EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Medyatörler/Dezenformatörler/iliştirilmişler/Darbetörler
Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Ağu 10, 2007 7:43 am    Mesaj konusu: Medyatörler/Dezenformatörler/iliştirilmişler/Darbetörler Alıntıyla Cevap Gönder

Mobilya borcunu ödemediği için hakkında icra takibi başlatılan Kütahyalı: Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteciyim
09 Ocak 2018



Avukat: Cumhurbaşkanı ile ne ilgisi var?

Aldığı mobilyaların parasını ödemediği gerekçesiyle hakkında icra takibi başlatılan Rasim Ozan Kütahyalı, dava dilekçesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteci olduğunu savundu. Mobilya şirketinin avukatı da Ozan'a "Cumhurbaşkanı ile ne ilgisi var?" tepkisini gösterdi.

CNN Türk'ün aktardığına göre, 2015 yılında yaklaşık 28.000 liralık bir mobilya alışverişi yapan Rasim Ozan Kütahyalı, borcunu ödemediği gerekçesiyle mobilya şirketi tarafından dava edildi ve hakkında icra takibi başlatıldı. Dava sonrası yaptığı açıklamada mobilya şirketine borcu olmadığını belirten Kütahyalı, kendisine kumpas kurulduğunu iddia etmişti.

Devam eden davanın son duruşması geçen günlerde gerçekleşirken, duruşmaya katılmayan Kütahyalı'nın dava dilekçesi ortaya çıktı. Dilekçede, Kütahyalı'nın 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yakın bir gazeteci olduğu ve itibarını sarsmak amacıyla icra takibi başlatıldığı' ifadeleri yer aldı.

"Kütahyalı, basit bir alacak konusunda dahi Cumhurbaşkanımıza yakınlığını belirterek..."

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan mobilya şirketinin avukatı Cevat Kazma, "Cumhurbaşkanımız yaptığı açıklamalarda ismi kullanılarak yapılan işlere karşı olduğunu açıkça belirtmiştir. Buna rağmen Rasim Ozan Kütahyalı, basit bir alacak konusunda dahi Cumhurbaşkanımıza yakınlığını belirterek davanın seyrini değiştirmeye çalışmaktadır" şeklinde konuştu.

Kütahyalı'nın itibarı ya da konumuyla ilgili bir durumun söz konusu olmadığını, müvekkilinin alacağını tahsil etmek için icra takibi başlattığını belirten Avukat Cevat Kazma, bu girişim sonrası Kütahyalı'nın mobilya şirketini FETÖ'cü ilan etmekle tehdit ettiğini söyledi. Yapılan tüm bu görüşmelerin kayıt altında olduğunu belirten Cevat Kazma, bunların dava dosyasında da yer aldığını sözlerine ekledi.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'te partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı:

"Nerede işinin altından kalkamayan, nerede tembellik yapan biri varsa hemen şu tarz ifadelerle sıyrılmaya çalışıyor; 'Beyefendi böyle istiyor, Cumhurbaşkanımız, Külliye böyle istiyor.' Ömrümde görmediğim insanların tavsiyesine kadar her konuda kullanıldığı anlaşılıyor. Peki bunu ispatı var mı, ağzımdan çıkan böyle bir söz var mı? Yok. Daha önce ahkam kesenlerle ilgili rahatsızlığımı belirtmiştim. Tekrarlıyorum. Eğer ben birisine bir şey söyleyeceksen, tavır koyacaksam, kimseyi aracı kılmaya ihtiyacım yok. Bunu bizzat kendim yaparım."

T24
ETİKETLER
rasim ozan kütahyalı recep tayyip erdoğan icra

Soner Yalçın: Cemaat’in “CHP İmamı”
16 Haz, 2017



CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması Sözcü yazarı Soner Yalçın’ın 1 Eylül 2016 tarihli yazısını akla getirdi, işte o yazı:

Can Dündar açıklama yaptı:
“Yazıda tırnak içinde alıntılanan cümle benim değil. Ne yazılı ne sözlü öyle bir cümle kurmadım. Hiç!”
Konu dünkü “Cemaatçi CHP’liler” makalem.
MİT TIR’ları görüntüsü hakkında şöyle yazdım: Can Dündar bilgileri-görüntüleri Enis Berberoğlu’ndan aldığını yazdı.
Tırnak içinde yazmadım. Tırnak içinde yazsaydım “solcu milletvekilinden aldığını yazdı” derdim.
Can Dündar gazetecilik namusuyla hareket ediyor; ve haber kaynağını bu kadar söylüyor.
Peki… Kim bu “solcu milletvekili?”
Herkes biliyor. Ama önce şunu belirtmeliyim:
Bu nasıl solculuk?..
Bu ülkenin solcuları darağaçlarında, işkence tezgahlarında, kör karanlık kuytularda can vermelerine rağmen hep hakikati savundular.
Bu sözümüz ona “solcu milletvekili” ise korkak; Can Dündar’ın tek başına hedef yapılmasını sessizce seyrediyor. O görüntüler büyük bir gerçeği ortaya çıkarmasına rağmen “Ben verdim hodri meydan” diyemiyor!
Bu nedenle “işin içinde iş var” diyorum.
“Solcu milletvekili” basın toplantısı düzenleyip gerçekleri kamuoyuna anlatacakken, görüntüleri neden sadece Can Dündar’a verdi? Amacı, Batı’da tanınan Can Dündar’ı hapse attırarak cezaevindeki Cemaatçi gazeteciler konusunu dünyaya duyurmak mıydı?
Bu sorunun yanıtı için, bu yüreksiz “solcu milletvekilinin” ortaya çıkıp görüntüleri kimden aldığını açıklaması gerekmiyor mu?
Susuyor.
Peki…
Kim bu korkak “solcu milletvekili”?
O korkak sensin
Soruyu yanıtlamadan önce şunu yazmalıyım:
CHP milletvekili Enis Berberoğlu da dünkü yazımla ilgili açıklama yaptı. Konuyla hiç ilgisi yok ama laf cambazlığıyla, “Madem gazeteci geçiniyorsun bana tek bir haberini söyler misin” dedi!
Konuyla ilgisi yok ama yazayım: Ve çok gerilere gitmeyeyim sondan başlayayım; sen Fethullah Gülen’e yaltaklanırken, ben Cemaat’in darbe yapacağını yazıyordum ısrarla.
Al sana haber!
Ayrıca…
Pensilvanya’ya gidip Fethullah Gülen’in önünde diz çöken sen mi gazetecilik dersi vereceksin bana?
Fethullah Gülen rahatsızlık geçirdi diye telefona sarılıp ağlak bir ifadeyle “geçmiş olsun” dileklerini ileten sen mi gazetecilik dersi vereceksin bana?
Fethullah Gülen’in uzaktan-yakından her yakını vefat ettiğinde başsağlığı mesajları gönderen sen mi gazetecilik dersi vereceksin bana?
Geç bu ucuz gazetecilik numaralarını; 30 yıllık gazetecilik hayatımızda ne yaptığımızı/yazdığımızı herkes biliyor. Hangimiz güç odakları ve hangimiz halk için haber-makale yazmışız bilen biliyor.
Meselem bu çocukça tartışma değil; ben bir hakikat peşindeyim.
Can Dündar’ı anlıyorum, “haber kaynağını” koruyor.
Sen neden çıkıp yiğitçe “solcu milletvekilinin” kendin olduğunu açıklamıyorsun? Oysa…
31 Mart 2016 tarihinde; “Eski bir gazeteci ve yeni siyasetçi sıfatıyla bu haberin tüm sorumluluğunu üstlenmeye hazırım” demiştin!
Hakkında iddianame yazılınca, 23 Ağustos 2016 tarihinde; “Can Dündar’ın kitabındaki tek satırla suçlandığıma göre ben de tek satırla cevap veriyorum: Suçlamaları kabul etmiyorum” dedin!
Enis Berberoğlu sen bir korkaksın!
Hakikati bile savunamayan bir zavallı!
Ama meselem senin kişilik zafiyetin değil.
Aradığım başka…
Hürriyet’in imamı
Bak Enis Berberoğlu!
Sen Hürriyet’in Ankara Temsilcisi olduğun günlerde -şimdi çoğu tutuklu olan Cemaatçilerle- genel yayın yönetmeni olmak için lobi yaparken (Cemaat’in Aksiyon gibi dergilerine, Ergenekon-Balyoz 2004’te darbe yapacaktı, diye demeçler verirken), Odatv’ye/bize bir haber geldi:
Ergenekon davası başlamadan önce, Cemaat organizasyonuyla soruşturmayı/kumpası yapan polisler, savcılar ile mahkemeye bakacak hakimler bir iftar yemeğinde bir araya getirilmişlerdi. Davanın tarafsızlığına gölge düşüren bu olayın bilgisi ve fotoğrafları önce Hürriyet gazetesine gitmiş ama yayınlamamıştınız. Biz korkmadık yayınladık ve beklediğimiz gibi benzeri haberlerimiz yüzünden Silivri zindanına atıldık.
O karanlık günlerde biz, hakikat yolundan hiç ayrılmadık; ısrarla gazetecilik yaptık.
Sen Enis Berberoğlu! Sen o dönem ne yaptın:
Cemaat lobisinin gücüyle Hürriyet’e genel yayın yönetmeni oldun! Ve…
17-25 Aralık 2013 Cemaat operasyonundan sonra, Hürriyet Cemaatle arasına mesafe koyunca 10 Ağustos 2014’te gazeteden kovuldun! Ve…
CHP’nin Tutuklu Gazeteciler Raporu’nda sertçe eleştirilen sen, CHP genel başkan yardımcılığına getirildin!
Herkes önseçime girerken sen kontenjandan milletvekili yapıldın!
Tüm bu koltuklara oturmak için darbeci Cemaatçilerle nasıl işbirliği yaptın, açıklamalısın?
Hem gazeteci…
Hem de siyasi kimliğin lekeli…
Uyduruk bir kumpas belgesinde adın geçince hapis korkusu seni teslim aldı.
Bu ruh halinden kurtulamadığın için gazeteciliği bırakıp Fethullah Gülen’in kanatları altına girdin. Bir de utanmadan; kendisini hâkim ve savcı yerine koyan polisleri şikâyet için Pensilvanya’ya gittiğini söyledin!
Korktuğun için Cemaat’in sana önerdiği sözde muhabirleri Hürriyet’e doldurdun!
Bir dönem Türkiye’yi sarsan kumpas ürünü “İrtica Eylem Planı” belgesini yayınlayan Taraf gazetesinin “bavulcu” muhabiri Mehmet Baransu, 16 Haziran 2009 tarihinde Habertürk tv’nin canlı yayınında şöyle dedi:
“Beni askerler ile Enis Berberoğlu tanıştırdı!”
Açıkla Enis Berberoğlu!
Açıkla… Hürriyet gazetesinin “Cemaat imamı” kim?
Açıkla… CHP’nin “Cemaat imamı” kim?
Mesele kişisel değildir.
CHP’deki Cemaatçiler kimler?
Kimler Cemaat ile örtülü işlere girdi?
Israrla aradığım bu…

Kaynak:İlk Kurşun

FETÖ’nün kalemşörleri davası başlıyor
18 Haz, 2017



Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Ekrem Dumanlı, Tuncay Opçin ve Emre Uslu’nun da aralarında bulunduğu 17 sanıklı FETÖ medya yapılanması davasının ilk duruşması yarın İstanbul Adalet Sarayı’nda görülecek.
Darbe girişimi sonrası, Fetullahçı Terör Örgütünün medya yapılanmasına yönelik başlatılan soruşturmada tutuklanan Nazlı Ilıcak ve Ahmet-Mehmet Altan kardeşler ile Tuncay Opçin’in de aralarında bulunduğu 17 ismin yargılanmasına başlanıyor.

SANIKLAR İLK KEZ HAKİM KARŞISINA ÇIKACAK

Sanıklar yarın İstanbul Adalet Sarayı’ndaki 26’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 10.00’da ilk kez hakim karşısına çıkacak.
İddianamede Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın “TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs, TC Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” suçlarından 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet 7,5 yıldan 15’er yıla kadar hapsi isteniyor.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK SUÇLARI DA VAR

Haklarında yakalama kararı bulunan firari gazeteciler kapatılan Zaman Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Tuncay Opçin, Emrullah Uslu’nun “TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs, TC Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” suçlarından 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet 15’er yıldan 22,5 yıla kadar hapisleri talep edilirken Emrullah Uslu’ya diğer suçlamaların yanında ayrıca “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyor.

TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA SUÇUNDAN 15 YIL HAPİS…

Samanyolu TV Washington temsilcisi Şemseddin Efe, Profesör Osman Özsoy, Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmen yardımcısı Mehmet Kamış, Zaman Gazetesi yöneticilerinden Faruk Kardıç, Görsel Yönetmen Fevzi Yazıcı, Zaman gazetesinin eski yazarı Abdulkerim Balcı, kapatılan Today’s Zaman gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, Polis Akademisi öğretim görevlisi Şükrü Tuğrul Özşengül, Zaman gazetesi marka müdürü Yakup Şimşek ve gazetenin kültür sanat sayfasında çalışan Ali Çolak için aynı suçlardan 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ve “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan 15’er yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.

İddianamede, Zaman gazetesinin ağlayan bebek reklamını çeken ajansın sahibi Tibet Murat Sanlıman’ın ise “silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapsi talep ediliyor.
İlk Kurşun

'Koooş Emirgan'ı Çarşaflılar Bastı'
27 Nisan 2008

yıllık gazeteci Yüksel Göktürk, Vatan Gazetesi'nde çalıştığı dönemde gittiği haberlerin perde arkasını anlattı...

Bir kısım medyanın düzmeceden ibaret haberleri herkesin malumu. İnsanların ibadet etmesine bile tahammül edemeyen medya, ya yalan haber silahına sarılıyor ya mübalağa bombasına.

Malzemeyi vahşi doğasına uygun düşecek şekilde, tabiattan topluyor: Kimi zaman namaz kılan bir piknikçiye memleketi 'İran'a çeviren molla muamelesi muamelesi yapıyor, kimi zaman da uçağın yönünü kıbleye çeviren gizemli adamları manşete taşıyor. Avdan eli boş dönünce erkek muhabirine çarşaf giydirip 'İran usulü kayak' manşetini patlatıyor(!) Ne kıvırma bitiyor ne yalan…Geçtiğimiz günlerde muhabirim.com adlı internet sitesinde bir yazı kaleme alan 15 yıllık gazeteci Yüksel Göktürk, Vatan Gazetesi'nde çalıştığı dönemde kurmaca haberlere nasıl gittiğini ve neler yaşadığını yazdı. Medyanın, çalışanların birçoğunun yalan haber yapmaya zorlandığını anlatan Göktürk, Vatan Gazetesi'nden atılmasını da bu tür tatsız olaylardan duyduğu rahatsızlığı yöneticilere aksettirmesine bağlıyor. Büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede ibadetin haber değeri taşımadığını anlatan tecrübeli haberci, “Papa'nın namaz kılması bir haberdir ama bir Müslüman'ın kıldığı namazın haber değeri yoktur. Çünkü dinî vecibesini yerine getiriyor.” diyor. Vatan Gazetesi'nde çalıştığı dönemde kendisinin de bu türlü bir düzmece haber yapmak için görevlendirildiğini söyleyen Göktürk, “Habere ne amaçla gittiğimi düşündükçe kendimden nefret ettim, insanlığımdan utandım.” diyor.

Bazı gazetelerin satırlarını her daim 'namaz haberleri' süsler. Kimileri, bir yolcunun 'Uçağın yönünü kıbleye çevirin; namaz kılacağım.' dediği maskaralığına inandırmaya çalışır milleti, kimisi 'Yolda zorunlu namaz molası' verildiğine; bazısı çıkıp 'Kız lisesinde namaz baskısı var' yalanını hazırlar, bir diğeri gidip piknik yerlerinde avını bekleyen bir çakal edasıyla pusuya yatar. Ta ki karanlık bir piknikçi çıkıp namazını kılsın ve 'bomba haber'in ışıltısı tüm gazeteyi sarsın! Sonra da zevkle döşensin gazetelerinin manşetine, fotoğraf altı haber: “İrtica piknikte!”

Bu türlü haber saplantısı olan gazeteler ve televizyonlar, çalışanlarını mütemadiyen gönderir namaz haberlerine. Onlar da istese de istemese de karanlık Türkiye'nin fotoğrafını çekmek zorundadır. Yazı işlerinin marifetli ellerine bırakılır gerisi. Sonrasında medya yine bekleneni yapar ve çarşaf çarşaf aydınlığa çıkarır karanlığa sürüklenen ülkemizi. Geçtiğimiz günlerde kuruluşundan itibaren Vatan Gazetesi'nde çalışan ancak kısa bir süre önce işinden ayrılan tecrübeli muhabir Yüksel Göktürk, tam da böyle bir haber deneyimini kaleme aldı bir internet sitesinde. Aktardığı vak'alar Türkiye'nin asıl olarak kimler tarafından gerildiğini ve ikiliğin nasıl çıkarılmaya çalışıldığını anlatması bakımından da manidar.

Göktürk'ün anlattığına göre bir gün bir Vatan okurundan istihbarat gelir. Okurun verdiği bilgiye göre İstanbul'un güzide mesire yerlerinden biri olan Emirgan Korusu'nda bir grup çarşaflı kadın namaz kılmaktadır. Bu çok mühim bilgiyi değerlendiren haber müdürü, koşar adım Göktürk'ün yanına gelir ve başlar trajikomik olaylar... O sırada sükunet içinde haber yazmakta olan Yüksel Göktürk, bir yaygarayla irkilir. Koşar adım yanına gelen müdürü, “Yüksel çabuk koooş! Emirgan Korusu'nda kara çarşaflı kadınlar toplu halde namaz kılıyormuş. Hemen çek gel.” diye haykırır. Ancak Yüksel, bir an “Ne var bunda. Burası Müslüman bir ülke. Tabii kılacaklar.” diye geçirir içinden. Göktürk, okurlardan bu türlü istihbaratların ara sıra geldiğini ve altında yatanın da tamamen din düşmanlığı olduğunu vurguluyor. Göktürk, “Anlaşılan en az bizim haber müdürü kadar beynamaz biri, yemeden içmeden telefona sarıldı ve dinsiz basının silahşorlarından Vatan'ı aramayı akıl etti. Sonrası malûm...” diye anlatıyor yaşadıklarını.

Neticede kendisine makul gelmese de bu, yöneticiler nazarında bir haberdir ve bu habere gidilecektir. Mecidiyeköy'de bulunan gazete binasından Emirgan Korusu'na gidene kadar cemaatin dağılacağını kestirmiştir Göktürk. “Saate baktım 14.30 gibiydi. Vakit namazı kılıyorlarsa öğle namazıdır ve en fazla 20 dakikada biter. Kaza kılıyorlarsa daha kısa sürer. Yok Emirgan Korusu'ndaki güzel tabiatı görünce Allah'a verdiği nimetlerden ötürü şükür namazı kılıyorlarsa o daha da kısa sürer.” diye düşündüğünü anlatıyor tecrübeli muhabir. Trafik açık olsa bile yol en az yarım saat sürecektir. Göktürk, bir yandan hazırlanıp bir yandan da bunları düşünürken, ikinci bir haykırışla irkilir. Ülkesini aydınlığa (!) çıkarmak için bağıran ses: “Daha duruyor musun Yüksel! Çabuuk, hepsini çek... Değişik açılardan çek...Çabuuk!” demektedir.

Hikayenin hazin tarafı burada başlar. Göktürk, habere giderken çalıştığı yeri, kime ve neye hizmet ettiğini düşünmeye dalar. Derken Emirgan Korusu'na gelmiştir. Mescidin etrafına bakınır ama namaz kılanları göremez. Bu hazin hikayenin geri kalanını şu cümlelerle ifade ediyor Yüksel Göktürk: “Biraz aşağılara indim. Haa işte ordalar! Kara çarşaflı gerici kadınlar.

Muhtemelen namaz eylemini bitirmişler, şimdi de yanlarında getirdikleri yiyeceklerle kendilerine piknikçi süsü vermeye çalışıyorlar. Gerçekçi olsun diye de yanlarına çocuklarını da almışlar. Sofralar kurulmuş; börekler, sarmalar, pastalar yerleştirilmiş sofraya çocuklar etrafta oyunlar oynuyor. Biz yer miyiz bu piknik numarasını! Hemen sarıldım fotoğraf makineme. Bastım deklanşörüne. Boş değil ha bu kara çarşaflı kadınlar, hemen uyandılar. Durup dururken niye fotoğrafımızı çekiyor bu keçi sakallı diye homurdanmaya başladılar. İçlerinden biri 'Ne çekiyorsun' diye diklenecek oldu, muhabir çevikliğiyle 'Piknikçilerle ve çevre temizliğiyle ilgili haber yapıyoruz da' yalanını uyduruverdim. Kendimden ve insanlığımdan utanarak. Dışarıdan görünmüyordu ama kalbim kanıyordu. Öyle bir kanıyordu ki sanki insanlığım, Müslümanlığım ölüyordu içimde. Bir taraftan fotoğraf çekiyor bir taraftan da beni buraya namaz kılanların fotoğrafını çekmeye gönderene, ona haber verene, namaz kılmayı suçmuş gibi gösterenlere, onu imansız yetiştiren sisteme, öğretmenine, öğretmeyenine… Daha sonra aynı gruptan olduklarını tahmin ettiğim ve kadınlardan az ötede sofra kurmuş, biri ak sakallı hacı ikisi genç üç kişinin yanına yaklaşarak Allah'ın selamını verip aldım. Onlar da kıllanmıştı fotoğraf çekmemden. Hacı beni sofraya davet etti. Bağdaş kurup oturdum yanlarına. Doğrudan girdim konuya. Çünkü kadınlara yaptığım haberin masum olduğu yalanını söylemiştim ve bir başka yalanı yüreğim götürmezdi. 'Hacı buraya niye geldim biliyor musun?' diye sordum. Hacı 'Bilmiyorum niye geldin evlat?' dedi. Burada kara çarşaflı kadınlar topluca namaz kılıyormuş. Bunu görerek rahatsız olan biri bizim gazeteyi aramış. Benim müdür de beni gönderdi namaz kılan kara çarşaflı kadınları çekmem için. Ben buraya namaz kılan kara çarşaflı kadınları çekmeye geldim' dedim. Hacı da ben de sustuk. Sonra hacı 'O namaz kılanlar bizdik. Suç mu işledik namaz kılmakla?' dedi. Diyecek bir şey bulamadım. Bağcılar'da bir kursun katılımcıları olduklarını anlattı hacı amca. Havalar ısınınca kurs verenler, tüm kursiyerleri bir otobüse bindirip İstanbul'un nadide güzelliklerinden olan Emirgan Korusu'na piknik yapmaya getirmişler. Namaz vakti gelince namaza durmuşlar. Mescit küçük olduğu için bazıları dışarıda, çimlerin üzerinde eda etmiş namazını. Hepsi bu. Bunu gel de kendini aydın sanan gazete yönetimindeki zavallılara anlat. Orada hacıyla ve diğer iki arkadaşla uzun uzun sohbet ettik. Nasıl oluyordu da nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede namaz kılmak garipseniyor, namaz kılanlar gerici ilan ediliyor, dinini yaşamak isteyenler nasıl infaz ediliyordu. Bunun cevabını aradık. Vakit dardı, bulamadık. Aslında bulduk da yeri değil.”

İşe alırken 'namaz kılman sıkıntı olur' deselerdi çalışmazdım

Basın dünyasının hatırı sayılır bölümünde, Vatan gibi bir gazetede sözgelimi, inançlı bir insansanız, yani cuma ya da bayram namazına gidiyorsanız 'dinci' olursunuz. Birlikte çalıştığımız kişilerden biri bir keresinde, “Yüksel ben seni araştırdım. Sen 'hacı hocaymışsın” dedi. Bunu diyen üniversite okumuş, görünüşte eğitimli biri. Eğer inançlı bir insansan bitti. Herkes bunu yaşıyor gazetecilik yaparken. Sorarsan eğer namaz kılmak yasak değil ama mahalle baskısı, servis baskısı ve medya baskısı var işte. Onların mantığına göre 'Bizden değilsin.' Sadece haftada bir cuma namazına gitsen bile sen öteki Türkiye'sin. Bu bünye almıyor seni. Ancak yalvaracak da değiliz 'beni al' diye. Ben sana yalakalık etmek, inancımdan kişiliğimden taviz vermek zorunda değilim. Vermem de zaten. Sen bana işe alırken sigara içiyor musun diye sordun, üniversite mezunu musun diye sordun, tecrübelerimi sordun. Niye oruç tutuyor musun, namaz kılıyor musun diye sormadın. O zaman almazdın. Benim geçmişimi bilerek aldın.

İçlerindeki ağrı inançlı insanların başa gelmesi. İnançlı bir insan nasıl cumhurbaşkanı olur, nasıl başkomutan olur. Orası 3-5 kişinin kalesi değil, orası tüm Türkiye'nin ve Cumhuriyetin kalesi. 'İyi de namaz kılıyor.' diyorlar. Kılsın… Sana ne, kime ne… Eskiden zencilerle beyazlar arasında bir mücadele vardı. Beyazlar zencileri nasıl görüyorsa biz de onların gözünde öyleyiz. Ben Vatan Gazetesi'nde 5 yıl zenciydim. Onlar Beyaz Türk ben zenciyim. O kesim öyle görüyor. Medya kuruluşlarının başındakiler beyaz Türk. Seninle aynı lokantaya gitmezler. Seninle aynı alışveriş yerine gitmezler, senin içtiğin yerden su içmezler. Aynı havayı teneffüs etmezler. Bundan rahatsızlık duyarlar. Sadece ben Yeşilköy'de oturayım. Orası güzel bir semt olsun ve sadece ben yaşayayım. Başka semtler olmasın, ben onlarla bir değilim. Onlar varoş. Gelişmesini istemiyorlar ülkenin. Eğer birinin cebinde para olacaksa benim cebimde olsun, onların cebinde olmasın.

Ben yıllarca Vatan Gazetesi'nde zenci olarak bulundum. Ama zenciliğimden hiçbir zaman utanmadım, gocunmadım. Dimdik durdum, çünkü zenci olmak suç değil. Bana işe alırken namaz kılıyorsan sıkıntı olur deselerdi ben zaten orada çalışmazdım. Benim babam uzun yıllar yurtdışında kaldı, orada böyle bir sıkıntı çekmedi. Orada senin namaz vaktin geldi namaz kılmayacak mısın diyorlardı. Burada saygı gösterilmediği gibi horlanıyor.
(Zaman-Pazar)

Genelkurmay'da Haftalık Skandal
10 Nisan 2009

Genelkurmay'ın Haftalık Basını Bilgilendirme toplantılarında gazetecilik skandalları yaşanıyor. İşte ısmarlama sorular, sordurulmayanlar....

Org. İlker Başbuğ'un Genelkurmay Başkanı olmasıyla başlatılan “Haftalık Basını Bilgilendirme Toplantıları” başlangıçta tüm medya mensupları arasında memnuniyetle karşılandı.

Genelkurmay'la süren iletişim problemlerinin aşılması için önemli bir adımdı. Hatta akreditasyonun bazı medya kuruluşları için gevşetilmesi de bu yenilikle başladı.

Ancak gelinen noktada gazetecilik mesleği açısından, Haftalık Basını Bilgilendirme toplantıları bir dizi skandala sahne olmaya başladı.

Toplantılarda TSK'nın ilgi alanı dışında siyasi konuların sürekli gündeme gelmesi ve Tuğgeneral Metin Gürak tarafından da yorumlanması ayrı bir eleştiri konusu.

Hatta siyasi partilerin TBMM'de yaptığı “AKP-CHP-MHP-DTP Haftalık Grup Toplantıları” gibi TSK'nın bu toplantıları da “Genelkurmay Haftalık Grup Toplantısı” olarak nitelenmeye başlandı.

Ancak toplantılardan önce gazetecilere yapılan uyarılar, hiçbir basın toplantısında görülmemiş cinsten.

İşte yaşanan skandallar:

- Toplantıdan önce gazetecilere “soru sorulmaması gereken konular” belirtiliyor. İşin vahimi o toplantıya katılan gazeteciler de bu sözü “emir” olarak algılayıp asla bu konularda sorular sormuyorlar. Ve bu konular da tamamen TSK'nın cevap vermekte zorlanacağı o haftanın gündemi olan yani “haber değeri olan” konular oluyor. Benzer konularda “ne soracağıma ben karar veririm” tepkisi veren gazetecilerin bu tavrı ayrıca irdelenmesi gereken bir konu.

- TSK'nın sorulmasını istediği bazı sorular önceden bazı gazetecilere iletiliyor. Pas sorular yöneltiliyor.

- Bazı gazetecilere toplantıda özel notlar veriliyor.

- Gazetecilerin üzerinde kontra soru sorulursa kişisel akreditasyon uygulanacağı baskısı yapılıyor. Bu nedenle kaliteli ve gündem olacak sorular otosansür yöntemiyle sorulamıyor.

- Sorulan bir soruya verilen cevap sonrası, ikinci soruyla konuyu genişletme imkanı verilmiyor. Böylece özellikle kritik konularda Tuğgeneral Gürak'ın verdiği cevaplardaki açıklar üzerine gazetecilerin ikinci soru sorarak üzerine gitmeleri engelleniyor.

- Toplantı sonunda bazı gazetecilere “öne çıkartılması istenen” bölümler “rica” ediliyor.

Kaynak: Postmedya

CHP'li Öymen Vakit Gazetesi'ne Sarıldı
21 Nisan 2008

Hürriyet Gazetesi'nin dış medyadan yaptığı garip alıntılar bu kez CHP'li Onur Öymen'i yaktı. Kaderin cilvesine bakın ki Onur Öymen'i savunmak Vakit'e düştü..

Onur Öymen'in ABD basınında "Başörtüsü faşist gömleği" dediğini Hürriyet haberleştirmişti. Öymen, Hürriyet'i sert biçimde suçlarken Vakit ve Yenişafak Gazetelerine sığınmak zorunda kaldı.

1 - İŞTE ÖYMEN'İN VAKİT'E YAPTIĞI AÇIKLAMA

CHP'nin başörtüsü zaafından yararlanan ABD basını CHP'li Onur Öymen'e mal ederek İslâm'a saldırı niteliğinde sözleri verdi, İslâm karşıtlığı ile ünlü Hürriyet habere anında atladı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen, türbanı, 'Alman Nazileri'nin kahverengi gömleği ve İtalyan faşistlerinin kara gömleğiyle karşılaştırdı' haberine yer veren ABD basınına ve Hürriyet'e tepki gösterdi. Asla böyle bir söz söylemediğini savunan Öymen, “Bunların amacı ülkemizde gerilim ve karışıklık meydana getirmek. Çok ayıp ve yanlış” dedi.

ABD BASININA VE HÜRRİYET'E KINAMA
ABD basınını ve Hürriyet'i sert sözler ile eleştiren Öymen, Vakit'e yaptığı açıklamada, asla başörtüsü ile ırkçı ülkelerin siyasi simgelerini karşılaştırmadığını aksine ABD'li muhabirin tüm ısrarına rağmen, “Türban bireysel bir özgürlüktür. Türban asla Alman Nazilerin kahverengi gömleği ya da İtalyan faşistlerin kara gömleği olamaz dedim. “Türban takan birçok insanın değişik partilere oy verdiğini hatırlattım. Ancak anlaşılan ülkemizde gerilim meydana getirmek istiyorlar. Türkiye'deki medya grupları ise maalesef bana sormadan çarpıtılan sözlerimi, 'Türban da faşist gömleği' başlığı ile yayınlayarak kaos üretiyor. Bu çok ayıptır. Dış basının oyununa gelinmiştir. Hedef gösterildim. Böyle bir haber elinizde ama neden telefon açmıyorlar. Açıkça Hürriyet başlığı ile benim türbanlı insanlara faşist dediğimi iddia etmiş. Asla bu doğru değildir. Sözlerimi de Hürriyet tırnak içinde vermemiş adeta yorumlamış” diye tepki gösterdi.

“VAKİT ARACILIĞIYLA TEKZİP YAPIYORUM”
“Hürriyet bana telefon açma gereğini bile duymuyor” diyen Öymen, “İşte Vakit olarak siz gazeteciliğin gereğini yaptınız ve beni arayarak 'Sayın Öymen bu sözler size ait mi?' diye sordunuz. Siz de pekâlâ Hürriyet gibi gazetecilik yaparak bana hücum edebilirdiniz. Gazetecilik mesleğinin saygınlığı için muhataba da söz hakkı vermek gerekir. Ben Hürriyet'e ve ABD basınına tekzip gönderme ihtiyacı hissetmiyorum. Tekzibimi size konuşarak yapmış oluyorum” dedi.

GAZETECİ ISRARLA YÖN VERMEK İSTEMİŞ
“Ülkede birileri bilinçli bir şekilde kargaşa meydana getirmek istiyor” diyen Öymen, “Gazeteci bana geldi. Sorularını sordu ve cevaplarını aldı. Ancak gazeteci özellikle bana sorduğu sorular ile yön vermeye çalışıyordu. Kendi kafasına uygun alamadığı cevaplarda ise sürekli araya giriyordu. Amaç şimdi anlaşıldı” diye konuştu.

“HER YAZILANA İNANMAYIN”
Yabancı gazetecinin amacının ülkede kargaşa meydana getirmeye yönelik haberlere imza atmak olduğunu vurgulayan Öymen, “Siyasi simgelerin sadece otoriter ülkelerde olduğunu vurguladım. Türbana karşı olmadığımı da söyledim. Ancak kes - yapıştır taktiği ile haberi farklı bir hale getirmiş. Siyasi simge konusunda söylediğim tek söz, 'biz siyasi simge haline getirilmesine karşıyız' dedim. İnsanların özgürlüğünden yana olduğumu özellikle belirttim. Bu bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Birileri kaşıyarak germek istiyor. Söylediğimiz sözleri çarpıtarak farklı bir hale getirmek bunun göstergesidir. Bir insanın sokakta yürüyerek kıyafetinden partisi anlaşılamaz. Bunu ben gazeteciye söyledim. Anlaşılan her zamankinden daha fazla dikkatli olmamız gerekiyor. Bizler yabancı gazetecilere dikkat ederken, okuyucular da her yazılana inanmamalıdır. Bunu ABD basınının yapmasını anlarım ancak Hürriyet'in durumu özellikle manidardır” dedi.

2 - ÖYMEN'İN YENİŞAFAK'TAKİ YALANLAMASI

Başörtüsüne faşist gömleği demedim

CHP Genel Başkan Yırdımcısı Onur Öymen, ABD'deki McClatchy grubundaki gazetelerde çıkan demecini yalanladı. Haberde, Öymen, başörtüsünü, İtalyan faşistlerin 'kara gömleği' ve Alman nazilerin 'kahverengi gömleği' ile karşılaştırıyordu. Yeni Şafak'a konuşan Öymen, gazeteye gönderdiği bir mektupla söz konusu haberi tekzip ettiğini söyledi. Öymen, “Ben Türkiye'de türbanı inancı nedeniyle takan insanların olduğunu, insanımızın türbanı siyasi bir simge olarak kullanmadığını, ancak Başbakan'ın 'siyasi simge bile olsa' sözünü eleştirdiğimi söyledim. Ne yazık ki bu sözlerim benim türbanı faşist gömleği gibi gördüğüm şeklinde yansıtılmış, bu doğru değil” dedi.
aktifhaber

24 Mart 2008
İlhan Selçuk'un 'masumluğunu'bir de benden okuyun
1960’lı yılların ortalarından itibaren 27 Mayıs ihtilalinin hedefe varmadığını düşünen iki grup kendini göstermeye başladı. Bu gruplardan birisi Silahlı Kuvveler içinde, diğeri de sivil kesimde idi.

12 Ekim 1969 seçimlerinde, DP’nin devamı diye düşünülen Adalet Partisi’nin yüzde 46.6 oy alarak yeniden iktidar olmasıyla bu iki kesim birbirine yaklaştı.

Bu gruplara göre, 27 Mayıs’ın başarılı olmamasının temel nedeni fikri altyapısının bulunmaması idi. Hazırlıkları sürdürülen devrimin teorik çalışmaları Doğan Avcıoğlu’nun Devrim Gazetesi’nde sürdürülüyordu.

Örgütün içinde yer alan emekli Korgeneral Celil Gürkan, daha sonra yapılan bir röportajda Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” isimli kitabının Silahlı Kuvvetler’de referans kitap durumunda olduğunu şu sözlerle vurguladı: "27 Mayıs yetmedi" diyenlerin yapılanması

27 Mayıs ihtilalinde sonuca ulaşamadığını düşünenler, yeni bir darbe peşindeydiler. Fikir önderliğini Doğan Avcıoğlu, askeri liderliğini de Cemal Madanoğlu yapıyordu.


“Hiç unutmam, bir konuşmamız sırasında Orgeneral Faruk Gürler bana, 'Celil, Türkiye’nin Düzeni kitabını okumayan subayı ben eksik sayarım' dedi.”

MAHİR KAYNAK CUNTAYA SIZIYOR

Asker-sivil cunta heveslileri, kadrolarını genişletmeye başladı. Mahir Kaynak, parlak bir MİT mensubu olarak örgütle ilişki içinde idi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistan olan Kaynak, o sırada Türk Devrim Ocakları’nda yapılan bir konferansı izlemek üzere görevlendirildi.

Toplantının sonunda bir kişi Mahir Kaynak’ın yanına yanaştı ve kendini tanıttı. Emekli bir subay olan Hıfzı Kaçar genç asistana, “Son zamanlarda seni takdirle izliyorum. Devrimci bir grubumuz var. Bizimle çalışır mısın?” önerisinde bulundu.

MİT adına örgüt içinde bulunan Mahir Kaynak’a gün doğmuştu. Kod adı “Fakülteli” olan Kaynak, örgütü ile temaslar kurup sızma konusunda izin aldı. Hıfzı Kaçar, 27 Mayıs’ın hızlı devrimcisi Cemal Madanoğlu’nun yeğeni idi.

Mahir Kaynak, kısa sürede cunta lideri Madanoğlu’nun sağ kolu haline geldi. Cuntanın sivil kanadında kimler yoktu ki?

İlhan Selçuk, Altan Öymen, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Ali Sirmen, Ahmet Güryüz Ketenci...

Askeri kanatta ise Cemal Madanoğlu, Osman Köksal, Yılmaz Akkılıç, Necdet Düvencioğlu…

Herşey hazır, düğmeye basmanız yeterli

9 Mart 1971’de Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda bir toplantı yapıldı. Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’in de katıldığı bu toplantıdan, “Her şey hazır, eylem için düğmeye basmamız yeterli” kararı çıktı.


Mahir Kaynak, sürekli olarak MİT’e bilgi aktarmaya başladı. Raporlara göre, cuntanın bir amacı vardı: Suriye’deki Baas Partisi tarzında bir yapılanma…

YÖN Hareketi’nin lideri Doğan Avcıoğlu’na göre, 27 Mayıs’ta yarım kalan devrim tamamlanmış olacaktı. Hikmet Özdemir, Yön Hareketi’ni anlattığı aynı isimli kitabında 9 Mart olayının ateşleyicisi olarak bu cunta girişimini gösterir.

MUHSİN BATUR’UN DEMİREL’E MEKTUBU

Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, askeri hiyerarşiyi bir kenara bıraktı ve Başbakan Demirel’e askerin rahatsızlığını dile getiren bir mektup yazdı.

Silahlı Kuvvetler içinde birden fazla cunta vardı. Sivil ayağı da olan tek cunta ise Madanoğlu cuntası idi.

9 Mart 1971’de Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda bir toplantı yapıldı. Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’in de katıldığı bu toplantıdan, “Her şey hazır, eylem için düğmeye basmamız yeterli” kararı çıktı.

Plana göre, Faruk Gürler Devlet Başkanı Muhsin Batur Başbakan, Celil Gürkan Başbakan Yardımcısı, Altan Öymen Basın Yayın Bakanı, Uğur Mumcu Gençlik Bakanı olacaktı.

İki cuntacı komutana göre, nisbeten merkezde bulunan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, içerde alınan kararlardan bir şekilde haberdar oldu. Hemen kuvvet komutanlarının ve orgeneral ve korgeneral rütbesindeki subayların yer aldığı Genişletilmiş Komuta Konseyi’ni topladı.

Silahlı Kuvvetler olarak birlikte hareket etmelerinin doğru olacağını belirten Orgeneral Tağmaç, sonuçta tarihe 12 Mart Muhtırası olarak geçecek olan muhtırayı hazırlattı. Saat 13.00’te radyodan okunan muhtıra ile sol darbe önlenmiş oldu.

Muhtıranın altında Muhsin Batur ve Faruk Gürler adını gören sol kesim, muhtıraya ilk başta alkış tutmaya başladı. Ancak kısa bir süre sonra, işin renginin farklı olduğu ortaya çıktı.

Cuntanın askeri ve sivil kanadı deşifre edildi. Aralarında Celil Gürkan’ın da bulunduğu 13 üst düzey subay tasyife edildi. Sanıklar Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandılar.

MAHİR KAYNAK DEŞİFRE EDİLİYOR

Sanık avukatları, MİT raporlarının delil olmayacağını gündeme getirince, MİT Müsteşarı Doğu Paşa, raporların sahibi Mahir Kaynak’ı deşifre etme kararına vardı. Kaynak’tan tanıklık yapmasını istedi.

32 sanıklı Madanoğlu davası 2 Ekim 1974’te karara bağlandı. Mahkeme heyeti, Savcı Süleyman Takkeci’nin ve MİT iddialarının yetersiz olduğuna ve sanıkların beraatine karar verdi.

Cuntanın genç isimlerinden Hasan Cemal, “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabında, deliller apaçık ortada iken verilen beraat kararını şöyle anlatıyor:

"Örgütlenmemiz derine, yani ordunun tepelerine doğru gidiyordu. Çok fazla kurcalanırsa, işin içine Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur karıştırılabilecekti. Onun için bir yerde kesmek zorunda kaldılar."

Hasan Cemal, Devrim dergisiyle cunta arasındaki organik bağa dikkat çekiyor ve şunları yazıyor:

"Doğan Bey (Avcıoğlu) devrimci şiddetten sözetmeyi severdi. Bu havada olanlardan biri de İlhamı Soysal'dı. İlhami abi karınca ezmez bir insandı. Ancak devrim sözkonusu olduğunda böyle konuşmaktan hoşlanırdı. Devlet ele geçirildiğinde MİT müsteşarı olmak istediğini uluorta söyleyen İlhami abinin gözü karaydı. İlhan Selçuk da her zamanki gibi ortalık yerde konuşmazdı ama farklı düşünmezdi.”

Uğur Mumcu’ya konuşan Celil Gürkan, 9 Mart girişimini

Selçuk, 8 kişilik Devrim Konseyi üyesi

Madanoğlu cuntası, iktidarı ele geçirse idi, 8 kişilik Devrim Konseyi oluşturulacaktı. İlhan Selçuk, Altan Öymen, Mümtüz Soysal, Doğan Avcıoğlu bu konsey içinde yer alacaktı.


değerlendirirken, “İyi ki başaramadık. Bu iş yanlış başlamıştı zaten” dedi.

Madanoğlu Davası'nın 3 No.'lu sanığı Doğan Avcıoğlu, düşüncelerini her ortamda dile getirmekten çekinmiyordu:

"1960'larda Yön ile Türkiye'nin yönünü belirledik. Şimdi o yöne gitmek için Devrim'le devrim yapacağız."

İLHAN SELÇUK, 8 KİŞİLİK DEVRİM KONSEYİ’NDE

Süleyman Demirel’i yeterince Kemalist bulmadıkları için darbeye girişen cunta beraat etti. “Devrim şafağı”nın yakın olduğunu düşünerek onların ateşlemesiyle ortaya atılan gerçler ise bir bir toplandı. 3 günah keçisi bulundu: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan. Bilinç altında 1961’de idam edilen 3 devlet adamının intikamını alma bulunan sağ kesim ise Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın darağacında sallandırılması karşısında sessiz kaldılar.

Emekli Binbaşı Erol Bilbildik, 10 Mart 1996 tarihli Cumhuriyet gazetesinde kendisi ile yapılan röportajda şunları söylüyor:“Madanoğlu grubunun içinde siviller de vardı. İlhan Selçuk, Doğan Avcığoğlu, Cemal Reşit Eyuboğlu gibi. Ankara’daki tüm koordinasyonun başı Doğan Avcıoğlu, onun yardımcısı İlhami Soysal idi. Altan Öymen Paris’ten çağrıldı. Bunlara Mümtaz Soysal da eklendi. Bu sözünü ettiğim 8 kişi Devim Konseyi üyeleri olacaktı.”

Meşhur Ziverbey Köşkü sorgulamalarını ise “karşı devrimci” diye adlandırdıkları kesim tarafından gerçekleştirdi. Gözaltına alınıp sorgulandıktan sonra serbest bırakılan İlhan Selçuk’un 1971’de yargılandığını belirtenler, niçin yargılandığını ısrarla saklamaya çalışıyorlar.

Ünal TANIK
tanik@haber7.com

Vural Savaş'tan kışkırtıcı iddialar

RP ve FP'yi kapattıran Başsavcı Vural Savaş'tan tartışılacak açıklamalar: "AKP kapa-tılırsa kaos ortamı olmaz, Ağustos'ta ordunun kalesi de düşecek, AKP oy kazanmayacak!"
23 Mart 2008
TUĞRUL TUNALIGİL'in röportajı

Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın iktidardaki AKP’ye açtığı kapatma davası Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştü. Kararın açıklanmasına Türkiye’de belki de en az şaşıran isim ise, onursal Yargıtay Başsavcısı olarak kabul edilen Vural Savaş’tı. Çünkü Savaş’ın “AKP Çoktan Kapatılmalıydı” kitabı, kapatma davasından 1 ay önce raflardaki yerini almıştı bile... Refah ve Fazilet Partisi’nin kapatılmasını sağlayan Savaş’la, AKP’nin ve Türkiye’nin geleceğini konuştuk

AKP’ye kapatma davası açılacağı içinize mi doğdu?
Hayır, zaten yıllardır bu görüşleri savunuyorum. Ben iddialı bir hukukçuyum. Üç kapatma davası açtım, üçünü de kabul ettirdim. AKP’yle ilgili iddialarım çok ciddi olduğu için bunları kitaplaştırmaya karar verdim.

“Kehanetiniz” tutunca, nasıl tepkiler aldınız?
Hayatım Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukunu savunmakla geçti. Ben Kemalistim ve Cumhuriyet’in yaşaması ancak laiklik ilkesinin korunması ile mümkün. Bu doğrultuda görüşlerimi açıklayan bir kitap yazdım. Kitabı da eleştiren kimse çıkmadı bugüne kadar.

Hükümetten hiç tepki gelmedi mi?
10 kitap yazdım bugüne kadar. Tek bir cümle ile eleştiren çıkmadı. Hatta “Militan Demokrasi” kitabımı yazdığımda, bana dediler ki “Yahu Vural, bu ‘Militan Demokrasi’ lafı bile herkesi rahatsız edecektir”. Ben de dedim ki, “Bu kitapta yazdıklarımı eleştirecek bilgi birikimi kimsede yok, eleştiremezler beni”... Suskunlukla karşıladılar. Çünkü yazdıklarımın hepsi doğru.

Parti kapatmak dışında bir çözüm yolu yok mudur?
Yurt dışında bunun yolunu bulmuşlar. Mesela, Haider seçim kazanmış Avusturya’da. “İktidar ortağı yaparsanız, ambargo uygularız, her türlü tedbiri alırız” dediler. Haider’in partisinin parlamentoya girmesine ses çıkarmadılar ama Avusturya’yı yönetmesini engellediler. Şimdi İngiltere parti kapatmanın çok önünde tedbirler alıyor. Siyasi partiler ve onu destekleyen kuruluşlarla ilgili Kuzey İrlanda’da 1971’den 1994 yılına kadar, bütün İngiltere’de de 1988’den 1994’e kadar sansür dahil her türlü tedbiri aldılar.

“Yüzde 42 ile iktidara gelen bir parti kapatılamaz” görüşünü savunanlar için ne düşünüyorsunuz?
AKP’nin anayasa taslağını hazırlayan Ergun Özbudun “En iyi yol halkı kapatıp, uzaydan halk getirmek” gibi sözler sarf etti. Oysa, Refah Partisi kapatma davası AİHM’e gittiğinde Özbudun orada bu kararın haklılığını savundu. Ve şunları söyledi: “Refah Partisinin yüzde 21’den fazla oy alarak geldiği nokta, ülkenin demokratik ve laik düzenine karşı büyük bir tehdit anlamına gelmektedir. Şayet kökten dinci parti, yüzde 2-3’lük marjinal bir parti olsa belki hoş görülebilirdi. Fakat temsil ettikleri tehlike ve sahip oldukları güç dolayısıyla anayasa mahkemesi tarafından uygulanan yaptırım demokratik bir toplumda gereklidir.” Yani fazla oy alması tehlikenin büyüdüğünü gösteriyor ve esas bu tip partiler hakkında dava açılması gerektiğini söylüyor.

Kapatmanın AKP’ye oy olarak döneceği görüşünü savunanlar da var?
Hiç öyle bir şey yok. Mesela 1998’de Refah Partisi kapatıldığında, mağduriyet olarak sayılabilecek çok şey oldu. Erdoğan hakkında dava açılması, kayıp trilyon davasının gündeme gelmesi gibi... 1999 seçimlerinde ise yüzde 6 oy kaybettiler. En çok oyu demokratik sol parti aldı. İkinci MHP oldu. Koalisyon ortağı bile olamadılar. Daha sonra yıllar geçti. Koalisyon hükümeti, Kemal Derviş ve IMF politikaları, Rahşan Affı ve ekonomik kriz vatandaşı tedirgin etti. İlk seçimlerde AKP yüzde 34 oy aldı. Bu oyun yüzde 47’lere ulaşması, AKP mağdur edildiği için değil, AKP’nin diğer partileri mağdur etmesindendir.

Davanın yaklaşık bir sene sürmesi bekleniyor. Sonrası için nasıl bir Türkiye tablosu çiziyorsunuz?
AKP, davanın sonuç vermemesi için çalışacak. Bununla yetinmeyip Anayasa Mahkemesi’ni ele geçirmeye çalışacaklar. En az 7-8 yeni üye getirecekler. Anayasa Mahkemesi üyelerini meclis seçecek. Meclis seçecek demek, AKP seçecek demek. Fethullahçı olarak tanınan 7-8 anayasa mahkemesi üyesine kavuşacağız. Anayasa Mahkemesi, ‘Şeriat yasaları da çıkarsanız anayasaya uygundur’ şeklinde görüş verecek üyelerden oluşacak. Ondan sonra Türkiye’de rejim buhranı başlayacak.

Ya 5 sene sonra?
Aydınların tutumu bu olduğu sürece, tarikatlar bu kadar etkili olduğu sürece, yeni anayasa benim tahmin ettiğim şekilde hayata geçerse, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti diye bir şey kalmayacak. Bazıları için T.C.’nin çökmesi, dış güçlerin istediği gibi bir “ılımlı İslam cumhuriyeti” haline gelmesinden memnun olacak çevreler olabilir. Ama bu bizim gibi Atatürkçüler için ölüm kadar acı bir şey. Bizim yaptığımız şudur: Tiryaki Hasan Paşa’nın Kanije Müdafaası gibi T.C.’yi sonuna kadar savunmaya devam etmek, gerektiğinde hayatımızı tehlikeye atmak.

AKP kapatılırsa ve Başbakanın milletvekilliği düşerse, Türkiye kaos ortamına sürüklenenmeyecek mi?
Hiçbir şekilde sürüklenmez. Ama AKP’nin kapatılması ve Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekilliğinin düşmesi, siyaset yasağı gelmesi demektir. Bu tip yorumlar yapanlar, AKP’nin iktidarda kalması için her şeyi yaparlar.

Erdoğan’ın “arkamda 16 milyon kişi var” demesini nasıl karşılıyorsunuz?
Hitler de böyle geldi. Ben çok oy aldım, her istediğimi yaparım mantığı... Bu mantık, “Siz isterseniz, hilafeti bile getirebilirsiniz” mantığıdır. T.C.’nin anayasasına sadakat yemini yapmış insanların böyle konuşmasını yadırgıyorum. Ama ben buna hiç şaşırmıyorum. Çünkü zaten bana göre en büyük takiye ustalarından biridir. O bakımdan kendisini tebrik etmek lazım. Erdoğan ne diyordu? “Referansımız İslam’dır. Tutturtmuşlar laiklik elden gidiyor. Bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek. Bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman. Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik.”

Şu anda Başsavcı Yalçınkaya’ya da bir dava açma girişimi başlatıldı...
Yargıtay Başsavcısı hakkında görevinden dolayı Yargıtay Başkanlar Kurulu kararıyla ancak yüce divanda dava açılabilir. Bunlar başsavcıyı yıpratmak ve hedef haline getirmek için yapılan değerlendirmelerdir. Emekli oluncaya kadar bekleseydi, başına hiçbir şey gelmezdi. Ama şimdi her şey olabilir.

Ağustos’ta ordunun kalesi de düşecek
Türkiye’de laiklik 3 ayak üzerine oturuyor: Cumhurbaşkanlığı, Ordu ve Anayasa Mahkemesi... Şimdi Cumhurbaşkanlığı bunların eline geçti. Bir sonraki hedef kalan iki kale; Anayasa Mahkemesi ve Ordu. Benim iddiam, 1 yıl içinde zaten Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirileceğidir. Ama önümüzdeki 30 Ağustos tayinlerini bir izleyin bakalım, neler olacak? Zaten Fethullah Gülen de şöyle bir talimat verdi: “Tüm anayasal müesseseleri ele geçirmek için vakit erken, bekleyin.”

Erdoğan, benim sayemde siyasete devam ediyor
Erdoğan, Siirt’te bir konuşma yaptı. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığı dava açtı. Mahkum oldu. Davanın açılışında da, karar safhasında da bir rolüm yok. Bu karar kesinleşince İstanbul Belediyesi’nin önünde 20 bine yakın vatandaş toplanıyor. 10’a yakın TV de bunu naklen veriyor. Recep Tayyip Erdoğan’a halk bağırarak “Vur de vuralım, öl de ölelim” diye tezahürat yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan da diyor ki, “Sizin isminiz Vural mı ki ’vurun’ diyeyim, soyadınız Savaş mı ki ’Savaşın’ diyeyim”. Bunun üzerine İstanbul Ağır Ceza mahkemesinde Recep Tayyip Erdoğan’a “Vural Savaş’ı öldürmeye teşvikten” dava açıldı. Bu dava devam ederken yeni bir yasa çıktı: “Büyükşehir Belediye Başkanları hakkındaki davayı Yargıtay başsavcısı açacak”.

Açılmış davada dosyayı bana gönderdiler: Düşündüm taşındım, olayın üzerinden 1 sene geçmiş. Biz rejimi korumakla görevlendirilmişiz. Zaten Recep Tayyip Erdoğan hakkında siyaset yasağı var, ben kendi imzamla açılmış davaya takipsizlik kararı verdim. Ergun Poyraz, “Musa’nın Çocukları” kitabında benim takipsizlik kararımı aynen yazarak, “Recep Tayyip Erdoğan siyasete devam edebiliyorsa, Vural Savaş’ın verdiği bu takipsizlik kararı yüzündendir” demiş. Bizim kimseye karşı bir kastımız yok. Ama düşünün ki, şimdi sadece eleştiri yapan Recep Tayyip Erdoğan, Vural Savaş’ın 20 bine yakın vatandaşa naklen verilen TV programlarında “İsminiz Vural’sa vurun diyeyim, Savaş’sa, savaşın diyeyim” gibi talimatlar verdi. Çoluk çocuğumuzun hayatı tehlikeye girdi.

Şimdiki savcının işi daha zor

Benimle şimdiki başsavcının arasındaki fark şu: Şimdiki başsavcının işi biraz daha zor. Çünkü AKP’nin Refah Partisi’nden farkı, Türkiye’de emperyalist devletlerin güdümünde olan kim varsa, onları da arkalarına almış olmaları. Siz “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıyım” derseniz, müzakere çerçeve belgesinin 10, ve 11. maddelerini hayata geçirmeyi tahahhüt ederseniz, “yeni dünya düzeni” denilen yeni emperyalizmin amaçlarına hizmet eden bir parti haline gelirseniz, sizi çok destekleyen olur.
Vatan

Ali Kırca'yı şok eden YÜZDE 70

Show Anahaber'de seçim anketi yapan Ali Kırca, noter huzurunda açılan sonuçlar üzerine şaşkına döndü. AK Parti'ye yüzde 70 oy çıkması üzerine Ali Kırca, bakın ne söyledi.
18 Mart 2008
Emrullah ÖZTÜRK'ün haberi

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AK Parti hakkında açtığı kapatma davası medyada çeşitli şekillerde ele alınıyor.
Ali Kırca yönetimindeki Show TV Anahaber’de noter huzurunda yapılan ve 265 bin kişinin katıldığı ankette AK Parti yüzde 70 oy aldı.
Anketten umduğunu bulamayan Kırca’nın programı kapatırken AK Parti seçmeninin davaya tepki olarak ankete daha fazla ilgi gösterdiklerini söylemesi ise dikkat çekti.

NOTER HUZURUNDA SAYILDI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın AK Parti hakkında Anayasa Mahkemesi’ne açtığı kapatma davasını 14 Mart’ta tebessüm ederek kamuoyuna duyuran Ali Kırca, bugün de Show TV Anahaberde yaptırdığı ve AK Parti’nin yüzde 70 oy aldığı anket sonucundan pek memnun olmadığını açık bir şekilde ifade etti.

Eyüp 4. Noteri 1. Başkatibi gözetiminde yapılan ve 264 bin 840 kişinin katıldığı ankette AK Parti yüzde 70, CHP yüzde 18, MHP yüzde 6 ve DTP yüzde 4 oy aldı.

ANKET SONUÇLARINI KABULLENMEDİ
Show TV Anahaber’in sonunda noter görevlisinin sonuçları açıklamasının ardından "tarafsız haberciliğiyle övünen’’ Kırca, şöyle konuştu:
‘’Bu sadece SMS anketi. Kesinlikle siyasi partilerin aldığı desteği göstermiyor. 22 Temmuz seçimleriyle de mukayese edilmesi doğru olmaz. Hakkında kapatılma davası açılan bir partinin seçmenlerinin daha aktif olması normal. Bu anket, daha çok davanın AK Parti seçmeninde oluşturduğu etkiyi gösteriyor.’’

Daha çok AK Parti dışındaki partilerin seçmenleri tarafından izlenen Kırca’nın yaptırdığı anketin sonuçlarını kabullenememesi izleyenlerin tepkisini çekti.
Kırca’nın sözlerine sinirlenen çok sayıda vatandaşın kanalı aradığı ve telefonlarının kitlenmesine neden olduğu öğrenildi.
timeturk

"Türbana karşı kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz"
13 Mart 2008
Temmuz seçimlerinde TKP'den Milletvekili Adayı olan Tıp Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Nalçacı: "Türbana karşı kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz" dedi.

Prof. Dr. Erhan Nalçacı, "Kanımızın son damlasına kadar türbanla mücadele edeceğiz." dedi.
Van Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği'nin (VUNİDER) düzenlediği "Demokrasi ve Özgürlükler Bağlamında Üniversiteler" konulu konferansta konuşan Prof. Dr. Erhan Nalçacı, türbanı asla bir özgürlük olarak görmediklerini ileri sürdü.

VUNİDER'in düzenlendiği toplantıya konuşmacı olarak Ankara Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve 22 Temmuz seçimlerinde Türkiye Komünist Partisi'nden (TKP) Ankara 2. Bölge Milletvekili Adayı olan Prof. Dr. Erhan Nalçacı ile Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu katıldı.

"İHL VE İLAHİYAT FAKÜLTELERİ KAPATILSIN; O ZAMAN TÜRBAN SERBEST OLSUN"

Prof. Dr. Erhan Nalçacı, türbanın serbest bırakılması için şartlarının olduğunu ifade ederek, "İmam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinin kapatıldığı; emekçi sınıfların birlikte iktidarda olduğu bir ülkede, tarikatların yasaklandığı; ülkenin egemen bağımsız olduğu. gericiliğin kaynağının kurutulduğu; Kürt ve Türk kavgasının durduğu; ülkenin çıkarı için bilim yapılan bir ülke bir türbanlı öğrenci deyin ki o zaman üniversiteye gelse o zaman 'vah canım bir sorunu mu var acaba, Rehberlik Servisi'ne başvuralım; bir psikolojik buhran mı geçiriyor'. O zaman gelsin gitsin isterse vicdan sorunu olsun hiç önemli değil. Böyle bir ülke kuralım o zaman türbana 'evet' derim. Ama bugün asla ve kanımızın son damlasına kadar." dedi.

"AKP İŞBİRLİKÇİ VE HAİN BİR SİYASET İÇİNDEDİR"

Emperyalist güçlerin Türkiye üzerinde bir operasyon içinde olduğunu savunan Nalçacı, türbanın bu operasyonun üzerini örttüğünü ileri sürdü.

Türbanın tehlikeli bir araç olarak kullanıldığını iddia eden Nalçacı, "AKP emperyalistlerin temel ajanı olarak seçilerek bir ülkeye karşı bir operasyon yapılmaktadır. Bu operasyon ülke için bir hainliktir. İçinde yaşadığımız dönemde türbanı bir özgürlük olarak görmemiz mümkün değil. Buna asla izin veremezsiniz. Bunu demokrasi sorunu olarak alamazsınız. Bu çok kirli, işbirlikçi ve hain bir siyasetin taktiğidir. Bir şeyin üzerini örterek aracı oluyor; ama o aracı şeyde çok tehlikelidir. İslamlaştırma tehlikesi içerisinde yaşıyoruz." diye konuştu.

Hükümetin üniversitelere yönelik bir operasyon yaparak ülkesini seven insanları yok etmek istediğini iddia eden Nalçacı, üniversitelerin liberalleştirilerek kalite kontrol yöntemiyle yönetilmeye çalışıldığını ileri sürdü.

AKP hükümetini "emperyalist güçlerin işbirlikçisi" olarak nitelendiren Nalçacı, "AKP önceki iktidarlardan çok daha işbirlikçi ve ilkesiz bir hükümettir. Bu hükümet döneminde ülkeye yönelik operasyon daha da hızlanmıştır. Bu süreç bu yıl daha da hızlanmıştır. Adamlar pervasızca arka arkaya bütün yasaları çıkarıyorlar." dedi.

Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu ise YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın türban genelgesinin Danıştay'dan döndüğü için mutluğu olduğunu belirterek, Danıştay'ın bu kararına YÖK Başkanı ve hükümetin de aslında sevindiğini iddia etti.

Abacıoğlu, "Üniversiteye tekno park mı kurulmuş bilmem ne park kurulmuş bir öğretim üyesi olarak bunlarla ilgili değilim. Benim en önemli derdim memleketin çivisinin çıkmasıdır. Çıkan çivileri ve vidaları nasıl monte edeceğiz buna bakmamız lazım. Üniversitenin çatısının akıp akmadığına o noktadan sonra bakacağız." şeklinde konuştu.

Toplantıya 50 kadar öğretim üyesi ve öğrenciler katıldı. Toplantıya katılanlar arasında YYÜ eski rektörü Yücel Aşkın, eski rektör Yardımcısı Ayşe Yüksel, Ziraat Fakültesi Dekanı Fırat Cengiz de bulundu.
aktifhaber

Türk Medyasını Yere Sokan Analiz
06 Ağustos 2007

Türk basını hakkında çok eleştiri yapıldı ama Tages-Anzeiger gazetesinin eleştirisi gibisi görülmedi. İşte gazeteleri, köşe yazarlarını, medya baronlarını topa tutan o yazı.

Yeniçağ Gazetesi'nden Abdullah Özdoğan, Alman Tages Anzeiger gazetesinde çıkan yorumu özetleyerek köşesine taşıdı.

Abdullah Özdoğan/Yeniçağ

'Türk gazeteciler başka bir gezegende yaşıyor'

Yukarıdaki başlık, bana ait değil...

Almanya’da yayınlanan ve günlük 210 bin net satışı olan Tages-Anzeiger gazetesinde 2 Ağustos tarihinde yayınlanan, Kai Strittmatter imzalı makalenin başlığı.
Ne yazık ki, makalenin tamamını okuduğumda ben de hak verdim bu gazeteciye...
Bizler, toplumdan ne kadar kopuk olduğumuzu, ne kadar farklı düşündüğümüzü seçim sonuna kadar bilemedik.
Bu bir vicdan muhasebesi yazısı değildir, o şekilde algılanmasın.
Bu, içeride neyi gördüğümüzü ve dışarıdan nasıl göründüğümüzü özetleme metnidir.
Kai Strittmatter’in makalesinde katıldığımız yerler, katılmadığımız yerlerden çok.
Ve bazı paragraflar adeta tokat gibi.

Kai Strittmatter yazısının girişinde, belki de en can alıcı saptamasını yapıyor:
’Bilim-kurgu yazarı Stanislaw Lem, gerçeğin insanın kendi egosunun çarpıtılmış bir yansıması olduğu “Solaris” gezegenini icat etti. Türk gazetecilerin çoğu da benzer bir gezegende yaşıyor. Sadece yenilgiye uğramış olan ve Atatürk’e dayanan CHP’nin sözcüsü “Cumhuriyet” in yazarları değil. Bu gazete, seçmen hakaretlerini makyajsız olarak verdi. Erdoğan’ın hükümet partisi AKP’nin seçmenleri “beyinsiz” ve “yiyici”, hatta “aptal” mış.’

Gazeteci, Türk basınını da seçim sonrası ’şoke olmuş’ numarası yapmakla suçluyor.
Bunun nedenini de şöyle özetliyor:

’Gerçeğe yabancı ve halka uzak gazeteci sınıfı Türkiye’de fikir hakimiyetine sahip. AKP’ye yakınlığı ile bilinen “Zaman” gazetesi, seçim öncesi rengini bildirmiş olan bir avuç ünlü gazeteciden sadece dördünün AKP’ye oy vereceğini açıklamış, 14’ü ise CHP’ye oy verilmesi çağrısında bulunmuş. Türk gazeteciliğinde nahoş olan şu, şahsi tercihleri, genellikle realiteye bakışı da bulandırıyor. Yalnızca yorumlarda değil, haberi verirken de. Sabah gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, “Yorumcularla yayımcıların kendi halkından bu kadar uzak olduğu bir başka ülke daha olabileceğinden kuşkuluyum” diyor. Siyaset ve ekonomi alanındaki elitlerin büyük bir bölümü için geçerli bir teşhis bu. Türkiye’ye seçimleri izlemek için gönderilmiş bir AGİT uzmanı, ülkedeki siyasiler, gazeteciler ve akademisyenlerle yaptığı yüzlerce görüşme sonrasında kendisini en çok şaşırtan unsurun, bunların “kendi ülkeleri hakkında ne kadar az şey bildikleri” olduğunu itiraf etti.

Yine de bazıları seçim sonrasında özeleştiriye hazırdı. Örneğin CHP seçmeni ve köşe yazarı Emin Çölaşan şöyle diyor: “Başka bir gezegende yaşadık. Bu toplum hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Seçim gününde bir uzay aracından paraşütle bırakıldık ve bize tamamen yabancı bir ülkeye indik.”

Ve en acı tespit:

‘Türk gazeteleri habercilerle değil, köşe yazarlarıyla ayakta kalıyor. Bunların satışını yaptıkları, araştırma değil, fikir; gerçekler yerine dünya görüşü. Elbette övgüye değer istisnalar, mükemmel gazeteciler de var. Ancak birçok köşe yazarı masasını, ancak resepsiyon ve kokteyl partileri için terk ediyor. Yazları da Bodrum ya da Kuşadası’ndaki yazlıklara gidiliyor ve aynı insanlar tıpkı Boğaz’daki evlerinde buluşur gibi yine bir araya geliyorlar.

Bu cumhuriyette birçok şey gibi parti gazeteciliği de ilk yılların uzantısı niteliğinde. Jöntürklerin ilk muhalif gazeteleri Paris’te yayımlanıyordu ve oradan Sultan Abdülhamit’e karşı mücadele veriliyordu. Bunlar propaganda yapıyorlardı, habercilik değil. Birçok gazeteci hâlâ aydınlatma fonksiyonundan yoksun. Tıpkı birçok kişinin Cumhuriyetin eski elitlerine yakınlıktan kurtulamamaları gibi. Bunlar kendi kendilerini devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasının koruyucusu ilan etmiş kesimin bir parçası.’

Kai Strittmatter’in yazısında katıldığım bölümler bunlar. Katılmadıklarımı da buraya aktarmadım. Onlar da bana kalsın... Bu güruha kenarından da katılmış bir gazeteci utancıyla beraber...
http://www.aktifhaber.com/

Özkök'ün AKP'yi Yıkma Planı Deşifre
26 Ekim 2007
Ertuğrul Özkök'ün aniden savaş tamtamları çalması ve Barzani'yi hedef tahtasına koymasının ardındaki esas plan sonunda deşifre edildi. Okuyun şok olacaksınız.
Serdar Akinan/Akşam

“Mahalle baskısı” bitti..! Sırada “Barzani baskısı!”

Ben de büyüyünce Ertuğrul Özkök gibi olmak istiyorum...
Muazzam bir taktisyen... Müthiş bir orkestrasyon dehası...
Ülke derin bir krizde...
PKK vurmaya başladı ve gündemi bir anda değiştirdi.
Her şey tamam da Ertuğrul Özkök neden özellikle Barzani'yi hedef almaya başladı?
Şimdi gelin sahnedeki oyuna ve temel oyunculara bir bakalım.
AK Parti, Barzani, asker, ABD, PKK, büyük medya...
Mesele ne?
AK Parti Güneydoğu'da PKK'ya rağmen büyük başarı elde etti.
PKK, Barzani'nin Kürt kartı üzerindeki etkisinden büyük ölçüde rahatsız oldu ve Türkiye'yi Irak'a çekerek hem Barzani'ye, hem Türkiye'ye hem de Kürtlere “ben hâlâ buradayım” mesajı vermeye çalıştı.
Barzani ise son yılların özgüveni ile meselenin ne derinlikte olduğunu algılamadan kafa tutmaya başladı.
Ama asıl önemlisi çok önceleri yazdığım o “büyük mutabakatı” bozdu.
Yani iş kontrolden çıktı.
Peki, Ertuğrul Özkök, ne yaptı?
Barzani'yi ilk günden ititbaren hedef aldı ve bu sürecin nefret sembolü haline getirdi?
Ardından ordunun da aynı hedefe kilitlendiğini birinci ağızdan “tescilledi”...
Aslında şu açıdan bakınca mesele ve kurgu çok basit.
Doğan grubu, AK Parti iktidarından gerçekten çok rahatsız.
Söz geçiremiyor üstüne üstlük etki alanı süratle daraltılmaya başlandı.
Yani ortada ciddi bir “beka sorunu” var.
Peki bu kampanyanın asıl hedefi ne? Askeri bir hedef aramak mı?
Hayır. Barzani zaten açık hedef... Onu fark etmek bir deha gerektirmiyor. Ama onu bu kadar “büyütmek”?
Ekonomi sayfalarında çıkan haberlerde bir şey dikkatinizi çekti mi?
“Türkiye'deki Barzani şirketlerine inceleme...!”, “Gizli Türk ortaklar mercek altında...”, “European Tobacco'nun gizli patronu kim?”...
Ardından MGK kararında öne çıkartılan madde...
İddiam şu:
AK Parti içinde ve Erdoğan'ın çok yakın çevresindeki Güneydoğu kökenli işadamı milletvekillerin, şayet varsa, Barzani bağlantılı işlerini ortaya dökecekler...
Bunu çok sert bir kampanya haline getirecekler.
Bunu öylesine ustaca bir zamanlama ile öylesi şiddette yapacaklar ki “Malezya mı oluyoruz?”, “Mahalle baskısı var!” kampanyaları bunun yanında lolipop reklamı gibi kalacak.
Pazar gününden bu yana ısrarla, “iktidardan” hemen herkesi karşıma alarak şunu söylemeye çalışıyorum:
“Ya devlet başa ya kuzgun leşe...”
AK Parti sınır ötesine yönelik siyasi kararlılığı içindeki bazı Güneydoğulu milletvekillerinden dolayı mı gösteremediği şüphesini derhal bertaraf etmelidir.
Washington'a gitmeden askere siyasi direktif verdiğini; tüm sürecin kontrolü altında olduğunu bizzat Başbakan açıklamalıdır.
Barzani ve Türkiye'deki iş ilişkileri konusunda hepimize fısıldanan ancak “ispata muhtaç” çok ağır iddialar var.
Bu iddiaları gazetecilik değil iktidar peşinde olan sabıkalı ve güçlü büyük medya herkesten daha iyi biliyor.
Bu kaos ve kriz ortamını ısrarla o yöne çekmelerinin ve “öldürücü darbeyi” vurmalarının an meselesi olduğunu düşünüyorum.
O kampanya bu sosyal psikolojik atmosferde başlarsa, “ama bunlar doğru değil” sesinizi kendiniz bile zor duyarsınız
Akşam

Aydın Doğan’ın Ergenekon korkusu
Mustafa YÜREKLİ

Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış 'Plazaların Efendisi: Aydın Doğan' isimli kitabını okuyanınız var mı?
Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” (2.Baskı, Karakutu Yayınları, 2003) isimli kitabını okuyanınız var mı? Bu kitapta, benim en çok dikkatimi çeken, daha doğrusu çok merak ettiğim soruların cevabını bulduğum bölüm, Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet gazetelerini alışıyla ilgili bölümleri..

Sözü uzatmadan Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet’i İnan Kıraç sayesinde aldığını söylediğini belirteyim: “İnan Kıraç’ın Milliyet’i almamda çok büyük manevi katkıları oldu. Hürriyet’i aldığım dönemde de bankalarından kredi aldım.” diyor. Bu büyük desteği, “dostlukla açıklıyor. Siz bu dostluğu “mason biraderliği” olarak anlayabilirsiniz.

Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin satışının ünlü mason İnan Kıraç tarafından Almanya’da ayarlanışı, üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır. Aydın Doğan ve İnan Kıraç bugün Cumhuriyet gazetesi ortaklarındandır, aynı zamanda.

MİLLİYET’İN ALMANYA’DAKİ SATIŞINDA İKİ MASON

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Türkiye’de medya Selaniklilerin kontrolündedir. Medya, Yahudilerin, dönmelerin ve masonların iyi örgütlü oldukları, kale gördükleri ve ellerinde bulundurma konusunda savaş verdikleri bir alandır.

Gazetecilikte Bab-ı Âli dönemi yaşanırken, “medya patronlarının mesleği de gazetecilikti” edebiyatıyla saklanan bir husustur, bu Türk medyasının Selaniklilerin kontrolünde olduğu gerçeği. Hürriyet’in başında Sedat Simavi, daha sonra oğlu Erol Simavi, Cumhuriyet’in başında Yunus Nadi Abaloğlu, Vatan’ın başında Ahmet Emin Yalman, Milliyet’in başında Ali Naci Karacan ve Sabah gazetesinin başında Dinç Bilgin gibi dönmelikle mahut medya patronu şahısları burada anmakla yetineceğim.

Milliyet gazetesinin başına Ali Naci Karacan’dan sonra oğlu Ercüment Karcan geçer ve 1975 yılından itibaren gazeteyi satıp yurt dışına yerleşmeyi düşünmeye başlar. Hasan Pulur, Milliyet’in satışıyla ilgili anılarını anlatırken, “Gazetenin Ercüment Bey tarafından satılacağına dair söylentiler çıkmaya başlamıştı. Önce Kadir Has alacak dendi, Selahattin Beyazıt alacak dendi, daha bir sürü isimler atıldı ortaya. Biz bunların hepsini Babıâli dedikodusu olarak alıyorduk. Hatta o günlerde ben köşemde “Evet Milliyet satılıyor, her gün 1 liraya’ şeklinde bir yazı da yazmıştım. Ercüment Bey’in de hoşuna gitmişti.” diyor. (s. 62)

Ercüment Karaca’nın damadı ve gazetenin önemli yazarlarından Mehmet Ali Birand o günleri “1975’ten itibaren gazeteyi satmayı kafasına koymuştu. ‘Bıktım bu memleketten, bu ülkede yaşamaktan’ deyip duruyordu. O sıralarda bir de kal sorunu çıktı. Semiramis’in de üzerinde etkisi büyüktü.’Kalk gidelim Ercüment, dışarıda oturalım.’diye tutturmuştu. Ancak gazetenin satılmasına Abdi İpekçi en büyük engeldi.“ diyerek anlatıyor. (s. 62)

Bir başka Selanikli olan Abdi İpekçi’nin engellemesi sonucu, Milliyet böyle falana satılacakmış, yok filan talipmiş söylentileriyle dört yıl geçer, 1979 yılına girilir. Aydın Doğan, 1974 Kıbrıs Harekâtı ile 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi arasındaki altı yıllık karışık dönemde tarih sahnesine çıkar ve ateşli bir şekilde Milliyet’e talip olur. Abdi İpekçi, “buzdolabı, çamaşır makinesi satıcısı”na gazetenin satışını engellemektedir. (s.65)

31 Aralık 1979 Çarşamba günü Abdi İpekçi, Ankara’da Başbakan Bülent Ecevit’le görüşüp İstanbul’a döner, Milliyet’e geçip “Durum” köşesini yazan Dış haberler Servisi Şefi Sami Kohen’le Humeyni’nin İran’a dönüşünü işleyen yazısına çalışıp “İran’da Beklenenler” başlığını koyduktan sonra patronu Ercüment Karacan’la buluşmak üzere gazeten ayrılır ve Nişantaşı’ndaki evinin önünde 19:30 gibi öldürülür.(s.64) Uğur Mumcu, Abdi İpekçi cinayeti üzerinde durur, Aydın Doğan’ı gündeme getirir. Aydın Doğan, Abdi İpekçi’yi öldürmeye azmettirmekten dolayı yargılanır. (s. 69) Uğur Mumcu, derin devletin, Kontur Gerilla’nın üzerine gittiği için 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikaste kurban gitti. Suikastin failleri halen bulunamadı.

Refik Erduran’ın anlattığına göre, Ercüment Karaca, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi üzerine, karamsarlığa düşer, panik yapar, bocalamaya başlar ve Milliyet’i Aydın Doğan’a satar. Milliyet’i satın alışını Aydın Doğan şöyle anlatıyor: “Benim çok yakın arkadaşım olan İnan Kıraç’a ‘Ercüment Karacan’ı tanıyor musun? Gazeteyi satıyormuş. Ben talibim.’ dedim. İnan’la müşterek bir dostumuz vardı: Vedat Urul. Vedat Urul Amerika’da mühendislik mektebinde okurken Ercüment Karacan’ın arkadaşıymış. Almanya’da oturuyordu o zamanlar. O hafta İnan Almanya’ya gitti. Vedat, havaalanında İnan’ı karşılıyor. Diyor ki ‘Ercüment de bizim evde, hadi, bize yemeğe gidelim.’ Yolda, İnan gazete işinden bahsediyor. ‘Aydın senin de dostun. Böyle bir mesele var. Ercüment Bey’e bahsetsen’ diyor. Vedat da Ercüment’e bahsediyor. Ercüment Bey’le (Karacan) İstanbul’da Abdullah Efendi Lokantası’na gittik, birlikte yemek yedik. Üç dört görüşme sonra da anlaştık. Bu iş böylece bitti.” (s.70, 71)

1979 Milliyet’i Aydın Doğan’a satması için Ercüment Karaca’yı Almanya’da İnan Kıraç ile Vedat Urul “ikna” etmişler. Milliyet’in satışını ayarlayanlar iki ünlü mason: İnan Kıraç, (d. 1937, Eskişehir) ünlü bir mason işadamı ve sanayicidir. Vehbi Koç'un kızı Suna Kıraç ile evlidir. Uzun süre Koç Holding'de üst düzey yöneticiliklerde bulunmuştur. Üst düzey masonlardan Vedat Urul ise 1992 yılında 63 yaşındaki eşinin İslamiyet’ten Hıristiyanlığa geçişiyle gündeme gelmişti.

EĞEMENLER ARASINDAKİ GÜÇ VE ÇIKAR İLİŞKİSİ

Cemil Ertem, Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde (9 Eylül 2009) “Türkiye iktisat tarihini öğrenmek isteyenlerin, hangi dönemin ayrıntısına girmek isterlerse, o dönemin medyasının kimin elinde olduğuna ve ne yönde yayın yaptığına ba
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş May 14, 2008 11:06 pm    Mesaj konusu: Yalan haber Hürriyeti Alıntıyla Cevap Gönder

KIRCA BU HABERİ NEDEN GÖRMEDİ?

5 Şubat 2009 22:19
Müebbet hapis cezasına çarptırılan Kuray ile Ali Kırca arasındaki ilginç ilişki.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin önemli ismi Sarp Kuray yargılandığı 16 Haziran Örgütü Davası nedeniyle müebbet hapse çarptırıldı. Sarp Kuray cezasını çekmek üzere dün cezaevine teslim oldu. Kuray, 71 yaşında cezaevinden çıkacak.

Kuray’ın cezaevine giderken son sözleri 1969 yılında yayınladıkları Subay Bildirisi’nin son bölümü idi: “Ne değişir, isterse kesilsin devrimcilerin başları birer birer. Oysa bir yasadır bu, mümkünü yok! Devrimciler ölür, devrimler sürer.”

Asker kökenli bir sosyalist olan Kuray’ın ünlü anchorman Ali Kırca ile tarihte ilginç bir ilişkisi var. Bu ilişki Kuray’ın cezaevine giderken son bölümünü söylediği 69 Subay Bildirisi’nde saklı. O yıllarda subayların yaptığı eylemleri yöneten Kuray, hazırlanacak bildiri için kalemi kuvvetli bir subay arıyordu. Eylemci subaylar, edebiyatı kuvvetli ve şiir yazan bir subayı tarif ettiler. O subay Ali Kırca idi. Ali Kırca 69 Subay Bildirisi’ni kaleme aldı. O bildiri şöyleydi:

“Halkımıza bildiririz! Senden yana olanları bir bir vurmaya başladılar. Yiğit halkım. Önce Vedat’ı öldürdüler. Alacakaranlıkta. ‘Bağımsız Türkiye’ demişti Vedat. Sonra Mehmet’i vurdular, sonra Taylan’ı. ‘Türk halkı ezilmekten kurtulsun.’ demişti Taylan’la Mehmet. Sonra bir gece bir başka Mehmet, sonra bir gece bir yiğit Battal. Sandılar ki, durdururuz ihanet barikatlarıyla bu coşkun seli. Sandılar ki, söndürürüz salyalarımızla, yanan ateşi. Oysa söner miydi bu kızgın ateş? Durur muydu Milli Kurtuluş Savaşımız? Bu savaş şunun bunun değil ki, dursun. Bu savaş bir avuç insanın değildi ki, dursun. Bu savaş senin bu savaş ezilenlerin. Bu savaş Mustafa Kemal’in savaşı ama yetsin artık bu alçakça katliam, bitsin artık bu zulüm. Sahipsiz bildikleri Devrim’i köşe başlarında yok etmeye kalkanların karşısına yeni Mehmet’ler, yeni Vedat’lar, yeni Taylan’lar dikilecektir. Bunu bilsinler. Bunu anlasınlar ezenlerin kulakları. İplerini tutan elleri kıracak güçler de vardır Türkiye’de. Meydan boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi, mermilerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş yeter size. Milli Kurtuluş Savaşımızın en büyük dayanağı yiğit halkımızsa, onun yumruğu devrimci gençliktir. Onun yumruğu bizleriz. Gece yarılarından alacakaranlıklarda, gençliğe sıkılan kurşun gerçekte Mustafa Kemal’e sıkılıyor. Yiğit halkım, tabancayı tutan bir uşaksa eğer, tetiği çeken seni ezen, tetiği çeken seni sömüren, senin yoksulluğundan yana olandır. Bağımsız Türkiye diye vuruldular. Yüce Türk halkı, senden yana olanları vuranlara, ‘Artık yeter, dur!’ diyoruz ve devrimci şarkımızı bir kere, bin kere daha birlikte söylüyoruz.

Ne değişir, isterse kesilsin devrimcilerin başları birer birer. Oysa bir yasadır bu, mümkünü yok! Devrimciler ölür, devrimler sürer.”

O yıllarda büyük ses getiren bu bildiriyi Kuray’ın isteği ile Ali Kırca kaleme almıştı. Hatta Sarp Kuray’ın Yeni Harman Dergisi’nin Ocak sayısında anlattığına göre Ali Kırca, o günlerde Sarp Kuray’a sevgisini gösteren bir de şiir yazmıştı.

Dün cezaevine giren Sarp Kuray’ı ise Ali Kırca’nın SHOW Haber’i görmedi.

oda tv

Serdar Turgut
Medya da temizlenecek

Bazı terbiyesiz/utanmaz insanların kendilerini savunmak amaçlı saldırıları nedeniyle birkaç gündür ‘Gündem’ yazılarını o konuya ayırmak zorunda kaldım. Aslında o konu da çok önemliydi dolayısıyla tamamen boşa çıkmış yazılar olmadı onlar. Çünkü kendi geçmişindeki kirlilikleriyle hesaplaşmaya başlamış olan bir Türkiye’deyiz artık. Askeri, adaleti, üniversitesi, siyaseti, her kutbu kendi geçmişiyle hesaplaşmak zorunda bu dönemde. Yüksek rütbeli askerlerin, profesörlerin tutuklanıp hapishaneye konulmasını gördük kısa süre önce.

Yani her kurum temizlenme sürecine girdi. Bir tek medya kendi geçmişiyle hesaplaşmaya yanaşmıyor. Halbuki bu ülkenin temizlenmesi ve aydınlık bir geleceğe doğru yürümesi, medyasının da temizlenmediği takdirde mümkün değil.

Bu ülkede bir dönemde en ahlaksız ilişkileri siyasetçilerle kurmuş olan başka işadamları hakkında komplolar düzenleyen gazetelerin patronları ve yöneticileri kendi geçmişileriyle yüzleşmemek için büyük yüzsüzlük sergileyip o geçmiş hakkında çıkan haberlere saldırıyla cevap veriyorlar, asıl konuya cevap vermek yerine hedef şaşırtmak için başka konuları gündeme getiriyorlar. Bu onların alıştıkları, her zaman oynadıkları oyundan ibaret. Dün gazetelerinde tam iki sayfayı tamamen yalan habere ayırdılar. Bu onlar için bile rekor sayılabilecek bir durum.

Biz gel sıkıyorsa bir dönemde siyasilerle kurmuş olduğun kirli ilişkiler sonucunda yaptığın komploları konuşalım diyoruz, onlar başka yalanlarla cevap veriyorlar.

Ama biz asıl konuyu unutturmayacağız. Bunun önemli olduğunu düşünüyoruz. Geçmişle hesaplaşılırsa medyada da temizlenme sürecinin başlatılacağına inanıyoruz. Bu nedenle ülkede birçok önemli olay daha olurken (örneğin Başbakan çok önemli bir barış misyonu tamamlamışken, İran ile önemli adımlar atılmışken) ben bir ‘Gündem’ yazısını daha medyada temizlik olayına ayırmaktan çekinmedim. Bunun Türkiye’nin temizlenme süreci ile alakalı olduğunu düşünüyorum çünkü.

Kirliliğin ana oyuncuları da bu gerçeğin farkındalar. Sıranın kendilerine gelmekte olduğunu anladılar, korktular. Birkaç gündür yazdıklarına bakıyoruz; korku ve panik her satırlarından damlıyor.

Yalan tefrikası şeklinde çıkmaya başlayan gazeteleri, zaten dibe vurmuş prestiji bir kez daha ayaklar altına almaktan çekinmedi.

Attıkları yalanların hesabı tek tek mahkemede sorulacak, geçmişte açılan davalardan çıkan beraat kararları tek tek mahkemelere sunulacak, o kâğıtlar utanmazların suratına vurulacak.

Sonra da mutlaka ama mutlaka o dönemlerin hesabı da sorulacak. Utanmaz siyasetçiye de, gazeteciye de, o çetelere de gereken ders mutlaka verilecek.

Türkiye’ye bu hizmeti yapacağız. Aydınlığa açılan yolun önündeki son engel de süpürülüp temizlenecek.

Son tartışmaların Türkiye’ye hayrı çok oldu ama benim açımdan en acı tarafı Mesut Yılmaz, Kemal Derviş, Engin Akçakoca gibi insanların suratlarını tekrar görmek oldu. O tipleri görünce; o dönemin vıcık vıcık ilişkilerini, aşağılık anlayışları tekrar hatırladım maalesef. Okuyucuya da hatırlattık onları istemeden. Bu da temizlik yolunda verdiğimiz bir taviz olarak kabul edilir inşallah.

akşam


10 Temmuz 2008
Engin Ardıç/Sabah

Ufak ufak dönmeye başladılar!

Aydın Doğan Beyefendi Hazretleri'nin çıkardığı gazeteleri ve buralarda ona yaranmaya çalışan "arkadaşları" izliyor musunuz?
Bazıları, Aydın Bey "ciro yapmayan şubeyi" kapatırsa açıkta kalacaklar, bir korku bir korku...
Vallahi Tuncay Özkan gibi yapar da "olmadık birilerine" satarsa hepten açlık tehlikesi, bir korku bir korku...
Paraya kıyın, izleyin. Beleşe gelsin diyorsanız Internet'ten sitelerine girin. Gerçi ruh sağlığı üzerinde olumsuz etki yaratıyor ama bilinçli bir okur onlarda eğlenceli şeyler de bulmayı bilecektir.
İçlerinde "efendi" olanları da var, saldırganları da... Aydın Bey kendince bir pazarlama yöntemi uyguluyor ve "product differentiation" yapıyor, Şirket aynı, ürün çeşitli. Kimisi ortadan, kimisi dilden yanaktan... Hepsi dondurma ama vişnelisi var, limonlusu var, çikolatalısı var.
"Sadesi" de var tabii, pek yavan.
Örneğin, Ergenekon tutuklamaları üzerine "Atatürkçü düşünce sahipleri izleniyorlar, fişleniyorlar, yakalanıyorlar, sorgulanıyorlar, suçlanıyorlar, içeri atılıyorlar" yazan arkadaş da var. Cumhuriyeti savunmak suçmuş.
Sanki bunları Halkevi müsameresinden alıp götürdüler...
Arkadaşın satacak başka malı, üretecek başka lafı yok, aklı da başka şeye ermez.
İçlerinde o kadar bönlük etmeyenleri de var tabii, daha bir "köylü kurnazı" olanlar...
Bunlar ufak ufak ağız değiştirmeye başladılar.
Hayırdır, ufukta ne gördüler acaba? İnşaat ihalesi falan mı?
Yoksa Deniz Baykal'ın herkesi şaşırtan "AKP'nin kapatılma davası reddedilirse siyaset rahatlar" şeklindeki çıkışı mı etkili oldu?
Sanmıyorum, çünkü Sayın Baykal "kapatılırsa da rahatlar" demiş hemen arkasından.
Bunlar meslekten politikacı olmadıkları için Baykal kadar rahat kıvırtamıyorlar ama gene de bir deneme...
Üstelik "öyle küt diye dönülmez" tabii, yavaş yavaş... Aralarında bu işi iyi bilen ağabeyleri vardır.
Örneğin, satış rakamları ve okunma oranında ancak "beline gelebildikleri" Sabah gazetesinin çalışanlarına "ayaklanma çağrısı" yapan birisi şimdi "aslında ben çok demokratımdır haa" havalarına girmiş...
"İddianameyi" bekliyormuş, sanki iki bin beş yüz sayfayı oturup okuyacak.
"Seçimle gelenler seçimle gitmeli" yazmaya da başladılar bu "arkadaşlar".
Yüce yargıyı etkilemeye mi çalışıyorlar? Ne ayıp! Hem de suç.
"Anayasa Mahkemesi AKP'yi kapatmayabilir" diye düşünenlerde son günlerde bir çoğalma, bir çoğalma...
Hayırdır, gözünüze ne göründü?
Yoksa solculuk günlerinizi hatırladınız da faşistlerle ağız birliği etmekten azıcık utanmaya mı başladınız?


18 Haziran 2008 11:00
Emre Aköz, Doğan Grubu'nun darbecilerle masaya oturmasını, anlaşmalarını, yaptıklarını ve yapacaklarını tarih de vererek madde madde yazdı.

Sabah Gazetesi'nden Emre Aköz'ün yazısı:
'Radikal' nasıl 'Hürriyet'leşti?

Alper Görmüş, 28 Şubat (1997) sürecinden örnekler vererek, Radikal
gazetesinin darbe dönemlerinde demokrat-özgürlükçü çizgiden nasıl döndüğünü anlattığı yazısını şu cümleyle bitiriyordu:
"Radikal 'darbeli günler'de Hürriyetleşiyor, bundan eminim ama nedenlerini tam olarak bilmiyorum." ( Taraf, 17 Haziran )
Görmüş'ün bu sözüne eskiler " tacahü-li arif " derdi: Bilmezden gelme. Anlamamış gibi yapma.
Biz açık konuşalım:
Susurluk Kazası'ndan ( 3 Kasım 1996 ) sonra Radikal, çete haberlerine ağırlık verdi. Okur gazeteyi merakla alıyor, satışlar hızla artıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam 60-70 binden, 120 bine çıkmıştı.

Bu arada askerler Refahyol hükümetini düşürmeye karar vermişti.
Yaramaz çocuk havasındaki Radikal'in yöneticilerini kulaklarını çekmek üzere Ankara'ya çağırdılar.
GK İkinci Başkanı Org. Çevik Bir, hükümeti düşürmek istediklerini, medyanın yardım etmesi gerektiğini, tehditkâr bir üslupla anlattı.
Sonuç: Radikal, bugünden yarına döndü! Susurluk haberlerini önce arka sayfalara attı, sonra hepten unuttu. Onların yerine çoğu uydurma, yaygaracı antihükümet haberleri birinci sayfaya dayadı. (Satış da kısa sürede eski rakamlara döndü.)

Gelelim bugüne. Soru şu: Nasıl oluyor da, Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'ın köşe yazıları ile Radikal'in birinci sayfası ayrı telden çalıyor?
Bence tepe yönetim şöyle demiştir:
"Yazarlara dokunmayın ama manşet mutlaka 'kapatmadan yana' ve 'hükümet karşıtı' olsun. Okur gazeteyi eline aldığında önce bu tavrı görsün. Aklında o kalsın."

Mekanizma şöyle işlemiştir:
1) Doğan Grubu yöneticileri, Ocak 2004'te yaptıkları gibi, darbe yapmaya hazırlananlarla masaya oturdu. O zaman anlaşamamışlardı. Bu kez mutabık kaldılar. (Medya desteği karşılığı ne alacaklarını bilmiyorum.)
2) Pazarlık 2006 sonbaharında yapılmış olabilir. Ancak 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra tazelendiğini sanıyorum.
3) İşbölümüne göre, Doğan Grubu öncelikle Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını engelleyecekti. Çok uğraştılar. " Şövalyelik yap, aday olma " bile dediler. Eşine terbiyesizlikler ettiler.
4) Başaramayınca yeni bir strateji belirlendi: Kutuplaşma atmosferi hazırlanacaktı.
' Ilımlı İslam geliyor', ' Malezya mı olacağız', ' Mahalle baskısı var', ' Başımı zorla örtmelerinden korkuyorum' türü kampanyalar düzenlediler.
Gerçekte karşılığı olmayan bu konuları, kavramları, incir çekirdeğini doldurmayacak sorunları TV'de ( Kanal D, Star, CNN Türk ) tartıştırdılar.
( Kıyaslayın: Ergenekon çetesine ise değinmediler. Her konuda bir ton lafı olan Hürriyet yazarları, Ergenekon'u kelime olarak dahi yazılarında niye geçirmedi?)
5) Çamur atma, kişiliğe saldırma gibi pis işlerini ise zaten dirsek temasında oldukları, daha sonra da satın aldıkları Vatan gazetesine yaptırdılar.
6) Başsavcı kapatma davasını açtıktan sonra da, " Kadehle rakı satmak yasaklanıyor " türü gülünç ötesi haberlerle gaz vermeyi sürdürdüler.
7) Bu süreçte Hürriyet, Milliyet ve Vatan arasında sadece derece farkı vardı. Aslında hepsi birer ' Pop Cumhuriyet' haline gelmişti.
8) Radikal ise kararsızdı. Kah darbeye omuz veriyor, kah Ergenekon'dan ya da demokrasiden söz ederek darbecileri köstekliyordu.
Ama belli ki net bir uyarıyla Radikal'i de hizaya soktular. Manşetlerdeki savrulmayı engellediler.
9) Böylece darbeci medya cephesi tahkim edilmiş, aynı anda ateş eder hale getirilmiş oldu.
Velhasıl: Darbe süreçlerinde Hürriyet, Cumhuriyetleşirken; Radikal de Hürriyetleşiyor.


Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun Hürriyet’e attırdığı manşet
12 Haziran 2008

mustafayurekli@gmail.com

28 Şubat darbesinin ordu içindeki siyasi karargahı olarak tarihe geçen Batı Çalışma Grubu'nun bir benzerinin Cumhuriyet Çalışma Grubu (CÇG) adıyla 2002'den beri Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde görev yaptığı ileri sürüldü. CÇG'nin, darbe girişimi ile suçlanan Jandarma eski Genel Komutanı Şener Eruygur tarafından kurulduğu iddia edildi.

Taraf gazetesinin, yayınladığı belgelere göre, 28 Şubat'ta sürecinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan BÇG'nin yerine AK Parti'nin 3 Kasım 2002 seçimlerinde Anayasa'yı değiştirecek çoğunlukla iktidara gelmesinin hemen ardından dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur tarafından Cumhuriyet Çalışma Grubu kuruldu. Halen aktif olan CÇG adı verilen bu derin oluşumun hala faaliyette olduğu belirtildi. 2007'deki Cumhuriyet Mitingleri başta olmak üzere, benzer organizasyonları yönlendirmiş. Habere göre, emekli olmasına rağmen Şener Eruygur'un grupla ilişkisi devam ediyor.

Eruygur'un Jandarma İstihbarat Başkanlığı bünyesinde kurduğu CÇG'nin 2003 başından itibaren Türkiye çapında tüm illerde kişi, kurum, okullar, sivil toplum örgütleri, işyeri sahipleri ile bazı kamu birimleri ve burada çalışan kişileri fişlediği iddia edildi. Fişleme amacıyla, üniversite öğretim görevlilerinden sivil toplum kurumu yöneticilerine kadar birçok sivil kişiden sağlanan dosyalar ve şahıslara ilişkin özel bilgiler, CÇG tarafından rapor haline getirildi.

CÇG'nin fişlemelerin yanı sıra siyasete müdahale amacıyla bir dizi olayı planladığı ileri sürüldü. 'CÇG Devre Raporları'nda, Jandarma Genel Komutanlığı Planlama Koordinasyon ve Güvenlik Dairesi'nin yönlendirilmesiyle oluşturulan Ulusal Birlik Hareketi Sivil Toplum Kuruluşu Platformu (UBH) adlı çalışmaya ilişkin ayrıntılı bilgilere yer verildi. UBH'nin bizzat Şener Eruygur tarafından kurdurulduğu ve CÇG'de alınan kararlar kapsamında, 225 STK ile işbirliği yaptığı belirtildi.

Ben bu yazıda, CÇG’nin medya bağlantılarına ve operasyonlarına dikkatleri çekmek istiyorum.

SERİM PAŞA’NIN HÜRRİYET’E ATTIRDIĞI MANŞET

Tarih, 3 Haziran 2003. Medyaya yansıyan bilgiler doğruysa, Cumhuriyet Çalışma Grubu altı aydır faaliyette.. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da henüz çiçeği burnunda başbakan.. İktidarının ilk ayları..

Emekli Oramiral Nejat Serim, Hürriyet gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Tufan Türenç’i arayıp manşet attırıyor: 3 Haziran Salı günkü Hürriyet gazetesinde birinci sayfadan kullanılan haberde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yemekte çatalı sağ elle tuttuğu ve bıçağı da sol eline aldığı belirtiliyordu.

Haberde, “Başbakan Erdoğan’ın yemek yerken, bilinen görgü kurallarının aksine çatal için sağ, bıçak için de sol elini kullanması dikkat çekti. Erdoğan’ın bu yemek yeme yöntemi, Batı kaynaklı görgü kuralları yerine Doğu kökenli İslam geleneğini yeğlediği yorumlarına neden oldu.” ifadelerine yer verildi.

Hürriyet Yazı İşleri Müdürü Tufan Türenç, bir gün sonra yayımlanan yazısında, Erdoğan’ın yemekteki fotoğrafını, pazartesi sabahı birinci sayfadan başka bir haber vesilesiyle kullandıklarını, bunun üzerine kendisini emekli Oramiral Nejat Serim’in aradığını belirterek, paşanın hatırlatması ile aynı fotoğrafı ikinci kez birinci sayfadan, ancak bu defa çatal–bıçağa dikkat çekerek farklı bir anonsla kullandıklarını kaydetti.

Türenç, yazısında şu ifadelere yer verdi: “Biz bu konuşmadan sonra Recep Bey’in fotoğrafından hareket ederek bu uygulamayı araştırıp haber yaptırdık ve fotoğrafı bir kez daha kullandık. Bu fotoğraf ve haber, Tayyip Bey’in nerelere takılı kaldığını ve dinsel açıdan katılığını ısrarla nasıl sürdürdüğünü ortaya koyuyor. 21. yüzyılda başbakan olan ve ülkesini yöneten bir insanın günün koşullarına uymamakta bu kadar direnmesi düşündürücüdür. İşin sakıncalı yanı budur. Yoksa Tayyip Bey’in yemek kurallarını kendi inancı veya takıntıları doğrultusunda kendine göre değiştirmesi kimseyi ilgilendirmez. Çok çok resmi yemeklerde, yabancı devlet adamları Tayyip Bey’in solak olduğunu sanırlar.”

‘YEMEK ADABI TERCİH MESELESİ’

Görgü ve nezaket kuralları üzerine kitabı bulunan Dr. Ayşenur Kurtoğlu, tartışma konusu olan çatal kullanımının çok eskilere gitmediğini belirtiyordu, bir gazeteye yaptığı açıklamasında. Fransa’da ilk önce Kral 5. Charles’ın çatal kullandığı bilgisini veren Kurtoğlu, “Bu anlamda çatalın geçmişi Avrupa’da 14. asra uzanır. Bizim medeniyetimizde ise 11. asırda İmamı Gazali yemek adabı üzerine kitap yazmış ve pek çok Avrupa ülkesinde onun görüşleri örnek alınmıştır. Yani bizim yemek adabı geleneğimiz Avrupa’dan çok daha eskidir.” yorumunu yapmıştı. Yemek adaplarının kültürlere göre farklılık gösterdiğini vurgulayan Kurtoğlu, “Örneğin İngilizler ile Fransızların yemek masası düzenleri çok farklıdır. Yemek yemede asıl görgü, bir toplumda çoğunlukla uygulanan geleneklere uygun davranmadır. O açıdan çatal için hangi elin kullanılacağı kişiler için dayatma konusu yapılamaz.” ifadesini kullandı.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa da, bir gazeteye yaptığı açıklamada yemek yeme adabını dinî çerçeveden değerlendirirken, “İslamiyet’te sağ elle yemek yemek, Peygamber Efendimiz’in sünnetidir. Hatta sağ elle yemek, Peygamber’imizin ısrarla vurguladığı bir sünnetidir.” demişti. Karlığa, “Yine İslamiyet’te bir yere girilirken önce sağ ayakla girilmesi, insanlara sağdan yol verilmesi de güzel görülmüştür. Bunların sağcılıkla–solculukla da hiç alakası yoktur.” yorumunu yaptı.

Sağ elle yemek yemeyi çağdaşlık karşıtlığı veya görgü kurallarına aykırılık şeklinde nitelendirmenin yanlış olacağını vurgulayan Karlığa, şöyle devam etti: “Her dinin ve her kültürün kendine özgü kuralları vardır ve yöneticilerin de bu kurallara riayet etmeleri toplumlarıyla birleşme ve buluşmalarının ifadesidir. Toplumsal değerleri yok sayarak ya da önemsemeyerek toplumla bütünleşmek mümkün değildir. Bu bakımdan bu olay eleştiri konusu yapılmak yerine kişiye özgü tavır olarak algılanmalı.”

Yemek adabının tercih meselesi olduğunu elbette Hürriyet Yazı İşleri Müdürü Tufan Türenç de biliyordu. Türenç, bu medya olayıyla ne yapmaya çalışıyordu? Sözkonusu haberin ve manşetin, Nejat Serim Paşa’nın emri olduğunu kamuoyuna niçin açıkladı? Nereye nasıl bir mesaj vermeye çalışıyordu? Şimdi bu soruların cevaplarını bulmaya çalışalım..

HÜRRİYET CUMHURİYET ÇALIŞMA GRUBU’YLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAPTI?

Olay üzerinde düşünmeye başlayalım şimdi: AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dört aylık başbakan henüz. Gizlice kurulan Cumhuriyet Çalışma Grubu da altı aydır faaliyette. Manşetten verilen Erdoğan’ın, ‘sağ elle yemek’ haberinin Emekli Oramiral Nejat Serim’in emri olduğunu Hürriyet Yazı İşleri Müdürü Tufan Türenç köşesinde yazıyor. Bu haber, böylece hem Erdoğan’a ve AK Parti’ye, hem bürokratik seçkinlere, hem de kamuoyuna bir mesaj haline geliyor..

Üstelik Tufan Türenç, köşe yazısında “bu fotoğraf ve haber, Tayyip Bey’in nerelere takılı kaldığını ve dinsel açıdan katılığını ısrarla nasıl sürdürdüğünü ortaya koyuyor. 21. yüzyılda başbakan olan ve ülkesini yöneten bir insanın günün koşullarına uymamakta bu kadar direnmesi düşündürücüdür. İşin sakıncalı yanı budur.” diyerek mesajın netlik ayarını yapmayı da ihmal etmiyor..

Oysa 3 Haziran 2003 tarihinde, Türkiye, Hürriyet’te Erdoğan’ın ‘sağ elle yemek’ haberini ve Türenç’in yazısını okuduğunda bir gazetecilik olayıyla karşı karşıya olmadığını hemen fark etti. Sonuçta bir emekli oramiralin ülkenin en büyük gazetesine manşet atıp haber yaptırıyordu.

Medyanın bu olayla ortaya çıkan emekli generallerle işbirliğinin anlamını çözmekte zorlanıyordu okuyucular.. Bugün anlıyoruz ki Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun uygulamaya koyduğu psikolojik harekatın bir parçasıydı, medyada yaşanan bu ilginç gelişme..

Ertuğrul Özkök ve Tufan Türenç, kuşku yok ki bir gün Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun deşifre olacağı ve öznesi oldukları bu medya olayının önündeki sır perdesinin de kalkacağı akıllarından bile geçirmediler.

Hürriyet Cumhuriyet Çalışma Grubu’yla işbirliği mi yapıyordu acaba? Hürriyet’in derin devletle ilişkisi basın tarihimizde önemli bir konu olarak ilerde elbette incelenecektir.

Geleceğin basın tarihi araştırmacılarına ve yapacakları çalışmalara yardımcı olmak için bu yazımla tarihe bir not düşmek istedim..

haber7

ADD'de Herşeyi Doğrulayan Belge
10 Temmuz 2008 09:52Darbe Günlükleri yalanlana dursun, tamamı ADD'den çıktı. Hem de sadece NOKTA'da yayınlanan kısmı değil, Oramiral Örnek'in tuttuğu 46 yıllık günlüğün tamamı...

"Darbe Günlükleri" ADD'den çıktı

Taraf Gazetesi'nden NEVZAT ÇİÇEK'in haberi:

Atatürkçü Düşünce Derneği'nin Genel Merkezi'nde Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan aramada Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen "Darbe Günlükleri"nin tamamının bir kopyası dijital ortamda kaydedilmiş olarak bulundu.

GÜNLÜKLERİN TAMAMI

Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklanan eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un başkanlığını yaptığı Atatürkçü Düşünce Merkezi'nin (ADD) Ankara'daki Genel Merkezi'nde yapılan aramada Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen günlüklerin tamamının yer aldığı CD ele geçirildi. Ele geçirilen CD içinde "Darbe Günlükleri"nin tamamı yer alıyor.

48 YILLIK GÜNLÜK

Özden Örnek'in 1957'de henüz bir askeri lise öğrencisiyken tutmaya başladığı günlükler, Örnek'in 2005 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli olduğu tarihe kadar sürüyor. Örnek'in günlüklerinde 2003 - 2004 yıllarında hazırlanan "Sarıkız" ve "Ayışığı" adlı darbe girişimlerine ait ayrıntılı bilgiler de yer alıyor.

GÖRMÜŞ BİLGİ VERMİŞTİ

Ergenekon Soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcısı Zekeriye Öz, daha önce Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş'ün konuyla ilgili bilgisine başvurmuştu. Görmüş'ün Öz'e bir kopyasını teslim ettiği CD'nin savcılığın talimatıyla İstanbul Emniyeti'nde yapılan teknik incelemesinde, CD'deki bilgilerin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ait bilgisayarda yazıldığı kesinleşmişti. Ancak Alper Görmüş'ü konuyla ilgili olarak yargılayan mahkeme talep etmediği için CD'yle ilgili resmi bir teknik rapor hazırlanmamıştı.

ADD'nin Ankara'daki Genel Merkezi'ndeki ofiste aynı CD'nin ele geçirilmesi üzerine savcı Zekeriya Öz, CD'nin "adlî delil" kapsamında değerlendirilmesi için bilirkişi raporunun alınmasını istedi. Gelen rapora göre "Darbe Günlükleri" Ergenekon soruşturması kapsamında delil olarak iddianamede yer alacak.

aktifhaber
Bu süreç herkesi bozacak
09 Haziran 2008
Taha Kıvanç

'Kulampara sarması' başlıklı Kulis'i hatırladınız mı? Anayasa Mahkemesi kararı henüz ufukta görünmezken kaleme aldığım o yazıda, Ak Parti'nin durumunu, Demirel'in bir zamanlar ünlendirdiği benzetmeyle açıklamaya çalışıyordum.

Deyimin ne anlama geldiğini tam bilmediğimi itiraf ederim. Hiçbir kurtuluş yolu bulunmayan, kene gibi yapışıp sonunda mutlaka öldüren bir süreci anlatıyor herhalde. Ak Parti de son randevuya doğru yavaşça yol alıyor...

Ankara siyasetini yakından izleyen biri, "Yanlıştasın" dedi bana. Ona göre Anayasa Mahkemesi'nin kararı benim düşündüğümün tersine Ak Parti'nin kapatılmayacağına işaret ediyormuş. "Lüzum kalmadı ki partinin kapatılmasına; mahkeme tarafından çizilmiş sınırlar içerisinde kalarak yoluna devam eder" diye aktardı kendisine göre durumu.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yakınında da bu yolda görüş açıklayanlar olduğunu sanıyorum. İlk işittiğinizde kulağa hoş gelen bir yorum bu... Benim ise, yorumu duyar duymaz, kuşkularım daha da arttı. Umut veren, gönül okşayan, vaat eden görüşleri daha bir hoşgörüyle dinliyor insan ve gönlü de o görüşe kayıyor.

Anayasa Mahkemesi'nin farklı bir süreç başlattığına ve bu sürecin yalnızca Ak Parti'yi değil CHP'yi de dönüştürmeden durmayacağına inanıyorum ben. Ak Parti'yi bir daha eski gücüne kavuşamaz hale getirmeyi amaçlıyor süreç; CHP'den de Putin'i Rusya'da tek adamlığa taşıyan politik gücün bir benzerini çıkarmayı hedefliyor. Sürece destek verenlerin istedikleri, Türkiye'de de Putin gibi bir liderin ipleri ele alması...

İşin komik tarafı şu: Michael Rubin, askerler tarafından konferans vermek üzere çağrıldığı İstanbul'dan Rupert Murdock'un Wall Street Journal (WSJ) gazetesine yazdığı yazıda Tayyip Erdoğan'ı Putin'e benzetiyor. Yazının başlığı bile yeterince açıklayıcı: "Türkiye'nin Putin'i gitmeyi hak ediyor"

Sebep olarak verdiği çarpıtılmış bilgileri aktarayım da gülün: "Önce genel sonra yerel seçimlerde kazandığı başarılarla kendine güveni artan AKP, oportünistçe benimsediği demokrasiyi rafa kaldırdı. Devlet memuriyetine alınacak kişilerin siyasi sadakatini temin etmek için mülakat usulü başlattı ve kendi adamlarını adalet mekanizmasına yerleştirebilmek için ülkedeki yargıçların yarısını emekliliğe zorladı. Muhaliflerinin mal varlığına haksız yere el koymasına mahkemeler karşı çıkınca, Erdoğan mahkeme kararlarını uygulamadı."

Acaba kendisini Amerika'dan çağıran, yol parasını, İstanbul'daki ikamet giderlerini karşılayan askerler önünde de anlatmış mıdır Michael Rubin bu fantastik öykülerini? Herhalde muhatapları "Ya, öyle mi?" demişlerdir ilk kez duydukları bu yaveler için...

Michael Rubin ve diğer Neo-Çılgınları besleyen bir Türk işadamı var. Bankasına haksız yere el konduğuna ve mahkemelerin de haklılığını tasdik ettiğine inanıyor. "Nasıl olur?" diye sorduklarında Rubin'in WSJ yazısına sızan gülünç bilgileri aktarıyor olmalı o işadamı. Oysa bankasına 2002 öncesinde el konulmuştu ve Türkiye'de mahkemelerin verdiği kararları başbakanın uygulattırmaması mümkün değil. Yargı Meclis'in yetkisini yok sayabiliyor da, el konulan bankayı mı sahibine iade edemiyor?

