EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ahir Zaman fitnesi” bunlar...

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ağu 25, 2013 10:50 pm    Mesaj konusu: Ahir Zaman fitnesi” bunlar... Alıntıyla Cevap Gönder

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin Şehadetinin Aynasında “Ahir Zaman Fitnesi” İle Yüzleşmek...
Ertuğrul Horasanlı
22.10.2011



[Allah Resulü, sahabelerine Deccal’ı anlatırken,
"Ben Deccalın yanında neler bulunduğunu,
kendisinden daha iyi bilirim." diye söze başlıyor
ve şunları anlatıyor:
"Onun yanında akan iki nehir vardır. Biri dış
görünüşüyle beyaz bir sudur. Diğeri de
parlak bir ateş olarak görülür. Kim ona yetişirse,
ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve
başını eğip ondan içsin. Zira bu parlak ateş gibi
görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir."] (*)


Libya'nın lideri Muammer Kaddafi'nin haçlı ordusu NATO'nun bombalarıyla yaralandıktan sonra, isyancı-demokrat çapulcular tarafından yakalanıp, linç edilmesinin yeni görüntüleri ortaya çıktı.

http://webtv.hurriyet.com.tr/'de yayınlanan bu görüntülerde Libya'nın lideri Muammer Kaddafi, şehit düşmeden önce, kendini alçakça linç etmeye ve soymaya çalışan isyancı-demokrat çapulculara “Evlâtlarım, ben sizin babanızım. Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz. Bu olamaz. Siz haram nedir bilmiyorsunuz" diyor.

Görüntülerde, bir grup isyancı-demokrat çapulcu ayakkabıları ve ellerindeki sert cisimlerle Kaddafi'nin kafasına dakikalarca vuruyor.

Alnında delik açılan ve kanlar içinde kalan Kaddafi'nin "Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz" sözlerine rağmen isyancı-demokrat çapulcular Libya Lideri Kaddafi'nin kafasına öldüresiye vurmaya devam ediyorlar.

Kaddafi’nin altın tabancasını çalan bir isyancı-demokrat çapulcu ise silahın namlusuyla Kaddafi’nin başına vuruyor.

Diğer bir görüntüde ise bir başka isyancı-demokrat çapulcu Kaddafi'nin üstünden kanlı ceketini ve parmağından eşi “Safiye1970” yazılı evlilik yüzüğünü çalmış olarak gözüküyor. Arkadaşları "Sakın bunu kimseye verme gelecekte 1 milyon dolardan fazlaya satarsın" diyor.

İşte Haçlı ordusu NATO'nun Libya'ya silah zoruyla getirdiği "demokrasi" böyle bir şey...

Bundan sonra...

Kaddafisiz Libya halkı bu çapulcu demokratlar tarafından demokratikleştirecek...

Saddamsız Irak ne hallere düştüyse, Libya’yı da o felaket bekliyor bilesiniz...

Vah Libya vah...

Haçlılar bütün dünyaya işte böyle bir “çapul demokrasisi” getirmek için var güçleriyle çalışıyor...

Kimi ülkelerin yöneticilerini rüşvetle satın alıyor...

Kimilerininkini şantajla bağlıyor...

Şehit Saddam Hüseyin, şehit Usame Bin Ladin ve şehit Muammer Kaddafi gibi satın alamadıklarını, teslim alamadıklarını, boyun eğdiremediklerinin ise önce ülkelerini işgal edip yakıp yııkıyor... Kendine muhalefet eden yerli halkı katliamlar ve işkencelerle bertaraf ediyor...

Sonra da, o liderleri o ülkenin en aşağılık sınıfından seçtiği işbirlikçilerinin eliyle canavarca infaz ediyor..

Kendine direnecek olanlara ibret olsun diye...

Bu kanlı infaz sahnelerinden, bazıları gerçekten ibret alıyor olmalı ki; bu son haçlı seferinin gönüllü sefiri, yardımcısı, yatakçısı, tetikçisi oluveriyor...

İnsanın aklına Resulullah Efendimizin, biz "ahir zaman müslümanlarını" ondan uzak durmaya çağırdığı "büyük fitne"nin, şu adına "demokrasi denilen şey" olabileceğine dair bir şüphe düşmüyor da değil yani...

Güvenilir bir Ehl-i Sünnet alimi bulsak da sorsak...

Adına bazılarının "ileri demokrasi" de dediği ve yere göğe sığdıramadığı bu şeyin gerçekten ne olduğunu anlamak istiyorsanız...

Irak'ın şehit Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in, işbirlikçi Şiiler tarafından katlediliş sahnesini hatırlayın...

O ahlâksız güruhun onca itip kakmasına ve aşağılamasına rağmen başı dik gümbür gümbür kelime-i şehadeti haykırmasını hatırlayın...

Canlı yayında naklen şehadet...

Dönün...

Mideniz bulana bulana da olsa...

Kusarak da olsa...

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin şehit olmak üzereyken bile kendi ülkesinin yoldan çıkmış çocuklarına, onları büyük bir günahın vebalinden korumak isteyen bir baba şefkati içinde: “Evlâtlarım, ben sizin babanızım. Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz. Bu olamaz. Siz haram nedir bilmiyorsunuz" diye nasihat edişini görün...

Şehitlikten nefsin niye bu kadar korktuğuna dair de bir fikir edinme imkânı da yakalayabilirsiniz bu arada...

Hristiyanları, Yahudileri, putperestleri, dinsizleri, imansızları “hepimiz Adem’in çocuklarıyız, hepimiz İbrahimîyiz, hepimizin amentüsü bir, hepimiz aynı Allah’ın kuluyuz” diye sonsuz “bir hoşgörü ve diyalog” içinde “dost ittihaz eden” bazı gözü yaşlı sapıkların, mesele İslâm’ın bu şerefli şehit evlâtlarına geldiğinde; onlara nasıl kin kustuklarını, ne iftiralar attıklarını, onlardan nasıl nefret ettiklerini de hatırlarsanız...

Belki ısrarla unutturulmaya çalışılan, o olmasa da olurmuş gibi davranılan Kâinatın Efendisi’nin; bu zamanda, yani zamanın sonunda, yani “ahir zaman”da ümmetini bekleyen korkunç fitnelere dair 1400 küsur yıl öncesinden yaptığı ikazlara göz atmak da istersiniz...

Meselâ başlığın altındaki Hadis-i Şerif’e:

"Onun yanında akan iki nehir vardır...”

“Biri dış görünüşüyle beyaz bir sudur....”

“Diğeri de parlak bir ateş olarak görülür...”

“Kim o(zaman)na yetişirse, ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve başını eğip ondan içsin...”

“Zira bu parlak ateş gibi görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir..."

