, Taliban-Kaide terör devletinden daha arzu edilir. İran’daysa liberal bir muhalefetin meydan okunan okuduğu, zayıflamış bir ‘mollakrosi’, tecrit edilmiş liberal düşmanlarını başarıyla bastıran güçlü ve istikrarlı bir ‘mollakrosi’ye tercih edilir.
Türkiye kaybedildi ve bu yıkıcı gerçeğe alışsak iyi ederiz. Fakat ders çıkarırsak, Türkiye’nin oluşturabileceği tehlikeleri engelleyen politikalar oluşturabiliriz.

aktifhaber

TÜRK'ler Yüzümüze Tükürürken!

20 Ekim 2009, 10:05 Anadolu Haber

İsrailli bakanlar, Türk Büyükelçiliği'nde düzenlenecek 29 Ekim resepsiyonunu 'boykot' etmeyi planlarken İsrailli bir bakan sert bir çıkış yaptı: 'Türkler yüzümüze tükürürken, bizim 'Yağmur, yağmur' dememiz düşünülemez'

İsrailli bakanlar, Anadolu Kartalı Tatbikatı'nın uluslararası bölümünün iptal edilerek İsrail'in dışlanması, TRT'de yayınlanan 'Ayrılık' dizisi ve BM'de Türkiye'nin 'Evet' dediği Goldstein raporundan duyulan rahatsızlığı yansıtmak için Türk Büyükelçiliği'nde düzenlenecek 29 Ekim resepsiyonunu 'boykot' etmeyi planlıyor.

Yediot Ahranot gazetesinin haberine göre, Türk Büyükelçisi'nin konutuna davet edilen birçok bakan, Kudüs ile Ankara arasındaki son gerginlikler nedeniyle etkinliği boykot edecek.

Etkinlikte hükümeti temsil etmesi planlanan İsrail İçişleri Bakanı Eli Yishai'nin, davete katılmama ya da katılarak sert bir konuşma yapma eğiliminde olduğu belirtilirken, aralarında Binyamin Ben-Eliezer'in de bulunduğu bir grup bakan da 'Atmosferi ısıtmamalıyız, ateşe benzin dökmemeliyiz' diyerek katılma eğiliminde olduğu kaydedildi. Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Ben-Eliezer gazeteye yaptığı açıklamada, Türkiye ile ilişkilerin stratejik önemi olduğunu belirtirken, 'Davet edildim ve şüphesiz katılacağım' dedi.

Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın katılmasının beklenmediği belirtilirken, 'Savunma Bakanı Ehud Barak ise henüz karar vermedi. Cumhurbaşkanı Şimon Peres ise, Türk Büyükelçiliği'nin davetini kabul edip etmeyeceğini söylemeye yanaşmadı' denildi.

YÜZÜMÜZE TÜKÜRÜLÜYOR

Enformasyon ve Diasporadan Sorumlu Bakan Yuli Edelstein, davete katılmama kararı aldığını belirtirken, 'Türkler yüzümüze tükürürken, bizim 'Yağmur, yağmur' dememiz düşünülemez' diyerek tepkisini gösterdi.

Kendisinin gitmeyeceğini ve diğer bakanların da aynı tepkiyi göstermesi gerektiğini söyleyen Edelstein, 'Türkler ateşi düşürmeye çalışıyorsa bunun yolu bu değil. Türkler Goldstein raporunun aleyhinde oy kullanabilirdi. Ama yapmadılar' dedi.

Eğer Türkler Avrupa Birliği'ne girmek istiyorsa, Zimbabwe ve Gabon (BM'de raporun geçmesi için oy veren iki ülke) ile İsrail'in sırtında dans etmemeleri gerektiğini anlamalı diyen Edelstein, 'Türk Büyükelçisi'nin İsrail askerlerinin çocukları ve bebekleri vurduğu diziyi kınadıklarını görmedim' diyerek Ankara'dan beklentisini dile getirdi.

Akşam

21 Ekim 2009 13:47
İsrail Türkiye'nin Kapısını Çaldı

Türkiye'nin Anadolu Kartalı Tatbikatı'na almadığı İsrail, gerginliği tırmandıran açıklamalar yapmasına rağmen, Türkiye'nin kapısını yeniden çaldı.

Filistin'in Gazze Şeridi'nde çoğunluğu kadın ve çocuk 1500'e yakın Filistinli'yi katlettiği için Türkiye'nin Anadolu Kartalı Tatbikatı'na kazılmasına izin vermediği ve TRT'de yayınlanan ‘Ayrılık' dizisi nedeniyle Türkiye'yi uyaran İsrail, ‘su' için Türkiye'nin kapısını yeniden çaldı.

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI'NA SU İÇİN BAŞVURUDA BULUNDU
Ortadoğu'da savaş tamtamları çalan ve Filistin'i işgal altında bulunduran İsrail, Türkiye'ye yönelik geçtiğimiz hafta yaptığı ‘sert' açıklamalarına rağmen, Türkiye'ye bir kez daha muhtaç olduğunu su konusunda gösterdi. Su sıkıntısı çeken İsrail, Türkiye'den su satın almak için Ankara'nın kapısını çaldı. İsrail'in Yediot Aharonot gazetesinde yer alan habere göre, iki ülke arasındaki diplomatik gerginliğe rağmen, İsrail'in Türkiye'den su ithal etmek istediğini ve bunun için Türk yetkililere başvuruda bulunduğunu yazdı. Gazete, 2002 yılından beri bekletilen Türkiye'den su ihracı konusunun şimdi yeniden ele alındığını belirterek, İsrail'in Türkiye'nin Akdeniz'e dökülen su kaynaklarını ithal etmek istediğini bildirdi.

TÜRKİYE'DEKİ İSRAİL YANLISI MEDYANIN PROPAGANDASI
Anadolu Kartalı Tatbikatı ve TRT'deki ‘Ayrılık' dizisiyle artan iki ülke arasındaki gerginlik, İsrail'in Türkiye'yi “uyarmasıyla' tırmanırken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İsrail'in bu uyarılarına rest çekmişti. Türkiye'deki bazı medya gruplarının Türkiye'nin İsrail'e rest çekmesini “Türkiye İsrail'e muhtaç, ilişkilere zarar veriliyor” şeklinde İsrail ağzından mesajlar verirken, hem güvenlik hem de ekonomik olarak İsrail'in Türkiye'ye daha çok muhtaç olduğu su konusunda da ortaya çıktı.

SU İHRACI GERÇEKLEŞTİRİLECEK Mİ?
ABD'nin Batı Şeria'da Yahudi yerleşim birimlerine son vermesi için uyarıda bulunduğu ancak bu uyarıları takmayan İsrail, Filistin'deki katliamlar nedeniyle Türkiye'nin rest çekmesiyle Ortadoğu'da ‘en iyi ilişkilere sahip' olduğu Ankara'yı da karşısına aldı. Türkiye'nin uluslar arası hukuku göz önünde bulundurarak savaş suçu işleyen bir ülkeyi askeri tatbikata kabul etmemesinden sonra, bu ülkeye su ihracının gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği ise önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak.

Habervaktim

21 Ekim 2009 13:12
Erdoğan&Yahudi Lobisi Kavgası

Erdoğan'ın ABD'de Yahudi lobisiyle yaptığı görüşmenin medyaya yansıdığı gibi sakin geçmediği ortaya çıktı. Toplantıda sert tartışmalar yaşanmış...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerErdoğan Gözyaşlarını Tutamadı Kongreden "Tek Türkiye" MesajıErdoğan'ın DTP'yi Kurtarma PlanıAKP'de Kapsamlı RevizyonErdoğan'dan İptal Üstüne İptal


Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz ay New York’ta Yahudi lobisiyle yaptığı görüşmenin sancılı geçtiği ortaya çıktı

EKİM ayı sonunda ABD Başkanı Barack Obama’nın davetlisi olarak Washington’a gitmesi beklenilen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, bu kez geçtiğimiz ayki ABD ziyaretinde olduğu gibi Yahudi lobisi temsilcileriyle görüşmesi biraz zor görünüyor. Zira geçtiğimiz ayki toplantıda Haham Levi Shemtov ve Başbakan arasında geçen diyalog lobi için çalışan birçok kişinin dilinde. Yahudi lobisi yetkililerinin iddiasına göre, Shemtov toplantıda Erdoğan‘dan, BM’de yapacağı konuşma sırasında İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın, Yahudi Soykırımı’nı inkâr edici yönde konuşması ve İsrail’i kınaması durumunda protesto amacıyla salonu terk etmesini rica etmiş. Başbakan tek kelimeyle “Hayır” cevabını verince, toplantı salonunda sert rüzgârlar esmeye başladı. Toplantının ilerleyen bölümlerinde de Shemtov, Türkiye’nin İran’a karşı tavır alması talebini tekrarlayınca ipler kopma noktasına geldi. Erdoğan İran’ın nükleer programının barışcıl amaçlı olduğunu savununca, Yahudi bir yetkili de Erdoğan’a “Amerika’nın söylediğine değil, İran’a mı inanıyorsunuz?” diye karşılık verdi.

GAZZE’YLE İPLER KOPTU

Gazze operasyonunun gündeme gelmesiyle toplantıda ipler koptu. Erdoğan azarlayıcı sert bir ses tonuyla İsrail’in çocuk, kadın demeden 4 binden fazla Filistinli’yi öldürdüğünü anlattı. Karşı taraftan bir yetkili ise Erdoğan’ın sözlerini “4 bin değil 1400 kişi öldü” şeklinde düzeltti. Daha sonra Erdoğan da bu ifadesini düzeltti.

SALONU TERK ETTİLER

Başbakan, toplantıda Hamas’ı savunup, Hamas’ın ‘PKK ile karşılaştırılamayacağını’, İsrail’in savaş suçu işlediğini söyleyince, lobiciler Gazze’de yaşanan olaylarda bir tek Türkiye’nin, Hamas’a “toz kondurmadığını” söylediler. Toplantıya katılanlardan birkaçının Erdoğan’ın bu ifadelerini protesto ederek, salondan çıkıp gittikleri ortaya çıktı.

Kaynak: Gazete Habertürk

İsrail askeri anlaşmaları durdurdu

21 Ekim 2009, 15:35 Anadolu Haber

İsrail, kendilerini geçtiğimiz hafta "Anadolu Kartalı" tatbikatından dışlayan Türkiye ile askeri anlaşmaları durdurma kararı aldı.

Türkiye ile İsrail arasındaki kriz büyüyor. Önce Davos krizi sonra Anadolu Tatbikatı ve Ayrılık dizisiyle başlayan iki ülke arasındaki kriz bugün İsrail'in Türkiye ile askeri anlaşmaları durdurma kararı almasıyla sürüyor. İsrail basının son dakika geçtiği haberi ayrıntıları birazdan...

İbrani gazeteler Tel Aviv'in Türkiye ile siyasi krizin derinleşmesi üzerine tüm askeri silah anlaşmalarını durdurma kararı aldığını ortaya koydu.

GLOBES: İSRAİL, TÜRKİYE İLE TÜM ASKERİ İHRACATI DONDURDU

İbrani ekonomi gazetesi Globes yayımladığı raporda şöyle dedi; ''İsrail, Türk Ordusu, geçtiğimiz seneler boyunca İsrail Emniyet Kurumu'nun en iyi müşterilerinden biri olmasına karşın önümüzdeki dönemde Türkiye'ye yapmayı kararlaştırdığı tüm askeri ihracatı dondurma kararı aldı.''

DEFENCE NEWS: TÜRKİYE ARTIK İSRAİL İÇİN SIRADAN BİR ÜLKE

Amerika'da yayımlanan askeri savunma dergisi Defence News de İsrail'li güvenlik kaynaklarının şu sözlerini aktardı; ''Orada Türkiye ile ihtiyacı olan tüm askeri teçhizatı da kapsamak üzere bütün anlaşmaların ertelenmesi kararı söz konusudur. Ayrıca Türkiye'nin artık İsrail askeri kurumundaki konumu da değişmiştir. Artık özel önceliği olan bir ülke olarak görülmek yerine sıradan bir ülke olacaktır. Bu nedenle de İsrail liderliği tarafından açık bir karar alınmadıkça kendisine askeri ihtiyaçlarının veya askeri teçhizatın satışının yapılması mümkün değildir."

Aynı şekilde Türkiye'nin askeri teçhizata erişim adına tüm talepleri gelecekte İsrail tarafından önce incelemeye alınacak. İş sadece İsrail askeri kurumu ile Türk Ordusu arasındaki anlaşmalarla sınırlı kalmayacak. Aksine Türkiye'nin tüm talepleri İsrail'de siyasi seviyede ele alınacak, bu talepler İsrail silahlarının yurtdışına ihracatı ile ilgili bakanların hepsine sunulacak.

Aynı kaynaklara göre İsrail liderliği Tel Aviv'deki savaş bakanlığı yetkililerine, İsrail şirketlerinden uzman tekniklere ulaşma yönünde Türk şirketlerinden gelen isteklere cevap vermemeleri için nota verdi.
TIMETURK

22 Ekim 2009 07:37
İsrail'den Türkiye'ye Misilleme

İsrail ile ABD, Avrupa Komutanlığı öncülüğünde çok büyük ortak füze savunma tatbikatına başladı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

"Juniper Cobra 10" adı verilen tatbikatın beşincisinin 5 Kasım'a kadar devam edeceği bildirildi. İsrail ordusu tarafından verilen bilgiye göre, 1000 dolayında ABD Avrupa Komutanlığı görevlisi ile hemen hemen aynı sayıda İsrail Ordusu personelinin katıldığı ortak tatbikat çerçevesinde, ABD'nin Avrupa ordusundan bir kısım personel İsrail'de sivil alanların çevresinde geçici olarak konuşlandırıldı.

ORTADOĞU’YA GÖZDAĞI

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, "Bu tatbikat, dünyada herhangi bir olaya karşı bir cevap niteliğinde değildir" denildi. Ancak, İsrail basınında, söz konusu tatbikatın, İran, Hizbullah ve Suriye'nin artan füze tehditlerinin ve İran'ın nükleer programıyla ilgili büyüyen bölgesel gerilimin ışığında yapıldığı ifade edildi. Şam Ankara’sız masaya oturmaz İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Türkiye’nin artık ülkesi ile Suriye arasında "dürüst bir arabulucu olamayacağı" açıklamalarının ardından Ankara’nın, İsrail’e "Suriye, arabulucu olarak sadece Türkiye’yi kabul eder" mesajını ilettiği bildirildi. İsrail’deki Balad Partisi lideri Arap kökenli Knesset üyesi Cemal Zahalka, Başbakan Erdoğan’ın danışmanlarının kendisine bu mesajı ilettiğini açıkladı.

BALiSTiK FÜZE

Tatbikat çerçevesinde İsrail'in "Arrow2" balistik füze savunma sistemi ile Amerikan donanmasının AEGIS adı verilen yine balistik füze savunma sistemleri test edilecek.

17 GEMi GELDi

Tatbikat için Amerikan donanmasından 17 geminin İsrail'in kara sularına geldiği, Amerikalı askeri yetkililerin de bir ay öncesinden çalışmalar için geldikleri ifade ediliyor
aktifhaber

Olmert, ABD'de yine protesto edildi

24 Ekim 2009 İsrail'in eski Başbakanı Ehud Olmert, ABD'de konuşma yaptığı sırada protesto edildi.
Halen ABD'de bulunan ve konferanslar veren Olmert'in, San Fransisco'da dün bir oteldeki konuşması, kadınlı erkekli protestocular tarafından sık sık kesildi ve kendisine "savaş suçlusu, katil" diye bağırıldı.
İsrail basınına göre, Olmert, konuşması sırasında bazı Yahudi protestoculardan tepki gördü. Protestoculardan biri, Olmert'e, "Sen bir savaş suçlususun. San Francisco, burada bir savaş suçlusu bulunmasından utanmalıdır" diye bağırırken, olayı görüntüleyenler tarafından Yahudi olduğu belirtilen bir genç kadın da "Benim adıma daha fazla soykırıma hayır" diye bağırdı.
Bir başka kadının ise kırmızıya boyanmış ellerini havaya kaldırıp protestoya katıldığı belirtildi. Salondakilerden yaklaşık 20 kişinin Olmert'i protesto edip bağırdığı, güvenlik görevlilerinin ise bazı protestocuları zor kullanarak salon dışına çıkardıkları ifade edildi.
Protesto eylemi, Olmert'in konuşmasını yapacağı salona kameraların girmesine izin verilmemesi nedeniyle protestoculardan biri tarafından cep telefonuna kaydedildi. Eylemciler, görüntüleri, internetteki paylaşım sitesi Youtube'a da gönderdi.
Youtube'daki görüntülerin sonunda, "savaş suçlusu yargılanana kadar her konuşmasını protesto edeceğiz" ifadesine yer verildi.
Bu, İsrail'in Gazze Şeridi'ne bu yılın başında düzenlediği "dökme kurşun" operasyonu sırasında Başbakanlık görevinde bulunan Olmert'in, ABD'deki temasları sırasında karşı karşıya kaldığı ikinci protesto eylemi oldu. Bir hafta önce de Olmert, Chicago Üniversitesi'nde yaptığı konuşma sırasında benzer şekilde protesto edilmişti.

netgazete

24 Ekim 2009 09:28
Erdoğan İsraillileri Yine Azarladı
Akdeniz Parlamenterler Asamblesi açılışında Başbakan Erdoğan, toplantıda yanına gelen İsrailli parlementerin Filistinliler ile ilgili bu sözü tepesini attırdı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerPara 'Arz-ı Mevud'u Nakavt EttiABD'den Filistin İçin Barış PlanıPapa Haremüşşerif'teİsrail'e Uluslararası KınamaBarış Hayelleri Yine Suya Düştü


Erdoğan, Gazze’de yaşananların tüm Akdeniz’i etkilediğini belirterek, “Gazze’deki drama sessiz kalarak Akdeniz’i bir barış gölü haline getiremeyiz. Bunları kitle imha silahları ile vurmaya yönelik adımlara karşı sessiz kalınamaz. Bu insani bir sorundur ve insani olarak tavrımızı ortaya koymamız gerekiyor” dedi. Erdoğan, soru üzerine İsrailli parlamenter ile ne konuştuğunu şöyle anlattı:

‘Savunmasızlar’
“Benim ona söylediğim şu: Onlar da öldürüyor, ne kadar öldürüyor, siz ne kadar öldürüyorsunuz. Bunlar savunmasız insanlar. Kullandığınız fosforlu bombalar. Yani bunlar orantısız güç noktasında kalkıp da Filistin’le mukayese edilebilir mi? Yani Filistin’in savunma noktasında gücü nedir, diğerlerinin, İsrail’in savunma imkânı, gücü nedir? Bugün İsrail’in dünyada farklı bir yeri var. İsrail dünyada nükleer silahı olan bir ülke durumunda. Ben bunu gizleyeyim mi? Yani ben aramızdaki münasebet sebebiyle söylemeyeyim mi? Ben rüşvet-i kelamdan pek hoşlanmam. Gerçek neyse bu gerçeği söylemek zorundayım.”
aktifhaber

26 Ekim 2009 13:38
Erdoğan İsrail'in Nasırına Bastı

Erdoğan İsrail'i bu kez hassas konusu nükleerle vurdu. Erdoğan'ın Guardian'daki son açıklamaları İsrail'de hemen yankı buldu. Hakarete varan tepkiler var.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, İsrail’e yönelik son eleştirileri, bu ülkede tepki gördü. Erdoğan’ın, The Guardian'a açıklamalarında özellikle İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Gazze’ye karşı nükleer silahlar kullanmakla tehdit ettiği yolundaki sözleri, yankılandı.

Lieberman’ın medya danışmanı “Her saçmalığı dikkate almak gerekmez” gibi sert bir ifade kullanırken Haaretz gazetesi de “Türk Başbakanı, Türkiye ile İsrail arasında devam eden gerginlikleri daha alevlendirdi” savını dile getirdi.
İngiliz The Guardian gazetesiyle yaptığı söyleşide İsrail’e eleştirilerde bulunan Erdoğan’ın açıklamaları, bu ülkede hemen yankı buldu. Bu çerçevede Erdoğan’ın, özellikle İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Gazze’ye karşı nükleer silahlar kullanmakla tehdit ettiği yolundaki sözleri tepki gördü.

Yedioth Ahronoth, “Türk Başbakanı İran ziyareti arifesinde İsrail ile stratejik ilişkilere olan inancını dile getirdi, Guardian’a İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad için ‘kuşkusuz dostumuz” dedi ve bir kez daha İsrail Dışişleri Bakanı’na saldırdı” dedi.
Gazeteye göre, Erdoğan’ın değerlendirmeleri karşısında Lieberman’ın medya danışmanı, “Her saçmalığı dikkate almak gerekmez” gibi sert bir ifade kullandı.

-“ERDOĞAN’IN AÇIKLAMALARI GENGİRLİKLERİ DAHA DA ALEVLENDİRDİ”-

Bu arada, Haaretz, “Türk Babakanı, Lieberman’ın Gazze’ye karşı nükleer silahları kullanmakla tehdit ettiğini iddia ederek İsrail ile Türkiye arasında devam eden gerginlikleri daha da alevlendirdi” diye yazdı. Gazete şunları söyledi:
Erdoğan’ın değerlendirmelerinin, “iki müttefik arasındaki bağlarda kriz yaşandığı bir dönemde yapıldığı”na dikkat çekerek krizin, Türkiye’nin “İsrail’in NATO hava tatbikatına katılmasını yasaklaması üzerine bu ayın başlarında patlak verdiği”ni savundu.
Haberde “Kriz, iki hafta önce, Ankara’nın, İsrailli askerlerin Filistin çocukları öldürdüğünü gösteren bir tv dizisini yayından kaldırmaktan reddetmesi nedeniyle derinleşti” görüşünü dile getirdi.
aktifhaber

İsrail, Filistinlilere az su veriyor

27 Ekim 2009 Uluslararası Af Örgütü, İsrail ile Filistinliler arasında sürekli problem olan su ve suyun paylaşımı konusunda İsrail'i suçladı.
Af Örgütü, yayımladığı raporda, İsrail'in sınırlamalarının Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin yeterli miktarda su alımını engellediğini, İsraillilerin günlük su tüketimi ile Filistinliler arasında büyük fark bulunduğunu ve İsraillilerin 4 kat daha fazla su tükettiğini öne sürdü.
Af Örgütü'nün raporuna göre, İsrailliler kişi başı na günde 300 litre su tüketirken, Filistinlilerde bu miktar Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde günlük ortalama 70 litre olarak ortaya çıkıyor ve Dünya Sağlık Örgütü'nün 100 litre tavsiyesinin altında bulunuyor.
İsrail'de su temininde üç önemli kaynak bulunuyor. Kineret Gölü (Celile Denizi) ile dağ ve kıyılardaki tatlı su kaynakları. Dağlardaki su kaynaklarının büyük bölümü ise Batı Şeria'da bulunuyor. Raporda, bu kaynaklardaki suyun yüzde 80'inin İsrail tarafından alındığı belirtiliyor.
Örgüt İsrail'e, Filistinlilerin yeterli suya erişimini engelleyen mevcut kısıtlamaları kaldırma, Filistinlilere karşı ayırımcı politika ve uygulamalara son verme, su tesislerine yönelik yıkım emirlerini kaldırma çağrısında bulundu.
Raporda, Gazze konusuna da değinilerek, Gazze kıyılarındaki tatlı su kaynaklarının, deniz suyu ve kanalizasyon karışması nedeniyle kirlendiğine dikkat çekildi. Ablukanın kaldırılıp bölgeye inşaat malzemelerinin; su ve arıtma altyapısının tamirinde ve yeniden yapımında kullanılacak ekipmanların girişine izin verilmesi istendi.
İsrail ordusunun yol kapatma uygulamalarının, su taşıyıcıları nın yollarını uzattığına ve bunun da su fiyatlarını yükselttiğine işaret edildi.
netgazete

Bahreyn, İsrail'le teması yasaklıyor

28 Ekim 2009 Çar Bahreyn parlamentosu, İsrail'le temasları yasaklayan bir yasa tasarısını kabul etti.
Tasarının arkasındaki Şii muhalefet bloku El Vefak'ın milletvekili Celal Feyruz, yasanın İsrailli yetkililerle temasta bulunan veya resmi görüşmelere girenlerin, veya İsrail'e seyahat edenlerin, para ve/veya 3 ila 5 yıl hapis cezasına çarptırılmasını öngördüğünü söyledi. netgazete

28 Ekim 2009 18:45
Solana İsrail'i Kınadı Avrupa Birliği ortak dış politika ve güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Filistinlilerin evlerini yıkan İsrail'i kınadı.

Solanaifhaber, yaptığı yazılı açıklamada, İsrail'in Doğu Kudüs'teki son eylemlerinden derin endişe duyduğunu belirterek, Filistinlilerin evlerini yıkmak gibi "ayrımcı önlemlerin" uluslararası toplumun güvenilir barış müzakerelerini yeniden başlatma çabalarını zayıflattığı uyarısında bulundu.

Yüksek Temsilci Solana, herkesin Doğu Kudüs'te gerilimi artıracak eylemlerden kaçınması çağrısında bulundu.
aktifhaber

28 Ekim 2009 14:54
İsrail Gazetesi Tehdit Etti
Başbakan Erdoğan'ın İsrail yönetimine karşı çıkışlarına İsrail gazeteleri tehditvari haber ve yorumlarla karşılık verdi.

Jerusalem Post gazetesi, "Türkiye artık sadece 'müttefik' bir ülke. Erdoğan'ın Ahmedinecad'a övgüler düzdüğü toplantıda Lieberman'ı eleştirmesi ülkenin eksenindeki değişimin en büyük göstergesi" yorumunu yaptı.

Gazeteye göre, "Batılı yetkililer bu değişime şimdilik ilgisiz. Ama böyle devam ederse bu hatanın mal olacağı şey belli!"

Ortadoğu Forumu yöneticisi Daniel Pipes tarafından kaleme alınan yazıda şu ifadeler kullanıldı:

"Erdoğan'ın 2002'de iktidara gelmesinden beri Batı'nın en yakın Müslüman müttefikinin 60 yıldır izlediği yönde gözle görülür değişimler başladı. Son ayda üç büyük kriz atlattık. Batılı yetkililer şimdilik Türkiye'deki bu değişime kayıtsız kalmış gibi gözüküyorlar. Ancak bu hatayı yapmaya devam ederlerse sonucu belli!"
aktifhaber

İsrail, nereyi kan gölüne çevirecek?
30 Ekim 2009, 17:35 Anadolu Haber

Peru, kendi halkına kurşun sıkmak için İsrail`den eğitim ve techizat alacağını açıkladı. Peki bu eğitim ve teçhizatı hangi şirket verecek?

Peru devleti, Aydınlık Yol olarak da bilinen Maoist savaşçılara karşı, İsrail`den askeri destek ve eğitim alacak. Kendi halkına kurşun sıkması için ABD`nin büyük destek verdiği Peru devleti, şimdi de Siyonist İsrail`in kanatları altına girmeye hazırlanıyor. İsrail ordusuna bağlı Global CST isimli şirketle 10 milyon dolarlık bir anlaşma imzalayan Peru devleti, ordusunu bu şirket üzerinden, İsrail askerleri eliyle Maoistlere karşı savaş için hazırlayacağını açıkladı.
Kim bu şirket...

Global CST isimli şirketin yöneticilerinden Israel Ziv, dünya çapında gerilla mücadelesi veren güçlere karşı yürüttüğü kirli savaşla adını duyurmuş, hayli kanlı bir mazisi bulunan isimlerden. Ziv, daha önce Gürcistan ordusunun Rusya`ya-Güney Abazya ve Osetya`ya karşı eğitilmesini, yine Kolombiya ordusunun FARC ulusal hareketine karşı eğitilmesini üstlenmiş birimlerin başında bulunmuştu. Ziv`in Gürcistan`daki öğrencileri, Rusya karşısında başarısız bir pratik ortaya koymuşlardı.

İsrail silah satacak

Global CST isimli şirket, Peru ordusunu eğitmesinin yanı gerek duyulan teknik-askeri techizatın karşılanmasıyla da sorumlu olacak. Başka bir deyişle İsrai`in, Peru`ya askeri malzeme satmasını da sağlayarak, İsrail askeri sanayisine hizmet edecek. Bunu; daha anlaşma gününde Peru devletine, İsrail`den 3 milyon dolar tutarında yeni askeri savaş sistemleri almayı kabul ettirerek ortaya koydu.

Milli Gazete Online

İsrail'de Türk Bayrağı Protestosu

01 Kasım 2009, 20:04 Anadolu Haber

Tel Aviv'deki bazı işyerlerinin dükanlarına üzerine çarpı işareti konulmuş Türk bayrağı asılarak Türkiye'ye karşı tepkiler sürdürülüyor

Anadolu Kartalı adlı askeri tatbikatları iptal edilmesi sonrasında Türkiye ile İsrail arasında gelişen gerginliğe siyonistlerden farklı tepkiler gelmeye devam ediyor.

Tel Aviv’deki bazı dükanlar camlarına üzeri çizili Türk bayrağı asarak “Yeni bir açıklama yapılıncaya kadar burada Türk kahvesi satılmamaktadır” yazılı duyurular

Norveçli profesörler İsrail'i boykot'a hazırlanıyor
03 Kasım 2009 Norveç'in Trondheim şehrinde bulunan ve ikinci büyük üniversitesi olan NTNU'da görevli 34 profesör, İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını boykot etmeye hazırlanıyor.
Norveç Bilim Ve Teknoloji Üniversitesi (NTNU), İsrail'i boykot etmeye hazırlanıyor. Norveç'in Trondheim şehrinde bulunan ve ikinci büyük üniversitesi olan NTNU'da görevli 34 profesör, İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını boykot etmeye hazırlanıyor.

Boykot bildirisinin yarın bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulacağı belirtildi. Boykot bildirisi 12 Kasım tarihinde ise üniversitenin yönetim kurulunca oylamaya tabi tutulacak. Öneri onaylandığı takdirde Avrupa'da ilk kez bir üniversite İsrail'i boykot etmiş olacak.

Bildiride İsrail üniversitelerinin İsrail'in saldırgan poltikalarında anahtar rol oynadığı savunularak, "İsrail, tüm dünyadaki üniversitelerin ve akademisyenlerin özgürce beyanat vermelerini engelliyor" denildi. Boykot bildirisinde ayrıca, "İsrail askerleri Filistin topraklarından çekilinceye kadar İsrail'deki üniversite ve eğitim kurumlarıyla, akademik ve kültürel alanda hiç bir işbirliği veya ortak çalışma yapılmayacak" şeklinde bir uyarı maddesi yer alıyor.

Bildiriye imza atan profesörler boykotun amacını şu şekilde açıklıyor: Profesörler tarafından hazırlanan bildiride şöyle deniliyor: "Bu bildiriyi imzalayan biz akademisyenler inanıyoruzki akademik kurumlar, demokratik bir şekilde seçilen Filistin Hükümetiyle anlaşma yapmaya yanaşmayan İsrail'e uluslararası platformda baskı yapmalıdır. Yapacağımız bu boykot, İsraillilerin durumun ciddiyetini görmelerini sağlayabilir".
haber7


Rize'de İsrail Büyükelçisine Şok Sözler!

03 Kasım 2009, 21:05 Anadolu Haber

Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı ile İsrail'in Ankara Büyük Elçisi Gaby Levy arasında ikinci bir 'one minute' krizi yaşandı.

Bir dizi ziyaretlerde bulunmak üzere Rize'ye gelen İsrail'in Ankara Büyük Elçisi Gaby Levy, Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'yı ziyaret etti. Büyükelçi Levy'i başkanlık makamında karşılayan Bakırcı, konuk heyete Rize'ye gelen İsrailli turistlerden duyduğu rahatsızlığı belirtti.

Bakırcı'nın 'İsrailli turistler ilimize geldiğinde şehre uğramadan direk doğa ile baş başa kalıyorlar. Bu tavırları hemşehrilerimizin onlara şüphe ile bakmalarına sebep oluyor' sözü üzerine Levy, "Kabul etmeliyiz ki zor zamanlardan geçiyoruz. Ama İsrail ile Türkiye ilişkileri sağlam temeller üzerine kurulu. Bu zor zamanı atlattıktan sonra ilişkilerimiz daha da kuvvetli hale gelecektir." dedi.

Bu ifadeye karşılık üslübunu sertleştiren Bakırcı, İsrail'i yayılmacılık ve işgalcilikle suçlayarak, "İsrail'in yayılmacı ve işgalci politikası var olduğu sürece Türk halkının İsrail'e olan bakış açısı değişmez. Bu ilin yerel yöneticisi olarak, İsrail'in bu tutumlarından dolayı ilimize gelen gezginlerinin başına istemediğimiz bir hadisenin gelmesinden de endişe duyuyoruz. Olmaması noktasında da azami gayret gösteriyoruz." diye konuştu.

Levy ise "Hayatta kalmak için bir tek şansınız kalıyor. Yoksa yok edilebilme riskiniz var. Varlığımızı koruyacak şekilde politikalar üretmeye çalışıyoruz. Gazze'deki operasyon Türk hükümeti ve halkı tarafından eleştirildi. Ama şunu söyleyebilirim ki siz de böyle bir tehdit ile karşıya kalsaydınız, halkınızın güvenliği için aynı tutumu sergilerdiniz." açıklamasında bulundu.

Bakırcı, bebek katlederek barışın sağlanamayacağını hatırlatarak, "Devlet adına konuşmuyorum. Şahsım adına konuşuyorum. Konuyu açtığınız için söylüyorum. Rizelilerin düşüncesini aktarıyorum. İsrail devleti barışı, savaşarak sağlayamaz. Mısır ile Ürdün ile yapılan anlaşmalar savaş halinde yapılan anlaşmalardır. Bölgede barışın sağlanması için İsrail'in savaşı bırakması gerekir. Türk milletinin, Osmanlı'dan bu yana Yahudi cemaatine karşı olan tutumu biliniyor. Rize halkına herhangi bir tehdit olduğu zaman kendisini savunur ama bunu çocukları katlederek yapamaz." diye konuştu.

Bakırcı'nın konuşmasından rahatsız olduğu gözlenen Levy ve beraberindeki heyet, bu ifadeler karşısında sessiz kalmayı tercih etti. İsrail heyeti, belediyenin ardından Rize Ticaret Sanayi Odası'nı ziyaret edip, ilden ayrılacak.

'İSRAİL’İN 5 YILLIK BİR ÖMRÜ KALDI'

4 Kasım 2009 13:33
Amerikalı ünlü yorumcu “Jef Gates”, ABD’nin İsrail’i destekleme konusunda kuşkulu olduğu ve ayrıca dünya kamuoyunun Siyonist İsrail’e karşı duyduğu nefrete değindi.
Fars Haber Ajansı'nın “Parsa” sitesine dayanarak bildirdiğine göre, Amerikalı tanınmış yorumcu ve “Demokrasi Tehlikede” adlı kitabın yazarı Jef Gates bir yazısında, ABD hükümetinin Siyonist İsrail’e yönelik mali-askeri geniş desteklerini sürdürüp sürdürmeme konusunda ciddi bir kararsızlık içerisinde olduğu, ayrıca dünya çapında İsrail’e karşı büyüyen nefret duygusuna değinerek, Siyonist İsrail’in gelecek 5 yıla kadar dağılabileceğini vurguladı.

Jaf Gates, “Rense” adlı internet sitesinde yayınlanan bu yazısında “ABD Merkez İstihbarat Teşkilatı(CIA) tarafından yapılan araştırmalar, İsrail’in gelecek 20 yılda var olabileceği konusunda güvenli olunamayacağını gösteriyor” diye kaydetti.

Amerikalı yazar Gates daha sonra “Bu raporun ne kadar güvenilebilir olduğu bir yana, burada dikkat edilmesi gereken konu şu: ABD’nin İsrail’le ilişkilerini korumak için Tel Aviv’e sunduğu mali-askeri geniş masraflara katlanmış olmasına rağmen İsrail, önümüzdeki 5 yıla kadar dağılabilir” diye vurguladı.
haber10

BM'de İsrail Karşıtı bir karar daha
06 Kasım 2009 BM Genel Kurulu, İsrail ve Hamas'ı Gazze'de çatışmalarda savaş suçu da dahil uluslararası insani hukuk kurallarını çiğnemekle suçlayan ve iki taraftan da soruşturma açmalarını isteyen Goldstone Raporu'nu destekleyen karar tasarısını kabul etti.
192 üyeli genel kurulda bugün de süren ülke temsilcilerinin konuşmalarının tamamlanmasının ardından Filistin ve Arap ülkeleri tarafından genel kurula sunulan karar tasarısı, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 114 ülkenin oylarıyla kabul edildi. Oylamada, aralarında ABD ve İsrail'in bulunduğu 18 ülke ''hayır'' oyu kullanırken, 44 ülke de çekinser oy attı.
haber7

10 Kasım 2009 22:48
Türkiye Değil İsrail Kaybeder
Le Monde, Türkiye’nin “jeopolitik kayması”nın İsrail’i kaygılandırdığını belirtti .

Türkiye’nin “eksen kayması” tartışmaları, Batı’da yoğunlaşırken Fransız Le Monde gazetesi, Türkiye’nin “jeopolitik kayması”nın İsrail’i kaygılandırdığını belirterek, Türkiye’nin Müslüman komşularına yakınlaştığı Ortadoğu’daki “büyük bölgesel oyun”da İsrail’in elinde “pek bir koz” olmadığı yorumunu yaptı. Türkiye’nin, “İslamcı bir parti”nin yükselişi ve Irak savaşının ardından “ yavaş yavaş Amerikan korsesinden kurtulduğu”nu da yazan gazete Türkiye ve İsrail için de “İki ortaktan en çok kaybedecek olanı İsrail’dir çünkü onun Ortadoğu’da bir tek Müslüman müttefiki var” görüşünü dile getirdi.

Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde “Türkiye’nin Jeopolitik Kayması, İsrail’i Kaygılandırıyor” başlıklı analizinde İsrail'in, Gazze operasyonunun ve Filistinlilerle barış sürecindeki uyuşmazlığının kollateral bir kurbanı olduğunu, bunun da "Türkiye ile özel ve çok değerli ilişkisi" olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin askeri tatbikatını iptal etmesini “daha derin bir rahatsızlığın işareti” olarak değerlendirilen Laurent Zecchini imzalı analizde “Türkiye’nin Müslüman komşularına yakınlaştığı bu ‘büyük bölgesel oyun’da İsrail’in elinde pek bir koz yok” diye yazdı.

Le Monde, Türkiye’nin, aynı zamanda başta PKK ile mücadelesinde olmak üzere, İsrail ile askeri işbirliğinen yararlandığını öne sürdüğü analizinde İsrail askeri uçaklarının Konya’da eğitim uçuşlarını yaptığını da anımsattı.
Ancak, Türkiye’de “İslamcı bir partinin yükselişi”ni ve ikili ilişkileri ciddi bir teste tabii tutan ABD’nin Irak işgali olmak üzere iki faktörün durumu değiştirdiğini belirten gazete, bunları, olarak sıraladıktan sonra “Türkiye, yavaş yavaş Amerikan korsesinden kurtuldu, Müslüman ve Osmanlı köklerini canlandırdı, ekonomik büyümenin sayesinde güçlendi ve, nihayet, Avrupa Birliği adaylığından duyduğu hayal kırıklığını, Ortadoğu güçü olma iştahına dönüştürmeye karar verdi” yorumunu yaptı.

Fransız gazetesi, Suriye, İran ve Irak gibi ülkelere yakınlaşan Türkiye’nin, kendisini her yerde arabuluculuk şampiyonu haline getirdiğini belirtirken Ankara’nın, artık İsrail’in Washington’daki desteğine ihtiyaç duymadığını, İsrail’in de, Ankara’daki Filistin sorununun yarattığı hissiyatını küçümsediğini kaydetti. Le Monde şu görüşler de öne sürdü.

“(İsrail’in) Ankara ile imtiyazlı ilişkisi, asimetrik hale geldikçe özünü kaybediyor. Türkiye’nin, bölgede yumuşak bir güç olma iddiası var oysa Yahudi devleti, daima gücün diplomasinin avantajlarına inanıyor. İkili ilişkiler iyileşebilir ancak Ankara, artık bir şart da öne sürüyor: Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinliler, barış umudu ile canlanabilsin. Bu iki ortaktan en çok kaybedecek olanı İsrail’dir çünkü onun Ortadoğu’da bir tek Müslüman müttefiki var.
aktifhaber

10 Kasım 2009 08:49
Yahudi Olmayan Öldürülebilir
İşgal altındaki Filistin topraklarında en acımasız şekilde şiddet politikası yürüten İsrail'in bu şiddet politikasının arkasında hahamlar mı var?

Gazze katliamı sırasında “Öldürmek iyi bir özelliktir. Sivilleri de öldürün” ifadeleriyle askerlerini Filistinlileri katletmek için motive eden ordu hahamı General Avi Ronzki'den sonra, bir başka haham da yayınladığı kitapta “İsrail tehdit altındaysa, bebek ve çocukların da öldürülebileceğine” dair ifadelerin yer aldığı bir kitap yazdı.

Filistin'de soykırım ve işgal politikasını sürdüren İsrail'de, ordu hahamının askerler için hazırladığı “Sivilleri de öldürün” ifadelerinin yer aldığı kitapçıktan sonra bir başka haham da, İsrail'i tehdit edebileceği düşünülen kimselerin Yahudiler tarafından öldürülebileceğine dair ifadelerin yer aldığı bir kitap yayınladı.

“GEREKİRSE BEBEK VE ÇOCUKLAR DA KATLEDİLEBİLİR”
İsrail'in işgali altındaki Batı Yaka'da yaşayan İzak Şapiro, yeni çıkan “Kralın Tevrat'ı” isimli kitabında İsrail'e tehdit oluşturan bebek ve çocukların bile öldürülebileceğini ifade ediyor. İsrail'in Haaretz gazetesinde yer alan habere göre Haham İzak Şapiro, kitabında bebek ve çocukların bile öldürülmesine dair ifadelerini İncil'e dayandırırken, bunların kendi yorumu olmadığını söylüyor.

“İSRAİL'İ TEHDİT EDENLERİ ÖLDÜRMEK MÜBAHTIR”
Kitabında, “Başka halklar içerisinde, İsrail'i tehdit edilmesinden sorumlu olmayanların öldürülmesi bile mübahtır” diye yazan Haham Şapiro, “Eğer biz emredilen 7 şarta uymayanları, bize karşı günah işleyenleri öldürürsek, bunda bir yanlış yok. Çünkü biz kurallara uyuyoruz” ifadelerini kullandı. Haaretz, Şapiro'nun kitabının diğer üst düzey hahamlar tarafından kendi öğrencilerine de tavsiye edildiğini bildirdi.

“VAHŞET BAZEN İYİ BİR ÖZELLİK”
İsrail'de Yahudi olmayanlara karşı cinayet işlenmesine dair fetva daha önce İsrail ordusunun baş hahamı General Avi Ronzki tarafından da verilmişti. Gazze katliamı sırasında İsrailli askerlere dağıttığı kitapçıkta Ronzki'nin, tüm Filistinlilerin öldürülmesi gereken düşmanlar olduğu ve ‘Vahşetin bazen iyi bir özellik' olduğunu yaz
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ksm 11, 2009 9:55 pm    Mesaj konusu: İsrail Yine Tepki Gösterdi Alıntıyla Cevap Gönder

Kudüs’ü yoksullukla vurma planı
14 Kasım 2009
Çağdaş Araştırmalar Merkezi’nin hazırladığı ‘Kudüs ve Yoksulluk’ araştırma raporu, Kudüs’te yaşanan inanılmaz yoksulluğu ve onun getirdiği devasa problemleri gözler önüne serdi.
Mustafa R. Özgür'ün haberi

Kudüs’te yaşayan Müslümanların % 63’ünün büyük bir yoksullukla mücadele etmek zorunda kaldığının ortaya koyulduğu raporda, bu yoksulluğun ise ahlâkî yozlaşma, ailevi çözülme, uyuşturucu ve alkolün yaygınlaşması; hırsızlık, tecavüz, fuhuş, salgın hastalıklar ve yüz kızartıcı suçlara neden olduğu ifade edildi. İşte Siyonist işgali sebebiyle Kudüs’te bu yoksulluğun sebeplerini, şu anki durumunu ve çözüm önerilerini içeren Kudüs ve Yoksulluk Dosyası.

Çağdaş Araştırmalar Merkezi’nin hazırladığı ‘Kudüs ve Yoksulluk’ araştırma raporu Kudüs’te yaşanan inanılmaz yoksulluğu ve onun getirdiği devasa problemleri gözler önüne serdi. Kudüs’te yaşayan Müslümanların % 63’ünün büyük bir yoksullukla mücadele etmek zorunda kaldığının ortaya koyulduğu raporda bu yoksulluğun ise ahlâkî yozlaşma, ailevi çözülme, uyuşturucu ve alkolün yaygınlaşması, hırsızlık, tecavüz, fuhuş, salgın hastalıklar ve yüz kızartıcı suçlara neden olduğu ifade edildi.
İşte Siyonist işgali nedeniyle Kudüs’te bu yoksulluğun sebeplerini, şu anki durumunu ve çözüm önerilerini içeren Kudüs ve Yoksulluk dosyası.

SİYONİSTLER YOKSULLUĞU BİR SİLAH OLARAK KULLANIYOR

İsrail işgalinin sebep olduğu çöküntülerin en başta geleninin yoksulluk olduğunun belirtildiği Çağdaş Araştırmalar Merkezi’nin raporunda, Siyonist devletin hedeflerine ulaşmak için yoksulluğun planlı bir şekilde kullanılmasına özellikle dikkat çekildi.

Bu planlar ile bir taraftan Kudüs’te yaşayan halkın göç etmesi ve şehrin boşaltılması amaçlanırken diğer taraftan da Yahudileştirme çalışmalarının desteklendiği belirtiliyor.
Rapora göre; “Kudüs’te yoksulluk oranı Araplarda % 63.5 iken Yahudilerde % 36’dır. Durum öyle bir hal almıştır ki bazı Kudüslü aileler çocuklarını şehrin batısında bulunan Yahudi mahallelerinin çöplüklerine metal toplamaya gönderir olmuşlardır.

Çocuklar topladıkları metal parçalarını anlaştıkları Araplara satmakta, aile reislerinin boğucu bir siyasetle inşa edilen duvar nedeniyle geçim sıkıntısı yaşadığı bir dönemde, kıt kanaat geçinen ailelerine destek olmaya çalışmaktadırlar.”

KUDÜS DÜNYANIN EN FAKİR ŞEHİRLERİNDEN BİRİSİ

Kudüs’ün dünyadaki en yoksul şehirlerden biri olduğu ifade edilen raporda bu durum şöyle anlatılıyor; “Batı Kudüs’te Yahudi bir ailenin aylık toplam geliri ortalama 7500 şekel iken Arap bir ailenin aylık geliri yaklaşık 2800 şekeldir. Kudüs şehir yönetimi Doğu Kudüs’ü, vergilerden gelir elde edilen bir bölge olarak
Kudüslü Arap bir aile, aylık gelirinin çok üstünde bir vergi yükü ile mükellef tutulmaktadır.
Doğu Kudüs’te yaşayan ailelerin % 62’si, çocukların ise % 56’sı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Resmi veriler, Doğu Kudüslü çocukların % 75’inin yoksul olduğunu söylemektedir. Şehrin bütçesi 388 milyon şekele ulaşmıştır. Bu bütçenin içinde Araplara ayrılan kısım önemsiz denecek kadar azdır. Bu sebeple devlet, Araplara ayrılan bütçeyi açıklamamaktadır.”

İŞTE GERÇEKLER!..

Kudüs’e dair rakamların da yer verildiği raporda gerçekler şu şekilde ifade ediliyor;

“1) 2007 yılı itibarıyla Kudüs’te yaşayan Arapların sayısı 256.820 olup bu rakam, yüzde 34’lük oranı oluşturmaktadır.
2) 2006 yılı verilerine göre Kudüs’te yaşayanların yüzde 67’si sosyal refah düzeyine göre yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu oran, burada yaşayan Yahudiler için %21’dir.
3) 2006 yılı verilerine göre Kudüs’te yaşayan Arap çocukların yüzde 77.6’sı yoksulluk sınırının altında yaşarken bu oran Yahudi çocukları için yüzde 39.6’dır.
4) Şehrin ele geçirilişinden bu yana belediye, yerleşim arazilerinin 1/3’üne el koymuştur.
5) İsrail’in işgal edip el koyduğu bu arazilerin bir kısmı umuma, bir kısmı ise şahıslara aittir ve bu arazilerin üzerine Yahudiler için 50.197 yerleşim yeri inşa edilmiştir.
6) 2004’de Kudüs Belediyesi, resmi olmayan inşaatların yüzde 85’inin şehrin batısında gerçekleştiğini açıklamıştır. Buna mukabil olarak yıkım emirlerinin yüzde 91’i ise Kudüs’ün doğusunda gerçekleşmiştir.
7) Ailelerinin yaşadığı yoksulluk yüzünden 9.000’in üzerinde çocuk, herhangi bir eğitim kurumuna kaydolmadan hayatına devam etmektedir. Devlet okullarında okuldan ayrılma/alınma oranının yüzde 50’yi geçtiği görülmektedir.
8) 2007 istatistiklerine göre Kudüs’te 3. ve 4. sınıf yaş grubunda 15.000 çocuk yaşamakta olup bu çocukların yüzde 90’ını oluşturan 13.500 çocuk ise hiçbir eğitim kurumuna kayıtlı değildir.
9) İş gücü kaybı yüzde 90’a ulaşmış, çalışan iş gücü ise yüzde 12.5’e gerilemiştir.

YOKSULLUĞUN SEBEPLERİ

Çağdaş Araştırmalar Merkezi’nin raporunda bu yoksulluğun en büyük sebebinin işgal olduğunun altı çizilirken diğer sebepler ise şöyle sıralanıyor;
1) İsrail’in işgalle birlikte yürüttüğü esef verici icraatların uzun yıllardır sürmesiyle oluşan ve farklı alanlarda sürekli devam eden ekonomik kötüleşme.
2) Irkçı ayrım duvarının sebep olduğu, hayatın tüm alanlarını kapsayan vahim çöküşler.
3) Batı Yakalıların oturumuna ve Kudüs’e girişlerine izin verilmemesi.
4) Süregelen askeri engeller.
5) Kudüslü tüccarların ithal ettikleri ticaret mallarının güvenlik teftişlerinin artırılması, limanlar veya havaalanlarından geçişinin engellenmesi ve gümrük vergilerinin sürekli artırılması.
6) Kudüslü halkın genel vergilere ve şehir vergilerine tabi tutularak ödemeleri için zorlanması.
7) Ulaşım sektörünün %90’ının çökmüş olması ve bu sektörde çalışanların işsiz kalması.
8) Filistinlilerin mallarının Kudüs piyasasına girişinin engellenmesi.
9) Deri ayakkabı, elbise, çocuk bezi vb. şeylerin üretiminin veya dokumanın yapıldığı bazı fabrikaların ve imalathanelerin kapatılması.
10) Geçiş siyaseti nedeniyle Mısır gibi Arap ülkelerine ihracatın azalması.
11) Evlerin yıkılması ve on binlerce dolarla ifade edilen ceza ödemeleri.
12) Toprakların gasp edilmesi ve sahiplerinin buralara girişlerinin engellenmesi. İnsanların topraklarına girmeleri durumunda hayali suçlarla suçlanmaları ve bazılarının mahkemelerde yargılanarak binlerce dolarlık cezalara çarptırılmaları.
13) Kudüs’teki sarraflara karşı yapılan üzücü icraatlar ve yerleşim vergisi adı altında sarrafların mallarına el konulması.
14) Kudüslü işçilerin fabrikalardan çıkarılıp yerlerine İsrailli işçilerin yerleştirilmesi.
15) Duvarın dışında kalan bölgelerden duvarın içindeki bölgelere göçlerle birlikte bazı bölgelerin aşırı kalabalık hale gelmesi.

YOKSULLUK KUDÜS’Ü BİTİRİYOR

Yoksulluğun, hayatın ekonomik, siyasi, sosyal, sağlık ve güvenlik gibi hemen hemen her alanında Filistin halkının yaşamlarını sarsan etkileri olduğunun belirtildiği raporda bu yoksulluğun sosyal alanda ve sağlık alanında sebep olduğu dejenerasyonlar ise şöyle anlatılıyor;
1) Ailevi çözülme ve ailenin kontrol mekanizmasının olmayışı.
2) 6 m2’yi geçmeyen odalarda kızlarla erkeklerin ve farklı ailelerin bir arada kalmasını gerektiren zor şartların sebep olduğu ahlâkî bozulma.
3) İçinde bulunulan sosyal şartlar nedeniyle çocuklar üzerinde aile terbiyesinin azalması sonucu bazı çocukların uyuşturucu ve alkol bağımlısı olmaları.
4) Suç oranlarının, özellikle de hırsızlığın artması. Bu durum, İsrail araştırma birimlerini, sonucun zengin Yahudi mahallelerini etkilemesi sebebiyle korkutmaktadır.
5) Öğrencilerin okuldan alınması, aşağılık bir hayatın kucağına ve uyuşturucu tacirlerinin ellerine düşmeleri; sahipsiz, koruyan-gözeten olmadan sokaklarda kalmaları gibi durumlar, toplumun temelini oluşturan ahlâkın bozulması sonucu işlenen tecavüz, hırsızlık, insanların namusuna göz dikmek gibi yüz kızartıcı suçların artmasına sebep olmuştur.
6) Yoksul ailelerin çocuklarının hastalıklarla boğuşması ve maddi imkânsızlıklardan dolayı bu hastalıkların gün geçtikçe müzmin hale gelmesi.
7) Çocukların çok erken yaşlarda çalışmaya başlamaları ve çalışmalarının karşılığında çok az ücret almaları.

KUDÜS İÇİN ÇÖZÜM NEDİR?

Çağdaş Araştırmalar Merkezi’nin raporunda, çözüme yönelik öneriler de sıralandı. İşgal devam etse bile Kudüs’ün yaralarını sarması muhtemel o öneriler ise şöyle;
1. Turizm sektörüne acilen gereken önemin verilmesi. İsrail firmaları ile rekabet edebilecek modern düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
2. Farklı bölgelerden önce şehir merkezinde yatırımlar yapılmalıdır.
3. Eski Kudüs’teki evler acilen kurtarılmalıdır.
4. Sosyal alanlarda insanlara acil yardım sağlanmalıdır. Zekat fonları, hayır kuruluşları gibi müesseselerin kurulmasıyla insanların yaşamlarını sürdürebilmelerine yardımcı olunmalıdır.
5. İnsanların, topraklarının ellerinden alınması gibi sorunlarına cevap verecek bir devlet teşkilatı kurulmalı ve böylece sessiz göç ettirme politikasının önüne kanuni yollarla geçilmelidir.
6. Ekonomik ilişkiler geliştirilmesi için Arap bankalarına baskıda bulunulmalı ve finansal kaynakların Yahudilerin eline geçmemesi amacıyla Arap bankalarının işlemlerde kolaylık göstermesi sağlanmalıdır.
7. İnsan hakları kapsamında yer alan yoksullukla mücadele meselesi, devam gerektiren bir meseledir. Yoksullukla mücadele konusunda izlenen stratejilerin düzenlenmesi ve bu alanda yapılan faaliyetlerin artırılması gerekmektedir.
Vakit

Brezilya sokaklarında 'Şimon Hitler' sesleri

14 Kasım 2009
Latin Amerika turuna Brezilya'dan başlayan Şimon Perez, Filistin'e destek veren gruplar tarafından protesto edildi.

Brezilya'da büyük petrol firmalarıyla anlaşmaya ülkeye gelen İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez, Filistine'e destek veren gruplar tarafından Sao Paolo'daki meydanlarda 'Şimon Hitler' şeklinde slogan atılarak protesto edildi.

İsrail YNET adlı gazetenin verdiği habere göre Brezilya'da Filistin' destek vren gruplar, Sao Paolo'da İsrail Büyükelçiliği önüne gelerek Şimon Perez karşıtı sloganlar attı. Grublar elçilik önünde düzenlediği eylemde hazırladıkları bildiriyi okuyarak önce Lieberman'ın daha sonra Perez'in ülkelerine gelmelerinden dolayı duydukları rahatsızlıklarını dile getirdi.

İsrail'in Gazze'de insanlık suçu işlediğini dile getiren gruplar, Perez'i Alman diktatörü Hitler'e benzeten dövizlerle İsrail'in katliamlarını durduruna kadar ülkelerine gelmemesini istediler
haber10

İsrail Yine Tepki Gösterdi
Türkiye ile İsrail arasındaki gerginlikler sürerken TBMM Başkanı Şahin’in, İsrail Parlamentosu Başkanı'na gönderdiği mesaj yeni bir kriz yarattı.
11 Kasım 2009
Türkiye ile İsrail arasındaki gerginlikler sürerken TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, İsrail Parlamentosu (Knesset) Başkanı Reuven Rivlin’in kutlama mesajına gönderdiği cevabı mesaj, içeriği yönünde İsrail’de memnuniyet yarattığı ancak mesajda Knesset adresi olarak Kudüs yerine Tel Aviv gösterilmesinin, "İsrail'in başkentinin meşruluğunun reddedildiği" gerekçesiyle tepkiye yol açtığı bildirildi.

Jerusalem Post gazetesine göre, Mehmet Ali Şahin, TBMM Başkanı olarak seçilmesi dolayısıyla kendisine bir kutlama mesajını gönderen Knesset Başkanı Rivlin’e Türkçe cevabi mesaj gönderdi. Haberde mesajın içerinin İsrail’de olumlu karşılandığı belirtilirken, “Mesajta tüm doğru mesajların verildiği gibi görünüyordu” denildi.

Bu çerçevede haberde Şahin’in, mesajında iki ülke arasındaki ilişkilerde son dönemde yaşanan zorluklara rağmen başkanlık döneminde iki ülke parlamentolar arasındaki “dostane ilişki ve işbirliğinin artmasını ve gelişmesini sağlamaya yönelik çabaların süreceğini” vurguladığına dikkat çekildi. Haberde şöyle denildi:
“Ancak Rivlin, sayfanın altı kısmını, Şahin’in imzasının altında yazılan resmi adresi okuduğunda tamamen farklı bir mesaj aldı. Adres, ‘Reuven Rivlin, İsrail Parlamentosu Başkanı, Tel Aviv’ olarak yazılmıştı.”

Bunun üzerine "duyulan tepki”nin, Knesset Başkanlığınca resmi bir mesajla iletildiği belirtilen habere göre, mesajta, “Kudüs’e saygımız büyük ve Knesset binasının orada bulunması, saygımızı daha da artıyor. Ve Ankara’nın bunu çok iyi anladığı konusunda hiç kuşkumuz yok” ifadelerine yer verildi.
aktifhaber

İsrail'in Sistamatik Baskısı Altındayız!
14 Kasım 2009
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Gazze raporu nedeniyle İsrail tarafından sistematik baskı gördüğünü ve kendilerine karşı iftira kampanyası yürütüldüğünü açıkladı.

Grup tarafından yapılan açıklamada, Gazze saldırısı nedeniyle yayınladıkları eleştirel raporlarına karşılık İsrail'in HRW'ye karalayıcı ve küçük düşürücü ithamlarda bulunduğunu bildirildi.

HRW'yi sert bir şekilde eleştiren İsrail, Yahudi karşıtı raporların yayınlanması için örgütün Suudi Arabistan hükümetinden mail destek aldığını da ileri sürüyor.

Suçlamaları 'saçma' olarak değerlendiren HRW Direktörü Iain Levine, kendilerinin her zaman birileri tarafından eleştirildiğini, ancak son birkaç aydan bu yana önemli derecede gözdağı ve karalama kampanyasına maruz kaldıklarını söyledi.

Iain Levine, 'fesat tertibi' tabirini kullanma konusunda tereddüt yaşadığını belirterek, "Ancak bize karşı sistematik bir karalama kampanyası var ve bu koordineli bir şekilde yürütülüyor. Bu yalanları ve kasıtlı olarak verilen yanlışları reddetmek için çok zaman harcıyoruz." dedi.

Grup tarafından yapılan açıklamada, kendilerine karşı karalama kampanyasının Kudüs merkezli İsrail sivil toplum kuruluşları tarafında yapıldığı bildirildi. Karalama kampanyalarının HRW Ortadoğu Temsilcisi Sarah Leah Whitson'un Suudi Arabistan'ı ziyareti sonrası çoğaldığı belirtildi. İsrail sivil toplum örgütleri, HRW'nin Suudi yetkililerden İsrail aleyhine yayınlar karşılığında mali yardım talep edildiğini iddia ediyor.

Sarah Whitson ise Suudi Arabistan ziyaretinin daha önce Japonya, Güney Afrika ve Tel Aviv'e yapılan ziyaretlerle aynı amacı taşıdığını belirterek, "Bizim Suudi hükümetinin desteğini kazanmak istediğimiz düşüncesi tam saçmalık. Hiçbir hükümetten mali destek almıyoruz ve bu örgütün ana prensibidir."dedi.

İsrail'in uyguladığı baskıyı aktaran HRW Direktörü Levine, "Çok büyük baskı ve saldırılara maruz kalıyoruz. Bu saldırının bazıları kişisel saldırılar. Daha önce Richards Goldstone'nin maruz kaldığı saldırılara benzer." diye konuştu.

Öten yandan konu ile ilgili konuşan İsrail hükümet yetkilisi Ron Dermer, "Bu tür örgütlerle savaşmaya devam edeceğiz. Biz burada oturup insan hakları örgütlerinin bize saldırmalarını bekleyemeyiz." dedi.
aktifhaber

İsrail, Ortadoğu barış sürecini çıkmaza sokan ve bölgede tansiyonun yükselmesine sebep olan yerleşim birimi inşaatları konusunda yeni bir adım atarak Kudüs'te 900 yeni daire inşaatını onayladı.
17 Kasım 2009
İsrail Toprak Yönetimi'nin yeşil ışık yakmasından sonra Kudüs Belediyesi, bugün aldığı bir kararla Gilo yerleşim bölgesinde 900 daire inşaatını onayladığını duyurdu.

İsrail'in attığı son adımın ABD'nin yerleşim birimleri konusundaki sert tutumuna rağmen gelmesi dikkat çekiyor.

Yeni daireler İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklarda bulunuyor. Bu bölgeleri İsrail'in 1948'deki sınırlarından Yeşil Hat ayırıyor ve bu topraklar BM tarafından İsrail işgali altındaki topraklar olarak kabul ediliyor.
aktifhaber

Operasyonun Ardından İlk Ziyaret
21 Kasım 2009
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarından sonra İsrail'den Türkiye'ye bakan düzeyinde ilk resmi ziyaret yarın yapılacak.
İsrail Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben Eliezer, beraberinde bir iş adamı heyetiyle yarın öğleden sonra Türkiye'ye gidecek. Ben Eliezer, Ankara temasları çerçevesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da kabul edilecek.

Ben Eliezer, Türkiye'deki temaslarına Pazartesi günü, İstanbul'da iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin ve yatırım fırsatlarının değerlendirileceği bir toplantı ile başlayacak. İsrailli bakana, önde gelen 20'den fazla firmanın temsilcilerinden oluşan bir heyet de eşlik edecek.

Heyette Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Şaron Kedmi, Dış Ticaret Müsteşar Yardımcısı Boaz Hirsch, İsrail İmalatçılar Derneği Başkanı Şroga Broş, Türkiye-İsrail İş Konseyi'nin İsrailli Başkanı Menaşe Carmon ve Türkiyeliler Birliği Başkanı Momo Uzsinay da bulunuyor.

Ben Eliezer, Pazartesi akşamı Ankara'ya geçerek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşecek. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Ekim ayında, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in ev sahipliğinde düzenlenen bir toplantıya davet edilmiş, ancak bu ziyaret sırasında Gazze Şeridi'ne geçmek isteyen Davutoğlu'nun talebinin kabul edilmediği gerekçesiyle Davutoğlu'nun ziyareti iptal ettiği öne sürülmüştü.

Ben Eliezer için, iki ülke arasındaki Karma Ekonomik Komisyon toplantılarının eşbaşkanı olan Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de bir akşam yemeği verecek.

KEK toplantıları ise Salı günü yapılacak. KEK toplantıları öncesinde, Gönül ve Ben Eliezer ikili bir görüşme yapacak ve KEK toplantılarına daha sonra geçilecek. Toplantılar sonucunda bir mutabakat zaptının imzalanması öngörülüyor.

İki ülke arasındaki KEK toplantılarının sonuncusu, 2007 yılı Mart ayı başında Kudüs'te yapılmıştı.

-CUMHURBAŞKANI'NIN KABULÜ-

Binyamin Ben Eliezer, Salı günü Ankara'da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da kabul edilecek. Libya'da bulunması nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmesi programda olmayan İsrailli bakan, ayrıca Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile bir araya gelecek.

Ben Eliezer, Ankara'da bir basın toplantısı düzenleyip, İsrail büyükelçiliğinde verilecek resepsiyonun ardından, Salı akşamı İsrail'e dönecek.

-"ZİYARETİN AMACI, HAVAYI YUMUŞATMAK"-

Ben Eliezer, Türkiye ziyareti öncesinde İsrail radyosuna yaptığı açıklamada, "Ziyaretimin, İsrail için stratejik önemdeki bir ülke ile ilişkilerin geliştirilmesine katkıda bulunacağını umuyorum" dedi.

İsrail'deki Türkiyeliler Birliği Başkanı Momo Uzsinay da "Her ne kadar ticari amaçlı görünüyorsa da, ki bu da çok önemlidir, bu ziyaretin amacı, son aylarda İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bozulan havayı biraz daha pozitif bir doğrultuya sokmaktır" diye konuştu.

Uzsinay, Ben Eliezer'in Türkiye için önemli bir konumu bulunduğunu, daha önceki bakanlığı döneminde kendisinin yardımcılarından ikisinin şu anda Türkiye'de, İsrail adına hizmet verdiklerini belirterek, bunlardan birinin Ankara Büyükelçisi Gabi Levi, diğerinin İstanbul Başkonsolosu Moşe Kamhi olduğunu hatırlattı.

Uzsinay, iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin iniş-çıkış gösterebileceğini, ancak ticaretin mutlaka devam etmesi gerektiğini kaydetti. Uzsinay, "Ben Eliezer'in Ankara görüşmelerinin iki ülke arasındaki havayı biraz daha yumuşatmasını bekliyorum. Tüm beklentim, arzum ve dualarım bu yönde" diye konuştu.

Türkiye-İsrail İş Konseyi Başkanı Menaşe Carmon da ziyaretten beklentisinin, iki ülke arasında gerilen ilişkilerdeki havayı "yumuşatmak, ilişkileri yenilemek" olduğunu vurguladı.

İki taraf arasında ilişkilerin uzun zamandır kesintiye uğradığını ifade eden Carmon, İsrailli ve Türk şirketlerin bu fırsattan yararlanarak, karşılıklı yenilikleri, yeni fırsatları değerlendireceklerini kaydetti. Carmon, "Ne şekilde ortak bir çalışmaya gidilebilir; üçüncü ülkelere yönelinebilir ve her iki ülkeye nasıl yardımcı olabiliriz çabasındayız" dedi.
aktifhaber

Atalay: Kuzey Irak istihbarat teşkilatını İsrail kurdu ve eğitti
24 Kasım 2009
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, AK Parti'nin Kızılcahamam kampında Kuzey Irak'la ilgili çok ilginç bir bilgi açıkladı.


İçişleri Bakanı Beşir Atalay, AK Parti'nin Kızılcahamam kampında Kuzey Irak'la ilgili ilginç bir bilgi açıkladı.
Atalay, PKK'nın ortadan kaldırılması için K. Irak'la yaptıkları görüşmeleri anlatırken "Beni en çok üzen olay ise Kuzey Irak istihbarat teşkilatını İsrail'in kurması ve eğitmesidir" dediği ortaya çıktı.

Mahmur’dan dönüş

Kuzey Irak'ta MOSSAD tarafından eğitimler verildiğine ilişkin iddiaların olmasına rağmen İçişleri Bakanı Atalay bu iddiaları resmi ağızdan ilk defa doğrulamış oldu. MOSSAD'ın Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ne ait istihbarat teşkilatını merkezi Irak hükümetinin istihbarat teşkilatından ayrı olarak kurduğu belirtiliyor.
Kaynak: Bugün

İsrail, ABD Yankeesi'nin Kanlı Kanadıdır
26 Kasım 2009

Venezuela Cumhurbaşkanı Çavez, katil İsraili ABD Yankeesinin kanlı kanadı olarak tanımlayıp, Şimon Perez'in ciddiyetsiz bir küstah...

Venezuela Cumhurbaşkanı Çavez, katil İsrail'i ABD Yankeesinin kanlı kanadı olarak tanımlayıp, Şimon Perez'in ciddiyetsiz bir küstah olduğunu vurguladı

Katil 'İsrail ABD'nin kanlı kanadıdır” diyen Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, ülkesini ziyaret eden İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile ortak basın toplantısında, Ahmedinejad'ı çağın yiğit Cumhurbaşkanı olarak tanımladı.

Ahmedinejad'la yaptıığ ortak basın toplantısında ABD "emperyalizmini" kınayan Çavez, katil İsrail için de "Yanki imparatorluğunun kanlı kanadı" ifadesini kullanarak işgalci İsrail içiçn yeni ve tutarlı bir sıfat ı daha dünya siyasi literatürüne eklemiş oldu.

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Dr Mahmud Ahmedinejad'ı sıcak biçimde karşılayan Chavez, iki ülkenin de "aynı imparatorluğun" tehditlerine direnmesinden memnun olduğunu söylerken Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da Chavez'i, "emperyalizmin saldırılarına bir dağ gibi karşı durduğunu" söyleyerek övdü ve "Kendimizi burada evde ve kardeşlerimizin arasında hissediyoruz. Sonuna kadar birlikte olacağız" dedi. Devlet Başkanlığı sarayı önünde yanında Ahmedinejad'la yaptığı açıklamasında Chavez,İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in bu ay içinde Güney Amerika'yı ziyareti sırasında sarf ettiği "Chavez ve Ahmedinejad'ın iktidardaki günlerinin sayılı olabileceği" yolundaki sözlerine değindi.Chavez, katil "İsrail devletinin neyi temsil ettiğini biliyoruz: ABD Yankee imparatorluğunun kanlı bir kanadıdır o!!. İşgalci İsrail Cumhurbaşkanının söylediğini bir tehdit telakki ediyoruz.

Bilindiği üzere Venezuela, İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırılarını protesto etmek için Ocak ayında katil İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesti ve bu kararını hala uyguluyor.

İsrail'e yanıt...
Hüsnü Mahalli
hmahalli@superonline.com
Salı günkü yazımda İsrailli Bakan Eliezer'in Türkiye ziyaretine değinerek İsrail'in Türkiye, Filistin ve bölge politikalarını eleştirmiştim. İsrail Büyükelçiliği Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'ya bir yazı göndererek yazımdaki bazı konuların (yani tümü değil) doğru olmadığını ve beni 'kendi düşüncelerimi haklı çıkarabilmek adına birtakım yalan ve uydurma olaylara başvurmakla' suçlamış.Yazıyı imzalayan Elçilik Sözcüsü
Amit Zarouk:

1- 'Sayın Mahalli Eliezer'in Sabra ve Şatilla katliamlarında yer aldığını yazmıştır. Bu yanlıştır. Eliezer bu olaylarda yer almamıştır' diyor. Şimdi ben Bay Zarouk'a dünyaca bilinen bağımsız 'Vikipedia ansiklopedisi' nin Eliezer biyografisinden bir cümleyi aktaracağım: 'Eliezer; 1977'de Lübnan sınırındaki İsrail ordu komutanı oldu ve İsrail ordusu ile Lübnanlı Hıristiyan faşist güçler arasında gizli bir irtibat subayı olarak çalıştı.'
Bay Zarouk buna itiraz etmiyorsa bu paragrafı tarihsel bilgilerle detaylandıralım:
Eliezer komutasında İsrail ordusu Mart 1978'de Lübnan'ın güneyinde sınır boyunca 10 km derinliğinde bir bölgeyi işgal etti. Eliezer Lübnanlı Faşist Hıristiyanlara her türlü desteği vererek 1982'de Beyrut'un İsrail ordusu tarafından işgal edilmesi daha sonra Sabra ve Şatilla katliamlarının Şaron tarafından işlenmesi için tüm altyapıyı hazırlamıştı. Ben ne demişim salı günkü yazımda: 'Sabra ve Şatilla kamplarındaki katliamlarda Şaron ile birlikte görev alan Eliezer...'
Yazdıklarımla ansiklopedik bilgilerler birbirini tamamladığına göre Bay Zarouk acaba neden beni yalancılıkla suçluyor? Üstelik Bay Zarouk Belçika mahkemelerine göre Şaron'un sorumlu tutulduğu Sabra ve Şatilla olaylarını katliam olarak da tanımlıyor!

2- Sayın Zarouk 'Sayın Mahalli ayrıca Ben Eliezer'in 2001'de Şaron ile birlikte Mescid-i Aksa'ya gittiğini yazmıştır. Bu yalandır'' diyor. Aynı ansiklopediden bir paragraf daha: '1999 seçimlerinde Ehud Barak'ın zaferinden sonra Eliezer Başbakan Yardımcısı ve Ulaştırma Bakanı oldu. Mart 2001'de yapılan erken seçimde bu kez Şaron kazanınca Eliezer koalisyon hükümetinde savunma bakanı oldu. Eliezer Lübnan'ın işgali ve 2002 Cenin operasyonlarının baş mimarıdır.'
Anlaşılan Eliezer'e kişisel bir sempatisi olan Bay Zarouk onun Şaron ile birlikte 28 Eylül 2000'de Mescidi Aksa'ya girmediğini söylüyor ama her nedense Aksa'ya 2000 kişi ile girerek Filistinlileri kışkırtan Şaron'un Eliezer'i 5 ay sonra savunma bakanı yaptığını unutuyor.
Neyse ki Bay Zarouk rahmetli Ecevit'in soykırım olarak nitelendirdiği katliamları dolaylı da olsa kabul ediyor ancak bunların Filistinlilerin eylemine tepki olarak geliştiğini söylüyor.
Şimdi sıkı durun çünkü İsrail'in haklı olduğunu kendince anlatmaya çalışan Sayın Zarouk çok komik bir kanıt sunuyor ve diyor ki:
'BM Keşif Heyeti tarafından 31 Nisan tarihinde yayınlanan rapora göre İsrail katliam suçlamalarından aklanmıştır...'
İşte hayatımda gördüğüm ve duyduğum en acınacak ve tabii ki gülünecek durum...
Bir düşünün 1947'de BM tarafından alınan bir kararla kurulan ancak daha sonra yine BM'de ve benzeri uluslararası ve bölgesel örgütlerde aleyhinde alınan yüzlerce karar varken İsrail 2002'deki BM Keşif Heyeti'nin bir ön raporuna sığınıyor. Oysa o Keşif Heyeti'ni görevlendiren BM Genel Sekreteri Kofi Annan Güvenlik Konseyi'ne sunduğu asıl raporda 'katliam' kelimesini kullanmıyor ama İsrail'i en ağır ifadelerle suçlamaktan geri kalmamıştır. Hadi diyelim Sayın Zarouk bu raporu unuttu peki o zaman İsrailliler geçen ay BM İnsan Hakları Konseyi ve BM Genel Kurulu tarafından onaylanan ve İsrail'i Gazze'de soykırıma varacak kadar insanlığa karşı suç işleyen bir devlet olarak nitelendiren Goldstone raporuna karşı acaba neden kıyameti kopardı? Sayın Zarouk merak etmesin...
Ne ben ne de etik gazetecilik anlayışını takdir ettiği Akşam gazetesi yalan yazmaz. Hele bilerek ya da kasıtlı olarak asla.
Ama karşı tarafın da zaman zaman aynaya bakarak 'biz kimiz ve ne yapıyoruz'' demesi gerekiyor. Başta Filistinliler ve Suriye olmak üzere tüm Araplar İsrail ile barış yapmaya hazır. Türkiye ise bu barışı gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. İsrail neden bu barışa yanaşmıyor? Bay Zarouk'ın vermesi gereken yanıt bana değil bu soruya olmalıydı. Ama bunu yapamaz çünkü yaparsa kendisi ve kendisi gibi milyonlarca İsrailli Filistin'i terk edip geldikleri ülkelere dönmek zorunda kalır. Çünkü onlar yaşadıkları ülkeleri terk edip Filistin'e gelmeseydiler bugün ben ne Eliezer tartışmasını yapacaktım ne de Sayın Zarouk elçilik sözcüsü olarak bana yanıt vermeyecekti. İşte sorunun özü bu...
Akşam

İsrail'in varlığı, Siyonizmin ahlâkı...
Ceyda Karan
İsrail-Filistin meselesinin ‘iler tutar tarafı kalmadı’. Obama yönetiminin sürekli dayatma halindeki İsrail’e baskı yapamadığı bir ortamda, bugünden yarına manidar bir barışa erişmek üzere müzakere süreci başlatmak hayalden ibaret.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, geçen hafta ‘müzakerelere başlamak’ adına Yahudiler için yeni yerleşim planlarını 10 aylığına durdurduğunu ilan etti. Filistinliler açısından bu beyanın bizatihi kendisi ‘tarihin en büyük düzenbazlıklarından birisi’. Zira Netanyahu’nun ‘kapsamlı ve acı verici’ diye sunduğu karar, Batı Şeria’daki işgal topraklarında yapımı süren inşaatlarla buralara kurulacak okul, sinagog gibi kamu binalarının durmasını içermediği gibi Doğu Kudüs’tekilere de sınırlama getirmiyor. Yani Filistinlilere üzerinde devlet kurabilecek bir toprak parçası bırakmayan siyasetin biteviye devamı... Gel gör ki, karar bu haliyle bile İsrail’de infial çıkmasına yetti. Ve bu infialin salt aşırı sağdan geldiğini sanmayın.

Biçare Filistinlilerin elinden sadece ‘İşgal topraklarındaki yerleşimler durmadan müzakere masasına oturmam’ demek gelirken, Obama yönetimi aylardır Ortadoğu’yu adeta bir tahtravalliye oturmuş izler halde. Misal, İsrail Gilo yerleşiminde 900 yeni konut inşasına izin veriyor, ABD Başkanı Barack Obama ‘çok tehlikeli’ buluyor. Sonra İsrail kimi yerleşimleri dondurmaktan söz ediyor, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ‘emsalsiz fırsat’ buyuruyor. Tabii kimse İsrail’in 2003’te taa Bush yönetimi döneminde kabul ettiği şu hükmü hiç geçmeyen ‘Yol Haritası’nın aslında tüm yerleşimleri dondurmayı içerdiğini anımsamıyor. Yani, İsrail söz verse ne yazar, vermese ne yazar...

Elbette İsraillilerin oyunu zekice oynadığını teslim etmeli. Usta manevralarla iç kamuoylarının hiddetini Obama’ya yönlendiriyorlar. Misal Netanyahu’nun partisi Likud’dan Danny Danon, Obama’ya ima dahi etmediği bir takım sözleri mal edip şöyle çıkışabiliyor: “Ellerinizi Kudüs’ten çekin..Yahudiler Kudüs’te yaşayamaz, burada sadece Araplar yaşar demek ırkçı bir talep!” Zaten bu yıl başındaki seçimlerde başbakanlığı çok arzulanan Tzipi Livni’nin Kadima’sından solcu Meretz’e kadar İsrail siyasi yelpazesinin neredeyse tümünün, yerleşimler yoluyla kutsal topraklara yayılmakla alıp veremediği yok.

Bugün işgal altındaki Batı Şeria’da yaklaşık 300 bin, Doğu Kudüs’te 200 bin yerleşimci yaşıyor. Bu yarım milyon Yahudi, ‘toprakta hak iddiasının’ en mühim enstrümanı. Yerleşimler meselesi vesilesiyle taa geçen nisanda bir köşeye ayırıp da okumayı ihmal ettiğim Ellen Cantarow’un makalesine dönüp baktım da, ne kadar kafa açıcı. Şu bar fedaisi Avigdor Lieberman’ın İsrail’in dışişleri bakanlığı koltuğuna oturtulmasının baştan hesaplanmış olmasa dahi İsrail açısından ne kadar isabetli olduğunu anlıyoruz. Bir sorun mu yaşanıyor, ‘kötü polis’ Lieberman’ın üstüne at, gitsin! Misal Lieberman’ın Batı Şerai’da bazı yerleşimleri ilhak edip, müfus mübadelesi önerisi yerden yere vuruluyor. Aslında Livni dahil pek çok İsrailli siyasinin bu öneriden pek güzel esinlendiğini anlıyoruz Cantarow’un yazısından. İsrail’in kurucusu Ben Gurion’un gözdesi ünlü asker ve siyasetçi Moşe Dayan’dan yerleşimlerle ilgili tarihi anekdot da çok çarpıcı. 1973’te BBC’den Alan Hart’la söyleşmiş Dayan:

- Neden sürekli daha çok yerleşim kurma peşindesiniz? Araplar hedefinizin tüm Transürdün’de sonsuza dek kalmak olduğunu zannedecek...

Dayan: Doğru. Gerçekte bence İsrailliler Transürdün’de sonsuza dek kalmalı.

- Sizi dinleyen Araplar, Başkan Sedat (Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat) dahil, “İşte ‘Dayan yayılmacılık peşinde olduğunu doğruladı’ diyecek”...

Dayan: Tamam, eğer tüm Transürdün’de evinde hissetmek yayılmacı bir emelse, ‘yayılmacılık’ dediğiniz buysa, o zaman yayılmacıyım.

Aynı Dayan, 1967’de meslektaşlarından Filistinlilere “Köpekler gibi yaşamaya devam edeceksiniz ve kim dilerse, gitmekte serbest” mesajı vermelerini de istemiş. Bu cümleyi aktaran kaynak, İsrailli solcu siyasi Yossi Beilin. Rivayet o ki, bugünkü Cumhurbaşkanı Şimon Peres, o vakit Dayan’ı ‘ahlaki duruşun korunması gerektiği’ yönünde ikaz edince şu yanıtı almış: “Ben Gurion’a göre, Siyonist soruna ahlaki açılardan yaklaşın birisi Siyonist değildir.”

Kıssadan hisse: İsrail’in varlığı zaten yerleşimlere dayalı. Bu politikanın en büyük destekçisi de arada sırada itirazlar yükseltse de Amerikan yönetimleri. ABD’den hakiki baskı olmadıkça değişen birşey olmaz...
radikal

İsrailli gazeteden ilginç haber
01 Aralık 2009

İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesi, AB ülkeleri dışişleri bakanlarının önümüzdeki hafta yapacağı toplantıda, tek taraflı ilan edilecek, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletini tanımalarının beklendiğini yazdı.

İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesi, AB ülkeleri dışişleri bakanlarının önümüzdeki hafta yapacağı toplantıda, tek taraflı ilan edilecek, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletini tanımalarının beklendiğini yazdı.

AB dönem başkanı İsveç tarafından hazırlandığı belirtilen bir taslak belgeyi ele geçirdiğini bildiren gazete, AB dışişleri bakanlarının Kudüs'ün hem İsrail, hem de Filistin'in başkenti olması çağrısında bulunacaklarını savundu.

Gazete, İsrail'in AB'nin bu planına karşı "bir diplomatik mücadele kampanyası" sürdürdüğünü belirtti.

AB dışişleri bakanlarının 7 Aralıkta Brüksel'de başlayacak ve barış sürecinin ele alınacağı iki günlük toplantılarının sonunda, Orta Doğu politikasına yönelik bir açıklama yapılması bekleniyor.

Haberde, İsveç'in taslak metninin, İsrail ile Filistinliler arasındaki nihai statü görüşmelerinin kilit noktalarından biri olan Kudüs ile ilgili çözüm hakkında AB'nin ilk resmi ifadesi olduğu kaydedildi.

Taslak metinde, barış sürecindeki çıkmaz nedeniyle AB'nin endişelerinin dile getirildiği ve öngörülen takvime uygun olarak taraflar arasında müzakereler yapılması çağrısında da bulunuluyor. Metinde, bu konuyla ilgili olarak, "Amaç, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden oluşan, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, demokratik, kalıcı ve (İsrail ile) yan yana bir Filistin devletidir" ifadelerine yer veriliyor.

İsrail, 2008 yılında 4500'den fazla Filistinli'nin Kudüs'teki ikamet hakkını elinden aldı
02 Aralık 2009
İsrail İçişleri Bakanlığı, Doğu Kudüslü 4577 kişinin Kudüs'te ikamet hakkını kaldırırken, 2008, İsrail'in Doğu Kudüs'ü işgal ettiği 1967'den bu yana, ikamet haklarının en fazla alındığı yıl olarak kayda geçti.

Haaretz gazetesinin haberine göre, 1967'den 2007 yılı sonuna dek İçişleri Bakanlığı'nın ikametlerini ellerinden aldığı Doğu Kudüslülerin sayısı 8558.

40 yılda Kudüs'teki ikamet haklarını kaybeden Filistinlilerin sayısı, sadece 2008 yılı rakamlarıyla karşılaştırıldığında, 40 yıllık rakamın yüzde 53.5'ine tekabül eden sayıda kişinin ikamet hakları bir yıl içinde ellerinden alındı.

Bakanlık verilerine göre, geçen yıl içindeki hızlı artışta Doğu Kudüslü binlerce Filistinli'nin yasal konumlarıyla ilgili yapılan soruşturma etkili oldu. Geçen yılın mart ve nisan aylarında yapılan soruşturmalarla ilgili kararların, Ehud Olmert döneminin İçişleri Bakanı, Kadimalı Meir Şetrit tarafından verildiği de kaydedildi.

Yapılan soruşturmada, Doğu Kudüs'te yaşayan Filistinlilerin listesinde yer alan isimlerin binlercesinin artık Kudüs'te bulunmadıkları ortaya çıktı ve bu nedenle ikametleri kaldırıldı. Bakanlık, ikametleri elinden alınanların çoğunun sadece Kudüs'ten Batı Şeria'ya taşınanlar değil, gerçekte ülke dışında yaşayanlar olduğunu savundu.

İkametleri kaldırılan Doğu Kudüslülerin 99'unu, yaşları 18'in altındaki çocuklar oluşturuyor.

Yurttaşlık Haklarının Savunma Merkezi Hamoked adlı sivil toplum kuruluşu avukatlarından Yotem Ben-Hillel, Doğu Kudüs'te yaşayan 250 bin Filistinli'nin, Dönüş Yasası'na göre, İsrail'e yasal olarak göç etmiş insanlar olarak kabul edildiğini belirtti ve "Bunlar sanki İsrail'e göç etmişler gibi muamele gördü ama asıl 1967'de buraya gelen İsrail'di" dedi.

Vatandaşlık hakkına sahip olanlarla sadece ikamet hakları bulunanların arasında fark bulunuyor ve vatandaş statüsü olanların aksine, ikamet hakları bulunanların bu hakkı, görece daha kolaylıkla ellerinden alınıyor. İsrail'den 7 yıl süreyle ayrılan, bir başka ülkenin vatandaşlık hakkını ve buralarda ikamet hakkını elde eden kişi, otomatik olarak ikamet hakkını yitiriyor.

Ben-Hillel, Bir Filistinli'nin ikamet hakkını yitirdiğinde aile ziyareti için bile Kudüs'e dönmesinin imkansız hale geldiğini belirtiyor. Ben-Hillel, bunun da ötesinde, ikametlerini yitirenlerin bazılarının, bir başka ülkede yasal ikamet veya vatandaşlık hakkını alamadığında, "vatansız" hale geldiklerini vurguladı. Ben-Hillel, listede eğitim için birkaç yıllığına yurt dışına giden öğrencilerin de bulunabileceğini belirtirken, artık evlerine dönemeyeceklerinin altını çizdi.

Bakanlığın, ikametlerini kaybedenlerle ilgili verilerine "Bilgi Edinme" yasasıyla ulaşan Hamoked yetkilileri, ikametlerini yitirenlerin bazılarının bundan haberleri bile olmadığının mümkün olduğunu söylüyor.

Hamoked'in yöneticisi Dalia Kerstein, "İnsanların ikametlerinin iptali olgusu ürkütücü boyutlara ulaşmıştır" dedi ve bakanlığın 2008'deki uygulamasının, Kudüs'te Yahudileri çoğunluk hale getirmek ve Filistinli nüfusu kısıtlamak isteyen politikanın bir parçası olduğunu ifade etti. Kerstein, "Filistinliler bu kentin yerli insanlarıdır, sonradan gelen Johnny'ler değil" dedi.
aktifhaber

Rus dergisi: İsrail SSCB yardımıyla kuruldu
02 Aralık 2009

Rus Vokrug Sveta dergisi İsrail'in SSCB yardımı olmadan kurulamayacağını belirtti.

Rusya'nın Vokrug Sveta dergisinde yer alan bir makalede, eski SSCB'nin diplomatik, siyasi ve askeri desteği sayesinde Ortadoğu'da İsrail devletinin kurulduğu iddia edildi. Araştırmacı yazar Yevgeni Finkel'in imzasının yer aldığı çalışmada, eski SSCB diktatörü Jozef Stalin'in İsrail'i bölgede Kremlin'in çıkarlarını kollayan bir uydu devlet olarak görmeyi planladığı da savunuldu.

"SSCB ve İsrail'in kurulması" başlıklı yazıda, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından Kremlin Ortadoğu'da İsrail devletinin kurulması için faal adımlar attığı ifade edildi. Makalede, "Dönemin eski SSCB Birleşmiş Milletler (BM) Temsilcisi Andrey Gromıko, BM kürsüsünde tarihi bir konuşma yaptı. Bu konuşmada Gromıko Filistin'de İsrail'in kurulmasını açıkca destekledi. Gromıko'nun konuşması ve ayrıca SSCB, Ukrayna, Belarus (Ukrayna ve Belarus SSCB'ye ait olmalarına rağmen BM'de kendi sosyalist cumhuriyetlerini ayrıca temsil ediyordu) ve Doğu Avrupa ülkelerinin verdiği oylar, BM Genel Kurulu'nun Filistin'in bölünmesi yönünde karar almasında en önemli faktörlerden biri oldu." ifadeleri yer aldı.

Gromıko'nun BM kürsüsünden yaptığı konuşma Yahudi devletinin kurulması yolunda önemli bir adım olarak görülüyor. Bu yüzden Gromıko halen İsrail'de saygı ve hürmetle anılıyor. Sovyetler Birliği'nin İsrail'e yönelik yardımı sadece bununla sınırlı değildi. Kremlin'in talimatıyla SSCB'nin o zamanki müttefiki Çekoslovakya gizlice Yahudi ordusuna gereken yardımı yaptı: silah verdi, savaş pilot ve tankçı birliklerini eğitti ve Yahudi mültecilerin yasadışı yollarla Filistin'e aktarılmasına yardımcı oldu.

"Moskova'nın faal diplomatik ve siyasi desteği olmasaydı, İsrail devleti hayatta kurulamazdı." iddiasını dile getiren yazar, Soğuk Savaş döneminde SSCB ve İsrail'in farklı taraflarda yer almalarına rağmen, Tel-Aviv'in Sovyetler Birliği'nin sağladığı desteği halen unutmadığını söylüyor.

