EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

15 Temmuz

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 19, 2016 12:13 am    Mesaj konusu: 15 Temmuz Alıntıyla Cevap Gönder

“15 Temmuz’la Çanakkale’yi kıyaslıyorlar” sorusu Ortaylı’yı kızdırdı
23 Temmuz 2017



Tarihçi İlber Ortaylı, katıldığı canlı yayında 15 Temmuz darbe girişiminin Çanakkale Savaşı ile kıyaslanmasına çok sert tepki gösterdi.

Tarih profesörü İlber Ortaylı, HaberTürk’te Oylum Talu’nun sorularını yanıtladı.

Talu’nun yönelttiği “15 Temmuz darbe kalkışmasının yaşandığı gün, Çanakkale Savaşı’yla kıyaslanıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?” şeklindeki soruya öfkelenen Ortaylı, “Estağfurullah. Ne ayıp şey ya! Olur mu öyle şey? Olmaz! Bu çok önemli bir şey Türkiye’nin demokrasisi için fakat Çanakkale başka bir şey.

Bizde maalesef abartmaya meraklıdırlar. O lafı eden efendi hazretleri biliyorsun ‘Yunanistan alsa daha iyi olurmuş’ dedi. O adam ne Yunanistan’ı biliyor, ne bir Balkan Devleti’nin anatomisini biliyor ne de Yunan tarihini biliyor” ifadelerini kullandı.
Kaynak:yeniçağ

Binali Yıldırım: Darbe, NATO’ya ait İncirlik Üssü’nden yönetildi
9 Ara, 2016



Başbakan Binali Yıldırım, Rusya Enformasyon Telgraf Ajansı(TASS) için bir makale yazdı. Yıldırım, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimini NATO’ya ait İncirlik Üssü’nden koordine edildiğini söyledi.

Binali Yıldırım, yazısında “Gülen hâlâ ABD’nin koruması altında bulunurken örgütü, Avrupa Birliği’nden destek görmeye devam ediyor. Ağın üyeleri Türkiye’nin yargı organlarına, okullarına ve üniversitelerine, ülkenin güneyinde bulunan ve darbenin koordine edildiği NATO’ya ait İncirlik’teki hava üssüne sızdı” ifadelerini kullandı. Rusya’nın darbe sırasında yardım teklif eden ilk ülkeler arasında olduğunu belirten Yıldırım, Erdoğan’ın Şanghay Beşlisi çıkışıyla “Coğrafi açıdan böyle bir şey tek kelimeyle mantıklı olurdu” dedi.

İşte Yıldırım’ın yazısından bazı bçlümler:

Türkiye, 15 Temmuz akşamı tarihimizde emsali olmayan bir darbe girişimine maruz kaldı. Tanklar, İstanbul’da Boğaz Köprüsü’ne çıktı ve emir komuta zincirine aldırmayan, Fethullah Gülen terör ağına mensup askerler tarafından ele geçirilmiş Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklar Meclisimize bomba attı. Devlet televizyon kanalında ünlü bir haber spikerine, askerî üniforma giymiş Fethullahçı Terör Örgütünden (FETÖ) emir alan teröristler adına bildiri okutturuldu.

Sokağa çıkan ve cuntacılara neredeyse silahsız karşı koyan 248 vatandaşımız hayatını kaybetti, FETÖ’nün darbe girişimine katılan ve adalete teslim olmak istemeyen 36 üyesi öldürüldü. Bu darbe; 11 Eylül terör eylemi, Paris’teki Bataclan konser salonunda meydana gelen korkunç trajedi veya Şarm el Şeyh’ten Saint Petersburg’a gitmekteyken düşürülen Metrojet şirketine ait uçak olayına benzer bir saldırıydı.

15 Temmuz’da olanın, geleneksel bir devlet darbesinden başka her şey olduğu artık anlaşıldı. Fethullah Gülen tarafından kurulan ve kontrol edilen, yurt dışından idare edilen bir ağın üyeleri olan, hedefleri tamamen karanlık olan isyancılar yüksek rütbeli askerler olarak Türk ordusuna sızdırılmıştı. Gülen hâlâ ABD’nin koruması altında bulunurken örgütü, Avrupa Birliği’nden destek görmeye devam ediyor.

Cuntaya katılan subaylar Gülen ağına üye olduklarını teyit etti. Bunların liderleriyle doğrudan irtibatta olduklarını ispatlayan deliller toplandı. Olaylar, Gülencilerin “paralel bir devlet” ağı kurarak Türkiye’deki stratejik bakımdan önemli mevkilere sızmayı başardıklarına işaret ediyor. Ağın üyeleri Türkiye’nin yargı organlarına, okullarına ve üniversitelerine, ülkenin güneyinde bulunan ve darbenin koordine edildiği NATO’ya ait İncirlik’teki hava üssüne sızdı.

İlişkilerimizdeki zorlu dönemden sonra Rusya, darbe sırasında yardım teklif eden ilk ülkeler arasındaydı. Bu Türkiye’de unutulmayacaktır. (..)

Türkiye, şu an devletimizin kilit alanlarını âdeta kıskaçları arasına alan Gülen ağına terör operasyonu yapıyor. (..)

Dünya düzeni çok hızlı değişiyor. Son bir yıl, ülkelerimizin -hem ekonomik hem stratejik anlamda- birbirleri için ne denli önemli olduğunu gösterdi. Şimdi mesaimizi Suriye’deki bitmek bilmeyen trajedinin bir an önce son bulması için harcamalıyız. Dünyanın, bölgede istikrarın sağlanmasının siyasi ideolojiler veya iddialı sloganlarla değil, açık millî menfaatleri gözeten diplomatik çözümlerle mümkün olacağını eninde sonunda anlayacağını düşünüyorum. Bu zeminde ortak Avrasya bölgemizde iş birliği için birçok yeni alan açılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Şanghay Beşlisi ile daha sıkı iş birliği yapmaması için hiçbir sebep olmadığını ifade etti. Buna sadece şunu ekleyebilirim: Coğrafi açıdan böyle bir şey tek kelimeyle mantıklı olurdu.
(..)
Kaynak: İlk Kurşun

İlticacı NATO subayları: Hem hükümet hem de ittifak bizi sattı
06.12.2016

Darbe girişiminin ardından verilen Türkiye’ye geri dönme emrine uymayarak iltica talep eden NATO subayları, 15 Temmuz’da yaşananlarla herhangi bir ilgileri bulunduğunu reddederek, dönen meslektaşlarının tutuklanmasının ardından bekleme kararı aldıklarını söyledi.

Deutsche Welle’e konuşan Brüksel'deki NATO karargâhında ve Mons'taki Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı'nda (SHAPE) görevli eski subaylar, 15 Temmuz darbe girişimiyle bir ilgilerinin olmadığını savunarak, 'darbeye derhal karşı çıktıklarını ve Türk hükümetini sadık bir biçimde temsil etmeyi sürdürdüklerini' belirtti.

İsimlerinin Ankara'dan Türkiye’nin dış temsilciliklerine gönderilen şüpheliler listesinde yer alması sebebiyle NATO kimlik belgelerini ve diplomatik pasaportlarını iade ettiklerini kaydeden subaylar ellerindeki tek geçerli belgenin Türkiye'ye tek yön gidişi mümkün kılacak kimlik kartı olduğunu ifade etti.

‘BEKLEMENİN İYİ OLACAĞINA KARAR VERDİK’

Belgelerde herhangi bir suçlamanın yer almadığını, sadece isim, rütbe, görev yeri bilgileri ile açığa alındıkları ya da görevden alındıkları bilgisinin bulunduğunu aktaran subaylardan biri, başlangıçta emre uymayı düşündüklerini belirterek "Ama sonra geri dönen 17 meslektaşımızın tutuklandığını öğrendik. O yüzden beklemenin daha iyi olacağına karar verdik” dedi.

Maaşlarını alamayan ve birikimlerini kullanarak ya da varlıklarını satarak geçinen subay ailelerinin tasarruf amacıyla ve hükümetin adreslerine ulaşamaması için daha küçük dairelere geçtiklerini belirtiirken; Belçika’da Ramstein Hava Üssü’nde görevli olan subayların da Almanya’ya iltica başvurusunda bulunduğu kaydedildi.

‘TÜRKİYE, NATO’NUN EN ZAYIF HALKASI’

ABD'nin NATO Daimi Temsilcisi Douglas Lute’un, NATO ve ABD'nin Türk hükümetine 'standartları dikte etmek' yerine 'güven ifade etme' kararı aldığı yönündeki ifadelerini de değerlendiren subaylardan biri, bu tür yaklaşımlar karşısında 'hem kendi hükümetleri hem de NATO tarafından satılmış hissettiklerini' söyledi. Diğer bir subay ise "Bir ittifak ancak en zayıf üyesi kadar güçlüdür" diyerek NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye'nin şu an ittifakın en zayıf halkası olduğunu iddia etti
Kaynak: Sputnik

Ankara’daki darbe girişimi davasında 48 Hava Harp Okulu öğrencisine tahliye
14 Şub, 2017



Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi, darbe girişimine ilişkin 91 Hava Harp Okulu öğrencisi ile 2 subay hakkında açılan davada, tutuklu 48 askeri öğrencinin tahliyesine karar verdi.

Davada, 2 subay dışında tutuklu kalmadı.

Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ile tutuklu bulunan 142 Hava Harp Okulu öğrencisinin tamamı tahliye edilmiş oldu.
İlk Kurşun

Müyesser Yıldız: Yanıt bekleyen 15 Temmuz sorusu
05.02.2017

Geçen hafta ise İçişleri Bakanlığı'nın yine TBMM Darbe Komisyonu'na gönderdiği “darbenin beyin takımı” listesi açıklandı. Bu liste, MSB listesinin aynısıydı.

Her anlamda ülkenin ve devletin altını üstüne getiren 15 Temmuz'un siyasi ayağının ortaya çıkarılmadığını biliyoruz.

Ya askeri ayağı, yani “Yurtta Sulh Konseyi” denilen “FETÖ'cu cuntanın” yöneticileri?

Aralık ayı başında Milliyet Gazetesi 15 Temmuz'u soruşturan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tespitlerini yayınladı.

Buna göre, TSK üst yönetiminde görev alan en az 30 tuğgeneral ve albayın cunta içinde yer aldığı belirlenmişti. Belirlenen isimlerin en başında Tuğgeneral Mehmet Partigöç yer alırken, diğer üst düzey komutanlar da şöyle sıralanmıştı:

“Ömer Faruk Harmancık, Hamza Koçyiğit, İrfan Arabacı, Gökhan Şahin Sönmezateş, Faruk Bal, Salih Ulusoy, Sadık Kalyoncu.”

Milliyet'in bu haberinden birkaç gün sonra Milli Savunma Bakanlığı'nın TBMM Darbe Komisyonu'na gönderdiği “Darbe konseyinin karargah sorumluları” listesi ortaya çıktı.

Bakanlığın listesinde de, “Genelkurmay Başkanlığı karargâhı Tuğgeneral Mehmet Partigöç, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı Tuğgeneral Erhan Caha, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı Tuğamiral İrfan Arabacı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı Hv. İst. Kur. Albay İlhan Karasu, Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı Tuğgeneral Faruk Bal ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargâh sorumlusu olarak Yarbay Mustafa Şaban Gümüşiğne" isimleri vardı.

Geçen hafta ise İçişleri Bakanlığı'nın yine TBMM Darbe Komisyonu'na gönderdiği “darbenin beyin takımı” listesi açıklandı. Bu liste, MSB listesinin aynısıydı.

AKIN ÖZTÜRK VEYA HAMZA KOÇYİĞİT NEREDE?

15 Temmuz gecesi darbenin başına geçmesi için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı “ikna” etmeye çalışan Mehmet Dişli'nin bu listelerde yer almamasına daha önce dikkat çekmiştik.

Yaklaşık 1.5 ay önce ek ifade veren Dişli'nin, “Ertesi gün saat 15.30'a kadar Çankaya Köşkü'ndeki kriz masasında görev yaptım. Buna başta Sayın Başbakanımız olmak üzere hepsi şahittir” şeklindeki iddiasının bugüne kadar yalanlanmadığını da vurgulayıp, devam edelim.

Darbenin ilk gününden beri “1 Numara”nın Akın Öztürk olduğu söylenmiyor mu? Peki listelerin hiçbirisinde bu isim neden yok?

Bir başka konu. Malum darbecilerin “görevlendirme listeleri” ortaya çıktı. Listelerde karşısı boş bırakılmış bazı isimler halen görevdeyken, bazılarının tutuklandığını gördük... Keza “göreve devam” denilenlerin yine bir kısmının tutuklandığını, bir kısmının tutuklanmadığını... Ya da kızağa çekilmiş gözükenlerden bazılarının darbeden sonra terfi ettirilip, aktif görevlere getirilirken, yine bazılarının tutuklandığını...

Mesela darbede EDOK Kurmay Başkanıyken bir hafta sonra İzmir'de tutuklanan Tümgeneral Hamza Koçyiğit. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tespitlerine göre, cuntanın içinde yer alan 30 isimden biri. Ama Ankara'daki darbe soruşturmasından değil, İzmir Casusluk soruşturması kapsamında tutuklandığı bildiriliyor. Dahası darbecilerin görevlendirme listesine göre, EDOK Kurmay Başkanlığı'ndan Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrine çekilmesi planlanmış.

Özetle darbenin üzerinden 6.5 ay geçtiği halde vazgeçtik siyasi ayağı, “cuntanın” kimlerden oluştuğunu bile öğrenememiş durumdayız.

MECLİS KOMİSYONU NİYE ÇALIŞAMADI?

Tüm bunları ortaya çıkaracağı sanılan Meclis Komisyonu Hulusi Akar, Hakan Fidan, Zekai Aksakallı gibi en kilit isimleri dahi dinlemeden çalışmalarını tamamladı. Şimdi raporu yazılıyor.

Çıkacak raporda, “FETÖ yapılanmasının” taa Lozan'a kadar götürülmesine, 1980 darbesi ve 28 Şubat'ın ana sorumlu gösterilmesine hazır olun.

Nereden biliyoruz? Erdoğan ve komisyonun AKP'li üyelerinin açıklamaları ile yandaş medyanın haberlerinden.

Erdoğan daha komisyon kurulmadan, “Buradan bir şey çıkacağına pek inanmadığını” söylemedi mi?.. “T.C.'nin kuruluşundaki yanlışlar” ve “28 Şubat zihniyetinin FETÖ'nün önünü açtığını” anlatmadı mı?!.

Komisyona çağrılan isimlere AKP'lilerce daha çok “FETÖ ve 28 Şubat bağlantısı” sorulmadı mı?!.

Anadolu Ajansı geçtiğimiz günlerde yaptığı bir haberle, “FETÖ/PDY'nin polis teşkilatında 1970'li yıllardan itibaren örgütlenmeye başlayıp, 80'li yıllarda emniyet piramidinin tabandan tavana tüm basamaklarında güçlendiğini” duyurmadı mı?!.

Asıl önemlisi, komisyonun kilit isimleri dinlemesi ve bunun için görev süresinin uzatılması beklenirken Erdoğan daha 9 Aralık'ta “Artık Darbe Komisyonu yapacağı çalışmalarını yaptı. Şöyle süratle inşallah şu son adımlarını da atıp artık raporunu hazırlayıp göndermek suretiyle görevini tamamlarsa isabetli olur diye düşünüyorum” demedi mi?!.

CUMHUR/BAŞKAN SİSTEMİNDE MECLİS BAĞIMSIZ OLACAK YA

Şuraya gelmek istiyoruz:

Cumhur/Başkan sistemi her derde deva olarak sunuluyor. Öyle ki, sanki şimdiye kadar “barbarmışız” gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Milletin medeniyet hedeflerine ulaşabilmesinin yolunun sonucun 'evet' çıkmasıyla açılacağını” müjdeliyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Sorgun, “Yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminin yasama ve yürütme erkleri arasına kesin bir ayrım koyacağını, getirilen değişiklikte Cumhurbaşkanlığının yürütmeyi, parlamentonun da yasamayı temsil edeceğini” söylüyor.

Başbakan Binali Yıldırım da Meclis'in güçlü ve bağımsız hale gelip, hızlı çalışacağını, denetleme görevini yerine getireceğini anlatıyor.

Biliyoruz ki, anayasa değişikliği kabul edilir edilmez Erdoğan aynı zamanda ve resmen AKP Genel Başkanı da olacak.

Daha “fiili” durumu legalleşmeden AKP, yani Meclis çoğunluğu üzerinde böylesine etkili/yetkili olan birisinin “çift şapkadan” sonra Meclis'e “bağımsızlık” vereceğine inanmamız isteniyor da;

15 Temmuz gerçekten çok çok önemli. Erdoğan'ın ifadesiyle “Allah'ın lütfu”, Başbakan Binali Yıldırım'ın ifadesiyle, “Başkanlığın kapısını açan” bu kalkışma “Yeni Türkiye”nin kuruluşunun miladı sayıldığına göre, en önce şunu sormak gibi bir hak ve görevimiz yok mu?

“15 Temmuz'un aydınlatılmamasının müsebbibi de mevcut sistem midir?.. Yeni sistem bu büyük ihanetin tüm yönleriyle aydınlatılmasını da sağlayacak mıdır?..”

Odatv.com

MHP milletvekili: Bu 9 sorunun yanıtını bulun, FETÖ'nün kodlarını çözün
09 Aralık 2016



MHP'li Erdoğan 'FETÖ'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması için bir çalışma yaptı

Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu üyesi MHP Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan 'FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması için MİT, ByLock ve mali ayakla ilgili 9 soru sordu. Soruların arasında "15 Temmuz'da Başbakan ve Cumhurbaşkanı, MİT Müsteşarına neden ulaşamadı, sebebi nedir?" dikkat çekti.

Sözcü'den Saygı Öztürk'ün haberine göre, Mehmet Erdoğan'ın 'FETÖ'nün kodlarını çözmek için yanıt aradığı 9 soru şöyle:

1 – MİT, 15 Temmuz öncesinde Fetullahçı Terör Örgütü'nün hareketleriyle ilgili olarak hangi istihbaratları hangi kurumlara zamanında iletti?

2 – 15 Temmuz'da Başbakan ve Cumhurbaşkanı, MİT Müsteşarına neden ulaşamadı, sebebi nedir?

3 – 15 Temmuz sonrası kendisine bağlı MİT Müsteşarı'yla, Başbakan kaç defa görüştü? Ya da uzunca bir süreden bu yana görüşmediği iddia edilmektedir, bunun sebepleri nedir?

4 – Özellikle, 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nda dinlediğimiz asker kökenli kişiler, bugüne kadar FETÖ'yle ilgili askeri kaynaklara bilgi gitmediğinden yakındı. Bilgi olmadığından mı, yoksa olduğu halde ilgili kurumlara bu istihbarat ulaştırılmadı?

5 – 15 Temmuz gecesi TRT'de bildiri okutan ‘yurtta sulh konseyi' kimlerden oluşuyor?

6 – Sözde darbe konseyinin siyasi uzantıları ve siyasi destekçileri kimlerdir?

7 – TMSF'nin birçok şirket hakkında aldığı el koyma kararları var. Daha önce MİT, MASAK, BDDK gibi devletin sorumlu kurumları FETÖ şirketlerinin para hareketlerini niçin fark etmedi? Gördüyse ne yaptı?

8 – 15 Temmuz'dan bu yana ByLock kullananların listesine ulaşan, ebeye, hemşireye, öğretmene, hâkime, hekime, polise, askere ulaşan MİT, bunları atayan il müdürlerine, genel müdürlere, müsteşarlara ve bakanlara niçin ulaşamadı? Üst düzey bürokratlara ve siyasetçilere ne zaman ulaşılacak?

9 – FETÖ'ye istediği arazileri tahsis eden belediye başkanlarına niçin ulaşılamadı?
Kaynak: T24

Arslan Bulut: Kertenkele’nin kuyruğu ve FETÖ!

12 Kas, 2016



Hayır bir televizyon kanalındaki “Kertenkele” dizisinden söz etmeyeceğim. Bu ilginç hayvanın adını, FETÖ soruşturmaları veya kovuşturmalarının nasıl sürdüğünü belirtmek için emekli kurmay albay Mustafa Önsel kullandı. Önsel, Aşil’in Topuğu FETÖ’nün “O Gece”si adlı son kitabını, “Kertenkelenin kuyruğuyla uğraşmak” başlıklı bir bölümle bitirdi.

Önsel, dün mücadelenin hiçbir yerinde değilken şimdi birden FETÖölçer kesilip önüne gelene FETÖ’cü yaftası vuranların, kertenkelenin kuyruğuyla hatta oyuncak kertenkelelerle oyalananların, ByLock denilen ve sadece FETÖ’cülerin telefonlarına yüklenen sistemi kullananlarla yani, örgüt imamları, emniyet müdürleri, valiler, belediye başkanları, milletvekilleri ve hatta bakanlarla ve 15 Temmuz’da Büyükada’da bir otelde toplantı yapan CIA ajanları ile ilgilenmediğini haykırıyor.

***
Kertenkele, tehlike anında düşmanından kurtulmak için kuyruğunu bırakır. Düşman, kıvrıla kıvrıla hareket eden kuyrukla uğraşırken, kertenkele bir deliğe sığınıp kurtulur.

Önsel, sadece FETÖ’yü değil, IŞİD, PKK, PYD gibi bütün terör örgütlerini küçük kertenkeleler olarak görüyor. Veya “Büyük kertenkelelerin bir nevi kuyruklarıdır bunlar” diyor. Dolayısıyla “Onların hamisi olan büyük kertenkeleler için de tedbir almak, en azından onları uluslararası arenada dengelemek gerekir” diyerek Rusya ile iyi ilişkiler kurulmasını ve Cerablus operasyonunu bu çerçevede olumlu değerlendiriyor. Türkiye’nin kararlı durması halinde büyük kertenkelenin bölgede kaybetmeye başlayacağını belirtiyor.

***
Önsel, Türkiye’nin başına musallat edilen terör örgütlerinin, yani küçük kertenkelelerin, insan kaynağına ve her bir ferdinin nasıl inandırılmış olduğuna da örneklerle dikkat çekiyor:

“15 Temmuz kalkışmasına katılan amiral Halil İbrahim Yıldız, savcının, ‘Artık her şey bitti. Bildiğin her şeyi anlat ki sana yardımcı olalım’ demesi üzerine bakın ne diyor:
-Görünen, bu dünyamın bittiğidir. Her şeyi anlatırsam Hocaefendi intizar eder. O zaman da öbür dünyam biter…

Düşünün siz gerisini

İfadelere baktığınız zaman hemen hepsi daha ortaokuldayken, malum yapıya girmiş. Çoğunluğu, zeki ve fakir aile çocukları. Bu örgüt, onları ders çalıştırmış, kurs vermiş, soru vermiş, yurt bulamayana ev bulmuş, karınlarını doyurmuş. Ötesi iş hatta ev bile bulmuşlar. Kısaca minnet içinde bırakmışlar, sonra da bir yerlere gelmelerine yardımcı olmuşlar. Serbest düşünmelerinin önüne geçmek için beyin yıkama faaliyetini kesintisiz devam ettirmişler. Özellikle devlette güç kazandıkça bu güç, gücü artırma adına yeni eleman kazanma yolunda kullanılmış, bir çığ gibi büyümüşler, gizlilikleri en büyük silahları olmuş. Koskocaman devlet aygıtı bunları tespit etmekte zorlanmış, çünkü her devre her duruma uyum gösterebilen alışılmamış bir örgütsel yapı söz konusudur.”

***
Eski MİT Müsteşarı Emre Taner de Meclis Araştırma Komisyonu’nda, “15 Temmuz sadece FETÖ’nun ve grubunun anlayışıyla realize edilmiş faaliyet olamaz; FETÖ’nün boyu kısa kalır. İkinci, üçüncü, dördüncü darbeden endişe ediliyorsa FETÖ’nün boyu çok kısa kalır. Arkasındaki ortak aklın, küresel aklın gözardı edilmemesi gerekir” dedi.

Benim kanaatim ise şu şekilde: FETÖ, başından beri devlet içinde NATO güdümlü gizli bir yapılanmanın geliştirdiği bir organizasyondur. Bu faaliyetin, devlet birimlerinin bilgisi dışında sürmesi mümkün değildir. Gülen’i daha İskenderun’da askerken görevlendiren, yakalanınca Ankara’dan telefon emriyle serbest bıraktıran, yine İzmir’de genç bir vaizken yetiştiren ve rol veren irade, devletin içindeki bir örgütün iradesi değil miydi?
Kertenkele, kuyruğunu orada bırakmıştır, yuvası da hâlâ oradadır
Yeni Çağ

Galip Mendi: Darbe girişimi BOP kapsamında yapıldı
2 Kas, 2016



Eski Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Galip Mendi, darbe girişiminin ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yapıldığını söyledi. FETÖ’cüleri tasfiye etmek için TSK içinde çalışma yaptıklarını belirten Mendi, “3-5 Ağustos’ta normal şura yapılsaydı bunların kaydı silinecekti” dedi.
Darbe girişiminin BOP kapsamında yapıldığını söyledi, kalkışma öncesi FETÖ’ye ağır darbe vurmaya hazırlandıklarını ifade etti.
Eski Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Galip Mendi, FETÖ’cü Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda konuştu, kalkışmanın ABD ile bağlantısına ilişkin önemli açıklamalar yaptı.
Darbenin Türkiye üzerinde oynanan bir proje olduğunu belirten Mendi, “Bunların BOP projesinin içerisinde olduğunu düşünüyorum. Türkiye bundan kötü bir şekilde etkilendi” dedi.
Kalkışmanın dış destekli olduğunu savunan Mendi, “Ülkemiz önemli coğrafyada ve bu ülkede bazı ülkelerin emellerinin olduğunu biliyorsunuz. Hangi devletler olduğunu da biliyorsunuz bunu dillendirmeme gerek yok” ifadelerini kullandı.
Ergenekon ve Balyoz kumpasını değerlendiren General Mendi, tutuklamaları FETÖ’cülerin yaptığını söyledi, boşalan kadrolara cemaatin yerleştiğini ifade etti.
Orgeneral Mendi, FETÖ’ye karşı TSK içinde tasfiye hazırlıkları yaptıklarını da anlattı. Cemaatçi olanlarla ilgili iki farklı dosya hazırlandığını belirten Mendi, “3-5 Ağustos’ta normal şura yapılsaydı bunların kaydı silinecekti” dedi.
Komisyonda sunum yapan bir diğer isim de eski Ankara Valisi ve eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar oldu. FETÖ’nün PKK’yla mücadeleyi aksattığını savunan Kılıçlar, “Son dönemde geriye doğru bakınca daha başarılı olabileceğimizi gördüm” değerlendirmesi yaptı
Meclis Araştırma Komisyonu yarın da daha önce özel nedenlerden dolayı gelemeyen eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’u dinleyecek.

ulusalkanal.com.tr

Perinçek: 15 Temmuz'da ABD yenildi
29 Ekim 2016



Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “15 Temmuz'da ABD’nin silahlı gücünün yenilmesi devrimdir” dedi.

 Doğu Perinçek Alanya'da “Vatan Savaşından Milli Hükümete” konferansında konuştu.

“Amerika Türkiye'ye kefen biçmek istedi. O kefeni yırttık” diyen Perinçek önce Silivri duvarlarının yıkıldığını ardından PKK ve FETÖ operasyonlarının başladığını anlattı. Türkiye'nin Amerika'nın darbe girişimini de püskürttüğünü vurgulayan Perinçek şöyle devam etti: “Darbe girişimi bastırıldıktan sonra TSK sınırı geçti, Suriye'nin kuzeyindeki Amerikan koridoruna girdi. Şimdi burada Alanya'da, bu salonda hepimizin kalbi koridoru delen Mehmetçikle çarpıyor.”

“PKK İLE MÜCADELE BİR DEVRİMDİR”

Perinçek, Silivri duvarlarının yıkılmasından beri geçen 2 yıl içinde Vatan Partisi'nin programının, bazı eksiklere rağmen uygulanmaya başladığını söyledi. “Türkiye devrimci bir sürece girmiştir” diyen Perinçek, “PKK ile mücadele bir devrimdir. Rusya ile ittifak ve Tük Akımı anlaşması bir devrimdir. 15 Temmuz'da ABD'nin silahlı gücünün yenilmesi devrimdir. Türkiye'nin Cerablus'a girmesi bir devrimdir. İçine girdiğimiz bu süreçten ekonomik bir devrimle çıkacağız” açıklamasında bulundu
Gazete 2023

15 Temmuz sürecinin kilit açıklamaları; işte itirafçı Genelkurmay Başkanı Yaveri Türkkan'ın ifadesinin tam metni
Ali Aslangül
18 Ekim 2016



"42 yıllık hayatım yalanmış; etkin pişmanlıktan yararlanmak istiyorum..."

Kızının düğünü darbe girişimine sahne olan komutan ilk kez anlattı: Neden 15 Temmuz'u seçtiler, Genelkurmay'ın hatası ne, yaverler nasıl darbeci oldu?

15 Temmuz darbe girişiminin içindeki rolü ve ifadesiyle cunta yapılanmasının kilit isimlerinden biri olarak değerlendirilen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan'ın açıklamaları davanın temel dayanaklarından biri olacak. Darbe girişiminin ardından tutuklanan Yarbay Levent Türkkan'ın savcılıkta verdiği ifadedeki itirafları, Fethullah Gülen cemaati içindeki yapılanmanın 15 Temmuz’daki rolü konusundaki önemli bulgular arasında kabul ediliyor.

241 kişinin hayatını kaybettiği, 2 bin 194 kişinin de yaralandığı kanlı darbe girişimi sonrası gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan ve kayıplara karışan, cemaatin ve ‘Genelkurmay İmamı’ olduğu belirtilen ilahiyat profesörü Adil Öksüz’ün ismi de Türkkan’ın itiraflarında ortaya çıktı. Hulusi Akar ve Necdet Özel başta olmak üzere genelkurmay başkanlarının birçoğunun düzenli olarak gizlice dinlendiği bilgisi de yine Türkkan’ın ifadesinde yer alıyor.

Kamuoyuna yansıyan sorgulama tutanaklarındaki ifadesinde ‘cemaatçi’ olduğunu itiraf eden Yaver Levent Türkkan, 15 Temmuz’un öncesi ve sonrasındaki planlamaları, darbe gecesinden sabahına tüm yaşananları dakika dakika tüm ayrıntılarıyla anlattı. Emniyet’teki gözaltı sorgusunun ardından darp edildiğini gösteren fotoğrafının ortaya çıkması “işkence ile zorla ifadesi alındı” yorumlarına da yol açan Türkkan, savcılıkta verdiği ifadede “Kendi isteğimle duyduğum pişmanlık üzerine bu belgeyi, itirafları yazdım” diyor. Türkkan, 15 Temmuz’a kadar “Allah rızası için çalıştıklarını düşündüğü” cemaati, artık “cani ruhlu kişilerden oluşan bir yapı olarak gördüğünü” söylüyor.



Darbe girişiminin, “15 Temmuz’dan 1 gün önce kendisine bildirildiğini” söyleyen Türkkan, cuntacıların Hulusi Akar’ı ikna edebileceklerini düşündüklerini ve bu nedenle darbe sonrası görevlendirme listesinde Genelkurmay Başkanı isminin boş bırakılmış olabileceğini belirtiyor:

“Bize söylenene göre Hulusi Akar darbe faaliyetinin başına geçmeyi kabul ederse, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Akın Öztürk olacaktı. Gece yarısı 03.00'te faaliyet başlayacağı için saat 02.30'da Genelkurmay Başkanı’nın konutunda buluşacağımızı kararlaştırdık.”

Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, 15 Temmuz’un merkezi olarak kabul edilen Akıncı Üssü’nün eski adı ‘Mürted’den yola çıkarak Doğan Kitap’ta ‘Kod adı Mürted' adıyla yayımlanan kitabında darbe girişimiyle ilgili bazı tanıklıklar, ifadeler ve belgeleri derledi. Kitapta, itirafçı Yaver Levent Türkkan’ın ifadesinin tam metnine de yer verildi.

Türkkan, ifadesinde, “kamu alımına ilişkin sınav sorularının çalındığı” iddiasını da doğrulayan bazı itiraflarda bulundu. 1989 yılında Işıklar Askeri Lisesi'nin sınavlarına girdiğini söyleyen Türkkan, sınav sorularının nasıl kendisine verildiğini şöyle anlatıyor:

“Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan emindim, cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı getirip soruları verdiler. Soruları Serdar abi getirmişti. Elinde bilgisayar çıktısı şeklinde sorular vardı. Şıkların üzerine cevaplar işaretlenmişti. Zaten bildiğim şeylerdi. Okudum, ezberledim. Bursa merkezde bir cemaat evinde bana bu soruları verdiler. Soruları benden başkalarına da verdiklerini değerlendiriyorum.”

Genelkurmay Başkanı Akar'ın tutuklanan cuntacı yaveri
Yarbay Türkkan'ın ifadesinin tam metni şöyle:

“Pişmanlığım üzerine
bu belgeyi kendim yazdım”

Bana gösterdiğiniz el yazısını kendim yazdım, altını da imzaladım. Bu beleyi yazarken sorguma başlanmamıştı. Kendi isteğimle duyduğum pişmanlık üzerine bu belgeyi, itirafları yazdım. Mümkünse etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istiyorum. İşin hukuki boyutu bu aşamada beni çok da ilgilendirmiyor. Ben bu itirafları kendimi rahatlatmak için yapıyorum.

“Cemaat tarafından verilen emirlere
bugüne kadar harfiyen riayet ettim”

Ben paralel yapı üyesiyim. Fethullah Gülen’ciyim. Bu cemaate yıllarca gönüllü olarak hizmet ettim. Bugüne kadar cemaatte abilerime itaat ettim. Onlar tarafından verilen emirlere bugüne kadar harfiyen riayet ettim. En son bu tarih itibariyle irtibat halinde olduğum abilerim Murat, Selahattin ve Adil kod adlı şahıslardır. Bunlardan Murat'ın evini biliyorum. Konya yolu civarındadır, gösterebilirim. Diğerlerinin ve tamamının ne iş yaptıklarını ayrıca adres ve açık kimlik bilgilerini bilmiyorum. Bu abilerle Murat'ın evinde ayda bir ya da iki ayda bir rutin görüşmelerimi yapıyordum. Ben bugüne kadar Fetullah Gülen cemaatinin vatan haini olduğuna hiçbir zaman inanmamıştım. Sadece onların Allah rızası için çalıştıklarını düşünüyordum. Ancak darbe teşebbüsü ve sonrasında ne olduklarını anladım. Bu yapı ve bu yapıya mensup olanlar için vatan haini tabiri az gelir. Artık biliyorum ki bu yapı mensupları cani ruhlu kişilerdir. Fetullah Gülen'i bizzat hiç görmedim ancak söylediklerim onun için de geçerlidir.

Yarbay Levent Türkkan, Emniyet'teki gözaltı sorgusunun ardından böyle fotoğraflanmıştı
Yarbay Levent Türkkan, Emniyet'teki gözaltı sorgusunun ardından böyle fotoğraflanmıştı

"IŞİD’den hiçbir farkı yok"

Hayatımda ilk defa hür irademle konuşuyorum. Gariban, zeki bir çocuktum, bana sahip çıkıldı, o yaşlarda kanıma girildiğinin farkında değildim. Ben vatan hâini değilim. Hiçbir insan evladı kendi askerine, vatandaşına, polisine mermi sıkmaz. IŞİD’den hiçbir farkı yok. IŞİD de terör örgütü, bu da...

“Ortaokulda cemaatin abileriyle tanışmıştım”

Ben fakir bir ailenin çocuğuyum. Bursa-Karacabey Arız köyündenim. Öz be öz Türküm. Köklerimiz ta Osmanlı’ya dayanır. Babam çok fakir bir çiftçiydi. Tarlamız, bağımız bahçemiz yoktu. Babam yevmiye karşılığı çalışırdı. 5 kardeşiz. Tek erkek benim ve en küçük de benim. Fetullah Gülen cemaatiyle ilk defa ortaokul döneminde tanıştım. O tarihlerde Bursa Cumhuriyet Lisesi Ortaokul kısmında okuyordum. İyi ve geleceği parlak bir öğrenciydim. Ortaokulda cemaatin abileriyle tanışmıştım. O tarihte Serdar, Musa kod adlı üniversite öğrencisi abiler vardı. Ben lisenin resmi pansiyonunda kalıyordum. Bu abiler pansiyona gidip geliyorlardı. Ben ve benim gibilere namaz kıldırıyorlardı. Sonra beni kendi cemaat evlerine götürmeye başladılar.

“Bana sınav sorularını verdiler”

Ben 5 yaşından beri subay olmayı hayal ediyordum. Ailem de beni bu şekilde kanalize ediyordu. Benim bu idealim cemaatin ekmeğine tuz biber oldu. Benim subay olmak istememe çok memnun oldular. 1989 yılında Işıklar Askeri Lisesi'nin sınavlarına girdim. Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan emindim, cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı getirip soruları verdiler. Soruları Serdar abi getirmişti. Elinde bilgisayar çıktısı şeklinde sorular vardı. Şıkların üzerine cevaplar işaretlenmişti. Zaten bildiğim şeylerdi. Okudum, ezberledim. Bursa merkezde bir cemaat evinde bana bu soruları verdiler. Soruları benden başkalarına da verdiklerini değerlendiriyorum. Ancak kime verdiklerini isim isim bilmiyorum. Yıllar sonra Serdar ve Musa abilerle irtibatım kalmadı. Aradan zaman geçtiği için onların kimliklerinin tespitine ilişkin bilgi de veremem. Fakat fotoğraflarını görsem tanıyabilirim. Bu şekilde askeri lise sınavlarını kazandım. Hatırladığım kadarıyla yüz küsuruncu olmuştum. Dereceye giremedim. Çünkü hatırladığım kadarıyla kasıtlı olarak soruların tamamını bana göstermemişlerdi. Yazılıdan sonra mülakata da girdim. Mülakatta cemaatin herhangi bir yardımı olmadı diye biliyorum. Benim gıyabımda bilgim dışında mülakatıma yardım edip etmediklerini de açıkçası bilemiyorum. Gülen’i Mehdi olarak görüyorlardı. Abiler, 'O bizim mehdimiz' diyorlardı. 3-4 ay himmet vermeyince, 'Hz. Ömer malının yarısını bağışladı' diye örnekler veriyorlardı. Personel şubesinde subayından astsubayına, generaline kadar paralelci olmayan yoktur.

“İma ile namazı istediğimiz yerde kılıyorduk”

Işıklar Askeri Lisesi'ndeyken Serdar ve Musa abilerle görüşmeye devam ettim. Ayda bir kez görüşüyorduk. Genelde hafta sonu geliyorduk, namaz kılıyorduk, sohbet ediyorduk, Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyorduk. Abilerim bana deşifre olmamak için askeri lisede tuvalette abdest almayı ve ima ile namaz kılmayı öğretmişlerdi. İma ile namazı istediğimiz yerde kılıyorduk. Namazı zihnen düşünüp dualarını içimden okuyordum.

“Genelde AKP’ye oy verdim”

Herhangi bir siyasi kanala yönlendirilmedim. Şu an itibarıyla da kemikleşmiş herhangi bir siyasi görüşüm bulunmamaktadır. Genelde AKP'ye oy verdim. Sandığın başına gittiğimde oyumu o dönemin koşullarına göre kullandım. Askeri lisedeyken önce iki yıl Serdar abi, sonrasında da Musa abi benimle ilgilenmişti. Askeri lise döneminde cemaatten abilerim bana herhangi bir görev vermediler. Ben de cemaat adına herhangi bir faaliyette bulunmadım. Tek göreviniz ifşa olmamak diye öğretiyorladı.

“Kız arkadaşlarım olmasına kızıyorlardı”

1993 yılında askeri liseyi bitirince sınavsız doğrudan Kara Harp Okuluna kayıt yaptırdım. Dolayısıyla o tarih itibariyle Ankara’ya gelmiş oldum. Birinci sınıfta cemaatle arasında bir kopukluk oldu. Açıkçası o tarihte bir müddet ben de kendimi sorguladım. O tarihte kız arkadaşlarım vardı. Bu duruma cemaatten abiler kızıyorlardı. Belki de bu yüzden kendi isteğimle bir süre cemaatle görüşmedim. Birinci sınıfta yine Musa Abi benden sorumluydu. İkinci sınıftan itibaren Musa Abi’yle ayda bir görüşmeye başladım. 1997 yılında KHO’dan mezun olup kıtalarda çalıştım. İstanbul Tuzla Piyade Okulu. Trabzon, Diyarbakır, Kıbrıs/Lefkoşa, Kızıltepe, en son 2010 yılında Ankara olmak üzere görev yerlerim buralardır. Kıtalarda bu şekilde görev yaparken yine aylık görüşmelerimi cemaatle yapıyordum. Bulunduğum yere göre sürekli abilerim değişti. Bu değişim nasıl oluyor anlatmak isterim. Görev yaptığım yerdeki abi tayinim çıktığında, 10-15 gün sonra yeni görev yerime gelip beni yeni görev yerimdeki yenileriyle tanıştırıp devir-teslim yapıyordu. Eski abi yeni görev yerine geldiğimde telefon ile yeri veriyordu. Buluşuyorduk. Buluşma yerine yeni abi de geliyordu. Orada yeni abi ile karşılıklı telefonlarımızı alıyorduk.

Benim bağlı olduğum abilerim bildiğim kadarıyla askeri şahıs değildi. Olsaydı bilirdim. Hepsi okumuş üniversite mezunu adamlar, mesleklerini hiçbir zaman sorgulamazdık. Bize “Sormayın, işinize bakın, dersinizi okuyun” diyorlardı. Bunlara şartlandırıyorlardı. Zaten görüşmeler de çok uzun sürmüyor. Lise ve Harp Okulu’ndaki abilerimin isimlerini hatırlamıyorum. Belki de kısa süre yaptığım ve görev yerlerim sürekli değiştiği içindir. Ancak simaen görsem tanırım. Kıtalarda çalışırken Ankara’ya gelip önceden olduğu gibi Fethullah Gülen cemaati adına askeriyede herhangi bir iş, herhangi bir örgütsel faaliyette bulunmadım. Sadece abilerimin bana verdiği dersi, kitaptan okudum.

"42 yıllık hayatım yalanmış”

Benim kod adım Ahmet. İsmi onlar seçiyor. Çocuklarınızın isimlerini bile onlar seçiyor. Bakın, paralelcilerin çocuklarının iki ismi vardır. İsmin biri Pennsilvanya'dan gelir, diğerini kendiniz koyarsınız. 42 yıllık hayatım yalanmış. İnsanlığımdan utanıyorum. Hayatımı bina ettiğim her şey yalanmış.

“Gülen’in ilahi bir kişiliği, kimliği vardı”

Darbe girişimi olayına kadar Fethullah Gülen cemaati benim için Allah rızasını gözeten, bu asırda düzgün bir yapı görünümündeydi. Cemaat sonuçta bir abiler silsilesi olduğu için Fethullah Gülen nazarımda en büyük abiydi. Benim nezdimde Fethullah Gülen'in ilahi bir kimliği, kişiliği vardı.

2010 yılında Ankara’ya tayinim çıktı. Genelkurmay Karargâhı Destek Grup Komutanlığı’na yüzbaşı rütbesiyle atandım. Taburu S3 olarak çalıştım. Müteakibinde binbaşı olunca kantin başkanı olarak görev yaptım. Genelkurmay’daki büyük kantinin başkanıydım. 2011 yılına kadar bu görevi yaptığım tarihteki abimi de şu an ismen hatırlayamadım. Yine rutin aylık görüşmelerimi o abimle yapıyordum. Hatırladığım kadarıyla kendisi Türk Telekom’da çalışıyordu. Sonra İstanbul’a gitti. Beni Murat Abi’ye teslim etti.

“Necdet Özel Paşa’yıdüzenli olarak dinliyorduk”

2011 yılında daha önceden tanıdığım, hazırda emekli olan Şevket Cumaoğlu Albay beni Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in emir subay yardımcılığına önerdi. Kendisi Paşa’nın emir subayıydı. Bildiğim kadarıyla yapıdan değildir. Ancak paralel yapıdan olmamasına rağmen beni neden önerdiğini tahmin edebilirim. O sırada kantin başkanlığı orada önemli ve etkin bir görevdir. Kendisi benim başarılı çalışmalarımı görüp beğenmiş olabilir. Şu an kendisi emekli. Benim tahminim cemaatçi değildir. Nitekim ben onu bu konuda çok sorguladım. Soru sordum. Cemaatçi olmadığını söylediler.

Bu şekilde 2011-2015 yılları arası Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa’nın emir subay yardımcısı olarak çalıştım. Şevket Cumaoğlu Albay hep emir subayı olarak çalıştı. Paşa’nın son üç ayı albay Şevket Cumaoğlu emekli olunca emir subayı ben oldum. Ben Genelkurmay’da emir subaylığı görevine başladıktan sonra cemaat yapılanması adına bana verilen örgütsel görevleri de yerine getirmeye başladım.

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa'yı dinleme cihazıyla sürekli dinliyordum. İki boğum parmak ucu kadar 'radyo' diye tabir edilen dinleme cihazını her gün paşanın odasına herhangi bir yere koyup akşam da çıkarken alıyordum. Kendi hafızası vardı. Pili bir gün dayanıyordu. Haftada bir dolan cihazı cemaat abime götürüp veriyordum, boş olanları alıyordum. Arada sırada Genelkurmay Başkanı'nın odasına dinleme cihazı araması yapılıyordu. Doğal olarak ben bu aramaların ne zaman yapılacağını önceden bildiğim için cihazı koymuyordum. Murat Abi’den önceki ismini hatırlayamadığım Türk Telekom'da çalışan abi cihazı bana verdi. Cihazı evinde vermişti. Evi İncek tarafında Alacaatlı’daydı. Gitsem evini bulabilirim, ancak dediğim gibi tayini çıktığı için İstanbul’a taşındı. Bana dinleme cihazını verip paşanın sesini kaydetmem talimatını verdi. Bana 'Sadece bilgi amaçlı dinleyeceğiz, bir şey olmayacak' dedi. Ben de sorgulamadım, cihazı aldım. Paşanın sesini her gün kaydettim. İki, üç cihaz vardı. Haftada bir dolan cihazı cemaat abime götürüp veriyordum. Boş olanları alıyordum. Ben hiçbir zaman kaydettiğim sesleri dinlemedim. Nitekim benim o cihazları bağlayıp dinleyeceğim teçhizatım da yoktu. Arada sırada Genelkurmay Başkanının odasında dinleme cihazı araması yapılıyordu. Doğal olarak ben bu aramanın ne zaman yapılacağını bildiğim için cihazı koymuyordum. Dinleme cihazıyla ilgili herhangi bir olumsuzluk yaşamadım. Bana verilen görevi harfiyen yaptım.

“Hulusi Akar ve Yaşar Güler Paşa da dinleniyordu”

Necdet Özel Paşa döneminde iki yıl Hulusi Akar Paşa, iki yıl da Yaşar Güler Paşa Genelkurmay 2. Başkanlığı görevini yürütmüşlerdi. Her ikisinin de emir subayı arkadaşım olan Binbaşı Mehmet Akkurt'tu. Mehmet Akkurt da Fetullah Gülen cemaatinin bir mensubudur. Ses kayıtlarını onunla birlikte yaptık. O da isimlerini belirttiğim Genelkurmay 2. Başkanlarının odasına dinleme cihazı yerleştiriyordu. Onun cemaat abisinin kim olduğunu bilmiyordum. Şu anda Mehmet Akkurt'un nerede olduğunu, gözaltında olup olmadığını bilmiyorum. Darbeye teşebbüs günü onun görevi Genelkurmay 2. Başkanını etkisiz hale getirmekti. Tahminen silahlı kuvvetlerde ne olup bittiğini bilmek için cemaat bu paşaları dinliyordu. Bize söylenen Yaşar Paşa cemaatçi değildi, fakat Hulusi Paşa için “Cemaati seven, sempatizan, zarar vermeyen kişi” diyorlardı.

“Akar’ın emir subayı olduğumda inleme işini bıraktım”

Ben, Genelkurmay Başkanı değiştiğinde, Hulusi Akar'ın emir subayı olduğumda ses kaydı işini bıraktım. Murat abi bana emir subayı olduktan sonra 'Dinleme cihazını sen bırakmayacaksın' dedi. Birkaç ay sonra öğrendim ki aynı işi Serhat ve soyadını bilmediğim Şener isimli başçavuşlara yaptırmışlar. Serhat ve Şener başçavuşların ikisi de Hulusi Akar paşanın emir astsubaylarıydı.

“Bu isimler tahminine göre yüzde 99 cemaatçi”

Cemaatte kesin bir şekilde gizlilik ve ketumiyet vardır. Herkes kendi abisini bilir, gider dersini yapar, namazını kılar, sohbetini yapar, kendi işiyle ilgili verilen görevleri yapar, fazlasını bilmez ve sormaz. Benim şahsi kanaatim 1990'lı yıllardan bu yana sınavla okullardan gelen ve orduya alınan subayların yüzde 60-70'i cemaatçidir. Genelde cemaatçi olan subaylar kurmay subaylardır. Bu benim cemaatçi olarak tahminim. Somut bir delilim yoktur. Kesin cemaatçi olduklarını bildiğim Binbaşı Mehmet Akkurt, başçavuşlar Serhat ve Şener, Yüzbaşı Serdar Tekin, konut astsubayı başçavuş Veysel Tokmak, korumalardan Başçavuş Ömer Gürsel Çetin, Abdullah Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel, diğer özel kalem Hüseyin Hakan Öcal, Genelkurmay Başkanı Başdanışmanı Kurmay Albay Orhan Yıkılkan, Cumhurbaşkanı başyaveri Albay Ali Yazıcı, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Muhsin Kutsi Barış, Genelkurmay 2. Başkanı eski koruması yüzbaşı Abdurrahim Aksoy, 2. Başkan Özel Kalem Müdürü Yarbay Bünyamin Tuner, onun yardımcısı binbaşı Recep, Personel Başkanlığında Şube Müdürü Albay Cemil, Korgeneral Mustafa Özsoy, Korgeneral Salih Ulusoy, Albay Muharrem Köse, personel dairesinde görevli Tuğgeneral Mehmet Partigöç adlı kişilerdir. Bunlar benim tahminime göre yüzde 99 cemaatçidir. Askerin içinde birini, diğerine abi olarak görevlendirmiyorlardı. Abilik, bizim gözümüzde cemaate bir üst görev değil, daha bilgili, kitap okuyan, dini bilgileri çok olan kişidir. Aynı zamanda görev verdiğini de gözardı etmemek gerekir. Örneğin ben, abilerin bana verdiği paşaları dinleme görevini yerine getirdim. TSK’da cemaat yapılanması yönünden bir hiyerarşi bulunmamaktadır. Cemaatçiler normal rütbelerine göre, askeri emir komuta zincirine tabidirler. Herkes abisine bağlıdır. Ben askerin içinden abi hiç görmedim, duymadım.

“Darbe saat 03.00’te yapılacaktı”

Ben darbe yapılacağını 14 Temmuz 2016 Perşembe günü saat 10.00-11.00 sıralarında öğrendim. Genelkurmay Başkanı Danışmanı Albay Orhan Yıkılkan sigara içmek için beni dışarıya çağırdı. Bana darbe planladıklarını, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve orgenerallerin tek tek alınacağını, sessiz sedasız işin biteceğini, işin 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece saat 03.00'te yapılacağını söyledi.

“Olay çok gizli şekilde devam edecek,deşifre olmayacak, dendi”

İkimiz yalnızken bu bilgileri verdi. Ayrıca bana darbenin yapılacağı gün görevimin Hulusi Akar Paşa'yı etkisiz hale getirip işi kolaylaştırmak olduğunu söyledi. Yine söylediğine göre, Hulusi Akar Paşa'yı etkisiz hale getirdikten sonra özel kuvvetler gelip alacaktı. Orhan Yıkılkan'ın bana verdiği görevi sorgulamadan kabul ettim. O gece benden sorumlu olan Murat abimin Konya yolunda Opet'in arka tarafındaki evine gittim. Bu konuyu duyunca biraz da darbe haberini alınca neler olduğunu anlamak için merak üzerine gittim. Rutin görüşmemiz yoktu. Normal zamanda abinin evine haberleşerek gideriz, gitmemiz gerekir, ancak önemli bir durum olduğu için bu defa habersiz gittim. Orada daha önceden tanıdığım Adil ve Selahattin abiler vardı ev Murat abinin olmasına rağmen o yoktu. Selahattin abi Murat abinin bir üst sorumlusu, Adil abi ise Selahattin abinin bir üst birim sorumlusu olan kişilerdir. Bana niye geldiğimi sordular. Darbeyle ilgili herhangi bir bilgi vermediler. Ben onlara 'yarın akşam bir faaliyet olacak bilginiz var mı?' diye sordum. Sorunca bana kızdılar, 'sen nerden biliyorsun, bundan kime bahsettin, sana bunu kim söyledi' dediler. Ben de Albay Orhan Yıkılkan'ın söylediğini onlara bildirdim. Orhan Yıkılkan'ı tanıyorlardı. Nereden tanıdıklarını bilmiyorum. Bana sıkı sıkı tembih ettiler. 'Bu konuyla ilgili hiç kimseye, hiçbir yerde, hiçbir şey söylemeyeceksin, olay çok gizli şekilde devam edecek, deşifre olmayacak' dediler. Bana verilen görevle ilgili herhangi bir şey söylemediler. Bu şekilde oradan ayrıldım. Başka unuttuğum için ifade etmedim, Mehmet Akkurt da benimle Murat abinin evine gelmişti. Evde Adil abi, Selahattin abi ben ve Mehmet Akkurt olmak üzere 4 kişi vardık, başka kimse yoktu. Albay Orhan Yıkılkan beni sigara içmek için çağırdığında bana görevimi söylemişti. Aynı zamanda verilen görev için benim ekibimde Yüzbaşı Serdar Tekin, Başçavuş Serhat Pahsa, Başçavuş Şener, Başçavuş Veysel Tokmak ve Başçavuş Abdullah Erdoğan’ın da olduğunu söylemiştim. Yukarıda belirttiğim gibi bunların hepsi de cemaatçidir. Ben de Albay Orhan Yıkılkan’ın bana tebliğ ettiği görevi ekibimde yer alan kişilere perşembe günü peyderpey ve teker teker aktardım. İtiraz eden olmadı. Albay Orhan Yıkılkan ayrıca Genelkurmay Başkanı’nın korumalarından Başçavuş Ömer Gürsel Çetin’in Binbaşı Mehmet Akkurt’un emrinde olacağını söylemişti.

"Planlayıcı 94 mezunu subaylar; Adil çok önemli bir adam, Genelkurmay İmamı olabilir"

Telefonlar geliyordu. O esnada anladım, planlayıcı 94 mezunu subaylar. Hepsi kurmaydır. İşin başında Akın Öztürk Paşa olduğunu sanmıyorum, o sadece orada bir kukla. Bu işin bir numarası yok. Bence 94’lerin konseyi. Sabaha kadar 300 cevapsız arama geldi. Orhan Yıkılkan albay abilerle görüşüyordu. Birinden emir, talimat alıyor, koordine ediyordu. Akıncı’da birileriyle görüşüyordu ama Adil Abi (firari Adil Öksüz) mi başkası mı bilmiyorum. Adil çok önemli bir adam. Genelkurmay imamı olabilir."

“Mehmet Dişli de cemaatçidir”

15 Temmuz Cuma günü öğleden sonra Albay Orhan Yıkılkan beni de aldı. Birlikte Tümgeneral Mehmet Dişli'nin odasına gittik. Yukarıda belirttiğim gibi o da cemaatçidir. Mehmet Dişli Genelkurmay Proje Yönetim Daire Başkanıdır. Odada sadece üçümüz vardık. Girer girmez darbeye ilişkin mevzuyu konuşmaya başladık. Mehmet Dişli darbe teşebbüsü başladığında ilk önce Hulusi Akar Paşa'nın odasına tek başına gideceğini, onun kabul etmesi halinde darbe faaliyetinin başına geçirileceğini bize söyledi. Bunu söylerken bize 'Genelkurmay Başkanına, (Sen Kenan Evren olacak mısın, olmayacak mısın) diye soracağım' şeklinde beyanda bulundu. Genelkurmay Başkanına darbeyi tebliğ ederken, kendisini sevdiğimizi, saydığımızı, kabul etmesi halinde darbeninin başına geçireceklerini söyleyeceğini bize bildirdi. Elinde bir not kağıdı vardı. Oraya Genelkurmay Başkanına söyleyeceklerini tek tek yazmıştı. Söylediğine göre Hulusi Akar darbe faaliyetinin başına geçmeyi kabul ederse, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Akın Öztürk olacaktı. Gece yarısı 03.00'te faaliyet başlayacağı için saat 02.30'da Genelkurmay Başkanının konutunda buluşacağımızı kararlaştırdık. Aramızdaki konuşmalara göre Hulusi Akar Paşa teklifi kabul etmezse ben ve ekibim etkisiz hale getirecektik. Bu konuda eski Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel ve yeni Özel Kalem Müdürü Yarbay Hakan Öcal'ın bana yardım edeceğini söylediler. Özel Kuvvetler'den gelen personel Hulusi Akar Paşa'yı alıp götürecekti. Fakat Albay Orhan Yıkılkan ve Tümgeneral Mehmet Dişli, Akar Paşa'nın teklifi kabul edeceğini düşünüyorlardı.

“Hulusi Akar Paşa’nın teklifi kabul etmemesi başarısızlığın yolunu açtı”

Anladığım kadarıyla Orhan Yıkılkan, konuya ilişkin Mehmet Dişli'den daha çok bilgi sahibiydi. Hulusi Akar Paşa'ya yapılan teklif, diğer kuvvet komutanları ve orgenerallere yapılmayacaktı. Nitekim Hulusi Akar'ın teklifi kabul edip, kuvvet komutanları ve diğer orgeneralleri darbe faaliyetinin içine çekeceğini düşünüyorlardı. Hulusi Akar, kendisine yapılan teklifi kabul etmedi. O kabul etmeyince kuvvet komutanlarını da ikna edemediler. Bu durumdan hareketle bir noktada Hulusi Akar'ın kendisine yapılan teklifi kabul etmemekle darbe girişiminin başarısızlığının yolunu açtığını söyleyebiliriz.

İsminin karşısı boş bırakılanlar ve “göreve devam” yazılanlar ne anlama geliyor?

Genelkurmay Başkanı’nın isminin karşısına darbeden sonra atandığı görev kısmının boş bırakılması muhtemelen söylediğim nedene dayanıyordu. Ona yapacakları teklife vereceği cevap tam belli olmadığı için boş bırakmış olabilirler. Bunun haricinde bildiğim kadarıyla Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı cemaatçi değildir. Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak'ın atandığı görev kısmının neden boş bırakıldığını, Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi'nin atandığı görev kısmına "devam" ibaresinin neden yazıldığını bilemiyorum. Fakat şunu söyleyebilirim; "darbeden sonra görevine devam" diye yazılanların güvendikleri kişiler olabilir. Ancak bu kişilerin kesin bir cemaatçi olup olmadığını şu an söyleyemem. Askeri görevi yanında TRT Genel Müdürlüğü, belediye başkanlığı gibi isminin karşısında sivil görev ataması yazılanlar kesin cemaatçidir. Örneğin İlhan Talu’nun isminin karşısına ne yazıldığını bilmek isterim. Ben bu kişinin cemaatçi olup olmadığı konusunda tereddütlüydüm. Demek ki cemaatçilerin güvendiği kişidir. Listelerde kuvvet komutanlıkları emrine ya da Milli Savunma Bakanlığı emrine alınanlar kesin cemaatçi olmayan kişilerdir. Benim bu listeden dediğim gibi haberim olmadı. Şu anda darbeden sonra bana tebliğ edilecek görevi merak ettim. Bu şekilde Tümgeneral Mehmet Dişli’nin odasından ayrıldık.

“En son Hakan Fidan’la görüştü; abdest alıp namaz kıldı”

15 Temmuz Cuma günü saat 20.00-21.00 arasında Genelkurmay Başkanı makamındaydı. Akar en son MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la görüştü. Doğal olarak ben de oradaydım. Olaylar çok hızlı gelişti. Genelkurmay Başkanı Akar, en son MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile 1 saatten fazla görüştü. Hakan bey zaten sürekli bize gelirdi, biz ona giderdik. Komutanla ikisi birbirlerini severlerdi. Bu görüşmede olağanüstü bir buluşma hissetmedim. Hakan Fidan makamdan ayrıldıktan çok kısa süre sonra özel kuvvetlerden 20 civarında tam teçhizatlı asker karargaha girdi. Orhan Yıkılkan da Mehmet Dişli de oradaydı. Mehmet Dişli Komutanın kapısını çalıp içeri girdi. Dişli Paşa içeride 5 dakika civarında kaldı. Aralarında ne konuştuklarını duymadık. Dışarı çıktığında 'ortada, girin' dedi. İçeriye ben, Yüzbaşı Serdar Tekin, Başçavuş Abdullah, Özel Kalem Müdürü Albay Ramazan, Orhan Yıkılkan ile girdik. Dişli Paşa da oradaydı. Hulusi Akar Paşa, Dişli Paşa ve bizlere hitaben 'Yanlış yapıyorsunuz, bu böyle olmaz' dedi. Benim elimde tabanca vardı. Hulusi Paşa makamının yanındaki masada sandalyede oturuyordu. Tabanca elimdeyken Hulusi Paşa'ya 'Komutanım sizi koltuklara alalım' dedim. O da herkes içeri girince panik yaptı ve 'Bana su getirin' dedi. Serdar Yüzbaşı su getirdi. Alıp içti. Ben 'Abdest alıp namaz kılacağım, üzerimi değiştireceğim' dedi. Arka taraftaki dinlenme odasına Serdar Yüzbaşı ve Abdullah Başçavuşla birlikte girdiler. Orada üzerini değiştirdi, namazını kıldı. Kıldığı namaz, vakit namazı mıydı, ne namazıydı açıkcası bilemiyorum. Arada kendisi bizlere hitaben, 'Yanlış yapıyorsunuz' diyordu. Ben Hulusi Paşa'ya 'Komutanım, yıllardır yanınızdayım. Hiç sizi üzdüm mü, size hainlik yaptım mı? Lütfen dediklerimizi yapın. Hiçbir sorun çıkmayacak' dediğimi hatırlıyorum. Karşılığında ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Namazı bittikten sonra montunu giydi. Özel Kuvvetlerden gelen görevliler koluna girip alıp götürdüler. Çıkışa kadar bizden kimse refakat etmedi. Ancak koruma Abdullah Erdoğan refakat etmiş olabilir; hatta bindirildiği helikoptere o da binmiş olabilir. Bana 'sen gelmeyeceksin' dediler. Orada kaldım, makamı emniyete aldım. Komutanın şahsi malzemelerini topladık, çantasına yerleştirdik, çantasını oraya koyduk. Ben o gece hep makamdaydım. Herhangi bir gelen giden olmadı. Yanımda Serdar Yüzbaşı ve başçavuşlar Serhat ve Şener vardı. Birlikte oturduk, olayları televizyondan izledik. Bir şey konuşmadık, öylece bekledik.

“Akar Paşa’nın eşini aradım ağlıyordu”

Komutanı götürdükten sonra Dişli Paşa beni telefonla aradı. Komutanın eşini aramam konusunda isteği olduğunu söyledi. Bunun üzerine hanımefendiyi askeri hattan aradım. 'Komutanımız iyi, hiç problem yok' gibi rahatlatmak adına bir şeyler söyledim. Konuşurken ağlıyordu.

“Kıyamet günü gibiydi”

Ben 'o gece makama kimse gelmedi' dedim ama Albay Yıkılkan özel kalem müdürü odasındaydı, onun yanına girip çıkanın haddi hesabı yoktu. Orada bir noktada darbe faaliyeti kısmen organize ediliyordu, ancak ilerleyen zamanlarda konuşulanlardan televizyondaki haberlerden esas faaliyetin Akıncılar Üssü'nde organize edildiğini anladım. Benim bulunduğum bölümde karargahın içinde herhangi bir arbede, çatışma, yaralanma olmadı. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’nın etrafı kıyamet günü gibiydi. Vatandaşlar toplanmıştı. Polisler gelmişti. Zaman zaman silahların ateşleniyor, F-16'lar alçak uçuş yapıyordu. Bombaların patladığını, sivil halkın zarar gördüğünü öğrendikçe pişman olmaya başladım. Yapılanlar katliam gibiydi. Benim Allah rızası için çalıştığını düşündüğüm cemaatin girişimiyle bunlar yapılıyordu.

“Cemaat mensubu omaktan dolayı çok pişmanım"

Sabah saat 09.00 sıralarında karargahtaki koridor, darbeye iştirak edenlerle dolup taştı. Herkes aralarında 'başarısız olduk, teslim oluyoruz' diye konuşuyordu. Tuğgeneral Mehmet Partigöç olayı yönlendiriyordu. Teslim olmak için askeri savcı ve merkez komutanlığından personel istedi. İstenen kişiler gelince personel teslim oldu. Serdar Yüzbaşı ve ben o gruptan 10 dakika sonra teslim olduk. Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşa'yı cep telefonumdan aradım. Makama gelip gittiği için tanıyordum. Komutanım 'gelin makamı size teslim edeyim' dedim. Kabul etmedi, 'Diğerleriyle teslim ol' dedi. Bunun üzerine Serdar Yüzbaşı ile kapının önüne çıktık. Özel Kuvvetlere teslim olduk. Onlar da bizi polislere teslim ettiler. Bizi Başkent Spor Salonu'na götürdüler. Teslim olurken herhangi bir şekilde direnmedim. Samimi olarak pişmanım. Sadece darbeye iştirak etmekten değil, Fetullah Gülen cemaati mensubu olmaktan dolayı da çok pişmanım. Olayların içindeyim, bu yüzden sorumluluğum var, fakat ben vatan haini değilim. Polise, sivil vatandaşa kesinlikle silah sıkmam. Sıkmadım da. Darbe girişimi sırasında sivil vatandaşa, polise silah sıkılmasını, bomba atılmasını, tank sürülmesini kesinlikle tasvip etmem mümkün değil. Anlattıklarım, söylediklerim samimidir.

“Etkin pişmanlıktan yararlanmak istiyorum”

Tüm bildiklerimi anlattım. Özellikle emniyetteki sorgu sırasında bu şeyleri söylemeye ikna edilmediğimi belirtmek istiyorum. Ben emniyette beklerken kâğıt kalem isteyip kendi ifademi yazdım. Bu şekilde ifade vermem yönünde bir telkinde bulunan olmadı. Bu anlamda yasal olarak mümkünse lehime etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istiyorum.
Kaynak: T24

15 Temmuz sonrası işkenceler 90’lar gibi: ‘Yok mu tecavüz edecek bir babayiğit’
25/10/2016

PrintPocketPinterestGoogle+TumblrWhatsAppTwitterTelegramFacebook904
New York merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’deki gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarını içeren bir rapor hazırladı.

13 ayrı örnek verilen raporda tecavüz tehdidi, testis sıkma, uygunsuz pozisyonda uzun süre tutma ve dövme gibi pek çok hak ihlalinin yaşandığı belirtildi.

Cumhuriyet’ten Kemal Göktaş’ın haberine göre HRW’nin hazırladığı ‘Açık Çek – Türkiye’de Darbe Girişimi Sonrası İşkenceye Karşı Koruma Tedbirlerinin Askıya Alınması’ başlıklı raporda, gözaltındakilerin vücutlarındaki yara izlerinin darbe girişimi gecesi çıkan olaylardan meydana gelme ihtimalinin bulunduğu da belirtilerek şöyle dendi: “Ancak bazı fotoğraf ve videolardaki kötü muamele ve yaralanmaların ise gözaltında olduğu anlaşılmıştır.”

46 sayfalık raporda ‘avukatlar, sağlık personeli, gözaltından bırakılmış kişiler ve gözaltında tutulanların ailelerinin gözaltında işkence ve kötü muameleyle ilgili 13 vaka anlattıkları’ belirtilerek görüşülen 40’ı aşkın kişinin isimlerinin ‘güvenlik gerekçesiyle’ gizli tutulduğu ifade edildi.

Raporda yer alan 13 örnek vakanın 17 farklı kaynaktan alınan bilgilere dayandığı ve birkaç vakada bilginin başka kaynaklarca da doğrulandığı belirtildi. “HRW, bu vakalarla ilgili verilen detaylı bilgilere ve anlatımlardaki iç tutarlılığa dayanarak bu öykülerin güvenilir olduğuna hükmetmiştir” denilen raporda yer alan 13 vaka özetle şöyle:

Polis, eşi teslim olsun diye çocukla annesini rehin aldı

1- İstanbul’dan bir avukat, subay müvekkiliyle Vatan Emniyet’teki görüşmesinde ‘sol omuzunda berelenme, yüzünde yara ve izler ve bileklerinde kelepçe izleri’ gördü. Müvekkili, avukata suçlamaları reddettiklerinde polisin hakaret etmeye, vurmaya ve tekmelemeye başladığını, kendilerine ve eşlerine tecavüzle tehdit edildiklerini söyledi. Avukat ise “Bunu yapmayacaklarına güvenemezsiniz. Bir defasında adam gelip teslim olsun diye polisin bir çocukla annesini rehin olarak tuttuğunu gördüm” dedi.

2- Yüksek rütbeli bir subaya adli yardım için atanan bir avukat, müvekkilini Ankara Emniyeti’nde vücudunda yara izleri ve bacağında kopmuş et gibi duran bir yarayla gördüğünü anlattı. Avukat, müvekkili hakim karşısına çıkarıldığında yanında oturan polisin silahını masanın üstüne koyduğunu ve bunu tehdit olarak algıladığını ifade etti. Müvekkili, hakime, polisin başını yere vurduklarını anlattı. Avukat, hakimin kararını açıklamadan önce verdiği arada, kötü muameleyle ilgili şikayette bulunduğu esnada bir kıdemli polisin kendisine ‘senin de gözaltına alınmanı sağlamak çok kolay’ dediğini aktardı.

3- Bir adli yardım avukatı, polisin, subay olan müvekkilini Ankara Emniyeti’ndeki sorgu sırasında defalarca dövdüğünü şöyle anlattı: “Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi. O saatte oradaki tek avukat bendim. Her yerde şiddet vardı ve polis benim orada olmamdan memnun değildi. ‘Bu insanların neden avukata ihtiyaçları var ki’ diyorlardı.”

Avukat, normalde bu koşullar altında ifade tutanağını imzalamayacağını ya da koşullarla ilgili not ekleyeceğini, ama bu kez ikisini de yapamayacak kadar korktuğunu söyledi. Avukat, müvekkilinin mahkemede kötü muameleden söz etmediğini anlattı. Avukat o zamandan beri adli yardım müvekkili almayı reddediyor.

‘Polis, testislerini sıktı’

4- Yüksek rütbeli bir subayın duruşmasına katılan bir adli yardım avukatı, subayın duruşma sırasında hakime Ankara Emniyeti’nde polisin kendisini dövdüğünü anlattığını ve vücudundaki morlukları gösterdiğini söyledi.

5- Bir adli yardım avukatı, subay olan müvekkiliyle Ankara Emniyeti’nde görüştüğünde, polis karakolunda kötü muamele gördüğünü söylediğini ve gömleğini sıyırarak sırtındaki büyük bir morluğu gösterdiğini anlattı. Subay şikayetini sorgu sırasında tekrarladı. Ancak polis bu yaraları darbe gecesi kavga sırasında almış olabileceğini söyledi. Avukat, ifade tutanağında kötü muamele iddialarına yer verilmediğini, kendisinin de tutanağa bunu not düşemeyecek kadar korktuğunu söyledi.

6- Avukat Gülhan Kaya, Urfa’da polisin MLKP üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alınan Mehmet Ali Genç ve Metin Kösemen’e işkence yaptığını söyledi. Kaya, “Anlattıkları şeyler dayanılmazdı. Sanki 1990’lar geri gelmişti” dedi. Kaya, müvekkillerinin ‘polisin soyunmaya zorladığını, güneş altında saatlerce tuttuğunu, testislerini sıktıklarını, dayak atıp copla tecavüz etmekle tehdit ettiğini’ anlattı.

7- Bir adli tıp uzmanı. Bir subayın gözaltında 36 saat elleri arkadan bağlı, alnı yere değecek şeklide dizleri üstünde oturttulduğunu, ne zaman hareket etmeye kalkışsa sırtına ve başına kemerle vurduklarını anlattı. Subay, adli tıp uzmanına, polisin kendisini erlerin bulunduğu bir hücreye yerleştirdiğini ve askerlerin de kendisini ciddi şekilde dövdüklerini anlattı.

‘Karısına tecavüz etmekle tehdit etmiş’

8- Aynı adli tıp uzmanı, bir işadamının üçüncü muayenesinde sırtında morluklar gördüğünü anlattı. Uzman “Morlukların sert zeminde yatmaktan kaynaklandığını söyledi, ama buna imkan yoktu. Birisi sırtına künt bir cisimle vurmuştu” dedi.

9- Ankara’da bir avukat, işsiz öğretmen olan müvekkilinin kendisine “Polis ilk önce arkadaşını gözaltına almış ve işkence yaparak kendisini ihbar etmesini sağlamış. Polis müvekkili karakolda yoğun olarak dövmüş. Karısına tecavüzle tehdit edince, suçlamaları kabul etmiş. Doktor kendisini karakolda muayene etmiş ve iyi olduğunu yazmış” dediğini anlattı.

10- Darbe girişiminden sonra gözaltına alınan bir kadın, polisin yeterince su ve yemek vermediğini, uzun süre aynı pozisyonda oturmaya zorladığını ve uykusuz bıraktığını anlattı. Kadın “Uyumayalım diye odaya gürültü yapan bir telsiz getirdiler ve televizyonun sesini sonuna kadar açtılar” dedi.

11- Antalya’da gözaltına alınan öğretmen Eyüp Birinci savcıya verdiği ifadede şunları anlattı: “Gözlerim bağlıydı. ‘Bildiklerini anlat, Antalya’da ne işin var’ diyerek çırılçıplak soydular. Yüzüme, gözüme, ayaklarımın altına, karnıma vurarak, hayalarımı sıkarak ‘Seni hadım ederim’ diyerek işkenceye devam ettiler. Ayaklarıma, kollarıma ve boynuma önce ıslatarak copla vurdular. Her vurduktan sonra dik dur diyerek karnıma dakikalarca vurdular.”

Birinci, gözaltına alındığı gün götürüldüğü doktorun vücudundaki kanıtları ‘basit, ciddi değil’ diyerek görmezden geldiğini ancak sonraki günlerde sorgu esnasında bayıldığında doktorun iç kanama teşhisi koyması üzerine hastaneye götürüldüğünü ve ameliyat edildiğini anlattı. Birinci’nin eşi de doktorun kendisine bağırsaklarından 10 santimetre aldıklarını anlattı. Hastane ameliyata ilişkin tıbbi belgeleri göstermeyi reddetti. HRW, bu ameliyatın kötü muamele yüzünden mi gerektiğini doğrulayamadı.

‘İstediğin kadar darp raporu al, bize sökmez’

12- Ankara’da bir avukat, bir müvekkilinin polisin kendisine işkenceye varan kötü muamele yaptığını, bu yüzden iç kanama geçirdiğini anlattığını söyledi. Avukat doktor raporu aldıklarını, ancak serbest kalan müvekkilinin, darbe davaları bitene kadar şikayette bulunmamaya karar verdiğini söyledi.

13- İstanbul’dan üç avukat PKK operasyonunda gözaltına alınan 19 kişinin işkence gördüğünü ileri sürdü. Avukatlardan biri, Atışalanı Karakolu’nda tutulan yedi kişiyle yaptıkları görüşmede ‘polisin dövdüğünü, küfrettiğini ve tehdit ettiğini, ilk üç gün çok az yemek verildiğini’ anlattıklarını aktardı. Diğer avukat da Vatan Emniyet’te tutulan beş kişinin, ‘gözaltında dövüldüklerini, çırılçıplak soyulduklarını, copla testislerine vurulduğunu ve copla tecavüz tehdidine maruz kaldıklarını’ anlattı. Şüpheli İ.B., hapishaneden avukatına yazdığı mektupta “Soyarak cinsel organlarımızı sıkma, darp etme, iğrenç yönelimlerde bulunarak, tehditler savurdular. Biri ‘Anneni buraya getirdim, konuşmazsan gözünün önünde tecavüz edeceğim’ dedi. Kafama torba geçirip kafamı yere, duvara vura vura beni, alçakça gülerek, domalık dedikleri bir pozisyona getirerek ‘Yok mu buna tecavüz edecek babayiğit’ diye bağırıp gülüyorlardı. İşlemediğim bir suçu (kabul etmem için) hakaret ve tekmelerle üstüme geliyorlardı. Darp raporları aldığım her gün beni bir kez daha darp ediyorlardı. ‘İstediğin kadar al, bize sökmez, her şey elimizde’ dediler” diye yazdı. F.P. de polislerin ‘Haydar Dayı’ dedikleri copla tecavüzle tehdit edildiğini anlattı. Tüm şüpheliler hâkimlikte şikayetçi oldular.

HRW, raporunun sonunda Türkiye’ye tavsiyelerde de bulundu: “Kötü muameleye olanak sağlayan 30 günlük gözaltı süresi ve 5 gün avukat yasağı başta olmak üzere KHK hükümleri iptal edilsin. Tüm işkence ve kötü muamele iddiaları vakit geçirmeden, tarafsız biçimde soruşturulsun. KHK’ler kapsamında görevini yerine getiren kişinin bu fiilleri nedeniyle cezai sorumluluktan korunması hükmü iptal edilsin.”

FETÖ'den tutuklu başhekim yardımcısı cezaevinde öldü
24.03.2017



Ankara'da FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan başhekim yardımcısı Ali Özer, cezaevinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Ankara Nallıhan Devlet Hastanesi’nde başhekim yardımcılığı görevindeyken FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan 48 yaşındaki Ali Özer, Çorum L Tipi Kapalı Cezaevi'ne nakledildi.
Kaldığı koğuşta kalp krizi geçiren Ali Özer, cezaevinin revirinde ilk müdahalesi yapılarak ambulansla Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı. Ancar Özer, yapılan tüm müdahaleye rağmen kurtarılamadı.

Özer’in cesedi, kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için Ankara Adli Tıp Kurumu'na gönderildi.
Sputnik

'Darbe Hulusi Akar ile Hakan Fidan'ın bilgisi, planı ve kontrolü dahilinde oldu'
26 Mayıs 2017

Kara Kuvvetleri eski Kuvvet Geliştirme Başkanı Tuğgeneral Erhan Caha, Genelkurmay çatı davasında ifade verdi, "Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının, planı, bilgisi ve kontrolü dahilinde olmuştur" dedi.

15 Temmuz'un kritik "karargâh" davasında savunmalar devam ediyor.

Mahkemede dün savunmasını yapan Kara Kuvvetleri eski Kuvvet Geliştirme Başkanı Tuğgeneral Erhan Caha, "Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı'nın ifa
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ekm 25, 2017 9:19 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ksm 08, 2016 10:42 pm    Mesaj konusu: FETÖ’den gözaltında bulunan astsubay intihar etti Alıntıyla Cevap Gönder

Ilgaz Tüneli 15 Temmuz sisini dağıtmaz
Yalçın Doğan
27 Aralık 2016



Bütün ısrarlara rağmen:

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar,

MİT Başkanı Hakan Fidan,

2004 - 2015 arasında Yüksek Askeri Şûra üyeliği yapmış komutanlar,

Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Necdet Özel,

Emekli Orgeneral Akın Öztürk, başta olmak üzere, 15 Temmuz darbe girişiminde bilgi sahibi olan ve olabilecek önemli isimlerin pek çoğu Meclis Araştırma Komisyonu tarafından dinlenmiyor, AKP’nin engellemesiyle.

15 Temmuz gecesi darbeye karşı ortak ve yiğit bir tavır gösteren TBMM, girişimin bastırılması sonrasında yine ortak bir tutum sergileyerek bu rezil girişimin araştırılması amacıyla komisyon kurulmasına karar veriyor, dört partinin inisiyatifiyle. Çok güzel.

Adı uzun komisyon

Son altı yıl içinde bu aynı konuda ikinci komisyon. 2010 yılında yine benzer bir komisyon kuruluyor, adı biraz uzun:

“Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralarla Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu.”

Komisyonun ismi uzun, yaptığı iş o kadar uzun değil. Belki 12 Eylül darbecilerini yargı önüne çıkartıyor ki, çoğu ya hayatta değil ya da ceza alması açısından yaş sınırını çoktan aşmış, asıl 28 Şubat üzerinde duruyor. Çünkü, 28 Şubat AKP’nin anası Refah Partisi’ni hedef alıyor.

28 Şubat döneminin bazı yetkilileri tutuklanıyor, bir süre sonra serbest bırakılıyor.

Kısaca, komisyon faaliyetleri AKP’nin “biz darbelerin üzerine gideriz” şovuna dönüşüyor ve hiç bir sonuç çıkmıyor.

Zaten çıkmış olsa ve komisyonun adında geçen “alınması gereken önlemler,” onlar artık ne ise, alınmış olsa, 15 Temmuz’a gelinir miydi?

Zurnada peşrev: Sahne bir

15 Temmuz’u araştırma komisyonu da, yine davul ve zurna çalarak ilan ediliyor, komisyon çalışmaya başladığında artık ne davul sesi duyuluyor, ne zurna.

Zurnada peşrev olmaz ama, zurnada peşreve geçiliyor.

Peşrev iki sahneden oluşuyor. İlk sahne şöyle.

15 Temmuz’la ilgili gerçekten önemli bilgiler verecek olan isimlerin hiç biri dinlenmiyor. CHP’nin onca ısrarına rağmen, AKP’li komisyon başkanı Reşat Petek ki, eski bir savcı, sürekli yan çiziyor.

Yukarıda saydığım isimlere ek olarak, örneğin, o tarihte Genelkurmay Personel Dairesi Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç ya da Genelkurmay Stratejik Dönüşüm Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli ki, darbe girişimiyle ilgili önemli bilgilere sahip olduğu ileri sürülen isimler, dinlenmiyor.

Ya da son on iki yılın Yüksek Askeri Şûra üyeleri. Hele de darbe girişimine katıldığı öne sürülen general ve subayların terfilerine karar verildiği 2015 Yüksek Askeri Şûrasında görev alan üyeler, yine ısrarlara rağmen, dinlenmiyor. Oysa dinlense, terfi mekanizması ve mantığı ortaya çıkacak.

Kilit isimleri dinlemedikten sonra, 15 Temmuz’un iç yüzü nasıl açığa çıkacak? Kimlerin, hangi rolü üstlendikleri, onların arkasındaki bağlantılar nasıl öğrenilecek? Sadece “FETÖ” genellemesi ile mi?

Bu durumda öğrenilmeyecek.

Zurnada peşrev: Sahne iki

Peşrevin ikinci sahnesi “dostlar alış verişte görsün” vaziyetinde. Komisyon bazı “ziyaretlerde” bulunuyor.

Erdoğan’ın o gece kaldığı Marmaris’teki otele ziyaret,

15 Temmuz Şehitler Köprüsüne, eski Boğaziçi Köprüsü'ne ziyaret,

Çengelköy Polis Karakolu'na ziyaret.

Ne alaka? Bu ziyaretler sonucu komisyon darbeyle ilgili hangi bilgiye ulaşıyor? Sıfır.

Ah şu Boğaz Köprüsü dile gelse de, o geceyi anlatsa!.. Zaten TV’lerde bin kez izliyoruz köprüde o gece olanları. Hangisi darbe girişimine ilişkin bilgi veriyor? Saçmalık.

Göz boyamaktan öteye gitmeyen oyalamalar.

Boğaz Köprüsü'nden Ilgaz'a

Yaklaşık iki buçuk ay “çalışan (!)” komisyon 15 Temmuz ile ilgili “edebiyat dışında” dişe dokunur hiç bir bilgiye ulaşmıyor, herhalde ulaşmak istemiyor.

İstese, bugüne kadar darbeye karışanları çoktan dinlemesi gerekirdi. Yine bir örnek, Sincan Cezaevi'nde yatan eski general ve subayları dinlemesi gerekirdi.

Emekli Genelkurmay Başkanları İlker Başbuğ, Işık Koşaner, Hilmi Özkök komisyona geliyor ve dinleniyor da, bir başka emekli Genelkurmay Başkanı Necdet Özel neden gelmiyor?

Sonuçta her gün şu ya da bu nedenle gönderme yapılan 15 Temmuz karanlığa gömülüyor.

Yok Boğaziçi Köprüsü'ne “15 Temmuz Şehitler Köprüsü,” yok Çankırı - Kastamonu arasında dün açılan tünele “Ilgaz 15 Temmuz İstiklal Tüneli,” yok sağda solda değişik yerlere yine 15 Temmuz’u hatırlatan isimler vermek. Bunlar işin “AKP usulü propaganda” bölümü.

İsim vermek bir yana, siz asıl sis perdesini kaldırın, sis perdesini. Malum “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın (...) senin dumanlı başın bulutları deliyor.”

Dağıtın o dumanları, Ilgaz Dağları'ndan Ankara’yı o zaman daha iyi görürsünüz, 15 Temmuz’da neler olup bittiğini, biz de öğrenmiş oluruz.
Kaynak: T24

"Sorulmayan soru!"
23 Aralık 2016

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, "Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı da kullanarak istedikleri adamı AYM üyesi yapabilen Fetullahçıların, iktidar partisi içinde örgütlenmemiş olmalarına hâlâ ihtimal verebiliyor musunuz?" dedi.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Neresi doğru ki" başlığıyla yayımlanan (23 Aralık 2016) yazısının o bölümü şöyle:

Sorulmayan soru

Darbeyi araştırmak için kurulan komisyonun AKP’li üyeleri, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazılı olarak yanıtlaması için bazı sorular sormuşlardı.

Hatırlarsınız, bu köşede söz konusu soruların “imalı” olduğunu yazmıştım.

Dün Milliyet’te Mehmet Tezkan, nasıl olduysa unuttuğum bir olayı hatırlattı

O tarihte bu konu çok konuşulmuştu, eminim sizler de şimdi anlatınca hatırlarsınız.

Alparslan Altan, Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) raportör olarak çalışırken, 26 Şubat 2010 tarihinde Denizcilik Müsteşar Yardımcılığı görevine atanmıştı.

O tarihte Başbakan da Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ve yine hatırlarsınız, onun bilgisi ve talimatı olmadan bürokraside kimse şu sandalyeden kalkıp bu sandalyeye oturamıyordu.

Yani Alparslan Altan’ı, Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi ve talimatı olmadan o makama tayin edebilmek mümkün değildi.

Alparslan Altan, bu göreve atandıktan 31 gün sonra, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından “devlette üst düzey yönetici” kontenjanından Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine atandı.

Altan’ın Denizcilik Müsteşar Yardımcılığı’na atanmasının, kanuna karşı bir “hile” olduğu da o zaman anlaşıldı.

Çünkü Altan, raportörken Müsteşar Yardımcılığı’na atanmamış olsaydı, Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine seçilmesine de imkân yoktu.

Yedek üye olarak atandığı gün, “yetmez ama evet anayasası” ile ilgili tartışmalar sürüyordu ve değişikliğin kabulü halinde AYM yedek üyelerinin asil üye olacakları da biliniyordu.

Yani Alparslan Altan’ın bu baş döndürücü hızdaki yolculuğunun AYM üyeliği ile neticeleneceği belliydi.

Nitekim öyle de oldu, değişiklik referandumunun ardından AYM üyelerinin sayısı artınca da otomatik olarak Mahkeme’nin asil üyelerinden biri oldu.

Şansı açıktı, 1 yıl sonra da AYM Başkanvekilliği’ne seçildi.

Alparslan Altan, 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasının ardından, 17 Temmuz’da FETÖ’cü suçlamasıyla gözaltına alındı, beş gün sonra tutuklandı, 20 gün sonra Anayasa Mahkemesi üyeliğinden atıldı.

Yani gördüğünüz gibi Fetullahçıların devlete sızmalarında ve en yüksek makamlara gelmelerinde başrolde olan siyasiler de var.

Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, Alparslan Altan’ı Denizcilik Müsteşar Yardımcılığı’na tayin etmesi için kim ikna etti?

Abdullah Gül, 31 gün sonra, kanuna karşı hile yapıldığını bile bile onu nasıl AYM yedek üyesi yaptı?

Bunlar izaha muhtaç değil mi?

Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı da kullanarak istedikleri adamı AYM üyesi yapabilen Fetullahçıların, iktidar partisi içinde örgütlenmemiş olmalarına hâlâ ihtimal verebiliyor musunuz?

İstihbaratı yanlış değerlendiren kim?

Darbeyi araştırmak için kurulan komisyon, ön taslak raporunu hazırladı.

Buna göre MİT’e gelerek, “girişimi” ihbar eden Binbaşı H.A., 3 helikopterin MİT Müsteşarı’nın evine saldıracağını ve kaçıracağını söylemiş.

Müsteşar, Genelkurmay’da, Başkan, 2. Başkan ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile 4 saat süren istişarelerde bulunmuş.

Ve sonra Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, İçişleri Bakanı’nı bilgilendirme gereği duymadan, oradan gitmiş.

Genelkurmay Başkanı da “askeri uçak kaldırılmaması ve askeri birliklerin kışlalarında kalmalarıyla” ilgili emirler vermeyi yeterli görmüş.

Sonra kimi düğüne gitmiş, kimi karargâhta darbecilere esir düşmüş.

Şunu merak ediyorum: Bunun bir darbe girişimi olduğu nasıl olup da değerlendirilmemiş.

Bir grup asker, üç helikopterle kalkacak, MİT Müsteşarı’nın evine saldıracak, onu kaçıracak ve bundan ordunun üst kademesi bir “darbe girişimi” kokusu almayacak.

Bu mümkün olabilir mi?

Bu mümkün olduysa, o komuta kademesinin değerlendirmelerine ne kadar güvenmek gerekiyor sorusu da ortaya çıkmıyor mu?
T24

Bir vatandaş olarak soruyorum
İzzettin ÖNDER
05 Kasım 2016

Ne olduğu belli olmayan darbe girişimi ertesinde ilan edilen OHAL yönetiminde, ilan ediliş sebebini aşarcasına binlerce insan görevinden ihraç edildi ve gözaltına alındı. Bu dönemde görevden atılan ve/veya gözaltına alınan herkes için geçerli olmakla beraber, bir eğitimci olarak ben burada üniversitelerde yaşanan kıyımdan söz etmek ve siyasilerden bir davranış ve yanıt talep etmek durumundayım. Başlarken, şu hususu açıkça belirtmeliyim ki, her kim olursa olsun, hangi makamda bulunursa bulunsun yasalar karşısında herkes eşittir ve suç niteliğinde bir eylemde bulunmuş ise mutlaka bunun karşılığını da görmelidir. OHAL gibi yarı sıkıyönetim dönemlerinde hemen hiçbir gerekçe gösterilmeden öğretmen ve öğretim üyelerinin görevden alınmaları da olabilir, bir şartla ki, siyasetçi sorgulanamaz koşuldan yararlanmış olmasın ve azil sebebi de OHAL ilanına uygun olsun. Hukuk eğitimine de ihtiyaç göstermeyen bu mantık kuralının tüm siyasilerin bilgisi dahilinde olduğunu düşünmek fazla yanlış olmasa gerek!

On binlerce öğretmenin görevden alınmasının teker teker suçunun saptanması işlemlerinin bu şartlar altında gerçekleştirilmesi gerekir. OHAL koşullarının bulunmadığı durumda böylesi ihraç işlemlerinin uygulanabilirliği tartışılabilir olmakla beraber, buradaki asıl sorum, böylesi kabarık sayıdaki görevden alınan öğretmenlerin yerine alınacak “sözleşmeli öğretmenler” ile yetiştirilecek neslin kalitesi hakkında siyasilerin endişeli olup olmadığıdır. Öğretmenlik salt bir formasyon kursu ile de kazanılacak bir maharet olmayıp, yıllarca çalışmanın kazandırdığı deneyimle oluşan birikmiş bilgi ve tecrübe ürünüdür. Sözleşmeli öğretmenin geleceği garanti olmadığından mesleğe ne denli sadık olabileceği fevkalade kuşkuludur. Kadrolu öğretmen maaşlarının dahi kalite üzerindeki etkisinin iyice incelenmesi gerekirken, bunun da ötesinde sözleşmeli öğretmen yaklaşımı vahim görülmelidir. Öğretmen inşaat emekçisidir, ama onun yaptığı inşaat betondan değil, nöron ve psikolojik dokudandır. Umarım, siyasiler bu mesele üzerinde bu konudaki ilgili eksperlerin görüşlerine başvurur ve toplumun geleceği üzerinde yıkıcı proje ve eylemlerinden vazgeçer.

Üniversite ise toplumun düşünme ve konulara eleştirel yaklaşım yapma kapasitesidir. Üniversite ve yüksek eğitim araştırma kurumlarında toplumun bilim oluşturma kapasitesi saklıdır. En eski üniversitemizin tarihi dahi henüz yüzyılı bulmamışken, emekleme halindeki kurumların YÖK uygulamasından sonra başlatılan üniversite furyası ile sulandırılarak çökertilmeye çalışılmış iken, son aşamada kanun hükmündeki kararname ile yüzlerce elemanın sistemden ihracı da söz konusu kuruma vurulmuş çok büyük bir darbedir. Bu vahim durum karşısında üniversitelerden ihraç edilen elemanların hangi suçla böyle bir işleme maruz kaldıklarının ve tanımlanan suçun ne denli OHAL kapsamında olduğunun halka genel hatları ile anlatılması gerekir. Üniversite elemanının ihracı ve öğretmenin görevden alınması salt o insanları ilgilendiren basit bir olay olarak görülemez. Bu tür olaylar toplumsaldır ve tüm toplumu ilgilendirir. Çünkü öğretmenin ve öğretim üyesi ya da yardımcısının üretimi topluma uzun dönemli yarar sağlayan nitelikte toplumsaldır. Bu nedenle söz konusu siyasi ya da hukuksal işlemlerle tüm camia ve onun desteklediği tüm toplum ilgilidir. 

İstanbul Üniversitesinde yaşanan görevden alma politikasını protesto etmeye yönelik geçtiğimiz perşembe günü kapı önündeki eylem, toplumun desteğinde siyasileri uyarma işlevi taşıyordu. Bu insanlar FETÖ’cü müdür yoksa acaba kendilerine atfedilen suç, imzasız ihbarda bulunan ve bundan dolayı insani ve ahlaki suç işlemiş onların onlara attığı çamur mudur? Eğer birinci suçlama var ise bu durum açıkça ilan edilmeli ve kanıtlanmalıdır, aksi halde insanların özgür beyanda bulunmasının ya da hak aramasının suç olarak ilan edilmesi siyasetin baskıcı ve dikta eğilimli olması ile mi ilgilidir? Toplumun bunu bilme hakkı vardır, zira yaşananlar bireysel değil, toplumsal sonuç üretme kapasitesindedir.

İsterdim ki, “yetmez ama evet” aymazlığına imza atanların, bugün geçmişteki aydın insan olma cesaretleri ile, arzuladıklarının(!) aksi yönde yaşanan gelişmelerden hesap sorsunlar

Kaynak.evrensel

Eve girdiğimizde Gülen'in yatağı daha sıcaktı'
09 Kasım 2016

Eski MİT Müsteşarı Taner, MİT İstanbul Bölge Başkanı olduğu dönemde, Fetullah Gülen'in Ümraniye'de kaldığı eve girdiklerini belirterek, "Saat farkıyla, dakika farkıyla girdik. Yatağı henüz sıcaktı." dedi. -

Eski MİT Müsteşarı Emre Taner, "15 Temmuz sadece FETÖ'nun ve grubunun anlayışıyla realize edilmiş faaliyet olamaz, FETÖ'nun boyu kısa kalır. Arkasındaki ortak aklın, küresel aklın gözardı edilmemesi gerekir." dedi.

FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimini, darbelerin ve gizli oluşumların siyaset üzerindeki etkilerini araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, eski MİT Müsteşarı Taner'i dinledi.

Taner, FETÖ'nün çok ciddi dış destek gördüğünü, hiçbir İslamcı örgütün bu ölçüde dış destek alamadığını ifade etti.

Taner, FETÖ yasa dışına çıkmasa da terör örgütü izlenimi vermese de MİT tarafından izlendiğini ve stratejik birçok bilginin devlet kurumlarına sunulduğunu belirterek, "Olayın 15 Temmuz'da yaşanan boyuta geleceğini gösteren bilgiler alınamamıştır. dedi.

İstihbarat eksikliğinin kurumlaşma eksikliğinden kaynaklandığını ve Türkiye'de istihbaratın patronunun kim olduğunun belli olmadığını ifade eden Taner, "Kağıt üzerinde istihbaratın patronu MİT'tir, hesap sorulacağı zaman MİT akla gelir ama güvenlik istihbaratının diğer unsurları yoktur. Bugün kırsalı en güzel kontrol eden jandarmadır. Şehirler polisin kontrolü altındadır. Güvenlik istihbaratının mutlaka adının konması gerekir. Çok seslilik ve başlılık güvenlik bürokrasisinde bize çok zarar vermiştir. Bütün bilgilerin bir yerde toplanması gerekir. Merkezi istihbarat teşkilatı ABD'de neden merkezi adını almıştır. MİT'in adının 'Devlet İstihbarat Teşkilatı' olması gerekir." değerlendirmesinde bulundu.

Emre Taner, "15 Temmuz birçok dersi getirip önümüze koymuştur. Birbirimizi yiyerek bir tarafa varmamız mümkün değildir ama öz eleştirimizi erkekçesine, açıkçasına yapmamız gerekir. Yapamadık. Fetullah Gülen'in 15 Temmuz'da bir ihtilale sebebiyet verebileceğini alamadı bu gizli servis. İstihbarat eksikliği, kurumsallaşmanın eksikliğinden kaynaklanıyor." dedi.

"MİT, en temiz kalmış örgüttür"
MİT Müsteşarı olduğu dönemde FETÖ'nün MİT'e sızmasının sıfıra yakın olduğunu kaydeden Taner, şöyle devam etti:

"Benim çalıştığım dönemde FETÖ'nün MİT'e sızması sıfıra yakındır. İsterseniz almazsanız. '70-80 kişi MİT'ten FETÖ ile bağlantılı diye ayrıldı' denildiği zaman yadırgamamak mümkün değildir. Son dönemde daha çok girmiş olabilirler. MİT, en temiz kalmış örgüttür. MİT, bu ülkenin namusudur, onun başındaki müsteşar da o teşkilatın namusudur. Eğer bu iki namus bir araya gelmezse güven duygusu sağlanmaz. MİT'in yaptığı her şey yasalar içinde değerlendirilemez. Karanlık, gri noktalar vardır, gizli servisler bunun için kurulur.

Ahmet Necdet Sezer Bey hayattadır; bu konuda defalarca kendisiyle konuştuk. Aldık bilgiyi koyduk önüne, 'çok dehşetli bilgi' dediler. Dedim ki 'Sayın Cumhurbaşkanımız bu bilgi, anlayışa göre yasa dışı. Çünkü biz yasa dışı dinleme yapıyoruz.' Hukuken dinleyemezsiniz. Örgüt hukuksuzluğu kullanırken siz hukuk içinde kaldığınızda açmaz bir noktaya geliyorsunuz. Dünyanın hiçbir ülkesinde anayasasıyla milli istihbarat teşkilatının görevlerini sınırlayan bir başka ülke yok."

FETÖ'nün yurt dışındaki okullarının MİT tarafından istihbarat almak için kullanılması teklifinin de zaman zaman kendisine yapıldığını ifade eden Taner, buna şiddetle karşı çıktığını, bugün de bu yaklaşımın ne kadar doğru olduğunu gördüğünü kaydetti.

Taner, "İstihbaratın tek elde toplanmasının çok daha iyi olacağından bahsettiniz. Onu da FETÖ gibi bir örgüt ele geçirirse ne yapacağız?" sorusuna "O zaman bir Ayetel Kürsi okuyup Allah'a sığınacağız. Tuz da koktuysa çaresi yok. Devlet bunun olmaması için gerekeni yapmalı." yanıtını verdi.

"Oslo ihanet değildir, bunu söyleyenler yanılır"
Emre Taner, FETÖ'nün, 7 Şubat 2012 günü, KCK soruşturması kapsamında, kendisini, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı, eski müsteşar yardımcısını ve iki MİT personelini yargı önüne çıkarmak için dehşetli bir kumpas kurduğunu, kendisinin KCK'nın kurucusu olarak suçlandığını anımsatarak, şunları kaydetti:

"Çözüm Sürecine giriş sebebim; akan kanın durmasını istememdir. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hayattadır, Sayın Erdoğan hayattadır; yapılacak işler konuşulmuştur. Devletin aklıyla yola çıkılmıştır, biz kendi aklımızla yola çıkmadık. Risk alarak yola çıktık, korkmadık.

Biz, Oslo sürecine, yabancılar Kürt meselesini oyuncak yapmasın diye girdik. Ne kadar yabancı servis varsa hepsi PKK ile iç içe, istedikleri gibi alıp veriyorlar, Türkiye kenardan izliyor. 'Olmaz, devreye girmeliyiz, biz başbaşa kalmalıyız bu grupla' dedim. Yabancıların niyeti başkaydı; uluslararası bir konferansa götürmek istiyorlardı konuyu. Çok taraflı, yanlı bir konferansla Kürt meselesini aleyhimize hallettirmek istiyorlardı. Oslo ihanet değildir, bunu söyleyenler yanılır. Oslo bir kanın durdurulması için yapılmış bir hadisedir. Gizli servisler mayınlı bölgeye girer, mayını temizler, arkadan siyaset girer.

"Habur da ihanet değildi"
Çözüm Süreci, iç ve dış bazı mihraklar tarafından yürümesin istendi. Yabancılar, Çözüm Süreci olduğu taktirde Türkiye'nin bölgesinde bu problemi halletmiş, kanatlanmış ülke olmasını istemedi. Örgütün içindeki bazı kadrolar çözüm sürecinden ürktü. 500'ün üzerinde yönetici kadro 'biz ne yapacağız, Türkiye'ye dönersek tutuklanacağız.' dediler. O gün dağa çıkanlar, bugün 55 yaşında. Dağda emeklilik yok, dağda ölüm var, yanaşmak istediler fakat olmadı. Önlerine doğru dürüst bir yol haritası koyamadık. Çözüm Süreci Habur'da tıkandı. Habur da ihanet değildir. Cemaat, çözüm sürecinin mevcut hükümet eliyle başarılmasından rahatsızdır."

Emre Taner, yetişmiş, belli kariyer sahibi insanların FETÖ'ye neden teveccüh duyduğunun araştırılması gerektiğini belirterek, "15 Temmuz sadece FETÖ'nun ve grubunun anlayışıyla realize edilmiş faaliyet olamaz; FETÖ'nun boyu kısa kalır. İkinci, üçüncü, dördüncü darbeden endişe ediliyorsa FETÖ'nun boyu çok kısa kalır. Arkasındaki ortak aklın, küresel aklın gözardı edilmemesi gerekir. Şiddetli bir kalkışma, çok şiddetli tedbirlerle engellenir. Evet kurunun yanında yaş da yanıyor, doğrudur, ama böyle bir şiddetli hareket ancak çok kapsamlı karşı koymayla engellenebilir." dedi.

"İçeriden haber verilmiş"
Taner, MİT İstanbul Bölge Başkanı olduğu dönemde, Fetullah Gülen'in Ümraniye'de kaldığı eve girdiklerini belirterek, "Saat farkıyla, dakika farkıyla girdik. Yatağı henüz sıcaktı. İçeriden, emniyetten haber verilmiş kendisine. Böyle bir noktada başına gelecekleri hesap ettiği için Türkiye'de kalmak istemedi ve gitti." diye konuştu.

MİT'in istihbari literatürüne değinen Taner, "Darbe girişiminde başarısızlık olursa arkasından suikast gelir. Tek enstrüman odur. Darbe zor iştir. Suikastlere dikkat etmek gerekir. Eski tecrübelerime binaen bunu söyleyebilirim. Suikastler son derece önemlidir, güvenlik son derece önemlidir. Daha güvenli, sağlıklı önlemler alınması gerekir." ifadesini kullandı.

Çözüm Süreci
Emre Taner, Çözüm Süreci'nde Habur olayının doğru başladığını ancak yanlış sonuçlandığını belirterek, "Sürecin bozulmasında FETÖ'cü polislerin büyük rolü vardır. Habur'un esas arkasındaki kısma gelince para, propaganda Avrupa'dadır, silah Kandil'dedir, beyin İmralı'dadır. Bu üç mihrak birbiriyle yarışır. Devletten öylesine güvenceler istediler ki bunlar bir anda yapılabilecek şeyler değildi. Bu sürecin işlemesini istemeyen iç ve dış mihraklar bu boğulmada aktif rol aldılar. Habur doğru başladı, yanlışa döndü." dedi
Kaynak: adaletbiz

Muharrem İnce AKP'yi öyle bir sıkıştırdı ki
8 Kasım 2016



CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Almanya'nın Duisburg şehrinde bulunan CHP NRW merkezini ziyaret ederek partililerle görüştü.

CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Almanya'nın Duisburg şehrinde bulunan CHP NRW Birliği'ni ziyaret ederek partililerle buluştu. Ehli Beyt Derneği'nin davetlisi olarak Almanya'da bulunan İnce ve 24. Dönem Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz güncel gelişmeleri değerlendirdiler.

"İÇ SAVAŞA GÖTÜRMEK İSTİYORLAR"

CHP NRW Başkanı Cemal Bulut, "Bir Türk- Kürt, Alevi-Sünni çatışması çıkararak ülkemizi iç savaşa götürmek istiyorlar. Biz el birliği içerisinde buna engel olmalıyız" diye konuşan Bulut, vatandaşları CHP çatısı altında bir araya gelmeye çağırdı.

CHP'li Eryılmaz, "AKP'liler çok uzun yıllar önce Avrupa'da örgütlenme çalışmalarına başladı ve siyasette etkili oldu. Biz geç kaldık. Türkiye şu anda tam karanlığın ve kaosun ortasında debeleniyor. Bir kişiye teslim olmuş durumda. Milli irade diye bir şey kalmadı" dedi.

"İKTİDAR FETÖ BİRLİKTE YAPTILAR"

Yurt dışında yaşayan insanların, Türkiye'deki gelişmeleri Türkiye'de yaşayanlardan daha iyi takip ettiğini belirten Muharrem İnce ise "İyi şeyler söyleyip sizin moralinizi düzeltmek isterdim. Ancak maalesef bunu yapamıyorum. Sokaklarımızda 3,5 milyon Suriyeli var. Tarım ve turizm çöktü. Turist sayısı 8,5 milyon azaldı. Canlı hayvan sayısı 85 milyondan 50 milyona düştü. Tarımda 1 liralık ihracat yaparken, 8 liralık ithalat yapan bir Türkiye var. Çocuklarının soruları çalınan, emeklileri geçinemeyen ve yanlış işler tartışan, yaşam biçimine  saygı duyulmayan, tek parti rejiminden tek adam rejimine hızla giden bir Türkiye var" dedi.

İlk tehlikenin 2003 yılında kimse tarafından görülmediğini vurgulayan İnce, "2003'te adli tıpla başladı her şey. Önce adli tıpı ele geçirdiler, sonra TÜBİTAK'ı. Bunlar 2007'deki Ergenekon ve Balyoz operasyonları için, delilleri cd'leri inceleyecek adli tıp ve TÜBİTAK kurumlarını ele geçirdiler. Sonra insanları içeriye attılar. Bunu iktidarla FETÖ birlikte yaptılar. Özel yetkili mahkemeleri AKP kurdu, FETÖ'ye teslim etti. Bunları vali, belediye başkanı, milletvekili, bakan yaptı. FETÖ Türkiye'ye ihanet ederken AKP'nin ortağıydı. Ne zaman AKP'ye ihanet etti, o zaman terör örgütü oldu" şeklinde konuştu.
Çağğdaşses

İntiharların Sır Perdesi Aralandı! Gülen Fetva Vermiş: Gerekirse Ölün
12 Kasım 2016



15 Temmuz ihaneti ardından tutuklanan FETÖ'cülerin peş peşe intiharının ardındaki sır perdesi aralandı. Gülen'in "Hizmet için gerekirse ölün" fetvası verdiği anlaşıldı.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan örgüt üyelerinin peş peşe intihar etmesinin arkasındaki sır perdesi aralandı. Şu ana kadar 20 FETÖ üyesinin intihar etmesi üzerine yapılan araştırmada, şok bir gerçek ortaya çıktı. En son FETÖ'ye MİT tarafından isimleri tespit edilen 20 bin kişilik isim listesi verdiği ortaya çıktıktan sonra tutuklanan eski İstihbarat Daire Başkanlığı personeli Burak Açıkalın'ın intiharı üzerine yapılan araştırmada örgütün elebaşı Fetullah Gülen'in 'Hizmet için gerekirse intihar edin' fetvası verdiği anlaşıldı. Gülen, örgüt mensuplarıyla yaptığı bir toplantıda sözde hizmet hareketinin selameti için gerekirse intihar bile edilebileceklerini söylüyor.

KARANLIK GEÇMİŞE IŞIK

Star'dan Kemal Gümüş'ün haberine göre; Gülen'in talimatı üzerine bazı örgüt mensuplarının intihar ettiği, etmeyenlerin ise örgüt mensuplarınca infaz edildiği değerlendiriliyor. Gülen'in skandal fetvası darbeden sonra cezaevlerinde artan intiharlara ve örgütün geçmişte yaptığı onlarca karanlık eyleme de ışık tutuyor. Gülen sosyal medyaya düşen intihar fetvasında örgüt üyelerinden gerekirse DEAŞ'lılar gibi bedenlerini ortadan kaldırmalarını emrediyor ve kendinden örnek veriyor. İşte Gülen'in kan donduran konuşması :

KAN DONDURAN SÖZLER

"Eğer benimle hizmete bir zarar gelecekse ve benim kendi kendimi yok etmem bu iş için, benim müesseslerime zarar gelmemesi için bir yol ise, ben buna da razıyım. Küfürden sonra en büyük günahtır ama ben buna bile katlanmaya razıyım. İşte bunun daha ilerisinde ne türlü şeylere razı olabileceğimi siz tahmin edebilirsiniz" İslam'a göre intiharın kesikle büyük bir günah olmasına rağmen Fetullah Gülen, örgüt üyelerine ikna etmek için ince mesajlar vererek, ikna etmeye çalıştığı dikkati çekiyor. İntihar hakkında içtihadatta (hüküm, karar) bulunduğunu ve bunun yanlış olduğunun bilincinde olduğunu ifade den Gülen, ancak söz konusu örgütün selametiyle bunun yapılması gerektiğini söylüyor.

"FEDAİ" BENZETMESİ

"Ben böyle bir içtihadı hatalı görmekteyim, yanlış bir içtihattır. Ama bu da bir histir. Bir düşüncedir. Bir mülahazadır. Bunu da sormuşum ben. Yani çıkıp bir binanın köşesinden kendimi aşağı atayım mı? Hizmetin selameti adına buna 'evet' diyebilir misiniz? Hizmet için her şeye katlanmaya razıyız Allah'ın inayet ve keremiyle... İntihar etmenin ne büyük günah olduğunu ben Allah'ımdan Peygamber'imden öğrenmişim. Ama muhal farz eğer böyle bir şey düşünülecekse, düşünülürse bu hizmete karşı ve sizin korunmanıza karşı yapılır. Eğer yapılacaksa böyle bir fedailik, çarparız kendimizi ateşe ve yok oluruz. Arkadaşlarımız, eğer buna kadar biz istişare ediyorsak, bu meseleyi de istişare etmelidirler. Ahengi bozmamak için kabul edilmez bu tavırları, Allah için kabul etsinler."

İNTİHAR EDEN YA DA ÖLÜ BULUNAN FETÖ'CÜLER

- Manisa'nın Ahmetli ilçesi Kaymakamı N.A.

- Cumhuriyet Savcısı S.Y.

- Kastamonu J. Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay İ.K,

- Siirt Komando Tugay Komutanlığı Kur. Başkvekili Yarbay L.Ö.

- Yarbay İ.Ç.

- Havacı Astsubay Ö.I.

- Eski İstanbul Güvenlik Şube Müdürü M.A..

- Emniyet Amiri A.B.

- Komiser M Ç.

- Komiser M.M.

- Polis memuru H.G.

- Polis memuru H.T

- Polis memuru A.T.

- Polis memuru E.O.

- İnfaz Koruma Memuru Ö.Ç.

- İnfaz Koruma Memuru E.Ş.

- Öğretmenlikten ihraç edilen M.G.

- Anaokulu öğretmeni A.D.

- Öğretmen çocuğu H.T.

- İş adamı V.S.

- İsmi açıklanmayan bir FETÖ tutuklusu

Kaynak: Star

Fuat Avni' soruşturmasında tutuklanan mühendis hayatına son verdi
10.11.2016



15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından başlatılan FETÖ soruşturması kapsamında 'Fuat Avni'ye bilgi aktardığı iddiasıyla tutuklanan İstihbarat Daire Başkanlığı’nda (İDB) görevli mühendislerden Burak Açıkalın cezaevinde hayatına son verdi.

MİT’in "20 bin kişilik FETÖ’cü listesini" de örgüte sızdırdığı iddia edilen Açıkalın, tutuklanarak Kırkkale Cezaevi'ne konulmuştu. Habertürk gazetesinden Fevzi Çakır'ın haberine göre, Açıkalın, tutuklu bulunduğu cezaevinde hayatına son verdi
Birgün

FETÖ’den gözaltında bulunan astsubay intihar etti
10.10.2016
Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü'nde FETÖ ile bağlantısı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan astsubay, tuvalette bulunan temizlik malzemelerini içerek yaşamına son verdi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na yönelik Eskişehir merkezli operasyonda gözaltına alınan Eskişehir 1. Ana Jet Üssü Komutanlığı'nda görevli Astsubay Kıdemli Başçavuş Ö.I. (39), nezarette bulunduğu esnada ihtiyaç gideceğini belirtti. Ekiplerin gözetiminde Ö.I., tuvalet ihtiyacını gidermesi için tuvalete götürüldü. Tuvalette kısa süre kalan Ö.I., burada bulunan temizlik malzemelerini içti.

YAPILAN TÜM MÜDAHALELERE RAĞMEN KURTARILAMADI

Ardından tuvaletten çıkan Ö.I., kısa süre sonra yere yığıldı. Olay yerinde yapılan ilk müdahalenin ardından Astsubay Kıdemli Başçavuş Ö.I., Eskişehir Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Buradaki müdahalenin ardından ise hayati tehlikesinin bulunduğu belirlenen Ö.I., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sevk edildi. Ö.İ.'nin hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybettiği öğrenildi.

Sputnik

FETÖ'den açığa alınan 1 polis memuru daha intihar etti
06.10.2016

Bayburt'ta FETÖ operasyonları kapsamında açığa alınan 12 bin 800 polis arasında adı geçen Bayburt Emniyet Müdürlüğü'nde görevli 32 yaşındaki Emrah Oğuz, intihar etti.

Olay, 3 Ekim günü gece geç saatlerde yaşandı. FETÖ operasyonları kapsamında açığa alındığını öğrenen Emrah Oğuz, iddialara göre tabancasını teslim etmek için gittiği Bayburt Emniyet Müdürlüğü yakınlarında tabancayla başına ateş ederek intihar etti

Sputnik

FETÖ'den açığa alınan polis memuru intihara kalkıştı
04.10.2016

Türkiye genelinde yürütülen FETÖ soruşturması kapsamında son dalgada açığa alınınlar arasında bulunan polis memuru Adem Tıraş, Mersin'de bir parkta beylik tabancasıyla kafasına ateş ederek intihara kalkıştı.

Polis memurunun sağlık durumunun ciddiyetini koruduğu bildirildi
Sputnik

Eşi FETÖ'den açığa alınan anaokulu müdürü intihar etti
19.09.2016

Kayseri'deki Merkez Kocasinan Barbaros Anaokulu Müdürü 42 yaşındaki Ali Derebaşı, yeni eğitim-öğretim yılının ilk gününde müdür yardımcısı odasında kendini asarak intihar etti. Derebaşı'nın öğretmen olan eşinin FETÖ/PDY soruşturması sonucu daha önce açığa alındığı belirtildi.

Barbaros Anaokulu'na bugün saat 06.30 sıralarında gelen Okul Müdürü Ali Derebaşı, 3 derslikli ve 5 öğretmenin görev yaptığı okulda, iddiaya göre müdür yardımcısı odasında tavana bağladığı iple kendini asarak yaşamına son verdi. Derebaşı'nın cansız bedenini odaya temizlik yapmak için giren görevli buldu.

ARKASINDA 'ÖLÜM' NOTU BIRAKTI

İhbar üzerine sevk edilen Argıncık Polis Merkezi, Olay yeri İnceleme ekipleri ve cinayet masası dedektifleri yaptıkları araştırmada, anaokulu müdürünün intihardan önce "Ölüm kapıdadır. Ölümün ne zaman geleceği belli değildir" yazılı notunu buldu.
Sputnik

Meslekten ihraç edilen öğretmen intihar etti
07.09.2016

Bilecik'in Osmaneli ilçesindeki Çok Programlı Lise'de elektrik ve elektronik dersi öğretmeni 50 yaşındaki Mustafa Güneyler, FETÖ soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilmesi üzerine bunalıma girerek evinde tüpgazı açarak intihar etti.

Osmaneli ilçesi Cami Kebir mahallesi Beşevler sokakta oturan ve bekar olan Mustafa Güneyler'den geçen cuma gününden buyana haber alamayan yakınları durumu polise bildirdi.
Kapısı çilingirle açılan evde Mustafa Güneyler'in cesediyle karşılaşıldı. Tüpgazı açarak intihar ettiği belirtilen Mustafa Güneyler'in bir süre önce FETÖ soruşturması kapsamında açığa alındığı ve ardından da meslekten ihraç edildiği belirlendi
Sputnik

FETÖ'den gözaltına alınacakken makamında intihar etti
10.08.2016

Hatay'da emniyet amiri Ahmet Beşli intihar etti.

Hatay'ın Belen ilçesinde Emniyet Müdürlüğü'nde görevli Emniyet Amiri Ahmet Beşli, FETÖ operasyonu kapsamında gözaltına alınmak isterken intihar etti.

BEYLİK TABANCISIYLA BAŞINA ATEŞ ETTİ

Hatay'ın Belen İlçesi'nde Fethullahçı Terör Örgütü'ne yönelik soruşturma kapsamında gözaltına alınmak istenen 39 yaşındaki emniyet amiri Ahmet Beşli, polislerinin gözü önünde beylik tabancasıyla başına ateş ederek intihar etti.

Olay, saat 00.30 sıralarında Sarımazı mevkiindeki Belen İlçe Emniyet Amirliği'nde meydana geldi. Hatay Emniyet Müdürlüğü ekipleri, FETÖ'ye yönelik soruşturma kapsamında emniyet amiri Beşli ve iki polisi gözaltına almak için Belen İlçe Emniyet Amirliği'ne geldi.

EKİP SİLAHINI TESLİM ETMESİNİ İSTEDİ

2 polisi gözaltına alan ekipler, Beşli'nin makamına gelerek silahını teslim
etmesini istedi. İddiaya göre, kendisini gözaltına almak isteyen ekibe silahını teslim etmeyen Beşli, beylik tabancasını başına dayayarak tetiğe bastı.
Sputnik

FETÖ' suçlaması ile tutuklu öğretmen cezaevinde ölü bulundu
19 Kasım 2016

Darbe girişimi sonrası tutuklanan öğretmen B. E., bugün sabah saatlerinde kaldığı koğuşun tuvalet penceresinde ayakkabı bağıyla asılı halde bulundu.

Karabük'te, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yürütülen soruşturmalar kapsamında tutuklanan 43 yaşındaki öğretmen B. E., cezaevinde koğuş tuvaletinde kendisini ayakkabı bağıyla asarak intihar etti.

Safranbolu Misakı Milli Ortaokulu'nda Sosyal Bilgiler Öğretmeni olan B. E., Karabük Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen FETÖ/PDY soruşturmasında önce meslekten ihraç edildi, daha sonra gözaltına alındı. Önceki gün adliyeye sevk edilerek nöbetçi mahkemece tutuklanan öğretmen, Karabük T Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu'na konuldu.

B. E., bugün saat 07.00 sıralarında diğer mahkumlar tarafından kaldığı koğuşun tuvalet penceresinde ayakkabı bağıyla asılı halde bulundu. Sağlık görevlileri tarafından yaptığı kontrolde E.'nin öldüğü belirlenirken yapılan incelemenin ardından otopsi yapılmak üzere Ankara Adli Tıp Kurumu'na gönderildi.
Hukukhaber

Fehmi Koru'dan Fuat Uğur'a: Darbe hazırlığını üç ay önce yazmış, ama hâlâ sevincini göstermiyor, mahcup bir tavır içinde!
Fehmi Koru
16 Kasım 2016

Ennis Esmer ismini işittiniz mi?

Şu sıralarda Red Oaks adlı dizide Nash karakterini başarıyla canlandırıyor. O kadar başarılı ki, hiç âdetim olmadığı halde, dizide oynayan sıradan biri demeyip kim olduğunu öğrenmeye kalkınca karşıma bu isim çıktı: Ennis Esmer…

Kanada aksanıyla konuşan Amerikalı bir tipi canlandırmasına rağmen ne kadar bizden kokuyor o isim değil mi?

Öyleymiş zaten…

Ennis EsmerAnkara’da doğmuş. Kanada’ya üç yaşında göç etmiş. Orada büyümüş bir aktör.

Çok sayıda filmde, ondan da çok sayıda dizide oynamış…

Merak bu ya, “Bir de filmde izleyeyim” deyince ve filmin konusu da bir yerel gazetede geçiyor ve Ennis kardeşimiz batmak üzere olan 90 yıllık gazeteyi kurtarmaya çalışan genç gazeteci rolünü oynuyorsa…

Bana oturup ‘Big News from Grand Rock’ filmini izlemek düştü.

Ahmet Şık: Türkiye yazarı hükümetin darbe girişimini önceden bildiğini yazdı!

Asparagasın şahı

Satış ve reklâm geliri dibe vurunca ne yapabilir gazetenin sahibi; onu kapatıp işgal ettiği binayı satmaktan başka?

Hayatında gazetecilik dışında bir iş yapmamış, üstelik çalışma arkadaşlarını kurtarması gerektiğine de inanan bizim Ennis (filmdeki adı Leonard) çareyi ‘asparagas’ta bulur…

Okur kitlesinde heyecan uyandıracak ve gazeteyle bağlarını yenileme arzusu uyandıracak haberler…

İlham kaynağı da film kiralayan birinin kendisine temin ettiği ilginç konulu filmlerdir…

Gerisini anlatmayayım; bir yerlerde karşınıza çıkar, bende özetini okuduğunuzu unutur, “Ben bu filmi görmüştüm, ama ne zaman, nerde?” merakına düşersiniz…

Ben dün akşam Ennis kardeşimi filmde izlerken o hisse kapıldım çünkü.

Neyse. Bugünkü konum filmler, artistler değil. Daha ciddi bir konumuz var, birkaç gün öncesine dayanan…

Fuat Uğur“Hayatımda her türlüsüyle karşılaştım, ama kendi başarısını üstlenmekten çekinen, bundan âdeta utanan bir gazeteciyle hiç karşılaşmamıştım” dediğim bir örnek olaya değinmiştim.

Fuat Uğur: Kaynağım "Kılıçdaroğlu'ndan öğrendim" dedi

Darbe konusunda uyarılmışız

Türkiye gazetesinde yazan bir meslektaş, 15 Temmuz darbesinden aylar önce (açık tarihlerini de vereyim: 2 ve 21 Nisan 2016’da) kaleme aldığı iki yazıda, şimdilerde FETÖdiye anılan yapılanmanın bir ‘askeri darbe’ planladığını açık seçik yazmış…

İlk yazısının başlığı şu: ‘Cemaat’in ‘hususileri’ darbe için Ankara’da toplandı.’

Herhalde irkilmişsinizdir…

O zaman ikinci yazının başlığını da okuyun: ‘Cemaatçi askerlere son uyarı: Tavuk ‘tar’da sayılır!’

Uyarı da uyarı ha. Okuyalım:

“Tekrar cemaatçi kripto askerleri uyarıyorum. /Devlet ve komuta kademesi her şeyi biliyor ve suç işlemeye teşebbüs etmenizi bekliyor. / Hayır, kimsenin; ne Devletin ne de TSK’nın bu olası kalkışmadan çekindiği yok. /Sadece ister soru çalarak ve sınav yolsuzluğuyla, ister normal yollarla girdiği hâlde devşirilerek kriptolaştırılan bu insanlar sonuçta vatanın evlatları. TSK’nın emek vererek yatırım yaptığı, yetiştirdiği asker ve subaylar. / Eğer bu akıl dışı hezeyanlara kulak verdikleri takdirde kendilerine yazık edecekler. / Ama en çok korktuğum da bu sıkışmışlıkla orduda intihar vakaları olabileceği.”

Daha şimdiden 20’in üzerine çıktığı söylenen ‘cezaevlerinde intihar’ vak’alarına kadar her şeyi bilmiş bu meslektaş…

Hem de meydana gelmesinden üç-dört ay önce…

Keşke zamanında bu yazıları fark edip ben de böyle uyarı ağırlıklı yazılar yazsaydım; yazsaydım şimdilerde tavus kuşu gibi herkese o yazılarımı hatırlatarak övünürdüm…

Ne çare, o yazıları zamanında okumamış olduğum gibi, arşivden bulup çıkaran da ben değilim. Mensupları “Darbenin olacağını biliyormuş gibi yazılar yazmış, TV’lerde konuşmuşsun, nereden biliyordun?” türü sorulara muhatap olan bir gazetenin (Cumhuriyet), Ergenekon sürecinde “Gülen aleyhinde kitap yazmaya teşebbüs edersin ha, gir içeri” diye cezaevine atılmış bir mensubu (Ahmet Şık) “Bakın, esas yandaş bir yazar darbeyi biliyormuş” diye bilinir kıldı bu iki yazıyı…

Nostradamus: Yüzlerce yıl önceden Trump’ın geleceğini bildiği konuşuluyor...Ben oradan alıp buraya taşıdım.

Ancak ‘Nostradamus’ benzeri yazıları kaleme alan meslektaş hiç mutlu olmadı. Ağzımızın payını vermeye bile kalktı.

İnsan, hele bir gazeteciyse, övünebileceği bir başarı yakalayınca saklamayı değil onu herkesin gözüne sokmayı sever…

Cumhuriyet’te yayımlanmış hatırlatma yazısının değil de, bir internet sitesinde (burası oluyor) çıkan bir yazının yazarı olarak yaygın dolanım kazandırdığım için ben etrafta övünüp duruyorum da, o hâlâ sevincini gösteremiyor.

Mahviyetkâr bir arkadaş…

Dünkü yazısında da mahçupça bir tavrı var.

Acele Ümit Akdemir aranıyor

Yeni bir boyut eklemiş ama; “Darbenin olacağını Kılıçdaroğlu’ndan öğrendim” başlıklı yazısında…

Önceki iki yazısının da kaynağı olan Ümit Akdemir bunu söyleyen…

Eski bir Cemaat mensubu; ‘FETÖ’ye doğru gidildiğini fark edince örgütten kopmuş… Yazar arkadaşımıza ‘ilham perisi’ görevini üstlenmiş.

Darbeye ilişkin ilk haberleri daha Şubat ayında almaya başlamış Ümit Akdemir; eskiden tanıdığı ‘örgütün öndegelen adamlarından biri’ ile karşılaşınca… Şunları söylemiş o kişi:

“Önce MHP’yi ele geçireceğiz, sonra da CHP sokaklara dökülün çağrısı yapacak. Arkasından koşullar oluşunca da Hanya’yı Konya’yı göreceksiniz…”

Eh, bunlarla ilgili gelişmeler yaşandığına, MHP’de liderliğe karşı hareketlenme başladığına, Karadeniz’de konvoyuna ateş açılan CHP lideri ‘sokağa çıkın’ anlamına gelen açıklamalar yaptığına göre…

Vay be!

Gerçek Nostradamus bu yazıların yazarı değil, ona bunları anlatan Ümit Akdemir…

Her şeyi bilen adam o…

Meslektaş başarıyı üzerine almak istemiyor. Bu durumda merakımızı giderici yeni açıklamalar için ‘ilham perisi’ Ümit Akdemir’e başvurmaktan başka çaremiz yok.

Önce, ne yalan söyleyeyim, biraz da Ennis Esmer’in canlandırdığı ‘asparagasçı gazeteci’tipinin etkisinde kalarak, “Böyle biri gerçekten var mıdır?” kuşkusuna düştüm; öyle ya olsa çoktan TV ekranlarında görürdük diye…

Sonra ‘asparagasçılığın’ yazar meslektaş üzerine oturmadığını fark ettim. Yapmaz.

Mutlaka öyle biri olmalı.

Konuyu ele alan başkaları “Komisyon bu yazara da sormalı” teklifini yapıyorlar. İsterse çağırır sorar Komisyon; ama burada önemli olan kişi ‘ilham perisi’; yani Ümit Akdemir…

Herhalde bilgisine başvurulması gereken kişi o.

Vaktiyle içinde yer aldığı ‘örgütü’ iyi tanıdığı için…

Ümit Akdemir’in anlatacaklarını çok merak ediyorum

Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır

Çorum’da ‘FETÖ’den açığa alınan öğretmen intihar etti
25/11/2016



Çorum’da ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında açığa alınan öğretmen Ergülü Yıldız intihar etti.

Sungurlu ilçesinde bir orta okulda müdür yardımcısı olan 47 yaşındaki Ergülü Yıldız, Gülen Cemaati’ne mensup olduğu gerekçesiyle açığa alınmıştı.

Yıldız, daha sonra gözaltında alınmış, adli kontrolle serbest bırakılmıştı. Ancak Yıldız’dan bir süre haber alamayan yakınları, emniyet müdürlüğüne başvurdu.

Polisler ile yakınları, Yıldız’ın Fatih mahallesindeki evine gitti. Kapıyı kırıp içeri giren ekipler, burada Ergülü Yıldız’ın kendini tavana asarak intihar etmiş halde buldu.

Yıldız’ın cenazesi, Sungurlu Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı
Diken

Tümgeneral İbrahim Aydın: Türk ordusu ile milletin arasına kan soktular
24.11.201

Jandarma İstihbarat eski Başkanı Tümgeneral İbrahim Aydın, 15 Temmuz darbe girişimiyle Türk ordusunun hedeflendiğini savunarak, "Büyük bir algı yönetimiyle Türk ordusu Türk milletine boğdurulmak istenmiştir. Ne yaptılar? Türk ordusu ile milletin arasına kan soktular" dedi.

TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu, 2012-2015 yılları arasında Jandarma İstihbarat eski Başkanı olarak görev yapan emekli Tümgeneral İbrahim Aydın'ı dinledi. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Ankara Jandarma Bölge Komutanı olan Aydın, FETÖ'nün ölümcül darbeyi 15 Temmuz'da vurmak istediğini belirterek, bunun 'jeopolitik' bir darbe girişimi olduğunu söyledi. FETÖ yapılanmasının cumhurbaşkanıyla problemi olduğunu ve ona karşı bir darbe girşiminde bulunmasının yanı sıra Türk ordusunun da hedef alındığını vurgulayan Aydın şunları söyledi: '

FETÖ'NÜN CUMHURBAŞKANIMIZLA PROBLEMİ VARDI'

"FETÖ yapılanmasının Sayın Cumhurbaşkanımızla problemi vardı ona karşı darbe girişiminde bulundu. Ama sadece bununla da açıklanacak konu değil. Bu girişimi, bu tür yapılanmaları kullanan üst aklın, küresel emperyalist güçlerin ülkemizde devreye soktuğu, Türk milletini hedefleyen bir hamledir diye düşünüyorum. Sebeplerden biri sayın cumhurbaşkanının belki yönetimden uzaklaştırılması veya başka bir zulme uğratılması. Ancak bir başka göz ardı edilmemesi gereken husus, Türk ordusu Türk milletine vurdurulmak istenmiştir. Haini içerden çıkartılmak suretiyle. Büyük bir algı yönetimiyle Türk ordusu Türk milletine boğdurulmak istenmiştir. Asıl neden olarak bunu görürüm. Ordu devletin temasının temel güvencesidir. Bayrağımızın, göğümüzün temel güvencesidir. Evimizdeki ırzımızın temel güvencesidir ordu. Ordu ortadan kaldırıldığında bunlar sıkıntıya düştü demektir. Sayın cumhurbaşkanı hedeflendiği kadar bence bir başka tuzakla Türk ordusu da hedeflenmiştir. Neden Türk ordusunun hedef alındığını da ifade etmiş oluyorum. Bu saldırıyı jeopolitik bir saldırı olarak görüyorum. Bir taraftan cumhurbaşkanı diğer taraftan ordumuza yapılan bir zulmün kalkışmasıydı diye düşünüyorum."

'GÖLBAŞI'NDAKİ POLİSLER ÖZEL SEÇİLDİ'

15 Temmuz'la Türk ordusu ile millet arasına kan sokulmasının arzu edildiğine dikkati çeken Aydın şöyle dedi: "Ne yaptılar? Türk ordusu ile milletin arasına kan soktular. Türk ordusu ile siyasetin, polisin arasına kan soktular. Bunu arzu ettiler. PKK'nın milletimizin arasına kan sokma girişimi yok mu? Burada da kurumlar arasına kan sokma girişimi vardır. Gölbaşı'ndaki polisler özel seçilmiştir. Yüce meclis tesadüfen seçilmedi. Saraya desteğe giden insanlara ateş edilmesi tesadüfen seçilmedi. Bunu yapan yada yaptıranların araya kan sokma derdi vardı."

'14 TEMMUZ RUHUNA ATILMIŞ BİR BOMBADIR'

Türk ordusu ve polisin PKK'ya karşı birlikte mücadele etmesi, kurumların FETÖ ve PKK'ya karşı el ele vererek mücadele etmesinin FETÖ'yü rahatsız ettiğini ettiğine işaret eden Aydın, "Bu 14 Temmuz ruhuna yapılmış bir saldırıdır bu anlamda. 14 Temmuz milletin bütün milli gücün unsurları asker polis MİT kamu bürokrasisi millet devlet siyaset el ele vermiş PKK ve FETÖ ile mücadele ediyor. Hiç olmadığı kadar kurumlar arası anlayış ve eylem birliği var. Bir eylem ve operasyonel birliktelik var. PKK'nın şehir kalkışmalarındaki mücadelede asker ve polisin birlikteliği örnekti. Milli gücün unsurlarının aynı şeytana taş atması rahatsız etti. Bu 14 Temmuz'daki ruha atılmış bir bombadır. O zaman buradan geriye döneceğiz ve birliktelik ruhuna döneceğiz. Kan dökme girişimini elimine edeceğiz" diye konuştu.
Kaynak: Sputnik

BM: 15 Temmuz sonrası yaygın işkence tanıklığı var
02.12.2016



Birleşmiş Milletler (BM) İşkence Raportörü Nils Melzer, Türkiye'deki incelemeleri sonrası ön raporunu yayımladı.

Nils Melzer, 15 Temmuz'daki darbe girişimini izleyen gün ve haftalarda Türkiye'de yaygın işkence ve kötü muamele olduğu izlenimini aldıklarını söyledi.

Melzer, buna karşılık işkence ve kötü muamelenin halen sürdüğüne dair şikayet almadıklarını kaydetti.

BBC Türkçe'nin haberine göre, BM İşkence Raportörü, işkence ve kötü muamelenin çeşitli kaygılarla resmen bildirilmemesini "önemli bir sorun" olarak tespit etti.



Raportör Melzer, daha önce işkence ve kötü muamele ile mücadelede başarılı olabildiğini göstermiş olan Türkiye hükümetinden, "sıfır tolerans" politikasını hayata geçirmesini ve tüm şikayetleri titizlikle soruşturmasını istedi.

Melzer bu doğrultuda hükümeti "özellikle her düzeydeki devlet görevlilerine, kendilerinden, bütün işkence ve kötü muamele iddialarını bildirmeleri, soruşturmaları ve sorumluları adalet önüne çıkarmalarının beklendiğini net bir şekilde anlatmaya" çağırdı,

BM yetkilisi ayrıca nezarethane ve cezaevleriyle ilgili yetersizliklere dikkat çekti.

Kimlerle görüştü?

27 Kasım-2 Aralık tarihleri arasında Ankara, Diyarbakır, Şanlıurfa ve İstanbul'da incelemelerde bulunan BM Raportörü; Dışişleri, Adalet ve İçişleri Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Ankara ve Diyarbakır Başsavcılıkları, Adli Tıp Kurumu yetkililerinin yanısıra; hak savunucuları, avukatlar, doktorlar, bağımsız örgütler, diplomatlar ve bizzat tutuklu ya da gözaltında tutulan kişilerle görüştü.

Melzer, bir adli tıp uzmanıyla birlikte Sincan, Diyarbakır, ve İstanbul'da bazı cezaevleri ve polis nezarethanelerini ziyaret etti, kadın, erkek ve çocuk yaşta tutuklu ve zanlılarla konuştu.

Yasalar ile uygulama arasındaki uyumsuzluk

BM raportörüne göre, Türkiye'de işkence ve kötü muameleyi önlemeye yetecek kurumsal ve yasal çerçeve mevcut.

Türkiye'de görüştüğü bütün yetkililerin işkence konusunda"sıfır tolerans" politikasını savunduğunu söyleyen Melzer, "Hiçbir yetkili işkence ve kötü muamele konusundaki mutlak uluslararası yasağa karşı çıkmadı ve buna istisnalar olabileceğini ima etmedi" diyor.

Ancak Melzer, "Görüşmelerimde yasal ve kurumsal çerçeve ile uygulama arasında ciddi farklılıklar yaşandığına dair çok sayıda iddia da dile getirildi" diyor.

Bunun birçok sebebi olabileceğini kaydeden Melzer şu faktörleri sıralıyor:

Hükümetin 15 temmuz darbe girişimine karşı aldığı çok kapsamlı önlemler, toplumun geniş kesimlerinde bir korku ve güvensizlik havası yaratarak, sadece tutuklananlar ve aileleri değil sivil toplum örgütleri, hukukçular ve doktorları bile hükümeti ve yetkilileri eleştiren süreçler başlatmaktan alıkoyuyor.

Melzer'e göre bazı yeni yasa ve kararnameler de, işkence ve kötü muameleye müsait ortamlar yaratıyor. Bunlar arasında 30 gün yargı önüne çıkarılmadan gözaltı, 5 gün avukatla görüşme yasağı, "terör zanlılarının" avukatlarıyla görüşmelerinin dinlenmesi ve Güneydoğu'da "terörle mücadele operasyonlarına" katılan güvenlik güçlerine cezai soruşturma muafiyeti getirilmesi var.

Binlerce yargıç ve savcının ve diğer yetkilinin görevden alınması şikayetlerin zamanında incelenememesine neden oluyor.

'Darbe girişimini izleyen günler ve haftalar'

Melzer'in ön raporuna göre, "FETÖ diye ifade edilen Gülen hareketi" ile ilişkili olduğundan kuşkulanılarak gözaltına alınan ya da tutuklanan kişilerle ve avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde kayıt altına alınan tanıklıklar, "darbe girişimini izleyen günler ve haftalarda işkence ve diğer kötü muamele biçimlerinin yaygın olduğuna" işaret ediyor.

Bu ihlallerin, özellikle gözaltına alınma sırasında ve gözaltında gerçekleştiğini kaydeden Melzer, birlikte götürdüğü adli tıp uzmanının görüşülen kişileri muayene ettiğini ve bazılarında anlatılan olaylarla tutarlı fiziki izlerin tespit edildiğini de aktarıyor.

Fakat BM raportörü ilk dönemin ardından kötü muamelenin ortadan kalkmış göründüğünü, yer yer sözlü tehditler dışında şu anda devam etmekte olan işkence ve kötü muamele şikayeti almadıklarını söylüyor.

Raportörün en önemli tespitlerinden biri bu dönemde işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını söyleyenlerin çoğunun "kendilerine ya da ailelerine zarar verebileceği korkusuyla ve savcılar ve yargının bağımsızlığına duyulan güvensizlik nedeniyle şikayette bulunmadıkları" yönünde. Bu yüzden muhtemelen resmi başvuruların sayısının, gerçek şikayetlerin çok çok altında olduğuna dikkat çekiyor.

'Güneydoğu'daki durum'

Melzer, "PKK sempatizanı ya da mensubu olduğu kuşkusuyla gözaltına alınan kadın ve erkeklerden çok sayıda işkence ve kötü muamele tanıklığı aldık" diyor.

Raportör, tanıklıklarda kolluk güçlerinin bunu itiraf ya da pişmanlığa zorlamak için yaptığı iddiasının çokça dile getirildiğini ayrıca bir çok kişinin başkalarından işkence altında alınmış ifadelerle gözaltına alınıp tutuklandıklarını anlattığını aktarıyor.

Bu bölgede de şu an devam eden bir işkence şikayeti almadıklarını ama bir kısım tutuklunun bilhassa nakil ve görüş günlerinde çıplak arama, taciz, aşağılayıcı muamele gördüklerini anlattığını kaydediyor.

'Nezarethaneler yetersiz, cezaevleri kalabalık'

Cezaevlerinde koşulların ve altyapının genel olarak "kabul edilebilir" bir düzeyde olduğunu kaydeden BM raportörü, buna karşılık Silivri 9 numaralı kampüsü örneğinde olduğu gibi bir kısmında tutuklu sayısının kapasiteyi yüzde 200'lere varan düzeyde aştığına dikkat çekiyor.

Polis nezarethanelerinde ise OHAL kararnameleri kapsamında insanların 30 gün tutulabildiğini hatırlanan Melzer, "Bu yerler insanların 48 saatten uzun tutulabilmesine uygun değil" diyerek mahremiyet, temiz hava ve güneş yokluğu, kalabalık, sürekli parlak ışık, kalabalıktan kaynaklanan sorunları öne çıkarıyor.

BBC Türkçe

CHP'li Özel: Başbakan 15 Temmuz'da Kastamonu tünelinde ne arıyordu; Ankara'ya 6 gün sonra nasıl gelebildi?
Hülya Karabağlı
06 Aralık 2016



AKP, bütçe maratonunun ilk gününde CHP'yi 'FETÖ'ye destek vermekle suçladı

CHP milletvekili Özgür Özel, "Darbe olduğunda Kılıçdaroğlu neredeydi?" diye soran AKP milletvekili Mehmet Muş'a, "Senin Başbakanın Kastamonu tünelinde ne arıyordu, Ankara’ya 6 gün sonra nasıl gelebildi?" dedi.

TBMM Genel Kurulu'nda dün başlayan bütçe maratonunun ilk gününde AKP, CHP’yi 'FETÖ’ye destek vermekle suçlarken, eski  milletvekilleri Hüseyin Aygün, Birgül Ayman Güler ve İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın 'FETÖ' konusunda partilerine yönelik suçlamalarını gündeme taşıdı. AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş, kürsü konuşmasında, "Darbe oldu, darbe gerçekleştirmek için bir girişimde bulunuldu. Kılıçdaroğlu nerede?" deyince CHP Grup Başkanvekili Özgün Özel, "'Senin Başbakanın Kastamonu tünelinde ne arıyordu?' derim ama dememek münasiptir. 'Ankara'ya altı gün sonra nasıl gelebildi?' diye sormak lazım ama bana yakışmaz” yanıtı verdi.

Genel Kurul'daki konuşmalar şöyle:

MEHMET MUŞ:  Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanının konuşmasını izledik, burada eleştiriler yaptı. Kendisini şöyle tanımlıyor, diyor ki: "Hayatım FETÖ'yle mücadele ederek geçti." Yani, bir Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı tabii ki -karşıda bir terör örgütü var- bununla mücadele ederek hayatının geçtiğini ifade edebilir ama uygulamada da bunu ne yapmak isteriz? Görmek isteriz.

Değerli milletvekilleri, bunlar benim uydurduğum şeyler değildir, sadece -biraz sonra konuşmaları da sizlere arz edeceğim- bu, yapılanların bir özetidir, benim bir yorumum bunun içerisinde yoktur.

Bakın, 21 Ekim 2015, 1 Kasım seçimlerinden önce Zaman gazetesi ekibi Sayın Ana Muhalefet Genel Başkanını ziyaret ediyor. (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Komik bu ya! Ya çok komiksin ya!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Şimdi komik geliyor.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Başka malzeme bulun, başka malzeme!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Burada FETÖ'nün… Bu nedir? Yayın organı, FETÖ'yle mücadele eden Kılıçdaroğlu. Peki, burada bir detay daha var, bakın, bu fotoğrafta bir detay daha var. Kim bu? Kim bu? Kim bu kim? (CHP sıralarından gürültüler)

MUSA ÇAM (İzmir) - Söyle söyle.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Hanım Büşra Erdal. Hanım Büşra Erdal kim? (CHP sıralarından gürültüler) Hanım Büşra Erdal kim?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Zaman gazetesi kapatıldıktan sonra yeni bir gazete açıldı. Peki, ilk ziyaretleri kime?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Biraz hocandan örnek al sen!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Kılıçdaroğlu'na.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Zaman okumak zorunluydu bir ara!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, tanıyamazsanız yakın göstereyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yine, ilk ziyaretlerini buraya yapıyor.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Zaman gazetesini her yere dağıtıyordunuz!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Burada ne dedi, ne dedi Sayın Genel Başkan? Dedi ki…

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Kimse Yok Mu Derneğine yardım topluyordun, yardım! Unuttun mu onları? Yardım topluyordunuz!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaşlar, bizim temiz bir dil kullanmamız yani saygılı bir dil kullanmamız lazım, saygılı bir kullanmamız lazım.

Bakın, 17-25'in ne olduğunu burada Sayın Bostancı anlattı.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Size dokununca oldu!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Tekrar tekrar anlatmaya gerek yok.

Şimdi, 19 Kasım 2014'te Sayın Kılıçdaroğlu katılıyor, terör örgütünün yayın organında bakın ne diyor: "Yurt dışına kaçmaktan başka çaresi yok, Erdoğan için söylüyorum, kaçsa da onu bu ülkeye getireceğiz." Kimin kaçtığı ortada ama bir ana muhalefet liderinin de düşeceği en kötü durumdur bu, kendi Başbakanına söylediği kelimeler ortada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Mehmet, bunda da bir şey yok, bundan bir şey çıkmaz.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Şimdi, Birgül Ayman Güler, "Cemaatle ittifak yaptık." Biz söylemiyoruz, kendi Genel Başkan Yardımcıları, Sayın Kılıçdaroğlu'nun en mahreminde olan, MYK'sında olan birisi, bunu biz söylesek yorum katacağız.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sizin bakanlarınız "Fetullah Gülen hazretleri" diyorlardı.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Daha sonra da zaten göstermediler.

MUSA ÇAM (İzmir) - Numan Kurtulmuş ne söylemişti? Sayın Numan Kurtulmuş neler söylemişti?

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - İlhan İşbilen'i konuş, İlhan İşbilen'i! İlhan İşbilen yok mu?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaşlar, Hüseyin Aygün…

Bakın, Cumhuriyet Halk Partisini böyle bir iç tartışmayla görmek beni gerçekten üzüyor ama bu duruma düşmüş vaziyette.

MUSA ÇAM (İzmir) - Üzmesin seni, üzmesin!

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) - Hiç üzülmeyin, bizler için üzülmeyin!

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Kendine üzül, kendine!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Bakın, ne diyor Hüseyin Aygün, diyor ki: "Beni milletvekiliyken 'Fetullah Gülen Cemaati'ni eleştirmek AKP'ye yarar.' diyerek uyaran ve eli boş dönen de Kılıçdaroğlu'dur." diyor.

LEVENT GÖK (Ankara) - Hiç öyle bir şey söylemedi.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Neyden eliniz boş döndü? Ne istediniz? Ne yaptınız?

LEVENT GÖK (Ankara) - Hiç öyle bir şey yok, onların hepsi palavra Mehmet, hepsi palavra.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Verdiklerinizi anlat sen, verdiklerinizi.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Bakın, Mustafa Balbay ne diyor: "Cumhuriyette FETÖ'cülükten Kürtçülüğe kadar her şey serbest, CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak." Bir yorum yapmış adam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Kim demiş onu, kim demiş?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Balbay, sorun kendisine.

MUSA ÇAM (İzmir) - Burada cevabını verecek yarın öbür gün, verecek.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Sonra Kılıçdaroğlu ne diyor?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sana ne gazetenin yayın politikasından? Beğenmezsen okumazsın, almazsın.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaş, arkası geliyor, bekle.

"Cumhuriyeti FETÖ'yle, PKK'yla suçlayanlar şeref yoksunudur." Şimdi, arkadaşlar, biri milletvekili, biri Genel Başkan… Arkadaşlar, uğraştığınız meseleler bunlar.

LEVENT GÖK (Ankara) - Mehmet, çok zayıf kaldı, Mehmet. Onlar çok zayıf kaldı, çok zayıf kaldı.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ucuz siyaset bu, ucuz siyaset!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Şimdi, Kılıçdaroğlu 2010 yılında ne dedi? 2010 yılında kürsüden kükrüyor, "Korkma, eğer bu ülkede darbe olursa biz dik dururuz. Darbe olursa tankların önüne geçerim, üstüne çıkarım." diyor. O gün biz de dedik ki: Hakikaten helal olsun, adam büyük bir demokratik olgunluk gösteriyor, darbeye karşı net bir tavır koyuyor.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Koydu da.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Darbe oldu, darbe gerçekleştirmek için bir girişimde bulunuldu. Kılıçdaroğlu nerede?

SALİM USLU (Çorum) - Neredeydi?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Havalimanında.

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) - Sen neredeydin, sen, onu çok merak ediyorum.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Tanklar, aramanıza gerek yok, üstüne çıkmadı, yanından geçti, otel aramışlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sayın Başbakan neredeydi?

LEVENT GÖK (Ankara) - Senin Başbakanın nerede?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaşlar, otel aramış, otel arıyor. Niye otel arıyorsunuz? Millet sokakta zaten. "Oteller almadığı için Bakırköy Belediye Başkanının evine geçtik." diyor. Bakın, buradan soruyorum, net soruyorum: Ne bizim ne iktidarımızın ne milletvekillerimizin ne Cumhurbaşkanımızın bu darbeden haberi yoktu. Sayın Kılıçdaroğlu darbenin sonucunu bekledi mi, beklemedi mi, cevabını vereceksiniz…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Ama şunu söylemek lazım, tam da meselenin birinci elden şahitlerinden bir tanesi Meclis Başkanı buradayken: İnsan biraz Allah'tan korkar, insanda biraz vicdan olur.

LEVENT GÖK (Ankara) - Utanma da olur, utanma da!

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Bu Meclis cuma akşamı kapalıyken Meclise "Hep beraber açmalıyız." diye koşan, şurada, merdivenlerde Sayın Başkanla demokrasi öpücüğü alan veren, kendisinden sonraki konuşmayı bana verdiğinde "Sayın Genel Başkanımız şu an uçakta, havada; indiği anda yaptığımız ilk görüşmede bize talimatı Meclise ve demokrasiye sahip çıkma yönündedir. Doksan üç yıldır seçimlerde yendik, yenildik ama darbecilere teslim olmadık. Yeni bir seçime kadar biz darbecilerin karşısındayız ve bu Parlamentonun ana muhalefet partisiyiz." deyip de buradaki 93 arkadaşımız ve yukarıdan izleyenler ayakta alkışlamadılar mı kardeşim? Ben senin düzeyine inecek olsam, Naci Bostancı'nın yaptığı  gibi, o zaman şunu beklerler benden, "Genel Başkan o gece neredeydi?" sorusuna "Senin Başbakanın Kastamonu tünelinde ne arıyordu?" derim ama dememek münasiptir Sayın Bostancı. (CHP sıralarından alkışlar) Dememek münasip olur, kaba kaçmasın veya senin Cumhurbaşkanın -biz inşallah, Başbakan tünelde ya- milleti meydana çağırınca, "Siz ne yapacaksınız?" deyince "İnşallah, Başbakanım da, ben de bu gece meydanlarda olacağız." deyip "Ankara'ya altı gün sonra nasıl gelebildi?" diye sormak lazım ama bana yakışmaz Sayın Bostancı; kabalık kaçmasın diye yapmıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
T24

Operasyon başladı: Çok sayıda gözaltı var
27 Ekim 2016

Fethullahçı Terör Örgütü soruşturması kapsamında, Konya'daki 3'üncü Ana Jet Üs Komutanlığı'na 4'üncü dalga operasyonu yapıldı. Gözaltı kararı verilen 73 pilottan 45'i gözaltına alındı. Denizli'de ise Fetullahçı Terör Örgütü'nün finans kaynaklarına yönelik yapılan operasyonda aralarında iş adamlarının da bulunduğu 45 kişi yakalandı.

Konya'da FETÖ'ye yönelik 3'üncü Ana Jet Üs Komutanlığı'na 4'üncü dalga operasyonu düzenlendi. 73 pilot için Konya merkezli 17 ilde operasyon yapıldı, 45 kişi gözaltına alındı.

Hakkında yakalama kararı çıkarılan 73 pilotun 1'i kurmay, 2 albay, 71'i üsteğmen rütbesinde olduğu öğrenildi.

73 pilot FETÖ'ye üye olmaktan suçlanıyor. Pilotların F-16 pilotu olduğu ve özel olarak seçildiği öğrenildi. Alınan ifade ve toplanan delillerin ardından yapılanma içerisinde aktif rol oynadığı değerlendirilen kişiler tespit edildi. 