[Başka bir rivayette Deccal'lın "su ve ekmek dağları"na sahip bulunduğu da belirtilir.(52)

Müslim'de yer alan başka bir hadiste ise "onun cennet ve cehennemi bulunduğu, cehenneminin cennet, cennetinin de cehennem olduğu"bildirilir.(53) "Kendine tâbi olanları cennetine, tâbi olmayanları da cehennemine atar."(54)

Âlimler, bu hadisleri yorumlarken, "Deccal'ın kendisine boyun eğmeyen mü'minleri eziyet ve işkencelere atacağını" belirtirler. Aliyyü'l-Karî,"Onun suyu nimet ve lezzet, ateşi de meşakkat, azap ve elemdir"(55) der. Deccal’a boyun eğmeyen mü'minlerin "sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını, buna rağmen Allah'ın lütuf ve ihsanıyla rıza, şükür ve sabır gösterecekleri anlatır."(56)] (**)

Öyle mankenlerle fingirdeşerek kakara kikiri, inşallah, maşallah, Mehdicilik oynamanın sahtekârlıktan başka bir anlamı yok yani..

Bugün dünyanın her tarafında Deccal ordularıyla boğuşan mücahid Müslümanlar, Deccal’e boyun eğerek onun arı duru, berrak görünen nehrine atlayarak serinlemeyi değil, onun “ateş nehrine” gözlerini bile kırpmadan atlamayı seçip şehadet şerbetini içerek Hem Allah’ın hem de Resulullah’ın emirlerine boyun eğiyorlar...

Bunu da “Deccal’a boyun eğmeyen mü'minlerin sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını” bile bile yapıyorlar...

Guantanomo’ları...

Ebu Gureyb’leri...

Gizli açık toplama kamplarını...

İşkence uçak ve gemilerini...

Yargılı ve yargısız infazları...

En iğrenç işkenceleri...

En ağır hak gasplarını...

En katı mahrumiyeretleri bile bile...

Hepsini birden göze alarak...

Kendilerini “ateş nehirlerine” atıyorlar...

Deccal ve avanesi ise bunlara “diktatör, terörist, düşman” falan filan diyor...

Hadislerde Deccal’ın kendisine boyun eğmeyen müm’inleri binbir türlü işkence, eza, cefa, yokluk, yoksulluk, açlık ve susuzluk cehannenemine atacağı belirtildiği gibi, kendine tabi olan "müm’in"leri de yalancı cennetinde sayısız nimetlere garkedeceği de haber veriliyor...

Resulullah Efendimiz ne dediyse doğru olduğuna ve her şey onun haber verdiği gibi gerçekleşeceğine göre...

Demek ki; Deccal’in yalancı cennetindeki sayısız nimetlere tamah eden “mü’minler” de elbete olacaktır...

Milyar dolarlık servetlere hükmeden gözüyaşlı hocaefendilerden...

Milyon dolarlık Villalarda her türtlü lüks, şatafat içinde, vur patlasın çal oynasın oturan sahte Mehdî’lere, müteşeyyihlere, çıplak uyarıcılara, Tv şovmeni sapık ve saptırıcılara...

Her türlü yetki ve etki, makam ve mevkiler bahşolunmuş politikacılardan, bürokratlara...

Bunlardan nemalanan müteahhit, sanayici, tüccar ve esnaflara varıncaya kadar...

Bugün, milyonlarca “mü’min” dünyanın her tarafında deccal’in gözcülüğünü, sözcülüğünü, öncülüğünü, taşeronluğunu, tetikçiliğini canla başla yapmıyor mu?

Peki sizce bu iki grup “müm’min”den hangisi Resulullah Efendimizin emrini yerine getirmiş oluyor?

Hangisi O’nun emrini yerine getiriyorsa şüphesiz o ebediyyen kurtulmuştur...

***

Şimdi dönüp Libya Lideri Şehid Kaddafi’nin şehadet anını gösteren videoya yeniden bakalım...

Kaddafi, Deccal’in kendisine “Bana tabi ol, benim kulum ol, benim dediklerimi yap... Milyar dolarlarını yükle uçağına... Dünyanın istediğin ülkesine git çıtır çıtır ye!” teklifini kabul etseydi, şimdi dünyanın cenneti olarak nitelenen bir yerde, bin bir türlü nimet ve lezzete garkolmuş şekilde keyif sürecekti...

O ne yaptı?

“Ne kendimi, ne halkımı satmam, Libya’da doğdum, doğduğum topraklarda çarpışa çarpışa şehit olurum” dedi mi?

Dedi...

Dediğine son nefesine kadar sadık kaldı mı?

Kaldı...

Linç videosunda da görüldüğü gibi kendini “ateş nehrine” attı mı?

Attı...

Peki şimdi bu savaşı kim kazandı?

Şehadet şerbetini içen “diktatör” Kaddafi mi?

Yoksa o vahşî linç anında, kurban henüz son nefesini bile vermeden, onun üzerindeki kıymetli eşyayı yağmalayan ve hatta o eşyanın kıymeti hakkında fikir alışverişinde bulunan, Deccal’in işbirlikçisi çapulcu demokratlar mı?

Soru çok zor olduğu için bir ipucu verelim...

“Ferrasi'ni Satan Bilge”nin yazarı Robin Sharma şöyle diyor:

- "Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak istersen, nabzına değil onuruna bak, duruyorsa yaşıyordur..."

Dipnotlar:

* [Buharî, Fiten: 25, Enbiya: 50; Müslim, Fiten: 105 (H. 2935); Ebû Davud, Melahim: 14 (H. 4315).]

** Şaban Döğen, “Deccal'ın özellikleri nelerdir?”, 27.06. 2007, http://www.sorularlaislamiyet.com/


Kaynak: http://www.millibirlikruhu.blogspot.com/2011/10/ahir-zaman-fitnesi-ile-yuzlesmek.html

”Ahir Zaman fitnesi” bunlar...
Murad Salih
19-03-2013



Hazret-i Ali’nin rivayet ettiği bir Hadis:
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, kaygıları
mideleri, şerefleri malları, kıbleleri kadınları olacak.
Dinleri de altın ve gümüşleri olacaktır.
Bunlar halkın şerlileridir ve Allah’ın yanında
onların nasibleri yoktur.”


YDH'nin haberine göre ABD'nin, kendi kurduğu Ulusal Koalisyon adlı Suriye düşmanı örgütün uzun yıllar Amerika’da yaşayan Gassan Hito’yu başbakan seçmesini olumlu karşılamış.

Suriye'yi talan ettirmek üzere Ulusal Koalisyon adlı Suriye düşmanı çeteyi kurduran ABD...

Kurdurduğu bu çeteye, bazı çetecilerin bile muhalefetine rağmen başbakan seçtiren ABD...

Bu siyasî komedyanın son perdesi olarak Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’ın sahneye çıkıp "Suriye Ulusal Koalisyonunun kurduğu geçici hükümete uzun yıllar Amerika’da yaşamış olan Gassan Hito’yu başbakan seçmesini olumlu" karşıladığını açıklaması yok mu?

İnsan gerçekten "kopuyor"...

Demek ki demokrasi denilen madrabazlık düzeni böyle bir şey...

Yuh yani...

ABD'den bakınca diğer dünya halkları bu kadar mı salak görünüyor?

Yoksa ABD yöneticileri kendilerini yeryüzü tanrıları olarak görecek kadar uçmuş durumdalar mı?

Karar veremiyorsunuz...

