EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BİLİM
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Nis 13, 2015 1:04 am    Mesaj konusu: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu Alıntıyla Cevap Gönder

OKTAY SİNANOĞLU EBEDİYETE UĞURLANDI
26 Nisan 2015



Tedavi gördüğü ABD'de vefat eden ve defnedilmek üzere cenazesi yurda getirilen "Türk Einstein" olarak da tanınan ünlü Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu için Caddebostan Kültür Merkezi'nde bugün saat 10.30'da başlayan bir tören düzenlendi...

Sinanoğlu'nun sahnede katafalka konan cenazesi huzurunda sevenleri ve yakınları tarafından anma konuşmaları yapıldı.

Törene Sinanoğlu ailesi ve yakınlarının yanısıra çok sayıda seveni katıldı.



TÖRENDE SİNANOĞLU'nun ÇOK SAYIDA SEVENİ KONUŞMA YAPTI

Törende sırasıyla sinanoğlu.net sitesi üyesi Kemal Bozdağ, Oktay Sinanoğlu'nun bir süre önce kaybettiğimiz kardeşi ünlü sanatçımız Esin Afşar ve Kerim Afşar'ın kızı olan Pınar Afşar, Sinanoğlu'nun oğlu Levni Karacabey Sinanoğlu, yeğeni Aydın Can Aral, Esin Afşar'ın 36 yıllık eşi olan Şener Aral, manevî kızı Aylin Yavaş Bozkurt,Kültür Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun, Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, gazeteci yazar ve Vatan Partisi İzmir Milletvekili adayı Hulki Cevizoğlu, Mektebim Koleji kurucusu ve sahibi Ümit Kalko, Yıldız Teknik Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Faruk Yiğit, Türk Einstein'ı kitabının yazarı Emine Çaykara, Türk dili aşığı yazar Feyza Hepçilingirler, TRT programcısı Deniz Birkan Yiğit, doktoru Prof. Dr. Hasan İlkova, Türk Dünyası Kültür Birliği Başkanı Prof. Dr. Hilmi Hacısalihoğlu, gazeteci yazar Muharrem Bayraktar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Emin Özbaş, Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Tatlıpınar konuşmalar yaptılar.

Törende ilk olarak Sinanoğlu'nun hayatından kesitlerin anlatıldığı sinevizyon gösterimi yapıldı. Ardından oğlu Karacabey Levi Sinanoğlu, babasının Türk bayrağına sarılı tabutunun başında saygı duruşunda bulunduktan sonra, törene katıldıkları için herkese teşekkür etti. Levi Sinanoğlu, İngilizce olarak, "O benim hayatımda ilk öğretmenimdi. Lütfen onu unutmayın. Babam büyük hocaydı" ifadelerinde bulundu.



Tabutu başında gözyaşı döken eşi Dilek Sinanoğlu ise yaptığı açıklamada, "Son ana kadar bilimle uğraştı. Sürekli bilimsel çalışmalarını devam ettirdi. Kendine dikkat ediyordu. Demek ki ömrü buraya kadarmış Allah rahmet eylesin, hakka kavuştu" dedi. Şakirin Camii'nde cenaze namazı kılınan Sinanoğlu, Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Kültür Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Haluk Dursun, "Alimin ölümü alemin ölümüdür" sözünü hatırlatarak, "Onun için bu ölüm bize çok tesir etti. Bize bir alemin ölümü kadar üzüntü verdi" diye konuştu.

Burada Sinanoğlu'nun kardeşi Esin Afşar Aral'ın eşi Şener Aral yaptığı açıklamada, "Çok üstün bir zekası vardı. Aynı zamanda çok sevecendi. Sıradan insanlara karşı özel ilgi duyardı. Kendini olduğundan farklı gösterenlere tepki gösterirdi. Çok değerli bir insandı. Allah rahmet eylesin" ifadesinde bulundu.

Törene katılan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan da, "Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Almanya'da bir programa katıldıkları için gelemedi. Hocamız Türkçe sevdalısı, Türk sevdalısı bir bilim, ilim adamıydı. Ondan çok şey öğrendik" diye konuştu.

Törende "152 ADA İŞGALİNE KARŞI KUŞADASI’NA ÇIKARMA" etkinliğine katıldığı için bizzat bulunamayan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in yazılı mesajı da okundu.

Perinçek'in Sinanoğlu için "Bilincimizdeki ve gönlümüzdeki yeri eşsizdir" dediği mesajı şöyle;

Can dostum Oktay Sinanoğlu,

Dünya ölçeğinde bilim adamıydı ve gönül insanıydı. Adam olmak ile insan olmayı “Bilim-Gönül” formülünde birleştirdi. Fizikte derinleşmek onu insan gönlüne ulaştırmıştı. Gönül insanlığı ise ancak nesnel gerçeklik içinde derinlik kazanabilirdi.

Her gönül insanı gibi alçakgönüllüydü. Ona tramvayda veya sokak aralarında elinde çantasıyla rastlayabilirdiniz. Toplumun içindeydi.
İnsan sevgisi onu vatan sevgisine, millet sevgisine kavuşturmuştu. İnsan, soyut bir varlık değildir. Önce komşudur, arkadaştır, yerdeştir ve aynı dili konuştuğun vatandaştır. İnsanlığa vatandaştan ulaşılabilir. Yıllarca Batı’da eğitim gördü, Batı bilim kurumlarında çalıştı. Küresel efendileri kendi içlerinde tanıdı. O küresel merkezlerden kendi vatanına ve milletine baktığı zaman büyük değerleri keşfetti. Anadolu insanındaki cevheri gördü.

Kimilerinin Batı’ya yaranma için namusunu teslim ettiği koşullarda, Batı’ya kafa tutmanın erdemini yaşadı. Yürekli aydın ile ciğersiz entellektüel arasındaki derin uçurumu onun kişiliğinde gördük.

