EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AKP’nin yükseliş ve çöküş hikâyesi
Sayfaya git 1, 2, 3, 4  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 05, 2012 8:23 pm    Mesaj konusu: AKP’nin yükseliş ve çöküş hikâyesi Alıntıyla Cevap Gönder

AKP’nin yükseliş ve çöküş hikayesi I: Bölgesel liderden, savaş suçlusuna
Volkan Algan
soL
31 Aralık 2013



Ortaya çıkışı gibi çöküşü de sıradışı bir biçimde gerçekleşen bir iktidar AKP. Bugün AKP'nin çöküş sürecinde iç ve dış boyutların iç içe geçtiği görülüyor. Kurulurken de bunun böyle olduğunu asla unutmamak gerek.

AKP’nin 2002’den başlayarak bugüne kadar süregelen hali ile siyasi ömrünü tükettiği, gerek uluslararası gerekse ulusal ölçekte genel kabul gören bir tespit. 4 gün sürecek bu yazı dizisiyle amacımız, bu sıradışı partinin iktidara geliş ve gidiş sürecini, hem iç hem de dış dinamikleri birlikte ele alarak değerlendirmek. Elbette çok boyutlu bu olağanüstü süreci tüm ayrıntıları ile almak gibi bir iddiamız yok. Eksik bıraktığımız birçok noktanın olduğunu biliyoruz.

Temel tezimiz şu: AKP iktidarı, Türkiye içinde 1990’larda başlayan restorasyon sürecinin kendisine hazırladığı müsait ortam ile, ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir statüko şekillendirmeye yönelik projeksiyonunun çakışmasının yarattığı muazzam olanağın ortaya çıkardığı bir olağanüstü dönemin ürünüdür. Gidişi ise farklı şekilde halk faktörünün doğrudan belirleyen olduğu ülke içi dinamikler ve uluslararası planda ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik planlarında kaybetmesinin çakışma koşulları ile doğrudan ilgilidir.

AKP’nin yolun sonuna geldiği fikrinin genel kabul haline gelmeye başladığı bugünlerde yaşanan gelişmeler de gösteriyor ki, Yalçın Küçük’e atıfla diyecek olursak “AKP’nin çözülüşü kuruluşunda saklı.” O halde bugün geçmişe yeniden bakmanın, AKP’nin gidişini sevinçle karşılayan bizler için bu sürecin iç ve dış olmak üzere çok katmanlı boyutunu kavramak ve bundan sonra karşılaşılabilecek tehlikelerin önünü almak için hayati önemi olduğu açık.

Reel sosyalizm sonrası düzenleme
AKP denince bu partinin iktidara gelme sürecini 28 Şubat’tan başlatmak neredeyse genel bir kural haline geldi. Birçok açıdan bunun isabetli bir tercih olduğu söylenebilir. Bir dönüm noktasını işaretlemek adına biz de 28 Şubat’ı kabul ediyor olsak da, 28 Şubat’ın hangi zemin üzerinde şekillendiğini anlamak açısından biraz daha geriden, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından başlamakta fayda var.

Reel sosyalizmin çözülmesi sonrasında dünyada dengelerin yeniden tasnif edilme süreci, iç politikası yüzyıldan fazla süredir çokça dış politikasına bağlı olan Türkiye’nin de payını alacağı ciddi bir restorasyonu beraberinde getirdi.

Restorasyonun zirvesi
Bugünden geriye bakınca AKP hükümetinin iktidar yıllarının bu restorasyon sürecinin zirvesini oluşturduğunu görüyoruz.

Sovyetler Birliği sonrası dünyada yeni bir hegemonya kurulması sürecini daha uzun tartışmak gerekeceğinden sona bırakırsak, AKP döneminde hiçbir hükümetin yapamadığı kadar büyük bir özelleştirme ve neoliberal dönüşüm gerçekleştirilirken, ekonomi büyük oranda dışarından sıcak para girişine dayalı hale getirildi, emek üzerindeki baskı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir seviyeye yükseldi.

Başta TSK olmak üzere eski dönemin kadrolarının tasfiyesi çok büyük bir şiddetle gerçekleştirilirken siyasal ortam bu süreçte tarihinde eşine az rastlanacak şekilde hükümet tarafından terörize edildi. Bu süreçte yaşananların ayrıntılarını ve sonuçlarını daha sonra tartışcağız.

Yeni hegemonyanın kurulması açısından kritik başlık dış politika olacak ve AKP döneminin dış politikasını tartışırken periyotlara ayırmak gerektiğinden bu ileriki bölümde daha ayrıntılı incelenecekse de, hemen şunu vurgulamakta fayda var, AKP’nin bu alanda kıblesi tüm riskli adımlarına rağmen, her zaman ABD olmuştur. ABD’nin Ortadoğu’da giriştiği ve büyük bir hüsranla son bulan operasyonuna AKP’den başka hiçbir hükümetin bu kadar fütursuzca ve istekli ortak olmaya çalışmayacağını da söylemek mümkün. Zaten iktidara geliş sürecinde bu ülkeden aldığı inanılmaz desteğin arkasında bu yatıyor. Türkiye’nin devletli dış politikasının sınırlarını zorlayan Yeni Osmanlı rüyalarının ne kadar büyük bir risk içerdiğini görmek, bu süre zarfında girilen maceraları düşününce, zor değil. Öyle ki bu perspektif, AKP’nin iktidara gelişindeki büyük rolü kadar, sonunu hazırlayan nedenlerden de biri olacak. AKP için başka bir seçeneğin olmadığını söylemek ise yanlış olmayacaktır.

AKP'ye serilen kırmızı halı
28 Şubat’a geri dönecek olursak, bu operasyon böylesi bir restorasyon sürecinin kritik bir dönemeci, sonuçları bakımından da, müdahaleyi gerçekleştirenlerin niyetlerinden ve öngörülerinden bağımsız olarak, AKP’nin önüne kırmızı halı sermekten başka bir sonuç vermeyen bir uğrak olarak tarihe geçti.

AKP’nin özellikle iktidara ilk geliş sürecinde “istikrar” vurgusunu sıkça yaptığı biliniyor. Bunun birçok açıdan haklı nedenleri olduğu ve halkta gerçek bir karşılığının bulunduğunu unutmamak lazım. Çünkü 90’lı yıllar gerçek anlamda istikrarsızlık yıllarıdır. Dünya çapında yaşanan Sovyet sonrası geçiş döneminin Türkiye’deki yansıması; beceriksiz koalisyon hükümetleri, sosyalizmin çözülmesi ve solun ülke siyasetinde geri plana düşmesi sonrasında artık yük haline gelen kontgerilla örgütlenmelerinin hukuk tanımaz mafyatik terörü, Kürdistan’da şiddetin zirve yaptığı bir iç savaş, özellikle varoşlarda solun boşalttığı alanı dolduran siyasal İslam’ın palazlanması, ekonominin neoliberal dönüşümünün emekçilere hayatı zehir eden faturası oldu.

AKP sağda tekleşti
AKP’nin iktidara gelme sürecinde en büyük avantajlarından bir tanesi, arkasına, 90’lar boyunca yükselen ve 28 Şubat ile hem aşırılıkları budanan hem de boynuna gururla taşıyacağı bir “mağdur madalyası” takılacak olan siyasal İslam’ın mirasını alması ve merkez sağ partilerin bu yıllar boyunca bir bir enerjilerini tüketerek halkın gözünde bitmiş olmaları oldu. AKP “sağ” gibi Türkiye’de büyük oy potansiyeli taşıyan bu kulvarda, kendini tek başına buldu.

90’lı yıllarda sırasıyla önce ANAP, sonra da DYP’nin at koşturduğu merkez sağ, bu partilerin fütursuzca uyguladığı serbest piyasa ekonomisi, sosyal devletin tasfiyesi, engellenemeyen enflasyon, işsizlik ve yolsuzluk skandalları yıllar içinde bu partileri eritince sahipsiz kaldı. Buna eşzamanlı Refah Partisi oylarını artırırken, 28 Şubat ile gelen darbe sonrası bu partinin önünün kesilmesiyle, sonrasında AKP’yi kuracak olan bu partinin yenilikçi kanatı sağ seçmeni kucağında bulacaktı.

AKP’nin 2001 krizi sonrası iktidar olması, sağlayabildiği siyasi istikrar ve serbest piyasa konusunda ANAP ve DYP’yi de aşmasına rağmen hem onlardan farklı bir siyasi gelenekten gelmesi nedeniyle halkçı popülizminin halk nezdinde daha inandırıcı olması hem de sosyal devleti çözmesine rağmen cemaatler aracılığı ile kurduğu “yardım-sadaka” çarkı, sağ seçmeni uzun yıllar AKP’ye bağlamak için yetecekti.

Öyleyse 28 Şubat operasyonunun hangi başlıklara müdahale amacıyla yapıldığını artık söyleyebiliriz. Sovyet dönemi sonrası Türkiye’nin yeni statükoda bürüneceği yeni rol, Soğuk Savaş artığı olan ve Kürt savaşının yarattığı ortam ile ülkeyi istikrarsızlaştıracak kadar başına buyruk davranan kontrgerilla kadroları, siyasal İslam’ın sermayeyi de tedirgin eden yükselişi.

En önemli durağı 28 Şubat’ı da içine alan restorasyon yıllarında tüm bu başlıklara dokunularak AKP’nin dikensiz gül bahçesi hazırlanacaktı. Siyasal İslam’ın silahlı radikal unsurları çökertilirken, legal temsilcisi RP 28 Şubat sürecinde siyasal arenadan tasfiye edildi, devrimci demokrasinin üzerine şiddetle gidilerek silahlı sol muhalefet budandı, soğuk savaş döneminin kontrgerilla artıkları tasfiye edildi, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi ile sürekli bir kriz başlığı olan Kürt savaşı farklı bir boyuta çekildi (bu operasyonun sonuçları bugün ortada).

Yapılan alan temizliği, Türkiye tarihinde hiçbir partiye kısmet olmayacak kadar uygun ortamı AKP’nin iktidar olması için hazırlamış oldu; istikrarsızlık unsurlarından arındırılmış bir siyasi ortam, merkez sağın erimesi ile sahibini arayan sağ seçmen, 2.’sini kurmak adına devlette gereken yapısal dönüşümü sağlamak için 1. Cumhuriyet’e düşman gerici bir gelenekten gelen ve sonuna kadar sermaye yanlısı uygun kadroların getirdiği avantaj ve 11 Eylül sonrası ABD’nin bir numaralı düşman ilan ettiği radikal İslam karşısında Ortadoğu’da “uyumlu İslamcı” bir müttefike duyulan ihtiyaç.

Dış politikada yeniden yapılanma
Reel sosyalizmin çözülmesi sonrası Türkiye’nin en büyük kriz başlıklarından bir tanesi, yıllardır sürdürdüğü dış politikanın artık geçersizliğinin ortaya çıkması oldu. Sovyet tehlikesine karşı emperyalizmin bölgedeki uç beyliği rolüne alışık Türkiye, bundan sonra ne yapacaktı? Zira çok övündüğü ve en büyük pazarlık unsuru olan TSK’nın, NATO üyeliğinin, kendisine verilen dış desteğin tüm anlamı, bölgedeki bu işleviydi.

Türkiye tarihinde Dışişleri (Hariciye) Osmanlı’dan itibaren devletin en önemli kurumlarının başında gelir. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir emperyalizmin uç beyliği görevini sürdüren Türkiye’nin siyasi geleneği gereği dış politika partiler üstü, hatta hükümetlere emanet edilmeyecek kadar devletli bir şekilde sürdürülmekte, ülkenin günlük siyasi tartışmalarından ayrı tutulmakta. Dışişleri Bakanlığı bu nedenle hükümetler üstü bir konumda, devletin en nitelikli kadrolarının yer aldığı bir kurum olarak bilinir. Öyle ki burada siyaseti hükümetlerden çok, ABD ile temas halindeki bürokratlar belirler. Bunlar emperyalizme göbekten bağlı Türkiye büyüklüğünde ve öneminde bir ülke için kaçınılmaz olsa da bilinen şeylerin hatırlatılmasında, hem Türkiye’nin Sovyetler sonrası değişen küresel dengeler gereği içine düştüğü boşluğu anlamak hem de AKP’nin yıllarca hangi ne kadar tehlikeli bir alanda dans ettiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.

Bu yeniden yapılandırma sürecinin kabaca üç ayağı oldu; 1) Soğuk Savaş sürecinde şekillenen kamplar itibariyle ülkelerin aldıkları pozisyonlar ve yeni statükonun kurulması, 2) neoliberal dalganın gerektirdiği ekonomik dönüşüm, 3) eski dönemin artık pürüz çıkarmaktan başka anlamı kalmayan kadrolarının tasfiye edilmesi.

Bu başlıklarda yaşanacak dönüşümlerin, yöntemi, şiddeti, hızı ve sonuçları farklı olmakla birlikte birçok ülke için hayata geçirilmesi zorunlu olacaktı.
Kaynak:
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/akpnin-yukselis-ve-cokus-hikayesi-i-bolgesel-liderden-savas-suclusuna-haberi-85204

Levent Gültekin'den okunması gereken bir analiz: Erdoğan’ın korkusu
02/07/2017



Ülke, korkunun teslim aldığı bir siyasetçi tarafından yönetiliyor.

İçeride ve dışarıda uyguladığı çatışmacı, baskıcı, tehdide dayalı politikalar Erdoğan’ı dünya nezdinde istenmeyen bir siyasetçi konumuna sürükledi.


Erdoğan, bütün dünyanın kendisini yok etmek için hesaplar yaptığı vehmine teslim oldu.

Gülen cemaatinin içeride ve dışarıda yaptığı kirli işler de Erdoğan’ın korkusunu besledi.

Bu korkunun oluşmasında kuşkusuz Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın ve bu ülke yöneticilerinin başına gelen olayların etkisi yok değil.

“Acaba sıra bizde mi?.. Dünya sistemi şimdi de Türkiye’yi ve beni mi yok etmek istiyor” düşüncesi korkuyu daha da körüklüyor.

Bu endişenin bütünüyle yersiz olduğunu düşünenlerden değilim. ABD’nin Suriye’de yapıp ettiklerine bakınca ülkemize dönük hesapları olduğu çok açık.

Fakat bu korkuyla belirlenen politikalar bu odakların amaçlarına ulaşmasını daha da kolaylaştırıyor.

Çünkü Erdoğan’ın bütün politikalarını, bütün söz ve davranışlarını ne yazık ki artık bu korku belirliyor.

O kadar tedirgin, o kadar gergin, o kadar hassas ki en küçük itirazdan, sesten, hareketten büyük bir tedirginlik duyuyor.

Tavırlarını, bütün bunların kendisine karşı bir kalkışmanın kıvılcımı olabileceği endişesi belirliyor.

En büyük sorunumuz

Evet, hukuk sisteminde, ekonomide, eğitimde, dış politikada, hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında… bir çok alanda devasa sorunlar var.

Fakat hepsinden daha büyük sorun, iktidarı kilitleyen bu korku.

Çünkü korkuya teslim olmuş, gerçekliğini kaybetmiş birinin atacağı yanlış bir adımın neden olacağı büyük yıkım bizi 100 yıl geriye götürür.

Erdoğan korktukça daha büyük yanlışlar yapıyor.

Tam da korkusunu gerçeğe dönüştürecek politikalara yöneliyor. “Olacakları engelleyeyim” derken olacaklara zemin hazırlıyor.

Mesela içeride kendisine karşı eleştirilerin, itirazların önünü kesebilmek için baskıcı politikalara daha da ağırlık veriyor.

“Herkes bana düşman” düşüncesiyle dış politikada attığı adımlar, çizdiği zikzaklar, savurduğu tehditler, hakaretler dışarıdaki karşıtlarını daha da agresifleştiriyor, amaçlarına ulaşmalarının bahanesi oluyor.

Erdoğan sadece korkuya teslim olmakla kalmadı.

“Batı Türkiye’yi bölmek istiyor” anlayışıyla geçmişte ülkeyi yaşanmaz hale getiren kimi ulusalcı çevrelerle ittifak da kurdu.

Diyeceğim o ki, ülke olarak büyük bir korku tünelinin içinde uçuruma doğru yol alıyoruz.

Ülke ne yazık ki giderek iki kampa ayrılıyor.

Bir tarafta “Erdoğan kalsın da ne olacaksa olsun” diyenler, diğer tarafta ise Erdoğan’ın korkuyla yaptığı haksızlıklardan ötürü oluşan öfke nedeniyle “Erdoğan gitsin de ne olacaksa olsun” diyenler.

Bu açmaza sıkışıp kalamayız. Bu, hepimiz için büyük bir felaket olur.

Aklıselimle hareket etmeliyiz. Ülkemiz daha büyük bir yıkıma uğramadan bu tünelden çıkmanın yolunu bulmalıyız.

Bulabiliriz. Mutlaka bir yol bulunur.

Dış müdahaleye umut bağlayamayız

Dışarıdan gelecek bir müdahalenin ülkemizi daha da yaşanmaz hale getireceği ortada.

Beri taraftan Erdoğan’ın bu korkuyla ülkeyi yangın yerine dönüştürme olasılığı da çok yüksek.

Erdoğan, kendisini Türkiye olarak görüyor. Ona yapılan her itirazı, her eleştiriyi Türkiye’ye yapılmış gibi görüyor, gösteriyor.

Fakat aslında Erdoğan, Türkiye olamıyor. Bütünleştiremiyor. Kuşatamıyor. Ülkenin yarısı ile kavga etmekten kendini alamıyor. Çünkü korkusu buna müsaade etmiyor.

“Türkiye Erdoğan’dır, Erdoğan Türkiye’dir” yaklaşımı bu ülkeye büyük bir kötülüktür.

Türkiye’nin tek umudu, tek kurtuluşu, tek lideri, tek yolu budur anlayışı bizi yıkıma götürür.

“Erdoğan kalsın da ne olursa olsun” demek, Irak olmayı, Suriye olmayı peşinen kabul etmek demektir.

Diğer taraftan “Erdoğan gitsin de ne olacaksa olsun” yaklaşımı da farklı değil.

Bu tür durumlarda dışarıdan müdahalelerin ülkeleri nasıl bir yıkıma götürdüğünü hepimiz gördük.

Dünya sisteminin derdinin otoriter liderler olmadığını, otoriter liderlerle kavga ederken o ülkeleri nasıl harabeye döndürdüklerini hepimiz biliyoruz.

Ne dışarıdan gelen sahte eleştirilere, kınamalara, ayak oyunlarına bel bağlayabiliriz, ne de kaderimizi, ülkemizin kaderini korkuya teslim olmuş bir kişinin iki dudağı arasına bırakabiliriz.

***

Bu durumun farkına varıp ona göre politika, ona göre yaklaşımlar geliştirmeliyiz.

Önceliğimiz ne Erdoğan’dan kurtulmak ne de Erdoğan’ı kurtarmak.

Tek bir önceliğimiz olmalı, o da ülkemizi daha büyük bir felakete uğramadan bu girdaptan sağ salim çıkarmak.

Kendi sorunumuzu kendimiz çözebiliriz.

***

Dışarıda, Erdoğan üzerinden oluşan Türkiye karşıtlığına ve ona dayalı kirli hesaplara “Hadi oradan, sizi işinize bakın” diyebiliriz. Aynı zamanda Erdoğan’a “Türkiye senden ibaret değil” deyip siyaseten farklı çözümler üretebiliriz.

Gidişatın ülkeyi bir felakete sürüklediğini artık AK Parti’ye oy verenler de görüyor.

Farkında mısınız, bilmiyorum ama Erdoğan olmasa ayakta kalabilecek, yaşamını sürdürebilecek tek bir kişi bile artık Erdoğan’ı, onun politikalarını açıktan desteklemiyor.

Herkes suskun, herkes mutsuz.

Bir grup bağımlı yandaş dışında kimse Erdoğan’ın yaptıklarının doğru olduğunu söylemiyor.

Destekleyenlerin de Erdoğan’a dostluk değil düşmanlık yaptıklarını düşünüyorum.

Çünkü onların alkışı uçuruma doğru gözü bağlı koşan bir kişiyi cesaretinden dolayı alkışlamaktan, pohpohlamaktan başka bir şey değil.

Diyeceğim o ki, korkuya teslim olmuş bir liderin bu durumuna sevinecek değiliz.

Tam tersine daha özenli, daha hassas, daha dikkatli olmalıyız.

Yoksa iktidardan kurtulalım derken ülkemizi de kaybedeceğiz.

Aynen Irak’ta, aynen Libya’da aynen, Suriye’de olduğu gibi.

Erdoğan’ı teslim alan korkuyu ve bu korkuyla yapıp ettiklerini görünce “Bu ülkede Erdoğan’ı uyaracak, durduracak bir tek dostu kalmadı mı?” sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum.
Kaynak:Diken

Mehmet Tezkan: "Yeni partinin sokakta karşılığı var"
05.07.2017



Milliyet gazetesi yazarı Mehmet Tezkan, bugünkü köşe yazısında Akşener ve kurulması beklenen yeni partiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Akşener'in atılan iftiralarla daha da güçleneceğini savunan Tezkan, "yeni partinin sokakta karşılığı var" dedi.
Deneyimli gazeteci Mehmet Tezkan, bugünkü köşe yazısına Meral Akşener ve yeni parti iddialarını taşıdı.Vatandaşların yeni parti kurulmasını beklediğini ve kurulacak partinin muhafazakar/milliyetçi camiada büyük karşılığının olduğunun altını çizen Tezkan, Akşener'in atılan iftiralarla daha da güçleneceğini savundu.
İşte Mehmet Tezkan'ın "Yeni Milliyetçi parti tutar mı?" başlıklı yazısından çarpıcı bölümler:
MHP'den kopanları kastediyorum.. Meral Akşener öncülüğünde kurulacak yeni parti tutar mı?
Sokakta karşılığı var..
Büyük araştırmalar yapmaya gerek yok; üç-beş kişiyle konuşun yeter..

***
Peki işi kolay mı?Değil..Aslında hem zor, hem kolay..Yeni parti kurmak zordur, teşkilatlanmak meşakkatlidir anlamında söylemiyorum..Akşener üzerinden itibarsızlaştırma kampanyası başlayacaktır.
İktidarcıların  kalemi kılıç olacaktır..
Dayanmak için, çelik gibi sinir ister.. Sabır ister..Bu açıdan işleri zor..

***
Kolay yanı da şu..BİR: Akşener'e vuruldukça güçlenecek..İKİ: İktidar partisinin gölgesinden kurtulmak isteyen milliyetçi/muhafazakar kadroların gideceği adres olacak..

***
Şu notu da düşmem gerek;  2019 normal seçim olmayacak.. Referandumun referandumu olacak?Siyasetin havası, ittifakları çok farklı olacak..
Dünün bilgileriyle açıklamak zor..
Kaynak: Yeni Çağ

Yandaş yazardan Hükümet'e çok sert eleştiri
11 Haziran 2017



Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan "Dünyayı ve Türkiye'yi doğru okuyamadı" diyerek Hükümeti eleştirdi. Kaplan, "Ben bunları yazıyorum ama çok riskli. O kadar berbat bir dönem var ki anında FETÖ’cü damgası yiyorsunuz" dedi.

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, “Dünyayı ve Türkiye’deki yerleşik iktidar biçimlerini doğru okuyamadı. Hatta şimdi halkı da okuyamıyor” diyerek Hükümet'i eleştirdi.

Habertürk gazetesinden Kübra Par'ın haberine göre Kaplan, "Bu toplumun İslamcıları olarak biz iktidar olmadan önce hakikatin izini daha iyi sürüyorduk. İktidar olunca bitti. Bir şekilde iktidara talip olmayacaktık. Ya da iktidar olabilirdik ama merkeze talip olmayacaktık" yorumunda bulundu.

2017'nin Türkiye'nin sıçrama yılı olacağını savunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a tepki gösterek "Türkiye’nin bir şekilde, önce başına ne geldiğini derinlikli bir şekilde tahlil edip kendisini önyargılardan arındırması gerekiyor. Eğitim çökmüş, medya yerlerde sürünüyor. Gençlik nereye gidiyor, belli değil. Türkiye’de ya topyekûn AKP’ye karşı olacaksın ya topyekûn AKP’nin yanında. Bu düz mantıktır. Sığlık budur" dedi.

Kaplan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, “14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” dedi. AKP’nin kendi dünya görüşleri doğrultusunda bir dönüşüm yaratabildiğini düşünüyor musunuz?

Hayır, aksine şu an dönüşmüş durumdalar. Siyasi iktidar dışındaki bütün diğer iktidar biçimleri tarafından dönüştürüldüler. AKP Türkiye’yi doğru okudu, o yüzden iktidar oldu. Yüzde 50’ye yakın oylar alarak devam ediyor. Yani kabaca halkı okuduğunu söyleyebiliriz ama dünyayı ve Türkiye’deki yerleşik iktidar biçimlerini doğru okuyamadı. Hatta şimdi halkı da okuyamıyor.

-“AKP eskiden halkı okuyordu ama artık onu da yapamıyor” dediniz. Neden?

Çünkü dönüştüler.

-Neye dönüştüler?

İktidar dönüştürdü. Konformistleştirdi. İnsanların gözünü kör etti. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, bakanların uçağına binmeyen tek adam benim.

-Neden binmiyorsunuz?

O zaman söylediğim sözün bir kıymeti kalmaz. Bu bir duruştur. İktidara angaje olanlar kültürel iktidarı ellerinde tutanlardır. Siyasi iktidar, iktidar olduğunu zannediyor. Tayyip Bey, kültürel açıdan böyle bir durum olmadığını itiraf etti. Kültürde iktidar değilseniz, iktidar olamazsınız. Çağımız kültür çağı. 20. yüzyılın ortalarına kadar ekonomi çağıydı. Şimdiyse kültürün her alanı tanımladığı bir dönemden geçiyoruz. Dışarıdan gelen çok ayartıcı ama aynı zamanda dromokratik bir kültür var. Hız ve hazzı merkeze alan bir kültür bu.

“KRİPTO FETÖ'CÜLER YAPIYOR”

-KHK’lar ile görevden almaları eleştirmeniz çok yankı uyandırdı...

O kadar berbat bir dönem var ki anında FETÖ’cü damgası yiyorsunuz. 15-20 yıldır FETÖ’yü eleştiren yazılar yazıyorsunuz ama bu damgayı yiyorsunuz. Bunu kripto FETÖ’cüler yapıyor. Türkiye’de şu an seyreden manzara iyi değil. Türkiye’yi zor durumda bırakacak tutuklamalara kalkışılmaması gerekiyor. İnsanlar berbat kamplara doluşuyor. Mesela hain oluyor. Bu hainlik o kadar kolay değil. Bu berbat bir ortam...

“EĞİTİM, CUMHURİYET TARİHİNİN EN BERBAT DÖNEMİNİ YAŞIYOR”

-“ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi yıkılsın” diye bir çıkışınız olmuştu. Neydi derdiniz?

ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi Türkiye’nin en iyi üniversiteleridir. Bu konuyu tartışamayız. Ama bu üniversiteler Türkiye’nin önünü tıkıyor, Türkiye’nin zihnini körleştiriyor. Oxford, Cambridge, Sorbonne ve Almanya’daki Marlborough çok iyi üniversitelerdir. Batı’daki üniversitelerin batı düşüncesini, kültürünü, estetiğini, bilimini yeni ufuklara taşıyacak işlere öncülük ettiğini görüyoruz. Bizimkiler ise fikrin hiçbir kıymetinin olmadığı, yok sayıldığı ideolojik kavga mekânlarına dönüşüyor. Bu üniversiteler, en fazla yatırım yapılıp kaynak ayrılan ve en fazla yetenekli insan yetiştiren üniversiteler. İyi ama Descartes mi, Kant mı, Mozart mı yetiştiriyorlar? Bana birinci sınıf adam yetiştirebilecek mi? Ben onu soruyorum. Yoksa ben yıkmaktan yana değil yapmaktan yanayım. Fiziki olarak yıkılmasından bahsetmiyorum.

-Son dönemde muhafazakâr kesime yakın birçok yeni üniversite açıldı. Onlardan niye böyle bir beklentide bulunmuyorsunuz?

Beklentim yok, çünkü eğitim Cumhuriyet tarihinin en berbat dönemini yaşıyor. Rezalet. Bunu zaten açıkça söylüyorum. Üniversiteler resmen çöktü. . Bu kadar üniversite açılmasının da bir anlamı yok. Bu durum yalnızca Avrupa Birliği’ndeki istatistiki bir şeyi karşılar. Ne kadar diploman varsa o kadar cahilin olacak! Bu, Türkiye’nin intiharıdır. Burada Batı’da üretilen kültürün posasını tüketmeyi marifet zannediyoruz. Bana fizik, metafizik, bilim, sanat alanında Batı’daki düşünürlerle rekabet edecek, yarışacak ürünler, adamlar çıkarın, sizi o zaman baş tacı edeyim.

Etiketler : Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, akp,
Haber Fedai

Dilipak’dan, Erdoğan’a: “Danışmanlarınız arasında FETÖ’cü olmaması mümkün mü?
11.06.2017

Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’a “benden söylemesi…” diyerek bir uyarıda bulundu.

AKP’ye yakınlığı ile bilinen Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, AKP’ye yönelik sert eleştirilerini sürdürmeye devam ediyor.Daha önce Hükümet’in FETÖ ile mücadelesinin yetersiz olduğuna dikkat çeken Dilipak, “Kesinlikle ve mutlaka partide, kabinede ve grup yönetiminde kapsamlı değişiklikler olmalı ve bir takım şaibeli isimler yönetimden uzaklaştırılmalı...” diyerek parti içinde ve kabinede yapılan değişimleri eleştirmişti.

Dilipak; bu köşe yazısında ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’a bir uyarıda bulundu.Dilipak, “Cumhurbaşkanı, Başbakan, tekrar bir kez daha yakın çevrelerini gözden geçirseler. Aynı delikten tekrar ısırılmayalım derim…” dedi.

Dilipak’ın “Bunlar kafayı yemiş!” başlıklı köşe yazısının ilgili bölümü şöyle:“Bir de Cumhurbaşkanı, Başbakan, tekrar bir kez daha yakın çevrelerini gözden geçirseler… Aynı delikten tekrar ısırılmayalım derim. Askeri yaverlerinizin hepsi FETÖ’cü çıkmıştı değil mi, asker olmayan danışmanlarınız arasında bunların olmaması mümkün mü?

Benden söylemesi.”

Kaynak:Yeni Çağ

Tayyar: Cumhurbaşkanıyla halkın arasına duvar örüyorlar
05 Haziran 2017



AKP milletvekili Şamil Tayyar ise Akşam Gazetesi’nde 29 Mayıs’ta yazdığı yazıda bazı odakların Cumhurbaşkanı’na doğru bilgiler aktarmadığını şu cümlelerle anlatmıştı:

“Cumhurbaşkanımızla siyasiler arasına girerek kalın bariyerler oluşturmaya çalışan bir akıl var. Bunun içerisinde askerî bürokrasi var, sivil bürokrasi var, danışmanlar var. Farklı kesimler de var, sermaye var meselâ. Bu çevreler devletin zirvesindeki güç alanında yeni gecekondular inşa ederek kendilerine alan açmaya çalışıyor. Yani Cumhurbaşkanımızın gücü üzerinden iktidar devşirmeye çalışıyor. Bu odakların Cumhurbaşkanımıza doğru bilgiler aktarmadığını görüyoruz. Yani hem FETÖ ile mücadelede, hem diğer sosyal ve siyasî hadiselerde Cumhurbaşkanımıza doğru bilgiler aktarmadıkları için zaman zaman toplumun hassasiyetleri ile örtüşmeyen hadiseler yaşanabiliyor. Cumhurbaşkanıyla halkın arasına duvar örüyorlar. Ulaşılmaz hale getiriyorlar. Hissiyatın ötesinde bunlar bilgiye dayanıyor. Eğer bize sorarlarsa hepsini tek tek veririz.”
Yeni Asya

Baskılar bütün toplumu korkuttu
05 Haziran 2017



Eski Emniyet müdürü Hanefi Avcı, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Avcı’nın twiter hesabından ise programdan başlıklar paylaşıldı. Avcı’nin ilgili twitleri şöyle; “Dünyada bu kadar garip bir olay yoktur, sistem üzerinde ciddî düşünmek gerekiyor. Biz bunu niye göremedik? İki buçuk yıl ne yaptık? Siz iki buçuk yıl bu örgütü takip ediyorum diyorsunuz, binlerce insan darbe girişiminde bulunuyor sizin haberiniz yok, bu nasıl oluyor? Yapılan yanlış uygulamalar örgüte hizmet ediyor, batılılara hizmet ediyor, bunu da böyle görmek lâzım. Amacı aşan aşırı uygulamalar bu ülkeye zarar veriyor, devlete zarar veriyor, hükumetin kendisine de zarar veriyor. Uygulamaların amacını aşan halini görmezsek, yanlış yaparız, kendimizi kimseye anlatamayız.

DIŞ DÜNYA SENARYOYA BENZİYOR DİYOR

Dış dünya, senaryoya benziyor diyor. Bunu, siz bu örgütü susturmayı aşan faaliyetler yapıyorsunuz. Batı, sizin niyetinizi sorguluyorum diyor. Biz şöyle diyoruz, bu darbe gerçektir, sadece bu darbeyi fırsata döndürmek isteyenler olabilir. Batı diyor ki siz bunları, kendi egemenliğinizi, diktatöryanızı kurmak için bahane olarak kullanıyorsunuz. Bir ton yer kapatılıyor, bu örgütle alakası yok, darbeyle alakası yok, böyle birçok uygulama yapılıyor. Darbeyi aşan, tüm toplumda korku ve baskı yaratan uygulamalar var. Batı eleştirildi. Bugün Türkiye’de darbeden sonra hükümetin yaptığı bazı uygulamalar batılıların bu iddiaya inanmasına zemin hazırlıyor.”
Yeni Asya

Bülent Arınç'ın damadı tutuklandı
05 Haziran 2017



Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter Ankara'daki evinde gözaltına alınmıştı. Tutuklama talebiyle Sorgu Hakimliğine sevk edilen Yeter için tutuklama kararı çıktı.
DAMAT TUTUKLANDI

Arınç'ın damadı Ekrem Yeter'in hakimlik sorgusu az önce tamamlandı. Yeter, terör örgütü üyeliği suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi.

ARINÇ "SEVİNÇLE BEKLİYORUM" DEMİŞTİ

Damadının gözaltına alınmasının ardından Arınç, Hürriyet'e "Bir süreç var. İnşallah en kısa sürede bir haber alacağız. Damadımıza her bakımdan güveniyoruz. Kesinlikle bir ilişkisi olmadığına inanıyoruz. Kendisini sevinçle bekliyoruz" demişti.

Akademisyenlikten ihraç edilmişti

OHAL çerçevesinde yayımlanan 2 Eylül 2016 tarihli 673 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile üniversitelerde, emniyet, jandarma, sahil güvenlik ve kamuda çok sayıda kişi meslekten ihraç edilmişti. İhraç edilenler arasında Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter de vardı. Ekrem Yeter, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Kardiyoloji Anabilim Dalı'nda 'doçent' olarak görev yapmaktaydı.

Demokrasi nöbetinden fotoğraf

Ekrem Yeter, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından demokrasi nöbetine katılmış ve fotoğrafını sosyal medyadan paylaşmıştı.
Yeni Asya

Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan, Davutoğlu, Ala ve Fidan için harekete geçti
Av. Vural Ergül
02 Haziran 2017



Roma Statüsü olarak adlandırılan “Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurucu Statüsü” düzenlemelerine göre, devletlerin sorumluları tarafından işlenebilecek soykırım, insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarını soruşturmak ve kovuşturmak amacıyla uluslararası toplum tarafından kurulmuş ve çalışmakta olan yargı organı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM).

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde, devletler yargılanmıyor, mahkemede kişisel sorumluluk esası gereğince yalnızca gerçek kişiler, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, asker, polis ve istihbarat yetkilileri gibi gerçek kişiler yargılanıyor.

Türkiye kamuoyunda uzun zamandır, Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye ekibinin uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanacağı çeşitli çevrelerce dile getirilmekteydi.

Ve sonunda beklendiği üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bir kısım hükümet mensubu hakkında uluslararası savaş suçundan inceleme başlatıldı.
Kaynak: Mehmetçik Tv

AKP'li yazardan Erdoğan'a kritik uyarı
31 Mayıs 2017

AKP'ye yakın medyadan uyarı üzerine uyarı geliyor. Bir kritik uyarı da Yenişafak Yazarı Kemal Öztürk'ten geldi.A+A-

AKP ve Erdoğan'a yakın medya yazarlarının yeni döneme ilşkin rahatsızlıkları ve uyarmaları bitmek bilmiyor. Akit yazarı Abdurrahman Dilipak'ın 2 kez uyarması ardından, Yenişafak yazarından da Erdoğan'a uyarı geldi.

"Yargılanır."

KİMSE SEÇMENİN KARŞISINA ÇIKAMAZ

Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, yeni seçim sistemiyle birlikte AKP için tehlikenin büyük olduğunu belirtirken, "Ankara bağlantılarının istedikleri kişilerle kimse seçmenin karşısına çıkamaz. Çıkarsa millet başkasını tercih eder, parlamentoda çoğunluğu kaybeder. Bu da hükümetin çalışmalarını bloke eder, Cumhurbaşkanı'nın yargılanma yolunu açar. Tehlike büyük yani" ifadelerini kullandı.

ERDOĞAN'A DİREK UYARI

AKP'nin yayın organlarından Yeni Şafak'ın yazarı Kemal Öztürk, yeni seçim sistemine ilişkin AKP'yi uyaran bir yazı kaleme aldı."Siyasete giden yol değişti artık. Hem de çok keskin bir virajla değiştiğini bir iki seçim sonra göreceğiz hepimiz" diyen Öztürk, "Öyle teşkilatlardaki ekiplerin, Ankara bağlantılarının istedikleri kişilerle kimse seçmenin karşısına çıkamaz. 

ÇIKARSA MİLLET BAŞKASINI TERCİH EDER

Çıkarsa millet başkasını tercih eder, parlamentoda çoğunluğu kaybeder. Bu da hükümetin çalışmalarını bloke eder, Cumhurbaşkanı'nın yargılanma yolunu açar. Tehlike büyük yani" ifadelerini kullandı.
ADAY BELİRLEMEDE HALKIN İSTEĞİ

Öztürk, "Bu durumda, belediye başkanı ve milletvekili adaylarını gerçekten halkın istediği, niteliği yüksek insanlardan seçmekten başka yol gözükmüyor. Ancak mevcut siyasetçilerin eski usulden, yeni yola geçmeleri biraz zor olacak" dedi. Kaynak: Hkrutıtrabera

Oflaz: “Harun gibi gelenler Karun gibi gidiyor”
1 Haz, 2017

AKP’ye yakınlığı ile bilinen Star gazetesi yazarı Lütfi Oflaz, çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Yandaş gazetecileri eleştiren Oflaz’ın, “Harun gibi gelenler Karun gibi gidiyor” sözleri dikkat çekti.
Oflaz: "Harun gibi gelenler Karun gibi gidiyor"
Hükümet’e yakınlığı ile bilinen Star gazetesi yazarı Lütfi Oflaz, yandaş yazarları kaleme aldı. Oflaz, “Bakıyoruz da iktidara yakın medya mensupları arasında gömlekle gelip de pek çok ceket sahibi olanlar var” diyerek AKP’ye yakın isimlerin kazandığı paralara dikkat çekti.
“Nasıl oldu da Harun gibi gelip Karun gibi oldular?” sorusunu soran Oflaz’ın “Harun gibi gelen Karun gibi gitmemeli!” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
Her zaman şunları söylemişimdir.
İktidara gömlekle gelenler ceketle gitmemeliler!
Hele de iktidara gömlekle gelenler gardıropla hiç gitmemeliler!
İktidara gömlekle gelenler gömlekle gitmeliler.
Başka bir ifadeyle, iktidara Harun gibi gelenler Karun gibi gitmemeliler!
Hadi diğer meslek mensuplarını şimdilik bir kenara bırakalım.
Kendi mesleğimizin mensuplarının, medya mensuplarının durumuna bir bakalım.
Gazetecilerin, yazarların, yorumcuların, programcıların durumuna bir bakalım.
Bakıyoruz da iktidara yakın medya mensupları arasında gömlekle gelip de pek çok ceket sahibi olanlar var!
Hatta gömlekle gelip de gardırop sahibi olanlar var!
Harun gibi gelip de Karun gibi olanlar var!
Dün toplu taşıma araçlarına binecek bilet parasını zor bulurlarken, bugün son model ciplere binenler var.
Dün gecekondularda otururlarken, bugün şato gibi villalarda oturanlar var.
Geçtik villaları, Boğaz’daki yalılarda oturanlar var.
Dünüyle bugünü arasında uçurumlar olanlar var.
Nasıl oldu da Harun gibi gelip Karun gibi oldular?
Niye soruyorum bu suali?
Demek istiyorum ki, bu konuda herkes kendi hesabını vermeli.
Herkesten kendi hesabını vermesini istediğime göre, önce bu konuda ben hesap vermeliyim.
AK Parti iktidara geldiğinde nasılsam yine öyleyim.
AK Parti iktidara geldiğinde, Eyüp’te yoksulların yaşadığı bir mahallede 60 metrekareden ibaret mütevazı bir evde oturuyordum.
Yine aynı evde oturuyorum.
AK Parti iktidara geldiğinde, gideceğim yerlere otobüs gibi toplu taşım araçlarıyla gidiyordum.
Yine gideceğim yerlere otobüs gibi toplu taşım araçlarıyla gidiyorum.
AK Parti iktidara geldiğinde, bir lokma bir hırka anlayışıyla yaşıyordum.
Yine bir lokma bir hırka anlayışıyla yaşıyorum.
Biliyorum, bu konuyu gündeme getirdiğim için Harun gibi gelip de Karun gibi olan meslektaşlarımı çok öfkelendireceğim.
Onların tepkilerini çekeceğim.
Ama bedeli ne olursa olsun, gerçekleri yazmaktır benim işim.
Gerçekleri yazmak, hakkı savunmak uğruna nice bedeller ödedim.
Gerektiğinde yine öderim.
İlk Kurşun

Hukuksuzluk OHAL ile meşrulaştırılıyor
31 Mayıs 2017



Ahmet Taşgetiren, darbe girişiminin ardından başlatılan soruşturmaların “siyasî faturası”nın “tahmin edilenden daha derin” olacağını söyleyerek, “Her şeyin varıp “OHAL uygulaması” ile meşrulaştırıldığı bir süreç yaşanıyor” dedi.

Star yazarı Ahmet Taşgetiren, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmaların “siyasî faturası”nın “tahmin edilenden daha derin” olacağını söyledi.

Taşgetiren, “FETÖ operasyonunun büyük ağırlığı muhafazakâr tabana yönelik gerçekleşiyor. Bunun siyasî faturası tahmin edilenden çok daha derin olacaktır, zaten oluyor” görüşünü dile getirdi.

Ahmet Taşgetiren’in “Şüpheden kim yararlanır?” başlığıyla yayımlanan (30 Mayıs 2017) yazısının bir bölümü şöyle:

“Duâyen bir avukat. İslâmî camia içinde. Tweet’i şöyle: - Şüpheden devlet yararlanır! Evrensel kural şu oysa: - Şüpheden sanık yararlanır. İroni var tweet’inde. Günümüzdeki yargı uygulamalarında yaşanan sıkıntıyı anlatmaya çalışıyor. Aynı avukat, yarın 700 - 800 milyar doları bulacak tazminat dâvâları ile karşı karşıya kalınacağını ifade ediyor.

Genç kadınlar tutuklandı 500 emzikli çocuk cezaevinde

Cezaevinde büyüyen çocuklar sorunu belki Türk ceza sistemi için kadim bir sorun. Ancak son süreçte “Ablalık vs.” gibi FETÖ ile “iltisak” gerekçesiyle o kadar çok kadın, belki genç kadın tutuklandı ki, 500 kadar emzikli çocuğun anneleriyle birlikte cezaevlerini paylaşmaları durumu ortaya çıktı. Cezaevi şartları ayrıca yoğunluk sebebiyle ciddî bir sorun teşkil ediyor. Her şeyin varıp “OHAL uygulaması” ile meşrûlaştırıldığı bir süreç yaşanıyor. OHAL komisyonu denen hadise... İtiraz komisyonu ya da... Ne zaman işleyecek, nasıl işleyecek, işleyişte etkili çevrelerin müdahalesi olacak mı, bir yerlere ulaşıp iş bitirenler oralarda da ulaşma kanalı bulacaklar mı ya da hiç kimseyi bulamayanlar adaleti daha çok çok mu bekleyecekler? Bu iş dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü pörtler noktasına mı gelecek?

Mücadele onbinlerce insanı cezaevine sokmakla olmaz

Hanefi Avcı’yı dinledim bir kaç TV programında. Sol ile mücadele eden bir emniyet görevlisi olarak Devrimci Karargâh dâvâsında yargılanmış, yıllarca cezaevinde kalmıştı. Ne zaman? Yargıda “FETÖ”nün esip gürlediği zaman. Diyor ki: - FETÖ ile mücadele onbinlerce insanı cezaevine sokmakla olmaz. Kimi üst seviye yöneticilere yakın ya da varlıklı kişilerin tahliyesi ayrı bir tartışma alanı olarak devam ediyor. Acaba parasal girişimler ya da siyasal kayırmalarla bir özel koruma mı söz konusu? İddianamesi bile yazılmadan yaşanan uzun tutukluluklar peşin bir cezalandırma süreci olarak devrede. Herkes suçluluğu ispat edilinceye kadar suçsuzdur kuralı da nerdeyse OHAL’e kurban gitmiş durumda, şüpheden sanık yararlanır, kuralı da... Suçsuzluğu ispat kuralı işliyor ya da şüpheden devlet yararlanır, kuralı.
Yeni Asya

Ahmet Kekeç, İbrahim Karagül'e tepkili: Akif Emre kalbine yenildi, Salih Tuna istifa noktasına getirildi!..
30 Mayıs 2017



"O gün o hayâsız linçe karşı bir tek kelime etmediniz; neyi bekliyordunuz?"

Star yazarı Ahmet Kekeç, Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'e tepki gösterdi. Karagül'ün, geçen günlerde hayatını kaybeden Yeni Şafak yazarı Akif Emre ile "Biz' kaldı mı o yıllardan geriye, bilmiyorum, bilemiyorum. Bildiğim tek şey: Ben de gidiyorum" diyerek istifa eden Salih Tuna'ya sahip çıkmadığını savunan Kekeç, "İsmi zikredilen kişilerin ne kadar kıymetli olduğunu anlamanız için birinin kalbine yenilmesi, diğerinin de 'istifa noktası'na getirilmesi ve istifa edip gitmesi mi gerekiyordu?" ifadesini kullandı.

Kekeç, sözlerinin devamında şunları söyledi:

"Mahmut Erol Kılıç’ın nasıl bir akıbete uğraması gerekiyor, merhametinize mazhar olabilmesi için?"

Geçen sene sosyal medyada dolaşıma giren "Medyada İrancı İstemiyoruz" başlıklı tabelanın hedefinde Salih Tuna, Akif Emre ve Mahmut Erol Kılıç vardı. Söz konusu paylaşımlarda bahsi geçen isimler için "İrancılar Tahran'a" ifadesi kullanılmıştı.

Ahmet Kekeç'in "Salih Tuna ve Akif Emre gibi pislikler" başlığıyla yayımlanan (30 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Bir süre önce, sosyal medya üzerinden dolaşıma sürülen bildiride şöyle bir cümle yer alıyordu: “TV NET ve Yeni Şafak gibi mecralarda sinsice Şii terörünün sözcülüğüne soyunan Akif Emre, Salih Tuna, Mahmut Erol Kılıç gibi isimler...”

Bu isimler ayrıca bölgedeki “Safevi yayılmacılığını” destekliyorlarmış. Bu tutumlarından vazgeçmezlerse, onlara “birer pislikmiş gibi muamelede” bulunulacakmış.

Bildiriyi kimin, hangi grubun kaleme aldığını bilmiyorum.

Bunun bir önemi yok.

Fakat bir süre sonra, işbu bildiriye omuz veren, yani sosyal medya hesaplarından “RT” ederek geniş kesimlere ulaştıran birtakım heyecanlı “İslamcılar” türedi.

Bunları, merhum Akif Emre hakkında yazdıkları güzellemelerden tanıyorsunuz.

Merhuma ve çevresine zamanında demediklerini bırakmamışlardı, vefatından sonra “Şöyle dava adamıydı, böyle büyük insandı, filozoftu, Müslümanların vicdanıydı...” diye pişkince yazılar yazmaya başladılar. Hiç utanmadılar.

Kimliklerini sormayın.

Onlar kendilerini biliyor.

Esasında siz de biliyorsunuz.

Küçücük bir taramayla isimlerini ortaya dökebilirsiniz. Değerse, deneyin...

Bir çift söz de, Akif Emre, Salih Tuna ve Mahmut Erol Kılıç linç edilirken susan malum “yayın sorumlusu”na:

İsmi zikredilen kişilerin ne kadar kıymetli olduğunu anlamanız için birinin kalbine yenilmesi, diğerinin de “istifa noktası”na getirilmesi ve istifa edip gitmesi mi gerekiyordu?

Mahmut Erol Kılıç’ın nasıl bir akıbete uğraması gerekiyor, merhametinize mazhar olabilmesi için?

Bugün “Yaşayan Akif Emre” diye yazılar yazıyorsunuz, çok iyi ediyorsunuz da, ama o gün o hayâsız linçe karşı bir tek kelime etmediniz.

Neyi bekliyordunuz?

Hangi maslahatı gözetiyordunuz?

ETİKETLER
salih tuna İbrahim karagül akif emre
T24

Cumhurbaşkanlı ilk AKP grup toplantısı olaylı başladı
30 Mayıs 2017

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısı'na katıldı. Ancak AKP'deki "Cumhurbaşkanlı" ilk grup toplantısında koruma krizi yaşandı. Erdoğan'ın korumaları ile AKP bazı vekiller ve vekil danışmanları karşı karşıya geldi. AKP tarihinde grup salonu ilk kez bir protestoya sahne oldu.

TARTIŞMALI BAŞLADI

AKP’deki tarihi oturum ise ‘tartışmalı’ başladı. Erdoğan’ın konuşma yapacağı salona saatler önce gelerek ‘yer kapmak’ isteyen AKP’li vekillerin danışmanları, bazı eski ve yeni milletvekilleriyle, Cumhurbaşkanlığı korumaları karşı karşıya geldi. Cumhurbaşkanlığı korumalarının ‘güvenlik’ nedeniyle AKP grubunun ilk sırasını boşaltmak istemeleri üzerine vekillerin danışmanları ile kısa süreli gerginlik yaşandı.

AKP TARİHİ İLK KEZ BİR PROTESTOYA SAHNE OLDU

Sözlü başlayan tartışma diğer danışmanların ve bazı AKP’li milletvekillerinin, Cumhurbaşkanlığı korumalarını alkışla protesto etmesiyle devam etti. Tartışmanın büyümesi üzerine ise bir AKP’li kürsüye çıkarak, ilk sırada oturan eski ve yeni AKP’li vekilleri ve danışmanlarını oradan kalkmaları konusunda uyardı.
Sözcü

Başkanlık tehlikede Erdoğan’ın işi sanılandan daha zor.
28 Mayıs 2017



Dışarıdan görüldüğü gibi değil, AKP'de FETÖ ile yolu kesişmeyen yok gibi.

Gazeteci Yazar İsmet Özçelik AK Parti içerisinde morallerin bozuk olduğunu yazdı. AK Parti milletvekillerinin ağızını bıçak açmadığı ve kendi aralarında Başkanlık Referandumunun sonuçlarını tartıştıklarını yazan Özçelik, vekillerin “biz ne yaptık?” dediklerini ifade etti.

İsmet Özçelik’in Aydınlık.com.tr.’deki yazısı şöyle:

“Şu sıralar AKP’de moraller bozuk. Hem partide, hem Meclis’te. Daha çiçeği burnundaki Merkez Karar Yönetim Kurulu üyelerinin durumu da diğerlerinden farksız.

Meclis’te her şeye laf yetiştirmeye çalışan milletvekilleri sessiz. Sohbet etmeye çalışıyorsunuz, isteksizler. Kendi içlerine dönmüş bir havaları var.

Daha çok kapalı odalarda birbirleriyle dertleşiyorlar. 16 Nisan halk oylaması sonuçlarını tartışıyorlar. Bu işin sonunun nereye varacağını merak ediyorlar. Aralarında, “Biz ne yaptık” diyenler çıkmaya başlamış bile!

KENDİMİZ ETTİK

AKP milletvekillerinin ruh hali pek iyi görünmüyor. Meclis’in aldığı yara şimdi daha iyi hissediliyor. Hukukçu bir AKP milletvekilinin, “Halkoylaması sırasında rüzgara kapıldık. İşin sıcaklığı içinde aldığımız yarayı hissetmedik. Şimdi hava soğudu. Ne olduğunu, ne olacağını görmeye başladık. Arkadaşlarımızın çoğunun durumu bu” sözleri de her şeyi açıklıyor.

BELİRSİZLİK

Yaşanan belirsizlik onları da etkilemiş durumda. Milletvekilleri konuşmasa da danışmanların anlattıkları her şeyi ortaya koyuyor. Önümüzdeki dönem için karamsarlık hakim.
Eski milletvekilleri ile yenilerin sohbetleri de dikkat çekici. Eskilerin, anayasa değişikliği için, “harakiri yaptınız” eleştirilerine boyun büküyorlar. “Kendimiz ettik” demekle yetiniyorlar.

Meclis’in, milletvekilliğinin öneminin azaldığı, yeni sistemin devreye girmesiyle de tamamen biteceğini ifade etmekten çekinmiyorlar.

YA HER ŞEYİ KAYBEDERSEK!

AKP’de moralleri bozan bir başka konu da 16 Nisan sonuçları. Daha önce de belirtmiştim. Partide halk oylamasından galip çıkıldığını göğsünü gere gere söyleyenlerin sayısı çok az.

Cumhurbaşkanlığı seçimi bıçak sırtı görülüyor.

AKP kulislerinde sık sık “Anayasa değişikliği tuzak mıydı?” sorusunun tartışılması da anlamlı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda kaygı yaşanıyor. “Ya her şeyi kaybedersek” endişesi yüksek!

***

ERDOĞAN KARARSIZ

Erdoğan halk oylaması sonrası vakit geçirmeden AKP’ye üye oldu. Hemen arkasından da olağanüstü kongrede AKP Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu.

Çok hızlı hareket etti. Ama sonra durdu.

MYK için acele etmiyor. Hükümette değişiklik için beklemede.
Erdoğan eskiden böyle miydi?

İsimler çoktan belirlenmiş olurdu. Kimseyi dinlemez gereğini yapardı.

NEDEN?

Kulislerde konuşulanlara bakılırsa Erdoğan da tedirgin. Yüzde 50+1 hesabı yapıyor.

Parti dağınık. Merkezi disiplin kaybolmuş durumda. Örgütlerde ilişkiler yıpranmış. İllerde, ilçelerde belediye-örgüt çarkı öne çıkmış.

Bazı partililerin servetleri çok büyümüş. Hala AKP’de yer alsalar da popolarının yarısı dışarıda. En ufak bir krizde gemiyi terk edeceklerinden kuşku yok.

Durumları, halk arasındaki sonradan “beyefendi”, “hanımefendi” olanlara benzetiliyor.

Güven bunalımı hat safhada. Partide defosu olanların sayısı çok yüksek. Geçmişinde FETÖ ile yolu kesişmeyen yok gibi. Kimin “Gizli FETÖ”cü olduğu bilinmiyor.

Herkesin kanısı ortak. Erdoğan’ın işi zor. Hem de sanılandan daha zor. Yumurta küfesi onun sırtında.

ÇİFT BAŞLILIK

Cumhurbaşkanlığı başdanışmanları yine gündemimizde olacak. Yandaş medyadaki haberlere bakılırsa hükümetin çalışmalarını 40 başdanışman takip edecekmiş.

Yani bir “Resmi Hükümet”, bir de “Külliye Hükümeti” olacak.
Eğer seçimler zamanında yapılırsa bu durum 2019’a kadar sürecek.

“Çift başlılığı önlemek” için anayasa değişikliği yapıldığı söylenmişti.

Takdir sizin!”

Kaynak: Habererk

Yandaş gazeteci Ömer Turan “Bu liste AK partiyi bitirir”
21 Mayıs 2017



Yandaş gazeteci Ömer Turan, AKP kongresinde alınan kararlara çok sert tepki gösterdi.

Twitter hesabından MKYK ile ilgili alınan kararları değerlendiren Turan, şu ifadeleri kullandı:

Bu AK parti kongresi tarihi bir kongreydi. MKYK listesi çok önemliydi. Ya yeni sayfa açılacak ya da denge deyip eskisi korunacaktı.

AK parti kararını verdi. Denge diyerek eski isimlerin tamamını listeye aldı. Listeye Hayati Yazıcı ve ekibi damgasını vurmuş.

Liste Hayati Yazıcının, Mustafa Ataş'ın listesi. Millet kimi eleştiriyorsa, onlar listede. Millet kimi seviyorsa onlar listede yok.

Biz, Erdogan'ın Kongrede tam bir temizlik yaparak yeni bir sayfa açacağını tahmin ediyorduk. Beklediğimizin tam tersi oldu, yanıldık.



Tahmin edilen en kötü listeden daha kötü bir liste çıktı. Böyle bir listeyi eminin Hayati Yazıcı bile tahmin edememişti. O kazandı.

Ölümüne karşılıksız yanında durduğumuz Erdogan bizim değil Mustafa Ataş,Hayati Yazıcının yanında durdu. Biz yanıldık ve bu konuda kaybettik

AK parti bizim değil @Hayati_Yazici , @mustafaatas , Taha Ün'ün partisiymiş. Bu konuda onlar haklıymış, biz yanılmışız.

Bu saatten sonra bizim Erdogan adına, parti adına konuşma hakkımız yok. Hayati Yazıcı, Taha Ün haklı çıktı, Erdogan da, partide onların.

Ben 2001'den itibaren ölümüne Erdoganın yanında durdum, tek bir kuruş beklemeden, 16 yıldır canla başla onu savundum.

Demekki Erdogan'ın bize ihtiyacı yok, Taha Ün'e ihtiyacı var, biz ona sorun teşkil ediyoruz, o halde çekilmemiz daha doğru olur.

Allah Erdogan'ın yar ve yardımcısı olsun, ayağına taş değdirmesin. Bizden bu kadar, artık benden Reis ve AK parti ismini duymayacaksınız

Bunları kırgınlıkla yazmıyorum, analiz yapıyorum. Millet 21 mayısı bekliyordu, dağ fare doğurdu, bence bu liste AK partiyi bitirir.

Ben inanmadığım bir listeyi savunmam. Bu liste AK partiyi bitirir. Ak parti millet nezdinde bitmiştir, bunu ilk secimde göreceksiniz.

Ben bu listeyi savunsam, inandırıcılığım kalmaz, birilerinin dediği gibi kıvırmam. AK parti Reis konusunda biz kaybettik,Taha kazandı

MKYK böyleyse, Kabine revizyonu da bundan farklı olmaz. Hiç kimse Topbaşın alınmasını, Kavurmacının tekrar tutuklanmasını beklemesin.

Ben İslam için, Türk devleti için mücadele ettim, etmeye de devam edeceğim. Ama 16 yıllık AK partiyle birlikteliğim bitmiştir.

Topbaşın ismini anamayan mahalle medyasına inanmayın, sokağa çıkın ve halkı dinleyin. Tepki müthiş. Bunu ilk secimde göreceksiniz.

Aralıktan sonra bile paralel yapı yok diyen Hayati Yazıcı MKYK listesini belirledi, divan başkanı oldu, parti adına konuştu. Çok güzel.

Sayın Cumhurbaşkanım, ikinci darbe olduğunda biz yine Gezi, 17 Aralık ve 15 temmuzda olduğu gübi ölümüne sizin yanınızda oluruz.

Türk siyasetinde AK parti dönemi bitmiştir. Türk siyaseti bir ya da iki sene içinde tamamen sil baştan değişecek. Su akar, yolunu bulur,

AK parti geldiği gibi gidecek, Anaplaşmayacak ANAPtan daha kötü olacak. İlk secimde oyu düşmeyecek baraj altı kalacak.

Bu tweetlerimi arşivleyin yanlış çıkarsa yüzüme çarpın. Çok değil iki sene iiçinde bunları net bir şekilde göreceksiniz.

Şimdi ekranlarda denge listesi diyen şarlatanlar ilk secim akşamı felaket sonuçlarını görünce, böyle olacağı belliydi diye kıvıracaklar.

Fetöyle mücadele bitti. Kavurmacı gibi üst düzey fetöcüler bir bir çıkartılacak, kermeste pasta satan ablalar ve biz içeri atılacağız.

Yeniçağ

Dilipak'tan AKP MKYK'ye giren isme sert tepki: Bu ihaneti kim yaptı Erdoğan’a
23 Mayıs 2017

"Hakkında FETÖ’den soruşturma açılmış, daha partiye yeni üye olmuş birini MKYK aday listesine adını yazıp seçtiren birini bulup, partiden ihraç etmezseniz bu iddia sadece bir slogan olarak kalacaktır.. Bu ihaneti kim yaptı Erdoğan’a, Erdoğan buna göz yumacak mı?"

Akit yazarı Abdurrahman Dilipak Muğla Ticaret ve Sanayi Odası (MUTSO) Başkanı Bülent Karakuş'un 3'üncü Olağanüstü Büyük Kongresi'nde MKYK'ye girmesine tepki gösterdi.

"Aman hemen söyleyeyim, hakkında FETÖ’den soruşturma açılmış, daha partiye yeni üye olmuş birini MKYK aday listesine adını yazıp seçtiren birini bulup, partiden ihraç etmezseniz bu iddia sadece bir slogan olarak kalacaktır.. Bu ihaneti kim yaptı Erdoğan’a, Erdoğan buna göz yumacak mı?" diye soran Dilipak, "Şimdi dikkatler hükümette yapılacak değişikliklere yöneldi. Hemen söyleyeyim, hükümetteki değişimin kesinlikle teşkilattaki yenilenmeden daha kapsamlı ve güven verici olması gerek." diye uyardı.

Batı'nın AKP üzerindeki planlarının devam ettiğini savunan Dilipak,22 ülkenin haritasını değiştirmeyi planlanan BOP haritasının halen masada olduğunu dile getirdiği yazısında Erdoğan ve AKP'yi şu satırlarla uyardı:

"Bakın batı, FETÖ projesi başarısız oldu diye, asıl iddialarından vazgeçmeyecek, yeni yollar ve yöntemler deneyecektir. Bunu unutmayalım..

Yeni plan belli oldu. Trump, Suudi Arabistan’da CENTO benzeri, aralarında kendilerinin de olduğu İslam ülkeleri arasında yeni bir savunma teşkilatı için düğmeye bastı. Suudi Arabistan’la 250 milyar dolarlık silah satış anlaşması imzaladı. Bir başka ülke üzerinden de İran’a silah satışı yapılıyor.. Kore ve Japonya’ya silah satılıyor.. Birileri cehenneme odun taşımaya devam ediyor. Bunun anlamı şu, ABD onların deyimi ile Uzak Doğu’da Kuzey Kore’ye vurmaya hazırlanıyor. Ortadoğu’da İran ve Suudi Arabistan’ı savaştırmaya hazırlanıyor.. Sonuçta İran ve Suudi Arabistan’ın bölünmesi ile sonuçlanacak bir süreci başlatacaklar. Yani BOP’un hedefindeki 22 ülke yeniden masada..

Erdoğan ve AK Parti’ye gelince, Erdoğan’ı efsanevi bir mitoloji kahramanına dönüştürmeye çalışacaklar.. Beklentiyi daha da büyütüp, talebi karşılanamayan halkı sükûtu hayale uğratacaklar. Sonuçta Erdoğan’ı önce paratonere çevirdikten sonra başarısızlığa uğratıp, bu hareketi de böylece kendi içine çökertmeye çalışacaklar. Dışarıdan vuramadılar, işi içeriden halledecekler.. Aman dikkat!"
Cumhuriyet

Yandaş Dilipak'tan AKP'ye: "FETÖ’den beter olursunuz"
22.05.2017

Yandaş Dilipak'tan AKP'ye: "FETÖ’den beter olursunuz"
Hükümete yakın Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, AKP kongresini değerlendirdiği yazısında, “Vaad edilen şeylerle, bunları gerçekleştirecek kadronun profili örtüşmüyor” dedi.

Abdurrahman Dilipak, “Ve beklenen kongre gerçekleşti!” başlıklı yazısında, AKP kongresi için “Hayırlı olsun inşallah!” dedikten sonra eleştirilerini yöneltti.

“Topluma vaad edilen şeylerle, bunları gerçekleştirecek seçilmiş kadronun profili tam olarak örtüşmüyor” diyen Dilipak şöyle devam etti:

“En azından tabandaki görüş bu. Beklenti çok daha yüksekti. Aradaki bu fark nasıl dengelenecek bilmiyorum. Tabandaki teşkilatların arındırılması bu ekiple nasıl ve hangi ölçüde gerçekleşecek, bunu da zaman içinde göreceğiz.(…) Yarın, bugün yapılan yanlış işler, yanlış adamlara emanet edilen işler yüzünden bu partinin başına bir iş gelirse, halk bunun hesabını onlardan sorar.. Yanlış adamların yanlış işleri yüzünden partiye zarar gelirse, bu işi çıkar ve rant hesabına döndürmeye çalışanlara söylüyorum, ne dininiz kalır, ne dünyanız. FETÖ’den beter olursunuz.”

“BİRİLERİ BAL DAMLASINA ÇÖKEN SİNEKLER GİBİ...”

“İnşallah, önce nereye kimi getirelim diye bakmamışlardır..” diyen Dilipak uyarılarını şöyle sürdürdü:

“Birileri bal damlasına çöken sinekler gibi.. Bakın, bu içinizdeki hainler var ya, bugün sizi alkışlayanlar.. Yarın oturun saldırırlar, düşün vururlar.. Mamalarını kesin, düşman kesilirler.. Verdikçe daha fazla isteyeceklerdir. Ve yarın daha fazla veren ya da vaad eden birinin yanına gideceklerdir.. FETÖ’yü gözünüze çok yaklaştırmayın, arkasında bir ormanı kaybedersiniz.. FETÖ önemli, tehlikeli bir düşman! Ama yalnız değil. Her insanın nefsine taht kurup oturmak için bir yol arayan Şeytan hepimizin peşinde ve her yerde..”

FETÖ AKP kongre halk yandaş Yeni Akit rant
BirGün

ABD Senatosu'ndan Erdoğan’a mektup: Korumalarınızdan hesap sorun!
19 Mayıs 2017



"Kendi ülkemizde bu tür hareketleri görmezden gelemeyiz"

ABD'li Demokrat Senatör Dianne Feinstein ve Cumhuriyetçi John McCain Washington’da, Türk büyükelçiliği önünde korumaların da katıldığı ‘kavga’ya ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a "ortak" mektup gönderdi. Mektupta, "Kendi ülkemizde bu tür hareketleri görmezden gelemeyiz ve sizi ulusumuzun başkentinde barışçıl eylemcilere şiddetli biçimde saldıran korumalarınızdan hesap sormaya çağırıyoruz" ifadesi de yer aldı.

Barışçıl protestoculara şiddetle saldıran görevlilerin sorumlu tutulmaları yönünde çağrıda bulunan senatörler, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç’ın konutu önünde yaşananların ABD yasaları ve düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilemez olduğunu belirttiler.

McCain ve Feinstein’in mektubunun çevirisi şöyle:

“Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Washington D.C.’deki Türkiye Büyükelçiliği dışında bazı korumalarınızın davranışlarıyla ilgili derin endişemizi ifade etmek için yazıyoruz. Korumalarınızın barışçıl protestoculara şiddet kullanarak karşılık vermesi asla kabul edilemez. Bu, maalesef hükümetinizin basına, etnik azınlıklara ve muhaliflere karşı davranışlarını yansıtıyor.

16 Mayıs 2017 günü, korumalarınızın polis şeridini yarıp geçtiği ve Büyükelçi Kılıç’ın konutu dışındaki küçük bir protestocu gruba şiddetli biçimde saldırarak, en az dokuz kişiyi yaraladığı ifade ediliyor. Ancak dünkü saldırı münferit bir olay değil. Geçen yıl bazı destekçileriniz ve korumalarınız Brookings Institution’daki medya üyeleri ve eylemcilerle çatışmıştı.

Personelizin davranışları basın özgürlüğünün anayasal güvencelerini ve tüm Amerikalıların toplanma özgürlüğünü ihlal ediyor. Personelizin Amerikan topraklarındaki bu hakları arsızca ihlal etmesi bu özgürlüklere bir hakarettir ve hükümetinize de leke sürmektedir. NATO üyesi ve bölgede kilit bir müttefik olan Türkiye’yi onlarca yıldır destekliyoruz ve uzun süreli ortaklığımıza daha uygun hareket etmenizi umuyoruz.

Kendi ülkemizde bu tür hareketleri görmezden gelemeyiz ve sizi ulusumuzun başkentinde barışçıl eylemcilere şiddetli biçimde saldıran korumalarınızdan hesap sormaya çağırıyoruz.”
T24

AKP içindeki çatlak büyüyor
15 May, 2017



Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan, bugünkü köşe yazısında AKP ve yandaşlar arasında yaşanan kavgayı kaleme aldı.

Deneyimli gazeteci Mehmet Tezkan, bugünkü köşe yazısında AKP’nin parti içindeki sorunlarını değerlendirdi.
Parti içinde bölünmeler olduğunu savunan Tezkan, AKP kongresinin ardından tansiyonun daha da yükseleceğini iddia etti.
İşte Tezkan’ın bugünkü köşe yazısından öne çıkanlar:
İslamcılar iktidar partisinden tasfiye ediliyor çıkışıyla başlayan tartışma dallanıp budaklandı..
Taraflar bazen açıkça isim vererek..
Bazen satır aralarında laf çakarak..
Bazen şikâyet ederek..
Birbirine girmiş halde.. Kavganın özeti şu..
Reis’e kim daha yakın.. Veya Reis kimin tarafında..
Bu arada ihanet, davadan kopma, saf değiştirme suçlamaları gırla… Taraflar kılıçlarını rakibini indirmek için fırsat kolluyor..
***
Taraflar kavga etmekle kalmıyor, iktidardan destek bulmak için her yolu deniyor..
Mesele önce Cumhurbaşkanı’na soruldu..
Cumhurbaşkanı’nın hangi tarafı haklı bulduğu test edilmek istendi.. Cumhurbaşkanı yüz vermedi..
‘Biz tekkeye mürit aramıyoruz’ diyerek hangimiz çok biat ediyor kavgasını doğru bulmadığını ima etti..
Hatta..
‘Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı’ diyerek de hoşnut olmadığını söyledi..
***
Cumhurbaşkanı yüz vermeyince bu kez Başbakan’ın nabzını yokladılar..
Başbakan’a sordular..
Meseleyi Başbakan’ın gündemine taşıdılar..
Başbakan; ‘arkadaşlar, bedel ödemeden, ter dökmeden kimse AK Parti adına racon kesemez, kusura bakmasın. Kesiyorsa, onların sesini kesmesini de biliriz, öyle şey olur mu? Partimiz adına kimse ahkâm kesemez,’ dedi..
***
Laf kime gitti?!..
Başbakan’ın bu sözü üzerinden yeni tartışma başlayacak..
Kimse üzerine alınmayacak tabii..
‘Başbakan sizi kastetti, hayır hayır sizi kastetti’ yorumlarıyla teflon tava politikası izlenecek..
***
Herhalde AKP kongresinden sonra iktidarcı çevrede kıyamet kopacak..
İktidarcı medya yeniden şekillenecek..
Görünen o..

Kaynak:İlk Kurşun

AKP kaynıyor Erdoğan aceleci!
28 Nis, 2017
İsmet Özçelik



16 Nisan halk oylaması sonrasında Ankara’da trafik hızlandı. Kimisi açık, kimisi kapalı peş peşe temaslar yapılıyor.
Önce Erdoğan sürpriz bir şekilde Başbakan Binali Yıldırım’la görüştü. Arkasından Yıldırım-Bahçeli görüşmesi gerçekleşti. Gerçi bu görüşmenin yapılacağı birkaç gün öncesinden belliydi. Ama Erdoğan-Yıldırım görüşmesinden hemen sonra yapılması meraklandırdı.

ERDOĞAN’IN TRAFİĞİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs ayı programı yoğun. Hem içerde hem dışarıda. Dünyanın 4 büyük ülkesinin liderleriyle buluşacak. 30 Nisan’da Hindistan Cumhurbaşkanı Pranab Mukherjee. 3 Mayıs’ta Rusya Devlet Başkanı Putin.14-15 Mayıs’ta Çin’de. “Kuşak ve Yol Zirvesi”ne katılacak. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’le görüşecek.
Arkasından ABD ziyareti var. Tarihte oynamalar olabileceği işaret edilse de 16-17 Mayıs konuşuluyor.
Hepsi riskli görüşmeler.

BİR AN ÖNCE …

İçerde de trafik sıkışık. İşi fazla uzatacağa benzemiyor. AKP’ye hemen kayıt yaptıracak.
Başbakan Binali Yıldırım “AKP kongresi 2018’de” demişti. Bozuldu. Önceki gün kameralar önünde, “Başbakanın normal süreci anlattığını” söyleyerek, olağanüstü kongre mesajı verdi.
Mayıs ayı içinde çok sayıda yurt dışı gezisi var. Ama yine de araya sıkıştırdı.
Erdoğan aceleci. Bir an önce AKP’nin başına geçmede kararlı.

NEDEN?

Erdoğan’ın bu aceleciliği tartışılıyor. AKP kulislerinde anlatılanlar, partide iplerin kopma noktasına geldiğini gösteriyor. AKP’de kontrolü ele alıp ortalığı toparlamaya çalışacağı ifade ediliyor.
Ama işi pek de kolay değil. Partideki kırılma hemen yapıştırılacak gibi görünmüyor.

BAŞBAKANIN ALTINI OYANLAR

Yakın çevresine göre, Erdoğan’ın danışmanlarından bazıları, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Damat ve çevresi Başbakan Yıldırım’ın altını oyuyor. Yıldırım hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yalan yanlış bilgiler aktarıyorlar.
Yıldırım’ın bir danışmanına anlatılanları sordum. Doğruladı. Yıldırım’a yakın AKP milletvekilleri de aynı bilgiyi verdiler. Erdoğan’la Yıldırım’ın arasının “limoni” olmasını bu isimlere bağladılar.

KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK

Başbakan Binali Yıldırım’ın durumu tam belli değil. Hesap kitap yapıldığı söyleniyor. “Erdoğan’a başbakan dayanmıyor” algısının Cumhurbaşkanlığı seçimine etkisinin hesaplandığı bildiriliyor.
“Parti yönetimi ve hükümet önemli ölçüde değişecek. FETÖ ile bağlantısı olanların tamamı temizlenecek. Ayak uyduramayanlar gidecek. Yorgunlar dinlenmeye alınacak.”
Bu sözler Erdoğan’a çok yakın bir MKYK üyesine ait. Radikal tedbirler alınacağı konusunda ısrarlı. “Cumhurbaşkanımız bunu yapmazsa sıkıntı çekeceğini biliyor” diye konuştu. Belli ki hazırlıklar tamam!

KÜSKÜNLER, HIRSLILAR, …

Şu anda partide küskünlerin sayısı epeyce fazla. Bu sayının daha da artacağına kesin gözüyle bakılıyor. “Yükselmek” isteyenler her yolu deniyor. AKP’ye sonradan katılan Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Tuğrul Türkeş, … gibi isimler tartışılıyor.
“Dağdan gelenler bağcıları kovuyor” itirazları şu aralar daha çok duyuluyor.
AKP kaynıyor. Üstelik ısı da her geçen gün yükseliyor.

KIZ İHTİYARLADI

AKP içinde, “AKP’nin de sonu yaklaşıyor” tespiti yapanlar da var. Özellikle Meclis grubu huzursuz. Yapılanlara inanç azalmış. İhale peşinde koşanlar dışındakilerin heyecanı önemli ölçüde bitmiş.
AKP’liler arasında, AKP için yapılan şu yorum her şeyi anlatıyor:
“Kız ihtiyarladı. Eski cazibesi yok. Hele Cumhurbaşkanlığı sistemi devreye girince milletvekilliğinin de bir önemi kalmayacak. Bundan sonra partinin etkisi de azalacak.”
Durum bu. İzliyoruz..!
Aydınlık

Erdoğan: Peygamberimiz dahi herkesi kucaklayamadı!
07 Mayıs 2017



Haddini aşan söze büyük tepki


“HER YERDE BU ÖRNEĞİ VERİYORUM” DA DEDİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Her yerde bunun örneğini veriyorum. Peygamberimiz dahi, ki tüm insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir, herkesi kucaklayamadı” ifadesi son derece yanlış ve problemli bir beyan olarak değerlendiriliyor.
Yeni Asya

Türkiye yazarı: Abdullah Gül, Deniz Baykal'la görüştü; Erdoğan'a karşı aday olacak
26 Nisan 2017



"Gül'e 'Saadet'in başına geç' dediler"

Türkiye yazarı Batuhan Yaşar, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün halefi Tayyip Erdoğan'a karşı 2019 seçimlerinde aday olacağını iddia etti. Gül'ün halk oylaması sürecinde eski CHP Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile görüştüğünü ileri süren Yaşar, "Görüşme, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde mi yapıldı veya CHP’nin bir teklifi mi iletildi; bu bilgilere henüz ulaşamadık" diye yazdı.

Yaşar'ın söz konusu iddiası, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ofisi tarafından yalanlandı. Açıklamada, "Bugün bir medya organında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Gül ile ilgili olarak yayınlanan "gizli görüşme" haberleri kötü niyetli ve maksatlıdır. Bu ve benzeri yalan haberler son dönemde organize gruplar tarafından bilinçli olarak üretilmektedir. Kamuoyunun dikkatine saygılarımızla sunarız" ifadesine yer verildi.

Batuhan Yaşar'ın "Abdullah Gül 'Hayır'cıların adayı mı?" başlığıyl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 23, 2018 9:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 78 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Oca 29, 2016 11:35 pm    Mesaj konusu: AKP'de kılıçlar çekildi Alıntıyla Cevap Gönder

AKP İstanbul karıştı, istifaları istendi!
27 Temmuz 2017

İstanbul AKP İstanbul İl Başkanı Dr.Selim Temurci 'nin acele olarak Ankaraya çağrıldı.

16 ilçe başkanının istifasının istendiği iddiaları AKP kulislerini hareketlendirdi.

Buna göre istifalarının istendiği iddia edilen ilçe başkanları şu şekilde...

1-Av.Mustafa Naim Yağcı-ATAŞEHİR
2-İsmail Hakkı Durmuş-ADALAR
3-Bahattin Ünver-ZEYTİNBURNU
4-Harun Muş-BEYOĞLU
5-Ferşat Yıldırım-BEŞİKTAŞ
6-Av.Zülküf Kurtoğlu-BAHÇELİEVLER
7-İsa Mesih Şahin-KADIKÖY
8-Rıfat Kutlu-SİLİVRİ
9-Muhammed Mehdi Akman-KARTAL
10-Halit Hızır-ÜSKÜDAR
11-Av.Ümit Çoban-MALTEPE
12-Ali Burak Tepe-AVCILAR
13-Ahmet Hamdi Görk-FATİH
14-Av.İsmail Damat-BEYLİKDÜZÜ
15-Şenay Değer-ESENYURT
16-Av.Mustafa Korkut-KÜÇÜKÇEKMECE

haberartıturk

AKP'de kılıçlar çekildi
24 Nisan 2017

AKP'de referandum sonrası beklenen sonucu alamayan "Reisçi yazarların " Gül ve çevresine başlattığı linç operasyonunda işler karışmaya başladı.

"Evet " cephesinin sonuçlarında şaibe iddialarına rağmen büyük oranda oy kaybettiğinin ortaya çıkması sonrası AKP'de başlayan tasfiye iddialarında her geçen gün yeni gelişmeler oluyor. AKP'de ki "kol kırılır yen içerisinde kalır " geleneğini rafa kaldıran tartışmaların tozu dumanı yavaş yavaş dağılıyor. Taraflar netleşiyor. Kavga artık iamalr ile değil açıktan hedefler gösterilerek devam ediyor.

HEDEFLER VE SUÇLAYANLARIN TARAFLARI NETLEŞMEYE BAŞLADI

Hedefler ve suçlayanlar netleştikçe kavganın Abdullah Gül , Aınç ve Davutoğlu'nunda bulunduğu eski ağır toplara yönelik aşındırma amacı taşıdığı kesinleşmeye başladı. Reisçiler olarak bilinen Erdoğan'a yakın yazarların başlattığı ve sosyal medyada trol olarak nitelendirilen hesapların destek verdiği linç kanpayasında işler giderek karışmaya başladı. İşte ayrıntılarAKP'de "temizlik" kavgası başladı.Sol'da yer alan bir habere göre, referandumun ardından artan tasfiye iddialarına ilişkin bir yazı kaleme alan Karar yazarı Mehmet Ocaktan, "AK Parti’nin etrafında İsrailvari yasa dışı yerleşimlerde bulunan bir güruh, referandum sonuçlarının kendileri açısından bir alarm niteliği taşıdığının farkına vardığı için biraz dellenmiş durumdalar" dedi.

GÜL ERDOĞAN AYRIŞMASI

AKP'de referandum sonrası başlayan "temizlik" tartışmalarına Karar yazarı Mehmet Ocaktan da eklendi. Abdullah Gül ile birlikte hareket ettiği konuşulan Davutoğlu, Arınç ve diğerlerine yakın Karar  Gazetesi tartışmanın diğer tarafında dikkat çekmeye başladı.AKP'de 2011'den bu yana ortak aklın sağlıklı işlemediğini belirten Ocaktan, "AK Parti’de şimdi bir ‘temizlik’ harekatından söz ediliyor. Hiç kuşkusuz referandumdan kıl payı ‘evet’ çıkması, çok doğal olarak bir iç muhasebeyi zorunlu hale getirmiştir. Ama eğer bir temizlikten söz ediliyorsa, o zaman farklı bir algı mekanizması işliyor demektir" dedi.

"İSRAİLVARİ" KELİMESİ DİKKAT ÇEKTİ"

Nitekim epey bir süredir AK Parti’nin etrafında İsrailvari yasa dışı yerleşimlerde bulunan bir güruh, referandum sonuçlarının kendileri açısından bir alarm niteliği taşıdığının farkına vardığı için biraz dellenmiş durumdalar. O kadar tedirginler ki, normal muhakeme yeteneklerini bile kaybetmiş durumdalar" diyen Ocaktan, şu ifadeleri kullandı:"Bu yüzden de kafadan AK Parti’deki dindarları hedef almış bulunuyorlar. Şu ifadeler, kimlerin AK Parti’de nasıl bir temizlik istediğinin en önemli göstergesidir: 'Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım.'

AKP ADINA TEMİZLİK İŞİNE SOYUNANLAR

Bundan sonraki sürçte AK Parti’nin kendi iç mekanizması nasıl işler bilemem ama, durumdan vazife çıkararak AK Parti adına temizlik işine soyunanların genlerindeki ‘FETÖ yazılımı’yla hareket ettikleri muhakkak. Çünkü tıpkı FETÖ’cülerin yaptığı gibi, başından itibaren AK Parti’nin misyonuna ortak olmuş, Tayyip Erdoğan’la birlikte elini taşın altına koymuş ne kadar isim varsa hemen hepsini itibarsızlaştırmak için planlı bir karalama kampanyası yürütüyorlar. Bu konuda ilk hedefe oturttukları isimler ise Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu...AK Parti’nin genleriyle oynama işinde ortalara dökülen bu güruhun arkasında hangi akıl varsa, anlaşıldığı kadarıyla şu günlerde biraz çaresiz durumda oldukları muhakkak. Bu çaresizlik yüzünden de züccaciyeci dükkanına girmiş fil gibi etrafı kırıp dökerek ilerliyorlar."
Kaynak: haberrtıturk

Ahmet Hakan: Abdullah Gül… İlk kez bayrak açtı, ilk kez Erdoğan’la çelişmeyi göze aldı
29/04/2017



Gül’ün kişisel sosyal medya hesabında yazdıklarının özeti şöyle:

– Avrupa Konseyi, AK Parti iktidarının ilk döneminde yapılan reformlara tam destek oldu.

– 2010’da Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Konseyi’ne başkan seçildi! Bir AK Partiliyi kendilerine başkan seçtiler yani.

– Karara fevri tepkiler göstermek yerine özgürlükçü ve reformcu bir iklimi egemen kılın. Böylesi bir tutum milletin refahı için çok daha yararlı bir tutum olur.

Hiç kimsenin “Önce biz kendimize bakalım” diyemediği ve Avrupa’ya göz kırpmanın vatana ihanet olarak algılandığı bir ortamda…

Abdullah Gül’ün yaptığı bu açıklama, gerçekten önemli.

Abdullah Gül…

İlk kez cesaret gösterdi, ilk kez risk aldı, ilk kez tavır koydu, ilk kez bayrak açtı, ilk kez Erdoğan’la çelişmeyi göze aldı, ilk kez “Böyle olmaz” dedi, ilk kez çok açık konuştu.

Tam da benim “risk almaz, temkinlinin kralıdır, kafayı çıkarmaz, garanticidir, açık oynamaz” falan diye yazdığım gün yaptı bunu.

Yani perişan etti, mahvetti, kaldırıp attı, tekzip etti kendisiyle ilgili yazdığım analizi.

Ahmet Hakan’ın yazısı:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/flas-flas-flas-ve-abdullah-gul-beni-haksiz-cikardi-40441809

Ahmet Hakan: İslamcının elinden, dilinden emin olabilirsin... Tetikçinin ise hiçbir şeyinden
25 Nisan 2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, eski mahallesindeki kavgaya tarafsız kalmadı ve kavgadaki safını seçti.