Bu işadamının tezviratları ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in ofisine kadar uzanıyor ve Washington'daki kanlı-kansız senaryoların ardında da onun parmağı var. Bugün geldiğimiz noktada geçmişte bankası olan bu işadamının muazzam katkısını asla unutmamak gerekiyor...

Dick Cheney ve Richard Perle gibileri otelinde ağırlayan, Michael Rubin'lerin bir dediğini ikiletmeyen bankasına el konmuş bankacı da çalışmalarını hızlandırmış görünüyor; ama yalnız o değil bu süreci zorlayan...

İstanbul Dükalığı'nı oluşturan şişman kedilerden en şişmanları bir kenarda tüylerini yalayıp son kareyi bekliyorlar. Sürece en büyük katkıyı verenin ise bir medya patronu olduğu apaçık meydanda... Gizli-saklı değil bu iş zaten.

Ülkede politika raydan çıkınca, yüzde 47 oyun sahibi bir iktidarı işbaşından götürme yolunda başarı kaydettiklerini görenlerin dengeleri bozulur diye endişeleniyorum... Bu sürece seçtiği manşetler ve yazdığı yazılarla en büyük desteği atanlardan pos sosyolog sözgelimi, geçenlerde başlığından "Allah büyük müdür?" diye soran bir yazıyla çıktı okurlarının karşısına.

Denge kaybolunca pop sosyolog falan dinlemez, insanda hezeyan hali başlar, Allah saklasın...

Demirel'in öğrettiği türden sarmaya gelenler, kurtulmak için güç sarf ederken, "Sonunda nasıl olsa ben kaybedeceksem, başıma geleceği önlemem asla mümkün değilse, direnmenin ne faydası var?" diye düşünmeye mi başlıyor acaba?

Bu süreç sonunda herkesi bozacak.

Yeni Şafak


Yalan haber Hürriyeti


14 Mayıs 2008 10:27
Bu tip yalan haberler durup dururken üretilmez. Hürriyet benzeri yalan haberlere 28 Şubat (1997) darbe döneminde imza atmıştı - Emre Aköz'ün yazısı...

Yalan haber Hürriyeti

Yalan haberin, yanlış haberden farkı bilinçli ve amaçlı olmasıdır. İşte bir yalan haber örneği...

Dünkü Hürriyet gazetesinin manşetinde " Bir kadeh rakı artık yasak " yazıyordu kocaman harflerle.

Bugün yürürlüğe girecek yeni yasaya göre meyhanede, barda; kadehle içki almak mümkün olmayacakmış... Kokteyl içmek hayal olacakmış

Müthiş bir haberdi bu. Acaba bizim gazetede niye yoktu? Madem böyle bir yasa çıktı, niye haberimiz olmadı? İçki sektöründen ekmek yiyenler niye ayaklanmadı?

Merakla okudum haberi.

5752 sayılı yasanın ilgili maddesi orada yazılıydı:

"YETKİLİ olmadıkları halde, açık olarak içki satışı veya sunumu yapanlar ile satışa sunulan tütün mamulleri, etil alkol, metanol ve alkollü içkileri arz ambalajlarını bozmak veya bunları bölmek suretiyle satanlara 1000 YTL 10 bin YTL'ye kadar idari para cezası..."

" Ben yalanım " diye bağıran bir haber de yayınlanır mı birader! "

YETKİLİ olmadıkları halde... " diyor yasa. Yani ruhsatın, belgen yoksa kadehle içki satamazsın.

İşte bu kadar basit!

Yasanın bu maddesindeki amaç, belli ki mesela tezgâh altından kadehle içki satan büfe tipi girişimleri filan engellemek.

Böyle bir yalan haber nasıl yazılabilir?

Cevabın bir kısmı haberde var: Yazgan Şarapçılık'ın patronu Nurtekin Yazgan, gazetenin Ekonomi Müdürü Vahap Munyar'a bir mektup göndererek dikkatini çekmiş.

Munyar da bir muhabiri görevlendirmiş.

Haber kıvama ulaşınca sabah toplantısında yayın yönetmenine, yazı işleri müdürlerine ve diğer bölüm müdürlerine sunulmuş.

Böylece manşet olmuş.

Bu kadar çok insanın yalan haber üretimine katılması çok ilginç bir durum. Firma sahibi Yazgan zaten gazeteci değil. Muhabir de tecrübesiz diyelim.

Peki diğerlerinin derdi ne?

Okuduklarını anlamıyorlar mı?

İşin ironik yanı ne biliyor musunuz? Anlamadıklarından değil, tersine, tam da gayet iyi anladıkları için bunu yapabiliyorlar.

Bal gibi biliyorlar o yasanın "kadeh yasağı" filan getirmediğini.

Ama o kısacık "Yetkili olmadıkları halde..." ibaresinin birçok okurun gözünden kaçacağını da biliyorlar.

Olayın, "toplu yalan üretimi" olduğunun bir başka işareti de şu: Saat 17.45 itibariyle haber Hürriyet'in internet sitesinde " Bir kadeh rakı artık yasak... 10 bin YTL ceza " ibaresiyle yer almaya devam ediyordu ve " En çok okunan haberler " kategorisinde birinci sıradaydı.

Halbuki ' Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu ' (TAPDK) Başkanı Kazım Çalışkan, yasanın amacını çoktan anlatmış... Anadolu Ajansı da saat 11.45'te bu demeci servise koymuştu.

Aradan geçen 6 saat hurriyet.com.tr yöneticisinin tavrını değiştiremediğine göre... Belli ki neredeyse tüm gazete bölümlerinin katkıda bulunduğu bu yalan haberin "yayılması" amaçlanmıştı.

Haber gazete ve internetten okunacakKulaktan kulağa yayılacak... İçkiyle ilgili sektörlerde çalışan herkes ' gerilecek'.

Ardından, yasanın öngörülerini TAPDK'ya sorma zahmetinde bulunmayan Hürriyet, bugün Başkan Çalışkan'ın açıklamasını, " pardon, yanlış anlama olmuş " pişkinliğiyle yayınlayacak.

Ancak 'kadeh yasağı' diye bir şey olmadığı anlaşıldığında iş işten geçmiş, amaca ulaşılmış olacak.

Dikkat: Bu tip yalan haberler durup dururken üretilmez. Hürriyet benzeri yalan haberlere 28 Şubat (1997) darbe döneminde imza atmıştı. 2004'te ise grubun yöneticileri darbecilerle pazarlık yapmış ama anlaşamamıştı.

Belli ki bu kez el sıkışmışlar!

Emre Aköz - Sabah


En son admin tarafından Pts Ağu 18, 2008 10:03 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Prş Hzr 26, 2008 7:58 pm    Mesaj konusu: Láhika Alıntıyla Cevap Gönder

VE PENTAGON ADD'Yİ KURDU

21 Ağustos 2008 10:39
Orgeneral Çevik Bir'in Ergenekon lideri suçlamasıyla tutuklanan Veli Küçük'ün fişleme dosyasına girdiği ortaya çıktı. Küçük, Pentagon'un adamı olduğunu ima ettiği Bir'in çalışmalarını, "silahsız ve yıkıcı terör" diye anlatmış
Pentagon Bir'in hangi görevi üstlenmesini istedi?

28 Şubat’ın baş aktörü emekli Orgeneral Çevik Bir’in Ergenekon lideri suçlamasıyla tutuklanan Veli Küçük’ün fişleme dosyasına girdiği ortaya çıktı. Küçük, Pentagon’un adamı olduğunu ima ettiği Bir’in çalışmalarını, “silahsız ve yıkıcı terör” diye anlatmış.

Ergenekon terör örgütünün kurucusu ve lideri olmak suçlamasıyla tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün evinde yapılan aramada, 28 Şubat sürecinin en önemli aktörlerinden emekli Orgeneral Çevik Bir’le ilgili olarak hazırlanmış 22 sayfalık ayrıntılı bir istihbarat raporu bulundu.

‘İstanbul / 6 Nisan 2000’ notu düşülen ve ‘Örtülü Faaliyetler Bir’ adını taşıyan raporda Çevik Bir’in 1958 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ndeki öğrencilik döneminden emekli sonrasına dönemine kadar olan bağlantıları, ABD ve NATO ile ilişkileri, hedefleri ve uygulama yöntemleri, Genelkurmay Başkanı ve emekliliğinden sonra Cumhurbaşkanı olabilmek için yürüttüğü çalışmalar anlatılıyor. Bir’in çalışmaları ise ‘silahsız ve yıkıcı terör’ ifadeleriyle anlatılıyor.

Evren’in Özel Kalem Müdürü

“ABD’nin Psikolojik Savaş Alanı Türkiye ve Avrasya’da Sivil Kurmay Başkanı Çevik Bir oldu” ifadeleriyle başlayan raporda, “Amaçlanan TSK’yı stratejik bölgenin ABD polis gücüne dönüştürmek” değerlendirmesi yapılıyor. Raporun ‘Asker Bir’ bölümünde görev aldığı yerler sıralandıktan sonra, Kenan Evren’le ilişkisi şu sözlerle anlatılıyor:

“ABD yanlısı 12 Eylül askeri darbesinin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in Özel Kalem Müdürlüğü görevinde bulunan Binbaşı Çevik Bir, Evren’in en gözde subayları arasında önemli bir yer işgal etmiştir. Kenan Evren Cumhurbaşkanlığı’na geçince Başyaveri olmuştur. 1981 yılında Albaylığa terfi ettikten sonra da Evren’in yanından ayrılmadı. Askeri darbe dönemlerinin en kritik yerlerinden Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı’na atandı. Tuğgeneral olunca Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden ayrıldı.”

Pentegon doğrudan istedi

Raporda, Bir’in Erzurum’da Tugay Komutanlığı’nın ardından, 1987’de Tuğgeneral olduğu ve Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığına atadığı belirtiliyor. 1989 - 1991 yıllarında Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı yaptığı ve 1991’de ise Korgeneralliğe terfi ettiği ifade edilen Bir’in Pentagon’la (ABD Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın genel adı) irtibatı konusunda şunlar kaydediliyor:

“1993 - 1994 Şubat tarihleri arasında Somali’de Birleşmiş Milletler Komutanlığı görevine atandı. Böylece Korgeneralliği döneminde de NATO emrinde, yurt dışında görev alan ender subaylar listesinde adı yer aldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Çevik Bir’in bu göreve, Pentagon’un doğrudan adını vermesi sayesinde seçildiğini açıkladı.”

Hiddetli konuşmaları

1995’te orgeneral olduğu ve 1998’de 1. Ordu Komutanlığı’na atanan Çevik Bir’in, 30 Ağustos 1999’da emekli edildiği bilgisi verilerek, şu ifadelere yer veriliyor: “Askerlik görevinden ayrılırken devir/teslim töreni düzenlemedi. Asker Çevik Bir, Türkiye Cumhuriyeti tarih akışı içinde: ‘Akretide Gazetecileri’ dönemini başlatması..

Bazı medya kuruluşlarını bizzat telefonla arayarak, ‘Şimdi oraya da mı iki general göndermem gerekiyor’ diye, başlayan hiddetli konuşmaları. Hoşuna gitmeyen gazeteciler hakkında dosyalar tutturmuş olması. Beğenmediği gazeteciler askeri tesislere girmesini yasaklaması. Kızdığı gazetecilerin işten kovulması için bazı işverenlere uyguladığı baskılar nedeniyle; ‘demokrasi’ ilkeleri ile barışık olmayan bir portre örneği olarak, gazeteciler, yazarlar, hukukçular, araştırmacılar ve analizcilerin her dönemde ilgisini çekeceği muhakkaktır.”

Cumhurbaşkanlığı çalımı

Raporda, Çevik Bir’in Makedonya’dan Anadolu’ya -İzmir Buca- göçen bir aileden geldiği, askeri okulu seçmesinin nedeninin de ailesinin onu bir başka okulda okutacak paraya sahip olmaması olduğu belirtiliyor. Çevik Bir’in emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı’nda adaylığını koyduğu süreç ise ‘Cumhurbaşkanlığı Çalımı” sözleriyle ifade edilerek, Avrupalı devletlerin İstihbarat Örgütleri ile ilintili dernek ve vakıflardan destek aldığı iddia ediliyor.

ADD’Yİ PENTAGON KURDU

Raporda, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD), ABD tarafından kurulduğu iddia edilerek, şunlar kaydediliyor: “Kuruluşunu Yekta Güngör Özden’in gerçekleştirdiği ‘Atatürkçü Düşünce Derneği’, Pentagon tarafından Türkiye ve Avrasya Bölgesi’nde faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin merkezi olarak tasarlanmış ve kurdurulmuştur. Çevik Bir, bu merkezin başına geçme çalışmalarına başlamıştır. Böylece Türk kamuoyu çok daha kolay yanılgıya sürüklenecek, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda sivil inisiyatif içinde yer aldığını sanacak, ‘Büyük Oyun’un oyuncularına dönüştürülecektir.”

BUGÜN


Hadi Uluengin/Hürriyet

Láhika - 1 elde var bir

MALÛM, "Taraf" Gazetesi gerçekten çok büyük bir mesleki başarıya imza attı.

TSK’nın sivil Türkiye’yi susta durdurmak için hazırladığı "Eylem Planı"nı teşhir etti.

Ordu’nun nasıl bir "kışla mühendisliği" peşinde koştuğunu belgeleriyle ispatladı.

***

ASLINDA, yukarıdaki "plan" malûmu bir defa daha ilám ediyor. Tekrarlıyor.

Yani, 27 Mayıs darbesinden beri kendisine "kurtarıcılık" (!) ve "bekçilik" (!) misyonu vehmeden cihet-i askeriyenin "garnizon ideolojisi"ni ortaya koyuyor.

Belli ki, bundan bir milim vazgeçmemiş ve de vazgeçmeye niyetli gözükmüyor.

Nitekim, Genelkurmay’ın "hiyerarşik kademenin onayını almamıştır" diye yaptığı o çevir kazı yanmasın "yalanlama" (!), aklı bir nebze çalışan hiç kimseyi tatmin etmedi.

Bendeniz de dahil hepimiz, "ya, öyle mii?" diye bıyık altından müstehzi gülümsedik.

Biliyoruz ki, fesádı açıklayanlara karşı hakaretamiz iftira ve ifadelerle de dolup taşan bu "yalanlama" (!), zevahiri kurtarabilmek ve minareye kılıf uydurmak için yapılmıştır.

***

ÖYLE, zira bunun aksi bir durum tahayyül edilebilir mi? Tersi olabilir mi?

Ancak, cevabı aramadan önce kısa bir parantez açmak istiyorum.

TSK yukarıdaki planını "Láhika - 1" diye adlandırmış ki, işte buna çok şaşırdım.

Demek bir ikincisi de var veya yolda ama, "ek" anlamına gelen o "láhika" Arapçadır.

Oysa malûm, zaten "andıç" kelimesinin de mucidi olan o TSK "arı dil" avukatıdır.

Nitekim, sanki karşılıklar Türkçeymiş gibi, Fransızcanın "restaurant" ve "mönü" kelimeleri orduevlerinde bundan böyle, İtalyancanın "lokanta" ve "liste"siyle değiştirilmiş

Ve bu defa da "ek" yerine "láhika" demişler ki, sırrını hiç mi hiç keşfedemedim.

***

NEYSE, tekrar soruya dönüyorum. İşte, siz şimdi böyle bir "Láhika - 1" düşünün!

Ve bilin ki, kendi dümen sularında gitsinler diye gazetecileri "kafakola almaktan", Güneydoğu’da tansiyonu hep yüksek tutmak amacıyla Irak Kürtlerini kasten táciz etmeye; artı, adaleti etkileyebilmek için yargıçları "apoletlileştirmekten", toplumu ajitasyon ve propagandayla yönlendirmeye, o plandaki her bir madde ayrı bir anayasal suç ihtiva ediyor!

Üstelik bu defa, zaten adı üzerinde "Eylem Planı", geçmişte yine muhalif gazeteci fişleyen veya mahallede "Ku Klux Klan" üyesi arayan zeká kıtı biçáreliklere düşmüyor

Askerlik sanatına uygun biçimde önce genel ve ana bir "stratejik" hedef belirliyor.

Sonra da, yukarıda sıraladığım gibi, hin ve belden aşağı "taktik" ayrıntılara iniyor.

Başka bir deyişle, "Láhika - 1"deki k-u-r-m-a-y düzey üstünlüğü göz çıkartıyor.

Ancak tüm bunlara rağmen ve gözünüzün içine baka baka, sizin önünüze "komuta kademesi tarafından onaylanmamıştır" diye bir "yalanlama" konuluyor.

***

OLABİLİR. Evet, belki gerçekten de doğrudur ve onaylanmamıştır. Ne değişir ki?

Çünkü, TSK yüksek kademesinin önünde her zaman ve her an, o-n-u-n talimatıyla hazırlanan ve onay bekleyen sayısız proje, plan ve tasarım vardır. Bu, sonsuz sıradandır.

Ancaaak, "emir demiri, emir emiri keser" ilkesinin hüküm sürdüğü bir kurumda, askeri ve sivil bir suç oluşturan "láhika"ları genç üsteğmenler eğlence olsun diye yazmaz.

Yok eğer yazıyorlarsa da, hem onların, hem de komutanlarının "anayasal rejime karşı kumpas kurmak" suçundan derhal diván-ı harbe sevk edilmeleri gerekir.

O halde demek ki, "Eylem Planı"nı reddedemediği için "komutadan onay almadı" diye láfı döndüren "mazeret"leri ne küláh, ne miğfer, ne kasket, ne de kukuleta yutar.

Ve her halükárda, o "eylem planı" asla ve asla "stratejik hedef"ine ulaşmayacaktır!

Bunun gerekçelerini ben de yarınki kendi "Láhika - 2"mle açıklayacağım.

Hadi Uluengin/Hürriyet

Láhika-2, elde var iki

CUMARTESİ günü gerçekleşen ve benim Galatasaray’da iltihak ettiğim "Darbeye Dur De" yürüşüne yaklaşık yedi bin kişi katıldı.

Hadi taş çatlasa sekizbin diyelim ama fazlası şişirme olur. İnatçı gerçeği yansıtmaz.

Ve tabii ilk bakışta, yukarıdaki sayı hiç de ahım şahım gözükmüyor.

Hele hele, geçen sene bu vakitler düzenlenen ve büyük patırtı kopartan "Cumhuriyet Mitingleri"yle kıyaslandığı takdirde deve kulak kalıyor.

Olsun, buradaki sayısal miktar zahiridir! Bu aşamada son derece ikincildir!

Çünkü "Darbeye Dur De" yürüyüşü, TSK’nın Türkiye toplumunu kışla nizamına sokmak için hazırladığı ve her bir maddesi anayasal suç ihtiva eden o "Láhika-1"deki stratejik hedefe u-l-a-ş-a-m-a-y-c-a-ğ-ı-n-ı-n ispatı ve delilidir!

* * *

BUNUN nedenine gelmeden önce, katılımcı sayısının nispi azlığını, Genelkurmay’ın yukarıdaki "Láhika-1"de yaptığı türden mazeretlerle açıklamaya çalışmayacağım.

Kılavuzumu kendim seçerim. Kopyacılık huyum da yoktur.

Dolayısıyla, cihet-i askeriye minareye kılıf uydurmaya kalkışıp "ama komuta kademesi onaylamamıştı" dedi diye, ben de şu gerekçeleri sıralayacak değilim:

Tamamen sivil inisyatifle gerçekleşen ve ancak ağızdan kulağa ve son anda duyurulan; háttá afişlemesi bile yapılmayan ’Darbeye Dur De’ yürüyüşünün arkasında, ’Cumhuriyet Mitingleri’ndeki gibi, öbek öbek otobüslerle değirmene su taşıyan emekli generaller yoktu.

Tabii ki bunların hepsi doğru ama, yine de biraz züğürt tesellisi olur.

Oysa, ne İstiklál Caddesi’nde yürüyenlerin; ne de, henüz silkinmemiş olsalar bile yine de yukarıdaki şiarına yürekten katılan sayısız milyonların böyle bir "teselliye" ihtiyacı var!

Zaten de, Cumartesi günkü sembolizmin ni-ce-lik önemi işte buradan kaynaklanıyor!

* * *

ÖYLE, çünkü sivil Türkiye insanları bundan böyle kendilerine kışlada postal adımı ve nizamiyede boy hizası dayatılamayacağını, Cumhuriyet tarihinde i-l-k kez ilán ettiler.

Yani, "Láhika-1"de öngörülen formata sığmayacaklarını, şablona uymayacaklarını, tuzağa düşmeyeceklerini ve emre itaat emeyeceklerini açıkladılar.

Daha doğrusu, bunları dobra dobra söylemeye nihayet c-e-s-a-r-e-t ettiler!

Üstelik de, hem hicáp giyimli genç kızlar ve "punk" saçlı delikanlılar olarak; hem şıkıdım sandaletli hanımlar ve sünnet sakallı müminler olarak; hem de mutaassıp cemaatli hocalar ve liberal öğrencili akademisyenler olarak hep bir ağızdan ve yürekten cesaret ettiler.

İstiklál Caddesi’nde, demokrasinin, çoğulculuğun ve laikliğin ortak yolunu katettiler.

Artı, o hicáp giyimli ama bileği halhallı ve burnu hızmalı genç kızlar, kolu dövmeli ve kaşı "piercing"li "rock" sevgilileriyle elele tutuşarak "Darbeye Dur De" diye haykırdılar.

Buradaki özgürlükçü ve ö-n-c-ü moderniteyi görmemek için de kör olmak gerekir.

Yahut da, "láhika"lardan medet ummak ve onlara bel bağlamak gerekir.

* * *

EH, kimsenin keyfine karışmak hakkım yok! İsteyen medet de umar, bel de bağlar.

Fakat tekrarlıyorum, yukarıdaki i-l-k yürüyüşün katılımcıları, aslında bugünkü Türkiye’nin en temel ve en geniş parametrelerini içeren mikrokozmosu yansıttılar.

Çünkü, "öncü"ler sayıca az ve angaje olsalar dahi, onların şahsında temsil edilen yelpaze "Cumhuriyet Mitingleri"nden çok daha geniş bir "sessiz çoğunluğu"nu kapsıyor.

Hep korkutulmuş olanlar artık "korkudan korkmamak" cesaretini gösteriyor.

Dolayısıyla, modern toplumumuzun sivil bedeni "Láhika-1"in, varsa "Láhika-2" nin, daha varsa da "Láhika-3"ün askeri üniformasına artık sığmaz. Asla da sığmayacaktır.

Neden sığamayacağını ise benim yarınki üçüncü "láhika"ma bırakıyorum.


Hadi Uluengin/Hürriyet

Láhika-3, elde var sıfır

"İHTİMAL, bazı kelleler uçacaktır"!

Evet evet, TSK’ya "akıldáde" geçinen "Karanlıkçı Maocu" aynen böyle tehdit etti.

Anlaşılan, sivil Türkiye’yi susta durdurmak için aynı TSK tarafından hazırlanan "Láhika - 1" kendisini pek bir şevke getirmiş ve de "ulusalcı" biti kanlanmış.

Dolayısıyla da, Ergenekon Çetesi sanığı olarak yattığı kodesten bu keháneti müjdeledi.

* * *

HAYIR, uçmayacak!

Artık darağaçları kurulmayacak; cellat ip çekmeyecek ve manga tetiğe basmayacak.

Zira, yüzde doksandokuz virgül doksan ihtimalle, bizim ülkemizde artık ne klasik, ne modern, ne de postmodern darbe olacak!

Bunların hepsinin defteri bir defa daha açılmamak üzere kapandı. Öyle de biline!

Ama binde bir kapıyı kasten açık bırakıyorum. Çünkü, gafiller daima çıkabilir.

Ve, insaniyetçiyim ve onların kellelerinin dahi uçmasını istemem ama yine de tekrar biline ki, şayet böyle bir maceraya yeltenen olursa, onları bu kez tükürükle boğacağız, nokta!

* * *

FAKAT darbe olmaz ve olamaz, çünkü bir; statüko "stratejik ricád" durumundadır.

Dünyanın, ülkenin ve tarihin konjonktürüne uygun olarak hızla gerilemektedir.

Dolayısıyla da iki; kendi emekli sandığı işletmelerini Fransız veya Hint sermayelerine satan ve kullandığı silahların bilişim teknolojisini dışarıdan almak zorunda olan bir ordunun, o dünyanın ve tarihin akışına zıt gidebileceğini düşünmek abesle iştigal eder.

Artı, aynı dünyayla eklemleşmiş ve bütünleşmiş devasa bir Türkiye ekonomisi ise ne kışla vekilharcı defteriyle, ne de bir lokma, bir hırka bürokratı ufuksuzluğuyla yönetilebilir.

Bundan böyle darbe olmayacağının en nesnel ve en temel gerekçeleri de bunlardır.

* * *

AMA üç; statüko tabii ki yelken mayna etmeyecektir. Eli armut toplamayacaktır.

Sahip olduğu ayrıcalığı korumak için "taktik taarruzlar" gerçekleştirecektir.

Zaten de, AKP’yi yargıyla kapatmak girişiminden toplumu "Láhika-1"le militarize etmek planına, son gelişmeler o "taktik taarruz"un birer parçasıdır.

Ancak dört; tüm bunlar dahi aslında o statükonun ne denli zorlandığının göstergesidir.

Yani, bırakın 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi o "kelle uçuran" açık ve "modern" (!) darbeleri, artık 28 Şubat türü postmodern darbelere bile kolay cesaret edilememektedir.

Nitekim de beş; bu "modernite ötesi" müdahale 27 Nisan "internet muhtırası"yla tekrar denemiştir. Tamamen geri tepince de başka bir yöntem aranmak zorunda kalınmıştır

Ve altı; bu yeni yöntem de şimdi, gazeteci, yargıç veya sanatçıları "kafakola almak" hedefi güden "Láhika-1"in "taşeronlaştırma operasyonu" olarak karşımıza çıkmaktadır.

* * *

O halde yedi; düşünebiliyor musunuz, nereden nereye?

Daha düne kadar ikide bir "höt" diyen ve her deyişinde de bütün bir Türkiye’yi boy hizasına sokan statüko bugün o "höt"ün sökmeyeceğini bal gibi farkediyor.

Ve, "hop dedik ağam, hop dedik paşam" karşılığının geleceğini bildiği içindir ki de, "láhika láhika" (!) kendine taşeron aramak zorunda kalıyor. Aklınca "taktik" üretiyor.

Zaten, "stratejik ricád" derken de işte bunu kastediyorum.

Bu taktiklerin "kelle götüren" darbelere varamayacağını ve AKP kapatılsa bile aynı statükonun eski hakimiyetini kuramayacağını söylerken, iyimser değil gerçekçi davranıyorum

Yeter ki, "kelle uçacak" tehditlerinden korkmayalım ve kof çıkışlara göğüs gerelim.

Dolayısıyla da, dünkü ve önceki günkü sıralamadan farklı olarak bugünkü yazıma, "Láhika-3, elde var üç" başlığını değil, "Láhika-3, elde var S-I-F-I-R" başlığını atıyorum.

İşte Özden Örnek'in kayıp röportajı

30 Temmuz 2008 07:50

Darbe günlüklerini 'günlük tutmuyorum' diye yalanlayan Özden Örnek'in, Bahriyeli öğrencilere 'günlük tutun' diyerek kendisini örnek gösterdiği röportajı haber7.com buldu
Ersin Çelik'in haberi

Yazdığı öne sürülen darbe günlüklerini, ‘günlük tutmuyorum’ diye yalanlayan Eski Deniz Kuvvetleri Özden Örnek’in, Deniz Harp Okulu öğrencilerinin çıkardığı Pusula Dergisi’ne verdiği röportajda, ‘genç bahriyelilere mutlaka günlük tutmalarını tavsiye ettiği ve kendisinin de günlük tuttuğunu söylediği’ ortaya çıktı.


Taraf Gazetesi’nin, Örnek’in ‘genç bahriyelilere mutlaka günlük tutun’ deyip kendisini örnek gösterdiği röportajın kayıp olduğunu söylediği Mart 2004 tarihli sayısını haber7.com ele geçirdi.

DARBE PLANLARI İLE AYNI TARİHTE KONUŞMUŞ

Örnek’in Pusulu Dergisi’ne verdiği röportajın tarihi ilginç bir rastlantıyı da ortaya çıkardı. Örnek, öğrencilere günlük tutun diye tavsiyede bulunduğu röportajı, kendisine ait olduğu öne sürülen günlüklerde geçen ‘Ayışığı’ ve ‘Sarıkız’ kod adlı darbelerin planlandığı 2004 yılında yapmış.

Pusula Dergisi’nin Mart 2004 sayısında Örnek Paşa ile yaptığı röportaj, Ergenekon soruşturması ile darbe tartışmalarının merkezine çekilen ve Örnek paşa’nı kendisine ait olduğunu yalanladığı darbe günlüklerine yeni bir boyut kazandıracak.

KENDİNİ ÖRNEK GÖSTERİYOR

Nokta Dergisi’nin 2007 yılının Nisan ayında yayınladığı darbe günlüklerinin kendisine ait olmadığını ve komutanlığı döneminde hiçbir zaman günlük tutmadığını söyleyen Özden Örnek, Pusula Dergisi’ne verdiği röportajda, genç bahriyelilere mutlaka günlük tutun tavsiyesinde bulunuyor.

Emekli Oramiral Özden Örnek, Deniz Harp Okulu öğrencilerinin “Komutanım, özellikle Deniz Harp Okulu öğrencileri için gündemi efektif bir şekilde takip edebilme, olaylara geniş perspektifle bakabilme, yorumlayabilme ve ders çıkarma konusunda hangi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?” şeklindeki sorusuna şu cevabı veriyor; “Bir kere, çok okuyun. Bulduğunuz her boş vakitte okuyun: ne okursanız okuyun. Bilginin hiçbir şekilde zararı olmaz. Kendinize ileride faydalı olabilece­ğine inandığınız notlar tutun, mümkünse günlük tutun. Bu okuldu bizden çok büyüklerin yani bizim hocalarımızın ye­tişme şeklinde günlük mecburiyeti varmış, günlük tuttururlarmış. Bunun kıymetini çok sonra öğrendik. Bir kere, en basit faydası nesillerin devamında. Mesela ben oturup 1975 senesinde gemide II. Komutanlık hatıralarımı eğer bir kenara günlük olarak yazamamışsam hepsini hatırla­mam mümkün değil. Ama yazdıysam her hadiseyi boştan aşağıya hatırlarım ve bunları bir hatıra olarak yazdığım zaman sen okuyacaksın, herkes okuyacak ve herkes bir hatıradan bir olaydan kısmetini olacak ve göreceksiniz o senelerde insanlar nasıl yaşıyorlarmış, neler düşünüyor­larmış?...”


Röportajda Örnek Paşa 'nın bilardo oynarkan çekilen resimlerine yer verilmiş.

UNAKITAN İLE YAPILAN GÖRÜŞME DE RÖPORTAJDA

Pusula Dergisi’nin Mart 2004 tarihli sayısındaki, ‘Komutanla Baş Başa’ başlıklı 7 sayfalık röportajda, genç Bahriyelilere günlük tutmalarını tavsiye eden emekli Oramiral Özden Örnek röportajda ayrıca, Deniz Harp Okulu’ndaki öğrencilik yıllarını, yurtdışında bulunduğu görevleri ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ulaşma sürecini anlatıyor. Örnek 2004 yılında verdiği röportajda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile yaptığı bir görüşmeden de bahsediyor.
Deniz taşımacılığı konusunda çok iyi bir konumda olmadıklarını belirten Örnek, röportajın gerçekleştirilmesinden bir günce Maliye Bakanı Unakıtan ile görüştüğünü, petrole yakın parayı, denizde taşımasına ödediklerini söylediğini ve taşımayı kendileri yapmaları halinde bu paranın bizde kalacağını söylediğini aktarıyor…

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, Nokta dergisinde yayımlanan ve kendisine ait olduğu öne sürülen günlükleri, "Komutanlığım döneminde hiçbir zaman günlük tutmadım. Böyle bir günlüğüm mevcut değildir. Haberler tamamen uydurmadır" diye yalanlamıştı.

Örnek'e ait olduğu öne sürülen günlüklerde, kuvvet komutanları ve jandarma komutanının, 2004'te AK Parti'ye karşı "Sarıkız" ve "Ayışığı" adlı iki ayrı darbe girişimi planladığı ancak dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün buna karşı çıktığı öne sürülüyor.

Röportajın tamamını okumak için tıklayınız:
http://www.haber7.com/haber/20080730/Ozden-Ornek-Mutlaka-gunluk-tutun.php

(Haber 7)
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Ekm 13, 2008 6:50 pm    Mesaj konusu: Haberler Böyle YazIlacak, Yaz!.. Alıntıyla Cevap Gönder

Garip rastlantılar ülkesi
06 Aralık 2008
Taha Kıvanç - Yeni Şafak
t.kivanc@yenisafak.com.tr

“Ne garip rastlantı...” demiş kıdemli bir yazar ve eklemiş: “Yarın 'Tan olayı'nın 63. yıldönümü; Serteller'i anacağız, onların demokrasi savaşını sürdürdükleri için Prof. Dr. Emre Kongar ile Strateji dergisini çıkaran Cumhuriyet'e ve TUSAM'a ödül verilecek.”

Tan gazetesi baskınının 63. yıldönümünde Serteller'in demokrasi savaşını sürdürdükleri için Cumhuriyet gazetesine ve bir Cumhuriyet yazarına 'ödül' vermek tam Cem Yılmaz'lık bir cinlik olmalı. Bunu kim düşünmüşse kendisini tebrik ederim...

Keşke espriyi biraz daha keskin hale getirebilmek için ödül listesine Cumhuriyet'ten iki ismi daha ekleseydi: İlhan Selçuk ile Orhan Birgit'i... Ödüllerini de Süleyman Demirel'e verdirseydi...

“Bu da nereden çıktı?” demeyin lütfen. Ülkemizin ilk 'derin operasyonu' sayılabilecek Tan Matbaası baskını sırasında olay mahallindeydi İlhan Bey ile Orhan Bey; matbaa makinaları kırılır, harf kasaları dağıtılırken Demirel'in de fazla uzakta olmadığını biliyoruz...

Tan gazetesi Zekeriya ve Sabiha Sertel çifti tarafından çıkartılıyordu. Sabiha Hanım Türkiye'nin ilk kadın gazetecilerindendi. Amerika'da eğitim gördü. Zekeriya Sertel'le evlendiğinde 'câmiası dışından biriyle izdivaç yapan ilk Selânikli gençkız' olarak tarihe geçti. Sabiha Hanım, anılarında, bunun ne anlam taşıdığını uzun uzadıya anlatır.

Bugünün standartlarına göre ancak 'liberal' sayılabilecek gazeteci çift, o yıllarda 'komünist' olmakla suçlanır. Kendilerini 'tehlikeli' kılan bir özellikleri daha vardır: Yeni kurulan ve iktidara yürüyen Demokrat Parti ile solcu aydınlar arasında işbirliği zemini arayışı içerisindedirler... DP öndegelenleri Sertel çiftinin çıkardığı gazete ve dergilerde yazmakta, buna karşılık Serteller de DP çizgisine yakın yayınlar yapmaktadır.

1946 seçimleri ufukta görünmüşken, “Devlet benim, devlet biziz” anlayışına sahip olanlar, kışkırtılmış kitleleri kullanarak, dişleri ve tırnaklarıyla kazıyarak sahip oldukları Tan Matbaası'nı Serteller'in başına geçirirler (4 Aralık 1945). Karı-koca soluğu yurtdışında alır.

Cumhuriyet yazarı Orhan Birgit'in Tan Matbaası'nı basan kitlelerin içerisinde olduğunu ilk yazan yine bir Cumhuriyet yazarıydı: Server Tanilli... Server Bey'in “Ertesi gün, İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanan sağcı gençler, başlarında Orhan Birgit ve Ali İhsan Göğüş, ellerinde bayraklarla Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün resimleri, yürüyüşe geçerek gazete önüne gelirler” satırları gözümü faltaşı gibi açmıştı.

Sebebi şudur: Türk siyasi tarihinde 'muhteşem bir özel harp operasyonu' olduğu bilinen 6/7 Eylül (1955) olaylarını incelerken de karşıma çıkan bir isimdi Orhan Birgit...

6/7 Eylül olaylarına adı karışanların hepsi sonradan terfi ettiler: Selanik'teki Atatürk'ün evini kundaklayan Batı Trakyalı genç Türkiye'de vali oldu. Olayı kışkırtıcı bir dille kaleme alan AA muhabirinin eşi BM'de protokol müdürlüğüne yükseldi. Özel baskıyla İstanbul halkını galeyana getiren gazetenin yazı işleri sorumlusu uluslararası bir ajans kurdu. Gazetenin sahibi milletvekili yapıldı.

Tan Matbaası baskınına katılan ve 6/7 Eylül olayını üyelerinin yaptığı konuşmalarla etkileyen Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin başkan yardımcısı Orhan Birgit de milletvekili ve bakan oldu. Tan Matbaası baskınında sırt sırta verdiği arkadaşı da milletvekilliği ve bakanlık yaptı.

“Tan Matbaası'nı basan kalabalık arasında İlhan Selçuk da vardı” desem, bu haberi daha önce de bu sütunda okuduğunuz için şaşırmayacağınızı bilirim. Kendisini arayan Can Dündar'a, Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi İlhan Selçuk, “Ben yürüdüm, ama binaya gitmedim, Tan'ı yağmalayanların bazıları da sonradan DP milletvekili oldu” deyiverdi.

Onuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de Tan Matbaası basılırken oraya doluşan kalabalığın arasında yer aldığı sonradan ortaya çıktı.

Son zamanlarda sokaklara dökülen bilgilere sahip olunmadan önce bu irtibatları kurabildiğimi herhalde anlıyorsunuzdur. İğneyle kuyu kazarcasına bir zorluk içerisinde elde edilen bir fotoğraftır size burada sunduğum...

İlhan Selçuk ve Orhan Birgit gibi 'solcu' bilinenler... 'Sağcı' etiketiyle politikacılık yapmış, cumhurbaşkanlığı koltuğuna kadar yürümüş Süleyman Demirel... Kimbilir daha kimler o gün oradaydı...

Ben yine de 'Sabiha-Zekeriya Serteller'in davasına katkılarından dolayı' Cumhuriyet gazetesine ve yazarlarına ödül vermeyi ve töreni de Tan Matbaası'nın yakılıp yıkıldığı günün yıldönümünde düzenlemeyi akledenleri tebrik ederim.

O zekâ, ödülü de, Süleyman Demirel'e verdirmiştir herhalde.


Susurluk'un derin arşivi Özkan'da!

Ölüm şekli hala tartışılan Susurluk Komisyonu Raportörü Akman Akyürek'in sağ kolu ve eski polis memuru Gazi Büzkaya, arşivin önemli bir bölümünün Ergenekon davasında tutuklu bulunan Tuncay Özkan tarafından alındığını söyledi...

Akman Akyürek'in arşivi kimde?
01 / 12 / 2008 18:25

Tartışmalı bir trafik kazasında ölen Susurluk Komisyonu Raportörü Akman Akyürek’in arşivi ile ilgili bilgiler su yüzüne çıkmaya başladı.

Akman Akyürek’in sağ kolu ve eski polis memuru Gazi Büzkaya, arşivin önemli bir bölümünün Ergenekon davasında tutuklu sanıklar arasında bulunan gazeteci Tuncay Özkan tarafından alındığını söyledi.

Büzkaya, “Rahmetli Akman beyin arşivinin büyük bölümü Tuncay bey tarafından alındı. Ancak ne amaçla alındı, kullanıldı, bilmiyorum” dedi.

Kanaltürk’ün Ankara Temsilcisi Sami dadağlıoğlu’nun sunduğu Pazar Politika proğramında Susurluk kazası masaya yatırıldı.

Programa Meclis Susurluk Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, komisyon üyesi ve yine şüpheli bir kazada yaşamını yitiren M. Bedri İncetahtacı’nın oğlu Yahya Tahtacı, Susurluk hükümlüsü eski polis Ercan Ersoy ve Akman Akyürek’in kuzeni Mehmet akyürek katıldı.

Programa telefonla bağlanan Akyürek’in sağ kolu Gazi Büzkaya tartışılan arşiv ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Akman Akyürek’in ölümünden önceki günlerde tedirgin olduğunu anlatan Büzkaya, “O kadar tedirgin ve dalgındı ki, Başbakanlık’taki makamını bile kullanmıyordu. Öldürüldüğüne inanıyorum” dedi.

Büzkaya özellikle bu güne kadar ortaya çıkmayan arşiv ile ilgili de önemli bilgiler verdi. Büzkaya şöyle konuştu:

“Rahmetliyi toprağa verdikten sonra, uçakla Ankara’ya geldik. Biz gelmeden önce bir takım kişiler büroya girmek istemişler. Büronun bulunduğu apartmanda bir paşa da ikamet ediyordu. Paşanın korumaları bu kişilere müdahale etmişler. Sonradan paşaya bir telefon gelmiş olmalı ki, korumalar geri çekilmiş ve bu şahıslar büroda iki üç saat çalışma yapmışlar. Tuncay beyle büroya girdik. Tuncay bey bilgisayarı açtı. Açmasıyla birlikte bilgisayardan duman çıktı. Bir daha da çalışmadı. Tuncay bey, ‘bilgisayarı tuzaklamışlar’ dedi. Akman beyin babasının izni ile Tuncay bey içinde evrak bulunan üç dört koliyi aldı. Bu evrakta ne vardı, nasıl kullanıldı bilmiyorum.”

cafesiyaset.com

TARAF'IN AJAN YAZARI 32. GÜN’DE KENDİNİ ELE VERİNCE KENDİ GAZETESİNE HABER OLDU

Geçtiğimiz hafta Mehmet Ali Birand' ile Rıdvan Akar'ın sunduğu 32. Gün programında "Polis ve Şiddet" isimli bir program yapılmıştı. Programa polis kurşunuyla ölenlerin yakınlarının yanı sıra polis tarafından da akademisyenler de katılmıştı. Polis Akademisi'nde öğretim üyeliği yapan Taraf yazarı Önder Aytaç da programda konuşmacıydı. Medyaradar sitesinin haberine göre; geçtiğimiz sene polis kurşunuyla ölen Baran Tursun'un babası ile programda tartışmaya giren Önder Aytaç, Tursun'un babasına, "Siz neden Diyarbakır'dan İzmir'e göç ettiniz?" diye sorunca Taraf da bugün sürmanşetten yazarını, "Oğlu öldürülen babaya tuhaf soru" başlığıyla eleştirdi.

İşte İki MİT'çi Gazeteci
02 Aralık 2008 14:34
Taha Kıvanç isim vermiyor ama Ali Atıf Bir, isim vererek MİT'çi olan üstelik MİT'ten zarfla para alan iki gazeteciyi açıkladı.

Ali Atıf Bir/Bugün
"Gazeteci- MİT Ajanı" utancını TBMM Bitirmeli...
Geçtiğimiz cumartesi günü Taha Kıvanç (kusura bakmayın ama takma adla yazmayı şu yüzyılda gazetecilik adına saçma sapan bir şey olarak görüyorum ve her seferinde Taha Kıvanç'ın Fehmi Koru olduğunu bir kez dada vurguluyorum, vurguladım) bir kez daha Türk basınındaki 23 MİT ajanından söz etti...
Yani ana işi devleti de eleştirmek olan gazetelerde devlete çalışan 23 gazeteci... Yanlış duymuyorsunuz... Gazetecilik ve devlet adına ajanlık aynı kefede... Bu iddia yeni değil...
2000'li yıllardan bu yana konuşuluyor. Önce Taha Kıvanç'ın yazısının ilgili bölümü bir hatırlayalım: "Şimdilerde yeni bir gazete çıkarma hazırlığı içerisinde bir grubun bu işle görevlendirdiği yazarın her hafta MİT'e uğrayıp zarf aldığını açıklamıştı Mehmet Eymür. Kod adı 'Siyah' imiş... Hakkını yemeyeyim; aynı kişinin MİT'e çalıştığını ilk açıklayan Eymür değildi.
O ifşaatı ilk yapan, kendisi de MİT'le irtibatlı olduğu ithamına maruz MİT'in en kapsamlı tarihini yazmış olan bir başka 'gazeteci' kılıklı kişiydi." İnternet sitelerine de düştüğü gibi Taha Kıvanç'ın adını zikrettiği kişilerin Fatih Altaylı ve Tuncay Özkan olma olasılığı yüksek. Çünkü tanımlara "cuk" oturuyorlar gibi. Altaylı Türkiye'yi etkilemek (!) Doğan ve Çalık medya gruplarının canına ot tıkamak için her gece ekranlarda demediğini bırakmıyor ve ulusal bir gazete hazırlığı içinde...
Tuncay Özkan ise MİT'in kapsamlı tarihini yazan gazeteci! Temelde bir devlet ajanının ve gazetecinin yaptığı iş aynı. Her ikisi de bilgi peşinde koşar. Ancak hizmet ettikleri kişiler farklı! Demokratik bir toplumda gazetecilerin görevi devlete hizmet etmek değil devleti eleştirmek!.
Bir gazetecinin ajan olarak çalışması demokratik bir toplumda kabul edilemez. Bu nedenle MİT'in gazetecileri bilgi toplama aracı olarak kullanımı yasayla bitirilmeli. TBMM soruşturma açarak MİT'in kullandığı gazetecileri deşifre etmeli, sonra da çıkardığı yasayla Türkiye'yi daha demokratik bir ülke kılmalı...
CIA 1996 yılına kadar 400 gazeteciyi ajan olarak saflarına katınca 1996 yılında ABD Kongresi yasa çıkardı ve CIA'in gazeteci kullanımına yasak getirdi. Türkiye ajan-gazeteci dönemini bitirmek için sayının 400'e ulaşmasını beklemek zorunda mı? Türkiye'nin hak ettiği demokrasi bu mu? Milletvekillerimiz bir gün de demokrasi için kendi başlarına bir şey yapamazlar mı?

Cevheri GÜVEN

Fitneyi kim çıkartıyor acaba?

Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan Babaoğlu’nun Aktütün Saldırısı sırasında golf oynadığı yönündeki haberlere, Doğan Grubu’nun ilgi göstermesi, hatta bu ilgide aşırıya kaçması düz biçimde okunulamayacak kadar karmaşıktı.

İmzalı, antetli andıçlardan; mahkeme kararıyla ispatlanmış darbe günlüklerine kadar hiçbir belgeye ilgi göstermeyen Doğan Grubu, sözkonusu kişi Org. Babaoğlu olunca neden tavır değiştirmiş olabilirdi? Ve asıl önemlisi Hürriyet bu tavrını neden hala sürdürüyor?

Üstelik de “Golfçü Paşa” gündemini Hürriyet Gazetesi, yani Grubun amiral gemisi sıcak tutuyor.

Kritik zamanların kritik yazarı..

Org. Babaoğlu’nun bilinçli biçimde saatler boyu Aktütün Saldırısı’ndan haberdar edilmediği –aslında bu, PKK’lıların geldiğinden Hava Kuvvetleri’nin haberdar edilmemesi demek- ertesi gün de golf oynarken çekilmiş fotoğraflarının devletin ajansını da kullanarak ustaca servis edildiği ortaya çıkmıştı.

Normalde TSK’yla ilgili en ufak bilgiye “kim sızdırdı, kim servis etti” bakış açısıyla yaklaşan Hürriyet, bu sefer bu soruyu sormamıştı.

Bu kadarla kalsa iyi. Hürriyet’in Org. Babaoğlu defterini kapatmadığı anlaşılıyor. Kapatmayı bırakın, bu fotoğrafların ilk yayınlandığı gazeteler bile olayı unutmuşken, Hürriyet ısıtıyor…

Hürriyet’in ağır kalemi ve hurriyet.com.tr’nin başındaki isim Fatih Çekirge eliyle “golf” unsuru, sürekli olarak gündemde tutuluyor.

Çekirge, Org. Babaoğlu etrafında yeni tartışmalar başlatıyor ve bunun içine “Golf” unsurunu ekliyor. Son olarak Org. Babaoğlu’nun Diyarbakır’daki şehit haberi üzerine “caz konserini” iptal etmesini köşesine taşıdı ve olayın içine golf hikayesini ekledi. Tabi yazı tartışma çıkardı ve Hıncal Uluç da başka bir boyutuyla konuya girdi.

Çekirge bu hafta “Savaşan kartal mı caz yapan kartal mı” başlığıyla konuyu yine Hürriyet’in göbeğine yerleştirdi.

Kendisi de bir General çocuğu olan Fatih Çekirge’nin TSK’yla ilişkileri diğer bütün gazetecilerden farklı. Yazdığı yazılar TSK’nın bütününden çok TSK içindeki bir grupla ilgili gibi.

Org. Büyükanıt’ın en zor günlerinde öyle bir “destek” yazısı kaleme almıştı ki, Büyükanıt’a en büyük darbeyi vurmuştu.

Birkaç isimsiz ve kimliksiz internet sitesinde yeralan Org. Büyükanıt’ın dedesinin Yahudi olduğu iddialarını, marjinal olmaktan çıkarmış ve kamuoyuna duyurmuştu Fatih Çekirge.

Yazısı bu iddiaların yalanlanması üzerine kurulu olsa da Vakit Gazetesi’nin bile yazmadığı bu konular, Fatih Çekirge’nin sütunundan Hürriyet’te girmiş ve kamuoyuna olabilecek en güçlü biçimde duyurulmuştu.

Hangi yazının nereye varacağını bilecek kadar kıdemli gazeteci olan Fatih Çekirge’nin ilginç zamanlarda böylesine kritik yazılar yazması dikkate değer.

Hakkındaki polemikli konunun herhangi bir şekilde sürdürülmesinden Org. Babaoğlu’nun hoşnut olmayacağı açık. Peki Org. Babaoğlu’na sürekli olarak “caz” yapanlar kim derseniz? İnsansız Hava Araçlarını, Hava Kuvvetleri’nin emrine vermeyenlere bir bakın derim!

01 Aralık 2008 Pazartesi
aktifhaber

ÇÖLAŞAN SORULAR AĞIR GELİNCE ELEŞTİRDİ

7 Kasım 2008 21:15
Hürriyet'ten kovulmasından sonra yazdığı ikinci kitapta, Aydın Doğan ve Özkök'ü eleştiren Çölaşan, kendisine ağır sorular soran sunucuyu eleştirdi...
Emin Çölaşan, Hürriyet’ten kovulmasından sonraki ikinci kitabında yine bolca Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök’e verdi veriştirdi.

Kitabının her satırında halkın kendisine olan ilgisinden bahseden Emin Çölaşan, katıldığı bütün televizyon programlarından -bir tek program hariç- detaylarıyla bahsederken bir tek programın yapımcısına eleştiriler yöneltti ve programdaki hiçbir soruyu kitabına almadı.

Çölaşan'ın 21 Ekim 2007 günü Ses Tv’de katıldığı programın detaylarına değinmezken, Bile bile çıktım o televizyona ve aslanlar gibi sorulara yanıtlar verdim “ dedi.

Çölaşan ayrıca, SKYtürk, ART, Kanal B gibi televizyonlarda kendisine yöneltilen sorular gibi sorular gelmeyeceğini anladığında üç kez programın yapımcısını arayıp programı iptal ettirmek için nazikçe çabaladığını anlatmıyor kitabında...

Dahası kitabında “yüzünü bir kez görmüşlüğüm belki vardır” dediği gazeteci Faruk Mangırcı’nın kendisini programa davet ederken “Abi ben senin büyük iyiliklerine gördüm “ dediğini anlatıyor ama yüzünü belki bir kez gördüğü bir adama ne gibi büyük iyilikler yaptığını anlatmıyor.

Hatta kitabında “iyi bir gazeteciydi zaman zaman belgeli haberleri gazetesinde çıkmadığı zaman bana gönderir, bakarım hepsi belgeli ve gerçekten güzel haberler” diye tarif ettiği programcının, “İnterbank batıp Cavit Çağlar milletin sırtına 530 milyon dolar sardığında bu konu ile ilgili bir tek satır yazmamanızda o dönem NTV’de program yapmanız ve bu program karşılığında 4 milyar lira almanız etkili olmuş olabilir mi?” sorusundan hiç bahsetmeyip programcının sormadığı “üniversitede iken kopya çeker miydiniz?” gibi sorular sorduğunu iddia ediyor.

Belli ki, SES TV’deki o program Emin Çölaşan’ın canını çok yakmış, bakalım programın yapımcısı Gazeteci Faruk Mangırcı, Çölaşan’ın kendisiyle ilgili yazdıklarına ne cevap verecek?

(Haber 7)


Emin Çölaşan Yoksa Asker Mi?

22 Ekim 2008 12:12
Org. Başbuğ, Emin Çölaşan'a koruma vermeyi teklif etmiş. Bu yetkisi dahilinde değil. Asker sivile yakın koruma olamıyor. Yoksa Çölaşan asker mi?

Emre Aköz/Sabah
Anlamadım bu işi

Org. İlker Başbuğ, geçen yılki 30 Ağustos resepsiyonunda, (yani Kara Kuvvetleri Komutanı iken), Hürriyet gazetesindeki işine son verilen Emin Çölaşan'a, "Korunuyor musunuz? Bu millet için çok şey yaptınız. Sizi korumak bizim görevimiz" demiş.
Resmi (ya da örtülü ) görevi olamayan bir sivilin, askerlerce yakın koruma altına alınabileceğini ilk kez duydum. Cahillik işte.
Yoksa "askerperest" olduğunu zaten bildiğimiz Çölaşan, bizzat "asker" mi?
aktifhaber


Haberler Böyle Yazılacak, Yaz!...
12 Ekim 2008 11:12

Hükümet ve Genelkurmay, medyaya kışla zihniyeti getirmeye hazırlanıyor. "Terör haberleri" yapan muhabirler asker tarafından eğitilecek.

RTÜK Başkanı Akman'ın gündeme getirdiği ve TMYK'da görüşülen plana göre 'terör haberleri' yapan muhabirlere Milli Güvenlik Akademisi'nde haber dersi verilecek...

AKMAN DURUMDAN VAZİFE ÇIKARINCA

RTÜK Başkanı'nın Aktütün üzerine gündemegetirdigi öneriye göre televizyon yöneticileri ve terör haberi yapan muhabirler Harp Akademileri bünyesindeki Milli Güvenlik Akademisi'nde eğitilecek.

ÖNCE GİDİP ASKERLE PAYLAŞMIŞ

Akman'ın önce Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri'ne, ardından Genelkurmay İkinci Başkanı'na götürdüğü öneriyi Başbakan Erdoğan ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek de olumlu karşıladı.

CEVİZOĞLU DA EĞİTİM GÖRMÜŞTÜ

Öneri Terörle Mücadele Yüksek Kurulu'na taşındı. Sivillerin de kabul edildiği Milli Güvenlik Akademisinde gazeteci Hulki Cevizoğlu, AKUT başkanı Nasuh Mahruki gibi isimler eğitim göçmüştü.

İşte Ayrıntılar...

Aktütün saldırısının ardından alınacak önlemler arasına, medyaya askeri düzen verilmesi de girdi. RTÜK Başkanı Zahit Akman'ın durumdan vazife çıkarması üzerine başlattığı görüşmeler sonuç verdi. Cemil Çiçek'in Terörle Mücadele Yüksek Kurulu'na (TMYK) taşıdığı ve hem Başbakan hem de askerin olumladığı projeye göre, televizyon yöneticileriyle savunma alanına bakan ve terör haberleri yapan muhabirler Milli Güvenlik Akademisi'nde eğitime tabi tutulacak ve terör haberlerini nasıl vermeleri gerektiği öğretilecek.

AKTÜTÜN FIRÇALARI: Medyanın önce Dağlıca baskını, ardından Irak'a yönelik sınır ötesi operasyonu ve şimdi Aktütün saldırıyla ilgili yayınlarının Genelkurmay'ı rahatsız ettiği sır değil. Genelkurmay Başkanlığı, bu rahatsızlığını brifingler başta olmak üzere defalarca gazete ve televizyon sahip, yönetici ve çalışanlarına iletmişti.

AKMAN ÖNERDİ: Bunları yeterli bulmamış olacak ki RTÜK Başkanı Zahid Akman, kimsenin haberi olmadan medyaya çekidüzen verecek bir girişim başlattı. Süreç özetle şöyle gelişti:

ÖNCE MGK: PKK saldırılan veya PKK'ya yönelik operasyonların ağırlıkta olduğu terör haberlerinin veriliş biçiminden rahatsızlık duyan RTÜK Başkanı Akman, Deniz Feneri olayı patlak vermeden bir süre önce Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Tahsin Burcuoğlu'nu ziyaretinde konuyu açtı.
RTÜK olarak "terörle mücadeleye yararı olmayan, hatta zarar veren yayınların önlenmesi" için kurum olarak üzerlerine neler düştüğünü soran ve istenenleri yapacaklarını anlatan Akman, "terör haberlerini yapan muhabirler ile televizyon yöneticilerinin Milli Güvenlik Akademisi'nde konunun uzmanlarınca eğitilmesi" önerisini gündeme getirdi. Burcuoğlu bu önerisini Genelkurmay ile de paylaşmasını isteyince Akman Genelkurmay 2. Başkanı'yla konuyu görüştü.

ÇİÇEK DEVREDE: Akman, Genelkurmay'ın da öneriyi olumlaması üzerine bir adım daha attı ve konuyu aynı zamanda Terörle Mücadele Yüksek Kurulu (TMYK) Başkanı da olan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'e iletti. Çiçek de öneriyi yararlı buldu.

VE TMYK MASASINDA: Çiçek, Akman'a da söz verdiği gibi konuyu Aktütün karakolu baskınından sonra üst üste iki kez toplanan, ancak bir üçüncüsünün yapılma kararıyla yarım kalan TMYK'nın gündemine getirdi.

HÜKÜMET DE RAZI: Çiçek'in "RTÜK Başkanı'nın önerisi" olarak bahsettiği ve terör haberlerine çeki düzen verilmesinin yolu olarak sahiplendiği öneriyei, TMYK toplantısına katılan Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da sıcak ve olumlu baktı. Çiçek'in, TMYK'da gündeme getirdiği önerinin destek bulduğu bilgisini, önerinin ilk sahibi Zahit Akman'a da ilettiği ve "önerini Başbakan da çok beğendi" dediği öğrenildi.

BÖYLE YAZILACAK YAZ: Basına müdahale anlamına gelebilecek bu "terör haberleri nasıl yazılır" eğitiminin ayrıntıları önümüzdeki günlerde netleşecek. Projenin hayata geçirilme zamanı ve biçiminin de önümüzdeki salı günü yeniden toplanacak TMYK toplantısında karar halinde çıkıp çıkmayacağı bilinmiyor. Ancak, bu kararın kesinleşmesi halinde, RTÜK ile Milli Güvenlik Akademisi yönetimi başta olmak üzere ilgili kurumların bir protokol ile bunu netleştirmesi bekleniyor.

AKADEMİ VE MÜDAVİMLERİ

Televizyonların yönetici ve muhabirlerini terör haberleri konusunda eğitecek Milli Güvenlik Akademisi, Harp Akademileri Komutanlığı'na bağlı faaliyet gösteriyor.

Akademi, eğitime aldığı öğrencilerini "müdavim" olarak tanımlıyor. Kendi kanununda bu akademinin görevi, "Silâhlı kuvvetlerde, kamu kurum ve kuruluşlarında ve gerektiğinde özel kesimde (basın-yayın kuruluşları dâhil) üst kademede görevli veya görev almaya aday yöneticilere, millî güvenlik konularında bilgi ve yetenek kazandırmak, eğitim ve öğretime ait seçilmiş konuları akademik çalışmalar düzenleyerek planlamak, icra etmek ve yönetmek" olarak tanımlanıyor.

Milli Güvenlik Akademisi'nde halen 65'incisi verilen eğitime, bugüne kadar da basın yayın kuruluşlarından özellikle yöneticiler de dahil edilmişti. Akademi her dönemde basın yayın kuruluşlarından isim istiyor. Katılımcılara kendi alanlarıyla ilgili inceleme, makale yazma, kitap özeti çıkarma vb. ödevler verilen, bu kişilerin askeri-kültürel amaçlarla gezilere götürüldüğü ve katılanlara kurumlarında yükselmede gizli avantaj sağlayan akademide teorik dersler, konferans veya seminer yoluyla veriliyor.

(Adnan Keskin / Taraf)

Çarşamba, Ekim 10, 2007
Susturamazsınız uleen!
Ahmet Turan Alkan

Yazar: Kovulduk ey halkım, unutma bizi!
Halk: İyi de ne yapayım yani kardeşim, üzüldük, geçmiş olsun, bi dolu kınama mesajı çektik; ee daha ne istiyorsun?..
-Ben babamın hayrına kovulmadım ki ey halkım, ben sizler için şeyederken kovuldum!
-Tamam kardeşim, biz de üzüldük; sen kovulup geçim darlığına düşeceksin diye uykularımız kaçtı, daha ne yapalım şimdi?
-Üzülmekle yetinecek misin; beni bu berbat durumda yalnız mı bırakacaksın ey halkım (bkz. Küçük Emrah filmlerindeki ezilme sahneleri) Zaten ben... önemli değil, giderim yoluma tek başıma..
-Yav tamam trip yapma kaç kuruş bu kitap?
-Bana bak halkım; beni medya devleri, dolar milyarderi patronum bile satın alamadı; sen mi vereceğin üç kuruşla satın alacaksın; şaşarım aklına. Parada gözüm olsaydı, masaya yumruğumu vurup istifayı basmazdım anladın mı?
-Bi dakka; az önce kovuldum diyordunuz?
-Beni kimse kovamaz; Ertuğrul beni sırtımdan vurmadan bir saniye önce ben istifa etmiştim zaten; güvenlik kameralarında vardır bu olay, baksınlar ve iftira etmesinler. Ne diyordum?.. Abi ben bir gün böyle sabah geldim gazeteye; Ertuğrul aramış. Niye aradığını biliyorum tabii, aldırış etmedim. Az sonra bi daha: "Yav yapma bunu, sen benim halimi biliyor musun estek köstek..." dedim ki, "Ertuğrul Ertuğrul; sen değil, feriştahın gelse yazılarımı sansür edemez. İspat ettiğiniz anda çeker giderim buralardan" dedim, tırstı!
-İspat ettiler ama sonradan galiba, öyle bir şey olmuştu değil mi?
-Edemediler, ettiler, edemezler, ne ettiler; bana bak, provokatör müsün sen yav ey halkım, alıyorsan al şurdan bi kitap...
-Abi ne kızıyorsun bana şimdi be; bunca sene patronun gölgesinde yatıp el âleme bulaşırken iyiydi de niye şimdi adamcağızı karalıyorsun ki? Bugüne kadar yazdığın sıradan şeyler mukabilinde eşek yüküyle para alırken de hiç celâdet göstermedin. Bu biraz ucuz babayiğitlik olmuyor mu?
-Ah ah... Şimdi böyle olduk değil mi; ben sizler uğruna ölüm tehlikelerini göze alıp yiğitçe savaşımlar şaaparkenkene şimdi üç kuruşluk kitap için ağzınız hangar gibi açılıveriyor. Almayın kardeşim almayın. Önemli değil... Beni zaten felek vurmuş, bir de siz vurun! Fakat unutmayın ki, Anadolu'nun herhangi bir köyünün herhangi bir tepesindeki ceviz ağacının dibine kadar bu liboşlarla çatışmadan ölmem ben...
-Niye ölesin ki abi, çok yaşa fakat hiç inandırıcı değilsin; yakında talk-showcu çocuklar, turistik otellerde taklidini yapmaya başlarlarsa hiç şaşırmam. Hikâyen satmaz azizim; çünkü çok çelişki barındırıyor.
-Satar mı satmaz mı görürsün sen; ben kitapları onyüz bin milyonlarca baskı yapılmış bir yazarım...
-Yakın arkadaşlarının sırlarını yazarsan biraz meraklısı çıkar elbet; iyi-kötü, adamlar seni yıllarca 'bizden' belleyip sır emanet etmişler; fakat sandığın gibi tutmaz, bak görürsün.
-Önemli değil, paraya ihtiyacım yok benim; ben şan için, onur için, halkım için şeyapmışımdır bu şeyleri...
-Tamam işte abi, at terli, yem kesmiyor. Senin durumundan bir kahramanlık hikâyesi çıkmaz, sen bilemedin tersine kahraman hikâyesi çıkar!
-Ne yani, yazmayım mı; bu yiğit kalem sussun mu; susturamazlar; susturamazsınız uleeen!..
-Aman be abi, biz seni yazarken de bilirdik. Patronunu görmezden gelirken onun rakiplerine demediğini komazdın; adam bunca tazminat cezasını işine yaradığın için ödedi, işin bitince de kapıya koydu!
-Kapıya koymadı; ben istifa ettim; gerçekleri yazarsam Türkiye hop oturup hop kalkar, bilesiniz bunu!
-Tabii tabii, zaten çok heyecanlı oluyor abi, sen anlatırken ben bu arada bir koşu sebze haline gidip geleyim; okey?
-Kitap almadan mı gidiyorsun; biz bu baskılardan yılmayız aslanım; gerçeklerden kaçma, gel, gel; son asrın en yiğit, en savaşımcı yazarının kitabına gel vatandaş; hediyesiii!..

Zaman, 8. Ekim. 2007


06 Aralık 2008
Ahmet Kekeç/Star

1 numarayı açıklıyorum

Liberal aydınlarımız çok tutmaz ama, ben pek bir beğeniyorum... Tamam, ‘Ticaret imtiyazını ekalliyetten alalım, bir milli burjuvazi oluşturalım’ demiştir, haltetmiştir ama, ‘Devlet eliyle zengin yetiştirme fikri’nin sakıncaları konusunda Mustafa Kemal’i uyaran, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararları, hissi kablel vuku eleştiren, devletin yedeğinde palazlanan ‘yerli sermaye’nin, gelecekte iktisadi gelişmeyi baltalayacağını söyleyen kişi de odur.

İsmi, Kara Kemal...

Bazı kriminal işlere bulaştığı için öldürüldü.

Daha doğrusu, ‘İttihatçı muhalefeti örgütlediği’ gerekçesiyle bitirildi.

Kara Kemal’in bittiği/bitirildiği noktada ‘onlar’ sahne alır.

Buradaki ‘onlar’a, iç pazar imtiyazını kaptırmamak için darbe dahil her türlü ‘istikrarsızlaştırma’ programını destekleyen, ‘Ergenekon’ gibi oluşumlara el altından finansal destek sağlayan, medya gücünü ‘şantaj aracı’ olarak kullanan büyük burjuvazinin ‘tahsisli’ kesimini dahil edebilirsiniz.

Bir de örgütleri vardır bunların.

Bir ‘işadamları örgütü’ gibi faaliyet gösterir ama, esas amacı seçilmiş hükümetlere yönelik şantajı meşrulaştırmaktır.

Dün, konjonktür öyle icap ettirdiği için gazete ilanıyla hükümet düşürüyorlardı, bugün bazı rantların ve teşviklerin devamı uğruna hükümet destekliyorlar.

Kendilerini büyük sermaye diye pazarlıyorlar ama, çalışma tarihleri boyunca ‘Sultanahmet’te, turistlere kartpostal satan kara saçlı bir çocuk kadar bile ülkeye döviz kazandırmamışlardır...’

Tahsisli sermayenin tabiatı budur.

Üretmeye değil, hep almaya, hazıra konmaya kurgulanmıştır.

Bu sınıf, Batı’daki burjuvaziden, hele de Kara Kemal’in ‘oluşmasında’ zaruret gördüğü yerli burjuvaziden farklı olarak, devlete yaslandıkça semirdi ve paradan para kazanan ‘repocu’ kazurat takımını türetti. ‘Rekabet’ten korktuğu için de, dünyaya açılmak yerine ‘iç pazar’ı parsellemeye yöneldi; ürettiği çürük-çarık malları dünya ortalamasının üzerinde fiyatlarla yoksul Türk halkına kaktırdı.

Bu sınıf, yıllarca, nesebi gayrı sahih bir bayram olan Yerli Malları Haftası’yla kendisine bir kulvar açmaya, rekabet düzenine başkaldırıp palazlanmaya çalıştı.

Palazlandı da...

Oysa, içe kapanmacı, totaliter, faşist ülkelerin züğürt tesellisiydi Yerli Malları Haftası... Beceriksiz, tembel, ‘üretici ruh’tan yoksun yöneticilerin mazeret beyanı...

Ülkeye pasaklı, kara saçlı bir çocuk kadar bile döviz kazandırmamış büyük holdinglerimizi, beyaz eşya ve otomotiv ilahlarımızı, medya kartellerimizi, Türkiye’nin gelir dağılımı en bozuk on ülkeden biri olması hiçbir zaman rahatsız etmedi...

Bu cinnet ortamı, bu varoşlar, bu kamu düzeni, Halk Ekmek kuyruklarında telef olan bu yoksul halk; proteinsizlikten, bakımsızlıktan vereme, koleraya, tifüse yakalanan bu kara kalabalıklar onları hiç ilgilendirmedi...

Onlara, niçin rekabetten, ‘serbest piyasa düzeni’nden korktuklarını sormak isterdim...

Niçin iç pazarın sömürülmesine dayalı bir büyüme ve sanayileşme stratejisi izlediklerini...

Neme lazım, sormuyorum...

Bakarsınız, pazar payını korumak insiyakıyla ‘darbe cuntaları’yla halvet olan büyük burjuvazinin encamı çıkar ortaya... Hangi darbenin, dünyayla rekabet etmekten korkan hangi taponcu sermaye tarafından ‘gümrük duvarlarının yeniden ihdas edilmesi’ kaydı şartıyla mahut güç merkezlerine sipariş edildiği anlaşılır ve ardından sırıtan yüz ifadesiyle ‘1 numara’ belirir...

Belli mi olur!
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Arl 11, 2008 1:47 pm    Mesaj konusu: ADI RAPORLARDA VAR Alıntıyla Cevap Gönder

İsrail yalakalığı!
06 OCAK 2009

Ali İhsan Karahasanoğlu

'BM ve AB'nin vahşete bakışı'nı yazmış. Karahasanoğlu, BM Güvenlik Konseyi'nin karar alamadan dağılması ve AB sözcüsünün açıklamasını değerlendirirken, İsrail yalakalarının Çağlayan'daki muhteşem mitingle ilgili haberlerine de dikkat çekiyor:

Hukuk dediğimiz şey; güçlülerin, güçsüzleri sömürmek için uydurdukları palavralardır" şeklindeki tanım, dünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Toplantısı ile bir defa daha ortaya çıktı.

(...)Yüzlerce, binlerce sayfa ile anlatılamayacak gerçekler, bir toplantı sonrasında yapılan "karar alınamadı" açıklaması ile çok güzel ortaya konulmuş oldu..

(...) Evet, "insan hakları" dedikleri, "hümanist yaklaşım" dedikleri, "sevgi-barış" dedikleri işte bu..

Kendilerinin kılına bir zarar gelirse, ortalığı yakıp yıkmak..

Kendilerinden olmayan insanlar toplu olarak bile katledilseler, "O saldırı değil, savunmadır" diyerek örtbas etmek..

İşte iki somut tavır önümüzde duruyor..

Birincisi, BM Güvenlik Konseyi'nin, Gazze'nin işgali sebebi ile toplanıp, 3.5 saat tartıştıktan sonra, ABD'nin baskısı ile bir karar almadan dağılması..

İkincisi de, AB yetkilisinin, "İsrail saldırmıyor, savunma yapıyor" açıklaması..

İşte bir günde sergilenen bu iki tavır da, Batı'nın gerçek yüzünü ortaya koyuyor...

(...) Batılılar böyle de, bizim içimizdekiler çok mu "hak"ka, "hukuk"a saygılı?

Dün Çağlayan'da yüzbinleri aşan insan, İsrail vahşetini kınıyor..

Böyle bir mitingle, insanlar hoşnut olmalı, "Filistinli kardeşlerimize direkt bir yardımımız olmasa da, İstanbul'dan tepkimizi haykırıyoruz. İnsanlar tepkilerini dünyaya ilan ediyorlar" diye, vahşetten duyduğumuz üzüntümüzü birazcık dağıtmalıyız değil mi?

Nerdee?

İsrail sadece Tel Aviv merkezli bir yer değil ki!

İşte İstanbul'da bile İsrail var. İsrail zihniyetli insanlar, medya organları var..

Habertürk'ün internet sitesinde, Çağlayan mitingi ile ilgili haber şöyle verilmiş: "Çağlayan'da haremlik selamlık protesto"

İnsanlar ölüyor.. çoluk çocuk sivillerin üzerine bombalar yağıyor.. Beyefendilerin gösterdikleri ciddi bir tepki yok.. Tepki gösterenlere de çamur atmaya kalkışıyorlar!

Bunlar, İsrail'in maşaları değil de nedirler?

Sadece Habertürk de değil. Hürriyet'in internet sitesi de benzer tavır içinde..

O da, Özgür-Der'in Diyarbakır'da düzenlediği, yine yüzbinleri aşan insanın katıldığı protesto mitingi ile Saadet Partisi'nin Çağlayan'daki mitingini tek bir haber başlığı altında verip, kimin sözcüsü olduğunu ortaya koymuş: "İsrail'i böyle protesto ettiler"..

Nasıl protesto etmişler?

Üç çarşaflı hanımın resmini vererek, kafalarındaki zehiri kusuyorlar..

Akılları sıra, çarşaflı hanımları tahkir edecekler!

İsrail yalakalığı değil de nedir bu? (...)
Vakit


Fehmi Koru
Yeni Şafak

Medya: Kâğıttan kaplan düzeni

Yazılanları okuyup söylenenleri dinleyince, insanın aklından, “Keşke 2009 yılını takvimlerden silebilsek” düşüncesi geçiyor...

Bu olumsuz beklentiler, doğru tespitlere ve hesaplara dayanıyor olabilir, gerçekten hayatımızın en kötü yılı olarak tecelli edebilir 2009... Yılın sonuna vardığımızda, belki de hepimiz, yıl boyu yaşadıklarımız ve bize yaşattırılanlardan şikâyetçi hale gelebiliriz.

Şimdi burada durup soracağım bir soru var: Yaşadıklarımız ve bize yaşattırılanların ne kadarı, 2009'u şimdiden 'kayıp bir yıl' ilân etmiş medyanın eseri olacak?

Basının 'dördüncü kuvvet' olduğu bilinir; medya haline dönüştükten sonra bu gücün daha da arttığını ve kendisini siyasal iktidarla eşit düzeyde görmeye başladığını fark ediyoruz. Özellikle de kendini 'merkez medya' olarak konuşlandırmış, tirajı şöyle-böyle ama 'seçkin' sayılabilen bir kitleye hitap eden gazeteler ile aynı kitlenin hayatını ekrana taşıyan dizilerle kendini izlenilir kılan kanallar... Bunların sahip ve yöneticileri ile köşeleri ve programları ele geçirmiş olanlar ülkede bir 'karşı-iktidar' konumundalar...

Ara ara bazı siyasiler ve iktidarlarla yanyana gelmiş olmaları kimseyi şaşırtmamalı; Türkiye'de 'merkez medya' diye bilinen gazete ve kanallar gerçekte her zaman bir 'karşı-iktidar' durumundadır. Çok partili hayatta DP'den Ak Parti'ye uzanan halkın siyasal tercihleri ile bugün 'merkez medya'nın üst düzeyini teşkil edenlerin tercihleri birbirine taban tabana zıttır... Halkın beğendiklerini onlar beğenmez; halkı kendi beğeni çizgilerine getirmek için gösterdikleri onca çabaya rağmen halk da bir türlü onların çizgisine gelmez...

Halka açıkça ve alenen ters düşemeyeceklerine göre, onlar da kendilerini halkın temsilcileri olan siyasilere karşı konuşlandırmaktalar... İktidarların 'ak' dediğine 'kara' demek üzere...

Eğer bu yıl da onların sesleri yüksek çıkacak ve toplum üzerindeki etkileri devam edecekse, zaten zor geçeceği belli olan 2009 yılını hepimiz için daha da karartacaklarına iddiaya girebilirsiniz...

Arkanıza yaslanıp düşünürseniz, eminim sizler de bana hak vereceksiniz: Başka ülkeler için bir 'kâbus' olan 2008 ülkemiz için bir ferahlama yılı olabilirdi; onların inatçı tavırları yüzünden bir kayıp yıla dönüştü 2008...

Teselli, medya düzeninde dengelerin değişmesi ve özellikle burnu havada tiplerin zorlamalarla ülkenin başına açtıkları rahnelerin artık patronlarını da zora düşürmesidir. Yayınlarıyla iktidara göz açtırmadılar ve ülkeye birbiri ardına krizler yaşattılar da ne oldu? Sebep oldukları krizlerde en büyük darbeyi yiyenler arasında kendi patronları da var...

Ülkemizdeki medya düzeni 1960'larda kurulmuştur ve o darbe-sonrası döneminin kalıntıları medyada etkili konumlarını hâlâ koruyorlar. Son zamanlarda verdikleri savaşlar onları ve merkezinde yer aldıkları düzeni bayağı zayıflattı, gerçekte birer 'kâğıttan kaplan'dan farksızlar bugün; ancak içinde yer aldıkları medya sanki 'canlı' imiş gibi görünmelerine imkân sağlıyor.

Her halinden zorlanacağımız belli olan 2009, medyada çoktan gecikmiş büyük değişimin yolunu açan bir yıl da olabilir.

Umutlanabilirsiniz.



ERGENEKON YÖNETİCİSİ ÜNLÜ GAZETECİ
11 Aralık 2008 10:07

Kim bu, çok satan bir gazetede çalışan önemli gazeteci?

Ergenekon soruşturmasında 2001 yılında polise verdiği ifadelerle kilit rol oynayan gazeteci Tuncay Güney, Yeni Şafak'a çarpıcı açıklamalar yaptı... Güney, Türkiye'deki çok satan bir gazetede çalışan önemli bir gazetecinin, Ergenekon terör örgütünde de üst düzey yönetici olduğunu ileri sürdü. Güney, Türkiye'yi sarsan, mafya-siyaset-derin devlet ilişkilerinin ortaya çıktığı Susurluk kazasından hemen sonra, dönemin Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'ü arayan gazetecinin de aynı kişi olduğunu söyledi.

ADI RAPORLARDA VAR

MİT'e çalıştığı ve Ergenekon örgütünü deşifre etmekle görevlendirildiği ileri sürülen Tuncay Güney, “Türkiye'de önemli bir gazetede çalışan, önemli bir gazeteci, Ergenekon terör örgütünün üst düzey yönetecisidir. O gazetecinin Ergenekon ile bağlantısı raporlarda bütün detaylarıyla yer almaktadır” dedi.

AĞAR'I HOŞTAN KURTARDI

Türk halkının, Abdullah Çatlı'nın Türkiye'ye geldiğini ilk defa Aydınlık Dergisi'nde yayınlanan 'Susurluk kazası' haberi ile öğrendiğini söyleyen Tuncay Güney şöyle konuştu: “Yapılan suikast planına göre Mehmet Ağar da Susurluk kazasında ölecekti. Fakat Sami Hoştan, Ağar'a durumu anlattı. Ağar da otelde kaldı. Çatlılara 'Siz gidin, ben daha sonra geleceğim' diyerek arabaya binmedi. Bu olayı her iki Mehmet de biliyordu.”

GAZETECİ ÇATLI'YI SORDU

Güney, mafya-siyaset-derin devlet ilişkilerinin ortaya çıktığı, polis müdürü Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ile Gonca Us'un öldüğü, DYP milletvekili Sedat Edip Bucak'ın yaralandığı Susurluk kazasından hemen sonra Ergenekon yöneticisi gazetecinin Veli Küçük'ü aradığını belirterek şunları söyledi: “Susurluk kazasından hemen sonra, Ergenekon'un yöneticisi olan önemli gazeteci isimleri öğrenmek için Veli Küçük'ü aradı. İsimleri aldıktan sonra 'Abdullah Çatlı'yı da yazayım mı' diye sordu. Veli Küçük kendisini arayan gazeteciye biraz beklemesi gerektiğini, Sami Hoştan'a arabada bulunan Çatlı'ya ait çantayı almasını söylediğini anlattı.” Güney, “Ali Yasak lakaplı Drej Ali'nin adamları o çantayı Veli Küçük'e getirdi' diye konuştu.

Ergenekon haberiyle köşeye sıkıştırdılar

Tuncay Güney, Ergenekon üst düzey yöneticilerinden birinin bir dergiye 'Ahmet Özal: Babamı Ergenekon öldürdü' kapağı yaptırarak kendi başına hareket etmeye başlayan Veli Küçük'ü yola getirdiğini ileri sürdü. Veli Küçük'ün haberin dergide yayınlanmaması için, dergi yöneticilerine baskı yaptığını ileri süren Güney şöyle konuştu: 'Veli Küçük'ün baskıları üzerine haber, bazı bölümleri çıkartılarak yayınlandı. Haberin yayınlanması üzerine Veli Küçük de başka bir dergiye '22 MİT Ajanı PKK'nın elinde' başlığı ile bir haber yayınlatarak rövanşı aldı. Haberin bütün detayları Veli Küçük'teydi. Küçük haberi yaptırmak için elindeki bütün belgeleri ve dokümanları o dergiye verdi.'

'2 numara' ünlü işadamı

Ergenekon'un kilit ismi Tuncay Güney örgütün 1 ve 2 numaralı yöneticileriyle ilgili ilginç bir benzetme yaptı. Ergnekon terör örgütünün 1 numarasını komünizmin kurucusu Karl Marks'a, 2 numaralı yöneticisini de Marks'ın takipçisi Engels'e benzeten Güney, “Engels, Ergenekon'a para yardımı yapan ünlü bir işadamıdır” dedi.

(Yeni Şafak)

TUNCAY GÜNEY'E AHLAKSIZ TEKLİF
11 Aralık 2008 10:14

Tuncay Güney, aleyhlerinde konuşmaması için Doğan grubunun kendisine para teklif ettiğini açıkladı.

Güney, Tolga Tanış'ın kendisine 'Yeni Şafak'ta yayınlanan 'Hürriyet'in korkusu benim konuşmam' (28 Kasım 2008) başlıklı haber üze-rine gazete yönetimi beni gönderdi' dediğini iddia etti.

Ergenekon'un soruşturmasının karakutusu Tuncay Güney, Hürriyet gazetesinin, muhabir Tolga Tanış aracılığı ile kendisine "Para sıkıntısı çekmeyeceksin. Sadece Doğan grubu hakkında konuşma" teklifinde bulunduğunu ileri sürdü. Tolga Tanış'ın talebi üzerine 30 Kasım'da Toronto'da bir lokantada gerçekleşen görüşmeyi şöyle aktardı:

Tanış: Beni Hürriyet yolladı. Sana bir teklifimiz var.

Guney: Nedir? Buyurun dinliyorum.

Tanış: Hayatın boyunca göremeyeceğin bir teklif bu. Ömrün boyunca rahat edeceksin. Ekonomik sıkıntı çekmeyeceksin. Sadece Doğan Grubu hakkında konuşma, birşey açıklama. Bu teklifi değerlendirmelisin, böyle bir fırsat karşına çıkmaz.

Muhabir Tolga Tanış'ın teklifini komplo olarak nitelendirdiğini ve reddettiğini ileri süren Tuncay Güney, konuşmanın devamını şöyle anlattı:

Tanış: AKP ve Tayyip, Doğan'ın karşısında duramadı sen nasıl dayanacaksın?

Guney: Bu doğru, istediklerini iktidar yapıyorlar. Fakat ben sizin para teklifinizi, bu komplonuzu kabul edemem. Bu ülkede başımı belaya sokar, yani bu sizin teklifiniz bir oyun, komplo kuruyorsunuz.

Tanış: Kabul etmiyorsun yani.

Guney: Hayır.

Tanış: Sanık olacaksın bu gidişle.

Guney: Her türlü karara saygılıyım.

(Yeni Şafak)

Medyanın bağırsakları

Perihan Mağden / Radikal

Geçenlerde Coen Biraderler’in son filmi ‘Burn after reading’ (esracengiz bi çeviriyle ‘Aramızda casus var’ diye oynatıldı) filminden çıktıktan birkaç saat sonra Şamil Tayyar’ın ‘Ajan gazetecileri deşifre edelim’ yazısı, cuk oturdu doğrusu.
Coen Biraderler’in filmi CIA’deki Moron Dayanışması ve Kıç Yalama Zarureti’nden balataları sıyırtan bir analistin (John Malkovich oynuyorlar) görevinden alınmasıyla başlayıp gerzelog olduğu kadar muhteris bir ‘spor salonu çalışanı’ kadının, 3 kişinin ölümüne filan neden olup estetik ameliyat parasını temin etmesiyle, sonlanıyor.
Film, esasında bir Moronlar Yoğunlaşması olduğu üstüne CIA’nin ve de dışardan gelebilecek dangalaklıklara karşı, ne kadar ‘çaresiz’ kalabileceği üstüne.
Şamil Tayyar ise Ergenekon’a dair yazdığı kitap yüzünden soruşturulma açılmasını kendine vesile de bilerek, haklı olarak “Kayıtlı ya da kayıtsız, gönüllü ya da görevli, kodlu ya da kodsuz, hangi sıfatla anılırsa anılsın; Genelkurmay, Jandarma, MİT ve Emniyet’le bağlantılı tüm gazetecilerin isimleri açıklansın” diyor köşesinde.
23 kişilik ajan-gazeteci listesi, internette dolanıp duruyormuş zaten. Hakikaten NE sakıncası var ki bu isimleri açıklamanın?
“MİT, Jandarma ve Emniyet’le ilgili yıllardır GİZLİ BELGELERİ yayınlayan Tuncay Özkan
ve Soner Yalçın gibileri sorgulamayanların”- yazıyor Şamil Tayyar.
“Burnu bataklıktan çıkmazmış” diye tamamlayalım. Türk Medyacılığı adına.
Yıllarca Uğur Mumcu’ya devletin bir kısım görevlisinin teslim ettiği ‘gizli belgeler’ sayesinde Türkiye’ye dair pek çok canalıcı gerçeği öğrenmedik mi?
Uğur Mumcu; yıllarca bazı devlet görevlilerinin teveccühüyle kendisine iletilen bilgi ve belgeleri bizlere servis ederek, hem ülkemizde ‘araştırmacı gazetecilik’ ile NE kast edildiğini oturtmuş oldu. Hem de bir hizbin diğeriyle çatışması sayesinde ve de ‘seçme’ bu bilgilerin bizlere servisiyle, psikolojik hesaplarına çalışkanca hizmet etmiş-
‘Faydalandık’ yani sözümona. Sonra bu ‘araştırmacı gazetecilik’ bayrağını; Minik ve Kocaman Kocaman Kuşlar’ın kendisine teslim ettiği dosyaları, bize işlerine geldiği zamanlarda, işlerine geldiği kadarını ‘servis eden’ Emin Çölaşan aldı. Müthiş ‘araştırmacı gazeteci’ (sürekli Uğur ağbisinin devamı olduğunu iddia ediyordu) ulusalcı yiğit Tuncay Özkan aldı.
Üstümüzden ve üstümüze yürütülen devletin içindeki muhtelif grupların çatışması olsun, ruhsal ‘iklimimizin’ şekillendirilmesi için ince ince hesaplanmış tabloların bize istedikleri renk ve desenlerde sunumu olsun-
Bu devlet; deriniyle, yüzeyseliyle ilk ‘kendi çocuklarını’, kendine en yakın olanları ‘yediği’, ‘kurban vermeyi’ uygun gördüğü için Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu gibi isimleri, bir de bu oyunlarına ‘şehit’ verdik.
Oysa ben Mehmet Ali Kışlalı’nın yazılarını ‘kaliteli’ ve ‘üst üst düzey ordumuz’ NE düşünüp NE hissetmektedir diye (son aylarda aynı teranelerden içime fenalık geldiğinden, okuyamıyorum gerçi) okurum/okurdum mesela.
Allah rahmet eylesin; gastemiz yazarlarından Gündüz Aktan’ın yazıları da derin devlet ideolojisinin en üst düzeyden, seslendirilmesi gibiydi.
Öcalan da en yakından takip ettiği köşecinin Gündüz Aktan olduğunu beyan etmişti, nitekim.
Benim son zamanlarda en dikkatle ve beğenerek izlediğim köşe; Taraf’taki biri başkomsermiş, diğeri Polis Akademisi hocası, işte o iki polis beyin köşesi. Onların verdiği bilgileri elde edebileceğim hiçbir kaynakla görüşüyor/tanışıyor değilim. O halde çok faydalı benim için.
Aynen Murat Yetkin’in köşesinin Askeriye’nin olsun, Yüce Makamlarımızın olsun ‘kaliteli’ ideolojisini kavrayabilmemiz için, fevkâlâde faydalı olması misali.
Bizi aydınlatan/bilgi veren köşecilerimizin ehemmiyetine inanıyorum yani. Yoksa laf topaçlama hususunda, herkes birbirinden sıkıcı. Bezdirici. Fikirsizlikte aynı ligde top peşinde hepsi.
Şimdilerde ise Tuncay Güney’in Hürriyet gastesinin ‘susması için’ kendine ne paralar, ne paralar teklif ettiği iddiası, prim yapıyor. Bir de ‘büyük bir gazetede’ önemli bir gastecinin, Ergenekon’un 1 NUMARAsı olduğu, sansasyonel havadisini havaya savurdu Güney ‘durduk’ yerde. (Bu adam Gündem Sapığı; dikkatlerin üstünden ayrılmaması konusunda öylesine mahir ki!)
Ergenekon’u, epeyce hatırı sayılır zaman boyunca Hürriyet’in ‘ignore’ ettiğini biliyoruz. İnternet sitesinde flaş flaş flaşlanan Tuncay Güney röportajını, sonra yayımlamadıklarını da. (Hatta İLK KEZ bu arkası gelmeyen flaşlamalarla duymuştum bendeniz Tuncay Güney’in ismini.)
YANİ Ergenekon ya hakikaten milletçek bağırsaklarımızın temizlenmesi için vesile olacak ve bu işin bir YARGI AYAĞI+MEDYA AYAĞI da olacak. ‘İşin’ içinde olanlar, hep birlikte hakikaten adil bir eşitlik içinde gidecek topun ağzına-
Ya da bazı ‘mihraklara’ dokunulamayacak daha fazla. Diyelim: bırakılacak Medyalamamız dağınık kalsın. Yargılamamız dağınık kalsın.
Yani: medyamızdaki bağlantılılar/bulaşıklar ve yargımızdaki bağlantılılar/bulaşıklar öyle ‘dokunulamaz’ statüsünü korumaya devam etsinler. Karanlıkların Efendisi donlarını/rollerini kendilerine biçtikleri; oynamalarına son verdirilmesin.
“Devlet bağırsaklarını temizliyor, medya da temizlemelidir” derken, çok doğru bir Toptan Temizlik arzusunu seslendiriyor Şamil Tayyar.
VE FAKAT: Devlet, bağırsaklarının yüzde kaçını temizlemek istiyor? Bütün mesele, bu. TAM bir temizlikten yana olabilecek güçleri ya da arzuları varsa Medya ve Yargı’daki Ergenekon adamlarına da uzanmaları, bu isimlerden hesap sormaları, muhakkak gerekiyor.
Peki bu kadarına hazır ya da razılar mı? Medyalamamızın, bağırsaklarında birikmiş pisliklerden memnun olduğu BUNCA ortadayken. Yargımız da durumlarından hiç de şikâyetçi doğrusu; görünmüyor. Lar.
Radikal

19 Aralık 2008

Gülay Göktürk/Bugün
Hiç utanmıyorlar

2006 yılı Mayıs'ında Danıştay Saldırısı'ndan birkaç saat sonra kaleme aldığım yazı şöyle başlıyordu:

"Aslında her şey ortada! Aylar öncesinden beri işaret ettiğimiz bir süreç adım adım ilerliyor. Rejim tehlikede... Ama Sezer'in, Baykal'ın ya da Teziç'in kastettikleri anlamda bir tehlike değil bu. Rejimi tehdit eden şey, ne irtica, ne türban, ne AKP...

Türkiye Cumhuriyeti, demokratik rejime yönelik ciddi bir komployla karşı karşıya." Gözü kör, kulağı sağır, aklı ipotek altında olmayan herkesin hemen görmesi gereken bir tabloydu bu. Kurulan komployu görmek için ne özel bir istihbarata, ne de özel bir analiz yeteneğine ihtiyaç vardı. Ama kamuoyu oluşturma gücüne sahip kişi ve kurumlar arasında o kadar azdı ki aklı ve vicdanı hür olanlar...

Olaydan üç gün sonra. 21 Mayıs tarihinde "Yine mi özeleştiri yapacaksınız?" başlıklı yazımda bu tabloya şöyle isyan ediyordum: "19 Mayıs sabahı gazeteleri önüme açtığımda 97-98 yıllarına geri dönmüş gibi oldum birden. Aradan onca yıl geçmemişti sanki, 28 Şubat'ın karanlık günlerindeydik, "mahşerin beş atlısı" toparlanıp yola koyulmak üzereydi.

Üniversitelerden, yüksek yargı organlarından, sivil toplum kuruluşlarından gelen kimi açıklamalar herkesin kendi repliğini çok iyi bildiğini, öyle ki bu defa brifinglere bile ihtiyaç olmadığını gösteriyordu.

28 Şubat medyası da karşımdaydı. Birkaç gazeteyi bir yana ayırırsak, büyük medya yine tıpkı o günlerdeki gibi "görevdeydi"! Danıştay baskını karşısında yaşanan şokun hükümete yönelik bir öfkeye dönüşmesi için elden gelen her şey yapılıyordu yine...

Kendi kendime düşündüm: Önümüzdeki bir yıl atlatılırsa, AK Parti kurmayları bu fırtınalı denizde gemiyi oraya buraya çarpmadan kıyıya yanaştırmayı başarırlarsa, yeniden 3 Kasım sonrasına benzer bir istikrar havası doğarsa, bugün bu yayınları yapanlar ne yapacaklar?

Bir terör olayı bahane bilinerek giriştikleri hükümet düşürme operasyonunun hesabını nasıl verecekler? Bu defaki andıçlar ne zaman deşifre olacak? Bu defaki çark edişler nasıl bir üslupla yapılacak? Yine bugün okuduğumuz gibi özeleştiri metinleri mi okuyacağız?

Nasıl oluyor da o gazetelerin yönetimleri böyle dar zamanlarda böylesine rahatlıkla manipülasyona gönüllü yazılabiliyor diye sordum bütün gün. Böyle dönemlerin geçiçi olduğunu artık öğrenemediler mi?

Bugünlerin kaydının tutulmasından, sonra okurlarına hesap verememekten korkmuyorlar mı? Galiba kilit kelime korkmak. Evet, korkmuyorlar. Çünkü yaptıklarının bir cezası olmadığını gördüler. Korkmuyorlar çünkü herkesin her şeyi unutacağını hesap ediyorlar. Bu ülkede hiçbir şeyin hesabının tutulmadığını, herkesin yaptığının yanına kar kaldığını biliyorlar.

Yarın öbürgün işler düze çıktığında birkaç hoş yazıyla, birkaç gönül alıcı manşetle her şeyi unutturabileceklerini biliyorlar." Önceki gün, Yargıtay'ın Danıştay Davası'nı Ergenekon Davası'na bağlayan kararını okurken o günleri hatırladım yeniden...

Bu karar Danıştay Saldırısı'nın bu ülkenin şahit olduğu en büyük provokasyon olduğunu; Ergenekoncuların kaos ve darbe senaryoları doğrultusunda kendi yandaşları gördükleri bir yüksek mahkemenin üyelerini yok etmeyi bile göze alacak kadar gözü kara bir saldırganlık içinde olduklarını bir anlamda tescil ediyor.

Ama, o günlerde saldırıyı bahane ederek şeriat paranoyası yaratmaya çalışanlarda hala en küçük bir özeleştiri denemesi, en ufak bir utanma işareti yok...

Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze töreninde bakanların kafasına şişe atanlar, "Katil başbakan" "Hükümetin hesabını ordu görecek" diye slogan atanlar, cenazeye katılan türbanlıların başlarını zorla açanlar, kim bilir nerelerde hâlâ saygın "ulusalcı" mücadelelerine devam ediyor.

Gazetelerinde Danıştay Saldırısı için "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" diye yazanlar arazi olmuş, Yargıtay'ın son kararını sayfanın en dibinde tek sütunluk bir haber olarak koymuş, suçunu hâlâ gizlemeye çalışıyor. "Danıştay Saldırısı'yla Ergenekon arasında bir ilişki kurulursa olay ciddileşir, yoksa bu dava- Ergenekon- fasa fisodur" diyenler dut yemiş bülbül gibi susuyor.

Yani her şey tam da o yazıda söylediğim gibi oluyor. Çünkü ilkesizliğin bir cezası yok bu ülkede. Kimse hatasının bedelini ödemiyor. Herkes zamanın pususuna yatmış; söylediklerinin, yazdıklarının, yaptıklarının unutulmasını bekliyor. Hâlâ gururla ve vakarla ortada dolaşarak...


"CİNAYETİ TUNCAY ÖZKAN YÖNLENDİRDİ"
02 Ocak 2009

Garih cinayeti hükümlüsü Yermez, Ergenekon sanığı Tuncay Özkan’ın soruşturma sırasında kaleme aldığı yazılarla cinayeti yönlendirdiğini iddia etti. Yermez, ‘Onlar için biçilmiş bir kaftandım’ dedi.

İşadamı Üzeyir Garih cinayeti hükümlüsü Yener Yermez, cinayetin perde arkasında Ergenekon sanığı Ümit Sayın’ın bulunduğu iddiasının ardından, Ergenekon sanığı Tuncay Özkan’ın da, soruşturma sırasındaki yazılarıyla cinayeti gün gün yönlendirdiği iddisında bulundu.

‘PLANLI BİR CİNAYET DEĞİL’

Yener Yermez cezaevinden avukatına gönderdiği mektupta Garih cinayeti zanlısı olarak gözaltına alındığında Ergenekon tutuklusu Tuncay Özkan’ın o dönem kaleme aldığı yazıların incelendiğinde nasıl bir yönlendirme yapıldığının görüleceğini iddia etti. Tuncay Özkan’ın, cinayet zanlısı olarak Yermez’in adının geçtiği günlerde kaleme aldığı yazılarda ‘Bu cinayetin planlı, karanlık ilişkilere dönük bir yüzünün olmadığını sanıyorum’ ve ‘Sanık cezaevinde İslamcı ve ülkücülerin olası propogandalarının da etkisiyle böyle bir cinayete bulaşmış olabilir’ gibi tespitlerine dikkat çekti.

ARKA ARKAYA CİNAYETİ YAZDI

Cinayete hiçbir ilgisi ilgisi olmadığını yineleyen Yermez, yeni iddialarda bulundu. Bunlardan birisi Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu olan gazeteci Tuncay Özkan’la ilgili. Yermez, avukatı Mustafa Yalçınkaya’ya gönderdiği mektubunda Garih cinayeti zanlısı olarak gözaltına alındığında Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan gazeteci Tuncay Özkan’ın o dönem kaleme aldığı yazılar incelendiğinde nasıl bir yönlendirme yapıldığının görüleceğini öne sürdü. Yermez, Tuncay Özkan’ın o dönem Milliyet gazetesindeki yazılarında cinayetin işlendiği günden yakalanma sürecine kadar hemen her gün Garih cinayeti ile ilgili yazılar yazdığına dikkat çekti.

Özkan her gün Garih’i yazdı

29.08.2001

Yener Yermez’in Hasdal kışlasındaki dolabından çıkartılan pantolonun üzerindeki kan lekeleri, Üzeyir Garih’in kanıyla aynı çıktı... 2 milyon lira için işlediği cinayet sonucu 7 yıl ceza almış. Şartlı Salıverme Yasası’ndan yararlanıp çıkmış. Askere alınmış. Sonuç ortada.

30.08.2001

Bu cinayetin planlı, önceden tasarlanmış, karanlık ilişkilere dönük bir yüzünün olmadığını sanıyorum. Çünkü böyle bir durum olsaydı birinci dereceden zanlı Yermez’in parasızlıktan kaçamama durumu ortaya çıkmazdı.

31.08.2001

Cezaevinde Musevilik üzerine sağcı ve İslamcı çevrelerin kötü etkilenmesinde kalan Yermez, bu olayı gerçekleştirerek prim mi yapmak istedi?

03.09.2001

Bir bilgi de kışladan. Yermez, etrafına cinayet öncesinde ‘Bu Musevilik, Yahudilik nedir?’ diye sormuş.

18.09.2001

Yener Yermez, askerden firar edip Kayserili bir grubun, Bursalı işadamı Mehmet Emin Karaydın ile olan ihtilafını silahla çözmeye kalkışmış. Bu bulgular Yener Yermez’i bir kiralık katil ya da bağlı olduğu mafya grubunun tetikçilerinden biri haline getiriyor. Bunlar Garih cinayetine bu yönden de bakılmasını zorunlu kılan bulgular. Çünkü Yermez, Garih cinayetini bir psikopatın kendini kaybetme tablosuna bağlı olarak gerçekleştirdiği izlenimini yaratıyor sorgusunda.

Onlar için biçilmiş bir kaftandım

Yermez, cinayeti işlemediğini yinelerken şunları söyledi: Gözaltına alındığımda emniyette Garih’i tarif etmemi istediler. Ben de ‘55 yaşlarında beyaz saçlı birisiydi’ dedim. Ancak Üzeyir Garih siyah saçlıymış. 11 bıçak darbesi olduğu ve etrafın kan gölüne döndüğü söylendi. Ancak benim olmayan ve kanıt olarak gösterilen pantolonun astarında bir kaç damla kan vardı.

Kaynak: Star Gazetesi

Kendi düşen ağlamaz (mı) gerçekten
03 Ocak 2009
Taha Kıvanç
Yeni Şafak

Amiral gemisinin kaptanı iki çarşaflının da içinde yer aldığı aile fotoğrafını yayımladığında pek çok kişinin şaşırdığını tahmin ediyorum. Şimdi daha da şaşıracaksınız: Aynı gazetenin başyazarı Oktay Ekşi'nin babaannesi Fatma Hatun da çarşaflıydı. Dedesi Ali Osman Ekşi ise Mehmet Akif sakallı...

Fotoğrafları görmek isteyen Halit Esendir'in “Babıali'nin Meşhurları” kitabına (s. 21) bakabilir...

Yılın son günü İstanbul Üniversitesi'ne yapılan rektör atamasını kınayan bir yazıyla okur karşısına çıktı Oktay Bey. “Biz” dediği bir yüce odak adına yazdığını belli ederek öfkesini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e yöneltti. Dün bunun sebebini yazdım: Önceki cumhurbaşkanları döneminde rektör (hatta dekan) atamalarına doğrudan müdahil oluyordu Oktay Ekşi; şimdi “Acaba Hürriyet başyazarı ne düşünüyor?” diye görüş alan bir cumhurbaşkanı oturmuyor Çankaya Köşkü'nde...

Öfkesi tepesinde kaleme aldığı için yazısında ilginç bir bölüm var; hem de çok ilginç...

Okuyun: “Tarikat-cemaat takımı bu seçimle, uzun vadeli bir çabanın sonucunu aldı. / Önce kendilerinden saydıkları gençleri akademik dünyaya aldılar. Sınavlarda onları korudular. 'Daha yeteneklilere' değil, 'kendilerinden' saydıklarına öncelik verdiler. Sonra onların doktora yapmasını, doçent olmasını, profesörlüğe yükselmesini sağladılar. 'Adamlarını' yetiştirdiler. / Ve günü gelince de onları 'Daha yeteneklisi var mı?' diye bakmadan mümkün olan en üst makamlara getirdiler. / Çünkü öncelik 'ülkenin' değil, 'cemaatin' ihtiyacı olan adamı yetiştirmekte idi. / Bu dediklerimizin örneği çoktur ama en belirgin olanı bugünkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dür.”

Belli bir örgütsel şablondan söz ediyor Oktay Bey; yeteneğin değil, örgüt tercihlerinin rol oynadığı, her adımda kayırmayla bir yerlere gelinen bir yapılanmadan... Birileri 'kendilerinden saydıkları' kişilerin elinden tutuyor, onu hak etmediği bir yerlere taşıyor...

Bu anlattığının örneği çokmuş...

Hayatı boyu çektiği sıkıntıları, her kademede karşılaştığı direnişi yakından bilmeseydim beni bile ikna edebilirdi bu tespiti; oysa Abdullah Gül'ün her eriştiği yere büyük mücadeleler sonucu geldiği herkesçe biliniyor...

Kişi herkesi kendisi gibi bilirmiş... Acaba böyle bir tespiti etrafına bakarak yapıyor olmasın Oktay Bey? Çalışma hayatına farklı bir yerde başladığı halde elinden tutularak gazeteciliğe sokulmuş, lise mezunuyken önce Kurucu Meclis üyesi yapılmış, ardından Londra'ya gönderilmiş... Hep dört ayak üzerine düşmüş birine?

İsterseniz bir örneği ben kendi tanıklığıyla sunayım:

EĞİTİMİ: “Liseyi bitirdim; ama olgunluk sınavında bir dersten kaldım. O senem boş geçecekti. Babam beni Toprak Mahsulleri Ofisinde 'geçici işçi' statüsünden bir işe yerleştirdi. Gündeliğim 3 lira küsur kuruştu. Üç ay orada çalıştım. Yılbaşı gelince geçici işçilerin iş akti feshediliyor; sonra tekrar işe alınıyorlardı. Ben tekrar o işe dönmek istemedim.”

GAZETECİLİK MESLEĞİNE GİRİŞİ: “Gazeteciliğe hem aile dostumuz hem de uzaktan akrabalık bağımız olan Kemal Zeki Gençosman sayesinde adım attım.”

27 MAYIS SONRASI: “(Askerlik dönüşü) işsiz olduğum sırada Ankara'da yeni bir gazete çıkarılmak istendiği şeklinde haberler dolaşıyordu. Olayın içinde Aydın Yalçın, Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nde hukuk müşaviri olarak çalışan Yüzbaşı Fikret Ekinci, İKA sahibi Ziya Tansu vs. olduğu söyleniyordu. (..) Ekibimizi kurduktan az sonra olayın aslında ihtilalin kuvvetli kişisi olarak bilinen Albay Alparslan Türkeş tarafından organize edildiğini öğrendik.”

KURUCU MECLİS ÜYELİĞİ: “Yasa, Ankara gazetecilerine Meclis'te üç sandalye ayırmıştı. İstanbul basınına dört, İzmir basınına iki, Anadolu basınına üç sandalye ayrılmıştı. (..) Ankara'da ben, Altan Öymen ve İlhami Soysal seçildik.”

İNGİLTERE'YE GİDİŞİ: “Ulus gazetesindeyken bir gün muhabir arkadaşlarımdan Yurdakul Fincancı 'Yurtdışına gitmek istiyordun, bir fırsat var, ilgilenir misin?' diye sordu. Meğer hem gazeteci, hem subay, hem de ağabeyimiz konumunda olan Doğan Tanyer (..) Yurdakul'a 'İstersen böyle bir olanak var' diye haber vermiş. (..) Daha sonra da o konuyu bana açmış... (..) Yetkinin Londra Başkonsolosu İsmail Soysal'a ait olduğunu söylediler. (..) Gidince mektubu kendisine takdim ettim . Böylece işe başladım ve üç buçuk yıl Londra'da kaldım.”

YÜKSEK EĞİTİMİ: “Aslında ta 1952'de Ankara'da Hukuk Fakültesi'ne kaydımı yaptırmış, ama gazetecilik nedeniyle sınavlara girememiştim. (..) 1967 yılında son sınavlarımı da vererek Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdim.”

Sonra Hürriyet... Giriş o giriş...

Şimdi o bir başyazar...

Nasıl 'örnek' ama!

Taha Kıvanç / Yeni Şafak
t.kivanc@yenisafak.com.tr
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Oca 08, 2009 9:30 pm    Mesaj konusu: Manipülasyon ve Ergenekon Alıntıyla Cevap Gönder

Çölaşan: Asker Niye Sessiz
09 Ocak 2009

Emin Çölaşan: "En ufak tepki yok. Genelkurmay teslim bayrağı mı çekti? Orada bir savcı Genelkurmay'ın onuruyla oynuyor, herkes askerden ses bekliyor"

"Askerin neden bu kadar suskun olduğunu anlamak mümkün değil" diyen Emin Çölaşan, "En ufak tepki yok. Genelkurmay teslim bayrağı mı çekti? Orada bir savcı Genelkurmay'ın onuruyla oynuyor, herkes askerden ses bekliyor" dedi.

İşte Emin Çölaşan'ın bugünkü Sözcü Gazetesi'nde yayınlanan yazısı:

Ergenekon'daki gözaltıların zamanlaması ilginç. 29 Mart yerel seçimlerine yaklaşılırken yeni bir korku dalgası topluma salınmak isteniyor.

Gözaltına alınan isimlere bakıldığında şu an itibariyle iki emekli orgeneral, bir tüm general -ki hukukçu bir tümgeneral- Erdal Şenel Paşa, Kemal Gürüz, Bedrettin Dalan. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun evinde de arama yapıldı.

Bu isimlere tek tek bakalım.

Kemal Gürüz eski YÖK Başkanı ve AKP milletvekili Mehmet Sağlam'dan sonra YÖK başkanlığı yaptı. Sağlam, şeriatçı üniversitelerde okuyanların diplomasına Türkiye'de denklik sağlamıştı. Onlarda üniversite mezunu sayılıyordu.

Bu kişiler, hem üniversitelerde hocalık yapabiliyorlardı hem de ilkokullarda, liselerde öğretmen olma hakkını kazanmışlardı. Kemal Gürüz ise göreve gelir gelmez hemen bu uygulamayı kaldırdı. Bu kararı da Danıştay tarafından onaylandı. Bu çok önemlidir. Yani dinci kadroları Türk eğitim sisteminin dışına taşıdı.

Prof. Dr. Yalçın Küçük'e bakalım Tayyip'i en rahatsız eden araştırmacılardan ve yazarlardan biridir. Son kitabı “Caligula'da Tayyip'in sara hastası olduğunu söylüyor ve onunla ilgili bir takım gerçekleri açıklıyor.
Ergun Poyraz tutuklu. Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Tayyip hakkında çok önemli kitaplar yazdı. Hemen ardında da gözaltına alınarak tutuklandı.

Hurşit Tolon Paşa, AKP iktidarına karşı, tamamen demokratik yollarla bir sivil toplum örgütlenmesi yapıyordu. Şener Eruygur Paşa da aynı şekilde, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı olarak görev yapıyordu.

Bütün bu insanları tek tek saymaya gerek yok.
Şimdi bakıldığında bütün bu kişilere hepsi AKP'ye karşı olan insanlar. Bu kişiler, tek tek belli aralıklarla evlerinden toplanıyor ve korku iklimi yaratılıyor. O klasik değimle korku imparatorluğu kuruldu ve bu sürdürülüyor. Bütün bunlar ne anlama geliyor.

Her insanda artık telefonunun dinlendiği kuşkusu taşıyor. Hiçbirimiz telefonda rahat rahat konuşamıyoruz. Özel bir konu olsa bile rahat rahat konuşamıyoruz. Bu çok acı bir olaydır ülke için ve AKP iktidarına karşı olan herkes 'Acaba beni de götürürler mi?' sorusunu kafasında taşıyor. Bütün hikaye bu korku iklimini sürdürüp sonra da Tayyip ve iktidarı için dikensiz gül bahçesi yaratmak.

Ergenekon'a bakan mahkemenin de bu davanın altından nasıl kalkacağını ben çok merak ediyorum. Çünkü ortada çok somut bir şey yok. Ne bir darbe örgütü çıktı, ne bir terör örgütü çıktı. Hiçbir şey yok. Bugüne kadar bütün duruşmaları basından izledik. Hiçbir şey çıkmadı ortaya. Telefonda yapılan geyik muhabbetlerinden başka bir şey yok. Olsaydı bugüne kadar bin kere çıkması gerekirdi.

Terör örgütüyse bu kişiler, kimi öldürmüşler ya da hangi terör eylemini yapmışlar? Bir yeri
bombalamışlar mı? Davanın çıkış noktası darbe ve terör örgütüydü. Hani nerede darbe?..

Bir şeye daha dikkat edilmeli tabii… Askerlerin niye bu kadar pasif ve suskun olduğunu anlamak mümkün değil. Kaç tane emekli orgeneral gözaltına alındı. Bu kişilerin hepsi ordu komutanlığı yapmış, kuvvet komutanlığı yapmış isimler ya da daha alt düzeydeki görevliler. Erdal Şenel Paşa gibi mesela. Genelkurmay nasıl sessiz kalıyor bu olaya. Askeri lojmanlar basılıyor şakır şakır, devletin emekli generalleri gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.

Genelkurmaydan bu konuda hiçbir tepki yok. En ufak bir tepki yok. Bu nasıl bir iştir? Genelkurmay teslim bayrağını çekti mi? Neden ses vermiyor, tepki vermiyor? Bunu anlamak hiçbir şekilde mümkün değil.

Ben Genelkurmay'dan da biraz ses bekliyorum doğrusu. Herkes bunu bekliyor. Ama iş nereye gidiyor. Ayıptır. Bir kurumun haysiyeti ile oynamaktır bu. Orada bir savcı Genelkurmay'ın onuruyla ve haysiyetiyle oynuyor. Halkın askere olan güveni sarsılıyor. “Bak asker de korktu. Asker de kendi kabuğuna çekildi' dedirtiliyor. Türkiye'de asker önemli bir kavramdır. Burası Belçika, Norveç, Lüksemburg değil. Oralarda Genelkurmay başkanının adını hiç kimse bilmez, umursamaz. Ama sen Türkiye'de yaşıyorsun. Bu nedenle askerlerin biraz daha tutarlı ve ciddi davranması lazım. Bu da ne demektir, biraz ses vermesi lazım.

