EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Lânetli YazIlar/idris Özyol

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Eyl 08, 2008 9:51 pm    Mesaj konusu: Lânetli YazIlar/idris Özyol Alıntıyla Cevap Gönder

İdris Özyol:
Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden

Bu şehri ve diğerlerini göğe yükselen ateşler içinde seyrettiğimiz gün, rahatlayacak babalarımızın kemiği. Rahatlayacak çıkarıp öptüğümüz kanlı bıçak ve şakağıma dayanan ölülerin revolveri boşaltacak bütün yüzleri orta yere. Ölülerimizi hatırlayacağız seyrederken şehri ve şehir binlerce yılın acısını odun gibi sürdüğümüz ateşlerle yanacak.

Bu şehri yakacağız, bu şehri bütün meydanları, sokakları, konakları ve gülistanlarıyla birlikte çatır çatır sileceğiz tarih sahnesinden. Ve tabii öteki şehirleri de. Vitrinleri, caddeleri, marketleri, salonları, davetleri, lüküs hayatları bize yasaklanan bütün şehirleri. Sokaklarında gerine gerine dolaşamadığımız, kasıla kasıla yürüyemediğimiz, salına salına volta atamadığımız bütün şehirleri tek tek yakacağız.

Zafer kapıda. Zafer, yani yoksul evlerin kara gelini, çamurlu sokakların aşkı, yüreğimizdeki barbar çiçek, kapıda. Bir yumrukta devirerek kağıt kaplanları kendi içimizdeki ateşlere doğru koşacağız. Doğru koşacağız. Doğru... Ve mezarlarınıza tüküreceğiz ey yaşayan ölüler, kan tacirleri, halk düşmanları. Mezarlarınıza tüküreceğiz. Bütün sıfatları yükleyin bize. Barbar deyin, vahşi deyin, bedevi deyin, çarıklı deyin, çulsuz deyin. Ne derseniz deyin, bir saç kökü kadar umurumuzda değil, o şatafatlı söz kuleleriniz ve bizi yargılarken kurduğunuz gerekçe şatoları. Şiiriniz, şarkılarınız, oyunlarınız, filmleriniz, yemek kitaplarınız, seçkin cümleleriniz, beyaz yüzleriniz zerre ilgilendirmiyor bizi. Siz hormonlusunuz ve ürettiğiniz herşey de dev bir kanser hücresinden başka birşey değil. Medeniyet diye önümüze sürdüğünüz herşeyi, biz hayvanlarımıza yediriyoruz. Biz ahırlarımıza yığıyoruz sizin özene bezene, oflaya poflaya yumurtladığınız "kültürel yaratılar"ı. Bu kültür, bu sanat, bu medeniyet bizim değil ve asla utangaç, çekingen, ellerini hangi cebine sokacağını bilemeyen taşra delikanlısı gibi durmayacağız karşınızda.

Bir resmi sizin gibi seyretmeyecek ve işkembe-i kübradan anlamlar yüklemeyeceğiz ona. Ve asla ezilmeyeceğiz steril mekanlarınızda dolaşırken. Çünkü o mekanlara yakıp yıkmaya geldik biz. Taş üstünde taş bırakmamaya ve sokaklarda kanlı bıçağımızı savurarak koşmaya geldik. Biz barbarız ve içimiz rahat.

İçimiz dağlara karşı kükreyen bir kaplan kadar rahat ve göğsümüze vurduğumuzda çıkan sese aşığız her birimiz. Her birimiz katil, yargıç, cellat ve mezar kazıcıyız. Aynı anda katil, aynı anda yargıç, aynı anda cellat ve aynı anda mezar kazıcıyız her birimiz. Midemize doldurulmuş mermilerle dolaşıyor ve şarkı söylüyoruz birini vururken. Şarkı söylüyoruz dev ateşlere sarılarak ve gittiğimiz her yere yanık et kokusu taşıyoruz, ezilmiş hayatlar ve hesabı sorulmamış kötülükler kokusu. Ve babamızı işten atanların önüne çıkıp kafalarını kırıyoruz onların. Annemizin cam silmeye gittiği evleri yakıyoruz önce.

Abimizi incitenlerin üzerinde tepiniyoruz ve sallıyoruz gökdelenlerin en tepesinden aşağı kırık hayatları, steril kalpleri, çıtkırıldım hüzünleri. Ve sonra dünyanın en ağır taşı gibi atlıyoruz biz de, şehre doğru, barbar öfkeye ve dev yangınlara doğru. Atlıyor ve yanıyoruz. İşte özgürlük bu. İşte şiir, işte şarkı, işte "tarih"...
www.karakutu.com

İdris Özyol:
Siz bu aşkı haketmediniz!

