Alemdar Site Admin
Kayıt: 14 Oca 2008 Mesajlar: 3538 Konum: Avustralya
|
Tarih: Cmt Oca 27, 2018 11:14 pm Mesaj konusu: 'Hapishane hâline dair' |
|
|
'Hapishane hâline dair' (*)
Portekiz dilinde, CARCERE-Hapishâne: 1417: GİTO-Süryanice, “Hayat”. (Üstadım’ın “Zindandan Mehmed’e Mektub” isimli, 1961 tarihli şiirinden: “İnsanlar zindanda birer kemmiyet / Urbalarla kemik, mintanlarla et!”… Üstadım’ın Hayat-Memat isimli şiirinden: “Hayat memat diyorlar / Benim gözüm mematta / Hayatın eksiği var / Hayat eksik hayatta!”… Memat: Ölüm. Mevt. “Hayatın gayeliliği”… Üstadım’ın Hapishane hâline dair mısraları, tabiî olarak “Suç ve ceza, kime ve neye göre?” suali çerçevesinde, hukukî ve sosyal düzenden başlayarak, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına kadar gider; Adalet kavramının hakikatinin sırrı, her mücerret gibi Allah’ın emri Resûlü’nün tatbiki ölçülerine, amelî faaliyetle eklenmesi, o ölçülerin hayat karşılıkları olarak görünmesi gereğine kadar gider… Bu bir “Zıt kutublar arası muvazene işidir!” ve önce doğru bir düşünce düzeninde dışta bırakılması gereken, meselâ “Ben” derken başkasını tabii olarak dışta bırakan cüssem gibi iptal edilmeyen zıtlıklarla, “güzel-çirkin, doğru-yanlış, ahlâkî-ahlâkî değil” gibi zıtlıklar arasındaki farka dikkat… Üstadım’ın Hayat-Memat şiirinde ise, doğrudan Ruh ve beden çatışmasına ait bir durumun misalini görüyorum: Beden, hapis ruh ve canın, ölüm gaybiliğine doğru bir tercihi. Bu, “Yaşasan ne, yaşamasan ne?” şikâyeti değil, gerçek hayata –hürriyete– tâlib bir şuurlu tercih; bir istikamet isteği… “İçiçe mimarî, içiçe benlik” hesabı, malûm Hapishane, bir bakıma hayatta yaşadığımız hapishanelerden bir hapishane ve canlı canlı, birşey olmak değil de, hiçbir şey olmamak için konulan mezar; Üstadım’ın sonradan “Cinnet Müstatili” ismini verdiği Hapishâne hatıralarını anlatan eserinin ilk ismi, bana çok daha can yakıcı bir doğruluk hissi verir: “Yılanlı Kuyu’dan”… Dışyüzden ne şekil verilirse verilsin, hapishâne budur; buna bir de dış tertib rezilliğini eklerseniz, daha da feci… Fakir fukara olma derdi ayrı, bir de her türlü rezillik içinde tamamen hayvanî insiyaklarla hareket eden rezilliği için mesutlar var ki, bu da çok daha ayrı bir mesele: Islah, neye göre neyi ıslah ediyorsun? Aynı sorular, eğiticileri eğitmek, onları eğitenleri de vesaire; bu iş, hasta suratı pudra ile yakışıklı gösterme işi değildir… Netice olarak, “Her türlü zorluğu sıçrama tahtası olarak görenlerle, ezilenler”, tıpkı toplum ve dünya genelindeki gibi… Ne mutlu diyeceklerim, Üstadım’dan: “Ana rahmi zahir şu bizim koğuş / Karanlığında nur, yeniden doğuş / Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş / Sen bir devsin, yükü ağırdır devin / Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”… Kâinat, dünya, saray, hapishane, ruh ve can, ten; bunlar ve bunların içiçe oluşları hâlinde hapishane; fert ve toplum, fert ve devlet, toplum ve devlet, sayısız vesaire… “Ölmeden önce nefsini hesaba çekmek” isteyenlerin, yaşadığı çağın mesulü olmak şuurunda olanların; mutlak durakları bunlar; yaşayacak ve yaşatacak olanların… Bu işin efelerine yakışır: “Yarın elbet bizim, elbet bizimdir / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”… Uzun söze ne hacet: Doğsun Büyük Doğu, benden doğarak!)
Salih Mirzabeyoğlu / Ölüm Odası [B 7]
* Başlık metnin içinden tarafımızca konulmuştur. (EF) _________________ Bir varmış bir yokmuş... |
|