STALİN İSRAİL'İ UYDU DEVLET OLARAK GÖRMEK İSTİYORDU

Rus dergisi, Stalin'in neden İsrail devletinin kurulması için ön ayak olduğunu da sormadan edemedi. Makalede, "Acaba bu adımıyla dünya kamuoyunu da şaşırtan Stalin neden siyonistleri destekledi? Bilineceği üzere SSCB topraklarında (Uzakdoğudaki Birobidjan bölgesi) İsrail'e "rakip proje" sayılan Yahudi Özerk Bölgesi faaliyet gösteriyordu. Nazi Almanyası'nı yenerek süper güç tahtına oturan SSCB daha önceler kendisi için ikinci sırada yer alan bölgeleri de faal şekilde "fethetmeye" başladı. Örneğin Ortadoğu. SSCB Filistin sorununa da ilgisini artırdı. Herkes bölgede karşıt tarafların ortaya çıkmasıyla ilgili Stalin'in tutumunu merak ediyordu. İngiliz ve Amerikanların geleneksel müttefiki sayılan monarşist Arap rejimleri jeopolitik açıdan Moskova için bir kayıp sayılıyordu. Moskova İsrail'in kurulmasının ise tam tersi SSCB'ye çok meyveler getireceğine inanıyordu. Ortadoğu'da SSCB'ye dost bir devletin ortaya çıkması sadece İngiltere'nin konumunun ve prestijinin zayıflatmakla kalmayacak, aynı zamanda da Moskova'nın Doğu Akdeniz'de stratejik önem arz eden bir alanda güçlenmesine katkı sağlayacaktı. Eski Rusya İmparatorluğu topraklarında doğma büyüme insanların yönettiği (İsrail'in ilk yönetiminde çok sayıda eski Çarlık Rusyası kökenli Yahudiler de bulunuyordu) İsrail devletinin SSCB'nin müttefiki olacağından kimse kuşku duymuyordu. Ancak, SSCB hiç bir zaman sağladığı desteğin karşılığını alamadı." diye yorumda bulundu.

Türklere Hakaret Dolu Yazı
05 Aralık 2009
İsrail'de yayınlanan Jarusalem Post'taki köşe yazısında, Türkiye'nin bu güne kadar Yahudilerin yardımıyla ayakta kalabildiğini, artık sahip çıkmayalım dedi.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerTürkiye İsrail Ziyaretleri Hızlanacakİsrail'de 'Türkiye' Karışıklığıİsrail Türkiye'den VazgeçtiO Gemi Türkiye'ye mi Geliyordu?Türkiye Olmadan da İdare Ederiz

Jarusalem Post gazetesinde yer alan bir köşe yazısında “Ankara’nın Ermeni soykırımıyla ilgili ABD Kongresi’ne sunulan tasarıların üstesinden gelmesi için düzenli olarak yardımcı olma alışkanlığımızdan neden kurtulmuyoruz?” sorusu soruldu.

Jarusalem Post gazetesinde Sarah Honig imzalı, “Sıradaki Yemek: Türk Lokumu Üstüne Soğuk Hindi” başlıklı bir köşe yazısı yer aldı. Köşe yazısında Türkiye ile ilişkiler değerlendirilirken İsrail’in “Türk lokumu” merakının, “masumları kitle halinde katledilmesiyle suçlanma” sonucunu doğurduğu belirtildi. Makalede İsrail’in “Türk Lokumuna (Turkish Delight)” adeta bağımlılık gösterdiği, bununla baş etmek için de “cold turkey” gerektiği ifadesi yer aldı. Türkçeye sözcük olarak “soğuk hindi” şeklinde çevrilebilecek “cold turkey” deyimi literatürde uyuşturucu bağımlılarının tedavisi için bir kez uygulanan şok tedaviler için kullanılıyor.

-“TÜRKİYE’NİN SİCİLİ DAHA KÖTÜ” İDDİASI-

Yazıda “İronik olarak, biz asla kötü bir harekette bulunmamışken Türkiye’nin sicili çok kötü” iddiasında bulunuldu. Türk lokumundan vazgeçmenin tam zamanı olduğu savunulan yazıda, Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin tarihindeki bazı olayları kendi üslubuyla açıklaması gerektiği öne sürülürken “Ankara’nın Ermeni soykırımıyla ilgili ABD Kongresi’ne sunulan tasarıların üstesinden gelmesi için düzenli olarak yardımcı olma alışkanlığımızdan neden kurtulmuyoruz?” sorusu soruldu. Köşe yazısında şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye’nin 1890’daki ilk Ermeni katliamının (100,000-200,000 bin ölü); yüzbinlerce Ermeninin kan banyosunda yokolduğu ve köklerinden ayrılıp Suriye yönünde zorunlu göçe tabi tutulduğu sonraki 1915 mega-katliamlarının, güney doğudaki onbinlerce Asurinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki katlinin, etnik temizliğin, 20’nci yüzyıl boyunca ve izleyen yıllarda, binlerce Kürdün hayatına malolmuş hava bombardımanları ve diğer operasyonların, (Filistinlilerden daha önde) layık oldukları özerkliğin hala inkar edilmesinin, son olarak da 1975 harekatıyla Kıbrıs’ın kuzeyinin (ilginç bir şekilde uluslar arası toplumu rahatsız etmeyen) devam eden işgalinin ayrıntılarına girebiliriz.

Neden korkuyoruz? Türk Lokumu dozundan mahrum kalmaktan mı? Artık sunulacak Türk Lokumu kalmadı. Bizi hala ateşli rüyalarında gördükleriyle cezp etmeye çalışan Ben-Eliezer gibi iflah olmaz ‘madde bağımlıları’ var.”
İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Binyamin Ben-Elizer’in, geçen hafta Türkiye’ye yaptığı ziyarette söylediği “Türkiye’nin kalbimde çok özel bir yeri var, İsrail’le de özel ilişkisi bulunuyor. Türkiye bizimle komşularımız arasında bir köprü ve bölgede normalizasyon ile birlikte varolmanın desteklenmesine yardımcı olabilir” yolundaki sözleri ise köşe yazısının başındaki referans cümleyi oluşturdu.
aktifhaber

Türkiye'nin Artık İsrail'e İhtiyacı Kalmadı!
20 Ocak 2010

İsrailde yayınlanan YEDIOTH AHRONOTH isimli gazete Askeri İstihbarat şefinin yaptığı konuşmasını manşetine taşıdı.

İşte dünyanın önde gelen basın organlarının politika ve ekonomi alanında bugünkü manşetleri ve öne çıkardıkları haberler:

"Türkiye'nin artık İsrail'e ihtiyacı kalmadı" (İsrail Basını)
İsrail’in Askeri İstihbarat Şefi Amos Yadlin, ülkesinin Türkiye’yle ilişkilerindeki gerginliğin *Ankaranın laiklikten uzaklaşıp daha radikal bir İslam anlayışına yönelmesinden kaynaklandığını söyledi.

Yadlin, Salı günü İsrail parlamentosu Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi’nde yaptığı konuşmada, uluslararası kamuoyunun son dönemde terör tehlikesi yaşamadığı için İsrail’i kolayca eleştirebildiğini de sözlerini ekledi.

“Yaşanan gerginliğin yanı sıra arada büyüyen mesafenin gerekli olduğunun ve Türkiye ile İsrail’in ortak çıkarları ve stratejik meselelerle ilgili olduğunun anlaşılması gerekiyor” diyen Yadlin, “1990’larda İsrail ve Türkiye ortak bir düşmana, Suriye’ye karşı savaşıyordu. Ancak geçtiğimiz 10 yılda Suriye-Türkiye ilişkileri düzeldi ve Ankaranın İsrail’e ihtiyacı kalmadı” dedi.

Yadlin, ayrıca, İran’ı nükleer bomba hedefinden caydırma çalışmalarının henüz başarılı olmadığını, tehdidin sürdüğünü sözlerine ekledi.

DIŞ BASINDA TÜRKİYE
HAARETZ
Netanyahu Türkiye’nin Suriye ve İran’a kaymasını önlemeli
Aşağılamalar ve özürlerle dolu melodram sona erdiğine göre, Tel Aviv şimdi İsrail’in ulusal güvenliği için çok önemli bir öğe olan Türkiye’yle ilişkilerdeki sorunlara ciddiyetle eğilmeli. Alışılagelmiş düzenden uzaklaşılması ve Başbakan’ın krizi yönetmeye odaklanması gerekiyor.

Türkiye’nin artık İsrail’le yakın ilişki kurmaya ihtiyacı yok
İsrail’in Askeri İstihbarat Şefi Amos Yadlin, ülkesinin Türkiye’yle ilişkilerindeki gerginliğin Ankara’nın laiklikten uzaklaşıp daha radikal bir İslam anlayışına yönelmesinden kaynaklandığını söyledi. Salı günü bir meclis komite toplantısında konuşan Yadlin, İsrail’de yaygın olarak geçerli olan bir endişeyi dile getirdi.

THE JERUSALEM POST
Yadlin: Türkiye radikal İslamcılara yöneliyor
İsrail Askeri İstihbarat Şefi Amos Yadlin, Salı günü yaptığı açıklamada, İran’ı nükleer bomba hedefinden caydırma çalışmalarının henüz başarılı olmadığını, bir zamanlar İsrail’in müttefiki olan Türkiye’nin de İsrail’den ve Batı’dan uzaklaşarak radikal İslamcıların tarafına yöneldiğini belirtti.

YEDIOTH AHRONOTH
Askeri istihbarat şefi: Türkiye’nin artık İsrail’e ihtiyacı yok
İsrail Askeri İstihbarat Şefi General Amos Yadlin, İsrail parlamentosu Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi’nde yaptığı konuşmada Ankaranın politikasının daha radikal bir yöne doğru değiştiğini söyledi. Yadlin, uluslararası kamuoyunun son dönemde terör tehlikesi yaşamadığı için İsrail’i kolayca eleştirebildiğini de sözlerini ekledi. (Hürriyet)


En son Ekim tarafından Prş Oca 21, 2010 12:18 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Arl 08, 2009 9:05 pm    Mesaj konusu: AB'den İsrail'e Kötü Haber Alıntıyla Cevap Gönder

Peren Birsaygılı
Siyonistlerin cevaplayamadığı sorular

İsrail oğullarını grup grup yeryüzüne dağıtmıştık. İçlerinde erdemli ve dürüst kimseler olduğu gibi, böyle olmayanlar da vardı. Belki yola gelirler diye onları iyi günde kötü günde imtihan etmiştik.[Araf-168]

Bundan 3 sene önce, dünyanın en büyük Anti-Siyonist Yahudi örgütlenmesi olan “True Torah Jews Against Zionism” isimli kuruluşun kurucu aktivistlerinden haham Yirmiyihu Cohen ile görüşme fırsatı bulmuş ve kuruluşlarının en temel hedefinin, “tüm dünya Yahudiliğini temsil etme iddiası ile hareket eden Siyonist İsrail devletinin Yahudilik inancından kökten bir kopuş hareketini temsil ettiğini tüm dünya kamuoyuna duyurmak olduğunun” altını özellikle çizen Haham Cohen ile detaylı bir sohbet gerçekleştirmiştik.

Amerikan ve İsrail medyasının tüm engelleme girişimlerine rağmen, Filistin direnişine verdikleri desteğe dikkat çekmek için yaptıkları türlü sokak gösterileri ile özellikle son yıllarda dünya kamuoyunun ilgisini çekmeyi başaran kuruluş ile olan görüşmemizde öne çıkan noktaları şu şekilde kısaca özetleyebiliriz;

1- Biz, Siyonizm’in Yahudilik (Judaizm) demek olmadığını tüm dünyaya izah etmeye çalışıyoruz. Aksine Siyonizm, Yahudilik inancından kökten bir kopuş hareketi ve inancımıza yönelik büyük bir küfürdür.

2- Ve bizlerin üzerine düşen görev; Diaspora’ya ilişkin Gerçek Tevrat görüşünü bundan habersiz olan Yahudilere tebliğ etmek için çalışmak olmakla beraber, inancımız Sabatikal Milad’ın 69. yılında (Shemittah’a göre yaratılıştan 3829 yıl sonra) Kudüs’teki--420 yıl boyunca ayakta kalmış—(ikinci) tapınağın yıkılmasından bu yana çeşitli uluslar içinde sürgünde olan Yahudilerin, Tanrı Mesih’i gönderene kadar sürgünde yaşamaya devam etmekle mükellef oldukları temeline dayanmaktadır. Bu nedenle, sürgün (Diaspora), Kutsal (Vaad Edilmiş) Topraklar’a ilişkin herhangi bir hak iddia etmememiz ya da o topraklar üzerinde herhangi bir siyasi egemenliğe kalkışmamamız inancımızın en önemli gereğidir. Zira bizim inancımıza göre Yahudilerin herhangi bir ulus ile savaşa kalkışması, tıpkı onlarca senedir Filistin’de yaptığı gibi masum insanlara bu şekilde zulmetmesi haramdır. Yahudilere düşen görev, yalnızca beklemek ve hiçbir siyasi ya da askeri faaliyet içinde bulunmamaktır. Bu, sırf bize ait olan bir inanç da değildir; her yer ve zamandaki Yahudilerin daimi inancı olagelmiştir. Ancak Siyonistlerin girişimleri vasıtasıyla, Yahudilere bu inançları unutturulmaya başlanmıştır. İşte bizim davamız da buna karşıdır.

3- Bugün, İsrail Devleti’nde yaklaşık 5.000.000 Yahudi yaşamaktadır ve bu insanların yaklaşık %20’si Tevrat hükümlerine kesinlikle sadıktır. Ancak, bunların çoğu maalesef biraz cahildirler ve Tevrat hükümlerinin tahrif edilmiş yorumlarının etkisi altındadırlar. İşte bu nedenle, maalesef İsrail Devleti için savaşmayı savunan “dindar” Yahudiler olduğunu dahi duyabilirsiniz. İsrail nüfusunun yaklaşık %10’u ise “hareidim”; yani Tevrat hükümlerinin tahrif edilmemiş gerçek tefsirini takip eden çok daha sağlam dindarlardır. Bu insanlar bizim üyelerimizdirler ve herhangi bir Yahudi devletinin kurulmasının büyük bir günah ve çok vahim bir hata olduğuna ilişkin inançlarımızı yaymak için canla başla çalışmaktadırlar. Onlar, Yahudilerini eğiterek, onlara Siyonizm’in kutsal kitabımız Tevrat’a muhalif olduğunu göstermenin bizler için zorunluluk olduğuna dair sarsılmaz bir inanca sahiptirler. Ve bu doğrultuda hepimizin ortak umudu yani en temel hedefimiz, Yahudilerin, Siyonizm’in Tevrat ve öğretilerine muhalif olduğunun farkına varıp pişman olmaları ve neticesinde, İsrail Devleti’ni hükümsüz kılıp barış içinde sürgünde yaşamalarıdır. Günümüzde ise, seküler Siyonizm çöküş sürecine girmiş ve İsrail devleti’ndeki birçok Yahudi Tevrat’a dönmeye başlamıştır. Bu, sadece Yahudi ve Yahudi olmayan hayatları korumakla kalmayacak, bununla beraber bizim için fevkalade önemi haiz Tevrat hükümlerine riayet etmek demek olacaktır.

4- İşte bu yüzden bizler, Filistinli ve tüm dünya Müslümanlarına ulaşarak, küfür ehli İsrail Devleti’nin onları maruz bıraktığı zulme şiddetle karşı olduğumuzu bilmelerini temine çalışıyoruz. Daha çok Müslüman’a ulaşmayı ve savaşın, Yahudilerde kendi dinlerini suistimal eden ya da yanlış yorumlayan insanlar yüzünden ortaya çıktığını idrak etmeleri için bu tür diyalogları sürdürmeyi arzu ediyoruz.

***

Haham Cohen ile olan görüşmelerimiz, Siyonist otoriteler tarafından gizlenmeye çalışılan büyük çelişkilerin bir kez daha dile getirilmesi bakımından bizler için oldukça faydalı olmuştu. Zira tüm dünya Yahudilerini temsil ettiği iddiası ile hareket eden ve adına devlet demekten özellikle imtina ettiğimiz bu cinayet şebekesinin icraatlarının vicdan sahibi Yahudiler tarafından da lanetleniyor olduğunu bilmek bizler için çok önemliydi.

Ancak özellikle önemli olan bir nokta daha vardı ki; Bu görüşme, süregelen bir mücadele içerisinde haklı olan taraf olmanın insana ne denli büyük bir güç verdiğini bize hissettiren çok önemli bir tecrübe olmuştu. Hayatta hiç bir şey haklı bir davanın taraflarından olmak kadar güçlü hissettirmiyordu insana.

İşte bu sebepten dolayı bu görüşmede Haham Cohen’de hissedilir bir utanç havası hakimdi.

Haham Cohen utanıyordu.

“İçimizden birtakım beyinsizlerin yaptıkları yüzünden hepimizi helâk mi edeceksin? Bütün bunlar senin imtihanından başka bir şey değildir. Bu imtihan ile müstahak gördüğünün sapmasına fırsat verir, lâyık gördüğünü de doğru yolda yürütürsün. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı. Sen bağışlayanların en hayırlısısın [Araf-155]” diye haykıran Hz Musa karşısında utanç içerisindeydi.

Ve ’60lı yılların sonlarından bu yana siyonizme karşı aktif bir mücadele sürdürmekte olan Haham Cohen, yaşadığı utancı kendi ağzıyla da itiraf etmekten çekinmedi.

“Utanç içerisindeyiz” diye söze başlayarak şöyle devam etti;

“Yahudilik adına tüm bu yapılanlar karşısında büyük utanç ve üzüntü içerisindeyiz.”

Ancak söz bununla sınırlı kalmadı. Sohbetimiz daha da ilerledi ve bu cinayet şebekesine karşı neler yapılması üzerine yoğunlaşarak sürdü.

Ve senelerdir gerçekleştirdiği her katliamı “Yahudi halkının can ve mal güvenliğini muhafaza etmeye çalıştıkları” lafları ile meşrulaştırmaya çalışan Siyonist devletin maskesini düşürmek için yapılması gerekenlerin başında gelen çok önemli bir nokta olduğuna karar verdik.

İşte bu yüzden, sohbetimizin geri kalan kısmında bunun üzerine giderek, Anti-Siyonist Yahudilerle, Siyonist otoritelerin 2.Dünya savaşı sonrasında gerçekleşen Yahudi ölümlerindeki rolünü konuştuk.

Zira bizlerin –Müslümanların- bu ölümlerin arkasında gerçekte kimlerin yer aldığına dair en ufak bir şüphesi dahi yoktu.

Ve bunların, 2.Dünya Savaşı’nda bu dünyadan göçüp gitmiş olan Yeosha’nın hatırası üzerinden, henüz dünyaya gözlerini yeni açan Gazzeli bebeğimize huzur vermediğini ya da kim bilir yaşasaydı bugün 90 yaşlarında olacak olan Sara’nın ölü gözlerini, Batı Şeria’lı dul kadının korkulu rüyası haline getirmeye çalıştığını biliyorduk elbette.

Velhasıl; Yahudi’yi mezarda, Filistinli Müslümanları ise toprağında rahat bırakmadıkları gerçeği zihnimizin duvarlarının en görünür yerlerinden birinde asılıydı zaten senelerdir.

“Evet! Bu Yahudiler bizzat Siyonistler tarafından planlanan bir oyunun kurbanları idiler”

İşte buydu Anti-Siyonist Yahudilerin de ağzından almaya çalıştığımız…

Ve Haham Cohen ile olan tüm görüşmemiz boyunca duymayı en çok istediğim işte bu cümlelerdi aslına bakarsanız. Zira sizlerin, benim ya da herhangi bir Müslüman’ın bu gerçekleri dile getirmesi ile bir Yahudi hahamın bunu söylemesi arasında fark olacaktı.

İşte bu yüzden, Siyonist otoritelerin Yahudi ölümlerindeki rolünü ortaya çıkaran kaynaklardan notlar alarak yani Haham Cohen’den gelecek olası bir itiraza karşı olabildiğine donanımlı olmaya çalışarak yöneltiverdik o soruyu kendilerine…

Ancak Haham Cohen itiraz dahi etmedi… Şaşırmadı, duraksamadı ya da bu sorumuzu geçiştirmeye çalışmadı.

Ve önce o günlerin en önemli tanıklarından Haham Michael Weissmandel’in hikayesini anlattı, ardından ise senelerdir Siyonist otoritelerden cevap bekledikleri 10 kilit soruyu bizlerle paylaştı.

Michael Weissmandel, o dönemde Slovak Yahudilerden sorumlu SS subayı Wisliceny ile yakın irtibat içerisinde olan bir haham idi. Ve bu ilişkinin nedeni, Haham Weissmandel’in Slovak Yahudilerin zarar görmemesi için Wisliceny’ye sürekli olarak rüşvet veriyor oluşu idi. Ancak 1944 sonbaharında daha fazla rüşvet vermeye muktedir olamadı ve Slovak Yahudilerin Auschwitz’e gönderilmesine engel olamadı. Haham Weissmandel’in tek arzusu daha fazla insanın hayatını kurtarmaya çalışmaktı, bu yüzden Siyonist otoritelerden Nazilere rüşvet olarak vermek için yardım talebinde bulundu. Zira bin ton çay ve bin ton kahve karşılığında bu kez Macar Yahudilerinin hayatını kurtarmaya muktedir olacağına inanıyordu. Ancak Moshe Sharet, Yitzchok Greenbaum ve diğer Siyonist liderler, bu Yahudileri kurtarmak için herhangi bir çabaya destek vermenin mümkün olmadığını karar vermişlerdi. Çünkü bu, onların İngiliz müttefiklerini gücendirebilir ve kutsal topraklarda bir Yahudi devleti kurma planlarına engel olabilirdi.

İşte bu yüzden Haham Weissmandel’e bir tuzak kurarak, onu Türkiye-Suriye sınırında tutuklattılar, Weissmandel bu sırada İstanbul’daki Siyonist liderlerden yardım istemek üzere bir seyahate çıkmıştı, ve Mısır’da hapse attılar.

Weissmandel tutuklu kaldığı üç ayın sonunda kederden hayatını kaybetti. Zira hayatının son günlerinde da olsa artık biliyordu ki; Onun daha fazla Yahudi’nin hayatını kurtarmak için Nazilere verdiği rüşvetlerin gittiği yer aslında Siyonist otoritelerin kasaları idi.


O bizzat Siyonistler tarafından planlanan inanılmaz bir oyunun kurbanlarından sadece birisi idi.

Yahudilerin can ve mal güvenliğini koruduğu iddiası ile hareket eden Siyonist otoritelerin karşısında tüm çıplaklığıyla duran o hikayelerden sadece birisiydi Weissmanel’in hikayesi.

***

Anti-Siyonist Yahudiler senelerdir hem Haham Weissmandel’ın başına gelenlere dair bir açıklama, hem de aşağıdaki 10 kilit soruya cevap bekliyorlar.

1- Alman Gestapo birimi, 1941 ve 1942 senelerinde, Yahudi nüfusun trenlerle İspanya’ya taşınmasını ve bunların orada yaşayan varlıklı Yahudilerin yardımıyla, Amerika’ya veyahut İngiliz kolonilerine aktarılmasını organize etmiş olmasına rağmen, bunun Siyonist otoritelerce engellenerek bu insanların ölüme terk edildiği doğru mudur?

2- Bu önerinin ve aynı maddi yardım talebinin daha sonra da, İsviçre ve Türkiye’deki Siyonist liderlere yapıldığı doğru mudur ?

3- Peki, bu esnada İngiliz Meclisi’nden 270 vekilin, Alman Hükümeti ile yapmak üzere olduğu 500.000 Yahudi’nin İngiliz kolonilerine göç ettirilmesine dair olan anlaşmanın, Siyonist otoritelerin Hitler ve Eichmann’a olan baskıları ile iptal edildiği; akabinde ise Siyonist basın organlarında ‘ Jews can only go to Palestine ‘ yani ‘ Yahudiler sadece Filistin’e gidebilir’ şeklinde haberler yapıldığı doğru mudur ?

4- Siyonist otoritelerin, bu süre zarfında kendilerine gelen tüm yardım çağrılarını cevapsız bıraktığı doğru mudur?

5- Tüm maddi güçlerine rağmen bu yardım taleplerini cevapsız bırakan Siyonist otoritelerin, Filistin’e gitmeyecek olan Yahudi nüfusu bekleyen son konusunda, açık ve net biçimde bilgi sahibi olduğu ve bunun planlayıcısı olduğu doğru mudur ?

6- Kısa süre sonra, yine İngiliz Meclisi’nden bazı vekillerin girişimi ile İngiliz hükümetinin 300 haham ve ailesine Türkiye üzerinden, İngiliz kolonisi Mauritus adasına gitmeleri üzerine vize çıkardığı ancak bu fikrin Siyonistlerce anında sabote edilerek, 300 haham ile ailesinin ölüme terk edildiği doğru mudur? 300 haham ve ailesinin katili Siyonist otoriteler değil midir?

7- 1944 senesinde Hitler’in Macaristan Yahudilerine önceki metotlara benzer biçimlerde kurtuluş alternatif sunduğu doğru mudur ?

8- Ve bu önerinin yine Siyonist liderlerce sabote edildiği, hatta akabinde Rothschild ailesi tarafından deyim yerindeyse Hitler’in kulağının çekildiği doğru mudur ?

9- Macaristan Yahudilerin defalarca Siyonist otoritelerden yardım talep etmesine rağmen, her defasında reddedilerek, ölüme terk edildikleri doğru mudur ?

10- Son olarak da Dünya Siyonist Organizasyonu yöneticisi ve İsrail’in ilk devlet başkanı olan Chaim Weissman’ın “Filistin topraklarına gönderecek olduğumuz bir inek bile bizim için Filistin’de olmayan milyonlarca Yahudi’den çok daha fazla değerlidir” dediği doğru mudur ?

***

Siyonist otoriteler, bu sorulara hala cevap vermedi. Hatta Roger Garaudy gibi cevap arayan Batılı düşünürler de bu otoritelerce susturulmaya çalışıldı. Ancak gerek Garaudy gibi aydınların kararlı mücadelesi gerekse anti-siyonist Yahudilerin gerçeği aramada gösterdikleri gayret sonucunda bazı bilgiler artık gün gibi aşikar hale geldi.

Edinilen bu bilgiler ise, Filistin halkının ve İslam aleminin, Siyonist İsrail Devleti ile olan mücadelesi açısından çok büyük önem arz ediyor.

İşte bu yüzden, sık sık gündeme getirilmeli, senelerdir hala cevaplandırılmayan bu sorular ve Siyonist otoritelerce gizlenmeye çalışılan gerçekler dünya kamuoyunun gözü önünde tartışmaya açılmalı. Tüm yalanların, bir bir üzerine gidilmeli. Dün Garaudy’nin, bugün ise anti-siyonist Yahudilerin söyledikleri sürekli güncellenerek başlıca gündem maddelerinden biri olma özelliğini her daim korumalı.

Ve bu noktada da Müslüman ve Batılı aydınlara çok iş düşüyor.

perenbirsaygili@gmail.com
haber10

İbrahim Karagül
İşte, İsrail'e 'depreme benzer' uyarısının sebebi

İsrail savaş uçakları İran'a karşı casusluk/keşif amacıyla Türk hava sahasını kullanırsa ne olur? Başbakan Tayyip Erdoğan, Fehmi Hüveydi ile yaptığı söyleşide; bunun sonuçlarının çok ciddi olacağını, İsrail'in "depreme benzer bir cevap alacağını" söyledi. Bu, Türkiye'den İsrail'e yönelen şimdiye kadarki en sert ifade bana göre. Erdoğan; İsrail'in Türkiye ile ilişkilerini "üçüncü bir tarafa saldırı için bir kart olarak kullanmaktan kaçınması" çağrısında da bulundu. Neden? Çünkü İsrail, her iki uyarıyı da haklı çıkaran provokasyonlara girişti.

Bu cümleler; sadece Arap kamuoyuna verilen mesaj olarak algılanamaz, yorumlanamaz. Bir gerçeği, çok ciddi bir endişeyi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bugünkü temelini ortaya koyan, geçmişte yaşanan tecrübelerden hareketle söylenen sözler bunlar. En son Anadolu Kartalı tatbikatlarından dışlanmasından sonra İsrail'e yönelik bu sert uyarının hangi endişelerden kaynaklandığına bakalım.

6 Eylül 2007'de İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını da kullanarak Suriye'de bir bölgeyi bombaladı. Hava sahası ihlaliyle kalmadı, İsrail uçakları yakıt tanklarını Türkiye topraklarına bıraktı. Savaş uçakları, nükleer tesis gerekçesiyle Suriye'nin El Kibar bölgesini bombalamıştı.

Aynı yıl 24 Mayıs tarihinde ABD savaş uçakları dört dakika Türk hava sahasını ihlal etmiş, olay büyük tepkiyle karşılanmış, konuyla ilgili haber Genelkurmay internet sitesine konulmuştu. Oysa yıllardır ABD uçakları, savaş makineleri Türkiye'deydi. İsrail uçakları da.

İsrail öyle dokunulmaz öyle sorumsuzdu ki, Türkiye'nin "açıklama" isteğine cevap bile vermiyordu. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim acilen Ankara'ya gönderildi. Suriye, saldırıya uğramıştı. Bütün dünyayı bilgilendirdi. Hiçbir ülkeden tepki gelmedi. İlk kez İsrail uçakları Türkiye hava sahasını geçerek bir ülkeyi bombalıyordu. Belki bu pilotlar da Konya Ovası'nda eğitilmişti! ABD ve İsrail, hem Suriye'nin hem de İran'ın hava savunmasını test etmişti. Hem de Türkiye üzerinden, Türkiye ile bu ülkeler arasında savaşa neden olabilecek bir yöntemle. Bu, Suriye'ye yapılan ilk saldırı değildi.

Irak işgalinden hemen sonra, 2003'te, İsrail savaş uçakları Suriye'nin başkenti Şam yakınlarına kadar geldi. Bir bölgeyi bombalayıp geri döndü. Bu, İsrail'in 1982'de Irak'ın Osirak tesislerini bombalamasından sonra giriştiği en tehlikeli saldırıydı. 14 Eylül 2004: İsrail F-16'ları Suriye savaş uçaklarıyla Doğu Akdeniz üzerinde kapıştı. Suriye'ye ait iki MİG-29 düştü. Uçaklardan biri İsrail yapımı Python-4 füzesiyle, diğeri de ABD yapımı AIM-9M Sidewinder füzesiyle düşürüldü. Bu olayın ardından Suriye hava savunma sistemini güçlendirmek için Rusya ile görüşmeleri başlattı. SA-18, TOR M1, S-300PMU2 ve S-400 sistemleri istedi. İki ülke, ABD ve İsrail'in tepkilerine rağmen, SA-18 kısa menzilli füze sistemin satışı konusunda anlaştı. 26 Haziran 2006: İsrail savaş uçakları Suriye hava sahasına girip Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın Lazkiye'deki ikametgahı üzerinde alçak uçuş yaptı. Tacizin ardından, 34 gün sürecek Lübnan saldırısı başladı. 28 Temmuz 2007: İsrail'e ait pilotsuz uçaklar Lübnan üzerinden Suriye hava sahasına girdi. Güçlenen Suriye savunması, İsrail casus uçaklarını düşürdü.

Ama 6 Eylül tarihli saldırı, Türk hava sahası kullanılarak yapılmıştı. Erdoğan'ın dediği gibi; "Türkiye ile ilişkiyi üçüncü bir tarafa saldırı için kart olarak" kullanmıştı İsrail.

İsrail'in Suriye'ye yaptığı önceki saldırılardan sonra; "Türk askeri Suriye'ye karşı da kullanılacak mı" diye sormuş, tehlikeli eğilime dikkat çekmiştik. Çünkü o dönem Türk-İsrail ilişkileri zirvedeydi, Suriye düşmandı. Tam tersi gelişmeler yaşandı. İsrail-Türkiye ilişkileri soğudu, Suriye ile ortaklıklar gelişti. Artık yeni hedef bu ortaklıktı. Türk hava sahası kullanılarak yapılan son saldırı, Türkiye-Suriye ortaklığını bozmaya yönelikti. Bu yüzden Ankara çok sert tepki gösterdi. İsrail'in cevabı daha doğrusu cevapsızlığı ise utanç vericiydi. Her zamanki gibi sorumsuz, devletten ziyade örgüt vurdumduymazlığı tavrını yineledi.

12 Eylül 2007'de, yani saldırıdan hemen sonra, Başbakan'ın bugün dikkat çektiği o endişeyi gündeme taşıdık. Türkiye ile köklü ilişkilere sahip bir ülke, Türkiye üzerinden üçüncü bir ülkeye, Suriye'ye saldırıyordu. Oysa dünyanın en önemli krizi İran'dı. "İsrail Türkiye'den İran'a saldırırsa…" başlığı altında ortada Türkiye için çok ciddi tehditler içeren bir ihtimalin söz konusu olduğunu, İsrail'in Türkiye üzerinden İran'a saldırabileceğini, uçaklarının Türkiye'de eğitilme sebeplerinden birinin bu olduğunu belirterek şu cümlelere yer vermiştik:

İsrail'in İran nükleer tesislerini vurmak için iki yolu var. Ürdün/Suudi Arabistan/Irak üzerinden uçmak. 1981'de Irak tesislerini böyle vurdu. İki ülkeye haber vermeden hava sahalarını kullandı. Şimdi aynısını yapabilir mi? Bu ülkeler izin verir mi? Vermez, cesaret edemez. Ayrıca mesafe uzun. Geriye Suriye ve Türkiye hava sahasını kullanmak kalıyor. İran'ın, Suriye hava savunma sistemlerinin faturasını ödemesinin nedeni burada ortaya çıkıyor. İran aslında Suriye üzerinden kendi savunmasını güçlendiriyor. Peki ya Türkiye!

Ankara'nın önünde bir tuzak var, bilmiyorum ne kadar frakındayız! İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını kullanarak Suriye'ye girebiliyor. Buna niye ihtiyacı olabilir! Suriye hava sahasına Golan'dan girebilir, Akdeniz'den girebilir. Türkiye'ye ihtiyacı yok ki! Ama burada bir kötü niyet var. Türkiye üzerinden giriyor ve Türkiye-Suriye ilişkilerini riske atıyor.

Peki İsrail, bir süre sonra aynı şeyi İran'a karşı da yaparsa ne olacak? Yapar mı, yapar, yapabilir! Türkiye ile İsrail arasındaki askeri anlaşmaları hatırlayalım. Bu çerçevede İsrail savaş uçakları Türk hava sahasında eğitiliyor. Böyle bir hakları var. Ancak bu hakkı kötü niyetli kullanmaya eğilimli olduğunu son Suriye olayında gösterdi. Yarın, aynı anlaşmalar çerçevesinde Türk hava sahasında uçan İsrail savaş uçakları, İran hava sahasına girer, birkaç bomba bırakırsa Türkiye ne yapacak? "Türkiye üzerinden İran'a saldırı!" Kulağa nasıl geliyor? Eminim Ankara'dakiler, son olaydan sonra bunları düşünüyorlardır…"

Gerçekten de düşünüyorlarmış… Gerçekten de böyle bir endişe varmış. Sadece endişe değil, böyle bir ihtimal de varmış. 2007 Eylül ayında geçekleşen ve bölgesel çatışmalara neden olabilecek İsrail provokasyonuna karşı Türkiye hazırlıklıymış. Bu gerçeğin iki yıl sonra Başbakan tarafından bu kadar açık, net ve kararlı biçimde ortaya konulması, gerekli uyarının yapılması çok önemliydi.

Çünkü böyle bir ihtimal hala var.

yenişafak

08 Aralık 2009 18:06
AB'den İsrail'e Kötü Haber
İsrail'in Kudüs'ün tamamını ilhak çabalarına karşı çıkan AB'den İsrail'e kötü haber..

AB Dışişleri Bakanlarının kararlarında, Doğu Kudüs ile ilgili gelişmelerden "derin endişe" duyulduğu belirtilerek, tüm taraflara "kışkırtıcı fiillerden kaçınmaları" çağrısı yapıldı.

AB'nin İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhakını asla tanımadığı hatırlatılan kararlarda, "Eğer samimi bir barış olacaksa, iki devletin başkenti olacak şekilde Kudüs'ün statüsünü müzakereler yoluyla çözecek bir yol bulunmalıdır" denildi.

Yol Haritasına uygun şekilde Kudüs'te Filistin kurumlarının yeniden açılmasını talep eden AB, İsrail hükümetine Doğu Kudüs'teki Filistinlilere ayrımcı davranmaktan vazgeçmesi çağrısında bulundu.
aktifhaber

ESKİ DOSTLAR DÜŞMAN OLDU

17.12.2009 14:01

İngiltere’de konferansa davet edilen İsrail eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, bu daveti hakkında çıkarılan tutuklama kararı nedeniyle kabul etmediği iddia ediliyor. Al-Jazeera’de çıkan habere göre, Londra’da düzenelenen “Ulusal Musevi Fonu”nun İngiltere’deki geleneksel konferansına davet edilen Livni, İngiltere'ye gitmekten vazgeçti ve video görüntüsü ile konferansa katıldı. İddiayı yalanlayan İsrail Dışişleri Bakanlığı, Livni'nin İngiltere Başbakanı Gordon Brown ile görüşemeyeceği için ziyaretini iptal ettiğini savundu.

Haberde, geçen kış Gazze’ye düzenlenen operasyonda Dışişleri Başkanı olarak görev yapan Livni hakkında, İngiliz mahkemeleri tarafından “savaş suçu” işlediği gerekçesiyle tutuklama emri çıkartıldığı iddia ediliyor.

Al-Jazeera'nin bu haberi, Ortadoğu'da müttefik olan iki ülkenin arasını açtı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, olayın yakından ve endişe ile takip edildiği belirtilerek "Biz Ortadoğu ve müttefikimiz İsrail'in barış içinde olması için büyük çaba harcıyoruz. Bu nedenle İsrailli liderlerin rahatlıkla İngiliz hükümeti ile konuşmaları sağlanmalı" denildi.

Hakkında İngiltere’de çıkan bir tutuklama kararını olmadığını belirten Livni ise, geçtiğimiz Eylül ayında Uluslararası Adalet Divanı’nda kendisi ile ilgili şu savunmayı yapmıştı:

“Çeşitli ülkelerde bana karşı açılan davalar var. Evet haklılar. Gazze’de gerçekleştirilen operasyona karar verenler arasındayım. İsrail ordusunun etik değerlere önem verdiğine inanıyorum. Eğer bu ülkelerde mahkemeye çıkarsam, aynı düşüncemi tekrarlayacağım.”

Livni’nin ofisinden yapılan açıklamada da "Muhalefet liderleri Livni’nin Gazze operasyonu hakkında aldığı her karardan gurur duymuştur” denildi. Operasyonun İsrail halkını korumak için gerçekleştirildiğini savunan ofis, Livni’nin düşüncelerini dünyanın her yerinde sunmaya devam edeceğini belirtti.

Haberin ardından İsrail’in İngiltere Büyükelçisi Ron Prosor, İngiltere Dışişleri Bakanı ve Adalet Bakanı ile buluştu. Prosor, görüşmenin ardından Levni hakkında tutuklama kararı olmadığını açıkladı.

Tutuklama kararı ile ilgili İngiltere’yi sert bir dille suçlayan Israel Beiteinu (İsrail Evimiz) partisi üyesi David Rotem, “İngiltere’nin, Afganistan’da suçsuz sivilleri öldüren İngiliz askerleri tutuklamazken, İsrail’i Hamas roketlerinden koruyan Livni’ye dava açması ikiyüzlülüktür” dedi.

Odatv.com

ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÇÜLERİ GAZZE'YE GİRDİ

31 Aralık 2009 22:45
'Gazze'ye Barış Yürüyüşçüleri'nden 84'ü, günler süren engellemelerden sonra Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek'in eşinin devreye girmesiyle sağlanan özel izinle Gazze'ye girdi.
"Gazze'ye Barış Yürüyüşçüleri"nden 84'ü, günler süren engellemeden sonra Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in eşinin devreye girmesiyle sağlanan özel izinle geldiği Gazze'de, İsrail işgalini protesto etti.

Gazze'ye dün gece Refah'tan girmeyi başaran 43 ülkeden barış yürüyüşçülerinin arasında 5 Türk kadını da bulunuyor. Gelenlerden Tuba Nur Sönmez, annesinin bastonuyla birlikte onca yolculuğa katlandığını belirtirken, "Tüm bu insanlar bizim yanlarında olduğumuzu bilsinler istedik" diye konuştu.

Hamas hükümetinin bazı bakanları, Gazze'ye Özgürlük Hareketi üyeleri ve bazı Gazzeliler tarafından karşılanan Barış Yürüyüşçüleri, öğle saatlerine doğru bir konvoyla Gazze Şeridi ile İsrail arasındaki Erez sınır kapısına yaklaşık 300-400 metre mesafedeki, Gazze tarafında pasaport işlemlerinin yapıldığı alanda protesto gösterisi düzenledi. Ellerinde Filistin bayrakları olan, boyunlarında Filistinlilerin simgesi atkılar takan, "Gazze'ye Özgürlük" ve "Yaşasın Filistin" gibi sloganlar atan grup, alana varmadan önce birkaç yüz metrelik bir yürüyüş de yaptı.

Gösteride konuşan fiili Hamas hükümetinin Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanı Ahmed El Kurd, işgale karşı gelen, bu doğrultuda kendilerine destek veren herkese teşekkür etti. El Kurd, "Bu da gösteriyor ki, biz Gazze'de yalnız değiliz, dünyada birçok dostumuz var" dedi.

El Kurd, İsrail'in geçen yilki askeri operasyonuna da değinerek, o savaşta yer alan askeri ve siyasi tüm İsrailli liderlere "savaş suçlusu" diye seslendi ve "Bugün bugün sizin evlerinizde oturduğunuz son gündür. Uluslararası mahkemelerde hesap vereceksiniz" diye konuştu.

Gazze'de savaşta öksüz veya yetim kalan çocuklar adına konuşma yapan bir kız çocuğu da, İsrail'in insan haklarıyla ilgili her türlü yasa ve kuralı ihlal ettiğini ve Filistinlilere etnik temizlik uyguladığını söyledi. Son savaşa katılan askerler, özellikle pilotlar için suç duyurusunda bulundukları belirten kız çocuğu, bu kişilerin "savaş suçlusu" ilan edilmesini istedi.

İsrail ablukasının kaldırılması ve Gazzelilere normal yaşam haklarının tanınması çağrısında bulunan Gazzeli küçük kız, çocukların korunması ve onların psikolojik sorunlarının giderilmesi amacıyla da uluslararası kamuoyundan acil bir proje hazırlanmasını istedi.

Gazze'ye gelen barış yürüyüşçülerinden Özden Sönmez de konuşmasında "Biz hep sizlerle birlikteyiz. Bu haksız işgale sonuna kadar karşı duracağız" diye seslendi. Barış için el ele vermek gerektiğini söyleyen Özden Sönmez, ayrıca Mescid-i Aksa'nın özgürlüğü için de ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını belirtti.

Özden Sönmez'in kızı Tuba Nur da AA muhabirine Mısır'da çok güçlüklerle karşılaştıklarını anlattı. "Mısır'de adeta boğulduk... Bizi otellerimizden dışarı çıkartmadılar. Her adımda arkamızda polis vardı" diyen Tuba Nur Sönmez, taksiye bindiklerinde bile polisin şoförden ruhsat aldığını, nereye gidip ne yaptıklarını öğrenmek istediğini ifade etti.

"Gazze'ye geldik, nefes aldık" diye konuşan Tuba Nur Sönmez, "Bütün bu insanlar bizim yanlarında olduğumu bilsinler istiyoruz" dedi.

Gazze'ye Özgürlük Hareketi destekçileri arasında yer alan iki Türk genç kız ise ailelerinin haberi olmamasına rağmen, işgale karşı koymak ve Gazzelilere desteklerini göstermek amacıyla geldiklerini ifade ettiler.

-NETUREİ KARTA HAHAMLARI DA YENİDEN GAZZE'DE-

Siyonizme karşı kesin tavırlarıyla bilinen ve İsrail'i devlet olarak tanımayan Neturei Carta hareketinden 4 haham da yeniden Gazze'deydi.

Haham Dovid Weiss, İsrail'in Filistin toprakları üzerinde bir devlet kurduğunu belirterek, bunun için Filistin halkından, özellikle de geçen yılki savaştan dolayı ağır saldırılara maruz kalan Gazzelilerden özür diledi.

"İsrail devletinin silinmesi için" dua eden Haham Weiss, Tevrat'a göre Yahudi halkı için bir devlet kurulmaması gerektiğini ifade etti ve İsrail'i "kötü şeytan" diye nitelendirdi.

İsrail'in dünya Yahudilerini temsil etmediğini söyleyen Haham Weiss, "İsrail'in işgaller ve katliamları Yahudi ismi altında kullanarak yapmasının da Tevrat'a aykırı olduğunu ve dünyaya da Yahudileri kötü gösterdiğini" belirtti.

Kendisi de Amerikalı bir Yahudi olan 61 yaşındaki Rochelle Towers ise Gazze'nin dünyadan izole edilmesinin ve Gazze'ye yapılan saldırıların ne ahlaka, ne yasalara, ne uluslararası kurallara uyduğunu, bunların hepsinin ayrı ayrı suç teşkil ettiğini söyledi. 83 yaşındaki Amerikalı Elen Rasser da özellikle ABD ve İsrail'den Hamas'ı yasal bir örgüt olarak tanımasını ve onunla konuşmasını istedi; "Filistin halkının bir temsilcisi olarak bunu hak ediyorlar çünkü" dedi.
haber10

12 Ocak 2010 22:40
Büyükelçi Çelikkol O Anı Anlattı
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın alçak sandalyeye oturttuğu Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol, o anı anlattı..

İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın alçak sandalyeye oturttuğu Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol, o anı NTV'nin Canlı Gaste programına anlattı.

"Kurtlar Vadisi Pusu" dizisindeki bazı sahneler tarafından İsrail Dışişleri Bakanlığı'na çağrılan Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol, hiç beklenmedik bir tavırla karşılanmıştı.

Kendisiyle tokalaşmayan İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Dannıy Ayalon, Büyükelçi Çelikkol'u kendisinden daha küçük bir koltuğa oturtarak "kendince" aşağılamaya çalışmıştı.

Çelikkol, İbranice konuşan Ayalon'un sözlerini anlamadığı için tebessüm etmek zorunda kalmıştı.

Büyükelçi Oğuz Çelikkol, İsrail'in tepki çeken tavrıyla ilgili "Canlı Gaste"ye konuştu.

"Bilsem, salonu terk ederdim" diyen Çelikkol, şunları söyledi: Ayın 14'ünde tespit edilen randevunun öne alındığı söylendi. Bize hiçbir bilgi verilmedi. Tanışma ziyareti olacağı yönündeydi.

Kapıda gayet iyi karşılandık. Meclis'teki odasına götürüldük. Kapıda 1 dakikalık bir aksama oldu.
aktifhaber

12 Ocak 2010 16:17
Erdoğan'dan İsrail'e Yanıt
Başbakan Erdoğan, İsrail'le yaşanan diplomatik krizlerle ilgili açıklama yaptı. İşte Erdoğan'ın İsrail'e yanıtı...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rusya'ya hareketinden önce havalimanında basın mensuplarının sorularını yanıtladı:

"Bu konuyla ilgili Dışişleri Bakanlığı çok kararlı ve ciddi bir açıklama yaptı. Ama şunu İsrail tarafından bilinmesini isterim. İsrail'de şu an koalisyon hükümeti olması Türkiye'yi bağlamaz. Ancak koalisyon hükümetinin bazı ilkeleri olur. Şu anda uç bir siyasi parti bir açıklama yaptı bunu anlayışla karşılayalım diyemezyiz. Biz zaten asırlardır İsrail'e hoşgörü ile yaklaştık. Ama böyle bir anlayışla karşılaşırsak İsrail Türkiye'den bunun karşılığını her zaman alacaktır."
aktifhaber

13 Ocak 2010 10:07
Hackerlardan İsrail'e Vadi Mesajı
Türk 'hacker'lar, Amerika ve Avrupa'da yaşayan Yahudiler'in takip ettiği İsrail'in önemli haber sitelerinden jerusalemonline.com"a sızdı



Türkiye ile İsrail arasında yaşanan kriz internete de yansıdı. Türk 'hacker'lar, İsrail'in önemli haber sitelerinden biri olan "
jerusalemonline.com"a sızarak, Necati Şaşmaz'ın fotoğrafının yer aldığı ve Hekimoğlu türküsünün çaldığı Türkçe mesajlar içeren bir web sayfası hazırladı.


Özellikle Amerika ve Avrupa'da yaşayan Yahudiler'in takip ettiği, günde 120 bin ziyaretçisi olan siteye Türk 'hacker'ların sızması İsrail'in Haaretz Gazetesi'nde de geniş yer buldu. "Jerusalemonline.com" yazan İsrailliler, Türk Hacker Federasyonu tarafından yapılan "One Minute Israel" başlıklı başka bir siteye yönlendirildi. "Bond Bey" kod adlı hacker tarafından yapıldığı belirtilen sayfada oyuncu Necati Şaşmaz'ın fotoğrafı yer aldı.



Sayfada Türkçe olarak, "Aç kulağını da iyi dinle. Ben Polat Alemdar! Duydum ki benim dizimi istemiyormuşsunuz.Siz kimsiniz benim dizime laf etme cüretini gösteriyonuz? Gidin Filistin'i altını üstüne getirin, sonra diyin ki "Kurtlar Vadisi İsrail'i kötülüyor." Ulan yalan mı söylüyoruz? Yaptıklarınız ortada. Yeryüzünde yaşayanlar gerizekâlı mı? Sizin neyin nesi olduğunuzu bilmiyoruz mu? Bu dediklerimi tercüme ettirin gidin sözlüklere. Uğraşamam İngilizce kelimelerle. Haydi yoluna İsrail!Tanımadıysan, search on Google: Polat Alemdar, Translate this text with a translator for understand. Kurtlar Vadisi is Forever!" yazıları yer aldı. Türk bayrağı üzerinde Atatürk'ün fotoğrafı ile Hekimoğlu türküsünün de çaldığı sayfanın altında, sayfayı yapan "Bond Bey iftiharla sundu. Turkish Hacking Federation, 2010" yazısı dikkat çekti.

aktifhaber

14 Ocak 2010
"İsrail'in Gurur Günleri Mazi Oldu"

Alçak koltuk krizinde İsrail'in Türkiye'den özür dilemesi dünya basınından geniş yankı buldu. Yeshıva News ve İran basınından ilginç yorumlar var...

İsrail Dışişleri Bakanı Danny Ayalon’un, Türkiye Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a yaptığı hakaretten dolayı resmen özür dilemek zorunda kalması dünya medyasında da ilk haberler arasında yer aldı. Ajanslar dün akşam haberi “flaş” olarak duyururken, medya İsrail’in Türkiye tehdidi üzerine özür dilemek zorunda kaldığını ön plana çıkardı.

XINHUA

“İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon, Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik gerginliği yumuşatmak için, Ankara’nın İsrail Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a, Pazartesi günkü uygunsuz davranışları üzerine bir özür mektubu gönderdi.”

DEUTSCHE WELLE

“Türkiye’nin büyükelçisini geri çekme tehdidi üzerine İsrail Ankara’dan resmen özür diledi. Gerginlik, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın planlanan Türkiye ziyaretine de gölge düşürdü. Bara gerginliğe rağmen Türkiye’ye gideceğini açıkladı.”

FINANCIAL TIMES

“İsrail, Türkiye ile giderek tırmanan gerginliği düşürmek üzere bir son dakika girişiminde bulunarak Çarşamba gecesi Türkiye’den resmen özür diledi. Gerginlik, Türkiye’yi İsrail’in ender dostlarından biri olarak gören İsrailli politikacıları da harekete geçirdi.”

RIA NOVOSTI

“Tel Aviv, Türkiye büyükelçisini televizyon kameraları önünde aşağıladığı için Ankara’dan resmen özür diledi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İsrail’in Çarşamba akşamına kadar özür dilememesi halinde büyükelçiyi geri çekeceğini açıklamıştı.”

SKY NEWS

“İsrail koltuk hakareti için Türkiye’den özür diledi. İsrail, iki müttefik arasında tırmanan krizi yatıştırmak için Türkiye’ye resmi bir özür mektubu gönderdi. İsrail, mektubun çatışmayı sona erdireceğini umuyor. Türkiye, İsrail’in Ortadoğu’daki en önemli müttefiki.”

DAILY TELEGRAPH

“Koltuğun iki ülke arasında yarattığı diplomatik gerginlik özürle çözüldü. İsrailli politikacı ve yetkililer, koltuk çatışmasının yarattığı hasarı onarmak için gün boyunca çalıştı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Ayalon’un açıklamasının özür olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.”

BBC

“İsrail, Türkiye’nin Tel Aviv temsilcisine yapılan davranıştan dolayı doğan gerginliği yatıştırmak için Türkiye’den özür diledi. Başbakanı Netanyahu, gerginliğin son bulmasını umduğunu açıkladı. Uzun yıllardır askeri ve ekonomik ortak olan iki ülke ilişkilerinin yeniden eski rayına oturup oturmayacağı belirsiz.”

KHALEEJ TIMES

“İsrail’in özrüne rağmen, gerginlik Savunma Bakanı Barak’ın Türkiye ziyaretini gölgeleyecek. İsrail, Türkiye temsilcisini aşağılayarak sadece kendini küçük düşürmekle kalmadı. Dahası, Türkiye ile ilişkilerine beklenenden çok daha büyük bir zarar verdi.”

YESHIVA NEWS “

Ayalon, Türkiye’nin tanıdığı sürenin bitimine az bir zaman kala özür diledi. İsrail’in gurur günleri sonsuza dek geride kaldı.”

NEW YORK TIMES “İsrail Başbakanı Netanyahu, Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye ile krizi yönetme şeklinden dolayı zorda kaldı.”

THE TIMES

“İsrail, Müslüman dünyasındaki en yakın müttefiki Türkiye’nin büyükelçisinin aşağılanmasından dolayı özür dilemeye mecbur bırakıldı.”

VOICE OF AMERICA

“Savunma Bakanı Barak’ın Türkiye ziyareti öncesinde patlak veren Türkiye-İsrail gerginliği, İsrail’in özür dilemesiyle yatıştırılmaya çalışıldı.”

İRAN BASINI NE YAZDI?

İsrail’in, Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a yönelik diplomatik nezaket kurallarını çiğneyen tutumuna İran basınında geniş yer verildi.

İran devlet televizyonu, haber ajansları ve gazeteler, İsrail’in neden olduğu diplomatik kriz ve sonrasındaki süreci ayrıntılı olarak duyurdu.

Haberlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İsrail’le ilgili sözlerine de yer verildi.

Devlet televizyonu, "Siyonist rejim, özür dilemek zorunda kaldı" ifadesiyle haberi duyururken, İsrail’in özür dilediğine dair yazılı mesajın Ankara’ya gönderildiği belirtildi. Haberde, "Siyonist İsrail’in, Türk Büyükelçisine ihanetine Türkiye makamlarının sert cevap verdiği" kaydedildi ve Cumhurbaşkanı Gül’ün, "İsrail’e ültimatom" verdiği hatırlatıldı.

Resmi haber ajansı İRNA, Başbakan Erdoğan’ın, "İsrail’in özür dilediği" yönündeki açıklamalarına yer verdi. "İsrail, Türkiye’den özür diledi" başlığıyla verilen haberde, Ankara’nın İsrail yönetiminden özür talebinin karşılandığı belirtildi.

Fars Haber Ajansı, "Siyonist rejim, bir kez daha Türkiye’den resmen özür diledi" başlığını kullandığı haberde, Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u çağırma kararının süreçte etkili olduğu ifade edildi. "İsrailli yetkililerin, Büyükelçi Çelikkol’a alçak bir sandalyede yer vermesi ve masaya Türk bayrağının konulmaması Türk makamlarını öfkelendirdi" ifadesini kullanan ajans, İsrail’in genel olarak özür içeren açıklamalarının Türkiye tarafından kabul edilmemesinin ardından "resmi özür mektubunun" geldiği hatırlatıldı.

İttilaat gazetesi, "Türkiye, siyonist İsrail’den özür dilemesini istedi" başlığıyla verdiği haberde, "Siyonist yetkililerin, davranışlarıyla Türk Büyükelçisine ihanet ettiği" belirtildi.

Keyhan gazetesi, "Tel Aviv, Ankara karşısında geri adım attı ve Türkiye’den özür diledi" ifadesiyle verdiği haberde, İsrailli üst düzey yetkililerin, Türkiye’den gelen baskılar karşısında, tavır değiştirmek zorunda kaldığına işaret edildi.

İran gazetesi, "Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan İsrail’e ültimatom" üst başlığıyla verdiği haberde, Cumhurbaşkanı Gül’ün, "Bugün akşama kadar İsrail’in sorumluları bu işi düzeltirler. Akşama kadar süre verilmiştir" sözlerine yer verildi. Haberde, "Türk Büyükelçisine yapılan ihanetin" Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, TBMM Başkanı Şahin’in yanı sıra diğer siyasi liderlerce de kınandığı ve Türk halkında büyük rahatsızlığa neden olduğu belirtildi.
aktifhaber

İsrail, İsrail'e Karşı
Yasemin Çongar
Taraf Gazetesi

(Açık İstihbarat : Bozuk saatler enstitüsündeki saatlerde ara sıra doğruyu gösterebiliyor. Bu yazı da onlardan biri)
Kelimelerle başlar kavga; dil bazen her şeydir.

Anlatayım...

İbranicesi “Yehuda ve Şomron,” Arapçası “El Yahudiyye ve Samara”dır, Türkçeye ise daha ziyade “Yudea ve Samarya” diye aktarılır.

Tevrat’ta da bu isimle geçer, 1967’den beri İsrail devletinin resmî terminolojisinde de.

Ürdün Nehri’nin Batı kıyısında kalan ve tam ortasında Kudüs’ün (kişinin meşrebine göre, Yeruşalayim’in ya da el-Kuds’un) yer aldığı topraklardır burası. Yudea, Kudüs’ün güneyinde yer alır; Samarya kuzeyinde...

Ve bölgenin, İsrail’in bu toprakları “işgal” ettiğini kabul eden herkesin dilindeki adı “Batı Şeria”dır bugün. İsrail’de, mesela, Likud’un ve diğer sağ kanat partilerin taraftarları buraya “Yehuda ve Şomron” derler inatla ama İşçi Partililerden, solculardan, liberallerden “Hagada Hama’aravit” yani Batı Şeria ya da kısaca ve “işgal” imasını içinde taşıyan “haşehatim” (topraklar) kelimelerini işitirsiniz.

(Açık İstihbarat : "Dil bazen herşeydir" diyen Çongar'ın işgal gerçeğini nasıl tırnak içine aldığına dikkat. İsrail'in işgallerine karşı bu diplomatik hassasiyeti, Türklerin "soykırım" yapmadığını kabul edenlere karşı göstermesini de bekleriz. İsrail'e tırnak, Türkiye'ye pençe atarak ne demokrat, ne gazeteci olunur. )

Zira, sadece Arap-İsrail kavgasında değil, İsrail’in İsrail’le bitmez tükenmez mücadelesinde de kudretlidir kelimeler... Arapça ile İbranicenin farkından ibaret değildir ayrışmanın sesi; esas fark, barışın dili ile savaşın dili arasındadır.

Moldova’nın başkenti Kişinev’de doğan ve “Evet Lubovitz” olan adını, Sovyet rejiminin Yahudilere karşı ayrımcı politikasından payını alıp yirmi yaşında ailesiyle birlikte İsrail’e göçtükten sonra, Avigdor Lieberman’a çeviren şahıs da İsrail’de savaşın ve işgalin dilini konuşanlardan biri bugün. Bu şahıs, maalesef İsrail’in dışişleri bakanı ve maalesef her geçen gün biraz daha “meşum ve meczup” bir karaktere dönüşüyor.

Lieberman’ın konuştuğu “işgal dili” Türkiye ile İsrail arasındaki yeni gerilimin de nedenleri arasında. Lieberman, kurucu lideri olduğu Yisrael Beyteynu (Evimiz İsrail) Partisi’ndeki sağ kolu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’a, Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u “aşağılama” talimatını veren kişi. Ve, öyle anlaşılıyor ki, bu talimatın arka planında Lieberman’ın Türkiye’den, özelde de AKP hükümetinden hazzetmemesinden daha fazlası var.

İsrail’in “sağcı” Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, İsrail İşçi Partisi’nin lideri ve ülkenin Savunma Bakanı Ehud Barak’la fena halde kavgalı...

İki koalisyon ortağının kavgası, ideolojik tercihlerinin ve güncel politikaları arasındaki farkların ötesinde bir meseleye dayanıyor”; meselenin İbranice adı, “Hamerkez Haüniversite Ariel Beşomron.”

Türkçesiyle, Samarya Ariel Üniversite Merkezi.

Yani, Batı Şeria’daki bir yüksekokuldan bahsediyoruz. Aslında burası, halihazırda İsrail devletine ait en büyük yüksekokul... Gelin görün ki, İsrail topraklarında değil, Samarya’da, işgal altındaki topraklardaki en büyük Yahudi yerleşimlerinden biri olan Ariel’de kurulu.

1982’de İsrail Bar İlan Üniversitesi’nin Batı Şeria’daki kolu olarak açılan okul, 2007’de adını “üniversite merkezi” olarak değiştirdi; amaç “üniversite statüsü” almaktı, okulun diplomalarının “üniversite diploması” olarak tanınmasıydı.

Ama bu hiç gerçekleşmedi; dönemin başbakanı Ehud Olmert fikre olumlu baksa bile, İsrail’in YÖK’ü diyebileceğimiz konsey, Yeşil Hattın öteki tarafında bir okula bu statüyü tanımayı reddetti. Ret kararında, Samarya’da bir İsrail okulunun “üniversite” olarak kurumsallaşmasına olanak tanınmasının, yerleşimlerin ve işgalin de kurumsallaşmasına, dolayısıyla kalıcılaşmasına katkı yapacağı kaygısı rol oynadı.

“İki devletli çözüm” fikrini kâğıt üstünde kabul etse bile, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerini durdurmaktan kaçınan mevcut İsrail hükümeti içindeki “sağcı” aktörler, başta da Lieberman, Hamerkez Haüniversite Ariel Beşomron’a “üniversite” statüsü verilmesi için çok uğraştı.

Likud ağırlıklı, Binyamin Netanyahu liderliğindeki koalisyonun genel mutabakatı da aslında bu statünün verilmesi yönündeydi. Ama hükümetin ağır topu Ehud Barak, “Şomron” (Samarya) yerine “Haşehatim” (topraklar) diyenlerin ve “işgalin” yakın gelecekte bitmesini isteyenlerin sesini dinleyip mutabakata karşı geldi; Samarya Ariel Üniversite Merkezi’ne “üniversite” statüsü verilmesini veto etti.

Veto kararıyla küplere binen Lieberman, iki gün önce Evimiz İsrail Partisi’nin Knesset’teki on beş milletvekiline, koalisyon ortağı İşçi Partisi’nin bundan böyle parlamentoya sunacağı bütün yasa tasarılarına karşı oy kullanmaları talimatını verdi.

Bununla yetinmedi; Ehud Barak’ın Türkiye ile geçen yılki “Davos dakikası”ndan beri limoni olan ilişkileri düzeltmeye yönelik ziyaretini sabote etmenin bir yolunu aradı... Ve çareyi Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’u, Büyükelçi Oğuz Çelikkol’dan yirmi beş santim yüksekte oturtmakta buldu.

Ahmaklık dozu küstahlık dozundan da fazla olan bu tuhaf gösteriye dün en sert tepki gösterenlerden biri, Kadima’nın Knesset’teki üyelerinden Dürzi Arap ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Mecelli Vahabi’ydi. “Diplomat Ayalon, politikacı Ayalon’un yaptığı hatayı hemen düzeltmeli,” diyordu Vahabi, “Türkiye Büyükelçisi’nden açıkça özür dilemeli. Bundan böyle de kendi parti politikasını, kendi dilini, ülkenin politikasının ve dilinin önüne geçirmemeli.”

Vahabi’nin sözlerini okurken, “ne çok İsrail var” diye düşündüm, “İsrail’e karşı konuşan bir İsrail de var. Ve her yerde olduğu gibi İsrail’de de savaşın diline karşılık, barışın da hiç susmayan bir dili var.”
(Açık İstihbarat : İsrail'de barışın diline dairbu aşırı iyimser yorumlara karşı, İsrail kamuoyunun Şaron ve Barak gibi isimlere Gaza katliamı konusunda verdiği ezici desteği hatırlatıyoruz ve Yasemin Çongar'a soruyoruz : Türkiye'yi de aynen Şaron ve Barak gibi , orduda çok "hassas" görevler yürütmüş ve haklarında katliam iddiaları bulunan ordu kökenli isimler yönetseydi kendi ülkesine karşı da böyle anlayışlı bir dil kullanır mıydı? )

Açik Istihbarat

İsrail, Yahudi ve Tevrat Gerçeği
Nurullah Aydın
Antalya Bugün


Büyükelçi rezaletiyle birlikte İsrail ile ilgili yorum yapan yapana. Bu halkın ne olduğu ve inancının hangi mesaj içerdiği doğru anlaşılmalıdır.

Bakın; İsrail kelimesinin anlamlarından birisi de, Hz. Yakup’un rüyasında Tanrı Yehova ile sabaha kadar uğraşmasından mülhem olarak "Tanrı ile güreşen, mücadele eden" anlamındadır.

İsrail kavmi bundan dolayı, haşa, Tanrı’ya da meydan okuyan bir millettir. Öyle ki, Yakup Tanrı ile güreşmesi sonucu uyluğundan zarar görmüş ve topallamaya başlamıştır. Bundan dolayı dindar Yahudiler asla uyluk kemiğindeki eti yemezler.

Balam hikâyesinde anlatıldığı üzere; "İsrail iş’te ayrı oturan bir kavimdir. Milletler arasından sayılmayacaktır."

Tanrı Yehova aynı zamanda orduların rabbidir. O kızdığı zaman bazen Yahudileri de cezalandırabilir ama yeri geldiğinde, kendi seçkin ve seçilmiş kavmi olan İsrail milletinin çıkarı ve bekası için, bebekten kadına, ihtiyara, eşeğe, ineğe velhasıl nefes alan her canlıyı acımadan katletme emri verebilir. (Hezekiel)

Yani tam manası ile intikamı rahmetinden, merhametinden, acımasından, şefkatinden çok katmerli olan bir Tanrı anlayışı ve inancı ile karşı karşıyayız. İşte Tanrı anlayışı böylesine intikamcı ve kinci bir yorumla Tevhit geleneğindeki anlamından saptırılmış bir inancın mensuplarından insanlığa fayda, barış, merhamet beklemek herhalde abesle iştigal olsa gerek. Öyle ki muharref Tevrat’ın-Tora (kutsal kitabın tümü -Tanah) salikleri yeri geldiğinde, yani çıkarları ve bitmez tükenmez arzuları tehlikeye girdiğinde, Zekeriyye, Yahya, Amos, Hezekiel, İsa gibi peygamberleri de katletmekten çekinmezler.

Yine; içimizdeki Yahudi’nin, Roma’ya yürümeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmet’i zehirlediği iddiası vardır.

Yine bir diğer iddia Fatih’i, onu zehirleyen Yakup Paşa’nın dedeleri İslam Peygamberini de zehirlediği iddiasıdır. Hayber’de Peygamberi zehirleyen kadın Zeynep binti Harise Yahudiydi.

Öyle ki peygamber hayatı boyunca o zehrin etkisinin kendisinde devam ettiğini itiraf etmişti. Vefatının nedenlerinden birisi de Yahudi kadının verdiği zehrin etkisinden olabilir.

Şimdi İçimizdeki İsrail’in kısaca profili bu. Bazıları tüm Yahudiler böyle değil diyebilir. Tabii ki.

Fakat Siyonist, ırkçı olmayan humanistik ve reformist Yahudilerin Filistin’de acımasız katliam yapan Ferisi kökenli Rabbinik/Ortodoks İsrail devlet aygıtı üzerinde etkileri yok denecek kadar azdır.

Yani insancıl olanları en azından öyle görünenleri sadece birer istisnadırlar, o kadar. Bu gruplar İsrail devletini yönlendiremedikleri gibi, İsrail’e hâkim olan fundamentalist ve entegrist Yahudilik anlayışı, humanistik ve reformist Yahudileri dışlamaktadırlar.

Geçmişte filozof Spinoza örneğinde olduğu gibi, açıkça tekfir etmektedirler. Kur’an Ehli kitap içerisinde müminlere en azılı düşman olarak Yahudileri bulursunuz diye boşuna hüküm içermemektedir.

Bazıları bu ayetin konjonktürel olduğunu, yani dönemin Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudileri ile ilgili olduğunu iddia ederler.

Tamam da, tefsirde basit bir yorum, tevil ilkesi vardır. Nedir o? Ayetin iniş sebebinin özel olması, hükmünün ve manasının umumi, yani genel olmasına mani değildir.

O zaman Yahudiler Peygambere amansız düşman idiler de, şimdi dost mu oldular?

Günümüz dünyasında Yahudiler kimlere dosttur kimlere düşmandır?

Bazıları diyor ki; Yahudiler Türklere karşı savaşmadılar...

Oysa; Çanakkale’de Sion Katır Alayı ile İngiliz ve Fransızlara destek verdiler. Kanal Harekâtı sırasında, İngilizlerle birlikte hareket ettiler. Filistin cephesindeki savaşların her aşamasında, Türkler aleyhine casusluk yaptılar. Bugün finans kapital destekli bazı medya ve paramiliter gruplar aracılığı ile milletimizin özgür iradesine, tarihsel ve toplumsal değerlerine karşı olabildiğince büyük bir şiddetle saldırmıyor mu? İçimizde muharref Tevrat’ın sahte Türk kimlikli evlatları var.

Bunlara dikkat edilmezse, bu gruplar açık ve seçik deşifre edilip ortaya çıkarılmazsa iktidar ve yönetme iradesinin kimde olduğu gizemliliğini korur.

Natorei Charta cemaati gibi Siyonist/ırkçı olmayan, Tanah’ın (Tora-Neviim-Ketubiim) intikamcı, kinci ve katliamcı yorumunu yapmayan,
Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yusuf gibi büyük peygamberlerin barış, selam, esenlik, aşk, rahmet ve merhamet mesajlarına bağlı kalan Yahudiler de var. Ancak bu tür Yahudilerin sayısı o kadar az ki..

Oysa tarih boyunca sürgünler yaşayan son olarak İspanya’da Katoliklerin katliamına maruz kalırken Türk-Osmanlı hakanı 2. Beyazıt tarafında Türkiye’ye getirilen ve yüzyıllarca huzur içinde yaşayan Yahudiler gerçeği var. Yine Hazar Türklerinden Musevi Türkler var. Son İsrail-Türkiye gerginliği ile ilgili açıklamaları, yorumları izlerken üzerinde durulması gereken konuları da göz ardı etmemek gerekir.

Günün Sözü: Kişinin beyanına güvenme, yanılabilirsin. İyi tanı, sonra güven.

İsrail Konsolosluğu önünde Zafer kutlaması

18 Ocak 2010

Gazze zaferi, İstanbul'daki İsrail Konsolosluğu önünde düzenlenen görkemli bir eylemle kutlandı.

Filistin İslami direnişinin bir yıl önce İsrail'e karşı elde ettiği zafer, Kardeşlik Platformu'nun İstanbul'daki İsrail Konsolosluğu önünde düzenlediği görkemli bir eylemle kutlandı.

Saat 19.30 sıralarında Beşiktaş 1. Levent otobüs durağında toplandı. İsrail aleyhtarı pankart ve afişlerin yanı sıra Mescid-i Aksa maketi taşıyan eylemciler, İsrail Konsolosluğu'na doğru yürümeye başladı.

Filistin'e destek veren grup, sık sık İsrail aleyhine slogan attı.

Levent Metro durağı önünde başlayan yürüyüş sırasında "Müslümanlar bir olsa, uyansa, ayağa kalksa esir mi olurdu el aksa?" , "Siyonizm, tüm insanlığı tehdit eden bir tehlikedir" , "Siyonist İsrail'e Gazze direnişiyle yenilgiyi öğrettik" , "Aksa'da sistemli yıkımlara son" , "Soykırım suçlusu Ehud Barak yargılansın" , "Mescid-i Aksa onurumuzdur koruyacağız" , "Aksa'ya saldırı İslam'a saldırıdır" yazılı pankartlar taşındı.

İsrail Konsolosluğu önünde yapılan konuşmalarda, yapılan eylemin bir zafer kutlaması olduğu vurgulandı.
haber121

Barak, Anıtkabir'e gitti: ''Atatürk'ten ilham alıyoruz''
İsrail Savunma Bakanı Barak, Ankara'da görüşmelere başlamadan önce ziyaret ettiği Anıtkabir şeref defterine Atatürk'ü öven sözleri yazdı. Barak, “Mirası barış ve güvenliği olan Türk kahramanı”na duyduğu büyük saygı ve hayranlığı dile getirirken “Bölgemizi barış ve güvenlik alanı yapmaya çalışmak için ondan ilham alıyoruz” ifadesini de kullandı. 17.01.2010 ANKARA/KUDÜS netgazete

'İsrail silahsız göstericileri öldürüyor'
28 Ocak. 2013

İsrailli insan hakları savunucusu bir grup, İsrail ordusunu zora sokacak bir açıklama yaptı. Grubun raporuna göre İsrail, silahsız göstericilere karşı ölümcül silahlar kullanılıyor. 2013'ün başından bu yana 5 Filistinli genç bu şekilde öldürüldü.

İsrailli İnsan Hakları Örgütü B'Tselem'ın raporuna göre, İsrail ordusu Batı Şeria'da silahsız Filistinli göstericilere, gerçek mermilerle saldırdı.

Rapora göre, İsrail askerleri, bu ayın başınden beri en az 5 Filistinli göstericiyi ateşli silahlarla öldürdü. Yaşları 15 ile 21 arasında değişen göstericiler arasında kadınlar da vardı.

Geçtiğimiz yıl Aralık ayında 17 yaşındaki bir Filistinli, doğum günü pastası almaya giderken bir kadın asker tarafından öldürüldü.
ntvmsnbc


En son Ekim tarafından Sal Oca 29, 2013 1:02 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Oca 21, 2010 12:58 am    Mesaj konusu: Kurnaz Batı Alıntıyla Cevap Gönder

Kurnaz Batı
Hüsnü Mahalli
Akşam

Bazılarınız fark etmemiş olabilir. Bundan böyle haftada iki gün sizinle birlikte olacağım.

Salı ve Cumartesi.

Başta Batı olmak üzere tüm dünyanın gözünün ve kulağının olduğu Türkiye ile bizim coğrafyadaki gelişmeleri şimdiye kadar olduğu gibi objektif bir şekilde anlatmaya devam edeceğimden emin olabilirsiniz.

Önemli olan sizin de farkında olduğunuzdan emin olduğum gerçekleri paylaşmaktır.

Örneğin son gelişmeler.

Ankara; Türkiye düşmanı Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına geri dönüşüne ve Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne seçilmesine vize verdi. Rasmussen İstanbul'daki Medeniyetler İttifakı toplantısında İslam aleminden özür dileyecek ve ROJ TV'nin kapatılması için somut bilgiler verecekti. Ama her iki konuda bir davranışta bulunmadı.

Sarkozy ise Türkiye'nin AB'ye girişine karşı olduğunu bir kez daha vurguladı.

Oysa ABD Başkanı Obama her iki konuda Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'a teminat vermişti.

Şimdi bu ikiliye düşen görev, Obama'yı arayıp 'Sayın Başkan verdiğiniz söz işe yaramadı' demektir. Bence işe yaramayacak ama yine de aramalıdırlar.

Çünkü yalanlarını yüzlerine vurmadıkça Batılılar daha fazla küstahlaşıyor ve 'Kimse bize hesap soramaz' mantığı ile davranıyor. Bununla ilgili binlerce örnek verebilirim. İşte Ermenistan konusu.

Obama Türkiye'ye gelerek 'Ermenistan'ı tanıyın ve sınırlarınızı açın' derken, her nedense Ermenilere de dönerek 'Siz de aptalca söylemlerinizden vazgeçin. 15 yıldır işgal altında tuttuğunuz Azerbaycan topraklarından çekilin ve bir milyon Azeri göçmenin evlerine dönmesine izin verin' demiyor.

Bu ikiyüzlülük değilse ne olabilir?

Avrupa destekli Obama bununla da yetinmeyerek Türkiye ile kardeş ülke Azerbaycan ilişkilerini de gererek Ermenistan'a başka bir hizmette bulundu.

'Böl ve yönet' mantığı ile bu coğrafyada tarihten ders almayan halkları birbirine kırdıran Batı inanın bana olup bitenlerden müthiş haz alıyor.

İşte ilginç bir örnek.

Son Gazze saldırılarında İsrail'in işlediği cinayetlere sessiz kalan Batı bu kez daha da ilginç bir tavır sergileyerek bizimle alay ediyor.

Bu cinayetleri soruşturmak amacıyla BM İnsan Hakları Konseyi bir komisyon kurulmasına karar verdi. Kararı veren kuşkusuz ABD ve müttefiği Batılı ülkeler.

Şimdi diyeceksiniz ki 'Ne güzel işte nihayet İsrail'den hesap soruluyor'.

Doğru ama hesap soracak olan kişi Yahudi. Elbette Yahudiler arasında da iyi ve objektif insanlar var ve biz başkalarına karşı dinsel dürtülerle hareket etmeyen insanların dinsel kökenleri ile ilgilenmeyiz.

Ama İsrail cinayetlerini soruşturmakla görevlendiren Richard Goldstone 'Bir Yahudi olarak ben şimdi ne yaparım' diyor. Bu örnek yeterli olmayabilir.

Hatırlarsanız 3 Eylül'de AKŞAM'da Darfur ile ilgili iki günlük bir yazı dizisi yayınlanmıştı. O yazıda ABD, İsrail ve Batı'nın, Darfur ile ilgili plan ve oyunlarını özetlemiştim.

Geçtiğimiz günlerde Sudanlı Bakan çok önemli bir açıklama yaptı. Bakan'a göre ocak ve şubat aylarında Amerikan uçakları Sudan'ın doğusuna saldırarak yaklaşık olarak 800 kişinin ölümüne neden olmuştu. Saldırıları dolaylı da olsa doğrulayan Amerikan kaynakları 'Hedefin aslında Hamas'a silah kaçıran radikal İslamcı kaçakçılar' olduğunu söylüyordu.

Haritaya bakarsanız bu iddianın ne denli aptalca olduğunu göreceksiniz.

Yani Kızıldeniz'den Sudan sahillerine çıkan kaçakçılar, silah dolu sandıkları ciplerle Mısır'a geçirecekler, oradan da yaklaşık 1000 kilometrelik yolu geçerek Gazze sınırına gelecekler ve İsrail ile Mısır kuşatması altındaki Gazze'ye bu silahları sokacaklar. Batılılar böyle diyorsa o zaman doğrudur!

Ama Batılılar doğru olanları anlatmadıkları gibi doğruların ortaya çıkmasını da engelliyor.

Bu olayı örtbas eden Batı medyası ve siyasal çevreleri (Türk medyası hiç ilgilenmedi) aslından daha önemli bir gerçeği saklıyordu.

Çünkü bağımsız bir ülkenin topraklarına yönelik o saldırıyı yapan Amerikan değil İsrail uçakları idi.

Aklıma, 5 Eylül 2007'de Suriye'nin bazı hedeflerini bombalayan ve dönüş yolunda Türkiye hava sahasına girerek yakıt tanklarını Hatay bölgesine atan İsrail uçakları ile bu uçakların ve benzerlerinin yıllardır bu saldırıyı yapmak amacıyla Suriye çölüne benzeyen Konya ovasında eğitim yaptığı geldi.

AKŞAM


The Guardian: Yahudi lobileri seferber

The Guardian gazetesi, Yahudi lobilerinin İsrail'in Gazze katliamını haklı kılmak için seferber olduklarını yazdı.

İngiliz The Guardian gazetesi, İsrail'in bir taraftan askeri operasyonu sürdürdüğünü, diğer taraftan da operasyonu haklı kılmak için uluslararası alanda lobi faaliyetlerine devam ettiğini bildirdi.
Gazete, İsrail yanlısı lobi grupları ve medya organlarının tüm dünyanın dikkatini Hamas'ın attığı roketlere çevirme gayretinde olduğunu yazdı.

Operasyonun başlamasıyla birlikte başta ABD'deki 'The Israel Project' ve İngiltere'deki 'British-Israel Communications' (Bicom) lobi gruplarının seferber olduklarını vurgulayan The Guardian, İsrail'in video paylaşım sitesi YouTube'a operasyonla ilgili attığı görüntülerle yabancı medyayı da etkisi altına almak istediğine dikkat çekti.

Haberde, "İsrail, askeri operasyonun yanında kendi davasını haklı çıkarmak için benzer bir operasyonu da sürdürüyor. Her ne kadar Filistinli kadın ve çocukların cesetleri morgları doldurmuş olsa da, İsrail bunu Batı dünyasına teröre karşı verilen savaş anlayışı ile sürdürüyor görünümü veriyor" yorumunda bulunuldu.

Dünya medyasını etkisi altına almak için İsrail tarafından yeni bir birim kurulduğunu yazan gazete, bununla birlikte yurtdışındaki diplomatların, lobi gruplarının, medya organlarının ve diğer İsrail destekçilerinin bu uğurda seferber olduklarını kaydetti.

İsrail'in yaptığı plan ve lobi faliyetleri nedeniyle Gazze'ye yapılan kara operasyonunun 'işgal' olmadığı yönünde dünya gündemini inandırmayı başardığına dikkat çeken The Guardian, İsrail'in 2005 yılında Gazze'den çekildiğini, ancak Hamas'ın roket saldırılarına son vermediğini bahane ettiğini aktardı.
(Sabah)

İsrail'de bir fabrikada yangın çıktı

İsrail'in liman kenti Aşdod'da bir kimya fabrikasında çıkan yangında 2 kişinin yaralandığı bildirildi.14 Ocak 2009 20:22

Kentin organize sanayi bölgesindeki yangın, art arda meydana gelen patlamalarla büyürken, çıkan dumanlar bölge üzerinde büyük bir bulut oluşturdu.

İsrail'in önde gelen zirai ilaçlar ve zehirli kimyasallar üreticisi "Agan Chemicals" adlı firmanın tesislerinde yerel saatle 18.00 sıralarında çıkan yangına elektrik kontağının neden olduğu belirtildi.

Yangına sivil savunma ekipleri ile itfaiye ortaklaşa müdahale ediyor. Yanan silolarda zehirli maddelerin depolanıp, depolanmadığı henüz bilinmiyor. Yetkililer buna rağmen, Aşdod ve çevresindeki yerleşimlerin sakinlerine, kenti tehdit eden duman bulutu nedeniyle kapılarını ve pencerelerini sıkı kapamaları konusunda uyarılar yapıyor.

Rüzgarın dumanın şehir merkezine ulaşmasına şimdilik engel olduğu, ancak yönünü değiştirmesi halinde, kentte yaşayanlar için de tehlike oluşturabileceği ifade edildi.

İsrail'in 5. büyük kenti Aşdod'da yaklaşık 210 bin kişi yaşıyor.
haber7

Chavez Ve İsrail'in Arası Geriliyor
28 Ocak 2009 18:39

Venezuela, temsilcisinin İsrail tarafından sınır dışı edildiğini doğruladı. Chavez, İsrail'i soykırım yapmakla suçlamıştı.

Venezuela Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro, İsrail'in Tel Aviv'deki temsilcilerini sınır dışı ettiğini doğrularken, İsrail'i aynı zamanda Ramallah'taki diplomatik temsilcilerini de sınır dışı ettiği için eleştirdi.

Maduro, ''İsrail'in Venezuela'nın Ramallah'taki temsilcilerini de sınır dışı etmesi, İsrail için bir Filistin devletinin var olmadığının göstergesidir. İsrail, Oslo anlaşmalarını ihlal etmektedir'' ifadesini kullandı.

İsrail, dün Venezuelalı maslahatgüzarı ''persona non grata'' ilan etmiş ve perşembe sabahı İsrail'i terk etmesini istemişti.

Venezuela da 6 Ocakta, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarını protesto etmek amacıyla İsrail büyükelçisini sınır dışı etme kararı almıştı. Devlet Başkanı Hugo Chavez, Gazze saldırılarını ''soykırım'' olarak nitelendirmişti.

aktifhaber

22 Ocak 2010 13:11
'Türkiye'nin Fino Köpeği Olmam!'
İsrail'de şahin kesimin bakanı ile daha ılımlı bakan arasında şiddetli bir Türkiye tartışması yaşandı. İşte o kavganın ayrıntıları

Dışişleri Bakanı Lieberman ile Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Ben-Eliezer Türkiye yüzünden tartıştı
İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, İsrail Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Benjamin Ben-Eliezer ile Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın, Almanya ziyareti sırasında Türkiye yüzünden tartıştıklarını yazdı.

Haaretz’in köşe yazarı Yossi Verter tarafından kaleme alınan yazıya göre, geçen hafta Başbakan Benjamin Netanyahu’nun başkanlığındaki heyetle Almanya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştiren iki bakan, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile düzenlenen basın toplantısının ardından İsrail büyükelçiliğine gitti. Yossi Verter’e göre, iki bakan, İsrail’in Almanya Büyükelçisi Yoram Ben-Zeev ile birlikte en az 10 kişinin daha bulunduğu diplomatlar salonunda Türkiye üzerine tartışmaya başladı. Lieberman, Ben-Eliezer’i “fino köpeği gibi davranmakla” suçlarken, Ben-Eliezer de Dışişleri Bakanı’nın çifte standart uyguladığını söyledi. Olaya birebir tanık olan bir kaynağa dayandırılan habere göre, Ben-Eliezer’le Lieberman arasındaki Türkiye tartışması şöyle gerçekleşti:

- Ben-Eliezer: “Dışişleri Bakanlığı’nın ayrıştırıcı değil birleştirici unsurlar bulması lazım. Bakanlığın on yıllar içinde oluşan politikalarını yerle bir ediyorsun. Eğer arkadaşım olmasaydın seni shawarma (Türk döneri) yapardım.”

- Lieberman: “Sen geleneksel Musevi yaklaşımına takılıp kalmışsın. Yani hep efendilerini mutlu etmeye çalışıyorsun.”

- Ben-Eliezer: “Mısır ve Ürdün’de her gün İsrail karşıtı televizyon dizileri yayınlanıyor. Onlara niye kızmıyorsun?”

- Lieberman: “Fark şu ki, Mısırlılarla Ürdünlüler, Türkiye Başbakanı’nın yaptığı gibi, Ahmedinecad’ın en iyi dostları olduğunu söylemiyorlar ve sabah akşam İsrail’in cumhurbaşkanıyla başbakanına saldırmıyorlar. Yakında siz Mapaynikleri (İşçi Partisi’nin selefi olan Mapay partisi taraftarı) soyu tükenmekte olan tür ilan edip Brei Ayish hayvanat bahçesine koyacaklar. Orası bile size büyük gelecek.”

- Ben-Eliezer: “Niye işi kişiselleştiriyorsun? Torunum, bunun konuyla alakası yok, deyince ona şöyle diyorum: Konuyu saptırma, anlamlı bir şey söyle.”

- Büyükelçi Ben-Zeev: “Almanya’da büyük bir Türk azınlık var. Türk Başbakanı bir süre önce buraya geldi. Bir Türk topluluğa hitap etti ve ülkelerine olan bağlılıklarından vazgeçmemelerini söyledi.”

- Ben-Eliezer: “Bak işte, görüyor musun? Böyle söyledi diye Almanlar keçileri kaçırmadılar.”

- Lieberman: “Fino köpeği olmak isteyen fino köpeği olsun. Ortadoğu’da başka seçeneğimiz yok. Bazen sinirden kendini kaybetmiş gibi davranman gerekir.”

- Ben-Eliezer: “Almanya’nın İran’la bir sürü ticaret ilişkisi var. Bugün bütün gün boyunca Almanlarla birlikte oturduk ve iyi dostuz. Eğer eleştirecek bir şeyi olsa bile, bunun nasıl dile getireceğimiz bellidir. Türkiye’nin bizden uzaklaşma süreci, Avrupa Birliği’nin kendilerini kabul etmemesinden sonra Araplara doğru itilmeleriyle başladı. Buna liderlerimiz aracılığıyla biz de çirkin bir şekilde katkıda bulunduk. (Ben Eliezer burada Olmert’in Gazze operasyonunun başlamasından iki gün önce Ankara’yı ziyaret etmesini ve Türkleri kızdırmasını kastediyor.)”

- Lieberman: “Sen onlardan korkuyorsun. Tek istediğin onları yatıştırmak ve haklı çıkarmak.”

- Ben-Eliezer: “Ben kimseden korkmam. Ben savaşlarda yaralandım. Ben sadece kendimizi Müslüman dünyadan soyutlamanın çıkarlarımıza nasıl hizmet ettiğini anlayamıyorum.”
aktifhaber

03 Şubat 2010
İsrailli Komutan Kabul Etti

Sivilleri vurmak için üzerlerinde silah olup olmamasına bakmadıklarını söyleyen komutan, Gazze katliamını bir kez daha gözler önüne serdi.

İsrail'in Gazze'ye yönelik 'Dökme Kurşun Operasyonu' sırasında üst düzeyde görev yapan bir komutandan tarihi itiraflar geldi.
The Independent gazetesinin haberine göre, İsrailli üst düzey bir komutan Yedhiot Ahronot gazetesine 5 ay önce Gazze savaşıyla ilgili itiraflarda bulundu ancak bu itiraflar gazetede yayınlanmadı. İtiraflarında İsrail'in son Lübnan savaşında kayıplar verdiği ve bu kayıpları Gazze'de vermemek için farklı bir strateji uyguladıklarını söyleyen İsrailli komutan, "Sebepler ve niyetler duruma göre değişir. Gazze'de normal terörle mücadele operasyonu söz konusu olmadı. Kesin bir fark vardı." dedi.

Haberdeki en çarpıcı nokta ise İsrail'in, asker kaybını önlemek için sivillerin hayat hakkını hiçe sayması. The Independent gazetesi, bu anlamda ortaya çıkan bu gelişmenin İsrail hükümeti üzerinde bağımsız bir inceleme başlatması konusunda büyük baskılar getireceği yorumunu yaptı.

Sivilleri vurmak için üzerlerinde silah olup olmamasını göz önünde bulundurmadıklarını söyleyen komutan, "Askerlerimize karşı intihar saldırısı düzenlemek isteyen birini vurmak için elinde ille de bir silah görmek zorunda değiliz. Bu kişinin bizim askerlerimizi görüp, sonra başka bir arkadaşını askerlerimize saldırması için çağırmasını bekleyemeyiz. "itirafında bulunuyor.

Bir başka askerin görüşlerini aktaran The Independent gazetesi, askerin Gazze'ye yapılan saldırıda savaş kurallarını çiğneyen eylemlerin uygulandığını söyledi. İsmi açıklanmayan İsrailli asker, "Operasyonda bir teröristi tespit etmek için istihbarat bilgisini görmek ve kullanmak yerine tam tersi yapılıyor. Yani önce karşıdaki kişi vuruluyor ondan sonra kim olduğuna bakılıyor." diyor.

Gelişmeyi bazı İsrailli askerlerin de doğruladığını yazan gazete, "Her ne kadar İsrailli askerlerin çoğunluğu Goldstone Raporu'ndaki 'sivillere kasten saldırı' iddiaların doğru olmadığına inansa da, bir çoğu da saldırı sırasında kuralların çok esnek olduğunu ve insanların en ufak bir hareketine ateş etme emri verildiğini söylüyor. Hiç bir sivil burada olmamalı. En küçük bir hareket sinyali ateş etmeyi gerektiriyor." ifadelerine dikkat çekti.

İsrail ordusunun son gelişmeler üzerine yorum yapmaktan kaçındığını yazan gazete, Ordu yetkililerinin konu hakkında bilgi almak için yapılan başvurulara halihazırda yayınlanmış raporları göstererek cevap verdiğini belirtti.

Livni'den Suikast Övgüsü
23 Şubat 2010
İsrail muhalefeti Kadima Partisi lideri Tzipi Livni, geçtiğimiz ay Dubai'de Hamas komutanına yapılan suikastı övdü.

Açıklamanın İsrail yetkililerinden gelen ve suikastı öven ilk yorum olduğu belirtildi.

Kadima Partisi Başkanı Livni, Mahmoud al-Mabhouh'ın ölümünün iyi olduğunu söylerken, suikastın arkasında kimler olduğu ile ilgili açıklama yapmadı. Livni, bugün Kudüs'te düzenlediği basın toplantısında, "Dubai'de veya Gazze olması fark etmeden bir teröristin öldüğü haberi terörizm ile mücadele endenler için iyi bir haberdir." dedi.