Ben haketmedim bu aşkı. Siz bu aşkı haketmediniz. Bırakıp düşmanı savaş meydanında ve hatta bir avuç silah arkadaşınızı dahi bırakıp orada dev bir orduya karşı, dişi bir yüreğe kaçacaksınız ha? Düşman dağların ardında silahlarını yağlarken ve uçan kuşu hedef yaparken zulmüne, esrara, zülüfe, şiire, güle ve bülbüle sığınacaksınız öyle mi?

Öyle mi erkek kardeşlerim? Öyle mi kız kardeşlerim? Ne kadar güvendik oysa size. Ben kendime ne kadar güvendim. İstanbul'un ortaya yerinde dolaşırken ne zaman aklıma Malatya gelse, ayak parmaklarımın ucunda yükselip yükselip ufku seyrettim. Ve binlerce inançlı adam ve dahi kadın ve dahi deli beden, avuçlarını kalplerinin üzerinde biriktirip sökmeye hazırlandılar. Söküp atmaya hazırlandılar patlayacak bir sesin, bir çığlığın, bir kahkahanın gösterdiği yöne doğru. Atını çatlata çatlata koşturan bir adam bekledik.

Bir adam bekledik Kayseri'den, Sivas'tan, Diyarbakır'dan, Konya'dan, Bursa'dan. Fakat, ardına taktığı uyuz eşekle birlikte sürüklenen sünepe, miskin ve düşkün adamlar yenilgi haberleri getirdiler sadece. Ve arsız arsız bakıp yüzümüze; "Çeçenistan ne olacak?" diye sordular. Ulan, bin taneniz bir Çeçen etmiyorsunuz; neyi sormaktasın? Ulan, bak etrafına ve gördüğün şeylerden hangisini haketti o korkak kalbin; söyle? Sen kimsin be, sen kimsin? Bırak şu aşk işlerini de önce ismini hatırla! İsimsiz bir aşk, renksiz bir aşk, kokusuz bir aşk, ateşsiz bir aşk, sıvı bir aşk nasıl yarışabilir Ferhat ve Şirin, Kerem ve Aslı ile?

Yarışamıyorsunuz. Koşamıyorsunuz. Sizi gördüm atlarınızdan düşerken. Sizi gördüm kapaklanmış vaziyette düşmanın önünde. Sizi gördüm, tenhalara pusmuş, ürkek, iğreti. Hangi hakla, yiğit kızlarımızdan birini de tutarak kolundan, ruhundaki şarap mahzenine sürükleyeceksin sen? Senin "aşk" dediğin, zayıf, titrek, hastalıklı, sancılı bir kaç kelime, bir kaç fotoğraftan başka nedir ki? Nasıl bir "aşk"ı olabilir korkak bir askerin, korkak bir mücahidin, korkak bir devrimcinin? Dövüşürken kara aslanlar, kara alınlar, kara kaslar dev ordulara karşı, bine bir, tanka saban bir oranla zaferler yazarken göğüslerine, sen burda, geride, arka planda, kızlarımızla gözgöze geleceksin ha? Utanmadan, sıkılmadan uzanacaksın bir kalbe? Utanmadan sıkılmadan uzanacaksın bir sarı zülüfe, bir göz ucuna?

Bir korkağın aşkı nedir ki? Nedir ki aşkı bir hainin? Annesinin dizi dibinde titreyen bir süt çocuğunun yüreği ne kadar büyüyebilir? Ne kadar dövüşebilir tosuncuklar? Siz bu aşkı haketmediniz. Ve yok bundan sonra beyaz duvarlara kırmızı harflerle ilan-ı aşk yazıları döktürmek. Ne zaman ki zaferi, patlamış bir nar gibi çıkartıp koyar avuçlarımıza Malatya, ne zaman ki uzakları yakın eder Diyarbakır, ne zaman ki yarin nefesi kadar sıcak ve kanımızı kızıştıran müjdeler getirir Sivas, ne zaman ki Kayseri harbiden Kayseri olur; işte o zaman ben de pencerenizin altında durup aşk türküleri mırıldanacağım size bütün gecelerde. Ve siz kulağınızı kamaştıran türkülerimi havada yakalayıp, üfleyeceksiniz sevdiğinizi zülfüne. Bunu haketmiş olacaksınız. Hakettiğiniz gün gelin yanıma. Şimdilik küsüm sizinle. Konuşmuyorum. Ne kapıma, ne kapınıza!
www.karakutu.com