20 Ekim'de düzenlenen 3'üncü dalga operasyonunda da gözaltına alınan 47 asker dün mahkemeye sevk edilmişti. Bu askerlerden de 29'u tutuklandı. 9'u adli kontrol kararıyla olmak üzere 18 asker serbest bırakıldı. 4 Ekim günü düzenlenen 2'inci dalga operasyonunda ise 21 asker tutuklanmıştı.

Denizli'de de FETÖ'nün il yapılanması ve finans kaynaklarına yönelik belirlenen adreslere eş zamanlı operasyon yapıldı. Operasyonda, 45 kişi gözaltına alındı.

FETÖ'nün haberleşme uygulaması ByLock'u kullandıkları belirtilen, aralarında iş adamlarının da bulunduğu zanlıların, ev ve iş yerlerinde arama yapıldı.

Operasyonun, örgütün il yapılanması ve finans kaynaklarına yönelik 3'üncü dalga operasyon olduğu öğrenildi. Operasyonların birincisinde içinde eski Denizli Ticaret Odası Başkanı Necdet Özer'le birlikte 19, ikincisinde ise 15 kişi tutuklanmıştı.
ulusalkanal.com.tr

Rus uzman, Rus uçağını düşürme emrini kimin verdiğini açıkladı
04.12.2016



Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Araştırma Görevlisi Ruslan Kurbanov, "24 Kasım'da Rus uçağını kim düşürdü, kim bu emri verdi? Bu talimatı ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan verdi. Bu talimatı İncirlik Üssü'nde nöbetçi olan bir albay verdi. Fiiliyatta da bu albay Gülen'in adamıydı" dedi.

NTV'de Mesto Vstreçi (Buluşma Yeri) programında konuşan Rus uzman, İncirlik Üssü'nün 15 Temmuz darbe girişimindeki rolüne şu ifadelerle işaret etti: "Türkiye'de yaşanan darbe girişiminin ardından Türk halkının NATO ile ilgili ne düşündüğü ortaya çıktı. Darbe girişimi hazırlıkları için İncirlik Üssü fiiliyatta Truva Atı görevi yaptı. Türkiye bu konuda bugün de tehlikeyi biliyor, görüyor. Fakat yakın zamanda Türkiye'nin NATO'dan ayrılacağını söylemek doğru olmaz."

‘TALİMATI GÜLENCİ ALBAY VERDİ'

Kurbanov, 24 Kasım 2015'te Suriye sınırında düşürülen Su-24 jetine ilişkin olaraksa şunları söyledi: "Türkiye'de Gülen örgütünün toplumda oluşturduğu paralel yapı, iktidar merkezine ulaştı. Burada örgüte ABD de önemli yardımda bulundu. Bu örgüt fiiliyatta CIA'in bir ajan ağı. On yıllardır devlete sızdılar. Fethullah Gülen'in ABD'de oturma izni almasına CIA ajanları yardımcı oldu. 24 Kasım'da Rus uçağını kim düşürdü, kim bu emri verdi? Bu talimatı ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan verdi. Bu talimatı İncirlik Üssünde nöbetçi olan bir albay verdi. Fiiliyatta da bu albay Fethullah Gülen'in adamıydı. Rusya ve Türkiye'nin arasını bozmaya çalıştılar
Kaynak: Sputnik

Cemaat sanığı ünlü iş adamı cezaevinde öldü
29-11-2016
Gülen cemaati soruşturması kapsamında geçen 28 Temmuz'da tutuklanan Uğur Derin Dondurucu'nun eski ortaklarından Ünal Takmaklı, cezaevinde kalp krizi geçir
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Arl 26, 2016 11:56 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 09, 2016 12:26 am    Mesaj konusu: OHAL Türkiyesi'nin karnesi Alıntıyla Cevap Gönder

Zekai Aksakallı: "2 defa Terzi'yi görevden alın dedim"
17.12.2016



15 Temmuz'daki darbe girişimine ilişkin ikinci iddianamede müşteki olarak ifade veren Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı, darbede yer alan Tuğgeneral Semih Terzi'nin görevden alınması için iki defa teşebbüste bulunduğunu söyledi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Gülen örgütünün 15 Temmuz'daki darbe girişimine ilişkin ikinci iddianameyi tamamlayarak Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Astsubay Ömer Halisdemir'in de şehit edildiği Gölbaşı'nda bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığındaki eylemlere ilişkin iddianamede 69 şüpheli yer aldı.  Astsubay Ömer Halisdemir'in eşi Hatice Halisdemir ile İsmail Oğuz ve Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı'nın "müşteki" olarak ifadelerine yer verildi. Özel Kuvvetlerde görevli Semih Terzi ile Tuğgeneral Mehmet Nuri Başol ve Tuğgeneral Mehmet Cengiz Doğan'ın görevden alınması için 2015 Ağustos öncesinde teklifte bulunduğunu aktaran Aksakallı, Terzi dışındakilerin görevden alındığını söyledi. Terzi'nin buradaki görevden alınması için 2015-2016'da iki defa teklifte bulunduğunu, olumsuz sicil ve olumsuz kanaat yazdığını, hatta 5-6 ay önce kendisine Silopi'de "Dilekçeni yaz, bu birlikten defol git" dediğini anlatan Aksakallı, Terzi'nin örgüt üyesi olduğunu tahmin ettiğini, buna yönelik şüphelerinin bulunduğunu, görevinde çok yetersiz olduğunu bildirdi.

Savcılık, iddianamenin, Özel Kuvvetler Komutanlığındaki eylemlere ilişkin daha önce 18 sanık hakkında açılan davayla birleştirilmesini talep etti.

Şüpheliler

İddianamede şüphelilerin "Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs", "Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile TBMM'yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs" ve "Nitelikli kasten öldürme" suçlarından dörder kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yanı sıra "Terör örgütü üyesi olmak" ve "Nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs" suçlarından ayrıca hapis cezasına çarptırılmaları istendi.

Astsubay Ömer Halisdemir'in eşi Hatice Halisdemir ile İsmail Oğuz ve Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı'nın "müşteki" olarak yer aldığı iddianamenin şüphelileri şunlar:

"Adem Loğa, Ahmet Aslan, Ahmet Müfi̇t Küçük, Ahmet Seçki̇n Vural, Ahmet Turan Yücedağ, Ali̇ Kapucu, Alperen Berat Durmuş, Baki̇ Ağyar, Beki̇r Kurt, Bi̇lal Tosun, Burak Kekli̇k, Cem Si̇nan Yenal, Emrah Şentürk, Emre Andıç, Engi̇n Kaya, Engi̇n Sevi̇nç, Ertuğrul Bozçal, Fahri̇ Ersoy, Faruk Erkul, Fati̇h Uysal, Fati̇h Rüştü Keten, Gökhan Mercan, Gürbüz Türk, Hali̇l Kuş, Harun Raşi̇t Aktaş, Hüseyi̇n Uğurer, Hüseyi̇n Uludağ, İlhami̇ Yıldız, Kadi̇r Aslan, Mehmet Durmaz, Mehmet Koç, Mehmet Kuşlu, Mehmet Raydemi̇r, Mehmet Ali̇ Çeli̇k, Mehmet Ali̇ Eser, Mehmet Yaşar Çeli̇k, Murat Aydın, Mustafa Avdan, Mustafa Koyuncu, Mustafa Sarıboğa, Muzaffer Han, Okan Türkmen, Osman Çolak, Osman Yalçın, Ökkeş Dursun Öztürk, Ömer Faruk Cavlazoğlu, Özgür Çi̇loğlu, Ramazan Kılıç, Rasi̇m Eşref Çıtak, Raşi̇t Özdi̇lek, Sedat Soysal, Selçuk Sert, Serkan Ak, Serkan Coşkun, Sezgi̇n Güney, Süleyman Menteş, Şenol Soylu, Şükrü Bülbül, Turgay Usanmaz, Ufuk Kaplan, Uğur Demi̇rtaş, Umut Coşkun, Ümi̇t Bak, Ümi̇t Burtaçoğlu, Veysel Ezgi̇n, Yakup Akkuş, Yalçın Damar, Yasi̇n Deri̇baş, Yıldıray Yılmaz."

Bu iddianamede de birincisinde olduğu gibi, "Darbe teşebbüsüne ilişkin soruşturmalar kapsamında FETÖ/PDY üyesi bir kısım asker ve kamu görevlilerinin ifadelerinden, darbe teşebbüsünün anılan terör örgütünün lideri Fetullah Gülen'in bilgisi ve talimatı ile yapıldığı ve sivillerin katledilmesi, kamu görevlilerinin şehit edilmesi başta olmak üzere ortaya çıkan maddi ve manevi zarardan, adı geçenin başında olduğu terör örgütünün sorumlu olduğu anlaşılmaktadır." ifadeleri yer aldı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, geçen günlerde darbe girişimine ilişkin ilk davayı açmıştı.

Astsubay Halisdemir'in şehit edildiği Özel Kuvvetler Komutanlığındaki eylemlere ilişkin daha önceki iddianamede 18 sanıktan 17'sinin dörder kez, Mihrali Atmaca'nın ise beş kez ağırlaştırılmış müebbetin yanı sıra bütün sanıkların "silahlı terör örgütü üyeliğinden" 7 yıl 6'şar aydan 15'er yıla kadar hapis cezalarına çarptırılmaları isteniyordu.

"Diğer örgütler gibi inanca dayanıyor"

İddianamede, örgüt üyelerinin hücresel şekilde birbirleriyle bağlantılı oldukları, aralarında rapor ve talimat alışverişinde bulundukları ifade edildi.

Yeni çocuk ve gençlerin örgüte alındığı, eğitilip yetiştirilerek örgüt kadrolarına katıldıkları belirtilen iddianamede, örgütün eğitim malzemeleri, kitapları, bildirileri, ideolojisini anlatan belgeleri, evrakı, dokümanları, ordu ve emniyet içinde teşkilatlanmış silahlı gücü bulunduğu kaydedildi.

Gülen örgütünün de diğer örgütler gibi bir inanca dayandığına işaret edilen iddianamede, örgütün, üyelerinin uğrunda zorluklarına katlanabildiği, fedakarlıkta bulunduğu, amacına yönelik şeyler yapabildiği, bir inanç ve ideoloji sistemine dayandığı aktarıldı.

İddianamede, "Örgüt kadrolarının sızdığı devletin güvenlik kurumlarının silahlı olması ve bu silahları kullanma yetkisinin bulunması, örgütün silahlı ve askeri eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir. FETÖ/PDY üyeleri, mutlak itaat ve cennete kavuşacakları saiki ile hareket ederek, devlet içinde suikast benzeri hareketlere başvurmuştur." ifadelerine yer verildi.

"Organize bir terör örgütü"

Fethullah Gülen örgütünün dini unsurları temel alarak hareket ettiği öne sürülen iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Örgütün, dini değerler değişmezken, zamana ve şartlara göre kendisini değiştirmesi, ülkesi ve devleti ile barışık olması beklenirken, devleti kendisine hasım ve karşı cephe görmesi, tüm yapısıyla açık ve şeffaf olması gerekirken, bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, geniş çaplı yapılaşması olan, örgüt üyelerinin birbirlerini tanımalarını kolaylaştıracak birtakım araçlar ile kaynağı bilinmeyen paralar kullanması, yönetim kadrosunun faaliyetlerini yurt dışından idare etmesi ve Türkiye'ye gelmekten ısrarla imtina etmesi, hasımlarını saf dışı etmek için her türlü baskı, şantaj ve yasa dışı faaliyeti kullanması, çeşitli yabancı misyon temsilcileriyle mahiyeti bilinmeyen görüşmelerde bulunması, diğer terör örgütleriyle temas kurması ve onlara istihbarat, lojistik, eylem tarzı türü destek sağlaması, söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize bir terör örgütü olduğunu ortaya koyan unsurlardır."

İddianamede, örgütün, kuruluş yıllarından itibaren toplumun dini duygularını suistimal ederek "himmet" adı altında topladığı finans ile yurt içi ve dışında faaliyete geçirdiği eğitim kurumlarında yetiştirdiği öğrencilerin beyinlerini yıkadığı anlatıldı.

Örgütün, elde ettiği finans ve siyasi gücünü, "istişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt ve ev imamları" gibi hiyerarşik illegal yapılanmasına bağlı insan gücünü örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullandığına değinilen iddianamede, devlet kurumlarına sızarak, yabancı ülkelerden birtakım kişi ve kuruluşların desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeyi amaçladığı bildirildi.

İddianamede ayrıca örgütün, kamu, ÖSYS ve benzeri sınavlarda soruları hukuka aykırı yollarla ele geçirip, kendi mensuplarının sınavlarda başarılı olarak kamu kurumlarına ve etkin okullara girmesini sağlamanın yanında, ürettiği sahte belge ve delillerle, örgüt mensubu olmayanların devlet kadrolarından tasfiyesiyle bu kadrolara kendi elemanlarını yerleştirme yöntemlerini kullandığı kaydedildi.

Örgütün, 1970'li yıllardan itibaren devletin içine sızarak, özellikle "mülkiye, adliye, emniyet, Milli Eğitim ve TSK" içerisinde kendi özel hiyerarşisiyle illegal kadrolaşmaya gidildiğinin, elebaşı Fetullah Gülen'in bazı ifade ve açıklamalarında rahatlıkla görülebileceği ifade edildi.

"Elimde emir var, yeni komutan Semih Terzi"

İddianamede, 15 Temmuz'da Genelkurmay Başkanlığını ele geçiren darbeye teşebbüs şüphelileri tarafından sanki emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşiyormuş gibi sıkı yönetim emri ve ekindeki sıkı yönetim komutanları ve sıkı yönetim mahkemesi hakimlerinin isimlerinin bulunduğu yazıların darbe girişimi gecesi saat 21.30 sıralarında Özel Kuvvetler Komutanlığına iletildiği belirtildi.

Yazıların, Kurmay Albay Ümit Bak, Muhabere Albay Murat Aydın ve Kurmay Yarbay Mehmet Ali Çelik tarafından değerlendirildiği, darbe teşebbüsü eyleminde yer almayan Özel Kuvvetler Komutanlığı personellerini de darbeye teşebbüs eylemine katılmaya ikna etmeye çalıştıkları kaydedilen iddianamede, "Bu sırada yanlarında darbeye teşebbüs eylemi içerisinde yer alan harekat merkezi vardiya amiri olan Turgay Usanmaz, Nedim Şahin, Muzaffer Han ve Şenol Soylu'nun tam teçhizatlı ve silahlı olarak hazır bulundukları, darbeye teşebbüs eylemine iştirak etmeyen diğer askeri personele silah doğrulttukları tespit edildi." ifadelerine yer verildi.

Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı'nın olay akşamı darbe girişiminde yer alan ve liderliğini Fatih Yarımbaş'ın yaptığı darbeci bir grup tarafından Ankara'dan kaçırılmaya çalışıldığı bildirilen iddianamede, Korgeneral Aksakallı'nın kendisini kaçırmaya çalışan şüphelilerin elinden kurtularak olay yerinden uzaklaştığı ve karargahı arayarak Albay Ümit Bak'ı ikna etmeye çalıştığı belirtildi.

Aksakallı'nın sıkıyönetim yazılarının ve eklerinin geçersiz olduğunu ifade ederek, halen kendisinin komutan olduğunu ve kendisinin emirlerini dinlemesi konusunda Albay Bak'a uyarıda bulunduğu bildirilen iddianamede, "Ancak Kurmay Albay Ümit Bak'ın bu durumu kabul etmeyerek 'Elimde emir var, yeni komutan Semih Terzi' diyerek telefonda Korgeneral Zekai Aksakallı ile tartışarak telefonu kapattığı, Aksakallı'nın tekrar karargahı aradığı, telefona Ümit Bak'ın bakmadığı, bu nedenle silahlı ve tam teçhizatlı darbeye teşebbüs şüphelisi Nedim Şahin tarafından telefonun kapatıldığı, Yarbay Mehmet Ali Çelik'in ise Albay Ümit Bak'a hitaben 'Neyi bekliyorsunuz komutanım? Bizim komutanımız Semih Paşa, herkes tarafını seçsin' diye söylediği, bu aşamadan sonra Albay Bak'ın 'Artık telefonlara bakılmasın' diye talimat verdiği, bu şekilde karargahın kontrolünün bu şüpheliler tarafından ele geçirildiği" kaydedildi.

 "Ümit Bak ve Mehmet Ali Çelik organize etti"

İddianamede, Genelkurmayı ele geçiren şüphelilerin gönderdiği sıkıyönetim emri ve eklerinin Yarbay Mehmet Ali Çelik'in talimatı ile darbe teşebbüsünde bulunan ve o gece nöbetçi olmamasına rağmen karargaha gelen şüpheli Muhabere Albay Murat Aydın'ın darbeye teşebbüs faaliyeti içerisinde yer alan diğer şüpheli Baki Ağyar'ın görevi olmamasına rağmen Özel Kuvvetler Komutanlığının alt birimlerine darbenin başarılı olması amacıyla derhal gönderildiği, şüpheliler Aydın ve Ağyar'ın otomasyon ve iletişim konusunda darbe girişimine iştirak ettikleri kaydedildi.

Özel Kuvvetler Komutanlığındaki darbe teşebbüsünü Ümit Bak ve Mehmet Ali Çelik'in organize ettiği belirtilen iddianamede, Komutanlığın nizamiye girişinin güvenlik altına alınması, içeriye girmeye çalışacak olan darbe karşıtı birliklerin girişine izin verilmemesi konusunda talimatlar verildiği, darbe teşebbüsüne katılacak askeri personelin girişlerinin sağlanması noktasında daha önceden planlandığı ve şüphelilere talimat verildiği aktarıldı.

Şüphelilerin, darbe girişimi kapsamında silahlı ve tam teçhizatlı olarak nizamiye bölgesinde görev aldıkları, nizamiye bölgesindeki gerekli koordinasyonun şüpheli Mustafa Koyuncu tarafından sağlandığı bildirilen iddianamede, darbe teşebbüsünde silahlı ve tam teçhizatlı olan şüpheli Nedim Şahin'in ise karargah içerisinde bulunan örgütün liderliğini yapan Albay Bak'ın korumalığını yaptığı belirtildi.

"Asıl amaç Terzi'ye ÖKK komutasının teslimini sağlamak"

Şüphelilerden Sezgin Güney'in darbe teşebbüsünden önce planladıkları gibi 15 Temmuz akşamı Gölbaşı'ndaki TOKİ bölgesindeki evinde darbeye teşebbüs eylemine katılan diğer şüpheliler Yakup Akkuş, Serkan Coşkun, Ramazan Kılıç, Rasim Eşref Çıtak, Uğur Demirtaş, Ahmet Müfit Küçük, Osman Çolak, Bilal Tosun ve Engin Kaya ile birlikte toplanarak, sivil kıyafetlerle Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na gittikleri bildirilen iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Burada darbeye teşebbüs eylemi nedeniyle planlı olarak hazırladıkları askeri teçhizatlarını kuşandıkları, darbeye teşebbüs eylemi kapsamında Özel Kuvvetler Komutanlığına geri dönmek üzere şüpheliler Serkan Coşkun, Ramazan Kılıç, Engin Kaya ve Ahmet Müfit Küçük'ün kullandığı araçlarla yola çıktıkları, kısa bir süre sonra saat 23.45 sıralarında Özel Kuvvetler Komutanlığı nizamiye bölgesinin demir kapısını kırarak içeriye girip karargahın bulunduğu yere gittikleri, karargah binasında darbeye teşebbüs eylemini organize eden Albay Bak, Yarbay Çelik ve onların da yanında bulunan silahlı ve tam teçhizatlı olan Turgay Usanmaz, Ali Kapucu, Nedim Şahin ile görüşerek nizamiye bölgesinin güvenliğinin sağlanması konusunda talimat aldıktan sonra hep birlikte nizamiye bölgesine dönüş yaptıkları, araçlarını park ettikten sonra nizamiye bölgesinin değişik yerlerine dağılarak mevzilendikleri kamera görüntüleri ile tespit edilmiştir."

Şüphelilerin tamamının nizamiye bölgesine yaklaşmaya çalışan darbe karşıtı birliklere sürekli olarak ateş ettikleri, silahlı çatışmaya girdikleri, bu şekilde birliklerin kışla içerisine girmesine engel oldukları kaydedilen iddianamede, nizamiye bölgesindeki şüphelilerin komuta kontrolünü ise şüphelilerden Mustafa Koyuncu, Sezgin Güney, Fatih Uysal ve Serkan Ak'ın sağladığı ifade edildi.

Şüphelilerin tamamının asıl amacının, Genelkurmayı ele geçiren darbe girişiminde bulunan şüpheliler tarafından gönderilen sıkıyönetim direktifi ve ekleri gereğince Özel Kuvvetler Komutanı olarak görevlendirdikleri, o sıralarda Silopi'de bulunan şüpheli Tuğgeneral Semih Terzi'ye, Özel Kuvvetler Komutanlığının komutasının teslimini sağlamak olduğu işaret edilen iddianamede, şüphelilerden Gökhan Mercan ile Ümit Burtaçoğlu'nun da darbeye teşebbüs eylemi planlamasında bizzat yer aldıkları, planlamayı birlikte yaptıkları, bu bağlamda Üsteğmen Güney ve Yarbay Çelik'ten elde edilen listelerde darbe teşebbüsüne katılacak olan kişiler listesinde isimlerinin bulunduğu belirtildi.

Darbe girişimi gecesi de şüpheli Mercan'ın diğer şüpheli Güney ile birden fazla telefon görüşmesi yaptığı, her iki şüphelinin de planlandığı gibi eyleme katılmak üzere Özel Kuvvetler Komutanlığına geldikleri, içeriye girip eyleme iştirak etmek istedikleri sırada nizamiye bölgesine girmeye çalışan kuvvetler tarafından durumlarından şüphelenilerek durduruldukları ifade edilen iddianamede, şu ifadelere yer verildi:

"Bu sırada şüphelilerden Ümit Burtaçoğlu'nun kaçmaya başladığı, ancak dost kuvvetler tarafından yakalandığı, bu nedenle içeriye girip diğer şüpheliler ile birlikte hareket edemedikleri, bu şekilde nizamiye girişinde yakalandıkları, ancak şüphelilerden Mercan'ın yakalandıktan sonra şüphelilerden Güney ile telefonla görüşmelerini sürdürerek nizamiye bölgesinin durumu ile ilgili sürekli olarak bilgiler verdiğinin tespit edildiği, darbeye teşebbüs eylemi içerisinde bu şekilde yer aldıkları. Darbe teşebbüsüne karşı olan dost kuvvetlerin nizamiye bölgesinin alt tarafında çoğalmaya başladıkları, ancak ellerinde uzun namlulu silahlar bulunmaması nedeniyle ve nizamiye bölgesinden yoğun bir şekilde uzun namlulu silahlarla ateş açılması, ayrıca darbeci unsurların ele geçirdiği bir helikopter ile de nizamiye bölgesinin bulunduğu alanlara ateş açılması nedeniyle bir türlü içeriye giremedikleri, ancak ısrarla kışlaya girme teşebbüsüne devam ettikleri belirlendi.

Özel Kuvvetler Komutanı olan Korgeneral Aksakallı'nın bütün çabalarına rağmen darbeye teşebbüs eylemi içerisinde yer alan ve Özel Kuvvetler Komutanlığındaki girişimi yöneten Bak ve Çelik'in ikna edilemediği, bunun üzerine Aksakallı'nın emir subayı olup o sırada karargahta bulunan Astsubay Ömer Halisdemir'i cep telefonundan arayarak Semih Terzi'nin darbe teşebbüsü içinde yer alan vatan haini olduğunu, kesinlikle karargahın komutasını ona bırakmamasını ve bu işin sonunda şehadet olduğunu söyleyerek emir verdiği, Astsubay Halisdemir'in de vatansever bir asker refleksi ile kendisine verilen emri hiçbir şekilde sorgulamadan 'Emredersiniz komutanım' diye cevap verdiği, bu şekilde emir alan Astsubay Halisdemir'in karargahta beklemeye başladığı belirlendi."

"Vatansever bir asker davranışıyla Terzi'yi durduruldu"

İddianamede, Semih Terzi ve beraberindekilerin 2 helikopterle Özel Kuvvetler Komutanlığının VIP alanına indikleri, Terzi'nin, güvenlik sağlandıktan sonra helikopterden çıktığı kaydedildi.

Terzi'nin, Albay Ümit Bak, Astsubay Turgay Usanmaz ve sivil kıyafetli Ali Kapucu tarafından karşılandığı ifade edilen iddianamede, Astsubay Halisdemir'in Korgeneral Zekai Aksakallı'dan aldığı talimat doğrultusunda, kışla yönetiminin Semih Terzi'ye teslim edilmemesi için vatansever bir asker davranışıyla Terzi'yi vurduğu bildirildi.

Halisdemir'in, karargahın girişine göre sağ tarafında bulunan ağaçlık alana doğru kaçmaya başladığına işaret edilen iddianamede, Binbaşı Fatih Şahin'in kaçmaya çalışan Halisdemir'i arkasından 11-12 el ateş ederek vurduğu belirtildi.

İddianamede, olay yerine gelen sağlık görevlilerinin Halisdemir'in nabzının çok hafif attığını, durumunun ağır olduğunu belirlediği ancak Mihrali Atmaca'nın ambulansı geri gönderdiği ve beylik tabancasıyla Halisdemir'e 2 el ateş ettiği vurgulandı.

Semih Terzi'nin ise kaldırıldığı GATA'da ölmesinin ardından sanıkların bir bölümünün taraf değiştirdiğine yer verilen iddianamede, bu kişilerden Mihrali Atmaca, Ahmet Muhammed Demirci ve İsmail Çınar'ın Albay Ümit Bak'ı teslim almaya çalıştığı, bu sırada çıkan silahlı çatışmada Bak'ın teslim alınmasına engel olmak isteyen emir subayı Nedim Şahin'in vurularak etkisiz hale getirildiği anlatıldı.

Öte yandan, sanıkların, darbeci unsurlara karşı nizamiye bölgesine gelen Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli İsmail Oğuz'u da başından yaraladığı aktarıldı.

Askerlerin müdahale etmesini engellediler

İddianamede, olay gecesi ani müdahale mangasında manga komutanı olarak görev yapan Şükrü Bülbül, hazır kıta manga komutanı olarak görevli Cem Sinan Yenal ve ani müdahale mangasında doldur boşalt nöbetçi astsubayı olarak çalışan Emrah Şentürk'ün ise darbeye teşebbüs faaliyeti içerisinde yer aldığı, bu birimdeki askerlerin olaylara müdahale etmelerini engellemek için dışarıya çıkmalarına izin vermedikleri vurgulandı.

Bu şüphelilerin Üsteğmen Mustafa Koyuncu'nun talimatıyla darbecilerin mühimmat ihtiyacını karşıladığına dikkati çekilen iddianamede, darbecilerin sabah saatlerine kadar atışlarını sürdürdüğü, dost birliklerin ise ısrarla içeri girmeye çalıştığı, dost birliklerin içeri sızmasının ardından şüpheli Gökmen Ata'nın vurularak etkisiz hale getirildiği ifade edildi.

Daha sonra tüm şüphelilerin etkisiz hale getirildiği belirtilen iddianamede, zanlılardan Uğur Demirtaş'ın olay yerinden kaçtığı ve halen arandığı anlatıldı.

İddianamede, Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda zanlıların ev, iş yeri ve araçlarında arama yapıldığı, şüphelilerden Serkan Çoşkun'un aracında çok sayıda silah ve askeri malzeme, Osman Çolak, Uğur Demirtaş, Fatih Rüştü Keten, Faruk Erkul'un odalarında "1 dolar" ele geçirildiği bildirildi.

Şüphelilerden Adem Loğa, Fatih Rüştü Keten, Emre Andıç, Mehmet Ali Eser, Selçuk Sert, Mehmet Koç, Ertuğrul Bozçal, Mustafa Avdan, Halil Kuş, Sedat Soysal, Hüseyin Uğurer, Ahmet Seçkin Vural, Ahmet Turan Yücedağ, Mehmet Kuşlu, Osman Yalçın, Ufuk Kaplan, Raşit Özdilek, Gürbüz Türk ve Mehmet Durmaz'ın darbeye teşebbüs eylemine katılacaklar listesinde isminin bulunduğu, 15 Temmuz'dan önce planlaması, çalışması ve hazırlığı yapılan darbeye teşebbüs eylemlerinin bu aşamalarında bizzat yer almak suretiyle darbeye teşebbüs eylemine katıldığının belirlendiği ifade edildi.

Zanlılardan Bozçal'ın diğer şüpheliler Ahmet Kara, Ümit Bak ve Fatih Yarımbaş ile sürekli telefon görüşmeleri yaptığı, Koç'un ise darbe girişiminde yer alan Mehmet Raydemir ile 13 Temmuz'da telefonla görüştüğü, darbe girişiminde yer almak için Antalya'dan Ankara'ya geldiği, Mustafa Koyuncu'dan da Ankara'ya gelmesini istediği kaydedildi.

Koç'un, Raydemir, Koyuncu ve diğer şüpheli Serkan Ak ile Ankara'da bir araya geldiği, fiili olarak darbe girişimi içerisinde yer aldığının tespit edilememesine rağmen icrai hareketleriyle darbe girişimine iştirak ettiğinin tespit edildiği belirtildi.

Şüpheli Mehmet Durmaz'ın ise şüpheli Gökmen Ata tarafından kışlaya çağrıldığı ancak deşifre olmamak için darbeye teşebbüs eyleminin gidişatına göre tavır belirlemek amacıyla evinde kaldığı, bu şekilde darbe girişimi eyleminin hazırlık ve planlama aşamasındaki icrai hareketlere bizzat katılmak suretiyle atılı suçlara iştirak ettiğinin belirlendiği anlatıldı.

Zanlı Okan Türkmen'in, 15 Temmuz'da Özel Kuvvetler Komutanlığında diğer şüpheli Samet Yıldız'la buluştuğu, burada darbeye teşebbüs eyleminde kullanılacak silahları uzman çavuş Mehmet Kalaycı, Samet Yıldız ve Tabur Komutanı Murat Korkmaz ile 06 NL 834 plakalı otobüse yükledikleri ve Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına götürdükleri ifade edildi.

İddianamede, şüpheli Halil Kuş, Ahmet Turan Yücedağ, Gürbüz Türk'ün darbe girişiminin planlama, görevlendirme ve hazırlık hareketlerinde icrai olarak yer almak suretiyle atılı suça iştirak ettiğinin, Yalçın Damar, Süleyman Menteş'in darbeye teşebbüs gecesi diğer zanlılarla hareket ederek darbeye teşebbüs faaliyeti içerisinde yer aldığının tespit edildiği bildirildi.

Koordinasyonu sağlayan isim

Şüphelilerden Yıldıray Yılmaz'ın ise darbe girişimin koordinasyonu ve gidişatı konusunda darbeye teşebbüs faaliyeti içerisinde yer alan Ömer Faruk Cavlazoğlu, Celal Koca, Hatay'da bulunan Eyyüp Çoşkun, Marmaris'e Cumhurbaşkanı'na karşı suikast için giden Şükrü Seymen, TÜRKSAT'a baskın düzenleyenlerden Melih Varol, Özel Kuvvetler Komutanlığını ele geçirmeye çalışan Semih Terzi, Fatih Şahin, Genelkurmay Başkanlığındaki eylemde yer alan Fırat Alakuş ile telefon görüşmeleri yaptığının tespit edildiği, bu şekilde diğer zanlılarla darbe girişiminin koordinasyonunu sağladığı anlatıldı.

Zanlı Ali Kapucu'nun Semih Terzi'yi Özel Kuvvetler Komutanlığında sivil kıyafetle karşıladığı, Terzi'yi GATA'ya götüren helikopterde bulunduğuna işaret edilen iddianamede, Bekir Kurt'un Özel Kuvvetler Komutanlığında tam teçhizatlı olarak darbeye teşebbüs faaliyeti kapsamında ulaştırma bölüğüne bağlı araç sevk amirliğinde görevlendirildiğinin, İlhami Yıldız, Burak Keklik ve Harun Raşit Aktaş'ın da darbeye teşebbüs eylemine katıldığının belirlendiği kaydedildi. Şüphelilerden Burak Keklik, Harun Raşit Aktaş ve Ali Kapucu'nun firari olduğu belirtildi.

"Öğleden sonra beni arayıp 'Babam hasta' dedi"

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı darbe girişimine ilişkin ikinci iddianamede, Korgeneral Aksakallı'nın ifade özetine yer verildi.

Buna göre, ÖKK'de 2013'ün ağustos ayından itibaren Özel Kuvvetler Komutanı olarak görev yaptığını belirten Aksakallı, darbe girişiminin olduğu 15 Temmuz'da, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler Başkanlığında yapılacak yıllık terörle mücadele toplantısına katılmak için ÖKK Kışlasından öğlen saatlerinde ayrıldığını anlattı. Aksakallı, darbeci Semih Terzi'nin öğlen saatlerinde kendisini arayıp, babasının rahatsızlığını ifade ederek izin talebinde bulunması üzerine o güne planlı Özel Kuvvetler kurye uçağından istifade ederek, gelmesine müsaade ettiğini belirtti.

Aynı gün saat 14.00'de Genelkurmay karargahındaki terörle mücadele toplantısının başladığını, saat 16.00-17.00 arasında Genelkurmay İkinci Başkanı Güler'in önüne bir not bırakılması üzerine Güler'in toplantıdan ayrıldığını bildiren Aksakallı, toplantı sırasında Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar'a bir not iletildiğini, onun da toplantıdan ayrıldığını anlattı.

Aksakallı, ne olduğunu anlamak için toplantıdan çıktığını ve Orgeneral Güler'in Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın yanında olduğunu, ayrıca MİT Müsteşarı ve Müsteşar Yardımcısının da orada bulunduğunu öğrendiğini belirtti.

Yaşananların kendisini şüphelendirdiğini bildiren Aksakallı, aynı katta Mehmet Partigöç ile karşılaştığında, Partigöç'ün yüzünün kıpkırmızı ve çok telaşlı olduğunu, kendisini görünce "Hasta mısın neyin var?" diyerek üstüne gittiğini, Partigöç'ün ise "İyiyim, bir şeyim yok" karşılığını verdiğini aktardı.

Toplantının saat 19.00 gibi sona erdiğini belirten Aksakallı, Orgeneral Güler'in, Orgeneral Akar'ın yanında olduğunun söylendiğini, kendisinin de arkadaşının kızının düğününe katılmak üzere karargahtan ayrıldığını bildirdi.

Düğünde askeri protokollere uymayacak şekilde bir düzen bulunduğunu, bu garipliklerin canını sıkması nedeniyle düğünden ayrıldığını belirten Aksakallı, çıkışta gördüğü Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi'nin telefonla bir yeri aramaya çalıştığını ve "Genelkurmay'a ulaşamıyorum, herhalde siber saldırı mı var? Nedir?" dediğini aktardı.

Aksakallı, sivil araçla orduevinden ayrıldıklarını, anayola yaklaşık 30-40 metre kala siyah bir minibüsün önlerinde durduğunu ve minibüsten inen biri silahlı iki kişinin "Bizimle geleceksiniz" dediğini belirterek, yaşanan arbedenin ardından olay yerinden uzaklaştıklarını söyledi.

Daha sonra Jandarma Genel Komutanı düğünde olduğu için aynı şeyler ona da olabilir diye aradığını ancak ulaşamadığını belirten Aksakallı, Genelkurmay İkinci Başkanını, Kara Kuvvetleri Komutanını, Genelkurmay Başkanını da aradığını ancak görüşemediğini bildirdi.

Kirazlıdere girişindeki polis noktasına ulaşarak, polislerden içeri kimseyi almamalarını istediğini dile getiren Aksakallı, buradan Özel Kuvvetler Nöbetçi Amiri Yarbay Ümit Koçak'ı arayarak ÖKK'ya gitmek için zırhlı araç ve koruma timi talep ettiğini söyledi.

Özel Kuvvetler Kurmay Başkanı Erdinç Kocayanak'a kışlaya gitmesi ve duruma el koyması, Kurmay Albay Ömer Faruk Bozdemir'e de bütün güvendiği isimleri yanına alarak emir komutayı devralması emrini verdiğini belirten Aksakallı, daha sonra Adana Tümen Komutanı Tümgeneral Osman Erbaş'ı aradığını, durumu sorduğunu, kendisinin de İncirlik'in kritik olduğunu, oraya özellikle dikkat etmesi gerektiğini söylediğini iletti.

"Bedelinin ağır olacağını ifade ettim"

ÖKK harekat merkezini arayıp vardiya amiri Mehmet Ali Çelik ile görüştüğünü belirten Aksakallı, Çelik'in Genelkurmay'dan mesaj geldiğini, Özel Kuvvetler Komutanlığına Semih Terzi'nin atandığını söylediğini aktardı.

Çelik'ten mesajı okumasını istediğini ve ardından bu mesajın geçersiz olduğunu bildirdiğini kaydeden Aksakallı, şöyle devam etti:

"Mesaja itibar etmemelerini, ettikleri takdirde hata yapmış olacaklarını ve bu hatanın bedelinin ağır olacağını ifade ettim. Bu şekilde darbe yapıldığını anladım. Çünkü bu saate kadar televizyona bakmamıştım. Bu esnada ÖKK Harekat Merkezine gelen darbeci Albay Ümit Bak'ın telefonu alması üzerine bu yaptıkları hatadan derhal vazgeçmelerini, sonucunun çok ağır olacağını, bir an evvel normale dönmeleri emrini verdim. Darbeci Bak da önündeki darbe mesaj emirlerini ifade ederek, bu emirlere uyacağını, artık benden emir almayacağını ısrarla tehditli ikazlarıma rağmen Semih Terzi'nin emirlerine uyacağını söyledi. Konutumun bulunduğu bölgeden, uçakların alçak uçuş yapması ve Kara Harp Okulu tarafından helikopter sesleri gelmesi üzerine bir süre cam ve kapılardan uzak koridor bölgesinden irtibatları sağladım."

Zekai Aksakallı, saat 23.35 sularında Selahaddin/Irak bölgesinde görevli 3'üncü Özel Kuvvet Tugay Komutanı Tuğgeneral Halil Soysal'ı arayıp, Semih Terzi'nin sorumluluğundaki Silopi Özel Kuvvetler Harekat Üssü'nde bulunan karargah ve birliklerin emir komutasını alması emrini verdiğini ve onun da gereğini yaptığını anlattı.

Yolda buluştukları zırhlı araç ve koruma timinin spor okulu nizamiyesine ulaştığını, nizamiyeyi açması için konuşmaya çalıştığı yüzbaşının kendisiyle görüşmek istemediğini kaydeden Aksakallı, zırhlı aracın nizamiyeden zorla geçmesi emrini verdiğini, aracın bariyeri geçememesi üzerine zırhlı araca spor okulu nizamiye bölgesinden binmek istediğini söyledi.

Aksakallı, koruma astsubayının nizamiye bölgesine yaya intikalin tehlikeli olabileceğini belirtmesi üzerine zırhlı aracın gelmesini beklemeye karar verdiğini aktardı.

Zırhlı araca nizamiye bölgesinde helikopterden füze ve top ile ateş edildiğini bildiren Aksakallı, koruma timinde bulunan Uzman Çavuş Osman Gül, Koruma Astsubayı Kamil Işın ve darbeci olduğunu sonradan öğrendiği Üsteğmen Mustafa Koyuncu'nun yaralandığını belirtti.

Aksakallı, görüştüğü bir MİT yetkilisinden silah ve mühimmat talebinde bulunduğunu, onun da Cumhurbaşkanlığı Külliyesini korumaya yönelik faaliyette bulunduğunu bildirerek, darbe girişiminin bastırılması için her türlü silah ve mühimmat yardımı yapabileceğini ifade ettiğini aktardı.

Aksakallı, "Koruma Astsubayım Makbul Uluğ'a Ankara'ya intikal halinde olduğunu öğrendiğim Semih Terzi'yi telefon ile aramasını söyledim. Aramada Semih Terzi'nin, Uluğ'a 'Konuşmalarını anlamıyorum ama sen konuşmaya devam et, anlat anlat' tarzında alaycı cümlelerle cevap verdiğini öğrendim. İkinci kez arattığımda telefon ile görüşmeye çalıştım fakat Semih Terzi, 'Sesinizi duyamıyorum, anlaşılmıyor' gibi beyanlarla telefonu kapattı." dedi.

Daha sonra televizyon yayınlarına katılarak, durumu ve darbecilere karşı mücadele ettiklerini anlattığını hatırlatan Aksakallı, görev yeri kritik komutanları da arayarak, darbeye karşı beyanda bulunmalarını istediğini bildirdi.

Halisdemir'e "vur" talimatı

Aksakallı, saat 00.55'te ÖKK makamında koruma nöbetçiliği görevi yapan Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir ile Koruma Astsubayı Makbul Uluğ vasıtası ile irtibata geçerek ÖKK Karargahı içerisinde darbecilerin başı olan darbeci Albay Ümit Bak ve Yarbay Mehmet Ali Çelik'in ne yaptıklarını sorarak, onları takip etmesini ve fırsat bulursa etkisiz hale getirmesi talimatı verdi.

Halisdemir'in, yaptığı keşif sonucunda Bak'ın odasında bulunduğu ve kapısında silahlı darbecilerin olduğu bilgisini ilettiği, durumun takibi ile ilgili Halisdemir ile 8 defa görüştüklerini beyan eden Aksakallı, Halisdemir'e, fırsatını bulması halinde Bak'ı öldürmesi için talimat verdiğini bildirdi.

Halisdemir'in, yaklaşık 3 yıldır kendisinin koruma astsubayı olarak görev yaptığını ifade eden Aksakallı, Halisdemir'in güvendiği bir asker olduğunu, son görüşmelerinde ona "Semih Terzi'nin hain olduğunu, darbeci olduğunu, vatanımız ve milletimiz adına onu vurması emrini verdiğini, bunun sonunda şehadet olduğunu söyleyip, hakkını helal etmesini istediğini", Halisdemir'in de "Sonuna kadar helal olsun. Baş üstüne komutanım" dediğini ve helalleştiklerini anlattı.

"Uçakları indirin, ülkeyi felakete götürüyorsunuz"

Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Musa Çitil ile darbe girişimi konusunda Diyarbakır'da alınacak tedbirler hususunda görüştüklerini, Eskişehir Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi Komutanlığında görevli Tuğgeneral Recep Ünal ile görüşüp "Uçaklara engel olun, uçakları indirin, ülkeyi felakete götürüyorsunuz" benzeri konuşmalar yaptığını, onun da "Ben engel olamıyorum, elimden hiçbir şey gelmiyor" dediğini kaydeden Aksakallı, saat 02.16'da darbeci general Semih Terzi'nin, Halisdemir tarafından vurulduğunu ve helikopter ile GATA'ya götürüldüğünü öğrendiğini kaydetti.

GATA Komutanı Korgeneral Ömer Paç'ın Ankara'da olmadığını söylemesi üzerine, GATA Kurmay Başkanı ile irtibata geçerek Terzi ve başta Fatih Şahin olmak üzere refakatinde giden darbecilerin tutuklanması talimatı verdiğini bildiren Aksakallı, Silopi'deki ÖKHÜ Karargahı'nda bulunan görevlilerden Astsubay Cevdet Erdemir'in kendileri ile irtibata geçerek ÖKHÜ Karargahı/Silopi'deki durumu iletmesi üzerine, Terzi'nin buradaki karargahı kontrol altında tutması için bıraktığı Kurmay Başkanı Celal Koca'yı, Tuğgeneral Halil Soysal gelip emir komutayı devralana kadar takip etmesi, gerekirse etkisiz hale getirmesi talimatını verdiğini anlattı.

Hirfanlı'da eğitim görevinde bulunan 37'nci Özel Kuvvetler Tabur personelinin silah ve teçhizatı ile süratle Ankara'ya gelmesi ve Albay Ömer Faruk Bozdemir'in emrine girerek, Özel Kuvvetler Kışlasının darbecilerden temizlenmesini desteklemesi talimatını verdiğini belirten Aksakallı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı Mustafa Özsoy'un kendisini arayıp, "nerede olduğunu sorduğunu, yerini bildirmesini istediğini ve kendisine yardım edebileceğini söylediğini" aktardı.

Ona, "Benim ne durumda olduğumu kimse bilmezken siz nereden biliyorsunuz" diyerek, telefonu kapattığını söyleyen Aksakallı, bu görüşmenin 23.00-24.00 saatleri arasında olduğunu, normalde Özsoy ile samimiyetlerinin olmadığını, daha doğrusu olumsuz bir diyaloglarının olduğunu belirtti. Şu anda tutuklu bulunan Özsoy'un sözlerinin kendisinde şüphe uyandırdığını dile getiren Aksakallı, Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler Başkanı Salih Ulusoy'un da kendisini arayarak, ısrarla nerede olduğunu sorduğunu ve yanına gelmek istediğini belirttiğini kaydetti.

Bunu kabul etmeyerek telefonu kapattığını, bu görüşmenin Özsoy ile görüşmesinden sonra olduğunu, görüşmede Ulusoy'a, "Başka birisinin evindeyiz. Buraya biz sığmıyoruz, siz ne yapacaksınız" diyerek geçiştirdiğini aktaran Aksakallı, Ulusoy'un da şu anda tutuklu bulunduğuna işaret etti.

Başbakan Yıldırım ve MİT Müsteşarı Fidan ile temas

Televizyonda açıklama yaptıktan sonra Başbakan Binali Yıldırım ile görüştüğünü, sadece vatandaşın sokağa çıkartılması hususunda konuşmalarının geçtiğini, İçişleri Bakanı ile de Ankara'da darbecilere karşı yapılacak operasyonlarla ilgili koordine ve yetkiyi konuştuklarını ifade eden Aksakallı, darbeci general Semih Terzi ve tabur komutanı Fatih Şahin ile Diyarbakır'dan Ankara'ya gelen Yüzbaşı Ahmet Kemal Yılmaz'ın, timi ile beraber durumu fark ederek Etimesgut Özel Hava Alayı Kışlası'nda darbeci ekipten ayrılıp özel Hava Alay Komutanlığından kendileri ile irtibata geçtiğini anlattı. Ona verdiği, Özel Hava Alay Komutanlığındaki darbeci Albay Ahmet Balaban ve diğer yandaşlarının tutuklanması emrini yerine getirdiğini dile getiren Aksakallı, gece birçok kez MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüştüklerini, durum ile ilgili bildiklerini aktardığını, önceden tahmin ettikleri FETÖ'cü generallerin isimlerini paylaştıklarını söyledi.

Tutuklama emri

Olaylar başladığı sırada GATA'da yaralı olarak tedavi gören Yarbay Yakup Kutman'a refakat eden 11'inci Özel Kuvvetler Tabur Komutanı Piyade Yarbay Erkan Tokgöz ile irtibata geçerek, Terzi'yi GATA'ya helikopterle götüren Fatih Şahin ve 3 darbeciyi tutuklaması emri verdiğini, onun da bu görevi yerine getirdiğini ifade eden Aksakallı, darbe girişimi sırasında sürekli olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Engin Dinç ile görüşmelerini sürdürdüğünü bildirdi.

Genelkurmay'da bulunan darbe karşıtı koruma personeline, bir grup oluşturmaları ve darbecileri etkisiz hale getirmeleri talimatını verdiğini, bu arada Genelkurmay karargahındaki koruma personeli ile irtibata geçip, darbecilerin etkisiz hale getirilmesi emrini verdiğini, daha sonra kendisi ile irtibata geçen Genelkurmay Başkanından "uzlaşma yoluyla darbecilerin teslim alınmalarının sağlanması" emrini aldığını belirten Aksakallı, darbecilerin teslim alınması hususunda o sırada albay olan Tuğgeneral Oğuz Tozak'ı görevlendirdiğini, Cumhuriyet Savcısı Tekin Küçük ile bu işi organize ettiklerini söyledi.

Değişik zamanlarda Akıncı Üssünde alıkonulan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile görüşerek, gelişmeler hakkında bilgi verdiğini bildiren Aksakallı, rehinelerin tutuldukları yerle ilgili bilgiler ve kendilerinin kurtarılması yönünde operasyon talimatı aldığını aktardı.

Ardından Özel Kuvvetler personelini Genelkurmay Başkanlığındaki darbeci grubun kontrolünü sağlanması maksadıyla buraya gönderdiğini ifade eden Aksakallı, ayrıca bazı personeli de Polis Özel Harekat ile müşterek, Kara Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay İkinci Başkanı ve diğer rehin personelin kurtarılması ve Akıncı Üssü'nün kontrolünün sağlanması için görevlendirdiğini belirtti.

Müzakereler sırasında Albay Murat Yiğit ve Astsubay Kıdemli Başçavuş Nurettin Aydın tarafından rehine personelin darbecilerden sırasıyla alındığını, ilk olarak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga, müteakiben Yaşar Güler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Orgeneral Akın Öztürk, Korgeneral Uğur Tarçın, Korgeneral Metin Gürak, Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü, Korgeneral Fikret Erbilgin, Albay Ümit Tatan ve diğer rehine personelin emniyetli bölgeye çekildiğini anlattı.

Aksakallı, 16 Temmuz 2016'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar'ın kendisini arayıp, yanına, Çankaya Köşkü'ne çağırdığını, buraya giderek Genelkurmay Başkanını oradan aldıklarını, konut bölgesine geldikleri ifade etti. Buraya Kuvvet Komutanlarının da geldiğini söyleyen Aksakallı, burada Tümgeneral Mehmet Dişli'nin olmadığını fark etmesi üzerine Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç'i arayarak Dişli'nin yakalanmasını konuştuklarını aktardı.

Aksakallı, 2008'de Kara Kuvvetleri İç Güvenlik Şube Müdürüyken Semih Terzi'yi Kara Kuvvetleri Komutanının Özel Kalem Müdürü olarak tanıdığını belirterek, daha sonra Özel Kuvvetlerde birlikte çalıştıklarını da kaydetti.

"Görevden alınmaları için teklifte bulundum"

Özel Kuvvetlerde görevli Semih Terzi ile Tuğgeneral Mehmet Nuri Başol ve Tuğgeneral Mehmet Cengiz Doğan'ın görevden alınması için 2015 Ağustos öncesinde teklifte bulunduğunu aktaran Aksakallı, Terzi dışındakilerin görevden alındığını söyledi. Terzi'nin buradaki görevden alınması için 2015-2016'da iki defa teklifte bulunduğunu, olumsuz sicil ve olumsuz kanaat yazdığını, hatta 5-6 ay önce kendisine Silopi'de "Dilekçeni yaz, bu birlikten defol git" dediğini anlatan Aksakallı, Terzi'nin FETÖ'cü olduğunu tahmin ettiğini, buna yönelik şüphelerinin bulunduğunu, görevinde çok yetersiz olduğunu bildirdi.

Aksakallı, Semih Terzi'nin olay günü öğleden önce kendisini telefonla aradığı, hatırladığı kadarıyla babasının hasta olduğunu söyleyip izin istediğini belirtti. O akşam kurye uçağının harekat edeceğini ifade eden Aksakallı, çünkü güvenlik nedeniyle akşam uçuşu planlandığını ve Irak'ta görev yapan birliklerin planlı görev değişimine denk gelen bir uçuş olduğunu kaydetti. Ancak Terzi'nin bu durumu kendine göre ayarladığını söyleyen Aksakallı, uçağın normalde Cizre'ye gitmesi gerekirken Diyarbakır'da durdurulduğunu, Terzi'nin Silopi'den helikopterle Diyarbakır'a geçerek, burada bulunan, kendisi gibi darbeci olan Fatih Şahin ve taburuyla Ankara'ya hareket ettiğini vurguladı.

Halisdemir'in mesleğe uzman çavuş olarak 1996-1997'de kendisinin yanında başladığını, Tunceli-Bingöl bölgesinde birlikte operasyonlara katıldıklarını, uzun süredir birlikte çalıştıklarını ifade eden Aksakallı, Halisdemir'i, astsubay olması için kendisinin teşvik ettiğini ve astsubaylık sınavlarına da onunla birlikte 8-9 kişiyi kendisinin götürdüğünü anlattı.

Aksakallı, Ağustos 2013'ten bu yana birliğindeki ve TSK içerisindeki FETÖ yapılanması ile ilgili büyük mücadele vermeye başladıklarını, ancak hiçbir kural tanımayan, teamüllere uymayan atamalarla karşı karşıya kaldıklarını belirterek, Özel Kuvvetlere yapılan kurmay albay atamalarının bunun son örneği olduğunu söyledi.

Kilis'de görevdeyken Kara Kuvvetleri Personel Başkanı Şevki Gençtürk'ün kendisini arayarak, "Bizim planlamalarımızın dışında FETÖ'cü olarak bildiğimiz Kurmay Albay Fırat Alakuş ile Kurmay Albay Fatih Yarımbaş'ı ÖKK'ya Grup Komutanı olarak atamaya çalıştıklarını, kendisinin buna engel olamadığını, Genelkurmay'ın planladığını" söylediğini belirten Aksakallı, Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral İlhan Talu'yu arayarak, çok büyük yanlış yaptığını, bunun hiçbir usul ve kurala uymadığını, bunların FETÖ'cü olduğunu, devlete büyük zarar vereceklerini söylediğini ve kendisini şiddetli şekilde ikaz ettiğini aktardı.

Bu ikazlarına rağmen atamaların gerçekleştirildiğini bildiren Aksakallı, ayrıca nisan veya mayıs 2016'da Kilis'e geldiğinde MİT Müsteşarı ile bu konuyu görüştüklerini belirtti.

Darbe girişimini emperyalist güçlerin uşağı FETÖ/PDY'ye ait Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki yapı tarafından gerçekleştirildiğinden emin olduğunu vurgulayan Aksakallı, söz konusu şüphelilerin cezalandırılmasını istedi.

Aksakallı, FETÖ ile Özel Kuvvetler Komutanı olduğu son 3 yılda emir komuta zinciri içerisinde askeri hiyerarşinin sonuna kadar her türlü mücadeleyi yaptığını, ancak girişimlerinin bir çoğunun inisiyatifleri dışında geliştiğini ve sonuçsuz kaldığını gördüğünü dile getirdi.

Aksakallı, bu konuyla ilgili ihtiyaç duyulursa ek ifade verebileceğini beyan etti.

Şüphelilerin ifadesi

Astsubay Ömer Halisdemir'in de şehit edildiği Gölbaşı'nda bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığındaki eylemlere ilişkin iddianamede 64 şüphelinin ifadelerine yer verildi.

Buna göre, darbe girişiminde bulunulan gece Özel Kuvvetler Komutanlığında nizamiye nöbetçisi olduğunu belirten zanlılardan Ahmet Aslan, akşam üzeri gelen ART ekibinin "Olağanüstü bir durum var, karargahın bombalanma ihtimali var, biz komutayı devir aldık, siz çekilin." demesi üzerine çekildiklerini belirtti.

Kışla nöbetçi subayının da müdahalede bulunmadığını, hiçbir şeyden haberleri olmadığını, devir alan grubun mevzi aldıklarını belirten Aslan, 32. No'lu Taburun olay yerine teçhizatlı geldiklerini, onlarla hareket ettiklerini, ellerinde bir liste olduğunu, buradan adam alacaklarını söylediklerini ve kesinlikle ateş etmediğini belirtti.

Yaklaşık 20 kişilik taburun ateş ettiğini, yaralıların ve şehitlerin kimler tarafından vurulduğunu görmediğini vurgulayan Aslan, hiç kimseden darbe talimatı almadığını, örgütle ile herhangi bir ilgisinin olmadığını savundu.

Sanıklardan Bekir Kurt 11 Temmuz'da örgüt üyesi Nesimi adlı kişinin kendisini arayarak buluşmak istediğini söylemesi üzerine söz konusu kişiyle görüştüğünü ifade etti.

Nesimi adlı kişinin "Bir subay gelip yardım isterse yardımcı ol." dediğini aktaran Kurt, cemaat evlerindeki sohbetlere gittiğini itiraf etti.

Keçiören ilçesi Şefkat Mahallesi'nde bulunan cemaat evine 10 aydır gittiğini, yaklaşık bir yıldır Özel Kuvvetler Komutanlığında çalıştığını bildiren Kurt, bundan önce Cizre'de 172. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcılığında görev yaptığını orada da düzenli cemaat evine gittiğini kaydetti.

Darbe teşebbüsünde bulunulan gece Özel Kuvvetler Komutanlığında mesaide olduğuna işaret eden Kurt, ancak darbe girişimi eylemlerine katılmadığını öne sürdü.

Zanlı Bilal Tosun ise cep telefonunu, özel numaradan sesini de kendisini de bilmediği birinin arayıp "Engin Kaya Teğmenin talimatlarına uy." dediğine dikkati çekti.

Özel Kuvvetler Komutanlığına gittiğinde Engin Kaya'nın yanına gelerek "akşam baskın olacağını ve koruma görevlerinin bulunduğunu" söylediğini ifade eden Tosun, akşam Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali'nde Kaya ile buluştukları ve tim komutanı Sezgin Güney'in evine gittiklerini belirtti.

Evde 4 kişinin de bulunduğuna dikkati çeken Tosun, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına gittiklerini, hücum yeleği, başlık ve silah alarak oradan Gölbaşı'na geçtiklerini, nöbetçi amir Sezgin Üsteğmen ile irtibata geçerek "Nizamiyeyi tutun kimseyi içeri almayın." diye emir verdiğini bildirdi.

Nizamiyede beklerken içeri girmek isteyenlerin zorlamaları artınca havaya ateş açtığını vurgulayan Tosun, FETÖ ile bağlantısı olmadığını iddia etti.

"Zekai paşa, 'hala komutan benim' dedi"

Özel Kuvvetler Komutanlığında görev yapan Muzaffer Han ise MEBS şubeden Gökmen Ata isimli astsubayın özel kuvvetler komutanının değiştiğini, yeni özel kuvvetler komutanının Semih Terzi olduğunu söylediğini bildirdi.

Han, "Komutanlık içindeki hareket merkezinde Albay Ümit Bak, Yarbay Mehmet Ali ile Cevdet astsubay da vardı. O sırada dışarıdan telefon geldi. Telefonu Cevdet Astsubay açtı. Telefonda Zekai paşa 'hala komutan benim' dedi. Ümit Bak Albay ise 'Emir var elimizde, Genelkurmaydan geldi' dedi." ifadelerini kullandı.

Astsubay Turgay Usanmaz da yeni Özel Kuvvetler Komutanının Semih Terzi olduğunun söylendiğini, onun emrine göre hareket etmeleri gerektiğinin bildirildiğini kaydetti.

"Halisdemir ateş açtı"

Semih Terzi'nin helikopterle geleceğinin bildirilmesi üzerine karşılamak için piste indiklerini anlatan Usanmaz, 2 helikopterin indiğini, birisinde silahlı tabur personeli diğerinde ise Semih Terzi ile refakat eden birkaç personelin bulunduğunu aktardı.

Usanmaz, "Karşılama yapıldı, makama geçerken orada pusu kuran Ömer Halisdemir isimli astsubay ateş açtı. Semih Terzi'ye refakat eden silahlı personel karşılık verdi ve 'öldürdük' dediler. Ömer Halisdemir'in yaralandığını fark ettik. Semih Terzi'nin sağ göğsünde ve sol yan taraf kaburgalarında iki mermi izi bulunuyordu." ifadelerine yer verdi.

Terzi'nin ne şekilde atandığını bilmediklerine dikkati çeken Usanmaz, FETÖ ile bağlantısının bulunmadığını ileri sürdü.

Albay Ümit Bak ise 15 Temmuz günü saat 21.30'da Genelkurmay Başkanlığı tarafından Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığına darbe talimatına ilişkin faksla mesaj emrinin geldiğini bildirdi.

Genelkurmay Personel Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç imzasıyla gönderilen ikinci mesajda emrinde ise yeni Özel Kuvvetler Komutanı olarak Tuğgeneral Semih Terzi'nin görevlendirildiğinin belirtildiğini anlatan Bak, "Üçüncü mesajda tam hatırlamamakla beraber, yazının altında 'Yurtta Sulh Komitesi Başkanı' imzalı ad belirtilip belirtilmediğini tam olarak hatırlamıyorum." ifadelerini kullandı.

Bak, 15 Temmuz'da Genelkurmay Karargahında Tümgeneral Zekai Aksakallı ve Albay Fırat Çelik ile "terörle mücadele toplantısına" katıldıkları ve toplantının saat 19.40 civarında bittiğini belirtti.

Albay Fırat Çelik ile Özel Kuvvetler Komutanlığına döndüklerini aktaran Bak, "Tümgeneral Zekai Aksakallı evine gidecekti. Bu durumu bildiğim için kendisini Özel Kuvvetler Vardiye amiri Mehmet Ali Çelik'e aratarak bilgi vermesini söyledim. Vardiye amiri cevaben Tümgeneral Aksakallı'nın gerekli tedbirlerin alınmasını söylediğini aktardığını, Aksakallı'nın nöbetçi amiri arayarak ayrıca içeriye sadece Tuğgeneral Semih Terzi'nin alınmasını, başka hiçbir generalin alınmamasını söylediğini aktardı." şeklindeki görüşlerini paylaştı.

Telefonla aradığı Terzi'nin "Ben oraya geliyorum, kışlanın emniyetini sağla ve içeriye de ileri gelen komutanlardan kimseyi almayın, gerekirse gerekini yapın." dediğini anlatan Bak, Aksakallı'nın kendisini birliğin telefonundan arayarak nizamiye gelecek olan Okul Komutanı Albay Ömer Faruk Bozdemir ve Kurmay Başkanı Kurmay Albay Erdinç Kocayanak'ın içeriye almasını emrettiğini, bunun üzerine ona ikinci gelen mesajı okuyarak kendisinin görevden alındığını söylediğini kaydetti.

Aksakallı'nın gelen emirlerin hepsinin geçersiz olduğunu bildirdiğini vurgulayan Bak, nöbetçi amiri, vardiye amiri ile durum değerlendirmesi yaparak Genelkurmaydan gelen 3 yazılı emri uygulamaya karar verdiklerini dile getirdi.

Terzi'nin, Özel Kuvvet Komutanlığına geldiğinde karşılandığına dikkati çeken Bak, Ömer Halisdemir tarafından tabancayla vurulan Terzi'nin yaralandığını kaydetti.

Halisdemir'in ise Terzi'nin koruma ekibi tarafından vurulduğunu ifade eden Bak, Terzi'nin yere düşmesi üzerine personel ile kendisinin ilk tıbbi müdahaleyi yaptığını belirtti.

Aksakallı'nın kendisine "Sen FETÖ'cülerin emrini dinliyorsun, sen paralelcisin." dediğini de aktaran Bak, FETÖ ile irtibatının bulunmadığını iddia etti.
El Cezire

Cemaat'in kritik isminden tartışma yaratacak sözler
10.12.2016

FETÖ operasyonunda tutuklanan eski savcı Mustafa Bilgili iki soruşturmayla ilgili dikkat çekici iddialarda bulundu...
 
‘Kozmik Oda’, ‘28 Şubat’ gibi kritik soruşturmaları yapan ve FETÖ operasyonunda tutuklanan eski savcı Mustafa Bilgili iki soruşturmayla ilgili dikkat çekici iddialarda bulundu. Kozmik Oda’da aramanın, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘uygun olacağını söylemesi’ üzerine yapıldığını ileri süren Mustafa Bilgili, Muharrem Köse’nin (adli müşavir) çok gizli belgeleri kendisine teslim ettiğini öne sürdü.

Hürriyet'ten Mesut Hasan Benli'nin haberine göre Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak ve Başsavcıvekili Hakan Pektaş koordinesinde FETÖ’ye yönelik yürütülen soruşturmada eski savcı Bilgili, 3 gün süren sorgusunda özetle şunları söyledi:

ARAMA KARARI NASIL ALINDI

“Bu dosyayla ilgili Başsavcı Hüseyin Poyrazoğlu o dönemdeki Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Başbakan Tayyip Erdoğan, Kara Kuvvetleri Komutanı ve yetkili askeri şahıslar görüşmüş, görüşmeler neticesinde dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ o dönemki Başbakan Erdoğan ile görüşmüş. Başbakan’ın arama yapılmasının uygun olacağını söylemesi üzerine Genelkurmay Başkanı, Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda arama yapılması için alt komutanlıklara talimat vermiş.

İSTİHBARAT TOPLUYORLARDI

Dosyanın bana tevzisinden sonra şüphelilerin işyerlerinde ve adreslerinde arama yapılmasının uygun olacağı başsavcı ve başsavcıvekili tarafından söylendi. Arama sırasında bazı harddisklerin sökülmüş olduğunu tespit ettik. Dosyadaki bilgi ve belgelerden tespit ettiğimiz 8 şüphelinin o tarihteki cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, bakanlar ve büyükşehir belediye başkanını takip edip, izleyip istihbarat topladıkları kanaatine ulaştım. Bu arama 20-25 gün sürdü.

ÖZEL-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ

İlker Başbuğ’dan sonra Genelkurmay Başkanı olan Özel Paşa (Necdet Özel) döneminde, Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda haklarında işlem yürüttüğümüz personelin hükümeti izleyip, takip edip, istihbarat topladığı konusunda kanaat gelmesi üzerine Genelkurmay Başkanı, o dönemki Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşüyor ve sonrasında Seferberlik Bölge Başkanlığı ile üst amir konumundaki Tetkik Kurulu Başkanlığı’nın kapatılmasına, personel değiştirip görev tanımlanmasının yeniden yapılandırılmasına, savunma, plan ve projelerinin yeniden düzenlenmesine karar veriliyor. Ve Seferberlik Bölge Başkanlığı kapatılıyor. Bunu bana bizzat Adalet Bakanı Sadullah Ergin söylemişti. Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı’ndan da dosyamıza bu iki kurulun kapatıldığına dair resmi yazı geldi.

Karar doğrultusunda ben katibimle birlikte doğrudan Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki mühürlü odaya gittim. Dijital bütün malzemeyi oradaki askeri personele tutanakla teslim ettim. Ancak Seferberlik Bölge Başkanlığı’na ait harddisk’in ne yapılacağı konusunda Genelkurmay’da tereddüt oluşmuş, bu konu Özel Paşa ile Erdoğan arasında görüşülmüş. Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın kapatılması sebebiyle harddisk’in devlet sırrı niteliğini kaybettiği de değerlendirilerek harddisk’in incelenmek üzere Cumhuriyet savcılığına gönderilmesinin uygun olacağı değerlendirilmiş. Bu husus bizzat Adalet Bakanı Sadullah Ergin tarafından bana aktarıldı. Bir yazı ile Genelkurmay’dan harddisk’in istenilmesinin uygun olacağı söylendi. Harddisk’i resmi olarak istedim. Harddisk’i savcılığımıza bizzat teslim ettiler. İmajını aldığım bir harddisk’i bilirkişilere verdim. Bir adet daha imaj alarak onu da ilerde getirilecek bilirkişilere verdiğim harddisk’le karşılaştırabilmek için yedek olarak elimde tuttum.

HARDDİSK’İ İMHA ETTİM

Genelkurmay’ın gönderdiği harddisk’i adli emanete aldım. Ancak bilirkişilerden inceleme sonucu gelmeden TMK 10 kapatıldı. Dosya da benden alındı. Kontrol edebilmek için fazladan çıkarttığım harddisk’i de başka kimsenin eline geçmemesi için imha ettim.

28 ŞUBAT SORUŞTURMASI

28 Şubat soruşturması dosyası ile ilgili soruşturmayı yürüttüğüm sırada Genelkurmay Başkanlığı’na dosyamızdan yazdığımız resmi talep yazılarımızla gitmiştim. Genelkurmay 2. Başkanı Hulusi Akar’ı ziyaret edip niçin ziyarete geldiğimizi anlattım. O da bir subay çağırdı. Gelen şahıs Muharrem Köse’ydi (Adli Müşavir). Köse, çok gizli belgeleri de kendisi bizzat getirip bana teslim ediyordu. Genelkurmay belgelerini zaman zaman gizli olması sebebiyle kurye aracılığıyla gönderiyordu.”

SOYADI ATAMAN OLAN BİR KORGENERAL

28 Şubat soruşturma dosyasında biz Genelkurmay’dan soyadı Ataman olan bir korgeneralle ilgili bilgi ve belge istemiştik. Bir hafta sonu Ataman soyadlı bu korgeneralin ifadesini aldık. Bu şahsın adliyeye getirilip götürülmesi konusunda da Muharrem Köse (adli müşavir) aracı oldu. Şahıs, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Bu şahsın adı hazırladığım 28 Şubat iddianamesinde de geçiyordu. Muharrem Köse bu hususu Özel Paşa’ya iletmiş, Özel Paşa da Başbakan Tayyip Erdoğan ile yeniden görüşmüş. Beni Bakan Sadullah Ergin yeniden çağırdı. ‘Hükümetle asker arasında sıkıntı çıkabilir, adının iddianameden çıkarılması bu aşamada uygun olur’ dedi. Bu şahsın adını hazırladığımız iddianameden çıkarttık. Hakkında hâlâ tahkikat devam etmektedir.

Odatv.com

OHAL Türkiyesi'nin karnesi: İşkence, yaşam hakkı ihlali, ölüm
22.10.2016

BİRGÜN/ANKARA

CHP İstanbul Milletvekili ve PM Üyesi Sezgin Tanrıkulu, temmuz ve ekim ayları arasında yaşananlara ilişkin hazırladığı İnsan Hakkı ve İhlalleri Raporu’nu açıkladı. Raporda, OHAL ve KHK’lerin demokrasinin gidişatını belirlediği dile getirildi.

Yaşam hakkı ihlalleri, kişi güvenliği ve sağlığına zarar veren yaralama olayları, işkence ve kötü muamelenin temel ihlal alanları olarak ele alındığı raporda, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Gülen Hareketi ile mücadele adı altında yaşanan hak ihlallerine de yer verildi.

Tanrıkulu, 15 Temmuz’un ardından OHAL ilanı ve KHK’lerle Türkiye’de siyasetin ve demokrasinin gidişatının belirlendiğini, raporunda Türkiye’nin içine düşürüldüğü kötü halin rakamlarla ortaya konulduğunu söyledi.

15 intihar, dört kuşkulu ölüm

Tanrıkulu’nun hazırladığı temmuz ve ekim ayları İnsan Hakkı İhlalleri Raporu’nda ihlaller şu şekilde sıralandı:

»15 Temmuz gecesi yaşanan olaylarda, 179 sivil, 62 polis, 29 asker olmak üzere 270 kişi yaşamını kaybetti. 2 bin 195 kişi de yaralandı.

»Gülen yapılanmasına ilişkin soruşturma kapsamında tutuklu bulunan üç kişi temmuz ayında, yaşanan olaylar ve cezaevi yönetiminin ihmalleri sonucu bir kişi ağustos ayında yaşamını yitirdi. Bu kapsamda, darbe girişimi ile doğrudan ve dolaylı biçimde bağlantılı olarak yaşamını kaybettiği tespit edilebilen toplam kişi sayısı en az 274 oldu.

»FETÖ/PDY soruşturması ile bağlantılı olarak 15 kişi intihar ederek yaşamına son verdi. Soruşturma ile bağlantılı olarak dört kişi de kuşkulu biçimde yaşamını yitirdi.

İfade özgürlüğüne yönelik ihlaller

»Darbe girişimine katılma gibi gerekçelerle, Gülen ile hiçbir ilgisi olmayan sosyalist muhaliflerin de aralarında bulunduğu çoğu gazeteci 74 kişi gözaltına alındı, 47 kişi tutuklandı. Gözaltına alınan kişi sayısı toplamda 50 bin, tutuklananların sayısı ise 25 bin.

»Eğitim ve bilim emekçilerine yönelik baskılar, OHAL ve KHK’lerle birlikte kitlesel hak ihlali ve hukuksuz uygulamalara dönüştü. Bu süreçte 4 bin 225 akademisyen üniversitelerde görevden uzaklaştırıldı. 2 bin 341 akademisyen görevden ihraç edildi. Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza atan 44 kişi de görevden ihraç edilenler arasında bulunuyor.

»Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında istihdam edilen 15 bine yakın araştırma görevlisi, güvencesiz çalışmanın cisimleştiği, akademisyenlerin iş güvencesini rektörlerin keyfiyetine terk eden 50/d statüsüne geçirildi. 9 bini aşkını Eğitim Sen’li olmak üzere 11 binden fazla öğretmen açığa alındı.

Kaynak: BirGün

New York Times başyazısı: Türkiye demokrasisi Erdoğan’dan kurtulabilir mi?
02/11/2016

ABD’nin prestijli gazetelerinden New York Times, Türkiye’nin darbe girişiminin ardından önlem almakta haklı olsa da, yapılanların varolan tehdidi çoktan aştığını belirtip, ülkenin başka ülkelerde de denenmiş bir otoriterleşmeye doğru gittiğini yazdı.

‘Türkiye demokrasisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan kurtulabilir mi’ başlıklı başyazıda, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın otoriterleşmesinin ‘rezil biçimde’ başka ülke deneyimleriyle tanıdık olduğu belirtilerek, darbe girişiminin ‘gerçek ve hayali düşmanların’ toplu tasfiyesi için bahane haline geldiği, ‘tek bir adamın dış hasımların şiddetli saldırılarına karşı koyduğu’ iddiasıyla medyanın susturulduğu kaydedildi.

Gazete, “Dünya bunu daha önce de başka ülkelerde gördü. Bu model denendi ve bunun nasıl kırılacağı zor bir soru” derken, Türkiye’de darbe girişiminin ardından yaşananların kısa bir panaromasını sundu.

‘Cadı avı’

Sadece geçtiğimiz hafta 15 medya kuruluşunun kapatıldığı, 10 bin kamu personelinin daha kamudan tasfiye edilenler arasına katıldığını belirten New York Times, son olarak da Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyona değinip, bu durumun böyle devam edeceğini kaydetti.

Gazete başyazısında, darbe girişiminin gerçek olduğunu ve Erdoğan’ın yanıt vermekte haklı olduğunu belirtse de, başından beri tehdidi aşan bir şekilde önlem alındığının altını çizdi.

“Erdoğan’ın dostken rakibe dönen, Pensilvanya’da yaşayan Fethullah Gülen’i sorumlu tuttuğu darbe girişiminden bu yana 100 binden fazla asker, polis, yargı, medya ve akademi mensubu suçlandı, işten atıldı ya da tutuklandı. 45’i gazete 130’dan fazla medya kuruluşu Ocak ayına kadar uzatılan olağanüstü hal kapsamında kapatıldı” diyen New York Times, ‘cadı avı’nın her yere yayılmış olduğunu kaydetti.

Baskı ortamına, Erdoğan’ın eski Osmanlı topraklarına yönelik ‘provokatif konuşmaları’, idam cezasını yeniden getirmeyi önermesi ve Kürtlere yönelik yoğunlaşan baskılarla ABD ve Avrupa’ya karşı şiddetli söylemlerinin eşlik ettiğini belirten New York Times, Erdoğan’ın Musul’un özgürleştirilmesinde de öncü bir rol istediğini ancak en ufak bir müdahalenin mezhep çatışmalarına yol açabileceğini kaydetti.

‘Erdoğan’ın çözümü korkuyu körüklemek’

New York Times, gündemde olan başkanlık sistemine de değindi.

Gazete, “Erdoğan, Türkiye’nin parlamenter sistemini, zaten kullandığı kaydadeğer gücünü resmi olarak genişletecek başkanlık sistemiyle değiştirme hırsını gizlemiyor. Ancak partisi AKP anayasal değişim sürecini başlatacak 330 sandalyeden daha azına sahip. Erdoğan’ın çözümü kindarlık, milliyetçilik ve korkuyu körüklemek” diye yazdı.

ABD ve Avrupa’nın Erdoğan’ın 2003 yılından bu yana ‘nasıl yoldan çıktığı’ karşısında dehşete düştüğünü yazan New York Times, Türkiye’nin hala fırtınalı bir bölgede kritik bir NATO üyesi olduğunu ve Avrupa Birliği’yle kısa süre önce mültecilere ilişkin geri iade anlaşması yaptığını hatırlattı.

‘Erdoğan dinliyor mu?’

Türkçede “Dost acı söyler” diye bir deyim olduğunu yazan New York Times, bu nedenle salı günü ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken’in baskı ortamının iş dünyasını sarsabileceği, Türkiye’nin çoğulculuk ve ifade özgürlüğüyle, hukukun egemenliğine olan güveni güçlendirmesi gerektiğini hatırlattığını belirtti.

Başyazı, “Erdoğan dinliyor mu?” diye noktalandı.

Kaynak: Diken


FETÖ şüphelisi cezaevinde intihar etti
09.11.2016

Kırıkkale'nin Hacılar beldesindeki F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) şüphelisi bir kişi intihar etti.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlatılan FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanarak Kırıkkale'nin Hacılar beldesindeki F Tipi Kapalı Cezaevi'ne konan bir kişi, intihar etti.

Konu ile ilgili Kırıkkale Cumhuriyet Savcılığı adli soruşturma, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfikevleri Genel Müdürlüğü ise idari soruşturma başlattı.

İntihar eden FETÖ şüphelisinin kimliği ise açıklanmadı

Sputnik

Oğlu FETÖ'den tutuklanan imam intihar etti
11.10.2016

Mersin'de öğretmen oğlu Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturması kapsamında tutuklanan cami imamı 53 yaşındaki Hasan Taştan, kendini iple asarak yaşamına son verdi.
haber 93

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba: 'Darbecilerin silahla yapamadığını AKP yapıyor!'
30-10-2016



Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Malatya Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısına katılan Veli Ağbaba, “Darbecilerin silahla yapamadığını AKP, Kanun Hükmünde Kararnameyle yapıyor” dedi.

Eğer darbeyi gerçekleştirmiş olsaydı FETÖ’nün Eğitim-Sen ve KESK’e saldıracağını belirten Ağbaba; "15 Temmuz akşamı darbe gerçekleşmiş olsaydı, tam da bugün yaşadıklarımız olurdu. FETÖ darbeyi gerçekleştirmiş olsaydı, kendine karşı yıllardan beri en çok mücadeleyi veren, hiç karşısında eğilmeyen, laik ve bilimsel eğitimi savunan Eğitim-Sen, KESK üyelerini herhalde görevden alırdı. Darbecilerin silahla yapamadığını AKP, Kanun Hükmünde Kararnameyle yapıyor" dedi.

AKP’nin KHK’lar ile birlikte darbe yaparak, kendine muhalif olan insanları tasfiye ettiğini belirten Ağbaba; "FETÖ'yle ilgili girilmeyen tek bir yer var, siyaset. Türkiye'de hiç kimse iddia edemez, bu kadar kuruma FETÖ sızmış olacak, siyasette olmayacak. Bunu kimse anlatamaz, kimse söyleyemez. AKP, Kanun Hükmünde Kararnameyle darbe yaparak, kendine muhalif olan insanları tasfiye edip, herhalde kendine yakın insanları bu göreve getirmeye çalışacak. Bunun hesabını soracağız" ifadelerini kullandı.
Kaynak. İleri Haber

Cemaat sanığı ünlü iş adamı cezaevinde öldü
29-11-2016
Gülen cemaati soruşturması kapsamında geçen 28 Temmuz'da tutuklanan Uğur Derin Dondurucu'nun eski ortaklarından Ünal Takmaklı, cezaevinde kalp krizi geçirdikten sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra yürütülen Gülen cemaati soruşturmasında, Uğur Derin Dondurucu'nun eski sahiplerinden 77 yaşındaki Ünal Takmaklı da kardeşleriyle gözaltına alındı. Kardeşleri Mehmet Takmaklı, Ali Takmaklı ile birlikte 28 Temmuz'da Nazilli'de tutuklanan Ünal Takmaklı, Menemen T Tipi Ceza İnfaz Kurumu'na konuldu.
Kaynak: İleri haber

“Darbe komisyonu fiilen sonlandırıldı; darbe girişimi AKP eliyle karanlıkta bırakıldı”
03 Ocak 2017



CHP'li Erdoğdu: Ama bu karanlık sonsuza kadar sürmez...

CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, Darbe Komisyonu'nun AKP tarafından kapatıldığını duyurdu.

Erdoğdu, Twitter hesabından "Darbe Komisyonu fiilen sonlandırıldı... 15 Temmuz Darbe Girişimi AKP eliyle karanlıkta bırakıldı... Ama bu karanlık sonsuza kadar sürmez..." diye yazdı.
T24

FETÖ’den açığa alınan polis memuru adliyede intihar etti
08.01.2017

Hakkında FETÖ ile bağlantılı olduğu iddiasıyla açığa alma kararı verilen bir polis memuru, görevli bulunduğu Kartal'daki Anadolu Adalet Sarayı'nda intihar etti. Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğü kadrosunda bulunup adliyede görev yapan polis memuru Sadullah K. hakkında, FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle yürütülen idari soruşturma kapsamında açığa alma kararı verildi. Kararı bildirmek üzere adliyede görevli olduğu polis merkezine gelen yetkililer Sadullah K.'nın silahını ve kimliğini istedi. Yetkililerin silahını istemesi üzerine polis memuru K., zimmetindeki tabanca ile kafasına bir el ateş ederek intihar etti.
Sputnik

FETÖ'den açığa alınıp göreve iade edilen polis intihar etti
15.01.2017
Karabük'te Fethullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında açığa alındıktan bir süre sonra göreve iade edilen polis memuru, beylik tabancasıyla intihar etti.
Karabük Polis Meslek Eğitim Merkezi'nde görevli 23 yıllık polis memuru Zeki Cezayirlioğlu FETÖ/PDY soruşturması kapsamında açığa alındı. Soruşturma sonunda göreve iade edilen Cezayirlioğlu, geçtiğimiz hafta tarım ilacı içerek intihar girişiminde bulundu. 112 Acil ambulansıyla kentteki özel bir hastaneye kaldırılan Cezayirlioğlu, tedavisinin ardından taburcu edildi.
Tedavisinin tamamlanmasının ardından görevinin başına dönen Cezayirlioğlu, bu kez de eşi ve iki çocuğunun evde bulunduğu sırada beylik tabancasıyla başına ateş ederek intihar etti.
Sputnik

Darbenin kritik isminin ifadesinde kimlere mesaj var
Müyesser Yıldız
28.12.2016

AKP Genel Başkan Yardımcısı'nın kardeşi ve Akar'ın arkadaşının bir şekilde kurtulmaya/kurtarılmaya çalışıldığı anlaşılıyor da...

AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin kardeşi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın 16 y
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 17, 2017 12:18 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Arl 28, 2016 11:01 pm    Mesaj konusu: Darbenin kritik isminin ifadesinde kimlere mesaj var Alıntıyla Cevap Gönder

The Times: Erdoğan ordudaki tasfiyeyi 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde planladı
17 Ocak 2017



Haber, Avrupa Birliği İstihbarat Merkezi INTCEN'in 15 Temmuz raporunu içeriyor

İngiliz The Times gazetesi, dünya haberleri sayfasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ordudaki görevden almaları 15 Temmuz'daki darbe girişimi öncesi planladığına dair bir istihbarat raporunu yazdı.

Bruno Waterfield'ın Brüksel'den yazdığı habere göre Avrupa Birliği istihbarat merkezi INTCEN'in raporunda Erdoğan'ın ordudaki tasfiyeyi 15 Temmuz darbe girişimi öncesi planladığı öne sürülüyor. BBC Türkçe'nin aktardığı haberde şu ifadelere yer veriliyor: "Bu rapor Türk hükümetinin öne sürdüğü, Fethullah Gülen'in darbe girişiminin arkasında olduğu iddialarıyla çelişiyor."

24 Ağustos 2016 tarihli raporda şu ifadelerin yer aldığı aktarılıyor:

"Bir darbe yapma kararı, yaklaşmakta olan tasfiyenin korkusuyla alındı. Gülenciler, Kemalistler (sekülerler), AKP muhalifleri ve fırsatçılardan oluşan bir grup askerin darbe girişiminin arkasında olması olası. Gülen'in girişimde doğrudan rol almış olması ise düşük ihtimal. Darbe girişimi, önceden planlanan görevden almalar için hızlandırıcı bir etki yarattı."

Times'ta yayınlanan rapora göre, Fethullah Gülen'in müritlerinin onlarca yıldır devlet içinde gizlice örgütlenerek, "Erdoğan'ın hareketlerini kontrol edebilen ve ülkedeki durumu etkileyebilen" bir güce ulaştığı, fakat ordu içindeki FETÖ'cülerin darbe yapacak güçte olmadığı ve bunun Türk hükümetinin iddialarıyla çeliştiği belirtiliyor.
T24

15 Temmuz ile ilgili şok iddia! NATO raporlarına göre darbe değildi!
2 Şub, 2017



Eski Bakanlardan Rifat Serdaroğlu, 15 Temmuz Darbe girişimi ile ilgili şok iddialarda bulundu. Serdaroğlu, Darbe girişimini “Kontrollü Darbe Girişimi” olarak nitelendirerek bunun NATO raporlarında da yer aldığını yazdı.
4650715 Temmuz kanlı darbe girişimi ile ilgili olarak eski Bakan Rifat Serdaroğlu, kişisel web sayfasından yazdığı bir yazıda 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ile ilgili olarak bu işte büyük bir yamuk olduğunu ifade ederek, NATO’nun raporlarında “Erdoğan’ın hazırlıklara 1 yıl önceden başladığı, kendisine muhalif olanların listelerini çok önceden hazırladığı, FETÖ’nün darbe girişiminde bulunmasına, kontrol altında bilerek izin verildiği, bu sebepten 15 Temmuz’un hemen ertesi günlerinde on binlerce kişinin tutuklandığı ve işten atıldığı anlatılmaktadır” dedi.

Eski Bakan Serdaroğlu’nun şok iddialarda bulunduğu “Haydi Hayırlı İşler” başlıklı yazısı şöyle:

“Siyasette hiçbir sır ilelebet gizli kalmaz” sözünün halk dilindeki söylenişi şudur; “Gizli-gizli tenhalarda sevişen, aşikâr olarak doğurur!”

20-21-22 Eylül 2016 tarihlerinde “Darbe Var Darbecik Var” başlıklı üç yazı yayınlamıştım. Daha sonra 21. Kasım 2016 tarihinde “Kontrollü Darbe Girişimi” başlıklı bir yazı daha yazdım.
Bunları yazmaktaki amacım 15 Temmuz Darbe Girişiminin bize anlatıldığı gibi olmadığını, bazı olayların yerine oturmadığını, bu işte büyük bir “Yamuk” olduğunu anlatabilmek idi…
Bu görüşüm, Ulusal Basında yazan çok az sayıdaki yazarlar tarafından da desteklenmişti.
İlk kez Uluslararası bir yayın kuruluşu, 15 Temmuz’un bir darbe olmadığını yazdı!

AldriMer.no adlı dergide yayınlanan bir yazıda, NATO yetkilileri düzenli olarak kullandıkları bir danışma kuruluşuna 15 Temmuz’u araştırma konusunda görev verirler!
Bu araştırma raporu, NATO yetkililerinde, NATO üyesi ülkelerde, NATO İstihbarat Füzyon Merkezinde (NIFCA) mevcuttur. Yani tüm NATO ülkeleri bu raporu biliyor, ama bir tek biz bilmiyoruz!
Bu raporu Türk Kamuoyuna açıklamak, varsa itirazlarını yanlışlarını anlatmak, TC. Hükümetinin birinci görevidir. NATO doğruyu mu söylüyor, yoksa bizim koç gibi 15 Temmuzumuzu kıskandığı için iftira mı atıyor? Bunun açıklığa kavuşması lazımdır.
Raporda öz olarak, Erdoğan’ın hazırlıklara 1 yıl önceden başladığı, kendisine muhalif olanların listelerini çok önceden hazırladığı, FETÖ’nün darbe girişiminde bulunmasına, kontrol altında bilerek izin verildiği, bu sebepten 15 Temmuz’un hemen ertesi günlerinde on binlerce kişinin tutuklandığı ve işten atıldığı anlatılmaktadır…

Biz, Türkiye’de yapılmış tüm darbelerin mağduru bir aileyiz.
Bu yüzden “Darbe” nasıl olur, “Darbecik veya Çakma Darbe” nasıl olur iyi biliriz.
Baştan beri 15 Temmuz’un Şahan Özbakar’ın Recep İvedik filmi gibi olduğunu söyledik durduk.

Darbe girişimini eniştesinden öğrenen bir Cumhurbaşkanı!
Darbeyi bastıracaklarına, düğünde halay çeken Kuvvet Komutanları!
Darbe girişimi günü bir odaya kapanıp, saatlerce başbaşa kalan ve telaştan Cumhurbaşkanını ve Başbakan’ı aramayı unutan Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı!
Hande’nin cep telefonundan konuşan ve halkı sokağa çağıran ama kendisi sokağa çıkmayan bir Cumhurbaşkanı!
Saatlerce tünelde saklanıp, telefonla darbecileri korkutmaya çalışan bir adet seçilmemiş Başbakan!
Kimden emir aldığı bilinmeyen ve halkın üzerine ateş açan sapık askerler!
Emir Subayları tarafından yere yatırılıp kafalarına basılan Orgeneraller!
Şeytanî bir plan uğruna, sokağa çıkartılıp yaşamlarını kaybeden zavallı insanlar!
Üzerinden 6,5 ay geçmesine rağmen hala lider kadrosu belli olmayan sözüm ona bir darbe!

Halkın filozofu Bergamus’a “Sence 15 Temmuz bir darbe mi” diye sordum!
“Eğer bu darbe ise, ben de filozof değil astronotum” dedi…

“Su akar darbe olursa Hulusi bakar ve Öcalan’ın hısım derecesinde yakını olan Fidan” bu yüzden mi TBMM ye gidip hesap vermekten kaçtılar? TBMM’ye hesap vermeye gitmeyen bu ikili, koşa-koşa İslamcı yazar Nuri Pakdil’i ziyaret edip, önünde el pençe durdular!
Nuri Pakdil; “1923 tamamıyla bir yabancılaştırma, değerlerimizden kopma dönemidir. 1923’ten 1950’ye kadarki dönem çok haşin bir şekilde yaşandı. ‘Allah’ demenin bile yasak olduğu bir dönemdi” diye yalan söyleyebilen biridir! Hulusi Akar’a da böyle bir dostluk yakışır! Nasılsa Cübbeli ile tokalaşmıştı! Sırada Menzilciler ve Hizbullah var!
Kim nereye kaçarsa kaçsın, nerede isterse saklansın, 15 Temmuz bir kumpas ise, Türk Milleti olarak bunun hesabını mutlaka soracağız…

İlk hesap sorulacak 3 Devlet Memuru;
Genelkurmay Başkanı-MİT Müsteşarı-Emniyet Genel Müdürüdür.
Bunlara emir veren siyasetçiler az sonra…

Sağlık ve başarı dileklerimle 31 Ocak 2017
Rifat Serdaroğlu”
siyasetcafe.com

Darbenin kritik isminin ifadesinde kimlere mesaj var
Müyesser Yıldız
28.12.2016

AKP Genel Başkan Yardımcısı'nın kardeşi ve Akar'ın arkadaşının bir şekilde kurtulmaya/kurtarılmaya çalışıldığı anlaşılıyor da...

AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin kardeşi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın 16 yıllık arkadaşı Tümgeneral Mehmet Dişli 15 Temmuz darbesinde kritik rol oynadı.

Bunu nereden biliyoruz?

En önce Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın Savcılığa tanık sıfatıyla verdiği ifadeden. Keza Akar'ın Yaveri darbeci subaylardanLevent Türkkan ve darbenin "1 numarası" olduğu söylenen Hava Kuvvetleri eski Komutanı Akın Öztürk'ün ifadeleri ile Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş'in açıklamalarından.

Darbe gecesi Mehmet Dişli'nin kendisini nasıl ikna etmeye çalıştığını, ona nasıl bağırdığını, odasında nasıl derdest edildiğini en ince detaylarına kadar anlatan Akar'ın, "Bu arada elimi sıkan kelepçeleri açmalarını istedim ve tahminen Mehmet Dişli'nin onayıyla bir komando bıçağı çıkarttılar. Kör bir bıçaktı ve askerlerden biri kelepçeyi kesmeye çalıştı. Fakat bir süre daha açamadılar. Hatta ben yine hiddetlendim, bağırdım. Tekrar ikinci kez uğraşıp, kelepçeyi kestiler. Bu şekilde beni, arkamda biri olacak şekilde oturtarak, etkisiz hale getirdiler" şeklindeki ifadesinin altını çizip, devam edelim.

AKAR'I BAŞBAKANLA GÖRÜŞTÜREN O BİRİ KİMDİ?

Akar, darbenin ertesi günü saat 8.30'da Akıncılar Üssü'nde darbecilerle arasında hangi konuşmanın geçtiği, Dişli'yle aynı helikopterle Çankaya Köşkü'ne niye birlikte gittikleri ve Dişli'nin burada tutuklanması konularında da özetle şunları söyledi:

"Saat sanırım 08.30-09.00 sıraları olmuştu. Beni Başbakanımız yahut Cumhurbaşkanımız ile görüştürmelerini söyleyerek teşebbüsü sona erdirmelerini söyledim... 'Sizi görüştüreceğiz' dediler. Bir cep telefonu getirip Sayın Başbakan ile görüştürdüler... Götürüleceğim anlaşılınca, Akın Öztürk, 'Komutanım ben de sizinle geleyim' dedi. Ben pozisyonu itibarıyla ve gece boyunca şahsıyla yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm ve 'Sen burada kal, kızının evi burada' dedim. Fakat sürekli ısrar ediyordu. Onu üs binasında bırakıp çıktık. Araçla helikopter pistine gittik. Orada pek çok helikopter vardı. Gelen giden hareketliğini gözlemledim. Birisi bir helikopteri işaret etti ve onu çalıştırdılar. Fakat biri üsten kalkan helikopterlere ateş edilebileceğini söyleyince, 'Genelkurmay Başkanının içerisinde olduğunun belirtilmesi gerekir' gibi bir şey söylendi. Hatta ben Mehmet Dişli'ye 'Sen kal' dediğim halde bu hususu belirterek, 'Ben telefon ile irtibat kuracağım' dedi. Helikopter hareket ederken telefon ile son durumu bir yerlere iletti. Helikopter havadayken de bir yerlerle irtibat halindeydi. Sonuçta Çankaya Köşkü'nde Başbakanlığa iniş yaptık. Başbakanlık Müsteşarı bizi karşıladı. Ben ve peşimde Mehmet Dişli geldi. Açıkçası arkamdan gelenleri kontrol etmedim. Başbakanlık binasına girdik. Bu şekilde ben de hürriyetime kavuştum. Müsteşar Bey ile baş başayken bana peşimden gelenin kim olduğunu sordu. Ben de yaşadığım olayları kısaca özetledim ve Mehmet Dişli'nin gözaltına alınmasının uygun olacağını değerlendirdim. Zaten bilahare gözaltı işlemi yapıldığını öğrendim."

Akın Öztürk'ün ifadesinde ise Mehmet Dişli hakkında şu bilgiler vardı:

"Bir oda içerisinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Tümgeneral Kubilay Selçuk ve Tuğgeneral Mehmet Dişli ile birlikte çay içiyordu. Bana 'Bunlar bu işi yaptılar, bunlarla konuş ikna et" dedi. Ben onlarla konuşmaya başladım... Kubilay Selçuk ve Mehmet Dişli’ye darbenin başarılı olamayacağını, demokratik kurumların işlediğini, halkın bu işe tepki gösterdiğini anlatıp ikna etmeye çalıştım... Ben üste bir saat kadar kaldım. Her şeyden emin olduktan sonra helikopter ile Başbakanlığa gidecektim. Helikoptere bindim, ancak bu sırada havada başka uçak ve helikopterler vardı. Bana havadaki uçaklardan ateş açıldı. Üsse geri döndüm. Bu sırada Mehmet Dişli ile irtibat halindeydim. O Genelkurmay Başkanı ile birlikte helikoptere binip Başbakanlığa gitmişti. Kendisi ile cep telefonu üzerinden irtibat halindeydim."

Akar'ın yaveri Yarbay Lütfü Türkkan da Dişli'yle ilgili şunları anlattı:

"15 Temmuz öğleden sonra Tümgeneral Mehmet Dişli'nin odasına gittim. O da cemaatçidir. Bize 'Genelkurmay Başkanı'na sen Kenan Evren olacak mısın olmayacak mısın diye soracağım' şeklinde beyanda bulundu. Dişli, Akar Paşa'nın teklifi kabul edeceğini düşünüyordu... Saat 20.00-21.00 arasında Genelkurmay Başkanı makamındaydı. Akar en son MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la görüştü. Fidan makamdan ayrıldıktan sonra Özel Kuvvetler'den 20 civarında tam teçhizatlı asker Karargâh'a girdi. Dişli de oradaydı. 5 dakika sonra Dişli çıktı bize 'girin' dedi. İçeri girdiğimizde Akar Paşa bize 'Yanlış yapıyorsunuz' dedi. Özel Kuvvetler onu götürdü. Ben orada kaldım. Dişli Paşa beni telefonla arayarak, komutanının eşini aramam konusunda isteği olduğunu söyledi. Ben de hanımefendiyi askeri hattan aradım. Hanımefendi konuşurken gözyaşlarına boğuldu.”

MEHMET DİŞLİ'NİN İLK İFADESİ

"Genelkurmay Başkanı Akar'ın başına silah dayayarak, darbe bildirisini imzalatmak istediği" gerekçesiyle tutuklanan Mehmet Dişli'nin Savcılığa verdiği ilk ifadeye gelince; Şunları söyledi:

"Saat 19.30-20.00 sıralarında Genelkurmay Başkanı Emir Subayı ya da özel kalem müdürü aradı. Saat 20.00’de Genelkurmay Başkanlığı’na gittim. Kapıda özel harekât giyimli iki kişi beni bekliyordu. Bu kişiler yönetimi devraldıklarını, Genelkurmay Başkanı’nı ikna etmesi için beni çağırdıklarını, ‘ikna olmazsa derdest edip tutuklayacaklarını, sonunun eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun gibi olacağını, o yüzden ikna edip bildiriye imza atmasını’ söylediler. Buna karşı çıktım. Bunun üzerine benim de derdest edilip vurulacağımı söyleyerek, beni Genelkurmay Başkanı odasına girmeye ikna ettiler. Genelkurmay Başkanı’nın odasına girdim. Genelkurmay Başkanı, rutin işlerle uğraşıyordu, bir şeyden haberi yoktu. Kendisine darbe olduğunu yönetime elkonulduğunu söyledim. Genelkurmay Başkanı da ‘Şaka mı yapıyorsun’ yanıtı vererek güldü. Daha sonrasında bina içinden silah seslerinin geldiğini duyduk. Dışarıya çıktığımda Yaşar Güler Paşamın yaverlerinden ya da korumalarından birinin vurulmuş olduğunu gördüm. Hemen gidip durumu Genelkurmay Başkanı’na anlattım. Özel harekâtçı kişiler içeriye girip, Genelkurmay Başkanı’nı derdest edip, plastik kelepçe taktılar. Ben buna direndim. Komutanı yerden kaldırdım. ‘O bizim komutanımız’ diye tepki gösterdim. Hatta Genelkurmay Başkanı’nın yere düşen apoletlerini yerine taktım. Alçak uçuş yapan uçakların bombalama yaptıklarına ilişkin sesler gelmeye başladı. Darbecilerle görüşüp, Genelkurmay Başkanı’nın güvenli bir yere götürülmesini ilettim. Helikoptere bindik, Akıncılar Üssü’ne geldiğimizi fark ettik.”

Dişli, darbenin ertesi sabahı Akıncılar Üssü'nde yaşananlar ve Çankaya Köşkü'ne gidişleriyle ilgili olarak da şunları anlattı:

“Üssün 16 Temmuz sabahında bombalanmasıyla karşı tarafın direnci kırıldı. Akar'ın teklifini kabul ederek, bize iki helikopter verdiler. Çankaya Köşkü'ne gittik. Burada Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş tarafından karşılandık. Daha sonra da diğer bakanlar geldi. Kriz masası oluşturuldu. Ben sürekli durumu takip edip Komutan'a bilgi verdim... Bu olayda ben mağdurum. Ben devletin tarafıyım. Aynı şekilde ölümle tehdit edildim, alıkonuldum, bu nedenle de mağdurum. Bu olayın hiçbir yerinde yokum. Yaptığım bütün görüşmeleri Komutan'ın emriyle, onun bilgisi dahilinde, can güvenliği için yaptım.”

Dişli bu ifadesinde, darbe girişimi hazırlıkları hakkında bilgisinin olmadığını, yazışmalarda adının kendi rızasının dışında yer aldığını, herhangi bir evrakta ıslak imzasının bulunmadığını da savundu.

O GÜN ÇANKAYA KÖŞKÜ'NDE NELER OLDU?

Akar ve Dişli'nin Çankaya Köşkü'ne gidişiyle ilgili olarak Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş'in yaptığı şu açıklamayı da hatırlatalım:

"Ben ihtilallere alışkın olduğum için ofisimi açtım, herkesi topladım... Sabah Genelkurmay Başkanı direkt benim odama geldi. Arkasında Mehmet Dişli vardı. Onu odaya almadım. Birkaç kez içeri girmeye çalıştı. İlk gördüğümde şüphelendim. Birkaç kez odaya girmeye teşebbüs etti içeri almadım."

Tüm bunlardan anladığımız ve bildiklerimiz şunlardı:

Akar, Çankaya Köşkü'ne gider gitmez Dişli'nin "darbeci" olduğunu söylemiş ve Başbakanlık korumaları da onu gözaltına alıp, tutuklatmıştı... Sadece Mehmet Dişli değil, o esnada Çankaya Köşkü'nde olan ağabeyi AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin de tüm çabalarına rağmen hiçbir devlet yetkilisi onunla görüşmeyi kabul etmemişti...

Kulislerde ise Dişli'nin Başbakan Binali Yıldırım'la dahi görüştüğü, Çankaya Köşkü'nde saatlerce kaldığı, sonrasında evine gittiği, Akıncılar Üssü'ne düzenlenen operasyonda akşam saatlerinde kurtarılan bir komutanın darbe gecesine dair anlattıklarından sonra tutuklandığı öne sürülüyordu.

İşte bu iddialar birkaç gün önce ete-kemiğe büründü.

Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Savcılığa verdiği ifadede, "16 Temmuz'da Genelkurmay Başkanının kendisini arayıp, Çankaya Başbakanlık Köşkü'nde olduğunu söyleyip, yanına çağırdığını, sonrasında Çankaya Köşkü'ne giderek Genelkurmay Başkanını oradan aldıklarını, konut bölgesine geldiklerini, oraya Kuvvet Komutanlarının da geldiğini, orada Tümgeneral Mehmet Dişli'nin olmadığını fark etmesi üzerine Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç'i arayarak, Mehmet Dişli'nin yakalanmasını konuştuğunu" anlattı.

O gün Akar'ın Çankaya Köşkü'nde öğlen saatlerinde Başbakan Binali Yıldırım'la basın toplantısı yaptıktan sonra Konutuna geçtiği, oradan da saat 17.00'de TBMM Genel Kurulu'nun olağanüstü toplantısına katıldığını biliyoruz.

Aksakallı'nın ifadesinden, Dişli'nin Çankaya Köşkü'ne gider gitmez değil, akşam saatlerinde yakalandığı ortaya çıkıyor.

DİŞLİ NİYE EK İFADE VERDİ?

Aksakallı'nın ifadesinden önce mi, sonra mıdır bilinmez; 5 gün önce Mehmet Dişli'nin ek ifade vermek üzere Savcılığa getirildiği duyuldu.

Dişli'nin ek ifadesindeki bilgileri de bugün Sözcü'den Asuman Aranca aktardı.

Dişli, "15 Temmuz gecesi, darbeciler tarafından silah zoruyla rehin alındığını, Hulusi Akar'ın kelepçelenmesini kendisinin engellediğini" tekrarladıktan sonra özellikle Çankaya Köşkü boyutuyla ilgili olarak ilk ifadesinden farklı şu detayları anlatmış:

"Darbe girişimi sonrası Çankaya Köşkü'ne gidip, kriz masasında görev yaptım. Darbecilerle görüşüp, onları ikna etme, komutanların kurtarılması ve krizin sona erdirilmesi konusunda faydalı oldum. Devam eden ateşin kesilmesi için komutanın ve ilgili bakanların emri ile Eskişehir'i aradım. Uzun süre onlarla görüştüm. Bu şekilde saat 15.30'a kadar Çankaya Köşkü'ndeki kriz masasında görev yaptım. Buna başta Sayın Başbakanımız olmak üzere hepsi şahittir. Başbakanlık katında iken 2 polis gelip bilgime başvurulacağını söylediler. Ben o sırada ağabeyim Şaban Dişli'ye gece yaşananları özetliyordum. Ayrı bir odaya geçtik. Orada bana Başbakan'ın korumaları tutanakta özet olarak Başbakan'ın Özel Kalem Müdürü Albay Murat'ın ifadesine göre, benim Sayın Genelkurmay Başkanına kelepçe taktığım ve Albay Murat'ın bu nedenle şikayetçi olduğu belirtilmekteydi. Ben ‘Albay Murat'ın böyle bir konuyu bilmesi mümkün değil, olay mahallinde yoktu. Tam tersi komutana kelepçe takılmasına ben mani oldum' dedim ve tutanağı imzalamadım. Saat 16.30 sıralarında gözaltına alınıp, TEM'e getirildim."

En baştan beri etraflıca hatırlattığımız ifade ve açıklamaları unutmamız gerekiyor, değil mi?

Kim doğru söylüyor, kim söylemiyor bir yana;

Acaba Dişli'yi ek ifadeye Savcılar mı çağırdı, Dişli mi böyle bir talepte bulundu?

Asıl önemlisi ilk ifadesinde yer almayan "Çankaya Köşkü'nde kurulan kriz masasında görev yaptığı... İlgili bakanların emri ile Eskişehir'i aradığı... Başbakanın tüm bunlara şahit olduğu" şeklindeki detaylar neyin nesi, kimlere, neyin mesajıdır?.. Ve dahi, "Başbakan'ın Özel Kalem Müdürü Murat Albay" dediği kimdir?..

Savcılığın darbeyi planladığı belirtilen "Yurtta Sulh Konseyi" ile ilgili hazırladığı listede Dişli'nin adı yok.

Keza Milli Savunma Bakanlığı'nın TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'na gönderdiği "Darbe Konseyinin Karargâh sorumluları" belgesinde de...

AKP Genel Başkan Yardımcısı'nın kardeşi ve Akar'ın arkadaşının bir şekilde kurtulmaya/kurtarılmaya çalışıldığı anlaşılıyor da; Acaba Akar, Dişli'yle ilgili bu çelişkileri nasıl izah edecek?.. Veya Savcılar Akar'ı da ek ifadeye çağırmayı düşünüyor mu?..

Odatv.com

Gül'den TBMM'ye cevap: "Darbe teşebbüsünden bazı müttefiklerimizin habersiz olması mümkün değil"
04 Ocak 2017



İşte Abdullah Gül'ün Darbe Komisyonu'na verdiği 9 sayfalık yanıtın tam metni...

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, darbe girişimini tüm yönleriyle araştırmak ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'na gönderdiği yanıtta, kutuplaşma tartışmalarının odağına oturduğu siyasal atmosfere ilişkin olarak da mesaj verdi. "Önemli olan husus, bir ülkede darbe düşüncesinin hiçbir zaman akla hayale gelemeyeceği bir iklimi oluşturabilmektir" görüşünü dile getiren Gül, "darbe girişiminden çıkarılması gereken ders" ifadesi eşliğinde "Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını garanti altına alacak, kuvvetler ayrılığına dayalı yüksek standartlarda demokratik bir sistemi inşa edilmelidir" vurgusunu yaptı.

Gül, Meclis Araştırma Komisyonu'nun kendisine gönderdiği 27 soruya, 9 sayfalık bir yanıt gönderdi.
"12 Eylül 2010 Anayasa referandumu sırasında Gülen cemaatine bağlı olduğu bilinen bazı yayın organlarının aşırı ve saldırgan propagandalarının kendisini ilk rahatsız eden hususların başında geldiğini" ifade eden Gül, bu konu hakkında "ilgili herkesin dikkatini çektiğini" belirtti ve "Muhtemel olumsuz sonuçları hakkında uyarılarda bulundum" dedi.

Gül, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Bu akımın şimdilerde tüm açıklığıyla deşifre edilen çok karmaşık örgüt yapısının, hiyerarşisinin ve işleyişinin neticede bir darbe teşebbüsünde bulunacak güç ve cüretkârlığa ulaşmış olması, şahsım da dâhil pek çok kimsenin öngöremediği bir durumdu" açıklamasını yaptı. 11. Cumhurbaşkanı, 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün Gülen cemaati yapılanmasına dikkat çektiklerine işaret etti.


"Böyle bir darbe teşebbüsünden bilhassa bazı müttefiklerimizin habersiz olmasının mümkün bulunmadığı yönündedir" görüşünü de dile getiren Gül "Batılı müttefiklerin" darbe girişimi karşısındaki tavrını eleştirdi.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Oslo görüşmeleri öne sürülerek ifadeye çağırılması üzerine polise gitmemesi konusunda kendisinin devreye girdiğini vurgulayan Gül, "O gün kendisine tek sahip çıkan bendim ve kesinlikle savcılığa gitmemesi gereğini tembihledim ve kendisini bu şekilde talimatlandırdım" açıklamasını yaptı.

"Partili arkadaşlarım ve siyasete kazandırdığım kişiler 'FETÖ' mensubu değil"

"Birlikte siyaset yaptığı partili arkadaşları ve siyasete kazandırdığı kişiler içerisinde 'FETÖ/PDY' mensubu kişilerin bulunmadığını" kaydeden Gül, "Devlet memurlarının Anayasa, kanunlar ve hukuk düzenine sadakatlerinde herhangi bir gevşeklik gördüğümde veya devlet kurumlarında farklı dayanışma içerisinde olduklarını hissettiğimde, bu karakterdeki kişileri etrafımdan hep uzaklaştırmışımdır" ifadesini kullandı.

Balyoz ve Ergenekon davaları sürecinde yapılan tutuklamalarla ilgili olarak uyarılarda bulunduğunu hatırlatan Gül, "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım konuşmalarla tutuklulukların cezaya dönüştürülemeyeceğini hatırlatıp, bir çıkış yolu olarak bireysel başvuru hakkının kullanılması hususunda Anayasa Mahkemesi’ni bizzat teşvik ettim" dedi.

"Doğru bulmuyorum"

Abdullah Gül, Gülen cemaati ile iltisaklı vakıf, dernek ve şirketlerin kolektif mülkiyetlerindeki şirketlere ve mallara el konmasını doğru bulduğunu belirtti, ancak "Gelirlerinin ve sermayelerinin teşekkülünü meşru dayanaklarla temellendirebilen, ticari ve sınai faaliyetleri tamamen göz önünde olan kişilere ve ailelere ait şirketlere, mallara el konulmasını gerek FETÖ/PDY ile mücadelenin başarısı gerek ülkemiz ekonomisi bakımından yaratacağı kısa ve uzun dönemli mahsurlar açısından doğru bulmadığımı da belirtmek isterim" görüşünü dile getirdi.

"Fehmi Koru'yu davet ettim, ABD'ye gitmesi gündeme geldi"

Gül, komisyonun "Gazeteci Fehmi Koru, 17 Aralık darbe girişiminin hemen sonrasında sizinle ve dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile görüşerek, konuyla ilgili olarak Fethullah Gülen’le görüşmek üzere Amerika’ya gitti. Bu yönde bir talep sizden mi geldi, yoksa kendisi mi size teklifte bulundu" sorusunu da şöyle yanıtladı:

"Hükümetin dershanelerle ilgili tasarrufu karşısında yıkıcı bir yayın faaliyetinin başlaması üzerine bunun arka planını daha iyi anlamak için gazetecilik hayatından dolayı bu yapıyla ilgili bilgisine güvendiğim Fehmi Koru’yu davet ederek konuşmam üzerine, kendisinin ABD’ye gidip meseleyi etraflıca araştırması hususu gündeme geldi. Fehmi Koru’nun ABD’ye gitmeden önce Sayın Başbakanla yaptığı görüşmeyi Komisyonunuza etraflıca anlattığını basına yansıyan haberlerden takip ettim. Fehmi Koru’yla birlikte bana gönderilen mektubun inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğu da hemen akabinde vuku bulan gelişmelerle ortaya çıktı."

"Bazı sorular, yanlış haberlerden yola çıkılarak hazırlanmış"

Komisyonun kendisine yönelttiği bazı soruları eleştiren ve adlarını anmadan iktidara yakın bazı yayınlara tepki gösteren Gül, "Komisyonunuzca hazırlanan bazı soruların kaleme alınış şeklinden, çeşitli vesilelerle tekzip ettiğim yanlış ve çarpıtılmış haberlerden yola çıkıldığını üzülerek görüyorum" yorumunu yaptı.

Abdullah Gül'ün Meclis Araştırma Komisyonu'na gönderdiği ve bazı bölümleri "toplumsal kutuplaşma, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ihlalleri" tartışmalarına göndermeler içeren dokuz sayfalık yanıtın tam metni -ara başlıklar T24'e ait olmak üzere- şöyle:

"Şahsım da dâhil kimse öngöremedi"

"15 Temmuz darbe girişimi tarihimizin en utanç verici sayfalarından birisi olmuştur. Bu kalkışma devasa emeklerle yücelttiğimiz ülkemizin itibarına büyük darbe vurmuş; toplumun her kesiminde büyük travmalara sebep olmuş; Türkiye’ye her anlamda büyük zarar vermiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı’nın ve Kuvvet Komutanlarının Anayasa’ya bağlılıklarını koruyarak darbe girişimi dışında kalmaları, Sayın Başbakanın bunun ordu içerisindeki münferit bir grubun kalkışması olduğunu ilan etmesi, ardından Sayın Cumhurbaşkanının halkı meydanlara çağırarak ülkemize ve demokrasimize sahip çıkmaya davet etmesi ve vatandaşlarımızın büyük fedakârlıkları sayesinde darbe girişimi akim bırakılmıştır.

15 Temmuz gecesi şehit düşen sivil, polis ve asker tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum; gazilerimizin büyük kısmının tedavisinin başarıyla sürdüğünü biliyor, onlara da acil şifalar temenni ediyorum.

17 Aralık süreci öncesine kadar ‘Fethullah Gülen Cemaati’ veya ‘Hizmet Hareketi’ namıyla tanınan dini motivasyonlu bir akımın varlığı ve özellikle basın ve eğitim alanlarında faaliyetlerde bulunduğu uzun yıllardır herkes tarafından bilinen bir gerçekti. Bu akımın şimdilerde tüm açıklığıyla deşifre edilen çok karmaşık örgüt yapısının, hiyerarşisinin ve işleyişinin neticede bir darbe teşebbüsünde bulunacak güç ve cüretkarlığa ulaşmış olması şahsım da dâhil pek çok kimsenin öngöremediği bir durumdu.

Esasen bu yapı, ana akım dindar ve muhafazakâr siyaset ve sivil toplum hareketlerinden kendisini hep uzakta tutmuş; bu bakımdan da erken dönemdeki gelişmeleri çok da göze batmamıştır. Gerek siyaset öncesi, gerek siyaset-devlet hayatımda bu yapıyla veya lideri olan şahısla bir ilişkim olmadığı cihetle haklarında ne şahsi tecrübeye ne de kayda değer bir bilgiye sahip değilim.

"Sivil ve askeri kanat arasında samimi işbirliği imkânları değerlendirilemedi"

Yakın siyasi hayatımıza ve demokrasi tarihimize bakıldığında kamu yönetimi bağlamında sivil ve askeri kanat arasında bilhassa bazı konularda yeterince samimi işbirliği imkânlarının değerlendirilemediği bir vakıadır. Bu meyanda askeri kanat hassasiyetlerini daima genel irtica başlığı altında ön plana çıkarmayı tercih etmiştir. Siyasi tarihimizin özellikle 1980 sonrası dönemi gözden geçirildiğinde; Refah Partisi’ne ve Fazilet Partisi’ne yapılan irtica suçlamalarıyla anılan partilerin kapatılması, 28 Şubat sürecinde laiklik adı altında icra edilen hukuksuz ve yanlış uygulamalar, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde TSK adına yayınlanan bildiri, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını alması için yapılan baskılar ve AK Parti kapatma davası, hep irtica ve laiklik karşıtlığı suçlamaları çerçevesinde oluşturulduğu için irtica konusundaki çıkışların da inandırıcılığı hep kuşkuyla karşılanmıştır. Bütün bu süreçlerde Gülen Cemaati olarak adlandırılan yapı ve faaliyetleri, söz konusu suçlamaların ana hedefinde hiçbir zaman bulunmamıştır.

"MGK'da 10. Cumhurbaşkanı Sezer ve Özkök bizzat bu yapıya dikkat çekmişlerdi"

2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda yapılan genel irtica sunumları içerisinde 10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’in ve dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün bizzat bu yapı üzerine dikkat çektiklerini hatırlıyorum. Öte yandan, devletin sivil-asker güvenlik ve istihbarat birimleri tarafından “Fetullah Gülen Yapılanması” başlıklı bir rapor şahsıma sunulmadığı gibi o dönem Gülen Cemaati olarak anılan veya bugünkü adıyla FETÖ/PDY hakkında kapsamlı bir rapor iletilmesi veya sunum yapılması talebi de söz konusu olmamıştır. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı görevlerim sırasında veya Cumhurbaşkanı olarak Milli Güvenlik Kurulu Başkanlığı’nı üstlendiğim dönemde de Komisyonunuzca sorulduğu şekilde “sivil veya asker üyeler tarafından ‘Fethullah’ ön adıyla başlayan illegal bir yapıya dair herhangi bir husus (takibat, soruşturma veya bu yönde bir izin talebi vs.)” gündeme getirilmemiştir.

Nihayetinde malumunuz olduğu üzere 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan tavsiye kararıyla söz konusu örgütün Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne “Ulusal Güvenliği Tehdit Eden Unsur” olarak kaydedilmesi kararlaştırılmıştır.

"2010 referandumu sırasında bu yapıya bağlı yayınlardaki saldırganlık konusunda uyardım"

12 Eylül 2010 Anayasa Referandumunda bu yapıya bağlı olduğu bilinen bazı yayın organlarının aşırı ve saldırgan propagandaları beni ilk rahatsız eden hususların başında geldi ve bu anormallik hakkında ilgili herkesin dikkatini çektim ve muhtemel olumsuz sonuçları hakkında uyarılarda bulundum.

Balyoz ve Ergenekon süreçlerine bağlı olarak askerlerin yargılanması ve tutuklanmasıyla ilgili gelişmelerde beni rahatsız eden uygulamalarla ilgili bazen yazılı bazen sözlü açıklamalar yaparak usul ve yöntem yanlışlıklarına bilhassa dikkat çektim.

Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ve gazetecilerin tutukluluklarıyla ilgili açık beyanlarımla ikazlarda bulundum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım konuşmalarla tutuklulukların cezaya dönüştürülemeyeceğini hatırlatıp dikkat çektim ve bir çıkış yolu olarak bireysel başvuru hakkının kullanılması hususunda Anayasa Mahkemesi’ni bizzat teşvik ettim.

Zekeriya Öz hatırlatması ve komisyona medya sitemi

Nitekim o dönemde önde gelen ve bugün yurtdışında kaçak durumunda bulunan bir savcının bu ikazlarım karşısında haddini aşarak Cumhurbaşkanlığı makamını hedef alan bir açıklama yapması üzerine HSYK tarafından görevinden alındığı herkesin malumudur.

Komisyonunuzca hazırlanan bazı soruların kaleme alınış şeklinden, çeşitli vesilelerle tekzip ettiğim yanlış ve çarpıtılmış haberlerden yola çıkıldığını üzülerek görüyorum.

Doğru olmayan bu konulardan ilki, 2004 yılında Türk mahkemelerince yargılanması devam ederken yurtdışına gitmiş bir kişi hakkında Dışişleri Bakanı ve siyasetçi olarak benim, hem de bir Büyükelçi vasıtasıyla yabancı bir ülke yönetimine yazılı bir mektupla tavassut talebinde bulunabileceğimin düşünülmesidir. Söz konusu iddia tamamen yalan, yakışıksız ve maksatlıdır.

Bir diğeri ise, MİT Müsteşarının 7 Şubat 2012 tarihinde ifade vermeye gitmesini istediğim yolundaki iddialara dair sorunuzdur. Bu iddia 2014 yılı Şubat ayında Türkiye Gazetesi’nde neşredilmiş “yalan/yanlış” bir habere dayanmaktadır. Bu haber aynı gün talimatım üzerine Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü tarafından Anadolu Ajansı’na yapılan bir açıklamayla yalanlanmıştır. Ayrıca, MİT Müsteşarlığı da bilahare bu haberin gerçek dışı olduğunu beyan ve teyit etmiştir.

'Hakan Fidan'a tek sahip çıkan bendim'

7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı acil notuyla bana gelerek durumu arz etti. O gün kendisine tek sahip çıkan bendim ve kesinlikle savcılığa gitmemesi gereğini tembihledim ve kendisini bu şekilde talimatlandırdım. Ayrıca konunun hassasiyetine binaen süreci yakından takip ettim, devlet kurumlarının arasında gerekli eşgüdümün sağlanması ve konunun usule uygun şekilde çözüme kavuşturulması için ilgililere gerekli talimatları verdim. Bu konuda yapılan tüm açıklamalar ve tekzipler arşivde olmasına rağmen keyfiyetin tekrar gündeme getirilmesinden, bu hususla ilgili kasıtlı bir kanaat oluşturma gayreti içerisine girildiğini üzülerek görüyorum.

Ben bu grubun üyelerinin bireysel cemaat mensupları olmanın ötesinde devlet kurumları içerisinde bir dayanışma halinde bulunduklarını ve birlikte hareket ettiklerini, MİT Müsteşarı’nın sorguya çağrılması ile ilgili savcı değişikliğinin HSYK’da kilitlenmesi üzerine net olarak gördüm. 17-25 Aralık sürecinde ise bunun tamamen organize bir hareket olduğuna dair kanaatim pekişmiş oldu. Daha sonra Sayın Başbakan başta olmak üzere diğer ilgili muhataplarımla birlikte bu yapıya karşı gerekli adımların atılması hususunda yoğun çalışma içerisinde olduk.

17-25 Aralık girişimini takip eden dönemde yüksek yargı ve diğer devlet organları arasında eşgüdümün sağlanması için sarf ettiğim yoğun çabalar neticesinde bugün çoğu yurtdışında kaçak veya ülkemizde tutuklu bulunan hakim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesiyle ilgili kritik kararnamenin çıkartılmasının ne kadar büyük bir önemi haiz olduğu bugün geriye bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.

"Gayretlerim bazı çevreler tarafından yeterince takdir edilemedi"

Hükümetin dershanelerle ilgili tasarrufu karşısında yıkıcı bir yayın faaliyetinin başlaması üzerine bunun arka planını daha iyi anlamak için gazetecilik hayatından dolayı bu yapıyla ilgili bilgisine güvendiğim Fehmi Koru’yu davet ederek konuşmam üzerine, kendisinin ABD’ye gidip meseleyi etraflıca araştırması hususu gündeme geldi. Fehmi Koru’nun ABD’ye gitmeden önce Sayın Başbakanla yaptığı görüşmeyi Komisyonunuza etraflıca anlattığını basına yansıyan haberlerden takip ettim. Fehmi Koru’yla birlikte bana gönderilen mektubun inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğu da hemen akabinde vuku bulan gelişmelerle ortaya çıktı.

Devlet adamı kimliğimin bir parçası olan siyaset yapma tarzımın, problemleri Anayasa’ya ve kanunlara uygun ama kararlı bir şekilde çözmeye yönelik olduğu iyi bilinir. Başta HSYK olmak üzere, internet ve bazı yasalarla ilgili değişikliklerin ilerde daha büyük başka sorunlara yol açmadan, konjonktürel mülahazalarla değil ama hukukun üstünlüğü çerçevesinde çözülmesi için sarf ettiğim gayretler bazı çevreler tarafından yeterince takdir edilememiş hatta bazı kötü niyetliler tarafından çarpıtılmıştır.

"Darbe teşebbüsünden bazı müttefiklerimizin habersiz olması mümkün değil"

28 Şubat dönemine dayalı bilgilerim ile iç ve dış siyasetteki tecrübelerime dayanarak kanaatim, böyle bir darbe teşebbüsünden bilhassa bazı Müttefiklerimizin habersiz olmasının mümkün bulunmadığı yönündedir.

Maalesef Batılı Müttefiklerimiz darbe teşebbüsü karşısında sahiplendikleri ilke ve değerler doğrultusunda hareket ederek Türk Hükümetine ve demokrasisine sahip çıkmakta oldukça geç kalmışlar ve tereddüt göstermişlerdir. Velev ki Hükümetle ilgili bazı olumsuz kanaat ve kaygıları olsa bile, konu demokrasiyi sahiplenmek olduğunda bunları bir yana bırakıp güçlü bir şekilde seçilmiş Hükümetin yanında olduklarını söylemeliydiler. Ne yazık ki ikircikli davranmış olmaları çok büyük bir yanlışlık teşkil etmiş aynı zamanda Türk milletine karşı haksızlık ve vefasızlık anlamına da gelmiştir ve derin bir güven bunalımına yol açmıştır.

Darbe girişimi gecesi çatışmaya hazırlık

Darbe girişimini ikametgâhımda Koruma Müdürümden öğrendim. Koruma ekibimin mevcut silah ve mühimmatlarıyla evimi ve ailemi koruma altına aldıklarını ve herhangi bir müdahaleye karşı çatışmaya hazır ve kararlı olduklarını gördüm. Hemen arkasından halkımıza ve askere TV’ler üzerinden yaptığım güçlü çağrılar da tahminim ki malumunuzdur.

Bana içeride ve dışarda iştirak ettiğim çeşitli toplantılarda Türkiye’de herhangi bir darbe ihtimali bulunup bulunmadığını soranlara bunun hep ihtimal dışı olduğunu söyledim; zira Türkiye’nin AB’yle katılım müzakerelerine başlamış, sivil-asker ilişkilerini demokratik teamüllere uygun şekilde yoluna koymuş, demokratik ve siyasi standartlarını büyük ölçüde AB seviyesine yaklaştırmış bir ülke olarak böyle bir cüretkarlıkla karşılaşmayacağına samimiyetle inanıyordum.

"Örgütün kolektif mülkiyetine ait mallarına el konulmasını doğru bulmakla birlikte..."

Finansal konularda bu yapının çirkin yüzünü göremeyen ama özellikle görünen eğitim faaliyetlerini takdir eden iş dünyasından bazı vatandaşların açık yardımları hariç diğer mali kaynakları hakkında herhangi bir malumatım bulunmamaktadır. Bu çerçevede örgütün vakıf/dernek ve kolektif mülkiyetine ait şirket ve mallarına el konulmasını doğru bulmakla birlikte, gelirlerinin ve sermayelerinin teşekkülünü meşru dayanaklarla temellendirebilen, ticari ve sınai faaliyetleri tamamen göz önünde olan kişilere ve ailelere ait şirketlere, mallara el konulmasını gerek FETÖ/PDY ile mücadelenin başarısı gerek ülkemiz ekonomisi bakımından yaratacağı kısa ve uzun dönemli mahsurlar açısından doğru bulmadığımı da belirtmek isterim. Bu ayrım gözetilmeksizin yürütülecek adli soruşturmalar, ileride ülkemiz açısından çok daha büyük hukuki ve ekonomik sorunlara yol açabileceği cihetle, bu hususa özellikle adli makamlarımız tarafından dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim.

TSK’nın hüviyeti ve çizgisi ile en asgari ölçüde dahi örtüşmeyen, yerlilik ve bağımsızlıkla tavsif edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bu menfur kalkışmanın failleri ülkede kontrolü ele geçirebilseydi, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde benzeri görülmemiş bir kırılma ve ayrışma içerisine düşer ve telafisi mümkün olmayan büyük yaralar ülkemizi korkunç bir felakete sürüklerdi.

YAŞ toplantıları, muhalefet şerhleri, yaverlerin tespiti ve takiye

YAŞ Toplantılarında ele alınan terfilerde, en azından benim dönemimde, ağırlıklı olarak TSK’nın kendi iç işleyişi ve kuralları belirleyici rol oynamıştır. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının atanmasında ise Cumhurbaşkanı olarak tabiatıyla gerektiğinde inisiyatif kullandım. Yaverlerin tespitinde her zaman Genelkurmayın teklif ettiği üç aday arasından birinci sıradakini onayladığımı da bu vesileyle bilmenizi isterim.

FETÖ/PDY olarak bilinen yapının mensupları şimdi anlaşıldığı üzere Türkiye Müslümanlığında hiç örneği görülmemiş şekilde gizlenme (takiyye) usullerini tatbik etmişler ve nihai hedeflerine ulaşmada her şeyi mubah gördüklerinden irtica damgası yemeden TSK içerisinde varlıklarını ve yükselmelerini sürdürmeyi başarabilmişlerdir.

YAŞ toplantıları neticesinde TSK ile ilişiği kesilenlerin, PDY mensubu takiyye yapanlardan ziyade çoğunlukla dindarlığını ve muhafazakâr kimliğini aile boyunca saklamayan veya saklayamayanların olduğu aşikârdı. Esas problem de aslında samimi bir şekilde dini vecibelerini yerine getiren ve devlete sadakatini/bağlılığını koruyan insanların haksız yere cezalandırılmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle gerek ben gerek diğer arkadaşlarım YAŞ kararlarına çeşitli zamanlarda şerhimizi koyduk.

Bir TV programında sarf ettiğim bir cümlenin maalesef genel bağlamından çıkartılarak sorulduğunu da görüyorum. Söz konusu programı başından sonuna dikkatlice izlediğinizde neyi kast ettiğim açıkça anlaşılacaktır.

Ben devlet kademesinde maiyetimde çalışan devlet memurlarının ve özellikle yakın çevremdeki görevlilerin tayin ve atamalarında liyakati daima esas aldım. Ayrıca devlet memurlarının Anayasa, kanunlar ve hukuk düzenine sadakatlerinde herhangi bir gevşeklik gördüğümde veya devlet kurumlarında farklı dayanışma içerisinde olduklarını hissettiğimde, bu karakterdeki kişileri etrafımdan hep uzaklaştırmışımdır.

Tüm siyasi çalışmalarımda, İl ve Genel Merkez bazında parti teşkilatlarımızda bu yapıya mensup kişilere hiçbir zaman yer vermedim. Ayrıca, birlikte siyaset yaptığım partili arkadaşlarım arasında; partime ve siyasete kazandırdığım kişiler içerisinde FETÖ/PDY yapısı mensubu veya iltisaklı olduğu bilahare anlaşılan kişilerin bulunmadığı da iyi bilinir.

Devletlerin bekalarını korumaları ve ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamaları için kuvvetli istihbarat teşkilatlarına ihtiyaç duyduğu açıktır. İstihbarat teşkilatlarının her türlü ideolojik düşünce ve görüşlerden uzak şekilde devlete karşı sadakat içerisinde bütünüyle modern teknolojiyle donatılmış şekilde görev yapması önem taşımaktadır. Her ülkede olduğu gibi farklı kurumların farklı istihbarat birimleri bulunmakta ve kurumların önceliklerine göre farklı alanlarda uzmanlıkları gereği değişik kurumsal yapı ve süreçleri benimsemektedirler. Burada önemli nokta istihbarat kurumları arasındaki kuralları iyi çizilmiş samimi ve dürüst bir işbirliği ve eşgüdüm sisteminin kurulabilmesidir. Şüphesiz ki sivil-asker işbirliğine önyargılardan uzak bir şekilde yaklaşarak amaca matuf şekilde hareket edilmesi önem taşımaktadır. İstihbarat teşkilatlarının başarısı, etkinliği ve ülkeye hizmet edebilmesi, ancak doğasına uygun demokratik denetim süreçlerine tabi tutulması ve kontrolü ile mümkündür.

"Alınacak ders demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı"

Önemli olan husus, bir ülkede darbe düşüncesinin hiçbir zaman akla hayale gelemeyeceği bir iklimi oluşturabilmektir. Bu iklim bozulduğunda çıkar çatışması içerisinde olduğumuz büyük küçük dış güçler kaynaklı her türlü müdahaleye açık bir ortam yaratılır. Elbette ki gerek bölgesel gerek küresel rakipleriniz/ortaklarınız ülkenizin içişlerine müdahale etme fırsatından istifade etmeye çalışacaklardır. Evin içerisi düzenli tutulduğu ve kendi sorunlarınıza kendi iradeniz ve inisiyatifiniz doğrultusunda çözümler getirdiğiniz müddetçe kimseye böyle bir fırsat verilmeyecektir.

Bütün bu acı ve ülkemize büyük tahribat yapan hadiselerden alınacak ders kanaatimce şudur. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını garanti altına alacak, kuvvetler ayrılığına dayalı yüksek standartlarda demokratik bir sistemi inşa etmek gerekmektedir. Böyle bir ülkede insanlar inançlarından, düşüncelerinden, etnik farklılıklarından dolayı hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadan eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde muamele görecektir. Şeffaf olmak şartıyla şiddet içermeyen düşünce ve örgütlenmenin serbest olduğu böyle bir toplumda hiçbir grup veya kişi kendisini saklama, gizleme veya herhangi bir devlet hizmetinde hak ettiği konuma yükselmek için farklı bir dayanışma içerisine girme ihtiyacı hissetmeyecektir.

Bütün bu olaylar şunu bir kez daha göstermiştir ki insanlar gerek dini gerek ideolojik gerekse siyasi mülahazalarla akıl ve fikirlerini bir kişiye veya gruba emanet etmemeli, özgür ve hür iradeleriyle muhakeme kabiliyetlerini hiçbir zaman kaybetmemelidir. Nesilleri bu anlayış içerisinde yetiştirerek fikri hür ve vicdanı hür bir toplum oluşturmamız gerekmektedir."
T24

Abdullah Gül, FETÖ ve lideriyle siyasi hayatımda hiç ilişkim olmadı dedi. Ve görüntüler ortaya çıktı izlemek için: https://sarizeybekhaber.com.tr/a-gul-un-siyaset-hayatimda-feto-ve-lideriyle-iliskim-olmadi-dedigi-anlasilali-birkac-saat-oldu-oyle-mi-izleyelim-7

"Savunma hakkı vermeden, bu insanları sokağa attınız'
15 Ocak 2017



Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Kamu-Sen olarak FETÖ operasyonları başladığı günden bu zamana kadar söylediğimiz tek şey, devlette bir memur hangi fikre, hangi cemaate sahip olursa olsun, devleti zarara uğrattı ve kanun dışı işlere bulaştıysa canı cehenneme gitsin. Cezasını çeksin. Siz memurları yargısız infaza tabi tutarak, bu insanları yargılamadan, savunma hakkını vermeden, bu insanları sokağa atamazsınız."

TÜRKİYE Kamu-Sen'e bağlı Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Manisa'da ilçe şube yöneticileriyle düzenlediği istişare toplantısında FETÖ operasyonlarını ve anayasa değişikliğini eleştirdi.

Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Manisa şube yönetimi ile ilçe şubelerindeki yönetim kurulu üyeleriyle Taylan Plaza'da bir araya geldi. Fahrettin Yokuş, hem FETÖ operasyonlarını, hem de anayasa değişikliği konusundaki görüşlerini paylaştı. Türkiye'nin zor bir dönemden geçtiğine dikkati çeken Yokuş şöyle konuştu:

"Bir yanda terör örgütleri, diğer yandan komşularımızla savaş halimiz ve özellikle kamu düzenindeki FETÖ operasyonlarıyla bir garabet süreç yaşıyoruz. 14 yıldır ülkeyi yönetenler milleten aldıkları büyük desteğe rağmen Türkiye'yi bir bataklık durumuna doğru sürüklemişlerdir. Eğer bugün ülkemizin her yerinde başta PKK, DEAŞ, IŞİD terör örgütleri, kamuda FETÖ denen terör örgütü bu denli azgınlaşmış ve Türkiye'nin her yeri yaşanmaz hale gelmişse, huzur kalmamışsa bunun en büyük sebebi bu iktidar ve yöneticileridir. Bu iktidarın yöneticileri yanlış politikaların ve yönetiminin bedelini Türk milletine ödetmektedirler. Her zaman yaptıkları gibi sorumluluktan kaçarak, 'Efendim dış güçler bizi rahat bırakmıyor. Küresel güçler ekonomimize el atmış, onlar sürekli ülkemizi karıştırıyor' bahanelerine sığınılarak ülke yönetilemez."

'YARGISIZ İNFAZLAR'

Bugün siyasi iktidarın, FETÖ bahanesiyle 98 bin kamu görevlisini sorgusuz, sualsiz işten atttığını da kaydeden Fahrettin Yokuş, şöyle devam etti:

"Anayasayı ihlal edip, yasaları yok saymıştır. Hukuku çiğnemiştir. Kamu-Sen olarak FETÖ operasyonları başladığı günden bu zamana kadar söylediğimiz tek şey, devlette bir memur hangi fikre, hangi cemaate sahip olursa olsun, devleti zarara uğrattı ve kanun dışı işlere bulaştıysa canı cehenneme gitsin. Cezasını çeksin. Siz memurları yargısız infaza tabi tutarak, bu insanları yargılamadan, savunma hakkını vermeden, bu insanları sokağa atamazsınız."

'KENDİ AYAĞINA KURŞUN'

Konuşmasının son bölümünde anayasa değişikliğine de değinen Yokuş, miletvekillerinin 'ülkeye huzuru nasıl getiririz' diye çaba sarf etmek yerine Meclis'te kavga ettiğini söyledi. Yokuş şunları kaydetti:

"Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanına daha fazla yetki vererek Türkiye'yi nereye götüreceksiniz. Türkiye'yi bölünmeye mi yoksa eyaletlere mi götüreceksiniz Allah muhafaza biz, Türk aydınları olarak milletimizi uyarıyoruz. Bu gidiş gidiş değildir. Bu yol yol değildir. Yol yakınken meclis dönmeli. Meclis dönmüyorsa millet hesabını sormalıdır. Aksi halde bu millet kendi eliyle kendi ayağına kurşun sıkmış olacaktır."

Genel Başkan Fahrettin Yokuş konuşmasının ardından şube başkanları ve yöneticilerle birlikte gündemdeki konularla ilgili basına kapalı olarak istişarede bulundu.
Memurlar.net

'Darbeci komutan, Erdoğan'ın Marmaris'te olacağını eski İçişleri Bakanı Ala'dan öğrendi'
27.01.2017



Darbe girişiminin Sahil Güvenlik Komutanlığı ayağına ilişkin açılan davada Sahil Güvenlik Komutanı Hakan Üstem’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Marmaris'teki Okluk Koyu'na gelip gelmeyeceğini Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala'dan öğrendiği iddia edildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 Temmuz darbe girişiminin Sahil Güvenlik Komutanlığı ayağına ilişkin dava açtı. Arasında dönemin Sahil Güvenlik Komutanı Hakan Üstem'in de bulunduğu 29 kişi hakkında 3'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen iddianamede, darbe girişiminin lider kadrosunda yer aldığı belirtilen Üstem'in "Yaralı parmağı ameliyat etmek yerine kesilmesi gerekir" dediği aktarıldı. İddianamede, 15 Temmuz günü sürekli olarak Cumhurbaşkanı'nın Marmaris'teki Okluk Koyu'na gelip gelmediğini öğrenmeye çalışan Üstem'in Cumhurbaşkanı'nın Okluk'ta tatil yapacağı bilgisini de önceden dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala'dan öğrendiği belirtildi.

Cumhuriyet'ten Alican Uludağ'ın haberine göre, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen iddianamede, Deniz Kuvvetleri iddianamesinde şüpheli Tuğamiral Hasan Kulaç'ın, 15 Temmuz'dan bir gün önce Sahil Güvenlik Komutanlığı'nda Üstem'i telaşlı bir şekilde ziyarete geldiği, ziyaretten 15 dakika önce kesilen elektriklerin Kulaç'ın ayrıldıktan yarım saat sonra geldiği kaydedildi. Üstem'in kriptolu telefon ile görüşme yaptığı, o sırada Süleyman Yarayan ve Güray Demir'in komutanlığa girip çıktıkları belirtilen iddianamede, 15 Temmuz tarihinde öğle saatlerinde Marmaris Bot Komutanlığı ile görüşen Üstem, Okluk Koyu'ndaki gelişmeleri, alınan önlemleri, Cumhurbaşkanı'nın orada olup olmadığını, gelip gelmediğini, Köşkte olup olmadığını, gelip gelmeyeceğini, Köşkte değilse nerede kaldığını, hangi otelde kaldığını sordu. Üstem, bir hafta boyunca günlük birden fazla arama yaptı.

'BUNLARI AÇIKLAYINCA HALK BİZİ DESTEKLEYECEK'

'Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) darbe girişimine ilişkin soruşturma kapsamında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında gözaltı kararı verildiği belirtilen Cumhurbaşkanı Başyaveri Albay Ali Yazıcı (sol 2)

İddianamede, Üstem'in darbe gecesi Trabzon Sahil Güvenlik Bot Komutanı Sinan Mamak ile yaptığı görüşmede "Güzel şeyler olacak, bazıları bavulunu toplayıp kaçmaya başladı bile" dediği, darbeciler tarafından Sahil Güvenlik Komutanlığı İstihbarat Başkanı olarak atanan İsa Aydın'ı arayarak, "TSK yönetime el koydu derhal karargâha gel" dediği belirtildi. Saat: 22.35 sıralarında sivil kıyafetle Sahil Güvenlik Komutanlığı'na gelen Üstem'in, görüştüğü şüpheli Süleyman Yarayan'a "Yaralı parmağı ameliyat etmek yerine kesilmesi gerekir", "200 milyar dolar parası var, oyları satın alarak…" dedi.
Üstem, protokol girişindeki nöbetçi amirine ve nöbet subayına "Bu gecikmiş bir ameliyattı, bunu yapmak zorundaydık, bu adamın 200 milyar dolar parası var, gizli anlaşmalar yapıyor, bunları açıklayınca halk bizi destekleyecek, yüzde 35 oy alıyor; yüzde 49 gibi gösteriyor, dışarıdaki kuru kalabalık sabaha dağılır, yarına her şey kontrol altına alınır" ifadelerini kullandı.
Sputnik

40 Türk subayı Almanya'dan sığınma istedi
28-01-2017

Alman medyası NATO üslerinde görev yapan yaklaşık 40 Türk askeri personelinin Almanya’ya iltica başvurusunda bulunduğunu duyurdu. 40 Türk subayı Almanya'dan sığınma istedi

Alman medyasında yer alan haberlere göre, NATO üslerinde görev yapan yaklaşık 40 Türk askeri personeli Almanya'ya iltica başvurusunda bulundu. Haftalık Spiegel dergisi ve ARD televizyonunda yayınlanan Report Mainz adlı programlarda yer alan haberde, bu kişilerin çoğunun yüksek rütbeli subaylar olduğu belirtildi. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF) ve Almanya İçişleri Bakanlığı'nın bu askerlerin başvurularına ilişkin normal prosedürü uyguladığı aktarıldı.
DW Türkçe'nin aktardığına göre Spiegel'e açıklama yapan Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partili Stephan Mayer "Hiç kuşkusuz, bu askerleri Türkiye'ye geri gönderemeyiz” dedi. Mayer, bu askerlerin Türkiye'de 'derhal cezaevine konacağını' da sözlerine ekledi.
Alman Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen ise 'sığınma başvurusuna ilişkin süreç tamamen hukukidir, siyasi düşüncelerin etkisi olamaz ve olmayacaktır' diye konuştu.
Öte yandan Spiegel ve Report Mainz'e konuşan iki Türk subayı neden sığınma başvurusunda bulunduklarına dair ilk kez açıklamalarda bulundu.
Uzun süredir Almanya'da görev yapan subaylardan biri, darbe girişimini 15 Temmuz akşamı evinde izlediğini, olaydan birkaç hafta sonra da görevden uzaklaştırıldığını belirtti. Kendisine neden görevden uzaklaştırıldığına dair bilgi verilmediğini dile getirdi.
İki subay da, darbe girişimi ile alakaları olmadığını savundu. Buna rağmen Türkiye'ye dönerlerse tutuklanma ve hatta işkence görme riskiyle karşı karşıya olduklarını söyledi.
Alman SWR yayın kuruluşu, Rheinland-Pfalz eyaletinin Kaiserslautern kenti yakınlarındaki Ramstein kasabasında bulunan NATO Üssü'nde görevli Türk askerleri, Almanya'ya iltica başvurusunda bulunduğunu aktarmıştı. Kaç askerin iltica başvurusunda bulunduğu konusunda ise 'verilerin korunması zorunluluğu' nedeniyle bilgi verilmediği belirtilmişti.

'Darbe raporunun içinde darbe girişimi olmayacak'
05.01.2017



Milliyet yazarı Mehmet Tezkan, Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nun hazırlayacağı raporla ilgili olarak "Şurası şimdiden belli. Darbe raporunun içinde darbe girişimi olmayacak. Darbe gecesi yaşananlar yer almayacak. Darbecilerin darbeye neden kalkıştıkları yazılmayacak. Darbecilerin darbeyi nasıl yaptıkları anlatılmayacak" dedi.

Mehmet Tezkan'ın 'Darbesiz darbe raporu' başlığıyla yayınlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Darbeyi araştırma komisyonu çalışmasını tamamlamış.

Sıra rapor yazmaya gelmiş.

Şurası şimdiden belli.

- Darbe raporunun içinde darbe girişimi olmayacak.

- Darbe gecesi yaşananlar yer almayacak.

- Darbecilerin darbeye neden kalkıştıkları yazılmayacak.

- Darbecilerin darbeyi nasıl yaptıkları anlatılmayacak.

Niye mi?

'CEZAEVİNE GİDİP GENERALLERLE KONUŞMA GEREĞİ DUYMADI'

Darbe komisyonu herkesle görüştü ama darbe yapmaya kalkışanlarla görüşmedi.
Cezaevine gidip darbeye kalkışan 160 generalle konuşma gereği duymadı.

Tek bir soru sormadı.

Darbe komisyonu herkesle görüştü ama darbecilerin derdest edip götürdüğü Genelkurmay Başkanı'yla görüşmedi.. Kara Kuvvetleri Komutanı'nı dinlemedi.

Karanlıkta kalan soru işaretleriyle dolu 5.5 saatin peşine düşmedi.

***
Genelkurmay Başkanı'na o gece yazılı soruldu.. Ama mesele aydınlığa kavuşsun diye sorulmadı.

Sorduk mu sorduk demek için soruldu.

Darbe gecesinin en önemli tanıklarından MİT Müsteşarı'nın da kapısını çalmadılar.

Bu sebeple.

Darbe ihbarının geldiği saatle tankların çıktığı saate kadar neler yaşandığı raporda olmayacak.

'YAN YOLLARA SAPTI'

Darbe komisyonu üç ay boşunca darbenin etrafından dolaştı durdu.. Darbe girişiminin nasıl yapıldığını, kimlerin rol aldığını, kimlerin tuzağa düştüğünü ortaya çıkarmamak için üstün gayret gösterdi.

Yan yollara saptı.

FETÖ darbesinden çok, Fethullahçıların devlete nasıl yerleştiğiyle ilgilendi.

15 Temmuz'u merak etmedi.

15 Temmuz'dan önce yaşananlarla yetindi.

***
Merakla bekliyoruz, bakalım darbe girişimini nasıl anlatacaklar."
Sputnik

Darbe girişimine ilişkin davada eski tümgeneralden savunma
03 Şubat 2017



FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in bir numaralı sanık olduğu, 270 kişi hakkında açılan davanın görülmesine devam edildi.

FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in bir numaralı sanık olduğu, 270 kişi hakkında açılan davanın görülmesine devam edildi.

Kimlik kontrolünün ardından Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEBGİS) ile kayda alınan duruşmada savunma yapan tutuklu sanıklardan eski NATO Kara Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Salih Sevil, soruşturma aşamasında emniyet ve cumhuriyet savcılığında verdiği ifadelere katıldığını, darbe girişimi planlamasında yer almadığını, darbeci ya da FETÖ ile herhangi bir bağlantısının olmadığını savundu.

Sanık Sevil, görev yaptığı NATO Kara Komutanlığının Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) bağlı olmadığını, sadece sicil bakımından Genelkurmay 2. Başkanı'na bağlı bulunduğunu belirterek, hayatının hiçbir safhasında FETÖ ile bağlantısının olmadığını öne sürdü.

Sevil, "Geçmişte emekli Albay Dursun Çiçek'in hazırladığı 'Fetullah Gülen'i bitirme planı' toplantısına Erzincan'da, Doğubayazıt 1. Mekanize Tugay Komutanı olarak katıldım. Ergenekon kumpası çökmeseydi, ben de yargılanacaktım. O zaman bu toplantılara kimlerin katıldığına ilişkin, kendimin de içinde bulunduğum şüpheli listesini savcılığa gönderdim. 5 yıl önce FETÖ'yü bitirmek için Ergenekoncu olarak suçlanan ben, ismimin karşısında 'Devam' yazdığı için FETÖ'cü olarak 8 aydır tutukluyum, hücrede bulunuyorum. Karşınızda olmak ne yaman çelişki." ifadelerini kullandı.

FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Bodrum'da tatilde olduğunu, Amerikalı NATO Kara Komutanı'na bilgi vermek ve rapor hazırlamak için İzmir'e geldiğini anlatan Sevil, "Emir aldığım komutanlarım yabancı, emir verdiğim personel yabancı, emrimde birliğim yok. 2012'den beri de tabancam Kara Kuvvetleri Komutanlığında emanette duruyor. Darbe girişiminde olmam madden imkansız." şeklinde konuştu.

"Başarılı bir asker olduğumdan herkes benimle çalışmak ister"

Sanık Sevil, "Olay gecesi Genelkurmay Başkanlığı Karargahından askeri birliklere gönderilen 'Sıkıyönetim Direktifi' ve ekindeki atama listesinde isminin karşısında görev yeri ve 'Devam' yazdığı, darbeye teşebbüs neticesinde gelmiş olduğu birliğindeki aktivitesine göre terör örgütü FETÖ/PDY üyeleri tarafından kendisi hakkında değerlendirmenin ileride yapılacağı" suçlamasına ilişkin ise "Bana yüklenen altı suçlamanın sadece birisi somuttur. O da darbecilerin hazırladığı listede ismimin karşısına 'Devam' yazılmasıdır. Benim için fiili bir eylem yazılmamış. Birileri iradem dışında 'Devam' yazmış. İsmim rızam dışında yazılmış. Örgünün böyle bir iradesi olsa bile bu beni ilgilendirmez. Bunu örgüte sormanız gerekiyor. Başarılı bir asker olduğumdan herkes benimle çalışmak ister. Bunda benim suçum yok." beyanında bulundu.

Sıkıyönetim listesi

Sözde "Sıkıyönetim Listesi"nin fertleri iyi tanımayan, işin ehli olmayanlarca masa başında boş kadroları doldurmak için hazırlandığına dikkati çeken Sevil, "Örneğin, 65 yaşını dolduran (eski) Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi'nin, yaş haddinden emekli olacağını bilmeden karşısına 'Devam', 3. Ordu Komutanı'nın karşısına da 'Devam' yazılıyordu. Balyoz Davası aşamasında hapis yatan Tunceli'deki 4. Komando Tugay Komutanı, aynı zamanda sıkıyönetim komutanı olarak listeye yazılmış. Benim gibi NATO'da görevli 7 generalin de karşısına 'Devam' yazılmış. Listede 'Devam' yazan 31 general ile amiral halen aktif görevde. Orgeneral kadrolarına tuğgeneralleri atamışlar. ​Eğer isimlerinin karşısına 'Devam' yazan komutanlar örgütün adamı olsa TSK'nın ayağa kalkması lazımdı." şeklinde konuştu.

"Listedekilerin gözaltına alınması doğru bir hareketti"

Sanık Sevil, Meclis'e bomba atacak kadar ruhunu kiraya vermiş insanların en ağır şekilde cezalandırılmasını istedi.
Sevil, şunları dile getirdi:

"Askerlik hayatımda bir kez dahi ikaz almadım. Darbe girişiminin ardından gözaltına alındıktan sonra devlet baskına uğramıştı, listede olanların gözaltına alınması doğru bir hareketti ancak 'sap ile saman hemen ayrılır ve ben de cezaevinden hemen çıkarız' diye düşündüm. 8 aydır tutukluyum, tahliyemi istiyorum. Devlete kızmıyorum, isyan etmiyorum, beni hapsetti ama suçum yok. Devlet bu, yapar ancak FETÖ'cü olmayacağım, devlet başımın üstünde.

FETÖ'cü olmak, vebalı olmaktan daha kötü bir şey. Ben terörist olmayacağım."

Türkiye'de görev yapan 7 NATO komutanının sözde "Sıkıyönetim Listesi"ndeki isimlerinin karşısında "Devam" yazmasına rağmen sadece kendisinin tutuklandığını, bunun sebebini ise NATO Kara Komutanlığı Karargahının İzmir'de oluşuna bağlayan Sevil, "5 yıl önce FETÖ'yü bitirmeye çalışan Ergenekoncu olmadığım gibi bugün de ismimin karşısına 'Devam' yazdığı için FETÖ'cü değilim." dedi.

Hukukihaber

Aralarında Şahin Alpay ve Hilmi Yavuz'un da bulunduğu 54 gazeteci ve yazarın mal varlığına el kondu!
22 Aralık 2016



"Terör örgütü üyesi olmalarının verdiği avantajla malvarlığı elde ettikleri..."

İstanbul 11.Sulh Ceza Hâkimliği, 'FETÖ' soruşturmasında çoğu tutuklu durumda olan 54 gazeteci ve yazarın tüm mallarına el konulmasına karar verdi.