Güzel Türkçemizin o hayasız akınla cebelleştiği koşullarda kendisini Türkçe’ye siper etti. Türkçe’nin kurtuluşu ile Türkiye’nin kurtuluşu arasındaki bağlantıyı bir matematik denklem gibi ortaya koydu ve bilinçlerimize işledi. Gönüldeşimiz Oktay Sinanoğlu Türkiyemizin milli aydın tarihinin doruklarından biridir.

Fizik biliminin konusu olan madde ve toplum, her ikisi de doğanın parçasıdırlar ve zamanın içinde hareket ederler. Oktay Sinanoğlu maddenin hareketiyle toplumların tarihsel serüveni arasındaki ilişkiyi kendi hayatının merkezine oturttu.

Zaman, zamanın unutturamadığı kavramların da mekanıdır. Oktay Sinanoğlu işte o kavramlar içerisindeki yerini almıştır.

Bilincimizdeki ve gönlümüzdeki yeri eşsizdir.

Doğu Perinçek
Vatan Partisi Genel Başkanı

Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu ise "Bir Türkçe savaşçısı. Kendisini saygıyla, rahmetle anıyorum" dedi. Gazeteci Hulki Cevizoğlu da, Sinanoğlu'nun "Yabancı dilde eğitim yapmak kültürel soykırımdır" dediğini anımsatarak, "Bugün soykırım iddialarının konuşulduğu dünyada o soykırıma böyle bir yaklaşım getirmişti" dedi. Buradaki anma töreninin ardından Sinanoğlu'nun naaşı cenaze namazı için Üsküdar'daki Şakirin Camii'ne götürüldü.



Daha sonra Karacaahmet Şakirin Camiinde kılınan cenaze namazının ardından Oktay Sinanoğlu Karacaahmet Mezarlığı'nda ebediyete uğurlandı...

Şakirin Camii'ndeki cenaze törenine de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, Mimar Ahmet Vefik Alp ve çok sayıda kişi katıldı.
Haber 93


Değerli Hocamız Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu vefat etti
20 Nisan 2015



Eski bir röportajı yeniden yayınlarken kısa bir izah:

Türk ilim dünyasında çığır açan isimlerinden Profesör Doktor Oktay Sinanoğlu hayatını kaybetti. Değerli Hocamız Oktay Sinanoğlu'na Allah'tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz.

Tedavi gördüğü hastanede hayata veda eden Sinanoğlu, bilimsel çalışmalarının yanı sıra, vatansever, milliyetçi, tam bağımsızlıkçı, Türkçe sevdalısı ve anti emperyalist Türkiye mücadelesinin öncülerinden biriydi. Başta "Türkçe Giderse Türkiye Gider", "Hedef Türkiye" ve "Büyük Uyanış" olmak üzere çok sayıda kitaba imza atan Sinanoğlu, Türkiye'de ve dünyanın muhtelif yerlerinde çok sayıda konferanslar verdi, sayısız söyleşilere katıldı, yazılı ve görsel medyada çok sayıda mülakatlar verdi. Onlardan biri de Akademya dergisinin Ağustos 1998 sayısında yayınlanan aşağıdaki röportajdır.

Bu röportajda merhum Sinanoğlu'nun yaklaşık 20 yıl önce yaptığı analizlerin hala güncellliğini muhafaza etmesi ve öngörülerinden çoğunun maalesef gerçekleşmiş olmasının onun entellektüel kapasitesinin ne kadar yüksek ve ufuklarının ne kadar geniş ve vefatının Türkiye ve dünya için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu da göstermektedir.

(HY)

Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu'yla Kültür Emperyalizmi Çevresinde
Av. Harun Yüksel



TAKDİM
Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu'yla yazarlarımız Av. Harun Yüksel, Yaşar Şadoğlu ve Süleyman Dal'ın yaptığı güzel ve verimli röportajın çok küçük bir kısmını dikkat nazarınıza arzederken, aynı mülakattan ilginç seçmeler yayınlamaya ileriki sayılarda da devam edeceğimizi ifade etmek isteriz. Sinanoğlu, ulusararası çapta tanınmış, muhtelif ABD ve TC üniversitelerinde öğretim üyeliği, çeşitli ülkelerde sanayi araştırmaları yapmış ve birçok başarılı çalışmaya imza atmış bir fiziki-kimya, moleküler biyokimya, biyofizik, biyoteknoloji profesörüdür. Hâlen, Amerikan Yale Üniversitesinde iki kürsüde profesörlük yapmaktadır. Bilvesile, röportajın bant çözümlerini başarıyla gerçekleştiren Süleyman Dal’a ve dizgisini yapan Emel Zor'a teşekkür ediyoruz.
AKADEMYA


GÜNÜMÜZ AMERİKA'SININ PERDE ARKASI

H. YÜKSEL: Dünya panoramasından başlayalım isterseniz, sizin seyyâhlığınızı biliyoruz. Meselâ Amerika nasıl?

O. SİNANOĞLU: Yalnız Amerika deyince bütün dünyada, Avrupası olsun, Amerikası olsun, Japonyası olsun; son on-onbeş senedir bilhassa Doğu Bloku tabiî Rusya gibi hemen her yerde, bir dine dönüş var. Niye var?... Yâni işte insanlar baktı ki sırf bu maddî dünya ile bu işler olmuyor. Çünkü görüyorsun maddî olarak herşey var. Meselâ Amerika'da iki araba, dört buzdolabı, tekne falan hepsi, bahçeli ev filan... Bir türlü olmuyor... Adam geliyor eve, "yahu" diyor, "bak bunları aldım, niye mes'ut değilim?" Önce diyor ki "daha büyüğünü alsam belki olur"... Alıyor, iki gün sonra yine aynı şey... Sonunda geliyor evine akşam, ne konu komşu var, ne ahbaplık var... Birisi seninle konuşursa muhakkak bir çıkar meselesi var...