İsrail, Dubai suikastının Mossad tarafında yapıldığı iddiaları ile ilgili şimdiye kadar henüz resmi bir açıklama yapmaktan kaçınıyor.

Eski Dışişleri Bakanı olan Livni, 1980'lerde Mossad'da görevliydi
aktifhaber

MOSSAD ağır bir darbe yedi.
23 Şubat 2010
El-Mebhuh cinayeti MOSSAD`ın en seçkin ajanlarının üçte birini deşifre etti.

Siyonist güvenlik uzmanı, İslami Direniş Hareketi (Hamas)`ın silahlı kanadı İzzeddin El Kassam komutanlarından Mahmud El-Mebhuh`un yaklaşık bir ay önce Dubai`de MOSSAD ajanlarınca öldürülmesinin yol açtığı felaket karşısında şok olduğunu söyledi.

Siyonist dış istihbaratı MOSSAD konusunda uzman Gordon Thomas, operasyonun MOSSAD`ın en seçkin ajanlarından üçte birini deşifre ettiğini belirtti. Mahmud El-Mebhuh`a düzenlenen suikastin arkasında MOSSAD`ın gizli operasyonları konusunda uzman birimi "Gideon"un bulunduğu yönünde açık deliller olduğunu ifade eden Thomas, El-Mebhuh`un son dönemde MOSSAD`ın hedef listesinin üst sıralarında yer aldığını bildirdi.

Gideon birimi üyelerinin MOSSAD`ın en seçkin ajanları olduğunu kaydeden Thomas, "Kimliklerini gizleyerek çalışırlar ve uzun süre çok ağır bedensel ve psikolojik baskılara dayanabilirler. Eğitimleri çok uzun sürer ve diğer MOSSAD ajanlarından ayrılırlar" dedi.

Gideon biriminin altısı kadın 48 ajandan oluştuğuna ve Mahmud El-Mebhuh`a düzenlenen suikastin aydınlatılmasıyla bu birimin üçte birinin deşifre olduğuna işaret eden MOSSAD uzmanı, bunun MOSSAD`a indirilmiş ağır bir darbe olduğunu söyledi. Gordon Thomas, Yediot Aharonot gazetesinde yayınlanan açıklamalarında, Gideon birimi üyelerinin dünyanın her yerinde görev yaptığını ve nükleer bilim uzmanlarının, silah tüccarlarının ve hatta hayatta kalan eski Nazilerin peşine düştüğünü belirtti.

26 Şubat 2010
MOSSAD Efsanesi Çöktü!
Aslında modası geçmiş yöntemler kullanan Mossad, Arap muadillerinin başarısızlığı sayesinde efsaneleşmişti.

Aslında modası geçmiş yöntemler kullanan Mossad, Arap muadillerinin başarısızlığı sayesinde efsaneleşmişti. Dubai'nin bu efsaneyi yıkmasının ardından, Batı'nın Mossad'la ilişkilerini gözden geçirmesinin vakti geldi

ABDULBARİ ATWAN/Radikal

İsrail, Hamas komutanı Mahmud el Mabhuh’u Dubai’de öldürerek büyük bir zarara uğradı; bu zarar sadece teröre başvuran, Batılı müttefiklerini sırtından vuran ve terörist eylemlerini kolaylaştırmak için müttefiklerine ihanet eden bir devlet imajının ortaya çıkmasından kaynaklanmıyor. Zira Batı’nın onayladığı ve Arapların da aldanarak inandığı Mossad hurafesi de çöktü.

İsrailliler kendilerini Batı dünyasına, terörle savaş, casusluk ve aşırılıkçı gruplara nüfuz etme uzmanı olarak sundu. Mabhuh suikastıysa, aslında geri kalmış bir ekole ait olduklarını ve modası geçmiş yöntemler izleyen ‘amatörlerden’ ibaret kaldıklarını ispatladı. Mossad yalanının çökmesiyle birlikte, ‘İslamcı terör’e karşı savaştaki sözde rolleri sebebiyle Batı ülkeleri tarafından korunan ‘Arap diktatörleri yalanı’ da çöktü. Zira bu diktatörlerin yolsuzlukları ve baskıcı güvenlik organları söz konusu ‘terör’ artırıp tehlikesi katladı. Dolayısıyla, Batı’nın söz konusu müttefiklerinin varolmayan, hatta ters etkiye yol açan ‘uzmanlık’ları karşısında ödediği fatura da katlanıyor.

Lieberman’ın yüzü kızardı
Mossad şöhretini çalışanlarının dehası sayesinde değil, Arap muadillerinin zayıflığı sayesinde elde etmişti. Arap organları, halka gıda ve para olarak dönmesi gereken korkunç bütçeleri tüketmelerine rağmen, birçok sebepten ötürü bir başarısızlıktan ötekine geçiyorlar. Bu sebeplerin başında, bütün ilgilerini ve çabalarını rejimi korumaya ve yolsuzluklarını uzatmaya yoğunlaştırarak vatanı ve vatandaşı koruma misyonundan sapmaları geliyor. Mabhuh suikastındaysa Mossad ajanlarının, Dubai’nin uyanık ve çağdaş güvenlik organına kıyasla amatör öğrencilere dönüştüğünü gördük.
Mossad hücresinin suikast başarısına dair ilk haberlerin gelmesinin ardından sevinerek ve kibirlenerek tavus kuşu gibi kabaran İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın yüzü, İrlandalı meslektaşının karşısında asılmıştı. Zira İrlanda dışişleri bakanı kendisini, bu terör suçunda pasaportlarının kullanılması ve kundaktaki çocuğu bile ikna etmeyecek basit yöntemlerle yakasını kurtarma amaçlı
ümitsiz girişimleri dolayısıyla azarlamıştı.
Eğer bu eylemin arkasındaki güç Mossad değilse, Avrupa dışişleri bakanları niçin İsrailli meslektaşlarını açıklama yapmaları için Brüksel’e çağırıyor? Eğer İsrail Lieberman’ın iddia ettiği gibi masumsa, niçin Britanya, İrlanda ve Fransa aynı amaçla başkentlerindeki İsrail elçilerini çağırıyor?

1950’den kalma bir film gibi
Mossad’ın sözde efsanesi, Dubai emirliğinde alçaltıcı bir şekilde yıkıldı. Zira şöhreti öldürme ve terör üzerine kurulu olan bu organın liderleri son derece aptal. Dünyanın geliştiğinin, kendi yöntemlerinin ve uzmanlıklarının geri kaldığının, saygınlıklarının da hâlâ taş devrini yaşayan Arap organlarını korkutmak için kasıtlı olarak abartıldığının farkına varamadılar.
Mossad’a bağlı 20 kişi, turist olarak yılda milyonlarca kişinin ziyaret ettiği ılımlı ve barışçı bir Arap ülkesinde silahsız bir kişiye suikast yapmak için donatılıyor. Buradaki yaratıcılık nerede? Eylemi yapanların görüntülerini izlediğimde, 1950’li veya 60’lı yıllara ait siyah-beyaz bir Mısır filmi izlediğim hissine kapıldım. İstihbarat ajanları şapka veya peruk takmışlar, tenis kıyafetleriyle dolaşıyorlar, sakal veya bıyık bırakmışlar. Görünüşe göre, 1500 kameranın bulunduğu, otellerinin bütün koridorlardaki ve lobideki karıncaları bile tespit eden kameralarla donatıldığı bir şehirde olduklarını bilmiyorlar.

Yolcu listeleri Mossad’a gönderiliyor
Batılı hükümetler, sözde terörle savaşlarında güvenilir bir araç olarak dayandıkları İsrail’in sahte güvenlik efsanesini tamamen gözden geçirerek, Mossad’ın açık başarısızlığından dersler çıkarmalı. Kimliklerini ve terör örgütlerine bağlı olup olmadıklarını tespit etmek için uçaklardaki Arap ve Müslüman yolcuların isimlerini en önemli referans olarak gördükleri Mossad’a göndermeleri bu hükümetler
için utanç verici. Üstelik bu referans başarısızlıklar ve öldürücü hatalarla dolu.
Arap hükümetleri de, Mossad’ın birçok Arap başkentindeki suikast eylemleriyle temsil edilen yeni ihlallerini engellemek için bütün güvenlik organlarını ve çalışma yöntemlerini gözden geçirmeli, Dubai’deki başarısız eylemden dersler almalı. Arap güvenlik organları, iktidarla aynı aşiretten veya akraba oldukları için değil, yeterlilikleri sayesinde atanmış samimi çalışanlara muhtaç.
Mossad efsanesi yıkıldı. Arap rejimleri şu an olduğu gibi vatanın ve vatandaşın aleyhine değil lehinde çalışınca bu efsane tümüyle ortadan kalkacaktır.

*(Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 23 Şubat 2010)
Radikal

Haiti'deki İsrail ikiyüzlülüğü
Aijaz Zaka Syed

Çaresiz Haitililere yardım memnuniyet verici peki ya Gazze’deki perişanlar?

Sonuçları bu kadar trajik olmasıydı, İsrail’in ikiyüzlülüğü komik olabilirdi. Bu günlerde İsrail medyası ve onun ABD medyasındaki güçlü dostları İsrail’in uzaklardaki, depremin vurduğu Haiti adasındaki üstlendiği soylu yardım ve kurtarma misyonu ile ilgili gürültü koparıyorlar.

Şüphesiz ki; Haiti’yi vuran felaket gerçekten akıllara durgunluk verici nitelikte ve korkunç. Adanın uğradığı çok yönlü yıkım kelimelerin de ötesinde. Bu belki de dünyamızın sonu gibi bir şey. Ve herhangi bir kişi, bu korkunç insanlık trajedisinden bir siyasi çıkış noktası oluşturulmasından nefret edebilir. Ancak Haiti’de İsrail’in sergilediği ikiyüzlülükle karşılaştığınızda kendinizi tutamazsınız.

Gazze’de ve baştan sona Filistin topraklarında insanlar evlerinde saklanmış halde en adi şartlarda yaşarken, gıda, su, elektrik ve hemen hemen diğer her şeye muhtaçken; bağışlayıcı İsrail, talihsiz Haiti halkına destek için yardım ve tıbbi ekipler gönderiyor.

İkiyüzlülük ve çifte standarda bundan daha çarpıcı bir örnek olabilir mi?

İsrail’in felaketin vurduğu Haiti halkına yardımda bulunmaması gerektiği gibi bir şeyi uzaktan yakından önermiyorum. Aslında trajedinin büyüklüğü dikkate alındığında, her birimiz kendi üzerine düşeni yapmalıyız.

"Merhametli İsrail, duyarsız Araplar"

Kafası İsrail ile meşgul ABD medyası görmezden gelmesin diye; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Ürdün, Katar, İran, Kuveyt, Fas ve diğer birçoklarının dâhil olduğu Arap ve Müslüman ülkeler de geçen ayki depremden hemen sonra çok ihtiyaç duyulan yardım maddeleri göndererek Haiti’yle irtibat kurmuşlardır. BAE küçücük cüssesine rağmen Kızılay aracılığıyla ve ayrı ayrı yollarla tam da geçmişte yapageldiği gibi hızla harekete geçti.

Fakat siz Fox News veya CNN’de bunları duyamazsınız çünkü Arap ülkeleri yaptıkları ile ilgili böbürlenmiyorlar. Belki de, artık bunu yapmalarının zamanı gelmiştir. Her halükarda, propaganda savaşı mücadelesi ve medyayı kullanma söz konusu olduğunda Arap ve Müslüman ülkeler, İsrail ve onun birçok lobisi ve düşünce kuruluşları ile asla boy ölçüşemez.

Sadece Google’da bir araştırma yapıldığında dahi, Haiti’deki muhtaçlar için beş on sent vermedikleri için petrol zengini Arap ve Müslüman ülkelere lanet ettikleri gibi Haiti’deki misyonu için İsrail’i öven ne kadar blogger olduğu görülebilir.

Buna karşın Müslüman ülkeler uçak dolusu kurtarma ve yardım malzemeleri gönderdi. Bu durum, Arap ve Müslüman ülkelerin modern medya savaşı ve diplomatik yoldan kalpleri ve akılları kazanma mücadelesi için nasıl da şok edici şekilde donanımsız olduğuna sadece bir örnektir.

İsrail Haiti'yle aklanabilir mi?

Fakat bu yazı Arap ve Müslüman dünyanın Haiti’de ne yapıyor olduğu hakkında değil. Ortadoğu’daki tek “demokrasi ve uygar toplum” olduğunu iddia eden bir devletin gülünç çifte standardı hakkındadır.

İsrailliler bir tıbbi ekip sevk ederek Haiti’nin trajedisine hızla ulaşmış olsalardı bu, övgüye değerdi. Fakat dünyanın diğer tarafındaki bir trajediden etkilenen iyi huylu Yahudilerin neden yıllardır burunlarının dibinde olup biteni göremediklerini aklım almıyor.

İsraillilerin herşeye rağmen insan olduklarını ve insani bir acıdan etkilenebildiklerini görmek gerçekten güzel. Fakat acaba neden Filistinliler söz konusu olduğunda aynı İsrailli yüreklerin insana olan merhametleri kuruyor.

Çaresiz Haitililere yardım memnuniyet verici peki ya Gazze’deki perişanlar? İsrailli bir yazar olarak Akiva Eldar, Haaretz’de cesur bir şekilde şunu savunuyor; “uzakta Haiti’deki korkunç trajedinin kurbanları ile bu dikkate değer özdeşleşme yalnızca Gazze halkının süregelen acısına kayıtsızlığın altını çizmektedir. İsrail’in en büyük gazetelerine arabayla sadece bir saatten az mesafede, 1,5 milyon insan iki buçuk yıldır ıssız bir adada kuşatılmış durumda. Bu kadar yakınımızda yaşayan bu erkek, kadın ve çocukların yüzde 80’inin yoksulluk sınırının altında olmaları kimin umurunda ki? Kaç İsrailli, Gazzeliler’in yarısının hayır kurumlarına muhtaç olduğunu, Dökme Kurşun Operasyonu’nu nedeniyle yüzlerce kişinin en az bir uzvunu kaybettiğini, arıtılmamış kanalizasyonun sokaklardan denize aktığını biliyor?”

Neden Filistinlilerin kurban edilmelerine ve zulme uğramalarına karşı, İsrail toplumu içinden Akiva Eldar’ınkine benzer sesler daha fazla çıkmıyor? Neden daha fazla İsrailli gazeteci ve yorumcu, tek suçları yanlış bir zamanda yanlış bir ülkede doğmuş olmak olan Filistinlilerin uğradığı insanlıkdışı muameleye karşı çıkmıyor? Bu insanlar yetmiş yıl öncesinde, Yahudiler Naziler tarafından ölüme yolladıklarında ne kadar suçluysa o kadar suçlular. Neden dünün kurbanları bugünün kurbanlarına karşı yaptıklarının trajik ironisini ve tutarsızlığını göremiyor?

"Sizin eseriniz!"

Akiva Eldar’ın ahlaki bir cesaretle belirttiği gibi, eğer Haiti doğal bir felaketse, “Gazze’deki de gurur duyulamayacak bir insan eseridir. Bizim eserimiz!”

İsrail medyası Karayip adasında hayatları ve bebekleri kurtaran İsrail Savunma Kuvvetleri’nin cesur askerleri ve tıbbi ekipler hakkındaki iç açıcı, keyif verici hikayelerle dolu. Fakat kaç İsrailli işgalleri altındaki Filistin topraklarında kritik önemdeki gıda ve ilaçların yokluğundan dolayı çocukların ve bebeklerin ölmelerini umursuyor? Hamile kadınların, ağır yaralı erkeklerin İsrail’in kontrol noktalarındaki bitmek tükenmek bilmez bekleyişten sonra ölmelerini kaç kişi umursuyor ki?

İsrail’in harap olmuş Haiti’deki insanlar için endişelenmesi çok dokunaklı. Ancak açıkta, eski evlerinin yıkıntıları içinde yaşayan binlerce Filisitinli aile kaç İsraillinin umrunda?

İsrail’in geçen yıl Gazze’ye yaptığı bombardıman saldırısı 3.500’ünü tamamen moloz yığınına dönüştürecek şekilde 60.000 evi yıktı. İsa’yı doğuran topraklarda Noel’den sonraki gün başlayan bu savaşta neredeyse yarısı kadın ve çocuk 1.500’den fazla insan öldürüldü.

Yaşama geri dönemeyen Gazze’de belirsizlik içinde hayatta kalan nüfusun çoğu ne evlerini ne de yıkılmış kenti yeniden inşa edebiliyor. Gazze Şeridi’nin İsrail ablukası altında olması, inşaat malzemeleri ve uluslararası toplumca söz verilen yardım da dâhil hiçbir şeyin Gazze’ye giremeyeceği anlamına geliyor.

Bu halk gezegendeki en büyük cezaevinde tecrit altında çürürken İsrail’in dünyanın diğer tarafındaki insanlara gıda ve ilaç göndermeleri, insanlıkla ve uluslararası toplum denilenle dalga geçmek değil midir? Bundan daha müthiş bir adaletsizlik örneği olabilir mi? Akiva Eldar’ın dediği gibi, “Haiti’de (yardım eden) doktorların görüntüleri İsrail’in çirkin yüzünü (Gazze’deki ve Filistin’in başka yerlerindeki) bulanıklaştıramaz.”

Dünya, Kutsal Topraklardaki bu maskaralığa son vermek için sessizliğini ne zaman parçalayacak? Ne zaman dünya İsrail’in baskısını durdurmak için harekete geçecek? Yoksul Filistinliler Batı’nın onları mecbur bıraktığı bu ağır yükü daha ne kadar taşımak zorunda kalacaklar? Herhangi bir cevabınız var mı, Bay Obama? Peki, herhangi bir ipucu Bay Ban-Ki Moon?

[Palestinechronicle.com adresindeki İngilizcesinden Hakan Aktaş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

TÜM YOLCU BİLGİLERİ İSRAİL'E
4 Mart 2010
ABD, İsrail'le imzaladığı sivil havacılık işbirliği anlaşmasıyla dünyanın dört bir yanına uçan yolcuların kimlik bilgilerini Tel Aviv yönetiminin hizmetine sundu.
İsrail'in genelde Arap ülkelerine ve özelde ise Filistin halkına karşı her türlü barbarlığı, tecavüzü ve cinayeti sürdürmesine, ona bağlı suç şebekesi Mossad’ın istediği yerde cinayet işlemesine ve bu cinayetlerde birçok ülkenin sahte pasaportunu kullanmasına rağmen, ABD yönetimi işgal devletinin bu tür ihlallerine karşı suskunluğunu sürdürmekle yetinmeyip son günlerde imzaladığı sivil havacılık işbirliği anlaşmasıyla dünyanın dört bir yanına uçan yolcuların kimlik bilgilerini işgal yönetiminin hizmetine sunmakla bu gayri meşru devletle ilişkilerinin mahiyetini bir kez daha gözler önüne serdi.

Yapılan son anlaşma, başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere özelde Müslümanların genelde ise bütün insanların bilgilerini işgal yönetiminin hizmetine sunuyor. Yapılan işbirliği anlaşması ABD’de faaliyet gösteren birçok sivil toplum kuruluşuyla insan hakları örgütünün tepkisini çekti.

Amerika İç Güvenlik Bakanı Janet Napolitano ise meslektaşı Siyonist bakan İsrael Katz ile dün yaptığı ortak basın toplantısında şunları söyledi: “Bu anlaşmanın dünya havacılık güvenliğine katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Bu anlaşma İsrail’e istediği yolcunun kimlik bilgilerine, çalıştığı işyerleriyle ilgili bilgilere, parmak izine ve fotoğraflarına ulaşma hakkını doğuruyor. Bunların yanında hassas elektronik cihazlarla elde edilen bilgilere de ulaşma hakkını tanıyor.”

Anlaşmaya tepki gösteren insan hakları kuruluşları, işgal devletiyle yapılan böylesi tehlikeli bir anlaşmanın, Siyonist rejimin başta Filistinliler olmak üzere bütün Müslümanların hatta diğer dinlerden istedikleri şahısların bilgilerini toplamasına ve bu bilgileri kendi çıkarları için kullanmasına hatta başka istihbarat örgütlerine servis yapmasına olanak sağlayacağını ifade ediyorlar.
Kaynak: Filistinhaber.com

Buldozerle öldürülen Rachel'in davası başladı
Bir İsrail buldozeri tarafından 2003 yılında Refah kentinde öldürülen Filistin eylemcisi Rachel Corrie'nin davası Hayfa kentinde görüşülmeye başladı.
10 Mart 2010

Mahkeme, Rachel'in ölümü için İsrail Savunma Bakanlığı'nın tazminat ödenip ödenmeyeceğine karar verecek. Ailesi, 324 bin dolar tazminat istiyor.

Uluslararası Dayanışma Hareketi'nin üyesi Rachel, Gazze'deki bir evin yıkılmasına engel olmaya çalışırken buldozerin altında kalmıştı. İsrail ordusu, Rachel'in ölümünün bir kaza olduğunu savunuyordu. İsrail, eylemcinin ölümü ardından yaptığı incelemede buldozeri kullanan şoförün, Rachel'i görmediğini ileri sürmüştü. Corrie'nin ailesi ise yaptığı açıklamada, "Ölümünün 7 yıldönümünde hala adalet arıyoruz." dedi. Sürücünün kızlarını fark etmesi gerektiğini belirten Rachel'in ailesi, 2 kişiyi de şahit gösterdi. Rachel'in babası Craig Corrie yaptığı açıklamada, sürücülerin "yabancıların kendilerine engel olmasına izin vermemeleri" yönünde emir aldıklarını ileri sürdü. Craig, "5 dakika sonra Rachel öldürüldü. Bu emirle bir şeyler değişti; Rachel ise bir şeylerin değiştiğini bilmiyordu." diye konuştu.

Bu arada, Mahkeme binası önünde de 20 kadar kişi, Rachel lehine gösteri yaptı...
habertaraf

Konsolos Eşinin Başına Kapı Düştü
İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Moshe Kamhi’nin eşi Ferda Kamhi’nin üzerine tahta kapı düştü...
18 Mart 2010

İzmİr’e üç gün önce gelen İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Moshe Kamhi’nin eşi Ferda Kamhi’nin, Kemeraltı Çarşısı’ndaki Algaze Sinagogu’nu gezerken üzerine tahta kapı düştü. Olay, önceki gün Tarihi Kemeraltı Çarşısı 927 sokaktaki Algaze Sinagogu’nda meydana geldi. Moshe Kamhi, Müslüman olan Türk eşi Ferda Kamhi’yle İzmir’e geldi. Kamhi, eşi ve korumalarla birlikte Kemeraltı’ndaki Sinagogları dolaşmaya çıktı. Kafile Algaze Sinagogu’nu ziyaret ederken üzücü kaza meydana geldi. Özel hastaneye gitmeyi reddeden Ferda Kamhi, Bozyaka’daki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.
aktifhaber

İsrail'den Bir Suikast Daha
Başta Filistin olmak üzere birçok ülkede yargısız infazlara imza atan İsrail gizli servisi, şimdi de Macaristan'da bir suikaste karışmakla suçlanıyor.
19 Mart 2010
İsrail gizli servisi Mossad'ın Dubai'de gerçekleştirdiği suikastin yankıları dinmeden bir suikast haberi daha Macaristan'dan geldi.

MOSSAD'DAN BİR SUİKAST DAHA

İddialara göre bu defa hedefteki isim 20 yıldır Macaristan'da yaşayan ve Filistin'e büyük miktarlarda paralar gönderdiği öne sürülen 52 yaşındaki bir Suriye vatandaşı oldu...

Bu suikastte de Dubai'de olduğu gibi yine yabancı ülke pasaportu taşıyan israil ajanları devreye girdi. Traşe Bassam adlı Suriyeli vatandaş, kırmızı ışıkta beklerken aracının içinde kurşunlandı. Bassam'ın yanındaki siyah çanta da cinayetten sonra ortadan kayboldu.

CASUS UÇAKLARI KULLANILDI

Macaristan ve İsrail medyası, bu suikastte iki İsrail casus uçağının da kullanıldığını öne sürüyor. Dahası bu casus uçakların, Türkiye, Bulgaristan ve Romanya üzerinden geçerek Macaristan'a gittiği iddiası var.

DÜNYA AYAĞA KALKTI

Suikast sonrası Macaristan Başbakanı olayın bir an önce aydınlatılması için soruşturma talimatı verdi. Dışişleri Bakanlığı ise İsrail uçaklarına ''diplomatik görev'' çerçevesinde iniş izninin kendileri tarafından verildiğini açıkladı. Dubai suikasti sonrası Macaristan'daki bu yargısız infaz da uzun süre tartışılacağa benziyor.
aktifhaber

Sion Yıldızı yakarak İsrail'i protesto ettiler
Mazlum-Der, Özgür-Der, İHH İnsani Yardım Vakfı, İnsan ve Medeniyetler Hareketi'nin de aralarında bulunduğu çeşitli sivil toplum örgütü üyelerinden oluşan yaklaşık 2 bin kişi, Cuma namazı çıkışı Beyazıt Meydanı'nda toplandı. Ellerindeki döviz ve pankartlarla İsrail'i protesto eden eylemciler, sık sık tekbir getirdi. "Kahrolsun İsrail" sloganlarının atıldığı eylemde, Filistin ve Mescid'i Aksa için dualar edildi 19.03.2010 İSTANBUL netgazete

Haydut devlet bunun hesabını vermeli
Ahmet KEKEÇ
akekec@stargazete.com

Başlığı pek hamasi, pek ajitatif ve gerekli serinkanlılıktan uzak bulabilirsiniz. Bilakis, kırmadan dökmeden, “suhulet çerçevesinde”, sakin bir ses tonuyla konuşacağız.

Karşımızda, çocuk öldüren bir devlet var.

Eli kanlı bir devlet...

Hukuk tanımaz bir devlet...

Önüne gelen “sivil hedeflere” saldıran, işgali altında bulundurduğu topraklarda en cani yöntemleri uygulayan, “düşman” bellediği insanları açlıkla terbiye eden bir devlet...

Bu devlet, dün gece Gazze’ye “insani yardım” götüren gemilere saldırdı ve savunmasız insanları öldürdü...

Merhum büyükelçi Gündüz Aktan (ki, bir İsrail muhibbidir), İsrail’in, işgal ettiği topraklarda “kolektif cezalandırma” yöntemleri uyguladığını söylüyordu.

Maalesef, İsrail’in, kendisi için “doğal hak” saydığı bir yöntem bu.

Murat Belge’nin de altını çizdiği gibi, “Her Filistinli bana düşmandır”dan “Her Arap bana düşmandır”a, oradan “Her Müslüman bana düşmandır”a ve nihayetinde “Beni eleştiren herkes ve bütün dünya bana düşmandır”a geçişi zorunlu kılan bir yöntem.

Manyakça, sapıkça bir şey...

Belge, ihtiyatı elden bırakmadığı için, söz konusu uygulamayı “hukuk dışı” gibi, daha yumuşak bir ifadeyle geçiştiriyordu.

Hukuk dışı olmaya hukuk dışı, paranoid olmaya paranoid (herkes bana düşmandır, vs), savaş ihlali olmaya savaş ihlali de, yapılan şeyin bir de adı var:

Haydutluk...

İsrail devleti bu haydutluğu, bu “Nazi” alışkanlığını, bu kabul edilemez hukuk dışı yöntemi, yıllardır işgalci bulunduğu topraklarda “öteki”ne, yani kendisine benzemeyene, yani “beni eleştiren bana düşmandır”ın öznesi olan Filistinlilere (ve işgale karşı çıkan kendi vatandaşlarına) uygulu
yor.

Üstelik uygar dünyanın gözü önünde...

Üstelik herkesten de uygar addedilen ABD yöneticilerinin himayesinde...

Daha önce de yazmıştım:

Hiçbir devlet, böylesine pervasızca, dünyada yalnızca kendisi varmış gibi davranamaz/davranmamıştır.

İsrail’in yaptığı sadece hukuk dışı değil, aynı zamanda “insanlık dışı”, aynı zamanda “ahlak dışı...”

Evet, “terör” ciddi bir sorundur... Fakat İsrail’in kolonyal, yayılmacı ve hukuk tanımaz politikaları, saldırıya maruz kalan insanlara başka bir seçenek bırakmamaktadır.

İşgalin ve yayılmacılığın bir bedeli vardır. Adına ister terör deyin, ister nefsi müdafaa, ister vatan savunması...

İsrail bu bedeli ödeyecektir.

Kaldı ki, ortada, İsrail’in terör argümanını haklı çıkaracak hiçbir veri yok.

İsrail donanması, Gazze’ye insani yardım ulaştırmaya çalışan gemilere saldırıyor ve silahsız insanları katlediyor.

Böyle bir devlet olabilir mi?

Böyle bir ahlaksızlık, böyle bir vicdansızlık, böyle bir “vandalizm” olabilir mi?

Sorun terörse, bir devletin yüklenmesi gereken sorumlulukla, işgale direnen insanların (işgali geçtik, sadece hayatta kalmaya çalışan insanların) sorumluluğu aynı olamaz, aynı olmamalıdır...

Terörle mücadele ettiğini söyleyen İsrail, hem “çocukları ve masum sivilleri” katlediyor, hem hiçbir hukuk ve ahlak kuralı tanımadan istediği sivil hedeflere saldırıyor, hem de işgale ve soykırıma karşı sesini yükselten uygar dünya vatandaşlarını “terörize” ediyor.

Bu böyle gitmez.

Haydut devlet çok olmaya başladı.

Haydut devlet işlediği cinayetlerin hesabını vermelidir.

Bütün insanlığı (ve uygar dünyayı) ciddi bir sınav bekliyor.

1 Haziran 2010
Star gazetesi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Mar 23, 2010 2:49 am    Mesaj konusu: Bu kriz meselesi ABD başkanlarını aşıyor Alıntıyla Cevap Gönder

Ceyda Karan
Bu kriz meselesi ABD başkanlarını aşıyor

İsrail’e karşı ABD üzerinden ‘puan alma’ çabasının modası bir türlü geçmiyor. ‘Büyük ağabey’ ABD, ‘kötü kardeş’ İsrail’i paylayınca, herkes mal bulmuş mağribi gibi atlıyor: “Bakın, işte Amerikalılar bile İsrail politikalarını eleştirdi!” Zaten meselenin özü ‘Ortadoğu’daki tüm sorunların anası’ Filistin-İsrail anlaşmazlığını çözmekse, aynı labiretlerde gezinip duruyoruz...

Yine aynı terane! ABD Başkanı Joe Biden’ın kutsal toprakları ziyaretinde İsrail 1600 yeni konut inşasını açıklayınca, süreci dolaylı görüşmelerle canlandırmak isteyen Washington çok kızdı! Bu krizin ismini de, İsrail’in Amerika doğumlu yeni Büyükelçisi Michael Oren koyuverdi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, telefonda İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu ‘fırçalayınca’, Oren, “Son 35 yılın en büyük ABD-İsrail krizini yaşıyoruz” buyuruverdi! Heyhat pek de kısa sürdü ‘son 35 yılın en büyük krizi’. Önce Clinton, ardından bizzat Başkan Barack Obama, krizi yalanlayıp “İsrail ile sarsılmaz bağlarımız var” dediler!

Geçen hafta işin doğasını izaha çalışmıştım. CounterPunch’ın editörü, The Nation ile Los Angeles Times’ın da yazarı Amerikalı gazeteci Alexander Cockburn da benzer bir yorum eşliğinde ilginç anekdotlar aktarmış. “Fazla heyecanlanmayın. Asla olmayacak” diye başlıyor ve soruyor: “ABD-İsrail ilişkilerinde gerçekten kriz var mı?” Cockburn’un cevabı ‘Evet ve Hayır’: “Evet, zira dünyanın asli gücünün, başkan yardımcısının, nüfusu Los Angeles bölgesinden daha küçük bir ulus tarafından aşağılanıp aşağılanmayacağı konusunda kaygılanmaması icap eder. Hayır, zira dünyanın asli gücünün hükümetini yöneten seçilmiş siyasetçiler, ABD’deki İsrail lobisinin ölümcül korkusuyla yaşar. Bu sefer de her zamanki gibi günü ‘Hayır’ kurtaracak.”

Cockburn’ü özetlemeyeceğim. Zira o da, geçen hafta yazdığım Biden ile Netanyahu’nun aynı beyanlarından hareket etmiş. Üstüne daha iyi bir iş çıkarmış. Şu son 35 yıldaki ABD-İsrail krizlerinin güçlü Yahudi lobisi kuruluşu Amerika İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) sayesinde nasıl seyrettiğini aktarmış. Diyor ki, “Obama, Sam Amca’nın daha büyük planlarını bulandırdığı için İsrail’e karşı sabrı taşan ilk başkan değil. Clinton da telefonda kızan ilk dışişleri bakanı değil.” Şöyle ki:

* 1975’te Başkan Gerald Ford ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, İsrail’i Sina’dan çekilme konusunda Mısır’la müzakerelerin çökmesinden ötürü suçladılar. Ford, Amerikan halkına ABD-İsrail ilişkilerinin değişmesi gerektiğini anlatacağını söyledi. Sonuç: AIPAC’ın seferber ettiği 76 senatör, Ford’a ‘Elini İsrail’den çek’ mealinden bir mektup yazdı. Ford ‘elini çekti’.

* Mart 1980’de Başkan Jimmy Carter, ABD’nin BM temsilcisi Donald McHenry’nin İsrail’in Doğu Kudüs dahil işgal topraklarındaki yerleşim politikasını kınayan tasarıya müspet oy vermesinden ötürü özür dilemek zorunda kaldı. Aynı yıl haziranda, Carter, Yahudi yerleşimlerinin durdurulmasını istedi ve Dışişleri Bakanı Edmund Muskie, bunları ‘barışa engel’ diye niteledi. İsrail Başbakanı Menahem Begin, 10 yeni yerleşim planı duyurdu.

* Ağustos 1982’de Başkan Ronald Reagan, dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’dan Beyrut’u bombalamaya son vermesini istedikten bir gün sonra, Şaron yeni bombardıman emri verdi. Zamanlaması BM’de İsrail’in çekilmesini isteyen iki tasarının kabulüne denk geldi.

* Mart 1991’de Dışişleri Bakanı James Baker, Kongre’ye şöyle yakındı: “İsrail’e barış süreci için her gittiğimde, yeni yerleşimlerin duyurulmasıyla karşılandım. Bu elimizi zayıflatıyor ve çıkmaz yaratıyor.” Baker, İsrail’in yerleşim inadından o denli bezmiş ki, Beyaz Saray santralının numarasını verip İsraillilere de kamuoyu önünde “Barış hakkında ciddi olduğunuzda bizi arayın” demiş.

* 12 Eylül 1991’de Başkan George Bush Sr. İsrail’in 10 milyar dolarlık kredi garantisi talebine koyduğu vetoyu, Kongre’nin iki kanadından kafi destek sağlayarak geçersiz kılan AIPAC’a o kadar kızmış ki, kameralar önüne çıkıp, “Birtakım kudretli güçlerle karşı karşıyayım. Hill’de (Capitol) 1000 kadar lobiciye çalıştılar. Bizim bir zavallı adamımız vardı” demiş. Sonuç Yahudi seçmenler, 92 seçiminde Bush’dan yüz çevirdi.

Yakın dönemde tanıklık ettiğimiz vakıa, hatırlarsınız, Ocak 2009’da henüz Obama yemin etmemişken, İsrail’in Gazze saldırısında yaşandı. Dönemin Dışişleri Bakanı Condi Rice’ın BM’den ateşkes tasarısı çıksın diye uğraşmasına kızan İsrail Başbakanı Ehud Olmert, telefona sarılıp “Bana Bush’u bağlayın” talimatıyla ABD’nin oyunu aleyhe çevirtti. Bunu da ballandıra ballandıra basına anlattı.

“E, Obama başka” diyenlere, başkan adaylığına destek için AIPAC’ta yaptığı ve Kudüs’ü ‘İsrail’in ebedi ve bölünmez başkenti’ gördüğünü beyan eden konuşmasını anımsatmak isterim. Üşenmeyecek ilgili zevat, Obama’nın lobi karşısındaki pozisyonlarını ‘Obama’daki değişim’ (09.06.2008); ‘İsrail ne derse o olur’ (28.09.2009) başlıklı yazılarımda bulabilir. Yani üzgünüm, ama bu ‘kriz’ meselesi Amerikan başkanlarını aşıyor.

Radikal

23 Mart 2010 19:38Kudüs Bizim Nedeni İse..
İsrail Başbakanı Netanyahu ABD'ye meydan okuyarak Kudüs'ün ebedi başkentleri olduğunu söyledi.. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

İsrail'in ABD'deki en etkin lobi grubu Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nde (AIPAC) yüzlerce Kongre üyesinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 8 bin kişiye konuşan Netanyahu, Doğu Kudüs'te inşa ettikleri mahallelerin kentin ayrılmaz bir parçası olduğunu öne sürdü. Netanyahu Doğu Kudüs'teki inşaatların müstakbel Filistin devletinin önünde bir engel teşkil etmediğini de iddia etti.

Yahudi kaynaklarına göre M.Ö 1.000 yıllarında aynı zamanda kral olan Hz Davut tarafından inşa edilen Kudüs, oğlu Hz Süleyman zamanında en görkemli günlerini yaşadı ve günümüzde Mescid-i Aksa'nın bulunduğu bölgede büyük bir mabet inşa etti. M.Ö 586 yılında Babillerin kenti ele geçirmesi ve mabetle birlikte kenti de yerle bir etmeleri sonucu Yahudilerin parlak dönemleri de sona erdi.

İsrail son yıllarda yaptığı kazılarla Kudüs ve bölgenin Yahudi kimliğini ispatlayarak bölgedeki varlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak Filistinliler, aşırı Yahudi grupların kazıları bahane ederek Mescid-i Aksa'yı yıkmak istediklerini öne sürüyor.

Bu aybaşında bölgeye gelen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Filistin ve İsrail arasında dolaylı görüşmeleri başlatmayı planlamış, ancak aynı sırada İsrail Doğu Kudüs'te 1600 konutluk yeni bir projeyi duyurmuştu. ABD Dışişleri Bakanlığı kararın ABD'yi küçük düşürdüğünü öne sürmüş, ancak daha sonra başta ABD Başkanı Barack Obama olmak üzere ABD'li yetkililer arka arkaya İsrail'e sıcak mesajlar vermeye başlamıştı.
Ancak Batı basını tarafından ABD ve İsrail arasında son yılların en büyük krizi olarak adlandırılan gelişmelerin arasında Washington'a giden Netanyahu, İsrail'in Doğu Kudüs politikasında herhangi bir değişime gitmeyeceğinin mesajlarını verdi.

Doğu Kudüs'ün herhangi bir barış anlaşmasında da İsrail'in parçası olmaya devam edeceğini öne süren Netanyahu inşaat faaliyetlerinin iki devletli bir çözüm olasılığını hiçbir şekilde engellemediğini de iddia etti ve Kudüs'ün herhangi bir bölgesinde inşaat yapmaya hakları olduğunu savundu.

Tüm İsrail hükümetlerinin 1967 yılından beri kentin "Yahudi mahallelerinde" inşaat faaliyetinde bulunduğunu, bunu herkesin bildiğini ileri süren Netanyahu, "Amerikalılar, Avrupalılar, İsrailliler, Filistinliler, herkes biliyor ki bu mahalleler herhangi bir barış anlaşmasında İsrail'in parçası olacak. Dolayısıyla, buraların inşası hiçbir şekilde iki devletli çözüm olasılığını engellemiyor." diye konuştu.

Aynı toplantıda bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İsrail'in Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki yerleşim politikasını eleştirerek, bu tip faaliyetlerin Filistinlilerle barış görüşmelerini tehlikeye attığı uyarısında bulunmuştu. Ancak başta Clinton olmak üzere Amerikalı yetkililerin sık sık yerleşim birimi inşaatları konusundaki uyarılarını 'dostça' olarak ifade etmesi, ABD'nin İsrail üzerinde gerçekten bir baskı oluşturup oluşturmadığı yönünde şüpheler meydana getiriyor
aktifhaber

İbrahim Karagül
Tepemizde suikast uçakları dolaşıyor

Dubai'den Budapeşte'ye uzanan, önümüzdeki günlerde başka bölgelerde de görebileceğimiz suikastler, bir gün Türkiye'yi de vurur mu? Vurabilir! Lübnan'dan Pakistan'a kadar yayılan, bir koalisyon operasyonu olan Büyük Ortadoğu Suikastleri yerini, İsrail merkezli, İsrail'in Hamas, Hizbullah ve İran önceliklerine göre planlanan yeni suikast dalgasına terk ediyor.

3 Şubat'ta yapılan, "Bu toplantı hiç de hayra alamet değil" başlığı altında bir toplantıya dikkat çekmiştim. CIA Başkanı Leon Panitta ve üst düzey yöneticilerle Mossad Başkanı ve tepe yöneticiler arasında İsrail'de yapılan bir gizli toplantıda, İran'a, Suriye'ye, Hizbullah'a ve Hamas'a karşı alınacak "önlemler" tartışıldı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile Savunma Bakanı Ehud Barak'ın da katılımıyla yeni suikast dalgasının seyri belirlendi. İranlı nükleer fizikçilerin ve Duabi'de Hamas askeri yöneticisinin öldürülmesinden sonra yapılan değerlendirme toplantısının "endişe ettiğimiz suikast politikasının yeniden başlatıldığına" işaret ettiğini vurgulamış, "Böyle ülke ülke dolaşıp insan öldüren kaç tane daha tim var?" diye sormuştuk.

Başka suikast timleri de varmış. Bu timlerden biri Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de Hamas'a mali destek sağladığı iddia edilen bir Suriye vatandaşını gün ortasında öldürdü. Çantasında bulunduğu iddia edilen 500 bin euroyu da alıp kayıplara karıştı. Macar yönetimi saldırıyı gasp olarak kayıtlara geçti ama büyük bir skandalın patlamasını önleyemedi. Suikast sırasında iki İsrail uçağının havada güvenlik sağladığı ortaya çıktı. Dünyanın her yerinden işkence merkezlerine esir kaçırmakta kullanılan Gulfstream tipi iki uçak, Türkiye, Bulgaristan ve Romanya hava sahalarını kullanarak suikaste katılmıştı.

Uçakların bu ülke hava sahalarını kullanması büyük bir skandal. Macaristan'ı karıştıran bu ihlalle ilgili Türkiye hemen açıklama yayınladı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Dışişleri Bakanlığı'nın talepleri doğrultusunda iki İsrail uçağına 17 Mart 2010 tarihinde üst uçuş izninin, yakıt ikmali yapmaması, elektronik teçhizat bulundurmaması gibi, bazı şartlarla verildiğini açıkladı. Bir saati aşkın süre Türk hava sahasında uçan suikast uçakları, elektronik izleme aygıtları taşıyor olmalı ki, Budapeşte üstünde suikastçilere izleme/güvenlik sağladı.

2007'de Türkiye hava sahasını kullanılarak Suriye'ye saldıran, yakıt tanklarını Türkiye topraklarına atan, bölgesel krize neden olan ve sınır ötesi örtülü operasyonlar ve suikastler yapan İsrail'e uçuş izni verilirken çok daha hassas olunması gerekiyordu. Macaristan, uçakların diplomatik görevle geldiğini söylüyor. Ya Macar yönetimi yalan söylüyor ya da İsrail onları kandırdı. Aynı durum, Türkiye için de geçerli. Eğer izin gerekçesi böyleyse İsrail Türkiye'ye yanlış bildirimde bulunmuş demektir. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; İsrail'in; Türk hava sahasını kullanarak üçüncü bir ülkeye saldırmasının cevabının çok sert olacağı açıklamasını burada hatırlatmakta fayda var.

Aslında söz edilmeyen bir skandal daha var bu olayda. Dubai'deki suikastte, Avrupa ülkelerinin pasaportlarını kullanan Mossad suikastçileri, Budapeşte'de hangi ülke vatandaşı olarak suikast yaptılar? Hatırlayalım: Bizzat Başbakan Benjamin Netanyahu'nun talimatıyla, İngiltere, İrlanda, Almanya, Fransa pasaportları taşıyan on bir kişilik Mossad timi Dubai'ye gitmiş, 20 Ocak'ta, Hamas mensubu bir kişiyi öldürmüştü.

Günlerce tartışıldı, göstermelik tepkiler verildi, bu kişilerin görüntüleri yayınlandı ama hiçbiri bulunamadı! Daha sonra İsrail istihbaratının Batılı ülke pasaportlarını kopyaladığı, diplomatik pasaportlarla suikast yaptığı, adeta bir pasaport darphanesine sahip olduğu ortaya çıktı.

O zamanlar, "İsrailli suikastçiler Türkiye pasaportu kullanarak cinayet işlerse ne yapacağız" diye sormuştuk. Bu hâlâ mümkün. Henüz Türkiye pasaportları kullanmadılar ya da kullandılar da ortaya çıkmadı ama Türk hava sahasını kullanarak suikastler işlediler. Daha ne yapsınlar, bu ülkenin hava sahasını kullanarak bir başka ülkeye bile saldıran İsrail'e hâlâ şaibeli uçuşlar için izin veriyorsak başımıza daha çok şey gelecek demektir.

Yakın gelecekte benzer bir operasyon, İran'a karşı yapılırsa, Türkiye bir şekilde bu amaçla kullanılırsa, ya da Türkiye'de bir başka hedefe benzer saldırılar gerçekleşirse kimse şaşırmasın. Bu, yabana atılır bir ihtimal değil çünkü...

Yenişafak

12 Nisan 2010 17:22
İsrail'in "Kitlesel Sürgün" Planı
İsrail ordusu, Batı Şeria’daki onbinlerce Filistinlinin sınırdışı edilmesine imkan verecek düzenlemeyi uygulamaya geçiriyor

İsrail ordusu, Batı Şeria’daki onbinlerce Filistinlinin sınırdışı edilmesi ya da ağır hapis cezaları almasına imkan verecek düzenlemeyi uygulamaya geçiriyor

• İsrail ordusu, yasadışı girişleri önlemek amacıyla hazırlanan düzenlemeyi bu hafta hayata geçirmeye hazırlanıyor. Haaretz, yeni uygulamayla Batı Şeria’da onbinlerce Filistinlinin sınırdışı edilmesi ya da 7 yıla kadar hapis cezasıyla mahkum edilmelerinin önünün açılacağını belirtti. Yapılan düzenlemeyle Batı Şeria’ya yasadışı olarak giren herkes bölgeye ‘sızan’ kişiler olarak tanımlanııyor.

GAZZE’DE SUÇLAR SORUŞTURULMADI

Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü, Gazze’de 2008 sonundaki İsrail operasyonu sırasındaki insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak “ne İsrail’in, ne de Hamas’ın gerekenleri yaptığını” belirtti. İsrail askerlerinin orantısız güç kullanarak yüzlerce sivili öldürdüğüne işaret edilen raporda, bazı durumlarda kasıtlı olarak çok ciddi savaş suçları işlediği belirtildi.

Gazze doğumlular sınırdışı edilecek

İsrail’in yeni uygulaması ile ilk aşamada Gazze doğumlular, Batı Şeria’da doğmuş ancak oturum izinlerini kaybetmiş kişiler ile Filistinlilerin yabancı eşleri hedef alınacak.
aktifhaber

Yahudiler ve Ermeniler elçiliğimize yürüdü
23 Nisan 2010

İsrail'deki Ermeni toplumu üyelerinden bazılarıyla Yahudi öğrencilerden oluşan bir grup, Tel Aviv'deki Türk Büyükelçiliği önünde akşam saatlerinde Türkiye'yi protesto gösterisi düzenledi.

Grup, büyükelçiliğin önünden geçen ana caddenin karşı kaldırımında toplanarak, İsrail bayrakları ve İbranice yazılı pankartlarla gösteri yaptı.

Göstericiler, Türkiye aleyhine konuşmalar yaptı ve sloganlar attı.

haber101

Hakan Albayrak
İHH elemanı İzzet Şahin İsrail zindanında

Kudüs Üniversitesi'nde İbranice öğrenimi gören İHH İnsani Yardım Vakfı elemanı İzzet Şahin, Batı Şeria'daki bir kontrol noktasında İsrail askerleri tarafından gözaltına alındı. Yarın (Salı) mahkemeye çıkarılacakmış.

Resmi suçlamanın tam olarak ne olduğunu henüz bilmiyoruz. İsrailliler "güvenlik kurallarının ihlâli"nden söz ediyorlar. Ne ihlâli? Nasıl ihlâl? Belli değil.

Asıl mesele, İHH'nın Gazze'ye deniz yoluyla yardım projesi olsa gerek. İsrail basını bu projeyi "İsrail'e meydan okumak" diye nitelendirmişti. İzzet Şahin'i gözaltına alarak bir nevi misilleme yapıyorlar. Yahut, İHH'ya ve İHH üzerinden Türkiye'ye gözdağı vermeye çalışıyorlar.

İstanbul'un ortasında bile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını gözaltına almaya kalkışabilen İsraillilerin bu 'operasyon'u hiç şaşırtıcı değil. Gereken tepki gösterilmezse, vatandaşlarımızı itip kakmayı alışkanlık haline getireceklerdir. İzzet Şahin için devreye giren Dışişleri Bakanlığımız "Suçlama nedir?" diye sormakla yetinmeyip, İsraillilerin verdiği kifayetsiz cevapları elinin tersiyle itmeli ve "Vatandaşımızı derhal serbest bırakın!" diye gürlemeli.

İzzet Şahin'in yarınki duruşmada serbest bırakılacağını umuyoruz. Serbest bırakılmadığı takdirde İsrail'in en üst seviyede ve en üst perdeden protesto edilmesi, protestoyla de yetinilmeyip İsrail'e karşı somut yaptırımların uygulanması gerekecektir.
Yeni Şafak

Hakan Albayrak
Burası İstanbul, Telaviv değil!

Haberi okumuşsunuzudur. Henüz okumadıysanız şimdi okuyun:

"İsrail'in İstanbul Başkonsolosluğu'na bağlı korumalar Beşiktaş'ta üç gazeteciyi gözaltına almaya kalkıştı. Levent Polis Merkezi'nin 10 metre yanında bulunan Beşiktaş Belediyesi'ne ait çocuk parkında görev araçlarını bekleyen gazeteciler, yanlarına yaklaşan telsizli üç kişinin kimlik sorgusuyla karşılaştı. Gazeteciler de 'Siz kimsiniz, neden kimlik soruyorsunuz?' diye sorunca tartışma büyüdü ve İsrailli korumalarla gazeteciler arasında arbede çıktı.

Olay yerine çağırılan polis tarafından gözaltına alınan üç kişiden birisi Türk, diğer ikisi ise İsrail vatandaşı çıktı. Diplomatik pasaportlarını göstererek gözaltına alınmalarının krize yol açacağı tehdidinde bulunan İsrailli görevliler ve Türk arkadaşları, detaylı inceleme için Vatan Caddesi'nde bulunan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Parkta benzer olayların sıkça yaşandığına dikkat çeken gazeteci Göktan Bedük, 'Polis merkezinin 10 metre yanında bizi gözaltına alacaklardı. Bu cesareti nereden buluyorlar? Bunu anlamak ve kabul etmek mümkün değil' diye konuştu.

Olaya tanık olan Haberciler Derneği Başkan Yardımcısı Burak Esremiz ise, aynı olayın kısa bir süre önce kendi başına geldiğini belirterek şunları söyledi: 'Bundan bir kaç ay önce işyerime yürürken kaldırıma yanlış park edilmiş arabaları gördüm ve telefonumun kamerasıyla parketmiş arabaları çektim. Çalıştığım Show TV binasına girmek üzere iken arkamdan yaklaşan telsizli bir kişi kolumdan sertçe tutarak İngilizce ne yaptığımı sordu... Ben şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışırken beni gözaltına almaya kalktı. Ben telsizinden İbranice konuşmalar duyunca kendisinin İsrail Konsolosluk görevlisi olduğunu anladım ve 'Bana burada kimlik soramazsın elini hemen çek' dedim. Tam beni tartaklamaya başlayacakken İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden orada görev yapan ve beni tanıyan bir polis gelerek bana yardımcı oldu. Olayın kişisel olduğunu düşündüğüm için şikayetçi olmamıştım. Ancak bugün meydana gelen ve tanık olduğum olaydan anladığım kadarıyla İsrailli güvenlik görevlileri Türkiye topraklarında hiçbir yasal düzenlemede olmadığı halde bu davranışı sürdürüyorlar."

Bakar mısınız İsraillilerin küstahlığına?

Yeni yutulur şey değil...

Tahkikatın sonucunu merakla bekliyorum.

Vatandaşlarının şerefini-haysiyetini dünyanın öbür ucunda bile koruması gereken devlet, İstanbul'un göbeğinde Türk vatandaşlarını tartaklamaya cüret eden İsraillilerin inanılmaz küstahlığını sineye çekerse büyük rezalet olur.

Bu adamlar derhal "Persona Non Grata" (istenmeyen adam) ilan edilip Türkiye'den kovulmalı.
Yeni Şafak

08 Mayıs 2010
İsrail'in Nükleer Kapasitesi IAEA'de
İsrail'in yürüttüğü söylenen gizli nükleer faaliyetlerinin ilk kez IAEA haziran ayındaki toplantısında gündeme gelebileceği belirtiliyor.

Bugüne kadar çok tartışıldı ancak bir türli belgelenemedi. İsrail'in yürüttüğü söylenen gizli nükleer faaliyetlerinin ilk kez Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (IAEA) haziran ayındaki toplantısında gündeme gelebileceği belirtiliyor. Associated Press (AP) haber ajansının ulaştığı belgelere göre, "İsrail'in nükleer kapasitesi" haziran gündeminde 8. madde de tartışılacak.

Toplantının gündeminde, toplantının başlayacağı tarihe kadar değişiklikler yapılabileceği gelen bilgiler arasında, ancak bir değişiklik öngörülmemesi durumunda kurum 52 yıllık tarihinde ilk kez, İsrail'in nükleer meselesini gündeme alacak.

Kurul üyesi bir ülkenin üst düzey bir diplomatı, maddenin Arapların isteği üzerine dahil edildiğini belirtti.
aktifhaber

Hakan Albayrak:
İsrail'in İHH'ya savurduğu tehditler ve 'rehine krizi'

İHH ve partnerlerinin yardım gemileri Gazze'ye 40 mil yaklaştığı takdirde, İsrail savaş gemileri ateş açabilirlermiş! Ateş açılmasa bile, gemiler hücum botlarıyla bir İsrail limanına çekilip, yardım gönüllüleri sorgudan geçirilebilirmiş! Neye istinaden? Uluslararası hukuka istinaden!

Yüzsüzlüğün bu kadarı ancak İsrail'de olabilir. Uluslararası hukukun içine tükürüp duruyorlar, ondan sonra da hiç utanmadan "Uluslararası hukukun İsrail'e verdiği yetki"den dem vuruyorlar.

Doğu Kudüs'ü ilhak etmeleri ve "Bölünmez Kudüs bizim ebedi başkentimiz" deyip durmaları uluslararası hukukun ihlalidir. İşgal topraklarında (Batı Şeria) sivil bayındırlık faaliyetlerinde bulunmaları ve bu topraklara nüfus transfer etmeleri uluslararası hukukun ihlalidir. Sivil hedefleri vurmaları, Gazze'de çoluk-çocuk katletmeleri uluslararası hukukun ihlalidir. Fosfor bombaları kullanmaları uluslararası hukukun ihlalidir. Nezarethanelerinde ve hapishanelerinde Filistinlileri işkenceden geçirmeleri uluslararası hukukun ihlalidir... Uluslararası Toplum bunları sorun olarak görmeyecek, ama insani yardım yüklü gemilerin uluslararası sulardan geçip Gazze sularına girmesini ve Gazze limanına yanaşmasını "İsrail bu bölgeyi güvenlik bölgesi ilan etti" diye sorun olarak görecek, öyle mi? Niye ki? Uluslararası Toplum, İsrail'in vahşi keyfinin kâhyası mı? İsrailliler Gazze halkına ambargo yoluyla acı çektirmekten hoşlanıyorlar diye, Uluslararası Toplum, yardım gemilerinin vurulmasına ve yahut yardım gönüllülerinin tutuklanmasına seyirci mi kalacak?

Gazze açıkları ne İsrail'e ne de Mısır'a ait. İnsani yardım yüklü gemilerin o sulara girmesini engellemenin hiçbir makul izahı yoktur ve olamaz. İsrail'in "Gemileri vurabiliriz, yardım gönüllülerini derdest edebiliriz" gibi tehditlerini Uluslararası Toplum ve her şeyden evvel Türkiye Cumhuriyeti olarak sineye çekmenin de makul bir izahı yoktur ve olamaz.

Gemilerin yükleriyle ilgili bir tereddüt varsa, buyursun, Uluslararası Toplum gözlemci göndersin, gemilerin yüklerini incelesin, yardımların Gazze'de nasıl kullanıldığına (mesela inşaat malzemelerinin askeri amaçlarla kullanılıp kullanılmadığına) baksın; sorun değil. Sorun sadece İsrail'in gaddarlığı ve küstahlığı.

Gaddarlık ve küstahlık deyince...

İsrail, Kudüs'te İbranice dersleri almak ve Filistinli insani yardım gönüllüleriyle temas kurmaktan başka suçu (!) olmayan İHH elemanı İzzet Şahin'i hâlâ gözaltında tutuyor. "Bugün-yarın duruşmaya çıkarılıp salıverilecek" derken 12 gün geçti. Artık bunun Gazze'ye yardım filosu kampanyasını durdurmaya yönelik bir 'rehine operasyonu' olduğunu, İzzet Şahin'in şantaj aracı olarak kullanıldığını düşünmeye başladık. Halk ve devlet İsrail'e gerekli tepkiyi göstermezse 'rehineler' çoğalabilir.

Yeni Şafak

İSRAİL TAKSİM'DE PROTESTO EDİLDİ

16 Mayıs 2010 00:30
Beyoğlu'nda toplanan çeşitli sivil toplum örgütü ve siyasi parti mensubu grup, İsrail'in kuruluş yıldönümünü protesto etti.
Çevik Kuvvet polisinin geniş güvenlik önlemi aldığı eylem basın açıklamasının ardından olaysız sona erdi.
Aralarında Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği (FHDD), Türkiye Birleşik İşçi Partisi (TBİP), Sosyalist Parti (SP) ve Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP) gibi sivil toplum örgütü ve siyasi partiye mensup temsilcilerin yer aldığı grup, akşam saat 19.00'da Taksim Meydanı'nda toplandı.

Grup, 'felaket günü' olarak nitelendirdikleri İsrail'in kuruluş yıldönümünü protesto etti.

Eylemciler, 'Kahrolsun İsrail, Kahrolsun ABD Emperyalizmi', 'Katil ABD Ortadoğu'dan defol' ve 'Yaşasın özgür Filistin, Yaşasın özgür Ortadoğu' yazılı pankart ve döviz taşıyıp slogan attı.

Grup adına açıklama yapan Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği Sözcüsü Selim Sezer, yıllardır savaş ve acıyı aynı anda yaşayan Filistinlilerin kalıcı bir barışı fazlasıyla hak ettiğini belirtti. Sezer, "Ancak bu barış, adil temeller üzerine kurulu olmalıdır. El Fetih dışındaki tüm Filistinli örgütlerin karşı çıktığı 'Barış Planı', Gazze'deki insanlık dışı koşulları gündemine almıyor. Bu, aynı zamanda Kudüs'ün statüsünü belirsiz bırakıyor, yasa dışı yerleşim merkezleri ve işgali oluşturuyor." dedi.

Sezer, İsrail cezaevlerinde bulunan 10 binin üzerindeki Filistinli tutukluların da serbest bırakılması çağrısında bulundu.

Eylem sırasında Çevik Kuvvet polisi de geniş güvenlik önlemi aldı. Grup, basın açıklamasının ardından olaysız dağıldı haber10

YAHUDİ AYDINLARDAN DESTEK GELDİ

28 Mayıs 2010 23:10
‘Rotamız Filistin yükümüz insani yardım’ sloganıyla yola çıkan IHH gemisi dün akşam saatlerinde Antalya limanından yola çıkmıştı. İsrail Devleti, Filistin’e insanı yardım götürecek gemiyi engellemek için sürekli tansiyonu yükselten açıklamalar yaparken, Haber10 olarak İsrail’in bu tavrını Yahudi aydınlara ve Siyonizm karşıtı Yahudi organizasyonlara sorduk.
İşte dünyanın önde gelen Yahudi aydınlarından olan Noam Chomsky ve Immanuel Wallerstein'in Siyonist İsrail devletini protesto eden ve yardım gemisine destek veren açıklamarı ve anti-siyonist Yahudilerin dünya kamuoyuna söyledikleri;

Noam Chomsky: İsrail devleti uzun yıllardır Filistin topraklarını işgal etmiş durumda. Tüm dünyanın gözü önünde süren bu vahşete karşını sesini yükseltmek herkesin en büyük insani sorumluluğu. Bu yüzden Filistin halkına ulaştırılacak her türlü yardım hareketini gönülden destekliyor ve başarılar diliyorum.

Immanuel Wallerstein: 1948’de kurulan İsrail’in temel stratejisi hedef peşinde koşarken iki şeye güvenmek oldu: Bunlarda ilki güçlü bir ordu, diğeri ise güçlü bir dış destek. Ancak İsrail’in tüm bu seneler boyunca sürdürdüğü politikalar karşısında sahip olduğu dış destek günden güne zayıflamaya başladı. Filistin halkına uyguladığı vahşet nedeniyle dünyanın pek çok yerinden duyarlı insanların nefretini kazandı. Bunun önemi çok büyük ve İsrail’e karşı yükselen toplumsal muhalefetin durmadan yükselerek devam etmesi gerekiyor. Filistin halkının yalnız olmadığının bilinmesi ve her türlü insanı yardımın Filistin’e ulaştırılması için ne gerekiyorsa yapılması lazım.

Anti-siyonist Yahudiler adına Haham Yirmiyuhu Cohen: Sizinle daha önce olan görüşmelerimizde de belirttiğimiz gibi Siyonizm gerçek Yahudilik inancından kökten bir kopuş hareketidir. Ve Yahudilere, İsrail devletinin bugün Filistin halkına yaptığı gibi, başka halklara zulmetmesi inancımıza göre yasak ve büyük bir günahtır. İşte bu yüzden Filistin halkına karşı uygulanan ambargoyu tüm kalbimizle lanetliyor ve yardım gemisine sonsuz destek veriyoruz.
haber10

İbrahim Karagül
Eğer o gemideki bir kişinin burnu kanarsa!

Dokuz gemi, on bin ton yardım malzemesi ve yedi yüzün üzerinde yardım gönüllüsü, dün akşam Antalya'dan Gazze'ye hareket etti. Eğer Akdeniz'de bir "kaza", bir aksilik veya öngörülmedik bir gelişme olmazsa filo yarın kuşatma altındaki Gazze açıklarına ulaşacak. Gazze'ye bir şekilde ulaşırsa, dördüncü yılına giren ambargo ilk kez kırılmış olacak.

Türkiye'den İHH'nın öncülük ettiği, İngiltere'den İrlanda'ya, Yunanistan'dan Endonezya'ya, Malezya'ya ve Cezayir'e kadar çok sayıda ülkeden sivil yardım ve barış gönüllüleri ile milletvekillerinin katıldığı bu konvoy; uluslararası sistemin sessiz onayı ile bir milletin bütün haklarının elinden alınmasına, köleleştirilmek istenmesine, ölüme mahkum edilmesine yönelik gördüğümüz en büyük ve etkili sivil girişimdir. İnsanlığı onura, adalete çağıran en cesur girişimdir.

İsrail yönetimi, Türk medyasını da kullanarak, tehditler savurdu. "Gemileri vururuz, ateş açarız, tutuklarız" gibi, kötü şeyler olacak izlenimi verdi. Daha başlamadan gidenlerin iradesini kırmaya çalıştı. Mısır'la birlikte, Türkiye'yi ikna etmeye, filoya engel olmasını sağlamaya çalıştı. "Gazze'de gıda sıkıntısı yok, yardıma ihtiyaç yok" gibi kendisinin bile inanmadığı bir söylemle dünyayı etkilemeye çalıştı. Hiç birisi işe yaramadı. Gidenleri yıldıramadı.

En son "kabine toplantısı"nda komandoların gemilere çıkmasını, operasyonun bizzat Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın yönetmesini, gemidekilerin Ashod'da hazırlanan toplama kampına alınıp sorgulanmasını, Filistinliler'in tutuklanıp yabancıların geri gönderilmesini kararlaştırdı.

Gazze'den 20 mil açığa kadar olan mesafeyi "yasak bölge" ilan etmişler. Bir kere Gazze işgal altında. Bu kararın hukuki bir tarafı yok. İsrail'in o bölgede gemilere müdahale etmesi "korsanlık"tan başka bir şey değil. Çünkü İsrail karasuları ihlal edilmiyor. Gazze yasal olarak, İsrail toprağı değil. Fiili bir durum var, işgal durumu var. Bu bölgede bir kişinin kanının akıtılması, bir başka ülkeye ait gemiye el konulması, askeri operasyon yapılması, o ülkelerle İsrail arasında çok ciddi bir uluslararası hukuk sorunu, diplomatik sorun çıkaracaktır.

İsrail'in o bölgede, kendi egemenlik/hükümranlık yetkisinin bulunmadığı bölgede, bir Türk gemisine, İngiliz gemisine, Yunan gemisine müdahale etmesi bu yüzden büyük bir skandala neden olacak. Hele olası operasyon sırasında bu gemilerden birine ateş açılırsa, biri batarsa, ya da gemilere el konulursa söz konusu ülkelerin müdahil olmaları ya da başka tür bir yaptırım uygulamaları gerekecek.

Daha kötüsünü düşünmek bile istemiyorum. Filodaki yedi yüzün üzerinden insanın tutuklanması, vatandaşı bulunduğu ülkelere yönelik ciddi bir suçtur. Verilecek tepki, kınamaların ötesinde olacaktır, olmalıdır. Bir kişinin canına kastedilmesi, İsrail'in daha önce pilajda oynayan çocukları bombalaması örneklerinde olduğu gibi, ölçüsüz şiddet kullanılması, Türkiye'nin İsrail'le diplomatik ilişkilerini sorgulamasına kadar varacaktır.

"Kabine koplantısı"nda umarım bu sonuçları da tartışmışlardır. İsrail bilmelidir ki, bu sefer karşılarında savunmasız, dünyanın sahip çıkmadığı, insafsızca ve sistematik bir şekilde yaşam hakları ellerinden alınan, yok edilen Filistinliler yok. Sahipsiz insanlar yok. Gazze'ye gidenler, arkalarında güçlü devletler, milyonlarca insan desteğiyle gidiyor. Onlara verilecek zararın bedeli çok ağır olacaktır.

Filo Gazze'ye varırsa büyük bir zafer olacak. Dünyanın gördüğü en ciddi sivil girişimlerden biri olarak tarihe geçecek. Ambargo anlamsız kalacak. Gemilere el konulursa yine ambargo ağır yara alacak. Gemiler o bölgeye yaklaşamazlarsa bile, bugün itibariyle girişim amacına ulaşmıştır. Haftalardır İsrail'i en çok korkutan, endişelendiren, toplantı üstüne toplantı yaptıran girişim, başarıya ulaşmıştır. Lübnan'a, Filistin'e, Suriye'ye hatta İran'a saldırılardan dem vuran İsrail'in bu sivil girişim karşısında yaşadığı sıkıntıları gördük. Bu filonun Gazze'yle ulaşması engellenirse, insanlık daha büyük bir filoyla, belki yüz gemilik bir filoyla Gazze'ye girmek için yeniden harekete geçecektir.

Korkum, daha Gazze açıklarına varamadan bazı "aksiliklerin" meydana gelmesi. Umarız böyle bir şey olmaz. Bölgede, yarın akşam, bir trajedi yaşanırsa, İsrail'in hiç ummadığı tepkiler bir anda ortaya çıkabilir. Durum, ciddi bir çatışmanın patlak vermesine bile neden olabilir.

Asla egemenlik hakkı bulunmayan bir bölgeye, denize İsrail'in müdahale yetkisi yok, olamaz da. Siz ne hakla Filistin karasularında korsanlık yapabilirsiniz?

Dua edelim, o gemilere bir şey olmasın. O yolculardan birinin bile burnu kanamasın...

Yeni Şafak

31 Mayıs 2010
İsrail Askeri Bayrağımızı İndirdi

Konvoya düzenlenen kanlı saldırının ardından Filistinliler, ellerinde Türk bayraklarıyla birlikte sokaklara döküldü.

İsrail'in uluslararası sularda Gazze'ye yardım götüren konvoya düzenlediği kanlı saldırının ardından Filistinliler, yoğun protesto gösterine başladı.

Çok sayıda kişi ellerindeki Türk bayraklarıyla birlikte sokaklara döküldü.

Bu arada sınıra asılan Türk bayrağı dikkat çekti. Filistinlilerin sınıra astığı Türk bayrağı, İsrailli askerler tarafından indirildi.

Gazze limanı bayrak ve pankartlarla dolduruldu

Geminin yanaşmasının planlanlandığı Gazze limanı bölgesinde Türkiye ağırlıklı bayraklar dikkat çekiyor. Limanda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın resminin yer aldığı, Türkçe ve İngilizce, "Özgürlük filosu kahramanları, hoşgeldiniz" yazan pankartlar asılmıştı.

Lübnan sokaklara döküldü

Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yüzlerce kişi, İsrail’in, Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırmasını protesto etti.

Lübnanlı, Filistinli ve Türklerden oluşan grup, BM binası önünde düzenlediği gösteride İsrail’i lanetledi, Türkiye’yi öven sloganlar attı.

Yaklaşık bir saat süren protesto gösterinde dev Türk bayrağı açıldı.

Bu arada konvoydaki Lübnan sorumlusunun yaralılar arasında olduğu belirtiliyor.

Aktifhaber

Dünyanın en tehlikeli terör devleti İsrail
Mehmet Veysi MALKOÇ
mehmetveysi.malkoc@mynet.com

Şu anda dünyanın en tehlikeli devleti kesinlikle İsrail terör devletidir. Zira bu ülkenin temeli kan gözyaşı ve zulüm üzerine şekillenmiştir. İsrail kendi varlığı için tüm dünyayı ateşe atmaktan çekinmeyecek kadar gözü kara ırkçı bir ideolojiye sahiptir.

Mevcut İsrail’deki Yahudi kavmi hem bir ırk devleti ve hem de “sözde” bir din devletidir. Tahrif edilmiş Tevrat’a göre (Ki orijinal Tevrat’a biz Müslümanlarda iman ediyor ve hak kitap olarak kabul ediyoruz) Yahudi ırkı ve Yahudi dini tüm ırkların ve tüm dinlerin üstünde olup, bütün ırklar ve özellikle Müslümanlar Yahudi milletine hizmet etmek için dünyaya geldiği şeklinde sapık bir inanç taşırlar.

Esasen üstün ırk ve kavim olma inancının temeli “Siyonizm’in” ta kendisidir. Kendi ideolojik ve kavmi varlıklarının bekası için her yol onlar için mubahtır. Hiçbir ahlaki ve insani değer onlar için hiçbir şey ifade etmemektedir. Bunun içindir ki yine en az kendileri kadar tehlikeli haber alma teşkilatlarını (MOSSAD) kurmuşlardır.

Onlar için her şartta Müslüman kanı dökmek hak ve helaldir. Bundan dolayı; en küçük bir tepki ve başkaldırıda misliyle kan dökmekten çekinmemektedirler. Aslında Dünyanın en korkak ve aynı zamanda en alçak kavmi olma özelliğini taşırlar. Zalimlikleri ve sadistçe kan dökmeleri hep bu özelliklerinden gelmektedir.

Aslında inanmasalar da kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerim’deki kendileriyle ilgili sonsuza dek “ lanetlendiklerine” dair ; (Bakara suresi 88.ayet) ilahi emirden haberli olmaları onları daha çok aşağılık kompleksine ve Müslümanlara karşı daha çok kin ve nefrete dayalı saldırganlığa itmektedir.

Dikkat edilirse dünyanın her yerindeki tüm Yahudilerin neredeyse tamamı son derece zengin ve varlıklı durumdadır. Bazı İslam âlimlerine ve fıkhı kitaplara göre bunun özel bir nedeni vardır. Zira yerlerin ve göklerin tartışmasız tek sahibi ve kudreti sonsuz olan Cenab-ı Allah dünya malına zerre kadar değer vermediği için dünyadaki bütün Yahudileri özellikle zengin kılmıştır.

Yine bazı sahih hadislere (Tırmızi ve Buhari) göre; Dünyadaki bütün fitnelerin başı olmaları ve yaptıkları katliamlar nedeniyle gün gelecek bütün Yahudiler yok olacaktır. (Elbette iman edip, İslam’ı seçenler hariç) Hatta öyle bir an gelecek yok olmaktan kurtulmak için kaçacak delik bulamayacaklar ve arkalarındaki saklandıkları ağaçlar ve kayalar dile gelecek ve “gelin arkamda bir Yahudi var” diyerek onları ele verecektir.

Yıllar önce İsrailli bir kadın yazarın kitabını okuyunca tüylerim diken diken olmuş ve son derece iğrenmiştim. Kadın yazar kitabının bir bölümünde aynen şöyle demektedir. Biz İsrailliler gün gelir yok olmaya doğru gidersek hiç çekinmeden ırkımızın devamı için babamızla bile ilişkiye girmekten çekinmeyiz.

İsrail devletinin kuruluşu hilelere, ahlaksızlığa kan ve gözyaşına dayalıdır. Bundan dolayıdır ki; kâğıt üzerinde bir devlet olarak kabul edilse bile bütün Müslümanlar için pratikte gayrimeşru bir devlettir. Yüzyıldır döktükleri kana bakılırsa İsrail devletinin varlığı iki milyar Müslüman’ın kalbine saplanmış bir hançer gibidir.

Bilindiği gibi; Dünyanın çeşitli yerlerinde göçebe hayatı yaşayan Yahudi kavmi bu durumlarına son vermek için yüzyılın başında Siyonizm’in kurucusu Teodor Herzl vasıtasıyla Osmanlı padişahı sultan ikinci Abdülhamit’in (Allah mekânını cennet etsin) yanına gelerek para karşılığı şimdiki Filistin topraklarını satın almak isterler.

Sultan Abdülhamit Han bu ahlaksız teklifi şiddetle ret eder. Ancak Yahudi: bilinen hinliğinden ve kararından vazgeçmeyerek bu teklifinde ısrarcı olur. Bunun üzerine Sultan, bir daha böyle bir teklifte ısrarcı olunması halinde bu teklifi yapanların tümünü idam edeceğini söyleyince kısa bir süre bu emelinden vazgeçerler.

Fakat “Alçaklar güruhu” nihai emellerinden vazgeçmiş değildir. Bunun üzerine Sultan Abdülhamit’e alttan alta diş bilerler ve bazı zengin “Yahudi” bankerler, “ittihat terakki” şebekesiyle işbirliği yaparak ve onlara maddi destek vererek Padişah Abdülhamit’in devrilmesi için mücadele verirler.

Uzunca bir mücadele sonucunda Sultan Abdülhamit, “ittihat terakki” çetesinin ayak oyunları ve alçakça ihanet planlarıyla devrilir. Bu arada “Yahudi” çeteleri ve arkalarındaki zengin “Yahudi” baronları boş durmamıştır. Bu yüzyılın ortalarına doğru şimdiki Filistin topraklarının bir kısmını büyük paralar vererek bazı haysiyetsiz Araplardan satın alırlar.

Satın aldıkları topraklarda boş durmayarak hemen Siyonist çeteler vasıtasıyla komşu Arap ülkelerine saldırmaya başlarlar her defasında kan dökerek bugünkü topraklarının tamamını işgal yoluyla şekillendirirler.

Türkiye’ye ve Türk Milletine diş bilemesinin ve bu bağlamda bugünkü katliamın asıl nedeni geçmişteki işte bu tarihsel gerçeklikler ve Sultan Abdülhamit’in onlara verdiği cevaba dayanmaktadır.

Bugün İsrail’in en korktuğu iki ülke bulunmaktadır. Bunlardan bir Türkiye diğeri de İran’dır. İki de bir İran’ı hedef göstermesi ve nükleer silah bulundurmakla suçlaması hep bu derin korkunun tezahürüdür. Oysa dünyada nükleer silah bulunduran ülkelerin başında bu korsan ve eli kanlı devlet gelmektedir.

Bu kadar tehlikeli kitle imha silahına sahip olduğu halde aynı minvalde İran’ı suçlaması ve bütün dünyayı ayağa kaldırması tipik “Yahudi” cazgırlığının bir başka şeklidir. Ama korkunun ecele faydası olmayacaktır. Eninde sonunda bu devlet döktüğü kanda boğulacak ve mutlaka yeryüzünden silinecektir.

Ben kendi adıma söylemeliyim ki, benim dünyadaki en büyük dileğim ve temennim İsrail terör devletinin bir daha Müslümanlara zarar vermeyecek şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Buna katkı noktasında bir birey olarak gücüm yetmese de dualarım bu yöndedir.

(..)

2 Haziran 2010 habertaraf

Hükümet bu korsanlığı İsrail'in yanına bırakırsa bir daha iktidar yüzü göremez!
Nuh GÖNÜLTAŞ
nuhgonultas@gmail.com

Herkes bu soruyu soruyor.

Günün hatta önümüzdeki dönemin sorusu bu:

Türkiye şimdi ne yapacak?

Türkiye'nin yapması gereken ne?

Bütün bu olup bitenlerden sonra İsrail Ordusu'nun yaptığı katliama nasıl cevap verilecek?

Gazze'ye insani yardım götüren gemilere yapılan İsrail saldırısında Türkler'in ölmesi elbette artık Türkiye'yi kesin taraf yapacaktır.

Türkiye artık hem fiilen hem de resmen Filistin halkının tarafındadır.

Artık İsrail'in Türkiye gibi bir düşmanı var!

Başbakan Vekili Bülent Arınç İsrail'in adını "Korsan Devlet" olarak koydu.

İsrail gemileri Akdeniz'de korsanlık yapıyor.

İsrail aynı zamanda terörist bir devlettir.

Zalimdir İsrail.

Acıması yoktur.

Yahudi'den başka hiçbir tür insana saygısı yoktur.

Dünyadaki tek ırkçı devletin adıdır İsrail.

"Yahudiler bütün insanlardan üstündür" gibi saçma bir ırkçı yapı yönetmektedir İsrail'i.

Bunun için başka milletlerden olanları çok kolaylıkla öldürmektedirler.

Ama aynı zamanda korkaktırlar.

Bunu yaralılara, sedyelerde bile kelepçe vurmalarından görebiliriz.

Çocuk katilidir İsrail Ordusu.

Her türlü katildir.

Tekerlekli sandalyede yaşayan insanları bile füzelerle vuracak kadar gaddardır.

İsrail bugüne kadar Filistin topraklarında cinayetin her türünü işlemiştir.

Bundan sonra duracağına dair hiçbir emare de yoktur!

İsrail gibi bir terörist ülkeyi bölgede Türkiye'den başka durduracak güç de yoktur.

İsrail Ordusu son yaptığı korsanlıkla Türkiye'yi kesinlikle karşısına almıştır.

Türkler Araplar gibi değildir.

Türkiye büyük ülkedir.

Büyüklüğünü de tüm dünyaya göstermelidir, gösterecektir.

Eğer bu korsanlığı Türkiye Hükümeti İsrail'in yanına bırakırsa bu hükümetin ayakta kalması mümkün olmaz.

İsrail asla barış istememektedir. Bunu her defasında göstermiştir.

Çünkü barış İsrail'in amaçlarına hizmet etmez.

Barış olsa İsrail Filistin topraklarında işgali nasıl sürdürecek ki?

Bu yüzden asla barış istemediğini her fırsatta gösteren bir terörist, korsan, zalim, faşist bu ülke, güçten başka bir lisandan asla anlamaz.

Millet Türk savaş gemilerinin İsrail'e doğru şöyle bir salınmasını istiyor.

Suriye limanlarına doğru, Gazze açıklarına doğru gitmeli savaş gemilerimiz.

İsrail'e Akdeniz'de korsanlık yaptırmayacağımızı fiilen göstermeliyiz.

Böylesine büyük bir orduyu ne günler için besliyoruz ki?

İsrail aslında bütün dünyaya düşman bir ülkedir.

Kendi işgalciliğini onaylamayan herkese düşman gözüyle bakmaktadır.

Filistinliler'i ablukaya almış, milyonlarca Müslüman'ın hayat hakkını gasp etmektedir.

Bu ablukayı sürdürmek için de her türlü yasa dışı işi yapmaktadır.

Uluslararası sularda yardım gemilerine gece baskını yapıp oradaki silahsız insanları katil askerleri marifetiyle katleden İsrail'dir.

Karada terörist devlet olan İsrail şimdi de denizde "Korsan Devlet"liğe geçiş yapmıştır.

Türk Hükümeti bunun hesabını soracaktır.

Soramazsa zaten bir daha iktidar yüzü göremez.

Seçimlere de az kalmıştır. Dolayısıyla konsepte uygundur.

Madem "one minute..."

Gösterin o zaman kendinizi!

1 Haziran 2010 Bugün

''İsrail korku devleti, herkesten korkuyorlar''

Gazze'ye insani yardım götüren filoda bulunan 'Gazze' gemisindeki iki mürettebat, İHH Genel Merkezi'nde düzenlenen basın toplantısında baskın anını ve sonrasında yaşadıklarını anlattı. Gemide İHH gönüllüsü olarak bulunduğunu belirten TIR şoförü Mustafa Sancaktutan, yaşadıklarını anlatırken gözleri yaşardı.

Sancaktan, İsrail bir korku devleti, herkesten ve her şeyden korkuyorlar." dedi.

Yardım filosuna katılmak için demir ve çimento yükledikleri Gazze gemisi ile İskenderun'dan yola çıktıklarını aktaran Sancaktan, diğer gemilerle Kıbrıs açıklarında buluştuklarını ve Gazze'ye doğru hareket ettiklerini söyledi. Sancaktan, Gazze'ye 80 mil kaldığı sırada İsrail askeri gemilerinin kendilerini taciz etmeye başladığını belirtti. Sancaktan, "Sabah 04.00 sıralarında Mavi Marmara en önde ve arkalarında biz bu şekilde seyrediyorduk. Hücum botlar ve savaş gemileri devamlı taciz halindeydi. Sabaha doğru zodyaklarla yaklaşık 20 kişi sağımızdan ve solumuzdan geçerek mavi Marmara'ya doğru hareket ettiler. Bizi hiç hedef almadılar. Ben geminin burnundayım olay anında. Olayı seyrediyordum. Zodyaklar gemiye yanaştı. Helikopterler indirme yaptı. İndirme yapmaya başlayınca gemide patlamalar oldu. Geminin arka solundan patlamalar oldu. İlk hedef anladığımız kadarıyla canlı yayın cihazları idi. Sadece bir anons duyduk. Küçük telsizlerimiz vardı. '30 yaralı 1 şehidimiz var' dendi. Geminin içinden anonslar geliyordu gemiye saldırdılar diye. Yaklaşık 1 saat sonra geminin kaptan köşküne camları kırarak saldırdıklarını söylediler. Bülent abinin anonsunu duyduk. Biz açık suya çıktık. Mavi Marmara'da arbede devam ediyordu. Sonra motorlar durdurulmamız istendi. Önce Defne gemisine helikopterle daha sonra bizim gemiye çıktılar. Bütün personeli bir odaya topladılar. Bütün askerler yüzleri maskeli ve silahlı yaklaşık 9 saat bizi gemide beklettiler ve Aşdod limanına indirdiler." diye konuştu.

Zaman zaman duygusal anlar yaşayan Mustafa Sancaktan "Herkesin şunu görmesini isterim. İsrail bir korku devleti, kendinden korkuyor. Gazze abluka altında. İnanın o insanlarda korku değil huzur var. Bizi sınır dışı edecekler 20 kişiyiz. Ancak etrafımızda en az 200 polis var. 20 masaya uğratıyorlar sağınızda solunuzda askerlerle. Allah onlara korkuyu vermiş. Müslümanlardan gerçekten korkuyorlar. Kameralar önünde bize iyi davranıyorlar, su sandviç veriyorlar. Ne zaman işlemlerimiz bitti nezarethaneye götüreceğiz bu sefer aşağılanma başlıyor. Gemide tuvalete gidiyorsunuz kapıyı açıyor. Bu insanlığa ayıp. Bu nasıl mahremiyet. Havaalanında nezarete attılar yemek bile vermediler. 30 saat aç kaldık. Bu sabah bir arkadaş yemek ve su isteyince ısrar edince sandviç türü bir şey verdiler." dedi.

Gemi mürettebatı Uğur Akan ise, "Bizi sürekli aşağıladılar. Sadece kamera önündeyken iyi davranıyor gibi yaptılar. Psikolojik baskı uyguladılar. Başımıza bir şey gelmesin diye itina gösterildi. Görünmeyen kısımlarda tecritte kavga durumuna geldik. Sürekli bizi izlediler. Makine dairesinde çalışırken hep iki asker silahla peşimdeydi.'' dedi.

BASIN MENSUPLARI SERBEST BIRAKILACAK

İHH İnsani Yardım Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Ömer Faruk Korkmaz da İsrail'in tarihi bir hata yaptığını, uluslararası karasularında bulunan gemilere saldırdığını ve suçüstü yakalandığını söyledi.
habertaraf

"Bir dahaki sefere daha sert güç kullanacağız"
1 Haziran 2010
İsrail, masum sivillere karşı giriştiği vahşice saldırıyla ilgili özür dilemek yerine, bir dahaki sefere daha sert şekilde güç kullanacağını açıkladı.

İsrail Gazetesi Jerusalem Post'un üst düzey bir İsrail askeri yetkilisine dayandırarak verdiği haberde, İsrail güvenlik güçlerinin bir dahaki sefere daha sert şiddet uygulayacağını yazdı. Jerusalem Post'un haberine göre; İsrail askeri yetkilisi, "Eğer bu bir savaşsa, bir kez daha ablukayı delme girişimini daha sert bir şekilde önleyeceğiz. Gazze şeridine girmek isteyen kim olursa olsun mutlaka durdurulacaktır." tehdidinde bulundu.

www.habertaraf.com

İsrail basınından ağır eleştiri: Kabinede 7 aptal

1 Haziran 2010
TEL AVİV- İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesi, İsrail hükümetini ve ordusunu Gazze'ye yardım götüren gemilere düzenlediği kanlı saldırı nedeniyle adeta top ateşine tuttu.
Gazetenin baş yazısında, Netanyahu hükümetinin bu sınavı başarıyla veremediği, yapılan operasyonun "Mavi Marmara gemisini 'Filistinli Exodus'u haline getirdiği" ifade edildi.

"İyi eğitim almış bir düzenli ordunun gıda ve ilaç yüklü sivil gemilerden oluşan barış filosuyla mücadeleye kalkıştığında sonucun baştan belli olduğu" kaydedilen yazıda, sorunun "Çatışmayı kim kazanacak" sorunu değil, kimin kamuoyunda puan toplayacağı, kimin anlayış göreceği ve kimin meşru karşılanacağı olduğu belirtildi.

Gazetenin baş yazısında, "Netanyahu hükümeti bu sınavda tam bir başarısızlığa uğramıştır. Bu büyük yenilgi sahipsiz kalamaz. Kimin hesap vermek zorunda kalacağını belirleyecek bir inceleme komitesi kurulmadan İsrail halkı ve İsrail'e dost ülkeleri ikna etmek imkansızdır" görüşü dile getirildi.

"KABİNEDE 7 APTAL"

Gazete yazarlarından Yossi Sarid ise "Kabinede 7 Aptal" başlıklı makalesinde, "Bu sefer sonuç önceden belliydi. Büyük deniz muharebesinin tarihi yaklaştıkça kötü sonuçlar doğacağı netleşmeye başladı" ifadelerini kullandı.

Bu sonuca, "burunlarından ötesini göremeyen 7 bakanın neden olduğunu" yazan Sarid, "Orduyu yönlendiren onlardı. Denizde güçlükle yüzebilen 7 gemi birden bire korkunç bir donanma haline geldi. Elit komando birliğinin, devleti batırmadan bir geminin nasıl ele geçirileceğini, ölüme yol açmadan cop ve bıçak taşıyanları nasıl yeneceğini ve silahlarını nasıl kaptırmayacağını bilmesi gerekirdi. Provokasyonun nasıl etkisiz hale getirileceği düşünülmeliydi" görüşünü dile getirdi.

"Bundan sonra yapılması gerekenin bir soruşturma açılması olduğunu, ancak bunun da bir anlamının kalmamış göründüğünü" belirten Sarid, yorumunda şunları kaydetti:

"Aptallığın sınırı yok ve anlaşılıyor ki bu, bakanlara özel bir imtiyaz. Tabii aptallığın sınırı olmayınca yapılmak isteneni anlayabilmek de imkansız."

"FİLİSTİN'İN EXODUS'U"

Gazetede Ari Şavit imzasıyla yayımlanan "Açık denizde fiyasko" başlıklı yazıda da, "Başbakan Netanyahu ve Savunma Bakanı (Ehud) Barak'ın biraz tarih bilgisi olması gerekiyordu" denilerek, "İngiliz yönetiminin 1947 yılında Exodus gemisindeki Yahudi göçmenlere yaptığı zulüm nedeniyle dünyanın gözünde meşru olmayan bir yönetim haline geldiği" belirtildi.
habertaraf

''Osmanlı güçleri Gazze kıyılarında durduruldu!''

İsrail basını yardım konvoyuna düzenlenen saldırıyla ilgili haber ve yorumlara internet sitelerinde geniş yer verdi.

Sağcı Jerusalem Post gazetesi, İsrail’in saldırının imajına verdiği zararın büyümesini önlemek için zamana karşı yarıştığını belirtirken, operasyona Araplar kadar Avrupalılardan da tepki geldiğini söyledi. İsrail’in yardım gemilerindeki eylemcilerin İsrail askerlerine saldırırken görüldüğü videoları yayımlamakta geç kaldığını yazan gazete “Bir askerin silahının alınıp askerlere çevrildiğini gösteren video varsa, acilen yayımlanması kritik önemde” dedi.

Sol eğilimli Haaretz ise şu yorumu yaptı: “İsrail’in uluslararası alanda kendine verdiği zarar o kadar büyük ki abartılamaz. Bu yılın başında İsrail’in Ankara’nın Büyükelçisi’ni alçak koltukla küçük düşürmesinin ardından Türkiye ile patlak veren kriz, bunun yanında çok önemsiz görünüyor. Saldırı üçüncü bir intifadaya neden olabilir. Geçici sonuçlar: Türkler için kesin zafer” değerlendirilmesi yapıldı.

Yedioth Ahranoth gazetesinden Mordechai Kedar imzası ile yayımlanan makalede ise, ‘Dünyanın geleceği için savaş’ başlığı kullanılarak şu yorum yapıldı: “Savaş Gazze ile ilgili değil, bu radikal İslam ile liberal Batı arasındaki savaştır. Gazze kıyılarında gerçekleşen savaşın Türkiye’nin yönetmeye çalıştığı ve Hamas, Hizbullah, İran’ı kapsayan İslami birlik ile İsrail tarafından temsil edilen liberal Batı eğilimi arasında olduğu açıktır. Bu savaş Ortadoğu’nun geleceğiyle ilgili. Yeniden Ortadoğu’yu yönetmek isteyen Osmanlı İmparatorluğu güçleri, Gazze kıyılarında durduruldu.”

-ARAP BASINI-

Suudi Arap sermayeli El Hayat gazetesi, ''İsrail Özgürlük Filosunu öldürdü, dünya baş kaldırdı'' manşetini kullanırken, İsrail'in davranışını, ''bütün cezalardan uzun zaman kaçtığı için öldürme iştahı kabarmış bir katilin davranışı''na benzetti.