Ha bir de Victoria Nuland, Hito’nun ABD vatandaşı olup olmadığı konusunda açıklama yapmamış...

Değilse “değil” de...

Diyemediğine göre Hito, ya ABD vatandaşı veya Fetullah gülen gibi "verimli işçi"...

Bu işbirlikçi hain, şayet Esad devrilebilirse Suriye'ye başbakan yapılacak...

Bazı selefi örgütler de, 25 yıldır ABD'de yaşayan, muhtemelen ABD vatandaşı veya en azından ABD'nin "verimli işçisi" olan bir köpeği Suriye'nin başına geçirmek için elde silah "cihad" yapıyor.

Suriyeli Müslümanları yaşlı genç, kadın erkek, çoluk çocuk ayırmadan boğazlıyor...

1400 yıllık İslâm ülkesini harabeye çeviriyor...

İşte bunun bunun adı "Ahir zaman fitnesi"...

İyilerin kötü olarak karalanıp, kötülerin ıyı olarak pazarlanacağı zor zamanlar...

Resulullah Efendimizin 1400 yıl öncesinden haber verdiği “büyük fitne” dönemi..

“Büyük fitne” nin ülke ülke, şlehir şehir, köy köy, sokak sokak, ev ev her tarafı kuşatacağı zaman dilimi...

Bu fitnenin iki tane büyükbaşı var...

İkisinin de misyon sıfatları-İsimleri "Deccal"...

Şeytan'ın yeryüzündeki insan suretindeki baş vekili bunlar...

Alimlerin "Büyük Deccal" da dedikleri birincisi...

Hrıstiyanları ifsad etmek, bozmak yoldan çıkarmakla görevli...

Doğrudan Hristiyanlarla uğraşacağına göre de, muhtemelen Yahudi kökenli biri...

Bugün dünyayı ele geçirmeye çalışan en üst düzey siyonist örgütün en kıdemli üyesi kim ise; "Büyük Deccal" da o olmalı...

Hadislerdeki tariflerin zahirine bakarsak Eski ABD Dışişleri Bakanlarından birinin silüetini görür gibi oluyoruz...

Diğeri ise "İslâm Deccali"...

Müslümanları ifsad edecek, bozacak, yoldan çıkaracak ve "Büyük Deccal"a kul köle yapacak olan kişi...

Bir nevi “eşbaşkan”...

Diğeriyle karışmasın ve onun Müslümanların arasından çıkacağı belli olsun diye "Süfyan-Süfyani" olarak isimlendirilmiş...

İslâm ülkelerinin başına AB-D komplolarıyla geçirilmiş olan kifayetsiz muhterisleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin...

Bir hayli aday var Süfyanlık için ve aralarında kıran kırana bir yarış, bir rekabet...

Büyük Deccal’in gözüne girip de Süfyan olmak için bir birlerini çiğniyorlar...

Az kaldı...

Yakında belli olur...

Bu dünyanın -geçici olarak- en çok kazananı görünüp de; öbür dünyanın en çok kaybedeninin kim olacağı...

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri "Süfyan" hakkında "Müslümanalar için Büyük Deccal'den daha tehlikeli" ikazını yapıyor ve Hazret-i Ali kaynaklı Hadislerdeki Deccal’in, Süfyan olduğunu belirtiyor...

Yine rivayetlerde; Müslümanların çoğunluğunun Süfyani’nin fitnelerine aldanıp peşine takılarak helâke sürüklenecekleri, zulümlerine destek ve ortak olacakları, haksız savaşlarda ona askerlik yaparak hem bu dünyalarını, hem de öbür dünyalarını riske atacakları açıkça görünüyor...

Allah kalplerinde halâ iman taşıyan mü’minleri ahir zaman fitnelerinden muhafaza etsin..

Kâinatın Efendisi’nin nurlu sözleriyle başladık yine öyle bitirelim:

Sahabeden Ebüd-Derdâ Hazretleri rivayet ediyor:
“İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, adamın imanı soyulur da haberi olmaz. Halbuki onun imanı, gömleğinin soyulduğu gibi soyulmuştur.”

Hadis’deki “gömleğinin soyulması/çıkarılması” tabiri ne kadar ilginç...

Zamanın gayesi O’ydu...

Zaman da O’nun bildirdiklerini tasdik ede ede "ahirine-sonuna" doğru ilerliyor...

O’na salât ve Selâm olsun...

Ahirzaman fitnesi böyle bir şey
26.08.2013

Ahirzaman fitnesi böyle bir şey. Kimin eli kimin cebinde, kim kimin altında kim kimin üstünde belli değil, o yüzden düşman olurken de, dost olurken de çok dikkatli olmak lazım... Yoksa fitne fırtınasının önünde bir saman çöpü gibi savrulur gidersin:

''İran, Esad'ı destekliyor.

Körfez ülkeleri ise Esad'a karşı.

Esad, Müslüman Kardeşler'e karşı.

Müslüman Kardeşler ve Obama, General Sisi'ye karşı.

Ama Körfez ülkeleri Sisi'yi destekliyor. Dolayısıyla Müslüman Kardeşler'e karşılar.

İran, Hamas'ı destekliyor, Hamas da Müslüman Kardeşler'i.

Obama, Müslüman Kardeşler'i destekliyor ama Hamas ABD karşıtı!

Körfez Ülkeleri ABD yanlısı. Ama Türkiye ve Körfez ülkeleri Esad'a karşı ama Türkiye aynı zamanda Müslüman Kardeşler tarafında, General Sisi'ye karşı.

Ama General Sisi, Körfez ülkeleri tarafından destekleniyor.

Ortadoğu'ya hoşgeldiniz, iyi günler dileriz.''
haber1001

'Batı istiyor ki Türk ile Fars, Farsla Arap, Şiayla Sünni çatışsın...'
27.02.2017



İran Araştırmalar Merkezi (İRAM) Başkanı Prof. Dr. Uysal, 'Batı, bölgede Türk ile Farsı, Farsla Arabı, Şiayla Sünniyi çatıştırmak istiyor. Plan bu' dedi.

TİMETURK | HABER MERKEZİ

AA'dan Mustafa Melih Ahıshalı'ya konuşan Uysal, bölgedeki gelişmeler, Türkiye-İran ilişkileri ve İRAM hakkında değerlendirmelerde bulundu. İRAM'ın İran'ı doğru anlamak, Türkiye-İran ilişkilerinin gelişmesine katkı sağlamak amacıyla kurulmuş, bağımsız bir düşünce kuruluşu olduğunu ifade eden Uysal, çalışma yöntemlerini duygusal hayranlık ve husumetten uzak, makul, birbirine ihtiyacı olan iki ülkenin objektif bir bakışla birbirlerini tanımalarına katkı vermek olarak tanımladı.

Uysal, "Türkler ve İranlılar, Türk, Fars, Kürt uzun süre birlikte yaşamışlar. Bunların beraber yaşamasını veya birbirini daha iyi anlamasını ve kendilerinin doğrudan diyalog kurmasını önemsiyoruz" ifadelerini kullandı.