H. YÜKSEL: Bu eksiklik nereden kaynaklanıyor?

O. SİNANOĞLU: Başta zannettiler ki, işte bunlara da yutturdular. "Dünyaya gelmiş geçmiş en büyük medeniyet biziz filan"... Biz de diyoruz ki: "Medeniyet mi, hangisi?" Sonra tabiî yutmamaya başladılar. Biraz da seyahat çoğaldı. Biraz Asya'yı gördüler, askerleri gitti orayı burayı işgal etti... Çoğu da Japon, Çinli, Filipinli hanımlar alıp geldiler... Çünkü onların en uyuzu bile kendilerininkilerden daha insanî oluyor. Derken birşeyler hissettiler, bir arama başladı. Tabiî bu ara, Amerika'da herşey zaten büyük iştir ya!.. Hani herşeyden bir yağ çıkarılır. Amerika'nın şöyle bir Güneyorta kuşağı var, muhafazakâr bir kuşak; "İncil kuşağı" diyorlar. Bunlar çok koyu Hıristiyan... Şimdi dinî yönden birtakım şeyler türedi... "Evangalist" de diyorlar. Bunlar nutuklar atıyorlar ağlayarak(l)...

H. YÜKSEL: Tamam, bize de pek âşinâ geliyor nedense bu "ağlama" mevzuu?...

O. SİNANOĞLU: Ondan sonra para topluyorlar, televizyon istasyonları filan kuruyorlar. Açıyorsun böyle bir sürü kanal var; radyo, televizyon. Arada bir dinî bir şeyden bahseden bizimkiler gibi değil, her saat böyle Hıristiyanlık propagandası, ama gayet ilkel bir şekilde. Böyle kafa çalıştıracak, manevî bir şekilde değil. Öyle bir panayır havası içinde... Bağrışmalar, çağrışmalar, acaip şeyler... Sonra misyoner teşkilâtları para topluyor buralara gelip... Bunlar inanırmış ki; eğer birisini Hıristiyan yaparsan, cennete gidersin... Ama istediğin kadar günâh işle, mühim değil... Onun için bunların derdi birini Hıristiyan yapayım da, cennete...

H. YÜKSEL: Günâhlardan kurtulayım...

O. SİNANOĞLU: Hayır, kurtulmak da yok, işte cennete pasaport alacak... Misyoner faaliyeti de onun içindir. Tabiî bu misyoner faaliyeti, bilmeyenler için öyle de, arkasında dâima sömürgecilik sistemi vardır. Yâni önce misyoner gelir, Havai'de olduğu gibi... Arkadan: "Siz biraz çağdaşlaşın, size biraz İngilizce lâzım" filan, İngilizce öğretmeni gelir. "Ya siz biraz özelleştirin, küreselleştirin, size serbest ticâret lâzım; işte medeniyet budur" filan. Bu sefer orası pazar yeri olur, sömürürler. Ondan sonra da "Aa! Durun, menfaatlerimizi koruyacağız" deyip, askerleri gelir. Ondan sonra oranın bütün malını, mülkünü satın alırlar. Böyle misaller çok. Havai'yi alın işte...

H. YÜKSEL: Bayrağı dikerler...

O. SİNANOĞLU: Malını mülkünü alırlar... Havai de bu işlemden geçtikten sonra, oradaki yerli ahâli gittikçe azalıyor... Eskiden oranın kralı varmış, prensesi filan. Onlara ait arazileri satın almışlar. Şimdi onların torunları sokaklarda çöpçülük yapıyor, hamallık yapıyor; bir de içkiye alıştırmışlar... Perişan bir haldeler; nesilleri tükeniyor... Zâten Amerikalılar oraya doluşuyor; hemen emlâkları alıyorlar... Sonra da, "Şimdi oylamaya koyalım, eyâlet olmak istiyor musunuz?" Hemen çoğunluk diyor ki: "Eyâlet olalım". Eyâlet oluyorlar, iş bitiyor... Yâni nesli tükenmese bile, görünüşte öyle birileri kalmıyor. Çünkü dilini unutturmuş. Sonra kendi dilini bilmiyor, kültürünü bilmiyor, tarihini bilmiyor; kimliği, şahsiyeti kalmıyor. Onun hamalı, uşağı oluyor o kadar. Bu her yerde böyle olmuştur... Türkiye'nin de olacağı budur. Hızla oraya gitmektedir.



H. YÜKSEL: Yâni biz birşeyler yapmazsak böyle diyorsunuz?..

O. SİNANOĞLU: Birileri uyanmazsa böyle olacak işte çok yakında. Son perdeyi oynuyoruz zaten...

H. YÜKSEL: Öyle efendim, o konuda haklısınız... Geçende seyrettim sizi, -zâten sizin için tahammül ettim-... Orada şöyle birşey söylediniz: "Amerika'nın 270 milyon nüfûsu karacâhildir."

O. SİNANOĞLU: Tabiî canım, bu benim icâd ettiğim bir laf değil, abartma da değil. Tesbit olarak ben size söyleyeyim: Yâni şimdi, Newyork Times en ciddî gazetesi Amerika'nın, bir anket yapıyor... Meselâ nüfûsun % 60'ı dünyanın yuvarlak olduğuna inanmıyor... Hakikaten! Ondan sonra bir anket yapıyor, daha fazlası evrim teorisine inanmıyor... Bizimkiler buna çok üzülür... Yâni böyle şeyler... Hattâ biraz üniversite okumuşu bile meselâ "Türkiye" dersin, şöyle bir durur... Sonra dayanamaz sorar: "Nerede olabilir? Hindistan'ın yanı mıydı?". Şimdi biz de içimizden "aslında doğrudur" diyoruz, çünkü bizim sınırlar oralardan başlar. Ama Türkiye işte orada değildir... Yahut "Sizde deve var mı, çöl var mı, hurma ağaçları nasıl?"... Çünkü Camel sigarasının içinde Türk tütünü var ya! Şimdi Türk tütünü de kalmadı; o da Amerikan tütünü oldu. Onu da Sabancı almış sözümona... Marlboro almış, Sabancı da aracılık yapmış...