Saray'a yakın gazetecilerin, AKP'ye yakın islamcı kesimleri hedef alması ile başlayan yandaş savaşı kızışıyor. Her iki kesim de diğer kesimlerin tasfiye edilmemesi halinde AKP iktidarının ve 2019'da Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesinin tehlikeye gireceini savunuyor.

Şimdilik Saray'a yakın kadronun 'islamcılar' üzerinde kurduğu bir üstünlük gözlense de, önümüzdeki günlerde AKP içinde ve medyasında beklenen 'temizliğin' kimleri götüreceği henüz net değil.

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan da eski mahallesindeki bu kavgaya tarafsız kalmadı ve kavgadaki safını seçti.

İşte Ahmet Hakan'ın Saray'a sırtını verip islamcıları hedef alanlardan 'tetikçi' diye bahsettiği o kavgada tuttuğu tarafı anlattığı satırlar:

İslamcı mı, tetikçi mi? Tabii ki İslamcı!

- İSLAMCI katılsanız da katılmasanız da bir fikir sahibidir... Tetikçi ise sadece sahibinin sesidir.
*
- İslamcıyla fikir tartışması yapılır... Tetikçi ise üzerinize sadece çamur sıçratır...
*
- İslamcı sağı solu, başı sonu belli biridir... Tetikçi ise boz bulanık, kıvrak bir yavşaktır...
*
- İslamcının doğru yanlış idealleri vardır... Tetikçinin ise sahibi ya da sahipleri...
*
- İslamcının elinden, dilinden emin olabilirsin... Tetikçinin ise hiçbir şeyinden...
*
- İslamcı düşüncesini söyler... Tetikçi ise tehdit eder...
*
- İslamcı kendine güvenerek meydan okur... Tetikçi ise ağababalarına güvenerek meydan okur...
*
- İslamcı egemen başkasıyken de İslamcıdır... Tetikçi ise egemen kimse orada olur.
*
- İslamcıya sırtını dönersin... Tetikçiye karşı ise hep tetikte olursun.
*
- İslamcı kıyasıya mücadele edeceğin siyasi hasmın olabilir... Tetikçi ise ne zaman nereden vuracağı belli olmayan kalleştir.

Yazının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/islamci-mi-tetikci-mi-tabii-ki-islamci-40437300

Başbakan'dan eski bakanlara: (Aktrollere) Söz geçiremiyoruz
22.03.2017



Yeni Şafak yazarı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde danışmanlığını yapan Kemal Öztürk, Başbakan Binali Yıldırım'ın referandum öncesi yapılan buluşmada AK Parti'ye ait olmayan kötü bir dilden şikayet eden eski bakanlara, "Müdahale ediyoruz ama bazen söz geçiremiyoruz" dediğini ileri sürdü.

Başbakan Binali Yıldırım’ın AK Parti hükümetlerinde görev yapmış isimlerle gerçekleştirdiği ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çağrılmalarına rağmen katılmadığı toplantıya ilişkin ayrıntıları kaleme alan Öztürk, eski bakanların sitemlerde bulunduğunu aktardı.

Öztürk, "Otuza yakın eski bakan, farklı konularda konuştu ama hepsi ortak bir noktaya vurgu yaptı: Kirlenmiş, ötekileştiren, nefret yayan, korkutan, AK Parti'ye ait olmayan kötü bir dilden şikayet ettiler. Basında, sosyal medyada AK Parti'yi savunduğunu iddia eden ama en çok da AK Parti'nin ana omurgasında yer alan insanlara saldıran lejyoner ekibiydi şikayet ettikleri" ifadelerini kullandı.

Öztürk, AK Parti’ye sonradan dahil olanların ve medyadaki kalemlerin kullandığı dile ilişkin şikayetlerini dile getiren eski bakanlara, Başbakan Yıldırım da “Söz geçiremiyoruz” diyerek yanıt verdiğini ileri sürdü.

'YOL ARKADAŞLARININ SİTEMKAR SÖZLERİ BİNALİ BEY'İ ÜZDÜ'

Öztürk’ün 'Dosttan düşman yaratmak' başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım, AK Parti hükümetleri döneminde bakanlık görevinde bulunan isimleri Genel Merkez'de düzenlenen kahvaltıda ağırladı.

"Eski dostların bir kısmının, 'düşmanlaştırıldığı' bir süreç yaşamışlardı ki, sanırım en can acıtıcı olan da buydu. Herkesin, beraber yola çıktıkları, beraber kavga verdikleri ve beraber ağlayıp, sevindikleri dostlarının, 'düşmana, haine, kripto FETÖ'cüye dönüştürülmek için atılan iftiralardan bahsederken, yüzlerinde acımtırak bir ifade oldu. Başbakan da aynı yüz ifadesine büründü. Dostlarının, yol arkadaşlarının, dava arkadaşlarının yarı serzeniş, sitemkar sözleri, Binali Bey'i de üzdü. Ama o, üzüntüyle kalacak bir koltukta oturmuyordu işte. Başbakan olarak duruma müdahale edeceklerden biri kendisiydi. 'Müdahale ediyoruz, edeceğiz ama biz de bazen söz geçiremiyoruz' dedi."
Sputnik

CHP'li Aksünger: Erdoğan'ın diktatörlük hevesi hem kendisini hem de ülkeyi çıkmaza sürükledi
07 Temmuz 2016



CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diktatörlük hevesinin Türkiye'yi çıkmaza sürüklediğini ileri sürdü

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, İsrail ile sağlanan uzlaşmanın aynı zamanda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın armatör oğlu Burak Erdoğan’ın da önünü açtığına işaret etti.

Erdal Aksünger, son dönemdeki yargının yeniden yapılandırılması, varlık barışı, İsrail ve Rusya ile uzlaşma, Reza Zarrab davasının olası sonuçları gibi konular birlikte değerlendirildiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “son hamlelerini yaptığını ve çıkış aradığını” söyledi.

Sözcü'den Başak Kaya'nın haberine göre; CHP'li Aksünger, Türkiye'yi Ortadoğu bataklığına sürükleyen AKP'nin yanlış dış politikasının sonuçlarının önümüzdeki günlerde daha da ağırlaşacağını söyledi. “Erdoğan'ın sattığı sadece eski dostları değildi” diyen Aksünger şu değerlendirmelerde bulundu:

"Erdoğan'ın diktatörlük hevesi ülkeyi çıkmaza sürükledi"

Türkiye Cumhuriyet tarihinin en kritik sürecinden geçiyor. Her alanda atılan adımları birlikte değerlendirmek gerekiyor. Türkiye'nin İsrail ve Rusya ile anlaşmasının arkasında başka gündemler olduğunun farkındayız. Erdoğan'ın diktatörlük hevesi hem kendisini hem de bu ülkenin tamamını bir çıkmaza sürükledi. Şimdi çıkış yolları aranıyor.

"Zarrab eylemlerini Türk bankacılık sistemi üzerinden yaptı"

ABD’de yargılanan Rıza Zarrab'ı o mahkemede söyleyecekleri Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Zarrab'ın yargılanmasına sebep olan eylemlerini Türk bankacılık sistemi üzerinden yaptı. Türkiye'nin ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalma riski halen gündemde.

"Düşük profilli başbakan Binali Yıldırım'ı da aynı son bekliyor"

Bir dönem Obama'nın parmak işaretiyle çağırdığı Ahmet Davutoğlu zorla başbakanlıktan istifa ettiriliyor. İşler çıkmaza girince Saray eşrafı kendisine günah keçisi olarak Davutoğlu'nu seçti. Bunun devamı da gelecek. Eski dostlar düşman olmaya devam edecek. Düşük profilli Başbakan Binali Yıldırım'ı da bekleyen son bu olacak.

"Gemiciklerin önü açıldı"

Erdoğan, uluslararası mahkemelerde yargılanmaktan korkuyor. Tek derdi kendini ve ailesini kurtarmak. Tüm bunlar yaşanırken gözden kaçan bir ayrıntı da Erdoğan'ın armatör oğlu Burak Erdoğan'ın gemicikleri…Gemiciklerin önü İsrail ile yaptığı ve önümüzdeki günlerde Mısır ile yapılması öngörülen anlaşma ile daha da açılacağa benziyor."
Kaynak: T24

Kılıçdaroğlu: 4 Mayıs bir saray darbesidir; herkes bu darbeye direnmelidir
05.05.2016



BBCT'nin haberine göre; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun kongre açıklaması sonrası yaptığı basın toplantısında yaşananları 'bir saray darbesi' olarak tanımladı.

Konuşmasının başında Davutoğlu'na 'tüm haklarını helal ettiklerini' söyleyen CHP lideri, '4 Mayıs'ın bir darbe tarihi olduğunu' belirtti:
"Dün kaçak sarayda gerçekleşen görüşme ile darbe gerçekleşti. Bunun adı 4 Mayıs saray darbesidir. 4 Mayıs saray darbesi, 28 Şubat'ı da aşan bir niteliğe sahiptir.
"4 Mayıs saray darbesi ile Sayın Davutoğlu başbakanlığı bırakmak zorunda kalmıştır. Bu darbe 'yol arkadaşım' dediği bir kişi tarafından gerçekleştirilmiştir."

'Herkes darbeye direnmeli'

Kılıçdaroğlu, 'Davutoğlu'nun darbeye direnmediğini' söyledi:

"Sayın Davutoğlu 23 milyonun iradesiyle değil, bir kişinin iradesiyle koltuğundan ayrılmıştır. O bir kişi 4 Mayıs'ta saray darbesini gerçekleştiren kişidir. Ülkesinin demokrasisini değil, dikta rejimini isteyen kişidir.

"Sayın Davutoğlu, dikta yönetimine zemin hazırlamıştır. Sayın Davutoğlu'nun 4 Mayıs saray darbesine direnmesi gerekirdi. Sayın Davutoğlu'nu savunmak da bize düştü."

Kılıçdaroğlu 'herkese darbeye direnme' çağrısında bulundu:

"Demokrasiden yana olan herkes darbeye direnmelidir. Bir dikta yönetiminin yasal zeminini hazırlamak için 4 Mayıs saray darbesini yapanlar CHP olduğu sürece asla amaçlarına ulaşamayacaklar.
"150 yıllık parlamenter rejimimizi bir diktatöre teslim etmeyeceğiz. Darbecileri yeneceğiz. Tarih de bunu hep böyle yazmıştır."
Haber 93

Zülfüyâre dokunan Cem Küçük’ün bileti aralıkta kesilmişti
11 Nisan 2016



AKP’nin Türk Basını’na armağanı olan Cem Küçük’ün başına gelenin ilk işareti geçen aralık ayında verilmişti. 17-25 Aralık’a dokunan yandı bugüne kadar. Küçük de bu konuya dokunmuştu.

AKP’nin Türk Basını’na armağanı olan Cem Küçük, bugüne kadar “Şunu atın, bunu kovun, bunu içeri atın” diye adres göstere göstere ünlendi.

Dedikleri de çıktı.

Cem Küçük istedi diye işlerinden olanların listesini yazmaya kalksak, herhalde bu yazıya sığmaz.

Ama Cem Küçük’ün ve cemküçüklerin tahmin etmediği bir şey var. Kendini birilerine kullandıranların da son kullanma tarihleri vardır.

Ve bu tarih de “zülfüyâre dokundukları” gündür.

Mesela Sevilay Yükselir... Sabah gazetesinde “Oyum HDP’nin” dediği gün gönderildi.

Mesela Gülay Göktürk... Yiğit Bulut’u eleştirdiği gün kovuldu, “Bu kadar toreranssız olduklarını bilmiyorum” dedi.

Mesela Salih Memecan... AKP’yi eleştirdiği ilk karikatürden sonra işsiz kaldı.

Örnekleri artırmak mümkün.

Öyle anlaşılıyor ki Cem Küçük de bu listeye eklendi. Dün hem Cumhuriyet’te, hem de sosyal medyada Cem Küçük’ün Rasim Ozan Kütahyalı ile ilgili yazıları nedeniyle kovulduğu haberleri çıktı.

17-25 Aralık

Ancak Cem Küçük’ün başına gelenin ilk işareti geçen aralık ayında verilmişti.

O günlerde iyice coşan, katıldığı her toplantıda ileri geri konuşan Cem Küçük, Samsun’da kendini kaptırıp, 17-25 Aralık mevzuuna girdi ve şunları anlattı:

“4 bakan ile ilgili rüşvet ve yolsuzluk iddiaları çıktı. Bana sorarsanız 4 bakan ile ilgili rüşvet kısmı doğru. Zaten doğru olmazsa Erdoğan onları herhalde görevden almazdı. 19 Aralık akşamı (doğrusu 17 Aralık akşamı) Sadullah Ergin ortalıkta yoktu. Gece 23.00 gibi polisler eşliğinde Başbakan’ın önüne getirildi. Erdoğan ‘Bu yasaların değişmesi lazım, yani HSYK’nin değişmesi lazım, tedbir almamız lazım. Polislerde bazı değişiklikler yapmamız lazım. Bunları hazırla Meclis’e getir’ dedi. Sadullah Ergin şöyle cevap verdi: Sayın Başbakanım ben bu söylediklerinizi yapamam, siz beni görevden alın. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığım söz konusu, siz beni Hatay’a gönderin. Ya istifa ederim ya da beni görevden alın.”

İşte bu açıklaması, Küçük’ün bardağı taşıran sözleri oldu.

Dokunan yandı

17-25 Aralık’a dokunan yandı bugüne kadar.

Cem Küçük de bu konuya dokunmuştu.

29 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan Suudi Arabistan’a gidecekti, geziyi izleyecek gazeteciler arasında Cem Küçük de vardı.

Ancak Cem Küçük, son anda uçağa alınmadı. Çünkü üzeri çizilmişti.

O günlerde, “Uçakta Egemen Bağış vardı, o yüzden Cem Küçük uçağa binmedi” gibi yorumlar da yapılmıştı.

Ancak bu doğru değildi.

Bizzat o gezisinde Erdoğan’a eşlik eden başka bir gazeteci, içerden bilgiyi şöyle aktardı:

“Geziyi izleyecek gazeteciler listesinde Cem Küçük’ün adı vardı. Ancak son anda, listeden çıkarıldı. O yüzden uçağa binmedi. Egemen Bağış uçaktaydı ancak onunla bu olayın ilgisi yok. Emir büyük yerden gelmiş, Cem Küçük’ün geziye katılması engellenmişti. Biz de orada öğrendik.”

Kısaca Cem Küçük, zülfüyâre, yani 17-25 Aralık’a dokununca üzeri çizildi.

O da bunun farkındaydı. İki hafta önce Erzurum’da katıldığı konferansta, üniversite öğrencilerine soru yasağı koydurdu.

Ve cumartesi günkü yazısı Star’da yayımlanmadı.

Kendisi de dünden beri sosyal medyada kayıp.

Yakında TV’lerdeki programlarından da atılırsa hiç şaşmayın.

AKP’nin yerleştirdiği kanun şöyle:

Her gazeteci işsiz kalacaktır, bazıları hapse de girebilir.
Kaynak: Cumhuriyet

ARINÇ KONUŞTU TROLLER VE TROLİÇELER ÇILDIRDI
Jan 30, 2016

Eski Başbakan Yardımcı Bülent Arınç’ın CNN Türk’te açıklama yaptığı sırada troller ve yandaş kalemlerden tepki gecikmedi. Tepkilerden en ilginci ise yandaş Hilal Kaplan’dan geldi.

Kaplan, Bülent Arınç‘ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümeti eleştirel nitelikle açıklamaları sırasında sosyal medya hesabından ”Manisalı Lawrence’ın son çırpınışları ama faydasız; siyasî cenazeleri dikkate almıyoruz.’ paylaşımında bulundu. Kaplan’ın paylaşımına çok sayıda tepki geldi.
YeniYön

FUAT BARAN: BÜLENT ARINÇ’IN AÇIKLAMALARININ KODLARI
Jan 30, 2016

Bülent Arınç konuştu ve adeta yer yerinden oynadı.

Sosyal medyada troller ve troliçeler adeta saldırıya geçtiler çırdırmışçasına.

Bu arada “troliçe” tabirini ilk ben Tuncay Opçin’den duymuştum, ama Arınç konuşmasında Taha Akyol’a, ” biz kendi aramızda, başları kapalı olduğu halde trollük yapanlara troliçe diyoruz” diyerek, bu tabirin yaygınlaşmış bir tabir olduğunuda ilan etti.

Son zamanların en ses getirecek açıklamalarını yaptı Bülent Arınç. Bu açıklamaların, Fuat Avni’nin Erdoğan-Davutoğlu kavgasını iddia etmesinden hemen sonra olmasıda ayrıca dikkat çekici bir husus.

Arınç basit bir siyasetçi değil. Özellikle AKP tabanında etkisi olan bir siyasetçi.

AKP’nin kuruluşunda bulunan ve tüm AKP iktidarları zamanında önemli ve kritik yerlerde görev yapmış biri.

Arınç’ın bu çıkışları ve bu açıklamalarını kendi şahşı adına ve öylesine yaptığına inanmak safderunluk olur. Bilinçli ve sonuçları önceden hesaplanmış açıklamalardır bu açıklamalar.

Bülent Arınç’ın açıklamalarını bir kaç başlık altında toparlayabiliriz.

1- Çözüm Süreci

Arınç çözüm sürecinin başından beri içinde olan ve görev yapmış biridir. Son zamanlarda artan terör olayları ve şehit haberlerinin sorumlusunun, direk söylemesede hükümetin yaptığı hatalara ve PKK’ya karşı verilen tavizlerin sebep olduğunu ilan etti.

Özellikle Dolmabahçe mutabakatı konusunda Arınç adeta Erdoğan’ın kalesine doksana bir gol çaktı.

Zira Dolmabahçe mutabakatı konusunda, “haberim yoktu ve benim dışımda gerçekleşti” açıklamasında bulunan ve bunun üzerinden PKK ile süren çatışmasızlık sürecinin bitirilmesini kendi dışında olduğu imajını veren Erdoğan’ı Arınç yalanladı.

Mutabakatın her aşamasından Erdoğan’ın haberdar edildiğini ve her noktasında bilgilendirildiğini söyledi Arınç.

Hatta, mutabakatın içeriğinden, oturma düzenine, konuşmacıların kim olacağından, nelerin konuşulacağına kadar, Dolmabahçe mutabakatının en ince ayrıntısına kadar Erdoğan’ın haberinin olduğu ve onun onayıyla bunun yapıldığını söyledi.

Bununla da yetinmeyen Arınç, bu günden itibaren yeni bir sürecin başlaması gerektiğini ve bunun adının değiştirilerek, hükümetin kontrolünde sürecek bir sürecin olması gereltiğini söyledi.

Bunu söylerken de Erdoğan’ı uyararak, bu sürecin sorumluluk sahibi olan makamlar tarafından yürütülmesi gerektiğini, yasal olarak sorumluluk taşımayan makamların bu süreçte müdahil olmaması gerektiğini söyledi.

Yani Arınç Erdoğan’a, yeni başlayacak sürece karışma, bu hükümetin ve meclisin işi uyarısında bulundu.

Arınç, HDP konusunda da radikal bir çıkış yaparak, HDP’nin ötekileştirilerek Kandil’e doğru itilmesinin doğru olmadığını, HDP’nin güçlendirilmesi ve süreçte etkinliğinin arttırılması gerektiğini söyledi. Bu çıkış, Erdoğan’ın savunduğu ve HDP’yi yok etmeye dayalı plana karşıda bir başkaldırı olarak yorumlandı.

2- Yargı Sorunları

Yargı konusunda Arınç çok sert eleştirilerde bulundu.

“Özellikle Paralel ile mücadele kapsamında açılan o kadar çok dava var ki üstüme cübbeyi tekrar geçirmek istiyorum. Bunlar okuldan alınan öğretmenler, Bank Asya’ya para yatırdığı için silahlı terör örgütüne üye olmaktan yargılanıyor. Öyle davalar açılıyor ki üzerime cübbeyi tekrar geçirmek istiyorum ” dedi.

“Kendi içimizde latife ediyoruz, bizi de bi yere kayyum yapsalar diye parası da güzelmiş ” diyerek, yargının bir silah haline getirilmesine itiraz etti.

Akademisyen ve gazetecilerin tutuklanmasının yanlış olduğunu söyleyen Arınç, özellikle bu konunun ateşli savunucusu olan Erdoğan’a karşı adeta bayrak açtı.

Karakuşi kararlar veriliyor tabirini kullanan Arınç, “yargı herkese lazım olacak” diyerek, adeta bu gün yargııy bir cezalandırma aracı olarak kullanan kesimlere uyarıda bulundu.

Arınç’ın yargı konusundaki bu çıkışları, AKP tabanında yargının bir zulüm aracı haline getirilmesinin rahatsızlığa neden olduğu ve bunu tabana anlatmanın zor olduğunun ilanıydı adeta.

3-Troller ve Troliçeler

Bülent Arınç açıklamarında, sosyal medyada aktroller olarak bilinen ve önüne gelen herkese küfür ve hakaretlerde bulunan, makamına ve mevkisine bakamadan herkese tehditler savuran AKP’nin beslemesi, maaşlı küfürbazlar konusuda önemli bir yer aldı.

Arınç bu konuda kendisininde bunların linç kampanyalarına maruz kaldığını ve en olmadık olaylardan akla hayale gelmeyecek sonuçlar çıkaracak kadar dengesiz insanlar olduğunu söyledi.

Bunların erkek olanları olduğu gibi, başı kapalı kadınlarınında olduğunu söyleyen Arınç, bunlara kendi aralarında “Troliçe” dediklerinide söyledi.

Aktroller meseleside AKP tabanının ve Davutoğlu’nun rahatsız olduğu ve kimi zaman açıktan dillendirdiği bir mevzudur. Bu şekilde sert bir çıkışla Arınç’ın bunu ilan etmesi, sadece kendi şahsı adına değil, bir kesimin adına yapılan bir açıklama olduğunu unutmamak lazım.

4-Dış Politika

Arınç açıklamasında, Suriye ve İsrail politikalarının yanlış olduğunu ilan etti.

Ve bu politikalar nedeniyle Türkiyen’in yanlız kaldığını ve bunun Türkiye’ye zarar vereceğini söyledi.

Özellikle İsrail konusunda çok radikal bir çıkış yapan Arınç, siyonizmle mücadele ediyoruz diyerek ülke çıkarlarının sekteye uğratıldığını ve bunun yanlış olduğunu iddia etti.

Suriye konusunda da yapılan hatalara değinerek, dış politikada duygusal olmanın doğru bişey olmadığını, ülke menfaatlerinin ön planda olması gerektiğini söylerek, Türkiye’nin dış politikasının iflas ettiğini ilan etti.

Rusya-ABD tercihinde mutlaka tercihin ABD’den yana olaması gerektiğini savundu.

Özellikle dış politika konusunda tek yetkili ve söz sahibi konumunda bulunan Erdoğan’a karşı Arınç’ın bu açıklamaları, AKP içerisinde Erdoğan’ın tek adam ve dış politikada yaptığı yanlışlardan rahatsızlığın had safhada olduğunun ilanı gibiydi.

Şimdi gelelim asıl meseleye.

Arınç bu açıklamaları neden yaptı.

Bununla ilgili iki tez olabilir.

1- Arınç milletin gazı almak için yaptı bunu. Bununla milletin gazı alınacak ve perde arkasında yeni başlayacak bir sürecin alt yapısı yapılıyor.

2- Arınç bir kesimin temsilcisi ve söcüsü olarak bu açıklamaları yaptı ve bu AKP içerisinde Erdoğan’a karşı bir savaş ilanıdır.

AKP içinde herkes tarafından uzun süredir bilinen Erdoğan rahatsızlığının ilan edilmesidir. Bu rahatsızlığın sonucu olarak başlayacak olan bir kavganın fitilini ateşledi.

Ben çoğu insanın birinci teze inandığını görüyorum ama, Arınç’ın bu derece sert ve adrese teslim açıklamalarının AKP içerisindeki rahatsızlığın dışa vurması ve bir kavganın başlangıç zili olduğuna inanıyorum.

Bu kavganın önümüzdeki günlerde daha da ortaya çıkacağını ve sertleşeceğini tahmin ediyorum.

Şubat ayı AKP için sancılı geçecek gibi.

Kaynak: YeniYön

Saray Davutoğlu'nun da üstünü çizdi:'AKP olağanüstü kongreye gidiyor'
04.05.2016



BBCT'nin haberine göre; Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu arasındaki kritik görüşme sonrası, AKP'nin olağanüstü kongreye gitmesi kararı alındığı belirtiliyor.

Ajanslar, Davutoğlu'nun yarın AKP Genel Merkezi'nde düzenlenecek MYK (Merkez Yürütme Kurulu) toplantısı sonrası bir basın toplantısı düzenleyeceğini bildirdi.

Görüşmeden sonra Doğan TV Ankara temsilcisi Hande Fırat ve Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi CNN Türk'te, AKP'nin kongreye gideceğini belirtti.

Gazeteciler, Davutoğlu'nun kongrede veda açıklaması yapmasının beklendiğini iddia etti.

İlerleyen saatlerde Reuters haber ajansı da, ismi açıklanmayan üst düzey bir parti yetkilisine dayandırdığı haberinde, partinin olağanüstü kongreye gitmesinin beklendiğini bildirdi.

Daha sonra Yeni Şafak ve Karar gazetelerinin internet siteleri dahil pek çok ajans ve internet sitesi gelişmeyi kendi kaynaklarına dayandırarak haberleştirdi.

Erdoğan ve Davutoğlu arasında yaşananlara dair tartışmalar

Geçtiğimiz hafta, AKP MKYK'sında (Merkez Karar Yürütme Kurulu) alınan kararla, il ve ilçe başkanlarını atama yetkisi genel başkandan alınarak tekrar MKYK'ya verilmişti.

Kamuoyunda bu değişikliği, Davutoğlu'nun parti içindeki etkisini azaltmaya yönelik bir adım olarak değerlendiren yorumlar yapılmıştı.

Bu yorumları yapanlar bu kararın Erdoğan'ın isteğiyle alındığını iddia etmişti.

Hafta başında ise Pelikan Dosyası adlı blogda, Erdoğan ve Davutoğlu arasında yaşandığı iddia edilen önemli anlaşmazlıklar aktarılmıştı.

Davutoğlu'nun Salı günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadaki bazı sözleri de, bu tartışmayla ilgili olduğu yönünde yorumlanmıştı.

Başbakan, "Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim. Ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam" diye konuşmuştu.
Haber 93

Avrupa Birliğinden Türkiye kararı: Türkiye'nin AB macerasını sonlandırmayı hızlandıracak karar alındı
25 Nisan 2017

Karar 45'e karşı 133 oyla alındı.

Avrupa Birliği tarihinde bir ilk gerçekleşti. İlkkez üyelik süreci içerisinde bulunan bir ülke denetim sürecini bitirdikten sonra, alınan bir kararla geri döndüş yaptı. Eğer Avrupa'da kalmak istiyorsak yapacakları denetimlere rıza göstermek zorundayız.

2004 YILINA GERİ DÖNDÜK

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), tüm dünyanın dikkat kesildiği "Türkiye'de Demokratik Kurumların İşleyişi" başlıklı raporu oyladı. Sözcü'nün haberine göre başta Türkiye’nin Avrupa Birliği’ndeki (AB) geleceği ile geçen yıl Mart ayında varılan mülteci anlaşması ve Gümrük Birliği noktasında çok kritik görülen oylama sonucu, Türkiye’nin 2004 yılında tamamladığı ‘denetim süreci’ne geri alınması kararlaştırıldı.AKPM, 45’e karşı 113 oyla Türkiye’yi siyasi denetime alma kararı verdi. Bu süreçte Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temel değerlerinin uygulanması denetlenecek.

OHAL ADI ALTINDA ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR

AKPM Türkiye raportörleri Marianne Mikko (Estonya) ve Ingebjorg Godskesen (Norveç) imzalı belgede, Türk hükümetinin OHAL altında Türk Anayasası ve uluslararası hukuk kurallarının ötesine geçerek “orantısız” önlemler aldığı ifade ediliyor. Örnek olarak Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile on binlerce devlet memurunun işine son verilmesi gösteriliyor.Türkiye’nin ‘denetim süreci’ne alınmasının nedeni ise şöyle: Son dönemde yaşanan insan hakları ihlâlleri, demokratik kurumların işleyişindeki sorunlar ve hukuk devleti normlarında yaşanan olumsuzluklar…Bu kararla Türkiye, demokrasilerinde çok ciddi yapısal sorunlar bulunan Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Bosna-Hersek, Moldova, Sırbistan, Rusya ve Ukrayna ile aynı pozisyona düşmüş oldu.hazinPEKİ

‘DENETİM SÜRECİ' NE ANLAMA GELİYOR?

• Bu süreç, 1993 yılında oluşturuldu. Amacı ise 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışının ardından Avrupa Konseyi üyesi olmaya başlayan eski Sovyet ülkelerinin Batılı anlamda demokrasiye geçişlerini kolaylaştırmaktı.• Bir ülke denetim sürecine alındığında o ülkenin demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında yasal mevzuatlarını, Konsey’in 1949’dan bu yana oluşturmaya başladığı normlara uygun hale getirmesi gerekiyor. Denetim Komisyonu bu bağlamda “monitoring” (denetleme) sürecindeki ülkelerin uyarlamalarını ve uygulamalarını denetliyor.• Ankara 1996’da başlayan bu süreçten yapılan reformlar sayesinde 8 yıl sonra 2004 yılında çıkmış ve “post-monitoring” olarak anılan “denetim sonrası diyalog” sürecine geçmişti.• AKPM bünyesinde bugüne kadar denetim sürecinden çıkarıldıktan sonra yeniden bu sürece alınan başka bir ülke yok. Türkiye'nin bu süreçten çıkarılması AB ile üyelik müzakerelerine başlamasında önemli rol oynamıştı. Yani Türkiye’nin denetim sürecine dönmesi AB ile sürdürülen müzakerelere büyük darbe vuracak.• AKPM bugünkü kararıyla Türkiye, demokrasilerinde çok ciddi yapısal sorunlar bulunan Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Bosna-Hersek, Moldova, Sırbistan, Rusya ve Ukrayna ile aynı pozisyona düşmüş oldu.

Kaynak: Haberartıturk

Savcıdan tehdit: Türk yetkililerin rolünü kanıtlayacağız
25 Nisan 2017



Zarrab davasını şantaj olarak kullanan Washington yönetimi, bu dava üzerinden Türkiye’yi Rakka operasyonu, İran’ı çevreleme ve açılım gibi konularda kendi planlarına dahil etmeye çalışıyor

ABD’de yaklaşık 1 yıldır tutuklu yargılanan İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrab ile Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın davalarında, sis perdesi her geçen gün aralanıyor.
Aydınlık'ın haberine göre davada Zarrab’ın avukatlığını üstlenen Yahudi lobisinin önde gelen ismi Rudolph Giuliani ve Bush döneminin Adalet Bakanı Michael B. Mukasey, Şubat ayı sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmek için Ankara’ya gelmişlerdi.
Cumhurbaşkanlığı görüşmeyi sır gibi saklarken, Giuliani ve Mukasey mahkemeye verdikleri ifadede amaçlarının davaya diplomatik yoldan çözüm bulmak olduğunu söylediler. “Davada Zarrab’ın lehine gelişmeler sağlanması halinde, Türkiye’nin Amerikan ulusal çıkarlarını daha fazla savunabileceğini” öne süren Mukasey’in sözleri ise, Erdoğan ile görüşmede masada nelerin bulunduğu sorusunu tekrar gündeme getirdi.
Zarrab davasını şantaj malzemesi yaparak tavizler koparmaya çalışan ABD’nin çantasındakiler şunlar:
TÜRKİYE YPG’Lİ RAKKA OPERASYONUNA İKNA EDİLECEK
Nisan ayı başında Rakka operasyonun başlayacağını ilan eden ABD, henüz herhangi bir harekat yapmadı. ABD’li komutanlar YPG’nin operasyonda mutlaka olacağını söylerken, Türkiye’nin YPG ile ortak operasyona kesin biçimde karşı çıktığı biliniyor. Türkiye’yi YPG ile ortak bir operasyona zorlayan ABD’lilerin ise Zarrab davasıyla bu amaçlarına ulaşmaya çalıştıkları öne sürülüyor.
Clinton, Bush ve Obama dönemlerinde ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış olan, “Güvenilmez bir müttefik: Erdoğan Diktatörlüğü Altında Türkiye” adlı kitabın yazarı David Philipps, Alternet haber sitesine verdiği 10 Nisan günlü demeçte “Trump, Rakka harekâtına Türkiye’nin onayını almak için davayı kapatabilir” ifadelerini kullanmıştı.
Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ da önceki gün sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Zarrab davasının düşürülmesi karşılığında Erdoğan’ın, ABD’nin Rakka planını kabul edeceğini ileri sürdü.
ASTANA MASASI DAĞITILACAK
Giuliani ve Mukasey’in çantasındaki konulardan bir diğeri de Astana masasını dağıtmak. Türkiye-Rusya ve İran’ın girişimiyle Suriye’de kalıcı barışın tesisi için yürütülen görüşmeler, sahada önemli başarılar elde etmişti. Böylece masa dışında kalan ABD ise sahadaki inisiyatifi kaybetti. Koridor hedefinden giderek uzaklaştığını anlayan ABD’liler, Astana sürecini baltalamak için çeşitli girişimlerde bulunsalarda, masayı dağıtmayı beceremediler. İşte Zarrab şantajıyla hedeflenenlerden birisinin de Astana sürecini baltalamak olduğu en yaygın görüşlerden.
İRAN’LA İŞBİRLİĞİ BOZULACAK
Trump’ın başkanlığa gelişiyle birlikte daha saldırgan bir İran politikasına dönen ABD’nin, İran karşıtı bölgesel müttefikler arayışı devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde İran karşıtı politikaları görüşmek üzere Ortadoğu turuna çıkan ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail, Katar ve Cibuti ziyaretlerinde bulundu. İran’a karşı kaldırılan yaptırımlar hakkında soruşturma açılmasını isteyen Trump da konuşmalarında İran’ı sert bir şekilde hedef aldı. Türkiye’yi de İran karşıtı ittifakın içine çekmeye çalışan ABD, bunun için İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrab’ın anlatıklarına bel bağlamış durumda. Türkiye ise her ne kadar İran karşıtı söylemlerde de bulunsa, hem güvenlik hem de ekonomik açıdan çok önemli bir komşusunu doğrudan hedef alma taraftarı görünmüyor.
AÇILIMA GERİ DÖNÜLECEK
ABD’nin enstrümanı konumundaki terör örgütü PKK, TSK’nın 24 Temmuz 2015’te başlattığı hava harekatıyla birlikte yaklaşık 2 senede hendeklere gömülmüştü. Ardından milletvekillerine yargılanma yolu açılarak, PKK’nın yasal partisi HDP’nin yöneticileri, terör örgütüne yardım ve yataklıktan tutuklandı. Böylece 2. İsrail Projesi’ndeki en değerki piyonunu kaybeden ABD, açılım dönemini yeniden başlatabilmek için bütün medya organlarını ayağa kaldırdı. Batı basını PKK ile mücadeleyi “katliam, diktatörlük” gibi ithamlarla hedef alarak durdurmaya çalıştı. Başarız olunca da Zarrab şantajına sarıldı.
TÜRKİYE AVRASYA’DAN KOPARILACAK
Türkiye’nin PKK ve FETÖ’nün üzerine kararlı biçimde yürümesi, Fırat Kalkanı’yla Kürt Koridoru’na bıçak gibi girmesi, Rusya ve Çin ile işbirliğini geliştirmesi, en nihayetinde 15 Temmuz hain darbe girişimini getirmiş ve bu Amerikancı girişim, ordu-millet birlikteliği ile bertaraf edilmişti. Türkiye her geçen gün Avrasya cephesindeki yerine doğru yönelirken, Türkiye’nin dostluğunu kaybeden ABD de bölgesel amaçlarını başarmaktan uzaklaştı. Türkiye’yi kaybetmenin bölgedeki tüm inisiyatifi kaybetmek olduğu gören ABD’liler ise Türkiye’yi Avrasya’dan koparacak her adımı atıyorlar. Darbe girişimiyle iktidarı değiştiremeyenler, şantajla iktidardakileri avuçlarının içine almaya çalışıyor.
Patronlar Dünyası

Eski 'Pelikan'cıdan şok itiraflar: Hangi bakanlar yalıyı ziyaret etmiş?
25.04.2017



Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun tasfiyesi sürecinde önemli rol oynayan Pelikan Dosyası tartışmaları alevlendi. Pelikan Dosyası'na dair yeni iddialar ortaya atıldı...

Geçen yıl Mayıs ayında paylaşılan Pelikan Dosyası'na dair yeni iddialar ortaya atıldı.
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlık'tan çekilmesiyle sonuçlanan Pelikan Dosyası'nda, Davutoğlu ile Saray arasında yaşanan gerginliklere dair ifadeler ileri sürülmüştü.
AKP'ye yakınlığıyla bilinen Fırat Erez'in kendi blog adresinde yer verdiği yeni iddialarda ise Pelikan Dosyası'nın nasıl hazırlandığına ilişkin dikkat çeken cümleler kullanılıyor.
Pelikan Dosyası'nın yazıldığı Kuzguncuk'taki Beyaz Köşk'te bulunduğunu ileri süren Fırat Erez, "Başlangıç" dediği yazısında, Pelikan Dosyası'nı hazırlayan ekibin çalışmalarına yönelik şu iddiaları dile getiriyor:
"Sitelerin ve hesapların logoları, tasarımları çalışılıyor, profil fotoğrafları (logolar) ve başlık (fon) görselleri üretiliyor, Bhosphorus Global'in kurumsal kimliğine çalışılıyor, birkaç video, Süheyb Öğüt'ün git gel aklının sonucu bazı kampanya patinajları yapılıyor (Muhalif tipleri Pokemonlarla kimlikleştirip seslendirmeler, illüstre etmeler gibi) ve 4 aylık sürem boyunca 2 kez denk geldiğim, 3 ayda bir faaliyet raporu hazırlanıyor.
Bu rapor, Süheyb Öğüt ve Hilal Kaplan'ın söylediklerine göre yine 3 ayda bir onun müsait zamanına göre belirlenen vakitlerde R.T.Erdoğan'a yüz yüze yapılan görüşmelerde kendisine sunuluyor.
Bekir Bozdağ, Sümeyye Erdoğan, Egemen Bağış, orada bulunduğum 4 aylık süre boyunca, yalıya ziyaretlerine şahit olduklarımdan bazıları..."
BİR İKİLİK OLDUĞU KESİN
Fırat Erez'in iddialarının devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dönemin Başbakanı Davutoğlu arasında bir ikilik olduğu da ileri sürülüyor.
Köşk'te çalışmalar sürerken kendisinin de bu ikilik nedeniyle Hilal Kaplan'la tartıştığını yazan Fırat Erez, "Hilal ile olan gerilim çok yüksek, onu biliyorum ama bu davranışa yine de anlam veremiyorum. Taa ki 1 Mayıs 2016 sabahı 'Pelikan Bildirisi' denen o saçmalığa rastlayana kadar. Muhtemelen Türkiye'deki herkes 'Bu da nedir? Bu nasıl bir saçmalık?' sorularını sorarken, işi tezgahlayanlar hariç meseleye vakıf olan ülkedeki tek kişiyim" ifadelerini kullanıyor.
Fırat Erez iddialarının sonunda ise yazısını şu sözlerle noktalıyor:
"Bildiriyi ilk yayan Merve Taşçı yalıda çalışmıyor ancak sürekli gelip giden bir kız çocuğu.
Yine bazı kaynaklarda "yalıda çalışıyor" dendiğini görebileceğiniz Atifet Ulusoy da bir çalışan değil.
(Belki Yalıya hiç gelmemiştir ama yönetilmesi özellikle de Twitter/DM'den çok kolay yönlendirilebilecek, aşırı hevesli ve saf birisi)
Elif Şahin bir yalı çalışanı ve Filiz Gündüz de önceden öyleydi.
Bosphorus Global "Filiz Gündüz bizde çalışmıyor" diyerek iddiayı reddetti ama önceden çalıştığını ve (ben ayrıldığımda da halen) whatsapp grubunda kalmaya, yalıya gidip gelmeye, dışardan destek vermeye devam ettiğini gizledi.
Bu az takipçili "alet edilenler" dışında Cemil Barlas, Haşmet Babaoğlu gibi çok takipçililer için söylenecekler sonraya..."
Kaynak: Cumhuriyet

Cemil Barlas: Yeni Şafak'ta Salih Tuna dışında insan yok
27 Nisan 2017



Gazeteci Cemil Barlas, 1ANTV'de yayınlanan "1 Haber 3 Yorum" programında Yeni Şafak gazetesine yönelik olarak "Salih Tuna dışında insan yok içinde" dedi. Barlas, “Bakıyorsun bazı gazetelere, yazarlara Tayyipçi mi, Tayyipçi. AK Partili mi, AK Partili. Ama içine bir giriyorsun onların, hiç dışarıdan göründüğü gibi değil" ifadesini kullandı.
Salih Tuna ise Cemil Barlas'a, "Asla senin gibi düşünmüyorum; Yeni Şafak'ta iyi insanlar var" yanıtını verdi.

Adını anmadan köşe komşusu ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal'ın 20 Nisan'da yayımlanan yazısında "Hiç merak etmeyin, göreceksiniz, aramıza sızdılarsa eğer, kibir abideleri, asalaklar, haşereler, çıkar sevdalıları, lejyonerler, dönekler, tembeller, varsa Fetullahçılar tek tek ayıklanacaklar" ifadesini kullandığını hatırlatan Tuna, "Bana 'haşerat' diyen kendi gazetemin o yazarına da beni hedef gösteren 'tekfircilere' de sırf fitne çıkmasın diye cevap vermedim" dedi.

AKP'li Aydın Ünal: Erdoğan partinin başına geçecek, içimizdeki asalaklar, haşereler teker teker temizlenecek!

Barlas'ın söz konusu ifadesine ilk tepkiler ise Yeni Şafak yazarı Ali Nur Kutlu ve A Haber'de "Sosyal Bilgiler" programını sunan Özlem Özcan'dan geldi. Barlas için "ruh hastası" benzetmesi yapan Kutlu, "Her gün bu saflardan bir grubu, bir insanı rencide ediyorlar. Dur diyen yok, sus diyen yok. Bu ruh hastası insanları ekrana çıkartan, köşe veren, besleyen, koruyan kim varsa vebal altındadır. Bu dünyada ve ahirette davacıyım" diye yazdı.

İbrahim Karagül'ü sevmediğini, İsmail Kılıçarslan ile de anlaşamadığını vurgulayan Özlem Özcan da, sosyal medya hesabında "Bu isimlerle aynı düşünmüyorum diye 'insan değiller' dedirtmem. Artık birileri bu kepazeliğe son versin! Gerçekten bu kavganın seviyesi çok çirkin. Ne okuyucu, ne izleyici ne de takipçi bunu hak etmiyor" paylaşımında bulundu.

Mahallede 'gizli hayırcı' kavgası sürüyor; kimler suçlandı, ne yazıldı, ne cevap verildi?

Türkiye'de parlamenter sistemi bitiren "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 48.6 "hayır" oyuna karşılık yüzde 51.4 "evet" oyu ile kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasına giden süreçte, "Evet" ve "Hayır" kampanyalarına iktidara yakın medyanın ileri sürdüğü "AKP içinde 'gizli hayırcı'lar var" iddiası da damga vurmuştu. Söz konusu iddia kapsamında bazı Yeni Şafak yazarları da "gizli hayırcılık" ile suçlanmıştı. Suçlamaların odağında Aydın Ünal, eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk, İsmail Kılıçarslan ve gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül yer almıştı.

Cemil Barlas ve Fuat Uğur'a 'hamam böceği' benzetmesi yapan AKP'li Ünal'dan 'haşerat' yazısı

Barlas'ın "İnsan yok içinde" dediği Yeni Şafak'ın köşe yazarları arasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından görüşleri dikkate alınan Prof. Hayrettin Karaman da var.
T24

Yeni Şafak yazarı: Bir yönetici için en büyük kayıp yalaka danışmanlar; başka mahallelere gidin...
27 Nisan 2017



"En büyük nimet eleştiridir, hakkı söyleyenlere ihtiyacımız var"

Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, bir yöneticinin en büyük kaybının "yalaka" danışmanlarla çalışmak olduğunu ifade ederek "O yüzden Osmanlı padişahlarının kendisinden hiçbir çıkar beklemeyen hocaları, lalaları, yol arkadaşları vardı. Onlar hakkı söylemekten korkmazlardı. Siz siz olun, başka mahallelere, başka diyarlara, başka topraklara gidin. Başka sözler dinleyin, başka fikirlerle çarpışın, sağlam olanın ayakta kaldığına şahitlik edin" dedi.

Kemal Öztürk'ün "Bir fikrin mayalanması kötülüğün beslenmesi" başlığıyla yayımlanan (27 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Konu size yabancı gibi gelmesin. Hepimizin yaşadığı bir sorundan bahsedeceğim.

Bir fikrin mayalanması, büyümesi ve dal budak salması için şartların oluşması gerekir. Bazı fikirler her iklimde büyümez, her toprakta kök salmaz. Bazı fikirler vardır, farklı bir iklimle, toprakla karşılaştığında dönüşür, biçim değiştirir, serpilir ya da çürür.

Komünizm komşumuz Rusya'da kök salarken, bizde hayat bulamamıştır. Mezhepçilik yanı başımızdaki İran'da, Suriye'de, Irak'ta büyürken bizde karşılık bulamamıştır. Bizim toprağımız farklıdır.


KAPALI TOPLULUKLAR, ÖZGÜR FİKİRLERİN DÜŞMANIDIR

Kapalı toplumlar, gruplar, cemaatler, oluşumlar farklı havanın, farklı suyun topraklarına gelmesine izin vermezler. Gettolaşma böyle oluşur.

FETÖ bu yüzden kendilerinden başka hiçbir kitabın okunmasına, hiçbir yazarın takip edilmesine, üyelerinin farklı ortamlara girmesine asla izin vermezdi.

Aynı taktiği izleyen her cemaatin amacı aynıdır. Mayalamak istedikleri fikrin etkileşime girmesine izin vermezler.

Üniversite yıllarımızda birlikte polisten dayak yiyip, çay ocaklarında diz büktüğümüz arkadaşlarımızla önceki gün konuşurken şunu fark ettik: Akıl almaz çeşitlilikte bir okuma serüvenimiz olmuş. İran'da Mevdudi okumuşuz, Fatih'te Kemal Tahir güzellemesi yapmışsız, Necip Fazıl'ın şiirlerini Nazım'ınkiyle kıyaslamışız.

Kafamız karışmış ancak ne mezhepçi olmuşuz, ne cemaat fanatiği. Ne dogmatik bir zihnimiz olmuş, ne de ülkeye hainlik etmişiz. Özgürce tartışmanın, özgürce eleştirmenin ve özgürce konuşmanın meyvelerini, olgunluk yaşımızda toplamışız.

Kimse bizi bir gün dost bildiğimiz insanlara düşman edememiş, ekmeğini yediğimiz ülkeye ihanet ettirememiş. Soru sormanın, sorgulamanın, körü körüne bağlanmamanın, illaki bir neden aramamızın sonuçlarıdır bunlar.

Fikirlerimizin mayalanması esnasında her iklime, her zemine, her suya ve herkese açık olmuşuz.
Fikirler zıddi ile kavileşir

Her gün aynı gazeteyi takip eden, aynı televizyonu izleyen, aynı kitapları okuyan, aynı mahallede dolaşan ve aynı kişilerle konuşan birinin fikirleri kavileşmez, katılaşır.

Fikirler zıddı ile karşılaştığında kavileşir. Fikirleri katılaşan biri de esneyemez, kırılır.

Kendi fikrine, tezine, argümanına güvenmeyen biri, dış etkenlerden korunmak için onu bir fanusta büyütmeyi tercih eder.

Fanusta büyütülen hiçbir fikir, toplumda kök salamaz, çınarlar gibi yücelmez.

Aynı yerden beslenen insanlar, hep aynı vitamini alan vücut gibi, bir yanı gelişirken, diğer yanı zayıflar. Dogmatik zihin böyle doğar. Tüm gelişmelere, yeniliklere, farklılıklara, ötekine tepki gösterir, hasım olur.

Kötü fikrin en büyük korkusu, iyi bir fikirle karşılaşmaktır.

O yüzden zayıf insanlar sürekli kendileri gibi düşünen, kendileri gibi konuşan, kendileri gibi hareket edenlerle birlikte olmayı tercih ederler. Fikren korkaktırlar yani.

En büyük nimet eleştiridir

Şunu gördüm ki, aynı şeyleri dinleyen ve hep aynı kişilerle konuşan insanlar aslında birbirini besliyor. Kötülük en çok bu ortamları sever. Dışarıya kapalı, gettolaşmış, durgun göl gibi akarsuları kesilmiş ortamlar, bakteri üretmeye en müsait yerlerdir. Böyle ortamlarda kötülük çok hızlı büyür ve yayılır.

Kendinden emin olan insanların en büyük nimeti ve beslenme kaynağı, eleştiridir. Eleştiri derken, 'hakaret' anlayanları kast etmiyorum. Fikir üretemeyen, küfür üretir. Onları dikkate almayın.

Bir insan hatasını, yanlışını, eksiğini söyleyen birine nimet gibi yapışması gerekir. İslam, Müslümanlar arasında iyiliği ve kötülüğü birbirine anlatmayı hep teşvik etmiştir.

Yaşadığımız şehirde, mahallede, steril ortamlarda, dışarıya ve eleştiriye kapalı kurduğunuz tüm hayatlar gerçek değildir, sanaldır.

Sokaklarda olmak, başka yüzler, başka zihinler, başka fikirlerle karşılaşmak insan için büyük kazançtır. Hele bir de o insanlar size iyi niyetle hatanızı, eksiğinizi söylüyorsa işte ayakları yere basan gerçek yaşam o zaman başlıyor demektir.

Hakkı söyleyenlere ihtiyacımız var

Bir yönetici için en büyük kayıp, ona hep yalakalık yapan, hatasını söylemeyen danışmanlarla, yardımcılarla çalışmaktır. Bundan daha büyük körlük olmaz. Maaşla çalışan bir danışmanın cesurca, yöneticisinin hatalarını söylemesi çok da gerçekçi değil bu ortamlarda. O yüzden Osmanlı padişahlarının kendisinden hiçbir çıkar beklemeyen hocaları, lalaları, yol arkadaşları vardı. Onlar hakkı söylemekten korkmazlardı.

Siz siz olun, başka mahallelere, başka diyarlara, başka topraklara gidin. Başka sözler dinleyin, başka fikirlerle çarpışın, sağlam olanın ayakta kaldığına şahitlik edin.

Gündüzünüzü anlamak için geceye, geceyi keşfetmek için gündüze muhtaçsınız. Allah her şeyi zıddı ile kaim etmiştir.

Hatalarınızı, eksiğinizi yüzünüze söyleyebilecek akıllı adamlar, hakkaniyetli insanlar bulun.

Korkmayın. Fikirlerinizi mayalanırken, orkideden, papatyadan, gülden, laleden polen toplayan arı gibi olun. Ancak o zaman bal üretebilirsiniz.

Akla ihtiyacımız var. Bal üreten akıllı insanlara. Kötülük fazlasıyla yayıldı.
T24

Dücane Cündioğlu: Yüzde 51'lik sonuca ulaşmak için halkın adalet duygusu hoyratça zedelendi
28 Nisan 201



"Halkın sosyal-siyasal kimliği ve haysiyeti hiçe sayılınca zafer hayali 'burun farkı'na çevrildi"

Uzun bir süre Yeni Şafak'ta da yazan Dücane Cündioğlu, Ot dergisinde kaleme aldığı yazıda referandum öncesi yaşanan eşitsizliklere dikkat çekti ve sonucu yorumladı.

Cündioğlu, referandumda çıkan yüzde 51 ‘evet’ oyunun “basiret sahipleri nezdinde endişe verici” olduğunu söylerken “Endişe vericidir, çünkü bu yüzde 51’lik sonuca ulaşmak için halkın adalet duygusu hoyratça zedelenmiş, örneğin iktidar güçleri devletin tüm imkanlarıyla sahaya inmiş ve hiç de adilce olmayan biçimde, yer-gök afişlerle donatılırken tv ekranları gece gündüz tek yanlı propagandalarla inletilmiştir” ifadelerini kullandı. Cündioğlu, "İnsaf sahibi her yurttaşın, referandum boyunca güç kullanımının hakşinasça olmadığını kabul edeceğini sanıyorum. Kısacası, adilce olmayan her orantısız güç kullanımı zaferleri başarılara, başarıları ise en nihayet bir 'burun farkı'na indirir" dedi.

Cündioğlu, referandum öncesi iktidar sözcülerinin ‘hayır’ oyu vereceklere yönelik ‘terör örgütü’ söylemleriyle ilgili olarak da şu görüşü dile getirdi:

“Halkın sadece sosyal ve siyasal kimliklerinin değil haysiyetlerinin de hiçe sayılması yine maşeri vicdanı incitmiş ve bunun sonucunda da tüm yetersiz koşullara karşın halk bir zafer hayalini nazikçe bir 'burun farkı'na çevirmekte hiç duraksamamıştır."

Dücane Cündioğlu'nun yazısının tamamını Ot dergisinin mayıs sayısında okuyabilirsiniz.

Ot dergisinin mayıs kapağı şöyle:



Star gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren istifa etti
28.04.2017



Tetikçi Cem Küçük'ün Mavi Marmara eylemcilerine 'manyaklar' demesiyle başlayan tartışma, Star gazetesinde istifa getirdi

Star gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren istifa etti
Tetikçi Cem Küçük'ün Mavi Marmara eylemcilerine 'manyaklar' demesiyle başlayan tartışma, Star gazetesinde istifa getirdi. Medyaradar'ın haberine göre, Star gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren istifa etti.

Taşgetiren, tartışmaya "AK Parti öncelikle bu çeteleşmiş medyatörlerin kendi imajına el koymasını bertaraf etmeli. İçeriye dönük bu yaftalamaların içerde nifak oluşturacağını, sürekli içerde bir azalma meydana getireceğini, dışardan hiçbir yeni katılım olmayacağını, üstelik iktidar adınaymış gibi kesilen raconların farklı toplum kesimlerinin korkuya kapılmasına yol açacağını unutmamak lazım" ifadesiyle girmşti.
BirGün

AKP'li Ünal'dan Cem Küçük'e sert sözler
24.04.2017

AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal bugünkü yazısında, Mavi Marmara gemisindekiler için "manyak" diyen Cem Küçük'e yanıt verdi.

AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal bugünkü köşesinde parti içi tartışmalara ve AKP’ye “bir şirket nazarıyla bakanlara” yanıt verdi. Ünal yazısında ayrıca Mavi Marmara gemisindekiler için “manyak” diyen Cem Küçük’e de göndermelerde bulundu.

Ünal “Dava delileri” başlıklı yazısında “AK Parti'ye bir “şirket” nazarıyla bakanlar olabilir; partiye, “kar getiren kuruluş”, “ikbal kapısı” mantığıyla yaklaşanlar da olabilir. Böyle büyük bir siyasi harekete, hele hele iktidardaki bir partiye kimilerinin bu nazarla bakması da gayet tabiidir” dedi.

"PİRESİNDEN, FARESİNE..."

“Büyük bir gemiye benzetirseniz AK Parti'yi, dümeninde kaptanı vardır, mürettebatı vardır, yolcuları vardır; bir de, piresinden faresine, kaçak yolcusundan seyyar satıcısına kadar gemiye “tutunanlar” vardır” diye yazan Ünal yazısını şöyle devam ettirdi:

“Kaptan, mürettebat ve yolcular, belli bir rota içinde menzile doğru yol alırken, menzile ulaşmanın mücadelesini verirken, kimileri de yolculuk esnasında bir şeyler koparmanın, daha çok kazanmanın mücadelesini verirler. Kaptanın, mürettebatın ve yolcuların, açık denizlerde gemilerinden başka tutunacak dalları, takdir-i İlahi'den öte sığınakları yoktur; diğerleri ise, boyunlarında can simitleri, filikaların başında, en küçük sarsıntıda gemiyi terk etmek için fırsat kollayanlardır."

AKP’nin bir de isimsiz kahramanlarının olduğunu ileri süren Aydın Ünal “Dışardan bakanlar onları “deli” zanneder, “manyak” zanneder… Mü'minin, davasına inanmış olanın vasfı da işte tam budur, dışarıya tam da böyle görünmektir. Ne dışardan bakarak, ne de tutunarak, yanaşarak, asılarak, yapışarak anlaşılmaz bu delilik ve ‘manyaklık’” diye yazdı.

“ANLAYAMADIĞINIZ ŞU…”

Ünal yazısında şu ifadeleri de kullandı:

“‘Artık çok paramız var, bayrak asan gönüllülere ihtiyacımız yok. Bayrağı da, afişi de parayla astırırız’ diyenlerin anlamadıkları şu: O direklere bayrak asmak için çıkanlar, afiş yapıştıranlar, broşür dağıtanlar, kapı kapı gezenler, sabah çocuklarını uyurken öpüp, gece yarısı çocuklarını uyurken bulanlar, öğrenci yetiştirmek için çırpınanlar, yoksul bulup doyurmak için koşturanlar, Filistin için ciğerini dağlayanlar, mazlum çocukları kendi çocukları kadar sevenler, teşkilat içinde teşkilat disipliniyle aşkla çalışanlar bunları para için, ikbal için yapmadılar; onlar bunu iman şuuruyla, dava derdiyle, Allah rızası için, aşkla, tutkuyla, bizzat gönülleriyle, gönüllü olarak yaptılar.

Davadan “gönülü”, “aşkı”, “savdayı”, “derdi” çıkarırsanız, geriye hiçbir şey, ama hiçbir şey kalmaz. diye yazdı.

“GEREKLİ İHTARI YAPMASI UMULUR”

Ayrıca hükümete yakın Star gazetesi yazarı Selahaddin Çakırgil de bugünkü yazısında Cem Küçük’ü hedef alarak şunları yazdı:

“Son zamanlarda medyada Tayyib Erdoğan’a adına, bir takım tuhaf çıkışlar görülmekte.. Hattâ, bazıları bir savcı ya da gizli istihbaratçı edâsıyla tehditler bile savurmakta.. Erdoğan’ın, Amerika ve Batı’nın itimadının yeniden kazanabilmesi için, ‘radikal İslamcılar’ı temizlemesi gerektiği’ gibi görüşler dillendirilmekte.. Bu durum, medya aracılığıyla kitlelere de yansıtılmakta.. Polemik yazıları da bu arada giderek kızışıyor.

Tartışma o kadar seviye kaybediyor ki, birileri, hattâ Gazze Kuşatması’nı kırmak için Mavi Marmara gemisiyle yola çıkan fedâkar insanları ‘manyak’ olarak niteleyebiliyor.

Bu gibi saldırılar sadece siyasî bir tartışma mahiyetinde kalamayacağından, Tayyib Bey’in, hele de kendisinin sözcüsü imiş gibi davranarak bu gibi münasebetsizliklerde bulunanlara gereken ihtarı yapması umulur.”

AKP dava Cem Küçük Aydın mavi marmara Ankara Filistin milletvekili yeni şafak analiz broşür Gazze sabah öğrenci Star Gazetesi savcı medya

Kaynak: BirGün

Bülent Arınç: BU NASIL SUÇ BU NASIL CEZA
16 Haziran 2017



Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “MİT TIR'ları" davasından tutuklanan CHP’li vekil Enis Berberoğlu’na ilişkin önemli bir açıklama yaptı.

Yargının güven kaybettiğine işaret eden Arınç "Umuyorum ki bir an önce kamu vicdanını tatmin edecek bir karar verilir" ifadelerini kullandı.

AKP'li eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “MİT TIR’ları görüntülerinin yayınlanması” davasında tutuklanan CHP'li vekil Enis Berberoğlu'na ilişkin açıklama yaptı.

Arınç açıklamasında, söz konusu bilgilerin TV'lerde tartışıldığı ve sır olmaktan çıktığı yönündeki tartışmalara da gönderme yaparak, “Bu kararın her halükarda istinaf yoluyla incelenmesine ihtiyaç vardır” dedi.

Arınç’ın açıklaması şöyle:

"SUÇ VAHİMDİR AMA..."

"İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında 25 yıl hapis cezası verilip tutuklanmasından dolayı üzüldüğümü ifade etmeliyim. Kendisine, ailesine ve sevenlerine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Enis Berberoğlu’na isnat edilen suç; TCK’nın 7. Bölümü’nde “Devlet Sularına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlığı altında TCK’nın 330. maddesinde belirtilen “Gizli Kalması Gereken Bilgileri Açıklama” suçudur. Suç vahimdir, cezası ağırdır. "

"SIRRIN GİZLİLİĞİ ZATEN KALMAMIŞTIR"

"Ancak bu konu ile ilgili olarak, “Söz konusu bilgilerin daha önce TV ve gazetelerde yayımlandığı, sır olmaktan çıktığı, Yargıtay’ın bu konuda farklı içtihatlarda bulunduğu, hatta aynı mahiyetteki diğer suçlara bakıldığında suç vasfının değişebileceği, asil sanık olarak suçlanan diğer kişinin yurt dışında olduğu ve yargılamanın bitmediği, suçun gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılmayacağı” gibi başlıklar altında bir süredir yoğun tartışmalar yaşanmıştır."

"KASIT YOKSA BU NASIL CEZA"

"Kaldı ki isnat edilen suç vahim bir suç olmakla birlikte, suçun teşekkülü bakımından Enis Berberoğlu’nun özel bir kasıt altında bu suçu işleyip işlemediğinin araştırılması gerekmektedir. Verilmiş olan cezanın ve özellikle tutuklamanın büyük bir üzüntü ve infial doğurduğunun farkındayım. Buna yönelik tepkileri de doğal karşılıyorum. Ancak Anayasamızın 138. Maddesi’ne, Devlet katındakiler dahil, tüm vatandaşların özenle riayet etmesi gerekir. Ve yargı ne kadar güven kaybetmiş olursa olsun, Türk Yargısı’na güvenmeye mecburuz. "

"GECİKEN ADALET ADALET DEĞİLDİR"

"Bilelim ki Türkiye’de Hakimler vardır ve Adalet mutlaka tecelli edecektir ! Bugün için benim naçizane tavsiyem şudur: Bu kararın, her halükarda istinaf yoluyla incelenmesine ihtiyaç vardır. 15 yılı aşan cezalar doğrudan istinata tabidir ve Bölge Adliye Mahkemeleri, kararları re’sen inceler. Çok kısa bir süre içerisinde bu incelemenin yapılabileceğini düşünüyorum. Umuyorum ki bir an önce kamu vicdanım tatmin edecek bir karar verilir. Zira, şu an, herkes için ve gecikmeyen adalete çok ihtiyacımız var…"

Kaynak: Sözcü

Protokolde kavga çıktı, Numan Kurtulmuş festivali terk etti
23 Temmuz 2017



Emniyet müdürü ile belediye başkanı arasında arbede yaşandı

Ordu'da düzenlenen Aybastı Festivali'nde, Belediye Başkanı Enver Yılmaz ile İl Emniyet Müdürü Suat Çelik arasında arbede yaşandı. Festivale katılan Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş korumalar eşliğinde alandan uzaklaştırıldı.

Gazete Duvar'da yer alan habere göre; Ordu’da düzenlenen ve çeşitli etkinliklerle süren ‘911. Geleneksel Aybastı Perşembe Yaylası Güreş ve Kültür Festivali’nin bugünkü bölümünde protokol sıralarında kavgaya dönüşen arbede yaşandı.

İddialara göre protokolde yer verilmeyen Ordu İl Emniyet Müdürü Suat Çelik yerine oturmak üzereyken Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz ve çevresindekiler tarafından saldırıya uğradı.

Geçen günlerde yapılan kabine revizyonu ile Başbakan Yardımcılığı'ndan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na kaydırılan Numan Kurtulmuş, kavga nedeniyle korumalar eşliğinde alandan uzaklaştırıldı.
T24

Samsun'da otopark kavgası; 3 ölü
23 Temmuz 2017

Olayla ilgili olarak çok sayıda kişi gözaltına alındı

Samsun’un Çarşamba ilçesinde araç park etme konusunda iki grup arasında çıkan kavga silahlı çatışmaya dönüştü. Birbirlerine ateş eden 2 grupta bulunan 3 kişi öldü, 1 kişi de ağır yaralandı.

Doğan Haber Ajansı'nda (DHA) yer alan habere göre; olay Samsun’un Çarşamba İlçesi’nde dün gece saatlerinde meydana geldi. Otomobil park etme konusunda 2 grup arasında tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesi üzerine taraflar birbirlerine tabancayla ateş etti. Çevredekilerin ihbarı üzerine bölgeye polis ve sağlık ekipleri sevk edildi.

Olayda 46 yaşındaki Murat Aşar, 20 yaşındaki Alptuğbey Tekcan ve kardeşi 18 yaşındaki Göktuğbey Tekcan öldü, 26 yaşındaki Mustafa Salih Semercioğlu ise, ağır yaralandı.

Yaralı Çarşamba Devlet Hastanesi’nde yapılan ilk müdahale ardından Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi altına alındı.
T24

Ahmet Hakan: Hero tişörtü olayı nelere yol açıyor?
23/07/2017

FETÖ’cülerin çiftetelli oynamasına yol açıyor.

FETÖ belasının dünyaya anlatılmasının imkânsızlaşmasına yol açıyor.


“Türkiye’de bağımsız yargı var” cümlesinin içinin boşalmasına yol açıyor.

Aziz Nesin tarzı öykü yazmanın gereksiz hale gelmesine yol açıyor.

Ahmet Hakan’ın yazısının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/yuzde-50-komik-yuzde-50-trajik-40528332

Yusuf Kaplan: Cemaatleri FETÖ ile aynı yere koyan salaktır!
27 Temmuz 2017



Cemaatlere ve İslâmın kaynaklarına saldıracaklar. Cemaatleri kapıştıracaklar.

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, "Cemaatleri FETÖyle aynı yere koyan ya salaktır ya asalak" dedi.Daha önce de benzer uyarılarda bulunan Kaplan, konu ile ilgili sosyal medya hesabından twitler atmaya devam etti. Kaplan, "Mü'minler kardeştir. Önce kardeşini düşüneceksin. Fitne fesada fırsat vermeyeceksin. Yoksa rahmeti setreder gazabı celbedersin BASİRET!" mesajının ardından cemaatlerle ilgili şu uyarılarda bulundu:

"İsmailağa Menzil hedefte. Cemaatleri FETÖyle aynı yere koyan ya salaktır ya asalak. Müslümanları devletten temizleme tezgahı. Zokayı yutma."

"UYARIYORUM. Cemaatlere ve İslâmın kaynaklarına saldıracaklar. Cemaatleri kapıştıracaklar. Hedef İSLÂMÎ OMURGAYI ÇÖKERTMEK. TEZGÂH BÜYÜK UYUMA.

Etiketler : Yusuf Kaplan, cemaatler, fetö, ismailağa, menzilKaynak: Yusuf Kaplan: Cemaatleri FETÖ ile aynı yere koyan salaktır!
Risale Haber

Akif Beki'nin Hürriyet'teki yazılarına son verildi
09 Ağustos 2017

Beki'nin gazetedeki işine son verilmesi nedeninin, son günlerde AKP için yazmış olduğu eleştirel yazılar olduğu öne sürüldü

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde danışmanı olan Hürriyet yazarı Akif Beki'nin yazılarına son verildi.

Akif Beki'nin gazetedeki işine son verilmesi nedeninin, son günlerde AKP için yazmış olduğu eleştirel yazılar olduğu öne sürüldü.

Beki, bir süredir yazılarında, bir dönem Gülen’in sağ kolu olan Hüseyin Gülerce’yi hedef alan ifadeler kullanmıştı.

Diken

Türkiye yazarı: Abdullah Gül, Deniz Baykal'la görüştü; Erdoğan'a karşı aday olacak
26 Nisan 2017



"Gül'e 'Saadet'in başına geç' dediler"

Türkiye yazarı Batuhan Yaşar, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün halefi Tayyip Erdoğan'a karşı 2019 seçimlerinde aday olacağını iddia etti. Gül'ün halk oylaması sürecinde eski CHP Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile görüştüğünü ileri süren Yaşar, "Görüşme, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde mi yapıldı veya CHP’nin bir teklifi mi iletildi; bu bilgilere henüz ulaşamadık" diye yazdı.

Yaşar'ın söz konusu iddiası, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ofisi tarafından yalanlandı. Açıklamada, "Bugün bir medya organında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Gül ile ilgili olarak yayınlanan "gizli görüşme" haberleri kötü niyetli ve maksatlıdır. Bu ve benzeri yalan haberler son dönemde organize gruplar tarafından bilinçli olarak üretilmektedir. Kamuoyunun dikkatine saygılarımızla sunarız" ifadesine yer verildi.

Batuhan Yaşar'ın "Abdullah Gül 'Hayır'cıların adayı mı?" başlığıyla yayımlanan (26 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Siyaseten bizi çok hareketli günler hatta a
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 23, 2018 9:40 pm tarihinde değiştirildi, toplam 27 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum May 06, 2016 1:28 am    Mesaj konusu: Son 10 yılda, hurafe hükümetinin icraat özeti Alıntıyla Cevap Gönder

Fehmi Koru: AKP'de AP'nin, ANAP'ın sonunu getiren ayrışmalar yaşanıyor
28 Nisan 2017

"AK Parti farklı' mı dediniz?
Fehmi Koru*

Referandum sonrasında beklenenler oluyor: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AK Parti’ye üye ve ardından genel başkan olmak için gün sayıyor.. AK Parti de tembel teşkilâtlarını yenilemeye ve aksayan bakanlarını değiştirmeye hazırlanıyor…

Bunlar beklenen gelişmeler...

Üç farklı gelişme

Gelişmelerin bir de beklenmeyenleri var: Referandumun hemen ardından patlayan AK Parti eksenli ‘İslâmcılık’ tartışması gibi… ABD ile ilişkileri zedeleme pahasına girişilen Sincar’a (Şengal) askeri operasyon gibi… Zaten büyük çapta tasfiye olmuş Emniyet teşkilâtından 10 bine yakın polisin daha meslekle ilişkilerinin kesilmesi gibi…

Hepsinin hazırlıklarının referandum öncesinden yapıldığını varsayabiliriz.

Polisteki tasfiyenin işareti Başbakan Binali Yıldırım’ın kampanya mülâkatlarından (Beyaz TV) birinde var.

Sincar’a askeri operasyon da, belli ki, riskli olduğu için referandum sonucunu beklemiş…

Ya ‘İslâmcılık’ tartışması? Onu da hükümete yakın bazı kalemler bekliyor olmalı; kılıçlar çok keskince çekildiğine göre…

İslâmcılık ha…

AK Parti bir siyasi parti; kuruluş günlerinde, toplumun en belirgin ortak değerlerine (hak ve özgürlükler.. demokrasi.. cumhuriyet.. lâiklik.. ve din..) sahip çıkması öngörülerek, Türkiye şartlarında ‘merkez’ sayılabilecek bir yerde konuşlandırıldığını biliyoruz.

O sayede yüzde 70’e varabilecek bir oy potansiyeli var.

[Yıllar önce bu tahlili yazılı ve sözlü olarak paylaştığımda, en yaygın tepki, dudak bükme olmuştu; o sırada AK Parti sadece yüzde 36 oy alabilmiş bir partiydi çünkü.]

Değerlerden bazılarıyla yollarını ayırdıklarında oylarında düşüş yaşanabileceğini de hesaba katmaları gerekiyor AK Parti’yi yönetenlerin…

Kendilerine yakın bilinen medyadaki “İslâmcılar tasfiye edilmeli” tezine karşılık “O zaman Tayyip Erdoğan da tasfiye edilecek demektir” karşı-teziyle yürütülen tartışma.. AK Parti açısından.. tehlike zillerini çaldıracak bir gelişmedir.

Demokratik Parti’nin kurulmasına (Aralık 1970) kadar varan ‘muhafazakâr-yaylacı’ ayrılığı çok güçlü çıktığı 1969 seçimi sonrasında Adalet Partisi’ni zayıflatmıştı. Aynı durum, Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkması üzerine Anavatan Partisi’nde yaşandı…

Yaşananlar her iki partiye de yaramamıştı.

Herkesle iyi geçinme ilkesi

Benzer bir değerlendirme ABD ile arayı açacağa benzeyen Sincar’a askeri operasyon için de yapılabilir.

AK Parti, sonradan “Komşularla sıfır sorun” diye formüle edilince tek bir kişiye mal edilen dış politika tercihini kuruluş döneminde belirlemişti: ABD ile iyi geçinecek.. Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşacak.. tam üyelik elde etmeye çalışacak vaya hiç değilse Kopenhag ve Schengen kriterlerine kendi sistemini uyarlayacaktı.

Zor olmasına rağmen bunu sağladı da…

Şimdilerde kuruluşta belirlediği bu tercihten de uzaklaşıyor AK Parti: AB üyesi ülkelerin çoğuyla sorunlar yaşandığı gibi.. kuruluşundan beri (1949) üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından ‘denetim altına’ alınıyor.. Avrupa Parlamentosu ve Venedik Komisyonu’nun olumsuz raporlarına muhatap oluyor.. AB ile ilişkisinin kopartılması da gündeme geliyor…

Bir yandan AB ile ilişkiler şekerrenge bürünürken.. bir yandan da ABD’den homurtular yükselmesine sebep olmak.. NATO genel sekreterinin uyarılarına muhatap hale gelmek.. pek akıllıca bir politik tavır olmasa gerek…

Hamaset tamam, ama bir yere kadar…

‘İslâmcılık’ eksenli tartışmayı da, AB ve ABD ile ilişkilerin bozulmasını da AK Parti açısından hayırlı gelişmeler olarak görmüyorum. Hem bugün ile hem de tarihi bir dönüşümün yaşanacağı 2019 dönemeciyle ilgili olarak…

Bulunan hafıza kartı FETÖ oyunu olmasın?

Emniyet teşkilâtından yeni tasfiyeler haberine de bu iki gelişme ışığında bakıyorum.. ve ne yalan söyleyeyim.. AK Parti nâmı hesabına endişeleniyorum.

Güvenlik önemli. Olağanüstü önemli hem de. Olağanüstü önemli olduğu için de hem kişiler hem de örgütler birilerinin ‘güvenlik’ kartını kullanmasıyla yanlışlara sürüklenebiliyor.

Anlatıldığına göre, ‘mahrem imam’ diye yeni kullanıma girmiş sıfata sahip birinin üzerinde bulunan bir hafıza kartında kayıtlı 30 bin kişiyi kapsayan bir isim listesine ulaşılmış.. orada bulunan ve ‘FETÖ’cü’ olarak bilinmedikleri için henüz tasfiye görmemiş 10 binden fazla isim şimdi tırpanlanıyor…

“FETÖ oyunu olmasın?” diye düşünülmüş müdür acaba?

O isimler arasında Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, TBMM Başkanlığı gibi hassas kurumlarda yakın koruma görevi yapan polisler de var…

Tanımları gereği, çok iyi araştırılarak o görevlere getirildiklerini düşünmemiz gereken kişiler…

İçlerinden birinin.. ismini listede görünce.. hayatını sona erdirmesi bile kuşkumu büyütüyor…

Her bir tasfiye AKP’nin toplumsal tabanında dalgalanmalara sebep oluyor çünkü.

Referandumdan kazançlı çıkmasının keyfini yaşayamadan sürüklendiği bu üç dikenli alan.. iktidar partisi için.. çok ciddi siyasi tehditleri içinde barındırıyor.

“AK Parti farklı” mı dediniz?

Tarih bizde neden hep tekerrür ediyor öyleyse?

“Biz farklıyız, bize bir şey olmaz” tesellisi yüzünden olmasın?

* Bu yazı Fehmikoru.com'dan alınmıştır

Liberal Müslüman
Mahir Atlan



Swarovski kristalleriyle süslenen musluklarla donatılmış banyosu, yatak odasında havuz ve namaz sırasında uzaktan kumandayla tavana kadar yükseltilen kanepe… (NYT’den Türkiye’de yükselen dindar zengin sınıf analizi)
Elbette 12 yıllık AKP iktidarı sosyal, siyasal, ekonomik, dış politika, bölgesel gelişmeler vs. gibi çeşitli yönleriyle analiz edilebilir, edilmelidir de. Ama bütün analizlerin ana ekseni, giriş cümlesinde alıntıladığım sonucun da sebebi olan dünyevîleşmedir.

Rakamlarla 12 yıllık iktidarın dünyevîleşme karnesi:
AVM sayısı 62’den 310’a çıktı.
İçki tüketimi 4 kat arttı, başlama yaşı 16’dan 11’e düştü.
Bankalardaki mevduat 129 milyardan 870 milyara yükseldi.
Kredi kartı %261 arttı.
Kredi kartı borcu 4,3 milyardan 92 milyara çıktı.
Bankalara borçlanma 6,6 milyardan 322 milyara çıktı.
Taşeron işçi sayısı 300.000 kişi iken 2.500.000 kişi oldu.
İş kazaları sonucu ölüm, yılda yaklaşık 1.200 kişi.

Artış sadece kapitalist düzenin ekonomik parametreleri olmadı AKP iktidarında. Dindarları, muhafazakârları, İslamcıları ilgilendiren bir diğer artış da STK’lara, vakıflara yapılan bağış miktarı. Tam olarak 100 kat artış göstermiş.

Ebuzer, Muaviye’nin altın tabaklarda yemek yemesini, saraylar yapmasını eleştirirken Muaviye’nin din adamı Ka’b-ül Ahbâr, “zekâtı verilen malın harcanmasında herhangi bir sorun yoktur” fetvasıyla, israfı, şatafatı, sınırsız tüketimi meşrulaştırıyordu. Belki de o zamana kadar utana sıkıla sınırsız ihtiyaçlarını gidermede sınır tanımayan zümre, bu fetvayla doyumsuzluğuna, dünyevîleşmesine dinî bir elbise giydirerek rahatça sokaklarda dolaşmaya başladı.

Esasen en son Soma’da meydana gelen kaza (cinayet) da insanın doyumsuzluğunun sonucu değil mi?

Bu açıdan bakıldığında 12 yıllık AKP iktidarının ekonomik göstergeleri dindarların, İslamcıların dünyevîleşmelerinin sebepleri değil, aslında sonucudur.

Amacı inanç, ahlâk, erdem’den dünyanın maddî zevklerinden olabildiğince fazla yararlanmaya doğru evrilen İslamî camia için süreç; borçlanma, kredi kartı, banka mevduatlarındaki anormal artışı, bakanın kendi ifadesiyle kölelik düzeni olan taşeronlaşmanın neredeyse 10 kat artması, işçi ölümlerinin dikkate değer oranda artması, dünyanın en büyük projeleri denilerek putlaştırılan yatırımların tabiat, canlı katliamına dönüşmesi sonucunu doğursa bile, amaç dünya olunca ve de bunu meşrulaştıracak Ka’b-ül Ahbâr’ın çağdaşları oldukça sorun yok.

Nasılsa derneklere, camilere, vakıflara bağış da yapan liberal Müslüman’ın bu kadarcık dünyevî lezzetleri görmezden gelinebilir.

Kur’an’da müminlere vaat edilen altlarından ırmaklar akan, sınırsız nimetlerin olduğu cennetlerle motive olan dindar için artık daha yakın, daha garanti yeryüzü cennetleri var ulaşılmak istenen hedef olarak:

Swarovski kristalleriyle süslenen musluklarla donatılmış banyosu, yatak odasında havuz ve namaz sırasında uzaktan kumandayla tavana kadar yükseltilen kanepe…

Kaynak: http://istiraki.blogspot.com.tr/2014/06/liberal-musluman.html

Son 10 yılda, hurafe hükümetinin icraat özeti
Deniz KAÇAĞAN
04 Kasım 2012



Süt-et üretimi azaldı, angus ithal ediyoruz; böylece paramız yurt dışına çıkarken, cari açık da büyüyor. Peki, hiç düşündünüz mü; kendi ineğimizle değil de, neden gavurun ithal hormonlu angusuyla, kurban kesiyoruz? Çünkü köylünün ürünü para etmiyor ve köylü, saygın bir hayat yaşayamıyor. Hayatta kalmak için çareler arayan köylü, para kazanabilmek umuduyla şehre göç ediyor. Ancak çiftçi, sanayi için yetişmiş kalifiye eleman olmadığından; sanayide ve başka pek çok alanda, kolay kolay iş bulamıyor. Şans eseri aile bireylerinden birisi iş bulursa, diğerlerine bakıyor. Oysa tarımda ve hayvancılıkta, yabancı mallar ithal edilip tüketilsin diye; İMF-AB kapsamında, çiftçilerimize destek kaldırılmasaydı ve yerli üretime sınırlandırılma getirilmeseydi; yerli malı üretilip tüketilecekti. Böylece hem yerli üretici kazanacak; hem de çiftçilerimiz köylerinde kalarak, tüm bireyler boş arazileri işleyip değerlendirecekti. Tüm bunların sonucunda ülkemiz, tarım ve hayvancılık ürünlerinde ithalat değil; ihracat yapacaktı…

2002 yılı itibariyle ülkemizde, doğrudan ve dolaylı tütün ekimi ve işçiliğinde 700.000 insanımız çalışırken; 2008 itibariyle 200.000'e düştü. Yani 500.000 işsiz buradan geliyor. Tekel, 150 milyon dolara satıldı; daha sonra tekeli alan özel girişimci, tekeli 900 milyon dolara sattı. Şimdi ise, 2 milyar dolara tekel tekrar el değiştiriyor. Hurafeciler tarafından, devletimiz burada da zarara uğratıldı. Son olarak tütün konusunu özetlersek; çiftçilerimiz tütün ekmiyor, tütün fabrikaları satıldığı ve işlev değiştirdiği için, işçiler çıkarılıyor. Yerli sigara üretimi olmadığından, pazarımıza tamamen yabancı tütün egemen oluyor. Buradan da yine, ülke kaynakları dışarı akarken, cari açık büyümekte... Çiftçilerimizin bir başka sıkıntısı ise; ürünü 2002 fiyatıyla alınırken, çiftçilerimizin kullandığı gübre ve değişik ürünler, 4 kat zamlandı...

Fındığa da, birazcık değinmekte yarar var. Dünyada her malın fiyatını, üreticisi belirlerken; çiftçilerimizin ürün fiyatını, alıcı belirliyor. Güzel ülkemiz, dünyadaki fındık üretiminin % 80'ini gerçekleştiriyor ve istediğimiz fiyatı belirleyebiliriz; çünkü çikolata firmaları, fındık almak zorunda. Elimizde böyle bir koz varken, neden çiftçilerimizin yararına değil de, aracıların yararına kullanıyorlar, diye sormak ve düşünmek gerekiyor...

Çiftçilik konusunu özetlersek, 10 yıl önce tarımda kendimize yeten ülkeyken; şimdi tarımda ihracatı bırak, tohumu bile ithal ediyoruz; üstelik bu tohumlar, GDO'lu. Yani hem kendileri kısır; hem de ekildiği toprağı ve yetişen ürünleri yiyenleri kısırlaştırıyor...

Özelleştirmelerle, hurafeci besleme sermayedarlar oluşturma ve ekonominin yabancılaştırılması

Hurafeci hükümetin, kendilerine yakın hurafe medyası ve hurafe sermayedarları oluşturmak için, yapılan özelleştirmelerden de söz edelim. Hatırlarsanız ATV & Sabah, 1,200 milyon dolara, 700 milyon doları devlet kredisiyle, hurafeci Tayyip'in dünürüne satıldı. Yani devletin kendi malını satarken, alıcıdan alacağı parayı da, alıcıya kredi aracılığıyla devlet verdi. Böylece o kişi (Ahmet ÇALIK), devletin parasıyla devletin malını aldı. Yine ÇALIK Grubu’nun bankası Aktif Bank, sigortacı şirket değil ve 10 şirkete, (Axa Oyak, Güneş Sigorta, Allianz, AIG, Aviva Sigorta, Anadolu Sigorta, Ankara Sigorta, Euler Hermes, Coface Sigorta ve ICIEC) devletin PTT şubeleri üzerinden acentelik hizmeti veriyor. Oysa Sigorta Acenteleri Yönetmeliği’nin 12. maddesi “acentelik yetkilerinin verilmesi” başlığı altında 1. fıkrasında şöyle diyor:
“Acentelik faaliyetinde bulunulacak sigorta dalları ve bu dallar kapsamında tanınacak yetkiler belirtilmek suretiyle acentelere verilecek acentelik yetkisi bizzat sigorta şirketlerince hususi bir vekâletname ile tanımlanarak usulü dairesinde tescil ve ilan ettirilir. Bu yetkiler acenteler tarafından başka acentelere veya kişilere devredilemez.”