Ocak Medya'da yer alan habere göre, kararın gerekçesinde şunlar yazıyor:

“FETÖ/PYD silâhlı terör örgütüne üye olmak suçundan yürütülen soruşturma kapsamında, şüphelilerin üzerlerine atılı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri, şüphelilerin terör örgütüne finansman desteği sağladıkları yahut terör örgütü üyesi olmalarının verdiği avantajla malvarlığı elde ettikleri, elde ettikleri mal varlığını terör örgütünün emrine sundukları yönünde yeterli kuvvetli şüphe bulunduğu, bir kısım şüphelilerin mal kaçırmaya çalıştıkları dikkate alınarak talebin kabulü…”

Mal varlıklarına el konulanlar arasında Şahin Alpay, Nuriye Ural (Akman), Mümtaz'er Türköne, Lale Sarıibrahimoğlu ve Hilmi Yavuz da var.
T24

Mehmet Dişli’nin 1 doları iddianamede
5 Mart 2017



15 Temmuz akşamı Genelkurmay Başkanlığı'nda yaşananlarla ilgili iddianamede şüphelilerden Mehmet Dişli’nin odasında F seri numaralı 1 dolar bulunduğu kaydedildi. Dişli’nin Hulusi Akar’a, 'Bu böyle olmazdı, böyle gitmezdi, bu şekilde olmamalıydı' dediği aktarıldı
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe girişiminde Genelkurmay Başkanlığı’nda yaşananlarla ilgili olarak 26’sı general 221 şüpheli hakkında hazırlanan "Çatı iddianame" tamamlandı. Fetullah Gülen’in bir numaralı şüpheli olarak yer aldığı 2 bin 581 sayfalık iddianamede, olay gecesi öldürülen Semih Terzi dışındaki 37 Yurtta Sulh Konseyi üyesi ile örgüt lideri Gülen hakkında, 2 bin 988 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.
İddianamede 38 kişilik Yurtta Sulh Konseyi üyeleri arasında, Mehmet Dişli de gösterildi. Dişli'nin Genelkurmay Başkanlığı Strateji Dönüşüm Başkanlığı makam odasında yapılan aramada; ABD dolarlarının içinde F seri numaralı 1 dolar bulunduğu kaydedildi. Aynı zamanda AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin kardeşi de olan Mehmet Dişli ile ilgili olarak iddianamedeki diğer şüpheli olan Serdar Tekin’in ifadelerine de yer verildi.
BU ŞEKİLDE OLMAMALIYDI

Serdar Tekin verdiği ifadede, “15 Temmuz’da MİT Müsteşarı gittikten 5 dakika sonra Levent Türkkan’ın kendisini çağırdığını, Genelkurmay Başkanı’nın özel misafirinin geleceğini katta kimsenin olmamasını söylediğini, kendisinin de komuta katında bekleyen 1-2 askeri personeli gönderdiğini, birkaç dakika sonra Mehmet Dişli’nin tek başına geldiğini ve Levent Türkkan ile 1-2 dakika konuştuklarını, daha sonra Mehmet Dişli’nin Genelkurmay Başkanı’nın bulunduğu odaya girdiğini, Levent Türkkan’ın kendisini de yanına alarak Genelkurmay Başkanı’nın odasına birlikte girdiklerini, Mehmet Dişli’nin Genelkurmay Başkanı’na 'Bu böyle olmazdı, böyle gitmezdi, bu şekilde olmalıydı' diyerek sunumunu devam ettirdiğini, Mehmet Dişli’nin TRT Haber’de bildirinin yayınlanacağını Genelkurmay Başkanı’na söylediğini, uçak seslerinin gelmeye başladığını, Genelkurmay Başkanı’nın Mehmet Dişli’ye 'Bunlar ne?' diye sorduğunu, onun da geçiştirir şekilde 'Keşif, devriye amaçlı uçuşlar' dediğini, Genelkurmay Başkanı’nın Mehmet Dişli’ye 'Bu yaptığınız doğru değil' dediğini, Mehmet Dişli’nin Özel Kuvvetlerin birazdan hazır olacağını belirterek 'Sizi Özel Kuvvetler Akıncı’ya götürecek' dediğini" aktardı.

MAKAM ODASINDAN F SERİLİ 1 DOLAR ÇIKTI
Diğer yandan, Dişli’nin Genelkurmay Başkanlığı Strateji Dönüşüm Başkanlığı makam odasında 22 Temmuz 2016 tarihinde yapılan aramada; çeşitli belgeler, dijital materyaller, bir miktar para, ziynet eşyası ve ABD dolarları içinde F seri numaralı 1 ABD doları bulundu.
?BALYOZ MAĞDURU ÖNSEL'İN KİTABINDAN ALINTI
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, FETÖ’nün askeri okullarda kendisinden olmayan ya da örgütten ayrılan öğrenciler için oluşturduğu "Şok Mangaları"yla ilgili bilgilere de yer verildi. İddianamenin bu bölümünde Balyoz davasından yargılanıp beraat eden emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel’in yazdığı "Ağacın Kurdu" isimli kitaptan alıntılar yapıldı.
ULUSAL KANAL RÖPORTAJI VE GÜLEN BELGESELİ DELİL

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamenin "FETÖ ile uluslararası teşkilat, yabancı devlet ve istihbarat servisleri ilişkisi" başlıklı bölümünde bazı delillere de yer verildi. Buna göre; ABD’de gazeteci, araştırmacı yazar William Engdahl’ın Ulusal Kanal ile yaptığı röportaj ve Yönetmen Serkan Koç tarafından Fetullah Gülen’in hayatını anlatan "Bir Gladyo Projesi The Gulen" belgeseli de deliller arasında yer aldı.
Olcay Kabaktepe/Aydınlık

Şehit pilotlar için flaş iddia
11.03.2017

Malatya’da, iki yıl önce 2 RF-4E keşif uçağının dağa çarptığı olayda 4 pilotumuz şehit olmuştu. Şehit pilot Onur Özkaya'nın ailesi uçakların bilinçli olarak, pilotların uyarısına rağmen dağ hizasında alçaltıldığı iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.

Malatya’da konuşlu 7’nci Ana Jet Üssü’nden planlı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Mar 14, 2017 10:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Şub 05, 2017 9:18 pm    Mesaj konusu: IŞIK KOŞANER'in DARBE Açıklaması Alıntıyla Cevap Gönder

FETÖ soruşturmasında tutuklanan general hayatını kaybetti
06 Kasım 2017



15 Temmuz darbe girişimine karıştığı iddiasıyla gözaltına alınan ve sonrasında sevk edildiği mahkemece tutuklanan eski Manisa Tugay Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ekrem Arslan, hayatını kaybetti. 259 gün tutuklu kaldıktan sonra rahatsızlanan ve ardından Ankara Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesi'ne kaldırılan Arslan, Ankara'da öğle namazı sonrasında toprağa verilecek.

Hürriyet

Hava Harp Okulu öğrencilerine tahliye
17 Mar, 2017



Mahkeme, toplam 75 sanıklı “15 Temmuz darbe girişimi” davasında 69 Hava Harp Okulu öğrencisinin tahliyesini kararlaştırdı.

Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin aralarında Hava Harp Okulu öğrencilerinin de bulunduğu 75 sanıklı davada, 69 Hava Harp Okulu öğrencisinin tahliyesine karar verildi. Mahkeme, 3 komutanın ise tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri’de 5 celsesi görülen duruşmada, 72’si tutuklu toplam 75 sanık hazır bulundu. Duruşmaya sanıkların aileleri de izleyici olarak katıldı. Dünkü duruşmada akşam saatlerine kadar tüm sanıkların savunmaları tamamlandı.

SAVCI TUTUKLULUKLARININ DEVAMINI İSTEMİŞTİ

Daha sonra esas hakkındaki görüşünü açıklayan savcı, delillerin henüz toplanmamış olması, sanıkların kaçma şüphelerinin bulunması nedeniyle tüm sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesini istemişti. Savcı, duruşmalarda savunma yapan tüm sanıkların benzer mahiyette ifade vermelerinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, bunun, örgütsel birliktelikle hareket ettiklerinin göstergesi olduğunu söylemişti.

HAKİM UYARDI

Savcının mütalaası üzerine sabah saatlerinde başlayan duruşmada, sanık avukatlarının talepleri alındı. Taleplerin tamamlanmasının ardından mahkeme heyeti ara kararını açıkladı. Mahkeme Başkanı Hulusi Pur, kararını açıklamadan önce, karar açıklandıktan sonra da 5 günlük sükûnetin aynı şekilde sürdürülmesini, alkışlayan ve ıslık çalanlar hakkında işlem yapılacağı uyarısında bulundu.

69 SANIĞA TAHLİYE VE YURTDIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI

Heyet, Hava Harp Okulu öğrencisi 69 sanığın tahliyesine hükmetti. Tahliye edilen sanıklar hakkında yurtdışına çıkış yasağı ve bulundukları yere en yakın karakola ayda bir imza atma yönünde adli kontrol tedbiri de koydu.

3 KOMUTANIN TUTUKLULUKLARINA DEVAM

Heyet, tutuklu sanıklar Yüzbaşı Mesut Metin Kazancı, Teğmen Harun Ay ve Teğmen Burhanettin Kazancı’nın suçun vasıf ve mahiyetine, delil durumuna, öngörülen cezaların alt ve üst sınırına, tutuklu kaldıkları süre ve kaçma ihtimallerini dikkate alarak tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

DURUŞMA 18 MAYIS’A ERTELENDİ

Tüm sanıkların Bylock kullanıp kullanmadıklarının sorulması için emniyete yazı yazılmasına karar verdi. Heyet, duruşmayı 18 Mayıs tarihine bıraktı. Dava, Çağlayan’daki İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda devam edecek.
İlk Kurşun

Arslan BULUT: "Evet" denilirse AKP ne yapacak?
27.02.2017

AKP iktidarı, Türkiye'yi "yeni bir rejim"e sürüklemek cüretini nereden buldu!"Cüretini" diyorum, bunun bir cüret olduğunu kendileri de hazırladıkları tanıtım filminde "Geleceğe cüret et" sloganıyla ifade ediyor.AKP'nin Türkiye'ye nasıl bir gelecek hazırladığı, bugüne kadar yaptıklarından bellidir. Bir taraftan, Türklerin elinde hiçbir ekonomik değer kalmasın diye "varlık fonu" adı altında "ipotek fonu" kurarken, diğer taraftan daha vahim bir hazırlık yapıyorlar!

***
Bunun delili de var! Anayasa değişikliklerini yazanlardan biri olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Balçiçek İlter'e bu reform sürecinin daha yeni başladığını belirterek "Kürt politikası, Türkiye'nin yeni siyasal sistem ihtiyacı içerisinde bir yere sahiptir ve 'yeni anayasal sistemin bir boyutudur.' Türkiye'ye özgü 'başkanlık modeli', üniter yapı içerisinde 'adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği' bir esasa dayandığından 'Kürtlerin yaşadığı bölgeler' de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü 'yerel-bütünleştirici merkez yapısı'nı kurmak hedeftir. 'Dışlayıcı ve baskıcı Türk milleti'nden 'kapsayıcı ve özgürleştirici Türkiye milleti'ne geçiş sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği bir siyasal realite söz konusudur." dedi. Buradan anlaşılan şudur:-Reform sürecinin ilk adımı olan Anayasa değişikliğinin nihai hedefi, Kürtlere özerklik tanımak, Türk Milleti'ni ortadan kaldırmak, yerine Türkiye Milleti kabulü getirmektir! Peki, bu cüreti nereden buldular?Bu cüreti, 15 Temmuz ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni tamamen kendi kontrollerine aldıklarına inanmalarından buldular! Daha önce de kozmik odaya girerek, milletin direnç mekanizmasını çökerttiklerine inanıyorlar! Milletin direnç kaynağının, damarlarındaki kan olduğunu unuttular!

***
O halde, herkesin cevaplandırması gereken soru şudur:-Kemal Kılıçdaroğlu'nun da "kontrollü darbe girişimi" dediği 15 Temmuz darbe girişimini kontrol eden, yönlendiren ve oluşturulan siyasi iklimden, "Türk Milleti'ni tarihten silme projesi"ni çıkaran asıl güç odağı neresidir?Bir darbe hazırlığı vardı, devletin de bundan haberi vardı. Ancak engellemek yerine yol verdiler ki hem gerekli tasfiyeler yapılabilsin hem de rejim değişikliği için gereken ortam sağlanabilsin. "Bu kadar kesin bir hüküm nasıl verilebilir?" derseniz hükmü veren ben değilim, devlettir! Açıklayacağım!

***

21 Mayıs 2015 tarihli yazımın başlığı "Cemaat darbe yapabilir mi?" şeklindeydi. Yarbay Mustafa Dönmez, Yavuz Selim Demirağ'ın programında darbe hazırlığını açıklamıştı. Demirağ, o dönemde yazdığı İmamların Öcü kitabında, MİT Müsteşarının, TSK'da bulunan iki bin cemaatçinin listesini Tayyip Erdoğan'a verdiğini onun da gereği için Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e ilettiğini açıklamıştı. Yine gazeteci Fuat Uğur, üç ay öncesinden 2 Nisan ve 21 Nisan 2016 tarihli yazılarında darbenin nasıl kışkırtıldığını şöyle duyurmuştu:"Cemaat'in 'hususileri' darbe için Ankara'da toplandı.. Hususilerin görevi subaylar arasındaki bağlantıyı sağlamak, zincirin halkalarını bir araya getirmekmiş..
TSK içindeki kripto askerler artık darbe macerasına atılmak, kendilerini ateşe atmak istemiyor.Bu yüzden 'Sizi deşifre ederiz, hayatınız kayar' diye tehdit ediliyorlar.
Uyarmak gerekir ki, Devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK'larıyla bir bütün olarak devlet 'suç' işlemelerini bekliyor.

"***
Darbeyi beklediler ama bu kadar büyük bir katılım olabileceğini düşünmüyorlardı!
Peki bu veriler dışında darbenin nasıl ve kimler tarafından yapılacağını devletin bildiğine dair bir delil, resmi bir belge var mıdır?
Vardır. Hem da fazlasıyla!Yarın açıklayacağım...
Kaynak: Yeni Çağ

Ahmet Zeki Üçok: Komuta kademesi orada durduğu sürece darbe aydınlatılamayacak
23.02.2017



Eski Hava Kuvvetleri Komutanlığı Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok, FETÖ davalarında sanıkların mahkemede verdikleri, "Bilmiyorduk, emir aldık" ifadelerini 'savunma mekanizması' olarak nitelendirdi. Üçok, haberli ya da habersiz her ne şekilde ne olursa olsun cumhurbaşkanını teslim almaya gitmenin suç olduğunu söyledi.

FETÖ yargılamalarındaki sanık ifadeleri gündemi belirlemeyi sürdürüyor. 'Cumhurbaşkanı’na suikast' davası sanıkları darbeden ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı almaya gittiklerinden haberdar olduklarını kabul etmeye başlarken, 'Halisdemir davası' olarak bilinen 'Özel Kuvvetler Davası'ndaki ifadeler kafaları karıştırmaya devam ediyor.
Dava, kilit isimlerin ifadelerini almak için 20 Şubat tarihine ertelendi. RS FM’de Yavuz Oğhan'ın hazırlayıp sunduğu 'Bidebunudinle' programında konuşan Ahmet Zeki Üçok, FETÖ davalarında neler olduğunu değerlendirdi. Üçok, sanıkların mahkemede verdikleri "Bilmiyorduk, emir aldık" ifadelerini 'savunma mekanizması' olarak nitelendirdi.

​Üçok, "İzmir’de çeşitli şehirlerden gelen farklı birliklerden askerler var. Farklı güvenlik konseptleri için eğitilmiş özel kuvvetler toplanıyor ve hiçbiri birbirine ‘nereye gidiyoruz, görevimiz nedir’ diye sormuyor. Bu durum en azından hayatın olağan akışıyla ters düşüyor. Kaldı ki harekata çıkmadan önce bütün birimlerimiz ayrıntılı brifing verirler. Bunun da kime karşı, nerede ve hangi zamanda yapılacağı ayrıntılarıyla hesaplanır. Yoksa ‘bizim haberimiz yoktu, indik öğrendik’ gibi ifadelerin hepsi mahkeme heyeti karşısında kendilerini savunmak anlamında ileri sürmüş oldukları gerçeğe aykırı beyanlardır" diye konuştu.

'HABERLİ YA DA HABERSİZ TÜM DARBELER SUÇTUR'

Perşembe günkü davada önemli bir iddia daha dile getirildi. Bir yüzbaşının mahkemede verdiği, “Genelkurmay Başkanlığı'nın talimatıyla bir darbe girişimi olduğunu anladım ve Cumhurbaşkanını almaya gittim” ifadesi davanın en önemli ifadelerinden biriydi. Üçok, ifadeyi bir askeri hakim gözüyle değerlendirdi:
“Sanki Genelkurmay Başkanlığı'nın emir komutasında darbe yapılırsa yasal, Genelkurmay Başkanlığı emir komuta zinciri içerisinde yapılmazsa gayrı yasalmış gibi bir savunma var burada dikkat ederseniz. Darbe bir suç. Bunu nasıl yaparsanız yapın suçtur. O yüzden bu savunma mekanizması baştan yanlış kurgulanmış. Ben avukatlarının yerinde olsam böyle bir savunma yaptırmazdım. Genelkurmay Başkanı'ndan haberli habersiz ne şekilde olursa olsun, Cumhurbaşkanını öldürmeye ya da teslim almaya gitmek suçtur."

'BU ÖRGÜTSEL BİR FAALİYET'

Sanıkların neredeyse tümü FETÖ üyesi olduğunu reddederken, Üçok bunu şu sözlerle değerlendirdi:
"Burada sadece cumhurbaşkanına yöneltilmiş bir tehlike yok. İstanbul’a bakıyorsunuz bütün birlikler çıkıyor, hava kuvvetlerine bakıyorsunuz uçaklar havalanıyor, memleketimizdeki kahraman evlatlarımızı yetiştiği özel kuvvetleri, Meclis'i bombalıyor. Şimdi bütün bunları bir araya getirip ondan sonra ‘bizim haberimiz yoktu, biz görev yapmaya gidiyorduk’ ifadelerini ben savunma mekanizması olarak bile değerlendirmiyorum. Bu örgütsel bir faaliyet. Fethullahçı terör örgütünün organize ettiği, altı-yedi ayda hazırlayıp yürürlüğe koyduğu darbe planının ana unsurlarının hepsini, FETÖ mensubu subay, astsubay ve uzman çavuşlar oluşturdu. Harp Okulu, askeri lise öğrencileri oluşturdular."

'ÖĞRENCİLERİN TAMAMININ FETÖ İLE İLİŞKİSİ VAR'

Erdoğan'ın başyaveri Yazıcı emrindeki askerleri 'Bu bir tatbikat' diye kandırmış
Öğrencilerin durumu da önemli tartışmalardan biriydi. Öğrenciler 'tatbikat için' getirildiklerini iddia ederken, Üçok, darbe girişimi sırasında çeşitli illerden getirilen öğrencilerin durumuyla ilgili şunları söyledi:
"Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın yürütmüş olduğu bir soruşturma var. Bu soruşturmanın temel amacı, askeri okullara giriş sınavlarıyla ilgili soruşturma. Bununla ilgili soruşturma da bir bilirkişi tayin edildi. Eğitimbilimci bir profesör, aynı zamanda istatistik uzmanı olan bu arkadaşımız, 2006 ila 2015 yılları arasındaki askeri okullara giriş sınavlarını incelemek. Sadece Harp Okulu, Askeri Lise değil hepsini inceledi. 2006 ila 2010 yılları arasında yüzde 80 FETÖ mensubu öğrencilerin askeri okullara girdiğini, 2010 ila 2015 yılları arasında ise yüzde 100’ünün girdiğini tespit etti. Şimdi bu harp okullarına, liselere, astsubay okullarına son 10 yılda girenlerin neredeyse yüzde 95’i FETÖ mensubu. Soruları almış, mülakatlarda kollanmış, sağlık kontrolünde Fethullahçı doktorlar tarafından geçirilmiş. Zaten karşımızdaki öğrenciler bilirkişi raporuna göre Fethullahçı Terör Örgütü mensubu. Şimdi bunlar, ‘biz FETÖ mensubu değiliz’ diyorlar. ‘Emir verildi gittik’ diyorlar. Ben Harp Okulu ve askeri lise mezunuyum, birileri beni Yalova’dan alıp İstanbul’daki Çamlıca gişelerinin önüne getirip, ‘burada biz tatbikat yapacağız’ dediği zaman ben inanmam. Hiçbir Harp Okulu öğrencisi de inanmaz. Ayrıca hepsinin elinde telefon, haber alabilecekleri olanaklar var. Bir Harp Okulu öğrencisi asla Yalova’dan kaldırılıp Çamlıca gişeleri önünde tatbikat yaptırılmayacağını bilecek kadar sınav ve zeka aşamalarından geçmiştir. O yüzden ben bunu inandırıcı görmüyorum."

'FETÖ'NÜN TACİZLERİNE UĞRAYARAK OKULDAN ATILAN 8 BİN ÖĞRENCİ VAR'

Üçok, dikkat çektiği bilirkişi raporunda belirtilen yüzde yüzlük oran kadar önemli bir ayrıntıyı daha dile getirdi: “Yüzde yüz oranının yanı sıra yüzde 80 oranında öğrenci giriyor ama geriye kalan yüzde 20, okullardaki aşamalarda eleniyor. 2006’dan 2015 yılına kadar yaklaşık 8 bin öğrenci atıldı. O atılanlar işte yüzde yirmi olan çocuklar. Dolayısıyla benim şahsi kanaatim, 2006 ila 2015 yılları arasında teğmen, subay olmuş bütün öğrencilerin FETÖ’nün şu veya bu şekilde desteğini almış, onunla irtibatlı olarak okullara girip subay veya astsubay olmuştur. Ama bu çocuklara bir fırsat tanındı, muadili olan okullara geçirdiler. FETÖ mensuplarının tacizlerine, şok mangalarına uğrayarak atılan yaklaşık 8 bin öğrenci var. Bu arkadaşlarımız okuldan atıldılar, hiçbir okula kabul edilmediler. Bu çocukların babaları çocuklarının tazminatını ödediler. KHK ile okullardan atılanlar tazminat ödemedi. Bence bu ekibin ‘haksızlığa uğradık’ diye konuşmadan önce kendilerinden önce atılanlara bakmaları lazım."

'KOMUTA KADEMESİ GÖREVDEN ALINMALI'

FETÖ’nün darbe girişimi davası sürerken, kim darbeci kim değil tartışmaları da devam ediyor. Bu tartışmanın en önemli iddiası geçtiğimiz günlerde Üçok tarafından yapılmıştı. Üçok, "Eğer darbe başarılı olsaydı Genelkurmay Başkanı da darbecilerin yanında yer alacaktı" iddiası nedeniyle tepki çekmiş, hakkında yapılan suç duyurusuyla yargılanmasına karar verilmişti. Üçok daha önce RS FM’de dile getirdiği bilgiyi yineledi:

"Sizinle yaptığımız bir programda da bunu dile getirmiştim. Savcı arkadaşlarımız, Akıncı Hava Üssü’ne yani darbe girişiminin ana karargahına gittiğinde Genelkurmay Başkanı'nın konuşma yapacağı masanın hazır olduğunu, kameraların kurulduğunu, masanın arkasında Genelkurmay ve Türk bayraklarının bulunduğunu görmüşler. Darbenin başarılı olması halinde Genelkurmay Başkanı’na okutturulacağını düşündüler. Ben de hala aynı düşünce ve karardayım. Bu darbede eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan ele geçirilseydi ya da öldürülseydi, Genelkurmay Başkanı ya da kuvvet komutanları için şu veya bu nedenle hazırlıklar yapılmıştı."

'ARKADAŞ, HİÇ Mİ SENİN SUÇUN YOK?'

İddiasının yakın zamanda ortaya çıkacağından emin olan Üçok, şöyle devam etti:

“Bunu söylemek suçsa ben bunu yine tekrarlıyorum. Yapılacak davalarda ortaya çıkacağından da eminim. TSK’nın komutanısınız, hava, kara, deniz ve jandarmanın komutanısınız. Sizin emrinizdeki insanlar çıkıyor 250 insanımızı şehit ediyor, binlerce insanımızı yaralıyorlar, meclisi bombalıyorlar. Yani arkadaş, hiç mi senin suçun yok? Bu darbe girişimini Japon silahlı kuvvetleri yaptı. Bari gazi unvanı da verselerdi, boynu falan çizilmiş diye. Bu komuta kademesinin derhal görevlerinden ayrılması gerekir. Bunlarla ilgili mutlaka yasal işlem açılması gerekir. Bunların bu süreçteki hataları, eksikleri ve almadıkları önlemlere ilişkin her türlü soruşturma bütün açıklığıyla yapılmalı. Bu komuta kademesi TSK’nın başında kaldığı sürece hiçbir askerin gerçekleri anlatabileceğine inanmıyorum. Darbe girişimi sırasında bütün kameralar yok edildi. Gerçekleri ortaya çıkarabilecek insanlar tanıklar. Bu tanıklar da komuta kademesi başında durduğu sürece onların hatalarına ilişkin hiçbir şey söylemeyecektir. O yüzden biran önce komuta kademesinin görevden alınması hatta terk etmeleri lazımdı. Bunların başında komutanları durduğu sürece bizim askerlerimiz darbeyle ilgili bütün bildiklerini anlatmayacaklardır. Bunu benimle beraber savcılık, hakimlik yapan bütün arkadaşlarım bilir. Komutanı başında arsa çocuk korkar. ‘başıma bir şey gelir, hapse atar, döver, askerliğimi yakar’ korkusuyla doğruyu söylemez. Her şeyden önce zaten Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının bu davalarda defalarca sanık olması gerekliydi.”
Sputnik

Erdoğan'a suikast davasının sanığı Binbaşı Seymen: Evet darbe yaptım, oturup çocuk gibi ağlayacak mıyım?
20.02.2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a 15 Temmuz gecesi Marmaris'te suikast girişimi ve iki polisin hayatını kaybetmesine ilişkin davanın sanıklarından Özel Kuvvetler timinin başındaki Binbaşı Şükrü Seymen, "Evet ben darbeciyim. İdam da olsa cezası vicdanım acımaz. Oturup çocuk gibi ağlayacak mıyım?" dedi.

Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen davanın duruşmasına tutuklu 44 sanığın yanı sıra taraf avukatları ve sanıkların yakınları katıldı. Yargılananlardan Binbaşı Şükrü Seymen darbe gecesi öldürülen Tuğgeneral Semih Terzi'nin kendisini aradığını söyleyerek, şöyle konuştu:
"14 Temmuz günü Semih Paşa rahmetli beni aradı. 12 kişilik tim kurmamı istedi. Gökhan Paşa ile de görüşmemi söyledi. Özel Kuvvetlerde verilen emri sorgulamak yoktur. Ben de emri yerine getirdim. Semih Paşa'yı da teğmenliğimden beri tanırım. Kendisi kahraman bir komutanımızdı."

'İNTİHAR OLMASA İDAM SANDALYESİNE KENDİM VURURUM'

Gökhan Şahin Sönmezateş'in kendisine TSK'nın emir ve komutası içerisinde darbe yapacağını da söyleyen Seymen, “Biz Gökhan Paşamla aynı uçakta İstarbul'a gelmişiz. Ama bizim aynı karede görüntümüz yok. Ben biletimi eşimin kredi kartıyla aldım. İddianamedeki gibi bir durum yok. Gökhan Paşa buluşmamızda, ekibimle 15 Temmuz günü havalimanında olmamı istedi. Biz de limana gittik. Uçağı beklemeye başladık. Ancak uçaklar gelemedi. Bunun üzerine B planına geçildi ve helikopterle İzmir'e Çiğli'ye ulaştık" dedi.
Telefonlarını da evde bıraktıkları için gelişmelerden haberdar olmadıklarını anlatan Şükrü Seymen, “Ancak benim plan yaptığım söylendi. Gökhan Paşa bize tuzak kurulduğunu söylüyor, kimin yaptığını bilmiyorsa, ben binbaşı nasıl bileyim ben bu işin nasıl yöneticisi olurum. Evet ben darbeciyim. İdam da olsa cezası vicdanım acımaz. İntihar olmasa kendim idam sandalyesine vururum. Ama hangi darbeyi planlamışım. Gökhan Paşa ve Semih Paşa'nın verdiği emri yaptım. Korgeneralin orgeneralin işin içinde olduğunun tartışıldığı ortamda bir binbaşı olarak ben neresindeyim" dedi.

Çiğli'de plansızlık yaşadıklarını da ifadesinde anlatan Seymen, “Bu tür olaylarda ayrıntılı planlama, provaya ihtiyaç vardı. Burada olmadı. Plansızlık vardı. Bu arada Osman Kılıç Albay beni aradı ve görevin iptal olduğunu söyledi. Ben de bunu Gökhan Paşa'ya anlattım. Gökhan Paşa, 'Ankara'ya dönelim' teklifinde bulundu. Ben de kabul ettim ama sonra da göreve devam denildi. Havalanıp Marmaris'e gittik" diye konuştu.

'SUİKASTIN MANTIĞI TUTMUYOR'

Gökhan Şahin Sönmezateş gibi Cumhurbaşkanı'nın sağ olarak ele geçirilmesi talimatının kendilerine verildiğini ileri süren Seymen, "Suikastın ne olduğunu bir asker olarak biliyorum. Ancak Kuzgun ve Şapka gibi gizli tanıklar da ifadelerinde suikasttan bahsetmiyor. Gökhan Paşa da suikast olmadığını söyledi. Zaten suikastın mantığı da tutmuyor. Bunu da kayda geçmesi için söyledim" dedi.

Marmaris'e otelin olduğu bölüme indikten sonra otelin içerisinde girdiklerini ifade eden Seymen, şöyle devam etti: “Cumhurbaşkanı korumalarının bulunduğu bölüme gittik. Burada birkaç kez havaya ateş açıldı. Ben hemen ateşi durdurdum. Ben zaten biliyorum Cumhurbaşkanı'nın orada olduğunu neden küfür edeyim. Vatandaşlara sadece burada mı kalıyor diye sorduk. Ama tehdit etmedim. Bu sırada korumalar kapılarını kapatıp ateş etmeselerdi yerlerini tespit etme durumumuz yoktu. İlk ateşi polisler açmasaydı, yerlerini bulma ihtimalimiz sıfırdı. Biz de buna karşılık baskı ateşi ile hedef gözetmeden karşılık verdik. Bizim silahlarımızda gece görüşü yoktu. Bu nedenle hedef gözeterek ateş etmem mümkün değil."

'CUMHURBAŞKANINA HAKARET ETMEDİM'

FETÖ'nün darbe girişiminde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Marmaris'te kaldığı otele saldırıyla ilgili tutuklanan askerler ifadelerinde 15 Temmuz gecesinde yaşananları anlattı.

Cumhurbaşkanı'na ve koruma polislerine hakaret, küfür ettiğine yönelik iddiaları kabul etmeyen Seymen, “Polislerin cüzdanlarının alınması ve kelepçelenmesiyle ilgim yok. Ben sadece silahları bırakıp uzaklaşılması talimatı verdim. El bombasını da İsmail Yüzbaşı, personel dışarıya çıktıktan sonra camın kenarına bıraktı. Polisler zarar görmesin diye de patladığı sırada üzerlerine kapandı. Polislere Cumhurbaşkanı'nın ne zaman gittiğini sordum. Ancak hakaret etmedim. Hakaret ettiğim iddiasını şiddetle reddediyorum. Ben kimsenin de darp ettiğini görmedim. Cumhurbaşkanı'nın olmadığını söyledim. Gökhan Paşa'ya çekileceğimizi söyledim. Çekildiğimiz sırada polislerin atışlarından bizim yerimizi tespit edemediklerini anladım. O yüzden mala zarara verme suçlamasını da kabul etmiyorum. Hatta ben iki sebepten dolayı, otelin içerisinde camlar olduğu ve yerimizin tespit edilmesini istemediğim için timin ateş etmemesi konusunda emir verdim. Biz oraya adam öldürme kastıyla gitseydik kimse canlı çıkamazdı. Bugün 2 şehitten bahsedilmezdi daha fazla olurdu. Darbe yaptım mı? Evet yaptım. Oturup çocuk gibi ağlayacak mıyım? Tabii ki hayır. Ancak en çok üzüldüğüm konu 2 polisin şehit olması" dedi.

Helikoptere ateş ettiği iddialarını da kabul etmeyen Şükrü Seymen, arazide yanlarındaki tüm paralarını bir araya toplayıp üçe böldüklerini, bu sırada Zekeriye Kuzu'nun cüzdanları aldığını öğrenince de çok kızdığını anlattı. Seymen'in ifadesinin tamamlanmasından sonra, duruşma yarına ertelendi.
Sputnik

IŞIK KOŞANER'in DARBE Açıklaması
27.10.2016

İşte Koşaner'in açıklaması; Bu ihanet darbesinde bir bit yeniği var!

KOŞANER: BU DARBENİN AMACI YOK

Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, FETÖ/ PDY Darbe Komisyonunda dinlendi.

15 Temmuz darbe girişiminin askeri planlama açısından nasıl bulduğu ve nerede hata yapıldığı konusunda düşüncelerini şöyle dile getirdi:

“Göründüğü kadarıyla askeri planla alakası yok.

. Hatalı, zayıf, düşünülmemiş. Bizim tabirimizle kurmay emeği yok denecek kadar üstünkörü planlanmış. Amacının ne olduğu belli değil. İyi bir plan olduğunu kimse söyleyemez bende söyleyemem. ”
“15 Temmuz başladığı zaman bu girişimi ‘FETÖ’ yapmıştır dediniz mi" sorusu karşısında “Hayır demedik. İlk başta bu hemen aklımıza gelmedi. Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından sonra geldi” ifadelerini kullandı(DHA).

Genelkurmay eski Başkanı Işık Koşaner'in açıklamaları işte böyle...

Bu açıklamada iki önemli vurdu: İlki, bu darbenin amacı yok; ikincisi de ilk anda FETÖ'nün akla gelmeyişi...

Koşaner diyor ki "bu nasıl darbe, amacı belli değil, üstünkörü"!

Bu açıklamadan "bu darbe girişiminin planlı programlı hazırlanmış olmadığı, üstünkörü bir kalkışma" olduğu anlaşılıyor.

Ve bu üstünkörü kalkışmayı başlatan asıl olay Genelkurmay Karargahı'ndan çekilen mesaj ile Ankara üzerinde uçakları uçuranlar, bomba atanlar!

KİM ÇEKTİ BU MESAJI, KİM HAZIRLADI, KİM EMİR VERDİ!

Öte yanda...

.Türkiye Şimdi Işık Koşaner'in Bu Açıklamasını Konuşuyor...

FLAŞ!.. Türkiye Şimdi Işık Koşaner'in Bu Açıklamasını Konuşuyor...

Şimdi işin seyri değişti!..

KOŞANER: ÜSTÜNKÖRÜ VE AMACI BELLİ DEĞİL!

Genelkurmay eski Başkanı Işık Koşaner, 15 Temmuz darbe girişiminin askeri planlama açısından nasıl bulduğu ve nerede hata yapıldığı konusunda düşüncelerini şöyle dile getirdi:

“Göründüğü kadarıyla askeri planla alakası yok.

. Hatalı, zayıf, düşünülmemiş. Bizim tabirimizle kurmay emeği yok denecek kadar üstünkörü planlanmış. Amacının ne olduğu belli değil. İyi bir plan olduğunu kimse söyleyemez bende söyleyemem. ”
“15 Temmuz başladığı zaman bu girişimi ‘FETÖ’ yapmıştır dediniz mi" sorusu karşısında “Hayır demedik. İlk başta bu hemen aklımıza gelmedi. Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından sonra geldi” ifadelerini kullandı(DHA).

İşte Koşaner’in açıklaması bu…

Koşaner diyor ki “bu darbe üstünkörü planlanmış ve amacı belli değil!

“Üstünkörü ve amacı belli olmayan darbe” ne demek, ben anlatayım:
O gece ne oldu?

Her şey iki ya da dört savaş uçağının Ankara üzerinde alçaktan ama çok alçaktan uçuşuyla başladı. Öylesine alçaktan uçtular ki bu büyük bir endişeye yolaçtı kamuoyu nezdinde.

Peki, bunu neden yaptılar ki? Öyle ya darbeyse amaç, halkı yanınıza almanız lazımdı, korkutmanız değil!

Bu bir yana… TBMM bombalandı, niye ki?

Darbeyse amaç Meclis’e elkoymak lazımdı ama elkoymak yerine bombaladılar!

Bu da bir yana… Gölbaşı’ndaki Polis Özel Harekat Birliğini bombaladılar, 42 polisimiz bir anda şehit düştü; neden yaptılar bunu neden?

Darbeyse amaç, gönderirseniz bir birlik polis noktasına, giriş çıkışı tutar ve orayı kontrol altına alırdı ama öyle yapmadılar, bombaladılar!

Ve Mehmetçik… Ve askeri lise öğrencileri, harp okulları öğrencileri…

Hepsini meydanlara çıkardılar ve halkın karşısına dizdiler, yanına değil karşısına! Neden?

Darbeyse amaç, kuvvetiniz yetmiyor ve de bu öğrencilere ihtiyaç duyduysanız eğer, onları halkın içine gönderirdiniz karşısına değil! Ama bunu da yapmadılar!

Bunlar 15 Temmuz gecesi ne yaptılarsa halka karşı, ne güç kullandılarsa halka karşı kullandılar…

Bu darbe değil, değil ama çok daha kötüsü ve daha ağırı!

MİT’i bombaladılar, niye ki?

O saatlerde MİT’te kaç kişi vardı ki de onu etkisiz hale getirmek için bunu yapsınlar; kimse yok ki nöbetçilerden başka, çalışan üç beş memurdan başka!

Ankara Emniyetini bombaladılar, niye ki?

Ankara Emniyet Müdürlüğü operasyonel bir birlik değil ki, orada sadece nöbetçi olanlar vardı ama yine de bombaladılar…

Ve neredeyse tüm yurtta Mehmetçiği halkın, kendi öz yüreğinden çıktığı milletinin karşısına çıkardılar…

Bu darbe değil, bu vatana ve millete ihanet!

Ve bunu yapanlar işbirlikçi ajan!

Ve bu haliyle ortaya çıkan tablo şu:

Türk Ordusu’na sızmış ya da sızdırılmış bir işbirlikçi hain unsurlar, ellerinde yetkiyi kullanarak Türk Ordusunun sahip olduğu güçlerin bir kısmını türlü tezgahlarla harekete geçirdiler… Ve bu gücü millete karşı, polise karşı, devlete karşı kullandılar!

Koşaner diyor ki “bu darbe üstünkörü planlanmış ve amacı belli değil!

“Üstünkörü ve amacı belli olmayan darbe” işte bu: BOP gibi Küresel projelere karşı direnmesi hatta bu projeleri yıkması gereken Türk Ordusunu etkisizleştirmek!

Kaybeden ASIL GÜÇ: TÜRK ORDUSU!

Kaybeden ASIL GÜÇ: TÜRK ORDUSU!

Peki Türk Ordusunu etkisizleştirmek kime yarar…

Türkiye şimdi bu sorunun cevabını arıyor…

 “MİLLİ GÜVENLİĞİMİZİ TEHLİKEYE ATTILAR"

 Kozmik Odada yapılan aramalarla ilgili bir soruya cevap veren Koşaner, kozmik odadan çıkan belgeler arasında memleketin işgal edilmesi durumunda burada kalıp görev alacak personelin listesi olduğunu söyledi.

Koşaner, “O dönem başbakana, oralara girilirse çıkacak sıkıntıları anlattım” dedi.

CHP’li Aykut Erdoğru bunun üzerine, “Yani ülke işgal edildiğinde kalıp direnecek isimlerin listesi” deyince Koşaner, “Çıkmaması lazımdı, milli güvenliği riske sokacak bilgi” dedi(Yeniçağ).

Kozmik odaya ilişkin Genelkurmay eski Başkanı Koşaner'in açıklaması işte böyle...

BU ÇOK AĞIR BİR SUÇTUR"

Koşaner diyor ki "milli güvenliğimiz riske atıldı"!

Koşaner diyor ki "ben bu tehlikeyi önceden Başbakan'a söyledim"!

Yani dönemin Başbakanı Kozmik Odaya girilirse eğer milli güvenliğin riske atılacağını biliyordu!

Ve buna rağmen önlenmedi ve girildi!

KOŞANER'İN BU AÇIKLAMASI BİR SUÇ DUYURUSUDUR!

Ülkemizi yöneten siyasetin eliyle MİLLİ GÜVENLİK tehlikeye düşürülmüştür!

Devletimizin varlığı ve bekası tehlikeye düşürülmüştür!

Artık iş savcılarda, açıp baksınlar Türk Ceza Kanunu'na; baksınlar bakalım bilerek milli güvenliği tehlikeye düşürmek ne demek ve cezası ne:

TÜRK CEZA KANUNU:

MADDE 302. - (1) Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak, Devletin birliğini bozmak, Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmak, Devletin bağımsızlığını zayıflatmak amacına yönelik elverişli bir fiil işleyen kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.

 Şimdi Koşaner Paşa daha ne yapsın, gitsin cumhuriyet savcılığına bir de dilekçe mi versin!

İŞTE MİLLET İRADESİNİN TEMSİL EDİĞİ GAZİ MECLİS'TE HER ŞEYİ AÇIKLADI YA

Kaynak: Erdal Sarızeybek

'Menfez Paşası' tüm salonu şoke etti!: Ben inançlı bir insanım, ülkücüyüm
21 Şubat 2017



FETÖ'nün "suikast timi"nde yer alan ve Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığında örgütün Çiğli imamı olduğu ve Çiğli Ana Jet Üssü’ndeki lakabı ‘Paşa’ olduğu iddia edilen Zekeriya Kuzu savunmasını yaptı. Kuzu savunmasında, emniyette verdiği ifadesini reddetti. 15 Temmuz darbe girişimi gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Marmaris'te kaldığı otele saldırı düzenleyen timde yer alan ve menfezde yakalanan Kuzu, baskı altında verdiği ifadesinin yüzde 99’unu genel kültür ve aklında kalanlara göre kendi kurguladığını savundu.

Kuzu ifadesinde, 'İnsan kurtarmak için 30 yıldır eğitim aldım. Başarılı operasyonlar yaptım. 2006 yılından sonra da yıldızım parladı. Ben devletin çıkarlarını yaşadıklarıyla ispat etmiş bir insanım. Kişisel çıkarları için bazı kişiler hakkımda örgüt elemanı gibi ismimi çıkardı. Ben inançlı bir insanım, ülkücüyüm. Bazı kişilerin 30 Ağustos’ta ordudan atılacakları söyleniyordu. Bu şakaydı sonradan herkes konuşmaya başladı. Şakaydı ciddi oldu. FETÖ üyeliğine gelince 1 dolarla başlayayım. İki oğlum vardır. Birisi benim soyadımı taşıdığı için tutuklandı diğeri de yurtdışında eğitim görüyordu ama bunlar olunca çıkamadı. Benim oğlumun para koleksiyonu vardı. Oğlum bana 1 dolar verdi. O 1 dolar oradan cüzdanımda kaldığını düşünüyorum" dedi.

'BİZİM İÇİN DELİLER EKİBİ DERLER'

Milliyetçi ve vatanperver birisi olduğunu ileri süren Kuzu, “Ülkü ocaklarında yetiştim. Bunu da ilk defa söylüyorum. 30 yıl boyunca MAK timinde görev yaptım. Benim hayatım insan kurtarmaktır. Bizler için deliler ekibi derler. Biz vatanseveriz, bayrak için ölürüz. MAK timi bayrak için canını verir. Bizlere ‘Deliler ekibi’ derler” sözünün ardından Gökhan Şahin Sönmezateş ayağa kalkarak ‘Ben deliler ekibinden değilim’ diye bağırdı.

'FETULLAH GÜLEN'İN MİLLİYETÇİ OLDUĞUNU SÖYLÜYORDU'

Kuzu, ifadesinde FETÖ ile bağlantısı olan kişi ile ilgili ise; “Ben bir baba olarak İzmir gibi bir yerde çocuğum uyuşturucuya bulaşmasın gibi kaygılarla, gittiği dershanedeki Arif’le tanıştım. Evlerine gittim ama sadece oğlunu düşünen bir baba olarak yardımcı olabilir diye. Arif’le zaman zaman sohbetler yapardık. Ama sadece baba olarak çocuğum için. İfademdeki risale okumak konusunu da ben kurguladım. Arif ve Yavuz isimli kişiyle de dini sohbetler yapmadım. Arif sadece Fetullah Gülen’in milliyetçi olduğunu söylüyordu. Diğer anlattıklarımı genel kültür ve aklımda kalan kırıntılara göre ben kurguladım. ” bilgisini verdi. Üs imamı olduğu yönündeki iddialarla ilgili Kuzu, “Üs astsubayı olduğum için düşmanım çoktu. Çiğli imamı olduğum doğru değil. FETÖ’cü değilim. Hiçbir zaman hiçbir kademesinde bulunmadım. Baskı altında bunları söyledim. İfademdeki 57 kişilik listedeki isimlerin bazılarını ben yazdım bazıları da emniyette bana yazıldı verildi.Avukatım da görme engelliydi. İfademin altında nereye imza atacağı ona gösterildi ve imzaladı” diye konuştu.

'RAMAZAN KOMUTANIM HAKKINI HELAL ETSİN'

Bunun üzerine mahkeme Başkanı Kuzu’ya, ‘Taner Berber, Ramazan Elmas, Yakup Özcan gibi 57 kişinin FETÖ’cü olduğunu FETÖ/PDY örgütü üyesi olduklarını söylemişsin. Bu konuda ne diyeceksin’ diye sordu. Kuzu “O isimlerin hepsi uydurmadır. İsimleri söylemem için liste benim elime verildi. Ben de söyledim. Bana zorla yazdırdılar. Bu arada Sayın Başkanım Ramazan Elmas komutanım da ismini verdiğim için bana hakkını helal etsin” dedi. Mahkeme başkanı da ‘Kendi içinizde helalleşin’ dedi.

Son dakika: Menfez Paşası tüm salonu şoke etti İnanılmaz ifadeler
Zekeriya Kuzu menfezde yakalanmıştı.

Kuzu, Muhsin Yazıcıoğlu kazasına kurtarmak için gitmek istemediği konusunda basında çıkan iddiaların da gerçek olmadığını savundu.
Hürriyet

Müyesser Yıldız: Hulusi Akar ve Hakan Fidan darbeden bir gün önce neredeydi
27 Şub, 2017



15 Temmuz darbesinin yaşandığı gün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay Karargâhı’na gitmesinden, darbecilerin harekete geçtiği saate kadar olan 6 saatlik süreçte yaşananlar gizemini korurken, darbeden bir gün önce Akar ve Fidan arasında 6 saatlik bir sır buluşma daha gerçekleştiği ortaya çıktı.
Yaklaşık 1.5 ay kadar önce bu iddiayı duyduğumda inanamadım. Bu bilginin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da ulaştırıldığı, ancak “açıklamaya cesaret edemediği” öne sürülünce iyice şaşırdım, ama iddianın peşini bırakmadım.
Sordum, soruşturdum. Ulaştığım bilgileri paylaşmadan önce geçen hafta Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine başlanan şehit Ömer Halisdemir davasından bir bölüm aktarmam gerekiyor.
KESKİN NİŞANCIDAN KESKİN SORULAR
Duruşmanın ikinci günü olan 22 Şubat Çarşamba günü sanıklardan keskin nişancı Piyade Üstçavuş Mehmet Bilge savunma yaptı. Darbe gecesi Diyarbakır’dan Semih Terzi’yle birlikte gelen Özel Kuvvetler Timi’nde yer alan Bilgi savunmasına, “Bir takım soru işaretleri var, aklıma yatmayan bir sürü şey var” diye başlayarak, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda yaşananlara dair ilginç değerlendirmelerde bulundu.
Mahkeme Başkanı İsmail Ademoğlu’nun, “Üslubun farklı. Biz gazete kupürleri ile yargılama yapmıyoruz, iddianame ile yapıyoruz. Bu çerçevede savunma yapmanız sizin için daha iyi olur” uyarısına, “Bazı şeylerden şüphelendiğimi söylüyorum” karşılığını veren Bilge, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın ulaşamadığı MİT Müsteşarına Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın ulaşmasını, MİT Müsteşarı’nın Aksakallı’ya zırhlı araç göndermesini gündeme getirdi.
Bunun üzerine de Başkan Ademoğlu, “Zaten bu kişileri zaman içinde tanık olarak dinleyeceğiz. Bunlar zaten gündeme gelecek. Şu anda salonda olmayanlar hakkında konuşmak ne kadar doğru?” dedi.
Ama Bilge devam edip, hiçbir kanıt sunulmadan müebbetle yargılandığını, hain ilân edildiğini, kendisine bu muamelenin yapılacağını bilse o gün darbe yapmak isteyecek biri olacağını söyleyince Başkan Ademioğlu ile aralarında şu diyaloglar yaşandı:
Başkan : Ne yapmak isterdin?
Bilge : Darbeci olmak isterdim. Neden? Dışarıda rütbe alanlar, bir yerlere gelenler benim nazarımda emekliliği gelmiş, ekonomik kullanım ömrünü doldurmuş insanlardır. Kıymetli insanlar darbeci muamelesi görüyor, bizim emeğimizle, çabamızla yıldızına yıldız katanlar dışarıda kahraman. Şu an darbeyle mücadele edenler darbeci muamelesi görüyor, evde oturan adamlar rütbe almış ne hikmetse.
Başkan : Tepemize bombalar yağmış, ne yani bunları yok, yaşanmamış mı sayalım? Burada yargılandığınızı biliyorsunuz değil mi? Bir türlü kendinize gelemediniz.
MEDYA BU İDDİALARI 1 CÜMLEYLE GEÇİŞTİRDİ
Bilge yine durmadı, şunları anlattı:
“14 Temmuz’da Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda bir kurs kapanış töreni yapıldı. Normalde Cuma günü yapılması lâzım, Perşembe yapıldı. Niye Perşembe? Bunun bir nedeni var mı, Özel Kuvvetler’e sorulsun. Katılımcılar kim; Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı. Paraşüt atlayışları yapılacaktı, ama hava şartları bahane edilerek, iptal edildi. Bildiğimiz kadarıyla o gün Ankara’da hava gayet iyiydi. Meteorolojiden o günkü hava durumunun da sorulmasını istiyorum. Tören saat 17.30’da bitiyor. Adamlar başına bir şey gelmesinden korktuğu için söyleyemiyor, belki de inkâr ederler; Törenden sonra Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı havuzlu bahçede sohbete koyuluyor. Duyduğum, bildiğim kadarıyla anlatıyorum; Zekai Paşa bile yanlarına yaklaştırılmıyor. Bu sohbet saat 23.00’e kadar sürüyor. Önce MİT Müsteşarı’nın çıkması gerekirken, Genelkurmay Başkanı çıkıyor. MİT Müsteşarı orada askeri bir yöneticiyle kalıyor.”
Mahkeme Başkanı Ademoğlu, Bilge’yi şu sözlerle bir kez daha uyardı:
“Bak, kimden duyduğunu söylemediğin gibi, kimin inkâr edeceğini de bilmiyorsun. Oradan duydum, buradan duydum şeklinde savunma olmaz. Burası mahkeme net bir şeyler söyle. İma ettiğin varsa, açıkça söyle. Burası mahkeme. 20 dakikadır savunmana gelemedin. Tekrar uyarıyorum, kendi savunmana dön.”
Piyade Üstçavuş Mehmet Bilge’nin 14 Temmuz’a dair bu sözleri sadece Anadolu Ajansı’nın geçtiği şu bir cümleyle bazı medya organlarında yer aldı:
“Darbe girişimi öncesi, Özel Kuvvetler Komutanlığındaki kurs kapanış töreninin teamüllere göre Cuma günü yapılması gerekirken, Perşembe gününe alındığını ileri süren Bilge, törenden sonra MİT Müsteşarı ile Genelkurmay Başkanının baş başa gece saatlerine kadar görüştüğünü duyduğunu iddia etti.”
Mahkemenin yanısıra diğer sanıklar, sanık yakınları ise -hatta Avukatı da- Bilge’nin iddialarını, “Yaşadıklarını kaldıramadı, psikolojisi bozuk” diye yorumlayıp, üzerinde durmadı.
HERKESİN BİLDİĞİ SIRRIN DETAYLARI
Peki Üstçavuş Bilge’nin anlattığı bu olay, tamamen hezeyan veya dedikodu muydu?
Hayır.
Öncelikle 14 Temmuz’da Genelkurmay Başkanı Akar’la birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki törene giden, 15 Temmuz’dan sonra da gözaltına alınıp, 20 gün sonra tahliye edilen bir askerin verdiği ifadede bu ilginç buluşmanın bilgisinin yer aldığını tespit ettim.
İkincisi; Bizzat bazı savcılardan duydum. Ayrıca bazı devlet yetkililerinin de bu ifadeden haberdar olduğunu öğrendim.
Üçüncüsü; O gün törende yer alan bir yetkiliye doğrulattım.
İşte bu tespitlerden sonra çıkan sonuç:
Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki ihtisas kursu diploma töreninin 15 Temmuz Cuma günü yapılması planlanmış, ki tüm törenlerin Cuma yapılması teamülmüş.
Lâkin törene birkaç gün kala önce Perşembe’ye alındığı, sonra 18 Temmuz’a ertelendiği bildirilmiş. Nihayetinde Perşembe’de karar kılınmış.
Tören saat 15.00’te başlamış. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı bilenlerin iddiasıyla, “Özel Kuvvetler Komutanı bile değiştiğinde devir-teslim törenine Genelkurmay İkinci Başkanı katılırken”, kurs törenine Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar gelmiş.
Vatan Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Çelik’in geçenlerde yazdığına göre, “Yedikleri içtikleri ayrı gitmediğinden” midir, bu kursa katkılarından mıdır bilinmez törene MİT Müsteşarı Hakan Fidan da katılmış.
Tören saat 18.00’de sona ermiş, ardından kokteyl verilmiş.
Kokteylden sonra diğer konuklar ÖKK’ndan ayrılırken, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, “Bizi yalnız bırakın” diyerek, bahçeye geçmiş.
Bahçedeki bu başbaşa sohbet de tam 00.30’a kadar devam etmiş.
15 Temmuz yaşanmasa, belki üzerinde bile durulmayacak bir buluşma…
Lâkin darbenin iki sır isminin, 15 Temmuz’dan bir gün önce yine 6 saat başbaşa görüşmesi, ayrıca adeta herkesin bildiği bu sırrın 7 ay geçtiği halde hiç gündeme getirilmemesi ve konuşulmaması başlıbaşına ilginç değil mi?
Müyesser Yıldız
Odatv.com

Özel Kuvvetler davası sanığı: Sorguda kaburgamı kıran asker 1 ay sonra FETÖ'den tutuklandı
02 Mart 2017

Gölbaşı'ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığının ele geçirilme teşebbüsüne ilişkin yargılanan tutuklu sanık İcra Astsubay Fatih Uysal, terör saldırısı alarmı verilmesi nedeniyle nizamiyede güvenliği sağlamak için görevlendirildiğini, gece saatlerinde bir grup silahlı sivilin nizamiyeye giriş yapmaya çalıştığını gördüğünü anlattı. Uysal, "Ümit Bak Albayımı aradım 'Gelen personele ateş etmeyin, gerekirse havaya ateş edin' emri verdi" dedi. Uysal'ın sözleri üzerine Mahkeme Başkanı İsmail Ademoğlu, "Terör saldırısı olacaksa neden ateş etmiyorsunuz? Teröristse vurun. Ben sizi çözmekte zorlanıyorum. Siz havaya ateş etmeyi yeğliyorsunuz. Bunlar terörist ise böylemi davranacaksınız" diyerek tepki gösterdi.

Sanıklardan Gökhan Mercan o gece ÖKK'da nöbetçi olan Volkan Vural Bal hakkında “Volkan Vural Bal tanır, ama en büyük hınç, kin ve nefretle saldıran o oldu. Kaburgam kırıldı. Bu kadarını PKK'lılara yapmadık. 1 ay sonra kendisi tutuklandı” dedi.

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığının ele geçirilme teşebbüsüne ilişkin 69 sanığın yargılandığı davanın üçüncü celsesi başladı. Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesince görülen davaya sanıklar, taraf avukatları, müştekiler şehit Astsubay Ömer Halisdemir’in eşi Hatice Halisdemir ve kardeşleri katıldı. Davanın bugünkü celsesinde sanıkların savunmalarının alınmasına devam edildi. Savunma yapan sanık Astsubay Çavuş Faruk Ergul, 15 Temmuz darbe girişimi ile bir ilgisinin olmadığını öne sürdü. Mahkeme Başkanı İsmail Ademoğlu, sanık Ergul’a, “Genelkurmay Başkanlığından gelen yazıda ByLock kullanıcısı olduğun söyleniliyor. Var mı öyle bir şey?” sorusunu yöneltti. Ergul, “Onu iddianame geldiğinde gördüm. ByLock kullanıcısı olarak gösteriliyorum. Ben ByLock’u televizyonda gördüm. Öyle bir program indirdiğimi hatırlamıyorum. O programın olduğunu haberlerde öğrendim. FETÖ terör örgütüyle irtibatlı olduğum söyleniyor kesinlikle öyle bir şey yok” cevabını verdi.

Ergul, odasında yapılan aramalarda bulunun 6 adet 1 dolara ilişkin, “Odamda 6 adet 1 dolar çıktığı belirtiliyor. Onlar bana aittir bunu reddetmiyorum. Onu ağabeyimin düğününde anı olarak toplamıştım. Aslında 10 adet 1 dolar vardı, 4’ünü kardeşlerim aldı. Bunu bana FETÖ vermedi. O dolar terör örgütü üyesi olduğumuza kanıtsa dövizlerde çok sayıda 1 dolar bulunuyor. Darbe girişiminin daha önce planlanmasında veya icrasında hiç bulunmadım. Genelkurmay Başkanlığından gönderilen listenin tekrardan kontrol edilmesini istiyorum. Ben öyle bir program yüklemedim, yüklenildiğinden haberim yok. Hiçbir terör örgütüne veya gruba dahil değilim” diye konuştu.

"Emir geliyor o yüzden
birliği terk etmeyin, dedi"

Sanık Özel Kuvvetler Kurmay Başkanı İcra Astsubayı Fatih Uysal, 15 Temmuz günü normalde izinli olduğunu, araç muayenesi nedeniyle muayene istasyonuna gittiğini anlattı. Muayene esnasında Harekat Şube Müdürü Albay Ümit Bak’ın kendisini aradığını belirten Uysal, bir evrak üzerinde çalışması gerektiğini, evrakı bulamadığını bu yüzden de kendisini yanına çağırdığını söyledi. 11.30 sıralarında Ümit Bak’ın odasına gittiğini kaydeden Uysal, “Ümit Bak Albayımın odasına girdiğimde bilgisayarda bir şeyler yapıyordu. Bana ‘Öğleden sonra çok acil Zekai Paşa ile toplantıya gideceğim, daha sonra görüşsek iyi olur’ dedi. Ben de ‘Tamam komutanım’ deyip çıktım. Zekai Paşa’nın toplantıdan çıkması bekledik ondan önce çıkamayacağımız için. O yüzden emir astsubayı Oğuzhan Başçavuş’ aradık ve o bize toplantının 20.00’a doğru bittiğini haber verdi. Oğuzhan Başçavuş Zekai Aksakallı Paşanın konuta gideceğini bize söyledi. Biz de kışladan çıkmak için hazırlanıyorken Ümit Bak Albayım aradı ve ‘Bazı emirler geliyor o yüzden birliği terk etmeyin’ dedi. Biz de Turgay Astsubay ile beraber bekledik. 21.30 civarında Ümit Bak Albayım arayarak terör saldırısı ihtimalinin olduğunu söyledi. Apar topar bana bir M-16 silahı verdiler. Ben M-16’yı daha önce sadece fotoğraflarda görmüştüm” şeklinde konuştu.

Uysal, 6 astsubay ve 3 üsteğmen ile birlikte nizamiyeye gönderildiklerini ve orada görev aldıklarını söyledi. Daha sonra Yüzbaşı Volkan Vural Bal’ın nizamiyeye geldiğini ifade eden Uysal, Bal’ın önemli bir terör saldırısı olduğunu söylediğini, giriş çıkışların Ümit Bak’ın emri ile yasaklandığını anlattı. Uysal, daha sonra nizamiyeye sivil araçların geldiğini aktararak, “Volkan Vural Bal, kendisi sivil araçları karşıladı. Nizamiye bölgesini korumak için 32. Tabura alarm verilmiş ve takviye olarak istenilmiş. Araçların intikal ettiğini gördük. Kendisi karşıladı, kendisi konuştu. Ahmet Astsubay ile ben nöbetçi arkadaşlarla beraber içeride bekliyorduk. Nizamiyedeki arkadaşlarla sohbet ettik. Ben hep içeride durdum. Belli bir süre orada durduktan sonra bir grup sivilin bize doğru intikal ettiğini kameradan gördüm. Siviller nizamiyeye girmek için çalışıyordu. Sivillerin içeriye girmeye çalıştığını görünce nöbetçi amiri aradık ama nöbetçi amirimiz o esnada yerinde yoktu. Daha sonra Ümit Bak Albayın odasını aradık cevap vermedi, cebini aradık meşgul çaldı. Bir süre daha sivillerin girmeye çalıştığını izledik” ifadelerini kullandı.

“Sizi çözmekte zorlanıyorum"

Uysal’ın, terör saldırısı olabileceğinin kendilerine bildirilmesi üzerine sivil olarak gelen insanların saldıracağını düşündüğünü söylemesi üzerine Mahkeme Başkanı Ademoğlu, “Her gün Özel Kuvvetler Komutanlığına birileri gelip saldırıyor mu” sorusunu yöneltti. “Hayır öyle bir şey olmadı” yanıtını veren Uysal, tekrardan Ümit Bak’ı aradıklarını, sivillerin nizamiyeye girmeye çalıştığını söylediklerini ifade etti. Uysal, “Ümit Bak Albayım, ‘Zekai Aksakallı’nın emri var. Kesinlikle giriş, çıkış yasak’ dedi. Bunun üzerine bende gelen sivillerden birinin Kurmay Başkanımız olduğunu söyledim. Ümit Bak ‘Gelen personele ateş etmeyin, gerekirse havaya ateş edin’ emri verdi” dedi. Uysal’ın sözleri üzerine Mahkeme Başkanı Ademoğlu, “Terör saldırısı olacaksa neden ateş etmiyorsunuz? Teröristse vurun. Ben sizi çözmekte zorlanıyorum. Siz havaya ateş etmeyi yeğliyorsunuz. Bunlar terörist ise böylemi davranacaksınız” diyerek tepki gösterdi.

“Bir kişiye bile ateş ettiysem beni idam edin"

Darbe yapacak bir insan olmadığını öne süren Uysal, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına uygun yaşayan bir kişi olduğunu anlattı. Oğlunu da bu ilkeler doğrultusunda büyüttüğünü belirten Uysal, kendisinin tutuklanmasının ardından TSK’da pilot olan oğlunun da ihraç edildiğini söyledi. Uysal, “Bu kadar hizmet etmişim, her yerde görev yapmışım, emekliliğe de gelmiş birisiyim. Bir emre uymamdan dolayı suçlanıyorum. Böyle bir şeye alet olacağımı bilsem Zekai Paşanın emrini bile uygulamazdım. Ben darbe yapacak bir yapıda değilim. Kimseye bir mermi atmadım. Bir kişiye bile ateş ettiysem beni idam edin. Zaten M-16 silahını kullanmasını bile bilmiyorum” diye konuştu.

Uysal, yaşam felsefesinin Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olduğunu tekrarlayarak, “Benim çalıştığım yerde bir sürü rütbeli çocuklarını onların dershanesine gönderiyordu. Burada söylemek istemiyorum, bazı arkadaşlar birinin sesini duyduğu için ağlıyordu. Ben çocuklarımı onların dershanesine yollamadım. Hiçbir örgüte üye değilim. Ne dolarım var ne de başka bir şey. Atatürk’ün kurduğu TBMM’ye bomba atan da değilim. Sadece Ümit Bak Albayın verdiği emre uymak zorunda kaldım” şeklinde konuştu.

“Neden gözümden vuruyorsun?”

Uysal’ın savunması esnasında müştekilerden olan ve ÖKK’de gözünden yaralanan İsmail Oğuz’u simaen gördüğünü ancak kendisini tanımadığını öne sürdü. Söz isteyen İsmail Oğuz, “Ben seni çok iyi tanırım, sen de beni çok iyi tanırsın. Bunların dışarıda alacağı kişiler vardı. Biz gelince onlar orada kaldı. Biz olmasaydık onları alacaklardı. Beni bacağımdan vur, kolumdan vur. Neden gözümden vuruyorsun? Şu an benim bir gözüm görmüyor. Bu ekip koordinasyon ekibidir, dışarıdan gelen ekibi alan ekiptir. Bunlar beyin takımıdır” dedi.

Sanık Piyade Üsteğmen Fatih Rüştü Keten, 15 Temmuz’da ailesiyle birlikte İzmir’de tatilde olduğunu belirtti. İzmir Özdere kampının yakın çevresindeki tarihi yerleri gezmek için kamptan ayrıldıklarını anlatan Keten, tarihi yerleri gezmelerinin ardından Kuşadası’na gittiklerini, akşam saatlerinde bir akrabasının kendisini arayarak Gölbaşı tarafında bir patlamanın olduğunu söylediğini ifade etti. Daha sonra askeriyedeki yetkilileri aradığını söyleyen Keten, darbe girişimi olduğunu öğrendiğini kaydetti. Keten, Tabur Komutanının saat 3.30 sıralarında kendisini arayarak izinlerin iptal edildiğini söylediğini ifade ederek, “16 Temmuz günü saat 17.00’da Ankara’ya ulaştık. Böyle bir darbe girişimine kesinlikle katılmadığımı, o darbe esnasında nerede olduğumu arz ettim. Bu darbe girişimine fiilen katılmamışken, planlayıcı olduğum iddiasının ne kadar tutarlı olduğunu sormak istiyorum. Ankara’ya varma esnasına kadar haberleri takip ediyordum. Ben Ankara’ya gelene kadar birliğimiz hainler tarafından temizlenmişti. Daha sonra diğer darbecilere karşı operasyon listesi hazırlandı. Ben de operasyona katılacağım düşüncesiyle eşimle helalleştim. Karargaha girdiğim zaman nazikçe karşılandım. Daha sonra hiçbir soru sorulmadan ellerim bağlanarak alıkonuldum” diye konuştu.

Keten, odasında yapılan aramalarda bulunan 1 doların kendisine ait olmadığını savunarak, 16 Temmuz günü birliğe gittiğinde üzerinde 2015 yılında gittiği yurtdışı görevinden kalma 57 doların olduğunu söyledi. Nizamiyede yapılan aramalarda kendisinden alınan eşyalar ile ilgili tutanağı görmediğini kaydeden Keten, “Haftalar sonra odamda 1 doların bulunduğu söyleniyor. Bunu kabul etmiyorum. FETÖ ile bir ilgim, irtibatım yoktur. Hiç kimse ile örgütlü bir yapı içerisine girmedim. Terör örgütü üyesi iddiasında bulunulmasını asla kabul etmiyorum. Hiçbir safhasında yer almadığım hain darbe girişimi nedeniyle uzun süredir tutukluyum. Yüce mahkemenizden tahliyemi talep ediyorum” ifadelerini kullandı.

"TSK, 17-25 Aralık'tan sonra kaynıyordu"

Sanıklardan Piyade Üsteğmen Gökhan Mercan savunması sırasında değerlendirmeyi yaptı:

"TSK, 17/25 Aralık'tan sonra kaynıyordu, kimse kimseye güvenmiyordu. Bunun en önemli kanıtı Zekai Aksakallı'nın ifadeleridir. O seviyedeki insanlar kimin FETÖ'cü olduğunu, kimin olmadığını biliyordu. Ki, darbeden kısa süre sonra 15 komutan tutuklandı. Kendi aralarında ne olduklarını biliyorlardı ki, ordunun yarısı içerde. Albay rütbesine kadar… Biz alt rütbelilerin yaşadığımız hal paranoya idi, amirlerimizin ne olduğunu bilmiyorduk. Hala da kimin ne olduğu belli değil, o paranoya hali devam ediyor."

"Sorguda kaburgamı kıran asker 1 ay sonra FETÖ'den tutuklandı"

Gökhan Mercan o gece ÖKK'da nöbetçi olan Volkan Vural Bal hakkında şu iddialarda bulundu:

"Beni Zekai Paşa'yı bilgilendir diye çağırdılar. Gittim, hemen elim kelepçelendi, işkenceyi anlatmayacağım, ailem burada. Volkan Vural Bal tanır, ama en büyük hınç, kin ve nefretle saldıran o oldu. Kaburgam kırıldı. Bu kadarını PKK'lılara yapmadık. 1 ay sonra kendisi tutuklandı. Bir şeyleri ispatlamaya çalışır gibiydi. Kanaatim belli bir saate kadar onların yanında hareket ettiğidir. Nizamiyenin kara kutusunun da Volkan Vural Bal olduğuna inanıyorum."
T24

Şehit pilotlar için flaş iddia
11.03.2017

Malatya’da, iki yıl önce 2 RF-4E keşif uçağının dağa çarptığı olayda 4 pilotumuz şehit olmuştu. Şehit pilot Onur Özkaya'nın ailesi uçakların bilinçli olarak, pilotların uyarısına rağmen dağ hizasında alçaltıldığı iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.

Malatya’da konuşlu 7’nci Ana Jet Üssü’nden planlı gece uçuş eğitimi için kalkan 2 RF-4E keşif uçağı, 24 Şubat 2015’te dağa çarptı. Kazada hepsi pilot olan Kurmay Binbaşı Salih Sezer, Üsteğmenler Salih Atalay, Zeynel Özbahçeçi ve Onur Özkaya şehit oldu.

Kaza günü İzmirli anne emekli memur Aynur Özkaya, tuval başında resim yaparken, oğlunun şehit olduğu haberini aldı. Yürek yakan bu acı ardından bir süre ne tuval gördü gözü, ne eline fırça değdi.32 yaşındaki evladın acısı, hayatla birlikte tabloyu da dondurdu. Sonra dünyaya küsmek, içine kapanmak yerine oğluna verdiği sergi açma sözünü yerine getirmek, içinin karanlığından kurtulmak için tekrar renklere sığındı. Aynur Özkaya’nın açtığı sergisinin en dikkat çeken eseri yarım kalmış yağlı boya tablo oldu. O tablo, serginin başköşesine konuldu. Ziyaretçilerin en çok ilgi gösterdiği eser de bu oldu.Kazanın oluş şekli ve eldeki bilgilerde bir çelişki olduğunu düşünen Üsteğmen Onur Özkaya’nın ailesi, eşi ve eşinin ailesi, olaya yönelik araştırmalarını hiç bırakmadı. Son olarak kısa süre önce tamamlanan kaza raporunu da şehit Pilot Üsteğmen Onur Özkaya’nın kayınpederi, aynı zamanda Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan kurmay pilot albay olarak emekli olan Tayyip Özsever de uzman gözüyle inceledi.

AİLE SAVCILIĞA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU

Bu incelemelerden sonra aile kazaya ilişkin birçok ihmal ve şüphelerin bulunduğuna kanaat getirdi. Emekli kurmay pilot albay Özsever bunları birleştirip savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ailenin suç duyurusunda direk olarak yazılmasa da FETÖ şüphesi ön plana çıktı.

PİLOTLAR YANLIŞ YÖNLENDİRİLDİ İDDİASI

Kazayla ilgili rapordan elde edilen bilgilere göre, gece ve kötü hava şartları bulunduğu sırada uçakların yerden komuta edilmesinin kural olduğu, kaza anında da uçakların kuleden gelen talimata göre alçaldığı saptandı. Eldeki teknik bilgilerden pilotların verdiği rota yerine uçağın bilinçli olarak dağ seviyesine kadar indirildiği sonucuna varıldı. Ayrıca buradaki olumsuzluklar, telsizin sürekli meşgul edilmesinden dolayı pilotlar da var olan olumsuzluğu kuleye bildiremedi.Kuledeki radar izinden, uçakların uçuş güzergahında dağ olduğu bilinmesine rağmen iddiaya göre bu uyarı pilotlara yapılmadı. Ayrıca yerde uçuş kontrol görevlisi olan Üsteğmen Onur Özkaya’nın, filo komutanı Kurmay Binbaşı Ali Ertürk tarafından kurallara aykırı olarak uçakta görevlendirildiği öne sürüldü. Üsteğmen Onur Özkaya’nın, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda tümgeneral olan Murat Temiz’in damadı olan Pilot Üsteğmen Emre Çömez’in yerine uçtuğu öne sürüldü.

FİLO KOMUTANI TUTUKLU

Bu bilgilerden sonra kazada ihmali olan askerlere yönelik yapılan araştırma da bir başka gerçek de ortaya çıkardı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra filo komutanı Kurmay Binbaşı Ali Ertürk, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda tümgeneral olan Murat Temiz, damadı pilot üsteğmen Emre Çömez ile yine üste görevli, kazayı araştıran kırım ekibinde görevli kişilerin de FETÖ üyeliğinden ya meslekten ihraç edilip yargılandıkları ya da tutuklandıkları anlaşıldı.

AİLE CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKAN'DAN YARDIM İSTEDİ

Kazaya yönelik hukuk mücadelesi başlatan pilotlardan Onur Özkaya’nın ailesi, topladıkları bilgileri de resmi raporla birlikte değerlendirip ortaya çıkan ihmalleri, sorumlular hakkında gereğinin yapılması için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım’a da gönderdi.

Kaynak: Yeni Çağ

15 Temmuz gecesi darbecilere karşı sokağa çıktığımda onlar hangi deliğe saklanmıştı
Ahmet Yavuz
14.03.2017

Bu gibiler Cemaat ile iktidarın ortak olduğu dönemlerde ikisine birden yaslanıyordu. İki gücün kavgasından sonra farklı saflaşmalar yaşandı. Grubun bir bölümü iktidara karşı tavır aldı. Bunlar ya yurt dışına kaçtı ya da 15 Temmuz sonrası Silivri’ye yollandı. Diğer bölümü ise büyük bir manevrayla iktidara yaslanmayı tercih etti. FETÖ ile ortaklıklarını unutturabilmek maksadıyla da inanılmaz bir tavır içine girdiler. Bilgisizce saldırma, iftira etme, karalama, yalan söyleme ve yazma, yaranma vb. alışkanlıklarını daha da rahat olarak sürdürüyorlar. Söylenmeyen sözleri söylenmiş gibi sunmaktan çekinmiyorlar. Sadece hedefe koydukları insanlar değişiyor. Yöntem aynı…

İflas ettiklerinin farkındalar mı, doğrusu bilemiyorum.

Son günlerde bana ve Hayırlı Konvoydaki arkadaşlarıma saldırmayı, yeni darbe senaryoları yazmayı hayatlarının merkezlerine koydular. Beni televizyon programlarına davet edenler de oldu. Ama tarzım değil diyerek reddettim. Bunun da etkisiyle saldırıları arttı. Aleni yalanlarıyla itibarsızlaştırma gayretleri devam ediyor. Güce değil, değerlere dayananların ayakta kalabileceği şeklindeki uyarımı da dikkate almadılar. Belli ki güçten başka geçer akçe tanımıyorlar. FETÖ karşısında korkmak gibi akla hayale gelmeyen uydurmalarına devam ediyorlar.

Sanki benimle birlikte askerlik yaptılar. Sanki dört yılımı geçirdiğim Siirt ve Şırnak’ın dağında taşında benimle birlikte yürüdüler. Sanki kar ve yağmur altında beraber ıslandık! İlkinde oraya gönüllü gittiğimin ve gönüllü olarak görev süremi uzattığımın elbette farkında da değiller. Göğsümde onurla taşıdığım TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyasını da taptıkları parayla aldığımı sanıyorlar…

Kendileri FETÖ ile kucak kucağa oldukları dönemde sahte belgelerle hapsedilen onurlu subaylar arasında olduğumu da unutmuş görünüyorlar. Tabii biliyorlar ama unutturmaya çalışıyorlar. FETÖ hakkında bu kadar övgü dizdikten sonra hangi yüzle toplum önüne çıkıyorlar, doğrusu anlayamıyorum. Psikologların incelemesi gerekir.

Darbe girişiminin yaşandığı gece birçok dava arkadaşım gibi darbecilerin karşısına çıktığımda hangi deliğe saklandığını bilemediğim bu adamlar, iktidara yaslanarak cesaret örneği sergilemeye kalkmazlar mı?

Yaptıklarına sadece gülüyorum.

İlginçtir, Silivri’ye nakledildiğimiz gün Cezaevi’nin fotoğrafçısına da gülerek poz vermiştim. Masumları hapse atan zihniyete gülmüştüm. Buna alet olanların ömürleri uzun sürmedi. Sanırım bunların da tedavülden düşme zamanları yakındır. Çünkü ancak düşünsel ve davranışsal tutarlılığa sahip olanlar ayakta kalabilir.

(..)

Bu tez iflas edince temel dayanakları ortadan kalktı. Ama bu gerçeği kabul etmek yerine tezlerine yeniden değer katma uğraşına girdiler. Söyledikleri basit: 15 Temmuz’u FETÖ’cüler Atatürkçülerle birleşerek yaptılar.

Bunalımlarının kaynağı burada…

Önce şu 15 Temmuz işine girelim. Hiçbir Atatürkçü darbeci değildir. Darbeciyse Atatürkçü değildir. Bir Atatürkçü tarihin hiçbir döneminde FETÖ’cü olmamıştır. Onunla paralel hale de gelmemiştir. Eğer onlarla paralel hale gelmişse sadece Atatürk’ün adından istifade etmektedir. Yani çıkarcıdır.

Bazı kimliksizler, güce biat ederek, FETÖ’cülerle birlikte hareket etmişler midir? Etmiş oldukları anlaşılıyor. Yine bazıları kararsız kalıp ne yapacağını bilemez hale gelmiş midir? Evet, gelmiştir. Bir kısmı bir kenarda sinip kalmış mıdır? Evet, kalmıştır. İçlerinde belirli merkezlerle bağı olan var mıdır? Öyle olduğu anlaşılıyor. Bütün bunlar, bu adamların Atatürkçü olduğunun değil, olmadığının kanıtıdır.

İpini ABD’nin tuttuğu bir örgütle paralel hale gelmek, başına çuval geçirenlere biat etmek... Lütfen başka kapıya gidiniz.

(..)

ATATÜRKÇÜLER 15 TEMMUZ’DA DARBECİLERE KARŞI DİRENDİLER

Ayrıca Atatürkçüler bu darbeye direndiler. Bu direncin öyküsü henüz yazılmadı. Ankara ve İstanbul’da olup bitene kısmen ve yüzeysel olarak değinildi. O kadar…

İstanbul o gece kan gölüne dönmediyse 1. Ordu Komutanının, 52. Tümen Komutanının, beş kahraman albayın hakkını teslim etmeliyiz. Sadece onların değil, onlarla birlikte olanların da… O gece, 2. ve 66. Tugayların tanklarının ve zırhlı araçlarının çoğunun sokağa çıkmasını bu arkadaşlarımız ve onlara itaat eden onurlu askerler engellendiler. Bu hakkı teslim etmemek, o gece darbecilere karşı savaşarak şehit olan Kurmay Albay Sait Ertürk’ün aziz hatırasına saygısızlıktır.

İzmir merkezli darbe olacağı tezine gelince… Mışmış da mışmış…

Sadece şunu hatırlatayım: 15 Temmuz’u akamete uğratanlardan biri de İzmir’deki Ege Ordusu’nun kıymetli komutanı ve kendisiyle birlikte olan kahraman silah arkadaşlarıydı. Bilmem ilave bir şey söylemeye gerek var mı?

FETÖ 40 yıldır o darbenin hayaliyle yatıp kalktı. Bunun için Türk Opus Dei’sini kurdu. Yine de muvaffak olamadı. Bu saatten sonra kim darbe yapabilir! Ancak tabiatlarına uygun olarak gizli saklı işler çevirebilirler. Bunun için yeni kullanışlı aptallar bulabilirler. Suikast, kargaşa çıkarma vb. eylemlere kalkışabilirler. O kadar.

Gerçekle bağı kopuk ve iki günlük ömrü olan söylemlerde bulunmak ancak ve ancak FETÖ’cüleri sevindirir. İyice yalnızlaştıkları ve toplumdan soyutlandıkları bir ortamda, onlara can suyu vermek olur.

Ayrıca varlıkları başlı başına güvence olan Atatürkçü subayların tasfiyesini amaçlayan bu tür eğilimler hem FETÖ’cülerin işine gelir hem de orduyu zayıflatarak hassasiyet doğurur. Bir yandan terörle mücadele diğer yandan Suriye’deki gelişmeler ordumuza çok daha özenli bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Onların böyle bir dertleri olmayabilir ama ülkenin böyle bir derdi var. İktidarın da böyle bir derdi olduğunu varsayıyorum.

DARBECİLERİN ATATÜRKÇÜLÜĞÜ

Ordu’nun darbeci bir geçmişi vardır. Bu hoş bir şey değildir. Bundan dersler çıkarılmalıdır. Geçmiş darbeleri Atatürk adına yaptığını iddia edenlere gelince…

Kendi anlayışıma göre, onlar hiçbir zaman Atatürkçü değillerdi. Olamazlar da… Atatürk’ü sevmek başkadır, anlamak başka. O’nun gibi olduğunu sanmak başkadır, O’nun gibi olmak başka. Orduya komuta edeceklere tavsiyesi ortada duruyor:

“Devlet ve hükumet gibi ordu dahi kendisi için bir varlık değil, belki milletin yaşamak ve var olmak iradesinin şeklidir.” (Medeni Bilgiler, s.116)

Bunu diyenin tek bir tercihi olur: Millete, onun varlığına, birliğine, dirliğine hizmet edeceksin ve meşruiyet içinde kalacaksın! Var mı ötesi?

Bütün darbeler incelendiğinde, hepsinde darbecilerin ABD ile iyi ilişkiler geliştirdiği ve her birinin sonrasında ülkenin daha çok dışa bağımlı hale geldiği gerçeğiyle karşılaşırsınız. Atatürk, bağımsızlığı devlet hayatının merkezine koymuş ve ülkeyi bağımsız kılmışken, onu daha çok dışa bağımlı hale getirmenin Atatürkçülükle ne alakası olduğu iyi tahlil edilmelidir.

Ülkenin evlatlarına üniversite eğitimleri esnasında barındıracak yurt sağlamayıp, onları Cemaat, tarikat yurtlarına mecbur eden adamların Atatürkçülükle ne bağı olabilir? Cemaat, örgütlenmesini 12 Eylül darbesinin ardından hızlandırmıştır. Işık Evleri o tarihten itibaren hayat alanı kazanmıştır. Kara Harp Okulu 1994 devresi mezunlarından askeri lise kaynaklı olanların anılan okula giriş tarihinin 1986 olması tesadüf değildir. Tekraren ifade etmeliyim ki, kimse Atatürkçüyüm demekle, Atatürkçü olmuyor. Demokratım ya da vatanseverim dediğinde öyle olmadığı gibi.

Güldürmeyin bizi…

DARBELERE İLİŞKİN ÇIKARIMLAR

Darbelere ilişkin birkaç çıkarımda bulunmak gerekirse…

TSK’nın komuta bütünlüğü olmadan hiçbir darbe girişimi başarıya ulaşamaz. Halk desteği olmayan hiçbir darbe girişimi başarılamaz. Uluslararası destekle iç desteği birleştirmeden girişilen darbeden sonuç çıkmaz.

Darbeleri ve darbeciliği önlemenin birçok yolu ve yöntemi vardır. En etkilisi: beka sorunu yaratmamak; halkın refahını kesintiye uğratmamak; demokratik hukuk devletini bütün kurum ve kurallarıyla egemen kılmaktır. Bu bağlamda silahlı kuvvetleri demokratik denetim altında tutmak siyasi iktidar için görev ve sorumluluktur. Ancak anti-demokratik kontrol yöntemlerine başvurmak ne haktır ne de etik. Bunun tipik örneği olarak karşımıza çıkan Ergenekon, Balyoz, vb. davaların bedelini ülkemiz ağır bir şekilde ödemiştir. FETÖ’nün darbeye teşebbüs etme cesaretini ve ortamını, bir ölçüde bu davaların yarattığı tahribat yüzünden bulduğu unutulmasın.

Yakın vadede yeni bir darbe girişimi olasılığı sıfırdır. (..)

Son olarak, birilerine yaranmak için boş lakırdı üreten eski FETÖ’cülere kulaklarımı kapattığımı belirtmeliyim. Kimsenin zamanımı çalmasına ve kendine benim üzerimden itibar devşirmeye kalkmasına izin vermeyeceğimin bilinmesini isterim.

Odatv.com

Alman istihbarat şefi: 15 Temmuz'un arkasında Gülen'in olduğuna dair kanıt yok
18.03.2017

Alman İstihbarat Servisi (BND) Şefi Bruno Kahl, darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in bulunduğuna dair kanıt olmadığını ileri sürdü.

Der Spiegel'e konuşan Kahl, 15 temmuz darbe girişiminin, Türkiye'de kamu çalışanlarını ihraç edip muhalifleri hapsettiği ‘temizlik dalgası' için ‘bir bahane' olarak kullanıldığını ifade ederek "Darbe başarılı olsaydı da şu anda gördüklerimizi görecektik — belki aynı derinlikte ve radikallikte değil" dedi.

Mahkeme
© AA/
1300 sayfalık FETÖ iddianamesi: Darbe talimatını Gülen verdi
Darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen'in bulunduğuna dair bir kanıt görmediklerini de kaydeden Kahl, "Türkiye, çeşitli açılardan bizi buna ikna etmeye çalıştı, anca henüz bunu başarabildiği söylenemez" dedi.
BND şefi ayrıca, FETÖ'nün Türkiye'de iddia edildiği gibi radikal İslamcı ve hatta terörist bir örgüt olarak değerlendirilemeyeceğini belirterek, örgütü ‘dini ve seküler eğitim için çalışan sivil bir cemaat' olarak nitelendirdi.

Der Spiegel haberinde, Die Welt muhabiri Deniz Yücel'in tutuklanmasıyla başlayan ve referandum mitinglerine izin verilmemesiyle derinleşen Almanya ile Türkiye arasındaki krize dikkat çekilirken, Kahl'ın sözlerinin dış politikada ‘bomba etkisi' yaratacağı kaydedildi.
Sputnik

Darbecilere ilk kurşunu sıkan Halisdemir’in CHP’li olmasına sansür
30 Mar, 2017



15 Temmuz darbe girişimi sırasında şehit edilen Ömer Halisdemir ile ilgili olarak Ekşi Sözlük’te açılan başlık, mahkeme kararıyla sansürlendi.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevliyken, komutanlığı ele geçirmeye çalışan darbe yanlısı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ksm 07, 2017 11:12 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Mar 14, 2017 11:15 pm    Mesaj konusu: 15 Temmuz'da hangi AKP Milletvekili Genelkurmay'daydı Alıntıyla Cevap Gönder

Kılıçdaroğlu ' O dosyayı ' Hürriyet Yazarına anlattı
05 Nisan 2017

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “15 Temmuz’un kontrollü bir darbe girişimi olduğu” yönündeki sözleri tartışmayı da beraberinde getirdi.

Kılıçdaroğlu'nun "KOntrollü darbe "diyerek başlattığı tartışmaların ardından "Elimde Dosya var demesi" siyaset kulislerinde büyük tartışmalara neden oldu. Erdoğan'ın " Varsa Açıkla " diyerek tepki gösterdiği polemik konusunda yeni bir gelişme yaşandı. Kılıçdaroğlu, Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi'ye elindeki dosya ve kontrollü darbe konusunu anlattı. Bu ayrıntılar uzun süre gündemde kalacağa benziyorCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “15 Temmuz’un kontrollü bir darbe girişimi olduğu” yönündeki sözleri tartışmayı da beraberinde getirdi. (..)

SÖZLERİNİN ARKASINDA DURDU

CHP liderine önce, “15 Temmuz’un kontrollü darbe olduğu sözünü söylediniz mi? 15 Temmuz’un kontrollü darbe olduğu kanaatinde misiniz?” diye sordum. Kılıçdaroğlu sözlerini inkâr etmedi, bilakis arkasında durdu. 15 Temmuz’un kontrollü darbe olduğu yönündeki iddiasını birkaç madde halinde sıraladı.MADDE MADDE SIRALADI1- Meclis’te kurulan komisyonunun darbenin ana boyutunu ortaya çıkarması iktidar tarafından engellendi. Darbenin kilit bürokratları Meclis’e gelmedi. Bu bizi kuşkulandırdı.2- FETÖ’yle ilgili ana iddianameyi hazırlayan savcı görevden alındı.3- Ana çatı iddianamesine dair önemli kuşkular var. İddianamede bazı bölümler arasında kopukluklar var. Nokta nokta gidiyor, sonra üst akıl diye bir bölüm başlıyor. Bu, darbe girişimini kapatma çabası olduğu kuşkusunu ortaya çıkardı.4- 6 Haziran tarihli FETÖ terör örgütüyle ilgili iddianame var. Orada FETÖ’nün darbe yapacağı söyleniyor. Darbe yapacak güce eriştiğine dikkat çekiliyor. Peki, bu biline biline darbe niye önlenemedi?

BUNU DAHA ÖNCE DE SÖYLEDİM

Bu ve buna benzer kuşkular, CHP liderinde darbenin kontrollü olduğu kuşkusunun uyanmasına neden olmuş. İkna olmak için altını çizerek tekrar sordum.“Kontrollü darbe dediniz o zaman...”İnkar etmedi. Hatta, “Bunu daha önce de söyledim. Grup toplantısında da söyledim” dedi. “O zaman bir itiraz gelmedi. Şimdi ise Anayasa işini başka yere götürebilir miyiz diye itiraz ediyorlar” diye ekledi.

(..)

.Kılıçdaroğlu ile konuşmamıza dönüyorum.CHP lideri, “Daha vahimi ise...” diye söz başlayınca kulak kesildim. Sözü darbenin siyasi ayağına getirdi. “Başbakan ‘FETÖ’nün siyasi ayağı yok’ diyor. Siyasi ayağı yok demek, darbe olmadı demektir. Darbe olacak, bu darbecilerin bir hükümeti olmayacak? Darbe olur, darbeciler gelir, bir hükümet kurar. 12 Eylül’de, 12 Mart’ta öyle yapmadılar mı? Başbakan’ın darbenin siyasi ayağı yok demesi dünya kadar soru işaretinin ortaya çıkmasına neden oluyor” dedi.

ÖZEL DOSYA NE DURUMDA?

CHP lideri, özel bir dosya hazırladıklarını söylemişti. “Dosyayı açıklayacak mısınız?” diye sordum.“Mahkemelerde verilmiş ifadeler var. Hükümet bunları açıklamıyor. Darbeden 1 gün önce Genelkurmay’da yapılmış bir toplantı var. Üst düzey katılım olmamış” dedi. Bunun üzerine, “Darbe toplantısı mı?” diye araya girdim.“Bilmiyoruz ki?” karşılığını verdi. “Ama bunlar darbe yaparken kimden cesaret almışlar” diye sordu. Kemal Bey’e, “Size hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan dosyayı açıklamanız için çağrı yaptı” diye hatırlattım. “Dosyamız var. Ama daha yolun başındayız. Mahkemeleri izleyeceğiz. Bunun için oluşturduğumuz bir komisyon var. Biz CHP’yiz, sıradan bir parti değiliz. Darbelerden çok çekmiş bir parti olarak 15 Temmuz’un üstü kapatılmasın diyoruz” diye karşılık verdi.

AÇIKLANACAK DOSYA YOK MU

CHP liderinin bu sözlerinden henüz açıklanacak seviyede bir dosya olmadığı kanaatine ulaştım.Sıra geldi ByLock listelerine... CHP lideri, “120-180 AK Parti milletvekilinde ByLock var” dedi. Bu sözlerini hatırlatıp, “Hükümet sizi bu listeleri açıklamaya davet ediyor” dedim.Kemal Bey önce, “Bizi ısrarla FETÖ’cülerle işbirliği yapmakla suçluyorlar” dedi. “Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a Adalet Bakanı’na buradan sesleniyorum. Bizi suçlayacağınıza ByLock listeleri elinizde, açıklayın” diye çağrı yaptı. Ardından ekledi, “Beni FETÖ’ye destek vermekle suçlarsanız benim de ‘ByLock listesini açıkla o zaman’ deme hakkım var. Ben bunu deyince koro halinde ‘Sen açıkla’ diyorlar. Ben devlet değilim ki.

”KILIÇDAROĞLU’NUN KUŞKUSU

Bir de ABD’den gelen mail’ler konusu var. Kılıçdaroğlu’na, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, “ABD’den gelen mail’leri açıkla” çağrısını hatırlattım.“Ben de merak ediyorum” diye söze başladı. “Bana gelen mail’leri takip ediyorlar herhalde. Bu sözle beni, mail’lerimi izlediklerini itiraf etmiş oluyorlar. Madem izliyorsunuz açıklayın o zaman. Ey Kılıçdaroğlu sana şu mail’ler geldi diye açıklasınlar, böylece ben de öğreneyim bana ne geldiğini” dedi.

Adalet Bakanı Bozdağ’a, “Bana gelen böyle bir mail yok. Adalet Bakanı böyle bir şey varsa açıklasın” diye çağrı yaptı. Kılıçdaroğlu, “Mail’lerim izleniyor o zaman?” sözleriyle büyük bir iddia ortaya attı. Bu ciddi bir durum demektir. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bir açıklama yapmak isterse, sütunlarımızın kendisine açık olduğunu belirtmek isterim.
Kaynak: Haberartıturk

Erdoğan "1 numara" Akın Öztürk için darbe günü ne söyledi
Müyesser Yıldız
01.04.2017

Akıncı İddianamesi'nde ikinci bir “bomba” daha var.

O da darbenin askeri ayağının “1 numarası” olduğu söylenen Akın Öztürk hakkında Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Fikri Işık'ın ne düşündüğüne dair.

Bunu da bizzat Öztürk'ün tutuklandıktan 95 gün sonra verdiği ek ifadesinden öğreniyoruz.

Öztürk, 18 Temmuz 2016'daki ilk ifadesinde o gece Akıncı Üssü'ne nasıl gittiğini, orada neler yaptığını, ertesi gün Akar ve Dişli'nin ayrılmasından sonra hangi komutanları kurtarıp, hep birlikte nereye gittiklerini anlatmıştı.

AKIN ÖZTÜRK'Ü ERDOĞAN'A KİM ÖVDÜ

Ek ifadesinde ise ilk ifadesinde yer almayan, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapılan bazı telefon görüşmelerinden şöyle söz etti:

“Misafirhanede rehineleri kurtardıktan sonra önde giden arabada ben, Yaşar Güler, Yıldırım Güvenç olacak şekilde Akıncı Üssünden çıktık. Arkadaki araçta Abidin Ünal vardı. Diğer araçlarda da kurtardığımız rehineler vardı. Bu vaziyette Hava Kuvvetleri Karargâhına gittik. Daha evveliyatında Yaşar Güler'i kurtardığımda bir ara televizyona baktığımda, darbenin bir numarası olarak haberlerde benim gösterildiğimi gördüm, hatta burada Yaşar Güler'e, 'bir numaralı suçlu bulunmuş' dedim. Ancak tabi bu haberi görünce şok oldum. Ben darbeyi engellemeye çalışırken suçlu gösterilmem beni şok etti. Kimin, nasıl böyle bir kanıya vardığını anlayamadım. Hava Kuvvetleri Karargâhına geldiğimizde Abidin Ünal Cumhurbaşkanımızla telefon vasıtasıyla görüştü. Bu sırada Abidin Ünal Cumhurbaşkanımıza, 'Akın Öztürk de burada, yaralanmış' dedi. Cumhurbaşkanımız da ona, 'Ama onu baş yapmışlar' dedi. Abidin Ünal da Cumhurbaşkanımıza benim için darbeyi engellemeye çalıştığımı ve yaralandığımı söyledi.”

DARBENİN 1 NUMARASI MİLLİ SAVUNMA BAKANIYLA NE GÖRÜŞTÜ

Öztürk, ifadesinde Milli Savunma Bakanı Fikri Işık'la bizzat görüştüğün belirtirken de şunları anlattı:

“Daha sonra Abidin Ünal Milli Savunma Bakanıyla telefonla görüştü. O görüşürken, ben de, 'Milli Savunma Bakanı Fikri Işık'la görüşmek istiyorum' dedim ve telefonu aldım. Bakan'a sabaha kadar Genelkurmay Başkanı'nın yanında olduğumu, darbe girişimini önlemeye çalıştığımı, belli bir yere kadar başarılı olduğumu, Genelkurmay Başkanı, İkinci Başkan ve Abidin Ünal'ın şahidim olduklarını söyledim. Bakan da bana, 'planlayıcılar arasında senin de bulunduğunu söylüyorlar' dedi. Ben de, 'kim söylüyor?' diye sordum. O da bana, 'bütün kamuoyu böyle söylüyor' dedi. Ben de, 'İzmir'den daha dün akşam geldim, benim planlayıcı olduğuma nasıl kanaat getirmişler?' dedim. Akabinde kendi kendime, 'günah keçisi olarak ben ilan edilmişim, hiç bir delil olmadığı halde beni suçlu göstermişler' dedim. Bir basın bildirisi hazırlayıp, suçsuz olduğumu kamuoyuna ilan edip, Hava Kuvvetleri Karargâhından ayrıldım.”

İfadesinin devamında, yaralı olduğu halde hastaneye gitmeyip, teslim olduğunu, darbeyle uzaktan yakından ilgisi bulunmadığı gibi darbeyi engellemek için elinden geleni yaptığını, darbenin uzamasını ve büyümesini kendisinin engellediğini öne süren Öztürk, Adil Öksüz'le bugüne kadar hiç görüşmediğini, onu tanımadığını ve darbe gecesi de Akıncı'da görmediğini söyledi.

AKAR VE ABİDİN ÜNAL'I TANIK GÖSTERDİ

“FETÖ/PDY terör örgüyle irtibatım olduğunun söylenmesi, bana milletim huzurunda verilecek en büyük cezadır. Bunca yıllık emeğimi üç beş tane FETÖ/PDY terör örgütü cemaat imamına feda etmem de mümkün değildir” diyen Öztürk, Ramazan Bayramı tatilinde Çayyolu'ndaki lüks bir villada Adil Öksüz'le toplantı yaptığı iddiasını yalanlarken de bazı isimleri şöyle tanık gösterdi:

“Ben hiç bir şekilde bayram tatilinde böyle bir toplantıya katılmadım. Bayram tatilinde zaten Hava Kuvvetlerinin Özdere kampında İzmir'deydim. Bununla ilgili söz konusu yerin konaklama kayıtları vardır. Bu kampta bulunanlardan, kamp komutanı Uğur Uysal, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, eski Kuvvet Komutanları Faruk Cömert, Hasan Aksay ve Mehmet Erten dinlenebilir. Onlar benim bayram tatili boyunca İzmir'de kampta olduğumu söyleyeceklerdir. Benim darbeci olmadığım ve suçsuz olduğum konusunda Hulusi Akar, Abidin Ünal, Yaşar Güler, Mehmet Şanver, Atilla Gülan, Tayfur Fikret Erbilgin ve Hasan Küçükakyüz dinlenebilir. Benim bu konuda suçsuz olduğumu kendileri söyleyecektir.”

Akın Öztürk ifadesinin sonunda, “Devletimden gerçek suçluların bulunarak, cezalandırılmasını istiyorum” dedi ve “kendisini haksız şekilde bu konuma sokanları asla unutmayacağını” bildirdi.

Odatv.com

15 Temmuz'da Fidan'dan önce hangi AKP Milletvekili Genelkurmay'daydı
Müyesser Yıldız
13.03.2017

Biliyorum, Hollanda-Almanya rezaletlerini yazmam gerekiyor...

Veya Yunan Cumhurbaşkanının Ege'deki adamıza yaptığı çıkarmayı...

Ya da “Sırada Menbiç var” denip, ABD ve Rusya'dan PYD'yi “Fırat'ın doğusuna” göndermesi beklenirken, terör örgütünün Menbiç'te sözde “sivil yönetim” ilan etmesini...

Ama yine 15 Temmuz'u yazacağım.

Çünkü 15 Temmuz'u çözmedikçe; ne bunları, ne Türkiye'nin başına gelenleri anlayabiliriz.

8 aydır MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın 15 Temmuz günü Genelkurmay Başkanlığı'na gidişini, Orgeneral Akar'la yaptıkları görüşmeyi çözmeye çalışıyoruz.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Genelkurmay Çatı İddianamesi'nde yer alan bir ifade, Genelkurmay İdari Tahkikat Raporu'ndaki bir cümle ve Akar'ın itirafçı olan Emir Subayının HTS kaydı önümüze yepyeni bir bulmaca çıkardı.

15 Temmuz günü Akar'ın, Fidan'dan önce bir konuğu daha vardı.

O konuk; AKP İstanbul Milletvekili, emekli Tümgeneral Şirin Ünal'dı.

ÖĞLEDEN SONRA SAAT 16:00’YA KADAR KARARGAHTAYDI

Önce iddianameden bu çarpıcı bilgiyi aktaralım.

Akar'ın Özel Kalemi'nde, “Komutan'ın randevuları, telefon görüşmeleri, mektupları ve her türlü görüşme notlarının hazırlanmasını yürüten personelin başında bulunmakla görevli” olan ve darbeden sonra tutuklanan Yüzbaşı Oktay Felekoğlu ifadesinde, “15 Temmuz saat 09:00-12:00 arası Genelkurmay Başkanı’nın Başkanlığı’nda, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Silahlı Kuvvetler Komuta Hareket Merkezi Amiri Tuğgeneral İlhan Kırtıl, Genelkurmay Genel Sekreterinin senelik izinli olmasından dolayı Genelkurmay Genel Sekreter Vekili Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü, ilgili J (Yani Daire) Başkanları, Özel Kalem Müdürü Albay Ramazan Gözel'in katılımıyla toplantı yapıldığını, bu toplantı gizli olduğu için içeriye ilgililerden başkasının giremediğini ve bilgi sahibi olmadığını” anlattıktan sonra şunları söyledi:

“Aynı gün öğleden sonra ilk önce Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Şirin Ünal, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ve saat: 16:00 sıralarında MİT Müsteşarı Dr. Hakan Fidan Genelkurmay Başkanı ile görüşmeye geldiler. Ancak MİT Müsteşarı Komutanın yanında beklenenden çok uzun kaldı. MİT Müsteşarı saat 21.00’e doğru Genelkurmay Başkanı’yla yaptığı görüşmeden sonra odadan çıktı. MİT Müsteşarı odadan çıktıktan 5-10 dakika sonra koridordan bağırma sesleri geldi ve hareketlilik oldu.”

Felekoğlu'ndan sonra yine tutuklu olan Yüzbaşı Serdar Tekin'e geçelim. 1.5 yıldır Genelkurmay Başkanı'nın Özel Emir Subay Yardımcısı olarak görev yaptığını belirten Serdar Tekin'in ifadesinde Şirin Ünal'ın ziyaretine dair bir ibare yok.

Ancak Genelkurmay Başkanlığı'nca düzenlenen ve iddianameye konan tahkikat raporunda Serdar Tekin'le ilgili şu tespit yer aldı:

“15 Temmuz 2016 Cuma günü öğleden sonra 16.00 civarında karargâhtan ayrılan Milletvekili Şirin Ünal'ı tekrar çağırmak üzere 1A koridorunda görülmüştür. Serdar Tekin'in kamera kayıtları mevcuttur, ancak yansıları bulunmamaktadır.”

DARBEDEN ÜÇ GÜN SONRAYA AİT HTS KAYDI

İddianamede Şirin Ünal adı bir yerde daha geçiyor.

O da “FETÖ”cü olduğunu kabul edip, önemli itiraflarda bulunan ve darbeden hemen sonra tutuklanan Akar'ın Emir Subayı Piyade Yarbay Levent Türkkan'ın HTS kayıtlarında.

Levent Türkkan'ın, “Şirin Ünal adına kayıtlı olan Sarıyer/İstanbul baz bilgisi bulunan .......... GSM hat numarası kullanıcısı ile 18.07.2016 tarihinde saat 11.58.11 sn'de 1 (bir) kez arama yönlendirme olarak irtibatının bulunduğu” tespit edilmiş.

Burada bahsedilen Şirin Ünal AKP milletvekili mi, bir başkası mıdır bilinmez, ama tarihe dikkat; Darbeden 3 gün sonrasına ait.

SIRADAN BİRİ DEĞİL… BALYOZ’UN “KARA KUTUSU” DENİYORDU

AKP Milletvekili Şirin Ünal'ın 15 Temmuz günü Genelkurmay'a yaptığı ziyarete gelirsek;

Bir milletvekilinin Akar'ı ziyareti doğaldır. Hele de emekli asker olunca.

Lakin Şirin Ünal, özellikle Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında çokça tartışılan, hakkında pek çok iddia ortaya atılan bir isim.

Kısaca özetleyelim:

2010 yılında emekli olduktan sonra 2011 seçimlerinde AKP milletvekili seçildi.

Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenirken, Eskişehir'de Menzil Tarikatına ait olduğu söylenen Bilvanis çiftliğini keşif emri verdiği iddiasıyla Balyoz'dan tutuklanan Bilgin Balanlı'yla Eskişehir'de birlikte çalıştı. Yardımcısı olduğu Balanlı için, “Suçlamalar konusunda bilgim ya da sezgim yok. İddiayı basından duydum. Şimdi komutanlar yaptıklarını veya yapacaklarını isterlerse paylaşırlar, istemezlerse paylaşmazlar” dedi.

Kendisine Ergenekon ve Balyoz çokça soruldu. Her defasında, şunları söyledi:

“Savcıların elinde hangi bilgi ve belgeler olduğunu ben bilmiyorum. Yargı süreci de devam ediyor. Ben de bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bağımsız Türk adaletinin en doğru kararı vereceğine inanıyorum. Mahkeme belli bir karar verir ama Sn. Başbakanımızın da söylediği gibi bunun temyiz süreci de var. Sonra belki bazı sanıklar Anayasa Mahkemesine gidebilirler. Dolayısıyla bu konuda konuşmak bizim haddimize değil. Süreç sonuçlanıncaya kadar konuşmuyoruz, konuşmayacağız da... Türkiye Cumhuriyeti'nin iyi yetiştirdiği aydın insanların, yargı süreci devam eden bir konuda konuşması uygun düşmez. Benim temennim, bu davaların en kısa zamanda tamamlanmasıdır. Ayrıca, Türkiye'de özgürlükler, tarihinde olmadığı kadar ilerledi. İktidarın özgürlükleri kısıtladığına dair eleştirilere ise kesinlikle katılmıyorum.”

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasına yol açan ve Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı öne sürülen “İrticayla Mücadele Eylem Planı” gündeme düştüğünde Şirin Ünal Genelkurmay Harekat Başkan Vekiliydi. Askeri Savcılara verdiği ifadede, “İlgim yok. Genelkurmay Harekat Başkanı ve 2. Başkan daha bilgilidir” diyen Ünal, Dursun Çiçek'in talebi üzerine Silivri'de tanıklık yaptığında, astlarını politikadan uzak tutmaya çalıştığını vurguladı. Sanıkların bazı sorularını cevaplandırırken de şu dikkat çekici ifadeleri kullandı:

“İddianameye konu belge ile komutanlığını yürüttüğüm Komuta Kontrol Daire Başkanlığı'nın bir ilgisi yok. Bizim ilgimizin bulunmaması, bu çalışmanın olduğu anlamına da gelmez, olmadığı anlamına da gelmez... Yasadışı faaliyetler herkese ilan edilerek yapılmaz.”

Balyoz'dan tutuklanan Havacı Tuğgeneral Mehmet Eldem'in cezaevindeyken, “Seminerin yapıldığı dönemde Ankara Akıncılar’da Öncel Filo Komutanıydım. AKP Milletvekili Şirin Ünal ise üs komutanıydı. Orada görev yapan tüm sıralı komutanlar Ünal dışında şu anda Balyoz’dan tutuklu bulunuyor” dediğini ekleyip, Ünal'la ilgili başka iddialara geçelim.

HAZIRLADIĞI CERİDEYİ BARANSU YAYINLADI

Şirin Ünal hakkındaki en çarpıcı iddiaları gündeme getiren isim, son olarak 2009-2010 yıllarında Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği görevinde bulunan emekli Albay Ümit Yalım oldu. Yalım 28 Şubat 2013'te Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan'a yaptığı açıklamada, “Ünal'ın, TSK'da koyu bir AKP karşıtı olarak tanınan ve Tayyip Erdoğan’ı çok ağır ve sert dille eleştiren bir general” olduğunu belirtip, özetle şunları anlattı:

“İlk icraatına Yunan askeri helikopterinin, 31 Aralık 2008 tarihinde yaptığı hava sahası ihlalini, Genelkurmay internet sitesinden kaldırmakla başladı. Yunanistan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı, Didim açıklarındaki Bulamaç Adası’na helikopterle giderek, adadaki Yunan askerlerini ziyaret etmişti. Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olan Bulamaç Adası’nın Yunan işgali altında olduğu ortaya çıkıyordu. Ünal, AKP’nin foyası meydana çıkmasın diye, Dışişleri Bakanlığı’nda görevli Büyükelçi Haydar Berk ile görüşerek haberi siteden kaldırdı.

İkinci icraatı; Aktütün karakoluna PKK’lı teröristler tarafından yapılan saldırı sonrasında yaşandı. Ünal, saldırı sonrasında Ankara’ya dönen Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları hakkında çetele tutmuş ve komutanların uçağa biniş saatleri ile Ankara’ya iniş saatlerini ceride haline getirmişti. Ünal’ın hazırladığı ceride Taraf Gazetesi’nde, Baransu’nun imzasıyla, noktasına ve virgülüne kadar aynı şekilde manşetten yayımlandı. Bilgisayardan iki suret renkli çıktı alan Ünal, ceridenin bir suretini gösterebildi, ancak ikinci suretinin nerede olduğunu açıklayamadı. Ünal’ın elinde bulunan ikinci suret nasıl olmuşsa Baransu’ya ulaşmış ve Taraf’a manşet olmuştu.

Ünal’ın üçüncü ve en ilginç icraatı; Anlaşmalara aykırı bir şekilde Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ne destek vermesi idi. Ünal, emrindeki subaylar üzerinde baskı kurarak, Amerikan Büyükelçiliği’nin, ikili anlaşmalara aykırı taleplerinin süratle karşılanmasını sağlıyordu. Ankara üzerinde uçarken, teknik arıza gerekçesiyle iniş izni isteyen Amerikan uçakları, Ankara yerine Adana/İncirlik Üssüne iniyordu. Amerika, Şirin Ünal sayesinde, Adana İncirlik Üssü’nü Sam Amca’nın çiftliğine çevirmişti. Şirin Ünal, Amerika’ya ve AKP’ye olan hizmetlerinin karşılığını almış ve AKP milletvekili yapılarak ödüllendirilmişti. Büyükelçi Haydar Berk de NATO Daimi Temsilcisi sıfatıyla Brüksel’e atanarak ödüllendirildi.

Ünal, Silahlı Kuvvetlerin içinde Truva Atı gibiydi. Şimdi de AKP’nin içinde Truva Atı gibi görev yaparsa hiç şaşmamak lazım.”

15 TEMMUZ SONRASI “REFORMLARI” 35 YILDIR DÜŞÜNÜYORDU

Şirin Ünal için “Sıradan bir milletvekili değil” dedik, devam edelim:

15 Temmuz darbesinden sonra TSK'da yapılan “reformlar” malum.

İşte Ünal daha milletvekili adayıyken ve milletvekili olduktan hemen sonra;

Milli Savunma Bakanlığı ile TSK'nın yeniden yapılandırılmasını, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının MSB'ye bağlanmasını savunup, “Asker milletiz modelinin devam etmesi doğru değil... 1984’ten beri bunu düşünüyorum” dedi.

28 Ağustos 2012'de de Star Gazetesi'nden Elif Çakır'a verdiği röportajda şunları söyledi:

“İmam Hatip Liselerimiz de diğer kurumlarımız gibi Türkiye Cumhuriyetimizin resmi kurumudur. Düz liseden mezun olan kardeşimizle İmam Hatip Lisesinden mezun olan kardeşimiz arasında hiç bir fark kimse gütmemeli.”

“Günün birinde İmam Hatip mezunlarına askeri akademiler açılabilir mi ve İmam Hatip mezunu bir Genelkurmay Başkanı olabilir mi bu ülkede?” sorusuna ise şu karşılığı verdi:

“Evet bunlar olabilir, neden olmasın. Benim arkadaşım var hem İmam Hatip mezunu hem de askeri okul okumuş ve rütbeli. Kim yetenekliyse, kim hak ediyorsa o olsun ayrımcılık yapılmaması gerekiyor.”

TSK’YLA İLGİLİ KANUNLARDAKİ ROLÜ

Genelkurmay Çatı İddianamesinde, dikkat çekici bir tespit vardı. O da, “FETÖ'nün TSK ile ilgili kanunları siyasi iradeye çıkarttırdığı” idi.

Bu konuda da Şirin Ünal'la ilgili iki notu aktaralım.

Mayıs 2012'de Askerlik Kanunu'nda değişiklik yapıldı ve askeri personelin 15 yıllık mecburi hizmet süresi 10 yıla indirildi.

Bu yasadan sonra özellikle Hava Kuvvetleri büyük darbe yedi, 10 yılını dolduran pilotların ayrılmasıyla büyük pilot açığı yaşandı.

İşte o yasa tasarısının Meclis'teki görüşmeleri sırasında, “Bu yasa askeri personelin 15 yıllık mecburi hizmet sürelerinin 10 yıla indirilerek, Batı dünyasıyla standartlaşmayı amaçlamaktadır” sözleriyle AKP adına tasarıyı savunan Şirin Ünal'dı.

İddianamede “FETÖ yapılanmasıyla” ilgili olarak, “Son olarak kendisine müzahir elemanların en az bulunduğu 1988 ve daha önceki yıllarda mezun olmuş subayları TSK’den tasfiye etmek için üç devreyi birden toplu olarak emekli edecek ve hizmet süresini 28 yıla indirecek kanuni düzenlemeleri siyasi otoriteye yaptırabilmiştir” denilen, darbeden hemen öncesine ait bir kanuna daha atıf yapıldı.

Söz konusu kanun; Darbeciler Mehmet Dişli ile Mehmet Partigöç'ün hazırladığı, Hulusi Akar'ın da “arkasında durduğu” 6722 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'du.

Tasarıda bir madde hariç tümünün yasa kabul edilir edilmez yürürlüğe girmesi öngörülüyordu. Ağustos Şurası'ndan sonra yürürlüğe girmesi öngörülen ise üç devrenin emekliliği ile ilgili maddeydi.

23 Haziran 2016 gecesi TBMM'deki görüşmeler sırasında AKP Grubu'nun verdiği bir önergeyle, o maddenin de kanun çıktığı anda yürürlüğe girmesi sağlandı. Kulislerde, bu son dakika değişikliğini Şirin Ünal'ın yaptırdığı konuşuldu.

Şirin Ünal belki de 15 Temmuz günü Genelkurmay'a, Karargahı çok rahatsız ettiği söylenen bu değişikliği izah için gitmiştir!.. Kim bilir?!.

Odatv.com

Britanya parlamentosunun darbe raporu: Gülen Cemaati dışında üç grup daha var
29/03/2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Britanya parlamentosunun darbe girişiminden Gülen Cemaati’nin topyekun sorumlu olamayacağı savunulan raporunda, dört gruba dikkat çekildiğini yazdı.

Britanya Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nin raporunda, Türkiye’de darbe girişiminin arkasında kimin olduğuna dair fazla bilgi sahibi olunmadığı, ‘Gülenci’lerin darbe girişiminin bir parçası olduğu ancak hareketin topyekun olarak etkin ve sorumlu olduğunun söylenemeyeceği ileri sürülmüştü.

Konuya bugünkü yazısında değinen Ergin Gülen Cemaati’nin darbe girişiminin arkasında olduğunu kanıtlayan açık ve kesin delillerin bulunmadığını ileri sürülen raporda, söz edilmeyen diğer üç grubu şöyle anlattı: “Mustafa Kemal’in ideolojisi adına hareket eden unsurlar, ayrıcalıklarını ve ordu içindeki konumlarını kaybetmek istemeyen unsurlar ve üstleri tarafından kandırılarak ya da zorlanarak darbeye katılmaya sevk edilen askerler.”

’15 Temmuz’u birlikte icra ettikleri kabulu var’

Rapordaki ifadelerin darbe girişimini bahsedilen grupların birlikte yaptıkları sonucuna götürdüğünü yazan Ergin şöyle devam etti: “Bu saptamalar, 15 Temmuz’u ordudaki Gülenciler, Atatürkçüler ve ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyenlerin bir araya gelip, alt kademeleri de kandırarak 15 Temmuz kalkışmasını birlikte planlayıp birlikte icra ettikleri gibi bir kabule götürüyor ki, bu tezin 15 Temmuz’un bugüne dek açığa çıkmış olan gerçekleriyle örtüştüğünü ileri sürebilmek mümkün değil.”

‘Gülen Cemaati hakkında belirsizlik var’

Ergin, raporda Britanya hükümetine ‘FETÖ’ konusunda Türk hükümetine verdiği destekten ötürü eleştiri yöneltildiğini de kaydetti.

Ergin rapordan Gülen Cemaati hakkında ‘hareketin yapısı ve niyetleri konusunda belirsizlikler bulunduğu, Gülencilerin bazı ana faaliyetlerinin şeffaf olmadığı, bu durumda faaliyetlerinin tümüyle hayırseverlik amacı taşıdığının teyit edilemeyeceği’ tespitini de aktardı.
T24

Darbecilere ilk kurşunu sıkan Halisdemir’in CHP’li olmasına sansür
30 Mar, 2017



15 Temmuz darbe girişimi sırasında şehit edilen Ömer Halisdemir ile ilgili olarak Ekşi Sözlük’te açılan başlık, mahkeme kararıyla sansürlendi.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevliyken, komutanlığı ele geçirmeye çalışan darbe yanlısı Tuğgeneral Semih Terzi’yi vurarak öldüren, ardından şehit edilen Ömer Halisdemir ile ilgili olarak Ekşi Sözlük’te açılan başlık, mahkeme kararıyla sansürlendi.
Darbe girişminin ardından Ekşi Sözlük’te açılan “ömer halisdemir’in ailesinin chp’li çıkması” isimli başlıkta, şehit Astsubay Ömer Halisdemir’in ailesinin CHP’li olduğu ve kendilerine yapılmak istenen yardımları reddettiği yazıyordu.
Ekşi Sözlük yönetimi kendilerine iletilen mahkeme kararı uyarınca açılan başlıktaki içerikleri sildi. Söz konusu başlığa ulaşmak isteyenler, “ankara 1. sulh ceza hakimliği’nin 2017/1970 d.iş sayılı ve 29.03.2017 tarihli kararı uyarınca bu başlıkta yer alan içeriklere erişimin engellenmesine karar verilmiştir” uyarısıyla karşılaşıyor.
İlkkurşun

Devlet Bahçeli'yle ilgili 'darbe gecesi' iddiası
03.04.2017



Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Hakan Aygün’ün kaleme aldığı '15 Temmuz'un Sırları' kitabında darbe gecesi Devlet Bahçeli'nin MHP'lilere ''Askere müdahale etmeyin'' dediğini iddia etti.

Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Hakan Aygün’ün '15 Temmuz Sırları' kitabında darbe girişimine ilişkin bazı iddialar ortaya atılıyor. Kitapta yer alan kritik iddialardan birisi de darbe gecesi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ''Askere direnmeyin'' mesajı gönderdiği şeklinde.

Aygün iddialarını bugün Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan köşesine taşıdı.

Tezkan'ın yazısından ilgili bölüm şöyle:

Gazeteci Hakan Aygün 15 Temmuz’un Sırları kitabında önemli bir iddia ortaya attı..

Kitabında dedi ki: MHP Lideri Bahçeli 15 Temmuz darbesinin ilk saatlerinde teşkilatına askere karşı koymayın. Askere direnmeyin mesajı gönderdi..

Yani..

Darbeye hayır demedi..

Yani..

Kulağının üstüne yattı..

***

Önemli iddia.. Hakan Aygün MHP’nin önemli isimlerine doğrulattığını söylüyor..

Bekledim..

Bahçeli yalanlar zannettim..

MHP Genel Merkezi reddeder diye düşündüm..

Kaç gün oldu çıt yok..

Bir kez de ben sorayım..

***

Bahçeli 15 Temmuz ayaklanması sırasında..

Fethullahçı darbenin ilk saatlerinde..

Teşkilatına şimdi FETÖ’cü dedikleri askerlere karşı koymayın, direnmeyin dedi
mi,demedimi?
BirGün

15 Temmuz saat 16'da Yaşar Güler'in önüne konan pusulada “darbe” mi yazıyordu
Müyesser Yıldız
12.04.2017

Genelkurmay Karargâhı'nın 15 Temmuz'daki darbe teşebbüsünden nasıl haberdar olduğuna dair bugüne kadar söylenenlerin tartışılmasına yol açacak ifadeler ortaya çıktı.

Anlatılanlardan bildiğimiz, “Kara Havacılık’ta MİT Müsteşarı’nı kaçırmaya yönelik bazı hareketlenmeler olduğu” şeklinde ihbarın geldiği.

Ancak o gün Genelkurmay'da 2. Başkan Yaşar Güler başkanlığında saat 14.00'te başlayan terör toplantısına katılan bir Albay, saat 16.00'da Güler'in önüne konan notla ilgili olarak, “Masaya pusulayı koyanlardan ya da pusulayı gören birilerinden, pusulada darbe yazdığını duyduklarını” belirterek, o saat itibarıyla, “Genelkurmay 2. Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, KKK Kurmay Başkanı ve Personel Başkanının darbeden bilgileri olduğunu” öne sürdü.

Bir diğer Albay da, “Ben konu ile ilgili olarak darbe girişiminden saat 16.00 itibariyle haberdar olan, ancak bizleri ikaz etmeyen komuta kademesinde yer alan Hulusi Akar ve Salih Zeki Çolak da dahil olmak üzere sorumlu olan kim varsa hepsinden davacı ve şikayetçiyim. Bizleri mağdur ederek şüpheli durumuna düşürdüler” iddiasında bulundu.

Önceki gün açıklanan, 15 Temmuz'da Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı'nda yaşananlara dair iddianamede yer alan bu ifadelerin detaylarına geçmeden önce komuta kademesinin 15 Temmuz'la ilgili anlattıklarını hatırlatalım.

MİT'ten ilk bilginin geldiği, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'den başlarsak; “Olay günü, 18/07/2016 tarihinden itibaren PKK örgütüne karşı başlatmayı planladığımız büyük operasyonların planlanması için bir toplantı düzenlemiştik. Toplantı saat 14:00'de başladı. Toplantı devam ederken takriben saat 16:15 sıralarında şu anda kimin bana haber verdiğini hatırlayamadığım bir personel toplantı odasına gelerek, 'MİT Müsteşarı sizinle görüşmek istiyor' komutanım demesi üzerine önemli bir şey olabileceğini düşünerek toplantıdan hemen çıktım ve odama giderek telefonla MİT Müsteşarı Hakan Fidan Bey'le görüştüm” dedi.

Devamı malûm. Güler toplantıdan çıkıyor, Fidan'la görüşüyor. Ardından önce MİT Müsteşar Yardımcısı, ardından MİT Müsteşarı Hakan Fidan Karargâha geliyor ve Genelkurmay Başkanı Akar'la birlikte bazı tedbirler alınıyor.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar da o kritik saatleri şöyle anlattı:

“Kalkışmanın başladığı 15/07/2016 günü saat 17:00-18:00 sıralarında ben makamımda çalışırken 2. Başkanım Yaşar Güler yanıma gelerek kendisine MİT'ten gelen bilgi ile bu akşam içerisinde Kara Havacılık Okulundan 3 helikopterin görevlendirilmesi ile bir faaliyet icra edileceği yönündeki istihbaratı bana iletti. Bu bilgi ile ilgili görüşmek üzere MİT'ten bir heyetin yolda olduğunu söyledi.”

TERÖR TOPLANTISI SÜRDÜ MÜ BİTİRİLDİ Mİ

Yaşar Güler'in gelen pusula üzerine ayrılması üzerine terör toplantısının devam edip, etmediğine de bakmamız gerekiyor.

Komutanların ifadesine göre, Güler'in ayrılmasından sonra toplantıya Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar başkanlık ediyor. Uyar'a bir not gelmesi üzerine o da toplantıdan çıkıyor. Uyar'ın ardından toplantı Genelkurmay MEBS Başkanı Uğur Tarçın başkanlığında sürüyor, ama bir süre sonra o da gidiyor.

Toplantının sonrasına dair çok bilgi yok. Sadece Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı'nın ifadesinde geçiyor. Aksakallı, hem 6 Aralık 2016'da Cumhuriyet Savcılığı'na, hem de Ömer Halisdemir davası için 17 Mart 2017'de yapılan özel celsede 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verdiği ifadede, toplantının “Saat 19.00 gibi sona erdiğini” söyledi.

O TOPLANTIDA OLAN ALBAYIN İFADESİ

Kara Kuvvetleri Komutanlığı İddianamesi'nde yer alan şüphelilerden Albay Mutlu Serkan Vurdem'in o toplantıya ilişkin anlattıklarına geçersek;

Vurdem, Sulh Ceza Hakimliği'ndeki sorgusuna şöyle başladı:

“..........15 Temmuz günü öğleden sonra saat 2’de Genelkurmay Başkanlığında üst düzey bir toplantı vardı. Genelkurmay 2. Başkanı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı, yani 2 tane orgeneral birkaç orgeneral ve 20’ye yakın generalin katıldığı o toplantıya ben de katılıyordum. Terörle mücadelede gelinen noktayla ilgili sabahtan hazırlığını yaptık. Öğleden sonra 2 civarı orada olacak şekilde Genelkurmay Başkanlığına gittim. Toplantıda takdimler yapıldı, saat 16:30 17:00 civarı Genelkurmay 2. Başkanımızın masasına bir pusula bıraktılar. Genelkurmay 2. Başkanı pusulaya baktı. Bizim Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanına emir komutayı devretti ve 'siz devam edin' dedi, kendisi çıktı. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanımız biraz daha devam ettikten sonra bir ara verdi. Toplantının yaklaşık yarısı tamamlanmıştı yani saat 20:00-21:00’e kadar sürebilirdi toplantı. Ara verildi. Ara verildiği zaman bir kargaşa oldu, ufak bir kargaşa, orada bir darbe söylentisi oldu yani gündüz saat 5 civarından bahsediyorum. Ondan sonra toplantıya devam edilmedi ve herkes yerine geçti. Ben Kara Kuvvetleri Komutanlığına geldim. Personel Başkanlığında plan şube müdürüyüm ben. Geldikten sonra personel başkanımız kendisi hemen çağırdı ne oldu diye, ben kendilerine girdim arz ettim toplantıda şöyle şöyle oldu, ama ondan sonra da...”

Sonrasında Sorgu Hakimi Yusuf Arslan ile Mutlu Serkan Vurdem arasında şu diyaloglar yaşandı:

Hakim Yusuf Arslan : Toplantıdaydın değil mi, toplantıyı biraz açalım burada kal, toplantıdaki hadiselerden biraz bahset. Konuşulanlardan, kim ne konuştu, anlattığın olayları yer zaman tarih mefhumuyla birlikte kişileri de ad soyad unvanıyla belirtirsen, çünkü ben seninle birlikte çalışmadım, komutanlarını da bilmiyorum.

Şüpheli Mutlu Serkan Vurdem : Şimdi toplantı terörle mücadeleyle ilgili bir toplantı olduğu için bu konuyla bir alakası yoktu toplantının. Sadece o pusula gelinceye kadar herhangi bir darbeyle alakalı da hiçbir şey konuşulmadı, ama pusula gelip Genelkurmay 2. Başkanımız Yaşar Güler Orgeneral Yaşar Güler'in toplantıdan hemen çıkması ve emir komutayı bizim Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar'a devretmesi ile toplantıya ara verildi. Ara verildiği zaman orada masaya pusulayı koyanlardan herhalde veyahutta pusulayı gören birileri pusulada darbe yazıyordu gibi söylentiler oldu, bunu kimin söylediği...

Hakim Yusuf Arslan : Kim getirdi pusulayı?

Şüpheli Mutlu Serkan Vurdem : Pusulayı herhalde 2. Başkanımızın emir subayıdır, Yarbay veya Albay rütbesinde birisi getirdi, ondan sonra...

Hakim Yusuf Arslan : Pusula dediğin nedir, nasıl bir şey?

Şüpheli Mutlu Serkan Vurdem : Şöyle ufak not koyuyorlar toplantı esnasında rahatsız etmeden ona gösteriyorlar. O duruma göre değerlendirip, çıkıyor. Ondan sonra toplantıda işte o ara verildiği an itibariyle öyle bir ifade oldu herhalde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanımız da o arada öğrendi ki, toplantıya devam etmeyi uygun görmedi ve toplantıyı keserek bizleri dağıttılar, ama orada öyle bir söylenti duydum darbeyle ilgili saat 5 civarı. Sonra Kara Kuvvetleri Karargahına döndüm, yaklaşık arası 10 dakikalık bir mesafe, döndükten sonra Kara Kuvvetleri personel başkanımız Tümgeneral Ömer Şevki Gençtürk benim normalde ikinci amirim. Birinci amirim izinde olduğu için direk ona çıktım, Tümgeneral Ömer Şevki Gençtürk'e çıktım, toplantıyla ilgili bilgi arz ettim. Sonra toplantının yarıda kesildiğini söyledim. Kesilme nedeninin de böyle 2. Başkanımıza bir pusula kondu, bu pusula dolayısıyla hemen kesildi dedim, ama pusulada şöyle oldu, böyle var demedim. Personel başkanımız şöyle dedi, 'Demek ki, haberi almışlar onlar da' dedi. Yani Kara Kuvvetleri Personel Başkanımızın da o esnada Tümgeneralimizin de haberi vardı olaydan. Ondan sonra Personel Başkanımızdan çıktıktan sonra bizim karargâhta Kara Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Salih Zeki Çolak ve Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanımız Orgeneral İhsan Uyar'ın Kara Havacılık Komutanlığına gittiği haberini aldık. Giderken yanına adli askeri savcı ve merkez komutanlığından personel aldığıyla ilgili bilgi aldık, orada da şunu dediler, 'Bu darbeyle ilgili bir şey var, ona yönelik gidildi' dediler. Sonra dediler ki, 'Yok darbe değil. CH47 helikopterler gelmişti onları kontrol etmeye gittiler' dediler, ama askeri savcı ve merkez komutanlığı personeliyle gitmiş olması CH47'den çok öbür tarafı anımsatıyor, saat 8-8.30'a kadar bu şekilde darbe söylentileri karargâhta bulunuyordu, ama belki daha önceden de vardı onu tam bilemiyorum, ama yani Personel Başkanımızın, Kurmay Başkanımızın, Kuvvet Komutanımızın, Genelkurmay 2. Başkanımızın bilgileri vardı. Net bu konudan eminim.”

İKİNCİ İDDİA: AKAR DARBEYİ SAAT 4'TEN İTİBAREN BİLİYORDU

İddianamenin bir diğer şüphelisi Albay Turgay Kurt'un ifadesi de ilginç.

Kurt, YAŞ hazırlıkları için çalıştıklarını, o akşam saat 19.00'da evine gidip, 21.30'da karargâha döndüğünde “tatbikat var” gerekçesiyle içeri sokulmadığını, “Devir teslim işlerimiz var, girmem lazım” demesi üzerine içeri alındığını, saat 23.00 sıralarında Başbakanın açıklamasını gördükten sonra kendisini odasına kilitlediğini anlattıktan sonra şunları söyledi:

“Ben konu ile ilgili olarak darbe girişinden saat 16.00 itibariyle haberdar olan, ancak bizleri ikaz etmeyen komuta kademesinde yer alan Hulusi Akar ve Salih Zeki Çolak da dahil olmak üzere sorumlu olan kim varsa hepsinden davacı ve şikayetçiyim. Bizleri mağdur ederek şüpheli durumuna düşürdüler.”

HULUSİ AKAR... ACIMASIZ OLACAKTIR... ORGENERALDEN OPERASYON BEKLENİR

İddianameden çarpıcı bir detay daha:

Karagâhta darbenin elebaşlarından sayılan ve halen firarda olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreteri Topçu Kurmay Albay Uğur Karaca'nın ev, makam odasındaki aramalarda bulunanlar arasında şunlar var:

- Neredeyiz, durum ne? Hangi yöne gitmeliyiz başlıklı 8 sayfa A4 kağıt...

- Hulusi Akar’ın dikkatine yazılı 2 adet kağıt...

- Paralelci Ertuğrul ile başlayan 1 adet kağıt...

- Hulusi Akar diye başlayan, acımasız olacaktır diye biten 3 adet kağıt...

- Pensilvanya örgütü devletin gerçek sahiplerini göreve çağırıyor ile başlayan 1 adet kağıt...

- Ömer Adıyaman ile başlayan Orgeneralden operasyon beklenir ile biten 1 adet kağıt...

- Orgeneral Mendi'den Şifaya ziyaret ile başlayan bilgisayar çıktısı...

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Yavuz Selim Demirağ: Yıka yıka çıkmaz!..
28 Nis, 2017



17-25 Aralık sürecinde başlatıldığı iddia edilen FETÖ ile mücadelenin samimi olmadığını beyan ettiğimizde başımıza gelmeyen kalmadı. FETÖ’nün Emniyet, TSK ve Yargı içerisinde güçlendiğini “G günü”nde darbeye hazırlandığını yazdığımızda da dalga geçmişlerdi. “Bunların gücünü abartarak FETÖ’nün propagandasını yapıyorsun” gibi absürt laflar edenlere de rastladık. 15 Temmuz’dan neredeyse 2 yıl önce ‘İmamların Öcü’ adlı kitabımızda TSK’daki yapılanmayı açığa çıkardığımızda, FETÖ’nün beyin takımını faş ettiğimizde defalarca mahkemeye verildik. Hapis cezaları istendi, tazminatlar talep edildi. Ve ayak sesleri duyulan hain darbe girişimi gelip çattı. 15 Temmuz gecesinin karanlıkta kalan saatleri, girift ilişkileri henüz ortaya çıkmış değil. 9 ay geçti üzerinden örgütün beyin takımı yurt dışına çoktan kaçmıştı. Kalanlardan Adil Öksüz gibilerinin nasıl serbest bırakıldığı halen meçhul.

***
Adil Öksüz’ün AKP içindeki bakan ve milletvekilleri ile ilişkileri de ısrarla saklanıyor. 100 binden fazla kişi işinden atıldı. Bu buzdağının görünen yüzü. 50 bin tutuklama var ki bu tutukluların birinci, ikinci derece yakınları da işlerinden atıldı. Aranan, kaçanların sayısı 30 binden fazla. Yurdun çeşitli yerlerinde yargılama süreci başladı. İddianameleri çıkanlar, çıkmayanlar var. Duruşmalar sapır sapır dökülüyor. Kamuoyu mahkemelerdeki hukuksuzluktan haberdar değil. 7 Haziran, 1 Kasım seçimi derken ardından referandum rüzgarı. Gasp edilen oylara rağmen zafer kazanılmış edaları… Hani meydanlarda “İnlerine girdik. Köklerine kibrit suyu döktük. Hepsini yakaladık… Pensilvanya’dakini de getirip yargılayacağız” nutuklarına ne oldu? Meğerse Sarayı koruyan polislerin arasında bile halen FETÖ’cü varmış. Bir gecede 9103 Emniyet personeli açığa alındı yine. Hangi kriterler ile bu yapıldı meçhul. Madem bunlar FETÖ’cüydü bugüne kadar niçin tespit edilmedi? Yeni tespit edildiyse hukuki delilleri var mı? Başından bu yana samimiyeti sorgularken “mış gibi yapılıyor” iddialarımız gerçeği yansıtıyor. Öyle ki 9 binden fazla kişi için gözaltı kararı çıkıyor, kamuoyuna “en büyük operasyon” diye bilgi veriliyor. Oysa gözaltı kararı alınanlardan 1448’inin cezaevlerinde tutuklu olduğu bir gün sonra ortaya çıkıyor. Bunun ciddiyetini sorgulamak hak değil mi? 4672 mahrem imamdan söz ediliyor. 3224 kişi için gözaltı deniyor. Buna rağmen “Ver mehteri…” çılgınlığı ile 10 binin üzerinde gözaltından dem vuruluyor. Allah aşkına neresi doğru? Bilgi kirliliği mi? Gri propaganda mı? Bir Allah’ın kulu çıkıp aslı şudur demedi üç gündür.
***
FETÖ’nün çöreklendiği stratejik kuruluşlardaki sözde temizlik için iki yıl önce “Yıka yıka çıkmaz…” diye bu sütunlardan yazmış, televizyon ekranlarından haykırmıştık. Koltuklarını, işgal ettikleri makamları korumaktan başka endişesi olmayanlar bizim “Yıka yıka çıkmaz” tespitimizi deterjan reklamı zannetti. Terör örgütleri ile mücadelenin esaslarını görmezden geldi. Lafa gelince “devletin bekası” lakırdısını sakız edenler “gelecek nesilleri” düşündüler. Alın işte yapılan bunca operasyonda örgütün siyasi ayağına ulaşılıyor mu? Ev kirasını malum bankaya yatıran tutuklanıyor! Ama Pensilvanya’yı su yolu yapanlara dokunulmuyor bile. Arazi tahsisi yapan, usulsüz ihale veren, yasa dışı, kayıtsız para aktaranlar dışarıda.

“Çalıyor ama çalışıyor” zihniyeti yine aynı sahnede. “Benim hırsızım iyidir”den “Benim FETÖ’cüm iyidir”e gelindi. Doğru, devletin bekası için bu örgütün en ücra köşesine kadar gidilmeli. Ancak önce şu işe ailelerden, özel kalemlerden, danışmanlardan başlansa da biz de işin ciddiye alınmaya başladığını kabullensek olmaz mı? “Yıka yıka çıkmaz” demiştik ya. Bu arada bazılarının aklanması için yıkama işleminin yapıldığını hissediyoruz dersek ağır mı kaçar?
yeniçağ

Mehmet Tezkan: Darbe girişimi konusunda yazılmayan tek bir şey kaldı
12/05/2017


Akıncı üssü iddianamesi..

Birinci Ordu iddianamesi..

Malatya İkinci Ordu iddianamesi..

Genelkurmay’ı ele geçirme iddianamesi..

Boğaz Köprüsü’nde yolu kesenlerin iddianamesi..

TRT’yi ele geçirme iddianamesi..

CNNTürk’ü susturma iddianamesi..

İletişimi kesmek için vericileri kapatma girişimi iddianamesi..

İstanbul Belediye Sarayı’nın basılması iddianamesi..

AKP İstanbul il binasına saldırı iddianamesi..

Meclis’i bombalama iddianamesi..

Havaalanını basma iddianamesi..

Cumhurbaşkanı’na suikast iddianamesi..

Darbe girişimi konusunda yazılmayan tek bir şey kaldı..

Meclis Araştırma Komisyonu’nun darbe raporu..

Nedense Meclis’in darbe raporu bir türlü çıkmıyor..

Mehmet Tezkan’ın yazısının tamamı için: http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/mehmet-tezkan/meclis-darbeyi-bi-turlu-yazamadi-2448851/

Fehmi Koru: Washington'da kaçırılan fırsat...
19 Mayıs 2017



"Ne çare, Adil Öksüz hala ortalarda yok"
Fehmi Koru*

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın Washington ziyaretini uzaktan ve gezisine katılan gazetecilerin yazılarından izlerken.. aklımı en fazla karıştıran konu.. Türkiye’de hepimizi derinden etkilemiş 15 Temmuz uğursuz darbe girişiminin adlı adınca görüşmelere taşınmamış olmasıdır.

Sadece günler ve aylar boyunca ülkemizde medya aracılığıyla ve bazı siyasiler ağzından darbe girişimi ile ABD arasında kurulan doğrudan ilişki sebebiyle de değil…

Girişim sonrasında meydana gelen zemin kaymasının ABD’ye ve dünyaya AK Parti iktidarı ile bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine hava yaratacak biçimde yansıması yüzünden de konunun önemi var.

Türkiye’nin ABD’den iadesini veya hiç değilse tutuklanmasını talep ettiği Fethullah Gülen‘in imzasını taşıyan bir makalenin, Beyaz Saray’daki görüşme günü, ABD siyasetini etkileyen en önemli gazetelerden biri olan Washington Post’ta (WP) yayımlanması bile, konunun orada açılmasının ne denli önemli olduğunu gösteriyor.

‘Artık tanıyamadığım ülke Türkiye’ başlıklı yazıya, gazetenin internet sitesinden ulaşılabiliyor. WP yazının İngilizcesi yanında Türkçe metnini de koymuş sitesine…

Size de bu durum garip görünmüyor mu?

Bana görünüyor doğrusu.

Darbelerde ‘Amerikan parmağı’

Türkiye’de meydana gelen askeri müdahalelerin hepsinde ‘Amerikan parmağı’ aramak gibi bir sporumuz var. Hafife aldığım sanılmasın, ABD onayı olmadan bir askeri darbe yaşanabileceğine inanmayanlardanım ben ve bugüne kadar yaşadığımız müdahalelerin hemen hepsinde Washington’un parmağını görebiliyorum.

Adnan Menderes‘in Washington tarafından üzerinin çizildiğine dair kıymetli bir tanıklığı, dönemin Washington büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü‘nün ağzından burada aktarmıştım; Menderes‘in ‘başarısız’ Beyaz Saray ziyareti (Ekim 1959) üzerinden bir yıl bile geçmeden 27 Mayıs 1960 darbesi yaşanmıştı.

”Altımızı oyan CIA imiş” tespitini, dönemin etkili siyasilerinden İhsan Sabri Çağlayangil, müdahalede bulunan askeri kadronun liderinin ”Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı” gerekçesiyle izah ettiği 12 Mart 1971 darbesi için yapmıştı.

12 Eylül 1980 darbesinin, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter‘a, ”Bizim çocuklar yaptı” diye müjdelenmesini ise üzerinden çok geçmeden öğrenmiştik…

‘Post-modern darbe’ adıyla literatüre geçmiş 28 Şubat 1997 müdahalesinin pek az irdelenmiş arka-planında, ABD dışişleri bakanı Warren Christopher imzalı bir belge bulunuyor; o belgede, Christopher, kısa süre sonra MGK’da askerler tarafından seçimle gelmiş hükümetin önüne konulan maddeleri sayarak, Refahyol hükümetinin sonuna yaklaştığını belirtiyor.

Eğer bu tablo yeterli sayılmazsa, 15 Temmuz 2016 gecesinde, ABD’nin Connecticut eyaletindeki bir panelde konuşan Michael Flynn‘in yaptığı, ”Bizim sevdiğimiz subayları Türkiye’de şu anda yönetime müdahale ediyor” açıklamasını hatırlatayım; o konuşmanın videosu YouTube’da duruyor, oradan izlenebilir.

Michael Flynn‘ı Beyaz Saray’a ‘ulusal güvenlik danışmanı’ olarak almıştı Trump; sonradan yine ülkemizin isminin geçtiği bir skandal sonucu istifa etmek zorunda kaldı.

Demek istiyorum ki, seçim kampanyası sırasında Amerikan halkına ”Bundan böyle başka ülkelerin içişlerine karışmak da askeri müdahaleleri teşvik etmek de yok” sözü vermiş olan yeni başkan Trump‘a, kendisinden önceki başkanların bu sicilini hatırlatmak iyi olurdu.

Bilmiyor olabilir çünkü.

Hatırlattıktan sonra 15 Temmuz hâinlik dosyası daha kolay açılırdı.

Adil Öksüz ile Binbaşı H. A. ya da O. K.

Amerikalılar, kendilerinden ‘iadesi’ istenen Fethullah Gülen‘le ilgili adli süreci başlatmak için, o gece yaşananlar ile Gülen arasında doğrudan irtibat kurmayı sağlayacak isim olan Adil Öksüz‘ün bulunup itiraflarının sağlanmasını talep etmişlerdi birkaç ay önce.

Ne çare, Adil Öksüz hala ortalarda yok.

Bu talebe muhatap edilen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Washington heyetinde yer alıyordu.

Yakın zamana kadar kendisinden ‘H. A.’ diye söz edilen ‘ihbarcı subay’ (rütbesi ‘binbaşı’ olarak açıklanmıştı, ama bir kaynak ”Adı da rütbesi de farklı olabilir” demişti) FETÖ davalarının birinin iddianamesinde ‘O. K.’ rümuzuyla karşımıza çıktı. O. K. TSK’dan ihraç edilmiş, ancak koruma amacıyla MİT’te görevlendirilmiş…

Onun kamuoyu önüne çıkartılarak yapacağı tanıklık bile ses getirirdi.

Adil Öksüz‘ün ve O. K. rümuzlu subayın Washington’da heyetimiz tarafından medya önüne çıkartıldığını ve tanıklıklarının bütün dünyaya öylece iletildiğini bir düşünün…

Elbette, o geceyi en muhataralı biçimde geçirmiş iki önemli şahsiyet olan Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘ın, Trump ve kadrosuyla yenilen yemek sırasında o sofrada bulunduğunu da unutmuş değilim.

Haberleri biraz da ”Konuyu onlar açmış olabilir mi?” merakıyla okudum, ama merakım cevapsız kaldı.

Yalnızca “Gülen’i iade edin veya tutuklayın” demekle yetinmişiz.

Kaçan fırsatların ardından konuşmak kolay oluyor da, fırsatları yeniden yakalamak ise, maalesef, çok zor.

* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır

'Genelkurmay davası'nın ardından ortalık karıştı
22.05.2017



15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığı'ndaki eylemlerle ilgili 221 sanık hakkında açılan davanın sonunda darbe girişiminde yaşamını yitirenlerin yakınları ile sanık yakınları birbirine girdi.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ndeki duruşma salonunda görülen ve sabah saatlerinden bu yana gerginliğin sürdüğü davanın ilk duruşmasında sanıklar eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk ile eski Kurmay Albay Ahmet Özçetin savunma yaptı.

Öztürk ile Özçetin’in savunmalarının tamamlanmasının ardından Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, davanın bugünkü celsesinin tamamlandığını, davaya yarın devam edileceğini açıkladı.

Arbede yaşandı

CNN Türk'ten edinilen bilgiye göre, duruşma salonunun boşaltılması esnasında darbe girişiminde yaşamını yitirenlerin yakınları ile sanık yakınları arasında arbede yaşandı. Sözlü olarak başlayan tartışma bir anda büyüdü.

Tarafların birbirlerinin üzerine koşması üzerine polis ekipleri olaya müdahale ederek, taraflar arasında barikat oluşturdu.

Darbe girişiminde yaşamını yitirenlerin yakınlarının bulunduğu sıralardan sanık yakınlarının bulunduğu alana su şişeleri fırlatıldı.
BirGün

Erdoğan'ın eski Başyaveri: Beni Cumhurbaşkanı bizzat kendisi seçti, eğer öldürmek istesem...
23 Mayıs 2017



FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlerle ilgili 221 sanığın yargılandığı davada darbe girişimi öncesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başyaveri olan Kurmay Albay Ali Yazıcı savunma yaptı. Yazıcı, bir yıllık görev süresince Cumhurbaşkanına sadakatle hizmet ettiğini söyledi.

Kurmay Albay Ali Yazıcı, "Darbeyi bir ay önce dillendirenler vardı" dedi. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Levent Türkkan ise 'Samimi ifadem yok' dedi.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki duruşma salonunda görülen duruşmaya sanıklar, müştekiler ve taraf avukatları katıldı. Mahkeme başkanı duruşmaya ilk gün getirilmeyen sanıklar bulunduğu için iddianamenin özetini tekrar okudu. Ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yerini darbecilere söylediği iddia edilen ve Cumhurbaşkanına suikast girişimiyle suçlanan Ali Yazıcı’nın savunmasına geçildi.

"SADAKATLA HİZMET ETTİM"

Ali Yazıcı, Bulgaristan Sofya’da ateşe olarak çalışırken 27 Temmuz 2015’de göreve atandığını belirterek, "Alay komutanlığı sıram gelmesine rağmen bu göreve atandım. Bir yıl boyunca sadakatla hizmet ettiğimi düşünüyorum. Herhangi bir sıkıntı yaşadığımı düşünmüyorum. 5 Temmuz 2016 tarihine kadar Cumhurbaşkanının yanından hiç ayrılmadım. Darbe girişimi öncesi Ramazan Bayramı nedeniyle Cumhurbaşkanımız iki günlük izne ayrıldı ve benimde ayrılabileceğimi söyledi. 9 Temmuzda da bir haftalık izne çıkarak Tokat’ta gittim. 14 Temmuzda Ankara’ya döndüm. Ankara’da kendi lojmanında kaldım. 15 Temmuzda, 16 Temmuzda planlı olana Cumhurbaşkanının Antalya programına katılmak için saat 17.00’da yola çıktım. Yola çıkmadan Cumhurbaşkanı Muhafız Alayında iken hiç tanımadığım Emin Yarbay olduğunu söyleyen bir kişi Antalya’ya gideceğimi öğrenmiş ve kendisinin de Antalya’ya gideceğini söyleyerek benimle geldi. Afyon’da mola verdik.


"BENİ FAHRİ KASIRGA ARADI"

Bu sırada beni ilk beni Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Fahri Kasırga aradı. ’Bir şeyler oluyor bilgin var mı’ diye sordu. Ben araştırıp döneceğimi söyledim. Bu sırada bazı telefon görüşmeleri yaptım. Antalya’daki protokol müdürü beni arayıp programın iptal edildiğini söylemesi üzerine gitmekten vazgeçip İzmir’e doğru yola çıktım. Arabadaki Emin Yarbay’a isterse inebileceğini söyledim. Ancak bana ’komutanım Çiğli’ye gidelim’ dedi. Çiğli’de televizyonda iki saat olayları takip ettik. Oradan misafirhaneye geçtim ertesi sabah Ankara ya döndüm. 16’sında Ankara’ya döndüm ve 17’sinde gözaltına alındım" dedi.

"CUMHURBAŞKANI BENİ 3-4 AY ARAŞTIRMIŞ"

İfadesinin ardından soruları yanıtlayan Yazıcı, yaver seçilmesinde kimin etkili olduğu sorusunu, "Beni Cumhurbaşkanı bizzat kendisi seçti. Hakkımda 3-4 ay araştırma yapmış. İlçe Ak parti ve muhtarlığa sordurmuş. Mit’ten bilgi istemiş. Benim bunlarla bir alakam olsaydı beni seçtirmezdi. Cumhurbaşkanına suikast suçlamasıyla yargılanıyorum. Her zaman yanında imkan varken yapmıyorum, Cumhurbaşkanımızdan ayrılınca suikast yapacağım söyleniyor. Bu akla yatkın değil" dedi.

Suçlamaları kabul etmediğini tekrarlayan Yazıcı’ya Cumhuriyet Savcısı, "Kendinizi Atatürkçü bir subay olarak tanımlıyorsunuz. Peki sizce bu darbe girişimini kim yaptı. Bir bilginiz var mı?" diye sordu. Yazıcı bu soruyu, "10 aydır düşünüyorum bir sonuca varamadım" şeklinde cevapladı.

"BEN DARBE GİRİŞİMİNİ 15 TEMMUZ’DA ÖĞRENDİM"

Yazıcı, hakkında gazetelerde çıkan Cumhurbaşkanlığı uçağında yaptığı iddia edilen ’darbe’ esprisi ile ilgili soruya, "Bu espriyi ben değil Cumhurbaşkanı danışmanları yapıyordu. Darbe olduğunu ben 15 Temmuz’da öğrendim ama darbe bir ay öncesinden dillendiriliyordu" dedi. Yazıcı, "Danışmanlar mı dillendiriyordu" sorusuna ise "Bu soruya cevap vermek istemiyorum" dedi.

"SAMİMİ BİR İFADEM YOK"

İkinci celse başladı... Ali Yazıcı savunmasını yapıyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eski Başyaveri Ali Yazıcı'nın savunması sırasında söz alan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Levent Türkkan, “Samimi bir ifadem yok” dedi.

Türkkan “Samimi ifadem yok. Her tarafım dağılmıştı bana serum bağladılar beyin röntgeni çektiler. Samimi bir ifadem yok” açıklamasını yaptı. Yaver Türkkan, baskı altında verdiğini iddia ettiği ifadesinde, FETÖ üyesi olduğunu belirterek çok sayıda kişinin ismini vermişti.

BU DARBE GİRİŞİMİNİ TAMAMEN FETÖ'CÜLER YAPTI DİYEMEM

Savunmasını yapan sıkıyönetim mesajlarında imzası bulunan Kurmay Albay Cemil Turhan, "TSK içinde 3 farklı ekip var. Darbe girişimini sadece FETÖ'cülerin yaptığını söyleyemem" dedi.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Cezaevi Kampüsündeki duruşma salonunda görülen duruşmada, Ali Yazıcı'nın ardından darbe girişimi sırasında General/Amiral Şube Müdürü olan Kurmay Albay Cemil Turhan savunmasını yaptı. Sıkıyönetim direktifleri ve mesajlarında imzası bulunduğu iddia edilen Cemil Turhan, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler'in emri ve üssü olan Tuğgeneral Mehmet Patrigöç'ün bilgisi dahilinde mesajları çektiğini söyledi. Suçlamaları kabul etmeyen Turhan, aldığı emirler doğrultusunda yayınladığı 5 mesaj dışında, darbe girişiminde bulunmadığını ve kesinlikle silah kullanmadığını, FETÖ üyesi olmadığını belirtti.