H. YÜKSEL: Orada şunu da söylediniz: "Orada bir iki milyonluk bir elit var. işleri onlar götürüyor"...

O. SİNANOĞLU: Evet kesin böyledir. Düşündüm "bu niye böyle, nasıl olmuş" diye... Şuna bağladım: Şimdi İngiltere'de çok güzel demokrasi vardır diye bilinir. Tam demokrasi en çok orada vardır.

H. YÜKSEL: "Demokrasinin beşiği" bilinir.

GÜNÜMÜZ İNGİLTERE'SİNİN PERDE ARKASI

O. SİNANOĞLU: Haa, ama en büyük sınıf farkı olan ülke İngiltere'dir; hem de neredeyse Hindistan'daki kast sistemi gibi sınıf farkı vardır. Meselâ benim tanıdıklarım vardı; bilim adamı filan, İngiliz... Bunlar meselâ "aşağı sınıftan gelirler. "Çamaşırsız sınıfı"ndan, "Kokney" sını¬fından. Şiveleri bile bozuktur. Değişiktir yani... Bunlar okuyor, bayağı ciddi iyi bilim adamı oluyor. Yani başa güreşenler arasında sayılabilir ama, ünvan sahibi olamıyor... Ve hatta neredeyse açıkça söylüyorlar: "Sen asil bir aileden gelmiyorsun" diye... Ve bunlar sonunda ya Amerika'ya, ya Kanada'ya, ya İtalya'ya göç ermek zorunda kalıyor. Ve sınıflar arasında o kadar korkunç bir kültür ve seviye farkı var ki; İngiliz'in üst sınıfıyla aşağıdaki o "kokney" sınıfı bir kere neredeyse birbirlerinin dillerini bile anlayamazlar. Şimdi dedik "yahu nasıl oluyor? Niye bu?" Ben, son birkaç yıldır merak ettim, insan düşmanını iyi tanımalıdır. Türk'ün, Müslüman'ın en büyük düşmanı İngilizdir. Bu işin şakası yoktur. Bunun için dedik şu İngiliz'i bir anlayalım, İngiliz'in tarihini didik didik inceledim. Ve baktım ki; şimdi biliyorsunuz bizde 1071 Malazgirt, ora¬da da 1066 -aynı yılda aşağı yukarı- Norman istilası oluyor, Fransa'dan Normanlar gelip İngiltere'yi işgal ediyorlar. Şimdi tuttum, tam o işgal sırasında bir keşişin yazdığı kitabı okudum. Artık İngiliz mi değil mi tam hatırlamıyorum da, o devrin adamı... Şimdi orada Norman istilası olduğu zaman İngiltere'nin yerli ahâlisinin durumunu anlatıyor. Yâni herifler, ağaçlar üstünde yaşıyorlar, son derece ilkel, yamyam gibi adamlar. Ve meselâ sonradan İngilizler denizcilikte ilerlediler. O istilâ olduğu zaman; meselâ orada bir nehir var, İngiltere'de yerliler, yâni kendileri; bir sahilden diğer sahile geçecek kadar kayıkçılıktan haberleri yok... Normanlar gelmeden evvel İngiltere'de böyle biraz üst tabaka var; idareci, işte derebey gibi...

H. YÜKSEL: Tarih?

O. SİNANOĞLU: 1066; Malazgirt'le filan aynı sıralarda işte... O sıralarda, zaten daha istilâdan evvel bu İngiltere'nin üst tabakasında bir Fransız modası çıkmış. Herifler sarayda -ağaçtan yapılmış sarayda- gorillerin de sarayı vardır ya hani, işte iki yaprak koyuyor üzerine öyle birşey... Orada bunlar Fransızca konuşmaya merak salmışlar. Fransızca konuşuyorlar... Dolayısıyla, beyi paşası neyse, onları zaten daha istilâdan evvel Normanlar tâyin ediyormuş... "İşte bu sizin derebeyiniz olacak" diye, sonra bunlar geliyor¬lar. Ha şimdi ben şuna bağlıyorum sınıf farkını; istilâcı Normanlar daha kültürlü, daha ileri... Bunlar daha sonra İngilizlerin üst sınıfını teşkil ediyorlar. Bu benim faraziyem... Benim faraziyelerim doğru çıkar... İllâ fizik olması şart değil. Bu da bir kimyadır yâni... İnanmazsan Kimyâ-yı Saadet'i oku... Bana gıcık olan bir adam "senin mesleğin neydi?" dedi. Biraz attık tuttuk ya, Türkiye battı mattı filân diye; "senin mesleğin neydi; ha kimya değil miydi?" dedi. Neyse, bun¬ların hepsi kimyadır, ona aklın eriyorsa buna da aklın erer, bunların kanunları da birbirlerine çok benzer yâni. Türkiye'de adamlar böyle... Neymiş sosyologmuş... Toplumbilimci, içtimaiyatçı, işte neyse... Biliyorsunuz televizyonlara çıkarlar, yazı yazarlar. Okuyorsun, "yahu bu adam ne diyor kardeşim..." Birtakım alafranga laflar paralıyor ama, şimdi İngilizce gibi düşünsen anlamıyor¬sun, Türkçe gibi düşünsen anlamıyorsun. Hah sonunda televizyonda açıkoturumda bir de bakıyorsunuz ki, adamlar meğer kendileri anlamıyorlarmış da, böyle birkaç yabancı kelime kulla¬narak bunun arkasına saklanırlarmış... "Eee işte, filân şunu dedi, bilmem kim bunu dedi", bununla ilim adamı olmuş herifler... Peki sen ne diyorsun kardeşini? Sen ne düşünüyorsun bakalım? Böyle olacağına sen kimyacı ol, kimya hem kafa çalıştırır, hem bunlara da çalıştırır... Neyse, o eski yabanî İngiliz'in ayak takımı da, işte o "Kokney" sınıfını oluşturmuş diyorum ve bu devam etmiş. Ve hatta kanunen devam etmiş, biliyorsunuz bir Lordlar Kamarası var; Aristokratla¬rın ayrı meclisi var, altında halkın ayrı meclisi var; Avam Kamarası... Mühim olan aslında Lordlar Kamarası... Şimdi derken Amerika'ya geliyor bunların bir kısmı. Ondan sonra şimdi diyorlar ki; "Yahu Aristokrasi olmaz" Çünkü gelenlerin birçoğu da öbür takımdan. Aristokrasiye de kızıyor bunlar... Eee ne yapıyorlar?.. Haydi bu sefer Lordlar Kamarası yerine Senato, halk meclisi yerine de Temsilciler Meclisi; aynı şey... Ha ondan sonra ne oluyor bu; doğuştan gelen Aristokrasi yerine, para aristokrasisi... Şimdi Amerika'da aristokrasi; işte et kralıymış, kasaplar kralıymış, bilmem neyin ne kralıymış, sabun kralıymış filan, aristokrasi bunlar.