Mısır'da yayımlanan hükümet yanlısı El Ahbar, bağımsız El Düstur ve muhalif El Vafd, saldırıyı ''katliam'' olarak değerlendirirken, bağımsız El Masri El Yom gazetesi, ''Özgürlük kanı Akdeniz'e aktı'' ifadesine yer verdi.

Lübnan'da yayımlanan En Nahar gazetesi, ''Özgürlük Filosu İsrail'i Türklerin kanında boğdu'' manşetini kullanırken, ''Zaten zayıflamış İsrail-Türkiye ilişkileri dönüşü olmayan bir noktaya geldi'' yorumunda bulundu.

Hizbullah cephesine yakın El Ahbar gazetesi de ''(ABD Başkanı Barack) Obama yönetimi İsrail'in suçunu haklı çıkardı, özgürlük kana bulandı'' gibi ifadelerle, ''Şafak katliamı Ankara ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası olacak'' görüşüne yer verdi.

Birleşik Arar Emirlikleri'nde çıkan El Haliç, ''İsrail denizin ortasında özgürlüğü öldürdü'' başlığı altında, ''Kanun dışı bir çete tarafından insanlığa karşı işlenen savaş suçunu'' kınadı.

Dubai hükümetinin El Beyan gazetesi, ''Özgürlük filosuna karşı İsrail devlet terörü'' başlığını kullanırken, ''Birleşmiş Milletler daha ne kadar uluslararası hukukun ihlalini kabul etmeyi ve savaş suçu işlenmesine göz yummayı sürdürecek'' sorusuna yer verdi.

Muhabirlerinden biri gemide bulunan Gulf News gazetesi ise ''Özgürlüğe saldırı'' başlıklı yazısında, ''On yıllardır İsrail katliamlar yapıyor ve bundan sıyrılıyor. İsrail'in terörist hükümetine dünyanın 'yeter' deme zamanı geldi'' yorumuna yer verildi.

Suudi Arabistan'da yayımlanan Arap News, ''Denizde cinayet'' başlıklı yazısında, ''İsrail, uluslararası sularda kanlı korsanlığıyla dünyaya gerçek renklerini yeniden gösterdi'' yorumunda bulundu.

El Riyad gazetesi ''Dünya şokta'' derken, Okaz gazetesi ''İsrail'in Özgürlük Filosuna yaptığı şey, bu varlığın (ülkenin) insanlığa karşı suç işlemekte tereddüt etmeyen bir grup suçlu tarafından yönetildiğini milyonuncu kez kanıtlıyor'' ifadesini kullandı.

Kuveyt'te yayımlanan El Kabas gazetesi de Arap ve Müslümanları ''İsrail'e işlediği suçları için ağır bir bedel ödetmeye'' çağırdı ve bu ülkeyle bütün ilişkilerin kesilmesi çağrısında bulundu.(AFP-HND-MCT)

-DÜNYA BASINI-

İsrail'in dün Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırı düzenleyerek 9 kişiyi öldürmesi, dünya basınında geniş yer buldu. Gazeteler saldırının tüm dünyadan tepki çektiğine dikkat çekerken, İsrail'i yalnızlaştıracağı yorumu da yaptı. Ayrıca İran'a yaptırım uygulanmasının hem BM Güvenlik Konseyi hem de ABD'nin gündeminden uzaklaşmasına yol açacağı öngörüsünde bulunuldu.

New York Times (ABD): İsrail baskını, barış çabalarını ve ABD ilişkilerini zora soktu. İsrail'in ölümcül komando baskını, Başkan Obama'nın Ortadoğu Barış planında ileri gitmesini zorlaştırdı. İsrail ve ABD arasında zaten gergin olan ilişkilere yeni bir gerginlik ekledi. Amerikalı yetkililer sadece baskından değil, beraberinde İsrail'in dünyada yalnızlaşacak olmasından ve İsrail ile Filistin arasındaki doğrudan görüşmelerin başlayacağı bir dönemde zamanlamasından dolayı dehşete düştüler. Bu üzücü olay Gazze ablukasının sürdürülemez olduğunu gösteriyor. Obama yönetimi, Bush gibi ablukayı destekliyor. Ancak Obama'nın Gazze'deki insani durumdan dolayı hüsranını diel getirdiği biliniyor. Ne olursa olsun saldırı, eğer Obama Ortadoğu barış planında ileriye gitmek istiyorsa Gazze konusuyla da ilgilenmesi gerektiğini hatırlattı.

Chicago Tribune (ABD): İsrail, filoya düzenlediği ölümcül saldırıdan dolayı diplomatik ateş fırtınası ile karşı karşıya. Dünya genelindeki protesto gösterilerinde ve liderlerin açıklamalarında İsrail, aşırı güç kullanmakla suçlandı. BM Güvenli Konseyi acil toplanarak saldırıyı kınadı. İsrail ise saldırıdan dolayı kendini savundu ve askerlerinin kendilerini savunduğunu bildirdi. Dünyanın İsrail saldırısına odaklanması, İran'ın nükleer çalışmalarına yoğunlaşan ABD'nin, diplomatik önceliklerinin değişmesine sebep olabilir.

Washington Post (ABD): Saldırının dünya genelinde kınanması, Obama yönetiminin, İsrail ile arasındaki gergin ilişkileri geliştirme çabalarını zorlaştıracak ve İran'a yeni yaptırım girişimleri üzerindeki dikkatleri dağıtacak. İsrail'in her zaman dünyanın dikkatini İran üzerine çekmek istiyor; ancak bu tür olaylarla tüm dikkatleri kendi üzerinde topluyor.Saldırı sadece Hamas'ı güçlendirmekle kalmadı, yeni yaptırım tasarısının tartışıldığı BM Güvenlik Konseyi'nin dikkatinin başka yöne çekerek İran için de kazanç oldu. İsrail'in gemiye saldırısı "yanlış yönlendirilmiş ve kötü uygulanmış" bir hareket, Netanyahu hükümeti için ise "diplomatik fiyasko" oldu.

The Boston Globe (ABD): Kanlı baskından dolayı İsrail'e kınama. İsrail, Gazze'ye yardım götüren filoya düzenlediği ölümcül saldırının ardından uluslar arası kınama ve giderek büyüyen iç sorunlarla karşı karşıya. İsrail'in İslam dünyasındaki en önemli dostu olan Türkiye, saldırının ardından elçisini geri çağırdı, ortak askeri tatbikatları iptal etti. BM Güvenlik konseyi acil toplandı ve İsrail'i kınadı. İsrail'de ise bazı kesimler, Savunma Bakanı Ehud Barak'ın istifasını istiyor. Hükümet, saldırının sonuçlarını iyi öngörememekle suçlanıyor.

Los Angeles Times (ABD): Saldırı, İsrail için bir halkla ilişkiler kabusu oldu. Saldırı, İran'a yeni yaptırımlar için çabalayan ABD'nin bu çabaları üzerindeki dikkatleri dağıtabilir. Uluslararası toplumun ilgisi Gazze'ye kayabilir.

Wall Street Journal (ABD): Filo saldırısı krize yol açtı. Saldırı, İsrail'i İran'a yönelik yaptırımlardan ABD destekli barış görüşmelerine kadar birçok konuda hareket kabiliyetine engel olacak bir diplomatik krizin içine çekti. Saldırı Araplardan tepki çektiği kadar İsrail dostlarının da sert eleştirilerine sebep oldu. Saldırı ayrıca İsrail'in İslam dünyasındaki en önemli dostu Türkiye ile ilişkilerini gerdi. İsrail ile ABD ilişkileri, saldırıdan önce bile yıpranmıştı.

Washington Times (ABD): İsrail baskını, küresel tepkiye yol açtı. Avrupa ve Ortadoğu'da protesto gösterileri düzenlendi. Netanyahu-Obama görüşmesi ertelendi, BM Güvenlik Konseyi kınama kararı aldı.

Guardian (İngiltere): İsrail kanlı saldırının ardından devlet terörü uygulamakla suçlanıyor. İsrail'in oynadığı kumar kendisine çok pahalıya mal olacak. Bunun bedeli, uluslararası alanda daha da yalnızlaşmak ve Orta Doğu'da hayati önem arz eden halkla ilişkiler savaşını kaybetmek olabilir. İsrail'in üzerindeki Gazze ablukasını kaldırma ve Hamas ile temas kurma baskısı artacak. Ancak İsrail'in politikasında pek bir değişiklik olmayacak görünüyor. Eğer Somalili korsanlar dün uluslararası sularda 6 gemiye çıkıp 10 yolcuyu öldürse ve onlarcasını da yaralasa, bugün NATO'ya bağlı bir görev gücü Somali kıyılarına doğru yola çıkmış olurdu. Dün Gazze karasularının dışında, uluslararası sularda olanlar korsanların değil İsrailli komandoların işiydi ve bugün İsrail kıyılarına doğru yol alan NATO gemileri olmayacak. Ama belki de olmalı. Komandolar Filistin yanlısı aktivistlerin ne yapmasını bekliyordu ki? Kendilerini kaptanla köprü üstünde çay içmeye davet etmelerini mi? İsrail'e Gazze ablukasını sona erdirmeli ve Hamas ile temas kurmalı.

Financial Times: (İngiltere) İsrail küresel tepkiyle karşı karşıya. Dünkü olay İsrail'in Türkiye ile ilişkilerini daha da bozmanın yanı sıra, bu ülkenin uluslararası alandaki itibarının daha da zarar görmesine neden olacak. İsrail'in Avrupa ile ilişkileri olumsuz etkilenecek. İsrail, Avrupa hükümetlerinin tepkisinden çok Avrupa kamuoyunun tepkisinden çekiniyor. Bazı İsrailli siyasetçi ve askerler uluslararası hukukun ihlali suçlamasıyla tutuklanmak ya da protesto edilmek korkusuyla zaten Avrupa'ya gitmek istemiyor, dünkü saldırının ardından da Madrid ya da Londra gibi başkentlerde pek de dostane karşılanmayacaklar. Obama, İran üzerindeki baskıyı arttırmak gibi daha önem verdiği konular ile ilgilenmek yerine, İsrail saldırısının yarattığı bu diplomatik krizle uğraşmak zorunda kalacak. İsrail denizde boğuldu ve korsanlık yaptı. Ortadoğu Dörtlüsü ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne "İsrail'e artık çok ileri gittiğinin açıkça söylenmesini" talep ediyoruz.

Times (İngiltere): Açık denizlerde ölüm. İsrail'in yardım gemileriyle ilgili tutumu, Gazze'ye kaçak yollardan silah sokulması endişesinden kaynaklanıyor. İsrail'in bunu engelleme hakkı var; ancak seçilen yöntemin yanlış. Komandoları helikopterden indirerek onları saldırı tehlikesine açık hale getirmek mantıklı mıydı? Türk vatandaşlarını hedef alarak, bir zamanlar yakın siyasi ve askeri ilişkilere sahip olunan Müslüman bir komşuyla ilişkileri daha da bozmak siyasi açıdan zeki bir adım mıydı? Okul çocukları için boya kalemi, hastaneler için ilaç, bombaların yıktığı evlerin tamiri için çimento taşıyan gemileri engellemeye çalışmak halkla ilişkiler açısından iyi bir fikir miydi?

Independent (İngiltere): İsrail'in hücumbot diplomasisi küresel öfkeye neden oldu. İsrail'in müdahalesi Türkiye ile ilişkilere büyük darbe indirdi. Türkiye şu anda Ortadoğu'da, geçmişte olduğundan çok daha hayati bir müttefik. Amerikan askerlerinin daha rahat bir şekilde çekilmesine yardımcı olarak, Irak'ta kritik bir rol üstleniyor. Üstelik Ankara'nın İsrail ile ittifakı, Amerika'nın Orta Doğu politikasının en önemli payandalarından biri olmuştur. Türk Dışişleri Bakanı daha önce, yardım filosuna müdahalenin geri dönülmez sonuçlar doğuracağını söylemişti. Galiba bu diplomatik klişe ilk kez doğru çıkacak. Belki de hepimiz İsrail'in Arapları öldürmesine alıştık. Belki de İsrail Arapları öldürmeye alıştı. Şimdi de Türkleri öldürüyorlar. Ya da Avrupalıları. Son 24 saatte Orta Doğu'da bir şeyler değişti ve İsrailliler -bu katliama verdikleri son derece aptalca tepki düşünüldüğünde- olan biteni kavrayamamış gibi görünüyor. Dünya artık bu zorbalıktan bıktı usandı. Politikacılar sessiz olsa da.

Il Corriere della Sera (İtalya): İsrail operasyonu katliamla sonuçlandı. Türkiye saldırıyı "devlet terörü" olarak nitelendirdi.

La Repubblica (İtalya): Aktivistlerin gemisinde kıyım. İsrail, Gazze'ye giden yardım konvoyuna saldırdı: 9 ölü var. Tüm dünya kınadı. Türk konvoyu geceleyin saldırıya uğradı. Ankara'ya göre bu, devlet terörü. Arap ülkeleri isyanda. Netanyahu orduyu savundu ve Obama'ya yapacağı ziyareti iptal etti

La Stampa (İtalya): Gemiye operasyon, İsrail'e yargılama. Gazze'ye yardım konvoyuna saldırıldı, Türk gemisinde 10 ölü var. 4 İtalyan da gözaltında. Netanyahu-Obama görüşmesi iptal edilirken, BM Güvenlik Konseyi toplandı. AB şiddeti kınarken, İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano da kaygılandığını söyledi.

Il Giornale (İtalya): İsrail ateş etmekle iyi yaptı. Gazze'ye insani yardım götüren barış gönüllülerini teröristlerin arkadaşlarıydı.

Le Soir (Belçika): İsrail ölümcül baskınının ardından hiç olmadığı kadar yalnız. Dünyayı şoke eden saldırının ardından İsrail'in izole edileceği neredeyse kesinleşti. İsrail uluslararası hukuku hiçe saydı, bu baskınla imajını daha da kötüleştirdi ve olanlardan Hamas kârlı çıktı.

La Libre gazetesi (Belçika): İsrail'in bu saldırı nedeniyle alacağı karşılık, ülkede hiç kimseyi memnun etmeyecek. Yahudi devletinin felaket yaşıyor. İsrail, özellikle "yardım filosunun patronu" Türkiye ile ilişkilerini bozduğu için ciddi yaptırımlarla karşılaşacak.

De Standaard (Belçika): Baskın dünyayı şoke etti, Türkiye'nin İsrail'i "terör devleti" olarak tanımladı.

El Pais (İspanya): İsrail, uluslararası yasalara saldırıyor. İsrail'in orantısız bir müdahale yaptığı konusunda herkesin hemfikir. Saldırı, Netanyahu'yu gerçek ve derin bir soruşturma yapmaya zorluyor. İsrail'in uyguladığı şiddet, geleceği daha da kötü bir belirsizliğe sokuyor. İsrail hükümeti sadece, bölgedeki tek müttefiki Türkiye'yi tamamen kaybedip, izole olmakla kalmıyor aynı zamanda başlayan barış görüşmelerinde başa dönüyor. İsrail'in ahmakça suçları, Arap dünyasında da öfke yaratıyor ve Hamas'a oksijen veriyor

El Mundo (İspanya): İsrail'in korsanca saldırışı uluslararası öfke yaratıyor. AB saldırıyı kabul edilemez olarak nitelendirdi ve hemen kınadı, tüm dünyada protesto gösterileri yapıldı, AB, ABD, BM gibi uluslararası komitelerin İsrail'den açıklama istedi.

ABC (İspanya): İsrail'e karşı protesto dalgası. Saldırı uluslararası tansiyonu çok yükseltti.
habertaraf

İsrail hükümeti kan gölünde boğulacak

Aziz ÜSTEL
austel@stargazete.com
2 Haziran 2010

Dünyanın her ülkesi, İsrail’in yarattığı dehşeti yaratabilir! Mazeret beyan etti mi de kulak verenler çıkabilir!

İsrail hariç!

Dünyanın her ülkesi böyle bir vahşetin, korsanlığın,barbarlığın sorumlusu olabilir! Bunu neden ve niçin yaptığı tartışılabilir belki!

İsrail hariç!

Niye mi?

Çünkü İsrail vatandaşları yarım yüz yılı aşkın bir süredir, acıların ve soykırımın simgesi olarak dolaşmıştır bu dünyada!

Batı, Yahudiler bire kırılırken kılını kıpırdatmadığından, İsrail devletinin yaptığı her eylem karşısında sessiz kalmış, onaylamasa bile susmuştur!

Geçen sabaha kadar!

Neden saldırdı aç kurtlar gibi Gazze’ye yardım götüren, otuz üç ulusdan insanla dolu gemilere İsrail askerleri?

Çünkü bu gün İsrail’i aklını yitirmiş, zır deliler yönetiyor da ondan!

Bunu ben söylemiyorum sadece. İsrail basını da, ülkedeki sağduyu sahibi insanlar da Netanyahu ve Libermann’ı “çılgınlıkla,delilikle,manyaklıkla” suçluyor; İsrail’i, yalnızlığa mahkum ettikleri için de lanetliyor! Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “bu bir devler terörüdür!” sözü, bu günkü İsrail hükümetinin aklını nasıl yitirdiğini göstermeye yetiyor.

Televizyonda yayınlanan Mavi Marmara’ya yönelik saldırıları izlediğinizde, İsrail’li komandoların “biz bu gemiye indik; şimdi ne halt edeceğiz?” gibisinden bir şaşkınlık sarmalında olduklarını görüyorsunuz. Bu şaşkınlığın en belirgin yanıysa, silahsız ama yürekleri inanç dolu insanlardan ilk dakikalarda yedikleri sopa! Ondan sonraysa, yumruğa yumrukla karşılık verecek yerde, basıyorlar tetiğe her
korkak, her ödleğin yaptığı g
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Hzr 02, 2010 9:30 pm    Mesaj konusu: İsrail hükümeti kan gölünde boğulacak Alıntıyla Cevap Gönder

İSRAİL ÜRÜNLERİNE BOYKOT ÇAĞRISI
4 Haziran 2010
Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya, Gazze'ye insani yardım götüren gemilere saldıran İsrail'in ürün ve hizmetlerini boykot etme çağrısında bulundu.
Kaya, yaptığı açıklamada, uluslararası sularda gerçekleştirilen saldırının "İsrail'in katil ruhunu ortaya koyduğunu" belirtti. Yaşanan olayın İsrail'in gerçek niyetini ortaya koyduğunu ve "terör devleti olduğunu gösterdiğini" belirten Kaya, şunları kaydetti:

"Tüketiciler Birliği, saldırı sürecinde 'cephane bizden değil' çağrısı ile devlet terörüne destek veren İsrail, ABD ve İngiliz menşeli mallara karşı sürekli boykot çağrısı yapmış, İsrail terörünün devam edebileceğini belirtmiştir.

Yardım konvoyuna yapılan haydutça saldırı, boykot çalışmamızın önemini bir kez daha göstermiştir. Tüketiciler 'Cephane Bizden Değil' kampanyası ile terör devleti İsrail'e en ağır cevabı verecektir.

Türkiye tüketicileri olarak, tüketimden gelen gücümüzü sonuna kadar kullanmalı, hiçbir yaptırımın gösteremeyeceği başarıyı, tüketiciler olarak ekonomik yaptırım yolu ile sağlamalıyız. Kampanyamıza bütün tüketicileri davet ediyor, bunu şuurlu tüketicilerin asli görevlerinden biri olarak addediyoruz."
haber10

İsrail değişmek zorunda!
Deniz Ülke ARIBOĞAN
deniz.ulke@aksam.com.tr

İsrail askerlerinin İHH yardım gemilerine yaptığı hukuk dışı baskının yankıları, bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Uluslararası sularda seyreden sivil ve silahsız bir gemiye 'orantısız güç kullanmak' yoluyla müdahale edilmesinin, siyasi bir bedeli olacaktır kuşkusuz. Bugün itibarıyla 'çıkmaz' denilen karar çıkmış ve BM Güvenlik Konseyi'nden 'kınama kararı' alınmış bulunuyor. Önümüzdeki günlerde uluslararası tepkilerin gelişeceğini ve İsrail'in ciddi bir meşruiyet krizi yaşayacağını söylemek yanlış olmaz.
Bu, halen yönetimde bulunan ve 2009'da Likud lideri Netanyahu önderliğinde kurulan hükümetin, en zor dönemlerinden birine girdiğini de göstermekte. Dışişleri Bakanı koltuğunda K. Kore'nin 'diplomatik embesil' diye tanımladığı, aşırı sağcı 'İsrail Evimiz' Partisi'nden Lieberman'ın bulunduğu koalisyonun çelişkilerini iyice su yüzüne çıkaran son olaylar, İsrail'in iç siyasetinde bir dönüşüm yaratacak gibi. Giderek daha da avamlaşan ve kabalaşan bir siyaset diline sahip olan bu hükümetin, bugüne dek varlığını aklına borçlu olan İsrail Devleti'nin çıkarlarına uygun olmadığı da ortada. Başka kimleri rahatsız ediyor bu hükümet, özetleyelim.

1- Ortadoğu, küresel kapitalist sistemin yeni genişleme dalgasında bir savaş havzası olarak değil, bir barış bölgesi olarak tanımlanmakta. Ekonomik krizin ardından genişleyecek olan büyük pazar, Ortadoğu bölgesini yeni açılım alanı olarak belirlemiş durumda. Zira eldeki kapasitenin sınırlarına gelindi ve pazar tıkandı. Nitekim daha önce Büyük Ortadoğu Projesi, Genişletilmiş Ortadoğu gibi isimlerle anılan ve pek de kabul görmeyen değişim önerisinin, bugün herhangi bir kavramsal tanımlama yapılmadan hayata geçirilme aşamasında olduğunu söyleyebiliriz. Bu yeni dönem, Ortadoğu'nun askeri endüstriyel kompleksin beslendiği ana damar olmaktan çıkmasını ve yeni bir barış dünyasının kurgulanmasını gerektiriyor. Eski İsrail'in süregiden tavrıyla, bu yeni yapıda varlığını sürdürmesi mümkün değil. Yeni siyasi mimari, edepsizlerin terbiye edilmesini öngörüyor.

2- Yeni İsrail'i talep eden diğer bir odak ABD yönetimi. Dünyanın birçok farklı bölgesinde ve özellikle de Müslüman ülkelerde yükselen anti-Amerikanizmin ana kaynağının İsrail olduğu kanaati, giderek yaygınlaşmaya başladı. Obama yönetimi, aşırı sağcı İsrail hükümetinden hiç hazzetmiyor ve onların döküp saçtıklarını temizlemekten de yılmış durumda. Kaldı ki, Amerikan halkında da gizli gizli yayılan anti-semitik bir akım var. ABD artık İsrail'i sırtında taşımak istemiyor ve İsrail dışında bir Ortadoğu açılımı yapabilmek için onu nötralize etmesi gerektiğini biliyor.

3- Dünya Musevi cemaatinin çoğunluğu, sanıldığının aksine bu yönetimin arkasında durmuyor. Savaş yanlısı tavrıyla uluslararası hukuku ve toplumsal meşruiyeti hiçe sayan bir İsrail Devleti, her şeyden önce onların dünyanın farklı bölgelerindeki yaşam kalitelerini, huzurlarını tehlikeye atıyor. Yahudi olmak korku veren bir şey haline geliyor. Hiç hak etmedikleri halde tehditler alıyorlar, yaşamları kısıtlanıyor. Türkiye'deki Musevi cemaati ne kadar bu durumdan mustaripse, dünyanın geri kalanındakiler de o kadar sıkıntılı. Nitekim geçtiğimiz günlerde aralarında Bernard Henri-Levy, Alain Finkielkraut gibi önemli Fransız Yahudi entelektüellerin bulunduğu bir grubun, 3000 imza ile Avrupa Parlamentosu'na sunduğu mektup, Musevi diasporasının, yönetimin yaklaşımına dair ne denli endişeli olduğunu gösteriyor. Mektuba göre, kendilerine 'J Street' adını veren grup, İsrail hükümetinin almış olduğu işgal ve yeni yerleşimler konusundaki kararların desteklenmemesini talep etmekte. Onlara göre İsrail'in tavrı ahlaken ve siyaseten yanlış. Bugün bu kanaatlerin dünya kamuoyunda önemli ölçüde paylaşıldığını söylemek mümkün.

4- İsrail'de hükümetin politikalarının ülkeyi uçuruma doğru sürüklediğine inanan iç muhalefet kanadı da ayakta. Koalisyonun kendi içerisinde sıkıntıları olduğu gibi, özellikle Livni'nin liderliğindeki Kadima'dan da zaman zaman sert sözler işitilebiliyor. Livni'nin son olayda 'Ordu söz konusu olduğu zaman yanında dururuz' demesine rağmen, temelde iktidar ile muhalefetin İsrail'in geleceğine dair farklı vizyonları olduğu açık. Kısaca yeni İsrail'i isteyenler, eski İsrail'i destekleyenlerden daha fazla.
2 Haziran 2010-Akşam

İsrail hükümeti kan gölünde boğulacak
Aziz ÜSTEL
austel@stargazete.com
2 Haziran 2010
Dünyanın her ülkesi, İsrail’in yarattığı dehşeti yaratabilir! Mazeret beyan etti mi de kulak verenler çıkabilir!

İsrail hariç!

Dünyanın her ülkesi böyle bir vahşetin, korsanlığın,barbarlığın sorumlusu olabilir! Bunu neden ve niçin yaptığı tartışılabilir belki!

İsrail hariç!

Niye mi?

Çünkü İsrail vatandaşları yarım yüz yılı aşkın bir süredir, acıların ve soykırımın simgesi olarak dolaşmıştır bu dünyada!

Batı, Yahudiler bire kırılırken kılını kıpırdatmadığından, İsrail devletinin yaptığı her eylem karşısında sessiz kalmış, onaylamasa bile susmuştur!

Geçen sabaha kadar!

Neden saldırdı aç kurtlar gibi Gazze’ye yardım götüren, otuz üç ulusdan insanla dolu gemilere İsrail askerleri?

Çünkü bu gün İsrail’i aklını yitirmiş, zır deliler yönetiyor da ondan!

Bunu ben söylemiyorum sadece. İsrail basını da, ülkedeki sağduyu sahibi insanlar da Netanyahu ve Libermann’ı “çılgınlıkla,delilikle,manyaklıkla” suçluyor; İsrail’i, yalnızlığa mahkum ettikleri için de lanetliyor! Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “bu bir devler terörüdür!” sözü, bu günkü İsrail hükümetinin aklını nasıl yitirdiğini göstermeye yetiyor.

Televizyonda yayınlanan Mavi Marmara’ya yönelik saldırıları izlediğinizde, İsrail’li komandoların “biz bu gemiye indik; şimdi ne halt edeceğiz?” gibisinden bir şaşkınlık sarmalında olduklarını görüyorsunuz. Bu şaşkınlığın en belirgin yanıysa, silahsız ama yürekleri inanç dolu insanlardan ilk dakikalarda yedikleri sopa! Ondan sonraysa, yumruğa yumrukla karşılık verecek yerde, basıyorlar tetiğe her
korkak, her ödleğin yaptığı gibi! Daha önceden tasarlanmış, ayrıntıları üzerinde kafa patlatılmış bir eylem değil bu saldırı. Öylesine apar topar gelmişler Mavi Marmara’nın üzerine. Üstelik uluslararası sularda gerçekleştiriyorlar bu saldırıyı sersemler! Yani, yaptıkları düpedüz korsanlık; düpedüz uluslararası hukuğu ayaklar altına almak!

Şimdi, İsrail hükümetinin önünde iki yol var: Ya istifa edecek ve seçimlere götürecek ülkesini ya da gelip özür dileyecek, Gazze’deki ablukayı kaldıracak! Başka bir seçeneği yok! Eğer direnirse, gün gelir oluşturduğu o kan gölünde boğulur!

O gün de öyle Kaf Dağı’nın ardında falan değil; hemen yanıbaşında!

ABD BU SALDIRIYA DESTEK VEREMEZ!

ABD Başkan’ı Barack Hüseyin Obama, İsrail’in bu saldırganlığına destek veremez, vermez! Neden mi? Netanyahu, Kanada’dan ABD’ye geçip Beyaz Saray’da Obama’yla görüşecekti. Ama bu ırkçı saldırının hemen ardından, görüşme iptal edildi ve Netanyahu, ülkesinin yolunu tuttu.

Obama, oluşan yeni dünyada da bu tür kaltaban çetelerine yer olmadığını çok iyi anlıyor. Bu yeni dönemde, elleri kanlı terbiyesizler kolayca barınamaz. Hele hele Türkiye’nin hem ekonomik hem de askeri anlamda her geçen gün, gücüne biraz daha güç kattığını düşünürseniz, insanları gereksiz ve gerekçesiz bir biçimde öldüren, sonra da yalan üstüne yalan söyleyerek kendini haklı göstermeye çalışan, dünyanın da lanetlediği bu çete daha fazla iktidar koltuğunda oturamayacağını anlarsınız.

Netanyahu, Amerikan İngilizcesine, ABD’deki Yahudi lobilerine ve Kongre’de İsrail’i, kayıtsız şartsız destekleyen temsicilerle senatörlere güvenerek bu eyleme kalkıştı. Yıllardır ABD, İsrail’i, Orta Doğu’nun en güçlü ülkesi, Arapları yola getirmek için kullandığı bir maşa olarak görüyordu. Geçti o günler! Bu gün bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye artık! Üstelik Lübnan’da yediği dayaktan sonra da İsrail ordusunun zırhındaki delikler, paslar ortaya çıkmaya başladı. Mavi Marmara’da, silahsız insanları katleden bir çapulcu güruhuna dönüştürdü ordusunu Netanyahu!

ABD,zaten, yavaş yavaş arkasından çekilmeye zaten başlamıştı İsrail’in.

Bu çekilme daha da hızlanacaktır bundan böyle. Netanyahu-Libermann ikilisi, gün gelecek, Lahey Adalet Divanında, Sırplı ırkçılar gibi yargılanacaktır! Bu sözümü unutmayın!

Utan İsrail!
Joost LAGENDIJK
joost.lagendijk@radikal.com.tr
2 Haziran 2010

Bu satırları yazdığım pazartesi akşam saatlerinde, İsrail donanmasının Gazze’ye insani yardım götüren gemileri bastığı şafak saatlerinde tam olarak neler olduğu henüz büyük ölçüde muallak. Kaç kişinin öldürüldüğü ve baskın sonrasında gemilere ve içindeki eylemcilere ne olduğu belli değil.
Büyük ölçüde İsrail medya karartmasından kaynaklanan bütün bu belirsizliklere rağmen, yardım filosunun kanlı bir şekilde yolunun
kesilmesi, Britanya gazetesi The Guardian’ın da belirttiği gibi ‘İsrail’in kendi kalesine attığı
felaket bir gol’ gibi duruyor.

1. Gemilere uluslararası sularda, kıyıdan yaklaşık 100 km açıkta saldırılmış. Uluslararası hukuk uyarınca hiçbir ülkenin bunu yapmaya hakkı yok. Son derece profesyonel ve etkili İsrail halkla ilişkiler mekanizması bile, yönünü değiştirmek veya durdurmak için başka seçenekler dururken, İsrail’in kendi kendine belirlediği abluka sınırlarının çok uzağında bulunan yabancı gemilere şiddet uygulayarak çıkmanın niye ille de gerekli olduğunu açıklamakta zorlanacak.

2. İsrail ordusu bir yandan müthiş bir kuvvet olarak isim sahibiyken, başka hiçbir ordunun sivil zayiattan kaçınmak için bunca çaba harcamadığını iddia edip durur. Ama geçen yıllar boyunca bu ordu, genellikle kötü planlamadan, aceleci eylemlerden veya belli ki sivillerin hayatlarını umursamamaktan kaynaklanan bir dizi halkla ilişkiler hatası yaptı. Gazze’ye doğru yola çıkan en az 10 barış eylemcisinin öldürülmesi, ordunun son ‘muhakeme hatası’ gibi görünüyor. Netanyahu kabinesindeki ılımlılardan biri olan İsrail Ticaret Bakanı Ben-Eliezer’in de saldırıya tepkisinde özetlediği gibi: “İşin içinde kan varsa hiçbir şeyi açıklayamazsınız”.

3. Baskın ayrıca dikkatleri, Hamas’ın topraklar üzerinde kontrolü ele geçirdiği 2007 yılından beri İsrail’in Gazze Şeridi’ne dayattığı ablukaya çevirdi. Gazze’den tüm ihracatı engelleyen ve ithalatı belirli miktarda insani yardım malları tedarikiyle kısıtlayan abluka, Hamas’ı dize getirmeyi başaramadığı gibi 1,5 milyon Gazzeli’yi de büyük bir sefaletin içine sürükledi. Birleşmiş Milletler raporları, ablukanın feci sonuçlarını defalarca listeledi ve bunu ‘toplu cezalandırma’ diye niteledi. Nelson Mandela’nın kurduğu ve Nobel Barış Ödüllü Desmond Tutu’yla ABD eski başkanı Jimmy Carter’ın da yer aldığı bir grup, “Gazze halkına yapılan muamele dünyanın en büyük insan hakları ihlallerinden biridir ve abluka sadece yasadışı olmakla kalmayıp, aynı zamanda amaca terstir,” dedi. Gemilere yapılan baskının ardından Gazzelilerin trajik kaderi şimdi yine spotların altında.
Peki şimdi ne olmalı? İsrail geçmişte bundan bile daha büyük insan hakları ihlallerinin sorumluluğundan kaçıp sıyrılmayı başarmıştı.
ABD İsraillileri BM’de koruyordu, Avrupalılar bölünmüştü ve zaman zaman sert söylemlerde bulunsalar da bunun arkasını getirecek bir şekilde örgütlenmeye istekli değillerdi. İsrail karşıtı hissiyat tüm dünyada ateşleniyor, ancak sonuçta hiçbir şey İsrail hükümetlerini politikalarını değiştirmeye ikna edemiyordu.
Umarız bu sefer uluslararası toplum İsrail’i hatalarını kabul etmeye zorlamayı başarır. Bu ise öncelikle, Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da vurguladığı gibi, İsrail’in böylesine ciddi seviyede kontrolden çıkmış askeri eylem için özür dilemesini ve kurbanların ailesine tazminat ödenmesini gerektirir. İkinci olarak, Gazze ablukası kaldırılmalı ve silah ithalatı üzerindeki kontroller yine AB ve diğer uluslararası gözlemcilere bırakılmalı.
İsrail, Gazzelilere yardım etmeye çalışan insanlara yaptığından utanç duymalı. İsrail’in yaptığını yine yanına bırakırsa, dünyanın geri kalanı da utansın.

Rusya ablukanın kaldırılmasını istedi
2 Haziran 2010
MOSKOVA- Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İsrail'den Gazze Şeridi'ne yönelik ablukayı kaldırmasını istedi.

Rus İtar-Tass ajansı, Lavrov'un Moskova'da gazetecilere yaptığı açıklamada, Gazze'ye yönelik ablukanın bir an önce kaldırılmasını istediğini belirterek, "Rusya'nın buradaki nüfusa insani yardımda bulunmaya hazır olduğunu" söylediğini duyurdu.

İsrail'in uluslararası sularda barış konvoyuna saldırısının kapsamlı bir şekilde soruşturulması gerektiğine inandıklarını kaydeden Lavrov, "Gazze'ye yönelik ablukanın kaldırılması gerekiyor. Filistinlileri birleştirme çabaları sonuca ulaşmadı, çünkü belirli dış güçler bunu engellemeye çalışıyor" ifadesini kullandı.
habertaraf

Nikaragua İsrail'le ilişkilerini askıya aldı
2 Haziran 2010
MANAGUA- Nikaragua'nın, İsrail'le diplomatik ilişkilerini askıya aldığı bildirildi.

Nikaragua Devlet Başkanlığı sözcüsü Rosario Murillo'nun radyoda okuduğu başkanlık bildirisinde, "Nikaragua'nın İsrail hükümetiyle diplomatik ilişkilerini derhal askıya aldığı" belirtildi.

Saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine ve ülkelerinin hükümetlerine başsağlığı mesajının iletildiği bildiride, gözaltına alınanların serbest bırakılması çağrısında bulunuldu.

Bildiride ayrıca, Nikaragua'nın "Filistin halkının mücadelesine şartsız" desteği dile getirilerek, Gazze Şeridi'ndeki ablukanın kaldırılması istendi.
habertaraf

Finlandiya Dışişlerinden insanlık çağrısı

HELSİNKİ- Finlandiya Dışişleri Bakanı Stubb'dan İsrail'e insanlık çağrısı.

Finlandiya Dışişleri Bakanı Alexander Stubb, İsrail'in ''Mavi Marmara'' adlı Türk gemisine yaptığı çok sayıda kişiyi katletdiği saldırının kendisini şoke ettiğini söyledi. İsrail'in bir açıklama yapmasını isteyen Stubb, ''Saldırı, tarafsız bir heyet tarafından bir an önce açıklığa kavuşturulmalıdır.'' ifadesini kullandı.

Stubb, resmi internet sayfasında yaptığı açıklamada, İsrail'in orantısız güç uygulamalarını tekrarladığını hatırlatarak, ''Şiddet kullanarak Ortadoğudaki sorunlar çözülemez.'' dedi. Gazze'de yaşayan insanların durumunu ''içler acısı'' olarak değerlendiren Stubb, barış görüşmelerinin başlatılması ve sonuçlandırılmasının hayati önem taşıdığını aktardı. Stubb, İsrail'e Gazze'ye gidecek yardım konvoyuna sınır geçiş kapılarını açması için çağrıda da bulundu. habertaraf

İsrail parlamentosunda sinirler gergin

TEL AVİV- İsrail'in Gazze yardım filosuna düzenlediği kanlı saldırının dünyada çektiği tepki ve saldırıya yönelik eleştiriler, İsrail parlamentosunda da sinirleri gerdi.

Gemideki eylemcilerin arasına katılan ve İsrail polisi tarafından tutulduğu Aşdod'daki gözetim merkezinden dün salıverilen İsrail parlamentosunun ilk kadın Arap milletvekili olan Balad partisi üyesi Hanen Zubi, parlamentoda sözlü saldırıya uğradı.

Likud milletvekillerinden Miri Regev, Zubi'nin "hem teröristlere katıldığını", hem de "İsrail devletine karşı ahlaken suç işlediğini" savunarak, Zubi'ye, "Gazze'ye git, hain" diye bağırdı.

Parlamentonun sağ kanat milletvekillerinden Yisrael Beiteniu (İsrail Evimiz) üyesi Moşe Mutz Matalon da Zubi'ye hitaben "Güzel iş çıkardınız. Çevrenizdeki hainlerin yıllardır yapmak istediklerini siz bir günde başardınız" dedi.

Muhalefetteki Kadima partisinden Nahman Şay da "Demokrasiye saygı duyarım, ama bir milletvekili yasalara aykırı olan böyle bir yolculuğa katılamaz" dedi ve Zubi'nin davranışını "yanlış ve kabul edilemez" diye nitelendirdi.

Zubi'ye arka çıkan partisinin lideri Muhammed Barake ise milletvekilinin davranışının "çok asil" olduğunu belirtti ve ablukayı kaldırma amacında olduklarını söyledi.

Sağ kesimden birçok milletvekilinin laf atarak sözünü kestiği Barake, olayın sorumluluğunun askerlerde değil, "Bu suçu birlikte organize eden (İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu ile (Savunma Bakanı Ehud) Barak'ta olduğunu" savundu. habertaraf

02 Haziran 2010
Saldırgan Askerlere Teşekkür
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Gazze'ye yardım götüren filoya ölümcül baskını gerçekleştiren İsrail komando birliğine teşekkür etti.

Gazze'ye yardım götüren filoya ölümcül baskını gerçekleştiren İsrail komando birliğine teşekkür ziyareti.
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Gazze'ye yardım götüren filoya ölümcül baskını gerçekleştiren İsrail komando birliğine teşekkür etti.

Operasyonu gerçekleştiren askeri birliğin Atlit'teki üssünü ziyaret eden Barak, baskını gerçekleştiren Shayetet 13 (Filo) birliğine müteşekkir olduklarını belirterek, "Buraya İsrail hükümeti adına size teşekkür etmek için geldim" dedi. Barak ayrıca askeri birliğin gemiye gerçekleştirilen operasyonda çok zor bir durumda kaldığını savundu.

İsrail Savunma Bakanı "Zor şartlar altında operasyon gerçekleştirdiniz ve filonun Gazze'ye ulaşmasını engellediniz. Bir dahaki sefere gerekli derslerin çıkarılması için buradaki komutanların operasyonu sorgulayacağına inanıyorum.

Askeri birliğe helikopterle gelen Barak'a İsrail Generlkurmay Başkanı Gabi Ashkenazi Deniz Kuvvetleri Komutanı Eli Marom eşlik etti. Barak operasyona katılan askerlerle de tek tek görüştü.

Barak ve İsrailli komutanlar, burada operasyona katılan askerleri sorgulayacak. İsrail hükümeti de askerlerin ifadelerine göre uluslar arası bir soruşturma taleplerine nasıl cevap vereceğini değerlendirecek.
habertaraf

02 Haziran 2010
Yaralı Türk'ü Başından Vurdular
Gazze'ye yardım konvoyunda bulunan bir Kuveytli "Yaralı bir Türk’ü başına ateş açıp öldüren bir İsrail askeri gördüm" dedi.

İsrail’in Gazze’ye yardım taşıyan gemilere saldırısının ardından özel bir uçakla ülkelerine dönen 18 Kuveytliden biri, Ali Buhamd, "Yaralı bir Türk’ü başına ateş açıp öldüren bir İsrail askeri gördüm" dedi.

İsrail tarafından gözaltına alındıktan sonra Kuveyt Emiri’ne ait bir uçakla Ürdün üzerinden ülkelerine dönen ve Başbakan Nasır Muhammed El Ahmed El Sabah ile üst düzey yetkililer tarafından karşılanan 6’sı kadın 18 Kuveytliden biri olan Buhamd, ayrıca, "Askerler yardım çağrılarına rağmen bir başka yaralı Türk’ü kan kaybından ölüme terk etti" açıklamasında bulundu.

Aralarında milletvekili Velid El Tabtabai’nin de bulunduğu gönüllüleri karşılayanlar arasında, Türkiye ve Kuveyt bayrakları taşıyan yakınlarının da bulunduğu belirtildi.

Mavi Marmara gemisinde bulunanlardan avukat Mübarek El Mutava, "İsrailli komandolar uyarmadan ateş açtı. Daha gemiye çıkmadan birçok gönüllüyü öldürdüler.

Sizi temin ederim ki, hiçbir gönüllüde ateşli silah yoktu. Mutfak gereçlerinden başka silahımız yoktu ve gönüllüler hiçbir direniş göstermedi" dedi.

Aynı gemideki Velid Tabtabai de, en az iki gönüllünün İsrail gemilerinden ve bir helikopterden açılan ateşle öldüğünü belirtti ve "İsrail askerleri, bazı kişileri öldürdükten sonra gemiye çıktı. İnsanlar ondan sonra çıplak elle kendilerini savunmak için direndi. Bu açık denizde korsanlarca işlenen bir suçtur" ifadesini kullandı.
aktifhaber

Sandalyeyi 5 cm Daha Kısaltırız

Jerusalem Post gazetesindeki bir makalede, "Şu an yangına körükle gitmeyelim. Ama istersek gelecekte Türk büyükelçisinin sandalyesini bir beş santimetre daha alçaltabiliriz" dendi.
03 Haziran 2010
İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Danny Ayalon, Türk Büyükelçi Çelikkol ile yaptığı görüşmede, oturduğu koltuğu Çelikkol’un koltuğundan yüksekte tutarak mesaj vermeye çalışmıştı.

İsrail'in yardım konvoyu müdahalesi sonrasında İsrail basınında da geniş yankı bulmaya devam ediyor.

Jerusalem Post'ta bugün Nachman Shai imzası ile yayınlanan bir makalede, "Şu an yanmakta olan bir ateşe benzin dökmek iyi bir fikir değil. Ama istersek memnuniyetsizliğimizi gelecekte Türk büyükelçisinin sandalyesini bir beş santimetre daha alçaltarak gösterebiliriz" dendi.

Kadima Partisi'nden milletvekili ve eski İsrail ordusu sözcüsü olan Shai'nin makalesinin başlığı, "Bırakın Türkler sinirlensin".
"Bırakalım Türkler bağırsın, çağırsın ve kendi başlarını döndürsünler" denen makalede şu ifadeler yer aldı:

"Gazze'ye giden gemileri engellemeye hakkımız olduğu açık. Ama ele gemileri ele geçirmek tek yol muydu? Bu sorunun cevabı detaylı raporlar sonucunda açıklanacak.

HER İFADEYE CEVAP VERMEK ZORUNDA DEĞİLİZ

Ululslararası eleştirileri ve soruşturma baskısını durdurmak için, İsrail'in inisiyatifi ele almasını ve bir komite kurmasını öneriyorum.

Türklere gelince, bırakalım Türkler bağırsın, çağırsın ve kendi başlarını döndürsün. Her korkunç ifadeye cevap vermek zorunda değiliz. Eleştiriyi yutmak, derin bir nefes almak ve onların bu kamusal oyunu oynamasın izin vermek durumundayız.

TÜRKİYE İLE İLİŞKİLER KOPARSA ÇOK ŞEY KAYBEDERİZ

Herhangi bir direkt çatışma, tüm bağların kopmasına neden olur. Ve bu olursa çok şey kaybederiz. Bu sadece diplomasi ile ilgili değil, Türkiye ile ilişkilerimiz daha derin, önemli ekonomik ve güvenlik mevzuları söz konusu.

Şu an yanmakta olan bir ateşe benzin dökmek iyi bir fikir değil. Ama istersek memnuniyetsizliğimizi gelecekte Türk büyükelçisinin sandalyesini bir beş santimetre daha alçaltarak gösterebiliriz."

AKILLI OLMAMIZ LAZIM

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da halkını memnun etmek için yaygara yapması gerektiğini de anlamalıyız. Bu bizim oynanmasına izin vermemiz gereken bir iç politika sorunu.

Nihayetinde, 9 insan öldü ve Gazze ablukası hala duruyor. Bu bazılarının sandığı kadar büyük bir başarı değil. Şu anda sadece doğru değil, akıllı da olmalıyız."

MAVİ MARMARA'DAKİLERİN SALDIRMA HAKKI VARDI

Yine Jerusalem Post gazetesinde yayınlanan başka bir makalede ise İsrail hükümeti eleştirildi.

"Kafesi Sallamak: Ülkemi suçluyorum" başlığıyla yayımlanan yazıda, "Mavi Marmara'dakilerin İsrail askerlerine saldırma hakkının bulunduğu" belirtildi.

BİR NEONAZİ'Yİ DIŞİŞLERİ BAKANI YAPANLAR DA HATALI

Larry Derfner imzalı makalede şu ifadeler yer aldı:

"Olayların bu noktaya gelmesinin bir sorumlusu da Avigdor Lieberman gibi, İsrail yanlısı yazarlarca bile "neonazi" olarak nitelenen bir kişiyi dışişleri bakanlığı görevine getiren İsrail halkıdır.

Bu, İsrail halkının geçmişte yaptığı pek çok hatanın tekrarıdır.

Gazze halkı İsrail halkından daha az insan değil. Onların da kendi karasularını ve hava sahasını içine alan, kendi meşru sınırları içinde egemen olma hakkı bulunuyor" kaydedilen

Yazıda, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırmasının yanlış olduğu vurgulandı ve "Gazzelilerin yaptıkları ve inandıkları hiçbir şeyin veya seçimle iş başına getirdikleri hiçbir yönetimin, İsrail'e Gazze'yi kontrol etme ve Gazzelileri kovma hakkı vermediği" belirtildi.

BUNLAR NE KADAR KÖTÜ İNSANLAR OLSA DA...

"Mavi Marmara gemisini gönderen organizatör örgüt İHH İnsani Yardım Vakfı'nın Hamas ve cihat yanlısı bir örgüt olduğu yönünde İsrail ve Batı basınında yer alan haberlerin doğruluğunun şüphe götürmez olduğu" ifade edilen yazıda, buna rağmen bu insanların haklı bir davayı savunduğu ifade edildi.

Yazıda, "Bunlar ne kadar kötü, cihat yanlısı insanlar olsa da tüm dürüst demokratik dünyanın bildiği gibi Gazze için özgürlük, Filistinlilere özgürlük, işgali ve ablukayı sona erdirme gibi haklı bir davaları var" ifadesi kullanıldı.

KENDİ ÜLKEMİ SUÇLUYORUM

"Kabul edilmesi zor olan şey ise Mavi Marmara'dakilerin bizim askerlerimize saldırma hakkının bulunmasıydı" denilen yazıda, şunlar belirtildi:

"Komandolarımızı, bu insanları öldürdükleri için suçlamıyorum. Onlar kendilerini savunuyorlardı. Ben öncelikle kendi hükümetimi, onları bu gemiye gönderdiği için suçluyorum. Ve ben, ölümler ve yaralanmalar, her iki taraftan da dökülen kanlar nedeniyle ülkemi suçluyorum. Bu kanlar, sonuçta, benim ülkemin başka bir ülkenin özgürlüğünü kabul etmemesi nedeniyle döküldü."

İSRAİL'İN ÇIKIŞ YOLU ABLUKAYI KALDIRMAK

Haaretz gazetesinin baş makalesinde de "İsrail için krizden çıkış stratejisinin, başarısız olmuş bir politikayı sürdürmek yerine, Gazze'deki ablukayı kaldırmak olduğu" belirtildi.

APTALLIKLARI HALA DEVAM EDİYOR

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya, "kendisini toparlayarak, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere düzenlediği baskın nedeniyle uğradığı zararı en aza indirmesi" çağrısında bulunulan yazıda, şunlar ifade edildi:

"Netanyahu-Ehud Barak hükümeti Türk gemisi Mavi Marmara'ya yapılan ve 9 yolcunun ölümüyle sonuçlanan başarısız ele geçirmenin farkına hala varamadı. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun güvenlik kabinesinde önceki gün düzenlenen toplantıda, Gazze'ye uygulanan ablukanın devam edeceği ve İsrail'in Gazze'ye giden gemileri durdurmak için güç kullanacağını ilan etmiş olması, aptallığın halen devam ettiğini ve bu hafta yaşanan olaylardan hiçbir ders çıkarılmadığını gösteriyor.

"İsrail hükümetinin hareketinin BM Güvenlik Konseyi'nde, İran'a yeni yaptırım uygulanması için çaba gösteren ABD'nin işini zorlaştırmak, Filistinlilerle barış görüşmelerini zora sokmak, Netanyahu'nun görüşmelerde pazarlık gücünü zayıflatmak, Türkiye ile olan köklü ilişkileri bozmak suretiyle İsrail'in stratejik çıkarlarına zarar vermesine karşın, İsrail hükümetinin halen bunun farkında olmadığı" belirtilen yazıda, "bütün bunların yanı sıra İsrail'in turist ve ihracat anlaşmalarında kayıplara uğraması tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı" uyarısında bulunuldu."
aktifhaber

Norveç'ten İsrail'e Soğuk Duş
04/06/2010
Norveç'ten İsrail'e Soğuk Duş Norveç ordusu, İsrailli bir askeri yetkilinin katılacağı özel operasyonlarla ilgili bir seminerin iptal edildiğini bildirdi.

Askeri sözcü Binbaşı Heidi Langvik-Hansen, Savunma Bakanlığının seminer programında bir İsrailli askeri yetkilinin bulunmasına itiraz etmesi üzerine programın tamamen iptal edildiğini söyledi.

Langvik-Hansen, Savunma Bakanlığının, İsrail komandolarının Gazze'ye insani yardım götüren gemilere saldırısından birkaç hafta sonra İsrailli Yüzbaşı Toledano'nun başkent Oslo'da konuşma yapmasına sıcak bakmadığını ifade etti.

Norveçli yetkililerce adı sadece Yüzbaşı Toledano olarak açıklanan İsrailli askeri yetkili, 24-25 haziranda Oslo'da yapılması planlanan seminerde 2006 yılında güney Lübnan'daki operasyonlarda yaşadığı deneyimleri anlatmayı planlıyordu. haber50

Hükümete suçlama: 'Konvoy sahipsiz bırakıldı'
Murat YETKİN
myetkin@radikal.com.tr
5 Haziran 2010

Dün Ankara gündeminde yine Gazze yardım konvoyuna İsrail saldırısı vardı; ama bu kez tartışmanın akışını tamamen değiştiren bir eleştiriydi konuşulan.
Eleştirinin sahibi, Fethullah Gülen idi. Eleştirdiği ise, Gazze’ye yardım konvoyunun İsrail’in rızası olmadan yola çıkarılması idi. Gülen, 1999’dan bu yana yaşadığı ABD’de, gazetenin iddiasına göre, ilk kez bir Amerikan gazetesine mülakat vermiş, bu gazete uluslararası mali çevrelerin en etkili gazetesi ‘The Wall Street Journal’ olmuştu. Gazze saldırısının hemen ardından yapıldığı belli olan mülakatta ‘Türkiye’nin en etkili dini lideri’ olarak tanımlanan ve ‘İmam’ sıfatıyla anılan Gülen, kendisine yakın bir yardım kuruluşunun da Gazze’ye yardım göndermek istediği, ancak kendisinin önce İsrail’den rıza alınması gerektiğinde ısrarlı olduğunu anlatmış.
Gazze olayında bugün nabız Ankara’dan İstanbul’a kayıyor. Saadet Partisi’nin saat 16’da Çağlayan’da planladığı ‘Sustukça ölüyoruz’ mitinginde İsrail’in saldırısı protesto edilecek.
Gazze konvoyu saldırısı olmasaydı, bu sabah bir grup Ankaralı meslektaş ile birlikte Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ile yemekli bir toplantıda bir araya gelecektik.
Kurtulmuş, dünkü telefon konuşmamızda, “Pazartesi bu olay meydana gelince hemen miting kararı aldık” dedi; “Hafta içi da olabilirdi, ancak insanların toplanması zor olur diye hafta sonu yapalım dedik”.
Kurtulmuş, kendilerinin düzenlemesine rağmen bu mitingi bir parti mitingi haline getirmeyeceklerini, kendilerine destek veren 200 kuruluş arasında solcu ve liberallerin de bulunduğunu söylüyor. Bir konuda belirsizlik var: Kurtulmuş, Gazze olayı üzerine eski arkadaşı Başbakan Tayyip Erdoğan hükümetine yönelttiği sert eleştirileri cenazelerin acısını dikkate alıp bu mitingde mi dile getirecek, yoksa dün telefonda söylediği gibi ‘Birkaç gün sonra mı seslendirmeye başlayacak?’
Bunu göreceğiz. Ama Kurtulmuş’un Gazze konvoyu saldırısı konusunda hükümete eleştirileri -biz şimdiden duyurmuş olalım. Şöyle:

‘İsrail’in insafına bırakıldılar’

- “Olanları televizyondan izledim. Gece yarısından itibaren gemideki insanlar ‘Etraftan geliyorlar. Yok mu kurtaran?’ diye feryat ederken Türkiye’den hiçbir resmi açıklama gelmedi. Dört buçuk saat sonra İsrail askerleri müdahale etti. Sonradan gösterilen tepkinin önceden gösterilmesi gerekirdi. İnsanlar kurbanlık koyun gibi İsrail’in insafına bırakıldı. Akdeniz’de görevli gemilerimiz, jetlerimiz harekete geçirilebilirdi. İsrail’in işi ateş açmaya dek vardıracağı tahmin edilemedi belki. Ama İsrail’in daha önce yaptıkları ortada, bu ihtimal de göz önüne alınabilirdi. Burada bazı ihmaller görülüyor.”

‘Ciddi ihmal olmuştur’

- “Tabii, belki Başbakan’ın, Dışişleri Bakanı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın yurtdışında bulunması da Türkiye’nin anında tepki vermesine engel olmuştur. Ama gece yarısından itibaren gemide ‘Bizi kurtarın’ diyen insanlar uydu yayınında izlenirken, Türkiye’den hiçbir resmi sesin çıkmaması ciddi ihmal olmuştur. Ciddi bir devlet olmak, o 4,5 saatte olaya müdahil olmayı gerektirirdi.”

‘Konvoy sahipsiz bırakıldı’

- “Biz İHH yetkilileriyle konuştuk. Bize söyledikleri, bir süre açık denizde yol aldıktan sonra rotayı Mısır’a, El Ariş Limanı’na çevirip, yardımı Mısır üzerinden ulaştırma niyetinde oldukları. Ama İsrail’in bunu öğrenip, o yolu da engellemek için askeri müdahalede bulunduğunu söylediler. Burada bir koordinasyon eksikliği de görülüyor. Koordinasyonu sağlamak hükümete düşerdi. Neticede, bu olayda hem konvoy sahipsiz bırakıldı, hem de diplomatik ve askeri ihmaller görüldü.”

‘Tepkide eksiklikler var’

- “Olayın ardından 9 maddelik bir eylem planı açıklamış, hükümetin bunu yerine getirmesini istemiştik. Doğrusu, 4-5 maddesi getirildi. Mesela, Birleşmiş Milletler ve NATO’dan kınama çıkarıldı, yaralıların Türkiye’ye getirilmesi sağlandı, büyükelçimiz geri çağırıldı, askeri tatbikatlar iptal edildi. Ama hâlâ eksiklikler var. İsrail’in büyükelçisi neden ‘persona non grata’ yani istenmeyen adam ilan edilmedi? İsrail’le askeri anlaşmalar en azından bu olayın soruşturması sonuçlanana kadar askıya alınmadı? Bir de, biz önceki Gazze krizinde Anadolu Kartalı Tatbikatı iptal edildi diye destek vermiştik. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamasından anlıyoruz ki, üç tatbikat anlaşması daha varmış? Onları ne ara imzaladınız?
Neden daha önce iptal etmediniz?”

‘One minute’ değerlendirilemedi’

- “Bana göre Başbakan’ın, Davos’taki ‘One minute’ çıkışı iyi değerlendirilemedi. İki olayda İsrail hükümetinin eline büyük koz verildi. Birincisi, Eylül 2009’da İsrail’in elinde nükleer silah bulunup bulunmadığı soruşturması Birleşmiş Milletler’de oylanırken, Türkiye çekimser kaldı, büyükelçimiz oylamada bulunmadı. Böylelikle Türkiye, İsrail’e önemli bir destek vermiş oldu. İkincisi, 27-28 Mayıs’ta İsrail’in OECD üyeliği oylandı.
Türkiye oy vermese, İsrail üye olamayacaktı. Ama Türkiye orada da İsrail’i destekledi. Birkaç gün sonra da bu olay meydana geldi.”

‘Saldırıya uğrayan Türkiye’dir

- “İsrail’in 1967’den bu yana en büyük gücü, ne askeri teknolojisi, ne gizli servisi olmuştur; en büyük gücü diplomasi planında karşısına çıkacak bir gücün olmayışıdır. İsrail böylece bütün yaptıklarına karşın yoluna devam ediyor. Bence, Mavi Marmara saldırısı ile Sabra, Şatila saldırılarının farkı yok. Saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisi değil, Türk devletidir. Evet, bu defa bir kınama çıkarılabildi, ama İsrail yine yoluna devam ediyor. Evet, bu defa uluslararası imkânlar harekete geçirilebildi, ama ne yazık ki bir sonuç alınamadı. Bunları dile getirmeye başlayacağız.”
Radikal

Korsanlar ''Rachel''e de çıktılar
KUDÜS- İsrail askerlerinin, İrlanda'dan yola çıkarak Gazze'ye yardım götüren gemiye havadan helikopter yoluyla değil, denizden çıktığı bildirildi.

İsrail ordusunun sözcüsü, İsrail askerlerinin "Rachel Corrie" adlı yük gemisine Akdeniz'de Gazze kıyısı yakınındayken çıktığını ve gemide herhangi bir direnişle karşılaşmadığını söyledi.

Sözcü, askerlerin gemide kontrolü ele aldığını ve geminin Aşdod limanına çekilmekte olduğunu kaydetti.

İsrailli savunma yetkilisi, gemidekilerin askerlere zarar verme gibi planları olmadığını söyledi.

Bir İsrailli hükümet yetkilisi de Ynet haber sitesine gemide herhangi bir olay çıkmamasından ve İsrail ile İrlanda arasındaki önemli görüş farklılıklarına karşın, İrlanda hükümetinin konuya yaklaşımından duydukları memnuniyeti vurguladı. İsrailli yetkili, İrlanda'nın Avrupa Birliği ülkeleri içinde İsrail'e en sert yaklaşan ülke olduğunu da anımsattı.

-RACHEL CORRİE-

İrlanda'dan yola çıkan, 1200 tonluk "Rachel Corrie" gemisinde İrlanda ve Malezyalı 11 yolcu bulunuyor.

Merkezi Kıbrıs Rum kesiminde bulunan "Özgür Gazze Hareketi"nin sponsorluğunda Gazze'ye yardım götüren gemide ayrıca 9 kişilik mürettebat yer alıyor.

Adını, 2003'te İsrail buldozerleri altında can veren Amerikalı Filistin dostundan alan geminin yolcuları arasında 1976 Nobel barış ödüllü İrlandalı Mairead Corrigan da bulunuyor. 5 Haziran 2010 habertaraf

Bu işin sonu üçüncü dünya savaşıdır
Mehmet Şevket EYGİ
5 Haziran 2010
İsrail'in barış ve yardım gemilerinde canavarca kan dökeceğini sanmayanlar gaflet etmiş oldular. Netice itibarıyla bu krizden Türkiye kârlı çıktı, İsrail çok ama çok zarar etti.

İnsanlığın büyük kısmı Yahudi devletini lanetliyor.

Siyonistler insanlık, adalet, insaf, merhamet, bilgelik, akıl, firaset, kiyaset, feraset dışı bir canavarlık yapmıştır.

Bu barış ve yardım gemileri işi burada son bulmamalıdır. İleride uygun bir zamanda ikinci filo yola çıkarılmalıdır.

İkinci filoya başta Türk harp gemileri olmak üzere en az üç devletin silahlı gemileri refakat etmelidir.

Yardım gemilerine Kızılay ve Kızılhaç bayrakları çekilmelidir.

İsraile bahane vermemek için gereken her tedbir titizlikle alınmalıdır.

Gemilere Naturei Karta cemaatinden ve hassidik Yahudilerden de gözlemciler alınmalıdır.

Siyonist devletin Gazze ablukası tamamen hukuk, insanlık ve adalet dışı bir zorbalıktır.

Uğursuz ve meymenetsiz Lausanne anlaşması ile Filistin üzerindeki haklarımızdan vaz geçmiş olsak bile o ülke üzerinde mânevî, kültürel, dinî vazifelerimiz baqidir.

Filistin'de ezilen Müslümanlara, din kardeşlerimiz olmaları hasebiyle, orada yaşayan Hıristiyanlara ise mazlum insanlar olmaları hasebiyle yardım etmemiz gerekir.

Siyonizm ve İsrail Tevrata ve Musevîliğe aykırı bir küfür ideolojisi ve devletidir.

Bunu ben söylemiyorum, başta Naturei Karta Yahudileri olmak üzere bütün antisiyonist Musevîler söylüyor.

Siyonizm ırkçı ve faşist bir ideolojidir.

İsrail zalim bir devlettir.

Yahudilere yapılmış olan zulümlerin faturasını Filistin halkına ödetmek çok büyük bir adaletsizlik ve haksızlıktır.

İkinci dünya savaşından sonra ille de bir Yahudi devleti kurulması gerekiyordu ise, bu devletin Polonya'ya verilen Doğu Almanya topraklarında kurulması uygun olabilirdi.

Üçüncü dünya savaşı İsrail yüzünden çıkacakır.

Bu savaşın 2012'ye kadar patlayacağını sanıyorum.

İsrail'in kuruluş tarihi 1948'dir, batış tarihi muhtemelen en geç 2014 olacaktır.

Haçlılar Kudüs'te 1099'dan 1187'ye kadar 88 sene hakim olmuşlardı.

Üçüncü dünya savaşında büyük miktarda insan zayiatı (kaybı) olacak, on milyonlarca insan ölecektir.

Aklı başında Yahudilerin güvenli yerlere göç etmelerinde büyük yarar vardır.

İsraili kayıtsız şartsız destekleyen ABD de Sovyetler Birliği gibi parçalanıp dağılacaktır.

İngiltere de parçalanacak, İskoçya bağımsızlığını ilan edecektir.

Üçüncü dünya savaşında nükleer silahlar kullanılacak ve yüz milyonlarca insan radyoaktif serpintilerden hasta olup ölecektir.

Âhir zamanda korkunç savaşlar olacağına dair üç kitapta (Kur'ân'da, Tevrat'ta, İncil'de) rümuzlu haberler vardır.

İsrail bilge bir devlet değildir.

Âdil bir devlet değildir.

İsrail halkının ancak yüzde 10'u (en fazla yüzde 15'i) dindardır.

İsrail'de korkunç boyutlarda kokuşma ve kirlilik vardır. İsrail'de azınlıkta olan Eşkenaz Yahudiler, çoğunlukta olan Sefarad Yahudilere ikinci sınıf Yahudi muamelesi yapmaktadır.

Türkiye'de 20 bin (hattâ bu rakamın altında) Yahudi vatandaş vardır. (..)

Kendilerini Müslüman Türk gibi gösteren Kripto Yahudiler vardır.

Kendini Alevî gibi gösteren Kripto Yahudiler vardır.

Sünnî veya Alevî Kürt gibi görünen Yahudiler vardır.

Her sene İsrail'den gelip Hacı Bektaşı Veli'yi ziyaret eden, semah yapan Alevî Yahudiler vardır.

Dönmeler ve Kripto Yahudiler damarlarımıza, iliklerimize kadar nüfuz etmişlerdir.

Sonu üçüncü dünya savaşına ulaşacak dehşetli bir krizin başlangıcındayız.

Millî Gazete


İsrail BM soruşturmasını reddettiğini açıkladı

TEL AVİV- Netanyahu, BM'nin ortak soruşturma teklifini reddetti.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Gazze'ye yardım götüren gemilere düzenlenen saldırının Türkiye, ABD ve İsrail tarafından ortaklaşa soruşturulmasına yönelik Birleşmiş Milletler teklifini reddetti. Netanyahu, bugün yaptığı açıklamada BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon tarafından kurulması önerilen ortak soruşturma komisyonunu teklifini reddettiğini söyledi.

Bugün gerçekleştirilen kabine toplantısında bakanlarını bilgilendiren Netanyahu, önceki gece Ban Ki-Moon ile telefon görüşmesi yaptığını söyledi. Netanyahu, BM Genel Sekreteri'ne "gerçeklerin sorumluca ve objektif biçimde soruşturulması gerektiğini söylediğini" belirtti. Netanyahu, "İsrail'in ve İsrail Savunma Güçleri'nin ulusal çıkarlarını sürdürürken, konuyu dikkatlice ve akıllıca ele almalıyız." dedi.

BM Genel Sekreteri'ne, gemideki bazı eylemcilerin "terörü destekleyen aşırı bir organizasyonun üyeleri olduğunu" söylediğini belirten Netanyahu, olay hakkında yapılacak herhangi bir soruşturmanın da "bu aşırıcıları kimlerin organize ettiği ve finanse ettiği, onlara malzeme sağladığı ve gemiye nasıl geldiklerini" belirlemesi gerektiğini savundu.

Konuşmasında Gazze'ye yönelik ablukaya da değinen Netanyahu, ablukanın hafifletilmesinin filo daha yola çıkmadan gündemde olan bir konu olduğunu söyledi. İsrail Başbakanı, "Bizim arzumuz, sivil ve insani yardımların sivil topluma ulaştırılmasını kolaylaştırırken, silah ve savaş malzemelerinin transferini de önlemek" ifadelerini kullandı. Netanyahu, "provokatif filo bizi bunu tartışmaktan alıkoymayacak ve dost ülkelerden bu konuda yapılacak teklifleri bekliyoruz." dedi.
habertaraf
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Oca 04, 2014 10:14 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Hzr 06, 2010 6:02 pm    Mesaj konusu: İsrail'in en seçkin komandoları Alıntıyla Cevap Gönder



İsrail'in en seçkin komandoları Mavi Marmara'da eli sopalı sivillere esir düştü

10 Haziran 2010
"Bir Türk'ü Öldür Ve Dinlen"
İsrailli yazar Avnery, "Hükümetimiz, son dostumuzu düşman edininceye kadar dinlenmeyecek" dedi.

İsrailli ünlü yazar Uri Avnery, Tel Aviv hükümetinin politikasına ağır eleştiriler yöneltti. Avnery, Alman Neue Rheinische Zeitung gazetesinde yayımlanan makalesinde gemilere müdahale ile alakalı en kötü alternatifin seçildiğini ifade ederek, Savunma Bakanı Ehud Barak ve kabineye ağır eleştirilerde bulunuyor.

"Bir Türk'ü öldür ve dinlen' başlıklı köşe yazısında Avnery, Türklerin kolay vazgeçen insanlar olmadığının bilindiğine yer veriyor.

İsrail'in bir sabun köpüğünün içinde yaşadıklarını ve bunun bir çeşit 'zihni getto' olduğunu ifade eden Avnery, bunun dünyanın kalan kısmının kabul ettiklerini görmelerini engellediğini belirtiyor. İsrail medyasının, resmi sözcünün sürekli tekrar ettiği 'linç' ifadesini hemen kabul ettiğini ve askerlerin yani Yahudilerin kurban olduklarını ilan ettiklerini yazan Avnery, ancak yabancı bir gemiye saldırıldığının hatırlanmak istenmediğine dikkat çekiyor.

Bu durumda klasik bir Yahudi fıkrasına değinmeden geçemeyeceğini ifade eden Avnery, fıkrayı şöyle anlatıyor.'' Rusya'da bir Yahudi anne, Çar tarafından Türklerle yapılacak savaşa çağrılan oğluyla vedalaşırken oğluna, ''Aşırı yorma kendini, bir Türk'ü öldür ve dinlen. Sonra başka bir Türk'ü öldür, yine dinlen.'' telkinlerinde bulunur. ''Ama anne?'' diyerek annesinin sözünü kesen oğlu, ''Ya Türkler beni öldürürse?'' diye sorunca annesi şu cevabı verir. '' Seni mi? Ama neden, sen onlara ne yaptın ki?''

TÜRKLERİ DÜŞMAN EDİNMEK APTALCA

Bu fıkranın gerçekleşmesini düşünmenin normal olmadığını kaydeden İsrailli yazar, ''Ağır silahlı askerler açık denizde bir gemiye saldırıyorlar. Ve kurban olan onlar öyle mi?'' sorusunu soruyor. Bu askerlerin ancak sorumsuz medya ve politikacıların kurbanı olabileceklerini belirten İsrailli yazar, Türkleri düşman edinmenin aptalca olduğunu belirtiyor.Türklerin kendilerinin on yıllardır en yakın müttefikleri olduğunu belirten Avnery, gelecekte kendileri için komşularıyla ilişkilerinde önemli bir rol oynayacak Türkiye'nin ve Türk halkının kendilerine karşı birleştiklerini ifade ediyor. Olayın kendileri için yavaş yavaş bir felakete gittiğini hatırlatan Avnery, ''Fıkradaki anne ''Bir Türk'ü öldür ve dinlen." dedi. Ancak bizim hükümetimiz dinlenmeyecek ve son dostumuzu da düşman edininceye kadar vazgeçmeyecekler.'' ifadelerini kullanıyor.

İki dönem İsrail parlamentosu Knesset'te de görev yapan Avnery, 1982'de sınırı geçerek kuşatma esnasında Beyrut'ta Yaser Arafat ile görüşen ilk İsrailli olarak ün yapmıştı.
aktifhaber

10 Haziran 2010
Enver Paşa: "Amerika ile savaşıyoruz"

Türkiye'nin İsrail'e yaptığı 'one minute' uyarısının benzerinin Osmanlı Ordular Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından 1917 yılında Amerika'ya söylenilmesi istendiği ortaya çıktı.

Enver Paşa, 3. Gazze Savaşı'nda İngiltere ile savaştıkları dönemde Amerika'nın İngiltere'ye destek verdiğini ve Filistin'de Yahudi bir devletin planlandığına dikkat çekiyor. Asıl savaşın Osmanlı Devleti ile ABD arasında yaşandığına dikkat çeken Enver Paşa'nın "kızıl hilal damgalı" gizli belgesi Osmanlı arşivinde ortaya çıktı.

Adanalı Tarihçi Cezmi Yurtsever, Amerika'nın desteği ile İngiltere ve Osmanlı orduları arasında gerçekleşen 3. Gazze savaşı'nın sona erdiği 8 Ekim 1917 tarihinde "Amerika ile savaşıyoruz" mesajının verildiği gizli istihbarat raporunu Dışişleri Bakanlığı'na bildirdiği kaydetti. Yurtsever, "Osmanlı arşivinde Başkumandanlık, şube-2/47420. numara 8280'de kayıtlı bulunan ve üzerinde çok gizli olduğunu yansıtan mektupta şu ifadeler yer alıyor:"Dışişleri Bakanlığına. Filistin'de Yahudi Hükümeti Kurulmasına dair.' Devletli Efendim Hazretleri. Amerika Birleşik Devletleri Reisi Wilson'un 17-9-1917 tarihli İsviçre gazetelerine gönderilen telgrafların içinde yazılı olanlara bakılırsa işbaşındaki Rusya Hükümeti'ne hususi bir mektup yazıp Filistin'de bir Yahudi hükümeti tesisi kararlaştırılmış olup amaçların gerçekleşmesi için çalışılacağı Rusya'nın dahi yardımda bulunması istendiği Bern Ateşe militerliğinden bildirilmiştir. Bu konuda bilgi sahibi olunması. 8 Kasım 1917. Osmanlı Ordular Başkumandan Vekili Enver."

Enver Paşa'nın kızıl hilal damgalı gizli mektubunda yazılanları doğrulayan ve Osmanlı ile ABD'nin Filistin'de İsrail Devleti ile savaş halinde olduğunu açıklayan ayrıntılı rapor Viyana Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa tarafından 14 Kasım 1917 tarihinde "Mahremdir(Gizlidir)" başlığı altında Osmanlı Dışişleri Bakanlığı'na bildirildiğine dikkat çeken Yurtsever, raporda Enver Paşa'nın görüşlerini doğrulayan şu görüşlere yer verildiğine dikkat çekiyor: "Filistin'in bağımsız bir hükümet şekline dönüştürülerek idaresinin Musevilere verilmesi Amerika Reisicumhuru tarafından Siyonistlere söz verilmiştir. İngiltere Hükümetinin bu sözlere katıldığı Viyana'da gizlice toplanan Siyonist komitesinin Ameri ve İngiltere Siyonistlerinden gelen raporlardan öğrenildi.

İngiltere Dışişleri Bakanı Balfur tarafından (Siyonizm Destekcisi) Lord Rotschild'e gönderilip hemen her memleketin basınına verilen 7 Kasım 1917 tarihli mektubun içinde yazılı olanlar adı geçen topraklarda (Filistin'de) bir İsrail Hükümetinin kurulması İngiltere'nin kesin kararıdır. 17 Kasım 1917, Viyana Büyükelçisi Hüseyin Hilmi"

Tarihçi Cezmi Yurtsever,gizli belgede Enver Paşa'nın savaştıklarını kişilere desteğin ABD'den geldiğini anlatıyor. Yurtsever, "Osmanlı'ya bağlı Filistin topraklarında Amerika'nın lojistik destekleri ile gerçekleşen 3. Gazze savaşı sonrasında İngiliz ordusu 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs'e girdi. Bu savaşta Osmanlı ordusu 25 bin civarında asker kaybetti. Sayıları 50 bine ulaşan Osmanlı askerlerinin Filistin'in muhtelif yerlerindeki toplu mezarlarının fotoğraflarını çekme ve arşivleme görevi Kudüs'teki Amerikan kolonisi gerçekleştirdi. Çekilen fotoğraflar ABD'nin Kongre Kütüphanesi Filistin tarihi fotoğraflar bölümünde dosyalandı. Enver Paşa'nın gizli mektupları ve ABD'li Kudüs Kolonisi'nin çektiği savaş fotoğraflarının ayrıntılarını www.cezmiyurtsever.com sitesinde de yayınlayarak bilgileri dünya kamuoyu ile de paylaşıyorum."diyor.
aktifhaber

10 Haziran 2010
'En Kötü Terörist İsrail...'
İsrail'in Gazze'ye yardım konvoyuna saldırısı sırasında gemide bulunan İsveçli yazar bakın neler söyledi...

İsrail'in Gazze'ye yardım konvoyuna saldırısı sırasında "Sofia" adlı gemide bulunan İsveçli yazar Henning Mankell, "en kötü teröristin İsrail olduğunu" belirtti.
Mankell, Alman Stern dergisinde yayımlanan röportajında, "Terörizme inanıyorum. Bu durumda en kötü terörist İsrail. ABD de çok sayıda terörist davranışta bulunuyor. Teröristlerin hapse atılması lazım" ifadesini kullandı.
İsrail'in Somalili korsanlar gibi davrandığını ve korsanlık suçlamasıyla Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanında yargılanabileceğini belirten Mankell, "Eğer bir gemideysem ve aniden bir helikopterden gemiye askerler inmeye başlarsa kendimi savunma hakkım vardır. Eylemciler yukarı tırmanarak helikoptere saldırmadı. Askerler insanlara zarar vermek için aşağıya indi. Bu insanlar da kendilerini savundu. Taş ve sopalarla, otomatik silahlara karşı" açıklamasında bulundu.
Neden İsrail'in teklif ettiği gibi yardımları karayolu üzerinden götürmek istemediklerinin sorulması üzerine de Mankell, "Çünkü işe yaramazdı. Bugüne kadar da işe yaramadı. Bu diğer bir yalan daha olurdu. Malzemeler hiçbir zaman Gazze'ye ulaşmazdı. İsraillilere neden güvenelim ki? İsrail, verdiği çok sayıda sözü tutmadı" ifadesini kullandı.
"Sofia" gemisine gelen İsrailli askerlerin, bir tıraş bıçağı, bir de aşçının kullandığı bıçağı bularak, gemide silah bulduklarını söylediklerini de anlatan Mankell, gelecekte şiddetin artması durumunda bundan İsrail'in sorumlu olacağını, belki de bunu istediğini, bu nedenle Filistinlilerin şiddete başvurmaması gerektiğini vurguladı. aktifhaber

İKİ MUAZZAM KONVOY YOLA ÇIKIYOR
14 Haziran 2010
Eski İngiliz milletvekili George Galloway, Gazze'ye Ramazan'dan sonra iki muazzam konvoyun yola çıkacağını söyledi. Galloway, 'Gazze filosu'na kanlı baskının 'İsrail'in sonunun başlangıcı' olacağını da ifade etti.
Mavi Marmara'da öldürülen aktivistlerin İstanbul'da yapılan cenaze törenlerine katılan eski İngiliz milletvekili George Galloway, “İstanbul'daki müzakerelerimiz sonucunda ilan edebilirim ki, Ramazan'dan sonra biri denizden, biri de karadan, iki muazzam konvoy, yola çıkacak” dedi. Ocak ayında Mısır üzerinden Gazze'ye giden “Özgürlük” konvoyunda bulunan ve Mısır tarafından sınır dışı edilen Galloway, “Gazze filosu”na kanlı baskının “İsrail'in sonunun başlangıcı” olacağını da ifade etti.

Uzun yıllardan beri İsrail karşıtı, Filistin yanlısı faaliyetlerde bulunan George Galloway, İsrail'in Gazze'ye kanlı baskını protesto amacıyla Londra'da düzenlenen bir gösteri sırasında yaptığı konuşmada “Gazze kuşatmasına son vermek amacıyla” Ramazan'ın hemen sonrasında Gazze'ye, iki büyük konvoyun gideceğini şöyle duyurdu:

“İstanbul'daki müzakerelerimizin ardından size ilan edebilirim ki, Ramazan'dan sonra (10 Eylül), biri denizden, biri karadan, iki muazzam konvoy yola çıkacak. Kara konvoyu, Londra'dan kalkacak ve Avrupa, Türkiye, Suriye ve Ürdün üzerinden seyahat edecek, deniz yoluyla Akaba'dan Sina'ya geçecek ve Refah kapılarına girecek ve ben, milyonlarca insanın adına Mısır hükümetine, o kapıları aç ve konvoyun geçmesine izin ver diyorum. Deniz konvoyu ise, eş zamanlı olarak aynı gün yola çıkacak ve ülkeden ülkeye Akdeniz'de ilerleyecek. Birlikte Gazze'nin sahillerine varacağız. Oraya, şimdiye kadar kuşatmanın en büyük kırılmasıyla birlikte gireceğiz ve o gün kuşatmaya son vereceğiz.”

Jerusalem Post tarafından yansıtılan konuşmasında Londra'daki İsrail Büyükelçiliği istikametine işaret ederek, “Londra'nın kalbinde bu katilleri, bu teröristleri istemiyoruz” diyen Galloway, “Gazze filosu” baskının “İsrail'in sonunun başlangıcı” olacağını da savundu.
Tımeturk

İSRAİL'DE TÜRK MALLARINA BOYKOT BAŞLADI
14 Haziran 2010
Yardım filosu krizinin ardından İsrail’in en büyük süpermarket zincirleri birbiri ardına Türk mallarını boykota başladı.
İsrail’de yayın yapan Kanal 10’un haberine göre, ülkenin en büyük ucuz market zinciri Rami Levy, Gazze’ye yardım konvoyundan sonra oluşan tepki nedeniyle artık Türk malları satmayacaklarını açıkladı.

Şirket, Türk mallarının çok daha ucuza gelmesine rağmen, İsrail’e düşman bir ülkenin mallarını satmanın ilkelerine aykırı olduğunu iddia etti.

İsrailli tüketicinin birkaç agorot (İsrail küçük para birimi) daha fazla ödeyerek boykotu destekleyeceğini öne süren şirket, bu boykotu popülizm amaçlı yapmadığını savundu.

Rami Levy’nin hemen ardından, ülkenin ikinci büyük marketler zinciri Mega da, Türkiye’den un ve makarna ithalatını durdurduğunu açıkladı. Mega, kendi markasıyla Türkiye’de un ve makarna ürettiriyordu.

Son olarak İsrail’in en büyük süpermarketler zinciri Supersol da, Rami Levy ve Mega’ya katılmayı düşündüklerini bildirdi. Şirket elindeki stoklar biter bitmek Türk mallarına karşı boykota başlamayı planladıklarını ve Türkiye’den gelen malların yerine başka bir ülkeden ithalat yapacaklarını duyurdu.

SENDİKALAR ÇAĞRI YAPMIŞTI

İsrail’deki sendikalar yaşanan gemi krizinin ardından, geçtiğimiz hafta Türkiye’nin gösterdiği tepkiye karşılık tüm Türk mallarını boykot etme çağrısı yapmıştı. Sendika liderleri, işçilere verdikleri hediyeleri Türk malları arasından seçmeyeceklerini ifade etmişti. Bu harcamaların geçen yıl 2 milyar Yeni İsrail Şekeli (825 milyon TL) bulduğu belirtilmişti.

Sendikalar aldıkları boykot kararı kapsamında ayrıca, bir yıl süreyle işçilerini tatil için en çok tercih ettikleri Türkiye’ye göndermeyeceklerini açıklamıştı.
Hürriyet

İsrail Türk şirketine de bulaştı!
İsrailli bir şirket ile Türk inşaat şirketi arasındaki davada çok tartışılacak karar çıktı
15 Haziran 2010

İsrail'in Gazze yardım gemilerinden Mavi Marmara'ya düzenlediği kanlı operasyonun ardından, Türkiye ile İsrail arasında son yılların en gerilimli günleri yaşanırken, gerilimin doğurduğu siyasi ortam İsrail'de iş yapan Türk şirketlerini de etkilemeye başladı.

Bir İsrail icra mahkemesi, İsrail'in en büyük inşaat şirketleri arasında yer alan Yılmazlar İnşaat'ın on milyonlarca Şekel'lik alacaklarına, sorunlu olduğu bir firmanın başvurusu üzerine tedbir koydu. Yılmazlar İsrail Genel Müdürü Ahmet Arık, mahkemenin kendilerini dinlemeden verdiği kararın ''tam bir hukuksuzluk'' örneği ve ''tamamen siyasi'' olduğunu söyledi.

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Yılmazlar grubuna, Mavi Marmara'ya yapılan operasyondan 9 gün sonra bir mahkeme celbi ulaştı ve tüm alacaklarına el konulduğu belirtildi. Tel Aviv'deki icra mahkemesi, bu kararını Yılmazlar'ın yıllar önce adlarına inşaat yaptığı Mişhav adlı bir inşaat grubu ile aralarında devam eden bir uzlaşmazlıktan dolayı, söz konusu firmanın mahkemeye yaptığı ''Türkiye ile İsrail arasında yaşanan gerilim nedeniyle, Yılmazlar İnşaat'ın artık İsrail'de kalmayacağı; bu nedenle açmaya hazırlandıkları davayı kazansalar bile paralarını alamayacakları yolundaki'' iddiasına dayandırdı. Mahkeme, bu konudaki kararını verirken ne söz konusu firmanın daha önce iş mahkemesine yaptığı başvurudaki eksikler nedeniyle davayı açamadığına baktı; ne de Yılmazlar İnşaat'tan herhangi bir görüş sordu.

İcra mahkemesinin aldığı karar, Yılmaz'ın iş ilişkisinde bulunduğu tüm şirketlere de gönderilerek, Yılmazlar'a yaptığı ödemelerin dondurulması istendi.

İSRAİLLİ ŞİRKET: "ARTIK BURADA DEVAM EDEMEZLER DİYE DÜŞÜNÜYORUZ"
Yılmazlar'a dava açmaya hazırlanan, ancak davası henüz iş mahkemesince de kabul edilmeyen Mişhav şirketi, bu kez icra mahkemesine başvurup aynı gün karar aldırttı. Mişhav'ın mahkemeye başvurusu tamamen siyasi içerikli. Başvuruda, ''İsrail hükümetinin Yılmazlar inşaat şirketine lisans vermesi, yüzlerce işçi için istihdam sağlamasının politik bir karar'' olduğu savunuluyor; iki ülke ilişkilerinin problemli bir noktaya geldiği, ''Türkiye'den Gazze'ye çıkarılan gemilerin de durumu daha da kötüye sürüklediği'' ifade ediliyor. Başvuruda, ilişkilerin en düşük seviyeye indiği belirtilirken, ''Bundan dolayı, Yılmazlar İnşaat şirketinin İsrail'deki faaliyetlerine devam edemeyeceğini düşündüğümüz için, açmış bulunduğumuz mahkemeyi kazandığımızda, alacağımızı tahsil edemeyeceğimizden, Yılmazlar İnşaat'ın hesaplarına el konulmasını talep ediyoruz'' deniliyor.

TAMAMEN KARALAMA KAMPANYASI
Yılmazlar İnşaat'ın İsrail'deki Genel Müdürü Ahmet Arık, İcra mahkemesinin, bir diğer mahkemedeki gelişmelere bile bakmadan başvuruyla aynı gün aldığı kararın tümüyle siyasi ve isimlerini karalamaya yönelik olduğunu vurguladı.

Arık, dün mahkemeye itirazlarını sunduklarını ve İsrail'de 2012 yılına kadar devam eden projeleri, ayrıca kontrat aşamasında bir çok işleri bulunduğunu anlattıklarını dile getirdi.

Yılmazlar'ın halen İsrail'de devam eden inşaat işlerinin tutarının 100 milyon doların üzerinde bulunduğunu ifade eden Arık, söz konusu şirketle problemlerinin ancak 500 bin dolar düzeyinde olduğunu, buna rağmen mahkemenin milyonlarca dolarlık tüm alacaklarına el konulması kararının da siyasi olmaktan öte bir anlam taşımadığının altını çizdi.

Arık'ın verdiği bilgiye göre, Mişhav şirketi ile anlaşmazlık da söz konusu şirkete Yılmazlar'ın yıllar önce yapıp teslim ettikleri konutlardaki, daire sahiplerinden gelen ve bozulmaların tamiri taleplerinden konusundan kaynaklanıyor.

İsrail'deki inşaat firmalarının, yaptıkları işlerde meydana gelen sıva bozulmasından, yapıların içindeki en ufak bir seramik ya da mermerin kalkmasına kadar tamirinde, belli bir süre sorumluluğu bulunuyor. Ancak Arık, inşaatlardaki sorumluluk sürelerinin de sona erdiğini, buna rağmen, diğer şirketin aksini ile sürüp, kendilerine dava etmeye kalktığını anlattı. Mişhav'ın bu gerekçeyle önce Tel Aviv iş mahkemesine başvurduğunu, ancak dava dilekçesinin eksiklik ve noksanlıkları nedeniyle henüz kabul bile edilmediğini söyleyen Arık, iş mahkemesinin, söz konusu şirkete, dosyasını tam hazırlaması için Kasım ayına kadar süre verdiğini de hatırlatıp, ''Ortada henüz açılmış bir dava bile yokken icra mahkemesine gidip, karar çıkarttılar. İcra mahkemesi olay nedir, ne değildir bakmadan etmeden, tek yanlı bir karar alarak, siyasete alet oldu. Ödemelerimizi yapamıyor; işçilerimizin parasını ödeyemiyoruz. İsrail'deki itibarımızı zedelemeye çalışıyorlar'' dedi.

Hem İcra mahkemesine itirazda bulunan, hem de Mişhav şirketi aleyhine 20 milyon şekellik (yaklaşık 6 milyon dolar) bir tazminat davası açmaya hazırlanan Yılmazlar İnşaat Genel Müdürü, ''Bütün bunlar biz bir Türk şirketi olduğumuz için... Mahkemelerin objektif kriterlere göre hareket etmesi gerekirken, böyle hukuksuzca bir kararın nasıl alındığını avukatlar bile çözemedi. Asıl sorun burada... Bunca yıldır İsrail'de iş yapan bir firma olarak, ilk kez böyle bir şeyle karşılaştık. Niyetleri bizi yıldırıp hukuk dışı uygulamalarla İsrail piyasasından çıkartmak'' diye de ekledi. habertürk

Taraf Gazetesi Bu İlanı Yayınladı

"Yandaş gazeteler" İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ı tam sayfa ilanla vurdu,



Ayrılık dizisiyle başlayan İsrail - Türkiye gerilimi Kurtlar Vadisi, alçak koltuk kriziyle devam etti. İsrail'in bardağı taşıran hamlesi ise Gazze'ye giden yardım gemilerine saldırı oldu. İsrail güçlerinin, Gazze’ye yardım malzemesi götüren gemilere kanlı baskını sonucu 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetti.

İSRAİL'LE İLİŞKİLER DONDURULDU

İsrail'in baskın anını ve o dehşet görüntüleri dünyada büyük yankı uyandırdı. Ama dünyaya kafa tutan İsrail, her fırsatta haklı olduğunu iddia etti, dünya devletlerini iki yüzlülükle suçlarken Türk aktivistleri provokatör ilan etti. Bugün belli olan "Türkiye’nin 5 adımlık İsrail yol haritası"nda Ankara'nın, bu ülke ile olan bütün ilişkilerin dondurulmasına karar verdiği belirtildi.

TARAF AFİŞE ETTİ

Kanlı baskın sonra tahrik edici açıklamalar yapan İsrail yönetimini bugün yandaş denilen gazeteler ilanla vurdu. Yeni Şafak, Vakit ve Taraf gazetesi tam sayfa ilanla İsrail'i deşifre etti. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın ağzından yazılan ilanın kim tarafından verildiği bilinmiyor.
aktifhaber

İSRAİL'İN HAMAS'I DEVİRME PROJESİ ÇÖKTÜ
[img][/img]
28 Haziran 2010
ABD'de yayımlanan Time Dergisi'nin İnternet sitesinde Tony Karon imzasıyla yer alan haberde İsrail'in Gazze ambargosunu hafifletme kararının 'Hamas'ı devirme projesi çöktüğün işaret' denilyor
İsrail'in Gazze'ye giren çok çeşitli sivil malzemeye uyguladığı yasağı kaldıracağı açıklaması, bölgenin Hamaslı yöneticilerini "ekonomik savaş" ile devirme stratejisinin çöktüğüne işaret ediyor. Küçük kıyı şeridini yöneten İslamcılar bu açıklamayı bir zafer sayacak çünkü kuşatmadan sağ kurtuldular. Keza ablukayı delme çabası kanlı bir şekilde biten eylemci filosunu destekleyen ve İsrail'in geri adım atmasını hızlandıran diplomatik fırtınayı başlatan Türkiye de bunu zafer sayacak. Söz konusu girişim, İsrail'in Gazze stratejisinin hedefine ulaşamadığını kabul ettiğine işaret ediyor.