İdris Özyol:
Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum

Üstümüze yıkılıyor herşey ve biz herşeyin üstüne yıkılıyoruz. Yollar senin olsun diyorum, ben kenardan yürürüm. Üstümüze yıkılıyor dediklerimiz ve biz dediklerimizin üzerine yıkılıyoruz. Yaralı bir hayvan gibi, arkamızda bir kan ırmağını sürükleyerek, yıkılıyoruz ettiğimiz her lafın üstüne. "Gece gündüz tenhalarda bekleyenim var demedin" diyorum bakarak gözlerine ve baktığım herşey üzerime yıkılıyor.

Bütün suçlar, bütün aşklar, bütün kaçaklar, bütün ihanetler, bütün kırıklıklar üstümüze boca ediliyor ansızın ve kör ve yaralı ve sadık ve kalbimizi avuçlarımıza alarak yıkılıyoruz.

Bizi yıkıyorlar, eski bir binayı yıkar gibi, kadim bir bilmeceyi çözemeyip kenara atar gibi, bir çiçeği kopartıp koklamadan ezer gibi yıkıyorlar bizi. Ve dilsiz ve bütün kelimeleri elinden alınmış ve yenik bir şehir gibi duruyoruz "onların tarihi"nin önünde.

Daha fazla ölmemizi istiyorlar, daha fazla yenilmemizi, daha fazla unutmamızı. Ölmeye ve yenilmeye eyvallah belki, ama unutmak asla. Unutamıyoruz. Zihnimizden kovduğumuz şeyler, bir bakıyorsun çocuklarımızda yeşeriyor. Biz bıraksak onlar alıyor savaş meydanının kenarına yığılmış mızrakları. Mızraklı ilmihal gibi yaşıyoruz ve mızraklar üstümüze yıkılıyor. Bir ilmihal kalıyor geriye, ama 'hal'imizi 'ilim' yapamıyoruz.

Üstümüze yıkılıyor herşey ve biz herşeyin üstüne yıkılıyoruz. "Gördüklerini unut diyorsun" bana ve herşeye rağmen bir cümle düşüyor ağzımdan: "Zet öldü bebeğim, Zet öldü". Zet niye ölüyor bilmiyorum ve niye böyle bir diyalog geçiyor aramızda ve niye geçiyor bizim adamlar karşı orduya ve niye mızraklarına musaf bağlıyorlar, bilmiyorum. Hiçbirşey bilmiyorum ve bilmediğim şeyler üzerime yıkılıyor. Suç üzerime yıkılıyor ve detaylarını bilmediğim, belki de hiç yeralmadığım şeylerden dolayı yargılanıyorum "suyun önünde". Su akıyor ve ben yargılanıyorum. Su akıyor ve biryerlerimiz kanıyor durmadan.

Su akıyor ve yeniliyoruz hep. Niye yeniliyoruz bilmiyorum. Niye yanımda yürüyen adam, sokağın köşesine geldiğimizde lüks bir 'mercedes'e biniyor, bilmiyorum. Bunları bana sorma oğlum, bunları bana sorma. Ben olmadım hiç, biz de olmadık. Tahta kılıçlılar ve cüzamlılar ordusuyduk yeldeğirmenlerinin önünde. Yeldeğirmenleri dönmeye devam ediyor ve kırıldı kılıçlarımız. Niye ordaydık ve niye savaştık, bilmiyorum. Git ve aramızda sıyrılıp yüksek masalara kurulanlara sor herşeyi. Onların bir cevabı vardır mutlak. Çünkü biz sorulardan, onlarsa cevaplardan yontuldu. Biz sorularımızla kaldık ortada, onlarsa cevapların nimetiyle palazlandı. Belki bütün hikaye bu, belki de hikaye mikaye yok ortalıkta.

Üstümüze yıkılıyor herşey ve biz herşeyin üstüne yıkılıyoruz. Çocuklarımızı öldürüp önümüze atıyorlar. Avuçlarımızdaki kana benziyoruz ve giderek bir avuç kan oluyoruz kendi avuçlarımıza kilitlenen. Bizi kilitliyorlar oğlum.