MUHARREM KÖSE'Yİ ARADIĞINI KABUL ETTİ

15 Temmuz darbe girişimi gecesi eski Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse'yi aradığını itiraf eden sanık Turhan, "Muharrem Köse'yi çağırmam istendiği için aradım. Ancak, 'darbe oldu sen de Adli Müşavir oldun' şeklinde bir konuşmam olmamıştır" dedi.

ALİ YAZICI'NIN BAŞYAVER ADAYLIĞININ TEKLİF EDEN HULUSİ AKAR'DIR

Sanık Turhan, Ali Yazıcı'nın Cumhurbaşkanlığı başyaverliğine atandığında Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar'ın olduğunu ve Yazıcı'nın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na komutan olarak atanması beklenirken, Akar'ın tavsiyesiyle Başyaver olarak atandığını söyledi.

TSK İÇİNDE 3 FARKLI EKİP VAR

Turhan, mahkeme başkanın "Bu darbeyi kim yaptı, sizin görgünüze göre hangi isimler vardı?" sorusuna, "Bir darbe girişimi oldu. Ama bu darbe girişimini tamamen FETÖ'cüler yapmıştır diyemem. Çünkü TSK içerisinde farklı ekipler vardır. Bu ekipler içinde muhafazakar yönü ağır basan bir ekip var. Bu ekip genelde FETÖ'cü olarak anılır" diye cevapladı.
Cumhuriyet

Çatı davasında ortalığı karıştıracak Hulusi Akar sırrı
23 Mayıs 2017

Çatı davasının ilk gününde ifade veren Akın Öztürk'ün sözleri darbenin ilk gününde yaşanan bir sırrı ortaya çıkardı.

15 temmuz çatı davasının ilk gününde ifade veren ve medya tarafından Darbenin 1 numaralı ismi olduğu ileri sürülen Akın Öztürk'ün ifadesi gözleri Hulusi akar'a çevirdi.

HULUSİ AKAR'IN SIRRI

Akın Öztürk'ün ilk ifadesi gözleri Hulusi Akar'a döndürürken, Mehmet Dişli'nin vereceği ifade de merak konusu.

HÜRRİYET YAZARINDAN DİKKAT ÇEKEN AYRINTI

15 Temmuz darbe girişiminin kilit isimlerinin yargılanmasına dün başlandı. İlk gün Akın Öztürk'ün yaptığı savunma dikkat çekerken, gözler şimdi Mehmet Dişli'nin üzerinde. Hürriyet'ten Mehmet Y. Yılmaz, konuyla ilgili bir köşe yazısı kaleme alırken, şu ifadeleri kullandı:

AĞABEYİ AKP MİLLETVEKİLİ OLAN DARBECİ

Bu davanın önemli sanıklarından biri de darbe girişimi sırasında tümgeneral rütbesiyle Genelkurmay’da görevli olan Mehmet Dişli.Dişli’nin, Genelkurmay Başkanı’na önce zorla darbe bildirisi imzalatmak istediğini, sonra da “tutuklayarak” Akıncı Üssü’ne götüren ekibe liderlik ettiğini biliyoruz.

HEM DARBECİ HEM DARBEYE KARŞI KRİZ MERKEZİNDE GÖREVLİ

Darbe girişimi başarısızlığa uğrayıp, Genelkurmay Başkanı kurtarıldığında da aynı helikoptere binerek Köşk’teki Başbakanlığa geldiğini, akşam saatlerinde tutuklanana kadar burada “kriz merkezinde” görev yaptığını da biliyoruz.Bilmediğimiz konu, Genelkurmay Başkanı’nın, Köşk bahçesine iner inmez neden Dişli’yi tutuklatmadığı.

DURUŞMA İFADELERİNDE NETLEŞECEK

Ve darbenin merkezinde yer alan bir generalin kriz merkezinde görev yapmasına neden izin verdiği.Duruşmalar sırasında bunun nedenlerini de öğreneceğimizi ümit ediyorum:General Dişli’nin sırrı neydi?

Kaynak: Haberartıturk

FETÖ’den tahliye olan zenginler
26 Mayıs 2017



15 Temmuz Darbe girişimi sonrası RTE/AKP yönetimince başlatılan “FETÖ” soruşturmalarında art arda yaşanan tahliyeler dikkat çekmeye başladı.

2016’dan bu zamana kadar çok sayıda işadamı serbest kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı‘nın tahliyesi ile birlikte gözler zengin işadamlarının tahliyesine çevrildi. Zengin işadamlarının tahliyeleri dikkat çekerken gazetecilerin hapiste olması “FETÖ” davalarının sulandırılması olarak değerlendiriliyor. “FETÖ” yapılanmasının siyasi ayağına ilişkin ise tartışmalar sürüyor.

İşte 206’dan bugüne serbest kalan Fetö zanlısı işadamları

4 Ağustos 2016
Kayseri’de, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması soruşturması kapsamında gözaltına alınan boydak Holding Yönetim Kurulu ve Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak ile Holding İnsan Kaynakları Yöneticileri Halit Bayhan adli kontrol ve yurt dışı yasağı şartıyla serbest bırakıldı.
12 Ağustos 2016
FETÖ soruşturması kapsamında, Kavuklar Şirketler Grubu’na yönelik İzmir’de düzenlenen operasyonda gözaltına alınan Mehmet Kavuk ifade işlemlerinin ardından serbest bırakıldı..
2 Kasım 2016
Malatya’da FETÖ soruşturması kapsamında yargılanan ve MAKİAD üyesi olan İşadamları Kubilay K. ve Ömer Fatin N. ameliyat ve tedavi olması raporu bulunduğu için hastalıkları nedeniyle tahliye edildi
Aydın’ın En Zenginlerindendi
11 Kasım 2016
Aydın’da Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında tutuklanan işadamı Ahmet Tonkul, tahliye edildi.
Aydın’da darbe girişiminin ardından FETÖ/PDY soruşturması kapsamında Türkiye çapındaki 65 şubesiyle Aydın’ın en önemli firmalarından olan Tuğba Kuruyemiş’in sahibi Ahmet Tonkul ve oğlu Fatih Tonkul, çok sayıda işadamı, esnaf ve akademisyenle birlikte gözaltına alınmıştı.
İhlas CEO’su 3 Ay Yattı
15 Kasım 2016
Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’na (FETÖ/PDY) finansal destek sağladıkları iddiasıyla Akfa Holding ve alt şirketlerine yönelik yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmasına karar verilen İhlas Holding eski Üst Yöneticisi Cahit Paksoy, avukatının itirazı üzerine tahliye edildi.. Cahit Paksoy 26 Ağustos 2016 tarihinde “Terör örgütüne üye olmak”, “Terör örgütüne finansman sağlamak” ve “Suçtan kaynaklı mal varlığı değerlerini aklamak” suçlarından tutuklanmıştı.
20 Kasım 2016
Bursa’da Fetullahçı Terör Örgütü/PDY soruşturması kapsamında tutuklanan iş adamları Şakir Umutkan, Hilmi Gülcemal, Davut Teke ve Emin Akça tahliye edildi. İş adamlarının etkin pişmanlıktan tahliye oldukları açıklandı.
Fikret İnan Serbest Hakim Rüşvetten Tutuklu
24 Kasım 2016
FETÖ’ye finansal destek sağladıkları iddiasıyla tutuklanan Fi Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan’ın da aralarında bulunduğu 11 şüphelinin tahliyesine karar verildi..
Anadolu 3. Sulh Ceza Hakimliği, tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi istenen 19 şüpheliden Fi Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan, Veli Tan Kiriş, Rebii Metin Görgeç ve İsmail Aksoy’un ise “üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosyadaki mevcut delil durumu, tutuklamanın tedbir oluşu, suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklama ile umulan faydanın adli kontrol tedbiri ile sağlanabileceği” gerekçeleriyle tahliyelerini kararlaştırdı.
İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Akdemir, 20 Nisan 2017’de Fİ Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan’ı 50 bin dolar karşılığında serbest bıraktığı iddiasıyla gözaltına alındı
16 Şubat 2017
İş adamı Metehan Kavuk’un dosya üzerinden görülen dava ile tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
22 Şubat 2017
İzmir’de yürütülen ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında gözaltına alınan Küçükbay Şirketler Grubu’nun eski ortağı ve eski Genel Müdürü Halil Küçükbay, yurt dışına çıkış yasağı koyarak serbest bırakıldı
Denizli’de 22 İşadamı Serbest
15 Mart 2017
Denizli’de FETÖ/PDY soruşturması kapsamında örgütün finans ayağı oluşturduğu için yargılanan işadamları Abdullah Asım Coşkun, Adem Oklu, Adnan Pekdemir, Ahmet Özkan Haybat, Ali Ayrancı, Bilal Gören, Cavit Özer, Habib Yıldız, Hüseyin Moralıoğlu, İshak Kalkan, İskender Damgacı, Mesut Gören, Mehmet Hilmi Yavaşlar, Mehmet Sağlam, Osman Kiriş, Osman Refik Esmek, Sezai Günalp, Veli Yağcı, Volkan Kartlı, Fehmi Demirsen, Özkan Atik ve Veli Aytuğ serbest bırakıldı. Sanıkların araçları, bankalardaki şahsi hesapları, emeklilik maaşları, taşınmazları ve kayyım atanmayan şirketlerindeki, şirket adına kayıtlı araç ve taşınmazlar üzerindeki tedbirlerin de kaldırılıp, duruşma ertelendi.
Uğur Derin Dondurucu Patronu da Serbest
30 Mart 2017
15 Temmuz Darbe girişiminin ardından “FETÖ” örgütü ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle Nazilli’de gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Uğur Soğutma Makinaları Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi sahipleri Ali Takmaklı ve Mehmet Takmaklı kardeşler adli kontrol şartıyla tahliye edildi..
24 Nisan 2017
Adana’da FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle tutuklu yargılanan eski Pozantı Belediye Başkanı Mustafa Çay tahliye edildi.
Damadın Uyku Apnesi Var
4 Mayıs 2017
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı tahliye edildi. Bir süre önce Kavurmacı’nın avukatları, müvekkillerinin sağlık sorunlarını gerekçe göstererek tahliye talebinde bulunmuştu. Kavurmacı’nın talebini değerlendiren nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği tahliye kararı verdi.
Müebbetle Yargılanıyordu. Tahliye
16 Mayıs 2017
FETÖ soruşturmasında tutuklanan Gaziantepli Habeş Seyitoğlu Baklava şirketinin Dış Ticaret Genel Müdürü Serdar Seyitoğlu, tahliye edildi.
FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan Serdar Seyitoğlu ile tutuksuz yargılanan amcası Mustafa Seyitoğlu, “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “Terör örgütü üyeliği” ile suçlanıyordu.
Savunmaların ardından ara kararını veren mahkeme heyeti tutuklu sanık Serdar Seyitoğlu’nun tutuklulukta kaldığı 7,5 aylık süreyi ve suç vasfının değişme ihtimalini dikkate alarak tahliyesine karar verdi. Serdar Seyitoğlu’nun “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ile “Terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet ve 15 yıla kadar hapsi isteniyordu
18 Mayıs 2017
Samsun’da darbe girişiminin hemen ardından tutuklanan, FETÖ şüphelisi Uluslararası Yöneticiler Derneği’nin (YÖNETDER) üyesi Yavuz Düz, Samsun 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edildi.
Bank Asya Yöneticisi Serbest
24 Mayıs 2017
Sakarya’da hakkında “anayasayı ihlal” ve “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla dava açılan Bank Asya’nın eski yönetim kurulu başkanı Erhan Birgili adli kontrol şartı ve yurt dışı yasağı şartıyla tahliye edildi.
Gazeteport

Bahçeli’den Erdoğan’a çok sert cevap!
26 May, 2017



Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından MHP’nin yayın organı Ortadoğu gazetesi yazarlarıyla karşılık verdi. Bahçeli de sosyal medyadan Erdoğan’ı sert dille eleştirdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından, MHP’nin yayın organı Ortadoğu gazetesi yazarlarıyla karşılık verdi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de sosyal medya hesabından Erdoğan’ı çok sert bir dille eleştirdi.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin FETÖ’nün siyasi ayağına yönelik eleştirilerine ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın tahliyesine ilişkin konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sayın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın damadını söylüyorsan tamam, bu konu yargı ile alakalı bir konu. Bunun ber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Tem 30, 2017 12:11 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal May 23, 2017 11:03 pm    Mesaj konusu: Akın Öztürk'ün savunması Alıntıyla Cevap Gönder

Akın Öztürk'ün savunması: Silah arkadaşlarım ve milletim iyi bilsin ki...
22 Mayıs 2017



Türkiye'deki 15 Temmuz darbe girişiminde Fethullah Gülen'in 1 numaralı sanık olduğu ve darbeyi planladığı iddia edilen aralarında Akın Öztürk, Mehmet Partigöç, Mehmet Dişli ile Ali Kalyoncu'nun da bulunduğu 38 kişilik 'Yurttu Sulh Konseyi' üyeleri ile birlikte 221 sanık 'FETÖ Genelkurmay çatı davası' ile bugün ilk kez hakim karşısına çıkarılıyor. Sanıklardan darbe girişiminin bir numaralı ismi olduğu ileri sürülen eski Hava Kuvvetleri KomutanıAkın Öztürk, "Silah arkadaşlarım ve milletim iyi bilsin ki bu hain darbe girişimi ile ilgili herhangi bir katkım ve haberim yoktur. Keşke şehit olsaydım da bu suçlamalara maruz kalmasaydım" dedi.

FETÖ'nün 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında, Genelkurmay Başkanlığı'ndaki eylemlerle ilgili 221 sanık hakkında açılan davanın duruşması başladı. Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlere ilişkin görülen davada savunma yapan eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk, “Yüce milletim, beni yetiştiren komutanlarım ve silah arkadaşlarım iyi bilsin ki bu hain darbe girişimine hiçbir katkım, hatta haberim bile yoktur” dedi.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Sincan Cezaevi Kampüsü'ndeki duruşma salonunda görülen duruşmaya sanıklar, müştekiler ve taraf avukatları katıldı. Duruşmaya ilk olarak 'Yurtta Sulh Konseyi' üyesi 38 sanık, ardından da diğer sanıklar alındı. Duruşma, sanıkların kimlik tespitiyle devam etti.

SANIKLAR DURUŞMA SALONUNA BÖYLE GETİRİLDİ

Erdoğan'ın basyaveri Ali Yazıcı ilk kimlik tespitinde bulundu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu da izleyiciler arasında yer alıyor.

DURUŞMADA ŞEHİT ANNESİ BAYGINLIK GEÇİRDİ

FETÖ'nün 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında, Genelkurmay Başkanlığı'ndaki eylemlerle ilgili 221 sanık hakkında açılan davanın duruşması başladı. Duruşma sırasında baygınlık geçiren bir şehit yakını, sağlık ekiplerince salondan çıkartıldı. Salondan dışarı çıkarılan anne "Vatan hainlerini, Allah bin türlü belanızı versin" dedi.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Sincan Cezaevi Kampüsü'ndeki duruşma salonunda görülen duruşmaya sanıklar, müştekiler ve taraf avukatları katıldı. Duruşmaya ilk olarak 'Yurtta Sulh Konseyi' üyesi 38 sanık, ardından da diğer sanıklar alındı.

AKIN ÖZTÜRK: ADRESİ BİLMİYORUM, TUTUKLUYUM

Darbe girişiminin askeri kanadının bir numaralı sanığı olarak gösterilen eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk, ilk savunma yapan isim oldu. Sanıklardan darbe girişiminin askeri kanadının bir numarası olduğu iddia edilen Hava Kuvvetleri eski Komutanı Akın Öztürk, kimlik tespiti sırasında 2 çocuğu olduğunu belirterek, "Adresi bilmiyorum. Tutukluyum" dedi.

Akın Öztürk savunma yaparken araya giren Saliha Arıgan mahkeme başkanı tarafından zorla dışarı çıkarıldı.

"KEŞKE ŞEHİT OLSAYDIM DA BU SUÇLAMALARA MARUZ KALMASAYDIM"

Öztürk savunmasına şöyle devam etti:

1970 yılında üniforma giydiğim Türk Silahlı Kuvvetleri'nde 46 yıl boyunca yeminime sadık kalarak bana verilen görevleri üniformama halel getirmeyecek şekilde yerine getirdim. Yeminime ölsem dahi sadığım. Böyle bir suçlama ile yapılacak yargılama bana bu dünyada verilecek en büyük cezadır. Bir asker için bundan daha kötü ne olabilir. Silah arkadaşlarım ve milletim iyi bilsin ki bu hain darbe girişimi ile ilgili herhangi bir katkım ve haberim yoktur.

Ben silah arkadaşlarıma ve devletin kurumlarına silah doğrultacak biri değilim. Bu hain darbe girişimiyle hiçbir alakam yoktur. Şehit ailelerinin acılarını paylaşıyorum. Pilot olarak birçok kez ölümden döndüm. Keşke şehit olsaydım da bu suçlamalara maruz kalmasaydım. Bu nedenle içim çok acımaktadır. 15 Temmuz gecesi kalkışılan darbe girişimi ile ülkemiz ve milletimiz bir travma yaşamıştır.

"ALGI OPERASYONU YAPILDI"

Darbe girişimine katılanların hukuk ilkeleri çerçevesinde, en ağır şekilde cezalandırılmasını kendisinin de istediğini söyleyen Öztürk, kendisiyle ilgili algı operasyonu yapıldığını savunarak, "Henüz ifadem alınmadan basında 'Akın Öztürk itiraf etti' şeklinde haberler yer aldı. Bunlar benimle ilgili yapılan algı operasyonlarının başlangıcıdır. Ankara Çukurambar'da darbecilerle toplantılara katıldığım yönündeki gizli tanık ifadeleri yalan olmasına rağmen basında bunlara doğruymuş gibi verildi" dedi.

"PARTİGÖÇ'LE KORUMA ASTSUBAYIM GÖRÜŞTÜ"

15 Temmuz günü Ankara'ya geldiğinde, kızının lojmanın olduğu Akıncı Üssü'ne gittiğini ve eşinin hasta olması nedeniyle gece orada kalmaya karar verdiklerini anlatan Öztürk, şunları söyledi: "O gece koruma astsubayım İsmail Keskin telefonla arayıp 'Genelkurmay'da saldırı olmuş' dedi. Bunun üzerine koruma astsubayımı tekrar kaldığım lojmana çağırdım. Kendisinden neler olup bittiğini öğrenmesi için Genelkurmay Harekat Merkezi'ni arattım ancak telefona çıkan subay Mehmet Partigöç'ten bilgi alabileceğimizi söylemiş. Bunun üzerine koruma astsubayım Mehmet Partigöç'le görüştü. İddianamede iddia edildiği gibi ben direk görüşmedim"

"ABİDİN ÜNAL'IN İSTEĞİ İLE ÜSSE GİTTİM"

Gecenin ilerleyen saatlerinde, İstanbul'da bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal'ın kendisini aradığını ve neler olup bittiğini öğrenmesini istediğini anlatan Öztürk, "Bunun üzerine lojmandan ayrılarak Akıncı Üssü 143. Filoya gittim. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın da tutulduğu odaya girdim. Burada Akar dışında yanılmıyorsam Kubilay Selçuk, Ömer Faruk Harmancı, Hakan Evrim ve Mehmet Dişli vardı. Genelkurmay başkanı bana, 'bunlar darbe yapmak istiyor, bunlarla konuş ikna et, vazgeçsinler' dedi. Ben de Genelkurmay başkanımızın ifadelerini kullanarak, 'yanlış yaptıklarını, vazgeçmelerini ' söyledim" diye konuştu.

"O GECE KOMİK DURUMDAYDIM"

Sivil kıyafetli olduğu için emir astsubayından üniformasını getirmesini istediğini; ancak yolların kapalı olması nedeniyle üstte kendisi için üniforma ayarlandığını söyleyen Öztürk, "Üniforma kısaydı. Gülünç bir durumdaydım. Bir konsey başkanının böyle bir durumda olması siz değerlendirin. Darbe girişiminin başında olsam bu duruma düşer miydim" dedi.

"ODANIN DIŞINDA SİLAHLI ASKERLER BEKLİYORDU"

Daha sonra tekrar Genelkurmay Başkanı'nın yanına gittiğini ve darbecilerin kararlı olduklarını söylediğini anlatan Öztürk, şöyle devam etti: "Genelkurmay başkanının sinirleri bozuktu, tedirgindi. Ancak enterne durumda değildi. Dışarıda çok sayıda silahlı kişi vardı. Genelkurmay başkanını darbenin başına geçirilmesi için oluşturulan ekipte olmadığım gibi bu konuda kendisini ikna çabamda olmadı. Bu husus Genelkurmay başkanına sorulabilir. Genelkurmay Başkanının ikna edilmemesi halendi benim Genelkurmay başkanlığına getirileceğim iddia ediliyor. Beni kim ikna etmiş, ben ikna olmuş muyum?"

DAMADI YARBAY HAKAN KARAKUŞ'LA O GECE HİÇ GÖRÜŞMEDİĞİNİ SÖYLEDİ

Akın Öztürk, komutanlığı döneminde defalarca bu yapıyla mücadele edilmesi gerektiğini astlarına söylediğini, daha önceki darbelerin ülke üzerindeki etkilerini bilen biri olarak darbe girişiminde yer almasının mümkün olmadığını da dile getirdi. Öztürk, ayrıca Mahkeme Başkanı'nın sorusu üzerine o gece, davanın sanıklarından olan damadı Yarbay Hakan Karakuş'la hiç görüşmediğini de söyledi.

ANNENİN FERYADI

Kimlik tespiti sırasında, 15 Temmuz'da şehit olan Mucip Arıkan'ın annesi Saliha Arıkan, "Oğlumun katillerini öldürün. Yavrumu bana verin" diyerek, bağırdı. Arıkan'ın sanıklara yönelik bağırmayı sürdürmesi üzerine Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, duruşmaya engel olduğu gerekçesiyle şehit yakınının salondan çıkartılmasını istedi.

SALONDA GERGİNLİK

Duruşma sürerken, müşteki yakınlarından bazıları, sanıklara yönelik sinkaflı sözler sarf etti. Mahkeme Başkanı Dik, özellikle Saliha Arıkan'ın sürekli bağırması nedeniyle dışarı çıkartılmasını istedi. Bu sırada, sanık avukatlarından biri de "Salondan çıkartılsın" deyince müşteki yakınlarının tamamı buna tepki gösterdi.

Şehit yakınları, avukatlara "Teröristleri savunanlar teröristtir" ve "Hepiniz teröristsiniz" diye bağırdı. Duruşma, bu nedenle bir süre durdu. Yaşanan tartışmalar sırasında baygınlık geçiren Saliha Arıkan, sağlık görevlilerinin yardımıyla salondan çıkartıldı.

Olay gecesi öldürülen Semih Terzi dışındaki ’Yurtta Sulh Konseyi’ üyeleri için 2 bin 988’er kez ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası isteniyor. Dosyada 200’ü tutuklu, 9’u tutuksuz, 12’si firari olmak üzere 221 sanık yer alıyor. Asker sanıklardan 1'i orgeneral, 3’ü korgeneral, 4’ü tümgeneral, 16’sı tuğgeneral, 3’ü tuğamiral, 26’sı albay, 27’si yarbay, 37’si binbaşı, 21’i yüzbaşı diğerleri ise daha alt rütbeye sahip. Sanıklar arasında öğretmen, memur ve esnafın bulunduğu 12 sivilin de bulunduğu ifade edildi.

İDAM SLOGANLARI

FETÖ'nün 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında, Genelkurmay Başkanlığı'ndaki eylemlerle ilgili 221 sanık hakkında açılan davada sanıklar, duruşma salonuna alındı. Sanıklar salona alınırken, cezaevi önünde toplanan kalabalık, 'İdam isteriz' diye slogan attı.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Sincan Cezaevi Kampüsü'ndeki duruşma salonunda görülecek dava için FETÖ'nün askeri üyelerinden oluşan 'Yurtta Sulh Konseyi' üyesi 38 kişinin de aralarında bulunduğu sanıklar, yoğun güvenlik önlemleri altında salona alındı. Sanıklar, salona alınırken, cezaevi önünde toplanan şehit yakınları ve vatandaşlar 'İdam isteriz' diye sloganlar attı. Sanıklar, tek sıra halinde salona sokulurken, kalabalık içinden bazı keşiler, sanıklara ellerindeki dövizleri attı. Bazı kişiler de sanıklara ip fırlattı. "Osmanlının torunu böyle bozar oyunu", "Devletini sevmeyen haine hilalin gölgesi haram olsun" ve "15 Temmuz için adalet" yazılı pankartlar açan kalabalık, sanıklar salona alındıktan sonra cezaevi bahçesinden çıkartıldı.

İDDİANAMEDEKİ SUÇLAMALAR

'FETÖ Genelkurmay çatı davası' sanıkları hakkında 'Anayasayı ihlal', 'Cebir ve şiddet kullanarak TBMM’yi ortadan kaldırma girişiminde bulunma', 'Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs', 'Silahlı terör örgütü yönetmek ve üyesi olmak' suçlamalarının yanı sıra darbe girişimi kapsamında ülke genelinde işlenen 'Cumhurbaşkanına suikast', '250 kişiyi şehit etme', '2 bin 735 kişiyi öldürmeye teşebbüs etme' ve 'Üst düzey komutan ve devlet yöneticilerinin hürriyetini sınırlama' suçlamalarından da şehit ve mağdur sayısınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanacak.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN DA MÜŞTEKİ KONUMUNDA

Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlerle ilgili hazırlanan Genelkurmay çatı iddianamesinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'Mağdur-müşteki', Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ise 'Mağdur' olarak yer alıyor.

GENİŞ ÖNLEMLER ALINDI

Sincan Cezaevi Kampusu'nde bulunan duruşma salonunda görülecek duruşma öncesinde cezaevi çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alındı. Cezaevine çıkan yollarda güvenlik noktaları oluşturuldu. Duruşma salonu çevresine jandarma ekipleri konuşlandırılarak, binanın çatısına keskin nişancılar yerleştirildi. Girişe polis ve jandarmaya ait TOMA'lar konuşlanarak önlem alındı. Saat 10.00 sıralarında başlaması planlanan duruşma öncesi sanıklar cezaevinden duruşma salonuna alınırken, basın mensuplarına görüntü aldırılacak.
Cumhuriyet

"15 Temmuz'da 5 günlük askerdim, silahım bile yoktu, 290 gündür tutukluyum"
23 Mayıs 2017



Kılıçdaroğlu, darbe girişiminin ardından tutuklanan 5 günlük erin mektubunu okudu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak, 'kontrollü darbe' iddiasını sürdürerek, 5 günlük bir askerin yazdığı mektubu okudu.

CHP grubunda konuşan Kılıçdaroğlu, "Beş günlük askerin nesi darbe yapacak?" diye sorarak, " Harp Okulu'nda okuyan öğrencilerin anneleri burada. Ne günahı var bu öğrencilerin. Komutan diyor dışarı çıkıyorlar. Bütün dünya ordularında kural budur. Almışsınız hapse atmışsınız, niçin? Karşı darbe yapmak için" ifadesini kullandı.

Kılıçdaroğlu, o askerin mektubunda yazanları şöyle aktardı:

"Beş günlük askerdim 15 Temmuz'da, silahım yoktu. Bizi dışarı çıkardılar. Ama anladığımız anda geri döndük. Tutuklandım, 290 gündür tutukluyum."

ETİKETLER
15 temmuz darbe girişimi 5 günlük asker silahım yoktu tutuklu kılıçdaroğlu
T24

Darbeci generalden Hulusi Akar ve Hakan Fidan'a ağır suçlama: "Bu vahim ve menfur darbe teşebbüsü, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının, planı, bilgisi ve kontrolü dahilinde olmuştur."

Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlerle ilgili aralarında sözde “Yurtta Sulh Konseyi” üyelerinin de bulunduğu 221 sanık hakkında açılan davanın üçüncü celsesi görüldü.

AKAR VE FİDAN'I SUÇLADI

Duruşmada sanıklardan eski Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Harekat Başkanlığı Kuvvet Geliştirme ve Teşkilat Daire Başkanı Tuğgeneral Erhan Caha'nın    söyledikleri damga vurdu. Ceha'nın savunmasının sonunda "Bu vahim ve menfur darbe teşebbüsü, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının, planı, bilgisi ve kontrolü dahilinde olmuştur. Huzurda gelip tanık sıfatıyla dahi olsa dinlendiklerinde bu durum ortaya çıkacaktır.

İŞTE İFADELERİN TAMAMI

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Cezaevi Kampüsündeki duruşmaya sanıklar, taraf avukatları, müştekiler ve sanık yakınları katıldı. Davanın öğleden sonraki kısmında darbe girişimi sırasında 28. Mekanize Tugay Komutanlığında Tabur Komutanı olarak görev yapan eski Kurmay Yarbay Ertuğrul Terzi savunma yaptı. Terzi, iddianamede Yurtta Sulh Konseyi üyesi olmakla suçlandığını anımsatarak, bu suçlamayı reddettiğini belirtti.

BENİ BİR EVE GÖTÜRDÜ İDDİASI

Terzi, tutuklu sanık eski Yarbay Murat Yanık’ın “Ertuğrul Terzi beni Altınpark’ta bir eve götürdü” yönündeki ifadesine ilişkin, “Şehir dışında olan Murat Yanık, bir gün ‘beni AŞTİ’de karşılaya bilir misin?’ diye sordu. Ben de olur dedim. AŞTİ’ye gittim ve onu karşıladım. Onu evine götüreceğimi sandım ama o Altınpark’a yakın bir yerde yol üzerinde kendisini bırakmamı istedi. Ben de orada bıraktım. Murat Yanık’ı AŞTİ’den aldığım doğrudur ama böyle bir eve götürdüğüm kurgudur. Ben tarif edilen evde ya da başka bir evde bu kişilerle ya da başkalarıyla toplantı yapmadım” dedi.

4 GÜN YOĞUN BAKIMDA YATTIM

Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, Terzi’ye “darbe girişiminden ne zaman haberin oldu?” yönünde soru yöneltti. Terzi, “Ben 4 gün yoğun bakımda yattım. Yoğun bakımdan çıktığımda polisler beni aldı ve o esnada yolda öğrendim darbe girişimini” cevabını verdi.

WHATSAPP GURUBU

Mahkeme Başkanı Dik’in, Ertuğrul Terzi tarafından kurulan ve 15 Temmuz’da darbecilerin birbirleriyle haberleştiği “Türkiyem” isimli Whatsapp grubunu sorması üzerine Terzi, “Bu yadırganacak bir şey değil. Ben taburu ilk aldığımda burada dikkatimi çeken tugayda telsiz kullanılmıyordu. Tugay da telsiz kullanma alışkanlığı yok. İletişim kurmak için Whatsapp grubunu kurdum” ifadelerini kullandı.

BU GURUBA HİÇ MESAJ YAZMADIM VE OKUMADIM

“Türkiyem” adlı gruptan yazılan “hava kuvvetleri emniyete doğrudan müdahale edecek”, “emniyete iki tank” gibi talimatların sorulması üzerine Terzi, “Ben bu gruba hiç mesaj yazmadım, ne yazıldığını da bilmiyorum” iddiasında bulundu.

BİLMİYORUM

Mahkeme Başkanı Dik’in “darbe girişimini kimin yaptığını düşünüyorsun?”, “Fetullah Gülen 1 numaralı sanık. Darbe girişimini Fetullah Gülen mi yaptı?” yönündeki sorulara Terzi, “Bilmiyorum” cevabını verdi. Terzi'nin savunmasının ardından duruşmanın bugünkü celsesi tamamlandı.

BANA İRTİBAT SUBAYI GÖREVİ VERİLDİĞİ SÖYLENDİ

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Cezaevi Kampüsü'nde görülen duruşmaya sanıklar, taraf avukatları, müştekiler ve sanık yakınları katıldı. Davanın bugünkü celsesinde darbe girişimi sırasında Kara Kuvvetleri Harekat Başkanlığı Teşkilat Şube Müdürlüğünde görevli eski Kurmay Albay Bilal Akyüz savunma yaptı.Akyüz, 15 Temmuz’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Merkezinin sözlü görevlendirmesi nedeniyle Akıncı Üssü’ne gittiğini öne sürerek, “Gizli olarak icra edileceği söylenen terörle mücadele harekatıyla ilgili Kara Kuvvetleri Komutanlığından bu harekatın desteklenmesi amacıyla irtibat subayı olarak görevlendirildiğim bana söylendi. Akıncı Üssü’ne ön hazırlık ve bilgi edinmek için gittim. Kimseyi tanımadığım gibi kimse de beni tanımıyordu. 143. Filo’yu aradım buldum. Oraya girdim. Ne yapmam gerektiğini sordum” diye konuştu.

ODAMA ÇEKİLİP ARAMALAR YAPTIM

Akyüz, olayların farklılaştığını görmesinin ardından odasına çekildiğini, sadece aramalar yaptığını savundu. Sabaha kadar olayların yatışmasını beklediğini öne süren Akyüz, bu süreçte sevk, idare veya emir vermediğini belirtti. Akyüz, iddianamede “silahlı terör örgütü yöneticisi” olmakla suçlandığını anımsatarak, 38 kişilik Yurtta Sulh Konseyi üyeleri arasından sadece 5 kişiyi tanıdığını, geriye kalan 33 kişiyi tanımadığını öne sürdü. Akyüz, şu an PKK’nın sözde üst düzey yöneticisi Murat Karayılan’dan daha cani bir konumda yönetici olarak suçlandığını kaydetti. Günde 16 saat aralığında mesai yaptığını anlatan Akyüz, bu kadar yoğun çalışma şartlarında silahlı terör örgütünü yönetmenin akla uygun olmadığını söyledi.

ÇOKTAN ASILDIM

Yurtta Sulh Konseyi içerisinde yer aldığı sonucuna nasıl varıldığını anlayamadığını ifade eden Akyüz, ne bu toplantılara katıldığını ne de örgütte faaliyetlerde bulunduğunu kaydetti. Üzerine atılı suçlamaların hiçbirini kabul etmeyen Akyüz, aracında bulunduğu iddia edilen notların kendine ait olmadığını, kendisine kumpas kurulduğunu savundu. Savcının yazdığı iddianame ile her şeyin üzerine yıkıldığını iddia eden Akyüz, “Çoktan asıldım bile” dedi.

ERDOĞAN'DAN ÖĞRENDİM

Mahkeme Başkanı Oğuz Dik’in “Darbe girişimini ne zaman anladınız?” sorusuna Akyüz, “Cumhurbaşkanımızın açıklamalarından sonra saat 00.30 gibi anladım. Ondan sonra oradan dışarıya çıkmadım. Ayrılmak istedim ama nizamiye tutuluyordu. O esnada arkadaşlardan arayanlar vardı, yaralılar vardı. Bir odaya çekildim ve sadece birkaç telefon görüşmesi yaptım o kadar” cevabını verdi.

BUNU SİZ ÇIKARACAKSINIZ

Başkan Dik’in “Sence bu darbe girişimini kim yaptı?” sorusu üzerine ise Akyüz, “Bunu siz çıkaracaksınız, ben bilmiyorum. Ben kimin organize ettiğini, kimin yaptığını bilmiyorum” dedi.

KAYDA GEÇİRİLSİN

Akyüz’ün savunmasının ardından söz alan müdafi avukatı Günay Kodaz, sanıklara tepki gösteren müşteki yakınlarının bu tutumunun kayda geçirilmesini istedi. Bu sözler üzerine tepki gösteren müştekiler ile Kodaz arasında tartışma yaşandı. Kodaz, tepki gösteren müştekilerin salondan çıkarılmasını, çıkarılmadığı takdirde Akyüz’ün avukatlığından çekileceğini söyledi. Tepki gösteren iki müşteki salondan çıkarıldı. CMK ile atandığını anımsatan Kodaz, adaletin tecellisi için görevlerini zorunlu olarak yaptıklarını belirtti.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'ndeki duruşma salonunda görülen duruşmanın bugünkü celsesinde, sanıklardan eski Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Harekat Başkanlığı Kuvvet Geliştirme ve Teşkilat Daire Başkanı Tuğgeneral Erhan Caha, savunmasını yaptı.Şehit ailelerine başsağlığı dileyerek savunmasına başlayan Caha, "Silahlı kuvvetlerin, devletin ekmeğini yiyen insanların vatandaşın üzerine ateş etmesini kabul etmek mümkün değil. Samimi bir şekilde başsağlığı diliyorum. Allah geride kalanlara sabır, uzun ömür versin, böyle bir acıyı bir daha bu topluma yaşatmasın." dedi.

KENDİM KARAKOLA GİTTİM

Hakkındaki suçlamaları kabul etmeyen ve "kesinlikle suçsuz olduğu"nu öne süren Caha, bu nedenle darbe girişiminin ardından Yenimahalle polis karakoluna gittiğini ve burada gözaltına alındığını anlattı.Yaşamı boyunca her zaman demokrasiden yana olduğunu, darbe teşebbüsünü şiddetle kınadığını dile getiren Caha, "Benim TBMM'ye bomba atan bir ekiple birlikte olmam, birlikte hareket etmem asla söz konusu olamaz. Demokrasiye sonuna kadar bağlı olan birisiyim. Her zaman mensubu olmaktan onur ve şeref duyduğum TSK'nın bir subayı olarak vatan savunması ve sevgisinden başka bir gayemin olması söz konusu değil. Tek hedefim devletime, milletime yararlı bir fert olarak şerefli ordumuzda görev yapmak ve milletimize hizmet etmek olmuştur. İddianamede belirtilen hiçbir sıfatı kabul etmiyorum." ifadelerini kullandı.

"BENİ BU GÖREVE AKAR GETİRDİ"

Mesleki geçmişini anlatan Caha, 24 yıllık meslek hayatının 5 buçuk yılının iç güvenlik harekat bölgelerinde geçtiğini ifade etti. 2014 YAŞ kararlarıyla tuğgeneral rütbesine terfi ederek, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı Kuvvet Geliştirme ve Teşkilat Daire başkanlığına atandığını anlatan Caha, bu göreve, o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Hulusi Akar tarafından getirildiğini, kendisinin de Akar'a layık olmak için iki yıl boyunca ailesine zaman ayırmadan büyük bir özveriyle çalıştığını, bu durumdan hiçbir zaman da pişman olmadığını söyledi.

BU İDDİALAR YALANDIR

İddianamede yer alan, Yurtta Sulh Konseyi üyesi olduğu ve darbe planı ile organizasyonların yapıldığı toplantılara aktif olarak katıldığı yönündeki iddianın gerçek dışı olduğunu öne süren Caha, şöyle devam etti: "Darbe planı ve organizasyonunun yapıldığı iddia edilen hiçbir toplantıya katılmadım. 11 Temmuz 2016'da toplantı yapıldığı ve bu toplantıya katıldığım iddiası külliyen yalandır. Ne bu tarihte Altınpark civarında bir evde yapıldığı iddia edilen toplantıya, ne de iddianamede belirtilen diğer tarih ve yerlerdeki toplantılara katıldım. İsimleri iddianamede geçen, geçmeyen hiçbir kimseyle darbe planı ve organizasyonun yapıldığı hiçbir toplantıya katılmadığım gibi bu tür eylem içinde olan herhangi bir kimseyle de doğrudan veya dolaylı görüşmüşlüğüm yoktur. 

TATİLDEYDİM

1-10 Temmuz 2016 tarihlerinde İzmir'de Özdere Askeri Kampı'nda tatildeydim. Kayıtlar incelendiğinde kampta olduğum, 11 Temmuz'da mesaiye başladığım, saat 18.00'de mesaide olduğum, 15 Temmuz'a kadar da 07.45-21.30 saatlerinde mesaiye devam ettiğim görülecektir. Mesai saatlerim kayıt altında. İddianamenin başka bir bölümünde 11 Temmuz 2016'daki toplantıya katılanlar arasında ismimin olmaması, iddia makamının iddiasını kendi içinde çürütüyor. Bu toplantılara katıldığıma dair hiçbir somut delil yoktur. Bu durum dikkate alındığında iddia makamının böyle bir vahim hatayı yapması maddi hatanın ötesinde kasıt olduğunu göstermektedir." 

HUKUKİ VE AHLAKİ BULMUYORUM 

Caha, "Bu darbe girişimine karar veren, önceden planlayan, çeşitli evlerde veya askeri birliklerde toplantılar yapan grup içinde hiçbir şekilde yer almadığım gibi olay günü önceden yapılan planlamalar doğrultusunda hareket eden biri de değilim. Soyut ve yönlendirme sonucu ismim kasıtlı olarak bu konsey ile ilişkilendirilmiştir. Dosyamın tefrik edilmesini istiyorum. HTS kayıtlarından hareketle hakkımda iddianame hazırlanmış. Bunu kabul etmem mümkün değil. Bir konsey oluşturularak, adımın bu listeye eklenmesini hukuki ve ahlaki bulmuyorum." şeklinde savunma yaptı.

ÇELİŞEN İDDİA 

15 Temmuz saat 19.58'de, darbe planının İstanbul sorumlularından Muzaffer Düzenli'yi telefonla arayarak darbe saatinin öne çekildiğini bildirdiği yönündeki suçlamayı da kabul etmeyen Erhan Caha, bu kadar erken bir saatte böyle bir görüşmenin yapılmasının, darbe girişimine ilişkin diğer iddianameler ve komutanların ifadeleriyle çeliştiğini öne sürdü. 

KARARGAHTA BERABERDİK NEDEN TELEFON EDEYİM

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga'nın derdest edilmesini sağlayan ekibin başındaki Mutlu Serkan Vurdem ile sürekli irtibat halinde olduğu iddiasını da yalanlayan Caha, "İddianamenin 708. sayfasında, eylemin gerçekleştirilmesi için ekip oluşturması konusunda Kara Kuvvetleri Personel Plan Şube Müdürü Albay Mutlu Serkan Vurdem'i görevlendirdiğim iddia ediliyor. Kara Kuvvetleri Komutanlığı iddianamesinde de Vurdem'in karargahta bulunduğu belirtiliyor. Yani Albay Mutlu Serkan Vurdem, genel sekreteri kaçıran ekibin başında değildir. Olay gecesi ben de Vurdem'i Kara Kuvvetleri Karargahında gördüğümü hatırlıyorum. Benimle aynı mekanda olan biriyle yüz yüze görüşme imkanım varken telefonla sürekli irtibat halinde olmamın bir mantığı bulunmuyor." diye konuştu.

YANLIŞTAN DÖNDÜRMEK İÇİN

Ali Kalyoncu, Bilal Akyüz ve Mehmet Partigöç ile irtibatını ise doğrulayan Caha, söz konusu görüşmelerin olayların daha da büyümesini önlemeye yönelik olduğunu ifade ederek, "Bu görüşmeler, yanlışa ortak olunmaması gerektiği, birliklerin çıkartılmaması, halka zarar verilmemesi şeklinde, ana teması bu olan konuşmalardır. Bu yanlışı yapanları yanlıştan döndürmek için Ali Kalyoncu ile de Bilal ile de görüştüm." dedi. 

GENELKURMAYA BASKANI HULUSİ AKAR'A YAZDIĞI MEKTUBU OKUDU 

Savunmasında suçlamaları kabul etmeyen sanık Erhan Caha, tutuklandıktan sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'a yazdığı mektubu okudu. Caha, Akar'a yazdığı mektupta, darbe girişimiyle ilgili kafa karıştıran birçok nokta olduğunu belirterek, "Darbenin askeri görünümlü sivil bir darbe olduğunu düşünüyorum" dedi. Orgeneral Akar'a yönelik, "Türk Silahlı Kuvvetlerinin şanlı tarihine binlerce askere haksızlık ve hukuksuzluk yapılmasını engelleyemeyen bir komutan olarak geçeceksiniz" diyen Caha, savunmasında şunları söyledi: "Bu darbe girişimine karar veren, önceden planlayan, çeşitli evlerde veya askeri birliklerde toplantılar yapan grup içinde hiçbir şekilde yer almadığım gibi, olay günü önceden yapılan planlamalar doğrultusunda hareket eden biri de değilim. Soyut ve yönlendirme sonucu ismim kasıtlı olarak bu konsey ile ilişkilendirilmiştir" dedi. 

AKSAKALLI'NIN İFADELERİ ÇOK ÖNEMLİ 

Savunmasında olaylardan habersiz olan personelin ikaz edilmemesini de anlamanın mümkün olmadığını belirten Erhan Caha, "Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı'nın ifadesi çok önemli. Aksakallı, 'Kriz anlarında personele birliği terk etmeme emri verilir. Personele bu emir verilseydi darbe açığa çıkardı' demiştir. Hayatını bu mesleğe vermiş insanlar bunu düşünemiyorlar mı? Bu girişim öğrenilir öğrenilmez personel ikaz edilmiş olsaydı bu olayların hiçbiri yaşanmazdı. Ben ve benim gibi olan binlerce personel de bu rezilliği yaşamazdı" diye konuştu.

BEN KURULAN BU KUMPASIN MAĞDURLARINDAN BİRİYİM

Sanık Caha savunmasını şöyle tamamladı: "Bu vahim ve menfur darbe teşebbüsü, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının, planı, bilgisi ve kontrolü dahilinde olmuştur. Huzurda gelip tanık sıfatıyla dahi olsa dinlendiklerinde bu durum ortaya çıkacaktır. 

TSK BU KUMPASA MARUZ KALMIŞTIR
15 Temmuz akşamı gelen istihbaratla TSK, sözde darbe kumpası içine itilmiş ve nihayetinde bugün tasfiye aşamasına gelinmiştir. Kimdir bu planın arkasında olanlar? 16 Temmuz'da olayın aslı anlaşıldığında anladım ve gördüm ki TSK bir kumpasa maruz kalmış, ben de kurulan bu kumpasın mağdurlarından biri olmuşum."
Kaynak: Haberartıturk

Bahçeli’den Erdoğan’a çok sert cevap!
26 May, 2017



Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından MHP’nin yayın organı Ortadoğu gazetesi yazarlarıyla karşılık verdi. Bahçeli de sosyal medyadan Erdoğan’ı sert dille eleştirdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından, MHP’nin yayın organı Ortadoğu gazetesi yazarlarıyla karşılık verdi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de sosyal medya hesabından Erdoğan’ı çok sert bir dille eleştirdi.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin FETÖ’nün siyasi ayağına yönelik eleştirilerine ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın tahliyesine ilişkin konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sayın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın damadını söylüyorsan tamam, bu konu yargı ile alakalı bir konu. Bunun beraatine karar vermemiş. Denetimli serbestlikle bırakılmış vaziyette. Bunu kalkıp da siyasi partinin içerisinde bu şekilde AK Parti’ye fatura kesmeye kalkmak kimsenin haddi değil. Önce bunlar kendi işleri ile uğraşsınlar” ifadelerini kullanmıştı.

BAHÇELİ’DEN ERDOĞAN’A ÇOK SERT YANIT

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından, MHP lideri Devlet Bahçeli sosyal medya hesabından Erdoğan’ı eleştiren çok sert açıklamalarda bulundu.

İşte Bahçeli’nin sosyal medyadan Erdoğan’a yönelik yazdığı çok sert mesajlar:

“Partimizin bu haftaki Meclis grup toplantısında FETÖ’nün siyasi ayağı hakkındaki yorum ve değerlendirmelerim ses getirmiş, yankı bulmuştur. Haklı bir şekilde FETÖ’nün siyasi ayağının üzerine gidilmesi, bu kapsamdakilerin tespit ve teşhirinin yapılmasını istemiş, dilemiştim. Anlaşılan odur ki, Sayın Cumhurbaşkanı hiç beklemediğim, arzu ve tahmin etmediğim ölçüde grup konuşmamdaki bu sözlerden rahatsız olmuştur. Bu rahatsızlık Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendi takdiri, kendi bileceği bir husustur. İnandığımızı söylemek ilkeli siyasetimizin gereğidir. Sayın Erdoğan’ın, 24 Mayıs 2017’de Brüksel’e seyahati öncesinde üzücü ve üslup açısından sorunlu açıklamaları cevapsız kalmayacaktır. Bir defa bizim çağrı ve talebimiz hükümete yöneliktir. FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması siyasi otoritenin başlıca vazifesidir.

Kavurmacı’yı müdafaa ederek AKP’ye fatura kesildiğini söylemek hem makul, hem meşru, hem de mantıki bir değerlendirme değildir. FETÖ’nün siyasi ayağı ile ilgili bugüne kadar hiçbir adım atılmaması milli vicdanı ziyadesiyle sarsmış ve yaralamıştır. Bu açıktır. Bu konuda en öncelikli görev hükümete düşmektedir. Emniyet, istihbarat ve yargıyı seferber edecek de hükümettir. Bu yalın gerçek ortadadır. Hükümetin FETÖ’nün siyasi uzantıları konusunda inisiyatif almasını beklemek, konuyla ilgili milletimize tercüman olmak haklı bir duruştur. FETÖ’nün siyasi ayağı olmadığını söyleyerek, alt kademe bazı siyasi yöneticileri hedef almak da milli vicdanı tatmin etmeyecektir. Üstelik böyle bir yaklaşım FETÖ ile mücadelenin etkinliğini ve inandırıcılığını zayıflatıp yıpratacaktır. Buna da kimsenin hakkı yoktur. Sayın Erdoğan’ın, siyasi ayakla ilgili temizlik yapılmadığını iddia edenin, iddiasını ispatlaması gerektiğine vurgu yapması temelsizdir.”


MHP’NİN YAYIN ORGANINDAN “FETÖ’NÜN SİYASİ AYAĞI” YAZILARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin ardından bugün Ortadoğu gazetesi yazarları “FETÖ’nün siyasi ayağı” üzerine yazılar kaleme aldı.

Ortadoğu gazetesi yazarı Orhan Karataş, “FETÖ ile mücadele ve kirli pazarlıklar” başlıklı yazısında şu eleştirileri yöneltti:

“Kimse kimseyi kandırmasın. Bu işin siyasi ayağının olmadığını, olanların da temizlendiğini söylemek milletin aklıyla alay etmektir. Defalarca yazdık, bir defa daha tekrar edelim. Darbeyi bizzat planlayan, yöneten ve yapanları, “Yurtta Sulh Konseyi” diye ortaya çıkanları, o makamlara kimler getirdi, atamalarını kimler yaptı, kimler aracı oldu veya referans verdi? Siyasi iradenin bilgisi ve onayı olmadan devletin en önemli, en kritik makamlarına bunların gelmesi, getirilmesi mümkün müdür? Adil Öksüz’ün bağlantıları neden ortaya çıkarılmıyor? Bu kadar teknolojiye, imkana ve gayrete rağmen, bu adamın nasıl kaçtığı, kaçırıldığı, nerede saklandığı, nereye gittiği nasıl anlaşılamıyor ve bir türlü yakalanamıyor?”

“FETHULLAH GÜLEN’İN DİZİNİN DİBİNDE POZLAR VERMİŞ SİYASİLER…”

Ortadoğu gazetesi yazarı Yıldıray Çiçek ise “FETÖ’nün siyaset ayağına dokunun artık!” başlıklı yazısında, eleştirilerini şöyle yöneltti:

“FETÖ ile mücadele yapılıyor mu? Yapılıyor! Hakkaniyetli, adaletli ve her yönüyle yapılıyor mu? Elbette yapılmıyor! 15 Temmuz sonrası FETÖ’nün ayağı olarak her alandan, her kurumdan kişilere soruşturmalar açıldı. Onların birçoğu gözaltına alındı, tutuklandı, ihraç edildi. Ama ne hikmetse tek dokunulmayan alan siyaset olmuştur. Siyaset alanında bir kişiye bile soruşturma açılmamıştır. Bu durum herkesin sorguladığı bir durum olmakta ve diğer alanlarda yapılan FETÖ mücadelesini de tartışmalı hale getirmektedir. FETÖ’yü FETÖ yapan en büyük alan siyaset iken, bu alan özellikle kapalı tutulmaktadır. FETÖ soruşturması kapsamında bebeğiyle birlikte tutuklanan (daha sonra serbest bırakıldı) 3 günlük anne manzarasına tüm Türkiye şahit olmuşken, nasıl oluyorsa Fethullah Gülen’in dizinin dibinde pozlar vermiş, onu öve öve bitirememiş, FETÖ’nün güçlenmesi için siyaset alanında misyon üstlenmiş siyasilerin 3 dakika ifade verdiğine şahit olamamaktayız. Kim ne derse desin siyaset alanı özel bir el tarafından korunmaktadır. Bu alan korundukça FETÖ mücadelesinin adaleti tartışılmaktadır.”
İlk Kurşun

'Bank Asyanın kurdelesini kesenler aramızda dolaşıyor'
25 Mayıs 2017



CHP Çanakkale milletvekili Bülent Öz Genel Kurulda söz alarak; "OHAL ile yönettikleri ülkemizde, KHK'larla Akademisyenler görevinden atılıyor, fakat darbeyi yöneten sözde Akademisyen ADİL ÖKSÜZ serbest bırakılıyor" dedi

CHP Çanakkale milletvekili Bülent Öz Genel Kurulda "insanın aklına FETÖ ile Mücadelede kim ADİL? kim ÖKSÜZ?" Soruları geliyor dedi.

CHP’li Bülent ÖZ; Daha düne kadar kol kola yürüyenler, önünde el pençe duranlar, hoca efendimize laf söyletmeyiz diyenler, sözüm ona fetö ile mücadele ediyor. Hukuk tanımaz tavırları ise OHAL sürecini uzatarak KHK lar ile Ülkemizi bir kişinin yönetimine teslim ediyor.
Kendilerini mağdur gösterme çabaları ise halkımızda karşılık bulmamaktadır. Çünkü kandırıldıkları Ergenekon sürecinde kendilerini savcı ilan eden anlayışları, Kadir Topbaşın damadı serbest bırakıldığında yargının bileceği bir durum anlayışına dönüşüyor dedi.

Bu bağlamda 25 Mayıs 2017 Perşembe günü TBMM Genel Kurulu 97. Birleşiminde söz alarak Fetö ile mücadeledeki çelişkileri vurgulayan CHP Çanakkale Milletvekili Bülent Öz;

İktidar FETÖ'yle mücadele ettiğini söylüyor, oysa…

Bank Asyanın kurdelesini kesenler aramızda dolaşıyor,

Bankanın önünden geçenler FETÖ'yle suçlanıyor

Ama FETÖ'nün siyasi ayağına dokunulmuyor.

15 yaşındaki askerî öğrenciler bir yıldır hapiste tutuluyor,

Darbecilerle on iki saat içeride kalan Hulusi Akar ifade vermeye çağırılmıyor.

15 Temmuz günü MİT'e gelen darbe ihbarı önemsenmiyor,

Asılsız ihbarlarla binlerce vatandaşımız "darbeci" ilan ediliyor.

Aynı şekilde Hakan Fidan da Darbe Komisyonuna ifade vermeye çağırılmıyor.

KHK'yla binlerce akademisyen görevinden atılıyor,

Darbeyi yöneten sözde akademisyen Adil Öksüz serbest bırakılıyor.

"Ergenekon kasası" iddiasıyla Kuddusi Okkır hastalıktan ölüme terk ediliyor,

Kadir Topbaş'ın damadı hastalıktan serbest bırakılıyor.

Ensar'a kulaklar tıkanıyor, gerçek FETÖ'cülere gözler kapanıyor, sapla saman ayrılmıyor.

İddianame bile hazırlanmadan insanlar hapislerde yatıyor, aileler mağdur bırakılıyor, vatandaşımız bir an önce yargı yolunun sonuçlanmasını bekliyor. Dedi.

Yurt Gazetesi

‘Üssün kritik noktaları Fetullahçıların elinde’
24 May, 2017

Sedat Ergin, 155 sanıklı Kara Havacılık Komutanlığı davası iddianemesinin önemli diyaloglarını aktardı'Üssün kritik noktaları Fetullahçıların elinde'
Hürriyet’ten Sedat Ergin 155 sanıklı FETÖ’nün Kara Havacılık Komutanlığı davası iddianemesinden kesitler sunmaya devam ediyor. Ergin dün başladığı iddianame yazılarına bugün devam etti. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ile Kara Havacılık Okulu Komutanı Tümgeneral Hakan Atın‘ın 15 Temmuz günü aralarında geçen diyaloğu köşesine taşıyan Ergin, “Büyük fotoğrafta karşımıza çıkan gerçek, kalkışmaya katılan Gülenci askerlerin önemli bir bölümünün örgütsel bağlantılarının büyük bir sır olmamasıdır.” saptamasunda bulunarak şu soruyu yöneltti:MİT’in ve Genelkurmay’ın bir emekli askeri savcının nüfuz edebildiği bilgilerden habersiz olması düşünülebilir mi?

İşte Ergin’in ilgili yazısı:

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Kara Havacılık Okulu Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç’a sorar:
“Deniz Aldemir diye biri birliğinizde var mı?”
Tümgeneral Atınç yanıtlar: “Kendisi yeni kurulan Yük Helikopter Tabur Komutanı. Bir gün önce İzmir’den getirilen yük helikopteri ile birlikte geldi. Halen Ankara’da.”
Orgeneral Çolak, bir isim daha sorar: O.K…
Tümgeneral Atınç yanıtlar: “Yük helikopteri ile ilgili Amerika’da eğitim aldı. Halen komutanlığımızda görevli.”
Orgeneral Çolak, ardından kritik soruyu yöneltir:
“Fetullah cemaatiyle bağlantıları var mı?”
Tümgeneral Atınç şöyle yanıtlar: “Elimizde belge bulgu yok ancak tavır ve davranıştan ve arkadaşları arasındaki davranışlarından bu cemaate bağlı olabilirler. Ancak O.K.’nın son zamanlarda onlarla ilişkisini kestiği birliğimizde konuşuluyor.”
Orgeneral Çolak bir soru daha yöneltir: “Birliğinde bu tip başka benzer kişiler var mı?”

Tümgeneral Atınç “Komutanım ben Allah korkusu olan bir insanım. Elimde bilgi belge yok ancak Kara Havacılık Komutanlığı’nda bulunan tüm kritik kadroların bunların elinde olduğu, hatta Tuğgeneral Ünsal Coşkun’un da onlardan olduğu söyleniyor.”

Orgeneral Çolak, “Bunları bana niye iletmediniz” diye çıkışır üs komutanına. Atınç yanıtlar: “Elimde bilgi belge yok. Ben Allah korkusu olan bir insanım. İnsanların sürekli birbirleri hakkında dedikodu yaptığı bir ortamda… Bu nedenle kesinleştiremediğim için söylemedim ancak Kara Kuvvetleri Personel Başkanı Tümgeneral Şevki Gençtürk ile bunları paylaştım.”

Tümgeneral Atınç’ın Kara Havacılık Komutanlığı iddianamesinin 335’inci sayfasında yer alan savcılık ifadesini diyaloglar haline getirerek alıntıladım, tek bir sözcük ekleyip çıkartmadan…

Bu konuşma 15 Temmuz 2016 günü Kara Havacılık Komutanlığı’nda darbe hazırlığı yapıldığı yolundaki bir ihbar üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın durumu yerinde incelemek üzere akşam saatlerinde bu üsse gönderdiği Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Çolak’ın teftişi sırasında geçiyor.

Şimdi Tümgeneral Atınç’ın makam odasında geçen bu diyalogdaki isimlere ve o gece darbe girişiminde oynadıkları rollere bakalım.

Bu ifadede adı geçen O.K. darbe hazırlığını MİT’e gidip ihbar eden binbaşıdır ve daha sonra MİT’te işe alınmıştır.

Deniz Aldemir, Orgeneral Çolak’ın bu konuşmalardan hemen sonra gittiği hangarda ABD’den yeni alınan bir CH-47 Chinook yük helikopteri önünde kendisine yarım saat süren bir brifing vermiştir. Aldemir, Çolak’ın ayrılmasından sonra 15 Temmuz gecesi darbe girişimine katılmış, kullandığı helikopter ile Kara Harp Okulu’ndan aldığı öğrencileri Genelkurmay Karargâhı’na götürmüş, ardından TÜRKSAT uydu merkezine darbeci asker taşımış, sabaha karşı da Çankırı’ya giderek buradaki bir birlikten helikoptere yüklediği bir tonun üzerindeki cephaneyi Akıncı üssüne getirmiştir.
Atınç’ın cemaatçi olduğundan şüphelendiği Tuğgeneral Ünsal Coşkun, Kara Havacılık Komutanlığı bünyesindeki Kara Havacılık Okulu’nun komutanıdır. Üste Atınç’tan sonraki en yüksek rütbeli ikinci komutandır.
Tümgeneral Atınç, Orgeneral Çolak’ı uğurladıktan sonra Coşkun’u durumu değerlendirmek üzere makamına davet eder. Biraz sonra Tuğgeneral Coşkun içeri girer; ancak yanında silahlı üç kişiyle birlikte… Bunlardan Binbaşı Okan Kocakurt silahını komutana doğrultarak, “Ellerinizi masanın üstüne koyun, yolun sonuna geldiniz, buraya kadardı” der. Ardından tümgeneralin saatini çıkartıp ellerini önden plastik kelepçe ile bağlar. Tümgeneral Atınç, “Ne yapıyorsunuz oğlum manyak mısınız…” diye çıkışır darbecilere. Tuğgeneral Coşkun, “Direnmeyin komutanım” diye konuşur.

Toplam 155 sanıklı davanın iddianamesinden aktardığım bu bölümler, 15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Gülen cemaati karşısında nasıl bir kuşatılmışlık altında olduğunun çarpıcı bir tasviri olarak görülebilir.

Üs komutanı başında bulunduğu komutanlığın aslında büyük ölçüde Gülenciler tarafından kontrol edildiğini düşünmektedir. Ayrıca, birliğindeki O.K.’nın cemaatçi olmakla birlikte son dönemde cemaatten uzaklaştığını bilecek kadar da kuvvetli istihbaratı vardır. Keza, üssün iki numarası durumundaki tuğgeneralin de cemaatçi olduğundan şüphelenmekte, ona güvenmemektedir. Nitekim bu şüphesinde haklı çıkar.

Aslında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 14 kilometre uzağında olan Güvercinlik’te yaşanan bu tablo büyük fotoğrafın küçük ölçekteki bir yansımasıdır.

Büyük fotoğrafta karşımıza çıkan gerçek, kalkışmaya katılan Gülenci askerlerin önemli bir bölümünün örgütsel bağlantılarının büyük bir sır olmamasıdır.
Şu çarpıcı örnek verilebilir. Emekli askeri savcı Ahmet Zeki Üçok’un 15 Temmuz’dan aylar önce TV programlarına çıkıp “Fetullahçı” diye çoğunun ismini açıkladığı, 2013-2015 yılları arasında muhtelif devlet birimlerine 24 ayrı dilekçeyle haklarında suç duyurusunda bulunduğu general ve amirallerin neredeyse tümü 15 Temmuz darbe girişiminde yer almıştır.
MİT’in ve Genelkurmay’ın bir emekli askeri savcının nüfuz edebildiği bilgilerden habersiz olması düşünülebilir mi? Bu sorunun yanıtı “Hayır” ise o zaman bu kadrolarla mücadelenin nasıl bu kadar zayıf bırakıldığı sorusu izaha muhtaçtır.

İlkkurşun

Komisyon Raporu Fiyaskosu!
28 May, 2017



Uzunca bir süredir beklenen 15 Temmuz Darbe girişimine yönelik Araştırma Komisyonu’nun raporu nihayet açıklandı. Açıklanmasıyla birlikte de yeni tartışmalar, yeni soru işaretleri ortaya çıktı.

Raporu kısaca özetlemek gerekirse Fethullah Gülen ile ilgili yapılan eleştirel çalışmaların derlemesi gibi olmuş; Dinler arası diyalog, yurt dışı okulları, Graham Fuller ile ilişkileri, Gülen’in diploma sorunu…

Komisyon Başkanı Reşat Petek’in kamuoyu ile paylaştığı bilgilerin neredeyse tamamı daha önceden yazılmış, yayınlanmış ve söylenmişti. Raporda 15 Temmuz’a ilişkin merakla beklenen içerikler ise yoktu. Petek’in “yeni bilgi” açıklar gibi kamuoyuna yaptığı yorumların neredeyse tamamı geçmişin “yasaklı” içerikleriydi.

Hatırlayınız;

Dinler arası diyalog kavramını eleştirince, Gülen’e hakaret etmiş sayılıyor, soruşturmalar geçiriyordunuz,

Gülen’in CIA ile irtibatlı olduğunu söylemek, Graham Fuller ve birçok üst düzey ABD’li ile kurduğu diyalogları gündeme getirmek, bizzat FETÖ ve iktidar medyası tarafından linç edilmenize neden oluyordu,

Cemaat’in devletin her yanına sızdığını ifade eder, bunları somut örneklerle açıklarsanız doğrudan, hapsi boyluyor, toplumdan dışlanıyor, kumpasa uğruyor veya öldürülüyordunuz!

Tıpkı bir dönem Savcı Nuh Mete Yüksel ve Necip Hablemitoğlu gibi isimlere yapılanlar gibi…

FETÖ ile ilgili en kapsamlı hukuki süreci başlatan Savcı Yüksel’in hazırladığı iddianame bu konudaki en iyi araştırmalardan biriydi. Hablemitoğlu’nun hayatını kaybetmesine yol açan Köstebek kitabı da keza öyle…
2002 yılında Hablemitoğlu’nun yazdığı Köstebek kitabı, komisyonun raporundan çok daha etkili…

O kitaptan bazı bölümleri paylaşmak istiyorum:
“Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren Fethullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif Silahlı Kuvvetler olarak algılamaktadırlar. Bu durum, onların kendilerini güvende hissetmelerine yol açmaktadır. Nitekim, emniyet mensubu fethullahçıların toplanma ve eğitim merkezlerine “ışık kışlaları”, emniyet içindeki kadrolarına da genel bir ifadeyle “ışık orduları” denilmektedir. Fethullahçıların emniyet içindeki kadoları, TSK’ya karşı “denge” sağlama çabalarının bir sonucudur…

Fethullahçılar, Türkiye’nin tek özel istihbarat örgütüne sahiptirler. Devletin istihbarat birimlerinin tüm olanaklarını kullanan; gizli bilgilerin tamamını elde eden bu yasadışı örgüt, gerek kendi “hasım”ları ve gerekse, hedef siyasiler, gazeteciler, mafya babaları, bürokratlar, akademisyenler, askerler ve diğer önemli meslek mensuplarının “açıklarını” içeren, şantaj malzemesi olarak kullanılabilecek her türlü görsel ve işitsel bant kayıtlarından, bu kayıtlara ait çözümlerden, fotoğraflardan her türlü resmi belgeye, hatta kişisel anekdotlara kadar her şeyi içeren bir arşive de sahip bulunmaktadırlar. Parayla satın alamadıkları, hatta korkutamadıkları “hasım”larına karşı, çarpıtılmış, fabrikasyon bilgi ve belge tanzimi de bu örgütün ilgi ve uzmanlı alanı içindedir…

Daha dün, TBMM, AB ve ABD’nin dayatmaları sonucunda, 30.000’den fazla vatandaşımızın ölümünden, yüz milyarlarca dolarlık ekonomik kayıptan sorumlu Abdullah Öcalan için “idamı kaldıran” ve Türkiye’nin ulus-devlet özelliği temellerine dinamit koyan bir uyum yasa paketini kabul etmiştir. Hukukun temel kuralıdır, kişiler için yasa çıkarılamaz. Ne ABD ne de herhangi bir AB ülkesi, kendi iç hukuku ile ilgili dış dayatmalara izin vermez, veremez. Bu olguya rağmen Batılı ülkeler, bağımsız Türk yargısına, söz konusu müdahale ile kabaca tecavüzde bulunmuştur. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ilkelerinin bu şekilde çiğnenmesiyle, artık yeni dış müdahalelere de resmen yol açılmıştır. Bu zafiyeti sergileyen TBMM üyelerinin, Abdullah Öcalan için ne zaman “af” çıkaracakları, hiç şüphesiz henüz bilinmiyor. Ama bu arada Fethullahçıların beklentisi de ortaya çıkıyor: Fethullah Gülen, aynı dayatmacılıkla, belki yarın, tıpkı Humeyni gibi ve Humeyni işleviyle Türkiye’ye döndürülürse?! Acaba TBMM ya da Hükûmet, hayır mı diyecek?! Türkiye’deki tüm ulusalcıları, Fethullahçı tehlikeye karşı çok geç olmadan birlikte hareket etmeye; istihbarat birimlerindeki Fethullahçı unsurların temizlenmesi için kamuoyu oluşturmaya çağırıyorum”

Dr. Necip Hablemitoğlu’nun 5 Ağustos 2002’de son noktasını koyduğu bu kitaptan aylar sonra suikaste uğradı. Failleri hala bulunamadı! Asıl soru 15 yıldır FETÖ’nün her şeyi ortadayken sorumluluk sahibi olanlar ne yapmış ve ne yapmamışlardır? Adalet, önce bu sorunun cevabını aramalıdır.
İlk Kurşun

Müyesser Yıldız: Darbe görevlendirme listelerini sarsacak karar
28.05.2017

15 Temmuz darbe gözaltı ve tutuklamalarında, darbecilerin hazırladığı görevlendirme listeleri en önemli delil sayıldı.

Oysa ciddi karışıklıklar vardı.

Mesela; Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak'ın karşılığı boş bırakılmıştı. Nedenini sorgulayan çıkmadı, görevlerine devam ediyorlar.

Keza “FETÖ'cü” diye bilinen bazı isimler kuvvet emrine çekilmişken, “FETÖ'yle ilgisi yok” denilen bazı isimler önemli görevlere atanmış gözüküyordu.

Yıllardır “FETÖ'cü kaynadığı” öne sürülen yerlerden birisi de Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ydi.

Darbecilerin burada görevli hakim ve savcılarla ilgili hazırladığı listeler de vardı. Kimi sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilmiş, kimi Genelkurmay veya MSB emrine çekilmişti.

Sözkonusu listelere göre, Askeri Yargıtay'dan bazı isimler tutuklanırken, görevlendirilen hakim ve savcıların bir bölümü hakkında da soruşturma başlatıldı.

Bu soruşturmayı da askeri yargıyla ilgili tüm soruşturmaları yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı Selda Binboğa Kurtuluş (15 gün önce kendi isteğiyle Bölge Adliye Mahkemesi'ne tayin oldu) yaptı.

Savcı Kurtuluş, 48 şüphelinin yer aldığı sıkıyönetim görevlendirme listesiyle ilgili soruşturmayı geçen hafta tamamladı ve “Kovuşturmaya yer olmadığına” karar verdi.

Soruşturmanın konusu;

“Fetullahçı Terör Örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen darbe girişiminde yer alan darbeciler tarafından hazırlanan gizli mesaj formalarına ekli Askeri Yargı mensuplarına ilişkin sözde Sıkıyönetim Mahkemelerinde Görevlendirme Listesi ve listenin sonunda yer alan 'Not 1' kapsamında görevlerine devam edeceği belirtilen personelin darbe sonrası kurulacak Sıkıyönetim düzeninde bir kısmına yeni görevlendirmeler yapılması, bir kısmının da mevcut görevlerine devam edecek olmaları göz önüne alınarak, Sıkıyönetim Gizli Mesaj Formları, Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi kapsamında yer alan şüpheliler ile darbe girişiminde bulunan askeri kanat arasındaki fikir ve eylem birliğinin ortaya çıkartılması, şüphelilerin Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olup olmadıkları, örgüt mensupları tarafından askeri yargıya yerleştirilip yerleştirilmediklerinin belirlenmesi”ydi.

Bu kapsamda ifadeleri alınan şüphelilerin anlattıklarının detaylarını aktarmayıp, sadece şu kadarını belirtelim: Geçmişte askeri yargıyı ve tabii kamuoyunu da sarsan pek çok iddianın doğru olmadığı, kişisel hesaplaşmaların yaşandığı sonucu çıkıyor.

Dosyada, darbeciler tarafından hazırlanan sıkıyönetim görevlendirme listesinde MSB emrine alınanlar ile sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilenler hakkındaki iddia ve delillere ayrıntılı şekilde yer veren Savcı Kurtuluş, “Birkaç istisna dışında emre alınan hakimlerin hemen hepsinin kamuoyunda kumpas davası olarak bilinen Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarda yargılanan ya da fişlenmek suretiyle mağdur edilenler olduğunun, son dönemde Askeri Yargı’ya alınan genç askeri hâkim ve adaylarının ise Sıkıyönetim Mahkemelerinde ve Savcılıklarında görevlendirildiğinin, darbecilerin darbe başarılı olursa, tasfiye etmek istediklerini MSB emrine aldığı” şeklinde değerlendirmeler yapıldığını hatırlattı.

Savcı Kurtuluş, MASAK ve emniyetten gelen raporlar sonucunda şüphelilerin “FETÖ” ile aidiyet, iltisak veya irtibatına rastlanmadığının, şüpheli şahıs ve birinci derece yakınlarının ByLock listesinde yer almadığının, bunların “FETÖ/PDY” ile iltisaklı şirketlerde SGK kayıtlarının, Bank Asya'da hesapları, “FETÖ” ile bağlantılı yurt, ev ile burslarla ilişkisinin bulunmadığının anlaşıldığını, ayrıca Milli Savunma Bakanlığı'ndan gönderilen komisyon kararında, “Askeri Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlar Kurulu'nun şüpheliler hakkında FETÖ terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı veya mensubu olup olmadıklarına ilişkin yapılan değerlendirmede haklarında ihraç kararı verilmesine yeterli delil bulunmadığından ihraç edilmediklerinin” bildirildiğine dikkat çekti.

YETERLİ SAYIYI SAĞLAYAMADIKLARI İÇİN YAZDILAR

Dosyada, “Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi'ndeki görevlendirmelerin kapsamı ve niteliğine ilişkin” olarak iki kişilik heyetten alınan şu bilirkişi raporuna da yer verildi:

“Sözde Sıkıyönetim Direktifi ile Sıkıyönetim Mahkemelerine ve adli teşkillerle yapılan görevlendirmelerin amacının FETÖ örgütü tarafından Askeri Yargı’yı kontrol altında tutmak, soruşturma, kovuşturma ve kanun yolu aşamasında yargıya müdahale etmek, Sıkıyönetim Komutanları’na Adli Müşavir/Hukuk Müşaviri desteği sağlamak, aynı zamanda da onları yönlendirmek olduğu, bunu sağlamak üzere Adli Yargı içerisinde kendilerine karşı çıkabilecek olanların ya da birlikte hareket etmeyecek olanların görevlerinden alındığı, yerlerine bu örgüte mensup olan veya onlarla birlikte hareket edecek olan ya da en azından onlara karşı çıkmayacak kişilerin Askeri Yargı sistemi içerisinde bırakıldığı değerlendirilmektedir.”

İşte bilirkişinin bu raporundan sonra Savcı Kurtuluş, şu çarpıcı tespitte bulundu:

“Bilirkişi tespitleri, şüphelilere ilişkin saptamalar, tanık beyanları ve savunmaları birlikte değerlendirildiğinde; Sözde Sıkıyönetim Direktifi ile Sıkıyönetim Mahkemelerine ve adli teşkillerle yapılan görevlendirmelerde yer alan göreve devam ve/veya yeni görevlendirmelerinin, FETÖ mensupları tarafından askeri yargı içerisinde yer alıp kendilerinden olmayan şüphelilerden bir kısmının en azından kendileri için tehlike arz etmeyeceklerini değerlendirdikleri veya yeterli sayıyı sağlayamadıkları için isimlerinin listeye yazıldığı değerlendirilmiştir.”

Değerlendirmesinin sonunda Terörle Mücadele ve Türk Ceza Kanunu'na atıf yapan Savcı Kurtuluş, bu yasalarda “Terör örgütünün tanımlandığını, böyle bir örgütün varlığını ve amaçlarını bilerek ve isteyerek mensup olan kişinin terör örgütü üyesi olarak kabul edilmesi gerektiğini, buna karşın örgütle organik bağ kurup örgütsel faaliyet yürüttüğü tespit edilemeyen failin örgüt üyesi olarak kabulünün mümkün olmadığını, dolayısıyla örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmasının gerektiği gibi eylem ve faaliyetlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu ölçütlerinin örgüt üyeliğini belirlemede kullanılacak ölçütler olduğunu” vurgulayarak, şu sonuca vardı:

“Somut olayda şüphelilerin TCK'nun 309. maddesi kapsamında Fetullahçı Terör Örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen darbe girişiminde bulunan askeri kanaatla aralarında fikir ve eylem birlikteliği bulunduğu ve adı geçen örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde yer aldıkları hususlarında tarafımızca yeterli kanaat oluşturmadığı, dolayısıyla şüphelilerin yukarıda açıklanan ve belirtilen delillere göre, FETÖ silahlı terör örgüt üyeliğinde aranan organik bağ ölçütü ile eylem ve faaliyetlerin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu ölçütlerini gerçekleştirdiğine dair yeterli delil elde edilemediği, tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır. Şüphelilerin yukarıda anlatılan ve tespit edilen delillere göre FETÖ silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içerisinde yer alarak faaliyet yürüttüklerine ve darbe girişiminde bulunan askeri kanat arasındaki fikir ve eylem birliği içerisinde olduklarına dair yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediğinden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.”

Ortaya atılan iddialardan dolayı askeri yargıyı “FETÖ yuvası” biliyorduk... Anlaşılan şu ki, o kadar da değilmiş... Ama 15 Temmuz sayesinde bir maksat daha hasıl oldu, yıllardır arzulanan askeri yargının lağvedilmesi projesi gerçekleşti!..

Odatv.com

Arslan Bulut: Devlet izliyormuş ve darbe yapmalarını bekliyormuş, değil mi?
28/05/2017

Cemaatin darbe yaptırmak için hususileri Ankara’ya gönderdiği istihbaratı bir gazetede açıklanmış, bütün yetkililer uyarılmış ama MİT hâlâ “TSK içinden istihbarat alamadık” diyor!

Aynı gazeteci 21 Nisan 2016’da bir defa daha “Tavuk tarda sayılır” diye uyarmış:

“TSK içindeki kripto askerler artık darbe macerasına atılmak, kendilerini ateşe atmak istemiyorlar.

Bu yüzden -Hususiler tarafından- ‘Sizi deşifre ederiz, hayatınız kayar’ diye tehdit ediliyorlar.

Uyarmak gerekir ki, Devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK’larıyla bir bütün olarak devlet ‘suç’ işlemelerini bekliyor. Yani ‘tar’ üzerinde hizalanmalarını. Teker teker sayacaklar hepsini.”

İşte şimdi hepsi sayılmıyor mu?

Devlet ne yapıyormuş, söyler misiniz? İzliyormuş ve darbe yapmalarını bekliyormuş, değil mi?

Arslan Bulut’un yazısının devamı için: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/devlet-darbecileri-izliyor-ve-bekliyordu-42935yy.htm

ERDAL ÖZTÜRK: CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN DÜNÜRÜ BENİ ARADI
29.05.2017

15 Temmuz darbe girişimi sırasında İstanbul'da yaşanan eylemleri organize ettiği iddiasıyla 1 numaralı şüphelisi Fethullah Gülen'in olduğu, 6'sı general, 17'si subay 24 kişinin yargılandığı davada savunma yapan eski 3. Kolordu Komutanı Erdal Öztürk, isminin sıkıyönetim listesine haberi olmadan eklenerek kendisine kumpas kurulduğunu ileri sürdü.

Öztürk, darbe gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dünürü Özdemir Bayraktar'ın kendisini araması sonrasında ulusal kanallara çıkıp askerin kışlasına dönmesini söyleyen ilk general olduğunu savundu.

'15 TEMMUZ GECESİ CUMHURBAŞKANININ DÜNÜRÜ BENİ ARADI'

Öztürk, "Darbe girişiminin yaşandığı sıralarda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dünürü Özdemir Bayraktar beni aradı. Darbecilere karşı bir basın açıklaması yapmamın yararlı olacağını söyledi. Ben de asker olduğum için ordu komutanından izin alıp döneceğimi kendisine söyledim."

'ÜMİT DÜNDAR'I ARADIM, BULAMADIM"

"Ümit Dündar'ı aradım ulaşamadım, 10 dakika sonra MİT'ten üst düzey S.Ü., beni arayarak, birazdan bazı haber kanallarının beni arayacağını söyledi. İlk olarak TGRT'ye sonra da NTV'ye açıklama yaptım" dedi.

Öztürk, 15 Temmuz gecesi TV'lerde yaptığı açıklamaları da duruşma salonunda izletti.

"DARBE GİRİŞİMİ OLMASAYDI ORGENERALLİĞE TERFİ EDECEKTİM"

Savunmasında "Ulusal kanallara açıklama yapan ilk general benim" diyen Öztürk, açıklamanın yanı sıra 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar'ı da arayarak darbenin karşısında olduğunu söylediğini belirtti. Astlarını da aradığını, dışarıda bulunan birliklerin derhal kışlalarına dönmeleri yönünde emirler verdiğini belirten Öztürk, askerin kışlaya dönmesi için ilk yazılı emri de kendisinin yayınlattığını savundu.

Öztürk, darbe girişiminin yaşanmaması durumunda ise Yüksek Askeri Şura'da Orgeneral rütbesine terfi edeceğini söyledi.

43 yıllık askerlik hayatının 12 yılını general rütbesinde devam ettirdiğini anlatan Öztürk, darbecilerin, haberi olmadan ismini atama listesine eklediğini savundu. Öztürk, bu konuda ismini atama listesine ekleyen kişinin ise firari sanık Uzay Şahin olduğunu söyledi.

'O SES KAYDININ BANA AİT OLMADIĞI ORTAYA ÇIKTI'

Darbe girişimi sırasında bazı emniyet müdürlerini arayıp kendini sıkıyönetim komutanı olarak tanıttığı iddialarına ilişkin ise Öztürk, "Uzay Şahin benim ismimi ve makamımı kullanarak darbe girişimi sırasında bazı emniyet müdürlerini arayıp beni sıkıyönetim komutanı olarak tanıtmıştır. Bu konuda daha sonra Adli Tıp Kurumu söz konusu ses kayıtlarını inceledi ve bana ait olmadığı ortaya çıktı" diye konuştu.

Kendisine kumpas kurulduğunu ileri süren Öztürk, bu kişiler hakkında ayrıca suç duyurusunda bulunacağını sözlerine ekledi. Duruşma devam ediyor.

Kaynak: Sputnik News

Fidan'ın alınacağını ihbar eden binbaşı O.K: MİT'e "Darbe olabilir" dedim!
29 Mayıs 2017



Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen, Fethullah Gülen'in planlayıcısı olmakla suçlandığı darbe girişimi öncesinde Millî İstihbarat Teşkilatı'na (MİT) "Hakan Fidan alınacak" ihbarı yapan Kara Havacılık Komutanlığı’nda görevli Binbaşı O.K. ile yapılan görüşme tutanağı ortaya çıktı. Hürriyet gazetesinin haberine göre, dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak, Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen ve bir katibin isminin olduğu tutanakta, pilot binbaşının adı ve imzası yer almadı. Bu tutanağa göre, Binbaş O.K., MİT'e yaptığı ihbarı şöyle anlattı:

"Deniz Aldemir’in arabasındaydık. ‘Telefonu kapat’ dedi. Radyonun sesini yükseltti. ‘Senin hizmetten olduğunu biliyorum, bu akşam faaliyetimiz var, ben Cooger helikopteriyle Hakan Fidan’ı alacağım, sen Murat Bolat’la uçacaksın, çok kan akacak’ dedi. Vatan aleyhine bir şey yapılacağını anladım.

"Aklıma MİT geldi. Saat 13.55 gibi nizamiyeden çıktım. Deniz Binbaşı’ya mesaj attım. ‘Ben uçamam’ dedim. Taksiyle 14.20 gibi MİT’e vardık. Kapıdaki görevliye ‘MİT’e TSK içindeki paralelcilerle alakalı bilgi vermek için geldim’ dedim.

"Saat 15.00 civarı iki kişi geldi. Anlattım. Tedirgin oldular. Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta ‘darbe faaliyeti olabileceğini’ söyledim. ‘Hakan Fidan’ı almaktan kasıt ne’ diye sordular. Ben de ‘çok kan akacak’ dediklerine göre bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını kendilerine söyledim. ‘Darbe olabilir’ kelimesini kullandığımı çok iyi hatırlıyorum."

MİT raporunda ne yazmıştı?

İhbarın yapıldığı andan MİT Müsteşarı Fidan'ın Genelkurmay Başkanlığı'ndan ayrıldığı saate kadar yaşananların anlatıldığı MİT'in 15 Temmuz raporunda, "Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde istihbarat toplanamadığı için darbe girişiminin tarihi konusunda net bir bilgiye ulaşılamadığı" ifade edilmişti.

İşte MİT'in Meclis'e sunduğu 15 Temmuz raporu

Tutanakta imzası bulunan savcılar görevden alınmıştı

Tutunakta imzası bulunan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak 15 Temmuz'dan sonra görevden alınarak, tenzili rütbe ile Yargıtay’a düz savcı olarak atanmıştı. Görevden alınmasının arkasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı 15 Temmuz darbe girişiminde tanık olarak çağırma girişimi olduğu ileri sürülmüştü. Öte yandan 15 Temmuz gecesi televizyona çıkarak darbeciler hakkında gözaltı kararını açıklayan, darbe girişimine ilişkin geçen hafta çatı iddianameyi hazırlayan Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu’ndan sorumlu Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen de görevinden alınmıştı. Başsavcıvekili İşçimen’in 'pasif' göreve atanmasının perde arkasında Adalet Bakanlığı’nın Anayasal Büro’yu kontrol etmek isteğinin olduğu öne sürülmüştü.

Hürriyet gazetesinin haberine göre, 11 Ağustos 2016 tarihli görüşme tutanağında binbaşının adı ve imzasının olmaması, "Görüşülen kişinin kimliğinin gizli kalması gerektiğinden imzalanmasına gerek olmadığına karar verilerek, iş bu tutanak huzurda bulunan şahıslar tarafından imza altına alınmıştır" diye açıklandı.

"Bizi Gülen'e götürdüler"

Konyalı olduğunu beyan eden O.K., ortaokulu Akşehir’de okuduğunu belirterek, “Akşehir’de yurda yazıldım, yurt Fetullahçılarındı. Benim harp okulundayken iltisağım camide, ara ara bazı evlerde 2 haftada bir Konya’dan gelen abiler aracılığıyla buluşmalar şeklinde oluyordu" dedi. Öğrencilik yıllarında irtibat kurduğu abilerin isimlerini veren O.K., “1996 yılında mezun olduğumuzda İstanbul’da bizi Fetullah Gülen’in yanına götürdüler. Mezun grubu olarak birlikte İstanbul’daki FEM dershanesinde yanına gittik. Bize hiçbir şey söylemedi. Yanında misafir vardı. Yarım saat kadar oturup çıktık” bilgisini verdi. Örgütteki kod adının Tarık olduğunu söyleyen O.K.’nın açıklamaları özetle şöyle:

“Balyoz ve Ergenekon sürecinde F. Gülen’in şizofren seviyesinde olduğunu ve vatana ihanet içerisinde olduğunu anlamaya başladım ve fikirlerim değişmeye başladı. 2014’ten sonra beni ısrarla davet etmelerine rağmen toplantılarına gitmedim.

"Evliliğimi cemaat içerisinde gerçekleştirdim. Ömer kod adlı bir abi bana resim gösterdi. Eşim kolejde müdür ve malum yapının içerisindeydi. B.B. ve A.O. isimli iki çocuğum var. B ismini örgüt, B’yi ben; A isimini ben, O ismini de örgüt koydu. Çocuklar 4 ve 6 yaşınalar. Çocuklarımın isimlerini Malatyalı A.K. isimli abi vasıtasıyla örgüt lideri koydu. A.K. çocuk doktorudur. Malatya’da 2009-2013 yılları arasında kaldım.

"(Son görevi size nasıl tevdi ettiler sorusuna) Onu bir türlü anlamış değilim. Kendilerinden olduklarını düşündüğüm personelin bir kısmını çağırmamışlar. Kendilerinden olanları sakladıkları için göreve çağırmadıklarını düşünüyorum.

"11 Temmuz’dan itibaren ailemle Akçay tatil kampındaydık. 13 Temmuz’da Tabur Komutanım Binbaşı Deniz Aldemir aradı, cuma günü görevde olmam gerektiğini söyledi.

"Deniz Aldemir’in arabasındaydık. ‘Telefonu kapat’ dedi. Radyonun sesini yükseltti. ‘Senin hizmetten olduğunu biliyorum, bu akşam faaliyetimiz var, ben Cooger helikopteriyle Hakan Fidan’ı alacağım, sen Murat Bolat’la uçacaksın, çok kan akacak’ dedi. Vatan aleyhine bir şey yapılacağını anladım.

"Aklıma MİT geldi. Saat 13.55 gibi nizamiyeden çıktım. Deniz Binbaşı’ya mesaj attım. ‘Ben uçamam’ dedim. Taksiyle 14.20 gibi MİT’e vardık. Kapıdaki görevliye ‘MİT’e TSK içindeki paralelcilerle alakalı bilgi vermek için geldim’ dedim.

"Saat 15.00 civarı iki kişi geldi. Anlattım. Tedirgin oldular. Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta ‘darbe faaliyeti olabileceğini’ söyledim. ‘Hakan Fidan’ı almaktan kasıt ne’ diye sordular. Ben de ‘çok kan akacak’ dediklerine göre bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını kendilerine söyledim. ‘Darbe olabilir’ kelimesini kullandığımı çok iyi hatırlıyorum.

"Benim (MİT’le) irtibatım bu olayla başlamıştır. Ertesi gün MİT’ten beni aradılar, ‘Güvenlik için seni birkaç gün misafir edelim’ dediler. Yarım saat sonra bir ekip gelip beni aldı."

ETİKETLER
türk silahlı kuvvetleri tsk milli İstihbarat teşkilatı mİt hakan fidan kara havacılık komutanlığı binbaşı ok harun kodalak necip cem İşçimen

T24

Sabah yazarı: Bir devlet kurumu, 2013 yılında AK Parti'den ayrılan iki eski bakanın darbe girişimine katıldığını değerlendiriyor
30 Mayıs 2017

"Darbecilerin hazırladığı bakanlar kurulu listesinde olan bazı siyasetçiler olabilir"

Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak dikkati çekici bir iddia öne sürdü. Kütahyalı, "Bir güçlü devlet kurumu 2013 sonunda AK Parti'den ayrılan iki eski bakan da dahil bazı AK Partili eski mebusların ve halen CHP'li olan kimi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ağu 12, 2017 9:01 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal May 30, 2017 10:12 pm    Mesaj konusu: 'Darbecilerin hazırladığı bakanlar kurulu listesi...' Alıntıyla Cevap Gönder

'İktidarda Allah'a inanan 6-7 kilit isim olsaydı başımıza bu kadar musibet gelmeyecekti'
04 Haziran 2017



15 Temmuz şehidi Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz, FETÖ davalarını ve AKP’nin davalara karşı tutumunu eleştirdi.

15 Temmuz’da şehit olan Yeni Şafak gazetesi muhabiri Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz, FETÖ davalarını ve AKP’nin davalara karşı tutumunu eleştirdi.

Odatv'deki habere göre, sosyal medya hesabından açıklama yapan Cambaz “Düşürülen Mavi Marmara davasının ve 15 Temmuz Ana Darbe Davasının bir kısmına şahitlik edince gördüm ki, bu mahkemeler bizim mahkememiz değil. Bu mahkemeler Türk mahkemesi değil, AİHM mahkemesi. Onca şeyden sonra hâlâ AB'nin peşinde koşanların, aşağılık komplekslilerin, korkakların, "Daha gücümüz yok"çuların, "Şimdi sırası değil"cilerin mahkemesi. Bu mahkemeler mazluma, davacıya sürekli "Onlar da bunu istiyor zaten" dedirtenlerin, 'kanıksatanların' mahkemesi. Bu mahkeme kısacası acizlerin mahkemesi” dedi.

“ALLAH’A İNANAN 6-7 KİŞİ OLSAYDI…”

“Ortada bir Türk mahkemesi olsaydı eğer o mahkeme vatan hainliği su götürmez bir gerçek olanları kellesiz bırakırdı. Peki olan ne?” diye soran Cambaz şu ifadeleri kullandı:

“Vatan hainliği su götürmez bir gerçek olanlara takım elbise giydiriliyor. Medyada sürekli tüm isteklerinin karşılanacağı iddia edilen şehit ailelerindense sınırsız bir sabır ve tahammül bekleniyor. Millet canını ortaya koysun, alabileceği başka risk kalmayarak vatanı kurtarsın fakat siyasi kanat her şeyini borçlu olduğu bu milletin cesaretinin onda birini dahi sarf edip de milletin isteklerini karşılamasın...

FETÖ'cülerin Pensilvanyalı sapığa, "Hizmet"e inandıkları kadar Allah'a ve Türkiye'ye inanan çok değil; 6, 7 kilit isim olsaydı şu iktidarda başımıza bu kadar musibet gelmeyecekti. Allah'a ve Türkiye'ye inanmışsanız başınıza gelen musibetle 'delikanlıca' mücadele edersiniz. Onur söz konusudur. Ve bu durumda arkanızda sürekli Allah'tan bir dost ve yardımcı bulursunuz. "300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor!" dendiğinde "Biz de onlara yaklaşıyoruz!" diyen Türk'ü 27 bin kişiyle 300 bin kişiye galip getiren bu inançtır. Şimdiyse ülkenin kilit noktalarını tutmuş 3, 5 hainle mücadele edemiyoruz korkaklıktan, fazla dünyalık olmaktan. Nereden nereye...

Parayla, makam mevkiyle imtihanında bıkmadan, usanmadan her seferinde ağır bir yenilgi alanlar daima kendilerini kurtarmanın derdine düşüyor. Bizim için her zaman devlet, vatan, millet esas oldu. Birileriyse sürekli particilik yaptı. Geleceğe yatırım yapmak yerine kendini ve günü kurtarmanın derdine düştü.

Ülkemizin en önemli askeri güçlerinin başındaki o haysiyetsiz, o sünepe FETÖ'cüleri dinledikçe kalbim sıkıştı. Vallahi babamı filan unuttum, bu güzel vatanın kimlerin eline bırakıldığını görmem müthiş şekilde gücüme gitti. O şerefsizlerin işgal ettikleri yerleri sonuna kadar hak edecek ne kadar Anadolu irfanına sahip liyakatli, delikanlı adam varsa gözlerimin önünde küstürülmüş, önü kesilmiş, hakkı yenmişti de yeryüzünün en aşağılık varlıklarına ne istedilerse verilmişti. Birçok ahlaksızlık ödülsüz bırakılmamıştı. Bunların vebali korkunç. Korkunç...

Yıllar yıllar önceden beri FETÖ'ye karşı sürekli uyar ve sırf bu sebeple dünya sana dar edilsin, FETÖ'nün silahlarının önüne dikil, canından can gitsin şehit ol, gazi ol ama zerre eleştirmene fırsat verilmesin... Bu ne ya bu ne? Siz kimsiniz?

Yoksa siz de mi..? "Evet, hayır" sürecinde şehit ailelerine ve gazilere bile vatan haini diyecek algıyı yaratanlar, evet evet siz! Yoksa siz de mi..?

FETÖ'nün siyasi ayağına dokunmak konusunda AKP engel çıkarmaya devam ettiği müddetçe o AKP birilerinin başına çok daha gürültülü şekilde çökecektir. Artık bunu anlayın da geç anlayanlardan olmayın. Geç anlayanların akıbeti çok kötü olur çünkü. Bir kez daha dünyaya gönderilmeyeceğiz.

*Şunu ekliyeyim: Mavi Marmara davasını yürüten hakim de, savcı da şüphelidir, korkaktır benim gözümde. Böyle bir izlenim bırakmışlardı. Fakat Ana Darbe davasını yürüten hakime ve savcıya bu yönden bir lafım yok. Gördüğüm kadarıyla onlar, ellerini kollarını bağlayan sisteme, çeşitli tehditlere rağmen esaslı bir mahkeme yürütmeye çalışıyorlar. Herkes aslında neyin olması gerektiğini biliyor lakin algılarımızı ve sistemimizi bozanlar bunu çok iyi başardıklarından bizim elimiz daima güçsüz. Bu hal kızgınlığa, o da aramızda fitneye ve haksızlık etmeye sebep olabiliyor. Buna izin vermekten Allah'a sığınırım. Duygusal tepkiden ibaret şeyler yazmıyorum burada. Uzunca düşünülmüş, aylarca susulmuş şeylerin bazen açığa çıkma vakti gelir. Ve 2 saniyesine hükmedemediğimiz şu dünyada "Şimdi sırası değil!" diyen varsa samimiyetsizdir. "Olanda hayır vardır."

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr

Müyesser Yıldız: Arınç'ın damadı bu sözleri nasıl açıklayacak
2017 12:15



Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın, ardından Bülent Arınç'ın damadının tahliyesi.

Haliyle “damat hukukunu” konuşur, tartışır olduk.

Oysa sorunumuz “damatlardan” çok büyük... Öyle çoklu bir hukuk sistemine geçtik ki; Zenginlerin hukuku var... Üstünlerin hukuku var... “Bizim kız, bizim oğlan, bizim bürokrat, bizim asker, bizim MİT'çi” hukuku var... Trump ve Macron himayesindekilerin hukuku var...

Bir tek garibanın, sahipsizin hukuku yok... Bir de hukukun üstünlüğü!..

Arınç'ın damadı meselesine dönersek;

Bir gizli tanık ifadesiyle gözaltına alınıp, tutuklandı.

Gizli tanık kim; Erzincan Ergenekon Davasının “Efe”si, eski Savcı Bayram Bozkurt. Rüşvetçi, dolandırıcı... Meslekten atıldığı halde AKP iktidarınca yeniden Savcı yapılıp, dolandırıcılığa devam etmesinin önü açılan, Arınç'ın ifadesiyle, “Her dönem gizli tanıklık yapmış bir şahıs”...

Öncelikle sormamız gereken şu değil mi?

Bir savcı, böyle bir şahsın ifadesini nasıl, ciddiye alıp, soruşturma açtı? Maksat neydi? Hasıl oldu mu?

GÜLEN'İN ÇOK UZUN YAŞAMASI İÇİN GELİŞTİREN KÖK HÜCRE PROJESİNİN BAŞI

Böyle sahtekâr birisinin ifadesiyle tutuklama tabii ki, yanlıştır.

Lâkin Arınç'ın damadıyla ilgili bir başka ifade daha var. Öyle “gizli tanık” falan da değil, aleni, “muteber” biri.

Ankara'da 15 Temmuz darbesinden önce, yıllarca çalışılarak hazırlanan, 15 Temmuz darbesinden hemen sonra da kabul edilen bir dava görülüyor.

“FETÖ ana çatı davası”... 72 sanıklı davada, sadece 7 tutuklu var. Diğerleri firari.

Tutuklular; Alaaddin Kaya, İlhan İşbilen, Hidayet Karaca, Av. Abdülkadir Aksoy, Av. Ali Çelik, Kazım Avcı ve Dilaver Azim.

İşte bu dosyada bir dönem Emniyet'in doktorluğunu yapan ve uzun süre “Cemaatle içli dışlı” olan Bülent Çanakçı'nın ifadesi yer alıyor. Çanakçı, duruşmaya da gelip, ismiyle cismiyle tanıklık yaptı, sanıklar hakkında bildiklerini bir bir anlattı. O yüzden “muteber bir tanık” diyorum.

Dr. Çanakçı, Fetullah Gülen'in 100 yıldan fazla yaşaması için geliştirildiğini iddia ettiği “Kök Hücre Projesi” hakkında bilgi verirken, o dönem Hacattepe Üniversitesi Rektörlük Danışmanı ve TEKNOKENT'in başkanı olan Gülen'in özel doktoru Tuncay Delibaş'la aynı “istişare grubunda” bulunduklarını, Sağlık Bakanlığı'ndaki yapılanmanın doktorlar ve akademisyenler şeklinde ikiye ayrıldığını belirtip, şunları söyledi:

“Tuncay Bey, Sağlık Bakanlığı'nın Türk kök projesi ile çok ilgilendiğini, bunun Fetullah Gülen’in talimatı olduğunu söyledi. Bir arkadaşım, bir akşam Tuncay Delibaşı ile birlikte olduğunu, Türk Kök projesi ile ilgili Bakan Danışmanı Sıraç Bey ile buluştuğunu, yanlarında üç tane askeri kıyafet giymiş insanın olduğunu, bunların derin devletin adamları olup, 'bakanı şu yönde yönlendireceksin' diye tehdit ettiklerini, Sıraç Beyin çok korktuğunu ve masayı terk ettiğini anlattı. Sonra Türk Kök projesinin Tuncay Delibaşı'nın istediği gibi olmaması üzerine Fatih Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Mamak Belediyesi arasında protokol yapılarak projenin başına Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter getirildi.”

Bu ifadeden sonra Ekrem Yeter'in de davaya dahil edilmemesi veya hakkında suç duyurusunda bulunulmaması bir yana;

Bülent Arınç gibi bir ismin damadı için gözaltı kararı alıyorsunuz, ama dosyasına “çatı” denecek kadar önemli bir davada yer alan bu ifadeye yer vermiyorsunuz? Ya da haberiniz yok!..

Niyet üzüm mü yemekti, bağcı dövmek mi?

Her neyse!..

“Kök Hücre projesinin başına getirilmesi 17/25 Aralık'tan önce” denecektir.

Gerçek hukuk önünde geçerliliği olmasa bile, buna da tamam!..

İyi de “FETÖ ana çatı davası” özelinde söylüyorum;

Davanın tutuklu sanıklarından Alaaddin Kaya, Zaman Gazetesi'nin ilk sahibi olmaktan, Fetullah Gülen'i Vatikan'a götürmekten vs. suçlanıyor...

Av. Abdülkadir Aksoy, 2001'de Fetullah Gülen'in davasına baktığı için yargılanıyor...

Bunlar da 17/25 Aralık'tan öncesine ait.

Bülent Arınç damadının tahliyesinden sonra, “Ekrem Yeter damadım olduğu için değil, hukukun gereği olduğu için serbest bırakılmıştır” dedi.

Keşke şu “hukukun gereği”, herkes için ve böyle hızla yerine getirilse!..

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Hulusi Akar Adil Öksüz ilişkisi
FİKRİ SAĞLAR
30.05.2017

Aradan aylar geçmiş olmasına rağmen nihayet, ‘TBMM 15 Temmuz Hain FETÖ Darbesini Araştırma Komisyonu’ raporunu açıklandı.

16 Nisan Referandum öncesi bu raporun halkla paylaşılmasını iktidar istememişti.

Raporu gördükten sonra geciktirilmesinin “gerekçesi nedir?” diye sormaya gerek kalmadı!..

Rapor, “Hain FETÖ darbe girişiminin iktidarla olan ilişkisi yerine, ipe sapa gelmez bir sürü bilgiler” ışığında FETÖ’nün ustaca aklanması adına yazılan bir dosya olduğu izlenimini verdi!..

•••

Raporda; “ne hain darbe girişimi” gecesi ve öncesi gelişen olayların gerçek delilleri var, ne de darbe sabahı başta Adil Öküz olmak üzere, üzerinde sır örtüsü olan bir dizi gelişmeyle ilgili bir bilgi var!

•••

Darbe sonrasında ise, başta Cumhurbaşkanı RTE, Başbakan ve bakanların birbiriyle örtüşmeyen, hatta çelişen ifadelerinin açıklanmasıyla ilgili bir tek söz yok!..

“Enişteden öğrendim!” bilgisinin gerçekle ne denli ilişkili olduğu hâlâ bilinmiyor!.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın derdest edilme öyküsü de, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ‘darbe ihbarı’ sonrası neden Erdoğan ve Yıldırım’ı uyarmadığı ya da uyardıysa neler yapıldığına dair kamuoyunu rahatlatacak herhangi bir belge ve bilgi de bulunmuyor!..

•••

Koca Komisyon’un her türlü olanakla çalışarak ortaya sunduğu tek belge, ‘FETÖ’nün 1967 yılında İzmir CHP il örgütüne’ yaptığı sahte ‘bağış makbuzu!’

Darbenin içyüzü, kadrosu ve başındaki Fethullah Gülen’in ‘AKP ile ilişkisi’, yanı sıra “ne istediniz de vermedik!” sözünün açıklanması, kamudan atılan 120 bini aşkın memurun devlete nasıl yerleştirildiğine dair ciddi bir açıklama ise bu raporda yer almıyor!..

•••

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, askeri liseden harp okullarına varıncaya kadar sokulan FETÖ’cüler, önü açılan albaylar, seçilerek general ve amiral yapılanlar; dahası Cumhurbaşkanlığına, Genelkurmay Başkanlığına,
yurtdışındaki NATO karargâhına sokulan yaverler, subaylar ve askeri personelle ilgili doyurucu bir bilgi ise yer almamış..

Hulusi Akar ile Hakan Fidan dinlememiş bile!..

Yargıda yapılan pazarlıklara hiç değinilmemiş…

Oysa Akar ve Fidan konuşmadan bu darbenin çözülmesi, yargı ayağı ortaya çıkarılmadan devletin ele geçirilme öyküsünün öğrenilmesi mümkün olamaz!..

•••

Komisyon Başkanı; bu raporun 4 ay 15 günde bitirildiğini, 22 oturum yapıldığını ve 141 kişinin dinlenildiğini söylüyor.

TBMM’nin tarihinde ilk kez bombalandığı ve ülkede rejimin değiştirilmesine vesile olan bir ‘hain darbeyi’ bizzat yaşamış Meclis Komisyonu, sadece 22 oturumda bir araya gelebilmiş ve asıl bilgisine başvurulması gerekenler yerine, olayların çözülmesine hiçbir zaman katkısı olmayan kişileri dinleyerek vakit geçirmişse Komisyon zaten baştan bu hain darbeyi çözmek niyetinde olmamıştır!..

•••

Ayrıca sadece, CHP makbuzu basına malzeme olsun diyerek veriliyorsa bu Komisyon’un niyeti baştan kötüdür!..

Üstelik Komisyonca üretilmiş iddiasında bulunulan sahte bir kâğıt parçasıyla halkın önüne çıkılıyorsa burada bir art düşünce mutlaka vardır!..

Yalan yanlış belge ve ifadelerle aslında “her partinin FETÖ ile ilişkisi olmuştur” demek ve zorlama nedenlerle AKP’nin 2002’den beri olan FETÖ ortaklığını gizlemek, halkı aldatmakla eşdeğerdir!.

Bu beyhude çabalar, asıl suçlu olan AKP ve yönetimini gözlerden kaçıramaz, aksine daha da suçlanmasına neden olur!..

Görülen o ki; rapor gerçekleri ve FETÖ’nün yerli işbirlikçilerini saklama çabası içine girmiştir!..

•••

Korkarım ki bu girişim gelecekte gerçekleri aklayan bir rapor haline dönüşecektir!..

•••

Bakın;

FETÖ’nün ‘Hava Kuvvetleri İmamı’ olduğu öne sürülen, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin yönetildiği Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan kaçarken yakalanan Adil Öksüz’ün, serbest bırakılmasına dair hâlâ net bir bilgiye ulaşılamamıştır.

Onu kimin serbest bıraktığı ya da hâkimin önüne giderken dosyanın içini kimin boşalttığına dair soruların cevapları Darbe Komisyonu’nda verilmemiştir.

•••

Bilindiği gibi;16 Temmuz günü saat 15:00 sıralarında Adil Öksüz, Akıncı Üssü çevresinde kaçarken jandarma ekipleri tarafından yakalanmıştı.

Ancak bu aşamadan sonra Öksüz’ün serbest kalmasına neden olan garipliğin o gece rehin alınan ‘Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile rehine değişiminden kaynaklandığı’ iddia edilmişti.

Üstelik Adil Öksüz yurtdışına çıkana kadar beklenildiği, daha sonra “General Mehmet Dişli refakatında mevcutlu olarak helikopterle Çankaya Köşkü’ne getirilip Başbakan Yıldırım’a” teslim edildiği söylenmektedir... Bugün, helikopterin içerisinde bulunan General Dişli ve askeri personelin tamamı FETÖ’den tutuklanmıştır, Adil Öksüz’ün de o günden beri nerede olduğu bilinmemektedir.

Bu iddia vahimdir!

Bu iddiayı TBMM’de de sordum!..

Bugüne kadar bir cevap gelmedi…

Şayet bu vahim iddia doğru ise, TSK Genelkurmay Başkanı’nın bir avuç ‘darbeci teröristler’ ile değiştirilmesi, durumun ne denli vahim olduğunun açık ifadesidir…

•••

Üstelik Adil Öksüz’ün yakalandığı gibi serbest bırakılmasına dair; dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın “Biz yakaladık, adalete teslim ettik. Bu sorunun cevabını Adalet Bakanı vermeli” demiş olması ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur!..

Oysa; Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bugüne kadar, bu konuyu hep çelişkili ifadelerle geçiştirmiştir!..

•••

Kısaca TBMM’de kurulan 15 Temmuz Hain FETÖ Darbesini Araştırma Komisyonu’nun açıkladığı rapor sonucunda “dağ fare doğurmuştur!..”

Bu özdeyiş yerindedir!..

Yapılmak istenen de zaten budur!..

“Bir zamanlar aynı hedefe giden” yol arkadaşlarından, şimdilik farklı bir şey beklemek zaten ‘abesle iştigal’ olacaktır!..

FETÖ darbe ADil Öksüz hain hulusi akar Genelkurmay TBMM AKP general Başbakan Hakan Fidan CHP adalet dizi Cumhurbaşkanı İzmir Fethullah Gülen açıklama hava kuvvetleri jandarma

BirGün

Sabah yazarı: Bir devlet kurumu, 2013 yılında AK Parti'den ayrılan iki eski bakanın darbe girişimine katıldığını değerlendiriyor
30 Mayıs 2017

"Darbecilerin hazırladığı bakanlar kurulu listesinde olan bazı siyasetçiler olabilir"

Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak dikkati çekici bir iddia öne sürdü. Kütahyalı, "Bir güçlü devlet kurumu 2013 sonunda AK Parti'den ayrılan iki eski bakan da dahil bazı AK Partili eski mebusların ve halen CHP'li olan kimi milletvekillerinin tıpkı Özfakih gibi bu işin doğrudan içinde olduğunu değerlendiriyor" diye yazdı.

17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının yaşandığı 2013 yılında, 3'ü bakan 7 AKP'li vekil partisinde istifa etmişti. Bu isimler şöyleydi:

Kütahya Milletvekili İdris Bal, İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, İzmir Milletvekili Erdal Kalkan.

Rasim Ozan Kütahyalı'nın "FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması" başlığıyla yayımlanan (30 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Dünkü yazımda 15 Temmuz askeri darbecilerinin üç kategori olduğunu söylemiştim. Fuat Uğur dün dördüncü bir kategori olduğunu, bunların FETÖ'cü ve darbeci olduğunu itiraf eden askerler olduğunu söyledi. Çok doğru...

***
Fakat bu dördüncü kategori askerler çok çok az ve itirafçı sandıklarımız bile mahkemede ifade değiştiriyorlar. Gülen hâlâ askeri ayağı üzerinde söz sahibi. Maalesef hâlâ durum bu...
***
Peki çok sorulan diğer soru:15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünün ya da FETÖ'nün siyasi ayağı var mı ve bu isimler tutuklanacak mı?
***
Bir darbenin siyasi ayağı iki türlü olabilir. Birincisi 1971'de CHP Konya Milletvekili Fakih Özfakih'in örneklediği gibi doğrudan 9 Martçı darbeci cuntanın içinde olma halidir...
***
CHP'li Özfakih fanatik ve provokatör bir darbecidir. Faruk Gürler'i ve diğer subayları darbe için ilk gaza getiren kendisidir...
***
CHP Konya milletvekili Fakih Özfakih üstelik bu yaptıklarını da övünerek ifade etmiştir. Hatta Faruk Gürler darbe düğmesine basmadığı için Gürler'i öldürmeyi bile tasarlamıştır. Bunu da gururla anlatmıştır Birand'ın 12 Mart belgeselinde...
***
15 Temmuz'un plan aşamasında CHP'li Özfakih gibi darbecileri kışkırtan mücrim siyasetçiler var mıdır? Şu anki bulgularla yok gözüküyor ama belli olmaz bu işler...
***
Öte yandan bir güçlü devlet kurumu 2013 sonunda AK Parti'den ayrılan iki eski bakan da dahil bazı AK Partili eski mebusların ve halen CHP'li olan kimi milletvekillerinin tıpkı Özfakih gibi bu işin doğrudan içinde olduğunu değerlendiriyor...
***
Açıkça söyleyelim ki eğer bu devlet kurumunun değerlendirmesi delillendirilirse yani hukuki durum netleşirse şüphesiz bu isimler tutuklanır...
***
İkinci olarak darbecilerin 15 Temmuz öncesi hazırladığı bakanlar kurulu listesinde olan bazı siyasetçiler olabilir...
***
Tabii eğer böyle bir bakanlar kurulu listesi varsa o siyasetçilerin suçlanabilmesi için de bundan haberdar olması ve 15 Temmuz öncesi darbecilerle ilişki içinde olması gerekir...
***
Mesela 9 Mart'çıların bakanlar kurulu listesinde Altan Öymen de vardı ama Öymen bundan asla haberi olmadığı şeklinde savunma yaptı hep...
***
Şu anki bulgulara göre böyle bir liste yok. Varsa muhakkak ortaya çıkacaktır. Öte yandan 27 Mayıs,12 Mart ve 12 Eylül'ün de böyle bir bakanlar kurulu listesi yoktu...
***
Darbe olduktan sonra darbeciler müzakere ile bakanları belirledi. Zaten darbe olduktan sonra herkes darbecilere yalakalık kuyruğuna girmişti.15 Temmuz başarılı olsa yine aynısı olacaktı...

ETİKETLER
rasim ozan kütahyalı sabah gazetesi darbe ak parti
T24

Mehmet Dişli: Genelkurmay Başkanı'nın yaveri darbecilerle hareket etti; Hulusi Akar bana döndü ve "Sağ ol evlat" dedi
30 Mayıs 2017



'Genelkurmay çatı dava'sının 7. duruşması görülüyor

15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığı'ndaki eylemlerle ilgili aralarında 'Yurtta Sulh Konseyi' üyelerinin de bulunduğu 221 sanık hakkında açılan davada, darbe girişiminin kritik isimlerinden AKP Milletvekili Şaban Dişli’nin kardeşi eski Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Dönüşüm Dairesi Bakanı Tümgeneral Mehmet Dişli ilk ifadesini verdi.

'Darbeyi tebliğ eden' isim olmakla suçlanan Dişli, savunmasında suçlamaları kabul etmedi. İfadesinde kendisini suçlayan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar için, "Hulusi Akar yıllarca birlikte çalıştığım bir komutandır. O anki durumu en iyi kendisi bilmektedir. Yaşadığı travmatik ortam nedeniyle beni yanlış anlamış olabilir" dedi.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafında Sincan Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi’ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmada, Dişli, “Akar, yorgun bir vaziyette arkasına yaslanmış oturuyordu. Bana döndü ‘sağ ol evlat’ dedi. Ardından da ‘Hazırlık yaptın mı? Oraya gidince ne diyeceğiz?’ diye sordu. Ben de ‘Komutanım olanları anlatacağız’ dedim. Helikopter çalıştıktan sonra ses nedeniyle konuşamadık” dedi.

"Hulusi Akar beni yanlış anlamış olabilir"

Sanık Dişli, Hulusi Akar’ın tanık olarak verdiği ifadede kendisini suçlamasını da, "Hulusi Akar yıllarca birlikte çalıştığım bir komutandır. O anki durumu en iyi kendisi bilmektedir. Yaşadığı travmatik ortam nedeniyle beni yanlış anlamış olabilir" diye değerlendirdi.

Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Karargahı'nda yaşanan eylemlere ilişkin, aralarında sözde Yurtta Sulh Konseyi üyelerinin de yer aldığı 221 kişinin yargılandığı davada savunma yapan eski Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Dönüşüm Dairesi Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli, darbecilerin kimin adına hareket ettiklerine ilişkin bir soruya, "Bu yorumlu konularda cevap vermek istemiyorum, bilmiyorum. Ne desem yarın manşet olur." karşılığını verdi.

Dişli, Mahkeme Başkanı Oğuz Dik'in sorularını yanıtladı. Dişli, bir soru üzerine, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'a çalışmasıyla ilgili arz yapmak için gittiği Karargah'ta herhangi bir anormallikle karşılaşmadığını belirtti. Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı personelin ne zaman Karargah'a geldiğini bilmediğini ileri süren Dişli, daha sonra ensesine bir silah dayandığını ve bir odaya götürüldüğünü iddia etti.

"Şok hali yaşadım"

Dişli, "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu, bunu komutana bildir" denilerek Orgeneral Akar'la görüşmesinin istendiğini öne sürdü. Mahkeme Başkanı Dik, "İki kişinin darbe yapma şansı var mı? İki kişinin niye sözlerine itibar ettiniz?" sorusu üzerine Dişli, "O kadar güvenlikli yerde ensenize silah dayanmış, bir şok hali yaşıyorsunuz" cevabını verdi.
haber41

“Yan yanayız, bir aradayız”
Kâzım GÜLEÇYÜZ
irtibat@yeniasya.com.tr
03 Haziran 2017



Bizim de imza koyduğumuz “Yan yanayız, bir aradayız” bildirisinin tam metni şöyle:
Bu toprakların ortak sahibi olan bizler ortak vatanda ortak yaşamı kurmak, korumak, geliştirmek için siyasî parti, ideolojik aidiyet, inanç, din, mezhep, milliyet, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin 80 milyona sesleniyoruz.

Kutuplaşmak, birbirimize düşmanlaşmak, Türk-Kürt, dindar-laik, evetçi-hayırcı diye bölünmek, onlar-bunlar diye ayrıştırılmak istemiyoruz. İnancımızı, dinimizi, dilimizi, kültürümüzü, hayat tarzımızı kendi seçtiğimiz gibi, özgür, eşit, korkusuz, huzur içinde yaşamak; birbirimize güvenmek, dayanışmak istiyoruz.

Savaşa sürüklenmekten, çatışmacı ortamdan, nefret dilinden, hukuk ihlâllerinden, haklarımızın, özgürlüğümüzün kısıtlanmasından, can ve mal güvenliğimizden, toplumun vicdanını yitirmesinden, ahlâk aşınmasından, toplumsal duyarsızlıktan endişe duyuyoruz.

Tek adam rejimine, adaletsizlik ve hukuksuzluğa, Meclisin etkisizleştirilmesine, her çeşit muhalefetin baskı ve tehditle sindirilmesine; yüzbinlerle kamu çalışanını, siyasetçiyi, akademisyeni, medya ve yargı mensuplarını haksız, hukuksuz keyfî uygulamalarla, tutuklamalarla, baskılarla tasfiye eden despotik siyasetin ürettiği bütün mağduriyetlere hayır diyoruz.

Geleceğimizi karartan bu anlayışı anayasallaştırmaya çalışan referandumun şaibeli sonuçlarını kabul etmiyoruz.

Bir arada güven içinde yaşamak için âcilen

* Hukuk ihlâllerine yol açan OHAL’in kaldırılmasını;

* Toplumun her kesimine yayılan mağduriyetlere karşı adalet ve hukuk güvenliğinin vakit geçirmeksizin tesisini;

* Meclisin yasama ve denetleme yetkisinin güçlendirilerek iadesini;

* Hesap veren, anayasal, şeffaf devlet için kararlı adımlar atılmasını;

*Gizli oy ve şeffaf sayım temelli sandık güvenliğinin sağlanmasını istiyoruz.

Korku, gerilim ve kutuplaştırma siyasetinden güç devşirenlere karşı ülkemizin geleceğinden sorumlu tüm yurttaşları, kanaat önderlerini, sivil girişimleri ve siyasî partileri;

* Adaletli, hakkaniyetli, tarafsız ve bağımsız yargı ilkesine dayalı “hukuk devleti”nin,

* Bireysel ve toplumsal insan haklarını sonuna kadar uygulayan eşitlikçi, çoğulcu demokrasi anlayışının,

* Başta yerel yönetimlerde olmak üzere katılımcılığı teşvik edecek bir idarî yapının,

* İdeolojik dayatmacı, cinsiyetçi, ayrımcı olmayan; özerk ve eleştirel düşünceye dayalı bir eğitim sisteminin,

* Bölge halkları ve dünya ülkeleriyle eşit haklı işbirliğini gözeten barışçı bir siyasetin,

egemen kılınması için güçlerimizi ortaklaştırmaya çağırıyoruz.

İletişim: Gençay Gürsoy - genc.gursoy@gmail.com

Gürhan Ertür - gurhaner@gmail.com

Yeni Asya

OHAL kalkmadan iadeler olmaz
04 Haziran 2017

ODTÜ Uluslararası İlişkiler’den Prof. Hüseyin Bağcı, “Krizlerin çözülmesi için Türkiye’nin normale dönmesi, OHAL’in kalkması gerekir. Türkiye’de adil yargılama olmadığı sürece Almanya’nın herhangi bir iade talebini yerine getirmesi mümkün olmayacaktır” değerlendirmesi yaptı.

ODTÜ Uluslararası İlişkiler’den Prof. Hüseyin Bağcı, Ankara ile Almanya’nın arasının 15 Temmuz yüzünden açıldığını düşünüyor. Bağcı, neden böyle düşündüğünü DW Türkçe’ye “Darbe girişimi olduktan hemen sonra Rusya ve İran’dan destek gören Ankara, Batı’nın uzunca bir süre sessiz ve şüpheli kaldığını tespit etti. Erdoğan da bunu affetmedi ve en çok Almanya’ya yüklendi.

Daha da ötesi Türkiye, Almanya’ya gönül koydu ve mantıklı hareket etmek yerine duygusal davranmayı tercih etti” sözleriyle açıklıyor. “İncirlik krizi dahil bütün krizlerin Gabriel’in ziyaretiyle çözülmesinin mümkün olmadığını” anlatan Bağcı, “Krizlerin çözülmesi için Türkiye’nin normale dönmesi, OHAL’in kalkması gerekir. Türkiye’de adil yargılama olmadığı sürece Almanya’nın herhangi bir iade talebini yerine getirmesi mümkün olmayacaktır” değerlendirmesi yapıyor.

Almanya’yı sadece Gülen bağlantılı değil PKK bağlantılı isimleri de koruduğu gerekçesiyle eleştiren Ankara, başta Almanya’da olduğu düşünülen Zekeriya Öz ve Celal Kara gibi savcılar olmak üzere Gülen bağlantılı birçok ismin “acilen iadesinde” ısrar ediyor.

İki yılda krizler silsilesi

“Ankara-Berlin hattında son iki yılda neredeyse krizsiz gün geçirmedik” diyen Ankara, bu krizlerin bir özetini de Gabriel’le görüşmede masaya getirerek “İadelerdeki ısrarımızı anlayın” çağrısı yapmaya hazırlanıyor. O krizlerin özeti de şöyle:

Alman Parlamentosu’nun 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlamasının ardından Alman parlamenterlerin İncirlik üssünü ziyaretine ilişkin engellemeler başladı. Dönemin Dışişleri Bakanı Steinmeier soykırım konusundaki parlamento kararının hukuki bağlayıcılığının olmadığını söyleyerek İncirlik krizini yumuşattı ancak sonrasında 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı.

Almanya’nın 31 Temmuz’da Köln’deki “Darbeye karşı Demokrasi Mitingi”ne Erdoğan’ın telekonferans yoluyla katılmasını engellemesi taraflar arasında daha büyük bir krizin habercisi oldu.
(Deutsche Welle Türkçe)

Selvi'den yeni darbe girişimi tarihi: 'Çok kan akacak' diyorlar
05.06.2017



Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, bugünkü köşe yazısında FETÖ'cüler arasında geçtiğini iddia ettiği bir konuşmayı “15 Haziran’a kadar ne olacağını göreceğiz. 'Bu sefer çok kan akacak' diyorlar. Türkiye’de yeni darbenin tarihini konuşuyorlar" sözleriyle aktardı.

Selvi, yeni bir darbe tarihinin konuşulduğunu ileri sürdü.

'FETÖ'cülerden yeni darbe tarihi' başlıklı yazıda, "Olay, kısa bir süre önce Rodos Adası'nda yaşanıyor. Konuşma Yunanistan'a kaçmak üzere Rodos Adası'nda bekletilen FETÖ'cüler arasında geçiyor" diyen Selvi, şu ifadeleri kullandı:

"'15 Haziran'a kadar ne olacağını göreceğiz. Bu sefer çok kan akacak' diyorlar. Türkiye'de yeni darbenin tarihini konuşuyorlar.
İçlerinde daha kıdemli olduğu anlaşılan, Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip) Erdoğan'ı ima ederek, 'Bayramı kimin yapacağını göreceğiz' diyor.

Rodos üzerinden Yunanistan'a geçmeye çalışanlar, sıradan FETÖ'cüler değil. Daha az riskli olduğu için Rodos üzerinden kaçırıyorlar. Onlar da aralarında 15 Haziran'a kadar yapılacak darbeyi tartışıyorlar. 17-25 Aralık'tan sonra darbe lafını dolaşıma sokmuşlardı. Yok 15 Şubat'ta, yok mart başında darbe olacak dediler. Doğru çıkmadı. Hatta 15 Temmuz'dan önceki son 6 ay içinde MİT'e ciddi olarak 15 darbe ihbarı yapıldı. Onlar da doğru çıkmadı. Ama 16. doğru çıktı. Demek ki uzun vadeli hedeflerinde darbe yapmak varmış. Şimdi görüyoruz, demek ki darbe hedefinden vazgeçmiş değiller."
Sputnik

Karar yazarı: Talat Aydemir, darbeyi piç gibi ortada bırakmadı; FETÖ'cülerle benzerlik kurulması hakaret!



"Fethullah Güen ve kurmayları gibi işin içinden sıyrılmaya çalışmamıştı"

Karar yazarı Hakan Albayrak, darbe girişiminin ardından tutuklanan askerlerin ifadeleriyle ilgili olarak "15 Temmuz Darbe Teşebbüsünü Talat Aydemir ve arkadaşlarının 20-21 Mayıs (1963) Darbe Teşebbüsüne benzetenlerden istirham ederim, benzerliğin bunlarla sınırlı kaldığını iyice vurgulasınlar ki Talat Aydemir’e hakaret olmasın" dedi. "Talat Aydemir, yaptığı işi adıyla sanıyla yapmıştı. Sonuna kadar da o işin arkasında durmuştu" ifadesini kullanan Albayrak, "Fethullah Güen ve kurmayları gibi işin içinden sıyrılmaya çalışmamıştı. Darbeyi piç gibi ortada bırakmayı kendine yakıştırabilecek kadar karaktersiz değildi" diye yazdı.

Hakan Albayrak'ın "Talat Aydemir'e hakaret" başlığıyla yayımlanan (5 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Planlanandan erken başladığı ve başarısızlıkla sonuçlandığı için 15 Temmuz Darbe Teşebbüsünü Talat Aydemir ve arkadaşlarının 20-21 Mayıs (1963) Darbe Teşebbüsüne benzetenlerden istirham ederim, benzerliğin bunlarla sınırlı kaldığını iyice vurgulasınlar ki Talat Aydemir’e hakaret olmasın.

Talat Aydemir, yaptığı işi adıyla sanıyla yapmıştı.

Sonuna kadar da o işin arkasında durmuştu.

Fethullah Güen ve kurmayları gibi işin içinden sıyrılmaya çalışmamıştı.

Darbeyi piç gibi ortada bırakmayı kendine yakıştırabilecek kadar karaktersiz değildi.

Mahkemede darbe teşebbüsünün sorumluluğunu yiğitçe kabul etti.

Sağ kolu olan ve kendisi gibi darağacını boylayan Fethi Gürcan da kıvırmadan gitti.

Mahkemedeki son ifadesinde “İnandığım, doğru ve faydalı telakki ettiğim bir işe karıştım” dedi, sonra da darbeyi niçin doğru ve faydalı telakki ettiğini uzun uzun anlattı.

***

15 Temmuz darbecileri de delikanlı gibi “Evet, halkın seçtiği idarecileri devirmeye kalkıştık, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı derdest etmeye çalıştık, Meclis’i bombaladık, kan döktük, çünkü davamız bunu gerektiriyordu” deyip davalarını anlatsalar ya!


Davalarına tüküreyim ama hiç değilse rezilliklerinin sorumluluğunu kabul edecek kadar yürek sahibi olsaydılar.

Ne gezer…

15 Temmuz 2016 gecesi Genelkurmay Başkanlığı’nı basan subayların arasında yer aldığı tespit edilen biri, ‘Orada terörle mücadele için bulunuyordum’ diyor!

O geceyi Akıncı Hava Üssü’ndeki cunta karargâhında geçirdiği anlaşılan başka biri, falanca yakınını ziyaretinden dem vuruyor!

TRT’de darbe bildirisini okutan zat bile darbeci olmadığını ileri sürüyor ve hatta o gece ne olduğunu bile anlamadığını iddia ediyor!

Karaktersizlik diz boyu.

***

Karaktersizlik dediğime bakmayın, aslında belli bir karakteristik özelliği yansıtıyor suçüstü yakalandıkları halde mahkemede sütten çıkmış ak kaşık ayaklarına yatabilen bu darbecilerin kaypaklığı, arsızlığı, yüzsüzlüğü.

Bildiğimiz FETÖ karakteristiği işte.

İğrenç.

T24

Karar yazarı Ocaktan: Ortalığı, FETÖ üzerinden hesap görmeye çalışan bataklık böcekleri kapladı
05 Haziran 2017

"En safiyane insanların üzerine bile çamur bulaştırmakta bir beis görmüyorlar"

Karar yazarı Mehmet Ocaktan, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak "FETÖ’cülerle suç ortaklığı anlamında hiçbir bağı bulunmayan sadece düşünen, yazan sanat insanlarının aynı torba içine atılmaması önce vicdani olarak, sonra da demokrasimizin selamet açısından hayati bir önem taşıyor" dedi. "Son dönemde, ortalığı FETÖ üzerinden hesap görmeye çalışan öylesine bataklık böcekleri kapladı ki en safiyane insanların üzerine bile çamur bulaştırmakta bir beis görmüyorlar" görüşünü dile getiren Ocaktan, "İşin en kafa karıştıran tarafı da, çamur atma işinde görev alanların tam bir FETÖ’cü yazılımla hareket etmeleri" ifadesini kullandı.

Mehmet Ocaktan'ın "Adam gibi savunmaya bile yürekleri yok" başlığıyla yayımlanan (5 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Şu günlerde Ankara Sincan’da devam eden 15 Temmuz 2016 darbe girişimi davasında FETÖ’cü askerlerin savunmalarını görünce insan hayretler içinde kalıyor. Koca koca generallerin, albayların, binbaşıların adam gibi çıkıp karıştıkları darbe girişimini savunacak kadar bile yürekleri yokmuş. Hemen hepsi birileri tarafından oyuna getirildiklerini, kullanıldıklarını söyleyerek adeta bir ihanet tiyatrosunun oyuncuları gibi davranmakta bir beis görmüyorlar.

Sanki o gece Akıncı Üssü’nün kayıtlarında yer alan ‘imam’ların, ‘abi’lerin emrinde sümüklü böcekler gibi dolaşanlar onlar değilmiş gibi her şeyi inkar ediyorlar.


***

F-16’lar Meclis’i, Sikorsky helikopterler MİT’i, Emniyet’i bombalarken, tanklar, zırhlılar sokaktaki insanları öldürürken bu ihanet kurtçukları hiçbir şey görmemiş ve duymamışlar!.. Sokaklar ölüm ateşiyle yanarken “Eve gittim telefonumu kapatıp yattım” diye ifade verebilmeleri tam bir kepazelik... Bari yaptığınız işi savunacak kadar yüreğiniz olsaydı...

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın eski Başdanışmanı Kurmay Albay Orhan Yıkılkan, sözde Yurtta Sulh Konseyi üyelerinin de yer aldığı 221 sanığın yargılandığı çatı davasında yaptığı savunmadaki şu sözleri tam bir ibret vesikası: “Bu darbe teşebbüsünü bence karışık gruplar yaptı. Bunun içerisinde FETÖ’cüsü de olabilir, başkası da olabilir.” Utanmasa, “Aydan birileri gelip yapmış olabilir” diyecek...

Doğrusu insan bu ifadeler karşısında endişeye kapılıyor. Böylesine açık yalan söyleme cesaretini gösteren bu adamlar, şeytanı bile kıskandıracak işler yapabilirler. 15 Temmuz ihanetiyle uzaktan yakından bir alakaları olmadığını söyleyebildikleri gibi, kripto hileleriyle devletin içinde gizlenmeyi de pekala başarabilirler. Mesela Adil Öksüz’ü serbest bırakan hakim olayı bu konuda son derece ibret verici bir örnektir. Aslında ilk günlerde o hakimin FETÖ’cü olmadığı, düzgün birisi olduğu söylenmişti. Sonra öğrendik ki, ‘itirafçı’ olmuş... Acaba sütre gerisinde buna benzer kamufle olmuş daha kaç kişi var?

Bu ve benzeri örnekler, fena halde kafa karıştırıcı... İnsan ister istemez, FETÖ’cülükle hiçbir alakası olmayan insanların da zaman zaman aynı ateşe atıldığını görünce ‘acaba bu işte kriptoların bir parmağı olabilir mi?’ diye sormadan edemiyor.

Elbette şundan kuşkumuz yok, özellikle darbeye fiilen iştirak etmiş askerler hangi yalan ve hilelerin arkasına gizlenirse gizlensinler adaletin hükmünden kurtulamayacaklardır.

Ancak bizim esas sorunumuz, FETÖ ile mücadelenin hiçbir sulandırmaya maruz bırakılmadan yargısal sürecin hukuki kriterler içinde kararlılıkla sürdürülmesi ve nihai anlamda demokrasimizin bu işlerden güçlenerek çıkmasıdır.

Zira tecrübeyle sabittir ki, geçmişte FETÖ’cü yargıçların kurdukları tuzak yüzünden Ergenekon ve Balyoz davalarında yargı sistemimiz ve demokrasimiz ağır yara almıştır.

Eğer bugün de benzer hataları tekrarlarsak, özellikle yargı ileride telafisi imkansız tahribatlara maruz kalabilir.

***

Ayrıca toplum vicdanındaki adalet duygusunun zedelenmemesi için, FETÖ’cülerle suç ortaklığı anlamında hiçbir bağı bulunmayan sadece düşünen, yazan sanat insanlarının aynı torba içine atılmaması önce vicdani olarak, sonra da demokrasimizin selamet açısından hayati bir önem taşıyor.

Çünkü son dönemde, ortalığı FETÖ üzerinden hesap görmeye çalışan öylesine bataklık böcekleri kapladı ki en safiyane insanların üzerine bile çamur bulaştırmakta bir beis görmüyorlar. İşin en kafa karıştıran tarafı da, çamur atma işinde görev alanların tam bir FETÖ’cü yazılımla hareket etmeleri...

ETİKETLER
karar gazetesi mehmet ocaktan
T24

'Halisdemir ByLock kullanıcısıydı, görevini tamamladıktan sonra öldürülme emri verildi'
05.06.2017



Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın eski özel kalem müdürü Kurmay Albay Osman Kılıç, "Çocukları örgütün okullarında okuyan ve Bylock kullanıcısı olduğu iddia edilen şehit Ömer Halisdemir'in görevi tamamladıktan sonra öldürülmesi emri verildiği yönünde iddialar var" ifadelerini kullandı.

Darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığı'ndaki eylemlerle ilgili aralarında sözde 'Yurtta Sulh Konseyi' üyelerinin de bulunduğu 221 sanık hakkında açılan davada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın eski özel kalem müdürü Kurmay Albay Osman Kılıç savunma yaptı.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafında Sincan Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi'ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmada, Kılıç, darbeyi kimin yaptığı yönünde kendisine soru sorulacağını bildiğini belirterek, bunun 3 ayrı grup tarafından emir komuta zinciri içinde rütbeli ve rütbesiz TSK personelinin kullanıldığını iddia etti.

Yaşamını yitiren Astsubay Ömer Halisdemir'e, bildiklerini anlatmasın diye Semih Terzi'yi vurma emri verildiğini iddia eden sanık Kılıç, "Çocukları örgütün okullarında okuyan ve Bylock kullanıcısı olduğu iddia edilen şehit Ömer Halisdemir'in görevi tamamladıktan sonra öldürülmesi emri verildiği yönünde iddialar var" yönündeki ifadeleri üzerine salondan tepkiler yükseldi.
Müşteki avukatların duruma tepki gösterirken Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, "Ölmüş insanların arkasından bari konuşmayın. Kim dedi sana bunları, kim iddia etti?" şeklinde soru yöneltti. Sınık Kılıç ise Ömer Halisdemir'le birlikte görev yaptıklarını, sevdiği bir astsubay olduğumu belirterek, "Başkanım benim amacım maddi gerçeklerin ortaya çıkartılması. Bana bunları sorgum sırasında savcı söyledi. Savcı Halisdemir'i sordu. Ömer'i tanıyor musun? 'Bylock kullanıyor mu? Cemaatçi olabilir mi? diye sordu" iddiasında bulundu.

Kılıç savunmasında, Akıncı Üssü'nde bulunduğu sırada, Cumhurbaşkanına suikast davasında yargılanan eski Binbaşı Şükrü Seymen'e 'görev iptal' mesajını iletmesini söylediklerini iddia etti.

darbe günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kaldığı oteli aradığı ve suikast girişimini organize etmekle suçlanan Gökhan Şahin Sönmezateş ve Şükrü Seymen ile sık sık konuştuğu iddia edilen kişi de Kılıç'tı.

'SİLAH DOĞRULTUP BİR ODAYA KAPATTILAR'

Darbe gecesi Akıncı Üssü'ne tören görevi için gittiğini belirten Sanık Kılıç, "19.15 gibi kendi özel aracımla sivil kıyafetle Akıncı Üssü'ne giriş yaptım. Tören için geldiğimi söyledim ve beni 143. Filo önüne götürerek burada beklememi söylediler. Bir süre sonra görevi sormak için Ramazan Albay'ı askeri hattan aramak için bulunduğum yerden ayrıldım. Ramazan Albay bana o gün böyle bir görev olmadığını kendisinin böyle bir emir vermediğini söyledi. Burada beklerken ikinci bir emre kadar hava aracı hareketlerinin yasaklandığını öğrendim. Görevin olmadığını ve orada olağanüstü bir hareketlilik görünce, saat 20.30 gibi üsten çıkmak istedim. Ancak nizamiye bölgesinde bana silah doğrulttular. İkinci bir emri kadar üsten çıkışların yasak olduğu söylendi. Beni karargah binasının bulunduğu bölgede bir odaya kapattılar. Bulunduğum oda binanın girişinde ve salona yakın bir mesafedeydi. Salonda konuşulanları duyabiliyordum" dedi.
'ŞÜKRÜ SEYMEN ISRARLARINA RAĞMEN GÖREVİN NE OLDUĞUN SÖYLEMEDİ'

Odada beklerken, saat 21.30 sıralarında daha önce ÖKK'da birlikte çalıştığı Binbaşı Şükre Seymen'nin kendisini aradığını söyleyen sanık Kılıç, "Nerede olduğumu ve Genelkurmay Başkanı'nın durumunu sordu. Akıncı Üssü'nde olduğumu bu nedenle Genelkurmay Başkanı'nın durumunu bilmediğimi ilettim. Bana Genelkurmay Başkan'ının Akıncı Üssü'ne geleceğini, kendisine de bir kısım görevler verildiğini, benim bilgim olup olmadığını sordu. Herhangi bir bilgim olmadığını ve görevin ne olduğunu kim tarafından verildiğini sordum. Semih Paşa'nın aradığını ancak görevi paylaşamayacağını söyledi. Ben olağanüstü bir durum olduğunu ve uçuşların yasaklandığını duyduğumu anlatarak, görevin ne olduğunu ısrarla sordum. Ancak bulunduğu ortamda çok yoğun sesler geliyordu. Bu nedenle tam olarak anlaşamadığımız için mesajlaştık" diye konuştu.

'SÖNMEZATEŞ VE SEYMEN'E ULAŞAMADIKLARINI GÖREVİN İPTAL OLDUĞUNU SÖYLEMEMİ İSTEDİLER'

İfadesinde, bulunduğu odada salonda konuşulanları rahat bir şekilde duyduğunu tekrarlayan Kılıç şöyle devam etti:

"Yarım saat sonra salondaki seslerden İstanbul'daki Boğaz köprülerinin kapatıldığını ve TSK'nın sıkıyönetim ilan ederek yönetime el koyacağı, Genelkurmay Başkanının da Akıncı Üssü'ne gelerek faaliyeti yöneteceği ve idare edeceği konuşuldu. Bunları bulunduğum odada duydum. Bunun üzerine oradan ayrılmak istedim ve kapıya vurdum. Güvenlikten sorumlu havacı Albay geldi ve çıkışların yasak olduğunu, biraz sonra Genelkurmay Başkanının geleceğini ve geldiği zaman beni onun yanına götüreceklerini söyledi. Saat 23.00 sıralarındaydı, helikopter sesi duyulunca Genelkurmay Başkanının üsse geldiği konuşuldu. Belli bir süre sonra tam saatini hatırlamıyorum ama Mehmet Dişli generalin bulunduğum binaya geldiğini gördüm. Yine bundan yarım saat sonra salonda Gökhan Şahin Sönmezateş ve Şükrü Seymen ile irtibatı olan var mı diye sordular. Benim kapıma gelip bana da sordular. Ben de Seymen ile akşam saatlerinde irtibat kurduğumu söyledim. Kendilerinin ulaşamadığını ve Şükrü'ye görevin iptal olduğunu söylememi istediler. Ne görevi diye sorunca, 'o görevi biliyor' diye cevap verdiler. Ben de akşam saatlerinde kendisiyle görüştüğümü uçuşların iptal edildiğini söylediğimi belirttim. Bununu üzerine konuştuğum kişi kızdı ve salona doğru yürürken, 'kendi kafanıza göre iş yapmayın, kendi kafanıza göre cep telefonlarıyla istediğiniz kişiyi aramayın' dedi. Sonra telefonumu aldılar ve orada beklememi söylediler. Gece nizamiyede vatandaşların içeri girmeye çalıştığını ve çatışmalar olduğunu öğrendim. Sabah saat 10.00 sıralarında karargaha gittik ve öğle sonuna doğru savcı gelerek gözaltına alındık."

'DİŞLİ'NİN 'YERİNDE KALSIN' ŞEKLİNDE TALİMAT VERDİĞİ DOĞRU DEĞİL'

Sanık Kılıç, savcılıkta verdiği ifadenin baskı altında alındığını ve bazı isimlerin zorla orada olduklarını söylemesinin istendiğini belirterek, "Bu ifademde geçen isimleri orada görmedim. Orada sadece hava subaylar vardı. Genelkurmay başkanının yanına gitmek istediğim ve bana Dişli generalin, 'yerinde kalsın' şeklinde talimat verdiği doğru değildir. Hakan Evrim'i gördüğü reddediyorum. İfademe ilave etmişler" iddiasında bulundu. Darbe hazırlıklarını denetleyip sonrasında Akıncı Üssü'ne gittiği yönündeki iddiaları reddeden Sanık Kılıç, o gün çocuklarına okul baktığını ardından Merkez Orduevi'ne gittiğini belirterek, gittiğini söylediği okulların ve Merkez Orduevinin kamera kayıtlarının incelenmesini talep etti.

'BU BİR SUİKAST GİRİŞİMİ DEĞİL OLSA OLSA TİYATRO OLUR, KUMPAS OLUR'

Muğla'da görülen duruşmada Cumhurbaşkanına suikast girişiminden yargılanan Gökhan Şahin Sönmezateş ve Şükrü Seymen ile toplantı yaptığı ve bu kişilere talimat verdiği iddialarının da gerçekleri yansıtmadığını ileri süren Kılıç, "Şükrü Seymen ifadesinin işkence altında alındığını belirtmiş ve kabul etmemiştir. Sönmezateş ise bu davada verdiği ifadede yapıldığı söylenen bu toplantıyı kabul etmemiştir. Şükrü Seymen'e talimat verdiğim söyleniyor. 2 saat önce otelinden ayrıldığı bilinen Cumhurbaşkanın suikast girişimini anlamak çok zor. Bunun adı suikast olamaz. Tiyatro olur, kumpas olur" dedi.
Savunmasını, "Tiyatro sanırım halen devam ediyor. Gelecek günlerde Allah devletimize, milletimize zeval vermesin" şeklinde tamamlayan sanık Kılıç'ın çapraz sorgusu sürüyor.
Sputnik

Kemal Kılıçdaroğlu, “Kimsenin hakkını arayamadığı bir ülke ile karşı karşıyayız”
06 Haziran 2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Kimsenin hakkını arayamadığı bir ülke ile karşı karşıyayız” dedi.
Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında, “15 Temmuz darbe girişimini yaşadık. Bu darbe girişimine karşı 4 siyasi parti ortak bildiri yayınladı. Parlamento dışındaki bütün siyasi partiler de buna destek verdiler. Darbe Komisyonu’nu kurduk, kurduk da sonuca ulaştık mı? Hayır. Ben zaman zaman iktidarı ve darbe yapanları eleştiriyorum. Darbe yapanların kimler olduğunun ortaya çıkarılmasını istiyorum. Gerçek faillerin bulunmasını istiyorum. Gerçek failleri bulup ortaya çıkarmazsak darbeyle tam anlamıyla yüzleşemeyiz. Araştırma önergeleri verdik, soru önergeleri verdik. Eleştirdik. Her şeyi ama her şeyi yaptık. Şimdi darbeyle ilgili kafamızda büyük sorular var. O konuda komisyondaki arkadaşlarımız bizim tarihimize geçecek çok önemli bir rapor hazırlıyorlar. Hem partimizin hem Türkiye’nin hem bütün vatandaşların hislerine tercümen olacak bir rapor hazırlıyoruz. Sorularımız var. Onlarca soru var. Bunların cevabını almış değiliz” diye konuştu.

“Darbe girişimi haberi niçin Binali Yıldırım’a verilmedi”

Kılıçdaroğlu sözlerini şöyle sürdürdü; “Darbenin olduğu gün, üç ayrı noktada hedef saptırmak amacıyla Erdoğan’ı bekleyen uçaklar var. Üç ayrı noktada eğer uçak bekliyorsa seni, ve sen hedef saptırma amacıyla bu uçaklara talimat verdiysen demek ki senin bundan haberin var. Şimdi ben bunu sormayacak mıyım? Ben bu soruyu sormazsam darbe nasıl aydınlanacak? Ben bunu soruyorum “FETÖ’cüsünüz” diyorlar. Ben bu soruyu sormak zorundayım. 249 şehidimiz için sormak zorundayım. Yine başka bir şey daha. Darbe girişimi oluyor, cumhurbaşkanına haber veriliyor, MİT’in var, Genelkurmay’ın var. Kimin haberi yok? Başbakan Binali Yıldırım. Kimsenin aklına gelmiyor. Niçin Binali Yıldırım’a haber verilmez? Ben bunu sormayacak mıyım?”

Hak arayan insanlar OHAL kararnameleriyle içeride

Ben hiçbir zaman “Ne istediniz de vermedik” demedim, ben hiçbir zaman Pensilvanya’ya gitmedim. Kimsenin hakkını arayamadığı bir ülke ile karşı karşıyayız. Biz demokrasi içinde huzurla yaşamak istiyoruz. Ama hayır diyorlar. Ne söylerseniz söyleyin, hayat hakkını herkese tanıyacağız. Düşünce özgürlüğünü herkese tanıyacağız. Kardeşçe yaşayacağız. Biliyorsunuz, FETÖ’cülerin baklavacılar kolu var, pastacılar kolu var, kavurmacılar kolu var. Şimdi de FETÖ’nün damatlar kolu çıktı. Damatlar içeride, ama onun dışında hiç kimse dışarıda değil. Aynı menzilde yürüyenler dışarıda, damatlar içerde. Dön artık bitsin bu hasret diyenler dışarıda, damatlar içeride. Ne istediniz vermedik diyenler dışarıda, damatlar içeride. Daha acı olanı ise, hak arayan insanlar OHAL kararnameleriyle içeride, ama Türkiye’yi FETÖ’ye teslim edenler dışarıda. Darbenin siyasi ayağı ortaya çıkıncaya kadar her türlü mücadeleye gireceğimize söz veriyorum.”
Yeni Asya

Ahmet Nesin'den 15 Temmuz senaryosu: Hakan Fidan, Hulusi Akar'a 'Erdoğan darbe yapıyor' dedi
07 Haziran 2017



Ahmet Nesin'in Fidan'ın Akar'a "Komutanım, Recep Tayyip Erdoğan darbe yapıyor, bişeyler yapıp önlemeye çalışın..." demiş olabileceğini iddia ettiği Artı Gerçek sitesindeki yazısı şöyle:

Darbeyi asker yapıyorsa ve MİT müsteşarı da asker emeklisiyse, mesai arkadaşlarını ihbar etmek adına sivil başbakana darbeyi haber vermez.

12 Mart 1971 darbesi oldu, başbakan Süleyman Demirel'di ve "MİT darbeyi bana haber vermedi..." dedi...

12 Eylül 1980 darbesi oldu, başbakan Süleyman Demirel'di ve "MİT darbeyi bana haber vermedi..." dedi...

15 Temmuz 2016 darbesi oldu, başbakan Binali Yıldırım'dı ve "MİT darbeyi bana haber vermedi..." dedi...

15 Temmuz 2016 darbesi oldu, cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dı ve "MİT darbeyi bana haber vermedi..." dedi...

12 Mart 1971 yılında MİT müsteşarı korgeneral Fuat Doğu'ydu...

12 Eylül 1980 yılında MİT müsteşarı korgeneral Bülent Türker'di...

15 Temmuz 2016 yılında MİT müsteşarı astsubay Hakan Fidan'dı...

Bu giriş size ilginç geldi mi bilmiyorum ama bana çok ilginç geldi... Darbeyi asker yapıyorsa ve MİT müsteşarı da asker emeklisiyse, mesai arkadaşlarını ihbar etmek adına sivil başbakana darbeyi haber vermez. Demokrasi adına doğru olmadığını söyleyebilirsiniz ama zaten MİT müsteşarının asker olması demokratik olmadığından gelişmenin demokratik olup olmadığını tartışmak bence boşuna.

İşi kağıt üstünde düşünürseniz başka sonuç çıkıyor aslında. MİT başbakanlığa bağlı bir kurum olduğundan ilk haberi başbakanın alması gerekiyor. Ama korgeneral Fuat Doğu ve Bülent Türker tercihlerini silah arkadaşlarından yana kullanmışlar zamanında. İşin ilginç bir yanı daha var yada bana hep öyle gelmiştir, hem 12 Mart, hem de 12 Eylül darbelerinde hava kuvvetleri komutanları Amerika'dadır.

Oysa 15 Temmuz darbesine baktığımızda iş biraz değişik, Aziz Nesin öyküsü ya da Kemal Sunal filmi gibi biraz. Aziz Nesin'e bir darbe komedisi senaryosu yaz deselerdi 15 Temmuz'u yazardı ve Kemal Sunal'ın da oynamasını isterdi. MİT müsteşarı da bir asker ama omuzu kalabalıklardan değil, pırpırlılardan, yani astsubay. Astsubaylar pek ciddiye alınmadıklarından dolayı (Oysa askeriyede bence çok önemliler) halkın büyük bir kısmı Hakan Fidan'ı sivil sanıyor.

Erdoğan'ın geçmiş konuşmalarına baktığımızda esasında Hakan Fidan kendisinin sır küpü. Sır küpü derken, öyle sevgi, aşk konusu filan diye almayın, Türkiye, Kürdistan ve Suriye girişimleri dahil, bütün cinayetlerden haberdar ya da beraber planlanmış olaylar. Ancak Hakan Fidan dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'yla anlaşıp istifa ediyor ve milletvekilliği için aday adayı oluyor. Davutoğlu'yla Erdoğan arasındaki ilk kriz böylece su yüzüne çıkıyor ve Erdoğan vekilliğe karşı çıkıyor. Sonuçta Fidan vekillikten vazgeçip tekrar müsteşar oluyor ama artık o bir suskun müsteşardır. Erdoğan'ın Dolmabahçe mutabakatını yok saymasıyla hem Davutoğlu, hem de Fidan bir anlamda açığa düşmüş oluyor.

Gelelim darbe girişiminin gündüz saatlerine. İlk haber MİT müsteşarı Hakan Fidan'a geliyor, darbeden çok kendisinin yok edileceği üzerine. Bu ihbardan dolayı darbe çıkartılır ya da çıkartılmaz, bu ayrı bir tartışma ama Hakan Fidan'la empati kurduğunuzda aklınıza gelenleri sıralayın ve ne yapacağınıza karar verin. Sizi gözden çıkaran ve astığı astık, kestiği kestik bir cumhurbaşkanı var ve siz de bütün sırlarını biliyorsunuz ama gözden düşmüşsünüz.

Bütün MİT müsteşarları gibi Hakan Fidan'ın da bu konuda ilk uyarması gereken kişi başbakan Binali Yıldırım'dır. Diyelim ki bulamadı, ulaşamadı, cumhurbaşkanı Erdoğan'dır. Oysa Hakan Fidan genel kurmay başkanlığına gidiyor. İşin içinden çıkılmaz komedi burada başlıyor.

"Sayın genel kurmay başkanım, bana bir ihbar geldi, beni öldürecekmişsiniz ve darbe yapacakmışsınız..."