Ablukanın baskı altında çökmesi Obama yönetimi için de bir utanç çünkü bölgede Türkiye'nin daha kuvvetli meydan okumasının İsrail'i davranışını değiştirmeye zorladığı, Obama'nın kibar ricalarının bunu başaramadığı düşünülecek. Utanılacak duruma düşen diğerleri arasında ise ikisi de Hamas'ın devrilmesi umuduyla zımnen ama kesin olarak ablukayı destekleyen ve bölgedeki olaylarla azalan ilgisi abluka fiyaskosuyla belirginlik kazanan Filistin yönetimi Başkanı Mahmut Abbas ve Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek bulunuyor.

ABD ve Avrupalılar İsrail'in açıklamasını Gazze'de ekonomik yaşamın normalleşmesine doğru bir ilk adım olarak memnuniyetle karşıladı ancak değişimi İsrail'in sözlerinin değil, eylemlerinin göstereceğini belirttiler. İsraillilerin politika değişikliğini ABD ve Orta Doğu Dörtlüsünün temsilcisi, eski Britanya Başbakanı Tony Blair ile istişare etmiş olduğu gerçeği, aslında ablukanın Batılı güçlerce paylaşılan Hamas karşıtı stratejinin bir bölümü olduğunu anımsatıyor. Obama yönetimi toplu cezalandırma stratejisi konusunda kaygılarını ifade etmiş olsa da İsrail'in yerleşim inşasını durdurmasını istediği şekilde Gazze ablukasının kaldırılmasını hiç talep etmedi.

Kamuoyu araştırmalarında Obama'nın Orta Doğu politikalarına Arap kamuoyunun verdiği destekte keskin bir düşüş gözlemlenmesi hiç de şaşırtıcı değil. Bu noktada, hükûmeti ABD'nin "ya bizimle ya bize karşı" yaklaşımını reddeden Türkiye devreye girdi ve Batı ile İsrail ve İran, Suriye ve Hamas benzerleri de dâhil müttefikleri arasında köprüler kurmaya çalıştı.

Türkiye ayrıca Müslüman dünyada öfkeye neden olan meselelerde İsrail ile yüzleşme ve Washington tarafından belirlenen koşullardan bağımsız diplomasi yürütme -hem Hamas ve Gazze hem de İran'ın nükleer programı konusunda- istekliliğini de gösteriyor. Bu bazılarının Türkiye'nin radikallerin safına kaydığını ileri sürmelerine yol açıyor ancak görünüşe göre Ankara'nın odak noktası şu ki bölgeyi bu şekilde bölerek ABD hiçbir yere varamadı ve ilerleme sağlanması için İran ve Hamas benzerlerini, bölgenin geleceğinde pay sahibi oldukları gerçeğini kabul eden güvenlik ve istikrar sistemlerine dâhil etmek gerekiyor. Obama yönetimi bu fikirden hoşlanmayabilir ama şimdiye kadar desteklediği alternatifler pek de işe yaramadı. Hatta her şeyden çok İsrail'in filo fiyaskosu sonrasında ablukayı kaldırması, ABD ve müttefiklerinin artık bölgenin stratejik gündemini belirlemediklerini gösteriyor.
Tımeturk

İSRAİLLİ BAŞKANIN KÜSTAH ÖNERİSİ
10 Temmuz 2010
Hayfa Belediye Başkanı Yonah Yahav, Türkiye ile İsrail arasında yeni gerilimin odağını oluşturan Mavi Marmara gemisine el konulmasını ve geminin yüzer otel haline getirilmesini önerdi.
Maariv gazetesinin haberine göre Hayfa Belediye Başkanı, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'a mektup göndererek, el konulmasını istediği geminin turizm amaçlı kullanılması önerisinde bulundu. Yahav mektubunda, "Eğer İsrail gemiye el koymaya karar verirse geminin Hayfa kentine verilmesini ve şehrin sahillerinin karşısında bir yüzer otele çevrilmesini istiyorum" diye yazdı.

Yahav ayrıca, "Bence tüm dinlerin bir arada ve işbirliği içinde yaşadığı bir şehir olarak Hayfa, gemiye ev sahipliği yapmaktan memnun olacaktır. Hayfa, geminin uzlaşının ve ümidinin sembolü haline dönüştürülebileceği en uygun şehirdir" ifadesini kullandı.

İsrail donanmasının Gazze'ye yardım gemilerinden Mavi Marmara'ya 31 Mayısta düzenlediği ve 9 Türk'ün öldüğü baskından sonra Aşdod limanına çekilen gemi, daha sonra Hayfa limanına götürülmüştü.

Türkiye, gemi baskını nedeniyle İsrail'in resmen özür dilemesini ve gemide ölenler için tazminat ödemesini isterken, İsrail, gemilerle ilgili henüz karar verilmediğini duyurmuştu.

Mavi Marmara ile birlikte gelen gemilerden biri daha Hayfa'da, diğerleri Aşdod'da bekletiliyor. haber10

"İsrail'in BM'deki itibarı, en kötü düzeyde"
19:15 - İsrail'in BM Büyükelçisi Gabriela Shalev, ülkesinin itibarının çok kötüleştiğini belirterek, “Son aylardaki bizim durumumuz, Siyonizme ırkcılık dendiği 1970 yıllarına benzer” dedi. Shalev, BM Genel Sekreterinin, hala Mavi Marmara için uluslararası komisyonu kurmayı planladığını da ifade etti. 11.07.2010 KUDÜS netgazete

Metin Münir
mmunir@milliyet.com.tr
Gizli tarih: İsrail Kürt ilişkileri
16 Temmuz 2010

İsrail İran ilişkileri her zaman şimdi olduğu gibi kötü değildi. Tersine, İran 1948’de İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden bir oldu. On yıl sonra iki ülke savunma ve istihbarat konularında işbirliği anlaşması imzaladılar.
Aynı yıl, Şah’ın oluruyla İsrail ajanları, İran’daki üsleri kullanarak Kuzey Irak’taki Kürtleri silahlandırmaya ve eğitmeye başladı. Amaç, iki ülkenin de ortak düşmanı olan Irak’ta istikrarı bozmaktı.
İsrail-Kürt işbirliği o kadar gelişti ki İsrail 1967’de Mısır, Ürdün ve Suriye’ye saldırdığında peşmergeler de Irak’ı meşgul etmek için bölgelerindeki Irak askerlerine saldırdılar. Benzer bir eşzamanlı operasyon 1973’te yapıldı.

Dostluk pekişiyor
Kürt lider Molla Mustafa Barzani 1967 ve 1973’te İsrail’i ziyaret edip Kürt-İsrail dostluğunu pekiştirdi.
1973’ten sonra Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA de bu işbirliğine katıldı. CIA ajanları, Kuzey Irak’ta, İran üzerinden peşmergelere gelen askeri malzemenin akışını koordine etmeye başladılar.
İran 1975’te İran-Irak ile barış anlaşması imzalanınca Tahran Kürtlere yardımı kesti, bu da Irak’taki Kürt ayaklanmasının sonunu getirdi.
İsrail ise Kürtlerle yakın ilişkisini kesintisiz sürdürdü. 1991 Birinci Körfez Savaşı’nın ardından Kuzey Irak’ta varlığını pekiştirdi. İran ve Irak’taki Kürtleri kullanarak her iki ülkede de istihbarat toplamaya başladı.
İsrail’de yaşayan 50,000 civarında Irak doğumlu Kürt var. İsrail bunlar arasından seçtiği ajanlar aracılığıyla her iki ülkede, özellikle kitle imha silahları konusunda istihbarat toplamaya başladı.
Bu arada, Türkiye’de olanca hızıyla devam eden PKK terörü İsrail için işleri karmaşıklaştıran bir etken oldu.

İsrail kimin yanında?
Türkiye ile İsrail arasındaki yakın ilişkiler 1958’de imzalanan işbirliği anlaşmasıyla başladı. İstihbarat paylaşımı bu anlaşmanın önemli parçalarından biridir. İsrail Azerbaycan’daki istihbarat ağını Türkiye’nin yardımıyla kurdu.
İsrail, Kürtler yüzünden Türkiye ile işbirliğini bozmak istemediği için Ankara ile bir uzlaşmaya vardı. Türkiye İsrail’in Kuzey Irak ve İran’da Kürtlere dayalı istihbarat faaliyetlerini görmezden gelecek, İsrail Türkiye’ye PKK ile ilgili istihbarat verecekti.
Abdullah Öcalan, Şubat 1999’da İsrail istihbaratının yardımıyla yakalandı.*
İsrail’in İran’la ilişkileri Mollaların iktidara gelmesiyle bozuldu. Ama hem Irak hem de İran Kürtleriyle ilişkisi sıcaklığını hiç kaybetmeden devam etti.
Soru şu: Kürtler er veya geç Kuzey Irak’ta bağımsızlık ilan ettiklerinde, İsrail, Türkiye’nin mi Kürtlerin mi yanında olacak? Şu anda kimin yanında?
*Bu ve bu yazıdaki diğer bilgilerin tamamını Scot Ritter’in Target Iran (Hedef İran) adlı kitabındandır.
Milliyet

İsrail, Filistinlilere su bile vermiyor

20 Temmuz 2010 Tüm dünyanın baskısına rağmen Gazze'ye uyguladığı ablukayı kaldırmayan İsrail, Batı Şeria'da da Filistinlilere nefes aldırmıyor. İsrail sınır polisi, Batı Şeria'nın Hebron şehrinde yer alan Filistinlilere ait tarlalardaki su borularını gözyaşlarına aldırmadan zorla söküyor. İsrail, Yahudi yerleşimleri ve İsrail askeri üslerinden boru hatlarıyla su çalındığı iddia ediyor. Bu iddiayı yalanlayan Filistinli çiftçiler ise, tarlalarını sulayamamaktan şikayetçi. netgazete

Hakan Albayrak
Raid Salah hapiste

1948 topraklarındaki İslami hareketin lideri Raid Salah, Siyonist işgal rejimi tarafından zindana atıldı. 2007'de Kudüs'te Filistinli göstericilere müdahale eden bir İsrail polisinin yüzüne tükürdüğü için beş ay hapis yatacakmış.

Jerusalem Post'ta haberi okuyunca üstadın Mavi Marmara'daki dervişane halini hatırladım.

Üzerinde hep aynı fistan...

Başında hep aynı takke...

Ayaklarında hep aynı terlik...

Az yiyip az uyuyan, çok Kur'an okuyan bir adam.

Bizim uyku tulumlarımız ve yastıklarımız vardı, onun ise serin gecelerde üstüne örtecek bir ceketi bile yoktu; başının altına koyacak bir yumuşaklığı da yoktu; kuru bir kanepede kıvrılıp yatarken ellerini yastık yapardı.

Belli ki, dönüşü olmayabileceğini düşündüğü yola çıkarken, üzerine / yanına gereğinden bir zerre fazla eşya almamaya özen göstermişti.

Mescid-i Aksa'ya özgürlük mücadelesini genel olarak da öyle bir yolculuk gibi gördüğünden eminim.

Eşya ne ki? Kendini bile aştı Raid Salah.

Hapishaneye giderken, "Mescid-i Aksa'yı Yahudi mâbedine çevirmek üzereler. Günün konusu benim tutuklanışım değil Kudüs olmalıdır!" diye haykıracak kadar...

İsrailliler işte böyle bir adamı hapse atarak "ceza"landırabileceklerini, sindirebileceklerini zannediyorlar.

Ne kadar büyük bir gaflet!

Ne kadar derin bir cehalet!

* * *

Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhû, Şeyh Salah.
Yeni Şafak


İsrail'in işi zor
Hüsnü Mahalli
Türkiye'nin ısrarlı ve sert tutumundan kaynaklanan ABD ve AB baskılarına dayanmayan İsrail, BM tarafından oluşturulan Soruşturma Komisyonu'nu kabul etti. Her ne kadar İsrail yanlıları bu komisyonun oluşturulmasını önemsemiyorsa da sonuçta Tel Aviv bununla işlediği suç ve cinayeti kabul etmiş oluyor. Nitekim bu komisyonunun kurulmasından 4 gün sonra İsrail, Türk gemilerini geri göndermek zorunda kaldı. Aynı sıralarda İsrail medyası hükümet ile generaller arasındaki kavgadan söz ediyordu. Bu haberlere göre hükümet generalleri, generaller de hükümeti Mavi Marmara'ya yönelik saldırı konusunda suçluyordu. Aynı suçlamalar Lübnan'a yönelik son saldırı konusunda da meydana geldi.

İşte tüm bunlardan dolayı İsrail'in işi çok zor. Böyle bir İsrail; Türkiye'nin baskılarına dayanamayıp hep geri adım atıyor. İsrail mutlaka Türkiye'den özür dileyecek ve tazminat ödeyecektir.

İsrail; sivil bir gemiye saldırıp insani damarları kabaran insanları öldürmekle uluslararası kamuoyunda mahkum oldu.

İsrail; 2008'de Gazze'ye saldırdı, büyük bölümü kadın ve çocuk olan 1600 Filistinli'yi öldürüldü, 5 binini yaraladı ve Gazze'yi yerle bir etti. Ama sonunda Gazze'ye giremedi ve yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı. İsrail insanlık vicdanı karşısında bir kez daha mahkum edilmişti.

Tıpkı 2006'da olduğu gibi.

Benzer şekilde Temmuz-Ağustos 2006'da Lübnan'ın güneyine saldıran İsrail çoğunluğu kadın ve çocuk olan 1700 Lübnanlı'yı öldürdü ve Beyrut dahil birçok şehrin altyapısını yok etti..

Hizbullah militanları karşısında 160 kayıp veren İsrail, tüm askeri ve teknolojik üstünlüğüne rağmen yenilerek Lübnan'dan çekilmek zorunda kaldı. İsrail bir kez daha uluslararası kamuoyu önünde rezil olmuş ve kendi toplumunun doruğa çıkan korkusunu önleyememişti. Çünkü dünyanın dört bir yanından İsrail'e göç eden Yahudiler 'asla yenilmez' olduklarına inanarak buralara gelirler. Örneğin İzmir Bergama'dan İsrail'e göç eden İsrail'in Ankara Büyükelçisi Levy...

Herkes karşısında yenilmeye başlayan bir İsrail, hem yeni göç alamaz hem de kendi kuruluş ideolojisi ve felsefesinin işe yaramadığının psikolojik baskı ve depresyonunu yaşar ve yaşayacaktır.

Belki de hükümet ile generallerin kavgası bundandır.

Çünkü hükümet ve yenilmez İsrail askerleri, düşülen durumdan kurtulmanın pek kolay olmadığını biliyor.

Yani korkunun ecele faydası yoktur ve olmayacaktır.

İşte tehlike burada başlıyor.

Umutsuzluk ve korku içinde yaşayan bir İsrail, her an herkese karşı bir çılgınlık yapabilir. 31 Mayıs gecesi Mavi Marmara gemisine yapılan anlamsız saldırı yalnızca bu umutsuzluk ve korku nedeniyle yapılmıştır. Yani İsrail hükümeti ve generalleri gemiye saldırarak İsraillilere moral pompalamayı amaçlamışlardır.

Yani İsraillilere moral ve cesaret vermek için 9 Türk insanın kanı gerekiyordu.

Çünkü başta Filistinliler olmak üzere 60 yıldır yüz binlerce Arap'ı öldüren İsrailliler, anlaşılan artık bundan tatmin olmamaktadırlar. Onlara yeni türden 'daha kaliteli' kurban gerekiyordu ve bunları Türklerden seçtiler. Mavi Marmara gemisinde bulunanlar İsrailli askerlerin hedeflerine bilerek ve seçerek ateş ettiklerini anlatmıştı. Yani bilerek ve seçerek Türkleri öldürdüler.

Yani İsrail askerleri kendi vatandaşlarına özel mesajlar vermeye çalışmıştı:

'Bize one minute diyenleri işte biz böyle avlarız.''

'Biz Osmanlı mirasçısı Türkleri bile öldürürüz.''

'Hiç kimse bize bir şey yapamaz.''

Peki o zaman tüm bunları kendi vatandaşlarına söyleyen İsrailli politikacı ve generaller, neden şimdi birbirini suçluyor?

Neden bu saldırının başarısız olduğunu söyleyip duruyor?

Bunun bir tek nedeni vardır:

İsraillilerin işi artık çok zor.

İsrailli generaller ve politikacılar ne yaparsa yapsın artık gücünü hiç kimseye karşı kanıtlayamıyor ve kanıtlayamayacaktır.

İsrailli generaller ve politikacılar ne tür çılgınlıklar yaparsa yapsın mutlaka karşılığını görecektir. 400 milyonluk Müslüman halklar tarafından kuşatılan 6 milyonluk bir İsrail'in kurulduğu günden bu yana yaptığı gibi hep savaşla yaşayamaz.

Hele bölgenin en önemli ülkesi Türkiye'yi kendine düşman edinmişse.
Akşam

Suç ve ceza
Hüsnü Mahalli
Gazze'ye yardım gemilerine yönelik saldırı ile ilgili olarak İsrail Başbakanı Netanyahu dün 6 saat süre ile sorgulandı. Sorguyu konuyla ilgili kurulan özel bir komisyon yaptı. Sırada Savunma Bakanı Barak ve Genel Kurmay Başkanı Eşkinazi var. Netanyahu sorgusunda ''Vallahi benim suçum yok her şeyi Barak yaptı'' türünden bir savunma yapmış ama sonunda ''O da uluslararası hukuka uygun davranmış'' demiş.

Kuşkusuz komisyon Netanyahu, Barak ve Eşkinazi'yi aklayacaktır. Tıpkı Hamas lideri Meşal'e yönelik suikast olayında olduğu gibi.

O sıralar yani 1997'de sorgulanan Başbakan Netanyahu olayın sorumluluğunu Mossad şefine yüklemiş ve komisyon tarafından aklanmıştı. Komisyonunun başında o sıralar Joseph Ciechanover bulunuyordu. Netanyahu kendisini aklayan bu kişiyi üç gün önce

Mavi Marmara'ya yönelik saldırıyı araştırmak üzere BM tarafından kurulan komisyon üyeliğine atadı. Yani Netanyahu BM komisyonundan da aklama beklemektedir. Böyle bir aklamanın olup olmayacağını hep birlikte göreceğiz. Ancak dün medyaya yansıyan görüntülere bakılırsa sorgulama sandalyesine oturtulan Netanyahu'nun işi oldukça zor. Çünkü ''ABD ve BM Komisyonunu ayarlarız'' mantığı ile davranan İsrail hiç kuşku yok ki yine BM'ye bağlı İnsan Hakları Konseyi tarafından oluşturulan başka bir komisyon tarafından mutlaka suçlu bulunacaktır.

Hiç kimse İsrail'i suçlamasa bile insanlık vicdanı bunu yapmıştır.

Tıpkı Irak'ta olduğu gibi..

Çünkü Başkan Bush da Netanyahu gibi 'Biz her şeyi uluslararası hukuka uygun yaptık' demişti. Yani çeşitli nedenlerden dolayı şimdiye kadar ölen ve öldürülen yüz binlerce Iraklı'nın katili uluslararası hukuktur. Dul kalan milyonlarca Irak'lı kadın, yetim ya da sakat bırakılan milyonlarca Irak'lı çocuk ve fahişelik yapmak zorunda bırakılan on binlerce Iraklı kadının durumundan yine Bush'ın tutunduğu uluslararası hukuktur. Önceki gün açıklanan yeni bir araştırma sonucuna göre Iraklı çocukların yarısından fazlası okula gitmemekte ya da ilkokul diploması almadan okulu terk etmek zorunda kalmaktadır. Yani Irak'ın önümüzdeki dönem gençleri cahil kalacak ve iç savaş riski yaşamakta olan bu ülkede farklı gruplar için silahlı malzeme olarak kullanılacaktır. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olması gereken bu ülkede insanların büyük bölümü günde 3 doların altında bir gelirle yetinmek zorunda bırakılmıştır. Çünkü gençlerin %34'ü işsiz.

''Uluslararası hukuka uygun'' olarak Irak'ı işgal eden ABD'nin başkanı Obama ise Iraklı Şii din adamı Sistani'ye mektup yollayarak ''Ne olursunuz hükümetin kurulması konusunda bize yardımcı olun'' demek zorunda kalmıştır.

Aynı Obama, hükümetin kurulması için uluslararası hukuku temsil eden BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'dan yardım istemişti.

Bu telkinlerin işe yaramayacağı kesindir. Çünkü Mavi Marmara saldırısını inceleyecek BM komisyonun kurulması sürecinde ikiyüzlü politikalarında olduğu gibi şimdiye kadar hiçbir sorunu çözebilme yetenek ve gücünü kanıtlamayan Başkan Obama'ya artık hiç kimse inanmamakta ve güvenmemektedir.

İşte size bir örnek.

ABD tarafından iktidara getirilen Pakistan Devlet Başkanı Asıf Zardari, ''Taliban'a karşı savaşın kaybedilmek üzere olduğunu ve Taliban ile Kaide'nin giderek güçlendiğini'' söyledikten sonra ''İnsanların akıl ve vicdanını kazanmakta başarısız olduğumuz için savaşı kaybediyoruz'' dedi.

İşte anahtar sözcük bu olsa gerek..

Akıl ve vicdan.

Yani Netanyahu istediği kadar ''Ben suçlu değilim ve 9 Türk'ü uluslararası hukuka uygun olarak öldürdüm'' desin dünyada milyarlarca insan İsrail Devleti'nin cinayet işlediğini biliyor ve kabul ediyor. Benzer şekilde Amerikan askerleri Irak'tan ne zaman çekilirse çekilsin dünyada hiç kimse (tabi Amerikan yandaş ve yalakaları hariç) Irak işgalinin doğru bir iş olduğunu söylemiyor ve söyleyemez. Benzer şekilde milyarlarca insan Mavi Marmara gemisiyle Gazze'ye yardım taşıyan kişilerin bunu yalnızca insanlık onuru için yaptıklarını biliyor ve inanıyor.

O nedenle Netanyahu, Barak ve diğerleri ne derse desin ve Obama ile benzerleri onlara istediği kadar arka çıksın Mavi Marmara'ya yapılan saldırı insanlık akıl ve vicdanı tarafından suçlu bulunmuş ve cezalandırılmıştır.

Ceza ise yalnızca bir lanet ve bedduadır. Geç de olsa bunun işe yaradığını insanlık tarihi kanıtlamıştır.
Akşam

İsrail'in Gizli "Uydu" Anlaşması
13 Ağustos 2010
İsrail'in kendi toprakları üzerinden uydu görüntülerinin alınmaması için uydu üreticisi ülkeler ve Uluslararası Telekominikasyon Birliği ile gizli anlaşma yaptığı öğrenildi.
Göktürk Uydusu'nun ihalesini, İsrail toprakları üzerine gelince 1 metreden aşağısını net olarak görüntüleyemez şartını koyduğu için kaybeden İsrail'in Dünya Uydular Birliği ve uydu üreticisi ülkelerle gizli anlaşmasının olduğu ortaya çıktı.

Dünya'da Fransa, Almanya, Rusya ve İsrail önde gelen uydu üreticisi ülkeler olarak gösteriliyorlar. Son zamanlarda bunlara İngiltere ve İtalya'da eklenmeye başladı. Türkiye'nin askeri amaçlı keşif ve gözetleme uydusu Göktürk ihalesine de teklif veren İsrail, şartnameye; "İsrail toprakları üzerinden 1 metreden aşağıda net görüntü alınamayacaktır" şartını koydurtmak istediği için elenmişti.

GÖKTÜRK'LE AMAÇLANAN

200 Milyon dolara mal olması planlanan Göktürk Uydusunun yapımının 2012 yılında tamamlanması öngörülüyor. Ana yüklenicisinin İtalyan Telespazio firmasının olduğu Göktürk Keşif ve Gözetleme Uydusu'nun üretiminde Türk firmaları TAI ve Aselsan ile TÜBİTAK da yer alıyor. Göktürk uydusu yapımı tamamlandığında yeryüzünden 50-75 santimetre çözünürlükte görüntü tespit edebilecek.

Göktürk Uydusu'ndan başta PKK ile mücadele olmak üzere dünyanın her yerinden istihbarat amaçlı ve yüksek çözünürlüklü görüntü temin etmeyi amaçlayan Türkiye, uydudan aynı zamanda orman alanlarının kontrolü, kaçak yapılaşmanın takibi, doğal afet sonrası en kısa sürede hasar tespiti, ürün rekolte tespiti, coğrafi harita verilerinin üretilmesi gibi pek çok sivil alanda da yararlanmayı planlıyor.

İSRAİL'İN ANLAŞMASI

Uyduların kendi toprakları üzerinden görüntü almasını engellemek için her yola başvuran İsrail'in uydu üreticisi ülkeler ve merkezi Washington'da bulunan International Telecommunications Union'la gizli anlaşmalar yaptığı ortaya çıktı.

Göktürk ihalesindeki İsrail şartı nedeniyle bu ülkeyi eleyen Türkiye, uydu yapımına girişinde İsrail'in gizli anlaşmasıyla karşılaştı. İran'daki yoğunlaştırılmış uranyum üretimini engellemek için olağanüstü bir çaba gösteren İsrail'in topraklarında belirlenen 36 atom bombası bulundururken, uydular aracılığıyla tespit edilmesinden korktuğu ne tür çalışmalar yürüttüğü ise merak konusu oldu.
Kaynak: yeni Şafak

İsrail ve Sırp aynı görüşte: Bosna'da Türk olmasın
Bosna-Hersek Sırp Başbakanı Milorad Dodik, İsrail'in, Türkiye'nin Bosna-Hersek'teki rolünün sorun oluşturabileceği endişesi taşıdığını belirtti. Peres'in Bosna-Hersek'in durumunu ve ülkeyle ilgili birçok ayrıntıyı çok iyi bilmesinin kendisini şaşırttığını ifade eden Dodik, görüşmelerinde Türkiye'nin Bosna-Hersek'teki rolüne de değindiğini ve "Türkiye'nin tek taraflı olarak Bosna'daki duruma karışmasından" duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdiğini belirtti. 20.08.2010 SARAYBOSNA netgazete

Gazze katili seçildi..
İbrahim Karagül:
27 Ağustos 2010

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, uzun mülakatlar sonrasında yeni Genelkurmay Başkanı'nı seçti. Yeni şef Yoav Galant. Günlerce tek tek görüşmeler sonrasında belirlenen bu isim; Aralık 2008-Ocak2009 arasında Gazze'deki o kıyımları yapan kişi. Amaç, İran'a karşı, nükleer savaş dahil, yürütülecek büyük mücadele öncesinde Lübnan ve Filistin'i susturmak! İki savaş da başarısız oldu. Ama hazırlıklar devam ediyor. Projenin merkezindeki isim şimdi İsrail Genelkurmay Başkanı...
Yenisafak

Sinan Tavukçu
İsrail Türkiye’den Neden Özür Dileyemez?

Ambargo altındaki Gazze’ye insani yardım götüren ‘Özgürlük Filosu’na ait Mavi Marmara gemisi, 31 Mayıs 2010 gecesi uluslararası sularda İsrail komandolarının saldırısına uğramış, saldırıda 9 Türk yardım gönüllüsü hayatını kaybederken, 30 kişi de yaralanmıştı. İsrail, yardım gemilerine ve yardım malzemelerine el koyarak yolcularıyla beraber bir İsrail limanına götürmüştü. Uluslararası hukuka aykırı bu saldırı, Türk-İsrail ilişkilerini kopma noktasına getirmişti.

Bu saldırıdan sonra, ilişkilerin yeniden kurulabilmesi için Türkiye İsrail Hükümetine beş şart koştu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından dillendirilen bu beş şart “Özür dilenmesi, tazminat ödenmesi, bir uluslararası bağımsız, tarafsız komisyon kurulması ve Gazze'ye uygulanan ambargonun kaldırılması” ydı. Kamuoyu İsrail’in özür dileyip dilemeyeceğini merak ederken, İsrail Başbakanı Netanyahu İsrail’in Türkiye’den özür dilemeyeceğini açıkladı.

İsrail’in akıl ve insaf dışı politikaları karşısında, Alarko Şirketler Topluluğu'nun Başkanı İshak Alaton İsrail’de yayımlanan Maariv Gazetesi'ndeki yazısında, "Ünlü Yahudi aklına ya da istihbaratına ne oldu? İsrailli politikacılar Yahudi gibi davranmıyor. Hep tüm dünya size karşı diye düşünüyorsunuz. Bana göre artık gerçeklerle yüzleşmenin ve neyin neden yanlış gittiğini sorgulamanın zamanı geldi." feryadıyla, İsrailli politikacıları eleştiriyordu.

Aslında ünlü Yahudi aklı, 20’inci yüzyılın başından itibaren tutulmaya başlamıştı. Siyonizm hareketi Filistin’de bir devlet kurmadan önce yeni bir kuşak yaratmış, bu yeni kuşağa verilen irrasyonel ve şişirilmiş suni kimlik, 1948’den sonra kurulan devletin de kimliği ve ideolojisi haline gelmişti. Başta bir Yahudi devleti kurmak için ihtiyaç duyulan pervasız-çatışmacı Yahudi kimliği, devlet kurulduktan sonra Sefardim-Eşkenazim başta olmak üzere, farklı dil ve kültürlere, farklı adet ve geleneklere sahip bulunan, farklı dini kitaplara ve ibadet şekillerine tabi derleme toplulukların bir arada tutulması için vazgeçilmez bir araç haline getirilmişti.

Bugünkü İsrail Devleti’nin politikalarına rengini veren yeni Yahudi kimliği 19.yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştı. Yüzlerce yıl vatansız ve emniyetsiz bir sürgün hayatı yaşayan Yahudiler, 19.yüz yılda güçlenen milliyetçilik akımlarının da tesiriyle, kendisine bir ulus devlet kuracak yeni bir Yahudi kuşağı yarattılar. Yahudiler, yüzlerce yıl süren sürgün müddetince, yaşamak zorunda kaldıkları ülkelerde dinleri ve ırkları sebebiyle ayrımcılığa tabi tutulmuş ve şiddete maruz kalmışlardı. Ortaçağ’da bu düşmanlığın kaynağı din olurken, reform dönemlerinden sonra, düşmanlığı tetikleyen unsur ırk farklılığı olmuştu. Yahudilerin yaşadıkları toplumda nefret edilmelerinin bir diğer sebebi, yaptıkları bankerlik faaliyetleri dolayısıyla kredi verdikleri halk tarafından “kan emici” olarak görülmeleriydi. Yahudiler, Avrupa’da ülkenin asli unsurlarına karıştırılmadan gettolarda yaşamaya mecbur edilmişlerdi.

Batı’da başlayan aydınlama hareketi, ister istemez Yahudileri de etkilemiş, Avrupa’da, “Haskala” olarak adlandırılan Yahudi aydınlanma hareketinin doğumunu sağlamıştı. Bu dönemde Avrupa’da yaşayan Yahudi aydınlar, bir yandan Yahudi kimliğini koruyarak, seküler eğitim sürecine katılmak suretiyle Avrupa aydınlanmasından pay almayı, getto sınırlarından kurtulmayı, içinde yaşadıkları toplumların bir parçası olarak daha yüksek roller üstlenmeyi hedeflemişler, diğer taraftan Yahudi geleneklerinde ve davranış tarzlarında modernleşmeyi sağlamaya çalışmışlardı. Ancak, Yahudi toplulukları bu değişim taleplerine karşı çok istekli görünmüyordu.

Haskala hareketi zamanla genç Yahudilerin zihninde milliyetçi tesirler uyandırdı. Filistin’in yurt edinilmesini ve milli bilincin geliştirilmesini amaç edinmiş birçok cemiyet ortaya çıktı. Daha önce ibadet dilinden öte bir fonksiyonu bulunmayan İbranice, bir edebiyat dili olarak işlenmeye başlandı ve İbranice yayın yapan çeşitli gazeteler, dergiler kuruldu.

Bu dönemde, Yahudilerin mevcut kimliklerini muhafaza ederek yaşadıkları ülkenin eşit ve onurlu bir mensubu olmasını savunan liberal Yahudi örgütleri (Alliance Universelle Israelite gibi) ile, asimilasyona karşı çıkan ve Yahudilerin bir ulus devlete sahip olması gerektiğini savunan milliyetçi Yahudi örgütleri arasında çekişmeler ortaya çıktı. Bir ulus devlete sahip olma fikri Yahudi cemaati arasında tartışma konusu olurken, bu yöndeki talepler dünya siyasetinin gündemine de oturdu. İlk defa İngiltere’nin Yahudi Başbakanı Disraeli, Filistin’de bir İsrail devleti kurulması gerektiğini savunmaya başladı.

Çarlık Rusya’sında 1882’de başlayan pogromlar (kıyımlar) ve Avrupa’nın diğer devletlerinde var olan Yahudilere yönelik antisemitik hareketler, Yahudiler arasında bir Yahudi vatanına kavuşma idealinin pratiğe dökülmesine yol açtı ve “Siyonizm” ideolojisini ortaya çıkardı. Siyonizm, “Eretz Israel” de (Yahudilerin tarihi anavatanı) bir Yahudi devleti kurulmasını hedefleyen milliyetçi bir hareketti. Siyonizmin mimarı olarak bilinen Theodor Herzl’e göre, inananların dualarında yaşayan ütopyanın, gerçeğe dönüştürülmesi zamanı gelmişti. 1855 yılında başlayan Filistin’de kolonileşme faaliyeti, Siyonist ideoloji ile birlikte toplu ve sistematik bir göçe dönüştü. “Aliyah” olarak adlandırılan bu göç hareketi ile, dünyanın dört bir yanına yayılmış olup, “Eretz Israel”de bir devlet kurma idealiyle tutuşan Yahudiler yasal ya da yasadışı yollarla Filistin’de toplanmaya başladılar.

Aliyah’ı organize etmek için açık ve gizli bir takım örgütler kuruldu. Bu örgütler, 19’uncu yüzyılda ulus devletlerin kuruluşuna hizmet eden pek çok milliyetçi örgüte benziyordu. Siyonist örgütler, Filistin’e öncelikle gençlerin göç etmesini teşvik ediyorlardı. Bulundukları ülkelerde horlanmaları dolayısıyla, karakterleri baskı altında ezilmiş olan yaşlı kuşakların, yeni vatanın ruhunu temsil edemeyeceklerinin farkındaydılar. “Aliyah HaNoar“ denilen genç Yahudi göçü ile, ileride Siyonist devleti kuracak ve yaşaması için gerekirse hayatını vermeye hazır yeni bir kuşağın yaratılması, bu kuşak için yeni bir Yahudi kimliği inşaası mümkün olacaktı. Nitekim, ikinci göç dalgasıyla gelenler İsrail’in kurucu babaları olmuş, Filistin topraklarının imarı için ter döken örnek bir nesil teşkil etmişlerdi.

Siyonist Yahudi örgüt mensupları tüm dünyada müştereken algılanan Yahudi kimliğinden rahatsız oluyor, bu şekilde algılanmaktan nefret ediyorlardı. Yahudiler karikatürlerde hilekar, korkak, pısırık, menfaatperest tiplemeleriyle resmediliyorlardı. Anlatılan fıkralarda Yahudiler, kendi dindaşını dahi kazıklayan, canına ve malına düşkün, paradan başka kutsalı olmayan insanlar olarak mizah konusu yapılıyordu. Siyonist gençlik örgütleri (Türkiye’de de faaliyet gösteren Ne’emanei Tsion, Betar, HaHalutz, İrgun Tsinoi Ba Kusta vs.) bu imajı yıkmak için, örgüte aldıkları genç Yahudileri gençlik ve spor kamplarında fiziken güçlendiriyor, hiçbir şekilde canını riske atmaz olarak bilinen Yahudilerin genç kuşaklarını, kendilerine vaat edilmiş olan topraklar için savaşmaya ve ölmeye hazır birer kahraman haline getiriyorlardı.

20’inci yüzyıl başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlayan ulus devletleri kuran milliyetçi hareketler laik karakterli iseler, üstünlüklerini ve farklılıklarını damarlarındaki asil kanda arıyor ve üstünlüklerine olan inançlarını mitolojiyle besliyorlardı. Eğer dini karakteri baskın hareket iseler, bu üstünlüklerini kutsal kitaplarında buldukları argümanlara dayandırıyorlardı. Tarihi şartların oluşturduğu Yahudi kimliğinden nefret eden genç kuşaklar, aradıkları üstün kimliği Tevrat’ta bulmuşlardı. Tevrat’a göre onlar insanlar arasından seçilmiş üstün bir topluluk idiler. Tanrı, seçilmiş olan bu topluluğa Filistin toprakları üzerinde “işlenmemiş ve iskan edilmemiş” bir vatan vaad etmişti. Onlara göre, Eretz İsrail’e göç, Yahudi tarihinin tabii seyrinin son merhalesi ve Yahudilerin millet olarak hayatta kalmasının tek yoluydu.

Ulus devleti kurmak için aynı ideallere sahip olmak ve bunun için canını vermeye hazır olmak, bir arada yaşamak için yeterli unsurlar değildi. Benzer ideallerle dünyanın dört bir yanından Filistin’e göçen Yahudiler gerek kültürel kimlik, gerekse konuştukları diller itibariyle birbirinden farklıydılar ve anlaşamıyorlardı. Tevrat dili olan İbranice Yahudiler arasında sadece ibadet dili olarak kullanılmaktaydı. Öteden beri Filistin’de yaşayan Yahudiler “Arapça” konuşurken, İspanya ve Batı Avrupa bölgesinden gelen Seferad Yahudileri “Ladino” denen melez bir İspanyolca’yı, Almanya ve Doğu Avrupa’dan gelen Aşkenazlar Almanca- İbranice karışımı bir dil olan “Jiddisch” lisanını kullanıyordu. Bu dilleri konuşamayan diğer göçmen Yahudiler geldikleri ülkelerin dilini konuşuyordu.

İbraniceyi milli bir dil haline getirmek için çalışmakta olan Eliezer Ben-Yehuda’nın, 1881’de Filistin’e gelmesi ile, İbranice Yahudi göçmenler arasında hızla yayılmaya başladı. Filistin duvarlarına “Yahudi İbranice Konuş” yazılı afişler asılıyordu. 1889’da, ilk defa tüm müfredatı İbranice olan bir okul, Rişon Letsiyon’da kuruldu. Ben-Yehuda’nın dediği gibi İbrani dili, sinagogdan kursa, kurstan okula, okuldan da eve giren yaşayan bir dil haline geliyordu. Nihayet, İngiliz Manda Yönetimi 1922 yılında İbraniceyi Filistin’in resmi dillerinden biri olarak kabul etmişti. Bu gayretler sonucunda farklı coğrafyalardan göç ederek gelen yeni Yahudi kuşağı, hayatının her alanında konuşacağı ve yazacağı milli bir dile kavuşmuştu.

Dünyanın pek çok ülkesine dağılmış bulunan Yahudilerin, göç ettikleri ülkelerde din ve ırk farklılıkları dolayısıyla, zulme, katliama uğramaları, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeleri Yahudi bilincinde ağır bir travma meydana getirmişti. Politik psikoloji üzerine çalışan psikanalistler bu travmayı “seçilmiş travmalar” olarak adlandırmaktadırlar. Onlara göre seçilmiş travmalar, tarihte yaşanmış bazı olayların toplumun bilincinde derin bir acı ve yas duygusunu uyandırması ve bu acının yasının tutulamaması dolayısıyla gelişen psikolojik bilinçaltı süreçlerdir. Bu bilinçaltı süreçler, yaşanan acı olaylara sebep olan kişiye ya da gruba karşı bir düşmanlık ve kin duygusu oluşmasına neden olmaktadır. Toplumlar da bireyler gibi, kendilerini psikolojik olarak korumak amacıyla, yansıtma ve mağduriyet duygusunu öne çıkarma biçiminde savunma mekanizması geliştirmektedirler. Yaşanmış olan travmalar, psiko-genetik olarak nesilden nesle aktarılır, toplumların geleceklerini etkileyebilecek psikolojik ve duygusal izler bırakırlar. Hatta toplumun bir ulus kimliği ya da etnik kimlik kazanmasına etki ederler. Zulme uğrayanların bu psikolojisi “mağduriyet psikolojisi” olarak adlandırılmaktadır.

Yüzlerce yıl süren vatansız ve emniyetsiz bir sürgün hayatı ister istemez mağduriyete uğramış Yahudileri bir tür intikam hırsıyla doldurmuştu. Kutsal kitaptan mülhem üstün ırk ve seçilmiş millet anlayışı, intikamcı psikolojiye ciddi bir sinerji kazandırıyordu. Eretz İsrail’e ulaşan Yahudiler, kendilerine vaat edilen Filistin topraklarını Tevrat’a göre, “işlenmemiş ve iskan edilmemiş” kabul ettiklerinden, burada yerleşik olan Yahudi olmayan halkların mülkiyet haklarını reddettiler. Filistin toprakları üzerinde ‘sorgulanamaz’ ve ‘ellerinden alınamaz’ hakları olduğu iddiasıyla, Arapları asırlardır yaşadıkları bu topraktan kovmak için teröre başvurdular. Mağduriyet psikolojisinin tutuşturduğu intikam duygusu, tarih boyu kendilerine zulmedenlere değil, göç ettikleri Filistin’deki Arap köylülere yöneldi. İsrail devletinin kurulmasından önceki yaklaşık elli yıllık dönemde Yahudiler, terör ve baskıyla, öteden beri Filistin’de yaşayan halkın topraklarını terk ederek komşu Arap ülkelerine sığınmalarını sağladılar. Filistin’de 1910' da yaşayan Yahudilerin oranı % lO iken, 1947' de bu oran BM'nin Filistin'e yönelik taksim planı öncesi %31 'lere yükselmiş, İsrail'in kuruluşunun ardından 1949 yılında %86'ya yükselmiştir.

İkinci dünya savaşı sırasında, Avrupa’da yaşayan Yahudilerin “Holokost” adı verilen katliama maruz kalmaları Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasının yolunu açmıştı. Filistin topraklarını terörist gruplar eliyle Araplardan temizlemeye çalışan Yahudi zihniyeti, 1948’de kurulan İsrail Devleti’nin resmi ideolojisini de oluşturmuştu. Filistin topraklarını Araplardan temizleme fonksiyonu, artık resmi devletin meşru kabul edilen güçleriyle ve hukuk yoluyla gerçekleştiriliyordu. Devlet kurulduktan sonra, İsrail hükümetlerinin omurgalarını teşkil eden gerek soldaki İşçi Partisi, gerekse merkez sağı temsil eden Likud Partisi bu mağduriyet psikolojisinden hiçbir zaman kurtulamadılar. Her iki partinin de kökenleri İngiliz manda idaresi döneminde ortaya çıkan siyonist silahlı mücadele örgütlerine dayanmaktaydı. Likud geleneği, Araplara ve İngilizlere karşı eylemler yapan bir Yahudi yeraltı örgütü olan Irgun'a dayanırken, İşçi Partisi’nin kökenleri, Hapoel Hatzair (Genç emekçiler) ve Achdut Ha’Avodah (Emekçi Birliği) gibi sosyalist örgütlere dayanıyordu. Sosyalist işçi hareketi olarak görülen bu örgütleri Ben-Gurion şöyle tanımlıyordu. “Aslında sosyalizmin kendisi asla bir hedef olmayıp, yalnızca ulusal hedefleri ilerletmek için bir araçtı.”, “Onlar için bizim neslimizin en yüce hedefi yeniden inşa ve Aliyah’tır [Filistin’e göç].” Siyasete sürekli müdahil olan İsrail Ordusu, genellikle kendisini İşçi Partisi’ne daha yakın hissetmiş, Moşe Dayan ve Yigal Allon gibi Arap katliamları ile öne çıkmış olan generaller bu parti içinde yer almış, İzak Rabin, Ehud Barak gibi ünlü generaller İşçi Partisi'nden Başbakan olmuşlardır.

İkinci dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında yaşanan Holokost, Batı entelektüel dünyasında zaten var olan suçluluk duygusunu katmerleştirmişti. Filistin’de bir devlet kurulmasından sonra, Yahudilerin bu topraklarda yaşayan fakat Yahudi olmayan halka karşı yaptığı her türlü olumsuz muamele, Yahudileri daha önce dışlamış bulunan batı ülkelerinde hep mazur görülmeye başlandı. “mazuriyet psikolojisi” denilen bu durum, mağduriyet psikolojisinin doğurduğu tabii bir sonuçtu.

“Mazuriyet psikolojisi” sebebiyle, geçmişte zulüm yapmış olan topluluklar, mağdur ettikleri halkın daha sonra başkalarına gerçekleştirdikleri zulmü maruz görme yoluna gitmektedirler. Bu psikoloji, eski zalimleri mağdur ettiklerine karşı aşırı ve olumlu yönde ayrım yapma, hatta mağduru kayırma eğilimine yöneltmektedir. Uluslararası ilişkileri şekillendiren en önemli psiko-politik ögelerden birisi, mağduriyet psikolojisi ile mağdur toplumların diğer toplumlar tarafından mazur görülmesi ve bir koruma kalkanı oluşturularak mağduriyetlerinin bastırılması veyahut mağduriyeti çıkar ilişkilerinde kullanmaları olmuştur. Batılı devletlerin bu suçluluk duygusunu kullanan İsrail, Araplara karşı sürekli şiddet uygulamış ve ne yazık ki hep müsamaha ile karşılanmıştır. İsrail zulmünü eleştirmek bile, Batı dünyası nezdinde anti-Semitizmle suçlanma sebebi sayılmıştır. İntikam duygusunun, travmaya sebep olanlara değil, travmada hiçbir rolü olmayan Araplara yönelmesi batılı devletleri politik olarak rahatlatmıştır.

Politik psikolojiyle uğraşanlar, devletlerin politik reaksiyonlarının tarihlerinden ayrı düşünülemeyeceği, psiko-genetik aktarımlarla oluşan topluma hakim kimliğin, politik reaksiyonları belirleyeceği kanaatindedirler. Bu değerlendirmelere göre barış, savaş, uzlaşma, ortak çıkar ya da ortak dost-düşman algısı toplumların bilinçaltında yer etmiş psikolojik motivasyonlardan etkilenmekte ve politik davranışa dönüşebilmektedir.

Devletler çoğu zaman, seçilmiş travmaların baskısı altında, kamuoyundan bağımsız bir dış politika üretememektedirler. Zira, travmaların devlet politikalarını şekillendirici bir yönü vardır. Bu tür psiko-politik yönlendirmeler kimi zaman devletlerin reelpolitik davranışını etkileyebilecek düzeye yükselmekte, devletlerin kendi çıkarlarına ve uluslararası mutabakatlara aykırı politik kararlar almalarına sebep olmaktadır. İsrail’in Birleşmiş Milletler kararlarını umursamayan hatta meydan okuyan politikaları, kaynağını yukarıda izah etmeye çalıştığımız “mağduriyet psikolojisi” nden almaktadır. Diğer ülkelerin taşıdığı “Mazuriyet psikolojisi”, İsrail’in uluslararası camiada ciddi bir yaptırımla karşılaşmasına mani olmaktadır. İran’ın nükleer faaliyetine karşı sert tedbirler alan Batı dünyası, aynı psikolojik sebeplerle İsrail’in nükleer politikalarını tartışmaya bile yanaşmamaktadır.

Uluslararası ilişkilerini yukarıda anlatmaya çalıştığımız psiko-politik davranışların yönlendirdiği İsrail, iç problemlerini de bir türlü çözememektedir. “Mağduriyet psikolojisi” nin oluşturduğu yeni Yahudi kimliği, toplumsal problemleri bastırmada ve ertelemede içe yönelik olarak da kullanılmaktadır. İsrail’in toplum yapısı hiçbir zaman homojenlik göstermemiş, dünyanın birçok yerinden toplanıp bir araya gelen Yahudi toplulukları için müşterek bir dil temin etmek bir arada problemsiz yaşamayı sağlamaya yetmemiştir. Bir devlete sahip olma ideali gerçekleştikten sonra, daha önce gönüllü olarak bastırılmış bulunan sosyo-kültürel farklılıklar, mezhep farklılıkları gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Başta Aşkenaz, Sefarad, Falaşa gibi farklı coğrafyadan gelen topluluklar birbiriyle kaynaşmaya yanaşmamış, bu durum ister istemez sınıflı bir toplum yapısı doğurmuş, İsrail' in kuruluşundan itibaren ülkede Aşkenaz kültür baskın ve egemen bir karakter taşımıştır. Bu köken farklılıkları siyasi tercihlere de yansımıştır. İsrail devleti kurulduğundan bu yana, henüz bir Sefaradın başbakan seçilememesi, bu kimlik farklılıkların siyaseti ne kadar etkilediğini açıkça göstermektedir. Diğer taraftan, laik-dinci, siyonist-antisiyonist, Olim (Yeni göçmenler)-Vatikim (Yerleşik Yurttaşlar) çatışması da toplumu ayrıştıran diğer faktörler olmuştur.

Bu toplumsal farklılıkların çatışmasının önüne geçmek isteyen hükümetler, Yahudi milliyetçisi üst kimliği pompalamaya devam etmekte, kendisini yok etmek isteyen düşmanlarla çevrili, küçük ve yalnız bir ülke olduğu propagandası arkasına sığınarak Yahudi halkın yaralı bilincini canlı tutmaya çalışmaktadırlar. İçeriden yükselen eleştirilere tahammül edemeyen İsrail hükümetleri, uyguladıkları politikaların eleştirilmesini İsrail’in yıkılması talebi gibi kamuoyuna sunup, her türlü yanlışı sahiplenmek ve örtmek yoluna gitmektedirler.

Yazımızda anlatmaya çalıştığımız üzere, geçen yüzyılın başında reddedilen tarihi Yahudi kimliğinin yerine, sürgün, aşağılama ve katliamların yarattığı travmaların etkisiyle inşaa edilen intikamcı, pervasız yeni Yahudi kimliği, halen İsrail hükümetlerinin rasyonel davranmasının önünde büyük engel oluşturmaktadır. Türkiye’den özür dilenmesi halinde, İsrail hükümetlerinin iç ve dış sebeplerle diri tutmaya çalıştıkları bu hesap vermez Yahudi kimliği darbe yiyip, dümura uğrayacaktır. Bu kimlik sorgulanıp, makul ve normal bir psikolojinin denetimine girmedikçe, İsrail tüm dünyayı karşısına almaya devam edecektir.

Yararlanılan Kaynaklar:

Avrupa’dan Türkiye’ye Yahudi Göçünün Stratejik Olarak Kullanılması (1880-1920), Prof.Dr. Ali Arslan, http://www.harpak.edu.tr/saren2/files/GSD/guv_str_sayi_5_haziran2007.pdf

Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Aliya: Bir Toplu Göçün Öyküsü (1946-19499, Rıfat N.Bali, İletişim Yayınları, İstanbul-2003.

İbranicenin Yeniden Doğuşu, Prof.Dr. Bedrettin Aytaç, Ankara Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Dil Araştırma ve Uygulama Merkezi TÖMER, Sayı:139, Ankara-1998

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/27/766/9697.pdf

Politik Psikoloji, Abdülkadir Çevik, Dost Kitabevi, Ankara,2010

Psikoloji ve Psikanaliz Penceresinden Türk-Ermeni Meselesi: Mağduriyet Psikolojisi ve Büyük-Grup Kimliğinin Etkisi, F.Sevinç GÖRAL, Avrasya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, http://www.eraren.org/bilgibankasi/tr/index4_1_1.htm

Tarihsel Kökenleriyle İsrail'de Siyasal Partiler, Dr. M. Burkan Serbest, A.Ü. SBF Dergisi Cilt 60, Ankara-2005. http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dergi/pdf/60/2/9_burkan_serbest.pdf

Uluslararası İlişkilerde Algı Farklılıkları: Seçilmiş Zaferler Ve Seçilmiş Travmalar, Merve Bağcı-Huriye Yardım-Erhan Baydar. http://www.ppd.org.tr/index.php/uluslararas-likiler/12-merve-bagci/13-uluslararas-likilerde-alg-farkllklar

Stratejik Düşünce Dergisi’nin Ağustos 2010 sayısından alınmıştır.
haber10

İşkenceci İsrail askerlerinin itirafları
17 Kasım 2007
İsrailli altı kadın askerin Filistinlilere yaptıkları ve tanık oldukları işkence itirafları, İsrail'i sarsacak nitelikte.

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

İsrailli 6 kadın asker, Filistinli tutuklulara yıllarca yapılan işkenceleri bir İsrail kanalında anlatttılar. Kadınlar, Filistinli kadın ve erkek esirlere yapılan işkenceleri tek tek itiraf ettiler.

İsrail'in Channel 8 televizyonu, İkinci İntifada sırasında yaşananları anlatan bir belgesel yayımladı. 6 İsrailli kadın asker şahit oldukları işkence ve vahşeti yönetmen Tamar Yarum'un "To See If I'm Smiling" isimli belgeselinde anlattı.

İkinci İntifada sırasında görev yapan ve yaşadıkları "vicdan azabı" yüzünden şimdi konuşmaya karar veren askerlerin "anıları" Amerikan Washington Post gazetesinde geniş yer aldı.

CESETLERİN YANINDA POZ

Biri bir Filistinlinin cesedinin yanında poz vermiş, diğeri iç çamaşırına kadar bir adamı soyup onu dövmüş, bir üçüncüsü de genç bir erkek çocuğuna tecavüz edilmesini örtbas etmeye çalışmış.

Bu "Güldüğümü Görüyor muyum" isimli belgeselde rol alan altı İsrailli kadının her biri unutmalarının daha iyi olacağı, zorunlu askerlik görevlerindeki anılarıyla boğuşuyorlar.

ORDUYA TEPKİYE NEDEN OLABİLİR

İşgal altındaki topraklarda Filistinlilere yapılan işkencelerden dolayı, bu hafta sonu yayına girecek olan "Güldüğümü Görüyor muyum" isimli programın Yahudi devletinde ordu aleyhinde eleştirilere sebep vereceği belirtiliyor.

Ama geçmişi unutmak için yıllarca çaba harcayan bu kadınlar, Filistin topraklarında yaşanan İsrail'in 40 yıllık işgalinin karanlık yanlarını anlatan bir filmde yer almak istediler.

Filmin yönetmeni Tamar Yarom, "Askerliği bitirip, yaşananları unutmak çok kolay ancak bu kızlar kendi şahsi hikayelerini anlatıyorlar ve bu da insanlara olup bitenleri gösterirken her zaman hoş bir şey değil."

Bu kadınlardan bir tanesi 2000 yılında başlayan başkaldırıda Filistin topraklarında acemi askerdi.

Filmde, askeri sertlikle nasıl mücadele ettiklerini ve şahit
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ksm 24, 2012 1:19 am tarihinde değiştirildi, toplam 26 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Hzr 06, 2010 9:13 pm    Mesaj konusu: 65 yıl önce bu defa Yahudilere insani yardım yapmıştık Alıntıyla Cevap Gönder

ŞAKA GİBİ:İSRAİL, İHH'YI 'TERÖRİST ÖRGÜT' İLAN ETTİ

Murad Salih



Sen tut...

İnsanlık dışı bir amboago ile karadan denizden ve havadan kuşatılarak boyun eğmeğe zorlanan Gazze’nin kahraman halkına...

İnsanî yardım ulaştırmaya çalışan İHH’nın da içinde bulunduğu uluslararası bir insanî yardım organizasyonunun filosunu Akdenizin uluslarası sularında silahla durdurarak içindeki sivil aktivistleri katlet, yarala, yaralıları bile kelepçeleyerek uzun saatler süren zahmetli bir yolculuğa mecbur etttikten sonra bir de tutuklayıp cezaevlerine doldur...

Gemilere ve içindeki insanî yardım malzemelerinin tamamına el koy....

Silah zoruyla gaspettiğin gemiler halâ senin korsan devletinin limanlarında bağlı dursun...

Bu gemilerdeki insanî yardım malzemelerinden yiyeyecek ve ilaç gibi sıcakta çabuk bozulanları, yazın bu kavurucu sıcağında kullanılamaz hale gelmiş olsun...

Ve bütün bunlara rağmen adına “uluslarası toplum” denen emperyalistler ve onların işbirlikçilerinden oluşan şerefsizler korosu sana “devlet” muamelesi çekmeye devam etsin...

Bu kadar açık, bu kadar alçakça bir eylemi bir “devlet” yapabilir mi?

Yaparsa; ona “devlet” denilebilir mi?

Bugüne kadar yaptığı sayısız vukuatı iliştirilmiş medya gücünün hafızalarımızı silmesi dolayısıyle hatırlayamasak da...

Sadece Akdeniz’de yaptığı son silahlı gasp üzerinden giderek...

Uluslarası sularda seyreden sivil ve silahsız insanî yardım gemilerine havadan ve denizden haksız/hukuksuz olarak silahla saldırarak...

9 kişiyi katleden 50 kişiyi yaralayan ve iyolcuların tamamını kelepçeleyerek esir alıp zindanlara dolduran...

Gemilere içindeki yükleriyle birlikte el koyan...

Bir “organizasyon”a...

“Silahlı çete” veya “terör örgütü” denmez de ne denir?

- Bu terör değilse...

- Bunun yapanlar terörist değilse...

- Terör nedir?

- Terörist kimdir?

Diyeceksiniz...

Haklısınız...

Ama...

Dünyanın bugüne kadar gördüğü en alçak, en vahşî, en iğrenç terör örgütlerinden biri olan İsrail’in radyosu bakın nasıl bir açıklama yayınlıyor:

“İsrail Radyosu'nun haberine göre Tel Aviv, Filistinli Hamas ve Lübnan'daki Hizbullah örgütüyle birlikte İHH'yi de 'yakından izlenecek terör örgütleri'ne dahil etti.” (*)

İşgal altındaki vatanlarını kurtarmak için canlarını her gün feda eden Filistinlilerin şanlı direniş örgütü HAMAS: “Terörist”...

Vatanlarını İsrail’in terörist saldırılarına karşı canla başla savunan Hizbullah: “Terörist”...

Dünyanın her yerindeki ihtiyaç sahiplerine insanî yardım ulaştırmak için gece gündüz çalışan İHH: “Terörist”...

Fakaaaat......

Yerli halktan silah zoruyla ve sahipleri vahşîce katledilerek gaspedilen Filistin toprakları üzerinde AB-D emperyalizminin açık destekleriyle kurulduktan sonra, aynı sponsorun himayesinde; silahlı katliam ve toprak gaspına arsızca, utanmazca vahşice devam eden İsrail: “Devlet”...

Öyle mi?

Gerçekten de şaka gibi...

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2010/06/saka-gibiisrail-ihhyi-terorist-orgut.html

65 yıl önce bu defa Yahudilere insani yardım yapmıştık
Mustafa ARMAĞAN

İsrail Başbakanı Netanyahu, Gazze ablukasını gevşetmeye hazırlanıyormuş. Demek ki, barış gemilerinde şehitlerimiz boşuna ölmediler, gaziler boşuna o eziyetleri çekmediler.

Bu adım, Türkiye'nin bölgede, hatta dünyada sözü dinlenir bir uluslararası aktör olma yolundaki yürüyüşüne yeni bir mevzi kazandırmış oldu. Görüldü ki, bu topraklarda kımıldamaya devam eden bir ruh var ve birilerine o kımıldayan ruhun ne olduğunu azıcık göstermemiz bile yeterli olabiliyor.

İtiraf edelim ki, bu ruhun en az farkında olanlar bizleriz. Son yıllarda İslam dünyasında Türkiye'nin önder rolü gözle görülür bir artış içinde. Diyebiliriz ki, uzun süredir boş duran Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa'nın imaj tahtlarına günümüzde Recep Tayyip Erdoğan oturmuş durumdadır.

Sevgili Adem Özköse, "Yeni Dünya" dergisine verdiği mülakatta Gazzelilere "İslam dünyasını siz kurtaracaksınız" deseniz gülerler ve size dönüp "Hayır, siz, yani Osmanlı'nın torunları kurtaracak" diye itiraz ederler, demişti. Adem Özköse aynı söyleşide İsrail'in 2008 Gazze katliamı sonrasında karşılaştığı bir Hamas liderinin kendisine şöyle söylediğini aktarıyordu:

"Osmanlı bizim babamızdı, hasta da düşse, zayıf da düşse bizim babamızdı. Babanız gittiği zaman yetimlik duygusu yaşarsınız. Keşke Osmanlı zayıf da olsa keşke olsaydı. En azından babamız olduğunu hissederdik. Şu an biz yetimiz. Osmanlı gitti ve yetim kaldık."

Aynı şekilde Hamas lideri Halit Meşal'ın evine bayram ziyaretine gittiğinde şimdi rahmetli olan babasının "Nerdesiniz? Ne zaman geri dönecekseniz topraklarınıza" derken hüngür hüngür ağladığını da aktarmış ve ilave etmişti: Halit Meşal'in özel odasında çerçeveletilmiş bir "Osmanlı devlet arması" duruyordu.

Kendimize hangi gözlükle baktığımızı ve bu gözlüğün hangi emperyalist tezgâhlarda imal edildiğini görmek için biraz dikkat yeterli aslında.

Bize ne oldu sahiden de?

Bedenlerimiz kurtuldu ama zihinlerimiz zindanlara atıldı. Rahmetli Cengiz Aytmatov'un deyişiyle, Mankurtlaştırıldık. Adımız, sanımız değiştirildi. İdraklerimize Cemil Meriç'in dediği gibi 'deli gömlekleri' giydirildi.

'Pis Arap yaveleri', 'Yalelliler', "Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü' diye vücudumuzun onsuz maz bir parçasını zihinlerimizden kovdular.

Herkes bize düşmanmış! Bizi bizden başka seven yokmuş. Ve Milli Şef bizi bizden iyi bilir, düşünür ve korurmuş.

Asında sevgili oğulları Ömer ve Erdal'ın Uludağ'a kayak yapmak için vali refakatinde gidişlerini gazetelerin manşetlerine çıkarmaları için Çankaya'dan hususi emir verilmesi, hepimizin iyiliği içinmiş de haberimiz yokmuş. Maksat, kayak sporunu geliştirmekmiş!

Tabii o sırada çocukların karneyle aldıkları 300 gram ekmeği yerken tazecik boğazlarına arpa kılçıkları saplandığından haberleri yoktur zat-ı devletlerinin.

Toplumu karamsarlığa sürükleyecek haberlerin bile yasaklandığı bir devirdir. Hatta cenaze selaları bile (o da Türkçeye çevrilmişti çoktan) resmen yasaklanmıştır.

İş bu "sessuzluk" devrinde Stalin'in zulmünden kaçan Rusya Yahudilerinin Türkiye üzerinden Filistin topraklarına göç etmesine imkân tanınmış, İsrail devletinin kurulmasına giden yolda en büyük insanî iyiliklerden birini yapmıştık.

Düşünün ki, gerek Almanya, gerekse İngiltere, Yahudi göçmenlerin geçişine izin vermememiz için bize baskı üstüne baskı yapmaktaydılar. Buna rağmen Türkiye, Yahudilere Filistin topraklarına kapağı atmaları için yardımcı olmaktan çekinmemişti.

Dr. Erhan Yarar'ın değerli araştırmasına göre ("Tarihsel Dönüşüm", Ank. 2006, Siyasal Kit., s. 166-7) Türkiye, İstanbul'a gelen 712 İspanyol Yahudi'si mültecinin iaşesi için Kızılay'a Maliye bütçesinden 30 bin lira aktarmıştı. Aynı şekilde mültecilerin Giresun'a yerleştirilmesi, Yunan bakanlarından Foçyos'un ailesiyle birlikte Filistin'e gitmesine imkân sağlanması, yüzlerce Yahudi'ye Türkiye'de ikamet izni vermesi ve daha sonra gerek karayoluyla, gerekse denizyoluyla Filistin'e gitmelerine imkân tanıması, bir kısım Yahudi'nin doğrudan Filistin uyruğuna geçmesine izin vermesi devede kulaktır sadece. (Dışişleri mensuplarımızın Almanya'daki Nazi ve Fransa'daki Vichy rejimlerinin elinden yüzlerce Türk olan veya olmayan Yahudi'yi kurtardıklarını biliyoruz.)

Tek Parti döneminde İsrail devletinin temellerinin atılmasına katkı sağlayan bu insanî yardımlara mukabil, Türkiye'ye defalarca teşekkür mektupları gelmesinden de anlıyoruz ki, bunlar hayatî önemde yardımlardır. İsrail'in kurulmasına giden yolda kritik çalışmalara imza atan Filistin Yahudi Ajansı'nın başkanları Dr. Mordecai Eliash ve sonradan İsrail'in ilk cumhurbaşkanı olacak olan Chaim Weizmann'ın şükran mektupları bu yardımın en somut kanıtları.

İşte Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde bulduğumuz 1945 tarihli bir belge, bugün Gazze'deki Filistinlilere insanî yardım yapmak üzere harekete geçenleri katliamla durduran nankör Yahudilere, en zor zamanlarında yine bu topraklarda kucak açıldığını göstermesi bakımından önemlidir.

Belgenin orijinali Arap harfleriyle yazılmış olup sonradan Latin harflerine aktarılmıştır. Her ikisinin de fotokopilerini tarihe not düşmek maksadıyla ilginize sunuyorum.

Mektup şöyle:

"Musevi göçmenlerinin Türkiye tarikiyle Filistin'e transit geçmelerini tanzim hususunda iraz ettiği [gösterdiği] yardım ve muaveneti Türkiye'deki mümessilimizden derin bir memnuniyetle öğrendim. Bu hususta Türk makamları tarafından ittihaz olunan insanî ve müşfik hatt-ı hareket binlerce Musevi mültecisinin düşman istilası altındaki memleketlerden kurtarılması için amil olmuştur.

Bu yardımdan dolayı samimi teşekkürlerimizi lütfen kabul buyurunuz. Bu çok müsta'cel [acil] meselede zat-ı devletlerinin ve hükümetinizin dostane ve muavenetkâr alakalarına devam edeceğine emin bulunuyorum."

İmza yerinde "Hürmetkârınız Weizmann, Reis-Filistin Yahudi Ajanlığı" yazılıdır. Alta şu not düşülmüş: "Mektubun aslı ve ilişiği Hariciye Bakanlığı Hususi Kalem Müdürü Şadi Kador'a gönderilmiştir. 24. 1. 1945." (Belge no: 030.10.110.736.16)

İsrail unutmasın ki, en zor zamanında yine de bu devlet imdadına yetişmişti.
6 Haziran 2010 Zaman

Yunanlı yardım gönüllüleri İsrail saldırısını anlattı

Gazze’ye giderken İsrail saldırısına uğrayan yardım filosunda bulunan Yunanlı yardım gönüllüleri, İsrail’in kanlı saldırısını ve ardından yaşadıklarını Yunan basınına anlattı.
06 Haziran 2010
“Mavi Marmara” gemisinde bulunan iki Yunanlı’dan biri olan Dimitris Pleionis, “iki Türk’ün gözleri önünde alınlarından vurularak öldürüldüğünü ve yaptıkları en küçük harekette dövüldüklerini” söyledi.
Ta Nea ve Elefterotipia gazetelerine konuşan Pleionis, “Bizim tek yaptığımız, silahsız insanlar olarak, gemiye atlayan İsrail komandolarını ellerimizle engellemeye çalışmak oldu. Onların maruz kaldıkları saldırı buydu. Gerçek olan şudur ki, İsrailliler, gemilerle, helikopterlerle ve doğrudan öldüren özel olarak eğitilmiş askerlerle bir savaş operasyonu hazırlamışlardı. Silahların lazer ışınını insanların alınlarında görüyorduk” dedi.
İsrail saldırısı başladığında gemide oluşturulan basın odasında bulunduğunu belirten Pleonis, saldırı anını şöyle anlattı:
“Saat dörtte kaptan köprüsünden helikopterlerin ve botların bize yanaşmakta olduğunu gördük. Kaptan beni korumak için salona inmemi istedi. Basın merkezine vardığımda silah sesleri duydum. İşgalci korsanların silahsız olarak gemiyi savunan Türklere karşı saldırısı başlamıştı. İsrailliler, beyaz bayrak çekildiğinde bile ateş etmeyi sürdürüyordu. İlk iki ölünün battaniyelerle taşındığını gördüm. Mavi Marmara, elektronik savaşa rağmen, bir Türk gönüllünün kullandığı son model cihazlarla internet aracılığıyla saldırının başlamasından yarım saat sonrasına kadar bile görüntü göndermeyi sürdürüyordu.
Daha sonra onu (Türk gönüllüyü) yüzünden bir kurşunla vurulmuş şekilde ölü olarak gördüm. İsraillilerin önceliği yayını durdurmaktı. Türkler, geminin her tarafına sürekli görüntü yayımlayan belki de 100 kamera yerleştirmişlerdi. Kullanıcı öldükten sonra sistem sustu. Komandolar uzun bir süre sonra durumu kontrol altına almayı başardı ve hepimizi esir aldı. Birçok gazeteciyi ve özellikle El Cezire’nin muhabirini yayın yapmayı sürdürdüğü için dövdüler. Bütün kameraları, telefonları ve bilgisayarları kırdılar. Milleti salonlara topladılar. Türklerle Arapları sırt sırta kollarından birbirilerine bağlayarak diz çökmeye mecbur ettiler ve saatlerce böyle tuttular. Bu arada, askerler silahlarıyla oynuyor ve lazer ışınlarıyla bize nişan alarak gülüyorlardı.”
Yardım filosuna ait gemilerde bulunan diğer Yunanlı aktivistler de İsrail saldırısında benzer şiddet olaylarına maruz kaldıklarını belirttiler.
“Mavi Marmara” ile aynı anda saldırıya uğrayan “Sfendonis” isimli gemide bulunan Filistin asıllı Yunanlı doktor Halid Kabani, Elefterotipia gazetesine, “İsrail askerleri tarafından elleri kelepçelenerek bayılıncaya kadar acımasızca dövülen Amerikalı aktivist Paul Laroundi’nin kendini kurtarmak için denize atladığını ve uzun süre soğuk denizde kaldığını” anlattı.
Filistinli doktor, “Daha sonra sudan çıkarıp gemiye aldıkları Laroundi’yi tekrar dövmeye başlayan İsraillilerin, son derece kötü durumda bulunan Amerikalı aktiviste tıbbi yardım yapılmasına da izin vermediklerini” kaydetti.
“Elefteros Mesogios” isimli gemide bulunan Yunanlı gazeteci Mariya Psarra da, “İlk andan itibaren tutuklu muamelesi gördüklerini ve aktivistlerin sınır dışı edilmek için götürüldükleri havalananda bile hücrelerde kapalı tutulduklarını” belirterek, “Telefon açmamıza müsaade etmediler. Bizden istedikleri imzaları alabilmek için çektiğimiz sıkıntılar son ana kadar havaalanında bile sürdü. Havaalanındaki hücreler cezaevindekilerden daha kötüydü” dedi.
“Sfendonis” gemisinde bulunan ve saldırı sırasında yaşadıklarını To Vima gazetesine anlatan doktor Yorgos Lieros ise “Mükemmel örgütlü İsrail devletinin ve onun ünlü ’dakik’ ordusunun bir hikaye olduğunu” söyledi.
Saldırıda gemide bulunanların eşyalarının İsrail askerleri tarafından “yağmalandığını” belirten Lieros, “Tutuklandığımızda üzerimizde bulunan elbiselerle döndük. Çoğumuzun pasaportlarına el koydular. Benim pasaportum Yunan pasaportudur, Avrupa pasaportudur ve Schengen anlaşmasının bir parçasıdır. Avrupa Birliği ne yapıyor? (Pasaportumun) Dubai’de olduğu gibi İsrail ajanları tarafından cinayet işlemek için kullanılmasını istemiyorum” diye konuştu.
Milliyet

İsrail’deki Türk anıtına ikinci saldırı
12:28 | 06 Haziran 2010
İsrail’in güneyinde Beersheba(Birüssebi) kentindeki, Birinci Dünya Savaşı sırasında ölen Türk askerleri anıtı yeniden saldırıya uğradı.
Ynews’e göre, kimliği belirlenemeyen kişiler, Beersheba’daki anıtı yeniden tahrip etti. Söz konusu anıt, geçen hafta sprey ile İbranice olarak, “İsrail ordusu çok iyi yaptın” anlamına gelen, “Kol Hakavod Letzahal” sloganı yazılırken, İsrail bayrağı yanındaki Türk bayrağı yakılmıştı. Milliyet

Böyle mermi böyle yara görmedim!

İsrail komandolarının, Mavi Marmara gemisine yaptığı kanlı baskında kullandığı mermiler girdiği yeri dağıtıp parçalamış. Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanı Doç. Dr. Haluk İnce, “20 yıllık adli tıpçıyım, böyle mermi de yara da görmedim” dedi
05 Haziran 2010 Millîyet

Dünyada İsrail’e yönelik tepkiler büyürken, Türkiye katliam delillerinin peşinde... Cenazeler üzerindeki otopsi incelemesinde, ölen 9 Türkün vücudunda (ağırlıklı kafa) 30 mermi girişi saptanırken, yaraların görüntüsü ve kafataslarındaki darbeler adli tıp uzmanlarını dehşete düşürdü. Kurşun girişleri tek tek fotoğraflanarak Ankara’ya iletildi. Gönüllülere “radyoaktif madde içeren sıvı içirildi” iddiaları hakkındaki ayrıntılı rapor da tamamlanmak üzere. Çıkan raporlar doğrultusunda Türkiye bir hukuk savaşı da başlatacak.
Cenazelerin ve gönüllülerin Türkiye’ye getirildiği günden bu yana Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumu (ATK) binasından ayrılmayan Doç. Dr. Haluk İnce ile dün telefonla görüştük. Oldukça doluydu. İşte İnce ile aramızda geçen diyalog:

Radyoaktif inceleme yapıldı
Sonuçlar alındı mı?
Sadece ilk bulgular... Alınan kan örneklarinde kimyasal tetkikler yaptırıyoruz, kanlarında. Bittikten sonra ayrıntılı rapor hazırlayacağız.
9 kişinin üzerinde 30 mermi girişi saptanmış ve özellikle kafa bölgelerinde?
Evet hepsi doğru. Bu konuda hakikaten çok doluyum. Açıklamaya duygularımı karıştırmak istemiyorum.
Neden sonuçları kamuoyuyla paylaşmıyorsunuz?
Şu anda bilgi veremem, devletin diğer birimleriyle çalışıyoruz. Sonuçları Ankara’ya iletiyoruz, onlar gerekli açıklamayı yapacaklar. Ya da bir açıklama yapmamızı istiyorlarsa da o şekilde yapacağız.
“Mavi su içirildi” iddiaları doğru mu?
Öyle ifadeler var, tetkiklerimiz devam ediyor. Tekrar bize gelecekler.
Radyoaktif madde saptandı mı?
Bu inceleme yapıldı. Sonuçları büyüklerimize arz edeceğiz.

Yaralar çok etkileyiciydi
Operasyonda nasıl silahlar kullanılmış?
Gördüğümüz yaralar çok etkileyiciydi. Adalet Bakanımızın Müşteşarına o görüntüleri gösterdikten sonra kendileri emir verdiler ve detaylı çalışma yapıyoruz. Devletimiz de toplumumuzla paylaşacaktır.
Görüntülerde ne vardı?
Bizim bugüne kadar hiç görmediğimiz bir şeydi bu. İlginç bir şey.
Nasıl yani?
Rastlamadığımız bir şey, normal dışı, anormal bir şey. Yara balistiğinde birçok süreç vardır, süreçten çok farklı bir şey. Biz farklı diyorsak farklılığa sonuçta bu işin uzmanı balistikçiler bakar. Balistikle paylaştıktan sonra büyüklerimize arz edeceğiz. Onlar nasıl bir değerlendirme yapacaklar, ona göre konuşacağız.
Ama sizin de bir tespitiniz olmalı?
20 yıllık adli tıpçıyım. 20 yılda görmediğim bir yaraydı bu. İçinde bulunan mermi de görmediğim bir şeydi. Görünce çok şaşırdık.

Kesinlikle 9 mm’lik değil
9 mm’lik silahtan çıkan mermiler mi?
Kesinlikle 9 mm değil. Onu ayırt edecek donanımdayız. Bu farklı bir şey, bunun çapı yok. Anlatamam, görmeniz gerekir. Tarifle olmaz. Görüntüyü büyüklerimiz uygun görürse verecekler. Onları da biz size aktaracağız.
Bütün yaralar böyle mi?
Hayır 9 mm’lik silahtan çıkan mermi girişleri de mevcut.

Siyonist medya sözlüğü
Haber10/özel

Siyonist İsrail'in 2008 yılında Lübna'a yaptığı saldırı sonrası Türk medyasında satır aralarına gizlenmiş bir destekle sunumunu sitemizde teşhir etmiştik. Gazze'ye yardım gemilerine saldırı sonrası medyanın satıraralarını daha doğru okuyabilmek için bu haberi tekrar yayınlıyoruz. İşte siyonist destekçisi medyanın İsrailci haberlerinde kullandığı dilin şifreleri:

DAHA ÖNCE HABER10.COM'DA YAYIMLADIĞIMIZ BAZI ANALİZLER

* 16.07.06 - Hürriyet, İsrail'i böyle yüceltiyor
http://www.haber10.com/haber/36316/
* 19.07.06 - İsrail'in zulmünü onaylatma çabası
http://www.haber10.com/haber/36715/
* 18.07.06 - İsrail'e gizli destek yine manşetlerde
http://www.haber10.com/haber/36554/
* 14.07.06 - İsrail'i görmediler, görenler de aklıyor
http://www.haber10.com/haber/36120/
* 16.07.06 - İsrail'i eleştirdiler, tepki aldılar
http://www.haber10.com/haber/36309/
* 07.07.06 - 6 ayrıntıda, İsrail sevgisi nasıl anlaşılır?
6 ayrıntıda, İsrail sevgisi nasıl anlaşılır?

İşte Siyonist medyanın sözlüğü

Artan Şiddet: Şiddet ile bağlantılı olarak medya aynı zamanda "şiddetin artması" yani "escalation of violence" kavramını da kullanmaktadır. Mesela "Lübnan'da İsrail saldırganlığı 300 kişinin canını aldı" demek yerine "artan şiddet olayları Lübnan'da 300 kişinin canına mal oldu" denilmektedir. Filistinlilere "doğrudan şiddet uygulayan" Siyonist güç, yaşanan bütün işgali ve hukuksuzluğu böylece oldukça masum bir tarif içine oturtmaktadır.

Asimetrik güç kullanımı: "Orantısız güç kullanımı" yerine daha askeri bir dil kurgulanırken kullanılmaktadır. "Assymetric use of power"ın Türkçesi olan bu kavram da, Siyonist güç ile Filistinliler ya da Lübnan arasındaki güç dengesinde aslında bir simetrinin de olduğu ama İsrail gücünün daha fazla olduğunu intibasını yerleştirmek için kullanılır. Mesela bir hafta içerisinde Lübnan'da 300 kişiyi katletmek "asimetrik güç kullanma" gibi gayet masum bir etiketin altında dünya basınına servis edilir.

İsrail Operasyonları: Operasyon kavramı oldukça masum bir yöneticilik kavramıdır. Mali operasyonlar, şirket operasyonları, kalp operasyonu, kömür madenleri operasyonu, gemi kaptanı operasyonu… Liste uzun...
"İsrail operasyonları devam ediyor" şeklinde başlayan her cümle şunları ifade etmektedir:
1- İsrail gayet meşru bir iş yapmaktadır
2- Altı üstü bir operasyon yapmaktadır
3- Operasyon yaptığı "şeyler" kendi nesnesidir, istediğini yapabilir
4- İsrail yapılan işte tek ve ana öznedir
5- Kontrol Siyonist güçtedir
6- Operasyonu başlatma ve bitirme gücü kendisine aittir
7- Bombalama, katliam, sürgün, tutuklama, işkence vs. gibi şeyler bir ameliyat operasyonunda hastanın acıları gibidir, kaçınılmazdır ve dolayısıyla meşrudur.

Orantısız güç kullanımı: Bu kavram "disproportionate use of power"dan gelmektedir. Akılda tutmaya çalıştığı şey her iki tarafında "gücü" olduğudur. Bu güçlerin mahiyetini ve cesametini zihinden uzaklaştırmak için kullanılır. Öncelikle bir biriyle kıyas dahi edilemeyecek "iki güç" zihinlerde eşitlenir, ardından da "bu iki eşit güçten" birisinin daha fazla güç kullandığı söylenir. Böylece nükleer bir güçle, toplam askeri gücü İsrail'in birkaç bin nüfuslu bir kasabasındaki askeri güçle bile kıyaslanmayacak Filistinliler denk hale gelirler. Hiçbir savunma sistemi olmayan insanların üstüne bombalar yağdırmak, katliam, su depolarını bombalamak, köprüleri yıkmak, binlerce çocuğu öldürmek, Filistin'i açık bir hapishaneye dönüştürmek, akıl almaz işkenceler uygulamak, Filistinli liderlere suikast düzenlemek böylece "orantısız güç kullanma" parentezine alınarak vahşet bir anda nötrleştirilmiş olur.

Şiddet: Bu kavram da Siyonist propagandanın gazetecilik ve uluslar arası ilişkiler literatürüne yerleştirdiği başka bir dezenformasyondur. "Violence"ın Türkçesi olan şiddet oldukça nötrleştirici ve geniş bir kavramdır. Birçok şiddet çeşidinden bahsedilebilir. Mesela medyanın kullandığı dil de şiddete örnektir, yumurta kırmak için uygulanan güç te bir şiddet çeşididir. Gazete ve TV haberlerinde "İsrail'de şiddet" ile başlayan cümlelerin hepsi, İsrail saldırganlığı ve katliamlarını genel şiddet kategorisi altına sokmaya yarıyor. "İsrail'in saldırganlığı arttı" cümlesiyle ifade edilmesi gereken durum böylece masum bir havaya bürünmektedir.

Şiddet Sarmalı: Batı medyasında "cycle of violence" şeklinde kullanılan şiddet sarmalı kavramı da yaşanan katliamların asıl sebebi olan işgali zihinlerde unutturup yerine "bitmeyen bir şiddet var" imajını yerleştirmektedir. Bu bakış açısına göre asıl sorun şiddetin sürekli devam etmesidir, "aslında şiddet devam etmezse sorunda kalmayacaktır" tespiti zihinlere yerleştirilmektedir.

Toplu cezalandırma: Bu kavram da, Batı medyasının "collective punishment" şeklinde kullandığı sözde eleştirel bir dilin ürünüdür. İsrail saldırganlığının "toplu cezalandırma" olduğunu söyleyen bu dil de aslında Siyonist propagandaya hizmet etmektedir. Öncelikle Siyonist işgal ile yaşananlar bir "cezalandırma" kurgusu içerisine sokmak yanlıştır. Kim kimi ne hakla cezalandırıyor? Toplu cezalandırmaya karşı durmak aslında içkin olarak "bireysel cezalandırma" hakkını Siyonist güce teslim etmeyi gerektirmektedir. Daha öz bir ifade ile hedefsiz saldırılar yerine nokta atışı katliamları meşrulaştırmaktadır.
Siyonist gücün yaptığı her saldırganlığı peki ala "Siyonist gücün saldırıları" şeklinde isimlendirmek mümkündür. Lakin medyaya hakim olan Siyonist dil, İsrail'in her saldırganlığı başka bir "kavramsal" çerçevenin içerisine oturtarak "işgal"in konuşulması engellemektedir.

Çatışma: İsrail'in her hangi bir nokta saldırısı için kullanılır. Özellikle seçilmesinden kasıt "iki tarafın da" olduğu izlenimi vermektir. İsrail'in saldırılarından canlarını koruma çalışanların can çekişmesi bir taraf, tanklarla, uçaklarla saldırı düzenleyen İsrail ise ikinci taraftır.

Düşük Yoğunluklu Çatışma: İşgal kelimesini kullanmamak için icat edilmiştir. Filistin bölgesinden bahsederken "işgal altındaki topraklar" dememek için medya tarafından özenle kullanılır.

Yüksek Yoğunluklu Çatışma: İsrail saldırdığı zaman kullanılır. Mesela son Lübnan bombalaması için medya bu tanımlamayı kullanmaktadır.

Çatışma Sonucunda Ölenler: İsrail saldırganlığı sonrası katledilen Filistinliler için kullanılmaktadır.Bombalanan köprünün başında ölenler, sahilde katledilen çocuklar bu kategoriye alınmaktadır.

İki Ateş Arasında Kalan: Bu şekilde başlayan cümlelerin hepsi İsrail tarafından katledilen Filistinliler için kullanılmaktadır. Özellikle de çocuk ve kadın katliamları için bilinçli olarak bu ifade tercih edilir. Bu şekilde çocukları bir çatışmanın ortasına düştüğü ve ateşten kaçamadıkları için öldükleri havası verilerek katliam sorumluluğunun yarısı da Filistinlilerin üstüne atılmış olur.

Terörizm: Her hangi bir Filistin eylemi.

Rehine: İsrail askerleri Filistinliler tarafından kaçırılınca kullanılır.

Tutuklanma: Filistin kabinesi basılıp İsrail askerlerince bakanlar rehine alınınca kullanılır.

Saldırı: Her hangi bir Filistin eylemi.

Misilleme: Her hangi bir Siyonist saldırganlığı. Nerdeyse bütün medya kuruluşları her hangi bir İsrail saldırganlığını ya açıktan misilleme olduğunu söylerler ya da "daha önce yapılan bombalı eylemin ardından Gazze'ye giren İsrail ordusu…" şeklinde başlamaktadır.

Savunma Hakkı: Her hangi bir İsrail saldırısı.

Duvar/Tel/Çit: İsrail'in güvenliği sağlamak için inşa ettiği tek taraflı bir hapishane duvarıdır. Batı medyasında 5-6 metrelik bu duvar için tel örgü, çit (fence) denildiği de olur. Filistin'i ırkçı bir uygulama ile açık bir hapishaneye dönüştüren bu duvardan sıradan bir çitmiş gibi bahsedilir.

Yerleşimci: Siyonist işgal sonrası Filistin topraklarına cebren yerleşenler için söylenir. "Yerleşimciler" (settlers) adeta boş bir toprak parçasına gelmişler havasına büründürülmektedir. Yerleşimcilerin hepsi uzun namlulu silahlarla donatılmışlardır. Ayrıca her "yerleşim bölgesini" koruyan İsrail askeri gücü bulunmaktadır. Bu zararsız yerleşimciler bugüne kadar binlerce Filistinliyi katletmişlerdir.

Komşu Yahudi Mahallesi/Bölgesi: Filistinlilerin eylem yaptıkları mekanı veya bölgeyi tarif için kullanılır. "Komşu kelimesi" (Jewish neighbourhood) özellikle kullanılmaktadır. Böylece Filistinlilerle "komşu" olan sorunsuz ve zararsız bir bölgede Filistinlilerin eylem yaptıkları anlatılmaktadır. Komşu denilen bölge ya da mahalle elbette ki Yahudi işgalciler tarafından işgal edilip inşa edilmiş yerlerdir.

Bölgedeki İki Demokrasi: Bu tanımlama Türkiye ve İsrail için bilinçli olarak kullanılmaktadır. Ne tarihi kodları ne siyasi kodları hiçbir şekilde birbirine benzemeyen iki ülkenin düzeyleri eşitlenmektedir. Meşru ve Gayri meşru iki devleti aynı terkip içinde kullanarak hem Türkiye'nin ayaklarını bağlarken İsrail'in de işgalci olduğu unutturulmaya çalışılmaktadır. İsrail-Türkiye benzetmelerinin hepsi İsrail'in işgalci, ırkçı ve Siyonist yüzünü gizlmeyi amaçlar.

Hamas/PKK: Varlık sebepleri bir birinden yüzde yüz farklı olan bu iki yapı da aynı Türkiye/İsrail eşleştirmesinde olduğu gibi İsrail'e meşruiyet, Filistin direnişine de gayri meşru bir maske takma çabasıdır.

İsrailli subaylardan Netanyahu'ya mektup
7 Haziran 2010
İsrail donanması yedek subaylarından 10'u, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak'ın geçen hafta Mavi Marmara gemisine düzenlenen baskının yöntemini eleştirerek, olayın incelenmesi için dışarıdan soruşturma komisyonu çağrısında bulundu.

Hepsi de "yedek" olarak ordudaki görevlerini sürdüren, devriye botlarının teğmen veya yarbay arasındaki rütbelerden subayların imzaladığı mektup, İsrail kuvvetlerinin gemiye müdahale tarzına yönelik olarak kamuoyundan gelen ilk açık eleştiri oldu.

Mektupta, deniz komandolarının gemiye çıktığında maruz bırakıldığı risk ve sürtüşmenin büyüklüğü karşısında duyulan şaşkınlık dile getirilerek, "Sivillerin ölmesi ve yaralanmasına yol açan sonuçlar karşısında nutkumuz tutuldu" denildi.

Bununla birlikte "daha az disiplin ve ustalığa sahip askerlerin gönderilmesi halinde kayıpların çok daha yüksek olacağından en ufak şüpheleri bulunmadığını kaydeden subaylar, İsrail silahlı kuvvetlerine takdirlerini de ifade etti.

İmzacı subaylar, "Özellikle de sivil bir gemiye karşı yapılacak operasyonun yeterli biçimde tanımlanamamış olduğunu" vurguladı.
habertaraf

08 Haziran 2010
Netanyahu’ya Asker Baskısı
BM’nin komisyon önerisini reddeden Netanyahu’nun üzerindeki baskı artıyor. Fransa ve Britanya da İsrail’e “kabul et” çağrısı yaptı

İsrailli subaylar rahatsız
İsrail donanmasından 10 yedek subay, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Mavi Marmara gemisine düzenlenen baskının yöntemini eleştirerek, açık bir mektupla olayın incelenmesi için dışarıdan soruşturma komisyonu çağrısında bulundu.

Subaylar mektupta, komandoların gemiye çıktığında maruz bırakıldığı risk ve sürtüşmenin büyüklüğü karşısında duydukları şaşkınlığı dile getirerek, “Sivillerin ölmesi ve yaralanmasına yol açan sonuçlar karşısında nutkumuz tutuldu” dedi. “Daha az disiplin ve ustalığa sahip askerlerin gönderilmesi halinde kayıpların çok daha yüksek olacağından şüpheleri bulunmadığını kaydeden subaylar, İsrail silahlı kuvvetlerine takdirlerini de ifade etti. Subaylar, “Ciddi taktik hatalar yapıldığını, özellikle de sivil bir gemiye karşı yapılacak operasyonun yeterli biçimde tanımlanamamış olduğunun” altını çizdi.

Mektupta imzası bulunanların sözcüsü Nir Barak, kendileriyle aynı hissi paylaşan ve donanma tarafından yapılacak bir soruşturmaya güvenmeyen birçok deniz subayını temsil ettiklerini belirterek dışarıdan soruşturmanın gerekli olduğununu söyledi.
Kaynak:Taraf

Gazze’de bir bebek var, ölüyor!
Mehmet Yakup YILMAZ
mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr
9 Haziran 2010

MİLLİYET’te Murat Sabuncu’nun Gazze izlenimleri dün manşet olmuştu.
Gazze’de neler yaşandığının elle tutulur, somut bir örneği bu.
Rejat isimli bir bebek, “mavi bebek” hastalığı adı verilen bir hastalık nedeniyle doğduğundan beri kuvözde tutuluyor.
Ameliyat olması şart, ama Gazze’de o ameliyatı yapabilme olanağı yok. Her gün kullanmak zorunda olduğu ilaçların da sonuna gelinmiş, ancak beş günlük ilacı var!
Ameliyat o bölgede sadece İsrail’deki hastanelerde yapılabiliyor. İsrail, izin vermek için bebeğin ailesinin Hamas üyesi olup olmadığını araştırıyormuş. Artık kaç gün daha sürecek, Rejat bebek o süreye dayanabilecek mi Allah biliyor! Diyelim ki ailesinde Hamaslı birileri var, bu durum bir bebeğin ölüme mahkûm edilmesini haklı kılabilir mi? Suç varsa, o kişisel değil midir?
(..)
Milliyet

İSRAİLİ SOLCU EYLEMCİ MÜSLÜMAN OLDU

9 Haziran 2010

İsrailli solcu eylemcilerinden Tali Fahima müslümanlığa geçerek ismini değiştirdi.
Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Batı Şeria'daki El Fetih'in askeri kanadı El Aksa Şehitleri Tugayı'nın Cenin'deki liderlerinden Zekeriye Zubeydi ile dostluğuyla gündeme gelen ve bu nedenle "düşmana bilgi sızdırdığı" gerekçesiyle cezaevine de giren İsrailli ünlü solcu aktivistlerden Tali Fahima İslamiyeti kabul etti.