15 Temmuz'daki darbe girişiminin başarıya ulaşması halinde Türkiye ile İran arasında muhtemel bir savaştan söz edildiğine ilişkin soruya Uysal, sadece Türkiye ile İran arasında değil bölgede çatışma çıkartılmak istendiği şeklinde yanıt verdi. Uysal şöyle devam etti:

"Sadece Türkiye-İran değil, bölgede çatışma çıkartılmak isteniyor. Batı'ya veya Doğu'daki güçlere rakip olacak güçlü İslam medeniyeti unsurlarını, kendi içinde çarpıştırıp, İslam'ın kendilerine rakip olma şansını yok etmek istiyorlar. Genel plan budur. Yaratıcı kaos teorisi uygulanmak isteniyor. Yani birbirine düşürme ve sürekli karışıklık teorisi. Batı, bölgede Türk ile Farsı, Farsla Arabı, Şiayla Sünniyi çatıştırmak istiyor. Plan bu. Irak ve Yemen'de Araplarla İran'ı çatıştırarak bunu başardılar. Suriye'de de İran'la Türkiye arasında bunu yapmak istiyorlardı. Ama çok şükür iki ülke basiret göstererek böyle bir hataya düşmedi. Eğer Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişimi başarıya ulaşsaydı, onlar açısından bu plan çok daha kolay uygulanabilecekti."
Timeturk

“Ahir zaman fitnesi”
10 Eylül 2013
Osman ASLAN

OsmanAslanİnsanlık tarihi, merkezinde Peygamberlerin bulunduğu Mutlak ATALAR Tarihi‘dir bir bakıma. Diğer yandan, İnsanlık Tarihi, Peygamberlerin mübarek dillerinden dökülen hikmetlerden süzüle süzüle -Mutlak olana nisbetle eksik- insanlığın tecrübelerinin damıtıldığı ATASÖZLERİ Tarihi‘dir de…

Hint illerinden Afrika çöllerine, Rus steplerinden Latin ülkelerine insanlık, yaşadığı, tecrübe ettiği hadise ve durumları nasılda canhıraş bir çaba ve ne büyük bir estetik zevkle kelamla zarflamış…

Hazret-i Ali‘nin “tecrübe fayda ile birlikte bir ilimdir” ölüçüsü, Ata Sözlerine bir ilim gözüyle bakılmasını ihtar ediyor.

Dikkatinizi çekerim; burada “ilim” hâline gelmiş tecrübe, -tabirimi mazur görünüz- öküz öküz birşeyleri yaşayıp tecrübe etmekten öte ve üstün bir keyfiyetle, yaşanan hadise veya durum üzerine düşünmek ve derinden hissederek sindirebilmektir.

Ha!

Yaşanan, tefekkür edilen ve derinden hissedilerek sindirilen bir tecrübenin bir cümlecik ile ifâde edilebilmesi, sonraki nesillere bir reçete gibi sunulması, o şeye gerçek bir tecrübe haysiyetini kazandırıveriyor.

Dedik ya; sadece bizim coğrafyamız değil, bütün insanlığın tecrübelerinden süzülerek gelen ATASÖZLERİ…

**

Bütün milletlerin Atasözleri hakkında derinden bir merak kapladı beni son aylarda… Bu merakıma sebep olan problem şuydu:

İçinde yaşadığımız sosyal ve siyasî şartları ifâde edebilecek herhangi bir Atasözü var mı?

Bu, aynı zamanda “bizim yaşadıklarımızı, geçmiş herhangi bir toplumun yaşayıp yaşamadığını sorgulamak” anlamına geliyordu.

Bu soruya, belki koca Atasözleri külliyatlarını okumama rağmen bir cevap bulamadım!

Hani Peygamber Efendimiz’in “Ahir Zaman Fitnesi” ifâdesi olmasa ve bütün ashabının Ahir Zaman Fitnesi’nden ne denli korktuklarını okumuş olmasam, belki pişkin pişkin birkaç atasözünü, içinde bulunduğumuz zamanda yaşadıklarımıza yakıştırabilirdim.

Ancak, olmuyor! Hiçbir Atasözü, hiçbir yaşanmış tecrübe içinde bulunduğumuz çağın kötülükleri hakkında bize fikir veremiyor…

Öylesi bir zamandayız.

Düşünün; bir Başbakanımız var başımızda… 2002 seçimleri öncesinde kullandığı en büyük argümanı şu olan bir Başbakan: “Komşumuzda yangın varken, bu yangını seyredemeyiz! Bu yangını söndüreceğiz!”

Her meydan, her sokak, her ziyaret ve her programda istisnasız kullandığı bir ifâdedir bu, sayın Başbakan’ın…

Şu İslâm ölçüsünü de kullanmıştı 2002 seçimleri öncesinde: “Komşu hakkı, Allah hakkıdır!”

Komşu’dan kasıt Irak’tı… Ve dış politikada yürüteceğinin sözünü verdiği bu ifadelerin, daha seçildiği haftalardaki girişimleriyle, ardından bir iki ay sonraki 1 Mart Tezkeresi‘ndeki tavrıyla ırzına geçildiğine şahit olduk.

Ne denebilirdi ki?

“Batı çok güçlü, hele biraz zaman geçsin“di… “Bir bildikleri var“dı… “Eğer tezkereye hayır derse, batıcı güçler ülkeyi karıştırır, onu darbeyle indirir“di… filan, fasarya…

Ne oldu?

Irak’ta, -kendisine emsal olarak göstermekten zevk aldığı Özal’lı dış politikadan beri- 2 milyonu çocuk, 5 milyon Müslüman katledildi!

08 Eylül 2013

Şu oldu, bu oldu… Muktedirliğini idrak ettikçe pervasızlaşan hükümete bir “dış politika uzmanı” eklendi. Mottosu şuydu: “Komşularla sıfır sorun!”

İleri görüşlüler hep bir ağızdan şöyle dedi: “Öyleyse eyvah!“…

Eyvah ki ne eyvah!

Süreç içinde bu “stratejik derinlik“tenten çıkan şey, coğrafyamız içinde Batı lehine bir “stratejik tiyatro” oldu…

Bu satırları henüz yazarken, yazıyı bağlayacakken yaşanan iki gelişme:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: “Komşumuzda yangın vatken buna seyirci kalamayız” dedi…

ABD Savunma Bakanı C. Hagel, Dışişleri Bakanı J. Kery ile birlikte ABD Kongresi Senato Dışilişkiler Komitesi’nde gerçekleşen oturumda Senato üyelerine aynen şöyle dedi: “Bölgedeki yakın müttefiklerimiz olan İsrail ve Türkiye, Başkan Obama’nın Suriye ile ilgili alacağı kararların arkasında durma sözü verdiler!“… Tabiî başta Sayın Başbakan’ın kontrollü “Batı karşıtı” söylemlerinin medyada pompalandığı bugünlerde, bu cümleler de ne haber oldu ne gündeme geldi.

Bu FİTNE üzerinde durmaya devam edeceğiz!