Sorularımızın, yenilgilerimizin ve suçlarımızın içine kilitliyorlar. Demirin, ihanetin ve yıkılan gecekonduların içine. Kavuşamadığımız 'Leyla'ların ve ihanet ettiğimiz 'Mecnun'ların içine. Bizi kilitliyorlar oğlum ve tarih en büyük kilididir insanlığın. Bizi tarihin içine kilitliyorlar. Sana birşey sorduklarında asla konuşma oğlum, ağzını açıp birşey söyleme. Çünkü her cevap ihanetin kapılarını aralıyor. Her cevap biraz daha öldürüyor bizi ve yadellerin oluyoruz konuştukça. Yadeller, hepsi bu ve yıkılıyor üstümüze sıla, yıkılıyor üstümüze memleket, yıkılıyor üstümüze bir türkü. Geriye bir Leyla kalıyor hiç görülmemiş, bir de 'Mecnun' yüreğim. Ve belki de son yıkım onların güllesiyle geliyor. Bekliyorum. Sen bekleme ama!

Bizi kilitliyorlar oğlum. Sorularımızın, yenilgilerimizin ve suçlarımızın içine kilitliyorlar. Demirin, ihanetin ve yıkılan gecekonduların içine. Kavuşamadığımız 'Leyla'ların ve ihanet ettiğimiz 'Mecnun'ların içine.
www.karakutu.com


İdris Özyol:
Akan gözyaşımı elinle sil dediler

Akıntıya karşı kürek çekmenin ahmaklık olarak görüldüğü bir çağda doğup, ne yöne olursa olsun kürek çekmenin bile bönlüğe tekabül edeceği bir zamana doğru yürümekteyiz. Fakat ısrarla ve ısrarla, bir taşın inadı, bir suyun sabrı, bir çalının dikkafalılığıyla sürdürüyoruz akıntıya karşı kürek çekmeyi. Kuralların kuraldışını bile iyice belirlediği, hilelerin bile hüküm altına alındığı, isyanın dahi yasalarının çıkarıldığı bir çağda, kayıtsız kuyutsuz bir aşkla kalkıp ayağa, kayıtsız kuyutsuz savrulmalarla koşuyoruz meçhule.

Biliyoruz hiç birşey yok uzakta. Dağların ardında halleri bizden iyi olmayan ve bizden de kötü olmayan başka topraklar ve başka suratlar var sadece. Suratlar ve sahte gülücükler müzesine çevrilmiş şehirler var dağların ardında. Boyu bizim boyumuzdan daha kısa kasabalar ve o kasabaların daha büyük yerleşimlere gidince horlanan insanları var. Herkesin bir taşrası, her taşranın bir isyanı var.

Ve akıntıya karşı kürek çekiliyor başka kalplerde, başka suretlerde ve başka kisveler altında. Gidilecek bir yer yok ve belki de sarsıcı olan bu. Bizi avuçlarına alıp kalbimizi daraltan, ruhumuzu coşturan, kanatlandıran şey bu. Hiç birşey yok ve hiç bir toprak kalbimizden daha büyük değil. Hiç bir toprak hayallerimizde yayılan yeşil ülkelerin yerini tutmuyor. Ve kendi zihnimize düzenlediğimiz akınlar, yıkıp geçiyor gerçek hayatların "büyük ülke" yalanlarını. Asıl ülke biziz ve her birimiz ayrı bir kıtayız yeryüzüne dağılan. Akıntıya karşı ve akıntıya rağmen ve akıntıya kayıtsız ve akıntının düşmanı olarak kendi içimizde bir yerlere doğru kürek çekiyoruz. Bizi, gözlerimizde duran kara bir nokta, vicdanımızda serpilen bir hesap, ciğerimizi okuyan bir kavga bekliyor akıntının arkasında. Bundan başka birşey yok. Gittim ve gördüm; yok!

Küreklerimize asılarak ve her seferinde başladığımız yere dönerek sürdürdüğümüz bu kavganın nihayetsiz oluşu, kavgayı daha bir anlamlı kılıyor. Kavganın neticesini değil, kendisini seviyoruz biz. Ayakta durmayı ve iki yana savrularak yürümeyi seviyoruz. Yürürken dallara çarpmayı, taşlara takılmayı, duvarlara toslamayı ve el yordamıyla ilerlemeyi ve ilerledikçe başladığımız yere dönmeyi seviyoruz. Kanımızı hareketlendiriyor bu. İçimizi ısıtıyor.