H. YÜKSEL: Asalet paradan geçiyor yâni...

O. SİNANOĞLU: Yâni... Fakat, şimdi bu Amerika'yı yakın zamana kadar, şöyle bir 20 se¬ne evveline kadar bu eski Anglosakson -ilk gelenlerin torunları olan, eski para aristokrasisi-, bunlar idare ederlerdi. Bunlara, "Wasp" derler. "Wasp", eşşek arısı demek İngilizce; aslında mü¬nâsiptir. Kısaltma yani: "White Anglosakson Protestan" demek. Beyaz ırk olacak. Eğitim, herkese rengine göre. Herifler gelmiş oranın yerlilerine "Kızılderili" diyor, öbürlerine "Siyahderili" diyor, kendilerine "Beyazderili" diyor. Anlayış bu. Bir kere ırk üstünlüğü kavramı var; kesin ırkçıdırlar İngilizlerden gelenler. Ondan sonra efendim işte bir Anglosakson olacak, bir de Protestan olacak. Yâni yalnız Hıristiyan değil, bir de Protestan olacak. Bunlar hâkimdi. Bunlar böyle birkaç milyon insan. Herşeye bunlar hâkim. Yâni büyük şir¬ketlerin başkanları, ne bileyim işte devletin üst tabakası, şusu busu hep bunlardır. Ha şimdi bunların çocukları da ayrı bir eğitim sisteminden geçiyor, birtakım özel okullar var. Lise seviyesinde son derece vasıflı... Bir de meselâ oradan çıkan Harward, Yale, böyle iki tane üniversiteye gidiyor. Biz Yale'de profesörüz tabiî, bunları görü¬yorduk. Hatta meselâ bu Yale'ye 1940'ların ortalarına kadar, ne hoca ne talebe, Yahudileri almazlarmış. Sırf Anglosaksonlara mahsus bir okul...

H. YÜKSEL: Zenciler de mi?..

O. SİNANOĞLU: Yahudi almazlarmış. Anglosaksonların kalesi orası. Kalelerden biri. Fakat ben Yale Üniversitesinde 35 senedir görevdeyim ve bunun adım adım nasıl değiştiğini gördüm... Bir de baktık ki, Yahudi¬ler adım adım burayı fethetti. Önce bir iki tanesi girdi. Derken birkaç taneyi daha soktu, filan derken bir de baktık; geçen sene rektör de Yahudi oldu. Bütün Yahudiler bayram etti; "kaleyi ele geçirdik" diye. Üniversite deyip geçme. Aristokratların en ünlü kalelerinden biri ele geçti. 1600'lerden beri devam eden... Bunun gibi böyle birçok sahada, bunlar adım adım plân yapmış¬lar, "şurayı şurayı ele geçireceğiz" tarzında... Ve gözümün önünde, tanıdığım adamlar... Ben komplo teorisi üretmiyorum, gözümle gördüm... Yanımdaki adam bunu yapıyor, yapar¬ken ucu bize dokunuyor, bizi de harcıyor. "Yahu bana ne dokunuyorsun" diyoruz, "yahu biz sana ne yaptık?"... "Arap-Türk hepsi aynıdır" diyor. Biz bunları yaşadık. Şimdi sonuç olarak, Yahudi takımı oraya hâkim oldu ve Anglosakson takımı kenarda kaldı. Getto gibi kaldılar... Böyle acaip birşey oldu...

H. YÜKSEL: Ne kadar Yahudi var şimdi Amerika'da?

O. SİNANOĞLU: Bunlar 10 milyon der ama, daha fazla olabilir; bir kısmı da dönme...

H. YÜKSEL: Bizimkiler gibi yâni...

O. SİNANOĞLU: Evet... Neyse, Yahudilere birşey diyeceğimiz yok. Bir kere aralarında son derece bir dayanışma var. Devamlı, bütün dünya çapında... Sonra gayet plânlı, uzun vadeli plânlarla hareket ederler. Böyle onar yıllık plânlarla filan. Şunu yapacağız, bunu yapacağız gibi. 2000 yıldır bir Yahudi başka bir Yahudiye seya¬hat ederken rastladığı zaman, meselâ Alman Yahudisi seyahat ederken Rus Yahudisine rastladı. Sohbet ediyorlar ve ayrılırken "Allahaısmarladık" demiyorlar. Yahut "see you later"; manâsı "sonra görüşürüz" demek. Yahut "kendine iyi bak"; yâni "take care yourself" de demiyorlar. Şimdi bu çok moda ya, "Allah" lafzını kaldırdığı için... Ne diyorlarmış biliyor musunuz, kendileri söyledi bana; 2000 yıldır ayrılırken, "Gelecek sene Kudüs'te buluşmak üzere" diye ayrılıyorlar.