En azından bu tutuklamaların haklı olduğunu düşünüyorlarsa, “Tamam biz hiç karışmayız oradaki bir iki savcı görevini yapıyor, hiç umurumuzda bile değil' ya da demeli ki “Biz bu olayı kınıyoruz, bizim mensuplarımızdır, böyle olaylara bulaştırılmalarını esefle karşılıyoruz.'
aktifhaber

Yılmaz Özdil İsrail'i Savununca
07 Ocak 2009 11:33

İsrail'in Gazze'de yaptıklarını onaylayan yazılar yazan Hürriyet'ten Yılmaz Özdil'e, çok ağır üslupta bir cevap geldi. İşte o cevap...

Salih Tuna/Yenişafak

Birand kadar da olamadın ya!
Demek dinci-faşist İsrail rejiminin kurucularından Golda Meir'in “Biz hayatta kalmak istiyoruz. / Komşularımız ölmemizi istiyor…” şeklindeki sözü hâlâ geçerli.

Demek terör devletinin dördüncü başbakanının 1969'daki mahut sözü, Gazze katliamının da “izahı”.


Öyle mi?

Bugünler için mi Hürriyet'te köşe verdiler sana?

“Oradaki durumun izahı hâlâ bu…” demen için mi?..

Demek dinci-faşist İsrail rejimi, Gazze'deki bebekleri, hayatta kalmak için katlediyor!

Yani…

Aylardır ambargo altında inim inim inlettiği; aç, susuz, ilaçsız ve elektriksiz bıraktığı Gazze halkını, kundaktaki bebeklere kadar kırmazsa hayatta kalamayacak!

Dahası…

Senin kavlince, hayatta kalmak için katletmek zorunda!

Yoksa, 1969'daki gibi 2009'da da, bütün komşuları İsrail'in ölmesini istiyor, he mi?!

Bunlar kaç türlü cehalet, kaç türlü vicdansızlık, kaç türlü edepsizliktir efendi?

Her şeyden evvel, dinci faşist İsrail'i yok etmek isteyen komşuları kim?

Yumurtaları soğumasın diye kalın yerlerini incitmeyen Suud mu?

Demografik yapısını hesap ederek, Hamas'ın yok edilmesi ihtimaline ellerini ovuşturan Ürdün mü?

Dinci-faşist İsrail rejiminin havadan, karadan, denizden kuşattığı Gazze halkına, bir “Auschwitz toplama kampı” çaresizliği yaşatmak için sınır kapısını kapatan Mısır mı?

Kim?

Hayır, “Cemal Abdülnasır'ın 1969'daki Mısır'ı nire, Hüsnü Mübarek'in 2009'adaki Mısır'ı nire?..” demeyeceğim.

Çünkü “Filistin Davamız” ın da yazarı Seyyid Kutub'u şehid eden Abdülnasır'ın Mısır'ı ile, Seyyid Kutub'ların yolundan giden Hamas'ın yok edilmesini isteyen Mübarek'in Mısır'ı arasında elbette bir “zihniyet bağı” var.

Lakin bunlar senin kafanın basacağı mevzular değil.

Zaten basması da şart değil.

Sen sadece dilinden düşürmediğin lakırdıların ne anlama geldiğini bil kâfi.

Mesela…

Başbakanı eleştirmek maksadıyla diline doladığın “BOP”u hakkıyla fehmet ki; hiç değilse bu mevzuda rezil olma.

ABD'nin, Ortadoğu'da, “enerji" ve İsrail'den bağımsız bir projesi olabilir mi?

Şuncacık şeyi bilemedikten sonra, sabah akşam höngürdesen kaç para?

Hiç insan karşı olduğu şeyi bilmez mi?

“BOP Eşbaşkanı” diyerek aşağılamaya çalıştığın insan, Gazze'deki katliama isyan ederken; sen Golda Meir'in sözünü aktarıp, İsrail'in yaptığı soykırımı hayatta kalma uğraşısına bağlayabiliyorsun!

Bi de utanmadan, İsrail'e sert çıkması nedeniyle, Başbakan'a laf ediyorsun!

Ulan oğlum, sen “BOP'çunun önde gideni olmuşsun da, haberin yok!..

Hastaneleri, ambulansları, doktorları vuran, daha dün vurduğu okulda en az kırk kişiyi katleden İsrail, hayatta kalmak için bu cinayetleri işliyor, ha?!

Zeytin gözlerini dünyanın rezil yüzüne kapatan o Gazze'li çocukların kana bulanmış bedenleri de mi vicdanını yaralamadı?

Tamam, İsrail buldozerlerinin önüne kendini siper ederek can veren, Amerikalı barış eylemcisi bir Rachel Corrie vicdanı beklemiyoruz senden.

Tamam, “Bu savaş suçudur…” diyen ABD'li Yahudi yazar Richard Falk kadar insafın yok.

Tamam, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez gibi, dinci-faşist İsrail rejimine “katil ve soykırımcı” da diyemiyorsun.(Ne de olsa hem “Müslüman”, hem de “antiemperyalistsin” ya…)

Tamam, İsrail'in yalanlarını bir bir ortaya koyan İsrailli dünyaca ünlü müzisyen Gilad Atzmon'un, mazlum Filistin halkına karşı duyarlığının binde birini taşımaya cibilliyetin müsaade etmiyor.

Hepsi tamam da, “ABD ve İsrail cinayet işliyor…” diyebilen Mehmet Ali Birand kadar da mı olamadın?!

Tüh senin adamlığına!..



Dündar, Dalan'ı Öyle Bir Anlattı Ki
08 Ocak 2009 09:50

Uğur Dündar dün akşamki Star'ın ana haber bütlenine Bedrettin Dalan'ı getiremedi ama Dalan'ın bir isteğini yerine getirdi. Dündar neredeyse ağlayacaktı...

Dalan Türkiye'den neden ayrıldı, işte polisin aradığı Bedrettin Dalan'dan ilginç fıkra...


Dündar, Dalan'ın telefonda kendisine Türkiye'den kaçmadığını, Amerika'ya eşinin tedavisi için gittiğini ve kendisinin de orada bir damar tıkanıklığı kontrolünden geçtiğini anlattığını belirtti.

Dalan'a hakkındaki gözaltı kararını nasıl karşıladığını da sorduğunu anlatan Uğur Dündar, "Ne diyeyim, Allah derim" ifadesini kullandığını vurguladı ve Dalan'ın Ergenekon isminde bir örgüt olduğu iddiasına inanmadığını, kendisinin de bu örgütün bir numarası olduğu yönündeki söylemlerin hayalden öteye geçemeyeceğini söylediğini izleyicilere aktardı.

Dalan bu görüşmede oğlunun gözaltına alınması ve hakkındaki ağır iddialar nedeniyle Türkiye'ye planlandığından daha da erken döneceğini, 10-15 gün içerisinde Türkiye'de olacağını Dündar aracılığıyla kamuoyuna iletti.

Uğur Dündar, Dalan'ın isteği üzerine canlı yayında onun anlattığı fıkrayı izleyicilerle paylaştı.

İşte Uğur Dündar'ın anlatımı ile Dalan'ın bazı çevrelere mesaj niteliği taşıyan o fıkra:

"Vatandaşın biri iş bulma umuduyla İstanbul'a gelmiş. İşsiz güçsüz dolaşırken karnı acıkmış. Cebindeki son parasıyla bir sandviç alıp bir parkta yemeye başlamış. Çok geçmeden başında bir köpek peydah olmuş. Köpeğin sandvicine ortak olmak istediğini fark eden adam, onu uzaklaştırmaya çalışmış. Köpek gitmemekte direnince 'Bak sana öyle bir kara çalarım ki, gitmediğine pişman olursun' demiş. Köpek buna rağmen gitmeyince adam parktaki bankların birinin üstüne çıkmış ve başlamış bağırmaya, 'Kuduz köpek var, kuduz köpek var'. Bunun üzerine çevreden yetişenler zavallı köpeği oracıkta öldürüvermiş. Daha sonra adam köpeğin başına gitmiş ve 'Sana kara çalarım demedim mi, işte gördün sonunu' demiş."
aktifhaber

MİT'e Bu Darbeyi Neden Vurdu?
08 Ocak 2009 14:51

Mehmet Eymür, Hürriyet Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu ve Ergun Babahan'ın desteğini alarak Tuncay Güney üzerinden eski kurumuna operasyon yaptı..

İsmet Berkan/Radikal

Manipülasyon ve Ergenekon

Bir süre önce Sabah gazetesi çok önemli bir belgeyi ‘ele geçirdi’ ve yayımladı. Belge, Milli İstihbarat Teşkilatı’na aitti ve Sabah gazetesine göre adı Ergenekon soruşturmalarıyla ünlenen Tuncay Güney’in ‘MİT ajanı’ olduğunu kanıtlıyordu.
Belgenin yayımlandığı gün MİT bir açıklama yaptı ve Tuncay Güney’in teşkilatlarında hiçbir sıfat altında hiçbir zaman görev almadığını, aksine MİT’in Güney’i hedef olarak izlediğini bildirdi. (Yanı sıra, belgeyi üreten MİT biriminin daha sonra teşkilatın şemasından çıkarıldığını, yani kapatıldığını da açıkladı MİT ve ima yoluyla o birimin kurucusu Mehmet Eymür’ü suçladı.)
Sabah bir süre daha Tuncay Güney’in MİT ajanı olduğu konusunda ısrarlı davrandı, sonra bu konudaki yayınlar doğal olarak sona erdi. Ama dün, Bugün gazetesi aynı belgeyi bir kez daha yayımladı ve bu kez Sabah’tan farklı olarak belgenin sadece başlık bölümü değil tamamı yayımlandı. Ve biz belgenin tamamını gördüğümüzde, söz konusu olanın Tuncay Güney’in MİT tarafından sorgulanması olduğunu, MİT’in Güney’i JİTEM elemanı olması nedeniyle sorguladığı ortaya çıktı.
Demek ki, ilk yayın, Sabah gazetesinin bilerek veya bilmeyerek katıldığı bir manipülasyondu. Birilerinin Tuncay Güney’in MİT ajanlığını öne sürerek kimi çıkarlar veya Ergenekon’un kamuoyunda algılanışını değiştirme peşinde olduğu anlaşılıyor.
Tuncay Güney’in JİTEM’in değil de MİT’in adamı olduğunun ilanı kimin neden işine geliyor, bunu henüz bilmiyoruz, belki hiç bilemeyeceğiz.
Öte yandan Tuncay Güney’in JİTEM’in içindeki bir ajan olduğu iması ve iddiası da, ciddiye almamız gereken bir isim tarafından, eski MİT mensubu Mehmet Eymür tarafından dile getirildiğine göre, sormak gerekir:
Peki Tuncay Güney, JİTEM’in içine kim adına sızmış, edindiği bilgileri kime veya kimlere aktarmıştı?
Sabah gazetesini kullanarak manipülasyon yapmaya çalışanlar kim ya da kimlerdi? Amaçları neydi?
***
Biz Radikal gazetesinde başını sonunu bilmediğimiz, etrafındaki bütün gerçek konusunda ikna olmadığımız hiçbir belgeyi basmıyoruz. Belki de bu sebeple, Ergenekon belgelerini sızdırmaktan çıkarı olanların sıklıkla başvurduğu bir gazete de değiliz.
Artık kişisel olarak tamamen ikna olmuş durumdayım: Bir yanda son derece ciddi konulara belki de tarihimizde ilk kez eğilen çok önemli bir dava ve suç soruşturması var, buna Ergenekon diyoruz. Bir yanda da, o Ergenekon soruşturma ve kovuşturmasının sonuçlarını mahkemede almaya sabrı olmayan, büyük ihtimalle siyasi hesapları da olan birileri, Ergenekon kaynaklı ama mutlaka bilinçli biçimde yarım-yamalak bırakılmış bilgiler üzerinden kendi hesaplaşmalarını yürütüyor.
Bu ikinci kategorideki insanlar yüzünden, Ergenekon da kirleniyor, yıpranıyor.


Sabah gazetesinin Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğunu iddia ettiği belgeyi kırparak yayınlamasından sonra Ergenekon tartışmalarında bir anda yörünge değişikliği olmuş ve Eski MİT Kontr-terör Başkanı Mehmet Eymür ile mevcut MİT yönetimi arasında büyük bir kavga çıkmıştı. Hürriyet Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu da tartışmanın içine girmiş ve mevcut MİT yönetimine ciddi suçlamalar yöneltmişti.

Cevheri GÜVEN
--Yazarın Önceki Yazıları-- Yerel seçimde gizli CHP&MHP ittifakıVeli Küçük'ün bir üstü3'ten 96 MİT'çiyeFitneyi kim çıkartıyor acaba?Buraya herkes giremezBakanlığını yokluğa borçlu oluncaHüseyin Üzmez'i koruyan elCengiz Çandar devşirildi mi?Medyada Güneydoğu düşmanlığıNormalde MHP ve DTP kavga etmeliO kanın hesabının sorulma günüOrg. Başbuğ'u aldığı o karar yaktıGolf oynamakta sonuna kadar haklıCevap ve düzeltmeGırtlağa kadar yolsuzlukErgenekon Savcısı ve Hilal CebeciTereddütsüz inanmadıkBaşbuğ'dan 145 saniyelik mesajBelgeler Doğan Grubu'ndan gidince..Asker Baykal'ın mesajını aldıHalk kim ki bakayım?Hayatınız bundan ibaretMuhabir Subaylar; Apoletli MuhabirlerRuhi Bey Meyhanesi DersleriÇankaya Köşkü ve F TipiSavcıyı şimdi takdir ettimBerberoğlu mu; Başbuğ mu?Enis Berberoğlu kör olmuşBütün ayaklarBu Muhtıra Taraf'a değil Genç SubaylaraDoğan Grubu ve YAŞ HamlesiAKP savunmasını Org. Başbuğ'a VermeliSezer'in ve AKP'nin çapıHayranlık duyulacak adamŞehitleri boşver, Önder Sav'ı kurtarBüyükanıt'a saldıranların izleriFikri Sağlar alenen kullanıldıDoğu Perinçek ve İngiltereSeyrederek BaşbakanErtuğrul Özkök'e cevabımızMehmet Emin KaramehmetNamusu temizleme zamanıKonuşmaya yüzün olsunAli Kırca’nın oğulları üzerineBen okuyamadım çocuğum okusunBuhar olan güvenlikçilerTüm yollar TEM Şube'ye çıkarGel Kucağıma AKPKullanırlar satarlar, öldürürler atarlarKısaca Ergenekon'un yakın dönem planı
Enis Berberoğlu ve MİT'teki kankasıTürk medyasındaki 23 kişilik istihbaratçı gazeteci listesi, son günlerde yeniden tartışılıyor.

Gizli istihbaratçı gazeteciler olduğu gibi açık istihbaratçılar da var. Köşelerini bir Kontr Terör Merkezi gibi kullanır, onlarca görevliyle yapılamayacak operasyonları tek yazıyla yapabilirler.

Susurluk / 28 Şubat sürecinde yazdığı tek yazıyla suyun akışını değiştiren Enis Berberoğlu, Ergenekon Davası aleyhine pek çok şey söyleyip yazmıştı. Ancak “altın vuruş” değildi hiçbiri.

Hürriyet’in Ankara Temsilcisi olan Enis Berberoğlu, geçtiğimiz Cumartesi günü nihayet “altın vuruş”unu yaptı ve kılıcını kınından çıkardı.

Bu; Ergenekon Davası’nda çok ciddi bir noktaya gelindiğinin kritik göstergesi.

Berberoğlu’nun “altın vuruş”una geçmeden, sizi Berberoğlu tarihinde bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.

Yıl 1997… Ülke Susurluk Kazasının depremiyle çalkalanıyor, Refah Yol iktidarda, Asker-Hükümet ilişkileri berbat, Emniyet Özel Harekat timleri PKK’ya yönelik operasyonlarıyla halkın gözdesi… Ve Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başına demokratlığıyla bilinen, aynı zamanda da Mehmet Ağar’la yıldızı hiçbir dönem barışmamış olan Bülent Orakoğlu atanıyor.

Orakoğlu atandıktan yaklaşık bir hafta sonra, yani 17 Mart 1997 tarihinde bahsettiğimiz yazı geliyor. Enis Berberoğlu köşesinde, 28 Şubat tarihli kritik Milli Güvenlik Kurulu toplantısı günü, isminin saklı kalması koşuluyla üst düzey bir emniyet yetkilisinin gazetecilere artık Askeri darbe olmayacağını söylediğini ve şöyle konuştuğunu yazıyor:

“Üstelik darbe için 167 bin kişilik polis gücünün desteğinin de alınması gerekli. Çok özel eğitim gören, gerilla taktiğiyle savaşan 7 bine yakın özel tim görevlisi var. Polisin desteği alınmazsa iç savaşa bile neden olabilirler…. Ankara'da herkes bu meçhul polisin kimliğini merak ediyor. Ve bu polis şefinin Bülent Orakoğlu olduğu konuşuluyor. Ama biz ihtimal vermiyoruz. Askerle polisin savaşacağına inanan bir dangalağı 4 bin istihbaratçının başına hiç getirirler mi? O vatan haini polisin Orakoğlu olması mümkün değil. Zaten Genelkurmay bu polisin kimliğini tespit ederse, savcılığa suç duyurusunda bulunacak. Refahyol'u ülkesinden çok seven o malum polisin işi çok zor, çok''

Susurluk gündemi ve 28 Şubat’ın göbeğinde yazılan bu yazı, Türkiye’de asker ve polis arasındaki ipi kopardı.28 Şubat’ın Paşaları Emniyet’i topa tutmaya başladı, Bülent Orakoğlu hedef tahtası haline geldi.

Orakoğlu defalarca bu sözleri yalanladı ama yazı yazılmış, operasyon yapılmıştı.

Çünkü Orakoğlu o sırada bir şey yapmaktaydı: Darbeyi Deşifre…

Sözkonusu süreçte Orakoğlu önce Batı Çalışma Grubu’nu deşifre etmiş, sonra da hazırlanmakta olan darbeyi ifşa ederek çökertmişti.

Orakoğlu, işin sonunda mavi tulum giydirilip, kelepçelenip, askeri cezaevine atılsa da önemli bir iş yapmıştı. Berberoğlu’nun yazısının kopardığı asker-polis arasındaki ilişkiler ise daha da gerginleşmiş ve Emniyet Özel Harekat Birlikleri’nin dağıtılmasına ve polislerin bütün ağır silahlarının alınmasına varan süreç işlemişti.

Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı’yla bir ekip kurmuştu ve bu ekipten nefret eden biri vardı: MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür...

Nitekim Hanefi Avcı TBMM Susurluk Komisyonu’nda , Eymür’ün bulaştığı kirli ilişkiler hakkında bildiklerinin tamamını anlatmış, telefon dökümleriyle YEŞİL’le olan bağlantılarını ortaya çıkarmıştı.

Eymür’ün, Orakoğlu’nu sevmemesi elbette ki Enis Berberoğlu’nun da sevmemesi demekti.

Berberoğlu&Eymür aşkının derinliğine birazdan geçeceğiz ama önce filmi ileri sarıp geçen haftaya dönelim….

28 Şubat’ın en kritik yazısına imza attığını yukarıda okuduğunuz Enis Berberoğlu geçtiğimiz Cumartesi günü Ergenekon Davası’yla ilgili altın vuruşunu yaptı.

Okuyalım: “Ergenekon davasının ekseni artık kaydı. Savcılığın önünde iki yol kaldı: 1) Ya Ergenekon'u darbe soruşturmasına dönüştürürler, 2) Ya da generallerin dosyasını ayırıp Genelkurmay'a yollarlar. Bakalım hangi yolu seçecekler?”

Berberoğlu iki seçenek sunuyor ama aslında ikisi tek seçenek. Hangisinden gidilirse gidilsin Ergenekon Davası’nın kapatılması demek. Berberoğlu’nun, yol haritası 28 Şubat’taki gibi…

-97’deki darbecilerin karşısındaki Orakoğlu…

-2000’li yıllardaki darbecilerin karşısındaki Ergenekon savcıları…

-Orakoğlu’nu biçen o yazı ve Ergenekon savcılarına yönelik bu yazı…

Ergenekon Davası’nın zamanlaması için “midemi bulandırıyor” diyen Berberoğlu’nun yazısının zamanlaması bu…

İki yıla yaklaşan süredir alt perdeden ilerleyen Berberoğlu’na ne oldu da bir anda bu seviyede devreye girdi?

Berberoğlu, altın vuruşundan sonra Salı günü de NTV’de Can Dündar’ın programındaydı. Ergenekon Davası hakkında ağır ifadeler, dalga geçme, küçümseme, hafife alma, bulandırma dahil her şeyi yaptı.

Ama konuşmasında önemli bir an vardı; Mehmet Eymür’le ilgili konuştuğu an…

Berberoğlu, MİT’in son açıklamasındaki Eymür’le ilgili vurguları eleştirdikten sonra bir an durmak zorunda kaldı ve “savunuyor değilim yanlış anlamayın” dedi… Devamında ise Eymür’ün Susurluk’taki rolünü övmeye devam etti.

Aslında Berberoğlu’nun Eymür’ü savunması ya da övmesi yeni bir şey değil. Mehmet Eymür’ü Yeşil’le olan bağlantıları konusunda temize çıkarmak için yazdığı 8 Temmuz 1997 tarihli yazısına, göz atmanız bile yeterli.

Berberoğlu, Salı akşamı NTV’de Mehmet Eymür’ü temize çıkartırken; ertesi gün yani Çarşamba günü Mehmet Eymür, sahibi olduğu atin.org sitesine yeni bir yazı koydu. Pekçok kişiye ve kuruma karşı eleştiriler sıralayan Eymür, tesadüfe bakın ki yazısında Enis Berberoğlu’nu övüyordu…

Hem de ne övme: “…Mesela Enis Berberoğlu’nun 30 Kasım 2008’de yazdığı,“Önce tarihe bakın” başlıklı yazısı. Ajan gazetecilere, fabrikatörlere, sulandırma, yönlendirme görevi yapanlara, ön yargılılara, tahlil yeteneği olmayan, palavracı naylon gazetecilere okumalarını tavsiye ederim... Bir bilgi nasıl tahlil edilir öğrensinler.”

Tahmin edeceğiniz üzere Mehmet Eymür’ün ballandıra ballandıra övdüğü Enis Berberoğlu’nun 30 Kasım 2008 tarihli yazısı kendisi hakkında.

İşte, Enis Berberoğlu’nun aniden Ergenekon Davası’na Hürriyet’ten “altın vuruş” yapması ve NTV’den “yakında hamamcılara, kebapçılara da operasyon yapılacak” biçiminde aşağılaması bu bağlantılardan.

Yani, MİT’in geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamadan…

Ergenekon’un kilit ismi Tuncay Güney’le ilgili açıklamada MİT, direkt olarak Mehmet Eymür’ü ve onun kurduğu Kontrterör Merkezi’ni hedef almıştı.

Eymür'ün ismi Ergenekon'a bulaşıyordu... Aslında bunun olacağı belliydi…

3 yıldır Atin.org sitesini yenilemeyen Eymür, geçtiğimiz haftalarda bir anda uykudan uyanmış ve sitesini güncellemeye başlamıştı. Eymür’ün uyandığı anla Berberoğlu’nun uyandığı anın zamanlaması, midenizi mi bulandırıyor; zihninizi mi?

04 Aralık 2008 Perşembe
aktifhaber

DALAN'A "KAÇ" DİYEN MEDYA PATRONU
08 Ocak 2009 07:44
Bedrettin Dalan'a "kaç" diyen Medya Patronu'na bilgiyi bir GENERAL verdi...

Ergenekon Operasyonu kapsamında hakkında "gözaltı" emri çıkartılan Bedrettin Dalan'a ait adreslere polis baskın düzenledikten sonra Fatih Altaylı çok ilginç bir yazı kaleme aldı.

Altaylı, Bedrettin Dalan'a bir "medya patronunun" Ergenekon Operasyonu kapsamında içeri alınacağını söylediği ve Dalan'ın bu nedenle yurt dışına çıktığını yazdı.

BİR GENERAL SÖYLEDİ

Fatih Altaylı'nın iddiasının arka planı araştırıldığında ise ortaya çok farklı bir tablo çıktı. Edinilen bilgilere göre TSK'da görevli bir General, sözkonusu Medya Patronu'na giderek, Dalan'ın alınacağı bilgisini verdi.

Bunun üzerine Medya Patronu çok samimi olduğu Dalan'ı aradı ve durumdan haberdar etti. Bunun üzerine Bedrettin Dalan 24 Ekim 2008 tarihinde çevresine "Ankara'ya gideceğini" söyleyerek ayrıldı. Ancak Dalan ilk uçakla İngiltere'ye uçtu. Bir süre İngiltere'de kalan Dalan, daha sonra İsrail'e geçti.

İsrail'de çeşitli temaslarda bulunan Dalan, oradan ABD'ye geçti. Dalan bu süre zarfında ABD ile İngiltere arasında birkaç kez gidip geldi.

VELİ KÜÇÜK VE ADİL SERDAR SAÇAN'IN KANKASI

Ergenekon operasyonu çerçevesinde İSTEK Vakfı ve Yeditepe'deki ofisleri aranan Bedrettin Dalan'ın ismi ilk olarak Tuncay Güney'in sorgu kasetleri için Veli Küçük ve Adil Serdar Saçan'ı bir araya getirdiği iddiasıyla gündeme geldi.

Dalan ve Saçan kanka olmuşlar


Ergenekon'un kilit ismi Tuncay Güney, Dalan'ın Saçan ve Küçük'le olan ilişkisini şöyle anlatmıştı: "Ergenekon dosyalarıyla birlikte diğer bazı önemli dosyaların Saçan'ın deposuna nasıl gittiğini sorgulamak lazım. Ergenekoncular kendi dosyalarının kapandıklarını sanıyorlar. Ancak oyuna geldiler. Adil'i çok iyi anlamak, çözmek lazım. Adil bu işin içine nereden girdi, buna bakmak lazım. Bedrettin Dalan, Adil Serdar Saçan'a arka çıkıyor, neden? Bunlar kanlı bıçaklıydı. Ben yurt dışına çıktıktan sonra kanka oldular."

Ergenekon iddianamesinde ise Emin Gürses ile x şahıs (Erman Dur) arasında yapılan telefon görüşmesinde bazı kişilerin Dalan'la bağlantıları olduğu iddialarına yer veriliyor. Emin Gürses telefonda konuştuğu şahsa kendisinin içeri alınması halinde 'bizimkiler' dediği kişilerin ABD ve İsrail elçiliklerini havaya uçuracaklarını söylüyor. Gürses, Dalan'la ilgili olarak, "İstanbul'da 2 avukat grubu var. Türkçüyüm mürkçüyüm diye geçiniyorlar. Dalan ile bağlantıları var. Bir sürü bağlantıları var. Alkolik bir ekip" diyor.

aktifhaber

Bedrettin Dalan'ın Büyük Yalanı
08 Ocak 2009 14:37

Haberlerde hep, "Bedrettin Dalan hasta olduğu için yurt dışına çıktı" deniyor ama Dalan'ın öyle bir sözü yakalandı ki, bütün "hasta" propagandası çüktü...

Yeditepe'deki teknoloji dünyada yok. 'Aksini ispat edene hastaneyi hediye ederim' demişti ama sağlık kontrolüne ABD'ye gitti.

Dalan meğer kendi hastanesi açılırken neler demiş: ''Tıp Fakültemizin de bir hastaneyle taçlandırılması gerekiyordu. İnandık, yola çıktık. Bu hastanedeki teknoloji başka hiçbir hastanede yok. Dünyada yok. Aksini ispat edene hastaneyi hediye ederim''

Bunu diyen Dalan'ın, bugün gazetelere yansıyan 'sağlık kontrolü için ABD'deyim' sözleri ne kadar gerçekçi?

İşte Yeditepe Üniversitesi Hastanesinin, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de katıldığı törenle açıldığı günkü Sabah gazetesi haberi:

"Yeditepe'deki teknoloji dünyada yok. Aksini ispat edene hastaneyi hediye ederim''

Üniversitenin Kayışdağı 26 Ağustos Yerleşimi'ndeki İnan Kıraç Konferans Salonu'nda düzenlenen törende konuşan Yeditepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Bedrettin Dalan, bugün üniversitenin 9. kuruluş yıldönümü olduğunu hatırlatarak, Yeditepe Üniversitesi'nin mimarisi dahil her şeyi ile bir Türk üniversitesi olduğunu söyledi.

Üniversitede halen 54 bölümün olduğunu ve yerleşim alanında yaşama dair her şeyin bulunduğunu anlatan Dalan, ''Tıp Fakültemizin de bir hastaneyle taçlandırılması gerekiyordu. İnandık, yola çıktık. Bu hastanedeki teknoloji başka hiçbir hastanede yok. Dünyada yok. Aksini ispat edene hastaneyi hediye ederim'' dedi.

Hastanenin hijyen koşullarının eksiksiz sağlandığını ve binanın depreme dayanıklı olduğunu vurgulayan Dalan, ''Bu hastanede, hastane mikrobu, bakterisi üreyemez. İstanbul'da olabilecek bir depreme karşı her türlü tedbiri aldık'' diye konuştu.

Dalan, hastanenin hayata geçirilmesinde Hastane Yürütme Kurulu Başkanı olan oğlu Altay Burak Dalan ile de birlikte çalıştıklarını ve zaman zaman sert tartışmalara girdiklerini anlatarak, ''Yeditepe Üniversitesi Hastanesi öncesi ve sonrası bir milat olarak konuşulacak'' dedi.

Hastanenin dekorasyonunun da bir hastaneyi hatırlatmadığını kaydeden Dalan, ''Hiçbir hasta bu hastaneye girdiğinde ölüm korkusunu içinden geçirmez. Burası yaşama sevinci veren bir hastane oldu'' diye konuştu.

'75 MİLYON DOLARA MAL OLDU'

Bedrettin Dalan, basın mensuplarının sorularını yanıtlarken de hastanenin 2.5 yılda tamamlandığını, 75 milyon dolara mal olduğunu, 85 hekimin görev yaptığını ve 200 yatak kapasitesi bulunduğunu söyledi. Dalan, ''Dünyanın en gelişmiş görüntüleme cihazları ve hijyen şartları oluşturuldu. Avrupa ve ABD'de yapılan her türlü tedaviyi burada yapıyoruz. Artık tedavi için yurt dışına gitmeye gerek yok. Genaraştırmaları dahil her türlü araştırma yapılabilecek'' dedi.Başhekim Prof. Dr. Melih Bulut da bu hastanede hayalleri gerçekleştirme imkanı bulduklarını ifade ederek, eğitim ve araştırma hastanesi olarak kurulan Yeditepe Üniversitesi Hastanesi'nde araştırmaları birlikte yapmak için meslektaşlarına çağrıda bulundu.

Bulut, ekim ayında Bağdat Caddesi'nde bir poliklinik, kasım ayındada Avrupa Yakası'nda bir göz merkezi açacaklarını sözlerine ekledi.Daha sonra hastanede görev yapacak hekimler sahneye davet edilerek konuklara tanıtıldı.

Törene katılan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise İstanbul Bilgi Üniversitesi'ndeki uluslararası toplantıda konuşma yapacağı içinYeditepe Üniversitesi'nden erken ayrıldı.

ROBOTLU KURDELE KESİMİ

Konuşmaların ardından, Kozyatağı'nda yer alan hastanede bulunan kurdele ile sahnedeki kurdelenin aynı anda kesilmesi için canlı bağlantı kuruldu.

İstanbul Vali Yardımcısı Şener Can, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Vekili İdris Güllüce, Rektör Ahmet Serpil ve Başhekim Melih Bulut ile sahneye çıkan Dalan, butona basarak hastanedeki kurdeleyi kesecek robota komut verdi. Ancak birkaç kez komut vermesine rağmen robot kurdeleyi kesmeyince bundan vazgeçen Dalan, yanındakilerle birlikte sahnede bulunan kurdeleyi kesti. Bu sırada robot kurdeleyi kesmeyi başarınca her iki kurdele de aynı zamanda kesildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bazı bakanların kutlama mesajlarıgönderdiği törene, AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen, emekli orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, işadamı Cavit Çağlar ile çok sayıda davetli katıldı.

http://arsiv.sabah.com.tr/2005/08/26/gun98.html

Onu Tanımayanınız Kaldı Mı?
09 Ocak 2009

Savcılar hazırladıkları iddianameyle, hakimler verdikleri kararla konuşur. Bu, evrensel bir ilke. Ancak bizde bir savcı var ki...

Savcılar hazırladıkları iddianameyle, hakimler verdikleri kararla konuşur. Bu, evrensel bir ilke. Ancak bizim ülkede bir savcı var ki; o her alanda konuşabiliyor. Bir siyasetçi gibi değinmediği konu yok. YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nu artık tanımayan kalmadı.

Ergenekon terör örgütü soruşturması çerçevesinde önceki gün yapılan operasyonla ilgili öyle bir cümle sarf etti ki; inanılır gibi değildi. Arama yapıldığı sırada Kanadoğlu'nun evine gelerek, 'Hukukun üstünlüğüne yapılan saldırıyı yine hukuk önleyecektir.' dedi. Devletin bir savcısı, mahkeme kararı ile şüpheli gördüğü bir yerde arama yapıyor. Üst yargıda görevli olan başka bir savcı yani Eminağaoğlu, bu aramayı 'saldırı' olarak değerlendiriyor. Ve engellemekten bahsediyor. Bununla yetinmeyip arama süresince evde kalıyor. Yargıtay'da görevli bir savcı bunu hangi hakla yapıyor? Bu, nasıl bir hukuk anlayışıdır? Olayın vahameti, gazeteci Taha Akyol'un da dikkatini çekmiş. Eminağaoğlu'nun sözlerini 'politize bir tavır' olarak değerlendiren Akyol, üç soru soruyor: "Eminağaoğlu dosyayı biliyor mu? Kimin niye sorgulandığını biliyor mu? Yapılan işlemler hangi kanunlara aykırı?"

Eminağaoğlu, çift şapka taşıyor. Konuşurken dernek başkanı, işlem yaparken savcı oluyor. Bazen her ikisini birden kullanıyor. Kızdığı zaman şapkalar iyice karışıyor. Ömer Faruk Bey, her ne kadar askerlik yapamayacak kadar çürük olsa da yoğun çalışma içinde olan biri. Siyasi iktidara karşı Ankara'da yapılan sokak eylemlerine bile katıldı. Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti hakkındaki kapatma davasının belgelerini hazırlarken YARSAV'ın antetli kağıtlarından istifade etmişti. Bunlar ortaya çıkınca Eminağaoğlu çok bozuluyor. Tehdit eder gibi, "YARSAV'a saldıranlar asla hukuktan üstün olmadıklarını yaşayarak göreceklerdir." diyor. 'Saldırı' kelimesini çok sık kullanıyor. 'Yaşayarak görmek' ne demek, bunu anlamak mümkün değil. Saldırı, askerlerin de sık kullandığı kelimelerden. Son yıllarda Eminağaoğlu'nun bazı askerlerle çok yakın olduğu görüldü. Örneğin, askerlik muayenesinde komutan tarafından kapıda karşılanıp işlemleri onun nezaretinde yapıldı. Eşinin Genelkurmay hukuk müşavirliğinde çalışmasının bunda etkili olup olmadığı tartışıldı. İnsan sormadan edemiyor. Eminağaoğlu'nun sinirlerini bozan nedenler arasında acaba eski hukuk müşavirinin de gözaltına alınması var mı?

Yargıtay, son gelişmeler üzerine 'ihsas-ı rey olur' kaygısı ile açıklama yapmadı. Ama Yargıtay Savcısı Eminağaoğlu, YARSAV başkanı olarak siyaset yapıyor. Bu durum, yargı ve yargı mensuplarının objektifliğine gölge düşürüyor. Adalet Bakanı'nın dediği gibi, 'çok meraklıysa savcılığı bırakıp siyasete girmeli'. Şimdi tam sırası. Ne de olsa yerel seçim zamanı.
aktifhaber

İŞTE ADİL SERDAR SAÇAN
12 Ocak 2009 07:29Ergenekon'da son dalganın kilidi, eski polis müdürü Adil Serdar Saçan...

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan eski polis müdürü Adil Serdar Saçan, asrın davasında 'kilit isim' konumuna geldi. Son operasyonla birlikte Saçan'ın, tutuklu emekli tuğgeneral Veli Küçük ve Bedrettin Dalan ile Yeditepe Üniversitesi'nde biraraya geldiği ortaya çıktı.

Aynı zamanda Saçan'ın bu üniversitede ders vermesi sebebiyle oğlunun yüzde 50 burslu okuduğu öğrenildi. Saçan'ın üniversite ile ilişkisi sadece öğretim üyesi olmaktan ibaret değil. Zira Saçan'ın üniversitedeki bazı kişilerle 'ülkenin geleceğine dair' telefon görüşmesi yaptığı tespit edilen noktalar arasında.

Saçan'ın son operasyonda gözaltına alınan eski Harp Akademisi Komutanı emekli orgeneral Kemal Yavuz ile de irtibatlı olduğu anlaşıldı. Saçan-Yavuz ilişkisi 2001'e kadar uzanıyor. İkili arasındaki en önemli ilişkiyse kimi siyasiler ve emniyet yetkilileri hakkında istihbari bilgiler paylaşmaları.

Saçan'ın Ergenekon'un üzerini örterek maddi menfaat karşılığında örgütle iş yaptığı da ileri sürülüyor. 9 yıl önce İstanbul Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü iken bu örgütle karşılaşan Saçan, Tuncay Güney'i sorgulamasıyla ön plana çıktı. Ancak sonra örgütün bazı önemli isimleriyle sıkı ilişki içine girdi. 6 defa meslekten çıkarılan Erzurum doğumlu (1962) eski polis, Ergenekon'un bundan sonraki aşamasında çok konuşulacağa benziyor. Özellikle Ergenekon'un finansörü olmakla suçlanan eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'la ilişkisi kayda değer. Bir dönem Çapan'ın belediyedeki yardımcılığını ve danışmanlığını yapan Bertan Zülaloğlu ikilinin ilişkisi hakkında net konuşuyor: "Çapan, 2002'de Kartal Cezaevi'nden çıktığında kendisini evinde ilk ziyaret eden kişi Saçan'dı." Saçan'ın Bahçeşehir'deki evinin Çapan tarafından verildiği tespit ediliyor. Aynı şekilde Sultanahmet'teki bürosunu da Çapan tefriş ettirmiş. Saçan, aralarında bir ilişki olmadığını söylese de Çapan bunun tam tersini dile getiriyor. Saçan'ın eşinin kendi muhitinde iş yeri açtığını anlatan Çapan, oraya gittiğini ifade ediyor.

Eski polisin diğer Ergenekon sanıklarıyla olan bağı ve evinde çıkan dokümanlar da çok şey anlatıyor. Adil Serdar Saçan, Ergenekon terör örgütü ile bağlantısının olmadığını ileri sürüyor; ancak birçok Ergenekon sanığı ile yolu kesişiyor. Hatta bazılarıyla nargile içecek, önemli belge alışverişi yapacak kadar samimi. Kuvvai Milliye Derneği'nin üyesi olmayan Saçan'ın bu derneğe gidip geldiği belirtiliyor. Derneğin Üsküdar'daki bir yemeğine katılan Saçan, burada dernek başkanı (Ergenekon sanıklarından) Bekir Öztürk, Oktay Yıldırım ve Halil Behiç Gürcihan ile sıkı bir sohbete dalıyor. Saçan'ın Ergenekon tutuklusu Gürcihan'ı tanıması ise oldukça ilginç; 2003'te Merkez Komutanlığı'nda G. isimli bir Paşa tarafından 'Mete' olarak tanıtılıyor kendisine. Gazeteci olarak tanıdığı 'Mete' daha sonra Saçan'ın karşısına Behiç Gürcihan olarak çıkıyor ve ikili arasındaki diyalog nedense sıkı bir şekilde devam ediyor. Hatta Saçan Gürcihan'a 'çok gizli' belgeler veriyor. Gürcihan buna karşılık Saçan'a açıkistihbarat.com adlı internet sitesinde yazılar yazdırıyor.

Tuncay Özkan ile de sıkı bir ilişki kuran Saçan, zaman zaman ona bazı bilgiler aktarıyor. AK Parti'nin kapatılma davasında 'tanık' olarak gösterilmesi için Tuncay Özkan'ın devreye girmesini bile istiyor. Eski polisin, kamuoyunun 'Adnan Hocacılar' olarak bildiği gruba 'porno' kasetleriyle şantaj yapmak istediği vurgulanıyor. Saçan'ın M.V. isimli bir sahaf ile yaptığı görüşmede S. Albay, H. Yüzbaşı M.A, H. ve A. isimli şahısların adı geçiyor. Sahaf ile konuşmasındaki bazı ifadeleri şöyle: "... Şu anda bitakım çocuklara tecavüzü ile ilgili elimde belgeler var, tamam mı? Basına verecek ve soruşturma açtırtacak, şikâyetçi olup diye bunların gözünü korkutmamız lazım; ama öyle bi söylemeliyiz ki; mesela birini söyleyebilirsin: 'Abi İtalya'dan getirttiği iki tane porno yıldızın görüntüleri var elinde' de. Ha böyle dersen anlarlar. 'Yurtdışından getirttiği iki tane porno yıldızı var' de 'onların giriş çıkış kayıtları, kimlerin karşıladığına dair görüntü elinde, belgeleri var' de..."

Ergenekon davasında yargılanan gazeteci Güler Kömürcü ile de yakın ilişki içinde Adil Serdar Saçan. Aralarındaki samimiyet, Saçan'ın gördüğü rüyayı Kömürcü'ye anlatacak kadar ileri. Bir keresinde rüyasında Atatürk'ü gördüğünü anlatıyor Saçan ve Kömürcü'ye şöyle tevil ediyor: "...Vatana millete hizmet etmeye hazır duruma geldim artık, yakında hizmete başlayacağım... Bir tane bizden olan adam bunların 50 tanesini halleder ya, bunlar kim ya bunlar köpek ya, para bunlardaymış nerde, para bunlarda olsun lan ölü adamın paraya ihtiyacı olmaz yani..." Burada Saçan'ın kastettiği kişilerin kim olduğu bilinmiyor; fakat savcılık ifadesinde bununla Amerika'yı kastettiğini söylediği belirtiliyor. Kömürcü ile Saçan arasındaki bir başka görüşme ise kayıtlara daha farklı geçiyor: "Meclis'te türbanlılar için ayrı şey açılıyor, nedir o berber, kuaför açılıyor. Bu şekil gider. Ondan sonra bir bakarsın ki, ağaçlarda sallanmalar var; az kaldı çok az kaldı. Yani sabırları zorluyor bunlar..."

Ergenekon soruşturmasında ele geçirilen dokümanlar arasında 'Karagümrüklü Nuriş' olarak bilinen Nuri Ergin'in kardeşi Vedat Ergin'in Saçan'a gönderdiği mektup ve fakslar da bulunuyor. Ergin'in yazdığı mektupta, Nuriş kardeşlere Uşak Cezaevi'nde suikast yapılacağı haberinin Saçan tarafından verildiği anlaşılıyor. Vedat Ergin ise Saçan'a akıl verip onu teselli ediyor. Vedat Ergin tarafından Saçan'a gönderilen mektuplardaki önemli noktalar şöyle: "Sayın müdürüm öncelikle gerçekten biz Uşak Cezaevi'ndeyken cezaevine gönderdiğiniz bize karşı yapılacak suikast eylemini bildiren yazınızdan ötürü size teşekkürü kendime ve canım abim adına bir borç bilirim. Peker'in, Şahin'in, Çakıcı'nın haricinde çalışmalarınız takdire şahendir. Saygı duyarım, ayrım yok tebrikler. Kürşat Efendi nasıl olacak sayın müdürüm, yalayıp yutuyorlar her yol Paris misali ön kapıdan alıyorsunuz arka kapıdan serbest kalıyorlar anlamıyorum. Sayın müdürüm o koltuklar kimseye baki değil daha iyilerine layıksınız ama bildiğinizi okuyun lütfen baskılara son verin. Bizlere olacak suikastın faksını Uşak Cezaevi'ne gönderdiniz. Kamuoyuna neden açıklamıyorsunuz. Sayın müdürüm oyunları halkımız da görsün Uşak olaylarının gelişimi o faks. Sayın müdürüm kilit birisiniz bu konuda." Vedat Ergin APS ile gönderdiği bir başka mektupta ise Saçan'a Alaattin Çakıcı ile problemlerini de anlatıyor.

Polis Akademisi'ni birincilikle bitiren Adil Serdar Saçan, meslek hayatında başarısını sürdürmek yerine farklı icraatlara imza atıyor. Örneğin, Organize Şube Müdürlüğü görevinde iken sorgulamalarda yaptığı işkencelerle gündeme geldi. Bu yüzden 2005'ten beri İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor. 1999'da gözaltına alındıktan sonra hakaret ve işkencelere maruz kaldıklarını beyan eden Hasan Basri Güner ve Emre Çalıkoğlu isimli şahıslar, Saçan'ın kendilerine 'derin devlet' olduğunu söylediğini ileri sürüyor. O tarihlerde asker olan Güner, bunu hatırlatınca Saçan, askerle işbirliği içinde olduğunu, soruşturmayı askerî savcının talimatıyla yaptığını söylemiş. Güner, Saçan'ın sorgulama esnasında 'komutanım' diye hitap ettiği bir kişiyi telefonla bilgilendirdiğini de aktarıyor. İfadelere yansıyan bir başka bilgiye göre, dönemin DGM başsavcısı Erdal Gökçek, savcıları dinlemeyip başına buyruk hareket ettiği gerekçesiyle Saçan'ın görevden alınması için İçişleri Bakanlığı'na yazı yazmış.

Ergenekon belgelerini saklamakla suçlanan Saçan'ın ikametgâhındaki aramada ele geçirilen CD'lerin, Ergenekon soruşturması kapsamında elde edilen dokümanlarla aynı olduğu tespit ediliyor. "LOBİ, ERGENEKON, BİRLEŞİK KOMÜN, REAKSİYON, GÖZLEM-ANALİZ, ANALİZ ŞİRKET VE KÖSTEBEKLER, ULUSAL PROGRAM 2000, ULUSLARARASI GÜVENLİK ŞİRKETİ PROJESİ, KEMALİST HAREKET, MİT MEDYA VE AJAN GAZETECİLER, FUNDAMENTALİST TERÖR, FABRİKATÖR, USİAD" belgeleri Saçan'daki CD'de aynen yer alıyor. Ancak Saçan'da Ergenekon soruşturmasında ele geçirilen belgelerden fazlası çıkıyor. "BATI DÜNYASINDAN DEMOKRATİK HUKUK ÖRNEKLERİ İSTANBUL/11 NİSAN 2000, BATI VE İŞBİRLİKÇİLERİNİN KRONOLOJİK SÖYLEM VE AMAÇLARINA ATATÜRK'ÜN YANITLARI İSTANBUL/11 NİSAN 2000, TC CUMHURBAŞKANLARI VE 10. CUMHURBAŞKANI ADAYLARI OPERASYON İSTANBUL / 30 NİSAN 2000, BİRLEŞİK KOMÜN (DİJİTAL) GİRİŞİM İSTANBUL / 27 HAZİRAN 2000-" gibi belgeler bunlardan.

Saçan kendisindeki belgelerin Tuncay Güney'den elde edilen dokümanlar olduğunu ve onları CD ortamında hazırlattığını iddia ediyor. CD'leri çoğaltıp bir yere vermediğini beyan eden Saçan, 'çok sıkıcı' olduğu gerekçesiyle onları açıp okumamış. Saçan'ın belgeleri arasında Veli Küçük'le ilgili olanlar da var. CD'deki 'Herkül' isimli klasörün 'J' alt klasöründe yer alan 'JİTEM' isimli belgede Veli Küçük'ün JİTEM'in kurucusu olduğu belirtiliyor. 1997 tarihli bu belgede, Genelkurmay içinde kurulan Ergenekon isimli gizli örgütün yönetici ve başkanı olarak Veli Küçük'ün adı geçiyor. Saçan'ın CD'lerinde Ömer Lütfi Topal, Nesim Malki, Kasım Gülek, Korkmaz Yiğit, Mehmet Eymür, Hanefi Avcı, Dündar Kılıç, Kürşat Yılmaz, Cavit Çağlar, Abdullah Çatlı, Alaaddin Çakıcı gibi isimlerle ilgili belge ve bilgiler de bulunuyor.

'Afrodit' isimli klasördeki 'Devletin Has Evlatları' koduyla hazırlanan dosya içeriğinde kamuoyunun yakından tanıdığı kişilere dair bilgiler var. Bu isimler şunlar: Ali Güngör, Osman Durmuş, İbrahim Çiftçi, Ferman Demirkol, Mikail Göreli, Reşat Altay, Nuri Çolakoğlu ve Murat Başeskioğlu. Aynı klasörde 'Güvenlik Şirketi' isimli dosya da dikkat çekici. Şirket, sıradan bir yapıdan çok operasyonel faaliyetlerde bulunacak şekilde tanzim edilmiş. Adı verilmeyen şirketle ilgili yapılacaklar detaylı bir şekilde anlatılıyor: "Kurulması planlanan güvenlik şirketi Anonim Şirket olarak faaliyete geçecek, ortaklıkta hisse dağılımı % 51 ve % 50 olarak düzenlenecektir. Şirketin merkezi, 'Merkez Birim' içinde kiracı olarak yer alacaktır. Kuruluş, faaliyet ve personel giderleri şirketin % 51 hissesine sahip ortak tarafından karşılanacaktır. Böylelikle hem gelir elde edilecek hem de istihbarat verileri toplanacak, gereğinde ise operasyonsal faaliyetler sürdürülebilecektir. Saygılarımızla."

Saçan'ın CD'lerinde yer alan 'Afrodit' klasörü en az mitolojideki güzellik tanrıçası Afrodit kadar gizemli ve tehlikeli. Klasördeki 'General' isimli Word belgesinde "TÜRKİYE'Yİ BİÇİMLENDİREN KEMALİST GENARALİN PORTRESİ" başlığı ile verilen bilgilerde bu generalin Veli Küçük olduğu işaretleriyle birlikte veriliyor. Küçük'ün özgeçmişi, faaliyet ve söylemleri belgede detaylı yer alıyor. Aynı klasördeki 'Generaller' isimli belge ise Güven Erkaya, Teoman Koman, Çevik Bir, Vural Bayazıt hakkında fişlemelerden oluşuyor.

Eski polis Saçan, adreslerinde çıkan bütün doküman ve CD'lerin kendisine ait olmadığını, Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan'dan ele geçirdiğini söylüyor. İkisinin kendisine bakmak için verildiğini savunan Saçan, CD'lere merak edip bakmadığını ileri söyüyor. Ancak Saçan, duruma göre, okumadığı, bakmadığı CD'lerin içeriğindeki belgelerin mahiyeti hakkında cevaplar veriyor. Sıkıştığında ise "Belgeler Tuncay Güney'den alındı" veya 'Haberim yok' diyor. Bu çelişki, tecrübeli emniyet müdürünü bir noktadan sonra tongaya düşürüyor. 'Bana, bakmam için 2 kopya CD verildi' diyen Saçan'daki CD'lerin orijinal ve paraflı olduğu tespit ediliyor. Saçan, Güney'den elde ettiği delilleri saklamadığını da savunuyor.

2001'de gözaltına alınan Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan, Saçan ve ekibi tarafından sorgulandı. 6 gün süren gözaltı süresince Güney, Saçan'ın kendisine işkence yaptığını ileri sürdü. Güney bu konuda detaylar veriyor. Ancak Saçan 6 gün boyunca ne Güney ne de Oğuztan ile yüz yüze gelmediğini ileri sürüyor. Saçan'ın iddiasına göre, bütün sorgulamalar o dönemde Organize Suçlar Tahkikat Büro Amiri olan Ahmet İhtiyaroğlu (işkence davasında yargılanıyor) ve İstihbarat Şubesi Organize Suçlar Büro Amiri olan Hakan Başkomiser (İlçe Emniyet Müdürü) tarafından yapıldı. Saçan, 'Change Oto' soruşturması esnasında şahısların, Doğu Perinçek'in Apo ile görüşmesi, Veli Küçük'ün uyuşturucu kaçakçılığı ve adam öldürme işlerine karıştığı gibi bilgiler verdiğini belirtiyor. Saçan'ın, Güney'in ifadelerinin kaset çözümünü yapıp ilgili mercilere verdiği ve savcılık talimatıyla Güney'i Kasım 2000'den Mart 2001'e kadar dinlediği de belirtiliyor.

(Haşim Söylemez / Aksiyon)
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Oca 20, 2009 8:52 pm    Mesaj konusu: israil konusunda degişmeyen medya kurallarI Alıntıyla Cevap Gönder

20 Ocak 2009 Salı
İsrail konusunda değişmeyen medya kuralları
Salih Tuna


İsmini sizinde bildiğiniz birtakım işbirlikçi medya'da malumunuz olduğu üzre İsrail'den çok israilcilik ve emperyalizmin gönüllü savunuculuğu tavan yapmaktadır ..
İşte İsrail'in adı her anıldığında Medyanın değişmez altın kuralları:

İsrail sorununun medyada ele alınması durumunda uyulması beklenen 12 şaşmaz altın kural:
1.Ortadoğu`da Araplar her zaman ilk saldırandır, İsrail her zaman kendini savunur. Bu savunmaya "misilleme" adı verilir.

2. Ne Araplar`ın, ne Filistinliler`in ne de Lübnanlılar`ın sivilleri öldürme hakkı vardır, bu "terörizim"dir.

3. İsrail`in sivilleri öldürme hakkı vardır. Bunun adı "haklı savunma"dır.

4. İsrail sivil halka karşı katliam yaptığında Batılı güçler İsrail`den "dikkatli ve duyarlı" olmasını ister. Bunun adı, "uluslararası kamuoyunun tepkisi"dir.

5. Filistinliler ya da Lübnanlılar, askeri bölgelerde, nöbette ya da çatışmada herhangi bir İsrail askerini esir alamaz. Bu "savunmasız sivillerin kaçırılması" olarak görülür.

6. İsrail istediği kadar Filistinli ve Lübnanlı`yı, istediği zaman ve istediği yerde kaçırma hakkına sahiptir. Şu anda 10 bin civarında insan İsrail hapishanelerindedir, bunların 300`ü kadın ve çocuktur. Bu insanların suçluluğu konusunda herhangi bir delile gerek yoktur, İsrail onları süresiz olarak hapiste tutma hakkına sahiptir, bu insanlar Filistinliler`in demokratik olarak seçtiği kişiler bile olsa. Buna "teröristlerin hapsedilmesi" denir.

7. Ne zaman "Hizbullah" adı kullanılsa, "Suriye ve İran tarafından desteklenen ve finanse edilen" ifadelerinin de kullanılması zorunludur.

8. İsrail`den bahsedildiğinde "Amerika tarafından desteklenen ve finanse edilen" ibaresinin kullanılması kesinlikle yasaktır. Bu, çatışmanın dengeli olmadığı ve İsrail`in aslında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmadığı izlenimi verebilir.

9. İsraille ilgili herhangi bir cümle ile birlikte "işgal altındaki topraklar", "BM kararları", "insan hakları ihlalleri" ya da "Cenova Anlaşması" ifadelerinin kullanılmasından özenle kaçınılmalıdır.

10. Filistinliler ve Lübnanlılar kendilerinden hoşlanmayan sivil halkın arkasına saklanan "korkaklardır". Eğer aileleri ile birlikte yaşıyorlarsa, buna "korkaklık" denir. İsrail onları ve ailelerini bu sığınaklarda yok etmek zorundadır. Bu, "detaylı, yüksek hassasiyeti olan" operasyonlardır.

11. İsrailliler, Araplar`dan daha iyi İngilizce, Fransızca, İspanyolca ya da Portekizce konuşur. Bu yüzden kendilerine daha fazla söz hakkı verilmesini ve yukarıdaki kuralların izleyiciye daha iyi aktarılmasını hakederler. Buna "tarafsız medya" denir.

12. Yukarıdaki kurallarla ilgili herhangi bir sorunu olan herkes "çok tehlikeli bir anti-semitik terörist" olarak damgalanır.

http://anadoluhaber.blogcu.com/israil-konusunda-degismeyen-medya-kurallari_34048321.html

Mehveş Evin mehves.evin@aksam.com.tr
Asıl hafızasını kaybeden, medya

Nietzsche intiharın, kişinin hakkı, hatta ona verilen bir armağan olduğunu savunur ve şöyle der: 'Bazıları çok erken, bazıları çok geç hayattan ayrılıyorlar, asıl iş tam zamanında ölmektir...'

Eski JİTEM'ci komutan Abdülkerim Kırca'nın ismi, Ergenekon soruşturmasıyla birlikte, 'faili meçhuller'le bağlantılı olarak gündeme geldi. PKK itirafçısı Aygan'ın iddiaları yayınlandıktan sonra, Kırca evinde tek kurşunla intihar etti. Haliyle bu iddiaları o gün yayınlayanlar, intiharın sorumlusu olarak gösterildi.
Ancak biraz arşiv taraması yapmaya zaman ayıran, aynı kişinin Kırca hakkında ortaya attığı iddiaların 3 yıl önce Doğan grubu gazetelerinde yayınlandığını görürdü. (Merak edenler için: http://www.aksam.com.tr/2009/01/21/haber/guncel/410/kirca_hakkindaki_iddialar_yeni_degil.html) Yani Kırca'nın Güneydoğu'daki faaliyetleriyle ilgili ortaya atılan suçlamalar, yeni değil.

Fillerin tepişmesi
Yeni olan, Ergenekon'un son dalgasında Yarbay Dönmez'in sakladığı cephaneliğin ortaya çıkması, firari emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tutuklanması. Yeni olan, faili meçhullerin, kuyulara atılan cesetlerin birdenbire sıcak gündem haline gelmesi... Yeni olan, pek çok yayın organında bu haberlerin ve ilgili yorumların manşetlere taşınması...
Zayıf hafızalı bir toplum olduğumuzu hep söyleriz, ama asıl zayıf hafızası olan medya galiba... Günlük rutinin içinde koşturmaktan, biraz geriye çekilip olayların geçmişini sorgulama alışkanlığı kaybedildi belki de... Daha da kötüsü, günün veya kişinin konumuna göre tavır alma modası iyice hasıl oldu! Bile bile, sırf kendi menfaatine uymuyor, çıkarlarına ters düşüyor diye çirkeflik yapmak en geçer akçe oldu.

Peki bu tip yayınların kişilik haklarını aykırı olduğu şimdi mi aklınıza geldi? Acaba kendi yazdıklarınızla, kendi iftiralarınızla kaç insanın kişilik haklarının üzerinde filler gibi tepindiniz?

akşam

Yaşar Nuri'nin Bittiği Andır
02 Şubat 2009 11:35

Murat Bardakçı, Yaşar Nuri'yi canlı yayında evire çevire perişan etti. Öztürk'ün doktora tezindeki fahiş hataları sıraladı yetmedi isminin "ebcet hesabını" yaptı çok kötü çıktı.

Habertürk'te Fatih Altaylı'nın programı "Teke Tek Özel"de ekrana çıkan ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk ile tarihçi Murat Bardakçı, izleyicileri ekrana bağladı. Program sırasında Bardakçı'nın iddiaları Öztürk'ü çileden çıkardı.

Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı “Teke Tek Özel” serisinde Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk'ü konuk etti.

Programda Osmanlı dönemindeki tarikat ve din yaşamı ile güncel konularda soruları yanıtlayan Öztürk, söz alan Murat Bardakçı'nın konuşmasıyla şaşkına döndü.

Öztürk'ün doktora tezini okuyan ve tez içinde peş peşe onlarca önemli hataları sıralayan Bardakçı, adeta Yaşar Nuri Öztürk'ü çıldırttı.

İlk dakikalarda hatalarını savunan ve çeşitli bahaneler uyduran Öztürk, Bardakçı'nın ilmi açıklamalarıyla geri adım atmak zorunda kaldı.

Bu esnada Murat Bardakçı'nın ''Bak o konuya girersem zor durumda kalırsın'' tehditiyle karşılaşan Öztürk, canlı yayında renkten renge girerek, adeta Bardakçı'nın susmasını istedi.

Artık bir çıkış yolu bulamayan Öztürk, ''Tamam anlaşıldı. Sen iyi bir Bektaşisin'' diyerek, Bardakçı'ya Alevi olduğu ithamında bulundu.

Bardakçı ise "Bektaşi değilim" derken, Fatih Altaylı gülerek, "Mevlevidir o" diye söze girdi.

Bardakçı'nın bir açığını bulup, onu alt etme hesapları yapan Öztürk'e yanıt Altaylı'dan geldi: "Daha bugüne kadar Murat Bardakçı'yı alt etmiş biri yok. İlber Ortaylı bile..."

Program esnasında Yaşar Nuri Öztürk'ün aktardığı kimi bilgi ve dini ifadeler ise sık sık Bardakçı tarafından "hatalı" veya "eksik" bilgi ile düzeltildi.

Programın ilerleyen dakikalarında Yaşar Nuri hocayı kızdıran konunun, Bardakçı'nın yaptığı ebced hesabıyla ilgili olduğu ortaya çıktı.

Yaşar Nuri Öztürk'ün adını bir kağıda yazarak, taşıdığı manayı ebced hesabıyla ortaya çıkaran Bardakçı, "çok kötü bişey çıktı" diyerek, Yaşar Nuri hocaya soğuk terler döktürdü.

Öztürk'ün ise hesaplama sonucu çıkan manayı bildiği anlaşılırken, ebced hesabına karşı çıktı. Bardakçı ise "Hocam bak sen başörtüsüne karşı çıktın, namaz üç vakit dedin. Senin tövbe hemen etmen lazım" dedi.

Söze giren Fatih Altaylı ise "Başbakan'ın ismine bak. O'nda ne çıkıyor" dedi. Recep Tayyip Erdoğan'ın ismini kağıda yazarak, ebced hesabı yapan Bardakçı, iyi bir sonuç çıktığını yüz ifadesiyle belli ederek, "Bağlılık ve korunma çıktı" karşılığını verdi.

Yaşar Nuri Öztür ise "Başbakan olduğu için öyle diyorsun" diye, sonuca itiraz etti.

Programın sonlarına doğru Altaylı, Öztürk ile Bardakçı'nın düellosuna sözü getirip, Murat Bardakçı'ya " Bu program bugün senin yüzünden zıvanadan çıktı. Saat 02:00 oldu" diye konuştu.

Murat Bardakçı, tarihi ve ilmi bilgisi adeta ekranda şov yaptı.
aktifhaber

MEDYA PATRONLARINA ZOR SORU!

13 Şubat 2009 07:03
'Kendimi görüşülen patronun televizyonları ve gazetelerinde yazan-çizen, yayın politikalarından sorumlu olan insanların yerine koyuyor ve irkiliyorum.' Yeni Şafak'tan Fehmi Koru yazdı...
Sırada kimler var?

Acaba Jandarma Genel Komutanlığı'nda görüşmeye çağrılan patronlar arasında Yeni Şafak'ın sahibi veya yayın yönetmeni veya Ankara Temsilcisi de var mıdır? Var ise, komutanlıkta kendileriyle neler görüşülmüş olabilir? Yok ise, kendileriyle neden görüşülme ihtiyacı duyulmamıştır?

Gazeteleri ve televizyon kanalları da bulunan önemli bir işadamı ile Jandarma'da görevli bazı üst düzey subaylar arasında geçen, Taraf gazetesinin önceki gün metnini yayımladığı görüşme kaçınılmaz olarak bu soruyu akla getiriyor. Elimizde metni bulunan görüşmede, pek çok başka konu yanında, televizyonlar ve gazetelerin yayın çizgisi ve bazı çalışanlarının durumu da gündeme gelmiş...

Patronu kendi çizgilerinde yayın yaptırdığı için özellikle tebrik etmiş askerler; lâfın gelişine göre, aynı patronun cep telefonu şirketinden yararlanmalarına izin vermesinden daha hararetli olduğu anlaşılan bir tebrik bu. Tek üzüldükleri konu, kendilerinin tavsiye ettiği birinin medya grup başkanlığının sona erdirilmesiymiş; itiraz olarak “Bize yılda 9 milyon dolara mal oluyor” denildiği halde o kişinin göreve döndürülmesi için ısrar üstüne ısrar etmişler...

Kendimi görüşülen patronun televizyonları ve gazetelerinde yazan-çizen, yayın politikalarından sorumlu olan insanların yerine koyuyor ve irkiliyorum. Ne kadar 'bağımsız', 'kendi çizgisinden şaşmaz' biri oldukları yolunda bugüne kadar etrafa verdikleri imajı bir düşünün, bir de patronlarının komutanlarla yaptığı görüşmenin günyüzü görmesinden sonra düştükleri durumu...

Patronla görüşen komutanların veya aralarında “Çok nazik biridir” diye hakkında konuştukları genel komutanın Ergenekon Davası sanığı olmaları değil manzarayı çirkinleştiren; Ergenekon sanığı olmasalardı dahi, medya grubunun yayın politikasının Jandarma Genel Komutanlığı çatısı altında belirlendiği bilgisi bile, o gruba ait televizyonlar ve gazetelerde çalışanları herhalde çok rahatsız etmiştir.

Bundan sonra (tabii bundan önce de) yazdıkları her şey, ekrana taşıdıkları her konu -ister istemez- grubun askerle ilişkisine bağlanacaktır.

Acaba bizim patronlarla da görüşmüşler midir, o medya grubunun patronuyla görüşen komutanlar? Bizim gazetenin genel yayın yönetmeni ve Ankara Temsilcisiyle aynı düzeyde bir temas veya görüşme yapmışlar mıdır? Merak bu ya: Acaba ülkemizin en büyük medya grubunun patronuyla da diğer patronla yapılana benzer bir görüşme olmuş mudur?

Jandarma'da patronlarla temasları yürüten kadronun konuklarına hissettirmeden görüşmeleri kayda alma ve bilgi notu haline getirme alışkanlığı sebebiyle, eğer aynı çatı altında başka medya gruplarının patron ve yöneticileriyle de görüşmeler yapılmışsa, o görüşmelerin görüntüleri veya bilgi notları da yakında piyasaya düşecektir demektir...

Bizim patronlarla neler görüştükleri kadar, askerlerin ülkemizin en büyük medya grubunun patronuyla veya yayın yönetmeniyle veya Ankara Temsilcisiyle neler görüştüklerini de merak ederim.

Umarım, görüşme yapılanların hiç değilse birinin aklına basının özgür olduğu, gazetecilerin bağımsızlıklarına düşkünlükleri gelmiş ve kendilerine politik çizgi çizmeye çalışanlara gerektiği biçimde tepki vermişlerdir. Sivillere karşı aslanca sürdürdükleri 'yayınlara karıştırmama' mücadelesini kendilerini hesaba çekmeye kalkışan sivil-olmayanlara karşı neden vermesinler ki?

Bir patron yanlış yaptıysa bütün patronlar da yanlış yapacak değiller ya!

Bakalım merakımı giderecek gelişmeler yaşanacak mı? Ne zaman?

Fehmi Koru / Yeni Şafak

Şamil Tayyar / Star
Yamuk medya

Önceki gün telefonla katıldığım NTV’de Ergenekon’la ilgili bazı belgelerin sözüm ona neden yandaş medyaya sızdırıldığı iddiasına verdiğim cevap, hayli ilgi gördü. O nedenle biraz açmakta yarar görüyorum.

Sabah’ta çalıştığım dönemde (1997) Refahyol dönemine ait gizli Bakanlar Kurulu tutanaklarını yayınladım. Gazete tam 9 gün boyunca bu tutanaklara yer verdi. Sonrasında da bu tutanakları ‘Refahyol Tutanakları’ ismiyle kitaplaştırdım.

O dönemde bu tutanaklarla ilgili katıldığım ve Haluk Örgün’ün sunduğu programda dönemin Devlet Bakanı Abdullah Gül ile tartıştım. Ayrıca Gül, bu tutanakların yayımını durdurmak için mahkemeye başvurdu ama sonuç alamadı.

İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ise arayıp ‘yılın gazetecisi’ ödülü için başvuruda bulunmamı tavsiye etti.

Daha yakın tarihte Sabah Gazetesi’nde Tuncay Güney’i MİT’le irtibatlandıran gizli bir belge yayınlandı. Gerçi o belgenin eksik olduğu ortaya çıktı ama Ergenekon’a destek veren yazarlar bile ‘müthiş gazetecilik’ diye alkış tuttular.

Çünkü o haberler, işlerine geliyordu. Güney’in ajan olduğunun ortaya çıkmasıyla Ergenekon davasının sulanacağını düşünüyorlardı. Ergenekon haberlerine ‘bunlar sızdırılıyor’ diyerek tepki gösterenler, gazetecilik kaygısı taşımıyorlardı.

Taraf Gazetesi’nin ‘belge paylaşımı’ konusundaki taahhüdünü de bir kenara bırakarak iddia ediyorum; Hürriyet Gazetesi’nin bugün ulaşamayacağı devlete ait hiçbir ‘gizli’ belge yoktur. Bu maharetlerini Susurluk, Şemdinli ve Mavi Hat gibi birçok operasyonda ziyadesiyle gösterdiler.

Bugünkü halleri, Ergenekon körlüğüdür. Tamam yandaş olmayın ama yamuk da olmayın. İşinize gelirse ‘gazetecilik’, gelmezse ‘sızma’ deyip geçiştirmeyin.

Tamam mı anti-militan gazeteci!..

Saylan'dan Bir İtiraf Daha
23 Nisan 2009 12:16

Ergenekon'un 12. dalgasında evi aranan Türkan Saylan, konuştukça itiraf etmeye devam ediyor. Şimdi de kız servisli Ata Evleri'ni itiraf etti..

Ergenekon operasyonunun 12. dalgasında evi ile genel başkanlığını yaptığı ÇYDD genel binası ve şubeleri aranan Türkan Saylan’dan Hava Kuvvetleri’ndeki Ata Evleri itirafı…

Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkarılan Hava Kuvvetleri'ndeki Karargah Evleri yapılanmasının bir benzerinin de Deniz Kuvvetleri'nde olduğu ortaya çıkmıştı. Ata Evleri ikinci iddianamede de yer almıştı.

Hastane odasından Abbas Güçlü ile Genç Bakış programına konuşan Saylan, “Ata Evleri bir arkadaşın hayaliydi” dedi.

ÇYDD’nin Kadıköy Şubesi’ndeki aramalarda ele geçirilen şok mektupla gündeme gelen Ata Evleri ile ilgili Saylan şunları söyledi: “Bir arkadaşın hayaliydi Ata Evleri kurmak. Bana gelip söyledi. Bende olur neden olmasın ama hem biz yapamayız dedim.Vaktiyle derneğe iki apartman katı bağış yapılmıştı. O evlerde üniversite son sınıfa gelmiş ve yüksek lisans yapan çocuklar kalıyor. Birinde kızlar birinde erkekler. Onları da tutukladılar.
Yani evlerimiz filan yok bizim. Biz birileriyle aşık atmak istemiyoruz. Sadece çağdaş yaşam adını taşıyan 30 tane yurdumuz var.”

SUBAYLARA KIZ SERVİSLİ KONTROL

Ergenekon operasyonunun 12. Dalgasında aranan ÇYDD Kadıköy Şubesi’nde şok bir mektup ele geçirilmişti.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda planlamaya ilişkin stratejik bir görevde bulunan muvazzaf askerin kaleme aldığı iddia edilen mektup, "Saygıdeğer Hanım Efendim" ibaresiyle başlıyor. Altındaki imza ise Tuğamiral O.S.K'ya ait. Cumhuriyetin geleceği ve korunması için Deniz Eğitim Öğretim Komutanlığı'na bağlı okullarda okuyan öğrencilerin ne kadar önemli olduğunun vurgulandığı mektupta, Deniz Eğitim Öğretim Komutanlığı ile ÇYDD'nin ortaklaşa yürüttüğü 'Deniz Yıldızı' projesinin başarısı vurgulanıyordu.

Şok mektupta Deniz Harp Okulu öğrencilerinin, ÇYDD’de yetişmiş kızlarla kontrol altında tutulması isteniyordu. Ayrıca askeri okullara alınacak öğrenci ismi isteniyordu. Giriş aşamasında ‘sızma’ için öğrencilere yardım edilmesi gerektiği söyleniyordu.

ATA EVLERİ SORGUSU

12. dalgada tutuklanan TSK Mensupları Çocuklarının Dayanışma Derneği Başkanı Hamdi Gökhan Ecevit ile Cumhuriyet İçin İletişim Moderatörü Ömer Sadun Okyaltırık’ın, Ata Evleri yapılanmasıyla ilgili olarak detaylı bir şekilde sorgulandıkları öğrenilmişti.

Ata Evleri Projesi'nin, ÇYDD içerisinde faaliyet gösteren bazı şahısların, özellikle lise ve üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerin örgütlendirilip yönlendirilmeleri ve gerektiğinde belirli amaçlar doğrultusunda daha kolay kullanılmalarının sağlanılması için hazırlandığı öne sürülmüştü.

Ayrıca Ata Evleri’ndeki öğrencilerin ÇYDD'den burslarla desteklendiği, evlerdeki seçilmiş kız öğrencilerle askeri okuldaki diğer öğrencilerin ilişki kurmalarının sağlandığı ve bunlar sayesinde kontrol altında tutuldukları iddia edilmişti.
aktifhaber


En son Ekim tarafından Prş Nis 23, 2009 10:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Oca 31, 2009 9:06 pm    Mesaj konusu: Hürriyet Marjinal Bir Gazete mi Alıntıyla Cevap Gönder

Bu ülkeyi mahvettiler
Ahmet Altan/Taraf

Bütün darbecilerin, cuntacıların, çetecilerin, devlet içinde kurulan ölüm mangalarının hayatımıza girdiği kapının menteşesi bu ülkenin medyasıdır.
O kapı, o medyanın üzerinden açılır.
En dehşet verici, en iğrenç suçları o medya saklar.
Katilleri kahraman diye o medya sunar.
Bu ülkenin insanlarını korumaya çalışanlara o medya saldırır.
Ve, o medyanın içyüzü bir türlü ortaya çıkmaz.
Belki de ilk kez medyanın gerçeğini böylesine çıplak bir şekilde oraya koyan bir belge yayınlıyoruz bugün.
Akşam Gazetesi’nin, Güneş Gazetesi’nin, Show TV’nin, Skyturk TV’nin patronu olan, Turkcell telefon şebekesini kuran, çeşitli bankaları bulunan Mehmet Emin Karamehmet’le, o sıralarda darbe hazırlığı yaptığı daha sonradan anlaşılan Orgeneral Şener Eruygur’un komutasındaki Jandarma Kuvvetleri’nin İstihbarat Daire Başkanı generalin ve “teknik takipten” sorumlu bir albayın konuşmalarını kelimesi kelimesine okuyacaksınız.
Nasıl kandırıldığınızı anlayacaksınız.
O gazetelerle televizyonlarda, bu haberi okurken içleri kan ağlayacak birçok namuslu ve dürüst insan da çalışıyor elbette ama oralarda Karamehmet’in “verdiği sözler” doğrultusunda yazı yazıp, yayın yapan “birileri” de yuvalanmış.
Türkiye’nin en büyük zenginlerinden biri olan Karamehmet, şimdi Ergenekon sanığı olarak hapiste bulunan o zamanki İstihbarat Daire Başkanı General Levent Ersöz’e “komutanım” diyor.
Ona bütün iş ilişkilerini, “patronuna” hesap veren bir genel müdür gibi tek tek anlatıyor.
Turkcell’in ve Yapı Kredi’nin sorunlarını anlatırken, Orgeneral Şener Eruygur’u kastederek, “geçen sene komutanım yardım etti, biliyor” diyor.
Jandarma Komutanı’nın Karamehmet’in iş “sorunlarının” çözülmesine yardım ettiğini de öğreniyoruz.
Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin sahibi, tek yıldızlı bir generalin karşısında ezildikçe eziliyor.
Bu konuşmada, askerin bu ülkedeki gücünü ve zenginlerin, en azından bir kısmının, askerin gücünden yararlanabilmek için ne hallere girdiğini görüyorsunuz.
Şirketleri ve bankaları için “askerden yardım alan” Karamehmet, elbette bunun karşılığında askerlere bir şeyler veriyor.
Konuşmanın o bölümleri, aslında bu ülkenin yakın tarihinin bütün mekanizmasının özünü açıklıyor.
General Ersöz, Orgeneral Şener Eruygur’un, şimdi Ergenekon sanığı olan Tuncay Özkan’ın Karamehmet’in medyasının başında kalmasını istediğini söylüyor.
Bu arada, Özkan’ın Karamehmet’e “maliyetinin” vergileriyle birlikte yılda 9 milyon dolar olduğunu öğreniyoruz.
Ve, askerle yakın bir ilişki kurmanın nasıl “kazançlı bir iş” olduğunu da anlıyoruz.
Karamehmet, Özkan’ı yeniden işe almamak için kıvranıyor.
Askerler ise bir “gazetecinin” işe dönmesi için bastırıyor.
Bir medya patronuyla generaller, bir gazetecinin işe girmesi için çekişiyorlar.
Medya asker ilişkilerinin nerelere geldiğine bakın.
Sonra yavaş yavaş konuşmanın en dehşet verici bölümlerine geliyoruz.
Jandarma İstihbaratı Tetkik Takip Daire Başkanı, yani “dinlemelerden” sorumlu albay, şöyle diyor:
- Mehmet Bey’le iki senedir tanışmışlığımız var. Bazı konuları bize gelip anlatmışlardı. Özellikle genel komutanımız konuya müdahil oldu. Hep bize söyledi, “milli sermayenin gittiğini görüyorum, hep beraber altında boğulacağız, lütfen konuya eğilin” diye bizden talebi olmuştu. Biz de Jandarma Genel Komutanımız ile eski hükümet döneminde bazı çalışmalar yaptık.
Karamehmet, el konulan bankalarını, şirketlerini geri alabilmek için “milli sermaye gitti” diyor, Jandarma Komutanı hükümetle görüşüp onun sorunlarını çözüyor.
Tabii, çözülen bu işlerin, “kurtarılan milli sermayenin” bir karşılığı var.
O karşılığı okuduğunuzda tüyleriniz diken diken oluyor.
Daha sonra Ergenekon örgütünün sanığı olacak Albay, Karamehmet’in patronluğunu yaptığı yayın kuruluşlarının “stratejisinin” ne olduğunu bir daha dile getiriyor:
- Mehmet Bey’in Çukurova kuruluşunda hükümetler değişse de sizin açınızdan bir değişiklik olmadı. Show TV, Akşam Gazetesi. Şu anda milli duruşa ihtiyaç olan çok kritik bir dönemden geçiyoruz. Siz de biliyorsunuz. Kıbrıs meselesi, Kuzey Irak’taki yapılanma, devlet hadisesi, içinde bulunduğumuz ortam çok önemli. Bu durumda adam gibi medya, adam gibi bir basın lazım. Şimdi biz bugüne kadar Akşam Gazetesi ve Show TV’de hep bunu gördük. Aynı şeyleri yine göreceğimizden şüphemiz yok.
Siz, gazetede haberleri okurken, televizyonu dinlerken, o sıralarda darbe hazırlığı yapan generallerin “talimatları” doğrultusunda oluşmuş haberleri okuyup izliyordunuz.
Albay’ın söylediği bu.
Bizim de yıllardır bu ülkenin insanlarına anlatmak istediğimiz bu.
Medyanın içyüzü bu konuşmayla ilk kez böylesine çırılçıplak ortaya seriliyor.
En sonunda, Turkcell şebekesinin abonesi olan herkesi iliklerine kadar titretecek cümle geliyor.
“Dinlemeden sorumlu” Ergenekon sanığı albay aynen şöyle diyor:
- Bu arada komutanım da buradayken belirtmek istiyorum. Turkcell ile ilişkilerimiz çok güzel devam ediyor. Bunun için de teşekkür etmek istiyorum. Aşağıdaki arkadaşlarla da gayet iyi ilişkiler içindeyiz.
Jandarma İstihbarat’ın ve Ergenekon sanıklarının “Turkcell’le” ilişkileri çok iyi ve “teşekkür” ediyorlar.
Ne o ilişkiler?
Ne için teşekkür ediyorlar sizce?
“Medya” denilen şeyin içyüzünü gördünüz mü?
“Haber” sandığınız, “yazı” sandığınız şeylerin nerelerde, nasıl, neler karşılığında tezgâhlandığını anladınız mı?
Yıllarca kandırdılar sizi.
Bu ülkede darbeler, cuntalar, cinayetler, çeteler kolayından olmadı.
Hepsinde medyanın kana ve paraya batmış parmağı vardı.

05 Şubat 2009
Ahmet Altan/Taraf
Mehmet Emin Karamehmet

Bu ülkenin “kara kutusu” medyadır.
Gerçekleri açıklamak için değil de saklamak için “dizayn” edilmiş bir medya olduğundan, bütün sırlar “medyanın” tepe noktalarında saklıdır.
Gazete patronlarıyla, gazete yöneticilerinin “devletle” ve daha da önemlisi “derin devletle” ilişkilerini bütün ayrıntılarıyla öğrendiğimizde, aslında Türkiye’nin “gerçek yüzünü” de görebiliriz.
Hangi gazete patronu hangi generalle görüşüyor?
Niye görüşüyor?
Patronlarla generallerin ne ilişkisi var?
Birbirlerine ne gibi iyilikler yapıyorlar?
Dünkü gazetelerde, Ergenekon sanığı olarak tutuklanan emekli General Levent Ersöz’ün açıklamaları yer aldı.
Ersöz’ün konuştuğu kişiler arasında halen medya patronluğunu sürdüren bir isim de var.
Mehmet Emin Karamehmet.
Çukurova Holding’in, Akşam gazetesinin, Show TV’nin, Skytürk televizyonunun sahibi.
Ayrıca büyük bir telefon şirketinin kurucusu ve ortağı.
Bu adamdan generaller ne istiyor?
Bu adam generallerden ne istiyor?
Ersöz, yaptığı konuşmaların önemli bölümünü kaydettiği için konuşmalarla ilgili bilgiler basına yansıdı.
14 Ağustos 2008’de Aktüel dergisinde Tuncay Opçin bu konuda geniş bir haber yayınladı.
Habere göre, Karamehmet’in, Tuncay Özkan’ı “medya grup başkanlığından” uzaklaştırması o sırada Jandarma Komutanı olan Orgeneral Şener Eruygur’u rahatsız etmiş.
Levent Ersöz bu rahatsızlığı Karamehmet’e şöyle anlatıyor:
“Komutanımızın size selamı var. Kendisi yurtdışında. Kendisi ile görüşmemiz esnasında şunları size iletmemizi istedi. ‘Tuncay Bey’le ilgili bunu Mehmet Bey’den beklemezdim’ dedi. Kendisi çok üzüldüler. Bir iki yıllık sıkıntıları paylaşmış, sizlere yardımcı olmuş bir insan.”
Eruygur, “Mehmet Bey’den beklemezdim” dediğine göre Karamehmet’in, o sıralarda darbe hazırladığı daha sonra ortaya çıkan bu generalle, “beklentiler” yaratacak kadar yakın bir ilişkisi bulunuyor.
Ama bence asıl ilginç olan, Ersöz’ün komutanından bahsederken söylediği şu cümle:
“Bir iki yıllık sıkıntıları paylaşmış, sizlere yardımcı olmuş bir insan.”
Bir Jandarma komutanı bir medya patronuna hangi konularda “yardımcı” olabilir?
Ne için yardım ediyor?
Ne karşılığında yardım ediyor?
Yok, “bir iki yıldır” Karamehmet’e yardım eden Tuncay Özkan’sa, Ersöz “komutanını” değil de Özkan’ı kastediyorsa, o zaman da soru şu:
Özkan, “paşaların bilgisi dahilinde” ne yardımı yaptı Karamehmet’e?
Bu sorulara Nazlı Ilıcak 29 Ağustos 2008’de yazdığı bir yazıyla cevap veriyor:
“Benim düşüncem şöyle: Karamehmet, Nuray Başaran’la pek çok askeri (mesela MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ı), bu arada Şener Eruygur’u da devreye sokup, Danıştay’dan Pamukbank’ın iadesi yolunda bir karar çıkarttı.”
Pamukbank Karamehmet’e aitti, bankaya yasalar uyarınca devlet el koymuştu.
Ilıcak, Karamehmet’in “paşaların” yardımıyla bankasını geri aldığını ileri sürüyor.
Doğru mu bu iddia?
Karamehmet bu konuda herhalde bir açıklama yapmalı.
Çünkü Karamehmet’in “yanında çalışan bazı gazeteciler aracılığıyla” paşalarla iş görüşmeleri yaptığı da kayıtlarda yer almış.
Aktüel’de çıkan habere göre, Karamehmet’in sahibi olduğu Akşam Gazetesi’nin Ankara temsilcisi Nuray Başaran, Jandarma İstihbarat Başkanı Levent Ersöz’le konuşuyor.
Kayıtlara göre şöyle diyor:
“Mesela ben size geldiğimde o parklar projesinin iznini buralarda takip etmiştim. Sizden mesela jet hızıyla çıktı o olurlar. Devlette, diğer kurumlarda iş yürümüyor.”
Parklar projesi ne?
Jandarma Komutanlığı’nın “parklarla” ne alakası var?
Karamehmet, neden bir proje için ihtiyacı olan izni almak için adamını “Jandarmaya” gönderiyor?
Jandarma neden o izni sağlıyor?
O izni hangi yoldan sağlıyor?
Ve, aldığı o izin karşılığında Karamehmet Jandarmaya ne veriyor?
Karamehmet, darbe hazırlığı yaptığı “darbe günlükleriyle” ortaya çıkan generale, “izinler” karşılığında nasıl bir hizmet veriyor?
Bugün, Karamehmet’in sahibi olduğu Akşam Gazetesi’nde ve Skytürk televizyonunda, Ergenekon çetesinin soruşturulmasını savunan, hukuktan yana çıkan, darbe girişimlerini eleştiren “demokratlara” karşı sistemli olarak saldırılıp iftira atılıyor.
Bu saldırılar, o işbirliğinin “devamı” mı?
O işbirliği hâlâ sürüyor mu?
Karamehmet’in generallerle ilişkileri kayıtlara geçmiş.
Ersöz “size yardımcı olmuş bir insan” dediğinde, Karamehmet “ne yardımı” demiyor, yardımın ne olduğunu biliyor.
Şimdi o yardımın ya da yardımların ne olduğunu herhalde açıklamak zorunda.
O açıklamazsa biri ona sormalı.
“Senin paşalarla ne işin vardı” demeli, “o yardımlar neydi” diye sormalı, “proje izni için niye generallere adam gönderdin” sorusunu dile getirmeli.
Karamehmet’in bütün istihbarat teşkilatlarının ilgisini çeken bir telefon şebekesinin kurucusu olduğunu da unutmayın, o telefonlarla ilgili bir yardım da istendi mi kendisinden.
Karamehmet’in generallerle ilişkisi aydınlığa kavuştuğunda sanırım Türkiye’nin karakutusu olan “medyanın” da sırlarını çözmeye başlayacağız.
Şimdi Türkiye’nin Karamehmet’e dönüp sorması gerekiyor.
“Anlat bize, neydi o ilişkiler, o yardımlar, o işbirliği?”
aktifhaber

Serdar Akinan
Ahmet Altan yalancıdır...
Taraf Gazetesi'ndeki köşesinde şöyle bir ifade vardı:
'Bugün, Karamehmet'in sahibi olduğu AKŞAM Gazetesi'nde ve Skytürk televizyonunda, Ergenekon çetesinin soruşturulmasını savunan, hukuktan yana çıkan, darbe girişimlerini eleştiren 'demokratlara' karşı sistemli olarak saldırılıp iftira atılıyor.'

Ergenekon'da bugüne kadar 11 dalga operasyon oldu.
Bu operasyonlarda SKYTURK yayın yaptı mı?
Yaptı...
Her bir yayında görüşüne mutlaka başvurulan isimlerden biri de kim oldu?
Mehmet Altan.
Son 5 yıllık RTÜK kayıtları ortada... Mehmet Altan, onlarca kez ekranımıza konuk edildi.
Tıpkı kendisi gibi hukuktan yana, darbe girişimlerine karşı duran ve Ergenekon'un soruşturulmasını savunan onlarca 'demokrat' gibi...
Peki Ahmet Altan bunu bildiği halde neden yalan söylüyor?
Çünkü, mesela, Oray Eğin'in sorularını yanıtsız bırakıyor.
Çünkü, mesela, benim Taraf'a dair sorduğum, 'Değirmenin suyu nereden geliyor?' soruma hala açıkça yanıt veremiyor.
'Mehmet Betil parayı koydu... 10 yıllık plan yaptık... Rahatız...' dedi.
Mehmet Betil, 'bir miktar' para koyduğunu ancak ortaklığı 'düşündüğünü' açıkladı.

Hesap hala ortada: Ayda birkaç yüz bin dolar net zarar yazıyorsun, reklam alamıyorsun ve paranın kaynağını açıklayamıyorsun.
Çok basit bir soru:
Taraf'ta Gülen cemaati aleyhine tek bir satır yazıldı mı?
Gören, duyan, bilen var mı?
Öte yandan, sistematik saldırı yapmakla suçladığı SKYTURK ekranında ne olur?
Tüm görüşlere kayıtsız şartsız yer verilir...
Mesela, Dağlıca saldırısının olduğu gün...
Yayın akışı kesildi; saatlerce SKYTURK ekranından bu orduya o güne kadar hiç sorulamamış en sert sorular soruldu.
'Askerlerimiz nasıl öldü? Hesap verin...' diye bizzat bağırdım. Kayıtlar orada...

Ahmet Altan ne diyor? Ergenekoncusunuz, askerden yanasınız, hukuksuzluğu savunuyorsunuz ve bunu sistematik yapıyorsunuz.
Buna dair tek bir kayıt getir...
SKYTURK Ergenekon soruşturması lehine konuşan kime karşı, ne yayınını, ne zaman yapmış? Üstelik bunu sistematik hale getirmiş...
Bu iftirandan ötürü de yalancısın...
Başka bir şeyi; bu mesleğin puştlarının çok iyi bildiği bir şeyi yapıyorsun.
Doğrudan patrona oynuyor. Aklın sıra göz korkutuyorsun.
Şunu bil Ahmet Altan,
SKYTURK tüm seslere açık oldu. Olmaya da devam edecek...
Nihat Genç konuştu... Yalçın Küçük de... Kemal Burkay da... Baskın Oran da... Hüseyin Gülerce de... Fikret Başkaya da... İsmet Özel de... Kadir Mısıroğlu da... Aysel Tuğluk da... Kısacası her görüşten, bu ülkeye dair söyleyecek sözü olan herkes konuştu...
Konuşacaklar... SKYTURK'ü farklı kılan tam da budur...

Son bir şey...
Vicdanen hissettiğim bir başka şey.
Her ne yapmaya çalışıyorsan bunu Türkiye için, bu ülke insanlarının birliği için, mutluluğu ve huzuru için yapmadığını hissediyorum.
Kötü bir insansın sen...
Karanlık ve kötü...

Akşam

Önkibar Çok Kötü Vurdu
03 Şubat 2009 10:41

Sebahattin Önkibar, Türkiye Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi emekli binbaşı Nuri Elibol'u isim vermeden çok kötü vurdu. Kulislerde konuşulan ağır iddiaları açıkça yazdı.

Sebahattin Önkibar/Yeniçağ

Dünyanın en zengin gazetecisi bir Türk ve AKP'den büyük ihaleler alıyor!

O aslında bir gazeteci değil.
Emekli bir binbaşı.
Medya’ya AKP ile beraber tepeden paraşütle indirilenlerden.
Onu çalıştığı medyaya kimin göreve getirdiğini bilmeyen yok!
Kimilerine göre TSK’dan irtica suçu ile kovulmuş.
Kimilerine göre ise tam tersi, yani laikçı bir ajan ve AKP’nin içine sızdırılmış!
Hiç unutmam bir gün Tuncer Kılınç Paşa ile bir kokteylde ikisini bir köşede fısıldaşırken görmüştüm.

Tuncer Kılınç’ın adamı mı?
Paşa’ya bu tuhaf adamı nereden tanıdığını sordum.
Tuncer Orgeneral, “Geçmişte emrimde çalışan katıksız Atatürkçü bir subay” karşılığını vermişti.
Ne ilginçtir ki Kılınç Paşa’nın referans verdiği bu meçhul adam Başbakan Erdoğan’ın uçağına en çok binen iki kişiden biri.
Bu durumda ya Tayyip bey ya da devletin en mahrem sırlarına vakıf MGK eski Genel Sekreteri Tuncer Paşa’dan biri fena halde işletiliyor!
Baksanıza adam ikisinin gözünde de yandaş ve muteber!
Adam kişilik olarak tuhaf ama valla iyi tiyatrocu!
Bu eski subay emeklisine çalıştığı kurumda da farklı gözle bakılıyor.
Adam bazılarına göre istihbaratçı.
Bazılarına göre de gerçekte AKP’nin sadık mutemedi ve militanı, ama askeri de idare ediyor.
Çalıştığı gazetede yazdığı yazılara bakıyoruz katıksız AKP yandaşı.
Şu halde bu emekli subay kardeşin işlettiği kesim galiba doğup büyüdüğü asker kanadı oluyor!
Canım adam sağ gösterip sol vuruyor olamaz mı diyenleri de duyar gibiyim!
Bilmem... Belki o da mümkün! Kim bilir ona çok güvenen işverenlerin bilgilerini depolayıp bir gün kullanılmak üzere servis ediyordur!
Gelelim asıl konumuza:
Binbaşı emeklisi olan bu medya temsilcisi hakkında önceki gün bana acayip şeyler anlatıldı.
Dahası, anlatılanların somut belgelerle destekleneceği sözü verildi, yani hakkında oluşturulan ayrıntılı dosyanın gönderileceği taahhütü yapıldı ve ben de yazmaya karar verdim.

Ankara temsilcileri biliyor
İlginçtir, meğer bize aktarılanlar pek çok gazetecinin bilgisi dahilinde imiş!
Evet adam hakkında anlatılanları Ankara’nın temsilci düzeyindeki pek çok anlı-şanlı gazetecisi de biliyormuş!
Peki ne midir o esrarengiz bilgi?
Subay emeklisi bu sonradan olma gazeteci bugün dünya üzerindeki en zengin medya çalışanıdır.
Evet şaşırmayın, dünyanın en zengin gazetecisi Türk’tür ve Ankara’da bir medya grubunun temsilciliğini yapıyor.
Hayır hayır, bugünkü dillere destan servetinin kökeninde Mısır’dan kalan aile mirası ya da lotodan çıkan trilyonlar yoktur.
Anlatılanlara göre adam subayken borcu sebebiyle maaşına haciz bile konmaya tevessül edilmiş, yani bugün Karun gibi olan bu sözde gazeteci dün Harun’dan bile beter sefil ve fukara imiş!

Trilyonlar ve susanlar
Peki bu korkunç servet nereden mi geldi ve hâlâ gelmeye devam ediyor?
Kamudan aldığı tezgâhlanmış işlerden!
Adam güya fiili olarak hem gazetecilik yapıyor hem de devletten onlarca trilyonluk işler bitiriyor ki bunu gizli saklı değil, resmen yapıyor.
Vahim olan şeylerden biri de şudur:
Dedik ya pek çok medya temsilcisi bu adamın çevirdiği işleri bilmesine rağmen bırakın bunları yazmayı, adamın her ay sonu verdiği milyarlar tutan ziyafetlerine konuk oluyor...
O yemekleri ve Murat Yetkin gibi katılımcıları tek tek deşifre edeceğim.
Bekleyin...
aktifhaber

Hürriyet Artık Marjinal Bir Gazete
31 Ocak 2009 11:32Hürriyet Gazetesi artık marjinal bir gazete oldu. Ve sadece yüzde 20'yi temsil ediyor. Peki o yüzde 20 kimlerden oluşuyor?

Murat Belge/Taraf

"Marjinal" olmak

Tarihte bir rastlantı gibi görünen bazı şeyler pek öyle rastlantı değildir. “Tarih” dediğimiz o sürecin bir “amacı” olacağı düşüncesine (“teleolojik tarih” anlayışı) hiç katılmam; ama bazı olgular bazı gelişmelerle birlikte gider ki bunun kendine göre bir mantığı vardır.

Taraf’ın yayına girmesiyle Ergenekon sürecinin ilerlemesinin birbirine denk düşmesinde böyle bir ilişki görülebiliyor. Bu toplumun, darbenin de aslî bir parçası olduğu bir siyaset ve yönetim anlayışından usandığı bir aşamaya gelmiştik. Daha önce bu anlayıştan çok mu memnundu bu toplum? Hayır; hiçbir zaman çok memnun değildi, ama çok zayıftı; bu gücün karşısında kendini çaresiz hissediyordu. Avrupa ilişkileri bu anlayışın dibini biraz daha oydu. Asıl önemlisi, o yapının kendi içinde, “bu iş artık böyle gitmemeli” diyenler ortaya çıkmaya başladı.

Sanırım başka etkenler de sayabiliriz, ama uzatmayalım. Toplumda böyle bir ruh hali yayılıyordu ama toplumun çıkardığı kurumlar buna cevap verecek yapıda değildi. Öncelikle medyayı kastediyorum tabii. “Mainstream” kabul edilen medya devletle klasik ittifakının verdiği ufuk kısıtlılığı içindeydi. Dolayısıyla Ergenekon soruşturması son derece önemli olguları ortaya çıkararak ilerlerken, bu medyanın başlıca çabası da aynı olguların üstünü örtmek, tartışmayı çarpıtmak, bilgiyi bulandırmak vb. oldu.

Ama toplumsal dinamikler Taraf’ın da doğmasına yalnız imkân tanımakla kalmadı, bunu neredeyse teşvik etti. Bu da, yakın tarihte, Milât gibi bir olay oldu.

Tavır alışını özetlediğim türden medyanın en belirleyici parçası Hürriyet’tir ve bu olayın başlamasından bu yana aldığı tavır çok nettir. Sorun, tabii, yalnız “Ergenekon” değil. Merkezinde onun yer aldığı, onun kendince yararlanmaya çalıştığı, eski ve yeni, bir yığın sorunu var bu ülkenin: Kürt sorunu, Ermeni sorunu, demokrasi sorunu, Kıbrıs sorunu, anayasa sorunu vb. Bunların hepsinin karşısında da Hürriyet’in ne söyleyeceği, ne yapacağı önceden bellidir.

Yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, şu sürecin başından beri, Taraf’ı “marjinal” ilân etmeye çalıştı. Gazetenin korkusuzluğu, sözgelişi Genelkurmay Başkanı’na kafa tutmaktan kaçınmaması, Taraf’ı, TSE ölçülerine göre, belki “benzersiz” yapıyor. Ama “benzersiz” olmak, “marjinal” olmakla aynı şey midir?

Merkez çarpık çurpuksa, “eksantrik”, yani “merkez-dışı” olan, daha “sağlıklı”dır. Öyle bir siyasî kültür empoze edilmiş ki bu ülkede, “demokrat” veya “liberal” olmanız suç, “insan hakları” diyorsanız “vatan haini”siniz; “darbe”ye karşıysanız sizden alçağı yok. Yani “mainstream” denilen çizgi (“ana-akım” mı diyeceğiz, ne diyeceğiz?) böyle belirlenmiş.

Evet, ama şu dönemde değişmeye başlayan da bu. Dün ele aldığım, Milliyet’te yayımlanan anket bu değişimin göstergelerinden sadece bir tanesidir. Anket, mecburen, “inanıyor musunuz? İnanmıyor musunuz?” türünden sorular soracak. Aslında buna inanmayan yok! “Hükümetin uydurmasıdır” diye cevap verenler de öyle olmadığını çok iyi biliyorlar, ama bu siyasette durmayı tercih ettikleri yer nedeniyle, öyle cevap vermeleri gerekiyor. “İnanıyor musun” sorusunun altında yatan asıl soru, “Bunun gidebildiği kadar deşifre edilmesini istiyor musun” sorusu. Çoğunluk buna “evet” diyor, yüzde yirmilerde bir kesim de “Hayır, ordu vesayeti sürmelidir” diyor.

“Mainstream” Hürriyet, o yüzde yirminin gazetesi, demek ki?

Öyleyse, kim “marjinal”?

Bir “fikir”, bir “anlayış” bir toplumun bilincinde “yeni” ve “alışılmadık” olabilir. Aynı zamanda, muhafazakâr güçlerin aldığı tepkisel tavırla, “tehlikeli” de sayılabilir. “Demokrasi” ve “serbest seçimle belirlenen yönetim” fikirlerini XIV. Louis zamanında savunsaydınız, sizi uzun yaşatmazlardı. Peki bu, “demokrasi ve serbest seçim” fikrinin “marjinal” olduğunu mu gösteriyor?

Bir gazeteye “yönetmen” olan biri, mesleği gereği, topluma karşı hem “analitik”, hem de “sezgisel” antenleri son derece duyarlı biri olmalı, toplumdaki “trend”leri daha suyüzüne vurmadan sezebilmeli, işinde bunların gereğini yapabilmeli. O zaman, bunu beceremeyenlerin “marjinal” olduğunu iddia etme hakkını kazanır.

Ya da, XIV. Louis çağında, “Bunlar, ‘demokrasi’ diye ne idüğü belirsiz bir kalıba tutunmuş marjinaller, saltanat düşmanları! Bunlara kulak vermeyin!” diyerek geçebilir tarihe.

Sebahattin Önkibar/Yeni Çağ

AKP'den 260 trilyonluk ihale alan gazeteci Nuri Elibol'a sorular!..

Adı: Nuri Elibol.
Emekli binbaşı.
İhlas Medya Grubu’nun Ankara Temsilcisi.
Elibol, dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi emekli olmadan önce maaşına haciz gelme noktasında olan yoksul bir subaydır.
Peki ya bugün mü?
Beyanlara göre artık Karun kadar zengindir ve onlarca trilyonluk bir varlığın sahibidir.
Peki bu değirmenin suyu nereden mi?
Bunun belge ve dokümanlarına gelmeden önce, bugün tarafsızlığımızın ve adalet anlayışımızın gereği olarak Nuri Elibol’a bu sütundan bazı soruları yönelteceğiz. Sorulara cevap gelirse, kelimesine dokunmadan burada yayımlayacağız. Amacımız, önyargıyla hiç kimseye haksızlık yapmak değil tersine kamuoyunu aydınlatmaktır. Bir başka boyut, Nuri Elibol ben İhlas Grubu’ndan ayrıldıktan çok sonra o kuruma temsilci yapılmıştır. Dolayısıyla kendisini hiç tanımam.
Gelelim bugün soracağımız sorulara:
1) Binbaşı emeklisiyken tepeden inme medyaya nasıl girdiniz? Dahası Ankara Temsilciliği gibi medyanın en önemli iki numaralı koltuğuna hangi birikiminizle eriştiniz?
2) Sizi AKP zirvelerine tavsiye eden biri oldu mu? Olduysa o isim kimdir?
3) Temsilci olduğunuzda yasa gereği zorunlu olan mal bildirimini valiliğe yaptınız mı? Yaptınızsa, o gün yapılan bildirimdeki varlığınızı açıklar mısınız?
4) 6 yıl önce yaptığınız mal bildirimiyle bugünkü servetiniz arasında fark var mı? Bugünkü varlığınızı açıklayabilir misiniz?Arada büyük bir fark varsa, bunu nereden edindiğinizi açıklar mısınız?
5) İhlas’a temsilci olduktan sonra bu kurumdan maaş almadığınız doğru mudur? Bu yönde insanlara beyanlarınız oldu mu? Maaş almıyor iseniz, neyin karşılığında orada çalışıyorsunuz?
6) AKP’den 27 Temmuz seçimleri sürecinde milletvekilliği için aday adayı oldunuz mu? Başbakan’ın uçağına en çok binen gazeteci gerçekten siz misiniz?
7) Şahsınıza ve aile bireylerinize ait şirketiniz var mı?
8) Ulubol İnşaat Gıda Turizm Sanayii ve Ticaret Limited Şirketi ile bir bağınız, ortaklığınız var mı? Varsa şirketteki hisseniz yüzde kaçtır? Sahibi siz misiniz?
9) Çocuklarınız gibi birinci derecedeki yakınlarınıza kayıtlı iki ayrı şirketinizin de olduğu iddiaları doğru mudur?
10) Bu şirketlerinizin kamu işlerini yaptığı doğru mudur?
11) Şirketlerinizin Kuzu İnşaat ile ilgisi, ortaklığı ya da taahhütlerde beraberliği söz konusu mudur?
12) Son 6 yılda şirketlerinizin kamuyla ne tür işleri oldu?
13) Kamuya ait Ankara’nın çok önemli arsa ve arazilerini kat karşılığı alıp inşaat yaptığınız doğru mudur?
14) Park Vadi ve Batıkent’te kamudan aldığınız devasa arsalar var mı? Bunları hangi şartlarda aldınız? İhale yapılmış mıdır? Bu arsalara binleri aşan lüks konut ve lüks villalar yaptığınız doğru mudur? Bu iki proje bedeli toplamının 260 trilyonun üstünde olduğu doğru mudur?
15) Bunlara ilave olarak İzmir’de olimpik yüzme havuzu ve benzer bazı kamu üst yapı projelerini yaptığınız doğru mudur?Yaptı iseniz bunlar hangileridir?
16) Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda bedava dağıttığı ders kitapları ihalesine girdiğiniz doğru mudur? Doğruysa o ihale bedeli ne kadardır?
17) Eğer burada sayılan iddialar doğruysa, gazetede yazı yazan ve TV programı yapan bir gazeteci olarak kamudan iş alan şirketlere sahip olmayı meslek bağlamında ahlaki buluyor musunuz?
18) Türkiye gazetesine yazı yazarken ve TGRT Haber’de program yaparken, şirket menfaatlerinizi gözetiyor musunuz?
19) Gazetelerin Ankara temsilcilerine sık sık ziyafetler verdiğiniz ve milyarlık faturaları ödediğiniz doğru mudur? O yemekler sus payı mıydı ve hangi temsilciler o yemek davetlerine katılmışlardır?
Evet sorularımızın bir bölümü bunlardır.
Amacımız, yukarıda da belirtiğimiz gibi peşin hükümle hiç kimseyi suçlu ilan etmek değil, tersine Ankara’da bu bağlamda var olan iddia ve dedikoduların aydınlatılmasına katkıda bulunmaktır...
Cevabını bekliyorum Nuri kardeş. Sütunum açıktır. İddialar yalansa işte sana fırsat.
ÖNEMLİ NOT: Bir sorum da Radikal temsilcisi Murat Yetkin’e olacak... Yetkin kardeş, sizin için de Nuri Elibol’un şirketine danışmanlık yaptığınız söylentileri var. Ben buna asla inanmadım, ama iş takipçisi gazeteciler röportajına bile feveran eden sen, Nuri’nin her ziyafetinde neden baş konuksun? Neden parayı hep Nuri öderken kafana bir şey takılmadı? Bu adam hakkındaki söylentileri hiç duymadın mı? Yoksa şirketine danışman olduğun doğru mudur? Böyle bir şey varsa Nuri, sana neyi danışıyor?.. Bir açıklama da sen gönder de bana göre yalan olan o çirkin iddiayı birinci ağızdan duyuralım ve de yediğin beleş yemeğe koşa koşa niye gittiğini anlayalım...

İbrahim Karagül

İsrail'in AK Parti'yi tasfiye planı ve 'aydın yosmaları'

Malum tetikçiler, bugünlerde tekrar serbest bırakıldı. Her kriz döneminde olduğu gibi, her kriz çıkarmak istediklerinde olduğu gibi, her ABD ya da İsrail için “kutsal savunma” hatları kurdukları zamanki gibi. Onları biliyoruz biz. Çok iyi tanıyoruz. Bugüne kadar bu ülkede hangi senaryolarda görev aldıklarını, ne tür kirli ve onursuzca roller üstlendiklerini biliyoruz. O “aydın yosmaları”nın iç çatışma tezlerini, mezhep savaşları projelerini, Irak'taki kitlesel kıyımdaki misyonlarını, medeniyetler çatışması uğruna yürüttükleri Haçlı Savaşı'nı biliyoruz. İslam'a karşı yürütülen, Müslümanlara karşı projelendirilen o acımasız kampanyanın küçük figüranları onlar.

Türkiye'de kadınlar Suudi Arabistan'dan bile geriymiş, Türkiye cezalandırılmalıymış, Türkiye'nin önü kesilmeliymiş, askerler darbe yapmalıymış.. AK Parti tasfiye edilmeliymiş.. Bunlar ve daha niceleri onların teziydi. Onları günü gününe izliyoruz, her yazdıklarını, konuştuklarını not alıyoruz. Kimler adına söz söylediklerini, ne zaman ortaya çıktıklarını ve çıkacaklarını biliyoruz.

Hal böyleyken, Türk medyası “ABD'nin büyük tepkisi” diye bu küçük adamların sözlerini satıyor hâlâ. “Çankaya'ya İslamcı bir Cumhurbaşkanı mı?”, “Türkiye şeriata gidiyor” şeklinde daha önce kopardıkları yaygaraların, Türkiye'ye yönelttikleri utanmazca saldırıların başarısız olması kudurtuyor onları. Bu aydın bozuntularının ne olduğunu defalarca burada ifşa ettik.

ABD'deki Likudcu ırkçılardan maaş alanlar, o cemaatte yuvalananlar bu saldırılarını her zaman yapıyordu. Daha beter sözler de söylediler, organizasyonlar yaptılar, insanları fişlediler. Evet, bu ülkede olan bir çok kişiyi belli merkezlere fişlediler bunlar. Bunu da yaptılar.

Davos'ta olanlardan sonra kaldıkları yerden devam ediyorlar şimdi. Onları önemsemiyoruz. Gerçekten de ABD'de “Türkiye uzmanı” olarak maaş alanları, o saçma sapan değerlendirmelerini önemsemiyoruz. Önemsediğimiz baksa şeyler var. Başka projeler var. İşte onlar bu projelerde rol alıyorlar. Mesela Barack Obama yönetimine Türkiye'den uzaklaşma çağrısı yapan Barry Rubin, İslam dünyasında etnik ve mezhep eksenli çatışmaları öngören, ılımlı-radikal çatışması isteyen projelerde imzası olan biri.

Irak işgalinden sonra İsrail komandolarının Kuzey Irak'ta yapacağı operasyonlarda ne gibi tehditlerle karşılaşabileceğine ilişkin istihbarat bilgilerini İsrail'e aktaranlardan. Bilgileri hazırlayan “İslam'la savaş”ın öncülerinden Michael Rubin. Skandalın merkezindeki yer alan İsrail istihbaratına bağlı Herzilya Center, Irak'ın kitle imha silahları olduğunu dair bütün dünyayı kandıran yalanların da sahibi. “Ilımlı İslam” projesini hazırlayanlardan Barry Rubin bu merkezde çalışıyor ve dosyayı o hazırladı. Tony Blair'in “Saddam bizi 45 dakikada vuracak silahlara sahip” yaygarasını bu dosyaya göre yaptı. Aynı çevreler şimdi İran dosyasını hazırlamakla meşgul. Davos sonrası Türkiye'ye karşı taarruza geçenler işte bunlar. Onlar Amerika değil, onlar dar, ideolojik bir cemaat. İstihbaratçı ama aynı zamanda ırkçı. Şimdi asıl konuya gelelim. İsrail'in Başbakan Tayip Erdoğan'ı tasfiye etme yaygarasına dün kaldığımız yerden devam edelim.

İsrail Savunma Bakanlığı'nın hazırladığı, 5 Temmuz 2007'de medyaya sızan bir rapor var: AB üyeliği ile Türk-İsrail ekseninin biteceği, Türkiye'nin genişleyen AB blokuna katılmasının Ortadoğu'nun bütün ülkelerinde domino etkisine yol açacağı, bunun da kurbanının Türk-İsrail ilişkileri olacağı belirtiliyor. Ancak İsrail raporu bu tespitlerle kalmayıp son derece rahatsız edici ifadelerle devam ediyor: AK Parti iktidarı ile ordu arasındaki çatışma tezinden hareket edilerek, yeni bir “28 Şubat senaryosu”nu davet eden ifadelere yer veriliyor: Türkiye-AB sürecinin Erdoğan hükümetini devirmek için orduya büyük bir fırsat sunduğu belirtilen raporda, eğer Aralık'ta Türkiye'ye müzakere tarihi verilmezse, ordunun, 1997'de Necmettin Erbakan'ı devirdiği gibi Erdoğan'ı da iktidardan devirebileceği ifade ediliyor.

Türkiye'yi hedef alan politikalarından kaynaklanan gerginliğin faturasını Türkiye'ye çıkarmaya çalışan İsrail, Türkiye-AB ilişkilerinin seyrini etkilemeye çalışırken aynı zamanda Türkiye-Suriye-İran arasındaki yakınlaşmayı sabote etmeye, Kuzey Irak'ta yaptıklarına karşı Türkiye'nin tepkisini yok etmeye, Türkiye'nin ABD-İngiliz-İsrail merkezli dış politika tercihini güvence altına almaya, 1996'dan sonra yaptığı gibi Türkiye'yi yine kendi çıkarları doğrultusunda seferber etmeye, milyarlarca dolarlık silah pastasını kaybetmemeye ve bütün bunları sağlamak için belli çevreleri harekete geçirmeye çalışıyordu.

Bu, tasfiye senaryolarından sadece bir tanesi… Hangi birini anlatalım!