Bu durum, hukuki olarak değerlendirdiğimizde, Hazine Müsteşarlığı’nın Sigorta Acenteleri Yönetmeliği’ne aykırılık içeriyor…

2010 yılı sonunda 35 milyon lira kar açıklayan Aktif Bank’ın, 2011 sonu itibariyle kârı % 42,51 büyüdü ve 50 milyon 29 bin liraya kadar yükseldi. Banka, geçtiğimiz yıl toplam aktiflerini ise yüzde 72,6 büyüterek 1,5 milyar liradan 2.55 milyar liraya çıkardı… *1

2010 yılında bankaların kârı, 17 milyar dolar olarak gerçekleşti; bankaların % 42’si yabancılara satıldığından, bu kâr payının 6 milyar doları dışarı gitti ve cari açığa eksi yönde katkıda bulundu. Peki, dışarı giden bu kâr nereden geliyor? Olay şu ki: 2002-2010 yılları arasında, tüketici kredi borçlu sayısı 1 milyon 600 binden 12 milyon kişiye ulaştı. Yani % 42’si yabancılara satılan bankalara, 8 yılda borçlanan kişi sayısı yaklaşık olarak 10 milyon arttı; üstelik bu krediler isminden de anlaşılabileceği gibi tüketici kredisi. Yatırım veya üretim kredisi olsa neyse, insanlarımız bu sayede belki borçlarını ödeyebilirler. Ancak tüketim kredisi olduğu için, böyle bir olanakları olmayacak. Borçlanarak, geleceklerini şimdiden yiyorlar; adeta arazi veya benzeri varlıklarını ipotek altına sokarak, geleceklerini bağlıyorlar ve hayallerinden, umutlarından vazgeçiyorlar. Vatandaşlarımızın, yaklaşık % 60’ı borç ve taksit ödemeleri altında eziliyor. 2011 yılı itibariyle, 768 bin kişi tüketici kredisi; 1 milyon 430 bin kişi de kredi kartı borcunu ödeyemediği için, bankaların haciz takibindedir… Merkez Bankası verilerine göre; 2011 Şubat Ayı Protestolu Senet Adedi: 60.631 Tutarı: 326.323.085 TL; 2012 Ocak Ayı Protestolu Senet Adedi: 80.151 Tutarı: 430.033.631 TL oldu. Bu da gösteriyor ki sadece bir yıl arayla, karşılaştırılan iki ayın arasındaki fark bile çok büyük…

Bankaların % 42’si yabancılara satılarak, yabancılara köle yapılan insanlarımızın sayısıyla durumu değerlendirmeyelim; aynı zamanda yabancılara olan borcu, parasal büyüklük yönünden de değerlendirirsek, şu veriler ortaya çıkar: 2002 yılında insanlarımızın bankalara olan toplam borcu, 2 milyar 800 milyon lira iken; 2010 yılında insanlarımızın bankalara olan borcu 123 milyar liraya yükseldi. Genelde de % 70'i yabancılara satılarak yapılan 30 milyar dolarlık özelleştirmeyle; ekonomimiz tamamen yabancılaştırıldı. Üstelik satılan kuruluşların, zaman içinde işlev değiştirmesiyle; pek çok çalışan işten çıkarıldı. Tüm bunlar olurken, borcumuz üç kat arttı ve para getirecek kuruluşumuz da kalmadı. Yukarıda sunduğumuz veriler gösteriyor ki, hem insanlarımız bireysel olarak yabancılara borçlanıyor; hem de devletimiz kendi varlığını satmasına rağmen borcu artıyor. Peki, bunun sonu ne olacak?

Dış ticaret açığında cumhuriyet tarihinin rekoru kırıldı. Dış ticaret açığı, 2011 yılında yüzde 48 artışla 106 milyar dolara dayandı. Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, 2011 yılında ihracat; 134,9 milyar dolar olurken, aynı dönemde ithalat 240,8 milyar doları aştı. Böylece, yüzde 48 artışla 106 milyar dolara yükselen dış ticaret açığı, Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı. Ayrıca yapılan ihracat Türkiye üretim merkezli değil; aramalı üretimini tamamen terk ettik. Son 10 yılda, ara malı ithalatımız toplam 637 milyar dolar oldu. İçeride üretebileceğimiz ürünlerin tamamını, dışarıdan alıyoruz. Orta ve üst düzey teknoloji gerektiren bütün üretim dallarında dış alımımız, dış satımızdan fazla. Yani açık veriyoruz. 2002-2010 arası bilgisayar, cep telefonları diğer iletişim araçları, elektrikli ev eşyaları ve otomotivi kapsayan makine teçhizat kaleminde, 120 milyar 449 milyon dolar net dış ticaret açığı (sattığımız-aldığımız) verdik. İmalat sanayinin lokomotifi olan, ana metal sanayinde ise net açığımız, 40 milyar 762 milyon dolar. Yani teknolojiye dayalı üretimde yokuz. *2
Bu veriler gösteriyor ki, en iyimser ifadeyle ihracatımızın %60’ı ithalattan oluşuyor. Buradan, büyük bir oranda dış ticaret açığı gizlenmektedir…

Hurafeci AKP öncesiyle hurafeci AKP sonrasını karşılaştıracak olursak, dehşet verici tablolar ortaya çıkıyor. Şöyle ki: Merkez Bankası verilerine göre, devletimizin verdiği toplam cari açığı 80 yılda: 44 milyar dolar; hurafeci AKP hükümetiyle, 9 yılda verilen cari açık: 294 milyar dolar. Yani, 9 yıllık hurafeci AKP hükümetinin cari açığı, 80 yıllık cari açığın 7 katı olarak gerçekleşti. Devletimizin verdiği toplam dış ticaret açığı: 80 yılda 246 milyar dolar; hurafeci AKP hükümetiyle, 9 yılda verilen dış ticaret açığı: 502 milyar dolar. Yani, 9 yıllık hurafeci AKP hükümetinin dış ticaret açığı, 80 yıllık dış ticaret açığının iki katından bile fazla. Devletimizin ödediği toplam faiz 80 yılda: 150 milyar dolar; hurafeci AKP hükümetiyle 9 yılda ödenen faiz: 450 milyar dolar. Yani, 9 yıllık hurafeci AKP hükümetinin ödediği faiz, 80 yıllık faizin 3 katı. 2002-2012 yılları arasında hurafeci AKP, 1 trilyon 400 milyar dolarlık kaynak kullandı; kullanılan kaynağın yaklaşık üçte biri, doğrudan faize gitti. Yani hiç kullanılmadan, heba edildi. Gizli-açık 13 milyon işsizin olduğu ülkemizde, bu kaynak üretime yatırılsaydı; şimdi ve gelecekte tamamen işsizlik sorunu çözülecekti…

Ülkemiz fakir değil; aksine çok zengin. Ancak, çirkef siyasetçiler, kaynakları yanlış kullanıyorlar; bunun sonucunda, dış borç alıyor ve daha çok faiz ödeyerek, yabancılara kölelik yapıyoruz. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, ekonomimiz zayıfladığından, hem dış politikada, tavizler vermek zorunda kalıyor; hem de içerde, gerekli eğitim, savunma ve üretim sanayi yatırımı yapacak kaynak kalmıyor. Sanki hurafeci başbakan, yukarıda belirttiğimiz özellikte bir ülkenin başbakanı değilmiş gibi, kendine 200 milyon dolarlık uçak alıyor; üstelik bu uçak, soykırım iftirasını atan Fransız malı *3

Ekonomisi kötü olan bir ülkede, insanların, saygın, ahlaklı bir hayat yaşamaları beklenemez; hele hele hükümetin hurafeci olduğu bir toplumda, bunu hayal etmek bile komedidir. Hükümet içinde, bakanlar ve vekiller, ihale usulsüzlükleri, görevi kötüye kullanmalar, ihaleye fesat karıştırmalar gibi hırsızlıklar yaparken; aç kalan insanlar da, hayatta kalabilmek için, ahlaki-gayrı ahlaki, her türlü çareyi aramak zorunda kalacaklardır. İşte aç olan bu insanlarımızdan 90 bin hanım; bedenlerini satabilmek için, sağlıklı raporu alarak vesika başvurusunda bulundu. Hurafeci hükümet, bu acı verici manzarayı görüp her alanda işsiz insanlara iş olanakları sağlayacağına; yurt dışından yabancı öğretmenlerin ve diğer alanlarda yabancı çalışanların getirilmesine, önayak oluyor. Oysa bu öğretmenler gelir gelmez, daha yorgunluklarını atmadan, terleri kurumadan, hemen farklılıklar yönünden açıklama yapacaklar! Bu öğretmenler, haftanın 7 günü/24 saati, aralıksız, bölücülük için gelen casuslardır! Hurafeci hükümete soruyoruz: Eğitim fakültesini bitirmiş, o kadar öğretmen adayımız varken ve binlercesi, sırf düşük maaşla çalışsınlar diye, vekil öğretmenliğe zorlanırken; neden bizim öğretmenlerimiz atanmıyor da; özellikle sömürgecilerden, yüksek maaşla ve üstelik bilinçlere verecekleri yıkım ve zararları düşünülmeden, yabancı öğretmenler getirtiliyor? *4

Ülkemizde maalesef sadece insanlar değil; hurafeci hükümet de, devletimizin bedenini satıyor

Tapu Kanunu’nda değişiklik öngören 5782 Sayılı Kanun’un, Anayasa Mahkemesi tarafından 12 Mayıs 2011 tarihinde onaylanmasıyla birlikte, yabancılara toprak satışının önündeki bütün engeller kaldırıldı. Ancak bu yasa Lozan’ın delinmesi, ortadan kaldırılması anlamına geliyor; ülkemizin güvenliği ve geleceği açısından çok büyük bir tehlike yaratıyor: Yabancı gezi firmaları, orman alanlarını sorgusuz sualsiz satın alabileceklerdir. Yabancı şirketler, bugüne kadar işletmesini aldıkları Tüpraş, Telekom, bankalar gibi kuruluşların, maden alanlarının, limanların, enerji kuruluşlarının, derelerin sadece işletme hakkını değil; sürekli sahip olacakları şekilde, tapularını üzerlerine geçirebilecekler. Yani yasa ile şirketler, maden alanlarının mülkiyetini, tapusunu alabilecek duruma geldi. Yasa öncesinde, limanların işletme hakkı veriliyordu; bundan böyle yabancılar mülkiyetine de sahip olacaklar. Galataport, Antalya, Mersin ve Trabzon limanları, İzmir limanı satıldı. İstanbul’da satılmadık liman kalmadı. Yabancılar bütün bu limanların da mülkiyetini alabilecekler. Adaları, önceleri Türkiye’deki alıcılar, yabancılarla ya da kendi başlarına birleşerek satın alıyordu; şimdi yabancılara devredebilecekler. 2003-2011 arasında, dokuz yıllık AKP iktidarı boyunca, yabancılara 82 milyon metrekare toprak satıldı. Yabancı şirketler, 29 ya da 49 yıllığına 150 bin kilometrekarelik (Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 17’si kadar) maden alanının işletme hakkına sahip oldu. *5

Tüm bu olumsuzlukların yanında, kendini bilmez hurafeci kitapsızlar ve borazan yayın kuruluşları hâlâ: “Büyüyen Türkiye”, “İstikrarlı Türkiye”, “Yeni Türkiye” gibi ifadeler kullanıyorlarsa, bunu nasıl açıklayacağız? Evet; Türkiye’de birilerinin sermayesi büyüyor ve bu büyüme, oldukça istikrarlı bir büyüme. Ancak bu istikrarlı büyüme, 74 milyonluk insanımıza ait değil; küçük bir yerli ve yabancı zenginlerin büyümesidir. *6

Ülkemizin, saklı enerji kaynakları olup; kendilerini iktidara getiren yabancıların çıkarlarını yaşatmak için, ülkemizin enerji kaynaklarını devreye sokmayan hurafeci hükümetin, enerji alanındaki çalışmaları da diğer alanlardan farklı değil. Türkiye, elektrik üretiminin sadece % 2,6’sını petrolle gerçekleştiriyor; doğal gaza bağlı elektrik üretimi ise % 46. 2010 yılında elektrik tüketimimizin yaklaşık yarısını karşılayacak kadar devreye alınmamış yerli linyit kaynaklarımız varken, mevcut kurulu gücün % 18’i oranında, ithal taş kömürüyle üretim yapacak santraller kurmak için yeni lisanslar verildi. Hurafeci hükümetin, yabancılara hizmet etme aşkını, anlamakta zorlanıyoruz doğrusu. Necdet PAMİR’e göre, 2011 yılında ülkemizde 210 milyar kilowatt-saat (kWs) elektrik tüketildi. Ancak, ülkemizin yıllık yerli enerji üretim kapasitemiz aşağıdaki gibidir:

1. Güneş: 380 Milyar kWs.
2. Rüzgâr: 120 Milyar kWs.
3. Yerli Linyit: 110 Milyar kWs.
4. Hidroelektrik: 100 Milyar kWs.
5. Biyogaz: 35 Milyar kWs.
6. Jeotermal: 10 Milyar kWs.

Toplam yıllık üretim kapasitemiz, 735 milyar kilowatt-saat ediyor -ki bu da tüketimimizin üç katından fazladır. Dış fosil kaynaklarda (doğalgaz, petrol, ithal taş kömürü) ısrar etmemiz nedeniyle, dış ticarette son 10 yılda, 150 milyar dolarımız uçup gitti. Oysa vatandaşımız, çiftçimiz, sanayicimiz ithal petrol ve doğalgazla üretilen pahalı elektriği kullanmak zorunda değil. Sadece yenilenebilir enerji kaynaklarımızı devreye soksak, hem enerji ihtiyacımızı karşılar; hem de, çevre kirliliğini durdurabiliriz. Böylece, uluslararası sömürü çarkına düşmeden, kendi özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı kazanırken; kardeş Müslüman ülkeleri de işgallerden kurtarabiliriz. Aklın apaçıklık ilkesiyle düşünüp olumlu sonuçlar almak varken; enerji paylaşım savaşlarında hurafeci AKP, her nedense haçlı sömürgecilere yardım ve yataklık ediyor…

İstanbul’da toplanan sömürgeciler, Suriye'de iç karışıklık çıkarıp bölmek istiyorlar. Bu amaçla, Suriye'deki bölücüleri silahlandırıp Türkiye'de eğitiyorlar. Türkiye'de beslenip barındırılan bu hain maşalar, sık sık Suriye sınırını geçerek; Suriye’de dehşet saçıyorlar. Sömürgeci oyunların, Türkiye üzerinden gelen yıkım etkilerini, Suriye atlatabilmek için; Çin, Rusya ve İran'dan yardım alıyor. BOP’ta, şimdi sırası gelen Suriye konusunda, kesin sonuç almak isteyen sömürgeciler; Suriye’ye de destek olması nedeniyle, İran’a ambargo uygulamaya karar verdiler. Sömürgeciler, kendi aralarında aldıkları ortak karar uyarınca; İran'dan fosil yakıt almayacaklar. Sömürgeciler, karara Türkiye'nin de uymasını emrettiler. 29 Mart 2012 tarihinde Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi RicCİArdone’den talimat gelir gelmez, hurafeci Enerji Bakanı 30 Mart 2012 tarihinde açıklama yaptı ve "…İran'dan alınan yakıtın, bundan sonra Libya'dan temin edileceğini..." belirtmek zorunda kaldı...

Türkiye, petrolün % 35'ini; doğalgazın ise yaklaşık olarak % 50'sini İran’dan alıyordu. Şimdi Libya'ya yönelmeyle, hem güzergâh uzayacağından, hem de alt yapı hazır olmadığından; enerjiye zamlar gelmeye devam edecek. Ayrıca, Libya petrollerine Fransa el koyduğundan; dış ticaretteki bu ithalattan, Ermeni iftiracısı Fransa kârlı çıkacak. Bu şekilde hurafeci hükümet, Suriye konusunda sömürgecilerle ortak hareket etmesi nedeniyle; hiç gereği yokken Rusya ve İran’la karşı karşıya gelerek ülkemizi yalnızlaştırdı. Örneğin, Aralık 2011 başlarında Suriye, Türkiye ile serbest ticaret anlaşmasını askıya aldı. Bu nedenle sınır kapılarında uzun kuyruklar oluştu. 5 günlük bir bekleyişin ardından tırlara geçiş izni 6 Aralık’ta verildi. Ancak daha önce neredeyse yok derecesindeki gümrük vergisi %30’ yükseltilerek; Suriye’ye yaptığımız ihracata büyük zarar verildi. Suriye üzerinden diğer Arap ülkelerine taşımacılık yapan kamyonların, geçiş ücretleri de iki katına çıkarıldı. Önce 300 dolar olan akaryakıt fiyat farkı, 800 dolara yükseltildi. *7

(..)

Deniz KAÇAĞAN

Kaynak:
*1 http://www.habercim.net/akp-yandasi-calika-muthis-kiyak.html
*2 http://www.guncelmeydan.com/pano/niyet-varsa-cari-acigi-cozersin-bartu-soral-t30897.html
*3 http://www.turkhaberler.net/siyaset/basbakana-ucak-fransadan-aliniyor.htm
*4 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1107032
*5 http://www.guncelmeydan.com/pano/avrupa-ya-borc-yapan-vatanini-tez-satar-prof-dr-cihan-dura-t31186.html
*6 http://www.haberkritik.net/turkiye-iyi-ve-mutlu-diyen-kim-4904.html
*7 http://www.turksam.org/tr/a2548.html
*8 28. 01. 2012 tarihli, Yeniçağ gazetesi

Kaynak ve makalenin tamamı için: http://www.mehmetcikhaber.com/312-yazar-deniz_ka%C3%A7a%C4%9Fan-son_10_y%C4%B1lda_hurafe_h%C3%BCk%C3%BCmetinin_icraat_%C3%B6zeti.html

Yavuz BAYDAR'dan önemli ikaz: ÜLKENİN DİKİŞLERİNİ PATIR PATIR ATTIRACAKSINIZ
02, 22, 2016



Başbakanımız ‘Eureka!’ bazında çareyi bulmuş ve açıklamış.

”Türkiye genelinde güvenlik değerlendirmelerini il bazında her ilimizde ele alarak, hassasiyet gösteren güvenlik ihtiyaçlarımızı karşılmaya yönelik çalışmalar yapıyoruz.”

”Yeni güvenlik anlayışını yaygınlaştırıyoruz.”

”Güvenlik birimlerimize net olarak şu talimatı verdim; hiçbir şekilde mazeretle gelinmemeli. Ne ihtiyaç varsa, ne teçhizat takviyesi yapılması gerekiyorsa bunu en süratle yapacağız ve personel takviyesi gerekiyorsa personel takviyesi yapacağız.”

Böyledir bu zihniyet.

Bir kere devletleşmeyegörsün, sebep-sonuç ilişkisini tersinden okumayı ‘yönetmek’ sanır.

‘Acaba gelinen durum, bizim yanlışlarımızdan, hatada ısrarımızdan, ülkeyi ensesinden tutup içine sürüklendiğimiz kesif kutuplaşmadan olmasın?

Sebepleri nasıl ortadan kaldırsak?’ diye asla ve asla düşünmez.

İnkar, Ankaralılaşmış siyaset erbabının kalesidir.

Daha doğrusu, derme çatma sığınağı.

Size oy veren sadık Sünni kitle dışında kalan kesimlerin hiçbir beklentisine 13 yıl boyunca ciddiyetle cevap vermeyeceksiniz, stratejik açıdan gereğinin tam tersini yapıp ‘çözüm süreci partimizi yer bitirir’ paniğiyle barış masasını devirecek ve bir de utanmadan bunun suçunu başkalarına yıkmaya çalışacaksınız, Suriye’de yayılan yangına hangi akla hizmetse köpük değil benzin sıkacaksınız, ‘işler iyi gitmiyor’ düşüncesini kağıda duvara sokağa yayan vatandaşı susturmak için ancak Kuzey Kore’ye, Orta Asya cumhuriyetlerine özgü olan yöntemlere başvurup Türkiye’de öfkeyi daha da kabartacaksınız, ve karşınıza çıkan duvar gerçekten de duvar olduğu için elde balyoz girişeceksiniz.
***
Fiziken ve ruhen tarumar olmuş Güneydoğu ilçelerini bırakalım bir yana.
Artvin’de, yani ülkenin bir başka köşesinde yerel halk günlerdir ayakta.
Adı yolsuzluk dosyalarına da karışmış, patronu milletin ‘bir yerlerine koymaya’ kararlı olan bir şirketin, ilin medar-ı iftiharı endemik ormanı yok etmesini istemiyorlar.

Bunun için de anayasanın kendilerine tanıdığı itiraz ve gösteri hakkını kullanıyorlar.

Önce ‘ne var canım 3.500 ağaççık işte’ yalanı atıldı.

Ama resmi tutanaklardan anlaşıldı ki tam 50.300 – yazıyla: elli bin üç yüz – ağaç yok edilecek.

Demokrasiden nasibinizi almadığınız, AKP marka ‘tramvay yolculuğu’ modeliyle iyice açığa çıktığı için, elbette ki bu tür hayati kararlarda yerel halkın katılımının sağlanacağı demokratik bir çözümün şart olduğunu da bilmezsiniz.

Bilseniz de umurunuzda değil.

Bildiğiniz tek şey var:

Kim ses çıkarırsa tepesine binmek.

Ankara kafası sebep-sonuç ilişkisini hep tersine okuttuğu için Artvin’e giriş çıkışları yasaklıyor, halkı gazlıyor, borazancıbaşı medyanızın kiralık editörlerine aynen Gezi’deki gibi yalanlar yazdırıp Türkiye ahalisini ikna edeceğinizi sanıyorsunuz.

Yeni güvenlik anlayışı yaygınlaşacakmış.

Faşizmin yaygınlaştırdığı tek şeydir korku.

Ama uzun süreli olmaz bizim gibi karmaşık dokulu, demokrasi adına direnişin, haysiyet mücadelesinin ayakta kaldığı toplumlarda.

Farketmiyor.

Utanmadan sıkılmadan, tam bir uyurgezer gibi ‘dönmezem yolumdan’ türküsünü söyleye söyleye, Anadolu’nun, Trakya’nın ruhunu, doğal dokusunu, umutlarını, kirli para uğruna, ayarı iyice kaçmış bir iktidarın devamı uğruna harap etmekte kararlısınız.

Edin bakalım.

Geçenlerde bir Ege ilçesinde bir köylü yakaladı yolda.

‘Abi, bizim köyde AKP’ye oy veren tek bizim ailedir’ dedi. ‘Eskiden umudum vardı, iyi olacak inşallah diyordum. Ama şimdi kimsenin yüzüne bakamaz hale geldim. Ellerim kırılsaydı da oy vermeseydim diyorum artık.’

Gidişattan hiç memnun değildi. TV’lerdeki meslektaşların imreneceği isabette sorular soruyordu gelecekle ilgili.

Siz her meseleye güvenlik tedbiri getirerek böyle devam edin.

Vatandaşı dövdükçe, sosyal dikişleri patır patır attırmaktan başka hiçbir ‘başarı’ elde edemeyeceksiniz.

Yazıklar olsun.

Kaynak: Özgür Düşünce

Michael Collins'ten ilginç iddia: "Erdoğan Obama için çalışıyor ve yalnızca Obama onu kovabilir"
01 Mart 2016



SoL'un haberine göre;ABD'li araştırmacı yazar Michael Collins, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın veda zamanının yaklaştığını iddia etti.

ABD'li araştırmacı yazar Michael Collins, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sayılı günleri kaldığını söyledi.

Erdoğan ve ekibinin IŞİD'le petrol ticareti yaptığını, Suriye'deki cihatçılara silah taşıdığını belirten Collins; "Erdoğan tarafından idare edilen bir hükümetin iktidara gelmesi durumu dışında, kendisi, ailesi ve destekçileri mutlaka hapse girecektir" dedi ve Erdoğan'ı hala korkutabilen kişinin ABD Başkanı Barack Obama olduğunu söyledi.

‘Esad gitmeli’ politikasının başarısızlığa uğradığını ve Batı’nın olabildiğince sessiz bir şekilde geri çekilmeye çalıştığını ifade eden ABD’li yazar, Obama’ya karşı tavır alan Erdoğan’ın ise büyük bir risk aldığının altını çizdi.

"Erdoğan Obama için çalışıyor ve yalnızca Obama onu kovabilir" diyen Collins, Erdoğan için veda zamanının yaklaştığına işaret etti.
Haber 93

Tayfun Atay'dan ilginç bir siyasî analiz: Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor!
03 Mart 2016



Bilinen, çok da anlamlı bir sözdür: Gecenin en karanlık olduğu an, gün ışığının en yakın olduğu andır.

Elbette bir başka istikametten okunacak olursa, söz konusu ânın, karanlığın da ışıyan gün karşısında kendinde boğulup kaybolacağı an olduğunu söyleyebiliriz.

Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’ni bir kararı vesilesiyle hiçe sayan, ona uymayı ve saygı duymayı reddeden açıklamaları, onları yaparkenki ürkütücü üslûbu bana her ne hikmetse bu sözü de hatırlattı.

Haksız ve insafsız bir tutukluluk kararını Türkiye’nin en üst yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi ortadan kaldırarak hukuki açıdan dünya önünde ülkesinin namusunu kurtardı.

Topluma bir yudum nefes alma imkânı sunan bu gelişme karşısında tıpkı 7 Haziran seçimleri sonrasında olduğu gibi karşı saldırıya geçilip umudu karartma cihetine gidileceği belliydi. Öyle oldu, olmaya da devam edecektir önümüzdeki günlerde.

O yüzden sevincimiz büyükse de gelebilecek saldırılara, kurulabilecek tuzaklara karşı temkini elden bırakmamak gerekiyor.

Biliyorsunuz, 7 Haziran sonrası toplumun seçim sandığına yansıyan topyekûn rahatsızlığını anlamak yerine sessiz-sedasız ne tuzaklar kurup bütün ülkeyi yangın yerine çevirecek bir gidişatın fitilini ateşlemekte tereddüt etmediler. Ele geçirdikleri devletin gücüyle ülkede hanidir susmuş silahları herkese tekrar kuşandırıp bir zamanlar “Sayemizde bitti” diye övündükleri cenazeleri yeniden yoksul evlerine akıtacak yolun önünü açtılar. Topluma da “Bak, biz yoksak böyle olur, ona göre” dediler ve tutturdular…

Bu ilk değildi. Herkes “Dîni İslâm”ı dillerinden hiç düşürmeyip hakikatte onu ayakkabı kutuları içine gömdüklerini gördüğünde de kafası karışmış taraftarlarına “Biz devleti ele geçirdik, onu bizden alıp sizi eskiye döndürecekler, ona göre” diyerek bastılar yaygarayı; “Ya ‘17-25 Aralık’, ya ‘28 Şubat’, seçim sizin” dediler, yine tutturdular.

Şimdi de karanlıklarıyla kamufle ettikleri korkunç bir pazarlığı faş eden arkadaşlarımıza kin ve nefretle kurdukları tezgâh Anayasa Mahkemesi’nden döndü ya, mutlaka vardır kuytularından çıkacak bir başka tuzak. Hazırız, siz de hazır olun!..

Ama işte bir yandan da karanlığın en derin, dip, zifiri noktasına gelindi sanki.

Bundan öte neylerseniz, yine de gün ışığı yakın gibi görünüyor.

Nereden çıkarıyoruz? Karanlığın giderek daha da yoğunlaşıp koyulaşırken aynı zamanda hacminin daralmasından...

Misal, önceki günkü Cumhuriyet’in sürmanşetinde Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un bir yandan Cumhurbaşkanı’nın sözlerine “anlayış” telkininde bulunurken, diğer yandan da onları “kişisel görüş” olarak değerlendiren demeci...

Ve aynı yerde sağ köşede bu manşet haberin içine gömülmüş bir kutu haber olarak eski bakan, başbakan başdanışmanı, parti genel başkan yardımcısı ve parti sözcüsü Hüseyin Çelik’in bir zamanlar bu kadar göbekten parçası olduğu iktidara veryansın eden şu sözleri: “İşler tersine gitmeye başladı mı gelsin ‘dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri’, gelsin ‘üst akıl’, gelsin ‘faiz lobisi’ vesselam… Biraz kendimizle yüzleşelim.”

Kuvvetle muhtemel ki sürmanşette Kurtulmuş’un demecinin ve Çelik’inkine oranla çok daha büyükçe verilmiş kafa fotoğrafının olduğu yerde ileride bir başka figür boy gösterecek. Kurtulmuş’u ise daha küçük bir kafa görseliyle, şimdi Çelik’in bulunduğu sağ köşede benzer sözler eşliğinde bulacağız!..

Yine kuvvetle muhtemel ki Davutoğlu’nu da aynı akıbete uğramış göreceğimiz günler gelecek.

Çelik’in, Arınç’ın, Abdullah Gül’ün durağına onlar da çok geçmeden “vasıl olacaklar”.

Ama böyle böyle de karanlık, bir yandan niceliksel olarak iyice azalan, diğer yandan niteliksel olarak hepten dibe vuran yandaşlar eşliğinde en koyu noktasına doğru yoğunlaşarak çekilecek, ta ki artık o veciz sözdeki gibi gün ışığına geçit vermeme yolunda yapabileceği hiçbir şey kalmayıncaya kadar…

Bu noktaya giderek yaklaşıyoruz ve bize ne olursa olsun, her halükârda yolun sonu görünüyor.
Kaynak: Cumhuriyet

Gürsel Tekin: “Ecevit BOP Eş Başkanlığı’nı kabul etseydi şu an yaşıyor olabilirdi”
11 Nisan 2016



CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, 17-25 Aralık operasyonu sonrasında yaşananlara ilişkin, “17-25’ten ders alırlar sandık. Ama hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar. Belgeler, bilgiler elimizde" dedi.

"Yolsuzluktan en ufak sapma yok" diyen Tekin, "Belediyelerdeki imar uygulamaları, enerji ihaleleri, TMSF satışları... Ders almadılar. Demek ki yeni bir bağırsak temizliği olabilir" ifadesini kullandı.

"Türkiye'de medya ve siyaset kurumunun itibarı yok. Millet kafasında iki kurumu da bitirmiş" diyen Tekin, "Yalan, dolan, yolsuzluk ve hırsızlık, bu algının oluşmasının zeminini oluşturdu. Bu iki kesimin de yeniden inşası gerekiyor" diye konuştu.

Özgür Düşünce gazetesinden Hüseyin Keleş’e konuşan Tekin’in açıklaması şöyle:

“Dayak olayları Kılıçdaroğlu'na Yapılan saldırıyla bağlantılı”

Son haftalarda CHP'li bir il başkanı ve bir milletvekiline yönelik saldırılar oldu. Normal bir adli vaka mı bu, araştırabildiniz mi?

Dayak meseleleri yerel bir şey değil. Önce Kılıçdaroğlu'na AKP'ye üye olan bir çocuğun saldırısı oldu Meclis'te. Kemal Bey hoşgörü gösterip bu işi büyütmememiz gerektiğini söylemişti. Ama ben o zaman ‘Bu sıradan bir şey değildi, devamı gelebilir' dedim. Bugün yaşadığımız dayak hadiseleri, Kemal Bey'e yapılan saldırıyla bağlantılı şeyler.

CHP, sık sık Türkiye'nin geldiği durumu anlatıyor. Sonuç: 49.

Keşke aldığınız oy üzerinden yönetebilseniz. Ama yönetemiyorsunuz işte. 7 Haziran, Türk siyaseti açısından önemliydi. Hem siyasal gerilimin ortadan kaldırılması hem de yolsuzlukların bitirilmesi için tarihi fırsattı. İlk kez ekonomik kriz olmaksızın bir iktidar 10 puan kaybetti. Ama maalesef bir el, muhalefet partilerinin koalisyon yapmaması için olağanüstü çaba sarf etti. Bir elin bu süreci sabote ve provoke etmek için ciddi çaba harcadığını biliyorum. Erdoğan'ı da aşan bir şey. Siyaset bir taşeronlaşma gibidir. Mesela Ecevit'in ABD'den dönüşünü hiç irdeledik mi? Neyi tartıştık biz?

“Ecevit BOP Eş Başkanlığı’nı kabul etseydi şu an yaşıyor olabilirdi”

Clinton karşısındaki duruşu.

‘Ecevit öyle oturmuştu da böyle durmuştu da…' Yazarıyla, çizeriyle, siyasetçisiyle; hepimiz o sürecin suç ortaklarıyız. Mesele Ecevit'in orada nasıl durduğu değildi; mesele Ortadoğu Eş Başkanlığıydı. Ecevit, Eş Başkanlığı kabul etseydi, belki bugün yaşıyordu. Sonra Erdoğan, Ortadoğu Eş Başkanı oldu ve bunu da övünçle söyledi. Erdoğan'ın sadece kendi coğrafyamızda değil, İslam coğrafyasında yaptığı tahribat konuşulacak.

Vatandaşlıktan çıkarma meselesi gündemde. Muhalif herkes sürülecek mi, ne olacak?

99'da deprem olmuştu. 75 ya- şındaki bir teyzemiz, yıkılan binanın yanına çökmüş ağıt yakıyor. 2 yıl önce ev almışlar ve kurban kesmişler. Teyzem ağıtında diyor ki: ‘Ey Allah'ım biz ev aldık, kurban kestik. Meğer mezarımıza kurban kesmişiz.' İktidarıyla, muhalefetiyle, hepimiz farkında olmadan siyasetin mezarını kazıyoruz. Kimin eliyle? Erdoğan'ın eliyle. Davutoğlu cesur değil. İktidar cesur olmayınca, muhalefet de homojen bir yapı olmayınca olumsuz bir sonuç çıkıyor. Bilinçli bir el, siyaseti çürütmek istiyor. Davutoğlu cesaretli olmalı. Yoksa onu biz de kurtaramayız.

"İftira ve şantaj hiçbir dönemde bu boyutta olmadı"

Biraz önce iktidar için “Yönetemiyor” dediniz. Amaç yönetmek mi iktidarda kalmak mı? Sonuçta bunca sıkıntılı meselelere rağmen yüzde 49 çok iyi bir oran.

Belli bir süre kalırsınız; daha fazla kalmanıza imkân yok. Bu ülkenin de sahipleri var. Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibi; önümüzdeki günlerde AKP içinde aklıselim sahibi üst düzey siyasetçiler konuşacaklar.

Fuat Avni'nin iddiaları konuşuluyor son günlerde. ‘Cemaat evlerine Öcalan'ın kitapları konulacak' gibi iddialar.... Birkaç saat sonra iktidara yakın bir kanalda benzer bir haber çıktı.

İftira ve şantaj tarih boyunca hiç bu boyuta gelmemişti. İnsani değerlerimizi kaybeder hâle geldik. Toptan bir düşmanlık, toptan bir ret, toptan bir imha insani bir şey değildir. Buna göre de medya oluşturmuşlar. İftiraların ve senaryoların yayılması için de bu medya kullanılıyor.

“AKP'lilerde ‘Bağırsaklarımız dökülecek' Telaşı başladı”

Kimlik bilgilerinin çalınması olayına nasıl bakıyorsunuz, çok ciddi tehdit altında mı vatandaş?

Davutoğlu'na soruyorum; ‘O çaldı, bu çaldı' diyorlar; sen ne iş yapıyorsun kardeşim o zaman. İşin kolayını bulmuşlar; ne olsa ‘paralel'. Bir ülkenin mahremiyeti devlet tarafından korunamaz durumdaysa bu çok tehlikeli. Ben iktidar mensubu olsam bu kimlik meselesini kendime çok dert edinirim. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu kimlik bilgisinin çalınmasını neden dert etsin ki; para yok, pul yok, kupon arazisi yok, para transferleri yok… İktidar mensuplarında, ‘Panama ve Wikileaks gibi bağırsaklarımız ortaya çıkar mı' telaşı var. Eğer 20 milyar dolar gibi bir yolsuzluk bütçesi dolaşıyorsa, bizim bağırsaklarımızın temizlenmesi lazım.

"Yolsuzluklarda en ufak sapmaları yok"

17-25 Aralık'la bağlantılı mı söylüyorsunuz bunları?

Biz dedik ki, ‘17-25'i gördüler, bundan sonra bu türden rezilliklere bulaşmazlar.' Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Belgeler, bilgiler eli- mizde; geliyor bize, yolsuzluktan en ufak bir sapma yok. Belediyelerdeki imar uygulamaları, enerji ihaleleri, TMSF satışları… Ders almadılar. Demek ki yeni bir bağırsak temizliği olabilir

“Vallahi 28 Şubat'ta bunlar yaşanmadı, boğuluyorduk”

Can Dündar dışındaki gazetecilerin davasında hiçbir siyasetçiyi göremiyoruz. Neden?

Bir kere sizin mesleki dayanışma konusunda çok ciddi bir zafiyetiniz var. Komisyonumuz daha geçen hafta gazetecilerin tamamını ziyaret etti. Çalışmalarımız sürüyor. Kılıçdaroğlu her alanda 32 gazeteci diyor. Bizim için bütün gazeteciler aynı değerdedir ve bütün gazetecilerin istisnasız özgürlüğünden yanayız.

Zaman'a kayyım atandığında gece gazete binasına gittiniz. Neler gördünüz?

Gördüğüm tabloyu hayal bile edemezdim. Başörtülü kardeşlerimiz mütevazı bir şekilde protesto ediyor. Dedim ki ‘Allah'ım bunun milyonda birini CHP yapmış olsaydı ne olurdu.' Yemin ediyorum size 100 yıl yakamızda kaldırdı bu. Başörtülü kardeşlerimiz süründürüldü, sular altında, gazlar altında bırakıldı. Bu nasıl bir kin, anlamakta zorlanıyorum. Kamu görevi yapan arkadaşlar, görevini yap, tamam ama binanın içinde hepimiz boğulacaktık. Hangi duygu sizi bu hale getirdi. Vallahi 28 Şubat döneminde böyle bir tablo yoktu. Hani 28 Şubat'ı sorgulayacaktınız, ne oldu?

Doğan Medya'ya, yayın politikasından dolayı çok eleştiriler var bu aralar.

Sakın ha bu sürecin suç ortakları olmasınlar. Çok korkuyorsanız sayfanızı boş çıkarın kardeşim; biz o boş sayfa için yine satın alırız gazetenizi. Ama bu kirli sürecin suç ortakları olursanız hepinize yazık olur. Üstünüzdeki baskıları ve zalimlikleri biliyoruz. Ama önemli olan yapılan zulümlere direnebilmektir

“Yüzlerce iş adamı parasını alıp yurtdışına gitti”

Reza Zarrab olayını konuşmamak olmaz. Bir dolu şey söylendi. İş birliği yapacağı ve bunun Türkiye'ye etkileri olacağı yönünde söylemler. CHP araştırdı mı bu meselenin iç yüzünü?

Türkiye'de son dönemlerde, yüzlerce iş adamı parasını alıp yurt dışına gitti. Büyük bölümü iktidara yakın iş adamları. Zarrab da bu iktidarın gidişatını görüyor. 200 milyar dolar gibi bir parayı yönetmek bir kişinin yapabileceği bir iş değil. Üst akıl arayacaksanız, burada arayın. Bu üst akıl, AKP iktidarının sürdürülebilir olmadığını görüyor. Sürdürülebilir bir hükümet yoksa bu 200 milyar doların sahiplerini kim koruyacak? Paraya el konulacak, kendisini de olası bir durumda İran'a teslim edeceklerdi. O zaman ne yaptılar? Bükemediğiniz bileği öpeceksiniz. ABD yargısına hesap vereceksiniz; en azından hem canınızı kurtaracaksınız hem de malınızı…

“Medya ve siyaset kurumu yeni baştan inşa edilmeli”

Türkiye'de örselenen kesimlerin başında medya geliyor. Bu örselemenin önüne geçmek için CHP gereğini yapabiliyor mu ya da bunları önleyecek gücü var mı?

Türkiye'de medya ve siyaset kurumunun itibarı yok. Millet kafasında iki kurumu da bitirmiş. Yalan, dolan, yolsuzluk ve hırsızlık, bu algının oluşmasının zeminini oluşturdu. Bu iki kesimin de yeniden inşası gerekiyor.

“Kayyım ile el koymalar eşkıyalık sistemidir”

Kayyım atama da artık sıradanlaştı.

Akıl alacak bir şey değil. Bunun hesabını yarın nasıl verecekler, merak ediyorum. Vatandaşımız da farkında değil. Yarın bu yapılanlar yargıya taşındığında, parası 78 milyon yurttaşımızın vergileriyle ödenecek. ‘Canım istedi el koydum' bir eşkıyalık sistemidir. Şu anda televizyonlar, gazeteler çok büyük bir günah işliyor. Yarın bu televizyon ve gazetelerin patronları, genel yayın yönetmenleri çocuklarına hesap veremezler. Saat 11.00'de bir bakan, 12.00'de Davutoğlu, 13.00'ten sonra Erdoğan… E olmaz kardeşim böyle.

Kaynak: Meydan gazetesi

Ahmet Altan AKP'nin 'hak, hukuk, özgürlük ve adalet' anlayışını çokı güzel tasvir etmiş: Hamle et ya kâfir!
6 Mart 2016



Bizim çok genç ama çok tecrübeli avukatımız Veysel Ok’la birlikte sık sık Çağlayan Adliyesi’ne gitmeye başladık.

Ben herhalde üç yüzden fazla sorgudan geçtim bugüne dek.

Gördüğüm en güzel adliye binası bu.

Gerçi “yerel mahkemelerle” adaleti insanların ayağına götürmek yerine onlara epey zorluklar çıkartarak insanları “adaletin” ayağına getiriyor ama gene de binayı çok güzel yapmışlar.

Eskiden Genelkurmay’ın “ihbarıyla” generallere hakaret etmek suçundan ifade verip yargılanırdım, şimdilerde ise Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin ihbarıyla “cumhurbaşkanına hakaretten” ifade veriyorum.

Eskiden generaller her eleştiriyi “hakaret” kabul ederlerdi, şimdi bu ne işe yaradığını tam anlayamadığım Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği her eleştiriyi “hakarettir” diye şikâyet ediyor.

Cumhurbaşkanı her kızdığına “alçak, hain, kudurmuş, terörist” diye bol kepçe hakaret ediyor ama cumurbaşkanına “sen anayasayı çiğneme” demek hakaret oluyor.

Eski Müslümanlarla ilgili bir hikâye anlatılırdı ben çocukken.

Doğru olup olmadığını bilmiyordum…

Ama iktidardaki “Müslüman” denilen bu adamları ve adalet anlayışlarını görünce doğru olabileceğini düşündüm, bugün böyle Müslümanlar olduğuna göre eskiden de neden olmasın?

İslam’ın güzel, mertliğe uygun bir kuralı varmış, o kurala göre, savaşta esir aldığın “kâfiri” öyle keyfince öldüremiyorsun.

Ona bir “hamle” imkânı vereceksin.

“Hamle et ya kâfir” diyeceksin.

O hamle edecek, sen ondan sonra öldüreceksin.

Fakat, şimdilerde torunlarının adalet anlayışına şahit olduğumuz “bazı” Müslümanlar, İslam’ın bu kuralından hoşlanmamışlar; zira esir aldığın adama silahını yeniden vereceksin, mertçe bir daha çarpışacaksın, kendi hayatını bir daha tehlikeye atacaksın.

Bundan hoşlanmıyorlar ama kurala da karşı gelemiyorlar.

Bir yöntem bulmuşlar.

Esirin ellerini arkasından bağlıyorlar, karşısına geçip “hamle et ya kâfir” diyorlar ve kılıcı karnına sokuyorlar.

Böylece güya İslam’ın kuralına uymuş oluyorlar.

Her “hakaret” suçlamasıyla mahkemeye gittiğimde, her “hakaret” suçlamasıyla yargılanan gazeteciyi ve bilim insanını gördüğümde aynı hikâye geliyor aklıma.

“Hamle et ya kâfir.”

Cumhurbaşkanı’nın kendi ülkesinin gazetecilerine ve bilimcilerine ağız dolusu hakaret etmesi serbest ama gazetecilerin, “anayasaya uymayan” ve siyasetin göbeğine oturan Cumhurbaşkanı’nı eleştirmeleri ya da uyarmaları yasak.

Bu nasıl hukuksa, Cumhurbaşkanı’nın her suçu işlemesi serbest…

Gazetecilerin bunlarla ilişkili her eleştirisi yasak.

Gazetecilerin ellerini arkasından bağlayıp “hamle et ya kâfir” deyip davayı karnına sokuyorlar.

Eşit şartlar söz konusu değil.

Senin ellerin bağlı…

Karşındaki de kurallara uymuyor.

Cumhurbaşkanı “alçaklar” diye bağırıyor.

İpek medyasına el koyuyorlar.

Cumhurbaşkanı “kudurmuşlar” diye bağırıyor.

Zaman’ı kayyıma veriyorlar.

Cumhurbaşkanı “teröristler” diye bağırıyor.

Akademisyenler işten kovuluyor.

Cumhurbaşkanı “hainler” diye bağırıyor.

Gazetecileri hapse atıyorlar.

Cumhurbaşkanı’na her şey serbest, ülkenin düşünen, karşı çıkan insanlarına her şey yasak.

Üstelik bir de iktidarın adamları “her şey hukuki” diye açıklama yapıp hepimizle alay ediyorlar.

Esirin ellerini bağlayıp “hamle et ya kâfir” diyerek kılıcı karnına sokan da öyle diyordu zaten, “her şey kurallarına” uygun.

Kurallara uyduğunu söyleyen o hilekârların “yeni” torunlarına bir hatırlatayım.

İslamın ve adaletin kuralı öyle değil.

Size “önce ‘hamle et ya kâfir’ de ” diye verilmiyor emir, “karşındakinin ellerini bağlamadan, eşit şartlarda mertçe savaş” deniyor.

Ama sizin Müslümanlığınız da adaletiniz de o emre uymaya yetmiyor.

Sizinki “hamle et ya kâfir” Müslümanlığı.

Ellerimizi arkadan bağlayıp, karnımıza kılıcı sokmak.

Sizi de anlıyorum.

Siz nasıl gazetecilerin karşısına geçip eşit şartlarda tartışacaksınız, eşit şartlarda konuşacaksınız, hukuk karşısında eşit olacaksınız.

Bu kadar suç işlediniz, bu kadar suç işliyorsunuz, anayasaya, yasalara uymuyorsunuz, devleti dibine kadar soyuyorsunuz, insanları sokaklarda vuruyorsunuz, işyerlerine el koyuyorsunuz.

Eşit şartlarda neyi, nasıl savunacaksınız?

Sizin adaletiniz “hamle et ya kâfir” adaleti.

Biz sizi gene de yeneceğiz.

İstediğiniz kadar ellerimizi bağlayın sizin kılıcınız bizim zırhımızı kesmez.

Sizin hiç bilmediğiniz o zırha “haklılık” deniyor, ne demek olduğunu merak ediyorsanız bir sözlüğe bakın.

“Böyle bir şey de varmış” demek diye çok şaşacaksınız.

KAYNAK: P24

YSK'nin çelişkileri: Melikgazi’de yargıçlar var
23 Nisan 2017

Kayseri Melikgazi İlçe Seçim Kurulu, CHP’nin yaptığı iptal başvurusunu reddederken, yargıç Vedat Azgit’in yazdığı muhalefet şerhi tarihe not düştü. Azgit, YSK’nin referandum genelgesinin hâlâ yürürlükte olduğuna ve kanunlar bile geriye yürütülmezken 16.00’da biten seçimler için YSK kararının geriye yürütüldüğüne vurgu yaptı.

Kayseri Melikgazi İlçe Seçim Kurulu, CHP’nin mühürsüz oy pusula ve zarflarının kabul edilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle yaptığı iptal başvurusunu reddederken, İlçe Seçim Kurulu Başkanı Vedat Azgit, YSK’ye yanıt niteliğinde bir muhalefet şerhi yazdı.

CHP Melikgazi İlçe Başkanlığı, referandumun ardından İlçe Seçim Kurulu’na itiraz etti. CHP’nin itiraz dilekçesinde; mühürsüz surette bir torba yığınından ibaret seçim evraklarının, delil kabiliyeti kalmadığından oyların yeniden sayılması gibi taleplerinin olmadığı belirtilerek, yapılan bir dizi hukuksuzluk sıralandı. YSK’nin sayım başladıktan sonra aldığı kararlara ve YSK Başkanı Sadi Güven’in referandum sonrası yaptığı sözlü açıklamalara dikkat çekilen itiraz dilekçesinde yapılan referandumun usule, yasaya, hukuka tam aykırı olup iptalinin gerektiği belirtildi.

İlçe Seçim Kurulu’nun yaptığı değerlendirmenin sonuç bölümünde tüm talepler reddedildi.

CHP’li üye ile birlikte oy çokluğuyla alınan karara İlçe Seçim Kurulu Başkanı Vedat Azgit de muhalefet şerhi koydu. Azgit yazdığı muhalefet şerhinde, referandum günü YSK’nin mühürsüz oy pusula ve zarflarının sayılacağı haberinin cep telefonu aracılığıyla YSK’den 17.08’de geldiğine dikkat çekti. Yasaya göre YSK’nin resen veya itiraz üzerine aldığı kararların kesin olduğunu belirten Azgit, yasaya göre mühürsüz oy pusulalarının geçersiz olduğunun düzenlendiğini vurguladı ve “Aynı konuda kanunda farklı bir düzenleme olduğunda öncelikle kanun maddesinin mi YSK kararının mı uygulanacağı hususunun çözüme kavuşturuması gerekir. YSK kararlarının kanun maddesinden önce uygulanacağı sonucuna varılırsa YSK kararları ile seçim Kanunun tüm maddelerinin değiştirilebileceği sonucuna varılır. Bu, hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Bu nedenle öncelikle Seçim Kanunu’ndaki hükümlere göre karar verilmelidir” dedi.

‘Genelge hâlâ yürürlükte’

Azgit, cevaplandırılması gereken bir diğer konunun da YSK’nin aynı konuda birbirinden farklı kararları olduğunda hangi kararın öncelikle uygulacağı olduğunu belirtti. YSK’nin referandum için yayımladığı kitapçık haline getirerek sandık kurulu başkanlarına yolladığı yazıda; sandık kurulu mührü bulunmayan zarfların ve oy pusulalarının geçersiz olduğunun düzenlediğini belirten Azgit, YSK’nin hazırladığı eğitim filmi ve eğitim seminerlerinde de aynı konuya değinildiğini kaydetti. YSK’nin saat 16.21’de gönderdiği mesajla, sandık kurulu mührünün oy pusulasının ön tarafına basılması halinde, bu oy pusulalarının geçerli olacağının belirtildiğine dikkat çekti. Azgit, “Yani, sandık kurulu mührünün bulunması gerektiği kabul edilmiş hatta bu düzenlemenin amacının sahteciliği önlemek olduğu hususu vurgulanmıştır” dedi. YSK’nin mesajla gönderdiği her iki kararın da kurul kararı olduğunu, ancak genelge niteliğindeki kararın öncelikle uygulanması gerektiğini söyleyen Azgit, genelgenin iptalinin çıkarılacak başka bir genelge ile olabileceğini, bu nedenle de genelge iptal edilmediğinden halen yürürlükte olduğunu kaydetti.

‘Geriye doğru yürüyemez’

Üçüncü bir konunun YSK kararlarının geriye yürüyüp yürümeyeceği olduğuna dikkat çeken Azgit, şunları kaydetti:

“YSK kararına göre Türkiye’nin doğusunda bulunan 32 ilde seçimler 16.00’da sonuçlandığından sandık sayım döküm işlemleri başladıktan sonra hatta birçok ilde yerde işlemler tamamlandıktan sonra YSK’nin iptal kararı aldığı açıktır. Bu durumda sandık kurulunun haklı olarak yürürlükte bulunan YSK’nin genelgesi gereği mühürsüz zarf ve oy pusulalarını iptal etmesi gerekecektir. Saat 17.08’de gönderilen YSK kararının geriye yürüdüğü kabul edilirse YSK genelgesine göre doğru olarak verilen sandık kurulu kararlarının iptali sonucu doğacaktır. Kanunlar bile geriye yürümediği halde YSK kararları ile yürürlükteki mevzuata uygun olarak alınan her türlü kararın sonradan iptali durumu ortaya çıkacaktır. Kanaatime göre, YSK kararları geriye yürümez. YSK kararının geriye yürümediği kabul edilirse aynı seçimde, farklı seçim çevrelerinde, farklı kuralların uygulanması söz konusu olacaktır. Bu durumda da seçim sonuçları tartışmalı hale gelecektir.”
Cumhuriyet

AKP'li Şamil Tayyar'dan KHK tepkisi: Pes ettim artık yokum
29 Nisan 2017



AKP M
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 23, 2018 9:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 21, 2017 9:55 pm    Mesaj konusu: Dr. Mustafa Peköz'den okunması gereken bir analiz Alıntıyla Cevap Gönder

Dr. Mustafa Peköz'den okunması gereken bir analiz: Erdoğan’ın Davutoğlu’na darbesi ve Türkiye’nin geleceği
05 Mayıs 2016

"Kim gelirse gelsin AKP’de yeni bir dönem başlayacaktır. İster Erdoğan’ın memuru olacak biri isterse de denge politikalarına uyumlu Gül gibi biri gelsin, ne AKP ne Erdoğan ne de Türkiye eskisi gibi olacaktır."

2 Nisan 2016 tarihinde yayınlanan “AKP için bir dönemin sonuna doğru mu?” makalemde bugün ortaya çıkan gelişmelere dikkat çekmiştim. AKP içerisinde Davutoğlu’na yönelik gerçekleştirilen darbe, önümüzdeki bir yılın çok yönlü gelişmelere gebe olduğunu gösteriyor. AKP’nin çözülme sürecine girmesi, aynı zamanda sistemin krizinin derinleşmesidir. Bu ikisi birbirine paralel olarak ilerliyor. Erdoğan’ın Davutoğlu’nu tasfiye planının iki yönü bulunuyor. Öncelikli olarak Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde ve iç politikada karşı karşıya olduğu devası sorunlar ve bunların yarattığı tıkanma, diğeri AKP içerisindeki güç mücadelesidir. Bu iki temel sorun birbiriyle ilişkilidir.

Sistemin iç krizinin derinleşmesi ve bunun artık engellenemez duruma gelmesi, AKP’nin iktidar dengelerini de etkiledi. Bu bakımdan güçlü görünen iktidarın aslında en zayıf halkası hızla derinleşmeye başladı. Sistemin karşı karşıya kaldığı krizi çözmek için baskı ve tasfiye stratejisini benimseyen Erdoğan merkezli bir AKP gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Sistem içerisinde tek kişi egemenliğine dayanmak isteyen bir rejimin oluşturulmasında iki yönlü bir baskı ortaya çıkar: Birincisi sistem içerisinde muhalif olan güçleri gruplara ayırarak tasfiye etmeyi planlar. Bunlar içerisinde kendisi için tehlikeli olanları belirler ve öncelikler sırasına göre saldırır. Ne kadar saldırılırsa toplumun o kadar örgütsüz kalacağı ve kendi içine kapanacağı hesabı yapılır. Amaç kişiliksizleşmiş ve etkisizleşmiş bir toplumsal yapı oluşturmaktır. İkincisi ise yıllarca desteğini aldığı, yol arkadaşlığı yaptığı grup içerisinde tasfiyeye yönelir. Etrafından kendisine muhalif olabilecek bir grubu veya kişiyi hiçbir şekilde istemez ve onları da aşamalı olarak tasfiye eder. Bütün bunları psikolojik savaşı örgütleyen bir medya gücü ile mutlak iktidarını garantilemeye çalışır. Bugün Erdoğan ve ekibinin yapmak istediği tam da budur.

Ancak politik dengelerde hiçbir şey çizilmek istenildiği gibi ilerlemez. Uluslararası, bölgesel ve iç politik gelişmeler ve faktörler hesaplanmadan hiçbir şey beklenildiği gibi olmaz. Bu bakımdan AKP içerisinde Davutoğlu’na karşı yapılan darbenin farklı nedenlerini birlikte alıp analiz etmek gerekiyor.

Birincisi, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel ilişkilerde çok önemli oranda izole olması ve güç dengelerinin dışına düşmüş olmasıdır. Rusya’dan ABD’ye, AB’den Çin’e kadar hiçbir güçle istikrarlı bir çizgi kurulabilmiş değil. Erdoğan, küresel güçler tarafından artık kabul görmeyen ve bütünüyle izole olmuş bir konumda bulunuyor. Bu bakımdan Türkiye’nin güç dengelerinin dışına düşmesinin resmini yansıtıyor.

İkincisi, çöken Suriye merkezli Ortadoğu politikasının iki mimarı bulunuyor: Erdoğan ve Davutoğlu. Neo-Osmanlıcı yayılma hayallerine kapılan ikili, öyle ki Halep üzerinde egemenlik ilan ettiler. Suriye politikasında batağa saplanan AKP, iki müttefik gücünü ön plana çıkarttı: Dünyanın en barbar rejimlerine sahip olan Körfez’in yapay devletleri ve IŞİD, El Nusra gibi radikal İslamcı hareketler. Bunlarla Ortadoğu’yu değiştireceğine inanan AKP iktidarın kendisi yenildi. Bu aynı zamanda devletin yenilmesidir.

Üçüncüsü, Türkiye’de sistem ciddi bir kriziyle karşı karşıyadır. Artık çökme noktasına gelen rejimin yeniden yapılandırılması bir türlü organize edilemiyor. Rejimin üzerinde şekillendiği devletin iflas ettiği, toplumsal ve politik gelişmelerin çok gerisinde kaldığı herkesin kabul ettiği bir realitedir. Artık hiçbir özelliği ve işlevi kalmamış olan parlamenter rejimin yerine neyin konulacağı konusunda sistem içi güçler arasında belli bir farklılaşma bulunuyor. Halen içte politik bir güç olan Erdoğan merkezli AKP, sistemin stratejik yapısını koruyarak “başkanlık” sistemine geçişte ısrar ediyor. CHP-MHP merkezli ve ordunun halen önemli bir kesimi, devletin geleneksel yapısının devamından yana görünüyorlar. İki tarafın buluştuğu en önemli nokta ise çözümsüzlüğün merkezi olan üniter devlet yapısıdır.

Erdoğan’ın Anayasa’yı da yok hükmünde sayarak fiilen uyguladığı başkanlık, rejimin iç krizini süreklileştiren bir faktör olarak ön plana çıkıyor. Bugün devletin farklı stratejik kurumları arasında ortaya çıkan gizli çatışma, esasen rejimin içyapısının hangi modele göre reorganize edileceğinden kaynaklanıyor. Sistemin yeniden organize edilmesinin önemli halkalarından biri devletin ideolojik-politik çizgisinin yeniden tanımlanmasıdır. Bunun somutlaşmış hali de Anayasa’nın içeriğine dair yapılan tartışmalardır. Meclis Başkanı’nın “laikliğin Anayasa’da olmaması” çıkışı, din faktörünün Anayasa’da ön plana çıkartılması gibi değerlendirmeler, iç dinamikleri çok daha kırılgan hale getirdi.

Dördüncüsü, Kürtlere karşı başlatılan çok kapsamlı savaş, Türkiye’de çok kapsamlı politik değişikliklere yol açacaktır. Sistem güçlerinin üzerinde ittifak oldukları tek ortak nokta Kürtlerin tasfiyesidir. Erdoğan, bu ittifakı kendisinden somutlaştırmak için Kürtlere yönelik savaşın başkomutanlığını yapmaya karar verdi. Kürtlerle yürütülen müzakerelere son veren Erdoğan, Öcalan üzerindeki tecridi yeniden yoğunlaştırdı, Kandil’e yönelik hava operasyonlarını süreklileştirdi, Kürt şehirlerini tank ve toplarla yerle bir etmeye başladı. Bu saldırılara paralel olarak HDP’lilerin parlamentoda tasfiye edilmesine yöneldi. 22 yıl önce Orhan Doğan’lara, Leyla Zana’lara karşı yapılan tasfiye operasyonları yeniden uygulanmaya konuldu. Gündeme alınan dokunulmazlıkların kaldırılması bahanesiyle Anayasa’nın tek bir maddesi değiştirilerek HDP milletvekillerinin tutuklanmasına “yasal” bir zemin oluşturulacak. Bir bakıma AKP merkezli MHP ve CHP’nin desteğiyle parlamentoda yapılan bir başka darbedir.

Kürt illerine yönelik savaşın, sistemin çözülmesinin önemli bir halkasını oluşturacağı kesin. Örneğin 5 aylık bir çatışma sürecinde aktif savaş gücünü yetiren asker ve polis sayısı bir tugay sayısına eşittir. Yani 5000 askeri ve polis çatışmalarda ölmüş veya yaralanmış. Bu bakımdan savaşın süreklileşmesi, Türkiye’nin iç krizini çok daha derinleştirecektir. Bu hem devletin çözülmesinde önemli bir etki yaracak hem de AKP iktidarının sonunu hazırlayan önemli bir faktör olacaktır. Bu durum aynı zamanda Erdoğan’ın kendi iktidarının sürdüremez bir konuma gelmesini sağlayacaktır. Kürtlerin tasfiyesi için savaş kararı alanların tasfiye olması kaçınılmazdır. Eğer savaş durdurulmaz, çözüm için masaya oturup resmi düzeyde müzakerelere devam edilmezse önümüzdeki bir yıl içinde AKP iktidarından bahsetmek oldukça zor olacaktır.

Beşincisi, iktidar gücünü korumaya çalışan Erdoğan, stratejik ittifaklarını değiştirdi. Önce Cemaat’le ortak bir ittifak kurdu. “İstediğiniz her şeyi verdim” diyen cumhurbaşkanı, 17-25 Aralık operasyonları nedeniyle aktif olarak desteklediği Cemaat’e karşı saldırılarını kesintisizce sürdürüyor. Ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kalan Erdoğan, önce “savcısı olduğu” Silivri davasının generalleriyle anlaştı. Daha sonra Genelkurmay ile ittifak kurdu ve politik dengelerdeki güç yeniden generallerin lehine döndü. Bu durum Erdoğan’ın güçlü yanını değil tersine güçsüz/zayıf yanını ortaya koyuyor. Cemaat’in devlet içerisindeki kadroları tasfiye edilirken yerlerini MHP ve Ergenekon geleneğini temsil edenler almaya başladı. Sanıldığı gibi Erdoğan kendi kadrosunu oluşturmuş değil. Hızlı değişen politik dengeler, sağlıklı düşünmesini ve stratejik hesap yapmasını önemli oranda engelliyor. Generaller, Erdoğan’ın “Silivri davalarının savcısı” olduğunu unutmuş değiller. Ancak cumhurbaşkanı aracılığıyla sistem kurumlarında örgütlenen Gülen Cemaati’nin tasfiyesini sağladıktan sonra, bu kez kendisiyle bir hesaplaşmaya gidecekler.

Altıncısı, Türkiye’de artık yapısal bir hal alan ekonomik kriz, toplumun bütün katmanlarını kontrol altına almış bulunuyor. Krizin ertelenmesi veya örtbas edilmesi artık söz konusu değil. Bugüne kadar özellikle Körfez’den aktarılan sıcak sermeye ile sürdürülmeye çalışılan ekonomik dengeler son noktasına geldi. Sanayiden tekstile kadar hemen her sektörde başlayan iflaslar ekonominin bütün dinamiklerini alt üst etmiş durumda. Ülke ekonomisini ayakta tutan üretime dayalı sektörlerde ihracatın neredeyse durma noktasına gelmiş olması, sürdürülebilir ekonomik gücün kalmadığını gösteriyor. Ekonomik kriz, toplumun gündelik yaşamını çok ciddi oranda etkiliyor. İşsizlik ve yoksulluk oranlarındaki hızlı artış, toplumun alt katmanları bakımından ciddi bir toplumsal tepkinin birikmesine yol açıyor.

Yedincisi, Erdoğan merkezli AKP toplumsal çatışmayı derinleştirerek gücünü artırmayı planladı ve bu projeyi kesintisizce uyguluyor. Amaç toplumsal ilişkileri, kutuplaşmayı derinleştirmenin ötesinde birbirine düşman gruplar haline getirmektir. Bir başka ifadeyle bir taraftan AKP iktidarının desteklediği, karşıda ise buna muhalif duruma gelen farklı sosyal grupların çatışmaya yönlendirilmesi Erdoğan merkezli AKP’nin benimsediği bir politik çizgi haline geldi. Güncel tehlike ise bu farklı sosyal gruplar arasında çatışmanın aşamalı olarak gelişme eğilimi içerisine girmiş olması, bütün toplumsal dinamikler ve kurumlar arasında kutuplaşmanın belirginleştirilmesi.

Bütün bu olgular hem Türkiye’nin hem de AKP’nin iç krizinin derinleştiren önemli faktörlerden birkaçıdır. Bunlar doğru anlaşılmaksızın AKP’de Davutoğlu’na yönelik yapılan darbenin nedenleri anlaşılamaz.

Sekizincisi, peki, AKP içerisindeki gelişimeler nasıl şekillenecek ve Türkiye’yi önümüzdeki bir yıl içerisinde neler bekliyor. Bu sorunun yanıtını bir kısım olası gelişmelerle verebiliriz.

Erdoğan bütün baskılara rağmen kendi planını uygulayamıyor. Bir tıkanma noktasına geldiğini görüyor ve sürecin kendi aleyhine işlediğinin farkındadır. Eğer başkanlık sistemini yaşama geçiremezse politik geleceğinin çok ciddi oranda sonlanacağını kavramış bulunuyor. Davutoğlu’nu AKP başkanlığına ve başbakanlığa getirmesinin esas amacı, Davutoğlu’nun zayıf ve güçsüz olmasındandı. “Güçsüzleri kontrol etmek daha kolaydır” ilkesini yaşama geçirmek isteyen Erdoğan, Davutoğlu’nda bekleneni bulamadı. Tersine Davutoğlu, Erdoğan’ın ekibini parçalayarak kendisini örgütlemeye yöneldi. Davutoğlu’nun başkanlık sistemine sıcak bakmaması, başbakanlığı etkin bir kurum olarak kullanmak istemesi, Erdoğan’ın planlarıyla çelişti ve AKP iktidarı içerisinde iktidar çatışması kaçınılmaz hale geldi.

Erdoğan, kendisine önce danışman, sonra Dışişleri Bakanı ve daha sonra Başbakan yaparak ödüllendirdiği Davutoğlu’nu bir bakıma cezalandırma kararı aldı. Bu cezalandırmanın etkisi beklenilenden daha fazla olabilir. Örneğin bölgesel politikaların çöküşü bütünüyle Davutoğlu’nun sırtına yüklenecektir. Tek sorumlunun Davutoğlu olduğuna dair psikolojik savaş, Erdoğan medyası aracılığıyla topluma yansıtılacak ve Erdoğan’ın hiçbir suçu olmadığı mesajı verilecektir.

Davutoğlu’na karşı yapılan darbeyle görevden alınması sonrası süreç nasıl işleyecektir? Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel politikalarına nasıl? yön verecektir. Erdoğan mutlak iktidar olmak isterken içte ve dıştaki dengeleri nasıl kuracaktır?

AKP’nin kongre kararı almış olması aynı zamanda önümüzdeki süreci de şekillendirecektir. AKP’nin başına gelecek kişi aynı zamanda başbakan olacak. Bu bakımdan kimin geleceği önemlidir. Ya AKP tabanı arasında bir ağırlığı ve gücü olmayan ama Erdoğan’a bütünüyle itaat eden biri ön plana çıkartılacak ya da AKP tabanı tarafından benimsenen denge politikasını başarıyla uygulayacak biri tercih edilecektir. Bu ikisine de Erdoğan karar verecektir.

Erdoğan’a itaat edenler içinde Binali Yıldırım ismi ön plana çıkıyor. Yıldırım’ın geçmişinde önemli şaibeler var. Örneğin Almanya’da yargılama konusu olan Yimpaş ve Deniz Feneri davalarında ismi geçiyor. Oğlunun kumar oynamasının basına sızdırılması da bir bakıma bu sürecin bir parçası olarak değerlendirildi. Erdoğan’a sadık biri ama zayıf halkları bulunuyor. Politik lider özellikleri bulunmayan Yıldırım’ın seçilmesi, AKP Başkanı’nın, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın Erdoğan olması anlamına gelir.

İkinci isim kimsenin pek hesaba katmadığı Numan Kurtulmuş’un olmasıdır. Kurtulmuş’un Milli Görüş geleneğinden gelmiş olması ve AKP tabanı tarafından kabul edilebilir olması ciddiye alınacak bir tercihtir. Ancak Kurtulmuş’un, HAS Parti kurulurken Erdoğan için söyledikleri ve o dönem Gülen Cemaati’yle olan yakınlığı önemli bir dezavantajdır.

Diğer önemli bir isim ise Gül’ün yeniden piyasaya çıkmasıdır. AKP tabanı tarafından mutlak kabul gören Gül hem iç politik ilişkilerde bir denge kuracaktır hem de uluslararası ilişkilerde bir rahatlatma sağlayacaktır. Sağlamcı Gül’ün Erdoğan’dan bir telefon beklediği kesin. Ancak Erdoğan’ın Gül’e onay vermesi aynı zamanda mevcut planlarını ertelemesi demektir. AKP’nin kurucuları şimdiden Gül için AKP içerisinde yoğun bir kampanyaya başladılar. Aynı şekilde İstanbul sermayesi, Gülen cemaati, ABD ve AB gibi küresel güçler Gül’e sıcak bakacakları kesin. Burada tercihi Erdoğan yapacaktır.

Bir başka sürpriz ise Yalçın Akdoğan’dır. Erdoğan’a bağlı görünmesi ama güç dengelerine göre pozisyon alması zayıf bir halka olduğunu gösteriyor. Sürpriz olmayacak tek isim damadıdır. Hiçbir özel bir yeteneği olmayan Albayrak’ın AKP başına gelmesi oldukça zordur. Böylesi bir yönelim AKP’nin bitişini oldukça hızlandırmaktır. Erdoğan bu riski kesinlikle almaz.

Kim gelirse gelsin AKP’de yeni bir dönem başlayacaktır. İster Erdoğan’ın memuru olacak biri isterse de denge politikalarına uyumlu Gül gibi biri gelsin, ne AKP ne Erdoğan ne de Türkiye eskisi gibi olacaktır.

Türkiye özellikle bölgesel ve uluslararası ilişkilerde belirgin bir değişikliğe gitmek zorunda kalacaktır. Türkiye’nin Suriye ve PYD politikası değişecektir. Yani hem Esad hem de PYD gerçeğini kabul edecektir. Rusya’dan özür dileyecek, İran’la yakınlaşma stratejisi izleyecek, İsrail ile bütünlüklü bir anlaşma yapacak, Körfez ülkeleriyle ilişkileri yeniden dengeleyecektir. Obama sonrası ABD’nin pek değişmeyecek olan politikalarına mutlak bir uyum sağlayacaktır.

İçte Kürtlerle yürüttüğü savaşı sürdürürse kaybeden bir Erdoğan ve Türkiye olacaktır. Bu bakımdan önümüzdeki sonbahara doğru önemli gelişmeler yaşanabilir. Küresel güçlerin baskısıyla doğrudan PKK ile masaya oturması sürpriz sayılmamalıdır. Toplumsal muhalefete karşı saldırı ve tasfiye politikalarını süreklileştirmesi oldukça zor görünüyor. Bu konuda uluslararası baskıların artmasıyla ciddi geri adımlar atmak zorunda kalabilirler.

Bütün bunlar önümüzdeki sürecin gelişme olasılıklardır. Erdoğan’ın politik geleceğini nasıl örgütlemesiyle ilişkili olan bu süreçte beklenilen adımlar atılmazsa erken genel seçimler kapıda bekliyor. 2016 Kasım ayı ya da 2017 Mart-Nisan ayı sürpriz olmaz.

Gokyuzu9@gmail.com
Kaynak: Sendika. Org

Turgay Oğur AKP'nin son durumunu güzel tasvir etmiş: Pelikanın ömrü laklakla
04 Mayıs 2016



Kıskançlıkları, ihtirasları, çekememezlikleri, karıları-kocaları, insanların etten kemikten halini hiç önemsemeden politik analizler yapıyoruz. Stratejiler, planlar, vizyonlar, hesaplar-kitaplarla açıklamak önemli hissettiriyor galiba.

Halbuki insanın bizzat kendisinden önemli bir şey var mı? İnsan en ilkel haliyle başrollerde. İnsanlık tarihini aptallıklar, zaaflar, korkular yazdı daha çok, kahramanlıklar değil.

Pelikan Dosyası diye hiç de yaratıcı olmayan isim takılmış bir metni tartışıyoruz. İktidar çevresi Reisçiler ile Hocacılar diye ikiye bölünmüş. Peki bu ideolojik bir bölünme mi?

Davutoğlu başbakanlığının ilk saniyesinden beri Erdoğan’ı taklit ediyor (kesinlikle kötü bir taklit). Dünyayı okumaları son kertede aynı. İktidar olarak girdikleri her kavgayı kutsal sayıyor. Hasımlarını ihanetle suçluyor. Çarpık fetvalara dayanan bir savaş hukuku ile iş görülmesinden rahatsız değil. Benim tespit edebildiğim tek bir fark var. Reis dikey, uzun, büyük bina yapmasını istiyor TOKİ’den; Hoca yatay. Gürültü koparacak bir ayrışma konusu olmasa gerek.

Dünya başkentleri, ülkelerinin cadı kazanlarıdır. Entrikanın feriştahının döndüğü yerdir. İhtiras yollarda kol gezer. Erdem, ahlak hak getire. Batı âlemi, tedbir olarak başkente çöreklenme süresini sınırlandırmaya çalışmış. Bir de makamların havasını söndürmüş. Diktatörlüklerde tepe rekabetle değişmediğinden çirkef mücadele sadece dağın eteklerinde yaşanıyor. Bizim gibi ortada olan ülkelerde ise ortalık her daim kan revan.

Üniversiteyi Ankara’da okumuş, siyasetin nabzının attığı kurumlarda çalışmış biri olarak şunu gördüm. İsterseniz bakan olun, başbakanın konvoyunda bir hiçsiniz. Başbakan’ın katıldığı bir etkinlikte korumalardan dirsek dahi yiyebilirsiniz. (Tecrübeli siyasetçiler korumalardan adam tavlar. Şahsi taleplerini yerine getirir. Bu sayede onlara bir koridor açılır, şıp diye başbakanın yanına düşer, dirsek yemezler.) Ben Ankara’dayken Cumhurbaşkanı bu kadar hayatın içinde değildi. Bugün için de Cumhurbaşkanı’nın olduğu yerde itilip kakılma söz konusu. Hele de Erdoğan’ın makama kazandırdığı karizma ve şatafat düşünülünce geri kalan herkes böcek muamelesi görüyordur.

Hal böyle olunca müsteşarından milletvekiline, danışmanından bakanına her kafada aynı karıncalanma oluyor. Neden ben değil?

Bu tabloda her pozisyondan insanın ihtirasını kamçılayıp diri tuttuğu bir hedefi var. Erdoğan hariç. Çünkü onun gidebileceği üst bir yer yok. Düşünün. “Şu dağı yıkın” diyorsunuz, yıkıyorlar. Böyle bir güç elindeyse, tabiri caizse, uslu uslu oturmak mümkün değil. Kötü oyun çıkaran futbolcuyu aslanlara atmak, beğenmediğin binanın mimarını kurşuna dizdirmek de ülkenin teamüllerine uymuyor. Bu durumda bir çocuğun lego bahçesine dalma iştahıyla siyaseti yapıp yapıp bozmak geliyor olmalı insanın içinden. İnsanları hayrette bırakacak adımlar atmak bir tutkuya dönüşüyor.

Bu açıdan bakınca imzasız, ucuz bir metin hiç ihtimal vermeyeceğimiz kadar etkili mahfillerde pişirilmiş olabiliyor. “Kazağı sökmek gerektiğinde çekilecek ipin ucu olarak bir kenarda dursun bu” diye bakılabiliyor. Başbakan’dan Twiter âlemine kadar verilen tepkilerden beyin haritaları çıkarılabiliyor. Spor niyetine bile yapılıyor böyle şeyler.
Kaynak: Meydan gazetesi

Üniversitelerde yapacağı konuşmaları iptal edilen Arınç: Özgürlüklere müdahale, mücadele sebebidir
18 Mayıs 2016



Al Jazeera'nin haberine göre; Üniversitelerde yapacağı konuşmaların engellendiğini söyleyen eski Başbakan Yardımcısı Arınç, “Şimdilerde baskıcılar bizim mahallenin çocuklarıysa, onlara kızıp mahalle değiştirecek değiliz. Daha düne kadar omuz omuza mücadele verdiğimiz insanlar güç sarhoşluğuyla yasakçılık oynuyorsa, özgürlüklere müdahaleyi mücadele sebebi sayarız” dedi.

Dün Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Turgut Özal Üniversitesi'nde katılacağı Anayasa Çalıştayı, "provokatif olaylar çıkabileceği" gerekçesiyle iptal edilen eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Twitter hesabından açıklama yaptı. Daha önce de dört farklı üniversitedeki konferanslarının engellendiğini söyleyen Arınç’ın açıklamasından öne çıkan ifadeler şunlar:

“Bilinmesini istiyorum ki, gerek daha önce konferans verdiğim üniversitelerde, gerekse üniversite yönetimleri tarafından konferans vermem engellenen Kırıkkale Üniversitesi, Beykent Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde ve en son dün bu utanç kervanına katılan Turgut Özal Üniversitesi’nde şahsıma yapılan konferans davetleri, tüm öğrenci gruplarının ve her görüşten öğrencilerimizin ortak mutabakatlarıyla gerçekleşmiştir.
Katılacağım programları ‘provokatif olaylar’ çıkabileceği gerekçesiyle iptal etmek, en başta o üniversitelerin öğrencilerine saygısızlıktır. Siyasi veya idari makamlardan gelen ya da gelebilecek olan bu tür susturma çabaları ‘Gerçekleri duymayı istememek ve duyulmasını engellemek’ kaygısı ile açıklanabilir.”

"Milli iradeye saygısızlık"

“14 yılda 90’ın üzerinde yeni üniversite açmış olmanın gururunu yaşayan AK Parti’nin halen iktidarda bulunduğu bir dönemde, halkın çocuklarının tertip ettiği konferanslar iptal ediliyor ya da ettiriliyorsa, bu durum iptal edici ya da ettirici merciler için bir utanç vesilesi ve ‘milli irade’ye saygısızlıktır.
Anlaşılan şu ki, maharet üniversite açmak değil; üniversitelerde özgürlüğün ve bilim üretmenin yolunu açmaktır. Maharet, yönetici olmak değil; yönetebilmektir.

Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duyurmama adına izlenen bu antidemokratik yol, baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolun yolcularının hazin sonlarıyla doludur.

Bilinmelidir ki, ‘provokatif olaylar’ üniversitelerde konferans verildiğinde değil; bilakis kürsüler, kalemler, meşru ve farklı sesler susturulduğunda çıkar.”

"Mahalle değiştirecek değiliz"

“40 yılı aşan siyasi hayatımda, inandığım doğruları özgürce söylediğim hiçbir dönemde ‘provokatif olaylar’ çıkmadı. Fakat ne zamanki sesimiz kısılmaya, varlığımız yoklukla imtihan edilmeye başlandı, işte o zaman attığımız her adım ‘olay’ oldu.

Daha önce bu baskıcılar, ses kısıcılar, Başbakan asıcılardı. Şimdilerde bu baskıcılar, ses kesiciler, sus deyiciler bizim mahallenin çocukları ise onlara kızıp mahalle değiştirecek değiliz. Kaldı ki, o çocukların sesleri de artık karşı mahalleden geliyor.

Ülkemizin ‘sus’lar ülkesi olmasına 40 yıl önce nasıl karşı çıktıysak aynı şekilde bugün de karşı çıkarız.”

"Güç sarhoşluğuyla yasakçılık oynuyorsa…"

“Daha düne kadar başörtüsü yasağı gibi nice yasaklara birlikte karşı çıktığımız, omuz omuza mücadele verdiğimiz insanlar, artık bugün saf değiştiriyor, güç sarhoşluğuyla yasakçılık oynuyor ve omuz atıyorlarsa, o halde özgürlüklere müdahaleyi, özgürlük için mücadele sebebi sayar ve bunun icabını yaparız.”
Kaynak: Al Jazeera

Guardian'dan ilginç bir yorum: Erdoğan itidalli devlet adamı rolünü üstlenmeli



Guardian gazetesi yazarı Simon Tisdall, darbe girişimi sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'itidalli bir devlet adamı' olması gerektiğini söylüyor ve toplu tasfiyelerin ülkeye yarardan çok zarar vereceği yorumunu yapıyor:

"Recep Tayyip Erdoğan'ın asabi bir mizacı var. Geçmişte de siyasi rakiplerine karşı ne derece acımasız olduğunu gördük. O yüzden Cuma akşamı gerçekleşen darbe teşebbüsüne karşı da nasıl bir tepki verebileceğini tahmin edebiliyoruz.

"Erdoğan'ın çatışmacı üslubu, belki biraz maddi sıkıntılar içerisinde geçen çocukluğuna biraz da İstanbul Belediye Başkanı'yken maruz kaldığı muameleye dayanıyor olabilir.

"Ancak sert adam imajının asıl kaynağı, Türkiye için en iyisini kendisinin bildiği yönündeki ataerkil düşünce yapısı.

"Erdoğan Başbakan seçilmesinden bu yana sık sık aleyhindeki komploların hedefi olduğunu söyler. Genelde bu komploları üretenlerse ülke dışarısındaki gizli düşmanlardır. İstenmeyen kişi olarak öne çıkan en net isim ise Fethullah Gülen.

'Yeni bir tasfiye dönemi'

"Dün akşam Erdoğan İstanbul'a indiği sırada başarısız olduğu ortaya çıkmış olan darbe için Cumhurbaşkanı doğrudan orduyu, ya da en azından ordu içerisindeki yapılanmaları işaret etti.

"Darbe girişimini 'Allah'ın bir lütfu' olarak yorumlayan Erdoğan bu sayede ordunun da temizleneceğini söyledi. Darbeye teşebbüs edenler 'ağır bedel' ödeyecekti.

"Erdoğan'ın konuşmasındaki tehditler, yeni bir tasfiyenin sinyallerini veriyordu.

Şu ana kadar yürütülen operasyonlarda binlerce kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında komuta kademesindeki generaller ve yüksek yargı üyeleri de var.

"Orduda yapılacak tasfiyenin meşruiyeti hayati. Türkiye muhafazakâr olsa da silahlı kuvvetlerine saygı duyan bir ülke.

"Cumartesi günü konuşan Binali Yıldırım, 3 bine yakın ordu personelinin gözaltına alındığını söyledi. Yıldırım bir gazetecinin sorusu üzerine de hükümetin idamı geri getirme yönünde yapılabilecek yasal düzenlemeleri değerlendireceğini de vurguladı.

"Erdoğan Batılı liderler tarafından çok sevilen bir isim değil. ABD'yle Kürtler ve Suriye yüzünden, AB'yle ise göçmen krizi yüzünden sert tartışmalara girmişti. Erdoğan'ın insan hakları ve basın özgürlüğü konusunda yaptıkları da sürekli eleştiri konusu oluyor.

Washington ve Brüksel'de 'soğuk duş etkisi'

"Ancak Erdoğan'ın ve AKP hükümetinin silah zoruyla iktidardan indirilmesi tehdidi, parlamentonun bombalanması, Washington ve Brüksel'de soğuk duş etkisi yarattı.

"Erdoğan sorunlu bir lider olabilir. Ancak Türkiye gibi stratejik öneme sahip bir NATO ülkesinde seçilmeden iktidara gelecek bir askeri cunta kuşkusuz daha kötü bir tabloyu doğuracaktır.

"Şimdi önümüzde Erdoğan'a sempatinin ve desteğin artacağı bir dönem olacak. Bir takım kusurları olsa da Erdoğan sonuçta demokrat birisi.

"Erdoğan ender bulduğu bu dayanışma anını iyi değerlendirir ve içgüdüsel intikam alma duygularını törpülerse akıllılık eder.

"Şu anda şoka girmiş ve yara almış bir toplumu birleştiren itidalli devlet adamı rolünü oynama şansı var.

'İtidalli devlet adamı' rolü

"Ancak en büyük endişe Erdoğan'ın askeri kalkışmayı kullanarak Kürtlere karşı yürütülen ilan edilmemiş savaşı daha da tırmandırması, çok tartışılan yeni anayasayı ve başkanlık sistemini kabul ettirmesi ve basın üzerindeki baskının daha da artırılması.

"Eğer Erdoğan bu yolu tercih ederse toplayacağı destek de kısa soluklu olur.

"Eğer Erdoğan darbe için Türkiye'yi yok etmeyi amaçlayan dış güçleri suçlayıp ülke içindeki baskısını artırırsa elde edeceği tüm büyüklüğü yitirir.

"Eğer şu anda demokrasinin kurtarıcısı olarak görülen Erdoğan darbecileri cezalandırmak için özgürlükleri daha da kısıtlama yoluna giderse, atacağı adımlar Türkiye için de zarar verici olur. Şu anda olaylara aşırı tepki vermek Erdoğan'ın ve Türkiye'nin en büyük düşmanı."
Kaynak: BBCT

Asker (*) gözüyle ülkemizin vaziyeti: Türkiye'nin her yerinde çoban ateşleri yakılmaya başlandı
22.06.2016



Tüm faşizan baskılara rağmen;Türkiye’nin her yerinde, içeriği buram buram yurtseverlik ve mücadele kokan çoban ateşleri yakılmıştır ve yenileri yakılmaya devam edilmektedir.

Anadolu’yu işgale ve Türklüğü yok etmeye çalışan düşmana karşı ilk başkaldırı Ege’de gerçekleşti. Örgütsüz de olsa, bir “aydın inisiyatifi”olarak düşmana ilk kurşun; 97 yıl önce, 15 Mayıs 1915’de Hasan Tahsin tarafından,İzmir’de sıkıldı.

Düşmana karşı örgütlü olarak ilk direniş de yine Ege’de,Ayvalık’ta gerçekleşti. Düşmanın Ayvalık’a asker çıkarmasına ramak kala Yarbay Çetinkaya, namıdiğer Kel Ali, İstanbul’atelgraf çekiyor; “Bir elim Kur’an’da, bir elim Sancak’ta. Düşman karaya çıkarsa ateşle karşılık vereceğim” diyor. Çünkü Yarbay Çetinkaya için;Anadolu’yu işgal etmeye kalkışan düşman askerine “direnme” diyen Padişah,meşruiyetini kaybetmiş olup, düşmanla işbirliği yapmaktadır.

İŞGAL ALTINDA OLMADIĞIMIZ ANLAMINA GELMEZ

Yaklaşık olarak bir asır sonra, bugün yine aynı emperyalist plan devrededir ve bu sefer, geçmişten aldıkları deneyim nedeniyle, ülkemiz örtülü işgal altındadır. Çevrenizde dalgalanan yabancı ülke bayrakları yoktur ama bu, işgal altında olmadığımız anlamına gelmemektedir.