H. YÜKSEL: Ben bir şey daha soracağım, Amerika bahsini kapatmadan... Bu zencilerin durumu nedir Amerika'da? Müslüman hareketler var... Buradan, uzaktan, biz net olarak tahlil yapamıyoruz... Şimdi Farakhan var diyelim...

O. SİNANOĞLU: Tabiî tam bilemiyorum. Ama şöyle bir şey tahmin ediyorum; bir ara Nasır zamanında mıydı neydi, zenciler Amerika'da çok bunalmış vaziyetteydi. Çünkü bu Anglosaksonlar bayağı ırkçı. Bunlar bakmışlar; "yahu bu müslümanlarda ırkçılık falan yok" deyip, dola¬yısıyla müslümanlık bunlar arasında yayılmış, yayılmaya başlar gibi olmuş. Ben tahmin ediyorum ki o yıllarda, Amerika, sistem, bundan son derece endişelendi. Endişe edince de standart taktiğini uyguladı.

H. YÜKSEL: Türkiye'de uyguladığı gibi...

O. SİNANOĞLU: İçinden sahtesini üret, oraya topla... Hem böl, hem denetle, hem de saptır. Sahtelerini kurdurdu. Hakikilerini temizletti.

İRLANDA MESELESİNİN PERDE ARKASI

H. YÜKSEL: Şimdi biraz da İngiltere-İrlanda mevzuuna girsek... Oraya da baksak... İrlandalıların herhalde ayakta durması gerekiyor, bizim İngiltere ile hesaplaşmamız bakımından. Dura¬caklar mı ayakta?..

O. SİNANOĞLU: Valla, İrlanda tabu ayakta durabildi. Çünkü, 1890'da İngilizler bunların işini bitirirken Millî Yüksek Öğretim Kurulu diye bir şey kurup, işgal altındaki yerlerde bir gün içinde eğitim dilini "Gaelik"den İngilizce'ye çevirdiler. Ve bir buçuk nesil sonra dilini bilenlerin sayısı % 95'ten % 25'e düştü ve iş bitiyordu.

H. YÜKSEL: Aman Allahım!

O. SİNANOĞLU: Ve iş bitiyordu, ondan sonra artık İrlandalı diye bir şey kalmayacaktı. Dil bitince bu iş biter. Çünkü meselâ Türk olmak, ırk meselesi değildir yâni. Hangimizin ırkında neler var kimbilir? Geçmişteki biyolojik olaylar hakkında birşey diyemeyiz. Ama Türk olmak, kafaca Türk olmaktır, gönülce Türk olmaktır. Kültürel olarak Türk olmaktır. Ve bunun baş şartı da Türkçe konuşan, Türkçe'yi seven insandır. Çünkü bütün öbür kültürleri yaşatan şey de, yüzdüren gemi de lisândır, dildir. Bu dili bitirdiğin zaman hiçbir şeyin kalmaz. Kimliğin, suyun büyün, hiçbir şeyin kalmaz. Tarihten adın bile silinir gider. Şimdi Türkiye'ye yapılan en büyük oyun tabiî bu... İşte İngilizler İrlandalılara bunu yapmış... Fakat o zaman, işte vatansever birileri oturup demişler: "Evyah bizim iş bitiyor, ne yapalım?"

H. YÜKSEL: Külahları önlerine koymuşlar...

O. SİNANOĞLU: Evet... Gizli bir cemiyet kurmuşlar İngiliz işgali altında, İngilizler kadar gaddar, barbar bir millet yoktur... Bunların yaptığı zulümlerin, katliamların haddi hesabı yok¬tur... Şimdi bir de "medenî" diye ortaya çıkar utanmaz herifler...

H. YÜKSEL: Bize yaptıklarından da belli zaten...

O. SİNANOĞLU: Evet... Dolayısıyla bunlar tutmuşlar, gizli cemiyet kurup ilk iş olarak ora¬da burada, İngilizlerden gizli, kendi dilini öğreten gece kursları açmışlar; millet oraya gidip kendi dilini yeniden öğrenmeye başlamış... Fakat kendi dilini öğretme kurslarıyla başlayan iş, bir şuurlandırma yapmış, bu sayede 1920'lerde bağımsız bir İrlanda Cumhuriyeti doğmuş, İngilizlerle hâlâ Kuzey için kavga ediyorlar. Ama birkaç yüz sene İngiliz işgali altında ve inanıl¬maz mezalim görerek kalmış İrlandalılar. Onun için İngilizler de zaten gıcık onlara. Şimdi Türki¬ye'de böyle bir şey olmadığı için; işte "vay Ame¬rika, İngiltere" filan... Ondan sonra "velinimeti¬miz" havası içinde... Bu oyuna çok fena gelindi; ve dolayısıyla bir iki nesil sonra ne Türkçe kalacaktır, ne de Türk lâfı kalacaktır, haberiniz olsun...

H. YÜKSEL: İnşaallah kalacak efendim...

O. SİNANOĞLU: İnşaallah da, gidiş odur...

H. YÜKSEL: İrlanda mevzuunda... İrlanda¬lılar silahlı mücadeleye girmeselerdi ayakta kalabilirler miydi?

O. SİNANOĞLU: Hayır... Meselâ İtalyan Birliği'ni kuran, İtalyan Millî Kahramanı Garibaldi... Merak ettik, Garibaldi'ye, hayatına bir baktık. Bu adam da yazar-çizer bir adam... Gazetelerde yazıyor, heyecanlandırıyor milleti, nutuk atıyor filan... Ama, sonunda bakmış ki, sa¬dece bu işle olmuyor... Herif gitmiş ordu kurmuş da... Öyle olmuş iş...

GÜNÜMÜZ ALMANYA'SININ PERDE ARKASI

H. YÜKSEL: Oradan bir Almanya'ya gelelim isterseniz... Amerikan-Alman rekabeti de var; dünyada dengeleri tanımak bakımından soracağım, Almanya'nın durumu şu anda nedir?