Fahima'nın geçen hafta İsrail'in kuzeyindeki Arap kentlerinden Umm El Fahem'e gidip, İslami Hareket'in kuzey Bölgesi sorumlusu Şeyh Raid Salah ile görüştüğü bildirildi. Şeyh Salah, Mavi Marmara gemisi aktivistleri arasındaydı ve bir kaç gün gözaltında tutulduktan sonra, geçen cuma evinde göz hapsinde tutulmak üzere bırakılmıştı. Tali Fahima, buradaki El Faruk camiinde, dün 4 imamın huzurunda Müslüman oldu.

Lod kentindeki İslami Hareket Başkanı Şeyh Yusuf Elbaz'ın, Tali Fahima'yla temas kurduğu, bu görüşmelerde kendisine cesaret verip, İslamiyet ve değerleri hakkında konuştuğu, bilgiler verdiği bildirilirken, Fahima da yaptığı açıklamada İsrail'deki İslami Hareket'in Kuzey Şubesi sorumlusu "Şeyh Raid Salah'tan çok etkilendiğini" belirtti.

Fatima, "Onu ilk kez gördüğümde sanki içimde bir şeyler sarsıldı.. Kendisini daha önce hiç görüp konuşmamama rağmen, Şeyhin tevazusu sanki beni İslamiyete çağırdı" dedi.

Fatima'nın Dr. Raed Fethi, Şeyh Yusuf Elbaz, El Faruk camii imamı Tevfik Yusuf ve Şeyh Yusuf Rıdvan'ın huzurunda Müslüman olduğu da belirtildi.

İslami Hareket de Fahima'nın İslamiyeti kabul etmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Yusuf Elbaz ise "Fahima, artık Müslümandır" dedi

İSRAİL ABD'DEN ACİL SİLAH TALEP ETTİ

9 Haziran 2010

İsrail'in ABD'den daha fazla silah talebi, bölgedeki kaygıları artırdı.
İsrail, Washington'dan daha fazla bomba isterken, acil durum silah stoklarının da yüzde 50 oranında artırılması çağrısı yaptı.

İngiliz The Independent gazetesi, İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri'nden daha fazla silah talebinde bulunmasının bölgesel şiddet kaygılarını artırdığına ilişkin bir habere bugün yer verdi.

Haberi Haaretz gazetesine dayandıran Independent'a göre İsrail, Washington'dan daha fazla bomba isterken İsrail topraklarında saklanan, acil durum silah stoklarının da yüzde 50 oranında artırılması çağrısı yaptı.

İsrail, talep ettiği JDAM diye bilinen ve uydu üzerinden yönetilebilen, Müşterek Doğrudan Taaruz Mühimmatı bombalarını 2006'da Lübnan, 2008'in sonlarında da Gazze saldırılarında kullanmıştı.

İsrail Savunma Bakanlığı ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı, habere ilişkin yorumda bulunmayı reddetti.Tımeturk

İngiltere’nin Gazze ablukasını kaldırma planı
9 Haziran 2010
Daily Telegraph, İsrail'in, geçen hafta yardım gemilerindeki ölümlere ilişkin hayli zayıf bir soruşturmanın uluslararası düzeyde kabulüne karşılık, Gazze ablukasını kaldırmaya yönelik ve İngiltere'nin hazırladığı bir planı kabul etmeye hazır olduğu yolunda bir habere yer vermiş.

Kaynağını gizli tutan gazeteye göre İngiltere'nin, müzakerelerde öncü bir rol üstlendiği ve Gazze'deki ablukayı kaldırma yolları sunan gizli bir belgeyi Batılı yetkililere dağıttığı anlaşılıyor.

İsrailli yetkililerin, Gazze'deki insani durum nedeniyle giderek artan uluslararası eleştiriler karşısında, Hamas kontrolündeki bölgeye topraklarından daha fazla yardım gönderilmesine izin vermesini öngören bu planı prensipte kabul ettikleri söyleniyor.

Bu kapsamda İsrail'in Birleşmiş Milletler'in 2008'deki Gazze'ye yönelik saldırılarda hasar gören ya da yıkılan 60 bin evin yeniden inşasında kullanılacak malzemelerin nakledilmesine de izin vereceği belirtiliyor.

Haberde, yardım kuruluşlarının kuralların gevşetilmesine memnun olmalarının beklendiği ama başkalarının özellikle Türkiye'nin, İsrail'in bunun karşılığında elde ettiği bedelden kaygılanacağı yazıyor: Türkiye, bu takasın, İsrail'e Mavi Marmara gemisindeki dokuz ölüm nedeniyle asla hesap sorulmaması anlamına gelmesinden kaygılanacaktır.

Tımeturk

Hakan Albayrak
'Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur o gece'

Hakikat akıl almaz derecede hayâsız bir taarruz altında. İnanılır gibi değil, ama bazı kimseler şu acayip hikâyeye inanmamızı bekliyorlar: Masum İsrail donanması –savaş gemileri, denizaltılar, zodyaklar, helikopterler- açık denizde kendi halinde sakin sakin yol alırken Mavi Marmara denilen yolcu gemisinin soda şişeli ve sopalı vahşi saldırısına uğradı. Dişlerine kadar silahlı gariban İsrail komandoları neye uğradıklarını şaşırdılar ve o şaşkınlık içinde Mavi Marmara yolcularını yayılım ateşine tutarak 9 kişiyi öldürdüler, 50 kişiyi yaraladılar. Öldürülen ve yaralanan zalim insani yardım gönüllülerini boşverip mazlum İsrailli katillerin derdine yanmalıyız... Yuh!

Bu iğrenç propaganda beni hasta ediyor, midemi bulandırıyor. (..)

Yeni Şafak

İSRAİL'DE TÜRK MALLARINA BOYKOT BAŞLADI

14 Haziran 2010

Yardım filosu krizinin ardından İsrail’in en büyük süpermarket zincirleri birbiri ardına Türk mallarını boykota başladı.
İsrail’de yayın yapan Kanal 10’un haberine göre, ülkenin en büyük ucuz market zinciri Rami Levy, Gazze’ye yardım konvoyundan sonra oluşan tepki nedeniyle artık Türk malları satmayacaklarını açıkladı.

Şirket, Türk mallarının çok daha ucuza gelmesine rağmen, İsrail’e düşman bir ülkenin mallarını satmanın ilkelerine aykırı olduğunu iddia etti.

İsrailli tüketicinin birkaç agorot (İsrail küçük para birimi) daha fazla ödeyerek boykotu destekleyeceğini öne süren şirket, bu boykotu popülizm amaçlı yapmadığını savundu.

Rami Levy’nin hemen ardından, ülkenin ikinci büyük marketler zinciri Mega da, Türkiye’den un ve makarna ithalatını durdurduğunu açıkladı. Mega, kendi markasıyla Türkiye’de un ve makarna ürettiriyordu.

Son olarak İsrail’in en büyük süpermarketler zinciri Supersol da, Rami Levy ve Mega’ya katılmayı düşündüklerini bildirdi. Şirket elindeki stoklar biter bitmek Türk mallarına karşı boykota başlamayı planladıklarını ve Türkiye’den gelen malların yerine başka bir ülkeden ithalat yapacaklarını duyurdu.

SENDİKALAR ÇAĞRI YAPMIŞTI

İsrail’deki sendikalar yaşanan gemi krizinin ardından, geçtiğimiz hafta Türkiye’nin gösterdiği tepkiye karşılık tüm Türk mallarını boykot etme çağrısı yapmıştı. Sendika liderleri, işçilere verdikleri hediyeleri Türk malları arasından seçmeyeceklerini ifade etmişti. Bu harcamaların geçen yıl 2 milyar Yeni İsrail Şekeli (825 milyon TL) bulduğu belirtilmişti.

Sendikalar aldıkları boykot kararı kapsamında ayrıca, bir yıl süreyle işçilerini tatil için en çok tercih ettikleri Türkiye’ye göndermeyeceklerini açıklamıştı.
Hürriyet

ABD-İsrail Savaş Gemileri Kızıldeniz'de!

19 Haziran 2010
ABD-İsrail savaş gemileri Kızıldeniz'de! İşte Bölgeden gelen sıcak haberin detayları..
İngiltere'de Arapça yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi, ABD'ye ait 12'den fazla savaş gemisi ile bir İsrail savaş gemisinin dün Süveyş Kanalı'ndan Kızıldeniz'e geçtiğini iddia etti.

Gazetenin İsrail basınına da yansıyan haberine göre, aralarında bir uçak gemisinin de bulunduğu gemilerin geçişi sırasında Süveyş Kanalı boyunca binlerce Mısırlı güvenlik görevlisi konuşlandırıldı.

Haberde, görgü tanıklarına dayanılarak, ABD gemilerinin yıllardır Süveyş'ten geçenlerin en büyükleri olduğu da dile getirildi.

Bu arada Mısır muhalefetinin ABD ve İsrail güçleri ile işbirliği yaparak, gemilerin Mısır karasularından geçişine izin verdiği için hükümeti eleştirdikleri de kaydedildi. Mısır'daki muhalefet partilerinin olayı, ''uluslararası bir skandala Mısır'ın da katılması'' diye değerlendirdikleri ifade ediliyor. aktifhaber

İsrail ordusu soruşturma(!)yı tamamladı



TEL AVİV- İsrail ordusu soruşturmasını tamamladı: Askerler uygun davrandı, istihbarat eksikliği vardı.

İsrail ordusu, 31 Mayıs'ta Gazze'ye yardım götüren gemilere düzenlenen ve 9 Türk'ün hayatını kaybettiği saldırıya ilişkin iç soruşturmasını tamamladı. İsrail radyosunda yer alan habere göre, soruşturma raporunda toplu bir savunma beklemedikleri için İsrailli komandoların gösterdikleri tepkinin uygun olduğu savunuluyor. Ancak istihbarat eksikliği olduğu kabul ediliyor.

İsrail ordusu içinde gerçekleştirilen soruşturmaya göre operasyonu gerçekleştiren birliğin yeterince hazırlıklı olmadığı belirtiliyor. Ayrıca yeterli istihbarata sahip olunmadığı ve Türk bayraklı gemilere müdahalede komando birliğinin gerektiği gibi kullanılmadığı aktarılıyor.

Hazırlanan rapora göre İsrail askerlerine karşı gösterilen toplu savunma hesaba katılmadığından, askerlerin o an şartlara göre davrandığı kaydediliyor. İsrail radyosuna konuşan bir ordu yetkilisi, "Askerler tören elbiselerini giymek istedi, yolcularla konuşma yoluyla iletişim kuracaklarını bekliyorlardı ve bu bir hataydı." dedi. Aynı yetkili, askerlerin yaşanan gelişmelerin gereğince davrandıklarını savundu.

Soruşturma kapsamında sorgulanan askerlerin de "gemide bulunanların bir saldırı hazırlığı içerisinde olduklarına" dair istihbaratları olmadığı kaydediliyor. Raporda sonuç olarak ise gemilere operasyonun, ancak gemidekiler suyla ıslatılıp ve sis bombası atılarak etkisiz hale getirildikten sonra düzenlenmiş olması gerektiği vurgulanıyor. Raporda ayrıca gemiye gerçekleştirilen ve "Sky Winds 7" (Gökyüzü Kanatları) adı verilen operasyonun, standart operasyon prosedürlerine göre gerçekleştiği savunuluyor.

Radyoya konuşan bir başka askeri yetkili de "Bil'in'de olduğu gibi bir direnişle karşılaşmayı beklediklerini; ama bunun bir parkta yürümek gibi olacağına dair bir his olmadığını" söyledi. Aynı yetkili, her ihtimale karşı hazırlık yapılmadığı için de operasyonun daha fazla bir zihinsel hazırlık gerektirdiğine dair genel bir kabul olduğunu aktardı.

Operasyona katılan üst düzey bir askeri komutan ise Haaretz'a açıklamasında "Hazırlıklarda ve istihbarat toplamadaki en büyük hata, onlarca gösterici ile uğraşmak zorunda kalacak olmamızı bilmememizdi." dedi. İsrailli komutan, gemide yaşananlar için ise "Bu sonradan kötüleşen düzensizce bir davranış değildi. Bu planlı bir terörist saldırıydı." ifadelerini kullandı.

Operasyona katılan bir başka İsrailli komutan ise "Hala her sabah saat 3'te uyanıyorum ve kendime soruyorum: Lanet olsun, nasıl oldu da daha fazla şey bilemedik." diye akatrdı.
20 Haziran 2010 habertaraf

Peren Birsaygılı
Ortadoğu'nun LEVIATHAN'ı



Bugüne baktığınızda aslında geçmişe de bakarsınız. Ve eğer dar bir görüş açınız varsa vereceğiz cevap da basit olur; Tarih tekerrürden ibarettir. Oysa tekerrür eden insanların yıkıcı zaafları ve bitmek bilmeyen hırslarıdır. Bu nedenle, bir adım geriye çekilip tarih sahnesine genel bir bakış attığınızda görürsünüz ki; Nedenlerin-nasılların hepsi ortadadır ve asıl olan genel olarak hırsları ve çıkarları ortak olan insanların, benzer sorunlar karşısında ortaya koydukları benzer tepkiler, sundukları benzer teorilerdir.

Thomas Hobbes’in bundan 350 sene önce kaleme aldığı ünlü eseri “Leviathan”ın kapağında sol elinde süslü bir asa, sağ elinde ise kılıç taşıyan bir kral figürü var. Kralın gövdesinde ise bir sürü küçük insan figürü yer alıyor. Gövdede yer alan insan figürleri, Leviathan’ın hakimiyeti altında yaşamaya zorunlu kılınmış insanları temsil ediyor. Ve bu devasa görünümlü gövde, gerek Yunan mitolojisinde gerekse Tevrat ve İncil’de “deniz canavarı” olarak da geçen Leviathan’ın sosyal ve siyasi hayata akseden görünümünden başka bir şey değil. Devleti temsil eden bir metafor Leviathan. İşte bu yüzden, baş kısmının üzerinde yazan Latince sözler de oldukça dikkat çekici; “Non est potestas super terram quæ comparateur ei iob ” Yani “Yeryüzünde onunla mukayese edilebilecek hiçbir güç yoktur”

Hobbes’in eseri kaleme almaya başlamasından önce yaşanmış İngiliz iç savaşı, Cromwell’in zaferi sonucunda gelen cumhuriyet ilanı ve 1.Charles’ın halkın gözü önünde idam edilmesi Leviathan tasavvurunun ortaya çıkmasının en büyük etkenleri olarak sıralanabilir.

Sol elinde süslü bir asa, sağ elinde bir kılıç taşıyan Leviathan tasviri, toplumu teşkil eden insanların güvenlik ve barış içinde yaşayabilmeleri için gerekli olan bir güç sembolü olarak anlatılıyor. Hobbes buna gerekçe olarak, Leviathan’ın yani devletin olmadığı yerde, insanların fıtratlarından gelen kötü tarafları ile birbirleri üzerinde baskı ve zulüm uygulayabileceğini, bunun sonucunda da adaletten eser kalmayacağını söylemektedir. Bu bakımdan Hobbes, devlet felsefesi anlamında, o zamana değin Jean Bodin ile özdeşleşmiş olan mutlakiyetçi devlet düşüncesinin çok ateşli bir biçimde temsilcisi olmuş, hatta Fransız Bodin’in sahip olduğu bir takım çekinceleri dahi kesin bir dille reddetmişti.

Bu bakımdan, İngiliz tarihinin en kanlı dönemlerinden birinde yaşamış olan Hobbes’ın, çözümü otoriteden yana bularak, Leviathan olarak tasvir ettiği devlet aygıtının yetkilerini tamamıyla sınırsız hale getirmiş olmasının düşünürün bakış açısı ile pek çok haklı gerekçesi var. Zira Hobbes’a göre, Leviathan’ın vücut bulmasına neden olan kargaşa ortamı düşünülür ve hele de sonunda insan soyunun dahi yok olabileceği hesaba katılırsa, Leviathan insanların çıkarları için mutlaka gereklidir. O nedenle insanların akıllarını kullanarak, güvenliklerine öncelik vermeleri gerektiğini ve bir araya gelerek bir toplum sözleşmesi yapmaları gerektiğini söyler. Bu sözleşme, tüm hakların Leviathan’a bırakılacağı anlamına gelmektedir.

Leviathan sadece kanun koyucudur, taraflar ise güvenlikleri gereği bu kanunlara muhtaç olanlardır. O nedenle, sözleşme gereği kendi irade ve özgürlüklerini feda etseler de, karşılık olarak güvenlik sözü almışlardır.

“Vatandaşları yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güven altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir... Toplum içinde yaşayan insanlar birbirlerine ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanlar topluluğuna veriyorum demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu devlet ya da Latince Cıvıtas olarak adlandırılır. Bu büyük Leviathan’ın doğması demektir.”

Thomas Hobbes, 1651

Yapılan toplum sözleşmesinin temeli, Hobbes’in de totaliter savlarında belirttiği gibi, güvenlik esası üzerine kurulmuştu. Ve bu yapıya göre insanlar, biz ve düşmanlarımız olarak iki kampa bölünmüştü.

Ancak kuruluş amacı vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak olan Leviathan zamanla bir canavara dönüştü. Buzdağının altında kalan kısmı ortaya çıktı. Sürekli taze tuttuğu korku mekanizması ile gerçekte sadece kendi bekasını güvence altına alan, İncil ve Tevrat’ta geçen ismiyle müsemma bu ejderhanın, insanoğluna attığı büyük kazığın resmiydi adeta. Hobbes’in bahsettiği, sözde adil yüzünden eser dahi yoktu Leviathan çevresine saçtığı tüm kötülüğü, hastalıklı bir güvenlik arayışının ardına sığınarak meşru hale getirmeye çalıştı.

Velhasıl bir elinde süslü bir asa, diğer elinde ise bir kılıç taşıyan adam, her türlü sömürünün ve baskının Leviathan ismi ile vücut bulmuş hali olarak kazındı belleklere.

Leviathan, bugün ise akıllara İsrail’i getiriyor.

Zira amaçları uğruna güven sağlamak için kendi evlatlarını dahi gözünü kırpmadan yutabilen Leviathan gibi, İsrail de mevcudiyetini sağlamak için milyonlarca Yahudi’nin dahi kanına girebiliyor. 2.Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi ölümlerinin birinci elden ortağı olan İsrail devleti kurucuları, İngiliz iç savaşı esnasında yaşanan karışıklığın Leviathan’ın doğumuna vesile olmasına benzer bir şekilde bahanelerin ve korkunç yalanların ardına sığınarak kuruyorlar İsrail’i.

1948′de, 1967′de ve şimdi İsrail’in topraklarına en azından haritada bir bakın. O topraklar nasıl bir işgali, nasıl büyük bir zulmü anlatıyor böylelikle daha net görebilirsiniz. Hobbes’in Leviathan’ı tasvir ederken vurguladığı totaliter savlarında olduğu gibi hastalıklı bir güvenlik anlayışına sahip Siyonist İsrail, insanları “biz ve düşmanlarımız” olarak ikiye ayırarak, kendilerine yaşam hakkı tanınmıyormuş gibi, yaşama haklarını savunmaya çalışıyorlar. 1948′de birileri “artık biz geldik hadi çekin gidin” diyor adeta korkunç bir şaka gibi. Ancak o korkunç şaka, Filistin topraklarının neredeyse tamamının ele geçirilmesi üzerine trajik bir biçimde gerçeğe dönüşüyor.

İsrail, Filistin topraklarında işgalci. İsrail devleti ise başını 3-5 teröristin çektiği bir çete tarafından yönetiliyor. Bu herkesin yüksek sesle tekrarlaması gereken bir gerçek. Bu çete, İsrail devlet aygıtlarının yetkilerini tamamıyla sınırsız hale getirerek, tıpkı temelleri güvenlik esasına göre kurulmuş olan Leviathan gibi, şuursuzca davranabiliyor. Sürekli taze tuttuğu korku mekanizması ile İsrail’de yaşayan Yahudi halkı, yani bir elinde süslü bir asa diğer elinde ise kılıç tutan o figürün gövdesini oluşturan insanları da kendi emellerine alet edebiliyor. İsrail halkı, güvenlikleri gereği tüm bu zulme boyun eğen o sözleşmenin bir tarafı haline getiriliyor.

Ancak onlarca sene sonra da olsa, o gövde de kıpırdanmalar mevcut. Siyonizmin, özellikle de yardım gemisine olan son saldırısından bu yana, kan kaybetmeye devam ediyor. Ellerindeki maddi imkanlar ve propaganda yöntemlerini kullanarak, kaybettikleri kitle desteğinin görmezden gelinmesini sağlamaya çalışsalar da, içeride İsrail tarihinde yaşanmamış ölçüde bir huzursuzluk hakim.

Üstelik bunu sadece biz değil, Noam Chomksy, Immanuel Wallerstein, Norman Finkelstein ve İsrael Shamir gibi en önemli anti-siyonist Yahudi aydınlar ve Siyonizm karşıtı uluslar arası Yahudi kuruluşları telaffuz ediyor.

İsrail’in bu öfkesinin, bu kızgınlığının ve vahşetinin en büyük sebeplerinden birisi de bu.

Zira senelerdir sürdükleri yalanlar ve hastalıklı güvenlik arayışları insanların vicdanını örtmeye yetmiyor artık. Ve İngiliz kötücüllüğünün reçetesi olan o sözleşme kana bulandığından beri okunmaz olmaya başladı.
perenbirsaygili@gmail.com haber10

Rusya'dan İsrail'e soğuk duş
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov İsrail'i ziyaret etti.
29 Haziran 2010
Lavrov Tel Aviv'de İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'la düzenlediği basın toplantısında Rusya'nın Hamas'la temas kurarak doğru bir şey yaptığını söyledi.

Lieberman-Lavrov ikilisinin görüşmedeki uzlaşmazlıkları, basın toplantısında ortaya çıktı. Lavrov, Rusya'nın Hamas'la görüşmeler yaptığını belirterek, Hamas'ın Filistin halkının çoğunluğu tarafından seçildiğini vurguladı.

Ülkesinin Hamas'la temas kurarak doğru şey yaptığını söyleyen Lavrov, hiçbir şey yapmamanın kimseye yararı olmayacağını kaydetti.
haberbaz

03 Temmuz 2010
Yusuf GEZGİN
İsrail Projesinin İflası!

Pek çok noktası karanlıkta kalan gemi vakasından dolayı Türkiye ile İsrail karşı karşıya kaldı; tehditler, efelenmeler, gerilimler yaşandı. Gerilim tribünlere taşındı, biraz da oya tahvil edilmeye çalışıldı. Ama sonunda her iki taraf da bu kadar gerilimin pahalıya malolacağını, daha öteye taşınamayacağını gördüler. Muhtemelen Obama’nın “uzlasın!” talimatı sonucu, Davutoğlu ile Eliezer arasında bir görüşme vuku buldu. Sanırım her iki ülkede gerilimin uzamasından çekindi. Türkiye, dünyadaki Yahudi lobisinin başına açabileceklerini son yaşadıklarından hareketle gördü. İsrail de Türkiye’yi kaybetmenin bu coğrafyada pahalıya mal olacağını anladı.

İsrail Türkiye ile barışmak ve yine baraber hareket etmek ister. Yahudiler, Türkiyeyi “sadık bir dost” olarak muhafaza etmek ister. Ama Türkiye ile barışan İsrail ve Yahudiler hükümetle barışır ve dost olurlar mı bilemiyorum.

İsrail devletinin kurulması bir projeydi. Bu projeyi iki kesim, iki ayrı hedef için istemekteydi.

1. YAHUDİLER: Hep başka devletlerin egemenliğinde yaşamış ve özellikle batılılar tarafından itilip kakılmış, insan muamelesi görmemiş Yahudiler, ulus devletlerin gündemde olduğu, imparatorlukların tasfiye edildiği bir dönemde kendi devletlerini kurmak istediler. Yahudilerin öncelikli hedefi, her nerede olursa olsun bir Yahudi devleti kurmaktı. Sonraları bu devleti, Arzı Mevud denilen coğrafyada, yani Kudüs ve Filistin civarında kurmakta karar kıldılar. 19. Yüzyılın ortalarından sonra Yahudilerde bir devlet kurma fikri gelişti ve dünya kamuoyunda tartışılmaya, bununla ilgili kongreler yapılmaya başlandı. Hem batılılar, hem yahudiler bunun için giderek zayıflayan ve borç batağında olan Osmanlı topraklarını gözlerine kestiriyorlardı. O dönem Osmanlı sultanı olan 2. Abdulhamide borçlarının silinmesi mukabili Kudüs ve çevresine Yahudilerin yerleşmesine (devlet kurma değil!) imkan vermesini teklif ettiler. Yoğun ve uzun uğraşlara rağmen büyük sultan buna müsaade etmedi. Osmanlı coğrafyasından umudu kesen siyonistler Uganda ve Güney Amerika gibi başka alternatifler üzerinde de çalıştılar.

2. BATILILAR: Bir Yahudi devletinin kurulması projesine destek veren diğer kesim ise, İngilizlerin, Anglasaksonların başını çektiği batılılardı. Batılıların bağımsız bir İsrail devleti kurulmasına destek vermeleri birkaç farklı saikten kaynaklanmaktaydı; 1789 Fransız devriminden sonra burjuvazinin güçlenmesi, sermayenin ve ticaretin öne çıkmasıyla, mutlakiyetçi rejimlerinin kısıtlanmasıyla Yahudiler batılı devletlerde ve toplumlarda güç kazanmaya ve etkin hale gelmeye başlamışlardı. Zira Yahudilerin en iyi bildiği şey sermaye idare etmek, ticaret yapmaktı ve trend asalatten-soydan sermayeye-paraya-ticarete kayıyordu. Bu yeni durum Yahudileri hızla güçlü ve etkin hale getirmişti. Dolayısıyla Yahudiler batılı devletler üzerinde de etkindiler, zira devletlere borç verecek bankerlere, tüccarlara sahiptiler. Bu etkiyi, krediyi bir Yahudi devleti kurulması fikrinin oluşmasında kullandılar ve batılı devletlere ve hükümetlere bu yöndeki baskıları artırdılar. Bu baskı ve propaganda sonucu batılılar “Yahudi Devleti” fikrini desteklediler.

Öteden beri Yahudi, batıda “insan” olarak dahi görülmemekteydi. Batının geleneksel bakışı ile Yahudilere “aşağılık bir mahluk” olarak bakılmaktaydı. Bu nedenle batılılar yüzyıllarca katledip sürdükleri Yahudilerin kalanlarını da, bir Yahudi devleti kurdurarak ülkelerinden, coğrafyalarından uzaklaştırmak istiyorlardı. Bu nedenledir ki batıda veya batı hegemonyasındaki topraklarda Yahudi devleti kurulması fikrine şiddetle karşı çıkmışlar, ama bu devletin Osmanlı topraklarında kurulması için gereken bütün desteği vermişlerdi. Bir Yahudi devleti kurulması, bazı “problemlerin, problemli kesimlerin kendi coğrafyalarından uzaklaştırılması!” anlamına geliyordu.
Osmanlı Devleti ayakta iken uluslararası Siyonist kongrelerine başlandı, meselenin teorik tarafları halledildi. Filistin, İngiliz mandasında iken İngilizler buradaki konsolosluklara Yahudi görevlileri koydular ve bunlar göçü hızlandırıp kolaylaştırdılar. Yahudilerin azgınlaşması, masum Müslümanları çeteler kurup katletmeleri, topraklarından sürmeleri artınca İngiltere dahi bu göçü kontrol altına almak istedi; ama Yahudilerin silahlı terör guruplarıyla karşı karşıya kaldı.

İsrail devleti daha kurulmadan 1900’lü yılların başından itibaren bu günkü İsrail topraklarına planlı bir Yahudi göçü başlatıldı. Osmanlı sultanları bu göçe karşı katı kurallar koydular, o topraklarda kurulması hedeflenen Yahudi devletine karşı tedbirler geliştirdiler. 1908’de içinde pek çok kripto Yahudi barındıran ve Yahudi lobileriyle işbirliğiyle iktidara gelen İttihatçılar devleti ele geçirdikten sonra, Osmanlı Devleti parçalanmaya ve İsrail’e göçler de hız kazanmaya başladı. Bu topraklara göçecek Yahudi vatandaşlara ihtiyaç vardı; devlete nüfus gerekiyordu. İşte bu noktada Yahudileri, özellikle yaşadığı ülkede etkin olmayan, “sıradan vatandaş” Yahudileri İsrail’e göç ettirme projeleri devreye sokuldu. Dünyanın her yerinden, Sovyetlerdekilerden, Anadoludakilere, Doğu Avrupa’dakilere, Asyadakilere kadar, gönüllü veya bir kısım maniplasyonlarla Yahudiler İsrail’e göçe zorlandılar. Bulunduğu ülkede kalmakta direnenlere, harekete geçmeyenlere, göç ettirmeye yetecek kadar zulmetmeler, dışlamalar, tehditler başladı. Yahudiler ticaretle meşgul olduklarından tarımla uğraşan Yahudi bulmak zor oluyordu. Bu ihtiyaç için Rusya’da tarımla uğraşan Yahudiler tespit edildi ve ardından bunları göçe zorlayacak baskılar gelmeye başladı. Rusya’dan göçen çiftçilerle 17 tarım kolonisi kuruldu. İsrail’e en büyük göç Nazi döneminde (1930-1940 arası) Almanya’dan oldu. Yahudiler “Nazi katliamı” denilen, tarihçilerin dahi sorgulaması durumunda hapse girdiği, karanlık-sisli vaka ile hem İsrail’e nüfus göçü sağladılar, hem “mazlum!” oldular, hem de dünyada muaazzam bir zırh elde ettiler. Muhtemelen Hitler Yahudilere bir miktar zulmetti. Ama kendisi ne kadar bu planın bir parçasıydı; yapılanlar ne kadar mübalağa edilerek propaganda aracı haline getirildi, koruma duvarları kalkana kadar bunları bilemeyeceğiz.

Yahudiler bir devlet kurmayı ne zannettiler bilemiyorum. Arzı mevudda bir devlet kurarak, sürekli savaşarak ve diğer halkları ezerek, yıldırarak orada kalıcı olabileceklerini düşünmüş olmalılar. Belki de Tanrının, vadettiği toprakları kendilerine mutlaka vereceğine inanıyorlardı. Ne de olsa onlar efendiydi ve bütün dünya, insanlık onlara hizmetle görevli “zavallı”, “sefil” varlıklardı. Realiteleri, nüfusu, gücü vs. dikkate almaksızın, iman ettikleri bir şeyin arkasından gittiler ve Ortadoğu bu günkü hale geldi.

Altmış senede İsrail’in aldığı mesafe ve geldiği nokta küçümsenecek gibi değil. Topraklarını kaç kat artırdı, ekonomisini, ordusunu güçlendirdi. Ama zannımca İsrail hayal ettiğinin çok gerisinde kaldı. Hayal ettiği Arzı Mevud için bu hızla, daha epey 60 yıl uğraşması gerekecek! İsrail dar bir alana sıkıştı kaldı ve dört bir tarafı düşmanlarla dolu. Üstelik yaptığı zulümlerle ve hukuksuzluklarla dünyada sürekli itibar kaybediyor. ABD ve Yahudilerin etkin olduğu birkaç devlet hariç, kimse İsrail’in yaptığı zulümleri savunamıyor artık. İsrail’e ve İsrail’in zulümleri üzerinden tüm Yahudilere dünyada yükselen bir nefret var. BM’nin, ABD’nin, uluslararası kuruluşların herşeye rağmen İsrail’i koruması, çifte standart uygulaması bu nefreti sadece artırmaya yarıyor. En son yaptığı saldırı ve katliam, Ortadoğudaki en sadık dostu, stratejik müttefiki Türkiye’yi kaybetmesine neden oldu. Türk halkıyla bağlar kopalı epeyce olmuştu. Ama artık Türkiye’de, devlet ve kurumları da halka rağmen eskisi kadar İsrail’e yanaşık yürüyemez.

İsrail giderek azgınlaşıyor, saldırganlaşıyor ve dünyanın nefretini topluyor. Etrafı ölçüsüzce zulmettiği düşmanlarla dolu. Bu düşmanları her geçen gün güçleniyor, toparlanıyorlar. Üstelik, Yahudilerin dünyadaki hamileri, koruyucuları dünya klasmanında giderek ligden düşüyorlar. Yarın ABD, İngiltere ve batılı diğer hamileri İsrail’i ve Yahudileri koruyamayacak kadar zaafa uğrayacak, dünyanın efendiliğini yitirecekler. O zaman İsrail ölçüsüzce zulmettiği, sınırsızca katlettiği düşmanlarıyla, Ortadoğu halklarıyla başbaşa kalacak. Etrafı bir cehennemle çevrili hale gelecek. Dünyadaki gelişmeler batı medeniyetinin hızlı bir çöküş içinde olduğunu gösteriyor. Bunu farkeden Yahudiler, İsrail, yeni güç odaklarına, Çin ve Hindistana yatırım yapıyorlarsa da, gelecekte Müslümanların ve Türkiye’nin başat bir aktör olacağı görülüyor.

İsrail değilse de, dünyadaki diğer Yahudiler bu gelişmelerin kısmen farkındalar ve İsrail’in bütün Yahudileri bir cehenneme çektiğini görebiliyorlar. Dünya, İsrail projesinin daha öteye taşınamayacağını, iflas ettiğini anladı. Yahudilerin güdümünde yönetilen ABD dahi İsrail’i daha fazla taşıyamaz.

(..)

İsrail şu anda kıstırılmış, köşeye sıkıştırılmış kedi gibi hissediyor kendisini. Güvensiz, hırçın ve saldırgan. Etrafı düşmanlarla, Müslümanlarla çevrili. Böyle bir psikoloji içinde İsrallilerin, Yahudilerin huzurlu ve rahat yaşamalarına imkan yok. Bunca yaptıklarından sonra barış için çaba gösterse, olumlu ve yapıcı davransa dahi, oluşturduğu husumeti kıramayacaktır.

İsrail projesi başarısız olmuştur. Silahlarla, nükleer güçle korumaya çalıştığı, korkularıyla başbaşa kaldığı güvensiz bir adacık oluşturmuştur kendisine.

Bu yazıyla dünyadaki Yahudi gücünü ve etkinliğini sorgulamıyoruz. İsrail projesi Yahudilerin pek çok projesinden, çalışmasından sadece birisidir. İsrail projesinin başarısız olması, dünyada Yahudilerin bir anda silinecekleri, etkisizleşecekleri gibi bir yanılgıya neden olmasın.
aktifhaber

İsrail: Türkiye'ye gitmeyin, saldırıya uğrarsınız
İsrail'de Ulusal Güvenlik Kurulu'na bağlı Terörle Mücadele Bürosu, başta işadamları olmak üzere, yurt dışında bulunan ya da seyahat eden İsraillilerin “yüksek risk” nedeniyle alarma geçmelerini isterken, Türkiye dahil, seyahat uyarıları yapılan ülkelere gitmekten kaçınmaları gereğine de vurgu yaptı. 09.07.2010 KUDÜS netgazete

Komisyon'da bir İsrail dostu
İbrahim Karagül

İsrail, Mavi Marmara ile ilgili BM soruşturmasını kabul etti. Bu kabul, ABD ile İsrail arasındaki pazarlıklardan sonra gerçekleşti. O pazarlıkların ne olduğunu bilmiyoruz. Konuyla ilgili açıklamaların Türkiye'yi rahatsız etmesinden, pek de hayra alamet olmadığı hissediliyor. Soruşturma sonucunun İsrail'in haksızlığını resmileştireceğine çıkaracağına dair beklenti hüsranla bitebilir. Türkiye haksız çıkarılabilir, sorumlu tutulabilir. İHH'ya yönelik olumsuz sonuçlar çıkabilir. İsrail'in kendi içinde yaptığı uyduruk soruşturmaya atıfta bulunabilir. Bir skandal da çıkabilir ortaya. Bir örnek verelim. Daha doğrusu bir haberi (Timeturk) hatırlatalım.

"İsrail'in kabul ettiği BM Komisyonunu kimlerin yöneteceği açıklandı. Tartışmalı isimlerden biri Kolombiya eski Devlet Başkanı Alvaro Uribe Velez. İsrail'e yakınlığı ile bilinen Uribe Velez 2007'nin Mayıs ayında 'Amerikan Yahudi Toplumu' tarafından 'Light Unto the Nations' ödülünü aldı. Washington'da Milli Müze Binası'nda bu ödülü alırken kendisi için "Başkan Uribe ABD'nin çok sağlam bir ortağı, İsrail'in ve Yahudi halkının yakın dostu ve ABD ile Kolombiya'da insani gelişimin savunucusu" ifadesi kullanıldı. Uribe aynı zamanda Irak işgalinin önemli destekçilerinden biriydi. Uribe'nin seçimi, komisyonun ne denli taraflı olacağının göstergesi olarak yorumlanıyor."

Bu kadar işte...

Yeni Şafak

Liderlerin Çocuklarını Hedefleyen İsrail
Açık İstihbarat Özel
05.08.2010

Bir devletin terör devleti sıfatını haketmesi kolay değildir. Sadece adam öldürmesi veya tarihinde, her ülkenin tarihinde var olabilecek katliamlar olması yetmez.

Terör devleti sıfatını ideolojik aygıtları açıkca terörü destekleyen ve meşrulaştıran devletler hakeder.

İsrail bu yüzden sadece despot, anti-demokratik , vs. bir devlet değil, hücrelerine kadar bir terör devletidir.

İdeolojik aygıtları açıkca terörü, hem de en aşağılık formu ile meşrulaştırır.

İşte bunlardan biri.

İsrail'in en çok satan kitapları arasında yeralan ve Netanyahu hükümetinin arka planındaki teologlar olarak tanımlanan haham Yitzhak Shapira ve haham Yosef Elitzur tarafından kaleme alınan; "The King's Torah" (Kralın Torah'ı) başlıklı 230 sayfalık kitap.



Yahudiliğin; Yahudi olmayanları "gentile" sıfatı ile ötekileştiren , aşağılayan ve katli vaciptir statüsüne sokan bildik teolojisini bu hahamlar yorumları ile daha da derinleştiriyor.

İsrail'in en çok satan bu dini kitabına göre aşağıdaki şartlar gerçekse Yahudi olmayanların(Gentile) katli vacip:

1) Gentile, yaratılan durumun sorumlusu olmasa dahi, varlığı ile Yahudilerin hayatını tehlikeye atıyorsa öldürülebilir.

2) "Yahudi olmayan bebekleri, büyüdüklerinde bize zarar verecekleri açıksa öldürülmesi mübahtır"

3) Yahudi olmayan liderlerin çocuklarına, politikalarını değiştirmeleri yönünde baskı oluşturacaksa zarar vermek meşrudur.

4) Bir ülkenin vatandaşları doğrudan terör faaliyetlerinde bulunmuyorsalar bile, terör dengesi sağlamak adına karşı saldırıların hedefi olabilirler.

İnsanın aklında infial uyandıran sapkın düşünceler vardır.

Bazıları ise aklı saf dışı bırakıp, direk midesini bulandırır.

İsrail'in en çok satan kitabının temsil ettiği zihniyet bu yönüyle doğrudan insanın midesini hedefliyor.

Kendilerine zarar vereceği "açık" olan çocuklardan, ülke liderlerinin çocuklarına kadar herkesi hedefleyebilen bu zihniyete karşı herkesin uyanık olması gerekiyor.

Tayyip Erdoğan'ın ; ABD adına üstlendiği taşeron İsrail karşıtlığının arkasını doldurması gerektiğinde okuması gereken kitaplardan biri ; Kralın Torah'ı.
Açık İstihbarat

Gazze katili seçildi..
İbrahim Karagül:
27 Ağustos 2010

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, uzun mülakatlar sonrasında yeni Genelkurmay Başkanı'nı seçti. Yeni şef Yoav Galant. Günlerce tek tek görüşmeler sonrasında belirlenen bu isim; Aralık 2008-Ocak2009 arasında Gazze'deki o kıyımları yapan kişi. Amaç, İran'a karşı, nükleer savaş dahil, yürütülecek büyük mücadele öncesinde Lübnan ve Filistin'i susturmak! İki savaş da
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ksm 08, 2011 9:05 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Hzr 23, 2010 10:13 pm    Mesaj konusu: Amerika'da müesses Yahudiliğin iflası Alıntıyla Cevap Gönder

Peter Beinart
Amerika'da müesses Yahudiliğin iflası

2003’de önde gelen çeşitli Yahudi hayırseverler Cumhuriyetçi anketör Frank Luntz’a başvurdular. Amaçları Luntz’dan Amerikalı Yahudi kolej öğrencilerinin kampüste İsrail’in eleştirilmesine eskisi kadar ateşli karşı çıkmamalarının nedenlerini ortaya çıkarmasını istemekti. Sonuçta Luntz farkında olmadan örgütlü Amerikan Yahudi cemaatine dair benim şimdiye kadar gördüğüm en aleyhte iddianameyi ortaya serdi.

Hayırseverler Yahudi öğrencilerin İsrail hakkında ne düşündüklerini öğrenmek istiyorlardı. Luntz onların çoğunlukla pek bir şey düşünmediklerini tespit etti. “Yahudilikleri ve İsrail’le bağlantılarını konuşmak için Yahudi gençleri bir grup halinde altı sefer bir araya getirdik” diye kaydediyor Luntz. “Altı seferde de İsrail hakkında bilgi istenilmediği sürece bu konu açılmadı. Altı seferde de bu Yahudi gençler durumu tarif etmek için ‘biz’ yerine ‘onlar’ tabirini kullandılar.”

Luntz’un karşılaştığı bu kayıtsızlık şaşırtıcı değildi. Son yıllarda yapılan çeşitli araştırmalar, Hebrew Union College’dan Steven Cohen ve Davis’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Ari Kelman’ın sözleriyle söyleyecek olursak, “Ortodoks olmayan genç Yahudilerin genelde büyüklerinden daha az İsrail’e bağlılık duyduklarını” ve çoğunun “neredeyse hiç olumlu his beslemediğini itiraf ettiğini” açığa çıkarmıştır. 2008’de Amerika’daki yegane, ayrımcılık yapmayan Yahudi destekli üniversite olan Brandies’deki öğrenci senatosu Yahudi devletinin kuruluşunun altmışıncı yıldönümünü kutlama önerisini reddetti.

Luntz’un görevi, ters giden şeyi ortaya çıkarmaktı. Öğrencilerin İsrail hakkındaki görüşlerini yokladığında, bazı sıkı kanaatlere tosladı. Birincisi, “onlar İsrail’in konumunu sorgulama haklarını saklı tutuyorlar”. Luntz’un açıklamasına göre, bu genç Yahudiler “‘grup düşüncesi’ olarak gördükleri herşeye karşı direnç gösteriyorlar” Hatalarıyla birlikte İsrail’in “açık ve dürüstçe” tartışılmasını istiyorlar. İkincisi, “genç Yahudiler can havliyle barış istiyor”. Luntz onlara bir dizi reklam gösterdiğinde öğrencilerin en beğendikleri ilanlardan birinin başlığı “İsrail’in Barış İstediğinin Kanıtı” idi ve bu reklam çeşitli İsrail hükümetlerinin işgal edilmiş topraklardan çekilme önerilerini listeliyordu. Üçüncüsü, “bazı öğrenciler Filistinlilerin içinde bulundukları kötü durumu vurguladılar”. Luntz onlara Filistinlileri şiddete eğilimli tiksinç kimseler olarak lanse eden ilanları gösterdiğinde çeşitli grup katılımcıları bu ilanları klişe ve haksız bulup kendi Müslüman arkadaşlarını örnek verdiler.

Başka bir ifadeyle, öğrencilerin çoğu kabaca tanımlarsak liberaldi.Amerikan Yahudi siyasi kültürünün belirleyici değerlerinden bazılarını içselleştirmişlerdi: açık tartışamaya duyulan inanç, askeri güç konusunda şüphecilik ve insan haklarına bağlılık. Söz konusu İsrail olunca bu değerlerin gölgede bırakılmaması gerektiğini bütün mausmiyetleriyle savunuyorlardı. Cazip buldukları tek Siyonizm türü Filistinlilerin insanlık onurunu ve saygınlığını tanıyan ve barışı getirebilecek bir siyonizmdi. Bu inançları paylaşmayan bir İsrail hükümetini canıgönülden kınayabilirlerdi. Luntz ironiyi kavrayamamıştı. Onların cazip buldukları tek Siyonizm türü, Amerika’daki yerleşik Yahudilerin hayatlarının çoğunu aleyhinde çalışarak geçirdikleri bir siyonizm türüydü.

Günümüzde Amerikan Yahudileri arasında, özellikle Ortodoks dünyada, İsrail devletine derinden bağlı çok sayıda Siyonist var. Öte yandan özellikle seküler Yahudi dünyasında Filistinliler de dâhil olmak üzere herkes için insan hakları düsturuna yürekten bağlı çok sayıda liberal de var. Bu iki grup giderek birbirinden ayrışıyor. Özellikle genç kuşaklarda giderek daha az sayıda Amerikalı Yahudi liberal, siyonist oluyorken, yine giderek daha az sayıda Amerikalı Yahudi Siyonist liberal oluyor. Bunun sebeplerinden biri, Amerikan Yahudiliğinin önde gelen kurumlarının, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde sergilediği tutuma ve kendi Arap vatandaşlarına yönelik tavrına karşı çıkan bir Siyonizmi desteklemeyi reddetmiş –aslında ona karşı etkin muhalefet yapmış- olmalarıdır. Onyıllardan beri Yahudi cemaati Amerikalı Yahudilerden Siyonizmin eşiğindeki kendi liberalizm görüşlerini gözden geçirmelerini istedi ve şimdi bu cemaati şaşkınlığa uğratacak şekilde, pekçok genç Yahudi kendi liberalizm görüşünü değil de Siyonizm görüşünü gözden geçiriyor.

Amerikan Siyonizmi ahlâki bir çöküş içinde. Eğer AIPAC ve ABD Yahudi Dernekleri Başkanları Konferansı gibi grupların liderleri bu seyri değiştirmezse, bir gün kalktıklarında, Ortodoks inançlı genç siyonist liderlerin Araplara ve Filistinlilere karşı beslediği çıplak düşmanlığın kendilerini ve kayıtsızlıktan dehşete düşmeye kadar uzanan bir ruhsal yelpazedeki seküler Amerikalı Yahudi kesimini bile korkuttuğunu göreceklerdir. ABD’de liberal Siyonizmi korumak –böylece Amerikalı Yahudiler, İsrail’deki liberal Siyonizmin korunmasına yardım edebilirler- çağımızda Amerikan Yahudiliğinin yapması gereken en zorlu işlerden biridir. Ve bu da Luntz’un öğrencilerinin başlamasını istediği noktadan başlar: artık gözlerimizi başka tarafa çevirmeden İsrail’in mevcut hükümetini dürüstçe tartışmak.

1990’lardan beri gazeteciler ve ilim insanları İsrail toplumundaki bir yarılmadan söz ediyorlar. Hebrew Üniversitesi siyaset bilimcisi Yaron Ezhari’nin sözleriyle ifade edecek olursak, “ulusal uzlaşı diye adlandırılan şeyin üzerinde onyıllar geçtikten sonra Siyonist liberalizm söylemi birbiriyle apaçık çekişen çeşitli versiyonlara ayrıldı. Zulüm, soykırım ve hayatta kalmaya dönük zorlu mücadelenin uzun mazisine dayanan bir versiyon karamsar, Yahudi olmayanlara karşı güvensiz ve sadece Yahudi gücüne ve dayanışmasına inanıyor. Mesihçilik görüşünün sekülerlermiş türlerinden ve Aydınlanmacı ilerleme firinden beslenen diğer bir versiyon ise askeri gücün sınırlandırılmasının gereğini ve liberal-demokratik değerlere bağlılığı vurguluyor. Her ülkede bir tür ideolojik bölünmüşlüğe rastlanır. Fakat çağdaş İsrail’de ideolojik uçlar arasındaki mesafe hiçbir yerde olmadığı kadar büyük.

Ezrahi ve başkalarının da belirttiği gibi, bu ikinci liberal-demokrat Siyonizm özellikle seküler İsrailliler arasında, yeni bir bireycilik, özgür ifade talebinin artması ve baskıcı otoriteden giderek daha fazla kuşku duyulmasıyla birlikte gelişti. Siyonist geçmişin karanlık köşelerinde korkusuzca kazılar yapan Tom Segev gibi “yeni tarihçiler”de ve İsrail’in “Temel Yasalar”ında garantiye alınan insan haklarını ihlal eden Knesset’in (İsrail devletinin yasama organı) yasa kararları bozan eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Aharon Barak gibi hukukçularda bu ruhu görebilirsiniz. Ayrıca eski Başbakan Ehud Barak’ın 2000’de ve 2001’in başında Batı Şeria’nın büyük bir kısmını Filistinlilere bırakmaya yönelik apaçık istekliliğinde de aynı ruhu görebilirsiniz.

Ne var ki günümüzde İsrail’de bu insancıl evrenselci Siyonizm gücü eline geçiremiyor, aksine takati kesilmiş durumda. Bu Siyonizmin değerlerinin Başbakan Benjamin Netanyahu’nun hükümetinin değerlerine ne kadar aykırı olduğunu görmek için Effi Eitam örneğine bakmak yeterli. Eski kabinenin bakanı, karizmatik savaş kahramanı Eitam, Filistinlilerin Batı Şeria’dan etnik temizlikle silinmesini önerdi. “Batı Şeria’daki Arapların ezici çoğunluğunu oradan ve İsrailli Arapları da siyasi sistemden kovmak zorunda kalacağız” diye beyan verdi 2006’da. 2008’de Eitam, Ahi Party adındaki küçük partisini Netanyahu’nun Likud Partisi ile birleştirdi. Ve 2009-2010 akademik yılı için Netanyahu’nun denizaşırı “kampüs bağlantıları” ile ilgili özel elçisi oldu. Bu yetkiyle geçen sonbaharda İsrail hükümeti adına bir dizi Amerikan yüksek okulunu ve kolejini ziyaret etti. Bu geziyi düzenleyen grubun adı “Demokrasi için Karavan” idi.

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman bir zamanlar Eitam’ın görüşlerini paylaşıyordu. Gençliğinde Meir Kahane’nin şimdilerde yasaklı olan Kach Partisi’ne kısa bir süreliğine katılmıştı. Bu parti de Arapların İsrail topraklarından ihraç edilmesini savunuyordu. Şimdi Lieberman’ın tavrı “ihraç-öncesi” diye adlandırılabilir. Zira kendisi İsrail devletine sadakat yemini etmeyecek İsrailli Arapların vatandaşlığının kaldırılmasını istiyor. Keza 2008-2009 Gazze savaşına karşı çıkmış iki Arap partisinin Knesset için aday göstermesine engel olmaya çalıştı. Dahası, Hamas temsilcileriyle görüşme yapan Arap Knesset üyelerinin idam edilmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca İsrail’in Bağımsızlık Günü’nde alenen yas tutan Arapların hapse atılmasını istiyor ve İsrail’in Arap vatandaşlarıyla evlenen başka ülkelerdeki Araplara asla vatandaşlık hakkının verilmemesini umuyor.

Lieberman’ın şimdiki görüşleriyle eski görüşleri arasındaki bağlantıyı görebilmek için paranoyak olmanıza gerek yok. İsrailli Arapları yasal korumadan ne kadar çok uzaklaştırır ve onları vatan hainliğiyle ne kadar çok suçlarsanız, ihraç politikası güttüğünüzü o kadar kolay insanların aklına getirirsiniz. Lieberman’ın Amerikalı destekçileri teoride onun bir Filistin devletini savunduğunu sıkça belirtiyorlar. Fakat onun adına genelde belirtmedikleri husus ise iki devletli çözümün, İsrailli Arapların büyük bir kesiminin rızaları alınmadan başka bir ülkeye sürgün edilmesine yol açacak şekilde İsrail sınırlarının yeniden çizilmesi anlamına geldiğidir.

Netanyahu’nun başbakanlığının birinci döneminde Lieberman kabine başkanlığı yapmıştı. Ve Batı Şeria söz konusu olduğunda, Netanyahu’nun kendi yaklaşımı himayesi altında tuttuğu Lieberman’ın yaklaşımından bile daha uç noktaya vardı. 1993 tarihli kitabı A Place among the Nations’da Netanyahu bir Filistin devleti fikrini reddetmekle kalmıyor, Filistinli diye bir şeyin varlığını bile inkâr ediyor. Aslında Filistinlilerin devlet talebini Nazizimle bir tuttuğunu sık sık yineliyor. Batı Şeria’dan çekilecek bir İsrail’in “Auschwitz sınırları” ile bir “getto devleti” olacağını beyan ediyor. Ve “Judea ve Samaria [Batı Şeria]’yı İsrail’den koparma” çabasını Hitler’in 1938’de öne sürdüğü, Almanca konuşan “Suduten eyaletini” Çekoslavakya’dan koparma teklifine benzetiyor. Netanyahu zaten yeterince geniş tavizlerde bulunmuş İsrail’den daha fazla bölge istemenin haksızlık olacağını ısrarla dile getiriyor. Ne tür tavizlermiş bunlar? Güya hakkı gereği İsrail devletinin bir parçası olması gereken Ürdün’ü alma talebinden vaz geçmesi.

Netanyahu’nun koalisyonunun solunda Ehud Barak’ın zayıf bırakılmış İşçi Partisi oturuyor, ama onun ılımlı potansiyeli bazı açılardan en bağnaz koalisyon ortağı tarafından dengeleniyor: Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli Yahudileri temsil eden ultra Ortodoks parti Shas. Bir noktada Shas bazı Ashkenazi ultra Ortodoks emsalleri gibi yerleşim yerlerini kaldırmaya açıktı. Ne var ki son yıllarda geniş aileleri için mesken bulma konusunda endişelenen ultra Ortodoks İsrailliler Batı Şeria’ya daha fazla akın etmeye başladılar ve devlet yardımları sayesinde orada hayatlarını çok daha ucuza malettiler. Beklenildiği gibi onların siyasi partileri de bölgesel uzlaşı aleyhine büyük çaba sarf etti. Ve bunu ultra Ortodoks Yahudiliğin liberal değerlere karşı köklü düşmanlığını yansıtan bir kinle yaptılar. Shas’ın oldukça güçlü ruhani lideri Haham Ovadia Yosef Arapları “engerekler”, “yılanlar” ve “karıncalar” diye yaftaladı. 2005’de başbakan Ariel Sharon Gazze Şeridi’ndeki yerleşim yerlerini kaldırma önerisinde bulunduğunda, Yosef “Tanrı boyunu devirsin” dedi. Resmi Shas gazetesi yakın zamanda Başkan Obama’yı “Aşırı uç İslamcı” diye niteledi.

Hebrew Üniversitesi profesörü Ze’ev Sternhell faşizm üzerine uzman biri ve itibarlı İsrail Ödülü’nün de sahibi. Haaretz’in son sayılarından birinde Shas liderleri ve Lieberman üzerine yorum yaparken şunu yazmıştı: “Son zamanların politikacılarının savunduğu görüşler 2.Dünya Savaşı sırasında Batı Avrupa’da ve Franko’nun İspanya’sında iktidarda olanların görüşlerine benziyor. Onların teşviğiyle demokratik ve liberal düzenin temellerine karşı amansız ve çok yönlü bir kampanya yürütülmekte.” Sternhell’in bildiği şeyler vardı. Eylül 2008’de bir yerleşimci evine boru bombası atınca Sternhell yaralandı.

İsrail hükümetleri gelip giderler ama Netanyahu koalisyonu İsrail toplumundaki uzun vadeli ürkütücü eğilimlerin ürünüdür: özellikle Arap karşıtı ırkçılığa yatkın Rus göçmen topluluğuna, orduya ve İsrail bürokrasisine giderek daha sıkı bağlanan ve daha fazla radikalleşen bir yerleşimci hareketini dramatik şekilde yükselten ultra Ortodoks bir nüfus. 2009’da İsrail Demokrasi Enstitüsü’nün yaptığı bir ankete göre Yahudi İsraillilerin %53’ü (ve eski SSCB’den gelen son göçmenlerin %77’si) Arapları ülkeden çıkarma politikalarına destek veriyor. İsrailli gençlerin tutumları ise en kötüsü. Geçen yıl İsrailli yüksek okullar sanal bir seçim yaptıklarında Lieberman kazandı. Geçen Mart ayında yapılan bir anket İsrailli Yahudi yüksek okul öğrencilerinin %56’sının –ve dindar Yahudi yüksek okul öğrencilerinin %80’den fazlasının- İsrailli Arapların Knesset’e seçilme haklarına karşı çıktığını ortaya koydu. Eğitim bakanlığından bir görevli bu araştırmayı “gençler arasında aşırı uç görüşlerin giderek güçlenmesi ışığında muazzam bir uyarı sinyali” olarak niteledi.

Bu eğilimlerin ve İsrail hükümeti içiden bazılarının bu eğilimlere duyduğu sempatinin, örgütlü Amerikan Yahudi cemaatinin liderleri arasında önemli ölçüde kamuoyu endişesinin –hatta öfkesinin- uyanmasına vesile olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bizzat İsrail’de soldan ve hatta merkezden yükselen sesler İsrail demokrasisine yönelik tehditler konusunda uyarıda bulunuyorlar. (Eski Başbakanlar Ehud Olmert ve Ehud Barak, İsrail’in Batı Şeria’yı elinde tutması halinde bir “apartheid devleti”ne dönüşme riski altında olduğunu söylediler. Geçen Nisan ayında yerleşimciler büyük bir İsrail kitapevini yerleşimi eleştiren bir kitabı satmaktan vazgeçmeye zorladıklarında barışçı Meretz Partisi’nin eski başkanı Shulamit Aloni “İsrail’in bir süredir demokratik olmadığını” ilan etti.) Fakat ABD’de AIPAC ve Başkanların Konferansı gibi gruplar tüm liderlerin demokrasi hayalini kurduğu ve barışa özlem duyduğu bir devlet olarak İsrail vizyonlarına karşı çıkan insanları payladıkları bir kamusal söylemi dillendiriyorlar.

Sonuç ise tüyler ürpertici bir ironidir. Teoride, ana akım Amerikan Yahudi örgütleri Siyonizmin liberal versiyonunun hâlâ orasını burasını budayıp şekillendiriyorlar. AIPAC websitesinde İsrail’in “özgür ifade ve azınlık haklarına” bağlılığını kutluyor. Başkanlar Konferansı “İsrail ve Amerika’nın demokrasi, özgürlük, güvenlik ve barış gibi siyasi, ahlâki ve düşünsel değerleri paylaştıklarını” ilan ediyor. Bu gruplar, Netanyahu’nun koalisyonundaki bazıları gibi, İsrailli Arapların tam vatandaşlık hakkına ve Batı Şeria’daki Filistinlilerin de insan haklarına layık olmadıklarını asla söylemiyorlar. Fakat pratikte, İsrail hükümetinin yaptığı herşeyi sahiden destekleyerek, hayranlık duyduklarını itiraf ettikleri çok liberal değerleri tehdit eden İsrailli liderlerin düşünsel muhafızlığını yapıyorlar.

Örneğin Geçen Şubat ayında İsrail seçimlerinden sonra Başkanlar Konferansı’nın yönetici başkan yardımcısı Malcolm Hoenlein, Avigdor Lieberman’ın programının “medyanın sunduğundan çok daha ılımlı” olduğunu açıkladı. Lieberman’ın İsrailli Araplara yönelik genel bir kin beslemediğinde ısrar eden, İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (ADL) ulusal başkanı Abraham Foxman, Yahudi Telegraphic Agency ajansına, “Onları sürgün edelim demiyor. Onları cezalandıralım demiyor” diye beyanat verdi. (Arap eşlerin vatandaşlık hakkını asla kabul etmemek veya İsrail’in Bağımsızlık Günü’nde alenen yas tutmaları halinde onları hapse atmak ceza olarak nitelendirilmiyor.) ADL geçmişteki Arap karşıtı bağnazlığı eleştiriyor ve Amerikan Yahudi Komitesi de Lieberman’ın önerdiği sadakat yemininin “İsrail’in demokratik siyasi tartışmalarını soğutacağını” belirtiyor. Fakat “Yahudi Liderler Lieberman’ın Hükümetteki Rolü Konusunda Büyük Ölçüde Sessiz” başlığıyla Forward, Amerika’nın Yahudi cemaatinin liderlerinin genel tepkisini özetliyor.

Örgütlü Amerikan Yahudi cemaati çoğunlukla İsrail hükümetinin alenen eleştirilmesinden sakınmakla kalmıyor, başkalarının eleştirmesine de engel olmaya çalışıyor. Son yıllarda Amerikan Yahudi örgütleri dünyanın en saygın uluslararası insan hakları gruplarını gözden düşürmek için bir kampanya yürütmekteler. 2006’da Foxman, Uluslararası Af Örgütü’nün İsrail’in Lübnanlı sivilleri öldürmesine dair raporunu “bağnaz, taraflı ve antisemitizmin eşiğinde” diye nitelendirdi. Başkanlar Konferansı “Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme, Hristiyan Yardım Girişimi (Christian Aid) ve Çocukları Koruma (Save the Children) gibi taraflı sivil toplum kuruluşlarını” duyurdu. Geçen yaz bir AIPAC sözcüsü İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “İsrail karşıtı tutumunu defalarca sergilediğini” açıkladı. Obama idaresi BM’nin eski insan hakları yüksek komiseri Mary Robinson’u Başkanlık Özgürlük Madalyası ile ödüllendirince ADL ve AIPAC bunu protesto edip, Robinson’un Güney Afrika Durban’da Irkçılığa Karşı 2001 Dünya Konferansı’na başkanlık ettiği gerçeğini dile getirdiler. (Konferans raporunun ilk taslakları İsrail’i örtük biçimde ırkçılıkla suçluyordu. Robinson Suriye ve İran’ı kızdıracak şekilde, iftira niteliğindeki bu suçlamanın rapordan çıkarılmasına yardım etmişti.)

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve AF Örgütü hatadan münezzeh değildir. Fakat AIPAC ve Başkanlar Konferansı gibi grupların İsrail’in eylemlerinin alenen eleştirilmesinden tamamen kaçınarak öfkelerini sadece İsrail’in komşularına yöneltmeleri, onları tarafgirlik suçlamasında zayıf konumda bırakmaktadır. Dahası, Amerikalı Yahudi gruplar kendilerinin sadece İsrail’i düşmanlarından korumaya çalıştıklarını iddia ederlerken, İsrail’de radikal ölçüde farklı Siyonist görüşler arasındaki mücadelede fiilen taraf tutuyorlar. ADL’nin, Robinson’u, “İsrail’e karşı düşmanlık” beslemekle suçladığı sırada yedi İsrailli insan hakları grubu onun ödül almasını alenen kutladı. İsrail’İn işgal altındaki bölgelerdeki eylemlerini gözlemleyen B’Tselem gibi bu gruplar ve İnsan Hakları İçin Doktorlar grubunun İsrailli kolu, en az AF Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü kadar, İsrail’in Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’daki eylemleri konusunda eleştirel bir tavır takındılar.

Bütün bunlar rahatsız edici bir soruyu akla getiriyor. Eğer Amerkalı Yahudi gruplar İsrail’e yöneltilen denizaşırı insan hakları eleştirilerinin semitizm karşıtı olmasa bile İsrail karşıtı önyargılı eğilimden kaynaklı olduğunu savunuyorlarsa, peki, İsrail’in içinden yöneltilen insan hakları eleştirilerine ne diyecekler? Kastettikleri şey açık: Onlar vatan hainliği olmasa bile özlerinden nefret etme suçunu işliyorlar. Elbette Amerikalı Yahudi liderler bunu genellikle söylemiyorlar ama Netanyahu hükümetindeki müttefikleri söylüyor. Geçen yaz, İsrail’in başbakan yardımcısı Moshe Ya’alon işgal karşıtı grup Peace Now’u (Hemen Barış) “virüs” diye yaftaladı. Geçen Ocak ayında Im Tirtzu adındaki sağ tandanslı grup, İsrailli insan hakları gruplarını, İsrail’in Gazze savaşını soruşturan Goldstone Komisyonu’na bilgi vermekle suçladı. Netanyahu’nun Likud Partisi’nden bir Knesset üyesi, bazı insan hakları gruplarını destekleyen New İsrael Fund (Yeni İsrail Fonu) adlı örgütün başkanı Naomi Chazan’ı vatan hainliğiyle suçladı. Keza Lieberman’ın partisinin bir üyesi İsrailli sivil toplum kuruluşlarının yabancı fonlarını frenleme amacı taşıyan bir soruşturma başlattı.

Doğrusu Foxman ve diğer Amerikalı Yahudi liderler kendi çalışmalarına da zarar vermiş olabilecek göçe karşı çıktılar. Yine de onlar ektiklerini biçiyorlar. Eğer siz İsrail hükümetine yönelik ana akım insan hakları eleştirisinin devlete veya genelde Yahudilere yönelik bir düşmanlıktan kaynaklandığını idda ederseniz, İsrail’de insan hakları eleştirilerine karşı aynı suçmalarda bulunanlara destek ve kolaylık sağlamış olursunuz.

Günümüzde Amerika’nın müesses Yahudiliği içinde liberal Siyonizm söylemi –insan hakları, eşit vatandaşlık ve bölgesel uzlaşı vurgularıyla birlikte- anlamdan yoksun hale gelmiştir. Bu söylem kısmen kuşaksal sebeplerden ötürü lingua franca (ortak anlaşma dili) olarak kaldı, çünkü yaşı ileri pekçok Amerikalı Siyonist kendini hâlâ bir tür liberal olarak görüyor. Demokrat Parti’ye oy veriyorlar. İncil’e dayandırılan Batı Şeria talebine sıcak bakmıyorlar. Ortalama Filistinlileri kötü liderlerin yönlendirmesiyle ihanete sürüklenmiş iyi insanlar olarak görüyorlar. Ve sekülerler. Yahudi örgütlerinin İsrail’i sol kanattan eleştirmesini istemiyorlar ama aynı zamanda onların İsrail sağının maşası olmasını da istemiyorlar.

Bu Amerikalı Siyonistler çoğunlukla belli bir dönemin ürünüdürler. Çoğu, İsrail’in istila edilebileceğini gösteren Altı Gün Savaşları’na kadar uzanan korkunç günlerden ve dünyanın çoğunun İsrail devletine karşı geldiği Yom Kippur Savaşı’nın sonrasındaki acılı günlerden geçti. Bu zorlu sınavda İsrail onların Yahudi kimlikleri oldu, genellikle 1967 ve 1973 savaşlarının Amerikan Yahudi hayatının merkezine oturmasına yardım ettiği Holocaust ile birlikte. Bu Yahudiler, yerleşimci hareketin İsrail politikasında büyük bir faktör olmasından önce, 1982 Lübnan savaşından önce ve ilk intifadan önce Siyonizmi benimsediler. Daha fazla seküler, daha az bölünmüş ve işgal kültürünün, politikasının ve teolojisinin daha az etkisinde kalan bir İsrail’e gönül verdiler. Avigdor Lieberman’ı, yerleşimcileri ve Shas’ı önemsiz gibi gösteren Amerikan Yahudi grupları, yaşları ilerlemiş bu Siyonistlerin kendilerini gençlik dönemlerinin daha kaynaşık, daha masum İsrail’iyle, artık sadece anılarında yaşattıkları bir İsrail ile özdeşleştirmelerine devam etmelerine izin verdiler.

Fakat bu seküler Siyonistler çoğalmıyorlar. Çocuklarının hafızalarında, kısmen ABD’nin acil askeri yardımı sayesinde ayakta kalan İsrail sınırına yığılmış Arap ordularına dair hiçbir şey yok. Bunun yerine İsrail’i bölgesel hegemon ve işgalci güç olarak belleyerek büyüdüler. Sonuçta İsrail’in yaptıklarının liberal idealleri ne ölçüde ihlal ettiği konusunda anne babalarından daha bilinçliler ve varlığı tehlikede olduğu için İsrail’i muaf görmeye de yanaşmıyorlar. Anne babalarının liberalizmini devraldıkları için onların eleştirel olmayan Siyonizmini benimseyemiyorlar. Kendi liberalizmleri hakiki olduğu için müesses Amerikan Yahudiliğinin liberalizminin sahte olduğunu görebiliyorlar.

Dolayısıyla eleştirel olmayan Siyonizmlerini ayakta tutmak ve saflarını kalabalıklaştırmak için Amerika’nın Yahudi örgütlerinin başka yerlere bakması gerekiyor. Batı Şeria işgali sırasında reşit olmuş ama işgalden etkilenmemiş genç Amerikalı Yahudileri bulmaları lazım. Ve bu genç Amerikalı Yahudiler orantısız bir biçimde Ortodoks dünyadan geleceklerdir.

Kendi aralarında daha az evlendikleri, daha erken evlendikleri ve daha çok çocuk yaptıkları için Ortodoks Yahudiler Amerikan Yahudi nüfusunun bir parçası olarak hızla çoğalıyorlar. 2006 Amerikan Yahudi Komitesi’nin (AJC) bir araştırmasına göre, Ortodoks Yahudiler altmış yaş üstü Amerikan Yahudilerinin sadece %12’sini oluştururken, on sekiz ile yirmi dört yaş arası gençlerin %34’ünü oluşturmaktalar. Amerika’nın Siyonist örgütlerinin nazarında bu Ortodoks gençler potansiyel birer maden. Yahudi din okullarında erken yaşta İsrail’e sadakati öğreniyorlar, genellikle yüksek okuldan sonra bir yılı orada dini eğitim alarak geçiriyorlar ve çoğunlukla İsrail’e göç etmiş arkadaşları veya akrabaları var. Aynı AJC araştırmasına göre, kırk yaşının altındaki Ortodoks olmayan yetişkin Yahudilerin sadece %16’sı kendini “İsrail’e çok yakın” hissederken, Ortodokslar arasında bu sayı %79’u buluyor. Seküler Yahudiler Amerika’nın Siyonist kurumlarından uzak dururken Ortodoks emsalleri aynı kurumlara katılmaya eğilimliler. New York City Üniversitesi’nde sosyolog olan Samuel Heilman, Ortodokslar “Yahudilerin cemaatsel meseleleriyle hâlâ ilgileniyorlar” diye açıkladı. “İsrail evinde kalan son kişilerin arasındalar, bundan dolayı şimdi ışıkları açıp kapama yetkisi onlarda.”

Fakat tam da bu cemaatçilik –genellikle daha evrensel meselelerin önüne geçen Yahudilik meselelerine derinden bağlılık- Ortodoks Yahudi Siyonizmine kendine özgü bağnazca bir renk katıyor. 2006 AJC anketine göre, kırk yaşının altındaki Ortodoks olmayan Amerikan Yahudilerinin %60’ı bir Filistin devletini desteklerken, bu rakam Ortodokslar arasında %25’e düşüyor. 2009’da Brandeis Üniversitesi’nden Theodore Sasson, Amerikan Yahudi gruplara İsrail hakkındaki fikilerini sorduğunda, Ortodoks katılımcıların barış müzakerelerinin bir parçası olarak yerleşim yerlerini kaldırmaya pek sıcak bakmadıklarını tespit etti. Dahası, reform yanlısı, muhafazakâr ve bağımsız Yahudiler ortalama Filistinlilerin barış istediklerini ama liderleri tarafından kötü emellere hizmet ettirildikleri görüşündeler. Öte yandan Ortodoks Yahudiler, Filistinlileri düşman olarak görmeye ve sıradan Filistinlilerin sıradan İsraillilerle veya Yahudililerle aynı ortak çıkarları veya değerleri paylaştığını inkâr etmeye çok daha yatkınlar.

Ortodooks Yahudilik, Amerikan Yahudi toplumunda benzeri olmayan Yahudi öğretisine bağlılık ve cemaatsel kaynaşma gibi büyük erdemlere sahip. (Benim ailem ortodoks sinegoguna gittiği için taraflı davranıyorumdur.) Fakat şimdiki eğilimler devam ederse, Amerikan Yahudi cemaatinin kurumlarının artan nüfuzu günümüzde Amerikan Siyonizminin üstünü örten liberal-demokratik cilayı bile aşındıracaktır. 2002’de Amerika’nın büyük Yahudi örgütleri Washington Çarşısı’nda yapılan İsraille büyük bir dayanışma mitingine destek verdiler. Doğu kıyısındaki Yahudi din okulları gün boyu kapalı kalarak kalabalığın tahmini Ortodoks kesimini %70’e yükseltti. O zamanlar Savunma Bakan yardımcısı olan Paul Wolfowitz göstericilere “masum Filistinlilerin de acı çektiğini ve öldüğünü” söylediğinde yuhalandı.

Amerika’nın Yahudi liderleri bu miting üzerine adamakıllı düşünmeliler. Gidişatı değiştirmezlerse, felaketin habercisi bir mitingdi bu: Filistinlilerin haysiyeti konusunda yapmacıktan da olsa endişe duymayan bir Amerikan Siyonist hareketi ve İsrail için yapmacıktan da olsa endişe duymayan daha geniş bir Amerikan Yahudi nüfusu. Benim kendi çocuklarım da yetişme tarzlarına bakılırsa Luntz’un odak grubunun üyeleri olarak o yuhalayaların arasına kolaylıkla katılabilirlerdi. Bu durum beni dehşete düşürüyor.

Resim: Mohammed Saber/epa/Corbis

Gazze Şeridi’ndeki İsrail yerleşim yeri Netzarim yakınlarında, İsrail ordusunun yıktığı binaların harabeleri üzerinde dikilen Filistinli gençler. Temmuz 2004. Burası Ağustos 2005’de Ariel Sharon’un çekilme planının bir parçası olarak boşaltılacak son yerleşim yeri olacaktır.

2004’de Mısır’dan gizlice silah sokulmasını önleme çabası doğrultusunda İsrailli tanklar ve buldozerler Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah mülteci kampındaki yüzlerce evi yıktı. Televizyonu seyreden Tommy Lapid adındaki bir İsrailli yorumcu ve politikacı evinin yıkıntıları arasında yerde dizleri üstünde ilaçlarını arayan yaşlı bir Filistinli kadının ezildiğini gördü. Lapid bu kadının kendisine büyükannesini hatırlattığını beyan etti.

İşte o anda Lapid örgütlü Amerikan yaşamında boğulan ruhu kavradı. İzlemekle işe başladı. Tecrübelerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, günümüzde Amerikan Siyonistleri arasında izlememe salgını var. Gazze Şeridi’ndeki yetersiz beslenme üzerine Kızıl Haç’ın bir araştırması, Yahudi komşularının İsrailli Arapların girişilerini engellemesine izin veren Knesset’in bir kanun teklifi, Filistinlilerin zeytinliklerini yakan yerleşimciler hakkında bir İsrail insan hakları raporu, üç Filistinli gencin daha vurulması; nahoş şeyler. Filistinlilerin acısını mantığa bürüme ve küçümseme bir tür oyuna dönüştü. Amerikan gençleri arasında Siyonizmin nasıl güçlendirileceğine dair yakın zamanlı bir raporda Luntz, Amerikan Yahudi gruplara “Filistinliler yerine Araplar” sözcüğünü kullanmalarını salık veriyor, çünkü “Arap” sözcüğü zenginlik, petrol ve İslam’ı çağrıştırırken, “Filistinliler” sözcüğü sığınma kamplarını, kurbanları ve baskıyı çağrıştırıyor.

Elbette ABD gibi İsrail de bazen kendi savunması için ahlâken çetrefilli eylemlerde bulunmak zorunda. Fakat bu eylemler ancak diğer tarafla insani bir bağ kurarsanız ahlâken çetrefilli olur. Aksi halde güvenlik herşeyi haklı çıkarır. AIPAC ve Başkanlar Konferansı’nın liderleri “hayır” diye seslerini yükseltmeleri için İsrailli liderlerin ne yapmaları veya ne söylemeleri gerektiğini kendilerine sormalı. Herşeyden önce, Lieberman dışişleri bakanıdır; Effi Eitam Amerikan üniversitelerini dolaşıyor; yerleşim yerleri İsrail nüfus artış oranının üç katı büyüyor. Yahudi yüksek okul öğrencilerinin yarısı Arapların Knesset’e girmesinin yasaklanmasını istiyor. Eğer çizgi henüz aşılmadıysa nerede o çizgi?

Lapid’in yorumu hakkındaki çileden çıkarıcı eleştiri onun büyükannesinin de Auschwitz’de öldüğüdür. Lapid, Holocaust’un anısını hangi cüretle lekelermiş? Elbette Holocaust İsrail’in yaptıklarıyla veya yapacaklarıyla kıyaslanamaz ölçüde fecidir. Fakat en azından Lapid Yahudilerin çektiği acıyı başkalarının acısıyla ilişkilendirmekte. AIPAC’in dünyasında Holocaust kıyaslamaları hiç bitmez ve mesajları hep aynıdır: Yahudiler vaktiyle kurban olduklarından yalnızca kendileri için endişelenme imtiyazına sahiptirler. İsrail’in kurucularının çoğu, devlete kavuşmakla birlikte Yahudilerin hakimiyetleri altında yaşayan Yahudi olmayanlara karşı tutumlarına hak verileceğine inanıyordu. 1948’de Knesset üyesi Pinchas Lavon şu beyanatta bulunmuştu: “Bizler ilk kez bir azınlıkla birlikte yaşayan çoğunluk olduk ve Yahudilerden bir emsal teşkil edip bir azınlıkla birlikte nasıl yaşadıklarını göstermeleri talep edilmelidir.”

Ne var ki Amerikan müesses Yahudiliğin ve onun Netanyahu hükümeti içindeki müttefiklerinin mesajı bunun tam tersi: Yahudiler tarihin kalıcı kurbanları oldukları için ve her zaman yok olma tehlikesiyle yüz yüze geldikleri için ahlâki sorumluluk İsrail’in elinde olmayan bir lükstür. İsrail’in tek sorumluluğu hayatta kalmaktır. Eski Knesset sözcüsü Avraham Burg’un 2008 tarihli çarpıcı kitabı The Holocaust Is Over; We Must Rise From Its Ashes’de yazdığı gibi, “Kurbanlık sizi özgür kılıyor.”

Bu kurbanlık takıntısı niçin Siyonizmin Amerika’nın seküler Yahudi gençleri arasında ölmekte olduğu meselesinin merkezinde yer alıyor. Zira bunun onların yaşadıkları tecrübeyle veya İsrail’i nasıl gördükleriyle hiçbir ilişkisi yok. Evet, İsrail Hizbullah ve Hamas’ın tehditleriyle karşı karşıya. Evet, İsrailliler anlaşılır şekilde nükleer İran’dan endişeleniyorlar. Ne var ki siz düzinelerce veya yüzlerce nükleer silaha sahip olurken, ne kadar alçak da olsa düşmanınız bir tane nükleer silaha sahip olduğunda karşılaşacağınız ikilemler Warsaw Gettosu’nun ikilemleri değildir. 2010 yılı, Benjamin Netenyahu’nun savunduğu gibi 1938 yılı gibi değil. Yahudi kurbanların draması -1938, 1948 ve hatta 1967 yıllarını yaşamış pekçok Yahudiyi doğal olarak etkileyen bir drama- günümüzün genç Amerikalı Yahudilerin çoğuna komedi gibi geliyor.

Öte yandan umutsuzluk içinde hiçbir zaman öne çıkamamış farklı bir Siyonist çağrı da var. Bu çağrının kökleri Yahudi devletinin “İbrani peygamberlerin öğrettiği özgürlük, adalet ve barış ilkelerine dayanacağını” vaat eden İsrail’in Bağımsızlık İlanı’nda yatıyor. Aralık 1948’de Albert Einstein, Hannah Arendt ve başkalarının The New York Times gazetesine gönderdiği mektup sağ kanattan Siyonist lider Menachem Begin’in ABD’yi ziyaretini protesto ediyordu. Bu ziyaret Begin’in partisinin militanlarının Deir Yassin köyündeki Arap sivilleri katledişinden sonra gerçekleşmişti. Söz konusu çağrı Yahudilerin kaderinin köklü şekilde değiştiği bir dünyada Yahudilerin çektiği acının anısını anmanın en iyi yolunun Yahudi gücünün etik kullanılması olduğunu bildiren bir çağrıdır.

Birkaç aydır bir grup İsrailli öğrenci her cuma günü Doğu Kudüs’teki Sheikh Jarrah semtini ziyaret ediyor. Burada Ghawis adındaki Filistinli bir aile Yahudi yerleşimcilere mesken yapılmak üzere tahliye edilen elli üç yıllık evlerinin dışında sokakta yaşıyor. İzinsiz protesto yaptıkları için defalarca tutuklanmalarına ve İsrail sağı tarafından özünden nefret eden hainler diye yaftalanmalarına rağmen sayıları şimdilerde binleri bulan bu öğrenciler aynı semte gitmeye devam ediyorlar. Peki ya Amerikan Yahudi örgütleri bu gençleri Hillel’de konuşmaya götürselerdi ne olurdu? Peki ya bu, Amerikan Yahudi gençlerine gösterilecek Siyonizmin yüzü olsaydı ne olurdu? Peki ya Luntz’un odak grubuna, onların kuşağını, Yahudi tarihinde eşine rastlanmamış ölçüde ciddi bir işin –yeryüzündeki tek Yahudi devlette liberal demokrasiyi muhafza etmek- beklediği söylenseydi ne olurdu?

Foto: Jim Hollander/epa/Corbis

Sağ tarafta yazar David Grossman Filistinliler ve İsraillilerle birlikte Filistinli ailelerin Doğu Kudüs’teki Sheikh Jarrah semtinden çıkarılmasını protesto ediyor.

9 Nisan 2010

“Kurumsallaşmış aldırmazlığın sıcak kucağında yıllarca yaşadım ve onun bir parçası oldum” diye yazıyor Avraham Burg. “Orada çok rahattım.” Biliyorum, ben de orada çok rahattım. Fakat rahatlık veren Siyonizm ahlâktan feragata dönüştü. Umalım ki Sheiks Jarrah’taki emsalleriyle dayanışma içinde Luntz’un öğrencileri konformizden uzak bir Siyonizmi, İsrail’in dönüşme riski taşıdığı hale kızan ve hâlâ olabileceği hale sevgi duyan bir Siyonizmi teşvik ederler. Umalım ki bunu denemeye değer bulurlar.

The New York Review of Books

*Peter Beinart, The City University of New York’da Gazetecilik ve Siyaset Bilimi doçentidir. New American Foundation adlı düşünce kuruluşunun kıdemli üyesi ve The Daily Beast adlı sitenin kıdemli siyaset yazarıdır. Yeni kitabı The Icarus Syndrome: A History of American Hubris Haziran ayında yayımlandı.

Bu makale Orhan Düz tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.

timetürk

General: İsrail tehdit!
Ardan ZENTÜRK

Hiçbir Amerikalı general, bu ülkede, İkinci Dünya Savaşı’nın Amerikan Genelkurmay Başkanı ve ünlü “Marshall Planı”nın yaratıcısı General George C. Marhall kadar tanınmadı. Biri hariç: Amerikan Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Orgeneral David Petraeus.

Bu iki komutanın, 60 yıl arayla “İsrail’in Ortadoğu’daki yapısının Amerikan ulusal güvenliğine aykırı olduğu” görüşünde birleşmeleri tesadüf olabilir mi?

O’NU ‘ÇUVALCI’ OLARAK TANIDIK

General Petraeus, Ortadoğu coğrafyasına 2003’te adım attığında, Amerikan 101’inci Hava İndirme Tümen Komutanı’ydı. Ana görev alanı Kuzey Irak’tı ve emrindeki albay Mayville komutasındaki ABD askerlerinin Süleymaniye’deki Türk birliğine saldırmaları ve çuval geçirme eylemlerinin de bir numaralı sorumlusu olarak tanındı.

Sonra... Petraeus yürüdü... Önce, 2007-2008 arasında Irak Komutanı oldu, şimdi ise Ortadoğu’dan Afganistan’a kadar uzanan bir alanı kontrol eden CENTCOM’un başında.

ORDUNUN İSRAİL ENDİŞESİ

Tarih: 16 Ocak 2010... Yer: Amerikan Genelkurmay Başkanı Amiral Michael Mullen’in brifing odası... Petraeus’un emriyle geniş bir sunum hazırlamış uzman ekip, Amiral Mullen’e “siyasi içerikli” brifing veriyor. 33 slayttan oluşan brifing 45 dakika sürüyor.

Çıkan tablo: İsrail’in Filistin konusunda sürdürdüğü politikalar Amerika’nın bölgedeki ulusal güvenliğini tehdit eder boyuta varmıştır. Amerika, Ortadoğu’da Arap ülkelerinin nefretini üzerine çekerken, bütün bir İslam dünyasını da kaybetmektedir. Bu durum, CENTCOM’un görev alanında sağlıklı ilişkiler kurulmasını önlemekte, Amerikan ulusal güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. İsrail kontrol altına alınmalı ve durdurulmalıdır!..

GAZZE İÇİN OBAMA’YA MEKTUP

General Petraeus, bu brifingle yetinmedi. İki gün sonra Beyazsaray’a bir mektup gönderdi. Amerikan ulusal güvenliğinin tam olarak tesis edilebilmesi ve bölgedeki Arap-Filistinli nüfusun korunabilmesi için Batı Şeria ve Gazze’nin kendi komutanlık alanına dahil edilmesini istiyordu!.. Beyazsaray’a tam anlamıyla “bomba” düşmüştü... Obama, öneriyi reddetti fakat Amiral Mullen’i, derhal, İsrail Genelkurmay Başkanı General Gabi Eşkanazi ile görüşmeye gönderdi. Buluşmanın İran’a dönük bir planlamanın adımı olduğu sanılıyordu ama Amerika, İsrail’e, bölgedeki askeri stratejisinin kabul edilemez olduğunu en üst makamdan duyuruyordu.

SÖZÜNÜN ARKASINDA BİR ASKER

Petraeus’un “İsrail’i, Amerika’nın ulusal güvenlik tehditleri arasına sokan” yaklaşımı, belirli çevreleri rahatsız etti. Generalle ilgili “aleyhte yazılar”, derhal, Wall Street Journal, New York Times ve Washington Post’ta görülmeye başlandı. (Aynı kalemler Davutoğlu’nu da hedef alıyor.)

O ise, 16 Mart’ta sorgulanmak için çağrıldığı Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde şunları söylüyordu: “ABD’nin İsrail’e dönük kayırmacı politikaları sonucunda sorumluluk bölge alanımdaki Arap devletlerinde güçlü bir anti-Amerikan düşüncenin hakim olduğunu görmekteyim.”

Bu lafların sahibi, şu anda, ABD’nin Ortadoğu’daki güvenliğinden sorumlu bir numaralı koltukta oturuyor.

...Ve Petraeus özellikle Türkiye-İsrail il işkilerinde yaşanılan son gelişmelerle “İsrail’in mutlaka kontrol altına alınması” düşüncesinde haklı çıkıyor.

Marshall karşı çıkmıştı!

2’nci Dünya Savaşı’nda Amerika’yı zafere götüren Genelkurmay Başkanı George C. Marshall’ı hatırlatmamın tarihsel bir nedeni var: Marshall, İsrail’in kurulduğu 1948’de dönemin ABD Başkanı Truman’ın sağ kolu ve de Dışişleri Bakanı’ydı. Amerika’nın “İsrail devletini tanımasına” karşı çıkmış, hatta, Truman’ı aksi takdirde istifa edeceği yolunda da uyarmıştı. İsrail’in tanınmasından kısa süre sonra da sağlığını bahane ederek ayrıldı.

Radikal

İbrahim Karagül
Sen önce kendi ellerini temizle!

İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, artık İsrail'in ne kadar haklı, adaletli, mazlum bir devlet olduğunu, ne zor şartlarda ayakta kaldığını, Akdeniz'in ortasındaki o kanlı saldırıyı yapmakta ne kadar haklı olduğunu, saldırı sonrasında haksız taarruzlara maruz kaldığını anlatacak dünyaya. İsrail'in, Benjamin Netanyahu'nun, Gazzelileri atom bombasıyla yok edelim diyen Avigdor Lieberman'ın gülen yüzü olacak. Kanal kanal dolaşıp İsrail'in haklı davasını anlatıyor bugünlerde. İsrail'in Türkiye karşısında ne kadar haklı olduğunu ispatlamaya çalışıyor Blair.

Sempati rüzgarları estirecek. İş takipçiliğine bir yenisini ekledi. Kariyerini oldukça yüksek kâr getiren alanlara yaptı. Zor iş ama bir o kadar da paralı bir iş.

ABD eski Başkanı George Bush'un, Ortadoğu'nun istilasında ve küresel hegemonya savaşında en sadık ortağı oydu. Savaş suçu işleyen, işkenceden kimyasal saldırılara kadar suç dosyası alabildiğine kabarık olan biri. Bush ve Şaron'dan tek farkı yüzündeki o sahte, riyakar gülümseme. Kofi Annan'dan sonra BM Genel Sekreteri olmaya çalıştı. Hesaplara göre 1 Ocak 2007'den sonra Genel Sekreter olacaktı, olamadı. O zaman da ABD'nin kötü imajını tamir edecekti. Washington'ın bir dediğini iki etmeyen, küresel savaş politikalarında en zor görevleri üslenen Blair bu görev için pazarlandı. ABD'ye ondan daha sadık aday yoktu çünkü. Ama kendi imajı da yerlerde süründüğü için proje tutmadı.

Bush ne kadar savaş suçlusuysa Blair de o kadar savaş suçlusuydu. Bush ne kadar dünya barışına inanıyorsa Blair de o kadar inanıyordu. Bush ne kadar saldırgansa Blair de o kadar saldırgandı. ABD Başkanı'na, kötü politikalarına, saldırganlıklarına bir kez olsun hayır demedi. Tarafsız kalıp rezerv de koymadı. Her zaman en ön sırada yerini aldı. Her türlü desteği tartışmasız verdi. Hatta bu sadakatı yüzünden alay konusu oldu.

Irak işgaliyle ilgili bütün yalanlarda Blair'in imzası vardı. Yalanların bir çoğu tartışmasız ona aitti. "Saddam'ın 45 dakikada Avrupa'yı vuracak füzeleri var" yalanı ona aitti. İnternetten derlenen Irak'ın kitle imha silahlarına ilişkin uyduruk dosya ona aitti. İngiliz istihbaratının hazırladığı dosyayı zorla değiştiren oydu. İntihar ettiği öne sürülen yaygın bir şekilde öldürüldüğüne inanılan İngiliz Savunma Bakanlığı Silah Uzmanı David Kelly, Irak dosyasının değiştirilmesinden Blair'i sorumlu tutmuştu. Bütün dünyaya bunları gerçek istihbarat bilgileri olarak pazarladı ve inandırdı.

45 bin İngiliz askeri ile Irak yağmasına ve istilasına katıldı. Afganistan işgalinde en ön safta yer aldı. İnsanlık suçlarının siyasi kariyer kabul edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Blair BM Genel Sekreteri olamadı, Bush'un ellerindeki kanı temizleyemedi, çünkü kendi elleri de kanlıydı. Şimdi bu kanlı ellerle, İsrail'i aklamaya çalışıyor.

Sadece para için mi dersiniz!

Romanya'nın İsrail aşkı!