Bugün iktidar, geçmişte olduğu gibi, meşruiyetini kaybetmiştir.Devletin acımasız gücünü her alanda kullanıyor ve yaygın din istismarı yapıyor olması nedeniyle hala iktidardır. Hukuk ve adalet kalmamıştır, özgürlüklerin tümü askıdadır.

ANAYASA İHLALİ YAPILMAKTADIR

Anayasa ihlali yapılmakta ve yetkili ağızlardan, güce sahip olmanın cüreti ile bu husus, itiraf da edilmektedir. Teröristle masaya oturulmuş, müzakere edilmiş, mücadele edilmemiş, mücadele edilmemesi için direktifler verilmiş, mücadele eden asker arkadan hançerlenmiş, hendeklerin kazılmasına, bombaların yandaş müteahhitler eliyle asfaltların altına gömülmesine imkan sağlanmış ve ülkemizin bir bölümünün Suriyeleşmesine neden olunmuştur.

Bunlar yetmiyormuş gibi; komşularımıza terör ve terörist ihraç edilmiş, radikal unsurlar desteklenmiş ve ülkemiz hem bölgesinde hem de tüm dünyada, çağdışı rejimlerle sürdürdüğü ilişkiler hariç, yalnızlaşmıştır.

KURTULUŞ SAVAŞINA İHTİYAÇ VAR

Ülkemiz felakete doğru hızla sürüklenirken, iktidarın tek bir derdi var;yetkisi olmadığı halde, baskı ve zulümle rejim değişikliği peşinde olduğu yeni anayasa ve başkanlıktır. Bu değişiklikle; mevcut gayri hukuki durumu, akıllarınca hukuki duruma çevireceklerdir. Halen, vatan savunması değil, saray savunması yapılmaktadır. Vatan, zerre kadar umurlarında değildir. Vatan, bunlar için aynen din gibi istismar konusudur.

Türkiye’nin mevcut durumu, artık sürdürülebilir değildir. Yeni KurtuluşSavaşı’na ihtiyaç vardır. Görev; bir defa daha Türk Milleti’ne düşmektedir. Yitirilen barış ve huzur ortamımızı, birliğimizi, dirliğimizi ve bağımsızlığımızı, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

BİR ÇOBAN ATEŞİ DAHA!

Tüm faşizan baskılara rağmen;Türkiye’nin her yerinde, içeriği buram buram yurtseverlik ve mücadele kokan çoban ateşleri yakılmıştır ve yenileri yakılmaya devam edilmektedir. Zamanı gelince, aynen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi, birleştirme olacaktır. O an, hızla yaklaşmaktadır.

Bir çoban ateşinin daha, bugün,İzmir-Karşıyaka’dan yakıldığına tanık olacağız. Bu mücadelenin adı; “Halk Dayanışması-İzmir”. Amaçlarının ne olduğunu ve ne yapmak istediklerini bugün (22 Haziran 2016), Amasya Genelgesi’nin açıklandığı aynı günde (22 Haziran 1919), Karşıyaka’da Latife Hanım Anı Evi’nde, saat 12:00’de yapacaklar. Yüreği yeten ve vatan sevgisiyle dolu olan ama ülkemizin gidişatını beğenmeyen, çocukları ve torunları için daha iyi bir vatan bırakma telaşında olan herkesi bekliyorlar.

Bu hareket için emeği geçenleri ve katılımcıları şimdiden kutluyorum.

Saygılar sunarım.

*Türker Ertürk
(E. Amiral)
Kaynak: Odatv

Milat yazarı: AKP'li fırıldaklar Erdoğan'ı yıpratmak için Salih Tuna, Hilal Kaplan gibi yazarları linç ediyor!
24 Nisan 2017



Milat yazarı Ufuk Coşkun,gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesinin ardından başlayan tartışmalarla ilgili olarak "Salih Tuna, Hilal Kaplan ve âcizane benim de kaleme aldığım AK Parti içindeki omurgasız, Erdoğan karşıtı AKP'lilere dikkat çektiğimiz yazılardan sonra bir yerden düğmeye basılmış gibi Erdoğan'ı destekleyen yazarlara dönük organizeli bir linç kampanyası başlatıldı" dedi.

Ufuk Coşkun'un "AKP’li fırıldakların isyanı!" başlığıyla yayımlanan (24 Nisan 2017) yazısının bazı bölümleri şöyle:

(..)

Şehirli muhafazakârlardan eğitimli Mehmet Ocaktan'ın da tespitiyle mesela evet oranı ilkokul düzeyinde yüzde 70 iken bu oran kendisinin de dâhil olduğu üniversite düzeyinde ise yüzde 39'a kadar düşmüş. Tehlikenin farkında mısınız? Demek ki Erdoğan bu eğitimli(!) zümreye göre cahil, köylü, taşralı, ilkokul düzeyinde olan insanların lideri konumunda! Oysa öyle mi olmalıydı? Bu ülkeye stratejik derinliği olan, profesör, mürekkep yalamış, aydın bir lider yakışırdı. Gel de isyan etme!

Kaldı ki bir diğer eğitimli, şehirli delikanlı da “bu böyle olmaz” diyerek isyan etti. Buna bir çare bulmalıyız. 2019'da çantada keklik olmadığı görüldü. Yeni bir parti olmalı. “Daha demokratik bir siyaset” “daha hür bir basın” “daha şık bir iktidar dili ve üslubu” “daha rafine uluslararası ilişkiler” “daha verimli bir ekonomi” diyerek formüle ettiği yeni kabinenin de tüyolarını vermiş oldu. Demek ki; Akşenerciler, HDP, CHP ve AKP'liler bir çatı adayı çıkaracak. Hür basın dediği hocasının reisçi yazarları bitirin dediği, FETÖ diliyle “hür basın susturulamaz” türünden bir basın. Daha verimli bir ekonomi dediği Babacan'a emanet edilecek bir ekonomi. Daha rafine bir uluslararası ilişkiler dediği de Feridun Sinirlioğlu'nun himayesinde bir dış politika. Hukuku Bülent Arınç'a, eğitimi de Hüseyin Çelik'e devrettik mi tamamdır!

Bunun için evvela 51.4'ün faturasının pelikan kisvesi altında Erdoğan'ı destekleyen kesimlere kesilmesi gerekiyordu. Kestiler. Referandum sonrası Salih Tuna, Hilal Kaplan ve âcizane benim de kaleme aldığım AK Parti içindeki omurgasız, Erdoğan karşıtı AKP'lilere dikkat çektiğimiz yazılardan sonra bir yerden düğmeye basılmış gibi Erdoğan'ı destekleyen yazarlara dönük organizeli bir linç kampanyası başlatıldı.

(..)

Cem Küçük'ün açıklaması hangi maksatla olursa olsun İslami geleneğe mensup sıradan biri için bile çok incitici. Lakin sorun şu ki; iş artık “ Mesele Cem Küçük değil arkadaş sen hala anlamadın mı?” noktasına evirilmiştir. İHH bu konuda açıklama yapmış olmasına rağmen birinin eline tutuşturulan pankartta Salih Tuna ve Hilal Kaplan için “Müslümanlara hesap verecekler” yazısı beni çok ürküttü. Bu aynı zamanda bilhassa İslami camiada sesleri gür çıkan, en zor zamanlarda Müslümanların hak ve hukukunu savunan bu iki insanı tekfir etmek anlamına geliyor.

(..)

Bunlardan biri geçenlerde pelikanın hedefinde olan yazarlar listesi hazırlamış. Öyle bir liste ki içinde sadece Can Dündar, Ekrem Dumanlı ve F.Gülen yoktu. Biraz cesareti olsa onları da ekleyecek! Pelikan kisvesi altında doğrudan Erdoğan'ı hedef alıyorlar bu açık.
(..)
T24

Karar yazarı Ocaktan: AK Parti adına temizlik işine soyunanların genlerinde ‘FETÖ yazılımı’ var
24 Nisan 2017



"AK Parti’nin genleriyle oynama işinde ortalara dökülen bu güruh..."

Karar yazarı Mehmet Ocaktan, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesinin ardından başlayan tartışmalarla ilgili olarak "AK Parti’nin kendi iç mekanizması nasıl işler bilemem ama, durumdan vazife çıkararak AK Parti adına temizlik işine soyunanların genlerindeki ‘FETÖ yazılımı’yla hareket ettikleri muhakkak" dedi.

Ocaktan, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 48.6 "hayır" oyuna karşılık yüzde 51.4 "evet" oyu ile kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasına giden süreçte "gizli hayırcı" olmakla suçlanmıştı.

Mahallede 'gizli hayırcı' kavgası sürüyor; kimler suçlandı, ne yazıldı, ne cevap verildi?

Mehmet Ocaktan'ın "AK Parti'de kim temizlik yapmak istiyor" başlığıyla yayımlanan (24 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana, siyasi partiler içinde zaman zaman partileri oluşturan kanatlar arasında parti içi iktidar kavgaları, hizipleşmeler olmuş, sulhun sağlanamadığı dönemlerde de ayrılıklar yaşanmıştır.

Siyasi tarihimizde yaşanan bu tecrübeler göstermiştir ki, ortak aklı inşa edemeyen partiler zamanla güç kaybına uğramış ve giderek hayatiyetlerini sürdüremez hale gelmişlerdir. Nitekim 2002 yılına kadar tek başına iktidar olan ya da iktidar ortağı olan güçlü siyasi partiler bugün siyaset sahnesinden çekilmiş bulunuyorlar.

Hafızalarımızı biraz tazelediğimizde, iktidara geldiği ilk dönemden bu yana AK Parti’nin de bir gün aynı akıbeti yaşayacağı görüşünün zaman zaman dillendirildiğini görürüz. Ancak bütün bu görüşlerin aksine, AK Parti’nin siyaset etme anlayışının geleneksel Türk siyasetiyle çok da örtüşmediği bir vakıa. Çünkü Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının kurduğu bu parti, Türkiye toplumunun sosyolojik haritasını kucaklayan kuruluş ilkeleriyle ve ortak aklı önceleyen vizyonuyla aynı zamanda geleneksel siyasetin kodlarını değiştiren bir parti olmuştur.

***

Ancak AK Parti’nin 2011 sonrasında topluma yansıyan görüntüsünde, özellikle ‘ortak akıl’ noktasında bir takım tereddütler yaşandığı gibi bir algı oluşmaya başladı. 15 Nisan referandumunun ortaya çıkardığı siyasi fotoğraf, AK Parti’deki bu ‘ortak akıl’ tartışmasını biraz daha güncel hale getirmiş bulunuyor.

Daha da somut olarak ifade etmek gerekirse, ortak aklın çok da sağlıklı işlemediği AK Parti’de şimdi bir ‘temizlik’ harekatından söz ediliyor. Hiç kuşkusuz referandumdan kıl payı ‘evet’ çıkması, çok doğal olarak bir iç muhasebeyi zorunlu hale getirmiştir. Ama eğer bir temizlikten söz ediliyorsa, o zaman farklı bir algı mekanizması işliyor demektir.

Nitekim epey bir süredir AK Parti’nin etrafında İsrailvari yasa dışı yerleşimlerde bulunan bir güruh, referandum sonuçlarının kendileri açısından bir alarm niteliği taşıdığının farkına vardığı için biraz dellenmiş durumdalar. O kadar tedirginler ki, normal muhakeme yeteneklerini bile kaybetmiş durumdalar. Bu yüzden de kafadan AK Parti’deki dindarları hedef almış bulunuyorlar. Şu ifadeler, kimlerin AK Parti’de nasıl bir temizlik istediğinin en önemli göstergesidir: “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım.”

Bundan sonraki sürçte AK Parti’nin kendi iç mekanizması nasıl işler bilemem ama, durumdan vazife çıkararak AK Parti adına temizlik işine soyunanların genlerindeki ‘FETÖ yazılımı’yla hareket ettikleri muhakkak. Çünkü tıpkı FETÖ’cülerin yaptığı gibi, başından itibaren AK Parti’nin misyonuna ortak olmuş, Tayyip Erdoğan’la birlikte elini taşın altına koymuş ne kadar isim varsa hemen hepsini itibarsızlaştırmak için planlı bir karalama kampanyası yürütüyorlar. Bu konuda ilk hedefe oturttukları isimler ise Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu...

***

AK Parti’nin genleriyle oynama işinde ortalara dökülen bu güruhun arkasında hangi akıl varsa, anlaşıldığı kadarıyla şu günlerde biraz çaresiz durumda oldukları muhakkak. Bu çaresizlik yüzünden de züccaciyeci dükkanına girmiş fil gibi etrafı kırıp dökerek ilerliyorlar.

Düşünün ki, daha düne kadar ‘üst aklın’ temsilcileri olarak gördükleri isimleri bu kez de ‘İsrail düşmanı’, ‘Batı düşmanı’ olarak ilan etme garabetiyle malul haldeler.

Maalesef tamamen FETÖ yazılımıyla hareket eden bu çevreler, aynı misyonu paylaşan yol arkadaşlarıyla Tayyip Erdoğan’ın arasında duvarlar oluşturabilmek için her türlü tezviratı mubah görüyorlar. Hiç kuşkusuz, yazılı, görsel ve sosyal medya mecralarında AK Parti adına racon kesen güruhun en gözde argümanı, “İşte bu isimler Erdoğan’a ihanet edenler”dir. Şu muhakkak ki, bu güruh için AK Parti Davutoğlu’ndan, Gül’den, Ali Babacan’dan ve gerçek AK Partililerden temizlenirse dikensiz gül bahçesi olacaktır...
T24

Erdoğan: 'ABD yönetiminin Suriye ve Fethullah Gülen'in iadesi konularındaki politikaları nedeniyle Hayal kırıklığına uğradım'
21 Kas 2016



Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerikan CBS televizyonuna yaptığı açıklamada, ABD'nin Fethullah Gülen ve Suriye politikalarını eleştirdi ve "Şu anda açık net söyleyeyim çünkü açık sözlüyümdür, 'Hayal kırıklığına uğramadım' dersem doğru olmaz, hayal kırıklığına uğradım" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin CBS kanalında yayınlanan "60 dakika" programında soruları yanıtladı. Erdoğan, ABD yönetiminin Suriye ve Fethullah Gülen'in iadesi konularındaki politikaları nedeniyle hayal kırıklığına uğradığını söyledi.

Jeffrey: Konum her şeydir

Mehter marşı eşliğinde, sunucu Steve Kroft'un İstanbul'daki izlenimleri ile başlayan programda, Türkiye'nin NATO için "Vazgeçilmez ancak kızgın" bir müttefik olduğu vurgulanarak, Türkiye'nin bulunduğu bölgenin, 2 bin yıldır savaş ve çatışmaların tam merkezinde yer aldığı kaydedildi.

Kroft'un, ABD-Türkiye ilişkilerine yönelik sorularını yanıtlayan eski ABD'nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, bu ilişkinin "Son derece önemli ve komplike" olduğunu, Donald Trump'ın gündeminin üst sırasında olacağını söyledi. Bunun nedeninin sorulması üzerine de Jeffrey, "Öncelikle Türkiye'nin konumu. Konum her şeydir." dedi.

İncirlik askeri üssünün görüntüleri eşliğinde, "ABD'nin Türkiye'de kullandığı üslerin öneminin" sorulması üzerine de Jeffrey, "Bu üsler olmasa Kuzey Irak ve Suriye'de IŞİD'e yönelik operasyonları yapamayız. ABD bu üsleri kaybetmeyi göze alamaz." diye konuştu.

ABD'nin Suriye politikası

Daha sonra programda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kroft'a yaptığı açıklamalara yer verildi.

"ABD'nin Suriye politikası nedeniyle duyduğu üzüntünün" hatırlatılması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuları hem Başkan Barack Obama hem de Başkan Yardımcısı Joe Biden ile görüştüklerini ancak ABD yönetiminin bu sorunları ciddi olarak ele almada başarısız olduğunu, bunun da kendilerini üzdüğünü söyledi.

"ABD'nin politikaları nedeniyle kızgın göründüğünün" ifade edilmesi üzerine Erdoğan, "Şu anda açık net söyleyeyim çünkü açık sözlüyümdür, 'hayal kırıklığına uğramadım' dersem doğru olmaz, hayal kırıklığına uğradım." dedi.

Darbe girişiminin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, olayla ilgili ABD'de yaşayan Fethullah Gülen ve takipçilerini suçladığı aktarılan programda, Erdoğan'ın, "Daha önce Türkiye'nin ABD'ye suçluları iade ettiği, Türkiye'nin de aynısını ABD'den beklediğine" ilişkin sözlerine yer verildi.

Programda, ABD'nin iade sürecini mahkeme kararına bağlaması ve konunun gecikmesinin, "ABD hükümetinin Gülen'i koruduğu, ABD istihbarat örgütlerinin olaya dahil olduğu" söylentilerine yol açtığı vurgulandı.

"Bu adam sizde niye duruyor?"

Sunucunun "ABD'nin darbe girişimi ile ilişkisi olduğunu düşünüyor musunuz?" sorusu üzerine Erdoğan, "Biz şu yaptı, bu yaptı, böyle bir şey diyemeyiz ama millet bunun değerlendirmesini böyle yapıyor. Bu adam sizde niye duruyor? Sen bunu orada sakladığın sürece kusura bakma Türkiye’nin ve Türk milletinin bakışı daha başka olmayacaktır" dedi.

Kroft'un "Cevabınızdan bu algının değişmesi için hiçbir şey yapmadığınızı anlıyorum" demesi üzerine de Erdoğan, "Halkımı aldatamam ki, halkımı bu noktada kandıramam ki. Ben dertliyim, Amerika dertli değil, benim 241 şehidim var" diye konuştu.

Sunucunun, darbe girişiminin ardından "Aşırı tepki gösterildiğine" ilişkin eleştiriler olduğunu hatırlatması üzerine de Erdoğan, "Bizde devletim benim yıkılacak ve bütün bunların karşısında tabii ki bizim suskun kalmamız mümkün değil. Bu önlemler savcılar ve hakimler tarafından hukukun üstünlüğü ile tam uyum içinde alınıyor" değerlendirmesinde bulundu.

"Terör örgütleri arasında 'iyi-kötü' diye ayrım yapamazsınız"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, programda, ABD ile YPG'ye silah yardımı konusunda yaşanan anlaşmazlığa da değinerek, "DEAŞ ile savaşıyor diye başka bir terör örgütünü savunamazsınız. Terör örgütleri arasında 'iyi-kötü' diye ayrım yapamazsınız ancak bu konuda ABD ile anlaşamadık" ifadelerini kullandı.

"NATO da aynı istikametteyiz"

Programda, Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini geliştirmesi ve darbe girişiminin ardından bu ülkenin Türkiye ile dayanışma açıklaması yapmasına da işaret eden Kroft, "Acaba siz NATO ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan ittifakınızı ve ilişkinizi yeniden gözden geçiriyor musunuz şu anda?" diye sordu.

Bunun söz konusu olmadığını bildiren Erdoğan, "Şu anda böyle bir durum söz konusu değil. Tabii NATO’nun yaklaşım tarzı nedir, ne değildir, bu konuda da bize gelen olumsuz bir şey yok. Şu anda biz ilişkilerimizi NATO’nun kuruluş sözleşmesindeki maddeler neyse bu istikamette yürütüyoruz ve NATO da aynı istikamette bunları yürütüyor" dedi.
Kaynak: El Cezire

Robert Fisk: Darbe, bir sonraki darbeye kadar engellendi
16.07.2016

Türkiye'deki darbe girişiminin ardından, bundan sonra olacaklara ilişkin analizler yayımlanmaya devam ediyor.

Independent'ın deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, darbenin başarısız olmasının ordunun Erdoğan'a sadakati anlamına gelmeyeceğini söyledi.

Fisk ayrıca, 161 ölünün, Türkiye'nin Ortadoğu'daki ulus-devletlerin çöküşünden bağımsız kalamayacağını gösterdiğini savundu.

Dün yaşananların Ortadoğu'daki sınırların ve devletlerin çökmesi ile bağlantılı olduğunu kaydeden Fisk, istikrarsızlığın bölgede yolsuzluk kadar yaygın olduğunu belirtti.

Fisk, ABD'nin "seçilmiş hükümete" destek açıklaması yaptığını, ancak 2013'teki Mısır darbesinde olduğu gibi darbenin başarıya ulaşması durumunda Erdoğan'a da Mursi gibi davranılacağından emin olunması gerektiğini vurguladı.

Erdoğan'ın Putin'den özür dilemesi ve Netanyahu ile arasını düzeltmesinin, orduya güveninin bitmesiyle kıyaslanamayacağını savunan Fisk, "Bu durumda konsantre olman gereken daha ciddi meseleler vardır" dedi.

Fisk, ordu içinde darbe yapmaya niyetlenen askerlerin, Erdoğan'ın ülkelerini yok ettiğini düşünenlerin çok küçük bir kısmı olduğunu da ileri sürdü.

Fisk birkaç ay ya da yıl içerisinde yeni bir darbeye hazır olunması gerektiğini belirtti.
SoL Haber

Yeni Şafak yazarı: Liyakat ve ehliyet meselesi, AKP iktidarları döneminde hiç bu kadar gerilememişti!
26 Nisan 2017



"AK Parti bürokratik oligarşiyi kırdığını düşünüyorsa, yanılıyor"

Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, liyakat ve ehliket meselesinin 15 yıllık AKP iktidarları döneminde hiç bu kadar gerilemediğini savunarak "İlk yıllarda hatırlıyorum, Erdoğan ve diğer yöneticiler, kurumların başına birini atarken, kılı kırık yaran bir titizlikle hareket ederlerdi. Şimdi bu hassasiyet çok azaldı maalesef" dedi.

Kemal Öztürk'ün "Devletin kurumlarını nasıl değiştireceğiz?" başlığıyla yayımlanan (26 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Uzun yıllar oturduğunuz bir evi taşıdınız mı hiç? 'Bir kamyon ancak tutar' diyorsunuz ama eşyaları yüklemeye başlayınca anlıyorsunuz, meğer iki kamyonluk eşya birikmiş de farkında değilsiniz.

Yaklaşık yüz yıldır aynı evde oturuyoruz. Odaların şekli şemali değişti ama ilk defa bu denli köklü bir değişim yapacağız.

Parlamenter sistemden, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, yüz yıllık evde birikmiş eşyaları taşımaya benziyor.

Bürokratik oligarşiye karşı önemli fırsat

Bürokratik oligarşiden şikayetçi olanlar için bulunmaz bir fırsat. Çünkü bizim evde taşınırken, eskimiş ya da gereksiz eşyaları atardı annemler. Yeni eve temiz, kullanılabilir, bozulmamış eşyaları götürür, bir de yeni eşyalar alırdık.

Şimdi tüm kurumlar elden geçecek. İşlemez olanı var, köhnemiş olanı var, yenilenmesi gerekenler var, tamir edilmesi gerekenler var… Devlet bürokrasisinden bahsediyoruz. Devleti yeniden kurgulamak, sistemini değiştirmekten bahsediyoruz. Önemli.

Sayısını kimse bilmiyor ama, iki binden fazla kanunda değişiklik yapılacak. Hangi kurum nereye bağlı, nasıl atama yapılacak, nasıl işleyecek… bunların çoğu kanunla ve ona bağlı yönetmeliklerle düzenlenmiş. İki bin kanun demek, on binlerce yönetmelik ve mevzuat değişikliği demek aynı zamanda.

Bu değişim projesini kim yönetecek bilmiyorum. Ancak hayati derecek önemli bir proje yönetecekler. Belki de bundan sonra yüz yıl çalışacak bir sistem olacak.

Bu teknik düzenleme, devlet-millet ilişkisini, bürokratik açıdan düzenleyecek. Kurumların yapısı, işleyişi, işletilmesi ve insan kaynağının istihdamı yeniden ve radikal bir şekilde düzenlenebilecek.
Bürokrasi, siyasi iktidarları nasıl kontrol eder?

Yeni düzenleme yaparken en başta çok önemli genel prensipler belirlemek gerekir. Bürokratik oligarşiden Ecevit de, Özal da, Erdoğan da şikayetçiydi. İlk ikisi bu sistemi çok değiştiremedi. Ancak bu Anaysa değişikliği Cumhurbaşkanı Erdoğan'a oligarşi doğuran sistemi değiştirme fırsatı veriyor.

Yapılacak kanuni düzenleme, “Bu kurum Başbakan yerine, Cumhurbaşkanı'na bağlıdır” diye lafzi bir düzenleme olursa, oligarşinin gücü devam eder ve hiçbir şeyi değiştirmemiş olursunuz. Ancak bu kanunu değiştirirken, kurumların yapısal reformlarını gerçekleştirecek düzenlemeyi de yaparsanız, o zaman işte ideal bir bürokrasi kurar ve onun oligarşik bir güç olmasını da engellemiş olursunuz.

AK Parti, kendi kadrolarını iş başına getirdiği için bürokratik oligarşiyi kırdığını düşünüyorsa yanılıyor. Zira getirdiği kadrolar da oligarşik düzenin bir parçasına dönüştü maalesef (bunun detaylarını okumak isterseniz 18 Ocak 2017 tarihli yazıya bakınız).

Yüz yıldır çalışan sistem, bürokrasinin kendi içinde bir güç oluşturması ve siyaseti dengelemesi üzerine tasarlanmış. Ancak bürokrasi, siyaseti dengelemek yerine, onu kontrol etmek, hatta emrine almak için çabaladı ve başardı. Askeri bürokrasi, güvenlik bürokrasisi, yargı bürokrasisi, hariciye bürokrasisi, maliye bürokrasisi bugüne kadar birçok kez siyasi iktidarları kontrol altına almayı başardı. Buna bir de medya bürokrasisini ekleyin şimdi.

Kurumlar, dünya ile rekabet edemiyor

Stratejik olarak, bir kurumun başına kendi siyasi görüşünden bir yönetici atamak, bürokratik oligarşiyi kırmak anlamına gelir mi? Ya da o kurumun maksimum verimle çalışmasını sağlar mı? Bence hayır.

Bir kurumu yeniden yapılandırırken, Türkiye'nin ve dünyanın çok hızlı değişen şartlarına uyum sağlayacak şekilde dizayn etmedikten sonra, yöneticinin değişmesi çok şey ifade etmez. Onlarca kurum ismi verebilirim böyle. Yöneticileri değişmesine rağmen, yapısal sorunları nedeniyle halen dünyanın, hatta Türkiye'nin gerisindeler.

Kurumların dönüşmesinde ilk gözetilecek şey, “benim adamım olsun” kriteri olduğu için, bugüne kadar tüm siyasi iktidarlar bürokraside maksimum verimlilik ve dünya ile rekabet kısmını kaçırmıştır. Buna AK Parti'nin son dönemini de ekleyebiliriz.

Liyakat ve ehliyet meselesi, 15 yıllık AK Parti iktidarları döneminde, bu son dönem kadar hiç gerilememişti. İlk yıllarda hatırlıyorum, Erdoğan ve diğer yöneticiler, kurumların başına birini atarken, kılı kırık yaran bir titizlikle hareket ederlerdi. Şimdi bu hassasiyet çok azaldı maalesef.

Bu nedenledir ki, kurumlarda verimlilik, üretkenlik, rekabet şartları çok geriledi. Zira tüm kurumlar, başlarına atanan yöneticiye göre pozisyon alır, renk değiştirir ve ona göre bir performans gösterir.

Kişi merkezli kurumlardan vazgeçmek gerek

Mevcut sistemde, her bürokratın stratejik hedefi, bir üst koltuğa oturmak, üstte bir koltuk yoksa da oturduğu koltuktan kalkmamaktır. Kurumun başarısı ve hedeflerine ulaşması sonradan gelecek bir stratejidir onun için. Şu anda birçok kurumun içinin boşalması, inisiyatif kaybetmesi ve işlevsizleşmesinin sebebi de budur.

Özetle, kişi merkezli bir sistem bugüne kadar süre geldi. Oysa kişilerden bağımsız, dünya ile rekabet edecek bir kurumsallaşmaya ihtiyaç var. Yani her kurumun Cumhuriyet'in 100. Yılı hedefi olması, kurumsal olarak bir hedefe ulaşmaya çalışması ve bunu başaramayan yöneticilerin de hesap vermesi gerekir. Bu olmadı.

Şimdi bunu yeniden kazanacak bir fırsat elimize geçiyor. Evi taşıyoruz. Eskimiş eşyalardan kurtulalım, arızalı olanları tamir edelim ve yeni, güzel eşyalar alalım.

Bürokrasiyi dünya ile rekabet edecek şekilde değiştirmezsek, Cumhuriyetin 100. Yıl hedeflerine ulaşmamız mümkün olmadığı gibi, mevcut durumumuzdan daha da gerilememiz bile söz konusu olabilir.
T24

Bülent Arınç ağır konuştu: Her yerde zulüm var
28 Nisan 2017

Bülent Arınç katıldığı canlı yayında kendisine hakaret eden Mehmet Metiner ağır sözler söyledi.

AKP'nin eski ağır toplarından Bülent Arınç katıldığı bir radyo programında çok konuşulacak açıklamalar yaptı. Kendisine hakaret eden AKP Milletvekili Mehmet Metiner ve FETÖ'den gözaltına alınan eski ortağı hakkında konuşan Arınç, "Manisa’da haksızlık ve zulme varan olaylar var. Sadece Manisa’da değil her yerde var" dedi.Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Best FM’de bir programa konuk oldu. Canlı yayında açıklamalarda bulunan Arınç yeni parti kurmayacaklarını, kendisini hala iyi bir AKP’li olduğunu söyledi.

BUNU BİZDEN ALIN DİYE YALVARDILAR

Arınç, kendisi hakkında “Gönül dünyamızda yeri yoktur” diyen AKP Milletvekili Mehmet Metiner’e de yanıt verdi. Arınç şu ifadeleri kullandı:“Metiner kimdir ki sözleri bu kadar kıymetli olsun, internet sitelerinde kendine yer bulsun. Benim de gönül dünyamda bir sinek ısırığı kadar yeri yok. İyi bir siyasetçi değil, çok yanlış hareketler yapılıyor. Mecliste sevilmediğinin de tanığıyım. Adıyaman’da son sıradan seçilmişti. Adıyaman’dan geldiler bize yalvardılar bunu bizden alın. Fitne çıkarıyor dediler. Onu oradan alıp İstanbul’da orta sıralara verdiler.Ben kendisinin AK Parti’ye bir şey kattığını düşünmüyorum. Kendisi daha önce de başka siyasi partilerde yer almıştı.

”MANİSA'DA ZULÜM VAR, HERYERDE ZULÜM VAR

Arınç FETÖ’den gözaltına alınan ortağıyla ilgili olarak da özetle şunları söyledi:“Manisa’da herkesi tanır herkesle de iyi ilişiler kurarım. Son operasyonda içlerinde 3-4 tane de avukatın bulunduğu gözaltılar oldu. Onlardan biri de benim eski ortağım. Ben milletvekili olarak avukatlıktan ayrılmadan önce de savcılıktan ayrılmış bu arkadaşı ortak olarak almıştım. Fevkalede çalışkan, saygılı, bilgili Manisa Barosu’nun güzide avukatlarından biridir. Ben Başbakan Yardımcılığı dönemimde de Manisa’daki bazı gözaltılara dair ses çıkarmıştım

.2 YILA YAKIN SÜRE GEÇTİ NEDEN DAVA AÇILMIYOR

Benim HSYK’dan şu anda bir ricam var. Ne olur buradaki savcılara şunu sorun aradan 2 yıla yakın zaman geçti. Bu adamlarla ilgili neden bir dava açmıyorsunuz, tutukluluk durumlarını inceleyip de neden tahliye etmiyorsunuz? Suçlarını yüzüne okumuyorsunuz?Mehmet Yılmaz Manisa’ya bir ilgi gösterse. Evrensel hukuk kurallarına göre suçlamalar yüzüne okunur.Benim ortağımla aradan 1 yıl geçtikten sonra ne gibi suçlama olduğunu bilmiyorum ama Manisa’da haksızlık ve zulme varan olaylar var. Sadece Manisa’da değil her yerde var.Bu zulüm olaylarını gözden geçirmekte fayda var. 3 ay oldu OHAL inceleme komisyonunun kurulacağının duyurulması. Ancak hala faaliyete geçmedi. Rica ediyorum hükümetten.” Kaynak: Haberartıturk

“15 Temmuz’dan sonra alınan hâkimler de ihraç edildi!”
30 Nisan 2017



CHP'li Yarkadaş: Bizzat elleriyle aldıkları hâkimlere bile güvenemeyecek bir hale gelmişler

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, son Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 15 Temmuz darbe girişiminden sonra alınan hâkimlerin de ihraç edildiğini söyledi. Yarkadaş, “AKP paranoya yaşıyor, 15 Temmuz sonrası alınan hâkimleri de son KHK ile attılar” dedi.

Evrensel’de yer alan habere göre, Yarkadaş, son KHK ile 200'e yakın stajyer hâkimin ihraç edildiğini iddia etti. “AKP'nin yargıda kadrolaşma tutkusunun tam bir rezalete dönüştüğünü” söyleyen Yarkadaş şöyle konuştu:

"Adına KHK denilen 'KIYIM Hükmünde Kararnameler' ile insanların yaşamlarını yok ediyorlar. Barış İçin Edebiyatçılar'dan yazarlara, aydınlara ve akademisyenlere uzanan geniş bir yelpazede kıyımlar yaşanıyor. Düşman hukuku anlayışı ile hazırlanan KHK'ler muhalifleri yok etmeye ayarlanmış kimyasal bir silaha benziyor. O silah vurduğu yerde hiçbir yaşam belirtisi bırakmıyor."

"Kadro açmak için"

KHK'ların bir amacının da "AKP kadrolarına yer açmak" olduğunu ifade eden Yarkadaş sözlerine şöyle devam etti:

"Ancak bunu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Yargıda kadrolaşabilmek için 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 200'e yakın stajyer hâkimi göreve başlattılar. Hâkim adaylarını AKP'nin darbe girişimi sonrası yeniden oluşturduğu heyet seçti. Atanan hâkim adayları güya güvenlik soruşturmasından da geçti. Dün gece ise neredeyse tamamını FETÖ'cü suçlamasıyla ihraç ettiler. Bizzat elleriyle aldıkları hâkimlere bile güvenemeyecek bir hale gelmişler. Bu bir paranoya halidir ve bu ruh halinin ülkeyi yönetebilmesi mümkün değildir."

"Şüphe had safhada"

AKP'nin 24 Nisan'da bin 341 hâkimi daha göreve başlattığını bunların yüzde doksanını parti teşkilatlarından seçtiğini öne süren Yarkadaş, "Üç ay sonra da onları atarlar. Hiç kimseye güvenemiyorlar. Çok korkuyorlar çünkü... Suçluların ruh haliyle yaşıyor ve her şeyden şüphe duyuyorlar" dedi.

"AKP'nin KHK'lar ile otoriter bir rejimi kalıcı hale getirmeyi ve TBMM'yi tasfiyeyi amaçladığını" söyleyen Yarkadaş, "Bu anlayışın Türkiye'yi yönetemeyeceğini göreceğiz. Sistem dejenere oldu ve çürüdü. Çürüyenin yerine yenisini hep birlikte koyacağız" dedi.
T24

Ahmet Taşgetiren: Soytarılar, çamur adamlar; üzerime insanlar gelsin, köpekler değil!
30 Nisan 2017



"Çamur adamlarla da gidilecek bir yol yok"

"Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 48.6 "hayır" oyuna karşılık yüzde 51.4 "evet" oyu ile kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasına giden süreçte kimi köşe yazarlarınca "gizli hayırcı" olmakla suçlanan Ahmet Taşgetiren, Star gazetesi ile yollarının ayrıldığına yönelik iddia ile ilgili olarak "Şu anda Star'da yazmaya devam ediyorum. Bu arada arayan, tweetlerle duygularını ortaya koyan dostlara kalbi şükranlarımı sunuyorum" dedi.

Ahmet Taşgetiren, Star'daki köşesinin kapatıldığı iddiasını böyle yanıtladı: Doğru olduğunu düşünmüyorum

TGRT'de "Medya Kritik" programını sunan gazeteci Cem Küçük ve Fuat Uğur için "iki soytarı" benzetmesi yapan Taşgetiren, "Üzerime insanlar gelsin, konuşalım, tartışalım. Soytarılar gelmesin, onun bunun iti - köpeği gelmesin. Tetikçilerle işim yok" ifadesini kullandı.

Ahmet Taşgetiren'den Cem Küçük ve Fuat Uğur'a: Kuyruklarına bastım, basacağım!..

Taşgetiren, "Benim Tayyip Erdoğan'la ya da Ak Parti ile arama nereden geldikleri ve şimdi nerede durdukları belli olmayan adamlar girmesin" diye yazdı.

“İki soytarı”nınbir TV kanalındaetrafa iğrençlikler saçtığı bir ortamda, birdenbire Star Gazetesi'nin yazılarıma son verdiği haberleri dolaşmaya başladı. Arayanlara “Haberim yok” dedim.

Sonra Star Medya İcra Kurulu Başkanı Ahmet Bayraktutar'ı aradım. “Ben de o haberlerle boğuşuyorum, nereden kaynaklandığına bakıyorum. Tabii ki öyle bir şey yok” dedi. Bir fırtına esti.

Şu anda Star'da yazmaya devam ediyorum. Bu arada arayan, tweetlerle duygularını ortaya koyan dostlara kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Ancak dünyamızda bir sıkıntı var. Onu konuşmalıyız.

Daha önce de yazılarımla ilgili gerilim olduğunda Ahmet Bayraktutar'ı aradım ve kendisine “Veda yazısı hazır” dedim. “Ethem Bey'le de her şeyi yeniden konuşabiliriz.”

Kendime zamaneye göre ayar verecek değilim.

Çizgim belli.

Müslümanım.

Artı, bir davam var. İslam'ın tüm insanlık için en yüksek değerler manzumesi olduğuna ve insanlığın bu değerlerle buluşması için her türlü gayretin gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Sivil bir misyon bu.

Davamın diğer ayağı, içinde Türkiye'nin de bulunduğu İslam dünyasının büyük devletlerini kaybettiği süreç içinde açık-örtülü sömürge statüsü içine sürüklendiğini, bundan kurtulması gerektiğini, bunun siyasal, ekonomik, kültürel, askeri birikimlerinin oluşmasının kaçınılmaz olduğunu, İslam'ın evrensel misyonu ile İslam dünyasının özgül ağırlığının yeniden kazanılmasının birbiriyle bağlantılı olduğunu kapsayan bir boyut içeriyor.

“Türkiye'nin Türkiye olması” ve “İslam dünyasının İslam dünyası olması” dediğim şey bu.

Bunun gerçekleşmesi için ülkemizde ve İslam dünyasında insan kalitesi noktasında yapılacak çok şey var. İster Müslümanlık kalitesi itibariyle ister başka dünyevi misyonlar çerçevesinde insanımızın “özgül ağırlığı”nın artırılması en hayati mesele. Çamur adamlarla da gidilecek bir yol yok, dünyevi misyonlar açısından sığ insanlarla da...

Bu misyon çerçevesinde bütün dünya ile ilişki kurabilirsiniz. Pergelin ayağı misyon duyarlılığını kaybetmemek şartıyla tüm dünyayı dolaşabilirsiniz.

Benim ülke içi siyasi duruşum da bu hassasiyet”le iç içe.

“Tayyip Erdoğan'ın ayağına taş değmesin” diye yazdığımda da insan kutsamıyorum, benim baktığım yerden önemine işaret ediyorum. Eleştiri yapıyorsam, aynı hassasiyet içinde hareket ediyorum. Şunu da söyleyeyim: Desteğim de eleştirilebilir, itirazlarım da.

Tayyip Erdoğan'ın, bir siyasi lider olarak, başka insanların da kendisiyle buluştuğu insan olması tabii. Bir siyasi lider zaten toplumda pek çok yönelişin ortak bileşkesi olabildiği ölçüde başarılı olacaktır. Ben de mesela İslam'la ilgili bir misyonu, ülkenin ve insanlığın pek çok ortak paydası ile buluşturamıyorsam, zaten bir adım ilerlemem mümkün değil.

“Misyon” olarak belirlediğiniz bir çizginiz varsa, atacağınız adımları, söyleyeceğiniz sözleri, yapacağınız değerlendirmeleri o hassasiyetlerle yapmanız kaçınılmaz.

Şimdi, koordinatlarımı ifade ettim.

Bu çerçevede yazmaya devam edeceğim.

Eleştirilerim de olur, takdirlerim de.

Üzerime insanlar gelsin, konuşalım, tartışalım. Soytarılar gelmesin, onun bunun iti - köpeği gelmesin. Tetikçilerle işim yok. Benim Tayyip Erdoğan'la ya da Ak Parti ile arama neredengeldikleri ve şimdi nerede durdukları belli olmayan adamlar girmesin. İş o hale geldiyse zaten ortada ciddi bir problem var demektir. “Ak Parti'nin İslamcıları tasfiye edip etmemesi” diye bir tartışma başlığı açılmışsa ipin ucu kaçmaya başlamış demektir.

TV ekranlarında tetikçilerin Ak Parti adına ahkam kestiği bir ortamda iş ciddiye alınmıyorsa, ipin ucu kaçmaya başlamış demektir.

Ahmet Taşgetiren böyle yazacaktır.

Başka şeyse Ahmet Taşgetiren'in başka olmaya hiç mi hiç niyeti yoktur.
T24

Güzel haber: "Türkiye'nin AB rüyası şimdilik bitti"
02.05.2017



BirGün'ün haberine göre; Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn, Türkiye'nin AB'deki geleceğine ilişkin açıklama yaptı. Hahn, "Türkiye'nin AB rüyası şimdilik bitti" ifadelerini kullandı.

Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn, "Türkiye'nin Avrupa perspektifinden uzaklaştığı herkes için net, en azından şimdilik" dedi.

Johannes Hahn, daha önce de Türkiye ile ilişkilerin gözden geçirilebileceği sinyalini vermiş; mevcut durumun sürdürülebilir olmadığını söylemişti.

Türkiye AB Avrupa açıklama ekonomi
Haber93

Meral Akşener: 'Hayır Partisi' kuruldu
05.05.2017



Demokrat Parti'yi ziyaretinin ardından konuşan eski MHP milletvekili Meral Akşener, "Bir 'Hayır Partisi kuruldu. Esas olan 'Hayır Partisi'nin mensuplarının ne istediği. Onlarda artık şunu istiyor: Birbirinizle kavga etmeyin. Bu bloğu muhafaza edin" dedi.

Ziyaretin ardından çarpıcı açıklamalarda bulunan Meral Akşener "Bir Hayır Partisi kuruldu. Esas olan Hayır Partisi 'nin mensuplarının ne istediği. Onlarda artık şunu istiyor: Birbirinizle kavga etmeyin. Bu bloğu muhafaza edin ve arttırarak devam edin. İşinden olmak pahasına hayır kampanyasına birey birey dahil olanlar var. Hukuk için mücüdele etmek. Hu
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 27, 2017 10:48 pm tarihinde değiştirildi, toplam 10 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 28, 2017 11:13 pm    Mesaj konusu: Bu genç kızlar, din devletine oy vermişe benziyor mu sizce? Alıntıyla Cevap Gönder

Akif Beki: Eveti coşkuyla kutlayan bu genç kızlar, din devletine oy vermişe benziyor mu sizce?’
23/04/2017



ALLAH rızası için biri Hayrettin Karaman hocaya şu fotoğrafı göstersin.
Sonra da sevabına sorsun…

‘Hocam’ desin, ‘Ajanslar, referandum sonucunu dünyaya bu fotoğrafla geçti. Zafer turu atan, eveti coşkuyla kutlayan bu genç kızlar, din devletine oy vermişe benziyor mu sizce?’

KANDIRILDI MI YANİ EVETÇİLER?

Hayrettin hoca, referandum öncesi eveti farz kılan bir fetva vermişti.

Görüşünde ısrar ediyor.

“Çıkan sonuçlar” yazısı, en yanlış sonucu çıkarma yarışmasında birinci gelir.

Oylamayı dinle ilişkilendirirken şunu tekrarlıyor: “Hayatımızda İslam’ın adım adım tamamlanmasını istiyorsak, bu adımlardan birini teşkil edecekse evet demek farz olur…”

Ardından; “Halkın yüzde 50’den fazlasının bu farzı yerine getirmiş olması, dindarlık oranlarına göre önemli bir gelişmedir” diyor.

Yani İslam’ın hayatımıza hâkim olması için evet dediler öyle mi?

Peki bundan haberleri var mıydı?

Sistem değişikliğine oy verdiklerini zannederken aslında İslam’ın hâkimiyetini tamamlamasına oy verdiklerini biliyorlar mıydı?

Yazının devamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/akif-beki/hayrettin-hoca-gorsun-bu-fotografi-40435284

Karar'dan 'evet'çi kadınlara sansür!
24 Nisan 2017



Ahmet Hakan: Bu konuda kimsenin ama kimsenin değil, sadece “evet” çıktı diye sevinen bu genç kızların fikrini merak ediyorum

Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan, bugünkü köşesinde, referandumdan sonra “Evet”çilerin kutlaması sırasında çekilen bir fotoğrafın sansürlenerek kullanıldığını yazdı. Hakan'ın paylaştığı fotoğrafa göre Karar gazetesi, genç kadınların yer aldığı fotoğrafta kadınların göbeklerini sansürledi.

Ahmet Hakan'ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

Bu iki fotoğraf karesinde de...

“Evet” oyu vererek Hayrettin Hoca’nın farzını yerine getiren genç kızlarımızı görmektesiniz.

Sağdaki fotoğraf karesi, genç kızlarımızın gerçek durumlarını yansıtmakta... Yani oynanmamış... Yani sansürlenmemiş... Yani olduğu gibi yansıtılmış...

Soldaki fotoğraf karesi ise Karar gazetesinde yayınlandı. Burada açık göbeklerin “fotoşop” marifetiyle kapatıldığını, dekoltelerin örtüldüğünü görüyoruz...

Bu konuda kimsenin ama kimsenin değil, sadece “evet” çıktı diye sevinen bu genç kızların fikrini merak ediyorum.”
T24

Şebnem Korur Fincancı: ANAP böyle bir çöküşü yaşamıştı, onu DYP izledi, demek ki sıra AKP’ye geldi
24/04/2017

Üçüncü büyük muhalefet partisinin eş başkanları dahil milletvekilleri rehin alınmış, olumsuz görüş bildirenlere yönelik saldırılar almış başını gitmişken elde edilen sonuç sistem değişikliğini bu haliyle onaylamayanlar adına başarı ve AKP’nin bugüne dek izlediği politika adına da ciddi bir meşruiyet kaybı olarak göründü oralardan gözüme.

Çöküş sürecine girmiş bir siyasi parti daha oldu hayatımızda, diye düşündüm. Bir zamanlar ANAP böyle bir çöküşü yaşamıştı, onu DYP izledi, demek ki sıra AKP’ye geldi. Her üç partinin de ortak özelliği nedir, diye bakınca, kendi çalışma alanım açısından ağır insan hakları ihlallerinde ivme kazanmalarını işaret etmek mümkün görünüyor.

Çöküşleri ile ters orantılı bir ihlal davranışı sergiliyorlar. İvme kazanma biz insan hakları mücadelesi yürütenler için çok daha öncesine tarihlense de, Kürt illerinde yaşananlar bir türlü görünür olamadığından toplumda belirgin bir hal alması ancak 2013 yılında Gezi protestolarına yönelik tahammülsüz tutum olmuştu.

Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Kürtlere yönelik saldırganlık alıp başını giderken, polis şiddetini meşrulaştıran “iç güvenlik” yasası ile hızla yukarılara tırmanıp, OHAL sonrası da cezasızlığı yasalaştırarak taçlandırdılar konumlarını.

Yazının devamı için: https://www.evrensel.net/yazi/78951/cokus

Mahçupyan: 'Pelikancılık' denen tutumun AKP'li olmakla ilgisi yok, başka bir 'reis'e kapılanabilirler!
27 Nisan 2017

"Asıl soru partinin niçin ve nasıl bu kişilere mahkum hale getirildiği olmalı"

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, "son dönemde 'reisçilik' veya seviyesiz haliyle 'pelikancılık' denen tutumun AKP'li olmakla ilgisi olmadığını" savunarak "Bu kişiler bir başka parti içinde de kapılanacak bir reis bulmayı yadırgayacak tıynette gözükmüyorlar. Asıl soru partinin niçin ve nasıl olup da bu kişilere mahkum hale getirildiği olmalı" dedi.

Etyen Mahçupyan'ın "Erdoğan'ın tercihi ne yönde olacak" başlığıyla yayımlanan (27 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Referandum öncesinde “evet” oylarının hızla yükselmekte olduğu, yüzde 60’a ulaştığı söylemini bir propaganda aracı olarak kullanan çevreler doğal olarak sonuçtan memnun olmadılar. Onlar büyük bir oy farkıyla geçtiği takdirde yeni sistemin kendilerine “doğal” bir güç bahşedeceğini, siyasi ve iktisadi nüfuz alanı üzerinde çok daha etkili hale geleceklerini düşünmüş olabilirler. Bu nedenle hayıflanmaları ve şimdi daha da sertleşen bir siyasi ortamdan medet ummaları şaşırtıcı olmaz. Ama açıkça söylemek gerekirse son dönemde “reisçilik” veya seviyesiz haliyle “pelikancılık” denen bu tutumun AK Partili olmakla fazla bir ilgisi yok. Bu kişiler bir başka parti içinde de kapılanacak bir reis bulmayı yadırgayacak tıynette gözükmüyorlar. Asıl soru partinin niçin ve nasıl olup da bu kişilere mahkum hale getirildiği olmalı…

***

Bu sorunun irdelenmesi için önümüzde bir yıl var. Sonrası 2019 Kasım seçimlerinin gölgesi altında yaşanacak ve eğer AK Parti kendi içinde sağlıklı bir yapıya doğru evrilmezse, o seçimde de “zorunlu” kutuplaşma ve “beka ihtiyacı/hain üretimi” girdabında yüzde 43-45 aralığına inecektir. Oysa ortada çok ilginç bir gerçek var...

Referandumda “evet” oyunun yüzde 51-52 olacağı görülüyordu ve bunun AK Parti tabanının yüzde 15 kadarının çekimser veya olumsuz bakışının sonucu olduğu hesaplanıyordu. Ancak aynı saha araştırmalarında “bugün seçim olsa” hangi partiye oy verecekleri sorulduğunda AK Parti yüzde 52 alıyordu! Diğer bir deyişle tabanın bir bölümü tüm yetkileri tek elde toplayan ve denetlenemeyen bir yönetim sistemine “hayır” dedi ama AK Parti’ye “evet” demeyi sürdürdü. Bu çok önemli bir potansiyel… Partinin Pirus’un yoluna mahkum olmadığını, aksine yeni bir sıçrama yapabileceğinin göstergesi.

Esas mesele Erdoğan’ın bu potansiyeli değerlendirmek için atılması gereken adımlara ne kadar hazır olduğu veya bunu ne denli istediğidir. Çünkü açıktır ki söz konusu adımlar parti içi kurumların öne çıkmasını, kifayetsiz kadroların arka plana itilmesini, ortak aklın ve liyakatin egemen olmasını gerektiriyor. Ne var ki bu, “her şeyi bilen ve işaret eden” bir tek adam değil, “her şeyi öğrenen ve koordine eden” bir tek adam modeli…

Erdoğan şimdi bu ikilemle karşı karşıya, son iki yılda devşirilen kadrolarla tek adamlığın keyfini çıkarabilir ama başarılı olma şansı az. Buna karşılık başarılı olma fırsatı önünde duruyor ama bunun için tek adamlığı bir zihniyet değişimi ile birlikte hayata yansıtmak ve bunun gereğini yapmak zorunda.

***

Elimizde bu yönde tek ölçü referandum sonrasındaki tepkiler. Nitekim önümüzdeki dönemi asıl belirleyecek olan unsur referandumun sonucu değil, onun hükümet ve Erdoğan tarafından nasıl taşındığı. Maalesef şu an için performans pek olumlu değil. ‘Hayır’ vermiş olan bazılarının ergen davranışı karşısında “mağlubiyeti kutlama” benzetmesi yapılarak toplumsal kırılmanın sabitleştirilmek istenmesi; yazarları kim olursa olsun, TRT imkanlarının kullanımından siyasi atmosfere bütün tespitlerinin objektif olduğu okuyan herkesçe sabit AGİT raporunu itibarsızlaştırma çabası ve ayrı bahsi hak eden idam çağrısı ile şimdilik sıkışma ve katılaşma yönünde ilerliyoruz…

Usulsüzlük iddialarının maalesef ilk kez kamuoyunda tartışıldığı bir referandum sonrasında, gücün denetimsiz kullanımında ısrar, AK Parti’ye ve kitlesine sadece zarar verecektir. Bakalım Erdoğan hangi yolu seçecek…
T24

YSK'nın tek 'muhalif' üyesi gerekçesini açıkladı
28 Nisan 2017



YSK'nın referandumun iptali başvurusunu reddeden kararına muhalif kalan tek üyesi Cengiz Topaktaş gerekçesini açıkladı ve Anayasanın 67. ve 79. maddelerinin ihlal edildiğine dikkat çekti.

YSK'nın reddettiği CHP, HDP ve Vatan Partisi'nin iptal başvurusunun kabul edilmesi gerektiği yönünde oy kullanan tek üyesi Cengiz Topaktaş, gerekçesini açıkladı. Topaktaş karara muhalefetinde; seçim kanununa aykırılık, kampanya sürecinde farklı görüşlerin medyada temsil edilmemesine işaret ederek, Anayasanın 67 ve 79. maddelerinin ihlal edildiği kanaatini bildirdi.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), anayasa değişikliği referandumuna ilişkin mühürsüz oy ve zarfların geçerli sayılmasını "tam kanunsuzluk hali" olarak niteleyen CHP, HDP ve Vatan Partisi'nin "Referandum iptal edilsin" talebini 1'e karşı 10 oyla reddetmişti.

YSK'nın, CHP'nin itiraz başvurusunun oy çokluğuyla reddine ilişkin kararının gerekçesinde, söz konusu karara katılmayan YSK üyesi Cengiz Topaktaş'ın karşı oy yazısı da yer aldı.

Topaktaş, karşı oy gerekçesinde, YSK'nın çoğunluğunun görüşüne katılmadığını şu ifadelerle açıkladı:

"Cumhuriyet Halk Partisinin 16/04/2017 tarihinde yapılan halkoylamasının tam kanunsuzluk nedeniyle iptaline karar verilmesini talep etmesi üzerine Yüksek Kurulumuzun sayın çoğunluğu 19/04/2017 tarih ve 573 sayılı kararla talebin reddine karar vermiştir. Bu karara katılmamaktayım. Anayasa değişikliği gibi önemli bir halk oylamasının anlatılması noktasında, sivil toplum kuruluşlarının gerektiği gibi propaganda yapma haklarını kullanamamaları, seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacağı kuralının gözardı edilmesi sonucu, radyo ve televizyon kanallarının sadece kendi görüşlerine yer vermeleri ile Anayasa değişikliği metninin halka anlatılmasında farklı görüşlerin eşit temsil edilmemesi ve 560 sayılı kararımızın yarattığı sonuç gözetildiğinde, Anayasamızın 67 ve 79. maddelerinin ihlal edildiği, bu nedenlerle seçimlerin iptali yolundaki başvurunun kabulüne karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden, Yüksek Kurulumuzun sayın çoğunluğunun görüşüne katılmıyorum."

YSK üyesi Cengiz Topaktaş'ın işaret ettiği Anayasa'nın 67. ve 79. maddeleri "Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları" ile "Seçimlerin genel yönetim ve denetimi"ni düzenliyor.

Anayasanın 67. maddesi

Anayasa'nın "Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları" başlığı altındaki 67. maddesi şöyle:

"Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.

Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır. Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla kanun, uygulanabilir tedbirleri belirler.

Onsekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halkoylamasına katılma haklarına sahiptir.

Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.

Silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askerî öğrenciler, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar. Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde oy kullanılması ve oyların sayım ve dökümünde seçim emniyeti açısından alınması gerekli tedbirler Yüksek Seçim Kurulu tarafından tespit edilir ve görevli hâkimin yerinde yönetim ve denetimi altında yapılır.

Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.

Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz."

Anayasanın 79. maddesi

"Seçimlerin genel yönetim ve denetimi" başlığı altında Anayasanın 79. maddesi ise şöyle:

"Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.

Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.

Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.

Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.

Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştaydan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkanvekili ad çekmeye girmezler.

Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur."
Hukuki Haber

AKP'li Şamil Tayyar'dan KHK tepkisi: Pes ettim artık yokum
29 Nisan 2017



AKP Milletvekili Şamil Tayyar, son yayımlanan KHK'lerin ardından partisine tepki gösterdi.

AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, iki yeni kanun hükmünde kararname (KHK) yayımlanmasının ardından Twitter’dan açıklama yaptı. Tayyar'ın paylaşımları şöyle:

‘FETÖ’yle mücadelenin raydan çıktığını söyleyen Tayyar, sürecin AKP’ye zarar verdiğini söyledi. Tayyar, “FETÖ hala işbaşında, herkes kör ve sağır, mücadele raydan çıktı, Akparti eliyle Akpartinin altı oyuluyor, yazıklar olsun” dedi.

Ardından ikinci bir mesaj atan Tayyar, “Pes ettim, artık yokum” ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet

Yaşar Taşkın Koç: Ortalığa nerden salındığı meçhul yeni bir tür asıyor kesiyor hükümler veriyor
28.04.2017

Yeni Şafak’ın bir diğer yazarı Yaşar Taşkın Koç ise sosyal medya hesabından sert açıklamalar yapan hükümete yakın bir diğer isim Ömer Turan’ı isim vermeden eleştirdi.

İşte Yaşar Taşkın Koç’un yazısının ilgili bölümü:

“İtle dalaşmak yerine çalıyı dolaşmak zaten yaygın bir davranıştı ama ortalık bu kadar çok it dolup o kadar az çalı kalınca mecbur oluyor, saldırmak isteyene bir taş da siz atıyorsunuz.

Sonuç; batıklığa kenarından da girip paçalarınız çamur olması.

Bataklığa dökmeye çalıştığınız kum, toprak anında cıvıyor boşa gidiyor anca bataklık büyüyor.

Şimdilik öyle.

Ne yazık ki doğru.

Ama doğruların, reelpolitiğin, karşılıksız mücadelelerin ortasında en azından insan “kalbine sormaktan” kaçamadığı nice zamanlar oluyor.

Kendin için sabredebiliyorsun da başkalarının hakkını olsun savunmak için sabredemiyorsun.

Ortalığa nerden salındığı meçhul yeni bir tür asıyor kesiyor hükümler veriyor.

İşin eğlenceli kısmına gülüp geçildikten sonra tiyatro orada bitmiyor. Hayatın yalın acımasız gerçeği karşımızda duruyor. İnsanlar haksız yere itham ediliyor; kimi işinden ekmeğinden oluyor.

Savcıları göreve çağırıyorlar sanal ortamlarda. Sanırsınız sanal savcılar var.

Hüküm veriyorlar, sanırsınız hepsi temyize bile gidemeyeceğiniz hüküm verme yetkisine sahip hakimler.

İstihbarat onlardan sorulur, devletin ve milletin bekasının tek yılmaz savunucusu koruyucusu hatta silahşörleri onlardır.

Onbinlerce ve çoğu belli ki alt gelir grubundan garibandan oluşma bir koro da ne yapsalar alkışlıyor, koro yükseltiyor sahnedeki komediyi.

Trentius burada devreye giriyor acımasızca…

Acaba alkışladıkları kişiler bu işlerden nasıl bir maddi kazanç sağlamaktadır, hangisi o sarsılmaz hüküm cümlelerini hangi holdingdeki kendine ait kattan atmaktadır hiç bilmemektedirler.Zaman her şeyin ilacıdır derler.

Gerçeklerin elbet ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.

Savcılar öyle twitle falan değil, somut başvuruyla, resmi yazıyla göreve çağrılır, onu da göstermek, ispatlamak bize düştüyse iş başa düştü der paçamızda diş izleri ve çamur lekeleriyle dilekçemizi yazarız, onun da nasıl yapıldığını gösteririz.

Özeti şu okuyucu; bunlar da geçer.

Bu bataklıklar da kurur.

Gerçek, haklı, iyi, doğru, güzel olana dair yürüyüşü sürer insanoğlunun.

Arada tabii ki ve maalesef çamur'dan yaratıldığımızı hatırlatan tiplemeler çıkacak üç kuruş hatırına…”
Odatv

"Mühürsüz oy ile 'referandum söğüşleme' elbet kader değil"
30 Nisan 2017



Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, "başarılı ve şanslı her Ankara gazetecisinin son durağının genel yayın yönetmenliği" olduğunu savunarak "Çoğu kez bitip tükenmez davalar, cezaevleri, kimi zaman da hastaneler bu sürece dahildir. Derya Sazak da, Can Dündar, Fikret Bila gibi aynı gazetede (Milliyet) uzun yıllar çalışmış, meslekte kırk yılı geride bırakmış Ankara gazetecilerinden. Üçünün de yazgısı farklı ölçeklerde Tayyip Bey eliyle biçimlendi" ifadesini kullandı.

Ahmet Tan'ın "İtirazım var" başlığıyla yayımlanan (30 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Mühürsüz oy ile “referandum söğüşleme” elbet kader değil.
Ama bu döneme damga vurmuş yasalar, kavramlar ve sıfatlar maalesef kader:
Etkin Pişmanlık... Makul şüpheli... Enişte... Tam kanunsuzluk...
Bunlara bir de “Yenge” eklendi. Enişte’den değil... Firardaki Hava Kuvvetleri başimamı Adil Öksüz’den dolayı!
Yenge “etkin pişmanlık”tan yararlanmış ve yırtmış!
O yırttı da, acaba adalet sistemimiz, gençlerimiz, işsizlerimiz, ekonomimiz, sanayimiz, turizmimiz, kısacası ülkemiz de yırtacak mı?

***

Her şey “İtirazım var” diyen milyonlarca seçmenin organize olmasına ve 2019 seçiminin “İsyanım var”a dönüşmesine bağlı.
23 milyon 779 bin 141 seçmen “Tek Adam”a hayır dedi.
Bu kadar kusür milyon “hayır” tam 237 cumhurbaşkanı adayı çıkarabilmek demek. Yeni anayasa 100 bin imza ile cumhurbaşkanı adayına imkân veriyor.
Sayın K. Kılıçdaroğlu’nun “Ekmek”li bir adayına mahkûm olmamak demek.

***

“İtirazım var” diye feryat eden bir kitaptan söz etmek de pek güvenli değil. Ama yarı kadrosu fisebilillah hapiste yatan bir gazetede güvenden söz etmek de ayıp.
İşbu yazının esin kaynağı, yüksek yargıçlar eliyle önce çay sonra nal toplayan adalet ile şaibeli referandumun hemen ertesi piyasaya çıkan “İtirazım Var!” adlı kitaptır.

***

Başarılı (ve şanslı) her Ankara gazetecisinin son durağı genel yayın yönetmenliğidir.
Çoğu kez bitip tükenmez davalar, cezaevleri, kimi zaman da hastaneler bu sürece dahildir.
Derya Sazak da, Can Dündar, Fikret Bila gibi aynı gazetede (Milliyet) uzun yıllar çalışmış, meslekte kırk yılı geride bırakmış Ankara gazetecilerinden.
Üçünün de yazgısı farklı ölçeklerde Tayyip Bey eliyle biçimlendi.
Can Dündar, “gazetecilik” uğruna Erdoğan’ın yakın markajı ile önce cezaevine yatay geçiş yaptı. Sonra da zorunlu gurbete...
Fikret ile Derya otuz yıldır çalıştıkları aynı gazetede hep halef-selef oldular...
Ama yolları “Batsın böyle gazetecilik” fermanı ile ayrıldı.
Şimdi Bila, Cumhurbaşkanı’nın hiddetine maruz kalma korkusuyla boşaltılan Hürriyet koltuğunda oturuyor.
Sazak ise genel yönetmenlik koltuğu Tayyip Bey’i mutlu etmek uğruna altından çekildiği için şimdi evindeki kanepede oturuyor.
Eskilerin, eskimeyen sözüdür:
“Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur.”
Ve ölünür. Azrail gelinceye kadar da elbette yazmaya devam edilir.

***

Sazak da öyle yapmış. Sanal dünya ve “Twitter” kesmemiş olacak ki halkoylamasında yenebilecek haltları erkenden seçmiş gibi, oturmuş “İtirazım Var” diye bir kitap yazmış...

Siyasetin, medyanın ve ülkenin buralara nasıl geldiğini, kapalı kapılar ardında medya patronları ile siyasetçiler arasında dönen - dönemeyen dolapları ve bazı belgeleri de ekleyerek kâğıda dökmüş. Her Ankara gazetecisinin kariyeri darbe veya darbe teşebbüslerine tanıklıkla biçimlenir...
***

Rahmetli Örsan Öymen malum şarkıyı “Bir İhtilal Daha Var” diye aranje etmişti.
12 Eylül 1980 darbesi için yazdıkları ile Fehmi Koru’nun üç ay önce 15 Temmuz 2016 darbesi için TBMM Darbe Komisyonu’nda söyledikleri neredeyse aynıdır. Abdulah Gül’ün arkadaşı Koru diyor ki: “Türkiye’de bir daha darbe olmayacak diyenlerdendim. Oldu işte! Bundan sonra da olabilir mi? Olabilir.”

***

Cumhurbaşkanı da buna inanıyor ki hâlâ KHK ile biner, beş biner kamudan kovmalar sürüyor.
Siz istediğiniz kadar “İtirazım Var” deyin.
Cumhurbaşkanımız da üzüntü, itiraz ve pişmanlığını dile getirmişti:
“Rabbim de milletim de bizi affetsin!” (3 Ağustos 2016 Olağanüstü Din Şûrası) Bu sözler “Etkin Pişmanlık Yasası”ndan yararlanmasını sağlar mı? “Rabbim” dediğine göre Yüce Divan devre dışıdır. “Millet” de YSK desteğiyle ve yüzde yarım buçuklu bir farkla da olsa kendisini “Tek Adam” yaptığına göre işlem tamamdır.

***

“İtirazım Var” TBMM 15 Temmuz Darbe Komisyonu raporu tutanakları ile başlıyor. Çünkü o rapor hâlâ yayımlanmadı.
Gazeteci, kitap bile olsa “atlatma haber”den vazgeçmiyor. İyi ki de yayımlanmadı.
MİT’i ve Genelkurmay’ı geçtik, Enişte’nin bile görüşü bulunmayan rapor, bir Raj Kapoor filmi kadar acıklı olacaktı.
T24

Rasim Ozan Kütahyalı'dan Ahmet Taşgetiren'e: Garip olan, bu fantastik 'laik elitler' tezini onaylaması...
30 Nisan 2017



"İstanbul elitlerinin sosyal alemine çok uzak olmanın yarattığı yanılsamalar bunlar..."

Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, Star yazarı Ahmet Taşgetiren'in Prof. Kemal Gözler'in “Anayasasızlaştırma” adlı makalesinden altıntı yaptığını hatırlatarak "Garip olan İslamcı olduğunu söyleyen Taşgetiren'in de bu fantastik ve sürreel 'laik elitler tezi'ni onaylaması" görüşünü dile getirdi.

Rasim Ozan Kütahyalı'nın "Laik elitler, Taşgetiren ve Kemal Gözler" başlığıyla yayımlanan (30 Nisan 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

"Kemal Gözler'in şu ana kadar dört kitabını okudum. Gözler tam bir pozitivist hukukçu olmakla birlikte bu pozitivizm içinde çok tutarlı, çok titiz ve çalışkan bir akademisyendir. Türk hukukçuları içinde az rastlanır biçimde akıcı ve yalın ama aynı zamanda da hukuk literatürüne hakim yetkin bir dili vardır. Fakat bu makalesinde görüyorum ki sosyoloji ile siyaset alanında akademik olgunluğa ve teşhis yeteneğine yeterince sahip değil. Konu sosyoloji ve siyaset olunca bilimsel ciddiyetten uzak fantezi cümleler kuruyor. Biraz da taşrada hayat yaşayıp İstanbul elitlerinin sosyal alemine çok uzak olmanın yarattığı yanılsamalar bunlar. Garip olan İslamcı olduğunu söyleyen Taşgetiren'in de bu fantastik ve sürreel "laik elitler tezi"ni onaylaması..."

Taşgetiren'in "İktidar da muhalefet de okumalı" 28 Nisan 2017'de yayımlanan yazısının ilgili bölümü ise şöyle:

Türkiye kamuoyu, Kemal Gözler ismini, referandum öncesinde Anayasa tartışmaları sırasında çok duydu. Onun “Anayasasızlaştırma” makalesine pek çok atıf yapıldı. Gözler'in http://www.anayasa.gen.tr/dev.html'de “Demokrasi Nasıl Korunabilir? Uyuyan Devi Uyandırmak” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Okudum ve birçok bölümün altını çizdim.

Kemal Gözlerile muhtemelen düşünce iklimi noktasında pek çok farklılıklarımız var. Ak Parti ile de farklı dünyalarda olduğu açık. Ancak makaleyi ilginç bulduğumu söylemeliyim. Bence Ak Parti'nin de muhalefetin de okumasında fayda var.
T24

Fehmi Koru: Operasyon sırası siyasetçilere geldiyse eyvah!
01 Mayıs 2017



"Burada bir ‘gong’ sesi duyar gibiyim"
Fehmi Koru*

Bugün okuyacağınız gazetelerde en çok yorumlananın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın Suriye ve Irak’taki ABD’nin hoşa gitmeyen ittifaklarını eleştirirken kullandığı ”Bir gece ansızın gelebiliriz” sözü olduğunu fark edeceksiniz… Ağızlara pelesenk ünlü bir şarkıdan alınma sözler sayesinde, Ümit Yaşar Oğuzcan (güfte), Rüştü Şardağ (beste) hatırlandı, şarkının makamı (rast) bile anıldı.

Sözler yorumlanmayı hak ediyor gerçekten.

Ancak ben yine de dünün bir başka olayına takılıp kalmış durumdayım.

”Operasyon sırası siyasetçilere geldi’‘ öngörüsünde bulunan Sözcü‘den Saygı Öztürk‘ün yazısına…

İddia ciddi

Yazının girişine birlikte bir göz atalım:

”Fethullahçılara dönük operasyonlar, görevden almalar hızlanınca, sıranın siyasetçilere geldiği de sıkça konuşulur oldu. Önümüzdeki ayın ilk günlerinde bazı siyasetçilerin gözaltına alınacağı belirtiliyor, isim isim sıralanıyor.”

Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu da bu sebeple geciktiriliyormuş…

İlginç bir duyum ve değerlendirme…

Saygı Öztürk isim vermiyor, ama bir ‘kadın politikacı‘ ile Pensilvanya’da çekilmiş fotoğraflarda yer alan siyasetçilerden söz ediyor. Bir andığı da, polis atamaları, terfi ve tayinlerinde referans olanlar; herbirinin kaydı Emniyet’te tutulurmuş ve FETÖ’den ihraç edilen polislere referans olmuş politikacılar da topun ağzındaymış…

Tabii varlıkları inkâr edilmesine rağmen.. varsa.. ByLock kullanan.. BankAsya‘da hesap açtırmış.. artık FETÖ diye anılan örgütün çeşitli uzantılarına bulunduğu konumu kullanarak maddi katkılarda bulunan.. partili kişiler de..

İktidar partisine yakın bilinen medyamızdan bazı isimler, daha şimdiden, literatüre katkıda bulunmaya başladı.

İhbar furyası açılırsa…

Yine dün iktidarı destekleyen bir gazetede çıkan şu satırları da okuyalım:

”Siz suçsuz zannettikleriniz için yalvarıyorsunuz, peki aramızda dolaşan hainler, katiller, ajanlar ya da onları koruyanlar, kaçıranlar için de yalvaracak mısınız? (..) Ben, ‘Kur’an-ı Kerim’e el basıp yemin eden’, hacısını, hocasını şahid gösteren kripto adam (FETÖ’cü) biliyorum. İşin kötü yanı bu türden hala aramızda dolaşan bir sürü hain var. (..) Devletin en tepe makamlarında bulunan birileri, kendi ailesi içinde bile FETÖ ile ilişkili birileri varken, bu çevre hakkında bilgi vermemesi, ihbarda bulunmaması, onlara karşı elle tutulur bir açıklaması olmaması onun bu konuda ne kadar âdil ve sağlıklı bir fikir sahibi olduğu noktasında bir kanaatin oluşmasına sebep olmaz mı?”

Önemli sorular bunlar.. Kutu bir kez açıldı mı, pek çok şaşkınlıkların dışa vurması kaçınılmaz.

Hele herkesin yakınlarını bile ‘ihbar‘ etmesi beklenen bir ortamda…

Politika rekabetin en yüksek olduğu bir uğraş alanıdır. Her partinin, her bakan ve milletvekilinin, her teşkilat görevlisinin birden fazla rakibi vardır ve bunların görevdekiler hakkında olur olmaz iddialarda bulunmaları kimse için şaşırtıcı olmaz.

Siyasetçinin yakın ilgi göstermek zorunda olduğunu düşüneceği türden bir toplumsal yapıdan söz ediyoruz; yakın olmak bir zamanlar ‘+’ puan getirirken, şimdi ‘suç’ olmuşsa siyasetçi ne yapsın?

Eğer gerçekten ‘sıra siyasetçilere geldi’ ise.. siyasi hayattan birilerine de.. FETÖ örgütü konusunda siyasetçi olmayan kişilere uygulanan ölçülerle muamele edilmeye başlanacak ise.. ortalığın müthiş karışacağına muhakkak gözüyle bakabiliriz.

Subaylar.. polisler.. savcı ve yargıçlar.. işadamları.. şimdi de..

Benim ”Sıra siyasetçilere geldi” cümlesinde en fazla takıldığım sözcük ‘sıra’…

Acaba şöyle bir ‘sıra’dan mı söz ediliyor:

‘FETÖ’ adı verilen örgütle irtibatlı olduğuna inanılan ve 15 Temmuz hâin darbe girişimine doğrudan/dolaylı katkıda bulunmuş veya bulunabileceğinden kuşku duyulan askerler..
Birbirleriyle dayanışarak kendilerine ayak bağı saydıkları kişileri hapislere düşürmek için işbirliği yaptığına inanılan polis-savcı-yargıç konumundaki kişiler..
Ve yine onlarla aynı meslekten örgütle irtibatlı olduğuna inanılanlar..
Yüklü himmetler verdiği öğrenilen işadamları..
Fikir yönünden desteklediği düşünülen akademisyenler, gazeteciler ve yazarlar…

En son 9 bin 103 ve 4 binlik yeni tasfiye listeleriyle devletten ilişkisi kesilmiş, bir bölümü cezaevlerinde ikamet eden 150 bine yakın kişi…

Şimdi de ‘sıra’ politikacılara gelmiş oluyor…

Burada bir ‘gong’ sesi duyar gibiyim.

”Eyvah” dediniz mi?

Şundan dolayı: Olayları yakından gözleyen ve hemen her gelişmeyi AK Parti iktidarına –özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a– karşı bir kumpas olarak görmeye meyilli kişiler.. 15 Temmuz ardından başlayan ‘tasfiye’ hareketini de aynı kategoride değerlendirmekteydi..

Onlardan idiyseniz, ”Eyvah” demişsinizdir…

Ben, evet, ”Eyvah” diyenlerdenim.

Umarım, iş çığırından çıkmaz.

* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır

“AKP’li vekiller, FETÖ operasyonu öncesi pozisyon almaya çalışıyorlar”
Hülya Karabağlı
30 Nisan 2017



Eski CHP’li vekil Mehmet Şeker: En az zararla nasıl çıkarız hesabı yapıyorlar

TBMM 24. Dönem CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde yapması beklenen kabine değişikliği sonrasında belediye başkanlarından bürokratına kadar ciddi bir 'FETÖ' operasyonu yapılacağı bilgisi olduğunu söyledi.

“AKP’li vekiller şimdiden pozisyon almaya çalışıyor, en az zararla nasıl çıkarız hesabı yapıyorlar” diyen Şeker, Gaziantep'de, 'FETÖ' konusunda ciddi bir mücadele yapılmadığını ifade etti.

Mehmet Şeker“Asıl rapor Erdoğan’da”

Şeker’in T24’e değerlendirmeleri şöyle:

"AKP’de kabine değişikliğinden sonra belediye başkanından bürokrata kadar FETÖ operasyonu yapılacağı bilgisi var. AKP’li vekiller şimdiden pozisyon almaya çalışıyor. En az zararla bu işten nasıl çıkarız diye hesap yapılıyor.

"Referandumdan ‘evet’ çıkması AKP’nin aleyhine oldu. Vatandaş ‘bu işin siyasi ayağı nerede diyecek:’ Siyasetçi anlamında olmaz ise, Erdoğan bunu yapacak gücü olmadığını düşünürse erken seçim yapar, bunu yapmazsa 2019 yılında değil yanına Gül ve Arınç’ı da koysalar değil Cumhurbaşkanı yüzde 20 oy almaz bunu onlar da biliyor.

"24. dönemde kurulan Darbe Komisyonu raporu yazmıştık onu Meclis’e getirmediler. Bütün siyasi partilerin ittifakı ile yazılmıştı bu rapor. Şimdiki bu rapordan bir şey çıkmaz. Asıl rapor, Tayyip Erdoğan da, kimin bu işin içinde olduğunu, hangi belediye başkanı, hangi bürokrat bu işin içinde olduğunu, neler yaptıklarını çok iyi biliyor. Top kendisinde operasyon için önünde bir süre var. Eğer bunları yapmazsa 2019 hüsran yılı olur, onun açısından."

ETİKETLER
mehmet Şeker tbmm chp fetÖ akp tayyip erdoğan operasyon hülya karabağlı
T24

Times: Erdoğan ‘Gülenci’lere karşı savaşta devletin tüm aygıtlarını tüketti
01/05/2017



Britanya’nın köklü gazetelerinden Times, ‘FETÖ’ operasyonlarına ve hafta sonu Wikipedia’ya erişim engeli getirilmesine ilişkin bir yazı yayımlandı.

BBC Türkçe’nin aktardığına göre, Times’ın İstanbul’daki Türkiye muhabiri Hannah Lucinda Smith’in imzalı, ‘Erdoğan’ın tasfiyesi polisi ve Wikipedia’yı vurdu’ başlıklı yazıda, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, ‘Gülenciler’e karşı savaşının devletin tüm aygıtlarını tükettiği’ yorumu yapıldı.

‘Yasaları uygulayacak kimse kalmadı’

Erdoğan’ın tasfiyeleri hızlandırdığı ve yasaklardan en nasibini alanınsa internet ansiklopedisi Wikipedia olduğunu ifade eden Smith, geçen hafta 20 bin kişinin ‘Gülenciler’ ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle ya görevden uzaklaştırıldığını ya da gözaltına alındığını hatırlattı.

Smith, adı açıklanmayan bir yetkilinin, “Tasfiyeler sürekli devam ediyor. Neredeyse yasaları uygulayacak kimse kalmadı” sözlerine ve eski bir ‘terörle mücadele’ yetkilisinin “Bu kişilerin çoğu Gülenci değil. Temelde yaptıkları muhalefetin kalanını temizlemek. Erdoğan, kimsenin ona karşı gelmemesini teminat altına almaya çalışıyor” yorumuna yazısında yer verdi.

‘Gülenci’leri fazla seven yok’

Haberde darbe girişimi sonrası on binlerce yeni polisin göreve başladığı ancak emniyete giriş koşullarının gevşetildiği öne sürülürken, Türkiye’nin güneydoğusunda PKK’ya karşı verilen mücadelenin öncülüğünü ‘özel harekatçılar üzerinden polisin’ yaptığı belirtildi.

“Bazıları Sayın Erdoğan’ın orduyu dengeleyecek ve kendisine sadık bir paramiliter gücü şekillendirmek istediğine ve ülkenin doğusunun bir eğitim alanı olarak kullanıldığına inanıyor” diye devam eden yazıda polis hücrelerinde ‘Erdoğan’ın muhalifleri’nin kendilerini gözaltına alan yetkililerle ’empati’ kurduğu ileri sürüldü: “Türk toplumunu herhangi bir kesimindeki muhaliflerine karşı şantaja ve tacize başvuran Gülencileri fazla seven yok. Ancak herkesi yakalamaya yönelik bu operasyona da herkes şüpheyle bakıyor.”

Haber, referandum sonrası protesto çağrısı yapmasının ardından altı gün gözaltında tutulan ‘sol eğilimli bir web sitesinin editörü‘nün sözleriyle sonlandırıldı: “Yerel bir karakola götürüldüm. Zira en büyük karakol Gülenci olduklarından şüphelenilenler ile doluydu” dedi ve ekledi: “Polis bana karşı çok iyi davrandı. Kısa sürede serbest kalmamı umduklarını söylediler. Zira onlar da hedef. Kendilerini devletin parçası gibi hissetmediklerinden eminim.”

T24

AKP’de sıkıntı büyüyor
02 Mayıs 2017



Ömer Dinçer, “Eğer ileride Gül veya Davutoğlu’nun parti kurmasından, başkan adayı olmalarından endişe edildiği için bütün bu hadsizlikler ve haksızlıklar yapılıyorsa, bilinmeli ki bu davranışlar korktukları akibeti doğurur” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer, AK Parti içinde yaşanan tartışmaların yeni parti kurulmasıyla da sonuçlanabileceğini yazdı. Dinçer, Halk oylamasına giden süreçte ‘gizli Hayır’cı’ olmakla suçlanan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile ilgili olarak “Eğer ileride Gül veya Davutoğlu’nun parti kurmasından, başkan adayı olmalarından endişe edildiği için bütün bu hadsizlikler ve haksızlıklar yapılıyorsa, bilinmeli ki bu davranışlar korktukları akibeti doğurur” dedi.

‘Bu insanlar, AK Parti’nin aynı zamanda sahibi’

Ömer Dinçer’in Habertürk’te ‘AK Parti’ye yönelik oyun içinde oyun’ başlığıyla yayınlanan yazısının bir bölümü şöyle:

“2008 yılının ortalarıydı, AK Parti için kapatma davası açılmış, ama dava karara bağlanmamıştı. Hatırlanacağı gibi, bu davada 71 kişinin siyasetten men edilmesi de gündemdeydi. Yargı üzerinden darbe yapmak isteyenlerin listesinin ilk sıralarında, Sayın Abdullah Gül ile birlikte yine bu isimler vardı. O zamanlar AK Parti’nin vizyoner yöneticileri, ‘Bu insanlar partinin ruhu sayılır’ diyerek bu densizliği yapanları susturmuştu. Bu olayı aktarma nedenim, bugünlerde yukarıdaki isimlerin (Ali Babacan da eklenerek) partide varlıklarının sorgulanır olmasıdır. Saadet Partisi’ne katılmama kararından AK Parti’nin kuruluşuna kadar geçen sürede, henüz ortada hiç kimse yokken, Recep Tayyip Erdoğan’la beraber Bülent Arınç, Abdullah Gül ve Beşir Atalay vardı. Bu insanlar, AK Parti’nin sadece ruhu ve gücü değil, aynı zamanda sahibi.

Sayın Erdoğan daha mı güçlü olacak?

“Bu taraftarların, vaktiyle mağduru oldukları psikolojik harp yöntemlerini izleyerek itibar zedeleme, hizaya getirme veya pozisyonunu hatırlatma çabalarına, güya kollamaya çalıştıkları AK Parti’nin ve Sayın Erdoğan’ın ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum. Bu insanlar, onların hiç başaramayacağı bir yerde duruyorlar: Başarılı birer birey olarak davalarını menfaatlerinin üstünde tutmayı her zaman bilmişlerdir. Sağduyu sahibi olarak partinin de sağduyusu olmuşlardır. AK Parti’de liderlik yapmış Sayın Gül ve Davutoğlu uzaklaştırılınca veya halkın gözünde itibarsızlaştırılınca, parti ne kazanacak? Sayın Erdoğan daha mı güçlü olacak? Eğer ‘Bütün başarıların tek sahibi Sayın Erdoğan’dır, onun hiçbir şekilde bu isimlerin katkısına ihtiyacı yok’ diye düşünülüyorsa, bu insanlarla uğraşmanın ne anlamı var? Ama bu kez hiç kimse ‘Reis yalnız bırakılıyor’ diye yakınmamalı. İhtiyaç duyulduğunda veya fayda gözetildiğinde arayıp diğer durumda suçlama tavrı sizce ne kadar ahlaki?”

Etiketler: ömer dinçer

Kaynak:yeni Asya

Gül ve Davutoğlu’nun durumu belli oldu
02.05.2017



Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, AKP’de yeni dönemi yazdı.

Hürriyet gazetesinin bugünkü (2 Mayıs 2017) nüshasında yayımlanan “AK Parti’de yeni dönemin perde arkası” başlıklı yazıda Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu tartışmalarına da değindi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AKP üyesi olacağı toplantıya Kurucular Kurulu üyelerinin de davet edildiğini aktaran Selvi, "Tabii gözler 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü arayacak. MKYK toplantısı bittiği andan itibaren 'Abdullah Gül gelecek mi' sorusunun cevabı arandı. Öncelikle Abdullah Gül, AK Parti’nin resmi kurucu üyesi değil. AK Parti’nin kuruluşunda milletvekilleri kurucu yapılmamıştı. Ama Gül ile ilgili şöyle bir farklı durum var. Bir süre “Kurucular Kurulu üyesi” olarak yer aldığı listeden Cumhurbaşkanı seçilince ismi çıkarılmış. Abdullah Gül gibi AK Parti’yi kuran üç isimden biri olan, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış birine üyeliği sorulmaz ama Abdullah Bey, cumhurbaşkanlığı görevinden sonra AK Parti’ye üye olmadı." dedi.

Referandumdan bu yana süren tartışmalar nedeniyle Abdullah Gül konusunun mercek altına alınacağını söyleyen Selvi, cumhurbaşkanlığına veda ettikten sonra hiçbir siyasi toplantıya katılmayan Abdullah Gül'ün törene gelmesinin beklenmediğini ifade etti.