O. SİNANOĞLU: Almanya'nın durumu şu; geçen sene zarfında Almanya'da çok temasım oldu... Dört-beş kere gittik geldik... Hem onları gördük, hem de orada ne kadar ahali varsa, onlara nutuklar attık. "Ne yaparsanız yapın, çocuklarınıza Türkçe öğretin" diye... Sonra bir gün, pazar günü konuşma yaptırıyorlardı bana, bir de baktık ki bizimkilerden sakallı makallı bir takım var. Çocukları da hep Kur'an kursuna gidiyor, bebeler böyle... Ondan sonra bunlar Kur'an kursundan çıktı, merdivenden hoplaya zıplaya iniyorlar, aralarında Almanca konuşuyorlar, bir kelime Türkçe bilmiyorlar. Biz de orada bu sa¬kallı zevata dedik: "Efendiler, iyi, çocuklarınız Kur'an Kursu alıyor ama, Türkçe bilmiyor, işte o zaman çok büyük günah işliyorsunuz". Sonra baktım, ben bitirince bunlar birbirine, "Sahi yahu, bunlara Türkçe öğretelim" filan diye... Bir¬den akıllarına geldi. Orada da o durum var. Fakat şimdi Almanlar bana diyor ki, hakiki Alman¬lar yani, "Ya biz sömürge olduk". Ben de diyorum ki: "Sen sömürge görmemişsin. Gel de bizi gör..." Buradan baktığın zaman Almanya için; milletin kafasında hâlâ I. Dünya Harbi'nden önceki Osmanlı'nın hamisi gibi, bizi çok seven "dostumuz Almanlar" gibi bir his vardır. Ve do¬layısıyla da hâlâ Almanya'yı dünyanın belli güç¬lerinden birşey zannederler. Meselâ işte Alman¬ya şunu dedi, Amerika bunu dedi... Yahu kardeşim bugün Almanya, Amerika'nın demediği bir şeyi diyemez. Ha, bazen tersini der gibi olur. O nasıl olur? Çünkü eskiden de Sovyetler zamanında, Rusya bir melanet çevireceği zaman bir yerde kendisi ortalıkta görünmemek için Çekoslovakya'yı gönderirdi, onlara yaptırırdı... Veya Afrika'ya Kübalılar'ı gönderirdi, onları devreye sokardı. Kendi aracı pozunda dururdu... Amerika da bu taktikleri kullanır. Onun için Almanya'dan tek başına bir şey çıkamaz yani... istese de çıkamaz. Ha, yalnız şu vardır, burada derin bir şey var, çok eski, ta Romalılardan beri... Ben kendim akıl ettim de sonradan baktım ki, Batı'da da bunları birileri yazmış... Şimdi; Roma imparatorluğu Avrupa'nın, kendilerinin kuzeyindeki bütün Keltleri fethetti. Ve onları Latinleştirmek suretiyle işi bitirdi. Yani bu surette Fransızlar doğdu, İspanyollar doğdu. Bun¬ların hepsi aslında Keltti. Bunların hemen hepsi, bir iki nesilde dillerini de unutmakla -bu ayrım orada başladı zaten-, şuurlu bir şekilde eğitimleri değiştirilerek, Latinleştirildi. Ondan sonra Roma'yı daha fazla savunur hale geldiler. Roma'dan fazla Romacı oldular...

H. YÜKSEL: Bizimkiler gibi...

O. SİNANOĞLU: Evet... Fakat biliyorsunuz Octavius Agustus çok büyük Roma imparatoru... Hakikaten büyük adamdır. Dehşet... Adam Roma'nın en büyük devrinde diyor ki: "Sınırları şuraya kadar getirdik, şimdi bu sınırlar tabiî sınırlara geldi, şurada bilmem ne nehri var, şurada bilmem ne bataklığı var... Oradan ötesin¬de de bu yabanî Cermen kavimleri var. Bunlarla uğraşmaya değmez, buralar bize yeter; sınırlarımızı da çizdik. Yeter, daha fazla genişlemiyoruz. Burayı toparlayacağız, onlarla uğraşmayacağız" diye karar veriyor...

H. YÜKSEL: Almanlar yırttılar yâni...

O. SİNANOĞLU: Evet. Almanlar bu surette Latinleşmekten kurtuldu. Fakat n'oldu?

Romalılar (Agustus)dan sonra, şuurlu bir şekilde Kelt'leri Latinleştirerek işi bitirdiler, sınırları içinde. Ve bu isyankâr kavimlerden rahatsız olup dururlarken, onlar kuzu kesildi; hatta Roma'yı müdafaa etmemeye başladılar... Fakat, Cermen'lere bulaşılmadığı için, Cermenler Cermen-Alman kaldıkları için, dillerini, kültürlerini muhafaza ettiler; sonra da bunlar geldi, Roma'nın işini bitirdi; yüz sene sonra... Roma'yı onlar batırdı... Şimdi bu Latin ve Cermen kavgası, o günlerden beri halen devam etmektedir. Hatta ben de düşünmüştüm; bazı tarihçiler de yazmış -sonradan baktık yazmışlar-, I. ve II. Dünya Harpleri bile hâlâ, Latinleşmiş kavimlerle Latinleşmemiş Cermenler arasındaki harpten ibarettir. Ve bu rekabet hâlâ devam et¬mektedir. Yâni Fransız-Alman, İngiliz-Alman, Amerikan-Alman meselesinin altında Latin-Cermen çatışması yatar. Şimdi bu var. Ama Almanya harbi tabiî kaybetmiş, ordusu yok, bir şeyi yok... Orada da gizli cemiyetler kurulmuş biz¬deki gibi... Yine, Almanları da Latinleştirmek numaraları var. Meselâ en son gittiğimde, Ham¬burg'da Almanya'nın çok büyük kitap şirketleri vardır; dünyadaki en esaslı matematik, bilim kitaplarını bunlar yayınlar. Yâni dışarıda da, Newyork'da şubesi vardır. Almanya'da tonla Almanca bilim yayınları çıkardı. Şimdi bizim orada bir arkadaş, tanınmış bir Türk ve millî bir Türk yâni...