Türkiye ile İsrail arasında, her alanda bir çatışma, bir güç mücadelesi, hesaplaşma yaşanıyor. Hemen bütün bölgesel ve uluslararası platformun değişmez konusu Türkiye'nin İsrail'in kınanması talebi. En son Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Zirvesi'nde ortak kınama Romanya'nın engeline takıldı. Bükreş'in tavrı önemli. Son seçimleri ve "seçilen kişinin kimliği" İsrail aşkının sebebini ortaya koyuyor. İsrail'in bu ülkedeki varlığı, 2006 yılında imzalanan askeri anlaşmaları hatırlamak gerekiyor.

Kişilerin kimlikleri üzerinden konuşulmaz ama Türkiye'de Başbakan veya Cumhurbaşkanı hakkında, İslami değerlere önem veriyor diye dünya genelinde kimlik üzerinden kampanya yürütülüyorsa biz de böyle bir imada pekala bulunabiliriz.

Pilotlarına Türk hava sahası kapatıldıktan sonra İsrail, Yunanistan'la bu açığını gidermeye çalıştı. Akdeniz'deki gemi saldırısından sonra Yunanistan tatbikatı erteledi. Şimdi İsrailli pilotlar Romanya hava sahasında eğitilecek. ABD ve NATO'nun Karadeniz'e yönelik hesapları için garnizon ülkeye dönüştürülen, üslerle donatılan, meşhur işkence/sorgu evlerine ev sahipliği yapan Romanya bundan sonra her platformda İsrail'i savunacak.

Takip edilecek konular

1- İsrail'in, Türk hava sahasından Gürcistan'a silah sevkiyatları ve Kafkasya'dan İran'ı taciz stratejisi.

2- İsrail'den Azerbaycan'a silah sevkiyatlarının amacı.

3- Irak iç savaşında on binlerce insanın ölümünden ve kitle katliamlarından sorumlu Blackwater şirketinin Afganistan ihalesini almasının sonuçları..

4- Türkiye'nin İsrail'le görüştüğü ve milyarlarca dolar değerinde 16 silah alım pazarlığını dondurmasının sonuçları.

5- IHH'yı "terör örgütü ilan eden İsrail'in, ABD'deki lobi ile birlikte ABD'nin de bu yardım teşkilatını terör örgütü ilan etmesi talebi. ABD bu talebi kabul ederse bu ülkeyi, Anadolu insanlarını terör örgütü üyesi ilan etmiş olacak. O zaman çok şey değişecek. İsrail perspektifinin ABD'yi nerelere sürüklediği bir kez daha göreceğiz. Yıllardır terörle mücadele diye dünyayı seferber edenlerin "büyük dava"da, kararları böyle aldığı bir kez daha ortaya serilecek.

Yeni Şafak

9 TÜRK'ÜN OTOPSİ RAPORU ŞOK ETTİ

27 Haziran 2010
İsrail'in Gazze’ye yardım götüren gemilere yaptığı kanlı baskında hayatını kaybeden 9 kişinin infaz edilircesine öldürüldüğü ortaya çıktı.
Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsilerde, yardım gönüllülerinin ölümcül yaralar aldıktan sonra bile kurşunlanmaya devam ettiği belirlendi. Otopsi raporuna göre saldırıda ölen 9 Türk, 31 kurşun ile vuruldu. İşte otopsi raporundan ayrıntılar:

- Ali Haydar Bengi: Vücudunda 7 kurşun tespit edildi. İsrail askerleri iki kez öldürücü ateş ettikten sonra 5 kez daha vurarak katliam yaptı.

- Furkan Doğan: En acımasız şekilde öldürülen Furkan’ın vücuduna 5 kurşun isabet etti. İki kurşun kafasına, bir kurşun sırtına, iki kurşun da ayaklarına isabet etti. Üç mermi birkaç metre uzaktan ateşlendi.

- Fahri Yaldız: 5 kurşunla öldürüldü. İç kanama ve organları delindi

- Cengiz Akyüz: 4 kurşunun ikisi kafasına isabet etti.

- İbrahim Bilgin: 3 öldürücü noktadan kurşun yedi. Vücudundan saçma parçaları da çıktı.

- Necdet Yıldırım: 2 öldürücü kurşuna hedef oldu. Kaburgaları kırıldı ve organları delindi.

- Çetin Topçuoğlu: Vücuduna 3 mermi isabet etti. Bir metre mesafeden ateş edildi. Vücudundan tanımlanamayan cisimler çıktı.

- Cevdet Kılıçlar: Nişan alınarak tam iki kaşının ortasından vuruldu.

- Cengiz Songür: Sırtından tek kurşunla vurularak öldürüldü.

VATAN

"İsrail'de Güç Takıntısı Var"

İsrail'in saldırgan politikalarını eleştiren Haaretz gazetesinde; "İsrail, güç kullanmayı takıntı haline getirdi." denildi.

27.06.2010

İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, İsrail’in saldırgan politikalarını eleştiren bir makaleye yer verdi.
Makalede, "Gazze filosu" saldırısı da örnek verilerek "İsrail, güç kullanmayı takıntı haline getirmekten vazgeçip başka yollara başvurmalı" denildi.

"Güç Takıntısı" başlıklı makalesinde Albay Shaul Arieli, İsrail’in son dönemdeki dış politikası üzerine ilginç tespitlerde bulundu.

Yazıda, İsrail’in sorunların çözümü için sürekli olarak güce başvurduğu ve bunu adeta bir "takıntı" haline getirdiği yorumu yapıldı.

Arieli, "Yardım filosundaki olayları soruşturan bir komisyonun, silahlı kuvvetlerin, Mavi Marmara’yı can kaybı olmadan kontrol altına alsa idi ne olacağını mutlaka düşünmesi lazım" tezini ileri sürdü.

Arieli, İsrail’in uyguladığı beş yıllık abluka, iki askeri operasyon,Refah geçidinin kapatılması, Fetih ve Hamas arasındaki uzlaşma görüşmelerinin hiçbirinin hedeflerine ulaşmadığını belirtti.

Hamas’ın aldığı destekle Gazze’de tek güç haline geldiğini savunan Arieli, İsrail’in dünyanın bağlı olduğu değerleri reddetmemesi gerektiğini vurguladı.

Arieli, Başbakan Benjamin Netenyahu’nun gelecek hafta Amerikan Başkanı Barack Obama ile gerçekleştireceği görüşmesini, bu takıntılardan kurtulmak için "İyi bir fırsat" olarak nitelendirdi. TRT

Hugo Chavez, "soykırımcı devlet" olarak nitelediği İsrail'e, Golan tepelerini Suriye'ye iade etmesi çağrısında bulundu

27.06.2010 18:25:48

Venezuela Cumhurbaşkanı Hugo Chavez, başkent Karakas’da Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar El Esed ile görüştü.
Chavez, El Esed ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, özellikle İsrail’i hedef aldı.

İsrail’i Amerika Birleşik Devletleri’nin tetikçisi olmakla suçlayan Chavez, "İsrail herkes için bir tehdittir" ifadesini kullandı.

Venezuela Cumhurbaşkanı, İsrail’in geçen yıl düzenlediği ve üçte biri çocuk bin 400’den fazla kişinin öldüğü Gazze saldırısını soykırım olarak niteledi.

Chavez, "Bir gün soykırımcı İsrail devleti hakettiği yere gönderilecektir. O gün umarım orada ideallerini paylaşabileceğimiz demokratik bir devlet doğar" dedi.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar El Esed de İsrail’in teröre dayalı bir devlet olduğunu tekrarlayarak, 60 yıldır İsrail’in dostu olan Türkiye’nin bile İsrail’in saldırısına maruz kaldığını söyledi. TRT

"İsrail Türkiye'den özür dilemeyecek"
2 Temmuz 2010
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail'in 31 Mayıs'ta Gazze yardım gemilerinden Mavi Marmara'ya düzenlediği saldırıyla ilgili, "İsrail'in Türkiye'den özür dilemeyeceğini" bir kez daha yineledi.

İsrail'in devlet televizyonundaki söyleşisinde Netanyahu, "Askerlerimizin neredeyse bir güruh tarafından katledilmeye çalışıldığı bir durumda İsrail'in özür dilemesi mümkün değildir" ifadesini kullandı.

Netanyahu, bu nedenle de gemi saldırısı sırasında zarar görenlerin herhangi bir biçimde tazmin edilmesinin söz konusu olmadığını kaydetti ve "Bununla birlikte, biz olayda insan hayatının kaybından dolayı üzüntü duyuyoruz" dedi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Binyamin Ben Eliezer'in görüşmesine de değinen Netanyahu, Ben Eliezer'in kendisine Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşme ihtimalinden bahsettiğinde, kendisine "git ve görüş" dediğini belirterek, "Önemli olan görüşmenin gerçekleştirilmesiydi. İsrail ve Türkiye için iyi olan, ilişkilerin daha kötüye gitmesinin önlenmesi için yapılan çabadır" diye konuştu. habertaraf

'İSRAİL, LÜBNAN’I İŞGALE HAZIRLANIYOR’

6 Temmuz 2010
İsrail askerleri Lübnan’a konuşlanmak için gerekli hazırlıkları yapıyor. İsrail kaynakları böyle bir harekatla Tel Aviv’in 'Hizbullah’ın roket saldırılarını engellemeyi' amaçladığını iddia etti.
Haaretz gazetesinin haberine göre İsrail Hayfa’nın yakınındaki Elyakim eğitim üssüne sevkiyat yaparak güney Lübnan’da Hizbullah hedeflerine saldırma planı yapıyor. İsrailli bir albay 2006’daki 33 gün savaşında Amerikalı yetkililerin İsrail’e askerlerini Lübnan’da konuşlandırması tavsiyesinde bulunduğunu söyleyerek ABD’nin, İsrail’in her türlü saldırıyı yapabileceğini ima ettiğini belirtti.

Elyakim üssü bir çok mayın tarlası ve kamufle edilmiş sığınak ve bariyerlerle dolu. Haberin belirttiğine göre İsrail askerleri bu noktaları geçerek “roket alanlarını” bulmak için talim yapıyorlar.

Plana göre, İsrail askerleri böylece helikopterlerle Golan Tepelerine geçerek diğer operasyonlarla ilgili eğitim görecek.
Tımeturk

"Türkiye'ye yapılmış "şah-mat" operasyonu"

Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Hükümetin İsrail politikasını değerlendirirken, "Mavi Marmara katliamı doğrudan Türkiye'ye yapılmış şah-mat operasyonudur. Bunu böyle görmediğimiz şekilde yanılırız. Bunu savaş ilan edelim manasında söylemiyorum. Özellikle 1967'den beri en önemli başarısı ne silahıdır, ne arkasında ABD'nin olmasıdır, ne teknolojisidir, ne dünya üzerinde ki ekonomiye hakim olan gücüdür. İsrail'in en büyük başarısı kendi saldırganlıkları karşısında uluslararası diplomatik bir gücün karşı çıkacak bir setin oluşmasına müsaade etmemesidir" dedi.
06.07.2010
Kurtulmuş, Hükümetin dış politikasını ANKA'ya değerlendirdi. Kurutlmuş, Marmara katliamı ile gerilen İsrail-Türkiye ilişkilerinin ardından, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, İsrail Ticaret Bakanı ile yaptığı gizi görüşmeyi "skandal" olarak yorumladı. 'Mavi Marmara katliamı' ile Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeni bir devreye girdiğini ifade eden Numan Kurtulmuş, iş başında hangi Hükümet olursa olsun, eskisi gibi ilişkilerin sürdürülmesinin mümkün olmayacağını dile getirdi.

-SÖYLEMLER GÖNLÜMÜZÜ HOŞ TUTUYOR-

Hükümetin, İsrail politikası konusunda tavrını "söylemler ve eylemler" diye iki ayıran kurtulmuş şöyle konuştu:
"Hükümetin tavrını ikiye ayırıyorum. Bir söylemleri, iki eylemleri. Söylemlerine bakıldığında gönlümüzü hoş tutan, fevkalade olumlu görünen söylemler olmuştur. Eylemlerine bakıldığında; Davos ve "one- munite' çıkışı. Mavi Marmara katliamından sonra, Sayın Başbakan'ın çıkışı. Evet bunlar güzel söylemler. Katliamdan sonra şehit cenazelerin geri getirilişindeki hızlı davranılmış olması da doğru taktir edilecek bir husustur. İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin söylem faslına bakmak lazım. Şimdi İsrail'i kınadık. 100'ün üzerinde kınama metin var İsrail ile ilgili. Avrupa Parlamentosu, BM, İslam Konferans Örgütü... Zaman içerisinde İsrail'e ne derseniz deyin yüzüne bile tükürseniz, 'yarabbi şükür' deyip yoluna devam ediyor. İsrail kurulduğu günden bu yana sınırlarını belli etmeyen bir ülke."
İsrail'in sürekli sınırlarını genişlettiğini, sürekli işgaller yaptığını belirten Kurtulmuş, "Şu anki İsrail toprakları, BM'in çizdiği sınırlara göre, yüzde 73'ü işgal topraklarıdır. Şimdi bu gerçek ortada iken İsrail'e yapılacak şey diplomatik olarak karşısına setlerin oluşturulmasıdır. Türkiye "one- munite' dedi. İsrail ile ilişkilerine bakalım. Bu süreçte ticari ilişkiler meselesi. Davos'tan sonra biz İsrail'den aldığımız malları 1 milyar dolardan 2.1 milyar dolara çıkarmışız. Ama, İsrailliler bize kızmışlar, 1.5 milyar dolardan 1.2 milyar dolara düşmüş. Bu krizden sonra, Davos krizinden sonra İsrail ile Türkiye arasında ortak tatbikatların sona erdirilmesi gündeme getirilmişti. Ama anlaşmalar iptal edilmedi" dedi.
İsrail'in OECD üyesi olamayacağını öne süren Numan Kurtulmuş, "Bu Türkiye için tarihi bir fırsattı... Bu olaylardan sonra İsrail'deki büyükelçimiz geri çekilmemiştir. Hala İsrail büyükelçisi de Ankara'da oturmaktadır. Bütün bunlardan sonra Sayın Dışişleri Bakanı'nın İsrail'li bakanla gizli bir şekilde görüşmesi siyaseten büyük bir skandaldır. İsrail Hükümetin hangi koşullarını yerine getirdi de biz oturup görüşmeyi gerçekleştiriyoruz" diye konuştu.
Hükümet bu konuda yaptığı sayısız "U" dönüşlerinden biri olduğunu vurgulayan Kurtulmuş, "İsrail seviniyor, biz üzülüyoruz" dedi. Kurtulmuş konuşmasına şöyle devam etti:
"Şu açıdan İsrail kendi önündeki bütün küçük hedefleri yok etmiş, rahmetli Arafat'ın Elfetih'i arkasında Hamas'ı baskı altına alıyor. Suriye'yi dizginledi. Nükleer kriz dolayısıyla İran'ı kontrol altına aldı. Irak'ı ABD'ye işgal ettirerek üçe böldü fiilen. Önünde İsrail'in büyük İsrail'i kurmak için gördüğü en büyük tehlike Türkiye. Mavi Marmara katliamı doğrudan Türkiye'ye yapılmış şah-mat operasyonudur. Bunu böyle görmediğimiz şekilde yanılırız. Bunu savaş ilan edelim manasında söylemiyorum. Özellikle 1967'den beri en önemli başarısı ne silahıdır, ne arkasında ABD'nin olmasıdır, ne teknolojisidir, ne Dünya üzerinde ki ekonomiye hakim olan gücüdür. İsrail'in en büyük başarısı kendi saldırganlıkları karşısında uluslararası diplomatik bir gücün karşı çıkacak bir setin oluşmasına müsaade etmemesidir." haber10

Ceyda Karan
İsrail geri adım attı, didişme bitmeyecek

İsrail, Türkiye’nin ‘dediğine geliyor’. Öncelikle ‘dediğine gelmek’ tabirinin Türkçe mealini izah etmekte fayda var: ‘Birisinin daha önce reddettiği bir şeyi kabul etmesi’... Elbette birisinin bir başkasının ‘dediğine gelmesi’, bunu öyle ‘güle oynaya’ ve ‘harfi harfine’ yaptığı manasına gelmez. Ama bu tabir, en genel manayla atılan ‘geri adımı’ ifade eder. İsrail’in 31 Mayıs’ta Gazze’ye Özgürlük Filosu’na uluslararası sularda düzenlediği kanlı baskında 9 Türk vatandaşını öldürmesinin ardından sergilediği tavırlar düşünülürse, ‘dediğine gelmek’ ziyadesiyle münasip. Hattızatında, uluslararası camianın ‘yaramaz çocuğu’ İsrail’in, ‘Pardon, ben kötü çocuğum, çok kötü şeyler yaptım’ demesini de; sağlanan gelişmelerde Türkiye açısından hiçbir pürüz yahut zorluk olmamasını da beklemek zaten gerçekçi olmaz. O halde önce 31 Mayıs’tan beri neler oldu, ona bakalım...

31 Mayıs’tan beri olup bitenler...

Türkiye’nin verdiği ültimatomdaki mühlet içinde, ‘terörist’ etiketi yapıştırmaya çalıştıkları dahil elindeki bütün Türk vatandaşlarını serbest bırakmak zorunda kaldı. Bunu yasadışı biçimde el konulan Türk gemilerinin bırakılması izledi ki, geçen hafta gemiler İskenderun’a yanaştı.

Elbette hepsinden önemlisi, Türkiye’nin ‘özür ve tazminat’ talebi... İsrail bu talebi reddetmekle kalmadı, olayı sanki ‘Türkiye-İsrail ikili ilişkileriyle’ alakalıymış gibi sunmaya çabaladı. Oysa 30’dan fazla ülkenin vatandaşının katıldığı, pek çoğunun zarar gördüğü bir sivil eylem mevzu bahis. İsrail’in Gazze’ye uluslararası hukuktan azade olarak insanlıkdışı bir abluka uyguladığı da herkesin malumu. Bunu en son Türkiye ziyaretinde Britanya Başbakanı David Cameron dile getirdi. Hal böyleyken, İsrail’in uluslararası sulardaki korsanlığının yol açtıkları elbette bir ‘uluslararası soruşturma’ ile değerlendirilmek durumunda. En büyük zararı Türkiye gördüğünden, Ankara’nın bastırmasından daha doğalı da yok.

İsrail tarihinde bir ilk

Malum, İsrail ‘Ben kendi soruşturmamı kendim yaparım’ demiş ve bir iki yabancı uyruklu gözlemci sosuyla ‘uluslararası karakterde’ diye sunduğu bir ‘ulusal soruşturma’ başlatmıştı. Tabii üyelerinin geçkin yaşlarıyla İsrail medyasında dahi alay konusu edilen bu komisyon, askerlerin ifadelerine bile başvurmama gibi sınırlamalarla karşılaşınca, işi istifa tehdidine vardırmıştı. Nereden bakarsanız bakın, rezalet! İşte böyle bir ortamda BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun geçen hafta bir ‘uluslararası soruşturma heyeti’ kurdu. İsrail de daha önce reddettiği bu uluslararası oluşumu kabul etti. Böylece İsrail tarihinde saldırganlık içeren eylemlerinden ötürü bu türde bir uluslararası soruşturmayı ilk kez kabul etmiş oldu.

Soruşturmaya ‘adlandırma çalımı’

İngilizce adlandırmada ‘investigation comission’ (soruşturma komisyonu) yerine ‘panel of inquiry’ (soruşturma heyeti) kullanılarak bir ‘kelime çalımıyla’ İsrail açısından durumun hafifletilmeye çalışıldığı aşikâr. Bu heyetin sorumluluklarına bakıldığında da pürüzler göze çarpıyor. BM yetkililerine göre bu soruşturma heyeti ‘bir suç soruşturması’ yürütmemekle birlikte baskının koşullarını inceleyecek, tarafların ulusal soruşturmalarını gözden geçirecek, tatmin olmazsa pek çok bilginin netleştirilmesini talep edecek ve belki en mühimi birtakım sonuçlara varacak. Malum, BM İnsan Hakları Konseyi de İsrail’in ‘uluslararası hukuku ihlal edip etmediğini’ açıklığa kavuşturacak bir soruşturma başlatmıştı.

Kuvvetle muhtemel ki, İsrail’in bu ‘uluslararası heyeti’ kabulünde bölgedeki iki önemli müttefikinin bilek güreşinden hazzetmeyen ABD’nin telkinleri etkili oldu. Soruşturmaya dair diğer pürüz de buradan kaynaklanıyor. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice, oluşturulan yapının ‘iki ülkenin ulusal komisyonlarının üzerinde olmayacağı’ yorumuyla dar bir çerçeve çizdi. Yani ABD İsrail’i ‘kayırmaya devam ediyor’. Ayrıca İsrail’in de komisyonu eğip bükmeye, İHH üzerinden ‘terörizm’ retoriği kurgulamaya çalışacağını da hesaba katmak lazım. Yani Türkiye, İsrail’i karşı işi hiç kolay olmayacak.

İsrail bedel ödemeden kurtulabilir mi?

Bu bağlamda geçen hafta ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ndeki siyasi müsteşar Doug Silliman’ın Dışişleri’ne çağrılıp duyulan derin rahatsızlığın iletilmesi manidar. Bir Türk diplomatın afp’de yer alan şu ikazı da öyle: “Bu komisyon olayı soruşturmakla görevlendirildi. Görevi İsrail’i aklamak yahut İsrail-Türkiye ilişkilerini geliştirmek değil.” Yani ‘İsrail hiçbir bedel ödemeden bu olaydan sıyrılamaz. Türkiye-İsrail ilişkilerinin böyle düzelmesi sağlanamaz’. Kim bilir, belki Amerikalılara, İsrail’in birkaç askeri kaçırıldı diye 2006’da Lübnan’ı enkaza çevirdiğini bir kez daha anımsatmak gerekir...
Radikal

BBC televizyon ekibi, Mavi Marmara gemisine saldıran İsrailli komandolarla görüştü

16 Ağustos 2010
Yaralarını gösteren ve yedikleri dayakları anlatan komandolar, saldırı karşısında ateş ettiklerini anlattılar

BBC televizyon ekibi, Mavi Marmara gemisine saldıran İsrailli komandolarla görüştü. Yaralarını gösteren ve yedikleri dayakları anlatan komandolar, saldırı karşısında ateş ettiklerini anlattılar. Gazze'ye yardım götüren Türk gemisine saldıran İsrailli komando birliğinin askerleri BBC'nin Panorama programına baskın gününü anlattı.

İsrail özel kuvvetleri askerleri, kar maskelerini çıkarıp kameralara konuştular ve 9 kişinin öldüğü ve 50 kişinin yaralandığı operasyonda aldıkları yaraları gösterdiler.

Albay R, karnına bir bıçak saplandığını fark edip, bıçağı çıkardığını anlatıyor.

Allah'u Ekber nidaları ile birlikte dövüldüğünü de söylüyor.

İsrail ordusunun yayınladığı görüntüler de, 13. Deniz Komando birliğinden Albay R'nin eylemciler tarafından sopalarla dövüldüğünü, bıçaklandığını ve alt kata atıldığını gösteriyor.

Baskında şiddetin ölümlere yol açacak şekilde tırmanışını kimin başlattığı konusunda taraflar birbirlerini suçluyor.

Ölümlerin yaşandığı Mavi Marmara ve beraberindeki beş gemi, Filistin yanlısı gruplardan oluşan ortak bir hareket tarafından organize edilmiş ve İsrail kıyılarından 130 kilometre açıkta baskına uğramıştı.

Gelecekteki yardım filolarına 'hazırlık'

13. Deniz Komando birliği biçim ve büyüklük olarak Mavi Marmara'ya benzeyen bir gemide eğitimler yapıyor.

Ben de denizdeki bu eğitimler sırasında komandolara eşlik ettim.

Eğitim, gelecekteki başka yardım filolarına düzenlenecek operasyonlara hazırlık mahiyetinde.

Gemideki ölümler, uluslararası düzeyde de yaygın şekilde kınanmıştı.

Türkiye de, İsrail'den büyükelçisini çekmiş ve İsrail ile ortak askeri tatbikatları iptal etmişti.

Türkiye hükümeti, İsrail'in özür dilemesini ve olayla ilgili uluslararası soruşturma istiyor.

İsrail kısa süre önce Birleşmiş Milletler soruşturması ile işbirliği yapabileceğini açıklamıştı.

Ancak, halihazırda kendi soruşturmasını yürüten İsrail, komandoların eylemlerini sahipleniyor.

Komandolar, baskın sırasında hayatlarının tehlikeye düştüğünü ve ateş ettikleri sırada saldırıya uğradıklarını savunuyor.

Türk makamları ise, ölen eylemcilerin otopsilerinde, toplam 30 kurşun bulduğunu ve bir eylemcinin başına dört kurşun isabet ettiğini açıkladı.

Mavi Marmara'yı denizden takip eden komandolardan Yüzbaşı A, gemiye yaklaştıkları sırada eylemcilerin ellerinde demir çubuklar olduğunu gördüğünü ve taşlı saldırıya uğradıklarını söylüyor.

Gemiye indirme yapan komandolardan Y, eylemcilerin helikopterden sarkıtılan ipi geminin antenine bağladıklarını ve bunun üzerine, ipi kesip geminin bir başka tarafına çıkarma yaptıklarını anlatıyor.

"Yaralı askerleri tedavi ettik"

Gemideki eylemcilerden bazılarıyla da İstanbul'da konuştum.

İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakvı (İHH) gönüllüsü Murat Akinan, Albay R ve diğer iki yaralı komandonun ayrı bir yere götürüldüğünü söylüyor.

Albay R, hayatından endişe ettiğini söylüyor ve ekliyor: "Birbirine karşı iki grup olduğunu fark ettim, biri bizi öldürmek istiyordu. Diğeri ise daha ılımlı kişilerden oluşan ve daha ileri gidip bizi öldürmek isteyen kişileri geri çekmeye çalışıyordu".
BBC Türkçe

İsrailli kadın askerlerin zulmü fotoğraf karesinde

İsrailli kadın askerin gözleri ve elleri bağlı Filistinli mahkumların yanında gülümseyerek poz verdiği fotoğrafları internetteki sosyalleşme sitesindeki sayfasından yayımlaması tartışmaya yol açtı. Kadın askerin Filistinli mahkumlarla çektirdiği fotoğrafların altında, "Ordu, yaşamının en mükemmel dönemi" yazdığı da belirtiliyor. 16.08.2010 TEL AVİV netgazete

İsrail, yıktığı duvarı 1 hafta sonra yeniden yaptı
2001 yılında Yahudileri korumak için inşa ettiği duvarı pazar günü kaldıran İsrail, bir hafta sonra yeni duvar ördü. Üzerlerine resimlerin yapıldığı beton duvarlar, askeri vinçleri tarafından dün tekrar yerleştirildi. İsrail askeri sözcüsü, "Batı Şeria'da gerginliğin azalması, Beit Jala'dan gelebilecek tehlikenin bulunmaması ve Filistin güvenlik yetkilileri ile koordinasyona gidilmesi sebebiyle duvarın kaldırılmasına karar verildi" demişti. 16.08.2010 KUDÜS netgazete

İsrail'den müslüman mezarlarını tahrip ediyor

03:45 - İsrail, Kudüs'ün merkezindeki Ortaçağ döneminden kalma tarihi müslüman mezarlığından 300 mezar taşını kaldırdı. Los Angeles'taki Weisenthal Merkezi, mezarlığın bulunduğu bölgede Tolerans Müzesi oluşturmak istiyor. Ancak yerel müslüman liderler, belediyeyi, mezarların kazılarak cenazelerin çıkarılmasıyla suçluyor. 24.08.2010 KUDÜS netgazete

Robert Fisk
Hiç kimse fark etmezken İsrail AB'ye sızmayı başardı

Bu hafta beş İsrail askerinin Romanya’da bir helikopter kazasında ölmesi manşetlerde pek yer almadı.

Sürmekte olan bir Nato-İsrail ortak askerî tatbikatı vardı. Peki, tamam. Şimdi de, bu hafta, gene Romanya’daki bir helikopter kazasında beş Hamaslı dövüşçünün ölmüş olduğunu farzedin. Bu olağanüstü olayı hâlâ soruşturuyor olurduk. Şunu belirtmek isterim, İsrail ve Hamas’ı birbiriyle kıyaslamıyorum. İsrail, 19 ay önce, 300’den fazlası çocuk, 1,300 Filistinli’yi haklı olarak Gazze’de katletmiş bir ülkeyken, şiddet yanlısı, kan-emici, terörist Hamas 13 İsrailliyi öldürmüştür (bunlardan üçü yanlışlıkla birbirini vuran İsrail askerleri).

Ama bunlar arasında bir paralellik var. Yüksek mevkîli bir Güney Afrikalı Yahudi olan Yargıç Richard Goldstone, Gazze katliamı üzerine Birleşmiş Milletler soruşturması kapsamında hazırladığı 575 sayfalık raporunda, iki tarafın da savaş suçu işlediğine karar vermiştir. ABD’deki, tabii mazur görülür bir şekilde galeyana gelen, İsrail destekçilerinin haklı olarak “şeytan” diye adlandırdıkları Goldstone’un kusursuz, mükemmel raporu, yedi Avrupa Birliği devleti tarafından reddedildi. Böylece bir sorun ortaya çıkıyor. Nato, savaş suçları işlemekle suçlanan bir orduyla savaş oyunları oynayarak ne yapmaya çalışıyor?

Veya, daha da üstünde durulması gereken nokta, tanrı aşkına, İsraillilerle bu kadar rahat ve sıcak ilişkiler kurarak AB ne yapmaya çalışıyor? Olağanüstü, kayda değer ayrıntılarıyla – biraz aşırı-öfkelendirici de olan – ve Kasım’da yayımlanacak olan kitabında David Cronin, yorulmadan, İsraille “bizim” kurduğumuz ilişkilerin mikrosko
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ksm 08, 2011 9:14 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Eyl 07, 2010 2:03 am    Mesaj konusu: İsrail’in Katliamları Yahudileri De İsyan Ettirdi Alıntıyla Cevap Gönder

Doğu Kudüs, hızla Yahudileştiriliyor

03:30 - Müstakbel Filistin devletinin başkenti olarak görülen Doğu Kudüs'ün Şeyh Cerrah mahallesini Yahudileştirme programı hızla ilerliyor. Mahalledeki evlerinden tahliye tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bir kısım Filistinli ailenin son umut olarak gördüğü İsrail Yüksek Mahkemesinin yerleşimciler ve destekçileri Yahudi örgütler lehine karar vermesi, Filistinli aileleri çaresiz bıraktı. 03.10.2010 KUDÜS netgazete

İsrail’in Katliamları Yahudileri De İsyan Ettirdi
14 Eylül 2010
İsrailli bir insan hakları örgütü, son yıllarda yüzlerce Filistinlinin askerlerce öldürüldüğünü ancak hiçbir asker için soruşturma açılmadığını bildirdi.
B'Tselem adlı insan hakları örgütünün bugün açıkladığı raporda, askerlerin son 4 yılda 1510 Filistinliyi öldürdüğü, bunların 617'sinin sivil olduğu belirtildi. Raporda, bu vakalarda, hiçbir askere karşı soruşturma açılmadığı kaydedildi. Siviller olarak, "şiddet olaylarına karışmayan ve herhangi bir silahlı örgüt mensubu olmayanlar" tarif edildi.

Bu rakamlara, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde 2008-2009'da düzenlediği kanlı operasyonda ölenlerin dahil olmadığı kaydedildi. aktifhaber

İsrail tüm dünyayı dinleyebiliyor
6 Eylül 2010

Fransa'nın itibarlı dergilerinde Le Monde Diplomatique, İsrail’in ‘Unit 8200’ adlı istihbarat birimiyle, Ortadoğu, Afrika, Avrupa ve Asya’da hükümetler ile yabancı şirketlerin bütün iletişim ağlarını izlediğini yazdı.

Fransa’nın itibarlı dergilerinden Le Monde Diplomatique, İsrail’in adı pek duyulmayan ‘Unit 8200’ adlı istihbarat birimi hakkında kapsamlı bir haber yayımladı. İstihbarat teknolojileri konusunda uzman Yeni Zelandalı gazeteci Nick Hager’in imzasıyla yayımlanan haberde, merkezi Negev’de Beerşeba kenti yakınında bulunan birimin, ABD ve İngiltere ile boy ölçüşecek kadar gelişmiş teknolojilere sahip olduğu belirtildi.

3 KITADA TEKNİK TAKİP

Faaliyetleri sır gibi saklanan birimde, Ortadoğu, Asya, Afrika ve Avrupa genelinde, hükümetler, uluslararası organizasyonlar, yabancı şirketler, siyasi gruplar ile şahısların telefon konuşmaları ve e-maillerinin takip edildiği kaydedildi. Hager’e göre, antenlerle dolu ‘Unit 8200’de, Akdeniz’de gemiler arasındaki telsiz temasları ile İsrail’i Avrupa’ya bağlayan su altındaki iletişim hatları da izlenirken, Echelon benzeri sistemle, çok güçlü bilgisayarlar, e-mail ve telefonlarda belirli kelime ve numaraları anında tespit etmek üzere ayarlandı.

‘MÜCEVHER TOPLUYORDUK’

Le Monde Diplomatique, şifre kırma işinde de uzman olan şirketin ulaştığı bilgilerin, işlenmek üzere 8200’ün Herzilya’daki üssüne gönderildiğini, oradan da Mossad ve orduya transfer edildiğini belirtti. Tesiste görev yapan İsrailli eski bir kadın asker, birimde İngilizce ve Fransızca yapılan telefon konuşmalarını takip ettiklerini anlatarak, “Yaptığımız, rutin iletişim trafiği içinde ‘mücevherleri’ tanımlayıp bulmaktı. Çok ilginç bir işti” diye konuştu.

STAR

İsrail'in Yunan yardım gemilerine baskını ortaya çıktı
2 Ekim 2010

"Yunan gemisindesiniz. 4 bin yıldır Akdeniz'de yüzüyoruz. Akdeniz, özgür bir deniz. Korsanlar dışarı atılacaklar. Akdeniz'den dışarı atılacaksınız. Amerika'ya gidin. Sizin ülkeniz orası. Akdeniz'den dışarı. Korsansınız."

İsrail güçlerinin, ''Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım'' kampanyası kapsamında Gazze'ye insani yardım malzemesi götüren 6 gemilik filoda yer alan 2 Yunan gemisine yaptığı baskın anının görüntüleri ortaya çıktı.

Elefteri Mesogios'da yaşananlara ilişkin 4 dakikalık görüntü, uluslararası medyada ilk defa Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) verildi.

İsrail'in Mavi Marmara'da 9 Türkü şehit etmesinin ardından BM İnsan Hakları Konseyi, Tel Aviv'in Gazze Şeridi'ne yardım konvoyuna baskında ve sonrasında "uluslararası insan hakları yasası" da dahil uluslararası hukuku ihlal ettiğini bildirmişti. Kanlı baskının ardından İsrail saldırısından önce ve sonra Mavi Marmara'da yaşananları gösteren filmler medyada yer almıştı.

Gazze'ye yardım götüren Elefteri Mesogios ve Sfendoni adlı 2 Yunan gemisinde yaşayanlar ise ilk defa gün yüzüne çıkıyor. Elefteri Mesogios gemisinde Yunan ve yabancılardan oluşan 29 yolcu bulunuyordu. Yardım gönüllüleri arasında Türk asıllı İsveç milletvekili Mehmet Kaplan, İsveçli yazar Henning Mankell, gazeteciler ve akademisyenler yer alıyordu. Elefteri Mesogios, İsrail güvenlik kuvvetleri tarafından en son ele geçirilen gemi olmuştu.

''Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım'' kampanyasının Yunanistan ayağını organize eden ve Elefteri Mesogios gemisi sorumlusu Vangelis Pissias, Cihan'a gemide kaydedilen görüntüler ile bundan sonraki çalışmalarına dair bilgi verdi. Pissias, yaklaşık 10 gün önce Cenevre'deki BM yetkililerinin daveti üzerine İsrail saldırısına ilişkin bildiklerini, çektikleri görüntüleri ve Mavi Marmara'da gördüklerini uzmanlara anlatmıştı.

İTALYAN GAZETECİLER, İSRAİL SALDIRISINI FİLM YAPTI

Yunanistan'da uzun yıllardan bu yana "Gazze'ye Özgürlük" çalışmalarının fikir babası olarak ünlenen Prof. Pissias (63), Atina Teknik Üniversitesi'nde dersler veren bir su mühendisi. Pissias, İsrail'in kanlı baskını sırasında Mavi Marmara'da yaşananları yaklaşık 300 metre uzaklıktan izlediklerini söylüyor. Kendisinin liderliğinde ilerleyen Elefteri Mesogios, yaklaşık 2 saat İsrail askerleri tarafından Gazze'ye doğru yol alırken izlenmiş.

İtalyan gazeteciler Marcello Faraggi ve Manolo Lupichini'nin Alman Farnkfurter Rundschau gazetesini temsilen Elefteri Mesogios da bulunduklarını belirten Pissias, kameralarıyla devamlı çekim yaptıklarını belirtiyor. Elefteri Mesogios da bulunan yardım gönüllüleri, kamera kaydının devam edebilmesi için İsrail komandolarının müdahalesini farklı yöntemler uygulayarak geciktirmişler.

Birçok savaş bölgesinde görev yapan Marcello Faraggi, kameranın hafıza kartını çıkararak görüntüleri saklamayı başarmış. Kamerası ise İsrail askerleri tarafından zarar görmüş. Pissias, görüntülerin nasıl kaçırıldığını ise söylemek istemiyor.

Yunan gemileri Elefteri Mesogios'ta bulunan İtalyan gazeteciler ile Sfendoni'deki Yunan gazeteci Katerina Kitidi'nin çektiği görüntülerin toplamı 2 buçuk saat. Bunlar bir araya getirilerek belgesel-film yapılmış. Pissias, İsrail askerlerinin gaddarlıkları ile onlardan hiç korkmayan ve işini profesyonelce yapan gazetecilerin bu filminin, yakın dönemde gösterileceğini ifade ediyor.

Pissias, Elefteri Mesogios'da yaşananlara ilişkin 4 dakikalık görüntünün uluslararası medyadan ilk defa Cihan Haber Ajansı'na verdiklerini vurguladı. Görüntüler, İsrail komandolarının gemiyi denizden zodyak bot ve filikalar ile, havadan ise helikopter ile takibiyle başlıyor. İsrail komandoları Gazze'ye yardım malzemeleri taşıyan gemi konvoyuna ilk defa 04:15 sularında saldırıyor. Bu sırada askerlerin yaptıkları uyarıya, Pissias'ın megafonla karşılık veren konuşmaları duyuluyor. Daha sonra komandoların gemiye saat 05:00 sularında çıkışlarını yer alıyor.

Zodyak bottan gemiye çıkan komandoların silahlarını yardım gönüllülerine doğrulttukları görülüyor. Bu sırada gönüllülerin İsrail askerlerine "katiller", "teröristler" ve "korsanlar" gibi ifadelerle karşılık verdikleri görülüyor.

Mavi Marmara'ya müdahalenin ardından kısa bir süre sonra yardım malzemesiyle dolu Yunan Sfendoni gemisi de ele geçiriliyor. Sfendoni'de yaşananlara ilişkin görüntüler ise Atina'dan uğurlanması ile başlıyor. Daha sonra Mavi Marmara'ya İsrail müdahalesi görüntüleri ile devam ediyor.

Sfendoni'de İsrail askerleriyle gönüllüler arasında çatışmalar yaşanıyor. Bu sırada İsrail askerlerinin uyguladığı şiddet yardım gönüllülerinin dayak, çığlık ve bağrışmaları kamera kayıtlarında duyuluyor. Gemi kaptanı feci şekilde dövülüyor. Sfendoni gemisinde bulunan gönüllülerden Amerikan vatandaşı Paul Larudee de feci şekilde dövülmüştü. Boğuşma sırasında denize de düşen Larudee, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın "2 vatandaşımız yaralandı." dediği kişilerden biriydi.

"ELEFTERİ MESOGİOS" GEMİSİNE İSRAİL ASKERLERİNİN MÜDAHALESİ SIRASINDA YAPILAN KARŞILIKLI KONUŞMALAR

-Güney'e gidiyoruz... (Türk asıllı İsveç milletvekili Mehmet Kaplan, 04:00'da Mavi Marmara'ya hangi yöne gittiklerini soruyor. Mavi Marmara'nın "Güney'e gidiyoruz" cevabını İngilizce olarak Elefteri Mesogios gemisi sorumlusu Vangelis Pissias'a aktarıyor)
-"Sofia", "Sofia" –Yunan "Özgür Akdeniz" gemisinin önceki adı- size İsrail Deniz Kuvvetleri sesleniyor, acilen geminizi Kuzey'e çevirin.
- ...Etmeden önce, geminizi Kuzey'e çevirin.
-Uluslararası sivil vatandaşlarız. Yunan bayraklı bir Yunan gemisiyiz (konuşan Yunan "Özgür Akdeniz" yardım filosu sorumlusu Vangelis Pissias)
-Helikopter geliyor...
- Hemen durmazsanız ateş açacağız.. Hemen durun.
- Ateş açacaklar; (Dror Pheiler, İsveç yardım gönüllüleri sorumlusu)
- Hemen durun!
- Sivil vatandaşlarız...
- ??????? ???????...
- Hemen durun!
- Uluslararası filoyuz. Yunan bayraklı bir Yunan gemisiyiz... Yasal uluslararası sularda seyrediyoruz. Yunan gemileri teslim olmayacak. Legaliz, bizi tehdit etmeye hakkınız yok.
- Mankell Bey (İsveçli yazar Henning Mankell), bize bir kelime söyleyebilir misiniz?
- Bu olanlar, bize İsraillerinin kim olduklarını gösteriyor. Uluslararası sularda gemimizi işgal ediyorlar. Somalili korsanlar. Yada herhangi başka birşey...
- Bizi çeviriyorlar...
- Ne diyorsun biz onları çeviriyoruz.
- Çocuklar; Son sigarayı kim verecek?
- Son sigara…
- Atacaklar…ama olsun!
- Buradalar, oradan giriyorlar, sağdan, sağdan…
- Korsansınız, Korsansınız. Teröristsiniz, teröristsiniz. Bu sizin sonunuz. Korsansınız. Teröristsiniz. Bu sizin sonunuz.
- Bu savaş girişimi!
- Yunan gemisindesiniz. 4 bin yıldır Akdeniz'de yüzüyoruz. Akdeniz, özgür bir deniz. Korsanlar dışarı atılacaklar. Akdeniz'den dışarı atılacaksınız. Amerika'ya gidin. Sizin ülkeniz orası. Akdeniz'den dışarı. Korsansınız.
- Liderleriniz birer hain. Size ihanet ediyorlar. Bu İsrail'in sonu olabilir. Aptalsınız. Çekin gidin.
- Uluslararası sularda seyreden bir geminin yolcularıyız. Gidin! Asker değilsiniz, katilsiniz!
- Kaptanınız nerede?

PİSSİAS: "DAHA BÜYÜK BİR KONVOYU, UYGUN ZAMANDA YOLA ÇIKARACAĞIZ"

İsrail'in Mavi Marmara'ya saldırısına ilişkin düşüncelerini anlatan Pissias, sıranın kendilerine gelmesini beklediklerini anlatıyor: "Bizim sıramızın geleceğini düşündük. Ama Yunan bayraklı gemimiz, onların bu yaklaşımdan vazgeçmelerinde bir neden olmuş olabilir."
Saldırıdan korkmadıklarını vurgulayan Pissias, "Korku her insanda olabilir. Ancak kalbi temiz olanlar ve kişinin doğru yaptığına olan inancı bunu kontrol etmesine yardım ediyor" diyor. "Bu uğurda ölmek, şereftir" diyen Pissias, şöyle devam ediyor: "Bütün yolculuk boyu sakindik. Bir çıkar için gitmiyorduk. Bu bizi rahatlatan en büyük duyguydu. Karşındaki silah çıkarmış diye korkmazsın. En fazla bu dünyaya hoşçakal dersin. Ama dolu dolu gitmiş olursun. O gittiğin yerde sen olacaksın, bu dünyada kalanlar da olacak. Belki orada, dünyada yapmak istediklerin sebebiyle daha iyi bir konumda olabilirsin."

Yeni bir yardım organizasyonu içerisinde olduklarını açıklayan Yunan akademisyen Pissias, bu yılın sonuna ya da en geç ilk baharda gelişmeleri de dikkate alarak yeni bir yardım konvoyunu yola çıkarmayı hedeflediklerini söylüyor. Organizasyonda Türklerin de bulunduğunu belirten Pissias, "Bu defa daha çok Avrupa ile uluslararası politikaları etkileyen ve yaklaşımlarıyla doğru yerde durmayan ülkelerden gemiler ve gönüllüler öncülük edecek. Çok kaliteli bir yardım konvoyu olacak. Önemli isimler yer alacak. İnsan hakları vs edebiyatı yapıp bunu karşı duran ülkelerin halkları destek verecek."

"BÜTÜN FİLİSTİN GÖRÜŞMELERE KATILMALI"

Yeniden başlayan İsrail ve Filistin arasındaki görüşmelerden bir sonuç beklemediğini belirten Pissias, şunları söylüyor: "Ne İsrail ne de İsrail'i destekleyen ABD ve diğerleri, Filistin'e hak ettiği ve layık olduğunu vermeye kararlı değiller. Bunu konuşanlar, önce karşısındakine ve öze saygı duymalı. İsrail, Filistin'in tamamıyla konuşmalı. Filistin'in bir bölümünü temsil eden siyasi iradeyle değil."

"GAZZELİ'NİN TERCİHİNE SAYGI DUYULMALI"

2006'da Gazze'de yapılan seçimleri izleyen sadece 11 gözlemciden biri olduğunu hatırlatan Pissias, o dönemde BM'nin bile gözlemcilere zorluk çıkardığını söylüyor. Herkesin kabul etmesi gereken çok adil bir seçim sonucu çıktığını belirtiyor. Pissias, batı ülkelerinin iki dil kullanmaktan vazgeçerek, Filistin halkının tercihine saygı duymaları gerektiğini vurguluyor.

Son olarak Mavi Marmara'ya 3 defa çıktığını belirten Vangelis Pissias, yardım çabalarını hayatıyla ödeyenleri saygıyla andığını söylüyor. stargazetesi

Filistinli kadın O Anı Anlattı
06 Ekim 2010
İsrail askerinin, elleri ve gözleri bağlı bir Filistinli kadının etrafında göbek attığını gösteren videodaki kadın mahkum, duygularını anlattı.
İhsan Dababse adlı Filistinli kadın AFP'ye yaptığı açıklamada, görüntüleri El Cezire televizyonunda izlediğini, kendisini aşağılanmış hissettiğini ve uyuyamadığını belirterek, ''Askerlerin kahkaha sesleri ile müzik hala kulaklarımda çınlıyor'' ifadesini kullandı.

Filistinli ''Mahkumlar Kulübü'' ile irtibata geçtiğini veİsrailordusunu dava etmeyi planladığını belirten Dababse, ''Beni tutukladıklarında Beytüllahim yakınlarındaki bir tutukevine götürdüler. Ellerim, gözlerim bağlı halde beni bir koridora koydular. Askerlerin kahkahalarını, seslerini ve müziği duyuyordum. Olan biteni görebiliyordum, çünkü bantlar o kadar sıkı değildi. Beni kameraya çekmemeleri için onlara yalvardım'' dedi.

Dababse, olayın Aralık 2007'de yaşandığını belirterek, İslami Cihad üyesi olmakla suçlanarak 22 ay hapse mahkum edildiğini de anlattı.

Kanal 10 Televizyonundaki Tzinor Layla (Gece Hattı) adlı programda gösterilen videoda, İsrailli bir asker, elleri ve gözleri bağlı olarak duvar kenarında duran bir Filistinli kadının etrafında, Arap müziği eşliğinde ve olayı görüntüleyen arkadaşlarının tezahüratları altında göbek dansı yapıyor. aktifhaber

İsrail'de Tüyler Ürperten Olay

Bir Yahudi yerleşimci, işgali protesto eden ve taş atan Filistinli çocukları ezmeye kalkıştı. İşte o insanın kanını donduran görüntüler...
10.10.2010
Haberin videosu için: http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=ff9fb8db-b4ee-4687-860c-fd75d3bfad72

Üç büyük dinin kutsal mekanlarının bulunduğu Kudüs’te ve çevresinde yıllardır çatışmalar yaşanır. Ancak kamera da yansıyan son olay insanın kanını donduran cinsten...
Görüntülerde, bir Yahudi yerleşimci, işgali protesto eden ve taş atan Filistinli çocukları ezmeye çalışıyor.

Arap nüfusunun yoğun olduğu Doğu Kudüs’te Yahudi yerleşimcilerin liderlerinden David Beyri, arabasına taş atarak tepki gösteren Filistinli iki çocuğu ezmek istedi. İsrailli sürücünün otomobiliyle çarptığı çocuk, çarpmanın etkisiyle havaya fırladı. Ve birkaç takla attıktan sonra aracın camına çarparak metrelerce öteye savruldu.

Başka bir Filistinli çocuk ise son anda kendini yolun kenarına atarak ezilmekten kurtuldu. Çocuklara çarpan Yahudi yerleşimci olay yerinden kaçtı.

Hızla hastaneye kaldırılan Filistinli çocukların durumunun iyi olduğu bildirildi.

İsrail polisi tarafından gözaltına alınan David Beyri, sorgusunda çocuklara "kazara" çarptığını savundu. Beyri, sorgusunun ardından serbest bırakıldı. TRT

"Yahudi olmayanlar (Goylar) neden gerekli? Çalışacaklar, ekip biçecekler. Biz de efendi gibi oturup yiyeceğiz."
21 Ekim 2010



'Filistinliler vebadan ölsün' diyerek şimşekleri üzerine çeken Haham Ovedya Yosef yine tepki çekecek bir açıklama yaptı.
Yahudi olmayanların Yahudilere hizmet etmek için yaratıldığını söyleyen Şas Partisi manevî lideri. "Yahudi olmayanlar neden gerekli? Çalışacaklar, ekip biçecekler. Biz de efendi gibi oturup yiyeceğiz." dedi.

İsrail sağcı hükümetinin ortaklarından dini Şas Partisi'nin manevi lideri Ovedya Yosef (90), yine çok ses getirecek açıklamalara imza attı. Yosef, Yahudi olmayanların varlık sebebinin "Yahudilere hizmet olduğu" görüşünü öne sürdü. Haham Yosef'in geçen hafta cumartesi akşamı verdiği vaazda, Yahudi olmayanların Şabat günleri yapabilecekleriyle ilgili yasalar konusuna değinirken "Goylar (Yahudi olmayanlar) bize hizmet için doğarlar. Yalnızca İsrail halkına hizmet için. Bunu yapmazlarsa dünyada yerleri yoktur" dediği ortaya çıktı.

Jerusalem Post'un haberine göre, İsrail'deki Yahudi olmayanların da Yahudiler zarara uğramasın diye Tanrı tarafından korunduklarını öne süren Hamam, bu konuda sözlerini şöyle sürdürdü: "İsrail'de ölümün hükmü onlara geçmiyor. Yahudi olmayanların da herkes gibi ölmeleri gerek. Ama gelin görün ki, Tanrı onlara uzun ömür veriyor. Neden mi? Düşünün ki, eşeğiniz öldü. Ne olur? Para kaybedersiniz. Çünkü o hizmetkarınızdır. İşte onun için ömürleri uzun. Yahudiler için iyi çalışsınlar diye. Yahudi olmayanlar neden gerekli? Çünkü çalışacaklar, ekip biçecekler. Biz de efendi gibi oturup yiyeceğiz. Goyların yaradılış sebebi budur."

Daha önce de benzer açıklamalar yapan Yosef, bir vaazında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Filistinliler için 'vebadan ölüp yok olsunlar' ifadesini kullanmıştı.

Bu arada, İsrail'de bir grup haham, Yahudi olmayanlara (Araplara) ev kiralanması ve satılmasından kaçınılmasını isteyen bir duyuru yayımladılar. İsrail'in Kanal 1 Televizyonu, duyurunun kuzeydeki Safed kentinin baş hahamı da dahil kentten 18 hahamın imzasını taşıdığını belirtirken, Safed'te, Arap öğrenci nüfusunun arttığına dikkat çekti. Duyuruda, Yahudi ev sahipleri, evlerini Araplara kiralama konusunda uyarılarak, "Onların yaşam biçimi Yahudilerden farklı. Yahudi olmayanlar arasında bize karşı acı ve nefret dolu olanlar, aramıza karışmaları halinde birer tehlikedir." ifadelerine yer verildi. Ayrıca, hahamlar, kentin Yahudi sakinlerinin Araplara evini kiralayan veya satan komşularına karşı dikkatli olmalarını istedi. Safed baş hahamı Şmuel Eliyahu'nun Araplara karşı daha önce de yaptığı açıklamalar yaptığı belirtiliyor. aktifhaber

Sendika Başkanı Ehud Barak'a ''Ahmak'' dedi
01:30 - İsrail koalisyonun ortağı İşçi Partisi kamuoyunda giderek güç kaybeder ve parti lideri, Savunma Bakanı Ehud Barak'a karşı hareket büyürken, İşçi Partisi'nin güçlü isimlerinden İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı'nın Barak'a "ahmak" demesi ortalığı karıştırdı. 05.11.2010 TEL AVİV netgazete

İsveç milletvekili Kaplan İsrail'de gözaltına alındı!
Türk asıllı İsveç milletvekili gözaltına alınmadan önce yakınları ile bir görüşme yaptı
07 Kasım 2010

Türk asıllı milletvekiliyle, İsrail' de Doğru Yaşam ödülü ve Alternatif Nobel ödülü sahibi Dr Ruhanna Marton ile görüşmek için beraberinde İsveç Ship To Gaza aktivisti yahudi asıllı Dror Feiller ile birlikte gözaltına alındılar.

Kanada: İsrail'in yanındayız
9 Kasım 2010
Kanada Başbakanı Stephen Harper ülkesinin, İsrail'e yapılacak her türlü saldırıda bu ülkeye yardım edeceğini belirterek, ''Bedeli ne olursa olsun Kanada, her zaman İsrail'in yanında olacak'' dedi. habeertaraf

İsrail gazetesi: 'İsrail, provokasyon yapıyor'
11 Kasım 2010
İsrail'in sol ağırlıklı gazetesi Haaretz, 'İsrail'in son inşa planı anlamsız bir provokasyon' başlığıyla bir başyazı yayınladı. İşte o yazının tam metni:

Halk arasında yaygınca anlatılan bir küçük hikâyede akrep, kendisini nehrin öte yanına geçiren kurbanına ölümcül iğnesini batırırken "karakterim böyle" der kurbağaya. Görünen o ki İçişleri Bakanlığı, Kudüs Kent Planlama ve İnşa Komitesi ve Ariel'deki planlama otoriteleri de benzer semptomlardan muzdarip.

Tam da başbakanın en azından Amerikan Yahudi liderliğini İsrail'in politikalarının doğruluğuna ve barış konusundaki istekliliğine ikna etmeye çalıştığı ve askıya alınan barış görüşmelerinin kaderinin tayin edileceği bir zamanda, bu birimler, Yeşil Çizgi'nin öte yanındaki yeni bir inşa planını ilan etmeyi uygun gördüler. Planda Har Homa'da 1000, Ariel'de 800, Pisgat Ze'ev'de 32 yeni yerleşim birimi öngörülüyor. Liste daha da devam edebilir.

Amerika'nın bu duruma büyük bir hayal kırıklığıyla cevap vermesi kimseye sürpriz olmamalı ama bu tepkinin ne İçişleri Bakanlığı, ne Ariel'in patronları ne de Kudüs Belediyesi üzerinde en küçük etkisi oldu. Onlar sadece inşa planını değil, bunun ilan edilmesini dahi Amerikan baskısına karşı yerinde bir cevap olarak görüyor. Artık devleti iki ayrı hükümetin yönetmekte olduğu açıkça ortaya çıktı: Bir taraf barış görüşmelerine ve bir uzlaşmaya gidebilecek bir çerçeveyi oluşturmak konusundaki istekliliğini gösterme gayretindeyken diğer taraf bu çerçeveyi yok etmeye çalışıyor. Karakterleri böyle.

Geçtiğimiz mart ayında İçişleri Bakanlığı, Ramat Şlomo'da 1.600 yerleşim biriminden oluşacak yeni inşaatlara izin verme niyetini açıklayarak İsrail'i ateşin ortasına attıktan sonra, Başbakan Netanyahu bu seferki planlardan haberdar olmadığı bahanesine de başvuramaz. Martta İsrail'le ABD arasında yaşanan ve iki ülke arasındaki koskoca bir ilişki ağını tehdit eden büyük fikir ayrılığı, İsrail'in, ABD hükümetini, Doğu Kudüs ve "topraklarda" yeni inşaat planlarıyla şaşırtmaması şartıyla tatlıya bağlanmıştı.

Ancak şimdi İsrail'in bu anlaşmaya uyamayacağı ya da uymak istemediği ortaya çıkıyor. Sonuç olarak Amerikan hükümeti ve dünya kamuoyuyla herkesin önünde girişilen bu mücadele, İsrail'in, barış istemeyen güvenilmez bir devlet olarak tanımlanmasına sebep oluyor. Başbakan, bu inşa planlarını desteklemediğini ve de en azından, Filistinlilerle yeni görüşmelere dair bir uzlaşmaya varılana kadar, uygulamaya konulmamaları için uğraş vereceğini derhal ilan etmemesi durumunda, barışı hakikaten istediğine kimseyi inandıramaz.

Kaynak: Haaretz, Başyazı Çeviri: Zaman

Gazze savaş suçlularını bir internet sitesi ifşa etti
18 Kasım 2010

İsrail basını, bir internet sitesinin, 2009 yılı başında İsrail'in Gazze Şeridi'nde düzenlediği Dökme Kurşun saldırısınnda yer alan askerlerin listesini "İsrailli Savaş Suçluları" adı altında yayımladığını bildirdi.

http://israeliwarcriminals.zzl.org/ adlı internet sitesinin, savaşa katılan yaklaşık 200 dolayında askerin isimlerini, fotoğraflarını, rütbelerini, doğum tarihlerini, kimlik numaralarını ve adreslerini yayımladığı ve "Saldırının doğrudan failleri" olduklarını açıkladığı kaydedildi.

Söz konusu web sayfasında özel tasarım veya grafiklerin bulunmadığı, sadece operasyonda yer alan askerlerin alfabetik sıralı listesinin verildiği bildirildi.

Web sayfasının, ziyaretçilerini, bu bilgileri yaymaya teşvik ettiği de ifade edildi.

Yayımlanan liste, Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'den başlayarak, piyade eğitim programında yer alan çavuş rütbesindeki askerlere kadar iniyor. İnternet sitesinde, "Bu insanların adlarının altının çizilmesi, bir misilleme hareketidir. Bu insanlar Aralık 2009 ve Ocak 2009 arasında, kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nde, çok sayıda insana yapılan saldırının sorumluları ve doğrudan failleridir" denildi.

Sitede "Bu listede yer alan ve saldırısı sırasında çeşitli görevlerde bulunan insanlar, sadece cani bir devlet mekanizması adına hareket etmekle kalmadılar; aynı zamanda aktif bir şekilde, diğer insanları da aynı şeyi yapmaya teşvik ettiler. Onların belirgin bir sorumluluğu var. Onlar İsrail ordusunun en düşük rütbedeki saha komutanlarından, İsrail ordusunun en üst kademelerine kadar sıralanıyorlar. Hepsi de saldırıda doğrudan ve aktif rol oynamışlardır" denildiği vurgulandı.

İnternet sitesinde söz konusu sayfanın şimdiye dek 3 bin kez "tıklandığı" belirtiliyor.

İsrail: Gazze savaş suçlularını ifşa eden site yayından kalktı

İsrail'in Gazze Şeridi'nde yaklaşık iki yıl önce gerçekleştirdiği ve 1400 dolayında Filistinlinin hayatını kaybettiği Dökme Kurşun Saldırısında görev alan Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'nin de aralarında bulunduğu kuvvet komutanları ile değişik rütbelerdeki toplam 200 askerin kimlik bilgilerini ve resimlerini yayımlayan siteye ulaşıma engel kondu.

haber1001

İnternet İsrail askerlerinin korkulu rüyası

19 Kasım 2010
2008'deki Gazze saldırılarına katılan İsrail askerlerinin listesinin farklı internet siteleri ve Facebook'ta yayınlanması, İsrail ordusunun korkulu rüyası haline geldi. Korkunun sebebi ise İngiltere ve Belçika gibi ülke mahkemelerinin, Gazze saldırısına katılan İsrailli sivil ve askeri yetkililer hakkında tutuklama kararları alması.

Başta muhalefet lideri Tzipi Livni olmak üzere bazı İsrailli siyasi ve askeri yetkililer mahkeme kararlarından dolayı İngiltere ziyaretlerini iptal etmek zorunda kalmıştı. Aynı şekilde listede isimleri bulunan subay ve askerlerin de bu ülkelere yapacakları muhtemel ziyaretlerde tutuklanma ihtimalinin olması İsrail ordusunu düşündürüyor.
Önceki gün internete düşen 'savaş suçluları listesi'nde 200 kişinin ismi yer alıyor. Listede ordu komutanından, yardımcısına, askeri istihbarat şefinden hava kuvvetleri komutanına, birlik komutanlarından yedek askerlere isimler yer alıyor.

İsimlerin yanında askerlerin fotoğrafları, kimli numaraları hatta adresleri bile bulunuyor. İsrail basınına göre ordudaki görevlerini bitirdikten sonra yurt dışına eğitim almak isteyen askerler bile tutuklanma ya da taciz korkusundan dolayı yurt dışına çıkamıyor.
Dökme Kurşun operasyonundan sonra hazırlanmaya başlandığı düşünülen listeye askerlerin de aralarında bulunduğu pek çok İsraillinin de yardım ettiği tahmin ediliyor.
habertürk


Senden ancak genelev patronu olur!..
21.11.2010
Hükümet yanlısı gazeteden İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'ya görülmemiş eleştiri

İsrail’de ülkenin en çok satan gazetesi Yedioth Ahronot’un dün yayınladığı başyazı ortalığı karıştırdı. Yazıda Netanyahu’nun ABD’nin 20 uçak teklifine karşılık Yahudi yerleşke inşaatlarını durdurmayı kabul etmesi çok ağır bir dille eleştirildi.

İsrail’de sağ basının en önemli gazetesi olarak bilinen ve özellikle Türkiye politikası konusunda hükümete desteğini esirgemeyen Yedioth Ahronot gazetesi, dün Netanyahu ile köprüleri attı. Asaf Gefen imzasıyla yayınlanan başyazıda Netanyahu için kavgada söylenmeyecek sözler kullanıldı. İşte okuyucuların bir kısmının, “Böyle yazı olmaz” dediği, bazılarının ise, “Netanyahu’ya fahişe demek fahişelere hakarettir” diye yorumladığı “Bana parayı göster” başlıklı yazıdan satırbaşları:

Bu hafta başında İsrail’in fiyatının 3 milyar dolar olduğunu (İsrail’e ABD’nin vereceği 20 adet F-35 savaş uçağının değeri) öğrendik. Bu durum bize, Netanyahu’nun başbakan olarak pek başarılı olmadığını, ama olağanüstü bir genelev patronu olabileceğini gösterdi. Aslında Netanyahu tüm dünyada yaygın olan “Yahudiler sadece para sever” önyargısını kırmış oldu. Yahudilerin değerli savaş uçaklarını da sevdiğini gösterdi. Netanyahu’nun yüzüne F-35 sallamak, bir uyuşturucu bağımlısına Kolombiya‘dan getirilmiş bir paket uyuşturucuyu sallamak gibi bir etki yarattı.

“Elmas düşkünü fahişe”

Aslında Amerika bu işi burada bitirmemeli. İsrail’in bu zayıf noktasını kullanarak başka diplomatik imtiyazlar da elde etmeli. Mesela İsrail yerleşim inşaatlarının durdurulmasın Doğu Kudüs’ü kapsamayacağını mı söylüyor? Her şey “gizli bombacı” olarak da bilinen birkaç F-86’yı İsrail’e vermeye bakar. Hatta bize 90 milyar dolar değerindeki birkaç uzay gemisi verirse Tel Aviv’in sahillerini Filistinliler’e bile verebiliriz. Günün sonunda baktığımızda Netanyahu inşaat durdurma konusunda her anlamda en kötü şeyi yapacak gibi duruyor. Ama neden şikayet ediyoruz ki? Ne olursa olsun geçen hafta barışı beynimizle getiremezsek, barışın cüzdandan geçeceğini anladık. Herşeyin sonunda “Prensip”, “Atalarımızın toprağı” gibi kavramlar sadece fiyata bakar. İsrail’in lider kadrosunun kararlı ideologlardan ziyade, elmas düşkünü bir fahişeyi andırdığını anladığımız zaman herşey çok daha iyimser gözüküyor. Böyle bir yönetimle tabii ki iş yapılabilir.

%43

İsrail’in Haaretz Gazetesi’nin yaptığı ankette Başbakan Netanyahu’yu destekleyenlerin oranı yüzde 43 çıktı.

9 yaşındaki çocuğu kalkan yapmak suç değilmiş!

İsrail’in iki yıl önce Gazze şeridi’nde düzenlediği ve “Dökme Kurşun Operasyonu” adı verilen saldırılar sırasında, Filistinli bir çocuğu “kalkan” olarak kullanan iki İsrailli askere, rütbe indirme ve 3’er ay tecilli hapis cezası verildi. Böylece “savaş suçu işlediği” iddia edilen askerler özgür kaldı. İsrail askeri mahkemesi, bomba bulunduğundan şüphelendikleri bir çantayı Gazzeli bir çocuktan açmasını isteyen Givati tugayının iki askerini, bir ay önceki duruşmada “yakışıksız davranmak ve yetkilerini aşmaktan” suçlu bulmuştu. Kıdemli çavuş rütbesindeki askerlerin cezaları dünkü duruşmada açıklandı. Askeri mahkeme, kıdemli çavuşların rütbelerini çavuşa indirirken, 3 ay hapis cezası verdi. Ancak, sanıkların askerliğe devam etme yönündeki talepleri göz önünde bulundurularak şartlı tahliyelerine ve cezalarının ertelenmesine karar verildi. Asker yakınları karara sevindi.
VATAN

İsrail bir muz cumhuriyetidir

İsrail gazeteleri, İsrail Başbakanı Netanyahu'yu hakaret varan ifadelerle eleştirmeye devam ediyor. Yedioth Ahronotun "Sen bir fahişesin" çıkışından sonra, Haaretz gazetesi de "Evet, israil bir muz cumhuriyeti" dedi.

23 Kasm 2010
Anadolu Haber

İsrail'in sol eğilimli gazetesi Haaretz'in yazarı Moşe Arens, Ortadoğu barış sürecinde Başbakan Benjamin Netanyahu'nun ABD ile yürüttüğü ilişkiyi eleştirdi. Arens, geçmişte aynı görevi yürütmüş olan isimlerle Netanyahu'yu kıyasladı.

Aralık 1981’de, Washington İsrail’in politikalarını eleştirdiğinde, Başbakan Menahem Begin ABD Büyükelçisi'ni yanına çağırdı ve ona İsrail’in “bir muz cumhuriyeti olmadığını” söyledi. ABD’nin, İsrail'den Golan Tepeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldırmasını talep etmesi üzerine, Begin “kanunun feshedilmesini sağlayacak hiçbir güç olmadığını” açık bir dille ifade etti.

Şaşırtıcı olan, Begin’in İsrail’in çıkarlarını savunmak adına sergilediği kararlı duruş Washington'la ilişkilerin gelişmesini sağladı. ABD’nin o dönemki başkanı Ronald Reagan ve Dışişleri Bakanı Alexander Hague, metaneti ve dürüstlüğü için Begin'e saygı göstermesini öğrendi. Begin’den sonra başbakanlık görevini yürüten ve İsrail’in çıkarları söz konusu olduğunda en ufak taviz vermeyen İzak Şamir’de, ABD yönetiminin saygısını ve Dışişleri Bakanı George Schultz’un takdirini kazandı.

Bu dönemler, İsrail’in bugüne kıyasla ekonomik olarak çok daha zayıf olmasına rağmen bağımsızlığını savunduğu ve bir muz cumhuriyeti olmadığı zamanlardı. Ancak şimdi, ne zaman Başbakanımız Washington’u ziyaret etse veya oradan bir mesaj alsa, savunmaya yemin ettiği ilkelerden geri adım atıyor. Netanyahu'ya en son seçimlerde zafer getiren taahhütleri, rüzgarla beraber uçup gitti.

NETANYAHU İÇİN HER ŞEY SATILIK
Başbakan Netanyahu, ABD’nin baskısı altında Batı Şeria yerleşimlerindeki konut inşaatları üzerinde geçerli olacak 10 aylık moratoryumu kabul ettiğinde, bunun bir kerelik olduğunu ve moratoryumun sona ermesinin ardından inşaatların devam edeceğini belirtti. Netanyahu’nun fikrini değiştirmesi için ABD’ye yaptığı diğer geziler ve finansal rüşvetler yeterli oldu.

Görüldüğü kadarıyla her şey satılık; ilkeler ve verilen sözler artık gerçek değer taşımıyor. Biz (İsrail), gerçekten bir muz cumhuriyeti haline geldik. Eğer Netanyahu bu ilkesiz davranışının kendisine Washington’daki yönetimin saygı ve dostluğunu kazandıracağına inanıyorsa, vahim bir hata yapıyor. Netanyahu, selefleri Begin ve Şamir’den ders almalı.

Netanyahu ne amaçla geri adım atıyor? Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı müzakere masasına getirmek için. Abbas, ön şartlar olmadan müzakere yapılmasına yanaşmıyor. Dahası, ön şartlarının yerine getirilmesi halinde masaya gelip gelmeyeceği de kesin değil. Abbas, masada Netanyahu’yu karşısına almak yerine Washington’un ondan imtiyaz çıkarmasını istiyor.

Abbas ve Netanyahu İsrail ile Filistin arasındaki çatışmaya son veremez. Bunun en basit nedeni, Abbas’ın Filistinlileri temsil etmemesi. Gazze’deki Filistinliler üzerinde söz sahibi olmayan Abbas’ın, Batı Şeria’daki duruşu daha da güvenilmez.

ABD GERÇEKLERİ GÖRMÜYOR
Kısa bir zaman önce Filistinli bir gazeteci Abbas’ın yolsuzluğa batmış, gözden düşmüş, zayıf ve güçten uzak birisi olduğunu ifade etti. Eğer İsrail Batı Şeria’dan çekilecekse, Abbas’ın yönetimi muhtemelen devrilmeli ve Hamas kontrolü ele almalı.

Abbas'ı mevcut makamında tutan tek şey, devasa boyuttaki ABD finansmanı. ABD, parasını kullanarak ve Abbas için bir ordu oluşturacak bir general bulundurarak Filistin “devlet inşasında” yer alabileceklerine inanıyor.

Bu, ABD’lilerin Ortadoğu’daki gerçekleri görmezden geldiği ilk sefer değil. İsrail’in Abbas ile masaya oturarak uzlaşmaya varabileceğini düşünenler fantezi üretmekten öteye gidemiyor. Geçmişte arabuluculuk yapılan Mısır ve Ürdün doğrudan görüşmelerinin aksine, bugün ABD Abbas’ın sponsoru ve destekçisi olarak dürüst arabulucu kimliğinden uzaklaşıyor.

ABD’nin planları şeffaf. Moratoryumun üç ay daha uzatılmasının üzerine İsrail’in 1949’daki ateşkes hattının gerisine çekilmesini istiyor. ABD’nin İsrail’i ikna etmek için daha fazla baskı ve ödeme yapması beklenebilir.

Kaygan yokuşları bilirsiniz. Netanyahu böyle bir yokuşa girdi ve hızla aşağı kayıyor.

Suçlu 200 İsrail askerinin tam listesi
23 Kasım 2010 Salı 23:12
İsrail'in Gazze'yi işgal etmek için düzenlediği Dökme Kurşun Saldırısına Katılan Askerlerin isim,fotoğraf ve künyeleri...

Genç Öncü adlı bir internet sitesi, İsrail'in Savaş suçlusu olarak aranılan hatta birçok Avrupa ülkesine tutuklanma korkusuyla giremiyen askerlerinin isim listesini yayımladı. Haber10.com olarak savaş suçu işlemiş bu kişileri deşifre etmek sorumlu gazetecilik anlayışımızdanır. Takdir sizlere ait.

Liste için: http://www.haber10.com/haber/223154/

Siyonist Zindanlarda 6700 Filistinli Esir

Esirlerin insana yakışmayan mekânlarda yaşadıklarını belirten Esirler Merkezi: İşgal Zindanlarında 300 ü Çocuk 6700 Esir Bulunuyor

09 Aralk 2010
Anadolu Haber

Esirler Merkezi, Filistinli esirlerin işgal zindanlarında çok zor şartlar altında kaldığını belirtti

Filistin Esirler Merkezi bugün yayınladığı açıklamada, Siyonist işgal rejiminin zindanlarında halen 6700 Filistinli esirin bulunduğuna dikkat çekerek bunların 20 zindanda insanlıkla bağdaşmayan şartlarda yaşamak zorunda kaldıklarını belirtti.

Esirler Merkezi bugün (09 Aralık Perşembe) yayınladığı açıklamada şu bilgileri verdi: “Siyonist zindanlarında bulunan 6700 esirden 300’ü çocuk, 34’ü de bayandır. Bu esirlerin 200’ü ise tutukluluk süreleri dolmasına rağmen idari cezalı olarak, bir şeyle suçlanmadan zorbalıkla zindanlarda tutuluyor.”

Siyonist işgal rejiminin zindanlarında kadın, yaşlı, çocuk ve gençlerin yanında bakan ve milletvekillerin de bulunduğunu belirten merkez, onlarca esirin tek kişilik hücrelere konulduğunu ifade etti.

Gazzeli 750 esirin dört yıldan beri yakınlarının ziyaretinden mahrum edildiğini, Batı Yaka ve Kudüs’ten de onlarca esirin bu haktan mahrum edildiklerini belirten merkez, zindanlarda bulunan Ürdün, Mısır, Sudan, Suriye ve Suudi Arabistanlı esirlerin de aynı haklardan mahrum edildiklerini belirtti.

Merkez yayınladığı açıklamada ayrıca, esirlerin piri Nail El-Bergusi gibi bazı esirlerin 1978 yılından beri zindanda bulunduğunu belirterek, esirlerden 126’sının yirmi yıldan fazla bir süreyi, 27 esirin ise çeyrek asrı zindanda geçirdiğini ifade etti.

İslamî Direniş Hareketi (Hamas) direnişin elinde bulunan Siyonist esir asker Gilat Şalit’in serbest bırakılmasına karşılık kadın, yaşlı, çocuk, hasta esirlerin yanında uzun süredir içerde bulunan esirlerin de serbest bırakılmasını istiyor.

İngiliz belgelerindeki nükleer bomba
30 Aralık 2010
İngiltere Dışişileri Bakanlığının gizliliğini kaldırıp, erişime açtığı 1980 yılına ait belgelerden birinde, ülkenin o zamanki Tel Aviv büyükelçisinin, İsrail'in, Araplarla ilgili gizli planını ortaya koydu.

Büyükelçi John Robinson'ın Dışişlerine gönderdiği 4 Mayıs 1980 tarihli belgede, "Şayet (İsrailliler) ortadan kaldırılacaklarını görülerse, bu sefer sonuna kadar çarpışacaklar. Atom bombalarını kullanmaya hazır olacaklar" ifadesi yer alıyor.
haber10

'Suikastçilerimizin fotoğraflarını yayınlamayın!'
31 Aralık 2010 Cuma 17:31
İsrailli yetkililer BAE'ye resmen başvurdu; MOSSAD ajanlarının fotoğraflarını yayınlatma!

İsrail, MOSSAD tarafından, Dubai'de bir otel odasında öldürülen Hamaslı Mahmud el Mabhuh'un suikastçilerinin fotoğraflarının yayınlanmaması talebinde bulundu.
Dubai polis şefi Dahi Kalfan Tamim İsrailli yetkililerin daha fazla suikastçi MOSSAD ajanının fotoğrafının yayınlanmaması talebinin Birleşik Arap Emirlikleri'ne resmen iletildiğini söyledi.

WikiLeaks tarafından ortaya konan belgelerde, BAE'nin suikastle ilgili başta sessiz kalmayı düşündüğünü ortaya çıkarmıştı. Tamim ise böyle bir seçeneğin kendisi için hiç bir zaman sözkonusu olmadığını, "gerçeği gizlemeyi düşünmediğini" söyledi.

Tamim, İsrail'in ajanların resimlerinin yayınlanmasına son verilmesi talebinin "insani gerekçeler" ileri sürülerek iletildiğini, suikastçi ajanların ailelerine "haksızlık yapılacağını" savunduklarını da kaydetti. Dubai polis şefi talebin tam olarak kimden geldiğini ise açıklamadı.

BAE polisi şimdiye kadar Hamaslı lideri öldüren MOSSAD ajanlarından ve onlara yardım ve yataklık edenlerden oluşan 30 kişilik bir liste yayınladı. haber10

Ali Rıza Asgari, İsrail zindanında öldürüldü
29 Aralık 2010
İran’ın dört yıl önce İstanbul’da kaybolan Savunma Bakanı eski yardımcısı Ali Rıza Asgari’nin İsrail’deki bir cezaevinde öldüğü öne sürüldü.


Mehr haber ajansının bildirdiğinde göre, İran Dışişleri Bakanlığı Yardımcılarından Muhammed Rauf Şeybani, İstanbul’da kaçırılan İran Savunma Bakanı eski Yardımcısı Ali Rıza Asgari’nin İsrail’deki bir cezaevinde öldüğüne dair haberlere işaret ederek durumun endişe verici olduğunu söyledi.

Ali Rıza Askeri’nin Amerika’nın yardımıyla İsrail tarafından kaçırıldığını belirten Şeybani, İsrail basınında konuyla ilgili yer alan haberlerin İsrail’in devlet terörizminin açık bir kanıtı olduğunu ifade etti.

İsrail’in daha önce Lübnan’da görev yapan dört İranlı diplomatı kaçırdığını hatırlatan Şeybani, dünyadan Ali Rıza Asgari konusunda acil müdahale bulunulmasını istediklerini söyledi.

İran’da Hatemi hükümeti döneminde Savunma Bakanı Yardımcılığı görevinde bulunan Ali Rıza Asgari, dört yıl önce Suriye’den İstanbul’a gelmiş; ancak daha sonra kendisinden haber alınamamıştı. İran, Ali Rıza Asgari'nin İsrail istihbarat servisi tarafından kaçırıldığını belirtiyor antigazete


İsrail'in tecavüzcü Cumhurbaşkanı
İsrail eski Cumhurbaşkanı eski bir çalışanına tecavüz etti. İsrail eski Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, tecavüzden suçlu bulundu.

31 Aralk 2010
Anadolu Haber

İsrail eski Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, tecavüzden suçlu bulundu.
Tel Aviv mahkemesi, 65 yaşındaki Moşe Katsav'ı eski bir çalışanına iki kez tecavüz etmekten suçlu buldu.

4 sene hapis cezası alabilir
Associated Press haber ajansı, İsrail mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararının, Katsav'ın en az 4 sene hapis cezası alması anlamına geldiğini bildirdi.

2000-2007 arasında cumhurbaşkanlığı yapan Katsav, üç yardımcısı tarafından yöneltilen tecavüz ve taciz suçlamalarını reddediyordu.

Katsav'ın cezası ileri bir tarihte açıklanacak.

İsrail'de hedef bu kez insan hakları örgütleri
6 OCAK 2011

İsrailli milletvekilleri, ülkedeki insan hakları örgütlerinin edindikleri yabancı mali yardım ve fonlara ilişkin resmi soruşturma açılmasını öngören yasa teklifini onayladı.

Yasa teklifinin ardında Lieberman ve partisi var

Bu örgütlerin, kimi İsrailli siyasetçiler ya da ordu personeli hakkında, ülke dışında savaş suçu iddialarının oluşturulmasına yardımcı oldukları iddia ediliyor.
Yasa teklifi, İsrail'in aşırı sağ çizgideki Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın girişimiyle hazırlandı.
120 sandalyeli mecliste, 15 ret oyuna karşılık 41 oyla geçen yasa teklifi, İsrail'de İşkenceye karşı Halk Komitesi (PICATI) gibi yerli insan hakları örgütlerinin de sert eleştirilerini çekti.
PICATI açılan soruşturmayı "sıkı idare yanlısı, ahlaka aykırı ve gayrımeşru" diye niteledi.
Liberman'ın lideri olduğu aşırı milliyetçi Yisrael Beitenu partisinin sunduğu teklifin kabul edilmesinin ardından, şimdi parlamento komitesinin böyle bir soruşturmanın koşulları ve boyutlarını tartışması bekleniyor.
Mali fonların kaynağı
Eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin, hakkında bir İngiliz mahkemesince, Gazze'deki İsrail operasyonu nedeniyle hakkında tutuklama emri çıkarıldığı haberleri üzerine geçen Aralık ayında yapacağı Londra ziyaretini iptal ettiği bildirilmişti.
İsrail, önde gelen askeri yetkililerin İngiltere'ye geçen Ocak ayında yapacakları ziyaretleri de tutuklanabilecekleri endişesiyle ertelemişti.
"İsrail, McCarhtyci dönemi anımsatan her tür öneriyi reddetmelidir."
İshak Herzog, İşçi Partili milletvekili
Yisrael Beitenu'nun internet sitesinde sözlerine yer verilen milletvekili Fania Kirshenbaum, ülkedeki insan hakları örgütlerinin, İsrail'in uluslararası toplum içindeki duruşunu zayıflattığını öne sürdü.
Kirshenbaum'un eleştirdiği insan hakları örgütleri arasında B'Tselem, asker itiraflarına yer veren Breaking the Silence ve kontrol noktalarındaki eylemleri gözlemleyen Machsom Watch bulunuyor.
İnsan hakları örgütleri, geçmişte de mali kaynaklarını İsrail'e düşman ülke ve örgütlerden sağlamakla suçlanmıştı.
Son eleştirilere maruz kalan 15 STK, yayımladıkları ortak kınamayla, yapılacak resmi soruşturmada hiçbir yanlışlarının bulunamayacağını savundu.
Vatandaşlık yemininin ardından
İnsan hakları örgütlerine yönelik resmi soruşturma fikri, yakın dönemde İsrail'deki aşırı sağ çevrelerin ülkeye sadakat yemini edilmesine yönelik girişimlerini izliyor.
İsrail'de geçen Ekim ayında kabul edilen "Vatandaşlık Yasası", Yahudi olmayan, ancak İsrail vatandaşlığına geçmek isteyenlerin, "Yahudi ve demokratik İsrail devletine bağlılık yemini" etmelerini öngörüyor.
Başbakan Netanyahu, İsrail vatandaşlığına geçiş sürecinin zorunlu adımlarından "ülkeye sadakat yemininin" kapsamını genişletmek istediğini açıklamıştı.
Söz konusu değişiklik yürürlüğe girerse, sadakat yemini etme zorunluluğu Yahudi olan ve olmayan herkesi kapsayacak.
McCarthycilik suçlaması
Bu adım, sadece insan hakları örgütlerinin değil, kimi siyasetçilerin de tepkisini çekti.
İşçi Partili milletvekili İshak Herzog, "İsrail, McCarhtyci dönemi anımsatan her tür öneriyi reddetmelidir" diye konuştu.
McCarthycilik, 1940'lı yıllarda ABD'de etkisi yoğun şekilde hissedilen ve Komünist karşıtı politikaları ve kuşkucu eğilimleriyle tanımlamak için kullanılıyor.
Joseph McCarthy ve yandaşlarının, senatodaki 10 yıllık görev süresince çok sayıda kişi, Komünist ya da Komünist parti sempatizanı olmakla suçlanmış, ağır soruşturmalara maruz kalmışlardı.
Bu dönemdeki gözaltılar ve soruşturmalar, "Cadı Avı" olarak da anılıyor. BBC

Terörist İsrail, 70'lik Dedeyi infaz etti

Terörist israil askeri Batı Şeria'da yaptığı baskında 66 yaşındaki bir Filistinliyi yatağında öldürdü.

08 Ocak 2011
Anadolu Haber

İsrail yeni bir katliama imza attı. Batı Şeria'daki El Halil kentinde Vael Mahmud Said Bitar adlı 66 yaşındaki bir Filistinlinin evine baskın yaptı. Sabaha karşı saat 03.45'te eve giren İsrail askerleri, üst kattaki yatak odasında uyuyan yaşlı adamı yatağında kurşunlayarak öldürdü.

Doğu Kudüs'te barış ümitlerini baltalayan yıkım

9 OCAK 2011
İsrail ordusu, Doğu Kudüs'te Arapların yaşadığı semtte yeni yerleşim merkezleri için planlanan bir bölgede yıkım yaptı.

Böylece, uluslararası tepkilere karşın yeni yerleşim inşaasının da önü açılmış oldu.
Shepherd (Çoban) Oteli'nin yerleşim inşaasına olanak sağlamak için yıkılmasına Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere uluslararası camiadan yoğun bir muhalefet vardı.
Filistin liderinin bir sözcüsü, yıkımın Filistinlilerin İsrail'le barış görümelerine geri dönmesi olasılığını da ortadan kaldırdığını söyledi.
Amerikalılar'ın başlattığı barış görüşmeleri, İsrail'in işgal altındaki topraklarda yerleşim merkezi inşaasını durdurmaması nedeniyle kesintiye uğramış durumda.
Şeyh Cerrah semtindeki otelin İsraillilere 20 apartman dairesi inşa edilmesi amacıyla yıkıldığı bildiriliyor.
1930'larda inşa edilen otel, savaş sırasında Hitler'i destekleyen Kudüs'ün başmüftüsü Emin el Hüseyni'nin evi olarak hizmet görmüştü.
Bugün ise otelin mülkiyeti konusunda anlaşmazlık var. İsrail, binanın Yahudi kökenli bir Amerikalı emlakçıya ait olduğunu söylüyor.
Filistinliler ise, otele 1967'de Doğu Kudüs'ün işgal edilmesinden sonra yasadışı bir şekilde el konulduğunu söylüyo
Filistinli Başmüzakereci Saib Erakat İsrail hükümeti ''yerleşim yerleri açmaya ve Shepherd Oteli'nin yıkılması gibi eylemlere devam ettiği sürece'' barış görüşmelerinin yapılmayacağını belirtti.
İsrail hükümeti, uluslararası toplum tarafından tanınmamış olmasına rağmen, 1967'de işgal ettiği Kudüs'ün doğusu da dahil olmak üzere kentin istediği her yerinde bina inşa etme hakkına sahip olduğunu savunuyor.
Filistin tarafı da İsrail, Kudüs'ün doğusu da dahil olmak üzere işgal altındaki bölgelerde Yahudi yerleşimleri kurmaya devam ettiği sürece barış görüşmelerine katılmayacağını vurguluyor.
Abbas'ın sözcüsü Nebil Ebu Rudeyna da, İsrail'in, ne Doğu Kudüs'te ne de 1967'de işgal edilen Filistin topraklarının başka bir yerinde inşaat hakkı olduğunu söyledi.
Ebu Rudeyna, özellikle Şeyh Cerrah bölgesindeki otelin yıkımı ve genel olarak Doğu Kudüs'teki ev yıkımlarıyla, İsrail'in barış sürecine yönelik ABD'nin çabalarını da baltaladığını ve böylece müzakerelere dönüş ihtimalini ortadan kaldırdığını belirtti.
Filistin Ulusal İnisiyatifi Genel Sekreteri Dr. Mustafa Barguti, yıkımın, İsrail'in etnik temizlik politikasının bir diğer kanıtı olduğunu söyledi.
Barguti, İsrail'in, işgal altındaki Kudüs'te yeni yerleşimler inşa ederek, kentteki Filistin varlığının kökünü kazıyarak Kudus'ü tamamen bir Yahudi kentine dönüştürdüğünü vurguladı. BBC

İsrail dışişleri bakanına tutuklama girişimi
22 Şubat 2011
İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, Brüksel'de bir gazeteci tarafından tutuklanmaktan korumaları sayesinde kurtuldu.

Lieberman, İsrail-AB Ortaklık Konseyi'nin ardından ortak basın toplantısına katılmak üzere salona girdiğinde, ayağa kalkıp kürsü önüne gelerek "Bu bir vatandaş tutuklamasıdır" diyen İrlandalı gazeteci David Cronin, İsrail'in "ırk ayrımcı rejim" olduğunu belirterek "Filistin'e özgürlük" diye bağırdı.

Cronin, Lieberman'la birlikte AB Komisyonu'nun genişleme ve komşuluk politikasından sorumlu Üyesi Stefan Füle ve AB Dönem başkanı Macaristan'ın Dışişleri Bakanı Janos Martonyi'nin şaşkın bakışları altında, korumalar tarafından salondan çıkarıldı.

İrlandalı gazeteci Cronin, geçen yıl da bir toplantı için Avrupa parlamentosu'na gelen eski İngiliz Başbakanı Tony Blair'i "Irak, Afganistan, Filistin, Lübnan ve Sırbistan'da işlediği savaş suçları" nedeniyle tutuklamaya kalkınca, korumalar tarafından uzaklaştırılmıştı. haber10

Lieberman İsrail'i soymuş
13 Nisan 2011
İsrail Başsavcılığı, Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman hakkında, yolsuzluk gerekçesiyle iddianame düzenledi.
h[img]ttp://www.haber10.com/images/news/300x225/238227.jpg[/img]
Kanal İki TV'nin haberine göre, başsavcılık, bugün Lieberman'a, yolsuzluk iddiasını içeren cezai soruşturma kapsamında, hakkında suçlama yapılmasına karar verildiğine dair bilgi verdi.

Binyamin Netanyahu başkanlığındaki muhafazakar koalisyon hükümetinin ortağı olan Lieberman hakkında, "kara para aklama, rüşvet ve görevini kötüye kullanma'' soruşturması açılmıştı. İddiaları reddeden Lieberman'ın, iddianamenin düzenlenmesi sonrasında istifa edebileceği öne sürülüyor. haber10

İsrail'de uçak düştü: 4 ölü
14 Nisan 2011
Küçük bir uçağın arızalanarak düşmesi sonucu 4 kişi öldü...

İsrail'in kuzeyindeki sahil kentlerinden Hayfa'da küçük bir uçağın arızalanarak düşmesi sonucu 4 kişi hayatını kaybetti.

Uçağın, kentteki Hava Kuvvetleri'ne ait üssün teknik okulunun yakınına düştüğü, okulun boş olmasının facianın daha büyümesini engellediği kaydedildi. Uçakta ölenlerin 65 yaşındaki bir uçuş eğitmeni ile 40 yaş civarındaki 3 öğrencisi olduğu belirlendi.

Geçen ay da İsrail'in kuzeyinde, Herzliya'da benzer bir kazada 2 kişi hayatını kaybetmişti. haber10

Peres: Anlaşma bir hata
28 Nisan 2011
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, El Fetih ile Hamas'ın uzlaşma yolunda anlaşmasını bir "hata" olarak değerlendirdi.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, El Fetih ile Hamas'ın uzlaşma yolunda anlaşmasını bir "hata" olarak değerlendirdi ve bu anlaşmanın, "bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını da engelleyebileceğini" öne sürdü.

Peres, gelecek hafta çarşamba günü nihai imzanın atılması beklenen anlaşmayı değerlendirirken, "kurucularından birinin terör örgütü olacağı bir ülkenin oluşumuna dünyanın destek veremeyeceği" görüşünü dile getirdi.

"Atılan adım, ölümcül bir hata niteliği taşıyor" diyen Peres, Filistin topraklarında yapılacak bir seçimin "terör örgütünün hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da iktidarı ele geçirmesine yol açabileceğini" belirtti.

"Bir terör örgütü ile el ele yürümenin" muhtemel sonuçlarına dikkati çeken Peres, beklenen ulusal birlik anlaşmasının bir Filistin devletinin oluşturulmasını önleyeceğini, barış şansını ve bölgenin istikrarını da sabote edeceğini savundu.