Necmettin Erbakan'ı deviren 28 Şubat müdahalesinin A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm adlı proje çerçevesinde yapıldığını hatırlatmaya gerek yok sanırım. O projeyle yıllar sonra Türkiye'de iç çatışma senaryosunu hazırlayan kadro aynı.

Artık hep başarısız olacaklar. Şartlar değişti. Çok şey değişti. Değişmeye de devam edecek. Bundan sonra bölgede Türkiye'siz oyun kurulamayacağını artık her güç biliyor. Bundan sonra Türkiye'yi tek yanlı bağımlılık ilişkilerinde olduğu gibi, istedikleri şekilde yönetemeyeceklerini onlar da anlayacak.

Hemen her yıl içeride bir tezgah planladılar. Darbe yaptırmaya çalıştılar. ABD ile korkuttular, İsrail ile korkuttular, Yahudi lobisiyle korkuttular. Kendilerince siyasi hesaplar yaptılar. Liderler seçtiler, iktidarlar planladılar. İçerideki ortaklarıyla kriz pazarladılar. Başaramadılar, başaramayacaklar. Türkiye bunların hepsini aştı, üstesinden geldi, gelmeye de devam edecek.

“Türkiye uzmanı” olarak kendilerini pazarlayanların, bu değişimi anlamaktan aciz olanların kavrayamayacağı bir şey bu. Onların hangi senaryoların içinde olduklarını biliyoruz biz. Onlar eski hikayeleri anlatmaya devam etsinler. Bu yüzden bugün bağırıp çağrılanları hiç önemsemiyorum. Siz de önemsemeyin!

YENİ ŞAFAK

SONER ÇAĞAPTAY'A DİKKAT
09 Şubat 2009 08:34

Zeyno Baran'ın etkisizleşmesinden sonra devreye Soner Çağaptay girdi. İşte deşifresi...

“Askerler 10 yıl önce dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ı iktidardan uzaklaştırdı. O darbeyi yaratan koşullar bugün yeniden ortaya çıkıyor. Bir kez daha iktidarda bir İslamcı var. Bir kez daha generaller, hükümetin laik devleti nasıl zedelediğini öfke ile fısıldıyorlar. Bana göre Türkiye’de 2007 yılında bir askerî darbe olması şansı yüzde 50…”

Neocon Düşünce Kuruluşu Hudson Enstitüsü’nden Zeyno Baran’ın imzasıyla Aralık 2006’da Newsweek dergisinde yayımlanan “ Darbe Geliyor” başlıklı makale özetle böyleydi.

Makale yayınlandığında Türkiye adım adım Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidiyordu. Amerika’nın en saygın dergilerinden olan Newsweek’te “Türkiye’de darbe olacağı”ndan bahsedilmesi o tarihte çok önemli bir işaret fişeği oldu.

2007’ye girildiğinde ise Zeyno Baranlı Hudson Enstitü, “Dehşet Planı”nın konuşulduğu meşhur toplantıyı yaptılar. Toplantıda; “Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, PKK’nın Beyoğlu’nda 50 kişiyi katletmesi, İran’ın silah trenine saldırısı, Türk askerinin Kuzey Irak’a girmesi ve Barzani peşmergeleriyle çatışması, peşmergelerin arasında İsrail ve ABD askeri çıkması…” gibi dehşet verici akıl yürütmeler yapıldı. Bunlardan bazıları başka şekillerde de olsa Köşk Seçimleri ve 27 Nisan muhtırası sürecinde gerçeğe dönüştü.

Hatta Baran o kadar ileri gidiyordu ki; ABD’nin PKK Liderlerini Türkiye’ye teslim etme ihtimaline şiddetle karşı çıkıyordu. Sözkonusu toplantıda Baran’ın “PKK’lıları teslim etmek AKP’nin işine yarar” dediği ortaya çıkmıştı.

Tüm bunlar ortaya çok ilginç bir portre çıkarmıştı. Darbe’den sözeden, darbeye yol açacak dehşet planları kuran ve sırf iktidardaki partiye puan yazılabilir ihtimaline karşı PKK liderlerinin teslim edilmesini istemeyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı…

Ancak Amerika’daki bu tip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları az değil. Bunlardan zamana ve ABD yönetimine göre kimisi öne çıkıyor kimisi ise geri çekiliyor.

2006’dan başlayarak, Köşk Seçimleri, 27 Nisan Muhtırası ve Genel Seçimler sürecinden sonra Zeyno Baran artık pasifize durumda. Obama’lı günlerde artık sahneye Soner Çağaptay çıktı.

YAHUDİ LOBİSİ PARASIYLA TÜRKİYE’Yİ GAMMAZLAYAN ZİHNİYET

Soner Çağaptay, ABD’nin dış politikası üzerinde en etkili kuruluş olan Washington Enstitüsü‘nün Türkiye Masası Şefi… Kendisi bu koltuğu Türkiye'ye yönelik çarpıcı raporlarıyla tanınan Musevi asıllı Alan Makovsky’den devraldı. Koltuğunu bir Musevi’den devralan Çağaptay’ın kendisi de İbranice’ye olan hakimiyetiyle biliniyor. Makovsky'yle Çağaptay aynı zamanda beraber yaşıyorlar ve cinsel kimliklerini Amerika'nın özgür ortamında gizlemiyorlar.

Çağaptay, temel stratejisini Türkiye’nin ekseninin kaydığı üzerine oturtuyor. Zeyno Baran’ın Newsweek’teki “darbe geliyor” yazısı gibi, Çağaptay da işaret fişeğini Newsweek’ten çaktı.

“Türkiye artık o bildiğiniz Türkiye değil” başlıklı yazısına “Sayın Avrupa Komisyonu Başkanı Manuel Barroso ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama” satırlarıyla başlayarak, iki Başkana Newsweek üzerinden açık mektup yazdı.

Mektup, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının Türkiye’yi gammazlaması şeklinde özetlenebilirdi.

Yazının temel tezi Türkiye’nin Batı’dan koptuğu üzerine kuruluydu. Türkiye’ye ABD Başkanı Bush ve pek çok Avrupa Lideri’nin sayısız ziyaretlerinden hiç bahsetmeyen Çağaptay, Türkiye’nin İran ve Rusya temasları üzerine inanılmaz derecede vurgu yapıyordu. Bunun için her türlü argümanı kullanan Çağaptay, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad geldiğinde bazı yolların trafiğe kapatılmasını bile “İran Cumhurbaşkanı konforlu seyahat etsin diye” vurgusuyla anlatıyordu..

Çağaptay argümanlarını güçlendirmek için bir dizi de yalan sıralıyordu. Örneğin, Başbakan Erdoğan’ın “Allah İsrail’i cezalandıracak” dediğini yazıyor, ve Erdoğan’ın İran politikasıyla ilgili aynen şu cümleyi kullanıyordu; “AKP'nin İran'a yönelik gayrıresmi 'resmi' politikasına göre, İran bombası Müslüman bir bombadır ve Türkiye'ye karşı bir tehdit oluşturmaz."

Bu akılalmaz argümanlardan sonra Çağaptay mektubunu, Zeyno Baran’ın “darbe” diye açıkça dile getirmesinden biraz farklı olarak Obama ve Barosso’ya “AKP iktidarını devirin” mesajı içeren şu paragrafla bitiriyordu:

“Sayın başkanlar, Türkiye'de aşılması gereken bir engelle karşı karşıyasınız. Türk dış politikasının bu karmaşık Finlandiyalaşması bir şeylerin habercisi. AKP iktidarı altında, söyleminde ne kadar Batı yanlısı olursa olsun, Türkiye giderek komşularının yanında saf tutacak. Bunu söylemekten imtina ediyorum ama Türkiye artık o bildiğiniz Türkiye değil.”

Evet, Çağaptay “aşılması gereken engeli” Obama ve Barosso’ya mektubuyla pervasız biçimde ifade ediyordu. Ama dahası da var.

Çağaptay, Washington Post'ta “Türkiye'nin Batı'dan Dönüşü” başlıklı bir makale kaleme aldı. Erdoğan’ın Davos çıkışı sonrası bu sefer hedef direkt olarak Obama’ydı.

ABD Yahudi Lobisi tarafından finanse edilen Washington Enstitü’nün en güçlü atışlarından biriydi bu..

Bu yazıyı ve hedefini Cengiz Çandar, çok iyi biçimde yakalamıştı. Şimdi sözü Cengiz Çandar’a bırakıyoruz:

“Washington Post gibi önemli bir gazetede yayınlanan böyle bir yazıyı Türkiye'de okuyan Tayyip Erdoğan alerjisi sahipleri, "Bakın, Amerika Türkiye'nin Batı'dan ayrıldığını görüyor. Davos'un faturası ağır olacak" söylemiyle cephane toplamaya bakacaklar. Amerika ve Batı'da okuyanlar ise, yazarın Türk kimliğine gözlerini takıp, kendisinin bir "Türkiye uzmanı" olduğu "veri"sinden yola çıkarak, Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta İsrail'e karşı koyduğu tavrın, Türkiye'nin Batı'dan ayrılarak "Ortadoğululaştığı" anlamına geldiğini ya da yazıda iddia edildiği gibi Türkiye'nin İran-Arap eksenine kaydığını vurgulamaya başlayacaklar.

İşaret fişeği atılmıştır. İsrail'e dokunmak öyle her babayiğidin işi değildir. Bunun, faturası çıkar…

Muhtemelen pek az kimse, Soner Çağaptay'ın çoktandır bir "yeminli Ak Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanı" gibi davrandığını, birkaç yıldır yazdığı birçok yazıda "Türkiye'de bir askeri darbeyi özendiren" Amerikalı sağcı İsrail muhipleriyle aynı dalga boyunda davrandığını hatırlayacaktır.

Yazının ilk paragrafı, Washington'un kendisine mesaj niteliğinde:

"Türkiye özel bir Müslüman ülkedir. Çoğunluğu Müslüman olan 50'den fazla ülke içinde, bir NATO üyesi, Avrupa Birliği ile katılım müzakereleri sürdüren, bir liberal demokrasi ve İsrail ile normal ilişkilere sahip tek ülkedir. Bununla birlikte, AKP yönetimindeki mevcut hükümeti altında, Türkiye bu özel niteliklerini yitiriyor. Liberal siyasi trendler ortadan kalkıyor. AB katılım müzakereleri tıkanıyor, Batı karşıtı İran gibi devletlerle ilişkiler gelişiyor ve İsrail ile ilişkiler ise bozuluyor. Örneğin, Perşembe günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile "insanları öldürmek"ten ötürü atıştıktan sonra Davos'taki paneli terk etti. Eğer Türkiye bu alanlarda tökezler veya NATO gibi transatlantik yapılara ilişkin yükümlülüklerinde sallanırsa, Başkan Obama'nın favori Müslüman ülkesi olmayı ummamalıdır."

Bunun kestirme ifadesi, Obama'ya Tayyip Erdoğan'dan "uzak dur" çağrısıdır.”

Evet Cengiz Çandar’ın da tespit ettiği biçimde “işaret fişeği” çakıldı… Zeyno Baran ve Hudson Enstitü’den daha güçlü iki oyuncu sahnede; Washington Enstitü ve Soner Çağaptay…

Bu arada Org. Büyükanıt dahil Türkiye'den ABD'ye giden bazı üst düzey subayları Çağaptay'ın bizzat evinde ağırladığını hatırlatmakta fayda var.

Analiz: Cevheri Güven/Aktifhaber

ASTSUBAY KAYA TANIŞIYORMUŞ

17 Şubat 2009 21:00
Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında gözaltına alınan Ünal İnanç'ın, Şemdinli Davası sanıklarından Astsubay Ali Kaya ile tanıştığı ortaya çıktı
İnanç, Kaya ile tanışmakla da kalmamış. Olayın yaşandığı günlerde bir televizyon kanalına çıkarak "Astsubay Kaya böyle şeyler yapmaz" diyerek kefil bile olmuş. Şimdilerde "Türkiye Gaziler Vakfı Başkanı" olan İnanç, Doğu Perinçek'in 1980 öncesi "Aydınlık" dergisini besleyen kaynak olduğunu ifade etti. Hatırlanacağı gibi Aydınlık, 1980 öncesinde pek çok güvenlik görevlisi ve milliyetçi ismin adreslerini deşifre ederdi. Deşifre olan isimler ise sol terör örgütlerinin hedefi haline gelirdi.

Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında gözaltına alınan İnanç, internetteki sitesinde gözaltı süreci ve geçmişi hakkında ilginç bilgiler verdi. İnanç, sitesinde daha önce 'Vay canına ben de Ergenekoncuymuşum' başlığı ile yazdığı yazıda, ATO Başkanı Sinan Aygün'le, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'la ve 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon'la defalarca konuştuğunu söylemişti. İnanç 6 Şubat 2009 tarihinde "Olur Böyle Vakalar" başlıklı yazısında ise Astsubay Ali Kaya'dan şöyle bahsediyor:

"Bu Ergenekon davası dalgası çıkmadan önce Şemdinli olayı çıktı. İtham edilen sanıklardan Ali Kaya'yı yıllar önce görmüş beş on dakika konuşmuştum. Değişik bir astsubaydı. Dikkatimi çekmişti. Şemdinli olayından iki gün sonra Avrasya Televizyonunda yaptığım Aykırı programında "Ali Kaya, Mutkili Ali böyle bir şey yapmaz" demiştim."

İnanç'ın bu yazısında Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt hakkında kullandığı ifadeler ise ilginç:

"İster inanın ister inanmayın Yaşar Paşa Kuleli Harp Okulu, Genel Sekreterlik ve Kolordu Komutanlıklarında kanarya değil kartal görünümündeydi."

İnanç, "Ergenekon Terör Örgütüne üye olmaktan gözaltına alındım." başlıklı yazısında ise emniyetteki sorgusunda Orhan Taşanlar, Soner Yalçın, Mehmet Canseven ve Saygı Öztürk gibi isimlerle yaptığı telefon görüşmelerin de sorulduğunu ileri sürdü.

Gözaltında evinde bulunan Kürt isyanları ile ilgili hizmete özel ve çok gizli damgalı belgelerin kendisine sorulduğunu ifade eden İnanç, şöyle devam ediyor:

"Başka bir soru Behçet Cantürk'ü tanır mısınız? Elbette tanırım. Bir anda bütün polisler kulaklarını dikiyorlar dikkatlerini üstüme yoğunlaştırıyorlar. Kendisiyle konuştun mu? Defalarca. Nerede? Kovuşturma başladığında Konur Sokakta Gölbaşında (orada eksik söylemiş olabilirim şu anda kafam daha iyi çalışıyor) Mamak Askeri Cezaevinde, Diyarbakır Askeri Cezaevinde onla beraber çekilmiş fotoğraflarım da var ve bomba patlıyor... Evimde bir dosyanın içinde Cantürk'ün Mit de alınan 46 sayfalık ifadesi var. Bir anda şaşırıyorum, fenalaşıyorum. 'Olamaz' diyorum 'onun ifadesi 196 sayfaydı gerisini ne yaptınız, gerisi ne oldu?' Bende 14 klasör Behçet Cantürk'le ilgili evrak var. Neyse bunu da atlatıyoruz... Efendim sizde emniyet istihbarat dairesinin çıkarttığı hizmete özel dergiler var, bunları nereden aldınız? Beyhan'dan başlayarak ne kadar istihbarat dairesi başkanınız varsa sorun, verdiniz mi vermediniz mi diye."

Aynı yazıda İnanç, Türkiye kamuoyunun bölücü terör örgütü PKK adını ilk kez kendisinden öğrendiğini belirterek, Aydınlık dergisinde yaptığı çalışmaları şöyle anlatıyor:

"O dönemde yayınlanan günlük Aydınlık gazetesi kontrgerilla, bilinmeyen sol, doğudaki on beş grup ve benzeri araştırmaları nasıl yayınlanmıştı. Bu grubun içinde Ünal İnanç'ın yeri ve bilgisi neydi? TRT'de dört saat program yapan Tuncay Güney'in 12 Eylül öncesi versiyonunu Hicabi Koçyiğit'i Türkiye kimden duymuştu? TNT kalıplarıyla yakalanan esrarengiz yüzbaşı M.A.Ç. Ataköy çöplüğünde bulunan bir kamyon TNT Ünal İnanç tarafından duyuruldu. Bunun gibi bir çok olay var."

Zaman

Yeni Sarı Zarf Skandalı

19 Şubat 2009 14:22
Genelkurmaydan, Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu'na özel bir zarf...

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ döneminde medyayla ilişkiler için Cuma Günleri, Haftalık Basını Bilgilendirme Toplantıları başladı.

Sorularla zaman zaman gerilim yükselse de medyayla ilişkileri açısından toplantılar oldukça olumlu bulunuyor.

Ancak geçen hafta yapılan toplantıda ilginç bir olay yaşandı.

Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu'na verilmek üzere sarı bir zarf gönderildi.

Toplantı öncesinde Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak tarafından gönderilen zarf, Hürriyet Gazetesi Savunma Muhabiri Özgür Ekşi'ye teslim edildi.

Özgür Ekşi, zarfı aldıktan bir süre sonra toplantı başladı ve Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Gürak, açıklamalar yapıp soruları cevapladı.

Özgür Ekşi eliyle Enis Berberoğlu'na gönderildiği öğrenilen zarf, bir haftadır Genelkurmay Muhabirleri başta olmak üzere Ankara Kulisleri'nde konuşuluyor.

Özellikle Genelkurmay Muhabirleri'nin kafalarında soru işareti oluşturan ise zarfta neler olduğu, Berberoğlu'na özel olarak hangi bilginin gönderildiği...

Kaynak: Postmedya

Karadayı Paşa için 'darbecidir' diye suç duyurusu
12:20 - MAZLUMDER ve Özgür Eğitim-Sen, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı hakkında, çeşitli internet siteleri ile basında yer alan ve kendisine ait olduğu iddia edilen ses kaydı nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. MAZLUMDER Genel Sekreteri Emre Yurtalan, "Karadayı'ya ait olduğu belirtilen ses kayıtlarının" kamuoyuna yansıdığını ifade ederek, "Bu ses kayıtlarıyla beraber aslında Türkiye'nin o dönemde çok olağanüstü bir süreçten geçtiği, askeri vesayet rejimini andıran bazı müdahalelerin, beyanların, telkinlerin olduğu net bir şekilde ortaya çıkmıştır" dedi. 03.03.2009 ANKARA
netgazete

Enverabi&Sabo'nun Medya Sırları

08 Mart 2009 12:46Sabahattin Önkibar, eski patronu Enver Ören'e çok kızgın anlaşılan. Enver Abi'siyle birlikteyken şahit olduğu, önemli kişilerle sır iş(!) görüşmelerini bir bir deşifre ediyor...

Sabahattin Önkibar/Yeniçağ

Yazısına kızdığı Oktay Ekşi için, 'onu dövdürtmek lazım' diyen cumhurbaşkanı kim?

Bu pazar bire bir şahit olduğum medya-siyasetçi ilişkisi ve bakışlardan kesitler sunacağım.
Birinci sahne:
Yıl: 1990.
Turgut Özal Cumhurbaşkanı.
Enver Ören’le beraber Çankaya Köşkü’nde erken saatte randevumuz var.
Bekletilmeden Ahşap Köşk’teki deri koltuklu mini odaya alınıyoruz.
Rahmetli Özal gömülmüş gazete okuyor... Bizim alındığımızı görünce kafasını kaldırıp, “Çocuklar gelin. Hoş geldiniz, oturun şöyle. Şunu bir bitireyim...”
Turgut bey bitireyim dediği yazıyı okurken hıımmm diye bir ses çıkarıyor ve kafasını kızgınlıkla sağa sola çevirirken birden ağzından kelimesi kelimesine şu sözcükler dökülüyor:
- “Şunun yazdıklarına bak!.. Şunu iyi
bir dövdürtmek lazım. Başka türlü anlamaz bu.”
Enver beyle ben donakalıyoruz.
Öyle ya yazısına kızdığı yazar için
dövdürtmek lazım diyen ülkenin Cumhurbaşkanı.
Peki Rahmetli Özal’ın okuduğu ya da kastettiği yazar kim miydi?
Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi’ydi.
Peki böyle bir sözü gazetecilerin yanında nasıl mı etti?Türkiye gazetesi tıpkı bugünkü gibi yine yandaş medyanın önde geleniydi, ama o zaman Tayyip beyin değil Turgut beyin yandaşıydı.

Tayyip beyin kızgınlığı
ve mühür
İkinci fotoğraf:
Yıl: 1994.
Mahalli genel seçimler var.
Türkiye gazetesi, TGRT ve İhlas camiası Tansu Çiller’i destekliyor.
İhlas mensuplarının oturduğu Yenibosna’daki dev siteden Tayyip Erdoğan’a tek bir oy bile çıkmıyor.
Tayyip bey bu duruma müthiş tepki verir ve seçildikten sonra belediyenin kapılarını İhlas’a kapatır.
Derken tam bu süreçte Enver Ören’in Sarıyer’deki yalısında devam eden restorasyonla ilave kat olayına anında müdahale olur ve inşaat mühürlenir.
Yapılan yorum mühürlenmede Tayyip beyin kızgınlığının olmasıdır.
Bunun üzerine Enver bey Erdoğan’a Nevzat Yalçıntaş’la Fuat Bol’u gönderir. Dahası aynı gün beni de arayarak şunları söyler:
- “Sabahattin, bu Tayyip bize çok kızgın, senin de hemşerin, programlarına geliyor.. Aran iyi imiş öyle duydum. Yalçıntaş Hoca ile Fuat’ı gönderdim, ama bir de sen devreye gir, aramızın düzelmesi lazım. Hemen İstanbul’a gel ve görüş.”
Enver beyin iyi niyet mesajını Tayyip beye ben de iletiyorum.
Erdoğan mühür olayı ile zerre alakam yok diyor, ama İhlas’a ve patronuna olan kızgınlığını da saklamıyor.
Peki sonuç ne mi oluyor?
Aradan birkaç gün geçiyor.
Aaa o da ne?
Tesadüf herhalde kaçak inşaattaki mühür belediye tarafından sökülüyor.

Karımı müsteşar yapın
diyen bakan!
Üçüncü resim:
Yıl: 1995.
İktidarda DYP-SHP koalisyonu var ve Çiller başbakan!
Faizsiz İhlas Finans Kurumu’nun kuruluşuna direnç gösteren SHP’li bakanların imza atmaları için rahmetli Yalçın Özer’le tek tek ikna turlarındayız.
SHP’li Bakan Azimet Köylüoğlu, ancak bir şartla imzalarım dedi.
Nedir dedim ve şu karşılığı aldım:
- “Eşim Sağlık Bakanlığı’nda müsteşar yardımcı
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Mar 10, 2009 10:23 pm    Mesaj konusu: Star'dan Dogan'a Alıntıyla Cevap Gönder

17 Mart 2009
Ahmet Altan/Taraf
Gazete ve devlet

Sabah Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü Erdal Şafak çok tartışılması gerektiğine inandığım bir yazı yazdı dün.

Yazı, gazetecilik açısından “ilkesel” bir konuya değiniyor.

İzninizle önce uzun bir alıntı yapacağım Şafak’tan.

“Gazete yöneticileri bazen de bir haberi milli menfaatler adına yayınlayıp yayınlamama ikilemine düşer.

Bu durum geçtiğimiz hafta bizim de başımıza geldi. Türkiye’yi ayağa kaldıracak, günlerce, hatta haftalarca konuşulacak, dahası dünyada da çok geniş yankılar yapacak bir haberin bilgilerine ulaştık. Hayır, siyasetle, siyasilerle uzaktan yakından ilgisi yok. Ekonomik bir konuydu. Daha doğrusu, Türkiye’nin önemli bir ülkeyle ekonomik ve diplomatik ilişkileriyle ilgiliydi.

Son ayrıntıları almak için temas kurduğumuz devletin ilgili birimlerinin temsilcileri ve yine konuya taraf olan ilgili odaların üst düzey yöneticileri gazetemize akın ettiler ve şöyle dediler:

‘Basın özgür ve bağımsızdır. Yayınlayıp yayınlamamaya sadece siz karar vereceksiniz. Ancak yayınlarsanız Türkiye’nin milli menfaatlerinin ağır zarar göreceğini ve patlak verecek sorunun yıllarca başımızı ağrıtacağını bilmenizi rica ederiz.’

Haberin yayınlanması durumunda ortaya çıkacak tabloyu da ayrıntılarıyla anlattılar.

İnanın, bir dakika bile bocalamadık. Batı’nın saygın gazeteleri, örneğin New York Times, Washington Post, The Times, Le Monde gibi, biz de ulusal çıkarlar adına haberi yok saydık. Sadece yırtıp atmakla kalmadık, belleğimizden de sildik.”

Erdal Şafak, dış basını Türkiye’de en iyi takip eden gazetecilerden biri.

Yabancı gazetelerin yayın politikalarını benden daha iyi bilir.

Ama doğrusu ben adını saydığı gazetelerin, Şafak’ın söylediği gibi davranacağına pek emin değilim.

Amerika’yı çok zor durumda bırakan “Irangate” skandalını Amerikan gazeteleri ortaya çıkardı, Amerika’nın “düşmanı olduğu” İran’a silah satıp oradan gelen parayı Nikaragualı isyancılara verdiğini Amerikan halkı kendi gazetelerinden öğrendi.

Bu olayda da Amerikan devleti çok zor durumda kaldı.

Yaptıkları “hatayı” kendi halklarından da dünyadan da saklayamadılar.

Ama diyelim ki Şafak haklı, dünyanın büyük gazeteleri “milli menfaatler” için haber saklıyorlar, eğer öyle yapıyorlarsa ciddi bir gazetecilik hatası içindeler ve kesinlikle onları örnek almamak gerek.

Şimdi Şafak’ın anlattığı olaya bir bakalım.

Bizim devlet “bir iş” yapmış ve bu duyulursa devlet zor durumda kalacakmış.

Bir gazete de bu “olayı” yakalamış.

Ve “milli menfaatler” gereği haberi basmamış.

Durumu iyi anlayabilmek için sanırım bir iki basit soru sormak gerek:

Devlet görevlilerinin bu olayda amacı ne?

Karışık işlere bulaştıklarını saklamak.

Gazetecinin görevi ne peki?

Eğer gazetecinin görevinin de “devlet görevlileri” gibi gerçeği saklamak olduğunu kabul ederseniz, devlet görevlisiyle gazeteci arasında fark kalır mı?

Gazeteci, devlet görevlisi mi?

Gazeteci de devlet görevlisi gibi düşünüp, devlet görevlisi gibi davranmaya başlarsa, gazeteciliği kim yapacak?

Ayrıca, bu “milli menfaatler” muğlak bir alandır.

Bizim devlet görevlilerinin işlediği “faili meçhul” cinayetler de, Susurluk da, Ergenekon da, 12 Eylül darbesinin arkasında Pentagon’un olduğu da, bir vakitler Amerikalılarla yapılan “ikili” gizli anlaşmalar da “milli menfaatlerin” o belirsiz alanına rahatlıkla dahil edilir devlet görevlileri tarafından.

Devlet görevlilerinin bakış açısını benimserseniz, kendinize gazetecilik düsturu olarak “milli menfaatleri” seçerseniz gazeteciliğin ölçülerinden uzaklaşırsınız.

Bunu kavrayabilmek için gazetecinin görevini iyi tarif etmek gerekir.

Gazetecinin temel görevlerinden biri, toplumu ilgilendiren ve toplumdan gizlenen gerçekleri ortaya çıkarmaktır.

Ölçü, bulduğunuz haberin doğru olması ve belgelenmesidir.

Haber doğruysa, doğruluğunu kanıtlayan belgeler de elinizdeyse haberi yayımlarsınız.

Bir haberi yayımlamadan önce, “bu haber kimin işine yarayacak, bu haberden sonra devlet görevlileri ne yapacak, devletin durumu ne olacak” diye sormaya başladığınızda gazetecilikten uzaklaşır, devlet memurluğuna yanaşırsınız.

Şafak, “milli menfaatler” için bir haberin saklanabileceğine inanıyor.

Sanırım Türkiye’deki birçok gazete yöneticisi tarafından da paylaşılır bu görüş.

Bizim gazetecilik anlayışımız da aynı şekilde nettir.

Doğru olan hiçbir haberi bu ülkenin insanlarından saklamayız.

Haber için tek bir ölçümüz vardır, “doğru” olması.

Haber nereden gelmiş, kimin işine yarıyor, kime zarar verecek, bunlar bizim gazetecilik anlayışımıza uygun sorular değil.

Kimin belirlediği belli olmayan “milli menfaatler” de bizim ilgimizi çekmez, çünkü gerçeklerin açıklanmasının her zaman “halkın menfaatine” olduğuna inanırız.

Şafak, “bir dakika bile düşünmeden” haberi yırtmakla övünüyor.

Biz, bir dakika bile düşünmeden o haberi basacağımızı bilmekle övünüyoruz.

Gazetecilikte “dürüstlükten ve doğruluktan” başka hiçbir kaygıya yer olmadığına inanıyoruz çünkü.


YARIN EPDK'YA DİKKAT
12 Mart 2009 08:06EPDK'nın yarınki toplantısında "milyar dolarlık" cezalar kapatılabilir...

TÜBİTAK; geçtiğimiz yıl EPDK tarafından alınan akaryakıt numunelerinde, başta Doğan’a ait Petrol Ofisi olmak üzere birçok firmanın ulusal marker değerlerinin altında ve kaçak akaryakıt kullandığını tespit etmişti.

Özellikle Petrol Ofisi'nin sahibi Doğan Grubu'nun TÜBİTAK’a yönelik ‘Darwin’ kampanyasının arkasında Tüpraş, Petrol Ofisi, Shell ve Opet gibi büyük firmaların kaçak akaryakıt kullandığının TÜBİTAK tarafından ortaya çıkarılmasının rol oynadığı iddia edildi.

TÜBİTAK, PETROL OFİSİ’NİN KAÇAKÇILIĞINI TESPİT ETTİ
Bilindiği gibi, Maliye Bakanlığı ve Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından akaryakıt istasyonlarından alınan numuneler TÜBİTAK tarafından inceleniyor. TÜBİTAK, geçtiğimiz yıl EPDK tarafından alınan akaryakıt numunelerinde başta Aydın Doğan’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Petrol Ofisi olmak üzere birçok firmanın kaçak akaryakıt kullandığını tespit etti. Ancak TÜBİTAK’ın raporları doğrultusunda EPDK’nın ceza kesmesi gereken Petrol Ofisi ve diğer büyük firmalarla ilgili herhangi bir işlem yapılmadı.

TÜBİTAK İNCELİYOR, EPDK İSTEDİĞİNE CEZA VERİYOR
Akaryakıt istasyonlarında satılan benzinin EPDK tarafından belirlenen kalite standartlarına uygunluğunun (ulusal marker) TÜBİTAK tarafından incelendiği ve bu incelemeler sonucunda bazı firmaların kaçak akaryakıt kullandığı ortaya çıkarılırken, sadece küçük firmalara ceza kesilmesi dikkat çekiyor. TÜBİTAK’ın incelemeleri sonucunda aralarında Petrol Ofisi, Tüpraş, Shell ve Opet’in de bulunduğu büyük firmaların kaçak akaryakıt kullandığının tespit edilmesine rağmen, EPDK sadece küçük firmalara cezai işlem uyguladı.

SADECE KÜÇÜK FİRMALAR İŞLEME KONULDU
Maliye Bakanlığı’nın koordinasyonunda 25-28 Mart 2008 tarihleri arasında yapılan denetimler sonucunda ulusal marker (EPDK’nın belirlediği kalite standardına uygunluk) içermeyen, kaçak akaryakıt sattığı tespit edilen başta Tüpraş, Petrol Ofisi, Opet, Shell ve bazı küçük firmalara cezai işlem uygulanmasına yönelik raporlar, EPDK’nın gündemine alındı, ancak TÜBİTAK’ın hazırladığı bu raporlardan sadece üç küçük firmayla ilgili olanları işleme konuldu.

BÜYÜK FİRMALAR İÇİN TÜBİTAK RAPORU KABUL EDİLMEDİ
EPDK, kaçak akaryakıt kullandığı TÜBİTAK tarafından belirlenen firmalardan sadece Enerji Petrol Ürünleri Pazarlama Anonim Şirketi ile Termopet Akaryakıt Nakliyat ve Ticaret Ltd. Şti firmalarına Aralık 2008’de 600 bin TL para cezası, Siyam Petrolcülük San. ve Tic. A.Ş’ye de teknik düzenlemelere aykırı akaryakıt ikmalinden dolayı 250 bin TL para cezası kesti. Aynı denetimler sonucu alınan numunelerin TÜBİTAK tarafından incelenmesi sonucu, Petrol Ofisi, Shell, Opet ve Tüpraş gibi firmaların da kaçak akaryakıt kullandığı tespit edildi, ancak bu firmalara cezai işlem uygulaması EPDK tarafından “Detaylı çalışma yapma” gerekçesiyle geri çekildi.

TÜBİTAK’IN BİLİMSELLİĞİNİ TARTIŞMA KONUSU YAPTI
EPDK, bugüne kadar yapılan analizler sonucu küçük bayilere ceza uygulanmasında TÜBİTAK’ın incelemelerini bilimsel rapor olarak kabul ederken, büyük firmalar için TÜBİTAK’ın hazırladığı raporların bilimselliğini tartışma konusu yapması ise dikkat çekiyor.

YARIN TOPLANIYORLAR
Öte yandan kendilerine haksızlık yapıldığını öne süren akaryakıt dağıtıcı dernekleri yarın EPDK ve TÜBİTAK yetkilileriyle bir araya geliyor. TÜBİTAK’ın raporlarına rağmen EPDK’nın büyük firmalara cezai işlem uygulamasından kaçındığını iddia eden küçük firmaların, toplantıda bu konudaki sorunlarını dile getirmesi bekleniyor.

EPDK YETKİLİLERİ BÜYÜK FİRMALARDA ÇALIŞTI
Bu arada, Maliye Bakanlığı’nın koordinasyonuyla EPDK Denetim Dairesi Başkanlığı tarafından kesilen cezaların büyük firmalara uygulanmaması, EPDK Başkanı ve üyelerinin daha önce bu büyük firmalarda çalışmasına bağlanıyor.
aktifhaber

Star'dan Doğan'a Savaş - 1
10 Mart 2009 10:17

Doğan Grubu gazetelerinin Erdoğan'a "çanak soru" sormakla suçladığı Şamil Tayyar, "sorularınız çanak mıydı?" sorusuna verdiği cevap atom bombası gibiydi..
İlgili Haberler
Star'dan Doğan'a Savaş - 2

Soru: "Erdoğan'a sorularınız çanak mıydı?"

Şamil Tayyar: "Başbakan Erdoğan’la yaptığımız TV röportajının özellikle Doğan Grubu yazarları tarafından hakarete varan ölçüde tepkiyle karşılanmasının gerisinde yatan temel neden, rövanş duygusudur. Bir dizi yamuk işe eklemlenen vergi cezasının hıncını başbakandan almak isteyenler bizlerin üzerinden öfkelerini kustular. İşin kötü tarafı, intikam duygusunu gazete kağıdına sarıp, yaptıkları işi “gazetecilik” olarak sunmalarıydı.

24 yıllık meslek hayatımın 9 yılı Milliyet’te, 8 yılı Sabah’ta geçti. Kimin hangi Saiklerle gazetecilik yaptığını, hangi manşetin gerisinde ne tür gizli hesapların saklı olduğunu iyi bilirim. Bugün Vatan’ı çıkaran ekiple Sabah’ta çalışırken ne tür baskılarla karşılaştığımı anlatsam roman olur. Sabah’ta yeri geldi Mesut Yılmaz lehinde yeri geldi Tansu Çiller lehinde tek satır habere yer verilmedi. Bize açıkça “aleyhte tek satır haber istemiyoruz” diye söylediler.

Hatırlayın Sabah’ta Tansu Çiller’in şişirildiği, Mesut Yılmaz’ın yerden yere vurulduğu dönemde Yılmaz, Cem Uzan’ın Star TV’sinde katıldığı Kırmızı Koltuk programında açıkça Zafer Mutlu’nun Sabah’ını tehdit etti, iktidara gelirse ilk olarak hesabı onlardan soracağını söyledi. Gerçi Yılmaz’ın ilk işi uzlaşmak oldu ama o günleri çok iyi hatırlıyorum.

28 Şubat sürecinde Mutlu ve arkadaşlarının çıkardığı Sabah’ta Çevik Bir’in, Erol Özkasnak’ın talimatlarıyla manşetlerin atıldığını biliyorum, yaşadım. Aynı dönemde Çevik Bir’in Doğan Grubu yazarlarıyla yaptığı toplantıya hangi yazarların koşa koşa gittiği artık biliniyor. Genelkurmay karargahında yazarlara nasıl talimatlar yağdırıldığı sır değildir.

Milliyet’te çalıştığım dönemde Derya Sazak’ın “Mesut Yılmaz Milliyet’le ilişkisini sana endekslemiş, git şu adamla aranı düzelt” dediği günleri unutmadım. Altan Öymen, Güneri Civaoğlu’nun yanında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel aleyhinde haber yapmamam için beni uyardı.

Şimdi oturmuş ahkam kesiyorlar. Hele biri var ki, bizi kastederek “şu anda unvanları gazeteci ama gazetecilik yapmıyorlar” diyor. Ulan dana senin yaptığın iş gazetecilik mi? CHP’nin basın bültenine çevirdiğin, Ergenekon’un tanıtım broşürüne dönüştürdüğün köşende gazetecilik yaptığını mı düşünüyorsun? Gazetenin en az okunan yazarları arasındasın, patron kontenjanından varlığını sürdürüyorsun, bari sus, gazetecilik yapanlara engel olma.

Hele biri var ki, zır cahil. Yandaş olmak hükümete yakın olmakmış. Bu kadar sığ, bu kadar bilgiden yoksun bir yaklaşım olmaz. İktidar yandaşlığından söz ediyorsanız, söyleyeyim, iktidar deyince akla hükümet gelmez. Bazen tank iktidarı, bazen yargı iktidarı, bazen patron iktidarı, bazen CHP iktidarı, bazen belediye iktidarı, hülasa muktedir olan herkes, her birim, her güç odağı iktidar olanaklarını birilerini satın almak için kullanabilir.

İstanbul’da kaçak villa yaparsın, belediye göz yumuyorsa servetine servet katarsın, aksi halde gazete sütunlarında veryansın edersin. Bunun için belediyenin hangi partiden olduğunun önemi kalır mı? Aynı şekilde bir otel arazisi satın alırsın, yeşil alanına gökdelen dikmek istersin, onun için belediyeyle hukuku düzeltmeye çalışırsın.

28 Şubat sürecinde olduğu gibi siyasileri askerlere dövdürürsün, sus payı olarak ihaleleri götürürsün, bir iki emekli generale de yönetimde görev verirsen, olur biter. Böyle bir ortamda hükümetle mi askerle mi işbirliği daha karlı olur. Ya da CHP ile prodüksiyon anlaşması yaparsın, milyon dolarları cebe indirirsin. Bunun için partinin iktidarda olmasına gerek var mı?

Maalesef her kulvarda rahat at koşturanlar merkezi hükümet duvarına çarpınca gazeteciliği hükümet düşmanlığına indirgediler, başbakana sövgüyü gazetecilik faaliyeti sandılar, toplumu da buna inandırmaya çalıştılar. Beyler bu numarayı kimse yutmaz, yutmuyor.

Efendim, o röportajı okullarda gazeteciliğin nasıl yapılmayacağına örnek olarak göstermeliymişler. Haklısınız Ali Kırca kasetlerini gazetecilik sandığınız için yadırgamanız gayet normal. Onun için bizim yaptığımız işi gazetecilik olarak görmediniz.

Hele biri var ki, tam evlere şenlik. Eski patronu Cem Uzan’ın askerlik sorununu çözmek için komutanlardan ricacı ol, işten atılınca Veli Küçük’ü devreye sok, bazı generallerden yardım iste, şimdi kalk bana gazetecilik dersi ver. Yemezler tosuncuk.

Bir iki cümle de Mustafa Mutlu’ya sözüm var. Arada fena işler yapmadığı için ismini veriyorum. Sevgili Mutlu, Tuncay Özkan’la “dostum” diyerek bir röportaj yaptın. Özkan sana “ayda 64 bin dolar kazanıyorum” dediğinde, “yahu Tuncay dostum, senin hangi gazetecilik faaliyetin için patron ayda 64 bin dolar veriyor?” diye sormadın.

Onu geçtik. Tuncay sana CHP ile herhangi bir anlaşma yapmadıklarını söyledi. Ama ben daha sonra CHP ile yaptıkları 3.5 milyon dolarlık sözde prodüksiyon anlaşmasını yayınladım. O anlaşmada adeta Kanaltürk’ün yayın politikası CHP’ye 4 yıl için satılmıştı. Dostunuzu arayıp “Tuncay, bana yok dedin ama Şamil açıkladı, beni neden kandırdın?” diye sormadın. Ya da köşende yazmadın.

Bir de şu uçak meselesine değineceğim. Deniz Baykal da mitinglere uçakla gazeteci taşıyor. Niye Star yok, Yeni Şafak yok, Zaman yok, Vakit yok, Bugün yok… Baykal’ın uçağında taşıdığı gazeteciler yandaş mı? CHP seçim kampanyası için hangi gazetelere reklam verdi, ne kadar verdi, niye? Star TV haberleri neden CHP bülteni gibi? Doğan grubu gazete ve televizyonlarında İstanbul’da MHP adayının ismini kimse bilmezken neden Ankara’da Mansur Yavaş pompalanıyor?

Kusura bakmayın, başkasına iğneyi batırırken önce çuvaldızı kendinize batırın. Lafın kısası, mütevazı olmayacağım, bana gazetecilik dersi verenlerin, en az benim kadar gazeteci olması, sicilinin temiz kalması gerekir. Bilmediğim konuda konuşmam, bildiğim konuda ise başkasının ukalalık yapmasına izin vermem, böyle biline. Gerisi laf-ü güzaftır."

Kaynak: Gazeteciler


Star'dan Doğan'a Savaş - 2
10 Mart 2009 10:21Star Gazetesi, Doğan Grubu'na üst üste bindiriyor... Karaalioğlu, ne Ergenekonculuklarını bıraktı, ne Erdoğan'a yaranmak için yılışıklıklarını... Çok ağır yazdı..


Mustafa Karaalioğlu/Star

Madem konu açıldı...

Başbakan Erdoğan’la 24’te yaptığımız söyleşi her açıdan ses getirdi. Birçok gazeteye manşet dahil haber oldu, bir çok köşe yazarı da o konuşmaya atıfta bulundu. Konuşmayı 24 için yaptığımız için, başka nerelerde alıntı yapıldığı da aslında önemli değil. Ancak, o alıntıları yapan gazetelerin bazı yazarlarının röportaj üzerinden yürüttükleri kampanya bunu hatırlatmayı zorunlu kılıyor.

Kolayca tahmin edileceği gibi bu gazeteler Doğan Grubu’na aittir. Hem neredeyse konuşmanın tamamını iktibas ettiler, hem de ‘sorular çanaktı’ kabilinden sözlerle karaladılar.

Ortada röportajdan öte bir durum olduğu anlaşıldığına göre yazmak da farz oldu.

Övünmek gibi olmasın ama biz bu tür röportajlarda ustayız. Son örnekte de görüldüğü gibi yaptığımız konuşmalar gündem yaratır. Gururları bunu kabul etmeyenler bile konuşmamızı manşetlerine taşımak zorunda kalırlar. Kimseye de çanak tutmayız çünkü meslek ahlakımızda böyle bir alışkanlık yoktur. Gazeteciliği çanakçılık, yağdanlık ve yandaşlıktan ibaret bir meslek olarak gören ve hep öyle yapanlar bunu anlayamaz. ‘Biz olsak böyle bir röportajı çanak tutmadan yapamazdık’ diye düşündüklerinden, başkalarına da o şablonu yakıştırıyorlar.

Gazetelerinde, köşelerinde yaptıkları gazeteciliği de görüyoruz. Yandaşlıkları mesleğin yüzünü kızartıyor. CHP basın bürosuna dönüştürdükleri yazı işleri masalarıyla, CHP parti bültenlerine dönüşen köşe yazılarıyla hallerini ibretle izliyoruz.

Bu tayfanın öfkesi o kadar dizginlenemez hale geldi ki; Başbakanla konuşup ona küfretmeyeni gazeteciden saymamaya başladılar. Militanlaştılar... Bizi ‘çanak soru sordunuz’ diye eleştirirken de aslında şunu söylemek istiyorlar: Hazır Erdoğan’ı karşınızda bulmuşken neden küfretmediniz?

Gerçekte istedikleri bu olduğu için sorduğumuz soruların bir tanesini bile eleştiremeden sadece çanak lafını geveleyip durdular. Çoğunun röportajı izlemediği anlaşılıyordu. Ama ne gam! İzlemeden, okumadan, anlamadan/dinlemeden sayısız defalar konuşup yazdıkları bir sır değil ki!

Kaldı ki, Başbakan’la oturup kalktıkları zamanlar ona neler sorduklarını da biliyoruz. Aklımda kalanın sadece yılışık bir yaranma gülüşü olduğunu söyleyeyim de gerisini siz anlayın. Röportaj adı altında zaman zaman Baykal’la yaptıkları fikir teatisi de cümlenin malumu.

Peki bu adamlar sadece CHP militanı mıdır? Onlara sadece ‘CHP medyası’ demek, içinde bulundukları atmosferi izaha yeter mi?

Bu, ‘bağımsız, demokrat, araştırmacı ve dürüst gazeteciler’in Tayyip Erdoğan’a hakaretten başka bir ortak noktaları da Ergenekon yandaşlığıdır. Birinin bile Ergenekon Terör Örgütü aleyhine tek satır oynattıkları görülmemiştir. Davayı sulandırmak, küçümsemekten başka...

Malzememiz bu...

Gelelim işin esasına...

Gerçek şu ki, merkez medya vasfını kaybeden, eskiyen bir gazeteci sınıfıyla karşı karşıyayız. Kabil-i muhatap olmaktan çıkmışlardır. Yazdıklarına, TV ekranlarında söylediklerine bakın; hepsini alt alta toplayın isabet kaydettikleri tek tahmin yoktur. Türkiye’nin dönüşümü ve değişimine dair ileri sürdükleri tek iddia isabet kaydetmemiştir.

22 Temmuz öncesi seçim tahminleri, Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini sağlayan referanduma karşı tavırları, Malezya palavrası, mahalle baskısı kampanyası, parti kapatma davası ittifakı, ılımlı İslam fasaryası ve nihayet Ergenekon’u durdurma çabaları... El attıkları, başlattıkları, ortak oldukları kampanyaların hepsi fiyaskoyla sonuçlandı. Bu kadar çuvallayan bir gruba, bırakın ‘merkez medya’ demeyi ‘medya’ bile denmez.

Hepsi bir yana... Ellerinde ve alınlarının ortasında silsen silinmez 28 Şubat kiriyle dolaşanların başkalarının gazeteciliğine laf etmeleri için önce mesleği bırakmaları lazımdır.

Röportaj, çanak çömlek bahane... Mezarlıktan geçerken ıslık çalmalarına da bakmayın siz. Öfkeleri korkularından. Yeni medyada yerlerinin olmadığını, sözlerinin, yazdıklarının para etmeyeceğini biliyorlar. Yalanla, sansasyonla, spekülasyonla, acımadan her türlü kötülüğü yapabilme imtiyazıyla yürüttükleri meslek hayatlarının sonu geldi, farkındalar.

Bundan sonra, medyanın temiz, ahlaklı ve ilkeli kesiminden ‘meşruiyet’ edinmekte zorlanacaklar, yalnızlaşacaklar. Kimlikleri yalnızlıklarından tanınacak.
aktifhaber

Emin Çölaşan Hürriyet'ten sonra ART kanalından da kovuldu! Programı yayından kaldırılan Çölaşan, neye uğradığını şaşırdı

20 Mart 2009 - Avrasya Kanalı'nda (ART) Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan gazeteci Mustafa Balbay ile birlikte, 4,5 yıldır program yapan gazeteci Emin Çölaşan'a da ''Sansür'' geldi iddiası. Pazar günleri saat 11.00'de yayınlanan ''Ankara Rüzgarı'' adlı program tamamen yayından kaldırıldı. Çölaşan, Balbay'ın tutuklanmasının ardından programa CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü ile devam etme konusunda Kanal yöneticileri ile anlaşmıştı, ancak yönetim, ilki 22 Mart Pazar günü ekrana gelecek olan programı, tamamen yayından kaldırdı.

GEÇEN HAFTA ARA VERİLDİ
Emin Çölaşan ile Mustafa Balbay 2004 Aralık ayından bu yana her Pazar günü, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek'e ait olan Avrasya TV'de (ART) 'gündemi değerlendiren 1,5 saatlik bir program yapıyordu. Özbek'in tutuklanmasından sonra da program devam etti. ART'nin en çok izlenen programı olan Ankara Rüzgarına, Balbay'ın tutuklanması üzerine geçen Pazar günü ara verildi. Ekrana 1,5 saat süreyle '' Sesimizi duyan yok mu? Mustafa Balbay tutuklandı'' yazısı geldi.

ŞAHİN MENGÜ'YLE DEVAM EDECEKTİ
Gazeteport'un haberine göre, bu aradan sonra, kanalın patronları arasında yer alan Özbek'in oğlu Ahmet Özbek ve yönetici Lale Şıvgın, Çölaşan ile bir araya gelerek programa nasıl devam edileceğini tartıştı. Sonuçta Balbay tahliye edilene kadar Çölaşan'ın gündemi CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü ile devam etmesi kararlaştırıldı. Mengü de kendisine yapılan bu teklifi kabul etti. ART, programla ilgili ''Çölaşan sürpriz bir konukla geliyor. Ankara Rüzgarı devam ediyor'' biçiminde reklam kuşakları da hazırladı. Emin Çölaşan ve Şahin Mengü, 22 Mart Pazar günü yayınlanacak ilk programa hazırlanırken, kanal yöneticisi Lale Şıvgın, programdan vazgeçildiğini ve tamamen yayından kaldırıldığını reklamların da yayınlanmayacağını Çölaşan'a bildirdi.

"NE OLDU ANLAMADIM"
Çölaşan'ın bu gelişme karşısında, ''Bu yanlış bir karar. ART'nin en çok izlenen programını yayından kaldırdılar. Mustafa Balbay tahliye oluncaya kadar, programa bir politikacı ile devam kararı aldık. Özellikle bir başka gazeteci istemedik. Bu Balbay'a da haksızlık olurdu. Sayın Mengü ile geçici bir süre için devam edecektik. Kanal yönetimi de başlangıçta çok olumlu davrandı. Reklamlar bile hazırdı. Sonra ne oldu anlamadım. '' dediği öğrenildi….

netgazete

BALBAY'IN DARBE GÜNLÜKLERİ
17 Mart 2009 07:44

Mustafa Balbay, planladıkları darbeyi satır satır yazdı... İşte o notlar...

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın tutuklanmasında en önemli dayanklardan biri olan "günlükleri"bir internet sitesinde yayınlandı. Tempo24'te yayınlanan günlükler çok tartışılacağa benziyor.

İŞTE BALBAY'IN ÇOK TARTIŞILACAK GÜNLÜKLERİ

JANDARMA’DA ŞENER ERUYGUR – GAZETECİ TOPLANTISI

“10 Şubat 2004 salı günü

Etimesgut Jandarma Eğitim ve Spor Tesislerinde (JEST) sohbet..saat 17.15-20.00 arası..

ŞE- arkadaşlar şöyle bir araya gelelim, ne oluyor, ne yapabiliriz, enerjimizi nasıl birleştirebiliriz, bir konuşalım dedim... hepimiz farklı yerlerde aynı şeyleri düşünen insanlarız ama, gücümüzü birleştirmediğimiz için bir sonuç alamıyoruz... öte yandan da bu iktidar yapacağı her şeyi yapıyor..

-Nedir, nasıl bir şey düşünüyorsunuz

ŞE- benim düşüncem şu... Birçok dernek var, gazeteciler var, memlekette olup bitene duyarlı insan var... Bunları bir araya getirmek gerekiyor... Mesela siz öncülük etseniz, burada üç kişi bir araya geldi, bu on olur, sonra 20 olur... Derneklere yön verilir... toplumu biraz duyarlılığa sürüklemek lazım..

Valla paşam bu dediğiniz zor. Bu kuruluşları, kişileri bizlerin bir araya getirmesiyle alınacak bir sonuç göremiyoruz biz... Bir de bu iş gazete anlamında yazarlardan çok gazete yönetimlerinin işi... Şimdi biz yazdık, şu gazetede şu kadar yazar, ötekinde bu kadar yazar... Köşelerinde yazarlar, ama sonuç alınabilmesi için gazetenin bir yayın anlayışı olarak buna sahip çıkması lazım.O zaman çoğalır bu iş... Geçmişte de böyle olmuştu... 28 şubat döneminde mesela..


ÜLKENİN BATIŞINI MI SEYREDECEĞİZ, OLMAZ ÖYLE ŞEY’


ŞE- arkadaşlar haklısınız da, ne yapacağız, ülke batıyor, size söyleyeyim... her şey kayıp gidiyor... ne yapacağız, bu batışı hep birlikte izleyecek miyiz? Olamaz böyle bir şey.

-o konuda haklısınız. Bizler de yazıyoruz... mesela Kıbrıs, gitti gider..

ŞE- evet Kıbrıs gidiyor... İş onunla da kalmayacak, arkasından Ege gelecek, sonra Güneydoğu'yu tartışılır hale getirecek... Gidiş bu... Ama öte yandan da Anadolu’da bir potansiyel var. Bana gelen tepkilerden, gidince karşılaştığım manzaradan bunu görüyorum... Bunu harekete geçirmenin yollarını bulmak lazım..

- Kıbrıs’ta ne yapılabilir

ŞE- şimdi biz Rauf DENKTAŞ'a büyük destek veriyoruz. Adam hakkını yememek lazım kahramanca mücadele ediyor. hem içeriye karşı hem dışarıya karşı... örneğin ben ayda en az 2-3 kez arıyorum kendisini, aman ha sağlam durun diyorum..

- New York’ta bir şeyler oluyor... bu aşamda ne yapmak lazım

ŞE- tabii oradaki gelişmeleri izliyoruz. Çıkan sonuca göre bir şey yapmak gerekiyor. Belki yazılı bir metin, belki bir bildiri gerekir, öyle bir şey olabilir..

GAZETECİ: PAŞAM ÖZKÖK İLE KAFANIZDAKİLERİ YAPMAK ZOR

-Paşam sizi çok iyi anlıyoruz. Belki bizimle her şeyi bütün açıklığıyla paylaşamayacaksınız ama, şöyle bir gerçek var ortada; sizin bir numara ile sizin kafanızdakileri yapmak çok zor... önce orada bir şey yapmak..

ŞE- öyle mi görüyorsunuz..

- Evet... Bu bir tek bizim görüşümüz değil. inanın buna. Sokakta her yerde insanlar böyle konuşuyor..

ŞE- nasıl konuşuyor

- Yani sizin de kulağınıza gelen şeyler... İşte cumhurbaşkanlığı adaylığıyla tavladılar deniyor... Hükümetle anlaştı deniyor..

‘KUVVET KOMUTANLARI BLOK, AMA ÜSTÜNÜZ OLMAYINCA
OLMUYOR’

ŞE- bütün bunlar söyleniyor öyle mi

- evet, her yerde... Burada bizim gördüğümüz bir şey var. Siz tamam, bütün kuvvet komutanları tamam, bloksunuz, ama üstünüz olmayınca olmuyor..

ŞE- işte dediğiniz gibi, kuvvet komutanı arkadaşlar bakımından bir sorun yok. Aynı düşünüyoruz...


GAZETECİLERE: TSK SİZİN KAFANIZDAKİ ŞEYLERİ DÜŞÜNÜYOR

ŞE- Benim sizi çağırdığımdan, şu andaki sohbetimizden öteki arkadaşların haberi var... Türk Silahlı Kuvvetleri sizin kafanızdaki şeyleri düşünüyor. inanın buna... öte yandan şu da var; yüzde 1, yüzde 99'a uymak zorunda. Uyar... Öyledir. O yüzde bir. kalan yüzde 99... uymak zorunda..

‘DARBE YAPIN DEMİYORUZ AMA ŞÖYLE BİR DURUŞ PAŞAM’

- Zorunda da, öyle olmuyor işte... En tepe böyle olunca, altındakiler ne yaparsa yapsın, işte öyle bir çıkış deniyor... Olmuyor, istenen sonucu vermiyor. Biz yıllardır ülkede olup bitenleri izliyoruz. Bir genelkurmay başkanının değil yüksek sesle görüşünü anlatması, şöyle kaşını çatması yeter. Biz darbe falan yapın demiyoruz ama, şöyle bir duruş paşam... o yok, o kalmadı... o zaman da her şey havada kalıyor... siz bir araya geldiğinizde kendisine bunları söylemiyor musunuz

ŞE- söylüyoruz... inanın en açık şekliyle söylüyoruz..

- Söylersiniz de, acaba şöyle açık açık konuşuyor musun

ŞE- Konuşuyoruz, söylüyoruz... Bizde tabii bir kıta disiplini terbiyesi vardır. bir arkadaşım anlattı. Tümgenerallikten emekli... bir üstü ile pek çok görev yerinde birlikte olmuş. her seferinde komutan o olduğu için yanında pek konuşmamış... binbaşı olmuş öyle, Albay öyle, General olunca çıkışmış, ya komutanım hiç konuşmadan emekli olacağım' demiş... o hesap, biz artık general olunca ayrıca konuşuruz. Bu aşamadan sonra benim kaybedecek neyim var? O yüzden her şeyi açık açık konuşuyorum..

GAZETECİ’DEN ERUYGUR’A: SİZ KARA KUVVETLERİ KOMUTANI OLURSUNUZ

- Olur, olmaz ayrı konu, şöyle bir senaryo düşünüyorum... Şimdi siz de söylediniz kuvvet komutanları blok, 4 kişi... Altında ordu komutanları, orgeneraller, korgeneraller blok, onun altında tümler, tuğlar blok, hepsi bir araya gelse ve dese ki; sizinle olmuyor... İşte Kara Genelkurmay olur, siz Karaya geçersiniz,İzmir'deki Jandarma olur, İstanbul'dakini de artık ne yaparsanız..

ŞE- ya o, siz gidin derse..

- Diyemez... Tümünüzü karşısına nasıl alır

ŞE- evet, diyemez, ama...(uzun süre sustu, düşündü...

- Siz şimdi yüzde 1 diyorsunuz, yüzde 99'a uyar diyorsunuz ama 4 yılı var. Kadrosunu yapar... Mesela biz fazla tanımıyoruz, İlker BAŞBUĞ nasıl biridir

- GAZETECİ: BAŞBUĞ NASIL BİRİDİR?

- GENELKURMAY’DA ARTIK, BAŞKA SÖZE GEREK VAR MI?

ŞE- o... o karargahta, genelkurmay'da artık... (gülümseyerek) başka bir söze gerek var mı..

-Siz Ağustos'ta emekli oluyor musunuz

ŞE- evet, (iç çekerek) benim görev sürem doluyor... Aytaç paşanın da doluyor...bir şeyler yapmamız lazım arkadaşlar... bu medya çok önemli..

- paşam bu konuda sizi anlıyoruz ama, inanın bu iş yazarlardan çok gazete politikalarının işi... Mesela Genel Yayın Yönetmenleriyle de konuşun, patronlarla konuşun..

ŞE- doğru da mesela bu Ertuğrul ÖZKÖK'le ne konuşulur, konuşulur mu

- haklınısınız.

‘ÖZKÖK SOYADINDA SAKATLIK VAR’ ESPRİSİ

ŞE- (gülerek, özkök soyadını kastederek) soyadlarda bir sakatlık var..

- patronlarla zaman zaman görüştüğünüzü biliyoruz... onlar etkili oluyor, bilesiniz..

ŞE- evet, görüşüyoruz, bize gelince başka bir halde oluyorlar... Bir de tabii şaşırıyor insan, mesela o Akşam Grubunun sahibi geldi, adam zavallı bir adam gibi oturuyor... ama yine de onlarla da konuşmak lazım..

- Gazete patronlarının tümü teslim... Sabahınki de öyle.

ŞE- evet, ilhan beyle de konuşup, olunla bir konuşmak lazım... Orada da kardeşim adamlar resmen haberleri çarpıtıyorlar. Son Suriye olayı... Gazete haberlerine göre operasyon tamamen Emniyetin işi... Oysa biz yaptık. O Sabahın temsilcisini çağırdım, kardeşim yalan yazıyorsunuz dedim. Yüzlerine söyledim... Ne aşağılık iştir... Bu kadar teslimiyet... Biz bu gidişe tamamen seyirci kalamayız..

ŞE- bir anlamda şöyle bir durum... Bunların Kıbrıs’ın altında kalmasını sağlamak ama, Kıbrıs’ı da kaptırmamak... çok ince bir durum.

ŞE- hepimiz elimizi taşın altına sokmamız gerekir... Ne demiş Nazım HİKMET, sen yanmasan ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda ‘ŞE’ ve ‘SE’ olarak tanımlanan şahsın sohbetin yeri, hitap şekli, konuşulan konular, Ağustos’ta emekli olması ve diğer notlardaki söylem ve ‘ŞE’ tanımlamalarıyla gösterdiği uyum dikkate alındığında dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Şener ERUYGUR; ‘İlhan Bey’in ise Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi İlhan SELÇUK olduğu,

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada 2004 YAŞ kararları üzerine dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Şener ERUYGUR ve Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç YALMAN’ın görev sürelerinin sona erdiği,

Görüşmede Mustafa BALBAY ile birlikte bir/birkaç gazeteci daha olduğu değerlendirilmektedir.

ERUYGUR: ÜÇ ARKADAŞIMLA BİRLİKTE YÜRÜME KARARI ALDIK

“18.2.04... Meclisin karşısında 10.30-12.0

SE- benim bir önerim var, birbirinden bağımsız, bölük pörçük hareketlerler var. Bunları bir araya getirip çoğaltmak lazım diyorum..

İS- Aynen biz de öyle düşünüyoruz. ADD'ler var. Üye sayısı 100 bini üzerinde şube sayısı 503 olmuş... Bunlar Anadolu'da çoban ateşleri gibi duruyor... Ben Aydın'a gittiğimde dönerken bu aklıma geldi..

SE- Biz bir çalışma yaptık. Öteki üç arkadaşımla birlikte konuştuk. Bu kararı aldık. Artık yürüyeceğiz. Kararı aldık. Burada arkadaşımız Plan Prens. Ali her şeyi notc ediyor. Bilgi de verecek... İlk iş olarak 3 Mart Hilafetin Kaldırılışı ve Tevhidi Tedrisat Kanunun yıldönümü. O gün büyük bir toplantı yapılacak. Biz de çağrılı olarak geleceğiz. Öteki arkadaşlarım da gelecek... Konuştuk onlarla da. hani dedim ya yüzde 1 yüzde 99'a uymak zorunda. Biz artık ona bakmıyoruz. Kendimiz yürüyoruz

İS- Bizim çalışmamız da şöyle, (çizerek) bir üçgen, en tepesinden teğet olarak yana bir çizgi, ucunda bir diktörtgen. Ortasında bir yuvarlak, çekirdek. Üçgen ADD, dikdörtgen ortak bildiriye imza atacak derneklerin temsilcileri, ortasındaki çekirdek de bildiriyi kaleme alacak olan dar grup... (metin Aliye verildi

SE- Mutlaka bir şey yapmak lazım... Zaman geçiyor... İlk iş olarak mart ayında 3 martta bunu yaparken, Denktaş’a da omuz vermek gerekli.. Belki onu da çağırırız, bizler dinleyici bölümünde otururuz..

- Kıbrıs'ta ne oluyor sizce

SE- işte orada ne olduğu tam olarak bize de bilgi vermiyorlar

- Bir bildirinin söz konusu olacağını söylemiştiniz..

SE- İşte onu biraz yazılıp çizildikten sonra yapmak istiyoruz. Şimdi, komutana, Köşk'e bilgi verildiği onların kabul ettiği söyleniyor. Bizde böyle bir bilgi yok. Yani böyle olduğuna ilişkin bir bilgi yok. Öymen'in konuşmasındaki o bölüm çok önemli..

İS- Tabii burada dengeler çok önemli. AB karşımızda ABD karşımızda, ona göre hareket etmek gerekiyor..

‘ARTIK BİZ YOLA ÇIKTIK’

SE- Evet onlar karşımızda ama bizim de gücümüz var. Dayandığımız bir güç var. buna inanıyoruz. Bunu harekete geçirmek lazım. Biz kimlerle görüştük, bilgi verelim. Anıl ÇEÇEN, Yıldırım KOÇ, Malatya, İstanbul, Samsun, 9 Eylül Rektörleri. Onlar çok heyecanlı. Malatla falan bir görseniz, bu işi yarına bırakmayalım diyecek kadar heyecanlı. Buna yeni rektörler de katılabilir. Artık bilen bilir, gören görür, biz yola çıktık..

İS- bu Turgay benin canım ciğerim. Yurtsever, buna inanın... Bakın Gürbüz de öyle. İstanbul gibi bir yerde belediye başkanlığı yapıyorsanız, burası bir de yeni imara açılan bir yerse bazı işleri racon keserek yapmanız gerekir. Ama benim sözümden çıkmaz. Şunu yap derim yapar..

SE- tamam, zaten bizim yeni staretjimiz şu: bölücü olmasın, mürteci olmasın yeter. En geniş katılımı böyle sağlarız... Ama adamın da iyice kire, çamura bulaşmamış olması gerekir..Bir şey yapmamız lazım. Bazen gece birden uyanıyorum ve ne yapmak lazım diye hayıflanıyorum..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda ‘SE’ olarak belirtilen şahsın görüşmenin yeri, içeriği ve diğer notlarla benzerliği dikkate alındığında (E) Org. Mehmet Şener ERUYGUR olduğu, ‘İS’ olarak belirtilen şahsın ise Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi İlhan SELÇUK olduğu, incelemenin geneli dikkate alındığında ise ‘Turgay’ isimli şahsın Park Holding Yönetim Kurulu Başkanı ‘Turgay CİNER’, ‘Gürbüz’ isimli şahsın ise ‘Gürbüz ÇAPAN’ olduğu değerlendirilmiştir .

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada, 03 Mart 2004 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneğinin Ankara Ticaret Odasında ‘Hilafet’in İlgası ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 80.yılı ile günümüz Türkiye’si’ konulu panele Hava Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve bazı üst düzey askeri yetkililerin katıldığı görülmüştür.

ZAMAN OLARAK NEDİR? AYLAR, HAFTALAR, GÜNLER?

“10, 17, 18 Şubat akşamları..

- Bu tür yöntemlerle bir sonuç alınamaz. Buna inanıyoruz. Her şey tamam. Artık gizleyen, saklayan da kalmadı. Bizimkiler her şeyin en az yüzde 70'inin karşı tarafça bilindiği gerçeğinden hareket ediyorlar

- Biz inanın endişeli değiliz. rahatladık..

- Zaman olarak nedir?? Aylar, haftalar, günler..

- Saat saat durum... Artık çok netleşmiş görünüyor... Yapılması gereken belli..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı diğer notlar göz önüne alındığında görüşmenin 2004 yılında yapıldığı ve bu nedenle söz konusu tarihin ’10-17-18 Şubat 2004’ olduğu değerlendirilmiştir

‘AMASYA TAMİMİ GİBİ KESİN BİR BAŞLANGIÇ’ YAPILACAK


“25.2.0 çarşamb

- Levent ve Kürşat abi ile görüşme... Heyecanlılar. Ciddi bir kararı almış olmanın rahatlığı içindeler

- Atacağımız adım çok önemli. Bunu bir anlamda Amaysa tamimi gibi düşünün. O kadar kesin bir başlangıç... Ama aynı gün Denktaş’ın da olması ciddi bir durum. Denktaş’ın öne geçmemesi gerekiyor

MB- öyle diyorsunuz ama, Denktaş zaten gündemde o öne geçer..

- Biz asıl bu toplantının öne çıkmasını istiyoruz

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 25 Şubat’ın 2004 yılında Çarşamba gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “25 Şubat 2004” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada Amasya Tamiminin ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olduğu, 22 Haziran 1919’da tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla ulaştırıldığı görülmüştür.

Ayrıca açık kaynaklarda ve incelemenin genelinden ‘Levent’ isimli şahsın belirtilen tarihte Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent ERSÖZ…‘Kürşat’ isimli şahsın ise Levent ERSÖZ ile beraber çalışan bir askeri personel olduğu değerlendirilmiştir.

ERUYGUR’A ‘DEMEK Kİ BİR ŞEYLERE SOYUNDUNUZ’ ŞAKASI

“1. 3. 04 pazartes saat 11.00

Aynı şekilde görüşme... Bizim önerimiz kabul edilmedi. Sonra en başa Şener'e gittik. Ceketi çıkarmış. Kusura bakmayın dedi. Ben de, demek ki bir şeylere soyundunuz... Gülüştük.

Levent de oturdu. Dediğiniz gibi yazılırsa, engelleyebilirler. Zaten emirleri dinlemiyoruz, bunu ilan etmenin gereği yok.

Birliktelik kurmak gerçekten zor. Biz de zorlandık ama bunu başaracağız..”

DEĞERLENDİRME

Diğer notlardan ve açık kaynaklardan yapılan araştırmada ‘Şener’ isimli şahsın (E) Org. Mehmet Şener ERUYGUR, ‘Levent’ isimli şahsın ise belirtilen tarihte Jandarma Genel komutanlığı İstihbarat Başkanı olan “Tuğgeneral Levent ERSÖZ” olduğu değerlendirilmiştir.


ERUYGUR’DAN BALBAY VE ÇÖLAŞAN’A: BLOK OLARAK İLERLEYECEĞİZ

“21 Nisan 2003 pazartesi günü

Emin ÇÖLAŞAN ile birlikte Şener ERUYGUR'la yemek. Beşevler, Anıttepedeki Jandarma Tesislerinde.. Başlangıçta imam hatip okullarına ve irtica yuvalarına operasyonlar. Bazı videolar gösterdi. Bunlarla kararlı mücadele. Çölaşan biri sordu. O da bunlar önemli değil, bir blok olmak önemli dedi. İleri gidene biraz dur, geride kala yürü diyeceğiz ve bir blok olarak ilerleyeceğiz dedi..

Bunların azgınlığından söz etti. 23 Nisanda ne yapmak gerektiğini konuştuk. Mutlaka bir duruş göstermek gerektiğini söyledi. Olamaz dedi. Bunlar böyle dedi..”


‘İZLEME, DEĞERLENDİRME SAFHASI BİTTİ, UYARI AŞAMASI BAŞLADI’

“22 Nisan Salı günü

Aslan GÜNER Paşayla Tle. görüşmesi..

23 Nisan resepsiyonuna katılmama eğilimi... İzleme, takip, değerlendirme safhası bitti. Bundan sonra uyarı ve duruş aşaması başladı dedi. Bunun ısrarla altını çizdi.

23 nisanda Meclisteki resmi törene katılırız ama, akşamki resepsiyon özel sayılır bunu öyle değerlendireceğiz..”


DEĞERLENDİRME

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada Aslan GÜNER’in belirtilen tarihte Genel Kurmay Başkanlığı Genel Sekreteri olduğu ve yazı içerisinde geçen ‘resepsiyon’un 23 Nisan 2003 tarihinde dönemin TBMM Başkanı Bülent ARINÇ tarafından verilen resepsiyon olduğu değerlendirimiştir.


‘BU İŞİ 28 ŞUBAT’TA BİTİRECEKTİK, PLANLADIK, KARADAYI BİZİ UYUTTU’

“23 Nisan çarşamba

Fatih ve ŞENEL'le Şeratonda sohbe

- Yav biz bu işi 28 Şubatta bitirecektik. Bunu o gün üç kişi planladık, Bir,Fevzi Ben. Her şeyi hazırladık. Bakanlar kurulunu dahi. Müsteşarları bulmak zordu onları da tamamladık. Karadayı bizi uyuttu. Az sonra dedi, hemen dedi. Hükümet devrilsin ondan sonra dedi..

Artık gelip 10-15 yıl gitmeden işleri hallettmek gerekiyor. Üstelik o ara AB de yoktu. Kopenhag olmamıştı. Şimdi her şey çok daha zor

Bugün durum çok kötü. Çok. Bir numara teslim olmuş durumda. Bunu lami cimi yok.

Onunla Recep arasında hat var. Hat var. Bunlar AB yasalarını tümüyle kendi çıkarları için uygulayacak. İşte imar yasası. Apartmanların altına mescit yapmanın yolunu açacak değişiklik planlıyorlar

Birin altı sağlam. Blok. Ama orası çok önemli.”


DEĞERLENDİRME

Diğer notlardaki görüşme akışından tarihin 2003 yılı olduğu ve netice olarak görüşmenin “23 Nisan 2003” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada ve incelemenin genelinden‘Şenel’in belirtilen tarihte Genel Kurmay Adli Müşaviri Tümgeneral “Erdal ŞENEL”, ‘Recep’in Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN ve ‘Karadayı’nın Genel Kurmay eski Başkanı İsmail Hakkı KARADAYI olduğu değerlendirilmiştir.


‘GERİ ADIM OLAMAZ, ARTIK BELLİ BİR DURUŞ GÖSTERİLDİ’

“25 Nısan

Aslan GÜNER’le görüşm

Artık izleme, takip dönemi bitti. Eğer anladılarsa iyi, anlamadılarsa yeniden söylenir. Biz bunları kapalı ortamlarda hep söylüyoruz. Ama artık kamuoyuyla paylaşmanın gerektiği bir durum doğdu. Tek neden türban değil. Kadrolaşma, Milli Görüş, siz de biliyorsunuz... Bundan sonra da gereken uygun platformlarla söylenecek

--geri adım

hayır.. Olamaz. Artık belli bir duruş gösterildi. Son dönemde kimileri TSK'yi başka türlü göstermeye çalıştı. Hassasiyetlerinin değiştiği izlenimi verilmeye çalıştı. Ama öyle değil. TSK bir bütündür ve hassasiyetlerini korumaktadır.

Atatürk’ün kurduğu bu rejimi korumak bizim görevimizdir.”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı diğer notlardan tarihin 2003 olduğu ve söz konusu görüşmenin “25 Nisan 2003” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden Aslan GÜNER’in belirtilen tarihte Genel Kurmay Başkanlığı Genel Sekreteri olduğu değerlendirilmiştir.


‘ÖZKÖK VE HÜKÜMET GİTMELİ. İLK HAREKET 30-60 GÜN İÇİNDE’

“Memet İLHAN’la sohbe

Her şey planlandğı gibi. 30–60 gün içinde ilk hareket. Sizin tahmininizden de öte. Çok öte. BİRİN yanısıra 59un da gitmesi gerek..

İçe kapandılar.2 aydır öyle. Aytaç paşa çok ağır konuşacak. MGKda konuşacak. Son tümce şu olsun demiş bunlar yapılmazsa kırılma yaşanır.' çok hazırlıklı gelecekler. Bunu biliyoruz. Ona göre konuşmak lazım. Aslında onlara konuşma diye de değil, doğru neyse o. söylenip tamam denmesi lazım. bunlar cevap veriyor. Öyle görünüyor


‘TÜMÜYLE BİR TEMİZLİK, SBF MEZUNU SUBAYLAR VAR’

Tümüyle bir temizlik. SBF mezunu, yerel yönetimleri bilen, eğitim almış subaylar var bu son şans olabilir. Yoksa daha kötü. Tümüyle bir yenilik. her konuda.. AB sürecini de engellemeyecek bir süreç. böyle olmalı..

Merdyanın durumu bizi çok düşündürülyor. çoğu satımlı

ABD ne yapar bizim harekete o belli değil. Acaba... BİR Numara en çok ona mı güveniyor. Olabilir.

Öz ÖR, Çetin, Tamer emekli edilirse bu iş bitmiş demektir. Ya da 27 benzeri bir şey olabilir demektir. O da kanlı olur. Komlar da öyle düşünüyor.

Irakta başarısızlık, Kıb.rısta son durum biraz rahatlattı ama, o da başarısızlık. Olay sadece irtica değiml, Türkiye kayıyor bizi örnek müslüman ülke olyarakm tanıtıyorlar İslam dünyasına olmaz..

CHPden bir şey beklenmez. Bu hareket onu hesaba katmadan yapılacak.

STKler orduyu çekiyce güçsüz kalır. Bu sistemi koruyamazb. Onlar da bunun farkında. Kemalizmi bir ideoloji olarak gösteremediğimizi biliyorlar. Bunu söylüyorlar bize.

İrtica zaferinden emin. Çok emin. Geliyoruz diyornlar

Ankarada resepsiyona katılınmadı aman Anadoluda katılırdı. Düştü Anadolu. Belki 19 Mayısta bir genelge çıkarıp türban varsa toplantıya katılammamasıılı

1-bunlar değişmeyecekb

2- bir numara değişmeyecek

3- CHPden bir şey umulamazb

4- vakit kaybetmemeli

5-bu kez tümüyle halletmeli

MGK bir istişare yeri haline geliyor. O hale getiriyorlar. Bu kabul edilemez. Yaptırımı yok. Baktım Aytaç paşa MGK da hep konuşmuş, ama o kadar. yaptırımı yok”


DEĞERLENDİRME

Not içerisinde ki 23 Nisan’a katılım sağlanmadığı ve 19 Mayıs için bir genelge çıkarılması şeklindeki bilgilerden görüşme tarihinin 23 Nisan 2003 ile 19 Mayıs 2003 arasında gerçekleştiği değerlendirilmiştir.

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada ‘59’un 14 Mart 2003 tarihinde AKP genel Başkanı Recep Tayip ERDOĞAN tarafından kurulan 59. Hükümet,‘Aytaç paşa’nın dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç YALMAN, Mehmet İLHAN’ın üst düzey bir askeri personel, “Öz ÖR”ün dönemin Donanma Komutanı Özden ÖRNEK, ‘Çetin’in dönemin 1.Ordu Komutanı Çetin DOĞAN, ‘Tamer’in dönemin 3.Ordu Komutanı Tamer AKBAŞ,‘27 Mayıs’ın 27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri dışında yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk askeri müdahale olduğu görülmüştür.

Ayrıca Çetin DOĞAN ve Tamer AKBAŞ’ın 30 Ağustos 2003 itibariyle emekli oldukları görülmüştür.

ERUYGUR: AKP’Yİ VAKİT KAYBETMEDEN PARÇALAMAK LAZIM

“27.1.0 pazartes

Saat 18.00'de Şener ERUYGURLA görüşme... 19.10'a dek. Komutanlık kapısından, meclisin karşısından giriş. Jandarma heykelleri... Döner merdivenden çıkış. Görüşme..

ABD: Görüşmelerde çok açık konuşuyorum. Bize bir türlü operasyon sonrası planlarını söylemiyorlar. Yazılı verip diyoruz yapmıyorlar. Ben onlara Türkiye'nin nasıl kurulduğunu anlatıyorum. Dikkatle dinliyorlar. Bu ülkeyi böldürmeyiz diyorum.. Büyükelçi geldi ona dedim ki Biz eğer çok zorda kalırsak delilik de yaparız. Ne yapacağımız belli olmaz. Eğer bülünürsek, siz de altında kalırsınız… Gerçekten söylüyorum. Türkiye parçalanırsa, ABD altında kalır. Bunların niyeti petrol. Bu belli oldu.

AKP: Bunların kafalarının bir bölümü çürümüş. Bu yüzden bunlardan sağlam fikir çıkmaz. Arada bir iyi fikir gibi görünse bile mutlaka sapıtırlar. Mümkün değil. Bunları orta vadedede, hatta çok vakit kaybetmeden parçalamak lazım. Şimdi bazı emareler var ama, doğrusu onlara kesin gözüyle bakamıyorum. Biraz zaman tanımak lazım görüşü var. İyi güzel de bu zaman içinde ne tür kadrolaşma yapacaklar,devleti nasıl yıpratacaklar, bunu bilmiyoruz. Bu kadrolaşmanın önüne mutlaka geçmek gerekiyor


‘KEŞKE ESKİSİ GİBİ MÜDAHALE ETSEK. GEREKİRSE… YANİ..’

Davos'a gittiler, kepazelik. Bunların derdi türbanı kabul ettirmek.. Bunlara karşı biraz sabırlı da hareket etmek gerekiyor. Şimdi eskisi gibi müdahale et.. Olmaz... (gülerek) keşke olsa, öyle bir ortam... gerekirse...yani..

CHP: çok şey bekliyoruz. Baykal’ı dikkatli, kararlı, ne yapmak istediğini bilen bir havada buldum. Kararlı görünüyor. Dedim ki, siz yüzde 65'i temsil ediyorsunuz. Öyle davranmanız lazım... onun da kendine göre değerlendirmelerivar

MEDYA: çok önemli nasıl bizim tarafa çekilir bakmak gerekiyor. Bu sizce nasıl olabilir... Tuncay ÖZKAN geldi buraya. Nasıl biri tam olarak bir not veremedim. cumhuriyette yetiştim dedi.

İtrica Operasyonu: Bu İstanbul Sultanbeyli deki operasyon. Önce alt ediyorlardı, neden dedim, üzerine gidin. Gittiler.

Biz bunlara karşı sağlam duracağız. Ama toplumun da sağlam durmasının yolunu bulmak onları birbiriyle irtibatlandırmak lazım..

Bir dosya ve CD verdi..

İlhan abi Cumhuriyette olanları, ittifakları, Akşam-Sabah Grubu ile kurulan ilişkileri anlattı..

Suriye ile ilişkiler iyileşmiş. Türkiye aleyhine bir film varmış, onun kaldırılması için rica etmişler kaldırılmış”


MEDYANIN KONTROL ALTINA ALINMASI TEK MERKEZDEN YÖNETİLMESİ İLE İLGİLİ ALT BAŞLIK BÖLÜMÜNE KONULABİLİR


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 27 Ocak’ın 2003 yılında Pazartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin 27 Ocak 2003” tarihinde yapıldığı değerlendirilmiş olup söz konusu sohbette Mustafa BALBAY ile birlikte İlhan SELÇUK’un da bulunduğu anlaşılmıştır.


AYTAÇ YALMAN: MEDYANIN ADAM EDİLMESİ, AKP’NİN BÖLÜNMESİ LAZIM

“30.1.0 Perşemb

KKK Aytaç YALMAN'LA görüşme... Önce 10 dakika sohbet sonra karavanaya. Çatıdaki Marmara Salonuna geçtik. Uzun bir generaller yemekhanesinin ötesinde. Kayu sarı kahve ağırlıklı renkler çok şık

Salonun önünde yemyeşil küçük balkonumsu yer. Duvarlarla deniz kıyısı ve insan resimleri... Ressamlarını okuyamadım havuç maddonoz çorbası, levrek, özel patlıcan... tatlılar..

Almanya gezisi: Bu gezimi sizinle paylaşmak isterim. Almanya KKK'nin davetlisiydim. Hava kötü olunca savunma bakanı helikopterini vermiş. Bana, bunu sizin için yaptı, çok önemlisiniz' dedi. Ben normal bulmuştum. Sonra bir sorun daha oldu, bunu da buradaki Amerikan komutan çözdü. Herkes için yapmazlar dedi. Buna da normal gelmişti. Almanya Türkiye'nin AB'yi kişiliğini yitirmiş olarak girmesini istiyor. Fransa ise ulusal değerler bozulmadan girilsin, eklemeler olsun istiyor. Almanya ile Fransa AB'nin nasıl büyüyeceği konusunda anlaşamadı. Almanyanan büyük bir askeri gücü yok. Küçük güçlerle sorunlara mudahale edebileckelerini düşünüyorlar. Askeri güçle desteklenmeyen bir politikanın geçerliliği de yok. Türkiye'nin ne ABD'ye teslim olmasını ne de tam AB içinde yer almasını istiyorlar

Medya: modeliniz güzel, oturmuş olmasına sevindim. Ama dikkat edin. Hatta onları kendi yanınıza çekmeye çalışın. Medyanın kesin adam edilmesi lazım. Burada işbirliği yapmamız lazım

AKP: Bunların kesin bölünmesi lazım. Bu kadar bütün bir parça olmaz. İçlerinde değişik sesler var. Bu bize de geliyor. Erdoğan gelince daha da gerginlik olacak. Öyle tahmin ediyorum. Erdoğan devleti tanımadan konuşuyor. GÜL da YAŞ'ta askerlerle tanıştı. Orada ciddi bir hata yaptılar. Anayasaya karşı çıkmış oldular..

Bizimle uğraşıyorlar. Benim aleyhime, ordu aleyhine, dinsizdir demeye çalışıyorlar. Ama halk bunları yemez diye düşünüyorukm

CHP: Deniz beyin kendine göre hesapları var. Ben şunu gördüm, CHP'liler devlete çok yakın durursak oy kaybederiz havasında görünüyor. Sezdim bunu. Mesela son görüşmemizde bir şey dediler sonra verdiği demeçle bunun tersine düştü. Ben ona açık açık her şeyi söyledim. sizden çok şey bekleniyor dedim..

CB: ona çok saygı duyuyorum. Kendisine de söyledim. TSK olarak sizinle gurur duyuyoruz, sizin gibi bir CB ile olduğumuz için çok mutluyuz dedim. Görüşlerimizi kendisine açıkça söyledim. Yalnız olaylara sadece hukukçu gözüyle bakıyor. Olmaz. ama kadrolaşmada falan çok hassasb..

Irak: ABD'nin hesabı kesin işi bitirmek. Bir günde bitirmek... 1 Şubat 03 tarihli yazım, onun söylediklerinden esinlenerek... Meclis işin en kritik ayağı. Bakalım orada ne olacak. Biz şu değerlendirmeyi kesin yapıyoruz, eğer K. Irakta bir Kürt Devleti olursa bu domino etkisi yapar ve bizi de etkiler. Buna izin vermeyeceğiz

Kıbrıs: Gittik Denktaşa destek verdik ama, şu da var ki, Denktaşla toplum arasında bir uzaklık oluşmuşb. Bu çok acı. Ortada gezinip duran bir başbakan bir hükümet var. Etkinliğini yitirmiş. Muhalefet gemlişmeleri belirliyor. Böyle olmaz. Tabii muhalfetin küstahlaşmasında AKP'nin rolü var. Onlar Erdoğanı dinledikçe cesaret alıyor... Abdullah GÜ
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Mar 21, 2009 10:47 pm    Mesaj konusu: BALBAY'IN DARBE GÜNLÜKLERi Alıntıyla Cevap Gönder

BALBAY'IN DARBE GÜNLÜKLERİ
17 Mart 2009 07:44
(devam)

Kıbrıs: Gittik Denktaşa destek verdik ama, şu da var ki, Denktaşla toplum arasında bir uzaklık oluşmuşb. Bu çok acı. Ortada gezinip duran bir başbakan bir hükümet var. Etkinliğini yitirmiş. Muhalefet gemlişmeleri belirliyor. Böyle olmaz. Tabii muhalfetin küstahlaşmasında AKP'nin rolü var. Onlar Erdoğanı dinledikçe cesaret alıyor... Abdullah GÜL bir paketle adaya gidecek. Bir harekat yapılacak. 28 Şubaan sonra ne olacağına karar vermek gerekiorb”


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 30 Ocak’ın 2003 yılında Perşembe gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “30 Ocak 2003” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada ve incelemenin genelinde ‘Erdoğan’ın Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN, ‘Baykal’ın ise CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL olduğu değerlendirilmiştir.

‘AB, MA BE DİNLEMEYİZ, NE AB’Sİ YAAA!

“12 Eylül perşemb akşam çalgan'da yemek.

Yücel Yener, İhsan Erbaş (müsteşar), Erdal Şenel(Tümg. Gen Kurm. Aldi Müş), Engin AYDIN, Birkan ERDAL..

EŞ- AKP yükseliyor. Tek başına iktidara gelebilir. Bunlar Erbakan'dan daha beter. Erbakan'ı ararız. Laikliği sulahdırmak isteyeceklerdir. Merkez sağdan bir kişi onlara geçecekti, sordular. cemsede size de yer ayıralım' dedim... Öyle bir şey olursa AB, ma be dinlemeyiz. ne AB'si yaaa..

30 Ağustosta Yılmaz'ı çektim, ya bu seçim kararını niye aldınız' dedim. Bir şey diyemedi... böyle şey olmaz...

Turgay CİNER yurtsever adamdır... Dağıtım tekelinin kırılması iyi oldu...”


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 12 Eylül’ün 2002 yılında Perşembe gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “12 Eylül 2002” tarihinde yapıldığı,

Diğer notlarda Yücel YENER TRT Genel Müdürü, İhsan ERBAŞ Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Erdal Şenel Genelkurmay Adli Müşaviri, Engin AYDIN Adalet Bakanlığı Danışmanı ve Birkan ERDAL’ı da KİT Komisyonu Başkanı olarak belirtildiği görülmüştür.


SEÇİM SONUCU YORUMU: FETHULLAH İKTİDARI

5 Kasım Salı günü akşamüzeri Genkurm. Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal ŞENEL'le görüşme..

Çok bozuk... Seçim sonuçlarını Fethullah'ın iktidarı olarak yorumladı. Bunların başlangıçta takıye yapacağını, Fethullah gibi kendini gizle, çok güçlü olduğun an ortaya çık modelini benimseyeceklerini söyledi

İçim acıyor.. Bu kadar olamaz dedi... Çocuklarımı düşünüyorum, Mustafa Kemal Türkiyesi bu olmamalı dedi... TSK'nin dimdik ayakta olduğunu gerekeni yapacağını söyledi.

Aynı gün saat 19.00 sıralarında Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç YALMAN aramama yanıt verdi.

Bunu öngörmediklerini, hatta tam tersini düşündüklerini yani AKP ile CHP'nin yer değiştirmesi gerektiğini, bunu beklediklerini söyledi. Dikkatle izlediklerini, başlangıçta hemen tepki vermenin uygun olmayacağını söyledib, en azından bir mesaj deyince, o olabilir dedi. 10 Kasım var önümüzde o olabilir dedi.”


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 5 Kasım’ın 2002 yılında Salı gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “5 Kasım 2002” tarihinde yapıldığı değerlendirilmiştir.


BALBAY: YALMAN, YAYINLAYACAĞI BİLDİRİYE BANA BAZI EKLER YAPTIRDI

“8 Kasım saat 10.15 KKK Aytaç YALMAN'IN makamında görüşme..

Bugün yayınlanacak bildiriyi okudu. 10 Kasım nedeniyle ilk kez, Atatürk'e raha uyu ve bize güven... diye bitiyor bildiri bana da bazı ekler yaptırdı.

Sonra yazılmamak üzere söyledikleri

YALMAN: MİLLET DEĞİL ÜMMET İRADESİ

- Bu seçim sonuçlarına millet iradesi diyemiyorum. Bu ümmet iradesi. Demek ki biz daha ulus olamadık. Bu onun yansıması. Üniter devleti kurup halkı uluslaştırmak o kadar kolay değil. Aydınlanma hareketini tam olarak tamamlayamadık

- Oyum şahsen CHP'ye idi. istedim ki, AKP'nin yerinde CHP olsun, olmadı. Ama şimdi CHP'nin de AKP'ye bu kadar yanaşmaması gerekli. Ne öyle, yakınlaşmalar, öneriler, ortak hareket edelimler. CHP yerini unutmamalı

- Bu seçim sonuçlarından sonra hemen ABD'nin sevinmesi, İstanbul sermayesinin sevinci desteği olayın çok geniş boyutlarının olduğnu gösteriyor. Bu orduyu da zayıflatma, etkisini azaltma girişimleri. Güçlü ama içte etkisiz bir ordu isteniyor. Biz bunun farkındayız

- AKP'nin ileride ne yapacağını hesaplamak istemiyoruz. Ne olursa ne olur diye bakmıyorum. Dileriz germezler ama herkes gibi bizim de kafamızda kuşkular var. Bizim bu açıklamalarımız zinde güçlere bir kuvvet verir diye bakıyoruz

- Bu seçimin tek yararlı yanı, Mesut YILMAZ'IN Tansu ÇİLLER'İN gitmesi oldu. Yoksa onların başka türlü gideceği yoktu. Onlar yönetimiyordu. Ben MGK'da biliyorum. Her şeyi görüyorduk. yönetemiyorlardı

- Cumhuriyet nasıl gidiyor? Tek gazete kaldınız söyleyeyim... Ama bu Çapanlardan kurtulun. Onların altında çapanoğlu var bilesin... Bu gazeteye Atatürk ad vermiş, size para koyanın da temiz olması lazım”


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı yazı içindeki akıştan ve görüşülen konuların içeriğinden görüşmenin 2002 yılında yapıldığı dolayısı ile söz konusu görüşmenin “8 Kasım 2002” tarihinde yapıldığı değerlendirilmiştir.


YALMAN: ALTIMIZ İÇİN MESAJ VERMEMİZ GEREKİYOR

29.11.0

Dün KKK Telf. anadı

- Hiç mutlu değilim.. İnan ki. Benim düşündüğüm davranış tarzı bu değildi. Bu ziyaret hiç olmamalıydı. Bu Arınç''ın türban olayından önce planlanmış, randevu alınmış. Ben hiç değilse kapıda şöyle bir açıklama yapılmasını istedim son dönemde yaşanan olaylara karşın, milletimizin iradesine duyulan saygının gereği'…

Bunu birinci kabul etmedi. bir tek millete duyulan saygı gibi olabilir.. Senin iki gün önceki yazını çok dikkatle okudum. Tamamen katılıyorum. Sen benim ne düşündüğümü biliyorsun. Ama bir dönem böyle olacak... Tabii ekonomik durum var bir de AB var. Bu AB adı altında her şeyi yapacak bunlar. Çok kritik bir eşikten geçiyoruz. Biz de ekonomiyi bozan taraf olmak istemiyoruz

MGK için notlar hazırlıyorum. Kodrolaşma sorununu gündeme getirceğim Arınç'ı ziyaret gir-çık olacak. Hiç olmaması daha iyiydi ama, böyle olacak bizim bu tür mesajları içimiz yani altımız için de vermemiz gerekiyor. Anlıyorsunz değil mi”


DEĞERLENDİRME

Diğer notlardaki görüşme akışından tarihin 29 Kasım 2002 tarihinde Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK ile Kuvvet Komutanlarının Meclis Başkanı Bülent ARINÇ’a gerçekleştirdikleri ziyaret gününde yapıldığı değerlendirilmiştir.

ERUYGUR: YAPILMASI GEREKEN KORKUTUP YERLERİNDE TUTMAK

“30 Kasım cumartesi günü Jandarma Genel Komutanı Org. Şener ERUYGUR'LA 75dakikalık sohbet..

Saat 14.25'te kapıdaydım. O da hemen önce çıktı... Yaveri ile çıktık. Girişte, jandarma heykelleri, jandarmalar Atatürk'e bakarken temsili kabartma heykel birinci katta. Üst kattaki makama çıkarken yine kabartmalı heykeller 14.29'da görüşme..

- Ben bu sabah neleri konuşabiliriz diye notlar aldım. (elindeki 8-15'lik kartın önü arkası dolu) önce şunu söyleyeyim, seninle iki yurtsever olarak konuşacağız. Bunların hiçbir şekilde güncel olarak kullanılmayacağını düşünüyorum... (ben elbette dedim) Türkiye'de birinci görev aydınlara düşüyor. Durumun farkında olmalılar. Şunu bilmek gerekiyor ki, bunlar değişmez. (AKP'lilerin kastediyor). Kimileri belki değişmiştir, şudur budur diyor ama, kesinlikle değil.

- Bunlar cumhuriyetten, cumhuriyetin kazanımlarından intikam almak için gelmişler. Bunu MGK'da da gördüm.

- Yapılması gereken nedir? Şimdi darbe olmaz. 28 Şubat benzeri durum da zor. Artık tecrübe de kazandılar. Ama, yapılacak şu, korkutup yerlerinde tutmak, kendi hedefleri bakımından bir şey yapamacakları bir yerde tutmak. Biz bunu yapmaya çalışacağız

- Bunların 28 Şubat, Refahyol gibi bir deneyimi var. Oradaki hatalara yapmayabilirler

- Burada medyanın görevini yapması önemli. Çok azsınız, bir Emin ÇÖLAŞAN'I biliyorum. Bekir COŞKUN... Cumhuriyet yazarları genel olarak iyi. Belli bir çizgide devam ediyorlar. Bu arada sorayım; Cumhuriyet'te ne oluyor, satılıyor, Ciner, Karamehmet hisse aldı diyorlar... (ben durumu ayrıntılarıyla anlattım. İlhan SELÇUK'UN altın üçgeninden söz ettim... Dikkatle dinledi. Bağımsızlığını koruyacaksa sorun yok, dedi. Sonra medyadaki bozulmadan söz ettim. Medya gücü yok, güçlerin medyası var dedim... O da tüm medya kötü olmaz ya dedi, arada çıkar sizin gibiler.

- Ben yarbaylığımda birinci ordu komutanımızla Çetin DOĞAN'LA birlikteydim. 12 Eylül döneminde Yarbaydım. Çetin arada şeyleri olur ama, iyidir. Yurtseverliğinden kuşku yoktur. O zaman bizim İstihbarat Daire Başk. Suat İLHAN'dı. 1979 ya da 80'in başları... Neden bu hale geldik yazın bakalım dedi. Ben de bir şeyler karaladım. Başımıza ne geldiyse Atatürkçülükten saptıığımız için geldi dedim. Buna inanıyorum, bu yüzden geldi. İlhan aldı benim yazıyı, her tarafını çiziyor. Susup dinlemem lazım ama, haddimi aştım, komutanım ne yapıyorsunuz dedim. O da, senin sol elin kuvvetli' dedi. Ben de efendim kuşkunuz varsa atın dedim. O da, hayır dedi, biz ileride bizim yerimize gelecek olanlar üzerinde ayrıca eğiliriz dedi. Bana bir kitabını göndermiş. Teşekkür için aradığımda hatırlattım. Güldü. o biraz Türk İslam sentezine yakındı

- CHP adam olsa... Mecburen oy verdik. Kızım aradı, baba ne yapacağız dedi, ben de mecburen CHP dedim. Baykal... Niye yardımcı oluyorsun be adam. Erdoğan, kamu düzenini bozucu suç işlemiş. Bu hiç yok mu sayılacak. Acaba Baykal, Erdoğan dışarıda kalırsa daha kötü olur, mazlumluk devam eder diye mi düşünüyor. CHP'ye önemli görev düşüyor


‘MGK’DA YÜZLERİNDE KORKU VE İHANET VARDI’

-(benim sorum üzerine) seçimlerde bizim subay astsubayların oy kullandığı yerlere baktırdım. Subaylarda sorun yok. Genel olarak iyi. Astsubaylar arasında biraz var. O zaten öteden beri öyle..

- Kurtuluş bunları ya bölmekte ya da çekilmeye zorlamakta. İçlerinde bir dağınıklık var gibi görünüyor. Arınç ayrı havada, Gül yerleşmek istiyor. Erdoğan bir an önce oturmak istiyor... Böyle bir değerlendirmeyi birkaç kişiden dinledim.

- MGK'da yüzlerinde korku ve ihanet vardı. Çok net... Hem korkuyorlar hem de ihanet içinde olduklarını biliyorlar. Orada bize, efendim biz cumhuriyetin temel ilkelerine, değerlerine saygılıyız dediler ama, bunun takiye olduğu belli oluyordu. İnanmak mümkün değil. Bunların değişmesi mümkün değil. Kafa öyle yetişmiş.

- Abdulkadir AKSU'yla amir-memur bağlantımız var. Benim yanıma sürtünerek yılışarak geldi. Cumhurbaşkanı, bu tür namaz gibi, türban gibi gösterisel şeyler yapmayın dediğinde neden bir daha olmayacak demedin dedim. Gülerek, konuşturmadı ki dedi.

- Burada göreve gelince baktım yazılımlar, harfler değişik. Biri ötekine uymuyor. Yanımdakiler, bak oğlum dedim, beni manyak falan sanma ama, bu hafrlerin yazılımı Atatürk devrimlerinde tarif edildiği gibi olacak. Buna uyan az olur ama, yine de birkaç kişi uysa iyidir' dedim. Harf devriminde hangi harfin nasıl yazılacağı da tarif edilmiştir.

- AB'ye giriş... Şimdi bunlar bizi AB'ye almayacaklar. Bunu Erdoğan da biliyor. Ama bazı şeyleri AB üzerinden yaptırabileceklerini bildikleri için böyle davranıyorlar. Temel amaçları, ordunun işlevini zayıflatmak. ama buna biz izin vermeyiz

- Türkiye'de İslami bir yönetim konusu zaman zaman gündeme gelir. Ancak bunu biraz ABD'nin de kafasına soktular. ABD'nin de kafası karışık.

- Abd Elçisi Pearson ziyarete geldi. Öteki makam odamda, orası da güzeldir. Önü Atatürk Orman Çiftliğine bakıyor. Bakın dedim, Atatürk olmasaydı biz de bugünkü Afganistan gibi olurduk. Bunun şakası yok. Kafanızda bu ülkeyi yıkmak olabilir. Belki başarırsınız da, ama altında siz de kalırsınız. Hiçbir şey demedi. Dondu durdu. ne doğru söylüyorsunuz dedi, ne bunlar yalan dedi..

- PKK, K.Irak'ta 5 bin adamı barındırıyor. Bunlar hala Güneydoğu'da tek kişi görünce saldırıyor. Genel duruma hakimiz ama, hala varlar...

- Aydınlar belki bizi hala faşist ordu diye bakıyor. Bizim tek başına yapabileceğimiz bir şey yok. Bunu toplumun yapması lazım. Onların harekete geçmesi gerekiyor

- AKP'ye oy verenlerin dağılımı sizin de dediğiniz gibi, Zonguldak'ta sol, Rize'de ANAP, Isparta'da DYP, Konya'da Milli Görüş, Yozgat'ta MHP tabanı bunlara kaydı. Zaten yüzde 34'ün hepsi mürteciyse koyver gitsin. Yapacak bir şey kalmadı demektir. Bunlara giden oyların çoğu ödünç..


BALBAY: İRTİCA BASINININ ÖZKÖK ÖVGÜSÜNE DOKUNDURDUM

- (ben hafiften irtica basınının Özkök'ü övmesine dokundurdum... Aman bu konu çok hassas, bunu içimizde bütünleşerek halletmek gerekiyor. Onlar ikilik çıkarmaya çalışıyor. Zamanla komutanımız da görecekolanı biteni

- (ben ziyaretleri gündeme getirdim. Arınç'a gidip 3 dakika kalma... Ben zaten gitmekten yana değildim, hiç gitmeyelim dedim. Ama bu da etkili oldu. Elini dahi sıkmadım. Uzattı hafif sıktıktan hemen sonra, haydii gibilerden elimi hafif yukarı kaldırarak çektim, dedi…

- Bu irtica propagandasının karşısına televole kültürüyle çıktık. Onlar, propaganda yaparken, Atatürkçülük eşittir televole dediler. Medyanın bu hali nasıl düzelir bilmiyorum”


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 30 Kasım’ın 2002 yılında Cumartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “30 Kasım 2002” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘Arınç’ın dönemin Meclis başkanı Bülent ARINÇ, ‘Gül’ün dönemin Başbakanı Abdullah GÜL, ‘Erdoğan’ın dönemin AKP Genel Başkanı Recep Tayip ERDOĞAN, ‘Özkök’ün dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK, ‘Ciner’in Park Holding Yönetim Kurulu Başkanı Turgay CİNER, ‘Karamehmet’in ise Çukurova Holding Başkanı Mehmet Emin KARAMEHMET olduğu değerlendirilmiştir.


KILINÇ’TAN GÜL’E: SENİN YERİNDE OLSAM KARININ ÖRTÜSÜNÜ ÇIKARIRIM

"22 Aralık Paza

Tuncer KILINÇ'LA TRT programından sonra saat 12.00'de görüşme... Bu kez kultukların olduğu yerde değil, daha dar oturma grubunda. Pazar günü, kimi görüşmeleri daha rahat yapıyormuş. O yüzden makamda

Kıbrıs: Orada bir sürü itler, satışmışlar var. Adamların ulusal şuuru yok olmuş. Hayretle bunu görüyoruz. Tabii işin öteki ucu da Denktaş bir plan yapmamış. Bunca yıl işbaşındalar bir hazırlıkları olması gerekirdi. Planınız var mı diye sordum, Genelkurmayla hazırlayacağız, diyorlar. Olmadı ki.

Irak: Bizim ABD'yi üzmeden, Saddam'ı karşımıza almadan bu işin içinden nasıl çıkarız ona bakmamız gerekiyor. Şimdi ABD'den bazı şeyler isteyelim diyen var. (ben Baykal'ın canlı yayından sonra, Irak'taki işbirliğinin karşılığı olarak ABD'nin KKTC'yi tanımasını isteyelim, dediğini anımsattım.) Siz ABD'den ne isterseniz, ABD de mutlaka karşılığında birşey ister... Bunu unutmamak lazım. Bir asker dahi yurtdışına göndersek, bir asker dahi çağırsak mutlaka meclis kararı gerekir.

Özkök: Hilmi ÖZKÖK paşayla ben en samimi konuşabilecek kişilerden biriyim. 1965-66 yılıydı. Çorlu’da görevliyim. Bunlar, Hilmi ÖZKÖK, Hüseyin KIVRIKOĞLU, Çetin DOĞAN geldiler. Havacı ayrılmışlar ama, havacı olarak çok yükselemeyeceklerini düşünmüşler, bu yüzden de vazgeçmişler, karaya dönmüşler. Özkök, üsteğmen... ev bulamamış. Komutan beni çağırdı, Tuncer, Hilmi açıkta. Sen kiraladığın evde tek başına oturuyorsun. Seninle otursun' dedi. Benim de iki odalı bir bağ evim var. Komutanım, biriki gün düşüneyim dedim. Sonra olur dedim. İki yıl beraber kaldık. Bu yüzden ben ona istediğimi rahat söylerim. Bu TBMM başkanıyla görüşeceğinin basında çıkmaya başlamasından sonra, tam MGK öncesinde yarım saat kadar bir araya geldiğimiz sırada, komutanım herhalde bu ziyarete gitmeyeceksiniz, dedim. Soğuk baktı. Sen olsan ne yapardın dedi, ben gitmezdim dedim. Bunlar daha gelir gelmez türbanla gösteri yapmaya giriştiler, olmaz dedim... oteki komutanlar da gitmemekten yanaydı. Sonuçta ziyaretin çok kısa yapılması ama, medyanın çağrılarak makamın ziyarete yapıldığının açıklanması görüşünde birleşildi. Ama o sözleri de söylemedi. Kaygılarını anlıyorum ama, Genelkurmay'da kimse tek başına bir şey yapamaz. O bakımdan, rahat olun

İmam Tahipler: Radikal'in muhabiri geldi. Konuştuk. Bunlar sohbet dedim. Bir tek imam hatiplere kızlar alınmasın görüşümü yazayım dedi. Ben de yaz dedim. O benim eski görüşüm. Bizde imam kız var mı? Bunun ardından dincilerin yayınlarına cevap vermek olmaz. Tabii bunu başkalarının vermesi gerekiyor. Genelkurmay da burayı biraz sivil görür. O yüzden pek karışmak istemezler.

MEDYA: Bu medya ile ilgili mutlaka bir şeyler yapılmalı. Böyle gidemez. Bilmiyorum, toplayıp konuşmalı mı... Önümüzdeki günlerde belki öyle bir şey yaparız.

Gül'e: Ben senin yerine olsam, karının örtüsünü çıkarırım. dedim. Kendi kararı dedi. Ben de insan karısına hakim olamaz mı dedim. Bunlar bize iyi yaklaşmaya çalışıyor ama, değişmediler

Erdoğan: Ona da AB'ye gidiyorsun, onların ikiyüzlülüğünü yüzlerine vur dedim. yapamadı. Bunlar AB'yi kullanıyor. AKP iktidarda bölünür diyorlar. Öyle emareler de var ama bakalım

Ağar: DYP'nin başına geçti ama toparlayabilir mi bilmiyorum. Bana kalırsa zor toparlar. örneğin, sizin taban onu teper..”


DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 22 Aralık’ın 2002 yılında Pazar gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “22 Aralık 2002” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘Gül’ün dönemin Başbakanı Abdullah GÜL, ‘Erdoğan’ın dönemin AKP Genel Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, ‘Ağar’ın dönemin DYP Genel Başkanı Mehmet AĞAR,‘Baykal’ın ise CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL olduğu değerlendirilmiştir.

BALBAY: AKP 2 ADIM ATTI, 1,5 ADIM GERİ ÇEKİLDİ, YARIM ADIM ÖNDELER

“30 Aralık 200

KKK ile saat 12.004de görüşme. 12.45'te başlayabildi. İlhan SELÇUK'la. Bizden önce Gönül vardı. Yarım saat için diye gelmiş. 12.00'de görüşmesi bitecekmiş ama, uzamış. Gönül'le bu irtica işlerini konuşmuşlar. Gönül, Yalman'a, :sizin için Ahmet Emin YALMAN'IN akrabası diyorlar, demiş. Yalman, dönmeymiş de onunla ilintilendirmeye çalışıyorlarmış. Bir de, doğuda, güneydoğuda orduya dinsiz diyorlar, demiş... Bu tür propagandalara hazırlanıyorlar anlaşılan

MB'ye: çok güvenilir bir gazeteci. Bakıyoruz, yüzde yüz güvendiğimiz bir tek o var. Ötekilere de güveniyoruz ama yüzde 60,70. Bu kadarı çok az. Çok genç ve dürüsün ve dirayetli bir arkadaş..

Irak: Orada biz belli miktar varız ama, çok da varız denmiş. Türmkenlerin durumu önemli. Bizim bağlantı noktalarımızdan biri. Amerikalılar çok şey istiyor tabi ama bizim hepsini yapmamız çok zor. olmaz yani..

Bakın şunu çok açık söylüyorum, Kuzey Irak'ta Kürt Devleti kurulursa Güneydoğu elden gider, Türkiye bölünür. Bunu açık açık söylüyorum. Ben oralarda yıllarca kaldım. Irak'ta federasyon da olmaz. Belki kantonlar şeklinde düzenleme olabilir..

Savaş olsun olmasın diyorlar ama, savaş sürecindeyiz. Yani savaş başladı, içindeyiz... Ben öyle görüyorum. Bu petrol, enerji kaynaklarına ulaşma savaşı. Bakın, Afganistan'dan yeni raporlar geldi, orada müthiş maden ve doğal gaz yatakları varmış. ABD bu enerji yataklarına hakim olmak istiyor

AKP: bunlar değişmedi. Bilmiyorum siz ne tavsiye edersiniz. Biz dikkatle izliyoruz. kadrolaşamlaranı, devlet kurumalrına zararları çok önemli bizim için. Balbay, bunlar iki adım attılar, 1.5 adım geri geldiler, yarım adım öndeler diyor ama, önümüzdeki günlerde duyacağı haber onu da geri attırdığıımızı, hatta bizim bir adım önde olduğumuzu gösterecek. Bunu ben söyleyemem. YAŞ'ta yaptıkları Avrupa İns. Hakl. Mahkemesine de aykırı..

Yolsuzluklar: Ben işi gücü bıraktım bununla ilgineniyorum. Savaş yapmak kolay. Asıl olan bunlarla uğraşmak. Ben jandarmadan beri ilgiliyim. Engin AKÇAKOCA'yı çağırdım, ne oluyor bankalarda anlat dedim. Anlattı... Bunları bir rapor haline getir dedim, bir ay oldu getirecek... Takip edeceğim.

Karamehmet: Onun da bir beck to beck olmuş. Kendi firmasına krdei açmış. Bunun olmaması lazım. Fazla tanımıyorum adamı ama, fazla itimat telkin etmiyor. (bir rapor.....

Medya: bunu ben her toplantıda dile getiriyorum. Gerekirse, biz medya kuralım diyorum. Sadece Cumhuriyet'le olmaz bu. Aydın DOĞAN geldi buraya oturdu. Gazetene para verip almam bunu bil. Hürriyeti bu hale getirdiniz dedim. O da onlar özgür falan diyor. Aydın DOĞAN bana Tuncay'ın transferinin nasıl olduğunu anlattı. Her şey dönmüş. Ciner başka bir insan. Ben onun Suriye’de fabrika kurmasına yardımcı oldum..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmemiş olup diğer notlardan yılın 2002 olduğu, netice olarak görüşmenin “30 Aralık 2002” yılında gerçekleştiği,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘KKK’ ve ‘Yalman’ın belirtilen tarihte Kara Kuvvetleri Komutanı olan Aytaç YALMAN, ‘MB’nin Mustafa BALBAY, ‘Engin AKÇAKOCA’ isimli şahsın dönemin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı, ‘Karamehmet’ isimli şahsın Çukurova Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Emin KARAMEHMET, ‘Tuncay’ ismi ile şahsın operasyonu kapsamında gözaltına alınan gazeteci-yazar ‘Tuncay ÖZKAN’, ‘Ciner’in ise Park Holding Yönetim Kurulu Başkanı ‘Turgay CİNER’ olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada dönemin Milliyet gazetesi yazarı Tuncay ÖZKAN’ın 1 Temmuz 2002 tarihinde Çukurova Medya Grubuna Başkanlığına getirildiği görülmüştür.

ERUYGUR: BU KÖPEKLER VAZGEÇMEYECEKLER

“Saat 16.00 Jandarma Genel Komutanı Şener ERUYGUR'la makamında görüşme... 75 Dakika

Necip HABLEMİTOĞU'nun KÖSTEBEK aldı basılmamış kitabının fotokopisini ve Ergun POYRAZ'ın PATLAK AMPUL kitabıın verdi. Bir de La Traviata oyunuyla ilgili yazısını verdi. Çok ilginç, militanca bir yazı...