H. YÜKSEL: Asimile olmamış...

O. SİNANOĞLU: Olmamış, bayağı millî bir Türk arkadaş var; ve bu da orada kendi sahasın¬da bilim kitapları yazıyor, meşhur olmuş bilim dünyasında. Şimdi bu, yeni bir kitap yazmış; yeni çalışmaları üzerine. O Alman şirketi de bunu çok seviyor, kitaplarını basmak istiyorlar, "aman n'olur" falan diyorlar... Son gittiğinde demişler ki buna: "Ya s…..et Almanca n'olacak ki, bunu İngilizce yaz". O da demiş ki: "Yahu, Allah Allah nasıl olur? Almanya'da bilim kitapları hep Almanca çıkardı, n'oldu?" Bir de öğren¬miş ki, meğer birileri o sıralarda şirketi satın al¬mış. Şimdi, Almanya'nın bellibaşlı gazete ve kitap, bilim dergisi çıkaran şirketlerini, son birkaç sene içinde birileri satın almış. Şimdi o birilerinin kim olduğunu siz düşünün, çıkarın...

OKTAY SİNANOĞLU KİMDİR?

Babasının (Nüzhet Haşim Sinanoğlu) Türkiye Başkonsolosluğunda görev yapmakta olduğu Bari'de doğdu. 1939 yılında İtalya'da II. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye'ye döndü.

Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi'ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti. 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.
957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. "Alfred Sloan" ödülünü aldı. 1959'da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley'de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960'ta Yale Üniversitesi'nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.

1960-1961 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile "Doçent" oldu. 1963'te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında "tam profesör" unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi'nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir.

1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu'na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'de Almanya'nın en yüksek "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'de Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.

Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.

1980'li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988'de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993'te Yale Üniversitesi'ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye'ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü'nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.

Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir.

Yaşamı boyunca Kuantum Mekaniği'ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M. Dirac'in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, "Kuantum mekaniği"nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü[4]. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.

Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir.

Oktay Sinanoğlu'nun tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:

Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı

Solvophobic Theory (1964) – Çözgeniter kuramı

Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı

Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik

Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.

Haber 93

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu yoğun bakımda
10 Nisan 2015



Ulusal Kanal'ın haberine göre; Türkiye'nin Einstein'ı olarak adlandırılan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu yoğun bakıma kaldırıldı. Üzücü haberi Sinanoğlu'nun eşi Dilek Sinanoğlu duyurdu. Sinanoğlu yaşamını solunum cihazına bağlı olarak sürdürüyor.

Dünyada moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri olan, bilim dünyasında Türk Einstein olarak anılan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, komaya girdi.

Yüzlerce konferans, Televizyon ve Radyo programı yapan Sinanoğlu, son olarak "Türkiye Nereden Nereye" adlı söyleşi kitabını yayına hazırlıyordu.

Tatlı sohbetleri, zekice şakaları, Türk kültürü ve tarihinin güzelliklerini anlatmaktan keyif alan Sinanoğlu, Bye Bye Türkçe adlı kitabıyla yozlaşmaya başlayan Türkçe konusunda toplumsal hassasiyet oluşturmayı da başarmıştı.

Değerli hocamıza acil şifalar diliyoruz.

Oktay S.nanoğlu kimdir (*)




Babasının (Nüzhet Haşim Sinanoğlu) Türkiye Başkonsolosluğunda görev yapmakta olduğu Bari'de doğdu. 1939 yılında İtalya'da II. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye'ye döndü.
Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi'ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti. 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.
1957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. "Alfred Sloan" ödülünü aldı. 1959'da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley'de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960'ta Yale Üniversitesi'nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
1960-1961 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile "Doçent" oldu. 1963'te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında "tam profesör" unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi'nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir[1].
1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu'na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'de Almanya'nın en yüksek "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'de Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir[2]. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.
1980'li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988'de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993'te Yale Üniversitesi'ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye'ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü'nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.
Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir[3]
Yaşamı boyunca Kuantum mekaniği'ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M. Dirac'in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, "Kuantum mekaniği"nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü[4]. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir.
Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı[5].
Solvophobic Theory (1964) – Çözgeniter kuramı[6].
Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı[7].
Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.[8].
Kitapları[değiştir | kaynağı değiştir]
Göçmen Hamamı (ISBN 9786054569014)
2050'ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi (ISBN 9944090674)
İlerisi için (ISBN 9944090611, ISBN 9944090612)
Türkçe Giderse Türkiye Gider (ISBN 9944090605)
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası (ISBN 9752977634, ISBN 9752977631)
Büyük Uyanış (ISBN 975841027X , ISBN 9752977669)
Hedef Türkiye (ISBN 9758410229 , ISBN 9752977648)
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin (ISBN 9752977626)
Yeni Bilim Ufukları I (ISBN 9789944090)
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması(ISBN 9789789944095)
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular (ISBN 9944090681)
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü (ISBN 9789751619679)
Akademik kitapları[değiştir | kaynağı değiştir]
Modern Quantum Chemistry : Istanbul Lectures (Academic Press,1965)
Sigma Molecular Orbital Theory (Yale Press,1970)
Three Approaches to Electron Correlation in Atoms and Molecules (with K.Brueckner,Yale Press,1971)
New Directions in Atomic Physics (with E.Condon,Yale Press,1971)
İlgili kitaplar[değiştir | kaynağı değiştir]
Oktay Sinanoğlu, Türk Aynştaynı (hazırlayan: Emine Çaykara) (ISBN 975-297-765-0)
Oktay Sinanoğlu, Bir Türk Dehası (yazan: Ahmet Hakan) (ISBN 9758618342)


* Vikipedi

EntellektuelForum
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BİLİM Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com