"Biz Filistin halkının barış için birlik sağladığını görmekten memnun olurduk" diye konuşan Peres, ancak iki Filistin kampı arasında açık bir sürtüşme bulunduğunu; bir tarafın barış, diğer tarafın ise İsrail'in yok edilmesi çağrıları yaptığını kaydetti. Hamas'ın bir terör örgütü olmaktan vazgeçmediğini söyleyen Peres, hareketi tüzüğünü değiştirmemek, İran'a hizmet etmek ve silah kaçakçılığı yapmakla suçladı. haber10

İsrial Filistin'in parasına el koydu
10 Mayıs 2011
Filistin Yönetimi, son dört yıldır ilk defa on binlerce çalışanının maaşlarını ödeyemediğini açıkladı. Gerekçe İsrial'in Fİlistin'în paralarına el koyması.

Maaşların ödenememesi, İsrail'in topladığı 61 milyon dolarlık vergiyi Filistin Yönetimi'ne aktarmayı reddetmesinden kaynaklanıyor.

İsrail, her yıl Filistin topraklarından yüzlerce milyon tutarında vergi topluyor.

Bu vergi, daha sonra Filistin Yönetimi'ne teslim ediliyor.

İsrail, toplanan vergiyi elinde tuttuğunu, çünkü bu paranın terör örgütü olarak kabul ettiği Hamas'ın eline geçmeyeceğinden emin olmak istediğini söylüyor.

Filistin Yönetimi adına açıklama yapan bir sözcü ise, Filistinlilerin fidye karşılığında rehin tutulduğunu söyledi.

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, İsrail'e topladığı vergileri Filistin Yönetimi'ne devretmesi çağrısında bulundu.

Filistin Yönetimi'nin açıklamasına göre, bu ay 150 bin kamu çalışanı maaşlarını alamadı.

Bu kişiler arasında öğretmenler ve temizlik işçileri de var.

İsrail 1990'lardaki barış anlaşmaları uyarınca, işgal altındaki toprakların bir bölümünde vergi topluyor ve bunu düzenli olarak el Fetih'in kontrolündeki Filistin yönetimine aktarıyordu. haber10

140 Bin Filistinlinin İkamet Hakkı İptal

israil`in, 1967-1994 yılları arasında yurt dışına giden yaklaşık 140 bin Filistinli`nin ikamet haklarını, önceden uyarıda bulunmadan, gizlice iptal ettiği ortaya çıktı.

11 Mays 2011
Anadolu Haber

Haaretz gazetesinin ele geçirdiği belgeye göre, Adalet Bakanlığı`nın Batı Şeria`daki ofisinin danışmanı, Filistinlilerin ikamet haklarının iptalinde gizli bir prosedür uyguladığını itiraf etti.

Belgeye göre, Bireylerin Savunma Merkezi (HaMoked) adlı insan hakları örgütü, `Bilgi Edinme Hakkı Yasası` uyarınca, İsrail Adalet Bakanlığı`nın, Filistinlilerin ikamet haklarının iptalinde gizli bir prosedür uygulanıp uygulamadığını sordu. Batı Şeria`daki ofisin danışmanı böyle bir prosedür uyguladığını itiraf etti.

Belgeye göre, söz konusu uygulama Batı Şeria`nın işgal edildiği 1967 ile Oslo Anlaşması`nın imzalandığı 1994 yılları arasında Batı Şeria`dan yurt dışına çıkan Filistinlileri hedef alıyor.

Belirtilen tarihler arasında, Ürdün üzerinden yurtdışına çıkmak isteyen Filistinlilerden kimlik kartlarını sınırdaki Allenbi geçiş noktasında bırakmaları talep edildi. Filistinlilere kimlikleri karşılığında, çıkışlarına izin veren bir başka belge hazırlandı ve 3 yıl için geçerli olan bu kartlara, birer yıllık sürelerle üç kez uzatma hakkı da tanındı.

Kartlarının vadeleri bittiğinde ise, 6 ay içinde dönmeyen Filistinlilerin belgelerine "artık ikametlerinin olmadığı" kaydının düşüldüğü belirtildi.

Belgede, Filistinlilere bu süreç konusunda herhangi bir uyarıda bulunulduğu veya bilgi verildiğinden bahsedilmediği vurgulandı.

israil Merkez İstatistik Bürosu verilerine göre, 1994 yılında Batı Şeria`daki Filistinlilerin sayısının 1 milyon 50 bin kişi dolayında olduğu, bu uygulama olmasaydı nüfusun o günkü rakamdan yüzde 14 dolayında daha fazla olacağı ifade edildi.

İsrail'den kuruluş yıldönümü saldırısı
15 Mayıs 2011

Güney Lübnan'da 10 Filistinli öldü, 112 kişi de yaralandı.
Lübnan Ordusu , Filistinli lerin Nakba (Felaket) günü olarak andığı İsrail 'in kuruluş yıldönümü olan bugün, İsrail 'in Lübnan ile sınır bölgesinde çıkan çatışmalarda, ölü sayısının 10'a çıktığını ve 112 kişinin de yaralandığını açıkladı.

Açıklamada, Güney Lübnan 'ın Marun El Ras Kasabası`nda İsrail sınırında gösteri yapan Filistinli lilere İsrail askerlerinin ateş açması sonucunda, ölen Filistinli ler'in sayısının 10'a ulaştığı, 112 kişinin de yaralandığı belirtildi. haber10

İsrail'den Nakba saldırsı: 2 ölü, 170 yaralı
15 Mayıs 2011
Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları 'Büyük Felaket’ günü yıldönümü gösterilerindee İsrail'in saldırması sonucu 2 kişi öldü 170 kişi de yaralandı.

Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları 'Büyük Felaket’ günü yıldönümü münasebetiyle Suriye ile İsrail sınırında bulunan Kunaytra, Aynettiyna ve Golan Mecdeşşems bölgelerinde protesto gösterileri düzenlendi. Gösterilere İsrail birliklerinin saldırması sonucu 2 kişinin öldüğü 170 kişinin de yaralandığı belirtildi. Ölen iki kişinin Şam'da bulunan Yermük Mülteci Kampı sakinleri oldukları ifade edildi. Suriye Ahbari'ye televizyonu ise ölenlerin sayısını 6 olarak duyurdu.

Suriye resmi haber ajansı SANA'da yer alan haberde Nekbe günü münasebetiyle yapılan gösterilere İsrail birliklerinin saldırması sonucu 2 kişinin öldüğü 170 kişinin yaralandığı ifade edildi.

Kunaytra Şehit Memduh Abaza Hastanesi Başhekemi Dr. Ali Kenan, İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef olan ağır ve orta derecede yaralanan 20 kişi getirildiğini söyledi. Kenan yaralıların dışında 40’tan fazla kişinin işgal askerlerinin kullandığı göz yaşartıcı gazlardan zehirlendiğini belirterek çok sayıda yaralının hastaneye getirilmeye devam ettiğini belirtti.

İsrail işgali altındaki Golan'da bulunan Mecdeşşems köyünün mukabilinde düşen Aynettiyna bölgesinde bir miting düzenlendi. Mitinge katılanlar İsrail’in ırkçı politikalarını kınayan sloganlar attı.

Suriye televizyonu da İsrail askerlerinin protestoculara yönelik saldırılarını olay yerine canlı bağlanarak verdi. İsrail - Suriye sınırında göstericiler tel örgülerin üzerinden karşı tarafı taşladıkları görüldü. Görüntülerde İsrail birliklerinin yoğun güvenlik önlemleri aldıkları gözlendi.

Öte yandan Suriye Dışişleri Bakanlığı yayınladığı mesajda Filistin halkına desteğini yineleyerek İsrail'in, bugün 2 kişinin ölümüne çok sayıda kişinin yaralanmasına neden olan olayları kınadı. Bakanlık, uluslararası kamuoyundan İsrail'in tüm girişimlerinden sorumlu tutulmasını istedi.

Filistinliler, İsrail'in 15 Mayıs 1948 tarihinde Filistin halkının evlerine ve arazilerine el koyarak onları göçe zorlamasına Büyük Felaket anlamına gelen Nakba günü olarak anıyor. Her yıl yapılan gösterilerde Filistinliler yaptıkları gösterilerle İsrail'i protesto ediyor.

Dünya Bülteni

Atzmon: “İsrail’in günleri artık sayılı”


16 Mayıs 2011
Yahudi müzisyen ve yazar Gilad Atzmon, Nakba Günü yaşananları değerlendirdi ve “İsrail’in günleri artık sayılı” dedi.

Bugün, İsrail’in Suriye ve Lübnan sınırlarında ölümcül çatışmalar olduğunu öğrendik. Aynı zamanda benzerlerinin Batı Şeria ve Gazze’de yaşandığını okuduk. Yahudi Devleti muhasara altındadır.

IDF (İsrail İşgal Kuvvetleri), sınırı aşan Suriyeli, Lübnanlı ve Gazzeli “Nakba Günü” (İsrail Kuruluş Felaketi) göstericilere ateş açtı. Ynet’e (İsrail gazetesi) göre, İsrail kuzey sınırı artık “askeri bir bölge”dir.

İsrail Askeri yetkilileri, IDF’in “sızmaları İsrail’in dışında tutmak” için “tüm yolları” kullandığını söyledi. Birilerinin İsraillilere, asıl sızanların İsrail’in olduğunu hatırlatması gerek. Filistinliler bu toprakların gerçek sahipleridir. Nehir (Ölü Deniz ya da Ürdün Nehri) ve deniz (Akdeniz) arasında kalan yerin adı Filistin’dir ve gerçek sahiplerine dönüşü sadece zaman meselesidir.

Bugün tanık olduklarımız Yahudi Devleti’ne, İsraillilere ve tüm dünyadaki Siyonistlere açık bir mesajdır. Filistin akademik bir kavram değildir. Aslında capcanlı bir adalet mücadelesidir. Dönüş hakkı sadece ahlaki bir konsept değildi ve artık uygulanmaya başlamıştır.

İsrail’in günleri artık sayılıdır.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.

"İsrail Orantısız Güç Kullanıyor"
16 Mayıs 2011
BM'nin Lübnan özel koordinatörü Michael Williams, İsrail askerlerinin "Büyük Felaket" gününde göstericilere karşı "orantısız, öldürücü güç" kullandığını söyledi.
Williams açıklamasında, ölü sayısından "şoke olduğunu" belirterek, her iki tarafa da itidal çağrısında bulundu.

Filistinlilerin Nakba (Büyük Felaket) günü olarak andığı İsrail'in kuruluş yıldönümünde binlerce Arap protestocu İsrail'in Suriye, Lübnan ve Gazze sınırına doğru yürümüş, çıkan çatışmalarda 15 kişi ölmüştü. aktifhaber

İsrail Akdeniz'de korsanlığını sürdürüyor: Bu defa da Malezya gemisine ateş açtı
16-05-2011

Gazeteboyut'un haberine göre, Siyonist korsan İsrail askerlerinin, Gazze`ye yardım götüren bir Malezya gemisine ateş açtığı bildiriliyor.

Pardana Küresel Barış Vakfı`ndan yapılan açıklamada, İsrail donanmasının, gemiyi kuşatarak ateş açtığı ifade edildi.

Yardım gemisinde 7 Malezyalı, i2 İrlandalı ve 2 Hintli barış gönüllüsünün bulunduğu belirtildi. Gemi, Gazze`nin tahrip olan kanalizasyon sisteminin yenilenebilmesi için plastik atık su borusu taşıyordu.

Millibirlikruhu

'İsrail'le müzakereler sürdürülemez'
24 Mayıs 2011

İsrail Başbakanı'nın açıklamalarını ırkçılığa davet olarak nitelendiren Ebu Zuhri, Netanyahu'nun çağrısından sonra müzakereleri sürdürmenin abes olduğunu dile getirdi.

İslami Direniş Hareketi Hamas sözcüsü Dr. Sami Ebu Zuhri, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun 1967 sınırlarına dönüş olmayacağı yönündeki açıklamalarının ardından işgal rejimiyle müzakereleri sürdürmenin yanlış ve abes olacağını söyledi.

Ebu Zuhri, bugün konuyla ilgili bir açıklama yayınladı. Filistin Enformasyon Merkezi'ne ulaşan açıklamada, Netanyahu'nun yeniden Yahudi devleti ilanı çağrısında bulunmasının ırkçılığa davet olduğu ve bu daveti destekleyen herkesin ırkçılıkla suçlanacağı ifade edildi.

Ebu Zuhri, Hamas Hareketi'nin Filistin halkının haklarının ve topraklarının aleyhine işgal devletinin meşruiyetini tanımayacağını bir kez daha yineledi.

ABD Başkanı Barack Obama da İsrail'in baskılarına boyun eğerek işgal devletinin 1967 sınırlarına çekilmesi gerektiği yönündeki görüşünden üç gün içinde çark etmiş ve Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nde (AIPAC) yaptığı konuşmada yanlış anlaşıldığını savunarak toprak değişiminden söz etmeye çalıştığını ileri sürmüştü.

Dünya Bülteni

Nükleer Konferansta İsrail Hedefte
13.06.2011
İkinci Uluslararası Nükleer Silahsızlanma Konferansı İran'ın başkenti Tahran'da başladı.

Tahran’da yapılan İkinci Uluslararası Nükleer Silahsızlanma Konferansının açılış konuşmasını yapan İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, "Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmasının önündeki tek engel İsrail" dedi.

"Dünyada silahsızlanma"ya odaklanan konferansa 40’tan fazla ülkeden gelen nükleer uzmanlarının yanı sıra büyükelçiler, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu temsilcileri de katıldı.

"İsrail’in Nükleer Silahları Bölgeyi Tehdit Ediyor"
2 gün sürecek konferansın açılış konuşmasını yapan İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, İsrail’in nükleer silahlarının bölgeyi tehdit ettiğini söyledi.

Salihi, İsrail’in Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na katılması için uluslararası toplumun baskı yapması gerektiğini ifade etti.

Salihi, İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu anlaşmasına aykırı şekilde pek çok nükleer silahı ve tesisinin bulunduğunu ve kurum müfettişlerinin bu ülkede teftiş yapması gerektiğini belirtti.

ABD de Suçlamalardan Nasibini Aldı
Amerika Birleşik Devletleri’ni de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı ihlal etmekle suçlayan Salihi, bu ülkenin sınırları dışında nükleer silah bulunduran tek ülke olduğunu söyledi. TRT

İsrail'i Boykot Da Yasak
13 Temmuz 2011

Tartışmalı tasarının önceki gün parlamentoda kabul edilmesi ülkede tepkilere neden oldu.

İsrail’de yönetimi ve işgal altındaki Batı Şeria’da gerçekleştirilen yerleşimleri boykot etmeyi yasaklayan yasa, parlamentoda kabul edildi. Yasaya insan hakları örgütleri başta olmak üzere birçok kesimden sert tepkiler geldi. İsrail’de faaliyet gösteren insan hakları kuruluşlarının ortak platformu yasanın değiştirilmesi için yüksek mahkemeye başvuracak.

İsrail parlamentosunun muhalif milletvekilleri de, İsrail demokrasisine darbe vurduğunu söyledikleri yasaya sert tepki gösterdi. Hadaş partisi milletvekillerinden Hanna Sveyd, kabineyi “başlarında kipa olan McCarthy hükümeti” olarak değerlendirerek ABD’de düşünce özgürlüğüne karşı politikalarıyla tanınan McCarthy dönemine atıfta bulundu.

Kadima milletvekillerinden Nino Abesadze ise İsrail koalisyon hükümetini “ülkeyi 1930’ların Stalinist Bolşevizmine benzetmeye çalışmakla” suçladı. İsrail Parlamentosu Knessett’de yapılan tartışmalar sırasında yasayı hükümet adına savunan Maliye Bakanı Yuval Steinitzise asıl antidemokratik olanın İsrail’i veya yerleşimleri boykot etmek olduğunu ifade etti. Yasanın hazırlayıcılarından Ze’ev Elkin de “
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Tem 19, 2011 9:43 pm    Mesaj konusu: İsrail'den Doğu Akdeniz'de yeni Bir Korsanlık Alıntıyla Cevap Gönder

'Orta Doğuda İsrail'e yer yok'
6 AĞUSTOS 2011

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Tahran'da yaptığı bir konuşmada Orta Doğuda İsrail devletine yer olmadığını söyledi.

İran'ın başkenti Tahran'da Filistin'le Dayanışma Günü kapsamında binlerce kişiye seslenen Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Filistin devletinin resmi olarak tanınması sonrasında İsrail'e bölgede yer kalmayacağını belirtti.

Yahudi soykırımını bir kez daha reddeden İran lideri, Filistin devletinin kurulmasının, Filistin topraklarının kurtuluşu yönünde yalnızca ilk adım olarak görülmesi gerektiğini ifade etti.

İran devlet televizyonu, Mahmut Ahmedinejad’ın Tahran'da katıldığı "Filistin'le dayanışma ve İsrail devletini lanetleme" töreninin benzerlerinin, ülkenin birçok şehrinde düzenlendiğini söyledi.

Filistin devletinin uluslar arası alanda resmi olarak tanınması tartışmasının, Filistinli liderler tarafından eylül ayında toplanacak Birleşmiş Milletler genel kurulunda gündemine getirilip büyük bir çoğunlukla kabul edilmesine kesin gözüyle bakılıyor.
haber1001

İsrail'de Ayaklanma Görüntüleri

İsrailliler'in yüksek kiraları ve konut fiyatlarını protesto için çadırdan başlayan protestosu, hayat pahalılığından yakınan orta sınıfın başı çektiği bir halk hareketine dönüşünce İsrail hükümeti köşeye sıkıştı.
07 Austos 2011
Anadolu Haber
Geçtiğimiz perşembe protesto eylemlerini organize edenlerin herkesi sokaklara çağırdığı protestoların üçüncü günü olan Cumartesi, İsrail çapında 400 bin dolayında kişinin gece vakti sokağa döküldüğü, sadece Tel Aviv'de yürüyüşe katılanların sayısının 320 bini bulduğu bildirildi.

Tel Aviv'de çoğu orta gelir grubundan binlerce gösterici, ellerinde bayraklarla ve davullar çalarak, caddelerde yürüdü ve "Halk için sosyal adalet" ve "devrim" sloganları attı. Bazı göstericiler ellerinde, "Kazançlardan önce halk", "Kira, bir lüks değildir", "İsrail çok pahalı" ve "İşçi sınıfının kahramanları" yazılı pankartlar taşıdı, bazılarıysa "Mısırlı gibi yürü" yazılı pankartlarla Mısır'daki halk hareketlerine atıfta bulundu.

Kudüs'te de göstericiler dün, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun konutunun önünde toplandı.

"GÖSTERİLER SİYASETİN ÖNÜNE GEÇTİ"

Tel Aviv'deki gösteriye katılanların protestosu, İsrail'de bugüne kadarki en büyük gösterilerden biri olarak nitelendiriliyor. Önceki haftalarda olduğu gibi, yine ilk çadırların kurulduğu Rothschild Bulvarı'ndan, Habima meydanından başlayan yürüyüşte, daha öncekilerin aksine yürüyüş güzergahı İsrail müzesi yerine Savunma Bakanlığı ile hükümete ait binaların bulunduğu alana yöneldi.

İsrail Ulusal Öğrenci Birliği Başkanı İtzik Şmueli, "İsrail devletinin bugüne kadar ülkenin geleceğini değiştirmek üzere bu kadar insanın bir araya toplandığını görmediğini" ifade etti.

Konut protestosunu organize edenlerin liderlerinden Stav Şafir, "Başbakan bize hiçbir şey söylemedi. Protestoyu sürdüreceğiz, çözümler istiyoruz, hükümetin halkla çalışmaya gerçekten istekli olmasını ve taleplerimize cevap vermesini istiyoruz, o zamana kadar burada olacağız" dedi.

İsrail parlamentosunun (Knesset) Ekonomi Komisyonu Başkanı, Likudlu Karmel Şama, Kanal 1 televizyonundaki açıklamasında, hiçbir parti veya grubun bu denli büyük gösteriler düzenleyemediğinin altını çizerek, bu aşamada gösterilerin siyasetin çok önüne geçtiğini ve kimsenin bu gösterileri görmezden gelemeyeceğini belirtti.

İsrail Başbakanlığı, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, protestoları organize eden liderlerin getirdiği taleplerin on milyarlarca dolar ettiğini belirtmiş ve "Herkesi memnun etmeniz mümkün değil" açıklamasını yapmıştı.

"HÜKÜMET HALKI TERK ETTİ"

İsrail'in üç büyük televizyon kanalı, devlet televizyonu Kanal 1 ile Kanal 2 ve Kanal 10 televizyonlarının canlı yayınladığı gösterilerin üçüncü haftasında yürüyüşlerin ana sloganı "Hükümet halkı terk etti" oldu.

Hükümete karşı protestolara katılanların kapsamı da genişledi. Öğretmenler, öğrenciler, sosyal yardım görevlileri, işçilerin yanı sıra polislerle İsrail Cezaevleri İdaresi personelinin eşleri de protestoda yer alırken beş yılı aşkın süredir Gazze'de tutulu bulunan İsrailli asker Gilad Şalit'in kurtarılmasını isteyen aktivistler de gösteriye katıldı.

Gösterilere Perşembe sabahı da taksi şoförleri, yüksek dizel yakıtı fiyatlarını protesto ederek katılmışlar, Tel Aviv'in Ayalon otoyolunu taksileriyle doldurup belirli bazı kavşaklarda trafiği kilitlemişlerdi.

Doktorların ücretleri ve daha iyi çalışma koşulları talepleri nedeniyle aylardır Maliye Bakanlığı ile görüşmelerindeki tıkanma nedeniyle başlattıkları eylemler de devam ederken bakanlığın, doktorların grevini sona erdirmek için sunduğu önerileri beğenmeyen 300 kadar tıp asistanı da görevlerinden istifa etti.

Gösteriler, İsrail'in kuzeyinde Batı Celile'de öğleden sonra Arap ve İsrailli aktivistlerin eylemiyle başladı. Gece saatlerinde ise Tel Aviv, Kudüs, Netanya, Eylat, Hadera, Rosh Pina, Hod HaŞaron, Petah Tikva, Kiryat Şmona gibi illerde devam etti.

EMLAK FİYATLARI BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLAYDI

Geçen ay Tel Aviv'in lüks bir semtinde emlak fiyatlarını protesto etmek için kurulan birkaç çadırla başlayan gösteriler, İsrail hükümetinin içeride yaşadığı en büyük zorluk haline dönüştü.

İsrail Başbakanı Netanyahu, gösterilerin ardından inşaat izni ve vergi indirimi dahil olmak üzere bir dizi bürokratik reform açıklamıştı.

İsrail, gelişmiş dünyada gelir düzeyleri arasındaki farkın en yüksek olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Ülkede son aylarda ev, gıda ve yakıt fiyatları arttı.

Bir İsraillinin ortalama maaşı ayda 2 bin 500 dolar civarında ancak öğretmenler ve sosyal yardım uzmanları ayda 2 bin doların altında kazanıyor. Kudüs'ün merkezinde 3 odalı bir apartman dairesinin aylık kirası bin 500 doları bulabiliyor, Tel Aviv'de ise bu rakam daha yüksek seviyelere ulaşıyor.

Ortadoğu ülkelerindeki İsyanlar Yahudi gençleri de hareketlendirdi
31/07/2011



Arap devrimlerinin Ortadoğu ülkelerinde yaktığı isyan ateşinden İsrail de payını aldı. Yahudi gençler için "sosyal adalet" talebiyle için meydanlara indi.

Bu konuda Radikal'in haberi şöyle:

Ülke çapında başta Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Ber Şeva, Aşdod, Nasıra olmak üzere 11 değişik kentte eş zamanlı düzenlenen ve yaklaşık 150 bin kişinin katıldığı gösterilerde, İsrailliler Binyamin Netanyahu hükümetini protesto etti, hükümetten daha ucuz konut ve daha iyi yaşam koşulları talebinde bulundu. İki hafta kadar önce Dafni Leef adlı bir genç kızın, kiralık evinden çıkarılmasından sonra Tel Aviv'in bilinen caddelerinden Rothschild üzerinde bir çadır kurmasıyla başlayan protesto hareketi çığ gibi büyüyerek tüm ülkeye yayılmış, daha ucuz iskan talebiyle başlayan protesto gösterilerine anneler, aylardır toplu sözleşme gösterilerinde hükümetle uzlaşamayan doktorlar, öğrenci dernekleri ve en son işçi sendikaları ile ülkenin Arap vatandaşları da daha iyi yaşam koşulları talebiyle katılmıştı.

Tel Aviv'de diğer kentlerle birlikte gece saat 21.00'de başlayan protestolarda Netanyahu'ya “diktatör” diye bağırıldı, “sadaka değil, sosyal adalet istiyoruz”, “hükümet halka, halk hükümete karşı” sloganlarının atıldığı gösterilere katılanların sayısının 30 bini aştığı bildirildi. Kudüs'te kent merkezinde Ben Yehuda Caddesi'nde toplanan en az 12 bin kişinin daha sonra Başbakan Netanyahu'nun resmi konutuna doğru yürüdükleri ifade edildi.

Haber kanalları, polis kaynaklarına göre ülke çapındaki eşzamanlı protestolara katılanların sayısını çoğunluğu Tel Aviv'de olmak üzere 150 bin dolayında olarak verdi.
Organizatörlerin hiçbir siyasi aralarında görmek istemediklerini belirttikleri gösteriler için ikinci kez Başbakanlığı döneminde Netanyahu hükümetinin karşı karşıya bulunduğu “en akut kriz” tanımı yapılıyor.

“MADEM EKONOMİ İYİYE GİDİYOR”

Gösterilerle ilgili Jerusalem Post gazetesinde yapılan bir haber-yorumda, İsrail'de ekonominin güçlü olmasına, OECD ülkeleri arasında ekonomik büyümesi yüzde 5,2 ile en yüksek ülke olarak gösterilmesine, işsizlik oranının yüzde 5,7'lere gerilemesine rağmen insanların neden sokaklara döküldükleri incelendi. Haber-yorumda, “Madem ekonomimiz görece iyi gidiyor, ülkenin her yerinde gösteri yapan gençler neden bu kadar haklı sorunları dile getiriyorlar? Ve belki daha da garibi, bu hafta tüm medyada zayıf ve savunmasız diye resmedilen hükümet, nasıl oluyor da bu kadar güvenli ve istikrarlı olabiliyor?” diye soruldu.

Yazıda bir muhalefet milletvekilinin sorunu şöyle ortaya koyduğu da belirtildi:

“Ekonominin böylesine güçlü olması, gençleri maruz kaldığı sorunlar nedeniyle daha da öfkelendiriyor. Ortada savaş durumu olduğunda halk fedakarlık yapma gereğini anlar. Ancak hem güneyde, hem de kuzeyde sükunet hüküm sürmesi, insanlara kendi durumlarını tartmaları, temel ihtiyaç maddeleri ve hizmetlerin sürekli artmasını ve hükümette bunlarla meşgul olan hiçbir parti bulunmamasını sorgulamaları için fırsat verdi.”

PARLAMENTO TATİLE GİRMESİN ÇAĞRILARI

Öte yandan, İsrail muhalefetinin lideri Kadima Partisi Başkanı Tzipi Livni ile İsrail Parlamentosu'nun (Knesset) Başkanı Reuven Rivlin, yaz tatiline giren parlamentonun çalışmalarının, büyüyen sosyal protestolar nedeniyle uzatılmasını istediler. Livni, “Knesset'in tatile çıkma zamanı değil" diye konuşurken, Likudlu Rivlin de yarın Knesset'te çalışmaların devam edilmesine ilişkin bir önergenin görüşüleceğini söyledi. Kabine Sekreteri Zvi Hauser de Kanal 10 televizyonuna, Netanyahu hükümetinin dolaylı vergilerde indirim imkanını araştırdığını, ancak protestocuların sokaklara dökülmesine neden olan problemlerin hemen çözümünün mümkün olmadığını dile getirdi.

Bu arada, doktorların da yarın ülke çapında genel greve başlayacakları belirtiliyor.

İsrail'den Doğu Akdeniz'de yeni Bir Korsanlık
19 TEMMUZ 2011

İsrail askerleri Gazze'ye ablukayı delmeye çalışan Fransa bandıralı Dignite-el Karama adlı tekneye el koyarak Aşdod limanına götürüyor.

Bu konuda BBC'nin haberi şöyle:

İsrail askerleri Gazze'ye yardım gemisine çıktı

İsrail askerleri Gazze'ye ablukayı delmeye çalışan Fransa bandıralı Dignite-el Karama adlı tekneye çıktı.

Daha önce yönünü değiştirmesi için uyarılan teknenin İsrail'in Aşdod limanına çekilmekte olduğu açıklandı.

Eylemciler, tekneye uluslararası sularda müdahale edildiğini söylediler. Hamas, İsrail ordusunun gemiye müdahalesini kınadı.

Eylemin düzenleyicilerinden Julien Rivoire, 16 protestocuyu taşıyan teknenin en az üç İsrail savaş gemisi tarafından takip edildiğini ve sabahın erken saatlerinde iletişimin engellendiğini açıkladı.

İsrail ordusu teknenin Gazze açıklarındaki abluka bölgesine yaklaştığı konusunda uyarıldığını belirterek, gemideki herhangi bir yardım malzemesinin "karayoluyla, yasal yollardan teslimi için" Aşdod limanına götürülmesi gerektiğini açıkladı.

Dignite-el Karama, Haziran sonundan bu yana Gazze'ye yardım götürmeye çalışan "2'nci Özgürlük Filosu"ndaki 10 gemiden biri.

Filo sorumluluları, Mısır'ın Gazze sınır kapısını açmasına rağmen İsraillilerin yasa dışı olarak bölgeye abluka uyguladığını söylüyor.

Paris'te AFP ajansının sorularını yanıtlayan Rivoire, Dignite-el Karama'nın Gazze kıyılarından 40 mil açıklarında durdurulduğunu söyledi, "Gemidekilerle telefonla ya da internet üzerinden haberleşemiyoruz" dedi.
Eylemciler Twitter mesajlarında İsrail donanmasının kendilerinden koordinatları istediğini belirtti. Eylemcilerden biri, İsrail askerlerinin abluka bölgesinden ayrılmaması halinde gemiye çıkma tehdidinde bulunduğunu yazdı. İsrail ordusu da Twitter mesajında 'Gazze'ye deniz ablukasını kırmak yasa dışıdır' dedi.

'Barış mesajı götürüyoruz'

Gemideki Fransız eylemcilerden Thomas Sommer-Houdeviller, dün AFP ajansına Gazze'ye sadece "barış, umut ve sevgi mesajı götürdüklerini", İsrail'in müdahalesini geektirecek bir durum olmadığını söylemişti.
Yunanistan'daki limanlara demirleyen filoya bağlı gemilerden sadece Dignite-el Karama'ya denize açılma izni verilmişti.
Yunan hükümeti, yasağın eylemcileri korumayı amaçladığını duyurdu.
Geçen yıl İsrail askerlerinin Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine düzenlediği baskında dokuz Türk eylemci ölmüştü.
Saldırı, uluslararası alanda büyük tepki çekmiş, İsrail Gazze'ye silah kaçırılmasını engellemek için uyguladığını söylediği ablukayı hafifletmişti.
haber1001

İsrail'den 'Türkiye'ye gitmeyin' çağrısı
20 Temmuz 2011
İsrail, vatandaşlarına, gerekli olmadıkça Türkiye'ye gitmemeleri tavsiyesini yineledi. Gidilmemesi önerilen ülkeler arasında Azerbaycan ve Gürcistan da yer alıyor.

İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi, Terörle Mücadele Bürosu'nun yayınladığı "seyahat uyarıları" çerçevesinde, Akdeniz havzası ve Uzak Doğu ülkeleri ile ilgili daha önce yayımlanan uyarılar kaldırılırken, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan'la ilgili uyarılar geçerliliğini korudu. İsrail vatandaşlarının bu üç ülkeye gerekli olmadıkça gitmemeleri tavsiye edilirken, gidecek olanların da belirli kurallara uymaları istendi.

Bu kurallar arasında, turistik site ve alanlarda hassas ve dikkatli olunması, beklenmedik cazip iş önerilerine, özellikle uzak yerlerde ve gece yapılacak toplantı davetlerine itibar edilmemesi, bu ülkelerdeki kalış süreleri içinde günlük rutin uygulamalarını değiştirmeleri de yer alıyor. haber10

İranlı nükleer bilimciyi MOSSAD mı öldürdü?
2 Ağustos 2011
Haftalık Alman gazetesi Der Spiegel, 23 Temmuz'da öldürülen İranlı nükleer bilimci Dariush Rezaeinejad'ın İsrail ajanları tarafından öldürüldüğünü yazdı.

Almanya'da yayınlanan haftalık Der Spiegel gazetesi, İranlı akademisyen Dariush Rezaeinejad cinayetinin arkasında İsrail'in olduğunu yazdı.

Der Spiegel'de yayınlanan "İsrail'in Kanlı Sabotaj Stratejisi" başlıklı yazıda, cinayetin İsrail istihbarat birimi Mossad tarafından planlanarak işlendiği bildirdi.

Der Spiegel, nükleer bilimci Rezaeinejad'ın öldürülmesini "terörist saldırı" olarak nitelendirirken, bu cinayetin yeni Mossad şefi Tamir Pardo'nun "ilk icraatı" olduğunu yazdı.

Alman gazetesi, İranlı nükleerci bilimcinin öldürülmesinin İsrail'in İran'ın nükleer programını durdurma ya da geciktirme planının bir parçası olduğunu kaydetti.

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, "Tel Aviv yönetiminin İranlı akademisyene düzenlenen saldırıyla ilgisi olup olmadığı" şeklindeki soruya "İsrail bunu cevaplamıyor" yanıtını vermişti.

Rezaienejad, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından 23 Temmuz'da evinin önünde vurularak öldürüldü.

29 Kasım 2010 tarihinde yine 2 İranlı akademisyen saldırıya uğramıştı. Tahran'da Dr. Majid Shahriari ve Prof. Fereydoun Abbasi'nin araçlarına bomba konularak patlatılmıştı. Shahriari, saldırıda hayatını kaybederken; Abbasi ve eşi aldıkları yaralarla kurtulmuştu. haber10

İsraillilerin sosyal adalet talebi ve barış
12 AĞUSTOS 2011
Financial Times, İsrail'de haftalardır devam eden eylemleri mercek altına almış başyazısında.
Facebook kampanyası olarak başlayan eylemle geçen hafta 250 bin kişiyi Tel Aviv meydanına topladıklarını kaydeden gazete, İsrail yurttaşları rejimi devirmek değil, sosyal adalet istiyor diyor.
Beslenme, barınma eğitim, sağlık ve temel aile ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gelirlerinin olmaması sokağa dökmüş insanları.
Ayrıca, vergi düzenlemelerinin orta sınıfı ve yoksulları değil, zenginleri koruması da eylemcileri çileden çıkarıyor.
OECD'nin 2008 verilerine göre, İsrail ailelerinin yüzde 24'ünün yoksulluk sınırının altında yaşadıklarını kaydeden Financial Times şöyle devam ediyor:
''İsrail'de tüketiciler ve işyeri sahipleri için maliyetler yüksek çünkü çok güçlü siyasi bağları olan aileler, tekelci holdingleri aracılığyla kontrol ediyor ekonomiyi. Bu yapının kırılması lazım. Aynı zamanda, eğitim ve sağlığa yönelik kamu harcamaları düşük, bunun bir nedeni de savunma bütçesinin büyüklüğü. Filistinlilerle bir barıştan bütün toplumun kazançlı çıkacağını bundan daha iyi sergileyen bir tablo olamaz.''
BBC

"İsrail Yanacak!"

Mısır-İsrail ilişkilerİ, İsrail'in Eliat kenti yakınlarındaki saldırının ardından İsrail Hava Kuvvetleri'ne ait bir uçağın Mısır güvenlik kuvvetlerini vurması üzerine gerilmeye başladı.
20 Austos 2011
Anadolu Haber
Mısır hükümeti, üç askerin öldüğü İsrail hava saldırısıyla ilgili olarak İsrail hükümetinden soruşturma açmasını istedi.

İsrail'i protesto eden Mısır hükümeti, iki ülke arasındaki Nitelikli Sanayi Bölgeleri Anlaşması çerçevesinde ticari malların geçişinde kullanılan El Avja sınır kapısını kapattığını açıkladı.

Sina yarımadası ile ilgili olarak iki ülke yetkililerinin tartışması ile başlayan ve Eliat saldırısı sonrası doruk noktasına çıkan gerginlik, başkent Kahire'de gösterilere neden oldu.

İsrail'in Kahire Büyükelçiliği önünde toplanan onlarca gösterici, "İsrail yanacak" sloganları attılar. Mısır Yüksek Askeri Konseyi Başkanı Mareşal Hüseyin Tantavi'den Mısır güvenlik güçlerine yönelik saldırıya tepki göstermesini isteyen göstericiler, İsrail saldırılarında ölen Mısır güvenlik güçleri ve Filistinliler için gıyabi cenaze namazı kıldılar.

AA muhabirine açıklamalarda bulunan protestocular, İslam aleminin İsrail'e karşı birlik olması gerektiğini ifade ettiler.

Mısır'ın ikinci büyük kenti İskenderiye'de ise göstericiler İsrail Başkonsolosluğunun duvarlarına Mısır bayrağı astılar.

İsrail'in Filistinli Çocuklara İşkence Yaptığı Belgelendi

İsrail elçisi ve elçilik personeli canlarını zor kurtararak hava alanına kaçtı ve İsrail'den gönderilen bir uçakla Mısır'ı terk etti.



Böylece Mısır yönetiminin aylardır sürüncemede bıraktığı Mısır halkının haklı talebi, bizzat halk tarafından gerçekleştirildi ve Mısır-İsrail diplomatik ilişkileri fiilen kesilmiş oldu.

Dün cuma namazından sonra Tahrir Meydanı'nda toplanan binlerce protestocu siyasi reformların yavaşlığından şikayet eden sloganlar atmaya başladı.

Ardından yüzlerce kişi İsrail'in Kahire Büyükelçiliğine giderek, elçilik önüne kurulan koruma duvarlarını yıktı.

30 kadar gösterici de elçiliğe girdi. Binada mahsur kalan 6 büyükelçilik görevlisi Mısır komandoları tarafından kurtarıldı.

Mısırlı protestocuların İsrail'in Kahire Büyükelçiliğine girmesinin ardından göstericilerle polis arasında çıkan çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı. Güvenlik güçleri protestocuları dağıtmak için gözyaşartıcı gaz ve zırhlı araçlar kullanırken, göstericiler buna taşlar ve molotof kokteylleri ile karşılık verdi.

Olaylar sırasında biri kalp krizi nedeniyle olmak üzere, 3 kişinin öldüğü, binin üzerinde kişinin de yaralandığı açıklandı.

"İsrail İçin Siyasi Tsunami"
10 Eylül 2011

Türkiye ve Mısır'la kriz yaşayan İsrail için bu siyasi tsunaminin sinyali... Gelişmeleri böyle değerlendiren İsrail'de yayınlanan Haaretz gazetesi, İsrail'in, İran, Türkiye ve Mısır karşısında yalnızlaştığını vurguladı.

Bundan bir süre önce Financial Times gazetesi, Türkiye'nin İsrail'e karşı sertleşen tavrının Mısır ve Ürdün'ü etkileyebileceğini, bunun İsrailli yetkilileri en çok endişelendiren konu olduğunu yazdı.
Gazete, Arap dünyasında sadece Mısır ve Ürdün'ün İsrail ile diplomatik bağları olduğunu hatırlatarak, bu iki ülkeyi de kaybetmesi halinde İslam aleminde müttefiki kalmayacağı yorumunu yaptı.
Cuma namazı ertesinde Kahire'de yaşanan gelişmeler sonrasında İsrail basınında da benzer haber ve yorumlar yeralıyor.
Son olarak Haaretz gazetesi, Arap Baharı'nın İsrail kamuoyunda neden olduğu endişenin bu hafta sonu Kahire'deki İsrail Büyükelçiliği baskını ile gerçeğe dönüştüğünü yazıyor.
Aluf Benn imzalı yazıda, büyükelçilikteki bayrağın indirilmesi, 31 yıllık barışın sona erişi olarak niteleniyor ve ilişkilerin kısa sürede düzeleceğinin sanılmadığı belirtiliyor.
Benn, 18 Ağustos'ta Sina yarımadasında 5 Mısırlı askerin ölümünün bir kırılma noktası olduğunu hatırlatarak, İsrail Savunma Bakanı'nın pişmanlık ve Mısır makamlarıyla inceleme başlatılacağı ifadelerinin kamuoyunda etkisi olmadığını vurguluyor.
Aluf Benn, Türkiye'de ilişkilerin alt seviyeye indirilmesi kararını hükümetin verdiğini, Mısır'da ise, halkın, yöneticilerin isteklerinin aksine bu yönde adım atılmasına yolaçan eylemlere giriştiğini kaydediyor.
"Netanyahu, Türkiye'den özür dilemenin, "affedilemez bir zayıflık işareti olarak algılanacağını düşünüyor" yorumu yapılan makalede, İsrailli liderin şimdi Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Balkanlar'a yöneldiği ancak Ehud Barak'ın daha önce öngördüğü siyasi tsunaminin tam da Filistin'in bağımsızlık ilanı öncesinde gerçek olduğu vurgulanıyor.
Aluf Benn, makalesini şöyle bitiriyor: "İsrail, Erdoğan'ın yükselişini veya Mübarek'in devrilmesini engelleyemez. Benzer şekilde İran'ın nükleer silah programını da durduramaz. Amerika Birleşik Devletleri'nin süpergüç döneminin sona ermesi Netanyahu'nun hatası değil. Ancak o, sözü edilen gelişmeleri, önleyemedi. Liderliği altında, İsrail'in siyasi ve stratejik konumu, kötü durumda."
TRT

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici: "İsrail Terörist bir devlettir"
12 Eylül 2011

Mustafa Destici, Söğüt'te Osmanlı'nın kuruluş şenliklerine katıldı.

Bilecik'ten Eskişehir'e gelen Destici, yemekte partililerle buluştu.

Genel Başkan Destici, "Her türlü uluslar arası kuralı çiğnemesine rağmen hiçbir dönemde İsrail'in aleyhinde, İsrail'i kınayan, İsrail'e cezai müeyyideler uygulatan ve İsrail'e de dur diyecek kararlar çıkmadı. Ve İsrail de bütün bunlardan aldığı güçle terörist bir devlet haline dönüştü" dedi.

Destici, Libermanın sözlerini de "Kendisini, kendi ağzından terörist devletin terörist dışişleri bakanı ilan etmiş oldu.
haber1001

BM: GAZZE ABLUKASI YASA DIŞI
14-09-2011

FacebookTwitterDel.icio.usredditMixxStumbleUponGoogleYahooBM insan hakları uzmanları, İsrail`in Gazze Şeridi`nde uyguladığı deniz ablukasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu bildirdi
Bağımsız 5 BM uzmanının oluşturduğu heyet, BM İnsan Hakları Konseyi`ne sunduğu raporda, “İsrail`in Mavi Marmara baskınında aşırı güç kullandığı” belirtilen, ancak “Gazze`ye uyguladığı ablukanın yasal olduğu” öne sürülen Palmer Raporu`nun sonucunu reddetti.
Uzmanların raporunda, ablukanın, “uluslararası insan hakları ve insani hukuku pervasızca ihlal ederek” Gazzelileri toplu cezalandırmaya maruz bıraktığı kaydedildi.

Raporda, 4 yıldır süren ambargonun 1,6 milyon Filistinliyi temel haklarından yoksun bıraktığı ifade edildi.

Uzmanların ortak açıklamasında, “Palmer Raporunun, ablukanın yasal olduğunu bildirirken, deniz ablukasının İsrail`in Gazze`ye yönelik, sivillerin insan hakları üzerinde aşırı etkisi olan kapalılık politikasının ayrılmaz parçası olduğunun ayrımına varmadığı” bildirildi.
Heyette yer alan uzmanlardan Richard Falk, Palmer raporunun sonuçlarının, Türkiye-İsrail ilişkilerini iyileştirme iradesinden etkilendiğini söyledi.

Palmer raporunun İsrail ile Türkiye arasında siyasi uzlaşmayı amaçladığını ifade eden Falk, raporda siyasetin yasaya üstün gelmesinin talihsizlik olduğunu belirtti.

BM İnsan Hakları Konseyi`nin Mavi Marmara baskınıyla ilgili bir başka soruşturma heyeti de geçen eylüldeki raporunda ablukanın uluslararası yasaları ihlal ettiği neticesine varmıştı.

Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı da ablukanın Cenevre Sözleşmeleri`ni ihlal ettiğini bildiriyor.
http://www.gazeteboyut.com/

Gümrük kapısında İsrail eziyeti
16.09.2011
İsrail'e giden Türkiye vatandaşı ile Müslüman yolcular havaalanları ile gümrük kapılarında akıl almaz eziyetlere maruz kalıyor. Gümrük kapılarında saatlerce bekletilen Müslüman turistler, MOSSAD ajanları tarafından saatlerce sorgulanıyor. Geçtiğimiz günlerde 50 kişilik bir kafileyle Kudüs'e giden Türk turistlere gümrük kapısında neden ve niçin İsrail'e geldikleri, kullandıkları e-mailler ile cep teflonlarındaki tüm isimler tek tek soruldu. Kafilede bulunan Macaristan vatandaşı bir Harun neden İslam'ı seçtiği sorulduktan ülkeye İsrail'e sokulmadı. İsrailli ajanlara tepki gösteren Macaristan vatandaşı Harun Aron, "Hıristiyan olarak gitseydim ve Müslüman olduğumu söylemeseydim hiçbir sıkıntı ile karşılaşmayacaktım. Akla hayale gelmedik saçma sapan sorular sordular. 10 saat boyunca telefonumdaki bütün numaraları kontrol ettiler." Şeref Erdoğan ise, İsrailli ajanların sorgu sırasında kendilerini alçak koltuğa oturtmak gibi bir uygulamaya dahi gittiklerini söyledi. Erdoğan, "Alçak koltuk tuzağı aklıma geldi ve hemen kalktım. Sorgum ayakta devam etti" ifadesini kullandı. Erdoğan, İsrail ajanlarının Türk olduğunu anlardıkları andan itibaren eziyete başladıklarını anlattı.
Yeni Şafak

İsrail'i Karıştıran Mesaj!
24 Nisan 2008
İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a ilettiği mesaj İsrail'i karıştırdı.

İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a, bu ülkeyle barış karşılığında Golan Tepeleri'nden vazgeçebilecekleri yolunda mesaj iletmesi İsrail'i karıştırdı.

Olmert'in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aracılığıyla Esad'a mesaj ilettiğinin ortaya çıkmasından sonra, Golan Tepeleri'ndeki İsrailli toplum liderleri durum değerlendirmesi için bir araya geldi.

Toplantıdan sonra yapılan açıklamada, 'Golan Tepeleri, buradan vazgeçmeyi asla düşünmeyecek olan İsrail halkınındır' denildi. Açıklamada, 'Golan'da İsrail egemenliğine zarar verme çabalarının ulusal güvenliğe büyük bir tehdit oluşturacağı, bölgede inşaat ve kalkınma faaliyetlerinin sürdürülmesinde mutabık olunduğu belirtildi.

İsrail parlamentosunun (Knesset) Meclis Komisyonu üyesi David Tal da Golan'dan çekilmenin referanduma sunulmasını öngören bir yasanın hemen Meclisten çıkarılacağı beklentisinde olduğunu bildirdi.Knesset Dışişleri ve Savunma Komisyonunun eski başkanı Yuval Steinitz de Olmert'in Golan'dan çekilmeye hazır oldukları yolundaki sözlerini, 'şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir siyaset ve güvenlik kaosu' olarak nitelendirdi. Steinitz, İsrail'in Golan olmaksızın kendisini ve su kaynaklarını koruyamayacağını öne sürdü.

Meclisin Ulusal Birlik-Ulusal Dinci Parti milletvekillerinden Effi Eytam, halen Golan'da Pesah tatilini geçirmekte olan Başbakan Olmert'e hitaben, 'İsrail halkı Golan ile birliktedir, Suriye'ye dönüşüne izin vermeyecek' dedi.

Olmert'in partisi Kadima milletvekillerinden Ze'ev Elkin de 'Ne yazık ki Başbakan, her zamanki gibi İsrail ve uluslararası kamuoyu ile, tutamayacağı sözlerle, deneme balonları uçurarak oyun oynuyor' dedi. Elkin, Olmert'in 'ileriki yıllarda İsrail'e ağır bedel ödetecek, güvenliğine zarar verdiği halde barış getirmeyecek beklentiler' yarattığını kaydetti.

İsrail'in Suriye ile barış karşılığı, Golan'dan vazgeçme niyetlerine tek olumlu tepki, Meretz partisi milletvekili olan partinin eski lideri Yossi Beilin'den geldi. Beilin, Olmert'e bu fırsattan yararlanması ve Suriyelilerle bir an önce ve yoğun bir şekilde görüşmelere geçmesi çağrısında bulundu. Beilin, bu tür bir görüşmenin, Suriye'nin bölgedeki aşırı unsurlarla ilişkilerinde önemli ölçüde değişiklik yaratacağını ifade etti.
aktifhaber

İsrail'e bir tepki de Çin'den
29 Eylül 2011
Çin, İsrail'in Doğu Kudüs'te yeni yerleşim merkezi inşa etme planını onaylamasına tepki gösterdi.

Başkent Pekin'de düzenlenen olağan basın toplantısında konuşan Çin Dışişleri sözcülerinden Hong Lei, İsrail'in söz konusu planı onaylamasına karşı olduklarını aktardı. haber10

İsrail'den Yeni korsanlık: Bu defa Gazze'ye tıbbi yardım taşıyan gemilere saldırdı
4 KASIM 2011


İsrail donanması, Türkiye'den yolan çıkan iki gemiyle Gazze'ye tıbbi yardım malzemesi taşıyan uluslararası eylemcilere saldırdı.

İsrail, Gazze açıklarında gemilere giren İsrail komandolarının ''Gazze ablukasını delmeye çalışan eylemcileri'' durdurduğunu söylüyor.

İsrail'in bu yasadışı saldırısında eylemcilerden ölen ya da yaralanan olup olmadığı bilinmiyor

ABD hükümeti, Kanada ve İrlanda bandıralı gemilerde bulunan toplam 27 eylemciyi, İsrail'in Gazze'ye uyguladığı yasadışı ablukayı delmemeleri yönünde uyardığını açıklamıştı.

ABD'nin yanısıra sekiz ayrı ülkenin vatandaşı olan Filistin yanlısı eylemciler, İrlandaca özgürlük anlamına gelen Saoirse ve Arapça kurtuluş anlamına gelen Tahrir adlı gemileriyle Gazze sahilinden yaklaşık 50 deniz mili uzaklıkta korsan devlet İsrail'in saldırısına uğradılar.

Washington, Türkiye hükümetinden filoya savaş gemileriyle eşlik etmeyecekleri güvencesi aldıklarını açıkladı. Türk hükümetinin, Washinton'a verdiği güvenceye sadık kaldığı anlaşılıyor.

Yaklaşık bir buçuk yıl önce İsrail'in benzer bir yardım filosuna saldırısı sonucu dokuz Türk vatandaşı İsrail tarafından "Türk hükümeti"nin gözü önünde, canlı yayında katledilmişti.

Türkiye-İsrail ilişkilerini sarsan bu gelişme ardından Başbakan Erdoğan El Cezire televizyonuna verdiği bir mülakatta, yardım gemilerini Türk donanması ile koruma altına alacaklarını açıklamıştı.

Bugünkü olay Başbakan'ın bu sözünü de,diğer pek çok sözü gibi çok çabuk unuttuğunun bir göstergesi sayılabilir.

Korsan devlet İsrail, gemilerin taşıdıkları kargoyu Mısır'da bir limana yahut İsrail'in Aşdod limanına bırakabileceğini önerdiklerini, fakat eylemcilerin ''işbirliğini reddettiğini'' söylüyor.
haber1001

"Netenyahu Yalancı"
08 Kasım 2011
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin, Cannes'da düzenlenen G-20 zirvesinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama ile yaptığı ikili görüşmede, İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu'yu ''yalancı'' dediği açıklandı.

Fransız basınında yer alan habere göre Sarkozy, Obama'ya Netenyahu için ''O yalancı, ona tahammül edemiyorum. O bir yalancı'' diye serzenişte bulununca, Obama buna karşılık olarak, ''Sen bıktın, ben ne yapayım, onunla her gün konuşmak zorundayım'' ifadesini kullanmış. haber1001

Yahudi Asker, Arap zannederek Yahudilere ateş açtı: 1 Yahudi öldü üç Yahudi yaralandı
11 Kasım 2011



Yahudi asker bu kez -Arap zannederek- Yahudilere ateş açtı.Batı Şeria'da meydana gelen olayda 1 Yahudi öldü, 3'ü de yaralandı.

İsrail radyosunun haberine göre, olay El Halil kentinin güneyinde, askerlerin oluşturduğu kontrol noktasında saat 5 sularında meydana geldi.
İsrail plakalı bir araç kontrolde durmayınca, "Arap saldırısı" ile karşı karşıya kaldıklarını sanan askerler aracı taradı. Açılan ateşte ismi henüz açıklanmayan, 60 yaşında bir Yahudi öldü. Araçta bulunan biri kadın üç kişi de yaralandı.
haber1001

İsrailli diplomatlara bombalı saldırı
13 ŞUBAT 2012


İsrailli yetkililer, Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi ve Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te İsrailli diplomatların bombalı saldırılara hedef olduğunu açıkladı.

Yeni Delhi'de bir İsrailli diplomatın aracına meydana gelen patlamada biri ağır dört kişi yaralandı.

Görgü tanıkları, araca patlayıcının motosikletli bir kişi tarafından yerleştirildiğini söyledi.

İsrailli ve Gürcistanlı yetkililer, Tiflis'te bir İsrailli diplomatın aracının altına yerleştirilmiş bir patlayıcının etkisiz hale getirildiğini belirtti.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, iki olayın arkasında da İran'ın bulunduğunu savundu. Netanyahu, parlamentoda yaptığı açıklamada, "Tüm bu olaylardan İran ve maşası Hizbullah sorumlu" dedi.

İran'ı 'dünyanın en büyük terör ihraççısı' olarak niteleyen Netanyahu, Tayland ve Azerbaycan'daki benzer saldırıların önlendiğini söyledi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada da İsrail'in bu saldırıları gerçekleştirenleri bulma kabiliyetine sahip olduğu belirtildi.

'İran sorumlu'

İran Hükümeti suçlamaları reddetti.

BBC muhabiri Rupert Wingfield Hayes, İran'ın nükleer tesislerinde görevli bilimadamlarını hedef alan saldırılardan İsrail'i sorumlu tutmasının ardından son birkaç ay içinde İsrail büyükelçiliklerindeki güvenlik önlemlerinin daha da artırıldığını söylüyor.

Hindistan televizyonu, Delhi'deki patlamadan sonra elçilik binası önünde alevler içindeki bir aracın görüntülerine yer verdi.

Kordon altına alınan bölgeye bomba imha uzmanları sevk edildi.

İsrail'in Yeni Delhi Büyükelçiliği çok sıkı şekilde korunuyor. Başbakan Manmohan Singh'in konutu da bu bölgede bulunuyor.
BBC

Danimarkalıyı dipçikleyen İsrail subayı kızağa
16 NİSAN 2012

Ürdün vadisinde hafta sonunda Filistin yanlısı Danimarkalı bir göstericiyi dipçiklerken filmi çekilip internete konulan İsrailli yarbay açığa alındı.
İsrail ordusu Danimarkalı göstericiye saldıran yarbay Şalom Eisner hakkında soruşturma başlattı.

Olay geçtiğimiz Cumartesi günü Ürdün vadisinde Filistin yanlısı bir grup uluslararası gönüllünün düzenlediği bisikletli protesto eylemi sırasında meydana geldi.
Yarbay Şalom Eisner'in göstericilerle karşı karşıya gelip bir Danimarkalı eylemciyi dipçiklediği sırada çekilen video görüntülerinin internete konması ve yaygınlaşması tartışma yarattı.
İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu olayı, "asla kabul edilemeyecek bir şey" diye niteledi.
Ancak İsrail'deki bazı sağcı politikacılar ve dini liderler yarbay Eisner'in açığa alınmasını aşırı tepki olarak değerlendirerek eleştiriyorlar.
Aktivist gruba engel
Bu arada İngiltere'den bir grup Filistin yanlısı aktivistin dün Manchester havaalanından İsrail'e seyahat etmesi engellendi.
Jet2 havayolu şirketi İsrailli yetkililerin Ben Gurion havaalanına gidecek uçakta yer ayırtan 13 kişinin İsrail'e giriş izni olmadığını bildirdiklerini söylüyor.
Havayolu şirketi "Bu durumda seyahat etmelerine izin veremezdik" diyor.
Üyelerinin İsrail'e seyahati engellenen İskoçya merkezli Filistin Dayanışma Kampanyası 'suç işlendiğini' söyledi.
Manchester havaalanında bir protesto gösterisi de yapılırken havayolu şirketi bilet paralarını geri ödemeyi kabul etti.
Grup "Filistin'e hoşgeldiniz - 2012" başlığı altında düzenlenen bir hafta sürecek konferans ve diğer etkinliklere katılmak üzere Beytüllahim'e gidiyordu.
Bu arada Haaretz'in haberine göre yaklaşık 30 Filistin yanlısı uluslararası aktivist Tel Aviv yakınlarındaki Ben Gurion havaalanında bekletiliyor.
Bu grubun da dün Paris'de ülkeye uçtuğu bildiriliyor.
Başka bir grubun da Brüksel havaalanında durdurulduğu haber verildi.
İsrail polisi Beytüllahim'deki haftaya dünyanın çeşitli yerlerinden yüzlerce kişinin geleceğini tahmin ediyor.
BBCT

Mısır, İsrail’in can damarını kesti
23/04/2012
Mısır Doğalgaz Holding Şirketi’nin başkanı Muhammed Şuayib, Mısır ile İsrail arasındaki doğal gaz anlaşmasının, kontrat yükümlülüklerinin ihlal edilmesi nedeniyle feshedildiğini açıkladı. Mısır, İsrail ile arasında 2005’ten beri yürürlükte olan doğal gaz sevki anlaşmasını feshetti. Mısır Doğalgaz Holding Şirketi Başkanı Şuayib, bunun siyasi bir karar olmadığını belirtirken, İsrail’in sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, anlaşmanın bu sebeple feshedildiğini söyledi. “Bu kararın ticari alışveriş dışında başka hiçbir şeyle ilgisi yok” diyen Şuayib, İsrail’in aldığı gazın parasını dört aydır ödemediğini öne sürdü. İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor ise bu iddiayı yalanladı.
İsrail, Mısır’ın aldığı kararın iki ülke arasında 1979’da imzalanan barış anlaşmasını gölgelediğini iddia etti. Mısır’ın kararını “kanun dışı ve kötü niyetli” olarak nitelendiren İsrail tarafı, Mısır’ı borcu olan doğal gazı İsrail’e vermemekle suçladı. İsrail Maliye Bakanı Yuval Steinitz, Mısır’ın tek taraflı olarak aldığı kararın siyasi ve ekonomik açıdan kaygı yarattığını söyledi. Steinitz, “Bu, barış anlaşmalarına ve İsrail ile Mısır arasındaki barışçı atmosfere gölge düşüren tehlikeli bir örnek” ifadesini kullandı. Enerji ihtiyacının yüzde 40’ını Mısır’dan aldığı gazla karşılayan İsrail’in, Mısır’ın anlaşmayı bozma kararını uluslararası tahkime götürdüğü bildirildi. Mısırlı militanlar, ülkedeki ayaklanmanın başlangıcından bu yana, İsrail’e giden boru hattını 14 kez havaya uçurdu.
Yeni Çağ

Mısır, İsrail’in can damarını kesti
23/04/2012
Mısır Doğalgaz Holding Şirketi’nin başkanı Muhammed Şuayib, Mısır ile İsrail arasındaki doğal gaz anlaşmasının, kontrat yükümlülüklerinin ihlal edilmesi nedeniyle feshedildiğini açıkladı. Mısır, İsrail ile arasında 2005’ten beri yürürlükte olan doğal gaz sevki anlaşmasını feshetti. Mısır Doğalgaz Holding Şirketi Başkanı Şuayib, bunun siyasi bir karar olmadığını belirtirken, İsrail’in sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, anlaşmanın bu sebeple feshedildiğini söyledi. “Bu kararın ticari alışveriş dışında başka hiçbir şeyle ilgisi yok” diyen Şuayib, İsrail’in aldığı gazın parasını dört aydır ödemediğini öne sürdü. İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor ise bu iddiayı yalanladı.
İsrail, Mısır’ın aldığı kararın iki ülke arasında 1979’da imzalanan barış anlaşmasını gölgelediğini iddia etti. Mısır’ın kararını “kanun dışı ve kötü niyetli” olarak nitelendiren İsrail tarafı, Mısır’ı borcu olan doğal gazı İsrail’e vermemekle suçladı. İsrail Maliye Bakanı Yuval Steinitz, Mısır’ın tek taraflı olarak aldığı kararın siyasi ve ekonomik açıdan kaygı yarattığını söyledi. Steinitz, “Bu, barış anlaşmalarına ve İsrail ile Mısır arasındaki barışçı atmosfere gölge düşüren tehlikeli bir örnek” ifadesini kullandı. Enerji ihtiyacının yüzde 40’ını Mısır’dan aldığı gazla karşılayan İsrail’in, Mısır’ın anlaşmayı bozma kararını uluslararası tahkime götürdüğü bildirildi. Mısırlı militanlar, ülkedeki ayaklanmanın başlangıcından bu yana, İsrail’e giden boru hattını 14 kez havaya uçurdu.
Yeni Çağ

İsrail'de Afrikalı göçmenlere saldırı
4 HAZİRAN 2012

Afrikalı göçmenler, İsrail'e gitmeden önce Sinai'de toplanıyor.
İsrail'de Eritrealı göçmenlerin kaldığı bir ev kundaklandı.
İsrailli kundakçılar, sprey boya ile binanın girişine İbranice "Mahallemizden çıkın" yazdı.

AFP haber ajansı, saldırıya uğrayan Afrikalı göçmenlerden dördünün duman zehirlenmesi ve ciltlerinde oluşan yanıklar nedeniyle hastaneye kaldırıldığını duyurdu.
Saldırı, Kudüs'ün Mahane Yehuda pazarının yakınlarındaki yoksul bir mahallesinde bulunan iki katlı binaya düzenlendi.
Polis, yangının 18 Afrikalı göçmenin bulunduğu binanın dar girişinde başlayıp dairelere sıçradığını belirtti.
AFP'ye konuşan polis sözcüsü Micky Rosenfeld, binada kalanların hepsinin Afrikalı göçmenler olduğunu ifade edip "Yalnızca binanın değil, içinde yaşayanların da hedef alındığı çok açık" dedi.
BBCT

Rusya: İsrail’in tüm yerleşkeleri yasadışıdır
09-06-2012



İsrail’in tüm yerleşkeleri yasadışıdırYDH- Rusya, İsrail’in Batı Şeria ve Kudüs’teki tüm yerleşkelerinin yasadışı olduğunu belirterek yerleşke inşaatlarının derhal durdurulması çağrısında bulundu.

YDH-Rusya, İsrail’in Batı Şeria ve Kudüs’teki tüm yerleşkelerinin yasadışı olduğunu belirterek yerleşke inşaatlarının derhal durdurulması çağrısında bulundu.

Associeted Press haber ajansının bildirdiğine göre Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İsrail’in Batı Şeria ve Kudüs’te inşa ettiği tüm yerleşim merkezlerinin yasadışı olduğunu belirterek, İsrail’in yerleşke inşaatlarını derhal durdurması gerektiğini söyledi.

İsrail’in Kudüs ve Batı Şeria’da inşa ettiği yerleşim merkezlerinin Filistin devletinin kurulmasını tehdit ettiğini belirten Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bu inşaatların Filistin ile İsrail arasındaki barış fikrini de yok ettiğini söyledi.

İsrail rejimi dün yeniden de Batı Şeria’da 850 konutluk bir Yahudi yerleşim merkezi inşa edileceğini açıklamıştı.
Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD10278_israilin-tum-yerleskeleri-yasadisidir.html

Burgaz'da İsraillileri taşıyan otobüste patlama
18 TEMMUZ 2012

İsrailli yetkililer, Bulgaristan’ın doğusundaki Burgaz şehrinde İsrailli turistleri taşıyan bir otobüste meydana gelen patlamada 7 kişinin öldüğünü açıkladı.
Karadeniz kıyısındaki Burgaz Havalimanı’nda yaşanan patlama sonucu ikisi ağır 30 kişi de yaralandı.

Görgü tanıkları patlamanın otobüse birinin binmesi ardından, otobüsün ön kısmında meydana geldiğini belirtiyor.
İsrail Dışişleri Bakanlığı Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı'na dayanarak patlamaya bir bombanın yol açtığını açıkladı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, patlamadan İran’ı sorumlu tuttu.
“Tüm kanıtlar İran’ı gösteriyor” diyen Netanayahu, İsrail’in “İran terörüne güçlü bir karşılık vereceğini” belirtti.
ABD Başkanı Barack Obama da olayı 'barbarca bir terör saldırısı' diye niteledi.
İsrail Dışişleri Bakanlığı ise şu açıklamayı yaptı: “Olay yerinde altı ceset bulunmakta. Ağır yaralı bir kişi hastanede öldü. İki yaralı ise yoğun bakımda bulunuyor. Otuz kişi ise tedavi altına alındı.”
Açıklamada, otobüste İsrail’den gelen bir charter uçağından inen yolcuların bulunduğu belirtildi.
Patlama, Arjantin’deki bir Yahudi toplum merkezine yapılan saldırının yıldönümüne denk geldi. İsrail 18 yıl önceki bu saldırıdan da İran’ı sorumlu tutmuş; Tahran ise iddiaları reddetmişti.
Görgü tanıklarının beyanı
İsrailli yetkililer Tel Aviv-Burgaz uçağından inen yolcuların yerel saatle 17:00 sularında otobüse bindiğini belirtiyor.
İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Paul Hirschson patlamadan hemen sonra Associated Press haber ajansına yaptığı açıklamada temkinli konuşmuş, “Bunun bir terörist saldırı olup olmadığını bilmiyoruz. Sadece bir patlama olduğunu biliyoruz” demişti.
Patlamanın etkisiyle yakında bulunan iki otobüs de zarar gördü.
Olay yerine giden Bulgar gazeteci Dobromir Dovkacharov “Patlamadan yarım saat sonra havalimanındaydım. Burada üç otobüsün tümüyle yandığını gördüm. Sadece metal iskeletleri kalmıştı” dedi.
Dovkacharov “İnsanlar şok halindeydi. Bir kişi kopmuş kafalar gördüğünü; bir başkası havada vücut parçalarının uçuştuğunu söyledi” diye ekledi.
Otobüste 47 yolcu olduğu bildiriliyor. Yetkililer bu yüzden ölü sayısının artabileceğini belirtiyor.
Patlama ardından Burgaz Havalimanı hava trafiğine kapatıldı, uçaklar Varna havalimanına yönlendiriliyor.
İsrail, diplomat ve sağlık görevlilerini taşıyan iki uçağın yaralılara yardım etmek üzere Bulgaristan'a gönderildiğini duyurdu.
Ocak ayında İsrail'in, Bulgaristan’dan İsrailli turistleri taşıyan otobüslerde güvenlik önlemlerini arttırmasını istediği açıklanmıştı.
Bu istek, İsrailli turistleri Türkiye’den Bulgaristan’a taşıyan bir otobüste şüpheli bir paketin bulunmasından sonra yapılmıştı.
Bulgaristan İsraillilerin sıkça tercih ettiği bir tatil merkezi.
BBCT

Burgaz saldırısı 'intihar bombacısının işi'
19 TEMMUZ 2012

Bulgaristan'ın Burgaz kenti havaalanında, İsrailli turistlerin bindiği otobüse düzenlenen ve en az 8 kişinin ölümü, 34 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırının arkasında sahte Amerikan kimliği taşıyan bir erkeğin bulunduğu belirtiliyor.



Olayda ölenlerin 6'sı turist, diğer iki kişiden biri de otobüsün Bulgar sürücüsü. Ölen diğer şahsın Michigan'da çıkarılmış ama sahte olabileceği belirtilen bir Amerikan ehliyeti taşıyan intihar bombacısı olduğu tahmin ediliyor.

İsrail saldırı ardından yaralılarla cenazelerin geri getirilmesi için Burgaz'a uçakla doktor ve resmi yetkili gönderdi.
İsrailli yetkililer Tel Aviv-Burgaz uçağından inen yolcuların dün yerel saatle 17:00 sularında otobüse bindiğini belirtiyor.
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak olayın arklasında, İran'ın desteğindeki Lübnanlı Hizbullah grubunun olduğunu savundu.
Barak, Burgaz saldırısının yakın tarihlerde Hindistan, Tayland, Azerbaycan, Kenya ve Kıbrıs'ta İsrail hedeflerine yönelik saldırı girişimlerini andırdığını söyledi.
Bununla birlikte Ehud Barak, Bulgaristan'da böylesi bir saldırı düzenlenebileceği yolunda herhangi bir duyum alınmadığını düşündüğünü kaydetti.

Sofya'da bulunan BBC muhabiri Chris Morris, bir Bulgar yetkiliye dayanarak, havaalanındaki güvenlik kamerası görüntülerinde, patlamadan bir süre önce, bir şahsın terminal binasında dolaşırken görüldüğünü, binanın hemen dışında meydana gelen patlamadan az önce söz konusu şahsın terminalden ayrıldığını bildiriyor. Bulgar yetkili, bu şahsın bombalı saldırıyı düzenleyen kişi olduğuna inanıldığını belirtti.
Kudüs'teki BBC muhabiri Jon Donnison, Burgaz saldırısının İsrail ile İran arasındaki gizli ama şiddetli bir savaşın bir parçası olabileceğini ve kimi gözlemcilerin, saldırıyı, son dönemde İran'ın nükleer sektöründe çalışan bilim adamlarına yöneltilen saldırılara bir yanıt olarak gördüklerini belirtiyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu dün yayımladığı bildiride patlamadan İran'ı sorumlu tuttu. "Tüm kanıtlar İran'ı gösteriyor" diyen Netanayahu, İsrail'in "İran terörüne güçlü bir karşılık vereceğini" belirtti.
Patlamadan yarım saat kadar sonra havaalanına giden Bulgar gazeteci Dobromir Dovkaçarov, "Üç otobüsün büyük ölçüde yanmış olduğunu gördüm. Geriye yalnızca madeni parçalar kalmış. Gittiğimde etrafta perişan halde bir sürü insan vardı. Bir adam kafaları kopmuş cesetler gördüğünü anlatıyordu. Diğerleri insanların bedenlerinden kopan parçaların havaya uçuştuğunu görmüşler." dedi.
BBCT

Burgaz saldırganının görüntüsü yayınlandı
19 TEMMUZ 2012

Bulgaristan, Burgaz Havalimanı’nda İsrailli turistleri taşıyan otobüse bombalı saldırıyı gerçekleştirdiğinden şüphelenilen bir kişinin güvenlik kameralarınca çekilmiş görüntülerini yayınladı.
Uzun saçlı ve sırt çantası taşıyan bir kişinin önce Terminal binasında dolaştığı, patlamadan az önce de dışarı çıktığı görülüyor.
İlgili Haberler
Burgaz saldırısı 'intihar bombacısının işi'
Bulgaristanlı yetkililer, 36 yaşında olduğu tahmin edilen kişinin üzerinde sahte bir Amerika Birleşik Devletleri sürücü ehliyeti bulunduğunu açıkladı.
İsrail, 5 İsrailli ve 1 Bulgar sürücünün hayatını kaybettiği saldırıdan Lübnanlı Hizbullah’ı ve İran’ı sorumlu tutuyor.
Saldırıyı gerçekleştiren kişi de bombanın patlamasıyla öldü.
Bazıları ağır olmak üzere en az 30 kişi de yaralandı.
İsrail’in iddiaları karşısında İran Dışişleri Bakanlığı, Tahran’ın “tüm terörist saldırıları” kınadığını açıkladı.
Şii militan örgüt Hizbullah ise konu hakkında bir açıklama yapmadı.
BBC’nin Kudüs’te bulunan muhabiri Jon Donnison, saldırının İsrail ve İran arasındaki gizli ama şiddetli savaşın bir parçası olabileceğini söyledi. Bazı uzmanlar ise bu saldırının İranlı nükleer bilim adamlarına yapılan saldırıya misilleme olabileceğine inanıyor.
DNA örnekleri
Bulgaristanlı yetkililer güvenlik kamerası kayıtlarını Perşembe günü yayınladı.
İçişleri Bakanı Tsvetan Tsvetanov, zanlının saldırıdan yedi gün öncesine kadar ülkede olmuş olduğuna inandıklarını belirtti.
Tsvetanov, “Bulgaristan topraklarında bu kişinin lojistik destek almış olabileceğini göz ardı edemeyiz” dedi.
Yetkililer şimdi DNA örnekleri aracılığıyla bu kişinin kim olduğunu bulmaya çalışıyor.
Perşembe günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu saldırının “İran’ın öncü terörist vekili Hizbullah tarafından yapıldığını” söylemişti.
Kendisi bunun “İran ve Hizbullah tarafından gerçekleştirilen bir küresel terör sürecinin parçası” olduğunu iddia etmişti.
Netanayahu, Çarşamba günü İsrail'in "İran terörüne güçlü bir karşılık vereceğini" belirtmişti.
İsrailli yetkililer ayrıca, bu saldırının Hindistan, Tayland, Azerbaycan, Kenya ve Kıbrıs’taki İsrailli hedeflere yakınlarda düzenlenen saldırılara çok benzediğini belirtmişti.
Cesetler gönderiliyor
İsrailli yetkililer Tel Aviv-Burgaz uçağından inen yolcuların Çarşamba günü yerel saatle 17:00 sularında otobüse bindiğini belirtiyor.
İsrail ordu radyosuna konuşan Gal Malka “Otobüse oturduktan birkaç saniye sonra çok gürültülü bir patlama duyduk. Koca otobüs patlayıverdi” dedi. Kendisi, patlamanın otobüsün önlerinde gerçekleştiğini sözlerine ekledi.
Patlamadan yarım saat kadar sonra havaalanına giden Bulgar gazeteci Dobromir Dovkaçarov, "Üç otobüsün büyük ölçüde yanmış olduğunu gördüm. Geriye yalnızca madeni parçalar kalmış. Gittiğimde etrafta perişan halde bir sürü insan vardı. Bir adam kafaları kopmuş cesetler gördüğünü anlatıyordu. Diğerleri insanların bedenlerinden kopan parçaların havaya uçuştuğunu görmüşler" dedi.
İsrailli yetkililer hayatını kaybeden 5 İsraillinin kimliklerinin belirlendiğini ve İsrail’e geri gönderileceğini söyledi.
Bulgaristan İsraillilerin sıkça tercih ettiği bir tatil merkezi.
Ocak ayında İsrail'in, Bulgaristan'dan İsrailli turistleri taşıyan otobüslerde güvenlik önlemlerini arttırmasını istediği açıklanmıştı.
Bu istek, İsrailli turistleri Türkiye'den Bulgaristan'a taşıyan bir otobüste şüpheli bir paketin bulunmasından sonra yapılmıştı.
BBCT

İsrail'in Guantanamo'dan farkı yok
İsrail'in serbest bıraktığı Filistinli tutuklu Harun Mansur Nasruddin, İsrail'deki cezaevlerinin Ebu Garib veya Guantanamo'dan farklı olmadığını ileri sürdü.İsrail hapishanelerinde 20 yıl tutuklu kaldıktan sonra İsrail ve Hamas arasında gerçekleşen esir takası antlaşması üzerine serbest bırakılan ve anlaşma gereği Türkiye'ye gönderilen Nasruddin, AA muhabirinin sorularını yanıtladı. Nasruddin, insanın kendi ülkesinin topraklarında başka bir ülke tarafından tutuklu kalmasının çok zor olduğunu ifade etti. Hapishanede bazen küçük bir ameliyat için senelerce beklediklerini anlatan Nasruddin, bazı arkadaşlarının tedavi beklerken öldüklerini belirtti. 24.07.2012 FİLİSTİN
netgazete

YAHUDİ HAHAM: KADIN AJANLAR İSRAİL İÇİN DÜŞMANIYLA BİRLİKTE OLABİLİR



İsrailli hahamlardan Ari Schvat, İsrailli kadın ajanların, ülkeleri için gerekirse düşmanlarıyla yatabileceklerini söyledi.

Tzomet Enstitüsü tarafından yayınlanan ve 'ulusal güvenlik için yasadışı ilişki' adlı araştırmada görüşlerine yer verilen Schvat, bu şekilde düşmanın tuzağa çekileceğini söylüyor.
Din ve modernitenin karşılaştırıldığı çalışmada Scnvaü. bu tür tuzakların sadece modern casusluk yöntemleri arasında yer almadığını, eski tarihlerde de bu tür yollara başvurulduğunu öne sürüyor.
Bu tür casusluk faaliyetlerine en güzel örnek olarak ise İsrail'in nükleer programını deşifre eden Yahudi teknisyenlerden Mordehay Vanunu'nun kadın bir ajan tarafından etkisiz hale getirilerek İsrail'e getirilmesi gösteriliyor.

Son olarak Ocak 2010 yılında Dubai'de öldürülen Hamas üst düzey yöneticilerinden Mahmut el Mabhuh cinayetinde de kadın casuslar kullanılmıştı.

Schvat'a göre Tevrat'ta bu tür olaylara fazlasıyla rastlanıyor. "Yahudi asıllı Kraliçe Esther, halkını korumak için Pers Kralı Xerxes ile birlikte oldu." diyen Schvat, bu tür olaylara başka örnekler de veriyor.

Evli kadınların bu tür olaylarda kullanılması durumunda kocaları tarafından boşanmaları gerektiğini de söyleyen Schvat, bu tür görevlerin böyle yollara başvurmaktan çekinmeyecek kadınlara verilmesini de öneriyor.

Araştırmada erkek ajanlara bu konuda herhangi bir yol gösterilmiyor. Tzomet Enstitüsü Müdürü Haham Yisrael Rosen, Mossad'ın kadın ajanlarının zaten bu konuda gelip hahamlardan görüş almadıklarını da belirtiyor.

http://www.facebook.com/

İsrailli çocuklar saldırı şüphelisi
27 AĞUSTOS 2012

Üç İsrailli çocuk, 16 Ağustos'ta bir Filistin taksisine molotof kokteyli attıkları şüphesiyle gözaltına alındı.
Süpermarkete gitmekte olan bir Arap aileyi hedef alan saldırıda ikisi ciddi şekilde, altı kişi yaralandı.

Çocukların saldırısının ardından yana yatan taksi kısa sürede alevler içinde kaldı.

Yaşları 12 ila 13 arasında değişen çocukların üçü de Kudüs'teki İsrail yerleşim bölgesi Bat Ayin'de yaşıyor.
Bu saldırıdan sadece saatler sonra İsrailli gençlerden oluşan bir çete de Küdus'ün merkezinde Filistinli bir gence saldırdı ve onu ağır bir biçimde yaraladı.

Irkçılık tartışması

Polis sözcüsü Micky Rosenfeld ''Polis şüphelileri gözaltına aldı. Tamamı 12-13 yaşında. İki hafta önce bir taksiye molotof kokteyli attıklarını düşünüyoruz'' dedi.
Jarusalem Post gazetesi tutuklamaların pazar günü gerçekleştirildiğini ve şüphelilerin sorgularının ardından serbest bırakılabileceklerini duyurdu.

BBC Kudüs muhabiri Jon Donnison saldırının İsrail toplumun genç bireylerinin ahlaki değerleri ve İsrailliler arasında ırkçılığın yükselişi ile ilgili tartışmalar başlattığını söylüyor.
Son aylarda İsrailli radikaller sık sık Filistinlilerin evlerine ve camilere saldırılar düzenliyor.

BBCT


3. Dünya Savaşı kapıda



Gelecekte çok büyük bir dünya savaşı yaşanacağını iddia eden Henry Kissinger bu savaştan sadece ABD’nin galip çıkacağını söyledi. Kissinger şunları söyledi: “Gelecek savaş o kadar acımasız olacak ki, yalnız bizim gibi güçlü bir devlet bu savaştan galip çıkabilir. Bundan dolayı Avrupa Birliği hayatta kalmak için güçlü ve bir arada durmaya çalışıyor. Onların da gelecekteki karışıklıklardan haberleri var. Sıradan bir insan iseniz, bu savaşa karşı köye kaçarak hazırlıklı olabilirsiniz. Ama silahı yanınıza alınız, çünkü çokça aç insan oluşacak.”

Büyük İsrail kurulacak

Amaçlarının Büyük İsrail’i kurmak olduğunu gizlemeyen ve İran işgalinin Ortadoğu’da dengeleri tamamen değiştireceğini söyleyen Kissinger şöyle konuştu: “Askerimize kaynaklarını elde etmek için Ortadoğu’da yedi ülke işgal etmemiz gerekiyor dedik. Bu iş nerede ise tamamlandı. Askerler çok titiz uygulamakta emirleri ve son basamak kaldı. O da, dengeyi tamamen değiştirecek İran’dır. Her şey yolunda giderse, Ortadoğu’nun yarısı gelecekte İsrail’in olacaktır.”





İsrail'den Akdeniz'de yeni korsanlık: Gazze'ye yardım götüren Estelle gaspedildi
20 EKİM 2012



Siyonist İsrail donanması, Gazze'ye uygulanan insanlık dışı ablukayı delmek üzere Akdeniz'in uluslararası sularında seyir halinde olan Estelle gemisine de el koydu.

7 Ekim'de Napoli limanından ayrılan Finlandiya bandıralı gemi Gazze'ye insani yardım taşıyordu.

Gemide sekiz farklı ülkeden 20 kişi bulunuyor.

İsrail, Gazze'ye 2007'den bu yana haksız bir abluka uyguluyor.

Estelle'in yolunun Gazze'nin 30 mil açıklarında kesildiği, daha sonra da yönünün İsrail'in Aşdod limanına çevrildiği bildirildi.

Estelle'in çimento ve tıbbi malzeme taşıdığı bildiriliyor.

İsrail askerleri, iki yıl önce benzer bir şekilde Gazze'ye insan malzeme taşıyan yardım gemilerinden Mavi Marmara'ya düzenledikleri baskında dokuz kişiyi öldürmüştü.

2010 yılında meydana gelen Mavi Marmara baskınının ardından İsrail ablukayı gevşeterek Gazze şeridine biraz daha fazla gıda sevkiyatı yapılmasına izin vermek zorunda kalmıştı.

Ancak bölgeye geçişler ve çimento, demir çelik gibi malzemelerin sevki hâlâ katı şekilde sınırlanıyor.

Gazzeli balıkçılar da ancak kıyıdan en fazla üç mil açıkta avlanabiliyor.

Haber 1001

Robert De Niro İsrail'i Kuduz Köpeğe Benzetti
23 Kasım 2012



İsrail’in Gazze’ye yönelik bombalı saldırısına ABD’li oyuncu Robert De Niro’dan tepki geldi. Aktör, “Bütün suç, İsrail gibi bir ülkeyi desteklediği için Amerika’nın.” dedi.

ABD’li oyuncu Robert De Niro, bombardıman altındai Gazze ile ilgili konuştu. Filistin’e destek verdiği bilinen aktör, Gazze’de yaşananlardan dolayı tek suçlunun İsrail olmadığına işaret ederek, Amerika’yı suçladı.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısını değerlendirmesini isteyen Fox Haber muhabirinin sorusuna cevap veren 69 yaşındaki De Niro, “Yaptıklarından dolayı neden İsrail’i ya da İsraillileri suçluyoruz ki?” dedi. Bu cevap karşısında muhabir şaşkınlık geçirdi. Çünkü Robert De Niro’nun Filistin’e sempatisini biliyordu. Durumu fark eden oyuncu, konuşmasını şu örnekle sürdürdü: “Kuduz bir köpek tarafından ısırıldığınız zaman kimi suçlarsınız? Köpeği mi, sahibini mi? Kuşkusuz sahibini. Bu yüzden bütün suç Amerika’nın. İsrail gibi bir ülkeyi desteklediği için.”

Amerikalı Yahudi düşünür Noam Chomsky de İsrail’in Gazze’yi bombalamasının, sivillerin yaşadığı yerleri hedef almasının ve yüzlerce insanı katletmesinin “insanlığa karşı suç olarak algılanabildiğini ve bu şekilde tanımlanabileceğini” belirtti. İsrail’in uyguladığı şiddetin asla “kabul edilebilir bir hamle” olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayan Chomsky, ABD’nin onlarca yıldır İsrail’i açıkça desteklediğini, şimdi de Gazze’ye yapılan saldırılara “göz yumduğunu” ifade etti. Chomsky, ABD’nin, İsrail’in yaptığı saldırıları desteklemekle yetinmeyip bu hamlelere doğrudan katıldığını, saldırıların ABD silahlarıyla gerçekleştiğini, bu ülkenin ekonomik, askerî ve diplomatik desteğiyle bağlantılı olduğunu dile getirdi.
zaman

İsrail zeytin ağaçlarına da saldırıyor
10 Aralık 2012

İsrail ordusu, Filistin'de zeytin ağaçları dikili tarım arazilerini yol açma ve elektrik hattı döşeme gerekçesiyle tahrip etti.

İsrail ordusunun, Batı Şeria'da Nablus'un batısındaki Huccet kasabasının yakınlarındaki zeytin ağaçları dikili tarım arazilerini yol açma ve elektrik hattı döşeme gerekçesiyle tahrip ettiği bildirildi.

Huccet Belediye Başkanı Kerem el-Hicavi, yaptığı açıklamada, İsrail ordusu korumasındaki buldozerlerin yeni elektrik hattı döşeme bahanesiyle kasaba halkına ait tarım arazilerini tahrip ettiğini iddia etti.

Hüccet sakinlerinin zeytin ağaçlarının sökülmemesi için buldozerleri engellemeye çalıştıklarını belirten Hicavi, kasaba sakinlerinin topraklarını tahrip eden İsrailli şirket hakkında şikayette bulunduğunu ifade etti.

Hicavi, proje kapsamında 4 bin dönümden fazla zeytin tarlasının tahrip edildiğini kaydetti.

http://www.timeturk.com/tr

DİŞİ
Hüsnü Mahalli
22.012ç2012


Salı günü AKŞAM dahil bazı gazetelerde şöyle bir haber vardı:
İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman önceki bakan Livni ve iki bayan milletvekiline 'fahişe' dedi. Üç kadın için Leh dilinde fahişe anlamına da gelen 'Weiber' sözcüğünü kullanan Lieberman kadınların tepkisi üzerine özür dilemiş. Kadınların 'fahişe' sözcüğüne mi yoksa Lieberman'ın 'Bu kadınlar Polonya klanından' demesine kızdıkları ise bilinmez. Çünkü Doğu Avrupa Yahudilerini temsil eden ve aslen Moldova'dan İsrail'e göç eden Lieberman İsrail içindeki ırkçılıktan hep şikayet etmiş ve başta Polonya olmak üzere Batı Avrupa kökenli Yahudilerin yani Eşkenazların devleti ele geçirmesinden söz etmişti. Bu şikayet ağırlıklı olarak Doğu kökenli Sefarad Yahudileri tarafından da dile getirilmektedir. Afrika'dan göç eden Yahudilerin durumu ise çok daha kötü.

BAR FEDAİSİ

Dönelim konumuza.

Bu durumda Livni ve iki milletvekili daha çok Lieberman'ın bu ırkçı suçlamasına kızmış olabilirler. Çünkü İsrail'de seçim var ve herkes kendi seçmen kitlesine hitap etmektedir. Lieberman'ın lideri olduğu Evimiz İsrail Partisi'ne oy verenler genellikle başta Rusya olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinden gelen ırkıçı, bağnaz ve dinci çevreler. Bu durumda diğer iki milletvekilini bilmiyorum ama Livni'nin kızmasının hiçbir nedeni olmamalıdır. Çünkü Livni İsrail medyasına da yansıyan demeçlerinde Mossad ajanı olarak görev yaptığı gençlik yıllarında Araplarla yattığını ve özellikle Fransa'da birçok Filistinli'yi öldürdüğünü itiraf etmişti. Nitekim de Mossad'daki kod adı Avcı. Belki bu nedenle Lieberman Livni'yi çok iyi tanımlamıştır. Üstelik Lieberman İsrail'e göç etmeden önce doğup büyüdüğü Moldova'da bar fedaisi olarak çalışıyordu. Bu işe 1978'de İsrail'e göç ettikten sonra da devam etmiş. Bir bar fedaisinin asli görevi çalışan 'kızlara' gözkulak olmaktır!

Tıpkı bakanlığına gözkulak olduğu gibi. Lieberman on gün önce yolsuzluk, rüşvet ve görevi kötüye kullanmaktan dolayı istifa etmek zorunda kalmıştı. Benzer suçlama ve mahkumiyetten dolayı üç yıl önce Başbakan Ehud Olmert ve başka bakanlar da istifa etmişti.

Ama İsrailli yöneticiler arasında en ilginç olanı 4 yıl önce Livni'nin de bakan olduğu dönemlerde cumhurbaşkanı olan Moşe Katsav. Babası Kassap olarak İran'dan göç eden ve İsrail'e gelince Katsav soyadını alan bu zat şimdi hapiste. Peki neden? Çünkü yanında çalışan kadın ve genç kızlara sarkıntılık, tecavüze kalkışmak ve tecavüz etmek suçundan 7 yıl hapis cezası aldı.

Hatırlıyorum da bir zamanlar İsrail sevdalısı bazı liberal meslektaşlarımız ve aydınlarımız hep şöyle bir klişeyle sözlerine başlarlardı: 'Ortadoğu'nun iki laik ve demokratik ülkesi Türkiye ve İsrail...''

ORTAK PAYDA

İsrail'in ne denli 'laik ve demokratik' olduğu ortada. Kendi aralarında ne kadar farklılık ve sorun olursa olsun, demokratik yöntemlerle seçilen tüm İsrailli yöneticilerin ortak paydası Filistin halkını öldürmektir. Bunun onların 'en demokratik' hakları olduğuna inanıyorlar! Tıpkı onlara oy veren İsrail halkının ezici çoğunluğu gibi. Biz Filistin devletine BM'de gözlemci statüsü tanındı diye seviniyoruz ama Netanyahu'nun binlerce binayı Filistin topraklarında inşa etme kararına karşı hiçbir şey yapamıyoruz. Çünkü Netanyahu'nun arkasında 'Yılın adamı' Obama var! Boşuna 4 yıl önce ona Nobel Barış Ödülü verilmemişti! Filistin başta olmak üzere coğrafyamızın her tarafında barış var artık!

Kaynak: Hüsnü mahalli facebook sayfası

"İnsan hakları sicili" toplantısına gerekçe göstermeden katılmayan ilk ülke oldu
30 Ocak 2013



BM'deki "insan hakları sicili" toplantısına katılmayan İsrail yönetimi, gerekçe göstermedi.

BM İnsan Hakları Konseyi Başkanı Polonyalı diplomat Remigiusz Henczel, İsrail'in bugün Cenevre'de yapılması planlanan toplantıya katılmadığını, bunun üzerine Konsey'in İsrail'in bu tutumuna nasıl cevap verileceğini kararlaştırmak için toplandığı bildirdi.

Remigiusz Henczel'den değerlendirme toplantısını ertelemesi talebinde bulunan İsrail, toplantıya gerekçe göstermeden katılmayan ilk ülke oldu.

BM üyesi tüm ülkelerin her 4 yılda bir İnsan Hakları Konseyi'ne değerlendirme sunması gerekiyor.

İnsan Hakları Konseyi sözcüsü Rolando Gomez, daha önce Haiti'nin değerlendirme toplantısına katılmadığını ancak gerekçe gösterdiğini belirtti.

İsrail geç
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Şub 21, 2014 12:28 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İSLÂM DÜNYAS! Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git 1, 2  Sonraki
1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com