Mana ve maksat kazanıyoruz. Nimetin bir anlık serinliği mihnetin genişliği karşısında nedir ki! Ve nedir ki, yolcunun imanı karşısında yolların uzayıp kısalan ömrü. Yaralı yolcularız biz çünkü ve yol kaybolsa da yürümeye devam ederiz. Ve çünkü yol bahanedir. Ve çünkü bahaneler hayatı genişletir. Ve çünkü hayat, hep burada, yanımızda olan ve asla başka bir yerde daha da güzelleşmeyen bir şeydir. Ve çünkü güzellik, onunla savaştığın sürece anlamlıdır. Ve çünkü anlam, akıntıya karşı vardır.
www.karakutu.com


İdris Özyol:
Bir eşkiyanın ateşe bakarken düşündüğü şeyler tehlikelidir

Benim doğduğum köyü gece eşkiyalar basardı" diyor ya şair; işte o eşkiyalar biziz. Yine bir başkası alıp onun ağzından lafı, "Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz" diye racon kesiyor orta yerde. Hükümdar olmak gibi bir niyetimiz yok oysa. İktidar kirlidir ve eline kan bulaştırmadan işler cinayetlerini. İktidar öldürmez, sipariş verir sadece ve gece köy basan adamları, yani bizleri bindirip kamyon kasalarına, temizlik işlerine gönderir.

İktidarın elleri beyazdır ve o beyazlaştıkça kanlanır bizim avuçlarımız. O büyüdükçe bizim yüzümüz kararır, kurbanlarımız artar, bastığımız köylerde taş üstünde taş kalmaz. İktidar birini sevse, biz arka sokağa götürüp vururuz onu.

Bunu iktidar ister ve sonra temizlenme sırası bize gelir. Silahların, ölümlerin, ateşlerin gölgesinde geçen hızlı, kısa ama bir o kadar da uzun hayatımız, tenha bir avlunun köşesinde sona erer. Kara ve kıllı bir el boğazımıza yapıştığı zaman anlarız oyuna geldiğimizi. Ama hep böyledir bizim kaderimiz, değişmez. Kullan ve yok et yani. Kullan ve yok et!

Yüreğimin eşkiya yanı depreşti yine. Yüreğimin dağlara sevdalı yanı. Bir ateşin başında yeminler edip, uzun uzun sigara içip, gözlerimizi karanlığa dikerek, "şehre inme vakti gelmiştir" demek vardı şimdi.

Şehre inme vakti gelmiştir ve bir başından girip öteki ucundan çıkarak bir şehri titretmek, ürkütmek, yakmak vakti gelmiştir. Usulca ayağa kalkıp mavzerlerimize uzansak; toprağa tükürüp yenilesek kinimizi ve dudaklarımızın kenarına sert bir ifade koysak; titrek ve flu bir fotoğraf hatırlasak yokedilen günlerimizden; ateşe verilmiş gençliğimizin sevgilisini bulsak zihnimizdeki resimlerin arasında ve sonra kalkıp konaklara doğru yürüsek. "Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz" diyor adam ısrarla. Dünya ne, hükümdar ne, eşkiya kim? Bütün bu soruların içinde kıvranarak yakıyoruz herşeyi ve aslında kendimizi yakıyoruz ve belki bizi kurtaracak olan gemileri. Gemileri yakıyoruz, hiç birşey umurumuzda değil. Kurtulmak isteyen kim? Kurtaracak olan kim? Kurtuluş ne? Hepsi bir palavra ve karın doyurmuyor uzak bir hayalin belirsiz çizgileri.

İnanmıyorum kurtuluşa. İnanmıyorum beni çevirip yol soranların sahiciliğine. Yolların bir yere çıktığına da inanmıyorum, yolcuların bir yere gittiğine de. Büyük bir oyunun küçük taşlarıyız biz ve iktidar denilen kir yumağı üstümüze sarılıyor. Alıp öldürüyorlar bir kısmımızı, bir kısmımızı ise en kanlı cinayetlere taşeron kılıyorlar. Beklemediğimiz bir anda, ummadığımız insanlar, sokulup yanımıza hançerlerini böğrümüze saplıyor.