Dünyatime

Af Örütü: Türkiye'de işkence ve kötü muamele arttı
22.02.2017



Uluslararası Af Örgütü, son bir yılda 159 ülke ve bölgede insan haklarının durumunun incelendiği raporunu açıkladı

Uluslararası Af Örgütü son bir yılda yaşanan insan hakları ihlâllerinin raporunu yayımladı. 2016 yılında 159 ülkedeki insan hakları temelli kaygıların dile getirildiği raporda, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan silahlı çatışmalara, sivillere yönelik şiddetli saldırılara, mülteci krizine, siyasetçilerin ayrıştırtırcı beyanlarına ve "biz ve onlar" söylemine dikkat çekildi. Raporda, Türkiye'deki insan hakları durumunun da ciddi biçimde kötüye gittiği vurgulandı.

'Dünyada İnsan Haklarının Durumu' başlıklı rapor, Uluslararası Af Örgütü'nün İstanbul Şubesi'nde kamuoyuyla paylaşıldı. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser, Kampanyalar ve Savunuculuk Direktörü Ruhat Sena Akşener ile Uluslararası Sekreterya Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner tarafından açıklanan raporda, hükümetlerin ve silahlı grupların insan haklarını istismar etmesi nedeniyle 2016 yılının milyonlarca kişi için sefalet ve korku yılı olduğu ifade edildi.

Dünya'da nefret söylemi arttı

159 ülkenin ele alındığı rapora göre 2016 yılında; mültecileri geri göndererek uluslararası hukuku ihlal eden ülke sayısı 36, savaş suçu işlenen ülke sayısı 26, barışçıl insan hakları aktivistlerinin öldürüldüğü ülke sayısı ise 22.

Milyonlarca insanın ihlaller nedeniyle eziyetlere maruz kaldığını belirten İdil Eser, "Halep'in bazı bölgelerinde taş üstünde taş kalmadı, Yemen'de sivillere yönelik şiddet devam etti. Hastanelerin kasıtlı şekilde bombalanması bu iki ülkede rutin bir olay haline geldi. Özetle 2016 yılında dünya daha karanlık ve daha istikrarsız bir yer oldu" dedi.

Dünyada nefret söyleminin giderek arttığına ve "şeytanlaştırma söylemine" dikkat çeken Ruhat Sena Akşener ise ABD Başkanı Donald Trump'ın kadın ve yabancı düşmanlığının öne çıktığı ayrıştırıcı beyanlara yer verdiği bir seçim kampanyasıyla göreve geldiğini hatırlattı. Eser, "Nefret dolu retorik insan doğasının en karanlık içgüdülerimi serbest bıraktı. İktidarda olanlar, sosyal ve ekonomik sorunlar için bütün sorumluluğu belirli gruplar üzerine yıkarak özellikle Avrupa ve ABD'de ayrımcılık ve nefret suçlarını körükledi" diye konuştu.

Raporda, hükümetlerin mültecilere ve göçmenlere sırtlarını döndükleri de ifade edildi. ABD Başkanı Trump'ın ABD'de "yeniden yerleştirme" talep eden savaş mağdurlarını bir başkanlık kararnamesi imzalayarak durdurduğuna, Avustralya'nın mültecilerin Nauru ve Manus Adaları'nda mahsur kalmalarına sebep olarak onlara acılar yaşattığına, AB'nin kendileri için güvenli olmadığı halde mültecileri Türkiye'ye geri göndermek için Türkiye ile yasadışı bir anlaşma imzaladığına da raporda yer verildi.

Raporda Türkiye

Dünyadaki insan hakları durumunu gözler önüne seren raporun Türkiye kısmında ise, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, işkence ve diğer kötü muameleler, aşırı güç kullanımı, cezasızlık, zorla yerinden edilme ve mülksüzleştirme, adil olmayan yargılamalar, mülteci ve sığınmacılar konuları mercek altına alındı.

Rapora göre geçtiğimiz yıl 15 Temmuz'dan sonraki ilk 6 ayda tutuklanan kişi sayısı 40 bin, kamudan ihraç edilen memur sayısı 90 bin, KHK'lar ile kapatılan medya kuruluşlarının sayısı 184, OHAL'den sonra tutuklanan gazeteci sayısı 118, kapatılan sivil toplum kuruluşu sayısı 375 ve yıl sonu itibariyle soruşturma altında olan akademisyen sayısı 490 olarak saptandı.

Geçtiğimiz yıl Türkiye'de güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen insan hak ihlallerine değinen Andrew Gardner, ihlallerin özellikle sokağa çıkma yasaklarının olduğu Kürt illerinde olduğunu belirtti. Gardner, yaklaşık yarım milyon kişinin sokağa çıkma yasakları sonucu yerlerinden edildiğini ve zorunlu göçe maruz kaldığını dile getirdi.

İşkence ve kötü muamele iddialarına da atıf yapılan rapora ilişkin konuşan Gardner, "Türkiye'nin güneydoğusunda sokağa çıkma yasağının olduğu bölgelerde ve darbe girişiminin hemen ardından daha belirgin şekilde Ankara ve İstanbul'da, polis gözetiminde rapor edilen işkence ve diğer kötü muameleler artarak yaşandı. Hak ihlallerine yönelik soruşturmalar ise sonuçsuz kaldı" dedi. OHAL'in muhalif sesleri susturmak için çok önemli bir araç olduğunu söyleyen Gardner, "Zaten kötüye giden insan hakları durumu sivil toplum kuruluşları ve muhalif medyanın kapatılmasıyla bu durumun önü açıldı" diye konuştu.
(Evrensel)

Yoksa bu zulümler Allah’ın adaletinin yansımaları mı?
Ali FERŞADOĞLU
fersadoglu@yeniasya.com.tr
28 Haziran 2017



Müslüman olmayan “İran’ın âdil padişahlarından Nuşirevân-ı Âdil”in adaleti dillere destandı.
“Hz. Ömer’in ve Sa’d İbni Vakkas (ra) Hazretlerinin deve ve mallarını gasp eden oğlunu ve oğlunun gasp ettiğini söylemeyen tercümanını astırdı!”1

*

Hz. Ömer (ra), “Ben Nuşirevan’dan daha adilim!” diye haber göndermişti bir Yahudiye haksızlık eden valisi Sa’d İbni Vakkas’a. Yüzü sapsarı kesilen vali, Yahudi’nin hakkını verdi. Adalet böyle bir şeydir.

*

Sorgusuz, sualsiz, delilsiz, belgesiz hapislere tıkılıp, 10 kişinin kalacağı koğuşlara 30 kişi üst üste yığılan 10 binlerce kadın, çoluk-çocuk, yaşlı Mecusi değil, Yahudi değil Müslümandır…

Onlara iftira edenler de, hapse tıkanlar da, işlerine de, aşlarına da, eşlerine de, çoluk-çocuklarına da el koyanlar Müslümandır!

Bu ne dehşetli bir nifaktır! Bu ne dehşetli bir imtihandır!

*

“Adalet mülkün/devletin temelidir” sözü Hz. Ömer’e (ra) aittir. Adalet istemek, mülkün temelini istemektir. Adaleti kim isterse, mülkün temelini istiyor demektir.