Medya: çok yakınıyor. Nasıl böyle oldu diyor. Anadolu Basıhnıyla ayrıca ilgilenne kararı aldı... Öteki gazetkelerden olumlu olanlarla görüşmek istiyor

Irak: Hani bir şarkı var ya, kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına, durum o. Kapıldık bir rüzgara gidiyoruz. Uzun ince bir yol bu. ABD kararlı. Ben ABD elçisine seçimden önce öteki binada, AOÇ'yi gören binada her şeyi açık açık söyledim. Bakın dedim, siz bölgede haritayı yeniden düzenlemek istiyorsunuz. Bu girişim TC'yi bölebilir. Ama bizim tarihimiz çok derinlik, bölerseniz bu derinliğin içinde kalırsınız. Siz de çok zarar görürsünüz... Bunlar böyle. Ama istedikleri hemen olmaz.

AKP: Bu köpekler yapmak istediklerinden vazgeçmeyecekler. Mümkün değil. İki uç var, hemen erken hareket etmemek gerekiyor. Edersek bir karmaşa olursa hemen bundan yararlanmak isteyebilirler. Ama geç de kalmamak gerekiyor. Çok hassas bir denge... Dikkatle izliyoruz. En büyük kadromuz kadrolaşma girişimleri. Çok hızlı çalışıyorlar. Mesela Haşim KILIÇ gizlice İçişleri Bakanlığına geliyor, Anayasa değişikliklerine katkıda bulunuyor. Neden yapıyor? Onlardan..

YAŞ: Bunlar YAŞ'ta bir şey yaptı. Bu hiç önemli değil. Biz onu hallederiz. tartışma çıktığında.. Hemen çağırdım evladım dedim, bu 7 dosayya ek yok mu biraz daha ekleyin, şöyle 20'ye yaklaştırın dedim... ama masum kişilerse atmak da olmayacaktı, o yüzden orada bıraktık. Biz bir dahaki sefere bu rakamı 3 katına çıkarırız görürler...

Bunu hallederiz asıl olan kadrolaşmalarına engel olmak

Ben olabildiğince insanları cesaretlendirmek istiyorum. Mesela Yaşar YAKIŞ'IN karısı AKP nedeniyle ayrılmış. Arkadaşlara faks çekin dedim. Cesaretlendirin. bunu yapacağız. Topumu dirileştirmeye çalışacağız.. Başarırız buna ninaıyorum. Halkımız bu kadar da boş değildir. Öyle düşünüyorum. Zaten bunlara oy verenlerin tümü irticacı ise bırakalım gitsin. Ama değil. Her şeye rağmen 1919'dan kötü değiliz..

Ben çağdaş giyim esastır diye broşürler hazırlattım, gönderiyorum. Atatürkün zamanında kadının özgürlüğünü, giyimini gösteren fotoğlaflardan broşür yaptırrdım. MGK'da hiç yeri olmadan, lafım kesilmesin diye çıktım irticayı konuştum…

Bunları orta vadede parçalayabiliriz... Asıl iş CHP'de. Onların bir şeyler yapması lazım. Onlardan uygun olanları cesaretlendirmek lazım”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmemiş olup diğer notlardan yılın 2002 olduğu, netice olarak görüşmenin “30 Aralık 2002” yılında gerçekleştiği değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada 25 Aralık 2002 tarihli bir ulusal gazetede dönemin bir bakanının eşinin kızıyla birlikte evi terk ettiği görülmüştür.


KILINÇ: AKP’Yİ SADECE YASAL ÖNLEMLERLE DURDURMAK MÜMKÜN DEĞİL’

NÇ: BU AKP’Yİ SADECE YASAL ÖNLEMLERLE DURDURMAK MÜMKÜN DEĞİL

“16 Temmuz 2002'de

MGK Genel Sekreteri Org. Tuncay KILINÇ'LA görüşme..14.00-15.05 arası- makamınd

Makam koltuğunun yan karşısında yine Türkiye'nin Kafkas ve Balkanları da içine alan büyük bir haritası 3'e 2 gibi bir ebatt

-Yeni oluşum çok önemli. Ben temas halinde olduğum sanayi odalarıyla konuşuyorum, destekleyin diyorum. Neden? Türkiye'ye bir heyecan lazım. Bu AKP'yi sadece yasal önlemlerle durdurmak mümkün değil. Milli Görüşün oyu 17-18. bunun büyük bölümünü Erdoğan alsa 11-12 eder, ötekine de yüzde 5-6 kalır. Ama bunlar anketlerde 20'nin üzerinde çıkıyor. Bunlara giden tepki oylarını bir başkasının alması lazım

- Şimdi bu Cem'i ben pek tanımam ama, bir şey yapmak istiyor. Anketlerde asıl lider olarak Derviş görünüyor. Onu da almaları lazım. Sadece Cem'le olmaz

- Şükrü Sina'ya falan söyledim ben, CHP'ye git, burada artık ikbal kalmadı dedim. Öyle. Ecevit nereye kadar götürebilir

- Siyasete bakıyorum, anarşi var. Evet bu anarşi. Böyle şey olmaz. 30-40 parti seçime girecek. Bölünecek. Bunun adı anarşi. Düzeltilmesi lazım

- Vatandaştan çok tepki mektubu geliyor. (birini okudu) siz orada ne iş yapıyorsunuz. Mustafa Kemal sizi görse de der. Dil o kadar önemli ki, bunlara Kürtlere biz mi dil verecğiz. Vatanın parçalanması demek. Siz Osmanlı Paşası gibi memleketin batışını mı izleyeceksiniz..

- Irak konusu tatsız. Amerika kararlı. Bizim de fazla bir çıkışımız yok. Bütün işimiz bunlarla. Sonra, bunlar bize AB'den daha yakın. Irak'ta devlet zaten oluşmuş. Biz görmezden geliyoruz, o kadar. Bunu da nereye kadar yapabiliriz.

AB konusu pentatlon salonuna benziyor. Önce basit engeller gelir. Onları geçersiniz, giderek ağırlaşır. Bunların en ağırı İtalyan çukurudur. NATO ülkeleri arasında tatbikatta İtalyanlar çukurda kalmış o yüzden. Biz orada kalabiliriz. bir de İrlanda masası var..”

DEĞERLENDİRME

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada ‘Cem’in eski Dışişleri bakanı İsmail CEM, ‘Derviş’in ise Devlet eski Bakanı Kemal DERVİŞ olduğu değerlendirilmiştir.

‘ERUYGUR’UN ÖNÜNE AYIŞIĞI’NI, ÖRNEK’İN ÖNÜNE SERVETİNİ KOYMUŞLAR’

“8 Eylül 2004 Çarşamba..

Memet Abi geldi... Benim Leventle görüşürken, karşıdan resimlerimi çekmişler. Önlerine koymuşlar... Özensiz davranmalar. İstifa etmeyecekmiş bütün gözler Yaşarda... Konuşma çok iyiydi ama, ekime kadar bakmak gerek. Bakalım ne yapacak

Şeney Abinin durumu ilginç. Önüne bilgisayar disketlerini döküp koymuşlar. AY IŞIĞI GİRİŞİMİ... (Nokta dergisinde darbe planı olarak yayımlandı-Tempo24)İndirmek ve yeni yapı oluşturmak... Sonra Yaşarın gelmeyeceği olasılığına karşı onu öne çıkarmaya başlamışlar. O da hemen yeni duruma göre hazırlık yapmış. Beklemiş. Hemen kurumdaki her türlü çalışmayı kaltırtmış. Kırptırmış

Örnek Abinin durumu da biraz karışık. Kendisinden üç defa mal bildirimi istenmiş. Birincisini beğenmemiş tepedeki, ikincisini göndermiş sonra bir defa daha göndermiş. Durum trilyon. O da bu nedenle bir ölçüde geri çekilmek durumunda olabilir..

Beythovenın da görev sırasında bazı kadınsal ilişkiler nedeniyle durumu hoş olmamış. bu da biliniyormuş..”

DEĞERLENDİRME

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinde ‘Levent’in belirtilen tarihte Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı olan Tuğgeneral Levent ERSÖZ,‘Memet’inüst düzey bir askeri personel, ‘Yaşar’ın dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT, ‘Örnek’in ise dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden ÖRNEK olduğu değerlendirilmiştir.

HURŞİT TOLON: BÜYÜKANIT’IN GÖREVE GELİŞİ ENGELLENEBİLİR

“7 Haziran 2005 İst da Hurşit TOLON'la 3.5 saat görüşme.

- Özkök: kendisini Danimarka genelkurmay başkanı sanıyor

- Büyükanıt: göreve gelişi engellenebilir. Değişik yöntemler var. CB yi devre dışı bırakabilirler.

temel güç sivil toylu

- AKP'nin hedefler

- birinci sorun medy

- beni asacaklarını bilsem doğruları söyleyeceği”


DEĞERLENDİRME

Açık kaynaklarda yapılan araştırma Hurşit TOLON’un belirtilen tarihte 1.Ordu Komutanı olduğu ve 30 Ağustos 2005 tarihi itibariyle emekli olduğu, ‘Özkök’ün dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK, ‘Büyükanıt’ın ise dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT olduğu görülmüştür.

BAŞBUĞ: BALBAY ANLAŞMAYI BOZDU, ÜZÜLDÜK

“13.7.0 Çarşamb

Sabah Taner DÖVENCİ Albay aradı, komutan (Başbuğ) İlhan beyle baş başa görüşmek istiyor, dedi. Şaşırdım. Malum konu olabilirdi. İS'e bilgi verdim. 16.00'da gitti 2 saate yakın görüşmüşler.

Milli Güvenlik Siy Belgesini o açmamış İlhan abi açınca siz açmasayldınız ben de açkmayacaktım demiş devam etmiş

- Balbay anlaşmayı bozdu. Kırıldık. Çok üzüldük. Kimi arkadaşlar biz çekilelim dediler. Tabii kaynağı sormuyoruz. Söylemeyecektir. Bu tür şeyler yapmayacaktı. Yaptı.

İS, bilmiyorum, siz verdiniz sandım demiş. Onlar da bizim böyle bir yöntemimiz yok demiş

Öteki konular

- Çankaya'ya başı türbanlı olmayan ama, beyni türbanlı biri gelirse ne olacak demiş

- Terörü ABD'nin desteklediğine karşı çıkmış. Uzun uzun bu saptamanın yanlış olduğunu söylemiş. İS de yazısın bırakmış. Yazısı o yöndeydi

Ertesi gün İS'le durumu değerlendirdik. Bana şunları söyledi

- Ürktüm... Değişik bir şey var. Senin haberleri inceleyeceğim. Bunlar kendi içlerinde farklı düşüncelere sahipler. Böyle olur. Geçmişte Faruk GÜRLER, Muhsin BATUR... Gürler birden öbür tarafa geçti.... Bunlar böyle olur. Aman dikkat.

-Kaynaklarını bana da söyleye.. (güleerek) bakansın bir şey olur, bana sorarlar bilmeyeyim.

- Ben kimsenin adını vermemiştim. Yıllar sonra bana bir yemek verdiler. Konuştuk uzun uzun.

- Yine benzer durum olabilir. Aman dikkatli ol. Şimdi senin yaptıkmlarından benim haberim yok. Onlar da sevinmiştir. Bunların da arasında ikilik var diye

- Acaba Hilmi Paşacı CB yapıp öyle mi dönüştürmek istiyorlar. Bunu yazıp sormalı”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 13 Temmuz 2005 tarihinin Çarşamba gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “13 Temmuz 2005” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘İS’ ve ‘İlhan’ın Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi İlhan SELÇUK, ‘Başbuğ’un ise dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker BAŞBUĞ olduğu değerlendirilmiştir.

ustafa

BALBAY: GEREĞİNİ YAPIYOR MUSUNUZ?

“24 Mayıs Cumartes

Atila ATEŞ aradı, bu ne dedi? görevini yaptın dedi.

Bir numara için: ya görevini yapar ya gider. Bunun ortası olmaz. İşin özeti budur

Ben sizler emekli olup elbiseyi çıkarırsınız ama beynen emekli olmazsınız deyince evet öyledir dedi. Gereğini yapıyor musuzun deyince, evet dedi. Yapılıyordur dedi. Herkes böyle gitmeyeceğini görüyor, dedi”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 24 Mayısın 2003 tarihinde Cumartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “24 Mayıs 2003” tarihinde yapıldığı değerlendirilmiştir.

Açık kaynaklarda yapılan araştırmada Mustafa BALBAY’ın 23 Mayıs 2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde ‘Genç subaylar tedirgin’ başlıklı bir yazı yazdığı, ayrıca Atilla ATEŞ’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı yaparken Ağustos 2000 tarihi itibariyle emekli olduğu görülmüştür.

KESİN ÇÖZÜM İÇİN KAÇ YIL KALMAK GEREKİR? 2-3 YIL YETMİYOR

“16 Mayısta ve 19 Mayısta Tanju ERDEM geldi. 45 er dakika konuştuk. Ona ulaşanlar

- Böyle gidemez diyorlar. Bu kez daha farklı diyorlar. Mesela, kesin çözüm için kaç yıl kalmak gerekir sorusuna yanıt arıyorlar. bugüne kadar 2-3 yıl kalındı yetmedi, acaba daha uzun mu kalmak gerekiyor diye düşünüyorlar” demek ki bu durum tartışılıyor. Öncekiler olmadı ne olur? Geçmişte denenip başarını olunmayanı başarmak diyorlar. Aydınlanma... Güvnelik kavramının içine her şeyi koymak? Enflasyon da güvenlik kavramının içindedir, ekonomi ülke güvenliğini ilgilendirir... Aydınlanma hareketini başarıya ulaştıracak, bugünkü olumsuzlukları kökünden silip süpürecek bir durum. gidiş, bundan sonraki adımların CHP’siz atılacağını gösteriyor gibi.”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı diğer notların tarih akışı dikkate alındığında görüşmelerin ‘16 ve 19 Mayıs 2003’ tarihlerinde yapıldığı değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada Tanju ERDEM isimli emekli bir Amiral olduğu görülmüştür.

‘AMA PAŞAM HERKES SİZDEN BİR ŞEY BEKLİYOR’

“18 Aralık 200

KKK ile makamda 11.05-12.45 arası 100 dakikalık görüşme... Hemen arkamızda Kosova meydan muharebesini gösteren dev bir tablo... Kremit rengi koltuklar...Biz ikilide o teklide.

- Her şeyden önce şunu söyleyeyim, tatsızım, gerginim, huzursuzum. Gidiş iyi değil

- 80 yılda adım adım bir yerlere getirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin önümüzde mum gibi eridiğini görüyorum. Buna tahammül etmek çok zor.

- Şu anda Türkiye'nin durumu 1920'dir. Hatta şartlar daha zordur. Bu söylediğime dikkat edin, 1920. Atatürk o dönemde ne yaptıysa bizim de onu yapmamız gerekiyor

- AMA PAŞAM BAKIN BİR ADINIZ OLDU, HERKES SİZİ TANIYOR, SİZDEN BİR ŞEYBEKLİYOR.

- Tamam, bir adımız oldu. İnsanlar bizi tanıyor ama keşke ülke normal koşullarda olsaydı da ben bir Meteoroloji Genel Müdürü gibi görevimi yapıp, sessiz sedasız emekli olsaydım

- OLUP BİTENLERİ SİZİNLE PAYLAŞMAYA GELDİK... MEDYAYI.

- Sormayın medya bir felaket, felaket, felaket... Bir tek siz kaldınız. Karım soruyor emekli olunca hangi gazeteleri alacağız diye. Ben tabii ki cumhuriyet diyorum. O da yeter mi diyor, ben de bizim o kadar paramız yok, diyorum. Şimdi 6 gazete okuyor. Ben burada tümünü okuyorum. İşim gereği. Ötekilerin gazetelerini okuyorum. Onlardan birkaç yazarı mutlaka okumak gerekiyor. Onların ne düşündüğünü bilmek için. Fehmi KORU, Taha AKYOL, Ali BAYRAMOĞLU, AKDOĞAN...

YALMAN: MEDYADA AYIKLAMA VAR

Medyada yoğun bir ayıklama dönemi var. Tuncay Özkan'ı tasfiye ettiler. Balbay'ın programını bitirdiler. Üstelik yerine de ne geldi. Ben pazar sabahları sırf Balbay'ın TRT'deki programını izlemek için plan yapıyordum. Tek tek hedef seçiyorlar ve bitiriyorlar. Ben her şeyi biliyorum. Karamehmet teslim oldu. Hükümetle masaya oturdu. Onlara parayı bile hükümet buldu. Londra'dan para buldular. Kara para da aklayan bir yerden para buldular. 5 milyar dolar kredi buldular. Teslim oldular. Ciner de öyle. o da teslim oldu

-PAŞAM CİNER BİZDEN YANA... BİZ KUŞATMAYI YARDIK. KARŞIDA DOĞAN GRUBU VARDI. YANIMIZA CİNER VE KARAMEHMET'İ ÇEKTİK VE BAŞARI KAZANDIK. BUGÜN ÖYLE DAVRANIYORLAR AMA, YARIN DEVRAN ŞÖYLE BİR DÖNSÜN BAKIN FARKLI HAREKET EDECEKLERDİR.

- Söylediğiniz doğru ama, o zamana kadar ne olacak. Verecekleri zarar ne olacak. Bunlar öyle bir kadrolaşıyor ki. 1400 üst düzey yönetici atadılar. Bu rakam Ecevit hükümetinin 3 yılda yaptığı atamaların yüzde 70'i. yüzlerine söylüyoruz. En ağır biçimde söylüyoruz. Önceki hükümetler yapıyordu biz de yapıyoruz diyorlar. Pervasızca gidiyorlar. Bunları demokratik bir sistem içinde engellemenin bir yolu var mı ona bakıyoruz. Buyrun siz söyleyin var mı böyle bir yol... Balbay sen söyle.

-ARIYORUZ EFENDİM. BULSAK, OLABİLİR, DİYE DÜŞÜNÜYORUZ.

-Ben Jandarma Genel Komutanı oldum oradan buraya geldik. Artık kendim için yapabileceğim bir şey yok. Ülkem için, tümüyle ülkem için çalışıyorum. Bundan sonra böyle. Kimileri bizim emekli olunca konuştuğumuzu söylüyor. Ama ben şimdiden söylüyorum. Bunları biz bu durumda söylemeyeceğiz de ne zaman söyleyeceğiz. Ben iyimser olamıyorum.

-PAŞAM, ERDOĞAN'IN İKİ FOTOĞRAFI VAR. BİRİ BUSH'LA BİRİ HİKMETYAR'LA. İKİSİNDEN BİRİNİ TERCİH EDECEK. HANGİSİNİ TERCİH EDERSE KAYBEDECEK... SONRA AMERİKA, SONUÇ OLARAK İSLAMI KARŞISINA ALDI. ADAM İSLAMI KARŞISINA ALMIŞKEN, TÜRKİYE'DE NEDEN ILIMLI İSLAMI DESTEKLESİN... GÖKECEKSİNİZ VAZGECEEK.

‘ABD KÖPEKLEŞMİŞ İKTİDARA İSTEDİĞİNİ YAPTIRIYOR’

-Aynı şey AB için de geçerli. Doğru ama, bir de şu var. Adam köpekleşmiş bir iktidara istediğini yaptırıyor. Bunlar ABD'ye köpekleşiyor. Laik adam köpekleşmez, dik durur. ABD dik duran bir iktidar istemez ki.

Medya çok önemli. Bakın çok önemli hpareketler geçmişte de hep bir dergi, bir yayın etrafında oldu. Bugün böyle bir şey yok. Sadece cumhuriyet yetmez. Bunun yanına mutlaka bir televizyon olmalı. Daha önceki gelişinizde TV. kanalından söz etmiştiniz. Ne oldu? Eskiden hiç değilse Perinçek'in bir kanalı vardı. Hiç değilse insan deşarj oluyordu. şimdi o da yok.

-ŞİMDİ ASKERİN DE BİR ÖLÇÜDE HÜKÜMETE TESLİM OLDUĞU İDDİALARI VAR AMA, BEN İNANMIYORUM.

En önemli şey bizim için birliktir. Askerin birliğidir. Bunu bozmuyoruz. Bizim her konuda görüşümüz belli. Laiklikle ilgili belli. Bu değişmez. Ben bunu KKK olarak söylüyorum. Deniz de hava da benim gibi düşünüyor. Aslında TSK, KKK'dır. Burasıdır.

Haa tabi sizin söylediğiniz havanın (yani en tepenin pasifliğinin) yayılmasına neden olan varsa ona da ayrı bir konu... Yani. Toplumda da bir bencillik var. Bizim okullardan mezun olanlar çok iyi yetişiyonlyar. Tümü mühendis olarak mezun oluyor, sistem mühendisi olarak. Ama kendilerine dönük gibi duruyorlar. Toplumsal konulara kafa yorma daha az.

YAŞ'ta her şeyi yüzlerine söylüyoruz. Herkes yapıyor biz de yapıyoruz, kadrolaşıyoruz diyorlar. Sonra bu dokunulmazlıklar. Avrupa Ceza Hukuku Sözleşmesini onaylamadılar. İşlerine gelmiyor diye.

Sıra Doğan Grubuna da gelecek. Bu onlara çok uygun bir dille söylendi. Bir kez daha çok daha güçlü bir şekilde söylenecek. Onlara söylüyorum. Buraya geldi söyledim. Ben onlara, ekonomik durumlyarından söz ediyorum. Tabii sizinle konuştğum gibi Atatürk ilkelerinden söz etmiyorum. Nerede ne söyleneceğini biliyoruz... Sıra Doğan Grubuna da gelcek, o gün teslim olması yetmeyecek. Hükümet onların yerine Albayrakları hazırlıyor. Ana medya grubu Albayraklar olabilir. Buna hazırlanıyorlar.

- AKP toplumu değişik bir biçimde bölmeye çalışıyor. Etnik gruplara ayırmak istiyorlar. Böylece üst kimlik olarak Türk olmak gidecek, yerine müslüman olmak gelecek. Heedfleri bu. Toplumu bir buzlu cam gibi dağıtmak istiyorlar. Bunu da özgürlükler adı altında yapmak istiyorlar

- Toplum nasıl? Ben şöyle görüyorum... AKP iktidarının ilk zamanlarında bir rahatsızlık, tedirginlik vardı. O yerini, yılgınlığa, bezginliğe bıkartı. Bu da yerini şimdi teslimiyete bırakıyor. Gidiş bu yönde. Ben bu ortamda toplumdan fazla bir şey beklemiyorum.

CUMHURBAŞKANI NASIL

Mükemmel, mükemmel, mükemmel... Kaç rakımlı tepe diyorsunuz ona, orası sağlam.”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmemiş olup diğer notlardan yılın 2003 olduğu, netice olarak görüşmenin “18 Aralık 2003” yılında gerçekleştiği,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden‘Karamehmet’in Çukurova Holding Başkanı Mehmet Emin KARAMEHMET, ‘Ciner’inPark Holding Yönetim Kurulu Başkanı Turgay CİNER olduğu, ‘Perinçek’in İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu PERİNÇEK olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada Ağustos 2002YAŞ kararı ile Jandarma Genel Komutanlığı görevinden Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanan Aytaç YALMAN’ın 30 Ağustos 2004 tarihinde emekli olduğu, ayrıca dönemin Milliyet gazetesi yazarı Tuncay ÖZKAN’ın 1 Temmuz 2002 tarihinde Çukurova Medya Grubuna Başkanlığına getirildiği görülmüştür.

‘ÖNCE BİRİ İNDİRELİM, SONRA HÜKÜMETİ’

“21 Aralık... PAZAR... Saat 16.00.

Mehmet düşünüyor...hayal bu ya. Bir numara söz veriyor bu hükümeti düşüreceğim. söz veriyorum. Bitirecek. Yerel seçimlere kadar yapacağım bunu. Bunu Kuvvet Kom ve Tolona sölüyor... Biraz süre diyor. Bunnu dışındaki arayışta da... Önce deniyor biri indirelim, sonra hükümeti...Bir inmeden bir şey olmaz. Aslında bir yukarıdaki görüşlerini söylerken samimi değil. Oyalıyor. Öyle düşünüyorlar. Yerel esçimlerler sonra hükümet daha da güçlerecek böylece ben de güçlenirim diyor bir. İçimizdeki karış taraf da bana bir şey diyemez. 4 yılımı gayet sakin yaparım... Böyle düşündüğünün düşünüyorlar

Yeniden çalışmalar başladı. BÇG’nin yerine yine sanırım... Yine karargah bünyesinde Recep Paşa sorumlulğunda... Çalışma Grubu kuruldu. O aynı çalışmaları yapmaya başladı. Planlar hazırlanıyor. Yaşar’ı harcayabilirler. Biraz kızgınlar. Kolon, bire inanmıyor. Bize yalan söylüyor. Yerel seçmiden sonra bak işte bunlar çok güçlendi şu aşamadan sonra bunlara ne yapılabilir diyecek.”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 21 Aralık’ın 2003 yılında Pazar gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “21 Aralık 2003” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelmenin genelinden ‘Memet’in üst düzey bir askeri personel, ‘Tolon’un dönemin Ege Ordu Komutanı Hurşit TOLON, ‘Yaşar’ın dönemin 1.ordu Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada 28 Mart 2004 tarihinde Mahalli İdareler Genel Seçimleri yapıldığı görülmüştür.

ERUYGUR: ÇANKAYA ÇOK KRİTİK BİR DURUMDA NE YAPAR?

“29 aralı

Şener’le görüşme... Müthiş gergin.

- Yahu ben demokrat biriyim. Yaşamım boyunca en demokratik şeyleri istedim ama bunlara hazmedemiyorum. Bu kadar olmaz... Bakın bir kuran kursunda visayetname ele geçirdi. Adam telvizoyon izlemeyin, şeirat gibi yaşayın diyor. Biz 80. yıla bunlarla mı girecektir.

- Asıl Çankaya’ya bakıyoruz. Ne ölçüde güvenenibiliiz. Çok kritik bir durumda ne yapar. Bunu bilmemiz lazım... aslında laikliğinden hiçbir kuşkumuz yok.

- Yapılması gereken diye düşünüyorum, çıkış yolu arıyorum... Sanki, yeni bir par... mevcudu bırakıp... bir şekilde bunu gerçekleştirip.

- En önemli unsur içimizdeki durum, birin durumu. Artık onu da içimizde göstereceğiz. Aramızdaki bir kişi ölü bile olsa, aramıza alıp, ayakta gösterip, bunu kanıtlamamız lazım.”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmemiş olup diğer notlardan yılın 2003 olduğu, netice olarak görüşmenin “29 Aralık 2003” tarihinde gerçekleştiği,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelmenin genelinden ‘Şener’in dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener ERUYGUR, ‘Çankaya’nın ise eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, olduğu değerlendirilmiştir.


ERUYGUR: BİZİM ABD’YE BUNLARIN O KADAR GĞÜÇLÜ OLMADIĞINI ANLATMAMIZ LAZIM

“16 Ocak Cuma... İS'le ŞE'yle görüşme... sabah 9.30-10.4

İS: kritik bir dönem... Bunlar devletle tanışıyor. Bakarsınız, iktidarda kalmak için ne yapmamız gerekir diye düşünebilirler.

ŞE: yok efendim, siz kendi akıl ve mantık çizginiz içinde bunu söylüyorsunuz ama, benim bunlardan umudum yok... Bunların beyni uyuşmuş... Benim umudum yok...bunların yetişmesi böyle.

İS: tabii biz sizinleyiz. Siz bir bütün olarak hassassınız... Ama sizi bölünmüş göstermek isteyenler var. Bu çok önemli.

ŞE: ne dediğinizi çok iyi anlıyorum. ona dikkat ediyoruz.

İS: ben çok şey yaşadım. 9-11 yaşadık. Yani öyle bir şey olmasın isterim. Bir kez daha biz yenilen tarafta olursak, hiç istemiyorum. Bundan korkuyorum

ŞE: korkunuzu anlıyorum, endişeniz olmasın. Ona dikkat ediyoruz.

İS: burada uluslararası dengeler çok önemli. Çok önemli... ABD ne yapar? Bunlara destek veriyor.

ŞE: anlıyorum. Biz de ona dikkat ediyoruz. Bakıyoruz, şu aşamada öyle görünüyorlar ama, onlar düzeni kim sağlayacak ona bakar. Bizim onlara, bunların o kadar güçlü olmadığını anlatmamız lazım.

İS: MB önde şimdi. Onun kendisine çok dikkat etmesi lazım. Özel hayatına özen göstermesi lazım. Her türlü çamuru atabilirler

ŞE: evet, yakaşıklı ama, her yaklaşanın salt bu özelliği nedeniyle yaklaşmadığını bilmesi lazım... İşte CHP biraz hareketlendi. Geç oldu ama, iyi oldu. Şimdi KOÇU da arayıp tebrek edeceğim.

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 16 Ocak’ın 2004 yılında Cuma gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “16 Ocak 2004” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘İS’nin Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi İlhan SELÇUK, ‘ŞE’nin ise dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener ERUYGUR olduğu değerlendirilmiştir.

MUSTAFA ÖZBEK: YA İKTİDAR, YA DARBE

“Saat 13.00 Türk Metal'de Mustafa ÖZBEK'le görüşm

Sıcak bir görüşme... Karşılıklı işbirliği. Yemekte soğumuş balık ve bol yeşillik... Bulgur pilav

- Bence çözüm giderek zorlaşıyor. Ya bunları tümüyle alıp indirecek toplumsal gücü fazla bir iktidar ya da darbe... Yanlış anlamayın, istiyor değilim. En çok biz zarar görürüz ama, çözüm burada görünüyor.

- Bu devletin, sendikaların tepesindekilere bakıyorum yanlış anlamayıp hepsi Gürcü. Başbakan, Salih KILIÇ, ADD Genel Başkanı.

- Cumhuriyet'le her şeye varız. Arkadaşlar proje getirsinler. Bizim Türk Metal'in kullanılabiecek 8 Trl var. Bunun yüzde 40'ı yasaya göre şirketlere ortak olmaya, hisse almaya uygun.

Cumhurbaşkanı ile görüşmede adının geçtiği yerleri anlattık.”

“Akşam Muzaffer ERYILMAZ, Metin PEKER, Erhan AYGÜN, İlhan abi Bilkent fişhause... şarap, balık, sohbet. İlhan abi çok neşeli... Düzlüğe çıktık, kara geçtik... Erhan, biz neyapabiliriz, proje, kağıt parası biz verelim falan dedi.”

DEĞERLENDİRME

Yazı içerisinde yıl belirtilmediğinden dolayı önceki notun devamı niteliğinde olduğu ve tarihin 23 Mart 2005 olduğu,

Açık kaynaklardan yapılan araştırmada ve incelemenin genelinden ‘İlhan’nın Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan SELÇUK, Muzaffer ERYILMAZ’ın Çankaya Belediye Başkanı, Erhan AYGÜN’ün ise Park Holding ortağı olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada dönemin ADD Genel Başkanı’nın Ertuğrul KAZANCI, Başbakanın ise Recep Tayip ERDOĞAN olduğu değerlendirilmiştir.

‘KOMUTAN TYSON’DAN YUMRUK YEMİŞ GİBİ OLDU’

“Yaşak BÜYÜKANIT'la 28 Mart Cuma günü saat 17.00'da karargahta görüşme.

Karargaha girişte her zamanki gibi tam karşıda Atatürk... Onu geçince meclis'te Atatürk, onu geçince yine meclis önünde Atatürk, onu geçince tam karşıda yine mareşal üniformasıyla portre Atatürk.

Bekleme odasında Kıbrıs Güvenlik Komutanlığının gemi, üzerinde Kıbrıs'taki birliklerin bulundukları yerleri gösteren bayraklar yelken gibi işlenmiş...

Camlı bölümde Osmanlıdan bu yana asker üniformaları... Duvarla sanırım 30 Mayıs 2001'de çekilmiş Kıvrıkoğlu'nun da olduğu genelkurmay önünde toplu hatıra fotoğrafıl.

Kısa bir giriş sohbeti... Kasımpaşa'dan önce Sultahanmet önemlidir. Benim dayım eski kabadayılardandı. Biz Sultanahmet'te büyüdük.

- Sizin bu yazı çok ciddi bir durum. Bu orduyu çatlatır. Çatlatır. Çok ciddi. eğer altta böyle bir durum öne çıkarsa TSK bundan büyük yara alır

- Ben komutanı 1970'lerden beri tanıyorum. Beraber çalıştık, ayrı yerlere gittik, yine çalıştık... komutan öyle biri değil.

- Yazdıklarınızın yüzde 95'ine katılıyorum. Ama bu Aziz AKGÜL'le görüşmesi yok. Sadece bir kez, 3 Kasım seçimlerinden sonra Erdoğan ve Aksu'yla geldi. O kadar. Ben buranın muhtarıyım. Siz bana 3 yıl önce burada şöyle bir görüşme olmuş deyin ben hemen çıkartır, bilgisayara bakarım. Öyle bir görüşme yok. (ben, görüşme, karargahta değil başka yerde olmuş, deyince)... aaaa, eee, onu bilemem. Tabi o ayrı. Yani olduğunu sanmıyorum. Aziz AKGÜL'de Harp Okulundan gelen dostluğu doğru ama, öyle görüşme falan yapacağı bir durum olacağını sanmıyor

- Komutan çok üzüldü. İnanın çok üzüldü. Tyson'dan yumrum yemiş gibi oldu. Şaşırdı. Bana sordu. Ben Mustafa beyi tanırım dedim. Öyle tanımadığımız biri değil dedim... Çok üzüldü. Neden, dedi.

- Siz eğer bunu uygun bir dille, bilirsiniz onu, şöyle bir uyaklı bir şekilde düzeltirseniz, bir nebze, iyi olacak... (ben de yeri gelirse, öyle bir durum olabilir, deyip başka bir şey demedim

- (Ben bunların kadrdolaşmasından, bunun tehlikesinden söz edince) çok haklısınız... Bunlar gitse bile kalıntıları yıllarca temizlenemez. Öyle kadrolaşıyorlar. Mücadele etmek gerekir ama, bakın 28 Şubat farklıydı. Orada bunlar hükümet ortağıydı. Öteki ortakla işbirliği yapıbalilirdi. Şimdi bunlar tek başına geldiler. Öyle bir güçle geldiler. Hem 28 Şubatta iktidara geldiler 6 ay sonra ilk adımlar atıldı. Bunlar geleli 4 ay oldu. Bunun da nasıl geçtiğini görüyorsunuz

- Bana küfredin. İstedğiiniz söyleyin. Musatfa bey öyle düşünmüş der, keserim. Ama TSK'ya zarar verecek bir şey yaparsanız çok üzülürüm. Hemen duruma bakarım. Bundan TSK çok zarar görür. İçinde bulunduğmuuz koşulları biliyorszunuz

BÜYÜKANIT: BU SEÇMEN İRADESİ. HEP BİZE GÜVENİYORLAR, AMA NEREYE KADAR

- Bunlarla mücadele sadece bizim işimiz değil. Bu seçmen iradesi. Bunlara oy veren 10.5 milyona da sormak lazım. Hep bize güvneiyorlarlar. Ama nereye kadar..

- Bugün medya desteği olmadan hiçbir şey yapılamaz. Bakın medyaya sizin dışınızda laiklikle ilgili hassasiyeti olan yayın organı yok. Artık bu konuda sizden başka kimseye bilgi notu da göndermiyoruz. (ben, kesildi, azaldı, deyince)... Evet orada bir kaza oldu. Bir hasar meydana geldi. Düzeltiyoruz, yeniden yoğunlaştıracağız

- Aydın DOĞAN geldi söyledim. Her gün milliyetin birinci sayfasında bir türbanlı fotorğaf koymaya mecbur musunuz, dedim. Farkında değilim, bakayım dedi. Ertesi gün de birinci sayfaya Hülya AVŞAN'ın poposunu koydular. Ben ille onu yap demiyorum ki

‘GÜL’ÜN İNGİLİZCESİ GAKGUK İNGİLİZCESİ’

- Bu Abdullah GÜL, Erdoğan'dan daha tehlikeli. Öyle güleryüzlü durduğuna bakmayın. ingilizcesi de gakguk ingilizcesi. Powel'la telefonla konuşuyor. Ne dediği belli değil..

- Benim bunlarla bir temasım yok. Eski hükümet röneminde işleri Hüsamettin ÖZKAN'la halederdik. Şimdi o yok. Öyle bir ortam yok. Hiç temasım da yok.

- (Özkök'ün eşi Gül'ün eşinin 8 Mart davetine mesaj çekmiş, deyince) yaa, sanmıyorum. Yapmaması lazım. Bana davetiye geldi, eşim iade edelim, dedi. Öyle yaptık. Tabii o ailevi bir durum, bunun olmaması lazım.

- Türkiye'yi daha zorlu günler bekliyor. Bakın, nisan ortası AB süreci diye yeni durumlar başlayacak. Ordunun siyasetteki ağırlığına gelecekler. Oysa ne ağırnlığı var. (ben, int her trbü'de çıkan reform için ordunun gerekli olduğu, yazısını anımsatınca)... ama her şey ordudan beklenmemeli. Şili Büyükelçilğinde çalışan zarif bir hanım var. Eşi Şilili. 3 Kasımdan önce korktuğunu söyledi, sonra neyse ki ordu var dedi. Ben de sana bir yumruk çakarım dedim. Güldük. Ama 28 Şubatta üniversiteler vardı, toplum ayaktaydı... Bunlar daha akıllı gidiyor, onların yaptığı hataları yapmıyor..

‘BAŞBAKANLIK’TAKİ KÜRTÇÜ, ŞERİATÇI YAPIDAN ENDİŞELİYİZ’

- (Benim benzer sözlerim üzerine) Başbakanlıkta Kürtçü-Şeriatçı bir yapı oluşuyor. çok endişe ediyoruz..

- (Yeri geldikçe yazıya döndü
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Mar 21, 2009 11:05 pm    Mesaj konusu: Balbay'In Darbe Günlükleri (devam) Alıntıyla Cevap Gönder

Balbay'ın Darbe Günlükleri (devam)

‘BAŞBAKANLIK’TAKİ KÜRTÇÜ, ŞERİATÇI YAPIDAN ENDİŞELİYİZ’

- (Benim benzer sözlerim üzerine) Başbakanlıkta Kürtçü-Şeriatçı bir yapı oluşuyor. çok endişe ediyoruz..

- (Yeri geldikçe yazıya döndü) bunu ne olur düzeltin, haberin kaynağını sormaya hakkım yok. Bizim içimizden de sabırsız arkadaşlarımız çıkıyor. Bazı şeyler yanlış anlaşılabiliyor..

- 1960'ları, 70'leri, 80'leri yaşadık. Her şeyi gördüm. Ordunun birlik beraberliği çok önemli. Bu nedenle sizden haseten rica ediyorum”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 28 Mart’ın 2003 yılında Cuma gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “28 Mart 2003” tarihinde yapıldığı değerlendirilmiştir.

Açık kaynaklardan yapılan araştırmada Yaşar BÜYÜKANITIN belirtilen tarihte Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu, Aziz AKGÜL’ün ise Kara Harp Okulu mezunu ve 22.Dönem Diyarbakır milletvekili olduğu görülmüştür.

‘ÇETİN DOĞAN O GÜNE HAZIRLANIYOR’

“31 Mart Pazartesi Mehmet Beyle görüşm

- Elinize sağlık... Adresini buldu. Arkası gelebilir... Çetin'in ameliyat olmasının nedeni hazırlık. O güne hazırlanır... Röportajda sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, bazı dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek. Ama fazla emekli olacağım, dedi.”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 31 Mart’ın 2003 yılında Pazartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “31 Mart 2003” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelmenin genelinden ‘Memet’in üst düzey bir askeri personel, ‘Çetin’in ise dönemin 1.Ordu Komutanı Çetin DOĞAN olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada 1. Ordu Komutanı Çetin DOĞAN’ın 31 Mart 2003 tarihinde by-pass ameliyatı geçirdiği görülmüştür.

ERUYGUR’DAN BALBAY’A: GÖREVİNİZİ YAPTINIZ. RAHATSIZIZ

“31 Mayıs öğleyin evinden JGK Eruygur aradı..

- Görevinizi yaptınız. rahatsızız., şunu sorun soranlara siz rahatsız değil misiniz...köpek... bunlar korkak Kasımpaşa kabadayısı.."

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı diğer notların tarih akışı dikkate alındığında görüşmenin ‘31 Mayıs 2003’ tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘JGK Eruygur’un belirtilen tarihte Jandarma Genel Komutanı olan Mehmet Şener ERUYGUR olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada Mustafa BALBAY’ın 23 Mayıs 2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde ‘Genç subaylar tedirgin’ başlıklı bir yazı yazdığı görülmüştür.

ERUYGUR: KENDİMİ ZOR TUTUYORUM. 28 ŞUBAT’TA BU RÜTBEDE OLMALIYDIM

“16 Eylül Salı günü saat 16 sıralarında buluştuk. CB değerlendirmesi. tedirginliği..

17'de eski binada Şenerle görüşme. Tam zamanında aldı. Müfit Yarbay Albaylığa terfi etti. Bu rütbede ilk ziyaret

Şener Paşa bizi her zamanki gibi güleryüzlü, ayakta, kapının hemen yanında karşıladı

Heyecanlı, gergin, kızgın, umutla kötü haberlerin kızgınlığı arasındaydı. Sık sık, ben zaten konuşmaya başladım, adımımı da attım. Geri çekmek devam ederim dedi. Sık sık bu yönde değerlendirme yaptı.

İS, bunlardan kurtulmak için biraz zaman dediğinde, bunların bir saniye kalması zarar dedi. Yineledi, bir saniye durdmamaları gerekir aramızı sıkı tutmalıyız. Arkada kalanları yanımıza çekmeli, ileri gidenleri yavaşlatmalıyız. Karşı tarafa malzeme vermemek için gerekirse aramızdaki ölüyü bile aramıza sıkıştırıp, bizimle ve ayakta göstermemiz lazım bunlar felaket. Bazen kendimi zor tutuyorum o 28 şubatta, 12 eylülde bu rütbemde olmayı isterdim

Medyada bizden”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 16 Eylül’ün 2003 tarihinde Salı gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “16 Eylül 2003” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklardan yapılan araştırmada ve incelemenin genelinden ‘İS’nin Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan SELÇUK, ‘Şener Paşa’nın ise dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener ERUYGUR olduğu değerlendirilmiştir.

BÜYÜKANIT: SÖYLEYİN BALBAY BU MEDYA YAPISIYLA BUGÜN DARBE YAPILIR MI?

“6 Nisan 2003 Pazar günü saat 12.30'da Genelkurmay Karargahında Aslan Paşayla görüşmle... 45 dakika sonra, Yaşar Paşa geldi, ona günü anlatmam lazım, isterseniz bekleyin, en çok yarım saat sürer' dedi sonra ikisi birlikte geldiler..Yaşar Paşa, sivildi. Kırmızı ağırlıklı bir tişörtü vardı. Konu Hilmi Paşayla ilgili yazıya geldi..

- Söyleyin Sayın Balbay, bu medya yapısıyla bugün darbe yapılır mı? Yapılmaz. Bugün medyayı arkanıza almadıktan sonra bir şey yapamazsınız. Laikliği konu edinen bir tek siz varsınız. Öteki gazeteler her gün bir türbanlı kadın fotoğrafı koyup, neredeyse sempatik hale getirdmeye çalışıyorlar

- Sizin yazı bizi çatlatır. Bundan endişe ediyoruz. Komutan ısrar ediyor. Görüşmedim diyor. neredeyse ikisini yüzleştireceğiml diyor..

- Biz Başbakanlık Takip Kuruluna yine bilgi belge gönderiyoruz ama, kime ne gönrereceksiniz

- 28 Şubat, öncesi... Geçmişe bakarak bir şey olmaz. İleriye bakmamız lyazım. ileriye, geçmişe takılıp kalmamak lazım..

- Uğgur MUMCU benim arkadaşımdı. Buraya çok geldi gitti. Bizim arşivde çalıştı. En sevilen yazardı... öldürülmeseyse ertesi gün, pazartesi buraya gelecekti. Arşivde çalışıyordu. Öcalan'ın karısının babasının MİTE çalıştığını saptamıştı. daha derin araştırmalar içindeydi

- Adamlar kadrolaşıyorlar. Bunu görüşoruz. Birşeyler yapmak lazım. Kabul ediyorum ama, 28 Şubat hükümet kurulduktan 6-7 ay sonra patladı..

(Öcalan İmralı'da, Sezer Çankaya'da tecrit. Aslan bey”

DEĞERLENDİRME

Açık kaynaklardan yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘Aslan Paşa’nın belirtilen tarihte Genelkurmay İstihbarat Başkanı olan Aslan GÜNER, ‘Yaşar Paşa’nın ise belirtilen tarihte Genelkurmay 2. Başkanı olan Mehmet Yaşar BÜYÜKANIT olduğu değerlendirilmiştir.

ERUYGUR: İRTİCA BÖYLE GİDERSE DEMOKRASİ TEHLİKEYE GİRER

“2 Nisan Pazartes 15.3 Şener ERUYGUR'la görüşme..

Şunu iyi bilin, MGK da şu dendi irtica böyle giderse, demokrasi tehlikeye girer.' bunu ben söyledim komutan YÖK'le ilgili ağır konuştu. O kö de böyle bir planımız yok dedi

Çok dikkatli olmak lazım. (sizi Güven ERKAYA'ya benzetiyorlar) bak bu hoşuma gitti. Benden haz etmediklerini biliyorum. Bu karolaşmayı mesele yapmak lazım. Ben Diyanet İşleri Başkanını çağırdım konuştum..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden diğer notların akışına bakıldığında yılın 2003 olduğu ancak 2 Nisan 2003 tarihinin Çarşamba gününe rast geldiği dolayısıyla notlardaki Pazartesi ibaresinin yanlışlık yazıldığı değerlendirilmiştir.

HİLMİ ÖZKÖK’E ‘MOLLA’ YAKIŞTIRMASI

“29 Nisa

Akşam Perşembe Grubu toplandı. Erdal bey, Türkiyede artık demokratik yollardan yapılabilcek çok az şeyin olduğunu söyledi. Adamların dini alıp kullandığı geriye bir şey kalmadığını söyledi. Hurşit bey için çok övücü şeyler söyledi. Takıldım: hayatta en hakiki mürşit Hurşittir... Bir numara için molla diyoruz dedi..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden diğer notların akışına bakıldığında yılın 2004 olduğu, netice olarak notun 29 Nisan 2004 tarihli olduğu,

Söz konusu yazı içeriği ve incelemenin genelinden ‘Perşembe Grubu’ şeklinde tanımlanan bir grup olduğu ve ‘Erdal’ın belirtilen tarihte Genel Kurmay Adli Müşaviri olan Tümgeneral Erdal ŞENEL, olduğu değerlendirilmiştir.

“7 Nisan Çarşamba 200

- Zekeriya TEMİZELLE birlikte İstanbul'a gittik. Saat 17.00'de toplandık. İlhan SELÇUK, Alev COŞKUN, Hikmet ÇETİNKAYA, İbrahim YILDIZ, Emre KONGAR, Mustafa PAMUKOĞLU, ben... Akın ATALAY'ın da gelmesi gerekiyordu. Cenazesi varmış gelemedi..

Temizel, 2 arkadaşıyla 3 gün gazetede çalıştı ve her şeyi ortaya çıkardı..

Bir hafta önce Turgay CİNER (TC) gazeteye gelmiş, yukarıdaki kadroya yeni bir öneri getirmiş. Buna göre, yeni bir şirket kurulacak, büyük ortak Cum Vakfı olacak. Onlar küçük ortak ama, şirketin yöneticilerini küçük ortak atayacak...bugüne kadar olan alacak verecek de sıfırlanacak... Ciner bunu kabul ederseniz ben varım, etmezseniz yokum, reklamı da satış gelirini de size vereyim demiş..Temizel bu öneriyi inceledi ilk tepkisi şu oldu bunu kabul ederseniz tümüyle teslim olursunuz...'İlhan abi öyle düşünmediğini açıkça söyledi arkadaşlar bakın bu öneri çok açık ve bizi düzlüğe çıkaracak bir öneri. Gelin bunu ayrıca dikkate alın. Hemen hayır demeyin... Bakın okuyorum önerinin önemli maddesini: ortakların dörtte üçü evet demedikçe şirket yeni adım atamaz, feshedilemez vs. burada bizim de söz hakkımız olacak... Bir de bu Turgaya gözünüzü seveyim güvensizlik göstermeyin. O kardeşimizdir. Açık söyleyeyim benim içimde en ufak bir şüphe falan yok...' ben uygun bir dille bunun kabul edilmesinin zor olduğunu söyleyip şöyle dedim abi, bunlar reklam işini 2003 ağustosta aldılar, daha o ay geliri yarıya indirdiler. Sonra da aynı eğik düzlem sürdü. Bu neden? Açıklayamıyorlar. Sonra Cumhuiyeti Yeni Asır ve Takvim'le birlikte pazarlıyorlar. Bu cumhuriyete haksızlık. Son durum da bize 2 ay hiç para göndermediler. Bunu da açıklayamıyorlar. Geçen yıl temmuzda Dorint Otelde 5 kişi yemek yedik (TC, İbrahim, ben, Alev COŞKUN, İlhan SELÇUK) orada üstüne basa basa, sen her ay 300 bin doları garanti ediyor musun, dedik. Evet dedi. Alev abi bunu yazılı bir protokole dökelim dedi. Ona da evlet dedi... Ama bu sözleri tutmadı...' İlhan abi bunları dinledikten sonra arkadaşlar yeniden bakalım dedi... Emre, Hikmet, Alev abiler de soğuk görüş belirtti. ben ve İbrahim de..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 7 Nisan’ın 2004 tarihinde Çarşamba gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “7 Nisan 2004” tarihli olduğu değerlendirilmiştir.

“İlhan abi 17 Nisan Cumartesi gecesi Ankara'ya geldi

18 Nisan pazar günü öğleyin Ahlatlıbelde Temizel'le buluştular. İki saat sonra da ben gittik. Temizel işe iyice ısınmış. Yeniden yapılandırmayı tamamlarız dedi..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede görüşmelerin 2004 yılında gerçekleştiği,

Açık kaynaklardan yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘İlhan’ın Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi İlhan SELÇUK, ‘Temizel’in ise Devlet eski Bakanı Zekeriya TEMİZEL olduğu değerlendirilmiştir.

“19 Nisan Pazartesi sabahı ilk iş Yargıtay Başkanı Eraslan ÖZKAYA'ya gitti. Eraslan bey hez zamanki gibi bizi sıcak karşıladı.. Hükümeti konuştuk, uygulamalardan yakındı, yargıyı ele geçirme girişimlerini anlattı. Anayasa Mahkemesinin yasasını değiştiriyorlar. Yargıtay'a seçenek olmasını sağlayacaklar, bireysel başvuru hakkı olacak... Böylece kendi elleriyle oluşturdukları bir yapı kurulacak. Bir de üyelerinin 4'ünü meclisin seçmesini istiyorlar... Askerlerin de ne yapacağını bilmekte zorlanır halde olduklarını, içlerinde derin değerlendirmeler içinde bulunduklarını söyledi. Burada İlhan abi araya girip, Balbay genç subayları yazdı başımıza iş açtı' gibilerden bir şeyler söyledi. Sonra onu doğrular, beni öne çıkarır şeyler söyledi..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 19 Nisan’ın 2004 tarihinde Pazartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “19 Nisan 2004” tarihli olduğu değerlendirilmiştir.

ERUYGUR: BİR ŞEY DENEDİK OLMADI, TOPLUM DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ NOKTADA DEĞİL

“Aynı gün akşamüstü Şenere gitti..

Şene

- Biz artık yaralı bir kuşuz

- Bir şey denedik, olmadı. Belki hayal gördük

- Toplum bizim düşündüğümüz noktada değil

- Yine de yapılabilir, ona bakmak gerekir

- İnsan çok üzülüyor, bunca çaba harcadık bir şey yapamadık

- Yine de ateşi söndürmemek gerek

- Acaba cumhurbaşkanı biraz daha aktif olamaz mı

- Bunların kafalarının ardındaki niyet hiç değişmedi. Bunu görüyoruz

- ADD çok pasif, eylem kuruluşu değil. Her şey iteklemeyle gidiyor

- Görev süremiz içinde bir şeyler yapalım dedik, olmadı”

DEĞERLENDİRME

Diğer notlara bakıldığında yukarıda yer alan görüşmelerin Mustafa BALBAY ve İlhan SELÇUK tarafından yapıldığı,

Açık kaynaklardan yapılan araştırma ve incelemenin genelinden ‘Şene’ olarak belirtilen şahsın dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener ERUYGUR (…) olduğu görülmüştür.

‘TEPEDEKİNE BİRAZ DOKUNMAK LAZIM ARTIK’

“16 Ekimde Şenerle AOÇ'deki binada yemekli görüşme... başbaşa... bilgibelge... en tepedekini gerekirse aramıza alıp birlikte yürüyoruz havası verme. O ölü bile olsa ayakta ve bizimle göstermemiz gerekli... Güleni getirme girişimi olamaz. Bunların bir saniye verdiği zarar fazla..

13 Kasım Perşembe.. Aynı yerde bu kez sadece neskafe... Bir saatten fazla...tepedekine biraz dokunmak lazım artık. Hafiften... Bunun ikisine gidişimizde bir duruşu vardı, hani sustalı maymun gibi..”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazılarda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 13 Kasım’ın 2003 yılında Perşembe gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmelerin “16 Ekim - 13 Kasım 2003” tarihli olduğu değerlendirilmiştir.

NECDET TİMUR: KORKARIM YİNE MECBUR OLACAĞIZ

“10 Aralık Perşembe günü saat 10.00'da Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı

Orgeneral Necdet Timur telefon etti

-Bugün öğleyin yemek yesek, sizin de durumunuz uygunsa. Bizim komutan (KKK Org. Atilla ATEŞ) dışarıda. Benim için uygun bir gün..tamam' dedim..

Saat 12.15'te KKK Dış girişinden beni özel araçla aldılar, komutana gittik. Önce odasında 15 dakika sohbet ettik..

(…)

13.45'e kadar sohbet ettik

Konu başlıklarıyla konuştuklarımız

-Mesut YILMAZ'a gümüş tepside başbakanlık verdik... Kullanamadı. Planlar bu yüzden tam yürümedi..

-Baykal'ın ne yapmak istediğini tam olarak kestiremiyorum

-Geniş tabanlı hükümet diyorlar. Böyle bir hükümet kurulursa bu, devlet olaraklarının dört koldan talanı demektir. Her parti kendine göre seçim propagandası için devleti kullanacak. Bu felaket olur.

-Üstelik böyle bir hükümet, seçimden sonra da bir iki ay daha yürürlükte olacak

-Partilere bakıyoruz, çoğunda muhatap olunacak kişi yok. Örneğin DYP, kiminle muhatap olursun ki

-Nasıl bir hükümet kurulacak öngörmek güç. Düşürülmesi zamanlama olarak pek uygun değildi...

Seçi

-Bu koşullarda seçim hiçbir şeyi değiştirmez. Aynı istikrarsızlık olur. Ben daha kötüsünden endişe ediyorum

-Fazilet Partisi tekrar iktirar olur mu? Ona tekrar hükümet verilir mi? Verilmez. Bu mümkün mü? olmaz..

-İşte hükümet işlevini yerine getiremedi. Yılmaz'la olmadı... Yapabilseydi, FP'nin oylarını eritebilirdi... olmadı..

-Seçimlerin mutlaka iki turlu olması gerekiyor. En azından yerel seçimlerin iki turlu olması şart. Bizde yüzde 20 ile iktidar olunuyor. Öteki ülkelerde yüzde 15-20 marjinal partilerin aldığı oy bu olur mu?

-Seçim yasasında bu barajın da düşünülmesi lazım. Tartışılsın, yüzde 10'da kalmalı mı yüzde 5'lere inmeli mi? tartışmak gerekiyor.

-Siyasi Partiler yasasında değişiklik şart. Milletvekili adayları Genel Başkanların iki dudağı arasında olmamalı. Bunu mutlaka değiştirmek gerekiyor. Mutlaka.

-Korkarım yine mecbur olacağız... Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevleri arasında iç güvenlik de var..

(…)

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 10 Aralık’ ın 1998 yılına Perşembe gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “10 Aralık 1998” tarihinde yapıldığı,

Açık kaynaklardan yapılan araştırmada Atilla ATEŞ’ in dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, Kurmay Başkanı Necdet TİMUR’un ise Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Necdet Yılmaz TİMUR olduğu değerlendirilmiştir.

DOĞU AKTULGA: KOMUTANIM BU İŞ SOPAYLA OLUR, ÖTEKİ YOLLAR BOŞUNA

“15 Ocak 2000 salı günü, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla ATEŞ, Kurmay Başkanı Orgeneral Necdet TİMUR, Emekli Orgeneral Doğu AKTULGA ile öğle yemeğ

Atilla ATEŞ(AA

Necdet Timur(NT

Doğu AKTULGA(DA

Saat 12.00'de NT'nin makamında buluşma. da orada... Dokuzuncu kata çıkış. Ankara ayaklar altında. çatı kat... üst düzey komutanlara hizmet veren yiyecek-içecek bölümleri... En uçta özel oda var... Oraya geçtik

12.15'te AA geldi. koltuklardan masalara geçtik..

Konulara göre görüşm

Medy

(AA, masaya oturur oturmaz ilk bu konuyu açtı

AA- bu medya nereye gidiyor böyle... memlekette olup bitenlerin gerçek yönleriyle yansıtmıyorlar. Her ihaleden koku çıkıyor, dünyaya açılma diye herşey haraç mezat satılığa çıkarılıyor, bunların hiçbiri yok... Bu kişiler vatansever değil mi.. (olup bitenleri özetledim... devam etti

AA- Pek çok şeyden haberimiz vardı ama, bu kadarına pes... Peki nasıl adam olur bunlar? Böyle gidemez.

NT- gazeteciler araba bir araya gelip, konuları tartışmıyor mu? Olup bitene müdahale etmeleri lazım..

AA- Ben Kayseri'de konuşma yaptım. Çok önemli şeyler söyledim. Bir tek Cumhuriyet birinci sayfadan verdi. Ötekiler ya olanların farkında değil ya da vermek istemiyorlar..

DA- Komutamınım Cumhuriyet de zaman zaman değişik yazılar çıkıyor. Onlara çok kızıyorum. İlhan bey sağlam, Cüneyt ARCAYÜREK doğruları yazıyor, işte sizler varsınız, o kadar..

AA- Medyanın neyin ülke yaranına neyin zararına olduğunu ayırt etmesi gerekiyor

Laiklik

AA- Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda milim ödün vermez. Ancak işin merkezi meclis. önce meclis'in bu konuda duyarlı meclis olması lazım..

DA- bu meclis mi komutanım

AA- Evet bu meclis. Başka meclis yok. Meclis'in laiklik konusun artık tartışılır hale getirmekten çıkarması lazım.

NT- Toplumda da bir suskunluk var. Arada bir canlanıyor o kadar.

Soru- Herşey daha kötüye giderse, toplumun öteki kesimlerinde de beklenen canlanma olmazsa, Silahlı Kuvvetler ne yapar

AA- Gereğini yapar. (biraz duraksayıp, yeniden) Yapar... TSK'ye sızmaya çalışıyorlar ama uzun yıllar bunu başaramazlar. Bizleri nasıl tanıyorsanız, en alttaki öğrenciler öyle. Onlara böyle eğitim veriliyor... İran'ın durumu belli, Suriye'yi biliyoruz, laiklik çok önemli..

DA- Komutanım bu iş sopayla olur, öteki yollar boşuna..

AA- (gülümseyerek) sen beni kötü yola iteceksin..

NT- Komutanım sivillere söylenmesi gereken ne varsa, en açık biçimde söylüyorsunuz..

AA- Evet, MGK'de inanın söylenecek en sert üslupla söylüyorum bunları.

BALBAY: SİYASİLERİN TSK’YI İKİNCİ PLANA İTME PLANI DİKKAT ÇEKİYOR

Soru- Hassas bir konu ama...Herhangi bir kulis bilgisi alma kaygısıyla da sormuyorum... Biz yanlız kalmış gibi görünüyorsunuz... Kıvrıkoğlu, öteki Kuvvet Komutanları elbette laiklikte çok hassas. Ancak siyasilerin de TSK'yi ikinci plana itme planı dikkati çekiyor... Demirel, Kıvrıkoğlu'nu konuşma kürsüsünün arkasına alıyor, şık bir fotoğraf çıkmıyor... Dışarıdan görünen bu... Siz ne dersiniz

(bir süre sessizlik

AA- Sakın ola bunları bir yerde değerlendirmeyin... Söylediklerinizin tümünün farkındayız... Komutanın (Kıvrıkoğlu) böyle hareket etmemesi gerektiği yönünde değerlendirmemiz oldu... Örneğin cumhurbaşkanı bizi Iğdır'a çağırdı... Tüm komutanlar oradayız. Kürsüye çıkınca bize seslendi, yanıma gelin' dedi. Komutan (Kıvrıkoğlu) gitti. Ben gitmedim. Öteki arkadaşlar da yönelikler, arkadaşlar ben çıkmıyorum' dedim. Onlar da çıkmadılar. Kürsüde Demirel'le komutan oldu..yanlız laiklik konusunda TSK'den hiçbir kuşku olmasın.

DA- Bu fazilet komutanım... hemen kapatılması gereken bir parti..(AA sustu

NECDET TİMUR: ÖCALAN DA SİYASETİN BİR AYAĞI HALİNE GELECEK

Terör-ülkenin geleceğ

AA- Herkes PKK bitti Hizbullah başladı diyor. Hayır, PKK da bitmedi. Şu anda bastırıldı o kadar. Kuzey Irak'ta tehdit unsuru olarak duruyorlar. Sonra bu HADEP'li belediye başkanlar... Diyarbakır belediyesinde Türkçe konuşmak yasak. Dışarıdan gelenler de Türkçe konuşursa işleri yapılmıyor. Kürtçe mecburi dil. Yani biraz daha güçlenseler ne yapacakları ortada..

NT- HADEP'in ne yapacağı önemli..

DA- Komutanım ben bu Öcalan'ın hala yaşıyor olmasını kabul edemiyorum. Vatan hainliğinin insan hakları mı olur. asılmalıydı..

NT- Öcalan da siyasetin bir ayağı haline gelecek..

(AA biraz sustu, konu değiştirdi

AA- Bizi AB'ye aday yapıyorlar... Yunanistan dostluktan söz ediyor... Birşeyler değişiyor. Bizden istediklerini PKK terörüyle alamayınca başka yollar arayacaklar. Şimdi bunlar (AB), her konuda yedek politikalar geliştirirler, bir politika tutmadı mı, hemen yenisini sürerler... Çok, çok dikkatli olmamız lazım. Ama bu medya, Cumhuriyet'i ayrı tutuyorum, bunların farkında değil. Biz ne yapmamız gerektiğini tartıyoruz... Kayseri'de konuşuyoruz... Yer verilmiyor..

DA- Komutanım, bu demeçle olacak şey değil, sopayla..

AA- (gülerek) Bugün kar yağacak..

Güle

AA- bu Gülen'i iyi tahlil etmek gerekiyor. Adam aylardır Amerika'da... Bunlar siyaseti ele geçirerek, hedeflerine ulaşmak istiyor..

DA- en tehlikelisi..

ATİLLA ATEŞ: ABD’NİN ÇIKARI NEREDEYSE GÜLEN ORADA OKUL AÇMIŞ

AA- bakıyorsunuz ABD'nin çıkarı neredeyse bunlar orada okul açmış..

DA- komutanım üstelik bu okulları kendisi de açmıyor. Bizim dangalaklara açtırıyor. yani parayı da biz veriyor..

AA- Şimdi bunlar (şeriatçılar) ekonomik bir güç de elde ettiler. Artık işadamları, tüccarları var... Kimi iş alanları öyle ki, Gülen'in adamlarına para vermeyen ihale alamıyor... bu böyle gitmez..

AA- Benim gördüğüm şu... Bu Meclis Demirel'i seçmeye hazır değil. Demirel de çok istiyor... Ecevit, Demirel yukarıda olursa daha rahat yürüteceğini düşünüyor...Mesut YILMAZ'ın hesabı farklı..

DA- Yılmaz kendine oynuyor..

AA- Yılmaz'ın iki aşamalı hesap yapıyor... Birincisi, anayasa değişikliğinin olmaması için çalışacak. Bu olmayınca, bakın olmuyor diyecek, adaylığını koyacak. İkincisi Demirel'in üç yıllık bir uzatmayla seçilmesini sağlayacak. Beş artı beş on olduğuna göre... Demirel yedi yıl cumhurbaşkanlığı yaptığına göre, geriye üç yıl kalıyor... Sonra bu Meclis'le kendisini seçtirecek... Hesabı bu görünüyor..

NT- Demirel de Meclis'e ödün veriyor... kıyak emeklilik falan..

DA- Bu memleket zaten gelir dağılımındaki dengesizlikten batacak... Milletin yüzde 40'ı aç, bunlar bir milyar emekli maaşı alıor..

AA- Bu gidişle Demirel başka hatalar yapmak zorunda kalabilir... Yapacak... Öyle görünüyor..”

DEĞERLENDİRME

Açık kaynaklardan yapılan araştırmada söz konusu görüşmenin yapıldığı dönemde beşer yıllığına aynı kişinin iki kez Cumhurbaşkanı seçilmesi konusu ve Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin Abdullah ÖCALAN dosyası ile ilgili kararların yazılı basında yer aldığı görülmüştür.

BALBAY: 28 ŞUBAT DİYORSUNUZ AMA BU KEZ ATILACAK ADIM SONUÇ ALICI OLMALI

“31 Ekim Pazar günü saat 16.00-19.00 arasında KKK'da KKK Kurmay Başkanı Org. Necdet TİMUR ve Emekli Orgeneral Doğu AKTULGA ile sohbe

Necdet TİMUR(NT

Doğu AKTULGA(DA

Mustafa BALBAY(MB

Durum Saptamas

NT- Ne oluyor, nereye gidiyoruz, duruma nasıl bakmak gerekir, ne yapmak gerekir bir konuşalım dedik. Toplumda bir umutsuzluk var. Geçen gün ben kumaşçım var, ona uğradım, neredesiniz efendim' diyor bana, siz düzeltirsiniz bunu' diyor..

MB- Evet siyasete güvensizlik yerleşiyor..

NT- Ne yapmalı, mesela 28 Şubat benzeri bir girişim mi olmalı

MB- 28 Şubat devam ediyor deniyor ama... Durum da ortada... Bence irtica o günlerden daha fazla mesafe aldı..

DA- Evet evet ben de onu diyorum..

NT- İşte nasıl bir şey yapmalı, mesele orada..

MB- 28 Şubat benzeri durum diyorsunuz, ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı, süreye yayılınca görünen ortada..

AKTULGA: 28 ŞUBAT YETERİNCE İLERİ GİTMEDİ

DA- Ben de onu diyorum... Bence de... Zaten 28 Şubat yeterince ileri gitmedi

Eskiler-Yenile

MB- Benim dikkatimi çeken bir şey var. Kıvrıkoğlu Paşa da 28 Şubat bin yıl yaşayacak diyor, ama Karadayı dönemiyle bugünkü dönem arasında yüzde yüz çakışma yok gibi..

NT- Yok... Öyle..

DA- (NT'ye dönerek) bak görünüyor işte..

NT- Karadayı'nın ekibi çok kuvvetliydi. Bu iş biraz takım oyunu... Biri karar alacak, öteki uygulayacak, bir diğeri olanı takip edecek, bir başkanı plan-program üretecek..

BALBAY: GENELKURMAY’IN TAKINDIĞI TUTUM KARŞI TARAFI CESARETLENDİRİYOR OLMASIN

MB- Laiklik konusunda ödün verileceğini düşünmüyoruz, ama Genelkurmayın takındığı yeni durum, karşı tarafı cesaretlendiriyor olmasın..

NT- Karadayı döneminde aktif politika uygulanıyordu. Örneğin sizlerden biri aradığında Özkasnak çıkıyor, gerekeni söylüyordu... Kıvrıkoğlu paşa pasif siyaset uyguluyor. Dışa kapalı. Gazetecilerle diyalog kesik... Böyle olunca da depremde adım atınca, gazetecilerle tam olarak buluşamıyorsun...

MB- KKK Atilla ATEŞ paşanın görev süresi uzayabilir deniyor..

NT- Hayır, bağrımıza taş basarız onu yapmayız. (DA'yı göstererek) bakın en değerli komutanlarımızı emekli ettik... TSK'da o olmaz... Ama şunu da söyleyeyim, Ateş paşadan sonra bir boşluk geliyor..

MB- Ama laiklikten ödün verecek bir boşluk olmaz sanırım bu..

DA- Olmaz, olamaz... üstte boşluk olsa, altı var..

Cumhuriyet'in Durum

MB- Eski-yeni dönem dedik de, biz yeni dönemde Cumhuriyet'e karşı bir soğukluk hissediyoruz..

NT- Var..

MB- Örneğin brifinge çağrılmadık..

NT- Bak onu duydum ne kadar üzüldüm. Olmaz böyle şey... Ama bana söylediler ki, hata ettik. Yaptıklarının doğru olmadığını söylediler... Sonra düzeldi ama..

DA- Yaa Türkiye'de tek gazete cumhuriyet... Laiklikte, Atatürkçülükte üstüne var mı, nasıl yaptılar böyle bir şeyi...

NT- Komutanı bazen çevresi etkiler..

DA- Tabii cumhuriyet'in içinde bazı çatlak sesler de var..

NT- Evet var, oo şey, Toktamış ATEŞ, Oral ÇALIŞLAR, Aydın ENGİN, yani bunlar bazen ne diyorlar bilemiyorum... Bazen de Attila İLHAN... İnanın yazılarını sonuna kadar okuyamıyorum..

MB- Tabii asıl olan geminin rotası, sotada bazı değişik isimler olabilir..

NT- Elbette öyle... Biz zaten Cumhuriyet'i onlarla değerlendirmiyoruz

‘BU İŞ ENİNDE SONUNDA ORDU TARAFINDAN ÇÖZÜLECEK’

Ne yapmalı

DA- Bu işin eninde sonunda ordu tarafından çözülecek... Ben böyle görüyorum

NT- Biz bir şey söyleyince de bozuluyorlar... Faşist ordu falan diyorlar. Toplumun öteki kesimleri doğruları söyleyince de bu oluyor. Mesela Vural SAVAŞ, gayet güzel koydu olayları... Adama yapmadıklarını bırakmadılar

MB- Savaş parlamentoya yüklenince hemen kenetlendiler. Ama toplumda savaş haklı diyenlerin sayısı az değil..

NT- Belki az değil, ama adamı yalnız bıraktılar..

DA- Ben Atatürkçü Düşünce Derneğine gireceğim. Orada bir ışık görüyorum.

MB- 430 şubeleri var, güçlü bir örgüt... ama işin merkezi parlamento..

NT- ADD falan tamam da bu CHP ayağa kaldırılmalı... Mesela Ecevit'ten sonra ortada DSP diye bir parti kalmaz. Bu adamlar dağılırlar. Buradan 30-40 kişilik bir çekirdek çıkabilir... Ona bakmak lazım..

DA- Ama asıl toplumu ayağa kaldırmak lazım... Bizim millet tembel kolay kolay ayağa kalkmaz. Bakmayın siz o karşıdakilerin arada toplu eylem yaptığına, parayla yapıyorlar. Anadolu'da işsiz güçsüz adam mı yok. Topluyorlar, haydi İstanbul'a gideceğiz. Şu şu sloganları atacaksınız. Araba bedava, yemek bedava diyorlar. bizim toplum bedavacı..

NT- Bu iş asıl medyayla olacak. Bazan ben medyayı da anlayamıyorum... Neler oluyor..

MB- Bugünlerde olup bitenlerin yanında orman kanunları Roma Hukuku kalır. Artık medya gücü kalmadı, güçlerin medyası var..

NT- Mesela bu Aydın DOĞAN, yok CNN ile işbirliği yapıyor... Nedir bu gidiş

MB- Çok uluslu şirketlerle ortak hareket ediyor. Bu şirketlerin Orta Asya'ya da bu ortaklıklarla gideceği söyleniyor... Hükümetle de müttefik oldular..

NT- Evet hiç eleştirmiyorlar. Sözleşmiş gibi köşe yazarları da övüyor.

Ecevit-Demire

MB- Tabi önümüzdeki günlerdeki asıl tartışma cumhurbaşkanı konusunda..

NT- Demirel istiyor... yapacak..

MB- Ne yapacak

NT- En azından görev süresi yarım uzar... İş oraya gidiyor. Hükümetle çok iyi oynuyor. FP'yi de cebine koyabilir..

KARADAYI’YA ‘BAŞBAKAN ERBAKAN’LA KONUŞMA’ UYARISI

MB- Yeri gelmişken, Kıvrıkoğlu'nun da Kosova'da Bakü'de hemen Demirel'in yanında yer alması biraz manidardı..

NT- Orada çerçeveye girmeyecekti... Adam nutuk mu çekiyor, sen git Kosova'daki birliği denetle... Bakü'deki garnizonu ziyaret et... Aynı kareye girmesi pek olmadı... Tabi bu Demirel başka bir yapı... Allah kimseyi onun etkisi altına sokmasın. Adamı et gibi çürütür

DA- Biz Karadayı zamanında, Erbakan başbakanken onunda yakın görünmesini bile eleştirirdik. Birinde Anıtkabir'e giderken, sohbet ettiler. Karadayı gülerek Erbakan'a birşeyler anlatıyordu. Mesele yaptık. Olmaz dedik

NT- Karadayı da adam Başbakan, o kadar da konuşmayacak mıyım demişti..

DA- Olmaz... biz de olmaz dedik..

‘DEMİREL ÇEKER BİTİRİR ADAMI’

NT- O günler tabii... Karadayı bazen Köşk'e çıkar, bambaşka biri olarak gelirdi. Etkilerdi onu... Dedim ya Allah kimseyi onun etki alanına sokmasın. Çeker bitirir adamı..

MB- Ecevit'le ne kadar gideceği konuşuluyor..

NT- Gitmez... Zaten yarım çalışıyor. Esasen bu parlamentonun bir şey yapması zor. Vural SAVAŞ söyledi açık açık... Mesut YILMAZ'la da olmaz. Neyi niçin diyor anlamıyorsunuz..

MB- Cumhurbaşkanlığı için Mesut YILMAZ'ın da hazırlandığı söyleniyor, İsmail CEM de adı geçerlender..

NT- İsmail CEM korkaktır. Bu tür büyük adımlar için cesareti yoktur. Başka adlar olabilir..

DA- Ben Kemal YAMAK adını attım, ama Necdet hemen Özal'ın sekreteriydi dedi. doğru..

MB- Demirel'le Ecevit de iyi anlaşıyor. Ecevit evet dedi mi Demirel'in dediği olur..

NT- Tabii siyasette neler değişir belli değil. Belki bu hükümet düşer. MHP, ANAP, Fazilet'ye başka bir hükümet kurar... Bir başka durum, bu parlamentonun ömrü ne kadar olur, o belli değil. bir yıl daha taşıyamayabilir..

Pkk-Öcala

MB- Öcalan'ın geleceği, PKK'nın durumu hakkında ne düşünüyorsunuz

NT- zaten gerilla hareketi siyasi bir harekettir. Şimdi diyorlar ya, siyasallaşacak diye... Bu tür hareketlerin zaten çıkış şekli siyasidir. Ama zaman PKK'nın lehine işliyor. Bu işler uzadı mı terör örgütünün lehine işler..

MB- Peki ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz

NT- Yasalar ne diyorsa o...

MB- Bir taraftan da çekiliyoruz diyorlar.

DA- Bakmayın siz ona... Ben o bölgede görev yaptım... Biz bu savaşı zaman zaman hatalar yapmamıza rağmen bir yere getirdik. Şimdi terörle mücadeleyle bölgenin kalkınmasının birlikte gitmesi lazım. Adam senin dozerini yaktı mı bir tane daha koyacaksın. Onu da mı yaktı, bir daha... Yılmayacaksın. Şimdi önce terör önlensin sonra yatırım diyorlar... olmaz...

MB- Bazı hatalar derken, neyi kastediyorsunuz..

DA- Canım geçti artık... yani her devlet bazı gizli operasyonlar yapar... Ama bunları Ağar gibi beceriksizlerle neyi niçin kullanacağı belli olmayan kişilerle yapmayacaksın..

NT- ABD de birşeyler yapmaya çalışıyor. Adam çekti 36. Parelele çizgiyi. O çizgi Kürdistan'ın güney sınırıdır. bunu böyle görmek lazım..

Ordu-Solcular-İrticacıla

MB- Geçen gün bize 12 eylülde teğmenken yüzbaşıyken solcu olduğu için ordudan atılanlar geldi... Ordunun bugünkü durumunu, Türkiye'nin sorunlarına bakışını onaylıyorlar. Önyargıyla bakmıyorlar. bana ilginç geldi..

NT- O dönem bazı şeyler oldu tabi..

‘SOLCULAR ORDUDAN ATILDI MI GİDER, ÖTEKİLER İFTİRA EDER’

DA- Bu solcular diyelim ordudan atıldı mı, birşey demezler, toparlanır giderler. Ama ötekiler öyle değil. Çok aşağılıktır onlar. Attın mı, atmadık çamur bırakmazlar, iftira ederler..

NT- Biz irticacıları atıyoruz, ama FP'li belediyeler hemen onlara iş buluyor. Adamların biri açıkta değil

Çevik Bİ

NT- Bu medyanın yaptığı... Biraz evvel Çevir BİR'le konuştum. Hürriyet'e o beyanatı vermemiş... Sedat ERGİN'le bir kez yemek yedim. O galiba kendisini biraz öne çıkarmaya meraklı... Çevik Amerika'dayken bu anonsları verdiler. Biz şaşırdık. Dün akşam komutanlarla bir vesileyle bir aradaydık. Herkes Çevik'e bozuk. Bir ben, yapmamıştır, bir de kendisini dinleyelim dedim. Çevik sadece AB'yle ilişkilerimizin geleceğini anlatmış onlar nerelere götürmüş. Çevir, derhal Aydın DOĞAN'ı aramış. Bunu düzeltmezseniz basın toplantısı yapar, açıklarım demiş. Sonra Ferai TINÇ'ı aramış. Sen ne yapmak istiyorsun, niyetin de demiş..

DA- Çevik de biraz heyecanlı..

NT- Evet heyecanlı, o var tabii... Biz Çevik, Ben, Doğu Paşa, Hava Kuvvetleri Komutanı aynı devreyiz...”

DEĞERLENDİRME

Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 31 Ekim’in 1999 yılında Pazar gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “31 Ekim 1999” tarihinde yapıldığı değerlendirilmiştir.

Kaynak: Tempo24

BALBAY GÜNLÜKLERİ - 2
21 Mart 2009 10:48

Mustafa Balbay'ın günlüklerinin ikinci bölümü de yayınlandı. Bu bölüm de diğeri kadar çok ses getirecek. İçinde kimler yok ki?

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a atfedilen günlüklerde, AKP’nin iktidara geldiği dönemde 1. Ordu Komutanı olan Çetin Doğan’ın “hükümetin artık götüremediğine inandığı” ve “o güne hazırlandığı” iddiası da yer alıyor.

Balbay’a atfedilen günlüklerde, bir önceki görevi gereği Ege Ordu Komutanı olarak bulunduğu İzmir’de ordu komutanlarıyla toplanmak üzere hazırlık yaptığı not edilen Çetin Doğan’ın, ağır bir dille kaleme aldığı bir konuşma metninin dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından “bir üst”e iletilmediği anlatılıyor.

Günlükteki notlara göre, Çetin Doğan, “o gün”e hazırlık amacıyla önceden planladığı ameliyatı oluyor, “bazı dedikodular çıktığı için” medyaya “emekli olacağım” diye röportaj veriyor.

Günlükte dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un ağzından not edilen “1. Ordu’dan gelen mektuplara bakarsanız ordu ihtilale hazır” sözlerini iki gün önce yayımlamıştık. Atasagun’un “ihtilal mektupları”ndan söz ettiği dönemde Çetin Doğan’ın 1. Ordu Komutanı olduğunu belirtelim.

Balbay’a atfedilen günlükte, “düşsel bir öykü” başlığı altında “Mehmet”le yapılan bir söyleşiye yer veriliyor.
“Düşsel bir öykü” başlığı, Cumhuriyet’in kıdemli yazarı Cüneyt Arcayürek’in 12 Eylül 1980 darbesini, darbe döneminin yasakları nedeniyle “düşsel bir öykü” olarak anlattığı kitabını çağrıştırıyor. Arcayürek, 1980’lerin ortasında büyük yankı uyandıran kitabının adını Fransızca “darbe” anlamına gelen “coup d’etat” ifadesinin telaffuzundan hareketle “ku-de-ta” koymuştu.

‘Başkan dışındakiler sağlam. Karada ve havada olumsuzluk yok’

Günlükte “düşsel bir öykü” başlığı taşıyan bölümdeki söyleşide, darbe girişimlerine karşı çıkan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün “ya değişeceği, ya gideceği”, “Özkök’ün bazı emirlerinin yerine getirilmediği”, “Özkök’ün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ziyaretini kendilerini dinlemeden” kabul ettiği, “marta kadar bir takvimleme” yapıldığı anlatılıyor.

Aynı söyleşide “bizim en büyük kaygımız” diye söz edilen Hilmi Özkök’ün, Başbakan teklif ederse “Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanmasını kabul edebileceği” belirtiliyor ve “Bunu kabul edemeyiz. O zaman ip kopar” ifadesi kullanılıyor.
Söyleşide, kafalardaki plan için “başkan” dışındakilerin sağlam olduğu, “Üçüncü arkadaş sessiz kalır. Denizci gidiyor. Bize karada ve havada olumsuzluk yok” ifadeleri dikkat çekiyor.

Özkök’e “uyarı mektupları” gönderildiği de anlaşılan söyleşide kullanılan rumuzların karşılığı, soruşturma makamlarınca görüşmenin altına eklenen “DEĞERLENDİRME” notunda belirtiliyor. Örneğin; söyleşide geçen “Kasım”ın Kasımpaşa’dan hareketle Başbakan Erdoğan, “Gönülsay”ın eski Sayıştay Başkanı olan Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül olduğu anlaşılıyor.

Günlükten aktardığımız diğer bölümlerde, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ile dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Erdal Şenel’e atfedilen notlar yer alıyor.

Bu bölümde “Türkiye Cumhuriyeti askıya alınmıştır… Demek ki biz patinaj yapmışız. Bunlarla mücadele ediyoruz dedik ama boşunaymış” sözlerini günlükten naklettiğimiz Şenel’in, daha önce günlükte kendisine atfen yayımladığımız ifadelerin gerçek olmadığını açıkladığını anımsatalım ve çağrımızı yineleyelim: Sayfalarımız, günlüklerde geçen bütün isimlerin açıklamalarına sonuna kadar açıktır.

Tempo24


‘ÇETİN PAŞA HAZIR! BU HÜKÜMET GÖTÜREMİYOR’

Çetin Paşa Aktüeldeki yazıyı okuduktan sonra demiş ki
- Ameliyattan önce tabancam yan tarafımdaydı. Şimdi çapraz tutuştayım
O hazır. Onunla ilgili gidişte bir sorun yok. Amelittan hemen önce İzmirde orduk komutanlarıyla konuşmak, toplanmak üzere hazırlık yaptı. Orada yapacağı konuşmayı hazırladı. Bunu bilgi olsun diye, Genkura da gönderdi. Yaşar Paşa bir üste iletmedi. Konuşması ağırdı. Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi götüremiyor. türündeydi..kesin konuşmayı yapacaktı Aytaç Paşa yap demiş..”

DEĞERLENDİRME
Açık kaynaklardan yapılan araştırmada, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin DOĞAN’ın 31 Mart 2003 tarihinde by-pass ameliyatı geçirdiği, Çetin DOĞAN’ın 1. Ordu Komutanlığına Ege Ordu Komutanlığı sonrasında atandığı, Org. Yaşar BÜYÜKANIT’ın 2000 Yüksek Askeri Şura kararları üzerine Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na atandığı ve 2003 Ağustosuna kadar bu görevini sürdürdüğü, Çetin DOĞAN’ın 1.Ordu Komutanlığı sırasında Org. Aytaç YALMAN’ın ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini üstlenmekte olduğu görülmüştür.

‘AMELİYATIN NEDENİ O GÜNE HAZIRLIK’

“31 Mart Pazartesi Mehmet Beyle görüşm
- Elinize sağlık... Adresini buldu. Arkası gelebilir... Çetin'in ameliyat olmasının nedeni hazırlık. O güne hazırlanır... Röportajda sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, bazı dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek. Ama fazla emekli olacağım, dedi.”

DEĞERLENDİRME
Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 31 Mart’ın 2003 yılında Pazartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “31 Mart 2003” tarihinde yapıldığı,
Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelmenin genelinden ‘Memet’in üst düzey bir askeri personel, ‘Çetin’in ise dönemin 1.Ordu Komutanı Çetin DOĞAN olduğu değerlendirilmiştir.
Ayrıca açık kaynaklarda yapılan araştırmada 1. Ordu Komutanı Çetin DOĞAN’ın 31 Mart 2003 tarihinde by-pass ameliyatı geçirdiği görülmüştür.

ŞENEL: TÜRKİYE CUMHURİYETİ ASKIYA ALINMIŞTIR

“14 Kasım 02-Perşemb
-Mini ehli dil... gazi orduevinde. Yener, Artuk, Aydın, Erdal, Önal..
Ev sahibi Şenel, ben çok karamsarım dedi devam etti ben Türkiye Cumhuriyeti askıya alınmıştır diyorum. Karamsarım. Çok karamsarım. Bunlar başlangıçta ılıman gelecekler, sonra usul usul girecekler. Kadrolaşacaklar. Fethullah iktidarda... Bunlar ekonomide de başarılı olur. Yastık altındaki paraları çıkarırlar, yeşil sermayeyi getirirler.. Demek ki biz patinaj yapmışız. Bunlarla mücadele ediyoruz dedik ama, boşunaymış. CHP de umut vermiyor... bilmiyorum... karamsarım...
Aynı gün Yarbay Mehmet, Büyükanıt'la görüşmeyi anlattı... Tek Cumhuriyet kaldı demiş bilgi notları sadece bize..”

DEĞERLENDİRME
Diğer notlara bakıldığında “Perşembe grubu” olarak adlandırılan bir grubun olduğu, ‘25’ isimli dosya içerisinde “Perşembe günü akşam düzenlenen yemekli toplantıya katılan kişilerin isim listelerinin bulunduğu, bu listede şahısların ad-soyad ve görevlerinin yazıldığı, bu verilere dayanarak yazıda geçen ‘Şenel’in belirtilen tarihte Genel Kurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal ŞENEL, ‘Yener’in belirtilen tarihte TRT Genel Müdürü Yücel YENER, ‘Aydın’ın belirtilen tarihte Adalet Bakanlığı Danışmanı ‘Engin AYDIN’, ‘Erdal’ın ise belirtilen tarihte KİT Komisyon Başkanı Birkan ERDAL olduğu anlaşılmıştır.

ERUYGUR: BAYKAL ARADI, SİZDE BİR SARSILMA VAR DEDİ

“25 Nisan cuma Şener Paşa..
- İyi oldu Katılmamamız iyi oldu ama, neler çektik, sorma... O gün Baykalı aradım. Sonra o beni aradı. Sizde bir sarsılma var dedi, ben yok dedim. Derken onlar da öyle davrandı. Olur mu canım, Atatürk’ün partisi sen oraya nasıl gideceksin.. Şimdi bir dönem başladı denebilir. Bundan sonra uygun platformlarda gereken şeyler söylenir. MGK da da gereken söylenecek, MGK iyi geçecek. Tek neden türban değil. Ama bunlar ona indirgiyor. Yahu bunlar seks manyağı mı? Kadını görünce akıllarına hemen açık-kapalı yerleri geliyor
MGK de millet affetmeyecek, ne demek (Erdoğan söylemişti) onu da soracağız işimiz zor ama, bunlarla mücadele edeceğiz.
resepsiyona 5-6 kişinin türbanlı gelmesi isteniyor. Onlar emir almış gibi türbanlı geliyor.. Balıkesir’e gittim, babam orada öğretmendi. Akçaka’ya köyü... Orada aynı sınıfta okudğumuz kadınlar geldi. Bana sarılıyorlar. Anadolu insanı budur. Görseniz.”

DEĞERLENDİRME
Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 25 Nisan’ın 2003 yılında Cuma gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “25 Nisan 2003” tarihinde yapıldığı,
Açık kaynaklarda yapılan araştırma ve incelemenin genelinden söz konusu notta bahsi geçen konunun 23 Nisan nedeniyle TBMM Başkanı’nın verdiği resepsiyon, ‘Baykal’ın CHP genel Başkanı Deniz BAYKAL, ‘Erdoğan’ın Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN olduğu değerlendirilmiştir.
Ayrıca açık kaynaklarda yer alan 25 Nisan 2003 Cuma 11.05 tarih ve saatli bir haberde, Mehmet Şener ERUYGUR’un 51 yıl önce babasının öğretmenlik yaptığı ve kendisinin de ilkokulu okuduğu Balıkesir’e gittiği, daha sonra Akçakaya Köyü’ne geçerek ilkokul arkadaşları ile 50 yıllık özlemini giderdiği görülmüştür.

ERUYGUR: BUNLARIN KAFASININ BİR TARAFI ÇÜRÜMÜŞ

“13 Ocak pazartesi günü
Baykal, komutanlarla ayrı ayrı görüştü. Şener ERUYGUR
- Bunların kafasının bir tarafı çürümüş. Bunların normal olması, normal kararlar vermesi mümkün değil. olanaz... Baykal’a da söyledik., siz yüzde 65'siniz dedik..
Bunlarla yılmadan mücadele. Biz jandarmaya gönderdiğimiz dergide çağdaş bir hayat için mücadele ediyoruz..”

DEĞERLENDİRME
Söz konusu yazıda yıl belirtilmediğinden dolayı takvim üzerinde yapılan incelemede 13 Ocak’ın 2003 yılında Pazartesi gününe rast geldiği ve bu nedenle söz konusu görüşmenin “13 Ocak 2003” tarihinde yapıldığı,
Açık kaynaklarda yapılan araştırmada ise ‘Baykal’ın CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL olduğu değerlendirilmiştir.

BAKANA BAĞLANMAYI KABUL EDEMEYİZ

“Düşsel bir öykü..
Mehmet sakin, başı yarı öne eğik, yakasında Atatürk rozetiyle gelir. Rozetin alt kısmı uniformasal çizgilidir. Beyaza çalan gri saçları Ediz HUN gibi taranmıştır. Kısık sesle fısıldar gibi konuşur kaygılıdır..bizi en büyük başkanımız der, bizim gibi düşünmüyor. Durum ciddidir.
-Sadece o mu
Evet sadece o diyebiliriz. Bir de üçüncü arkadaş var. Sessiz kalır o kadar. Ötekiler sağlam. Deniz gidiyor. Onun için bir şey demeyebilir. Ama bize karada havada olumsuzluk yok
-Nedir durum
Biz öyle sanıyoruz ki, onu etkilediler. Avrupada çok kaldı oradan etkilendi. Bir de buradaki muhafazakarlardan etkilendi. Biz önüne durumu koyduğumuzda hafif gülümsüyor. 97-98'lerde de önüne bir şey koyduğmuzda içimizdeki bu durumlarla değil de etrafımızda öyle alanlarla ilgilenin. İçimizdekiler de bunu anlarlar, azalırlar, diye düşünüyordu.

‘Takvimlememiz marta kadar, ya değişecek, ya gidecek’

-Değişmezse ne yapacaksınız
Değişme olasılığı yüzde 50'nin altında. Öyle düşünüyoruz. Ama değişik gayretlerle olabilir diyoruz. Mesela o yazsa diyoruz. Durumu anlatsa diyoruz. Sallanır burası. Bunun devamında siz öteki arkadaşlarıza da söyleyebilirsiniz. Bizim takvimlememiz marta kadar. Martta bunların gerçek yüzleri de ortaya çıkacak. O zamana kadar değişmezse bir değiştireceğiz. Ya değişecek ya gidecek. Biz başkanla ters düşersek kötü olur. Mesela emekli olur. Bu da hoş olmaz ama, böyle devam edemez.
-Yalnız mı
Evet evet. Örneğiz bir haber vardı, o haber. Yalanlanır denen haber. Kim verdi bunu bulun demiş. Telefon etmelerini istemişler, o telefon edilmedi. Yani öyle... Sonra bazı bilgiler geçiyor. Onun bilgisi dışında... Bizi en çok rahatsız eden Kasımın ziyareti. KASIM yanında emekliyle gelmiş. Olacak şey değil. dayatıyor... Bunun olmaması lazımdı. Bizi dinlemeden yaptı. Kutlamayı da bizim yanı kurumsal bilginin dışında yaptı. Durumu bildiği için yaptı. Biz bunun yerine birincinin olması için çaba harcamıştık, o dönem böyleydi. olmadı. AHNEC olmaz dedi, geleneklere uygun değil dedi. Zaten başkan da benim için dua edin, zor durumdayım gibiş şeyler söylemiş
-Ayrılanlar ne düşünüyor

Özkök’e uyarı mektubu gönderilmiş

Bir tek ÇEBİR var. Onun dışında olumsuzluk yok. O da Amerikaya gitti. Sonra 13-14 Avrupa ülkesine gitti. Hepsime KASIM iyidir dedi. Destekleyin dedi. Ama ötekiler çok iyi hatta başkana mektup yazdılar. Böyle davranma dediler. Özü genli bir başkan da aynı şekilde yazdı. Ötekiler de yazdı. Ama dinlemiyor
-ÇEBİR neden böyle bir davranış içinde olmuş olabilir
Bu konuda siz ne düşürünsünüz. Biz tam çözemedik. Herhalde ona öyle dediler
-Burada Doğanlara ne dersiniz
Onlar olumsuz. Bu açık. Hatta doğrudan 100 milyon dolar aldıkları yönünde sağlam bilgi var. olur ya misyon ya neden bilemem. Görevliler mi diye düşünüyor insan. Örneğin mayısta manşet attılar ki, psikoloji.
-Peki marta kadar başkanın olumsuzluğu devam ederse ne yapacaksınız
O zaman Ege denizinden başlayıp konuşacaklar. Tek tek. Hani organize bir durum yokmuş gibi. Tek tek... Onun sonucunda artık ne olur? Karışır... Öyle olsun istemiyoruz burada ona gittik. Nasıl tercih edildi. Zor oldu. Herkes kendi içinde düşündü. Tüm JİLETLER. Aynı düşündüler. Tek isim oldu. Başka yok. Tek isim.
-Yanki ne yapar
Onlar çok kararlı. Bunu biliyoruz. Kesin Iraklayacak. Ama bir ay, ama iki ay, ama üç ay, ama bir yıl. Mutlaka ve buraya yerleşecek. Zaten bir misyonerlik faaliyeti olan yerlere baktık, hepsi enerji alanları içinde. Haritaya bakınca bu ortaya çıkıyor. Adamlar limanları istiyorlar. İskender, Trabzan... Buraların gücünü, kapasitesini soran yazılar yazıyorlar. TrabzandanGürcana vaziyet eyleyecekler. Şimdi ArmanıRussodan ayırmaya çalışıyorlar. Sonra Şiiyi parçalayacaklar. Bize oradaki Azerler sizin olur ya da Azere bağlarız. Ya da kendileri bağımsız olur, siz tercih edin diyorlar. Bizi 7-8 yıl öncesine kadar bölmek ve Kürdüsü kurmak istiyorlardı. Şimdi bunu gereksiz görüyorlar. Ama Hansın derdi yine bu.

‘Bakana bağlanmayı kabul edemeyiz, o zaman ip kopar’

Bizim en büyük kaygımız başkan. Kasım derse ki, başkan bakana bağlansın belki de evet der. O zaman ip kopar. Kopar. bunu kabul edemeyiz. İşte o zaman kopar. Geçen gün Gönülsay geldi. Başkanı ziyarete. 20 kadar GENPA vardı. Hiçbiri yüzüne bakmadı. Kimi sırtını döndü. Kimi sigarasını içmeye devam etti. Kimi içeri girdi. Çok bozuldu. Yanıt da o sırada bilerek toplantıyı uzattı ki, uğurlamayayım, diye... Durum böyle yani
-Kalbaşkanınasıl buluyorsunuz
Bizim gibi hareket eder diye düşüyünoruz. O 50'lerin önüsü olabilir diye düşüyüruz. Olmalı diyoruz, olmalı. Tabi bir hareket olmadan hemen şöyle böyle yapmak olmaz..

Özkök altındakileri konuşturmayınca MGK erken bitiyor

-Gidişi nereye kadar görüyorsunuz
Bunlara da alttan baskı var. Bir kişi neden takamıyoruz diye e-mail çekti. Hemen yanıt geldi, sizinle röportaj yapalım, yayınlayalım. Baskı yapalım. Alttan baskı var diyelim, dediler. Onların da altı durmayacaktır. Onların yayınlarında başkanla ilgili çok övücü yayınlar var. Bu ilginç..Biz şundan eminiz; 57. nin başının düşmesi özel bir planlamaydı. Başındaki Irak'a saldırıya hayır dediği için mi değiştirmek, bitirmek istediler diye düşünüyoruz. Ama özel olarak parçalandığını düşünüyoruz bir önemli durum daha var. Başkan, listeye atılan almak istemiyor. Hiç çıkmasın diyor. Israr ettik var çünkü. Ülkede olan ne varsa bir miktar da bizde vardır. Toplumda yüzde 1 ise bizde binde birdir. Ama vardır. Sonunda ısrarla 8 tane aldırmayı başardık. Bu malum Güven Kurul Toplantılarının neden erken bittiğini düşünüyorsunu? Çünkü başkan altındakilerin konuşmasını istemiyor. Bundan sonra da böyle devam eder mi, bilmiyoruz. Ama biz etmemesi için çaba harcayacağız.”

DEĞERLENDİRME
Söz konusu yazıda ismi geçen ‘AHNEC’in eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, ‘ÇEBİR’in emekli Orgeneral Çevik BİR, ‘Yanıt’ın Genelkurmay eski Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT, ‘Yanki’nin Amerika Birleşik Devletleri, ‘Hans’ın Almanya, ‘İskender’in İskenderun, ‘Trabzan’ın Trabzon, ‘Arman’ın Ermenistan, ‘Russo’nun Rusya, ‘Azer’in Azerbaycan, ‘Kürdüs’ün Kürdistan, ‘Gürcan’ın Gürcistan, ‘Şii’nin İran, ‘Gönülsay’ın Savunma Bakanı Vecdi GÖNÜL, ‘Kasım’ın Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN, 57.Hükümetin ise Başkanlığını Bülent ECEVİT’in yaptığı hükümet olduğu değerlendirilmiştir.

ŞENKAL ATASAGUN'LA DERİN SOHBETLER

“9 Nisan Çarşamba...saat 14.3
ŞEN'le görüşme... Plaka önceden verildi. Kışla havasnıda girişi... Hiç renk vermeyen bir düzenleme. ortada kağıt benzer hiçbir şey yok..
-Turgay'la ilgili bizde olumsuz, özenle çalışılmış bir dosya yok. Biz bir kişi mafya tarafına bulaşmışsa, terör örgütleriyle bağlantısı var mı, ona bakarız. O yok. Ama çok muteber olmadığını siz de haberlerden görüyornsunuzdurb
- Önceki kadar olumsuz birn durum yşok. Ama kendisini devletin bir tarafı seviyor nedense.
- AKP felaket kadroşalıyor. Çok hızlı. Bu konudaki tüm kaygılar doğrudur. Biz takip kuruluna gerekli bilgileri veriyoruz ama, komik bir durum tabi.. Kimi kime şikayet ediyorsunuz
ABD bizi güvenilmez, dağınık bir ülke olarak görüyor. Çok zik zak çizdik. Böyle devlet olmaz. Ama biz işimizi tam yapıyoruz. Bu kurumu siyasetin tamamen dışına çıkardık

‘Gülen’le ilgili bir sürü iddia var’

Irak'la ilgili 3 diplomat konusunda biz kısa bir rapor ilettik dışişlerine. kullanmayacaksan göstereyim..26.3.2003 tarihli üç paragraf. Birincisi, kişilerin adları ve görevleri. İkincisi onlarla ilgili her hangi bir ipucu bulunamadığına ilişkin. Türkiye aleyhindde. Üçüncü, Türkiye aleyhine çalışan kişişlerin batı elçiliklerinde bolca olduğu.. altında Emre TANER imzası..
Gülenle ilgili bir sürü iddia var. Bir ara durumu kötüydü. Ama 3 aydır haber yok. bunların yatırım Türkiye'ninkine yakın desem abartma olmaz..
Barzani Talabani... Bunlar, kullanıla kullanıla kullanmayı öğrendiler. Bize karşı İran'ı onlara karşı bizi, hepimize karşı ABD'yi kullandılar. İkisi de buraya çok geldi gitti. Bize rağmen fazla şey yapabilceklerini sanmıyorum.
Bugün bir başkan gider yarın öteki başkan, ben bu bölgeyle bu kadar ilgili değilim diyebilir..

‘Medya büyük sorun, kimler kullanıyor biliyoruz’

Türkiyede ekonomiyi düzeltmediğiniz sürece terör bitmez. Bitti görünür yinebaşlar... Biz 3 Kasımdan önce bunu söyleyemeye çalıştık. Medya büyük sorun. Kimler kullanıyor, biliyoruz. O Sabah gazetelere bakınca kimin ne demek istediğini biliyoruz.
Siz gelmeden önce baktım 5 yılda bizimle ilgili 15 yazı yazmışsınız 10'u nötr, 5'inde bizi tırmalamışsınız.”

DEĞERLENDİRME
Söz konusu yazıda y&#
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Mar 21, 2009 11:14 pm    Mesaj konusu: Ersöz De Balbay'I Kaydetmi$ti Alıntıyla Cevap Gönder

Günlüklerin Arka Planı Deşifre
22 Mart 2009 12:42

Taraf gazetesi, Balbay'ın darbe günlüklerindeki ordu-gazeteci görüşmelerinin arkasındaki Karargah planının belgelerini yayınladı..

Ergenekon sanığı Eruygur’un Genelkurmay’a raporu: Basını teknik takibe alalım, özel görüşmelerini deşifre edelim, dış güçlerle bağlantılı gazetecileri küçük düşürelim, yandaşlarımızı da kollayalım.

Raporda “Hükümetin “ulusal çıkara ters” icraatları medya üzerinden manipüle edilsin, işinden uzaklaştırılan ulusalcı gazeteciler medya patronlarına şantaj yapılarak geri döndürülsün” deniyor. Raporda Cumhuriyet Gazetesi’ne reklam verilmesinin teşvik edilmesi, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Petrol Ofisi’nden akaryakıt alınmaması da isteniyor


Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ın 2002-2005 arasında tuttuğu günlüklerin ardından Taraf’ın ele geçirdiği TSK’ya ait yeni raporlar, asker ve gazeteciler arasındaki ilişkinin rastgele değil, Karargâh’ta hazırlanan kapsamlı bir plan dahilinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor.

2003’te Jandarma Genel Komutanı olan Orgeneral Şener Eruygur, Teknik Takip Daire Başkanı Atilla Uğur ve İstihbarat Dairesi Başkanı Levent Ersöz’ün hazırladıkları iki ayrı rapor bulunuyor. “Hükümetin medya organlarını kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanması ve medya kuruluşlarına yönelik icra edilen faaliyetler” başlıklı 23 Aralık 2003 tarihli 13 sayfalık rapor Genelkurmay Başkanlığı’na iletilmiş. Ayrıca dokuz sayfalık Kuvvet Komutanlıkları’na takdim edilen bir rapor daha hazırlanmış. Yabancı diplomatların ilişkilerinin teknik takibe alınmasından Cumhuriyet gazetesinin OYAK tarafından reklam verilerek desteklenmesine ve 2003’te darbeye destek vermeyen Doğan grubuna karşı “Askerin Petrol Ofisi’nden akaryakıt almaması” kararına kadar her şey raporlara yansımış.

Kuvvet Komutanları’na Takdim
İşte “Sayın Kuvvet Komutanlarına Takdim” konulu Powerpoint sunumu raporundan satır başları:
(Arabaşlıklar Taraf’a aittir)
“TSK ve Jandarma aleyhine gelişen yanlı ve bilinçli faaliyetlere yönelik haberler veya çıkar çevrelerinin milli menfaatlerimize aykırı politikalarının kamuoyuna yanlış yansıtılmasına karşı, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi kapsamında basından istifade edilmesine devam edilecektir.

Komutanlar sızdırmış
Web sitesi çalışmaları en kısa sürede hazırlanarak hizmete açılacaktır. Site sahibinin gizlenmesi konusunda azami dikkat edilecektir. Sitede kullanılmak üzere Kuvvet Komutanlıklarınca gönderilecek argümanlar ve bunların tarafımıza ulaştırılmasının prosedürü belirlenecek. Site içerik bilgileri hazırlanacak ve link yapılacak siteler tespit edilecek. Sitede yapılacak ilk anketin konusu incelenecektir.

Yayın çizgisini CÇG belirleyecek
Üniversite radyolarında yapılan yayınların yönlendirilmesi maksadıyla çalışmaya devam edilecektir. Yayın Stratejisi ve program konseptleri Cumhuriyet Çalışma Grubu’nca belirlenecek.
Gazeteci, politikacı, STK mensubu, üst düzey yönetici ve yabancı misyon personelinin ilişki ve iltisakları teknik takip altında tutulacaktır. Elde edilen bilgiler vatansever.info sitemizden, kaynağın gizlenmesine azami dikkat gösterilerek kamuoyuna yansıtılacaktır.”

Genelkurmay’a 12 teklif
Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanıp, 23 Aralık 2003 tarihinde Eruygur imzasıyla Genel Kurmay Başkanlığı’na gönderilen ikinci rapor 13 sayfadan oluşuyor. Raporda Teklifler başlığıyla Genelkurmay Başkanlığı’na 12 teklif yapılıyor. Tekliflerden bazıları şu şekilde:

- Yeni bir basın yasası çıkartılarak, finans sektöründe ve siyasi faaliyetlerde bulunan şahısların medya kuruluşu sahibi olmalarının belirli bir esasa bağlanması ve sınırlandırılması, basının denetimini, bağımsız ve özgür olmasını sağlayacak esasların yeniden düzenlenmesinin sağlanması,

- Hükümetin ve siyasi partilerin RTÜK ve TRT Genel Müdürlüğü üzerindeki baskı ve etkisinin kaldırılması, TRT’nin her türlü baskıdan uzak, devlet kurumu olma niteliğinin muhafaza edilmesinin sağlanması,

- Belirlenecek esaslar çerçevesinde, mevcut hükümetin ulusal çıkarlarımıza ters düşen uygulama ve icraatlarının, bazı ulusal yayın kanallarına maniple edilmesi.

- Ulusalcı ve milliyetçi medyayı tasfiye etmeye çalışanların kazanımlarını ortadan kaldırmak ve dengeyi sağlamak maksadıyla, diğer medya kuruluşlarından farklı olarak Cumhuriyet kazanımlarını savunmada istikrarını muhafaza eden Cumhuriyet Gazetesi’nin desteklenmesi ve güçlendirilmesi kapsamında TSK birimlerinde satışı ve TSK’ne bağlı kurum ve iştiraklerce desteklenmesi (Oyak Bank’ın reklam vermesi vb.) bu gazeteye bağlı ulusal bir TV kanalı kurularak iktidar partisi tarafından tasfiye edilen ulusalcı basın mensuplarının burada görevlendirilmesi,

- Yerel medyada oluşturulan iktidar yandaşı kesime karşı alternatifler yaratılması ile ilgili örtülü bir düzenleme yapılması,

- TSK’ne hasmane tutum takınan medya ve kurumlara karşı (Oyak Bank’ın reklam vermemesi, Petrol Ofisi’nden akaryakıt alınmaması vb.) ambargo oluşturularak baskı altına alınmalarının sağlanması,

- İkili görüşmeler ve İnternet siteleri vasıtasıyla sivil toplum örgütlerinin harekete geçirilmesi,

- Dış güçlerle bağlantısı olan yazarlar ve diğer şahısların kamuoyuna deşifre edilmesi,

- İşinden uzaklaştırılan medya mensupları ve yayından kaldırılan programlar konusunda, medya sahiplerinin usulsüzlüklerinin ortaya çıkarılması ve şahısların geri alınarak programların yeniden yayına sokulmasının sağlanması,

- ÇAS örgütlenmeleri ve diğer oluşumlarla iltisaklı olan milletvekilleri, medya kuruluşları sahipleri ve iş adamlarının faaliyetlerinin kamuoyuna deşifre edilmesi,

- Söz konusu şahısların karıştığı yolsuzluk ve usulsüzlüklerin araştırılmasında Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurumu’nun harekete geçirilmesinin sağlanmasını, Arz ve teklif ederim.”

Sendikalar manipüle edilecek
“Milli duyarlıkları nedeniyle sendikal faaliyetlerden dışlanan sendikacılardan bir temas grubu oluşturulacak ve bunlardan sendikal faaliyetlerin maniple edilmesinde istifade edilecektir. Belirlenecek esaslar çerçevesinde, mevcut hükümetin ulusal çıkarlarımıza ters düşen uygulama ve icraatlarının, bazı ulusal yayın kanallarınca maniple edilmesi sağlanacaktır.

Cumhuriyet Gazetesi’nin desteklenmesi ve güçlendirilmesi incelenecektir. İktidar partisi tarafından tasfiye edilen ulusalcı ve milliyetçi basın mensuplarının görevlendirilmesi konusu incelenecektir. Yerel medyada oluşturduğu yandaş kesime karşı, alternatifler yaratılması konusu incelenecektir. TSK’ya karşı hasmane tutum takınan medya ve kurumlara ekonomik yaptırımlar uygulanması incelenecektir. İkili görüşmeler, internet ve vatansever.info sitesi vasıtasıyla STÖ’ler harekete geçirilecektir. Dış güçlerle bağlantısı olan yazarlar ve diğer şahıslar kamuoyuna deşifre edilecektir.

Yeni Sevr’ler yaratılmaya çalışılmış
Raporda bir basın kuruluşunda sorumlu yazı işleri müdürü olabilmek için “Türk vatandaşı olma” şartının yeni yasayla kaldırılmasından duyulan rahatsızlık dile getiriliyor: “Türk medyasının AB ülkeleri tarafından daha etkin bir şekilde kontrol edilmesine olanak sağlayabilecek önemli bir değişiklik olarak görülmektedir. Türk vatandaşı olmayan bir kişi için bu yasa hükümlerinin uygulanması, devletlerarası anlaşmalar çerçevesinde sorunlar çıkarabilir ve bu yasanın uygulanması olanağı bulunmayabilir.”

“İrticai unsurlarla bağlantısı olan, Gulbettin Hikmetyar (Eski Afganistan Başbakanı) ile çekilmiş fotoğrafları bulunan ve Atatürk düşmanlığı ile tanınan Şenol Demiröz’ün ısrarla TRT Genel Müdürlüğü’ne atanması yönündeki çabaları devam etmektedir. Bunun da başarılmasıyla, devletin resmi ve tarafsız TV kanallarını kendi kontrolüne geçirerek hakimiyetini perçinlemeye çalıştığı görülmektedir. Ülkemizdeki bazı siyasi görüşe sahip basın mensuplarının; fikirleri, kökenleri ve hitap ettiği kitlelerin durumuna göre hareket ederek, Cumhuriyet ve ülke değerlerine saldırılarda bulundukları, geçmişte siyasi partilerin ve yöneticilerinin yaptığı hataları devlete mal ederek her fırsatta karalama kampanyası içerisinde oldukları tespit edilmiştir.

Bir kısmının AB karşıtı, din düşmanı, demokrasinin üzerindeki baskı unsuru gibi asılsız temaları işleyerek TSK’lerini yıpratmayı ve Cumhuriyet değerlerini erozyona uğratmayı, bir kısmının ise ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütlerinin güdümünde faaliyet gösterdiği, yine bazılarının yabancı devletlerce ve örgütlerce satın alındığı, yönlendirildiği ve çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri gözlenmektedir. Bu kapsamda, EK-E’de belirtilen ulusal bazda yayın yapan gazetelerdeki bazı köşe yazarlarınca;

- Kıbrıs davasına ömrünü adamış Rauf Denktaş’ın süreci tıkadığı iddia edilmiş, seçim sonrasında görüşmelerden çekilmesi gerektiği belirtilerek Annan Planı’na destek verilmiş,

- Irak konusunda tam bir çıkmaz ile karşı karşıya gelen hükümetçe, ABD menfaatleri doğrultusunda kararlar alınması için sürekli yanlı yayın yapılmış, oluşan tablonun mimarının TSK olduğu izlenimi yaratılmış,

- Ulus devlet yapısı yok edilerek, AB’nin dayatmaları demokratikleşmenin gereği olarak lanse edilmek suretiyle yeni Sevr’ler yaratılmaya çalışılmış.”