Ya erken davranıp sen öldür, ya da sus ve bekle ölümü. Bize önerdiği bu işte hayatın. İstifa ediyorum kurduğunuz herşeyden, verdiğiniz her görevden, biçtiğiniz her makamdan. Sizden nefret ediyor ve toprağınıza tükürüyorum. Beni kurtarmayın. Asla ama asla...
www.karakutu.com

İdris Özyol:
Benimle konuşurken gözlerimin içine bak

Gözlerinin içine bakarak ölüyorum burada. Bir kaleyi düşürdükten hemen sonra ve arefesinde yeni bir savaşın, -ortada hiçbir sebep yokken- işte öylesine bir sabah, herkes uykudayken, şebnemlere dokunarak ölüyorum.

Bağırmadan ve söylemeden adımı ve hatta mümkünse ağzımın kenarında küçük bir gülümseme iskeletiyle, fotoğraf çektirir gibi, traş olur gibi, misafirliğe gider gibi ölüyorum sana baktıkça. Hiç bir bağım yok bu dünyayla. Bu dünyayla hiçbir ilgimiz yok. Göğsümüze daldırılmış bir mızrağı usul usul sürükleyerek yaşıyoruz hep. Mızrağı iki avcunla kavrayıp biraz daha derine sokarak, "işte sizin dünyayla ilginiz bu" diyorsan; yanılıyorsun.

Siz hep yanıldınız zaten. Bizi kurtarmaya geldiğiniz günlerde de yanıldınız. "Makus talihimiz"i yenmeye çalıştığınız ve bize ümitler aşılamaya kalkıştığınız günlerde de yanıldınız. Bizim için ölmeye kalkışmanız, sizin aptallığınızdı gözüm. Biz sizden böyle birşey istemedik ve asla da istemeyiz. Çünkü sizin değiştirmek istediğiniz şey, kendi dövülmüşlüğünüzdü. Babalarınızın verdiği "harçlık cezası"na isyan ettiniz siz, kardeşinizin daha çok sevilmesine isyan ettiniz, kolejde aldığınız kırık notlara isyan ettiniz. Bizim gibi değilsiniz ve biz değişmek istemiyoruz "mavi gözlü dev", biz değişmek istemiyoruz.

Orhan Gencebay dinlediğimiz için utanmıyoruz. Müslüm Gürses'i şarkılarıyla göğsümüzü doğramak rahatsız etmiyor bizi. Azer Bülbül, "titrek bir şovmen" değil bizim için. Kebabı seviyoruz, lahmacunu da, kurufasulyeye ekmek banmayı da. Bunlar bizim için iğrenç, kaba, banal, vulgar değil. Arka arkaya dizdiğin bütün bu aşağılama sıfatları senin "hormonlu" beyninin ürünleri. Senin "sanal zekan" üretiyor bunları ve sen, ruhunu yakalayamadığın, çeperinde süründüğün, kapısında dövüldüğün tuhaf bir "Batı algısı"nı idam sehpası kılıyorsun hayatlarımıza.

Bizi sallandırıyorsun koçum, iki gözüm, ciğerparem, bizi el kapılarına maydanoz yapıyorsun. Oysa ikimiz sırt sırta versek, ne o sehpa kalır ortada, ne steril masalar, ne de gözleri bir sömürge ordusunun. Bunları biliyorsun eminim; fakat işine gelmiyor kavganın en dişlisi, ölümün en merti. Küçük, küçücük isyanlarla tamir edip vicdanını, kurtlar sofrasından biraz daha kırıntı kapmak senin niyetin. Bu yüzden gelip kapımıza, asker, ekmek ve cesaret istiyorsun bizden. Bizden mum ışığı, karınca sabrı istiyor ve kara pazularımızı okşayarak ölüme gönderiyorsun herşeyi bire bir anlayan kafalarımızı. Kesilmeye, asılmaya ve mızraklanmaya gönderiyorsun bizi. Ve sonra iki avcunla yakalayıp göğsümüzdeki mızrağı, "işte bu" diyorsun, "işte bu, dünyadan nasibinize düşen". Ve biraz da sen kanırtıyorsun yapışarak sapına, göğsümüzü deşen yoksulluğun.

Sen bir kiler faresisin gözüm. Beyaz konakların zulasında yatan un çuvallarına fitsin sen. Avcuna konulacak birkaç metelik için takla atarsın ziyafet sofralarında. Bizim kapımızı çalma. Gözlerimize bakma. Ve lütfen savaşma bizim için. Hiç inandırıcı değil isyanın, hiç inandırıcı değil kavgan. Tahta döşeklerimize, aşsız evlerimize hasbelkader düşmüş birisisin sen. Kuyruğunu biraz dikleştirince koşarak gideceksin buralardan. Arkana bile bakmadan, gözucuyla bile yoklamadan kaçacaksın mahallemizden.