Adalet nerede ise, kim isterse ona destek vermek mülkün/devletin bekasına hizmet etmektir.

Adalet isteyenlerin şahıslarına bakarak adalete itiraz etmek gaflettir ve cehalettir.

*

Asıl acınacak olanlar hapsedilen masum, mazlûm, mağdurlar değil; onlara bu zulmü reva görenlerdir! Vay onların hallerine! Allah Adil’dir, Adil-i Mutlaktır. Adaleti mutlak dünyada da tecelli eder.

“Alemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki, Sâni-i Âlemin pek yüksek, celâlli, izzetli bir haysiyeti vardır ki, ubudiyetle Sânii tâzim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin tediplerini, tehir ve imhal etse bile, ihmal etmez!”2 Allah imhal eder/mühlet verir, ama, ihmal etmez! Adiller için yaşasın Cennet ve zalimler için yaşasın Cehennem!

Yoksa başımıza yağan bu dehşetli adaletsizlik ve haksızlık; Müslüman çoluk-çocuk, genç, ihtiyar, kadın, bebeklerin başına İncirlik’ten yağdırdığımız bombaların bumerang gibi geriye dönmesi ve cezası mı?

Allah Adil’dir ve adaletli olanları sever. Uhibbul adilin, lauhibbül gafilin ve lauhibbül cahilin!

Dipnotlar:

1- B. Said Nursî, Lem’alar, s. 149. 2- B. Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 36.

Kaynak: yeni asya

“İSLÂMA MUHATAP ANLAYIŞ”A DAİR: 3 – KURÂN MÜSLÜMANI
Selim GÜRSELGİL
26 Ağustos 2017

“KUR’ÂN MÜSLÜMANI – I”

Yaşar Nuri ve Edip Yüksel‘in sapkın mezhebine taraftar olanlar, kendilerini diğer Müslümanlardan ayırarak, kendilerine “Kur’ân Müslümanı” diyorlar.

Bunları komik bir paradoks kuşatmıştır ki, dişi akrep gibi ilk visalin ardından kendi kendilerini öldürüyorlar. “Kur’ân’daki Din – Kur’ân’daki İslâm” diye kitablar yazıyorlar ve ilk bakışta kulağa hoş geliyor. Ama dikkat edince yazdıkları kitablar kendi fikirlerinin imhâsı mânâsına geliyor.

Kur’ân, onların yazacağı kitabla açıklanması gerekiyorsa, onun adı “Kur’ân’daki din” olmuyor ki; bu, “onun kitabındaki din” oluyor. O da vahiy olmadığına göre, iş yine zanna, içtihada, reye dayanıyor.

E iş yine mezhebe (reye, içtihada, görüşe) geliyorsa, ben niye İmâm-ı Azam varken onun içtihadına (!) uyayım?

Şunu sorayım basitçe: Niye bu kadar davarsınız olum siz?

12 Kasım 2012



“KUR’ÂN MÜSLÜMANI – II”

Özde değil sözde müslümandır. Namazın 5 vakit ve orucun 30 gün olduğunu asla bilemeyecektir. Bunlar Kur’ân’da geçmiyor. Hadi buldun, zorladın, çıkardın, vakit, niyet, abdest hiçbiri yok…

Ee, daha neyin palavrasını sıkıyorsunuz ki siz? Hadisler yoksa İslâm diye bir şey de yok!

12 Kasım 2012



HADİSLERE İNANMAYAN MÜSLÜMAN – I

Bak hâlâ benim soruma cevap vermiyor, boş kafasıyla vır vır ediyor:

– Hadis yoksa namazı nasıl kılıyorsun, aloo? Abdesti nasıl alıyorsun? Kur’ân’da bunların açık tarifleri yok. Hadislerin iyi yanlarını mı alıyorsun?

Bunlar Hollywood müslümanı. Müslüman demeye dilim varmıyor ya, ben müslümanım diyene de Müslüman değilsin diyemiyorsun.

13 Kasım 2012



HADİSLERE İNANMAYAN MÜSLÜMAN – II

Ağzımda tüy bitti ama anlamak isteyen yok. Çok afedersin ama;

– Hadis yoksa namazı nasıl kılıyorsun? Abdesti nasıl alıyorsun? Cenazeni nasıl gömüyorsun? Hadislerin iyi yanlarını mı alıyorsun?

Benim başka sorum yok, sanığı değerli jüri üyelerine bırakıyorum.

Hadi bırakmayayım: Şimdi bunlar “namazla niyazla işimiz yok” diyemiyorlar; çünkü Kur’ân’da namaz emrediliyor. Hadislerden ve mezheblerden alsalar, o zaman da “Kur’ân müslümanı” olamıyorlar, mezheblerini kendileri yalanlamış oluyor.

Geriye bir tek şey kalıyor: Kur’ân’da namaz diye geçen “salât” kelimesinin aslında lûgat anlamı şöyledir, aslında namaz diye bir şey yoktur; lâfı buraya getirmek… Traş hattı!

13 Kasım 2012



HADİS DİNİ – I

Buradaki kullanıcılardan biri literatüre soktu bu kavramı. Belki sosyolojide bir yeri, bir karşılığı olabilir; ama dinde hiçbir anlamı yok. Hadisle amel etmiyorsun ki, fıkıhla ediyorsun.

Hadis dini, âyet dini, Kur’ân dini, Kur’ân’daki İslâm vs gibi kavramları çok duyuyoruz son senelerde. Bunların bilerek veya bilmeyerek din düşmanlığından başka mânâsı yoktur. Edille-i şeriyye dörttür: Âyet, hadis, icmâ, kıyas… Bunlardan birini yıktığın zaman, dini yıkmış olursun. Din bu yönüyle sistematik bir bütündür.

Aslında bunu söylerken, günümüzün curcunası içinde bu gerçeği anlayanların pek kalmadığını ve aslında havanda su dövdüğümü biliyorum. Çünkü gerçekten ortalığın ağzına ettiler. Mezheblere saldırıyla başladı her şey: Onları ortadan kaldırmanın kişiyi daha dindar yapacağını söylediler. Sonra hadislere geldi sıra: Şimdi onların da çok mantıksız olduğunu, âyetlerin daha mantıklı olduğunu savunan kesimler çıktı.

Hâlbuki baktığın zaman, tam aksine izlenim uyanır: Hadis, beşer lisanına ve mantığına daha yakındır âyetten… O bir yana, Kur’ân’ın birinci muhatabı sen değilsin ki, ona istediğin türlü el at ve kendi mantığına uygun din yap… Kim? Allah Sevgilisi… O olmasaydı Kur’ân olur muydu? O gayrı şahsî bir telgraf şebekesi değil ki canım! Âyetler, sana bana değil, O’na indi ve O, onların ilk muhatabı olmak bakımından, hayatın dinamik yapısı içinde hemen oradan aldığını izhar etti, “ilk uygulama”yı gösterdi. (Hadisin dayanağı budur.)