Selvi, Davutoğlu'nun durumu ile ilgili olarak da "Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ise toplantıya katılması bekleniyor. Davutoğlu 16 Nisan gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayıp ilk tebrik eden isimlerden biriydi." ifadelerini kullandı
BirGün

Bir İslamcı grup daha AKP’ye başkaldırdı
2 May, 2017



Nurcuların yayın organı Yeni Asya gazetesi bugünkü manşetine Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya’nın AKP Hükümeti’ni hedef alan sözlerini taşıdı.
Nurcuların yayın organı Yeni Asya gazetesi bugünkü manşetine Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya’nın AKP Hükümeti’ni hedef alan sözlerini taşıdı.
16 Nisan’da referandumunda “evet” çıkmasını olumlu değerlendiren Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya yaşanan tasfiyelerin çığrından çıktığını belirtti. Kaya, “Gerçekten yeter artık! Devletin bu kadar hoyratça, bu kadar pervasızca hareket etmesi, hukukun bu derece ayaklar altına alınması, insan haklarının hiçe sayılması olacak şey değil! Bu yapılanların akılla, mantıkla bağını kurmak imkânsız” ifadelerini kullandı.
“HALA KİTLESEL OPERASYONLARIN SÜRMESİ ANORMALLİKTİR”
Rıdvan Kaya Haksözhaber.com sitesinde yer alan yazısında, “Klasik Kemalist devlet refleksi olan tasfiyecilik yeni dönemin de baskın karakterine dönüşme yolunda. Darbe kalkışmasının üzerinden dokuz buçuk ay geçtikten sonra bile hala kitlesel operasyonların sürmesi anormalliktir. Referandum sonrasında ortalığın yatışacağı ve devletin mağduriyetleri gidermeye yönelik adımlar atacağını bekleyenler maalesef daha çok bekleyecek gibi gözüküyor. Dün gece yine bir kararname depremi yaşandı ve emniyet mensubu 9.103 memur açığa alındı. Bu açığa alma kararının ‘emniyetin mahrem imamlarına operasyon’ adıyla birkaç gündür sürdürülen ve binden fazla kişinin gözaltına alınmasına paralel olarak gerçekleşmesi iki işlemin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşündürüyor. Ama bunun bilerek oluşturulan bir imaj olma ihtimali de yabana atılmamalı” açıklamasında bulundu.
“SORU SORMAK YOK, ELEŞTİRMEK, TARTIŞMAK ZİNHAR YASAK”
Rıdvan Kaya yazısını şöyle sonlandırdı:
“Artık biliniyor; FETÖ, bylock, kripto, imam, abi, abla vb. kavramlar bir şekilde telaffuz edildiği andan itibaren akan sular duruyor ve her türlü ‘icraat’ meşru hale gelip, karşı çıkılamazlık, tartışılamazlık zırhına bürünüyor! Bu sefer de aynı şey oldu. Medya organları kendilerine devlet katından verilen bilgileri aynen alıp manşetlerine taşıdılar ve bu kapsamlı operasyona sözcülük vazifesini bihakkın yerine getirdiler. Ne mutlu onlara!Gerçekten çok düşündürücü bir vaziyetle karşı karşıyayız! 10 bine yakın memur tek bir kararla açığa alınıyor, akşam uyuduğunda iyi kötü bir işi olduğunu düşünen on bin insan, on bin aile sabaha değil, belirsiz bir geleceğe uyanıyor. Buna karşın bizden istenen şey ‘ne büyük bir tehlike ile iç içeymişiz’ diye düşünüp, rahatlamaktan ibaret oluyor. Devletlû büyüklerimiz ‘ne kafa konforunuzu bozun, ne de bizi rahatsız edin’ diyorlar bize kısaca. Soru sormak yok, eleştirmek, tartışmak zinhar yasak.”
İşte o gazete:

Odatv.com

Çok sayıda sosyal medya hesabı ve internet sitesine erişim engeli
02 Mayıs 2017



YSK'nın mühürsüz oy kararının protesto edildiği eylemler hakkındaki paylaşımlara da engel geldi

Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından çok sayıda sosyal medya hesabı, bazı hesaplardan yapılan paylaşımları ve internet adreslerine erişim engeli geldi.

BirGün’de yer alan habere göre, engellemelerin odağında ise Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) protestolarında yapılan paylaşımlar ve bu paylaşımları yapan hesaplar oldu.

Mahkeme tarafından "Terörü öven, şiddete ve suça teşvik eden kamu düzeninin ve milli güvenliği tehdit eden, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesine bağlı olarak içeriğin çıkarılmasına/erişimin engellenmesine dair tedbir kararı, 5651 sayılı kanunun 8/A maddesinin 2. fıkrası uyarınca onaylanmasına karar verilmiştir" cümleleriyle alınan karar 40 Twitter, 2 Facebook, 4 internet sitesi ve çok sayıdaki Twitter paylaşımının kaldırılmasını içeriyor.

YSK protestolarında yapılan paylaşımlara erişim engeli

16 Nisan'daki anayasa değişikliği referandumunda YSK'nin mühürsüz oyların kabulüne ilişkin aldığı kararın protesto edildiği eylemler hakkında yapılan paylaşımlara da mahkeme tarafından erişim engeli geldi.
T24

AHMET HAKAN: REİS KİMİ DESTEKLEDİ
04.05.2017



CUMHURBAŞKANI Erdoğan, iktidar yanlısı köşe yazarları arasındaki kavgayla ilgili ilk kez bir şeyler söylemiş.

Ben anlamadım kimi desteklediğini, kimi gözden çıkardığını...

Bakıyorum:

İktidar yanlısı köşe yazarları da pek anlamamışlar.

Kimisi “İşte bizi destekledi” diyor.
Kimisi “Hayır, o sözlerle bize sahip çıktı” diyor.
Kimisi “Asıl bize destek çıktı asıl bize” diyor.

Mücadelenin konusu fikirler, ilkeler falan değil de “Reis kimi seviyor” olursa...

İşte böyle olur.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/solunda-ahmet-turk-saginda-meral-aksener-olan-chpli-bir-aday-40446410

AKP'de kavganın perde arkası
04 Mayıs 2017

Türk medyasında herkesi her şeyi yazamadığı bu günlerde AKP medyasına başlayan ve giderek şiddetlenen kavganın tarafları ve amacı bir türlü net olarak yazılıp çizilmedi. TKP'nin yayın organı bakın perde arkasını nasıl yazdı.

AKP'de Eski başbakan davutoğlu'nun tasfiyesi öncesi imzasır oalrak yayınlanmaya başlayan Pelikan Dosyası Referandum hezimeti ardından yeniden gündeme getirildi. Büyük bir kavganın yeniden başladığı süreçte Referandumdan beklenen sonuçların alınamamasına suçlu arandığı net gibi görünsede sıradan vatandaşlar kavganın taraflarını ve nedenini bir türlü çözemedi.

ŞİFRELİ AÇIKLAMALAR

En sonunda Erdoğan konuya ilişkin yine şifreli bazı açıklamalar yaptı. Kavga Erdoğan'a Reis diyen bazı AKP'li yazarların adı ile Abdullah Gül ekibi arasında geçsede Erdoğan açıklamasında İslamcılar tasfiye ediliyor cümlesini öne çıkarmayı tercih etti. Türkiye Komünist Partisinin yarı resmi gazetesi Sol konuya ilişkin çok ilginç bir ahaber analiz yayınladı. İşte o haber.

ERDOĞAN KAVGADA KİME TARAF OLDU

Erdoğan tavrını bir kez daha bir bütün olarak AKP Türkiyesi'nin selametinden yana koydu. AKP lideri için tek kriter “islamcılık” olamazdı mesela. Her kritik virajda açığa çıkan kurulu düzenden yana akılcılık kendisini belli etti...

AKP TÜRKİYESİNİN SELAMETİ

Tayyip Erdoğan, geri döndüğü AKP'nin içindeki kavgaya müdahale etmekte gecikmedi. Kavganın tüm taraflarının “reisçi” olduklarını iddia ettiği bir zamanda Erdoğan'ın tavrı merakla bekleniyordu.Erdoğan gazetecilere yaptığı açıklamada, “'İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor' deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır.” dedi.

TEK KRİTER İSLAMCILIK DEĞİLSE NEDİR ?

Erdoğan tavrını bir kez daha bir bütün olarak AKP Türkiyesi'nin selametinden yana koydu. AKP lideri için tek kriter “islamcılık” olamazdı mesela. Her kritik virajda açığa çıkan kurulu düzenden yana akılcılık kendisini belli etti.Pelikan dosyasıyla açığa çıkan AKP hizibi ve onun etrafındaki karmaşık ilişki ağını tanımlayan sözcük elbette “islamcılık” olamazdı. Pelikan hizbi AKP'ye dair daha büyük ve kapsamlı bir hususu anlatıyor.

BERAT ALBAYRAK ROLÜ

Bu ekip Berat Albayrak'ın izni ve bilgisi dahilinde oluşuyor. Üstelik Albayrak'ın yazışmalarına bakıldığında üç aşağı beş yukarı aynı ekibin başka işler de yaptığı görülüyor. Can Paker, Kerim Paker, Mehmet Uçum, Selman Öğüt, Süheyb Öğüt, Markar Esayan gibi isimlerin 2015 Haziran seçimlerinin hemen ardından yaptığı yazışmalara bakıldığında AKP içinde bu ekibin düzenli toplantılar yaptığı ve bu toplantıları sonrasında kendi aralarında değerlendirdikleri görülüyor. Bu gruba bir yazışmada Berat Albayrak'ın da katılması, grubun faaliyetinin bir üst seviyeye taşınması ve Erdoğan tarafından tanınma olarak değerlendirilmeli.

KİM BU PELİKAN

Pelikan hizbininin temellerini atan Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi'nin kuruluşu da aynı şekilde bu yazışmalarla sabit. Tüm pelikan haberlerinde ismine rastlanan ve artık bu konuyla anılan Süheyb Öğüt, 2015 Eylülü'nden Berat Albayrak'a yönetim kurulu ve tüzük önerisini içeren bir mail atıyor. İsimler yine tanıdık; Sadık Unay, Melih Altınok, Hilal Kaplan, Süheyb Öğüt, Salih Tuna, Can Paker ve bir işadamı. Son öneri belirsiz olabilir ama kesinlikle önemsiz değil. O listeyi en iyi anlatan sözcük belki de o: Bir işadamı...AĞIN İÇİNDE HEP İŞ ADAMLARI VARErdoğan'ın damadı Berat Albayrak'a olan güveni malum. Oğullarıyla olan tuhaf ilişkisine bakıldığında bunun anlaşılır tarafları da var. Ancak Berat Albayrak AKP'nin içinde gerçekten önemli bir yerde duruyor.Berat Albayrak, AKP'nin propaganda makinesiyle iş dünyası arasındaki ilişkiyi sağlayan isim. Sabancı, Koç, Doğan gibi gruplarla sürekli bir teması var. Toplantılar ayarlanıyor, karşılıklı görüş bildiriliyor, güncel gelişmeler değerlendiriliyor.

DAMAT VE İŞ ADAMI BAKANI ÇEKİŞTİRİYOR

Örneğin, Albayrak, Sabancı'da yetişip Turkcell'in başına geçen Kaan Terzioğlu'yla başka bir bakanı, Mehmet Şimşek'i çekiştirecek kadar samimi.Cem Küçük'ün bu yayıncılık işleri hep solcuların elinde diyerek yayınevi açmak için ulaştığı isim de yine Berat Albayrak. Aynı Cem Küçük'ün HSYK seçimlerinde elde edilen zaferden sonra Albayrak'ın patron ve gazetecilerden oluşan dar grubunda dönen kutlama yazışmalarında övgüyle anıldığı da not edilmeli.BÜYÜK İLİŞKİ AĞIMedya mensupları, akademisyenler, patronlar ve siyasetçiler... Burada büyük bir ilişki ağı var. Pelikan hizbi bunun yalnızca küçük ve görünen yüzünü oluşturuyor. Örneğin bu hizbi fonladığı iddia edilen Can Paker'in bu ekiple en başından bu yana ilişkisi olduğu açık. Ancak Paker'in Pelikancıları fonlaması onun yapabileceği belki de en basit iş. Halen Sabancı Holding iştiraklerinde yönetim kurulu üyeliği de yapan Cemil Barlas'ın sevgili dayısının fonlamaktan çok öte işler yapabileceği ortada değil mi?

İŞ DÜNYASI VE AKP BAĞLANTILARI

Pelikan, AKP içinde ideolojik bir taraflaşmayı veya AKP'nin müstakbel yol haritası üzerinde siyasi bir tartışmayı anlatmıyor. Bunlar yalnızca yan unsurlar olabilir. Pelikan, AKP'nin Türkiye'deki patronlarla kurduğu karmaşık ilişkinin somut göstergelerinden bir tanesi. Patron dünyasının AKP'nin propaganda mekanizmasıyla bağlantısının açık kanıtı.
Kaynak: haberartıturk

Yandaş yazardan Topbaş'ın damadının tahliyesine ilişkin iddia
04.05.2017



Yandaş yazardan Topbaş'ın damadının tahliyesine ilişkin iddia
Yandaş yazar Fatih Tezcan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş'ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı'nın şantajla tahliye edildiğini öne sürdü.

Tezcan ise Kavurmacı'nın sağlık sorunları gerekçe gösterilerek tahliye edilmesinin bahane olduğunu ileri sürerek, "FETÖ ve Damat şantaj yaptı, Yargı da bunlara boyun eğdi" ifadelerini kullandı.

Yandaş yazar Tezcan'ın tweetleri şöyle:

1- Kadir Topbaş'ın terörist damadı Ömer Faruk Kavurmacı tahliye edildi. Kadir Topbaş'ın ve FETÖ'nün yargı gücünü bilmeyenlere sürpriz olabilir.

2- Kadir Topbaş'ı deşifre ettiğimde bana Davetiyesiz Yakalama çıkarılınca
"BUNDA BU GÜÇ VARKEN DAMADINI DA TAHLİYE ETTİRİR" demiştim. Çıktı...

3- Kadir Topbaş'ın bütün sırları damadı Ömer Faruk Kavurmacı'da. Sağlık sorunu bahane. FETÖ ve Damat şantaj yaptı, Yargı da bunlara boyun eğdi.

4- Ömer Faruk Kavurmacı fiilen serbest kalırsa, toplumdaki "Ak Parti FETÖ ile değil Masumlarla Mücadele Ediyor" algısı büyür. ACİL TUTUKLAYIN!

5- Kadir Topbaş'ın terörist damadının 2 hafta önce 16 Nisan'dan önce sağlık sorunu yok muydu?! Karar Ak Parti'ye kaybettirir! ACİL TUTUKLAYIN!

6- Erdoğan Ak Parti'ye dönüyor! 2 gün sonra Kadir Topbaş'ın alınması beklenirken damadına tahliye! FETÖ CB Erdoğan'a Yargı Suikasti Yapıyor!

7- Atalay Demirci'ye müebbet ama Kadir Topbaş'ın damadına tahliye veren çarpık yargı düzeltilmedikçe "Neden %51,4 aldık?" diye sormak boşunadır.
BirGün

Abdullah Gül'den çok manidar açıklama

Eski Cumhurbaşkanı ve AKP kurucusu Abdullah Gül uzun süredir hakkında yapılan spekülasyonlar ve başta Baykal'ın açıklaması olmak üzere tüm iddialara yanıt verdi.

CHP'li Deniz Baykal tarafından 2019 için olası adaylar arasında gösterilen Abdullah Gül, Cuma namazı sonrasında açıklamalarda bulundu.

CUMA NAMAZINDAN SONRA AÇIKLAMA

Deniz Baykal'ın açıklamaları hakkkında "Geçen günlerde bir siyasetçinin kendi parti içi hesapları ve politikaları çerçevesinde yaptığı çeşitli taktikler, o konuşmada, beni de söz konusu etti. Açıkçası ben hiç ciddiye almadım benimle ilgili söylenenleri" diyen Gül, "Daha önce de biliyorum 367 meselelerinin hangi şartlarda ortaya çıktığını" diyen Gül, "Bazıları görüyorum ki ciddiye almışlar. Bazı arkadaşlar saygı çerçevesini de aşarak benim ne yapmama gerektiğini söyleyecek kadar ileri gittiler" şeklinde konuştu.

SİYASETE GİRMEYECEĞİM AMA PAYLAŞMA SORUMLULUĞUM VAR NE DEMEK

Gül, bi kez daha siyasete girmeyeceği belirterek, "Ben 7 sene tarafsız olarak cumhurbaşkanlığı yaptım. Siyasete girmeyeceğimi defalarca söyledim. Bütün birikimimi, bilgimi yeri geldiğinde paylaşma sorumluluğum var" diye konuştu.Gül, AKP'ye yakın bazı yazarların kendisi ve AKP'nin kurucuları hakkındaki ağır ifadelere gönderme yaparak, "AK Parti'nin gerçek öncüleri, kurucuları içeride ve dışarıda çok büyük emeği geçmiş arkadaşlar hakkında küfüre varan söylemler, edep dışı davranışlar içerisinde bulundular. Bunların nasıl organize olduğunu dünya alem biliyor" dedi. Kaynak: Abdullah Gül'den çok manidar açıklama
Haberartıturk

Meral Akşener: 'Hayır Partisi' kuruldu
05.05.2017



Demokrat Parti'yi ziyaretinin ardından konuşan eski MHP milletvekili Meral Akşener, "Bir 'Hayır Partisi kuruldu. Esas olan 'Hayır Partisi'nin mensuplarının ne istediği. Onlarda artık şunu istiyor: Birbirinizle kavga etmeyin. Bu bloğu muhafaza edin" dedi.

Ziyaretin ardından çarpıcı açıklamalarda bulunan Meral Akşener "Bir Hayır Partisi kuruldu. Esas olan Hayır Partisi 'nin mensuplarının ne istediği. Onlarda artık şunu istiyor: Birbirinizle kavga etmeyin. Bu bloğu muhafaza edin ve arttırarak devam edin. İşinden olmak pahasına hayır kampanyasına birey birey dahil olanlar var. Hukuk için mücüdele etmek. Hukukun üstünlüğü olmayınca demokrasi yok. Hukukun üstünlüğü olmayınca serbest piyasa ekonomisi yok. Hukukun üstünlüğü olmayınca nefes almak yok. Bu mücadeleyi birlikte sürdürüceğiz" dedi.
BirGün

Erdoğan'ın "Sırtını dönen iflah olmadı" sözlerine Şener'den yanıt: İflah olmanın ölçüsü makam mevkiyse...
04 Mayıs 2017



"Türkiye dış politikası arapsaçına dönmüştür, bir curcunadır"

AKP kurucularından eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın AKP'ye üyelik töreninde söylediği "Bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görülmemiştir" sözlerine yanıt verdi. Şener, "Başarının, iflah olmanın, hakkın hakikatin ölçüsü güç ve koltuklar olsaydı dünyanın en iflah olan insanları firavunlar olurdu" dedi.

Erdoğan’ın sözlerini RS FM’de Yavuz Oğhan’dan Bi De Bunu Dinle’de değerlendiren Şener, şu açıklamaları yaptı:

"Kendine özgü değerlendirme"

Gazete Duvar'da yer alan habere göre, siyaset yapan herkes kendi pozisyonunu güçlendirmek için, kendi durduğu yerde ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylemeye çalışır. Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmesi, kendisine özgü bir değerlendirmedir. İflah olmak ne demektir? İflah olmak, başbakan, milletvekili, bakan ya da cumhurbaşkanı olmak mıdır? İflah olmak birilerine göre makam, mevki sahibi olmak ve bununda ötesinde mevkii kullanarak, haram veya helal bol para sahibi olmak olarak değerlendirilebilir. Bulunduğu konuma gere topluma faydalı olan insanlar, iflah olan ve başarılı insanlardır. Ama konumu, makamı, unvanı, serveti yükseldiği halde ülkesine zarar veren insanlar, başarısız ve iflah olmayan insanlardır. Türkiye’de ortam o kadar felakete doğru gidiyor ki, şu anda ortaya çıkan bu tablodan dolayı sorumlu hissetmesi gereken devlet büyükleri, başarısız gözüküyorlar. Nedir o başarısızlık? En basiti ekonomi. Türk lirası değer kaybetmiştir. Son 9 yıldır kişi başına düşen milli geliri düşüren, insanları yoksullaştıran, bir siyasi iktidar ve iktidarın tepesinde bulunan kişiler başarısızdırlar. Başarısız olmaksa, iflah olmamayı gerektirir.

"'Kardeşliğimiz mezara kadar' cümlesi gerçeği yansıtmıyor"

Hayatımın en önemli dönemini Adalet ve Kalkınma Partisi’nin var olması için harcadım. Ancak dava dediğiniz şey kurumsal bir yapı değildir. İçinde bulunduğunuz kurumsal yapıda eğer sizin dava dediğiniz temel ilkelere aykırı şeyler varsa orada durmak davaya ihanet olur, oradan ayrılmak değil. Benim dışımda partinin kurucuları arasında yer alan, partinin var oluşunu sağlayan isimlerin hemen hemen hiçbiri şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi’nde değildir. Ayrılmak ve bırakmak istemedikleri halde Sayın Erdoğan tarafından partiden dışlanmışlardır, diskalifiye edilmişlerdir. Dolayısıyla böyle bir tablo ortadayken, Erdoğan’ın ‘Bizim kardeşliğimiz geçici bir kardeşlik değildir. Uzun süre beraber yol almak gerekir. Mezara kadar gidilir’ gibi sözleri yaptıklarını değil, yapmadıklarını bastırmaya yöneliktir.

"Bu mu iflah olmak?"

Türkiye’nin şu anki politikasını da değerlendiren Şener, “Türkiye dış politikası arapsaçına dönmüştür, bir curcunadır. İslam alemini kan gölüne çeviren politikaları sahiplenmek yine aynı şekilde bir başarısızlığın sonucudur. Devletin tepesindeki insanların siyasi tarzı insanları ayrıştırmayı derinleştirmiştir ve huzur kalmamıştır. Bu mu başarı, bu mu iflah olmak? Her tarafında bombaların patladığı bir Türkiye’yi inşa etmek, yanlış politikalarla var kılmak iflah olamamanın resmidir. Başarının, iflah olmanın, hakkın hakikatin ölçüsü güç ve koltuklar olsaydı dünyanın en iflah olan insanları firavunlar olabilirdi.

ETİKETLER
erdoğan şener iflah söz cevap haber akp kurucu
T24

Diriliş Postası yazarı: İhraçlar devletine küsmüş yığınlar oluşturuyor, muhtemel bir darbede...
04 Mayıs 2017



"Her seferinde devletine, milletine sahip çıkan bu milletin hakkını böyle mi ödeyeceksiniz?"

Diriliş Postası yazarı Recep Yazgan, olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile yapılan ihraçlarla ilgili olarak "Herkesin tıpkı milletvekili Şamil Tayyar gibi, 'Pes ettim, artık yokum' denmesi sağlanmak isteniyorsa, az kaldı bu da olacak. Başarılmak üzere az kaldı. Muhtemel bir darbede sokaklara, meydanlara çıkacak insan sayısını azaltmak için çalışılıyor gibi. Devletine küsmüş, hiçbir şeye itimadı kalmamış yığınlar oluşturuluyor" görüşünü dile getirdi.

Recep Yazgan'ın "Hava kurşun gibi ağır!" başlığıyla yayımlanan (4 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Siz bu milletin hakkını nasıl ödeyeceksiniz?

Her seferinde devletine, milletine, Reis’ine sahip çıkan bu milletin hakkını böyle mi ödeyeceksiniz?

Bakın, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar bile açığa alınan 9 bin 103 polisin ardından yayınlanan son KHK’nın ardından, “AK Parti eliyle AK Parti’nin altı oyuluyor, yazıklar olsun. Pes ettim, artık yokum” diyor.

Tayyar, "FETÖ halen işbaşında, herkes kör ve sağır, mücadele raydan çıktı, AK Parti eliyle AK Parti’nin altı oyuluyor, yazıklar olsun” neden diyor?

Ve sonra da neden ekliyor: “Kırgınlığım partimin iç meselesidir. İstifa milli irade ve davaya ihanettir. Rabbim birliğimizi daim kılsın. Hainler, kriptolar sevinmesin…”

Milletvekili böyle diyor: Bu millet ne desin, ne yapsın?

Bir sene oldu işin içinden çıkılamıyor!

Ümitler tükenmek üzere ve görülen o ki, ‘At iziyle, it izinde’ yeni bir dalga söz konusu.

Gelinen noktadan kimse memnun değil ve gelinen nokta herkesi tedirgin ediyor.

TRT başta olmak üzere hâlâ FETÖ’den temizlenemeyen kurumlar var.

Haklarında ByLock’çu ve kripto iddiaları dolaşan üst düzey bürokratlar ortalıkta cirit atıyor.

FETÖ ile irtibatından dolayı bakanlıktan alınanlar halk oylamasında sahaya sürülüyor.

15 Temmuz’da darbeye karşı koyanlar ve 16 Nisan’da sandığa doldurdukları EVET’lerin sonucunda güzel şeyler bekleyedursunlar, 15 Temmuz gazileri açığa alınıyor.

Van’da bir ilçe emniyet müdürlüğünde görevli polis memuru, 15 Temmuz darbe girişimini duyar duymaz saat 21.45 gibi evinden üzerini bile doğru dürüst giymeden silahını alarak görev yaptığı İlçe emniyet müdürlüğüne giderek darbecilere mukavemet için hazırda bekliyor.

İlçe emniyet müdürünün “Asker gelirse silahlarınızı teslim edin” emrine uymayarak, “Ben silahımı devletten aldım. Ancak devletime teslim ederim” diyor ve emniyet müdürünün kafasına silah dayayarak derdest ediyor.

Şimdi bu polis memuru açığa alındı.

Abisi ile çok yakın görüşüyorum. Samsun’daki FETÖ yapılanmasının sağlık ayağının ayıklanmasında önemli katkıları olan birisi.

Açığa alınanlara herhangi bir gerekçe de belirtilmiyor.

Sorulduğunda ‘tedbiren’ deniliyor.

Bu tedbirin içine neler giriyor belli değil.

Devletine, vatanına, bayrağına bağlı insanların güven duyguları sarsılıyor.

Herkesin tıpkı milletvekili Şamil Tayyar gibi, “Pes ettim, artık yokum” denmesi sağlanmak isteniyorsa, az kaldı bu da olacak.

Başarılmak üzere az kaldı.

Muhtemel bir darbede sokaklara, meydanlara çıkacak insan sayısını azaltmak için çalışılıyor gibi…

Devletine küsmüş, hiçbir şeye itimadı kalmamış yığınlar oluşturuluyor.

Hedef, toplumdaki Reis sevgisini törpülemek ise bu da bu ve buna benzer yanlışlar ile oldu olacak aşamada.

Biran önce açığa alınan ve geçmişinde hiçbir mensubiyet, iltisak, irtibat ve aidiyet bağı olmayan ve ‘tedbiren’ kılıfıyla açığa alınanların itibarları iade edilmelidir.

Hava kurşun gibi ağır ve bu ağırlık her geçen gün üzerimize çökecek bir ihanetin habercisi gibi…

ETİKETLER
darbe girişimi diriliş postası khk ihraç
T24

Ertuğrul Özkök'ten 'Erdoğan'ın treninden inen yazar ve siyasetçiler' listesi
05.05.2017

Ertuğrul Özkök'ten 'Erdoğan'ın treninden inen yazar ve siyasetçiler' listesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisini yeterince desteklemediğini düşündüğü gazeteci ve siyasetçiler için sarf ettiği "Trenden indiler" sözü sonrası alevlenen tartışma sürüyor.

Evrensel'de yer alan habere göre; Yandaş Türkiye'de 'Pelikancı' olarak anılan tayfanın yazarlarından Fuat Uğur, dünkü köşesinde "trenden inenlerin" yalnızca isimlerini vermişti. Hürriyet'te Ertuğrul Özkök ise bu yazıda isimleriyle verilenlerin kimler olabileceğine dair bir yazı kaleme aldı.

Özkök'ün köşesinin ilgili bölümü şöyle:

"Karşı mahalle bugünlerde acayip eğlenceli.

Dün itibariyle durum şöyle...

“Tetikçi” denilen kişiler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın A330’daki sözlerini, “kendilerinin kesin zaferi” olarak değerlendiriyor.

Anında ellerine boya kovalarını alıp, rakip köşelerin üzerine çarpı koymaya başladılar.

Cumhurbaşkanı’nın “Sırat-ı Mustakim”, yani “Doğru yoldan ayrılanlar” ve “Trenden inenler” diye nitelediği kişilerin şimdilik adresleri veriliyor.

Karşı köşelerin üzerine çarpı koyarak işaretleme yarışının başını Türkiye gazetesi çekiyor.

Bir numaralı hedefe Yeni Şafak, 2 numaraya ise Star gazetesini koymuş görünüyor.

Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur, dün köşesinde “AKP treninden inenlerin” tam listesini yayınladı.

O, sadece birinci isimlerini verdi.

Ben de araştırmacı gazetecilik yapıp, size “Trenden inenler kim kimdir”i hazırladım.

TRENDEN İNENLERİN GERÇEK KİMLİKLERİ

Ahmetler: Muhtemel adaylar: 1. Ahmet Taşgetiren, 2. Ahmet Davutoğlu, 3. Ahmet Altan
Mehmetler: 1. Mehmet Ocaktan, 2. Mehmet Altan
Mustafalar: Mustafa Karaalioğlu
Kemaller: Kemal Öztürk
İbrahimler: 1. İbrahim Karagül, 2. İbrahim Kiras
İsmailler: İsmail Kılıçaslan
Elifler: Elif Çakır
Merveler: A330 uçağındaki Yeni Şafak yazarı Merve Şebnem Oruç
Ayşeler: Ayşe Böhürler
Fatmalar: Fatma Barbarosoğlu
Özlemler: Özlem Albayrak
Lütfullahlar: Lütfullah Göktaş
Abdullahlar: Abdullah Gül
Selimler: Bulamadım
Kerimler: Bulamadım
Bülentler: Bülent Arınç
Aliler: Ali Babacan
Osmanlar: Bulamadım. (Osman Sert olabilir mi?)"

BirGün

Cumhurbaşkanı Türkiye yeni şafak gazeteci Evrensel AKP gazetecilik Ahmet Davutoğlu Ahmet Altan ibrahim karagül Abdullah Gül Bülent Arınç Ali Babacan yazar Recep Tayyip Erdoğan yandaş

Karar: Şeker kaplamasının altındaki zehir ortaya çıktı; İslamcılar mı, seviyesiz yanaşmalar mı?
06 Mayıs 2017
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 27, 2017 10:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 17 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts May 01, 2017 11:10 pm    Mesaj konusu: Tayfun Atay: Dindarlık dünyevileşti! Alıntıyla Cevap Gönder

Tayfun Atay: Başakşehir, muhafazakâr zenginler için yasak aşkların yaşandığı yer hâline geldi, dindarlık dünyevileşti!
01 Mayıs 2017



"Gençlerimiz bu iktidarın neşeyi yok ettiğini gördü"

Cumhuriyet yazarı ve akademisyen Tayfun Atay, dindarlığın dünyevileştiğini belirterek "Başakşehir’in dindar muhafazakâr zenginler için yasak aşkların yaşandığı yer haline gelmiş olması ve daha pek çok örnek, dindarlığın dünyevileşmesi, İslami deyişle “masiva”ya, yalan dünyaya teslim olmasıdır. Bu sadece bize özgü bir durum da değil, bir dünya hali" dedi.

Atay, sözlerine şöyle devam etti:

"Postmodern dönem, dini modernitenin kıyıya ittiği noktadan aldı, yeniden hayatın merkezine getirdi ama din, hayatın merkezine modern öncesi dönemlerde olduğu gibi özne olarak dönmedi, meta olarak döndü, sermayeye dönüşerek döndü"

Birgün'den Meltem Yılmaz'a konuşan Tayfun Atay'ın açıklamaları şöyle:

»Türkiye gündemini aylarca meşgul eden Anayasa değişikliği referandumundan, 51.5- 48.5’in ötesinde, yalnızca bugünün değil, geleceğin Türkiyesi’ne de dair ne gibi sonuçlar çıktı?

Şerif Mardin, 1989’da kaleme aldığı bir makalede, 2000’ler Türkiyesi’nde, “seküler” ve “İslami” olmak üzere, kültürel anlamda iki ayrı “ulus” çıkma ve bu iki ulusun şiddet dinamiği üzerinden karşı karşıya gelme olasılığından söz eder. AKP’nin 2011-2013 döneminde Ortadoğu’da kendini kabul ettirme yolunda belirgin bir İslami profil çizme çabasıyla bağlantılı şekilde, Türkiye’de seküler toplum üzerinde kurduğu baskının tepkisel patlamaya dönüştüğü Gezi olayları, bu olasılığın önünü açtı. İşte bu referandumda da, Mardin’in sözünü ettiği o iki ayrı “ulus” oluşumunun artık kristalleştiğini gördük. Öncelikle bu… İkinci sonuç, böylesi bir yüzde 50-50 ayrışmasının, mevcut dinbaz iktidarın otoriter istikrar sağlama hedefinin gerçekleşmesine imkân vermeyeceği. Zira otoriter istikrar, çok daha büyük bir kitle “Evet” deseydi, acımasız bir rahatlıkla gerçekleştirilebilirdi. Şimdiki durumda ise imkânsız. Deneyen, denedikçe batar. Üçüncü sonuç da, “Hayır” cephesinin böylesine konsolide olmasının, Cumhuriyet’in başarısına işaret ediyor olması. Yüzde 48.5 ve belki oylar çalınmasaydı yüzde 50’yi geçen oy oranı, seküler Türkiye’nin karşılığı. Kemalist modernleşme sorunsuz değildir tabii ama ne olursa olsun bu siyasal ve bürokratik seküler modernleşme girişiminin bir toplumsal karşılığı var. Bunun netleşmesi, özellikle iktidar cephesinden ha bire aksini iddia edenlere karşı önemli. Diğer yüzde 50 oy ise bir kara deliğe verildi. Zira AKP, bugün tepede bir lider, altta da troller ordusu ile fark edilen bir kara delik. Bu partiyi var eden pek çok insanın nasıl tasfiye edildiği ortada. Onların yerinde Erdoğan’a “inanmışlar”dan müteşekkil, kimsenin “Kral çıplak” diyemediği, diyenlerin linç kampanyasına uğratıldığı bir yapı var.

»Dahası, bugünlerde Kral’ı kim daha çok seviyor kavgası yapılıyor.
Doğru.

»Peki, sizin de vurguladığınız gibi, kurucu kadronun tasfiye edildiği, içinin bu kadar boşaltıldığı bir parti, referandumda böyle bir sonuç almasaydı dahi, yoluna nasıl devam eder ki?

AKP’nin geleceğe dönük bu şekilde gitmesinin imkânsızlığı ortada. Ama sürekli çatışmacı bir siyaseti hayata geçiren, Türkiye içinde ve Türkiye dışındaki gelişmelerden beslenerek hep bir çıkış noktası da bulan, tehlikeli bir önder aklı var.

»O zaman bahsettiğiniz aklın, hele ki referandumdan alınan sonuçtan sonra, varlığını sürdürmek için çatışmayı da sürdürmesi gerekiyor.

Şu anki sonuç hiç de baskıyı artırabilme noktasına gidebileceğini işaret etmiyor. Yine de çıkış bulamadığı noktada baskı ve şiddeti artırırsa yüzde 50’nin ya da daha fazlasının çok daha şiddetli tepkisini karşısında bulacaktır. Bunun karşılığında, o toplumun üstüne güvenlikçi çerçevede daha çok gittiğinde de, aynı şiddette çatışmaların doğmasına neden olur.

»Ama Gezi’de herkes gördü ki, seküler kitle hiç de şiddet yanlısı değil. İktidarın baskı atmosferini sürdürmekte bir sakınca görmemesinde, bu gerçeği biliyor olmasının rahatlığı da yok mu? “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” derken bu rahatlık yok muydu?

Zor tutuyorum dediği yüzde 50’yi Gezi sonrası süreçte bol bol sokağa döktü zaten. Pek çok sokak gösterisinin yanı sıra ve referandum sürecinde “Hayır” için çalışanların maruz kaldıkları sivil şiddet olayları, o yüzde 50’yi nasıl aktive ettiğinin göstergesi. Ama sonuçta eğer çatışmacı bir noktaya gidilirse, bu durum Türkiye’nin yarı yarıya birbirinin boğazına sarılmaya kalkışması anlamına gelir.

»Belki de tam bu yüzden, bir balkon konuşmasına yetişmemekle birlikte, kucaklayıcı söylemler yeniden başladı. Peki, “Hayır” cephesini ikna etmek, bunca deneyimden sonra, mümkün görünüyor mu?

Türkiye’nin seküler toplumu daha önce yaşadıklarından hareketle AKP’yi inandırıcı bulmayacaktır. 7 Haziran’da yüzde 41’e düşmüş ve koalisyon noktasına gelmiş bir siyasi hareketin diyalog ve barıştan söz etmesi gerekirken Kürt coğrafyasında savaş kartını öne çıkaran bir siyasi stratejiye yönelmiş olduğu gerçeğinden sonra, nasıl samimi bulalım? Selahattin Demirtaş’ın durumunda en ufak bir netleşme yokken, bir dolu seçilmiş milletvekili, 150’ye yakın gazeteci içerdeyken, OHAL’ler, KHK’ler devam ederken, akademisyenlere reva görülenler ortadayken nasıl samimi olduklarını düşünelim? Ama referandum tablosundan en azından otoriter bir rejim istikrarı çıkmayacağı, parti içinde anlaşılmış durumda.

»Sözünü ettiğiniz savaş kartı, haksız-hukuksuz tutuklamalar, OHAL ve KHK’ler gibi nedenler, referandumda kentli nüfusun AKP’ye desteğinin azalmasının da en temel gerekçeleri olsa gerek.

Evet. Zaten bu sonuç, toplumu korkutma ve sindirme girişiminin, kutuplaştırmanın, ayrıştırmanın başarısızlığıdır. Bu kutuplaştırma, arzu ettikleri bir Türkiye yaratmadığı gibi, tersine, kendisine bağlı görünen kesimde bile soru işaretleri ve rahatsızlığın dışa vurulmasına neden oluyor artık. Metropolleri yanında bulsaydı totaliter bir rejime gidiş konusunda belki hiç tereddütsüz hareket ederdi ancak olmadı. Demek ki seküler toplumda bir yılgınlık, çaresizlik, teslimiyet olmadığı gibi, ters yönden, muhafazakâr kesimde bir yılgınlık, rahatsızlık ve “Artık yeter Reis” deme durumu var gibi.

»Peki, muhafazakâr kesimde sözünü ettiğiniz yılgınlık hissi neden? 15 yılda AKP ile beraber şekillenen ve yükselen kentli muhafazakarların, yılgınlıktan ziyade, 90 yıllık referanslarla hareket eden seküler kesime kıyasla çok daha enerjik olması beklenmez mi, zira AKP ile birlikte yeni dil, söylem ve yöntemlerle tanıştılar, yeni referanslar edindiler.

Yılgınlık, kutuplaştırmacı siyasetteki ısrara yönelik duyulan bir yılgınlık, ben onu söylemek istedim. Yoksa yükselen kentli muhafazakârlar, ekonomi-politik işleyiş noktasında enerjilerini hâlâ kaybetmiş değiller. Kentsel dönüşüm projelerine, inşaata dayalı büyümenin, kredi sisteminin bu kesim tarafından nasıl benimsenip hayata geçirildiğine bak, bütün buralarda gayet uyumlu ve enerjik hareket ettiklerini görüyoruz. Ama esas kültürde, sanatta, edebiyatta, düşüncede, eleştirel akılda neredeler? İşte oralarda yoklar. (..)

»AKP ile yetişen genç neslin çoğunluğunun Hayır oyu kullanmasını da bu bağlamda mı değerlendirmek gerekir?

Twitter’ı yasaklayabilecek bir irade öncülüğündeki siyasi harekete gençler yönelebilir mi? Bu gençler AKP iktidarında büyüdüler, daha öncesini görmediler, pek çok nimeti AKP iktidarında gördüler, tamam ama bu iktidarın, gündelik hayatın akışını bozmaya çalıştığını, iklimindeki neşeyi, rengi, canlılığı yok etmeye çalışan bir yönelimi olduğunu da görüyorlar. Hani dindar nesil yetiştireceğiz denildi ya, dindar nesille kastedilen aslında dinbazlığı, yani din adına insanların her yapıp ettiğine kendi bildiğince karışmayı, gençlere bir şekilde siyasal norm olarak benimsetmekti.

»Yani mahalle baskısında gençleri aktör yapmak, öyle mi?

Evet, böyle de ifade edilebilir. Aslında çok karmaşık, derinlikli ve ayrıntılı içeriği olan sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlara siyaseten toptancı şekilde dinbaz bir mühendislik faaliyeti ile yaklaşımda bulunmak bu. Sosyolojik, sosyal-antropolojik, psiko-kültürel yaklaşımlarda bulunmak gerekirken “Ben yukarıdan bir dindarlık boca ederim, böylece kiri-pası dindarlıkla yıkarım” demek. Bir zorla-kültürleme, daha doğrusu zorla-dindarlaştırma girişimi. Gençler de tabii bunu hissediyor, bu söylemi, onu dillendiren şahsiyeti, onun tavrını, meydanlarda nasıl bağırdığını görüyorlar ve sanırım çok da haz etmiyorlar. Hâlbuki bu kuşak, çok esprili, mizaha açık, radikallikten uzak, yumuşak başlı, uzlaşmacı ve en önemlisi dinle barışık. Ama din adına gelenekçi, cemaatçi ve zamanın ruhuna ters dayatmaları da kaldıracak cinsten bir kuşak değil.

»Kentli seçmen ve genç nüfusun dışında, referandumun en çok dikkat çeken sonuçlarından biri de Üsküdar, Eyüp, Fatih’te çıkan “Hayır” ağırlıklı oylardı. Bu oyları, Saadet’in bu referanduma özgü “Hayır”a çalışmış olmasından çıkan bir sonuç olarak mı okumak lazım ya da siz nasıl yorumluyorsunuz?

Bu ilçeler muhafazakârlığın Osmanlı’dan bu yana tarihsel olarak kök saldığı ilçeler ama aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde modernleşmenin havasını da solumuş ilçeler. Buralar muhafazakârlığın olgun ve “medeni” olduğu ilçeler. Bu referandumda buralarda daha önce kendini AKP’de bulmuş insanlar “Hayır” dediler. “Bu kadar da olmaz” dediler. “Bu toplumda içki içen de var, serbest yaşamak isteyen de var ve bunları yok etme çabası olmamalı” dediler. “Neden bu kadar zorluyoruz, isteyip de gerçekleştiremediğimiz ne var” dediler. Buna karşılık, örneğin Sultanbeyli için benzeri bir değerlendirme yapamayız, çünkü bu bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel-demografik yapılanması, yapılanma süreci çok farklı.

»O zaman bu değerlendirmenizden şu sonucu çıkarabilir miyiz: Söz konusu ilçelerde “Hayır” diyen muhafazakâr kesim, sadece Başkanlık’a değil, aynı zamanda farklı hayat tarzlarının yok edilmeye çalışılmasına da “Hayır” dedi. Muhafazakâr kesimin mesajını böyle okumak mümkünse, bu tablo, iktidarın yarattığı karşıt kutuplar arasında yeni bir dönemin, iktidara rağmen, başlangıcı olarak yorumlanabilir mi?

Bir kesim muhafazakârın mesajı bu. Aslında sözünü ettiğimiz karşıt kutuplar, yani Türkiye’nin seküler ve muhafazakâr yarımları arasında farklı bir ilişki durumu daha önce kendisini göstermişti ve bir ayrışmaya değil sarmaşmaya doğru gidişin işaretleri vardı. Örneğin, 2000’ler sürecinde. İnsanlar, özellikle de gençler, kültürel sağırlık içinde oldukları karşı dünyalara kulak vermeye başlamıştı. Tartışmalar diyaloğa, çekişmeler etkileşime, husumet ve soğukluklar muhabbete doğru bir kültürel evrilme içindeydi. Ekonomide, gündelik yaşamda ve popüler kültür alanında pek çok işareti vardı bunun. Bu, 2011 sonrası süreçte, siyasi olarak tam ters yönde bir aktivasyona uğratıldı. AKP’nin “İnşa dönemi” retoriği eşliğinde... Gezi’de de “Yarım”larımızın şiddetle yarılması yoluna girildi.

»Peki, AKP gibi bir parti için muhafazakâr semtleri kaybetmek, Müslüman burjuvaziyi ya da genç nüfusu kaybetmekten daha mı kritik?
Biraz daha damardan bir etkisi olur tabii. Çünkü siz bu muhafazakâr alanları çantada keklik sayıyorsunuz. Dolayısıyla oradaki sarsıntı büyük olur. AKP bu referandum sonrasında ilk defa sırtını dayadığı bu kaynaktan da o kadar emin olmaması gerektiğini, orada da artık bir sorun olduğunu hissetti.

***

Din, meta olarak döndü

»İslamın sekülerleşmesi konusunda dikkat çekici yaklaşımlarınız var. Bugün bu anlamda nerdeyiz?

İslam’ın sekülerleşmesi dediğimde yanlış anlaşılıyor. AKP’nin siyaseten yapıp ettikleri, dayattıkları doğrultusunda “ne sekülerleşmesi kardeşim” deniliyor. Kültürel ve sosyolojik plânda dindar muhafazakârların kapitalizme ilişik şekilde sekülerleşmeye dönük yüzleri görmezden geliniyor. Bir dolu örnek var ama ilk akla gelenleri sıralayayım. Acun Ilıcalı’nın “O Ses Çocuklar” programında çocuğunu yarıştıran dindar muhafazakâr aileler, tesettür moda dergileri, tesettür defileleri, “Ben Bilmem Eşim Bilir” ve benzeri yarışmalarda kan-ter içinde kalan, kazanınca hepimizin gözü önünde kucaklaşan mütedeyyin çiftler, el ele, sarmaş dolaş flörtleştiklerini gördüğümüz dindar gençler, Başakşehir’in dindar muhafazakâr zenginler için yasak aşkların yaşandığı yer haline gelmiş olması ve daha pek çok örnek, dindarlığın dünyevileşmesi, İslami deyişle “masiva”ya, yalan dünyaya teslim olmasıdır. Bu sadece bize özgü bir durum da değil, bir dünya hali. Postmodern dönem, dini modernitenin kıyıya ittiği noktadan aldı, yeniden hayatın merkezine getirdi ama din, hayatın merkezine modern öncesi dönemlerde olduğu gibi özne olarak dönmedi, meta olarak döndü, sermayeye dönüşerek döndü.
T24

Yeni Akit yazarı: AKP, Fethullahçı cuntanın içindeki yavru komitacılarla devam ederse ağır çekim intihar olur
02 Mayıs 2017



"Ergenekon ve Fethullahçı psikolojik harp tekniklerini kullanan mezkûr Pelikan kliği..."

Yeni Akit yazarı Kenan Alpay, gazeteci Cem Küçük'ün "Mavi Marmara'daki manyak tipler" ifadesinden sözler hükümete yakın gazetelerin köşe yazarları arasında başlayan tartışmaya ilişkin olarak, "Türkiye toplumunu kucaklama, kuşatma ve toplumun tamamının temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almakla mükellef bir parti daha düne kadar Fethullahçı cuntanın içinde pozisyon almış yavru komitacılarla yola devam kararı verirse ağır çekimde bir intihar kararı almış demektir" ifadesini kullandı.

Kenan Alpay'ın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (2 Mayıs 2017) nüshasında yayımlanan "Söz konusu vatansa hiçbir şey teferruat değildir" başlıklı yazısı şöyle:

“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” mottosu uzun bir dönem devletin bekası namına işlenen türlü hukuksuzlukları kolayca örten bir maske olarak kullanıldı. Muhataplarına göre bazen korku salmak bazen de narkoz etkisi oluşturmak için aralıksız olarak devrede tutuldu. Ulusalcı-Kemalist iktidar sınıfları gibi Fethullahçı cuntanın da bütün engelleri etkisiz kılan büyüleyici maskesi devreye girdi bir zaman sonra: “Söz konusu hizmetse gerisi teferruattır.”

Temel hak ve özgürlükleri füruattan/teferruattan addetme teamülünün özde iktidar saplantısından neşet ettiği açıktır. Füruat/teferruat söylem ve siyaseti amaca giden her türlü aracı meşru sayan bir oportünizmdir. Bu ülke ve topluma verdiği ağır zararlar gün gibi ortada. Malum sebeplerle ne zaman vatan, devlet, millet, bayrak gibi semboller üzerinden vurgulanan beka kaygısı eskiye benzer bir biçimde öne çıkarsa temel ilkelerin, hak ve özgürlüklerin teferruattan sayılır hale getirileceği endişesi yükselir bende. Çünkü olur olmadık yerde namluya sürülür gibi bu kavramlarla kimi eleştirel duruşlar ve sahipleri en kestirme yöntemlerle ihanet ve düşman kategorisine iteklenme alanında bir yarış başlamış demektir.

Çirkin Mantık Yine Sahnede

Söz konusu vatan, devlet, bayrak veya benzeri bir sembol olsa da hiçbir şeyi ama hassaten hukuku, ahlakı, merhameti teferruattan saymayacak derin bir idrak ve sağlam bir pratiğe muhtaç olduğumuz tartışma dışıdır. Hukuk, ahlak ve merhamet toplumsal ve siyasal hayatın merkezi değerlerini teşkil etmiyorsa korunacak vatan, devlet, bayrak veya benzeri semboller oligarşik bir iktidarın aldatma ve sömürme araçlarından başkaca bir değer taşımazlar. Bu sebeple sembollerin nasıl bir iktidarı müdafaa için seferber edildiği son derece kritik bir önemi haizdir. Geniş toplum kesimleri bu tarz soyutlamalardan anlamazlar filan sanılmasın. Akademik literatürü kullanarak ifade edemese de toplum sabırla basit ve fakat keskin pratik hükümler inşa etmekte pek mahirdir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye toplumu hatta daha ileri düzeyde başta Suriye, Irak, Filistin, Mısır ve daha birçok Müslüman toplum için taşıdığı önem ve değerin de bu bağlamda değerlendirmesi acil bir görevdir. Çünkü Pelikan Şebekesi namıyla şöhret bulmuş oligarşik bir zümre benzer bir tertibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı merkeze alarak kurmak üzere epeyce bir mesafe kat ediyor. Ergenekon ve Fethullahçı cuntaların izinden yürüyen Pelikan Şebekesi aynı mantık ve örgütlenme biçimiyle kendi iktidarlarını kurmanın en kolay ve kestirme yolunu şu söylem etrafında örüyor: “Söz konusu Reisse gerisi teferruattır.”

Bu tip slogan ve söylemlerle güya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşruiyet, karizma ve otoritesini sağlama almaya girişiyorlar. Oysa bu söylem ve mantık Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hiçbir şey kazandırmadığı gibi bu sloganın ardına saklanarak yapılan işler sebebiyle açıkça yıpranmakta ve zarar görmektedir. “Söz konusu Reisse, mevzubahis olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’sa…” faslında açılan tartışmalarda karizmatik bir siyasal liderin meşruiyetini vurgulamaktan değil oportünist amaçlarla kurgulanan bir kültleştirme operasyonundan bahsedebiliriz ancak.

Ergenekon ve Fethullahçı psikolojik harp tekniklerini kullanan mezkûr Pelikan kliğinin “gizli hayırcılar, fırıldak AKP’liler, Hocacılar, Gülcüler, Kraliçenin adamları” vs. klişeler üzerinden tertipledikleri hem şapşalca hem de ahlaksızca operasyon kime kazandırıyor, kime kaybettiriyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, AK Parti’ye ve genel olarak Türkiye toplumuna kazandırmadığı, toparlayıcı değil dağıtıcı karakter arz ettiği, güven değil huzursuzluk ve şüphe telkin ettiğine dair çok sayıda somut gelişme yaşanıyor.

Ağır Çekim İntihar Olmasın

Tetikçi, trol, operasyonel medya vs. imajı giderek güçleniyor ve aynı oranda ‘iç düşman’, ‘en yakındaki tehdit’ ve buna bağlı olarak nereye varacağı belirsiz yeni yeni tasfiye planları hazırlanıp duruyor. Hiçbir itibarı olmayan kimi ayyaş, kimi serkeş, kimi takıyyeci, kimi kibir abidesi troller siyasete istikamet tayini için sahne alıyorlar hatta sahneden hiç inmiyorlar. Siyaseti ve siyasetçiyi işlevsiz dahası anlamsız hale düşüren rol kapmacaların önü daha ne kadar açık tutulur acaba?

Tasfiye planları ve söylemleri salt olarak ‘İslamcı’ camianın problemi veya derdi olarak görülmemelidir. Pelikan Şebekesi veya benzerlerinin idrak edemediği temel husus şu: İslamcı siyaset ve hareket kendileri gibi sığıntı veya asalak bir mahiyette değil çünkü iktidar imkânlarına bağımlı olarak değil aksine haksızlığa, hukuksuzluğa ve çarpıklıklara muhalefet ederek varlığını geliştirmiştir. Bu İslamcı hareketleri ilgilendirir. Fakat Türkiye toplumunu kucaklama, kuşatma ve toplumun tamamının temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almakla mükellef bir parti daha düne kadar Fethullahçı cuntanın içinde pozisyon almış yavru komitacılarla yola devam kararı verirse ağır çekimde bir intihar kararı almış demektir.

Siyasal ve toplumsal hayatta özellikle de kritik dönemeç ve süreçlerde hiçbir şey füruat/teferruat kabilinde değildir. Geçer gider, unutulur, kimse hatırlamaz, kırgınlıklar kolaylıkla telafi edilir vs. iyimserlikleri aldatıcı hatta yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Asıl olan hukukun, ahlakın ve merhametin siyasal ve toplumsal ilişkilerin merkezine yerleştirilmesidir. Hukukun hasmı, ahlaktan nasipsiz ve de merhamet düşmanı leş yiyici karakter(siz)lerle varılacak menzilin iyi, güzel ve hayırlı olmayacağı malumdur.

Uzun süren sessizlik, derin bir sükût hali eğer sindirme ve tasfiye için zaman kazanma beklentisinin tezahürü ise siyasetin bürokratik oligarşiden kurtulup troller oligarşisine teslim olduğunu ilan edebiliriz.

ETİKETLER
yeni akit gazetesi kenan alpay cem küçük mavi marmara
T24

Akif Beki: 'Reisçilik' namına terör estirdiler, paçozlar
29 Nisan 2017



"Asli unsurlardan bazı kalemler, 'dağdan gelip bağcıyı mı kovuyorsunuz' deyince büyüdü olay"

Hürriyet yazarı Akif Beki, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesiyle başlayan tartışmalarla ilgili olarak "Devlet adına tehditler savuracak, güya ‘reis’çilik namına ortalıkta terör estirecek kadar ileri gitmişlerdi ‘rol çalma’da. İşte bu hırtlık, taciz ede ede mahalleliyi ayağa kaldırdı. İnfial uyandırmayı başardılar sonunda" dedi.

Mahallede 'gizli hayırcı' kavgası sürüyor; kimler suçlandı, ne yazıldı, ne cevap verildi?

"İktidar mahallesinin eskilerinde can sıktı bitmeyen sataşmaları, mide bulandırdı sonu gelmeyen çatıp durmaları" ifadesini kullanan Beki, "Paçozların etrafa verdikleri rahatsızlık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşınca sessizlik bozuldu, gürültü bundan koptu" diye yazdı.

Akif Beki'nin "İslamcılığı yanlış biliyor olmayasın" başlığıyla yayımlanan (29 Nisan 2017) yazısı şöyle:

ERDOĞAN’ın İslamcıları AK Parti’den tasfiye etmesini isteyen kimi azgın tetikçiler başlattı tartışmayı.

Şuur kaybından mı, ‘ne oldum delisi’ olmaktan mı, dikkat çekme işgüzarlığından mı, artık ne derseniz, cüretkârlık palasını taşa çaldılar.

Devlet adına tehditler savuracak, güya ‘reis’çilik namına ortalıkta terör estirecek kadar ileri gitmişlerdi ‘rol çalma’da.

İşte bu hırtlık, taciz ede ede mahalleliyi ayağa kaldırdı. İnfial uyandırmayı başardılar sonunda.

Eskilerde sabrı taşırdılar

İktidar mahallesinin eskilerinde can sıktı bitmeyen sataşmaları, mide bulandırdı sonu gelmeyen çatıp durmaları.

Paçozların etrafa verdikleri rahatsızlık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşınca sessizlik bozuldu, gürültü bundan koptu.

‘Asli unsur’lardan bazı kalemler, ‘dağdan gelip bağcıyı mı kovuyorsunuz, aklınızı başınıza alın’ tepkisi gösterince büyüdü olay...

Köşe komşum Özkök işte bu safhada daldı topa. Tutacağı tarafı seçmekte henüz bocalıyor gibi.

Fakat ‘tetikçi’yi bile ‘İslamcı’ya tercih etme eğiliminde, önyargılarını dizginleyemiyor.

Komşumun zor ikilemi

‘Cehaletimi mazur görün ama’ diyerek naifçe yardım çağırmalarına kayıtsız kalamazdım.

“Çok iyi bir şey mi ki, son günlerde herkes birden İslamcı kesilme kuyruğuna girdi... Bir tetikçiye karşı gelişen ‘İslamcı-Mavi Marmaracı’ tepkinin mantığını biri anlatsın bana” diyor.

İkna edici mi, değil mi kendi bilir ama benden komşuma ‘çamsakızı çoban armağanı’ bir katkı olsun.

Tetikçilerin dil uzattığı İslamcılık nedir, ne değildir? İslamcı kime denir, kaça ayrılır diye... Vikipedia karıştırmaktan da yaşadığı kafa karışıklıkları ve fikri bunalımlardan da bugün kurtarıyorum onu.

Müracaat edilecek kaynağı ayağına getiriyorum. Buyursun, ‘bir bilen’den okusun.

Aşağıdaki alıntılar o yazıdan

İsmail Küçükkılınç, “Erdoğan İslamcıları tasfiye eder mi” sorusuna, Karar gazetesinde etraflıca bir manifestoyla cevap verdi.

İslamcıyla tetikçi arasında seçimini yaparken komşumun işine yarayacak bölümleri şöyle:

“Siyasal İslamcılık tabirinin bilinçsizce kullanıldığını söyleyebiliriz.

İslamcılık, siyasi olsun olmasın modern bir olgu, anlayış ve tavırdır. Şeriatçılıkla eşanlamlı olmadığı gibi selefîlik, dindarlık ve muhafazakârlıktan da farklıdır.

İslam dünyasındaki geri kalmışlığın tek suçlusu olarak Avrupa ve Hıristiyanları görmez. Bunda Müslümanların ve onların Kuran, hadis ve tasavvuf anlayışlarının ciddi kusuru olduğunu kabul eder...”

İslamcıya karşı tetikçiyi tutar mı yine de?

Karar vermekte hâlâ zorlanıyorsa devamına buyursun:

“İslamcılık, tektip değildir. Farklı coğrafyalarda farklı görünümler kazanır. Osmanlı-Türk İslamcılığında saltanat yerine meşrutiyeti savunmak gibi özgürlükçü rejim muhalifliği öne çıkar.

Sömürge toprakları İslamcılığında ise işgalci emperyalistlere karşı cihat, haliyle yabancı-Avrupa düşmanlığı barizdir.

Cumhuriyet dönemi İslamcılığını, Namık Kemal’lerin Yeni Osmanlı İslamcılığı ile Mehmet Âkif’lerin İttihatçı İslamcılığı etkilemiştir.

Şu an için eklemlenmiş görünse de İslamcılık, AK Parti ile özdeş değildir. Çünkü İslamcılık her çeşidiyle itiraz, eleştiri ve mücadeleye dayanan entelektüel bir çabadır.

İslamcılıkta rejim ve iktidar eleştirisinin eski ve kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz...”

Peki Erdoğan hangisini seçer?

16 Nisan dahil her seçimde Erdoğan’ı desteklediğini söyleyen Küçükkılınç’ın görüşü:

“Gelelim İslamcılığa kin kusan AK Parti içindeki bazı tetikçilere...

Bunlar camiaya başka yerden gelen ya da geç katılanlar olup harekete mideleriyle bağlıdır.

Bir tehlike halinde gemiyi ilk terk edecekler de bunlardır.

Ancak unuttukları şey şudur: Erdoğan entelektüel birikimin eski İslamcılarda olduğunu görmüştür. Basiretli bir siyasetçi olarak, muhalefete geçerlerse yıkıcı olabileceklerini tahmin etmemesi mümkün değildir.

Erdoğan, İslamcılarla kullanışlı tetikçiler arasında bırakın bir tercihte bulunmayı, kıyas bile etmeyecektir...”

ETİKETLER
akif beki hürriyet gazetesi mahalle
T24

Yeni Şafak yazarı: Medya 28 Şubat benzeri bir krizde; tetikçilerin hüküm sürdüğü düzen AK Parti'ye zarar verdi
02 Mayıs 2017



"Bakanlar Kurulu ve MKYK her şeyin işareti olacak"

Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, "28 Şubat döneminde en ağır darbeyi alan, saygınlığını ve güvenirliğini kaybeden medyanın benzer bir krizin içine girdiğini" savunarak "Tetikçiler, kifayetsiz muhterisler, menfaatperestlerin hüküm sürdüğü bir medya düzeni, belki de referandumda AK Parti'ye en büyük zararı verdi" dedi.

Gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesinin ardından "İslamcılar AKP'den tasfiye edilecek" iddiası ileri sürülmüştü.

Kemal Öztürk'ün "Erdoğan’ı beklerken…" başlığıyla yayımlanan (2 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Herkes Erdoğan'ın vereceği kararları bekliyor. 16 Nisan'daki referandumdan sonra düşeceği söylenen gerilim, ortaya çıkacağı düşünülen yol haritası ve AK Parti'nin bundan sonra izleyeceği politikalar, gelip Erdoğan'ın vereceği kararlara dayandı.

Herkes, bugün AK Parti'ye üye olan ve siyasi tarihte yeni bir sayfa açan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bundan sonra atacağı adıma kilitlenmiş durumda.

AK Parti teşkilatları bekliyor

Geçen hafta birkaç Anadolu şehrini dolaştım. Batı şehirlerindeki durumu biliyordum, bir de Anadolu şehirlerindeki teşkilatın durumunu görme fırsatı buldum.

Bir zafer kazanmış gibi değil de, milletten uyarı almış bir partinin teşkilatı olarak, yeniden bir yol haritasına ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlar. 2002 ruhunun kaybolmasına, heyecanın azalmasına, samimiyet ve dayanışmanın azalmasına neden olan şeyleri anlamaya çalışıyorlar.

Teşkilatlara sirayet etmiş “benim adamım” hastalığını, ideallerden ve büyük hayallerden kopup, küçük çıkarların hesabını yapanların el üstünde tutulmasını, AK Parti medyasındaki itici ve ayrıştırıcı dili sorguluyorlar, özeleştiri yapıyorlar, bekliyorlar.

Erdoğan'ın 21 Mayıs'ta partisinin başına geçmesiyle birlikte, eski güzel günlere, eski görkemli, samimi, idealist günlere geri döneceklerini umuyorlar.

Ve AK Parti teşkilatları Erdoğan'ı bekliyor.

Siyaset Erdoğan'ı bekliyor

Referandumla birlikte büyük bir sarsıntının yaşandığı siyaset dünyası da Erdoğan'ın kararını bekliyor. Siyaset doğurgan günlerine girdi. Sağda, solda ve merkezde muhalefet yeni bir şeylere ihtiyaç olduğunu tartışırken, Erdoğan'ın vereceği kararı beklemeye başladılar.

Erdoğan, AK Parti'nin asli unsurlarına, tüm Türkiye'yi ve tüm milleti kucaklayan günlerine geri dönmesi halinde, muhalefetin umutları suya düşecek. Eğer aksi yönde bir karar alırsa, siyaset baş döndürücü bir sürece girecek.

Ve siyaset Erdoğan'ı bekliyor.

Bürokrasi Erdoğan'ı bekliyor

Cumhuriyet tarihinin en köklü değişimini yaşayacak bürokrasi. Parlamenter sistem devri kapanacak. Yıllardan beri alışılagelmiş, Başbakanlık kalkacak ve Cumhurbaşkanlığı sistemi hayata geçecek.

Tedirgin, meraklı, heyecanlı ve fırsatçı bir şekilde bekliyorlar. Erdoğan devleti yeniden yapılandırırken, liyakat ve ehliyete göre insan kaynaklarını yeniden dizayn ederse, bu, birçok bürokratın kâbusu olacak.

Yeni yöneticiler, yeni yüzler, yeni sistemler kurulacak ve Türkiye uzun süredir neredeyse yarı felçli gibi yaşayan bürokrasinin üretken günlerine geri dönmesine şahitlik edecek. Aksi bir durumda, ülkenin omuzlarına çöken yük daha da artacak.

Ve bürokrasi Erdoğan'ı bekliyor.

Medya Erdoğan'ı bekliyor

28 Şubat döneminde en ağır darbeyi alan, saygınlığını ve güvenirliliğini kaybeden medya, benzer bir krizin içine girdi. Tetikçiler, kifayetsiz muhterisler, menfaatperestlerin hüküm sürdüğü bir medya düzeni, belki de referandumda AK Parti'ye en büyük zararı verdi. Herkes bundan şikayetçi.

İnsanları ekranlardan tehdit eden, parmak sallayan, hakaret eden, herkesi 'hain' ilan etmeye hazır bazı şizofren tiplerin hükümranlığı devam edecek mi, etmeyecek mi? Bunun için Erdoğan'ın kararını bekleyecek herkes.

Saygın, güvenilir, seviyeli, dünya medyasıyla rekabet eden, ülkesinin sesi olan bir medya düzenine geçecek miyiz, yoksa her geçen gün saygınlığını ve düzeyini kaybeden bu düzene devam mı edeceğiz?

Ve medya Erdoğan'ı bekliyor.

Batı Erdoğan'ı bekliyor

Önce doğu seferleri, sonra Putin ve Trump ile görüşme… tüm bunların sonucunda önemli kararlar çıkacak beklentisinde batı. İş dünyası, medya, siyaset, sivil toplum bunu bekliyor. Avrupa ile gerilen ilişkiler, dengesi şaşan ticari münasebetler ve sarsılan müttefiklik…

Batı, Türkiye'ye yönelik hasmane tutumunu sürdürecek mi, yoksa yeni bir sayfa mı açacak? Türkiye'nin dış politikası nasıl şekillenecek, hangi aktörler şekillendirecek?

Türkiye'nin gelecek kurgusu, yol haritası nasıl olacak, buna Erdoğan'ın vereceği kararlar etkili olacak.

Ve Avrupa Erdoğan'ı bekliyor.

Herkes Erdoğan'ı bekliyor

İş dünyası, ekonominin aktörleri Erdoğan'ı bekliyor.

Tasfiye edileceği iddia edilen dindarlar, muhafazakarlar Erdoğan'ı bekliyor.

Verdiği oylarla referandumun seyrini değiştiren Kürtler Erdoğan'ı bekliyor.

Artık darbeden, gerilimden, seçimden, tartışmadan yorulan vatandaş Erdoğan'ı bekliyor.

Siyasette ağırlığı artan gençler Erdoğan'ı bekliyor.

Bakanlar Kurulu ve MKYK her şeyin işareti olacak

Partisinin başına geçtikten sonra belirleyeceği MKYK ve onaylayacağı bakanlar kurulu, Erdoğan'ın bundan sonraki politikalarının nasıl olacağını tüm bekleyenlere gösterecek.

Hangi bakanı öne çıkartacak, hangisini geri çekecek?

Hangi siyasetçiyi partide vitrine çıkartacak, hangisini dinlendirecek?

Eski yol arkadaşlarını yeniden iş başına getirecek mi, getirmeyecek mi?
(..)

T24

Levent Gültekin: Hakaret ettiğin yüzde 49'un yüzüne nasıl bakacaksın?
16 Nisan 2017



Gazeteci Levent Gültekin, Twitter hesabından "Diyelim yüzde 51'le kazandın hakaret ettiğin, aşağıladığın o yüzde 49'un yüzüne nasıl bakacaksın? Nasıl yöneteceksin onları?" dedi.

Gazeteci Levent Gültekin Twitter hesabından referanduma ilişkin açıklamalarda bulundu. Gültekin'in attığı tweetler şöyle:

"Türkiye bir şirket değil ki yüzde 51'i alan söz sahibi olsun... yazık bu ülkeye...Diyelim yüzde 51'le kazandın hakaret ettiğin, aşağıladığın o yüzde 49'un yüzüne nasıl bakacaksın? Nasıl yöneteceksin onları?

İki parti, devletin kasası,imkanları, bütün medya... her şey elinizdeydi aldığın oy yüzde 51 bu ayıp, bu yıkım size yeter.

Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya "hayır" demiş... bundan ne anlayacaksınız? Böyle anayasa yapmaktan mutlu musunuz yani? Hayır çıksaydı daha iyi olurdu ama bu sonuç ülke için iyi bir sonuç... bunca güce rağmen aldığı bu ve mutlak başarısızlık. Arkadaşlar iş bitti demiyorum bitse de hayır da çıksa yüzde 51 ile evet de çıksa mutlak bir başarısızlık var bu imkanlarla bu sonuç?

Sakin olun bütünüyle kötü değil biraz derin düşünün büyük bir başarısızlık var... buradan çok şey çıkar.

Demokrasi ve özgürlük mücadelemiz yeni başlıyor... huzur, özgürlük maliyetli ve çaba isteyen değerlerdir. Sakin olun lütfen. Sonuç ne olursa olsun yenildiler... güvenin bana. "Evet demek farzdır" dediler cehennemlik ilan ettiler buna rağmen tablo bu... "Evet" diyen de "hayır" diyen de bu ülkenin evladıdır. Bunca baskıya, imkana rağmen yenilen iktidardır, siyasetçilerdir..."
Cumhuriyet

İhraç edilen Ankara Üniversitesi hocalarından açıklama: Saray'ın İbiş'i olmayacağız!
08-02-2017



Ankara Üniversitesin'de akademisyenler, vekiller ve öğrencilerin katılımıyla açıklama yapıldı. Açıklamada, rektör istifa ve 'Saray'ın İbiş'i olmayacağız' sloganları atıldı.

Ankara Üniversitesi hocaları ihraçlara karşı Siyasal Fakültesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamaya CHP'li vekiller Şenal Sarıhan, Mustafa Akaydın, Sezgin Tanrıkulu, Mustafa Balbay ve İlhan Cihaner de katıldı.

Polis, basın mensuplarını okula girmesine engel oldu. CHP'li vekillerin araya girmesiyle basın mensupları okula alındı.

Daha önceki KHK ile ihraç edilen akademisyen Cenk Yiğiter, “İhsan doğramacı nasıl bir üniversite katili olarak geçmişse Erkan ibiş de öyle geçmiştir. Erkan İbiş AKP ile doğrudan ilişkilidir" diye konuştu
İlerihaber

Milat: Batı, Tayyip Erdoğan'ın ipini çekmeye karar verdi, yerine Abdullah Gül'ü hazırlıyor!
28 Kasım 2016



Milat Gazetesi Genel Yayın Koordnatörü Serdar Arseven, "Türkiye öyle bir ekonomik krize sürüklenecek ki, 15 Temmuz'da kurşuna kafa atanlar bile ‘Batı ile böyle kapışmak yanlış oldu!' demeye başlayacak" iddiasını ileri sürdü. "Batı, Recep Tayyip Erdoğan'ın ipini çekmeye karar verdi" görüşünü savunan Arseven, "Vatandaşa, hem 'muhafazakâr' hem de batıyla ilişkileri iyi olan bir isim gösterilecek. O isim de eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olacak" diye yazdı.

Serdar Arseven'in "'Yabancı Kulislerde' Abdullah Gül sesleri!" başlığıyla yayımlanan (28 Kasım 2016) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Denmekte ki,

-Batı, Recep Tayyip Erdoğan'ın ipini çekmeye karar verdi!

Bunun için ekonomik kriz silahını kullanacak!

Dolardaki anormal artışa yol açan ‘oyunlar' bunun öncü göstergesi, geride niceleri var!

Türkiye öyle bir ekonomik krize sürüklenecek ki, 15 Temmuz'da kurşuna kafa atanlar bile ‘Batı ile böyle kapışmak yanlış oldu!' demeye başlayacak!

Ve sonra... Yeni isim...

Vatandaşa, hem “muhafazakâr” hem de batıyla ilişkileri iyi olan bir isim gösterilecek.

O isim de…

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olacak!

O…

Bir yandan “Erbakan Kabinesi”nin Devlet Bakanı, diğer yandan Ak Parti kurucularından.

Hanımefendi de başörtülü, orası da tamam!..

…Ve dahi sıkı “Reel Politikçi.”

Evanjelizme “Kayserililer bir yerde Kalvinist sayılır!” diyerek göz kırpmış bir isim.

Eski Basıncısı, Batı'nın kucağından inmeyen “Çamuriyet” üzerinden ve tuhaf kitabı üzerinden Recep Tayyip Erdoğan'a az sallamamıştı, ‘onaylanmış' tarafından!..

Abdullah Gül, son olarak tıpkı ‘batıcılar” gibi “kaygılanıyorum” kıvamlı tepki de göstermişti.

Tam duruma uygun aday;

E, batıyla ilişkileri malûm, özellikle tezgâhların merkez üssü İngiltere'yle yakın ilişkileri de ortada.

Recep Tayyip Erdoğan'a “alternatif” bir isim olarak Abdullah Gül, şimdi değilse de 2017'de mesela…

Pekâla olur!”
T24

Ahmet Hakan: AK Parti hayatının yanlışını yaptı
04.05.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, 16 Nisan'da yapılan halk oylamasında yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edilen anayasa değişikliği teklifiye ilgili olarak ""AK Parti hayatının yanlışını yaptı. Parlamenter sistemde AK Parti, her durumda iktidar olabiliyordu. Oysa yeni sistemde iktidar olabilmek için yüzde 50’yi geçmek şart. Durup dururken risk aldılar" dedi.

Ahmet Hakan'ın "Solunda Ahmet Türk, sağında Meral Akşener olan CHP'li bir aday" başlığıyla yayımlanan (4 Mayıs 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Baykal'ın tartışmasız haklı olduğu konular

“Bütün eski alışkanlıkları bırakmamız lazım” derken haklı.

“Kurultay murultay işleriyle uğraşmamamız lazım” derken haklı.

“Artık parti içi çekişmelerin bir anlamı kalmadı” derken haklı.

“Partide bir yerlere gelmenin artık bir önemi yok” derken haklı.

“Bizim cumhurbaşkanı adayımız tek adam olmayacağını söylemeli” derken haklı.

“Bizim cumhurbaşkanı adayımız, seçildiğinde partisiyle ilişkisini kesme sözü vermeli” derken haklı.

“Bizim cumhurbaşkanı adayımız, cumhurbaşkanı yardımcısı adaylarını baştan açıklamalı” derken haklı.

AK Parti hayatının yanlışını yaptı

Parlamenter sistemde...

AK Parti, her durumda iktidar olabiliyordu.

Oysa yeni sistemde...

İktidar olabilmek için yüzde 50’yi geçmek şart.

Durup dururken çıtayı yükseltip süper risk aldılar yani.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/solunda-ahmet-turk-saginda-meral-aksener-olan-chpli-bir-aday-40446410

Ahmet Taşgetiren: Erdoğan Ak Parti'yi Cem Küçük'ün,Fuat Uğur'un, ROK'un durduğu yere mi yerleştirdi?
04 Mayıs 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Tekkeye mürid aramıyoruz" sözlerinin hedefindeki isimlerin başında gösterilen Star yazarı Ahmet Taşgetiren bugün oldukça sert bir yazı yazdı.

Eklenme: 13:04 - Güncelleme: 04 Mayıs 2017 13:20
Ahmet Taşgetiren: Erdoğan Ak Parti'yi Cem Küçük'ün,Fuat Uğur'un, ROK'un durduğu yere mi yerleştirdi?
Paylaş Tweetle Öne Çıkar
Yorum Yap
"Ahmet Taşgetiren başta, bütün İslamcılar haddini bilsin" şeklindeki çıkışlara cevap veren Taşgetiren, "Öyle mi yapalım, haddimizi bilip, Ak Parti ile ilgili ahkam kesmekten vaz mı geçelim?" diye sordu.
BEN DE KENDİ YOLUMU SIRAT-I MÜSTAKİM OLARAK GÖRÜYORUM!
"Tayyip Bey kendi yolunu “Sırat-ı müstakim” olarak niteliyor, ben de kendi yolumu “Sırat-ı müstakim” olarak niteliyorsam, “Sırat-ı müstakim”lerimizi mi farklılaştıralım?" diyen Taşgetiren, sonrasında daha sert bir soru daha sordu:
TAYYİP BEY PARTİYİ NEREYE YERLEŞTİRDİ?
"Tamam, anladık diyelim, Tayyip Bey İslamcılar'a tavır koydu, haddini bildirdi, peki Ak Parti'yi nereye yerleştirdi Tayyip Erdoğan? Cem Küçük'ün, Fuat Uğur'un, Rasim Ozan Kütahyalı'nın durduğu yere mi?"
HAYRETTİN KARAMAN'I DA MI DIŞLADI?
Daha birkaç gün önce Hayreddin Karaman'nın sahiplenerek İslamcılığı yazdığını hatırlatan Ahmet Taşgetiren şöyle devam etti: "Hoca, malum referandumda 'Evet' için 'Farz fetvası' vermişti. Ne dersiniz Tayyip Bey'in sözleri onu da mı dışlıyordu yoksa?"
İşte Ahmet Taşgetiren'in o yazısı:
'SIRAT-I MÜSTAKİM'
Cumhurbaşkanı Erdoğan Hindistan dönüşünde gazetecilere “Ak Partiyi destekleyen yazarlar arasındaki tartışma”nın sorulması üzerine şunları söylüyor:
“İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor' deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki.”
Hemen balıklama atlayan bir çevrenin yorumu şu:
- Tayyip Erdoğan İslamcılara resti çekti.
- Ahmet Taşgetiren başta, bütün İslamcılar haddini bilsin.
Öyle mi yapalım, haddimizi bilip, Ak Parti ile ilgili ahkam kesmekten vaz mı geçelim?
Ak Parti'nin benim değerlerimi taşımadığına mı inanalım?
Tayyip Bey kendi yolunu “Sırat-ı müstakim” olarak niteliyor, ben de kendi yolumu “Sırat-ı müstakim” olarak niteliyorsam, “Sırat-ı müstakim”lerimizi mi farklılaştıralım?
Tamam, anladık diyelim, Tayyip Bey İslamcılar'a tavır koydu, haddini bildirdi, peki Ak Parti'yi nereye yerleştirdi Tayyip Erdoğan? Cem Küçük'ün, Fuat Uğur'un, Rasim Ozan Kütahyalı'nın durduğu yere mi?
Ak Parti'nin 16 yıllık yolculuğu da bu muydu?
Ak Parti'ye tam da bunun için mi kapatma davası açılmıştı?
Tayyip Erdoğan'a sistemin koyduğu rezerv onun kimliğinden ve o kimlik içinden doğan politikalardan başka sebeplerle miydi?
Çok şey söylenebilir ama önce bazı şeyleri yerli yerine oturtmak gerekiyor.
Tayyip Erdoğan, partiye katıldığı toplantıda yaptığı konuşmada tam bir reel-politik değerlendirmesi yaptı, şöyle dedi:
“Yüzde 51.4 Ak Parti oyu değildir, ama şunu da söyleyeyim, yüzde 48.6 da bir CHP oyu değildir. Onun için kimse kimseyi aldatmasın, önümüzde yerel seçimler var, inşaallah 2019 Kasım'ında parlamento ve başkanlık seçimi var. Orada her şey daha net ortaya çıkacaktır.”
Bu sözlerin anlamı ne?
Herkes özellikle başkanlık seçimi için, farklı eğilimlerin bir araya gelmesinin gerekliliğini biliyor. Bu gereklilik yerel seçimler için de hayati önem taşıyor. 'Evet'lerin sadece Ak Parti oyları olmaması da bu yüzden, “Hayır”ların sadece CHP oyları olmaması da bu yüzden. Belli Tayyip Bey, 2019'a kadar “Evet”lerin kendi adaylığını destekleyici istikamette gitmesini isteyecek, hatta rakamların bu riskli alandan çıkıp yükselmesine çalışacak ve belli ki onun başkanlığına karşı çıkanlar da öncelikle yüzde 48.6'yı bir arada tutmaya, sonra da onu yüzde 50'nin üzerine çıkarmaya çalışacak.
Hesap çok kolay değil.
Tayyip Bey'in avantajı var.
Karşı cenahın birlikteliğini sağlamak ise çok zor. En başta aday belirleme safhasında ciddi farklılaşma ihtimali bulunuyor. Sonrasında ideolojik farklılaşma ihtimali çok yüksek. Onun belirtileri de şimdiden görülüyor.
Ancak, Ak Parti cenahında açılan tartışma da, hayra alamet değil. İslamcılık tartışması, durduğu yerde dondurulacak bir nesne gibi görünmüyor.
Şöyle bir soruyu bence herkes ciddiye almalı:
- Ak Parti'de ideolojik bir ayrışma mı yaşanıyor?
Bu ayrışma Anavatan'da yaşandı, hatta Adalet Partisi'nde yaşandı. Anavatan'daki türbülans acaba İstanbul'da bayan Özal'ın liberaller safında inisiyatif alması ile mi başlamıştı?
Demirel “Siyasi hayatımda en büyük hata, sonradan Demokratik Parti'yi kuracak olanların kopmasını önleyecek adımları atmamaktır” demişti.
Ak Parti'de yaşananları herkes bir kere daha düşünmeli.
Ben, Refah'a “kitleleri kucaklayan bir siyaset” önerisinde bulunurken o zaman “Ne yani Refah'ı kitle partisi yapıp dejenere olmasının yolunu mu açmak istiyorsun?” diye tepki görmüştüm.
Ak Parti'nin “İslamcı” bir parti olarak çıkmasını hiçbir zaman önermedim. Geniş kitlelerin kucaklanmasını zaruri gördüm. Ama bu hareketin bir “misyon”unun bulunduğu da öndeki bütün simalar tarafından tekrarlanarak geldi.
Daha birkaç gün önce Hayreddin Karaman Hoca, İslamcılığı yazdı. Sahiplenerek. Hoca, malum referandumda “Evet” için “Farz fetvası” vermişti. Ne dersiniz Tayyip Bey'in sözleri onu da mı dışlıyordu yoksa?
Ne diyeyim: Fesat ehlinin kumpasına, sırat-ı müstakimin kaybına fırsat verme!

Medya Faresi

Akit yazarı: Köşe yazarı değil, Ali kıran baş kesen; muhtemelen hayatında tek kitap bile bitirmemiş!
05 Mayıs 2017




"Aynı camianın aklı başında yazar-çizerlerini dışlayıp ötekileştiriyor"

Yeni Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesiyle başlayan tartışmalarla ilgili olarak "Köşe yazarı veya televizyon yorumcusu değil, sanki 'Ali kıran başkesen', mübarek! Durmadan sağa - sola saldırıyor. Fikri yok, kendine ait düşüncesi yok, birikimi yok, bilgisi yok: Bunlar olmadığı için de derin analizi yok, sentezi yok, tahlili yok" dedi.

Bahadıroğlu, "Basiret, feraset, tefekkür, hikmet, irfan ve bunların getirisi olan 'nezaket', 'nezafet', 'nesahet', 'edeb', 'âdab' gibi kavramların semtinden geçmemiş: Muhtemelen tek kitap bile bitirmemiş" ifadesini kullandı.

Yavuz Bahadıroğlu'nun "Kraldan ziyade kralcılar!" başlığıyla yayımlanan (5 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Köşe yazarı veya televizyon yorumcusu değil, sanki “Ali-kıran başkesen”, mübarek!Durmadan sağa-sola saldırıyor!

Fikri yok, kendine ait düşüncesi yok, birikimi yok, bilgisi yok: Bunlar olmadığı için de derin analizi yok, sentezi yok, tahlili yok…

Her yazıda, her ekran başı ettiğinde sadece parmak sallayıp, tehditler savuruyor: “Asmalı-kesmeli, hâk ile yeksan etmeli!”...

Nazarında her şey siyah-beyaz: Kendi görüşü dışında görüş, siyasi anlayışı dışında siyaset tanımıyor…

Basiret, feraset, tefekkür, hikmet, irfan ve bunların getirisi olan “nezaket”, nezafet”, “nesahet”, “edeb”, “âdab”, gibi kavramların semtinden geçmemiş: Muhtemelen tek kitap bile bitirmemiş…

Zaten kitap okuyacak kadar sabrı da yok…

Her şeyi acele: Yazılarını çalakalem yazdığı çok belli. O kadar özensiz ki, basmakalıp ifadeleri sık sık tekrarlıyor. Bu arada kelime haznesi de çok dar: Sürekli aynı kelimeleri kullanıyor.

Kendisi kadar sert yazmayan, kendisi gibi “sıkı taraf” olmayan yazarlar bile düşmanı: Onlara da tehdit savuruyor!

“Haddini bil” diyor…

“Seni ezik” diyor…

“Sen kimsin?” diyor. Arkasından bir dizi ağıza alınmayacak kadar galiz ifadeleri arka arkaya sıralıyor.

Söyler misiniz, bunların hangisi fikir, hangisi tefekkür ürünü?

Oysa saldırdığı insan hem bir fikir devi, hem de din ve kültür açısından bir hayli birikimli. Yüz yüze tartışmaya kalksa (kendi tabirini kullanalım), ezer geçer! Fakat eminim böyle bir durumda edebinden susmayı tercih edecektir: Zira. “Susmak, cahile verilebilecek en güzel cevaptır!”