Daha açayım, bir asker MİT müsteşarına gidiyor ve askerler sizi öldürecek diyor, o da asker başına gidip bu ihbarı söylüyor, ne için, korunmak için, öldürülmemek için. Peki Fidan, genel kurmay başkanı Hulusi Akar'ın bu emri vermediğinden nasıl emin ya da niye emin? İşte burasını bilmiyoruz ya da biliyoruz ama onlar bunu açıklamıyorlar.

Evet, MİT müsteşarı kendi canını kurtarmak için Hulusi Akar'a gidiyor, çünkü o kendisinin onun tarafından öldürülmeyeceğinden emin. Peki o zaman ne söylemiştir sizce Hulusi Akar'a... Burada bikaç olasılık var.

Komutanım, bir binbaşı askerler tarafından öldürüleceğimi söyledi, bundan haberiniz var mı? Bu bir darbe başlangıcı olabilir...
Komutanım, Fethullah Gülen darbe girişiminde, bu işin içinde başka kimler var bilmiyorum, önlemeliyiz...
Komutanım, NATO'cu subaylar darbe yapacaklar. Aralarında Gülen ekibinin de bulunduğu bir grup asker beni öldürecekmiş. Bişeyler yapın...
Komutanım,Kemalist subaylar darbe yapacakmış. Sanırım siz hariç bikaç grup asker var işin içinde, Erdoğan buna karşı darbeyle cevap verebilir...
Komutanım, Recep Tayyip Erdoğan darbe yapıyor, bişeyler yapıp önlemeye çalışın...
Bana en yakın gelen bölüm var, o da "Komutanım, Recep Tayyip Erdoğan darbe yapıyor, bişeyler yapıp önlemeye çalışın..." MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın başbakana ve cumhurbaşkanına ulaştığı saatlere baktığımızda bunu çok net bir şekilde görüyoruz. Ne zaman ki Hakan Fidan yaşamını garantiye alıyor, o zaman hem Yıldırım'ı, hem de Erdoğan'ı arıyor. Siz diğer seçenekleri seçebilirsiniz, hatta başla olasılık da ekleyebilirsiniz.

İş esasında bu saatlerde, yani Fidan'ın kendisini kurtardığı saatlerde daha da karışık. Bu karışıklığı da yine cumartesi günkü yazımda paylaşacağım sizlerle, "FİGARO'NUN DÜĞÜNÜNE KARŞI ERDOĞAN'IN 3 DÜĞÜNü"

Cumhur,iyet

AKP'li Selçuk Özdağ: Darbe ihtimali var ama Fetullahçıların değil
Hülya Karabağlı
08 Haziran 2017

"Türkiye'de çok olağanüstü şartlar oluşur, bir iç savaş çıkar"

TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu Başkanvekili ve AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ, Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin "FETÖ'cüler, yeni darbe tarihi olarak '15 Haziran'ı konuşuyor" iddiasını değerlendirdi. "Bugünkü şartlarda Fetullahçıların darbe yapma imkanı kalmadığını" vurgulayan Özdağ, askeri darbe ihtimaline ise kapıyı açık bıraktı ve "Türkiye’de bir darbe yapılma ihtimali var mıdır? Vardır; nasıl darbe olur, Türkiye’de çok olağanüstü şartlar oluşur, bir iç savaş çıkar. Ordu gelir müdahale eder. Onu anlarım bugünkü şartlarda Fetullahçıların bir darbe yapma imkanı kalmamıştır” dedi.

Devletin, 'FETÖ' konusunda teyakkuz halinde olduğunu belirten Özdağ, "Genelkurmay da tam anlamıyla temizlenmediği söyleniyor" şeklindeki soruya, "Bütün hepsinin Whatsapp yazışmaları, telefon görüşmeleri, bylockları, bunlar belirleniyor şimdi, ben zannetmiyorum, aşağıda olan insanlar vardır belki onlar da zaman içinde tasfiye edilirler" yanıtı verdi.

Özdağ’ın T24’e yaptığı "15 Haziran darbesi" iddialarına ilişkin değerlendirmesi şöyle:

"Türkiye’de bir cemaat darbe yapamaz"

Türkiye’de bir cemaat darbe yapamaz mümkün değil, böyle bir örgüt darbe yapamaz. Türkiye’de bir darbe yapılma ihtimali var mıdır? Vardır; nasıl darbe olur, Türkiye’de çok olağanüstü şartlar oluşur, bir iç savaş çıkar. Ordu gelir, müdahale eder. Onu anlarım ama bugünkü şartlarda Fetullahçıların bir darbe yapma imkanı kalmamıştır. Kendi elemanlarına moral vermek adına bunlar uzun yıllar cezaevinde yatacaklar darbe yapanlar, en azından itirafları önlemek adına, mensuplarını kandırma, ideolojilerinden deli gömleklerini giydikleri için üzerinden çıkaramıyorlar, çıkarmaları tavsiye ederiz. Bir an önce bıraksınlar Fetullah Gülen’in konuşmalarına inanmayı bıraksınlar artık, adam sapkın bir görüşü sahiptir, kötü adamdır, darbecidir.

"Kimi askeri şûrada, kimi yargıda temizlenir"

(Genelkurmay’da tam anlamıyla temizlenmedi) Bütün hepsinin, Whatsapp yazışmaları, telefon görüşmeleri, Bylockları, bunlar belirleniyor şimdi. Ben zannetmiyorum, aşağıda olan insanlar vardır, belki onlar da zaman içinde tasfiye edilirler. Kimi askeri şura da kimileri Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) değerlendirilir yargıda ve disiplin soruşturması yoluyla temizlenir. Devlet bu konuda teyakkuz halinde, çok dikkatli çalışıyor devlet. Dikkat edeceğimiz husus, hukuktan ayrılmadan bu işi yapmak. Hukuk devleti olduğumuzu bütün dünyaya ispat etmemiz lazım.

"Başka Bir Fetullah getirmek adına yapılabilir"

(15 Haziran'da darbe iddiaları) FETÖ ile yapılan zaman zaman yanlışlar var bu cemaat saikiyle buraya girenlerden içeriye alınanlar var, bunların en azından seslerini kesmek adına yapılıyor gibi geliyor ya da birileri daha çok alan kendilerine daha çok alan açmak için yapıyor olabilir çünkü Bir FETÖ gidip başka bir FETÖ gelmemesi lazım. Başka Bir Fetullah getirmek adına yapabilirler. Türkiye’de cemaatler olsun ama cemaatler siyaseti terbiye ve tedip etmeye kalkmasınlar. Devletin imkanlarıyla beslenip daha sonra tedip etmeye kalkmasınlar.

ETİKETLER
tbmm 15 temmuz darbe girişimini araştırma komisyonu başkanvekili akp manisa milletvekili selçuk Özdağ hürriyet gazetesi abdulkadir selvi fetÖ 15 haziran
T24

Akit yazarı: ByLock'çular terörist muamelesi görüyor; AKP MYK'sında FETÖ'den soruşturulanlar var
08 Haziran 2017

Yeni Akit yazarı Sabri Balaman, darbe girişiminden sonra 'FETÖ'ye yönelik başlatılan soruşturmalar ve kanun hükmünde kararnamelerle "çok ciddi sayıda kişinin mağdur edildiğini ve insanların ByLock’çu diye potansiyel terörist muamelesi gördüğünü" savundu. Balaman, AKP’nin yeni MYK’sı içinde hala 15 Temmuz'un planlayıcısı olmakla suçlanan Fethullah Gülen'in liderliğini yaptığı cemaatin üyesi olduğunu nedeniyle soruşturması süren insanların da olduğunu iddia etti.

21 Mayıs'ta AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKP Merkez Yürütme Kurulu'nda (MYK) kısmi bir değişikle yetinmişti.

AKP'nin yeni MYK'sı için tıklayınız

KRT televizyonuna konuk olan Akit yazarı ve programcı Sabri Balaman "Birçok insanı suçsuz yere mağdur ederek hiçbir belge olmamasına rağmen keyfi tutuklamalara ne demek lâzım. 145 bin kişi ihraç edildi, 50 bin tutuklu var. Bu konuda en önemli muhasebeyi iktidar yapmalı. Bir mazlûmun suçsuzken suçlu ilân edilmesi, gerçekten o vebalden kimse kendini kurtaramaz. Çok ciddî bir rakam şu an mağdur edilen içeride suçsuz yere tutuklu olarak hâlâ mahkemeye çıkmayan insanlar var” diye konuştu.

"Vatandaşın aklıyla alay ediyorlar"

Yeni Asya gazetesinin haberine göre, mağduriyetleri gidereceği söylenen 200 binden fazla insanın başvurusuna bakacak olan 7 kişilik OHAL komisyonuna da tepki gösteren Balaman, "Bu bir oyalama süreci, vatandaşın aklıyla eder gibi komisyon oluşturmak, 6 aydır bir komisyon kuruldu kurulacak, müracaat edin, işlevsiz sadece gaz alma dediğimiz bir yöntem, bu hükümete yakışmaz” dedi.

Sabri Balaman, insanların ByLock’cu diye potansiyel terörist muamelesi gördüğünü savundu. Ayrıca Balaman, "AKP’nin yeni MYK’sı içinde hala Gülen Hareketi’ne mensubiyeti nedeniyle soruşturması süren insanların da olduğunu" iddia etti.

"Davutoğlu’na haksızlık yapıldı"

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, AKP içinde itibar suikastı yapanların olduğunu söylemesi üzerinden sorulan sorulara cevap veren Akit yazarı Balaman, “Mevcut duruma baktığımızda evet sayın Davutoğlu’na haksızlık yapıldığını net görebiliriz. Sayın Davutoğlu’na haksızlık yapılmasının en büyük görüntülerinden birini şöyle görebilirsiniz; kendisi Başbakanlık yaparken etrafını hiç boş bırakmayan gazeteciler vardı. Peki, görevden ayrıldığı gün bakıyorsunuz o yakın can ciğer sarmaş dolaş olanların hiçbiri ortada yok, aynı akşam vurmaya başladılar. Bunu bazı aileler üzerinden köşe başlarını işgal eden önemli gazeteler var, gazeteciler var, bunlar çok ciddi manada haksızlık yaptı” dedi.

ETİKETLER
yeni akit gazetesi sabri balaman darbe girişimi fetÖ kanun hükmünde kararname bylock
T24

Yeni Şafak: Darbe girişimiyle ilgili 172 gizli tanık, 500 itirafçı, 50 bin ihbar...
08 Haziran 2017



"Son 8 ayda 113 kişi 'gizli tanık' olmak için başvurdu"

Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi, darbe girişiminin ardından başlatılan 'FETÖ'ye yönelik soruşturmalar kapsamında 172 kişinin gizli tanık olduğunu ileri sürdü. Gazetenin iddiasına göre, sadece İstanbul’da pişmanlık yasalarından faydalanmak isteyen 'FETÖ'cülerin sayısı 500'ü geçerken 50 bin ihbar yapıldı.

Yeni Şafak gazetesinden Hamdi Koçoğlu ve Şahin Şen'in haberi şöyle:

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyelerinin 15 Temmuz darbe girişimini sulandırmak ve örgüt tabanının moralini yüksek tutmak için mahkemelerde uyguladığı inkâr yöntemini gizli tanıklar ve itirafçılar bitirdi. Halen cezaevlerindeki örgüt üyelerine moral vermeye çalışan FETÖ, bir yandan da itirafçıların ve gizli tanıkların sayısının artmasını engellemeye çalışıyor. Ancak son dönemde ByLock'çulara yönelik operasyonlardan sonra FETÖ’de büyük bir çözülme yaşandığı ortaya çıktı.

8 ayda 113 gizli tanık

FETÖ ile 17-25 Aralık sonra başlayan mücadeleye 15 Temmuz'dan sonra vatandaşlar da katıldı. Sadece İstanbul’da güvenlik birimlerine yaklaşık 50 bin ihbar yapıldı. İstanbul Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmalarda 15 Temmuz’dan sonra aralarında asker, polis, öğretmenlerin de olduğu 113 kişi gizli tanık olmayı kabul etti. Bu sayı 15 Temmuz öncesiyle birlikte 172’ye ulaştı. Mart 2014’ten 15 Temmuz 2016 tarihine kadar 2 yılda sadece 55 kişi gizli tanık olmak için başvururken son 8 ayda 113 kişi gizli tanık olmak için başvurdu.

500’den fazla itirafçı

İstanbul’da pişmanlık yasalarından faydalanmak isteyen FETÖ’cülerin sayısı 500’ü geçti. FETÖ’cü teröristlerin kendileriyle birlikte hareket ettiklerini zannetikleri kişilerin itirafçı ya da gizli tanık olduğunu duruşmalarda anladıkları ve büyük şok yaşadıkları belirtiliyor. İstanbul’daki davalarda gizli tanık olmayı kabul eden FETÖ üyelerinin önemli bir bir bölümünün polis olduğu belirtildi. Yine çok sayıda asker ve öğretmenin yanı sıra FETÖ imamları da bulunuyor. FETÖ’cü teröristlerin duruşmaya çıkmadan önce gizli tanıkların ve itirafçıların kim olduğunu ve neler anlattığını öğrenmek için büyük çaba harcadağı belirtiliyor.

50 bin ihbar

15 Temmuz’dan itibaren İstanbul’da güvenlik güçlerine 50 binin üzerinde FETÖ ihbarı yapıldığı öğrenildi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde oluşturulan özel birim bu ihbarların tamamını inceledi ve tek tek tasnif etti. İhbarlar içerisinde firari FETÖ’cülerin yerlerini bildiren ihbarlar başta olmak üzere acil olanlara öncelik verildiği ve ihbardaki bilgilerin operasyon süreçlerinde kullanıldığı öğrenildi. 50 bin ihbar içerisinde tutarlı ve doğruluğu teyid edilen ve öncelik sıralamasına göre ayrılanlar ise şehir, bölge, himmet, FETÖ üyesi, FETÖ kuruluşu, imam, abi, abla gibi belirli başlıklarda tek tek tasnif edildikten sonra operasyon birimlerine aktarılarak haklarında soruşturma açılması aşamasına geçiliyor. Henüz 50 bin ihbarın önemli bir bölümünün önümüzdeki dönemde soruşturma ve operasyon aşamasına geçirileceği ifade ediliyor.

ETİKETLER
fetÖ 15 temmuz gizli tanık yeni Şafak itirafç
T24

Gökçek, FETÖ ile elebaşı ile çekilen fotoğrafa böyle cevap verdi
10 Haziran 2017



CHP'li Erdem, Melih Gökçek'in Fethullah Gülen'le çekilmiş fotoğrafını yayımlayınca, Gökçek de Necmettin Erbakan'la çekilmiş fotoğrafı yayımladı.

CHP’li Milletvekili Eren Erdem ile AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasındaki fotoğraf savaşı kızıştı.

CHP’li Eren Erdem iki gün önce sosyal medya hesabından Melih Gökçek’e“Hayırlı iftarlar @06melihgokcek başganım..” şeklinde mesaj yazarak, Gökçek ile FETÖ lideri Fethullah Gülen’in yemek yerken ki fotoğrafını paylaştı.
Haber3

"Darbeden anlamam, komutanların dediklerini yaptım; hapse düştüm, sözlüm korktu, beni bıraktı..."
09 Haziran 2017

"Beni, kurban kesip vatan hizmetine gönderdiler, artık dayanamıyorum"

Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, darbe girişiminin ardından tutuklanan erler ve ailelerinin kendisine gönderdiği mektupları okurları ile paylaştı.

Tutuklu Er Murat Çakan'ın mektubunda, "Hepimiz biliyoruz ki er askeriyede emir kuludur ve komutanların dediğinin haricinde hiçbir şey yapamaz. Ben darbeden ne anlarım? Komutanlarım ne derse onu yaptım. Askerliğimi tamamlayıp hayatıma dönmek istiyorum. Sözlüm vardı, hapse düştü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Hzr 11, 2017 10:50 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Hzr 10, 2017 1:43 am    Mesaj konusu: Darbeden anlamam, komutanların dediklerini yaptım Alıntıyla Cevap Gönder

AFP'den 15 Temmuz'a ilişkin ilginç sorular
12 Temmuz 2017



Fransız Haber Ajansı AFP, darbe girişiminin birinci yılında hâlâ soru işaretlerinin bulunduğunu ifade etti.

Fransız Haber Ajansı AFP, darbe girişiminin birinci yılında hâlâ soru işaretlerinin bulunduğunu belirterek, “Böyle bir darbe, Türkiye’nin devasa istihbarat aygıtının gözünden nasıl kaçtı? Sonra kolayca nasıl alt edildi? 15 Temmuz’da ciddi bir şeyler olduğu istihbaratı neden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la paylaşılmadı?” gibi sorular sordu ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘kontrollü darbe’ tezine yer verdi. AFP’nin haberinde önemli şahsiyetlerin, kalkışmayı araştırmakla görevli parlamento komisyonuna ifade vermekten kaçınması da sorular arasındaydı. Haberde, İpek Yolu Çalışmaları Programı araştırmacılarından Gareth Jenkins’in, “Açık bir soruşturma görmüyoruz. Bu durum çok umut kırıcı ve açıkçası çok korkutucu” şeklinde konuştuğu belirtildi.

‘Fidan suçlu’

AFP tanık ifadelerinin suçlu olarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı gösterdiği öne sürerken, Akar’ın 15 Temmuz günü öğleden sonra darbeden haberi olduğunu söylediğini kaydedildi. Bir ordu helikopter pilotunun, 15 Temmuz günü saat 14.20’de Ankara’daki yetkilileri MİT’e karşı büyük bir hareket olacağı konusunda uyararak “Darbe bile olabilir” dediğinin belirtildiği haberde, uyarının MİT’e yaklaşık 16.30’da ulaştığı, Erdoğan’ın açıklamasındaysa kendisinin bastırılan darbeyi 15 Temmuz akşam saatlerinde gizli servisten değil, eniştesinden öğrendiği yazıldı. Ekim ayında, milletvekilleri tarafından Meclis’te başarısız darbe girişimini araştıracak bir komite kurulduğu, muhalefet partilerinin Fidan ve Akar’ın getirilmesini istediği belirtilen haberde, isteklerin AKP tarafından reddedildiği yazıldı. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun “Biz savcı ya da hakim değiliz. Kimseye hüküm giydirmeyeceğiz. Sadece sorularımıza cevap istiyoruz. Ne yazık ki bu fırsatı teptiler. Görülüyor ki soru işaretleri orada durmaya devam edecek” açıklamalarına yer verildi. Haberde, bazı gözlemcilerin gerçeğin daha karmaşık olduğunu düşündüğü belirtildi.
Cumhuriyet

Akşener'den 15 Temmuz afişlerine tepki: Derhal düzeltilmeli
12 Temmuz 2017



15 Temmuz darbe girişiminin 1. yılında hayatını kaybedenleri anma etkinlikleri kapsamında tasarlanan afişlere MHP'den ihraç edilen ve yeni parti kurma çalışmaları yürüten Meral Akşener tepki gösterdi. Akşener, "Afişler derhal düzeltilmeli" ifadesini kullandı.

CNNTürk'te yer alan habere göre, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü yaklaşırken Cumhurbaşkanlığı da bir hafta sürecek programlarla çeşitli törenler düzenleme kararı aldı.

Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanlığı 15 Temmuz’u anlatan çeşitli afişler de hazırladı.

Ancak hazırlanan afişler büyük tartışma yarattı. Afişlerde TSK’nın küçük düşürüldüğü yorumları yapıldı.

O afişlere bir tepki de Meral Akşener'den geldi. Akşener, sosyal medyahesabından "15 Temmuz kalkışmasını yapan alçaklar yerine yenik, ezik, çaresiz Türk Askeri resmi koymak alçakların ekmeğine yağ sürmektir. Derhal düzeltilmelidir" dedi.

ETİKETLER
meral akşener haber açıklama afiş
T24

Ahmet Hakan: FETÖ tarafından nasıl aldatıldığının ve kandırıldığının afişini yap…
13/07/2017



Mehmetçik’in zillet içine düştüğünün afişini yapacağına…

Tek kurşunla FETÖ’cü generali deviren kahraman askerimiz Ömer Halisdemir’in afişini yap…

*

Türk askerinin teslim oluşunun afişini yapacağına…

FETÖ tarafından nasıl aldatıldığının ve kandırıldığının afişini yap…

*

Ağlayan ve teslim olmuş Mehmetçik’in afişini yapacağına…

FETÖ çetesinin Ergenekon’la, Balyoz’la hayatlarını kararttığı askerlerin afişini yap…

*

PKK’ya karşı amansız bir mücadele veren askerimizi zelil durumda sembolize eden afişler yapacağına…

Kutsal topraklara gider gibi Pensilvanya’ya giden milletvekillerinin afişini yap…

*

FETÖ çetesinin üniformalı elemanlarından yola çıkarak askerlerimizin perişanlığının afişini yapacağına…

Bunca FETÖ’cünün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne nasıl sızdırıldığının afişini yap…

*

Hiçbir şeyden haberi olmayan gariban askerlerimizin afişini yapacağına…

Her şeyden haberdar olduğu halde kılını kıpırdatmayanların afişini yap…

Ahmet Hakan’ın yazısının devamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/yapacaksan-sunlarin-afisini-yap-40518256

"Darbeden anlamam, komutanların dediklerini yaptım; hapse düştüm, sözlüm korktu, beni bıraktı..."
09 Haziran 2017



"Beni, kurban kesip vatan hizmetine gönderdiler, artık dayanamıyorum"

Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, darbe girişiminin ardından tutuklanan erler ve ailelerinin kendisine gönderdiği mektupları okurları ile paylaştı.

Tutuklu Er Murat Çakan'ın mektubunda, "Hepimiz biliyoruz ki er askeriyede emir kuludur ve komutanların dediğinin haricinde hiçbir şey yapamaz. Ben darbeden ne anlarım? Komutanlarım ne derse onu yaptım. Askerliğimi tamamlayıp hayatıma dönmek istiyorum. Sözlüm vardı, hapse düştüm diye korktu beni bıraktı" ifadesi de yer aldı.

Saygı Öztürk'ün “Darbeci' 411’lerin hali" başlığıyla yayımlanan (9 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Kimisi üç günlük, kimisi terhisine üç gün kalmış. Komutanlarının emri üzerine 15 Temmuz akşamı sokağa çıktılar. 411 er ve erbaş 11 aydır cezaevinde... CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, tutuklu askerlerden birisinin mektubunu okuyunca, dinleyenler ağladı. Gerçekten de durumları ağlanacak kadar acı. Neredeyse darbeyi bu erler yapmış gibi aylardır tutuklular.

Kimisi cezaevinden mektup yazıyor, kimisinin nişanlısı, kimisinin babası, kardeşi “Bu erlerin suçu ne?” diye soruyor. Askerin gönderdiği mektupların üzerine “Er mektubu görülmüştür” damgası vurulurdu. Cezaevinden gelen mektuplarında ise “Mektup Okuma Komisyonu – Görülmüştür” damgası var. Onlardan birkaçını hatırlatalım:

"Sözlüm beni bıraktı"

– “Ben Ankara Mamak'ta askerliğini yaparken ‘darbeci' diye Sincan Cezaevi'nde tutulan Ağrı‐Patnoslu Er Murat Çakan'ım. Hepimiz biliyoruz ki er askeriyede emir kuludur ve komutanların dediğinin haricinde hiçbir şey yapamaz. Ben darbeden ne anlarım? Komutanlarım ne derse onu yaptım. Askerliğimi tamamlayıp hayatıma dönmek istiyorum. Sözlüm vardı, hapse düştüm diye korktu beni bıraktı. İnşaat işçisi babam beni görebilmek için aylardır görüşlere Ağrı'dan gelip gidiyor. Bütün ailem perişan oldu. Ne avukat tutacak ne de bu davayla baş edecek gücüm yok.”

– “Sivil hayatında çiftçilik yapan, zar‐zor geçinen, vatan hizmeti için Mamak'ta askerliğini yapan Er Ahmet Gök'üm. Vatan borcunu ödemek için geldiğim yerde şimdi darbeci diye cezaevindeyim. Cezaevinden çıkıp eksik kalan vatan hizmetimi tamamlayıp aileme, memleketime bir an önce kavuşmak istiyorum.”

"Elimin kınası silinmedi"

– “Ben Kırıkkale'nin Kızıldere Köyü'nden Er İsa Karakaya'yım. Her Türk genci gibi milletimizi, şanlı bayrağımızı korumaya geldim. Annem, beni askere elime kına yakarak gönderdi. Elimdeki kına bile hâlâ silinmedi. Sivil hayatta tamircilik yaparak geçimimi sağlıyordum. Babamı kaybettim, annem şeker hastası. Cezaevinden çıkıp tekrar vatani görevimi yapmak istiyorum. Sesimizi duysunlar, bizleri anlasınlar.”

– “Akhisarlı Er Reşat Ağarca'yım. Eşimi ve 3 yaşındaki evladımı bırakarak vatan hizmeti için geldim. Ne darbesi yapıldığından bile haberim yok. Bize tatbikat yapıldığı söylendi. O gece kimseye bir zararım olmadı, polise teslim oldum. Ailece çok zor durumdayız.”
– “Ben Kayserili Er Mustafa Savkat'ım. ‘Darbe oluyor' deseler, inanın ‘darbenin' ne olduğunu bile bilmiyorum. FETÖ'nün ne olduğunu da cezaevinde öğrendim. Güneydoğu için gönüllü gitmek için başvuran, vatanım için canını vermeye hazır bir Türk genciyim. Beni, kurban kesip vatan hizmetine gönderdiler. Artık dayanamıyorum.”

Ailelerden gelen mektuplar

Cezaevindeki erler gibi, ailelerinden de gelen yürek yakan mektuplar var. Tutuklu Er Ekrem Köse'nin nişanlısı Neslihan Aktaş, “Sizin aracılığınızla onu çok sevdiğimi ve beklediğimi belirtmek istiyorum. Bu size belki çok önemli gelmeyebilir ama onun bunu duymaya ihtiyacı var. Aylardır onu göremiyorum. Bu yazımı kısa da olsa gazetede görmesi onu çok mutlu edecektir.” Ankara‐Mamak 28. Mekanize Piyade Tugayı'nda vatani görevini yaparken tutuklanan Er Mehmet Harun Akan'ın eşi Damla Akan, “Eşim ve arkadaşları 15 Temmuz gecesi, komutanları tarafından ‘Genelkurmay'a saldırı var' diye kışlalarından çıkarıldılar. Olayın farklı şekilde ilerlediğini, darbe olduğunu anlayınca kendi özgür iradesiyle polislere teslim oldular. Suçsuz yere cezaevinde yatıyorlar. Artık maddi ve manevi gücümüz kalmadı. Ben eşimi cezaevine atılsın diye askere yollamadım. Eşim de cezaevinde ‘vatan haini' damgasını yediği için ağlıyor. Onun da psikolojisi bozulmuş durumda. Masumlara af değil adalet istiyoruz. Masum vatan evlatları cezaevinde unutulmasın” diye yazıyor.

Terhisine üç gün vardı

CHP lideri Kılıçdaroğlu, üç günlük askerin mektubunu okumuştu. Askerliğinin bitmesine 3 gün kala “darbeci” diye tutuklanan erin kardeşi Nurten Durdu, “Ailem Van'ın köyünde yaşıyor. Maddi‐ manevi olarak perişan durumda. Terhisine 3‐5 gün kalmış erler, ‘tatbikat var, saldırı var' yalanıyla kandırılarak kışladan çıkarıldı. Ne yazık ki cezaevinde unutuldular” diye durumu özetliyor. Kimisi 3 günlük, kimisi terhisine 3 gün kalmış, kına yakılarak gönderilen 411 er ve erbaşın durumunu bir kez daha hatırlatalım istedim. Artık gerisi yüce yargının...

ETİKETLER
darbe girişimi tutuklu er asker sözcü gazetesi saygı Öztürk
T24

CHP, 15 Temmuz Raporu'nda "kontrollü darbe" ifadesini tekrarladı: Bilen de, bekleyen de vardı!
Hülya Karabağlı
12 Haziran 2017



"En son yapılan haksız, hileli ve mühürsüz referandumla parlamenter rejim rehin alınmıştır"

CHP milletvekilleri tarafından hazırlanan 307 sayfalık 15 Temmuz Darbe Komisyonu Raporu'nda Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun "kontrollü darbe" sözü tekrarlandı ve "Kanlı ve hain kalkışma bu memleketin masum yurttaşları için beklenmeyen, şok edici ve dehşet verici bir gelişme olmuştur. Ancak bu hain darbe girişiminin olacağını bilen ve bekleyenler de vardır" değerlendirmesi yapıldı.

CHP'li vekillerin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimine ilişkin olarak hazırladığı rapor, kamuoyu ile paylaşıldı. CHP, komisyona muhalefet şerhi düştüğü raporunda "15 Temmuz hain darbe girişimi öngörülen, önlenmeyen ve sonuçları kullanılan bir kontrollü darbe olarak tarihe geçmiştir" dendi.

Darbe girişiminden bir gün önce, 14 Temmuz'da, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın yaklaşık 6,5 saat boyunca baş başa görüştüğü vurgulandı. Ayrıca CHP raporunda Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur’un 24 Mart 2016, 2 Nisan 2016 ve 21 Nisan 2016 tarihlerinde yazdığı üç yazısını hatırlatarak "Fuat Uğur ve benzeri yazarların darbeden aylar öncesi paylaştığı bu yazılar MİT için açık istihbarat kaynağı olup, Fuat Uğur’un bildiklerini MİT’in bilmiyor olması düşünülemez" ifadesi kullanıldı.

CHP ve MHP'den Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nun raporuna "FETÖ'nün siyasi ayağı olmadığı" eleştirisiyle tepki gelmişti. CHP'nin hazırladığpı raporun "Sonuç ve Çözüm" bölümünde yaklaşık 15 yıllık AKP iktidarı eleştirilerek "Darbe araştırma komisyonu raporunda çözüm önerileri başlığında yanlış bir uygulama olarak anılan laikliğe bağlı bir ajitasyon marifeti ile de örgüt yıllarca müdafaa edilmiştir" dendi.

Raporun "İktidar İdeolojisinde Yeni HSYK, Yeni Yargıtay, Yeni Danıştay ve Yeni Anayasa Mahkemesi" başlıklı bölümünde 12 Eylül 2010 referandumuna değinildi. Darbe girişiminin planlayıcısı olmakla suçlanan Fethullah Gülen "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda evet oyu kullandırmak lazım" şeklindeki söz hatırlatıldıktan sonra raporda "Laik yargının tasfiyesinin demokrasiyi güçlendireceğine inanan liberaller, liberal solcular ve hatta bazı sosyalistler, 'Yetmez, ama evet' sloganı eşliğinde siyasal İslamcı AKP-Cemaat Koalisyonunun değirmenine su taşımayı halka 'demokratlık' olarak yutturmaya kalkıştılar" ifdesi kullanıldı.

Rapor, CHP’nin komisyon üyeleri Zeynel Emre, Aykut Erdoğdu, Sezgin Tanrıkulu, Aytun Çıray tarafından hazırlandı.
Basın toplantısında konuşan Erdoğdu, "15 Temmuz hain darbe girişimi öngörülen, önlenemeyen ve sonuçları kullanılan kontrollü bir darbedir" dedi.

CHP'li üyelerin hazırladıkları muhalefet şerhi niteliğindeki rapor, "kontrolü darbe" başlığıyla dikkati çeken bölüm şöyle:

Kontrollü Darbe

15 Temmuz 2016 gerçekleştirilen kanlı ve hain kalkışma bu memleketin masum yurttaşları için beklenmeyen, şok edici ve dehşet verici bir gelişme olmuştur. Ancak bu hain darbe girişiminin olacağını bilen ve bekleyenlerde vardır.

15 Temmuz darbe girişiminden aylar önce yazılan yazılardan darbe girişiminin bilindiği hatta bu girişimin hazırlık sürecinin takip edildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda en açık kanıt darbeden 4 ay önce Fuat Uğur’un Türkiye Gazetesinde 24 Mart 2016, 2 Nisan 2016 ve 21 Nisan 2016 tarihlerinde yazdığı üç yazısıdır.

Fuat Uğur’un 24 Mart 2016, 2 Nisan 20016 ve 21 Nisan 2016 tarihli yazılarında kamuoyuyla paylaştığı bilgiler 15 Temmuz hain darbe girişiminde ve sonrasında aynen gerçekleşmiştir.

Fuat Uğur ve benzeri yazarların darbeden aylar öncesi paylaştığı bu yazılar MİT için açık istihbarat kaynağı olup, Fuat Uğur’un bildiklerini MİT’in bilmiyor olması düşünülemez.

Kanlı darbe girişimi sonrası düzenlenen Savcılık iddianamelerinin incelenmesinden cemaatin darbe hazırlıklarına 2015 son aylarından itibaren başladığı anlaşılmaktadır. Darbeye hazırlık faaliyetleri Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş tarafından yürütülmüştür. Adil Öksüz ve diğer planlayıcılar darbe girişiminden çok önce cemaat bağlantısı devlet tarafından bilinen isimlerdir.

Bu isimler Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki örgüt elemanlarıyla bağlantı kurarak hazırlık faaliyetlerini yönetmiş, sıklıkla ve aynı zaman dilimlerinde ABD’ye seyahat etmişlerdir.

Darbeye hazırlık sürecinde üst düzey cemaat imamı oldukları darbeden çok önce bilinen Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş tarafından darbeye hazırlık amaçlı birçok toplantı yapılmış ve bu toplantılara onlarca üst rütbeli subay katılmıştır.

MİT’in "TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı” savunması geçerli kabul edilmemektedir. Çünkü güvenlik ve istihbarat makamları tarafından bilinen ve takip edilmesi gereken “Cemaatin Hususileri” olarak adlandırılan başta Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş asker değil sivil kişilerdir. Darbeye hazırlık ve planlama toplantılarının çoğu askeri bölgelerde değil sivil bölgelerde yapılmış binlerce asker bu toplantıya iştirak etmiştir.

MİT Müsteşarlığı TBMM Araştırma Komisyonu’na yönelik yazdığı 22.05.2017 tarihli yazısında “MİT’in daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda cemaatin darbe girişiminde bulunabileceğini bildirdiğini ancak TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı” bilgisiyle darbenin bilindiğini ve beklendiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ikrar etmiştir. Bu durum 15 Temmuz hain darbe girişiminin öngörülen bir darbe girişimi olduğunu tarihi bir gerçeklik olarak önümüze çıkmaktadır.

15 Temmuz darbe girişiminin hemen öncesinde öngörülen darbenin öncül belirtileri ortaya çıkmıştır. 14 Temmuz 2016 tarihinde yani kalkışmadan bir gün önce Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı 4. Dönem Özel Kuvvetler İhtisas Kursu Mezuniyet törenine katıldığı, önceki yıllarda böylesine bir törene katılma geleneği olmadığı, bu tören sonrası MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Özel Kuvvetler Komutanlığı bahçesinde 18:00 – 00:30 arası yaklaşık 6,5 saat boyunca baş başa görüştüğü ifadelerle ortaya çıkmıştır.

Kara Kuvvetleri Komutanı'nın 15 Temmuz günü İzmir programını erken keserek rutin YAŞ görüşmeleri için Ankara’ya çağrılması ve aynı uçakta hain darbe girişiminin başında en yüksek rütbeli subayı olan Org. Akın Öztürk’ün olması ve aynı gün darbe girişiminin başlaması izaha muhtaç bir durumdur.

İhbarcı O.K. "aynı cemaatten" vurgusuyla "kalkışmanın bir cemaat operasyonu ve bir darbe girişimi" olduğunu açıkça söyleyerek durumun vahametini ortaya koymuştur. Bu koşullar altında MİT Müsteşarının Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a derhal bilgi vermemesi ve güvenlik birimlerini teyakkuz haline geçirmesi gerekirken bu görevini ihmal etmiş olması anlaşılamamaktadır.

Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Güler’in beyanından MİT Müsteşarı'nın Cumhurbaşkanı’nı bilgilendirmek istediği ancak ulaşamadığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında Cumhurbaşkanı Koruma Müdürü Muhsin Köse’ye "Muhsin sana dışarıdan bir saldırı olsa buna karşı koyacak kadar gücün, kuvvetin ve adamın var mı?" sorusuyla durumun vahametini anlattığı ancak detay bilgi vermediği anlaşılmaktadır.

Bu soru hayatın olağan akışı içerisinde sorulabilecek bir soru değildir. Bu durumda Hakan Fidan ve Muhsin Köse tarafından Cumhurbaşkanı’nın bilgilendirilip bilgilendirilmediği hususu karanlıkta kalmakta ve makul şüpheler artmaktadır.

Genelkurmay Başkanı gerek savcılığa verdiği ifadesinde gerek TBMM Araştırma Komisyonu’na gönderdiği tarihsiz yazısında olayın öğrenilmesini müteakip alınabilecek tüm önlemleri aldığını bildirmektedir. Ancak alınan bu önlemlerin yetersiz olduğu ve Genelkurmay Başkanı ve bazı Kuvvet Komutanların darbeciler tarafından enterne edilerek rehin alındığı da üzücü bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Genelkurmay Başkanı’nın tüm kuvvet komutanlıklarına 18:30’da hareket merkezleri aracılığıyla ilettiği emirler saat 19:26’da adreslerine ulaşmıştır. Bu emirlere rağmen TSK’nın komuta kademesinin önemli bir kısmı düğünlere katılmış ve düğünlerde derdest edilerek enterne edilmiştir. Bu durum izah edilememektedir.

Özel Kuvvetler Komutanı Korg. Zekai Aksakallı’nın Ankara’da görülen darbe davasının duruşmasında dile getirdiği “TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz tedbir olarak ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” şeklindeki ifadesi şüpheleri artırmıştır.

Kara Havacılık Komutanlığında yaklaşık 2 saat süren incelemelerinde durumu hiç belli etmeden dikkatli incelemeler yaptığını ve personele sorduğu sorularla bilgi almaya çalıştığını incelemeler sırasında herhangi bir hareket hazırlığı görmediğini ve 21:25 sıralarında Kara Havacılık Komutanlığından ayrıldığını beyan etmektedir. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanı’nın hiçbir hareket görmediği Güvercinlik Kara Havacılık Okul Komutanlığından Kara Kuvvetleri Komutanının ayrılmasından dakikalar sonra helikopterlerin havalanarak hain darbe girişimine katılabilmiş olması izah edilememektedir.

MİT’in bildiği ve dış makamları bilgilendirdiği Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın öngörülen bu darbe başladıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın “darbeyi eniştemden öğrendim” demesi Başbakan’ın “eşten dosttan öğrendim” demesi ve sanki hiç bilmedikleri ve beklemedikleri şok edici bir gelişmeyle karşılaşmış gibi davranmaları anlaşılamamaktadır.

Öngörülen darbe girişimi 15 Temmuz günü öğleden sonra 14:20 itibariyle öğrenilmiş ancak yukarıda belirtilen bilgi ve bulgular ışığında gerekli bilgilendirmelerin yapılmadığı ve etkin önlemler alınmadığı anlaşılmıştır. Bu ihmaller zinciri sonucunda 15 Temmuz hain kalkışması önlenmeyen darbe girişimi olarak tarihe geçmiştir.

15 Temmuz hain darbe girişimi bütün muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu kurumlarının ve halkımızın kahramanca girişimi ile bastırılmış ve bu direniş sırasında 249 yurttaşımız şehit 2193 yurttaşımız gazi olmuştur.

Darbe sonrası oluşan milli birlik ruhuna “Yenikapı mitingi” adı verilmiş ve darbe tehlikesi atlatılıncaya kadar bu uzlaşma sürdürülmüştür. Darbe tehlikesi sürerken ilan edilen OHAL’in geçici olduğu söylenmiş ve TBMM’de bulunan 4 siyasi partinin ortak iradesi ile bir Araştırma Komisyonu kurulmuştur.

Darbe tehlikesinin atlatılmasıyla birlikte Erdoğan tarafından Yenikapı süreci bozulmaya başlamıştır. Darbe tehlikesini atlatıncaya kadar olduğu söylenen OHAL kalıcılaştırılarak TBMM devre dışı bırakılmış ve Erdoğan’ın karşı darbe süreci başlamıştır.

Darbe araştırma komisyonu fiilen lağvedilmiş ve komisyon darbeyi girişimini araştıran değil Erdoğan’ın karşı darbesini aklayan bir kara propaganda aracına dönüşmüştür.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbeye karşı direnen bütün kişi ve kurumları aldatarak başlattığı karşı darbe sürecinin hukuki silahı OHAL olmuştur. OHAL KHK’larıyla devlet tarumar edilmiş ve TSK’nın emir komuta sistemi parçalanmıştır.

Gerek 15 Temmuz darbe girişimi gerek Erdoğan darbesi karanlıkta tutabilmek ve halkımızın bilgi almasını engellemek için gazeteci tutuklayarak, gazete, televizyon, radyo ve haber siteleri kapatılarak basın susturulmuş ve sansür edilmiştir.

Özellikle yayın hayatları Cemaatle mücadele etmekle geçen ve bu mücadelede ağır bedeller ödeyen Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerine Cemaat suçlamasıyla yapılan adaletsizlikler karşı darbe sürecinin güç gösterisine dönüşmüştür.

Cemaatle mücadele bahane edilerek içlerinde cemaatle hiç ilgisi olmayan on binlerce kamu görevlisinin de olduğu yüzbinlerce insan gözaltına alınmış, tutuklanmış veya ihraç edilmiştir. Tutukluluk ve ihraç işlemleri aileleri özellikle çocukları da kapsayacak şekilde fiili cezaya dönüşmüştür.

Tescilli Cemaatçiler yurt içinde ve yurt dışında serbestçe dolaşırken en alt düzeyde on binlerce kamu görevlisi hiçbir savunma hakkı tanınmadan açlığa ve sefalete mahkum edilmiştir.

Hayatları cemaatle mücadeleyle geçen on binlerce kamu görevlisi de sırf muhalif oldukları için AKP’nin gadrine uğramış işlerinden ve aşlarında olmuşlardır.

Başta Anayasa mahkemesi olmak üzere hiçbir yargı kuruluşunun ve hiçbir yargıcın hakim güvencesi kalmamış hakim ve savcılar OHAL silahıyla rehin alınarak AKP’nin emir erine dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu duruma direnen ve Cemaatle hiçbir ilgisi olmayan hakim ve savcılar terörist damgasıyla Cemaat çuvalına atılmışlardır.

Karşı darbe sürecinde boşaltılan kamu görevlilerine AKP yandaşları doldurulmuş Erdoğan parti devleti inşası süreci başlamıştır. OHAL olağanlaşmış KHK’lar kanunlaşmıştır.

En son yapılan haksız, hileli ve mühürsüz referandumla parlamenter rejim rehin alınmış yerine gayri meşru bir Başkanlık rejimi kurulmuştur.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere 15 Temmuz hain darbe girişimini sonuçları kullanılmış ve karşı darbe gerçekleştirilmiştir. Bu sebeplerle 15 Temmuz darbe girişimi karşı darbe yapmak amacıyla sonuçları kullanılan bir darbe girişimidir.

Muhalefet şerhimizde detaylarıyla anlatıldığı üzere 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Öngörülen, Önlenmeyen ve Sonuçları Kullanılan bir Kontrollü Darbe olarak tarihe geçmiştir.

İşte CHP'nin 307 sayfalık Darbe Komisyonu raporunun tam metni için: http://t24.com.tr/files/20170612130907_chp-muhalefet-serhi-12-06-2017-1100.docx.docx

ETİKETLER
chp 15 temmuz darbe komisyonu raporu kemal kılıçdaroğlu muhalefet şerhi hulusi akar mİt müsteşarı hakan fidan fuat uğur

T24

Mehmet Altan savunma yaptı: Darbenin önünü AKP'liler açtı 21 Haziran 2017



Tutuklu yazar ve akademisyen Mehmet Altan “17-25 Aralık soruşturmasının ardından 37 AKP'li milletvekilinin imzasıyla albay ve generallerin terfisi öne çekildi. Bu albay ve generallerden 10'u şimdi FETÖ'cü olmakla yargılanıyor. Ben mi darbeciyim bu yasanın önünü açan mı” diye sordu.

Mehmet Altan savunma yaptı: Darbenin önünü AKP'liler açtı
15 Temmuz darbe girişiminin ardından Fethullah Gülen Terör Örgütü (FETÖ) soruşturması kapsamında 10 aydır tutuklu bulunan gazeteciler Ahmet ve Mehmet Altan ile 11 aydır tutuklu bulunan Nazlı Ilıcak'ın yargılandığı davada savunmalara devam edildi. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmaya darbeye teşebbüs, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve örgüte üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan tutuklu Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Şükrü Tuğrul Özşengül, Yakup Şimşek ve Fevzi Yazıcı ile tutuksuz Tibet Murat Sanlıman katıldı. Ahmet Altan duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla katıldı. Yargılanan gazeteci ve yazarlarla dayanışmak için CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Article 19'dan Georgia Nash salonda yer aldı.

Hakim uyudu

Sanıkların savunmasını yaptığı sırada mahkeme heyeti üyesi yargıcın uyuması dikkat çeken hususlardan biri oldu. Davanın 3'üncü gününde Prof. Dr. Mehmet Altan'ın savunmasına geçildi. Prof. Dr. Altan kimlik tespiti sırasında mesleği sorulunca, “Üniversite hocasıydım, KHK ile attılar” dedi. Mehmet Altan savunmasında, iddianamede kendisi için gazeteci, yazar ve akademisyen denildiğini anımsatarak, “1986-2006 yılları arasında Sabah gazetesinde köşe yazarıydım. 2006'dan 2012'ye kadar Star gazetesinin baş yazarıydım. İddianamede kimliğim gazeteci, yazar ve akademisyen olarak ifade ediliyorsa, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan ile birlikte tanımadığım kişilerle torbanın içine atıldıysam bu algıyı açıklamak gerek” dedi.

'Rousseau gözaltına alınırdı'

Mehmet Altan savunmasında özetle şunları söyledi:

“Jean-Jacques Rousseau 254 yıl önce yazdıklarını bugün televizyonda söylese hiç kuşkusuz 'darbeyi biliyordu, subliminal mesajları veriyor, darbeye zemin hazırlıyor' yakıştırması ile gözaltına alınırdı. Ardından üç kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talebiyle Silivri zindanlarına atılırdı. Tabii ki FETÖ’cü bir darbeden haberdar değildim ama hukuk devletinin ne olup ne olmadığını gayet iyi biliyorum. Demokrasinin katledilişine alkış tutmadığım için burada olduğumun bilincindeyim.”

Akıl dışı konuda savunma

“Bu iddianameye savunma hazırlarken beni en çok bunaltan, 'suç niteliğinde olmayan iddiaların suç olmadığını', 'delil sayılmayanın delil olamayacağını' anlatmak gibi akıl dışı bir konuda savunma yapmak oldu. Askerî ya da sivil her türlü vesayete karşı mücadelem, demokrasi ve hukuk yolundaki duruşum, toplumun gözü önünde saptanan kimliğim, kişiliğim, yıllardır yazdığım yazılar, kitaplarım, kayıtlara geçen konuşmalarım belli iken, neden, nasıl, niçin darbeyi önceden bileyim, darbeyi neden destekleyeyim? Neden İslamcı gruplar ile işbirliği yapmış olayım?”

'Darbeyi bileni almıyorlar'

“İddianamenin bana yönelik çıkış noktası, darbeyi önceden bildiğim. TV programında darbe olacağını söylemiş miyim? Hayır. Benim darbeci olduğuma dair bu kocaman kocaman cüsseli iddialar sadece bir görüş. İddianameyi hazırlayan savcılığın görüşü. Bilmeyeni alıyorlar, bileni almıyorlar. Darbeyi bilenlerin listesi, darbenin önceden bilindiğine ilişkin iddianameleri inceleme, kayıt altına alma konusunda cezaevinin büyük bir yararı oldu.”

Her hafta aynı gün yayınlanıyor

Altan, 14 Temmuz 2016 tarihli Can Erzincan TV'deki programdaki sözlerine ilişkin, “Program iddia edildiği gibi 'darbeden bir gün önce' yapılmadı, her hafta perşembe günü yapılan program her zamanki günü ve saatinde yapıldı. (Fiili başkanlık sistemini eleştirdiklerini belirterek) Anladığım kadarı ile iddianameye göre hukuku ve meşru düzeni, Anayasa’nın hükümlerini hatırlatmak ve savunmak suç sayılıyor. Anayasa’ya aykırı hareket edildiğini, edenler açık açık ikrar ederken, hukuku bu şekilde kırmanın toplumu ve devleti nasıl derin sarsacağına dair uyarıları yapan, buna dikkat çekmek isteyen, ömrünü darbelere karşı her türlü vesayetle mücadele ederek geçiren ben, bir darbeci oluyorum, öyle mi” diye sordu.

AKP'liler yasanın önünü açtı

“17-25 Aralık soruşturmasının ardından 37 iktidar milletvekilinin imzasıyla albay ve generallerin terfisi öne çekiliyor. Bu albay ve generallerden 10'u şimdi FETÖ'cü olmakla yargılanıyor. Ben mi darbeciyim bu yasanın önünü açan mı? Ben bu bilgilere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın darbeye ilişkin hazırladığı iddianameden ulaştım.”

Darbeyi herkes biliyormuş

“Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 6 Haziran 2016 tarihli iddianamesinde “FETÖ/PDY isimli örgütün darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesinin açık ve yakın olduğunun” yazılmış olduğunu okudum. Turgay Güler Akşam gazetesindeki 5 Ocak 2015 tarihli, Cem Küçük Star gazetesindeki Mayıs 2015'te, Micheal Rubin Mart 2016'da, Hüsamettin Aslan Milat gazetesinde 4 Nisan 2016 tarihli, Oda TV'de 2 Nisan 2016 tarihli, Fuat Uğur Türkiye gazetesinde 2 Nisan 2016 tarihli, Rasim Ozan Kütahyalı Sabah gazetesinde 27 Mart 2016 tarihli, Hüseyin Likoğlu Yeni Şafak gazetesinde 27 Haziran 2016 tarihli yazılarında darbe hazırlığı olduğu açık açık yazılmış.”

Sanıkların savunmalarına yarın devam edilecek.

Kaynak: Adaletbiz

FETÖ davalarında görevli hakim ve savcılar hakkında flaş iddia
23.06.2017

Öztürk bugünkü köşesinde FETÖ davalarında görev yapan hakimlere değindi.

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk bugünkü köşesinde FETÖ davalarında görev yapan hakimlere değindi.

“GÜÇ NEREDEYSE O YÖNE DÖNÜYOR”

Öztürk “FETÖ davalarında kurulan tuzaklara bu köşede defalarca değindim” dedikten sonra şu ifadeleri kullandı:

“‘Poker suratlı’ itirafçıların itiraf adı altında yaptıkları yönlendirme ve meseleyi başka bir yöne evirme eylemlerini de…

FETÖ davalarındaki ‘suçun tarihi’ konusundaki muğlaklık üzerinden yarın bir gün ek iddianamelerle “herkesi” yargılayabilecek bir mekanizmanın geliştirildiğini de…

Bir tuzak daha var! Ya da iddia diyeyim.

Bu tuzak, FETÖ davalarında görevli hakim ve savcıların bir kısmının “öncelikleri”dir!

Size içeriden bir iddia aktarayım.

Adam yargı mensubu. FETÖ’cü değil. Muhafazakar ya da milliyetçi de değil. Merak etmeyin ulusalcı ya da Kemalist de değil.

Yani her devrin adamı. Liyakat mı? Yok onu aramıyoruz. Oluşan boşluktan faydalanıp bir koltuk kapmış. Nasıl olsa FETÖ’cü değil diye de ses çıkarılmamış.

“Güce tapıyor”. Güç neredeyse o yöne dönüyor. Rüzgar gülü sanki. Manipülasyona açık.

Yarın bir gün, devran dönse o da dönecek…

O derece!”

“HER DEVRİN ADAMLARI ÜZERİNDEN YAPIYOR”

FETÖ davalarındaki tuzakları hatırlatmanın boyunlarının borcu olduğunu yazan Yeni Şafak yazarı Öztürk köşesini şöyle sürdürdü:

“Bu özelliklere sahip birçok yargı mensubundan söz ediliyor. Ve deniyor ki, “FETÖ, hala kapalı operasyonlar yapıyor. Bir takım davaları maniple ediyor. Toplumsal duyarlılıklarla oynuyor. Böylece zafiyet var algısı oluşturuyor. Bu operasyonları da o her devrin adamları üzerinden yapıyor. Çünkü o adamların tek bir kaygısı var menfaatleri!”

Bunları ben söylemiyorum “içeriden” söylüyorlar.

Bana düşen, bu iddiaların muhataplarına duyurmaktır.”

Odatv.com

Adil Öksüz’le karakolda görüşen Başbakanlık Müşaviri!
23 Haz, 2017

Adil Öksüz’ün kaçmasını sağlamakla suçlanan 28 kişiden biri de Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca! O isim İBB başkanlığından beri Erdoğan’ın yakınındaydıAdil Öksüz'le karakolda görüşen Başbakanlık Müşaviri!
Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) sözde “Hava Kuvvetleri Komutanlığı imamı” olduğu belirlenen ve darbe girişiminin kilit isimlerinden firari Adil Öksüz’ün serbest bırakılmasıyla ilgili 13’ü asker, 14’ü Emniyet Genel Müdürlüğü personeli ve biri Başbakanlık müşaviri 28 kişi hakkındaki iddianame tamamlandı. Şüpheliler, Başbakanlık Müşaviri’nin Ali İhsan Sarıkoca olduğu ortaya çıktı. Sarıkoca’nın Adil Öksüz karakolda gözaltındayken kendisiyle görüştüğü belirlendi.
Ali İhsan Sarıkoca, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı sırasındaki yakın çalışma arkadaşları arasındaydı. 2005 yılında Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’na “vekil” olaral atanan Sarıkoca, bir süre Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in de özel kalem müdürlüğünü yapmıştı. Dokuz yıllık memur olan Sarıkoca, kamu görevi süresinin asil atama için yeterli olmaması nedeniyle vekaleten atanmıştı. Sarıkoca bu göreve 2009 yılında aslen atandı. Sarıkoca, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunmuştu.
FETÖ’nün faaliyetleri ve özellikle 15 Temmuz 2016’da kalkıştığı darbe girişimiyle silahlı terör örgütü olduğunun kanıtlandığı vurgulanan iddianamede, Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca’nın yanı sıra Osman Gök, Zeki Çınkır, Kenan Gülbay, Murat Bayrak, Serter Koçak, Hüsrev Arslan, Murat Bozdoğan, Erkan Külah, Abdulsamet Gürler, Ahmet Camgöz, Erol Özdemir, İlyas Kaytancı, İsmail Uçar, Semih Kaman, Serkan Çoraplı, Yusuf Gül, Erhan Cihangir, Ömer Doğan, Gökhan Yücel, Mehmet Akbaş, Alp Aslan, Hakan Kutlu, Kadir Yılmaz, Yakup Altundağ, Mehmet Gökcehan Temel, Mustafa Kalkan ve Bilge Kağan Aksoy “şüpheli” olarak yer aldı.
İddianamede, şüphelilerin “silahlı örgüt üyesi olmamakla birlikte silahlı örgüt adına suç işleme, görevi kötüye kullanma”, “suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, suçluyu kayırma” ve “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve suçluyu kayırma” suçlarından cezalandırılmaları talep ediliyor.

VALİYE DEĞİL SARIKOCA’YA GİTTİ

Milliyet’in aktardığına göre iddianamede, Sarıkoca’nın 15 Temmuz’da Başbakanlık Müşaviri olarak görev yaptığı, 17/25 Aralık sürecinden sonra FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün lideri tarafından Bank Asya’nın kurtarılması amacıyla çağrı yaptığı dönemde, 2014 yılı Ocak ayında 21.930.000 TL Bank Asya’ya para yatırdığı belirtildi. İddianamede, şüphelilerden Serter Koçak’ın, Adil Öksüz’ün FETÖ’nün mahrem imam olduğunu öğrendikten sonra bu konuyu Cumhuriyet Başsavcılığı’na ya da İl Emniyet Müdürü ya da İl Valisi’ne bilgiyi hemen ulaştırılması için gerekli çabayı sarf etmeden Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğunu emniyet ya da jandarma bünyesinde görev almayan şüpheli Ali İhsan Sarıkoca’ya bildirdiği belirtildi.
KARAKOLDA ÖKSÜZ’LE GÖRÜŞTÜ
Sarıkoca’nın, Kışla Jandarma Karakolu’na geldiği, emniyet ya da jandarmada kolluk görevli olmamasına rağmen Öksüz ile görüştüğü kaydedilen iddianamede, Öksüz ile görüşmeler yaptığı ve bu konuda Öksüz’ün Kışla Jandarma Karakolu’ndan İl Emniyet Müdürlüğü’ne getirilmesini sağlamayan Serter Koçak ile çok sayıda telefonda görüşmeler yaptığı belirtildi. İddianamede, Öksüz’ün, 17 Temmuz 2016 tarihinde karayolu ile Ankara’dan İstanbul’a doğru hareket ettiği, Adil Öksüz adliyeden serbest bırakıldıktan sonra 18 Temmuz 2016 tarihinde saat 08.04’te Ankara Esenboğa Havalimanı’nda telefon görüşmesi yaptığı ve havayolu ile İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’na gittiği, Adil Öksüz’ün telefonunun 18 Temmuz 2016 tarihinde saat 11.10 ve saat 22.48’de İstanbul Üsküdar baz istasyonundan hizmet aldığı, 18 Temmuz 2016 tarihinde şüpheli Ali İhsan Sarıkoca’nın telefonunun da İstanbul ili Beyoğlu ilçesi baz istasyonundan hizmet aldığının tespit edildiği kaydedildi. İddianamede, Sarıkoca’nın üzerine atılı örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve suçluyu kayırma suçlarını işlediğinin anlaşıldığı kaydedildi.
SUÇ DELİLLERİNİ ÖKSÜZ’E GERİ İADE ETTİLER
İddianamede, darbe girişiminin ardından FETÖ’nün sözde “Hava Kuvvetleri Komutanlığı imamı” Öksüz’ün, yakalandıktan sonra düzenlenen tutanakların zamanında adliyeye gönderilmediği, üzerinde yakalanan suç delili niteliğindeki eşyaların gerekli incelemeler yaptırılmadan Öksüz’e teslim edildiği ve Ankara Batı Adliyesine gönderilen soruşturma evrakının eksik olduğu belirtilerek Öksüz’ün korunduğuna yönelik kamu görevlileri hakkında da soruşturma başlatıldığı kaydedildi.
İlk Kurşun

Adil Öksüz böyle kaçmış!
23 Haz, 2017

İddianameye göre Adil Öksüz’ün ‘Mahrem İmam’ olduğu karakolda tespit edildi ancak üst makamlara iletilmedi.Adil Öksüz böyle kaçmış!
Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimi sabahı Akıncı Üssü’nde Adil Öksüz’ü yakalayan polisin, adli makamlara çıkarılmadan önce Öksüz’ün “FETÖ’nün mahrem imamı” olduğunu öğrendiği, ancak üst amirlere iletilen bu bilginin, eski Ankara İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Alp Aslan tarafından il emniyet müdürüne, il valisine, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne veya Cumhuriyet Başsavcılığına aktarılmadığı iddia edildi.
FETÖ’nün sözde “Hava Kuvvetleri Komutanlığı imamı” olduğu belirlenen ve darbe girişiminin kilit isimlerinden firari Adil Öksüz’ün serbest bırakılmasıyla ilgili 13’ü asker, 14’ü Emniyet Genel Müdürlüğü personeli ve biri Başbakanlık müşaviri 28 kişi hakkında iddianame tamamlandı.
İddianameye göre, 16 Temmuz’da darbe teşebbüsünün merkezi Akıncılar 4. Ana Jet Üssünde, Kazan İlçe Jandarma Komutanlığı ve Kazan İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri ve diğer kolluk görevlilerince darbeye teşebbüs eyleminde bulunan kaçan şüphelilerin yakalanması için emniyet tedbirleri alındı.
Bu kapsamda Kazan İlçe Jandarma Komutanı şüpheli Murat Bozdoğan, kaçan darbecileri arazide yakalamak üzere Kazan İlçe Jandarma Komutanlığında ve Kazan Jandarma Kışla Karakolundaki personeli görevlendirdi. Bu kapsamda diğer şüpheliler Erkan Külah, Abdülsamet Gürler ve Serkan Çoraplı’dan bir ekip oluşturuldu.
İddianameye göre, ekip, arazide Fethiye Mahallesine doğru giderken Akıncı Üssü istikametinde kalan tarla yolunda, iki sivil kişinin arazide yürüdüklerini gördü. Örgütün sivil yöneticilerinden Nurettin Oruç ile Ankara Anafartalar Koleji sahibi Hakan Çiçek’i yakalayan jandarma ekibi, bu iki kişiyi kışla jandarma karakoluna götürürken, 600 metre kadar ileride sivil bir kişiyi daha fark etti. Elinde siyah küçük bavul ile bir seyahat çantası bulunan sivil Adil Öksüz’ü de alan ekip, üç sivili Kışla Karakolu bahçesine bıraktı.
20-25 POLİS DE KARAKOLA GELDİ
Darbe girişiminin ardından Kışla Karakolunda görev yapan kolluk görevlileri, Kazan İlçe Jandarma, Kazan İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Ankara İl Emniyet Müdürlüğünden gelen görevliler, Akıncılar 4. Ana Jet Üssü’nden kaçan darbeye teşebbüs eden şüphelileri 16 Temmuz günü peyderpey yakalayıp Kazan Kışla Jandarma Karakoluna getirdi. Bu şekilde yakalanan darbeye teşebbüs eden 29 şüpheli, Kazan İlçesi Kışla Jandarma Karakoluna teslim edildi.
Bu sırada Kışla Jandarma Karakoluna, 20-25 kişilik sivil kıyafetli ve resmi kıyafetli polis de geldi. Polisler, jandarma görevlilerine, yakalanan darbecilerle ilgili soruşturma yapma yetkisinin kendilerinde olduğunu, bütün işlemleri kendilerinin yapacaklarını, jandarma görevlilerinin bu konuda bir yetkilerinin olmadığını, sadece karakoldaki emniyet tedbirlerini almalarını söyledi.
Ancak dinlenen tüm emniyet görevlileri ve şüpheli emniyet görevlileri böyle bir şey söylemediklerini ileri sürdü.

Kışla Jandarma Karakoluna getirilen 29 şüpheli üzerinden çıkan eşyalarla ilgili tutanakları, Erkan Külah ve Abdülsamet Gürler tuttu. Aynı şekilde Adil Öksüz ile ilgili de bir tutanak düzenlendi. Bu sırada şüphelilerin ilk ifadeleri, polis memurları şüpheliler Serter Koçak, Ömer Doğan ve Erhan Cihangir tarafından yapıldı.
ADİL ÖKSÜZ’E BÖYLE SESLENDİ: İMAMSIN OĞLUM!
Şüpheli Serter Koçak, sorgulama sırasında Adil Öksüz’e kimliği hakkında sorular sordu. Öksüz’ün, şüpheli tavırları üzerine Koçak, darbe girişimi gecesi bombalanan Ankara İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünün görevini yerine getirememesi nedeniyle daha önceden tanıdığı Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığında görevli Bilge Kağan Aksoy’u cep telefonundan arayarak Adil Öksüz’ü sordu.
Koçak, Aksoy’dan, 16 Temmuz günü öğleden sonra, Öksüz henüz adli makamlara çıkarılmadan “FETÖ’nün mahrem imamı” olduğu bilgisini aldı. Bu şekilde Adil Öksüz’ün FETÖ’nün mahrem imamı olduğu, sorgusu için Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmeden önce öğrenildi.
Serter Koçak’ın, bahçedeki herkes tarafından duyulabilecek şekilde Öksüz’e, “İmamsın oğlum, bundan sonra sen bizdesin, seninle daha sonra özel ilgileneceğim” dediği, diğer şüphelilere de Öksüz’ü kastederek, “Bu sizin imamınız, size emirleri bu getiriyor, koskoca albay olmuşsunuz şu adamdan emir alıyorsunuz, görün işte halini, gördüğünüz kişi sizin üstlerinize akıl hocalığı yapan kişi budur işte, sizin üstlerinize bu akıl veriyor, görüyor musunuz imamınızı? Gelsin kurtarsın kurtabiliyorsa sizin Fetullahınız, bu gördüğünüz kişi sizin üstlerinize emir ve akıl veren imamıdır, hava kuvvetleri imamıdır” şeklinde beyanlarda bulunduğu iddianameye yansıdı.
ÜST AMİRİNE İLETTİ
İddianameye göre, ardından Serter Koçak, Öksüz’ün, FETÖ’nün mahrem imamı olduğunu üst amiri olan Gökhan Yücel’e iletti. Yücel de eski Ankara İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Alp Aslan ve FETÖ ile mücadele konusunda görevli başkomiser Mehmet Akbaş’ı arayıp bilgilendirdi.
Bu şekilde, sorgusu için Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmeden önce Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğu, şüphelileri sorgulayan polisler Serter Koçak, Ömer Doğan ve Erhan Cihangir ile bu polis memurlarının amirleri pozisyonundaki Gökhan Yücel, Mehmet Akbaş ve Alp Aslan tarafından öğrenilmiş oldu.
İddianameye göre, şüpheli Alp Aslan bu bilgiyi üst amirlerine, il emniyet müdürü, il valisi, İl Emniyet Müdürlüğünün adli birimi, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne veya Cumhuriyet Başsavcılığına iletmedi.
Aslan ifadesinde, bu bilginin kendisine iletildiğini hatırlamadığını söyledi. Ancak Gökhan Yücel ve Mehmet Akbaş ifadelerinde, “16 Temmuz günü Aslan ile Ankara İl Emniyet Müdürlüğü binasının bahçesinde bir araya gelerek, Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğu konusunu konuştuklarını, sonuçta Öksüz’ün Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne nasıl olsa getirileceğini, getirildiğinde kendileri tarafından yeniden mülakata tabi tutacakları konusunda mutabakata vardıklarını” söyledi.
İlk Kurşun

Ümit Özdağ: Erdoğan darbe tarihini biliyordu
26 Haziran 2017



“Kısa bir süre öncesine kadar darbenin tarihini bilmediklerini düşünüyordum. Ancak ulaştığım ve teyit ettiğim son bir bilgi var”

MHP’li muhalif isimlerden Gaziantep Bağımsız Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, "yeni elde ettiği ve teyit ettiği bilgilere" göre Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın darbe girişiminin tarihini önceden bildiğini iddia etti.

Sözcü’den Nil Soysal’a konuşan Özdağ, konuyla ilgili şunları söyledi:

“Türk'ün Vatanla İmtihanı” adlı son kitabımda Erdoğan'ın darbe hazırlıklarından haberdar olduğunu, kimlerin yapacağını bildiğini yazdım. Kısa bir süre öncesine kadar darbenin tarihini bilmediklerini düşünüyordum. Ancak ulaştığım ve teyit ettiğim son bir bilgi var. Gerçekten doğru ise bu bilgi artık darbe tarihini de bildiklerini gösteriyor. Ona göre önlemler alınmış. Bence büyük bir riske girmiş. Ancak Erdoğan bilse de bilmese de FETÖ darbe girişiminde bulundu. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.

Bu büyük haber… Nedir o bilgi?

Bilgiyi teyit etmek bir aşamadır. Kanıt elde etmek başka aşama. Henüz kanıtları elimde değil ancak olacaktır. O zaman paylaşırım.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın.: http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/yeni-parti-bir-kisinin-degil-her-kesimin-partisi-olur-1909464/

Akın Öztürk'ün Hulusi Akar'a yazdığı mektup ortaya çıktı
04.07.2017



15 Temmuz darbe girişiminin kritik isimlerinden olan eski Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) üyesi orgeneral Akın Öztürk'ün Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'a ve Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’e mektup gönderdiği ortaya çıktı. Öztürk'ün Akar'a hitaben, "Sayın savcının iddianamesini hazırlarken sizlerin ifadelerinin içinde bulunması hayati önem taşımaktadır. Bu konuda gereğini yapacağınıza gönülden inanıyor, saygı sunuyorum" dediği öğrenildi.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan isimlerden Akın Öztürk'ün, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’e hitaben mektup kaleme aldığı öğrenildi.

Hürriyet’ten Mesut Hasan Benli’nin haberine göre, 25 Temmuz 2016’da yazılan mektupta, Akar'a hitaben şu ifadeler kullanıldı:

“15 Temmuz günü birlikte yaşadığımız olayları, 2 günlük gözetim süresinden sonra sayın savcı Serdar Coşkun’a detaylarıyla anlattım. Doğal olarak zat-ı alinizi, 2. Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı ile diğer kurtardığımız generalleri şahit olarak gösterdim. Sayın savcının iddianamesini hazırlarken sizlerin ifadelerinin içinde bulunması hayati önem taşımaktadır. Bu konuda gereğini yapacağınıza gönülden inanıyor, saygı sunuyorum. Not: Konuyla ilgili hiçbir bilgim olmayıp Abidin Paşa’nın ricasıyla 4. Üs Komutanlığı’na gittiğimi arz ederim.”

Öztürk, Güler’e yazdığı mektupta ise savcıya verdiği ifadenin ana hatlarını anlattıktan sonra ‘bir an önce müdahale edilmesi’ talebinde bulunarak şunları kaydetti: “Sayın savcının iddianameyi hazırlarken sizin şahitliğiniz çok önemli. Onun için bir an önce müdahale etmenizde yarar vardır diye düşünüyorum. Gelişen olaylarla ilgili hiçbir bilgim yok. Bizi birileri bir yerlere monte etmişler. Gereğini saygılarımla arz ederim.”

Genelkurmay akın öztürk hulusi akar mektup darbe hava kuvvetleri orgeneral savcı
Birgün

Darbeyi 5 gün önceden yazan hesap ve ünlü takipçiler
04 Temmuz 2017

iFoto siyaset’ diye bir hesap var. Darbeyi ve sonrasını 5 gün önceden yazdı. Takipçileri arasında Cumhurbaşkanı’nın danışmanları Yiğit Bulut, İbrahim Kalın var, Melih Gökçek var

15 temmuz Darbesini ve sonrasında olacakları 6 gün önceden yazan bu hesap uzun zaman tartışılmıştı. Mecliste soru önergesi bile olna hesabın AKP'nin ünlü isimleri tarafından takip edildiği ortaya çıktı. Darbeden sonra kapatılan heabın yazdıkları bu günlerde tekrar sosyal medyay sürüldü. Dün Facebookta paylaşılan görüntüler, binlerce kez paylaşıldı, çok sayıda yorum yapıld.. İşte o hesaba dair. 4 .11.2016 da yapılan Birgün haberi.MECLİSTE SORU ÖNERGESİ OLMUŞ YANIT YOKMeclis’te 2 Kasım tarihinde düzenlenen ‘Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi İle Bu Terör Örgütünün Faaliyetleri hakkında bilgi alınması’ toplantısında ilginç vurgular yapıldı.CHP İstanbul Milletvekili Dr. Ali Şeker, 1 Eylül 2016’da yaş haddinden emekli olan ve komisyona davet edilen eski Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi’ye, “Ankara ve Meclis kulislerinde temmuz ayında bir darbe olacağı konuşuluyordu. Siz bu konuda bir çalışma yapıyor muydunuz?” diye sordu.'Reis hayatının en önemli hizmetini yapacak'Şeker, darbeden kısa süre önce adeta ‘haber veren’ Twitter hesaplarına da değinerek, “Detaylı araştırma yapıldı mı?” diye sordu.Şeker, söz konusu hesaplar üzerinden şu örnekleri verdi; “ ‘Foto siyaset’ diye bir hesap var. Takipçileri arasında Cumhurbaşkanı’nın danışmanları Yiğit Bulut, İbrahim Kalın var, Melih Gökçek var. Hesap paylaşımlarında aşağı yukarı bugünleri tarif ediyor. ‘Reis hayatının en önemli hizmetini yapacak, bu topraklarda bugün 6 asker Haşhaşi’nin tutuklanması bunun ilk adımı’ diyor. ‘TSK’da büyük temizlik yapılacak’ arkasından, ‘TSK içerisinde, bu coğrafya ve İslam dünyasının da lideri olan reise yakışır bir ordu kurulacak’ diyor. Herkesin konuştuğu bir konu, enişteden mi duyuldu? Bu hesapları takibe yönelik, Jandarma istihbaratta bir büro var mı? Size darbe girişimi olabileceğiyle ilgili olarak daha önce ulaşan bir bilgi var mıydı?”‘Bilgim yok’CHP’li Vekilin bu soruları Mendi tarafından, “Ben şöyle kısaca özetleyeyim: Kesinlikle bu bilgilere haiz değilim” diye yanıtlandı.04 Temmuz 2017 Salı 22:55 Etiketler : darbe, 15 temmuz, 5 gün önceden yazan, twitter hesabı, takipçileri kim, akp li takipçiler, nasıl bildi, hesap sahibi kim çıktı.

Kaynak: Haberartıtürk

'FETÖ' sanığı teğmen: Nusaybin’de yaralandım, akıttığım kan kurumadan cezaevine konuldum
05 Temmuz 2017

"Ben kahraman Gazi Teğmen Barış Taş'ım, terörist değilim ve tahliyemi istiyorum"

Nusaybin'de sokağa çıkma yasaklarının ardından askerler, evlere Türk bayrağı asarak poz vermişti

Tunceli'nin Hozat İlçesi'ndeki 51'inci Motorlu Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Abdulkerim Ünlü'nün de aralarında bulunduğu 61 tutuklu sanığın darbe davasında yargılanmasına Elazığ 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Sanık sayısının fazla olması nedeniyle Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası'nın bir yerleşkesinde yapılan yargılamanın 3'üncü oturumunda bugün toplam 22 sanığın ifadesi alındı.

Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda, savcılık iddianamesinde Fethullah Gülen'e şiir yazdığı iddia edilen sanıklardan Teğmen Barış Taş'ın savunması alındı. Taş ifadesinde bir yıl önce kahraman olarak görüldüklerini belirterek, "Evimin aranmasını kapıcı vasıtayla öğrendim. Kendi imkanlarımla kısa sürede gelip Elazığ'da polise teslim oldum. Nusaybin'de hendek operasyonu sırasında bir patlamada yaralandım. Bir ay GATA'da tedavi gördüm. Şehit olsaydım tören düzenlenecekti. Bu heyet de törene katılıp, tabutumu selamlayacaktı. Akıttığım kan kurumadan tutuklanarak, cezaevine konuldum. Bir Gazi'ye yapılabilecek en büyük kötülük budur. Keşke şehit olsaydım da burada terörist yaftasıyla bulunmasaydım. Bylock diye bir programı asla kullanmadım. Bana kimin ne düşmanlığı olduğunu bilmiyorum. Bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum. İçerik geldiği zaman kimse ile görüşmediğim belli olacak" dedi.

Gülen'e şiir iddiası

Fethullah Gülen'e şiir yazdığı konusunun medya tarafından çok abartıldığını belirten Taş, eşine yazdığını söylediği bir şiir defterini hakime gösterdi. El yazısıyla yazılmış olan şiirin emniyette kendisine gösterildiğini kaydeden Taş, "Emniyette bu el yazısının bana ait olup olmadığı soruldu. Yazının bana ait olduğunu söyledim. Şiirin şairi ben değilim. Derleme şiirleri toplayıp, içeriklerinde değişiklik yaparak, eşime şiir yazdım. FETO liderini övenlerden en az sizin kadar nefret ediyorum. İfadem alınırken sanki 5 yıl cemaat evlerine gitmiş gibi bir anlam çıkmış. Sadece 2005-2010 yılları arasında 2 veya 3 kez evlere sohbete gittiğimi söylemiştim. Bundan 20 gün önce OYAK tarafından babama gönderilen bir mesajda, "Böyle bir vatan evladı yetiştirdiğiniz için sizi tebrik ediyoruz' denirken, bir başka kurum tarafından burada tutuluyoruz. Babam İstanbul'un Bağcılar ilçesinde tatlıcılık yapıyordu. Ben operasyonda yaralandığımda o mahallede PKK'lılar babamın işyerine el yapımı patlayıcı attılar. Babam bunun için Gaziantep’e taşındı. Ben kahraman Gazi Teğmen Barış Taş'ım, terörist değilim ve tahliyemi istiyorum" dedi.

Duruşmaya yarın (6 Temmuz) devam edilmek üzere ara verildi.

ETİKETLER
15 temmuz barış taş fetö sanık albay gülen şiir darbe
T24

"Başlama vuruşu gibi darbeyi sonlandırma kararı da Akıncı’da alındı"
11 Temmuz 2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin, 15 Temmuz darbe girişiminin 'komuta merkezi' olarak adlandırılan Akıncı Üssü hakkında "Darbe girişiminin operasyonel beyin merkezinin bulunduğu yer olduğunu" yazdı. Ergin, "Başlama vuruşu gibi darbeyi sonlandırma kararı da yine Akıncı’da alınmıştır" dedi.

Sedat Ergin'in "Akıncı Üssü ve 15 Temmuz (1): Bir hava üssünde olağan şüpheliler" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

15 Temmuz’un birinci yıldönümü yaklaşırken, bu darbe girişiminin mahiyetinin tam olarak ortaya konabilmesi açısından o gece Akıncı Üssü’nde yaşanan olayların anlaşılması ayrı bir önem taşıyor.

Bunun temel nedeni, Akıncı Üssü’nün, yani Dördüncü Ana Jet Üs Komutanlığı’nın 15 Temmuz darbe girişiminin operasyonel beyin merkezinin bulunduğu yer olmasıdır.

Akıncı, bu bağlamda darbe hareketinin sorumlusunun kimliğini teşhis etmek açısından da açıklayıcı bir yerdir. Burası, darbeyi icra eden askerlerle, örgüt adına yönlendirmeyi yapan, son sözü söyleyen sivil kanat arasındaki aktarım hattının işlediği yerdir 15 Temmuz gecesi. Ve bu üste o gece yürütülen darbe faaliyetinde belirleyici rolü oynayan sivil kadro bizi doğrudan Pensilvanya adresine götürmektedir.

*

Bu üs, öncelikle Türkiye çapındaki darbe faaliyetinin sevk ve idaresinde, koordinasyonunda ana komuta merkezi olarak çalışmıştır.

Ayrıca, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın ve diğer üst kademe komutanların derdest edildikten sonra enterne edildikleri yerdir. Keza, darbecilerin Orgeneral Akar’ı yanlarına çekmek için ikna çabasına giriştikleri, Akar’ın da onları vazgeçirmek için sabaha kadar kendileriyle (sadece asker kanatla) doğrudan konuştuğu ya da dolaylı mesaj gönderdiği mekândır. Darbeciler, planlarında Orgeneral Akar’ın buradan TRT yayınıyla tüm Türkiye’ye seslenmesini bile hedeflemişlerdi.

Darbenin başlama vuruşu da Akıncı’da yapılmıştır. Orgeneral Akar’ı alacak özel kuvvet mensupları buradan beyaz bir otobüsle Genelkurmay’a doğru yola çıkmıştır. Keza Güvercinlik Üssü’nden kalkan helikopterler önce Akıncı Üssü’ne gidip oradan yapılan yönlendirme ile Ankara hava sahasında terör estirmiştir. 15 Temmuz gecesi Ankara üzerinde ölüm yağdıran F-16’lar bu üsten havalanmıştır.

Başlama vuruşu gibi darbeyi sonlandırma kararı da yine Akıncı’da alınmıştır. Darbecilerin kalkışmadan vazgeçme ve “bırakma” kararı organizasyonun sivil kanadın üslendiği 143’üncü filodan çıkmış ve buradan Orgeneral Akar’a iletilmiştir.

*

Aslında buraya kadar sıraladıklarımız, ana hatlarıyla kamuoyunun bildiği hususlar. Meselenin Akıncı üzerinde özellikle odaklanmamızı gerektiren boyutu, darbenin beyin takımında yer alan FETÖ’nün yönetici sivil unsurlarının 15 Temmuz akşamı bu üste boy göstermiş olmasıdır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan 4658 sayfalık iddianamede ortaya konduğu gibi, bu faaliyet, üsteki ana pistin kuzeydoğu ucunun hemen bitişiğindeki 143. Filo karargâhında yürütülmüştür.

O geceyle ilgili alınan muhtelif ifadeler, 15 Temmuz gecesinden 16 Temmuz sabah saatlerine kadar geçen sürede 143. Filo’da pek çok sivil şahsın bulunduğuna, bu şahısların laptop kullandıklarına ve sürekli telefonla bir yerlerle irtibat içinde olduklarına işaret ediyor. 143’üncü filoda hummalı bir faaliyet yürütülmüştür.

*

Altını çizmemiz gereken nokta, o gece Akıncı’da bulunan sivil yönetici kadrodan yalnızca 5’inin iddianamede sanık olarak yer almasıdır. “Sivil yönetici şüpheliler” kümesinde altı sanık yer alıyor. (Davanın diğer dört sivil sanığı hariç) Bunlar sırasıyla, davanın 1 No’lu şüphelisi Fetullah Gülen’den sonra 2 No’lu sanık Adil Öksüz, 3 No’lu sanık Kemal Batmaz, 4 No’lu sanık Hakan Çiçek, 5 No’lu sanık Nurettin Oruç ve 6 No’lu sanık Harun Biniş’tir.

Öksüz ilahiyat doçenti, Batmaz işadamı-yönetici, Oruç belgesel film çektiğini söyleyen bir eski öğretmen, Çiçek okulları da olan bir işadamı ve Biniş ise bilgisayar yazılımcısı bir mühendistir.

O gece Akıncı’daki sivil yönetici sayısı daha mı fazlaydı? Muhtemeldir... Bu ekibin içinde yer alıp darbe başarısızlığa uğrayınca kaçan başka sivil darbecilerin de olduğunu varsayabiliriz.

Sivil yönetici grubundaki “Hava Kuvvetleri İmamı” Adil Öksüz, üssün yakınındaki bir tarlada jandarma tarafından yakalandığı halde devletin elinden kaçırdığı darbenin en kritik isimlerinden biridir. 16 Temmuz sabahı üssün civarında yakalanan diğer dört isim halen tutukludur. Tesadüfe bakın ki, bu gruptaki sanıklardan bazıları darbeden çok kısa bir süre önce birlikte ABD’ye uçmuştur.

Gülen cemaatinin 15 Temmuz’daki parmak izlerini daha yakından görebilmek için projektörlerimizi bu sivil yönetici kadronun üzerine çevirebiliriz.

ETİKETLER
akıncı üs haber açıklama darbe başlama bitirme karar akar
T24

Göker, AKP Sözcüsü Mahir Ünal’ın “AKP’nin kendi içinde FETÖ temizliğini yaptığı” iddiasını Meclis’e taşıdı
11.07.2017

CHP Burdur Milletvekili Dr. Mehmet Göker, AKP Sözcüsü Mahir Ünal’ın “AKP’nin kendi içinde FETÖ temizliğini yaptığı” iddiasını Meclis’e taşıdı.

Göker, Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde şu ifadeleri kullandı:

“AKP Sözcüsü Mahir Ünal dün yaptığı bir konuşmada, ‘17-25 Aralık 2013'ten sonra AK Parti, yerel seçimler, 2 tane genel seçim ve 3 tane kongrede kendi temizliğini yapmıştır’ diyerek adeta bir suç duyurusunda bulunmuştur.

Bu bilgiler ışığında;

1- Temizlik yapıldığı söylenen bu kişiler kimdir?

2- Bu kişiler hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?”

Odatv.com

Alman medyasında ezber bozan Gülen belgeseli
Süheyla Kaplan
11.07.2017



Alman birinci kanalı ARD’de‚ "Tankların Harekete Geçtiği Gece, Erdoğan ve Başarısız Darbe Girişimi" başlığıyla bir belgesel yayımlandı.

15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle Alman birinci kanalı ARD’de‚ "Tankların Harekete Geçtiği Gece, Erdoğan ve Başarısız Darbe Girişimi" başlığıyla bir belgesel yayımlandı.

Belgeselde son yıllarda Gülen cemaatini "mağdur" olarak gösteren diğer Alman medyasının aksine, ARD’de Cemaat ile ilgili ilk kez uzmanların, siyasetçilerin, eleştirel yorumlarına yer verilerek, Fethullahçıların Türkiye’de devleti nasıl ele geçirmeye çalıştığı irdelendi.

Belgeselle ilgili ARD’nin internet sitesinde şöyle denildi:

"15 Temmuz 2016 Türkiye tarihi için bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. 15 Temmuz’da orduda küçük bir grup darbe girişiminde bulundu. Öyle bir darbe girişimi ki, çok kısa süre içinde sona erdi. Ancak sonucu vahim. Şu ana kadar en az 50 bin kişi tutuklandı. Bunlar arasında yüzlerce asker var. Bununla da kalmayıp çok sayıda akademisyen, gazeteci, muhalefet partisinin politikacıları tutuklandı. Birçok asker Almanya’ya kaçtı ve Almanya’dan iltica talebinde bulundu."

GERÇEKTE NE OLDU?

ARD’de 15 Temmuz belgeselini hazırlayan Oliver Mayer-Rüth, Ahmet Şenyurt ve Cemal Taşdan Türkiye’de konuyla ilgili uzmanların, siyasetçilerin görüşüne yer vererek, şu ana kadar Alman medyasında hakim olan "Cemaat'in seküler bir eğitim yapılanması olduğu" iddialarını da çürütüyor. Belgeselde Cemaat'in eğitim kurumundan ziyade, aslında devleti ele geçirmek ve sızmak amacında olduğu uzmanlara sorgulatılıyor.

Yapımda CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, İstanbul’da İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb, emekli amiral Türker Ertürk, emekli tümgeneral Ahmet Yavuz, eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ve HDP Milletvekili Mithat Sancar’ın görüşlerine yer veriliyor.

Belgeselde Gülen Cemaati'nin CIA ile bağlantısı olduğu bilgisinin Türk medyasında yer aldığı belirtilirken, emekli tümgeneral Ahmet Yavuz'un "Gülen cemaati aslında okullar açmakla, yurtlar inşa etmekle akıllı bir şey yaptı. Amaçları devletin içine sızmaktı. Ancak onların bir de iç maskesi vardı. Kemalist rejimi yıkmaktı" sözlerine yer verildi.

Cemaat'in amacının devletin bütün aygıtlarını ele geçirmek olduğunu ifade eden Sinclair - Webb’e göre bürokraside ve poliste güçlü bir cemaat ağı vardı.

Yine belgeselde, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu 1980 askeri darbesinden sonra Gülen cemaatinin örgütlendiğini söyledi ve AKP döneminde en güçlü koalisyon oluşturduklarına dikkat çekti.

Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’a göre de cemaat Türkiye’de ayrı bir devlet aygıtı kurdu ve AKP döneminde en önemli aygıtları ele geçirdi.

HDP Milletvekili Mithat Sancar’a göre ise Türkiye’de "kontrollü darbe" yapıldı ve AKP hükümeti başta muhalifleri yok ederek, bunu en iyi şekilde kendisine göre kullandı.

Türker Ertürk’e göre ise, AKP Fethullahçıların darbe yapacağını önceden biliyordu. "Darbeye ve rejim değişikliğine ihtiyaçları vardı" iddiasında bulundu.

DER SPİEGEL: "ANTİ DEMOKRATLARA KARŞI ANTİ DEMOKRAT DARBE GİRİŞİMİ"

Öte yandan Alman Der Spiegel dergisinin internet sayfasında AKP ve Cemaat'in en iyi ittifak yaptıkları dönemde‚ "Gülen-Mafya Babası" (der Pater) başlıklı habere imza atan gazeteci Maximilian Popp‚ şimdi de "Antidemokratlara karşı antidemokrat darbe girişimi" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Popp yazısında ARD belgeseliyle ilgili şu yorumu yaptı:

"Belgeselde uzmanlar Gülen cemaatinin sadece sivil bir inanç grubu oldukları savını çürütüyor. AKP ile koalisyon yapan Gülen cemaati detaylı bir biçimde tüm yapılanmasıyla ilgili ilk kez bir Alman medyasında ele alınıyor. Bu da nadir görülen bir şey. Belgeselde; Türkiye’de yaşayan liberal, laikler cemaatin İslamcı yönüne vurgu yapıyorlar ve onun bir cemaat olduğunu, antidemokratik ve hukuk dışı yönüne dikkat çekiyorlar. Gülen cemaati Türkiye’de yıllardan beri devletin içine sızmıştır, belli bir kurumun başında olanlar görevlerini kötüye kullanmışlardır. Erdoğan’ın onayı ile cemaate karşı olanları susturmaya çalışmışlardır. ARD belgeselinde de bugüne kadar Almanya’da yapılmayan bir şeye yer verildi. Erdoğan-Gülen koalisyonunun mağdurları, seküler politikacılar, gazeteciler, askerlerin görüşlerine yer verildi. Hatırlanacağı üzere birçok aydın, gazeteci sahte belgelerle cezaevlerine gönderilmişlerdi. Bu kesim bir taraftan Erdoğan’ın otoriter politikasını eleştirirken, diğer taraftan da Gülen cemaatini eleştirmektedirler."

ARD’nin belgeselinde; Alman İstihbarat Şefi Bruno Kahl’ın darbe girişiminden sonra "Gülen yapılanması dini ve seküler eğitim için biraraya gelmiş sivil bir oluşumdur. Türkiye'deki darbe girişiminden Gülen yapılanmasının sorumlu olduğundan şüpheliyim" tarzındaki görüşü de adeta çürütülmüş durumda.

Belgeselde Gülen okullarının yapılanması ve örgütlenmesi de mercek altına alınıyor.

Yapımda ayrıca cezaevinde tutuklu bulunan Nuriye Gülmen ile Ankara Yüksel Caddesi’nde açlık grevi yaptığı sırada yapılan röportaja yer veriliyor.

Belgesel şu sözlerle sona eriyor: "Darbe girişimi sonrası geride travmatize ve kendini güvende hissetmeyen bir ülke bıraktı."

Odatv.com

Milli Gazete: "AKP'li Bakan'ın iki kardeşinde Bylock tespit edildi"
11.07.2017

Milli Gazete’de AKP’li Bakan’ın iki kardeşinde de ByLock tespit edildiği iddiası yer aldı.

Milli Gazete yazarı Ahmet Yavuz, bugünkü “Defolu devlet yetkilileri” başlıklı yazısında çarpıcı iddiayı ortaya attı.

“15 Temmuz’un üzerinden bir yıl geçti. Devlet ve hükümet, doludizgin FETÖ mücadelesi yürütüyor” diyen Ahmet Yavuz, “Mücadelenin üst düzey kilit isimleri, bakanları, müsteşarları var. Ancak aralarında defosu büyük olanlar da var. Hem de öyle böyle değil!” diye ekledi.

Ahmet Yavuz, “Bu son bir yıllık süreçte, küresel mücadele de yürüten çok önemli bir bakanın iki kardeşi birden FETÖ’cü. Hem de tescilli. ByLock’tan” iddiasını gündeme getirerek şöyle devam etti:

“Halen etkin görevdeler
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Tem 14, 2017 11:06 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Tem 12, 2017 11:53 pm    Mesaj konusu: Hürriyet yazarı: Akar ve Fidan doğru değerlendirme yapsaydı Alıntıyla Cevap Gönder

Kılıçdaroğlu hem Akar'a hem de Erdoğan'a bakarak sordu: 15 Temmuz neden beklendi
15 Temmuz 2017



TBMM, darbe girişiminin birinci yıldönümü vesilesiyle özel oturumda toplandı. CHP lideri Kılıçdaroğlu, locada oturan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a dönerek çok sert eleştirilerde bulundu.

Kılıçdaroğlu özel oturumda yaptığı konuşmada şunları söyledi “FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleştirdiği darbe girişiminin birinci yıl dönümündeyiz. Darbe girişimine halkımızla birlikte direnmiş Meclis’imizin değerli mensuplarına şükranlarımı sunuyorum. Peygamber ocağı olarak bilinen ordumuzun terör örgütüne karşı direnmesi bizlere onur verdi. Darbe girişiminin engellenmesine canı pahasına çalışan Ömer Halisdemir şahsında şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Dünyanın en kanlı ve sinsi örgütlerinden olan FETÖ’nün darbesinin başarısız kılınması halkımızın demokrasiye sahip çıkmasıyla olmuştur. Bir daha darbe girişimiyle karşı karşıya kalmamak için iki temel koşul var. Demokrasinin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi. Bunu 16 Temmuz 2016 günü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda da ifade ettim. Darbe girişiminin bütün boyutlarıyla masaya yatırılması gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını sağlamaktır.”

HULUSİ AKAR’A BAKARAK ELEŞTİRDİ

CHP lideri, locada bulunan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a doğru bakarak 15 Temmuz soruşturmasına ilişkin eleştirilerini sıraladı. CHP lideri “Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın milli iradenin temsilcilerine, sizlerin arasındaki komisyon üyelerine bilgi vermesi sağlanamamıştır. Bu iki değerli bürokratın siz değerli temsilcilerin sorularına yanıt vermek yerine yazılı bilgi vermeleri kabul edilebilir değildir. Genelkurmay başkanı hangi gerekçe ve talimatla komisyona gelmeleri engellenmiştir. Bu tablo üzerinde durmamız gereken temel konudur. Pek çok karanlık noktanın aydınlanmasına ortam oluşturamamıştır. MİT Müsteşarı’nın komisyona gönderdiği yazıdan bir paragraf: ‘MİT’in daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda cemaatin darbe girişimi yapabileceğini ancak TSK’da istihbarat toplayamadığı için net bir istihbarata ulaşılamadığı ifade edilmiştir.’ Yeminli tutanak düzenlemiş MİT’in orduya bilgi verdiği ortaya çıkmıştır. Bu açıklama pek çok noktadan sorunludur. 2012 tarihinden itibaren Adil Öksüz’ün hava kuvvetleri imamı olduğu bilinmektedir. Adil Öksüz asker değildir. Sadece Adil Öksüz değil, Kemal Batmaz, Nurettin Çiçek asker değildir. Darbe toplantıları özel evlerde yapılmıştır. Adil Öksüz GPS cihazı ile serbest bırakılmıştır.

Haydi diyelim serbest bırakıldı. Milli İstihbarat Teşkilatı onu neden izlememiştir. Darbe yapılmış ama bir kişi Başbakanlık Müşaviri Adil Öksüz’ü ziyaret ediyor. Söyler misiniz? Bir kişi ortalık toz duman ama bu kişi elini sallayarak Adil Öksüz ile görüşmeye gidiyor. MİT’in verdiği bilgiler bizi tatmin etmiyor. 15 Temmuz günü darbeden bilgi var mı yok mu? O konuda da en somut bilgileri önünüze koyacağım.

Binbaşı O.K. savcılığa davet ediliyor. ‘Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta darbe olabileceğini söyledim. Darbe olabilir kelimesi kullandığımı çok iyi hatırlıyorum’ diyor. Bunlar üzerinde durulması gereken konular. Savcı ikinci kez bilgi almak ister. O.K. MİT kadrosuna alınır izin verilmez. FETÖ ara iddianamesi hazırlandı savcılar görevden alındı. Bu savcılar kimin bilgisine başvurmak istedi ve görevden alındı” diye konuştu.

“BU SORUYU SAYIN CUMHURBAŞKANI’NA SORUYORUM….”

Kılıçdaroğlu sözlerini şöyle sürdürdü “Bu soruyu sayın Cumhurbaşkanı dahil herkese soruyorum. Ben Adil Öksüz olayını gündeme getirdim. MİT açıklama yaptı. Bylock’a ilişkin tespitler Mayıs 2016’dan itibaren, çalışmaya konu ham verilerle birlikte adli makamlar güvenlik birimleri ve diğer ilgili makamlara ilgili makamlar biri sarayda oturuyor biri arkada oturuyor. FETÖ’ye operasyon için neden 15 Temmuz beklendi. Size mayıs ayında bildirmişler. Bunlar devleti ele geçirdi demişler. Sayın başkan değerli milletvekilleri 250 şehidimiz 2193 gazimiz var en azından bunların anısına… Bu ayrıntıların ortaya çıkması engelleniyor. Darbe girişiminden hemen sonra üç önemli noktaya dikkat çektim. Hukuk içinde yapalım. Hızla normalleşme süreci, üç güçlü bir demokrasi yaratabiliriz demiştim. Ne yazık ki aradan geçen bir yıl içinde yapılması gerekenler yapılmamış yapılmaması gereken her şey yapılmıştır. Hukuk dışına taşmıştır. Yargıya müdahalelerle engellenmiştir. Darbe araştırma komisyonu soruşturmayı savuşturuyor. Kalıcı OHAL rejimi kurulmuştur. Darbeye karşı bombalar altında direnen meclisin yetkileri elinden alınmıştır. Darbenin siyasi ayağı ortaya çıkarmaya dönük çabaların önü kapatılmaktadır. Darbede bulunanların darbecileri destekleyenlerin devleti en hassas noktaya koyanların hesap vermesi sağlanmadan darbe ile mücadele yapılamaz. Darbenin merkez örgütü FETÖ bu güce bir günde erişmedi. Yargıda bürokraside bu çeteyi hakim güç haline getirenler teşhir edilmelidir. Devleti başka tehlikeli ittifaklardan uzak tutmak şanstır”

Kaynak: Yurt Gazetesi

Hürriyet yazarı: Akar ve Fidan doğru değerlendirme yapsaydı, darbeciler kışladan çıkma fırsatı bulamazdı
11 Temmuz 2017



Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ihbar üzerinde değerlendirmesini yorumladı. Yılmaz, "Eğer Genelkurmay Başkanı, doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, bu emri verirdi ve görev yerlerinde kalan yasalara bağlı subaylar, gerekirse canları pahasına bu girişimi önlerdi. Girişimin, ihbara rağmen önlenememiş olması, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın 'yetersizliği' ile açıklanabilir" dedi.

Mehmet Y. Yılmaz'ın Hürriyet'te "Darbe girişimi kışlada önlenebilir miydi?" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

15 Temmuz günü MİT Müsteşarı’na karşı helikopterlerin ve ağır silahların da kullanılacağı ihbarını yapan Binbaşı O. K. ile ilgili olarak yazdığım yazıların, iktidarcı medyada “kontrollü darbe” iddialarına destek olarak yorumlanmasını hayretler içinde okudum.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kontrollü darbe iddiasını ortaya attığında da sanıyorum bunu ilk eleştiren bendim. (5 Nisan ve 6 Nisan 2017 günü yayımlanan yazılarım.)

Binbaşı O. K.’nın ihbarı yapması ile darbe girişiminin başlaması arasında geçen yaklaşık sekiz saatlik sürede nelerin yaşandığını, nelerin eksik ya da yanlış yapıldığını sormak, öğrenmeye çalışmak, gazetecinin işidir.

Nitekim bu konuda yazdığım yazılarda bunu sordum.

Genelkurmay Başkanlığı, ihbarın bir darbe girişimi ihbarı olmadığını söylüyor.

İhbar, MİT Müsteşarı’na yönelik bir askeri operasyon yapılacağı ile ilgili.

Merak ettiğim ve sorduğum soru bu: Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, bir grup askerin helikopterler ve ağır silahlarla Hakan Fidan’ın hangi amaçla kaçırılacağını düşünmüştü?

Herhalde fidye isteneceğini düşünmüş olamazlardı.

Nitekim Genelkurmay Başkanlığı’nın TBMM’ye gönderdiği yanıtlarda, bunun “daha büyük bir girişimin parçası olabileceğinin değerlendirildiği” de yazılı.

Zaten onun için de Genelkurmay Başkanı, Türkiye hava sahasını askeri uçuşlara kapatma emrini vermiş.

Kontrolden çıkmış bir grup askerin “daha büyük girişimi”, darbe kalkışmasından başka ne olabilirdi?

Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu iki üst düzey yetkilinin bu ihbarı bir darbe girişimi olarak değerlendirmemiş olmaları, neye işaret eder?

Değerlendirmeyi doğru yapmış olsalardı, 15 Temmuz 2016 günü bu kadar insan şehit olur ya da yaralanır mıydı?

Bunu sormak her şeyden önce 15 Temmuz’da hayatlarını kaybedenlere karşı vicdani bir borç sayılmalıdır.

Nitekim, TBMM komisyonuna ifade veren diğer komutanlar, darbe girişimi değerlendirmesi yapılmış olsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın ek bazı emirlerle bu girişimi baştan önleyebileceğini de söylüyorlar.

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar’ın TBMM Komisyonu’na yaptığı açıklama: “Şimdi, iki kişi arasında geçen konuyu tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak, belki şöyle bir yorum yapabilirim: Eğer gelen bilgi –gelen bilginin ne olduğunu bilmiyorum, samimi olarak ifade ediyorum- ancak gelen bilgi herhangi bir darbeye yönelik olmuş olsaydı Genelkurmay Başkanımız tarafından daha farklı emirlerle de bunun destekleneceğini değerlendiriyorum.”

Ben de iddia ediyorum ki Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, doğru değerlendirme yapmış olsalardı, bu kalkışma, darbeciler kışladan dışarı çıkma fırsatını bulamadan bastırılabilirdi.

Nitekim, Özel Kuvvetler Komutanı’nın verdiği bir tek emri, şehit astsubay Ömer Halis Demirhayatı pahasına yerine getirdi ve Semih Terzi’yi vurarak Özel Kuvvetler Karargâhı’nı ele geçirmeye çalışan darbecilere ağır bir darbe vurdu.

O gün kuvvet komutanlarına ve birlik komutanlarına birliklerinin başında olma emri verilmiş olsaydı, subay ve astsubayların görev yerlerini terk etmeleri yasaklanmış olsaydı, Fetullahçı darbeciler bu kadar kolay hareket edebilirler miydi?

Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı, Astsubay Halis Demir’in öldürülmesi ile ilgili davada şu ifadeyi verdi:

“Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”

Nitekim, Kara Havacılık (Güvercinlik) iddianamesinden öğrendik ki darbeciler o gün rahat hareket etmek için nöbet çizelgelerini değiştirmişler, Fetullahçı subaylara nöbet yazarak, yasalara bağlı personelin mesai sonrasında yerlerini terk etmelerini beklemişler.

Eğer Genelkurmay Başkanı, doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, bu emri verirdi ve görev yerlerinde kalan yasalara bağlı subaylar, gerekirse canları pahasına bu girişimi önlerdi.

Girişimin, ihbara rağmen önlenememiş olması, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın “yetersizliği” ile açıklanabilir.

Hatayı yapan tek başına Genelkurmay Başkanı değil, MİT Müsteşarı da onun kadar sorumlu.

Sorulması gereken başka sorular da var:

“Büyük bir askeri girişim” değerlendirilmesi yapıldıktan sonra neden Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı durumdan haberdar edilmedi?

Darbeyi birisi eniştesinden öğrendi, diğeri otoyolda tanka rastladı, öteki uçaktaydı vs.

Böyle önemli bir ihbarı, diyelim ki darbe girişimi olarak görmediniz ama yine de bu makamları durumdan haberdar etmek, polisi önceden tedbir amacıyla alarma geçirmek gerekmez miydi?

Bu sorulara Genelkurmay Başkanı da MİT Müsteşarı da tatmin edici yanıtlar vermedi.

O tatmin edici yanıtları alana kadar da bu soruları sormak, gazetecinin görevidir.

Bir not: Genelkurmay Başkanı’nı doğru değerlendirme yapmadığı için eleştiriyorum ancak hakkını da teslim etmeliyim. Orgeneral Hulusi Akar, darbecilere ilk andan itibaren hayatı pahasına karşı çıktı, direndi ve onun bu direnişi de darbe girişiminin başarısızlığında önemli rol oynadı. Onun darbenin önlenmesindeki rolünü küçültmek de kimsenin aklından geçmemeli.

ETİKETLER
akar ve fidan mehmet yılmaz darbe girişim
T24

Bir yıllık 15 Temmuz bilançosu: 169 bin kişi hakkında işlem, 50 bin tutuklama
13/07/2017



Üzerinden bir yıl geçen 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin 169 bin 13 kişi hakkında işlem yapıldı, 50 bin 510 kişi tutuklandı.

Adalet Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre tutuklanan 50 bin 510 kişiden 7 bin 98 albay ve alt rütbeler, 8 bin 815’i emniyet mensubu, 24’ü vali, 73’ü vali yardımcısı, 116’sı kaymakam.

Toplam 48 bin 439 kişi hakkında adli kontrol kararı verildi. Bunlardan 3 bin 46’sı asker, 5 bin 24’ü polis, dokuzu vali, 27’si vali yardımcısı, 73’ü kaymakam.

Öte yandan 10 bin 33 kişi savcılıktan, 33 bin 371 kişi de kolluk kuvvetlerinden olmak üzere 43 bin 404 kişi serbest bırakıldı.

152 asker, 392 polis, 3 vali yardımcısı 9 kaymakam, 7 bin 266 diğer şüpheli olmak üzere 8 bin 87 kişi hakkında yakalama kararı bulunuyor
Diken

‘Erdoğan’a suikast’ davası: ‘Hero’ yazılı tişörtlü sanık, darağacı, urgan…
13/07/2017



Darbe girişimi gecesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kaldığı otele saldırı düzenleyen askerlerin yargılandığı davada ‘hero’ (kahraman) yazılı tişört giyen bir sanık ile mahkeme önünde protestocuların getirdiği darağacı damga vurdu.



Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele saldırı düzenleyen biri firari 37 askerin aralarında bulunduğu 44’ü tutuklu 47 sanığın yargılanmasına Muğla 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı.

Diğer darbe girişimi davalarında olduğu gibi bu davada da mahkeme binası dışında göstericiler bayraklarla ‘FETÖ’yü ve sanıkları protesto etti.

Ellerinde idam ipi tutan yurttaşlar, bina dışına da darağacı kurdu.

Öte yandan sanıklardan MAK timinde görevli astsubay Gökhan Güçlü ise ‘kahraman’ anlamına gelen İngilizce ‘hero’ yazılı tişörtle duruşmaya gelmesi dikkat çekti.

Erdoğan’ın duruşmada söz alan avukatlarından Mustafa Doğan İnal, Güçlü’nün tişörtüne tepki göstererek, “Hero, kahraman demek, kendisini kahraman olarak tanıtan sanıklar var. Sanık Gökhan Güçlü’yü, ayağa kaldırır mısınız” dedi. Bunun üzerine salonda gerginlik yaşanınca mahkeme başkanı duruşmaya ara verdi.

Diken

Kemal Öztürk: Çok negatif enerji birikti
13/07/2017

Sorun AK Parti’nin sorunu değildir, memleket meselesidir. O yüzden herkesin bu mücadelede yer alması ve elini taşın altına koyması gerekir. Ne yazık ki, mağduriyetlerin fazlalığı örgütün en önemli propaganda aracı oldu. Daha acı olan şudur ki, mağdurlar ve yakınları AK Parti’ye değil, devlete hasım olmaya başladı. Bu çok tehlikeli bir durumdur.

Dünden beri beni arayan, sivil toplum temsilcileri, hukukçular, gazeteciler ve vatandaşlar yeni dönem ihtiyacını dillendiriyorlar. Bu toplumsal bir taleptir. Zira çok negatif enerji birikti. Bunu gidermek lazım.

Yeni paradigma ihtiyacı olduğuna inanan herkesin bir şekilde bunu dillendirmesi ve önermede bulunması gerekir. Mesele memleket meselesidir.

Kemal Öztürk’ün yazısıının tamamı için: http://www.yenisafak.com/yazarlar/kemalozturk/feto-ile-mucadelede-yeni-yontem-ihtiyaci-2038958

Saadet liderinden hükümete: Yanlış yapıyorsunuz, 28 Şubat’ı aratmayın
13/07/2017



Saadet Partisi (SP) İstanbul il yönetim kurulu üyesi avukat Mustafa Yaman’ın ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında tutuklanmasına tepki gösteren parti genel başkanı Temel Karamollaoğlu, “Yanlış yapıyorsunuz, vebale giriyorsunuz” dedi.

Aynı zamanda Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER) İstanbul şube başkanı da olan Mustafa Yaman dün tutuklanmıştı.

Dihaber’in aktardığına göre, Yaman’ın tutuklanmasını ‘akla ziyan’ olarak değerlendiren Karamollaoğlu, “Herkes biliyor ki devlette, AKP’de bu işin içinde var” dedi ve şunları söyledi “Bu hadiselerle uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığı kesin olan bir arkadaşımızı bazı bahanelerle tutuklamak hakikaten adaleti katletmektir. Şunu unutmayın; O adamları 10 sene bağrınızda siz beslediniz. Bu devletin sinir uçlarına girene kadar, nüfuz etmelerini siz sağladınız. Bunlardan referans almadan kimse ne askeri okullara girebildi ne de bir makama gelebildi. Ha bunu fark ettiniz o zaman dönüp bir de teşekkür etmeniz icap ederken şimdi bizim arkadaşları tutuklama yoluna gidiyorsunuz. Yanlış yapıyorsunuz, vebale giriyorsunuz.”

’28 Şubat’ı aratmayın’

28 Şubat döneminde hiçbir arkadaşlarının gece yarısı gözaltına alınmadığını hatırlatan Karamollaoğlu, “Şimdi siz devleti 28 Şubat’ı aratacak bir noktaya götürürseniz, kaç tane 15 Temmuz’u kutlarsanız kutlayın hiçbir fayda vermez. Siz söylemiyor musunuz? ‘At izi it izine karıştı’ diye. Siz demediniz mi? ‘Bu teşkilatı yeni anladık.’ ‘Altı ibadet, ortası ticaret tepesi ihanet’ diye” dedi.

İktidara, “Ama siz muamelenizde ibadet edenle ihanet edeni aynı kefeye koyuyorsunuz” diye seslenen SP lideri şöyle devam etti: “Yapmayın yazıktır günahtır. Tamamen masum insanları gözaltına almaya, ardından da tutuklamaya başlarsanız bunun sonu gelmez siz de zarar görürsünüz. Devlet de zarar görür, ülke de zarar görür. Acilen kim yetkiliyse-adalet mekanizmasının artık yetkili olmadığı herkes tarafından biliniyor-lütfen müdahale edin. Vatandaşın yüzde 84’ü Türkiye’de adaletin olmadığını savunuyor. İşin garibi ise adalet mekanizmasında çalışan hakimler ve savcıların da yüzde 80’ininden fazlası adalete güvenmiyor.”
Diken

‘Beddua seansı’ düzenleyen ‘FETÖ’ üyelerine operasyon: 71 şüpheli gözaltında



Antalya merkezli olmak üzere altı ilde ‘FETÖ’ye yönelik yapılan operasyonda 71 şüpheli gözaltına alındı.

‘FETÖ/PDY’ soruşturması kapsamında daha önce kapatılan bir derneğin üyelerine yönelik Antalya, İstanbul, Mardin, Balıkesir, Malatya ve Afyonkarahisar’da belirlenen adreslere operasyon düzenlendi.

Darbe girişiminden sonra kapatılan derneğin üyesi şüphelilerin, dernek çatısı altında ‘FETÖ’ye eleman kazandırdıkları, ‘himmet’ adı altında para topladıkları ve hükümet aleyhine propaganda yaptırdıkları öne sürüldü.

Ayrıca, beddua seansları düzenleyen şüphelilerin, darbe girişiminden sonra da faaliyetlerine devam ettikleri belirtildi.
Diken

Milli Gazete: "AKP'li Bakan'ın iki kardeşinde Bylock tespit edildi"
11.07.2017

Milli Gazete’de AKP’li Bakan’ın iki kardeşinde de ByLock tespit edildiği iddiası yer aldı.

Milli Gazete yazarı Ahmet Yavuz, bugünkü “Defolu devlet yetkilileri” başlıklı yazısında çarpıcı iddiayı ortaya attı.

“15 Temmuz’un üzerinden bir yıl geçti. Devlet ve hükümet, doludizgin FETÖ mücadelesi yürütüyor” diyen Ahmet Yavuz, “Mücadelenin üst düzey kilit isimleri, bakanları, müsteşarları var. Ancak aralarında defosu büyük olanlar da var. Hem de öyle böyle değil!” diye ekledi.

Ahmet Yavuz, “Bu son bir yıllık süreçte, küresel mücadele de yürüten çok önemli bir bakanın iki kardeşi birden FETÖ’cü. Hem de tescilli. ByLock’tan” iddiasını gündeme getirerek şöyle devam etti:

“Halen etkin görevdeler. Vaziyete de hâkimler. Çünkü bakan abileri var! Ne ki bu hazin durum, alt kadrolarda duygusallık oluşturuyor. Adalet duygusunu zedeliyor. Evet, suçlar şahsidir. Eyvallah. Ancak defolular karar ve icra merciinde olmamalı.”

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.milligazete.com.tr/koseyazari/ahmet_yavuz/142

gazete bylock Milli Gazete AKP FETÖ hükümet adalet mücadele
Birgün

15 Temmuz Şehit Albay eşi Ceylan Ertürk'ten açıklama: Güneydoğu ya da İstanbul... Bayrağın dalgalandığı her yer vatanperver bir askerin sorumluluk alanıdır. O kimsenin adamı olmadı. Yalnız devletin, vatanın adamı oldu
12 Temmuz 2017

Çeşitli kesimlerde şehitler arasında yapılan ayrım kamuoyunda büyük tepki görürken, 15 Temmuz gecesinin en kıdemli şehidi Albay Sait Ertürk'ün eşinden konuya ilişkin açıklama geldi.

15 Temmuz'da İstanbul'daki darbe girişimini canı pahasına engelleyen Kahraman albay Sait Ertürk'ün eşi Ceylan Ertürk "şehit ayrımı" yapanlara tepki gösterdi. Yeniçağ'ın haberine göre Ceylan Ertürk, eşim bizim gözümüzde 20 yaşında evlatla,astsubayla,binbaşıyla,polisle aydır ifadesini kullandı.

EN KIDEMLİ 15 TEMMUZ ŞEHİDİ

Fetullahçı Terör Örgütü'nün ( FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında şehit düşen "en kıdemli asker" Piyade Kurmay Albay Sait Ertürk'ün eşi Ceylan Ertürk, sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan "şehit ayrımı" yapanlara tepki gösterdi. Eşinin o gece mücadele eden nice askerlerden biri olduğunu söyleyen Ceylan Ertürk, "Şehadet o gece kısmet oldu. Üç yılını geçirdiği Güneydoğu dağlarında da olabilirdi.

YALNIZ DEVLETİN VE VATANIN ADAMI OLDU

Ceylan Ertürk'ün açıklaması şöyleydi: "Anlıyorum ki eşim Kurmay Albay Sait Ertürk'ün suçu bu ülkenin vatanperver bir neferi olarak sorumluluk alıp vatan savunması yapmış olması... 15 Temmuz, 5 Ağustos, 10 Mayıs vs... onun için farkeder miydi zannediyorsunuz? Güneydoğu ya da İstanbul... Bayrağın dalgalandığı her yer vatanperver bir askerin sorumluluk alanıdır. O kimsenin adamı olmadı. Yalnız devletin, vatanın adamı oldu.

ŞEHADET O GECE KISMET OLDU

O gece mücadele eden nice askerimizden biriydi. Şehadet o gece kısmet oldu. Üç yılını geçirdiği Güneydoğu dağlarında da olabilirdi. Eşim Sait Ertürk bizim gözümüzde, şehit düşen 20 yaşındaki evlatla, astsubayla, binbaşıyla, polisle aynıdır.

İŞTE YAZDIKLARI:


Kaynak: Haberartıturk

Devlet Bahçeli’den 15 Temmuz gecesi “Sokağa Çıkmayın” talimatı, İşte o belge
14 Tem, 2017



Darbe girişiminin yapıldığı gece MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve parti yöneticileri Balgat’taki Genel Merkez binasındaydılar.

Bahçeli, “Ederi bir dolar olan şerefsizler, verilen selalarla, tankın önüne sere serpe yatan kahramanlarla durdurulmuş, dağlanmış ve dağıtılmışlardır. Ayağa kalkan diriliş ruhu, milleti diri diri yakmak ve toprağa yatırmak isteyen hainleri ve arkalarındaki güçleri yerle yeksan etmiştir.” paylaşımında bulunmuştu.
15 Temmuz’da Türk Milleti sokaklarda tankların önüne kendini atmış, paletlerin altında ezilerek şehit olmuş, mermilere göğsünü siper etmiş, araçları ile malları ile barikatlar kurmuş, Devlet Bahçeli’de bunu övgü ile paylaşımlarına yansıtmıştı.

SOKAĞA ÇIKMAYIN

16 Temmuz 2016 01:38’da MHP Basın Biriminden gelen elektronik posta, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli imzalı basın açıklamasın da “Nitekim hiçbir kalkışma kabul edilemeyecektir. Askeri darbe teşebbüsünde bulunanların derhal hukuka teslim olmaları en samimi beklentim ve tavsiyemdir. Milletimizin sağduyulu olması, teenni ve soğukkanlı hareket etmesi önem ve acileyet arz etmektedir.

Halkın sokağa daveti, Türk askeriyle muhtemel bir çatışma içine girmesi vahim bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.
Bilhassa Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in provokasyon ve ajitasyonlara karşı teyakkuzuyla birlikte, sokaklara çıkarak iç savaş şartlarına hizmet etmesi düşünülemeyecektir. Hiçbir dava arkadaşım karanlık sürecin taraf ve faili olmayacaktır.” dedi.

Bu belgeden de anlaşılacağı MHP lideri Devlet Bahçeli Ülkücülerin darbecilere karşı durmasını istemiyordu.

Bu konu ilgili Hakan Aygün’ün, ”15 Temmuz Sırları” kitabında, “Bahçeli’nin kalkışmayı başlangıçta büyük ihtimalle ”emir-komuta zinciri içinde bir darbe sanarak” MHP genel merkezi adına MHP üyelerine, ”sakın askerle karşı karşıya gelmeyin’‘ mesajı attırdığı iddiası ortaya atıldı.
Bahçeli’nin ”askere direnmeyin” mesajını attığı saatlerde, AKP’lilerin ise başta Başbakan Binali Yıldırım, tüm Türkiye’yi darbeci askerlere karşı direnişe çağırdığı biliniyor.” demişti.

YENİŞAFAK O KISMI SANSÜRLEDİ

Öte yandan hükümete yakınlığı ile bilinen Yenişafak gazetesi “15 Temmuz Darbe Girişimi” başlığı ile yayınladığı “Bahçeli 15 Temmuz’da ne yapıyor du? “çizelgesinde bu mailden söz etmiş ama “Halkın sokağa daveti, Türk askeriyle muhtemel bir çatışma içine girmesi vahim bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.Bilhassa Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in provokasyon ve ajitasyonlara karşı teyakkuzuyla birlikte, sokaklara çıkarak iç savaş şartlarına hizmet etmesi düşünülemeyecektir. Hiçbir dava arkadaşım karanlık sürecin taraf ve faili olmayacaktır.” kısmını çizelgesinde göstermemişti.

İşte Bahçeli’nin 16 Temmuz 2016 01:38’da basın birimlerine yolladığı yazılı açıklamanın tam metni;

Türkiye Cumhuriyeti olağanüstü ve gayri meşru bir durumla karşı karşıyadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri içinden bir grubun askeri müdahalede bulunmak, yönetimi devralmak istediği iddia edilmektedir.
Demokrasiyi askıya alma, millet iradesini yok sayma teşebbüsünün ülkemize yapılacak büyük bir hata olacağı açık ve meydandadır.
Türkiye yakın tarihinde defalarca askeri darbe girişim ve tecrübesini yaşamıştır.
Türk milleti her seferinde darbelerin yıkım ve acı sonuçlarına muhatap kalmıştır.
Şu anda ülkemiz kriz ve belirsizlik sarmalının dibindedir.
Herkes bilmelidir ki, demokrasiden taviz istikbal ve istiklalden kopuş demektir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin her türlü demokrasi dışı arayışa tavırlı ve karşıdır.
Türkiye’nin pek çok sorun ve sıkıntısı olduğu tartışmasızdır.
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün çok ciddi tehdit ve taciz altında bulunduğu da ortadadır.
Ancak her sorununun çözüm yolu demokrasidir.
Türkiye’nin iç savaş ve kaos ortamına savrulması halinde Türk milletinin ödeyeceği bedel vahim ölçüde yüksek ve pahalı olacaktır.
Bu itibarla geleceğimizi karartacak, milli birlik ve bütünlüğümüzü sabote edecek her türlü müdahaleye milletçe mesafeli durmamız şarttır ve tarihi bir sorumluluktur.
Nitekim hiçbir kalkışma kabul edilemeyecektir.
Askeri darbe teşebbüsünde bulunanların derhal hukuka teslim olmaları en samimi beklentim ve tavsiyemdir.
Milletimizin sağduyulu olması, teenni ve soğukkanlı hareket etmesi önem ve acileyet arz etmektedir.
Halkın sokağa daveti, Türk askeriyle muhtemel bir çatışma içine girmesi vahim bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.
Bilhassa Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in provokasyon ve ajitasyonlara karşı teyakkuzuyla birlikte, sokaklara çıkarak iç savaş şartlarına hizmet etmesi düşünülemeyecektir.
Hiçbir dava arkadaşım karanlık sürecin taraf ve faili olmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi ülkemizin sancılı tablosunu dikkatle ve demokrasiye tam bir riayet ve sadakatle takip edecektir.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Türk milleti bu badireyi atlatacaktır.
Milli birlik ve beraberliğimizi bozmaya hiç kimsenin gücü de yetmeyecektir.
MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli

kaynak: İlk Kurşun

15 Temmuz ihanetinin sorumluları
Sabahattin Önkibar
14 Tem, 2017

-Türkiye’yi iç savaşla Suriyelileştirip 100 yıl sonra Sevr’i hayata geçirmek isteyen emperyalistler!

-Büyük Kürdistan’ı kurmak isteyen ABD ile İsrail!

-CIA’nın Türkiye çetesi Fetullah Gülen alçağı ile şakirtleri!

-FETÖ için “Ne istediler de vermedik” diyenler!

-Yargıdan polise bütün devleti FETÖ’ye teslim edenler!

-TSK’daki FETÖ’cülerin tasfiye edilmesine Yüksek Askeri Şura’da şerh koyanlar! TSK’daki FETÖ’cü kadrolaşmasına feveran etmeyen NATO’cu komutanlar!

-Tayyip’e muhalefet adına CIA taşerönü FETÖ ile kader birliği yapan anamuhalefet!

YA RAB BU RİYAKARLIĞIN YOK MU SABAHI?

Bu ne arsızlık bu ne utanmazlıktır ya Rab!

Dün Fetullah Gülen’i bin yılın en büyük Türk önderi ilan edeceksin, bugün ekranlarda ona söveceksin!

Dün Fetullah bankasından milyonlarca dolar kredi alacaksın, bugün ona küfürler saydıracaksın!

Dün, “Çok özledik hocam gel” deyip serenatlar yakacaksın, bugün ona saldıracaksın!

Dün onu Menzil yoldaşı diye sunacaksın, bugün ona hain diyeceksin!
Ya Rab söyle hangisine inanayım?

Çok şükür biz Aydınlık gazetesi ile Ulusal Kanal mensupları dün de bugün de milim şaşmadan aynı yerde duruyoruz.

Ayinesi laf değil de işse kişinin her şey ortada değil mi ya Rab!

TAPINMA GÜCE Mİ, DEVLETE Mİ?

12 Eylül 1980 darbesini yaşayanlar bilir, Kenan Evren ihtilal sonrası adeta Tanrı gibiydi.
Çok değil 5 yıl önce yani 2012’de Fetullah Gülen de aynı konumdaydı. Oysa şimdi Evren darbeci, Fetullah tescilli hain olarak biliniyor.
Peki bugün Tanrı gibi selamlanan Tayyip Erdoğan acaba yarın nasıl bilinecek?
Bunu zaman ve yaşananlar gösterecek lakin anlayamadığım husus şudur:
Bizdeki bu tapınma güce eğilmek mi yoksa devlete boyun eğmek mi, emin olun anlamış değilim!
O GÜN NEDEN SUSTUN TAYYİP BEY!
Dedi ki, “Hani hastaydın!”
Devam etti: “Madem hastaydın, o sıcakta nasıl yürüdün?”
Tayyip Erdoğan, adalet ambalajlı yürüyüşte Kılıçdaroğlu’nun koluna giren kravatlı PKK’lı Ahmet Türk’e böyle sitem etti.
Pardon ama Erdoğan’ın bu lafları etmesi için böyle bir yürüyüşün olması mı gerekiyordu?
Ahmet Türk Adli Tıp’ın raporuna rağmen Devlet Bahçeli’nin hatırına tahliye edilmedi mi?
O gün bütün bunlara susan Tayyip Erdoğan’ın şimdi “Hani hastaydın” demesi komik olmuyor mu?

CHP, FETÖ’YE REHİN DÜŞMESE İDİ YÜZDE 50 İDİ!

-Deniz Baykal bir değil, birkaç kasetle rehin alındı ki FETÖ’yü peşinen aklaması bunun içindi.
-Soroscu TESEV kurucusu Kemal Kılıçdaroğlu kendisi gelmedi, FETÖ ve ardındaki küresel irade tarafından CHP’nin başına getirildi ve bu projeydi.
-Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına oturtulması bu partiyi devletin kurucu değerleri, millilik ve Atatürk’den koparmak adınaydı.
-Kılıçdaroğlu görevi gereği emperyalistler ile onun acentası FETÖ’nün izinde yürüdü ve bu bağlamda gerisinde somut deliller bıraktı.
-CHP eğer FETÖ’ye rehin düşmese veya işbirliği yapmayıp, bu şerefsiz örgüte ilk günden feveran etseydi 16 Temmuz günü yüzde 50 idi..

Kaynak: İlk Kurşun

Yeliz Koray: Yerim destanınızı!
_BU YAZI REKORA KOŞUYOR 1 MİLYON KİŞİ OKUDU!_
15 Tem, 2017



1.Dünya Savaşı
4 yıl sürdü
Tekrar ediyorum 4 yıl
Yani 16 mevsim,
208 hafta,
bin 460 gün…
Kafkas, Kanal, Filistin-Suriye, Çanakkale, Hicaz-Yemen,
Makedonya, Galiçya, Romanya Cepheleri açıldı.
İtilaf Devletlerinin 42 milyon askerine karşı 2 milyon 850 bin kadardık.
Kafkas Cephesi’nde Sarıkamış’ı Rus ordusundan almak için savaştık.
90 bin asker DONARAK ÖLDÜ.
Dok-san-bin asker…
Lojistik destek gelememişti çünkü.
Zaten açlardı, üşüyerek, uykuya dalarak öldüler.
Kimi anasını, kimi sevdiğini hayal ederek uykuya daldı.
Bir daha uyanmadılar…
Çanakkale Cephesi…
Zafer kazanıldı ama bedeli 500 bin insanın ölümü oldu.
253 bini asker, gerisi sivildi.
Tarihçiler, hastalıktan ölenlerin bu sayının iki katı olduğunu söyler.
Bir de o dönem üç lisenin mezun veremediğini.
Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri…
Çünkü elleri silah tutuyordu, çocuklardı, dönmeyi düşünmemişlerdi…
Dönemediler, tarihe “meçhul çocuk asker” olarak geçtiler.
Çoğunun ismi de mezarı da yok, Çanakkale’de yatıyorlar!
Kurtuluş Savaşı..
Doğu Cephesi’nde Ermenilerle
Güney Cephesi’nde Fransızlarla savaştık.
Doğu Anadolu tamamen kurtarıldı, TBMM resmen tanındı.
Maraş, Urfa, Adana ve Sakarya’da zafer kazandık.
Fransızları yurttan TEMİZLEDİK.
Şehirlerimize; Gazi, Kahraman, Şanlı isimleri verdik.
Batı Cephesi daha kanlıydı.
1. ve 2. İnönü, Kütahya-Eskişehir, Sakarya Savaşı yaşandı.
Sakarya Savaşı, tarihe en çok subayın şehit olduğu savaş olarak girdi.
İtalyanlar Muğla ve Antalya’dan çekildi.
Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruzu BAŞLATTI!.
Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra
“İlk hedefiniz Akdeniz ileri” dedi.
Yunan ordusu İzmir’e kadar kovalandı, İzmir düşman işgalinden KURTARILDI!
Batı Anadolu düşmandan tamamen TEMİZLENDİ.
Konferanslar, kongreler, ateşkesler, anlaşmalar…
Kurtuluş Savaşı da 4 yıl sürdü.
16 mevsim,
208 hafta,
bin 460 gün…
Binlerce şehit verdik.
O binlercenin yine iki katından fazlası bulaşıcı hastalıktan öldü.
YILLARDIR PKK’YA VERİLEN ŞEHİTLERİ SAYMIYORUM BİLE…
Ve 15 Temmuz…
1 gün bile sürmedi.
Tekrar ediyorum 24 saat bile değildi; 15 saat sürdü!
Limana yanaşan düşman gemilerinden değil,
sağ olsun Erdoğan’ın ‘eniştesi’nden öğrendik.
Ama hazırlıksız değildik.
Lojistik destek tamdı mesela.
Kurtuluş yine bizimkilerden; FETÖ’nun kumpas kurduğu Kemalist askerlerden geldi.
Ve milletin direnişiyle birlikte darbe püskürtüldü.
Sonuç 248 şehit, yüzlerce yaralı…
***
Kısaca…
Evladını beşikte bırakan Nene Hatunlar
Kocasını toprağa verip cepheye koşan Kara Fatmalar…
Çocuk, yaşlı, kadın demeden..
Atamızın önderliğinde bizlere
19 Mayıs’ı,
23 Nisan’ı,
30 Ağustos’u,
29 Ekim’i bıraktılar!
Amma…geriye Sarıkamış’ta ölenler için ‘halay’ çektiğimiz anmalar…
“Yağmur yağıyor çocuklar üşümesin” diye yasaklanan 23 Nisan’lar…
Her sene hastalık bahanesiyle iptal edilen 19 Mayıs’lar
ve güvenlik gerekçesiyle yasaklanan 30 Ağustos’lar kaldı!
***
Velhasıl
“Elin tokadını yemeyen kendi tokadını yumruk sanırmış!”
Tarihe altın harflerle yazılan onca zafer,
binlerce şehit ve ders alınacak yüzlerce hikaye kalmışken…;
Darbenin araştırılmasını istemediğiniz meclis önergeleri,
Muhterem hoca efendinizi değil de masum askeri karşınıza alarak bastırdığınız afişler,
Bir türlü TEMİZLEYEMEDİĞİNİZ,
KOVALAYAMADIĞINIZ ve
Düşmandan KURTARAMADIĞINIZ vatan varken
Size de hiçbir güvenlik gerekçesi göstermeden 1 hafta bayram yapmak komik gelmiyor mu?
Gelmiyorsa yukarıdaki satırları tekrar okuyun beyler, bayanlar…
Destan 3G ile yazılmaz.

Kaynak: İlk Kurşun

'Yerim Destanınızı' diyen gazeteci Yeliz Koray gözaltına alındı
16 Temmuz 2017



Kocaeli Koz Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yeliz Koray, haber yapmak için gittiği Ankara'da gözaltına alındı.

Konuyu sosyal medya hesabından paylaşan Yeliz Koray,’Sen gece kalk Ankara'ya gel, sabah kalk Cumhurbaşkalığı Kulliyesine git, kapıda hakaret davasından araman çıksın gözalti..hastane..karakol.. adliye.. Demeç almaya geldim, ifade veriyorum…” ifadelerini kullandı.
Akşam saatlerinde Koray’ın evine gelen İl Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Güvenlik Şube ekipleri Koray’ı gözaltına aldı. Koray, ‘Yerim Destanınızı!’ başlıklı yazısı ile 15 temmuz darbe girişiminin yıldönümüne ilişkin yazı kaleme almış ve çeşitli kesimler tarafından hedef gösterilmişti.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Yerim Destanınızı diyen gazeteci gözaltı Kocaeli Koz Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yeliz Koray


Arslan Bulut: 15 Temmuz, TSK’dan intikam alma bayramı!
Arslan Bulut
15 Tem, 2017



15 Temmuz afişlerine gelinceye kadar, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni aşağılamaya dönük bütün hareketlerin dökümünü veren Yılmaz Özdil‘in önemli yazısından sonra, iktidar partisinden yeni itiraflar geldi!
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “15 Temmuz, 27 Mayıs’ın intikamının alındığı gecedir. 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın intikamının alındığı bir gündür.” dedi.
Bu hesaba göre bir taşla beş kuş vurulmuş oluyor. Hedef, 15 Temmuz bahanesiyle, bütün eski hesapları görmek miydi? Ayrıca, intikam kimden alındı? TSK’dan mı? Öyle ya, bahsedilen müdahaleleri yapan TSK idi!

***
Bir okur, “Sayın Bulut, 15 Temmuz’da, 15 Temmuz’un neden bayram olmadığını, olamayacağını anlatan bir yazı yazınız” diye mesaj atmış. Yazayım ama 5 Temmuz’da yayınlanan “15 Temmuz’dan 29 Ekim çıkmaz!” başlıklı yazımı okumamış anlaşılan…

Fakat Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan, “Çanakkale’den aldığımız cesaretle ve özgüvenle Kurtuluş Savaşımızı zafere taşıdık. 15 Temmuz bizim yeni Çanakkale’mizdir, Dumlupınar’ımızdır, Sakarya’mızdır. Elde edeceğimiz bir sonraki zafer, 2023 hedefine ulaşmaktır” dediğine göre, 15 Temmuz’dan alınan cesaretle, 2023’te “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kurulmak isteniyor.
15 Temmuz işgal girişimiydi de AKP ne yapıyor?

Bugün “15 Temmuz’dan kim faydalandı?” sorusuna verilecek cevap bellidir!
15 Temmuz darbe ve işgal girişimi olmasaydı, Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında tek adam rejimi getiren Anayasa değişiklikleri gündeme getirilebilir miydi?

Görünen köy kılavuz istemez! 15 Temmuz, iktidarını kaybetmek üzere olan AKP’yi kurtarmış, bir de rejim değişikliği yapma fırsatı vermiştir!
İktidarın bütün sözcüleri, “kontrollü darbe” diyenleri FETÖ’ye hizmet etmekle suçluyor? Peki ama bu suçlamadan niçin bu kadar korkuyorlar?

***
Erdoğan BBC’ye konuşurken “CHP zihniyeti ve PKK terör örgütü… Bunlar hep beraber hareket ettiler.” dedi.

CHP’nin de hataları var ama Oslo’da PKK ile masaya oturan, açılım sürecini başlatan, askere operasyon izni vermeyip, etrafına hendekler kazılan şehirlerin iç savaşa hazırlanmasına göz yuman, Habur’da teröristlere çadır mahkemesini kuran, Dolmabahçe’de, Abdullah Öcalan‘ın yazdığı ve “ortak vatan” öneren mutabakata imza atan CHP miydi?

AKP’li Yasin Aktay ise BBC’ye, kendilerinin 17-25 Aralık öncesinde Gülencileri “bir sivil toplum kuruluşu” olarak değerlendirdiklerini, CHP’nin ise dindar sivil toplum kuruluşlarını devlet düşmanı gibi kodlayan bir yaklaşıma sahip olduğunu söyledi.

Yine BBC’ye konuşan “AKP, Cemaat, Sünni-Ulus” kitabının yazarı, Yrd. Doç. Dr. Fatih Yaşlı, “Darbe girişimini atlattıktan sonra Türkiye, demokratikleşme yönünde bir adım atma imkânı buldu ama ironik bir şekilde bir karşı darbe süreci yürürlüğe sokuldu” dedi.
Yaşlı‘nın diğer tespitleri şöyle:

*”15 Temmuz öncesinde Türkiye’de otoriter rejim inşa etmeye çalışan iktidar partisi, darbe girişimini bunun için bir fırsata çevirdi. Darbe girişimi, yalnız cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi değil milletvekillerinin tutuklanmasını da kolaylaştırdı. İktidar, Gülen cemaatiyle mücadelede samimi değil.”
*”Eğer devletin içinde bugün yüz binlerce cemaatçi varsa bunun baş sorumlularından biri ülkeyi 2002’den beri yöneten iktidardır. Son 15 senede kim bu insanlara devlet kapılarını açtı, kadrolaşmalarını sağladı? Sınavlarda nasıl sorulara ulaştılar? Mülakatlarda nasıl torpil yapıldı? Öncelikle iktidarın bu soruların cevabını vermesi lâzım. 10 yıl boyunca cemaatle birlikte güle oynaya yönettiler.”

***
15 Temmuz, aslında kaybeden AKP’nin can simidi oldu!
15 Temmuz, “karşı darbe”ye imkân sağladığı için artık AKP’nin TSK’dan intikam alma bayramıdır! Kendileri söylüyor!
yeniçağ

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba: 15 Temmuz gecesi Meclis'te yapılacak törene katılmayacağız
14 Temmuz 2017

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümü dolayısıyla Meclis’te yapılacak gece törenine ilişkin “AKP var, çeyrek ortağı parti var; ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyor. AKP genel başkanı himayesindeki törene genel başkanımız katılmayacak” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, AK Parti’nin FETÖ ile mücadelesini eleştirdi. Siyasi iktidarın, devleti FETÖ’ye teslim ettiğini savunan Ağbaba, “249 şehidimizin kanlarında bunların parmağı vardır. O uçakları kullanan pilotları orduya yerleştiren AKP’dir. AKP MYK’sında FETÖ ile resmi olmayan ilişkisi olmayan bir tek insan bulamazsınız. CHP MYK’sına bak geçmişte FETÖ ile mücadele edenler bizim MYK’mızda. AKP’lilere sesleniyoruz önümüzdeki günlerde bunu kanıt, resim ve videolarla paylaşacağız sizlerle. AKP samimi bir parti değil hiç olmadı. AKP’nin filmini çekseler arka fonda ‘Dombıra’ değil ‘Mezdeke’ çalması lazım. AKP kendi koltuğuna rakip gördüğü için savaşıyor FETÖ ile” diye konuştu.

“249 ŞEHİDİN KANI YERDE KALMAYACAKSA SİYASİ AYAĞIN ORTAYA ÇIKARILMASI LAZIM”

‘Reis’ filminin yapımcısının da tutuklandığını hatırlatan Ağbaba, darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmadığını savundu. CHP’li Ağbaba, “FETÖ ile kimlerin iş birliği yaptığını bizim için değil ama AKP için sürpriz olacak. OHAL devam ediyor ama 15 Temmuz’dan bir yıl geçmesine rağmen FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadele edilmedi. Siyaset yok mu? Hodri meydan diyoruz, gelin geçmişteki bütün ilişkiler, milletvekilleri araştırılsın, kimler FETÖ’cü? 249 şehidin kanı yerde kalmayacaksa siyasi ayağının ortaya çıkarılması lazım. AKP, meclis ayağına girmek istemiyor. Çünkü meclis ayağına girerse AKP diye bir grup kalmaz” dedi.

“BİR MECLİS RAPORUNDA İLK KEZ ‘TROLLEME’ GÖRÜYORUZ”

Meclis Başkanlığı’na sunulan Darbe Komisyonu’nun raporunda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla partisinin FETÖ ile ilişkilendirildiğine dair soru üzerine Ağbaba, şunları söyledi:

“Bir Meclis raporuna ilk kez bir ‘trolleme’ görüyoruz. Yazılmış bir rapor ve o rapora CHP, HDP ve MHP muhalefet şerhi yazıyor. Birleştiriliyor. O şerhten sonra AKP yeni bir ilave yapıyor. Resmen bir yankesiciliktir. Buradan söylüyorum. Reşat Petek FETÖ’cüdür. Onunla program yapanlar bugün Silivri’de yatmaktadır. O kürsüye getirilmesinin nedeni tam da budur. Eli kolu bağlanmış kafasında bağlanan bir kılıç ne söylense yapmaktadır. Reşat Petek yargıda kimin nereye yerleştirildiğini bilen bir adamdır. Beraber program yaptığı insanlar cezaevinde. TV kanallarında FETÖ’yü pazarlayanlar bugün darbe komisyonu başkanı olmuştur. Böyle bir rezillik darbe komisyonu raporu trollüyorlar, yazılmış rapora tekrar rapor yazılarak. Darbe komisyonunda kimler ‘Bylock’cu. Selçuk Özdağ ‘Bylock’ var mı yok, Reşat Petek var mı yok mu. Yok desin cevap versin”

“AKP GENEL BAŞKANI HİMAYESİNDEKİ TÖRENE GENEL BAŞKANIMIZ KATILMAYACAK”

TBMM’de gece yapılacak 15 Temmuz törenine partisinin davet edilmediğini belirten CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba, “Genel başkanımız katılmayacak o törene. Meclis bombalanırken kapıları ilk açan CHP milletvekilleriydi. Milletvekillerini nasıl demokrasi öpücüğüne boğduğunu meclis başkanına sorun. AKP var, çeyrek ortağı parti var ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyor. Yenikapı’ da yalvaran AKP Genel Başkanı, genel başkanımıza hakaretler ediyor. AKP Genel Başkanı himayesindeki törene genel başkanımız katılmayacak” diye konuştu.
sözcü

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba: 15 Temmuz gecesi Meclis'te yapılacak törene katılmayacağız
14 Temmuz 2017

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümü dolayısıyla Meclis’te yapılacak gece törenine ilişkin “AKP var, çeyrek ortağı parti var; ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyor. AKP genel başkanı himayesindeki törene genel başkanımız katılmayacak” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, AK Parti’nin FETÖ ile mücadelesini eleştirdi. Siyasi iktidarın, devleti FETÖ’ye teslim ettiğini savunan Ağbaba, “249 şehidimizin kanlarında bunların parmağı vardır. O uçakları kullanan pilotları orduya yerleştiren AKP’dir. AKP MYK’sında FETÖ ile resmi olmayan ilişkisi olmayan bir tek insan bulamazsınız. CHP MYK’sına bak geçmişte FETÖ ile mücadele edenler bizim MYK’mızda. AKP’lilere sesleniyoruz önümüzdeki günlerde bunu kanıt, resim ve videolarla paylaşacağız sizlerle. AKP samimi bir parti değil hiç olmadı. AKP’nin filmini çekseler arka fonda ‘Dombıra’ değil ‘Mezdeke’ çalması lazım. AKP kendi koltuğuna rakip gördüğü için savaşıyor FETÖ ile” diye konuştu.

“249 ŞEHİDİN KANI YERDE KALMAYACAKSA SİYASİ AYAĞIN ORTAYA ÇIKARILMASI LAZIM”

‘Reis’ filminin yapımcısının da tutuklandığını hatırlatan Ağbaba, darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmadığını savundu. CHP’li Ağbaba, “FETÖ ile kimlerin iş birliği yaptığını bizim için değil ama AKP için sürpriz olacak. OHAL devam ediyor ama 15 Temmuz’dan bir yıl geçmesine rağmen FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadele edilmedi. Siyaset yok mu? Hodri meydan diyoruz, gelin geçmişteki bütün ilişkiler, milletvekilleri araştırılsın, kimler FETÖ’cü? 249 şehidin kanı yerde kalmayacaksa siyasi ayağının ortaya çıkarılması lazım. AKP, meclis ayağına girmek istemiyor. Çünkü meclis ayağına girerse AKP diye bir grup kalmaz” dedi.

“BİR MECLİS RAPORUNDA İLK KEZ ‘TROLLEME’ GÖRÜYORUZ”

Meclis Başkanlığı’na sunulan Darbe Komisyonu’nun raporunda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla partisinin FETÖ ile ilişkilendirildiğine dair soru üzerine Ağbaba, şunları söyledi:

“Bir Meclis raporuna ilk kez bir ‘trolleme’ görüyoruz. Yazılmış bir rapor ve o rapora CHP, HDP ve MHP muhalefet şerhi yazıyor. Birleştiriliyor. O şerhten sonra AKP yeni bir ilave yapıyor. Resmen bir yankesiciliktir. Buradan söylüyorum. Reşat Petek FETÖ’cüdür. Onunla program yapanlar bugün Silivri’de yatmaktadır. O kürsüye getirilmesinin nedeni tam da budur. Eli kolu bağlanmış kafasında bağlanan bir kılıç ne söylense yapmaktadır. Reşat Petek yargıda kimin nereye yerleştirildiğini bilen bir adamdır. Beraber program yaptığı insanlar cezaevinde. TV kanallarında FETÖ’yü pazarlayanlar bugün darbe komisyonu başkanı olmuştur. Böyle bir rezillik darbe komisyonu raporu trollüyorlar, yazılmış rapora tekrar rapor yazılarak. Darbe komisyonunda kimler ‘Bylock’cu. Selçuk Özdağ ‘Bylock’ var mı yok, Reşat Petek var mı yok mu. Yok desin cevap versin”

“AKP GENEL BAŞKANI HİMAYESİNDEKİ TÖRENE GENEL BAŞKANIMIZ KATILMAYACAK”

TBMM’de gece yapılacak 15 Temmuz törenine partisinin davet edilmediğini belirten CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba, “Genel başkanımız katılmayacak o törene. Meclis bombalanırken kapıları ilk açan CHP milletvekilleriydi. Milletvekillerini nasıl demokrasi öpücüğüne boğduğunu meclis başkanına sorun. AKP var, çeyrek ortağı parti var ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyor. Yenikapı’ da yalvaran AKP Genel Başkanı, genel başkanımıza hakaretler ediyor. AKP Genel Başkanı himayesindeki törene genel başkanımız katılmayacak” diye konuştu.
sözcü

CHP'li Erdoğdu 15 Temmuz'un karanlık noktalarını değerlendirdi
15 Temmuz 2017



Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’nun CHP’li Üyesi Erdoğdu darbe girişiminin yıldönümünde konuşarak, "Cemaat’in hazırlıklarını devletin öngördüğünü, vakit tamam olunca da darbenin başlamasına göz yumduğunu düşünüyoruz" dedi.

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin üzerinden bir yıl geçti. Darbe girişimini fırsata çeviren AKP, 20 Temmuz’da OHAL ilan etti. “Darbecilerle mücadele” adı altında tüm muhaliflere yönelik bir tasfiye süreci başlatıldı. Baskı ve tasfiye tüm hızıyla devam ederken, 15 Temmuz’la ilgili pek çok karanlık nokta, iktidar karartması nedeniyle aydınlatılamadı hâlâ.

Bu süreci yakından izleyen TBMM Darbe Araştırma Komisyonu Üyesi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu ile 15 Temmuz’u Birgün'e anlattı. “AKP kanlı ve hain darbeye giden yolları elleriyle döşedi” diyen Erdoğdu’nun, “Devletin Cemaat’in hazırlıklarının tamamından ya da belki bir kısmından haberdar olduğunu, vakit tamam olunca da darbenin başlamasına göz yumup yarı yolda sekteye uğrattıktan sonra ilan edilen OHAL ile ne kadar muhalif varsa tasfiye edilmesine izin verdiklerini düşünüyoruz” sözleri dikkat çekici. Erdoğdu’ya yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:

15 Temmuz’un üstünden bir yıl geçti. Ancak o güne ilişkin pek çok karanlık nokta var. Size göre yanıt bekleyen en temel sorular hangileri?

O kadar çok cevapsız soru var ki! Hatırlayalım o günü. MİT’e 15 Temmuz’da bir ihbarcı geliyor. Kara Havacılık Okulu’nda pilot. Saat 03.00’te MİT Müsteşarı’nı ikametgâhından kaçıracaklarını söylemiş. İstihbarat şefi gece askeri helikopterle askerler tarafından herhalde fidye için kaçırılmaz. Bu darbe girişiminin bal gibi de işaretidir. MİT, ihbarı Genelkurmay’a bildiriyor. Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılan Fidan bu olayın daha büyük bir olayın işareti olabileceğini söylüyor, bir nevi darbe olasılığından bahsediyor. Bunun üzerine Akar olağanüstü önlemleri uygulamaya koyuyor.

Bu arada Fidan, Genelkurmay Başkanı ve dönemin 2. Başkanı’nın önünde Cumhurbaşkanı’nı arıyor ama Koruma Müdürü’yle görüşebiliyor. Akar’a yaptığı ciddi uyarıları neden Cumhurbaşkanı’na da aktarmadığını, neden görüşmekte ısrarcı olmadığını öğrenemedik. Komisyona gönderdiği yazıda da değinmemiş. Koruma Müdürü Muhsin Köse’ye darbe olasılığından bahsedip bahsetmediğini, bahsetmediyse ki Org. Güler’in ifadesinden anladığımız kadarıyla bahsetmemiş, neden bahsetmediğini soramadık. Darbeyi araştıran savcılar da öğrenemedi. Merak edip de Muhsin Köse ve Hakan Fidan’ın ifadelerine başvurdular mı, bilemiyoruz.

MİT MÜSTEŞARI KAYIP

Fidan’a o akşam ulaşılamıyor olması olağan mı?

Ülkede kıyamet koparken Başbakan, köprüyü kapatan tankı TV’de görünce MİT Müsteşarı’nı arıyor ama ulaşamıyor, o sırada nerede bilinmiyor. Gece neredeydi bilinmiyor. İstihbarat şefidir, bilinmemesi normaldir, diyebilirsiniz. Ama Başbakan aramış ulaşamamışsa bit yeniği ararız.

Fidan Genelkurmay’a 18.10’da girmiş, 20.20’de ayrılmış. Çünkü MİT karargâhında 20.30’da yabancı bir konukla randevusu varmış. Muhtemelen Başbakan, ofisinden 21.00’de ayrılıp Tuzla’daki konutuna giderken Fidan da Ankara’da bu görüşmedeydi. Başbakan konutuna 21.35’te girmiş. Darbeciler Whatsapp’ta Yurtta Sulh adında bir grup kurmuş, 21.26’da emir verilmiş, ‘İstanbul dışına çıkan trafiğe izin verilecek, içeri giren trafik engellenecek’ diye. Başbakan Boğaz Köprüsü’nü geçer geçmez askerler köprüyü trafiğe kapatmış. Bu zırhlılar Maltepe’den köprüye havadan uçarak gelmedi herhalde. Aynı gün akşamüstü devletin en tepesindeki konuşmalara rağmen bu askeri hareketliliğin izlenmemiş olması nasıl açıklanacak?

‘HABERLERİ VARDI’

MİT’in, Genelkurmay’ın, Cumhurbaşkanı’nın ya da Koruma Müdürü’nün bir darbe olasılığından en azından 2-3 saattir haberinin olduğu kesin o zaman…

Biliniyor evet, ama kimse bir şey yapmıyor. Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’nın ifadesinden öğrendik, darbe olasılığı varsa birliklere ve komutanlarına kışladan çıkmama emri verilirmiş. Bu emir de verilmemiş, neden?

Başbakan Ankara’ya giderken Kastamonu dolayında jandarma aracından ateş açılınca tünel inşaatına sığınmış. Kastamonu Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Faruk Bal ve Kurmay Başkanı Jandarma Pilot Kurmay Albay İrfan Kılıçarslan’ın 16 Temmuz gece yarısına doğru tutuklanarak cezaevine konulduğunu öğrendim. Bu isimlerin şu andaki durumları hakkında bilgim yok ama.

‘FİDAN GÖREVİNİ YAPMADI’

Başbakan neden bilgilendirilmedi?

Fidan’ın, Yıldırım’a neden bilgi vermediğini hâlâ bilmiyoruz. Başbakan son bir yılda nedenini öğrenebildi mi onu da bilmiyoruz. Başbakan’ın görevini yapmayan Fidan’ı neden hâlâ o görevde tuttuğunu da öğrenemedik.

Fidan Komisyon’a gönderdiği yazıda darbe girişiminin başlamasının ardından tüm teşkilatın teyakkuza geçirildiğini belirtmişti. Ancak ihbarın daha bir büyük eylemin parçası olma olasılığını ya da daha açık söylemek gerekirse darbe olasılığını MİT’in yerel birimlerine bildirmediğini biliyoruz.

‘Öksüz’ün kaybolması tesadüf değil’

Adil Öksüz meselesi hâlâ aydınlatılmadı...

Adil Öksüz tüm darbe planlamasının içindeki önemli bir isim. Darbeciler için Akıncılar o gece önemli bir yer. Cumhurbaşkanı’nı Marmaris’te kaldığı otelden kaçıracak darbeci askerlere talimatlar da hep bu üsten verilmiş. Adil Öksüz bu darbenin karanlıkta kalan yerlerini aydınlatacak bilgilere sahip birisiymiş.

Kaybolması da tesadüf olmamış bence

Komisyon görevini yapabildi mi?

İnsanların aklıyla alay ediyorlar. Araştırmayalım, gerçekler ortaya çıkmasın diye çırpındılar. AKP’li Reşat Petek dinlenmesini istediğimiz birçok isme davet bile göndermedi. Basının komisyon toplantılarında kameralarla görüntü almasını engelledi.

Suçluluk psikolojisi ile darbeyi aydınlatmak için attığımız her adımı sayısal çoğunluğu kullanarak engellediler.

Bu süreçte binlerce gözaltı, görevden alma yaşanırken darbenin siyasi ayağı konusunda neden hiçbir ilerleme kaydedilemedi?

Saraylarda, konaklarda dayısı olmayan herkes ensesinden tutulup işten atılırken, hapse tıkılırken “damatların” önce alınıp sonra, halkın zekâsıyla alay edercesine, hem de kanuna aykırı belgelerle serbest bırakılması darbenin siyasi ayağının kim olduğu konusunda yeterince fikir veriyor bence.

‘Rapora CHP’yi ekleme talimatı Saray’dan’

Darbe Komisyonu Raporu’na Adalet Yürüyüşü’nün ardından CHP’yi hedef alan bir ekleme yapılmasıyla ilgili ne söylemek istersiniz?

Adalet Yürüyüşü ile Saray’ın kimyası bozuldu, buna hiç şüphe yok. Rapora bunun eklenmesi talimatı Saray’dan geldi bana göre. Bize sundukları raporda bunlar yoktu. Etik değil bir kere. Biz buna izin vermeyiz. Bizi FETÖ’yle ilişkilendirmeye çalışmak da tam şark kurnazlığı. Kimse yemiyor. Kusura bakmasınlar. AKP, devleti bunlara teslim ederken CHP’nin nasıl uyardığı, neler söylediği arşivlerde duruyor.