Bunların sistematize hâle getirilmesi, neyin neye nisbetle söylendiğinin ölçülendirilmesi ve bu ölçülendirme üzerinde ümmetin ittifak etmesi ile (icmâ) hak mezheblerin temeli ortaya çıktı. Ve dikkat edin, mezheblerde, onların temel noktalarında birbiriyle hemfikir olanları olan Hak mezheblerde bile, bazı gamızalarda ihtilâf vardır. Çünkü âyet ve hadis üzerinde kesin tayinde bulunulamaz. Bu budur diyemezsin. O senin boyunu aşar. Diyemediğin için de “en yüksek kesinlik ihtimâli”ni ortaya koyanlara uyarsın. (Her mevzuda, her şey hakkında olduğu gibi!)

Böylece fıkıh ortaya çıktı. Ve yine hayatın dinamik yapısı içinde, her zaman yeni meseleler doğdu. Bunların doğrudan doğruya Kur’ân’da ve sünnette yeri tesbit edilemedi. Dikkat edin, hâlâ 1300-1400 sene öncesinden bahsediyorum. Yeni meseleler ortaya çıktı ve bunlar hakkında apaçık âyet ve hadis hükümleri bulunamadı. Bunlar da hakkında hüküm bulunan konulara nisbet edildiler. Fıkıh âlimleri tarafından… “Kıyas” diyoruz ona da; veya “kıyas-ı fukahâ”; fakihlerin kıyasları…

Din, hep böyle nisbet içinde bir dinamizm belirtir. Daha o zaman bile yeni meseleler ortaya çıkması karşısında bu türlü bir sistematik kurulmuşsa, bugünden bakıp, “ben âyetle amel ederim, ben hadisle amel ederim” diyenlerin nasıl bir hezeyan içinde oldukları görülür. Yahu senin hayatında, âyette ve hadiste açıkça yerini bulamayacağın bir dünya şey var; sen bunlar hakkındaki tefekküre giden yolu baltaladıktan sonra, âyet veya hadisle nasıl amel edeceksin? Dalga mı geçiyorsun?

Aslında pek çoğu, dalga geçtiğinin de farkında değil. Sabah akşam hadislere ve mezheb imamlarına atıp tutarlarsa dinî bir şey yaptıklarını zannediyorlar. Oysa bu mevzular, onlara ihtiyaç kalmadan çoktan hâlledildi. Her devir, ayrı ihtiyaçlar doğurur. Her devir, bir İslâma Muhatap Anlayış gerektirir. Her çağın meseleleri ayrı ayrıdır. Hayat nasıl daima yeniyse, din de öyledir. Hani Mevlânâ‘yı hatırlayın – nasıldı o söz:

-“Eski pazar dağıldı, yeni pazar kuruldu… Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım!“

Öyle ya, o günden bugüne insanlar arasında binbir mesele doğmuş, binbir ilim, binbir sanat doğmuş; psikolojisinden sosyolojisine, materyalizminden kübizmine neler; ama sen hâlâ Ali-Muaviye didişmesinden, zayıf hadis kuvvetli hadis münakaşasından çıkamamışsın. Ve bunu da dinî bir şey yapmak zannediyorsun. Onu yapan yaptı, senin orada buradan yapacağın bir şey yok!

Bu sefil anlayıştan iki tip insan doğuyor: Birisi, İslâm dünyasında bol örneğini gördüğümüz, ülkemizde de az görmediğimiz, bazı ilkel adamlar… İkincisi, dinî sorumluluğu sırtından atmış, onun yerine kalkıp İslâm tefekkürü kurmaya çalışan bazı modern ilahiyatçılar, müçtehid taslakları… Ve bu ikisi arasında düzinelerce yeni fraksiyon ve ton farkı!

Arkadaş, sen hadisleri kaldırıp attın; onlarla nasıl amel edileceğini gösteren mezhebleri kaldırıp attın; onlarda hangi hikmetler bulunduğunu söyleyen Muhiddin-i Arabî‘yi, İmam-ı Gazalî‘yi, İmam-ı Rabbanî‘yi kaldırıp attın; ferdî oluş ve eriş yönünü tamimleştiren bütün bir tasavvuf külliyatını aradan çıkardın ve “bid’at” saydın… Ee, İslâm tefekkürünü nasıl kuracaksın? Tasavvuf olmadan tefekkür olur mu? Neye göre ne? Kur’ân’da psikoloji, antropoloji zâhir ölçüsüyle yok ki! Bunlar çekirdekler halinde tasavvufta var. O olmayınca tefekkür de olmuyor nitekim… (Zaten tefekkür olması bu tiplerin itikadına aykırı!) Dön dolaş aynı yer, dön dolaş aynı yer… İslâm, sen 1400 sene boyunca abdestin sünnetlerini tartış diye indirilmedi ki! O iş konuşuldu ve halledildi. İslâm zamanı bütünleye bütünleye, her çağın ihtiyacına cevap vere vere geldi.

İslâm, kökü ezelde ve dalları ebedde olan bir ağaçtır. Bir tek kitabdan, Kur’ân’dan çıkmış, sünnetle gövdelenmiş, mezheblerle dallanmış ve tasavvufla çiçeğe durmuştur. O çiçekler arasından sonsuza dek bütün ilimlerin, fenlerin ve sanatların meyveleri devşirilir. Sen bu meyveleri devşirmek dururken, yok gövdeyi keselim, yok dalları kıralım, yok çiçekleri dökelim dersen, o ağaçtan nasibini alamazsın!

14 Kasım 2012



HADİS DİNİ – II

Dünden beri çok yoğun mesaj aldım, bazı yorumlardan dolayı; onların azımsanmayacak bir kısmı da benim “hadis yoksa namazı nereden biliyorsunuz?” dememe karşılık, şöyle cevap veriyorlardı:

– Hadis başka sünnet başkadır!

Ne diyeceğimi bilemiyorum. Hadis, sünnetin haberidir, havadisidir zaten. Hadisleri attığın zaman sünneti kimden öğreniyorsun? CNN İnternational’dan mı? Öyle ya, hadisleri aradan çıkararak sünnetten haber veren yeni bir portal mı çıktı da ben mi bilmiyorum?

Sünnet başka hadis başkaymış… Not ettim kenara. 100 gün her sabah aç karına tekrarlarsam belki ben de sizin kafaya erişirim. Bir şey soracağım yalnız: Gülünce bilinç bozuluyor mu?

14 Kasım 2012
Adımlar Dergisi

Ahmet Hakan: Bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça Türkiye'de ateizm yükseliyor!
25 Eylül 2017



"Kısacası; sinir bozucu, mide bulandırıcı türden bin türlü şerefsizlik..."

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, ilahiyatçı İhsan Şenocak'ın "kızlar'ın pantolon giymesinin, kaşlarını aldırmasının, üniversiteye gitmesinin günah olduğu" yolundaki iddiasına tepki gösterdi. Hakan, "Ve bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça Türkiye’de maalesef deizm ve ateizm yükseliyor! Uyanın ey ehli iman! Bu İhsan Şenocak türü adamlar yüzünden. Din elden gidiyor din!" ifadesini kullandı.

Ahmet Hakan'ın "İşleri güçleri kızlar ve kızların giydiği pantolonlar" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

İhsan Şenocak adlı bir hoca.