Adımız gibi biliyoruz bunu. Şakağımıza kurşun sıkar gibi biliyoruz. Her gün ölüp yeniden dirilmek gibi birşey senin lafların. Satırına bile inanmadığın hayallere inanmamızı ve onların ardısıra savaşmamızı istiyorsun. Git işine. Hayat başka yerde değil. Burada da değil. Dünyayla hiçbir ilgimiz yok bu yüzden. Çıkartıp göğsümüzdeki mızrağı, atıyoruz önüne. Acaip keyifli birşey bu ve asla beklemiyorsun böyle birşeyi. Vuruyoruz seni. Söylediğin yalanların tam arkasından yakalayıp, alnından vuruyoruz. Ha ha ha...
www.karakutu.com


İdris Özyol:
Tükendi nakti ömrüm, dilde sermayem bir ah kaldı
Defolu tişörtleri sırtımıza çekerek ve giyerek siyah pantolonlarımızı, kuşları ürkütmeye gideceğiz bugün. Pembe yanaklıları korkutmaya ve şehir çocuklarını gözlerinin tam ortasından vurmaya gideceğiz. Uyduruk deriden ve inadına boyasız ayakkabılarımızın üstünde yaylanarak, potansiyel suçlu ve "tut merkeze götür" türünden pozlar takınıp geçeceğiz caddeleri ve sonra geri dönüp bir volta daha atacağız. Sonra bir volta, bir volta, bir volta daha.

Bizi görenler kaçacak ve bir makas gibi yırtarak "çılgın kalabalığı" kendi kanunlarımızı uygulayacağız. Korku ve şiddet yayacağız meydanlara. Afişleri yırtıp, banklara isimlerimizi kazıyacağız. "Cıstak" müzikler eşliğinde topukladığımız "Doğan görünümlü Şahin"lerle uçacağız üstünüze. Ardımızda cırtlak yüzler ve dehşetten can eriği gibi büyümüş gözbebekleri bırakarak, kendi estetiğimizi yaşayacağız. Kendi estetiğimize gömecekler bizi ve ağzımızı açmadan büyük cümleler kuracağız. Tek kelime söylemeden konuşacağız, alnımızla, elmacık kemiklerimizle ve kum torbası döverek sertleştirdiğimiz yumruklarımızla konuşacağız yalnızca.

Kur'an kursu, teravih namazı, futbol maçı, asker uğurlama, Müslüm konseri ve kung-fu salonlarında beslediğimiz zihnimiz ve omuzlarımızla zorluyoruz hayatı. Hiçbirşey aldatamıyor bizi ve bitmez tükenmez zekamızla, kendiliğinden ve terbiye edilmemiş zekamızla oyuyoruz altını "beyaz konaklar"ın. Kapılarını çalıp truva atları salıyoruz içeri. Kıvranıyor kuştüyü yataklarda "medeniyet". Kıvranıyor ekmeğimize, sütümüze, buğdayımıza ve hatta ümüğümüze uzanan el. Kırıyoruz önümüze dikilmeye kalkanı ve birbirinden ayırt edilemeyen milyonlarca surattan oluşan o dehşet ordumuz, hayatı kaldırıp kaldırıp yere vuruyor. Bütün ofisleri, bütün şubeleri, bütün mağazaları, bütün plazaları bir gecede dikip, bir gecede yer ile yeksan ediyoruz. Dalıp atardamarlarına hayatın, bu beyaz uygarlığın kalbini deşiyoruz. Kan diye bizi taşıyor minibüsler, otobüsler, tramvaylar şehrin anatomisine ve şehri avcumuzun içine kıstırıp canını yakıyoruz beyazların. Bağırıyorlar bir ağızdan. Fakat kulaklarımız sağır bizim.

Gözlerimiz kör. Karnımız aç. O yüzden oturup önüne çiğ çiğ yiyoruz "medeniyet" denilen beyaz eti. "Gözlerine inanamıyor" okumuşlar, çok okumuşlar ve çok çok okumuşlar tayfası, bizi medeniyet sofrasına bağdaş kurmuş görünce. Yiyin lanetliler yiyin, bu han-ı iştiha sizin.
www.karakutu.com
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com