‘AKP, bu darbeyi bekliyordu’

15 Temmuz’a gelinen süreç, bu süreçte AKP’nin rolü konusunda neler söylenebilir?

AKP, 2002’de iktidara geldikten sonra Gülen Cemaati ile stratejik bir işbirliğine girdi. Devlet kadrolarını tamamıyla cemaate teslim etti. Cemaatin normal yollardan yerleşemediği devlet kadrolarını iftirayla, hileyle, sahtekârlıkla boşaltarak ele geçirmesine yeri geldi göz yumdu, yeri geldi yardımcı oldu. Daha önce devlete gizlice sızan Fethullah Gülen Cemaati mensupları, 2002 yılında AKP ile kurulan ittifak sonucu devletin hemen tüm kurumlarını teslim aldı. AKP bu kanlı ve hain darbeye giden yolu elleriyle döşedi. Kesinlikle bu darbeyi bekliyordu. Zira Cemaat’in en kritik adamları istihbarat birimlerince biliniyordu. Bilinmemesi mümkün mü? Kendileri söylüyor 15 Temmuz’dan çok önce saldırının başladığını.

‘Aralarında paylaşım kavgası başlayınca...’

AKP, cemaat kadrolarının devlete yerleşmesi için liyakati rafa kaldırdı, hukukun çiğnenmesine izin verdi. Devletin nefesinin Gülen cemaatinin ensesinden çekilmesini sağlayıcı adımlar attı. Bunları da bilerek yaptığını kendi itiraflarından öğreniyoruz. Ömer Dinçer’in kitabında anlattıkları ortada. “Tayyip Erdoğan siyasi sorumluluğu, ben hukuki sorumluluğu aldık MGK raporunu sumen altı ettik” diyor. Güç paylaşımından kavga kopunca da düğmeye basıldı ve savaş ilan edildi. Komisyona gelip bilgi veren bürokratlar, AKP’nin cemaati nasıl koruyup kolladığını, iktidarda olan partinin milletvekillerinin önünde itiraf edemiyorlar. Ya da dünya görüşü olarak aynı şekilde düşündükleri için hükümet karşısında muhalefete koz vermek istemiyorlar.

‘Darbenin başlamasına göz yumdular’

CHP’nin “kontrollü darbe” söylemi iktidarı kızdırıyor. Neden “kontrollü darbe” diyorsunuz?

Gülen Cemaati’nin aslında 17 Aralık 2013 öncesinde de devlet için tehlike arz ettiğini kimse açıkça söylemiyor, resmi yazıya dökemiyor. O yüzden biz Cemaat’in tüm hazırlıklarını devletin öngördüğünü, hazırlıkların belki tamamından belki bir kısmından haberdar olduğunu, vakit tamam olunca da darbenin başlamasına göz yumup, yarı yolda sekteye uğratarak sonrasında ilan edilecek OHAL ortamında ne kadar muhalif varsa demokratik olmayan bir şekilde tasfiye edilebilecek bir ortama izin verdiklerini düşünüyoruz.

Bu süreçte binlerce gözaltı, görevden alma yaşanırken darbenin siyasi ayağı konusunda neden hiçbir ilerleme kaydedilemedi?

Saraylarda, konaklarda dayısı olmayan herkes ensesinden tutulup işten atılırken, hapse tıkılırken “damatların” önce alınıp sonra, halkın zekâsıyla alay edercesine, hem de kanuna aykırı belgelerle serbest bırakılması darbenin siyasi ayağının kim olduğu konusunda yeterince fikir veriyor bence.
Kaynak: Yurt gazetesi

DİSK Genel Başkanı Beko: FETÖ’yü besleyenler hesap vermeli
14.07.2017



DİSK Yönetim Kurulu adına açıklama yapan Genel Başkanı Kani Beko’nun, 15 Temmuz darbe girişimini lanetleyerek “15 Temmuz günü halka silah sıkanlar kadar, darbenin merkezinde olduğu söylenen FETÖ yapılanmasını besleyenler de hesap vermeli” dedi.

DİSK’in 15 Temmuz 2016’da yaşanan askeri darbe girişimini lanetlediği ve darbeciler tarafından katledilenlerin saygıyla anıldığı ifade edilen açıklamada, “Halk egemenliğine karşı girişimler olan darbelerin, demokrasiye ve işçi haklarına verdiği zararların bilincinde olmak, demokrasiye ve özgürlüklere kasteden her türlü darbeye ve diktaya karşı mücadele etmek işçi sınıfının önemli bir görevidir” dendi.

DİSK’in darbelerden ve baskı rejimlerinden en büyük zararı gören, faaliyetleri durdurulan, yöneticileri darbeciler tarafından idamla yargılanan bir işçi örgütü olduğu belirtilen açıklamada şi ifadelere yer verildi: “15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümü vesilesiyle darbecileri bir kez daha lanetlerken, darbenin aydınlatılması ve tüm sorumluların hesap vermesi talebini de bir kez daha güçlü bir biçimde dile getirmektedir. 15 Temmuz günü halka silah sıkanlar, halk iradesinin cisimleştiği TBMM’yi bombalayanlar kadar, onlara bu emri verenlerin, darbenin merkezinde olduğu söylenen FETÖ yapılanmasını besleyenlerin, destekleyenlerin, ayrımsız-kayıtsız şartsız hesap vermesi gerekmektedir. 15 Temmuz darbe girişiminde yitirdiğimiz yurttaşlarımız için adalet, siyasetten bürokrasiye tüm sorumluların adil bir yargılama süreci sonunda hesap vermesiyle sağlanabilir.”

DİSK FETÖ darbe işçi Kani Beko halk açıklama ifade baskı adalet mücadele TBMM yargılama
Birgün

Vatan Partisi 15 Temmuz afişlerini yargıya taşıyacak
15 Temmuz 2017



"Kaldırılmazsanız o afişleri millet kaldıracak. Kaldırın, indirin o afişleri"

- A +
15:14


inPaylaşın

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Antalya İl Başkanlığı'nı ziyaretinde 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümünde asılan afişlerle ilgili açıklamalarda bulundu. Türk ordusu ve milletinin beraber darbeyi önlediğini belirten Perinçek, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) hakaret içeren afişler hakkında "Bu afişleri hazırlayanlar, asanlar ve astıranlar için suç duyurusunda bulunacağız" dedi.

Perinçek'in Antalya İl Başkanlığı'ndaki açıklamasının tamamı ise şöyle:

"Cumhurbaşkanı ve hükümet o afişlerden sorumludur"

Doğu Perinçek, cumhurbaşkanlığı forsu taşıyan, Türk askerini zavallı gösteren, ağlarken gösteren 15 Temmuz afişlerinin asılmasını ise vahim olarak niteledi. Perinçek, şunları kaydetti:

"Bu, Türk ordusuna karşı psikolojik savaştır. Bu savaşta askeri küçük düşüren fotoğrafları ABD, PKK, FETÖ destekler. Daha acı olanı o afişlerin altından cumhurbaşkanlığının armasının bulunmasıdır. AKP'nin içinde o afişlere tepkiler vardı. AKP'nin içinde vatanseverler var. Bu afişlerin indirilmediğini görüyoruz. İyi niyetimizle bu afişlerden Cumhurbaşkanı ve Başbakanın haberi yok diye düşünüyorduk. Oralara sızmış olan Amerikancı unsurlar, iç kargaşa çıkarmak için bu afişleri bir tertip olarak hazırlamışlardır diye düşünüyorduk. Cumhurbaşkanı ve Başbakan öğrendiğinde indirir diye iyi niyetli düşündük. Ama afişler indirilmediği için cumhurbaşkanı ve hükümet o afişlerden sorumludur."

"Kaldırmazsanız millet o afişleri kaldıracak"

Vatan Partisi olarak yarın bu afişleri astıran, asanlar için Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunacaklarını açıklayan Perinçek, bu afişlerin Türk ordusuna hakaret suçu içerdiğini söyledi. Perinçek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Afişler indirilmelidir, o afişlerin mazereti yoktur. Zırvaları kabul etmiyoruz. Türk askerine karşı bir kampanya açılmıştır. Bu savaşı ancak ABD ve İsrail açar. Cumhurbaşkanına ve hükümete son bir fırsat, o afişleri derhal kaldırılmalıdırlar. O afişleri kaldırmak fazilettir. Ümit ediyoruz o afişleri yapanlar onların bilgisi dahilinde değildir. Kaldırılmazsanız o afişleri millet kaldıracak. Kaldırın, indirin o afişleri. Bu afişleri hazırlayanlar, asanlar ve astıranlar için suç duyurusunda bulunacağız."
T24

"Erdoğan yeminine sadık kalsaydı ne 'FETÖ' olurdu, ne de 15 Temmuz"
15 Temmuz 2017



"Adaletsizliğin şampiyonu oldular"


CHP İzmir Milletvekili Musa Çam, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Son 10-15 yılda ülkemizin iç ve dış politikalarının tek belirleyicisi olan Erdoğan, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı olurken yaptığı yemine sadık kalsaydı, ne 'FETÖ' diye bir örgüt olurdu, ne de 15 Temmuz" dedi.

Çam, darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçtiği hâlde bilimsel olarak araştırılmadığını belirterek şunları söyledi:

"Bu irticai örgütlenmenin kamu yönetiminin neredeyse tamamını nasıl ele geçirdiğini, kimler tarafından ne düzeyde himaye ve destek gördüğünü, örneğin ‘ne istediniz de vermedim’ itiraflarını konuşmayacağız, tartışmayacağız. Sadece ‘vay hainler’, ‘sizi gidi gözü doymazlar’ diyerek lanetleyeceğiz, 15 Temmuz’u bayram ilan edeceğiz, bu tarihi ihaneti anlamış ve çözümlemiş olacağız. Böyle saçmalık, böyle tutarsızlık olmaz. Bugüne kadar yapılanlar; kuru gürültü ile olayların özünün unutturulmaya çalışılmasıdır. 15 Temmuz FETÖ soruşturmasından kaçıyorlar. Çünkü koltuklarından, iktidardan olacaklarından korkuyorlar. Ciddi ve bilimsel bir araştırma sonucu Erdoğan’a AKP’ye dokunacaktır. O zaman gerçek FETÖ’cü ortaya çıkacak o da Erdoğan’ın ta kendisi"

"Adaletsizliğin şampiyonu oldular"

“Erdoğan ve AKP’sine ne kadar muhalif varsa, hedef haline getirilmiş, baskı ile ezilmeye, yok edilmeye çalışılmaktadır"

"Siyasi iktidar hukuksuzluğun, adaletsizliğin şampiyonu haline gelmiştir. Tüm bu baskı, terör ve yasaklar da ülkemizin beka sorunu var diyerek halka yutturulmak isteniyor. Beka sorunu varsa bu halkın gönüllü desteği ile çözülür. Mutlaka bir beka sorunundan söz edilecekse, şu 1 yıldaki uygulamalar da göstermektedir ki, ülkenin değil Erdoğan’ın böyle bir sorunu var. Son 10-15 yılda ülkemizin iç ve dış politikalarının tek belirleyicisi olan Erdoğan, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı olurken yaptığı yemine sadık kalsaydı, ne FETÖ diye bir örgüt olurdu, ne de 15 Temmuz."

ETİKETLER
tayyip erdoğan yemin fetÖ 15 temmuz
T24

Eski AKP’li vekil: Gül, Gülen’i ziyarete gitti; Akif Beki organize etti
15/07/2017



Eski AKP’li vekil Emin Şirin, 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘FETÖ’ lideri Fethullah Gülen’i ziyaret ettiğini öne sürdü.

Gülen geçen yayınlanan bir söyleşisinde “Aralarında eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ile 50 milletvekilinin de olduğu binlerce kişi beni ziyarete geldi. Bu yüzden birçok kişi beni tanıyabilir ama ben onları tanımıyorum” demişti.

Gül de “Başbakanlığım, dışişleri bakanlığım ve cumhurbaşkanlığı görevlerim süresinde kesinlikle bir görüşmem olmamıştır” sözleriyle Gülen’i yalanlamıştı.

Yıllar boyu Gülen’e yakınlığıyla bilinen yazar Fehmi Koru ise görüşmeyi yalanlayarak, “Böyle bir görüşme olsaydı kulağıma gelirdi; en başta kendisi bunu bana söyleme ihtiyacı duyardı” demişti.

‘Gül de ziyarete gitti Fethullah Gülen’i’

Sputnik’ten Yavuz Oğhan’a konuşan Şirin, o dönem evli olduğu, şu anda da tutuklu bulunan gazeteci Nazlı Ilıcak’la birlikte, gazeteci Akif Beki aracılığıyla Gülen’le görüştüğünü, aynı günlerde Gül’ün de bir görüşme gerçekleştirdiğini söyledi.

Beki’nin kendisine “Bu Pensilvanya ziyaretini organize eden Nazlı hanımla birlikte Amerikada’yken gidip görmek ister misiniz” diye teklifte bulunduğunu dile getiren Şirin, “O sırada Kanal 7’nin Amerika temsilcisiydi. Burdan katiyen Akif Beki’nin Fetullahçı olduğu manası çıkmasın, aynı seyahatte bizle bulunan Abdullah Gül de ziyaret etti Fetullah Gülen’i ama o sıralarda Abdullah Gül’ün de resmi bir görevi yoktu” dedi.

‘Fehmi Koru doğru söylemiyor’

Gül’ün Gülen’le görüşmesinin 2000 yılında gerçekleştiğini söyleyen eski AKP’li vekil, “Zaman meselesi var benim bu bahsettiğim zaman Aralık 2000. Dolayısıyla o sırada hiçbir resmi görevi yoktu. Ama hiç gitmediği konusunda Fehmi bey doğru söylemiyor. ‘Hiç gitmedi’ derken her halde resmi görevde olduğu süreyi kastediyorlar” diye konuştu.
Diken

15 TEMMUZ AFİŞLERİ ÇUVAL FOTOĞRAFLARININ DEVAMI GİBİ
Mehmet KARATEPE
13 Temmuz 2017

Bundan 10 gün evvel Çuval Hadisesinin 14. senesiydi. Hatta ADIMLAR’da “Unutmadık, Unutturmayacağız” vurgulu haberi de yayınlandı. Bilindiği gibi 04 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de nöbet tutan Türk askerleri, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “evlerine sağ salim dönmesi için” dua ettiği Amerikanlı işgalci teröristler tarafından rehin alınmış, çekilen fotoğraflar da basına servis edilmişti. Saldırının esas amacı rehin alınan 12 asker değil, çekilen bu fotoğraflar üstünden büsbütün Türk Milletini demoralize etmek, onun onurunu ayakl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ağu 12, 2017 8:57 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Tem 16, 2017 2:26 am    Mesaj konusu: 5 TEMMUZ AFİŞLERİ ÇUVAL FOTOĞRAFLARININ DEVAMI GİBİ Alıntıyla Cevap Gönder

AYŞE KANTARCI’DAN HALİL’E “MEKTUP”
16 Temmuz 2017

Sevdiğim, sevildiğim, öğrendiğim, öğrettiğim, özlediğim, kıymetlim…

Sen gittin, sözler biriktirdim sana söyleyemediğim, söyleyemeyeceğim. Sen gittin fotoğraflar çektim sana gönderemediğim, gösteremediğim. Çiçekler yetiştirdim başucuna gelip beraberce seyredemediğim. Sen gittin ya yar dediğim ! Biz hep biraz eksik, hep biraz yarım…

Haberini aldığım ilk an zaman dondu sandım, bir daha hiç akmayacak… Sanki bir daha güneş hiç doğmayacak, bir daha ben hiç ben olmayacağım… Sen çıkıp gittin ya son kez şu kapıdan , dönmeyeli tam bir yıl geçti. Sensiz fakat her anı seninle tam bir yıl… Oysa dün gibi…

16 Temmuz… Hastanedeyiz… ” Halil şehit oldu ” dediler. Ben çaresiz ” olmasın ” dedim. Bu bir hakikat olmasın… Belki bir rüya, belki kötü bir şaka , belki bir yanlışlık olsun fakat hakikat olmasın.

Daha yapacaklarımız vardı seninle… “çocuklar büyüsün ” diyerek ertelediklerimiz, ” yaz gelsin, bahar gelsin yaparız ” dediklerimiz… Nasıl böylesine ani ? Zamanımız vardı daha, zaman bizimdi oysaki…

Sonsuz bir kaçış yok hakikatten… Kabullendim… Sonra kendime kızdım. Bu kadar yakınımdaydı ” O’ nun canı yandı ve ben hissetmedim ” dedim. Asla unutmayacağım bir teselli cümlesi geldi ” hissetmedin Ayşe, çünkü O’ nun canı hiç yanmadı ” …

Evet , sen şehittin … Sonrası dua … Allah’ ım O’ nun günahlarını affeyle, O ‘ nu Hz Hamza ile komşu eyle , Uhut şehitleriyle cem eyle !

Dayanma gücü ver Allah’ ım , sen kolaylaştır … Rabbim dayanma gücü verdi . Çocukları düşündüm , anneydim ben . Çocuklar teselli edecekleri değil, teselli bulacakları bir anne isterlerdi. ” sen derdin ya hani ” sen ölürsen hepimiz ölürüz Ayşe’m, sen iyi ol ” Ben hepimiz için iyi olmalıydım. ” Allah’ ım dayanma gücü ver! “

” Ben şimdi ne yapacağım? ” dedim. Halil benim elim, ayağım, her şeyimdi… ” Kadim dostum cevap verdi ” biz varız Ayşe, biz hep yanında olacağız, beraber atlatacağız, bundan sonra biz varız…” Ben gerçekçi… ” herkes bir gün kapısını kapatacak ” dedim. Sonra Allah’a sığındım, Allah var! “Rabbim bana çok güzel kapılar açacak ” dedim bilmiyorum kaç kez… Öyle oldu… Herkes kapısını kapattı , lakin bizim kapımız hiç kapanmadı . Giderken bizi emanet ettiğin ümmetten geldiler… Yıllanmış dostlar ve yıllanacak dostlar… Kapımız hiç kapanmadı dualarla geldiler, sevgileriyle geldiler… uzaktan, yakından… Ve Rabbim bize çok güzel kapılar açtı. Sanki Sana orada bize burada cenneti yaşattı…

Sonra bir şey hatırladım ve farkettim neyi yaşadığımı. Sen şehit olmuştun, bense şehit eşi… Sen ” onlar diridirler ” ayeti ile müjdelenmiştin. Elhamdülillah ! İçimde bir coşku ” Allah beni çok seviyor ” dedim, ” duama icabet etti . “

Bir arkadaşım “. Halil’ in şehit olduğu haberini alınca kulağıma sesin geldi Ayşe , hani ortaokuldayken hep “şehit tahtında” yı söylerdin ya, aynı o ses… Ne çok istemişsin . ” Öyle ya , ne çok istemiştim. Yıllarca ettiğim , yıllardır etmediğim duam. ” şehit olayım, şehit eşi olayım…”

10 yaşındayım …Yaz tatili… Adapazarı’ndayız… Dayımların bir kaseti var, sabahtan akşama döndürüp döndürüp onu dinliyorum. ” kalksam ve dirilsem” . Çocuğum , anlamıyorum esasen ama hissediyorum. İdrak ediyorum . Çocuk feraseti… Allah için mücadele etmek , zalimlere kafa tutmak , ümmetin derdi ile dertlenmek , Allah için sevmek, Allah için ölmek … Cihad ! Karar veriyorum ” ben Cihat edeceğim, bir Mücahit ile evleneceğim ve oğlum olursa ismini ” Cihat ” koyacağım. Elhamdulillah …

Sen… En acıyan , en acıtan yanım, inandığım , aldandığım, kızsam da incinsem de küsemediğim, tek zaafım… “Ben gidersem ” diye başlayan cümlelerin aklımda… Sanki bilir gibi… Her an bırakıp gidecek gibi , Hep telaşlı , hep sabırsız , hep aceleci , hemen olsun, şimdi olsun hallerin … Benim “zamana yay “mizacıma inatla … Bazen sana kızardım , sonra durup düşünürdüm ” şayet sana bir şey olsa , kızdığım şeyin bir manası olacak mı ? ” diye. Hemen yatışırdı yüreğim… Zira hiç birşey senin varlığından daha kıymetli değildi. O sebepledir sana her defasında ” Canın sağolsun” deyişim. Canın sağolsun, sağlık olsun…

Sen , alnımın yazısı… Bizi bugün ayıran , yıllar önce yola çıkaran aynı dua … Aralık 2004… Tanıştığımız ilk gün. Çoğunlukla sen anlatıyorsun ben dinliyorum. Bir ara Nasıl oldu mevzu neydi bilmiyorum, ” evet , şehit olmak benim duam ” diyorum. Yüzünde bir tebessüm, gözlerin ışıl ışıl, arkana yaslanıyorsun … Aynı dua … Aynı kader…

Bazen her şey bir rüya olsa diyorum, uyansam , yine yanı başımızda olsan… Sonra sana haksızlık olur diyorum. İçe dönük bir nida ” dayan Ayşe dayan !” Biliyorum ki herşey Allah’ın rahmetinden. Biliyorum ki bizim bilmediğimiz fakat O’ nun bildiği bir şeyler var . O bizim için en hayırlısını diler , en hayırlısını verir. Öğretmek istediği ve varmamızı dilediği bir yer var . Bir yetim gibi büyüttü ve nihayetinde üç yetim emanet etti . Öğretti … Anlamadığım , anlayamadığım Hikmetleri var biliyorum , inanıyorum, herşey rahmetinden…şimdi vakti gelip de Buluştuğumuz vakit yine gururla bakıp yüzüme ” ben senden razıyım Ayşe’m , Allah da senden razı olsun ” dediğini duymak için duada ve gayretteyim her daim…

Tek bir Canımız var , bize emanet … Emaneti , emanetin sahibine teslim etmenin en güzel hali Şehadet !.. Biz senin için mutluyuz , kendi payımızda biraz hüzün… Şimdi artık kendimiz için duadayız , ” her nefeste İman, son nefeste şehadet …

Seninle buluşacağımız güne değin , Allah’ a emanet …

Kaynak: Adımlar dergisi

15 Temmuz şehidinin gazi oğlu: Ayrımcılık ve istismar içimi parçalıyor
14 Temmuz 2017



“Doğuda şehit olup anılmayanların ailelerine karşı da hep mahcubum” diyen Cambaz, “Milletimin ilgisinin, iyi niyetinin, parasının hunharca suistimal edildiğini görmek içimizi parçalıyor” diye konuştu.
15 Temmuz Darbe Girişimi sırasında şehit olan Yeni Şafak Gazetesi çalışanı Mustafa Cambaz’ın aynı gece kendisiyle beraber sokağa çıkan gazi oğlu Alparslan Cambaz, sosyal medya hesabından 15 Temmuz’un yıl dönümünde yaşanan abartılı, istismar edici, ayrımcılığa dayalı tavırlara karşı isyan etti. “Doğuda şehit olup anılmayanların ailelerine karşı da hep mahcubum” diyen Cambaz, “Milletimin ilgisinin, iyi niyetinin, parasının hunharca suistimal edildiğini görmek içimizi parçalıyor” diye konuştu.

Mahzun şehit ailelerinin hissiyatına uzaklar

“15 Temmuz şehit aileleri olarak 15 Temmuz gazilerinin bir kısmından veya gazi rolü kesenlerden hiç razı değiliz” şeklinde konuşan Cambaz, “Şehit aileleriyle kendi aramızda yaptığımız toplantılarda çok çirkin şeyler işittim. Şehit aileleri ve gaziler için düzenlenen gezi organizasyonlarında da bazı şeyleri gözlerimle görmüştüm. Gösterilen ilgiden şımarıp gezi boyunca sululuk yapan bazı gazilerin canını ciğerini toprağa vermiş, acısı taze olan mahzun şehit ailelerinin hissiyatına ne kadar da uzak olduklarını, onlara anlayışlı davranmaktan yoksun olduklarını tüm çıplaklığıyla gözlemlemiştim. Lâkin birlik beraberlik ruhumuzun güzelliğinin hatırına görmezden gelip şimdiye kadar hep sustum bunları. Diğer şehit aileleri de aynı şekilde davranıp sabrettiler. Halen daha konuya tam girmeyeceğim, ama işi şova dönüştüren, birbiriyle yarış halinde olan, devletten sürekli bir şeyler koparmanın niyetindeki gazilere artık bir şeyler deme vaktimin geldiğini hissediyorum” dedi.

‘Bıktık şu sürekli bir şeyler isteyen gazilerden!’

Cambaz, “Devletteki samimiyetini bildiğim kişilerden de “Bıktık şu sürekli bir şeyler isteyen gazilerden!” şeklinde bir yakınma işitiyorum hep. Bir tarafta hiçbir şey talep etmeyen şehit ailelerine şahit oluyorlar, diğer taraftaysa ufacık mağduriyetlerini kullanıp sürekli kapılarını çalanları... Kızıyorlar haliyle. Devletin verdiği genel reaksiyona bakınca da ne yazık ki devlet içindeki o samimiyetini bildiğim kişilerin azınlık olduğunu, güçsüz olduğunu bir kez daha görüyoruz. Özensiz, doğru yerlere danışmadan hareket eden devlet mekanizması göz göre göre başka bir “Ne istedilerse vermek” hatasına düşüyor ve şöyle bir dönemde ülkedeki adaletsizliği katmerliyor.”

İstediğim makama bir türlü ulaştıramadım sesimi

Cambaz şöyle devam etti; “Milletimin ilgisinin, iyi niyetinin, parasının hunharca suistimal edildiğini görmek içimizi parçalıyor. İlgili yerlere bizzat ulaşarak beni sözcü belleyen 15 Temmuz Şehit aileleri, gerçek gazilerimiz ve diğer terörle mücadele şehit ailelerinin hatırına bu dertlerimizi bildirip uyarıda bulunmak istedim lakin istediğim makama bir türlü ulaştıramadım sesimi. İnşallah 15 Temmuz’un yıl dönümünde bizleri incitecek çarpık bir organizasyonla daha karşılaşmayız. Bu arada az evvel bahsettiğim o gezilerde çok güzel insanlarla tanıştım, gazilerden birçok ağırbaşlı dostum, abim, ablam oldu (…).”

‘Kutlama alanına kamyonla adam taşıyan kadın gazilik istiyor’

“Mesela savaş meydanına değil, kutlama alanına kamyonla adam taşıyan kadın; program program dolaşıyor, herkesin elini sıkıyor, yalakalık yapıyor, gazilik istiyor, gazi oluyor, devletin tüm kademesi de bu çıkarcılara meydan veriyor, alan sağlıyor. İlk anda bu Şerife Bacı hikâyelerini hepimiz sahiplendik, duyduklarım benim de hoşuma gitti, fakat bir şey sündürülüyorsa ilk anda duyduklarınız şeylerin aslı bilin ki öyle değildir. Gezi Olayları sırasında halkı gaza getirip motivasyon sağlamak için yapılan şişirmeler 15 Temmuz’da da yapıldı. Tek bir örnek yok, çoklar ve bahsettiğim kişilerin kimler olduklarını da bilen biliyor, gören görüyor zaten. Her şeyleriyle ortadalar aslında. İlk anda hepimizin kahramanı haline gelen bu kişiler sonradan sürekli göz önünde olma telâşlarıyla kendilerini bir bir belli ettiler.” Onlar gazi olmanın, kahraman olmanın verdiği, getirdiği ağırlığı taşıyamayan ve hatta şimdiye kadar da hiç taşımamış kişiler (…).”

‘Beni o kalabalıklara çağırmayın’

“15 Temmuz gecesi yaklaşık 1,5 saat boyunca Çengelköy’de çatışmaların ortasındaydım. Önümde insanlar vuruldu, bağırsakları dışarı çıktı, ambulansın da tarandığını gördüğüm an aklımı yitirecektim sinirden. Fakat o gece yaşadıklarımı, bunların ayrıntısını hiçbir yerde anlatmadım şimdiye kadar. Hatta birçok kişi bu yüzden hâlâ sokağa hiç çıkmadığımı sanıyor. Oysa ben de bir 15 Temmuz gazisiyim. İlla yara almak gerekmiyor gazi olmak için. Gazaya katılmış olana denir gazi (…). Kutlama meydanları her zaman daha doludur. O yüzden, beni ekranlara ve yıl dönümü meydanlarına, o kalabalıklara çağırmayın lütfen. Ben gönlümün istediği vakitlerde tek başıma babamın mezarının başına gider, orada anarım onu ve diğer şehitlerimizi. Artık daha da ihtiyarladım ve kalabalıklar eskisinden çok daha fazla sıkıyor beni.”

‘Doğuda şehit olup anılmayanların ailelerine karşı mahcubum’

Cambaz başka bir facebook paylaşımında ise şu ifadeleri kullanıyor; “Babamın fotoğraflarını diğerlerinkinden daha büyük gördükçe içim eziliyor. Doğuda şehit olup anılmayanların ailelerine karşı da hep mahcubum. Şehitleri “bir” görün. Hikâyelerini dinleyin, hepsi aynı kişi gibidir. Babam hiç ister miydi kendi fotoğrafı büyük, diğerleri küçük olsun..?”

Kaynak: Yeni Asya
Etiketler: 15 temmuz

Sizce burada bir tuhaflık yok mu?
18 Temmuz 2017



Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Başbakan Binali Yıldırım'ın 15 Temmuz akşamıyla ilgili değerlendirmelerini yorumlarken yaşanan tuhaflıklara dikkat çekiyor.

Özkök'ün bugünkü yazısının bir bölümü şöyle:

ŞİMDİ anlatacağım sözleri 15 Temmuz günü Hürriyet’in yayınladığı “15 Temmuz” ekinde hayretler içinde

okudum.

Ertesi gün yazı günümdü, ama 15 Temmuz anmalarının yapıldığı gün yanlış anlaşılır diye bekledim.

Yazıyı yazan Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bilâ...

Bu sözleri söyleyen kişi ülkenin Başbakanı Binali Yıldırım.

Şimdi size aynen onun ağzından 15 Temmuz gecesini aktarıyorum.

Başbakan Yıldırım, “MİT Müsteşarı ile tahminen 22.30-23.00 arası konuştum” diyor...

Şimdi bu saati bir kenara yazın.

Fikret Bilâ soruyor:

“MİT Müsteşarı bu bilgiyi vermiş miydi size, aradığınız zaman?”

Buyurun ülkenin Başbakanı’nın 15 Temmuz gecesi için bu soruya verdiği cevap şu:

“Hayır, MİT Müsteşarı’ndan o bilgiyi alamadık.”

Şimdi nefesinizi tutun, çünkü asıl cümleye geliyorum.

Başbakan’ın sözlerinin devamı aynen şöyle:

“Bilgiler bize intikal etmedi. Ne bana ne de Cumhurbaşkanı’na... Müsteşar da o anda darbeyle ilgili bir şey

söylemedi.”

Bu konuşmanın yapıldığı saati tekrar hatırlayalım.

Saat 22.30 ile 23.00 arası...

Bir de o gün öğleden sonra olanları hatırlayalım.

- O gün saat 14.30 civarında Binbaşı O.K. MİT’e gelip darbe istihbaratı vermiş.

- MİT Müsteşarı saat 18.00 civarında Genelkurmay’a gitmiş ve “Bunun daha yaygın bir hareket olduğu”

değerlendirmesi yapmışlar.

- MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürünü arayıp, “Sen orayı koruyabilir misin” diye iki defa

sormuş.

- Genelkurmay Başkanı bütün birliklere “Uçak ve helikopterlerin kalkışlarını yasakladım” talimatı vermiş.

Bazı birlikler Boğaziçi Köprüsü’nü kapatmış.

- Ve en önemlisi F-16’lar Ankara üzerinde uçmaya başlamış.

Beyler, saat 22.30-23.00 arası...

Ülkenin Başbakanı “Darbe oluyor” diyor...

MİT Müsteşarı’nın en azından Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürüne anlattıklarını o saatte Başbakan’a da

anlatması beklenmez mi?

Sizce burada bir tuhaflık yok mu?

Başbakan mı saati yanlış hatırlıyor?

MİT Müsteşarı gerçekten hiçbir şeyden habersiz mi?

Yoksa...

Nagehan Alçı beni uyardı...

Ben de artık bu konuya girmiyorum.

Ama Allah için birileri çıkıp bu soruyu sorsun ya...

15 Temmuz günü andığımız 250 şehidin aziz hatırası için sorsun..

Kaynak: Yeni Asya

15 TEMMUZ AFİŞLERİ ÇUVAL FOTOĞRAFLARININ DEVAMI GİBİ
Mehmet KARATEPE
13 Temmuz 2017



Bundan 10 gün evvel Çuval Hadisesinin 14. senesiydi. Hatta ADIMLAR’da “Unutmadık, Unutturmayacağız” vurgulu haberi de yayınlandı. Bilindiği gibi 04 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de nöbet tutan Türk askerleri, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “evlerine sağ salim dönmesi için” dua ettiği Amerikanlı işgalci teröristler tarafından rehin alınmış, çekilen fotoğraflar da basına servis edilmişti. Saldırının esas amacı rehin alınan 12 asker değil, çekilen bu fotoğraflar üstünden büsbütün Türk Milletini demoralize etmek, onun onurunu ayaklar altına almaktı. Türk ordusunun binlerce senelik tarihinde maruz kaldığı en büyük aşağılamaydı bu.

Dönemin Başbakanı Erdoğan ise koltuğunu ordunun tasfiyesine borçluymuş gibi davranmış, göstermelik bir tepkiye dahi yanaşmamış, “nota verecek misiniz” diye soran gazetecileri; “ne notası, müzik notası mı?” diye yarı alaycı bir dille azarlamıştı.

Sonrası malûm… Erdoğan’ın “ben bu davanın savcısıyım” diyerek sonuna kadar içinde yer aldığı Ergenekon Operasyonlarında TSK’nın başına, şimdinin aranan “hain Fetöcüsü” o dönemin “kahraman savcısı(!)” Zekeriya Öz eliyle geçirilen ikinci bir çuval… Erdoğan ise bu ikinci çuvaldan duyduğu memnuniyeti göstermek için ona makam arabasını ikram ediyordu.

O günlerde bu operasyonlara karşı çıkan ve bütün bunları “Fetullah Gülen eliyle Amerikan saldırısı” olarak işaretleyenleri ihbar etmek için, dönemin savcısı Zekeriya Öz’ün kapısında nöbet tutanları da hatırlamakta yarar var.Bu türzihniyetlerin, şimdilerde “Fetö karşıtlığı” üstünden iktidar şakşakçılığı yapmaları ne kadar inandırıcı; siz karar verin. İsimler değil, zihniyet üzerindeyiz.

Fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinin şahsında Türk Milletine yönelik vurulan en ağır darbe bunlar değildi. Kozmik Oda saldırısı içlerinde en ağırı oldu. Türk Milletinin bütün mahrem güvenlik planlarının ve bir seferberlik durumunda izleyeceği yol haritalarının saklı olduğu bu en gizli “odasına” dalan çete tarafından, bu en gizli sırların yabancı istihbaratlara servis edildiğini şimdi “Fetö iddianamelerinde” okuyoruz. Oysa Kozmik Oda’ya girilmesi vatan hainliği idi ve bu tür suçlarda zaman aşımı yoktur. O gün bu operasyonu destekleyen, alkışlayan, altında imzası olan herkesin yargılanması gerekir. İnşallah günün birinde yargılanacaktır da.

Türk ordusunun başına çuval üstüne çuval geçirilir, dönemin Genel Kurmay Başkanı “silahlı terör örgütünün” başı olmakla suçlanır ve böylece TSK bizzat sözde Türk Mahkemeleri eliyle “terör örgütü” kabul edilirken, Amerika ve ortakları, PKK ve benzerleri bayram ediyordu. Ve tabii bütün bu operasyonların içinde bir beraber olan AKP ve Fetullah Gülen’de.

15 Temmuz 2016’da TSK’nın kafasına son büyük çuval geçirildi. Tavşan ya da tazı rollerinin değişmesi fark etmiyor; hadisenin aktörleri arasında yine aynı isim ve çevreler var. İnanmayan, 15 Temmuz için hazırlanan ve bir Amerikan filminden aparılarak montaj yoluyla Türk askerlerini aşağılayan afişlere baksın.

Bu afişleri sadece muhalefet olsun diye gündeme getirmiyoruz. Akp’ye oy veren-vermeyen milletimizin tamamı bu afişlere tepki göstermeli. Şu an tüm dünyada takip edilen bu afişlere bakan Türkiye düşmanları ne düşünür sizce? Kendi ordusunu bilerek veya bilmeyerek aşağılayan bir ülke düşmanlar tarafından işgal edilmek için fırsat kollanır; bu manzara karşısında her karış toprağında gözü olan düşmanın işgal iştihası artar. Bundan dolayı bu ve benzeri meseleler o partinin veya bu partinin sorunu değil tüm ülkenin sorunudur.

Fetullah ve çetesine ait tek fotoğraf yok. Adil Öksüz yok. Amerika ve İsrail yeni bir seçime kadar AKP’nin “dost” ve “müttefiki” olduğu için onları geçiyorum. Olan ne? Çuval hadisesi kadar rencide edici görüntüler… “15 Temmuz hadisesi, 2003 çuval operasyonunun devamıdır!” diye düşünmemek mümkün mü? Demek ki, “Üst Akıl” diye mırın kırın ettikleri nesne “tavşana kaç, tazıya tut” oynatmış. Şu afişlerden çıkan anlam budur. Her şeyden önce bu durum Halil KANTARCI başta olmak üzere 15 Temmuz’un tüm şehitlerine saygısızlıktır.

Sosyal medyada rastladığım şu yorum en hoşuma gideni:

-“DÜNYANIN HİÇ BİR ÜLKESİ, ASKERİNİN, AĞLARKEN, KORKARKEN, ELLERİ HAVADA TESLİM OLMUŞ RESMİNİ ÜLKENİN HER YERİNE AFİŞLEYİP ASMAZ!”

Düşünün ki, Diyarbakır ve Şırnak sokaklarında bu afişler asılı ve askerlerimiz onların önünden geçerek operasyona çıkıyorlar. Rezilliğin bini bir para…

Bu afişlerin basit bir “yanlışlık” ve “düşüncesizlik” olduğunu düşünmek istiyor insan ama, TSK’nın tasfiye emrini veren BOP merkezli bir saldırının devamı olabileceği ihtimali ise daha ağır basıyor.. Askerin başına kim çuval geçirdiyse, kozmik odaya girilmesi emrini hangi güç verdiyse, Genelkurmay Başkanı için “Terör Örgütü Liderliği” ithamıyla dava açılmasını ve zımnen TSK’nın Terör Örgütü kabul edilmesini kim planladıysa, bu afişleri de onlar hazırlatmıştır. O günlerde tüm bunlar olurken tepki verilmedi, tüm millet olarak bari bu afişlere tepki verelim. Eğer bir yanlışlık eseri olarak hazırlanmamışsa bu afişler, yani şuurlu bir tercihse, bu demektir ki önümüzdeki günler çok sıcak geçecek.

Unutmayın: Tavşanın da, tazının da sahibi aynı. TSK’ya düşen vazife, başındaki çuvalı çıkarmaktır.

Kaynak: Adımlar Dergisi

Muharrem İnce’den sert 15 Temmuz mesajı!
14 Temmuz 2017



CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü nedeniyle sosyal medya hesabından açıklamalarda bulundu.

CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, açıklamasında “Darbeye Allah'ın lütfu diyenler darbeyi ve darbeden hemen sonra ilan edilen OHAL'i fırsata dönüştürüp hukuksuzluk yapmaya devam ediyorlar” ifadelerini kullandı.

Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’nun eleşitiren CHP’li İnce; “Darbe girişiminin üzerinden 1 yıl geçti, Meclis'te kurulan komisyona Genel Kurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı gelmeye cesaret edemediler. Komisyonda görüşülmeyen korsan raporla CHP'yi suçluyorlar. Bunun adı azgınlıktır, bunun adı arsızlıktır, bunun adı utanmazlıktır” dedi.
İşte Muharrem İnce’nin o paylaşımları:

“RTE’nin “ne istediler de vermedik” demesinin ve kandırılmasının ağır, acı sonuçlarını yaşadığımız darbe girişiminin sene-i devriyesindeyiz.

Ne yapmadılar ki FETÖ için? Para bastılar, devlete yerleştirdiler, kanun çıkardılar, para verdiler, imkan verdiler, yol verdiler.

FETÖ ile yol yürüdüler, koalisyon, kumpas, referandum ortaklığı yaptılar, 2004 MGK kararını yok saydılar, TSK'dan ihraçlara şerh düştüler.

Çünkü kendi ifadeleriyle aynı menzile gidiyorlar, “aynı ideali paylaşan kardeşler topluluğuyuz” diyorlardı.

Ergenekon, Balyoz gibi davalarla vatansever subayları tasfiye edip, millete, milletin meclisine bomba yağdıran canilerin önünü açtılar.

O davaların bir savcısı vardı, altına zırhlı Mercedes çektiler, yaptığı hukuksuzluklara zırh oldular, davanın savcısıyım dediler.

Kumpas davalarının savcısı kaçtı, davanın savcıyım diyen malum şahıs ise kandırıldık diyerek sorumluluktan kaçıyor.

“Aynı ideali paylaşan kardeşler topluluğu” 15 yılda ülkemizi ne hale getirdiler. Memlekette adalet kalmadı, hukuk kalmadı, huzur kalmadı.

Kandırıldık, affedin diyenler şimdi kendileri dışında kendilerine muhalefet eden herkesi FETÖcü ilan ediyorlar. Komisyonda görüşülmeyen korsan raporla CHP'yi suçluyorlar. Bunun adı azgınlıktır, bunun adı arsızlıktır, bunun adı utanmazlıktır.

AKP/FETÖ ortaklığıyla yürütülen kumpas davalarının TVlerdeki tetikçisini komisyon başkanı yapmak utanmazlığın göstergesi değil mi?

Darbe girişiminin üzerinden 1 yıl geçti, Meclis'te kurulan komisyona Genel Kurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı gelmeye cesaret edemediler.

1 yıl geçti ne değişti? FETÖ benzeri yapılanmaların önüne geçecek bir sistem mi kuruldu, yeni bir mekanizma mı devreye sokuldu?

Hukukun üstünlüğüne dayalı, liyakatı öne çıkaran, adaletli bir devlet örgütlenmesi mi kuruldu? Hayır!

1 yılda esas sorumlular, yandaş gazetecinin ifadesiyle FETÖ'yü en az 15 kat büyüten sorumlular sorumluluktan kaçtı, kaçmaya devam ediyor.

Darbeye Allah'ın lütfu diyenler darbeyi ve darbeden hemen sonra ilan edilen OHAL'i fırsata dönüştürüp hukuksuzluk yapmaya devam ediyorlar.

Bu böyle gitmez. Sahte gözyaşlarınız, askerimizi rencide eden çalıntı fotoğraflı afişleriniz haksızlık gemiciğini yüzdürmeye yetmeyecek.

Sahte gözyaşı diyorum zira o gözlerden birkaç yıl öncesine kadar bitsin bu hasret, gel kavuşalım artık yaşları dökülüyordu.

Bu hain darbe girişiminde yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

Ne darbe ne darbecilerle koalisyon, kumpas, referandum ortaklığı yapan AKP! Ne darbe ne OHAL! Demokrasi, Adalet, Hukuk devleti, liyakat!’

Kaynak: Yurt Gazetesi

Yanıtsız kalan sorular
15.07.2017



Ülkeyi 15 Temmuz darbe sürecine götüren birçok kritik anda AKP ve Erdoğan’ın tutumunun sürekli Cemaat’ten yana olduğu anlaşılıyor.

2013 tarihine kadar iktidar desteğiyle büyüyen Cemaat’in ulaştığı boyuta rağmen 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin başlamadan engellenebileceğine dair iddialar bugün bile tazeliğini koruyor. Bu iddiaları destekleyen en önemli dayanak noktaları da 15 Temmuz günü ve gecesinde yaşananlar ve o yaşanlara dair soru işaretleri.

Duydunuz da kime duyurdunuz?
»MİT’in Meclis’e gönderdiği yazıda, 15 Temmuz öncesi Cemaat’in darbe girişiminde bulunabileceği ve bu konuda “dış makamların” bilgilendirildiği, ancak TSK bünyesinde istihbarat yapılamadığı için kesin tarihinin belirlenemediği ifade edilmiştir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı bilgilendirildi mi?

»Darbenin planlaması Cemaat üyesi siviller tarafından kışla ve karargâh dışı yerlerde yapılmasına rağmen, yaklaşık yedi saat süren planlama toplantılarını MİT takip etmedi mi?

»MİT Müsteşarı ve dış makamların önceden bilgi sahibi olmasına rağmen darbe günü ve darbe girişimi sırasında beklenilmeyen bir olayla karşılaşılmış gibi beyanlarda bulunulmasının nedeni nedir?

FETÖ'nün siyasi ayağı ne oldu? FETÖ'nün siyasi ayağı ne oldu?
»Genelkurmay 2’nci Başkanı Org. Yaşar Güler, Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın saat 18.15 sıralarında Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürü Muhsin Köse’yi telefonla arayıp, “Sana dışarıdan bir saldırı olsa buna karşı koyacak kadar gücün, kuvvetin ve adamın var mı?” diye sorduğunu beyan etti. Köse’nin de detayı merak etmemesi ve Cumhurbaşkanını bilgilendirmemesinin, Erdoğan’ın da “Darbeyi eniştemden öğrendim” demesinin nedeni nedir?

Fidan-Akar buluşması
»14 Temmuz’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı mezuniyet törenine katıldı. Geleneksel olmayan bu katılımın ardından baş başa 6,5 saat süreyle ne konuştular?

»15 Temmuz yaklaştıkça özellikle jet üslerinden aylık uçuş planlamasında olmayan uçuşlar yapıldı. Aylık uçuş planlarında bir değişiklik olduğunda Kuvvet Komutanlığı’nın bunu izlemesi mümkün değil mi?

»Hazırlık çalışmalarının darbeden günler önce başladığı ve darbe sabahından başlayarak yurdun çeşitli yerlerindeki birliklerde olağanüstü hareketlilik yaşandığı biliniyor. Bu hazırlıklarla ilgili komutanlığa bilgi ulaşmadı mı?

»ÖKK komutanı Zekai Aksakallı’nın istemesine karşın kalkışmanın baş aktörlerinden olduğu bildirilen Tuğg. Semih Terzi’nin görevden alınmamasının nedeni ne?

Fidan karargâhtan nasıl çıktı?
»Akar, 15 Temmuz günü öğlen saatlerinde, O.K. isimli Pilot Binbaşının 3 helikopterle MİT Müsteşarını kaçırmak üzere o gece harekete geçileceği ihbarı ile kalkışmayı öğrendi. Bu ihbar sonrası Fidan makama geldi ve yaklaşık 20.20’ye kadar kaldı, 21.00 sıralarında da darbeciler Akar’a müdahale etti. Fidan, darbeci emir subaylarını ve askerleri aşarak Genelkurmay’dan nasıl çıktı?

»Akar, 17.00-18.00 sıralarında öğrendiği kalkışma bilgisini MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanı veya Başbakana iletmedi mi? İlettiyse Cumhurbaşkanı’nın “Kalkışmayı eniştemden öğrendim”, Başbakan’ın “Eşten dosttan öğrendim” açıklamalarının nedeni ne?

»Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Salih Zeki Çolak, 18.00’de bitmesi gereken programı kesilerek neden öğle saatlerinde karargâha çağrıldı? Aynı uçakta, tutuklu bulunan Org. Akın Öztürk’ün olmasının nedeni ne?

»Genelkurmay Başkanı’nın tüm kuvvet komutanlıklarına 18.30’da hareket merkezleri aracılığıyla ilettiği emirler saat 19.26’da adreslerine ulaştı. Bu emirlere rağmen TSK’nin komuta kademesinin önemli bir kısmının sonra derdest edildikleri düğünlere katılmalarının açıklaması yapılabiliyor mu?

»Derdest edilerek götürüldüğü Akıncılar Üssü’nden darbenin başarısızlığa uğradığının anlaşılması üzerine helikopterle Çankaya Köşkü’ne giden Akar’a, darbe sanıklarından Şaban Dişli’nin eşlik etmesinin nedeni nedir? Dişli’nin “Olaylar süresince Akar ile beraberdim. Ben darbeyi engellemek için ve Genelkurmay Başkanı’nın can güvenliğini sağlamak için ne gerekiyorsa yaptım. Madem ben bu olayda şüpheliydim, o zaman Akar niçin beni helikopterine alıp Çankaya Köşkü’ne götürdü ve burada kriz masasında yaklaşık 7 saat görev yapmama izin verdi?” açıklaması gerçek mi?

***

yanitsiz-kalan-sorular-320521-1.Adil Öksüz neden izlenmedi?
»Adil Öksüz, AKP hükümetlerinin 2008 yılındaki İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı tarafından bilinmesine rağmen neden takip edilmedi? Üç yılda 12 kez ABD’ye gitmiş ve 111 gün kalmış, bu trafik istihbaratın dikkatini çekmedi mi?

»Fethullah Gülen’in ABD’deki konutu MİT tarafından izlenmiş midir?

»Gülen’in konutu izlendiyse 27 Aralık 2015’ten sonra sıklıkla gelen sivil ve askeri personelin tespit edilememe nedeni nedir?

»MİT, 17 Aralık 2013’ten sonra müsteşarlıkta personel hakkında işlemler yapıldığını açıkladı. Bu tarihten önce Cemaat takip edilmiyor muydu?

»FETÖ/PDY’nin devlete karşı ilk komplosunun MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması olduğu belirtiliyor. MİT bu tarihten sonra hükümete Cemaat’le ilgili uyarıda bulundu mu?

darbe Cemaat Genelkurmay Cumhurbaşkanı AKP Başbakan Hakan Fidan istihbarat ifade Cumhuriyet

Kaynak:

Türkiye uzmanı Barkey’e göre yaşananlar çelişkili: Darbe girişimi gizemini koruyor
15/07/2017



ABD’deki Lehigh Üniversitesi akademisyenlerinden Türkiye uzmanı Henri Barkey, üzerinden bir yıl geçmesine karşın darbe girişiminin gizemini koruduğunu yazdı.

BBC Türkçe’nin aktardığına göre Washington Post’ta bir yazı kaleme alan Barkey, Shakespeare’in ‘Hamlet’teki “Çürümüş bir şeyler var Danimarka Krallığı’nda” sözleriyle başladığı yazısında “Aynı şey darbe girişiminin birinci yılında Türkiye için de söylenebilir” ifadelerini kullandı.
Darbe girişiminin ‘amatörce’ olduğunu ve çabuk söndüğünü dile getiren Türkiye uzmanı, 15 Temmuz gecesi yaşananları ‘belirsiz, kafa karıştırıcı ve çelişkili’ diye niteleyerek, şimdiye kadar açıklanan bilgilerin tutarsız ve inanması zor olduğunu savundu.

‘Türk ordusu nasıl darbe yapacağını biliyor’

Askerlerin birçoğunun neler yaşandığından haberinin olmadığını kaydeden Barkey, şunları yazdı: “Türk Ordusu nasıl darbe yapılacağını biliyor. Geriye dönüp bakacakları dört başarılı ve iki de başarısız darbe örneği var. Ancak bu kez, geleneksel sabahın erken saatleri yerine, İstanbul gibi canlı bir kentte, cuma akşam saatlerini seçtiler. Askerler Boğaziçi Köprüsü’nü kapattı ama anlaşılmaz şekilde sadece bir taraftan. Hükümet makamını işgal etmek ya da başbakan ve diğer üst düzey yetkilileri yakalamakla uğraşmadılar bile. Askerler mesajlarını yaymak için çok az izlenen devlet televizyonunu seçti. Genel olarak orduya emir, çok az güvenilirliği olan alt düzey bir general tarafından imzalandı.”

‘En başından beri tuzak olabilir’

Barkey, yazısına şöyle devam etti: “Bütün bunları Gülencilerin darbeye karışmadığını söylemek için yazmadım. Bazı Gülenciler askeri üslerin içinde ve yakınlarında görüldü. Eğer karışmışlarsa, Gülen’in kendisinin bunun bildiği de büyük ihtimal. Ancak yine de tüm operasyondaki sakillik ve darbeyi önleyebilecek olanların verdiği ilk uyuşuk tepkiye bakılırsa, bunun en başından beri bir tuzak olduğu ihtimali ortaya çıkıyor.”

‘Paranoyak siyaset tarzı kurumsallaştı’

Darbe girişimi için ‘Erdoğan’ın muhaliflerinden kurtulmasını sağlayan bir karşı darbe’ nitelemesini kullanan Barkey, “Bu süreçte, orduyu savaşma kabiliyetini aşındırdı, onbinlerce masumu, bazı en iyi ve en parlak beyinleri hapse attı ve düşmanlarıyla karşıtlarının vatan haini olduğu paranoyak bir siyaset tarzını kurumsallaştırdı. Bu, sonunda Türkiye’ye iyi gelmeyecek” ifadelerini kullandı.
Diken

Ahmet Hakan: 15 Temmuz’dan çıkarman gereken 8 ders
16 Temmuz 2017

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan 15 Temmuz darbe girişiminin 1. yıl dönümünde bir yazı kaleme aldı.

Hakan yazısında, "Zekeriya Öz gibi bir zalime “heykeli dikilecek adam” muamelesi çekme" dedi.

Ahmet Hakan Hürriyet'te 15 Temmuz'dan çıkarmam gereken 8 mühim ders başlığıyla yayımlanan (16 Temmuz 2017) yazısının bir bölümü şöyle:

- DERS 1: Sırf alnı secde görüyor diye hiç kimseye “Kadrolaş koçum kadrolaş” deme.

- DERS 2: Sulu zırtlak ağlayan bir vaize kanmayacak kadar uyanık ol.

- DERS 3: Askeri vesayeti, içli bir vaize değil millete yaslanarak gerilet.

- DERS 4: Zekeriya Öz gibi bir zalime “heykeli dikilecek adam” muamelesi çekme.

- DERS 5: Söz konusu olan babanın oğlu bile olsa liyakati esas al.

- DERS 6: “Cemaat devlete sızmış” dendiğinde kargalarla birlikte gülme.

- DERS 7: “Ona FETÖ diyemezsin, o bir hocaefendi” diye çıkışma.

- DERS 8: Pensilvanya’ya gidince kutsal bir yere gitmiş gibi başını örtme.

Kaynak: Yurt Gazetesi

Çok söylendi diye yalana inananların sayısı artmaz!
İhsan ÇARALAN
16 Temmuz 2017



Gazetelerin ön ve iç sayfaları, TV kanallarının çeşitli programları; haber kanallarının yerli yersiz her saati, reklam araları, meydanlardaki, caddelerdeki panolar, bilboardlar, mağazaların, marketlerin vitrinleri, duraklar, istasyonlar, akla gelebilecek, bir afiş asılacak büyüklüğe sahip her boşluk 15 Temmuz darbe girişimine karşı mücadelenin materyalleriyle süslü!

Tabiri caizse, 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılında “Yer gök 15 Temmuz” yapıldı!

DAYANAK O YALAN OLUNCA SEÇENEK DE GÖBELSÇİ PROPAGANDA

Öyle görünüyor ki, AKP propagandası ya da bu propaganda makinesinin başında her kim varsa, onlar; “Vermek istediğimiz mesajı, pek çok ağızdan ve birden halkın bilincini bombardımana tutarak verirsek, bizim istemediğimiz konuların tartışmasını önler, herkesi bizim söylediklerimizden başka gerçek olmadığına inandırabiliriz” diye düşünüyor olmalılar.

Bu Göbelsçi propagandanın kuralının bugün de geçerli olduğunu düşünerek olacak, yalanı daha çok ağızdan yenileyerek, iyice abartarak halkı inandıracaklarını sanıyorlar.

Bu yüzden “15 Temmuz darbe girişimini üstünden bir yıl geçtikten sonra bugün darbeye karşı mücadelenin neresindeyiz; bu mücadelenin doğruları ne yanlışları ne?” sorusuna akılcı ve gerçekçi yanıtlar vermek yerine, sabun köpüğü bir hamaset, klasik tekerlemelerden oluşan bir yol-tünel, vatan-millet, şehit, Malazgirt, Çanakkale, fetih-fütühat edebiyatı etrafında halkın duygularını istismar ederek ülke sorunlarını boğuntuya getirmek isteyen bir taktiği hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Bunda kendi çıkarları açısından ve savundukları çizginin zayıflıkları nedeniyle kısmen haklı olabilirler! Ama şu da bir gerçek ki; eğer bu anlamı ve amacı tartışılacak sözleri ve tezleri, hiç durmadan, kulakları sağır, gözleri seçemez duruma getirecek kadar yinelerseniz; etkilemek istediğiniz yığınlar “Ne bu yahu gına geldi!” diyerek, kulaklarını ve gözlerini sizin propagandanıza kapatabilirler!

GÖBELSÇİ PROPAGANDA GERİ TEPECEK

Ki, bunun örneklerini kısmen de olsa; 7 Haziran seçiminde, 16 Nisan referandumunda, en son da Adalet Yürüyüşü’nde gördük. Devlet ve Hükümetin bütün imkanlarıyla tehdit, suçlama, engellemeyle de birleşen kara propagandaya karşın Adalet Yürüyüşü büyük bir katılımla sürüp, yüz binlerin (AKP’nin kabul edip hazmedemeyeceği kadar büyük bir kitleyle) mitingiyle tamamlandı. Ki, bunda bu kara propagandanın, tehdit ve şantajların azımsanmayacak bir rolü olduğu söylenebilir. Hatta Erdoğan ve izleyicileri, “Biz izin verdiğimiz için yürüyüş ve miting başarıldı” demek yerine; “Bizim suçlamalarımıza, propagandamıza duyulan tepki olmasıydı bu yürüyüş de miting de bu kadar güçlü olmazdı” deseler daha haklı ve gerçeğe yakın bir şey söylemiş olurlar.

Ama, iktidarın 15 Temmuz’daki saldırıları, halka yönelik katliam yapanları bir efsaneye dönüştürüp, kendi istedikleri rejim için halkı inandıracakları efsane ve kadrolarını kazanacakları bir ideoloji biçimlendirmek için kullananların bu sözlerden anlayacakları bir şey yoktur. Onlar, “Madem bizim sesimizi yeterince duymak istemeyenler var, o zaman daha yüksek tonda daha çok gürültü çıkarmada ısrar edeceğiz” diyerek kendi yollarında yürüyecek görünüyorlar. Ki onlar, dünyayı hâlâ 20. yüzyılın ilk yarısındaki, devlet radyosu ve devletin izin verdiği gazetelerin, propagandanın en etkili (hatta tek) aracı olduğu dünyada sanıyorlar!

AKP’NİN İDDİALARI EN ÇOK ‘FETÖ’CÜLERİ SEVİNDİRİYOR

AKP propagandası; darbeye karşı mücadeleyi kendileri gibileri gibi anlamayan, bu mücadelenin polisiye tedbirlerle, OHAL’le, KHK’lerle değil demokrasiyi, geliştirerek, özgürlükleri genişleterek, halkı özgürlük ve demokrasi mücadelesine çekerek yapmak isteyen herkesi de “darbeci”, “FETÖ’cü”, “terör destekçisi” ilan ederek en çok ‘FETÖ’cüleri, gerçek darbecileri sevindirdiklerinin bile farkında değil.

Öyle ya; “Adalet Yürüyüşü”nü yapanlar, referandumda “hayır” diyen milyonlar, hak mücadelesi verenler, özgürlük, adalet talep edenler ‘FETÖ’ ile kol kola gösterildiğinde bundan en çok Pensilvanya’daki ‘FETÖ’nün başı sevinir; “Bakın ben demedim mi, milyonlar beni destekliyor, benim davamın arkasında yer alıyor, bunu devletin en üst yetkilileri de kabul ediyor” diye dışarıda propaganda yapıp, içerideki yandaşlarını motive etmez mi?

Ama iktidarı elinde tutan güçler öylesi bir “öz güvensizlik” duygusu içindedirler ki; ellerindeki devasa imkanları, halka dayatmalar yaparak, korku yayarak, tehditle, yalanla, dayatmalarına boyun eğdirmek için kullanıyorlar: çünkü; iddialarına inandırıcılık kazandırmak için yalandan, her yolla boyun eğdirmeden başka bir yol olmadığını görüyorlar. Emniyeti, savcıları, yönetim erkinin emrine girmiş yargıçları bu propagandaya inanmayanları derdest etmek, sindirmek için kullanıyorlar.

Ama yalan, aşırı bir tekrara ve gürültülü bir yönteme dayanan propagandanın gerçeklerin üstünü örtmeye yetmeyeceği süreç ilerledikçe daha iyi görülmektedir. Daha da iyi görüleceğini gösteren belirtiler çoğalmaktadır.

Kaynak: Evrensel

Darbenin saati 03.00 müydü
Müyesser Yıldız
16.07.2017

Maldır'ın iddiası doğruysa; Moda'daki düğün salonunun basılarak, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal başta olmak üzere buradaki komutanların derdest edilmesi 1 gün öncesinden kararlaştırılmış demektir.

AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar birkaç ay önce, “Bugün doğru bildiklerimiz yanlış, yanlış bildiklerimiz doğru, kahraman bildiklerimiz vatan haini, hain bildiklerimiz kahraman olabilir. 15 Temmuz'a dair bütün paradigmanın yeni itiraf ve açıklamalarla alt üst olabileceğini düşünüyorum” demişti.

Geçen 1 yıllık süreçte 15 Temmuz ertesi kamuoyuna yansıyan/yansıtılan pek çok bilginin doğru olmadığı görüldü.

Mesela;

1. Ordu Komutanı Ümit Dündar'ın o gece Erdoğan'a, “İstanbul'a gelin, ben sizin güvenliğinizi sağlarım” dediği söylendi. Ancak Dündar, Erdoğan'la aralarında kesinlikle böyle bir konuşma geçmediğini açıkladı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın darbe sonrası MGK toplantısında 15 Temmuz gecesi birliklere iletilmek üzere verdiği “uçuş yasağı” talimatlarının fakslanmak yerine yırtıldığını anlattığı öne sürüldü. Bunun da doğru olmadığı, Akar'ın saat 18.30’da verdiği emrin 19.06’da ilgili harekât merkezlerine ve bizzat İstanbul’da bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal'a ulaştığı anlaşıldı.

AKP Milletvekili Şaban Dişli'nin kardeşi darbeci general Mehmet Dişli'yi 16 Temmuz sabahı gittikleri Çankaya Köşkü'nde Hulusi Akar'ın gözaltına aldırttığı anlatıldı. Lâkin Dişli'nin o gün Köşk'te saat 15.30'a kadar bakanlarla birlikte kriz masasında görev yapıp, darbecileri ikna etmeye çalıştığı, daha sonra gözaltına alındığı ortaya çıktı.

Erdoğan darbe günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan'dan kendisine herhangi bir bilgi gelmediğini söylerken, hem dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler, hem Fidan, Erdoğan'ın koruma müdürünün arandığını savundu.

MİT'e giden Binbaşı O.K.'nın, “MİT Müsteşarının kaçırılacağı” ihbarında bulunduğu anlatılırken, Binbaşı O.K.'nın ifadesinde, “darbe” uyarısı yaptığı da tespit edildi.

MİT MÜSTEŞARININ GİDİŞİNE NİYE İZİN VERDİLER?

Bu örneklerden sonra darbeyle ilgili bir başka bilgiye geçelim.

Genel kanaat; darbenin 03.00'te planlandığı, ancak MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Genelkurmay'a gelmesi üzerine deşifre olduklarını düşünen darbecilerin bunu öne aldıkları şeklinde.

Nitekim Genelkurmay Başkanı Akar TBMM Komisyonu'na gönderdiği cevapta, “Bu ihbar en başından itibaren çok ciddi bir şekilde ele alınmış ve gerekli tedbirlerin tereddütsüz alınması ve icra edilmesi sağlanmıştır. Kanaatimce, alınan bu tedbirlerden dolayıdır ki, hainler paniğe kapılarak, daha sonra sanık ifadelerinden öğrendiğimize göre geç saatlerde yapmayı (saat 03.00) planladıkları işi öne almak suretiyle erkenden ifşa olmuşlar ve böylelikle darbe girişiminin akamete uğramasındaki önemli bir faktör gerçekleşmiştir” dedi.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan da yine TBMM Komisyonuna şu bilgiyi verdi:

“Örgüt mensuplarınca daha sonra verilen ifadelerde; ‘MİT Müsteşarının Genelkurmay Karargâhına gelmesi ve akabinde Genelkurmay Başkanı tarafından tüm askeri uçuşlar ile Ankara Garnizonundaki askeri intikallerin ikinci bir emre kadar durdurulması üzerine darbe girişiminin başlama zamanının, 16 Temmuz 2016 saat 03.00’den, 15 Temmuz 2016 saat 20.30 civarına alındığı’ belirtilmiştir.”

Burada durup, bazı soruları tekrarlayalım.

Binbaşı O.K. MİT Müsteşarının kaçırılacağını bildirdiği halde, Fidan rahatlıkla Genelkurmay'a gidiyor. Hulusi Akar ve Yaşar Güler'e güveninin tam olduğunu bildiğimizden “normal” diyelim. Lâkin madem darbeciler bu ziyaret üzerine panikliyor ve ifşa olduklarını düşünüyor, Fidan'ın çıkıp gitmesine neden izin veriyorlar? Tamam Karargâhı basan Özel Kuvvetlerdeki darbeciler Fidan'ın ayrılmasından 5 dakika sonra geliyor, ama “Yurtta Sulh Konseyi” içinde yer aldığı ortaya çıkan Akar'ın Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel ile baş darbecilerden olduğu anlaşılan Yaveri Levent Türkkan acaba çıkışta niye Fidan'ı engellemiyor?

MİT Müsteşarını kaçırma ve darbe planlarının yapıldığı Kara Havacılık Komutanlığı'ndan Karargâha gelen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak'ı içeri girdiği anda derdest ettiren Ramazan Gözel'in Hakan Fidan'la ilgili plandan haberinin olmaması mümkün mü?

DARBECİLER ÇOLAK'I AKAR'LA NİYE GÖRÜŞTÜRDÜ?

Bir başka soru; MİT Müsteşarının gelişi kadar Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak'ın Kara Havacılık Komutanlığı'na gidişinin de darbecileri panikletmesi gerekiyor, değil mi?

MİT Müsteşarı Fidan'ın Genelkurmay'a gelip, ihbarı bildirmesinin ardından Akar'ın Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak'ı yanına bir savcı ve Merkez Komutanını alıp, Kara Havacılık Komutanlığı'nda inceleme emri verdiği malûm.

Çolak buraya gittikten sonra birkaç kez Akar'la telefonla görüşüyor. Nereden biliyoruz? Akar'ın ifadesinde net bir bilgi olmasa da Çolak'ın ifadelerinden.

Çolak 18 Temmuz'daki ilk ifadesinde Akar'la görüşmeleri hakkında şunları anlattı:

“Saat: 18:50 sıralarında Kara Havacılık Komutanlığına ulaştım... Ben orada bulunan görevlilere çeşitli sorular sorarak bir şeyler almaya çalıştım, ancak herhangi bir bilgi alamadım, olağanüstü bir durum da tespit edemedim. Olay çok iyi kamufle edilmişti. Benim tesislerdeki bu faaliyetim 21:35'e kadar devam etti... Bu arada da Genelkurmay Başkanımıza da telefonla sürekli bilgi verdim. En son 21:35 sıralarında Genelkurmay Başkanımızı telefonla bilgi vermek amacıyla aradığımda Genelkurmay Başkanımızın Emir Subayı Piyade Yarbay Levent Türkkan bana telefonda çok rahat bir ses tonuyla 'komutanım Genelkurmay Başkanımız sizi ve özellikle Kurmay Başkanımız İhsan Uyar'ı Karargaha bekliyor' dedi. Levent Türkkan ben kendisinin daha önce yani tesislerde Genelkurmay Başkanımızla görüşmek için Genelkurmay Başkanımızı aradığımda Genelkurmay Başkanımıza telefonda bağlantı kurdu, ancak en son görüşmemizde Genelkurmay Başkanımızla beni görüştürmeden doğrudan yukarıda belirttiğim şekilde bizi karargâha davet etti.”

Çolak'ın 14 Ekim'deki ek ifadesinde bu konuda daha detay bilgiler var. İşte söyledikleri:

“Tümgeneral Hakan Atınç'ın odasındayken Genelkurmay Başkanı emir subayı benim Kara Havacılık Komutanlığında olduğumu öğrenerek (muhtemelen kara havacılık komutanlığındaki hainler tarafından bildirilmiş olabilir) Sayın Genelkurmay Başkanı ile telli hattan beni görüştürmüştür. Sayın komutana şu anda saatin 19:12 olduğunu ve Kara Havacılık Komutanlığında herhangi bir hareketlilik gözlemlenmediğini, B-200 uçağının çıkış için hazır beklediğini maskelemeyi başarı ile yaptığımı merkez komutanı, kurmay başkanı ve askeri savcının kışlaya girmek üzere olduğunu, biraz sonra detaylı inceleme için hangarlar bölgesine gideceğimi belirttim. Sayın Komutan, Kara Havacılık personelinin savcı ve merkez komutanının gelişini anlamaması için merkez komutanı ve askeri savcının kesin olarak kışla içine sokmamamı, dışarıda bekletmemi belirterek, 'hangarlar bölgesinde yine görüşelim' emrini vermiştir.... Hangarlar bölgesinde yaklaşık 45 dakika kadar inceleme yapmaya müteakip Sayın Genelkurmay Başkanımızla ikinci kez telefonla görüşüp durumun sakin olduğunu, meydanda hareketlilik olmadığını, hangar kapılarının kapalı olduğunu, durumu maskelemek için CH helikopter kabul töreni hazırlıklarını yaptığımı belirtiğimi söyledim. Sayın komutan alaydaki pilotlarla görüşmemi, gerekirse onlarla çay içmemi ve sohbet ederek ağızlarından laf almamı denememi rica ettiler... Herhangi bir tespitte bulunamadığım için 21:25 civarında kara havacılık komutanlığından araçla ayrıldım... İstanbul yolundan karargaha dönerken saat 21:28 civarında 3. defa Genelkurmay Başkanımızı arayıp bilgi vermek istedim. Genelkurmay Başkanımızın Emir subayına beni komutan ile görüştür dediğimde o da, 'telefonu başkana ver, başkana ver' diye bir ses duyduktan sonra telefon kapandı. Ben kendi emir subayıma hat düştü, tekrar deneyelim diye emir verdim. Bu esnada araç ile İstanbul yolundan sapıp Atatürk Orman Çiftliğine yakın Devlet Demir Yolları köprüsüne varmadan bir cepe aracı çektirerek ve emir subayı ile şoförü çıkartarak bir müddet bekledim. Bu esnada emir subayı Genelkurmay emir subayına ulaşmaya çalışıyordu. Ben yanımdaki Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar'a, 'benim için rahat değil, bir daha dönüp kara havacılık komutanlığına bakalım' dedim. Planım yaklaşık iki km. kadar sonra yoldan sapıp, alt yoldan geri dönerek Kara Havacılık Komutanlığına gitmek iken emir subayım, Genelkurmay Başkanı emir subayını bulduğunu belirterek, telefonu bana verdi. Kendisi ile görüşürken, 'Komutanım Genelkurmay Başkanı sizi ve özellikle Kurmay Başkanını karargaha acele bekliyor' dedi.”

Soru şu; o akşam hiç kimse Akar'a ulaşamıyor. Daha doğrusu özel kalemdeki darbeciler, “müsait değil, size sonra dönelim” diyerek, kuvvet komutanları dahil kimseyi Akar'a bağlamıyor da darbe planlarının merkez üssüne giden, belki de hazırlıkları tespit edip, ortaya çıkaracak olan Çolak'ı neden görüştürüyorlar?

İSTANBUL'DAKİ DÜĞÜNÜN BASILMASI NE ZAMAN PLANLANDI?

Darbenin gerçek saatinin 03.00 olduğu bilgisine dönersek;

O gece Konya 3. Ana Jet Üssü'nden gelip, İstanbul'daki meşhur düğünü basan MAK Timinin Komutanı eski Binbaşı Gökhan Maldır'ın ifadesi bu konudaki ezberleri bozacak nitelikte.

Darbeden bir gün önce Filo Komutanı Alparslan Şahin'in kendisi ve pilot Binbaşı Mehmet Fatih Özkan'ı çağırıp, Hava Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş'in İstanbul'da beklediğini, onunla görüşmeleri gerektiğini söylediğini, bunun üzerine o akşam İstanbul'a giderek, Hava Harp Okulu'nda Sönmezateş'le görüştüklerini belirtip, şunları anlattı:

“Gökhan Sönmezateş, bana ve Mehmet Fatih Özkan'a yarın itibariyle sıkıyönetim ilân edilecek, bu kapsamda İstanbul'daki havacı Generallerin korunması ve emniyetli bir yere nakli görevinin bize verildiğini söyledi. Biz Sönmezateş'e şaşırarak, 'ne sıkıyönetimi' diye sorduk. O da gerekli komuta kademesi silsilesi içinde bu kararın alındığını, bizim sadece komutanların korunması işlemini yapacağımızı söyledi ve komutanlarımızı emniyetli bir bölge olan Akıncılar Hava Üssüne götüreceğimizi söyledi.”

Bu görüşmeden sonra ertesi sabah Konya'ya dönüp, hazırlıklara başladıklarını ve arabalara 4'erli 5'erli binerek, öğlen 13:00-14:00 gibi Konya'dan çıkıp, saat 20.00 gibi İstanbul Samandıra'daki askeri birliği vardıklarını kaydeden Maldır şöyle devam etti:

“Şu an hatırladım. Sönmezateş General ile görüşürken kendisi bize generallerin o gün Fenerbahçe Modalar Düğün Salonunda olacaklarını bildirmişti. Bizim de helikopterle oraya gidip onları alacağımızı söylemişti. Helikopter geldi. Helikopterlere bindikten sonra 10 dakika gibi bir uçuştan sonra belirtilen yere vardık.”

Maldır'ın iddiası doğruysa; Moda'daki düğün salonunun basılarak, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal başta olmak üzere buradaki komutanların derdest edilmesi 1 gün öncesinden kararlaştırılmış demektir.

Bu durumda MİT Müsteşarının Genelkurmay'a gidişi üzerine darbe planının ifşa olduğu ve saatin öne çekildiği tespiti de tartışmalı hale gelmiyor mu?

Odatv.com

15 Temmuz’un yıldönümünde ünlü Amerikan dergisinden Perinçek-Erdoğan analizi
Çeviri: Şıvan Okçuoğlu
15.07.2017

FP'nin iddiasına göre, Perinçek yanlısı askerler ile Erdoğan'ın İslamcı ordusu yakında çatışmaya başlayabilir.

Dünyaca ünlü politik içeriğe sahip dergi, Amerikan Foreign Policy'de (FP) yayımlanan 15 Temmuz'un yıldönümüne yönelik bir analizde Türkiye'de darbe kalkışması sonrası başlatılan tasfiyeler değerlendirilirken, Erdoğan'ın kendisine özel paramiliter ordu kurduğu iddiası yeralıyor. FP'nin bir de iddiası var; buna göre, Perinçek yanlısı askerler ile Erdoğan'ın İslamcı ordusu yakında çatışmaya başlayabilir.

“Türkiye'nin darbe sonrası tasfiyeleri ve Erdoğan'ın özel ordusu” başlığıyla yayımlanan makalenin ara başlığında ise, “Türkiye cumhurbaşkanı acımasızca safları temizledi ve garip yatak arkadaşları ile yeni bir ordu kuruyor,” ifadesi yeralıyor.

FP'nin makalesinde; TSK'nın Kemalist enerjisini artık bütünüyle yitirdiği söylenirken, tasfiye hareketinden kurtulan generallerin Erdoğan korkuları nedeniyle cumhurbaşkanının Suriye'de istediklerini gerçekleştirmek için askerlerini itiraz etmeden çatışma bölgesine sokmayı kabul ettikleri yorumunda bulunuluyor. Tasfiye hareketi sonrasında boşalan kadrolara, yeterliliği ve ehliyeti olmayan, tek özellikleri Erdoğan'a sadakatleri olan kişilerin yerleştirildikleri, bu sebeple NATO'nun alarm durumuna geçtiği ve TSK ile ortaklaşa düzenledikleri operasyonların bu yetersiz kadrolar nedeniyle bozulma riskiyle karşı karşıya kaldığı uyarısında bulundukları da ileri sürülüyor.

Batı medyasının Fethullahçılara karşı hassas davrandığı bilinen bir gerçek. FP'nin makalesinde de uzun uzadıya, Batı ülkelerinin istihbarat birimlerinin, darbe girişiminin ardındaki ismin Fethullah Gülen olduğuna dair bir ize ulaşamadıkları anlatılıyor. Bununla birlikte Fethullahçı askerlerin kalkışmaya katıldıkları kabul edilirken, bunlara Kemalist askerlerin de dahil oldukları söyleniyor. FP'ye göre Erdoğan darbeden çok önce tasfiye hareketini planlamıştı, darbe girişiminde bulunan askerler ise “tasfiye edileceklerini öğrenerek korkuya kapılan askerler” olarak tanıtılmış.

KRİTİK WIKILEAKS BELGESİ HATIRLATILDI

FP, NATO'nun ikinci büyük ordusu olan TSK'nın en değerli komutanlarını kaybettiği, artık gücünün eskisi gibi olmadığını söylerken, ordu içerisinde etkili olmaya başladığını iddia ettiği yeni grubun adını da veriyor, “Avrasyacılar.”

Avrasyacılar adının ilk olarak Nisan 2003'te Türkiye'nin ABD büyükelçiliğinin hazırladığı bir raporda geçtiği, daha sonra WikiLeaks tarafından bu raporun sızdırılması sonucunda adlarının duyulduğu, o raporu hazırlayan elçilik görevlilerinin işaret ettikleri Amerikan karşıtı ekibin darbe sonrasında hızla güç kazanarak TSK'nın etkili unsurları haline geldiklerinin iddia edildiği makalede, Avrasyacılar karşısında “Atlantikçiler” adı verilen ve ABD ile Batı yanlısı komutanların nasıl güç kaybettiklerine değiniliyor.

Darbe girişiminin başarısızlığa uğramasının Türk-Rus aşkını alevlendirdiği, kalkışmanın dört gün ardından uçağı düşüren pilotların tutuklandıkları ve “Türkiye'nin Donald Trump'ı” diye tanıtılan Melih Gökçek'in, Türk-Rus ilişkilerini bozmak isteyen cemaatin uçağı bilhassa düşürdüğünü iddia edişi de anlatılmış.

Yazının içeriğinde “Erdoğan'ın sadık kulu” olarak tanıtılan Hulusi Akar'ın tasfiye hareketinden paçayı kurtarmasının ardından, Erdoğan'ın Suriye'ye asker sokma planlarına karşı çıkmayarak mevcut pozisyonunu korumaya çalıştığı da makalenin iddiaları arasında.

FP'ye göre, Rusya'nın isteği, Türkiye'nin Güneydoğu sınırlarında kurulması olası devletin NATO'ya değil Rusya'ya bağlı olması ve bu uğurda Kürtler, tarih boyunca olduğu gibi gerektiğinde harcanabilir unsur olarak görülüyorlar.

YOĞUN PERİNÇEK İDDİALARI

Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek'in siyaseten oy oranının yok denecek kadar az olmasına tezat oluşturacak oranda TSK içerisinde güçlendiğine dikkat çekmenin yanısıra, Perinçek'in hem Kürtler'den hem de Gülenciler'den eşit oranda nefret ettiği iddiasında da bulunuluyor.

FP'nin iddiasına göre, TSK şu anda büyük ölçüde Perinçek taraftarı aşırı milliyetçi unsurlara teslim edilmiş vaziyette. Perinçek'in ise, ABD karşıtı olmasının yanı-sıra, muhaliflerini “Haçlı Batı'nın kuklaları” olarak tanımladığı anımsatılıyor.

Tartışmalı “barış süreci” esnasında Perinçek ve yandaşlarının güç kaybettiklerini, ancak iki İslamcı grubun çatışmaya girmesi ile hapisten çıkabildiği, darbe kalkışması ile de gücünün doruğuna ulaştığı yorumu yapılırken, Erdoğan ve Perinçek yakınlaşması için, "sosyal bilimciler ile gericilerin yatağa girmeleri” tanımında bulunuluyor. Ancak FP, iddia ettikleri bu evliliğin “cehennemde gerçekleştiğini” ve Erdoğan'ın da bunu çok iyi bildiğini belirtiyor.

FP'ye göre, darbe gecesi SADAT'ın eğittiği kurşun geçirmez yelek giyinen özel güvenlik birimleri köprüde darbeci askerlerle çatışmaya girdiler. SADAT'ın kurucusu olan Adnan Tanrıverdi'nin, Erdoğan'ın başdanışmanı olarak atanmasının yanında, geçmişte İslamcı kimliği nedeniyle TSK'dan uzaklaştırılmış bir general olduğu da anımsatılmış.

AKP'nin, meclis çatısı altında muhalefetin SADAT hakkında sorduğu sorulara dahi tahammülü olmadığı, muhalefet cephesinden bu konuda yöneltilen soruları kısaca inkar ederek yanıtlarken, daha sonra meclis kayıtlarından bu soruların silindikleri de ileri sürülüyor. Tanrıverdi'nin Erdoğan'a başdanışman olmasının ise, “Erdoğan kendisine paramiliter ordu mu kuruyor?” sorusunu gündeme getirdiği söylenirken, FP bir de öngörüde bulunuyor ve, yakın bir gelecekte Perinçek'in aşırı milliyetçi savaşçıları ile Erdoğan'ın İslamcı paramiliter ordusunun çatışabileceğini ileri sürüyor.

TSK içerisinde yükselen yeni grupların tek ortak özelliklerinin Amerikan karşıtlığı olduğu, Perinçek grubunun ise uzun süredir Batı'yı düşman olarak gördüğü söylenirken, Türkiye'nin Doğu üzerindeki etkisini arttırmak isterken, Batı'nın dostluğunu kaybetmekte olduğu uyarısıyla makale sona eriyor.

Odatv.com

Kaynak: https://foreignpolicy.com/2017/07/13/turkeys-post-coup-purge-and-erdogans-private-army-sadat-perincek-gulen/?utm_source=Sailthru&utm_medium=email&utm_campaign=New Campaign&utm_term=Flashpoints

Yönetmen Mustafa Altıoklar hakkında sosyal medyada yer alan paylaşımları nedeniyle gözaltı kararı çıkarıldı
16 Temmuz 2017



İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Altıoklar'ın, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılında düzenlenen anma törenlerine ilişkin Twitter hesabından yaptığı paylaşımları inceledi.

Başsavcılık, incelemesinin ardından Altıoklar hakkında gözaltı kararı aldı.

Bu arada, yönetmen Mustafa Altıoklar'ın, Almanya'da olduğu öğrenildi.
İŞTE O PAYLAŞIM:



Etiketler:
Yönetmen Mustafa Altıoklar gözaltı kararı
Patronlar Dünyası

DÜŞMANIN ADINI SÖYLEYEMEMEK…
A.Bâki Aytemiz
17 Temmuz 2017

“15 Temmuz hain darbe girişiminin birinci yıldönümünde binlerce kişi Milli Birlik Yürüyüşü’nün ardından 02.32’de bombaların hedefi olan Meclis’te buluştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis Şeref Kapısı önünde düzenlenen anma programına 02.20’de gelişinde törenle karşılandı. TBMM Başkanı Kahraman’ın ardından konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güçlü değilsek bize bir gün yaşama hakkı vermeyecek o kadar düşman pusuda bekliyor ki isimlerini tek tek saysak uluslararası krizle karşılaşırız.” dedi.”

Haber böyle…

Bir başka internet sitesi de haberi, “Erdoğan: Darbenin arkasındakileri söylersek uluslararası kriz çıkar!” başlığıyla verdi.

Uluslararası kriz çıkması ne demek?

Çıkarsa ne olur?

Düşman, kendisine düşman dediğimiz için bize kızar mı, küser mi?

Düşman, kendisine düşman dediğimiz için, “Sen bana nasıl düşman dersin, gör bak bakalım sana düşmanlık nasıl edilirmiş göstereyim!” diye bize karşı düşmanca tavır mı alır?

Kim bu düşman?

Muhtacız dedikleri İsrail mi?

Stratejik müttefik dedikleri Amerika mı?

Kapısında, “Bizi de içeri alın, ne derseniz yaparız!” diye yalvardıkları AB mi?

Yoksa, Haçlı-Yahudi ordularına lojistik destek sağlayarak katledilmelerine yardım ettikleri Müslümanlar mı?

Aklıma Kemal Tahir geliyor. O’nun Kurtuluş Savaşı’nın nasıl ve niçini ile izah edilmeyişi ve meselenin aşağılık bir propagandaya ayarlı olarak ele alınışı üzerine söyledikleri…

Malûm, bizim camia Kemal Tahir’in bu eleştirilerini çok sevmiş ve Kemalistlere karşı kullanmaktan imtina etmemişlerdi. Tabi o zaman Kemal Tahir’le birlikte gözükmek, bu komünistin dediklerini alıp kullanmak hoş bir şeydi. Şimdi Kemal Tahir’in o cümlelerini alsak ve Kurtuluş Savaşı yerine 15 Temmuz’u yapıştırsak ne olur?

Yani, milletin kahramanlığı ve fedakârlığı bir yana –tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi–, bu hamleyi nefslerine maledenler, “yoğurttan darbeye mukavvadan hançer”in ne menem bir iş olduğunu nasıl izâh edecekler?

Fikirsiz siyaset olur mu?

Olmaz!

O halde, başa fikri koymadan, hangi siyasetten, hangi mücadeleden, hangi düşmandan ve kimliği açıkça ortaya konulamayan düşmana karşı güçlü olmaktan bahsediliyor ki?

Güçlü olmak zorundayız.

Doğru.

Nasıl güçlü olunur?

Önce düşmanı bilerek, tanıyarak ve adını koyarak ki, millet, adı sanı belli olan düşmana karşı uyanık olsun.

“Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmaz!”

Kurtuluş Savaşı sonrası temel yanlış neydi?

Biz, maddede kendimiz kurtardıktan sonra gittik mânâda düşmana teslim olduk.

Mekânda kurtuluş, zamanda teslimiyet…

O sebeptendir ki, bugün artık mekânın da elimizden kayıyor olduğuna şahit olmaktayız. “Bekâ” sorunu diye geveledikleri ve muhtevasını bir türlü ortaya koyamadıkları dava.

Ruh imarı olmadan mânâ imarından bahsetmek komedilerin en büyüğü.

Büyük doğu Mimarı’nın bu ölçüsünü başa alarak söyleyelim ki, mânâ imarının ne demek olduğundan zerre nasibi olmadan, bir zamanlar mânâ imarı adına fabrika yanına cami yapma komikliği gibi her yere İmam Hatip açma hokkabazlığı ile bu işler olmaz. Olmayınca da 15 senenin sonunda ortaya çıkan durum bu olur. Yani, işte son referandumda da gözüktü ki, gençliğin yüzde yetmişe yakını Erdoğan’ın istediği yönde oy vermedi. Bizzat bu durum bile ülkede değişen sosyolojiye dair çok mühim bir veri. Gençliğe hitap edemeyen bir siyasi yapı fazla gitmez. Mesela sırf bu sebeple, yani 15 yıllık kendi iktidarlarında hayata gelen ve büluğ çağını bu dönemde idrak ederek oy verme hakkını elde eden gençlik, AKP’ye oy vermediği için 2019 referandumunda da bu temayül böyle devam ederse, Erdoğan’ın bu oy oranı ile Cumhurbaşkanı olması imkânsıza yakın. Zira yeni oy verecek gençliğin büyük kısmının Erdoğan’a hayır demek için karşısına çıkan adaya oy vereceği ve Erdoğan’a oy verecek yaşlı nüfusun da azalacağı düşünülürse, sırf bu nüfus dengesi bile bütün siyasi hesapları alt üst etmeye yeter de artar bile. Tabi 2019’a çıkılabilir ve referandum yapılabilinirse…

Yanisi kısaca şu: AKP, kendi eliyle ettiğini buluyor. Yıllardır Büyük Doğu’nun sermayesini, İBDA’nın sermayesini, bunların teşekkül ettirdiği potansiyelin siyasî temsiliyetine soyunup, ama gençlik yoğurmaya dair tek müsbet adım atmamış olmasının neticesinin bedelini ödemekle karşı karşıya gelmiş bulunuyor.

Gençlik hedef istiyor, düşmanın adını istiyor.

Erdoğan kürsülerden Fetullah’ı hedef gösteriyor, Fetullah’ı ele geçiremeyince de Kılıçdaroğlu’nu…

Koca cihan hâkimiyeti mefkûresi, düşman olarak kendisine Kılıçdaroğlu ve Fetullah’ı mı muhatap alıyor? Dışarıda gerçek düşmana karşı bir varlık ortaya koyamayan Yeniçeri’nin iç düşman üzerinde fatihçilik oynama ruhiyatı…

Düşmanın adını söylerse uluslararası kriz çıkarmış…

Düşman bize küser mi, kızar mı?

Düşman, kendisine düşman dediğimiz için bize düşmanlık yapmaya mı kalkar yoksa?

Hani 15 Temmuz bir kurtuluş destanıydı?

Ne demişti Kumandan:

“düşmanın üzerine gidemiyorsan eğer…”

Yani, düşman senin üzerine geldiği için mecburen nefsini korumak değil… Bu, “düşmanın üzerine” gitmek demek değil. O kadarını hayvanlar da yapıyor, köşeye sıkışan kedi, sıkıştığı yerde üzerine atlamak zorunda kalıyor ki bu da kediyi milli ve vatansever yapmaya yetmez. O sadece nefsini korumak için bir hamle yapmak zorunda kalmış olduğunu gösterir. Millilik ve vatanseverlik, şuurudur, fikirdir, hayvanî saikle psikolojik bir içgüdü davranışından öte olarak, bulunduğun yeri korumaktır. Ki, çoğu hayvan dahi kendi bölgesini işaretler ve korumak için rakipleriyle mücadele de eder. Demek ki tek başına bu da yetmiyor hayvandan farklı olmaya. Koruduğun coğrafyayı vatan yapmak, insanî bir keyfiyet, fikrî bir tavır, ruhî-zamanî bir ölçü tutturabilmekle alâkalı oluyor.

Kaynak: Adımlar Sergisi

Erdoğan'a suikast davası; eski Yüzbaşı Haldun Gülmez araçtan inmedi, yine böyle getirildi
17 Temmuz 2017



Gülmez dört jandarma tarafından taşındı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik olarak suikast girişimi davasında eski Yüzbaşı Haldun Gülmez araçtan inmedi. Geçtiğimiz Cuma günü duruşma salonuna zorla götürülen Haldun Gülmez, bugün de duruşma salonuna gitmemekte direnince dört jandarma tarafından taşındı.

Hürriyet'te yer alan habere göre Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi sırasında Erdoğan'a yönelik suikast girişimi ve 2 polisin şehit edildiği saldırıya ilişkin 3'ü firari, 44'ü tutuklu 47 sanığın yargılandığı davanın üçüncü duruşmasına devam edildi.

Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesince, adliye binasındaki salonların fiziki yetersizliği nedeniyle Muğla Ticaret ve Sanayi Odasının salonunda görülen davanın üçüncü duruşmasına tutuklu sanıklar, geniş güvenlik önlemleri altında getirildi.

Sanıklar jandarmalar eşliğinde mahkeme salonuna alındı. Sanıklardan Haldun Gülmez, araçtan inmeyi reddedince jandarmalarca salona götürüldü.

Sanıklar, taraf avukatları ve sanık yakınlarının hazır bulunduğunu duruşmaya başlandı.

Duruşmada mahkeme heyetince, sanıklar ile avukatlarının dava dosyasına giren yeni deliller ve raporlarla ilgili beyanları alınacak. 13 Temmuz perşembe günü başlayan ve hafta sonu ara verilen üçüncü duruşmanın yarın sona ermesi bekleniyor.

Geçen duruşmada da olay çıkartmıştı

Gülmez'in darbe girişimi sırasında helikopterdeki makinalı tüfeği kullandığı, bu sırada yaralandığı ortaya çıkmıştı. Üzerinden FETÖ lideri Gülen’e ait şifreli dua çıktığı iddia edilen Haldun Gülmez geçen duruşmadaki tavırları sonrası salondan atılmıştı.

İddianame

FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in bir numaralı şüpheli olduğu iddianamede, sanıkların, "cumhurbaşkanına suikast", "Anayasa'yı ihlal", "yasama organına karşı suç", "hükümete karşı suç", "silahlı terör örgütü yöneticisi olma", "yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme", "yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs etme", "kasten öldürmeye teşebbüs", "zincirleme şekilde cebir ve tehdit kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma", "neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama", "zincirleme şekilde silahla tehdit", "cumhurbaşkanına hakaret", "zincirleme şekilde kamu görevlisine görevi nedeniyle hakaret", "kamu malına zarar verme", "mala zarar verme", "nitelikli olarak konut dokunulmazlığının ihlali" ve "nitelikli yağma" suçlarından cezalandırılmaları isteniyor.

Saldırıyı gerçekleştiren FETÖ'nün "suikast timi"ndeki biri firari 37 asker için en az 6'şar kez ağırlaştırılmış müebbet hapis talep ediliyor.

T24

Alman tank firması: Egzozuna tişört tıkamakla tank bozulmaz
18 Temmuz 2017

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Tişörtünü tankın egzoz borusunun içine afedersiniz tıkamak suretiyle onu çalışamaz hale getiren imandır" sözlerinin ardından Alman tank üreticisi Krauss-Maffei Wegmann'a iletilen bir soruya verilen cevapta, ürettikleri tankların egzozuna tişört tıkanmasından etkilenmeyeceğini belirttiği iddia edildi.

Artı49'un haberine göre, Alman Leopar tanklarının üreticisi firma, basın bürosuna gönderilen soruya verdiği yanıtta, ürettikleri tankların egzozuna tişört tıkanmasından etkilenmeyeceğini açıkladı.

Habere göre, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de kullandığı Alman Leopar tanklarının üreticisi firma, basın bürosuna gönderilen soruya verdiği yanıtta, ürettikleri tankların egzozuna tişört tıkanması durumunda sürüşlerinin ve diğer fonksiyonlarının etkilenmeyeceğini belirtti.
Cumhuriyet

"KARAMOLLAOĞLU: DARBEDEN ERDOĞAN VE AKP'NİN ÖNCEDEN HABERİ VARDI"
17.07.2017
Yeniçağ yazarı Ahmet Takan, Türkiye'yi alt üst edecek bir konuşmanın metnini yayımladı.

Takan'ın açıklamasında öne çıkan başlıklar şöyle:

"KAR
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Tem 18, 2017 11:38 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Tem 18, 2017 9:28 pm    Mesaj konusu: 'DARBEDEN ERDOĞAN VE AKP'NİN HABERİ ÖNCEDEN VARDI' Alıntıyla Cevap Gönder

"KARAMOLLAOĞLU: DARBEDEN ERDOĞAN VE AKP'NİN ÖNCEDEN HABERİ VARDI"
17.07.2017



Yeniçağ yazarı Ahmet Takan, Türkiye'yi alt üst edecek bir konuşmanın metnini yayımladı.

Takan'ın açıklamasında öne çıkan başlıklar şöyle:

"KARAMOLLAOĞLU: DARBEDEN ERDOĞAN VE AKP'NİN HABERİ ÖNCEDEN VARDI"

"15 Temmuz hain darbe girişimini konuşurken, Temel Karamollaoğlu, bu kalkışmadan iktidarın habersiz olduğuna ilişkin açıklamalarını tekzip eden çok tarihi bilgiler verdi. "15 Temmuz'dan 6 ay, belki daha da fazla süre önce, tarihini tam olarak hatırlayamıyorum" diyerek söze başladı ve R. Erdoğan ile AKP iktidarını hain darbe girişimi hazırlıkları konusunda haberdar ettiklerini açıkladı. Kendilerine gelen o zaman muvazzaf bazı askerlerin anlattıklarını çok ciddiye aldıklarını ve arkadaşları vasıtasıyla kabine üyelerini ve R. Erdoğan'ını bilgilendirdiklerini anlattı".

"BU TARİHİ KONUŞMAYI YAYIMLIYORUM"

Çok üstüne gittik ama detay vermedi.Hak vereceksiniz ki; bu bomba açıklamanın peşini bırakmadım. Konunun odağındaki ismi buldum: Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı eski Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ı... O dönemde görüşmeleri yürüten ismi... Lütfi Yalman, Konya'da olduğu için bir telefon görüşmesi gerçekleştirebildim. Açıklamalarını okuyunca çok hayrete düşer misiniz? Kararı size bırakıyorum.!.. Lütfi Yalman'ın YENİÇAĞ'a açıklamalarını noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyorum:

-- (Programda konuşulanları özetledikten sonra) Sayın Karamollaoğlu, hain darbe girişimi ile ilgili olarak Aykırı Gündem de bu bilgileri verdi. Bu olayı bir de bize anlatır mısınız?

"İLK HABERİ 6 AY ÖNCESİNDEN VERDİK"

"6 ay öncesinden değil 2013 Aralık'ta Tayyip Bey 17 Aralık'ta Konya'ya geleceğinde ben -o zaman il başkanıydı- şimdi Genel Başkan yardımcısı (AKP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Sorgun) olan arkadaşımız Milletvekili ben ona dedim ki, 'acil bir görüşmemiz lazım 15-20 dakika' diye. Fakat o gün meşhur 17 Aralık operasyonları olunca görüşme imkânı olmadı. Biz 2014'ün başında bir rahatsızlığın olduğunu ciddi manada bir takım sıkıntıların olduğunu rapor eden bir şey gönderdik. Nasıl çalışıldığı internet siteleri ile ilgili veya kendilerine bağlı her subaya 500 dolar her ay verdiklerini falan rapor eden bir şey gönderdik kendilerine."

--Kendilerine dediğiniz Başbakan iken Tayyip Erdoğan'a mı?

"ERDOĞAN'A O RAPOR ULAŞTI"

"Tabi. Başbakan iken gönderdik raporu. Konu ile ilgili detaylı bir rapor gönderdik kendisine. Bu raporu danışmanları kanalıyla gönderdik. Tahmin ediyorum şimdiki sözcü İbrahim Kalın Bey'in de eline ulaştı. Ondan sonrasını bilmiyoruz tabi. Bilahare Tayyip Bey Cumhurbaşkanı olduktan sonra 2014'ün sonlarına doğru Sayın Bakan ile tekrar görüştük subay arkadaşımızla beraber. "
--Sayın Bakan... Faruk Çelik Bey mi?..

"Faruk Çelik Bey tamam. İsmini yazmayın da rahatsız oluyor çünkü bundan. Dolayısıyla kendisine bir isim listesi de verdik o zaman."

--Neydi isim listesi Lütfi Bey?

"BİZ LİSTEYİ GÖNDERDİK"

"Generallerin isim listesini verdik. Böyle bir çalışma yapılıyor" diye. "Böyle bir hazırlığın içerisindeler, dikkat edilmesi gerekir. Yarın devletin milletin zarar göreceği bir gelişmeden dolayı kendisini bilgilendiriyoruz ulaştırın bunu dedik" Sayın Cumhurbaşkanına".

"BİR HAZIRLIK YAPILDIĞINI DETAYLARIYLA RAPOR ETTİK"

"Zannedersem 1 ay kadar sonra falan aradı Faruk Bey, "Abi hem rapor, hem isimler Sayın Cumhurbaşkanına ulaştı" gibi bir ifade kullandı. Fakat şey hızlandı... 2015'in ortalarında tekrar Faruk Bey'i, İsmet Bey'i Milli Savunma Bakanı, "3 tane subay arkadaş ile birlikte oturduk çok detaylıca şimdi konulara çok fazla girmiyorum" telefonda ama belki 30 civarında ismi de ifade ederek çalışma bir hazırlık yapıldığını kendilerine söyledik".

"ALBAY BİZZAT BAKAN'A, BUNLAR TANKI ÜZERİMİZE SÜRECEK DEDİ"

"İsmet Yılmaz Bey çok gevşek davrandı. '17/25 Aralık'tan önceydi, 17-25 Aralık'tan sonra düzelmiştir bunlar' falan diye bir ifade birkaç sefer kullanınca ben, '17-25 bir yolsuzluk operasyonu. Ben bu yolsuzlukların olduğunu biliyorum ve inanıyorum. Operasyonu yapan bunlar benden kat kat fazla inanıyorlar dolayısıyla yanlış düşünüyorsunuz bakın bir sıkıntı olacak, yazık olacak' filan diye söyledik kendisine. Yanımdaki albay arkadaşlardan bir tanesi, 'Sayın bakanım vallahi tankı üzerimize sürecekler' cümle bu. Bu ifadeyi kullandı Milli Savunma Bakanı'na."

--Bu ifadeyi kullandıktan sonra İsmet Beyin tepkisi ne oldu?

"Çok inandırıcı bulmadılar gibi geldi bana. Üzerinde durmadılar öyle gördüm. Bir hassasiyet olsa bu Akın Öztürk'ün ismi dahi geçti o zaman konuştuk bunları."

--Akın Öztürk'ten başka kimlerin ismi geçti?

"DARBEYİ HÜKÜMETE BİLDİREN ALBAY GÖZALTINA ALINDI"

"30 civarında isim. Şimdi hangisini söyleyeyim. Tutuklanan isimler var bunların içerisinde. Hemen hemen hepsi tutuklandı veya ihraç edildiler. Var birkaç tane daha kalan. Onu tekrar kendilerine ifade ettik yakın bir zamanda. Tabi burada işin enteresan tarafı şu, 'sayın bakanım tankı üzerimize sürecekler' diyen Albay FETÖ'cülükten gözaltına alındı".

"ALBAY BAKAN'I TANIK GÖSTERİYOR AMA KİMSE DİNLEMİYOR"

"Ve adam diyor ki şimdi savcıya, "Gidin Konya Milletvekiline sorun, Tarım Bakanı'na sorun, o zaman Milli Savunma Bakanı olan İsmet Yılmaz Bey'e sorun. Böyle, böyle biz girişimde bulunduk" filan diyor."

- Kim bu albay Lütfi Bey?"

"BUNDAN SONRA KİM KONUŞUR"

"İsim uygun olmaz. Ama tutuklu zaten...Hayır, askerlerden hiçbirinin ismi çıkmadı daha çıkmaz da. Diğer bir arkadaş dedi ki, 'Biz hayatımızı riske atarak buraya geldik. Bundan haberdar olsalar bizi bir hafta içinde kaybederler' dedi. Aynen bu cümleyi kullandı bir diğer subay. 'Haberiniz olsun böyle örgütlüler' falan dedi. Onun için bu isimleri hiç bahsetmedik. Hiç kimseye vermedim şu ana kadar. Sadece bende. Diğer o bakan arkadaşlar da bu isimleri bilmez".

"SAVCI: SİZİ TUTUKLAMASAM, BENİ İÇERİ ATARLAR"

"Netice itibariyle tabi bunları anlatınca savcı beyin söylediği cümle enteresan. Diyor ki, 'Hay Allah razı olsun iyi ki böyle bir girişimde bulunmuşsunuz yoksa eğer girişimde bulunmasaydınız ben baktım delil belge hiçbir şey yok ama sizi içeri atardım. Çünkü seni atmasam beni atıyorlar.' Bu cümle önemli. Türkiye'de bu tip bir yapının üzerine giderken sırf bu endişeden dolayı çok mağdurların da olduğunun bilinmesi lazım."

--Tutukladığı albaya söylüyor değil mi savcı?

"Tabi tabi. Böyle bir yapı var kim ne derse desin. "

--Bir de Temel Bey'in söylediği 6 ay önceki süreç ne?

"6 ay önceki bu son şey ettiğimiz onu kastederek yani 6 aydan daha fazla da... Çünkü bu görüşmeler zaman zaman telefonla şununla bununla devam etti. O zaman genel başkanımızın bilgisi dahilinde tekrar görüşmüştüm arkadaşlarla bilahare böyle bir şey oldu. Hatta ben 15 Temmuz'dan sonra aradım ne oldu falan diye. 'Abi siz vazifenizi yaptınız sizin bir şeyiniz yok.' Ben de, 'siz vazifenizi yapmadınız' dedim kapattım telefonu. "

--Bunu kime söylediniz?

"Bu isimlere çok girmeyelim şimdi. Çok öncesinden ta 2004'ten itibaren bu yapılanma ile kadrolaşma ile ilgili çok değişik girişimlerde bulunduk. 'Yanlış yapıyorsunuz' dedik. Bunu konuşuruz İnşallah. "
Kaynak: Ahmet TAKAN/Yeniçağ

AKP’li Külünk’ten tuhaf 15 Temmuz yorumu
19 Temmuz 2017



AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, “Mustafa Kemal’in aramızdan ayrılışı da bir 15 Temmuz’dur, Atatürk, yeniden büyük devlet kurma iddiası olan bir liderdi” dedi.
Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesinde düzenlenen “15 Temmuz ve Demokrasi” konulu paneldeki konuşmasında AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, 15 Temmuz’un bir darbe girişiminden öte doğrudan bir işgal girişimi olduğunu söyledi. Külünk, 15 Temmuz’la Anadolu topraklarında Türkleri etkisiz hale getirmek ve Türk devletinin kontrol altına alınmak istendiğine vurgu yaparak, şunları söyledi: “Mustafa Kemal’in aramızdan ayrılışı da bir 15 Temmuz’dur, Atatürk, yeniden büyük devlet iddiası olan bir liderdi. Atatürk asla batı ittifakına aklını teslim etmedi. Bağımsızlık ülküsünü ekonomik kalkınmayla tahkim edebileceğimizin farkında olarak Mustafa Kemal’in 1923-1928 sürecindeki başarılarına bakmak gerekiyor. Musul politikalarına baktığımızda, Misak-ı Milli çizgisindeki duruşuna baktığımızda, aslında o gün Mustafa Kemal’in sisteme tehdit oluşturduğunu görenler, Mustafa Kemal’i bu milletin elinden almıştır. Atatürk’ün ölümü normal, doğal bir ölüm değildir. Ben o dönemde Mustafa Kemal’e hizmet eden yol arkadaşlarından birisinin yakınından dinlediğim için çok rahat söylüyorum, bu da bir 15 Temmuz’dur.”
kaynak: Yeni Asya

FETÖ sanığı tuğgeneral: Pandora'nın kutusu daha açılmadı, sadece aralandı
18.07.2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a suikast girişimi davası sanıklarından eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş "Pandora'nın kutusu daha açılmadı, sadece aralandı. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluğa uzanacak bir yoldayız" dedi.

Darbe girişimi sırasında Erdoğan'a yönelik suikast girişimi ve 2 polisin hayatını kaybettiği saldırıya ilişkin 3'ü firari, 44'ü tutuklu 47 sanığın yargılandığı davanın üçüncü duruşmasının görülmesine devam ediliyor. Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, tutuklu sanıklar dava dosyasına giren yeni deliller ile raporlar hakkında beyanda bulunuyor.

'ERGENEKON, BALYOZ VE ASKERİ CASUSLUĞA UZANACAK BİR YOLDAYIZ'

Suikast girişimini planlamak ve yönetmekle suçlanan eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, FETÖ üyesi olduğu iddialarını kabul etmediğini söyledi.

Kendisinin FETÖ'cü olduğuna dair ifade veren kişileri ve daha fazlasını iki yıl önce FETÖ'cü oldukları gerekçesiyle MİT'e bildirdiğini öne süren Sönmezateş, "Pandora'nın kutusu daha açılmadı, sadece aralandı. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluğa uzanacak bir yoldayız. Darbenin planlandığı villada 6-7-9 Temmuz tarihlerinde olduğum söyleniyor. Devlet benim o tarihlerde nerede olduğumu biliyor" dedi.

'Marmaris görevi' için dört saat bekletildiklerini ileri süren Sönmezateş, neden bekletildiklerini kendisinden başka merak edenin olmadığını savundu.

'BEN GERİZEKALI MIYIM ANKARA'YA DÖNDÜM?'

Suikast girişiminden sonra neden Ankara'ya döndüğünü de kimsenin sormadığını iddia eden Sönmezateş, "Altımızda helikopter vardı. Yakıtımız yeterliydi, İtalya'ya kadar kaçabilirdik. Haldun Gülmez ağır yaralı olmasaydı Marmaris'e geri dönerdim, ben arkada arkadaşlarımı bırakmam. Ben geri zekalı mıyım Ankara'ya döndüm?" ifadelerini kullandı.

'OLMADIĞIM ŞEYLERİ BANA YAMAMAYA ÇALIŞMASINLAR'

Suikast girişimi sırasında yerdeki timleri yönettiği öne sürülen eski Özel Kuvvetler mensubu Binbaşı Şükrü Seymen de telefonlarında yapılan incelemede FETÖ'nün gizli haberleşme programlarına rastlanmadığını iddia etti.

Örgütün gizli haberleşme uygulaması olduğu ifade edilen 'ByLock'un adını ilk kez savcılık sorgusunda duyduğunu savunan Seymen, hazırlanan raporda telefonunda örgüt üyelerince kullanıldığı ifade edilen 'Kakao Talk' isimli uygulamaya ait 26 dosya izinin bulunduğuna yer verildiğini söyledi. Bu kalıntıların telefonunun işletim sisteminin bir parçası olduğunu öne süren Seymen, benzer kalıntıların birer yama olduğunu savundu.

Seymen, sanıklar arasında bulunan eski Özel Kuvvetler mensubu Üsteğmen Murat Köse'ye gönderdiği "Murat konuştuklarına söyle, boşboğazlık olmasın" ve Rusça olarak "Kimseye söyleme" şeklinde mesajları 'Kakao Talk' üzerinden değil 'WhatsApp' uygulamasını kullanarak gönderdiğini iddia etti.
"Allah'tan başka kimseden korkum yok. Herkese bunu tavsiye ediyorum. FETÖ'cü değilim. Olmadığım şeyleri bana yamamaya çalışmasınlar" diyen sanığı, Mahkeme Başkanı Emirşah Baştoğ, 'mesaj verir gibi konuşmaması' konusunda uyardı.
Sputnik

Nuray Mert: Yeni Türkiye'ye geçiş süreci, daha sert olacak; bu ülkeye çok acı çektirecek
17 Temmuz 2017

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik olarak kullandığı "Sokaksa sokak diyerek kendi aklınca milleti ve devleti tehdit eden bu kişi, böyle bir yanlışı yapması halinde asıl kendisinin sokağa çıkamaz hale geleceğini bilmelidir. Açık konuşuyorum sokağa çıkamaz hale sen gelirsin" ifadesini eleştirdi. Mert, "Yeni Türkiye’ye geçiş süreci, pek çoklarımızın sandığından daha sert olacak ve öyle olursa bu ülkeye çok acı çektirecek" dedi.

Nuray Mert'in "15 Temmuz’un anlamı" başlığıyla yayımlanan (17 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Keşke, 15 Temmuz’un yıldönümü
Türkiye’nin daha barışık, daha özgürlükçü ve uzlaşmacı olduğu bir zeminde anılabilseydi. Demokrasiye karşı en büyük tehdit olan darbecilik, komploculuk en başında olduğu gibi ortak ses ile lanetlenebilseydi. Böyle bir belanın savuşturulması yeni bir demokrasi eşiği olabilseydi.
Öyle olmadı, Türkiye’de siyasal gerilim azalmak bir yana arttı, demokratik özgürlükler, ‘ülkenin güvenliği’, ‘düşmanların çokluğu’ gerekçeleri ile tamamen rafa kalktı. Ama en önemlisi, Türkiye’de artık değil muhalefet etme, siyasal tartışma yapmanın sonunun geldiği net bir şekilde anlaşıldı. Ben, bu gerçeğin muhalif çevrelerde halen iyi anlaşılmadığı kanaatindeyim. ‘Herkes bu gerçeği anlayıp, sesini kessin’ manasında söylemiyorum, ama artık söz konusu olanın doğrudan suç isnadı ve buna dayalı uygulamalar olacağı kesinleşti, bunu hakkıyla kavramak lazım, diyorum. En başta, Cumhurbaşkanı’nın söylediklerinden benim anladığım bu.

Çeşitli vesileler ile daha önce de yazdım, söyledim, artık söz konusu olan son referandum ile teyit edilen bir rejim değişikliği, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve ardından yaşananlar, Yeni Türkiye’nin ‘kurucu mit’ini oluşturuyor. Biz hâlâ, ‘15Temmuz’da demokrasiyi hedef alanlara hepimiz karşıyız, zaten darbeye birlikte karşı çıktık’ demeye devam edebiliriz, ama artık olay bundan ibaret değil. Tam da bu nedenle, partili cumhurbaşkanı modelinde bile yaşatılmaya çalışılan, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’de yaşayan herkesi kucaklaması, dikkate alması gibi bir beklenti anlamını yitirdi. Zira, Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz için bir çerçeve çizdi ve bu çerçeve dışına taşan herkesi doğrudan veya dolaylı olarak darbeci olarak algılayacağını açıkça ifade etti. Darbecilik bir suç olduğuna göre, bu şekilde tanımlananların sadece farklı fikir mensubu değil, ‘suçlu’ muamelesi göreceği kesin. Aksi halde, Cumhurbaşkanı’nın, ana muhalefet partisi genel başkanını doğrudan darbeye hizmet etmekle itham etmekte tereddüt etmesi gerekirdi, zira bu son derece sıra dışı bir durum.
Zaten Cumhurbaşkanı da, partisi de, destekçileri de bu noktanın altını çiziyor, yeni bir ‘tarihi başlangıç’tan söz ediyor. Yani tüm rejim değişimlerinde olduğu gibi, millet, devlet, vatan, tarih, dost, düşman, her şey yeniden tanımlanmak durumunda. Bu koşullar altında yeni resmi ideolojinin ‘kurucu miti’ni kurcalamak, yeni rejimin kurucuları tarafından kabul edilebilir bir şey değil. Artık bu ülkenin mensubu olmak, milletin, toplumun bir parçası olmak için yeterli değil, kurucu ideolojiyi sorgusuz sualsiz kabul etmek gerekiyor. Zira ülkenin halen büyük bir saldırı altında olduğu ve her farklı sesin, bu saldırının değirmenine su taşıyacak bir çaba olduğu, dolayısı ile suç sayılacağı ilan ediliyor. Yani durum çok ciddi, artık fikir ayrılığı gibi bir kategori yok, ‘milletten ve onun kurtarıcı liderinden’ yana olmak veya ‘milletin düşmanı’ olmak gibi iki kategori var. Söylediğiniz her şey hakkınızda delil olarak kullanılabilir, bu durumda artık siyasal tartışma imkânı yoktur, yok sayılacaktır. Bu durumda, yapabileceğimiz tek şey durum tespiti ve tanıklık yapmak, ben de bunu yapmaya çalışıyorum

Cumhurbaşkanı’nın idam meselesini tekrar gündeme getirmesi, yeni rejimin kurucu sürecinin ne denli sert olacağının işaretlerinden biri. Bir diğeri, ana muhalefet partisi genel başkanını ‘sokağa çıkamaz hale gelmek’ şeklindeki ‘uyarması’. Bir ülkede kalabalıkların başka kalabalıklar ile karşı karşıya getirilme eşiğine gelmesi, çok ama çok vahim, çok kaygı verici bir gelişme. Maalesef geldiğimiz nokta burası, belli ki, Cumhurbaşkanı öncülüğünde kurulması söz konusu olan Yeni Türkiye’ye geçiş süreci, pek çoklarımızın sandığından daha sert olacak ve öyle olursa bu ülkeye çok acı çektirecek.

ETİKETLER
nuray mert yeni türkiye kemal kılıçdaroğlu tayyip erdoğan

5 ARALIK 1999’DAN 15 TEMMUZ 2016’YA
Mustafa FİŞENGÇİ
18 Temmuz 2017
Mustafa FİŞENGÇİ

15-16 Temmuz hadiselerini gurbette takip ederken bende doğurduğu ilk tedai, 1999 yılının 5 Aralık günü Metris’te Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU önderliğinde verilen mücadele oldu.

Sene 5 Aralık 1999… Yer Metris Cezaevi. Arkasına Amerika’nın desteğini alan Düzenin silahlı unsurları Metris cezaevine bir “darbe” yapma girişiminde bulunuyorlar. Hedef, Kumandanımız başta olmak üzere İbda erlerini katletmek. Bu çerçevede resmi rakamlara göre 1500 kişilik “özel seçilmiş” ordu mensupları ile saldırıya geçiyorlar.

Sabah saatlerinde “arama” bahanesiyle koğuşlara giren bu Batıcı-NATO’cu subaylar, İBDA mensuplarını bahçeye çıkarıyorlar. Normal bir “cezaevi araması”nda görülmeyecek kadar silahlı, kalkanlı, robocoplu asker kalabalığı mevzilenmiş bir şekilde bahçede toplanmış gönüldaşlarımızın etrafını sarıyorlar. Biz 63 kişiyiz! Tam bu noktada, ordu içerisinde yuvalanmış bu Din-Vatan ve Millet düşmanı subayların niyetini gören Kumandan’ın “tekbir!” getirmesiyle, kurdukları tuzak tersine dönüyor ve büyük bir çatışma başlıyor. Silahlı olan Subaylar ve Robocop kıyafetli askerlere karşı Kumandan’ın etrafında kenetlenen İBDA mensupları iman gücüyle, o daracık bahçede, yumruklarıyla karşı taarruza geçiyorlar. Ve dünya harp tarihinde görülmemiş netice: Biri binbaşı olmak üzere 200 asker rehin. Silahsız ve savunmasız İBDA erleri, 63 kişi olmalarına rağmen, silahlı ve tam teçhizatlı NATO’cuların karşısında büyük bir zafer elde ediyor.

Bu noktada dikkat çekmek istediğim bir husus da, 5 Aralık zaferinde Metris Cezaevi’nde bulunan İBDA erlerinin bir kısmının, tıpkı 15 Temmuz hadiselerinde meydanlarda gözlemlediğimiz gibi, toplumun her kesiminden gelenleri de içerisinde barındırmasıdır: Bir dönemin Ülkücü, tarikat mensubu, sol kökenli hareketleri içerisinde yer aldıktan sonra İBDA ve Kumandan etrafında karar kılan ve 5 Aralık 1999 zaferinden nasiplenen neferlerden biri olarak, tabiî ki 15 Temmuz’da meydanları dolduran kardeşlerimizin verdikleri o BİR ve BÜTÜN görüntü bana 5 Aralık’ı hatırlatacaktı.

15 TEMMUZ 2016

Kumandanımızın “merkezi görev ifâ eden” dediği Akıncılar, 5 Aralık tecrübesiyle birlikte halka liderlik yaparak Terörist Amerika’nın arkasında olduğu bu kalkışma haberini alır almaz meydanlara çıkmış ve “çekirdek kadro” olarak köşe başlarını tutmuştur. Açılan ateş sonucunda gönüldaşımız Halil Kantarcı gibi 250 vatan evladının şehit düştüğü bu hadiselerde Genel Kurmaya girmekte tereddüt gösteren polis mensuplarının önüne geçen ve ilk binaya girenlerin de İBDA mensupları olması dikkat çekicidir. Aynı zamanda TRT binasına, Allahu Ekber nidasıyla giren vatandaşların önünde yine İbdacıları görüyoruz. Sakarya’da Valilik binasını silahlı unsurlardan teslim alarak Vali’yi makamına çağıranlar da aynı gönüldaşlar. Bu ve buna benzer destanlık hadiseleri sıralayabiliriz. “Halkın sokaklara çıkması çok önemli bir hadise” ve bu hadisenin asıl motivasyonu İslâmcı-Millî Mücâdele’nin şanlı tarihinde saklı.

Halkın önünde lokomotiv görevi yapabilecek kadrolar, 5 Aralık’dan tecrübeliler. Dolayısıyla 5 Aralık’ın tarihimizdeki rolü ve mânâsı anlaşılmadan, 15 Temmuz 2016 Direnişi anlaşılmaz. Dün (5 Aralık 1999) nasıl Anadolu’da zindan şartlarındaki İBDA erleri Amerika-NATO köpeklerine dur demişse, bu ruhun toplumda tutturduğu maya olarak bugün de (15 Temmuz 2016) Milletimiz aynısını yapmıştır.

Aradaki farklar ve benzerlikler bir yana, her türlü kalkışmayı verimli kılan ve neticesine ulaştıran en önemli unsur olarak Lider ve Liderlik hakkına da dikkat etmek gerekmekte.

Mirzabeyoğlu’nun 1999’da bağlılarını harekete geçirerek elde ettiği zafer ve sonrasında TELEGRAM İşkencesi altında olsa da bükülmeyen iradesiyle bugünlere taşıdığı o AZAMET tavırlı mücadele anlayışı ve duruşu, bugün de bizleri zafere ulaştıracak biricik Kurtuluştur.

Amerika-İsrail başta olmak üzere, kimliği, siyasi anlayışı ve ideolojisi ne olursa olsun; işgalci Batı ve işbirlikçileri karşısında köşe başlarını tutarak nöbete devam.

Kaynak: Adımlar dergisi

Etiketler:
15 temmuz 5 Aralık 5 Aralık 1999 halil kantarcı ibda İslam millet mücadele SALİH MİRZABEYOĞLU tarih vatan

Kılıçdaroğlu'dan 15 Temmuz Darbesinde 27 Bilinmeyen

CHP lideri Kılıçdaroğlu, NTV canlı yayınında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Gündeme oturan “Kontrollü darbe” açıklaması hakkında konuşan CHP lideri Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti: 

"DARBEYİ BÜTÜN AYRINTILARI İLE NEDEN ORTAYA ÇIKARMIYORUZ“

15 Temmuz’da darbe girişimi oldu mu oldu? 248 şehidimiz var. Darbeye karşı 4 siyasi parti mücadele etti mi? Etti. Üzerimize düşen nedir? Bu darbeyi bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkarmaktır. Darbeyi örtbas etmek değildir. Ne yaptık? TBMM’ye bir önerge verdik, dedik ki darbeleri araştırma komisyonu kuralım. 

YENİ KAPI DENİLDİ GİTTİK

15 Temmuz Darbe Girişimi’ni Araştırma Komisyonu kuralım. Önce mırın kırın edildi ama dayanamadılar, o günkü atmosfer de buna çok uygundu, hükümet de buna ‘Evet’ dedi. Sonunda komisyon kuruldu. Buraya kadar her şey çok güzel. Yenikapı dendi, Yenikapı’ya gittik. Yenikapı’da bir daha Türkiye Cumhuriyeti darbe girişimiyle karşılaşmasın diye 12 madde halinde nelerin yapılması gerektiğini söyledim

"GENELKURMAY BAŞKANI VE MİT MÜSTEŞARI KOMİSYONA GELMİYORLAR”

Darbe komisyonu toplandı. Darbe komisyonu bizim arzu ettiğimiz şekilde görevini yapmadı. Neden? Ben 248 şehidin kanının hesabının sorulmasını istiyorum. Eğer bir siyasal iktidar, darbe girişimi komisyonunu çalıştırmazsa, bizim arzu ettiğimiz kişileri davet ettirmezse biz ne yapacağız? Hükümetin samimiyetini sorgulayacağız değil mi? Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı şöyle bir açıklama yapıyor, ifadesi. 

KRİZ OLDUĞUNDA VERİLEN EMİR

TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz, ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Devam ediyor Paşa, ‘Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural, 15 Temmuz 2016’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır’ niçin? Ben bunu sormayacak mıyım? Kime soracağım ben bunu. Darbe Komisyonuna davet ediyoruz, en kilit iki isim var, CHP milletvekilleri ısrar ediyor ‘Gelsinler ifade versinler’ Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı. 

BU TEMEL KURAL NEDEN YERİNE GETİRİLMEDİ

Soracağız, bu temel kural neden yerine getirilmedi. Engelleniyor ve bunlar komisyona gelmiyorlar. Kim engelliyor? Hükümet. Şimdi bu hükümet bana hesap soruyor. Sen bu insanları neden TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na getirmiyorsun? Neden engelliyorsun? Ben bunu sormayacak mıyım? Ben bunu sormazsan 248 şehidin kanı yerde kalacak. Ben bunu sormazsam bu darbenin üstü örtülecek. Bana diyorlar ki, ‘Neden buna kontrollü darbe girişimi diyorsun?’ ne diyeyim ben Allah aşkına? Bir hükümet darbe girişiminin ortaya çıkmasını engellerse ne diyeceğim ben buna? Ne dememi istiyorlar? Söylesinler ben onu söyleyeyim. Bu kadar açık mı? Bu kadar açık.630“ŞİMDİ BİZ HANGİ NOKTADAYIZ?”Aksakallı Paşa kim? Aksakallı Paşa, Ömer Halisdemir’e, darbe girişimini engelleyen en temel aktörlerden birisi Ömer Halisdemir’e, darbeci Semih Paşayı öldürme emrini veren kişidir. Şimdi biz hangi noktadayız? Bütün vatandaşlara söylüyorum, elinizi vicdanınıza koyun ve konuşun, düşünün. Ben bu konuyu araştırmayıp ne yapacağım?

“HURAFELER İDDİANAMESİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ”

FETÖ iddianamesini yazan savcı görevden alındı. Neden? Bu iddianame neden Adalet Bakanlığı’na gider, neden bu iddianamenin için boşaltılır? 248 şehidin hakkını arayan savcı görevden alındığı zaman ne diyeceğim? Kim alır bu savcıyı görevden? Siyasi iktidar benim haberim yoktur diyemez. HSYK da diyemez. Kim aldı bu savcıyı görevden ve bu savcı ne yaptı? İçi boşaldı iddianamenin. Bir hurafeler iddianamesine dönüştürüldü. 

HÜKÜMET ÜZERİNİ ÖRTMEK İSTİYOR

Darbe komisyonu kurulduktan ve bir süre çalıştıktan sonra anladık ki hükümet bu işini kapatmak istiyor. Bir yerlere sıçramasını engellemek istiyor. Bütün bu anlatımlar da zaten bu düşüncemizi destekliyor. Bu iddianamede savcıyı görevden alıyorsunuz, iddianamenin içini boşaltıyorsunuz, suçlu kim? Üst akıl. Kim bu üst akıl, iddianamede yok. Falan devletse devletin, kişi ise kişinin adını yaz. Hurafelerden iddianame mi olur? Hurafelerden yola çıkılarak bir darbe girişimi mi savunulur? Ben bu 248 şehidin hakkını nasıl arayacağım? Ben bu darbe girişimine ne söyleyeceğim? Hükümet neresinde bunun? Biz hesap soruyoruz, onlar bırakmışlar hesap vermeyi bize hesap soruyorlar. Neden bu soruları soruyorsun diye. Ben bu soruları 248 şehit için soruyorum. Bir daha Türkiye’de darbe olmasın diye soruyorum. Darbeden yararlanmak için değil, zarar gören herkes için bu soruları soruyorum.”

“ASKERLERİ LİNÇ EDENLERDEN HESAP SORULMALI DEDİM”

CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Ya darbe girişimi başarılı olsaydı” sorusuna şöyle yanıt verdi:“Başarısızlığa mahkum edilen bir darbe girişimi. Siz en basit kuralı, ‘Kriz anında asker sokağa çıkmasın’ diye talimat vermeniz gerekirken, talimat vermeyip o askerleri sokağa salıyorsanız ne olur? Linç edilen askerler var. Hiçbir günahı olmayan askerler var. 

GÜNAHSIZ ASKERLERİN HESABI

Sarayda söyledim hepimiz erkektik masanın etrafında olanlar. Dedim hepimiz askerlik yaptık, komutan emir verir, asker gereğini yapar, sorgulayamaz. Metehan’dan beri Türk askerlik sistemi böyledir. Askerleri linç edenlerden hesap sorulmalı ve dava açılmalı dedim. Açılan dava var mı? Niçin dava açılmıyor? Ben o günahsız askerlerin hesabını sormayacak mıyım?

“FETÖ’NÜN SİLAHLI BİR YAPILANMASININ OLDUĞU DARBEDEN ÖNCE SÖYLENİYOR”

06.06.2016, darbeden önce. Numarasını da vereyim 2016/24769 numaralı iddianame, FETÖ iddianamesi. Bu iddianamede ne söyleniyor? FETÖ PDY’nin Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma ve Emniyet teşkilatları içindeki mensuplarından oluşan ve on binleri bulan devletten ayrı hiyerarşiye bağlı silahlı bir yapılanmasının olduğu darbeden önce söyleniyor. Savcı söylüyor, mahkemeye verilen iddianamede var. FETÖ’nün Anayasal düzeni değiştirecek veya ortadan kaldıracak silahlı güce ulaştığı ve bir askeri darbe yapabilecek tek organize güç olduğu darbeden önce söyleniyor. 

HÜKÜMET BİLİYORDU

Aynı iddianameden okuyorum, FETÖ/PDY’nin darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesinin açık ve yakın olduğu. Bunu hükümet bilmez mi? Bilir. Bu iddianameye dayanarak Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesi şu anda hapiste. Ne söylüyor? Darbe yapabilecek güce ulaştığı. Engellendi mi darbe girişimi? Engellenmedi. Bunu biliyorlardı, gizleyemezler. Bunların tamamı darbeden önce savcılık tarafından tespit edilmiş.”

“BİZİM GRUP DANIŞMANLARINI RAPORUN YAZIMINA DAHİL ETMEDİLER”

“Neden hükümet bu darbe girişimini örtmek istiyor?” diyen CHP lideri Kılıçdaroğlu, sözlerine şöyle devam etti:“Darbe komisyonu kuruldu, raporu CHP’li ve diğer milletvekillerine Darbe Komisyonu üyelerine verilmiyor? Neden? 16 Nisan’dan sonra. Hangi gerekçeyle? Niye şimdi verilmiyor? Darbe raporunun 16 Nisan’la ne ilgisi var? Gerçekler açığa çıkmasın diye. Bizim bir değil birden fazla dosyamız var. dosyalarımızdan birisi de Bu darbe komisyonuna vereceğimiz dosya. Bütün bu ayrıntılar ve daha fazlası o dosyada olacak. 

KOMİSYON BAŞKANI NEDEN RAPORU VERMİYO

RMahkemelerle ilgili ayrı dosyamız var. Bu darbe komisyonuna vereceğimiz dosya. Darbe komisyonuna verirken buradaki bütün görüşmeler, ayrıntılar hepsi var. Darbe Komisyonu Başkanı bize raporu vermiyor. Size bir ayrıntı daha vereyim, Darbe Komisyonu oturdu kendi aralarında anlaştılar. Raporun yazım aşamasında CHP’nin grup danışmanları da, AK Parti’nin, MHP’nin ve HDP’nin de grup danışmanları birlikte yazacaklardı. Çünkü hepimiz darbeye karşıyız. Bundan vazgeçtiler. Bizim grup danışmanlarını raporun yazımına dahil etmediler. Neden? Darbeye karşıyız biz, onlar da darbeye karşı. Niye dahil etmediler? Hangi gerekçeyle? Bana söyler misiniz, bu nasıl bir hükümet. Darbeye karşı olduğunu söylüyor ama darbeyi kapatmak istiyor. Neden? Hangi gerekçeyle?”

“HERKESİN TELEFONLARI ALINIR, ADİL ÖKSÜZ’ÜN TELEFONLARI ALINMAZ”

Açıklamalarında Adil Öksüz’e de değinen Kılıçdaroğlu şunları kaydetti:“Adil Öksüz’ün ismini ilk ben TV programında söyledim. Dikkat edilmesi gerektiğini söyledim. Önce bana yine bir sürü saldırı geldi. Şimdi onlar da telaffuz etmeye başladılar. Kimdir Adil Öksüz? İki cep telefonu kullanır, GPS cihazı vardır. Herkesin telefonları alınır, Adil Öksüz’ün telefonları alınmaz. Adil Öksüz’ün GPS cihazı ve telefonlarla beraber Adil Öksüz serbest bırakılır. 

HÜKÜMET BU SORUNUN YANITINI VERSİN

Neden? Ben hükümetin bunların cevabını vermesini istiyorum. Bunu muhatabı hükümet. Ben bütün bu soruları soruyorum, hükümet cevap vereceği yerde beni suçluyor. Ben de diyorum ki hükümete, benim iddialarım yerinde ve doğru değilse, çıkın deyin ki şu sorun yanış, şu sorunun cevabı budur. Sen bunu söylüyorsun ama bu gerçek değildir desinler, diyemiyorlar. 

DARBE ŞEHİTLERİNİN HESABINI KİM SORACAK

Tek yaptıkları var, bu kadar şehidimiz var, bu darbe oldu. Sen şehitlerin kanının hesabını sormuyorsun ben soruyorum. Darbe bir daha bu ülkeden olmasın diyorum, Sen darbeyi kapatıyorsun. Kapatmıyorum desinler, kapatmıyorum, diyorlarsa neden Darbeleri Araştırma Komisyonuna darbenin en önemli isimlerini çağırmadınız? Neden gelmelerine engel oldunuz? Ben bunu sormak zorundayım.”

2014 YILINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİĞİ HATIRLATTI

“Adil Öksüz’ün elindeki GPS cihazını devletin hangi kurumu ithal etti?” sorusunu soran CHP lideri Kılıçdaroğlu şöyle konuştu:“Basit soru. Bilinmesi gereken bir soru. Çok basit, Başbakanlık talimat verecek, ‘GPS cihazlarını devletin hangi kurumu ithal etti’ bakacaklar. Ben soruyorum. Desinler ‘Adil Öksüz’ün elinde böyle bir cihaz yoktu’ var. ‘İki telefonu yoktu’ var. ‘Konuşmadı’ konuştu. Herkes kelepçeliydi, ona kelepçe vurulmadı, neden? Söyleyeyim. MİT yasasında bir değişiklik yapıldı 2014’te. Başbakan’ın emri ve talimatı olmadan hiçbir MİT görevlisi tutuklanamaz, gözaltına alınamaz. Adil Öksüz neden gözaltına alınmadı, tutuklanmadı? ‘Haberimiz yoktu’ diyecekler.

ADİL ÖKSÜZ’Ü TANIMIYORUZ DİYEMEZLER

”Bu soruları ben sormak zorundayım. Benim önümde keşke Sayın Binali Yıldırım olsaydı da ben sorsaydım, Binali Yıldırım cevabını verseydi bana. Benimle televizyona çıkmaya çekiniyorlar ama çıkıp meydanlarda beni suçluyorlar. Meydanlarda aleyhime olmadık laflar ediyorlar. Ya bu darbenin bütün ayrıntıları ortaya çıkacak ya da ben bu soruları her ortamda, her yerde onlara soracağım. Adil Öksüz’ü tanımıyoruz diyemezler. Niye diyemezler söyleyeyim, darbeden önce savcı iddianame hazırlıyor. 

ADİL ÖKSÜZ NERENİN İMAMI

Adil Öksüz’ün Deniz Kuvvetleri imamı olduğu yazıyor iddianamede. Sonra, bir başka iddianamede Hava Kuvvetleri imamı olduğu yazılı. Yani Adil Öksüz bilinmeyen bir isim değil. Ben ismini söylemezsem onun da üstünü tamamen kapatacaklar. Kim bu Adil Öksüz? Öldü mü, ölmedi mi? Hayatta mı? Kim bu adam? Gücü nereden alıyor? ‘Efendim biz bununla ilgili soruşturma açtık’ siz onu külahıma anlatın bana değil külahıma anlatın. Ne demek soruşturma açtık? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti iki telefonuyla, GPS cihazıyla koyuverilen Adil Öksüz’ün nerede olduğu bilmeyecek ama soruşturma açmış olacak. Bizi mi kandırıyorlar? Yok öyle bir şey.”

DARBENİN SİYASİ AYAĞI KİM

CHP lideri Kılıçdaroğlu, darbenin siyasi ayağı hakkında şunları kaydetti:“Sayın Binali Yıldırım açıklama yaptı, ‘Darbenin siyasi ayağı yoktur’ Allah aşkına çocuk mu kandırıyorlar bunlar. Bu darbeciler ülkeyi yönetmek istemiyor muydu? Darbeciler gelseydi Cumhurbaşkanı, Başbakan olmayacaktı. Belki Meclis kapatılacaktı, belki bizler hapishanelerde olacaktık, yeni bir hükümet kurulmuştu, yeni Başbakanlık Müsteşarı, Bakanlar, Cumhurbaşkanı, adaylar, 12 Mart 71 darbesini gördük, 12 Eylül darbesini de gördük. Darbecilerin amacının ne olduğunu da gördük. 

ÇOCUK MU KANDIRIYORSUNUZ

"Hem darbe girişimi olacak, kalın kalın dosyalar, kitaplar, broşürler olacak, darbenin siyasi ayağı olmayacak. Ne için? Buna ben inanmıyorum, siz inanıyor musunuz? Darbenin memur, sendikacı, ihracatçı, işveren, baklavacı, çikolatacı ayağı var, siyasi ayağı yok? Siz çocuk mu kandırıyorsunuz Allah aşkına?”

“FETÖ ÜYELERİNİ BU HÜKÜMET NEDEN AÇIKLAMIYOR?

”Bylock kullanan milletvekili iddialarına değinen Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:“Ellerindeki en önemli delil Bylock listeleri. Niye açıklamıyorlar Bylock listelerini? (Bylock kullanan 120-180 arası AK Parti milletvekili iddiası) Belki daha fazla. Eğer Bylock kullananlar FETÖ örgütünün birer üyesi iseler, FETÖ’nün üyelerini bu hükümet neden açıklamıyor? 

HEPSİ AÇIKLANIYOR AMA AKP Lİ BYLOCKCULAR AÇIKLANMIYOR

Düşünün, polis bir yere baskın yapıyor, teröristleri yakalıyor. Evde bulduğu gazeteyi, silahları, kitapları ve teröristlerin isimlerini yayınlıyorlar. Ellerinde Bylock listesi var, niye bunu açıklamıyorlar? Hangi gerekçeyle açıklamıyorlar? Niye açıklamıyorlar? Dönüp bize diyorlar ki ‘CHP FETÖ’cüleri destekliyor’ biz de gayet sakin, vakur şunu söylüyoruz, liste bende değil sizde ben devlet değilim devlet sizsiniz, benim istihbarat örgütümn yok sizin istihbarat örgütünüz var. Bylock listeleri sizin elinizde. Niçin açıklamıyorsunuz? Teröristleri niye saklıyorsunuz? Teröristleri saklamak suç değil mi? Niçin açıklamıyorsunuz?”

“KİM BAŞBAKAN OLACAKTI?”

Başbakan Binali Yıldırım’ın Bylock kullanan hiçbir milletvekili olmadığı yönündeki ifadelerini değerlendiren Kılıçdaroğlu şu ifadeleri kullandı:“Açıklasın o zaman. Hiç milletvekili yoksa niye gizliyorlar? Pastacıdan mı korkuyorlar? Bylock kullanan memurları, hakimleri attılar. Siz düşünebiliyor musunuz, bir darbe yapılıyor her ayağı var, siyasi ayağı yok. Kim Başbakan olacaktı? Kim Başbakanlık Müsteşarı olacaktı? 

KİM CUMHURBAŞKANI OLACAKTI

Kim Cumhurbaşkanı postuna oturacaktı? Kim Devlet Başkanı olacaktı? Kim bunların arkasındaki güç? Bakın size Kadri Gürsel’i örnek vereyim. Cumhuriyet’in iddianamesinden okuyorum, 92 Bylock kullanıcısı şüpheli şahıs ile haklarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünden dolayı soruşturma bulunan 21 kişi ile iletişim kaydı bulunduğu. Bir gazeteci, Bylock kullanıcısı 92 kişiyle şu veya bu nedenle telefonda konuştuğu için şu anda hapiste. İddianamede bu var

KİM BU 92 KİŞİ

Kim bu 92 kişi?
Niye açıklanmıyor?
Hangi gerekçeyle açıklanmıyor?
AKP Trabzon Milletvekili, ablası atıldı. Kilis milletvekilinin kardeşi, Hatay milletvekilinin kardeşi, Kırıkkale milletvekilinin kardeşi, Aydın milletvekilinin kardeşi, Sakarya milletvekilinin kardeşi, Kayseri milletvekilinin yakınları, Belediye Başkanının damadı bunlar da Bylock’çu. Kadri Gürsel hapiste bunların tamamı dışarıda. Hangi adaletten söz ediyoruz ve darbeyle nasıl mücadele ediyorlar. Bana çıkıp birisi bunu açıklamak zorundadır.

215 BİN KİŞİ VARSA AÇIKLAYIN

”Kaç kişi var biliyor musunuz? Bylock kullananların sayısı 215 bin 92 kişi. Sayın Başbakan’a göre bunların içinde bir tek siyasetçi bile yok. Bizim aklımızla alay mı ediyorlar? Böyle bir şey olabilir mi? 215 bin kişi varsa açıklayın. Bunlar darbeci, terörist demiyor musunuz? 

BİZE DİYORLAR Kİ ?
Açıklayın.
Bize diyorlar ki, ‘Siz FETÖ’yü destekliyorsunuz’ açıkla kardeşim kimin destekleyip desteklemediği çıksın ortaya. Niye açıklamıyorsun? Beni suçluyorlar. Niye suçluyorlar beni? Neden bunları ben dile getiriyorum diye suçluyorlar. 

DEVLET BAHÇELİ GİBİ OLSAM

Ben hiç sesimi çıkarmasam, Sayın Devlet Bahçeli gibi olsam, hayatlarından çok memnun olacaklar, beni el üstünde tutacaklar, ‘Yaşa, bravo Kemal Kılıçdaroğlu, ne güzel şeyler sen bu işlerle hiç uğraşmıyorsun’ diyecekler. İyi de bu şehitlerin kanını kim soracak? Yazık günah değil mi? Ben soracağım. Benim vicdanım, ahlakım, inancım, memleket sevgim, demokrasiye sevgim ve saygım var. Bu darbe girişimini bu hükümet, başta da Sayın Cumhurbaşkanı kapatmak istiyorlar. Örtmek istiyorlar. Derine inilmesini istemiyorlar. Ucu kendilerine dokunacağı için.
Kaynak: Haberartıturk

Gülen’den Adil Öksüz açıklaması
19.07.2017



15 Temmuz Darbe Girişimi'nden sorumlu olan Fethullah Gülen, darbe girişiminin sivil iki numarası olduğu iddia edilen Adil Öksüz'le ilgili konuştu. "Sanırım okulda öğrenciyken, bizim ders halkamızın bir parçası oldu" diyen Gülen, Öksüz'ün Türk istihbaratıyla bağlantısı olduğunu savundu

France 24 kanalına açıklamalarda bulunan Gülen, Temmuz 2016’dan önce Türk hükümetinin iddia ettiği gibi Öksüz’ün Golden Generation Retreat and Recreation Center’ı ziyaret ettiğini kabul ederken, bu ziyaretin darbe soruşturması için bir delil olduğu yönündeki suçlamaları reddetti.

Grihat'ın aktardığına göre Gülen, “Birkaç yıl önce o buraya bir defa geldi. Daha sonra medyada çocuğunun benimle çekildiği bu fotoğrafı gördüm. Bu yüzlerce kişinin yaptığı bir şey. Bu şekilde resim çekmekten bu tür bağlantı kurmak, düşünmeden bir sonuç çıkarmaktır” diye konuştu.

'BENİM HERKESLE FOTOĞRAFIM VAR'
“Adil Öksüz, bir defasında, sanırım okulda öğrenciyken, bizim ders halkamızın bir parçası oldu” diyen Gülen şöyle konuştu:

“Adil Öksüz’ü düşündüğünüzde onu bir yerlerde buldular, neresi olduğunu hatırlamıyorum ve sonra serbest bıraktılar, sonra da Türk istihbaratıyla kendisi arasında bir bağ olduğu ortaya çıktı. İstihbarat servisinin şefi Hakan Fidan da burayı iki kez ziyaret etti ve burada yeğenimin evinde iki kez yemek yedi. Buraya herkes geldi. Benim herkesle birlikte fotoğrafım var. Dolayısıyla, beni ziyaret etmeye ve benimle fotoğraf çektirmeye dayanarak iddialarda bulunmak çok anlamsız”

Gülen, 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendisini ziyaret ettiğine ilişkin ise “Aslında eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül beni ziyaret etti -cumhurbaşkanı ya da başbakan ya da bir şeyler olmadan önce-“ dedi

ADil Öksüz darbe Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Fethullah Gülen istihbarat Hakan Fidan fotoğraf Başbakan resim
Birgün

Baydemir: Meclis iktidarın noteri yapılmak isteniyor
18 Temmuz 2017

DP Sözcüsü Osman Baydemir, iç tüzük değişikliği için 'Meclis tamamen iktidarın noteri haline dönüştürülmek isteniyor' dedi.
Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Sözcüsü Osman Baydemir, iç tüzük değişikliği için "Meclis tamamen iktidarın noteri haline dönüştürülmek isteniyor" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Osman Baydemir, partisinin haftalık grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Baydemir, "Bu grup toplantımızı 257'nci gününde eş genel başkanlarımızın yokluğunda yapıyoruz. Bu toplantıda çözüm yollarını tartışma görevi hakkı benim değil Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın hakkıydı" dedi.

İSTANBUL’DA SEL FELAKETİ

İstanbul'da bugün yaşanan sağanak yağışa değinen Baydemir, "20 yıldır kadim şehir İstanbul'u bu hükümet yönetiyor. En büyük afet hükümet eliyle rant politikalarından kaynaklı olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum. İstanbul'da sele bakıp bundan iyi HES çıkar demeleri an meselesidir. Ya da ne ‘Venedik’e bakın İstanbul'u da Venedik yaptık’ demeleri an meselesidir. Fatura bir kez daha İstanbullu vatandaşlarımıza çıkarıldı" ifadelerini kullandı.

'BAŞKA DARBELERİN HESAPLARI YAPILDI'

Suruç katliamının ikinci yılında katliamda yaşamını yitirenleri anarak konuşmasını sürdüren Baydemir, yaşamını yitirenlerin “AKP-DAİŞ zihniyeti” sonucu katledildiğini ifade etti. Aradan iki yıl geçmesine rağmen faillerin ortaya çıkarılmadığını kaydeden Baydemir, "Arka bahçesine dair tek bir gelişme, mesafe kat edilmiş değil. Mahkemeye 'Ben bu dosyaya müdahil olmak istiyorum' diyen mağdurlara, 'Siz nasıl bir zarar gördünüz?' diye akla ziyan sorular yöneltildi. Bunların zihniyetinde o saldırının mağduru olabilmek sadece ve sadece hayatınızı yitirmiş olmanız gerekiyor. O günün zihniyeti bugünün yargı zihniyetinde kendisini bir kez daha gösteriyor. Suruç katliamı bir dönemin kapatılması savaş döneminin açılmasıdır. Aynı zamanda Ceylanpınar'da iki polisin evinde katledilmesinin sürecidir. Katiller aynı saikin ürünüdür. Kanla gözyaşıyla iktidar devşirenlerin hiçbiri bu iktidardan hayır görmemiştir, sizlerde hayır görmediniz, görmeyeceksiniz. Defalarca Suruç ve Ceylanpınar araştırılsın, gerçekler ortaya çıkarılsın dediğimizde, bugünün iktidarı muhalefetin sesine kulak vermek yerine başka darbelerin hesabını yapıyordu" diye konuştu.

‘İKİSİNİN DE CANI CEHENNEME'

Baydemir, 15 Temmuz darbe girişimine değinerek, şöyle konuştu: "Cunta hayat bulmuş olsaydı ne tür bir politikanın bu ülkeyi beklediğini 12 Eylül'den biliyoruz ki, başarıya ulaşamayan cunta kalkışması AKP adım adım hayata geçirmiştir. 20 Temmuz'da OHAL rejimine geçiş sağlandı. Darbenin başarıya ulaşamadığı dönemde 'Bu Allah'ın lütfu' deyip kendi darbesini gerçekleştirdi. Bu parti adına darbeye karşı deklarasyona atan liderlerini cezaevine atmak hayatını yitirenlerin ruhuna en büyük ihanetlerden birisidir. Darbe gerçekleşmiş olsaydı eş başkanlarımız yine cezaevinde olacaktı. Kravatlıdan gelen darbenin de apoletlinden gelen darbeyle aynı sonuca yol açtığı açıktır. Dolayısıyla apoletli darbenin de kravatlı darbenin de her ikisinin de canı cehenneme" dedi.

‘DARBENİN SİYASİ AYAĞI NEREDE?’

“Darbenin siyasi ayağı nerede?” diye soran Baydemir, şöyle devam etti: “Henüz yanıtlanmamış onlarca soru var. Çıkmış AKP Genel Başkanı, her fırsatta Fethullah Gülen’i suçluyor. Peki, sen Fethullah Gülen’in bu ülkeye gerçekten gelmesini istiyorsan neden her fırsatta asacağım, keseceğim, lime lime doğrayacağım açıklaması yapıyorsun. Sen bilmiyor musun ki ölüm cezasının tartışıldığı bir ülkede iade olmaz. Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede iade olmaz. Çok iyi biliyorsun. Bildiğin için böyle konuşuyorsun. Çünkü onun gelmesini, yargılanmasını ve konuşmasını istemiyorsun. 1996 Banka Asya’nın açılışı işte. Hepiniz oradaydınız, hepiniz beraberdiniz. 15 Temmuz’un yapı taşlarını beraber inşa ettiniz. Bu da 15 Temmuz 2017. Bir tek Gülen yok. Ekip tam takım orada. Bu görüntü ülkeye yansımasın diye muhalefetin sesini kısıyorlar. Muhalefetin muhalefet etmesini terörizm olarak nitelendiriyorlar."

'KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK'

Erdoğan'ın 15 Temmuz yıldönümündeki konuşmalarını eleştiren Baydemir, "Kalkmış, 15 Temmuz’un yıldönümünde Meclis’te halka hitap ederken, sözüm ona demokrasi şehitlerine sahip çıkarken, ağzında şiddet dışında tek bir kelime çıkmıyor. Şiddet çağrıları dışında tek bir kelime çıkmıyor, tehdit dışında ağzından kelime çıkmıyor. Kim olursanız olun bir darbe suçunu başka bir darbe suçuyla ortadan kaldıramazsınız. Bir darbe suçunu, bir başka darbe suçu işleyerek hafifletemezsiniz. Emin olun korkunun ecele de faydası yok. Her canlı nasıl ki doğar büyür ve günü geldiğinde hakkın rahmetine kavuşursa her siyasi akım da her siyasi parti de kurulur gelişir kimi dönem hükümet olur ve hükümetten düşer" ifadelerini kullandı.

‘ADALETİ OLMAYAN ADALET BAKANI’

Baydemir, konuşmasına şu şekilde devam etti: "12 milletvekili cezaevinde, bir siyasi partinin eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, milletvekilliği ve parti üyeliği düşürüldü. Sana sorduklarında, sen bu ülkenin liderisin. Yanındakilere sorulduğunda dünya liderisin hatta. Hatta onun şakşakçısı, onun borazanına dönüşmüş medyaya sorulduğunda o dünyanın en uzun lideri. Uzunluk, kısalık mühim değil. Mühim olan akıldır, mühim olan mantıktır. Mühim olan hangi saikle bu toplumu yönettiğinizdir. Siz yüzde 50’nin lideri olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Peki yüzde 50’nin lideri kim tarafından seçildi? Halk tarafından. Yüzde 50 alan bir lider, neden yüzde 13 oy alan bir liderden, Selahattin Demirtaş’tan bu kadar korkar? Sadece korkmakla da sınırlı kalmaz. Muhalefetine, rakibine bu parlamento kürsüsünde siyaset yapmak suretiyle onun fikriyatını kendi fikriyatıyla çürütmek yerine onu cezaevine koyar. Cezaevine koymakla da yetinmez, çünkü içi soğumaz, korkusu devam eder. 'Ben ne yapar ederim de bunu zindanda tutarım' der. Yetmez, 104 tane fezleke düzenler. Yine içi soğumaz. Anayasa Mahkemesi’ni korkutur. AYM’ye der ki kararını verme. Kararını açıklama. Peki, başka bir izahı var mı Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı? Ortada bir içtihadınız varken verilmiş bir kararınız varken ve o kararda sizin şahsınızın da imzası varken adaleti bu kadar geciktirmenin başka bir izahı var mı? Yok. Ne demiş Adalet Bakanı? Bu ülkede olmayan bir şeyi bakanı var mı diye sorarsanız, o da adalet bakanlığıdır. Olmayan bir şeyin bakanı nasıl olur? İşte şöyle olur. Demiş ki AYM’ye gönderdiği yanıtta: Demirtaş ve milletvekillerinin tutuklu bulunmaları yasama faaliyetlerinin önünde engel olmuyor. Diyarbakırlıların deyimiyle, Urfalıların da deyimiyle bi Xwedê yalan söylüyorsunuz."

DEMİRTAŞ’TAN GRUP TOPLANTILARINA SEGBİS İLE KATILMA TALEBİ

Baydemir, Demirtaş’ın partisinin grup toplantılarına SEGBİS ile katılmak için Meclis Başkanlığı’na gönderdiği dilekçeyi okuyarak, “Burada hitap etme hakkı da onundur. Dolayısıyla bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmanın bir yolu da budur. Yok, eğer bu sistem olmazsa AYM önündeki tehdidinizi, şantajını kaldırın, AYM kararını açıklasın” dedi.