Çıkmış vaaz kürsüsüne...

Üniversiteye giden kızlara ve o kızların babalarına...

Hayâsızca saldırıyor.

*

Mesela...

Sırf pantolon giydiler diye... Üniversitede okuyan tertemiz genç kızların namuslarına ve şereflerine dil uzatıyor.

*

Mesela...

Üniversite amfilerini alenen ve resmen “kızların soyulup atıldıkları yerler” olarak tanımlıyor.

*

Mesela...

Üniversiteye giden kızların babalarını, “kızlarını soyup amfilere atan adamlar” diye nitelendiriyor.

*

Kısacası...

Sinir bozucu, mide bulandırıcı türden bin türlü şerefsizlik...

*

Bu İhsan Şenocak denilen adam...

- Sakalının etrafını bir güzel kıllardan arındırıp cillop gibi yaparken kadınların kaş aldırmalarının şeytani olduğunu söylüyor.

- Kuran kurslarında erkek çocuklarına edilen tecavüzler konusunda tek bir harf bile etmeyip kendisine tek konu olarak kızların pantolonunu seçiyor.

- Kendi kılık kıyafetine saygı beklerken başkalarının kılık kıyafetine onursuzca ve adice saldırıyor.

*

Ve bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça...

Türkiye’de maalesef deizm ve ateizm yükseliyor!

*

Uyanın ey ehli iman!

Bu İhsan Şenocak türü adamlar yüzünden...

Din elden gidiyor din!

T24

A. Baki AYTEMİZ: TESETTÜRÜN DEFİLESİ…
19 Ocak 2018



Çocuğunun yaşaması için gerekli olan ilacın parasını denkleştirebilmek için, nereden borç istesem, banka mı soysam, birini mi gasb etsem diye düşünen babadan, vücudunu satmayı düşünen anaya ve ilaç bulmak için başvurdukları yetkililerce dilenci muamelesine tabi tutulan mazlumlara…

Ekmek almak üzere bakkala giderken, “beni de götür baba!” demesine dayanamadığı çocuğunu elinden tutarak bakkala giden, bakkalda gördüğü 50 kuruşluk çikolatadan isteyen evladına, parasızlıktan bunu alamayan, alamayınca da yutkunan, gırtlağına şöyle sertçe bir şey takılır gibi olan, gözleri nemlenen baba, bu çaresizliği yaşamak yerine bin kere ölmeyi tercih eder hale gelmişken…

Aç insanlar kendini yakar veya yarın çocuklarına ne yedireceğini düşünen bir baba artık bu yüke dayanamayıp soyunurken…

İnsanlar çöpleri karıştırarak karınlarını doyurabilmenin çaresini ararken…

Birileri de çıkmış, iktidarın aç bıraktığı insanlar üzerinden temin ettikleri imkânlar ve lüks içinde, israf ve şatafatın baş döndürücü uçurumundan aşağı atlarken kendileriyle birlikte toplumu da felâkete sürüklemenin sınırsız sarhoşluğunda kendilerini kaybetmiş, tesettür defilesi yapmakta…

Tesettür, kapitalizmin, tüketim toplumunun bir oyuncağı, nesnesi değildir efendiler!

Bu açıdan bakarsanız, tesettürün defilesi de olmaz.

Tesettürü bir kere gayesinden saptırdınız mı, kapitalizmin bir nesnesi haline getirmeye kalktınız mı, bu işin en sonunda tesettürün pornosuna kadar vardığını da görürsünüz.

Kapitalizm nasıl ki her şeyi metalaştırıyorsa, tesettürü de metalaştırmaya yol açtığınızda, karşınıza bunlar da çıkar, çıkıyor da.

Oysa tesettür, aslî olarak metalaşmaya karşı olmaktır. Kadının metalaşmasına karşı olmaktır. Kadını hür kılmak içindir. Tesettür defilesi ile kadın kapitalizmin, tüketim toplumun bir oyuncağı, bir kurbanı hâline gelmekte, getirilmektedir.

Tesettür, köleliğin karşısında hürriyeti temsil eder dedik ya, buna tüketim toplumuna karşı olmak da dâhildir. Yani, zamanında verilen-verdiğimiz tesettür mücadelesi, sadece siyasî otoritenin kamusal alandaki kılık-kıyafet düzenlemesi ve kadın kılığı üzerinden kendi iktidarını içtimaî alanda sürdürmesine karşı verilmiş bir mücadele değildi. Tesettürlü bir kapitalist olmak için değildi kısacası. Tesettürü, bütün mânâsıyla hayata hâkim kılmak mücadelesiydi o. İşte, bir şey tam olmadığında, yarım oluşların nasıl o şeyin aslını yok edecek dereceye geldiğine dair en göze batan misallerden biri budur aslında; tesettürün, yarım olmuşların elinde tam ters bir mânâya bürünmesi ve hizmet ediyor oluşu.

Metalaşan, nesneleşen tesettür, gün geliyor onu metalaştıranları da metalaştırıyor ve teni kapalı ama ruhu olabilindiğince açık, ruhu her türlü ahlâksızlığın yatağı haline gelmiş bir belhüm adal profilini karşımıza çıkarıyor.

Bizzat yaşayarak görüyor ve anlıyoruz ki, metalaşmanın karşısında durabilmek de ancak Bütün Fikirle, Mutlak Fikre bağlılıkla mümkün. Bütün Fikrin bizden istediği ruh ve ahlâka bürünmeden, onun şekline saplanıp kalmak, Bütün Fikri bir şekil mevzuu olarak ele almak, Bütün Fikre en büyük hıyanet ki, Efendi Hazretleri bunlara, “Dini içten yıkan kâfir!” hükmünü basıyor.

90’lı yıllarda İbda-c’ler, bunlara izin vermemek için mücadele etti, İslâm’ı bu şekilde istismar etmeye başlayanları cezalandırdı. Şimdilerde ise bunlar, en üst makamlarda ağırlanıyor, en üst makamlarca taltif ediliyor.

Aslında bu süreç bir yandan da iyi oluyor… O gün tesettürü şekilden ibaret bilenler de bizim mücadelemiz içerisinde kendilerine yer bulabiliyordu. Artık bugün bu mücadele, doğrudan ruh ve mânâya hitap eden, bunun idrakinde olanlarca veriliyor ki, gerçek insan soyu olma azmini taşıyan, çilesine talip olanlarla müsveddeleri de böylece ayrışıyor.

Muktedirler, gençliğin kendilerine niçin teveccüh etmediğini anlayabilecek mi acaba? Kapitalizmse, orada orijinali dururken, sendeki çakma… Ve bunlar, o mânâyı, kendi menfaatleri için bozuk para gibi harcarken, şimdi gençliği nasıl motive edeceklerini de bilmez hâldeler. Bizzat kendi ihanetleri, kendilerinin sonunu getiriyor.

(..)

A. Bâki AYTEMİZ

Kaynak: Adımlar Dergisi

Etiketler:
İslâm ihtilâl ve inkılâbı kapitalizm Tesettür TESETTÜR DEFİLE
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com