Âlim ilminin izzetinden dolayı susar, cahil cehaletinin lezzetinden dolayı saldırır! “Ey Gönül! Susmak mânâ eksikliğinden değil, belki mânâ derinliğindendir” demiş Hz. Pîr…

Bunları hiç umursamıyor. Her yazısında en asgârî nezaket kurallarını bile çiğniyor. O kadar “terbiye” yoksunu ki, “siz” demeyi züppelik sayıyor.

Kaba-saba kelimeleri alt alta sıraladıkça ve sağa-sola sataştıkça, eminim mutlu oluyor: “Oooh! Pesperişan ettim!”.

Sırtını iktidara dayadığı izlenimi verecek kelimeleri özenle yazısına yerleştiriyor, konuşmalarına katıyor. “Büyük dava adamı” görüntüsü vermek için çırpındıkça saçmalıyor, saçmaladıkça batıyor.

Tarafını çok iyi savunduğunu düşünüyor, ama aslında kimse ciddiye almıyor. O kadar ki, isim vererek saldırdığı muharrirler bile cevap vermeye tenezzül etmiyor. Kendi kendine gelin-güvey olup duruyor.

Aynı camianın aklı başında yazar-çizerlerini dışlayıp “öteki”leştiriyor. Bu alanda “tek” kalmak istiyor. İktidarı herhangi bir konuda adabıyla ve üslubuyla eleştiren “hakperest” yazarlara dayanamıyor.

Yumuyor gözünü, açıyor ağzını: Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Kendisi gibi sadece övsünler istiyor. Öve öve göklere çıkarsınlar!

Böyleleri hem iktidar tarafında var, hem muhalefet tarafında…

“Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun” dedirtiyorlar. Tuttukları tarafa da büyük zarar veriyorlar.

Yazarın/yorumcunun görevi, siyasetçileri övmek değil, uyarmaktır. Bu da hatalara işaret etmekle olur. Bunda kızacak, köpürecek bir durum yok. Nitekim eleştirinin muhatapları kızmıyor, aksine, yapıcı tenkitlerden faydalanıyorlar.

Peki, bu “kraldan ziyade kralcı”lara ne oluyor?

ETİKETLER
yeni akit gazetesi yavuz bahadıroğlu cem küçük
T24

Karar: Şeker kaplamasının altındaki zehir ortaya çıktı; İslamcılar mı, seviyesiz yanaşmalar mı?
06 Mayıs 2017



Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da yollarını ayırması lazım" ifadesiyle başlayan "tasfiye" tartışmalarıyla ilgili olarak "Siyasette eleştirisiz desteği, istişaresiz çalışmayı, sorgusuz itaati çekirdeksiz üzüm gibi iyi bir şey zannedenler bugüne kadar bu projenin üzerine kaplanmış şekerin tadını aldılar; şimdi o şeker kaplamasının altındaki zehir ortaya çıkıyor" dedi. Kiras, "AK Parti’nin ve Erdoğan’ın tabanda hiçbir karşılığı olmayan ve toplumun hiçbir kesiminde itibar edilmesi söz konusu olmayacak kalitesiz, seviyesiz ve sevimsiz bir grup tarafından temsil ediliyor olmayı kabullenmesi düşünülemez" diye yazdı.

İbrahim Kiras'ın "İslamcılar mı yanaşmalar mı?" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

16 Nisan’daki referandumun sandık sonuçları analiz edildiğinde ortaya çıkan net bir olgu vardı: Evet cephesinin destekçisi partilerin son genel seçime göre oy oranları yüzde 65 civarında olduğu halde anayasa değişikliğine kabul oyu verenlerin oranı yüzde ellinin biraz üstündeydi. Ayrıntılı analizler gösteriyordu ki AK Parti tabanında tıpkı 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi ciddi miktarda bir fire gerçekleşmiş; ancak MHP ve HDP tabanlarından gelen destekle referandum zar zor geçirilebilmişti.
(..)

Ne var ki evdeki bulgurdan olmak daha büyük bir risk. Çünkü 7 Haziran’da “partiye mesaj vermek amacıyla” hareket ettiği varsayılan ve son referandumda da ‘evet’ demediği, hatta ‘hayır’ oyu verdiği anlaşılan yüzde ona yakın bir kitle var AK Parti tabanında. Siyaset uzmanlarının memnuniyetsiz muhafazakârlar veya rahatsız modernler gibi bazı adlandırmalarla söz ettikleri bu kesimin rahatsızlıklarının ve memnuniyetsizliklerinin ne olduğu ve ne talep ettikleri ciddiyetle ele alınmadan girilebilecek yeni bir seçimin sonucundan emin olmak mümkün değil.

***

Son zamanlarda gündeme gelen İslamcılar-yanaşmalar tartışmasını işte bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Çoğunlukla AK Partinin muhafazakâr çizgisiyle irtibatsız, bu geleneğin taşıyıcı isimleriyle geçmişte yolu hiç kesişmemiş ve önemli bir bölümü ara istasyonlarda Fethullah Gülen kontenjanından iktidar trenine binmiş kişiler şimdilerde dağdan gelip bağdakini kovarcasına bir tutumla Erdoğancılık adı altında Erdoğan’ın eski arkadaşlarını tasfiye projesinde istihdam ediliyorlar.

Siyasette eleştirisiz desteği, istişaresiz çalışmayı, sorgusuz itaati çekirdeksiz üzüm gibi iyi bir şey zannedenler bugüne kadar bu projenin üzerine kaplanmış şekerin tadını aldılar; şimdi o şeker kaplamasının altındaki zehir ortaya çıkıyor.

AK Parti’nin kuruluşunda alın teri olan, 15 yıllık iktidar döneminin başarılarında pay sahibi ve hepsinden önemlisi bu parti etrafında oluşan siyasi kimliğin temsilcisi durumundaki Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Ali Babacan gibi isimlere karşı yürütülen akıl almaz saldırı kampanyasının giderek “İslamcı” diye tanımlanan çok geniş bir kesimi içine alacak şekilde genişletilmiş olması, bu geleneğin saygın entelektüellerinden sivil toplum temsilcilerine kadar yüzüne bakılır kim varsa linç edilmesi son tahlilde bu partinin tabanıyla yönetimi arasına duvar örmekten farklı bir iş değil.

***

Dolayısıyla siyasi akıl buna dur demeyi gerektirir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün yaptığı bir konuşmada bu konuya değinerek kendi isminin arkasına sığınan bir grup tarafından “reisçilik” adı altında özellikle sosyal medya zemininde yürütülen linç kampanyalarını sert ifadelerle reddetmesi olumlu bir adım.

Zira AK Parti’nin ve Erdoğan’ın tabanda hiçbir karşılığı olmayan ve toplumun hiçbir kesiminde itibar edilmesi söz konusu olmayacak kalitesiz, seviyesiz ve sevimsiz bir grup tarafından temsil ediliyor olmayı kabullenmesi düşünülemez. Siyaset aklı buna izin vermez.

ETİKETLER
karar gazetesi İbrahim kiras İslamcılar yanaşmalar
T24

Akif Beki: AK Parti'nin kurucu troykasını en güçlü zamanlarında eleştirdim; kızdılar ama...



"Kapımdaki kolpacı tahsilatçılar..."

- A +
06 Mayıs 2017 12:51


inPaylaşın

Eski Başbakanlık Danışmanı Akif Beki, "Ergenekon davaları sürecinde kaset kumpaslarına, sulandırmalara, araçsallaştırmalara kendince tavır aldığını" belirterek "AK Parti’nin kurucu troykasını en güçlü zamanlarında eleştirdim. Cumhurbaşkanlığı sırasında Gül’e, hükümet sözcülüğü sırasında Arınç’a, dışişleri bakanlığı sırasında Davutoğlu’na sertçe dokundurmalarım oldu. Allah’ları var; kızdılar, kırıldılar ama medeni diyaloglarını kesmediler. Beni ihanetle, satılmışlıkla filan suçlamadılar" dedi.

Beki, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasına giden süreçte "gizli hayırcı" olmakla suçlanmıştı.

Akif Beki'nin Hürriyet'te "Kapımdaki kolpacı tahsilatçılara" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Ergenekon davaları sürecinde kaset kumpaslarına, sulandırmalara, araçsallaştırmalara kendimce tavır aldım.

Ankara’dakiler yer yer hoşlanmadı, bazen tepki gösterdi. Paralel çeteler, yıpratma saldırılarına geçti.

Ama beğendirme derdim yoktu, karalama kampanyalarını göğüslemeyi seçtim.

Kendi fikrimdi...

ERDOĞAN, Pınarhisar Cezaevi’ndeyken Kanal 7’nin Washington temsilcisiydim. 4 aylık mahpusluğunda 2 kez ziyaretine geldim. Belediye başkanlığı boyunca toplam 2 kez görüşmüşlüğüm yoktu oysa.

Kendi fikrimdi...

Düşünce özgürlüğünden yanaydım. Güçlünün haklı olmadığı, haklının güçlü olduğu bir düzen kurulmasını istiyordum.

***

Erdoğan hapisten çıkıp AK Parti’yi kurduğunda, Kanal 7’nin Ankara temsilcisiydim.

Hâlâ siyasi yasaklıydı, derin devlet çetelerinin borusu ötüyordu...

Partisi iktidara geldi, seçilme yasağı kalktı ve başbakan oldu.

Bir erdemliler hareketi olarak başlamıştı. Siyasete seviye ve ahlak kazandırma sözünü sevdim. Kuruluş ideallerini benimsedim, yasaklarla ve yolsuzluklarla savaşma vaadini ciddiye aldım.

Ne fişlenmekten çekindim ne mimlenmekten. Korkutanların korkutmasına pabuç bırakmadım. Yanında durdum.

Kendi fikrimdi...

***

3 yıl sonra, kendisinden başbakanlık sözcülüğü ve başdanışmanlık teklifi aldım.

Kabul ettim. Üstlendiğim görevin altından kalkmak için hatasıyla, sevabıyla çalıştım.

Özgürlük kavgamdı, gizli sultaların vesayetine karşı demokratikleşme mücadelesine inandığım için yaptım.

Kendi fikrimdi yani...

***

2009 başındaysa artık düzlük görünmüştü. Erdoğan’dan müsaade isteyip gazeteciliğe geri döndüm.

Kendi fikrimdi...

Gelen birçok teklif arasından Radikal’i tercih ettim, Doğan Grubu’na geçtim.

Kendi fikrimdi...

Yeri geldi, çalıştığım yayın grubuyla çeliştim, yine iktidarı tuttum.

Yine kendi fikrimdi...

Allah var; ne Aydın Bey ne de Vuslat Hanım bir güne bir gün ne yapıyorsun demedi, ne yazdığıma karışmadı.

***

Ergenekon davaları sürecinde kaset kumpaslarına, sulandırmalara, araçsallaştırmalara kendimce tavır aldım.

Ankara’dakiler yer yer hoşlanmadı, bazen tepki gösterdi. Paralel çeteler, yıpratma saldırılarına geçti.

Ama beğendirme derdim yoktu, karalama kampanyalarını göğüslemeyi seçtim.

Kendi fikrimdi...

***

Sonra MİT krizi ve 17-25 Aralık geldi. Bugünkü iktidar tetikçilerinin bir kısmı daha derin uykularındaydı. Bir kısmı da hâlâ ‘Hocaefendi’ye temennalar çekip FETÖ’ye saygılarını sunuyordu.

Kendimce ortaya atıldım; tezgâh dedim, tertip dedim, kurgu dedim, yargı ve polis darbesi dedim, yeni vesayet girişimi dedim...

Taraf seçmek için kimin kazanacağını görmeyi beklemedim.

Kendi fikrimdi...

***

AK Parti’nin kurucu troykasını en güçlü zamanlarında eleştirdim.

Cumhurbaşkanlığı sırasında Gül’e, hükümet sözcülüğü sırasında Arınç’a, dışişleri bakanlığı sırasındaDavutoğlu’na sertçe dokundurmalarım oldu.

Allah’ları var; kızdılar, kırıldılar ama medeni diyaloglarını kesmediler. Beni ihanetle, satılmışlıkla filan suçlamadılar.

Varlığımı onlara borçlu olduğumu söyleyen tahsilatçılar dayanmadı kapıma. Fikir kölesi kılma zorbalıklarına maruz kalmadım.

Haklı ya da haksız, kendi hür fikrimdi...

***

İktidarın, aklıma yatmayan söylem ve politikalarına ya eleştirel yaklaştım ya da mesafeli durdum.

Fakat her yapılanı, her söyleneni çılgınlar gibi alkışlatmaya memur edildiğini sanan tetikçiler sardı şimdi etrafı.

Eskinin derin devlet çetelerinin yerini, sanki sığ devlet çeteleri aldı.

‘Kendi fikrin olması’na hayat hakkı tanımıyorlar.

Gözü kapalı sadakat ispatı istiyorlar. Doğrusunu yanlışını sorgulamadan mecburi destekçiliğe, körü körüne bağlılığa zorluyorlar.

***

Hasılı; benim açımdan kavga İslamcı olan-olmayan kavgası değil. Kendi fikrine sahip olup olamayacağın kavgası.

Başından beri öyleydi...

Ve kavgamı, tahsilatçı kılıklılara çaldırmamakta kararlıyım.

Bu yüzden de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son çıkışlarıyla sonuna kadar hemfikirim.

Kendilerine Reisçi süsü veren faşist bozuntularını boşa çıkardı.

“Benim adıma söz sahibi değildirler” dedi. Fitne ürettiklerini ve bunlara fırsat vermeyeceğini söyledi.

“İradesini şu veya bu kişiye teslim eden değil... Kendi fikriyle, kendi düşüncesiyle, kendi kararıyla hareket eden gençlere ihtiyacımız var” sözünü not ettim. Serlevha gibi hikâyemin en tepesine çiviledim.

***

Bundan sonra, alacak tahsili için kapıma gelecek naylon Reisçiler, o değişmez tabelayı bulacak karşısında.

Sahte sözcüler için altına da Erdoğan’ın şu sözlerini kayıt düşüyorum.

“Tekkeye mürit aramıyoruz.”

Yani siyaset, şeyhlik iddiası taşımaz.

Mürit aramayan siyasette, zorla mürit devşiren tetikçilere ve mafyatik çeteleşmelere de yer yoktur.

Allah’ı var; Erdoğan hepsini açığa düşürdü, kolpacıymış meğer kapımda gürültü koparanlar. Sürsünler şimdi merkebi Niğde’ye, haydi yallah...

ETİKETLER
cumhurbaşkanı tayyip erdoğan akif beki
T24

Abdüllatif Şener'den Erdoğan'a: Ne bu yaa! Pes yani!
12.05.2017

Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP'nin kurucularından olan Abdüllatif Şener, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kuveyt gezisi sırasında bir çocuğun elini öperken çekilmiş fotoğrafına tepki gösterdi.

Şener'in Twitter üzerinden paylaştığı mesaj şöyle:

Resmi Twitter'da görüntüle: https://twitter.com/senerabdullatif/status/862362006858465281/photo/1

Takip et
Abdüllatif Şener @senerabdullatif
Ne bu yaa! Pes yani ! (9.5.2017: Kuveyt)
19:41 - 10 May 2017
1.157 1.157Retweet 1.805 1.805 beğeni
Twitter Başbakan AKP Cumhurbaşkanı

Kaynak: BirGün

Yandaş Medya'da kavga büyüdü, Başbakan müdahale etti
14 Mayıs 2017



Başbakan Binali Yıldırım, “Ter dökmeden kimse AK Parti adına racon kesemez, kusura bakmasın. Kesiyorsa, onların sesini kesmesini de biliriz” açıklamasında bulundu.

Başbakan Binali Yıldırım, “Ter dökmeden kimse AK Parti adına racon kesemez, kusura bakmasın. Kesiyorsa, onların sesini kesmesini de biliriz” açıklamasında bulundu.

Başbakan Binali Yıldırım, Somali konferansına katıldığı İngiltere’nin başkenti Londra’dan dönüşünde uçakta önemli açıklamalarda bulundu, beraberindeki gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Yeni Şafak’tan Kemal Öztürk’ün Başbakan Yıldırım’ın uçaktaki açıklamalarından aktardığına göre; Twitter’daki “Reisçiler” konusu da gündeme geldi.

“ONLARIN SESİNİ KESMESİNİ DE BİLİRİZ”

Gazetecilerin “Siz fark etmiyorsunuz haklı olarak, çok yoğunsunuz ama özellikle bu Twitter denen mecrada AK Partililik adına, özellikle Reisçilik adına bazı isimler çok ağır hakaretlerle…” diyerek konuyu gündeme getirmesinin ardından Başbakan Yıldırım şunları söyledi:

“Arkadaşlar, bedel ödemeden, ter dökmeden kimse AK Parti adına racon kesemez, kusura bakmasın. Kesiyorsa, onların sesini kesmesini de biliriz, öyle şey olur mu? Partimiz adına kimse ahkâm kesemez. Konuşuyor orada tamam istediğini söylesin, ama partiyi ilzam edip, partinin politikalarını uygulamaya yönelik bir parti adına konuşacak olan partinin içinde olması lazım. Konuşacak bir şey yok, abesle iştigal, böyle bir şey olur mu? Durumdan vazife çıkarmaya çalışanlar var.”

“NİYE HİÇBİR SIFATI OLMAYANLAR KONUŞSUN?”

Başbakan Yıldırım, “Size bu konuda şikâyetler ulaştırılıyor mu?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi:

“Biz mesajımızı veremiyor muyuz kardeşim? Yani başkaları bizim adımıza niye mesaj versin, biz mesajımızı veririz. Ama bizi beğendiğini söyler-beğenmediğini söyler, şu iş yanlış der, bunu herkes diyebilir. Ama biz parti adına, partiyi bağlayacak mesajları ancak parti adına konuşmaya yetkisi olan, ehliyeti olan insanlar verir. Bizim parti yönetimlerinde görev almayan milletvekillerimiz bile konuşmuyor. Niye hiçbir sıfatı olmayanlar konuşsun?”

“KEMAL ÖZTÜRK SİZE ÇEKİLEN OPERASYONA SESSİZ KALMIŞTI”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eski Basın Danışmanı Kemal Öztürk’ün Başbakan Yıldırım’la uçaktaki görüşmesinde “Reisçileri” sormasının ardından “Reisçiler”den yanıt geldi.

AKP’ye yakın isimlerden Ömer Turan, Twitter’dan verdiği yanıtta, “Sayın Başbakanım, @BA_Yildirim, uçağınıza alıp demeç verdiğiniz Arınç'ın prensi Kemal Öztürk sizin adınızla Erdogancıları tehdit ediyor” dedi.

“Sayın @BA_Yildirim, Kemal Öztürk bizi, Reiscileri size şikayet etmiş ,siz de 'onların seslerini keseriz' demişsiniz, doğru mu efendim” diyen Ömer Turan açıklamalarını şöyle sürdürdü:

“Sayın @BA_Yildirim, hatırlarsınız, gecen sene bu vakitler Başbakanlığınızı engellemek için SÖZCÜ size oğlunuz üzerinden operasyon çekmişti. Sayın @BA_Yildirim , Sözcüye bu resim arkadaşım dediğiniz kişilerin bilgisi dahilinde servis edilmişti, AK troller de size saldırmıştı. Sayın @BA_Yildirim , uçağınıza alıp mülakat verdiğiniz Kemal Öztürk size çekilen operasyona sessiz kalmış, sizin yanınızda yer almamıştı.”

İşte o mesajlar:



AKP’ye yakın TV yorumcusu Fatih Tezcan ise, “Cem Küçük Cumhurbaşkanı adına konuşamaz. Kemal Öztürk Ak Parti adına hesap soramaz. Binali Yıldırım kimseyi susturamaz. Bunlar yanlış işler” paylaşımında bulundu.

İşte o mesaj:



Bu mesajların ardından Kemal Öztürk de isim vermeden, “Bizi sığ sulara çekip, cehalet ve şiddete mahkum etmeye çalışanlara asla fırsat vermeyin. Seviyenizi, düzeyinizi ve ideallerinizi koruyun” mesajıyla “Reisçilere” yanıt verdi.

İşte o mesaj:


Kaynak: habererk

Can Ataklı: İşte o gün bu gün Erdoğan Gül’ü affetmiyor
15/05/2017

Bu operasyonda Bilal Erdoğan’ın da gözaltına alınması söz konusu olunca buna çok öfkelenen Tayyip Erdoğan “Abdullah Amcana (Abdullah Gül) git, hemen durumu anlat, bir şeyler yapsın” talimatı veriyor.

Bilal Erdoğan bunun üzerine Abdullah Gül’e koşuyor. Gül ise Bilal Erdoğan’a “Bu durumda bir Cumhurbaşkanı olarak müdahale edersem iş daha da büyür” dedikten sonra şu nasihati veriyor; “Evladım, herhalde bu yolsuzluk olayının içinde değilsin, olamazsın da, yani korkacak bir şeyin yok, bence hiç çekinme, git ifade ver, böylesi daha hayırlı” diyor.

‘Kulağı delik’ kaynağım bunları anlattıktan sonra “Bilal Erdoğan, Gül’ün sözlerini babasına aktardığında kıyamet kopuyor, işte o gün bu gün Erdoğan Gül’ü affetmiyor” dedi.

Kaynağımın daha sonra anlattığı bir şey ise gerçekten ‘akla ziyan’ bir durum.

Çünkü iddiasına göre bir grup polis Bilal Erdoğan’ı gözaltına almak için eve geliyor. İşte o anda çok garip şeyler yaşanıyor. Tabii bunlar doğruysa gerçek bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

Can Ataklı’nın yazısının tamamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/can-atakli/erdogan-gule-neden-cok-soguk-1849740/

Erdoğan'ın ilk müsteşarı Dinçer'den 'Danıştay Başkanı' yorumu
15.05.2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör'ün “16 Nisan’da kabul edilen değişiklikle Anayasa’mızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha belirgin hale getiri
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts May 15, 2017 10:18 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt May 06, 2017 8:36 pm    Mesaj konusu: AKP mahallesindeki tartışma sürüyor; kim ne dedi Alıntıyla Cevap Gönder

AKP mahallesindeki tartışma sürüyor; kim ne dedi, kim ne cevap verdi, Erdoğan ne yaptı?
06 Mayıs 2017



Tartışmaya ilişkin bütün açıklamalar ve cevapları...

Türkiye'de parlamenter sistemi bitiren "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyu ile kabul edildiğinin açıklandığı halk oylamasına giden süreçte, iktidara yakın medyada ileri sürülen "AKP içinde 'gizli hayırcı'lar var" iddiasıyla başlayan tartışmalar, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da yollarını ayırması lazım" ifadesi ile boyutlandı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "mahalle"de yaşanan tartışmalara yorumu ise, "İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor' deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz" oldu. "Kim Erdoğan'a daha yakın" boyutuna da taşan tartışmaya ilişkin olarak Erdoğan'ın yaptığı son gönderme, "kimsenin kendisi adına konuşamayacağı, aksini iddia etmenin fitne anlamı taşıdığı" oldu.

Erdoğan'ın açıklamaları, tartışmada taraf olan köşe yazarları arasında yeni bir polemik başlattı. Kimi köşe yazarları, Erdoğan'ın ilk açıklamasıyla "İslamcı" yazarlara mesaj verdiği görüşünü dile getirirken, kimileri de Erdoğan'ın rahatsızlığının "tasfiye" iddiasını ileri sürenlerden kaynaklandığını savundu.
Cem Küçük'ün söz konusu ifadesinin ardından başlayan tartışmaya, görüşleri Erdoğan tarafından dikkatle izlenen Yeni Şafak'ın ilahiyat profesörü yazarı Hayrettin Karaman'dan AKP milletvekilleri Aydın Ünal ile Mehmet Metiner'e; Sabah yazarı Hilal Kaplan'dan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun bir dönem danışmanlığını yürüten Etyen Mahçupyan'a kadar çok sayıda köşe yazarı katıldı.

İddiaya tepkiler ilk olarak eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, köşe komşusu Yusuf Kaplan ve gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'den geldi.
Bu üç ismin 21 Nisan'da yayımlanan yazılarında "Olası bir İslamcı tasfiyesinin Türkiye'ye zarar vereceği" görüşü yer aldı. Öztürk, Küçük'ün "dindarların parasıyla dindarları düşmanlaştırdığını" savundu.

Yusuf Kaplan "İslami oluşumların önde gelen yazarlarının hedef tahtasına yatırılmak istendiğini" ifade ederken, İbrahim Karagül de, "muhafazakâr yerli damarı 'İslamcılık' tanımı içine sıkıştırarak marjinalleştirme yönünde bir çabanın olduğunu" vurgularken şu görüşü dile getirdi:
"Bu çevreler, şu anki büyük yürüyüşün, yüzyıllara dayalı tarihin, Türkiye'nin bel kemiğidir. Onların yabancı unsurlar gibi operasyonlara maruz bırakılması Türkiye'yi, bu büyük hedefe, yeni tarih yükselişine kurulan en büyük tuzaktır."

Dokuz Türkiye vatandaşının İsrail tarafından öldürüldüğü Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinde yer alan yolculardan Karar yazarı Hakan Albayrak da Cem Küçük için "Kurnaz" ifadesini kullandı; "Proje; 'Bu İslami midir, ahlaki midir, meşru mudur, doğru mudur?' diye sorup duran 'İslamcılar'dan kurtulup rahatça at koşturabilmek ve ilke namına ne varsa rahatça çiğneyip geçmek" dedi.

TGRT'de yayınlanan "Medya Kritik" programının sunucularından Türkiye yazarı Fuat Uğur, ekrandaki partneri Cem Küçük'ün tartışmalara neden olan sözlerini "insanlık hâli" diye yorumlarken, Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök de "Mavi Marmara olayı Türkiye'ye çok pahalıya patladı. Ne oluyor şimdi referandumdan sonra aniden patlayan bu 'Mavi Marmaracılık ruhu'. Sadece yanlış adam yanlış ifadelerle söylediği için mi?" dedi.

Cem Küçük'ün Özkök'e yanıtı ise "Aydın Doğan’ın baş tetikçisi 1 hafta bekliyor. Milletin çoğunluğunun benim tarafımda olduğunu görünce bu yazıyı yayınlıyor. Yemezler Özkök" oldu.

Bu süre zarfında Cem Küçük ile Fuat Uğur'a "Bakın, İslamcı-İslamcı olmayan ayrışması yapıldığında Ak Parti'nin canına okursunuz. Ne yani, Ak Parti, adını burada anmak istemediğim üç-beş medyatörün lütfu ile mi hayat buldu" diyerek tepki gösteren Ahmet Taşgetiren'in, Star gazetesi ile yollarının ayrıldığı iddiası ileri sürüldü.

Ahmet Taşgetiren, Star'daki köşesinin kapatıldığı iddiasını böyle yanıtladı: Doğru olduğunu düşünmüyorum

Taşgetiren, söz konusu iddianın Star Gazetesi Kurumsal İletişim Müdürlüğü tarafından yalanlanmasının ardından kaleme aldığı yazısında "Üzerime insanlar gelsin, konuşalım, tartışalım. Soytarılar gelmesin, onun bunun iti-köpeği gelmesin. Tetikçilerle işim yok" ifadesine yer verdi.
"Soytarılar, çamur adamlar; üzerime insanlar gelsin, köpekler değil!"

"Seccadelerimizin altında neler biriktirmişiz"

"Tasfiye" iddiasını herhangi bir isim anmadan eleştiren Karar yazarı Yusuf Ziya Cömert, gazetesinin kuruluş yıldönümünde hazırladıkları metinde yer alan "Biz mahallenin kendi çocuklarıyız, sonradan gelmiş profesyonellerden değiliz" ifadesini hatırlattı. "Sonradan çıkmaları umursamıyorum. Ama ‘biz’i umursuyorum. Daha ne olacaktı ‘biz’e? Birbirimizin ‘elinden ve dilinden emin’ olmamak yeterince kötü değil mi" ifadesini kullanan Cömert, "Kilimlerimizin altında, seccadelerimizin altında neler biriktirmişiz? Bu durumda biz, kendi imtihanımızı kazanıyor muyuz, kayıp mı ediyoruz?" diye yazdı.
Halk oylamasına giden süreçte "gizli hayırcı" olmakla suçlanan Karar yazarıve eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan ise "İslamcı yazarların AKP'den tasfiye edilmesini isteyenler"e yönelik olarak "Birtakım dönemsel kazançlar elde edebilirsiniz, ikbal yolunda ayak bağı olarak gördüğünüz insanları yolunuzdan çekebilirsiniz ama unutmayın ki bu toplumun asli unsuru olan İslamcıları, dindarları bu topraklardan sökemezsiniz" dedi. Ocaktan, "AKP adına temizlik işine soyunanların genlerinde 'FETÖ yazılımı var" görüşünü dile getirdi.
"Bazı eyyamcı tiplerin İslâmcılığın tasfiyesinden söz etmesi tam bir hezeyan"
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, söz konusu iddiayla ilgili olarak kaleme aldığı ikinci yazısında "İslâmî kesimlerin bile 'İslâmcılık'tan nefret ettirilme noktasına getirildiğini" öne sürdü. Kaplan, "Bazı İslâmî kesimler de 'biz İslamcı değiliz!' diye bangır bangır bağırıyorlar. Oysa hedef kendileri. Büyük bir zihnî çöküş, körleşme, felçleşme hâli bu.Bu bir FETÖ projesidir. Küresel sistemin FETÖ'ye ihale ettiği iğrenç bir proje" yorumunda bulundu.

"Bazı eyyamcı tiplerin İslâmcılığın tasfiyesinden söz etmesi tam bir hezeyan; FETÖ projesi"

Kaplan'ın köşe komşularından Merve Şebnem Oruç ise, Cem Küçük'ün özür dilerken kullandığı "Batı'yla işleri yoluna koyalım. Bu kavga sürdürülemez, durum daha da sertleşmeden artık bir yerden dönelim" ifadesini eleştirdi. Oruç, "Eğer kurban vermek işe yarayacaksa, mesela Batı kabul ediyorsa beni verebilirler Batı'ya, yazdığım Suriye, Mısır, İslam yazılarının bedelini ödeyebilirim" diye yazdı.

"Müslümanlara hesap verecekler" pankartı açıldı

Tartışmalar sürerken İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı tarafından düzenlenen bir toplantıda Sabah yazarı Hilal Kaplan ve Yeni Şafak yazarı Salih Tuna için "Müslümanlara hesap verecekler" pankartı açıldı. Söz konusu pankarta tepki gösteren Milat yazarı Ufuk Coşkun, "Salih Tuna, Hilal Kaplan ve âcizane benim de kaleme aldığım AK Parti içindeki omurgasız, Erdoğan karşıtı AKP'lilere dikkat çektiğimiz yazılardan sonra bir yerden düğmeye basılmış gibi Erdoğan'ı destekleyen yazarlara dönük organizeli bir linç kampanyası başlatıldı" dedi.

Salih Tuna da pankartı açan kişilere yönelik olarak "Ne idüğü belirsiz 'tekfirci müfteriler" nitelemesinde bulundu; Tuna, "Salih Tuna neyin hesabını mı verecek? Siyaset hırsızlarına karşı her dâim Erdoğan'ın yanında durmanın hesabı, başka ne olacak" ifadesini kullandı.

Hilal Kaplan da, söz konusu pankartla ilgili olarak sosyal medya hesabında yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
"Hesap soracaklarmış, neyin hesabı acaba? Okul kapılarında ve yazarlık hayatım boyunca verdiğim başörtüsü mücadelesinin hesabı mı mesela? Ya da bugün yoldaşınız olan Taraf yazarı Mavi Marmara'ya saldırdığında ona ilk itiraz yazısı yazmış olmamın hesabını mı soracaksınız? Şahsınıza/ kurumunuza bir destek gerektiğinde ya da kitabınız çıktığında her birinizi tek tek savunmuş olmamın hesabı mı yoksa? Yoksa katıldığım Mavi Marmara eylemlerinin ya da 15 Temmuz'da sokağa çıkmış olmamın hesabını mı soracaksınız? Suriye'de esir düştüğünüzde elimden gelen her şeyi yapmış olmamın hesabını mı soracaksınız ya da? Salih Mirzabeyoğlu, Yakup Köse, Tayyar Tercan gibi haksızlığa uğrayan Müslüman mahkûmların yanında durmamın hesabını mı yoksa?"
"Malum dönemde yaptığınız tüm tekliflere rağmen Erdoğan'ın altını oyma projenize dahil olmamamın hesabıysa bu, o zaman da şimdi de hazırız! Azcık delikanlı olun da esas karın ağrınızı söyleyin. Bu halk her şeyi görüyor; Referandum dönemi nasıl erketeye yattığınızı gördüğü gibi."

"Boşuna nefes tüketmeyin yarasalar"

Görüşleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından da dikkate alınan Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman da "İslamcılar AKP'den tasfiye edilecek" iddiasına tepki gösteren isimlerden biri oldu. "Benim İslamcımı hiçbir parti davasından vazgeçirip teslim alamaz, aksine İslamcı, parti dahil bütün araçları ve imkanları dâvası için kullanır, kullanışsız olanlara da iltifat etmez" diyen Karaman, "Hasılı Müslümanlar var oldukça İslamcılık ölmez; boşuna nefes tüketmeyin ey ziyadan gözü kamaşan yarasalar" diye yazdı.

"Kuyruklarına bastım, basacağım"

Ahmet Taşgetiren-Cem Küçük-Fuat Uğur cephesinde yaşanan tartışmada "Medya Kritik" programında Cem Küçük tarafından kullanılan "Ahmet Taşgetiren Allah'ın zavallısı bir adam" ifadesi de tepki çeken sözler arasında yer aldı. Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, "Sadece rahmetli Enver Ören'in kemikleri sızlamıyor, TGRT Haber'e yardım eden tüm dindarlar nefretle olanları izliyor. Utanç verici bir durum" diye yazdı. Söz konusu ifadenin hedefindeki Ahmet Taşgetiren ise "TGRT. Bu bir misyon. Oradaki Cem Küçük – Fuat Uğur tetikçiliği de bir misyon. Kuyruklarına bastım, basacağım" dedi. "Önce Erdoğan'ı tasfiye edin" görüşünü dile getiren Taşgetiren, Erdoğan'ın danışmanlarına yönelik çağrısında da "İstirham etsem, danışmanlar benim yazımı ve Küçük-Uğur programını Sayın Cumhurbaşkanı'na birlikte takdim edebilirler mi?" ifadesini kullandı.

"Lejyoner tayfa, sevdiğiniz yazarlara parmak sallıyor"

Bu arada Milat Gazetesi Ankara Temsilcisi Bayram Zilan konuya ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik "açık mektup" yazdı. Zilan'ın mektubunda "Lider işaret etmeden liderin belirlediği milletvekillerine, liderin atadığı bürokratlara, liderin iş başına getirdiği bakanlara, liderin sevdiği yazarlara ve 'liderin içinden geldiği sosyolojiye' parmak sallamaya, laf söylemeye başladı" görüşü dile getirildi.

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca ise "tasfiye" iddiasını “Erdoğan’ı yok etmek ve Türkiye’yi müstemleke haline getirmek isteyenler ilk hamlede İslamcıları tasfiye etmek istiyorlar" diye yorumladı.

Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tiplerle de yollarını ayırması lazım" ifadesine Yeni Akit yazarları Kenan Alpay ile köşe komşusu, Eski Refah Partisi milletvekili Şevki Yılmaz da tepki gösterdi. Yılmaz "Her hezimetin, çevremizdeki şakşakçı dalkavukların tuzaklarıyla yaşandığını acı tecrübelerimizle artık anlayıp gereken tedbirleri acilen almalıyız" ifadesini kullanırken Alpay, "AKP'nin söz konusu iddiaya karşı sessizliğinin hayra alamet olmadığını" söyledi.

'İslamcılık' tartışması Hürriyet'te

2004 yılına kadar dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığını yürüten Hürriyet yazarı Akif Beki de, "tasfiye" iddiasına tepki gösteren isimler arasındaki yerini aldı. "Devlet adına tehditler savuracak, güya ‘reis’çilik namına ortalıkta terör estirecek kadar ileri gitmişlerdi ‘rol çalma’da. İşte bu hırtlık, taciz ede ede mahalleliyi ayağa kaldırdı. İnfial uyandırmayı başardılar sonunda" ifadesini kullanan Beki, "Paçozların etrafa verdikleri rahatsızlık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşınca sessizlik bozuldu, gürültü bundan koptu" diye yazdı.

Beki'nin ardından Ahmet Hakan da, "İslamcı mı, tetikçi mi?" başlıklı yazısında adını anmadan Cem Küçük'e yönelik olarak "İslamcıyla fikir tartışması yapılır. Tetikçi ise üzerinize sadece çamur sıçratır. İslamcı sağı solu, başı sonu belli biridir. Tetikçi ise boz bulanık, kıvrak bir yavşaktır" dedi.

Ertuğrul Özkök ise, köşe komşuları Beki ile Hakan'ın ilgili ifadelerini şöyle değerlendirdi:
"Ahmet Hakan akıllı çocuk. Tercihini de akıllıca yaptı. Dün baktım birden o da 'İslamcı' kesilmiş. Bir övmüş, bir övmüş İslamcılığı ki, bilmesem ben de anında olacağım. Yahu Akif. Arkadaşım, kardeşim, sen şimdi 'İslamist' mi oldun yani"

"Yeni Şafak'ın içinde insan yok"

Gazeteci Cemil Barlas'ın 1ANTV'de yayınlanan "1 Haber 3 Yorum" programında Yeni Şafak gazetesine yönelik olarak kullandığı "Salih Tuna dışında insan yok içinde" ifadesi de tepkilere neden oldu.
Barlas için "ruh hastası" benzetmesi yapan Yeni Şafak yazarı Ali Nur Kutlu, "Her gün bu saflardan bir grubu, bir insanı rencide ediyorlar. Dur diyen yok, sus diyen yok. Bu ruh hastası insanları ekrana çıkartan, köşe veren, besleyen, koruyan kim varsa vebal altındadır. Bu dünyada ve ahirette davacıyım" dedi.
A Haber'de "Sosyal Bilgiler" programını sunan Özlem Özcan da İbrahim Karagül'ü sevmediğini, İsmail Kılıçarslan ile de anlaşamadığını vurgulayarak "Bu isimlerle aynı düşünmüyorum diye 'insan değiller' dedirtmem. Artık birileri bu kepazeliğe son versin! Gerçekten bu kavganın seviyesi çok çirkin" görüşünü dile getirdi.

Tartışmanın odağında yer alan Salih Tuna ise Barlas gibi düşünmediğini vurgulayarak "Yeni Şafak'ta iyi insanlar var" dedi. Adını anmadan köşe komşusu ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal'ın 20 Nisan'da yayımlanan yazısında "Hiç merak etmeyin, göreceksiniz, aramıza sızdılarsa eğer, kibir abideleri, asalaklar, haşereler, çıkar sevdalıları, lejyonerler, dönekler, tembeller, varsa Fetullahçılar tek tek ayıklanacaklar" ifadesini kullandığını hatırlatan Tuna, "Bana 'haşerat' diyen kendi gazetemin o yazarına da beni hedef gösteren 'tekfircilere' de sırf fitne çıkmasın diye cevap vermedim" dedi.
AKP'li Aydın Ünal: Erdoğan partinin başına geçecek, içimizdeki asalaklar, haşereler teker teker temizlenecek!

"Hasta kokainman"

Gazeteci Fatih Tezcan ise, AKP'de bir "tasfiye" sürecinin yaşanacağını, ancak tasfiyenin odağında "Erdoğan'a yakınmış da ona sufle veriyormuş gibi etiket yapan medya sahterkârlarının" olacağını öne sürdü. Cemil Barlas'ın "Türkiye'yi artık Tayyip Erdoğan temsil ediyor, biz söylüyoruz ama kendi kafasına göre yapmıyor" ifadesini hatırlatan Tezcan, "Canlı yayınlarda 'Biz söylüyoruz Erdoğan yapıyor' diyebilen hasta kokainmanlar medyadan temizlenmezse, yapılacak her temizlik gölgede kalır" diye yazdı.

Erdoğan'dan ilk tepki

Hindistan ziyareti dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, iktidara yakınlığıyla bilinen gazetelerin köşe yazarları arasında yaşanan "İslamcılar tasfiye edilecek" tartışmalarıyla ilgili olarak ilk açıklamasını yaptı. "İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor' deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz" diyen Erdoğan, "Bazılarının daha sonra ibreleri değişti. Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler" görüşünü dile getirdi.

Erdoğan'ın "İbreleri değişti" ifadesi, halk oylamasına giden süreçte "İbre 'hayır'a döndü" yazısı ile tepki çeken Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'ye gönderme olarak yorumlandı.

Erdoğan sözlerine ilk yorum Star yazarı Sibel Eraslan'dan geldi. Kendisine yönelik olarak "Davaya tek katkın yok" diyen Cem Küçük'e tepki gösteren Eraslan, "Şu anda yalan, hakaret, linç diliyle ismimi vererek konuşan Cem Küçük'ü önemsemiyorum. Ama devletin resmi görüşünü seslendirdiği için tedirginim" ifadesini kullandı.

Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk de Cem Küçük'e yönelik olarak "Erdoğan'ın açıklamalarını kendilerine destek verdi diye yayanlara tekrar söylüyorum: Şizofrensiniz, tetikçisiniz, menfaatçisiniz, cahilsiniz" dedi.

"Erdoğan Hayrettin Karaman'ı da mı dışladı?"

Star yazarı Ahmet Taşgetiren de İslamcı yazarların tasfiye edileceğini iddia edenlerin Erdoğan'ın açıklamasını "destek" olarak yorumladıklarını ifade ederek "Daha birkaç gün önce Hayrettin Karaman Hoca, İslamcılığı yazdı. Sahiplenerek. Hoca, malum referandumda 'evet' için 'farzdır' fetvası vermişti. Ne dersiniz, Tayyip Bey'in sözleri onu da mı dışlıyordu yoksa?" dedi.

Hayrettin Karaman: Benim İslamcımı hiçbir parti davasından vazgeçiremez, boşuna nefes tüketmeyin yarasalar!

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in “Siyasi hayatımda en büyük hata, sonradan Demokratik Parti'yi kuracak olanların kopmasını önleyecek adımları atmamaktır” dediğini hatırlatan Taşgetiren, "AK Parti'de yaşananları herkes bir kere daha düşünmeli" diye yazdı.

TRT'ye sansür suçlaması

Star yazarı Selahaddin E. Çakırgil ise Erdoğan'ın "Bazıları işi tamamen şirâzesinden çıkardı. İşi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındakileri de ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Onların da böyle bir hakları yok, benim de yok" ifadesinin TRT tarafından sansürlendiğini iddia etti.
Çakırgil, "İşi şirazesinden çıkaranlara yönelik sözler, TRT Haber’de dün 12.35’teki yayında sansürlendi; niçin?" diye yazdı.
Star yazarından TRT'ye 'sansür' suçlaması: Erdoğan'ın bu sözlerini niye vermediniz?

"Pazarda inenler, trene kaçak binerken enselendi"

Türkiye yazarı Fuat Uğur, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söz konusu açıklamasıyla "İslamcılara tepki gösterdiğini" savunanlar arasında yer aldı. Erdoğan'ın "Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler" ifadesini alıntılayan Uğur, "Pazarda inenler, trene kaçak binerken enselendi" görüşünü dile getirdi.
Fuat Uğur: Pazarda inenler, trene kaçak binerken enselendi; ödlekler...

"Erdoğan kendisini iktidar yapan damara sırtını dönmez"

Daha önce eski Başbakan Yardımcısı ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'a yönelik olarak "Gönül dünyamızda yeri yok" diyen AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner de, İslamcı yazarların tasfiye edileceği yolundaki iddiaya tepki gösteren isimler arasında yer aldı. Metiner, Star'da "Erdoğan’ın dönüşü" başlığıyla yayımlanan yazısında "Erdoğan üzerinden kendilerine iktidar alanı açmak isteyen 'küçük' beyinliler, Erdoğan’ın kendisini iktidara taşıyan ana sosyolojik damara ve dinamiklere sırtını asla dönmeyeceğini, tam tersine onlarla bütünleşerek kutlu yürüyüşünü sürdüreceğini bilmiyorlarsa, yakında öğrenirler elbet" ifadesine yer verdi.

"Birileri bu Haşhaşilerin değirmenine su taşımaya devam etti"

Karar yazarı Mehmet Ocaktan, Cem Küçük ve Yeni Şafak yazarı Salih Tuna'nın sosyal medyada gündem olan "17-25 Aralık" videosuna gönderme yaparak "Bir gerçek var ki, birileri 17-25 Aralık’tan sonra da bu Haşhaşiler’in değirmenine su taşımaya devam etti. Bakmayın şimdi günah çıkarırcasına etrafa caka sattıklarına" ifadesini kullandı.

Ocaktan'ın gönderme yaptığı videoda Cem Küçük ile Salih Tuna'nın şu sözleri yer alıyor:
Cem Küçük: “Bu hükümetle yargı ve emniyette yer etmiş cunta arasındadır. Bunun uluslararası bağlantıları vardır ama cemaatle, yani bu güzel insanlara iftira atmakla olmaz. Bu emniyet ve yargıdaki yapıla alakalı bir şey."
Salih Tuna: "Bir tane müdür mü ne, hocaefendi için saygısızlık yapıyor. Bu saygısızlıkla saygısızlık üretir. Hocaefendiye, Erdoğan’a çok saygılı bir dille konuşulması taraftarıyım."

"İslamcılığı savunan, bir yanda İslamcıları Pelikancılara kurban eden bir Erdoğan var"

Yeni Akit yazarı Kenan Alpay ise Erdoğan'ın "İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor' deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz" ifadesiyle ilgili olarak "AK Parti’nin tekkeye mürid aramaması kadar İslamcıların da şu veya bu tekkeye mürid olmayacağı, “gassalın önündeki meyyid gibi” teslim olmak üzere mürşidler aramadığı aşikârdır" dedi.

"Bu durumda bir tarafta Amerika’ya, İsrail’e, Esed’e, Sisi’ye, NATO’ya karşı İslamcılık temelinde sürdürülen mücadeleleri Raşid El Gannuşi’den Halid Meşal’e değin örnekleyerek savunan siyasi bir lider olarak Tayyip Erdoğan var" diyen Alpay, "Diğer taraftaysa Pelikan gibi dar bir menfaat şebekesinin ihtiraslarına İslamcılığı ve İslamcıları kurban eden siyasal bir lider olarak Tayyip Erdoğan var" ifadesini kullandı.

"Pelikan Dosyası" adıyla Wordpress'te açılan bir blogda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında yaşanan anlaşmazlıklara dair iddialar içeren yazı, medyada gündem olmuştu. Yazıda, Erdoğan "Reis", Davutoğlu "Hoca" olarak tanımlanıyordu. Pelikan dosyasının Cem Küçük, Cemil Barlas, Sabah yazarı Hilal Kaplan ile köşe komşuları Haşmet Babaoğlu ve Melih Altınok tarafından hazırlandığı iddia ediliyordu.
Alpay'ın ardından Karar yazarı Etyen Mahçupyan da "Pelikan Dosyası"na atıfta bulunarak "Reisçilik’ duygusal yönü daha ağır basan bir tutum. Bir adım sonrası gibi duran ‘pelikancılık’ ise, müdanasız ve kör gözüm parmağına bir seviyesizlik olarak bugün AK Parti’yi kontrolü altına almaya talip" görüşünü dile getirdi. Mahçupyan "Hedefe ulaşmak için de her türden ‘İslamcıdan’ kurtulması gerekiyor" diye yazdı.

"Lüpçü İslamcıların devri kapandı"

Milat yazarı Ufuk Coşkun, "AKP'yi kendi malı gibi gördüğünü, 'mahalle' diye diye onca samimi insanı sırf seküler dünya görüşüne sahip oldukları gerekçesiyle aşağıladığını" iddia ettiği 'İslamcı' yazarlara "lüpçü" benzetmesi yaptı. Coşkun, "Yapılacak ilk iş, ne kadar omurgasız, samimiyetsiz, iki yüzlü korkak insan varsa artık saf dışı bırakılmalıdır" diye yazdı.
Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre "lüpçü", 'emek vermeksizin elde etmeyi alışkanlık durumuna getirmiş olan, lüpe konmasını seven kimse' anlamına geliyor.

"Erdoğan goygoyculardan da,
'satanlardan' da rahatsız"

Milat Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Serdar Arseven ise Coşkun'un aksine Erdoğan'ın her iki tarafa da tepki gösterdiğini söyledi. "Erdoğan, Goygoyculardan da, mücadelenin en keskin virajlarına girerken 'satanlardan' da rahatsız" diyen Arseven, "Böyle yapmaya, birbirinizi yemeye devam ederseniz, günün birinde ortalık karışır. Tosun Paşa'nın biri darbe yapar. Evinizi, ocağınızı basar" ifadesini kullandı.
"Yol, sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür"
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ise, adını anmadan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler" ifadesine gönderme yaptı. İslamcıların tasfiye edilmesi gerektiğini savunan köşe yazarlarına tepki gösteren Kaplan, "Yol, değerini bilenlerle yürünür. Sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür" görüşünü dile getirdi.
Erdoğan: Kim benim adıma konuştuğunu söylüyorsa...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi ismi etrafında odaklanan "mahalle"deki kavgaya ilişkin olarak ikinci açıklamasını Yenikapı'daki İstanbul Gençlik Festivali'nde yaptı ve "Benim adıma Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü konuşur. Başka kimse benim adıma söz sahibi değil. Kim konuşuyorsa fitne üretiyor" ifadesini kullandı.

Medya faresi

Karar yazarı Albayrak: Abdullah Gül artık daha çok konuşacak
06 Mayıs 2017



"Ahmet Davutoğlu da aynısını yapmalı ve yapacaktır inşallah"

Karar yazarı Hakan Albayrak, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiği halk oylamasına giden süreçte kimi köşe yazarlarınca "gizli hayırcı" olmakla suçlanan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün açıklamalarıyla ilgili olarak "Gül’ün bundan böyle memleket meseleleri hakkında daha sık konuşacağını zannediyorum ve bu beni sevindiriyor" dedi. Albayrak, "Ahmet Davutoğlu da aynısını yapmalı ve yapacaktır inşaallah" diye yazdı.

Gül: AK Parti'nin gerçek öncülerine küfüre varan söylemlerde bulundular, hakaretlere sessiz kalınması üzücü!

Hakan Albayrak'ın "Gül'ün açıklaması" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını “367” tezgâhıyla engellemeye çalışanların önde gidenlerinden biri olan Deniz Baykal, geçenlerde “Abdullah Gül yüzde 49'un adayı olabilir. Gül aday olursa değerlendirilmesi lazım" dedi.

Bunun üzerine TBMM AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, “net olmadığı”ndan şikâyet ettiği Gül’ü açıklama yapmaya çağırdı.

Öte yandan, Gül’e iftira atıp hakaret etmeyi pek seven “Pelikancılar” ve benzerleri, Baykal’ın açıklamasını tabii ki coşkuyla karşıladılar ve öteden beri yürüttükleri çamur kampanyasında tepe tepe kullandılar; her zamankinden daha büyük bir iştiyakla Gül’ün “ajan”lığından, “hain”liğinden dem vurdular.

***

Abdullah Gül, dün yaptığı açıklamada, hakkındaki tezvirata tepki gösterdi.

Evvela, Baykal’ın “kendi parti içi hesapları, politikaları çerçevesinde” ve “taktik” icabı söylediği şeyleri ciddiye almadığını -çünkü “367 meseleleri”ni unutmadığını- belirtip, bunları ciddiye alanların olduğunu görmekten üzüntü duyduğunu belirtti.

Sonra, “nasıl organize olduğunu dünya alem biliyor artık” dediği bazı çevrelerin sosyal medyada kendisine ve “AK Parti’nin gerçek öncüleri, kurucuları, ona içeride-dışarıda çok büyük emeği geçmiş arkadaşlar”a “denmeyecek laflar, küfürlere varan söylemler, edep dışı davranışlar”la sataştığını hatırlatıp, “Bunun karşısında sükutu da çok üzüntüyle karşılıyorum ve kamuoyunun vicdanına bırakıyorum” diye sitem etti.

(Bu sitem herhalde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a. Yaptığı her şeyi “Reisçilik” namına yapan “Pelikancılar”, bir iddiaya göre Erdoğan’ın bazı yakınları tarafından organize ediliyor. Bu iddia doğru olmasa bile Erdoğan’ın “Pelikancılar” üzerindeki otoritesi tartışılmazdır ve söz konusu çirkin kampanyayı durdurmak için “Durun” demesi yeterlidir.)

Açıklamasının devamında ise, aktif siyasete dönüş işareti vermemekle beraber, bütün bilgisini ve tecrübesini kamuoyu ile paylaşma niyetini ifade etti Abdullah Gül.

***

Gül’ün bundan böyle memleket meseleleri hakkında daha sık konuşacağını zannediyorum ve bu beni sevindiriyor.

Ahmet Davutoğlu da aynısını yapmalı ve yapacaktır inşaallah.

Onların birikimlerine, tecrübelerine, beyefendiliklerine, nezih dil ve üsluplarına ihtiyaç var.

(..)

ETİKETLER
abdullah gül karar gazetesi hakan albayrak
T24

“Şaban Dişli, ‘Seni FETÖ’cü ilan ettirip, içeri attırcam’ dedi!”
Hülya Karabağlı
12 Mayıs 2017



‘Tehdit’ suçlamasıyla fezleke düzenlenen Şaban Dişli hakkında şikâyette bulunan Yusuf Erturan anlattı…

AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli için ‘tehdit’ suçlamasıyla suç duyurusunda bulunan ve hakkında dokunulmazlık fezlekesi hazırlanmasını sağlayan eski AKP Sakarya İl Başkan Yardımcısı Yusuf Erturan, T24’e açıklamalarda bulundu.

Dişli, dokunulmazlık fezlekesi düzenlenmesinin ardından yazılı bir açıklama yaparak şikâyetçi Erturan’a yüklenmişti.

Erturan, T24’e yaptığı açıklamada “Partilimiz diye ‘ağabeyimiz’ diye hiç sesimi çıkarmadım. Zora sokmamak için konuşmadım, yargılanması konusunda karar verirlerse bizim de ifademizi almak isterlerse gidip veririz. Bu süreçte kimlerin baskı yaptığını açıklarım” dedi.

'FETÖ' çok mağdur olduğunu anlatan Erturan, Dişli hakkında fezleke düzenlenmesine neden olan olayları T24’e değerlendirdi.

“Mehmet Dişli’ye ilişkin bir makaleyi paylaştım”

Erturan, şunları söyledi:

Şaban Dişli bizim Ak Parti genel başkan yardımcımız ben 11 yıl il yöneticiliği 5 yıl il başkan yardımcılığı yaptım Sakarya'da.

Bizim bildiğimiz, tanıdığımız ve sevdiğimiz bir milletvekilimiz Şaban Bey. Onunla daha önce hiçbir konuda karşı karşıya gelmedik. Ancak, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra bir gazetecinin kaleme aldığı Şaban Dişli’nin darbeci kardeşi Mehmet Dişli’ye ilişkin bir makalesi vardı, ben de kendime ait Facebook sayfamda paylaştım, en az 10 bin kişinin paylaştığı haberi bende hiç yorum yapmadan paylaştım. Bir gün sonra beni aramış ben de daha sonra ona dönüş yaptım.

“Seni FETÖ’cü ilan edip içeri aldıracağım deyip tehdit etti”

Şaban Bey bana "Benim ve ailemle ilgili yaptığın paylaşımları ilgiyle takip ediyorum" dedi. Ben de "Sayın vekilim sizi kıran, üzen, ailenizi yaralayan bir şey varsa derhal kaldırabilirim" dedim. O da bana "Yok sen birilerinin tetikçiliğini yapıyorsun" dedi.

"Ben kimsenin tetikçisi değilim, kendi aklıma kimseye kiraya vermedim. Beni tanıyan herkes nasıl biri olduğumu bilir" dedim.

O da bana "Hayır, cemaatle beni sen tanıştırdın" dedi. Ben de "Cemaat değil terör örgütü, ben sizi cemaatle veya hiç bir tarafla tanıştırmadım, benim bir alakam da yok" dedim.

Şaban Bey bu kez, “Ama öyle söylemiyorlar’ dedi. "Sen benim savcı ile vali ile yakınlığımı biliyorsun, ben şimdi seni FETÖ’cü ilan edip içeri aldıracağım" dedi. "Ben de ‘beni tehdit ediyorsunuz" dedim.

Dişli hakkında suç duyurusunda bulunan Erturan (yeşil tişörtlü) 15 Temmuz gecesi sokağa ilk çıkanlardan birisi olduğunu söyledi.

“Tehdit ve hakaretten suç duyurusunda bulundum”


"Siz biliyorsunuz ki 17-25 Aralıktan daha önce 2011 yılında bu terör örgütü elemanları beni mağdur etmişti, bu mağduriyeti en iyi bilenlerden biri sizsiniz, ben FETÖ’nün en büyük mağdurlarından biriyim diye kendisini uyardım ve ben şu andan itibaren beni tehdit ettiğiniz içini sizi mahkemeye vereceğim dedim." Daha sonraki gün ben sabahleyin suç duyurusunda tehdit ve hakaretten suç duyurusunda bulundum.

Ak Partili olduğum için bir açıklama yapmadım. Ama Şaban Bey, benim ifade vermemden sonra kendisi bir basın açıklaması yaptı, beni uyardığını bu konuda beni aradığını söyleyerek beni de bir anlamda teyit etmiş oldu.

“Şaban Bey mağdur edebiyatlarına başladı”

Fezleke, açıklandığında Şaban Bey her zaman yaptığı gibi kendisine ona oynanan bir kumpas ya da bir oyunmuş gibi mağduriyet edebiyatlarına başladı. Benim hiç kimseye kumpas kurma gibi hiç kimseyle birlik olup birisini daha oyun oynamaya varacak bir kimliğim yok. Ben Sakarya’da bir iş adamıyım bünyemde 300 yaklaşık olarak personel var. Böyle boş işlerle uğraşmam.

Oyun çevirecek biri de değilim. Hiç o işlerin de peşinde olmadım. Biz bu konularla ilgili çok büyük baskılar gördük ama bunu kendi içimize attık. Mağdur olan benim, çok ciddi mağdur edildim. Bundan sonra şikâyetim devam ediyor kendisiyle ilgili, vazgeçmem söz konusu değil. Biz burada Meclis’te fezleke düzenledikten sonra yargı Şaban bey’in yargılanması konusunda karar verirlerse bizim de ifademizi almak isterlerse gidip veririz. Fezlekeye kadar büyük baskılar gördük, açıklamadığım şeyler var, bunları mahkemede açıklarım. Genel başkan yardımcısını zor duruma sokmamak için açıklamıyorum, zamanı gelince açıklarım.

Şaban Dişli ne demişti?

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sakarya Milletvekili Şaban Dişli, dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili fezleke hakkında yazılı açıklamada bulunarak, "Şikâyeti yapan kişinin yakın ilişkileri göz önüne alındığında, atılan adımın son zamanlarda şahsım üzerinde yapılan ince bir siyasi itibarsızlaştırma çalışmasının devamı niteliğinde olduğu görülmektedir. Söz konusu fezlekenin gündeme geliş tarihi ve şikâyeti yapan kişinin yakın ilişkileri göz önüne alındığında, atılan adımın son zamanlarda şahsım üzerinde yapılan ince bir siyasi itibarsızlaştırma çalışmasının devamı niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu kampanyayı yürütenler ile adalet önünde hesaplaşacağız. Ayrıca, değerli basınımızın yargısız infaz yaparcasına 2 gündür yazıp çizdiklerini kamu vicdanına havale ediyorum" demişti.

T24

Erdoğan'ın ilk müsteşarı Dinçer'den 'Danıştay Başkanı' yorumu
15.05.2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör'ün “16 Nisan’da kabul edilen değişiklikle Anayasa’mızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha belirgin hale getirilmiştir” ifadesiyle ilgili olarak "Değerlendirmeyi yapan kişi bir yargı kurumunun başkanı olunca, kendi bilgilerimden şüphe ettim" dedi.

Ömer Dinçer'in "Kuvvetler ayrılığı güçlendi mi?" başlığıyla Habertürk'te yayımlanan (15 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Başkan Sayın Zerrin Güngör, Danıştay’ın 149. kuruluş yıldönümü töreninde, “16 Nisan’da kabul edilen değişiklikle Anayasa’mızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha belirgin hale getirilmiştir” dedi.

Akademik çalışma alanım “yönetim ve organizasyon” bilimi. Bu bilim dalı aynı zamanda görev tanımı, görev ve yetkilerin tasnifi, işyükü dağılımı ve dengesi gibi konularla da ilgilenir. Bakış açımın hukuk olmadığının farkındayım. Kamu Yönetimi Reformu sürecinde hukukçu olmadığım için eleştirenler olmuştu. Ancak yaptığım görevler nedeniyle pek çok kanunu yazma tecrübesi yaşadım, mevzuat dilini öğrendim.

Yukarıdaki değerlendirmeyi yapan kişi bir yargı kurumunun başkanı olunca, kendi bilgilerimden şüphe ettim. Değişiklikleri yeniden gözden geçirdim. Konuyla ilgili kritik düzenlemeleri hem güçlendiren hem de zayıflatan yönleriyle sunarak “kuvvetler ayrılığı” hakkındaki kararı, size bırakıyorum.

Yürütme ve yasama ilişkisi

Parlamenter sistemde hükümet Meclis içinden çıkıyor ve Meclis denetimine tabiydi. Değişiklikle hükümet Meclis’in dışına çıkmış ve hükümet üzerindeki denetim gücü ve araçları azalmıştır.

Yeni durumda, yasama ve yürütme güçleri aynı seçimle göreve gelecek. Ancak seçimlerin yenilenmesi halinde Meclis üyelerinin nitelikli çoğunluğu aranırken, yürütme tek başına her iki güç için de seçim kararı alabilecek.

Yasa Yapma Açısından: Önceki durumda yasa çıkarma yetkisi Meclis’in tekelindeydi. Ancak, Meclis bu yetkisini, belirli şart ve sürede yürütmeye devredebiliyordu. Yani, yürütmenin amaç, kapsam, ilke ve süresi Meclis tarafından belirlenen, sınırlı “kanun hükmünde kararname” (KHK) çıkarma yetkisi vardı. Geçici olan KHK çıkarma yetkisi ile kanunlar norm gücü bakımından eşit düzeydeydi.

Ayrıca yürütme, kanun tasarıları ile yasamanın kanun koyma yetkisine karışıyordu. Değişiklikle kanun tasarılarına son verildi. Ayrıca Cumhurbaşkanı’na kararname (CK) çıkarma yetkisi verildi. Kanunun düzenlemediği ve Anayasa’da “Kanunla düzenlenir” ifadesinin olmadığı konularda CK ile düzenleme yapılabilecek.

Yani, Anayasa’da kanunla düzenlenecek konuların tadat edilmesi nedeniyle, CK’larla yürütmeye genel bir yasa yetkisi verilmiş oldu.

CK’lar için “kanuna aykırı olmama şartı” da konulmadı. Anayasa’da her iki normun çelişmesi halinde kanun hükmünün uygulanacağı belirtiliyor. Bu durum normlar hiyerarşisi açısından kanunlar ile CK’ları eşit konuma getirdi.

Diğer yandan, yürütme geri gönderilen kanunun 3/5 çoğunlukla kabul edilmesi zorunluluğu nedeniyle yasa yapma sürecinde güçlü bir mevzi elde etti.

İdari Yapıyı Kurma Açısından: Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği hariç, tüm idare Meclis tarafından yasa ile belirleniyordu. Değişiklikten sonra idarenin belirlenmesi, yasama ile yürütme arasında paylaştırıldı. Buna göre bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatını kurma yetkisi tamamıyla yürütmeye bırakılırken, yurtdışı teşkilatı kurma yetkisi Meclis’e, kamu tüzel kişiliğini kurma yetkisi ise her iki güce tanındı.

Yürütme ve yargı ilişkisi

HSK seçiminde TBMM’ye üye seçme yetkisi verildi. Cumhurbaşkanı ve Meclis haricinde diğer kurumlardan seçilen 16 üye kuruldan çıkarıldı. Toplam 13 kişiden oluşan HSK’nın 7 üyesini Meclis seçecek. Ancak, Cumhurbaşkanı tarafından seçilen 2+4 üye ile birlikte iktidar partisinin seçtiği üye sayısı en az 9 kişi olacak.

Diğer yargı kurumları açısından fazla bir değişiklik olmadı. Sadece Anayasa Mahkemesi üye sayısı 17’den 15’e düştü.

Bütçe yapma ve mali denetim

Önceki durumda Bütçe Kanunu teklif etme yetkisi yalnızca milletvekillerine ait iken, değişiklikle Cumhurbaşkanı da Bütçe Kanunu teklifi yapabilecek.

Yine, eskiden Bütçe Kanunu’nun Meclis tarafından kabul edilmemesi halinde teamül gereği hükümet istifa ediyordu. Değişiklik sonrası bu durum ortadan kalkmış oldu. Bütçe teklifinin herhangi bir nedenle yasalaşmaması halinde, geçici bütçe oluşturulacak ya da mevcut bütçedeki hükümler yeniden değerlendirme oranında artırılacak.

Böylece Meclis’in en temel haklarından olan kamu kaynaklarını tahsis ve denetim yetkisi, belirli şartlarda yürütmeye devredildi.

Meclis anayasa kanun Cumhurbaşkanı hükümet yargı Danıştay khk şüphe eğitim habertürk bilim hukuk istifa Tayyip Erdoğan mevzuat seçim TBMM
BirGün

Fehmi Koru'dan AK Parti itirafı: Kuşkuluyum...
15 Mayıs 2017

Fehmi Koru'nun kendi sitesinde yayınladığı bugünkü yazısı:

Dün günümü Fransa’daki debdebeli başkanlık değiş-tokuş törenini izlemeye ayırdım.

Özellikle de geçen Pazar günü seçilen yeni cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un uğradığı her durakta yaptığı konuşmalara kulak verdim.

Macron’un söyledikleriyle anayasa değişikliği referandumu sonrasında bizde gündeme taşınanlar arasında benzerlik ve ayrılıklar arayarak…

Sağolsun, Abdülkadir Selvi, ‘Yol haritası mı olacak, yoksa yeni bir eksen mi?’ başlıklı bugünkü yazısıyla daha sağlam bir mukayeseye imkân sağlamış oldu.
Fransa’da yeni dönem
Emmanuel Macron hiçbir partiye üye değil; bir ara Sosyalist Parti saflarında bulunmuş, Françoise Hollande’a danışmanlık ve sosyalist hükümette ekonomi bakanlığı yapmış, ama çok kısa sürelerle…
Hayatında hiçbir seçimli yarışa da katılmamış biri Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı; ilk katıldığı seçimde, önce yerleşik partilerin adaylarını elediği birinci turdan ilk sırada çıktı, ikinci turda da ‘aşırı sağcı’ bilinen Marine Le Pen’i eleyerek Fransa’ya cumhurbaşkanı olmayı başardı.
Çok kısa bir süre (13 ay) önce oluşturduğu ve ‘En Marche!’ adını verdiği siyasi hareket taşıdı onu Elyseé Sarayı’na…
Napoleon Bonapart’tan bu yana devletin başına geçen en genç kişi o; henüz 39 yaşında…
Mesleği yatırım bankacılığı olduğu ve meşhur Rothschild Ailesi’ne ait bir finans kuruluşunda (Rothschild & Cie Banque) çalıştığı için, “Yeni bir Trump mı?” kuşkularına muhatap olması kaçınılmazdı.
Televizyon ekranlarına da yansıyan törenlerde sergilediği tevazu ve konuşmaları sırasında verdiği mesajlar, hiç değilse başlangıç olarak, Macron’un ‘Avrupalı bir Trump’ olmayacağının, hatta bir ‘karşı-Trump’ olduğunun işaretlerini taşıyordu.
Hem de fena halde.
Fransa’nın bölünmüş ve katmanları birbirinden kopma raddesine gelmiş toplumsal yapısını onarmaktan.. yeni bir Rönesans’a kapı aralamaktan.. Charles de Gaulle’den itibaren kendisinden önce gelmiş cumhurbaşkanlarının olumlu yönlerine sahip çıkacağından.. demokrasi ve insan hakları ideallerini sürdüreceğinden.. dem vurdu Macron…
İnandırıcı biçimde.
Eminim, ilk turda kendisine oy vermeyen her dört kişiden üçü de (ilk turda oyu yüzde 24’te kalmıştı Macron’un), konuşmalarını dinledikten sonra, kendisine fırsat tanımaya karar vermiştir.
“Önce Fransa” dedikten sonra Avrupa Birliği (AB) ve uluslararası ittifakların önemini de vurguladı Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı.
Bizim dilimize de, konuyu anlayamamak, çevreyle uyum sağlayamamak anlamında kullanılan ‘Fransız kalmak’ deyimiyle olumsuz biçimde giren Fransa, Macron’u seçmekle, uluslararası arenada “Ben varım” demiş oldu.
Sıfırdan bir beyaz sayfa açma imkânı sağlayarak…
Neyse.. Onu Fransızlar ve Fransa’da yaşayanlar düşünsün…
AK Parti’nin yol haritası
Biz kendi gündemimize gelelim.
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti çevrelerinden aldığı bilgilerle donattığı yazısında, bu yılın önümüzdeki altı ayının Türkiye için bir ‘değişim süreci’ olacağını duyuruyor.
AK Parti’de, hükümette, yerel yönetimlerde değişiklikler yapılacak, eskilerin yerine heyecanlı kadrolar gelecekmiş…
Kendisi de bayağı heyecanlı cümlelerle bu yeni dönemin özelliklerini veriyor: “Su aktı, yatağını buldu” diyor partili cumhurbaşkanlığı değişikliği için; “AK Parti bir çınar gibi büyümeye devam edecek” de diyor. AK Parti ‘yeni bir hikâye’ yazacakmış…
Bekleyelim bakalım.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi, Selvi’nin heyecanını paylaşamıyorum. İyi niyetli beklentiler bunlar, ancak ülkenin ve siyasetin şartları AK Parti’ye öyle bir hareket alanı sağlamıyor.
Referandumda oylar tam ortasından bölündü; ilk yapılması gereken, Macron’un Fransa’da yapacağını söylediği türden bir birleştirici üslup ve ona uygun bir normalleşme arayışı olmalıydı.
Yapılabilir bir şey midir bu ülkemizde? Abdülkadir Selvi’nin aktardığı ‘yol haritası’ umutlanmamızı getirecek bir ayrıntı vermiyor. “Ülkeyi kutuplaşma ile götüremeyiz, şimdi normalleşme zamanı” diyor, ama belli ki, bu, onun kendi beklentisi…
Heyecan eksikliğinin fark edilmesi önemli elbette, ancak bunun kadroların değişmesiyle giderilebilecek bir eksiklik olduğu tespiti ne derece doğru?
‘Yeni bir hikâye’ ise eski hikâyelerin tekrarından öteye gidebileceğe benzemiyor.
Noktalı virgüllü açıklamalara konu edilen dış politika tercihlerimiz bile tarihsel anlamda bir kopukluğu içinde barındırıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Çin gezisini izleyen gazetecilere verdiği beyanata göre, durum şu: Birkaç maddede yoğunlaşan taleplerimize ABD Başkanı Donald Trump olumlu cevap verirse, ne âlâ; cevap olumlu olmazsa muhtemelen ‘İpek Yolu’ macerasına atılacağız.
AB ile ilişkilerimizi ise ‘pamuk ipliği’ benzetmesi bile karşılamıyor.
Cezaevleri vaktiyle devletin en hassas konumlarında bulunmuş (savcı, yargıç, polis şefi) ve okumuş yazmış (akademisyen, gazeteci, yazar) kişilerle dolu bir ülkeyiz; böyle bir ülkede ‘normalleşme’ nasıl gerçekleştirilebilir?
Umutsuzluk yakışmayacağı için, bu yazıyı şöyle bağlayayım: Umarım üzerine hep iyi şeyler yazılacak bir beyaz sayfa bizde de açılır.
Medya Faresi

FLAŞ! Yeni Akit'ten Erdoğan'a Örtülü Tehdit!
08 Aralık 2016

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Akit yazıişleri müdürü ve yazarı Ali Karahasanoğlu bugünkü köşesinde hem Zaman’a kayyum atanmasını hem de Boydak Holding’e yapılan gözaltı operasyonunu değerlendirdi.

Akit yazarı, Zaman’ın başına gelenleri “Kendilerine de.. Müslümanlara da, yazık ettiler” diye yorumlarken, Boydak’lara yapılan operasyonu eleştirdi. Bu eleştiriye de gerekçe olarak, operasyon nedeninden yola çıkarak, bir gün kendisinin bile tutuklanabileceği örneğini verdi.


İşte Ali Karahasanoğlu’nun Akit’teki yazısından ilgili bölüm:

“(...) Dün yaşanan ikinci olay için..

Kayseri’deki Boydak’lara yönelik gözaltılar için..

Özellikle, Boydak’ların yakın tarihlerde yaptıkları açıklamalarla..

Gülen grubu ile hiçbir ilişkileri olmadığını, kalmadığını deklare etmiş olmalarına rağmen..

Gözaltına alınmalarına..

İddialar doğru ise..

“17 Aralık öncesi ve sonrası” kalın çizgisine dikkat edilmemiş ise..

Gözaltıların sebebi, “17 Aralık öncesinde, Boydak’ların Gülen grubu ile iyi ilişkileri” ise..

Bu yanlıştır..

Vahimdir..

“17 Aralık ihaneti”nin, sulandırılmasıdır..

Bir başka yanlışla, “17 Aralık”ın önemsizleştirilmesidir..


Bu vesile ile..

Belirtmeliyim..

17 Aralık öncesindeki “iyi ilişkiler” sorgulanacak olursa..

Sadece Boydak’lar..

Sadece şunlar, bunlar değil..

Biz de, topun ağzında oluruz.

Sadece biz değil..

“Ne istediniz de vermedik” diyen, Tayyip Erdoğan da topun ağzında olur...


“Biz niye topun ağzında oluruz”u, kısaca izah edeyim..

Daha önce de itiraf etmişimdir..

Tekrar hatırlatmış olayım..

Dersane tartışmaları başlayana kadar.. Gülen’i öven yazım hemen hemen hiç yoktur ama..

Gülen aleyhine yazdığım yazı sayısı da, üçü beşi geçmez.

Onların içinde en sertlerinden biri Mavi Marmara’dır..

Diğeri “Başörtü furuattır” konusu..

Diğeri “Gülen’in darbecilere şirinlik yaparak, Erbakan Hoca’ya yönelik mesafeli duruşu”dur...

Dindar camiadaki, Gülen’e yönelik bu ortak itiraz konuları dışında..

Dersane konusu çıkana kadar.. Fetullah Gülen’i “alnı secdeli bir insan” olarak görüp, onu eleştirmediğimi itiraf edip..


Açıkça söyleyeyim..

Durumdan vazife çıkaran birileri..

Belki yarın öbür gün.. Beni de derdest etmeye kalkabilir..

Benim bu iyiniyetli, İslam kardeşliği eksenindeki tavrımı, bazı fırsatçılar cezai soruşturma konusuna çevirebilirler..

Bunun sonu yoktur..

“Selam verdin”, gel içeri..

“Selam aldın”, gel içeri..

Bu yanlış bir tavırdır..”

Kaynak: Sarı Zeybek

Fehmi Koru Erdoğan'ın ABD gezisini Menderes'in son ABD gezisine benzetti
16.05.2017

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yakın arkadaşı Fehmi Koru, kendi internet sitesinden yayımladığı yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la eski Cumhurbaşkanı Adnan Menderes’in son ABD gezisini benzetti.

Yazısında bugün yapılacak olan Trump-Erdoğan görüşmesinin kritik olduğunda herkesin hemfikir olduğunu belirten Koru şu ifadeleri kullandı:

“Yıllardır ‘stratejik ortaklık’ olarak tanımlanan ABD-Türkiye ilişkilerinin bu görüşme sonrasında farklı bir zemine kayabileceği düşünülüyor da ondan…

Taraflar (ABD ve Türkiye) günler öncesinden birbirlerine mesajlar verdiler: ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’yi kızdırma pahasına, IŞİD’e karşı savaşta müttefik olarak seçtikleri PYD/YPG güçlerine ‘ağır silâhlar’ verilmesini öngören bir talimata imza attı.. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, bunun yanlışlığına vurgu yapıp ABD tutumunda ısrar ederse ilişkilere ‘nokta’ konulabileceğini açıkladı…

Yorumcular 'Erdoğan rest çeker mi, çekmez mi?' telâşındalar.”

“ZİHNİMDE HEP MENDERES’İN ABD’YE YAPTIĞI ZİYARETTEN YAŞANANLARI TAŞIYORUM”

Yazısında “İşin buraya kadar gelmesi-getirilmesini yanlış buluyorum ben; bu ziyareti Ankara’da planlayanların, geçmişteki benzeri karşı karşıya gelişleri ve yaşananları göz önünde tutarak, ‘restleşmeyi’ karşı tarafa (ABD’ye) bırakan bir diplomatik taktik belirlemelerini beklerdim” diyen Koru şöyle devam etti:

“Şahsen ‘kritik’ sıfatı önceden yapıştırılmış pek çok devlet adamı ziyareti izledim; Ankara-İstanbul ve Washington’da… Bu sebeple, bugün iki liderin Washington’da yüz yüze yapacakları görüşme beni endişelendiriyor.

İzlediğim ‘kritik’ ziyaretlerden, bir tek, Turgut Özal’ın tasvibini aşırı biçimde muhataplarına belli ettiği Birinci Körfez Savaşı sonrası (1991) çıktığı ve sadece Beyaz Saray’da değil Camp David’te de âlâ-yı vâlâ ile ağırlandığı ziyaret gönül rahatlığı içerisinde geçmişti.

Özal, o ziyarete, “No aid, but trade” (“Sizden yardım istemiyoruz, ticaret istiyoruz”) sloganıyla gitmiş ve istediğinden fazlasını almıştı da.

Şimdi ise hayli endişeliyim. Zihnimde hep Adnan Menderes’in 1959 yılı Ekim ayında ABD’ye yaptığı ziyarette yaşananları taşıyorum da ondan…”

“ZİYARETTEN 6 AY SONRA…”

Koru Menderes’in ziyaretini izleyen gazetecilerden biri olmadığını, ziyareti dönemin muhalif gazetelerinden Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinin muhabiri olarak resmi heyete katılan Orhan Karaveli’nin anılarında yazdıklarından öğrendiğini belirtti ve şunları kaleme aldı:

“Gezi sırasında Menderes, Karaveli’ye, hep “Düşmanım Vatan gazetesinin muhabiri” diye takılırmış…

Demek o zaman devleti yönetenler düşmanı mesabesinde gördükleri gazetecileri de yanlarında taşıyabiliyormuş… (İyi ki öyle yapıyorlarmış; sağlıklı tanıklıkları o sayede öğreniyoruz işte).

Menderes’in Washington’u ziyaretinden yalnızca iki ay sonra (6 Aralık) ABD Başkanı Dwight Eisenhower Türkiye’ye geldi.

Bu iki ziyaretten sadece altı ay sonra ise Türkiye’de arkasında ABD’nin bulunduğuna inanılan bir askeri darbe yaşandı (27 Mayıs 1960).”

“ERDOĞAN DA MENDERES DEĞİL”

Yazısında, Menderes’in ziyareti sırasında yaşananlar için Orhan Karaveli’nin “Görgü Tanığı” kitabından alıntılar yapan Koru şöyle devam etti:

“Orhan Karaveli Türkiye’yi Washington’da temsil eden Büyükelçi Suat Hayri Ürgüplü’ye “Ne oluyor?” diye sorunca, Ürgüplü, ‘yazılmaması kaydı ile’ ona şunları söylemiş:

‘Amerikalılar Menderes’i çoktan sildiler. Gözden çıkardılar onu! Değil 500-600 milyon dolarlık yeni bir yardım, 1 dolar bile vermemekte kararlılar. Biz bunu ‘hissettiğimizi’ kendisine ilettik. Belki o da her şeyin farkında, ama şansını deniyor. Ümidini büsbütün kestiği an Türkiye’nin dış politikasını değiştireceğinden hiç kuşkun olmasın.’

Elbette bugün Türkiye ABD’ye ‘rest’ çekebilecek duruma gelmiş bir ülke; o günden bugüne şartlar çok değişti. Tayyip Erdoğan da Adnan Menderes değil; yutkunarak konuşmayacağı biliniyor.

Yapılacak görüşmenin hayırlı sonuçlar doğurmasını diliyorum.”

Odatv.com

Barış Doster: İncirlik Üssü başımıza ne işler açıyor
16.05.2017



15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişiminde İncirlik Üssü’nde neler olduğu, kimlerin ne dolaplar çevirdiği ortaya çıktı.

Türkiye’yi yönetenlerin ABD ile ilgili iç kamuoyuna yönelik söylemleriyle ikili, baş başa görüşmelerdeki üslup ve söylemleri çok farklıdır. İkili görüşmelerde son derece alttan alan, saygılı, özenli, dikkatli bir üslup takınırlar. Kaldı ki, birkaç hafta önce ABD Suriye’de bir askeri üssü vurduğunda, ABD’ye “Devam et, yarıda bırakma. Yetmez ama evet, arkası gelsin” diyen Türkiye’nin, PKK terör örgütünün yuvası olan Kandil’e, Sincar’a harekât düzenlemesine ABD açıkça karşı. ABD ziyareti öncesi atılan adımlar, görüşmede alttan alan taraf olacağımızı da gösterdi. Nedenini özetleyelim…

1) Türkiye; ABD gezisi öncesi Hindistan, Rusya ve Çin’i ziyaret etti. Bu gezilerden umulan ticari ve siyasi sonuç çıkmadı. Bu gezilerde bir kez daha, Avrasya’yı taktik bir adım, geçici bir koz olarak gördüğünü kanıtladı, o kadar. ABD’ye mesaj vermeye yönelik bu hamleler, ABD’de de umulan etkiyi yapmadı.

2) Türkiye, Trump’ın övgüler düzdüğü Sisi yönetimindeki Mısır’la sessizce ilişkileri düzeltmeye başladı. Bir süre sonra Sisi ile doğrudan temas da gündeme gelir. Bu da ABD’ye yönelik bir mesajdır aynı zamanda.

3) Türkiye, Sisi rejiminin en büyük sorunu olan Müslüman Kardeşler (İhvan) ile de arasına mesafe koymaya başladı. Ayrıca Hamas’a baskı yapıp, onun İhvan’dan koptuğunu, İsrail’i tanıdığını açıklayan bir bildiriye imza atmasında etkili oldu.

4) Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri hızla gelişiyor.

5) Türkiye, Katar’da üs kurup, asker yollamaya hazırlanıyor.

6) Türkiye, Trump’ın sert sözlerle yüklendiği İran’a karşı sert bir üslup takındı.

7) Astana Süreci’ne başından beri katılan, Rusya ve İran’la birlikte Suriye’nin bütünlüğünün garantör ülkelerinden olan Türkiye, ABD’den gelen baskı sonrası Astana sürecinde ayağını sürüklemeye başladı. Süreç tavsadı.

SORUNLAR YAPISAL

Türkiye’de kimse, ABD’nin PKK – PYD terör örgütüne verdiği desteği kesmesini, FETÖ elebaşını Türkiye’ye iade etmesini beklemiyor. Bu konuda iyimser bir hava yok. ABD’nin Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri, kültürel, bilimsel, bürokratik, toplumsal yapısı üzerindeki nüfuzu, Türkiye’de NATO ve ABD bağımlılığının kapsamlı ve ciddi şekilde sorgulanmasını da engelliyor. Misal; Annan Planı’nı gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar vererek destekleyen bilim insanları mı (şimdi bir kısmı FETÖ’den hapiste, bir kısmı FETÖ nedeniyle yurt dışında, bir kısmı yetmez ama evetçi, bir kısmı imzacı olan akepe-misyenler) NATO’yu eleştirecekler?

Gerçekçi olalım: ABD şunu iyi biliyor: Türkiye, Rusya ve Çin’le stratejik, bütüncül bir ittifaka gidemez. En fazla ticaret yapar, o kadar. Ancak bu kez mesele şu ki; ABD ve Rusya iki temel konuda örtüşüyor, bu da Türkiye’nin elini kolunu bağlıyor. İlki; ABD de Rusya da, PKK – PYD terör örgütünü destekliyor. İkincisi; ABD de Rusya da, IŞİD’le mücadele ettiği halde Türkiye’nin aşırı İslamcı örgütlere destek verdiği, bu konuda ABD’nin Türkiye’ye çizdiği sınırı aştığı yönünde yaygın kanaate sahipler. ABD, kendisinin beslediği, büyüttüğü, desteklediği terör örgütlerine (IŞİD, PKK, FETÖ dahil) kendi gereksinimleri için yol veriyor, fırsat tanıyor. Anımsayalım; ABD’nin 1980’lerde Afganistan’da mücahitlere yardımı El Kaide’i yarattı. 2003’te Irak’ı işgal edip, fiilen bölmesi IŞİD’i yarattı. 2011’de Suriye’ye çullanması, El Nusra’yı yarattı.