‘ERDOĞAN ADİL YARGILAMAYI ETKİLEMEDEN YARGILANMALI’

Baydemir, daha sonra Demirtaş’ın kendisine “Terörist” diyen AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı açık mektubu bir kez daha kürsüden okuyarak, “Bütün bu gerçeklik içinde eğer yargı bağımsız olsaydı, hakimler özgürce karar verme imkanına sahip olsalardı, Erdoğan, bu ithamı nedeniyle TCK 271 suç uydurmadan olayı cezalandırılması gerekirdi. Yetmez, TCK 288’deki adil yargılamayı etkileme maddesinden dolayı yargılanmasını gerektiriyordu. TCK 283’üncü suçu ve suçluyu saklama, örtmeden dolayı yargılanması gerekiyordu. Ama milyonların vicdanında zaten bu yargılama başlamıştır. Bu yargılama eninde sonunda hakkın ve haklının lehine sonuçlanacaktır” diye kaydetti.

‘NURİYE VE SEMİH’İN FOTOĞRAF ÇEKTİRMESİ NEDEN YASAK’

Baydemir, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Bunların taşıdığı vicdan değil. Olsaydı, Nuriye ve Semih vicdan duruşunda, vicdan orucunda. Allah aşkına, taş eriyor ama bunların duruşunda tık yok. Tıpkı o tekçilikleri gibi vicdan karşısında kalpleri tekliyor. Onlar cezaevinde açlık grevinde, aileleri dışarıda açlık grevinde, 150 binin üzerinde insanın ekmeği elinden alınmış. Bu insanlar diyorlar ki tek bir talebimiz var, ‘İşimi istiyorum’ diyorlar. Onlar zulme maruz kaldılar, bu zulümden vazgeçin. Ama bunlar insani değerlerden korkar hale geldiler. Herkesin cezaevinde fotoğraf çekmeye hakkı var ama Nuriye ve Semih’in yok. Çünkü Nuriye ve Semih’in bedeninin erimesi onların iktidarının nasıl bir zulmün içinde eridiğinin göstergesi vesikası olacak, bundan korkuyorlar. Bir kez daha soruyorum, tek bir Allah’ın kulunun hayat hakkına halel gelmemelidir. Allah korusun, Nuriye ve Semih’in başına bir şey gelirse sadece onların başına gelmiş olmayacak.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ TUTUKLANMASI

Önce cumhuriyet tarihinde ilk defa insan hakları anıtı gözaltına alındı. Sadece insan hakları anıtı değil bugün insan hakları savunucuları da tutuklandı. Onlara sorsan, hükümete sorsan, insan hakları savunucuları teröristtir. Onlar yaşam hakkını, ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü savunurlar. Ey AKP Genel Başkanı, hatırlar mısın, sen bir şiiri okumuştun, vallahi öyle pek güzel de bir şiir değildi. O şiiri okumandan dolayı cezalandırıldın. Cezaevine konuldun. Bu tutukladığın hak savunucuları var ya senin fikir hürriyetin için kampanya düzenledi. Ben de onlardan bir tanesiydim. Bugün olsa, insan hakları savunucuları aynı şeyi yine yaparlar. İnsan hakları savunucuları mı ‘terörist’, yoksa insan hakları savunucularını cezaevine koyanlar mı suçlu? Takdiri halklarımıza bırakıyorum.

Kaynak: Evrensel

Murat Yetkin: Başbakana MİT söylemediyse kim söyledi darbeyi?
19.07.2017

Murat Yetkin: Başbakana MİT söylemediyse kim söyledi darbeyi?
Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Başbakan Binalı Yıldırım'ın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'dan darbe girişiminin istihbaratını alamamasını hala sorguladığını ifade etti.

Yetkin'in yazısının ilgili bölümü şu şekilde:

"Üzerinden bir yıl geçti ve Başbakan Binali Yıldırım 15 Temmuz gecesi MİT Müsteşarı Hakan Fidan'dan darbe girişimi istihbaratını alamamasını sorgulamaya devam ediyor

…Başbakan aradan bir yıl geçtikten sonra (Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Fikret) Bila'nın sorusu üzerine 'Müsteşar o anda söylemedi' diye tekrar ediyor; 'O anda darbeyle ilgili bir şey söylemedi'.

Darbeyi Başbakana kendisine bağlı istihbarat örgütü söylemediyse kim söyledi de, Başbakan da bir süre sonra çıkıp halka bunun ordu içindeki Fethullahçıların kalkışması olduğunu söyledi?

Cevap: Hiç kimse. Hiç kimse söylememiş."

'CUMHURBAŞKANIMIZLA İSTİŞARET EDEREK FETÖ'CÜLERİN KALKIŞMASI OLDUĞU KANAATİNE VARDIK, DOĞRU DA OLABİLİRDİ YANLIŞ DA…'

"Başbakan Yıldırım Bila'ya şöyle izah etmiş:

'Esas kanaati kendim oluşturdum. Cumhurbaşkanımızla (Recep Tayyip Erdoğan) istişare ederek, beraber konuştuk, bunun FETÖ'cülerin asker içerisinde bir kalkışması olduğu kanaatine vardık. (…) O anda doğru da olabilirdi, yanlış da.'

O an doğru da olabilirdi, yanlış da… Bu aslında müthiş bir cümle…

İşin daha ilginç yanı, bu anlatımda adı geçen herkesin hala görevinin başında olması."

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/basbakana-mit-soylemediyse-kim-soyledi-darbeyi-40524357?utm_source=t.co&utm_medium=post&utm_campaign=basbakana-mit-soylemediyse-kim-soyledi-darbeyi-40524357&utm_term=post

Başbakan MİT Hakan Fidan darbe FETÖ ifade Binali Yıldırım istihbarat asker ordu Recep Tayyip Erdoğan
Birgün

Demokrasi İçin Birlik: OHAL, hukuksuzluk, keyfilik, zulüm ve baskı dönemi olarak tarihe geçti
20 Temmuz 2017



Yaşanan ihlaller: Gözaltı sürelerinin uzatılması, savunma hakkının kısıtlanması, kitlesel işten çıkarmalar, gözaltılar...

Demokrasi İçin Birlik (DİB), 1 yılını dolduran OHAL döneminde çeşitli alanlardaki hak ihlallerini, OHAL adı altında gerçekleştirilen hukuksuzluk ve yıkımı belgeleyen raporunu kamuoyuyla paylaşarak OHAL’in kaldırılması taleplerini yineledi.

Taksim Hill Otel’de yapılan basın açıklaması “OHAL’in 1. yılında demokrasi enkaz altında” başlığında gerçekleşti. Açıklamaya HDP Milletvekilleri Garo Paylan, Ahmet Yıldırım, CHP Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Kadir Gökmen Öğüt, EMEP MYK Üyesi Levent Tüzel, EMEP Genel Başkan Yardımcısı Nuray Sancar ile çeşitli kurum temsilcilerinin yanı sıra eski AİHM yargıcı Rıza Türmen ve Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu da katıldı.

"Tüm özgürlük ve haklar keyfi biçimde ihlal edildi"

Evrensel'de yer alan habere göre DİB’in ulusal ve uluslararası kuruluşların çalışmalarından, gazetelere yansıyan açıklamalardan yararlanarak hazırladığı OHAL raporunu Ayşegül Devecioğlu okudu. Raporda, 1 yılını dolduran OHAL döneminin Türkiye’de yaşanan demokrasi krizini büyüttüğü, toplumsal, insani, doğal, kentsel alanlarda yıkım manzarasını ortaya çıkardığı üzerinde duruldu. OHAL döneminde çıkarılan 25 KHK’nın da darbeyle sınırlı olmayan çok geniş bir alanda, temel hak ve özgürlüklerin ihlaline yol açtığı belirtildi. Uluslararası hukukla belirlenen sınırların dikkate alınmaksızın, tüm özgürlük ve hakların sınırsız ve keyfi bir biçimde yok edildiğine dikkat çekilen açıklamada, yaşanan ihlaller şu başlıklarda sıralandı: Gözaltı sürelerinin uzatılması, savunma hakkının kısıtlanması, kitlesel işten çıkarmalar, gözaltılar, pasaportların iptali, kapatılan dernek/vakıflar, mallara el konulması, kayyım atanan belediyelerle geçirdiğimiz bir yıl Anayasayla ve uluslararası sözleşmelerle güvenceye alınmış bütün temel hakları ihlal edildi. Devecioğlu, demokrasi güçlerinin OHAL’e karşı ortak mücadele verme çağrısı yaptı.

"Kararnameler kanunsuzdur"

Raporun değerlendirmesini yapan Rıza Türmen, OHAL’in bir kez daha uzatıldığını belirterek, “Bu uzatma haklı gerekçelere dayanıyor mu, anayasal düzene karşı bir tehdit var mı, somut belirtilerle ortaya konulabiliyor mu bu tehdit, 130 bin kişi ihraç edildikten, 50 bin kişi tutuklandıktan sonra hâlâ OHAL’e ihtiyaç var mı” diye sordu. OHAL’in KHK’ler ile birlikte büyük hukuksuzluklar yarattığına dikkat çeken Türmen, “Kararnamelerin TBMM tarafından onaylanması lazım. 26 kararname çıkmış sadece 5’i Meclis’te onaylanmış. Onaylanmadığı sürece bu kararnameler kanunsuzdur. Yargı ve yürütme denetimi olmayan kararnameler hukuka aykırıdır” dedi.

"OHAL ile hukuk boiluğu doğmuştur"

Çıkarılan kararnamelerin OHAL ile ilişkili olması gerektiğine dikkat çeken Türmen, bizdeki uygulamada FETÖ ile ilgisi olmayan her konuda KHK çıkarıldığını söyledi. Süre açısından OHAL KHK’lerinin geçici olduğunu, OHAL kalkınca bu KHK’lerin de kalkması gerektiğini belirten Türmen, KHK’lerin kanuna dönüşmesinin OHAL’in kalıcı olduğu anlamına geldiğini söyleyerek, “OHAL kararnameleriyle askıya alınamayacak haklar var, bu hakları ihlal eden kamu görevlilerine hiçbir cezai müdahale uygulanamayacak mı? Bu sorumsuzluk OHAL bittikten sonra devam edecek mi” diye sordu.

Türmen şöyle devam etti: “OHAL kendi hukuk kuralları olan bir hukuki rejimdir. Ama kitlesel sayıda insan hak ihlaline el verişli bir rejimdir ve kurallara uyulmazsa diktatörlüğe evrilir. Türkiye'de uygulanan şekliyle bir hukuk rejimi değil hukuksuzluğa dönmüştür. Hukuk boşluğu vardır ve bu boşluk tek bir adam tarafından doldurulmaktadır. Bu demokrasi değildir. Bu davaların hepsi AİHM’in önüne gelecektir ve AİHM ulusun yaşamına bir tehdit var mı ona bakacaktır. Burada ilgili devletin tehdit olduğunu ortaya koyabilmesi lazım. Askıya alma gerekli mi normal yasalarla önlenemez miydi diye bakacak AİHM. OHAL kararnamesine ihtiyaç duymadan normal yasalarla üstesinden gelinebilirdi. AİHM alınan önlemlerin elde edilen amaçla orantılı olup olmadığına da bakacaktır. Hukuk boşluğu doğmuştur OHAL ile ve en tehlikelisi bu kalıcı bir nitelik göstermektedir.”

"MGK kararları Anayasa'ya aykırılığın örneği"

Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, OHAL’in Anayasa’nın 120. maddesi çerçevesinde ilan edildiğini ancak uygulamaların bu çerçeveye girmediğini söyledi. Anayasa Mahkemesi’nin 4 Kasım 2016’daki ‘OHAL ve KHK üzerinde denetim yapamam’ kararını hatırlatan Kaboğlu, “AYM bunu derken ‘1991 ve 2003 kararımdan vazgeçiyorum’ dedi. Kendi kararını eleştirerek bundan vazgeçti. AYM çuvaldızın tümünü kendisine batırdı. AYM, ‘bunu denetleyecek Meclis’tir’ diyor. Peki ama Meclis ne zaman denetleyecek 2019’da mı? Anayasa’nın ilgili hükümleri bile açıkça ihlal edilerek kararnameler yazılıyor. MGK’nın hiçbir zaman karar alma gücü olmadı Bakanlar Kurulu’na tavsiye eder sadece. Ama çıkarılan kararnameler MGK kararıyla çıkarıldı. Bu uygulama da Anayasa’ya aykırılığın örneklerindendir” diye konuştu.

"Anayasa askıya alınarak anayasasızlaştırılmaya geçildi"

Hukuksuzluğun ötesinde bazı nitelendirmeler yapmak gerektiğine dikkat çeken Kaboğlu şöyle devam etti: “Ülkesel yağma ve dünyevilikten uzaklaştırma konularının 120. madde ile ilgisi olmadığı halde 1 yıldır ivme kazandırılan alanlar. Anayasa askıya alınarak bir anayasasızlaştırılmaya geçildi. OHAL İnceleme Komisyonu varsayalım ki özerk bir komisyon; 17 Temmuz 2016’da görevine son verdiğiniz kişinin başvuru yapabilmesi için tam 1 yıl beklettiniz ki, başvuru süreci 1 ayla sınırlıdır. İkinci konu ise bu 150 bin başvurunun dosyası ne zaman çıkacak? Çok iyi çalışsalar bile 5 yılı bulacak. Sonra önce İdare Mahkemesi, sonra Danıştay, sonra AYM’ye, sonra AİHM’e gidiyorsunuz bu süre 25 yıla kadar çıkabiliyor. Mahkemeler önünde hakkınızı aramanız bu kadar uzun sürüyor. Ne başvuruda ne yargılamada makul süre söz konusu. ’12 Eylül dönemine benziyor’ diye bir ucuz benzetme yapmayalım çünkü o dönemde bile mahkemeler işleyemez duruma getirilmedi. İfade özgürlüğü alanına mı giriyor iletilen dosya, yoksa cemaat içindeki etkinliğe mi? Cemaatle bağlantısı olmayan kişiler cemaat için kurulan komisyona git ve cemaatçi olmadığını ispatla diye ikinci kez onur kırıcı bir duruma maruz kalıyorsunuz.”

"Hak ihlalleri için uygun ortam hazırlandı"

TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, açıklamada söz alarak insan hakları konusundaki hak ihlallerine ilişkin konuştu. OHAL ile hak ihlallerini gerçekleştirmek için uygun ortam hazırlandığına değinen Fincancı, “İnsan hakları örgütleri ihlallerin önünde engel görülüyordu ve OHAL bu örgütleri kapatma hakkı verdi. İnsan hak savunucuları özellikle bölgedeki hak savunucuları gözaltı ve tutuklama tehdidi ile karşı karşıyadır” dedi. İHD ve TİHV’in bir soruşturma geçirdiklerini de aktaran Fincancı, soruşturma konusunun, “Türkiye Cumhuriyeti silahlı kuvvetleri ve Genelkurmay'ı suçlayacak şekilde rapor hazırlamak” olduğunu söyledi. Gözaltındaki askerlere yapılan şiddetin fotoğrafları ve videolarının servis edilmesinin bir çeşit ‘parmak sallama’ olduğunu ifade eden Fincancı, ‘yaramazlık yaparsanız başınıza bu gelir’ mesajı verildiğini söyledi.

"Sendikal aktivitelere müdahale var"

KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, KHK ile 112 bin 863 kişinin ihraç edildiğini belirterek, “Emekçiler işsizliğe ve açsızlığa mahkum edilerek saraya biat etmeye zorlanıyor” dedi. Bozgeyik, açlık grevindeki Nuriye ve Semih’in taleplerinin kabul edilmelerini ve tutukluluk hallerinin son bulmasını istedi.

DİSK Koordinatörü Hakan Koçak ise, “Bu darbenin sınıfsal tutumu da var, bir sınıf kimliği var, sermayenin elde edemeyeceği rahatlamayı elde etti. Çünkü grev yapılamıyor. Sendikal aktivitelerin tamamına yönelik doğrudan ve dolaylı müdahale söz konusu. Kayyım atamalarından etkilenen 2 bin kadar belediye çalışanı işsiz kaldı” dedi.

"İktidarın yüzünü zulümden habersiz kesime göstermeliyiz"

CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise şöyle konuştu: “İktidar en ağır insan hak ihlallerini yapıyor. Ama sanki tümünden habersiz gibi davranıyorlar. Daha da kötüsü bizim konuştuklarımızdan toplumun büyük bir kısmının haberi yok. Genel Başkanımız Başbakan’a Nuriye ve Semih’in durumundan bahsedince cezaevinde mi diye soruyor. Başbakan bile bilmiyor. Bizim bu taraftan gördüğümüz hiçbir haberi görmüyor, kendilerine yakın basını okuyorlar. Toplum da öyle. Şimdi iktidarın bu yüzünü zulüm ortamından habersiz kesime göstermemiz lazım. Referandumdaki ‘hayır’ kesimini ve ‘adalet’ platformunun önemli zemin yaratacağını düşünüyorum güçlendirirsek.”

"Anayasa hükmünde kararnameler"

HDP Milletvekili Ahmet Yıldırım da şöyle konuştu:

“OHAL demokratik yollarla siyasi iktidarın değiştirilme zemini ortadan kaldırılıyor. Eğer bir araya gelemezsek OHAL’i kaldırma istenci AKP’de doğmayacaktır. Kanun hükmünde değil anayasa hükmünde kararnamelerle anayasaya baskın gelen kararlar alınıyor. Bütün siyasi partiler kendi parti hassasiyetlerinde vazgeçmezse telafi edilmesi mümkün sorunlar telafi edilemeyecek hale gelecek. Diktatörler seçimle gelir ancak hiçbir zaman seçimle gitmezler. Bu gidişata dur demek üzere bir araya gelmeliyiz. Parti hassasiyetleri ötesinde ortaklaşmamız gereken bir süreçteyiz. İşimiz zor ama imkansız değil.”

DİB'in hazırladığı rapora buradan ulaşabilirsiniz.

ETİKETLER
demokrasi İçin birlik dİb ohal hukuksuzluk gözaltı sürelerinin uzatılması savunma hakkının kısıtlanması kitlesel işten çıkarmalar gözaltılar pasaportların iptali kapatılan dernek ve vakıflar mallara el konulması garo paylan ahmet yıldırım chp
T24

15 Temmuz'un yıldönümü...
Selçuk Salih Caydi

Esasen Gülenciler tarafından, subaylara bile bırakılmadan "Abiler" tarafından planlanan ve -askeri kurallara göre hazırlanmadığı anlaşılan planın- generallere uygulatılmaya kalkıldığı, onların da kerhen uyguladığı, galiba ordudaki birçok kesimin birlikte hareket ettiğini sandığı, ama sonradan bazı kesimlerin harekete geçmeyip Gülencilere bir tür ofsayt taktiği uygalamış göründüğü bir darbe girişimiydi 15 Temmuz...

Televizyonda darbe bildirisi okunurken, bunun kesinlikle Atatürkçü/Kemalist (bildik) generaller tarafından yapılmadığını anlamış ve hayret etmiştim. Türk subayları rasyonel ve pratik zekalı insanlardır. "Bu devirde böyle bi bildiri yazmayacak kadar akıllılardır" diye düşünmüştüm. Sonra ekranda subay yoktu. Bildiriyi, televizyon spikeri bir kadın okudu. Mert hiçbir darbeci askerin yapmayacağı bir şey -demek ki yarım gönülle, korkarak yapılmıştı...

AKP tarafından devletin tüm kurumlarına yerleştirilen Gülenciler, Milli Görüşçü kasabalılardan daha görgülü, daha bilgili ve daha tecrübeliydiler, ama abartılı rasyonalizm irrasyonalizmdir. Bir devletin son çay ocağına da kendi adamını tayin etsen, o devleti ele geçiremeyebilirsin! Nedeni ayrı bir yazı konusu...

Ülkenin asıl elitlerini temsil eden TSK'daki Kemalist kesimin Ergenekon-Balyoz ve benzeri "operasyonlar" ile tasfiyesinin ardından derin/sinsi plan-program ile bir ülkenin içten fethinin mümkün olabileceğini sanan, devlet gibi (halkta tekabülüne uygun olarak) derin bir ruhsal yana sahip büyük yapıların, düz fizik formülleri gibi işleyeceğini sanan, tarihten/ruhtan/paradigmadan habersiz Gülenciler, onca detaylı planlarının birden gübreye dönüşmesine çok şaşırmış olmalılar...

Sen o kadar planla, örgütle, hatta işi generallere bile bırakmayıp kendi "Abiler"inle yap, sonra iş iki saatte topyekün çöksün!..

Açıkcası, İslamcı muktedir blokun ortasından ikiye ayrılacağını -teorik olarak- 2011'de yazmış biri olarak, bunun pratikte nasıl olabileceği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Ama İslamcıların zırt pırt söylediği gibi: "Kaderden öte bir kader vardır." Ve bu kader, İslamcıların aleyhine işliyor...

Darbe girişiminin ardından devlette (taraflı da olsa) Gülencilerin toptan temizlenmeye başlanması, açıkçası daha önce bana "İmkansız" gibi görünen bir şeydi, çünkü her yerdeydiler...

İslamcıların ikiye bölünüp birlikte çökeceklerini tahmin etmiştim, Gülen örgütü sağlam bir darbe yedi. Bundan sonra iflah olmayacaktır, çöküyor. Şimdi çöküş sırası, İslamcıların geriye kalan kısmında. İnanın nasıl olacağı konusunda bir fikrim yok, ama Gülencilerden beter olacaklarını söyleyebilirim, zira sığınabilecekleri bir ülke/yer bile yok ve adil bir yargının karşısında hiç şansları yok. Yargı, İslamcılar konusunda iddialardan iddia beğenecek: Yolsuzluktan mı yargılasın, darbecileri devlete yerleştirmekten mi, bütçeyi gereksiz yere aşırı miktarlarda kullanmaktan mı, çed raporlarını takmamaktan mı, yoksa uluslararası cihadizmi desteklemekten mi? Tabii bunlardan çok başka şeyler de olabilir. Ama İslamcılığın -kendini akıllı sanan- maklubeci kanadı bu kadar kolay ve hızlı tarumar olduğuna göre, kadayıfcılar daha hızlı tarumar olabilirler...

Her halükarda 15 Temmuz, bir devrin sonunu işaretleyen önemli bir olay...
İktidarın 15 Temmuz'u kendine maletmek ve müttefiki MHP dışındaki partileri kutlamaların dışında tutmak çabası, "kronik olarak yanlış politika izlemek" fenomeninin devam ettiğini gösteriyor. Allah İslamcıları çok feci şaşırtmış görünüyor ve bindikleri alametle, Kıyametlerine doğru hızla ilerliyorlar. Uçurumdan önceki son fren payının da sınırına yaklaşıyorlar. O sınırı aştıktan sonra durmaya çabalamaları da bir işe yaramayabilir. Ruhen sona eren İslamcılık devrinin, pratik olarak birinci yarısı bitti, ikinci yarısının nasıl sona ereceğini de yakın gelecekte hepbirlikte göreceğiz...
Kaynak: Konstantiniye notları

Ankara'da 17 yaşındaki genç başında vurularak öldürüldü
26.07.2017

Ankara'nın Altındağ ilçesinde bir genç, başından vurularak öldürüldü.
Alınan bilgiye göre, Altındağ Aktaş Mahallesi 748. Sokak'ta evine doğru ilerleyen Hikmet Yılmaz (17) kimliği henüz belirlenemeyen kişilerin silahlı saldırısına uğradı.

CNN Türk'ün haberine göre, silah sesini duyan vatandaşların haber vermesiyle olay yerine gelen ekipler, başından vurulan Yılmaz'ın hayatını kaybettiğini belirledi.
Sputnik

Darbe sonrası Hulusi Akar'ı helikopterler Başbakanlık binasına taşıyan pilot Albay Kapan, Akar'ın kendisine 'erken davrandık, beklemeliydik rezil olduk' dediğini söyledi
01 Ağustos 2017

[im
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ağu 01, 2017 10:16 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Tem 21, 2017 11:18 pm    Mesaj konusu: Mahçupyan: AK Parti yerel seçimde başarılı olamazsa.... Alıntıyla Cevap Gönder

MICHAEL JORDAN’IN VEDA ŞARKISINI DA YASAKLAYALIM MI?
Gökhan YAMANGÜL
23 Temmuz 2017



Ayrılık kadar tehlikeli soğuk bir kıştı. Pencereden seyre daldığım İzmir’in deniz rüzgârı askerlik yaptığım adayı cam karesine dondurup yapıştırmış gibiydi. Yurdun çok daha şiddetli kış şartlarından gelen askerler de insanın ciğerlerinde böyle salkım salkım biriken, ne yapsan ısınamadığın bir ayaz görmediklerini söylüyordu. Edgar Allen Poe’nun “güzelim Annabel Lee’sini üşütüp öldüren “deniz cinleri” de bu esintilerde saklı olmalı diye düşündüğüm günü iyi hatırlıyorum.

Tezkereme sadece birkaç hafta kalmış, giden dostların ardından el salladıkça ada daha da ıssızlaşmıştı. Birikmiş yalnızlığımızdan hüzün büyüttüğümüz askerliğin son günleri… Tam da o günlerde yazdığım şiirin bir yerinde; “ince sızılar kalır payımıza / mevsim yorgunu vedalardan / her ayrılık biraz daha ölüm / biraz daha gücenmek hayata” dizelerinin olması sebepsiz değildi. Hayata gücenmek, hatır koymak için yeterince neden sıralayabilirdim.

Söz vedadan açılmışken, 2003 senesinin Şubat ayındaydık ve o gece NBA All-Star maçı vardı. Bütün zamanların gelmiş geçmiş en büyük, en “winner” karakterli basketbolcusu, majesteleri Michael Jordan’ın son Doğu – Batı maçıydı ve onun jübilesi şeklinde planlanıyordu. Tıpkı Magic Johnson’ın vedası şeklinde geçen efsanevi 92 all-star’ı gibi… Bu maç kaçmazdı. Bölük çavuşu olarak o gece kendime 02:00-05:00 koğuş nöbeti kilitlediğimi hiç unutmam. Uykunun yakuttan kıymetli olduğu askerlik zamanları gün sayan ve nöbetten düşmüş bir askerin sırf bir maç için bunu yapması çok kişiye tuhaf gelebilir ama hiçbir tutkusunu orta karar yaşamayı beceremeyen benim gibi birisi için ilk defa olan bir şey değildi. Bahsettiğim tarihten birkaç sene sonra NBA Tv’nin platform değiştirmesi üzerine, evini Kablo Tv olan bir mahalleye taşınmaya teşebbüs eden birisinden söz ediyoruz nihayetinde.

Neyse efendim, 2003 all-star maçının hikâyesine geçmeyeceğim. Şu kadarını söyleyebilirim ki, o gece uykusuz kaldığıma fazlasıyla değdi. Gelmiş geçmiş en unutulmaz Doğu-Batı maçı oldu. İlk uzatmanın bitimine 4 saniye kala Jordan’ın sağ köşeden inanılmaz bir el üstü şut isabetiyle maç Doğu’ya gelmişti ki, Jeramin O’Neal adlı geri zekalı bir basketbolcunun son saniye Kobe Bryant’a yaptığı aptalca faulle maç Batı’ya gitti.

Bütün bunların sizle ilgisinin ne olduğu sorusunu duyar gibiyim? Bu inanılmaz maçın devre arasında, Mariah Carey isimli bir şarkıcı “majesteleri” için HERO (Kahraman) isimli bir şarkı seslendirmişti. O gün, o veda maçı kadar hafızama perçinlenen bir şey olduysa, bu şarkıdır: Hero.

Hani 15 Temmuz Darbe Yargılamasında bir tutuklu üstüne Hero yazılı bir tişört giymişti de, Adil Öksüz’ün salınıvermesinden, TeKadir Topbaş’ın damadının tahliyesinden daha çok konuşulmuştu ya… OHAL hukuk(suz)luğunun nasıl bir şey olduğunu şuradan anlayın ki, neredeyse İngilizce-Türkçe sözlüklerden “hero” kelimesini çıkarma noktasına geldiler. Ben merak ediyorum; önümüzdeki eğitim ve öğretim yılında herhangi bir İngilizce hocası, herhangi bir sınavda “hero” kelimesinin geçtiği bir soru hazırlayabilir mi? Eğer OHAL şartları sürerse, 2017 sonrası İngilizce öğrenen nesilleri bir kelime eksik olarak yollarına devam edecek.

Şaka yapmıyorum. Bugün okuduğum bir haber: “Antalya’da iki genç sevgili “Hero” tişörtü giymiş. Gözaltına alınmış. TEM’de “Fetö üyesi olmaktan” sorgulanıyorlarmış.” Tarihe geçecek bir hukuk komedisidir bu. Böyle saçma bir gözaltı için öncelikle “hero” kelimesinin örgütsel bir kavram olduğunu kayıt altına alman gerek. Kimse sizin politik gündeminizi, darbe mahkemelerinizde neler yaşandığınızı bilmek ve takip etmek zorunda değil. “Hero tişörtü yasaktır, “hero kelimesini kullanmak yasaktır” diye bir kanun veya kanun hükmünde kararname çıkarırsın, sonra buna bağlı olarak bütün teksit fabrikaları ve mağazalardan üstünde hero yazılı tişörtleri toplatırsın. Bu “yasal” bir şeydir. O zaman “yasalar kötü ve saçma” deriz ama “yasal olduğunu” reddedemeyiz. En azından keyfi bir şey olmaktan çıkar. Hani, Salih MİRZABEYOĞLU, İşkence isimli kitabında söz ediyor ya… Aynen aktarıyorum:

(İşkence mevzuu açıldığı zaman, umumiyetle şu beylik söz edilir:

-“İşkence bir insanlık suçudur!”

Oysa bu iş, mücerret bir prensib meselesi değil, hukukî bir suçtur; bu bakımdan da, birer lağım faresi olan işkencecilerin olmayan vicdanlarına seslenme yerine, doğrudan doğruya yetkilileri ve hukuk çevrelerini, hukuk namusuna davet etmek gerekir!..

Malûm olduğu üzere, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde işkence bir suçtur; buna mukabil işkence de, hiçbir “acaba” hissine yer bırakmıyan kaskatı bir vakıa… Yapılması gereken iş, ya kanunun geçerliliğini ispatlayıp işkenceciyi cezalandırarak işkenceye mani olmak, veya “şu işi yapana şu işkence tatbik olunur!” şeklinde hukuku vakıaya uydurmaktır!..

Önce hukuk namusu; işkence yapılacaksa, kanunun hükmü dairesinde olsun… Önce hukuk namusu; “nasıl kanun?”, sonraki iş… Yetkili ağızların, kendi eli kafasını döven salak gibi, kuru kuru işkenceye karşı olduğunu ve işkenceyle mücadele ettiğini söylemesi, emrindeki adama lâf geçiremediğinin itirafıdır; ve bu bir devlet zaafıdır!.. Salih MİRZABEYOĞLU, İŞKENCE, İBDA Yayınları, 1.Basım, 1991)

İşin hukukî yanı böyledir. Bir kelimeyi, yahut bir kıyafeti “yasa dışı örgüt” sloganı kabul etmek için önce bunu yazılı metinle karara bağlayıp resmileştirmen gerekir. Onun doğruluğu yanlışlığı bir sonraki iş. Sadece bir darbe tutuklusunun böyle bir tişört giymesi üstünden bir kelimeye bu kadar gündem yüklemek, hukuk adına ne büyük cinayetse, politik olarak da darbe duruşmalarının ciddiyetine verdiği zararla bir o kadar ihanettir. Bir mücadeleye verilecek en büyük zarar onu sulandırmak ve karikatürize edilmesine sebep abartılı hallerdir.

Hero (kahraman) kelimesini Fetullahçıların sembolü haline getirecek böyle keyfî bir yaklaşım, onlarla mücadeleye mi hizmet eder; yoksa onların ters tarafından desteklenmesi mi? O iki genci gözaltına alan polisler kime hizmet ettiklerinin farkında mı? Bu keyfiliği OHAL’den aldıklarına göre de, OHAL’in kime hizmet ettiği?

Şimdi benim 14 senedir en sık dinlediklerimden olan Mariah Carey’in Hero şarkısını mırıldanmak veya çalmakta mı yasak olacak? O şarkıyı bilgisayarının bir köşesinde bulunduranlar gözaltına mı alınacak? Jordan’a veda şarkısı olarak akıllara kazınmış Hero’yu Jordan klipleri eşliğinde paylaşan NBA severleri ne gibi kötü bir son bekliyor? Bunlar bilinsin ki, herkes ayağını ona göre denk alsın.

Yazının sonunda linkini verdiğim Hero şarkısını bundan tam dört sene önce video paylaşım sitelerinden birisine ben de yüklemiştim. Dönemin başbakanı Erdoğan’ın Fetullah Gülen’e “muhterem hocaefendi, dön artık ülkene; bitsin bu hasret” dediği zamanlarda… Umarım “Hero paylaşmış” diye yakama yapışan çıkmaz.

Merak ettiğim bir şey daha var. O gün o darbe zanlılarından birisi Hero tişörtüyle değil de, “Allah Büyük” yazılı bir tişörtle duruşmaya çıksaydı?

Bir şey daha: Darbe duruşmaları ve Fetullahçılıkla mücadele tişört avına ve “hero” kelimesine kadar indiyse, perdelenen ve gözlerden kaçırılmak istenen çok büyük sırlar vardır ortada. Bu sözüme mim koyun.

ADIMLAR Dergisi

Mahçupyan: AK Parti yerel seçimde başarılı olamazsa OHAL'ler silsilesi daha da uzar
21 Temmuz 2017



"Verilmesi gereken mücadele OHAL’i kaçınılmaz kılmıyor. OHAL bir tercih"

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması ile ilgili olarak "Eğer yerel seçimde AK Parti başarılı olamazsa OHAL’ler silsilesinin daha da uzayacağından emin olabiliriz" dedi.

Mahçupyan'ın "OHAL bağımlılığı" başlığıyla yayımlanan (21 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Beklendiği üzere hükümetin OHAL’in üç ay daha uzatılması teklifi, çoğunluğu oluşturan AK Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi ve ‘olağanüstü’ bir durumun varlığına dayanan yönetme imkanlarının sürmesi sağlandı. Bu birçok kez daha tekrarlanacak olan teknik bir işlem... Gerçi geçen günlerde Erdoğan OHAL için ‘belki kısa zamanda kalkabilir’ türünden bir laf etmişti ve ömrü sadece bir gün sürmüş, hemen ardından ‘ihtiyaç olduğu sürece devam edecek’ söylemine geri dönülmüştü. Gerçekçi olmak gerekirse OHAL’in en az 6 kez daha uzatılacağını bugünden biliyoruz. Yani 2019 yerel seçimlerinin sonrasına kadar. Bunu değiştirecek iki ihtimal var: Eğer cumhurbaşkanlığı seçimi yerel seçiminin önüne alınır ve Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı olursa belki olağanüstü halin bittiğine kanaat getirilebilir. Ancak eğer yerel seçimde AK Parti başarılı olamazsa OHAL’ler silsilesinin daha da uzayacağından emin olabiliriz.

***

Umarım hükümet bizleri şaşırtacak bir sürpriz yapacak kadar özgüven geliştirir ama şu an için fazla bir ihtimal gözükmüyor. Bunun nedenlerinden biri muhakkak ki Gülen cemaatine yönelik mücadelenin muhafazakar dünyaya ve bürokrasiye yansıyan genişliği ve derinliği. Meselenin artık FETÖ ile sınırlı olmadığı görülüyor. Yani Gülen cemaati içinde darbeye, hükümeti devirmeye, masum insanları öldürmeye tevessül etmiş olanların yakalanmasının çok ötesinde, bu cemaatle şu veya bu şekilde bağ kurmuş herkesin devlet nezdinde ‘tehlikeli’ addedildiği bir dönemin içinden geçiyoruz. 2014 yılında yapılan bir saha çalışmasında bağlılığı yüksek Gülen cemaati mensuplarının toplumun yüzde 2’sini oluşturduğu, cemaatle bağ kurmuş destekçi ve sempatizanlarla birlikte oranın yüzde 6’ya çıktığı ölçülmüştü. Çoluk çocuğu ayıklasak bile, neresinden baksanız bir milyon civarında insan demek. Çoğunlukla iyi pozisyonlarda, etkili kişiler… Dolayısıyla eğer gerçekten de bu insanları tümüyle ‘tek tip’ elbiseye mahkum etmek gibi bir niyet var ve bunun için ille de OHAL gerekiyorsa, olağanüstülüğün daha uzun süre devam edeceğini öngörebiliriz.

Buna hükümetin vurguladığı üzere, PKK ve IŞİD terörünün gerektirdiği mücadele imkanlarını sağlamak zorunda olduğumuz argümanını ekleyebiliriz. OHAL, bu tür mücadelelerde rutin ‘hukuk devleti’ ve yargı sistematiğinin yetersiz kaldığı tezinden beslenen, ‘zorunlu’ bir tedbir olarak görülebilir. Ne var ki PKK’nın öyle kolayca ortadan kalkma ihtimali olmadığı gibi, Suriye’deki gelişmeler bu örgütün ‘çehresini’ değiştirerek kalıcı olabileceği imkanlar sunuyor. IŞİD ise Ortadoğu’da tamamen gücünü yitirse bile, yer altına inebilecek ve buna Türkiye’yi de katabilecek bir sosyolojik tabana oturuyor. Bunları dikkate alarak OHAL süresine karar verilecekse, olağanüstülüğün öngörülebilir tüm geleceğe uzanmasını beklemek lazım.

***

Öte yandan söz konusu meseleler ve verilmesi gereken mücadele OHAL’i kaçınılmaz kılmıyor. OHAL bir tercih… Hükümet istiyor ve memnun kalıyor ki devam ediyor. Bunu da ‘anlamak’ mümkün… OHAL’in varlığı bir yandan kamusal alan üzerindeki iktidar otoritesini perçinliyor, medya, sivil toplum ve üniversitelerin hareket alanını sınırlıyor, diğer yandan da toplumun büyük tehlikeler karşısında beka mücadelesi verdiği söylemini işlevselleştirerek hükümetin mobilizasyon yeteneğini artırıyor ve siyasi alanın kutuplaşmasını sağlıyor. Bu ortamın gelecek cumhurbaşkanlığı seçimi açısından avantajlı görüldüğünü ve devam etmesinin arzulandığını tahmin edebiliriz.

Sonuçta OHAL’in kalkması bir yana, özellikle devam etmesi için ‘maddi manevi’ bunca elverişli koşul varken ve niyet de o yönde iken OHAL’in şimdilik iki yıl daha sürmesi niye garip olsun ki!

ETİKETLER
karar gazetesi etyen mahçupyan akp ohal
T24

Nihat Genç: “Kontrol” işi zıvanadan çıktı
19 Temmuz 2017

15 Temmuz gecesinde hayati önemde karanlık bir çok nokta var, Akar ve Hakan Fidan’ın ifade vermekten kaçınması ve AKP’nin darbenin siyasi ayağı olarak bir çok ismin teşhis ve teşhir edilmesine yanaşmaması, boşlukları büyütüyor ve şüpheler de bu boşluklarda büyüyor.

Ancak, içerden-dışardan bir ‘kontrollü darbe’ fırtınası kopartılıyor ki inanılacak bir aptallık değil akıllara seza.

Bir daha anlıyorum ki ülkemiz Fetö’nün ya da İslamcılığın değil ‘aşırı düşük zekanın’ kurbanı…

Lami cimi yok, kafayı yemişiz.

Otuz yıldır bu defa yanılırım diye elime yüzlerce Türkiye’de yazılmış kitap geçti, ancak, beş-on araştırma kitabı dışında, okuyamadım. Yüzlerce kitabın her birine bir büyük bir hevesle ve bu sefer kesin bitireceğim diye başlarım ama, heyhat, on beş ya da otuzuncu sayfasında kitabı fırlatarak bırakırım.

Kendimizi kandırmayalım, ülkemizin ‘zeka düzeyi’ maalesef ortadadır. Geçen gün elime yüz elli-iki yüz sayfalık ‘Osmanlı’nın Arapları’ diye bir kitap geçti, harika bir kitap. Kahırdan kendimi yedim, ekranlarda ve tarih dergilerinde kasılan gerinen bunca tarihçimiz var, böyle bir kitabı neden bizimkiler yazamıyor, çünkü önemli dönüşüm anlarını özetleyebilecek bakış açıları ve kalemleri ve sosyolojik bilgileri yok…

Zaten yüz elli üniversitenin çok kısa sürede Fetö ya da İslamcı iktidar korkusundan ya da başka sebeplerle teslim olup sessizliğe bürünmesi acı gerçeği hepimize anlatmıyor mu?

Tarihi anlarda büyük boşluklar bıraktığınız zaman ihanete varan fikirler bu boşluklar üzerinden ‘gerçekleri’ saptıran saçma sapan manyaklıklara doğru ilerler, ki tarihimiz bunun bir çok örneğiyle dolu.

Mesela, Cemal Paşa Kudüs’ü Mustafa Kemal de Halep’i bırakıp geldiler. İngiliz işbirlikçisi Arap isyancılar karşısında ‘yenilmiştik’ ve dünyanın en güzel ve en değerli iki şehrini terketmiştik ve bu geri çekiliş Osmanlı tarihinin en trajik ve kritik noktasıdır.

Ben, hiçbir tarihçinin ya da İslamcı’nın ya da Atatürk düşmanının Mustafa Kemal Halep’i niye düşmana bırakıp çekildi, diye Mustafa Kemal’e muhalefet ettiğini duymadım.

(..)

15 Temmuz gecesi Türk halkı Amerika Nato ve Avrupa işbirliğiyle kalkışılan Fetö darbesini yenmiştir, bu kadar.

Bu gerçeği neden aklımız almıyor?

Halkın direnişi darbecileri püskürtmüştür, nokta, bunun gururunu yaşayın ve keyfini çıkartın ve şanlı tarihini yazın.

Halkın direnişi, darbe gecesi ortaya oynayan kararsız kendine güvensiz üç-beş Fetöcü hain generalin tavrını değiştirmiş büyük oyunu bozmuştur, niye kafanız karışıyor, bu korkaklardan ne bekliyordunuz?

Darbe gecesi elimizde kalan tek güç ‘otuz kişilik özel hareket timi’, yanlış duymadınız en fazla otuz kişi, ikibin kişiden fazla Jandarma Genel Komutanlığı’nın önünde savaş vermiştir. Çatışma sabaha kadar sürdü.

300 Spartalı bile üçyüz kişiydi, Spartaküs bile ilk isyanında yetmiş kişiydi, Türk tarihinin bir destanı olan Çin Sarayı’nı basan Kürşat’ın kırk adamı gibi, evet, otuz kişi, yüzlerce yüksek generali sekiz saati aşkın savaştan sonra üstelik ellerinde ağır silahlar olmadığı halde üstelik Fetöcü hainlerin elinde en ağır silahlar olduğu halde kıskıvrak yakaladı. (Pek yakında Özel Hareket’in bu kahraman savaşını o gece yaşananları dakika dakika yazacağım).

Ki o gece o Özel Hareket Timi içinde üçüncü kez dördüncü kez gazi olanlar vardır. O gece dördüncü kez gazi olup yeni bir mermi yiyen polisimizin yarasına arkadaşı bakarken artık alışmış şakalaşmakta. İçinden rüzgar geçiyor mu diye bakıyorum, der.

Yaralı gazimiz, o umutsuz işgal gecesinin umutsuzluğunu çok iyi ifade eden şu sözlerle karşılık veriyor: “İyi bak o mermi deliğinden kanka, vatan görünüyor mu?”

O gece vatan görülmedi.

O gece vatan sadece kahpe mermi deliklerinden göründü!

Mesela o gecenin asıl kahramanları Türk Ordusu’nun ‘erleridir’ yani Mehmetçik. Bir şaşkınlık anı sonrası olup biteni anlayıp ‘silahlarını bıraktı’.

“Bir TOMA’yla iki polis arkadaş duvarı yıkıp içeri girdik, önümüzde binden çok asker, silah bıraktı ve teslim olmak için kuyruğa girdi, içimden şu soruyu sordum, şimdi kim inanır, biz iki kişiydik…”

O gece mesela savaş tarihine girecek ve derslerde okutulacak olağanüstü şeyler oldu. Misal, Ankara Sıhhiye’de halkımız bir tankı durdurmak için tankın üzerine nerden bulduysa bir branda çekti, tank önünü göremedi. Emniyetin önünde tankın paletlerine trafik levhaları sokuldu, tanklar zınk diye kaldı. Kızılay’da tankın tüfeklik deliklerinden itfaiye hortumuyla su basıldı, tankın içindeki hainler boğulmamak için dışarı çıktı. Ve emniyetin önünde tankın tüfeklik deliklerinden gaz sıkıldı, tankın içinden öksüre öksüre Fetöcü subaylar kendini dışarı attı.

FETÖ’YE TESLİM OLSAYDI RAHAT MI EDECEKTİNİZ

Bunlara niye inanmıyorsunuz, videoları ortada, şahitleri hala yaşıyor ve çoğu hikayesini ekranlardan anlatıyor, işte özel hareketin kahramanları hala görev başında…

(..)

İşte videosu hala jeneriklerde dönüyor, Külliye’nin önünde iki tane camii, özel hareket camilerden birinin arkasında mevzilenmiş, savaş uçağı vurmak için konum istiyor, bu video her gün ekranda dönüyor, gelin görün ki, savaş uçağı yanlış camiiyi vuruyor.

Özel hareketin başındaki Eraslan Er, o gecenin en büyük kahramanlarındandır, yanlış camiiyi vurmasalardı, hepimiz ölmüştük ve şansımız kalmamıştı, diyor.

Yanlış camiyi vurmasalardı bugün hiç biriniz ‘kontrollü darbe’ diyemeyecektiniz, çünkü elinizde hareket halinde tek silahlı güç bertaraf edilecek ve darbe gerçekleşecekti.

Bu ‘kontrol’ işi zıvanadan çoktan çıktı, öyleyse, Balyoz – Ergenekon davaları da kontrollüydü, çünkü Fetö, Anayasa Mahkemesi, Hakimler Kurulu’nu, yüzlerce savcı ve hakimi ve bütün medyayı ele geçirdiği halde, altı-yedi yıl içinde Balyoz-Ergenekon davaları çöktü.

O halde soralım, efendim niye çöker, niye anlayamıyorsunuz bu Fetöcü zavallılar hiçbir şeyi başaramaz.

Bu sütunlardan defalarca yazdık, milyonları aşan sayfalık iddianameleri var ancak delil kanıt gösteren yarım sayfalık belgeleri yok diye.

Kozmik odalardan binlerce subayın yatak odasına onlarca operasyon ve yedi uzun yıl giriyorsunuz ama tek bir delil bulamıyorsunuz.

İnsan bir köy, bir sıradan gecekondu kahvesini bassa elli tane suç unsuru ve suçlu bulur, ama yedi uzun yıl ülkenin altını üstünü getirip bir yarım sayfalık ‘suç, kanıt’ oluşturmadılar.

Bu eşyanın tabiatına da aykırı bu kadar subayın içinde hain ajan değilse de manşetlere çekilip suçlanacak adi suçlardan birkaç kişi pekala bulunabilirdi.

Neden bulamadılar?

Çünkü Fetöcü savcılar bir projenin genel talimatıyla ve emir alarak safha safha iş tutuyorlar, hiç biri ‘insiyatif’ alacak kişilik özelliğine sahip değil.

Darbe gecesi de böyleydi, Fetöcü subaylar ‘insiyatif’ alamadılar, böyle bir yetenekleri kişilikleri yoktu.

Subay, insiyatif alabilendir, bir arazide merkezle telsiz irtibatınız kopar ve artık ölümcül kararları bir teğmen vermeye başlar, teğmen şehit düşer, insiyatifi çavuş alır, askerliğin kanunu budur.

Yakın tarihteki savaşlarımız saniye saniye ortada, subayları vuruldu ya da subaylarıyla irtibat koptu diye teslim olan askerimiz yoktur, kim hangi cephedeyse kaldığı yerden savaşına kahramanca şehit oluncaya kadar devam eder.

Bu Fetöcü ödleklerin yüzlercesi ise halk sokağa çıkınca ve birkaç yerde önlerini kesilince korkudan teslim oldu.

REZİL OLDULAR, KENDİLERİ DÜŞÜNSÜN

Tankları çıkarttılar olmadı, savaş uçaklarını kaldırdılar olmadı, TRT’yi bastılar olmadı, birkaç saat içinde, iradeleri çözüldü, birkaçı vuruldu bir kaçı gizlendi kaçtı ve insiyatif alabilen tek bir yüksek subay bulamadılar.

Ancak buna rağmen sabahın sekizine kadar savaşı kudurmuş bir hain iştahla sürdüren ve sonik patlamalar yapan uçakları havadaydı, yani sabahın sekizine kadar kertenkelenin kopan ayakları hala canlı canlı kıpırdıyordu.

Size ne oluyor, bırakın Amerikası Natosu Avrupası aptallığına doymasın, kırk yıldır hazırladıkları kırk bin üstündeki ajanla darbeyi başaramayıp rezil oldular, kendileri düşünsün.

Bırakın bu utanç dolu hüsranı, sınav soruları çalarak terfi alan, himmetle (hırsızlıkla) çeteleşmiş, bir sümüklü mehdiye tapacak kadar zavallı, ilk gençlik yıllarında TV dahi seyretmemiş ve Saidi Nursi dışında roman kitap okumaları dahi yasak edilmiş, bu cahillere bel bağlayan Amerika Nato düşünsün.

Darbeden birkaç hafta öncesinde Fetöcü yazar Türköne ‘kazığa çekme’ yazıları yazıyor, bir gün önce Tuncay Opçin ‘yatakta basılacak şafakta asılacak’ diye twit atıyor ve Fetöcü gerici liberaller aylardır ekranlarda ‘devlet aklı’ diye garip ve derin anlamlı bir kavram döndürüyor ve bir müjde gibi ‘devlet aklı devreye girer’ diye imalı laflar döndürüyorlar, yanisi, ihanet ordusu toplanmış hazırlanmış geliyor, biz aptalmışız, hiçbirimiz bizim silahımızla bizi vuracak kadar hain olacaklarını hesaba katmamışız.

Bu sütunlardan kaç defa Amerikan Elçiliği’ne söyledim, bir daha yola akıllı, zeki, gerçekten üniversite bitirmiş kültürden dünyadan haberdar hainlerle yola çıkın, bu zavallı meczuplara fazla güvendiniz ve Amerikan Devleti’nin haysiyetini bir daha dünyaya beş paralık ettiniz.

Çanakkale’de İngiliz Ordusu ağır kayıplar aldığı halde savaşı yıllarca sürdürdü, ancak, Yunan Ordusu Dumlupınar’da ani ve büyük bir baskın görünce arkasına bakmadan kaçtı, bu orduların disiplini ve komutanlarının karakteriyle ilgilidir.

Ey Amerika, binlerce karaktersiz kişiliksiz yeteneksiz insanı çalınmış sınav sorularıyla komutan yaparsanız olacağı budur, ne bekliyordunuz, Allah korusun işgal olsaydı bu meczupların ordusunu bir aya geçmez bir de İran’la savaştıracaktınız, siz de ucuz atlattınız, tıpkı Irak’taki gibi üç trilyon dolarla işgal edip Irak’ı İran’a kaptırmak gibi yeni bir hataya düşecektiniz, aptallığınızı, kırk yıl daha düşünün.

Teke tek göğüs gererek kavga etmemiş-edememiş bir hain korkak sürüsü, Türk Ordusu’nun bunca ağır silahı, topları, savaş uçakları, tankları, helikopterlerine rağmen darbeyi başaramamış ve derdi bizimkileri almış, nerdeyse oturup Fetö’nün başarısız darbesine hayıflanır ağlıyorlar, nasıl olur, mümkün değil, kesin kontrollü..

Kontrolünüzü…

KUCAĞINA YATAĞINA ALANLAR DERT EDİNSİN

Bu sütunda yazmış olmalıyım, birgün bir sahafçıda yirmi beş yaşlarında bir Fetöcü’yle tartıştım, çocuğun Yunus Emre’yi dahi bilmediğini farkettim. Yanımda üç beş tarihçi ağbi de var. Çocuğa ben birinci mısrayı söyleyeceğim, sen devam et, ‘bir ben var benden…’ sonrasını getir, ‘içeri’ diyemedi. Hadi şunu söyle, ‘ilim ilim bilmektir…’ sonrasını getir, ‘ilim kendin bilmektir’ diyemedi, bir milletin hepimizin utanması gereken bu acıklı hal böyle devam etti.

Halen görevinde ve soruşturmaların başında bir polis arkadaş anlattı, bir Fetöcü’yü takip ediyorlar, kamera kayıtları, giriş çıkışları tutmuşlar, günlerdir kimle görüştü, ne yedi nerde uyudu, izliyorlar.

Polis arkadaş, “ağbi” dedi, “hepsi bir yana sana acayip bir ayrıntı vereyim” dedi, “Bu Fetöcü çocuk, etrafında kimse yokken hiç namaz kılmıyor ama bir arkadaşı eve girince namazını kılıyor, hemen hepsi bu gözlemimiz var, tek kaldıklarında din iman tespih namaz hiç yok.”

Yetmedi, aynı polis arkadaş, Fetöcü ağbileri şüphesiz kayıtlardan çıkartıyoruz ancak Fetöcü ağbi demek banka hesabında en azından yüz-ikiyüz bin dolar mutlaka olur.

(..)

O gece Amerika’nın Türk Ordusu’nda ajanı olarak elinde bir milyon kaz ördek maymun olsaydı darbeyi başarırdı ama bu zavallılar, bu köpekler yapamadı, çünkü Fetö kendisini Avrupa’ya Nato’ya büyük bir or.spu olarak inandırmayı başardı, yalanla dolanı iyi başarır ama gerçekte muamelesi çok zayıf çıktı.

İttihat Terakki ‘insiyatif’ almasını bilen, korkusuz, cesur binlerce vatansever subaydan oluşuyordu ve en öndeki İttihatçı kadrolar, önderler düşünce ya da ülkeyi savaş sonrası terkedince, İttihat Terakki’nin ikinci kademesi ‘insiyatif’ almayı bildi ve Kurtuluş Savaşı verip Cumhuriyet’i kurdular.

(..)

Fetö şeytanı kırk yıldır Amerika’yı Avrupa’yı kandırmış, Amerikalılara Nato’ya boş umutlar vermiş, Amerika ve Nato’yu yalanlarıyla kendine bağlamış, ve sonunda Amerika ve Nato’nun desteğini almayı başarmış ama iş ‘darbe’yi yapmaya gelince, elindeki malzeme bu, çuvallamış.

BU VATANSEVER İNSANLARI HALA SUÇLAMAYI SÜRDÜRÜYORLAR

İnsan malzemesi kişilik malzemesi sıfır olduğu için çuvalladı.

Bu meczuplar ordusunun modern bir toplumu yenmeleri mümkün mü?

Müridleri korkak ödlek olduğu için çuvalladı.

Birisi emir verir onlar da yapar düşüncesine inanacak kadar zavallı dünya dışı yaratıklar oldukları için yenildiler.

Müridleri himmet paralarını toplarken ekranlardan twitlerden palavralar sıkarken hepsi kahramandı ancak göğüs göğüse dövüşe gelince, pısss.

Fetö’nün gerçekte tek şeytani gücü vardır, onu da başarmıştır: O da ‘gizlilik’.

İkinci bir şeytani gücü vardır. O da iftira ve manipüle.

Onu da başardılar.

Saklanmayı bilirler, kamufleyi, örtmeyi, karanlığı, kriptoyu, sır içinde kalmaya bayılırlar.

Ama er meydanında dövüşe gelince, sıfır…

Fetö’nün üçüncü bir şeytani gücü vardır: O da: adam ayartmak!

(..)

Bir kişi de çıksın, “Ey manyak sümüklü Mehdi, kırk yıldır bu ülkenin yüz binlerce gencinin enerjisini yedin, hayatını mahvettin, Amerikan Gizli Teşkilatına ajan yaptın, dinimizle oynadın, gençlerin yoksulluklarını kullandın, silahlı kuvvetlerin ağır silahlarından kuvvet komutanlıklarına kadar mahvettin, ülkede hukuk kurumu bırakmadın, herkesin içine şüphe düşürdün, ülkenin kendine güven duygusunu kaybettirdin,” diyebilsin.

Yok…

Peki ne var?

Fetö’nün tek bir adam ayartamadığı, para yediremediği, tarafına çekemediği, manipüle edemediği, Silivri’ye tıkmakla bitiremediği, tehdit ve iftiralarla yıldıramadığı kim varsa, bu soylu vatansever insanları suçlamayı hala sürdürüyorlar.

(..)

17 yaşımdan beri okuyorum, iyi bir kitaplığım var, benim gibi, bu ülkede yüzbinlerce okumuş bilgili dünyayı takip eden insan var…

Amerika ve Avrupası, işte bu yüzbinlerce okumuş insanı yönetmesi için başımıza sümüklü bir Mehdiyi bize reva görüyor.

Yüzlerce akademisi olan, yüzlerce kurumu olan, bağımsızlık savaşı ve cumhuriyeti olan, yüzlerce şehri, on binlerce sanayisi ve on binlerce batı üniversitelerinde okumuş insanı olan, bu ülkenin başına, bir sümüklü Mehdi’yi layık görüyorlar.

Bu meczuplar, bu hırsızlar, bu yalancılar ordusu ve başlarında sümüklü bir mehdi bu ülkeyi yönetmesi için Amerika ve Avrupa tarafından düğmeye basıldı.

Hiç mi ağrınıza gitmedi!

Bu koskoca tarih ve kültürü olan bir ülkenin başına Amerika ve Avrupası bir sümüklü mehdiyi uygun gördü.

Batılılar’ın partilerinize, meclisinize, işadamlarınıza, insanınıza verdikleri değer bu, sizi bu sümüklü Mehdi yönetsin, dediler.

Bu ülkenin bir partisi, bir yazarı, bir insanı olarak Batılılar’ın sizi bu denli aşağılamasından hiç mi utanmadınız!

Bu muhteşem toprakları sümüklü Mehdi yönetsin diye düğmeye basmışlar karar vermişler, bu emperyalist dünyaya söyleyecek tek bir lafınız dahi yok mu?

(..)

Nihat Genç

Odatv.com

“Big Brother” taksiye bindi, evlere doğru yola çıkıyor
Yalçın Doğan
21 Temmuz 2017

Elde bir örnek var, Giresun. İkinci örnek İstanbul. Giresun’daki karar tarihi 24 Mart 2017. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı karar yeni.

Önce Ankara’ya gitmek gerekiyor, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 16 Şubat 2017 tarih ve 35662 sayılı genelgesine:

“Başta terör olayları olmak üzere, meydana gelen adli olayların araştırılması, delillere ve faillerine ilişkin bilgilere hızla ulaşılması ve nihai olarak suçların aydınlatılabilmesi amacıyla şehir içi yolcu taşımacılığında kullanılan taksi, minibüs ve otobüs cinsi taşıtlarda en az yedi gün süreyle kayıt yapabilen, ön dış ve iç kamera ile kayıt cihazlarının bulundurulması ve aktif halde tutulması...”

Yani, bütün bu taşıtlara kamera yerleştiriliyor:

Bu taşıtlara binen yolcuların ses ve görüntüleri kayda alınıyor, istendiğinde savcıya ya da polise verilmek üzere.

Taksilerde, minibüslerde, otobüslerde, kim, kiminle, ne konuştu, bundan böyle hepsi kayıt altına alınıyor.

Korkunç bir kıskaç. Hiç kimse, bundan böyle arabada telefonuyla ya da arabadaki arkadaşıyla istediği gibi konuşamayacak, çünkü her şey denetim altında.

Giresun Valiliği bir adım daha ileriye gidiyor.

Taksi, otobüs ve minibüslerle yetinmiyor, bunlara okul servis araçlarıyla personel servis araçlarını da dahil ediyor.

Giresun’da bütün bu araçlara kayıt cihazlarının takılması için 1 Eylül 2017 tarihine kadar süre veriliyor. Takmayan araç, trafikten men ediliyor, para cezası da cabası.

İstanbul’un acelesi var

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise, “herkesi dinleme ve izleme” projesine, hemen “inandırıcı” (!) bir isim bularak, yaratıcılığını gösteriyor, hepimiz safız ya, “Güvenli Taksi Projesi”.

İstanbul’un acelesi var, Giresun gibi Eylül’e kadar beklemiyor, hemen gelecek hafta tüm taksilere ücretsiz güvenlik kamerası takacağını açıklıyor.

Taksiciler Odası'nı ziyaret

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bu kararını bildirmek ve ayrıntılarını anlatmak üzere, Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından biri Taksiciler Esnaf Odasını ziyaret ediyor:

“Sistemde öncelikle sürücüler ve yolcuların can güvenliğini ve trafik güvenliğini sağlamak, suçu önleme açısından caydırıcılığı etkin kılmak amacıyla taksilere kamera takılması kararı alınmıştır”.

Ne kadar masum bir gerekçe.

Arabalara ayrıca “panik butonlar” yerleştiriliyor, basıldığında alarm merkezinden izleniyor ve duruma göre, o taksiye acil yardım geliyor.

Gördüğünüz gibi, devletimiz hepimizi düşünüyor, hepimizin can ve mal güvenliği için, hepimizi izlemeye alıyor, aldığımız nefesi dinliyor.

Dünyada demokrasinin (d’si) olan herhangi bir ülkede böyle bir önlem var mı, bilen varsa, beri gelsin.

Ruhu şad olsun Çetin Altan’ın, onun romanı gibi, tam anlamıyla “Büyük Gözaltı”.

İBB açıklaması

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi kararında ayrıntıya iniyor:

“Son bir haftaya ait kamera kayıtları, hiç kimsenin ulaşamayacağı şekilde, İTaksi cihazında şifrelenmiş halde tutulur ve Taksi Yönetim Merkezine iletilir. Kayıtlar sadece kaza ve güvenlik soruşturmalarında kullanılmak üzere, talep edildiğinde güvenlik birimlerine iletilir”.

Kaza belki tamam da, şu “güvenlik soruşturması” hangi kapıya çıkıyor, orası açık. “Güvenlik soruşturması” adı altında, taksilerdeki bütün kayıtlar doğru “Büyük Gözaltı Merkezine”.

30 ilde uygulama

Emniyet Genel Müdürlüğü Şubat ayında bu uygulamanın “otuz ilde başlayacağını” bildiriyor.

Hangi otuz il, onu dün araştırıyorum ama, o bilgiye ulaşamıyorum. Muhtemelen büyük iller başta olmalı.

Otuz il dediğinizde ve illerin büyük iller olacağını düşündüğünüzde, seksen milyonluk ülkede, yaklaşık altmış milyon insanı dinlemek üzere hazırlanmış bir proje.

İlgezdi Meclis’e getirdi

CHP İstanbul milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi önceki gün ve dün verdiği soru önergeleriyle konuyu Meclis’e taşıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya verdiği soru önergesinde “özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini” belirten İlgezdi, “insanlarının ses kaydının rıza alınmadan kayıt altına alınmasının anayasa açısından kabul edilemez olduğunu” vurguluyor.

Daha sonra sorularını sıralıyor:

1-İncelenen kayıt olmuş mudur? İncelenen kayıt sonucunda yakalanan şüpheli var mıdır?

2-İncelenen görüntüler ne kadar süre ile ve nerede muhafaza edilecektir?

3-Kayıt altına alınan ses ve görüntülerin silinmesi işlemi yargıç teminatı altında yapılacak mıdır? Yapılmayacaksa, kayıtların tamamen imha edilip edilmediğine ilişkin kaygı ve şüpheler nasıl giderilecektir?

4-Bu kayıtların yasa dışı elde edilmesi ve kullanılması halinde doğacak zararlar nasıl karşılanacaktır?

5-Kayıt cihazları alımı için ihaleye çıkılmış mıdır? Bir cihazın fiyatı ne kadardır?

Ve İlgezdi’nin geleceğe dönük, can alıcı sorusu:

“Toplu taşıma araçları dışında, resmi kurumlara, iş yerlerine, lokantalara, market, kafe, tiyatro, sinema ve hatta evlere kamera ve ses kayıt cihazları yerleştirmeyi düşünüyor musunuz?”

Yerinde sorular.

Danıştay’a dava

Olay olağanüstü ciddi, bundan sonra ifade özgürlüğünü hiç kimse istediği gibi kullanamayacağı gibi, özel hayatın gizliliği de sizlere ömür.

Bunu dikkate alan İstanbul Barosu Emniyet Genel Müdürlüğü’nün taksilerde ses ve görüntü kaydının yapılımasını zorunlu kılan genelgesinin yürütmesinin durdurulması ve iptali için Ankara 17. İdare Mahkemesine başvurmuş bulunuyor.

Anayasaya ve yasalara aykırılık gerekçesiyle.

Benzer başvuruyu İlgezdi’nin de yapacağı belirtiliyor.

Hepimizi dinleyen “Big Brother” (Büyük Birader) şu anda taksiye, otobüse, minibüse binmiş, evlerimize doğru yola çıkmış bulunuyor.

Günün birinde bir de bakmışız ki, “Big Brother” kayıt cihazlarının evlere konulmasını zorunlu kılıyor. Peki, nereye? Benim önerim var:

Yatak odalarına ve tuvaletlere.

ETİKETLER
taksi izleme kamera taşıt
T24

FETÖ’ye iltifat edenleri Bakan yapıyorsunuz!
21 Temmuz 2017



CHP Çanakkale Milletvekili Bülent ÖZ, 19 Temmuz Çarşamba günü TBMM 107. Oturumunda fetöcü siyasileri gündemine alarak Meclis Genel Kurulunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alıp konuşma gerçekleştirdi.

Konuşmasına “İktidar, fetö’yle mücadele adı altında gerçek fetöcülerle mücadele etmiyor” diyerek başlayan CHP’li ÖZ, Biz siyasi ayağına dokunulmuyor dedikçe, içinizdeki fetöcüleri ortaya çıkarmıyorsunuz aksine fetöye hakikat damlası diye iltifatlar eden vekilinizi Bakan yapıyorsunuz.” vurgusu yaparak, şunları ifade etti;

ERGENEKON VE BALYOZ SÜRECİNDE SAHTE DELİLLERLE İNSANLARI HAPİSLERE ATTINIZ
Yine adaleti ilgilendiren bir kanun değişikliği üzerinde konuşuyoruz. On beş yıldır değiştirdiğiniz yasaları defalarca yine değiştiriyorsunuz çünkü muhalefeti dinlemiyorsunuz. Önerilerimize kulak verseniz, bu kanunları, üzerinde bu kadar hata yapıp değiştirme ihtiyacı hissetmezdiniz.

Üzerinde konuştuğum 17’nci maddede “okunur” ibaresini “anlatılır” şeklinde değiştiriyorsunuz ama ne okuyorsunuz ne anlıyorsunuz. Yine maddede, delil ve belgelerden bahsediyorsunuz ama Ergenekon ve Balyoz sürecinde sahte delil ve belgelerle onlarca masum insanın hapislere atıldığını unutuyorsunuz ya da onlarca vatandaşımızın masumiyetlerini kanıtlayacak delil ve belgelerini görmüyorsunuz. Adalet Yürüyüşümüz için “sözde adalet” diyorsunuz fakat on beş yıldır kendi sözde adalet uygulamalarınızı görmezden geliyorsunuz.

BANK ASYA’NIN AÇILIŞI FOTOGRAFI İLE 15 TEMMUZ’UN BİRİNCİ YIL DÖNÜMÜ FOTOĞRAFI ÇOK BENZİYOR
15 Temmuz darbe girişiminden sonra “fetö’yle mücadele” adı altında gerçek fetö’cülerle mücadele etmiyorsunuz. Binlerce vatandaşımızı iddianamelerini hazırlamayarak hapislerde bekletiyorsunuz, adaletsizlik yapıyorsunuz. fetö’yle mücadelede samimi olmuyorsunuz.

Bank Asya’nın kurdelesini kesenlerin fotoğrafına bakıyoruz, bir de 15 Temmuz’un 1’inci yıldönümündeki fotoğraflara bakıyoruz; hiç değişen bir şey görmüyoruz. Kurdeleyi kesenler aramızda dolaşıyor, Bank Asya’nın önünden geçenler tutuklanıyor. Âdeta aklımızla dalga geçiliyor.

FETÖ MUHİPLERİ DEVLET PROTOKOLÜNÜN ÖN SAFLARINDA
15 Temmuz’un 1.Yıldönümünde Meclis’te yapılan etkinlikleri işaret eden AK PARTİ Milletvekili Mehmet Metiner’in “FETÖ muhipleri, devlet protokolünün ön saflarında oturuyor.” sözlerini hatırlatan ÖZ; Biz fetönün siyasi ayağını ortaya çıkaracak mücadelede şeffaf ve samimi bir mücadele isterken bizi fetöyü cesaretlendirmekle suçluyorsunuz. Oysa kendi vekiliniz bu gerçeği ortaya koyarak içinizdeki fetöcü siyasilerinin milletin gözünün içine baka baka hala devlet protokolünde ne işleri var? Gerçeğini dile getiriveriyor. Bu durumu görmezden geliyorsunuz yani Milletin aklıyla oynuyorsunuz.

KHK İLE AKAMDEMİSYENLER GÖREVİNDEN ATILIYOR SÖZDE AKADEMİSYEN ADİL ÖKSÜZ SERBEST BIRAKILIYOR
Fetöyle mücadelede iktidarın samimi olmadığını tekrar hatırlatan ÖZ; KHK’yla binlerce akademisyen görevinden atılıyor, darbeyi yöneten sözde akademisyen Adil Öksüz serbest bırakılıyor.
15 yaşındaki askerî öğrenciler bir yıldır hapiste tutuluyor, darbecilerle on iki saat içeride kalan Hulusi Akar ifade vermeye gelmiyor.

15 Temmuz günü MİT’e gelen darbe ihbarı önemsenmiyor, asılsız ihbarlarla binlerce vatandaşımız darbeci ilan ediliyor. Aynı şekilde, Hakan Fidan da Darbe Komisyonuna ifade vermeye gelmiyor.
“Ergenekon kasası” iddiasıyla Kuddusi OKKIR hastalıktan ölüme terk ediliyor, damatlar hastalıktan serbest bırakılıyor. Ensar’a kulaklar tıkanıyor, gerçek fetö’cülere gözler kapanıyor, sap ile saman ayrılmıyor. Dedi.
İddianame bile hazırlanmadan insanlar hapislerde yatıyor, aileler mağdur bırakılıyor, vatandaşımız bir an önce adalet istiyor.

İKTİDARINIZ ZARAR GÖRECEK DİYE SİYASİ FETÖCÜLERE GÖZLERİNİZİ KAPATIYORSUNUZ
İktidarın amacının fetönün siyasi ayağını ortaya çıkarmak olmadığını, böyle olursa iktidarlarının zarar göreceğini ifade eden ÖZ; Zamanında TV kanallarında fetö’ye övgüler düzen, toz kondurmayan Reşat Petek önce sahte bağış makbuzu gösterdi fakat baktı olmadı, kendinden başka inanan bulamadı, şimdi de yeni skandala imza atıp partimizi fetö’yü cesaretlendirmekle suçluyor ve bizleri güldürüyor.

CHP FETÖ TEHLİKESİNİ YILLAR ÖNCE SÖYLEDİ BUNA RAĞMEN HER İSTEDİKLERİNİ VERDİNİZ
Siyasi çıkarlarınız zarar görmesin diye zamanında FETÖ tehlikesine dikkat çektiğimizde kulaklarınızı tıkadınız. Bugün ise hiçbir fark yoktur çünkü siyasi iktidarınız zarar görecek diye gerçek fetö’cülere gözlerinizi kapatıyorsunuz ve fetö’cü siyasileri açıklamaktan çekiniyorsunuz. Aksine fetö’ye “hakikat damlası” diye iltifatlar eden milletvekilinizi bakan yapıyorsunuz.

Bununla da yetmiyormuş gibi, yıllarca fetö’yle mücadele etmiş Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini fetö’yle ilişkilendiriliyorsunuz ve yine Milletimizi kandırıyorsunuz şeklinde düşüncelerini ifade etti.
Fetö’nün emrini de tavsiyesini de ülkemizden ne istediğini de herkes gibi sizler de çok iyi biliyorsunuz. Fetö ‘nün yolunun yol olmadığını anladığınız gün “Ne istediler de vermedik?” diyerek halkımıza dert yanıyorsunuz. Sözde ” fetö’yle mücadele ediyoruz.” diye OHAL’i dördüncü kez uzatıp çaycıyı, baklavacıyı fetö’ye destekten içeri atıyorsunuz, fetö’cü siyasileri sorduğumuzda “MİT’e sorduk, siyasi fetö’cü yok.” diyorsunuz.

SEFFAF OLURSANIZ, FETÖYLE BİRLİKTE MÜCADELEYE HERZAMAN HAZIRIZ
Biz milletin huzurunda, kürsüde iktidara karşı eleştirimizi yaptığımız kadar yapıcı da oluyoruz. Zaten uyarılarımıza, tavsiyelerimize biraz kulak verilseydi bugünleri yaşamayacaktık. fetö’ye söz söyleyeni düşman ilan edenler, ağızları dolu dolu ağıtlar yakanlar şimdi ağızlarına fetö düşmanlığı takıp her gün fetö’yle başkalarını ilişkilendirmeye çalışıyorlar. Bırakın başkalarını fetö’yle ilişkilendirme çabalarını lütfen şeffaf olun. Fetö’yle mücadelenizde biz öteden beri hep söyledik “Şeffaf olun.” Dedik.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak “Biz her zaman için desteğe hazırız.” dedik ve yine hazır olduğumuzu söylüyoruz. Şeffaf olalım. fetö’yle mücadeleyi birlikte, gerçek fetö’cülerle mücadele ederek yapalım.

Anahtar Kelimeler:Fetö
Yurt Gazetesi

"Burada, Pensilvanya’da çekilmiş tek bir kare fotoğraftan çok fazlası var"
22 Temmuz 2017



"İddianamede dikkat çeken bir başka çarpıcı nokta, Adil Öksüz’ün aile çevresinin para hareketleri ve iş ilişkileri..."


Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Fetullah Gülen'in France 24 kanalına verdiği mülakatı değerlendirdi. Adil Öksüz'ün ifadeleri ile Gülen'in mülakatını da karşılaştıran Ergin, "Bu fotoğraf(lar)ın önemi, 15 Temmuz gecesini Akıncı üssünde geçirdiği artık büyük ölçüde kesinlik kazanmış olan Öksüz’ün Gülen’le ilişkisini en somut bir şekilde ortaya koyan delillerden biri olmasıdır" ifadesini kullandı.

Ergin'in Hürriyet'te "15 Temmuz ve Akıncı Üssü (9): Gülen, Öksüz’ün savunmasını çürüttü" başlığıyla (22 Temmuz 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Fetullah Gülen’in 18 Temmuz’da “France 24” kanalında yayımlanan mülakatının en önemli yönü, ilk kez Adil Öksüz’ün kendisini Pensilvanya’da ziyaret ettiğini, dolayısıyla Öksüz’ü tanıdığını kabul etmiş olmasıdır.

Gülen “Birkaç yıl önce buraya bir defa geldi. Daha sonra medyada çocuğunun benimle çekildiği bu fotoğrafı gördüm. Bu yüzlerce kişinin yaptığı bir şey. Buraya herkes geldi. Gelmeyen kalmadı ki... Benim herkesle birlikte fotoğrafım var. Dolayısıyla, beni ziyaret etmeye ve benimle fotoğraf çektirmeye dayanarak iddialarda bulunmak çok anlamsız” diye konuşuyor.

Herhangi bir araştırma motorunda Gülen ve Öksüz’ün isimleri yan yana yazıldığında herkesin hemen ulaşabileceği görüntüler bunlar. Öksüz’ü, biri kız diğeri erkek iki çocuğuyla Gülen’in huzurunda dizüstü otururken gösteriyor. Daha eski bir tarihte Gülen ile Öksüz’ü birlikte yerde oturarak dua ederken gösteren fotoğraflara rastlamak da mümkün bu aramalarda.

Bu fotoğraf(lar)ın önemi, 15 Temmuz gecesini Akıncı üssünde geçirdiği artık büyük ölçüde kesinlik kazanmış olan Öksüz’ün Gülen’le ilişkisini en somut bir şekilde ortaya koyan delillerden biri olmasıdır.

Gülen mülakatta ayrıca, bundan 30 yıl önce Öksüz’ün öğrenci iken hareket içindeki bir etüt grubuna katıldığını da anlatıyor.

*

Gülen’in France 24’e yaptığı açıklamaların önemli bir sonucu, Adil Öksüz’ün savcılık ifadesinde doğruyu söylemediğinin bariz bir şekilde kanıtlanmış olmasıdır. Çünkü Öksüz, bu ifadesinde “Ne öğrencilik hayatımda ne de akademik hayatımda bunlarla birlikteliğim, gönül bağım ya da çıkar ilişkim olmamıştır. Benim Fetullah Gülen cemaatiyle ya da FETÖ örgütü ile veya paralel devletyapılanması örgütleriyle hiçbir bağım mevcut değildir” diyor.

Öksüz’ün bunun gibi inandırıcı olmayan bir başka ifadesi de “Akıncı üssüne hiç girip çıkmadım” şeklindeki sözleridir. Oysa Akıncı iddianamesine baktığımızda kendisinin 15 Temmuz gecesini bu üste geçirdiğini gösteren pek çok delil mevcuttur. Bunlardan birincisi, kendisinin darbe girişiminin sabahında 16 Temmuz’da saat 11.00 sularında Akıncı Üssü’nün civarında açık arazide jandarma tarafından yakalanmış olmasıdır. “Arsa bakıyordum” şeklinde yaptığı savunma zaten inandırıcı değildir.

Ama daha önemlisi, 15 Temmuz gecesi Akıncı’da bulunan darbeci üç askerin tanıklıklarıdır. Bunlardan birincisi Akıncı Üssü’nün komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim’dir. Halen tutuklu bulunan Evrim, kalkışmadan 3 ay kadar sonra 11 Ekim 2016 tarihinde verdiği ikinci savcılık ifadesinde şunları söylüyor:

“Ben 143. Filo’nun içerisine girip gazino bölgesine gittiğimde içeride yaklaşık 30 civarında sivil giyinimli şahıs vardı. Ellerinde dizüstü bilgisayarlar, laptoplar, ipad’ler vardı. Televizyon da yanılmıyorsam açıktı. Yoğun bir şekilde de telefon görüşmesi yapıyorlardı. Adil Öksüz’ü önceden tanımam. 143. Filo’nun gazino bölgesinde ilk defa Adil Öksüz’ü gördüm. Çünkü resimlerini daha sonra basından takip ettim. Ben Adil Öksüz’ü gördüğümde yanındakiler ile konuşuyordu. Fakat neler konuştuğunu bilmiyorum.”

16 Temmuz sabahı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin çevresini bombalayan F-16 pilotu Üsteğmen Müslim Macit ile 15 Temmuz gecesi Akıncı’da görev alan ve sabah Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı Çankaya Köşkü’ne götüren helikopterin pilotu Albay Uğur Kapan da, Öksüz’ü 143. Filo’da gördüklerini söylüyorlar savcılık ifadelerinde.

*

Ayrıca, biri gizli tanık, diğeri itirafçı olan iki askerin ifadeleri de Adil Öksüz’ün darbe girişiminde oynadığı başat role ilişkin önemli deliller arasında yer alıyor. Bunlardan birincisi, önce gizli tanık “Şapka” olarak ifade veren, daha sonra kimliği açığa çıkan Jandarma Albay Hakan Bıyık’ın ifadesidir. Bıyık, 6 Temmuz 2016 tarihinde Ankara Çayyolu’nda üç katlı villa tipi bir eve gittiklerini, bir grup general ve subayla burada yaptıkları toplantıya Adil Öksüz’ün katıldığını, kendilerine topluca namaz kıldırdığını, “Biraz önce içerdeki odada büyüğümüzle (Fetullah Gülen) görüştüm, sizlere selamı var” dediğini, 15 Temmuz tarihini telaffuz ederek darbe planı hakkında konuştuğunu anlatıyor. Bıyık, Öksüz’ün yakında ABD’ye yapacağı ziyaretten söz ettiğini de belirtiyor.

“Kuzgun” adındaki bir gizli tanığın anlatımı da büyük ölçüde Hakan Bıyık’ın ifadesiyle paralellik gösteriyor.

*

İddianamede dikkat çeken bir başka çarpıcı nokta, Adil Öksüz’ün aile çevresinin para hareketleri ve iş ilişkileri açısından da Gülen organizasyonu ile her bakımdan bütünleşmiş olmasıdır. Polisin yaptığı incelemede, 12 Ağustos 2014’te Bank Asya’nın borsadaki tahtasının kapatılmasından sonra Gülen’in bu bankaya para yatırılması için yaptığı çağrıdan sonra Öksüz’ün ailesinden tam 14 kişinin –çoğu 100 bin liranın üzerinde- Banka Asya’ya para yatırdığı tespit edilmiş. Bunlardan 9’u Öksüz soyadını taşıyor.

Keza Öksüz’ün -eşi de dahil olmak üzere- bazı yakın akrabalarının, hükümet tarafından kayyum atanan FETÖ/PDY bağlantılı şirketlerde çalışıyor gözükmesi, ayrıca yedi yakını hakkında işlem yapılması ya da soruşturma yürütülmesi de aynı doğrultuya işaret ediyor. Tabii kendisinin, eşinin, kardeşinin ve kayınbiraderinin örgütün haberleşme programı olan ByLock kullandıklarının ortaya çıkması da bu bütünü tamamlıyor.

Görebildiğimiz, burada Pensilvanya’da çekilmiş tek bir kare fotoğraftan çok fazlası var.

ETİKETLER
gülen pensilvanya öksüz haber açıklama
T24

Tuncay Özkan ‘gizemli diski’ savcılığa teslim etti
15:4125 Temmuz 2017

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2007 yılında Tuncay Özkan'a gelen bir diskteki bilgilerin Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na gönderildiğini ancak dosyanın Akın Öztürk tarafından kapatıldığını açıkladı. Bu açıklamadan hemen sonra CHP Milletvekili Özkan, söz konusu diski savcılığa teslim etti.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bugün yaptığı grup toplantısında, ‘2007 yılında Tuncay Özkan’a gelen disk Genelkurmaya ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na gitti ve dosyayı kapatan Akın Öztürk şu an hapiste’ diyerek Tuncay Özkan’ın bugün o diski savcılığa teslim edeceğini açıklamıştı. Özkan avukatı aracılığıyla bugün söz konusu flash belleği savcılığa teslim etti. Özkan tanık ifadesinde, flash belleğin orijinaini dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’a verdiğini söyledi.

KILIÇDAROĞLU KÜRSÜDE DUYURURKEN ÖZKAN SAVCININ KAPISINI ÇALDI

CHP Milletvekili Tuncay Özkan, Kılıçdaroğlu’nun açıklama yaptığı sıralarda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek söz konusu flash belleği teslim etti.

Özkan’ın flash belleği teslim ederken tanık olarak alınan ifadesinde şunları söylediği öğrenildi: “Soruşturma konusu olayla ilgili olarak 24 Mayıs’ta verdiğim ifademi tekrar ederim. Söz konusu ifademde belirttiğim ve kendi sakladığım arşivimden araştıracağımı beyan ettiğim flash bellek ile ilgili olarak yaptığım araştırmada içerisindeki bilgileri arşivlediğim diğer bir flash belleği buldum. Önceki beyanımda belirttiğim gibi flash belleğin orijinalini dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’a vermiştim. Tarafınıza sunduğum kopya flash bellekte ise 59 klasör 698 dosyadan ibaret 192 MB kapasiteli bilgiler bulunmaktadır. Soruşturma kapsamında delil olarak kullanılmak üzere ibraz ediyorum.”

“SAVCI DOSYAYI YENİDEN AÇMAK İSTİYOR”

Kılıçdaroğlu grup toplantısındaki konuşmasında şunları söylemişti; “9 Şubat 2009’da flaş diskteki bütün bilgiler bir dosyaya aktarılır ve dosya bir şey yok diye kapanır. Bu flaş bellekte 15 bin subay ve astsubay içeren bilgi ve belge vardı. Yaşam biçimi ve alışkanlıklarına dair bilgiler vardı. 86 general hakkında özel fişleme bilgileri vardı. Örgütle bağları, himmet ilişkileri vardı.
Elimine edilmek istenen TSK mensuplarının nasıl şikayet edileceği yazışma örnekleri vardı ve bu dosya 2009’da kapatıldı. 2007’de Tuncay Bey teslim ediyor, 2008’de gözaltına alınıyor, 6 yıl hapishanede kalıyor. Orduya teslim ettiği önemli bilgilerin tamamı yine silinir. Tuncay Özkan yargılanırken dönemin başbakanı ben bu davaların savcısıyım diyor.

“BU FLAŞ DİSKTEKİLER YOK SAYILMASAYDI 250 ŞEHİDİMİZ OLMAYACAKTI”

Soru şu; bu flaş diskteki bilgileri incelemek üzere kurulan Güneş Çalışma Grubu iktidarın bilgisi dahilinde kurulmuş mudur? Kurulmuşsa bu dosya kapatılırken Başbakan kimdi, Adalet Bakanı kimdir, Milli Savunma Bakanı kimdi, onların tamamının açığa çıkması lazımdı. Bu flaş disktekiler yok sayılmasaydı bugün ne 250 şehidimiz ne de 2193 gazimiz olmayacaktı. Şimdi Tuncay Bey, yılların gazetecisi, aldığı bilgileri birden fazla yerde tuttu. Savcı şimdi, 15 Temmuz’dan sonra dosyayı yeniden açmak istiyor, diyor ki bilgiler sizde, verin dosyayı açacağız. Bir vatansever olarak her türlü teröre karşı çıkan bir insan olarak biraz sonra gidecek, bir örneğini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verecek.”.

FLASH DİSKİN İÇİNDE NELER VAR

Tuncay Özkan'ın savcığa teslim ettiği flash diskin içinde FETÖ'nün arşivleri var. Özkan bu flash diski o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı olan İlker Başbuğ'a verdi.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt flash diski Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na göndererek soruşturma başlatılmasını istiyor. Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde soruşturma için “Güneş Çalışma Grubu” kuruluyor.
Akın Öztürk'ün başında olduğu bu grup listedeki Fethullahçıları aklayıp, Fethullahçıların karşısında olan isimlere soruşturma açıyor ve ardından dosyayı kapatıyor.

Tuncay Özkan'ın bugün savcılığa verdiği bu flash diskin içinde ise FETÖ'nün askeriyeden sivil yapılanmaya kadar bütün belgeleri, örgütlenmesi, topladığı paralar, düşmanlarına ilişkin fişlemesi var. Askeriyede binlerce kişilik kendi müridlerinin ve karşıtlarının listesi de bulunuyor.

İlker Başbuğ’dan önemli flash bellek açıklaması

CHP Milletvekili Tuncay Özkan'ın 2007'de Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na gönderdiği açıklanan taşınabilir bellekle ilgili İlker Başbuğ'dan açıklama geldi. Flash belleği doğrulayan Başbuğ'un açıklamasında "Konu hakkında Genelkurmay Başkanlığı'na bilgi sunularak vakit geçirilmeksizin flash belleğin incelenmek üzere Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na gönderilmesi sağlanmıştır" denildi.

İlker Başbuğ’un avukatı İlkay Sezer aracılığıyla yaptığı açıklama şöyle:
Bugün bazı basın yayın organlarında İzmir milletvekili Sayın Tuncay Özkan tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir flash belleğin teslim edildiğine dair haberler yer aldığı ve söz konusu haberlerde müvekkilimiz Sayın İlker Başbuğ’un da adının geçtiği görülmüştür.

Kamuoyunu ve soruşturma makamlarını doğru bilgilendirmek amacıyla aşağıdaki açıklamanın yapılması gerekli görülmüştür.

1. Tuncay Özkan 2007 yılında bir flash belleği dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’a teslim etmiştir.2. Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargahında yapılan ön incelemede flash bellekteki bilgilerin Hava Kuvvetleri Komutanlığı personeline ait olduğu görülmüştür.

3. Konu hakkında Genelkurmay Başkanlığına bilgi sunularak vakit geçirilmeksizin flash belleğin incelenmek üzere Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderilmesi sağlanmıştır.

Kaynak: Sözcü

Konya’daki darbe davası: ‘Genelkurmay Başkanı dahi gelse…”
25 Temmuz 2017Gündem

Darbe girişimine ilişkin Konya’da görülen davada tanıklık yapan Binbaşi Gülçin Kır, 3. Ana Jet Üs Komutanlığında darbecilerin cephanelik önüne koydukları nöbetçilere, “Genelkurmay Başkanı dahi gelse kapıyı açmayın” emri verdiğini anlattı.

Konya’da FETÖ/PDY’ye ilişkin, 3. Ana Jet Üs Komutanlığı ile Muharebe Arama Kurtarma (MAK) timinde görev yapan 29’u tutuklu 31 sanığın yargılandığı davaya, tanıkların dinlenmesiyle devam edildi.

Konya 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davaya, sanıklar, müştekiler, yakınlar ile avukatlar katıldı. Tanıklardan Binbaşı Gülçin Kır, 15 Temmuz’daki darbegirişimi sırasında 3. Ana Jet Üs Komutanlığındaki nöbeti dolayısıyla görev başında olduğunu söyledi.

‘GENELKURMAY BAŞKANI DAHİ GELSE KAPIYI AÇMAYIN’

Kır, olay günü, cephanelik önünde nöbet değişim vakti gelmesine rağmen nöbeti terketmeyen 4 asker farkettiğini dile getirerek, “MAK timinde görevli 3 askerin, 4 askeri cephaneliğe nöbetçi olarak bıraktığını öğrendim. MAK timinde görevli askerlerin, nöbetçi askerlere, ‘Genelkurmay Başkanı gelse dahi kapıyı bizden başka kimseye açmayın, nöbeti terketmeyin’ talimatı verdiğini öğrendim” diye konuştu.

Daha sonra odasına gittiğini ifade eden Kır, “Odama, MAK timinden silahlı iki asker geldi. Tam teçhizatlılardı” dedi.

Kır, odasına gelen askerlere ‘neler olduğunu’ sorduğunu ancak cevap vermeden odadan çıktıklarını anlattı.

Ardından 3. Ana Jet Üssü Harekat Komutanı Kurmay Albay Mustafa Ertürk’le telefon görüşmesi yaptığını dile getiren Kır, “Komutanım neler oluyor dedim. ‘Çok kötü şeyler oluyor’ diye cevap verdi” ifadelerini kullandı.

Tanıklardan Astsubay Mustafa Toker de 15 Temmuz’dan önce, eski yarbay İrfan Alkan’ın FETÖ mensubu olduğundan kuvvetli şüphe duyduğunu söyledi. Toker, bu şüpheden emin olduktan sonra birkaç yerde, Alkan’a dikkat edilmesi gerektiğini söylediğini vurgulayarak, bunu dile getirdiğinde FETÖ mensubu olduğunu düşündüğü bir grup tarafından çeşitli baskılara maruz bırakıldığını öne sürdü.

‘MİT’E GEÇECEĞİNİ SÖYLEMİŞTİ’

FETÖ mensuplarının yaptıklarının yanlış olduğunu söylediğinde kendisine ‘Geçmişte yaşananların adaletini sağlıyoruz’ denildiğini vurgulayan Toker, yaşadıklarının bünyesinde psikolojik rahatsızlıklara da yol açtığını bildirdi.

‘Hava Kuvvetlerinde istediği şekilde emir çıkarttırıyordu’

15 Temmuz öncesinde 3. Ana Jet Üssü’nde şahit olduğu olayları anlatan Toker, şöyle konuştu: “Eski astsubay kıdemli başçavuş Enes Aksu’nun kendi ağzından, suikast girişimini planlamak ve yönetmekle suçlanan eski tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in kendisini buraya getirdiğini, kendisine bazı sözler verdiğini duydum. Aksu, Hava Kuvvetlerinde istediği şekilde emir çıkarttırıyordu. Sorunca, ‘Orada devrem var’ diyordu. Bir keresinde bana ‘işi bırakacağını, MİT’e geçeceğini’ söylemişti. Gökhan Şahin Sönmezateş’in MİT’in başına geçmeye yönelik planları ortaya çıkınca durumu anladım.”

Toker, üsse yeni gelen gençlerin, FETÖ üyeleri olduğunu düşündüğü kişiler tarafından FETÖ’cü olmayanlara karşı mesafeli olmaları konusunda uyarıldıklarını iddia etti.

Tanık olarak ifade veren teğmen Furkan Atik de olay günü filodaki planlamaların eski astsubay kıdemli başçavuş Enes Aksu ve eski astsubay İbrahim Akar tarafından yönetildiğini söyledi.

Atik, Akarı’ın üzerinde bir silah ve bir de sopa gördüğünü bildirdi.

‘2009 sonrası pilot olmuş her TSK mensubunun FETÖ üyesi olduğunu düşünüyorum’

FETÖ’nün özellikle son yıllarda ciddi bir yapılanma içine girdiğini aktaran Atik, “2009 sonrası pilot olmuş her TSK mensubunun FETÖ üyesi olduğunu düşünüyorum. FETÖ ile alakası olmayanın 2009’dan sonra pilot, özellikle jet pilotu olması neredeyse imkansızdı.” diye konuştu.

İncirlik Üssü’nden performansı yüksek helikopter getirmişler

Tanıklardan yüzbaşı Mete Yalçın da 15 Temmuz’dan birkaç gün önce İncirlik Üssü’nden helikopter getirildiğini öne sürdü.

MAK timlerinde bulunan bir helikopterin, “performansı düşük” diye İncirlik Üssü’ne götürüldüğünü anlatan Yalçın, “Oradan da performansı daha yüksek olan bir helikopter getirdiler. O gece istediklerini üsse çağırıp, istemedikleri adamları da gönderdiler.” diye konuştu.

Tutuklu sanıklardan eski yüzbaşı Kenan Şahin, tanık yüzbaşı Mete Yalçın’a “FETÖ’cüleri biliyordun madem, neden ihbar etmedin?” diye soru sordu.

Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Kadir Gezici’nin, Şahin’e, “Ben de sana soru sorayım. Altında görevli 22 astsubay gitmiş, generalleri yere yatırmış, derdest etmiş. Sen bu adamları niye tespit edemedin?” sorusuna sanığın sessiz kaldığı görüldü.

İlk Kurşun

Birleşik Arap Emirlikleri'nden Erdoğan'a şok: İşimize karışma
25 Temmuz 2017



Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Enver Muhammed Gargaş, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Körfez turunun ardından açıklamalarda bulundu. Erdoğan'ın Katar krizine ilişkin yeni bir şey sunmadığını söyleyen Gargaş "Bu krizde tarafsız kalmak Ankara için en iyi seçenek olacaktır" dedi

25 Temmuz 2017 Salı 19:19 3.2B Okunma
Birleşik Arap Emirlikleri'nden Erdoğan'a şok: Karışma
Erdoğan’ın Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt’e yaptığı ziyaretleri Twitter hesabından yorumlayan Gargaş, “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ziyareti, yeni bir şey sunmadı. Türkiye’nin aceleci tutumu nedeniyle, bu krizde tarafsız kalmak Ankara için en iyi seçenek olacaktır. Zira hiçbir ziyaret, Katar’ın kendi tutumunda yapacağı etkiyi yaratamaz” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, Katar ve Körfez ülkeleri arasında yaşanan krize çözüm bulmak amacıyla sırasıyla Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar’a ziyarette bulunmuştu.

Erdoğan’ın turun son durağı olan Doha’da Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad el Sani ile görüşmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, görüşmeler sonucu ‘krizin müzakere ve diyalog yoluyla çözümü için mevcut girişimlerin devam ettirilmesi hususunda muhataplarıyla mutabık kalınmış olduğu’ yönünde açıklamada bulunmuştu.
Yurt Gazetesi

İsrail: Osmanlı İmparatorluğu günleri geride kalmıştır
25.07.2017


İsrail Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hitaben sert ifadelerin yer aldığı bir açıklama yayımladı.

​"Osmanlı İmparatorluğu geride kalmıştır" denilen açıklamada şunlar söylendi:

"Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın parti üyelerinin toplantısındaki ifadeleri saçma, hayali ve çarpıtılmıştır. Kendi ülkesinin zor sorunları ile ilgilenmesi çok daha akıllıca olurdu.

​Osmanlı İmparatorluğu günleri geride kalmıştır. Kudüs geçmişte de Yahudi halkının başkenti olmuştur, halihazırda Başkentidir ve gelecekte de öyle olacaktır.

Hükümeti geçmişe nazaran güvenliğe, özgürlüğe, inanç serbestisine ve bütün azınlık haklarına saygılıdır.

Camdan bir sarayda yaşayanların başkalarına taş atmamaları gerekir."
Sputnik

Müyesser Yıldız: 15 Temmuz’a ABD’nin dahlinin ortaya çıkması istenmiyor mu
30.07.2017

İncirlik'i kullanıp; Afganistan'ı kan gölüne çevirdiler... Irak'ı, Suriye'yi böldüler... Kucağımıza oturup sakalımızı yolanlara, bu büyük “hoşgörü ve tahammülün” sebebi nedir?
340
FACEBOOK PAYLAŞIMI

16:57 Karakter boyutu :
Kamu Denetçiliği (Ombudsman) Kurumu Başkanı Şeref Malkoç 1.5 yıl önce Erdoğan'ın Başdanışmanıyken, İncirlik'in PYD/YPG'yi terör örgütü olarak görmeyen ABD'ye kapatılabileceğini söylediğinde; daha ABD ne bu terör örgütünü resmen Türkiye'ye tercih etmiş, ne ağır silahlarla donatma kararı alıp, gözümüzün içine baka baka bu silahları göndermeye başlamış, ne de İncirlik'e kullanarak, bu teröristlerle Suriye'yi bölme operasyonlarına girişmişti.

Malkoç'a ilk tepki gösteren bizzat Erdoğan olmuştu. Başdanışmanının bunu neye dayanarak söylediğini bilmediğini belirten Erdoğan, “O konuda zaten Şeref Bey'in böyle bir açıklama yapması doğru değil, yanlıştır. Bunların yetkilileri bellidir. Başta hükümetimizdir. Hükümetimiz belki bu değerlendirmeleri yapar. O, hukukçu diliyle belki böyle bir şey söylemiştir. Bu konu hükümetin yetkisinde bir konudur” demişti.

Malkoç'un İncirlik önerisine ABD'den iki isimden daha tepki, daha doğrusu tehdit gelmişti. Bunlardan biri eski Ankara Büyükelçisi Robert Pearson'du. İncirlik Üssü'nün kapatılmasının sonuçlarının “çok ciddi” olacağı ve iki ülke arasında çok büyük bir krize yol açacağı uyarısında bulunan Pearson, Amerikan halkının İncirlik'in ABD'ye kapatılmasını “kabadayılık” olarak algılayacağını vurgulamıştı.

Meşhur Washington Enstitüsü’nden Dr. Soner Çağatay da “İncirlik adımı ilişkilerde kırılmaya neden olur. Türkiye ile ilgili negatif düşünceler yayılır” deyip, böyle bir adım atılması halinde “ABD’nin PYD ve Barzani ile yeni ittifaklara gireceğini” savunmuştu.

Ne oldu? İncirlik yerinde duruyor, ABD her yerden vuruyor!..

İNCİRLİK DAVASI NE OLDU?

Malûm Almanya ile de İncirlik sorunumuz var.

Alman milletvekillerinin İncirlik'teki askerlerini ziyaretine, Parlamentonun sözde “soykırım” kararını onaylaması sebebiyle izin verilmediğini sanıyorduk. Meğer, Almanya'ya sığınan “FETÖ'cüler” iade edilmediği için izin verilmemiş.

Neticede Almanya İncirlik'ten çekilip, Ürdün'e gitme kararı aldı.

Konya Üssü'nde de Alman askerleri var. Milletvekillerinin burayı ziyaretine izin verileceği söylendi. Sonra bu da iptal edildi. Çünkü gelecek olanlar arasında PKK'ya yakın bir milletvekili de varmış.

Demek ki, Erdoğan ve AKP iktidarı hem “FETÖ”, hem PKK'ya destek konusunda bu kadar hassas.

İyi de “FETÖ”nün elebaşı ve en önemli adamları ABD'de ve onlar da iade etmiyor.

ABD'nin PKK/PYD/YPG'yle ilişkisini ise tekrarlamaya gerek yok, her şey gözümüzün önünde.

Bir başka husus;

Bugüne kadar Almanya'nın 15 Temmuz darbesinin arkasında olduğuna dair bir iddia dillendirilmedi.

Ama ABD'nin rolünü bilmeyen yok.

Erdoğan sonradan, “Halkımız darbenin arkasında ABD'nin olduğunu düşünüyor” şeklinde bir açıklama yapsa da, Bakan Süleyman Soylu 15 Temmuz ertesinde, “Darbenin arkasında bal gibi Amerika var” demedi mi?

Başbakan Binali Yıldırım sadece 15 gün önce İncirlik ve ABD için şunları söylemedi mi?

“İncirlik’ten biliyorsunuz ikmal uçakları kalktı. İncirlik’te sorumlu bir tuğgeneralin bu işin içinde olduğu anlaşılıyor. Yani bunu hiçbir zaman Amerikan hükümeti doğrulamaz, doğrulamadı. Böyle bir şey de beklemiyoruz yani. Ama Pensilvanya’da oturan, sümüğü akan, ağlayan-sızlayan bir adamın tek başına kurgulayacağı bir iş olmadığını da vasat bir insan bilir. Yani mutlaka bunun bir altyapısı var. Bu işleri bu noktaya getirinceye kadar belirli bir destek aldı, belirli akıllar aldı, bir yol haritası mutlaka oldu.”

Hâl bu, ama Almanya'yla sorunlarda masaya konan İncirlik, ABD için konmuyor. Neden?

Dahası; darbe gecesi İncirlik'teki 10. Tanker Üs Komutanlığı'ndan kalkan 3 adet tanker uçağıyla Ankara'yı bombalayan F-16'lara yakıt ikmali yapıldığı ortaya çıktı mı, çıktı... İncirlik'te bu işleri yaptığı bildirilen 10. Tanker Üs Komutanı eski Tuğgeneral Bekir Ercan Van darbenin ertesinde ABD'ye iltica talebinde bulundu mu, bulundu.

Peki Bekir Ercan Van ile buradaki 22 personel hakkında açılan dava ne oldu; Anlatalım:

Adana Cumhuriyet Başsavcılığı İncirlik'le ilgili soruşturmayı Kasım ayı sonunda tamamlayıp, 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sundu. İddianamede, sanıkların toplam 25 yıla kadar hapsi isteniyordu.

Lakin mahkeme, dosyayı “yetkisizlik” kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da bu davayı yeterince hacimli, 500'den fazla sanıklı Akıncı Davasıyla birleştirdi.

Bilindiği gibi, Akıncı davası Salı günü başlayacak. İddianamedeki sıralama ile gidilirse, İncirlik kısmına önümüzdeki yıla kadar sıra gelmesinin imkân ve ihtimali yok.

Soru şu; Bir, iki kişi için dahi ayrı davalar açılırken veya birbiriyle bağlantılı davalar bile ayrı ayrı görülürken, İncirlik gibi çok önemli bir davanın Akıncı'ya dahil edilerek, yargılamanın bu denli geciktirilmesinin mantığı, sebebi nedir? O gün İncirlik'te ne olup bittiğinin ve varsa ABD'nin dahlinin ortaya çıkması mı istenmiyor?

MİLLİ İRADE İNCİRLİK İÇİN NE DİYOR?

Malum, Erdoğan ve AKP'nin en büyük silahı “milli irade”. İlgili ilgisiz her konuda, “milli irade böyle istiyor” diyor, itirazlara, “Yüreğiniz yetiyorsa, millete soralım” cevabını yapıştırıyorlar.

Milletin, İncirlik'le ilgili hissiyatı ortada. Geçtiğimiz günlerde Saadet Partisi, “İncirlik kapatılsın” eylemi yaptı. Bugün de Vatan Partililer eylem düzenliyor.

Bir de çok taze bir araştırma var. Kadir Has Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi'nce gerçekleştirilen ve önceki hafta açıklanan, “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırmasına” göre, Türk Milleti, Türkiye'ye tehdit oluşturan ülkeler arasında birinci sırada ve yüzde 66.5 gibi bir oranla ABD'yi görüyor.

Milli irade ise, buyurun size milli irade!..

Yoksa İncirlik'te milli iradenin hükmü geçmiyor mu?..

İncirlik'i kullanıp; Afganistan'ı kan gölüne çevirdiler... Irak'ı, Suriye'yi böldüler...

Kucağımıza oturup sakalımızı yolanlara, bu büyük “hoşgörü ve tahammülün” sebebi nedir?

İncirlik'i kullanıp, Türkiye'yi de bölmelerini bekliyoruz herhalde!..

Müyesser Yıldız
Odatv.com

Alman gazetesi: Üst düzey MİT mensubu iltica başvurusu yaptı
30 Ağustos 2017

Almanya’da yayın yapan Die Welt gazetesi, üst düzey emniyet görevlileriyle üst düzey bir MİT’çinin iltica başvurusu yaptığını öne sürdü.

DW Türkçe’nin aktardığına göre gazetenin internet sitesindeki haberin kaynağı ‘üst düzey güvenlik yetkilileri.’

Yetkilerin verdiği bilgiye göre Alman polisiyle Türk polisinin koordinasyonunu sağlayan üst düzey bir görevli de Hessen eyaletinde iltica başvurusu yaptı.

Alman gazetesinin haberinde, darbe girişiminin ardından aralarında kırmızı pasaport sahibi diplomatların da bulunduğu 6 bin 700’den fazla Türk’ün iltica başvurusu yaptığı kaydedildi.
İnsan Haber

Darbe sonrası Hulusi Akar'ı helikopterler Başbakanlık binasına taşıyan pilot Albay Kapan, Akar'ın kendisine 'erken davrandık, beklemeliydik rezil olduk' dediğini söyledi
01 Ağustos 2017

15 Temmuz darbe girişimi gecesi Ankara'da helikopterlerin havalandığı Kara Havacılık Komutanlığı'ndaki faaliyetlere yönelik açıl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ağu 30, 2017 9:38 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ağu 01, 2017 1:37 am    Mesaj konusu: Ahmet Nesin'den komedi filmi tadında 15 Temmuz analizi Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Nesin'den komedi filmi tadında 15 Temmuz analizi: Abdülkadir Selvi darbe gecesi olan biteni neredeyse saniye saniye biliyor
29 Temmuz 2017



"Şimdi bu darbeyi kim, ne zaman ve ne için yaptı, kim, ne zaman haberdar oldu. Bu arada salaların Erdoğan'ın emriyle verilmediğini de öğrendik. Alayı temiz, pırıl pırıl..."

Gazeteci Ahmet Nesin, bugünkü yazısında, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak yazılar yazan Hürriyet gazetesi Abdülkadir Selvi ile ilgili “Selvi, darbe gecesi olan biteni neredeyse saniye saniye biliyor. Ne yalan söyleyeyim, ince iş çıkartmış, iyi bir çalışma ama olan bize oluyor, bütün birikimlerimiz sıfırlanıyor, gel de çık işin içinden”

Ahmet Nesin’in Artı Gerçek’te yayınlanan “Abdülkadir Selvi yazmasa darbeyi yapan bulunacak!...” başlıklı yazısı şöyle:

Fethullah Gülen tartışması sanırım yıllarca sürecek ve bizler hergün yeni bir olayla ya da yeni olduğunu sandığımız bir olayla karşılaşacağız. Bu olaylar bizim değil, yıllarca Gülen'le işbirliği içinde olanların bize dayattığı olaylar olacak. Esasında ben de çözeceğim ama tam bir noktaya geliyorum, karşıma Abdulkadir Selvi çıkıyor ve her şeye sıfırdan başlıyorum. Selvi'nin yazısını okuduktan sonra "Ya, önceden yazdıklarım yanlışmış, hatta Erdoğan da doğru söylemiyor, komutanlar nereye kayboldu"diye düşünmeye başlıyorum.

Tekrar baştan başlayalım. Erdoğan darbeyi eniştesinden öğrendi. İlk söylediğine göre akşam 20.00 sularında öğrendi. Daha sonraki açıklamalarında, değişik kişi ve kurumlardan ve değişik saatlerde öğrendi. Yani yurt dışında bir TV'ye verdiği demece göre eniştesi geç kalmıştı, çünkü Erdoğan darbeyi zaten akşamüstü olan bazı olaylardan etkilenen birisinden öğrenmişti. Oysa yine başka bir yabancı TV'ye verdiği demece göre akşamüstü verilen haber diye bişey olmamıştı ve yine enişte ama o da değişik bir saatte haber verdiğinden, eniştenin önceki ya da sonraki verdiği haber de ya yoktu ya da yalandı. Erdoğan MİT'ten haber almamıştı ama MİT müsteşarı Hakan Fidan derhal Erdoğan'ın korumasını arayıp, Erdoğan'ın güvenliğinden emin olmak istemişti.

Erdoğan darbeyi öğrendikten sonra Atatürk Havalimanı'na gelmiş gibi gözükse de 1. Ordu komutanıyla görüşmemişti. Yani Atatürk Havalimanı henüz darbecilerin elindeydi ve temizlenmemişti. Büyük cesaret, ne diyeyim. Esasında aynı cesaret Mit müsteşarında da var, bir binbaşı kendisine suikast yapılacağını gelip yüzüne söylüyor ve hatta darbe yapılacağını da ama o da nedense bağlı olduğu başbakana haber vermek yerine, darbeyi yapan askeriyenin başına, genelkurmay başkanına gidiyor.

Anladığım kadarıyla sonunda Erdoğan darbeyi hâlâ bilmediğini açıklayacak, biz de bu yola doğru şartlandığımızdan dolayı hiç şaşırmayacağız. Bütün bunları neden yazdım, çünkü Hürriyet Gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi önceki gün öyle bişey yazdı ki, ben hâlâ darbe girişimi ve sonrası darbe olup olmadığının farkında değilim. Selvi yazısında "15 Temmuz gecesi saat 22.00 sıralarıydı. MİT'in Yenimahalle'deki yerleşkesindeki yemek masasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriye muhalefetinden din adamı Muaz el Hatib vardı. Hakan Fidan yemeğin başında, "Ciddi bir ihbar söz konusu, sizinle görüşmemi tamamlayamayabilirim" demişti. Çorbasından iki kaşık almıştı ki gelen haber üzerine yerinden fırladığı gibi dışarı çıktı. Mehmet Görmez ile Muaz el Hatib ne olduğunu anlamaya çalışırken, hışımla içeri giren görevliler, "Sizi sığınağa alacağız" dedi. Sığınağa inerken bir patlama oldu. "Saldırıya uğradık" dediler. Tam o sırada Mehmet Görmez'in eşi aradı. Hatice Hanım'ın sesi telaşlıydı. "Mehmet darbe oluyor" dedi. Bir çırpıda, İstanbul'dan Cumhurbaşkanlığı'ndaki bir görevlinin eşinin aradığını, "Buranın etrafını sardılar, darbe oluyor" dediğini aktardı. Görmez, MİT'te olmanın verdiği güvenle, "Ben de bu işi en önce haber alacak bir yerdeyim, onlar öyle bir şey demedi, belki terör saldırısıdır" karşılığını verdi."

Burada kafama ilk takılan soru Muaz el Hatib, böyle bir gün ve saatte onun MİT'in yerleşkesinde ne işi olduğu. Tabii aynı anlamda Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez'in de... Neyse bu konuyu başka bir yazıda yazacağım, çünkü o gün ve saatte MİT yerleşkesinde olmaları darbenin bir parçası mı, yoksa Suriye'de yapılmak istenen kimi şeyler mi konuşuluyor, bunlar açığa çıkmalı.

"Saat 22.00 sıralarıydı" diye yazmış ya Selvi, yani Fidan'ın darbeyi çoktan öğrendiği zaman, hatta kendisi ilk öğrenen ama bu konuda Mehmet Görmez'e herhangi bir uyarı yapmıyor. Diyelim ki istihbari bir gizlilik var işin içinde, peki bunca telaş arasında bu toplantının anlamı ne?

Görmez bombanın da patladığı sırada eşi tarafından aranıyor ve darbe olduğunu öğreniyor. Buradaki tuhaflık ne, darbeyi ilk haber alan MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın yanında darbe haberini eşinizden alırsanız ciddi bir tuhaflık vardır. Eşi de cumhurbaşkanlığındaki bir görevliden alıyor haberi. Bu arada bazı komutanların da haberi yok zaten, onlar da düğünde halay çekiyorlar.

Şimdi tekrar başa gelelim, aynı gün ve aynı ay ve de aynı yıl saat 22.40'ta başbakan Binali Yıldırım, MİT müsteşarlığını arıyor ve müsteşardan darbe konusunda bir bilgi alamadığını söylüyor. Bu sırada MİT müsteşarı bombalanıyor mu, sığınakta mı ya da Diyanet İşleri Başkanı'yla beraber çıkıp başka bir yöne savaşmaya mı gitti, bunu bilmiyoruz ama bildiğimiz tek şey, Fidan'ın darbeden haberdar olduğu ve bağlı bulunduğu başbakana darbe olmadığını bu konuda gönlünü rahat tutmasını söylediği.

Gelelim Selvi'nin darbeyi yazdığı kitabındaki başka bir bölüme:

Saat 21.00: Darbeciler Genelkurmay Karargâhı'nı ele geçirerek komutanları esir almışlar. Kendilerine direnenlerle de çatışmaya başladıkları için silah sesleri duyulmaya başlamış.
Saat 22.00: Genelkurmay Karargâhı'nda silah sesleri duyuldu ve helikopter dışarıda bulunanların üzerine ateş açtı.
Saat 22.05: Genelkurmay Başkanı'nın uçuş yasağı emrine rağmen, Ankara'da savaş jetleri ses duvarını aşarak uçuş yapmaya başlamışlar.
Saat 22.28: İstanbul'da tanklar, 1. köprünün Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçişi kapatmış.
Saat 22.35: İstanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen havalimanları darbeciler tarafından işgal edilmiş.
Anlayacağınız Selvi, darbe gecesi olan biteni neredeyse saniye saniye biliyor. Ne yalan söyleyeyim, ince iş çıkartmış, iyi bir çalışma ama olan bize oluyor, bütün birikimlerimiz sıfırlanıyor, gel de çık işin içinden. Selvi önceki yazısında devam ediyor, "Cumhurbaşkanı'nın darbeyi Ziya enişteden öğrenmesi gibi, MİT'teki Diyanet İşleri Başkanı da darbeyi eşinden haber almış ama inanmamıştı. Sığınağa indiler. İkinci bir patlama daha oldu. Görmez o an darbe girişimi olduğunu anladı. Bunun üzerine görevlilere, "Beni buradan çıkarın, benim vazifelerim var, yapmam gereken işler var" dedi. Saldırı altındayız, en güvenli yer burası demelerine rağmen ısrar etti. Bu kez, "Sizin aracınız zırhlı değil" dediler. Görmez'e MİT'in zırhlı araçlarından birini verdiler, Muaz el Hatib ise Görmez'in aracıyla hareket etti. İkisi zıt yönlere gittiler. Araç, MİT'in iki No'lu kapısından Formula 1 yarışındaki gibi fırlayarak çıktı."

Burada kafama takılan konu esasında basit bişey gibi gözükse de sanki bir araba daha var ama yok sayılıyor gibi. Görmez'le Muaz el Hatib aynı arabaya binip, nasıl zıt yönlere gidiyorlar, ben buraya takıntılı kaldım işte. Neden derseniz, böyle bir günde zaten bu adamın orada ne işi olduğunu merak ederken, bir de aynı arabada zıt yönlere gidişleri çıkmadı mı, gel de çöz çözebilirsen. Yani diyeceğim şu, bu adamın darbe gecesi görevi neydi, bu açıklanmalı bence!..

Selvi, bu yazıyı esasında salaların neden verildiğini anlatmak için yazmış. Salalar Mehmet Görmez'in aklına gelmiş, Kıbrıs Savaşı'nda, 13 yaşındayken babasının emriyle minareye çıkıp sala verdiğini anımsamış ve bu sala harekatı başlamış. Hemen sonra da cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı arayıp "Sayın Cumhurbaşkanım İslam dünyasının duası arkanızda, siz kazanacaksınız. Ben camilerden salalar verdiriyorum ve herkesi hukukuna sahip çıkmaya çağırıyorum" diyor. Erdoğan da "Allah razı olsun Mehmet Hoca" dedi, ardından ilave etti; "Salalar verilsin, herkes hukukuna sahip çıksın" diye yanıtlıyor.

Şimdi bu darbeyi kim, ne zaman ve ne için yaptı, kim, ne zaman haberdar oldu. Bu arada salaların Erdoğan'ın emriyle verilmediğini de öğrendik. Alayı temiz, pırıl pırıl...

ETİKETLER
ahmet nesin abdülkadir selvi 15 temmuz darbe girişim
T24

Darbe sonrası Hulusi Akar'ı helikopterler Başbakanlık binasına taşıyan pilot Albay Kapan, Akar'ın kendisine 'erken davrandık, beklemeliydik rezil olduk' dediğini söyledi
01 Ağustos 2017



15 Temmuz darbe girişimi gecesi Ankara'da helikopterlerin havalandığı Kara Havacılık Komutanlığı'ndaki faaliyetlere yönelik açılan davada, hakim karşısına ilk kez çıkan ve ertesi gün Genel Kurmay Başkanı'nı helikopterle Başbakanlık binasına götüren helikopter pilotu Albay Uğur Kapan, Akar'ın kendsine 'erken davrandık, beklemeliydik, rezil olduk' dediğini söyledi.
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nce, Sincan Ceza ve İnfaz Kurumu Yerleşkesi'ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmada ifade veren Pilot Albay Kapan'ın Hulusi Akar'ın kendisine "Akar bana 'erken davrandık, beklemeliydik, rezil olduk' dedi" sözleri duruşma salonda bir anda buz gibi bir hava esmesine neden oldu.
'DERE GEÇİLDİ AT DEĞİŞTİRİLEBİLİR'
Mesut Hasan Benli ise twitter hesabında Pilot Kapan'ın sözlerine yer veren mesajında "Dere geçildi at değiştirebilir. Akar hedefte. Pilot Kapan : 'Akar, bana erken davrandık, beklemeliydik. Rezil olduk' dedi" ifadelerini kullandı.

Albay Kapan'ın, Hulusi Akar hakkında söylediği, "Akar helikoptere bindiğinde boğazında herhangi bir kesik yoktu" sözleri ise Hulusi Akar'ın Akkıncı Üssü'ne boğazı kemerle sıkılarak zorla götürüldüğü yolundaki sözleri ile farklılık gösterdi.
Org. Hulusi Akar, Akıncı Üssü'ne zorla götürüldüğünü ve kendisinin boğazının kemerle sıkıldığını iddia etmişti. Org. Akar, Başbakan Yıldırım'la beraber ayakta yaptığı açıklamada sık sık kafasını yukarı kaldırmış ve boğazındaki kesik böylece kameralara takılmıştı.
Öte yandan MİT'e ihbarda bulunan binbaşı davada sanık veya tanık olarak yer almıyor.
Medya Faresi

Fehmi Koru: 15 Temmuz ile ilgili şimdiye kadarki kabullerimiz geçerli değil
01 Ağustos 2017

"15 Temmuz gecesi yaşananlarla ilgili bilmediklerimizi öğrendikçe kafamız biraz daha karışıyor"

Fehmi Koru*

“Ülkemizin siyasi tarihinde ve toplumsal yapımızda en derin izler bırakan olay hangisidir?”

Bu sorunun, çok partili dönemin neredeyse bütününü gözlemlemiş biri olarak, bendeki hiç tereddütsüz cevabını veriyorum: 15 Temmuz hain darbe girişimi…

En azından şu bile o olayı başarılı olmuş önceki askeri müdahale ve müdahale girişimlerinden derhal ayırıyor: Darbe girişimi ülkenin kimyasını değiştirdi.

Siyasi hayatımızda bir ’15 Temmuz 2016′ öncesi var, bir de sonrası…

Peki, böylesine hayati önemdeki bir olayın her şeyini şimdiye kadar öğrenmemiz gerekmez miydi?

Anhâsı ve minhâsıyla…

Öyle olmadığını biliyoruz.

Şimdiye kadarki kabullerimiz geçerli değil

Hatta 15 Temmuz gecesi darbeye muhatap edilen kişilerin neler yaşadığı, kurumlarda neler cereyan ettiği hakkında bile kesin bilgilerden mahrumuz.

Var olan bilgilerimiz.. şimdiye kadar ‘gerçek’ saydığımız ayrıntılar.. yeni gelen bilgiler ve sunulan ayrıntılarla.. geçersiz hale getiriliyor.

Yeni tartışma konularını herhalde biliyorsunuz: MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın o uğursuz gece boyunca bütün hareketleri hem kendisi hem de birlikte bulunduğu kişiler tarafından dakikası dakikasına aktarılmıştı; meğer o bilgilerde eksik yönler varmış…

Abdülkadir Selvi o geceyle ilgili bir kitap (“Darbeye Geçit Yok”, Doğan Kitap) yazdı ve daha önce bilinmeyen ayrıntıları Hürriyet’teki köşesine de taşıdı.

Verdiği bilgiler önemli.

MİT Müsteşarı Genelkurmay Başkanlığı’na gittiğinde cep telefonunu aracında bırakırmış…

O gece de öyle davrandığı için.. darbe ihbarı alınmasından 7 saat 10 dakika sonra.. nihayet Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı olay hakkında bilgilendirmeye karar verdiğinde.. Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürüne.. kendisini.. ‘FETÖ’cü’ olduğu gerekçesiyle tutuklanacak yaver bağlamış…

Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın yaveri…

Kronoloji değişti

Bir başka ayrıntı da şu: MİT Müsteşarı Fidan, Genelkurmay Başkanlığı’ndan, 22.20’de, kendi kurumunun karargâhına gitmek üzere, önceden kararlaştırılmış bir yemek randevusu için ayrılmış…

Suriye’deki muhalif cephenin önemli ismi Muaz el-Hatib ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’e verdiği yemek daveti için…

Genelkurmay’dan ayrılış saati 22.20 olduğuna göre bayağı gecikmeli bir akşam yemeği olmuş onlarınki…

Yemek arkadaşlarına kesin bir dille “Bu gece bir darbeyi önlemeye çalışıyoruz” demediği anlaşılıyor MİT Müsteşarı’nın. Öyle anlaşılıyor, çünkü “Siz şöyle buyurun” denilip karargâhtaki sığınağa götürüldüğünde.. Cumhurbaşkanlığı’ndan bir görevlinin eşinin uyarması üzerine kendisini “Mehmet darbe oluyor” diye arayan eşine.. Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in.. “Bu işi en önce haber alacak yerdeyim, onlar böyle bir şey söylemedi” mukabelesinde bulunduğunu öğreniyoruz.

Randevunun iptal edilmeyişi bile Görmez Hoca’nın işin vahametini kavramasını engellemiş olabilir.

[Muaz el-Hatib Türkiye’nin Suriye tezlerini destekleyen ve Ankara’nın uygun gördüğü nihai çözüm içerisinde Beşşar Esad’ın koltuğu için düşünülen isimdir. Şam’ın sevilen bir ailesinin mensubudur ve dinadamı olarak Emevi Camii minberinden seslenmiş olduğu için ülkesinde takipçileri fazladır. Yemekli görüşme, gelinen yeni konjonktürde, devletin Suriye politikasını gözden geçirme amaçlı olmalı. Önemli bir görüşme olduğu kesin.

Mehmet Görmez’in yemekteki varlığı, onun da Suriye’deki gelişmeleri yakından izlediğini mi düşündürtmeli?]

İşin vahametini kavrayınca, Görmez Hoca, Diyanet’e, “Salalar okunsun” talimatını veriyor.

O gece ne olduğunu anlamaya çalışan ve “Bana herhangi bir olay olmadığı söylendi” bilgisini daha önce kamuoyuyla paylaştığı bilinen Başbakan Binali Yıldırım’a MİT Müsteşarı’nın 22.20’de ulaştığını ve “Duyumlar aldık” bilgisini ilettiğini de yine Selvi’nin yazdıklarından öğreniyoruz.

Başbakan Yıldırım “Müsteşar beni 22.40’ta aradı” demişti daha önce.

Abdülkadir Selvi kitabı ve yazılarıyla o gecenin kronolojisini değiştirmiş oldu.

Tabii pek çok kişinin kafasını karıştıran bilgiler bunlar.

Darbe girişiminden aylar önce (Nisan 2016’da), Türkiye gazetesinde yayımladığı iki yazısıyla, “Fetullahçı unsurlar darbe yapacak, devlet onları yakın takibi altında tutuyor”haberini vermiş olan Fuat Uğur bile, bugün, bir dizi soru eşliğinde şunu yazdı:

“O saatlere dair bazı belirsiz noktalar kaldıkça ve suskunluk devam ettikçe, FETÖ ve CHP’nin birlikte dillendirdiği ‘kontrollü darbe yalanı’ daha da besleniyor.”

Ne oluyor gerçekten?

Birilerinin çıkıp o gece neler yaşandığını bütün ayrıntılarıyla kamuoyuyla paylaşmasının zamanı gelmiş bulunuyor.

Abdülkadir Selvi gibi ayrıntıları önemseyen bir gazetecinin.. anlatımlarına değer verdiği kaynaklarına güvenerek aktardığı yeni kronoloji.. onlar bilgimiz dahiline girene kadar elde edilmiş kanaatlerin yanlış olabileceğini sergiledi.

Hürriyet‘te o bunları yazıyor, onun yazdıklarından hareketle diğer Hürriyet yazarları kafamızı karıştırıcı başka şeyler yazıyorlar…

Yeni kronolojideki boşlukların doldurulması için yeni açıklamalara ihtiyaç bulunduğu kesin.

O açıklamaları kimden beklemeliyiz?

*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.

‘Akıncı davası’nda astsubay: ‘FETÖ’nün darbe yapacağını AKP’li Ünal’a ilettik
12/08/2017



Darbe girişimi sırasında ‘Akıncı Üssü’nde olup bitenlerle ilgili dava dosyasında ifadesi yer alan astsubay Hüseyin G., darbe girişiminden birkaç ay önce ‘FETÖ’nün darbe yapacağını öğrendiklerini’ belirterek, “Edindiğim tüm bilgi ve belgeleri emekli tümgeneral AKP milletvekili Şirin Ünal’a ilettik” dedi.

Ünal’ın 15 Temmuz günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la görüşmesinden önce Genelkurmay karargahında olduğu, kamera kayıtlarıyla ortaya çıkmıştı.

Sözcü’den Asuman Aranca’nın haberine göre, bilgi sahibi sıfatıyla ifade veren Hüseyin G., Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda halen görevli olan bazı üst düzey komutanların isimlerini de vererek, “Bunlar da FETÖ’cü ama, kendi tasarruflarıyla görevde tutuyorlar” dedi.

‘Bilgileri kendisine de ilettik’

İfadesinde, ‘FETÖ’yle lise yıllarında tanıştığını ve ‘abilerin yönlendirmesiyle’ astsubay sınıf okulu sınavlarını kazandığını aktaran astsubay şöyle devam etti: “2006’da Ankara’ya tayin olunca benimle E.B. adlı imam ilgilenmeye başladı. AKP’nin iktidara gelmesinden 5-6 yıl sonra, E.B.’ye ‘Artık YAŞ’ta irticadan personel atılmıyor. Biz daha ne kadar namazımızı gizli kılacağız’ diye sordum. O da bana ‘Hocaefendi bu konuda Mele-i Ala’nın sakinleri yeryüzüne inip, TBMM’yi yönetse bile, biz tedbir yapmaya devam edeceğiz’ dedi.”

Astsubay G.K.’nin kendisine “MİT’in yüzde 70’i bizim” dediğini anlatan astsubay Hüseyin G., “Cemaat içindeki Semih bana, 11 Kasım ABD başkanlık seçimleri sonrası veya YAŞ toplantısı öncesi cemaatin darbe yapmayı planladığını söyledi. Edindiğim tüm bilgi ve belgeleri Binbaşı S.Y. ile paylaştım. Binbaşı beni emekli Tümgeneral Şirin Ünal ile görüştürdü. Bu bilgileri kendisine de ilettik. S.Y. vasıtasıyla A.A. ile İstanbul’da görüştük” diye konuştu.

‘Ünal’ı aradım’

Darbe girişiminin başladığı dakikalarda AKP İstanbul milletvekili olan emekli tümgeneral Şirin Ünal’ı arayıp ne yapılması gerektiğini sorduğunu kaydeden astsubay, Ünal’ın kendisine “Başkomutanımızın emri var, meydanlara iniyoruz. Tanıdığın bütün arkadaşlarına söyle hiç kimse görev yerine gitmesin” dediğini, bunun üzerine birliğine gitmediğini anlattı.
Diken

Akın Öztürk için TSK raporunda 'rehine' ifadesi kullanıldı Türk Silahlı
13 Ağustos 2017



Kuvvetleri (TSK) tarafından hazırlanan 15 Temmuz Darbe Girişimi raporunda, darbenin 1 numarası olduğu öne sürülen Akın Öztürk için “rehine” ifadesinin kullanıldığı belirtildi.

Temmuz Darbe Girişimi’nin en önemli ismi olduğu ifade edilen Akın Öztürk konusunda yeni bir gelişme yaşandı. TSK tarafından hazırlanan raporda Akın Öztürk hakkında, ”rehine” ifadesinin kullanıldığı belirtildi. Odatv yazarı Müyesser Yıldız, 15 Temmuz darbe girişiminin “1 numarası” olduğu belirtilen Hava Kuvvetleri eski Komutanı Akın Öztürk’le ilgili ortaya çıkan TSK raporunu yazdı. Yıldız’ın aktarımına göre, Özel Kuvvetler Komutanlığı, darbe teşebbüsünden sonra hem 15-16 Temmuz’da ÖKK’da yaşananların, hem de Akıncı operasyonunun anlatıldığı bir İdari Tahkikat Raporu hazırladı. İşte bu raporda Akın Öztürk için de ‘rehine’ ifadesi kullanıldı. Yıldız’ın yazısının ilgili bölümleri şöyle:

Söz konusu raporda Akıncı operasyonu ile ilgili olarak, “Albay Murat Yiğit komutasındaki Özel Kuvvetler personeli Akıncı Üssü bölgesine saat 13.30 civarında ulaşmış, orada bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı ve Merkez Komutanlığı personeli ile buluşmuş, darbeciler ile rehinelerin kurtarılması maksadıyla müzakere ve rehinelerin emniyetine ilişkin faaliyetlere başlamış, bu bölgeye gelen KKK Lojistik Komutanı Korgeneral Yıldırım Güvenç ile görüşmüştür” bilgisine yer verildikten sonra şöyle denildi: “Müzakereler sırasında Albay Murat Yiğit ve 37’inci Özel Kuvvet Taburunda görevli Başçavuş Nurettin Aydın tarafından rehine personel darbecilerden sırasıyla alınmıştır.” “İlk olarak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga, müteakiben Genelkurmay 2’inci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Orgeneral Akın Öztürk, Korgeneral Uğur Tarçın, Korgeneral Metin Gürak, Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü, Korgeneral Fikret Erbilgin, Albay Ümit Tatan ve diğer rehine personelin emniyetli bölgeye çekilmesine yardımcı olunmuştur.” Akın Öztürk’ün 16 Temmuz akşamı gözaltına alındığı ve darbenin “1 numarası” ilân edildiği malûm. Ancak görüldüğü gibi, bundan 5 gün sonra hazırlanan raporda Öztürk halen “rehine” sayılıyor. İlk günlerin “telaşına” verelim. Lâkin bu rapor sonraki günlerde hem Savcılığa, hem Genelkurmay’a gönderildi. Mesela Genelkurmay’dan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderiliş tarihi de epey sonra; 29 Eylül. Sözkonusu raporun halen Savcılıklar ve mahkemelerde önemli bir dayanak sayıldığı dikkate alındığında, çok garip bir durum değil mi?

BAŞBAKAN ‘AMBULANSLA GELSİN’ DEMİŞ

Şimdi bir de Akın Öztürk’ün Akıncı Üssü’nde yaşadıklarını hatırlatalım: Öztürk’ün iddiasına göre, Genelkurmay Başkanı Akar Mehmet Dişli’yle beraber helikoptere binip buradan ayrılırken, “Akın sen burada kal, bunları kontrol altına al, ben seni 1 saat sonra aldıracağım” dedi. Sonrasında iki kez helikopterle Akıncı’dan Çankaya Köşkü’ne gitmek için teşebbüste bulunduğunu, ancak açılan ateş sonucu havalanamadıklarını ve yaralandığını belirten Öztürk, Çankaya Köşkü’ndeki Mehmet Dişli’yle temasa geçip, bu durumu aktararak, ateşin kesilmesini istediğini, onların da Eskişehir’deki Harekat Merkezini aradığını söyledi. Neticede, Öztürk’ün tüm rehinelerin kurtarılmasının ardından dönemin Genelkurmay 2’inci Başkanı Yaşar Güler’le aynı arabaya binerek, önlerinde polis eskortuyla Akıncı’dan Hava Kuvvetleri Komutanlığına gittiği biliniyor. Akar ise, “Akın Öztürk Paşa benim götürüleceğim anlaşılınca, ‘Komutanım ben de sizinle geleyim’ diye söyledi. Ben pozisyonu itibarıyla ve gece boyunca şahsı ile yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm ve ‘Sen burada kal, kızının evi burada’ dedim. Fakat sürekli ısrar ediyordu, onu üs binasında bırakıp çıktık” şeklindeki ifadesiyle bu iddiaları yalanlamıştı. Ancak sanıkların değil halen görevde olan bazı komutanların da ifadeleriyle, sadece Mehmet Dişli’nin değil, bizzat Hulusi Akar’ın da Eskişehir Harekat Merkezi’ni arayıp, Akın Öztürk’ün helikopterinin engellenmemesi talimatını verdiği ortaya çıktı. Malum Akıncı Davası Ankara’da devam ediyor. Dünkü duruşmada dinlenen Mehmet Dişli’ye bu konu da soruldu. Hem kendisinin, hem Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Akın Öztürk’ün helikopteri için Eskişehir’i aradığını doğrulayan Dişli, şunları anlattı: “Akın Öztürk’ün helikopterinin vurulması olayını söylediğimde negatif kanaat bildiren bir hükümet üyesi oldu. Şu anda ismini hatırlamıyorum. Ancak Akar bana dönerek, ‘Ya ulan sabaha kadar bizle beraber değil miydi?’ dedi. Yapılan görüşme ve toplantılardan sonra Sayın Başbakan, Akıncı Üssü’ne düzenlenen bombardımanın kesilmemesi için Akın Öztürk’ün ambulansla getirilmesi talimatını verdi.” Halen dikkate alınan önemli bir raporda Akın Öztürk için “rehine” deniyor… Akar, hatta Başbakan Binali Yıldırım onun Akıncı’dan gelmesi için böyle çaba sarfediyor… Ama sonra darbenin “1 numarası” olduğu anlaşılıyor… Mehmet Dişli Öztürk’ün bu durumu için ise, “Bilmiyorum. Bana ne olduysa ona da o olmuştur” demekle yetindi. Bizler de Çankaya-Akıncı-Eskişehir üçgeninde neler yaşandığını bilmesek ve anlayamasak da meselenin, çözüleceği yerde giderek bir muammaya dönüştüğü ortada.

Gazete2023

“Acil Kobra ihtiyacı varken, sırf Koç Grubu yapıyor diye alınmadı”
10 Ağustos 2017



Ankara'da devam eden akıncı davasının 8'inci celsesi “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olduğu belirtilen Murat Koçyiğit'in savunmasıyla başladı.

Ankara'da devam eden akıncı davasının 8'inci celsesi “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olduğu belirtilen Murat Koçyiğit'in savunmasıyla başladı. Duruşmanın başlangıcında Mahkeme Başkanı Selfet Giray dün avukatlarla tartışarak, "Susma hakkını" kullanacağını belirten Barış Avıalan'ın bugün vareste olduğunu, yarın susma hakkını kullansa da huzura alınıp, avukatların sorularının kayda geçirileceğini söyledi.

Savunmasının başında hakkındaki iddiaları reddeden Koçyiğit, Adil Öksüz'le Ankara'da bir villada yapılan toplantılara katıldığı öne sürülen tarihlerde nerede olduğunu ve neler yaptığını anlattı. 6 Temmuz'da “villada toplantıda” denilen saatte helikopter kazasında şehit olan ve yaralananlar için GATA'ya gittiğini, “Adil Öksüz namaz kıldırdı” denilen saatte ise Kocatepe Camii'nde şehidin cenaze namazını kıldığını, Gizli Tanık Şapka'nın iftira attığını söyledi.
Koçyiğit gizli tanıklar Şapka ve Kuzgun'un ifadelerini okuduktan sonra, "Darbe toplantılarına katılmışlar. Darbeyi yönetmişler. Darbecilerle görüşmüşler, ama Yurtta Sulh Konseyi üyesi olarak yargılanmıyor, ben yargılanıyorum" dedi. Koçyiğit, FETÖ/PDY yöneticisi olduğu iddiasıyla ilgili olarak da şunları anlattı:

“BALYOZ, ERGENEKON DÖNEMİNDE ARKADAŞLARA YARDIM TOPLADIĞIM İÇİN…”

"İddia edildiğinin aksine FETÖ'nün mağduru ve hedef listesinde biri olarak FETÖ'den tutuklu olmaktan da hicap duyuyorum. 17 Ağustos 2015'te göreve başladığım jandarma istihbarat okulunun ders kitap ve notlarında terör örgütleri listeleri vardı, ama bu listelerde FETÖ/PDY'nin olmadığını tespit ettim. Derhal ilgililere MGK kararının temin edilip, listeye alınması talimatı verdim ve gerekli onaylardan sonra müfredata girdi. Örgütün hedef listesine alındım. Balyoz, Ergenekon döneminde arkadaşlara yardım topladığım için BİMER'e şikayet edildim. Cezaevi ziyaretlerim, maddi manevi desteklerim kendileri tarafından bilinmektedir. Bundan da hiç pişmanlık duymadım."

"DARBE OLACAĞINI BİLSEM"

Koçyiğit, 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde oluşunu ise, "Aynı dönemde genel sekreterlik yaptığım arkadaşım, Albay Ahmet Özçetin'e nezaket ziyaretinde bulunmak için gittim. Yanlış bir günde, yanlış bir zamanda yapılmış bir ziyaretten dolayı buradayım. Darbe olacağını bilsem gitmezdim." diye açıkladı.

ÇAPRAZ SORGUYA GEÇİLDİ

Bir buçuk saatlik savunmasının ardından, Murat Koçyiğit'in çapraz sorgusuna geçildi. Başkan Giray'ın soruları üzerine, komutanların Akıncı'ya gelişini görmediğini, "Genelkurmay Başkanı’nın getirildiği, Jandarma Genel Komutanı’nın da korumalarıyla beraber geldiği" şeklinde konuşmalar duyduğunu söyledi.

"LİSTEYİ HALEN GÖRMEDİM"

Darbe görevlendirme listesinde Jandarma Okullar Komutanı gözüktüğünü, bu listeyi halen görmediğini belirten Koçyiğit, "Yurtta Sulh Konseyi üyesi olsam asla bu görevi istemezdim. Neden? Burası Jandarma Komutanlığı'nın tali görevdir" dedi.

MAHKEME SALONUNDA GERGİNLİK ÇIKTI

Mahkeme başkanı, Akıncı'daki görüntülerini izletirken Koçyiğit'in, "Aşağıya inebilir misiniz?" demesine mağdur müştekiler tepki gösterdi. Başkan giray, "Siz mi yönetiyorsunuz?" deyince bir mağdur müşteki, "Ama aşağı-yukarı diyor” karşılığını verdi.
Başkan Giray, salonun düzenini bozanların dışarı çıkartılmasını istedi.

"TAHA AKYOL'UN YAZISINI PAYLAŞTIM"

Çapraz sorguda başbakanlık avukatı, Koçyiğit'e savunmasında Taha Akyol'un "devlet yönetiminde zulme" dair bir yazısına atıf yaptığını hatırlatarak, "Bu bir örgütsel propaganda mı, şahsi yorumunuz mu?" diye sordu. Koçyiğit, "İkisi değil, Taha Akyol'un yazısını paylaştım." karşılığını verdi.
Bir mağdur müşteki avukatının sorusu üzerine Koçyiğit, yakalandığında üzerinden çıkan bin 100 doların "kefen parası" olduğunu söyledi.

"GÖRSEM ÖRGÜTLERDİM"

Öğlen arasının ardından devam eden duruşmada Murat Koçyiğit'in çapraz sorgusuna devam edildi. Savcı Fatih Halil Kaplan, Koçyiğit’e Akıncı'da darbecilere karşı neden agresif bir tavır sergilemediğini sordu. Koçyiğit, beka, emniyet, taarruz, geri çekilme gibi harp prensipleri olduğunu belirterek, "Ben orada bulunduğum esnada benimle çalışmış personel görsem alır, örgütler ve bir şeyler yapardım" dedi. Bu soru üzerine söz alan Akın Öztürk'ün avukatı Hicabi Durmuş, şunları söyledi: "Sayın savcının sözlerine karşılık olarak Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal'ın fotoğrafını gösteriyorum; İki eli cebinde, gayet rahat dolaşıyor. Etrafında bir tehdit unsuru da yok. O böyleyken Akın Öztürk'ten harekete geçmesini neden bekliyor?"

Koçyiğit'in sorgusunun saat 15.30'da tamamlanmasının ardından Bilal Akyüz savunmasına başladı.

"CANİ KONUMUNA DÜŞTÜM"

Polatlı iddianamesinden sonra cani konumuna düşürüldüğünü belirten Akyüz, "Salondan çıktığımda uzman arkadaşlar neredeyse üzerime saldırıyordu" dedi. Akyüz, hakkındaki iddiaların Polatlı Başsavcılığı’ndan, Sabah gazetesine servis edildiğinin ortaya çıktığını öne sürdü.

"ARAÇTA BULUNAN NOTLAR BANA AİT DEĞİL"

Akyüz, o gece açık bıraktığı aracında bulunduğu iddia edilen notlar ve malzemelerin kendisine ait olmadığını savunurken, bunların sonradan konulmuş olabileceğini söyledi. Akyüz, "Ertesi sabah ailemin kullanabilmesi için lojmanlar bölgesine götürüp bıraktım. Yeterli vaktim vardı, bu malzeme ve notlar olsa yok ederdim. Arabam ben gözaltındayken 25 Temmuz'da aranmış ve bunlar bulunmuş" dedi.

Savunmasının devamında kendisine kumpas kurulduğunu iddia eden Akyüz şunları söyledi:

"İçine düşürüldüğümüz durumun net olarak ortaya konulması için soruşturmanın genişletilmesiyle asıl sorumluların yargılanması sağlanacaktır. CHP'nin darbe komisyonu raporuna koyduğu 'kontrollü darbe' şeklindeki muhalefet şerhine ben de katılıyorum." Akyüz'ün son sözlerine mağdur, müştekiler ve avukatları, "siyaset yapıyor" diye tepki gösterdi.

“BU MEMLEKETTE ACİL KOBRA İHTİYACI VARKEN, SIRF KOÇ GRUBU YAPIYOR DİYE ALINMADI”

Akyüz neden kendisinin hedef seçildiği konusunda şu iddialarda bulundu:
"2013-2016 arasında KKK teşkilat Şube Müdürlüğü’nde görev yaptım. Tüm kışlaların arazileri bize bağlıydı. Bir sene Milli Savunma Bakanı 23 arazinin dosyasıyla dönemin komutanı Hulusi Akar'ı ziyaret etti. Askeri araziler şehir içinde gibi gerekçelerle devri imzalatılmak istendi. 60-70 milyar dolar değerinde. Devre karşı çıkan sayılı kişilerdendim. Ranta kurban edilecek bu arazilerin verilmesine milletim adına karşı çıktım. (İhtilala ne alakası var şeklinde tepkiler üzerine) Neden beni izah ediyorum, dinleyin. Baskılar altında bir pazar günü karargaha çağrıldık, İhsan Uyar tarafından arazi raporları zorla imzalattırıldı. İkincisi, 300 milyon dolarlık komando projemiz vardı. Eski teknolojinin verilmek istenmesine karşı durduk. Bir gece tüm evrakları yeniden tanzim edince ortalık karıştı. Hedef haline geldim. Üçüncüsü, bu memlekette acil kobra ihtiyacı varken, sırf Koç grubu yapıyor diye alınmadı. Mecbur kalınınca 1.5 yıl sonra alındı. Peki o kayıp zamanın hesabını kim verecek."

Savunmasında işkence iddialarını da gündeme getiren Akyüz, "Zekai Aksakallı başkanlığında ÖKK'nda ve genelkurmay karargahında işkence merkezi kuruldu. Genelkurmay'da Albay Mustafa Köksal başkanlığında işkence yapıldı. Genelkurmay başkanı da buna müsaade etmiştir" dedi.
Akyüz, gizli tanık hakan bıyık hakkında bildiklerini açıklayacağını da belirterek şunları anlattı:

“Devre arkadaşımdır. 2004 yılı akademi yılbaşında bir gezi düzenlendi. Aynı masaya oturduk. Epey alkol aldı. Jandarma istihbaratta çalıştığını, teknik dinleme yaptıklarını, örtülü ödenekten dinleme cihazları aldıklarını, izinle tüm kuvvet komutanlarını dinlediklerini, tüm bilgisayarlara girdiklerini, Mehmet Emin Karamehmet'le anlaşıp GSM hatlarını da dinlediklerini, Necip Hablemitoğlu'nu tanıdığını, öldürülünce paniklediğini söyledi. Sonra birkaç gün peşimde dolaşıp, sarhoşken neler anlattığını sordu. O zaman inanmadım, şimdi de gerçek olup olmadığını bilmiyorum, ama madem o beni itibarsızlaştırdı, araştırılsın. İkinci bir Yeşil'le karşı karşıyız.”

Başkan giray saat 18.30 olduğu için çapraz sorgunun yarın yapılacağını belirterek celseyi sonlandırdı.
Etiketler:
Akıncı davası Yurtta Sulh Konseyi Murat Koçyiğit Kobra Koç Grubu
Kaynak: Patronlar Dünyası

Atilla Taş mahkeme salonunu gülmekten kırdı
16 Ağustos 2017



Atilla Taş'ın yeni adresini yazdırırken kurduğu cümleler mahkeme salonunda bulunanları güldürdü.

FETÖ'nün medya yapılanmasına ilişkin "örgüt üyeliği" suçundan yargılandıkları davadan tahliye edildikten sonra "darbeye teşebbüs" soruşturması nedeniyle tekrar tutuklanan aralarında Atilla Taş'ın da bulunduğu 12'si tutuklu 13 sanığın yargılandığı dava sanıkların savunmasıyla devam edildi. Taş'ın yeni adresini yazdırırken kurduğu cümleler mahkeme salonunda bulunanları güldürdü.
İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya tutuklu sanıklar Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Yakup Çetin, Bünyamin Köseli, Cihan Acar, Abdullah Kılıç, Oğuz Usluer, Atilla Taş, Hüseyin Aydın, Murat Aksoy, Mustafa Erkan, Seyit Kılıç, Yetkin Yıldız katıldı. Tutuksuz yargılanan sanık Ali Akkuş duruşmada hazır bulundu. Duruşmaya sanıkların yakınları izleyici olarak katıldı.
‘TAHLİYE AÇISINDAN’
Kimlik tespiti sırasında, sanıklardan Atilla Taş ev adresinin değiştiğini belirterek, salonda bulunan eşinden yeni adresini yazdırmasını istedi. Bu sırada Atilla Taş mahkeme başkanına “Efendim yerimiz yurdumuz belli olsun. Tahliye açısından” dedi. Taş’ın sözleri salonda gülüşmelere neden oldu.
“BABAMI DİNLEMEDİM GAZETECİ OLDUM”
Duruşmada ilk olarak sanıklardan Cihan Acar savunma yaptı. Acar savunmasında suçlamaları kabul etmeyerek “Ortada suçlama var ama suç yok. Bu suçlamaya uyan bir suçlu yok. Size terörist olmadığımı ıspatlamaya çalışıyorum. 28 yaşında genç bir gazeteciyim. Nikah masasına oturmam gerekirken, sanık sandalyesine oturdum. Tamamen gazetecilik yaptım. Özellikle üyelik davasından yargılandığım davada tahliye olduğuma sevinirken cezaevinden çıkmadan tekrar gözaltına alınmam süreci benden çok ailemi yıprattı. Beni almaya gelen ailem yıkıldı. O gece yargılanan ben değildim ailemdi. Bunları ajitasyon olsun diye anlatmıyorum. Tahliye kararı, dosyadaki delillere göre mi yoksa toplumdaki infale göre mi veriliyor. Hayatı boyunca herhangi bir illegal örgüte üye olmadım. Bırakın örgütün sözde abi, imam dedileri bir kişinin söylediklerini dikkate almam mümkün değildir. Hayatım boyunca sadece ve sadece ailemi dikkate almış onları dinlemişimdir.Babam gazetecilik tehlikeli devlet memuru ol demişti. Ama ben babamı ve ailemi dinlemedim. Bu mesleği sevdiğim için seçtim” dedi.
“CEMAAT YAZILARIMDAN SONRA İŞTEN ÇIKARILDIM”
Tutuklu sanık Abdullah Kılıç da, hakkındaki iddiaları kabul etmeyerek, 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ’yü hem darbe girişimi günü hem bugün tekrar lanetliyorum. Bu örgüte ilişkin yazılar kaleme aldım. “Cemaat” ve “fuat avni” ile ilgili yazılarından sonra ilk önce haftalık yazı sayısını düşürdüler. Daha sonra da işten çıkarıldım. Bank Asya’yadaki hesabıma 2014 yılında iki kez para yatırdım. İkisi de kızımın okuduğu kolejin taksitine aittir. Şayet örgütsel bir tavrım olsaydı. Diğer bankada yer alan hesabımdaki 180 bin TL’yi Bank Asya’ya yatırırdım. Örgütün yöneticisi biriyle görüşmüş, oda biriyle görüşmüş. En son görüşülen kişi ile de ben görüşmüşüm. Böyle bir suçlama mantıksız. 25 yıllık gazeteciyim her meşrepten insan ile meslek gereği görüşüyorum. Ayrıca benim telefon görüşmelerim 2006 yılından itibaren başlatılmış. 2013’den beri değil. Burada ya bir hata ya da bana karşı bir kasıt olduğu kesin” dedi.
“DARBE GECESİ SABAHA KADAR TWEET ATTIM”
Sanık Abdullah Kılıç, darbe girişimi gecesi saat 23.00’den itibaren sabah 7.00’ye kadar 30’u aşkın tweet attığını ve darbeye karşı geldiğini belirterek “Şayet darbeci olsam sabaha kadar bekler pozisyon alırdım. Ama daha ilk saatlerinde darbeyi lanetlemeye başladım. Meslek hayatım boyunca sınav hırsızlığına ilişkin sayısız haber yaptım. 2013’den itibaren paralel yapı ile ilgili yazılar yazdım. Cemaat denilen olgunun askeri, polisi, hakimi ve savcısı olmaz yazdım. Kimileri darbe girişimi sırasında beklerken ben ufacık bir tereddüdüm bile olmadan dışarı çıktım. Ancak ne garip ki evde bekleyenler dışarda ben tutukluyum” dedi.
GÖKÇE FIRAT: PARALEL DEVLET İFADESİNİ İLK BEN KULLANDIM
Tutuklulardan Gökçe Fırat Çulhaoğlu savunmasında, yayın yönetmeni olduğu Türk Solu dergisinde FETÖ ve elebaşı gülen aleyhine yayınlanan yazı ve dergi kapaklarını anlattı.
Kendisi kadar Fetullah Gülen aleyhine yazı yazan başka kimsenin olmadığını belirterek “2007 yılındaki sayıda ilk kez Fetullah için FETO ifadesini biz kullandık. Şimdi herkes FETO diyor. Fetullah Gülen’in isminde “H” yoktur. “Bahai” olduğunu yazdım. Biz bunları yazdık, şimdi iddianamelerde bu alıntılar var. Şimdi savcılar bu buluşumun üzerine konup iddianamelerde yer veriyorlar, bizi de FETO’cu olmaktan içeri alıyorlar. FETÖ-PKK işbirliğini Uludere olayının ardından 2013 yılında yazdım. “Paralel devlet” ifadesini de ilk kez ben kullandım” dedi.
DURUŞMA ERTELENDİ
Sanıklardan Bünyamin Köseli de savunmasında hakkındaki suçlamaları kabul etmedi. 4 sanığın savunmasının tamamlanmasının ardından duruşma diğer sanıkların savunmalarının alınması için yarına ertelendi.

Etiketler:
Gökçe Fırat Çulhaoğlu Yakup Çetin Bünyamin Köseli Cihan Acar Abdullah Kılıç Oğuz Usluer Atilla Taş Hüseyin Aydın Murat Aksoy Mustafa Erkan Seyit Kılıç Yetkin Yıldız FETÖnün medya yapılanması
Kaynak: Patronlar Dünyası

Kaza mı, yoksa suikast mı? 15 Temmuz'da darbecileri yakalatan yüzbaşı yaşamını yitirdi
11 Ağustos 2017



15 Temmuz darbe girişimi sırasında darbecileri askerlerin yakalanmasını sağlayan Yüzbaşı Şevket Soyer İzmir Foça’da gerçekleşen kazada yaşamını yitirdi.

İzmir'in Foça İlçesi'nde, kontrolden çıkıp şarampole yuvarlanan otomobilin sürücüsü jandarma yüzbaşı 35 yaşındaki Şevket Soyer, yaşamını yitirdi. Yüzbaşı Soyer, askeri törenle son yolculuğuna uğurlandı.