Raporun sonuç bölümünde ise Hükümetin medya patronlarının zayıf yönlerinden istifade ederek, basın kuruluşlarını kendi menfaatleri doğrultusunda kullandığı belirtiliyor.
11 maddelik sonuç bölümü özetle şöyle:

Hükümet medyayı kuşatacak
“TRT’nin başına yapılacak atamayla, hükümetin basın üzerindeki hakimiyeti pekiştirilecek. Yandaş Albayraklar Grubu ve benzer medya gruplarının büyümesi, gelişmesi ve etkinliği artırılacak. Hükümet parti programları ve faaliyetlerini bölgesel ve yerel seviyede desteklemek için parti mensupları ve yandaşlarına yerel televizyonlar satın aldıracak veya yeni televizyonlar tesis edecek. Ulusal televizyon ve TRT’yi ele geçiren hükümet, muhalefet partilerinin görüşlerini baskı yoluyla engelleyecek.

Yandaş medya vasıtasıyla başta laiklik olmak üzere, Cumhuriyet kazanımlarına saldırı ve müdahalelerde bulunacak. Yapılan yazılı uygulamaları ve kendi siyasi görüşleri çerçevesinde yaptığı uygulamaları, dezenformasyon faaliyetleriyle kamufle etmeyi ve kamuoyunu yanıltmayı başardığı değerlendirilmektedir. BDDK, TMSF Merkez Bankası gibi özerk kuruluşlardaki yöneticiler baskı ve karalama kampanyalarıyla istifa ettirilerek ekonomiyi yöneten kurum ve kuruluşlar kontrol altına alınacak.

Bazı basın yayın organları siyasi görüş ve diğer ülkelerle bağlantıları sebebiyle, ülkenin üniter yapısı dahil devletin tüm temel unsurlarını tartışmaya açarak zafiyete uğratmaya çalışacaklar. Ülkemizde bulunan diğer siyasi partilerin kontrol ve güdümündeki basın yayın organları tiraj ve yeterli görsel basına sahip olmamaları nedeniyle istenilen seviyede etkin olamayacaklardır. Mevcut durumun bu şekilde devam etmesi halinde, iktidara sahip olan partinin, basının da desteği ile yerel seçimlerden daha güçlü çıkma ve yerel yönetimleri ele geçirerek gelecek seçimleri de garantileme, genel seçimlerde aldığı oy oranının üzerinde oy ile Anayasa dahil devletin tüm oluşumlarını kendi isteği doğrultusunda değiştirebilme potansiyeline ulaşmayı hedeflediği değerlendirilmektedir.”

Özkök’e ABD brifingi raporda
Raporda AB ve ABD’nin medya ile yakın ilişkide olduğuna vurgu yapılarak, şöyle dendi: “ABD Büyükelçisi Eric Edelman’ın göreve başlamasından bu yana bazı siyasiler, iş adamları ve medya mensuplarına ziyaret ve toplantılar düzenlendiği gözlenmektedir. Elçiliğe çağrılan, aralarında Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün de bulunduğu 10 kişilik Türk gazeteciye, bir hafta ‘Yeni Osmanlıcılık’ ile ‘ABD ve Türkiye’nin Ortak Çıkarları’ konularında brifing verildi.

Büyükelçilik Siyasi Sorumlusu olan John isimli kişi Ankara’da Cumhuriyet Gazetesi’nin bulunduğu sokakta her hafta üç-dört gazetecinin temsilcisi, muhabir, vekiller ve işadamlarını kapsayacak şekilde toplantılar düzenliyor. Bu görüşmelerin hiç bir gazetede yer almaması dikkat çekici ve anlamlıdır.

Ayrıca, ABD’nin CNN Türk TV kanalı vasıtasıyla, kendi menfaatlerine hizmet eden medya mensuplarının finansal desteğini sağladığı yönünde bilgiler de mevcuttur. AB ülkelerinin de, Türkiye’deki menfaatlerine yönelik medya desteğini artırma çabası içerisinde olduğu ve Fransa Büyükelçiliği’nce müteakip dönemde Mehmet Dülger vasıtasıyla bu desteği artırma yönünde girişimlerde bulunulacağı yönünde bilgiler alınmıştır.”

Kaynak: Mehmet Baransu/Taraf


Ersöz De Balbay'ı Kaydetmişti
21 Mart 2009 11:48Mustafa Balbay, Paşalar ve derin isimlerle görüşmelerini kaydetmiş ama, Balbay'ı kaydedenler de vardı. Unutanlar için Ersöz'ün dehşet Balbay kayıtları..

BALBAY HERKESİ KAYDETMİŞ AMA ONU KAYDEDEN DE VARDI

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay`ın karargahta Cumhuriyet Gazetesi için 100 bin YTL para istediği, meslektaşlarını gammazladığı, devlet yetkililerine ağır küfürler ettiği gizli çekilmiş video kaydı kasedi ele geçirilmişti.

Ergenekon'da ilk gözaltına alındığı sırada Balbay"a sorulan bu görüntüleri, Tuğgeneral Levent Ersöz"ün çektiği belirlenmişti.

Görüntülerde Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, askerle Cumhuriyet gazetesinin tirajını konuşuyordu. Balbay Cumhuriyet gazetesine 100 bin YTL verip kışla içlerinde bedava dağıtımı konusunda Levent Örsöz'le pazarlık yapıyordu.

ERSÖZ'ÜN KASETLERİNDEKİ BALBAY

Mustafa Balbay 5 Ocak 2004'te gizli kayda alınmış. Hükümetin Kıbrıs politikasından Cumhuriyet'in tirajının arttırılmasına, Tayfun Talipoğlu'na hakaretten Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal'e küfüre kadar her şey var bu konuşmada.

Balbay, Radikal Ankara Temsilcisi Murat Yetkin'i “tam Amerikancı” diye jandarmaya adeta şikâyet ediyor. Mustafa Balbay'la görüşenler ise Em. Tuğ. Levent Ersöz ve Em. Alb. Atilla Uğur.

Görüşmede öncelikli konu Kıbrıs. AKP hükümetinin Kıbrıs konusundaki tutumunu yumuşak buluyor her iki taraf da. Bu konuda ayak direyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i ikna etmek için hükümet adına devreye giren ismin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal olduğu konuşuluyor. Levent Ersöz soruyor; “Kimin kanalıyla bu işi yapmışlar?” Mustafa Balbay cevap veriyor: Uğur Ziyal kanalıyla. -Devamındaki hakaret kısımlarını geçiyoruz…- Konu bir ara aynı yıl içinde yapılacak yerel seçimlere geliyor. AKP'nin olası adayları üzerinde duruyor görüşmedeki isimler. Her biri için değerlendirmelerde bulunuyorlar.

BALBAY MESLEKADAŞLARINI GAMMAZLIYOR

Mustafa Balbay meslektaşı Tayfun Talipoğlu'ndan bahsedince askerler şiddetli tepki veriyor: “Hem Arap-Kürt. Hem de …” Mustafa Balbay, Talipoğlu için söylenen sözleri tasdik ediyor.

Gündem değerlendirmesine devam eden Ersöz, Uğur ve Mustafa Balbay'ın bir başka sohbet konusu New Yok Times'ın dış politika editörünün Türkiye temasları. Üçlü bu temaslardan hiç de hoşnut kalmamış. Bazı yazarların bu temaslar çerçevesinde yörünge değiştirdiği konusunda birleşiyorlar. Hemfikir oldukları isim Murat Yetkin. Radikal'in Ankara temsilcisi için Balbay'ın hükmü hazır ve kesin; “Murat Yetkin tam Amerikancıdır.”

Görüşmenin bir yerinde Cumhuriyet gazetesi gündeme geliyor. Balbay şaşırtıcı bir biçimde gazetesini suçluyor. 1989-1993 yılları arasında bazı yöneticilerin PKK'dan etkilendiğini söylüyor Cumhuriyet'in Ankara temsilcisi. Ama şimdi tam bir Kuvva-yı Milliye kadrosu hâkim gazeteye. Balbay'ın yaptığı bir başka iş var ki, anlaşılır gibi değil. 15 Kasım ve 20 Kasım 2003 tarihlerinde El Kaide İstanbul'da bombalama eylemleri yapmış, bu eylemlerin ardından MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun Ankara'da 14 gazetecinin katıldığı bir toplantı düzenlemişti. Bu toplantı için MİT'in Atatürk Orman Çiftliği'ndeki Marmara Köşkü seçilmişti. İşte Mustafa Balbay bu toplantıda konuşulanları sekiz sayfalık bir bilgi notuna dönüştürerek Jandarma İstihbarat Başkanı Tuğ. Levent Ersöz'e veriyor…

CUMHURİYET'E KIŞLA DESTEĞİ

Ersöz-Balbay görüşmesinin en kritik konusu ise Cumhuriyet gazetesi. Üçlünün üzerinde anlaştığı plana göre önce Cumhuriyet gazetesinin tirajının arttırılması gerekiyor. Hedef 100 bin. Bu amaçla “Aydınlanma Kitapları” projesinin yeniden canlandırılması düşünülüyor. Bunun için Oyak Bank sponsor olacak, sponsorluk bedeli de sadece 100 milyar lira. Balbay'a göre gazete 100 bin satarsa “Gündemi bir başka etkileyecek”. Balbay'ın bu fikrini Em. Tuğ. Levent Ersöz biliyor olmalıydı ki, Jandarma Genel Komutanı Em. Org. Şener Eruygur'a bundan bahsetmişti bile. Eruygur ve Ersöz ikilisi bir de plan geliştirmişti. Buna göre “eğitim birlikleri, askeri okullar, bölge komutanlıkları ve karargâhlara” talimat verilecek, Cumhuriyet temsilcileri bu komutanlıkları ziyaret edecek, gazeteyi 200 bin liradan satmayı teklif edecekti. Gazetenin satış ve gerçek fiyatı arasındaki farkı Jandarma Genel Komutanlığı karşılayacaktı.

Böylece Cumhuriyet ilk önce jandarma birliklerine girecekti. Eruygur daha sonra uygulamanın aynen diğer kuvvet komutanlıklarında da hayata geçirilmesini sağlayacaktı. Komutanlıklar bir taraftan Cumhuriyet'e kapıyı açarken diğerlerine de hafif hafif kapatacaklardı. Bir müddet sonra birliklerde sadece Cumhuriyet satılıyor ve okunuyor olacaktı. Ersöz, Eruygur'la yaptıkları bu planı Balbay'a aktarıyor ve bu fikirde mutabık kalıyorlar
aktifhaber

Kırca'ya Kasetleri Kim Servis Etti?
22 Mart 2009 11:42

Soner Yalçın ile Mahmut Övür arasındaki af polemiği, Ali Kırca'ya Fetullah Gülen kasetlerini kimin servis ettiğini ortaya çıkardı...

Mahmut Övür'ün Sabah'taki yazısından ilgili bölüm..

O esrarengiz adam kimdi?
Tam o günlerde atv Haber Müdürlüğü'nden ayrılıp, Kanal 6 Haber'in başına geçme hazırlığı içindeydim. Bu nedenle de kasetin yayınlanması benim dışımda gelişti.
Ancak ilginç ve aydınlatılması gereken bir noktayı çok net hatırlıyorum.
Atv Haber'in başında Ali Kırca vardı. Ben de henüz atv Haber'deki odamı terk etmemiştim. İşte o günlerde haber merkezine ilginç bir adamın elinde çantalarla sık sık gelip gittiğini görüyordum. Sima olarak tanımadığım bu adamı merak edip sordum. Adının Ergun Poyraz olduğunu söylediler. Poyraz, tarikatlar ve Refah Partisi ile ilgili yazılar yazan kitaplar yayınlayan biri olarak biliniyordu.
Ama atv Haber'de herkes ona "derin devlet"in adamı gözüyle bakıyordu.
Onun geliş gidişlerinden sonra işte o meşhur kaset olayı patladı.
Ardından da Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel soruşturma başlattı. Bu kampanya Fethullah Gülen'in ABD'ye gitmesiyle sonuçlandı.
Bu çok net biçimde bir 28 Şubat operasyonuydu. Yayınlanmasını da onlar sağladı.
Ergun Poyraz'ı daha sonraları AK Parti iktidarı, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'e yönelik garip kitaplarıyla tanıdık.
Peki, şimdi nerede?
Poyraz, şimdi iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü davasında "tutuklu sanık" olarak yargılanıyor.
Yaklaşık 6 ay önce Vatan gazetesinde Yiğit Bulut tam da bu konuyla ilgili bir yazısında merak ettiği birçok soru sordu:
"Ali Kırca bu kaseti neden yayınladı ve nereden aldı? Gülen'in Orta Asya'daki okulları hangi ülkeleri rahatsız etti? 1997'de öne çıkan isimlerden örneğin Çevik Bir'in hangi ülke ile arası iyiydi?"
Gördüğünüz gibi bu soruların cevabı ortada duruyor.

aktifhaber
,
Ahmet Hakan
Yollarımız burada ayrılıyor Mustafa


BİR süre bekledim...

İstedim ki...

Cumhuriyet Gazetesi "yalan" desin... Mustafa Balbay’ın avukatları "uydurma" desin...İlhan Abi, "Mustafa yapmaz öyle şey" desin...

Fakat... Ne yazık ki...

Beklediğim "çıkış" bir türlü gelmedi... Maalesef "sükut" ve "ikrar"dan başka bir şeyiş itemedim.

Ve şuna kani oldum:

Kendisiyle dayanıştığım Mustafa kardeşim, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında, karargáhları,garnizonları, orduevlerini kendisine mesken etmiş.

Mesafesiz bir temas kurmuş ordunun ileri gelenleriyle... Kuvvet komutanlarıylaGenelkurmay Başkanı’nı çekiştirmiş. Darbe için gaz vermiş, akıl öğretmiş... Eli silahlı güçlere yaslanmış. Tank sesiyle uyanma rüyası görmüş. Halkın oylarıyla alt edilemeyeceğini anladığı iktidarı, zorbalıkla alt etmenin yollarını aramış.

"Belindeki silaha güvenenlerin arasında izlenim toplayan bir gazeteci" olmamış,"belindeki silaha güvenenlerin akıl hocalığını yapan gazeteci" olmuş.

Hasılı kelam, "Darbecinin gazetecisi" olmuş bizim Mustafa...

* * *

Yasalara göre suç mudur bu faaliyet?

Bilmiyorum...

Bu yüzden Mustafa’ya "eli kanlı bir terör örgütü üyesi" muamelesi çekmek vicdana sığar mı?

Bilmiyorum...

Bu işi yapan adamın apar topar kodese tıkılması Allah’tan reva mıdır?

Bilmiyorum...

Ama bildiğim bir şey var:

Elinde silah bulunan güce, "Hadi paşam, hadi aslanım... Yap bir darbe" diye gaz verenbir adamla benim işim olmaz...

Hiç işim olmaz.

Başbakan’ın karşısında el pençe divan duran gazeteci bozuntusuyla hiç işim olmadığıgibi...

Başbakan’ı üzmemeyi meslek hayatının en önemli ilkesi sayan kişiliksiz gazeteciyle de hiçişim olmadığı gibi...

Uçak muhabbetlerinde Başbakan’la al takke ver külah ilişkiye giren, hükümete akılöğreten, Allah’ın her günü muhalefete çakan çapsız ve iradesiz sözde gazeteciyle hiç işimolmadığı gibi...

"Başbakan’ın gazetecisi"ne burun kıvıran ben, kitaplarına imza attığım gazetecinin"darbecinin gazetecisi" olduğunu öğrendiğim halde susup kalacak mıyım?

Tabii ki hayır!

* * *

Ne zaman bir "mağdur çığlığı" işitsem, safdilleşirim...

Kanmaya müsait olurum "mahpusa düşmüş" yazı adamının dramı karşısında...

O yazı adamının içeri alınmasının, üzerinde titizlendiğimiz "eleştiri hakkı"nın ortadankaldırılması anlamına geldiğini düşünür ve bu yüzden önüne arkasına bakmadan"düşünce özgürlüğü" adına derhal safımı seçerim...

Ama biraz "safdil" olmak, biraz "kanmaya müsait" olmak...

"Keriz" yerine konmaya razı olacağım anlamına gelmez.

Bu nedenle Cumhuriyet Gazetesi’nin, "Mustafa Balbay o günlükleri yazı dizisi yapmakiçin tutmuştu" şeklindeki izahına zerre kadar inanmıyorum.

* * *

"Mustafa ve paşaları" 2002, 2003 ve 2004’te o mahrem macerayı gerçekleştirme imkánını bulsalardı, kodese düşüp yakınlarından iç çamaşırı ve sigara bekleyenlerarasında muhtemelen ben de olacaktım.

Ne kadar yufka yürekli olursam olayım...

Geleceğimi karartmak için çabaladığı kanıtlanmış bir adama, "Yollarımız buradaayrılıyor" diyemezsem, kendime olan saygımı kaybederim.

Kendime olan saygımı kaybetmektense...

Mustafa’yla yollarımı ayırmayı tercih ederim.

Tüm üçüncü şahıslara ilanen duyurulur...
Hürriyet

İki Darbe Günlüğü Arasındaki Bağ

23 Mart 2009 08:52
Örnek Paşa'nın "Darbe Günlükleri"ni ortaya çıkartan Nokta'dan Alper Görmüş, Mustafa Balbay'ın "darbe günlükleri"yle aradaki bağı analiz etti..

Kapatılan Nokta dergisinin genel yayın yönetmeni Alper Görmüş'le Sabah Gazetesi'nden Ecevit Kılıç konuştu:

Konu malum; Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'a ait olduğu söylenen günlükler. Bu günlükler, Türkiye'nin 2003-2004 yıllarında nasıl ciddi bir askeri darbe tehlikesi yaşadığımızın önemli bir kanıtı. Ama bizim meslek açısından en vahimi ise günlüklerin sahibi olan gazetecinin de bu darbe planın içinde yer alması, darbecilerle hareket etmesi.

BAŞBUĞ KARŞIYDI
Burada Alper Görmüş'le söyleşi yapmanın üç ayrı noktada önemi var; birincisi Nokta dergisi aynı darbe girişimleriyle ilgili dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerini yayımladı. Örnek ile Balbay'ın günlükleri örtüşüyor mu? İkincisi, Nokta'da bu günlüklerin sadece kısa bir bölümü yayınlandı. Oysa günlükler çok daha geniş; yaklaşık 3 bin sayfa. Tamamını sadece Alper Görmüş gördü, bir kopyasını da bilgisine başvuran Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'e verdi. O bölümlerde ne vardı? Gazetecilerin ismi geçiyor muydu? Sonuncusu ise Özden Örnek'in günlüklerinin yayınlanmasından sonra Nokta kapandı. Dergisi baskılar üzerine kapatılan Görmüş, darbe planları içinde yer alan Balbay'a ne diyordu?

* Mustafa Balbay'a ait olduğu söylenen günlükleri Özden Örnek'in günlükleriyle birlikte okuyunca ne çıkıyor?
En önemli birkaç noktadan özetlersek; her iki günlük de, 2003-2004 döneminin en heveskâr darbecisinin Şener Eruygur olduğunu, bütün kuvvet komutanlarının darbeye "Evet" dediğini ve bu darbenin dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün direnmesi sayesinde engellenebildiğini, "Sarıkız" kod adlı darbe girişiminden vazgeçilmesinin ardından, sivil toplumun ve medyanın ön planda olacağı yeni bir müdahale konseptinin geliştirildiğini, şimdiki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 2003-2004'te darbecilerden uzak durmaya çalıştığını ve bu nedenle "kariyerist" damgası yediğini açıkça ortaya koyuyor.

* Balbay'ın günlükleri Özden Örnek'in günlüklerinin teyidi mi?
Okur okumaz aklıma gelen ilk şey, bunların darbe günlüklerini bir kez daha teyit ettiği oldu.

* Günlüklerde darbeyi isteyen isimlerle Balbay'ın görüştüğü isimler örtüşüyor mu?
Her iki günlükte de darbeyi isteyen, bu konuyu ısrarla gündeme getiren kişinin dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur olduğu görülüyor. Ayrıca, dört kuvvet komutanının dördü de bir dönem boyunca yönetime el koyma kararlılığında. Ama daha sonra bu kararlılık kırılıyor.

* Özden Örnek'in günlüklerinde Mustafa Balbay var mı?
Balbay'ın adı bir kez, şöyle geçiyor: "5 Aralık 2003... Akşamüstü Cumhuriyet gazetesinden Balbay aradı. 'Başbakan'a zor anlar yaşatmışsınız doğru mu' dedi. Ben de 'Hayır' dedim."

HANGİ GAZETECİLER
* Peki, darbe toplantılarına katılan gazetecilere dair bilgiler var mı?
Darbe günlüklerinde çok sayıda gazetecinin adı, Özden Örnek'e ziyaret çerçevesinde geçiyor. Mesela Tuncay Özkan, Mehmet Yılmaz, Mehmet Ali Kışlalı, Fikret Bila, Coşkun Kırca ve Can Ataklı'yı hatırlatabilirim. Bunların hiçbirinde, Mustafa Balbay'a verilen "Darbe yapmaya hazırlanıyoruz, kararlıyız" mesajının verildiğini söyleyemeyiz. Çünkü bu mesaj, bu netlikte ancak 'en muteber'lere verilebilir. Balbay'ın günlüklerinde de zaten komutanlar sık sık "Bir tek siz ve sizin gazeteniz Cumhuriyet var" diyerek, 'en muteber'i işaret ediyorlar.

İŞBÖLÜMÜ VAR
* Gazetecilerden neler isteniyor, ne konuşuluyor?
Örnek'in günlüklerinde en fazla, medyayı kendi yanlarına çekmek için yapılmış uyarılardan söz edebiliriz. Anladığım kadarıyla, medyaya çeki düzen vermek için Özden Örnek'in yakın temasta olduğu gazetecilerle Eruygur'un yakın temasta olduğu gazeteciler farklı. Belki bir işbölümü söz konusu olabilir. Örnek'in günlüklerinde çeşitli yayın gruplarında çalışmış, herkesle arasının iyi olduğu söylenen Mustafa Özkan öne çıkıyor. Örnek'in günlüklerinde bir de Doğan Grubu'nun müdahaleye katkısının sağlanması çabaları öne çıkıyor.

'Sarıkız'ı medya desteği olmadığı için yapmadılar
* Balbay, ilk gözaltıda basın kartını gazetecilere gösterip "İçeriye bu kimliğimle girdim, gazeteci kimliğimle çıkıyorum" demişti...
Balbay o sözleri ettiğinde, sanırım bilgisayarından sildiği günlüklere ilk gözaltı döneminde ulaşılamamış olmasının verdiği güvenle konuşuyordu. Çünkü o günlükleri yazdığı kamuoyunca bilinen biri insanların gözünün içine bakarak öyle söylemezdi.

* Günlüklerde bir orgeneral, hem "Bu medya ile darbe olmaz" hem de darbeyi gerçekleştirebilmeleri için "Medya çok önemli" diyor...
Türkiye'de hiçbir askeri darbe medya olmaksızın başarıya ulaşamaz. 28 Şubat, mükemmel bir asker-medya organizasyonu. Ama "Sarıkız" darbe girişiminin "başarı şansı olmadığı" gerekçesiyle rafa kaldırılmasının nedenlerinden biri de medyanın desteğinin olmaması.

Özkök Demokles'in Kılıcı Gibi Duruyormuş

* İki günlükte de bir anlamda hedef, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök. Darbenin önünü kesen isim mi? Nasıl direnebiliyor?
Balbay'ın günlüklerinde, Şener Eruygur'un önüne "Ayışığı" darbe girişiminin, Örnek'in önüne de mal varlığı konulduğu söyleniyor. Nokta'da yayımladığımız Darbe Günlükleri'nde ise Hilmi Özkök'ün darbe planlayan komutanları izlediğini, ne yaptıklarına dair bilgi sahibi olduğunu onlara hissettirdiğini çıkartıyoruz. Bu, dört komutan üzerinde her zaman bir 'Demokles'in kılıcı' etkisi yaratıyor. Hatırlarsak, Balbay'ın günlüklerinde de, Özkök'ün tasfiyesi yönündeki tavsiye, Şener Eruygur tarafından, "Ya o bizi gönderirse" diye endişeyle karşılanıyor.

GÖREV SİVİL MAHKEMENİN
* Özden Örnek'in günlüklerini yayınlama sürecinde, ısrarla darbe girişimcilerinin yargılanmasının önünün açılmasına vurgu yapıyordunuz. Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde sizin yayınladığınız darbe günlükleri de yer alıyor. Bunu bekliyor muydunuz?
Bir nokta yanlış anlaşılıyor. Unutmayalım, Özden Örnek'in ifadesine tanık sıfatıyla başvurulacak. Benim bundan şunu anlıyorum; savcılar hâlâ 2003-2004 darbe girişimlerini sorgulamanın kendi işleri olmadığı yorumunu yapıyor. Çünkü savcılara göre, söz konusu olan muvazzaf generaller olduğu için, onların yargılanması askeri mahkemenin işidir. Avukat Ümit Kardaş, bu yorumun doğru olmadığını yazdı. Eski Askeri Yargıtay Başkanı Nursafa Pandar da 2003-2004 darbe girişimlerini soruşturma ve yargılama görevinin sivil yargıda olduğunu açıkladı. Anladığım kadarıyla savcılar, Örnek'ten alacakları bilgilerle, Eruygur ve Tolon'un muvazzaflık dönemlerindeki kararlı darbeciliklerini, emeklilik dönemlerindeki darbeciliklerinin bir kanıtı olarak kullanmak niyetindeler...

BERAAT ETMEM YETERLİ DEĞİL TEMYİZ ETTİM

* Özden Örnek'in günlüklerinin iddianamede yer alması ona ait olduğunun kanıtı diyebilir miyiz?
Hakkımda açılan "hakaret" ve "iftira" davasının son duruşmasından önce Ergenekon davası savcısı Zekeriya Öz tanık olarak ifademe başvurmuş ve o gün talebi üzerine kendisine günlüklerin bir dijital kopyasını vermiştim. Basında, Öz'ün bunları emniyet kriminal laboratuvarında incelettiği ve o metinlerin Özden Örnek'in bilgisayarından çıktığının rapor altına alındığına dair haberler okuduk. Ben ve avukatlarım son duruşmada bu raporun savcılık ya da emniyetten istenmesi talebinde bulunduk. Fakat mahkeme, Örnek'in avukatının itirazını kabul ederek raporun istenmesi talebimizi kabul etmedi. Şimdi günlüklerle ilgili olarak Örnek'in tanıklığına başvurulacak olması; en azından savcının bunların Örnek'e ait olduğu konusunda fazla bir şüphesinin bulunmadığını gösteriyor.

* Sizin günlükleri yayınlamanızla ilgili yargılama süreci tamamen bitti mi?
Temyize götürdük. Duruşma gününün bize iletilmesini bekliyoruz.

ÖRNEK MECBURDU
* Beraat ettiniz. Neden temyize götürüyorsunuz?
Çünkü ben, "Alper Görmüş gazetecilik görevini yapmıştır"la tatmin olmadım. Talebim başka. Hukuk beni şöyle beraat ettirsin; "Günlükler doğrudur, dolayısıyla hakaret ve iftira yoktur."

* Her şeyin doğru olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Özden Örnek, neden size dava açtı?
Çünkü mecburdu, aksi takdirde kamuoyu en baştan "Doğruymuş demek" sonucuna varacaktı. Dava sayesinde kamuoyunun zihni uzun süre bulanık tutuldu.
aktifhaber

Darbe İçin Kullanılacak İsimler
23 Mart 2009 15:30Erol Manisalı'nın tavsiyesi ışığında hazırlanan ve Eruygur'a sunulan raporda, kullanılabilir isimler sıralanıyor. Raporda MHP tandanslı gazeteler de var..

Ergenekon sanığı Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un emriyle 2003’te hazırlanan “Manisalı’nın Referans Verdiği Kişiler” raporuna göre, Emin Çölaşan, Mustafa Balbay, Arslan Bulut ve Arslan Tekin gibi gazeteciler ile ATO Başkanı Sinan Aygün ve İşçi Partili Adnan Akfırat, Profesör Erol Manisalı’dan “yönlendirilebilir” notu almış.

Raporda, Manisalı’nın tavsiyesi ışığında Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki “darbeder” ekibin kiminle nasıl ilişki kuracağına ilişkin kararlar da var: Aygün ile İstihbarat Başkanı düzeyinde, Çölaşan’la Daire Başkanı seviyesinde temas yürütülsün. Yeniçağ gazetesinden Bulut ve Tekin’le mevcut örtülü iltisakımız geliştirilerek sürsün. Manisalı, Jandarma’nın darbeder kurmaylarına Cumhuriyet, Yeniçağ, Ortadoğu ve Ulusal Kanal’ı “kullanılabilir” yayın organları diye överken, Aydınlık dergisi için de “İstediğiniz her şeyi yayınlar” diyor

Hükümeti ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüsle suçlanan Ergenekon zanlısı Şener Eruygur'un gazetecilerin yanısıra akademisyenlerle de gizli görüşmeler yaptığı ortaya çıktı.
2003 tarihli 43 sayfalık Jandarma Genel Komutanlığı'na sunulan rapora göre Prof. Dr. Erol Manisalı, hükümete karşı medyanın, sendikaların ve akademisyenlerin nasıl yönlendirileceğini ders verir gibi anlatmış. Manisalı askerlere, irtibata geçebilecekleri birçok ismi verip, "güvenilir, kullanılabilir, yönlendirilebilir, yararlanılabilir" gibi özelliklerle referans göstermiş.
Eruygur'un emriyle Levent Ersöz ve Atilla Uğur, Prof. Dr. Erol Manisalı'yla karargahta yaptıkları görüşmeyi iki ayrı rapor haline getirerek Şener Eruygur'a sunmuş. İlk rapor Manisalı'nın toplantıda dile getirdiği konuların özetlendiği, 33 sayfadan oluşuyor. İkinci rapor ise "Prof. Dr. Erol Manisalı'nın Referans Verdiği Kişiler" başlığıyla 13 sayfa olarak hazırlanmış. Bu rapor da kendi içinde üç bölüme ayrılmış. Rapor, Manisalı'nın "önerdiği kişi", bu kişilerle ilgili "kanaati" ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın bu notlarla ilgili "yapılacak faaliyetleri" başlıkları altında toplanmış.
"Yapılacak Faaliyetler" başlıklı bölümde Jandarma, Manisalı'nın referans verdiği kişilerle ilgili "irtibata geçilmesi", "mevcut irtibatın devam ettirilmesi" gibi kararlar almış. Raporda Emin Çölaşan'la ilgili bölüm ise dikkat çekici. Aydın Doğan'a dokunabilecek işlerden uzak durabileceği endişesine karşı, "Çalışmalarımızı bütünü göstermeden parça parça vermek suretiyle medyaya taşınması konularında kendisini kullanabiliriz" deniliyor.
Manisalı, Çölaşan'ın yanısıra Mustafa Balbay'dan, ATO Başkanı Sinan Aygün'e, İşçi Partili Adnan Akfırat'tan, MHP tandanslı gazeteciler Arslan Bulut ve Arslan Tekin'e kadar birçok ismi referans göstermiş: "Bu kişilerle irtibata geçebilir, yönlendirebilirsiniz."
Prof. Dr. Erol Manisalı ile yapılan görüşme "Özel Bilgi Notu" başlığını taşıyor. Bu başlığın hemen altında "Yapılan görüşme sonuçları"na yer veriliyor. Manisalı ile yapılan görüşmede, hükümetin 2003’te hazırladığı Acil Eylem Planı, Ulusal Birlik Hareketi, AB tarafından finanse edilen projeler, İnsanca Yaşam Projesi, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı, Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu ve sendikaların durumu ele alınıyor. Raporda ortaya konan bazı tespitlerin daha iyi anlaşılabilmesi için önce Manisalı'nın askerlere ilettiği görüşlere, ardından da Eruygur ve arkadaşlarının bu kişilerle ilgili aldıkları kararlara yer vereceğiz. İşte görüşmeden bazı satırbaşları:

Görüş, kullan, yararlan: Sendikaları manipule edebiliriz

E.M: "Hükümetin Acil Eylem Planı gerçekten çok güzel hazırlanmış, ciddi bir çalışma. İthalatın ihracata oranla 22milyar dola fazla olması ve 7 milyar dolar cari işlemler açığı, son 10 yılın rekorudur. AKP yolsuzlukla mücadeleyi hem kendisinden korktuğu için, hem de diğerleri hakkındaki dosyaları koz olarak elinde bulundurmak istediği için ağırdan alıyor. Özelleştirmedeki başarısızlığı aslında iyi bir başarısızlıktır. TEKEL'i ne kadar geç satsa o kadar iyidir. çalışmayı Yıldırım Koç (Görüşmenin yapıldığı tarihte Türk-İş Genel Başkan Danışmanı) aracılığı ile kamuoyuyla paylaşabilirsiniz. Ben onu güvenilir buluyorum. Sendikal faaliyetlerde önemli bir kişi, ulusal duyarlılıkları olan biri. Yönlendirilebilir ve yararlanılabilir. Yol-İşten Fikret bey (Yol-İş Başkanı Fikret Barın) yönlendirilebilir ve yararlanılabilir. Ulusal duyarlılıkları olan güvenilir biri. Güvenilirliğini siz de test edin. Yol-İş ve Yıldırım Koç'u kullanabilir, kullanarak sendikaları manipüle edebilirsiniz. Sendikalarla ilgili çizelgeyi bana e-posta ile gönderirseniz sevinirim.
ATO Başkanı Sinan Aygün yönlendirilebilir ve yararlanılabilir. Siyasal görüşü bizimle tam örtüşmese de ulusal duyarlılıkları olan milli ve laik kişiliği, dış politikalara ilişkin duruşu ile güvenilir bir kişi.
Aydınlıktan Adnan Akfırat'ı da kullanabilirsiniz. Fırat ve Aydınlık Dergisi'nde çalışan 2-3 kişi ulusalcılık çizgisinde güvenilir yapıdadır. Bir konu Aydınlık bir defa yayınlanınca ben dahil, Mustafa Balbay, İlhan Süter gibi birçok köşe yazarı oradan alıntı yapıyor. Aydınlık istediğiniz herşeyi yayınlar."

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "Yıldırım Koç ile mevcut irtibatımızın devam ettirilmesi. Yol-İş Sendikası'ndan Fikret Beyin, Yol-İş ile mevcut ilişkilerimiz kapsamında yönlendirilmesi. Sendikaların eylemlilik sürecine çekilmesi ve hükümetin Acil Eylem Planı'na ilişkin çalış-malarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi konularında yararlanılması.
Sinan Aygün ile İstihbarat Başkanı (Levent Ersöz) seviyesinde görüşülmesi. Bilgi alışverişinde bulunulması. Bu kapsamda çalışmalarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi.
Daire Başkanı (Atilla Uğur) seviyesinde Aydınlk Dergisi, Adnan Bey ve diğer yazarlarla görüşülüp çalışmalarımızı parça parça vermek suretiyle medyaya taşınması konularında yararlanılması."

Medyayı yönlendirin, Çölaşan’a parça parça verilsin

E.M: "Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın arka planı ve diğer konular, İstanbul medyasında bütünü göstermeden Emin Çölaşan'a parça parça verilebilir, yönlendirilebilir. İnsanca Yaşam Projesi'nin arka planıyla ilgili Çölaşan'a sağlam bir yerden bilgi uçurulursa kullanabilir. MHP tandanslı Yeniçağ ve Ortadoğu gazetelerine ben çok sıcak bakıyorum. Yönlendirebilir, kullanabilirsiniz.”

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "Emin Çölaşan ve benzer çizgideki diğer yazarlarla daire başkanı seviyesinde görüşülmesi. Çalışmalarımızı parça parça vermek suretiyle medyaya taşınması konularında kullanılması.
Yeniçağ’dan Arslan Bulut ve Arslan Tekin ile mevcut olan örtülü iltisakımızın geliştirilerek sürdürülmesi. Bilgi alışverişinde bulunulması. Bu kapsamda çalışmalarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi konularında kullanılması.”

E.M: Ulusal Kanal, duyarlılıkları çok yüksek bir yayın organı. Ülkücülerle de iş birliği içindedirler. Kıbrıs konusunda Denktaş'a destek programları yapıyorlar. Kanaldan Şule hanımla (Şule Perinçek) görüşebilir, yönlendirebilir ve yararlanabilirsiniz. Cumhuriyet Gazetesi'nden Barış Tostaş ve diğer birçok yazarla da görüşülebilir.”

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: Daire Başkanı seviyesinde Şule hanım, Barış Tostaş ve benzer çizgideki diğer yazarlarla görüşülmesi. Çalışmalarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi."

Medyayı 'koordine' planı

E.M: Aydın Doğan ve TÜSİAD medyası yüzde 70 düzeyinde. Diğerleri kopuk. Bunları birleştirip koordine edebilirseniz, bir güç haline gelirler. Yerel Televizyon ve gazetelerle temas etmek lazım. İzmir TV sahibi Ali Beyi kullanabilirsiniz. Ben onu güvenilir bulurum. Siz de test edin. Mersin TV, Hatay'dan Kıbrıs'a kadar izleniyor. Ahmet Karaoğlu ile temas edebilirsiniz. Konya Sun TV, Trabzon ve Antalya'daki televizyonlar kullanılabilir.

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "İl Jandarma Komutanlıkları'ndan yerel tv ve gazetelerin durumları ve biyografik istihbaratına dair bir rapor istenmesi. Daire Başkanı ve İstihbarat Başkanı seviyesinde durumu uygun değerlendirilen gazete ve TV sahipleri, etkin yazar ve programcılarla görüşülmesi. Programların ve yayın politikalarının yönlendirilmesi. Çalışmalarımızın kamuoyuna intikali ettirilmesi konularında yararlanılması."

Ulusal cephe benim konum

E.M: "İrticai Unsurlarla Mücadele Sempozyumu benim ilgi alanım dışında. Benim konum ulusal cephe, onunla meşgulüm. Mücadele başka bir alan. O konuda Prof. Alparslan Işıklı ve Prof: Sina Akşin ile görüşebilirsiniz. Ben onlara güvenirim. Toktamış Ateş Fethullahçıdır. Ben dikkat etmenizi öneririm."

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: Daire Başkanı ve müteakiben İstihbarat seviyesinde Işıklı ve Akşin'le görüşülmesi. Seminerin yeri, katılımcıların belirlenmesi, planlanması ve irtica konularında yararlanılması uygun değerlendirilmektedir."

Gardrop Atatürkçüsü Saylan AB’ye laf söyletmiyor

E.M: Ulusal Birlik Hareketi esas benim konum. Toplantıya Yaşar Hacısalihoğlu gitti. Benim birçok konuda birlikte çalıştığım güvenilir bir kişi. Bizzat katılmayı uygun görmediğim yerlere onu gönderiyorum. Bana bilgi getiriyor. UBH’da Türkan Saylan gibi gardrop Atatürkçüler var. AB'ye laf söyletmiyor. Gümrük Birliği'ni savunuyor. Atatürkçülüğü istismar ediyor, kullanıyor.
Bülent Berkarda'yı tanırım. Elini taşın altına koymaz. Atatürkçülüğün altını eğitim politikası, ticaret politikası vs ile doldurmazsan ayaksız masa gibi olur. Halkın eğitilmesi değil, örgütlenmesi önemli. Ben öğrenciyi eğitiyorum, gidip Fransız şirketinde iş bulup Türkiye aleyhine çalışıyor. Yine de araya Yaşar Hacısalihoğlu gibi birini koyup kullanabilir, siz de yönlendirebilirsiniz."

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "Yaşar Hacısalihoğlu ile İstihbarat Başkanı seviyesinde görüşülmesi. Mevcut irtibatımızın geliştirilmesi. Bu kapsamda çalışmalarımızın kamuoyuna intikali ettirilmesi konularında yararlanılması."

Kaynak: Mehmet Baransu/Taraf

Ayça Örer/Taraf
Medya Günahları

Sabah Gazetesi Ombudsmanı Yavuz Baydar Türkiye gibi medyanın gayya kuyusu olduğu bir yerde, ombudsmanlıkta 10. yılını doldurdu. Aynı zamanda Dünya Ombudsmanlar Birliği (ONO) Başkan Yardımcısı olan Baydar’la geçen haftaya damgasını vuran “Gazeteci devlet menfaatini gözetir mi, gözetmez mi?” tartışmasından, Balbay günlüklerine ve Balbay’ı destekleyen gazetecilere, Milliyet’ten ayrılmasına neden olan “Sahte manşet” hikâyesinden, yandaş medya üzerine düşüncelerine kadar herşeyi konuştuk.


Bu kavramı oturtmak zor olmadı mı?
Kolay olmadı. Meslektaşların bazıları çok alaycı baktılar, aldırmadılar. Bir kısmı küsme noktasına vardırıncaya kadar direndi. Umur Talu’nun “Bu bir kurumdur ve burada kalacaktır, buna alışın” mesajıyla isyanlar bastırıldı. İkinci yılın sonunda “Ombudsmanın köşesine düşmeyelim” diyerek haberlere daha titizlenildiğini gördüm. Püf noktası şu; Genel Yayın Yönetmeni ombudsmanlığa inanıp, destek verecek. Aksi halde çatışma yaşanır. Mesela, Ahmet Altan’ın Almanya’da yaptığı öne sürülen bir konuşmanın metnini yayınladı gazete. Altan beni aradı, habere giren sözlerini yalanladı. Anlaşıldı ki, yalan haber söz konusu. Büyük bir dirençle karşılaştım. Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz’ın hatayı kabul edip özür dilemesi için epey uğraşıldı ve güçlükle, o köşede özür yer alabildi.

Bugünlerde Ergenekon süreciyle ilgili haberlerin nasıl sunulacağı üzerinden bir gazetecilik krizi yaşanıyor...
Türkiye’de yaşanan değişim ve kırılmalar önce ekonomiyi, sonra siyaseti, sonra yargıyı, şimdi de medyayı krize soktu. Gazeteciler olarak derin bir kimlik krizi yaşayacağız. Şu sıralarda medyayı sarsan her olay o kimlik krizinin semptomları. Yurtdışında gazetecilik eğitimi aldım, şimdi son tartışmaları izlerken adı sanı bilinen gazetecilerin meslek ilke ve uygulamalarındaki cehaleti konusunda dehşete düşüyorum. Mesela “Kamu yararı ve hukuk ilişkisinden” bîhaberler. Gazeteciliğin alfabesini sorgulayanlar da var. Acıklı bir durum.
Daha da kötü olan şey, bu insanların yaptıkları yanlış yayınlarla genç muhabirleri de kötü şekilde etkilemesi. Kendi klonlarını yaratıyorlar.

Ortam dinlemelerin kamu yararı için yayınlanması ya da özel hayatın gizliliği gereğince saklanması tartışmaların diğer boyutu...
Ortam dinlemenin iki boyutu var. Gizlice ortam dinleyip kaydetmek ve bunu dağıtmak aslında suçtur. İzinsiz telefon dinlemeler de öyle. Ama bu içerikli belge veya kayıtlar gazetecinin eline geçtiği vakit, gazeteci o ortam dinlemenin suç olup olmadığına bakmadan evvel, içeriğin ne olduğuna, yayınlamanın “kamu yararı” taşıyıp taşımadığına bakar. O içerik özel hayatlarla ilgiliyse bir köşeye konur. Ama ortada doğrudan rejimi, yargıyı, düzeni, kurumları ve halkın bilgi alma hakkını ilgilendiren bir komplo, kumpas, yer altı faaliyeti vs. varsa, iyi bir gazeteci gerekirse suç işlemeyi de göze alarak, bunları yayınlar. Gazeteciliğin çerçevesini sadece hukuk belirlemez. Öyle olsaydı pek çok haber verilemezdi. Balbay günlüklerini vermek suç mudur? Evet. Tolon bantları? Evet, suç. Ama bu eğer mahkemeye giderse emin ol avukatlar kamu yararını çatır çatır savunur. Kimsenin kuşkusu olmasın. Karadayı bantlarını, Çevik Bir belgelerini ele alalım. İçerik, Türkiye’nin karanlık süreçlerine ışık tutacak bilgiler... Bunları sadece legalist bir bakışla, “Olmaz yayınlayamayız” diye bir kenara atarsak, gazetecilik şapkamızı kenara atmamız gerekir. Gülünç oluruz. Başka bir meslek aramamız gerekir kendimize. Bu kadar basit. Kural şudur: Bizim meslekte kamu yararı hukuka feda edilemez.

Ama bazı köşe yazarları, mesela Melih Aşık, ısrarla “Suçtur” diyor...
Gülüyorum. Yapmaz ya, açsın istediği gazetecilik kitabını okusun... 28 Şubat sürecini hatırlayalım. O süreçte ellerine verilen her şeyi yayınlayan, dinci dedikleri insanlarla ilgili bantlara “Oh” diyen gazeteciler bunlar. Ayıptır, insan biraz utanır. Bu çifte standarttır, riyakarlıktır, mesleğe ihanettir.

Ordu yanlısı medyayı tartışırken ortada bir de hükümet yanlısı medya var...
Yandaş medya sığ, indirgeyici bir kavram. Basınımızın gazeteciliği bırakıp siyaset oynayan bir kesimindeki “Kaka AKP” algılaması giderek şunu getirdi: “Gazeteci muhaliftir.” Bu saçma bir şey. Gazeteci ne muhaliftir, ne iktidardan yanadır. Olgulara bakar ve esasen eleştireldir. Beni kutuplaşmamız ilgilendiriyor. Arada kalmışlığımız. Sadece siyaset diliyle konuşmak yerine, birbirimizle gazeteci diliyle nasıl yeniden konuşacağız?

Basın özgürlüğünü ne tehdit ediyor?
Bu konuda Doğan Grubu tarafından kıyametler koparılıyor. Tehdidin çok boyutlu olduğu, asıl nedenleri perdeleniyor. Hapiste gazeteci var mı? Kimi meslektaşa göre var. Demek ki sorun tam çözülmüş değil.
Kanunlar tehdit mi? Elbette ki tehdit. Kanunlar tabuları koruyor mu? Askerlikten soğutma, Atatürk’ün manevi şahsiyetine eleştirel söz etmek hâlâ tabu. Kanunların değişim için zorlandığı da bir gerçek. Kavga devam ediyor. Ama kavganın kilitlendiği ve ağızların büzüldüğü esas tabu ortada.

Nedir bu?
Bence Türkiye’de basın özgürlüğünü asıl tehdit eden şey patron tabusudur. Nasıl ki siyaset üzerinde asker sorunu varsa, medyamız üzerinde de patron sorunu var. Yol gösterici üslupla konuşmadan, patronları ikna etmeden ne bizim ne de demokrasinin adam olacağına inanıyorum. Patronlar kendilerini gölge yayın yönetmeni gibi görmektedirler, editoryal bağımsızlık dediğimiz şey ayaklar altındadır. Neden? Çünkü patronlar paraya bağımlıdırlar, kıbleleri odur. Medyanın siyaset ve bürokrasiyle olan göbek bağı artık kireç bağladı. Karamehmet kayıtları, Balbay günlüklerinden anlaşılacağı gibi... Kamu ihale mevzuatı ve medyada sahiplik oranlarını, medya patronlarının başka iş alanlarında faaliyetlerini düzenleyen kanunlar maalesef patronları hükümetin ağzına bakar halde tutmaktadır. Taraf’taki Aydın Doğan mülakatı bu ilişkileri teşhir etmiyor mu? Hem ruhsat veya ihale istiyor hem de “Ben gazetelerime şunu koyun şöyle yapın diyorum” diye anlatıyor. İşte bu perde arkası “Aldım verdim ilişkileri” hep böyle olduğu ölçüde gazetecilik halkı hiçe sayan, patronların hesaplarına, hırslarına odaklı, bir mesleki icraat haline geldi. Bu böyle olduğu ölçüde patronaj gündelik gazete işlerine karışmayı en doğal hakkı saydı. İşte bu yüzden burada en büyük tabu patron tabusudur. Otosansürün Türkiye’de önemli nedeni patron baskısıdır. İtirazları duyuyorum ama gerçek değişmez: Bu baskı bilinç altına yerleşmiş bir baskıdır. Bir olumlu örneği 28 Şubat döneminde Aydın Doğan’la yaşadık. Patronlar askerle olan ilişkilerini bozmamak için özel bir çaba sarf ediyorlar. Normal bir ülkede patronlar Genelkurmay’da kapalı kapılar ardında gazetecilik pazarlığı eder mi?

Siyasi iktidar baskıları da var ama...
Başbakanın boykot çağrısını olumlu karşılamam. Yanlıştır. Kötü gazeteciliğin nihai yargıcı okurdur. Böyle sert, tehditkar söylemler Türkiye’deki basın özgürlüğü meselesinin, basına tahammülsüzlüğün devam ettiğine kanıt olarak gösterilir. Tayyip Bey yanlış yapıyor. Eğer basın özgürlüğüne, temiz basına gerçekten inanıyorsa, samimiyse, vermesi gereken sınav, atması gereken adımlar başka. Onu yapsın, helal olsun.

Başbakan Erdoğan ne yapmalı?
Ankara’daki güç odakları ile bağ, çıkar birliği kurup gazeteciliğin çanına ot tıkama dönemi son bulmalıdır. Bunun için kamu ihale mevzuatı hemen değiştirilmeli ve medyada iş tutan patronların kamu ihalelerine girmeleri tercihan tamamen yasaklanmalı veya ciddi biçimde kısıtlanmalı. Medyada sermaye temerküzüne yol açan, rekabeti zorlaştıran, çeşitlenmeyi engelleyen yasa değişiklikleri, mesela RTÜK yasası, hemen yapılmalı. Yazılı basın sahibi olanlar görsel, görsel medya sahibi olanlar yazılı basına sahip olamamalı. Sahiplik oranları AB normlarına uygun hale getirilmeli. Ve işten adam atmaları patronların iki dudağı arasına terk etmiş olan uygulamalara bir an önce son vermek gazeteciliğe meslek onurunu yeniden kazandırmak için vakit kaybetmeden, seçimlerden sonra Sendikalar Yasası Meclisten geçirilmeli. Bu sonuncusu da hâlâ yaşanmakta olan derin bir sorun. Son örneği taptaze.

Nedir o örnek?
Belki hatalarından dönerler diye isim vermeyeyim. Geçen hafta pazar günü bir gazetede Deniz Feneri’yle ilgili manşet bir haber yayınlandı. O gazetenin sahibi ertesi gün Başbakanla bir törene katılacak.
O gece, patron yazı işlerini aradı, önce o haberin zamanlamasıyla ilgili fırça çekti, sonra haberi hazırlamış olan meslektaşımızın ismini künyeden çıkardı. Genel Yayın Yönetmeninin olaydan ertesi gün haberi oldu. Böy
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Mar 24, 2009 10:56 pm    Mesaj konusu: Kanal B’de skandal Alıntıyla Cevap Gönder

Oray Eğin
oray.egin@aksam.com.tr
Ahmet Altan ve Yasemin Çongar'da hiç utanma var mıdır?

Yalan haberler yapan, sızdırılan belgeleri hiçbir editoryal elekten geçirmeyen gazetenin başındaki Ahmet Altan'la Yasemin Çongar... İnsanları damgalamaktan, yargısız infazdan, dezenformasyondan hiç mi hiç çekinmezler... Bu gazetenin gözü dönmüş gibidir. Freni patlamış bir otomobil gibi yokuş aşağı son sürat gider ve hiçbir durak tanımaz...
Dedik ki onlara...
'Biraz daha ihtiyatlı olun, yalan haberin büyüsüne bu kadar çok kapılmayın, yarın ne olacağı, bu işlerin altından ne çıkacağı belli olmaz, fazla heyecanlı davranıyorsunuz ve hata yapıyorsunuz.'
Dinlemediler. Egoları o kadar şişmişti ki en ufak bir eleştiriyi bile kabullenmek istemiyorlardı. Kendi kendilerine hayali bir dünya yarattılar ve buna inandılar. İnanmayanı da horgördüler, küçümsediler, hatta hakaret ettiler.
Peki şimdi ne oldu?
Fena halde yanıldıkları ortaya çıktı... Alın işte Ergenekon soruşturmasının temelini oluşturan Tuncay Güney'in ifadelerini...
'Bu adam bir meczup, bu adamın söyledikleri ciddiye alınmaz, üzerine atlamayın' dedik mi demek ki?
Çongar ve Altan'ın gazetesi ise Tuncay Güney'i küçümseyenleri eleştiriyordu, onu güvenilir ve ciddi bir kaynak olarak görüyor, haberlerini onun ifadeleri üzerine inşa ediyordu.
Dünkü Hürriyet'in manşetini gördünüz mü?
MİT, Tuncay Güney'in ifadesinin işkence altında alındığını açıkladı. Bu bir anlamda Ergenekon davasının da seyrinin değişeceğidir.
MİT'in açıklamasından yandaş basının tamamının üzerine atladığı bu ifadelerin bir geçerliliği kalmadığını öğreniyoruz. Ergenekon sırf bu meczubun söylediklerine dayanarak başka gazetecileri katmaya çalışan bir gazeteci cenahının elinde patladı. Bundan böyle soruşturmanın bambaşka bir yön alacağı ortada.
Bakın, her şeyin dayandırıldığı kaynak olan Tuncay Güney nasıl konuşturulmuş:
'Veli Küçük ve ekibinin telefon dinlemelerini yaptığı yer neresiydi, sorusuna sorgucular istedikleri yanıtı alamayınca ses kaydında bağırma, kusma sesi, 'Sık ta.ağını' talimatları duyuluyor.'
Tuncay Güney bu ifadelerin daha evvel işkence altında alındığını söylemişti, ama onun ifadelerine itibar edenler nedense bu açıklamayı görmezden gelmişlerdi.
Peki şimdi ne olacak?
İlk olarak, insani ve mesleki bir sorumluluk olarak bu adama itibar edenlerden ve Ergenekon soruşturmasını onun ifadesi üzerine kuranlardan bir özür beklemek yerinde olacak sanırım. Mesleki olarak hata yaptıklarını, aceleci davranmalarını söylemiyorum bile...
Meslektaşlarını karalayanlar, yalan haber üretenler hiç değilse kendi vicdanlarıyla baş başa kalsa... Gerçi benim pek umudum yok...
Ama en azından Çongar-Altan ikilisinden bir özür, bir açıklama beklemenin yerinde olduğunu düşünüyorum. Onların, diğer yandaş gazetecilerden ayrılan bir tarafları olmalı bence. Ergenekon süreci boyunca ikisi kadar militan gazetecilik yapan kimi isimler zaten zavallı, zaten bu medyanın çöp tenekesinde kalmaya mahkum... Onların yazdığından da, pişmanlığından da, yanılmış olmalarından da kime ne...
Ama Altan'la Çongar'ın isimleri, geçmişleri, belli bir kimlikleri var...
Ya şimdi 'Hata ettik' deyip kaybetmek üzere oldukları itibarlarını yeniden kazanmak için girişimde bulunacaklar... Ya da...
Ya da onlar da... Neyse işte...

Akşam

08 Nisan 2009 Çarşamba
ABD`ye dost, Ergenekon`a düşman bazı gazetelerin akılalmaz çelişkisi-
ANALİZ.

Zaman Gazetesi ve kardeş gazetesi Bugün, ABD devlet başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyaretini coşkuyla karşılamayı sürdürüyor. Aylardır, yer yerinden oynasa bile, ERGENEKON dışında hiçbir noktaya sapmayan Zaman ve Bugün, bu kuralını Obama’nın ziyaretiyle bozdu. Obama’nın ziyareti vesilesiyle ABD’ye karşı gösterilen ilgi o kadar büyük ki, bu yayın organlarında kalem oynatan yazarların köşelerinde tek kelimeyle bahar havası esiyor.

Ergenekon deyince kalemlerinden kan damlayan bu yazarların, Obama ve ABD sözkonusu olunca bunca coşkuya garkolmalarını anlamak mümkün değil. Şu halde bazı noktaları sorgulamak gerek.


Zaman çevresi Ergenekon terör örgütünü ne ile suçluyor: anti-demokratik olmakla. Peki Obama’nın başkanlığını yaptığı ABD, tarihi boyunca pek çok defa diktatörleri desteklediğini Zaman ve Bugün yazarları bilmiyorlar mı? Pinochet ve bizde de Kenan Evren, ABD’nin bilgisi dahilinde yapmadılar mı darbelerini? Daha bir hafta önce, Muhsin Yazıcıoğlu için üzüntülerini bildiren sizler, onu 7.5 yıl hapiste tutan, onu ve arkadaşlarını işkenceden geçiren Kenan Evren’i darbeye teşvik eden ABD’nin başkanını nasıl böyle coşkuyla karşılarsınız? Ah pardon, unutmuşum. Fethullah Gülen, “Bana Kenan Evren aleyhinde tek kelime ettiremezsiniz” demişti değil mi? İyi de, o zaman ne diye Ergenekon terör örgütünün beceriksiz ve zavallı mensuplarını, birer öcü haline getirip şunca zamandır dindarlar üzerinde bir kılıç gibi sallıyorsunuz ki?


Zaman ve Bugün yazarlarının Ergenekon düşmanlıklarının başka ne sebebi var, hatırlayalım: İddianamelere göre, Ergenekon terör örgütü mensupları, siyâsî suikastler düzenleyeceklermiş. Peki şu coşkuyla karşıladığınız, attığı her adımı şirin bir sevgi vesilesine çevirmeye çalıştığınız ABD’nin kendi ülkesi dışında giriştiği ve bazısında başarıya ulaştığı suikastlerden haberiniz yok mu? Eğer haberiniz yoksa, birkaç tanesini biz size söyleyelim o zaman. İşte ABD’nin bazı suikastleri ve suikast teşebbüsleri:


1955 - Jose` Antonio Remon, Panama Devlet Başkanı


1959 ve 1963 - Norodom Sihanouk, Kamboçya lideri


1950’ler-70’ler - Jose Figueres, Kostarika Devlet Başkanı


1961 - Francois "Papa Doc"Duvalier, Haiti lideri


1961 - Patrice Lumumba , Zaire Başbakanı


1961 - Gen. Rafael Trujillo, Dominik Cumhuriyeti lideri


1965 - Pierre Ngendandumwe, Burundi Başbakanı


1965-6 - Charles de Gaulle, Fransa Devlet Başkanı


1970 - Salvadore Allende, Şili Devlet Başkanı


1970 - General Rene Schneider, Şili Genelkurmay Başkanı


1970’ler ve 1981 - Gen. Ömer Torrijos, Panama lideri


1975 - Mobutu Sese Seko, Zaire Devlet Başkanı


1976 - Michael Manley, Jamaika Devlet Başkanı


1983 - Miguel d`Escoto, Nikaragua Dışişleri Bakanı


1950`ler Sukarno, Endonezya Devlet Başkanı


1957 Cemal Abdünnasır, Mısır Devlet Başkanı


1960 Abdul Karim Kassem, Iraklı lider


1982 Ayatullah Humeyni, İran İslam Cumhuriyeti dinî lideri


1983 General Ahmed Dlimi, Fas Ordu Komutanı


1985 Şeyh Muhammed Hussein Fadllallah, Lübnanlı Şii lider (bu suikast teşebbüsünde 80 kişi hayatını kaybetti)


Bu suikast listesi daha da uzatılabilir. Şu halde tekrar soralım Zaman ve Bugün yazarlarına: Siz Ergenekon terör örgütüne, siyâsî suikastler yapmayı tasarladıkları için düşmandınız değil mi? Peki bir kısmını saydığımız yukarıdaki suikastleri gerçekleştiren ABD’ye karşı bu muhabbetinizin sebebi nedir? Eğere demokrasi diyorsanız ve Ergenekon terör örgütüne bu sebeple karşı iseniz, buyurun size demokrasi düşmanları. Eğer demokrasi talebinizde samimi iseniz, buyurun ABD’yi de kınayın. Dünyanın tüm demokrat yürekleri ABD katliamları için birleşmişken, Zaman ve Bugün yazarlarındaki bu ABD ve Obama hayranlığını anlamak oldukça güç.


Zaman ve Bugün yazarlarının Ergenekon düşmanlığının bir sebebi de, bu örgütü oluşturanların İslam karşıtı tavırları. ABD ve Obama’nın İslam karşıtlığı konusunda yaptıklarını saymaya bile ihtiyaç duymuyorum. Bu apaçık ortadadır.


Son olarak tekrar soralım: Ey Zaman ve Bugün yazarları, ey bu fikriyatta olanlar! Eğer Ergenekon düşmanlığı konusunda samimî iseniz, eğer amacınız demokrasinin, insan haklarının ve inanç özgürlüğünün güçlenmesi ise, bu ABD ve Obama aşkınızın sebebi ne? Hadi kınayamadınız, anladık. Ama nedir bu Obama’yı bir barış müjdesi şeklinde muhafazakar ve dindar insanlara pazarlama çabaları?


Bu gazetelerin Obama sevdalısı yazarlarına diyeceğimiz şudur: Lütfen kendinize gelin. Kabul ediyoruz ki, Ergenekon denilen çete ile mücadele zorunludur. Ama ABD’nin insan haklarına, başka milletlere ve barışa saygılı hâle gelmesi için çalışmak, başta ABD vatandaşları olmak üzere, her insanın ödevidir. Ergenekon üzerinden demokratlık mücadelesi verdiğini söyleyenlere, Noam Chomsky’i örnek almalarını öneririz.


Ahmet N. Güvener/boyut haber

08 Nisan 2009 Çarşamba
OBAMA (AB-D) Sevici Basından İbretlik Manşetler






ürkiyede yayın yapan ulusal gazetelerin bugün attıkları manşetler obamasevici Basın ve yayınımızı'da deşifre eder nitelikte.Abd'nin yeni yüzü Obamanın Türkiye basını tarafından bu derecede ilgi görmesi toplum mühendisliği veyahut toplum yönlendiricisi ABD'ci basınımızı bir kez daha gözler önüne sermesi açısından sizlere bugünkü manşetleri ile sunuyoruz..
06/04/2009



Kimi kendini Müslüman demokrat olarak tanımlıyor kimi Atatürkçü kimisi'de diyalogcu,ılımlı,milliyetçi veya liberal ve bilmem ne...Ama hepsinin ortak noktası Obama (AB-D)sevici olmaları attıkları manşetlerin ortak özelliği Obamanın Türkiye'yi AB'ye almaları üzerine dün söylediği söz ama işin diğer tarafında Türkiyenin 100'de 90'a varan ABD ALEYHTARLIĞINI bertaraf etmek var.

Hürriyet Gazetesi: Welcome Mr.Presıdent yazarak ingilizce olarak büyük bir sütunda manşetten Obama Kırılan Kalbimizi Onaracak derken
Sabah gazetesi ise Helal Obama manşeti ile Obamanın Türkiyeye gelişini ele almış

Zaman gazetesi yine kendinden bekleneni yaparak Medeniyetler İttifakı ile Obamanın hedefleri Örtüşüyor manşetini atmış.Demek ki Obamanın Afganistanda Müslüman Katliamına devam etmek istemesi Zaman gazetesince de onaylanıyor.

Yeni Şafak Gazetesi ise; ABD'nin İslama verdiği öneme atıfta bulunarak Türkiye'yi alın İslam'la Barışın manşetini büyük harflerle manşete taşımış
Manşetlerin en ilginci ise Taraf Gazetesinden gelmiş ve ismi ile müsemma ABD'den yana olan taraf'ın attığı manşet Seçime Girse Kazanır olmuş.Güya ankete göre Türkiyenin 100'de 52'si Obmayı seviyormuş.Türkiye'de ençok sevilen yabancı lider Obama imiş...

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/04/obama-ab-d-sevici-basndan-ibretlik.html

T. Özkan 'Komutan'la Korkutmuş

06 Nisan 2009 11:56

CHP'li Mengü'yle sahte fatura hazırlamak için yaptığı görüşme teknik takibe takılan ve 2. iddianamede yer alan Özkan, reklamcılara da 'komutan'la baskı yapmış.

Tuncay Özkan, 3 trilyona CHP’ye bağımlı hale getirdiği Kanaltürk’e reklam alabilmek için reklam verenler ile ajanslara ‘komutanım’ dediği bir kişi aracılığıyla baskı yapmış.

ALDIĞI 3 trilyon karşılığında sahibi olduğu Kanaltürk’ü CHP’nin bağımlı yandaş medyası haline getiren ETÖ tutuklusu Tuncay Özkan’ın, reklam alabilmek için ‘komutanım’ dediğikişi aracılığıyla reklam veren firmaları ve büyük reklam ajanslarını tehdit ettirdiği ortaya çıktı. Tuncay Özkan’ın, CHP’den ‘Ahlaksız sözleşme’ karşılığı aldığı 3 trilyon liraya uydurduğu kılıfın ardından, Özkan’ın reklam alabilmek için kimleri ne ile tehdit ettiği de ETÖ iddianamesine girdi.

‘BİZE NAZLI DAVRANIYORLAR’

TUNCAY Özkan’dan ele geçirilen 71 sayısı ile numaralandırılmış şeffaf dosya içersinden Özkan’ın reklam tehditleri çıktı. Dosyadan, ‘Değerli Komutanım, aşağıdaki adlar Kanaltürk ile ilişkilerinde reklam vermekte nazlı davranan oysa başka mecralarda çokça para harcayan adlar’ yazılı Kanaltürk’e reklam vermeyen şirketler ve sahiplerinin isimlerinin yer aldığı görüldü. Bu isimlerin ‘Ferit Şahenk-Doğuş Grubu, Erdoğan Demirören-Demirören, Selçuk Yaşar -Yaşar Holding, Coşkun Ulusoy-OYAK, Hüsnü Özyeğin-Finansbank, Güler Sabancı-Sabancı Holding’ olduğu belirlendi.

‘REKLAM ŞİRKETLERİ MAFYA’

ÖZKAN’IN listeyi tamamladıktan sonra ‘Komutanım bir de pazarda mafya usulü para dağıtanlar var, bunlar bir telefonla bize piyasanın bakışını değiştirebilirler’ notu yer aldıktan sonra reklam ajansları ve sahiplerinin isimlerine yer verildiği görüldü. Bu isimlerin de ‘Osman Uslu-ALL Medya, Kaan Bülbüloğlu-Lotus, Banun Erkıran-Mediacom, Banu Tekin-Mediaedge, Oğuz Yavuz-OMD, Jefi Medina-Medina/Turgul DDB, Yavuz Özçelik-Universal Mccann, Şevki Kıroğlu-Medya Hizmetleri, Mete Soğuksu-Zenith Medya, Yiğit Şardan-Zenith Medya’ olduğu görüldü..

TELEFONLARINI DA YAZMIŞ

TUNCAY Özkan’ın ‘komutanım’ diye hitap ettiği kişiye görderdiği listedeki isimlerin karşısına telefon numaralarını da yazdığı görüldü. Özkan’ın bu isimlere Kanaltürk’e reklam vermeleri için baskı yapılmasını isterken listenin hemen altına da not olarak ‘Bunlarla ilgili olarak mutlaka her biriyle bir dakikalık konuşma bile yeter’ yazdığı tespit edildi.

Kaynak: Star Gazetesi

"GEL OTUR HÜSEYİN"
06 Nisan 2009 08:29

Emniyetçi Orakoğlu: "Tuğgeneral Cingöz ve Hizbullah Lideriyle beraber yemek yedik."

Sabah Gazetesi'nden Ecevit Kılıç'ın, eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu'yla yaptığı röportajın ilgili bölümü:

- Hizbullah'i gerçekten Ergenekon mu yönlendiriyordu?

Ergenekon'un naylon terör örgütleri kurma gibi bir stratejisi var. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Cem Ersever'le ilişkisi zaten biliniyor. Hizbullah ile bu güçlerin ilişkisinin tanığıyım.

Ben Hatay Emniyet Müdürü'yken, İl Alay Komutanlığı'na Vicdan Başaran'ın atanması nedeniyle Adana Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, kente geldi. Üçümüz yemeğe gittik. Yemek sırasında uzun boylu birisi hep ayakta duruyordu. Koruma zannettim. Ben de "Temel Paşa, bu arkadaş neden ayakta duruyor, o da yemek yesin" dedim. Temel Cingöz de "Gel otur Hüseyin" dedi. Tabii Hizbullah operasyonundan sonra o adamın Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendik. Velioğlu'nun Beykoz'daki operasyonda öldürüldüğüne inanmıyorum.

- Neden?
Hüseyin Velioğlu'nun bir özelliği dikkatimi çekmişti; polis veya asker çağırdığında hemen önünü ilikliyor, çok saygılı davranıyordu. Böyle birisinin polise ateş açacağına inanmıyorum. O çatışma mizansendi. Büyük olasılıkla başka yerde öldürüldü; oraya getirildi.

Bir de imkânı yok Velioğlu'nun o kadar kısa sürede örgütün arşivini ve bütün parasını İstanbul'a taşımasına. Burada önemli bir şey daha var; Ergenekon Hizbullah'ı kullanırken hemen medyada koruma duvarı oluşturuyor. Mesela ben Hizbullah'la ilgili bir açıklama yaptığımda hemen hedef olurum. Ama bir yazar bu örgüt aleyhine 4-5 kitap yazmıştır, ama asla hedef olmamıştır.
Aksine Hizbullah Basın Bürosu denen bir yer başkalarıyla ilgili tehdit açıklamalarını bu yazara gönderiyor.

Aktifhaber'in Notu: Bülent Orakoğlu'nun bahsettiği yazar Mehmet Faraç... Aynı zamanda Cumhuriyet Gazetesi yazarı olan Mehmet Faraç, Hizbullah'la ilgili pekçok kitap yazdı. Ancak Faraç, Hizbullah'ın derin yönüne hiç girmedi. Hizbullah da Faraç'ı hiç hedef almadı. Hatta Orakaoğlu'nun dediği gibi tehdit mektupları dahil çeşitli bilgileri Faraç'a verdi. Faraç da bu bilgilerle kitaplarının sayısını artırdı.

Hizbullah özellikle kendisiyle Derin Devlet arasındaki bağlantıları yazan yazarları hedef alıyor.

aktifhaber

STAR'I ULUSAL KANALA ÇEVİR
26 Mart 2009 12:12

Aydın Doğan'ın, Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil'i Star TV'nin başına geçirirken verdiği emir Ergenekon Terör Örgütü 2. İddianamesinde....

Aydın Doğan'dan Emir:

STAR'I ULUSAL KANALA ÇEVİRİN

Uğur Dündar, iddianamede eşiyle ilgili bölüme tepki gösterdi ama içinde Aydın Doğan'dan aldığı emirle ilgili şok bölüm var.

2. Ergenekon İddianamesi'nde Uğur Dündar'la ilgili pekçok bölüm var. Uğur Dündar, dün Star haberde eşinin sık sık Brezilya'ya gittiğiyle ilgili bölüme cevap verdi. Ama daha vahim bölümler var.

2. İddianamede "Ergenekon Terör Örgütü Üyesi Olmakla" suçlanan Hakan Yavuz Işıklar'la ilgili deliller arasında Aydın Doğan'ın Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil'i çağırarak verdiği emirle ilgili çarpıcı bilgiler var.

İddianamedeki bilgilere göre Aydın Doğan, Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil'i çağırarak, "Star TV'yi size veriyorum, burayı Ulusal Kanala çevirin" diyor.

Hakan Yavuz Işıklar'a göre Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil bu emir doğrultusunda hareket ediyor. Yavuz Işıklar, "bu emri aldılar açılışı Baykal'la yapacaklar" diyor. Star'ın Ulusal Kanal çizgisine çevrilmesi için de Işıklar, "Turgut Özakman'ın" konuk edilmesi konusunda önden bilgiler veriyor.

Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil aldıkları bu emri Turgut Özakman'ın evinde Hakan Yavuz Işıklar'a veriyorlar.

İDDİANAMEDEKİ O BÖLÜM ŞÖYLE

"Tape no: 6445, 17.03.2008 günü saat: 19.50 de Mehmet T. ile yaptığı görüşmede özetle; Halis Yavuz IŞIKLAR' ın “Ben geçenlerde Ankara daydım ya. Eee şey Turgut ÖZAKMAN ın evindeydim. Oraya Uğur DÜNDAR' la şey geldi, Yılmaz ÖZDİL geldiler Ondan sonra bu Star ı ondan sonra Aydın Doğan demiş ki ulusal bi kanala çevirin bunu demiş, size teslim ediyorum burayı demiş. Ondan sonra dinliyor musunuz Başkanım beni? Ondan sonra şeyi bu akşam Deniz BAYKAL' la ilk Uğur DÜNDAR açılışı yaptı, Eee Star ın çizgisi olduğu gibi değişmiş değişmiş, bir ana muhalefet ama şey yok CHP nin kanalı... Yani. Ana muhalefet kanalına getirmişler. Şimdi Star da o var, yarın akşam da haberlerde akşam haberlerinde Turgut ÖZAKMAN konuşacak Uğur DÜNDAR' la beraber... Onları izleyin sonra sizlerle görüşmem gerekli bazı konular var” dediği, Mehmet T.' ın “Tamam” dediği tespit edilmiştir."

Kaynak: Postmedya


Kılıçdaroğlu'nun konuk olduğu programın reklam arasında gizli çekim şok görüntüler.
İsmi Ulusalcıların lideri olarak geçen Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal’ın televizyonu Kanal B’de bir skandal yaşandı.

Sunuculuğunu Nahit Duru’nun yaptığı ve 19 Mart akşamı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuk olduğu Yerel Seçim 2009 Özel Programı’nın reklam arasında yapılan konuşmalar dehşete düşürdü.

Programın Sunucusu Nahit Duru , Doğan Grubu’na Kılıçdaroğlu’na yer vermediği için “puşt” derken, Mehmet Haberal’ın kendisine AKP’yi Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gibi illerde AKP’nin oyunu azaltmak için her türlü puştluğu yapma emri verdiğini söylüyor.

Sunucunun bu akıl almaz ve “puşt” sözlerini Kılıçdaroğlu karşıdan “tabi tabi” diye onaylıyor.

Sunucu, AKP’nin oylarını eritmek için Haberal’a bir teklif götürdüğünü ve “kendi adamlarımızı çıkartırız ama, esas Saadet’i çıkarmak lazım, bunlardan CHP’ye oy bir gidecekse Saadet’e üç gitme ihtimali var.” belirtiyor.

Sunucu bu çerçevede Saadetten Ertan Gülek’i getirdiğini Genel Başkanlarını getirdiğini ve oyları en az bir puan etkilediğini söylüyor. Bu sözlere Kılıçdaroğlu da onay verirken konuşma bu akılalmaz şekilde ilerliyor.

İŞTE O GÖRÜNTÜLER

http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=214231

İŞTE O GÖRÜNTÜNÜN DÖKÜMÜ

Kanal B Genel Müdürü Nahit Duru: Size 1.5 - 2 dakikalık bir haber ayırsalardı. O Doğan Grubu da dahil... Şu anda siz kafa kafaya gelmiştiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet

Duru: Önümüzde daha bir hafta 10 gün zaman var. O süre içerisinde de geçerdiniz. Ama bunlar p.şt. Çok ciddi söylüyorum

Kılıçdaroğlu: Tabi... Tabi...

Duru: Ve çok üzülüyorum şimdi, Haberal... Haberal... Bana şu talimatı verdi. Dedi ki, ne yaparsan yap... Ne yaparsan yap...

Kılıçdaroğlu: Evet

Duru: Bunların (AK Parti'nin) oyunu azaltacak Ankara, İstanbul, İzmir, Adana'nın oyunu artıracak ne p..ştluk biliyorsan hepsini yap dedi. Dedim ki hocam, yani biz tabi bu adamlarımızı çıkaracağız, ama esas Saadet'i (Saadet Partisi'ni) çıkarmak lazım. Niye dedim. Dedim bunlarda CHP'ye oy 1 gidecekse Saadet'e 3 gitme ihtimali var.

Kılıçdaroğlu: Evet

Duru: Yapabilir misin dedi. Ben de Erdan Gülek'i tanıyorum dedim. Haberal da tanıdığını söyledi.

Kılıçdaroğlu: Ben de tanıyorum.

Duru: Ondan sonra Ertan Gülek'i çıkardım, Genel Başkanlarını çıkardım, inanıyorum ki en az yüzde bir oy farketti...

Aktifhaber...

İşte Seçim Tahmininde Şişenler

24 Mart 2009 14:21
Yine bir seçim öncesindeyiz, yine çok iddialı seçim tahminleri kaleme alınıyor. Peki 22 Temmuz öncesi neler tahmin etti? İşte hayret edeceğiniz o tahminler..

İşte 22 Temmuz 2007'de yüzde yüz yanılan yazarlar:
22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP % 46,58 oy alarak 341 milletvekili kazanmıştı. Seçimler öncesi (18-21 Temmuz 2007) tahminde 17 köşe yazarı seçim öngörülerinde bulunmuş ama yüzde yüz yanılmıştı. İşte o köşe yazarları:
1- Hakan Aygün- Bugün:

"Yüzde 99 olasılıkla, 22 Temmuz'da hiçbir parti tek başına iktidara gelemez! AKP'nin yüzde 40 oyla tek başına iktidarı yüzde 1'lik sürprizdir!

Ağar'ın Kırat'ı fotofinişte "altıncı parti" olarak Meclise girerek, "altılı ganyan oyuncuları"nın kuponlarını yatıracaktır. DP giremezse GP'nin Meclis'e girmesi benim "altılı"daki sürpriz "kolon" umdur!

Bu yazımı da kesip bir yere saklayın, 23 Temmuz'da hesaplaşalım!"


Pazar gecesi "sandıklar açılana kadar baki kalmak üzere" tahminlerimizi sürdürelim: "23 Temmuz sabahı Türkiye Baykal'ın Başbakanlığıyla uyanacak"


2- Tufan Türenç-Hürriyet

"CHP'liler son anketinde AKP'yi yüzde 48 olarak çıkaran Tarhan Erdem'e "Anketi Süleymaniye, Sultanahmet ya da İsmail Ağa Camii'nde mi yaptın?" diye sordu..."


3- Emin Çölaşan-Hürriyet:

"Fakat kim iktidar olacak, hangi parti yüzde kaç oy alacak diye sorarsanız, onu bilen yok. Her kafadan farklı bir ses çıkıyor.

AKP açısından saltanat bitiyor. Şimdi korku dağları bürüdü.

AKP bu tabloyu gördü ve telaşa kapıldı. Kulaklarına kar suyu kaçtı. Şimdi Başbakan tarafından miting meydanlarında verilen "tek başıma iktidar olamazsam siyasetten çekilirim" mesajı boşuna değil. Son kozunu oynuyor."

4- Mehmet Y. Yılmaz-Hürriyet:

"Ben son açıklanan anket sonuçları ile ilgili düşündüklerimi hemen söyleyeyim: AKP'nin yüzde 48 oy alacağı tespitine inanmıyorum.

Eğer bu doğruysa oy kullanacak iki seçmenden birinin tercihinin AKP olması gerekiyor.

Ve bu kadar yer dolaştım, böyle çarpıcı bir durumla hiçbir yerde karşılaşmadım.

Eş dost çevresinde, işyerinde, bindiğiniz taksilerde, oturduğunuz kahvelerde böyle çarpıcı büyüklükteki bir eğilimi elle tutabilir, gözle görebilirsiniz.

Doğrusunu isterseniz ben göremiyorum. Üstelik sadece bana benzeyen insanlarla arkadaşlık da etmiyorum. Benim "beş benzemez" arkadaş çevremde bile böyle bir eğilim göremiyorum.

Tarhan Erdem ciddiyetine inandığım bir araştırmacı. Ama sanırım ki ankette önemli bir hata var. Ya da ikinci büyük olasılık şu: Her zaman Türklerin, anket yapanlarla dalga geçtiklerine inanırım.

Bana öyle geliyor ki bu anket için de aynı şey geçerli! Bu sıcakta eğlenecek şey arayan millet anketörlerle dalgasını geçmiş!"


5- Güneri Civaoğlu-Milliyet:

"Neredeyse kamuoyu araştırmalarına bakmaya "tövbe" edeceğim.

KONDA'ya göre, AKP yüzde 48 oy alacakmış...

Yani... Her iki seçmenden biri AKP'ye oy verecek öyle mi?

Olacak şey değil.

Geçiyorum, üzerinde bile durmuyorum."


6- Güngör Mengi-Vatan:

"KONDA'nın dün Tarhan Erdem tarafından açıklanan son anketinden haberdar olanlar başlarına 48 kiloluk balyoz yemiş gibi oldular.

Çünkü Tarhan Erdem AKP oylarının yüzde 48'e dayandığını, CHP'nin ise yüzde 20'nin altında kaldığını söylüyordu.

Bu iddia "Ya sayı saymayı bilmiyor ya dayak yememiş" sözünü hatırlattı.

Yüzde 80 katılımlı bir seçimde AKP'nin bu kadar oy alması için bir önceki seçimde elde ettiği 10,8 milyon oyu 16,3 milyona yükseltmesi gerekecektir.

Bu, 5 yıl önceki oyunu yarıdan daha fazla artırması demek oluyor.

Böyle bir ihtimal var mı? Sokaktaki her iki kişiden biri AKP'li mi?"


7- Bilal Çetin-Vatan:

"Başbakan Erdoğan'ın ortaya koyduğu "Tek başına iktidar olmazsam siyaseti bırakırım" iddiası sanıldığı kadar kolay bir hedef değil. Bunun için barajı üç parti geçerse yüzde 38, dört parti geçerse yüzde 40 civarında oy alması gerekiyor AKP'nin.

Alabilir mi?

Teorik olarak elbette alabilir. Fakat, anketler her ne kadar iktidar partisinin oy oranını yüksek gösterse de 38'in üstünde bir oy oranına erişmek kolay değil."


8- Güler Kömürcü-Akşam:

"Çok sayıda "gerçek" (birilerininki gibi sipariş üretim yapmayan) uzmanla konuştum ki bu tahminlere ben de katılıyorum, buna göre; AKP'nin yeni dönemde yüzde 26-28 civarında(oy alacak)

Bir avcı hikayesidir gidiyor; AKP yüzde 40 oy oranı ile patlama yapacak-MIŞ! Birileri, masa başında hazırlanmış sipariş seçim tahminlerini yanlış yönlendirmelerle kitleye dayatıyor.

Seçimlerin hemen ardından, "hesap sorulacaklar" listenizi de hazırladınız mı? Benim listemin ilk sıralarında " bazı kamuoyu araştırma şirketleri" de yer alıyor. Bir kamuoyu araştırma şirketinin dün yayınladığı son duruma göre AKP yüzde 48 oy alacakmış.

Peki almaz ise ne olacak? Halkı malum menfaatlerle yanlış yönlendiren-şartlanma yapan bu kamuoyu araştırma şirketlerine derhal "kanuni yaptırımda" bulunulması gerekmiyor mu?"


9- Yılmaz Özdil-Sabah:

Adı üstünde... "Hane halkı" anketi.
Büyük ihtimal, şöyle soruyorlar...
- Evinizde ok var mı?
- Evinizde kurt var mı?
- Evinizde ampul var mı?
Sonuç...
Ampul yüzde 100
Bakın, son seçim anketi şu...
Otobüs, yüzde 100. Uçak, yüzde 100. Dolu!
Antalya semaları bayram arefesi gibi. Neredeyse, pilotların yanına tabure koyacaklar.
Vaziyet o halde. Fırsat bu fırsat, çaktılar zammı tabii... 68 lira olan uçak bileti, 180 liraya çıktı. Çıksın... Veriyor millet. Hem küfrediyor, hem veriyor.
Bir tane oyu var.
Fiyatı yok!
Özetle...
Seçimi, değil yazın göbeğinde...
İstersen, kutuplarda yap.
Tutmadı küçük hesap!
Çünkü, 95 metrelik harbi gemiye "gemicik" diyor Başbakan ama... Tayfa bavulları topladı, ilk limanda inmeye niyetli.!


10- Haluk Şahin–Radikal :


"Allah Allah, bu hangi Türkiye ve hangi AKP idi acaba? Daha önce yazdığım 'Ben yüzde 43'lük bir hava göremiyorum' başlıklı yazımda da bu inanılmazlık duygusunu dile getirmiştim.


Şimdi Tarhan bey ona beş puan daha eklemiş, olmuş mu yüzde 48!

Oysa ben de dere tepe dolaşıyorum, herkesle konuşuyorum, eski seçimlerden kalma izlenimlerimi gözden geçiriyorum. Hatta uyanmak için kendimi çimdikliyorum, ama bir şey değişmiyor. Hayır efendim, ben bırakın yüzde 48'i yüzde 43'lük bile bir hava görmüyorum!

Bu konudaki sınama yöntemlerime ve sezgilerime güvenirim.

Ben Türkiye'de şu anda yüzde 40'ı aşan bir siyasal blokun bulunduğunu sanmıyorum. Bence, AKP eğer geçen sefer aldığı oy oranını biraz dahi geçse kendisini başarılı saymalıdır. Yüzde 48 türü beklentilere girenler kendi hüsranlarının temelini atmış olurlar!"


11- Fatih Altaylı-Gazeteport:


"Tahmine bak çay demle

"Ünlü araştırmacı" Tarhan Erdem, seçimlere üç kala yine bir araştırma yayınladı, millet de ciddiye aldı tartışıyor.

Türkiye'de çok partili dönemde yüzde 48 veya üzerinde oy alan bir tek parti var. Menderes"in Demokrat Partisi.

O seçimde de zaten 2 parti olduğu için birisinin yüzde 50'den fazla alması kaçınılmazdı.

Sonra Demirel"in AP'si ve Ecevit"in CHP'si yüzde 45 civarında oylar aldılar.

Bir daha böyle bir şey olmadı.

Erdem'in tahminine göre ise yine bir mucize olacak ve Türkiye'de her iki kişiden biri AK Parti'ye oy verecek.


Bu verilere rağmen, Tarhan Erdem CHP'nin milletvekili sayısının 120'ye gerileyeceğini, AKP'nin ise 320 milletvekili çıkaracağını söylüyor.

Bunu da anlamak mümkün değil.

Eğer MHP barajı aşıyorsa ve bağımsızlar Meclis"e girecekse, burada en önemli kaybı CHP değil, AKP yaşar.

Anlayacağınız Erdem"in müthiş tahminlerinin tutar tarafı yok.

Ama Tarhan Erdem"de müthiş bir Baykal düşmanlığı var."


12- Sabahattin Önkibar-Yeniçağ:


"Parayı veren anketten çıkar!

Tam bu noktada Tarhan Erdem"e soralım: Sayın Erdem sizin direkt veya endirekt bağınız olan şirketlerinizden biri iktidardan, örneğin Maliye Bakanından böyle bir iş aldı mı? Dün bize böyle bir duyum geldi.. Doğruluğunu-yanlışlığını zamanın kısalığı sebebiyle araştıramadım, bilmiyorum. Sizi de peşinen suçlamıyorum. Bize göndereceğin beyanı asıl kabul edip yayınlayacağız. İş aldın mı almadın mı cevap ver?"


13- İlhan Selçuk-Cumhuriyet

"Sonunda iyi olacak!..

Medyamızın yayınlarına bakılırsa 22 Temmuz seçiminde AKP malı yine götürüyor...

Oy oranı yüzde 40 mı?.. Yok canım... Yüzde 50"ye ramak kalmış...

Peki, yüzde 91"i Amerika"ya karşı olan bir halkın yüzde 50"si Amerikan kuklası AKP"ye oy verebilir mi?.. Bu ilginç soruya yanıt için istihareye yatmak gerekiyor... İstihare nedir?..

Halk inanışına göre, bir işin içyüzünü rüyadan anlamak için, aptes alıp dua ettikten sonra, yatıp uyumaktır...

İyi uykular!.. Türkler yine çıldıracaklar!.."

14- Mine Kırıkkanat-Vatan:


"Anketi duydum 'Oha' dedim

Dün bir arkadaşım, son seçim anketine göre oy dağılımını bildirdi: AKP yüzde 47.9. Vallahi farkında bile olmadım, ağzımdan tek sözcük çıkmış: Oha! 'Çüş' de diyebilirdim. Ama beynim, sahtekârlığın bu kadar kalını, yalanın böyle hamı, soytarılığın bunca kabası, densiz ve yontulmamış kurnazlık karşısında, ancak insanoğlunun homurtularla konuştuğu bellek katmanında bulmuştu gerekli tepkiyi. Odun gibi, ağız dolusu, gırtlağımın tüm baslarını gerektiren bir 'oha'."


15- Can Ataklı-Vatan:


"AKP, 230'un da altında kalır.

AKP ve yandaşı çevreler günlerdir bir 'yüzde 40' tutturdular. İçinde saygın isimlerin bulunduğu bazı araştırma kuruluşları da yaptıkları anketlerle bu oranı onayladıkları için kamuoyunda ciddi bir beklenti oluştu. ... Bir yandan anketlere dayanarak 'yüzde 40' oranı pompalanıyor, diğer taraftan toplama insanlarla hemen her yerde büyük kalabalıklar oluşturuluyor, öte yandan kentler sadece AKP bayraklarıyla donatılıyor. Sanki herkes AKP'li... ...

Bir not daha vereyim: Göreceksiniz AKP 230'un da altında kalarak iktidardan iyice uzaklaşacaktır."


16- Necati Doğru-Vatan:


"Şimdi ne diyecek?

... 48 saat kala; 'AKP'nin yüzde 47.9'u bulduğunu, yüzde 50 sınırına dayandığını' ilan ediyorlar. Hitler'in propaganda bakanı Goebbels "Propagandada beyinlere her gün 1 cm. çivi çakacaksın, 40 günde 40 cm. girecek, girdiğini kimse hissetmeyecek, böylece yalan gerçek olacak" demişti. Hormonlu anketler! Goebbels'in çivisi! Seçmenin sandığa gitmesine iki gün kala; 'Seçimlerde oy verecek olan 42 milyon seçmenin yüzde 70'i, yani her 100 seçmenden 70'i, AKP'nin iktidar olacağını beklemektedir' yalanını paslı çivi gibi beyinlere çakıyor. Böylece belki de yüzde 30'ların altına inmiş AKP'yi son anda kararsızları etkilemek ya da karar verdiği partinin 'iktidar olacağı ihtimalini zayıf bulanları' oy sandığına gitmekten caydıracak etki yaratmaya çalışıyorlar. Yüzde 13'lük bir sapma yapacak kadar hormonlu bir anketi seçime 48 saat kala yayınlayarak seçmenin 'beynini Goebbels'in çivili tahtasına dönüştürmek isteyenlerin' bir sorumluluğu olması gerekir. Hapis demiyorum. Kınanmaları."


17- Hikmet Çetinkaya: Cumhuriyet:


"Soros'un çocukları

... AKP yüzde 48-50'yle tek başına iktidarmış 23 Temmuz sabahı... Bizim Soros'un çocukları yine övgüler düzüyor AKP'ye.... Tayyip bey değişmişmiş. Yüzde 48'le tek başına iktidara geleceği söylenen Tayyip bey neden bu kadar hırçın? Çünkü yüzde 48 değil... Yüzde 30'ların altına düşüyor.."

aktifhaber

Oray Eğin oray.egin@aksam.com.tr
O gazeteci de günlüklerini açıklasın

Geçenlerde Bugün gazetesindeki yazısında Hakan Aygün hatırlattı. 'Mustafa Balbay'ı yakan eski bir Cumhuriyet'çi' diye... Hakikaten de, Doğan Akın'ın yönettiği sitede yayınlandı Balbay'a ait olduğu iddia edilen günlükler.
Doğan Akın gazeteciliğe Cumhuriyet'te başlamış, Ankara haber müdürlüğüne kadar yükselmiş bir isimdi... Kendisini Milliyet'te çalıştığı zamandan tanırım, Kemalist olarak bilinirdi...
Nitekim, eski bir Cumhuriyet çalışanı olan Aygün onun hiçbir zaman 'Cemalist' olmadığını da açıklamış köşesinde. Cumhuriyet'in geçmişindeki meşhur İlhan Selçuk-Hasan Cemal bölünmesinde ilk grubu seçenlere Kemalist, Hasan Cemal'le gidenlere Cemalist denirdi...
Doğan Akın'ın Kemalistliği o günlerden kalma... İlhan Selçuk'un yanında yer almıştı... Üstelik yıllarca Mustafa Balbay'la aynı büroda, omuz omuza çalışmışlardı.
Her ne kadar uzun yıllar Cumhuriyet'e hizmet etse de, Doğan Akın'ın bu gazeteden biraz buruk ayrıldığı konuşulur.
90'ların ortasında Cumuriyet'ten uzaklaştırılan Doğan Akın kırgın, kızgın biraz da intikam hisleriyle doluymuş...
Tanıyanlar Doğan Akın'ın 'İntikam soğuk yenen bir yemektir' düsturuna inandığını da söyler. Sahiden öyle mi?
Anlatılanlara göre Mesut Yılmaz hükümeti döneminde Doğan Akın'a Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyeliği önerilmiş. Akın, Cumhuriyet'teki göreviyle beraber bu pozisyonu da beraber yürütmeyi planlıyormuş.
Hatta anlaşılmış, İlhan Selçuk'la telefon diplomasisi yapılmış, ikna edilmiş, hiçbir pürüz kalmamış.
Ancak son anda devreye Mustafa Balbay'ın girdiği ve Doğan Akın'a 'Bu iş böyle olmaz' dediği söylenir.
'İlhan Abi'yle konuştum, bizim aramızda sorun yok' demesine rağmen Balbay engel koymuş.
Sonradan İlhan Selçuk'un da Mustafa Balbay etkisiyle 'yan çizdiğini' ve kendisini yarı yolda bıraktığını düşünür Akın. Çünkü bu tartışmanın sonunda Doğan Akın apar topar Cumhuriyet'ten uzaklaştırılır.
Unutmamak gerekir ki o dönem Cumhuriyet'teki gazetecilerin maddi olarak en zor zamanlarıdır; pek çok gazeteci ek iş yapmak ister.
Ancak Doğan Akın'a bu ayrıcalık tanınmaz. Dahası bu ayrılık Akın için dokuz aylık bir işsizlik anlamına gelecektir.
Merak ediyorum, hakikaten Doğan Akın için 'İntikam soğuk yenen bir yemek' midir? Balbay'ın günlüklerini yayımlamak geçmişin intikamı, kişisel bir hesaplaşmasının sonucu mudur?

Paşalarla dostluk Balbay'a özgü mü?
Dün haberturk.com'da Erdoğan Aktaş'ın bir yazısı vardı. Aktaş, Balbay'ın günlüklerinden yola çıkarak sadece Cumhuriyet temsilcisinin yargılanmasının, başka gazetecilerin hiç böyle ilişkileri yokmuş gibi davranılmasını eleştiriyordu.
'Bu zamana kadar merkezi medyada Ankara temsilciliği yapıp, üst düzey komutanlarla bir araya gelmeyen gazeteci var mı? Hele ki Türkiye'nin demokrasi alışkanlıkları çerçevesinde, karargahlarda siyaset tartışmayan, fikir alışverişi yapmayan Ankara temsilcisi, etkili kalem erbabı var mı?' diye soruyor.
Devam edelim: 'Üstelik bu türden ilişkiler bütünü içerisine girmek, bazı gazeteciler için kariyerinde sıçrama anlamına da gelmedi mi? Birçok gazeteci, sadece askerlerle yakın ilişkiler kurabildiği için işe alınmadı mı? Bir dönem Türkiye'sinde etkili Ankara gazetecisi olabilmelerinin en önemli ölçütü bu değil miydi?'
Bu satırları okuyunca, Balbay'ın günlüklerini ilk yayımlayan tempo24.com.tr haber sitesini ve o sitenin Genel Yayın Yönetmeni'ni düşündüm.
Doğan Akın, kariyerinde pek çok 'sızdırılma' haberi barındıran bir gazeteci. Umur Talu ve Yalçın Doğan'ın istifasıyla sonuçlanan Murat Demirel-Nail Keçili el ele fotoğrafını yayımlayan Milliyet'in haber müdürüydü... Kuşkusuz büyük bir gazetecilikti bu, ama bu haber de birileri tarafından servis edilmişti sonuçta.
Tıpkı Akın'ın patlattığı ve ödül alan 'Çiller dosyası' haberi gibi. Bu haber birileri tarafından Doğan Akın'a sızdırılmasaydı Çiller'in vergi kaçırdığını öğrenebilecek miydik? Belli ki Doğan Akın'a güvenen siyasi liderler, bürokratlar vardı o dönem...
Gazetecinin bu gibi ilişkiler kurması doğal...
Ancak Doğan Akın'ın benim bildiğim askerle de ilişkileri çok iyiydi... Balbay'ın mesafesizliği, askerlerle yakınlığı eleştiriliyor ya bugünlerde... Balbay'ın günlüklerini yayımlayan Doğan Akın'ın da yediğinin içtiğinin ayrı gitmediği bir paşa vardı... Kemal Yavuz'la ahbaplığı Akın'a epey yardımcı olmuştu.
Demek istediğim şu, aynen Erdoğan Aktaş'ın da dediği gibi, bu gibi ilişkiler sadece bir şahsa mahsus değil.

Aydın Engin'in rolü
Yazar Oya Baydar'dan epey uzun bir mektup aldım, içeriği bana özel. Ancak bir yerinde eşi Aydın Engin'in Balbay günlüklerini yayımlayan siteyle bağlantısının sadece yazarlık olduğunu söylüyor. Zaten ben de aksini iddia etmiyordum.
Ama Engin'in sadece yazarı olduğu bir sitenin editörü gibi yazı yazması, Balbay günlükleri hakkında Genel Yayın Yönetmeni ve Genel Müdür'den önce söz alması hala kafamı karıştırıyor. Üstelik Engin de epey sahiplenen bir üslupta yazmış bu yazısını.
'Bu haberi iki kaynaktan kontrol ettik, tempo24 haber ilkelerine uymuştur' gibi editoryal ifadeler...
Kafamı karıştıran budur işte...
Konunun eşiyle ilgisine gelince. Oya Baydar'ın sızdırılan belgeler ve yalan haberlerle ünlü Taraf gazetesinde -gönüllü- yazmaya başladığını da ekleyeyim.
Akşam

Oray Eğin
oray.egin@aksam.com.tr
Ulusalcılar arasından ilk o döndü

Reha Muhtar'ın köşe yazarlığı serüveni sırta atılan kazaklarla havaların soğuduğunun anlatılması, Bebek'teki barlara takılan kadınların tarifi, aşkın sadece kendisinde kabul gören kategorizasyonları ve otellerin oda servislerine geciken domates sularına duyulan öfkenin köşeye taşınmasından sonra evrildi, evrildi ve 'light-Ulusalcılık' diyebileceğimiz bir çizgiye vardı. Kendini yeniden yaratma çabaları Çelik'ten birkaç doz daha düşük Atatürkçülük, 'Ben aslında solcuyum, yıllarca örgütlerde yer aldım' ifşaatları, ama asla bir Halil Ergün kadar bile politize olmadan devam etti...
Ama kader onu yakın dostu Mehmet Barlas'ın da buyurduğu şekilde 'medyada en çok nefret ettiği isim' Tuncay Özkan'la aynı kayığa bindirdi. Kısa süren bir televizyon tartışma programında, Nazlı Ilıcak'a karşı bu rolü üstlendi mesela. Baktı ki, karşı cephe daha kalabalık, onlara laf yetiştiremiyor, çok baskın bu liberal güruh, havlu attı, program bitti.
Şimdi yeni bir Reha Muhtar evriminin eşiğinde miyiz acaba?
Doğrusu, devrim sadece görüntüde değil. Özenle bohemleştirilmiş, zoraki 'dekontrakte şıklık' bir yana, ideolojide de bir ince ayar beraberinde geldi.
Milat 2 Mart 2009. Reha Muhtar, CNN Türk'te, 'dünyaca ünlü bir haber markasında' yeni bir programa başladı. İlk birkaç gün eski Reha Muhtar'dan olanca uzaklaşma gayreti, ciddiyet kasmaları göze çarpıyordu. Araya sıkıştırılan İngilizce kelimeler, serinkanlı bir duruş ve gizemli bir ses tonundan sorulan ağır sorular... Hem ekrandaki izleyiciye, hem de beyaz camın içindeki adama uzak bir görüntüydü bu.
Ama huylu huyundan vazgeçmez misali 'Reha Muhtar'a geri dönmesi için de sadece birkaç gün geçti. Ekranda ağlama zırlama, duygu sömürüsü ve retorikle bildiğimiz ve alıştığımız o eski 'tad.'
Sonuçta sevdiysek eğer hepimiz Reha Muhtar'ı yüzeyselliği ve dişe dokunur hiçbir tarafı olmamasıyla sevmedik mi? Televizyon haberciliğinin asık suratında bir kafa boşaltma vahasıydı o. Ciddiye alınmasına imkan yoktu elbette; kimse de almadı zaten. Ama eğlenceliydi; haberleri çığrından çıkardığına inanmıyorum. Türkiye buydu, 'Reha Muhtar' da bu Türkiye'nin yansımasıydı.
Kaldı ki bu tercih hem ona hem kanalına karlı döndü. Reha Muhtar efsanesine katkıda bulunan medya patronu Erol Aksoy'un deyimiyle gelinen nokta şöyle özetlenebilir: Erol Aksoy'un bir yalısı yok, ama Muhtar'ın var.
İnsan eğer bir iş yapmış, karşılığını da haydi haydi almışsa mutlu olur, kendine güvenir, başkalarının onay ve kabulüne ihtiyacı olmaz değil mi?
1 Mart'taki programa başladığından beri Reha Muhtar'ı büyük bir merakla takip ediyorum. CNN Türk'e bir hareket getirdiği, programının merak edildiği kesin.
Ama her akşam Reha Muhtar'ı izlediğimde de onun için üzülüyorum, içim parçalanıyor.
Çünkü para ve şöhrete ulaştığı o televizyonun renkli günlerinden yıllar sonra hala içinde bir 'ciddiye alınma' ve 'kabul görme' derdi olduğunu çok belli ediyor, çok gözümüzün içine sokuyor.
'Reha Muhtar' olmak yetmedi ona, bunu iyice anladık. Kadın yazıları, ya da balon bardakla içilen şaraplı dakikaları aktardığı satırlar da kesmedi. Meğerse politik olarak ciddiye alınmak, ses getirmek her şeyden önemliymiş.
Sanırım, yanlış ata oynadı. Ulusalcılar cephesinde tam kabul görmedi. Ona hep belli bir rezerv ve mesafeyle yaklaşıldı. İlhan Selçuk'un kanaat önderi olduğu bir güruh nasıl birkaç yazı yazdı diye Reha Muhtar'ı bağrına basar ki? Doğruya doğru, bu operayon iyi yönetilemedi.
Geriye tek bir seçenek kaldı: Gizliden gizliye liberallere, 'demokrat basına' yaranma ve onların kulübüne kabul vizesi almak. Kaypak ve rüzgar nereye eserse oraya kafasını çevirecek, omurgasız insanların domine ettiği bir kulüp kendilerine yanaşan herkesi kolaylıkla kabul eder çünkü.
Reha Muhtar'ın televizyonculuk formülünü hepimiz çok iyi biliyoruz: Kendisinden aşağı seviyede gördüklerini birer sinek gibi ezer, üzerine basar, yayında adeta eşek sudan gelinceye kadar döver. Zavallı Mahsun.
Ama kendisini aralarına kabul etsin, sırtını sıvazlasın diye gördüklerinin önünde düğme iliklediğini, hazır ola geçtiğini, onların önünde süt dökmüş kediye dönüştüğünü ben ilk kez CNN Türk'teki programda anladım.
İşte bu programda sık sık Mehmet Altan gibi adamlar ağırlanır, 45'er dakikalık monologlarla sallar da sallar ve Reha Muhtar onlara müdahale etmez. Müdahale etmeye çalıştığında Mehmet Altan ona öyle bir bakış atar, sesini yükseltir ki, hemen 'Buyrun devam edin efendim' diye boyun eğilir.
Bu programda kanaat önderi olarak Adnan Hoca'cılar, Fethullah'çılar ağırlanır, bu cenahtan Mustafa Akyol gibilere düşünce adamı muamelesi yapılır.
Liberallerin kendi aralarında yarattığı bir puttan ibaret olan sözde sosyalist Ahmet İnsel'in çarpık analizlerine yer verilir.
Ve bütün bunlar ne uğruna yapılır?
Bir basın gezisinde Hasan Cemal 'Ya çok iyi gidiyorsun Reha' desin ve sırtını sıvazlasın diye.
Neden önemsenir bu insanlar, bu insanlar tarafından kabul görülmek peki? Samimi olarak merak ediyorum. Kendine güveni olmadığı için mi başkasının onayına ihtiyaç duyar, yeterli bilgi birikiminine ve donanıma sahip olmadığı için mi onları ciddiye alır, düşüncelerini önemser?
Zaten bir gazetecinin beyin takımı minibüs şoförü ve gazino şarkıcısı düzeyindeyse, bu onun da kendi seviyesini belirlemez mi? O zaman bu liberallere duyulan hayranlık açıklabilir belki.
Benim içimi en çok parçalayan, Reha Muhtar'a en çok üzüldüğüm noktaya gelirsek... Bunca dönüş, yaranma, manipülasyon ve dezenformasyona ortak olma çabasının bir karşılığı da yok.
Hakikaten Altan ailesinin ya da Hasan Cemal'in onu bir gazeteci, bir düşün adamı, bir kanaat önderi olarak onu ciddiye alacağını mı düşünüyor?
Almayacaklar, o her zaman Reha Muhtar olarak kalacaktır onların gözünde. Ne İsa'ya, ne Musa'yadır Reha Muhtar'ın durumu.
O yüzden artık 'Reha Muhtar'la barışıp, onu sevmesinin vakti gelmiştir. Düşünüyorum da ben Reha Muhtar olsam Reha Muhtar olmaktan mutlu olurdum. Ama o değil. Fark var!
Bu medyada en sevdiğim insanlardan, en zor ve en mutlu günlerimde yanımda olmuş Reha Muhtar'a bu yazıyla en büyük dostluğu yapıyorum. Bir anlamda ona vefa borcumu ödüyorum. Umarım kıymetini bilir.

Basında Çifte Standart Var
10 Nisan 2009 17:36

Büyük basın, zanlıları polis olan davalardaki takipçi tavrını, zanlıları asker olan davalarda gösteremiyor...

Alper Görmüş'ün Taraf gazetesindeki yazısından ilgili bölüm:

Onlar Kürt çocukları değil de “Manisalı çocuklar” olsaydı?

Devletten kaynaklanan ve özleri itibarıyla aralarında hiçbir fark bulunmayan haksızlıklar konusunda büyük basın bariz bir çifte standartla malûl...

Zanlıları polis olan ve zanlıları asker olan davalarda takınılan farklı tutum, hemen akla gelen çifte standart alanlarından biri... Büyük basının, zanlıları polis olan davalardaki takipçi tavrını, zanlıları asker olan davalarda göstermiyor oluşuyla ilgili olarak 1 Temmuz 2008’de bir yazı kaleme almıştım.

“Hayata Dönüş davası düştü, çünkü medya daha önce düşmüştü” başlıklı yazıda, 19 Aralık 2000’de gerçekleştirilen ve çok sayıda mahkûmun ölümüyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” operasyonu davasının “zaman aşımı” nedeniyle düşmesini ele alıyordum. Yazıda, bunun bir Jandarma operasyonu olduğu için, davasının büyük basın tarafından soğuk karşılandığını söylüyor, oysa zanlısı polis olan birçok olayda aynı basının olağanüstü bir performans gösterdiğini hatırlatıyordum. Zikrettiğim örnekler şunlardı:

“Gerek ‘Manisalı Gençler’ gerekse de ‘Metin Göktepe’ davalarında basının yıllar boyu hiç tükenmeyen bir enerjiyle görevini yerine getirdiğini biliyoruz. Her iki davadaki tavır, ‘Türk basınının yüzakları’ gibi bir liste yapılsa, hiç şüphesiz ilk sıralarda yerlerini alacak gazeteciliklerdi. Hiç kuşkunuz olmasın, basının ısrarlı takibi olmasaydı, bu iki davadan kamuoyu vicdanını biraz olsun rahatlatan bildiğimiz sonuçlar alınamazdı.

“Türk basını bugün de ‘dur ihtarına uymadığı’ gerekçesiyle polisin açtığı ateşle hayatını kaybeden Baran Tursun’un babasının yürüttüğü adalet mücadelesine büyük bir destek sunuyor, işin peşini bırakmıyor. Bu trajik olayın davası da büyük bir ihtimalle ‘hak yerini buldu’ dedirten bir sonla nihayetlenecek ve hiç şüpheniz olmasın, bunda da en büyük rol Türk basınının olacaktır.”

Zanlıları asker olan ve bu nedenle basının üzerine pek fazla düşmediği olayları da 10 mahkûmun ölümüyle sonuçlanan Ulucanlar Cezaevi baskını, İki HADEP yöneticisinin karakolda kaybedilmesi, Akkise olayları ve Hayata Dönüş operasyonlarıyla örneklemiştim. İsterseniz, bu olayların ayrıntılarını Taraf’ın internet sayfasından bulup okuyabilirsiniz.

aktifhaber

YELKENLERİ SUYA İNDİRDİ
11 Nisan 2009 09:13

Ergenekon Savcılarına bağıra bağıra konuşan Dündar dün şok haberle yelkenleri indirdi.

Ergenekon sanıklarının suç teşkil eden konuşmalarında Uğur Dündar'la ilgili bölümler de 2. Ergenekon İddianamesi'ne konmuştu.

Uğur Dündar bu nedenle Ergenekon Savcıları'nı hedef alan çok sert açıklamalar yapmış, Başbakan, Adalet Bakanı ve HSYK'ya çağrılarda bulunmuştu.

Uğur Dündar'ın ekranda adeta kendini kaybederek bağıra bağıra yaptığı konuşmada Ergenekon Savcıları'na sert mesajlar vardı.

Dündar ayrıca savcılara suç duyurusunda bulunacağını da açıklamıştı. Dündar'ın suç duyurusunda bulunmak için seçtiği avukat ise bir Ergenekon avukatı olmuştu. Dündar Ergenekon Terör Örgütü sanığı Vedat Yener'in avukatı Vural Ergül'ü kendine avukat seçmişti.

Ancak dün yeni bir gelişme oldu ve Ergenekon Savcıları, Uğur Dündar'a kendilerine "vasıfsız" dediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulundular.

Bu haber Uğur Dündar ana haber bültenini sunarken Anadolu Ajansı tarafından geçildi.

Dündar, "şimdi bir son dakika haberi geldi" diyerek, kendisi hakkında yapılan suç duyurusunu okudu. Ancak Dündar'ın daha önceki aşırı sert ve bağıran üslubundan eser yoktu.

Dündar, uzun uzun savcılara hakaret kastı olmadığını, yargıya çok güvendiğini anlattı. Kendisinin dürüst gazeteciliğini örneklerle anlatan Dündar konuşmasını iç çekerek bitirdi.

Dündar'ın bir hafta önceki şahin tavırlarından eser kalmaması dikkat çekti.
aktifhaber

M. Nedim HAZAR
11 Nisan 2009
Vay be işkence mi yapılmış?

Çocuk aklımıza bile acayip komik gelirdi ve gülerdik. Ama vaktiyle yapan da yapıyor, üstelik inanarak yapıyormuş. Şu helvadan put meselesi. Yapıp önce ilah diye tapınma, ardından acıkınca acımadan mideye indirme! Bizim Ergenekon ve Andıç Medyası da böyle bir özelliğe sahip.

Önce özenle hazırlayıp ibadet aşkıyla tapındığı şeyleri, acıktığı anda gözünün yaşına bakmadan mideye indiriveriyor.

Geçen Ergenekon'un sütlaç kâsesi kıvamındaki bir kalemi şu mealde şeyler yazmış: "N'aber, Tuncay Güney ifadeleri işkence ile alınmış!" Bu tosuncuğa göre Ergenekon iddianamesi bitmişti. Yapı paydostu, her şey tamamdı. Ağır abileri kendi aralarında konuşurken, 'Bizim topaç yine fena yazmamış ha!' filan deyip gıdısını okşarlar mı bilmiyorum ama en son mahallenin halaybaşı da yazdı. Efendim kendi adını iddianameye koyanları Allah'a havale ediyormuş.

Neden?..

Çünkü yavruağzı rengindeki yayınlarıyla "Fethullah Gülen sorusu terletti" şeklinde ipe sapa gelmez zırvaları tam sayfa veren mevkutenin abisi aramış ve şey demiş: "İfadelerin işkence altında alındığı ortaya çıktı, duydun mu?" Büyük gazeteciler ya, olayın üzerine gideceklermiş! Düne kadar başta Tuncay Güney bas bas 'işkence yaptılar' diye bağırdığı halde, bizzat işkenceciyi salt Fethullah Gülen alerjisi yüzünden günlerce çarşaf çarşaf yayınlayanlar, bugün 'Neler olmuş böyle Ali Sami?' havasına giriveriyorlar!

Aylar önce bizzat kendi ekranlarında, 32. Gün programında dinlemiştim bugün holding medyasının işkence ile ilgili yazdıklarını. Bakın neler diyordu Güney: "Benim cinsel organlarımı sıktılar. Arkadan da Ahmet Bey jopla taciz ediyordu. Ve küfür ederek. Ve 'biraz sonra zevk almaya başlarsın' diyerek de. Bunları ben gazetecilerle konuştuğumuzda da anlattım. En son ben dedim ki: 'Roma'yı da ben yaktım, ne getirirseniz imzalayacağım.' Geçen izlemiş olduğunuz, televizyonlara dağıtılan video kasetleri o zaman yoktu, o video kasetlerindeki konuşmayı kabul ediyorum, neden; bana sünger yatak getirdiler, akşam 8 ya da 9'du. Bana 'Tuvaletin var mı?' dediler, ben de 'var' dedim, gittim tuvalete. Oradan havanın karanlık olduğunu demirlerden gördüm. Saat akşam 8 ya da 9'du ve beni sünger yatağa yatırdılar, gözlerimi kapattılar, iki tane adam
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Nis 13, 2009 10:17 pm    Mesaj konusu: Erol ManisalI Alıntıyla Cevap Gönder

ETÖ'nün Kaç Hücresi Çökertildi?
18 Nisan 2009 17:39

Orakoğlu’ndan Demirel’e ağır suçlama: Siyasi çıkarları için 28 Şubat sürecine bir kaç 28 Şubat süreci daha ekledi. Ergenekon'un henüz çökertilemeyen hücreleri?

Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu, Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanan Mehmet Haberal’a verdiği destek sebebiyle eleştirilen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ağır yüklendi.

DEMİREL 28 ŞUBAT SÜRECİNİ İSTESE BİTİREBİLİRDİ

”Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı darbe belgesi olan Batı Çalışma Grubu Belgesini Demirel’e ulaştırdığında harekete geçseydi 28 Şubat sürecini bitirebilirdi. Ancak Demirel, siyasi menfaatler uğruna bu döneme birkaç 28 Şubat süreci daha ekledi.”
28 Şubat sürecinde Emniyet istihbaratın patronu olan Orakoğlu, Batı Çalışma Grubu belgesini deşifre ettiği için yargılanmış ve beraat etmişti.

ETÖ’DE ÇÖZÜLME VAR

Demirel’in Mehmet Haberal ile ilgili tavrını da eleştiren Orakoğlu; “Savcılar çok önemli bilgilere sahip. Örgütün içinden bir takım insanlar onlara önemli bilgiler veriyor. Ancak bu tutumlar bu çözülme sürecini önlemeye yöneliktir.”

50’DEN FAZLA HÜCREDEN 4’Ü DEŞİFRE EDİLDİ

Ergenekon hücrelerinden şu ana kadar sadece dördünün deşifre edildiğini belirten tecrübeli istihbaratçı Orakoğlu, 50’den fazla hücrenin bulunduğunun da iddianameye yansıdığını vurguladı. Orakoğlu Savcılara ve kamuoyuna da çarpıcı bir uyarıda bulundu.

ORAKOĞLU: ÖNEMLİ GÖREVLERDE HALA ERGENEKON MENSUPLARI VAR

Orakoğlu, "Henüz devletin içinde deşifre edilmemiş, çok önemli makamlarda ve kritik yetkileri elinde tutan Ergenekon mensupları var. Bunlar süreci sulandırmak için yanlış bilgiler verebilirler" şeklinde konuştu.

aktifhaber

Manisalı Çölaşan'ı Kullanmış
13 Nisan 2009 16:55

Gözaltına alınan Erol Manisalı, birçok isim için "güvenilir, kullanılabilir, yönlendirilebilir, yararlanılabilir" raporu vermiş. Aralarında Çölaşan bile var.

Ergenekon sanığı Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un emriyle 2003’te hazırlanan “Manisalı’nın Referans Verdiği Kişiler” raporuna göre, Emin Çölaşan, Mustafa Balbay, Arslan Bulut ve Arslan Tekin gibi gazeteciler ile ATO Başkanı Sinan Aygün ve İşçi Partili Adnan Akfırat, Profesör Erol Manisalı’dan “yönlendirilebilir” notu almış.

Raporda, Manisalı’nın tavsiyesi ışığında Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki “darbeder” ekibin kiminle nasıl ilişki kuracağına ilişkin kararlar da var: Aygün ile İstihbarat Başkanı düzeyinde, Çölaşan’la Daire Başkanı seviyesinde temas yürütülsün. Yeniçağ gazetesinden Bulut ve Tekin’le mevcut örtülü iltisakımız geliştirilerek sürsün. Manisalı, Jandarma’nın darbeder kurmaylarına Cumhuriyet, Yeniçağ, Ortadoğu ve Ulusal Kanal’ı “kullanılabilir” yayın organları diye överken, Aydınlık dergisi için de “İstediğiniz her şeyi yayınlar” diyor.

Taraf Gazetesi'nde 23 Mart'ta Mehmet Baransu İmzasıyla Çıkan Haber:

HOCASINDAN DARBE DERSLERİ

Hükümeti ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüsle suçlanan Ergenekon zanlısı Şener Eruygur'un gazetecilerin yanısıra akademisyenlerle de gizli görüşmeler yaptığı ortaya çıktı.

2003 tarihli 43 sayfalık Jandarma Genel Komutanlığı'na sunulan rapora göre Prof. Dr. Erol Manisalı, hükümete karşı medyanın, sendikaların ve akademisyenlerin nasıl yönlendirileceğini ders verir gibi anlatmış. Manisalı askerlere, irtibata geçebilecekleri birçok ismi verip, "güvenilir, kullanılabilir, yönlendirilebilir, yararlanılabilir" gibi özelliklerle referans göstermiş.
Eruygur'un emriyle Levent Ersöz ve Atilla Uğur, Prof. Dr. Erol Manisalı'yla karargahta yaptıkları görüşmeyi iki ayrı rapor haline getirerek Şener Eruygur'a sunmuş. İlk rapor Manisalı'nın toplantıda dile getirdiği konuların özetlendiği, 33 sayfadan oluşuyor. İkinci rapor ise "Prof. Dr. Erol Manisalı'nın Referans Verdiği Kişiler" başlığıyla 13 sayfa olarak hazırlanmış. Bu rapor da kendi içinde üç bölüme ayrılmış. Rapor, Manisalı'nın "önerdiği kişi", bu kişilerle ilgili "kanaati" ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın bu notlarla ilgili "yapılacak faaliyetleri" başlıkları altında toplanmış.
"Yapılacak Faaliyetler" başlıklı bölümde Jandarma, Manisalı'nın referans verdiği kişilerle ilgili "irtibata geçilmesi", "mevcut irtibatın devam ettirilmesi" gibi kararlar almış. Raporda Emin Çölaşan'la ilgili bölüm ise dikkat çekici. Aydın Doğan'a dokunabilecek işlerden uzak durabileceği endişesine karşı, "Çalışmalarımızı bütünü göstermeden parça parça vermek suretiyle medyaya taşınması konularında kendisini kullanabiliriz" deniliyor.
Manisalı, Çölaşan'ın yanısıra Mustafa Balbay'dan, ATO Başkanı Sinan Aygün'e, İşçi Partili Adnan Akfırat'tan, MHP tandanslı gazeteciler Arslan Bulut ve Arslan Tekin'e kadar birçok ismi referans göstermiş: "Bu kişilerle irtibata geçebilir, yönlendirebilirsiniz."
Prof. Dr. Erol Manisalı ile yapılan görüşme "Özel Bilgi Notu" başlığını taşıyor. Bu başlığın hemen altında "Yapılan görüşme sonuçları"na yer veriliyor. Manisalı ile yapılan görüşmede, hükümetin 2003’te hazırladığı Acil Eylem Planı, Ulusal Birlik Hareketi, AB tarafından finanse edilen projeler, İnsanca Yaşam Projesi, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı, Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu ve sendikaların durumu ele alınıyor. Raporda ortaya konan bazı tespitlerin daha iyi anlaşılabilmesi için önce Manisalı'nın askerlere ilettiği görüşlere, ardından da Eruygur ve arkadaşlarının bu kişilerle ilgili aldıkları kararlara yer vereceğiz. İşte görüşmeden bazı satırbaşları:

Görüş, kullan, yararlan: Sendikaları manipule edebiliriz

E.M: "Hükümetin Acil Eylem Planı gerçekten çok güzel hazırlanmış, ciddi bir çalışma. İthalatın ihracata oranla 22milyar dola fazla olması ve 7 milyar dolar cari işlemler açığı, son 10 yılın rekorudur. AKP yolsuzlukla mücadeleyi hem kendisinden korktuğu için, hem de diğerleri hakkındaki dosyaları koz olarak elinde bulundurmak istediği için ağırdan alıyor. Özelleştirmedeki başarısızlığı aslında iyi bir başarısızlıktır. TEKEL'i ne kadar geç satsa o kadar iyidir. çalışmayı Yıldırım Koç (Görüşmenin yapıldığı tarihte Türk-İş Genel Başkan Danışmanı) aracılığı ile kamuoyuyla paylaşabilirsiniz. Ben onu güvenilir buluyorum. Sendikal faaliyetlerde önemli bir kişi, ulusal duyarlılıkları olan biri. Yönlendirilebilir ve yararlanılabilir. Yol-İşten Fikret bey (Yol-İş Başkanı Fikret Barın) yönlendirilebilir ve yararlanılabilir. Ulusal duyarlılıkları olan güvenilir biri. Güvenilirliğini siz de test edin. Yol-İş ve Yıldırım Koç'u kullanabilir, kullanarak sendikaları manipüle edebilirsiniz. Sendikalarla ilgili çizelgeyi bana e-posta ile gönderirseniz sevinirim.
ATO Başkanı Sinan Aygün yönlendirilebilir ve yararlanılabilir. Siyasal görüşü bizimle tam örtüşmese de ulusal duyarlılıkları olan milli ve laik kişiliği, dış politikalara ilişkin duruşu ile güvenilir bir kişi.
Aydınlıktan Adnan Akfırat'ı da kullanabilirsiniz. Fırat ve Aydınlık Dergisi'nde çalışan 2-3 kişi ulusalcılık çizgisinde güvenilir yapıdadır. Bir konu Aydınlık bir defa yayınlanınca ben dahil, Mustafa Balbay, İlhan Süter gibi birçok köşe yazarı oradan alıntı yapıyor. Aydınlık istediğiniz herşeyi yayınlar."

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "Yıldırım Koç ile mevcut irtibatımızın devam ettirilmesi. Yol-İş Sendikası'ndan Fikret Beyin, Yol-İş ile mevcut ilişkilerimiz kapsamında yönlendirilmesi. Sendikaların eylemlilik sürecine çekilmesi ve hükümetin Acil Eylem Planı'na ilişkin çalış-malarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi konularında yararlanılması.
Sinan Aygün ile İstihbarat Başkanı (Levent Ersöz) seviyesinde görüşülmesi. Bilgi alışverişinde bulunulması. Bu kapsamda çalışmalarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi.
Daire Başkanı (Atilla Uğur) seviyesinde Aydınlk Dergisi, Adnan Bey ve diğer yazarlarla görüşülüp çalışmalarımızı parça parça vermek suretiyle medyaya taşınması konularında yararlanılması."

Medyayı yönlendirin, Çölaşan’a parça parça verilsin

E.M: "Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın arka planı ve diğer konular, İstanbul medyasında bütünü göstermeden Emin Çölaşan'a parça parça verilebilir, yönlendirilebilir. İnsanca Yaşam Projesi'nin arka planıyla ilgili Çölaşan'a sağlam bir yerden bilgi uçurulursa kullanabilir. MHP tandanslı Yeniçağ ve Ortadoğu gazetelerine ben çok sıcak bakıyorum. Yönlendirebilir, kullanabilirsiniz.”

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "Emin Çölaşan ve benzer çizgideki diğer yazarlarla daire başkanı seviyesinde görüşülmesi. Çalışmalarımızı parça parça vermek suretiyle medyaya taşınması konularında kullanılması.
Yeniçağ’dan Arslan Bulut ve Arslan Tekin ile mevcut olan örtülü iltisakımızın geliştirilerek sürdürülmesi. Bilgi alışverişinde bulunulması. Bu kapsamda çalışmalarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi konularında kullanılması.”

E.M: Ulusal Kanal, duyarlılıkları çok yüksek bir yayın organı. Ülkücülerle de iş birliği içindedirler. Kıbrıs konusunda Denktaş'a destek programları yapıyorlar. Kanaldan Şule hanımla (Şule Perinçek) görüşebilir, yönlendirebilir ve yararlanabilirsiniz. Cumhuriyet Gazetesi'nden Barış Tostaş ve diğer birçok yazarla da görüşülebilir.”

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: Daire Başkanı seviyesinde Şule hanım, Barış Tostaş ve benzer çizgideki diğer yazarlarla görüşülmesi. Çalışmalarımızın kamuoyuna intikal ettirilmesi."

Medyayı 'koordine' planı

E.M: Aydın Doğan ve TÜSİAD medyası yüzde 70 düzeyinde. Diğerleri kopuk. Bunları birleştirip koordine edebilirseniz, bir güç haline gelirler. Yerel Televizyon ve gazetelerle temas etmek lazım. İzmir TV sahibi Ali Beyi kullanabilirsiniz. Ben onu güvenilir bulurum. Siz de test edin. Mersin TV, Hatay'dan Kıbrıs'a kadar izleniyor. Ahmet Karaoğlu ile temas edebilirsiniz. Konya Sun TV, Trabzon ve Antalya'daki televizyonlar kullanılabilir.

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "İl Jandarma Komutanlıkları'ndan yerel tv ve gazetelerin durumları ve biyografik istihbaratına dair bir rapor istenmesi. Daire Başkanı ve İstihbarat Başkanı seviyesinde durumu uygun değerlendirilen gazete ve TV sahipleri, etkin yazar ve programcılarla görüşülmesi. Programların ve yayın politikalarının yönlendirilmesi. Çalışmalarımızın kamuoyuna intikali ettirilmesi konularında yararlanılması."

Ulusal cephe benim konum

E.M: "İrticai Unsurlarla Mücadele Sempozyumu benim ilgi alanım dışında. Benim konum ulusal cephe, onunla meşgulüm. Mücadele başka bir alan. O konuda Prof. Alparslan Işıklı ve Prof: Sina Akşin ile görüşebilirsiniz. Ben onlara güvenirim. Toktamış Ateş Fethullahçıdır. Ben dikkat etmenizi öneririm."

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: Daire Başkanı ve müteakiben İstihbarat seviyesinde Işıklı ve Akşin'le görüşülmesi. Seminerin yeri, katılımcıların belirlenmesi, planlanması ve irtica konularında yararlanılması uygun değerlendirilmektedir."

Gardrop Atatürkçüsü Saylan AB’ye laf söyletmiyor

E.M: Ulusal Birlik Hareketi esas benim konum. Toplantıya Yaşar Hacısalihoğlu gitti. Benim birçok konuda birlikte çalıştığım güvenilir bir kişi. Bizzat katılmayı uygun görmediğim yerlere onu gönderiyorum. Bana bilgi getiriyor. UBH’da Türkan Saylan gibi gardrop Atatürkçüler var. AB'ye laf söyletmiyor. Gümrük Birliği'ni savunuyor. Atatürkçülüğü istismar ediyor, kullanıyor.
Bülent Berkarda'yı tanırım. Elini taşın altına koymaz. Atatürkçülüğün altını eğitim politikası, ticaret politikası vs ile doldurmazsan ayaksız masa gibi olur. Halkın eğitilmesi değil, örgütlenmesi önemli. Ben öğrenciyi eğitiyorum, gidip Fransız şirketinde iş bulup Türkiye aleyhine çalışıyor. Yine de araya Yaşar Hacısalihoğlu gibi birini koyup kullanabilir, siz de yönlendirebilirsiniz."

Jandarma-Yapılacak Faaliyetler: "Yaşar Hacısalihoğlu ile İstihbarat Başkanı seviyesinde görüşülmesi. Mevcut irtibatımızın geliştirilmesi. Bu kapsamda çalışmalarımızın kamuoyuna intikali ettirilmesi konularında yararlanılması."

aktifhaber

Yüksek lisans için gittiği ABD'de 'okyanus ötesi uçamaz' raporuyla 8 yıl kalan Başkomiser Emrullah Uslu, Türkiye'ye döndü



13 Nisan 2009 Taraf gazetesinde 'Emre Uslu' takma adıyla başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere kurum, kuruluş ve kişileri eleştiren "süper" Başkomiser Emrullah Uslu'nun sekiz yıldır sürdürdüğü ABD macerası sona erdi. Çeşitli hastanelerden 'Okyanus ötesi uçamaz' raporlarıyla Emniyet kadrosunda ABD'de yaşamayı başaran Uslu, sessiz sedasız Türkiye'ye döndü. Akşam gazetesinin haberine göre; Emrullah Uslu, gelir gelmez ilk iş olarak başkomiserlikten emniyet amirliği rütbesine yükselmek için sınava girdi. Ancak Uslu, 8 yıllık eğitimin ardından sınavda sorulan soruların sadece 56'sına doğru yanıt verirken 44 soruyu yanlış cevapladı.

TERÖRLE MÜCADELE BİRİMİNDE GÖREVLİ
Genelkurmay'ın 'Genelkurmay andıcının sızdırılması ve TSK'nın ağır bir dille eleştirilmesi' suçlamasıyla yaptığı başvuru üzerine İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Uslu hakkında soruşturma başlatmıştı. Emrullah Uslu'nun terfi alıp almayacağı önümüzdeki hafta belli olacak. Uslu'nun mesleki geleceğinin ve soruşturma sonucunun ne olacağı merak konusu. Başkomiser Uslu'nun kadrosunun halen Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı'nda olduğu biliniyor.

'FETHULLAHÇI DEĞİLİM' DEMİŞTİ

1999 yılında Polis Akademisi'nden mezun olan Emrullah Uslu, komiser yardımcısı olarak çeşitli birimlerde görev yaptı. Uslu, komiser rütbesine terfi ettikten sonra da EGM Terörle Mücadele Daire Başkanlığı'nda görevlendirildi. Yabancı dil bilen Uslu, yüksek lisans için ABD'deki çeşitli üniversitelere burs başvurusu yaptı. Uslu'nun başvurusuna Utah'tan olumlu yanıt gelince EGM de kendisine iki yıllığına yurtdışı için 'Pasif görev' izni verdi.
Uslu, yüksek lisans amacıyla 2001 yılı ağustos ayında ABD'ye gitti. Burs süresi sonunda Türkiye'ye dönmeyen Uslu, 2003'ten bu yana Emniyet Genel Müdürlüğü'ne sağlık raporları gönderdi. Uslu için önce herhangi bir işlem yapılmadı. Uslu, geçen yıl yayın hayatına başlayan Taraf gazetesinde, Polis Akademisi Öğretim Üyesi Önder Aytaç'la ortak imzalı yazılar yazmaya başladı. TSK, Uslu ile ilgili rahatsızlığını Başbakanlık aracılığıyla Emniyet'e bildirdi. Bunun üzerine Uslu'nun personel dosyası incelemeye alındı. Uslu çeşitli açıklamalarında kendisinin Fethullahçı olmadığını ve ABD'de kalmasının da yasal olduğunu vurgulamıştı.

netgazete

O Süreci Çölaşan Tetiklemişti
16 Nisan 2009 11:44

Haberal gözaltında "Ecevit'in sağlık durumunu kötüleştirme" iddialarıyla sorgulanıyor. Sözkonusu dönemin işaret fişeğini Çölaşan çekmişti.

3 Kasım 2002'deki genel seçimlere kadar 3.5 yıl görev yapan 57. hükümetin son dönemlerinde yaşananlar hala esrarını koruyor. Ecevit hükümetini yıkılması için iki darbe girişiminin yaşandığı da daha sonra ortaya çıktı.

GENERALLERDEN BIRAK MESAJI: Bu girişimlerden ilki, 29 Ekim 2001 tarihinde kuvvet komutanlarının Radikal Gazetesi Ankara temsilcisi Murat Yetkin aracılığıyla Ecevit'in görevden uzaklaşıp yerine Hüsamettin Özkan başkanlığında bir hükümetin kurulması önerisi oldu. Bu öneri Ecevit'e iletildi ancak kabul görmedi. Yetkin, o dönemde yaşananları '4 yıldızlı 4 general' ifadeleriyle 31 Ekim 2001 ve 10 Temmuz 2002'de köşesinde anlattı.


ÖZKAN DA GİRİŞİMİ DOĞRULADI: DSP-MHP-ANAP hükümetinin karakutusu Hüsamettin Özkan da askerlerin kendisine yolladığı mesajı 2006'da doğruladı. Yetkin'in '4 yıldızlı komutanlar' olarak nitelediği ve 29 Ekim 2001'de görev yapan komuta kademesi şu isimlerden oluşuyordu: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hilmi Özkök, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Alpkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur Asparuk, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman.


SAĞLIK RAPORUYLA BİTİRME PLANI: Koalisyon hükümetini yıkmaya yönelik ikinci girişim de Ecevit'in yaşadığı sağlık problemleri ile ilgiliydi. 2002 yılı Mayıs ayında sırt ve karın ağrıları ile Ergenekon'da gözaltına alınan Mehmet Haberal'ın sahibi olduğu Başkent Hastanesi'ne başvuran Ecevit'e yanlış tedavi uygulanarak siyasetten tasfiye edilmek istendiği iddiası ortaya atıldı. Daha önce başka rahatsızlıkları için de bu hastaneye giden Ecevit, kendisine 'iş göremez' raporu verileceğini öğrenince, tedavisini GATA'da sürdürme kararı aldı.


Sağlık tartışmasını Çölaşan tetikledi

Bazı generallerin 2002'de Başbakan Bülent Ecevit'i istifa ettirme planı hükümetin karakutusu Hüsamettin Özkan tarafından reddedilince ikinci aşamaya geçildiği ileri sürüldü. 2002'nin mayıs ayında, Başbakan Ecevit'in hastalığına dair haberler ve yorumlar medyada yeraldı. Hürriyet yazarı Emin Çölaşan'ın 2 Temmuz 2002'de yazdığı yazı Ecevit'in sağlık sorunları nedeniyle artık başbakanlık yapamayacağı yönündeki kampanyanın işaret fişeği oldu. Çölaşan, Ecevit'in, Başbakanlık yapamayacak durumda olduğunu, evinde iyi beslenemediğini, hatta yıkanmadığını, derisindeki lekelerin ve kabarmaların bakımsızlıktan kaynaklandığını yazdı. 8 Temmuz 2002 Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve DSP'den istifa eden 61 milletvekili ile Yeni Türkiye Partisi'ni kurdu.

Çölaşan, sözkonusu dönemde Org. Aytaç Yalman ve Ogr. Eruygur gibi düşünüyor ve Org. Hilmi Özkök'e sert eleştiriler yöneltiyordu.

netgazete

Engin Ardıç/Sabah
Camiden mi getirdiler?

Her türlü rezilliği yapıp da yakayı ele verince masum ayağına yatanlara, halk dilinde sorulan bir soru vardır: "Seni camiden mi getirdiler?"
Basında Ergenekon'un gizli ya da açık destekçiliğini yapanlara, "arkadaşları" hakkında bu soruyu sorunuz.
Gözaltı kararını veren, mahkeme... Arama kararını veren, mahkeme... Asıl önemlisi, tutuklama kararını veren, gene mahkeme... Türkiye Cumhuriyeti'nin ağır ceza mahkemesi...
Ama bir kısım basın bunu "savcı rüyasında görmüş, ya da polis bir sabah kalkmış, çayını içmiş, gıcık kaptıklarımıza operasyon yapalım demiş" gibi yansıtıyor!
Basın çakallarının bütün numaraları, kovuşturmaya uğrayanların başlarına bu işlerin "Atatürkçü oldukları için geldiği" yanılgısını kafalara yerleştirmek...
Örgüt konusunda da yaptıkları, "henüz mahkeme karar vermedi, demek ki Ergenekon yoktur" şeklinde bir demagoji...
Kimileri böyle ince namussuzluklara yöneliyor, daha az zeki olanları da iyice zırvalıyorlar:
"Koskoca paşa darbe yapar mı?"
Hayır, darbeleri kasap çırakları ve berber kalfaları yaparlar, çünkü zulalarında tankları ve uçakları vardır! Nefer olarak yaptıkları askerlikten terhis olurken "ileride lazım olur" diye bir kenara atmışlardır...
"Yüksek tansiyonlu, şekerli adam darbe yapar mı?"
Hayır, önce tam teşekküllü devlet hastanesinden "sağlık durumu darbe yapmaya uygundur" şeklinde sağlam raporu alınır!
"Üniversite hocası darbecilerle birlik olur mu?"
Hayır, ortamektep şahadetnamesi ya da lise muadili meslek okulu diploması yeterlidir!
"Yaşlı başlı adam tutuklanır mı?"
Hayır, ancak on sekizinde taş gibi delikanlılar içeri atılabilirler!
"Kadın darbeci olur mu?"
Hayır, prostat, testis ve penis, darbe için gerekli ve yeterli araç ve gereçlerdir! Zaten, başarılı darbeciler için kullanılan "testisli adam" lafı da oradan gelir!
"Basın mensubu darbeyi destekler mi?"
Hayır, özellikle ayakkabı boyacılığı, dolmuş değnekçiliği, tüpgaz bayiliği gibi daha tutarlı bir meslek sahibi olmak esastır!
Mahkemeye de sataşacaklar, açık konuşamıyorlar... Çünkü suç...
Lafı dolandırıyorlar: Yargı, hükümetin baskısı altında! Son yıllarda unutulmuş gibi görünen büyük Alman yazarı Heinrich Böll'ün bir romanının adıdır: "Âdemoğlu, neredeydin?"
Biz "kuvvetler ayrılığı" ilkesini savunurken sen neredeydin, Ergenekon yavrusu?
Ya Kenan Evren'i yalamakta, ya da avantadan gezintilerde yemeklerde tabii...

ÇYDD Darbe Platformunun Ayağı
20 Nisan 2009 13:34

Askeri darbeyle iktidarı ele geçiremeyeceklerini anlayan Ergenekoncular strateji değiştirdi. Darbe için platform oluşturuldu. İşte o platformu oluştulan STK'lar...

Nevzat Çiçek...

ULUSAL BİRLİK HAREKETİ

FARKINDAMISINIZ

Askerle hükümetin ve devletin anayasal kurumları arasına nifak tohumları ekmeye yönelik toplum mühendisleri tarafından titizlikle hazırlanan projeler 28 Şubat sürecinden sonra Ak Parti’nin iktidar gelmesiyle beraber tekrar hayata geçirildi. Bu projelerin en önemli ayağını da Sivil Toplum Kuruluşları oluşturuyor. Son yıllarda mantar gibi türeyen ve içinde çeşitli rütbelerden emekli olmuş askerlerin bulunduğu kuvvacı yapılanmalar ortaya çıkarılıyor.

Sivil Toplum Kuruluşu niteliğindeki bu yapıların hepsi de ülkenin büyük bir tehlike içinde olduğu ana fikri etrafında birleşiyorlar ve faaliyetlerini de bu tehlikelere karşı sivil toplumu bilinçlendirmek üzere örgütlemek olduğunu da açıkça ilan ediyorlar.Geçmiş yıllarda ve günümüzde devletin içinde devlet gibi davranan, sözde devleti koruma adına, hukuk dışına çıkmış çeşitli yapılanmalar olduğu bir gerçek.

Bu yapılar içinde yer alan kişilerin, kurumlarından bağımsız hareket ettikleri ve kontrol edilemedikleri de diğer bir gerçek. Bu yapılanmaların ilk etapta gizli daha sonra açıkça alanlara inmiş olmalarına karşın, bulundukları görev itibarı ile devletin tüm imkânlarından faydalanabildikleri, kullandıkları çeşitli milli argümanlar sayesinde bu yapılar ile organik bağı olmayan devletin bazı görevlilerinin de psikolojik etkenlerle bu kadrolara bilgi ve belge servisi yaptıkları da artık biliniyor.

Bilinmeyen ise bu organizasyonlar ile bağlantılı toplumun her kesiminde her meslek grubunda bulunması muhtemel sivil işbirlikçiler. Sivil toplum ve onunla birlikte ortaya çıkan bu yaklaşımlar kendini cumhuriyet mitingleriyle fazlasıyla gösterdi. Peki, bu sivil toplum örgütleri ne kadar sivildi ve bunlar ne zaman “vatan elden gidiyor” u fark etmişlerdi. Nasıl oluyordu da Cumhuriyet Mitingleri’nde söylenenle dört yıl önce oluşturulan bir platformla söylenenler paralerlik arz ediyordu.

CUMHURİYET MİTİNGLERİ KAMPLAŞTIRDI MI BİRLEŞTİRDİ Mİ ?

Nokta Dergisi’nin polis baskınına yol açan 24. sayısındaki “Günümüzdeki sivil eylemler ne kadar sivil” kapağında konu irdelenmişti. Söz konusu yazıda Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Aslan Güner tarafından 29 Temmuz 2004 tarih ve HRK:7200-9-04 numarası ile psikolojik Hareket Dairesi Planlama Hareket Şubesi’nin yazısı üzerine Genelkurmay Hareket Başkanlığı’na Eylül 2004’te gönderilen yazıda “Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri çerçevesinde işbirliği yapılacak sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Yazıda, “TSK’nın halkla bütünleşmesinin geliştirilmesi konusunda başlatılan çalışmalar çerçevesinde Genelkurmay Hareket Başkanlığı’nca icra edilmesi planlanan “Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri (TGFD)’nin etkin biçimde yürütülebilmesi amacıyla; TSK olarak TGFD kapsamınsa müşterek hareket edebilecek Sivil Toplum Örgütleri (STÖ)’nin tespit edilmesi ve bu örgütlere iş birliği ilkelerinin ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir.

Genel olarak kendi siyasi görüşleri , örtülü veya açık maksat hedefleri doğrultusunda kamuoyunu yönlendirme ve etkilemeye yönelik faaliyet gösteren yönetici ve kurumların araştırılması istenmektedir.” Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’te yine Nokta Dergisi’nde yayınlanan günlüklerine yansıyan kısımlara göre de böyle bir çalışmanın varlığını kabul etmektedir.

Örnek, müşterek aldıkları kararları belirtirken yapılacakları şöyle sıralıyor; “Önce basını ele geçirilmeye çalışacaktık. Bu nedenle ben M.Ö’yü davet edecektim. Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecektik. Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik. Sokaklara afiş astıracaktık. Derneklere temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik. Bütün bu olayları yurt çapında yapacaktık ve bunlar SARIKIZ olarak anılacaktı” demektedir.Komuta kademesinin aldığı bu kararlardan sonra, rektör yürüyüşleri başlamış, ulusalcı dernekler aktif hale geçmiş ve bu doğrultuda yayın yapan televizyon kanalları kurulmuştur.

BÜTÜN BU İŞLER NEDEN SİVİL TOPLUM ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLÜYOR…

Ak Parti’nin hükümete gelmesinden sonra gidişattan rahatsızlık duyan asker içindeki kimi çevreler ve Kemalist elitler çeşitli çözüm yolları aramaya başladılar. Darbe fikrinin olamayacağı anlaşılınca yeni yollar aramak gerekti. “Çünkü alt kademedeki çeşitli subaylarla yapılan görüşmelerde herkesin gidişattan rahatsız olduğu açıkça belli. Sivillerin organize edilmesini ve askerin bunlara destek verilmesi isteniyor.” Deniliyordu.

Önce Ankara Ticaret Odası’nda yapılan toplantı, YÖK gösterileri, rektörlerin anıtkabire yürümeleri ve nihayetinde cumhuriyet mitingleri. Bu mitinglerle beraber cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve Anayasa Mahkemesi’nce verilen ve çokça tartışılacak olan karar. Bu mitingler sonrasında sağda ve solda oluşan birleşmeler. Gelin biz bunların ilk başlangıcına beraber bakalım ve bu işlerin temeli nasıl atılmış ve demokrasi nasıl başka bir rejim gibi algılanmış onu görelim.

ULUSAL BİRLİK HAREKETİ Mİ?

Bütün bu sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünü, 28 Şubat Süreci’nde öne çıkan üniversite hocaları yapmakta yada o süreçte aktif rol oynayan ve sonrasında emekli olmuş askerler yürütmekte.Bunların en öne çıkan kuruluşu ise “Ulusal Birlik Hareket Sivil Toplum Kuruluşları Platformu”dur. “Laiklik, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, onurlu dış politika ve yolsuzlukla mücadele” olarak belirlenen dört ana ilke çerçevesinde bir araya gelen ve “Ulusal Birlik Hareketi” adı verilen sivil toplum kuruluşları platformunun 20 Aralık 2003 tarihinde İstanbul Baltalimanı Sosyal Tesisleri Toplantı Salonu’ndaki geniş katılımlı ilk toplantına 92 aydın ve STK temsilcisi katılmış.

Toplantıya basın ve medya davet edilmedi. Gösterilen CD ve konuşmaların metinlerinin daha sonra www.ulusalhareket.org adresinden temin edilebileceği belirtilmiş. Söz konusu internet adresine bakıldığında aylık strateji dergisi Jeopolitik Dergisi karşımıza çıkmakta. Söz konusu derginin yazı işleri kadrosunda E ) Korg. Suat İLHAN( E ) Amiral Tanju ERDEM,( E ) Tuğg. Nejat ESLEN, ( E ) Tuğg. Servet CÖMERT, ( E ) Tuğg. Dr. Halil ŞİMŞEK, ( E ) Tuğg. Cihangir DUMANLI, Prof. Dr. Erol MANİSALI, Prof. Dr. Tolga YARMAN, Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN, Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV, Doç. Dr. Hüner TUNCER,Doç. Dr. Emin GÜRSES
Doç. Dr. Yaşar ONAY, Doç. Dr. Mesut Hakkı CAŞIN, Y. Doç. Dr. Servet KARABAĞ
Y. Doç. Dr. Deniz TANSİ, Y. Doç. Dr. Barış DOSTER, ( E ) Maliye Müsteşarı Talat SARAL, Dr. Necdet PAMİR, Dr. Yıldırım KOÇ, Dr. Mehmet ATAY ve Av. Celal ÜLGEN gibi isimler bulunuyor. Ulusal Birlik Hareketi adına Prof.Dr. Bülent Berkarda tarafından gönderilen davet mektubunda şöyle denilmektedir.” Türkiye Cumhuriyeti’nin içte ve dışta yitirme noktasına geldiği ulusal hak ve değerlerine sahip çıkacak bir dayanışma ve birleşme hareketine ihtiyacı olduğu açıktır. Bilinçli ve sorumlu sivil toplum kuruluşları ve yurttaşlar olarak; halkımızda ulusal hedef ve güven yaratmak için toplumun ulusalcı güçlerini birleştirip eşgüdümünü sağlamak amacıyla neler yapılacağını araştırmak için geniş katılımlı bir toplantı düzenlenmiştir.” Toplantıda Prof.Dr. Aysel Ekşi tarafından “Kuran Kurslarının çocuklar için tehlikesi” adlı bir de sunum yapılmıştır.

Ulusal Birlik Hareketi’nin misyonu “Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak” olarak belirtilirken hareketin amacı “bu misyonun yerine getirilmesi için kamuoyu bilinci oluşturmak” olarak açıklanmaktadır.Uygulama yöntemleri olarak, “Ulusal güçlerin bir merkezde birleşmesini ve eş güdümünü sağlayacak güvenilir bir üst yönetim oluşturmak, hareketin sesini duyurmak için medya olanağı elde etmek” olarak belirtilmektedir.

3 Mart 2004 yılında “Hilafetin İlgası ve Tevhidi-i Tedrisat Kanunu’nun 80. yılı münasebetiyle bir toplantı düzenlenmiştir.Ankara Ticaret Odası’nda yapılan ve komutanlarında eşli olarak katıldıkları toplantı öncesi Özden Örnek, Beytepe’de Meclis eski Başkanı MHP’li Ömer İzgi ile görüştüklerini belirtip “Bu paneli el altından biz teşvik ettik” diyerek günlüklerine not düşmüştür. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Org. Şükrü Özok, CHP genel Başkanı deniz Baykal ve Türk İş Genel Başkanı Salih Kılıç’a ziyaretler yapılmıştır. Yapılan görüşmelerin amacı “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne destek”, hareketi yönetecek şemsiye kadrolar için güvenilir aday önerileri, medya için finans kaynağı ( CHP’nin sonrasında KanalTürk’e aktardığı 3 milyon dolar) ve güvenilir gruplar bulmak olarak açıklanıyor.

Ulusal Birlik Hareketi iç siyaset, dış siyaset, eğitim ve ekonomi alanlarında sorunları sıralamakta ve bunlara çözüm yolları sıralamaktadır. Kemalizme saldırılar, kadrolaşma, siyasetin yargıyı yıpratması ve Ömer Dinçer başlıca sorunlar olarak sıralanıyor. Ulusal Birlik Hareketi’nin kuruluşunda 1993-1997 yillari arasi İstanbul Üniversitesi’nde Rektörlük yapmış olan Prof Berkarda, (şuan Turkiyedeki İstanbul Üniversitesi Mezunlar Derneği Başkanı,Amerika Derneği Fahri Başkanı olmasının dışında, Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanlığını yürütmektedir.) başkanlık görevini sürdürüken platformun son dönemdeki başkanlığını ise Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı emekli org. Şener Eruygur yapmaktadır.

2003 Sonrası oluşturulan bu platformla Cumhuriyet Mitingleri’ni yapan kurum ve kuruluşlar aynı. Bu nedenle bu mitinglerin çok önceden planlandığı ve AK Parti’ye karşı bu hareketin onun iktidara gelmesiyle parelerlik arz ettiği gözden kaçmamalı. Cumhuriyet mitinglerindeki ortak duygu olan “vatan elden gidiyor” söylemiyle Ulusal Birlik Hareketinin İlk toplantısında dile getirilenlerin duygu aynı. CHP’nin ilk seçim mitingini de Mersin’de yapması bunların bir teyidi. Daha da önemlisi sık sık vurgulanan bu seçimin “kimlikler seçimi” olacağı tezinin de haklı çıkacak olması. Mersin’de bayrak provakasyonunun yaşanması ve sonrasında ulusalcıların köy- köy gezip ‘İstiklal savaşının yeniden başladığı’ tezi ve CHP Genel Başkanı Baykal’ın sert açıklamaları ve oluşturulan seçim ittifakı da bu hareketin çok önceki hedeflerindendi.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde verilen demeçler ve yapılan mitinglerdeki söylemler sonrası son sözü Hasan Cemal’in Milliyet Gazetesi’nde 17 Mayıs Perşembe günü yazdığı yazıda dile getirdiği görüşlere bırakmak gerekiyor: “Bugün başıboş, sahipsiz diye nitelenen o kalabalıkların arkasındaki 'organize güçler'e dikkat edin.
O 'organize çekirdek güçler'in kökleri, Nokta'nın yayınlarıyla su yüzüne vuran -ve eski Genelkurmay Başkanı Özkök Paşa'nın da tekzip etmediği- 'darbe tertipleri'ne kadar uzanıyor olabilir.

Dikkat edin o çekirdeğe!
O organize güçlere...
Sadece kürsünün önünde coşkuyla dalganan kalabalıkların heyecanına kapılmayın. Aynı zamanda kürsüden gelen seslere kulak verin ve kürsünün, perdenin arkasında ne olup bittiğine de bakmaya çalışın.
Ve kürsünün arkasından gelen bir takım ayak seslerine kulak verin.
Gereken özeni eğer göstermezseniz, mitinglerin çoşku ve heyecanı içinde maalesef olmadık tertiplerin aleti durumuna da düşebilirsiniz.
Bir tehlike de budur.
Farkında mısınız?..”

ULUSAL BİRLİK HAREKETİ PLATFORMUNUNUN HAZIRLIK TOPLANTILARINA KATILAN VE OLUŞTURAN KURULUŞLAR

Atatürk Vakfı- Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)- Basın Eğitim Vakfı- Bizim Ülke Derneği- Çağdaş eğitim Vakfı- Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği- ÇEKÜL- Demokratik Dayanışma Derneği- Demokratik İlkeler Derneği- İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği- İstanbul Ekslibris Akademi Derneği- İstanbul Üniversitesi Mezunlar Derneği- İtalyan Liseliler Derneği- Kadın Araştırmaları Derneği- Lions Kulüpleri- Nişantaşı Anadolu Lisesi Eğitim Vakfı- Toplumsal Saydamlık Hareketi- Türk Eğitim Vakfı- Türkiye Üniversiteli Kadınlar Derneği- Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu- Uludağ Üniversitesi Mezunlar Derneği- Umut Çocukları Derneği- Yurttaşlık Hareketi Derneği- SODEV- İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Merkezi-Lions Kulüpleri- Türk Hekimleri Dostluk ve Dayanışma Derneği-Türk Yardımseverler Derneği- Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği- Yurttaşlık Hareketi Derneği- USİAD- Türk Muharip Gaziler Derneği- ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği- 27 Mayıs Milli Devrimci Derneği-Altınokta Körler Derneği- Ankara Ticaret Odası- Müzik Eğitmenleri Derneği- Gıda Mühendisleri Odası- Akvil Vakfı- Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği- Bağımsız Halkçı Devrimci Ulusal eğitim Derneği- 68’liler Vakfı- Atatürk Çizgisi Platformu- Cumhuriyetçi Gençlik- Ulusal Güçler Birliği (36 demokratik kitle örgütünü temsilen)
aktifhaber

BABA BENİ FİŞLENMEYE GÖNDER
20 Nisan 2009 08:26

ÇEV'in öğrencilerle ilgili fişleme tutanaklarını okuyunca şok olacaksınız

ÇEV’in burs kriteri din, mezhep ve etnik köken olarak öne çıkmış. Bir öğrencinin burs talebi ‘Çok ihtiyacı var ama İHL’li’ diye geri çevrilirken, başka bir öğrenciye ‘Alevi hemen verelim’ notu yazılmış.

ERGENEKON terör örgütü iddiasıyla başlatılan soruşturmada Genel Merkezi aranan ve Genel Başkanı ‘firari şüpheli’ konumunda olan Çağdaş Eğitim Vakfı’nın (ÇEV) burs verdiği öğrencileri çağdışı bir zihniyetle ayrımcılığa tabi tuttuğu ve öğrencileri din, dil ve mezheplerine göre fişlediği ortaya çıktı. ÇEV’in 2005-2006-2007 yılı hesap ve işlemleri hakkında İstanbul İl Dernekler Müdürlüğü, İl Vergi Dairesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin yaptığı denetim sonucu hazırlanan raporda ilginç tespitler yapıldı.

ÇAĞDIŞI BURS KRİTERLERİ

ÇEV’İN burs kriterleri de tartışma yaratacak cinsten. ÇEV’in burs verirken öğrencilerin gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmadıklarına değil, dilleri, dinleri ve sosyal hayatlarına bakıldığı iddiası da raporda yer aldı. Y.T.Ü. öğrencisi S.Ç’nin burs talebinin reddedilme gerekçesi şaşkınlık yarattı. S.Ç. için yapılan değerlendirmede ‘İmam Hatip Lisesi’nden geliyor. İhtiyacı çok var ama bana biraz gerici bir genç gibi göründü-Hayır’ ifadelerine yer verilmiş. Ahasker Ahaskerov isimli yabancı bir öğrencinin burs talebi ise ‘Resmen takiyye yapıyor-Hayır’ notuyla reddedilmiş.

IRK, DİN VE MEZHEP AYRIMI

RAPORDA vakıf yöneticilerinin burs verecekleri öğrencileri din, ırk ve mezhep ayrımı yaparak belirledikleri, burs vermede Alevi ve Kürt öğrencilere öncelik verdikleri belirtiliyor. Raporda, burs talebi kabul edilen bazı öğrencilerin karşılarına düşülen notlar şaşkınlık yarattı. Irk, din ve mezhep ayrımı yapıldığı iddialarını doğrulayan notlardan bazıları şöyle: ‘C.H. İ.Ü İletişim. Alevi-Hemen verelim’, ‘N.Ö. İ.Ü. Cerrahpaşa. Şeriata kesin karşı’, ‘M.M.Ş. İ.Ü. Cerrahpaşa. Kürt ve akıllı bir çocuk. Olumlu’.

BASKIYA DELİL BURS YÖNETMELİĞİ

ÇEV’İN burs verdiği öğrencileri, eylemlere, mitinglere, sosyal ve siyasal faaliyetlere katılmaya zorladığı iddiaları da ÇEV Burs Yönetmeliği’yle delillendirildi. ÇEV Burs Yönetmeliği’nin 14. maddesi 4. bendinde ‘ÇEV’den burs almaya hak kazanmış öğrenciler Vakfın yapmış olduğu etkinliklere, sosyal ekonomik ve siyasal faaliyetlerine katılmak zorundadır. Katılmadığı takdirde o ayki öğrenim bursu kesilebilir’ deniliyor.

Yalancı tanıklık yap yazlığım senin olsun

ERGENEKON firarisi ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer’in adı ikinci iddianamede yer alıyor. Yaşer, e-mail gönderdiği kişiye, Fettullah Gülen davasında yalancı tanık olması karşılığında Bodrum’da villa vermeyi vaat ediyor. ‘’gyasen@süperonline.com’’ adresinden 5 Ocak.2002 tarihinde ‘’hayricanoz’’ nick nameli kişiye gönderilen e-mailde şu ifadelere yer veriliyor: ‘... Ortak görüş ikimizin en kısa zamanda Nuh ...... giderek görüntü ve seslerin montaj olduğu böyle bir konuşmanın geçmediğini söylememiz gerekiyor. Yoksa çok kötü olacak benden bu fedakarlığı esirgeme lütfen. Cumhuriyeti, Atatürk’ü seviyorsan lütfen Nuh beye gidip ifade verelim. Konuştuklarımızı inkar edelim. Bak eğer bu fedakarlığı yaparsan Bodrum’daki yazlığımı hemen sana vermeye hazırım. Telefon açma dinleniyor acele email çek. G.Yaşer.’’

YİNE ‘gyasen@süperonline.com’’dan 23 Ocak 2002 günü ‘hayricanoz’’ nickli kişiye gönderilen e-mailde ‘Sevgili Mesut Fettullah’ın davasıyla ilgili aleyhte yeni tanıklar bulmamız lazım. Bizim avukat Hüseyin bey mahkemenin aleyhimize doğru gittiğini, Eyüp ve Serhat alçaklarının da her an karşı tarafa dönebileceğini söyledi. Şu bizim Serhat’ın bir akrabası varmış. Cihat isminde bir çocuk. Biraz para vererek, Fettullah aleyhinde mahkemeye çıkartmayı düşünüyorum’ diyor. Yaşer aynı mailde ‘Durumlar bildiğin gibi değil. Acilen yeni tanıklar bulmamız lazım. Fevzi...Paşa ve Kemal Yavuz Paşa vasıtasıyla görüştüm. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ile bir kez daha bu konuda görüşeceğiz. (...) Dünya Kiliseler Birliği ile Lionslar’dan Arif bey vasıtasıyla para yardımı sözü aldım. Hiç korkma herşey yoluna girecek’ diyor.

İzinsiz yardım almışlar

ÇEV’İN izinsiz olarak aralarında Dünya Kiliseler Birliği başta olmak üzere Operation Carifornia Inc ve Charlies Aid Faundation gibi yabancı kuruluşlardan yüklü miktarlarda bağış almış. ÇEV Marmara depremini sonrası Kiliseler Birliği’nden ‘Mağdur olan öğrencilere destek’ adı altında toplam 185 bin dolar almış.

Haber: Helin Şahin/ Star Gazetesi

Yasemin Çongar / Taraf
Hürriyet’in haberi saklama hürriyeti var ama...

Dünkü Hürriyet’in birinci sayfasını okudunuz mu?

Okuduysanız, Türk asıllı Belçika güzelinin kanserle mücadele gönüllüsü olduğunu ve göğüslerini sigortalattığını biliyorsunuzdur, zira gazete bu haberi sürmanşetinde, sağ köşeden kocaman görmüştü.

Habere bir lafım yok; güzel bir kadın, hayırlı bir iş yapıyor, bu arada vücudunu parasal güvenceye alıyor vesaire...

Gazete belli ki ziyadesiyle önemsemişti meseleyi, gözümüze sokuyordu; olabilir, soksun.

Başka bir haberi merak ediyordum ben.

O haberi gazetenin ön sayfasında aradım, aradım, aradım ve tam pes edip sayfayı çevirecekken, bingooooo, nihayet buldum.

Son anda akla gelmiş gibi, yasak savar misali, tam da ‘ara ki bulasın’ dedirtircesine birinci sayfanın sağ alt köşesine sıkıştırılmış iki paragraf, tarihî nitelikteki kararı duyurmaktan ziyade gizliyordu:

“Danıştay davası İstanbul yolunda.”

Neyse ki, bu ülkede haber almak için Hürriyet’e muhtaç değilsiniz.

Gazetenin söylemeye dilinin varmadığı; başlıkta da, başlığın altındaki iki paragrafta da gevelemenin ötesine geçemediği haber malumunuz:

Danıştay Cinayeti Davası, Ergenekon Davası’yla birleştirilecek; Danıştay’ı basıp 2. Daire Başkanı Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürmekten mahkûm Alparslan Arslan, Ergenekon sanığı olarak yeniden yargılanacak.

***

Hürriyet’in Ergenekon Davası’nın önemini teyit eden bir haberi saklamaya çalışması bugün artık birçoğumuzu şaşırtmıyor.

Hürriyet’i ve onun basındaki ideolojik şürekâsını belli bir süre takip etmiş olan herkes, Türkiye’nin bir “darbeler, darbe girişimleri, siyasi suikastlar, faili meçhuller ve kayıp cesetler ülkesi” olarak kalmasının biraz da bu gazetelerin gazetecilik yapmaması sayesinde mümkün olduğunu biliyor artık.

Hayır, ben de Hürriyet’e şaşırmadım.

Çünkü maalesef ben de nasıl gazetecilik yaptıklarını ve yapmadıklarını biliyorum.

Yine de, Hürriyet’in Danıştay Cinayeti’nin “kapanmış” gözüyle bakılan dosyasının yeniden açılması anlamına gelen ve Ergenekon suç örgütünün elini kana buladığı iddiasını kuvvetlendiren mahkeme kararından duyduğu huzursuzluğa “malum karartmacılığın yeni bir örneği“ diye omuz silkemedim dün.

Açıp eski gazetelere baktım.

18 Mayıs 2006 tarihli Hürriyet’e mesela.

***

O günkü Hürriyet’in birinci sayfası tümüyle Danıştay Baskını’na ayrılmıştı.

“1 yargıç öldü, 4 yargıç yaralı” üst başlığının altında, “KAŞIYA KAŞIYA” diye bağırıyordu gazetenin manşeti.

Ve hemen devamında, Özbilgin’in ölümüne yol açan baskının siyasi anatomisini yapıyordu Hürriyet:

“Türban, her fırsatta toplumun gündemine sokuldu. Danıştay, türbanla ilgili aldığı bir karardan sonra hedef gösterildi.

Ve Türkiye’yi sarsan alçakça saldırıya davetiye çıkarıldı.”

Gazete kararını peşinen vermiş; cinayetin siyasi faturasını kesmişti.

Bununla yetinilmemiş, Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün “Cumhuriyet’in 11 Eylül’ü” başlıklı yazısından geniş bir alıntıya da yer verilmişti birinci sayfada.

“Bu ülkede din üzerinden siyaset yapmak çok, ama çok tehlikelidir” diyordu Özkök.

Danıştay saldırısının “dincilerin” işi olduğuna karar vermişti çoktan; laik yargının tam kalbinden vurulmasına siyasi zemin hazırladığını iddia ettiği hükümeti suçluyordu.

***

Hürriyet ve Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni 18 Mayıs 2006’da gazetecilik değil, ideolojik propaganda yapmıştı.

Aynı Hürriyet ve aynı Genel Yayın Yönetmeni, 21 Nisan 2009’da Danıştay Cinayeti’nin devletin içine çöreklenmiş bir suç örgütünün marifeti olabileceğine işaret eden haberle ilgili olarak da yine gazetecilikten feragat etti; haberi saklama “hürriyeti”ni kullandı.

Neyse ki, bizim de Hürriyet ve şürekâsını okumama ya da en azından okuduğumuzda inanmama hürriyetimiz var.

Civaoğlu Barda Rezalet Çıkardı

14 Ağustos 2010
Milliyet Gazetesi yazarı Güneri Civaoğlu Bodrum'da bir barda rezalet çıkardı. Barın kapısında elinde rakı kadehiyle etrafa küfürlerler savuran Civaoğlu, bununla da yetinmedi...
Belgesel fotoğrafçı Sinan Durdu, ünlü gazeteci, Milliyet Gazetesi yazarı Güneri Civaoğlu'nun Bodrum'da bir barda rezalet çıkardığını, elinde rakı kadehiyle etrafa küfürler savurduğu iddia edldi..

Sinan Durdu sosyal paylaşım sitesi Twitter'de şunları yazdı:

"Olayın olduğu mekan; Marina Yacht Club, Bodrum... Güneri Civaoğlu; elinde rakı kadehi, tshirtü komple yırtılmış, yürümekte zorluk çekiyor. Hem ıslık çalip hem de küfür ediyor. Herkesin imrendiği ve önem verdiği Güneri Civaoğlu barın kapısında kusuyor. Herkesin keyfini kaçırdı. Güvenliğe küfür ediyor. Koskoca mı? Tshirtünün sol göğsü komple yırtılmış. Düşe kalka yürümeye çalışıyor. Gözgöze geldiği herkese küfür ediyor. Ben gazeteci değilim. Fotografını niye çekeyim adamın. Zaten görmesi gereken herkes gördü.Mekanın işletmecisine; G.C.'nin durumunu söyledim. Güvenliğe küfür ediyor dedim. Marina Aydın Doğan'ın birşey yapamam dedi!!!....

"Ayşenur yazıcı da, "Hay Allah! Koskoca Güneri Civaoğlu nasıl kusar bar kapılarında?? Bu sıcakta Allah muhafaza o kadar içki içilir mi?:(( " diye yazdı...
aktifhaber


En son Ekim tarafından Çrş Nis 22, 2009 8:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Nis 22, 2009 8:14 pm    Mesaj konusu: Mehmet Haberal Alıntıyla Cevap Gönder

14 Haziran 2009 Pazar
YILMAZ DİKBAŞ'IN KİTABINA İSRAİL SANSÜRÜ



Yılmaz Dikbaş'ın Efendi Teröristler isimli kitabına Radikal Gazetesi tarafından parasıyla'da olsa yayınlanmaması yönünde İsmet Berkan tarafından krar verildiği açıklandı.Gazetenin bu kararı Terörist İsrail Devletinin bazı basın ve yayınkuruluşlarında ne derecede etkili olduğunu da gündeme getirdi

“Efendi Teröristler” rahatsız oldular

İşte İsmet Berkan'tı rahatsız eden cümleler: Terörist Siyonist liderlerin öncülüğünde 90 yıla yakındır Filistin'de soykırım ya da etnik temizlik boyutlarına ulaşan katliamlar yapılmaktadır. Bugüne kadar 531 Filistinli Müslüman köyü yakıp yerlebir ettiler. Kadınların ve kızların ırzlarına tecavüz ettiler. Yahudi asıllı Albert Einstein, 27 ünlü arkadaşı ile birlikte siyonsitleri terörist olarak adlandırıp İsrail'li Siyonistleri İsrail'li Naziler diye tanımladı ve lanetledi.

Berfin Basın Yayından çıkan Yılmaz Dikbaş'ın “EFENDİ TERÖRİSTLER” adlı kitabının 12 Haziran 2009 Cuma günkü Radikal Kitap ekine verilen ilanı, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan tarafından son anda “efendice” sansürlenerek yayından kaldırıldığı belirtildi. Para karşılığı basılacak ilanı İsrail'e karşı sert eleştiriler olduğu gerekçesiyle yayından kaldıran Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, ‘yayın politikalarına uymadığı' gerekçesiyle reddettiği belirtildi.

EMPERYALİST EFENDİLERİ BUNU EMRETTİ
Skandal durumla ilgili Vakit'e açıklamalarda bulunan yazar Yılmaz Dikbaş ise “Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan efendilerinden aldığı talimatı yerine getirdi” dedi. Dikbaş Doğan medyasının her zamanki ahlaksızlığının mağduru olduklarını belirti. Yazar Dikbaş “Parayla verilen bir ilana dahi ne kadar tahammülsüz olduklarını gösterdiler. Yayın evimin verdiği bilgiye göre Bizzat İsmet Berkan tarafından yayından kaldırıldığı söylendi. İsrail hakkındaki gerçekleri ortaya koyan bu eseri sindiremediler. Bizzat İsrail devletinin belgeleriyle yayınladığı için koymadılar. İsmet Berkan'a ulaşmaya çalıştım cesaret edemediği için telefonlarıma bile çıkmadı.. En net ifadeyle belirtmek istiyorum ki bunlar Siyonist İsrail'in uşaklarıdır. Emperyalist ‘efendileri' onlara bunu emretti onlarda koymadı. Hani basın özgürlüğünü savunuyorlardı. Bu ahlaksızlıktan başka bir şey değil. İsrail'le ilgili yazdığım kitapta bir kelime uydurma yok hepsi İsrail devletinin resmi belgeleri ve saygın Yahudi kaynaklarından alınarak hazırlanmıştır. Ama gelin görün ki siyonist uşaklarına bunu anlatamıyoruz.” dedi.

SANSÜRCÜ İSMET BERKAN'A KINAMA
Yayın evi ise konuyla ilgili bir basın açıklaması yayınlayarak İsrail devleti ile ilgili gerçeklerin sıralandığı kitaba eşi görülmemiş bir sansür uygulandığı, meslek ilkelerinden bahseden Doğan Medyasının kendilerine belli kesimlerden aldıkları direktiflerle ambargo uyguladığı ifade edildi.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: Yayımlanmasından sonra bir ay gibi kısa bir zaman sürecinde medyadan ve kamuoyundan çok olumlu ve yoğun ilgi gören ‘EFENDİ TERÖRİSTLER' kitabının, Radikal'in Kitap ekinde para karşılığı ilan edilmesini sansürleyen Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'a şimdi soruyoruz:
Demokrasi kim için?

Yalnız vatanı pazarlayan AB Mandacıları için mi?

İfade özgürlüğü kim için?

Yalnız emperyalistlerin uşaklığını yapanlar için mi?

İnsan hakları kim için?

Yalnız ABD yandaşları için mi?

Basın özgürlüğü kim için?

Yalnız Siyonist Efendi Teröristlerin işbirlikçileri için mi?

İlanımıza sansür koyarak basın özgürlüğünü çiğneyen, Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'ın şahsında Radikal Gazetesi'ni kınadığımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

VAKİT

Hakkı Adil

Tuğamiral’den "Saygıdeğer Hanım Efendi" ye Mektup Üzerine

Bugün Gazetesi’nin 18.04.2009 tarihli haberine göre, Ergenekon'un 12'nci dalgası kapsamında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin İstanbul Kadıköy Şubesi'ndeki aramalarda bilgisayarın hard diskinde, Tuğamiral O.S.K'ya ait ilginç bir mektup ele geçirilmişti. "Saygıdeğer Hanım Efendim" ibaresiyle başlayan mektupta ÇYDD ile birlikte yürütmekte oldukları projelerden bahsediliyor, özetle Hanım Efendiden üç talepte bulunuluyordu.

Bunlardan bir tanesi askeri okul öğrencileri ve mezun olmuş teğmenlerin kontrol altında tutulmalarıyla ilgiliydi. Diğeri, “Denizyıldızı projesi” ne atanan bahriyeli danışmanlarla beraber daha aktif çalışmalar yapılması, Ata evleri ve CTP'nin canlandırılması yönündeki talepti. Üçüncü olarak, dosyaların gizli ve özel olması dolayısıyla muhafazasına özen gösterilmesiydi.

Mektupta açıklanan ilişkiler aşağıda bahsedileceği üzere, dudak uçuklatacak nitelikteydi.

Askeri Öğrencilerin Kontrol Altında Tutulması Meselesi

Mektubun “Askeri Okullara Giriş Aşaması” nın değerlendirildiği bölümde; askeri okullara giriş için hazırlanan listelere sızmaların olduğu, ‘hanımefendi'nin aracılığı ile bu listelere giren öğrencilerin sağlık problemlerinin bulunduğu ve mülakatlara iyi hazırlanılmadığı, bu nedenle de mülakatlarda elenmelerin yaşandığı belirtiliyor. Mektubun devamında, “bu listelere alınacak olan öğrencilerin sizlere yardımcı olacak personel yardımıyla mülakattan geçirilmesi ve eksiklerin mülakat aşamasından önce tespit edilerek tarafımıza bildirilmesi gerekmektedir." ifadesine yer veriliyor.

Mektubun bu bölümündeki ifadelerden, askeri okullara girecek öğrencilerin isminin önceden ÇYDD tarafından belirlendiği, bu isimlerin liste olarak Tuğamiral O.S.K'ya verildiği anlaşılmaktadır. Mektuptaki ifadelerden, Tuğamiral ve arkadaşlarının mülakat aşamasında yeterince müdahil olamadıkları, mülakatlarda yaşanan elemeler dolayısıyla listenin delinmesinden çok rahatsız oldukları ortaya çıkıyor. Durum hakikaten böyleyse, ortada Türk Silahlı Kuvvetleri ve hukuk adına vahim bir durum söz konusudur.

Bir defa ortada açık bir hukuk ihlalinin mevcut olduğu meydandadır. Bu mektup, askeri okullara giriş imtihanında, eşitler arasında bir yarışın yapılmadığını, ÇYDD tarafından hazırlanan listede yer alan isimlerin, diğerlerine göre önceliğe sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hatta liste haricinde imtihanı kazananlardan rahatsızlık duyulduğu mektupta alenen belirtilmektedir.

Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus bir derneğe, askeri okullara alınacak öğrencileri tespit edip, hazırlama yetkisini kimin verdiğidir. Ordunun müstakbel personelini seçme hakkını bir derneğe devretmesi, herhalde TSK tarihinde ilk defa karşılaşılan bir durumdur.

Mektubun "Askeri Okullarda Okuyan Öğrenciler" in durumunun ele alındığı bir diğer bölümünde; Harp okulu öğrencilerin gruplar halindeki faaliyetlerinin devamı için sorumlu öğrencilere yapılan yardımların aksatılmaması, öğrencilerle tanıştırılan kızların öğrencilerle olan irtibatlarını aksatmamaları, öğrencilerin ders ve İngilizce başarılarının artırılması adına verilen destekte aksama olmaması, Harp okulu öğrencilere verilen konferansların artırılması, öğrencilerin morallerinin düzetilmesi için tanıdık gazeteci, bürokrat ve akademisyenlerle gruplar halinde görüştürülmesi gerektiği bildirilmektedir. Yine Dz.Astsb.Mes.Yük.Okulu öğrencileri ile ilgili olarak; Ast. Subay olacak olan bu öğrencilerden liste dışında tespit edilen isimlere verilen parasal desteğin aksatılmaması, bu öğrencilere yönelik yapılan partilerin arttırılması talep edilmektedir.

Burada, bir kısım harp okulu öğrencilerinin niçin bir sivil derneğin bursuna muhtaç bırakıldığı, öğrencilerin ders ve İngilizce başarılarının artırılması için sivil bir dernekten destek talep etmek yerine, eğer varsa, eğitim eksikliğinin neden harp okulu bünyesinde giderilmeye çalışılmadığı, harp okulu öğrencilerinin moral bozukluğunu düzeltmek için neden “tanıdık” gazeteci, bürokrat ve akademisyenlerle gruplar halinde görüştürülmesine ihtiyaç duyulduğu cevaplanmaya muhtaç sorulardır.

Hele dernek tarafından harp okulu öğrencileriyle tanıştırılan kızların, öğrencilerle olan irtibatlarını aksatmamalarına ilişkin talep, oldukça manidardır. İşin ahlakiliği bir yana, kız-erkek arkadaşlığı neticede kişisel tercihlerle ilgilidir. ÇYDD’nin kızlarla erkekleri bir araya getirip irtibatlarını sağlama ve devam ettirme fonksiyonu herhalde dernekler kanununa da uygun olmalıdır.

Bu konuda, yeni mezun olmuş ve kurs aşamasındaki teğmenler için de dernekten (ÇYDD) benzer bir talepte bulunulmaktadır. Komutan "Saygıdeğer Hanım Efendi" den okudukları süreçte tanıştıkları kızların teğmenlerin evlerine sık sık giderek veya Kocaeli üniversitesinde tanıdık kızlarla tanıştırılarak kontrol altında tutulması gerektiğini bildirmektedir.

Bir komutanın kadın erkek ilişkilerinin devreye sokularak, kendi personelinin kontrol altında tutulmasını bir "Saygıdeğer Hanım Efendi" den rica etmesi dehşet verici bir taleptir. Eğer bu talebe uygun cevap verilmişse, bu ÇYDD’nin yönlendirdiği kızlara cinsel meta muamelesi yapmakla suçlanmasına neden olacaktır.

Yine söz konusu mektupta, yeni mezun olmuş ve kurs aşamasındaki teğmenlerin bürokrat, gazeteci ve öğretim görevlisi “tanıdıklarla” görüştürülmesinin aksatılmaması istenilmektedir. ÇYDD bir bakıma, askeri öğrenciler ve yeni mezun olan teğmenlerin dış dünyaya, sivil hayata açılan kapısı rolünü oynamaktadır. Bunlara kız arkadaş temin etmekte, “tanıdık” bürokrat, gazeteci ve öğretim görevlileri ile tanıştırarak onların sivil dünya ile irtibatlarını biçimlendirmekte ve en önemlisi “kontrol altında” tutmaktadır.

Mektupta geçen “Ata Evleri” isimli projeye gelince; Projenin Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (USTKB) Sözcüsü Hamdi Gökhan Ecevit (Aynı zamanda TSK Mensupları Çocuklarının Dayanışma Derneği (TAÇ-DER) Başkanı) tarafından ÇYDD desteğinde hayata geçirildiği, 1 sene içinde yaklaşık 80 tane ev açıldığı iddia edilmektedir. Basına yansıyan iddialara göre, bu evlerde ÇYDD'den burs alan öğrencilerin kız-erkek ikamet ettirildikleri, evlerde kalan bazı kız öğrencilerin özellikle askeri okul öğrencileri ile ilişki geliştirmeleri yönünde yönlendirme yapıldığı öne sürülmektedir.

Denizyıldızı Projeleri de Nedir?

Mektupta bahsedilen “Denizyıldızı Projesi”, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)tarafından yürütülmekte olan iki farklı projedir.

Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) tarafından yürütülen “1800 Deniz Yıldızı” projesinin mahiyeti ve amaçları vakfın kendi internet sitesinde anlatılmaktadır.(http://www.cev.org.tr/ /Default.aspx?pageID=18&nID=114 ). Bu proje, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yapılan bir çağrıya cevap olarak, Eylül 2003 yılında ortaya çıkmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı "1800 Deniz Yıldızı" sloganıyla, çağdaş ve bilimsel eğitim olanaklarını Türkiye'nin tüm ilçelerinde yaşayan gençlere ulaştırmayı hedeflemektedir. Amaç, orta öğretim kurumlarında eğitim gören ihtiyaç sahibi öğrencilere öğrenim bursları vererek, onların yüksek öğrenimlerini tamamlayıp meslek sahibi bireyler olarak topluma katılmalarını sağlamaktır.

Bu projeye göre, Türkiye’de mevcut 900 ilçede lise ya da meslek okullarında okuyan ikişer öğrenciye burs verilecektir. Burs verilecek öğrenciler bizzat o bölgede ki Jandarma Komutanlıkları vasıtası ile seçilmektedir. Çağdaş Eğitim Vakfı Jandarma tarafından tespit edilip seçilen bu öğrencilere üniversite hayatı bitene kadar burs temin edecektir. Projeye göre Jandarma sadece bursa ihtiyacı olanları seçmekle kalmayacak, öğrenimleri süresince öğrencileri takip etmek, ilgilenmek, aileleriyle iletişim kurmak da Jandarmanın görevleri arasında olacaktır.

Öğrencilerin sıcak bir aile ortamını hissetmeleri, her türlü sorunlarını jandarma personeli ile paylaşmalarını sağlamak amacıyla, her öğrenci için bir personel gönüllü veli, bir personel eşi de gönüllü annelik görevini üstlenmektedir. Öğrencilerin Jandarma personeli ile kaynaşmaları için, aileleriyle birlikte Jandarma Genel Komutanlığı'nca işletilen askeri gazino ve sosyal tesislerden yararlanmaları sağlanmaktadır.

Ayrıca, Jandarma Genel Komutanlığı'nca açılan Mehmetçik Dershanelerinde ücretsiz üniversiteye hazırlık kursları verilmekte, üniversite seçme sınavında başarılı olan öğrencilerin okul tercihlerinin sağlıklı bir şekilde yapılmasına katkıda bulunulmaktadır.

Jandarma tarafından seçilen, her birine veli ve anne olarak bir jandarma personeli ve eşi görevlendirilen, askeri gazino ve sosyal tesislerde ağırlanan, eğitim hayatı boyunca jandarma tarafından takip edilen bu öğrencilerin “çağdaş ve bilimsel eğitimle yetişmeleri, onların Cumhuriyet aydınlanmasının ışığı ile; bilinçli, ülke ve ulus sorunlarına karşı duyarlı, çok yönlü düşünen, araştıran, düşündüklerini ifade edebilen, bireyler olarak yetişmeleri için” ÇEV her türlü imkanı sağlamaya çalışmaktadır.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)’nin yürüttüğü “Denizyıldızı” Projesi daha farklıdır. Denizyıldızı Projesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ nin çeşitli alan çalışmalarında görev alacak genç gönüllüleri, “proje liderleri” olarak yetiştirmek için hazırlanmış bir eğitim programıdır. Amaç topluma liderler, önderler hazırlamaktır. (http://www.cydd.org.tr/?sayfa=proje&proje=sta)

Bu eğitim programının katılımcıları, dernek çalışmalarında yer alan ya da çalışmaya istekli, burslu ya da burssuz üniversite öğrencileridir. Bu programa; Demokratik Toplumcu Çağrı’yı benimsemiş, proje sorumluluğu üstlenebilecek, kararlı, istekli, zamanını planlayabilen ve öncelikler sıralaması yapabilen, sağlam sonuçların, kısa değil uzun erimde alınacağını bilen ve benimseyen ve programa katılmaya istekli gençler alınmaktadır.

Tuğamiral O.S.K’nın yazdığı mektupta, Deniz Eğitim Öğretim Komutanlığı ile ÇYDD'nin ortaklaşa yürüttüğü 'Deniz Yıldızı' projesinin başarısı vurgulanmakta, “Denizyıldızı projesi” ne atanan bahriyeli danışmanlarla beraber daha aktif çalışmalar yapılması ÇYDD'den talep edilmektedir.

Netice olarak, bu mektupta anlatılan ilişkiler çerçevesinde, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın askeri okullara giriş listeleri hazırlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin müstakbel kadrolarını oluşturma, askeri okul öğrencilerini “tanıdık” bürokrat, gazeteci ve akademisyenlerle küçük guruplar halinde temas ettirmek suretiyle sivil hayatla tanıştırma, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin organize ettiği ilişkiler aracılığıyla harp okulu öğrencilerinin kız arkadaş edinmelerini sağlama, yine derneğin yönlendirdiği kızların kurduğu ilişkiler aracılığıyla yeni mezun olmuş ve kurs aşamasındaki teğmenleri kontrol altında bulundurma fonksiyonları bulunduğu ortaya çıkmıştır.

haber10

Ahmet Kekeç/Star
Karizma çizik çizik

Epeydir ihmal ettiğimi fark ettim. Zaten epeydir okumuyorum, izlemiyorum, yazdıklarıyla ilgilenmiyorum.

Kendisiyle ilgilenmediğim bu ‘ara döneme’ yüzlerce gazete yazısı, yüzlerce televizyon programı, bir de kitap sıkıştırdı...

Kitabını görmedim.

Kitabı çerçevesinde kendisiyle yapılan söyleşiyi okudum. ‘Murat Belge benim sağımda kalıyor’ gibilerden laflar ediyordu... Sanki kendisi ‘sol’daymış, ‘sol düşünce’ babasının malıymış gibi...

Peki öyle midir?

Emre Kongar’ın ‘sol’ diye savunduğu düşünceler, henüz delirmemiş ve aklını yitirmemiş insanların yekun tuttuğu ülkelerde, ne yazık ki ‘statükoculuk’ ve ‘muhafazakárlık’ sayılıyor... Hem statükocu, hem muhafazakár, hem de canı pahasına ‘kurulu düzen’i savunan biri, nasıl sol düşünceyi temellük etmiş olabilir?

Emre Kongar’ın bir özelliği de, ‘aydın’ sözcüğünü fetişleştirmesi...

Kendisini ‘aydın’ diye taltif ediyor... Görevinin de ‘insanları aydınlatmak’ olduğunu söylüyor.

Ben şahsen çok aydınlanıyorum...

Mesela, Emre Kongar’ın varlığı, dine uzak durarak kendisini modern kılan, ama ‘otorite’yle ilişkisinde tamamen teslimiyetçi bir görüntü çizen eşhasın niçin Batılı anlamda aydın sayılamayacağına ilişkin ciddi karineler sunuyor...

Bana, ‘Aydın kimdir?’ diye sorsanız, cevabım şu olur: ‘Emre Kongar değildir.’

Modern algılamaya göre, devletten uzak durduğunuz, otoriteyle aranıza mesafe koyduğunuz oranda aydınsınız. Aydın olmak, aynı zamanda bir ‘bireyselleşme kategorisi’dir.

İyi de, durduk yerde kendisini modern, ilerici, bağımsız kılan (daha doğrusu böyle addeden), ama devlet referansı dışında düşünmeyi bile beceremeyen bu beyefendi nereden de aydın oluyor?

Sadece bir öğretim görevlisidir.

Bir yazardır.

Bir televizyon figürüdür.

Üstelik, benzerlerine sıkça rastladığımız, kendisi gibi düşünmeyen herkesi ‘aydınlatılası’ ve ‘yola getirilesi’ zavallı yaratıklar olarak gören, toplumsal taleplere karşı demagojik tavır almayı ‘görecelilik’ sanan sıradan bir televizyon figürü...

Oysa görecelilik (relativist bakış), bir otoritenin meşruiyetini gereksinmeden, her düşünceye kendi içinde değer atfeder...

Bizimkinde görecelilik diye bir şey yok. Gri ve ara tonlar hiç yok. Onun gözünde değer kazanmanız için, bir otoritenin ya da sert bir doktriner düşüncenin onayından geçmeniz lazım.

Bu kadar laf ne için?

Kongar, geçen gün, Ayşenur Arslan’ın ‘Medya Mahallesi’ programına çıkmış. ‘12 Eylül’de sakalınızı neden kesmediniz?’ sorusuna, şu karşılığı vermiş: ‘Aslında kesecektim kesemedim. Sosyoloji hocası olduğum için kesmedim. İnanın fizik hocası olsaydım keserdim.’

Gördünüz mü?

Karizma nasıl yerlerde sürünüyor...

Biz onu, 12 Eylül’ün sıkıdüzenine tepki koyduğu için sakalını kesmediğini sanıyorduk. Meğer, sosyoloji hocası olduğu için kesmemiş.

Şimdi ‘Nasıl olur da, mesleklere göre siyasi tavır alışlar ve ilkeler değişebilir?’ konusuna girmeyelim.

Girersek çıkamayız.

Şu kadarını söyleyip kapatalım:

Emre Kongar, ne yazık ki, sosyolog da değildir... Burada da kocaman bir yalan var... Sadece ‘sosyologmuş gibi’ yapan sıradan bir ‘Sosyal Hizmetler Uzmanı’dır.

Böyle olduğu için de ‘Sosyoloji Derneği’ yıllardır üyelik başvurusunu değerlendirmeye almıyor.


Şamil Tayyar/Star
Utanmazca yönlendirme değilse neydi?

Dün baktım Hürriyet, arazisinde cephanelik çıkan İSTEK Vakfı’nın patronu Bedrettin Dalan’a güzellemeler yapmış. Efendim, Sabah, star, Yeni Şafak ve Taraf bu haberleri Dalan’la neden ilişkilendiriyormuş.

Saygın başyazarımız Oktay Ekşi, bu başlıklar için ‘Kirli gazetecilik’ diyor. Dalan’a kefil oluyor, bu silahların o arazide bulunmasının Dalan veya vakıfla bağlantılı görülemeyeceğini iddia ediyor.

Bir de soruyor: ‘Bu, kamuoyunu utanmazca yönlendirme değilse nedir?’

Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de aynı konuya değinmiş. ‘Kesin bilgi mi kesin inanç mı?’ sorusuna cevap arıyor.

Diyor ki: ‘Sabah toplantısında arkadaşlara sordum. Bu mühimmatın oraya Dalan’ın gömdürdüğü konusunda kesin bir bilgi var mı? Arkadaşların elinde, o mühimmatın oraya Dalan veya İstek Vakfı’nın bir üyesi tarafından gömüldüğüne dair herhangi somut bir bilgi yoktu. Öyleyse kaynak ne? Polisten sızdırılan bilgiler. Söyleyen kim? Belli değil.’

Şu cümlesine özellikle takıldım: ‘Ben elbette Dalan’a kefil falan değilim, ama elimizdeki bilgiler net değil. Polisten sızdırılan haberlerle ne gazetecilik faciaları yaşandığını Ergenekon davası sürecinde epey gördük.’

Güzel...

Beyler, Hürriyet’in yakın tarihini yazan iki isim olarak siciliniz bir hayli bozuk, ne cüretle gazetecilik dersi veriyorsunuz?

Önce yıkanın, arının. Sonra bu kirli gazetecilik meselesini hep birlikte masaya yatıralım.

Hele Ekşi sen sus. Gazetecileri savcılara ihbar eden, iftira atan bir adamsın. ‘Kirli’ sözcüğünü hiç ağzına alma.

Ertuğrul Bey, Danıştay cinayetinden sonra yazdıklarını hatırlıyor musun? Hatırlayıp utanıyor musun?

Maziye bakalım

Tarih, 18 Mayıs 2006. Başlık şöyle: ‘Cumhuriyet’in 11 Eylül’ü.’

Okuyalım: ‘Bu yazıyı yazdığım sırada bu menfur cinayetin tüm gerçekleri aydınlanmış değildi. Önümüzdeki bilgiler bir fanatiğin türban kararını protesto için bu cinayeti işlediğini gösteriyordu. Ama hükümete yakın kaynaklar, bu işin altından ‘ulusalcı’ bir komplonun çıkabileceği yorumunu yapıyordu. Hatta katilin Sedat Peker ve Veli Küçük’le ilişkisinin bulunduğu istihbaratı veriliyordu. Ama bu fısıltılar asıl mesajını etkilemiyor.’

Yukarıda Dalan’la ilgili arkadaşlarınıza sormuşsunuz, o zaman da sordunuz mu: ‘Kesin bilgi var mı?’

Sormaya gerek yok, zaten ‘...tüm gerçekleri aydınlanmış değildi’ diyerek itiraf ediyorsunuz, karşı iddialar için yazıyı değiştirmeye değmeyecek ‘fısıltı’ tanımı yapıyorsunuz.

Zembereğiniz öyle boşalmıştı ki, din adına işlenmiş cinayetlere gönderme yapıp daha iddianame yazılmadan, daha dava bitmeden hüküm verdiniz: ‘Ve bu fanatizm çetelesinin son maddesi de dün yazıldı.’

Tepkiler oldu.

25 Mayıs 2006’da yine döşendiniz: ‘Bir ülkede, anayasal düzenin en kritik kurumlarından biri basılır ve dini konuda karar vermiş bir dairenin üyeleri toptan öldürülmeye kalkışılırsa, bu tarihi önemde bir olaydır. O nedenle ben buna ‘Cumhuriyet’in 11 Eylül’ü olarak bakmaya devam edeceğim.’

Peki siz, birinci gün, birinci hafta böyle bir hükmü verirken, hangi gerçekçi bilgilere dayandınız?

Manşetinizi hatırlayın: ‘Kaşıya kaşıya’

Radikal’in manşetini hatırlıyor musun: ‘Yargıya Türk-İslam Sentezci Saldırı.’

Hele diğer yazarlarınızdan alıntılara başlarsam, tümden çuvallarsınız.

Danıştay utancı

Üstelik o tarihe kadar ‘din’ bağlantısı kurulabilecek fikri yapıda tek şüpheli yoktu. Fail Alpaslan Arslan ulusalcılarla haşır neşir bir isimdi. Osman Yıldırım çek senet tahsilatçısı, eski katildi. Tekin İrşi, Bostancı’da barmen olarak çalışan, tanıklara göre bali bağımlısı ve kendini solcu olarak tarif eden biriydi. Erhan Timuroğlu, alkol bağımlısıydı. Sinan Berberoğlu, sahtecilik suçundan aranıyordu.

Sözüm ona bu ekibe ‘dini’ motif kazandıran Salih Kunter ve avukat Süleyman Esen’in isimlerini, Alpaslan Arslan 40 gün sonra açıkladı. O yazıyı kaleme aldığınızda bu isimler henüz ortada yoktu.

Ama Milliyet’ten Melih Aşık ve Ergenekon sanığı Emin Gürses biliyor gibiydi! Gürses, cinayetten sonraki ilk hafta çıktığı bir TV kanalında, bu ekibin arkasından bir şeyhin olduğunu söyledi, Aşık da bu iddiaya balıklama atlayıp köşesine taşıdı.

Melih kardeşin, ‘bu bilginin kaynağı nedir?’ diye sormadı.

Sonra ne oldu?

Danıştay davasını karara bağlayan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, ‘ekibin başı şeyh’ diye lanse edilen Salih Kunter’in beraatine karar verdi. Yani, daha dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gitmeden mahkeme Kunter’i suçsuz buldu. Süleyman Esen ise sadece Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaları temin ettiği iddiasıyla 10 yıla mahkum edildi.

Danıştay cinayetinden sorumlu tutulmadı.

Nihai olarak Yargıtay, davayı bozdu ve Ergenekon’la irtibatına bakılmasını istedi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi ise bu bozma kararına uydu.

Ertuğrul Bey, şimdi size sorma zamanı değil mi: ‘Elinizde hangi kesin bilgi vardı da Danıştay cinayetinde birinci gün bu hükmü verdiniz?’

Oktay Bey’e de yukarıdaki cümlesini hatırlatıp sormak gerekmez mi: ‘Bu yaptıklarınız utanmazca yönlendirme değilse neydi?’


HABERAL'IN İNANILMAZ YÜKSELİŞİ

22 Nisan 2009 08:29Sıradan bir üniversite hocası olan Mehmet Haberal'ın inanılmaz yükselişi...

Haberal trilyonları nasıl kazandı, nereye harcadı?

ETÖ davasında tutuklanan Mehmet Haberal, normal bir üniversite hocası iken nasıl yılda 1 milyar dolara hükmetmeye başladı? Üniversitesinde hangi iş adamı, siyasetçi, yüksek yargı ve askerî bürokrasi mensuplarının çocuğu burslu okuyor? Otellerinde ETÖ sanıklarıyla ne tür toplantılar yaptı?

O 1980’lerin başında normal bir üniversite hocasıydı. Hacettepe Üniversitesi’nde derslere giriyordu. Mal varlığı ve serveti, bir üniversite hocasınınki nasılsa öyleydi. Ancak kısa sürede büyük servetler edindi. Şimdi yılda 1 milyar dolara hükmettiği konuşuluyor. O, hoca olmanın çok ötesinde bir holding patronu. Üniversitesi, otelleri, hastaneleri var. Emrinde 15 bin personel çalışıyor. 1991’de seçimi Mesut Yılmaz’a karşı kaybetmeseydi Demirel hükûmetinde sağlık bakanı olacaktı. 2002 yılında Bülent Ecevit’e yapılmak istendiği ileri sürülen ‘sağlık darbesi’nde adı geçti. Sivil ve askerî bürokrasi, yüksek yargı mensupları ve siyasetçilerle yakın ilişkisi var. Yıllarca CHP’ye ateş püskürdü, şimdi Deniz Baykal’la dostluğu gündemde.

Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) davası kapsamında gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanan Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’dan bahsediyoruz. ETÖ davasının ikinci iddianamesinde adı sıkça geçiyor. ETÖ sanıklarına Başkent Üniversitesi, Kanal B Televizyonu ve Patalya otellerini üs gibi kullandırdığı, iddianamenin tape (konuşma kaydı) bölümlerinden anlaşılıyor. Yani hükûmeti yıkma girişimlerinde bulunduğu iddia edilenlerin buluşma noktalarından biri de Prof. Mehmet Haberal’ın mekânları olmuş.

Peki, Prof. Dr. Mehmet Haberal kim? Bu noktaya nasıl geldi? Kısa sürede bu kadar büyük servet elde edebilmesinin sırrı neydi? Kurduğu Başkent Üniversitesi, Hazine’den her yıl milyonlarca liralık yardımı nasıl aldı? Devlet bankalarından milyonlarca lira kredi kullandıktan sonra Hazine’den sorumlu hangi bakanlara iş verdi? Hastanesinin imar iznini hangi bakandan re’sen aldı? Kanunen yasak olmasına rağmen üniversitenin gelirleri farklı tüzel kişiliklere nasıl aktarıldı? Üniversiteden medya kuruluşuna 10 milyonlarca dolar para desteği niçin yapıldı, nasıl sağlandı? Üniversitesinde paraya ihtiyacı olmayan zenginlerin çocukları niçin burslu okudu? Milletvekili, iş adamı ve yüksek yargı mensuplarının çocuklarına burslu üniversite okuma imkânı sunuldu mu? Otellerinde bedava imkânlar sağlayan VIP karta Ankara bürokrasisinden kimler sahip oldu? Sorular sıralanmaya devam edebilir.

KREDİ KULLANDI, BAKANLARA İŞ VERDİ

Mehmet Haberal’ın yükselişi, 1980’li yıllarda Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı’nı kurması ile başlıyor. Bugün sahibi olduğu Ankara Anıtkabir yakınlarındaki Başkent Üniversitesi Hastanesi’nin yerinde o zamanlar küçük bir diyaliz merkezi bulunuyordu. Bu merkezin etrafındaki arsalar aralıklarla teker teker toplandı ve bugünkü büyük hastane ortaya çıktı. Bugün İzmir, Adana, Alanya, Konya ve İstanbul’da şubeleri olan büyük bir hastane zinciri bulunuyor. Ankara’daki hastanenin bulunduğu semtte hiçbir binaya 4 kattan fazla ruhsat verilmediği dönemde hastanenin 8 kata çıkarılması için çaba gösterdi. Anıtkabir’i gölgelediği gerekçesi ile askerî bürokrasi ile Çankaya Belediyesi binadaki kat artışına izin vermiyordu. Hatta Çankaya Belediyesi’nin tutumu yüzünden CHP’ye ateş püskürüyordu. Şimdi bulunduğu bölgede 4 kattan fazla bina yokken Haberal’ın 8 katlı hastanesi hizmet vermeye devam ediyor. Hiç kimsenin buna müsaade etmediği dönemde Anasol-M hükûmeti Haberal’a kat izni verdi.

Haberal’ın holdingleşmesinde devlet bankalarından kullandığı kredilerin payı çok büyük. Bu krediler onun için dönüm noktası oldu. 1993’te 39 milyon dolarlık krediyi, devlet kurumlarına bile sunulmayan düşük faizle aldı. 28 Şubat sürecinin Hazine’den sorumlu bakanları sayesinde borcunu sürekli erteletti. Bu durum 2005’te Hazine kontrolörleri tarafından tespit edildi. Haberal, 2001’e gelindiğinde ödemesi gereken 42,5 milyon dolarlık paranın ancak 1,5 milyon dolarını kendi kaynaklarından ödemişti. Yaklaşık 20 milyon doları ise ya devletin üniversiteye tahsis ettiği bütçeden ya da yeni dönem kredileri ile eski dönem kredilerini mahsup ettirmek suretiyle ödemiş. Yani ödemelerini de devlete yaptırmış. Ayrıca Haberal’ın Türk Lirası olarak aldığı para yurtdışına Avro üzerinden ödendiği için kur farklarından dolayı Hazine yaklaşık 27 milyon dolar da zarara uğratılmıştı. Hazine, yapılan usulsüzlükler karşısında görevi kötüye kullanmaktan dolayı çok sayıda kişi hakkında suç duyurusunda bulundu; fakat zaman aşımından dolayı görevliler hakkında herhangi bir işlem yapılmadı.

Haberal’ın aldığı bu kredide ve bu kredinin ödeme işlemlerinin ertelenmesinde iki isim dikkat çekiyor. Bu isimler; kredilerin kullanıldığı dönemde Hazine Müsteşarlığı’nda görev yapan ve daha sonra Hazine’den sorumlu devlet bakanı olan Ayfer Yılmaz ile kredinin alındığı Halk Bankası Genel Müdürlüğü’nde çalışan ve daha sonra Hazine’den sorumlu bakan olan Ufuk Söylemez.

Haberal, ETÖ davasından gözaltınaalınınca onu uçağa kadar gelip İstanbul’a uğurlayan ilk isim Süleyman Demirel oldu. Demirel, yakın dostu Haberal’a vefa borcu olduğunu söyledi. Haberal’ın ekonomik yönden büyümesinin DYP’li bakanlar döneminde gerçekleşmesi dikkat çekici. Uygulama oteli olarak 49 yıllığına devletten kiraladığı Kızılcahamam Patalya Oteli’nin tahsisini de DYP’li Orman Bakanı Nevzat Ercan döneminde almıştı. Daha sonra bu arazinin tahsisinin de sahte belgelerle yapıldığı yönünde iddialar ortaya atılmıştı.

Haberal’ın DYP ile ilişkisi yakın dostu Süleyman Demirel vasıtasıyla oluyor. 1991 seçiminde DYP’den Rize milletvekilliğine aday olan Mehmet Haberal, burada seçimi Mesut Yılmaz’a karşı kaybedince siyasetten uzak durmaya başlıyor. Yakın çevresinde konuşulanlara bakılırsa şayet o dönemde milletvekilliğini kaybetmeseydi, Demirel hükûmetinde sağlık bakanı olacaktı. Siyasilerle yakın dostlukları olan Haberal, 39 milyon dolarlık krediden sonra işlerini iyice büyüttü. Daha sonra ise, kredilerin ödenme sürecinde kendisine çeşitli kolaylıklar tanıyan Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz’ı üniversitesinin idari ve mali işler müdürü yapan Haberal, bir başka Hazine’den sorumlu bakan Ufuk Söylemez’e de üniversitede iş, Kanal B’de program imkânı sundu.

1993’te Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı ile Haberal Eğitim Vakfı kanalıyla Başkent Üniversitesi’ni kuran Mehmet Haberal, o günden bu yana üniversitenin rektörü. Bir ara yasa gereği rektörlerin sadece 2 dönem, yani 8 yıl rektör olabilecekleri hükme bağlanmıştı; ancak Haberal yargıya müracaat ederek bu kuralı değiştirdi ve artık üniversitenin ölene kadar rektörü olabilecek. Haberal, her türlü icraatı yapmak üzere üniversitenin mütevelli heyeti tarafından da yetki verilen tek kişisi. Kısacası, Başkent Üniversitesi eşittir Mehmet Haberal.

Maliye Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) görüşünü alarak her yıl vakıf üniversitelerine kanun gereği devlet yardımı yapıyor. Başkent Üniversitesi, vakıf üniversiteleri arasında her yıl Hazine’den en fazla yardım alanlardan biri. Mesela, 2004’te 1,5 trilyon liralık yardımla Bilkent Üniversitesi’nden sonra ikinci geliyor. Bu miktardaki yardımlar her yıl veriliyor. YÖK görüşü ile verilen bu yardımların, eski YÖK başkanları Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç dönemine rastladığını hatırlatmakta fayda var.

Türkiye’de vakıf üniversiteleri kamu kurumu statüsünde. Yani resmî bir kurum. Bu sebeple de tüm mal varlıkları devlet malı sayılıyor ve devletin resmî kurumlara sağladığı her türlü imkân ve kolaylıklardan istifade ediyor. Ancak idari ve mali yönden ise hiçbir denetim içine girmiyor. Yani Sayıştay denetimine tabi değil. Sadece kanun gereği YÖK tarafından yılda bir defa denetlenmek zorunda. Ancak bu denetim de sadece Ankara merkez ve faaliyetleri ile sınırlı kalarak kısa sürede gerçekleşiyor ve idari ağırlıklı yapılıyor. Üniversitenin asıl maddi yoğunluğunu oluşturan Ankara dışındaki hastaneler ve merkezler bugüne kadar hiçbir denetim mekanizması tarafından denetlenmedi.

Kanun ve yönetmeliklere göre vakıf üniversitelerinin her çeşit gelirleri kendi bünyesinde kalmak zorunda. Ancak Başkent Üniversitesi’nde kamu kaynakları kanunlara aykırı şekilde farklı tüzel kişilikteki Haberal’ın patronluğunu yaptığı şirketlere aktarıldı. Sadece son 5-6 yıl içinde üniversite ile hiçbir ilgisi olmayan bir televizyon kanalına 10 milyonlarca dolar para aktarıldığı kaydediliyor.

Üniversitenin akademik birimlerine hizmet ve eğitim amaçlı kurulduğu söylenen holding ve şirketlerin hukuki dayanaklarının olmadığı da konuşuluyor. Mesela, Kızılcahamam’daki Patalya Oteli’ne gelir sağlayacak spor tesisleri tamamen üniversitenin imkânları ile kuruldu ve trilyonlarca lira üniversiteden kaynak aktarıldı. Aynı şekilde Kanal B’nin tüm tesisleri de üniversite kaynakları ile kuruldu. Yine üniversitenin Bağlıca yerleşkesinde faaliyet gösteren Mol Gıda Şirketi de üniversitenin tüm fiziki imkânları ve araç gereçlerini kullanarak faaliyetlerini sürdürüyor.

Üniversitenin sağlık ve eğitim faaliyetlerinin yanı sıra büyük kaynaklar aktararak kurduğu holding ve şirketlerde de yönetim kurulu başkanı sıfatı ile tek yetkili patron ise Rektör Mehmet Haberal. Rektör bu şirketlerde dilediği icraatı yapabiliyor. Örneğin, üniversiteye ait otellerde kamu kaynakları ile sınırsız ağırlama yaparak önemli kişilere ziyafet çekiyor, tek başına dilediği harcamayı yapıp dilediği gayrimenkulü satabiliyor, dilediği kişiyi işe alıp istemediğini işten atabiliyor. Rektör Haberal’ın göz göre göre sınırsız kamu kaynaklarını üniversitenin dışına aktarma cesaretini kimden aldığı ise bilinmiyor.

ÖZEL KALEM MÜDÜRÜNE 12 YIL HAPİS

2004’te Başkent Üniversitesi’ne ait İzmir’deki Zübeyde Hanım Hastanesi’nde 3 trilyon liralık bir yolsuzluk oldu. Bu yolsuzlukta bazı firmalardan trilyonluk naylon fatura aldıkları tespit edilen hastane müdürü ve bazı kişiler tutuklanmıştı. O dönemde açılan davalar neticelendi ve yolsuzluk olayı kesinlik kazandı. Yolsuzluğa adı karışan Sibel Akyel, Mehmet Haberal’ın 20 yıldan fazla özel kaleminde çalışıyordu. Hatta Akyel’in Haberal ile ileri düzeyde özel ilişkileri olduğu biliniyor. 28 Şubat süreci yıllarında hastaneye müdür atanan Sibel Akyel, yerel mahkeme tarafından suçu sabit görülüp mahkûmiyet alınca ve Haberal tarafından da gözden çıkarılınca, Yargıtay safhasında mahkemeye bir mektup yazdı. Mektupta Haberal ile ilişkilerini anlatan Sibel Akyel, savcılığa verdiği savunmada, özetle 3,1 trilyonluk yolsuzluğu kendisinin yapmadığını, bütün harcamalardan Rektör Mehmet Haberal’ın sorumlu olduğunu ileri sürüyordu. Ancak mektupta dikkat çekilen süreç devam etti ve Akyel 12 yıl hapse mahkûm edildi. Akyel’in hapis kararı şimdi Yargıtay’da onanmayı bekliyor.

Akyel’in de dikkat çektiği Haberal’ın yargı, siyaset ve bürokrasi ilişkileri ETÖ davası süresince açığa çıkar mı, bilinmez; ancak üniversite ile Haberal’ın sahibi olduğu şirketlerin mali yapısı incelendiğinde bugün net olmayan bazı ilişkilerin açığa çıkacağı muhakkak.

KALEM MÜDÜRÜNDEN ‘ÖZEL’ MEKTUP

2004’te Başkent Üniversitesi’ne ait İzmir’deki Zübeyde Hanım Hastanesi’nde 3,1 trilyon liralık yolsuzluk oldu. Müdür Sibel Akyel, 20 yıldan fazladır Haberal’ın özel kaleminde çalışıyordu. Mahkûmiyet alınca gözden çıkarıldığını düşünerek mahkemeye bir mektup yazdı. Mektupta Haberal ile ilişkilerini şöyle anlatıyordu (Anlatım bozuklukları ve imla hataları Akyel’e aittir):

“Bugüne kadar açıklamak istemediğim bir olguyu burada açıklamak zorundayım. Ben rektör Mehmet Haberal ile, çalışma süreme paralel bir süredir (1998 yılından tutuklandığım 29.01.2004 tarihine kadar) özel hayatımda da beraberdim. Kendisi ile, emekli olduğumuzda ve işlerimizi, aile sorunlarımızı yoluna soktuğumuzda evleneceğimiz vaadi ya da inancıyla bir ilişkiyi paylaştım. Bu yüzden de hastanede naylon fatura kullanıldığı vakıasının hastane ile ilişkileri kesilmiş bir takım kimseler tarafından mali birimlere ihbarı neticesinde yaşanmaya başlayan yargı süresince gidişatın rektörün arzusu dışında geliştiğinde, içtenlikle beni kurtarmak istediğine, birkaç ay hapiste yatma pahasına kuruluşuna bizzat katıldığım, bugünlere gelişinde büyük katkıda bulunduğum üniversiteye zarar vermemek, bir sürede olsa sevdiğim, inandığım bir adamı ve emek verdiğim bir ilişkiyi korumak adına daha da ötesinde böylesine güçlü, her iktidarla, siyaset, bürokrasi ve hatta yargı çevresiyle çok sıcak ilişkileri olan bu adamla savaşamayacağıma inanıp, daha çok da Başkent Üniversitesi’nde okuyan oğluma ve aileme zarar verebileceğini düşünüp susmaya devam ettim.

Bana cezaevinde susmam yönünde telkinde bulunmak ve para yardımı yapmak için yaptığı ziyareti tespit imkanına sahipsiniz (2004 yılı Kurban Bayramı’nın 4. günü). Ayrıca cezaevine girmemden sonra istifamı kabul etmeyip Vakıfbank’taki hesabıma Ankara Başkent’ten yatırılmaya devam eden paralar da bu söylediğimin teyidi durumundadır. Annemin ve onun cep telefonu dökümleri bu durumun artı teyididir. Bu yargı sürecinin arzu ettiği gibi gelişmediğini anladığında bana (Seni annenle Kıbrıs’a kaçırayım. Ben bu işi temizleyeyim. Öyle gel.) demiştir. Annemi de tekrar para yardımı yapmak üzere Ankara’ya çağırdığında (Sibel beni dinlemedi. Kıbrıs’a gitmeyi kabul etseydi bunları yaşamayacaktı) demiştir. Kaçması gereken birisi varsa o da ben değilim. Niçin kaçacakmışım. Suç işleyen kişi kaçar. Ben suç işlemedim ki kaçayım.

Şimdi bu ardı arkası kesilmeyen bu davaların ve suçlamaların tek nedeni beni susturmaktır. 1988 yılından bu yana pek çok şeyi yaşadım, gördüm. Bu bilgilerim onları rahatsız ediyor. Bütün güçleri ile üzerime saldırıyorlar. Tanık ise tanık, bilirkişi ise bilirkişi, bir şekilde ikna ediyorlar. Benim tarafımdan hastane ile görev ilişkileri kesilmiş kimseler aleyhime tanıklık yapmak için sıraya sokuluyor. Halen görevde olanlar Sibel hanım aleyhine tanıklık yapmak yada işten çıkarılmak arasında tercih yapmaya zorlanıyor. Eğer ceza almamı sağlayabilirlerse ben uzun süreli hapse gireceğim. Onlar da bu şekilde sorunlarını çözmüş olacaklar. Benim bildiklerim, ihbarlarım ise ceza almış bir kimsenin rektöre suç atması sayılıp soruşturmaya bile gerek görülmeden kapatılacaktır. Daha şimdiden bu süreci yaşamaya başladım. Rektör hakkında cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak iddiası ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na ihbarda bulundum. Ankara Cumhuriyet Savcısı takipsizlik kararında rektörü o kadar iyi savunmuş ki hayretle okudum.”

Kaynak: Aksiyon

Yıldıray Oğur/Taraf
Ne de olsa üstkimliği “laik”

Geçenlerde bizim gazetenin arka sayfasında Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle bir feature haber çıktı. Çocuklar Hz. Muhammed’e mektuplar yazmışlar. Sevimli, çocukça mektuplar...

Tabii hemen birkaç kınama maili, üç beş homurtu sesi yükseldi. “Taraf, Vakit’leşiyor mu”dan, “pek şık olmamış” diyenlere kadar geniş bir yelpazede geldi tepkiler.

Hâlbuki aynı sayfada ve daha başka sayfalarda çok yakın zamanda pek çok Paskalya (Hz. İsa’nın dirilişi kutlamaları) haberi çıkmış, bir arkadaşımız kilisedeki ayine gidip bir yazı bile yazmıştı. (Niyet “çakmak” değilse Mevlid Kandili’ni izlemek için kaç gazete adam gönderir?)

Üstelik “Hz. Muhammed’e mektuplar”ın çıktığı gün iç sayfalarda da Buda’nın doğumgününe hazırlanan Budist çocuklarla ilgili büyük bir resim ve haber vardı.

Tepki gösterenlere bu haberlerin linklerini gönderip sordum: Peki bu haberler yapılırken niye rahatsız olmadınız? Niye o haberlerin de “Taraf’ı laiklik karşıtı eylemlerin odağı” haline getirdiğini düşünmediniz?

İşte Kutlu Doğum Haftası kutlamalarında çocukların peygambere yazdığı sevimli mektuplar karşısında bile kabaran bu ruh halini anlamadan, ne AKP’nin niye bu kadar oy aldığını ne de Türkiye’de modernleşme tecrübemizin yarattığı fay hatlarında oluşmuş en derin ve en sahici siyasallaşmamızı anlamak kolaydır.

O Kutlu Doğum haberinden duyulan rahatsızlığın bir benzeri yüzünden askerin muhtıra verdiği bir ülkede yaşarken özellikle.

Ne sosyalizm ne liberalizm ne Kemalizm ne de milliyetçilik; bu ülkede “Yaşam Tarzı İdeolojisi” kadar kök salmış, kendine taraftar bulmuş, kitleleri mobilize etmeyi başarmış, siyasi mücadeleyi etkilemiş, insanları birbirine bağlamış başka bir ideoloji olmamıştır.

Bunu anlamadan Türkan Saylan’ın evinin aranması sonrası ortaya çıkan “laik aydın” üst kimliğini de, Etyen Mahçupyan’ın yazdığı gibi laik kimliğin liberallik ve solculuk içindeki böylesine bir “Aşil topuğu”na tekabül ediyor olmasını da anlamak zordur.

Bunu anlamadan anti-militarist Yıldırım Türker ile Genelkurmay’ın “kitlesel karşı koyma refleksi göster” emrini anında yerine getirmiş Türkan Saylan’ı ince ince birbirine bağlayan ağları görmek zordur.

Türkiye’nin en vicdanlı seslerinden biri olduğu söylenen ‘Türker’in vicdanı’, daha birkaç gün önce başörtülü kadınlar için “O çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor. Biz de böyle casus gibi aramızda onları istemiyoruz” diyebilen biri için “İnsan sevgisine adanmışlığı yoruma gelecek şey olmayacak kadar açık ve malum” demeye el verebiliyorsa “İnsan kimdir” tanımı üzerinde bile anlaşamamış bir toplum olmuşuz demektir.

Bu sözdeki açık “soğuk savaş faşizmini” anlamak için ille de vahşi empati taktiklerine mi başvuralım yani. Vicdanlarımız soyut düşünme kabiliyetini bu kadar mı kaybetti?

Cümlede Türkan Saylan gördüğünüz yerlere Fethullah Gülen ya da Muhsin Yazıcıoğlu, türbanlı kızlar gördüğünüz boşluklara da Alevi kızlar ya da Kürt Kızlar yazmadan bu sözleri söyleyen kişi için “faşist” demek o kadar mı zordur?
Sizce Saylan güzellemelerine Taraf’tan net bir yanıt veren iki sesin adlarının Etyen ve Roni olması sadece bir tesadüf müdür?

Yoksa onların vicdanlarını özgür bırakan, her an “AKP’li, “dinci”, “Fethullahçı” ilan edilme teröründen doğal olarak azade olmaları mıdır? Türk modernleşmesinin din ile kurduğu hastalıklı ilişkiden daha az virüs kapmış olmaları mıdır?

Ergenekon soruşturmasına bir gün “AKP’nin muhalifleriyle hesaplaşması” deyip, ikinci gün topraktan kemikler, bombalar çıkınca “Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşması” dedirten o karmaşık ruh halleri içinde tutarlılıklarını korumalarını sağlayan o “Laik üst kimliğin” içinde olmamaları mıdır?

Ve Türkan Saylan’ı kendi organize ettiği darbe mitinginde sırf “tankların yürütülüp, işkencehanelerin doldurulduğu” o klasik darbeler için yarım ağız “faydasız” dedi diye (hem de 27 Nisan muhtırasına açıktan destek verdiği günlerde bkz. Ayşe Arman röportajı) “demokrat” yapan ölçüsüzlüğün altında onunla paylaşılan hangi ortak duygudaşlık yatıyor?
ÖSS’de bir İmam Hatipli birinci olunca “Bizim çocuklar hiç çalışmıyor” dediğinde, başörtülü kadınları casus ilan ettiğinde bile Türkan Saylan’ı “Türk hümanizminin büyük kahramanı” yapan onunla paylaşılan o Ortak Yaşam Tarzı İdeolojisi olmasın?

Onun faşistliğini, darbeciliğini, ayrımcılığını, “Bütün fikirlerine katılmıyorum ama” kadar naifleştiren, sevimlileştiren o hoşgörünün altında “o yaşam tarzı ortaklığı” yatmasın.

85 yaşında evinden bir gece yarısı pijamalarıyla alınıp, elinde idrar torbasıyla “Danıştay katilinin azmettiricisi” diye afişe edilen Salih Kunter için vicdanları sızlatmayan da aynı duygudaşlığın kurulamaması olabilir mi?

Yoksa askerî rejim istediğini açıkça söyleyen Tarık Akan’ı hâlâ solcu ve aydın sanatçı diye televizyon televizyon dolaştıran, itibarını sarsmayan da bu mudur?

Gerisini siz keşfedin...

İbrahim Kiras/Star
Dalan ve Haberal: Türk tipi başarı öyküleri

Ergenekon’da adı geçen kişilerin sahiden de ne çok benzerlikleri, hatta ortak özellikleri varmış. Bedrettin Dalan ve Mehmet Haberal mesela. İkisi de ‘üniversite sahibi’. Hukuken öyle değil elbette, ama fiilen biri Yeditepe Üniversitesi’nin, öbürü Başkent Üniversitesi’nin ‘sahibi’. Neticede, hem bu üniversitelere hem de onunla bağlantılı olarak milyar dolarla ifade edilen bir mali güce hükmediyorlar.

İkilinin bugünlere geliş yolculukları da birer ‘başarı öyküsü’. Her iki başarı öyküsünde de, tesadüfe bakın, birer ‘vakıf’ anahtar rol oynuyor.

Mehmet Haberal’ın vakfının adı Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı. Bu vakıf zamanla Başkent Üniversitesi’ne dönüşmüş. Haberal’ın ayrıca ticari şirketleri, hastaneleri, otelleri falan da var. Bir de televizyon kanalı.

Haberal, vakıf işlerine girmeden önce bir hastanede çalışıyordu ve doktor maaşıyla geçiniyordu.

Dalan da belediye başkanlığı öncesinde pek de göz önünde olmayan kariyeri boyunca hem devlette hem de özel sektörde maaşla çalışmış olan biri.

Belediye Başkanlığı sırasında bir gün aklına eğitime hizmet için vakıf kurma fikri geliyor ve İSTEK Vakfını kuruveriyor. Vakfın internet sitesinde anlatılıyor bu hikáye: Aslında vakıf kurmak aklında yokmuş; ama karısı ile Aydın Doğan’ın ‘Belediye Başkanlığı görevi ile okul açıp işletmenin bağdaşamayacağı’ itirazları üzerine vakıf kurma fikrine ikna olmuş.

Hikáyenin gerisi vakfın internet sitesinde şöyle anlatılıyor: ‘Vakıf kurulurken Aydın Doğan’ı arar ve ‘Vakfı kuruyoruz, Milliyet Gazetesi de Vakıf Kurucuları arasında yer alıyor. Makbuzu gönderiyorum, parayı hazırla’ mesajını iletir.’

Sonrasını biliyorsunuz...

10 anaokulu, 8 ilköğretim okulu, 15 lise, devasa bir üniversite ve irili ufaklı birçok şirket var vakfın bünyesinde.

Bir de büyük çoğunluğu Dalan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevi sırasında ‘toplanmış’ olan araziler. Bu arazilerin ortak özelliği İstanbul’un en güzel köşelerinde yer almaları.

Önceki gün yapılan kazıda askeri mühimmatın ele geçirildiği arazi de bunlardan biri. Vakfın açıklamasına göre, burası 1996’da satın alınmış, ancak askeri bölge içinde yer aldığı için kullanılamamış. Askeri alan niye satılmış ve niye satın alınmış, orasını bilemiyoruz.

* * *

Haberal’ın ve Dalan’ın başarı öyküleri benzersiz değil. Burası Türkiye ne de olsa. Daha ne başarı öyküleri var. Bakın, Mustafa Özbek’e. Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek’ten bahsediyorum, Tesadüf, o da Ergenekon sanıkları arasında yer alıyor.

Ama bizi hakkındaki iddialar değil, ‘başarı öyküsü’ ilgilendiriyor şimdi: O da işçi olarak atılmış hayata ama ‘işçisin işçi kal’ diyenleri dinlememiş, patron olmuş.

Ama nasıl patron olmuş? Çok mu çalışmış, içtiği gazozların şişelerini mi biriktirmiş veya başka bir ticari başarıya mı imza atmış, orası meçhul.

Galiba önce sendika başkanı olmayı başarmış. Sonra da yaptığı hizmetlerle -artık her ne yaptıysa- derin devletin gözüne girmeyi becermiş. Duyduklarımız doğruysa, şimdi onun da otelleri, televizyon kanalı, Cumhuriyet gazetesinde hissedarlığı varmış. ‘Kıbrıs’ın emlak kralı’ ünvanı da cabası.

Belki onun da buralardaki patronajı resmi değil, fiilidir... Orasını bilemiyoruz. Ama Dalan ve Haberal’la ortak özellikleri hakikaten dikkat çekici.

Tesadüfe bakın, Özbek de tıpkı dava arkadaşları Haberal ve Dalan gibi bir ‘vakıf’ kurmuş. Başkanlığını yaptığı sendikaya ait malvarlığını bu vakfa aktarmaya kalkışmış, bu yüzden mahkemelik olmuş falan.

* * *

Ergenekon’la bağlantıları iddia konusu olan zevatın böyle ortak özelliklere sahip olması tesadüf olabilir mi? Bir de... kim bunlara ‘yürü ya kulum’ demiş olabilir, bu iki sorunun cevabını merak ediyorum.

Perinçek'ten TSK Aleyhine Site
24 Nisan 2009 20:00

ETÖ davasının tutuklu sanığı İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmak amacıyla bir internet sitesi açtığı ortaya çıktı.

Bu iddia MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür'e ait.

Eymür yine İşçi Partililer tarafından hazırlandığını iddia ettiği Yeşil.org isimli sitede yayınlanan yazı ve fotoğrafların Aydınlık dergisinde yayınlanan yazı ve fotoğraflar ile birbirine benzediğini savundu.

Askerleri eleştiren yazılara yer veren 2004 yılında www.cunta.org adresinde yayın yapan internet sitesinin de İşçi Partililer tarafından hazırlandığını öne süren Eymür, bu iddiasını Atin.org isimli sitesindeki 'Psikolojik savaş' başlıklı yazısında şöyle dile getiriyor:

"Perinçek'in Aydınlık mecmuası şimdi de bu siteyi bana mal etmeye çalışıyor. Eminim ki onun arkasında da Perinçek'in grubu vardır. Perinçek bu. İkili, üçlü, dörtlü oynamayı sever. Necip Hablemitoğlu da böyle ikili oynamaya kalkmış, bir yandan komutanlara yakın dururken, bir yandan da askerlere yönelik yayın yapan Yolsuzluk.com isimli bir siteye devamlı bilgi aktarmıştı.

Yolsuzluk.com sitesi Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce yasaklandı. Hablemitoğlu ise çok yönlü ilişkilerinin bedelini hayatı ile ödedi. Perinçek ve grubu bu işlerin içinde, tam göbeğinde. Cinayetin neden ve nasıl yapıldığını gayet iyi biliyorlar. Bu konuya Yeşil.org'da, 'Hablemitoğlu makası yanlış ucundan tuttu!' yazısında değinmişler."
aktifhaber

Hurşit Paşa Mason Mu?
02 Mayıs 2009 09:01

Atatürk Mason Locaları'nı yasaklamıştı ama ETÖ Yöneticisi olmakla yargılanan Org. Tolon Moson toplantılarına katılmış. Belge kendilerinden çıktı.

Ergenekon sanıklarından emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un masonların toplantılarına katıldığı ortaya çıktı. İsmi Karargah Evleri yapılanmasında geçen Kemal Aydın'da ele geçirilen bir not, ikinci iddianameye girdi. Notta, "Mart-20 Kent Otel'de Atatürkçü masonlar, Hurşit Paşa da vardı." yazıyor.

Aydın, ifadesinde, notta yazan 'Hurşit Paşa' sözü ile Tolon'un kastedildiğini söyledi. Böylece, ulusalcıların toplanma merkezlerinden biri olan Kent Otel'de masonik toplantıların yapıldığı da tespit edildi. TSK'da ordu komutanlıkları yapmış bir ismin Atatürk'ün yasakladığı mason localarına nasıl üye olabildiği merak konusu.