Öte yandan Türkiye, Fırat Kalkanı’nda ABD’den destek görmek şöyle dursun, ABD’ye rağmen adımlar attı yer yer. ABD o süreçte Türkiye’nin, Rusya ve İran’ın, zımnen de Suriye’nin onayıyla inisiyatif almasına, Suriye içine yönelik harekatta IŞİD’in yanı sıra PKK – PYD’yi de hedefe koymasına, Suriye’de planlanandan uzun kalmasına karşı çıktı. Türkiye’nin Suriye içinde 20 kilometreden fazla ilerlemesini istemedi. Türkiye, NATO’dan en çok kazık yiyen NATO üyesi olmasına rağmen (PKK – PYD terör örgütüne verilen destekten 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimine verilen desteğe) NATO üyeliğinin maliyetini sorgulamadı. Yediği kazıkları tartışmaya açmadı

ABD’NİN AŞINAN DEVLET KAPASİTESİ

Trump’ın izlediği siyaset, ABD’nin nesnel gerçeklerinden bağımsız değil. Büyük iş çevrelerinin taleplerine uygun bir ekonomi politikası izliyor. Yerli üretimi geliştiren, iç pazarı kollayan, istihdamı artıran adımlar atmaya, korumacı bir çizgi tutturmaya çalışıyor. Bunu seçim kampanyasında açıklamıştı. Ortadoğu siyaseti ise Türkiye’nin beklentileriyle örtüşmüyor. PKK – PYD terör örgütünü destekliyor. Türkiye’yi İran’la gerilimi artırmaya zorluyor. Kurumlar – paktlar – ittifaklar arası ilişkileri değil, ikili ilişkileri yeğliyor Trump. NATO ve AB’yi eskimiş örgütler olarak niteledi geçtiğimiz aylarda. NATO’nun yapısının yıllar önce kurgulandığını, bugünün ihtiyaçlarına yanıt vermekte zorlandığını, sadece 5 üyenin ittifak ölçütlerinde yükümlülüklerini yerine getirdiklerini söyledi. Yani sadece 5 NATO üyesinde savunma harcamaları GSMH’nin yüzde 2’sini geçiyor. Türkiye de bu 5 üyeden biri.

Ortadoğu’daki ABD müdahalelerinin umulan sonucu vermediğini söyleyen Trump’ın açmazı şu: Bir yandan önceliği ABD’nin içini toparlamaya verip, korumacı politika izliyor, bir yandan NATO’nun eskidiğini, hantallaştığını söylüyor. İttifakın küresel sorumluluklarını yerine getirebilmesi için, üye ülkelerin daha fazla askeri harcama yapmasını istiyor. NATO’daki müttefiklere “pamuk eller cebe” diyor. NATO üyelerine örgütün işlevsiz hale geldiğini ima ederken, üstü kapalı olarak, ABD’nin yıllardır NATO’yu kendi emperyalist amaçları, işgalleri için araç olarak kullandığını itiraf ediyor. AB’ye yönelik diplomatik ve ekonomik tutumu sıcak değil. AB’yi önemsemiyor. ABD iç pazarında Avrupa kökenli mallara yüksek vergi koyacağını açıkladı ama bir yandan da AB ile TTIP (Trans Atlantik Yatırım ve Ticaret Antlaşması) müzakerelerini yürütüyor. Almanya ve Çin’le gerilim yaşadı, Rusya ile yumuşamadan yana.

Sorun şu: Türkiye İncirlik Üssü’nün başımıza ne dertler açtığını görmek istemedi. 15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişiminde İncirlik Üssü’nde neler olduğu, kimlerin ne dolaplar çevirdiği ortaya çıktı. Ama bu konuda gerekli adımı atacak cesaret yok. Batı emperyalizmine karşı tek başına direnemiyor. Gerekli siyasi irade, ekonomik güç, stratejik akıl, askeri, endüstriyel, bilimsel, teknolojik birikim yok.

Sözün özü: Egemenlerimiz, 15 Temmuz sonrasında kısa süre ABD hakkında yüksek perdeden konuştu. Sonra yeniden NATO’cu, Atlantikçi, Amerikancı fabrika ayarlarına döndü. O nedenle Barzani’ye sınırsız destek sürüyor. Bölge ülkeleriyle bir türlü kalıcı ve sağlıklı ittifak kurulamıyor.

Odatv.com

Türker Ertürk: Görünen o ki Amerika Erdoğan'ı silmiş
18.05.2017

Sorun; Irak, Suriye, IŞİD, PKK ve PYD sorunu değil. Bölgede yeni bir harita çiziliyor ve bölge yeniden tasarlanıyor. Türkiye de bu işin ve bölgenin içinde.

Amerika; Gazi Mustafa Kemal Atatürk hariç olmak üzere, siyasetçilerimizin iktidarı ve muhalefeti ile çok sık ziyaret ettikleri ve destek aradıkları bir ülke. Bu konuda rekor, rakipsiz bir biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. Başı sıkıştıkça soluğu Amerika’da alıyor. Almadan vermek Tanrı’ya mahsus olduğu için, Amerika da verdiği desteğin karşılığını fazlasıyla alıyor. Amerika kişisel destek veriyor, karşılığını Türkiye ve Türk Halkı ödüyor!

Geçen gün yapılan Amerika ziyareti ise; Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından, bugüne kadar yaptığı Amerika ziyaretleri içinde en başarısız olanıydı denebilir. Benzetmek gibi olmasın ama; Menderes’in son Amerika gezisiyle benzerlikler çok!

BAŞARISIZ GEÇTİ

Görünen o ki; Amerika Erdoğan’ı silmiş. Ama silmiş olması, Erdoğan’ı terminal safhasına kadar kullanmayacağı anlamına gelmiyor. Erdoğan ve yakın çevresi de durumun farkında. Erdoğan’ın duruşundan, yüz hatlarından ve vücut dilinden, Amerika ziyaretinin başarılı geçmediği çok rahat belli oluyor.

Zaten, Erdoğan’ın Amerika ziyareti başlamadan bitmişti! Amerika; en yetkili ağızlardan IŞİD’e karşı savaşta NATO müttefiki olan Türkiye yerine PKK’nın uzantısı olan PYD/YPG güçleri ile müttefiklik yapacağını açıklayarak ve ziyarete ramak kala PYD/YPG güçlerine “ağır silahlar” gönderilmesi talimatını Başkan Donald Trump imzası ile vererek; Erdoğan’ın ziyaretini kasti olarak dinamitlemişti.

TIPIŞ TIPIŞ GİTMEK ZORUNDAYDI

Bu gelişme üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılması gereken, ziyaretin iptaliydi. Ama yapamazdı. Yapamayacağını, tıpış tıpış ABD’ye gelmek zorunda olduğunu, Başkan Trump yönetimi biliyordu!

Trump’ın konuşmasında IŞİD’e karşı yapılan ve 70’i aşkın şehit verdiğimiz Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan bahsetmemesi, daha önce ifade edilen “PYD’nin Menbiç’ten çekileceği ve Fırat’ın batısına geçmeyeceği” sözlerinin hatırlanmaması, PKK ve PYD ilişkisi aşikar olmasına rağmen görmezden gelinmeye devam edilmesi, Erdoğan’ın önem vermesine rağmen Gülen’in iadesinden söz edilmemesi, ziyaretin başarısızlığının ispatı niteliğindedir. Hatta; tam ziyaret günü Amerika’nın en önemli politik gazetesi olan, Pentagon, CIA ve NSA’e yakınlığı ile bilinen Washington Post’ta Gülen’in Türkiye’yi suçlayıcı bir makalesinin yayınlanmasını tesadüf olarak görmek gerçekten saflık olur.

YALANDAN ÖLÜNMÜYOR

Trump yönetimi; Erdoğan’ın hiçbir pazarlık gücünün kalmadığını, hareket serbestisinin olmadığını, Çin, İran ve Rusya’nın bulunduğu tarafa bile geçemeyeceğini biliyor ve gördü. Yani Erdoğan’ın kozu yok, Amerika Erdoğan’ın elini biliyor, hatta Amerika’nın Erdoğan’ın başını belaya bile sokabilecek, yargılanmasına yol açabilecek ciddi kozları var.

Erdoğan’ın tek yapabileceği; bu başarısızlığı, çıkmazı ve felakete sürüklenme sürecini, elinde bulunan medya ve devlet gücüyle Türk Halkı’na bir başarı olarak takdim etmesi. Erdoğan’ın Trump ile Beyaz Saray’da basına yaptığı açıklamanın tercümesinde gördüğümüz skandal, bu nedenle yaşandı. Amerika’ya “süt dökmüş kedi” gibi davran ama Türk Halkı’na yalan söyleyerek kandır ve Türkiye’ye gelince Amerika’ya dayılan. Çünkü 15 yıldır gördüler; yalandan ölünmüyor, hatta kazanılıyor!

ALIP MİSKETLERİNİ GİDEMEZSİN

Sorun; Irak, Suriye, IŞİD, PKK ve PYD sorunu değil. Bölgede yeni bir harita çiziliyor ve bölge yeniden tasarlanıyor. Türkiye de bu işin ve bölgenin içinde. Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, bunun adı! Yani Türkiye’nin de dahil olduğu bölgeye, emperyalizm tarafından tecavüz edilmesi planı! Siz eğer bu tecavüz planında görev aldıysanız, sıra da size geldiyse; “Ben oynamıyorum, alıp misketlerimi gidiyorum” diyemezsiniz, dedirtmezler.

Çok yanlışlar yapıldı, geriye dönülebilecek eşik bu iktidar iradesi için geçildi. Efendim neymiş; “Türkiye-Amerika Savaşı” varmış, “Amerika Suriye’de yenilmiş”, “Saray savaşı değil, vatan savaşı yapılıyormuş”. Bunlar gibi daha bir sürü ayağı yere basmayan boş laflar, belli maksada matuf olarak ülke gündemini meşgul ediyor.

ANCAK İÇ KAMUOYU YER

Erdoğan’ın tüm sözleri, açıklamaları, meydan okumaları, Fırat Kalkanı, Şengal ve Karaçok Operasyonları ile yaptıkları; Amerika’ya karşı savaş değil, pazarlıkta elini güçlendirme ve iç kamuoyuna yönelik saygınlık ve oy arttırma faaliyetiydi. Bunu iç kamuoyu kısmen yese de Amerika’nın yemediğini en son ziyarette gördük.

Amerika’ya meydan okuyabilmek ve bir pazarlık gücü elde edebilmek için Türkiye’nin müttefiklere ihtiyacı var. Ama yapılan fahiş hatalar sonucunda, Türkiye’ye kimse güvenmiyor. Rusya, İran, Bağdat, Şam, Bulgaristan güvenmiyor! Çin de güvenmiyor (..)

Suriye’nin, eski Suriye olmayacağı belli! Federatif Suriye konusunda Rusya ve ABD’nin anlaştığı da kesin. Suriye’nin bu duruma gelmesinde, halen ülkemizi yöneten iktidar iradesinin suçları, günahları ve yanlış politikaları affedilemez. Suriye sorunu çözüldüğünde, bu konular gündeme gelecek.

SİZ İHTİYACIN NERESİNDESİNİZ

16 Nisan Halk Oylamasının hangi koşullarda gerçekleştiğini ve sonucun gayrimeşru olduğunu tüm dünya biliyor. Hindistan’la başlayan, Rusya ve Çin’le devam eden, geçtiğimiz gün Amerika’da gerçekleşen yurtdışı temasları ve ay sonunda Brüksel’de yapılacak NATO ve mini AB zirvesine katılım ile hedeflenen; gerekirse ülkemizin çıkarlarından ödün vererek bu sonuca destek sağlamak ve meşruiyet kazandırmaktı. Şimdilik, iktidar iradesi açısından işler iyi gitmiyor. Önümüzde AGİT’in nihai raporu ve AİHM kararı var. Bunlar, önümüzdeki günlerde bayağı belirleyici olacak!

Sonuç olarak söylemek istiyorum ki; halen ülkemizi fiili olarak yöneten iktidar iradesi ile esenliğe ulaşabilmek mümkün değil! Birleştirici, bütünleştirici, dindarımızı da kucaklayabilen, bu toprakların sesi olan yeni bir iktidar iradesine ihtiyacımızın olduğu apaçık ortadadır. Önemli olan; sizin bu ihtiyacın neresinde olduğunuz, destek verip vermediğiniz ve bu mücadelede taşın altına elinizi sokup sokmadığınızdır.

Odatv

Yalova'da 13 günlük bebek, açlıktan öldü!
28 Haziran 2017



Annenin bebeğe mama alacak parası olmaması nedeniyle, küçük bebek öldü.

CNN Türk'te yer alan habere göre, Suriye'den Türkiye'ye gelen Muhammad ve İman Kadah çifti, Yalova'ya yerleşti. Mustafa Kemal Paşa Mahallesi, Beste Sokak üzerinde tahta ve muşambalarla oluşturdukları derme çatma kulübeye sığınmacı birkaç aile ile birlikte yerleşen çift, burada yaşamaya başladı.

Bundan 13 gün önce çiftin Yalova Devlet Hastanesi’nde bir bebekleri dünyaya geldi. Minik çocuğa doğduğu gün olan Cuma adı verildi. Bebeğe mama alacak parası olmayan anne, çaresizce bebeğini emzirmeye çalışsa da, bir türlü anne sütünü kabul etmedi. Bunun üzerine güçsüz düşen bebek, bugün sabah saatlerinde hayatını kaybetti.

Uzun bir süredir neredeyse susmaksızın ağlayan Cuma bebeğin uzun süre sessiz kalmasından şüphelenen anne İman Kadah, bebeğini kontrol ettiğinde öldüğünü fark etti. Olay yerine gelen polis ekipleri ise çok az Türkçe bilen çiftle diyalog kurmakta zorlandı.

ETİKETLER
yalova bebek açlık
T24

AKP'de kavga sertleşiyor; O dosya yeniden gündemde
21 Nisan 2017

AKP'de referandum başarısızlığı kavgası çok sert geçeceğe benziyor, bu günde AKP sever medyada Davutoğlu'nu koltuğundan eden o dosya tekrar açıldı.

Referandum sonuçlarında şaibe tartışmalarını bir tarafa bırakıp Evet cephesinin kazandığı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Hzr 28, 2017 10:13 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş May 18, 2017 11:04 pm    Mesaj konusu: AKP'de kavga sertleşiyor Alıntıyla Cevap Gönder

"Erdoğan, Gül, Arınç ve Şener'li 'dörtlü lider'den sadece Erdoğan kaldı"
21 Mayıs 2017



"Vaatler hayal oldu; 16 yılda AKP nereden nereye..."

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, "Necmettin Erbakan'ın 'tek adamlığı'na karşı Fazilet Partisi'nden ayrılanların kurduğu AKP'nin bugün 16 yıl önceki hedefleriyle tamamen zıt bir noktada olduğunu" belirtti. "Lider değil, kadro hareketi' anlayışıyla ve özgürlükleri artırma vaadiyle iktidara gelen AKP, demokrasi talebi olmayan tek adam yönetimi peşinde" diyen Gül, "Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener’li 'dörtlü lider'den sadece Erdoğan kaldı" hatırlatmasında bulundu.

Erdem Gül'ün bugün (21 Mayıs 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

AKP bugünkü kongresiyle 16 yıl önce yola çıkarken ilan ettiği “Tek adam değil ortak akıl” ve “Parti içi demokrasi” başlıklarının öne çıktığı manifestosunu kendi kendine tekzip eden bir partiye dönüşüyor.

AKP, 28 Şubat döneminde Refah Partisi’nin kapatılması üzerine kurulan ve o da daha sonra kapatılacak olan Fazilet Partisi döneminde temelleri atılan bir parti. AKP, 2001 yılında kuruldu ama aslında ilk yola çıkış tarihi 14 Mayıs 2000. Bu tarihte Necmettin Erbakan yasaklıydı, FP’nin başında Recai Kutan vardı ancak parti ikiye bölünmüştü. Partinin yarısı daha sonra AKP’yi kuracak olan ve kendilerine “yenilikçiler” diyenlerden oluşuyordu. 14 Mayıs 2000’de Fazilet Partisi Kongresi’nde Abdullah Gül, yenilikçilerin genel başkan adayı olarak Kutan’ın karşısına çıktı. Seçimde Gül kaybetti ama AKP o gün doğmuş oldu. Daha sonra FP kapatıldı. Erbakan’ı destekleyenler SP’yi kurarken yenilikçiler 14 Ağustos 2001’de AKP’yi resmen kurdu. AKP’yi kurarken eski partileri RP ve FP yönetimini, demokrasi anlayışı açısından çok ağır ifadelerle eleştirdiler. En çok lider sultasından ve parti içi demokrasi olmayışından yakındılar.

Dört lider partisi

AKP’nin kuruluşunda İçişleri Bakanlığı’na bildirilen resmi kurucular kuruluna karşı dört ismin etrafında bir şekillenme oluştu. O zamanlar “4’lü” diye ifade edilen bu isimler Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener idi. Kuruluşta, Tayyip Erdoğan’ın genel başkanlığı parti içinde diğer üç isim de kasdedilerek “eşitler arasında birinci” diye ifade ediliyor.

Parti, kuruluşundaki söylemleriyle birlikte iktidar paylaşımında da uzunca bir süre bu dört ismin istişaresiyle yol yürüdü. Devlet ve parti yönetimi 4 isim etrafında şekillendirilirken, kuruluşta ilan edilen “Tek adam değil ortak akıl”, “Parti içi demokrasi”, “Lider değil kadro hareketi” söz ve söylemlerini de savunmayı sürdürdü.

Büyü bozuluyor,

Ancak özellikle AB hedeflerinden uzaklaşma eğilimlerinin ortaya çıktığı 2010 - 2011’lere gelinirken yönetim anlayışında iç değişiklikler kendini gösterdi. Sonrasında bu değişiklikler başlangıçtaki sözlerin rafa kaldırılmasına varacak kadar hız kazandı ve beş - altı yıllık bir sürede partinin kurucu dört isminden sadece Tayyip Erdoğan kaldı. Halen Gül partiye yeniden üye olmadığı, zaten bir üyelik daveti de bulunmadığı için resmen AKP’li değil. Şener, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı görevlerinin ardından Erdoğan’la ülke ve parti yönetimi konusunda yaşadığı derin görüş ayrılığı nedeniyle yollarını yıllar öncesinden ayırdı. Bülent Arınç ise resmi parti üyeliği sürmesine karşın Erdoğan’ın kendisine “O zat” diye ağır bir dille seslendiği sert tartışmaların ardından partiden elini eteğini çekmiş hatta sessiz, köşesine çekilmiş durumda. AKP’nin kurucu üç isminin yanı sıra özellikle AB süreci ve ileri demokrasi söylemlerinin partide egemen olduğu dönemde AKP’ye dahil olan sol-sağ çok sayıda liberal isim de bugün partinin tamamen dışına gitmiş haldeler. Partinin milletvekili grubunda ve teşkilatında siyasal tercihlerinin en başında “Erdoğan’a bağlılık” olanların çok büyük bir ağırlığı olduğu gözleniyor. Bu çerçevede parti içinde farklı renklerden uzun süredir söz edilmiyor, Erdoğan’ın liderliği çerçevesinde varlık bulan isimlerin tek renge dönüştürdüğü bir yapılanma manzarası çiziliyor.

Bir süredir zaten fiilen gerçekleşmiş olan bu manzarayı resmileştirecek adım bugün atılacak. Tayyip Erdoğan, 2014’te bıraktığı genel başkanlık görevine yeniden dönecek ancak bu kez Erdoğan’ın konumu farklı. AKP bugünkü kongreyle Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı partisine genel başkan seçecek ve artık yola böyle devam edecek.

‘Özgür medya’ demişlerdi

AKP’nin yola çıkarken basın özgürlüğü ile ilgili kendini bağladığı vaatleri bugünden bakınca, ‘hayret’ dedirtici nitelikte. 13’ü Cumhuriyet yazar ve yöneticisi 150’nin üzerinde gazetecinin aylardır tutuklu olduğu, gazetelerin televizyonların KHK’lerle kapatıldığı bugünlerde aşağıdaki ifadeler AKP’nin programında bulunmaya devam ediyor: “Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri özgür medyanın varlığıdır.”

ETİKETLER
abdullah gül tayyip erdoğan bülent arınç abdüllatif Şener
T24

AK Parti’deki ‘hoşnutsuzlar’
Etyen Mahçupyan
19.05.2017

Çok az bir farkla ‘evet’ lehine sonuçlanması, referandumun siyasi işlevinin de yeniden masaya yatırılmasına ve anlamlandırılmaya çalışılmasına neden oldu. Eğer Cumhurbaşkanlığı sistemi bazı çevrelerin beklediği üzere yüzde 60 civarında bir destekle kabul edilseydi, siyasetin bundan sonra alacağı yön berraklaşacaktı. Her şeyden önce böyle bir sonuç MHP’nin iktidarın olanaklarının cazibesi altında yeniden Bahçeli etrafında bütünleştiğinin işareti olacak, partideki muhalifler pratikte siyasetin dışına itileceklerdi. Bu durum aynı zamanda ‘merkezde’ sağlam bir milliyetçi tabanın bulunduğunu gösterdiği ölçüde, AK Parti için de göz ardı edemeyeceği bir seçmen kitlesine işaret edecekti.

***

Diğer taraftan böyle bir sonuç, benzer bir bütünleşmenin AK Parti tabanında Erdoğan etrafında yaşandığının da kanıtı olacaktı. Demokratik nitelikler açısından net bir şekilde olumsuz niteliklere sahip bir taslağın yüksek teveccüh bulmasının tek anlamı, Erdoğan’ın kişisel karizma ve liderliğinin gücüyle olabilirdi ancak… Dolayısıyla yüzde 60 civarında bir sonuç Erdoğan’ın herhangi bir seçmen kitlesine bağımlı olmayan, neredeyse siyaset üstü bir lider konumuna oturmasını teşvik edecekti.

Bu denklemin muhtemel uzantısı, AK Parti içindeki birtakım değişiklikler sayesinde, iktidarın milliyetçiliği merkeze alan ve onu muhafazakarlıkla kuşatan bir popülist ‘sağcılığa’ doğru ilerlemesi olacaktı. Ancak öyle olmadı ve sonuç yukarıdaki projenin sahipleri için tatsız bir sürprize dönüştü. MHP’nin getirisi sadece yüzde 4’de kalırken, HDP’li Kürtlerin de ‘evet’ oyuna en az o kadar katkı yapmış olduğu ortaya çıktı. Nitekim İstanbul’da Sultanbeyli, Esenler, Bağcılar gibi HDP desteğinin yüksek olduğu yerlerde ‘evet’ çıkması, bölgedeki davranış kalıplarının Türkiye’nin genelinde de sergilenmiş olduğunu ortaya koyuyor.

Diğer deyişle bir yandan güvenilen MHP dağına kar yağdı, öte yandan da güvenilirliği son derece zayıf ve ters tepebilecek HDP desteği ile birlikte iktidar yönetilmesi çok zor bir Türkiye ile karşı karşıya kaldı. Üstelik Türkiye’nin Kandil’i bombalayıp, Münbiç’e gireriz, Sincar’a saldırırız lafları ettiği ve hükümetin Kürt kimliğine soğuk bakan devletçi pozisyona yanaştığı bir dönemde…

***

Ancak referandum sonucunun AK Parti açısından çok daha uyarıcı bir yönü bulunuyor. AK Parti’nin güçlü olduğu Eyüp, Üsküdar ve Çekmece’de ‘hayır’ cenahının kazanması bunun basit işareti. Bütüne baktığımızda ise şunu görüyoruz… Referandum sonucunu doğru tahmin eden kamuoyu şirketlerinin ‘Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?’ sorusuna aldığı yanıtlar, AK Parti’yi istikrarlı bir biçimde yüzde 52 seviyesinde gösteriyordu. Oysa referandumda 51.4 çıktı ve üstelik bunun 4’er puanı MHP ve HDP’den geldi… Yani AK Partililerin sadece 43.5 puanı referandumda ‘evet’ dedi. Bunu 52’den çıkardığımızda elimizde kalan 8.5 AK Partili hoşnutsuzların Türkiye seçmeni içindeki oranını veriyor. İlaveten hoşnutsuz olmakla birlikte sandığa gitmemekle yetinenleri (ya da saha araştırmasında oy tercihini söylemekten kaçınanları da) dikkate almak gerek. Toplamı yüzde 15 civarında olan bu grubun 10 puanı siyasetle ilgisiz ve zaten hiçbir seçimde oy kullanmıyor. Geriye kalan 5 puanın yarısının AK Partili olduğunu varsaymak gerçekçi olur. Eklendiğinde toplam yüzde 11’lik bir ‘ayrışma’ potansiyeliyle karşılaşıyoruz. İktidar doğru davranırsa Erdoğan’a destek verebilecek, aksi halde kendisine çıkış arayacak bir yeni sosyoloji…

AK Parti iki gün sonra sembolik bir kutlama yaptığını sanıyor olabilir, ama aslında kendi kaderini belirleyecek kritik bir siyasi kararın arifesinde…

Kaynak: Karar

AKP'de kavga sertleşiyor; O dosya yeniden gündemde
21 Nisan 2017

AKP'de referandum başarısızlığı kavgası çok sert geçeceğe benziyor, bu günde AKP sever medyada Davutoğlu'nu koltuğundan eden o dosya tekrar açıldı.

Referandum sonuçlarında şaibe tartışmalarını bir tarafa bırakıp Evet cephesinin kazandığı varsayılsa bie AKP geleceğine damga vuracak gelişmeler yaşanıyor. Kesin sonuçlar henüz yayınlanmadı ama AKP destekçisi medyada büyük bir kavganın ilk işaretleri verilmeye başlandı.Dün AKP'de olup biteni önceden yazan Abdülkadir Selvi'nin Melih  Gökçek ve Kadir Topbaş'ın hedefte olduğunu yazması ardından, Topbaş açıklama yapmış ve tekrar aday olmayacağını duyurmuştu. Bu gün ise kavgaya Davutoğlu üzerinden devam ediliyor. Listeler yayınlanıyor, ağır suçlamalar yapılıyor. Kısacası AKP'de taşlar yerinden oynuyor. İşte bu günün polemikleri.

PELİKAN DOSYASI GÜNDEMDE

Davutoğlu'na yakın isimlerin kurduğu Karar gazetesinin yazarlarında olan Hakan Albayrak, "Ak Parti'nin radikal İslamcılarla, Mavi Marmara'daki manyak tiplerle yolunu ayırması lazım" diyen Cem Küçük'e "Pelikan dosyası" üzerinden yanıt verdi.Davutoğlu'nun tasfiye sürecince kullanılan "Pelikan dosyası"na atıf yapan Albayrak, "O televizyon yorumcusunun tavrını ‘anti İslamcı’ Pelikan projesinden ayrı görmüyorum. 

AĞIR SÖZLER

Proje: 'Bu İslami midir, ahlaki midir, meşru mudur, doğru mudur?' diye sorup duran 'İslamcılar'dan kurtulup rahatça at koşturabilmek ve ilke namına ne varsa rahatça çiğneyip geçmek…" ifadelerini kullandı.Albayrak'ın yazısından bir bölüm şöyle:

ÖZÜR DİLEDİ AMA

Gelen tepkiler üzerine Twitter vasıtasıyla Mavi Marmara camiasından özür diledi; ama hemen ardından “İsrail’le normalleşme olduğunda kimi grupların Cumhurbaşkanımıza saldırma hakkı yoktur” gibi tweetler atarak o manyak tiplere (!) karşı yeniden taarruza geçti.

KOCA BİR PELİKAN DÜZENİ VAR ARKASINDA

Cumhurbaşkanımızın itibarını öne sürerek saldırma fikri pek parlak.Gördüğü tepkiler Mavi Marmara camiasına “manyak tipler” demesiyle alâkalı olduğu halde konuyu Ahmet Davutoğlu’na getirip oradan yürümeyi tercih etmesi, “Davutoğlu’nun hayalci politikaları hem ülkemize hem alem-i İslam’a kaybettirdi. Artık gerçekçi bir dış politika hattında yürüyeceğiz” gibi tweetler atması da akıllıca.Cumhurbaşkanımızı savunan ve Davutoğlu’nu eleştiren adama kim ne yapabilir? Koca bir Pelikan düzeni var arkasında!

PELİKAN DOSYASI NEDİR2016

Mayıs ayında, Pelikan Dosyası" isimli bir blogda "Selam Olsun!" başlığı ile yayınlanan uzun bir yazı gündemi adeta esir aldı. 

DAVUTOĞLU BU DOSYA İLE GİTMİŞTİ

Yazıda, Davutoğlu ve Erdoğan arasında uzun zamandır yaşandığı iddia edilen "çatışma" "fikir ayrılıkları" gibi konular üzerine "bilgiler" paylaşılıyordu.Yazı kısa sürede Twitter'ın gündemine oturdu. Binlerce kullanıcı konu ile ilgili paylaşımlarda bulundu.

DOSYANIN HEDEFİ KİMDİ

İşte dosyada yazanların bir kısmı:"Hocanın ekibi yeterince konuştu. Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı. Biraz da biz konuşalım mı? Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor. Kabus gibi. Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya.. İşte öyle bir şey. Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya.. İşte öyle. Yani benim hissettiklerim öyle. Her şey ortada, ama gören yok. İnsanlar uyumak yerine, sırf ortada olanı görmeyi başarabilselerdi, benim bu yazıyı yazmama gerek kalmazdı… Buradan çığlık atıyorum. Duyun artık: Hanımlar! Beyler! Burası dehşet bir ülke. Hiçbir şeyin yüzeysel bir bakışla görülemeyeceği bir ülke. Üzerinde tüm süper güçlerin satranç oynadığı bir ülke. Öyle Ergenokun'u pasifleştirmekle, paraleli tırstırmakla falan, bir günde güllük gülistanlık olacak bir ülke değil. Bir haini def etseniz, yerine hemen yenisini getirirler. Öyle kolay kolay, bizi bize bırakmazlar. İcabında bizden olanları bile bize karşı hale getirirler. Onun için gözlerinizi dört açın! Etrafınızda ne oluyor, şöyle bir bakın. Ama iyi bakın. Yüzeysel bakmayın. Ve görün benim gördüklerimi. Şimdi biraz da siz çatlayın: Temayül yoklamalarında 1. Gül, 2. Yıldırım, 3. Davutoğlu çıktı. Buna rağmen REİS hocayı parti başkanı yaptı....

DAVUTOĞLU'NA AĞIR SUÇLAMALAR...

Sonuç: hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi değildir. Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için, REİS karşıtı, ve dolayısıyla REİS'i destekleyen halkın karşıtı kim varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir. Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne sahip basit bir piyon olmayı kabul etmiştir. Kavga budur. Kaybedeni de bellidir!" 

KİMİN YAZDIĞI BELLİ DEĞİL

Öte yandan, yazıyı kimin kaleme aldığı ise bilinmiyor. Erdoğan taraftarı bir "kalem" olduğu dikkat çeken yazıyı kimin yazdığına dair fikirleri üretiliyor.Ayrıca bazı yazarlar da konu ile ilgili paylaşımalrda bulundu. Fatih Tezcan, Pelikan'ın kendisi olmadığını ifade etti.
Kaynak: haberartıturk

Abdurahman Dilipak: Ne AK Parti kalır, ne Erdoğan
20.05.2017

Abdurrahman Dilipak bugünkü köşesinde halkın güveninin boşa çıkarılması durumunda olabileceklere ilişkin şöyle yazdı: "Ne AK Parti kalır, ne Erdoğan."

Akit gazetesinin yazarı Abdurrahman Dilipak bugünkü köşesinde, Mardin’deki sivil toplum örgütleri toplantısında AKP ve FETÖ’ye ilişkin konuşulanları yazdı. “Konya STK’ları Platformu”nun daveti üzerine toplantıların yapıldığı Mardin’e gittiğini ifade eden Dilipak, bir oturumda FETÖ’nün iş adamları operasyonunda tutuklanıp sonrasında sağlık sorunları nedeniyle tahliye dilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı olayının yarattığı büyük öfkeyi ifade etti. Dilipak, aynı oturumda bir başka kişinin de karanlık ilişkisi olan birinin bakanlıkta daire başkanlığına nasıl getirildiğini anlattığını yazdı.

Dilipak yazısının devamında, “İnsanların Erdoğan’a inanılmaz bir güveni var. Bir o kadar da büyük beklentiler var. Söylüyorum: Bu beklentileri karşılamak çok zor. Erdoğan da nihayetinde bir insan.. Eğer bu beklentiler karşılanmazsa, Allah korusun ne AK Parti kalır, ne Erdoğan..” diye yazdı.

Abdurrahman Dilipak’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Önceki günkü oturum sırasında Topbaş’ın damadının yurt dışına kaçtığı haberi geldi. İnşallah doğru değildir, ama toplumda inanılmaz bir öfke var.. Bir konuşmacı STK hükümet ilişkisine değinirken, bakanlık adı da verdi, birinin karanlık ilişkisini şikâyet ediyorlar, ama o kişiyi görevden alıp bir bakanlıkta daire başkanlığı yapıyorlar. Bu sözler söylenirken orada AK Parti Genel Başkan yardımcıları da vardı..

İnsanların Erdoğan’a inanılmaz bir güveni var. Bir o kadar da büyük beklentiler var. Söylüyorum: Bu beklentileri karşılamak çok zor. Erdoğan da nihayetinde bir insan.. Eğer bu beklentiler karşılanmazsa, Allah korusun ne AK Parti kalır, ne Erdoğan.. FETÖ’nün bütün hayali ve umudu da bu.. Kesinlikle ve mutlaka partide, kabinede ve grup yönetiminde kapsamlı değişiklikler olmalı ve bir takım şaibeli isimler yönetimden uzaklaştırılmalı.. Bu işin şakaya gelir yanı yok..

Üst düzey FETÖ’cü kriptolar ve onları koruyanlar tasfiye edilmeli, görevden alınan ve tutuklanan, gerçekte ise tutuklanmayı gerektiren suçu olmayanların tutuklanması ve görevden alınmasını tezgahlayan insan kaynakları yöneticileri ve müfettişler, idari amirler yargı sürecini sulandırdıkları için görevden alınıp cezalandırılmalı..”
Odatv.com

Fehmi Koru: AK Parti kongresi öncesi düşüncelerim; Dimyat'a pirince giderken...
20 Mayıs 2017



"Ülkeye yaramayanın iktidardaki partinin işine yarayacağını sanmam"
Fehmi Koru*

Mehmet Barlas Cumhurbaşkanlığı zirvesi ile AK Parti çevrelerinde revaç gören hakim görüşü ustaca özetlemiş: Liderini cumhurbaşkanı seçtiren siyasi hayattan silinmeye mahkûm oldu ülkemizde; AK Parti bu kaderi paylaşmamak için ‘partili cumhurbaşkanı’ formulünü hayata geçirdi…

”Yani” diyor bugünkü yazısında Barlas, ”Geçmişte ANAP’ın ve DYP’nin yok olmak ile biten serüvenleri, artık AK Parti için söz konusu olmayacak.”

Doğrudur, 16 Nisan’da yapılan referandumda kabul edilen anayasa değişiklikleri arasında en âcil gündem maddesi ‘partili cumhurbaşkanı’ idi; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yarın yapılacak olağanüstü kongrede, geçenlerde üye kaydını yenilediği partisinin başına da geçecek.

Cumhurbaşkanı partisinin başına geçince, seçime gidildiğinde aday listeleri üzerinde son sözü söyleme hakkına sahip olacağı için yasama organının (Meclis) büyük çapta onun kontrolü altında bulunacağını..

Anayasa değişikliği bütünüyle uygulamaya konulduğunda (2019’da) bakanları doğrudan atayabileceği ve idarenin başı olacağı için yürütme organının (hükümet) da cumhurbaşkanının güdümüne gireceğini..

Referandumla gerçekleşen anayasa değişikliğinin âcil uygulaması gereği yeniden oluşan 13 üyeli Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 4 üyesini doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın atadığını, 7 üyesinin de AK Parti ve MHP’nin aday gösterdikleri arasından seçildiğini, kalan 2 üyenin adalet bakanı ile müsteşarı olduğunu da not edelim…

Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı olarak, devletin bütün organları üzerinde doğrudan veya dolaylı etkili hale gelerek ülkenin kaderine tam anlamıyla hükmedecek…

Bize özgü, çünkü dünyada benzeri yok..

Bazen başka ülkelerdeki sistemlerle mukayese ediliyor, ama 16 Nisan referandumuyla Türkiye’de yürürlüğe giren ‘bize özgü cumhurbaşkanlığı sistemi’ ile ABD veya Fransa’da örneklerine rastlanan ‘başkanlık’ ve ‘yarı-başkanlık’ sistemleri arasında pek az benzerlik bulunuyor.

Demokrasilerde kimseye olağanüstü yetkiler verilmemesinin bir sebebi de, her siyasinin bir de Gaulle, bir Churchill, bir Adenauer olmayacağının.. ülkelerin başına Hollande, Cameron ve Schröder gibi sıradan siyasilerin gelebileceğinin bilinmesidir.

O yetkiler ya bir de yanlış birinin eline geçerse?

‘Türkiye’ye özgü cumhurbaşkanlığı sistemi’nde cumhurbaşkanına verilen yetkilerle, Cumhuriyet-öncesi tarihimizle de yolumuzu ayırmış oluyoruz.

Osmanlı’da başbakanlık kurumu (sadaret makamı) vardı; padişahtan mührü alan sadrazam hükümetini istediği isimlerden oluşturur ve mühür kendisinden alınana kadar imparatorluğu tepeden herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan yönetirdi.

Dünyada ve tarihimizde benzeri bulunmayan güçlü cumhurbaşkanlığı iyi bir şey midir?

Cumhurbaşkanlığı zirvesi ile AK Parti çevrelerinin kongre öncesi değerlendirmelerine bakılırsa, oralarda bu yeni dönemin ülke için hayırlı olacağına inanıldığı anlaşılıyor. AK Parti, kongreye, ‘demokrasi, değişim ve reform’ sloganlarıyla gidiyor ve herhalde yeni dönemde bunun gerçekleşeceğine de inanılıyor.

İlk kez bizde deneneceği için, yeni sisteme, derhal ‘yanlış’ damgasını vuramayız; ancak yine de dünyanın dört bir tarafında farklı uygulamalar bulunsa bile, yaygın kullanım gören ‘demokratik’ sistem açısından bazı mahzurlar yaşanmasını bekleyebiliriz.

Özellikle de neredeyse bütün sistemlerde bir biçimde var olan ‘kuvvetler ayrılığı’ kavramıyla çelişen yönler açısından, ‘bize özgü cumhurbaşkanlığı sistemi’ sıkıntılarla karşılaşabilir.

Galiba bunu kendisi de öngörebildiği için, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında hükümet tarafından kısa süreli olmak üzere başvurulan ‘Olağanüstü Hal’ (OHAL) uygulamalarının kalıcılık kazanması gerektiğine inandığını her fırsatta açıklıyor.

Belli ki, OHAL de, ‘bize özgü cumhurbaşkanlığı sistemi’nin bir parçası olma özelliğine kavuşacak.

Sistemler ülkeden ülkeye pek değişmiyor, çünkü..

Yeni olduğu için anayasa değişiliğiyle getirilen sisteme hemen ‘yanlış’ diyemesek de, OHAL takviyeli bir yönetim tarzının getirebileceği toplumsal sıkıntıları öngörebiliriz; özellikle de bazı alanlarda sorunlar yaşanacağı dönemlerde…

Üzerinde düşünülmesi gereken bir yön de şudur: Ülkelerin sistemleri her bir ülkenin ‘kendine göre’ olmuyorsa bunun bir sebebi var; o da insanların ülkeden ülkeye değişmeyen bazı ortak özelliklere sahip oluşudur. Demokrasi ortak noktasında buluşulması, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olma, hukuk devleti ilkesi ve yolsuzluğun yok edildiği refah toplumu ideali bu özelliklerdendir.

Geçmişte Asya’da, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Avrupa’da birbirine taban tabana zıt sistemler vardı ve buna doğal gözüyle bakılıyordu. Bugün bu durum büyük çapta değiştiyse yanlış uygulamaların ülkelerin başına açtığı dertlerin görülmesi sayesindedir. Biraz dengelerle oynandığında bozulma kendisini hemen her alanda belli eder.

‘Partili cumhurbaşkanlığı’, Mehmet Barlas‘ın dediği gibi, AK Parti kendisinden önce liderini cumhurbaşkanı yapmış ANAP ve DYP örneklerinin âkıbetini yaşamasın diye getirildi; AK Parti’ye yaraması beklenir.

Umarım, kongrede ‘demokrasi’ kavramının içi gereği gibi doldurulur ve en kısa sürede OHAL’den vazgeçilir de ülkeye yaraması sağlanır yeni sistemin; ülkeye yaramayanın iktidardaki partinin işine yarayacağını sanmam da, buna inanmam da…

* Bu yazı Fehmikoru.com'dan alınmıştır

Doç. Dr. Başkaya: Türkiye NATO içinde eski önemini kaybetti, ülkenin bu kafayla bataktan çıkma şansı yok
20 Mayıs 2017

"Türkiye'nin sınırları dışında bir oluşumu (Rojava) engelleme şansı yok”

Doç. Dr. Fikret Başkaya, Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın ABD ziyareti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve OHAL’i değerlendirdi. Erdoğan’ın ABD ziyaretinin zorlama olduğunu ve “fiyasko” ile sonuçlandığını savunan Başkaya, “Türkiye NATO içinde eski önemini kaybetti. Sınırları dışında bir oluşumu (Rojava) engelleme şansı yok” ifadelerini kullandı.

"Erdoğan’ın ABD ziyareti zorlama oldu"

Erdoğan’ın ABD ziyaretini değerlendiren Başkaya, “Çünkü ABD yönetimi Erdoğan’ın oraya gitmesini istemiyordu, bu ziyaret zorlama bir şekilde gerçekleşti. Bir hafta kadar önce gelme anlamına gelen bir açıklama yapıldı. Biz PYD’ye ağır silah vermeye devam edeceğiz dediler. O aşamadan sonra bu konuda pazarlık yapmanın bir kıymeti harbiyesi kalmamıştı” diye konuştu. Diha’dan Kenan Kırkaya’nın haberine göre, Erdoğan’ın ABD’ye gidişinin başlıca iki nedeni olduğunu ifade eden Başkaya şunları dile getirdi:

“Ziyaret tam bir fiyasko”

“Oraya gidişinin iki nedeni var. Birincisi Tribüne yani kendi kamuoyuna oynamaktı. ‘Ben hala Beyaz Saray’a ayak basabilen Oval Ofiste ABD başkanı ile el sıkışabilen bir konumdayım’ izlenimini vermek istedi. Birde genel olarak orada görüntü verme amacı taşıyordu. Bu ziyaret tam bir fiyasko oldu. Buna rağmen bu ziyareti gerçekleştirdiler. Çaresizlikten yaptılar bu ziyareti. Çünkü AKP yönetimi, dış politika külliyen iflas etmiş durumda. Böyle bir bocalama hali çaresizlikten yapılan bir şey. İstenmediğin beli… Bir takım adamları devreye sokarak bir takım kulisler ve lobiler aracılığıyla böyle bir görüşme, baştan savma olsun denilen bir ziyaret gerçekleşti. Oraya gitmeden önce söylenenler ile ondan sonra yapılan açıklamalar bunu gösteriyor bize.” Buna rağmen Erdoğan ziyaretinin iktidara yakın basın tarafından büyütülmesini ve “nokta konuldu” manşetlerini, “Nokta koyarız yeni bir başlangıç olur neyin başlangıcı oldu?” sözleriyle değerlendiren Başkaya, şöyle devam etti:

“Türkiye NATO açısından önemini yitirdi”

“Hiç bir şeyin başlangıcının olduğu yok. Her şeyi bir tarafa bırakırsak bu ziyaret Türkiye’nin dış siyasetinin ne kadar yerlerde süründüğünün göstergesidir. Artık Türkiye NATO açısından eski önemini yitirdi yani o kadar ciddiye almıyorlar. Türkiye, NATO’ya girdikten sonra dış politika kabiliyetini kaybetmişti. NATO dediğin nedir, başkomutanı Amerikalı general olan bir saldırı paktı. Sen onun üyesi oluyorsun. NATO dahilinde kaldığı sürece hareket kabiliyeti olamazdı. Emperyalist Batı açısından Türkiye’nin eski önemi yok. Tümüyle Türkiye’den vazgeçtikleri anlamına gelmiyor elbette.

“Dengeler değişti”

Ama Sovyet sisteminin dağılmasından sonra sistemin denklemin unsurları değişmiştir. Bu yaşananlar bunun da sonucudur. Türkiye Ortadoğu da kendi başına bir şey yapmaya kalktı, ‘o kadar da değil’ dediler ve buna izin vermediler. Türkiye’nin dış politika bakımından son derece yerlerde süründüğü bir manzara var, rahatsız edici. Bu kafayla bataktan çıkma şansları yok.”

“Suriye Kürtleri konusunda ABD ve Rusya anlaştı”

“Suriye Kürtlerine bir statü tanınması konusunda Rusya ve ABD arasında net ifade edilmese de bir anlaşma var. İki tarafta yani ABD ve Rusya da orada Kürtlere bir statü tanınması konusunda hem fikirler. Bunun modelitesi nedir kestirmek şimdilik zor. Ama Türkiye’nin itirazlarının bir karşılığı olmayacak şekilde iki taraf anlaşmış gözüküyor. Yani bu ziyaretlerin duvarlara çarpmasının bir nedeni bu. Türkiye’ye iki taraftan da medet yok. Kendi sınırları dışında bir oluşumu (Rojava’daki oluşumu) engelleme şansı yok.”

“OHAL ile ne varsa yağmalıyorlar?”

ABD’de Erdoğan’a “zevahiri kurtarma” bakımından bir takım telkinlerde bulunulmuş olabileceğini savunan Başkaya, “Çünkü kimse bizim özgürlüklerimizle ilgilenmez, diplomasi de çıkarlar esastır” dedi. Başkaya, “Ama lafzen, retorik olarak da olsa, ‘siz biraz azıtınız biraz dikkatli olun diye telkinler olmuştur. Oraya gittikleri zaman ‘bak gazeteciler hapiste sen biraz dikkat et telkinlerinin’ olduğunu görebiliriz” ifadelerini kullandı. AKP kongresinde şekilsel de olsa bir değişim beklemediğinin altını çizen Başkaya, “Kaldıkları yerden devam edecekler ve batmaya devam edecekler. Kendileri batarken ülkeyi de batırıyorlar. FETÖ’yü bahane ederek OHAL ile Türkiye’yi idare edecekler, OHAL bunlar için bulunmaz bir nimet. Bu onlara bu ülkenin neyi varsa hepsini yağmalama imkanı veriyor. En ufak bir yasa ahlaki bir şeye tahammülleri yok” dedi. Başkaya, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “OHAL ile Türkiye batağa daha çok saplanıyor. OHAL ile kendilerini kurtarıyorlar. Kendini ne kadar kurtarabilirsin? Bu yolun sonu yok bu yolun sonu iflas, yıkım, çöküş. Ama tabii retorik farklı. Şu toplumun yaşamın hangi alanında işler tıkırında denilecek bir alan var? Bütün alanlarda ışıklar kırmızı da. Akıl almaz bir israf var. Örtülü ödenekteki harcamaya bak başka bir şey konuşmaya gerek yok. Ben bu rejimin ve devletin ruhunu bilirim. Cumhuriyetten bu yana hiç bu kadar yağma ve talan olmadı. Hiç bu kadar sömürü olmadı. Bu muazzam ve akıl almaz bir şey. Bu sürdürülebilir değil. Duvara toslamak çok zaman almayacak.”
T24

ETİKETLER
fikret başkaya erdoğan dış politika

Asiye Güldoğan: Cem Küçük Ekrem Dumanlı’nın peşinden neden koştu
21.04.2017

Cem Küçük, son dönemlerde kendisinden “bir şekilde söz ettiren” ilginç bir isim. Ne var ki bu isim köşe yazarlığı yapmış olmasına rağmen “gazeteci”, kitabı olmasına rağmen “yazar”, yayınevlerinde çalışmış olmasına rağmen “yayıncı-editör” olarak bilinmiyor. “Farklı fikirleri olan, aykırı görüşleri savunan” biri olarak da tanınmıyor.

Bazıları kendince karşı tarafı “tamamen kötü” görebilir, çeşitli komplo teorilerine inanıyor olabilir, diğer tarafın “hainlik yaptığına/devletin düşmanı olduğuna” dair kanaat getiriyor olabilir. Bu tarz insanlardan hoşlanmasanız da, o tür şeylere inanan “kendini kaptırmış” biri olarak değerlendirebilirsiniz. Ciddiye alsanız da, almasanız da “o kişinin yapısı” dersiniz, “fanatik” görürsünüz, belki “dengesiz” bulursunuz ama “yanlış da olsa bir şeyin savunucu” saygısını gösterirsiniz.

Fakat “cellat olmaya kalkmak” farklı bir şey. Şantaj yapmak, tehdit etmek, “şunu alın hapse atın”, “sonun geldi”, “gününüzü göreceksiniz”, “siz bu dilden anlarsınız”, “savcılar gereğini yapacak” gibi söylemler, bırakın bir yazara, bir gazeteciye, sıradan bir insana yakışmaz.

Çünkü cellatlık belki mecburen yapılan kötü meslektir, “gönüllü cellatlık” ise en iğrenç meslektir. Gönüllü cellatları kimse sevmez, en kötüsü cellatlığını “savunduğu taraf” da hiç sevmez.

Her insan objektif olamaz, bir tarafın fanatik savunucusu da olabilir ama gönüllü cellat olduğu zaman sadece yaşayan ölüdür. Zamanında asıp kesen, korkutan, tehdit eden nice isimler “yaşarken ölenler mezarlığında” bugün. Bir dönem goygoycular tarafından pohpohlanan, ideolojik nedenlerle arada alkış aldığı için kendini “kral” gibi gören gönüllü cellatlar her zaman sevgisiz, kimsesiz ve itibarsızdır.

CEM KÜÇÜK MESLEĞİ FETÖ’DEN ÖĞRENDİ

Cem Küçük, gönüllü cellatlık mesleğini Fetö’cülerden öğrendi. Mesleğindeki basamakları Fetö’cülerle el ele kol kola olduğu dönemlerde aştı. Ekrem Dumanlı, Mehmet Baransu, Rasih Yılmaz, Emre Uslu, Tuncay Opçin gibi isimlerle “kankalığı” döneminde tetikçiliği karakter edindi. “En hızlı Fetö’cü ve Graham Fullerci” isimlerden biri oldu. Rasih Yılmaz’dan çok şey öğrendi, Ekrem Dumanlı’nın peşinden “Zaman yazarı olabilmek için” çok koştu.

“Türkiye’yi değiştiren ve dönüştüren cemaattir” diye bir zamanlar takdir ettiği cemaat, nasıl “değiştirdiği, dönüştürdüğü, abdestli namazlı altın nesil’i”, sonradan “arkadan vuran nesil” haline getirdiyse, bazıları Fetö’den ayrılsalar da “arkadan vuran nesil” olmaya devam etti.

Cem Küçük’ü, geçmişte cemaate yaptığı övgüler nedeniyle “sen geçmişte Fetö’cüydün” diye suçlamak, gömmeye çalışmak bana göre değil, ancak “Fetö’cülüğün asıl meziyetlerini” devam ettirdiğini söylemek sonuna kadar gerçek. Ona, “sonradan çimlenmiş saçları” diye imalarda bulunmayı yersiz, kendisine verilen “Rögar kapağı” ünvanını da ağır buluyorum ama “arkadan vuran gönüllü tetikçiliği” doğrusu lağım kapağı olmaktan daha ağır.

Bu tarz insanlar sadece düşman gördüklerine değil, “dost” gördüklerine de “o iğrenç mesleği” icra ederler. Nitekim bu satırları yazdığım saatlerde Cem Küçük, bir televizyon kanalında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Ak Parti'nin başına geri döndükten sonra "radikal İslamcılarla" ve "Mavi Marmara'daki manyak tiplerle" yolunu ayırması gerektiğini söyledi. Bu sözler Ak Parti cephesinde büyük bir tepki gördü. Zaten Cem Küçük’ün yaptıklarından ve “ona sessiz kalınmasından rahatsız olan” Ak Partililer bir anda öfkelerini boca ettiler.

Küçük’ün "Mavi Marmara'daki manyak tiplerle", "Kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı" gibi sözleri, sadece Ak Parti’nin değil, muhafazakar kesimin genelinde “tahammül edilemeyecek, kaldırılamayacak” sözlerdir. Baltayı taşa vurduğunu anladı, tevil getirerek özür diledi ama “zaten sevmeyenlerin öfkesi” onu bitirdi.

Sonra özür dilemeyi de kendine yedirememiş olmalı ki, özürün ardından “Davutoğlu ve çevresini eleştiren” tweetler atarak “hedef saptırmaya” yöneldi. Ardından “Erdoğan da İsrail ile dostluktan yana, Erdoğan İsrail ile dostluk kuracaksa devletimin yanında olurum, zaten Erdoğan da Mavi Marmaracıları eleştirmişti” sözleriyle Erdoğan’ın arkasına sığınmaya yöneldi. Aslında “kıvrım kıvrım” kıvrandı. Erdoğan’ı “kendine kalkan yapma” kurnazlığı güttü ama “Cem Küçük’ü uçağına almayan” Erdoğan’ın eleştirdiği nokta farklıydı.

CEM KÜÇÜK’Ü MANYAK DEDİĞİ ÇEVRELER BİTİRDİ

Ama bu “stratejik hamlelerin” ona bir faydası yok artık. Ak Parti çevresi, İslami kesim, arkasına sığınmaya çalıştığı Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık “üstünü çizdi”. Onu “manyak dediği çevreler” ve “artık tahammül edemeyen” Ak Partililer bitirdi, kendisi de pekala biliyor.

Peki, Cem Küçük’e kendi çevresi tarafından gelen bu öfke, nefret neyin nesidir? “Erdoğan ve devlet adını kullanarak”, kendi çevresini de “sindirmeye, korkutarak menfaat elde etmeye” yönelmesinden kaynaklanıyor bu “derin” öfke. Bir zamanlar “içinde bulunduğu Fetö’den” devraldığı “arkadan vuran tetikçi” özelliğini bizzat “dostlarına, yazılarına son verenlere, kitaplarını yayınlamayan yayıncılara, kitaplarını toptan almayan belediyelere, konferansa çağırmayan yerlere”, kendisine eleştirmeye kalkanlara yöneltti de ondan.

Fetö ile yaptığını iddia ettiği "mücadelede" kullandığı gözü kara üslup, “Devlet-MİT-Erdoğan adına” yapıyormuş havası, “yaptığı yanlışları görmeyelim”, “adam Fetö’ye iyi çakıyor, Doğan Grubu'na da iyi bindiriyor”, “Cem Küçük demek Erdoğan demek gibi, aman bulaşmayalım” düşüncelerine sebep oldu. Yargı mensupları da, kimi milletvekilleri ve belediye başkanları da, hatta bazı gazeteci ve yazarları da “bu çekinceyle sessiz kalmayı” tercih etti.

Ancak “mahallemiz adına” gözü kara düşmana kabadayılık yapan adam, bunun bedeli olarak “mahallemizin haracını da” yiyordu, yaptığı yanlışlara da “arkasında galiba devlet var” diye ses çıkarılmıyordu. Fakat o da bir yere kadardı.

“Cehennemin Köpekleri Fetö” gibi “muhteşem” bir isimle kitap yazan “Graham Fuller yayıncısı” Cem Küçük, aslında “Fetö’yü sevdiği döneminde” yazdığı yazılarla “Cennetin Yeryüzü Çiçeği: Hocaefendi” diye bir kitap da oluşturabilirdi, cemaat Erdoğan ile kavgaya girişmeseydi. O kitabı yüz binler satardı. Ama “Köpekli” kitabını, belediyelere ve bazı kurumlara “ittire kattıra” beş baskı ancak satabildi. O kitabı satabilmek için kardeşi aracılığıyla kaç belediyeye haberler saldı, kaç yere kendini konferanslara davet ettirdi.

Kaç yazara, “Profil yayınlarına kitap vermezseniz sizin için iyi olmaz” haberleri gitti. Kaç yazara, “Şu yayınevine bu saatten sonra kitap verirseniz Fetöcüsünüzdür” gözdağları verildi. İlk yazılarını yayınladığı Haber7.com, ilk kitaplarının yayınlandığı yer, ondan uzak duran her yer ve herkes bu gözdağlardan nasibini aldı.

Fakat bütün bunlar dalga dalga ama sessizce yayılıyor ve konuşuluyordu. Sonunda şikayetler kimi milletvekilleri ve belediye başkanları tarafından “Beştepe’ye kadar” gitti. Referandum sonrası için zaten bazı şeyler düşünülürken, “Kafadan İsrail düşmanları” ve “Mavi Marmara manyakları” tarafından “etkisiz eleman” haline getirildi. Zaten “hiç sevmemiş” olan Ak Partililer de bayram ediyor.

Geçmişte kankalık yaptığı Fetö’cülerden başka da üzülen yok.

Odatv.com

Ersoy Dede'den Karar yazarlarına: Akademik cahiller, size kalsa yemiştiniz koca partiyi!
21 Nisan 2017



Star yazarı Ersoy Dede, Karar yazarları Etyen Mahçupyan ve Hakan Albayrak'a tepki gösterdi. Bir dönem eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun danışmanlığı görevini yürüten Mahçupyan için "Akademik cahil" benzetmesi yapan Dede, "Erdoğan'ın 2019'da cumhurbaşkanı seçilmesi çantada keklik değil. Ya AK Parti içinden yeni bir parti çıkarsa?" diyen Albayrak'a yönelik olarak da "Delikanlı gibi o ismi de açıklasanıza. Her tarafınız tedbir takiyye. Kimden öğreniyorsunuz bu taktikleri anlamıyorum ki" ifadesini kullandı. Dede, "Size kalsa yemiştiniz koskoca partiyi. Bırak bu işleri. Meydan er meydanı. 16 Nisan da geçti. Herkes çıksın ortaya döksün eteğindeki taşları artık" diye yazdı.

Albayrak, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiğini hatırlatarak "2019 seçimlerine giden yolda da bir hal ve tavır değişikliğine tevessül edilmezse kayıp büyüyebilir. Erdoğan’ın 2019’da cumhurbaşkanı seçilmesi ‘çantada keklik’ değil yani" demişti. "CHP merkezli hiçbir alternatif, istediği kadar makul görünsün, AK Parti / Erdoğan seçmenlerine hitap etmeyecektir" diyen Albayrak "Fakat ya AK Parti içinden bir alternatif çıkarsa?" ifadesini kullanmıştı.

Mahçupyan da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Boşuna uğraşmayın. Atı alan Üsküdar’ı geçti, haberiniz yok" ifadesini eleştirmiş; "Pirus da bildiğimiz gibi uygun konjonktürü yakalayıp atını alarak Roma’ya geçmişti ama Roma’yı yönetemedikten sonra Roma’ya girmişsiniz ne yazar" diye yazmıştı.

Ersoy Dede'nin "Alır arabadan soğanı!" başlığıyla yayımlanan (21 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Bazı kaybetmiş tipler var ortalarda dolanan.. Bunlar kendi kayıplarını, bir takım siyasal çözümlemelerle havalı hale getirmeye çabalıyorlar.. Dün Erdoğan için; “Nasıl bir adam ki bu, daha biz hayal ederken o hayata geçirmiş oluyor” diyenler bugün, kaybettikleri bu atmosferde; “2019 seçimlerini çantada keklik zannetme” diyerek parmak sallıyorlar.. Uzun ve sıkıcı siyasal, sosyolojik bir takım ağır ağdalı lafların arasında da ağızlarındaki baklayı döküveriyorlar; “Ya AK Parti içinden yeni bir parti doğarsa”… Ben lafı uzatmadan vereyim cevabını; “..Alır arabadan soğanı..” Bakın bu kadar net.. Adam ne yazmış; “..AK Parti seçmeninin hatırı sayılır bir kısmı yeni kurulacak partinin göstereceği adaya kayar.. MHP, CHP ve HDP seçmeninin de bir kısmı kendi adaylarının şansı olmadığını düşünerek bu isme oy verir.. Erdoğan da sandığa gömülür..” Delikanlı gibi o ismi de açıklasanıza… Her tarafınız tedbir takiyye.. Kimden öğreniyorsunuz bu taktikleri anlamıyorum ki.. Söyle kardeşim.. Bu AK Parti seçmeninin de diğer partilerin seçmenlerinin de gönlünü kazanacak olan adam kimmiş?.. Kime veriyorsunuz bu gazı?.. Kimi yakacaksınız?.. Adam gibi söyleyin ya hu…
Bir tanesi var.. Tam komedi.. Eski danışman.. Mahçupyan.. Oturmuş parmak hesabı yapmış..
“…16 Nisan’da, yüzde bilmem kaç şunlar verdiyse, yüzde bilmem kaç da bunlardan geldiyse AK Parti’nin oyu bilmem nereye düşmüştür..” diyor..Bunlarda utanma arlanma da kalmadığı için ne söylesen kâr etmiyor.. Arkadaş, senin Başbakan Başdanışmanlığı yaptığın ve kimseye nefes aldırmadığın dönemde AK Parti’nin oyu yüzde 40’a düştü.. Sen ve senin gibi akademik cahiller kenara çekildi de 1 Kasım Zaferi öyle geldi.. Hâlâ konuşmaya devam ediyorsunuz.. Uçurumun kıyısından döndü parti.. Köşende CHP güzellemeleri yapıyordun 7 Haziran sürecinde.. Sistemi ancak bir CHP koalisyonunun rahatlatacağını söylüyordun.. Şimdi bugünün analizini yaparken 1 Kasım’dan başlıyorsun saymaya.. Saysana 7 Haziran’dan.. Bu davanın gerçek sahipleri çıktılar ve “CHP ile koalisyon asla” dediler.. Size kalsa yemiştiniz koskoca partiyi.. Bırak bu işleri.. Meydan er meydanı.. 16 Nisan da geçti.. Herkes çıksın ortaya döksün eteğindeki taşları artık..
T24

AKP’nin yeni hikâye yazma ihtimali sıfır
GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN
22.05.2017

Referandum öncesinde Hayır diyenler büyük bir coşku ile meydanlarda, sokaklarda çalışırken AKP’lilerin zoraki bir kampanya yürüttüklerini gözlemliyorduk. Ne enerji vardı ne de motivasyon. Cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkanların karşısında belki de ilk kez bu kadar çekingen ve pasiftiler. Bilgiye karşı hamaset, demokrasi talebine karşı tek adama teslimiyet mevzubahis olunca çıkmaza giriyorlardı. Teşkilatlarda “nasıl olsa devlet reisin elinde, evet’i çıkartır” havası hakimdi. Saray’ın bizim gördüğümüzü görmemesi ise mümkün değildi. 16 Nisan sonrasında yeteri kadar efor sarf etmeyen teşkilatlara ağır fatura çıkarmak için 21 Mayıs beklendi. Şimdi “içeride” tasfiye zamanı! Yeni MKYK talimat doğrultusunda tasfiyeyi yönetecek.

‘Kutsal üçleme’

AKP’nin Olağanüstü Kongresi öncesinde yandaşlar hep bir ağızdan kongreye ‘değişim’ ve ‘reform’ damgasını vuracak dese de esas gayenin devleti ve AKP’yi yeniden dizayn etmek olduğunu biliyoruz. Bakmayın siz ‘Rabia’ parti tüzüğüne girdi, üç dönem kuralı esnetildi vaveylasına; asıl olan ‘kutsal üçleme’nin tesisidir. O da tek bayrak, tek devlet, tek millet, tek vatan değil tek başkan, tek parti, tek devlettir. Bu düzende parti devlet ile özdeştir, ‘reis’ ise parti-devletin mutlak hakimidir. Kongresi politik ayine çevrilen AKP’de bundan böyle bırakın çatlak sesi, sahibinin sesi dışında tek bir ses çıkamayacak. Saray’ın sözüne şerh düşen, çekinik davranan bir kişi bile partide duramayacak.

AKP’nin yeni bir hikâye yazma, demokrasi ve barış vaat etme ihtimali sıfırdır. “Kutlu yürüyüş” dedikleri Saray’ın tüm yetkileri kendinde toplamasıyla nihayete erdi. ‘Dava’ dedikleri artık mevcut rejimin devamını garanti altına almak. (..). OHAL’in sürdürülmesinin en önemli nedeni budur.

Ders çıkarmak

Sözcü operasyonu gösterdi ki, ‘muhalif’ cephede kimse dokunulmaz değil. Bir zamanlar sadece Erdoğan’a muhalif olup sistemin diğer güçleriyle ‘barışık’ olarak yaşamak mümkündü. Sosyalistlere, Kürt siyasetçilere baskı uygulanırken ‘devlete’ arka çıkmak ama aynı zamanda sırf AKP’yi eleştirdiği için ‘ilerici’, ‘cumhuriyetçi’ görünmek olasıydı. Kitlelerin öfkesini soğurmak, ‘gazını almak’ ve böylece daha güçlü bir siyasetin örgütlenmesine bilerek ya da bilmeyerek ket vurmak o mecralara bir kalkan sunabilirdi. Artık öyle bir Türkiye yok! Saray rejiminin tabularına dokunan her aktör, devletin sopasını ensesinde hissediyor! Demek ki ‘güvenli sularda’ muhalif olmanın, muhalif gibi davranmanın vadesi dolmuştur. Tıpkı sokağa sırt çevirip Ankara koridorlarında cumhuriyeti savunabileceğini düşünenlerin miadının dolduğu gibi…

(..)

Rızık, defin, üfürük

Üfürmek, Saray rejiminde muktedirin biat edenlere buyruğudur. Bu iklimde YSK başkanı, mühürsüz yüz binlerce zarfı sandık başkanlarının unutkanlığına bağlayabilir örneğin. Nasıl olduysa o kadar sandık başkanı bir anda dalıp gitmiştir hem de aynı saatlerde! Açlık grevi yapan ihraç edilmiş iki kamu emekçisine TBMM İnsan Hakları Komisyonunun AKP’li üyesi vicdan soslu üfürmeyi kendinde hak olarak görebilir. “Rızkı veren Allah’tır” der de KHK ile insanları sivil ölüme mahkûm etmenin ilahi bir emir değil muktedirin tasarrufu olduğunu göremez! Sandık başkanlarının hafızasını silen her ne ise AKP’li üyenin idrak ve izandan nasibine düşeni çalmıştır. Oğlunun kemiklerini mezara koymak için 83 gün açlık grevi yapmak mecburiyetinde kalan babanın olduğu topraklarda hangi dava, hangi kongre kurtarabilir insanlığı?

(..)
AKP saray sandık demokrasi dava açlık grevi Türkiye enerji islam baskı Kalkan Ankara Cumhuriyet Beşiktaş ihraç hak khk emir
BirGün

Bahçeli’den Erdoğan’a çok sert cevap!
26 May, 2017



Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından MHP’nin yayın organı Ortadoğu gazetesi yazarlarıyla karşılık verdi. Bahçeli de sosyal medyadan Erdoğan’ı sert dille eleştirdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından, MHP’nin yayın organı Ortadoğu gazetesi yazarlarıyla karşılık verdi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de sosyal medya hesabından Erdoğan’ı çok sert bir dille eleştirdi.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin FETÖ’nün siyasi ayağına yönelik eleştirilerine ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın tahliyesine ilişkin konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sayın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın damadını söylüyorsan tamam, bu konu yargı ile alakalı bir konu. Bunun beraatine karar vermemiş. Denetimli serbestlikle bırakılmış vaziyette. Bunu kalkıp da siyasi partinin içerisinde bu şekilde AK Parti’ye fatura kesmeye kalkmak kimsenin haddi değil. Önce bunlar kendi işleri ile uğraşsınlar” ifadelerini kullanmıştı.

BAHÇELİ’DEN ERDOĞAN’A ÇOK SERT YANIT

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi ayağı” eleştirilerine sert çıkmasının ardından, MHP lideri Devlet Bahçeli sosyal medya hesabından Erdoğan’ı eleştiren çok sert açıklamalarda bulundu.

İşte Bahçeli’nin sosyal medyadan Erdoğan’a yönelik yazdığı çok sert mesajlar:

“Partimizin bu haftaki Meclis grup toplantısında FETÖ’nün siyasi ayağı hakkındaki yorum ve değerlendirmelerim ses getirmiş, yankı bulmuştur. Haklı bir şekilde FETÖ’nün siyasi ayağının üzerine gidilmesi, bu kapsamdakilerin tespit ve teşhirinin yapılmasını istemiş, dilemiştim. Anlaşılan odur ki, Sayın Cumhurbaşkanı hiç beklemediğim, arzu ve tahmin etmediğim ölçüde grup konuşmamdaki bu sözlerden rahatsız olmuştur. Bu rahatsızlık Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendi takdiri, kendi bileceği bir husustur. İnandığımızı söylemek ilkeli siyasetimizin gereğidir. Sayın Erdoğan’ın, 24 Mayıs 2017’de Brüksel’e seyahati öncesinde üzücü ve üslup açısından sorunlu açıklamaları cevapsız kalmayacaktır. Bir defa bizim çağrı ve talebimiz hükümete yöneliktir. FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması siyasi otoritenin başlıca vazifesidir.

Kavurmacı’yı müdafaa ederek AKP’ye fatura kesildiğini söylemek hem makul, hem meşru, hem de mantıki bir değerlendirme değildir. FETÖ’nün siyasi ayağı ile ilgili bugüne kadar hiçbir adım atılmaması milli vicdanı ziyadesiyle sarsmış ve yaralamıştır. Bu açıktır. Bu konuda en öncelikli görev hükümete düşmektedir. Emniyet, istihbarat ve yargıyı seferber edecek de hükümettir. Bu yalın gerçek ortadadır. Hükümetin FETÖ’nün siyasi uzantıları konusunda inisiyatif almasını beklemek, konuyla ilgili milletimize tercüman olmak haklı bir duruştur. FETÖ’nün siyasi ayağı olmadığını söyleyerek, alt kademe bazı siyasi yöneticileri hedef almak da milli vicdanı tatmin etmeyecektir. Üstelik böyle bir yaklaşım FETÖ ile mücadelenin etkinliğini ve inandırıcılığını zayıflatıp yıpratacaktır. Buna da kimsenin hakkı yoktur. Sayın Erdoğan’ın, siyasi ayakla ilgili temizlik yapılmadığını iddia edenin, iddiasını ispatlaması gerektiğine vurgu yapması temelsizdir.”

MHP’NİN YAYIN ORGANINDAN “FETÖ’NÜN SİYASİ AYAĞI” YAZILARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin ardından bugün Ortadoğu gazetesi yazarları “FETÖ’nün siyasi ayağı” üzerine yazılar kaleme aldı.

Ortadoğu gazetesi yazarı Orhan Karataş, “FETÖ ile mücadele ve kirli pazarlıklar” başlıklı yazısında şu eleştirileri yöneltti:

“Kimse kimseyi kandırmasın. Bu işin siyasi ayağının olmadığını, olanların da temizlendiğini söylemek milletin aklıyla alay etmektir. Defalarca yazdık, bir defa daha tekrar edelim. Darbeyi bizzat planlayan, yöneten ve yapanları, “Yurtta Sulh Konseyi” diye ortaya çıkanları, o makamlara kimler getirdi, atamalarını kimler yaptı, kimler aracı oldu veya referans verdi? Siyasi iradenin bilgisi ve onayı olmadan devletin en önemli, en kritik makamlarına bunların gelmesi, getirilmesi mümkün müdür? Adil Öksüz’ün bağlantıları neden ortaya çıkarılmıyor? Bu kadar teknolojiye, imkana ve gayrete rağmen, bu adamın nasıl kaçtığı, kaçırıldığı, nerede saklandığı, nereye gittiği nasıl anlaşılamıyor ve bir türlü yakalanamıyor?”

“FETHULLAH GÜLEN’İN DİZİNİN DİBİNDE POZLAR VERMİŞ SİYASİLER…”

Ortadoğu gazetesi yazarı Yıldıray Çiçek ise “FETÖ’nün siyaset ayağına dokunun artık!” başlıklı yazısında, eleştirilerini şöyle yöneltti:

“FETÖ ile mücadele yapılıyor mu? Yapılıyor! Hakkaniyetli, adaletli ve her yönüyle yapılıyor mu? Elbette yapılmıyor! 15 Temmuz sonrası FETÖ’nün ayağı olarak her alandan, her kurumdan kişilere soruşturmalar açıldı. Onların birçoğu gözaltına alındı, tutuklandı, ihraç edildi. Ama ne hikmetse tek dokunulmayan alan siyaset olmuştur. Siyaset alanında bir kişiye bile soruşturma açılmamıştır. Bu durum herkesin sorguladığı bir durum olmakta ve diğer alanlarda yapılan FETÖ mücadelesini de tartışmalı hale getirmektedir. FETÖ’yü FETÖ yapan en büyük alan siyaset iken, bu alan özellikle kapalı tutulmaktadır. FETÖ soruşturması kapsamında bebeğiyle birlikte tutuklanan (daha sonra serbest bırakıldı) 3 günlük anne manzarasına tüm Türkiye şahit olmuşken, nasıl oluyorsa Fethullah Gülen’in dizinin dibinde pozlar vermiş, onu öve öve bitirememiş, FETÖ’nün güçlenmesi için siyaset alanında misyon üstlenmiş siyasilerin 3 dakika ifade verdiğine şahit olamamaktayız. Kim ne derse desin siyaset alanı özel bir el tarafından korunmaktadır. Bu alan korundukça FETÖ mücadelesinin adaleti tartışılmaktadır.”
İlk Kurşun

İki yandaş kalemin “MİT” çatlağı
28.05.2017

“15 Temmuz’da MİT’in ne yaptığı” tartışmasına giren iki yandaş kalem birbirinden farklı çarpıcı yazılar kaleme aldı.

Yeni Şafak gazetesi yazarı Merve Şebnem Oruç, “Binbaşı O.K.’ mevzusu sonunda nereye varacak?” başlıklı köşesinde MİT’e sahip çıkarken, Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür ise, “Binbaşı O.K. iddialar ve MİT meselesi” başlıklı köşesinde MİT’e ilişkin soru işaretlerini yazdı.

“MANTIKSIZ BİR ŞÜPHE ÜRETİYORLAR”

Yeni Şafak gazetesi yazarı Merve Şebnem Oruç, “Önce ‘Darbe ihbarcısı subay sır oldu’ diye manşet attılar, MİT'e giderek 15 Temmuz gecesi yaşanacaklarla ilgili bildiklerini anlatan binbaşının ifadesinin bile alınmadığını iddia ettiler. Üstüne ‘MİT ne saklıyor? Neden ifadesi alınmıyor? Yoksa?.. Yoksa?..’ şeklinde imalı yazılar yazdılar. Yeni Şafak, Binbaşı O.K.'nın ifadesini içeren görüşme tutanaklarını haber yapınca, bu kez de ‘Bak işte, O.K. 'darbe olacak' demiş, o zaman MİT neden vakit kaybetti? Genelkurmay neden önlem almadı?’ diye hep bir ağızdan sormaya başladılar. Yeni başlayanlar için 'araştırmacı gazetecilik' gibi görünebilir tüm bunlar. Ama aslında kafa yoruyormuş gibi görünenler hem açıkça yazılan satırları okumuyor hem de yazılarında satır aralarından mantıksız bir şüphe üretiyorlar” diyerek MİT’i eleştirenleri hedef aldı.

Binbaşı O.K.’nin “tamamen akıl yürütmede bulunarak” darbe olacağını söylediğini öne süren Merve Şebnem Oruç, şunları yazdı:

“Kendisine verilen görevin Hakan Fidan'ı almak olduğunu bilen, diğer helikopterin ne yapacağını bilmeyen bir binbaşı, 15 Temmuz günü darbeciler ‘çok kan akacak’ dediklerine göre ‘iyi niyetli bir faaliyet olmadığını düşündüğünü, hatta darbe yapabileceklerini’ söylüyor. Daha o kara gece yaşanmamış, kendisinden isteneni vicdanının sesine kulak vererek ihbar eden binbaşı, akıl yürüterek 'darbe olabileceğini' düşündüğünü ifade ediyor.”

“SORU İŞARETLERİNİN HADDİ HESABI YOK”

Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür ise Yeni Şafak gazetesi yazarı Merve Şebnem Oruç’un eleştirdiği sorulara yenilerini ekledi. “Gelelim MİT meselesine...” diyen Mahmut Övür şunlara dikkat çekti:

“Bu konuda da soru işaretlerinin haddi hesabı yok. Şu sıralarda daha çok 15 Temmuz günü MİT'e gelen Binbaşı O.K. ile ilgili şüpheler var. Buradan yola çıkıp MİT'in darbeyi bildiği ve bildiği halde önlemediği söyleniyor. Acaba yine bir algı operasyonuyla mı karşı karşıyayız? Diğer taraftan ben MİT'in ve Türkiye'deki diğer istihbarat birimlerinin son yıllarda önemli olayların hiçbiriyle ilgili önceden yeterli bilgi almadıklarını düşünüyorum. Bunu da MİT'le ve o binbaşıyla ilgili daha önceki birkaç yazımda dile getirdim. Hatta bir yazının başlığı ‘MİT ne işe yarar?’dı.”

“DİKKATİNİZİ ÇEKTİ Mİ BİLMİYORUM, BU İSİMLERDEN BİRİ BİNBAŞI O.K MI ACABA?”

Darbeye teşebbüs etmek ve terör örgütüne üye olmaktan gözaltına alınan Yarbay Murat Bolat'ın ifadesini hatırlatan Mahmut Övür o ifadeden şunları aktardı:

“Alay Komutan Yardımcısı Yarbay Halil Gül, Yarbay Özcan Karacan, Binbaşı Okan Karakurt'la buluştuk. İki araç halinde Ankara istikametine seyir haline geçtik. Sonra bir sivil araç daha katıldı. OSTİM semtinde bir daireye gittik. Evde isimlerini bilmediğim Özel Kuvvetler'den 4 kişi daha vardı.’

Tarih 8 Temmuz. Arabalarla Ankara'nın göbeğinde bir benzin istasyonunda buluşup bu eve gidiliyor ve evde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve MİT'e yapılacak saldırı planlanıyor. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, bu isimlerden biri Binbaşı O.K mı acaba? Eğer öyleyse çok daha fazla bilgi sahibidir. Daha önce de sordum, O.K nerede? MİT'in elemanı mı değil mi? Bu doğrulanmadı. Son duyduğum ‘Çok farklı bir hayata kavuştu’ iddiası beni çok şaşırttı. Acaba doğru mu? MİT meselesi nereye gitsek karşımıza çıkıyor.”

“BU NASIL İŞ”

Mahmut Övür yazısını şu satırlarla bitirdi:

“Önceki gün Adnan Menderes Üniversitesi'nde 27 Mayıs ve Darbeler Sempozyumu'na katılan Ortadoğulu akademisyenlerle ayaküstü sohbette bölgeyi konuştuk.

Onlar daha çok Türkiye'nin Suriye'de ne yapacağını merak ediyordu. Konu buraya gelince, istihbarat örgütleri ve doğal olarak MİT de konuşuldu. Bir akademisyenin şu tespiti vahimdi:

"Bölgede istihbarat örgütleri savaşı sürüyor. Ben Türkiye'nin bu alanda çok zayıf olduğunu duyuyorum. Sadece şu örnekler bile yeterli. Sizin gazeteler günlerce, PKK'nın azılı yöneticisi Bahoz Erdal ile Reyhanlı katliamı sorumlusu Mihraç Ural'ın öldürüldüklerini yazdı. Sonra ikisinin de ölmediği anlaşıldı. Bu nasıl iş?"”

Odatv.com

"Tetikçiler FETÖ'den geldi FETÖ'ye dönecek"
Asiye Güldoğan

Son zamanlarda “Reisçi yazarlar, troller” epey gündemdeydi. “En Reisçi biziz, biz Erdoğan’ın sözcüsüyüz, bizim sözümüz Erdoğan’ın sözüdür” algısı oluşturmaya çalışanlar, bir süre çok kişiye buna inandıranlar, “Reis’in” bizzat olaya müdahale edip “Cumhurbaşkanı sözcüsünden başka kimse benim adıma konuşamaz” çıkışıyla sıkıntıya düştüler.

Aslında bundan dört ay önce, 24 Ocak 2017 tarihinde “Tetikçi Reisçilerin Başına Neler Gelecek” başlıklı yazımda olacakların ipuçlarını vermiştim. Bu yazı tetikçilerde özgüvenin tavan yaptığı, gözü kara herkese kılıç salladığı bir dönemde yazılmıştı. O yazıda tetikçilerin başına neler geleceğine dair öngörüler şunlardı:

“AKP’li, Reisçi, tetikçi” olmalarına rağmen, “yaşantı biçimi AKP’nin özüyle uyuşmayan”, daha önce “başkalarına tetikçilik yaparken” şimdi Erdoğan adına tetikçilik yapan ve bundan başka da özelliği olmayanlar varmış.

Son dönemlerin adı çok duyulan böyle biri, Cumhurbaşkanlığa, Başbakanlığa ait “uçaklarından indirilmiş”, “gazete köşelerinden” uzaklaştırılmış, bazı TV programlarından da el çektirilmiş. Şimdilik bir iki TV programında yer alsa da o zatların medya ömrü çok uzun olmayacakmış. “Kişisel işleri” için, “kendisine ve içinde yer aldığı ticari kuruma alan açmak” için, kimi şahısları ve kurumları “gerçek olmadığı halde” FETÖ’cü olarak suçlayan, tetikçi olan ama “gazeteci olamayan” birkaç isim, kimi belediyelerin ve önemli isimlerin şikayetiyle geriletilmiş.

Bazı belediyeler, onları “konuşmacı olarak davet etmedikleri, kitaplarını imzalamayı organize etmedikleri” için ya FETÖ’cülükle itham edilmişler, ya da “FETÖ’cü olduğunuzu yazarım” tehdidiyle karşılaşmışlar. Bununla da kalmamışlar, belediyelerin düzenledikleri kitap fuarlarına “filanca yayınevi, falanca yayınevi alınmasın, şu yazar bu yazar imza yapmasın” kulisleri de yapmışlar. Birkaç belediye “Arkasında Erdoğan var, MİT var, hakkımızda bir şey yazar şu dönemde sıkıntıya gireriz” kaygısıyla tetikçilere program yaptırsa da, onların istemediği kurumları fuarlarına almasa da, çoğu belediye kabul etmemiş ve şikayette bulunmuş.

Böyle “Reisçiliklerini ve tetikçiliklerini” kendi menfaatleri için kullananlar tespit edildikçe, gereken yapılacakmış. O tipleri, en az FETÖ’cüler kadar tehlikeli görüyorlarmış.”

Aslında “FETÖ’cüler kadar tehlikeli görüyorlarmış” o yazıda eksik yazılmıştı. Doğrusu, “Onları kripto Fetöcü görüyorlar, çünkü geçmişlerinde Fetö adına tetikçilik yapmışlar ve şu anda yaptıkları Fetöcülük’ten devraldıkları bir miras” olacaktı. Dört ay önce, ortada öyle bir mesele yokken niçin “Tetikçilerin başına neler gelecek” yazısı yazdım?

Çünkü o bilgileri bizzat Beştepe’den, Reis’in en yakınlarından olan önemli bir isimden aldım da ondan. Geçmişinde yazarlık bulunan, “Erdoğan’a, partiye ve önemli makamlardaki iki oğluna zarar gelmesin” diye yazı yazmayı bırakan bu abimiz, Beştepe’nin rahatsız olduğunu ve yakın zamanda tetikçilere yönelik açık bir tepkinin mutlaka geleceğini iddia etmişti.

TETİKÇİLER VE ÇEVRESİ HAKKINDA BAZI İDDİALAR

Bu yazı tabii ki tetikçileri durdurmadı. Okuyanlar o yazıda kimleri kast ettiğimi anlamıştı. Bazıları önemsemedi, tetikçi çevresinden bazıları bir zamanlar Fetöcülerin yaptıkları gibi, “çakma resim kullanan çakma yazar” olduğuma vurgu yaptı, kimileri e-postama tehdit dolu yazılar yazdı. Bir de, Asiye Güldoğan’ı “derin, gizemli, MİT ajanı, Beştepe’nin sesi” filan zannedip de “O yazıyorsa ardından mutlaka bir şey gelir” diye düşünenler var. Hatta bir yazımın sonunda yorum yazanlardan biri beni “Ölüm Meleği Angelina”ya benzetmişti. “Angelina Jolie'nin gittiği ülkeler iflah olmuyor. Asiye Güldoğan'ın da gündeme aldığı cemaat, şahıs iflah etmiyor. Eyvah eyvah.”

Oysa ben oradan buradan duyduklarımı, ilgili kişilere teyit ettirip dedikodu havasında yazan, anlatılanları analiz etmeye çalışan sıradan bir yazardan başka bir şey değilim.

Tetikçiler, tetikçiliğe ve herkesi rahatsız etmeye devam ederken, Tetikçi Reisçilerin Başına Neler Gelecek yazımın kaynağı bu sefer özellikle Cem Küçük hakkında bir şeyler anlattı. Tetikçilerle ilgili bir şeyler olacağından bahsetti. Onun anlattıklarından yola çıkarak yazı yazmaya başlamışken, Cem Küçük “Mavi Marmara”daki manyaklar”lardan bahsetti. Zaten kendisine yönelik birikmiş bir öfke vardı, olağanüstü tepki aldı. Son yazım “Ekrem Dumanlı’nın peşinden koşan” tetikçiyle ilgili oldu.

O yazım, tetikçinin Zodyak’tan ortağı Münir Üstün’ü sıkıntıya soktu. Münir Üstün, Mustafa Karagüllüoğlu, Mustafa Erdem gibi isimlerin yaptıkları-ettikleri o çevrede büyük tartışmalara yol açtı. CNR kitap fuarında “beleşe stant” tahsisleri, sadece devlete kitap satmaya odaklanmış yayıncılık, bir yayınevinin ortağı olduğu söylenen önemli bir rektörle yapılan ilginç işbirlikler gibi bazı konular gündeme geldi.

Tetikçi büyük tepkiden sonra “kıvıran ve zor bela özür dileyen” tweetler attı. Ama ertesi günü yine tetikçiliğine dozajı biraz düşükte olsa devam etti. Diğer tetikçiler de “Fetö mesleğini” sürdürdü.

Onlara gösterilen bir müsamaha vardı aslında. “Dinsizin hakkından imansız gelir” toleransıydı bu. Aydın Doğan’a, Hürriyet yazarlarına filan tepeden heyyt demeleri, 28 Şubat sürecinden beri onlara gıcık kapanların hoşuna gidiyordu. Ancak bunda da abartıp kendini devlet gibi görmeleri, önüne gelen herkese sallamaları, en kötüsü “devlet adına kendi taraflarına da sopa gösterip işlerini görmeleri” o toleransın yerine nefreti getirdi.