Kaza, dün Yenfoça- Aliağa karayolu Yenifoça Fatih Mahallesi Kurudere Mevkii'nde meydana geldi. Görevli olduğu Bursa İl Jandarma Komutanlığı'ndan iznini geçirmek üzere yakınlarının bulunduğu İzmir'in Foça İlçesi'ne gelen Jandarma Yüzbaşı Mahmut Şevket Soyer yönetimindeki plakası öğrenilmeyen otomobil, şarampole yuvarlandı. Kazada, evli ve 4 yaşında bir erkek çocuk babası olan Yüzbaşı Soyer, yaşamını yitirdi. Kazanın şüpheli olduğunu söyleyen Soyer’in yakınları, devletin bu olayı detaylı bir şekilde araştırmasını, kaza mı, yoksa suikast mı olup olmadığının belirlenmesini istedi.

15 TEMMUZ'DA DARBECİLERİ YAKALATMIŞTI

Yüzbaşı Şevket Soyer, 15 Temmuz gecesi Bursa İl Jandarma Komutanlığı’nı ele geçirmek için gelen ve sıkıyönetim belgeleri bulunan darbeci askerlerin polisle işbirliği yapıp yakalanmasını sağlamıştı.
Cumhuriyet

"Erdoğan'ın Fethullahçıları temizleme konusundaki talebi, hangi irade tarafından engellendi"
24 Ağustos 2017

"Bütün bu ifadeler gösteriyor ki Fethullahçı örgütlenme, büyük bir sır değilmiş"

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmalara ilişkin "Cumhurbaşkanı’nın Fetullahçıları temizleme konusundaki talebi, hangi irade tarafından engellendi?" dedi.

"Üçok’un, 2013-2015 yılları arasında muhtelif devlet birimlerine 24 ayrı dilekçeyle haklarında suç duyurusunda bulunduğu general ve amirallerin neredeyse tümü 15 Temmuz darbe girişiminde yer almıştı" diyen Yılmaz, sözlerinin devamında şunu söyledi:

"Peki nasıl oldu da herkesin kim olduklarını bildiği bu Fetullahçılar temizlenemedi?"

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Ordudaki Fetullahçıları herkes biliyormuş" başlığıyla yayımlanan (24 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Darbe girişimi sırasında Van’daki Asayiş Kolordu Komutanı olan Korgeneral İsmail Metin Temel, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın darbe soruşturmasında tanık olarak ifade verirken şunu söyledi:

“Ben Kolordu’ya geçtim. Geçer geçmez Kurmay Başkanı Albay Murat Temiz, harekât yıldırım mesajını getirdi. Bana ‘görevden alınmışsınız komutanım, sıkıyönetim ilan edildi’ dedi. Ben mesajın imza hanesine baktım ve tayin listesine baktım. Bunun F tipi bir kalkışma olduğunu hemen anladım.”

Binbaşı O.K.’nın MİT’e darbe girişimi ile ilgili ihbarda bulunmasından sonra Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı’nı Kara Havacılık’a göndermişti.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Kara Havacılık Okulu Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç’a şunu sormuştu:

“Deniz Aldemir diye biri birliğinizde var mı? O.K. isimli birisi var mı?”
Tümgeneral Atınç, Aldemir’in Yük Helikopter Tabur Komutanı olduğunu, O.K.’nın da ABD’de yük helikopteri eğitimi aldıktan sonra komutanlığında görevli olduğunu söyler.

Orgeneral Çolak, komutana kritik bir soru sorar: “Fetullah cemaatiyle bağlantıları var mı?”
Tümgeneral Atınç şöyle yanıtlar: “Elimizde belge bulgu yok ancak tavır ve davranıştan ve arkadaşları arasındaki davranışlarından bu cemaate bağlı olabilirler. Ancak O.K.’nın son zamanlarda onlarla ilişkisini kestiği birliğimizde konuşuluyor.”

Orgeneral Çolak sorularına devam eder: “Birliğinde bu tip başka benzer kişiler var mı?”
Tümgeneral Atınç’ın yanıtı: “Elimde bilgi belge yok ancak Kara Havacılık Komutanlığı’nda bulunan tüm kritik kadroların bunların elinde olduğu, hatta Tuğgeneral Ünsal Coşkun’un da onlardan olduğu söyleniyor.”
Orgeneral Çolak, “Bunları bana niye iletmediniz” diye çıkışır.

Tümgeneral Atınç’ın yanıtı: “Elimde bilgi belge yok. Bu nedenle kesinleştiremediğim için söylemedim ancak Kara Kuvvetleri Personel Başkanı Tümgeneral Şevki Gençtürk ile bunları paylaştım.” (Tümgeneral Şevki Gençtürk, darbe girişimi sırasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda darbeciler tarafından derdest edilen komutanlardan biriydi.)
Bu bilgiler, Tümgeneral Atınç’ın Kara Havacılık Komutanlığı soruşturması sırasında savcıya verdiği ifadede yer alıyor.

İfadede sözü geçen Fetullahçıların tümü darbe girişiminde aktif olarak yer almıştı, “cemaatten uzaklaşmış” dediği O.K. da MİT’e ihbarda bulunan pilottu.

Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı, Özel Kuvvetler’deki darbe girişimi ile ilgili soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadede de şöyle diyor:

“Gece birçok kez MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüştüm. FETÖ’cü generallerin isimlerini paylaştım.”

Bütün bu ifadeler gösteriyor ki Silahlı Kuvvetler’deki Fetullahçı örgütlenme, büyük bir sır da değilmiş.

Zaten darbe girişiminden aylarca önce emekli askeri savcı Ahmet Zeki Üçok televizyonlarda bunu anlatıyordu.

Üçok’un, 2013-2015 yılları arasında muhtelif devlet birimlerine 24 ayrı dilekçeyle haklarında suç duyurusunda bulunduğu general ve amirallerin neredeyse tümü 15 Temmuz darbe girişiminde yer almıştı.

Peki nasıl oldu da herkesin kim olduklarını bildiği bu Fetullahçılar temizlenemedi?

Cumhurbaşkanı’nın Fetullahçıları temizleme konusundaki talebi, hangi irade tarafından engellendi?

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan fethullahçı tsk

Emekli komutan 15 Temmuz'dan iki yıl önce ihbar etti: Sisi gibi darbe yapacaklar
24 Ağustos 2017



FETÖ'den ayrıldığı için TSK'dan emekli edilen İbrahim Ö.'nün, birlikte örgüt evlerine gittiği 6 generali 'Sisi gibi darbe yapacaklar' diyerek 15 Temmuz'dan 2 yıl önce BİMER üzerinden ihbar ettiği ortaya çıktı.

15 Temmuz sonrası Afganistan’ın başkenti Kabil’den Dubai’ye kaçan ve burada yakalanarak Türkiye’ye iade edilen FETÖ’cü eski Tuğgeneral Şener Topuç’a ilişkin iddianame çarpıcı ayrıntıları gözler önüne serdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca tamamlanan iddianameye göre, eski Kabil Eğitim, Yardım ve Danışma Komutanı Topuç ve 5 FETÖ’cü daha, darbe girişiminden 2 yıl önce, 2014’te BİMER’e şikayet edildi. Topuç’la birlikte 6 generali “Bunlar darbe yapabilir” uyarısıyla şikayet eden ise bir dönem FETÖ içerisinde bulunan eski bir asker.

1996’DA EMEKLİ EDİLDİ
İhbarcı İbrahim Ö. örgütten ayrıldığı için ‘üsteğmen’ rütbesindeyken 1996 yılında TSK’dan malulen emekli edildi. Ö., 2014 yılı kasım ayında BİMER’e yaptığı şikayette, ismini verdiği ‘devre arkadaşı’ 6 generalin paralel örgüt üyesi olduğunu anlattı ve kendilerini gizlemeyi başaran FETÖ’cülerin Türkiye’ye ‘Mısır’daki Sisi benzeri zarar verebilecek yapıda olduklarını’ kaydetti. İhbar üzerine askeri savcılık soruşturma başlattı. Ancak TSK’ya hakim FETÖ’cüler itirafçıyı üstü kapalı tehdit ederek dosyayı kapattı. İşte İbrahim Ö.’nün 2014’te BİMER’e gönderdiği ihbar metninden çarpıcı satırlar...

GÜLEN'İN EVLERİNE GİDİYORDUK
“1988 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun oldum. Aynı dönemde okuduğum ve şimdi general olan Tuğgeneral Şener Topuç, Tuğgeneral Murat Aygün, Tuğgeneral Hidayet Arı, Tuğgeneral Mehmet Nuri Başol, Tuğgeneral Eyyüp Gürler ve Tuğgeneral Fatih Celalettin Sağır (1995 mezunu) Fetullah Gülen’in talebeleridir. Ben onlardan ayrıldığım için beni dışladılar ve küçük rütbede emekli olmak zorunda bırakıldım. Bu şahıslar nasıl olduysa kendilerini gizlemeyi başardı. Bunlar ileride devletimize aynı Mısır’da olduğu gibi Sisi misali zarar verebilecek kapasitede asker kişilerdir. Diğer devre arkadaşlarımı tenzih ederim. Ama bu isimlerle bir zamanlar Gülen’in evlerine gidiyorduk; hatta bu nedenle Harp Okulu’nda soruşturma dahi geçirdim. Lütfen bu yazımı gizlilik içerisinde Sn. Cumhurbaşkanımıza ve Başbakan’a iletin. Paralelcilerle işbirliği yapanları bilsinler.”

FETÖ’CÜ SAVCI TEHDİT ETTİ
İbrahim Ö.’nün şikayet dilekçesi üzerine Genelkurmay Askeri Savcılığı, 2015 yılında soruşturma başlattı. Askeri yargının FETÖ’nün kontrolünde olduğu bu dönemde,15 Temmuz darbe girişimi sonrası adı sıklıkla duyulan Kurtuluş Kaya, soruşturmaya bakmakla görevlendirildi. TSK’daki birçok FETÖ mensubu asker hakkındaki soruşturmayı sümenaltı ettiği ortaya çıkan ve hâlâ firari olan Kaya, İbrahim Ö.’nün ifadesini aldı. İtirafçıyı üzeri kapalı tehdit eden Kaya, “Elinde yeterli delil yok. Şikayet ettiğin şahısların her biri mesnetsiz suçlamaya istinaden tazminat davası açarak seni çok zor durumda bırakabilir” dedi.

DOSYAYI 2015’TE KAPATTI
Bu durum karşısında korkan İbrahim Ö. ise ifadesini değiştirerek, BİMER başvuruları ile Genelkurmay temsilcisine sunduğu metindeki beyanlarını kabul etmediğini ve bunlara itibar edilmemesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine FETÖ’cü Kurtuluş Kaya, Topuç’un da aralarında bulunduğu 6 general hakkında takipsizlik kararı verdi ve soruşturmayı ‘inandırıcı delil bulunamadığı’ iddiasıyla 15 Nisan 2015’te kapattı. FETÖ’nün kontrolündeki askeri yargıdan bir sonuç çıkmayınca İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı ayrı bir soruşturma başlattı. Daha sonra Ankara’ya gönderilen dosya kapsamında yeniden ifadesi alınan İbrahim Ö., askeri hakim Kurtuluş Kaya’nın kendisini yönlendirdiği belirterek, ismini verdiği devre arkadaşlarının FETÖbağını ayrıntılı olarak anlattı.

SORUŞTURMA GEÇİRDİLER
“Gittiğim bir örgüt evinde Şener Topuç’la karşılaşmıştım. Ama farklı gruplara mensup olduğumuz için bizi biraraya getirmiyorlardı” diyen İbrahim Ö., Savcı Mustafa Gökçe’ye şunları söyledi: “Kara Harp Okulu 3. sınıftayken FETÖ’nün evlerine gittiğimiz için ben, Topuç ve 20 kişi soruşturma geçirdik. 3. sınıfın ilk döneminin sonlarına doğru sınıfta bulunduğumuz esnada içeri bir subay gelerek beni sınıftan dışarı çıkarıp kapının önünde beklememi söyledi. Kapı önüne çıktığımda ise yan sınıftan Şener Topuç’un da benim gibi beklediğini gördüm. Bizi iki hafta boyunca tecrit ettiler. Bu süre zarfında Topuç ile yemek sırasında karşılaştığımızda kendisine ‘görmedim, duymadım, bilmiyoruz’ şeklinde işaret yapmıştım. Bunların Fetullah Gülen’e bağlılıkları benden çok daha fazlaydı. Hatta beni bazen ibadetleri açık yapmamdan dolayı eleştirip benden uzaklaşmışlardı. Görüyorum ki bu şahıslar generalliğe terfi edecek kadar kendilerini ve ailelerini kamufle etmişler.”

Başbuğ’u izlemiş
TSK’daki üniformalı hainlerce hep kollanan Şener Topuç’a en büyük destek, 15 Temmuz sonrası Dubai’ye birlikte kaçtıkları eski Tümgeneral Mehmet Cahit Bakır’dan geldi. Afganistan’daki Türk Görev Gücü Komutanı Bakır, Topuç’a ‘100 tam sicil puanı’ verdi; notlarında ise onu “Bir üst rütbedeki görevleri yapmaya hazırdır. TC ve TSK ile Atatürk İlke ve İnkılaplarına bağlıdır” şeklinde tanımladı. İfadesinde tıpkı diğer FETÖ’cüler gibi “Örgütle hiçbir ilişkim yok” diyen Şener Topuç, bugüne dek hep kritik görevler üstlendi. 2006'da Kara Kuvvetleri Komutanı olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Özel Kalem Müdürüydü. 2007-2010 arası Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığında görev yapan FETÖ'cü, 2010-2012 arası ise Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanı idi. 2012’de generalliğe terfi eden ve 2015’e kadar Kara Kuvvetleri Tayin Daire Başkanlığı yapan Topuç, darbe girişiminden bir yıl önce Kabil’e atanmıştı.

88 DEVRESi

İbrahim Ö.’nün şikayet ettiği Kara Harp Okulu 1988 mezunu generaller, darbe girişiminin baş aktörleriydi.

Murat Aygün (Eski Polatlı 58. Topçu Tugay Komutanı): Yurtta Sulh Konseyi üyesi. 15 Temmuz’da 240 personel ve 45 araçlık askeri konvoyu TÜRKSAT ve TİB’in işgali için görevlendirdi.

Hidayet Arı (Eski Edirne 54. Mekanize Piyade Tugay Komutanı): Darbe gecesi ‘Yurtta Sulh’ isimli WhatsApp grubundaydı. İstanbul’a Trakya'dan birlik sevk etmek istedi.

Mehmet Nuri Başol (Eski İzmir 57. Topçu Tugay Komutanı): Örgütün atama listesinde İzmir-Manisa Sıkıyönetim Komutanı idi. Mahkemede her şeyi inkar etti.

Eyyüp Gürler (Eski İstanbul 1. Ordu Komutanlığı Harekat Başkanı): ‘Yurtta Sulh’ isimli WhatsApp grubundan 4 subaya, o dönem 1. Ordu Komutanı olan Ümit Dündar’ın ‘enterne edilmesi’ talimatı verdi.

Fatih Celalettin Sağır (Eski Sivas Garnizon Komutanı): Atama listesinde ‘Sivas Sıkıyönetim Komutanı’ olarak geçiyordu. Örgütle ilişkisini itiraf etti.

Star Haber

Darbe sanığı askerin abisi Şaban Dişli Cumhurbaşkanı Başdanışmanı oldu
30 Ağustos 2017



AKP Sakarya İl Başkanı Fevzi Kılıç, AKP Sakarya Milletvekili Şaban Dişli'nin Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı görevine getirildiğini duyurdu. Şaban Dişli, 15 Temmuz darbe girişimi sanığı Tümgeneral Mehmet Dişli'nin abisi.

Fevzi Kılıç, "Cumhurbaşkanımız, Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın Ekonomiden Sorumlu Başdanışmanlığına getirilen milletvekilimiz Şaban Dişli'ye başarılar diliyorum. Yeni görevinde muvaffakiyetler diliyorum. Hayırlı olsun" mesajını paylaştı. Şaban Dişli, Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde de başdanışmanlığını yapmıştı.
İnsan Haber

Darbecilere direndi, darbeci diye işkence gördü...Emekliye ayrıldı
30 Ağustos 2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin'in 15 Temmuz ve sonrasında yaşananlarla ilgili olarak hazırladığı yazı dizisinde, darbecilere direnen generalin darbeci diye içeri atılması ve devamında yaşananları kaleme aldı.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz
Akıncı Üssü davasında kafa karıştıran savunma: Genelkurmay, uçuş yasağına ilişkin bilgi vermedi
İddianamedeki flaş ayrıntı: MİT irtibat subayı 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde çıktı
Darbe sanığı Kurmay Yarbay Metin Bilici: Bir suçu varsa, suçlamalar direkt benimdir
Paylaş

Kaydet Kaydettiklerim Zaman Tüneli Tünel amblem
cumhuriyet.com.tr Yayınlanma tarihi: 30 Ağustos 2017 Çarşamba, 09:17
[Haber görseli]

Sedat Ergin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan Hava Kuvvetleri Personel Başkanı Tümgeneral Cevat Yazgılı ile ilgili olarak "Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Yazgılı’nın gözaltına alındığını duyar duymaz karargâhın güvenlik kamerası kayıtlarını savcılığa göndererek bu vahim hataya müdahale etmiş ve Yazgılı serbest bırakılmıştır. Ama iş işten geçtikten sonra" dedi.

Tümgeneral Yazdılı, darbe girişimi sonrası düzenlenen ilk Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantısında emekliye ayrılmıştı.

Sedat Ergin'in "15 Temmuz ve hava savaşları (9): Darbecilere direnen general darbeci diye içeri atılınca" başlığıyla yayımlanan (30 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda görevli Tuğgeneral Aydın Gündüz, 15 Temmuz darbe gecesi saat 23.07’de Hava Kuvvetleri Personel Başkanı Tümgeneral Cevat Yazgılı’yı arar, telefon açılmaz.

Tümgeneral Yazgılı, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Hasan Hüseyin Demirarslan’a vekâlet ettiği için karargâhtaki en yetkili komutan durumundadır.

Saat 23.09’da Tuğgeneral Gündüz’ün cep telefonu çalar. Cevat Yazgılıaramaktadır. Telefonu açar ama karşısında Yazgılı’yı değil, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreteri Kurmay Albay Veysel Kavak’ı bulur. Kavak, “Karargâh biraz karışık, gelseniz iyi olur” der.

Peki Yazgılı’nın telefonunu neden Kavak kullanmaktadır?

*

Bu sorunun yanıtı, 15 Temmuz gecesi Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargâhında darbecilerle darbeye karşı koyan askerler arasındaki büyük mücadeleyi ve bunun yarattığı kargaşayı anlamamıza da yardımcı olacaktır.

Yanıtı, darbe gecesi bir düğüne katılmak üzere İstanbul’da olan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın sonradan tanık sıfatıyla savcıya verdiği ifadede buluyoruz. Ünal, şöyle diyor:

“Cevat Yazgılı’yı arayarak harekât merkezine gitmesini ve duruma el koymasını emrettim. Yazgılı bir müddet sonra beni aradı. Tuğgeneral Aydemir Taşçı, Hava Kuvvetleri karargâhının girişinde eli tabancalı olarak benim emrim olduğunu söyleyerek Cevat Yazgılı’nın cep telefonunu almış.”

Taşcı’nın silah çekerek Yazgılı’dan aldığı cep telefonu karargâhın birinci katında darbe faaliyetini koordine etmekte olan Genel Sekreter Kavak’ın masasındadır artık. Tuğgeneral Taşçı ise 16 Temmuz sabahı 08.00’de darbenin emir-komuta merkezi olan Akıncı Üssü’ndeki 143. Filo’nun güvenlik kameralarında koridorda yürürken kayda geçecektir.

*

Orgeneral Ünal, telefon görüşmelerinde Yazgılı’ya darbecilerin ele geçirdiği komutanlığın zemin katındaki Hava Kuvvetleri Harekât Merkezi’ni (HKHM) darbecilerden geri almasını, bunun için bir müfreze oluşturup, zorlayarak kapıyı açmasını emreder.
Yazgılı, Ünal’ın bu emrini yerine getirebildi mi? Bu sorunun yanıtını harekât merkezinin kayıt özellikli telefonunun deşifre metninden okuyabiliriz. HKHM’nin kontrolünü ele geçiren darbeci gruptan Tuğgeneral Recep Sami Özatak, Genel Sekreter Veysel Kavak’ı arayıp merkezin kapısındaki hadise nedeniyle önlem almasını ister. Konuşmalar aynen şöyle geçer:
ÖZATAK: Ya kapıyı kırmaya çalışıyorlar ya...
KAVAK: Yok yok komutanım, hemen şey yapıyorum, müdahale ettiriyorum komutanım...
ÖZATAK: Gelin bakın kendiniz ya, adam resmen üç tane uzman kapıyı kırmaya çalışıyor.
KAVAK: Anlaşıldı komutanım, şimdi şey yapacağız...
Şimdi aynı olayı o sırada HKHM’de nöbet tutmakta olan Hava Resmi Nöbetçi Subayı Üsteğmen Hüseyin Arı’nın ağzından dinleyelim. Arı, Yazgılı’nın yaptığı baskını şöyle anlatıyor:

“Harekât merkezinde iken görebildiğimiz kadarıyla merkezin girişinde bulunan turnikelerin bulunduğu yere Tümgeneral Cevat Yazgılı’nın birkaç uzman çavuş rütbesinde personelle geldiğini ve harekât merkezinin girişindeki turnikeyi, kapıyı zorladıklarını, açamayınca da uzmanların kapıya ateş ederek açmaya çalıştıklarını, zaman zaman da merdivenlere doğru ateş ettiklerini gördük. Harekât merkezinde silah bulundurulmadığı için ve gelenlerin de silahlı ve ateş ediyor olmaları nedeniyle korkarak kapıyı açmadık. Açık olan diğer kapıyı da kapattık.”

İçeriden kilitlendiği için merkeze girilebilmesi mümkün olmamıştır. İş burada bitmez. Plan Harekât Dairesi’nde proje subayı olarak çalışan Binbaşı Tunahan Özarslan da karargâhta, darbeci Veysel Kavak’ın yanındadır. Bu olayın sonrasında meydana gelen gelişmeleri şöyle aktarıyor:

“Karargâhın içerisinden de çatışma sesleri gelince genel sekreterimiz (Veysel Kavak) yanında bulanan herkese ‘Aşağı inelim, birileri bina içeresinde silahla ateş ediyor’ demesi üzerine normal merdivenlerden çatışma seslerin geldiği yöne doğru indim. Bağrışmalarda uzman çavuşların ‘Komutanım lütfen silahınızı teslim edin’ şeklinde bağırdıklarını duydum. Zemin katı D kapısı girişinde alt kattan üst kata çıkılan merdivenin orda uzmanlar Cevat Yazgılı tümgeneralin silahını almaya yönelik bağırıyorlardı. Cevat Yazgılı ve beraberindekiler de bu uzmanlara doğru ‘Uzaklaşın, siz bana emir veremezsiniz’ şeklinde bağırıyorlardı. Veysel Kavak albayın güvenlikçilere ‘Kim ateş ediyorsa kelepçeleyin, tutuklayın’ dediğini duydum. Ondan sonra bağrışmalar devam etti, ortam daha da gerildi. Uzman çavuşlar Cevat Yazgılı generale kelepçe vurdular. Koşmaya başladım, ben koşarken bağrışmaların devam ettiğini duyuyordum. Genel Sekreter Veysel Kavak albay ‘Cevat Yazgılı tümgenerali tutuklayın’, Cevat Yazgılı general de ‘Beni değil, onu tutuklayın’ şeklinde yanındakilere emir veriyorlardı.”

Kısa bir süre sonra uzman çavuşlar Yazgılı’nın kelepçesini çözerler. Ancak Hava Kuvvetleri karargâhındaki gerilim sabaha kadar sürer. HKHM, Ünal’ın talimatıyla, Hava Kuvvetleri’nin muhabere ve elektronik sistemiyle bağlantısı koparılarak körleştirilmiş, içindekiler sabahın ilk saatlerine kadar burada kilitli kalmıştır. Veysel Kavak ise komutanlık katındadır. İfadelerden Yazgılı’nın da o gece karargâhın değişik noktalarında bulunduğunu anlıyoruz.

Bu gerilim sürerken Tümgeneral Yazgılı, harekât merkezindeki darbeci ekibe bir sürpriz daha yapacaktır. Bunu da Hava Kuvvetleri Komutanı Özel Sekreter Yardımcısı Kurmay Binbaşı Mustafa Aydın’dan dinleyebiliriz. Aydın, Güvenlik Merkezi’nde oturduğu sırada 01.00 sularında içeri Kurmay Başkanı Tümgeneral Cevat Yazgılı’nın girdiğini belirterek şunları söylüyor:

“Tümgeneral Cevat Yazgılı içeri girdikten sonra, bize hitaben ‘Arkadaşlar, ben Hava Kuvvetleri Komutanı’yla görüştüm. Darbe girişimi hukuksuzdur. Bu yapılanlar Hava Kuvvetleri’nin bilgisi dışındadır. Karargâhın kurmay başkanı vekili sıfatıyla emir komuta bende, benden habersiz bir şey yapılmayacak’ dedi. Daha sonra Hava Kuvvetleri Harekât merkezinin iletişimlerini kesmeye çalıştı. En son birilerini buldu, Hava Kuvvetleri Harekât Merkezi’nin elektriğini kestirdi.”

Gözaltı işlemi için 16 Temmuz günü akşam saatlerine doğru Merkez Komutanlığı’ndan gelen görevlilere karargâhtaki darbecileri teslim eden kişi de Tümgeneral Yazgılı’dır.

Yazgılı’nın darbecilere karşı verdiği bu mücadelenin karşılığını nasıl aldığını merak ediyorsanız, bu sorunun yanıtını 17 Temmuz 2016 akşamı Anadolu Ajansı tarafından geçilen görüntülerde bulabilirsiniz. Bu görüntülerde, gözaltına alınmış olan darbeci generaller Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi’nde beşer-altışar kişilik gruplar halinde gazetecilerin karşısına çıkartılıyor. Görüntülerde bazılarının darp edilmiş olduğu hemen fark ediliyor.

Darbeci generaller, polislerin “Sola dön”, “Kafayı kaldır”, “Objektife bak” şeklindeki sert talimatları altında kimliklerini açıklıyorlar. İçlerinde, şaşkınlık içindeki yüz ifadesiyle neden orada olduğunu anlamakta zorlanan bir kişi vardır. Adını şöyle açıklar:

“Cevat Yazgılı, Tümgeneral, Hava Kuvvetleri Personel Başkanı...”

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ünal, Yazgılı’nın gözaltına alındığını duyar duymaz karargâhın güvenlik kamerası kayıtlarını savcılığa göndererek bu vahim hataya müdahale etmiş ve Yazgılı serbest bırakılmıştır. Ama iş işten geçtikten sonra...

Yazgılı, 28 Temmuz 2016 tarihinde düzenlenen YAŞ toplantısından sonra emekli olmuştur.

Not: Bu yazıda adı geçen general ve subayların hepsi -Ünal ve Yazgılı dışında- Akıncı Üssü davasında sanıktır ve tutuklu olarak yargılanmaktadır.

Cumhuriyet

Emekli Albay Üçok: 15 Temmuz'da 187 general ve amiral neredeydi?
14 Eylül 2017



"Kimi o gece düğünde, kimi İstanbul'un arka sokaklarındaymış; 80 yaşındaki dedenin üzerinden tank geçti"

Ergenekon ve Balyoz davalarında 4 yıl 10 ay cezaevinde kaldıktan sonra beraat eden emekli Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, 15 Temmuz darbe girişimine kadar orduda 358 amiral ve general bulunduğunu belirterek, "Bu generallerin 171'i darbeye iştirak nedeniyle tutuklandı. 187 amiral ve general o gece neredeydi?" diye sordu.

Antalya’da Salı Sanayici ve İşadamları Grubu'nun haftalık olağan toplantısında konuşan Üçok, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki FETÖ yapılanmasını anlattı.

"FETÖ en tehlikeli örgüt"

FETÖ kumpaslarıyla hakkında 34 dava açıldığını, 1054 yıl hapis cezasıyla yargılandığını belirten Üçok, FETÖ'nün en radikal ve tehlikeli örgüt olduğunu söyledi. Üçok, hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının hepsinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini belirtti.

TSK'daki FETÖ yapılanmasının 1986 yılında askeri okullara giriş sınav sorularının çalınmasıyla ortaya çıktığını belirten Üçok, örgütün TSK içindeki yapılanmasının 2006 ile 2015 yılları arasında zirveye ulaştığını söyledi.

"Başbuğ döneminde 377, Özel döneminde 576 subay tasfiye edildi"

TSK'da vatanına, milletine bağlı askerlerin tasfiye sürecinin çok önce başladığına işaret eden Üçok, "İlker Başbuğ döneminde 377, Necdet Özel döneminde 576 subay tasfiye edilmiştir. 15 Temmuz'a kadar gelinen süreçte TSK'nın üst düzey yönetiminin büyük sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. TSK'nın kendi içinde bu sorgulamayı yapması şart" dedi.

15 Temmuz öncesi orduda 358 amiral-general bulunduğuna değinen Üçok, “Bu generallerin 171'i darbeye iştirak etmekten tutuklandı ya da TSK'dan ihraç edildi. 187 amiral-general o gece neredeydi. Neden darbeye karşı koymak için çalışmadı? Bu konuda kimse doğru dürüst araştırma yapmadı. Bu generallerimiz, Türk halkına, darbe gecesi nerede olduklarını ve ne yaptıklarını mutlaka izah etmeleri gerekir. Dünyanın 8'inci büyük ordusuyuz. Bu yüzleşmeyi ve araştırmayı yapmak zorundayız. Kimi o gece düğünde, kimi İstanbul'un arka sokaklarındaymış. 80 yaşındaki dedenin üzerinden tank geçti" diye konuştu.

Kontrollü darbe iddiaları

Katılımcıların sorularını da yanıtlayan Üçok, 'kontrollü darbe' iddialarını ise kabul etmedi. Üçok, "TSK'daki en güçlü grup FETÖ idi. Onu kontrol edebilmek için daha güçlü bir grubun olması gerekir ki orduda onlardan güçlü bir grup, siyasi ayak yok. AK Parti'nin orduda öyle bir gücü yoktu. 250 şehidin vebali var ortada" dedi.

Hukukçu kimliğiyle de gelişmeleri değerlendirdiğini vurgulayan Üçok, darbenin başarılı olması halinde ülkenin fiilen ABD mandası altında olacağını düşündüğünü sözlerine ekledi.

T24
ETİKETLER
ahmet zeki Üçok fetÖ 15 temmuz darbesi

Akıncı Üssü davasında 'işkence' gerginliği
07 Eylül 2017



Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk'ün damadı, eski 141. Filo Komutanı Yarbay Hakan Karakuş çapraz sorgusunda iddianamedeki tüm suçlamaları reddetti. Karakuş, "Sizce darbeyi kim yaptı?" sorusuna ise "yorum sorusu" diyerek yanıt vermedi. Karakuş'a soru soracak olan avukat Hande Berktin, "Hangi suçu işlerseniz işleyin, bu işkenceyi haklı göstermez. Bu yüzden ben sizden onurlu Türk halkı adına özür diliyorum" dedi. Müştekilerin tepki göstermesi üzerine salonda gerginlik yaşandı.

15 Temmuz darbe girişimine ilişkin davanın şüphelilerinden, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ün damadı, eski 141. Filo Komutanı Yarbay Hakan Karakuş çapraz sorgusunda iddianamedeki tüm suçlamaları reddetti. İfadesinin işkence altında alındığını öne süren Karakuş, kayınpederi eski Orgeneral Akın Öztürk’ün darbe girişiminin bir numarası olduğu, darbe toplantılarına katıldığı ve Ankara’da birçok noktayı bombalayan jetlere talimat verdiği iddialarını kabul etmedi. Hakan Karakuş, kendi isminin iddianameye giren telefon konuşmalarında başka biri tarafından kullanılmış olabileceğini savundu.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sincan Cezaevi Yerleşkesi’ndeki duruşma salonunda görülen dava, dün savunması tamamla
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Eyl 14, 2017 11:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Eyl 05, 2017 9:21 pm    Mesaj konusu: DİŞLİ, “SUS PAYI” OLARAK MI BAŞDANIŞMAN YAPILDI? Alıntıyla Cevap Gönder

Erdoğan boşuna 'At izi it izine karıştı' demiyor...
15 Eylül 2017



Erdoğan’ın AKP’li belediye başkanlarıyla Ankara’da yaptığı toplantıda bir skandal yaşandığı ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başarılı başkanları plaketle ödüllendirdi. FETÖ’den yargılanan Yalova Subaşı Belde Belediye Başkanı Volkan Yılmaz da plaket alanlar arasındaydı
Yalova'nın Altınova İlçesi'ne bağlı Subaşı Beldesi'nin AKP'li Belediye Başkanı Volkan Yılmaz hakkında 15 Temmuz sonrası savcılığa iki vatandaşın yaptığı şikayet üzerine “FETÖ silahlı terör örgütüne üye olma” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı.
Savcılığın hazırladığı iddianamenin geçen ocak ayında kabul edilmesiyle yargılanmasına Yalova Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlanan Başkan Volkan Yılmaz önceki gün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın elinden ödül aldı.
YURT DIŞI YASAĞI VAR
AKP Belediye Başkanları İstişare ve Değerlendirme Toplantısıyla belediye başkanlarını Ankara'da toplayan Erdoğan, “FETÖ'cü” suçlamasıyla 15 yıldan 30 yıla kadar hapis istemiyle yargılaması devam eden Subaşı Belediye Başkanı Volkan Yılmaz'a ‘Kent Ekonomisine Katkı Projesi' ödülü verdi. Hakkında FETÖ'den yurt dışı çıkış yasağı da bulunan Belediye Başkanı Yılmaz'ın görevde olması akıllarda soru işareti bıraktı.
FETÖ'CÜ YURDA PARA İSTEDİ
AKP'li Başkan Volkan Yılmaz'ı yargılamaya götüren süreç ise şöyle gelişti: İş yeri ruhsatı almak isteyen esnaf Şenol F. 18 Mayıs 2016'da belediyeye müracaat etti. Başkan Yılmaz ruhsat işlerinde yetkili zabıta amiri aracığıyla Balıkesir'deki Zağnos Öğrenci Yurdu'na 1.500 TL para yatırılmasını istedi. Başkan paranın yatmaması durumunda ruhsat işleminin yapılmaması talimatı da verdi.
Esnafın elektriğinin kesilerek para vermesi konusunda baskı yapıldığı zabıta amirinin tanık ifadesiyle ortaya çıktı. Başkan Volkan Yılmaz'ın para yatırılmasını istediği yurt FETÖ ile bağlantılı Zağnos Kültür ve Eğitim Vakfı'na aitti ve 23 Ağustos 2016 da 29779 sayılı KHK ile kapatılan vakıflar arasındaydı.
VAKFIN BORCUNU DA ÖDETTİ
Savcılığın yürüttüğü soruşturma sonucunda hazırlanan iddianamede Yılmaz'ın FEM Dershanesi öğrencisi olan ve FETÖ ile bağlantılı Zağnos Vakfı yurdunda kalan yetim bir kız öğrenci üzerinden vakfa kaynak aktarma çabasına girdiği ve Zağnos Vakfı'nın elektrik faturasını iş yeri ruhsatı almak için belediyeye başvuran esnafa ödettiği de yer aldı. 2014 ve 2015 yıllarında 670.08 TL ve aynı vakfın 2 bin 341 TL ‘lik elektrik faturaları şikayetçi esnaf tarafından ödendi.
sadık tabakaya dahil
FETÖ/PDY iştirakli firmaların belediyeye ait arazileri gayriresmi olarak kullandığı ve belediyenin de buna göz yumduğu da savcının iddiaları arasında. İddianamede Volkan Yılmaz'ın “FETÖ/PDY terör örgütüne (hiyerarşik yapıda 2. kat sadık tabakaya dahil olduğu) bilerek ve isteyerek yardımda bulunduğu, FETÖ/ PDY terör örgütünün finansmanını sağladığı gerekçesiyle 15 yıldan 30 yıla kadar hapis cezası istendi.
ERDOĞAN, PARTİSİNİN BELEDİYE BAŞKANLARINA ANKARA'DA ÖDÜL VERDİ
Belediye başkanlarını Ankara'da toplayan Erdoğan, FETÖ üyesi olma suçlamasıyla yargılaması devam eden Subaşı Belediye Başkanı Volkan Yılmaz'a ödül verdi.
İŞTE O TEBLİGAT
AKP'li Subaşı Belediye Başkanı Volkan Yılmaz'ın, hakkında “FETÖ silahlı terör örgütüne üye olma” suçlamasıyla hazırlanan iddianamenin kabul edilmesiyle yargılanmasına Yalova Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlandığı öğrenildi. 16 Mayıs'taki ilk duruşmaya Başkan Yılmaz'ın da katıldığı ve davanın ekim ayına ertelendiği belirtildi.

Hande Zeyrek/Sözcü
Etiketler:
FETÖden yargılanan Yalova Subaşı Belde Belediye Başkanı Volkan Yılmaz


DİŞLİ, “SUS PAYI” OLARAK MI BAŞDANIŞMAN YAPILDI?
Müyesser YILDIZ
4 Eylül 2017

Bu Sorular Ortadayken Dişli’nin Dönüşü Böyle Algılanacaktır!..

Bayram üzeri sürpriz bir gelişme yaşandı ve 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren “Yurtta Sulh Konseyi”nin üyesi olduğu belirtilen Mehmet Dişli’nin ağabeyi, AKP Milletvekili Şaban Dişli Erdoğan’ın partideki ekonomi başdanışmanlığına atandı.

“FETÖ” operasyonlarında sıradan vatandaşın dahi 7 göbek sülalesinden hesap sorulurken, “baş darbeci” sayılan birisinin ağabeyine tanınan bu ayrıcalık şaşkınlıkla karşılansa da tepkiler cılız kaldı.

En çok Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi’nin yazacaklarını merak ettim. 5 gün sonra bugün yazısının son 7 satırında, “şaşkınlık ve küçük çaplı diyaloglardan” söz edip, “Dişli olayının AKP’yi sarstığını” bildirmekle yetindi.

-Selvi, “Oğlu Firari” Dedi… Değil-

Neden en çok Selvi’nin yazacaklarını merak ettim?

Çünkü gerek 15 Temmuz’dan hemen sonra, gerekse darbe girişiminin yıl dönümünde Mehmet Dişli üzerinde en çok o durdu.

Mesela yıl dönümündeki yazısında, Mehmet Dişli’nin darbe gecesi ve ertesi günü kimlerle tek tek görüştüğünü sıralarken, ağabeyi Şaban Dişli ile hiç görüşmediğini vurguladı.

Şaban Dişli’ye iade-i itibarı haber aldığı için mi bu ayrıntının üzerinde durdu bilinmez, ama Mehmet Dişli’nin oğlu konusunda yanılmış veya yanıltılmıştı.

Selvi’nin iddiasına göre, Dişli’nin Bakü Büyükelçiliği’nde görevli oğlu Mehmet Beyazıt Dişli, “FETÖ”den ihraç edildikten sonra Bakü’den firar etmişti. Oysa öğrendik ki, ihraç kararı üzerine hemen yurda dönmüş. Ankara’da yaşamını sürdürüyor ve her ziyaret gününde de Sincan’a gidip, babasıyla görüşüyormuş.

Tabii bu Selvi’nin ilk “yanılgısı” değildi…

Darbeden sonra; Akar’ın talimatlarının birliklere ulaştırılmadığını, darbeciler tarafından yırtılıp atıldığını yazdı. Öyle olmadığı ortaya çıktı… Akar’ın darbecilerin elinden kurtarılıp, Çankaya Köşkü’ne getirildiğini bildirdi. Öyle olmadığı darbecilerle anlaşıp, Mehmet Dişli’yle beraber Çankaya Köşkü’ne gittiği görüldü… Akın Öztürk’ün darbenin ertesi helikopterle kaçmaya çalıştığını öne sürdü. Öyle olmadığı, bizzat Hulusi Akar’ın Öztürk’ü helikopterle Çankaya Köşkü’ne getirmeye çalıştığı anlaşıldı…

Meselemiz, Selvi’nin “yanılgıları” veya “yanıltılması” değil tabii. 15 Temmuz’la ilgili hâlâ öyle bilinmezler var ki, insan gerçekten kime ve neye inanacağını şaşırıyor.

-Kardeşini Hiç Ziyaret Etmedi-

Şaban Dişli’nin atanması meselesine dönersek;

Bardağın dolu tarafına bakanlar, bu gelişmenin “suçun şahsiliği ilkesinin” hatırlanması açısından sevindirici olduğu yorumunu yaptı.

Şayet verilmek istenen mesaj bu ise;

Suyun suyu yakınlıktan dolayı işinden atılan veya hapse konanların zararlarının da süratle telafi edildiğini, tutukluların maaş ve mal varlıklarının üzerindeki ipoteklerin kaldırılıp, ailelerine hiç olmazsa geçimlerini sağlayacak kadar bir para verildiğini, baba veya ana hapiste diye işlerinden atılan çocukların işlerine iadesinin yapıldığını, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelerinin önünün açıldığını vs. görmek gerekir, değil mi?

Bunlara yönelik bir adım, açılım olmadığına göre, Şaban Dişli olayına bir de şu açıdan bakalım:

Şaban Dişli’nin cezaevindeki kardeşini bir kez dahi ziyaret etmediği, bunun sebebinin de Erdoğan’ın “gitme” talimatı olduğu öne sürülüyor. İade-i itibarın sebebi, bu “sadakat testinin” bir sonucu olabilir mi? Erdoğan’ın beklentileri dikkate alındığında elbette olabilir.

-Tebrikleri Dişli’ye Yönlendirmiş-

Ancak başka önemli detaylar var:

Mesela yine Abdülkadir Selvi 25 Temmuz 2016’daki yazısında, Şaban Dişli’yi Çankaya Köşkü’nde Başbakan’ın katında “sıkıntılı bir şekilde dolaşırken” gördüğünü aktarmış ve “Meğer kardeşi darbeciymiş” demişti.

Ancak Mehmet Dişli cenahındaki haberler hiç de böyle değil. İddialara göre, o gün Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Çankaya Köşkü’ne gelip, kendisini kutlayan herkesi, “Asıl kahraman o. Onu kutlayın” diyerek, Mehmet Dişli’ye yönlendirmiş. Öyle ki, tebriklerden sıkılan Mehmet Dişli, bir süre sonra yan odaya geçip, “Kriz masasını” yönetmiş!..

“Kriz masası” demişken; Mehmet Dişli hem Savcılık ifadesinde, hem duruşmalardaki savunmalarında, Çankaya Köşkü’nde tam 7 saat darbecilerle pazarlığı yürüttüğünü, Başbakan Binali Yıldırım ve bakanların da buna tanık olduğunu anlattı. Yalanlayan kimse çıkmadı.

HTS kayıtlarının da Dişli’yi doğruladığını belirtelim. Abdülkadir Selvi 19 gün önceki yazısında, Dişli’nin telefonunun o gece vızır vızır işlediğini, telefon trafiğinin hep darbenin beyin takımıyla gerçekleştiğini, Akın Öztürk, Orhan Yıkılkan, Doğan Öztürk, Ramazan Gözel, Levent Türkkan, Kubilay Selçuk gibi isimlerle çok sık görüşmeler gerçekleştirdiğini aktardı.

Doğru, ama eksik. Zira HTS kayıtlarına göre, Levent Türkkan hariç, o görüşmelerin tamamı ertesi gün saat 15.38’e kadar Çankaya Köşkü’nden yapılan görüşmeler. Akın Öztürk’ü de, Kubilay Selçuk’u da Orhan Yıkılkan’ı da hep oradan aramış. Dişli ve avukatlarının iddiasına göre bu görüşmelerin sebebi, “Darbecilerin teslim olma faaliyetinin koordinesi, rehinelerin Akıncı’dan tahliyesi, Akar’ın talimatlarının Akın Öztürk ve Kubilay Selçuk’a iletilmesi, Akın Öztürk’ün Çankaya Köşkü’ne gelişinin koordinesi” imiş.

Dişli, Levent Türkkan’la o gece neden görüştüğünü de duruşmada açıkladı; Genelkurmay Başkanı Akar’ın talimatı üzerine eşine haber vermesi için aramış, çünkü “hanımefendilerle emir astsubayları muhatap olur”muş!..

Toparlarsak;

Mehmet Dişli, o gece ve ertesi gün Akar’ın “sekreterya” görevini yerine getirdiğini anlattı… “İstese Cumhurbaşkanı, Başbakan, MİT Müsteşarıyla görüştürürdük, ama istemedi” iddiasında bulundu… Akar’la birlikte darbecilere bir “plan” sunduklarını açıkladı… Çankaya Köşkü’nde kriz masasını yönettiğini söyledi… Ne yaptığını en iyi Akar’ın bildiğini belirtip, “Sanıyorum o kargaşa ortamında bir fitneye maruz kaldı. O hangi konumdaysa, benim de o konumda olmam gerekir” dedi…

Dahası; 15 Temmuz yaşanmasa, 18 Temmuz’da ağabeyi Şaban Dişli’nin aldığı randevu ile Erdoğan’la görüşüp, “TSK’daki dönüşüm” çalışmalarını anlatacak ve 158 sayfalık terörle mücadele stratejisini sunacaktı. Son Akıncı duruşmasında da bizzat Erdoğan’ın Avukatı Hüseyin Aydın’a, “Yalvarıyorum. Bu çalışmayı Sayın Cumhurbaşkanına ulaştırın. Neye çalıştığımı, son 4 yıldır neyle uğraştığımı görsün” ricasında bulundu.

Yine Abdülkadir Selvi’ye müracaat edelim; 19 gün önceki yazısını şöyle bitirdi:

“Mehmet Dişli’nin ifadesine inanacak olsanız, darbecilere karşı en büyük mücadeleyi o vermiş. Ama durum ortada. Mehmet Dişli aklımızla alay etmek yerine, gerçekleri açıklasa 15 Temmuz işte o zaman gerçek yüzüyle ortaya çıkar. Ama çok can yanar.”

Selvi’nin, “gerçekleri açıklasa”dan kastı ne bilmiyorum, ama o geceye dair çok şeyi anlatmadığı, özellikle Akar sözkonusu olunca frene bastığı kesin.

İşte belirsizlik, şüphe ve soruların azalacağı yerde arttığı bir dönemde ilgililerin en azından “Kriz masası” meselesindeki sessizliği dikkate alındığında, o günün en önemli tanıklarından Şaban Dişli’nin başdanışman yapılması korkarım ki, birilerine “umut”, hatta “sus payı” olarak algılanacaktır!..

Odatv

Akıncı Üssü davasında 'işkence' gerginliği
07 Eylül 2017



Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk'ün damadı, eski 141. Filo Komutanı Yarbay Hakan Karakuş çapraz sorgusunda iddianamedeki tüm suçlamaları reddetti. Karakuş, "Sizce darbeyi kim yaptı?" sorusuna ise "yorum sorusu" diyerek yanıt vermedi. Karakuş'a soru soracak olan avukat Hande Berktin, "Hangi suçu işlerseniz işleyin, bu işkenceyi haklı göstermez. Bu yüzden ben sizden onurlu Türk halkı adına özür diliyorum" dedi. Müştekilerin tepki göstermesi üzerine salonda gerginlik yaşandı.

15 Temmuz darbe girişimine ilişkin davanın şüphelilerinden, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ün damadı, eski 141. Filo Komutanı Yarbay Hakan Karakuş çapraz sorgusunda iddianamedeki tüm suçlamaları reddetti. İfadesinin işkence altında alındığını öne süren Karakuş, kayınpederi eski Orgeneral Akın Öztürk’ün darbe girişiminin bir numarası olduğu, darbe toplantılarına katıldığı ve Ankara’da birçok noktayı bombalayan jetlere talimat verdiği iddialarını kabul etmedi. Hakan Karakuş, kendi isminin iddianameye giren telefon konuşmalarında başka biri tarafından kullanılmış olabileceğini savundu.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sincan Cezaevi Yerleşkesi’ndeki duruşma salonunda görülen dava, dün savunması tamamlanan sanık Hakan Karakuş’un çapraz sorgusuyla devam etti. Kuleden, 15 Temmuz gecesi, Ankara’da uçan uçaklarla darbeciler arasında irtibatı sağladığı ve aldığı emir doğrultusunda uçakları yönlendirdiği iddia edilen sanık Karakuş’a iddianameye giren konuşmaları okundu. Karakuş’un, sanıklardan Akıncı Üssü Harekat eski Komutanı Kurmay Albay Ahmet Özçetin’le yaptığı konuşma şöyle:

Ahmet Özçetin: Efendim

Hakan Karakuş: Ee 2 tane helikopter geliyor kule karşısına inecek komutanım

Ahmet Özçetin: Tamam okey içindekileri yuvaya gidecek onlar

Hakan Karakuş: Tamam komutanım

Ahmet Özçetin: Yuva 4 e

Hakan Karakuş: Tamam komutanım

Ahmet Özçetin: Hadi görüşürüz

Sanık Karakuş’un, diğer sanıklardan Akıncı Üssü Komutanı Hakan Evrim’le yaptığı konuşma ise şöyle:

Hakan Karakuş: Evet

Hakan Evrim: Hakan

Hakan Karakuş: Buyrun

Hakan Evrim: Napıyosun sen orda

Hakan Karakuş: Iııı hareket komutanı buraya gelmemi söyledi

Hakan Evrim: Tamam hakan ııı uçak var mı havada Ankara üzerinde devamlı uçak olacak

Hakan Karakuş: Var komutanım

Hakan Evrim: Tamam ııı şey süratli şey geçsin

Hakan Karakuş: Tamam komutanım

Hakan Evrim: Tacize devam

Hakan Karakuş: Tamam komutanım

Hakan Evrim: Peyder pey kaldır

Hakan Karakuş: Tamam komutanım

Hakan Evrim: Hadi

Hakan Karakuş: Tamam komutanım

“Bana ait değil”

Konuşmaları okuyan Mahkeme Başkanı Selfet Giray, sanık Hakan Karakuş’a “Bu konuşmalar size mi ait?” diye sordu. Karakuş, konuşmaları kendisinin yapmadığını iddia ederek, “Benim adımı kullanmış olabilirler. Bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Düzmece. Ben yapmışım gibi yazılmış” dedi.

Mahkeme Başkanı Giray, daha sonra sanık Karakuş’a, Akıncı Üssü’ndeki güvenlik kamerası görüntülerini izletti. 141. Filo’daki görüntülerin kendisine ait olduğunu kabul eden sanık Karakuş, 15 Temmuz günü saat 16.07’de 143. Filo’daki görüntüsüyle ilgili, “Bu saatte 143. Filo’ya gitmediğim için bu kişi ‘Ben değilim’ diyeceğim. Ancak görüntüler 14 Temmuz’a aitse bu kişi benim. Çünkü ben 15 Temmuz günü 143. Filo’ya gitmedim” dedi. Sanık Karakuş, Mahkeme Başkanı Giray’ın “Emin misiniz?” sorusuna ise “Evet eminim” diye yanıt verdi.

“Bu soru yorum sorusu”

Sanık Karakuş, “Bu darbeyi kim yaptı?” sorusuna ise “Bu soru, yorum sorusu” diye karşılık verdi; ancak müşteki avukatları, sanığa darbe girişimi gecesi uçakların kalktığı 141. Filo’nun komutanı olarak olayların içinde olması nedeniyle bu soruya cevap verebileceğini söyledi. Sanık Karakuş ise kendisinin de darbenin mağduru olduğunu ve 15 Temmuz günü yaşananların bir darbe olduğunu çok geç öğrendiğini söyleyerek, “Bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyorum. Avukatlar sanki bunu cevabını biliyormuşum gibi davranıyor. Gerçekten bilmiyorum” diye konuştu.

Başbakanlık avukatı İskender Minar, “Davanın 73 sanığının aleyhinizde beyanları var. Kabul etmediğiniz kayıtlarda konuşmalarınız var. Orada konuşulan her şey o gece bu ülkede yaşandı. Uçaklar alçaktan uçtu, uçaklardan bombalar atıldı. Sizin komutanı olduğunuz filodan uçtu bu uçaklar. Sizce bu darbeyi kim yaptı?” sorusuna Karakuş, “Bu, düpedüz bir yorum sorusu” demekle yetindi.

“Yıllarca devletin ekmeğini yediniz”

Bunun üzerine Minar, “Yıllarca bu devletin ekmeğini yediniz, ülkenin güvenliğinden sorumlu bir işin başındasınız, buradan bakınca darbeyi kimin yaptığı sorusunun cevabı sizi ilgilendirmiyor mu?” sorusunu yöneltti.

Davanın sanığı olduğunu ve sorunun cevabının kendisini de ilgilendirdiğine dikkati çeken Karakuş, “Benimle ilgili, hayatımla ilgili… Dolayısıyla mahkemenin bir şekilde sonuçlanmasını istiyorum. Çünkü mağduru benim bu sürecin. Suçlular kimse ortaya çıksın” dedi. Karakuş, avukat Minar’ın, “Olayın merkezinde ve olayların olduğu her yerde siz varsınız, kurmay tecrübenizle söyleyeceğiniz yok mu?” sorusuna ise, “Ben bütün olayların olduğu yerde değilim” karşılığını verdi.

Bir başka müşteki avukatının, çocuklarını FETÖ’nün okullarına gönderip göndermediği ilişkin sorusuna da Karakuş, davanın kapsamıyla ilgili olmadığını savunarak, cevap vermek istemedi.

Salonda ‘işkence’ gerginliği

Sanık avukatlarından Hande Berktin’in, Hakan Karakuş’a soru sormadan önce açıklama yapmak istediğini söyledi. Berktin, “15 Temmuz gecesi korkunç bir darbe girişimi yaşadık. Şehit ve gazilerimiz oldu. Ama siz hangi suçu işlerseniz işleyin, bu işkenceyi haklı göstermez. Bu yüzden ben sizden onurlu Türk halkı adına özür diliyorum” dedi.

Berktin’in bu sözlerine, müşteki avukatları ve 15 Temmuz’da hayatını kaybedenlerin yakınları tepki gösterdi. Bunun üzerine Berktin, “Vicdani olarak işkenceye karşı biri olarak bunları söylemek zorundayım. Biz bebek katillerine bile bebekler gibi bakıyoruz. Bu benim kanaatim, sanık ne suç işlemiş olursa olsun işkenceyi mazur göstermez” diye konuştu.

Sanıkların bir bölümü, bu sözleri alkışlarken, duruşma salonundaki gerginlik, mahkeme başkanı Selfet Giray’ın araya girmesiyle sonlandı.
T24

"Mahkeme 'Sen hakikat anlatıcısı olarak çok yükseldin Ahmet Şık, düş hapishaneye' mi demek istedi?"
14 Eylül 2017



"Bizler gazetecileriz, bir adımız da Prometheus!.."
Aydın Engin*

Başlığa bakıp mitoloji üstüne bir Tırmık beklemeyin. Sizi bilmem, ama benim aklım fikrim bizim Cumhuriyet davasında. Aklım fikrim o davada çünkü bugünün Türkiye’sini en iyi yansıtan aynalardan biri o dava.
Şimdi yazının başlığına dönelim.
Üç gün önce, pazartesi günü 14 saat 40 dakikalık duruşma maratonunda Cumhuriyet’in avukatlarından Fikret İlkiz bence hukuk literatürüne geçecek bir savunma ile Ahmet Şık arkadaşımın durumunu sergiledi. Yanılmıyorsam salondaki izleyiciler, sanık iskemlesindeki bizler ve... Ve evet yargıçlar ve hatta savcı soluklarını tutarak dinlediler.
İlkiz, “hitabet sanatı”nın inceliklerini hünerle kullanarak, Ahmet Şık’ın Gülen Cemaati örgütlenmesinin içyüzünü sergilediği için Cemaat yargıç, savcı ve polislerinin tezgâhı ile hapse tıkıldığını anlattı.

Ardından o davadan beraat ettiğini, ancak bu kez de AKP yargısının Ahmet Şık’ı “FETÖ ve DHKP-C örgütlerine üye olmamakla birlikte...” diye başlayan mavallarla yeniden Silivri’ye yolladıklarını sergiledi ve AKP iktidarı ve polis ve savcı ve bağımsız (bağımsız?) yargı’nın sebep ne olursa olsun ya da sebep olsa da olmasa da Ahmet Şık arkadaşımın özgürlüğünü çalmaya kararlı olduğunu kanıtladı.
Sözlerini mitologyadan Sisyphos’un öyküsünü aktararak noktaladı.
Olympos’un egemeni Zeus tarafından koca bir kayayı tepeye kadar iterek çıkarmaya mahkûm edilen Sisyphos’un tepeye vardığında kayanın yeniden aşağı yuvarlandığını, sil baştan kayayı tepeye çıkarmak zorunda kalışını hatırlattı ve iktidarın Ahmet Şık’ı bir bahane bulup hatta bahane bile bulmaya gerek görmeksizin hapise tıkmasıyla Sisyphos’un cezası arasında çarpıcı ve anlamlı bir paralellik kurdu.
Cuk oturdu...
Herkes bu adaletsizliği ve zulmü iliklerinde hissetti.
Yargıçlar da...
Sonra...
Sonra mahkeme başkanı Sisyphos’a karşı “Ama bir de İkarus var” deyiverdi.
İkarus... Hani kapatıldığı kaleden pencereye konan kuşların tüylerinden kanatlar yapıp, o kanatları balmumu ile bedenine yapıştırıp göklere ve özgürlüğe havalanan, ancak kızgın güneşe çok yaklaştığı için eriyen balmumları yüzünden yere çakılan İkarus...
Acep Mahkeme Başkanı “Sen hakikat anlatıcısı olarak çok yükseldin Ahmet Şık. Düş bakalım hapishaneye” mi demek istemişti?
Bilmem. Niyet okumak bizim mesleğin alanına girmiyor.
Ancak Sisyphos’a karşı mademki İkarus kondu önümüze, bizim de sözümüz var: Prometheus!..
Tanrıların (egemenlerin, iktidarların) tekelindeki ateşi çalıp insanlığa armağan eden Prometheus...
Ateş, ışık demek.
Biz Ahmet Şıkgillerin yaptığımız da bu zaten. Kapalı kapılar ardında dönen dolapları, kirli, bazen kanlı hesapları, yolsuzlukları, hırsızlıkları, haksızlıkları Prometheus cesareti ve hüneri ve zekâsıyla bulup çıkarıp ve insanlığa, halklara ulaştırmak...
Azız.
Kimimiz haber için alanlarda, kimimiz yazıişleri masasında, kimimiz hapiste, kimimiz işsiz...
Olsun.
Bilen bilmeyen, gören görmeyen duysun, öğrensin.
Biz sahici gazeteciler, mesleğin ak adına kara sürmeyen, halkın gerçekleri bilme hakkını ete kemiğe büründüren ve işleri sadece bu olan bizler, ne Sisyphos’uz ne İkarus.
Bizler gazetecileriz.
Bir adımız da Prometheus!..

*Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.

Rus Devlet Televizyonu: O uçak Erdoğan'ın uçağını düşürecekti
20 Eylül 2017



Dmitriy Kiselev, resmi Rossiya 1 kanalında 15 Temmuz gecesini hatırlatıp “İncirlik’ten kalkan uçak Erdoğan’ın uçağını düşürecekti” dedi.

Uluslararası Rossiya Segodnya Haber Ajansı Genel Müdürü Dmitriy Kiselev, resmi Rossiya 1 kanalında sunduğu haftalık haber programı Vesti Nedeli’de 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast planlarını hatırlatarak, “İncirlik’ten kalkan uçak Erdoğan’ın uçağını düşürecekti” dedi.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde bağımsızlık referandumuna değinen ünlü Rus gazeteci, zengin petrol yataklarına sahip olan bölgenin Irak’tan ayrılma ihtimalini “felaket” olarak nitelendirdi.
ABD İKİLİ OYNUYOR
ABD’nin bölgede ikili oynadığını belirten Rus gazeteci şöyle dedi: “ABD Kürtler konusunda ikili oynuyor. ABD bir yandan bu referanduma karşı çıktığını söylüyor. Fakat Amerika’nın faaliyetlerinin tüm mantığı şudur: Büyük Kürdistan’ın kurulmasına ilham vermek…Bu oyunda referandum Amerika’nın ekmeğine yağ sürmekte. Amaç Beşar Esad ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı zayıflatmak. Erdoğan Amerika’ya göre son zamanlarda çok fazla bağımsız davranmakta.
Amerika’nın Kürtlerle oyuna girmesi Erdoğan için açık bir şekilde düşman bir adım. Çünkü Amerika böylece Türkiye’yi kanlı bir çatışmaya girmesini provoke ediyor.”
ERDOĞAN 15 TEMMUZ GECESİ VE İNCİRLİĞİ UNUTMADI
15 Temmuz başarısız darbe girişimine de dikkat çeken Rus gazeteci, “Erdoğan şunu da unutmadı: Bir yıl önce NATO’nun İncirlik üssünden -Burası için küçük Amerika da diyorlardı-darbe girişimi sırasında bir savaş uçağı havaya kalktı. Uçağın amacı Erdoğan’ın uçağını düşürmekti. Pilot Cumhurbaşkanlığı uçağını tespit etmişti, fakat yakıtı az kaldığı için geri dönmek zorunda kaldı. Yakıtı ancak geri dönüş için yetiyordu” ifadeleri kullandı.
ERDOĞAN S-400 ALINCA ABD’NİN YARASINA TUZ BASTI
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze sistemi aldığını hatırlatan Kiselev, “Türkiye ABD’den Patriot sistemi almayı reddedince Amerika’nın yarasına tuz bastı. Sonuçta Erdoğan Rus S-400 füzesi aldı. Ön ödemeler yapıldı. Amerika sitemlerde bulundu. Fakat Erdoğan sert tepki verdi. Şimdi Amerika Türkiye’ye yönelik yaptırımlardan bahsediyor. Fakat bir çok örnek şunu gösterdi: Yaptırımlar işe yaramadı. Ve bu ahmaklık ve güçsüzlük” şeklinde yorumladı.
Fuad Safarov / Moskova/Odatv

Jandarma'daki emeklilikler hiç de "normal" değil
Müyesser Yıldız
23.09.2017

Bugün Jandarma Genel Komutanlığı ile ilgili yeni bir kararname yayınlandı.

Kararname ile 2 korgeneral, 1 tuğgeneral ve 19 albay emekliliğe sevk edildi.

1 Ekim tarihi itibarıyla emekliliğe sevki kararlaştırılan isimler şunlar:

“Jandarma Genel Komutan Yardımcısı Korgeneral Ata Kalkan, Korgeneral Ali Lapanta, Tuğgeneral Veli Turan, Jandarma Kurmay Albaylar Güven Şağban, Kahraman Dikmen ve Taner Büyükgöz, Jandarma Albaylar Osman Topbaş, Mustafa Çelik, Özcan Kaplan, Hüseyin Kanat, Zafer Durukan, Hüseyin Şimşek, Mustafa Kemal Timuroğlu, Fatih Üstündağ, Uğur Pamukçu, Levent Çinko, Eyüp Aktaş, Hakan Demirörs, Tümay Özgür, Erol Egesoy, Jandarma Pilot Albay Tuncay Köse, Jandarma Maliye Albay Yıldıray Dinç.”

“Emekliliğe sevk” deniyor, ama sevkten çok re'sen görevden alma ve yeni bir tasfiye dalgası söz konusu gibi.

Ne demek istiyoruz? Daha önce çıkan kararnameleri de hatırlatarak, anlatalım.

15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından darbecilere direnen veya darbeciler tarafından derdest edilen isimler ile Balyoz kumpasında yargılanmış birçok isim önemli görevlere getirildi.

Bu arada Jandarma Genel Komutanlığı tümüyle İçişleri Bakanlığı'na bağlandı.

Darbenin üzerinden 1 yıl geçtikten sonra geçtiğimiz 22 Temmuz'da yayınlanan kararname ile 19 ile yeni komutan atanırken, Korgeneral İbrahim Yaşar, Tümgeneral Ali Özkara ve 5'i kurmay 65 albay emekliliğe sevk edildi. Beraberinde 3 general bir üst rütbeye, 14 albay ise tuğgeneralliğe yükseltildi.

Bu kararnamede, 15 Temmuz gecesi darbecilerle çatışan Tuğgeneral Nurettin Alkan ve darbeciler tarafından rehin alınan Kıdemli Albay Güven Şağban'ın terfi ettirilmemesi, dahası Alkan'ın pasif bir göreve kaydırılması, Şağban'ın ise Tayin Daire Başkanlığı'ndan Giresun Jandarma Komutanlığı emrine atanması dikkat çekti. Şağban'ın, Karargâh'taki “çok etkili ve yetkili” bir komutanla ters düştüğü için kararname çıkmadan çok önce Nisan'da Giresun'a gönderildiği de anlaşıldı. Sözkonusu iki isimle ilgili bir başka detay; Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Yaşar Güler'in, İçişleri Bakanlığı'na bunlara 15 Temmuz'dan dolayı “Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası” verilmesini teklif etmiş olmasıydı.

Aynı kararnameyle Komutanlık emrine kaydırılan isimler arasında, darbe gecesi derdest ve darp edilen Personel Başkanı Tuğgeneral Veli Turan ile 15 Temmuz’dan sonra Jandarma Genel Komutan Yardımcısı yapılan Korgeneral Ali Lapanta da yer alıyordu.

O günlerde, Veli Turan ve Ali Lapanta'dan kararname öncesinde istifalarının istendiği, ama kabul etmedikleri yönünde iddialar olduğunu yazmıştık.

Ali Lapanta'nın generallekte daha 1 yılı, Veli Turan'ın ise 2 senesi vardı, ama işte bugünkü kararname ile re'sen emekliye sevk edildiler, bir diğer ifadeyle re'sen görevden alındılar.

İSTİFA ETMEMİŞ MİYDİ

Bu ilk kararnamenin çıktığı günlerde, Jandarma Genel Komutan Vekili Korgeneral Ata Kalkan'ın yapılan düzenlemelerde etkili olduğu ve Jandarma Genel Komutanlığı'na gelmeyi beklediğinden, kendi kadrosunu oluşturduğu konuşuldu.

Darbe gecesi “derdest” edildiği söylenen isimlerden birisiydi. Ancak hem kendisi, hem aile fertlerinde “ByLock” çıktığı iddiaları gündeme geldi. MİT kaynaklı bu bilgiye, “FETÖ soruşturmaları sulandırılmak isteniyor” şeklinde itiraz edenler olduğu gibi, yüksek tepelerden isimlerin devreye girmesiyle MİT'in tespitinin “düzeltildiği”, bu arada hem iktidar, hem askeri çevrelerin, “Şu geçiş döneminde görevden alınması sıkıntı yaratır” demesi sonucu görevde kaldığı öne sürüldü.

Ata Kalkan Paşa'nın “ByLock” meselesiyle ilgili son gelişmeyi aktaralım; Mesele kapandı sanılıyordu, ama Savcılık soruşturma açmış ve sonuçta da “Kovuşturmaya yer yok” kararı verilmiş.

Bu bilgilerden sonra geçen 20 Ağustos'ta çıkan ikinci kararnameye geçelim.

15 Temmuz gecesi Jandarma'daki kalkışmayı bastıran ve operasyonu yöneten Arif Çetin, darbenin ardından Korgeneral rütbesine terfi ettirilip, Van Jandarma Asayiş Komutanlığı'na atanmıştı.

Ağustos'ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Yaşar Güler'in Kara Kuvvetleri Komutanı olması üzerine de Çetin önce Orgeneralliğe terfi ettirildi, ardından Jandarma Genel Komutanı yapıldı.

İşte bu atama üzerine Çetin'den daha kıdemli olan Jandarma Genel Komutan vekili Korgeneral Ata Kalkan’ın görevinden ayrılıp, emekliliğini istediği, hatta aynı gün Komutanlık bahçesinde veda töreni düzenlendiği açıklandı.

Jandarma kulislerinde ise Ata Kalkan'ın makamına gidip, geldiği konuşuluyordu. Bugün yayınlananan kararname ile de ortaya çıktı ki, ne emeklililiğini istemiş, ne de veda etmiş. Generallekte daha 2 yılı olan Kalkan'ın da re'sen görevden alındığını söyleyebiliriz.

EMEKLİLİK DİLEKÇESİ YOK

Bugünkü kararnameyle emekli edilen isimlerin büyük bölümünün emeklilik dilekçesi vermediğini de kaydedelim.

Dilekçe vermediği belirtilen isimlerden birisi Kurmay Albay Kahraman Dikmen... Balyoz kumpasında 3 yıldan fazla hapis yatan Dikmen, 15 Temmuz'dan sonra Iğdır İl Jandarma Komutanlığı görevine atanmış, bu atama medyada epey ses getirmişti.

Ancak Dikmen 1 yıl sonra ikinci kararname ile sessiz sedasız buradan alınıp, Komutanlık emrine verildi, bugünkü kararnameyle de emekli edildi.

Gel de, “1 yılda ne değişti?” diye sorma!..

İkinci isim Kurmay Albay Güven Şağban... Yukarıda bahsettik, ama darbe gecesi yaşadıklarını birkez daha hatırlatalım:

Darbe teşebbüsü haber alınınca Jandarma Karargâhına ilk giden isimler, Balyoz'dan hapis yatan ve Jandarma'daki FETÖ'cülerin kumpaslarına maruz kalan subayların yanısıra Albaylar Nurettin Alkan ve Güven Şağban'dı. Darbecilerle çatışırlar, Alkan omuzundan yaralanır. Şağban ise rehin alınır. Şağban, yaptıklarının suç olduğunu anlatıp, onları ikna etmeye çalışırken, odaya dönemin Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi'nin Özel Kalem Müdürü Erkan Öktem girer ve Şağban'a şunu söyler:

“Oooo Güven Bey, sen bize çok çektirdin. Şimdi sıra bizde, hesap soracağız.”

Şağban da ona, “Bana bey filan diye hitap edemezsin. Komutanım diyeceksin. Emirlerime uyacaksın” diye tepki gösterir. Bunun üzerine Öktem silahını çekip, Şağban'ı vurmak ister, ancak silah tutukluk yapar. Öktem, diğer rehinelerden de tepki gelince ikinci kez teşebbüs etmez, silahını indirir.

Sonra, diğer rehineler de bu odaya getirilir. Aralarında Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanı Turgut Aslan ile koruması ve şoförü de vardır. Sabah olunca, darbeci Erkan Öktem yeniden bu odaya gelir ve rehinelerin aşağıya indirilmesi talimatını verir. Yolda giderken rehineler arasında kopma olur. Bahçeye ilk Polis Müdürü Turgut Aslan ile koruması ve şoförü çıkarken, diğerleri arkada kalır. Ve Erkan Öktem, onları infaz ederken, diğer rehineler geç indirildikleri için kurtulur.

O kopma sayesinde, infazdan tesadüfen kurtulanlardan birisi de işte Güven Şağban'dı.

Darbecilerden, infazdan kurtuldu, ama emekli edilmekten kurtulamadı!..

Son kararnameyle; Darbecilere direnen, 15 Temmuz'dan sonra önemli görevlere getirilen, ancak Temmuz'daki ikinci kararnameyle pasifize edilen başka bazı Balyoz sanıklarının da emekliye sevkinin planlandığı, son dakikada vazgeçildiği yönünde söylentiler olduğunu belirtip, soralım:

“Jandarma'da neler oluyor?.. Anlayan var mı?..”

Odatv.com

"Darbeyi halk önledi mitinin sakatlanmasını istemiyorlar; TSK bunları anlatacak durumda değil"
25 Eylül 2017



"Kuşkusuz darbenin tek kahramanı astsubay Ömer Halisdemir değil"

Milliyet yazarı Mehmet Tezkan, emekli general Ahmet Yavuz'un "İleri demokrasi hayalinden darbe gerçeğine" adlı kitabında yer alan “Daha bunun gibi birçok olay var, yerinde müdahale var. Ancak bilinsin ve yayılsın istenmiyor. Darbeyi halk önledi mitinin sakatlanmasını istemiyorlar. TSK da bunları anlatacak durumda değil" ifadesini okurlarına aktardı. Tezkan, "Kuşkusuz darbenin tek kahramanı astsubay Ömer Halisdemir değil. Öteki kahramanlardan neden söz edilmiyor?" dedi.

Mehmet Tezkan'ın "Darbeyi önleyen asker kahramanlar" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Fethullahçı çete mağduru emekli general Ahmet Yavuz’un kitabını okudum..

Kitabın adı; İleri demokrasi hayalinden darbe gerçeğine..

Vesayet Savaşları..

Yavuz Paşa kitabın sonlarına doğru darbe girişiminde askeri cephede yaşananlara da değiniyor..

Altını çizdim notunu aldım..

***

Dün sabah Sözcü Gazetesi’nde Emin Özgönül’ün haberini gördüm..

Yüksek Askeri Şura kararlarından bir ay sonra 3 general, 19 albay emekli edilmiş.. Özgönül, iki albayın öyküsünü yazmış.. İçlerinden biri FETÖ mağduruymuş.. Diğeri Jandarma Genel Komutanlığı’nı darbecilerin elinden kurtarmak için çarpışan albaymış..

Rehin düşmüş.. İnfaz edilecekken darbecinin silahı tutukluk yapınca kurtulmuş..

Kara Kuvvetleri Komutanı Güler, ‘Cesaret ve Feragat Madalyası’ verilmesini istemiş..

Verilmemiş..

Emekli edilmiş!..

***

Dönelim Yavuz Paşa’nın kitabına..

Darbenin önlenmesinde herkesin payı var ama vatansever Atatürkçü subayların çok büyük payı var..

Demiş ve örnekler vermiş..

“İstanbul’u kana bulayacak tankların ve zırhlı araçların çıkmasını 2. ve 5. Kolordu komutanları önledi. Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay ve Topkule’deki 66. Mknz. tugayda tank ve zırhlı araçların kışla dışına çıkmasını önleyenlerin o gece yaptıklarını kimse bilmiyor.”

Ege Ordusu da..

Veya diğer kentlerde..

FETÖ’cü çetenin darbesini önleyen çok sayıda subay var..

Şehit olan..

Gazi olan..

***

Yavuz Paşa kitabına şu satırları düşmüş..

“Daha bunun gibi birçok olay var, yerinde müdahale var. Ancak bilinsin ve yayılsın istenmiyor. Darbeyi halk önledi mitinin sakatlanmasını istemiyorlar. TSK da bunları anlatacak durumda değil.”

***

Kuşkusuz darbenin tek kahramanı astsubay Ömer Halisdemir değil..

Öteki kahramanlardan neden söz edilmiyor?

Tankların çıkmasını engelleyenlerden..

Helikopterlerin kalkmasının önüne geçenlerden..

FETÖ’cü çeteyle çatışanlardan..

Uçaklarını kaptırmayanlardan..

Neden?

15 Temmuz’un asker kahramanları kimler?

T24
ETİKETLER
tsk darbe girişimi kahraman Ömer halisdemir vesayet

Barış Terkoğlu: İncirlik Üssü kayıtları nasıl silindi
30.09.2017

Adana Cumhuriyet Savcılığı, yürütülen soruşturma nedeniyle 22 Eylül 2016 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı 10. Tanker Üs Komutanlığı'na yazı yazdı...

15 Temmuz darbe girişimi soruşturmasında İncirlik Üssü'ndeki kayıtların silindiği ortaya çıktı.

Adana Cumhuriyet Savcılığı, yürütülen soruşturma nedeniyle 22 Eylül 2016 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı 10. Tanker Üs Komutanlığı'na yazı yazdı. Komutanlık'tan darbe girişimi sırasında İncirlik Üssü'ndeki 48 saatlik RAPCON (Radar Approach Control-Radar Yaklaşma Kontrolü) kayıtlarını istedi. Kayıtların tutulmasından ABD Hava Kuvvetleri Birimi sorumluydu. Bu nedenle 10. Tanker Üs Komutanı Tuğgeneral İsmail Günaydın, söz konusu talebi RAPCON kayıtlarını tutan 39. Hava Üssü Kanadı Komutanlığı'na iletti.

AMERİKALI ALBAY: MAALESEF, ÖZÜR DİLERİZ

39. Hava Üssü Kanadı Komutanı Albay John J. Walker söz konusu talebe olumsuz yanıt verdi. Walker yanıtında "Maalesef, sistem ses verilerini ve radar taramalarını 45 gün kayıt altında tutabiliyor. 45. gün yeni veriler eskilerin üzerine kaydediliyor" ifadelerini kullanırken bu nedenle 15-16 Temmuz tarihlerindeki 48 saatlik kaydı veremeyeceklerini belitti. Bu verilerin kurtarılamayacağını söyleyen Walker, "Bu sistem sınırlamasından dolayı meydana gelebilecek aksaklıklardan ötürü özür dileriz" dedi.

(Albay John J. Walker'ın Türk Komutanlığa yanıt verdiği yazısı)

Albay Walker ve Tuğgeneral Günaydın yanıtlarında 15 Temmuz darbe girişiminden bir hafta sonra Türk makamlarının aldığı eski kayıtları hatırlattı. Söz konusu kayıtlar 15 Temmuz saat 21.15 ile 16 Temmuz 11.15 aralığındaki 14 saati kapsıyordu. Söz konusu kayıtlarda RAPCON sisteminden alınan ses ve görüntüler yer alıyordu. Kayıtların 45 gün sonra silinmesiyle 15-16 Temmuz'da İncirlik Üssü'ndeki uçuş hareketliliğine dair 48 saatlik kayıtlar buhar oldu.

Kamuoyunda darbe girişiminde İncirlik Üssü'nün rolüne dair sağlıklı bir soruşturma yürütülmediğine dair zaman zaman yapılan yorumlar dikkat çekiyordu. Darbe girişiminin üzerinden 2 aydan fazla süre geçtikten sonra İncirlik Üssü'ndeki 48 saatlik kayıtların istenmesi ve sonuçsuz kalması da bu nedenle tartışma yarattı.

RAPCON SİSTEMİ NEDİR

RAPCON sistemi, uçakların irtifa, hız ve istikamet bilgilerini alabiliyor. Yerde konuşlu bu sistem, uçakların inişinde ve havalanışı sırasında takipte oluyor.

Barış Terkoğlu

Odatv.com

Şamil Tayyar'dan şok iddia! Hulusi Akar 15 Temmuz gecesi kararsız kaldı
22 Ekim 2017



AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar hakkında gündeme bomba gibi düşecek iddialarda bulundu. Tayyar, "Hulusi Akar 15 Temmuz gecesi kararsız kaldı, taraf değiştirebilirdi şüphesi mi taşıyorsunuz?" sorusuna, "Evet, böyle bir şüphem var" dedi. Şamil Tayyar, Akar'ın ifadelerini çelişkili bulduğunu da çarpıcı örneklerle açıkladı.

Habertürk gazetesinden Kübra Par'a konuşan AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar'ın Hulusi Akar'la ilgili sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

15 Temmuz gecesine ait son görüntülere ilişkin açıklamanız ilginç. “Genelkurmay Başkanı’nın derdest edildiği görüntü nerede kardeşim?” demişsiniz. Görüntülerle ilgili kafanızda bir soru işareti mi var?

Genelkurmay Başkanı’yla ilgili şu ana kadar kamuoyuna yansıtılan iki görüntü var: Birisi fotoğraf, diğeri de canlı görüntü. İlk fotoğrafa baktığımızda,

Genelkurmay Karargâhı’nın basamaklarından inerken arkadan çekilmiş olduğunu görüyoruz. O fotoğrafta elinin kolunun bağlanmadığını, elinde kepiyle rahat bir şekilde yürüdüğünü görüyoruz. İkinci görüntü ise dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler Paşa ile ilgili. Güler’in koridorda derdest edilmiş görüntüsü ve bir de uzakta başka birinin silüeti var. Bütün televizyon kanallarında başlık, “Hulusi Akar ile Yaşar Güler’in derdest edildiği görüntüler ortaya çıktı” şeklindeydi. Dikkatlice baktığımda oradan birinin geçtiğini, o kişi geçerken de o anda nöbette olan askerin ona selam verdiğini gördüm. Yani öyle rehin alınmış gibi bir hava yok. Diğer paşalarla ilgili her türlü görüntü net bir şekilde kamuoyuna yansıtılırken, Genelkurmay Başkanı’yla ilgili görüntüleri de verelim ki insanların zihinlerinde soru işareti kalmasın diyorum.

“15 Temmuz gerçek manada aydınlanırsa bugün kahraman dediklerimizin aslında darbenin içinde olduğunu göreceğiz” demişsiniz. Ne demek bu?

Kafamda soru işaretleri var ve bunlara cevap arıyorum. Genelkurmay Başkanı’nın bu darbeyi yapanlarla birlikte hareket ettiğini ve bunun başında olduğunu düşünmüyorum. FETÖ ’cü subayların 15 Temmuz görevlendirmesine ilişkin, mahkemeye de intikal eden bir liste var. Bu listede Genelkurmay Başkanı’nın ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’nın karşılığı boş bırakılmış. Bunlar muhtemelen darbe gecesi Genelkurmay Başkanı’yla görüşecekler, ikna ederlerse hareketin başına geçirecekler, ikna edemezlerse de tutuklayacaklardı. Zannediyorum FETÖ cuntası başlarına bir üst düzey komutanı getirmek istedi. Akıllarına ilk gelen de Genelkurmay Başkanı oldu. Bu talebi ilettiklerinde Genelkurmay Başkanı’nın tavrının ne olduğuyla ilgili çok çelişkili bazı bilgiler yansıyor. Bu hareketin

içindeki isimlerden biri olan Mehmet Dişli’nin müzakereci olarak ilk aşamada Hulusi Paşa’ya gönderildiğini anlıyoruz. İçeri girip konuşuyor. Hulusi Paşa’nın yaveri Levent Türkkan, ifadesinde “Mehmet Dişli dışarıya çıkınca, paşa ‘Komutan ortada, girin içeri’ dedi” diyor. Dişli’nin “Komutan ortada” algısına yol açacak, Genelkurmay Başkanı’nın nasıl bir tepkisi oldu? Genelkurmay Başkanı’nın ifadesine baktığınızda, kendisine zorluk çıkarıldığını, itilip kakıldığını, boğazının sıkıldığını söylüyor. Eğer bunlar yaşanmış ise makam odasında eşyaların dağınık olması lazım. Halbuki dağınık değil. Savcı, “Ama odanızda eşyalar yerli yerindeydi. Böyle bir itiş kakış olduysa niye her şey derli toplu?” diye sorunca, Hulusi Paşa “Muhtemelen benden sonraki komutan için hazırlık yaptılar” diye cevap veriyor. Oysa biz darbecilerin eylem planına baktığımızda, darbe bildirisinin Genelkurmay Başkanı’nın odasında değil Akıncı Üssü’nde okunmak istendiğini görüyoruz. Hulusi Paşa’yı oraya götürüp bu arada delilleri karartmak için eşyaları yerlerine koymaları bana çok akılcı gelmiyor.

Açık konuşalım; Şamil Tayyar, “Hulusi Akar o gece kararsız kaldı, taraf değiştirebilirdi” şüphesi mi taşıyor?

Evet, böyle bir şüphem var. Genelkurmay Başkanı’nın ilk aşamada ya Başbakan’ı ya da Cumhurbaşkanı’nı araması gerekirdi ama aramadı. Sabah 08.30’a kadar bir irtibatı yok. Kubilay Selçuk, Mehmet Dişli, Akın Öztürk’ün ifadelerine baktığımızda, “Eli kolu bağlı değildi ve odasında çay içiyordu” dediklerini görüyoruz. “Televizyon izledik” diyorlar. Saat 04.00’ten itibaren durumun biraz daha karıştığını görüyoruz. 04.00, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın İstanbul ’a inip halkın karşısına çıktığı saat. İster istemez sorulara cevap bulamayınca, “Komuta kademesi 04.00’e kadar bir durumu mu gözetledi?” diye merak ediyor insan...

‘CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN BİR BİLDİĞİ VAR’

Peki, Şamil Tayyar’ın merak ettiği bu soruları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım merak etmiyor mu?

Sayın Cumhurbaşkanı’mızın da açıkçası o geceyle alakalı benzer soruları sorduğunu ve bunlara cevap aradığını düşünüyorum. Bir kısmını da biliyorum. Zannediyorum ki Sayın Cumhurbaşkanı’mızın bir bildiği var. Burada konuşmam doğru olmaz ama bir gün bunu tavırlarıyla, kararlarıyla mutlaka kamuoyuna yansıtacaktır. Tayyip Bey kendisine ihaneti asla unutmaz. Doğru zamanı beklediğini düşünüyorum.

Millî Gazete

Darbe girişimi | Yazar Nuh Gönültaş gözaltında
01/11/2017



Diken darbe girişiminin başladığı andan itibaren gelişmeleri gün gün aktarmayı sürdürüyor…

20.39 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üyesi ve çalışanı kişilere yönelik operasyon kapsamında şimdiye dek hakkında yakalama kararı bulunan 112 kişiden 45’i gözaltına alındı.

Gözaltına alınanların arasında yazar Nuh Gönültaş, yazar Mehmet Gündem ve gazeteci Behram Kılıç da bulunuyor.

Gözaltına alınanlar Vatan caddesindeki mali suçlarla mücadele şube müdürlüğüne getirildi. Hakkında gözaltı kararı bulunan 67 kişi aranıyor.

08:50 İstanbul merkezli Ankara, İzmir ve Manisa başta olmak üzere 16 ilde ‘FETÖ’ operasyonunu gerçekleştiriliyor. 112 kişi hakkında gözaltı kararı var.

AA’nın haberine göre hedefte Fetullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bulunuyor.
Diken

Sönmezateş: Gerçekleri söyledikçe başıma bir şeyler geliyor
06.11.2017



Darbe girişimi sırasında Akıncı Üssü'nde eylemlere ilişkin davada yargılanan eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, kendisine yöneltilecek soruları cevaplamayacağını söyledi ve gerçekleri söyledikçe başına bir şeyler geldiğini öne sürdü.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Sincan Ceza ve İnfaz Kurumları kampüsündeki salonda yapılan duruşmaya sanıklar, avukatları, müştekiler ile gaziler ve şehit yakınları katıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a suikast davasında yargılandığını ve ceza aldığını hatırlatan Sönmezateş, Genelkurmay çatı davasıyla bu davada da benzer suçlardan yargılandığını söyledi.

'TÜRK SOLU ÇOK KÖTÜ BİR SINAV VERİYOR'

Ailelerinin, çocuklarının da sıkıntılar yaşadığını, siyasi partilerin, insan hakları derneklerinin bunlara sessiz kaldığını söyleyen Sönmezateş, "Türk solu çok kötü bir sınav veriyor" ifadesini kullandı.

Bir müştekinin "Darbenin sağ-sol ile ne ilgisi var?" demesi üzerine sanıklar müştekilere tepki gösterdi. Gerginlik yaşanması üzerine sanıklarla müştekilerden bazıları salondan çıkarıldı.

VERDİĞİ EMİRLERİ KABUL ETMEDİ

İstanbul'a giderek, komutanları derdest eden ekibin başında bulunan eski binbaşı Gökhan Maldar ve diğer sanıklara emri kendisinin verdiğini kabul etmeyen Sönmezateş, Konya'dan kaç helikopter kalktığını, pilotlarının kim olduğunu, MAK ekibinin kimlerden oluştuğunu, bu ekibin sonradan neden Akıncı'ya gittiğini bilmediğini iddia etti.
Darbe girişimi gecesi, Akıncı Üssü'nde bulunan ve olay tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığında Kurmay Yarbay olarak görev yapan Olgun Acuce'ye ise kendisinin emir verdiğini ve Akıncı'ya gitmesini istediğini anlatan Sönmezateş, verdiği emirde darbeden söz etmediğini, çünkü darbeden haberinin olmadığını öne sürdü.

Eski istihbarat yüzbaşı Ali Pehlivan'ın ifadesini okuyunca nutkunun tutulduğunu ifade eden Sönmezateş, coğrafi analiz sisteminden alınan koordinatların sorumluluğunu kabul etmediğini söyledi.

FETÖ üyesi olmadığını savunan Sönmezateş, başka bir tarikatla da bağının bulunmadığını ileri sürdü.

'İKİ POLİSİ ADAMLARIM VURMADI'

Darbe girişimi gecesi Akın Öztürk dahil hiç kimseden emir almadığını iddia eden Sönmezateş, Marmaris’te bulundukları sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın saatler önce otelinden ayrıldığını öne sürdü.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kaldığı otelin çevresinde çıkan çatışmada iki polisin şehit olduğunu anımsatan Sönmezateş, bu iki polisi adamlarının vurduğunu düşünmediğini, balistik olarak vurmalarının mümkün olmadığını söyledi.

Darbe girişimi sırasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ayrılmasının ardından, Marmaris'te konakladığı otele düzenlenen saldırıda helikopterden operasyonu yönettiği tespit edilen Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığında görevli Tümgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, tutuklandı.

BAZI SANIKLAR VE İZLEYİCİLER SALONDAN ÇIKARILDI
Sönmezateş, suçlandıkları konularla ilgili bilgilere ulaşmakta zorluk çektiklerini iddia etti.

Sönmezateş, kendisine yöneltilecek soruları cevaplamayacağını, gerçekleri söyledikçe başına bir şeyler geldiğini öne sürdü.

Öte yandan, duruşmada, savunmasına itiraz eden dinleyicilerle Sönmezateş arasında kısa süreli tartışma yaşandı. Mahkeme Başkanı Selfet Giray, Sönmezateş'i izleyicilerle polemiğe girmemesi konusunda uyardı. Tartışma sırasında Mahkeme Başkanı Giray, bazı sanıkların ve izleyicilerin salondan çıkarılmasını istedi.
Sputnik

15 Temmuz şehidinin oğlu'ndan AKP'ye ağır eleştiri
09 Kasım 2017



15 Temmuz darbe girişiminde şehit olan Yeni Şafak gazetesi foto muhabiri Mustafa Cambaz’ın oğlu Alpaslan Cambaz, AKP Hükümetine çok sert eleştirilerde bulundu. Cambaz sosyal medyadan yaptığı açıklamada,”sorsan hepsi yerli ve milli, hepsi ak pak, büyük resimci…” ifadelerini kullandı.
ByLock mağduriyetleriyle ilgili sosyal medyada mesaj paylaştığını ve bu konuda kendisine mağdurlardan geri dönüşler olduğunu belirten Alpaslan Cambaz “Öncesinde mağdurları ben de fark edememiştim. Olanları duyurmakta geç bile kaldığımı düşünüyorum bu yüzden. Üzerime düşeni yaptım sadece. Lakin sesi çıkmayan garibanları bastırmaya, yok saymaya, anlayıp dinlemeden suçlamaya o kadar alıştırıldık ki toplum olarak, ‘Biri bizi anladı’ diye bana gözyaşlarıyla yazıyorlar bu sebepten” dedi.

Cambaz, sosyal medya hesabından paylaştığı yazıda “AKP’nin iktidarını sürdürmesini borçlu olduğu insanlar çoğu da… Gerçek Müslümanlar… Sahte Reisçi medyacı mafya tarafından iktidarın altı oyuluyor dediğimizde boş konuşmuyoruz” ifadelerini kullandı.

İşte Alpaslan Cambaz’ın paylaşımı:



Yeni Asya

Hulusi Akar butona niye basmadı?
11.11.2017

Ankara'da devam eden Genelkurmay çatı davasınıda Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın koruma ekibinde olan eski astsubay İsa Akın savunma yaptı. İsa Akın bomba bir ifade verirken, yargılandığı duruşmada salon karıştı.

FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili Genelkurmay çatı davasının bugünkü celsesinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın eski koruması İsa Akın bomba gibi bir ifade verdi. Akın, Hulusi Akar'ın odasındaki panik düğmesine basmadığını açıkladı.
Duruşmada salon karışınca mahkemeye başkanı 'sizin dırdırınızı mı dinleyeceğim' diyerek izleyicileri dışarı attırdı.

2015 Ağustos'unda bizzat Genelkurmay Başkanlığı'nda koruma olarak görevlendirildiğini belirten Akın, "O akşam 25 koruma varken Genelkurmay Başkanı enterne edildi. Korumalar görevini yapmadığı için bu utanç verici durum yaşandı" dedi. Koruma müdürü Binbaşı Yakup Ata izinli olduğu için yerine bakan Başçavuş Muharrem Uzun'u suçlayan Akın, şu bomba iddiayı ortaya attı:

-"Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) ekibi geldiğinde Mahir Eser şüphelendi, yukarı çıkıp, baktı. Sonra tüm korumalar makam katına çıktı. Polisler ifadelerinde 'silah çektik, ama bize engel oldular' diyerek, aksiyon katmaya çalışmışlar, ama böyle bir şey olmadı. Hepimiz katta amirimizin emrini bekledik. Aşağı inmemiz emrini veren koruma müdürü ve amirimiz Muharrem Uzun'dur.

Ne yapalım oğlum kendi adamlarımıza mı sıkalım?

-Genelkurmay Başkanını korumakla görevli amir tatbikat yapılıyor diyor. Mahir Eser tatmin olmuyor, ne olduğunu anlamak için yukarıçıkıyor. Bir süre sonra gelip, bana Levent Türkkan'ın Akar'a silah dayadığını gördüğünü söyledi. Bunu Muharrem Uzun'a anlatıp, 'derhal müdahale edelim' dedik. Ama o, 'Ne yapalım oğlum, kendi adamlarımıza mı sıkacağız? Tatbikattır' dedi.

-Muharrem Uzun tecrübesi ve görevi gereği olanları sorgulaması gerekirken, gelenlere yardım etmiş, Kara Kuvvetleri Komutanın yere yatırılmasını tüm koruma personeliyle izlemiştir. Tüm görüntülerde olduğu halde Muharrem Uzun niye tespit edilmiyor? Bu raporu hazırlayanlar onu koruyor mu?"

KORUMALAR KUZU KUZU YERE YATTI

Akın, 5-6 ÖKK personelinin silahlı teçhizatlı 13 korumayı nasıl teslim aldığını anlatırken de, "Koruma müdürü ve korumaların hiç direnmeden, kuzu kuzu yere yattığını görünce, ben de yattım" dedi. Görüntüleri inceleyenlerin raporunu reddettiğini belirten Akın şunları söyledi:

AKAR'I KOLUNDAN TUTUP GÖTÜREN DARBECİ

Akın'ın savunmasını tamamlamasından sonra Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, "Sabahtan beri Muharrem'e çakıyorsun, tamam.

Muharrem dışında darbeye karıştığını düşündüğün kimler var?" sorusunu yöneltince Akın, "Genelkurmay Başkanı’nı kolundan tutup götüren darbeci değilse, kimse değildir" karşılığını verdi.

MAHKEME BAŞKANI 'DIRDIRINIZI MI ÇEKECEĞİM' DEYİP SALONDAN ATTI

İsa Akın'ın avukatı masumlar tahliye edilmedikçe, yeni darbenin kapıda olduğu iddiasında bulununca salon karıştı. Bazı müştekiler, "Biz varız, biz varız. Fetö'nün köpeğisin" diye bağırdı. Başkan Dik, "Sizin dırdırınızı mı dinleyeceğiz? Yahu bilinçsiz bilinçsiz şey yapıyorsunuz" sözleriyle bu kişileri salondan çıkarttırdı.

HULUSİ AKAR BUTONA NİYE BASMADI?

İsa Akın, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın odasına girebilme şartlarının belli olduğunu belirterek, "O akşam panik butona basılmadı. Basılsa ancak o zaman girebilirdik" dedi.

Koruma İsa Akın, Hulusi Akar'ın banyo ve dinlenme odasında buton bulunduğunu ve kolayca ulaşılabilir olduğunu kaydedip, basmış olsa kendilerinin hemen müdahale edeceğini söyledi.
Millî Gazete

Ahmet Nesin: Hulusi Akar ve Hakan Fidan, darbe gecesi Erdoğan'a güvenmedi mi?
06 Aralık 2017



"O gece kimse Binali Yıldırım'a ciddiye almamış"

Gazeteci - yazar Ahmet Nesin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan'ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı aramadığını belirterek "Darbe girişimi gecesi Binali Yıldırım'ın başına gelenleri ayrıca yazacağım ama burada tek tümceyle anlatmam gerekirse, o gece kimse başbakan Binali Yıldırım'ı ciddiye almamış" dedi.

Ahmet Nesin'in Artı Gerçek'te "Hulusi Akar ve MİT darbe gecesi Erdoğan'a güvenmedi mi?" başlığıyla yayımlanan (6 Aralık 2017) yazısı şöyle:

Darbe girişiminden 16.20'de haberi olan Akar ertesi sabaha kadar ne Erdoğan'ı, ne Yıldırım'ı, ne hava, ne deniz kuvvetlerini aramıyor... Sadece Akar değil, niye hiç kimse birbirini aramıyor?

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ilk 2 saatini çözen bence darbeleri de açığa çıkartır. Bu darbe girişiminin ilk 2 saati komedi filmi gibi, kimsenin kimseden haberi yok yada darbeci çok ve kimse kimseye güvenmiyor. Hem 12 Mart 1971, hem de 12 Eylül 1980 darbeleri Süleyman Demirel başbakanken oldu ve ikisinde de Demirel MİT'in kendisine haber vermediğini söyledi.

Aylar önce bir yazı yazmıştım "TARİH SADECE TÜRKİYE'DE TEKERRÜR EDİYOR" diye. Haksız çıkmadım, son darbe girişiminde de aynı şey oldu. Bu ülkede MİT 12 Mart 1971 darbesinde de, 12 Eylül 1980 darbesinde nasıl başbakanlığa bağlıysa, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde de başbakanlığa bağlıydı. Ancak değişen bişey olmadı ve darbe olacağından haberi olan MİT ve müsteşarı başbakan Binali Yıldırım'a haber vermedi. Darbe girişimi gecesi Binali Yıldırım'ın başına gelenleri ayrıca yazacağım ama burada tek tümceyle anlatmam gerekirse, o gece kimse başbakan Binali Yıldırım'ı ciddiye almamış. Belki inanması zor ama "İşimiz gücümüz var, seninle uğraşamayız" diye suratına telefon bile kapatıldığı söyleniyor. Bunun nedenini ileriki yazılarımdan birinde yazacağım.

Darbe gecesinin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar bölümünü yazarken aşağıdaki tabloyu baştan vermek istiyorum. Yazıyı okudukça bu tabloya geri dönüp bakmanız gerekebilir, önemli saatlerin grafiğini yaptırdım arkadaşlara.

Bu tabloda çok net görülen bişey var, o da darbe girişiminden 16.20'de haberi olan Akar ertesi sabah 08.26'ya kadar ne cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı, ne başbakan Binali Yıldırım'ı, ne hava ve deniz kuvvetlerini, ne içişleri bakanı ya da adalet bakanını aramıyor.

Bu neden böyle oluyor, sadece Akar değil, niye hiçkimse birbirini aramıyor. Kimi satırları okudukça "Yaaa, bunu yazmıştın" diyebilirsiniz ama inatla tekrar yazacağım, çünkü bana göre en önemli bölüm orası. Darbe olasılığını MİT'e bildirecek olan binbaşı saat 13.55 gibi askeri birliğini terk ediyor. Çünkü kendisine sabah 10.30 gibi MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın alınacağı ve görevde olacağı söylenmiş. Kendisi bu olaydan işkillenmiş ve memnun olmamış. Askeriyeyi terk ettikten sonra bir taksiye atlayıp MİT'in kapısına gelmiş.

Şimdi geçmişe gideyim ve çok basit bişey anlatmaya çalışayım. Diyelim ki Türkiye'nin kimilerine göre en basit silahlı örgütü ve bir eylem yapacak. Sabah toplantı yapıyorlar ve aralarından biri akşamüstü buluşma yerine gelmek üzere sırra kadem basıyor. Birincisi o kişi takip edilir, ikincisi eylem iptal olunur, üçüncüsü o kişi ağzıyla kuş tutsa o örgütte kalamaz. Ciddi bir örgütse infaza kadar gidilir.

Oysa darbe günü böyle bişey olmuyor, binbaşı yol geçen hanı gibi MİT'e gidiyor. 10 dakika sonra görüşmeye alınıyor binbaşı, anlayacağınız güven 1500, çok hızlı çalışıyorlar. Binbaşı Hakan Fidan olayını ve darbe girişimi olasılığını anlatıyor. Sonra kendisine dinleme cihazı takıp gönderiyorlar, yani darbecilerin yapması gerekeni, darbe yiyecekler yapıyor, komik değil mi!..

Gelelim genel kurmaybaşkanı Hulusi Akar'a, onun darbe girişimnden haberi saat 17.00 gibi oluyor. Genelkurmay başkanlığı sayfasında darbe haberinin saat 16.00 sularında geldiği yazılıyor ve sonra da bu bilgi sayfadan siliniyor. Abdülkadir Selvi Hürriyet Gazetesi'ndeki yazısında Hakan Fidan'ın darbeyi Akar'a saat 16.30'da söylediğini yazıyor. Biraz daha kafanızı karıştırayım, Akar ifadesinde saat 17.00-18.00 arası çalışırken genelkurmay 2. başkanı Yaşar Güler'in yanına gelerek darbeden haber ettiğini söylüyor.

Her darbe yazısı bölümleri gibi, bu yazı da uzayacak. Kaç bölüm olacak bilmiyorum ama sizleri sıkmadan anlatmaya çalışacağım. İlk bölümde kafama takılan sorular:

1- Darbeden kuşkulanan ve darbeyi MİT'e haber veren binbaşı nasıl takip edilmeden ihbar yerine kadar elini kolunu sallayar gelebilir?

2- Darbe girişimini 14.30 gibi öğrenen MİT müsteşarı Hakan Fidan neden ilk haberi bağlı bulunduğu başbakana söylemez?

3- Darbeyi askeriye yapacaksa –ki bu zaten hep böyledir genellikle- Hakan Fidan neden darbe girişimini askere şikayet eder. Şikayetçi olduğu komutanın darbeci olup olmadığının kaynağını nereden almıştır?

4- Hakan Fidan darbe girişiminden haberdar olduğu 14.30'la, girişimi haber verdiği 16.00 arası ne yapmıştır

5- Darbe girişiminden haberi olan Hulusi Akar nasıl oluyor da kaçırılıyor?

6- Hulusi Akar belli bir saate kadar neden cumhurbaşkanı ya da başbakanı aramıyor?

7- Cumhurbaşkanı Erdoğan neden bu kişilerden hiçbirini aramıyor?

8- Erdoğan uçakla Istanbul'a gelmeden önce Istanbul 1. Ordu komutanını arıyor mu? Arıyorsa da, aramıyorsa da neye güvenerek bunu yapıyor?

9- Başbakan Binali Yıldırım darbe girişimine inanıyor mu ve halka konuşma yapmak istiyor mu?

10- Başbakan Binali Yıldırım MİT'e telefon ediyor mu, ediyorsa nasıl bir tepkiyle karşılaşıyor?

11- Başbakan Binali Yıldırım bulunduğu yeri hangi arabayla terk ediyor?

12- Binali Yıldırım'ın esas arabasına başkaları bindirilip nereye gönderiliyor?

13- Binali Yıldırım'ın arabasına binenlerin başına bişey geliyor mu?

Dedim ya bu bölüm de uzun sürecek ve bu bölümden sonra hava kuvvetlerinin darbe içindeki rolünü yazacağım. Bana da, size de kolay gelsin...

T24
ETİKETLER
hulusi akar hakan fidan ahmet nesin 15 temmuz darbe

"Darbe girişimi sonrası el konan özel uçaklar Hazine'ye kaydedilmedi; AKP'liler kapıştı"
12 Aralık 2017



"Böyle bir vicdansızlık böyle bir aymazlık, utanmazlık olmaz"

CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası 'FETÖ' soruşturması kapsamında el konulan özel uçakları Meclis gündemine taşıdı. Darbe girişiminden sonra açılan soruşturmalarda birçok özel uçağa el konulduğunu belirten Pekşen, “Bu uçakların bir an önce satılarak hazineye gelir olarak kaydedilmesi gerekirken bu yapılmamıştır. Yağma Hasan'ın böreği gibi bu uçaklar bütün AKP’liler tarafından kapışılmış, kapanın elinde kalmıştır. El konulan uçaklar şimdi AKP’liler elinde tam bir israf kaynağıdır" dedi.

Uçakların pilot, personel, yakıt, kira, konma, konaklama gibi giderlerinin toplamı milyon dolarları bulduğuna dikkat çeken Pekşen, “Bu para beyefendilerin keyfi için devletin kasasından çıkmaktadır. Neredeyse her Bakanın altında bir özel uçak vardır. Bu uçaklar kamu hizmeti görüntüsü altında AKP kongrelerine katılan Bakanlar tarafından kullanılmaktadır. Bu uçakların giderlerini devlet ödemektedir. Buradan soruyorum Bu hangi vicdana sığar” diye konuştu.

CHP'li Pekşen açıklamasında şunları kaydetti:

"Yolsuzluğa ve yoksulluğa karşı olduğunu söyleyerek iktidara gelen AKP, bugün bakıyoruz ki, kendileri boğazına kadar yolsuzluğa battıkları gibi halkı da yoksulluğa sürüklemişlerdir. İnsanlar bir dilim ekmek için çöpleri karıştırırken AKP’liler saltanat sürmektedir. Bakıyoruz herkesin altında bir özel uçak. Biniyorlar özel uçağa AKP kongrelerine gidiyorlar ya da bu uçakları özel işleri için kullanıyorlar. Böyle bir vicdansızlık böyle bir aymazlık, utanmazlık olmaz. ‘Harun gibi gelip Karun olmak’ tam da budur. İnsanlar aç, gençler işsiz, ama bu durum hiç umurlarında değil. O özel uçaklar için devletin kasasından milyon dolarlar harcanıyor.

Bu uçakların bir an önce satılarak hazineye gelir olarak kaydedilmesi gerekirken bu yapılmamıştır. Yağma hasanın böreği gibi bu uçaklar bütün AKP’liler tarafından kapışılmış, kapanın elinde kalmıştır. El konulan uçaklar şimdi AKP’liler elinde tam bir israf kaynağıdır. Bu uçakların pilot, personel, yakıt, kira, konma, konaklama gibi giderlerinin toplamı milyon dolarları bulmaktadır. Bu para beyefendilerin keyfi için devletin kasasından çıkmaktadır. Neredeyse her Bakanın altında bir özel uçak vardır. Yiyecek ekmeği zor bulan, üç kuruş asgari ücretle hayatını idame etmeye çalışan vatandaşa tasarruf yapın diyen bu zihniyet, sıra kendilerine gelince lüksün, israfın dik alasını yapmaktadırlar. Bu uçaklar kamu hizmeti görüntüsü altında AKP kongrelerine katılan Bakanlar tarafından kullanılmaktadır. Bu uçakların giderlerini devlet ödemektedir. Buradan soruyorum Bu hangi vicdana sığar?”

'FETÖ' soruşturmaları kapsamında el konulan uçakların durumu ile ilgili olarak Başbakan Binali Yıldırım’ın cevaplaması istemiyle TBMM’ye sunduğu soru önergesinde yer alan sorular şöyle:

- 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine ait kaç uçağa el konulmuştur?

- El konuldukları günden bu güne değin bu uçaklar için ödenen pilot, personel, yakıt, kira, konma, konaklama gibi toplam kaç milyon dolar ödeme yapılmıştır?

- Bu uçaklar şu an kimler tarafından kullanılmaktadır?

- Hükümetinizdeki kaç Bakan özel uçak kullanmaktadır?

- Bu uçaklar kamu hizmeti görüntüsü altında AKP kongrelerine katılan Bakanlar tarafından kullanılmış mıdır?

- Hangi bakan özel uçakları kaç saat kullanmıştır?

- Bu uçakların devlete günlük maliyeti ne kadardır?

- Bu özel kullanım giderleri kim tarafından karşılanmaktadır?

- Satılması bir kaç saati bulacak bu uçaklar neden satılmamaktadır?

- Bakanların kullandığı bu uçaklardan kaç tanesi FETÖ’den el konulan uçaklardır?

- Bu uçaklar partinizin çalışmalarında ya da şahısların özel işleri için kullanılmakta mıdır?

- Bu uçakları vatandaşın da kullanma hakkı var mıdır yoksa sadece Bakanlar ve yandaşlar mı kullanabilmektedir.

T24
ETİKETLER
akp fetö 15 temmu darbe girişimi haber özel uça

'Silahım ve üç şarjörümle TBMM kapısında bekledim' diyen Zeybekçi aslında böyle kaçmış
08-01-2018



’15 Temmuz’da TBMM’de silahım ve üç şarjör ile kapıda bekledim’ diyen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin yanındakilerle Meclisin bodrumundan çıkıp kaçtığı görüntüler ortaya çıktı.

Videoyu izlemek için: http://ilerihaber.org/icerik/silahim-ve-uc-sarjorumle-tbmm-kapisinda-bekledim-diyen-zeybekci-aslinda-boyle-kacmis-80732.html

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, son KHK ile sivillere yargı muafiyeti verilmesine ilişkin yaptığı açıklamada 15 Temmuz gecesi silahı ve 3 şarjörüyle Meclis kapısında beklediğini öne sürerek, “Peki soruyorum şimdi onlar bizi katledene kadar, onlardan birkaç tanesini geberttiğimde benim çoluğumdan çocuğumdan bunun hesabını mı soracaktı, arkadan gelenlerden bunun hesabını mı soracaklardı?” diye konuştu.

'BENİ CANLI ALAMAYACAKLAR DEDİM'

Zeybekci şunları söyledi:

"Biz canımızı tezgaha koyup da çığırtkanlık edenlerden değiliz. Hiçbir yerde de konuşmadık bunları. Sonra görüntüleri çıktı işte, televizyonlarda yer aldı. Meclis'e o bombalar yağarken oradaydık. Yanımda bir bakan kardeşimiz vardı ona ve arkadaşlarıma dedim ki 'canlı teslim olmayacağım. Bu hainler buraya girerse, meclis salonuna girerlerse beni canlı almayacaklar' dedim. Ve o gün hazırlıklı da gitmiştik. Yanımızda ruhsatlı silahımız da vardı üç tane de şarjör ile beraber. Bunları konuşmayacaktım ama ilk defa konuşuyorum, bilmesi lazım bu milletin. Bekliyordum orada arkadaşımız sığınağa giderken bizim Bursa milletvekilimiz vardır engelli kardeşimiz. Tekerlekli sandalyesi ile arkadan merdivenden çıkarken 'Abi sen gelmiyor musun?' Ben dedim burada bekleyeceğim bunları. Bizi canlı almayacaklardı ama bizi alana kadar da onlardan bunun hesabını soracaktım.

‘BİRKAÇ TANESİNİ GEBERTTİĞİMDE…’

Peki soruyorum şimdi onlar bizi katledene kadar, onlardan birkaç tanesini geberttiğimde benim çoluğumdan çocuğumdan bunun hesabını mı soracaktı, arkadan gelenlerden bunun hesabını mı soracaklardı? Hiç kimse kusura bakmasın. Her kim ki bu milletin bayrağına, bu milletin birliğine beraberliğine, bu milletin vatanına, bu milletin devletine, bu milletin namusuna, ırzına, onuruna gururuna, milletvekiline, Meclisi'ne saldırdığında bunun sonuçlarını, bunun gereğini bu millet yapar ve yapmaya devam edecektir.”

Ancak Anadolu Ajansı’nın (AA) o geceye ilişkin yayınladığı güvenlik kamerası görüntülerinde Meclisin bodrumundan çıkan Zeybekçi’nin korumaları ile koşarak kaçtığı görülüyor.
İleri Haber

CHP'den Erdoğan'ın sözlerine cevap: Erdoğan, 15 Temmuz'da Ankara'ya gelmekten korktu!
01 Ocak 2018



CHP Sözcüsü Bülent Tezcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 15 Temmuz Darbeci gecesine ilişkin CHP'yi hedef alan açıklamalarına yanıt verdi.
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, Cumhurbaşkan
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 09, 2018 9:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 15, 2017 11:25 pm    Mesaj konusu: 'FETÖ' sanığı eski Korgeneral İbrahim Yılmaz Alıntıyla Cevap Gönder

'FETÖ' sanığı eski Korgeneral İbrahim Yılmaz: Nefes almam bile suç sayılmış
15 Aralık 2017



Yılmaz: Türkiye'de Genelkurmay da dahil, darbeye karşı ilk emri ben yayımladım

Diyarbakır'da, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında 'Yurtta Sulh Konseyi' tarafından hazırlanan listede adı 'Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı' olarak geçen eski 7'nci Kolordu Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz'ın yargılanmasına devam edildi. Duruşmada esas hakkındaki görüşünü açıklayan savcı, tutuklu sanık Yılmaz'ın 'Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçundan ağırlaştırılmış ömür boyu hapisle cezalandırılmasını istedi. Savunması alınan Yılmaz da savcılık görüşünde lehine olan hususların hiçbirinin yazılmadığını belirterek, "Nefes almam bile suç sayılmış" dedi. Duruşma eksiklerin giderilmesi için ertelendi.

Diyarbakır 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya, 'Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs', 'Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs', 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs' ve 'Silahlı terör örgütüne üye olma' iddialarıyla, hakkında 3 kez ağırlaştırılmış ömür boyu ve 15 yıla kadar hapis cezası istenen 7'nci Kolordu eski Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz, Adana F tipi Cezaevi'nden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Dosyaya gelen evrakları okuyan mahkeme başkanı, İbrahim Yılmaz'da ele geçirilen 1 sim kartın dijital incelemesinde herhangi bir örgütsel verinin bulunmadığını söyledi.

Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis istemi


Duruşmada esas hakkında görüşünü açıklayan savcı, sanık Yılmaz hakkında 'Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs', 'TBMM'yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs', 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs' ve 'Silahlı terör örgütüne üye olma' suçlarından iddianame hazırlandığını belirterek, aynı hukuki değerleri koruyan 'Anayasayı ihlal' suçunun tüm unsurlarıyla gerçekleştiği olayda, sanığın diğer suçlardan cezalandırılması imkanı bulunmadığını kaydetti. Yılmaz'ın, 'Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçundan ağırlaştırılmış ömür boyu hapisle cezalandırılmasını isteyen savcı, tutukluluk halinin devamına karar verilmesini istedi. Yılmaz'ın evinde ele geçirilen dövizlerin içinde 2 adet B ve L serisi 1 dolar bulunduğunu belirten savcı, Kolordu Komutanı olan sanığın 16 Temmuz günü Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı'nın talebiyle adliye binasına geldiğini söylediğini kaydetti.


Savcı, güvenlik kamerası kayıtlarına göre; sanığın adliyeye çok sayıda askeri araçla geldiği, tam teçhizatlı ve ellerinde uzun namlulu silahlar bulunan korumalarla adliye binasına girdiği, dışarıda kalan özel kuvvetler personelinin adliye çevresine dağıldığını bildirdi. Ayrıca dışarıdan bakıldığında askerin adliyeyi işgale gelmiş izlenimi oluştuğu, askerlerin adliyenin etrafını sarmasının halkta infiale sebep olabileceği ve askerin adliyeyi ele geçirdiği izlenimini doğuracağı vurgulandı.

Sanığın hakkında gözaltı işlemi yapılma olasılığı da gözetilerek önlem aldığı kanaati oluştuğunu belirten savcı, Yılmaz'ın savunmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu kaydetti. Yılmaz'ın, darbeci Semih Terzi ile Diyarbakır 8'inci Ana Jet Üssü'nde olduğu sırada telefonla görüştüğünü belirten savcı, görüşmeye ilişkin tanık Albay Altan Bora'nın ifadesinin, sanığın savunması ile çeliştiğini vurguladı. Savcı Yılmaz'ın 8'inci Ana Jet Üssü'nde kalan özel kuvvetler birliğinin kolorduya gelmesine izin vermediği ifade ederken şöyle dedi:

"Sanık, Jet Üssü'nde gözaltı işlemleri yapıldığı sırada özel kuvvetlere ait birliğin burada olduğu bilgisini savcılığa bildirmemiş ve savcılığın bilgisi dışında bu personeli Ana Jet Üssü'nden tahliye etmiştir. Sanık, 2'nci Ordu'ya vekaleten atandıktan kısa bir süre sonra bu ataması kaldırılmıştır. Sanık, darbeye karşı mesajı geç yayımlamış, sahte sıkıyönetim mesajına karşı anında tavır almamış ve emrindeki birliklere yazılı olarak bu mesaja uymamaları konusunda emir yayınlamamamıştır. Sanığın müdahale yetkisi olmasına rağmen darbeci Semih Terzi'nin Ankara'ya gitmesini engellemediği, sıkıyönetim direktifinden haberi olduğu halde Semih Terzi'ye darbecilerle birlikte olup olmadığını sormadığı, darbenin seyrine göre tavır takındığı, beklemede kalarak darbecilere destek olduğu, bu nedenle darbe girişimine müşterek fail olarak sorumlu olduğunun kabulü gerekmektedir."
"Nefes almam bile suç sayılmış"


Savcılık görüşüne karşı ifadesi alınan sanık İbrahim Yılmaz ise savunmasını mahkemeye gelerek yapmak istediğini belirterek, şunları kaydetti:

"Cezaevinde görüş kısıtlaması var. Avukatımla haftada bir gün, 1 saat görüşebiliyorum. Avukatımın hukuki yardımından faydalanamıyorum. Bu konuda kolaylık sağlanmasını istiyorum. Mütalaada, amirim olan 2'nci Ordu Komutanı ile görüşmem suç olarak gösterilmiş. Hiç kimse ile konuşmayıp evime mi kapanmam gerekiyordu? Lehime olan delillerin hiçbiri yazılmamış. Mütalaanın kendi içinde çelişki var. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı kuvvet talep ederek beni adliyeye çağırdı. Bu bile suç olarak yazılmış. Gerçekten inanamıyorum. O gece 14 kez Vali ile görüştüm.Suçluysam cezama razıyım. Türkiye'de darbe gecesi 7'nci Kolordu Komutanı gibi hareket eden bir kişi bile varsa cezama razıyım. Emir sözlü de yazılı da verilir. O gece Başsavcı bana yazılı emir vermedi. Yazılı emir vermediği için adliyeye gitmese miydim? Benim gidip adliyeyi bastığım yazılmış. 42 yıldır askerim. Nefes almam bile suç sayılmış. 20 tanık dinlediniz. 20 tanığın bir tanesi bile suç işlediğimi söylemedi. Bunların hiçbiri mütalaaya yazılmamış. Bu mütalaa benimse, Ankara'daki alçak darbecilerin mütalaasına ne yazıldığını merak ediyorum. Darbe teşebbüsü gecesi Diyarbakır'da bir suç olmadı. Gerçekten üzülüyorum. Semih Terzi ile görüşme olayını defalarca açıkladım. Birçok kişinin haberi bile varken, ben Semih Terzi'nin orada olduğunu bile bilmiyordum. Semih Terzi'yi ben aramadım. Ben Altan Bora'yı aradım, telefonu Semih Terzi'ye verdi. Ana Jet Üssü Komutanı hava sahası kapalıyken, pistin kapalı olduğunu bildiği halde Semih Terzi'nin helikopterini indirip, uçağını kaldırıyor, bundan ben suçlanıyorum. Ben hakikaten ne yapayım? Türkiye'de hiçbir kolorduda benim kadar erken birliğine sahip çıkan olmadı. Türkiye'de Genelkurmay da dahil, darbeye karşı ilk emri ben yayımladım."

Daha sonra savunma yapan sanığın kızı avukat Nazlı Yılmaz, 1.5 yıldır tutuklu olan müvekkilinin aleyhine dosyaya tek bir delil girmediğini belirterek, "Müvekkilim yaptığı görüşmelerin çoğunu Başsavcı ile yapmış. Başsavcı'nın tanık olarak dinlenmesini talep ediyoruz" dedi.

Ara kararlarını açıklayan mahkeme, İbrahim Yılmaz'ın tutukluluk halinin devamına karar vererek, sanığın son savunmasını mahkeme huzurunda yapma istemini bulunduğu cezaeviyle mahkeme arasındaki uzaklık ve güvenlik sorunları nedeniyle reddetti. Sanık avukatının yargılamanın genişletilmesi istemini reddeden mahkeme, duruşmayı erteledi.
T24

Aydın Engin: Darbe girişimine aylar vardı ve cemaatin vitrinindekiler 34. Abant Toplantısı’nda yoklardı...
20 Aralık 2017



"Kılıçlar çekildi ve amansız, acımasız bir savaş patladı"
Aydın Engin*

Cemaat’in henüz FETÖ olarak anılmadığı günlerdi. Ancak AKP tepeleri (Nakşibendiler diye de okuyabilirsiniz) ile Nurculuk hareketinden dönüşme Gülen Cemaati arasındaki sarmaş dolaş iktidar ilişkisinde ciddi bir bozuşmanın ipuçları da belirmişti.
Bırakınız 17-25 Aralık’ta ortalığa saçılan ses kayıtlarını, bırakınız MİT Müsteşarı’nı sorguya alma denemesini, henüz dershane krizi bile patlak vermemişken sözünü ettiğim ipuçları belirmişti.
Gazeteci tayfası bu ipuçlarını “Cemaat’in vitrinindekiler” diye anılanların üstü örtük, imalı cümlelerinden öğrenirdi.
Gitgide bu üstü örtük cümleler, imalar daha açık yakınmalara dönüşmeye başladı. Cemaat’in vitrinindekilerin önde gelenlerinden birinin birkaç gazeteciyle sohbet sırasındaki yakınmalarını hatırlıyorum:

-Bizim Mülkiye’den, hukuk fakültelerinden, uluslararası ilişkilerden mezun olmuş, devlet katında göreve talip pırıl pırıl gençlerimiz yazılı sınavlarda en yüksek puanları alıyorlar ama mülakat aşamasında eleniyorlar. İşe girebilmek için bizimle bağlarını saklamak zorunda kalıyorlar. Bizim yurtlarda kaldıklarını bile gizliyorlar...
Sorduk:
-Yani kılıçlar çekildi mi?
Cevap duraksamadan geldi:
-Yakındır.
Sahiden de yakınmış.
Önce MİT Müsteşarı’nı sorgulama girişimi patladı ve Tayyip Erdoğan bunu kendisine kadar uzanacak bir sivil darbe girişimi olarak niteledi.
Ardından bir torba yasa ile 2013-2014 eğitim-öğretim yılının sonunda bütün dershanelerin, bütün etüt merkezlerinin kapatılacağı, hepsinin özel okula dönüştürülüp Milli Eğitim Bakanlığı’nın tam denetimi altına alınacağı Ankara gazetecileri arasında herkesin bildiği bir sır haline geldi.
Cemaat’in yayın organı Zaman gazetesi yaylım ateşine geçti. Art arda “Böyle bir yasa darbe döneminde bile uygulanmadı” manşetlerini, “Kanun zoruyla dershane kapatmaya iş dünyası da hayır diyor” gibi haber kılıfında uyarıları okuduk.
2013’ün Kasım ayıydı.
Çok değil birkaç hafta sonra 17/25 Aralık’ın ses kayıtları gazetelerin, televizyonların haber merkezlerine ulaştı (ulaştırıldı).
Kılıçlar çekildi ve amansız, acımasız bir savaş patladı. Bir zamanların sarmaş dolaş iktidar ortakları fena kapıştılar. Hükümet kanadı devletin olanaklarını kullanarak Cemaat’in üstüne çöktü. Cemaat, örgütlenme ağının bütün kanatlarıyla saldırıyı göğüslemeye çalıştı, karşı saldırıyı başlattı. Bakan çocukları gözaltına alındı, bakan çocuğundan da değerli Rıza Sarraf nam delikanlı, iş ortağı Halkbank genel müdürü filan gözaltına alındı.
Darbe girişimine daha iki buçuk yıl vardı ama Cemaat artık AKP tepelerince ve elbette talimatı alan AKP medyasınca FETÖ adıyla vaftiz edildi.
Henüz Cemaatçilere (artık FETÖ’cüler diye okumalısınız) yönelik kitlesel tutuklama dalgası başlamamıştı. Hatta belleğim beni yanıltmıyorsa tek tek tutuklamalar bile henüz yaşanmamıştı.
2016’nın Ocak ayı sonunda Cemaat’in bir zamanlar AKP’li bakanları, Meclis başkanını, valileri, AKP medyasının namlı gazetecilerini ağırladığı, adeta gövde gösterisi yaptığı ünlü Abant Konferansları’nın sonuncusu düzenlendi.
Benzer toplantılarda haberciler “Kimler katıldı” sorusuna cevap verir, art arda adlar yayımlanır. İyi haberciler ise can alıcı bir soruyu da sorarlar:
-Kimler katılmadı?
Cumhuriyet her iki soruya cevap veren haberlerle çıktı. İyi etti, çünkü Abant toplantılarında baştan beri görev almış, yetkili oldukları her hallerinden belli olanların hemen hemen hiçbiri yoktu.
15 Temmuz darbe girişimine aylar vardı ve Cemaat’in vitrinindekiler 34. Abant Toplantısı’nda yoklardı...
Kısa süre sonra da vitrindekilerin tümü değilse bile çoğunun, özellikle “en vitrindekiler”in yurtdışına çıktıkları öğrenildi.
Darbe girişimine henüz beş ay vardı.
***

Yerim bitti. Burada istemeye istemeye noktayı koyayım ve ama yarın mutlaka devam edeyim olur mu?

*Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
abant haber açıklama aydın engin açıklama

Ahmet Nesin: Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi!
27 Aralık 2017



Selvi bu arada çok nazik olduğundan mı, yoksa yazacaklarımı kendisi de bildiği için bilemiyorum ama bilgisayar için çalındı sözcüğü yerine kayıp sözcüğünü kullanıyor.

Artıgerçek yazarı Ahmet Nesin, Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin "Meğer ne safmışım" başlıklı yazısına atıfta bulunarak, "Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi" dedi. Nesin, "Eğer bu darbenin tek sorumlusu Gülen ise, Recep Tayyip Erdoğan beraber yargılanmalı, çünkü bugün anlatılanlara göre hazırlıklar bu tarihlerde başlamış" diyerek Selvi'ye, "Neyse ya, sen safsın, bunları sana niye anlatıyorum ki?" tepkisini gösterdi.

Nesin'in "Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi!" başlığıyla (27 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Selvi sana soruyorum, otel parasını Gülen ekibi ödedi diye hakim Berman Gülenci oluyorsa, içişleri bakanı Soylu neci oluyor? meclisteki 'FETÖ komisyonu başkanı Petek' neyin nesi oluyor?

Bu darbe çalışmamın gecikmesine neden olan kişi kesinlikle Abdülkadir Selvi'dir, kafamda bitirdiğim yazıları tam sonlandırmaya çalışıyorum, araya öyle bişey sokuyor ki, elimde değil yanıtlamak zorunda kalıyorum. Esasında saçmalamasa, ciddi ciddi yazılar yazsa kendisine yanıt neyim vermeyeceğim, ben de darbe yazılarımı kendi düşüncemde yazacağım ama biraz fazla saçmalayınca dayanamıyorum ve yanıtlıyorum. Eskiden iyiydi, saçmalıkları darbe üzerineydi ve ben de yazacağımdan yazımın içine 2-3 satır ekleyip geçiyordum ama şimdikiler Zarrab'la ilgili ve biliyorsunuz, o da benim ikinci konum.

Bana göre, olanaksızı başarırsak, yani ABD'de görülen Zarrab davasından tümüyle beraat edersek, Abdülkadir Selvi'ye ödüllerin ödülünü vermeliyiz. Vermeliyiz dedim, çünkü bu milli bir mesele, yani birilerinin üçkağıdı bu ülkenin milli meselesi oldu. İşin içinde rüşvet olayı da olduğundan yeni bir ödül olmalı ya da yaratılmalı. Benim bir önerim olacak, dedim ya işin içinde rüşvet de var, yani üçkağıtçılık, o zaman ödülün adı "D'honour D'Avarel Dalton" olsun. Bilmeyenler Avarel Dalton'a baksın, hem Selvi'yi yaz, hem Avarel'i açıkla, bu kadarı da fazla gelir.

Selvi geçenlerde bir yazısına "Meğer ne kadar safmışım" diye başladı, nasıl üzüldüm, nasıl üzüldüm, anlatamam. Yazının devamında "Bu köşeden ha bire belge yayınlıyorum. Hem de onların orijinalinin ABD'nin elinde olduğunu düşünmeden. Öyle ki, New York mahkemesi yasadışı dinlemeleri dahi para karşılığı satın alınmış tanıklara dinletip kayıtlara geçiriyor. Görünen o ki, 17-25 Aralık belgeleri birkaç kanaldan ABD'ye ulaştırılmış. Bunlardan biri de 17 Aralık'ın kayıp bilgisayarı. Amerikan Adalet Bakanlığı Uyuşturucuyla Mücadele Teşkilatı (DEA) ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü arasında ortaklaşa bir program düzenleniyor. 17 Aralık operasyonunu yürüten İstanbul Mali İşler Şube Müdürü Yakup Saygılı da 20 Eylül-1 Ekim 2012 tarihleri arasındaki programa katılmak üzere ABD'ye gidiyor. Saygılı, Türkiye'ye dönüşünde yanında götürdüğü Emniyet'e ait olan görev bilgisayarını ABD'de kaybettiğini bildiriyor. Bunun üzerine bir soruşturma açılıyor. Yakup Saygılı'nın kaybolan laptop'ın yerine bir laptop alması sağlanarak dosya kapatılıyor." demiş.

Hangi birini yanıtlayacağımı şaşırdım. Öncelikle bir dinlemenin yasadışı olması onun sahte olduğu anlamına gelmiyor. Bunun en önemli örneklerini bu ülke vatandaşları AKPı da çok önemli değil, çünkü olay gerçek. İkincisi, ABD Zarrab-İran-Türkiye üçgenini hissettikten sonra gerek gördüğü kişileri kendisi de dinlemiş. Sadece dinlemekle de kalmamış, yanlış işler yapıldığı konusunda da uyarmış.

Gelelim diğer konuya, yani kayıp bilgisayara. Selvi bu arada çok nazik olduğundan mı, yoksa yazacaklarımı kendisi de bildiği için bilemiyorum ama bilgisayar için çalındı sözcüğü yerine kayıp sözcüğünü kullanıyor.

Bilgisayarda çok önemli bilgiler var ve bu bilgiler şimdi ABD'nin elinde. Bilgisayar İstanbul Mali İşler Şube Müdürü Yakup Saygılı'ya ait. Saygılı 20 Eylül-1 Ekim 2012 tarihleri arasında ABD'ye gidiyor ve döndüğünde bilgisayarının kaybolduğunu söylüyor, yerine yenisi alınıyor ve soruşturma açılmıyor.

Bu 11 gün boyunca Saygılı bilgisayarını vücuduna zincirlemediyse, CIA ya da FBI oradaki bilgilerin tümünü yarım saatte kaydeder. Yok, Selvi'nin dediği gibi anlaşmalıysa –ki bu konuda hemfikirim- Saygılı neden bilgisayarını bırakıp gelsin. Şüphe uyandırmamak için diye düşünebilirsiniz ama buna gerek yok ki, zamanı geldiğinde bunların açığa çıkacağı çok belli, çünkü bütün plan bunun üzerine kurulmuş.

Selvi bununla da kalmadı, daha sonraki bir yazısında Zarrab davasının hakimi Berman'ın Gülen grubuna dahil olduğunu yazdı. Bunu çok kolay bulmuş ve kanıtlamış. Selvi yazısında olayı "Aslında Zarrab davası hâkimi Berman'ın FETÖ'yle bağlantısının ortaya çıkması üzerine görevinden çekilmesi gerekiyordu.Çünkü hâkim Berman, FETÖ'cü YKK Avukatlık Ortaklığı'nın organizasyonu ile geldiği İstanbul'da "Adalet ve Hukuk paneli'ne katılıyor. Berman panelde, "Tek adam iktidarının tersi olan hukuk devletinin Türkiye'de tehdit altında olduğu bir sır değildir. Bana göre kesinlikle tek adam iktidarı hukuk devleti ilkesi ile değiştirilmiştir" diye konuşacak kadar tarafsız bir isim! Hâkim Richard Berman ile FETÖ ilişkisi sadece bununla sınırlı değil. Berman, sempozyumun düzenlendiği Four Seasons Hotel'de 2203 No'lu odada kalmış. Berman'ın 6 Mayıs'ta giriş yapıp 1 gecelik kalışı için otele 480 Euro ödenmiş. Kim tarafından? FETÖ'cü YKK Group tarafından." diye anlatıyor.

Okuduğumda "PEEEESSSSSS" dedim kendi kendime ve bu nasıl bir zekadır diye düşünmeden alamadım kendimi, Aşağıda size bir liste vereceğim ve sonra da açıklamasını yapacağım.

Süleyman Soylu, Zeynep Dağı, Reha Çamuroğlu, Mustafa Şentop, Bülent Arınç, Ali Babacan, İbrahim Kalın, Cemil Çiçek, Burhan Kuzu, Naci Bostancı, Yasin Aktay, Sadullah Ergin, Numan Kurtulmuş, Mehmet Metiner, Ahmet İyimaya, Reşat Petek...

Büyük olasılıkla daha da ekleyeceğim isimler vardır ama bence bu kadar isim yeter de artar bile. Bu isimlerin hepsi Fethullah Gülen ve arkadaşları tarafından düzenlenen "Abant Toplantıları"na katılan isimler ve bu kişilerin masrafları Gülen tarafından karşılanıyor. Bu isimlerin parası Gülen tarafından karşılanmıyorsa, bu daha da beter, çünkü vekiller, bakanlar ve meclis başkanları bu toplantılara halkın parasıyla gitmişler.

O zaman Abdülkadir Selvi, sana soruyorum, otel parasını Gülen ekibi ödedi diye hakim Berman Gülenci oluyorsa, şu an içişleri bakanı olan Süleyman Soylu neci oluyor? Daha da beteri var, meclisteki "FETÖ komisyonu başkanı Reşat Petek" neyin nesi oluyor?

Bu arada şunu da söylemek durumundayım, ben bütün yaşamım boyunca bu toplantılara karşı durdum, yine yapılsa karşı dururum, benim siyasi görüşlerime ters ve o grupta kimsenin kimseyi bu yaştan sonra ikna edemeyeceğini bildiğim için de boş çalışma olarak görürüm. Karşı dururum derken bu sadece kendimi ilgilendirir, uzak dururum yani. Ama giden kimseyi de kınamam, giden herkesi de olan yada olmayan bir örgüt yada grubun içine koymam, görüşlerimi yazarım ki onları da yıllarca yazdım.

Belki anımsarsın Selvi, Erdoğan Arınç'la bir ABD gezisinde Fethullah Gülen'i ziyarete gidecek olan Arınç'a "Benden bir emirleri varsa sor..." diyor. Eğer bu darbenin tek sorumlusu Gülen ise, Recep Tayyip Erdoğan beraber yargılanmalı, çünkü bugün anlatılanlara göre hazırlıklar bu tarihlerde başlamış bile... Neyse ya, sen safsın, bunları sana niye anlatıyorum ki?..

T24
ETİKETLER
ahmet nesin abdulkadir selvi haber açıklama Fethullah Gülen'le beraber aynı yollarda ıslanıyorken gördük ve yaşadık. O yüzden bu dinlemelerle ilgili konuşacak kişinin para karşılığı olup olmamas

CHP'den Erdoğan'ın sözlerine cevap: Erdoğan, 15 Temmuz'da Ankara'ya gelmekten korktu!
01 Ocak 2018



CHP Sözcüsü Bülent Tezcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 15 Temmuz Darbeci gecesine ilişkin CHP'yi hedef alan açıklamalarına yanıt verdi.
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Açık söylüyorum, net söylüyorum; 15 Temmuz gecesi Bay Kemal'in takımı bizlerle beraber, MHP'li kardeşlerimizle beraber, o FETÖ'cülere karşı yürümediler" sözlerine cevap verdi.

Tezcan, "Sizin başbakanınız o saatlerde Ilgaz Tünelinde saklanırken, saklanacak adresler araken, biz Genel Başkanımızın talimatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisindeydik. Henüz hiçbir milletvekili gitmemişken Meclise ilk gidenler bizdik" ifadelerini kullandı.

Yazılı açıklama yapan Bülent Tezcan, "Herkesin yeni bir yıla huzur, umut ve iyi dileklerle girmeyi arzuladığı ve hazırlandığı bugün Erdoğan yine iftira dolu saldırılarına devam etmiş.Genel Başkanımızın darbe gecesi nerede olduğunu soruyor." diyerek "Sizin Başbakanınız o saatlerde Ilgaz Tünelinde saklanırken, saklanacak adresler ararken, biz Genel Başkanımızın talimatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisindeydik." ifadelerini kullandı.

"ANKARA'YA GELMEKTEN KORKTUNUZ"

Cumhuriyet'in haberine göre, Tezcan açıklamasında Erdoğan'a "Orada 'tankın üstüne çıkma zamanıdır' diyen bizdik. Siz o tarihte neredeydiniz Sayın Erdoğan? Emrinizdeki onca koruma filosuna rağmen 'güvenlik gerekçesiyle' Ankara’ya gelmekten korktunuz. Genel Kurula katılmadınız. Ankara’ya ancak 4 gün sonra geldiniz” yanıtını verdi.

Erdoğan'a yönelik “Siz o gece devletin koruma ordusu ve kara hava koruma araçlarından oluşan koruma filosu ile kendi can güvenliğinizi sağlama almadan ortaya çıkmamıştınız.

Darbe bastırıldıktan, havaalanı güvenliği sağlandıktan sonra Atatürk havaalanına inmiştiniz. Siz koruma filosu ile korunurken Sayın Genel Başkanımız da Bakırköy Belediye Başkanının evindeydi. Koruma filosu falan da yoktu” ifadelerini kullanan Tezcan'ın yazılı basın açıklaması şöyle:

“Sayın Erdoğan sizin Başbakanınız o saatlerde Ilgaz Tünelinde saklanırken, saklanacak adresler ararken, biz Genel Başkanımızın talimatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisindeydik.

Henüz hiçbir milletvekili gitmemişken Meclise ilk gidenler bizdik. Orada “tankın üstüne çıkma zamanıdır” diyen bizdik. Mecliste parti ayrımı gözetmeksizin birlikte sabaha kadar bombaların altında direnenler bizlerdik. Genel Başkanımız 16 Temmuz günü, havayolları kapalı olduğu halde bütün imkanları zorlayarak İstanbul’dan Ankara’ya karayoluyla gelip TBMM genel kuruluna katılmış ve darbeye karşı konuşma yapmıştır.

Siz o tarihte neredeydiniz Sayın Erdoğan? Emrinizdeki onca koruma filosuna rağmen “güvenlik gerekçesiyle” Ankara’ya gelmekten korktunuz. Genel Kurula katılmadınız. Ankara’ya ancak 4 gün sonra geldiniz. Güvenlik önlemi alma hakkı sadece sana mı ait Sayın Erdoğan?

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk andan itibaren darbeye karşı duruşu vicdan ve izan sahibi herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Kendileri için, devletin koruma ordusu, koruma filoları ile havada ve karada korunmalarına karşın 4 gün başkente gelememeyi mubah görenler, tünelde ya da havaalanı hangarlarında saklanmayı konu etmeyenler, ana muhalefet partisi genel başkanının o geceyi bir belediye başkanının mütevazı evinde geçirmesine laf söylemektedir. Bu kuşkusuz izan yokluğu değil sadece vicdan körlüğüdür.”

Haber Fedai
Etiketler : Bülent Tezcan, chp, erdoğan,

Doğu Perinçek: Erdoğan'ın başdanışmanları ve Gökçek darbe girişimini önceden biliyordu
11.01.2018

Perinçek, Dugin'in 15 Temmuz'dan önce kendisine TSK'da darbe hazırlığı olduğunu söylediğini aktardı. Perinçek, bu bilgiyi iktidardakilere aktarmasını söylediği Dugin'in Erdoğan'ın başdanışmanları ve Gökçek'le görüştüğünü öne sürdü.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 15 Temmuz darbe girişiminden kendisinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarının MİT’in ve AK Partili eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in önceden haberdar olduğunu söyledi.

AhvalNews sitesine konuşan Perinçek’in iddiaları şöyle: “Sayın Alexander Dugin, bize 15 Temmuz’dan iki gün önce gelmişti. Bizim davetlimiz olarak geldi. Bu arada Cumhurbaşkanı danışmanlarıyla ve Melih Gökçek’le de randevusu vardı.

Başbakan Binali Yıldırım’la da görüşmesi oldu. O da bize ‘Türk ordusu içinde bir hareketlilik saptıyoruz’ dedi. Kendi ifadesiyle söylüyorum; ‘Rus devleti, Türk ordusu içinde bir hareketlilik saptıyor’ dedi.

Ben kendisinden AKP yöneticileriyle, hükümetle yaptığı görüşmelerde bu bilgiyi aktarmasını rica ettim. O da görüştükten sonra tekrar buluştuk ve bize bu bilgiyi hükümete söylediğini belirtti.

Dugin, 14 Temmuz günü yalnız Melih Gökçek’e değil Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanlarına da aktardı bu bilgiyi.”

‘İSİMLERİNİ SÖYLEMEYEYİM, DEVLETİN KAYITLARINDA VAR’

Perinçek, Dugin’in görüştüğü Erdoğan’ın danışmanlarının kimler olduğu sorusuna ise şu yanıtı verdi:

“Şimdi ben isimlerini söylemeyeyim, hepsini tam doğru olarak bilmiyorum. İki üç tane danışmanından resmi randevu aldı Dugin, resmi görüşme yaptı. Bunlar devletin kayıtlarında vardır.”
Millî Gazete

15 Temmuz Gazisi AKP'den istifa etti: Valiye pantolon indirmek için sokağa çıkmadım
28 Ocak 2018



15 Temmuz Gazisi olan eski polis memuru Murat Daşdemir, AKP Genel Başkanlığına yazdığı dilekçe ile parti üyeliğinden istifa ettiğini açıkladı. Gazi Daşdemir, istifa dilekçesinde ağır eleştirilerde bulundu. "Bugün olmayan adalete yarın en çok sizin ihtiyacınız olacaktır." diyen Gazi, AKP'de FETÖ temizliği yapılmamasına tepki gösterdi.

[Haber görseli]15 Temmuz darbe girişimi gecesi Jandarma Genel Komutanlığı önünde yaralanan eski polis memuru Murat Daşdemir, 675 sayılı KHK ile 'Gazi' ilan edildi. FETÖ tarafından kendisine kurulan bir kumpasla meslekten ihraç edildiğini belirten Daşdemir, 28 Ocak tarihinde AKP Genel Merkezi'ne gönderdiği istifa dilekçesi ile partiden istifa ettiğini duyurdu.

"HALEN KANDIRILIYORLAR"

"Parti yöneticileri bir çok defa kandırıldıklarını, saf olduklarını beyan etmelerine karşı halen kandırılmaya devam edilmekte olduğunu maalesef üzülerek görmekteyim" diyen Daşedemir, karşılaştığı her sorunda kendisine Cumhurbaşkanlığına ulaşmasının tavsiye edildiğini belirterek "Her şeyi Cumhurbaşkanı yapacaksa teşkilat ne iş yapar" diyerek AKP'den istifa etme nedenini açıkladı.

FETÖ MAĞDURUYUM

Cemaat yapılanması içerisinde kendisine teklif edilen gazete aboneliğini kabul etmediği için hedef haline getirildiğini anlatan gazi Murat Daşdemir, "2001 yılında polis olarak göreve başladığımda cemaat üyeleri ile tanıştım. Kendilerine mesafe koydum. Gazetelerine abone olmadım ve sonra kendimi Kaymakamlık bahçesinde kedi kovalarken maydanoz toplarken ve bakkaldan ekmek almaya giderken gördüm.

Maskeleri ise kısa bir süre sonra düştü. İlk görev yerimde tayinim tercih dışı Kocaeli'ne çıktı. Kocaeli ise bir nevi üsleri gibi beni istemediğim bir çok branşta çalıştırdılar. Bana bunları yapanlar ise 17/25 Aralık sonrası yaşanan süreçte cezaevine girdi.

2009 yılından sonra sürgüne gönderildim. Mesleğimden atıldım. Polislikten atılmış olmamın verdiği durumla çaresiz kaldım. Çocuklarımın nafakası için mücadele ettim. Allah, 15 Temmuz gecesi nasip etti. Gölbaşındaki evimden duyduğum patlama sonrası harekete geçtim. O gece vatansever herkes benim yaptığımı yapardı." diyor.

"VALİ PANTOLONUMU ÇIKARDI"

15 Temmuz'un ardından memleketi Kırşehir'e döndüğünü söyleyen Murat Daşdemir, devletten hiç bir talebi olmadığını ancak FETÖ ile mücadele konusunda dile getirdiği eleştiriler nedeniyle hedef haline getirildiğini söyledi. Görüştüğü bazı AKP'li vekillerin "Jandarma Genel Komutanlığı nerede?" gibi sorular sorduklarını belirten Daşdemir, Kırşehir Valisi Necati Şentürk'ün ise pantolonunu çıkarttırarak kendisini muayene etmeye kalktığını iddia etti. "Ben valiye pantolon indirmek için sokağa çıkmadım" diyen Gazi Murat Daşdemir, "Nedenini saymaya kağıtların yetmeyeceği bir sürü olumsuzluklarla boğuşurken, özellikle 15 Temmuz'da ortada gözükmeyip Allah zafer ihsan ettiğinde boy gösterip bu işin edebiyatını yapanlara, düna kadar FETÖ'nün bahçelerinde gezip bugün FETÖ'ye düşmanlık rolü yapanların ve Meclis'te FETÖ'cü milletvekili olmadığına kefil olanlar teşkilatlardan temizlenmedikçe, siyasi temizlik yapılmadıkça, bedel ödetilmedikçe AK Parti'ye hiç bir zaman destek vermeyeceğimi belirtmek isterim" diyerek AKP'den istifa etti.



"'HAKLISIN' DEMEK YETMİYOR, HAKLININ YANINDA DURABİLİYOR MUSUNUZ?"

Daşdemir, istifasının ardından AKP'lilerden gelen tepkilere de sosyal medya hesabından yaptığı şu paylaşımla tepki gösterdi:

"Ne kadar AKP'li ile görüşsem, dönen olayları anlatsam, vekiller dahil 'haklısın' diyorlar. Haklı olmaktan bıktım. Keşke haksız olsam ve erdemlice özür dileyip, helallik isteyip minderimde otursam. 'Haklısın' demek yetmiyor. Haklının yanında durabiliyor musunuz? Mesele bu. Nalına da mıhına da vurmakla siyaset yapılmaz. Siyaset adam kazanma sanatıdır. Manasını bilmeyen varsa açıklayabilirim. Siyaset, haksızlık kendi mahallelerinden gelse bile, 'ben bizden değilim' diyebilmektir. Siyaset haklı olmak değil, haklının yanında durmaktır. Sizler particilik oynamaya devam edin. Bu yazdıklarım Kırşehir'deki bütün siyasetçileri kapsamaktadır. Belki bugün sizlere övünç düştü, bana da utanç. Bugün olmayan adalete yarın en çok sizin ihtiyacınız olacaktır."



İşte Daşdemir'in istifa dilekçesi:

AK PARTİ GENEL BAŞKANLIĞINA

KONU : İSTİFA DİLEKÇEM

15 TEMMUZ'DA GAZİ OLAN , YILLARCA HERKES HOCAEFENDİ DERKEN BU HAİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MÜCADELE ETMİŞ, TÜRLÜ OYUN VE KUMPASLARI İLE POLİSLİK MESLEĞİNDEN ATILMIŞ , HATTA BU UĞURDA SÜRGÜNLER GÖRMÜŞ VE CEZAEVİNE ATILMIŞ BİR VATANDAŞIM. AK PARTİ KURULDUĞUNDAN BERİ AİLEMLE BERABER HER ZAMAN DESTEKTE BULUNMUŞ, YAŞADIĞIM HAKSIZLIKLARA RAĞMEN HİÇ BİR ZAMAN PARTİME VE DAVAMA KÜSMEMİŞ BİRİYİM. FAKAT AŞAĞIDA BELİRTECEĞİM BAZI NEDENLERDEN DOLAYI AK PARTİ'DEN İSTİFA ETTİĞİMİ VE GEREĞİNİN YAPILMASINI SAYGILARIMLA ARZ VE RİCA EDERİM.

1-HER ŞEYE RAĞMEN BU ÜLKENİN ŞEREFLİ BİR VATANDAŞI OLARAK DEVLETİME BİR AN OLSUN KÜSMEDİĞİMİ, BU BAYRAK VE VATAN İÇİN GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ YİNE BEDEL VERMEYE HAZIR OLDUĞUMU, AMA CUMHURBAŞKANIMIZ AYRI TUTULMAK KAYDIYLA HAKKIMI DA TÜM AK PARTİ TEŞKİLATLARINA HELAL ETMEDİĞİMİ BELİRTMEK İSTİYORUM.

2-NEDENİNİ SAYMAYA KAĞITLARIN YETMEYECEĞİ BİR SÜRÜ OLUMSUZLUKLARLA BOĞUŞURKEN, ÖZELLİKLE 15 TEMMUZ'DA ORTADA GÖZÜKMEYİP, ALLAH ZAFER İHSAN ETTİĞİNDE BOY GÖSTERİP BU İŞİN EDEBİYATINI YAPANLARLA, DÜNE KADAR FETÖ'NÜN BAHÇELERİNDE GEZİP, BUGÜN FETÖ'YE DÜŞMANLIK ROLÜ YAPANLARIN, VE MECLİSTE FETÖCÜ MİLLETVEKİLİ OLMADIĞINA KEFİL OLANLAR TEŞKİLATLARDAN TEMİZLENMEDİKÇE, SİYASİ TEMİZLİK YAPILMADIKÇA, BEDEL ÖDETİLMEDİKÇE AK PARTİ'YE HİÇ BİR ZAMAN DESTEK VERMEYECEĞİMİ BELİRTMEK İSTERİM.

3-YAŞADIĞIM MESLEKİ HAKSIZLIKLARI DEFALARCA HEM GENEL MERKEZE, HEM BAŞBAKANLIĞA , HEM MİLLETVEKİLLERİ VE BAKANLARA VE HEM DE CUMHURBAŞKANLIĞINA İLETTİĞİM HALDE BIRAKIN İŞLEME KONULMAYI, CEVAP VERİLME TENEZZÜLÜNDE DAHİ BULUNULMAMIŞTIR.

4-PARTİ YÖNETİCİLERİ BİR ÇOK DEFA KANDIRILDIKLARINI, SAF OLDUKLARINI BEYAN ETMELERİNE KARŞI ,HALEN KANDIRILMAYA DEVAM EDİLMEKTE OLDUĞUNU MAALESEF ÜZÜLEREK GÖRMEKTEYİM.

5-ÖZELLİKLE İÇİŞLERİ BAKANLIĞININ MÜLKİYELİLER OLARAK TABİR EDİLEN ÜNİTESİNDE FETÖ İLE İLGİLİ GEREKLİ ÇALIŞMALARIN YAPILMADIĞI KANAATİNDEYİM. KOSKOCA DEVLETİN VALİSİ İŞİ GÜCÜ BIRAKIP PANTOLONUMU İNDİRMEMİ SÖYLEDİ. BEN O GECE VALİYE PANTOLON İNDİRMEK İÇİN SOKAKLARA ÇIKMADIM. BU KONUYU TÜM TEŞKİLAT BİLDİĞİ HALDE ÜÇ MAYMUNU OYNADILAR.

6-YORULAN GİTSİN DİYE BAŞLATILAN TEŞKİLAT DEĞİŞİMİNİN İYİYİ GİTMEKTEN ZİYADE ESKİYİ BİLE ARATACAĞINI ÜZÜLEREK GÖRMEKTEYİM. ÖZELLİKLE KIRŞEHİR'DE.

7- MALULLÜK İLE İLGİLİ HEYET RAPORU ALMAK İÇİN GİTTİĞİM KIRŞEHİR'DEKİ HASTAHANEDE % O VERDİLER. HİÇ BİR ŞEKİLDE RÖNTGEN VE TESTE TABİ TUTULMADAN GÖZ KARARI İLE BU KARARI VERDİLER. TEŞKİLAT BU KONUYU BİLDİĞİ HALDE KILINI BİLE KIPIRDATMADI. İSTENİLEN HASTAHANEYE GİDİP KONTROL YAPTIRABİLİRİM. BAKALIM VÜCUTTA ÇİZİK Mİ VAR YOKSA ONLARCA İRİLİ UFAKLI PARÇALARLA MI YAŞIYORUM.

8-ÖZELLİKLE YAŞADIĞIM ÇİÇEKDAĞI VE KIRŞEHİR GENELİNDE HİÇ BİR SİYASİDEN NE MADDİ NEDE MANEVİ HİÇ BİR YARDIM GÖRMEDİM. SORUNLARIMI ÇOK DEFA ANLATMAMA RAĞMEN HEP GEÇİŞTİRİCİ CEVAPLAR ALDIM. UYUTULMAYA ÇALIŞILDIM. HATTA YARALANDIĞIM YER OLAN JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI NEREDE DİYE AK PARTİLİ SİYASİLER TARAFINDAN İMTİHANA TUTULDUM.

9-BİR DE BİR SIKINTI ESNASINDA DİREKT OLARAK CUMHURBAŞKANINA ULAŞMAM GEREKTİĞİ SÖYLENİYOR. BU PARTİDE BİR CUMHURBAŞKANI MI VAR. TEŞKİLAT NE İŞ YAPAR. HER ŞEYİ CUMHURBAŞKANI YAPACAKSA TEŞKİLATLAR NE İŞE YARAR.

DAHA BUNLAR GİBİ BİRÇOK SORUNLARI DİLE GETİRMEME RAĞMEN AK PARTİ TEŞKİLATLARINDAN HİÇ BİR CEVAP ALMADIĞIMI BELİRTMEK VE İSTİFA DİLEKÇEMİN KABULÜNÜ VE İŞLEME KONULMASINI İSTİYORUM.

Cumhuriyet
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com