İlk iddianame, Ergenekon'un masonik yapılanmaları kendisine örnek aldığını açıkça ortaya koymuştu. Ergenekon belgelerinde de bu husus var. İddianamede, "Örgütün sivillerle bazı askerî şahısların yönetiminde masonik yapılanma benzeri bir yapılanma olduğu, bizzat örgütü tarif eden ve prensiplerini belirleyen Ergenekon dokümanından anlaşılmaktadır." deniyordu. İkinci iddianamede de bu bilgileri destekleyecek ayrıntılar var. Hurşit Tolon dışında diğer mason Ergenekonculara da yer verildi. Bunlardan biri, emekli Tuğamiral İlker Güven. Evinde yapılan aramada, kendisine ait 15 Haziran 1996 tescil tarihli masonik diploma bulundu. Güven'in 1994 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'na üye olduğu, 1998 yılında da üstad seviyesine yükseldiği tespit edildi. Güven, Güney Locası'nın kurucu üyesi.
aktifhaber

Loca'dan Türk Masonlara Uyarı
02 Mayıs 2009 08:41

İtalya'daki Gladio operasyonundan ders alan LOCA, Türk Masonlara önemli uyarılarda bulunmuş. İşte Türk Masonlara tavsiye edilen tedbirler..

2. iddianamenin ek klasörleri arasında çarpıcı bir belge ortaya çıktı. Sanık Şener Eruygur'dan ele geçirilen ve 36. klasörde yer alan belge 'Convent'te (Otel) alınan kararlar' başlığını taşıyor. Avusturya'daki mason toplantısında alınan ve kamuoyuna içeriği deklare edilmeyen belgenin girişinde, "İtalya'daki P2 skandalından sonra 31. ve 33. maddelerde işaret edildiği gibi Yunanistan'daki kardeşlerin açıklamaları krize neden oldu. Buna benzer olayların Türkiye'de de meydana gelebilmesi mümkündür. Kardeşlerimize gerekli tedbirleri derhal almalarını tavsiye ederiz." deniliyor.

Türkiye'deki masonların daha güçlü ve tedbirli olabilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda tartışan localar, gerektiğinde masonik yapıların ve Yahudi aleyhtarlarının tespit edilerek imha edilmesini bile kararlaştırmış.

HALKÇI PARTİ'DE BİRADERLERİ ARTIRALIM

Masonların verdiği kararların anlatıldığı belgede ilginç ifadeler yer aldı. Türkiye'de özellikle 'hassas noktalardaki' ve basın sektöründe söz sahibi biraderlerin uyarılması gerektiğine dikkat çekilerek, hayati tedbirlerin alınması öngörülüyor. Tüm tedbirlerin alınarak deşifre olmalarının önlenmesi için gereken her şeyin yapılması talimatı veriliyor. Alınan kararlar sıralanırken şu başlıklar öne çıkıyor: Dinci teşekküllerin önlenmesi konusunda daha dikkatli ve hassas davranılması için basındaki biraderlerin uyarılması. Halkçı partilerin kadrolarındaki biraderlerin miktarının çoğaltılması ve bunların etkilerinin takviyesi. Türk devletlerinin Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmesini önlemek üzere kamuoyunun böyle bir birliğin zararlı olacağı yolunda yönlendirilmesi. Dini gruplar arasındaki ihtilaf ve bölünmelerin körüklenerek, Masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması. İsmi geçen mason biraderlerin dayanışmalarının güçlendirilmesi."

aktifhaber

Serdar Turgut/Akşam
Galiba 'Beyaz Türkler'i hiç anlatamamışım

Veri kabul edilen cumhuriyet sisteminin sonunun gelmiş olduğu konulu yazı üzerinde aylardır çalışıyorum. Nihayet yazı oluşmaya başladı. Bunu pazartesi günü yayınlayacağım inşallah.
Kritik bir konu. Başlıklara bakılarak hemen sonuçlara atlanılmaması gerekecek derinlikte. Ben o yazıya girişmeden önce 'Beyaz Türkler' hakkında biraz daha durmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü cumhuriyet ve onun geleceği ile direkt bağlantılı bir konu o.
Üzülerek görmekteyim ki; yıllardır bıkmadan, usanmadan anlatmama rağmen 'Beyaz Türk' kavramının ne olduğunu galiba yeterince açıklayamamışım, öyle görünüyor. Kısa süre önce 'TSK CEMAAT İLE DİYALOG YOLLARINI AÇMALIDIR' başlıklı yazıma Oray Eğin 10 itirazını söylediği bir cevap yazısı yazdı. Maddeleri tek tek okurken 'Beyaz Türkler ile TSK'nın kaygıları ilk kez ortak' diye başlayan maddeye gelince biraz durakladım. Başta bu tespit, tarihi gerçekler karşısında yanlıştı. Çünkü maalesef bu 'Beyaz Türkler', TSK'nın tüm darbelerini ağırlıklı olarak desteklemiş ve alkış tutmuştu. Neyse bu detay bir tarihi bir anekdot ama benim açımdan daha da önemlisi, Oray'ın 'Beyaz Türkler' kavramını yanlış kavramış olduğu ihtimalinin de yazısında görülmesiydi.
O bölümde Oray benim onların kaygılarını anlayamadığımı ima ettikten sonra o maddeyi şöyle bitirmiş: 'Serdar Turgut Türkiye'deki Beyaz Türklerin yıllardır sözcüsü, kanaat önderidir.'

ORAY'IN NEDENSE EKSİK BIRAKTIĞI CÜMLE
Bence o madde eksik kalmış, birkaç cümle söylenmeden bırakılmış gibi geldi bana. Oray'ın beni bu kanaat önderliği ve sözcülük konumundan emekli etmeye kararlı olduğu anlaşılıyor. Eğer bu gerçekleşirse yerime kimin geleceği konusunda da mutlaka kafasında bir aday vardır diye düşünüyorum ben. Oray kardeşimin teveccühü. Benim hiçbir grubun kanaat önderi olmak gibi bir iddiam olmadı. Ben sadece yıllardır üzerlerine yazmış olduğum 'Beyaz Türkler' kategorisinden hissettim kendimi ve bununla da övünürüm. Oray'ın tanımladığı konuma benim yerime illa da başka bir insan gelecekse, onun meseleyi daha iyi anlayabilmesi için 'Beyaz Türk ne demektir?' meselesini hala daha açmama ihtiyaç var. Bu anlaşılıyor. Ben 'Beyaz Türkleri' yıllardır hep aynı cümleyle tanımladım. Meslekli, kültürlü, bilgili, birikimli ve kendi kimliğini meslek yaşamı ile belirleyen insanlardır bunlar benim için. Gayet tabii ki popüler kullanımında 'Beyaz Türk'ün ağırlıkla sadece yaşam biçimiyle tanımlanmakta olduğu bir başka tanım da var. Böyle tanımlanan 'Beyaz Türkler' sadece beş duyuları tarafından oluşturulan insanlar olarak görülüyor. Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma 'Beyaz Türkleri' bunlar. Sadece bu beş duyuları yaşam biçimlerini oluşturuyor. Şarap içiyorlar, aynı restoranlara gidiyorlar, modayı takip ediyorlar. Kadınıyla, erkeğiyle çapkınlar. Ve bu yaşam biçimlerini kaybedecekler diye sürekli kaygılılar gerçekten de... Bu yaşam biçimini kaybetmemek için her türlü otoriter, totaliter düzene de destek verebiliyorlar. Darbe şakşakçılıkları ağırlıklı olarak da bundandır.
Bunlar var gayet tabii ki ama bunlar 'Televoleci Beyaz Türkler.' Ama bir de hayata bakarken sadece beş duyusuyla yetinmeyen, düşünmeyi kendi hayatının merkezine koyan 'Beyaz Türkler' de var. Benim için önemli olanlar bunlar. Bu daima böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak. Eğer Oray var olduğunu söylediği konumumdan beni emekli etmeyi başardığında yerime getireceği 'Yeni Beyaz Türk kanaat önderi adayı' varsa, ona bunları da öğretsin acilen. Çünkü tanım baştan yanlış yapılırsa, sadece beş duyunun yönlendirdiği ve yaşam biçimini kaybetme kaygısı ile yaşayan 'Beyaz Türk' sözcülüğüne ve kanat önderliğine ağırlık verilirse, yeni sözcünün sadece 'style' yazıları yazmakla yetinmesi gerekecek. Benim yıllardır tanımlamaya çalıştığım ve kendimi de onlara ait hissettiğim 'Beyaz Türkler' bunlar değil. Ben 'Beyaz Türkler' olarak, veri kabul edilen her şeyi,-bunlara yaşam biçimleri de dahil-sorgulayan, düşünen, bilgili, birikimli, meslekli insanları düşünüyorum.
Bunların TSK ile aynı kaygıları taşıdıklarına ise pek emin değilim. Hatta bu dönemde kendilerine askere yönelik bir mesafe de koyuyor olabilirler. Onlar için yazı yazmaktan beni vazgeçirtmeye de kimsenin gücü etmez. Pazartesi günkü cumhuriyeti sorgulayan yazımı da onlar için yazacağım. Ben yazarlığım devam ettikçe onlar için yazmayı sürdüreceğim. 'Televoleci Beyaz Türkler'in kanaat önderi kim olursa olsun, umurumda değil. Hiçbir zaman umrumda olmadı, bundan sonra da olmayacak...

akşam

Seçkinleri Deşifre Eden Anket
05 Haziran 2009 08:53

Bilgi Üniversitesi ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ konulu bir araştırma yaptı. Seçkinlerin, Kürtlere, Türbanlılara, halka, AKP'ye bakışı adeta şok etti. İşte sonuçlar...

Eğitim, kariyer ve sosyal konumlarına göre seçilen 40 kişiyle yapılan ankete göre ‘seçkin’ler sahip oldukları konumu, yeni gelen ‘ikinci sınıf diploma’ sahipleriyle paylaşmak istemiyor.

Seçkinler, başörtüsünü ‘tehdit’ olarak algılarken, Kürt sorununun nereden çıktığı konusunda kafaları karışık. Azınlıklar ise sustukları müddetçe iyi arkadaş.

SEÇKİNLERİN ZİHNİYET KODLARI

Türkiye’nin en iyi okullarından mezun, iyi bir kariyer ve gelir sahibi ‘seçkin’lerinin topluma bakışı, tartışma yaratacak bir ayrımcılığı ortaya koydu.

Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Çalışmaları Merkezi tarafından yayınlanan, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bölümü öğretim üyeleri Prof. Füsun Üstünel ve Doç. Dr. Birol Caymaz’ın hazırladıkları ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ konulu araştırmada, ‘prestijli’ orta ve yüksek öğretim kurumlarından mezun, orta üst sınıf mensubu, iyi mesleki pozisyonlara sahip, kendini Cumhuriyetçi, laik değerlerin taşıyıcı olarak gören kesimlerin Türkiye’nin temel meseleleri üzerinden Lozan azınlıkları, Kürtler ve muhafazakarlara yönelik algı ve temsillerini ve bu bağlamda ötekileştirme söylemi ele alındı.

‘BİZ’ VE ‘ONLAR’ AYRIMCILIĞI

Araştırmaya katılanların çoğunun başörtüsü meselesine ‘biz’ ve ‘onlar’ çerçevesinden baktığı ifade edilerek, en ılımlı söylemde bile ‘ötekine’ tehdit algısının olduğu vurgusu yapıldı. Ayrıca görüşülen kişilerin neredeyse tamamının, eşi başörtülü olan bir kişinin Cumhurbaşkanlığına tepkili olduklarına yer verildi.

REJİM SORUNU YOK, İŞGAL VAR

Kendilerini cumhuriyetin değer ve kazanımlarının taşıyıcısı olarak gören seçkinlerin ‘yeni gelenleri’ yani AK Parti’yi orada olmayı hak etmemiş işgalciler olarak gördüğü tanımına yer verildi. Bütün katılımcılar Cumhuriyet Minglerine katılırken katılımcılardan birinin darbe olsa destek vereceğini söylemesi dikkat çekti.

TÜREMİŞ ‘SEÇKİNLERLE’ SAVAŞ

Araştırmada, Cumhuriyetçi-laik seçkinlerin, rejim ve laiklik ile ekonomik ve sosyal iktidar korkusuna ilişin şu çarpıcı saptamalar yer alıyor: ‘Modernlik nostaljisinde, ekonomi ve siyaset alanlarında seçkin okulların mezunlarının uzun süredir kurmuş oldukları tekelin ‘ikinci sınıf diploma sahipleri’ tarafından tehdit edilmesi ve hatta kırılması olgusu ‘köklü’ ve türemiş seçkinler ve temsil ettikleri hayat tarzları arasında bir tür mücadelenin varlığına işaret ediyor.

KAPATMA ANTİDEMOKRATİK AMA...

Birçok kişi parti kapatmanın demokratik niteliği konusunda kuşkularını ifade etmelerine rağmen AK Parti söz konusu olduğunda bu yönde bir çözümü tercih ediyor.

KÜRT SORUNU NEREDEN ÇIKTI

Kürt sorununa ilişkin olarak ise katılımcılar DTP’nin meclisteki varlığından rahatsız olunduğu ve Kürt sorununun temelinde yabancı kışkırtması ve ekonomik nedenler aranıyor. Kamusal alanda görünmemek şartıyla azınlıklarla, ‘romantik birliktelik’ söz konusu. Gayrimüslüm komşuya sahip olmak, bir prestij durumu.

Sadece ‘seçkinler’ kadrolaşabilir!

Araştırmada AK Parti karşıtlığı konusunda birincisi daha keskin, ikincisi görece daha ılımlı iki eğilim olduğu görüşüne yer verildi. Katalımcıların bir bölümü asıl tehlikenin sermayede yaşandığına inanıyor. Melek (47), kadrolaşmayla ilgili kaygılarını dile getirerek, ‘Aslında herkes kadrolaşıyordu ama kadrolaşıldığı zaman hep sizin gibi seçkinler birbirine benzeyen insanlar kadrolaştığı için biz onları hissetmiyorduk, şimdi daha farklı insanlar kadrolaşıyor. Onun için hissediyoruz. Şimdiye kadar ezilmiş, kıyıda köşede kalmış adamlar birden bire güç sahibi oluyorlar. Bu çok tehlikeli. AKP’nin getirdiği kadroya bakın şimdiye kadar ezilmiş tipler, şimdiye kadar hiç o şansı elde edememiş tipler.’ dedi.

Eskiden Kürt sorunu diye bir sorunumuz mu vardı...

Araştırmada Kürt Sorunu başlıklı bölümünde ‘prestijli’ okulların mezunlarının yaşamöykülerinde Kürtlerin yer almadığı, bu nedenle verilen yanıtların yakınlık kavramından uzak olduğuna vurgu yapıldı. Sorunun kökeni hakkında bilgi sahibi olmadıklaı gözlenen katılımcıların büyük bölümü Kürt sorununun PKK ile ortaya çıktığını düşünüyor. Kürt kökenli arkadaşı olduğunu hatırlamayan Leyla (30), ‘Hani ben Kürt’üm diyen, öyle bir şey yoktu’ şeklinde yanıt verdiği görüldü. Robert Kolej ve Boğaziçi İşletme Fakültesi mezunu Doğan (32) Kürtleri sevmediğini ifade ederek, ‘Ben şey olarak da Kürtleri çok sevmememin nedeni de hala kabile hayatı yaşıyor olmaları.’ yanıtını verdi. Bağcılar’da askerliğini yaparken kendi ifadesiyle ‘Doğu’yu gördüğünü söyleyen Berk (28) ‘Ben mesela kısa dönemleri daha tehlikeli gördüm, üniversite bitirmişlerdi. Yani okumuş Doğulular, okumamış olanlardan daha tehlikeli geliyor bana. Düşünme kapasitesine göre böyle şey oluyorlar, tehlikeli...’ diyor.

Köşk’te türban iğrenç hissettirdi

Araştırmada görüşülen kişilerin neredeyse tamamının eşi başörtülü olan bir kişinin Cumhurbaşkanlığına tepkili olduklarına yer verildi. Doğan (32) örtülü eşin imaj bozduğunu söyledi ve ‘Cumhuriyet balosunda görmek istemem adamı, orada beyaz Türklüğüm çıkar, elim ayağım oynar’ dedi. ‘Cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması size ne hissettirdi’ sorusunu Begüm (34) ‘iğrenç hissettirdi’ şeklinde yanıtladı.

Başörtü görmek bile istemiyorum

Ayla (41) türbanlılar için ‘çok kalabalıklar’ ifadesini kullanırken, ̵

Milliyet'ten 'Haber Nasıl Çarpıtılır' Dersi

22 Nisan 2011

Aynı haber iki farklı gazetede nasıl haber yapıldı? Milliyet adete "haber böyle çarpıtılır" dersi verdi. İşte bir haberin iki farklı gazete haber yapılma şekli. Çarpıtma diye buna denir.
Gerçek heralde ancak bu kadar çarpıtılabilir"

Hani bazı haberler için "iletişim fakültelerinde ders olarak okutulacak nitelikte" denir ya... Bu tam da öyle bir haber işte.

Bir haber ve iki farklı gazetenin haberi veriş tarzı.

Önce haberi sonra da iki farklı gazetenin haberi veriş şeklini ve gerçeğin nasıl çarpıtıldığını aktaralım.

“Şantaj ve askeri casusluk” davasının dünkü duruşmasında, davanın 1 numaralı tutuklu sanığı emekli Albay İbrahim Sezer’in avukatı İhsan Nuri Tezel ilginç bir iddiayı gündeme taşımıştı.

Poyrazköy sanığı emekli astsubay Ergin Gedikkaya'nın evinde bulunan flash bellek ikinci kez İbrahim Sezer’in evinden çıktığı iddia edilmiş ve bu sahtelik yüzünden 16 kişinin tutuklu kalmaması gerektiği belirtilmişti.

Oysa bu iddia Emniyet tarafından hemen yalanlandı. Sandisk usb flash belleklerin birçoğunun aynı seri numarasıyla üretildiği ortaya çıktı.

Milliyet Gazetesi bu haber için öyle bir spot yazmış mı sanırsınız ki o iddia doğru. Yalan haber ve iddia o kadar uzun verilmiş ki emniyetin yalanlamasını göremiyorsunuz bile. Çünkü emniyetin bu iddiayı yalanlaması haberin altına bir kibrit kutusu kadar küçüklükte verilmiş. Yani haberi okuyan o yalanlamayı göremez bile.

Haberin başlığı da çok tartışılacak cinsten. O iddianın yalanladığına ilişkin başlıkta bir ibare göremiyorsunuz. Başlık şöyle: Aynı flash bellek iki ayrı evde çıktı iddiası"

Oysa iddia emniyet tarafından çoktan çürütülmüş.

Haberi Star Gazetesi'nden okuduğunuzda ise daha spotta gerçeği görüyorsunuz. Şöyle yazılmış spotta: Askeri casusluk’ davasında sanık avukatının “Poyrazköy sanığı emekli astsubay Geldikaya’nın evinde bulunan flash bellek emekli albay Sezer’in evinde çıktı” iddiası çöktü. Sandisk belleklerin çoğunun seri numarası aynı."

İşte aynı haber iki farklı gazetede böyle kendine yer bulmuş...

Milliyet'teki Haberin Linki İçin TIKLAYIN:
http://gundem.milliyet.com.tr/ayni-flash-bellek-iki-ayri-evde-cikti-iddiasi/gundem/gundemdetay/22.04.2011/1380828/default.htm

Star'daki Haberin Linki İçin TIKLAYIN;
http://www.stargazete.com/politika/-flash-bellek-iddiasi-dogru-cikmadi-haber-346062.htm
aktifhaber


En son Ekim tarafından Prş Eyl 17, 2009 12:42 am tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr May 03, 2009 10:08 pm    Mesaj konusu: Alemdaroglu'nun tarihi itirafI... Alıntıyla Cevap Gönder

"Bu ulkede ilericiliği ve çağdaşlığı resmi veya özel davetlerde alkollü içki içip içmemeye indirgeyen sapık bir zumre var"

26 Haziran 2009 15:25
Meclis'de ödül töreni vardı. Törende ödül alıp konuşma yapan TV8 spikeri Erkan Tan, "sapık" kelimesini kullanınca kıyametler koptu. Ona en sert tepki ise CHP'li vekilden geldi. Konu da içkiydi...
Madde bağımlılığı ile mücadele edenlere katkısı bulunanlara meclis başkanı Köksal Toptan tarafindan TBMM de ödül verildi. Ödüle layık görülen TV8 Ankara program müdürü ve spiker Erkan Tan törende yaptığı konuşmada "Bu ulkede ilericiliği ve çağdaşlığı resmi veya özel davetlerde alkollü içki içip içmemeye indirgeyen sapık bir zumre var bunlarla nasıl mücadele edeceksiniz bilmiyorum" deyince kıyamet koptu.

Tan törenden sonra yaptığı konuşmadan dolayı salondaki davetliler tarafindan kuşatılarak tebrik edildi. Tam bu esnada yanına yaklaşan CHP milletvekili, Tan'ı yaptığı konuşmadan dolayı eleştirdi ve "Sapık diyemezsiniz" dedi.

Tan ise şaşkınlığınğ gizleyemedi ve "Siz de mi onlar gibi düşünüyorsunuz sayın vekilim" yanıtını verince tartışma alevlendi.

zaman / internet


Ertuğrul Özkök'ün Veliahtı

29 Mayıs 2009 15:33
Ertuğrul Özkök'ün kendisinden sonra yerine bırakmak istediği ismi ve o ismin öncüsünü duyduğunuzda çok şaşıracaksınız?

VELİAHTI SONER YALÇIN SAĞ KOLU ORAY EĞİN

Medya kulislerinde uzun süredir Oray Eğin'in bazı analitik yazılarını aslında Soner Yalçın'ın kaleme aldığı dedikodusu var..

Bu dedikodu sadece Eğin için geçerli değil. İki yazar hakkında da aynı şeyler geçerli. Aslında Soner Yalçın'ın etkili bir gazeteci/mürit ekibi mevcut. Lojistik tüm desteğiyle de kendisi arkalarında.

Ancak Oray Eğin farklı. Çünkü ekipteki en saldırgan olabilen imaja sahip kişi. Bu nedenle de Soner Yalçın, Oray Eğin'i genelde "Koçbaşı" gibi kullanıyor.

İsmail Küçükkaya'yı bitirme butonuna basmış bulunan “ekip” darbeleri Oray Eğin'le indirmeye başladı. Bu vuruşarak çekilme stratejisi.

Küçükkaya, patronunun pamuk ipliğine bağlı durumunu “yurtta sulh, cihanda sulh” çerçevesinde çözmeyi planlıyor. Ancak Oray Eğin bunun önünde ciddi bir engel.

Eğin'i devirmek için de iyi bir stratejiyle nal gibi Fehmi Koru röportajı yaptırdı. Strateji tuttu… Eğin son derece kızgın durumda. Ancak tası tarağı toplayıp gidecek değil. Giderken, geride perişan olmuş bir İsmail Küçükkaya bırakmak istiyor.

Soner Yalçın'ın lojistiğiyle beraber bunu büyük ölçüde başarabilir ama asıl büyük strateji başka.

Oray Eğin'in gözünde Hürriyet olduğunu bilmeyen yok. Ertuğrul Özkök de Emin Çölaşan döneminin kapandığını ancak bu boşluğu yeni şartlar ve zeminde Oray Eğin'le kapatabileceğini düşünüyor.

Soner Yalçın'ı bir prens gibi Hürriyet'in birinci sayfasına her fırsatta taşıyan, önüne sayfaları cömertçe açan Ertuğrul Özkök, ikinci adım olarak da Oray Eğin'i monte etmek istiyor Hürriyet'ine...

Bu Ertuğrul Özkök'ün giderken rahat etmesi için en önemli stratejisi. Koltuğunu ne Berberoğlu'na ne Çekirge'ye bırakası var. Onun gözünde Soner'i ve Oray'ı bu işe layık…

Özkök en kötü ihtimalle; Oray Eğin'i bir şekilde Doğan Grubu'na sokmayı, sonra da Hürriyet'e yükseltmeyi planlıyor. Hürriyet koridorlarına göre bu çok yakın bir gelecekte olacak. Oray Eğin de hazırlıklarına başlamış durumda. Hürriyet'in tiraj kaybını durduracak çok önemli projeleri olduğunu her fırsatta tekrarlayan Eğin, yol haritasını bile hazırlamış.

Ancak Eğin'in Hürriyet'e gelmesi demek, Aydın Doğan'ın yeni ağır faturalar ödeyeceği bir yazara daha sahip olması demek. Birden fazla cephede savaşmak durumunda kalan Aydın Doğan, Eğin'li günlerde yeni pek çok savaş cephelerine de bölünebilir.

Küçükkaya ile Akşam'ın küçülerek yokolacağını düşünen Oray Eğin, bunun kaçınılmaz olacağını kendisin ise Hürriyet'le büyüyeceğini yakın çevresine tekrarlıyor. Eğin bu çerçevede Doğan'ın kızlarını etkili biçimde kullanmayı da planlıyor.

Hürriyet'e geçiş başarılı olsa da olmasa da yıpranmadan en büyük payı İsmail Küçükkaya alacak…

Kaynak: Postmedya


KARADAYI YARDIMINA KOŞMUŞ
03 Mayıs 2009 08:54

Eruygur'dan çıkan 'gizli' belgede Alemdaroğlu'nun tarihi itirafı...

Alemdaroğlu'ndan ilginç itiraf: Paşalar olmasaydı ne yapardım!

1998 yılında başörtüsüne yasak getirildiği zaman İl Emniyet Koordinasyon Kurulu'nda sorgulandığına dikkat çeken Alemdaroğlu, "O gün taviz verilseydi türban ve üniversite konusunda cephe kaybedilirdi." diyor. Yine aynı endişeleri yaşadığını iddia eden Alemdaroğlu şöyle devam ediyor: "Dönemin Genelkurmay başkanı 3 kez telefonla aradı ve destek verdi.

Vali toplumu germeyelim, taviz verin, hoşgörülü olun imasında bulundu ama direnildi. Bu tip durumların tekrarlanabileceğinden endişe ediyorum. O dönemde TSK arkamda olmasaydı ben ne yapardım? Olaylar haftasında resmî kıyafetle 3 korgeneral beni ziyaret etti. Askerler her vesile ile üniversiteleri desteklediklerini göstermeliler." Kemal Alemdaroğlu kaygılarını dile getirirken üniversitesindeki başörtülü sayısını da veriyor. Buna göre, 2003 yılında İstanbul Üniversitesi'ne 11 bin başvuru olmuş. 170 tane de türbanlı başvurmuş. Kayıt sırasında peruk takanlar var.

TSK,öğretmenleri eğitsin!

Rektörler, şikâyetlerini o kadar geniş tutmuşlar ki, değinmedikleri konu ve kurum kalmamış. İşte bazıları: "Mütareke basını kayıtsız kalıyor. Bugün Türkiye'de 600 bin öğretmen var, onlardan ne kadar eminiz? Belki okul müdürlerine TSK tarafından psikolojik eğitim verilebilir. Adliyede irtica kol geziyor. Dinciler 2 büyükşehir belediyesini elde ettiler ve çok büyük gelirler elde ediyorlar. Valiler cuma namazına gidiyor."

Darbeciler gibi rektörlerin halka hiç güvenmediği görülüyor. Kayıtlara giren cümlelerden bazıları şöyle: "Bugüne kadar her şeyi devletten bekleyen halk kendi başına birey olamıyor... Türk halkı kadar dedikodudan ve günlük olaylardan etkilenen bir halk dünyada yok. Türk halkı değişik. Güce tapıyor... Önümüzde yerel seçimler var. Halka güven olmaz." Askerlere "Planlı faaliyetleri uygulamalıyız. Bir kıvılcıma ihtiyaç var ve kıvılcımı daha sonra genişletmeliyiz. Ama bu kıvılcım var mı?" diye soran rektörlerin çözüm için söyledikleri de ilginç: "En önemli konu caydırma ve korku yaratmak. Kapı kapı dolaşıp bu gidişin tehlikelerini anlatmalıyız."

Kemal Alemdaroğlu'nun rektörlük koltuğuna oturduğu 1997 yılının Aralık ayında Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı idi. Karadayı, görevini 1998 yılının Ağustos ayında Hüseyin Kıvrıkoğlu'na devretti. İÜ'nün 98'in Eylül ayında başlattığı başörtüsü yasağı kararı sonrası yüzlerce öğrenci eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştı. Türkiye'de okuma fırsatı ellerinden alınan yine yüzlerce öğrenci de yurt dışında eğitimini tamamlamıştı.

19 Eylül 2003 tarihindeki toplantıya şu üniversitelerin rektörleri katılmıştı. İstanbul Üniversitesi, 9 Eylül Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Malatya İnönü Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ondokuzmayıs Üniversitesi.
aktifhaber

Tolon'dan Teziç'e Sayın Ricası
03 Mayıs 2009 10:05

Ergenekon terör örgütünün mason sanığı Ümit Sayın hakkındaki YÖK soruşturmasında Tolon devreye girerek işi halledivermiş...

Ergenekon soruşturmasında generalleri darbeye teşvik ettiği ortaya çıkan Doç. Dr. Ümit Sayın, İstanbul Üniversitesi'ndeki (İÜ) görevi sırasında YÖK tarafından açılan soruşturmaya karşı Orgeneral Hurşit Tolon'dan yardım istemiş. Darbe söylemleriyle Ergenekon iddianamesine giren Ümit Sayın'ın, Hurşit Tolon'la yaptığı görüşmeler ek klasörlere yansıdı.

Sayın, hakkında İÜ Rektörü Mesut Parlak'ın isteğiyle açılan soruşturmanın kapanması için dönemin YÖK Başkanı Teziç ve bazı YÖK üyelerinin ismini vererek Tolon'dan yardım talep ediyor. Sayın'ın bu isteği Tolon'la arasında geçen mail trafiğine yansıyor. İddianamenin ek klasörlerinde yer alan tarihî belgeye göre Sayın, ricada bulunduğu Tolon'a daha sonra gönderdiği maillerde soruşturmanın kapandığını belirterek teşekkür ediyor.

Mail trafiği Tolon Paşa'nın emekli olmasından hemen sonra yaşanıyor. Sayın, 1. Ordu komutanı iken sık sık görüşerek rapor verdiği Tolon'dan emekli olduğu dönemde de soruşturmayı kapatması için ricada bulunuyor. Söz konusu mailler soruşturma kapsamında tutuklanan Tolon'un bilgisayarlarında bulundu. Dönemin YÖK başkanı, Ergenekon tutukluları rektörleri Silivri Cezaevi'nde ziyarete giden Erdoğan Teziç.

İşte 9 Temmuz 2006 tarihinde kaleme alınan o mail: "Değerli Hurşit Paşam, size genel kurulun listesini yolluyorum. Bu gruptakilerin hepsi de genel disiplin kuruluna katılıyor. Burada en önemlileri; Erdoğan Teziç, Engin Nomer, Necmi Yüzbaşıoğlu. İkisi hukukçu ve temel incelemeyi onlar yapıyorlar. Onların söylediğini Teziç uyguluyor; İsa İsme, Tunçalp Özgen, Mustafa İlhan, Türkan Saylan."
aktifhaber

05 Mayıs 2009
Alper Görmüş/Taraf

Beyaz Türkler’in Ordu üzerindeki “mahalle baskısı” başlıyor...

Serdar Turgut bir süredir “Beyaz Türkler” üzerine yazıyor. İyi bildiği bir çevreyi anlattığı için, yazdıklarını ilgiyle okuyorum. Bunlardan 2 mayıs tarihli olanında “Beyaz Türkler”i “televoleci” olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırıyordu:

“Ben ‘Beyaz Türkleri’ yıllardır hep aynı cümleyle tanımladım. Meslekli, kültürlü, bilgili, birikimli ve kendi kimliğini meslek yaşamı ile belirleyen insanlardır bunlar benim için. Gayet tabii ki popüler kullanımında ‘Beyaz Türk’ün ağırlıkla sadece yaşam biçimiyle tanımlanmakta olduğu bir başka tanım da var. Böyle tanımlanan ‘Beyaz Türkler’ sadece beş duyuları tarafından oluşturulan insanlar olarak görülüyor. Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma ‘Beyaz Türkleri’ bunlar. Sadece bu beş duyuları yaşam biçimlerini oluşturuyor. Şarap içiyorlar, aynı restoranlara gidiyorlar, modayı takip ediyorlar. Kadınıyla, erkeğiyle çapkınlar. Ve bu yaşam biçimlerini kaybedecekler diye sürekli kaygılılar gerçekten de... Bu yaşam biçimini kaybetmemek için her türlü otoriter, totaliter düzene de destek verebiliyorlar. Darbe şakşakçılıkları ağırlıklı olarak da bundandır.

“Bunlar var gayet tabii ki ama bunlar ‘Televoleci Beyaz Türkler.’ Ama bir de hayata bakarken sadece beş duyusuyla yetinmeyen, düşünmeyi kendi hayatının merkezine koyan ‘Beyaz Türkler’ de var. Benim için önemli olanlar bunlar. Bu daima böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak.”

Özkök antipatisinden sonra Başbuğ antipatisi mi?

Doğrusu, Serdar Turgut’un yaptığı bu ayrımın anlamlı, kullanışlı bir ayrım olduğu hususunda kuşkularım var. Özgür düşünceyi ve ifade özgürlüğünü “hayat tarzı özgürlüğü” kadar önemseyen, hatta belki ondan dahi üstün tutan bir “Öz Beyaz Türkler” kategorisinin varlığına ben de inanıyorum, fakat bunların çok küçük bir azınlık olduğu da bir vakıa... İlaveten: “İrtica” nefreti her iki “Beyaz Türk” kesiminin ortak nefretidir ve bu ortak nefret tıpkı “televoleci” olanlar gibi olmayanları da otoriter-totaliter tehditlere karşı “şakşakçı” derekesine indirgeyebilir. Bu iki kesim arasında bu açıdan bir nitelik farkı yok, eşik farkı var. Unutmayalım, “Televoleci” olmayan “Beyaz Türkler”in en sevdiği slogan da aynıdır: “Darbeyle 20 yıl geriye gideriz, irticayla ise 100 yıl...”

2003-2004 darbe girişimlerini önleyen genelkurmay başkanı olarak öne çıkan Hilmi Özkök’e karşı bu kesimlerde beslenen antipatinin benzerinin şimdiki genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’a karşı da oluşmaya başladığına emin olabilirsiniz... Ne zamandan beri mi? Başbuğ’un, “darbecileri ordu içinde barındırmayacaklarını” açıklamasından sonra tabii...

Bence, ister “televoleci” olsun ister “öz” olsun, bütün “Beyaz Türkler” ordunun siyasete müdahale etmese bile edecekmiş gibi yapmasını ve siyaset kurumunun üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanmasını içten içe istemektedirler. Onların, genelkurmay başkanının konuşmasındaki bütün vesayetçi unsurlara rağmen sırf bu vurgu nedeniyle Başbuğ’dan soğumaya başladıklarını düşünmek hiç de yanlış olmaz.

Milliyet yazarı Can Dündar’ın 30 nisanda kaleme aldığı “Asker çekiliyor, kim geliyor” başlıklı yazı, bence bu kesimlerin duygularını pek güzel ifade ediyor.

Dündar, uçakta yan yana düştüğü ünlü bir işadamıyla giriştiği sohbeti anlatarak başlamış yazısına... İşadamı, son seçimlerden önce bir grup işadamıyla biraraya gelip, anketlerden çıkan “AK Parti yüzde 50 oy alacak” sonucunu değerlendirmişler. Dündar’ın, “İş çevrelerinde yönetici pozisyondaydı. Ergenekon’un son dalgasının dehşeti içindeydi. Cemaatçi yapılanmadan dertliydi” diye tanımladığı işadamı şöyle demiş:

“Seçimden önce işadamları aramızda toplandık. AKP’nin yüzde 50’ye çıkma ihtimalini değerlendirdik. Ben dahil toplantıdakilerin yüzde 90’ı ‘Bu sonuç doğacağına, asker müdahale etsin daha iyi’ dedi.”

Muhtemelen “Öz Beyaz Türk” olan bu işadamı ve arkadaşlarının siyasi pozisyon olarak “darbederlik”i seçmeleri Can Dündar’da bir rahatsızlığa yol açmış gibi görünmüyor. Yazısında onlara karşı eleştirel bir pozisyon almadığı gibi, dertlerini derdi sayan bir duyarlılık içinde görülüyor ve faturayı askere kesiyor. Yoksa ben mi yanlış anladım, gelin birlikte bakalım...

Can Dündar, işadamının sözlerini aktardıktan sonra bizi acele hüküm vermemeye çağırıyor ve “darbe şakşakçılığı” demeden önce “dünkü tabloya bakmamızı” istiyor. (Yazısının bu bölümünde Poyrazköy kazıları, Güneydoğu’da hayatını kaybeden 9 asker, Hikmet Sami Türk’e suikast girişimi ve 1 Mayıs öncesi gerilimi gibi olguları sıralıyor.)

Böyle bir ülkede halkın “güvenlik ihtiyacını her şeyin önüne almaması mümkün mü” sorusuyla devam eden yazının asıl derdi şu satırlarda:

“İşte bu ortamda Genelkurmay Başkanı, ‘Demokrasiye bağlıyız. Farklı düşüncedekileri TSK’da barındırmayız’ dedi. Bu, çok önemli bir tavır... Askerin darbe niyetine, siyasi vesayete son vereceğinin işareti... Demokrasi için gerekli adım; ama yeterli değil... Çünkü işadamından işçisine, işsizine kadar herkes tedirgin... Başı sıkıştığında ‘Asker gelsin çözsün’ refleksine alışmış bir toplumun paniğini kim yatıştıracak? Askeri vesayetin boşluğunu hangi otorite, nasıl dolduracak? Alternatifin ‘cemaat’ olması nasıl önlenecek?”

Benim anladığım kadarıyla bu bir yazıklanma... En azından “olabilir ama, şimdi zamanı değil” diyen örtük bir eleştiri... Mealen “Bu insanları nasıl yüzüstü bırakıp çekilirsiniz, buna hakkınız var mı ve Beyaz Türk hassasiyeti böyleyken çekilip gidebilir misiniz” diye soran bir yazı...

Benden söylemesi: Bu türden yazılara, hatta derdini daha açık, daha net söyleyen yazılara hazırlıklı olun...

Yaşer Sunucuyu Şaşkına Çevirdi
06 Mayıs 2009 14:39

Ergenekon operasyonundan önce ABD'ye gittiği ortaya çıkan ÇEV Başkanı Yaşer'in yaptığı savunma, program sunucusu Cüneyt Özdemir'i şaşkına çevirdi.

Ergenekon operasyonunun 12. dalgasından önce ABD’ye gittiği ortaya çıkan Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) Gülseven Yaşer’in, yaptığı savunma karşısında sunucu şaşkınlığını gizleyemedi.

ABD’nin başkenti Washington’da CNN Türk’te Cüneyt Özdemir'in hazırlayıp sunduğu BeşN BirK programına katılan Gülseven Yaşer, operasyondan kaçmadığını, tedavi için ABD’ye geldiğini, iyileşir iyileşmez Türkiye’ye döneceğini söyledi.

Ergenekon’da hakkında gözaltı kararı bulunan Yaşer, Dünya Kiliseler Birliği’nden para yardımı aldıklarını itiraf etti. Ancak Yaşer bu yardımın birçok kuruluşa verilen deprem yardımı olduğunu iddia etti. BeşN BirK programına katılmak için Washington’a gelen ÇEV Başkanı Yaşer, tedavi gördüğü hastanenin ismini, hatta hastanenin bulunduğu eyaleti bile söylemedi. Yaşer bu gerekçesini ‘Gazeteciler tarafından rahatsız edilmemek’ olarak açıkladı.

ÖZDEMİR ŞAŞKINLIĞINI GİZLEYEMEDİ

Ergenekon’daki iddialarla ilgili kendisine komplo kurulduğunu ileri süren Yaşer’in anlattıklarına Cüneyt Özdemir’den ilginç tepki geldi. Özdemir Yaşer’in anlattıklarını “Hollywood filmlerine” benzetti.

Cüneyt Özdemir, Ergenekon iddianamesinde geçen mailde ismi bulunan Mesut Hayri Canöz’ü sordu. Yaşer, Canöz’ün içlerine sızan bir komiser yardımcısı olduğunu söyleyerek Canöz’le ilgili ilginç iddialarda bulundu.

Gülseven Yaşer, Canöz ile ilgili şunları söyledi: “Kendisi polis. O zaman komiser yardımcısıydı ve terör şubesinde çalışıyordu. Benim İstanbul Emniyeti’ndeki toplantımdan sonra 68’ler Vakfı Başkanı Haşmet Atahan’la bize geldi. ’Fethullah Hoca Türkiye’ye hakim oldu. Ben Alevi’yim ve kahroluyorum. Sizi toplantıda gördüm. Ne olur beni deşifre etmeyin çocuğum, ailem var. Ben size içeriden yardım etmek istiyorum’dedi. Geldi güvenimizi kazandı. Bir yıl da vakıfla beraber çalıştı. Bu komiser yardımcısı içimize girdikten sonra bütün telefonlarımız dinlenmeye başladı. Ben kimlerle telefonda konuşuyorum hepsini saptamış. Ne Kemal Yavuz Paşa’nın ne Tuncer Kılıç Paşa’nın ne de Fevzi Paşa’nın bunlarla asla ilgisi yok. Fakat sonradan Fethullah Gülen davasının Ankara DGM’deki karar aşamasında, vakıfta gizli çekim yapmış. Benim seslerimi montajlayıp mahkeme başkanına verdiler. Ve ’Gülen masumdur, bütün bu olayı Yaşer ve arkadaşları planlamıştır’ dediler.”
Yaşer’in bu anlattıkları karşısında şaşkınlığını gizlemeyen Özdemir, “Tam bir Hollywood filmi anlatıyorsunuz, normal şartlarda suç duyurusunda bulunmanız gerekiyor. Bu kişi hakkında suç duyurusunda bulundunuz mu?” diye sordu. Yaşer bu soruya net bir cevap vermeyerek başka konuya geçti.

VİDEO için:
http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=221010

Taraf gazetesinin polis yazarları Emrullah Uslu ile Doç. Dr. Önder Aytaç, Bakanlık izin verirse 301. maddeden yargılanacak

17 Mayıs 2009 AB’nin dönem dönem “ifade özgürlüğü” kapsamında eleştiriler yönelttiği TCK’nın 301. maddesinin son mağdurları bu kez iki polis oldu. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), aynı zamanda Taraf gazetesinde birlikte köşe yazısı yazan başkomiser Emrullah Uslu ile Polis Akademisi öğretim üyesi Doç. Dr. Önder Aytaç hakkında TCK’nın 301/2. maddesi uyarınca suç duyurusunda bulundu. Milliyet gazetesinin haberine göre; EGM, suç duyurusuna, Uslu ve Aytaç’ın köşe yazılarında TSK, emniyet, yargı ve devlet görevlileri hakkındaki görüşlerini gerekçe gösterdi.
ABD’deki eğitim çalışmaları sırasında aldığı doktor raporlarıyla Türkiye’ye dönüşünü geciktirdiği ortaya çıkan ve hakkındaki ön inceleme sonucunda EGM Disiplin Kurulu kararıyla Türkiye’ye geri çağrılan Uslu’yla ilgili olarak yeni bir gelişme daha yaşandı.
Aldığı sağlık raporları ve ABD’deki eğitim çalışmaları çerçevesinde Uslu hakkında disiplin soruşturması başlatan EGM, yeni bir müfettiş görevlendirerek Uslu’nun, Taraf gazetesindeki köşe yazılarını da mercek altına alındı. Uslu’nun, Aytaç’la birlikte görüşlerini yayımladığı yazıları inceleyen müfettişler, suç unsuru saptadı.

KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ İFADELER

Apoletika adlı köşedeki yazıları inceleyen müfettişler, Uslu ve Aytaç’ın yazıların bazı bölümlerinde TSK, emniyet teşkilatı, yargı ve devlet görevlileri hakkında “küçük düşürücü” ve “eleştiri amacını aşan ifadeler” kullandıklarını belirledi. Müfettişler, tespitlerini içeren bir rapor hazırlayarak, Uslu ve Aytaç’ın TCK’nın 301/2 ve 125. maddelerine göre yargılanmaları istemiyle suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu kapsamındaki TCK’nın 301/2. maddesine göre adli soruşturma için Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in izni gerekecek. İzin verilmesi halinde Uslu ve Aytaç, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanacak. EGM adına yapılan suç duyurusunun iki hafta önce adli soruşturma başlatılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildiği, Uslu’yla ilgili olarak TSK’yı yıpratan yazıları konusunda da ayrıca disiplin soruşturmasının devam ettiği öğrenildi.

netgazete

15 Eylül 2009 07:23TOPLANTILARIN ÜNLÜ MÜDAVİMLERİ
Engin Aydın'ın organize ettiği Kent Otel toplantılarındaki ilginç isimler...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

“Ergenekon’un yargıyı yönlendirme girişimi” olarak gösterilen toplantıların beşi tanıdık, biri GATA’da görevli doçent, 6 sürekli katılımcısı çıktı...

Katılımcılarından 9’u Ergenekon’da sanık veya şüpheli olan ve “örgüte üst düzey eleman kazandırma, yargıyı ve siyasi oluşumları yönlendirme toplantıları’’ olarak nitelendirilen Kent Otel Toplantılarına toplam 84 kişinin katıldığı ortaya çıktı. Liste, ‘yargılamaya dahil olmayan isimlerin yer aldığı’ gerekçesiyle adli emanete alındı. Star’ın ulaştığı 84 kişilik listede, 6 isme ‘sürekli katılımcı’ olduğuna dikkat çekildi.

MÜDAVİMLERDEN BEŞİ TADINIK İSİMLER

Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminaoğlu, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun, yazar İlhan Selçuk, emekli bürokrat Engin Aydın’ın ve GATA İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda görevli Doç. Dr. Refik Mas’ın, her Kent Otel Toplantısı’nda yer aldığı iddia edildi. Toplantıya katılan yüksek yargı üyeleri arasında HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, Ergenekon davasının temyizine bakacak olan Yargıtay 8. Daire’nin üyeleri H. Yaver Akdan, Ali Erol Özgenç, Hulusi Özek, Akın Demir de bulunuyor.

HEPSİNE ÇAĞRILDIM SADECE BİRİNE GİTTİM

Kent Otel Toplantıları’nın müdavimi olarak gösterilen Ankara GATA’da görevli Doç. Dr. Refik Nas, Star’a yaptığı açıklamada, toplantılara bir kez katıldığını, daha sonraki toplantılarda davetli olduğu halde yer almadığını söyledi. Bir arkadaşının isteği üzerine bir kez tKent Otel Toplantısına katıldığını belirten Doç. Dr. Mas, “Toplantıya girdim çıktım. Kent Otel toplantılarına devamlı katılmadım. Davet edildim ama katılmadım” diye konuştu.

alktifhaber:

15 Eylül 2009 16:56'
Şarapçı Takkeli Liboş Ertuğrul'
Yakın arkadaşı Bekir Coşkun'un Hürriyet'ten ayrılmasını değerlendiren Emin Çölaşan, Ertuğrul Özkök'ün umre ziyaretini yerden yere vurdu...

Bekir Coşkun'un 16 yıldır yazdığı Hürriyet gazetesinden ayrılması medya gündemine bomba gibi düştü. En çok merak edilen de Coşkun'un yakın arkadaşı, iki yıl önce Hürriyet'le yolları ayrılan Emin Çölaşan'ın yorumu oldu. Çölaşan, Bekir Coşkun'a AKP'li bir bakanla ilgili yazı yazmaması konusunda uyarı yapıldığını ileri sürerken çarpıcı açıklamalar yaptı. Kalemi keskin yazar, eski yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün umre gezisini de değerlendirdi.

Bekir'e 'Manisalı' hakkında yazma demisler
Çölaşan'dan Bekir Coşkun yorumu: Başına aynı şeylerin geleceğini söylemiştim. Bekir'e Bülent Arınç hakkında yazma dediler.

Bu kadar korkuyu Allah kimseye vermesin. O kadar ah aldılar ki, bin defa umreye gitse faydasız

Yakın arkadaşınız Bekir Coşkun da Hürriyet'ten ayrıldı...

Bekir, Hürriyet'te herkesin olduğu gibi mutsuzdu. Hürriyet'in pek çok yazarı da, Hürriyet'in muhabirlerinin tamamı da Hürriyet'ten mutsuz.

Şunun için mutsuz, gönderilen haberler yer bulmuyor gazetede, çöpe atılıyor. Aman iktidarı kızdırmayalım diye. Köşe yazarları özgür değil, her köşe yazarı yazısını ölçülü olarak yazmak zorunda kalıyor. Çünkü patronun ve Hacı Ertuğrul'un (Özkök) tavrını biliyorlar. AKP iktidarından nasıl korktuklarını biliyorlar. Dolayısıyla herkes mutsuz. Bekir'in kopacağını uzun zamandır bekliyordum. Nitekim oldu, kopuş gerçekleşti. Bekir'in üzerinde de baskı vardı. Bekir'in yazılarını Hacı Ertuğrul makaslamaya başlamıştı. Gitmesi Hürriyet için çok büyük kayıptır.

İKİ SENE İYİ DAYANDI

Ben Hürriyet'ten kovulduktan sonra Bekir aynı şeylerin kendisinin de başına geleceğini biliyordu. Ben ona söyledim, Ertuğrul tarafından yazıları sansür edilirken dedim ki, 'Benim içinde yer aldığım filmi ister istemez sen de izliyorsun. Belki daha kötüsü olacak.' Bekir'in kafasında sonuçta hep Hürriyet'ten şu veya bu biçimde kopmak olduğunu tahmin ediyordum. O da gerçekleşti. Bana göre iki sene iyi dayandı. Bütün baskılara rağmen.

Benim yaşadığım olayları o da yaşıyordu. Bekir, yazılarının sansür edilmesine tavır koyunca Ertuğrul, onu arayıp torunlarının üzerine yemin billah ediyormuş. Bunları Hürriyet'teki arkadaşlar bana açıkça anlatıyordu. Aynı şeyleri ben binlerce kez yaşamıştım. Size somut bir örnek vereyim. Duyduğuma göre mesela Bülent Arınç hakkında yazı yazma deniliyormuş Bekir'e. Çünkü RTÜK falan Bülent Arınç'a bağlı ya. Adı da Manisalı olarak geçiyormuş. 'Manisalı hakkında yazı yazma' deniliyormuş. Bunların hiçbirini Bekir'den duymadım çünkü o böyle konuları anlatmaktan hoşlanmaz.

HACI ERTUĞRUL'A 'HÜKÜMET SİZDEN KORKSUN' DERDİM

Coşkun'un 'Aydın Doğan'a 10 kişilik tasfiye listesi gitti' sözleri...

10 kişilik liste varmış. Bu listenin var olduğunu Aydın Doğan da doğrulamak zorunda kalıyor. Ama listeyi Aydın Doğan'a kimin verdiğini bilmiyorum. Tayyip Erdoğan doğrudan doğruya vermez. O uğraşmaz doğrudan bu işle, ama hükümet tarafından verilmiştir. İşin özü şurada: Doğan Grubu'nun yedi tane gazetesi, üç tane de televizyonu var. Bu patronun hükümetle yüzlerce işi var. Ben bire bir yaşadığım için biliyorum bu olayları. Bunlar Erdoğan'dan resmen korkuyorlar. Hacı Ertuğrul'a hep derdim ki, 'Ya arkadaş, elinizde böylesine güç var, siz bunlardan korkacağınıza bunlar sizlerden korksunlar. Her gün Tayyip Erdoğan sizi arayıp 'Benden bir emriniz var mı' diye sorsun. Benim elimde yedi gazete, üç TV kanalı olacak ve bunlardan korkacağım. Siz Türkiye'yi yıkarsınız. Yolsuzlukların üzerine, kepazeliklerin üzerine gidin dedim. Ama hep korktular.

Ben kovulduktan sonra bunlara defalarca sordum: Ya arkadaş beni niye kovdunuz siz ya... Şunu bir açıklayın. Olur ya ben bir ahlaksızlık, yolsuzluk, terbiyesizlik, yanlış bir iş yapmışımdır. Deyin ki 'Emin Çölaşan şunu yapmıştır, bu nedenle kendisini kovmak zorunda kaldık.' Ben bugün itibarıyla, kovulalı iki yıldan fazla zaman geçti. Hala nedenini bilmiyorum.

HÜRRİYET AMİRAL GEMİSİ DEĞİL TORPİDO BOTU

Eski gazeteniz son dönemde epeyce karıştı...
Hürriyet gerçekten geçmişte yazılı basının amiral gemisiydi. Şu anda basının torpido botu bile değil. En arka sıralarda yer alan bir şey. Ama insanlarda bir Hürriyet alışkanlığı var. Ölüm ilanlarının çıktığı bir gazetedir. Küçük ilanların çıktığı bir gazetedir. Mal alıp satacaklar, kimlerin öldüğünü merak edenler ve birtakım yazarları okuyanlar alışkanlıkla Hürriyet almayı doğal olarak sürdürebilirler. Bu ayrı bir konu. Hürriyet'in de elbette yaşaması gerekir. Ama sonuçta böylesine bir korkaklıkla, iktidarın karşısında eziklikle Hürriyet gazetesi artık bütün saygınlığını yitirmiştir. Sadece Hürriyet değil Doğan Grubu bütün saygınlığını yitirmiştir. Bu kadar korkuyu Allah hiç kimseye vermesin. Korkunun bu kadarı olmaz.

Namaza duracak son adam bizim takkeli liboştur

Özkök ve Ahmet Hakan'ın umre ziyaretine yorumunuz ne?

Umre ziyaretini soytarılık olarak değerlendiriyorum. Bunlar bir hesap kitap yaptılar. Dediler ki Ertuğrul'u Ahmet Hakan'la birlikte umreye gönderirsek, bunun başına takke geçirirsek, deveye bindirirsek, bir de ihram giydirirsek muhteşem bir olay olur, tiraj patlaması yaşarız. Bunlar gidip Suudi Arabistan yetkilileri ile anlaşıp vize aldılar. Suudi Arabistan asla böyle fotoğrafçıyla birlikte falan vize vermez. Bunlar Suudi Arabistan'la aleyhte hiçbir haber yapmayacağız, sizi küçük düşürmeyeceğiz diye anlaştılar.

Ertuğrul, Allah selamet versin, orada takke giydi. Namaza durdu bizim şarapçı Ertuğrul. Deveye bindi, öteki de devenin iplerini tuttu. Ahmet Hakan denilen arkadaş. Ertuğrul ihrama da bürünmüş ama o fotoğrafları yayımlamadılar.

Tiraj patlaması yapmak amacıyla tezgahlanan bir soytarılığa tanık oldu tüm kamuoyu. Tiraj patlaması hesabı yaptılar, tam tersine tirajları düştü. Ne patlama oldu ne bir şey. Hürriyet'in Atatürkçü, laik, Cumhuriyetçi okurları tahmin ediyorum bu olaya tepki gösterdi. Ne oldu takkeli liboş Ertuğrul yarı hacı oldu. Olay bitti. Türkiye'de hacca, umreye gidecek, namaza duracak en son adam bizim şarapçı Ertuğrul'dur. Allah günahlarını affetsin. Şunu da söyleyeyim. Bunların üzerinde çok büyük ahlar var. Bir sürü insanın ahı var. Haksızlık yaptığı, gereksiz yere işten kovduğu binlerce insanın ahları bunların üzerinde. Bu günahlarla bile binlerce defa hacca, umreye gitseler bunları affettiremezler.

Kaynak: Dilek Gedik/Akşam

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
12 Eylül üretimi medya ve basın özgürlüğü!

Türkiye'nin 12 Eylül'e hazırlanmasında 'ülkenin kaosa gidişinin 'çığırtkanlığını yapan 'basının' katkısı tartışılamaz.
Liberal ekonomizmin ülkeye yerleştirilmesi 12 Eylül koşullarıyla mümkündü.
12 Eylül, yeni bir sermaye mülkiyeti oluşturularak 'Türk basınını', 'Türk medyasına' dönüştürme miadıdır.
Türkiye'nin yeni kurulumunda 'baş aktör' İstanbul merkezli medya olacaktı.

Darbe yönetiminin amacı 'derin bir mıntıka temizliğiydi', sol düşünceyi kurutarak, liberal ekonomizmi bu topraklara köklemekti..
Bu da siyasal ve sosyal örgütlenmeleri dibinden kurutarak ve bireysel hak ve özgürlükleri sınırlamakla olanaklıydı.
Toplumsal muhalefetin başı ezilecekti. Bu misyon için medya hemen harekete geçti..
Çünkü 24 Ocak kararlarıyla medya sanayi, finans ve ticari alanlara hızla dalacaktı...
İktidar icraatlerini meşru kılacak yayınlar, manşetler, kanaatler, 'Plaza Medyacılığına' doğru evrilen basın tarafından üretildi.
O günlerin manşetleri ve yapımcılarına bir zahmet arşivden bakılabilir.
Cumhuriyet tarihimizdeki bireysel hak ve özgürlüklere karşı en yaygın ve şiddetli kısıtlama 12 Eylül ve 12 Eylül anayasasıyla geldi.
İstanbul merkezli basın ve yazarları 'özgürlükçü, demokratik ve Atatürk ilkelerine bağlı Türkiye'den' söz ederlerken hapishanelerde yüz binlerce insan işkence görüyordu,
Sendikalar, dernekler kapatılmış, emek örgütsüz kalmıştı. Üniversiteler budanmış, milyonlarca insan fişlenmiş ve işini kaybetmişti.
150 bin kişi ifade suçuyla yargılanarak hüküm giydi, 400 gazeteci 3 bin yıl ceza aldı. Medya özgürlük ihlallerine sağırdı, farklı sektörel yatırımlarla meşguldü.

Ve basın özgürlüğü kurulan yeni dünyada fazla 'demode' kalmıştı. 'Özgürlük gasbını' sonraki yıllarda da eleştirmediler, bu aleni suç ortaklığını dönemi savunarak sürdürdüler.
Medya, bir iktidar ve güç odağı olarak ülke yönetimine dahil olmuştu, kamuoyu manipülasyonu ve otosansür mekanizmalarını işletiyordu.
Siyaset sahnelerini kuruyor, yıkıyor yeni oyuncular buluyordu. Popüler magazinel milliyetçiliğin diliyle kitle heyecanını ayarlıyordu.. Tekelci medya yapılanmasında 'çoksesli' gibi bir tekseslilik baskındı.
1990'ların siyasi tarih yapımında medyanın harcının, kumunun katkısının olmadığı tek bir siyasi dönem yoktu.
Siyasi iktidarlara 'güç'pazarlama hizmetleriyle sermayeler katmerleniyordu.
Bazen de siyasi iktidar gücü ile medyanın çıkarların uyuşup uyuşmamasına göre kozlar paylaşılıyordu. Ya beraber düet yapıyorlar ya da düelloya girişiyorlardı.

Kimi zaman medya sermayeleri çökertilirken diğerleri sevinçle koşarak batanı 'ucuza kapatma'telaşına düşüyordu.
Liberal ekonomizmin'etik yıkıcı' etkisi medyanın kamu yararı ve sosyal sorumluluğu bir yana itilerek 'karlılık' ve 'verimliliğe' yöneltmişti.
Yeniden inşa ettikleri toplum zihninden 'ifade özgürlüğü ve hak talepleri' sökülüp atıldı.
Gazeteler, eğlence kültürü ve reklamlarla dolu sanayi ürünleri olurken, hedonizm bayiliğine soyunuyorlardı.
Ağır insan hakları ihlallerine sütunlarda yer yoktu, kapatılan gazeteler haber bile değildi. İşçi, kadın, çocuk ve ifade özgürlügü haklarına ayrılan oran %3 civarında kalıyordu. Ve bu oranlar evrensel gazetecilik standartlarına hiç ulaşmadı.

Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ne evrensel değer ne de kamusal yarar olarak medyada kendine yer bulabildi.
Sayıları hızla artan medya yayınlarının bugün ne yazık ki 1980 öncesi kadar okuru olmadı .
Toplum, gazetelerin siyasi, iktisadi angajmanlarının propagandasını yaptıklarına inanıyor. 28 Şubat ise basın tarihimizin etik ve ilkelerinin yıkıldığı, mesleki dayanışmanın 'satıldığı' kirli bir sayfasıdır. Hala aklanmamıştır.

Şimdi merkez medyanın büyük bir grubuna kesilen fahiş vergi cezası konuşuluyor. Basın özgürlüğü ve dayanışmadan bahsediliyor...
Maalesef toplumsal bir duyarlılık oluşmuyor.
Aksine kamplaşmış bir sevinme gözleniyor.
Çünkü duyarlılıkların ustaca 'bellek temizleyiciler' tarafından silinmesinin üzerinden birkaç nesil geçti. Bugün 'ifade ve basın özgürlüğünü' yaşatan 'kamunun varlığının' reklam verenden daha büyük bir güç olduğunu anlamanın vakti değil mi?
Savunduğumuz ve mücadele verdiğimiz 'hak ve özgürlüklere' biz de dahildik.
Kamuya da 'biz' dahildik!
Yok saydıklarımıza da!..
Akşam

Taha Kıvanç
Yeni Şafak Gazetesi
Kafanızı karıştıracağım için özür beyanı
17 Ekim 2009

Bir dostum var, nicedir "Demokrasiyi kesintiye uğratabilecek güçlerin önü ya birileri tarafından kesiliyor, ya da Tayyip Bey bunu bizzat yapıyor" iddiasında. Vergi cezası geliyor, dostum, "Gördün mü, bundan böyle demokrasiye kurşun sıkmak daha da zorlaşsın diye birileri devrede?" diyor... Askerden bir olumlu açıklama veya Meclis açılışına katılma gibi yeni tavırlar geldiğinde, "Tayyip Bey arayı düzeltmiş" yorumunu yapıyor...

Aynı dostum nicedir "İsrail ile ilişkilerin alacağı biçimi dış politika gerçeklerine bağlama, onun da bu denklemde yeri var" deyip duruyordu. Önceki gün Umur Talu, dün de Ruşen Çakır, dostumun kulağıma fısıldadığını akla getiren değinilerde bulundular.

Önce Ruşen Çakır'ın yazısının ilgili bölümü: "Habertürk'te Umur Talu'nun da yazmış olduğu gibi, İsrail ve ABD'deki bazı güç odakları Türkiye'de de işbirlikçileri bularak, AKP hükümetini devirebilmek için epey çaba sarf etmişler, ancak emellerine nail olamamışlardı. Bundan sonra olabilmeleri daha da imkansızdır."

Şimdi Umur Talu'nun yazısına göz atabiliriz: "Hesaplaşma. / Gazze'den ziyade, derinden bir iç hesaplaşma. / Şimdi bu, 'varsayım' tabii. Lâkin, 'varsayım'ı varsayalım: / Hükümet, (daha ziyade Erdoğan diye okunur), kendisini 'devirmek' istemiş yahut o kanaate vardığı birtakım kişi, kurum, ortam ve ilişkilerle hesaplaşıyor."

Tahlil bitmedi, Talu devam ediyor: "Bunların en açığı elbette 'Ergenekon' davası. Ayışığı, Sarıkız gibi askeri darbe tasarımları. Ve darbe ortamı hevesleri. / İkincisi 'birtakım büyük sermaye'; özel olarak 'birtakım büyük medya'. / Üçüncüsü, yukarıdaki (bana göre) bir yandan da Alman bağlantıları olan her ikisiyle de ilişkide ve her ikisine teşvikçi gördüğü, 'bir kısım Amerikalı, bir kısım İsrail devleti uzantısı Amerikalı, bir miktar da sağcı, şahin hükümetler elinde dolaşan İsrail devleti'... / O 'bir kısım Amerikalı' zaten doğal bir sürecin içinde Bush yönetimiyle birlikte eridi; 'benzer çizgide' başka İsrail ahbapları Obama yönetimi içinde bulunsa bile. / Geriye, 'İsrail'in kendisi' kaldı. Onları da mahkeme yargılayamayacağına yahut Maliye üstlerine gidemeyeceğine göre!.."

Bingo...

Dostumun bana anlatmak için kimbilir kaç seans yapma ihtiyacı duyduğu tez bu işte. O da bir yandan 'Almanya', bir yandan 'İsrail' diyor, bir punduna getirip "Kendini 'merkez' olarak takdim eden medya" diye bir tanımlama kullanıyor, en sonunda da 'demokrasiye karşı güçler' dediği bir cephede hepsini buluşturuyor...

Allah, Allah...

Biliyorum, dostumun Umur Talu ve Ruşen Çakır destekli tezi hakkında benim ne düşündüğümü merak ediyorsunuz. Tek cümleyle merakınızı gideyim: Bu tez beni aşar.

Evet, ben de nicedir demokrasisini sağlamlaştırma yönünde ciddi adımlar atılmakta olan Türkiye hakkında yurtdışından gelen çatlak sesler ile uluslararası medyaya da yansıyan patlak yorumlardan haberdarım. O seslerden biri Newsweek dergisini kullanıyor, WINEP adlı bir düşünce üretim merkezinde çalışıyor. Sürekli Türkiye'de bir 'darbe' ihtimalini gündemde tutuyor yazılarıyla, bazan kimsenin aklından geçmeyen ilintiler kurarak 'darbeye gerekçe' uydurduğu da oluyor.

"Neden Newsweek?" sorusu ilk bakışta abes kaçabilir, ama WINEP (açılımı: 'Washington Institute for Near East Policy'; kısaca 'Washington Institute') ile İsrail arasında yakın ilişki biliniyor.

Acaba hükümetin elinde kimselerin bilmediği başka ne tür bilgiler var?

Dostum, "Mossad" dedi, "İşadamlarının korunması" dedi, daha da devam edecekti ki ağzını kapattım. Buraya yazamayacağım türden iddiaları dinlemek de istemem ben. Neme lâzım?

Kafamda bu tez, dostumun kulağıma fısıldadıkları ve kendi bildiğim gerçekler ile her zamanki günlük gazete kıraatime başladım. "Kendini 'merkez' olarak takdim eden medya" tanımına uyan gazetelerde yer alan yazılara göz attığımda karın boşluğuma tekme yemiş gibi oldum.

Belli başlı gazetelerde Türkiye'nin kendi topraklarında yapılan bir askeri tatbikata İsrail'in katılmasına itirazına da, TRT'de gösterilen bir filme İsrail'in itirazına da hep tek gözlükle bakmışlar: İsrail gözlüğüyle...

Tezin galiba en zayıf halkası da bu: Ülkesinden çok başka ülkelerin yararını düşünenler ile demokrasinin önünü kesmek için gerekirse 'Şeytan' ile işbirliği yapmaya bile hazır olan herkes ve her çevreyle 'hesaplaşma' söz konusuysa, 'birileri'nin de Tayyip Bey'in de işi çok zor...

"Namussuzlar, ahlâksızlar" diye bağıran Bektaşi'nin pencerelerden uzanan başları görünce söylediği gibi... O kadar çoklar ki...

Maruzatım bu kadar.


Etiketler: atatürk mustafa kemal kemalist atataürkçü laik içki alkol darbe mason kent otel asker emekli chp yargıtay gata Alemdaroğlu Hürriyet Atatürkçü, laik, Cumhuriyetçi şarapçı Ertuğrul özkök hac umre Tiraj Ahmet Hakan Şarapçı Takkeli Liboş Bekir Coşkun Emin Çölaşan


En son Ekim tarafından Cmt Ekm 17, 2009 8:03 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş May 07, 2009 9:47 pm    Mesaj konusu: Pa$a'nIn Ev Koleksiyonu Alıntıyla Cevap Gönder

Paşa Ev Koleksiyonu Kurmuş
07 Mayıs 2009 11:12

Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerine konulan Örnek'in günlüklerinde, Salim Paşa'nın yolsuzluklarına yer veriliyor. Günlüklerde "Seks partisi" de var...
İlişkili HaberlerTüm Haberler
Ergenekoncular Birbirine GirdiTaraf'ta Ergenekon HaberleriETÖ Hesaplarına Şok KıskaçStar'da Ergenekon HaberleriSabah'ta Ergenekon Haberleri

28 Şubat'ın emlak getirisi: Salim Paşa'ya 5 yılda 11 ev ve arsa

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğu ileri sürülen ve Ergenekon iddianamesinin ekleri arasında yer alan günlüklerde 1997 - 1999 döneminde görev yapan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu'nun adının karıştığı yolsuzluk iddialarına yer verildi.

İddianamenin ekleri arasına konulan "günlük'lerdeki ifadeler şöyle:

1 FEVKALADE LÜKS BİR BİNA: 23 ARALIK 2000

(Em. Yüzbaşı Suat Hızarcıoğlu'ndan alınan bilgiler)

- Salim Paşa 1995ten bu yana 11 ev, 4000 metrekare arsa, 3 otomobil satın almış, 1 Eylül 99, 1 Eylül 00 arasında 17 kez yurt dışına gitmiş. Evlerden Acarkent'te yapılanın resmini gördüm, fevkalade lüks.

- Remzi ağabey ile Salim Paşa kavga etmiş, Paşa bir miktar parayı Remzi ağabeyin kızı Selva'ya iade etmiş. Selva da parayı Salim Paşa'ya, 'Bu para Fransızlarla yapılan son işten sana düşen payın son taksidi, diyerek iade etmiş.

- Salim Paşa'nın parası Switzerland Union Bank'taymış.

RÜŞVET SÖZLEŞMESİ: ARALIK 2002-OCAK 2003

- 31 Aralık'ta müteahhit Feridun Toydemir geldi. Bir sözleşme kopyası verdi. Toydemir, Suat Hızarcioğlu, Ahmet ve Mehmet Dervişoğlu 24-01-2000'de imzalamış. Deniz Kuvvetleri ve Sahil Güvenlik'le yapılacak tüm ihalelerde ortak hareket edeceklerine kârı eşit olarak böleceklerine dair bir sözleşme.

MOLDOVA'DA SEKS PARTİSİ: 17-18 MAYIS 2001

- Moldova'ya gitme meselesini tekrar duydum. Bana gidenlerin Tayfun, Tanju, Cengiz, Yalçın, Çanakkale'de 2000'de ikmal destekte görev yapanlar ve müteahhitler olduğunu, Şubat 2000'de orada bir ev tutulduğunu, seks partisi düzenlendiğini belirtti.

- Alb. Cengiz, Alb. Tayfun, Yzb. Yalçın hafta sonlarında Host Hotel'de ve geceliği 5000 dolar olan mankenler ile, organizeyi Ayhan Çarıkçılar yaparsa kendi evinde Rus kızları ile alem yapmaktadır.

ON BİN DOLARI BASTIRAN: 29 KASIM 1999

- Yzb. Yalçın'ın para karşılığı asker ataması yaptırdığına dair bazı bilgiler var. Ben daha Dz. K.K. Kurmay Bakanı iken Burak'ın (Örnek'in oğlu) arkadaşları Ömer ve Metin Usta 10.000 dolar karşılığı askerliklerini hiç birliklerine uğramadan yaptıklarını söylediler... İstanbul'a atama yapıldığını tespit ettim ama parasal ilişkiyi tespit edemedim.

Kaynak: Habertürk

'Paşa Gazetesi' İçin Verilen Emir

10 Mayıs 2009 11:33
Balbay ve Paşalar'ın,Cumhuriyet Gazetesi'nin tirajını artırmak için üniversitelerde ve kışlalardaki çalışmaları. Düşman ilan ettikleri Zaman Gazetesi ile mücadeleleri.
İlişkili HaberlerTüm Haberler
Milliyet'te Ergenekon HaberleriMilliyet'te Ergenekon HaberleriERUYGUR'UN BAŞBAKANLIK KÖSTEBEĞİT. ÖZKAN: O NAMUSSUZ YALANCIGazetecilere Davanın Arkasından Eruygur Çıktı

Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, gazetenin haber ve tiraj değerlendirmelerini Şener Eruygur, Levent Ersöz, ve Atilla Uğur'la birlikte yapıyormuş. Mümtaz Soysal'ın ifadesiyle tirajı 'silah' olarak nitelendiren Balbay, "Şimdi bu gazeteyi 100.000 sattırırsak gündemi bir başka türlü etkileriz." Diyor. Balbay'la defalarca görüştüğü anlaşılan Eruygur, Jandarmaya ait birimlerde Cumhuriyet'in satılması için birlik komutanlarına emir verileceğini söylüyor. Eruygur, verilen emirlerde farklı bir taktiğin olduğunu şu cümlelerle anlatıyor: "Cumhuriyete kapıyı açarken, diğerlerine de hissettirmeden hafif hafif kısın. Adam orada cumhuriyeti görecek. Bakacak ki, Hurriyet yok Milliyet yok, neyse alacak. Yani çift taraflı olarak yönlendireceğiz."

İddianamede yer alan bilgelere göre, Ergenekon sanıkları yaptıkları her şeyi kayıt altına almış. Mesela Mustafa Balbay'ın günlüklerinde tam anlaşılamayan bir olay Levent Ersöz ve Şener Eruygur'un kamera kayıt dökümlerinde var. Bu üç ismin cumhuriyet gazetesi için özel çalışma içinde olduğu görülüyor. Kitap promosyonu için Şener Eruygur'dan yüz milyarlık bir destek isteyen Balbay bunun önemini anlatırken 'Birincisi tirajı arttırır, ikincisi iktidara karşı bir mücadele zemini gelişir." Diyor.

Mustafa Balbay, gazetenin GATA'da da satılabileceğini belirtiyor. Bu konuda fiyat indirimi yapabileceklerini teklif ediyor. Bazı üinversite ve yurtlarda indirimli gazete sattıklarını anlatıyor. Şener Eruygur hangi üniversiteler olduğunu sorunca Balbay şöyle diyor: "ODTÜ, Dil tarih coğrafya fakultesi orası fena değil. Gazi'ye giremedik." 'Bursa Uludag yok mu?' diyen Eruygur desteğini şöyle devam ettiriyor: "Biz tanığımız rektörler vasıtasıyla diğerlerine de bu konuyu anlatırız. Dolayısıyla onlarda da bir hareketlenme sağlarız."

'Erler eskisi gibi cahil değil' sözleri ile konuşmaya katılan Levent Ersöz, cumhuriyet'in askeri birliklerde satılmasının önemine dikkat çekiyor: "Şimdi bu o kadar önemli ki, bu asker 2 ay sonra tezkere alıyor. Burada ufacık bir alışkanlık kazanması, bu gazete eskiden babamın dediği gibi komünist değilmiş diyecek." Eruygur ve Ersöz, Jandarma'dan sonra diğer birliklerin de cumhuriyet alması için uyarılıcağını anlatıyor.

2003-2004 yılında Kıbrıs'ta yaşanan gelişmeler konusunda gazete haberlerinin etkisi de konuşuluyor. Balbay bunu şöyle anlatıyor: "Hep konuşuyoruz ya bu medya gücüne karşı çıkmamız gerekiyor. Mümtaz hoca (soysal) onlarla başa çıkabilmemiz için onların silahlarıyla karşı koymalıyız, onların tirajı 500.000 ise sen de çıkaracaksın, televizyonları varsa senin de olmalı diyor."

Tiraj planlarının yapıldığı toplantılarda Zaman Gazetesi'nin satışları da gündeme gelmiş. Ekip burada çirkin ifadeler kullanıyor. Askerlerden promosyon için para isteğini tekrarlayan Balbay şöyle konuşuyor: "Mesela o işe ilk başladığımızda bize İş bankası yardımcı oldu. Alparslan ışık'ın bu Fethullah Gülen ile ilgili bir kitabı vardı. Ona vermiştik. Zamancılar İş Bankası'na öyle bir yüklendi ki İş Bankası ürktü ve geri çekti sponsorluğunu. Yani böyle bir deneyim yaşadık. Şimdi bu deneyimi dikkate alarak kitaplarda Fethullah Güleni vermedik. Onunla gazete sayfalarında zaten uğraşıyoruz. Atatürk kitapları vererek acaba Oyakbank bize sponsor olsun istiyoruz." Mustafa Balbay işi o kadar ileri götürüyor ki, 'askerden ihale alan şirketlerin bile taranıp' bu konuya dahil edilmesini istiyor.

Ülker Grubu'nun cumhuriyetin bazı eklerine sponsor olması da kayıtlara girmiş. Eruygur, 'Bizde soru işareti oldu' diyor. Balbay'ın Paşa'yı ikna için verdiği cevap bir hayli ilginç: "Bu karşıda mı, o karşıda mı deyinceye kadar çocuklar bu konularda Mustafa Kemal stratejisi uygulayacaksınız. Düşmanın yanında çekebileceğin birileri varsa çekeceksin."

aktifhaber


En son Ekim tarafından Pzr May 10, 2009 6:18 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr May 10, 2009 6:04 pm    Mesaj konusu: T. ÖZKAN: O NAMUSSUZ YALANCI Alıntıyla Cevap Gönder

T. ÖZKAN: O NAMUSSUZ YALANCI

10 Mayıs 2009 09:26
Tuncay Özkan'dan Eruygur'a yaylım ateş: "O namussuz, yalancı"
İlişkili HaberlerTüm Haberler
Milliyet'te Ergenekon HaberleriGazetecilere Davanın Arkasından Eruygur Çıktı ERUYGUR'UN BAŞBAKANLIK KÖSTEBEĞİMilliyet'te Ergenekon HaberleriRadikal'de Ergenekon Haberleri

Tuncay Özkan'dan Eruygur'a yaylım ateş: O namussuz, yalancı

Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Tuncay Özkan'ın 21-22 Haziran 2008 tarihlerinde yapılan ADD Olağan Genel Kurulu'nda, Şener Eruygur'u devirip ADD'nin yönetimine hakim olmak için çabaladığı ortaya çıktı.

İkinci iddianameye ait ek klasörlerde yer alan telefon konuşmalarından, Özkan'ın ADD yönetimine kendi adamlarını sokmak için yoğun faaliyet yürüttüğü anlaşılıyor. ADD Denizli Şube Başkanı Gülizar Biçer'in başkanlığında liste hazırlayan Tuncay Özkan, bu listeye Tuncay Mollaveisoğlu, Fikri Taşçı, Şahin Filiz, Adnan Bulut gibi isimleri dahil etmiş. Özkan'ın ADD Bilim Danışma Kurulu için Süheyl Batum üzerinde karar kıldığı görülüyor.

Özkan'ın ADD yönetimine kendi ekibini sokmak istemesinin arkasında ise derneğin o dönemki başkanı Şener Eruygur'a duyduğu öfke var. Olağan genel kurulun yapıldığı 21 Haziran'da Özkan'ın yaptığı telefon konuşmaları da bu nefretin göstergesi.

Aynı davanın sanıklarından emekli asker Tanju Güvendiren, Tuncay Özkan'la Şener Eruygur arasında aracılık yapıyor. Güvendiren, Özkan'a, 'Eruygur'un kendisinden destek beklediğini' aktarıyor. Bunun üzerine Özkan şunları söylüyor: "Ben destek vermem. O namussuz, yalancı. Ben yalancıları desteklemem. Bu Harbiye'yi kökünden kaldırmadıkça bu ülke düzelmez zaten." 19 Haziran 2008'de Şahin Filiz'le yaptığı telefon görüşmesinde de Tuncay Özkan, ADD Genel Başkanı Şener Eruygur'u yalancılık ve kumpasçılıkla suçluyor: "Benim için hocam dünyada en önemli şey yalansız olmak. ADD genel başkanı yalan söyleyemez. ADD genel başkanı kumpas yapamaz. ADD genel başkanı sözünü söylerse sözünü tutar."

Kaynak: Zaman
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr May 10, 2009 10:09 pm    Mesaj konusu: Türkan Saylan Alıntıyla Cevap Gönder

Araştırmacı - Yazar Yılmaz DİKBAŞ:
‘Türkan Saylan Hıristiyan Misyoneri, ABD Mandacısı ve Casusudur!’


Yılmaz Bey, biliyorsunuz, son Ergenekon Operasyonlarında, ÇYDD şubelerine de baskın düzenlendi. Müslüman Türk halkı açısından Türkan Saylan kimdir, ÇYDD nasıl bir kurumdur? Bize anlatabilirmisiniz?..

Şimdi, benim yazdığım iki kitap var, özellikle bu konuyla ilgili, içinde bu konunun da bulunduğu daha doğrusu Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi ve diğeri de “Gaflet, Dalalet, Hıyanet”. Bu iki kitabım da Asya Şafak yayınlarından çıktı. Bunlardan birincisin de ÇYDD’nin AB’den hibe aldığını yazdım. Türkan Saylan’ın başında bulunduğu ÇYDD, AB’den 200 bin Euro, o günkü o tarih itibariyle, iki buçuk yıl önceki tarih itibariyle toplam 200 bin Euro hibe almıştı. Hibe karşılıksız para demektir. Bunu savunabilmek için kendilerini, dediler ki çevrelerine; bu hibenin içerisinde TC devletinin parasıda vardır.Bu büyük bir yalandı, ben bu yalanı kendilerinin yüzlerine vurdum. Sözünü ettiğim ilk kitabım da, benim Türkan Saylan’a yazdığım mektup da vardır. İlk mektubuma cevap verdi ikincisine veremedi. Ben aldığınız bu hibeleri nereye, nasıl harcadınız, kimlere verdiniz? Diye yazdığımda cevap vermedi. Oysa ondan önce yazdığım mektuba cevap yazdığında sorularınız varsa sorun ben cevaplarım demişti. Hibelerin nereye gittiğini o günkü tarih itibariyle Türkan Saylan cevaplayamadı. Yine bu iki kitabım da, “Gaflet Dalalet Hıyanet” de göreceksiniz ÇYDD, başında Türkan Saylan’ın bulunduğu ÇYDD’nin Türkiye’de Hıristiyan, Protestan misyonerliğini yaptığını yazdım. Üç dernek var Türkiye’de; ÇYDD, üç kuruluş demem lazım, ÇYDD, Çağdaş

Eğitim Vakfı ve Sağlık ve Eğitim vakfı. İkisi vakıf birisi dernek olmakla üç kurum var. Bunların üçü el ele, kol kola, yan yana Türkiye’de Hıristiyan, Protestan misyonerliği yapmışlardır. ABD’de ki Protestan kiliselerinin yönetimin de, denetimin de çalışmışlardır. Hedefleri şudur, şu olmuştur; Türk çocuklarını, özellikle yoksul aile çocuklarını ve işsiz gençleri seçmişler ve bunları Hıristiyanlaştırmaya çalışmışlardır. Şimdi, Hıristiyan misyonerliği yaptığını söyleyince buna sadece dini bir propaganda olarak bakmayalım. Böyle bakarsak işin kapsamını tam anlayamamış oluruz. Çünkü Hıristiyan misyonerliği yaparken, yaptıklarını söylediğimiz de bazı kesim Türkiye’de kendilerine Batıcı, AB’ci gören, öyle olan insanlar diyorlar ki; “ne var? Demokrasi var, özgürlük var, birileri de Hıristiyan dininin propagandasını yapar?” Öyle değil, bu ÇYDD para vererek yoksul aile çocuklarını, fakir işsiz gençlerimizi önce dininden ve dilinden soğutmak, arkasındanda ulusal değerlerinden soğutarak Türk çocuklarının ulusal kimliklerini eritmek istemişlerdir, kimliksiz yapmak istemişlerdir. Şimdi bu çok vahimdir, asıl ağır olan, asıl tehlike olan budur. Eğer siz bir ülkenin gençlerini önce dinlerinden, inançlarından soğutur sonra dillerinden soğutur sonra tarihlerinden, kültürlerinden soğutursanız; o çocuklar ulusal kimliklerini kaybederler. Peki, ulusal kimliklerini kaybedince onun yerine başka bir şey koymanız lazım, işte onun yerine Türkan Saylan’ın da başında bulunduğu derneğin ve diğer o saydığım iki kurumunda yaptığı, Hıristiyan Avrupa kimliğini koymak istemişlerdir. Ben kitaplarım da belgeleriyle yazdım AB’nin en önemli propaganda araçlarından biri şu olmuştur, söylemleri; “Artık Avrupa’da, AB ülkelerinde İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan yoktur Avrupalı vardır.” Bu ülkelerin insanlarına bunu da yatmışlardır. İngiliz’e sen artık kendine İngiliz deme, Avrupalıyım de, Fransız’a artık sen Fransız’ım deme Avrupalıyım de, diyerek büyük paralarla büyük propaganda yapmışlardır. Ve bunlar büyük Avrupa birliğinin mimarları buna European Identity dediler. Yani Avrupa kimliği, ulusların kimliklerini eritmek yerine tek bir kimlik kurmak, Avrupa kimliği. Fakat ne oldu biliyormusunuz? Yıllar süren propagandalardan (ayrıntılara giremiyorum, kitabım da var) büyük paralar harcadıktan sonra şu oldu; bir an ket yaptılar, bir kamuoyu yoklaması yaptılar AB ülkelerinde. Gittiler İngilizlere sordular;_ kendinizi nasıl tanıyorsunuz? Önce İngiliz’im mi diyorsunuz, önce Avrupalıyım mı diyorsunuz? Önce Avrupalı

sonra İngiliz’im mi diyorsunuz? Cevap verin.


Aynı şekilde Fransız’a, Alman’a, İtalyan’a gittiler, işte sonuçlar ortaya çıktı, belgelidir yazdım. Şimdi şunu bekliyorlardı; büyük propaganda paraları harcadıktan sonra bütün bu milletlerin; Evet biz artık kendimizi Avrupalı, kimliğimiz Avrupalı, demelerini bekliyorlardı. Onları hayal kırıklığına uğratan bir sonuç çıktı. İngilizlerin verdiği cevapların yüzde doksanı şöyle çıktı; _ Ben İngiliz’im, Fransız, ben Fransız’ım, Alman, ben Almanım, İtalyan, ben İtalyan’ım… Şunu gördük; Avrupa’da ulusal kimliğinden hiç kimse vazgeçmiş değil. Vazgeçiremediler. Avrupalıyım ama ben önce Fransız’ım, benim milletim Fransız, benim milletim İtalyan, benim milletim İngiliz dediler ve ulusalcılığın değil yok olmak en ufak bir sarsıntıya uğramadığını gördüler ve ulusal devletleri yıkmanın da çok zor olacağı böyle ortaya çıktı. Fakat bu propaganda Türkiye’de AB mandacıları tarafından sürekli yürütüldü. İşte bu propagandayı yürütenlerden biriside ÇYDD’nin başkanı Türkan Saylan’dır. Türkan Saylan’ın Atatürkçü olduğu tam bir uydurmadır, tam bir safsatadır. Atatürk’ü maddi olarak kullanmıştır. Elbette ki öyle yapacaktır, Anadolu halkına, Türk halkına şirin gözükebilmek için, çağdaş gözükebilmek için bakın derneğinin adına da çağdaş demiş,


Evet

Öyle kamufle edecektir tabi, kendisini kamufle etmeden resmen ortaya çıksa deseki; hey Türk halkı ben şimdi Hıristiyan misyonerliği yapacağım, sizin kimliğinizi değiştireceğim, dese üç dakika ayakta kalabilir mi? Hayır.


Ben Atatürkçüyüm dedi, ben Kemalist’im dedi, ben devrimciyim dedi, ben çağdaşım dedi, ben Avrupalıyım, Batılıyız bizim hepimiz Atatürk’ün yolundayız gibi yalanlarla uyuttu. Kendisi bir sahte Atatürkçüdür, Atatürkçülüğü maddi olarak kullanmış birisidir. Şimdi bakın, en son daha iki gün, bu gün pazartesi değilmi?


Bu gün pazartesi, 20 nisan pazartesi, 19 Nisan Pazar, Hürriyet gazetesin de bir mülakatta konuşuyor bakın, Ayşe Arman vardır hürriyet gazetesin de, Ayşe Arman ile röportaj yapıyor, ben çok fazla bir şey söylemeden hemen o konuşmadan bir bölüm okuyorum.


Ayşe Arman soruyor, şimdi Türkan Saylan Türk çocuklarına eğitim için paralar verdim diyorya, herkesi de öyle kandırıyor ya, Ayşe Arman soruyor; Burs verdiğiniz çocuklar arasında başörtülü çocuklar var mı? Hayır! diyor cevap hayır.


Şimdi bakın, halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede başörtülü çocuklara burs vermediğini söylüyor, “hayır” diyor. Görüyormusunuz? Saklayamıyor da artık.


Ve diyor ki devam ediyor, böyle bir ülkemiz var o çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor, bizimse böyle casus gibi olanları aramız da istemiyoruz, diyor. Şimdi düşünebiliyor musunuz yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede halkının, başı örtülü çocuklara burs vermeyişine de bunlar militandır, bunlar casustur diyor.


Oysa kendileri casusluk yapıyor.

Evet tabi. Hani Allah söyletti derlerya kendisinin casus olduğunu kendi diliyle ele veriyor.


Kendisi bir Hıristiyan militandır, Hıristiyan misyoner militandır ve kendisi tam bir ABD mandacısıdır ve ABD casusudur. Yaptığı iş budur. Başörtülü çocuklarımızın ne casuslukla ne militanlıkla ilgisi vardır. Herkese ben şöyle bir soru sorayım; bu Türkan Saylan denilen kişi güya eğitimci, burs veriyor ve çocuklarımızı eğitiyor. Ama başörtülülere vermiyor çünkü onları çağdaş görmüyor, casus görüyor, militan görüyor. Peki, aklı başında olanlar Türkan Saylan’a şunu sormaları gerekir; efendim siz eğitmenseniz asıl bu çocuklara burs verin onları kurtarın, öyle değilmi?


Evet, madem böyle bir militan var, değilmi?

Mademki bunlar, sapmışlar militan olmuşlar, bunlar sapmışlar casus olmuşlar başka bir tarafın, siz bu Türk çocuklarını kurtarın. Başlarınada başörtü koyarak dinci olmuşlar, onların kendi deyimine göre çağ dışı kalmışlar, o zaman siz önce bu çağ dışı kalmış militanlığa ve casusluğa meyilli çocuklarımızı kurtarın, bunları kurtarmanız gerekmezmiydi? diye sormaları gerekmezmi?


Şimdi bakın bir şeye daha dikkatinizi çekeyim yine Ayşe Arman’ın sorusundan hareketle konuşuyorum kendim bir şey katmadan.


Burs verdiğiniz çocuklar arasın da başörtülü çocuklar var mı?.. Dikkatinizi çekiyorum, türban yok.


Türban uzun süre bir siyasi görüşün simgesi olarak kullanıldığı iddia edilmedi mi?


Ama Allah aşkına herkes elini vicdanına koysun, başörtüsü ne zamandan beri bir düşmanlığın simgesi oldu bu topraklarda?


Başörtüsü ne zamandan beri bizim annelerimizin, bacılarımızın, eşlerimizin başındaki başörtü ne zamandan beri casusların militanların örtüsü oldu? Allah aşkına! Bundan daha alçaklık, bundan daha büyük ahlâksızlık düşünebiliyor musunuz? Bakın daha ileriye giderek bir şey söylüyorum; Türkan Saylan’ın yaptığına ayrımcılık ve bölücülük derler. Değil mi? Bu ülkenin başörtülü çocuklarına militan, casus, onlara burs vermem diyorsanız ayrımcılık yapıyor, bölücülük yapıyorsunuz demektir.


Evet.

Türkan Saylan ayrımcı ve bölücüdür. Kendisine verilen görevde bu halkı ayırmak, ayrıştırmak ve bölmektir. Şimdi şunu dikkatlerden kaçırmayalım; ÇYDD’nin bir çok şubesi ve bu şubelerde gönüllü olarak çalışan çok iyi niyetli insanlarımız var. Bunlar tepedeki olanlardan habersizler. Bunlar, Türkan Saylan’ın ve yönetim kurulunda ki kişilerin asıl niyetlerini plan ve projelerini bilmiyorlar. Bakın bizim insanlarımız, Anadolu insanı yufka yüreklidir. Öyle değilmidir?


Evet

En zor durumlar da bile birisine yardım etmek söz konusu olduğun da koşarlar.


Mazlumdan yana tavır alır.

Tabi. Şimdi bu kadında çıkıyor diyor ki; bakın doğu Anadolu’da, güney doğu Anadolu’da bir sürü fakir çocuklar var, yoksul aile çocukları var, bunlar okuyamıyor gelin bunlara yardım edelim, ne olur bakın hayırlı iş yapıcaz, biz Atatürkçüyüz, deyince tabandaki o insanlar iyi niyetli yufka yürekli insanlarımız bunun ötesini sormazlar. Doğaldır, bilemezler dünyanın her tarafında bu böyledir. Onun için büyük kitleleri aldatmak kolaydır. Bu çok güzel işler yaptığını aşağıya anlatınca, aşağıdaki insanlarTürkan Saylan’ı sorgulamıyorlar. Bugün biz bunları söylemeye kalksak inanmakda zorluk çekeceklerdir, olurmu? Diyeceklerdir. Bak kaç kişiye burslar verildi, bilmem neler verildi… Ama bu gerçekleri onlara anlatmak, göstermek gerekli.


Kesinlikle...

Ve Türkan Saylan bu toprakların iyi niyetli, yufka yürekli, yardım sever, merhametli insanlarını sömürmüştür.


Kullanmıştır, hala kullanmaya devam ediyor, ayrımcılık yapıyor. Türkan Saylan’da gerçekten şefkat yoktur, merhamet yoktur. Şefkat ve merhamet olsaydı onda Anadoluda başörtülü çocukları militan ve casus olarak damgalamazdı.


Ondan bunun hesabını mutlaka sormalıdırlar.


Sorgulamalıdırlar, demelidirler ki gel bakalım bunları anlat bakalım ne demektir? Diye.


Söylediğiniz özellikle doğudan fakir Kürt müslüman çocuklarını alıyor

ya, özellikle bu fakirleri Hırıstiyanlığa yönlendirdiği...

Tabi böyle yapmıştır. Bakın, bakın ben kitaplarımda bunları yazdım, biraz önce adlarını saydığım kurumlar, AB mandacıları ve Hıristiyan Protestan misyonerleri beni önce iki türlü, iki ayrı konuda mahkemeye verdiler.


Önce bunlara Truva atı dediğim için mahkemeye verdiler bunlar beni, dediler ki bize vatan haini diyor. Davayı ben kazandım. Kaybettiler, temyize gittiler, temyizde tasdik etti. Öyleyse Türkan Saylan başta olmak üzere diğer AB’den hibe almış olaların Truva atları oldukları mahkemece tescillenmiştir.


Bunun hiç tartışmaya açık yanı yoktur. Sonra tuttular bu Avrupa Hıristiyan misyonerleri gene beni mahkemeye verdiler, tazminat istediler. Hıristiyan misyonerleri değilmiş, ben onlara iftira atıyormuşum. Gene mahkemeyi ben kazandım, gene temyize gittiler, gene ben kazandım. Bakın çok açık net altını çizerek söylüyorum; Türkan Saylan ve ÇYDD başkanlarının ve onların yönetim kurulu üyelerinin Hıristiyan misyonerleri olduğu mahkemece tescil edilmiştir.


Daha ne diyeyim? Şimdi bunları savunanların gözlerine bu gerçekleri soktuğunuz halde tabi onlar da aynı çevrenin borazanı olduğu için, savunmaya devam ediyorlar. Şimdi toz duman bir birine karışık olduğu için aşağıda ki dürüst, samimi, merhametli, şefkatli insanları galeyana getirdikleri için henüz gerçekleri anlatıp, onlara gerçekleri, doğruları söyleyecek bir ortamda yok ortada gördüğünüz gibi…


Baran Dergisi Sayı: 119
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş May 14, 2009 9:40 pm    Mesaj konusu: DÜNDAR'I ÇILDIRTACAK HABER Alıntıyla Cevap Gönder

DÜNDAR'I ÇILDIRTACAK HABER
14 Mayıs 2009
Uğur Dündar'ın eşiyle ilgili iddialı açıklamasına belgeli yalanlama..

Ergenekon soruşturmasına yönelik 2. iddianamede karısının sık sık Brezilya’ya gittiğine dair iddiaların yer alması üzerine Uğur Dündar çok sinirlenmişti.

Dündar, Star Ana Haberde, yüksek sesle Ergenekon Savcıları'na, Adalet Bakanı'na ve Başbakan'a seslenmişti.

Dündar daha sonra iddialı bir cümle kurarak“Evlendikten sonra biri çıkıp karımın tek başına yurt dışına çıktığını ispat ederse intihar ederim” demişti.

Ancak Uğur Dündar’ın manken eşi Yasemin Baradan (Jasmin Mroz)’ın yanında Uğur Dündar olmadan defalarca yurt dışına çıktığı belirlendi.

66 yaşında olan Uğur Dündar, kendisinden 28 yaş küçük olan 1971 doğumlu eşi Yasemin Baradan ile ilgili bazı iddiaların yer alması üzerine haber sunduğu televizyon kanalında Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcılara ateş püskürmüş ve “Biri evlendikten sonra karımın tek başına yurt dışına çıktığını ispat ederse intihar ederim” demişti. Yasemin Baradan’ın, Uğur Dündar ile 30 Ekim 1993 tarihinde evlendikten sonra, yanında Dündar olmadan defalarca yurt dışına çıktığı belirlendi.

Vakit Gazetesi'nin medya dünyasında çok tartışılacak haberine göre; Yasemin Baradan, Uğur Dündar ile evlendikten sonra 031538 ve 760065 nolu pasaportlar ile birçok defa yanında Uğur Dündar olmadan yurt dışına çıktı.

YASEMİN BARADAN’IN DÜNDAR OLMADAN YURT DIŞINA ÇIKTIĞI TARİHLER

Yasemin Baradan ile Uğur Dündar’ın, evlendikten sonra ilk yurt dışı seyahatlerini 22 Aralık 1993 tarihinde beraber yaptığı görülüyor. Uğur Dündar’la evlendikten sonra Yasemin Baradan’ın yanında kocası olmadan yurt dışına yaptığı ilk seyahatin ise 31 Ağustos 1995 tarihinde gerçekleştiği görülüyor.

BARADAN’LA İLGİLİ İDDİALAR ERGENEKON’A BÖYLE YANSIMIŞTI

Bilindiği gibi 2. Ergenekon iddianamesinde İlhami Yangın isimli şahıstan Akşam Gazetesi yazarı Gülay Kömürcü’ye gönderilen, Kömürcü’den de Turhan Çömez’e aksettirilen bir elektronik postada Uğur Dündar ile eşi hakkında bazı iddialar yer almıştı. Gülay Kömürcü’ye gönderilen mailde Uğur Dündar’ın eşi Yasemin Baradan’ın sık sık Brezilya'ya gittiği ve birtakım fotoğraflar olduğu öne sürüldü.

İŞTE DÜNDAR'IN CANLI YAYINDAKİ O SÖZLERİ

Bu bilgilerin iddianamede yer alması üzerine ise Uğur Dündar canlı yayında savcıları sert bir dille eleştirmiş, “Benim eşim evlendikten sonra hiçbir zaman tek başına yurt dışına çıkmadığı gibi hayatında Brezilya'ya gitmedi. Evliliğimiz döneminde Brezilya'ya gittiğini biri çıksın ispat etsin. Ben şu dakikada görevimi bırakacağım. Hatta intihar bile ederim. Bu namus meselesi” ifadelerini kullanmıştı.

YASEMİN HANIM LATİN AMERİKA HAYRANIYMIŞ
Canlı yayında eşinin tek başına yurt dışına çıkmadığını iddia eden Uğur Dündar, eşi ve ailesiyle ilgili 13.06.2004 tarihli Hürriyet’te Ayşe Arman’a verdiği bir röportajda eşinin Latin Amerika kültürüne olan ilgi ve sevgisini dile getirmişti.

DÜNDAR CEVAP VERMEDİ, YERİNE ASİSTANI KONUŞTU

Sorulara cevap vermeyen Uğur Dündar, kim olduğu tarafımızca bilinmeyen ve asistanı olduğunu iddia eden Türkan Aydınlı aracılığı ile sorularımıza cevaben yolladığı metinde şu satırlara yer verdi: “Anlaşılan birileri sizi fena halde işletiyor! Ben Sayın Uğur Dündar’a 1992 yılından bu yana asistanlık yapmaktayım. Yasemin hanım’ın yurt dışına çıkışlarında -bir zorunluluk olmamakla birlikte- yanında mutlaka eşi veya annesi, ya da çok yakın bir akrabası bulunmuştur. Yakın akrabalarının soyadları tutmadığı için, güvendiğiniz kaynaklar(!) bu gerçeği görememişler! Haberinizi yanlış bilgiler üzerine oluşturduğunuzu bir kez daha belirterek uyarıyor, aile namus ve şerefine iftirada ısrar edilmesi halinde sayın Uğur Dündar’ın her türlü yasal girişimde bulunacağını bilmenizi rica ediyoruz.”

İşte Yasemin Baradan’ın yanında kocası Uğur Dündar olmadan yurt dışına çıkış yaptığı seyahatlerin tarihleri:

Çıkış: Giriş: Havaalanı:
31.8.1995 19.11.1995 Atatürk Havaalanı
09.03.1997 11.03.1997 Atatürk Havaalanı
27.03.1997 31.03.1997 Atatürk Havaalanı
27.11.1997 01.12.1997 Atatürk Havaalanı
14.01.1998 13.03.1998 Atatürk Havaalanı
21.06.1998 02.07.1998 Atatürk Havaalanı
27.08.1998 29.08.1998 Atatürk Havaalanı
30.09.1998 02.10.1998 Atatürk Havaalanı
12.04.1999 25.04.1999 Atatürk Havaalanı
03.01.2004 24.04.2005 Atatürk Havaalanı
07.03.2006 16.04.2006 Atatürk Havaalanı
26.04.2007 05.09.2007 Atatürk Havaalanı
10.01.2009 12.01.2009 Atatürk Havaalanı

aktifhaber

Aydın Doğan’ın Ergenekon korkusu
Mustafa YÜREKLİ

Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış 'Plazaların Efendisi: Aydın Doğan' isimli kitabını okuyanınız var mı?
Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” (2.Baskı, Karakutu Yayınları, 2003) isimli kitabını okuyanınız var mı? Bu kitapta, benim en çok dikkatimi çeken, daha doğrusu çok merak ettiğim soruların cevabını bulduğum bölüm, Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet gazetelerini alışıyla ilgili bölümleri..

Sözü uzatmadan Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet’i İnan Kıraç sayesinde aldığını söylediğini belirteyim: “İnan Kıraç’ın Milliyet’i almamda çok büyük manevi katkıları oldu. Hürriyet’i aldığım dönemde de bankalarından kredi aldım.” diyor. Bu büyük desteği, “dostlukla açıklıyor. Siz bu dostluğu “mason biraderliği” olarak anlayabilirsiniz.

Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin satışının ünlü mason İnan Kıraç tarafından Almanya’da ayarlanışı, üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır. Aydın Doğan ve İnan Kıraç bugün Cumhuriyet gazetesi ortaklarındandır, aynı zamanda.

MİLLİYET’İN ALMANYA’DAKİ SATIŞINDA İKİ MASON

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Türkiye’de medya Selaniklilerin kontrolündedir. Medya, Yahudilerin, dönmelerin ve masonların iyi örgütlü oldukları, kale gördükleri ve ellerinde bulundurma konusunda savaş verdikleri bir alandır.

Gazetecilikte Bab-ı Âli dönemi yaşanırken, “medya patronlarının mesleği de gazetecilikti” edebiyatıyla saklanan bir husustur, bu Türk medyasının Selaniklilerin kontrolünde olduğu gerçeği. Hürriyet’in başında Sedat Simavi, daha sonra oğlu Erol Simavi, Cumhuriyet’in başında Yunus Nadi Abaloğlu, Vatan’ın başında Ahmet Emin Yalman, Milliyet’in başında Ali Naci Karacan ve Sabah gazetesinin başında Dinç Bilgin gibi dönmelikle mahut medya patronu şahısları burada anmakla yetineceğim.

Milliyet gazetesinin başına Ali Naci Karacan’dan sonra oğlu Ercüment Karcan geçer ve 1975 yılından itibaren gazeteyi satıp yurt dışına yerleşmeyi düşünmeye başlar. Hasan Pulur, Milliyet’in satışıyla ilgili anılarını anlatırken, “Gazetenin Ercüment Bey tarafından satılacağına dair söylentiler çıkmaya başlamıştı. Önce Kadir Has alacak dendi, Selahattin Beyazıt alacak dendi, daha bir sürü isimler atıldı ortaya. Biz bunların hepsini Babıâli dedikodusu olarak alıyorduk. Hatta o günlerde ben köşemde “Evet Milliyet satılıyor, her gün 1 liraya’ şeklinde bir yazı da yazmıştım. Ercüment Bey’in de hoşuna gitmişti.” diyor. (s. 62)

Ercüment Karaca’nın damadı ve gazetenin önemli yazarlarından Mehmet Ali Birand o günleri “1975’ten itibaren gazeteyi satmayı kafasına koymuştu. ‘Bıktım bu memleketten, bu ülkede yaşamaktan’ deyip duruyordu. O sıralarda bir de kal sorunu çıktı. Semiramis’in de üzerinde etkisi büyüktü.’Kalk gidelim Ercüment, dışarıda oturalım.’diye tutturmuştu. Ancak gazetenin satılmasına Abdi İpekçi en büyük engeldi.“ diyerek anlatıyor. (s. 62)

Bir başka Selanikli olan Abdi İpekçi’nin engellemesi sonucu, Milliyet böyle falana satılacakmış, yok filan talipmiş söylentileriyle dört yıl geçer, 1979 yılına girilir. Aydın Doğan, 1974 Kıbrıs Harekâtı ile 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi arasındaki altı yıllık karışık dönemde tarih sahnesine çıkar ve ateşli bir şekilde Milliyet’e talip olur. Abdi İpekçi, “buzdolabı, çamaşır makinesi satıcısı”na gazetenin satışını engellemektedir. (s.65)

31 Aralık 1979 Çarşamba günü Abdi İpekçi, Ankara’da Başbakan Bülent Ecevit’le görüşüp İstanbul’a döner, Milliyet’e geçip “Durum” köşesini yazan Dış haberler Servisi Şefi Sami Kohen’le Humeyni’nin İran’a dönüşünü işleyen yazısına çalışıp “İran’da Beklenenler” başlığını koyduktan sonra patronu Ercüment Karacan’la buluşmak üzere gazeten ayrılır ve Nişantaşı’ndaki evinin önünde 19:30 gibi öldürülür.(s.64) Uğur Mumcu, Abdi İpekçi cinayeti üzerinde durur, Aydın Doğan’ı gündeme getirir. Aydın Doğan, Abdi İpekçi’yi öldürmeye azmettirmekten dolayı yargılanır. (s. 69) Uğur Mumcu, derin devletin, Kontur Gerilla’nın üzerine gittiği için 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikaste kurban gitti. Suikastin failleri halen bulunamadı.

Refik Erduran’ın anlattığına göre, Ercüment Karaca, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi üzerine, karamsarlığa düşer, panik yapar, bocalamaya başlar ve Milliyet’i Aydın Doğan’a satar. Milliyet’i satın alışını Aydın Doğan şöyle anlatıyor: “Benim çok yakın arkadaşım olan İnan Kıraç’a ‘Ercüment Karacan’ı tanıyor musun? Gazeteyi satıyormuş. Ben talibim.’ dedim. İnan’la müşterek bir dostumuz vardı: Vedat Urul. Vedat Urul Amerika’da mühendislik mektebinde okurken Ercüment Karacan’ın arkadaşıymış. Almanya’da oturuyordu o zamanlar. O hafta İnan Almanya’ya gitti. Vedat, havaalanında İnan’ı karşılıyor. Diyor ki ‘Ercüment de bizim evde, hadi, bize yemeğe gidelim.’ Yolda, İnan gazete işinden bahsediyor. ‘Aydın senin de dostun. Böyle bir mesele var. Ercüment Bey’e bahsetsen’ diyor. Vedat da Ercüment’e bahsediyor. Ercüment Bey’le (Karacan) İstanbul’da Abdullah Efendi Lokantası’na gittik, birlikte yemek yedik. Üç dört görüşme sonra da anlaştık. Bu iş böylece bitti.” (s.70, 71)

1979 Milliyet’i Aydın Doğan’a satması için Ercüment Karaca’yı Almanya’da İnan Kıraç ile Vedat Urul “ikna” etmişler. Milliyet’in satışını ayarlayanlar iki ünlü mason: İnan Kıraç, (d. 1937, Eskişehir) ünlü bir mason işadamı ve sanayicidir. Vehbi Koç'un kızı Suna Kıraç ile evlidir. Uzun süre Koç Holding'de üst düzey yöneticiliklerde bulunmuştur. Üst düzey masonlardan Vedat Urul ise 1992 yılında 63 yaşındaki eşinin İslamiyet’ten Hıristiyanlığa geçişiyle gündeme gelmişti.

EĞEMENLER ARASINDAKİ GÜÇ VE ÇIKAR İLİŞKİSİ

Cemil Ertem, Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde (9 Eylül 2009) “Türkiye iktisat tarihini öğrenmek isteyenlerin, hangi dönemin ayrıntısına girmek isterlerse, o dönemin medyasının kimin elinde olduğuna ve ne yönde yayın yaptığına bakmaları gerekir. Bu anlamda bizdeki medya rekabeti aynı zamanda, egemenler arasındaki güç ve çıkar çatışmasıdır da.” demişti. Şimdi bakalım, medya tarihi Türkiye’nin ekonomik tarihini ne kadar yastıyor, diye.

Aydın Doğan ile Koçların damadı İnal Kıraç arasındaki ilişki hala sürüyor.

ETÖ iddianamesindeki bilgilere göre Rahmi Koç, İlhan Selçuk'la özel görüşmelerde bulunuyor ve Cumhuriyet gazetesinin yaşaması için elinden gelen her şeyi yapıyor… İlhan Selçuk da, Rahmi Koç'u, “Dostum” diye tanımlıyor. İlhan Selçuk, Rahmi Koç'un eniştesi İnan Kıraç'ı Cumhuriyet gazetesine destek veren Cumhuriyet Vakfı'nın Danışma Kurulu'na, Koç Grubu'ndan Hakan Gören'i de Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine getirmiş!.

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, "Cumhuriyet gazetesinin şu anki hissedarlarını ve gazete yöneticilerinin kimler olduğunu" şöyle açıklıyor: "Cumhuriyet gazetesinin asli sahibi Cumhuriyet Vakfı'dır. Cumhuriyet Vakfı'nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla Vakıf bünyesinde Yenigün Holding A.Ş. isimli şirket, bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay CİNER'den Mehmet Emin KARAMEHMET'e, Aydın DOĞAN'dan İnan KIRAÇ’a kadar yaklaşık 185 kişidir. Ancak bu şirketin söz ve yetki sahibi imtiyazlı ortağı Cumhuriyet Vakfı'dır." demişti.

Bilindiği gibi Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan ve İnan Kıraç, terör örgütü sanığı olarak gözaltına alınan İlhan Selçuk şartlı olarak serbest bırakıldığında, kendisine geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuşlardı.

Aydın Doğan ile İnal Kıraç Yedi Tepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nde de beraberler. Mütevelli Heyeti'nin başkanlığını Bedrettin Dalan'ın yaptığı Yeditepe Üniversitesi, resmi sitesinde Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan, Koç Holding Yönetim Kurulu eski Üyesi İnan Kıraç, 500. Yıl Vakfı Başkanı Jak Kamhi, eski Başbakan Bülent Ulusu, Danıştay 3. Daire eski Başkan Yardımcısı N. Ülker Turgut, Danıştay ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski Üyesi Zuhal Çokar, T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yavuz Canevi ve Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Serpil'in de mütevelli heyet üyesi olduğu bilgisine yer veriliyor. Sitede, Mütevelli Heyeti Başkanı ve üyelerinin birlikte çekilen fotoğrafı da bulunuyor. Aydın Doğan, gülümseyerek poz vermiş.

Bilindiği gibi Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi'nde Rahmi Koç'un Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile buluşmak istediği, Ergenekon zanlısı Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'la holding binasında sürekli görüştüğü yer alıyor. Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasında yargılanan ve sağlık sorunları olduğu iddiasıyla tahliye edilen emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un GATA'da önemli misafirler ağırladığı belirlendi. Koç Holding patronu Rahmi Koç'un GATA'da Hurşit Tolon'u ziyaret ederek bir saat görüştüğü ortaya çıktı. Daha önce Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan ATO Başkanı Sinan Aygün'ü ziyaret eden Mustafa Koç'tan sonra babası Rahmi Koç'un da GATA'da Hurşit Tolon'la görüşmesi akıllara birçok soru işaretleri bırakmıştı.

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un sahibi olduğu Beko Ticaret A.Ş'nin, Tuncay Özkan'ın sahibi olduğu dönemde Ergenekon Terör Örgütü'nün sözcülüğünü yaptığı iddia edilen Kanaltürk'e kuruluş aşamasında 8.440.000 YTL'lik (8 trilyon 440 milyar Türk Lirası) ödeme yaptığı da ortaya çıkmıştı.

Kısaca Aydın Doğan, “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” kitabında anllatığı Milliyet ve Hürriyet gazetelerini satın almasında yardımcı olan İnal Kıraç ve Koç Ailesi, Ergenekon Terör Örgütü iddianamesinde adı geçen Hurşit Tolan, Bedrettin Dalan, İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’la aynı fotoğrafta buluşmaları manidar değil mi sizce de? Medyanın tepesindekilerle iş dünyasının zirvesindekilerin Ergenekon Terör Örgütü iddianamesindeki üst düzey isimlerle 1975’ten itibaren, son 35 yıldır iç içe olmaları, niçin kimseyi şaşırtmıyor acaba? Emin Karaca’nın ellerine sağlık, “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” kitabını zevkle okudum.. Aydın Doğan’ın en büyük korkusunun Ergenekon korkusu olduğunu düşündüm, bu ilişkilere bakınca. Bakalım zaman neler gösterecek..
haber7
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
1. sayfa (Toplam 3 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com