“Dinsizin hakkından imansız” gelir ama iş “İmanlılara dönünce” imansız dinsiz oluyor. Yani dinsizin hakkından gelen imansızların kendileri dinsiz oldu. Ayak oyunları, suiistimaller, tehditler, akçalı işler işin içine girince sonunda kabak kendilerine patladı.

Erdoğan ilk önce Nagehan Alçı’nın bu konudaki sorusuna “ortadan” bir cevap verdi. “Biz tekkeye mürit aramıyoruz, işi şirazesinden çıkaranlar var” dedi. Ancak Cem Küçük, bu sözleri kavrayamadığı için, “Erdoğan’ın kendisine açıktan destek verdiğini” sandı. Ertesi sabah TGRT ekranlarından “manyaklar” dediği için özür dilediklerine, Ahmet Taşgetiren’e, Sibel Erarslan’a filan epey kişiye verdi veriştirdi.

CEM KÜÇÜK, ERDOĞAN’I SİNİRLENDİRDİ

Erdoğan’a Cem Küçük’ün söyledikleri anlatılınca, Erdoğan görüntüleri isteyip izledi. Mavi Marmara’dakilere manyak denmesi, Erdoğan’ın da sevdiği saydığı kimi yazarlara hakaretler Erdoğan’ı kızdırdı, sinirlendirdi. Ardından daha açık, adrese teslim konuştu: “Benim adıma sadece sözcüm konuşur, başkası konuşamaz. Sosyal medyada benim adıma yazanlar fitnecidir” diyerek olaya el koydu.

Böyle olunca tetikçiler biraz duruldu. Bir tanesi, “Erdoğan beni takmıyor, benim için Ak Parti bitmiştir, ilk seçimde ANAP’tan beter olacaklar” diyerek pes etti. Diğerleri “yeni duruma” uyum sağlamaya çalışıyorlar.

Kaynağıma, “Tetikçiler meselesi bitti galiba,” dedim. “Yok daha yeni başlıyor,” dedi. “Tetikçiler Fetö’den geldiler, Fetö’ye dönecekler” diye de ekledi. Belediyeler, teşkilatlar, tetikçiler, suiistimal edildikleri tespit edilenler gözden geçirilecekmiş.

Tetikçilerin yaptıkları, ettikleri, suiistimalleri, akçalı işleri biliniyormuş, şahitler varmış. Bazıları soruşturuluyormuş. O konularla ilgili çalışmalar, “raporlar-dosyalar” devam ediyormuş.

Ayrıca TGRT Haber kanalıyla, Türkiye Gazetesi’nden rahatsızlık duyulduğundan bahsetti. Bu konuda sürpriz gelişmeler yaşanabilir.

(..)

Odatv.com

Referandum savaşları AKP'yi üç'e böldü
21 Nisan 2017

AKP'de referandum sonrası başlayan iç hesaplaşmada sertleşen kavgada taraflar 3 ayrı cephede kıyasıya mücadele başlattılar.

Referandumda şaibelere rağmen büyük oy kaybeden AKP de hesaplaşma çok sert olacağa benziyor. Erdoğan'a yakın medya ile AKP'nin kökden dinci tabanı arasında kıyasıya bir savaş başladı. çatışmanın tarafları ise çok parçalı durumda. İlk bakışta 3 cephede sürüyor gibi görünen çatlamanın tarafları şöyle tarif edilebilir.

ŞİMDİLİK 3 CEPHE VAR

Bir tarafta şimdilik çok sessiz görünen ve Davutoğlu ile özleştirilerek ucu Abdullah Gül'e dayandırılan Liberal kanat, bir tarafta tabanın hiç bir zaman gözden çıkarılamayan kökden dinci kanadı ve diğer taraftan Erdoğan'ın yakın çevresini oluşturan soylu takımı ve destekçisi medya gurubu olarak özetlenebilir. KAVGANIN TARAFLARI KİM ?Kavganın temelinde ise Referandum sonuçları ile gelinen çok riskli noktada Erdoğan'a zarar veriliyor iddiaları ile partide geniş kapsamlı bir revizyona gidilmesi talebi var. İşte bu talebe dayalı olarak radikal açıklamalar yapan Erdoğan'ın öteden beri söyelemediklerini dillendiren Cem Küçük'ün yaptığı son açıklamalar kıyameti kopardı. Eğer kavgayı Erdoğan ayırmazsa bu iş çok büyüyeceğe benziyor. 50 ilde birden ayağa kalkan kökden dinci kanadın temsilcileri suç duyurusunda bulundu İşte son gelişmeler.

CEM KÜÇÜK'E SUÇ DUYURUSU HAMLESİ 

Küçük'ün Mavi Marmara'ya yönelik söylediği "AK Parti, radikal İslamcılarla ve Mavi Marmara'daki manyak tiplerle yollarını ayırmalı", ifadelerinin ardından suç duyurusunda bulunan İHH,  Küçük'ün, "Hakaret" ve "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçlarından cezalandırılmasını istedi.

TAM BİR GÖVDE GÖSTERİSİNE DÖNÜŞTÜ

50 ilde yüzden fazla kişi tarafından yapıldığı belirtilen suç duyurusunda, İHH Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Gülden Sönmez, Cem Küçük'ün 17 Nisan'da Mavi Marmara'yı organize edenlere, katılımcılarına ve o düşünceyi temsil eden kesimlere hakaret içeren beyanlarda bulunduğunu söyledi.

KÜÇÜK'ÜN ÖZRÜ PEK KABUL GÖRMEDİ

Sözlerinin tartışılmaya başlaması üzerine Küçük'ün samimi olmayan bir özür beyanında bulunduğunu ancak, bir sonraki gün çıktığı televizyon programında Mavi Marmara organizasyonuna ve İHH'ya yönelik tehditlerine devam ettiğini söyledi."Küçük, bu düşüncede olan insanlarla mahkemelerde tek tek karşılaşacak" diyen Sönmez, "Hatta hızını alamadı, tweet atanları tek tek listelediğini ve bunlarla ilgili hesap soracağını söyledi. 

TEK TEK HESAP SORULACAK

Biz çok zahmet vermeyeceğiz, zaten Cem Küçük, bu düşüncede olan insanlarla mahkemelerde tek tek karşılaşacak. Türkiye'de şuan da 50'den fazla ilde Mavi Marmara yolcuları ve gönül verenler adliyelerde suç duyurusunda bulunuyor" diye konuştu.Sönmez ayrıca, Cem Küçük hakkında

15 Temmuz korkusu devlet hizmetlerini durdurdu
06 Haziran 2017



Aylardır güvenlik soruşturmasını bekleyen ve özel kurumlarda çalışmaları yasak olduğu için işsiz kalan atanmaya hak kazanmış hekimler Meclis gündemine taşındı.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a “Bu hekimler ne zaman göreve başlayacak” diye soran CHP Bursa Milletvekili Dr. Ceyhun İrgil, “Devletin 15 Temmuz korkusu devlet hizmetlerini durdurdu” dedi. 2016 ve 2017 yılında atamalara katılmış, atanmaya hak kazanmış hekimlerin aylardır güvenlik soruşturmasının tamamlanmasını ve dört gözle görevlerine başlamayı beklediklerini belirten CHP’li Dr. İrgil, “Bu hekimler devlet hizmet yükümlüsü ama aynı zamanda aile geçindirmekle de yükümlü. Mevzuata göre atanmaya hak kazandıkları için özel kurumlarda da çalışamıyorlar yani işsizler. Bu hekimleri aylarca işsiz kalmaya mecbur etmek devletin ayıbıdır” diye konuştu. İrgil, Türkiye’de 100 bin kişiye 179 hekimin düştüğünü, OECD ülkelerinde ise bu rakamın 339 olduğunu belirterek “OECD ülkelerindeki rakamlara ulaşabilmek için 135 bin hekime ihtiyaç var ama Sağlık Bakanlığı hekimleri işsizlikten kurtarmıyor” dedi. İrgil, Aylardır işsiz kalan hekimlerin yaşamsal ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak düzeye gelmiş olmaları “OHAL’de halk mağdur olmayacak” ifadesiyle çelişmiyor mu? sorusunu sordu.

Etiketler: 15 temmuz, recep akdağ
Yeni Asya

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koruması Rus ruleti oynarken kendini öldürdü!
07 Haziran 2017



Kız arkadaşıyla Rus ruleti videoları izleyen Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı’nda çalışan 24 yaşındaki polis Ramazan Ö
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 27, 2017 11:10 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr May 28, 2017 11:24 pm    Mesaj konusu: Beşir Atalay hükümete ve Erdoğan’a isyan bayrağı açtı Alıntıyla Cevap Gönder

Davutoğlu ilk kez konuştu: En yakınımdakiler saldırdı
6 Haz, 2017

Erdoğan’ın görevden aldığı Davutoğlu ilk kez konuştu: Trollere kızmıyorum susanlar beni üzüyor.Davutoğlu ilk kez konuştu: En yakınımdakiler saldırdı
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından görevden alınan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, ‘Pelikan dosyası’nı yazan ve ‘trol’ olarak nitelendirilen sosyal medyadan kendisini eleştirenlere tepki gösterdi. ‘Trol çetesi’nin, FETÖ’nün taktiğini kullandığını belirten Davutoğlu, “‘Bunlar kendi vicdanlarıyla barışık değil, bu troller. Kendi vicdanıyla barışık olan birisi maske takmaz, gizli hesap açmaz. Mertçe çıkar, kimi eleştiriyorsa eleştirir, cevabını alır” dedi.
Geçen yıl Davutoğlu’nun görevden alınmasından bir süre önce “Pelikan” adından bir dosya yayınlanmıştı. İmzası olmayan ancak kendini “Reisçi” olarak tanıtan bir grup tarafından hazırlanan dosya, AKP içindeki Erdoğan-Davutoğlu çatlağının da ilk işareti olmuştu. Davutoğlu ekibini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ihanet etmekle suçlayan yazıların yer aldığı Pelikan Dosyası AKP medyasını da ikiye bölmüştü. Dosyadaki iddialar, Erdoğan’a yakın yazarların köşelerinde de yer bulmuştu.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün memleketi Konya’da yerel yayın yapan ‘Kanal 42’deki ‘Kerem İşkan ile Ramazan Geceleri’ programına katıldı. Davutoğlu, sunucu Kerem İşkan’ın, ”Sosyal medya hesaplarını kullanan ‘trol’ dediğimiz isimlerin parti içindeki önemli isimlere saldırıları, itibar suikastı yapmaları ve en son Mehmet Görmez hocaya yapmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine ‘troller’ ve ‘Pelikan dosyası’ yazanlar hakkında açıklamada bulundu. Trollerin, FETÖ taktiği olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:

“Önce bu yapılar nasıl çıkıyor ona bakmak lazım. Açık söyleyeyim; bu bir FETÖ taktiğidir. Bunu ilk kez FETÖ uygulamıştır Türkiye’de. Sayın Cumhurbaşkanımız başbakan iken, onun hakkında, benim hakkımda, 10 kişilik şeyleri var bunların ‘kahariyeistis’, kahar ismi okunarak Allah kahretsin denilen, beddua. Başta sayın Cumhurbaşkanımızla başlıyor, ben, Mehmet Görmez, Hakan Fidan, Beşir Atalay, şu anda troller kime saldırıyorsa Cumhurbaşkanımız dışında, hepsine saldıran bir listeydi bu. Bu bir kültürdür. Maalesef iyi şeyler nasıl kolay yayılabilir ise kötü şeylerde yayılır ve damarlarda akmaya başlar. Birileri önce akan şeyi, damarlarda dolaşan virüsü muhalif gördüğü kişileri zaafa uğratacağı düşüncesiyle tolere edebilir. Ama bir sonraki aşamada o virüs, o bedenden başka bir bedene geçer ve onu çıkaranları bu şeyre uçar eder.”

”PELİKAN DOSYASINI YAZANLAR BEN YAZDIM DİYEMEDİ”

Davutoğlu, ‘Pelikan dosyası’nı yazanlarla ilgili de şunları söyledi:
“Kimliği meçhul görünüyor. Herkes kimler olduğunu biliyor ama kimse sahiplenemiyor. Çünkü onu yazanlar bile çok insani bakımdan kabul edilemez gayri ahlaki bir iş yaptıklarını biliyorlar. Çıkıp da ‘Bu metni ben yazdım’ diye cesaret edemiyor. Ama herkest kimin yazdığını ve finanse ettiğini biliyor. En güçlü insan, kendisiyle barışık olandır. Bir insan kendi vicdanı, aklı, ruhuyla barışıksa onunla hüsnüsü yok. Bunlar kendi vicdanlarıyla barışık değil, bu troller. Kendi vicdanıyla barışık olan birisi maske takmaz, gizli hesap açmaz. Mertçe çıkar, kimi eleştiriyorsa eleştirir, cevabını alır ya da almaz. Burada mesele konu değil. Mesele belli şahsiyetlerin yıpratılarak, bu davaya hayatları boyu emek vermiş, alın teri, zihin teri dökmüş vicdanlı insanların irtibasızlaştırılarak devre dışına çıkarılmaya çalışılması. Bakın bu isimlere, troller zaten meçhulde, o trolleri kullanan isimler veya kendi gerçek isimleriyle bu faaliyetleri organize edenler, şu davaya zerre miktar katkıları olmamıştır, hiçbir ter dökmemişlerdir. Şimdi isim vermek istemiyorum ama siz isimleri düşünebilirsiniz. Hayatlarında oturdukları sırça saraylar dışında halkın içine girmemişlerdir. Ama 15 Temmuz şartları öyle şeyler getirdi ki, olabilecek en adi, en alçak iftiraları bu davaya en büyük hizmeti yapmış insanlara rahatlıkla yapabildiler. Bu anlamda kendim için söylemiyorum sadece. Mehmet Görmez Hoca için de. Mehmet Görmez hocanın Diyanet İşleri Başkanlığı bir yüz akıdır. Çok açık söylüyorum.’

”SİYASİ MÜCADELEDEKİ EN BÜYÜK MAKAMI BIRAKTIM”

Davutoğlu, yaşamında sürekli eleştiriye açık olduğunu, ama kişileri itibarsızlaştırmak için bir takım çeteci, tetikcilerin tutulduğu zaman, bunun arkasından Türkiye’nin 14 yıllık birikimini berhava etmek isteyen bazı unsurlar olduğu anlamına geldiğini söyledi. Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Bu saldırılar benim şahsıma karşı olsa, zaten ben bıraktım. Düşünün ki, bir siyasi mücadele içinde olan bir insanın bırakabileceği en yüksem makam neresiyse, ben orayı bıraktım. Niye hala saldırılıyor? Mesele ben değilim. Benim temsil ettiğim şey, zihniyet, yaklaşım, o rahatsız ediyor. Kusura bakmasınlar rahatsız olacaklar. Bilsinler ki ben bu zihniyeti temsil etmeye devam edeceğim.’

TROL ÇETESİ

Sunucu İşkan’ın, ”Çetelerin hedeflerindesiniz. Sizin gibi Ak Parti içerisinde önemli görevler yapmış isimler bu çetelerin hedefinde. İtibar suikastları devam ediyor. Birilerinin kafasında, halk bu insanları çok seviyor. Bir gün döner gelir bunların hesabını bize sorar… Bunun endişesi mi var?” sorusu üzerine Davutoğlu şöyle devam etti:
”Bu ilk defa da değil. Burada bir trol çetesinden bahsediyoruz… Bilelim ki `Şeytanın defterinde adı olmayanın rahmanın defterinde adı olmaz.´ İnsanlar düşmanlarıyla bilinir. Elhamdülillah. Ben Filistin´in yanındaydım, birileri onun için bana düşman olabilir. Elhamdülillah ben Arakan’daydım, ben Somali´deydim, ben Suriyeli mültecilerin, yetimlerin alın terini sildim. Ben derken sadece şahsım değil, bütün bu şey içinde olanları belirtiyorum. Elhamdülillah. Bunun için birileri bizi hedef alacaksa amenna. Zaten hedef alınmamak için korkarak yaşayacaksak bu hayat bize haram olsun. Onun için de bir yıl içinde niye cevap vermiyorsunuz? Cevap vermeye tenezzül etmediğimiz için cevap vermiyoruz.”

“TROLLERE KIZMIYORUM, SUSANLAR BENİ ÜZÜYOR”

Trollere kızmadığını, ancak susanların kendisini üzdüğünü belirten Davutoğlu, şunları anlattı: ”Trollere kızmıyorum. Ama susanlar beni üzüyor. Beni üzdüğü gibi eminim Mehmet Görmez hocayı da üzüyordur, daha önce Hakan Fidan´ı, sayın Abdullah Gül´ü… Esas bizleri üzen, trollerin saldırmaları değil. ‘Bize en çok saldırıda bulananlardan birinin FETÖ irtibatı ortaya çıktı’ saldıranlar, yurt dışındaki bir takım lobilerin saldırıları değil, bunları zaten doğal görüyorsunuz. Ama en yakın olduğunu düşündüğünüz birisi… Birisi `Kırılmıyor musunuz? Bu sessizliği suskunluğa kızmıyor musunuz?´ deyince Nazım Hikmet´in `Küsmek´ ile ilgili şiirini okudun mu diyorum. En çok beni üzen küsmeyi unuttuk. Çünkü artık doğallaşıyor her şey. Susanlar doğallaşıyor.”
Başbakanlık görevini bıraktıktan sonraki dönemine de değinen Davutoğlu, “Bir makamı bırakmanın en güzel tarafı, bütün maskeler düşer. Hakikat ortaya çıkar. Hakiki dostlardan mürailere hepsini Allah size gösterir” dedi.

İlk Kurşun

Yeni Asya: AKP inişe geçmiş durumda, toplum alternatif bekliyor
21 Nisan 2017



"Merhum Demirel’in son görüşmelerimizden birinde 'Halk bir yerden sonra bıkıyor' diyerek işaret ettiği noktaya ulaştık"

Nur cemaatinin Yeni Asya koluyla aynı adı taşıyan gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlenen Kazım Güleçyüz, Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin “Büyük şehirlerden başlayarak bir dip dalga geliyor” ifadesiyle ilgili olarak "Merhum Demirel’in son görüşmelerimizden birinde 'Halk bir yerden sonra bıkıyor' diyerek işaret ettiği noktaya ulaştık veya eşiğindeyiz. AKP de inişe geçmiş durumda. Ve toplum alternatif bekliyor" dedi.

Kazım Güleçyüz'ün "Dip dalga" başlığıyla yayımlanan (21 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Kaya Ramada’daki Bediüzzaman panelinden sonra panelistlerle sohbetimiz sırasında 16 Nisan referandumundan bahis açılıp genel atmosfere dair izlenimler paylaşılırken, Yönetim Kurulu Başkanımız Ömer Yavuzyiğitoğlu bir dip dalganın gelmekte olduğunu söyledi.

Aynı tesbitini referandumdan beş gün önce birlikte çıktığımız Ruşen Çakır’ın Medyascope’unda yine tekrarladı. Ve haklı çıktı.

Abdülkadir Selvi de Hürriyet’teki köşesinde “Büyük şehirlerden başlayarak bir dip dalga geliyor” diye yazdı (19.4.17).

16 Nisan akşamı sonuçlar açıklanıp özellikle İstanbul ve Ankara’da hayır oylarının evet’lerden fazla olduğu ortaya çıktığında bu dip dalga açıkça görüldü.

1994’ten beri Erdoğan’ın “kale”si olarak bilinen İstanbul ve beraberinde yine o tarihten bu yana RP-AKP çizgisinin elinde olan Ankara’nın “düşmesi” Saray ve iktidar cenahında tam bir şok etkisi oluşturdu.

Bilhassa bu iki büyük şehirde hayırlar ağır basarken Türkiye genelinde evet'lerin az farkla da olsa önde gösterilmesi ise, izahı çok zor başka bir çelişki oldu.

Mızrağın çuvala sığmadığı bir çelişki.

İstanbul’da hayır’ların önde olduğunu herkes söylüyordu. Halkın nabzının attığı taksilerde, berber dükkânlarında ve kıraathanelerde hava o istikamette idi.

Havayı iyi kokladığını söyleyen eski AKP’li bakanlardan İdris Güllüce’nin de Başbakanın davetiyle kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda “İstanbul’da hayır’lar önde” tesbitini dile getirdiği, kulis bilgisi olarak medyada yer almıştı.

Bu yöndeki öngörülerin temelsiz iddialar değil, gerçekçi tesbitler olduğu, sonuçlar belli olunca açıkça ortaya çıktı.

Gerçekten yeni bir dip dalga geliyor.

Selvi bu tesbitini aktarırken, Özal’ın inişinin 1989 yerel seçimlerinde büyük şehirleri kaybetmesinden sonra başlayıp hızlanarak sürdüğünü ifade ediyor.

Görünen o ki, AKP de o yola giriyor.

Merhum Demirel’in son görüşmelerimizden birinde “Halk bir yerden sonra bıkıyor” diyerek işaret ettiği noktaya ulaştık veya eşiğindeyiz. AKP de inişe geçmiş durumda.

Ve toplum alternatif bekliyor...

ETİKETLER
yeni asya gazetesi tayyip erdoğan ak part
T24

Eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay hükümete ve Erdoğan’a isyan bayrağı açtı
27.05.2017

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski danışmanı ve Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan, Meclis gündemine getirilen yeni tasarının görüşülmesi sırasında eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın hükümete ve Erdoğan’a yönelik eleştirilerine yer verdi.

Ahmet Takan komuoyunda “zeytinlikler” olarak bilinen tasarıya ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“CHP milletvekilleri, tasarıya şiddetle tepki göstererek zeytinliklerin imar, maden ve fabrika yatırımları için talan edileceğini anlatıyor. Ancak torbada yok yok!.. YÖK ve üniversitelerle ilgili maddeler de var. Tali komisyon olan Millî Eğitim'de "rica" ile üyelere, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü ve ilgili bürokratlar tarafından brifing verildi.”

Takan yazısının devamında kızağa alınan “Çözüm Süreci”nin mimarlarından eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın, tasarının görüşüldüğü Perşembe günü isyan bayrağını açtığını ifade etti. Tasarıdaki YÖK düzenlemesiyle ilgili komisyonda konuşan Beşir Atalay’ın hükümete ve Erdoğan’a sitem ettiğini yazan Ahmet Takan’ın yazısının devamı şöyle:

“Kızağa alınan, "çözüm süreci"nin baş mimarlarından eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın AKP'nin gidişatından çok huzursuz olduğu kulislerde konuşuluyor. Atalay, sıkıntılarını özel görüşmelerde dışa vuruyordu. Sonunda, isyan bayrağını, tasarı Perşembe günü görüşülürken, başkanı olduğu komisyonda açtı. "YÖK" ile ilgili düzenlemeler bahane oldu Atalay için... Komisyon tutanaklarını satır satır okudum pek de inceden gitmemiş!..

Tasarıyı değerlendirirken konuşmasına "ben, kendim komisyon başkanı değil de üyesi olarak bazı şeylere işaret etmek istiyorum" diye başlamış. Sonra şöyle bindirmiş (tutanaklardan-aht-) kendi iktidarına ve ara sıra da lideri Erdoğan'a:

BİZİ TAKAN YOK SİTEMİ

"Burada, tabii, farklı şeyler söylenebilir ama arkadaşlarımız dile getirdiler; bu, sanayi, üretimle ilgili önemli bir reform paketi, yani onu değerli görüyoruz, Hükümetimizin bir tasarısı ama eğitimle ilgili olan birkaç husus onun içinde olabilirdi, meslek eğitimiyle ilgili. Ama yıllardır beklenen, özellikle üniversitelerde büyük reform hamlesine ihtiyaç duyulan, işte, kaliteyle ilgili konuların falan hazırlık safhasından itibaren ve ayrı bir tasarı olarak Komisyonumuza gelmesi daha uygun olurdu. Bunları niye söylüyorum? Şu anda tasarı gelmiş, görüşüyoruz ama notlarımızda olsun, kayıtlara geçsin ve ilgili kurumlar da bunlardan derslerini alsın diye söylemiş oluyorum."

TORBAYA TEPKİ

"Bizim şu anda ciddi bir YÖK reformuna ihtiyacımız var arkadaşlar. Burada, tabii, eski rektörlerimiz var, akademisyenler var, eğitimciler var. Yani parça parça pek çok şeyde 'Şu ihtiyaç var' diye düzenlemeler, kimi kanun hükmünde kararnamelerle kimi buraya gelen değişik bakanlıkların tasarıları içinde kimi torbalar içinde maddelerle YÖK'ün yürütülmesi kolay değil, yani bütünlük içinde bir YÖK reformuna ihtiyacımız var."

KIZAĞA ÇEKİLME İSYANI

"Bunun için de biz AK Parti olarak kuruluş programımızda, bütün Hükümet programlarında, bütün seçim beyannamelerimizde bu taahhütte bulunduk ama bu gerçekleşemedi. Ben kendim hem AK Parti'nin programını yazan dar ekip içindeyim hem de doğrusu ilk 6 Hükümetin programının yazılmasını koordine eden kişiyim. Yani bütün seçim beyannameleri ve bütün Hükümet programlarının yazılmasında koordinasyonu yürüten kişi oldum. Biliyorum orada, bu YÖK'ü de çok bilinçli olarak yazdım. Şu andaki son Hükümet Programı'nda da bu var, YÖK reformu. Hatta bir ara -Komisyonumuzu ve YÖK'ü bilgilendireyim diye, bilmeyebilir Hasan Beyler- şöyle bir çalışma da oldu. Ömer Dinçer Millî Eğitim Bakanıydı, Nabi Avcı Eğitim Komisyonu Başkanıydı, Gökhan Bey YÖK Başkanıydı. Bir tasarı çalışıldı üniversite bünyesinde, Hükümete geldi. O zamanki Başbakanımız Tayyip Bey -ben de Başbakan Yardımcısıydım- bana 'Hocam, sen bunu koordine et.' dedi benim müktesebimi de bilerek. Ben, doğrusu, Millî Eğitim Bakanı, Meclisteki Komisyon Başkanı, YÖK Başkanı ve onların çalışma arkadaşlarından bir heyet oluşturdum ve biz o tasarıyı epeyce çalıştık. Yani YÖK'ün Hükümete gönderdiği taslağı epey çalıştık, olgunlaştı, şu anda raflarda duruyor."

OTORİTERLİĞE İTİRAZ

"YÖK'le ilgili bütün boyutları kuşatan iyi bir reform paketine ihtiyaç var. Bunun yapılması lazım. Bu çağda bu olmazsa olmaz. Yine, böyle merkezî bir şeyle, işte otorite olarak, her şeye müdahil falan, böyle bir şeyle, üniversite, çağımızda yürümez. Şimdi, benim gördüğüm bu yapıda, tamam, 'mali, idari özerklik' deniliyor ama YÖK'ün şemsiyesiyle kuşatılmış gibi görüyorum ben, üyelerin çoğunu YÖK seçiyor, Üniversitelerarası Kurul seçiyor. İşte, Başkanı buralardan biri olacak. Yani, YÖK'ün şemsiyesi altında, YÖK'ün sözünün geçtiği falan şekilde hiçbir kalite kontrol veya denetleme kurumu o geniş şemsiye altında yürümez. Yani o bağımsızlığını bize garanti edin, özerkliğini garanti edin ve rahat çalışsın. Bugünkü YÖK denetimiyle falan ilgilenmiyorum, YÖK'ün kendisiyle ilgiliyim. YÖK, mevcut yapısıyla, şartlarıyla hiçbir kalite sağlayamaz. Bakın, burada bile "teknoloji merkezleri" falan deniliyor, hepsinde "YÖK'ün izni", "YÖK'ün onayı", her cümlede bir "YÖK'ün onayı..." Böyle bir şey olamaz, böyle bir üniversite gelişemez arkadaşlar, gerçekçi olalım."

Eleştirilerle dolu konuşmasının sonunda Beşir Atalay, "yaklaşık bir yıldan beri bizim komisyonumuza tasarı gelmedi" diye de sitem ediyor.

"Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" olmuş!..”

Odatv.com

Özer: Cumhurbaşkanı tükenmişlik sendromu ile karşı karşıya
04 Haziran 2017
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasette pek çok liderin başına gelen 'tükenmişlik sendromu' ile karşı karşıya olduğunu ileri sürdü.

Özel, "Cumhurbaşkanı'nın altında 5 uçak, bakanlarında 9 uçak varken, 4 şehide bir uçak verip, dolmuş çeker gibi 'tasarruf olsun' diye şehitlerinden bir uçağı esirgeyen Cumhurbaşkanı'na soruyoruz; hangi milliyetçilikten, hangi vatanseverlikten, hangi şehide saygıdan bahsediyorsun" dedi.

CHP Manisa Genişletilmiş İl Danışma Kurulu toplantısı öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün MÜSİAD toplantısında kendilerine yönelik, "Nerede bölücü terör örgütü PKK varsa, bunlar da onların yanında" sözlerine tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'tükenmişlik sendromu' ile karşı karşıya olduğu görüşünü savunarak şunları söyledi:

"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasette pek çok liderin başına gelen tükenmişlik sendromu ile karşı karşıya olduğunu ve bunu aşamadığını görüyoruz. Halkın yüzde 70'i, 'tarafsız cumhurbaşkanı istiyoruz' diyordu, onların iradesine rağmen partinin başına geçti. Çünkü partinin mum gibi eridiğini biliyordu. Bir yenilik getirmek istiyordu ama yeni bir söylemi yok. Sadece kendini tekrar eden ve geçmişteki argümanlardan medet umar bir halde. İki kişiden biri ona 'hayır' dediği halde, hala daha hayırcılara, hayırın bileşenlerinden CHP'ye hakarette bulunmaya çalışıyor. Her gün yeni bir gündem yaratmaya alışmış olan Cumhurbaşkanı, başka gündemlerin de peşinde koşmanın verdiği sancıyla artık sadece hakaret edebiliyor."

"4 ŞEHİT CENAZESİNE 1 UÇAK VERDİLER"

Şırnak'ta düşen helikopterde şehit olan askerlerin naaşlarının sadece bir uçakla taşındığını dile getiren CHP'li Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İftar yemeğini siyasete bulayan, küslerin barışması gerektiği bir ayda herkesin cumhurbaşkanı iken, halkın yüzde 50'sine hakaretler yağdıran Cumhurbaşkanına sormak istiyoruz: '5 tane uçağın var. Havuzda 9 uçak var. Bakanlar taksi gibi kullanıyor, biniyor gidiyor. Hatta gözümüz yok, şehit cenazelerinde bakanlar aldılar, uçakla gittiler. Ama GATA'dan otopsiden çıkan 4 şehidimiz var. Analar babalar bir gündür naaşların adli tıptan çıkmasını bekliyorlar. Ayakta duracak halleri yok. Ağızlarına 30 saattir yemek koymamış şehit anası, şehit babası. Bunlar 4 şehidimize bir uçak verdiler. Oradaydım. Önce iki uçak verildi, sonra teke indirildi. Sabaha kadar dolmuş çektiler. Amasya'ya gitti, Malazgirt'e indi. Balıkesir'den Manisa'ya geldi. Saat 22.00'da kalkan uçak 03.15'te Manisa Akhisar'a indi. O şehidin anası babası ayakta titreye titreye durdu. 4 şehide 1 uçak verip, dolmuş çeker gibi 'tasarruf olsun' diye şehitlerinden bir uçağı esirgeyen Cumhurbaşkanı'na soruyoruz; sen hangi milliyetçilikten, hangi vatanseverlikten, hangi şehide saygıdan bahsediyorsun. FETÖ'de, PKK'da şu anda oturup gerine gerine, mutlu mutlu Cumhurbaşkanı'nın onlar için yaptığı propagandaya seviniyor. Terörle mücadelede terör örgütünün adı anılmaz ki reklamı yapılmasın diye. 60 gün boyunca hep bunu yaptı: Şimdi ramazanda, 30 gün her iftarda çıkıyor, 'DAEŞ' diyor, 'PKK' diyor. İftar yemeklerinde dostluk, kardeşliği, birliği anlatacağına karşı karşıya kaldığımız durum Cumhurbaşkanı'nın hezeyanlarıdır."

EŞİNİ SEKRETER ATAYAN REKTÖRE TEPKİ

Denizli Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağ'ın eşini İslami Bilimler Enstitüsü'ne sekreter olarak atamasını da eleştiren Özgür Özel, "'Yeni Türkiye' dedikleri aslında hepimizi dünyaya rezil ettikleri böyle bir şey" dedi. Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Referandum sırasında kuvvetler ayrılığının önemine, liyakata vurgu yaptığımızda bir kişinin partili cumhurbaşkanı olduğunda bütün hakimleri, bütün savcıları atayacağında bunu söylemiştik. Bu tek adam rejimidir. Şimdi yaptığı seçime bakıyorsunuz, adam eşini seçmiş. Bu işlerde meselenin anası ne ise danası o olur. Meselenin anası Ankara'da Beştepe'de oturuyor, danası da Denizli'de kendi eşini bir makama getiriyor. Sonra diyor ki, 'layık olduğu için yaptım'. Tabi herkesin eşi en iyisine layıktır. Ama devlet bir kişinin eşinin gönlünü almak için, kırdığı kalbini almak, evlenme yıldönümü hediyesi olarak makam dağıtacağı bir yer değildir. Devlet ciddi bir yerdir. AKP'nin yeni tek adam rejiminin Denizli'ye yansıması bu olmuştur. 81 ilde partili savcıları hakimleri şu an seçiyorlar ve dağıtacaklar. 81 ilin bütün yöneticileri artık partilidir. Partili olmasa da partili olma şüphesi altındadır." .

CANKURTARAN: AKIL DIŞI BİR DURUMDUR

CHP Genel Başkan Yardımcısı Yasemin Öney Cankurtaran da, terör ile CHP'nin asla yan yana getirilemeyeceğini söyledi. Cankurtaran, "CHP'nin herhangi bir şekilde bir terör örgütü ile isminin yan yana aynı cümlede konulması bile akıl dışı bir durumdur. Bugün eğer Türkiye'de terör örgütleri ile adı anılacak, yan yana koyulması gereken bir isim varsa o da AKP'nin tam da kendisidir. 2002'deki şehit sayısı 7 iken bugün her hafta şehit haberlerine bakıldığında terörle mücadelede ne kadar zayıf kalındığını gözler önüne sermektedir. FETÖ'yü 2002'den itibaren devletin bütün kurumlarına yerleştiren bizzat AKP'nin kendisidir" dedi.

Manisa Büyükşehir Belediyesi Oda ve Dernekler Binası Konferans Salonu'nda yapılan CHP Genişletilmiş İl Danışma Kurulu toplantısına CHP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel, CHP Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer, CHP Genel Başkan Yardımcısı Yasemin Öney Cankurtaran, CHP Parti Meclisi Üyesi Mustafa Moroğlu, CHP Manisa İl Başkanı Halil Tokul, ilçe başkanları ve partililer katıldı.
Habererk

ARINÇ’IN DAMADINDAN FETÖ AÇIKLAMASI: “KAYINPEDERİM FAYDALI OLUR” DEDİ
6 Haz, 2017



FETÖ üyeliği suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderilen eski Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın damadı Ekrem Yeter hakimlik sorgusunda ilginç açıklamalarda bulundu.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın sürdürdüğü FETÖ soruşturması kapsamında Yeter, önceki gün gözaltına alındı. Emniyetteki sorgusunun ardından Yeter, savcılık sorgusu için dün Ankara Adliyesi’ne getirildi. Sorgusunun ardından Yeter “FETÖ üyeliği” suçlaması talebiyle nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi. Sorgunun ardından Yeter, örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderildi.

“Kayınpederim Arınç faydalı olur dedi”

Hakkındaki suçlamaları kabul etmeyen Yeter, hakimlik sorgusunda şunları söyledi: “Bir dönem üyesi olduğum Uluslararası Sağlık Federasyonu (USAF) Başkanlığını yaptım. Bu derneğin içerisinde Fetullah Gülen cemaatine yakın kişiler bulunmaktaydı. Bana başkanlık teklifi geldiğinde kayınpederim eski TBMM Başkanı Bülent Arınç ile konuştum. Bana böyle bir sivil toplum örgütünün başında bulunmamın faydalı olacağını söyledi. Ben de bu duygularla bu görevi kabul ettim.

“10 YIL BANK ASYA İLE ÇALIŞTIM”

Benim yaklaşık 10 yıl süreyle Banka Asya’da aktif hesabım mevcuttu. Yatırımlarını bu banka üzerinde değerlendiriyordum. 2014 Haziran ayında çocuğumu sünnet ettirdim. Buradan gelen paraları, 2015 yılı içerisinde Banka Asya’ya yatırdım. Evimde polisler tarafından ele geçirilen, CD ve kitapların yasak olduğunu bilmiyordum. Bu kitaplar Zaman Gazetesi’nin hediyesi olarak verilmiştir. Aleyhimde beyanda bulunan Bayram Bozkurt isimli kişiyi hiç tanımıyorum. FETÖ’nün mahrem sınıfının abiliğini yaptığını kabul etmiyorum. FETÖ üyesi değilim. Suçsuzum.”
İlk Kurşun

Yandaşların kavgası büyüyor: "Elinden geleni ardına koyma medyatik kaynana"
06.06.2017



Hükümete yakın Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç ile Yeni Şafak gazetesi yazarı Ömer Lekesiz kavgasında yeni açıklama geldi.

Ahmet Kekeç dünkü yazısında, “Karagül’ün elemanı” başlıklı yazısında “Hayata evhamlarıyla bakan bir ‘rahatsız kişiliğe’ göğsünü siper etmek ve ona salyalı bir tatmin sağlamak dışında ne yaptığını zannediyor?” ifadelerini kullanmıştı.

Yeni Şafak gazetesi yazarı Ömer Lekesiz, bugünkü yazısında Kekeç’e yanıt verdi.

Ömer Lekesiz, “Medyatik kaynana köpürmüş” başlıklı yazısında, “İkinci ve son kez konumuz yine Ahmet Kekeç! Dünkü köşe yazısında köpürmüş. Mecaz olarak söylemiyorum, sahiden köpürmüş. Sür sabunu, bas suyu, köpürsün! Bu cinsten bir köpürme” diye yüklendi.

“KABADAYLIK GÖSTERİSİ GANİ AMA DÜŞÜNCESİ, CEVABI YOK”

“Salvolar, tehditler, hakaretler, iftiralar, saptırmalar, sapıtmalar, sıçratmalar, imalar... ekseninde seksen kelimeyle yazı yazanların akıbeti budur. Seksen birinci kelimeyi de doğal olarak hakaretçi dostlarından devşirirler” diyen Ömer Lekesiz şöyle devam etti:

“Kekeç, güya bana cevap mahiyetinde yazdığı o yazıda ne diyor? Hiçbir şey! Kendi kısır kelimeler ekseninde, yine büvelek tutmuş manda öfkesiyle döne dolana, sadece köpürüyor. Cevap yok, mantıklı bir itiraz yok, şunun yerine şu da var demek yok. Hakaretle başlayıp, tehditle bitiriyor yazısını.

Kısaca, bu bir tipik Kekeçgiller yazısı! Hezeyanı çok, kabadaylık gösterisi gani ama düşüncesi, cevabı yok. Çünkü düşünmeden ve cevap vermekten muaftır Kekeç! Şunca yılın yazarıdır ama onca yazısından geleceğe bırakacağı iki forma bir kitap bile çıkmaz bu yüzden. Elinden köşesini alıverin, Dıral dedenin düdüğü gibi kalıverir ortalıkta. Dolayısıyla kronik intihar terimi sadece müflis zenginler için kullanılmaz, Kekeçgiller için de kullanılır.”

“MEDYATİK KAYNANADAN İSTİRHAMIM…”

Ömer Lekesiz “Kekeç’in, cevaba değil, saldırıya ayarlı, içi bomboş kelimeler kalabalığından ibaret olan yazısından üç hususa itham ve iftira içerdiği için değinmek zorundayım” diyerek yazısını şöyle sonlandırdı:

“Ne idüğü belirsiz karanlık tiplerin, isli perdelerin arkasından dümen çevirenlerin elemanı olmaktansa, adam gibi adam olan İbrahim Karagül’ün elemanı sayılmayı bir şeref bilirim. Meşhur söyleyiştir: Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim! Benim arkadaşlarım bellidir. Ama Kekeç’in arkadaşları dün de bugün de meşkûktür.

Sosyal medyadaki ‘Pelikan yalısında havlayan arpalık mücahidi’ kaydıma da çok bozulmuş Kekeç! ‘Neden?’ diye sormak hakkımdır; neden sadece sen üstüne alındın; suç işlemiş çocuk psikolojisiyle diken üstünde mi duruyordun ki, mesajı göründüğün anda trolleşiverdin diye sormak hakkımdır.

Kekeç’in yazısında savurduğu tehdit, beyazköpekbalığı yüzüyle sosyal medyadan geliverdi. Tehdidi benzer kelimelerle aynı ton ve üsluptaydı. Yeri gelmişken sorayım: Sahi bunların trol adı neden böyledir? Akbaba, beyazköpekbalığı, bukalemun’u... kullanmaları da yakındır herhalde. Ben buna karşılık terbiyesizlere, hadsizlere, küfürbazlara yaptığımın aynısını yaptım, yani haber vererek onu engelledim.

Kekeç’in kimlerle işinin olacağına, kimlerle olmayacağına yazdığı yazı tam bir belgedir. Medyatik kaynanalığına dokunmuş olmamız ise küfürlü itirazının sebebidir. Hak ettiğim neyse, bundan sonra onu alacakmışım! Evet, bir Kekeçgiller tehdidi… Kibri aklı haline gelmiş, çirkin dili yılana dönüşmüş bu Medyatik kaynanadan istirhamım bu tehdidini hiç unutmaması; elinden geleni ardına koymamasıdır.

Sonra hatırım kalır!”

NE OLMUŞTU

Star yazarı Ahmet Kekeç, bir süre önce İslamcı bir grubun bir bildiriyle Akif Emre'yi hedef aldığını hatırlatarak, Yeni Şafak Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'e yüklenmişti. Bunun ardından Ahmet Kekeç-İbrahim Karagül kavgası başlamıştı. İbrahim Karagül kavgaya açıktan girmezken Yeni Şafak gazetesi yazarı Ömer Lekesiz, “Her ne olduysa biri yine duramadı, Akif Emre'yi kendisine siper edinerek, büvelek tutmuş manda öfkesiyle mahalleye dalıverdi” diye yazmıştı.

ibrahim karagül yeni şafak açıklama kitap intihar çocuk hak Star Gazetesi tehdit
Birgün

Flaş iddia: Washington’da Erdoğan hükümetinin bitişinin resmi çizildi
07 Haziran 2017



ABD Temsilciler Meclisi'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki kınama kararını onaylaması beraberinde çeşitli iddiaları da getirdi.

ABD Temsilciler Meclisi'nin kınama kararı, "Washington’da Erdoğan hükümetinin bitişinin resmi çizildi" yorumlarına neden oldu.

Washington Hattı'ndan İlhan Tanır'ın yazısı şöyle:

435 üyeli ABD Kongresinin Salı akşamı Genel Kurul’da bulunan 397 üyesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın korumaları tarafından 16 Mayıs günü Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği Rezidansı önünde yapılan saldırıyı kınama kararı aldılar.

Buna karşı Erdoğan hükümetinden yana çıkan ABD Kongre üyesi sayısı ise sıfır oldu. Yani tek bir tane dahi ABD Kongresi üyesi, Türk tarafının ‘haklıyız’ dediği Rezidans kavgasında Erdoğan’ın tarafını tutmadı.

Böyle bir bozgunun ABD-Türkiye ilişkileri arasında ilk kez yaşandığı sanılıyor

İki hafta kadar önce aynı tasarı Dışilişkiler Komitesinde yine oybirliği ile geçmişti. Tasarının arkasında Meclis’teki partiler üstü bir uzlaşma bulunuyor.

1974 yılında Türkiye’ye ABD Kongresi tarafından konulan silah ambargosunun dahi bu şekilde oybirliği ile çıkmadığı biliniyor.

Bir süredir ABD’de sürekli yeni lobi ve PR grupları ile anlaşan AKP hükümetinin bütün bu milyonlarca dolar masrafın hiç bir işe yaramadığı görülüyor

Bu denli yüksek bir çoğunlukla geçen yasa tasarısı sonrası ABD yönetiminin de adım atmak zorunda kalması bekleniyor. Kongre’den çıkan tasarının bizzat yaptırımı yok ama yüksek bir çoğunlukla, partiler üstü çıkan bu tür tasarıların baskısı var.

Kongre Erdoğan’ı kınarken, saldırganları adalet önüne getirmeyi talep ediyor ve Erdoğan’dan özür talebini de içeriyor.

Türkiye-ABD ilişkilerin ‘özür’ şart olarak giriyor

Karardan sonra Kongre Başkanı Paul Ryan bir açıklama yaparak bir kez daha Erdoğan hükümetinin sorumluluğu üstlenmesini talep etti ve özür talebini yineledi. Özür talebi adeta iki ülke arasında bir ‘şart’ haline dönüşüyor. Bu sıkıntının ilişkilerde sürmesi beklenebilir.

Royce: Kongre Sesini Yükseltmeli

Royce, tasarının tartışılması esnasında Erdoğan’ın korumalarının barışçıl protestoculara saldırısının bu protestocuların eleştirisini susturmak için yaptığını ve bundan dolayı Kongre’nin sesini yükselterek temel haklardan olan ifade ve toplanma özgürlüğüne sahip çıkmasının önemli olduğunu not etti

Demokratların Meclis’deki 2 numaralı lideri olan Steny Hoyer ise ”Türkiye’ye, muhalif düşünce ve ifade özgürlüğüne yapılan saldırıya karşı olduğumuzu göstermemiz gerekli çünkü bu hakların öneminden dolayı anayasasımızın birinci maddesinde yer alıyorlar” şeklinde konuştu

John Sarbanes gibi diğer bazı Demokrat Kongre üyeleri ise ABD-Türkiye ilişkilerinin ‘tam bir gözden geçirmeye tabi tutulması’ çağrısı yaparak ”tam bir saldırgan olan Cumhurbaşkanının maskesini indirmeliyiz..” sözlerini kullandı.

Olayların meydana geldiği Washington DC’nin Kongre’deki temsilcisi Eleanor Holmes Norton ise, Türk hükümetin yarım düzine yıl kadar önce BM’de buna benzer bir olay çıkardığını hatırlatarak ”aynı haydutlar orada da aynı olayları çıkardılar. Geçen yıl yine Brookings önünde gazetecilere saldırdılar. Eğer onlara dur demeye bilmezsek bu hiç şüphesiz devam edecek” dedi.

New York Kongre üyesi Eslaillat ise ”Erdoğan kendi halkına davrandığı gibi Amerikalılar davranmaya karar verdi. Onun korumalar onu ve delegasyonunu koruyan kolluk kuvvetlerine dahi saldırma cüreti gösterdiler. Bu davranışa göz yumamayız. Önümüzdeki yasa tasarısı kesin ve krarlı bir mesaj ile Kongre’nin bunu tolere etmeyeceğini gösterecektir” dedi.

Meclis Başkanı Ryan

Kongre’nin oldukça ketum başkanı Paul Ryan, aynen 2 hafta önce olduğu gibi önergeyi bizzat desteklediğini bir açıklama yaparak kamuoyuna ilan etti. ”Ankara’yı nihayet bu korkunç olayın sorumluluğunu kabul etmeye ve zarar görenlerden özür dilemeye şiddetle teşvik ediyorum” çağrısı yaptı.

Kaynak:İnsan Haber

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koruması Rus ruleti oynarken kendini öldürdü!
07 Haziran 2017



Kız arkadaşıyla Rus ruleti videoları izleyen Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı’nda çalışan 24 yaşındaki polis Ramazan Özçelik, "Öyle oynamaz, böyle oynanır” diyerek, silahı başına dayadı ve hayatını kaybetti.

Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi'nde görev yapan polis memuru Ramazan Özçelik, Rus ruleti oynarken hayatını kaybetti.

Habertürk Gazetesi'nden Müslim Sarıyar'ın haberine göre, Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı’nda çalışan 24 yaşındaki polis memuru Ramazan Özçelik, Özbek kız arkadaşı Feride Bayramova’yla Rus ruleti videoları izledi. Videoları izlerken “Öyle oynamaz, böyle oynanır” diyerek, silahı başına dayayan Özçelik, tetiğe bastı. Silahın ateş almasıyla başından vurulan Özçelik öldü.

Feride Bayramova’nın, ifadesinde yaşananları şöyle anlattığı öğrenildi:

“Ramazan uyudu. Ben de silahını dolabın üzerine koydum ve yattım. Sabah 10.00 gibi uyandım. Ancak Ramazan uyuyordu. Saat 14.00 gibi o da uyandı. Yiyecek bir şeyler almak için dışarı çıkacaktı, giyiniyordu. Bu sırada silahının dolabının üzerinde olduğunu görünce bana, ‘Tabancayı niye bize doğru çevirdin’ dedi ve silahı alarak beline koydu. Bu sırada kendisine Rus ruleti videosu izlettim. Ramazan da bana ‘O öyle oynanmaz böyle oynanır’ diyerek belinden tabancayı çıkarıp başına dayadı. Bu sırada ‘Ne yapıyorsun’ diyerek müdahale etmek için elini tutmaya çalıştığım sırada silah ateş aldı.”

Polis memurunun ölümü kayıtlara şüpheli olarak geçti. Feride Bayramova gözaltına alınarak önce Beylikdüzü Asayiş Büro Amirliği’ne ardından İstanbul Terörle Mücadele Suçlarla Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.

Polis memuru Ramazan Özçelik’in ölümündeki soru işaretleri nedeniyle soruşturma derinleştirildi. Bazı ifadeleri çelişkili bulunan Bayramova’nın telefonu ve adına kayıtlı hatlar da incelemeye alındı. Özçelik’in, Haziran 2016’da Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi’nde göreve başladığı öğrenilirken, Özbek kadının ise Malatya İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde okuduğu bildildi.
İnsan Haber

Davutoğlu ve Gökçek telaşlandı mı?
Süleyman Kılıç
07 Haziran 2017

Melih Gökçek’te bir telaş bir telaş…

Yeniden Erdoğan fan’ı oldu..

Biliyorsunuz oğlu Osman Gökçek Ankara Ticaret Odası Başkanlığı için aday oldu.

Emine Erdoğan’ın akrabası Gürsel Baran’a karşı kaybetti. Geçtiğimiz günlerde Gürsel Baran, Emine Erdoğan’ın da katılacağı bir iftar daveti organize etmek istedi.

Emine Hanım da kabul etti, destek adına...

Bunu haber alan Melih Gökçek rahat durur mu?

Hemen bugün yapılması beklenen iftar davetine akredite oldu.

Çok zorlandı, ama oldu.

TV ve medyanın önüne Erdoğan ailesi ile ilgili bir sorunum yok demek adına.

Emine Hanım Gökçek ile birlikte poz verir mi, bakalım.

Bu arada Boydak Holdingin, FETÖ ile mücadelede işaret ettiği Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki bir sürpriz yaparak Kadir Topbaş ve Melih Gökçek’i imar yolsuzluklarına en az deyim ile göz yumduğunu anlatarak, hedef gösterdi.

Özhaseki bu çıkışı ile muhtemel bir kabine revizyonuna karşı pasif direniş göstermiş oldu.

En azından görevden alınırsa, FETÖ’cü damgasının yanına yolsuzluklara karşı çıkan siyasetçi imajını da yerleştirmeyi hedefliyor.

Sanki yıllardır 15 yıllık iktidar sorumluluğunun yeni farkına varmış gibi.

Gürsel Tekin kaçırır mı, hemen, “Hadi imar hırsızlarını birlikte yakalayalım” diye lafı çoktan ağzından aldı bile.

Eeee bu sucuklar, acı acı çıkar.

Şov siyaseti dönemi çoktan geçti, Sayın Özhaseki...

Mehmet Özhaseki bu çıkışı ile hemşehrisi ATO eski Başkanı Salih Bezci’nin de Melih Gökçek’ten rövanşını da almış oldu.

Bildiğiniz gibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, referandum öncesi 15 Temmuz FETÖ askeri darbesi için, “kontrollü” dedi, ortalık karıştı.

Referandum bitti, bu söz hala tartışılıyor.

Özellikle AKP içinde bomba etkisi yaptı. İçten içe hala tartışılıyor.

Kılıçdaroğlu bu iddiasını, referandum sonrası revize etse de beyinlerde iz bıraktı.

Ben bu darbe teşebbüsünde komplo teorisi aramıyorum.

Tayyip Erdoğan’ın “hele bırakalım yapsınlar” mantığında asla olmadığını biliyorum.

Darbe gecesi iç ve dış pazarlıklar olabilir, o başka.

Son anda saf değiştirenler de olabilir.

Erdoğan FETÖ ile mücadelede samimidir ama etrafı için bir şey diyemem.

Korkanlar vardır, geçmişte organik ilişki kuranlar vardır.

Üstelik bu ilişkiyi önce Erdoğan’ın bilgisiyle kuran sonra da cemaat tarafından kendi adlarına mensup kılınanlar vardır.

Vardır da vardır. Hep karşıyım; darbe asla kabul edilemez, insanlık suçudur.

15 Temmuz’u yapanların da tam karşısındayım.

Bu noktaya gelinmesinde Erdoğan ve AKP iktidarı sorumludur. İhmal ve aldatılmanın da sorumlusu onlardır.

Mazeretleri de kabul edilemez, ama her Fethullah Gülen sempatizanı ya da mensubunun darbeci olarak da algılamam.

Biraz da FETÖ ile mücadele acaba kayıkçı kavgası baskısından olacak Erdoğan daha da sertleşecek görünüyor.

AKP içinde ayıklama sürecek...

Camiye imam aramıyoruz diye kararlılığını dile getiren Erdoğan değişim havasının dağılmaması için bakanlar kurulu revizyonunda kararlı.

Binali Yıldırımın gönlünü yapmaya çalışıyor, ama eli kulağında. AKP içinde ayıklanma kaçınılmaz.

Erdoğan’a yeniden biat edenler kenara çekilecek, iç hesaplaşma yaşanacak.

Dün Ahmet Davutoğlu aniden konuştu!

Niye mi?

Ayıklamada baş hedefin kendisi olduğunun farkında...

Yurt Gazetesi

Şamil Tayyar isyan bayrağını açtı: Artık yeter

09 Haziran 2017

AKP'li Tayyar'dan FETÖ'cü damatların tahliyesine tepki. Son olarak Arınç'ın damadı tahliye edildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın sürdürdüğü FETÖ soruşturması kapsamında eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter 5 Haziran 2017 tarihinde tutuklanmıştı.

Habertürk'ün haberine göre; Arınç'ın damadı Yeter, dün gece Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliği'nin verdiği kararla tahliye edildi.

ŞAMİL TAYYAR'DAN TEPKİ

AKP Milletvekili Şamil Tayyar, Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter'in tahliyesinin ardından Twitter'da "Artık yeter" diyerek tepki gösterdi.
Yurt Gazetesi

Ersoy Dede: Yetti artık, milletin şurasına geldi; kim bu 12 vali, neden yer yerinden oynamıyor?
09 Haziran 2017

"O kadar adam o köprüde bunun için ölmedi"

Star yazarı Ersoy Dede, Habertürk yazarı Fatih Altaylı'nın darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak ileri sürdüğü "Halen görevde olan 12 vali, ByLock kullanıyor" iddiasını yeniden gündeme getirdi. "İki gün üst üste yazdı. Neden yer yerinden oynamıyor?" diyen Dede, "Yetti artık. Milletin şurasına kadar geldi. O kadar adam o köprüde bunun için ölmedi" ifadesini kullandı.

Ersoy Dede'nin "Fena halde yanılıyorsun Oray" başlığıyla yayımlanan (9 Haziran 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Kim bu 12 vali?

Fatih Altaylı iki gün üst üste yazdı.. Neden yer yerinden oynamıyor?..
Diyor ki Habertürk’teki köşesinde Fatih Altaylı;“…Halen görevde olan 12 valinin, ByLock kullanıcısı olduğunu biliyoruz ama hiçbir şey yapamıyoruz...” İki kez yazdı bunu..“..Bir büyükşehrin valisi, ByLock’tan tam tamına 1800 kere mesajlaşmış.. Aktif değil, çok aktif kullanıcı…” diyor Altaylı.. Eğer bu bilgi gerçekse kamuoyu gereğinin yapılıp yapılmadığını bilmek zorunda.. Gerçek değil de uydurmaysa da Fatih Altaylı’dan sorun hesabını.. Ama yetti artık. Milletin şurasına kadar geldi.. O kadar adam o köprüde bunun için ölmedi..
T24

Bahçeli: Adalet karnemiz, damatların kalemiyle kapkara kesilmiş durumda
09 Haziran 2017



MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "FETÖ üyeliği" suçlamasıyla tutuklanan eski TBMM Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’ın 'FETÖ' soruşturması kapsamında tutuklanan damadı Ömer Faruk Kavurmacı'nın tahliye edilmesine Twitter üzerinden tepki gösterdi. Bahçeli, “Adalet karnemize bakalım; adeta damatların kalemiyle kapkara kesilmiş durumda. Kayırma, arkalama, hatır almış başını yürümüş halde. Adaletten kurtulmak için ille de meşhur ve mevki sahibi birisinin damadı, yakını, akrabası, onu bunu mu olmak lazım? Madem bir kişi suçsuz, niye tutuklanır? Hadi tutuklandı, niye bırakılır? Sanıyorum kripto eller devrede, kaos emelleri siyasi çemberdedir" dedi.

Bahçeli, “Adalet ve beka karnelerindeki kırık dökükler alarm vericidir. Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşmak zaaflık, zavallılık, zayıflıktır. Uyarıyorum; adalet sönerse, beka yıkılırsa geriye üzerinde ağlaya ağlaya bile olsa telafi ve ikame edemeyeceğimiz bir harabe kalacaktır” ifadelerini kullandı.

“Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşmak zaaflık, zavallılık, zayıflıktır”


Adalet ve beka karnelerindeki kırık dökükler alarm vericidir. Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşmak zaaflık, zavallılık, zayıflıktır. Uyarıyorum; adalet sönerse, beka yıkılırsa geriye üzerinde ağlaya ağlaya bile olsa telafi ve ikame edemeyeceğimiz bir harabe kalacaktır. Karanlık bir ormanda meşale gibidir adalet. Üzerinde yaşadığımız çetin vatan coğrafyasında hayat ve varlık ülkümüzdür beka. Vicdan karnemize bakacak olursak, umut verici olmadığını görürüz. 'Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir' diyen kutlu buyruğa kaçımız riayet ve sadakat gösteriyor, bir muhasebe yapmaya ne dersiniz?

“Zeytinin karası helaldir, temize çıkarır; siyaset ve ahlakın karası zelildir, çöküşe götürür”

Ahlak ve siyaset karnesini hiç sormayın. Zeytinin karası helaldir, temize çıkarır; siyaset ve ahlakın karası zelildir, çöküşe götürür.
T24

MİT'in Bylock raporunda AKP'den şaşırtıcı isimler
10 Haziran 2017



Sözcü yazarı Can Ataklı, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmaların "siyasi kanada uzanmadığı" yolundaki eleştirilerle ilgili olarak dikkati çeken bir iddia ileri sürdü.

Eklenme: 16:14 - Güncelleme: 10 Haziran 2017 16:17
MİT'in Bylock raporunda AKP'den şaşırtıcı isimler
Paylaş Tweetle Öne Çıkar
Yorum Yap
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) "Bylock kullanıcısı" vekillere ilişkin bir rapor hazırladığını iddia eden Ataklı, "Aklım durdu dersem yalan olmaz. Çünkü çok şaşırtıcı bir kaç ismi gördüm" diye yazdı.
Can Ataklı'nın "İran bizden iki şey istiyor" başlığıyla yayımlanan (10 Haziran 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:
Önceki gün çok sevdiğim bir dostumun yanına uğradım. Başka konukları da vardı, günün gelişen olayları üzerine sohbetler ettik.
Dostumun konuklarının güvenlikle ilgili birimlerde önemli koltukları işgal eden kişiler olduğunu öğrendim.
Laf lafı açarken söz FETÖ'nün siyasi ayağına geldi. İçlerinden biri cebinden resmi olduğu anlaşılan bir belgenin fotokopisini çıkardı.
“Bunlar” dedi “AKP içinde telefonunda byLock yüklü isimler.”
Ne zamandır sorduğumuz “AKP'de byLockçu milletvekili var mı?” sorusuna sanki gökten düşen bir yanıt gibi bir şey bu.
Hemen atladım tabii, “Alabilir miyim” diye.
“Yok” dedi “sadece gösterebilirim.”
Ve elindeki kâğıdın antetini kapatarak birkaç saniyeliğine gösterdi.
Aklım durdu dersem yalan olmaz. Çünkü çok şaşırtıcı bir kaç ismi gördüm. “Yazsana” diyebilirsiniz. Ama şu anda olmaz.
Çünkü birincisi dostuma ve konuklarının kimliğine ne kadar güvensem de sadece birkaç saniyede beş altı isim gördüğüm bir listenin doğruluğuna o kadar da emin olamam.
İkincisi, gerçekten dudak uçuklatacak isimler var, ortaya bir somut kanıt koyamadan yazmak hukuki sorun yaratabilir.
Ama anladığım böyle bir liste olması kuvvetle muhtemel ve beklenmedik bir anda patlayabilir.

Medya Faresi

Abdurrahman Dilipak'tan AKP'de temizlik sorusu: Kirli adamlarla...
10 Haziran 2017

Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sözleriyle ilgili bir yazı kaleme aldı.

Eklenme: 11:51 - Güncelleme: 10 Haziran 2017 11:54
Abdurrahman Dilipak'tan AKP'de temizlik sorusu: Kirli adamlarla...
Paylaş Tweetle Öne Çıkar
Yorum Yap
Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Yıl sonuna kadar tüm il, ilçe, belde yönetimlerini yenilemek durumundayız. Adeta bir metal eskimesi görüyorum" ifadesiyle ilgili olarak "Taşrayı temizleyecekseniz, merkezdeki kirli adamlar üzerinden bunu nasıl yapacaksınız? Asıl soru, asıl sorun bu" dedi.
Dilipak, "İş dönüp dolaşıp, 'tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan' sorusuna geliyor. Taşrayı denetleyecek olanlar kimler. Bugünkü merkezi teşkilat mı, milletvekilleriniz mi? Peki zaten bunlar içindeki hastalıklı kişilerden kurtulmak istemiyor musunuz?" diye yazdı.
Abdurrahman Dilipak'ın "AK Parti’de teşkilatlar yeniden düzenlenirken" başlığıyla yayımlanan (10 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Hani “sütten ağzımız yandı ya, yoğurdu üfleyerek içiyoruz”.. Halk arasında bir deyiş var; “gelen gideni aratmasın” diye. Bir de “Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olma” deyimi var.
Erdoğan’ın çıkışı önemli idi. “Metal yorgunluğu”ndan söz etti, topyekûn bir uyanıştan ve yenilenmeden söz etti. “Değişim” dedi.
Söyleyeyim, Taban’ın MKYK’daki değişim konusundaki beklentisi daha yüksekti.. Teşkilatta, Kabinede daha fazlası bekleniyor.
Ben dışarıdan bakıyorum, içeriden görünen gerçekler, dengeler daha farklı anlaşılan..
Hani “sapla saman birbirine karıştı” deniyor ya, korkulan şu, altınla cüruf birbirinden ayrılacak da geriye kim kalacak.. Bir yandan manken kızlar, öte yandan anam gibiler.. “Sonunda alavere-dalavere olmaması gereken birileri pat diye yönetime gelir” korkusu çok yaygın..
“Münafık” karakterli adamlarda “Şeytan tüyü” var. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar.. 40 yerden tezkiye ile geliyorlar. Kanaat önderleri, vakıf, dernek herkes peşinde.. Tabiri caizse 5 kuruşluk işi 15 kuruşa yapıyor, 5 kuruşunu dağıtıyor, ondan iyisi çok..
Bu sahtekarlara dikkat etmek lazım.. FETÖ’cüler “ihtida” edip, 40 şahidle yeniden en önde yer alabilirler.. Bir de onlardan bu işi öğrenen, onları kıskanan ve kıskandıracak olan başka “The Cemaat” denilen CIA-MATE’lere karşı da dikkatli olmak lazım.. Şimdi daha tecrübeli ve daha dikkatliler..
Bir de, namuslu bu işlere bulaşmamış birini getiriyorsunuz, geldikleri yer öyle bir yer ki, iki günde bozarlar adamı.. Para, kadın ve makam zaafı olanlar uzak dursunlar bu işten.

Yine öyle adamlar vardır ki, ne yer, ne yedirir, ama hiçbir iş yapmaz.. Hata yapmaktan korktuğu için ne ileri götürür, ne kötü.. Bir de bu tipler, bir getirdin mi, bir daha gitmek istemez. Mahkemeyi kadıya mülk sanan tipler bunlar..

Kimisi yemek için kaşığı belinde dolaşır. Bunlara dikkat.

Kimi birilerinin adamıdır, emri, kendini oraya getiren iradeden alır..

Kimi yemez, ama çevresine öyle yamyamlar toplanır ki, onlar yer de yedirir de..

Kimi hem yer, hem yedirir. Halkın en çok sevdiği tipler bunlardır. Parasını versin, işi yapsın da, yer mi, yemez mi ona bakmaz. Ona göre zaten yemeyen de yok. Kendi de fırsatını bulsa öyle yapar.. Bu hem yer, hem yedirir tipler, cemaat buldu mu namaza da durur. İmamlığa da geçer. Hacca gider defteri sildirir, Şeyh efendinin vakfına yardım eder, camisine adını yazdırır, onun duası ve şefaatı ona yeter. Cami de yaptırır, Kur’an kursu da.. Torununu Kur’an kursuna da gönderir.. Kan alacak damarı da, bal alacak çiçeği de bilir..
Kimi yer yedirmez. Bunlar ihtiraslı tiplerdir. Yerken üstüne başına döker, ömrü uzun olmaz..

Kimisi ne yer ne yedirir, ama iş yapmaz. Kuluçkaya yatmış tavuk gibidir.. Herkesten, her şeyden işkillenir..

Peki yemeyecek, yedirmeyecek ama yapacak adamı nereden bulacaksın..
Bakın bu yiyici takımının göz diktiği yerlerden biri Parti, biri belediye, ötekisi merkezi hükümettir.. Şeytan üçgeni böyle kuruluyor.

Kedi yavrusunu yemeye karar verirse, onu fareye benzetirmiş.. Bunlar da bir haltı yemeye karar verirlerse bir yolunu buluyorlar. Fetvasını da buluyorlar.. Ufak ufak başlıyor bu işler, sonra geri dönülmez noktaya geliyor. Bir noktadan sonra da içki, kumar, kadın hangi pisliği dersen hepsine bulaşıyorlar. Kendilerine göre bir din ediniyorlar.. FETÖ böyle bir dinin azizi olarak çıktı ve yükseldi.. Ve bunun gibi daha bir sürü adam var çevremizde. Kalkancı, FETÖ’den ibaret değil bunlar. Hani bir ayet var, “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye ya, bunların çoğu yemeye cami, dernek, vakıf, Kur’an kursuna yardım diye başlıyor, sonra fon oluşturuyorlar, böyle başlıyor ve sonu gelmiyor.. Yaşlanınca daha çok hacca, umreye gidiyorlar, tabii belli bir doyuma ulaştıktan sonra.

Teşkilat yöneticileri burada üst uç nokta. Belediye ve milletvekillerinin ilk seçimini bunlar yapacak.. Buradaki bir yanlışlık bütün yapıya sirayet eder.
Parti Teşkilatı, Ankara ve yerel yönetim üçgeninin ortasına bir de işadamlarını oturttunuz mu, iş karanlık ve derin yapının çekirdeği, hücresi tamam. Şeytan iş ortağınızdır artık. Şeytan (LA) derin ortaklarını da toplayıp başınıza üşüşür..
Taşrayı temizleyecekseniz, merkezdeki kirli adamlar üzerinden bunu nasıl yapacaksınız.. Asıl soru, asıl sorun bu.. İş dönüp dolaşıp, “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan” sorusuna geliyor. Taşrayı denetleyecek olanlar kimler. Bugünkü merkezi teşkilat mı, milletvekilleriniz mi? Peki zaten bunlar içindeki hastalıklı kişilerden kurtulmak istemiyor musunuz?
Sanırım en başa dönmek gerekiyor. Bu süreçte sadece kendi teşkilatınıza yönelmek değil, belki ayrı bir istihbarat yapısı ile bir “Müddei umumi” gibi, bütün iddiaların istihbaratını yapmak gerekir.. STK, sokak, işadamları, odalar, muhalefet, basın.. Bazı şüyuu vukuundan beter hadiseler de var.. Sonra farklı iki üç heyetten faklı zamanlarda rapor alıp, bunlardan kim kim hakkında ne diyor, onlara bakıp, aslında bu “muhakkikler” hakkında da bu vesile ile bir kanaata varmak gerek.. Çünkü bazıları sonucu maniple etmek isteyecektir.. Bu konu güvenmekle olmaz. Güvenmek güzel olsa da, kontrol etmek daha da güzeldir.. Siyaset güven değil denetim müessesesidir.. Sonucu maniple etmeye kalkanlar, kesinlikle, acil olarak ve şiddetle cezalandırılmalıdır..
Kesinlikle görevlendirmede ehliyet ve liyakat esas alınmalıdır. Bilgili, dürüst ve cesur olacak. Korkaksa, bilgili ve dürüst de olsa bir şey çıkmaz.. Siyaset korkakların işi değil. Cesur olup, namuslu değilse al başına belayı. Başınıza Mafia kesilir. Kibirli adamla da olmaz, ezik tiplerle de..
Zor bir işten söz ediyoruz.. Bir yerlere gelmek için işe çok istekli olanlardan da uzak durmak gerek.. Allah kişiyi ihtirasla istediği şeyle imtihan eder. Kamu malını yetim hakkı olarak gören adamlar lazım bize “devletin malı deniz, yemeyen domuz” diyenler değil. Selâm ve dua ile.

Etiketler : abdurrahman dilipak, recep tayyip erdoğan, akp, yeni akit
Medya Faresi

Atila Kaya: "Şu dünyada AKP'ye damat olmak varmış
10 Haziran 2017

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın damatlarının serbest bırakılmalarının yankıları devam ediyor...

FETÖ soruşturmaları kapsamında gözaltına alınan İBB Başkanı Topbaş'ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı'nın ardından, eski Başbakan Yardımcısı Arınç'ın damadı Ekrem Yeter de tahliye edilmişti.Tahliye kararları sosyal medyanın gündemine otururken, damatların serbest bırakılmasına bir tepki de İstanbul Milletvekili ve Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Atila Kaya'dan geldi.

Twitter hesabından göndermeli bir paylaşımda bulunan Kaya, "Şu dünyada AKP'ye damat olmak varmış; işler yolunda giderse bakan olursun, işler ters giderse tahliye olursun!" ifadelerini kullandı.

İşte Atila Kaya'nın paylaşımı:



Kaynak: Yeniçağ

Aydın Engin: Reis'in uluslararası hukukla sınavı var, hem de yakında!
Aydın Engin*
12 Haziran 2017



"Ben sadece yumurta kapıya gelmeden hatırlatmak istedim"

Ben bildiğime göre devletin en tepesinde oturanın da mutlaka bilmesi gerekir. Bir devlet uluslararası bir sözleşmeye imza atıp mühür basmışsa onu uygulamakla yükümlüdür. O imzayı atıp mührü basan siyasal iktidar değişse de bu zorunluluk sürer.
Kuşkusuz iktidara gelen bir siyasal güç kendinden önce imzalanan uluslararası sözleşmeleri beğenmeyebilir; yanlış bulabilir, şiddetle karşı çıkabilir. Ancak bu durum onun imza ve mührün getirdiği yükümlülüklerden kendiliğinden kurtulması anlamına gelmez. Yapabileceği, yapması gereken o sözleşmeye konan devlet imzasını ve mührünü iptal etmek için parlamentodan (kendi kafasından değil, o sözleşmeyi zamanında onaylamış olan parlamentodan) yeni bir karar çıkarmak, sözleşmenin öteki taraflarına bilgi vermektir. Ancak ondan sonra bu yükümlülük ortadan kalkar.
Buna siyasal literatürde “devlette devamlılık ilkesi” denir.
Tamam mı?

***

Peki, durup dururken bu uyarı nerden ve neden gerekti?
AKP’nin Reis’inin son dönemde Türkiye ile Avrupa arasında sık sık patlak veren sorunlardaki tutumundan, tavrından gerekti...
Avrupa derken, üyelik görüşmeleri sürecinde olduğumuz Avrupa Birliği (AB), Türkiye’nin kurucu üye olarak yer aldığı Avrupa Konseyi, onun bir kuruluşu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu, içinde TBMM’den milletvekillerinin de yer aldığı Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKMP) gibi kurumları kastediyorum.

AKP iktidarı son dönemde bu kurumlarla bazı zorluklar, bazı çelişkiler, bazı gerginlikler yaşıyor ve AKP’nin Reis’i bu durumlarda “Paşa gönülleri bilir... Kusura bakmasınlar biz bildiğimizi okuruz... Böyle olmaz, o zaman herkes kendi yoluna gider” gibi alışılmadık çıkışlarla, diplomasi dilinde kullanılmayan cümleleriyle dikkati çekiyor...
Bu “dikkat çeken” tavır bazı soruları da birlikte getiriyor.
Bu sorulardan biri bugünlerde sık sık dillendiriliyor ve önümüzdeki dönemde mutlaka cevaplanması gerekecek.
Soru: Türkiye, Avrupa Konseyi’nin bir kuruluşu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına uyacak mı, yoksa uymayabilecek mi?
***

Bu soru durup dururken sorulmuyor.
Yakından izleyenler biliyordur; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önümüzdeki günlerde (belki de önümüzdeki birkaç gün içinde) tutuklu gazetecilerle ilgili bir karar verecek. Mahkeme kısa süre önce bu davaları öncelikle ele alacağını açıklamıştı. Dolayısıyla “önümüzdeki günlerde” vurgusu bir tahmin değil; bir gerçek, bir “kesin bilgi”.
AİHM’nin tutuklu gazetecilerle ilgili kararının ne olacağını elbette bilmiyoruz.
Gazetecilerin tutuklu yargılanmasında hukuksal bir sakınca olmadığı yönünde bir karar verirse AKP’nin Reis’i olsa olsa haklı çıktığını ilan ederek kostaklanır.
Amaaaaa.
Ama ya AİHM, tutuklu gazetecilerle ilgili “hak ihlali kararı” verir ve derhal serbest bırakılmalarına, yargılanmalarının tutuksuz devam etmesine karar verirse ne olacak?
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altında kapı gibi devlet mührü ve imzası var. Keza o sözleşme bağlamında kurulmuş AİHM kararlarının da Türkiye’nin ulusal yasalarının üstünde olduğunu kabul ettiğine ve mahkeme kararlarına uyacağına ilişkin de kapı gibi devlet mührü ve imzası var.

***

Bildiklerinizi mi yineledim.
Öyle olsun.
Ben sadece yumurta kapıya gelmeden hatırlatmak istedim.
AKP iktidarının ve onun her şeyi olan Reis’inin uluslararası hukukla sınavı var. Hem de yakında...

* Bu yazı Cumhuriyet'ten alınmıştır

'Erdoğan'a Beyaz Saray’ın kapısından içeri adım atmadan önce tatsız sürpriz'
17.05.2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin, ABD’nin en önemli gazetelerinden The Washington Post'un, Fethullah Gülen’in 'Artık Tanımadığım Türkiye' başlıklı yazısını yayınlamasını, "(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan dün Beyaz Saray’ın kapısından içeri adım atmadan önce Washington’da kendisini bekleyen tatsız bir sürpriz vardı" ifadeleriyle değerlendirdi.

Yazıya ilişkin değerlendirmede bulunan Hürriyet yazarı Sedat Ergin, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Beyaz Saray'ın kapısından içeri adım atmadan önce Washington'da kendisini bekleyen tatsız bir sürpriz vardı. ABD'nin en saygın gazetelerinden The Washington Post, konuk yazar Fetullah Gülen'in 'Artık Tanımadığım Türkiye' başlıklı bir yazısını yayınlamıştı" dedi.

Ergin'in yazısından bir bölümün şöyle:

"Kuşkusuz, ABD'nin haber alma örgütü CIA'den emekli bazı üst düzey yöneticilerin —Göçmen Dairesi'nden farklı bir doğrultuda- hâkime yazdıkları Gülen lehine referans mektuplarının da bu kararda belli bir etkisi olduğunu düşünmemiz için yeteri kadar neden var. Ayrıca, Gülen'in avukatı, kendisinin oturma izni almasının 'ABD'nin yararına olacağı' tezini savunmuştur mahkeme salonunda.
Bu da bizi Gülen'in dün Washington Post'taki yazısında '20 yıldır evi' olarak gördüğünü söylediği ABD ile olan ilişkisine getiriyor. Gülen'in bugün salt ABD'de yaşıyor olması bile, onun cemaatinden kaynaklanan her olumsuzluğun kaçınılmaz olarak 'evi' olan, himaye gördüğü ABD ile ilişkilendirilmesine yol açıyor.

Kaçınılmaz olan bu 'ilişkilendirme', Türk kamuoyunda AB'ye bakışı etkiliyor, Türk-ABD ilişkileri üzerinde hasara yol açıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, bu soruna bir çözüm bulunamadığı takdirde Gülen faktörü daha uzun bir süre Türk-ABD ilişkilerini ipoteği altına alacak gibi gözüküyor."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmeye gittiği gün, Fethullah Gülen Washington Post’a yazdı.

Erdoğan, bugün ABD Başkanı Donald Trump'la Beyaz Saray'da bir araya geliyor. Görüşme ABD'nin YPG'ye silah yardımı kararının gölgesinde gerçekleşecek.
Gülen'in Türkçe yayınlanan yazısı tam da Erdoğan'ın görüşme için ABD'ye gittiği gün yazıldı.

Gazetede ‘Artık tanımadığım Türkiye' başlıklı yazıda Gülen, "15 Temmuz'daki üzücü darbe teşebbüsünden bu yana, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan sistematik bir şekilde masum insanlara zulmediyor, onları tutuklatıyor, gözaltına aldırıyor, işten kovduruyor. Şu ana değin sadece benimle ilişkilendirilen dünya barışından başka gayesi olmayan Hizmet hareketi gönüllüleri değil, Alevilerden, Kürtlerden, laik ve sol kesimden, gazeteciler, akademisyenlerden 300 bini aşkın insanın hayatını alt üst etti" ifadelerini kullandı.

‘HÜKÜMET MASUM İNSANLARLA UĞRAŞTI'

Diken'in haberine göre, darbe girişiminin ardından yaşananları en şiddetli biçimde kınadığını ve olayla ilişkili olduğunu reddettiğini öne süren Gülen, Erdoğan'ın elinde hiçbir delil olmadığını iddia etti.

Darbe girişiminin ardından on binlerce kişinin gözaltına alındığı, tutuklandığı ve ihraç edildiği bilgisini veren Gülen, "Hükümet sadece Türkiye'deki masum insanlara zulmetmekle kalmadı, belki yıllardır ülkesine gelmeyen ama yurt dışında yaşayan masum insanlarla da uğraştı" diye yazdı.

‘OTORİTERLİKTEN KORKUYORUM'

Yazıda ‘partili cumhurbaşkanlığı' referandumundaki ‘şaibe' iddialarına da yer veren Gülen, "Erdoğan zaten demokratik bir ülkede emsali görülmeyecek şekilde bir devlet gücünü elinde tutuyordu. Referendum sonrası Türkiye'nin çok daha yoğun bir otoriterlik sürecine girmiş olmasından korkuyorum" dedi.

‘AKP BAŞTA DEMOKRATTI'

AK Parti'nin 2002'de iktidara geldiğinde demokratik olduğunu ancak sonradan muhalif görüşlere yönelik baskıyı artırdığını yazan Gülen, "Erdoğan'ın masum insanlara bu ölçüde zulüm etmesi, sadece Türkiye'yi ilgilendiren basit bir iç mesele değildir. Sivil topluma, gazetecilere, akademisyenlere, Kürtlere yönelik bu olağanüstü baskı ülkenin uzun dönemdeki istikrarini da tehdit etmektedir. Türk toplumu zaten AKP rejimi süresinde görülmemiş şekilde kutuplaştı. Bir diktatörlük rejimi altında yönetilen Türkiye, şiddet taraftarı radikal gruplar için adeta bir cennet halini alır, Kürt vatandaşlarımızı çaresizliğe iter, ortadoğunun güvenliği açısından bir kabusa dönüşür" dedi.
‘NATO TÜRKİYE'YE BASKI YAPMALI, YENİ OKUL MÜFREDATI HAZIRLANMALI'

Gülen, NATO'dan Türkiye'nin birliğin gerektirdiği demokratik normlara uymasını istemesi gerektiğini belirterek, yeni anayasa hazırlanmasını istedi.

Bunun yanında Gülen'in talepleri arasında yeni okul müfredatının hazırlanması da bulunuyor: "Okul müfredatları demokratik ve çoğulcu değerlere göre şekillenmeli, eleştirel düşünme yeteneğini teşvik edici olmalıdır."

‘DUA ETMEYE DEVAM EDİYORUM'

Yazı, şu ifadelerle son buldu: "Ancak, öncelikli olarak Erdoğan halkına baskı ve zulüm yapmayı kesmeli, herhangi bir soruşturma bile yürütmeksizin haklarını gasp ettiği ve kısıtladığı insanlara haklarını iade etmelidir. Ben muhtemelen Türkiye'nin örnek bir demokrasi oluşunu görecek kadar uzun yaşamayacağım ancak otoriterleşmeye giden bu eğilimin çok geç olmadan tersine dönmesi yönünde dua etmeye devam ediyorum."
Sputnik

Kılıçdaroğlu: AKP adaleti parayla satıyor
13 Haziran 2017

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Meslek hayatı boyunca FETÖ ile mücadele etmiş gazeteciler içerdeyken, parası ve kayınpederi olanlar serbest. AKP adaleti parayla satıyor" dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal paylaşım sitesi Twitter adresinden bir dizi açıklamada bulundu.

Kılıçdaroğlu; "Türkiye kendi darbesini uygulayan bir iktidarla yönetiliyor. Kontrollü darbeyi kendi ikballeri için kullanıp, gerçek sorumluların ortaya çıkmasını engelliyorlar. 249 şehidimizin elleri yakanızdadır. CHP'nin ismini terörle ve darbeyle yan yana zikredenler, darbenin araştırılmasını neden engellediğini AKP hükümetine sormalıdır. Meslek hayatı boyunca FETÖ ile mücadele etmiş gazeteciler içerdeyken, parası ve kayınpederi olanlar serbest. AKP adaleti parayla satıyor" dedi.

FETÖ İLE MÜCADELE ETMİŞ GAZETECİLER İÇERDEYKEN, PARASI VE KAYINPEDERİ OLANLAR SERBEST

Kılıçdaroğlu; "Meslek hayatı boyunca FETÖ ile mücadele etmiş gazeteciler içerdeyken, parası ve kayınpederi olanlar serbest. AKP adaleti parayla satıyor. CHP ordu darbesine de, 15 Temmuz darbesine de, 20 Temmuz darbesine de karşıdır. CHP'yi darbeci diye karalayanlar şeref ve namus yoksunudur" ifadelerini kullandı.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr

Erdoğan'ın iftar fotoğrafının hikayesi ortaya çıktı
14.06.2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan ile eşi Emine Erdoğan'ın, önceki gün İstanbul'daki Huber Köşkü'nde verdiği iftar davetinde spor ve sanat dünyasının ünlülerini bir araya getirmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan; Esra Erol’un kız kardeşi Eda ile evlilik hazırlığı yapan Alişan'la da sohbet etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini Kasım ayındaki düğününe davet eden Alişan'a ''Ya kız istemeye geleceğim ya da nikahına'' dedi.

Sunucu Esra Erol kız kardeşi Eda Erol ve Alişan'ın tanışma hikayesini şöyle anlatmıştı:

"Aslında 4-5 yıllık bir geçmişi var bu mevzunun. Alişan programıma geldiğinde görmüştü Eda'yı. 'Tanıştırsana bizi' dediğinde, tanıştırırım, ama sana güvenmiyorum demiştim ona.

Akif Beki'den Erdoğan'ın sanatçı iftarına eleştiri: Sığlaşmadan yakınıyor Akif Beki'den Erdoğan'ın sanatçı iftarına eleştiri: Sığlaşmadan yakınıyor
"ÇITAYI ORTALAMANIN ALTINA DÜŞÜREN İFTAR"

Eski Başbakanlık Danışmanı Akif Beki bugünkü yazısında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın spor ve sanat dünyası için verdiği iftar yemeğine davet edilen isimlerin, sanatta sığlaşmanın baş sorumluları olduğunu ifade etmişti. "Çıtayı ortalamanın altına düşüren bu iftar kadrosunu Cumhurbaşkanı'na rağmen kim yaptı?" diye yazmıştı.
BirGün

Listeyi gördüm: MİT'in Bylock listesinde 61 AKP'li vekilin ismi var!
13 Haziran 2017

Korkusuz yazarı Can Ataklı, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmaların "siyasi kanada uzanmadığı" yolundaki eleştirilerle ilgili olarak dikkati çeken bir iddia ileri sürdü.
Geçen günlerde Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) hazırladığı "Bylock'çu milletvekilleri" listesinde AKP'den şaşırtıcı isimlerin bulunduğunu öne süren Korkusuz yazarı Can Ataklı, "O gün yazmayı unuttuğum şey şuydu; o listede tam 61 AKP'li milletvekili
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Hzr 15, 2017 2:58 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Hzr 14, 2017 3:16 am    Mesaj konusu: Yolsuzlukla mücadelede Türkiye ‘istop’ etti Alıntıyla Cevap Gönder

Yandaş yazar Taşgetiren'den Hükümete 'Berberoğlu' eleştirisi
2017 Cuma 11

Hükümete yakınlığı ile bilinen Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren CHP Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasına tepki gösterdi. 16 Haziran :04 0 0 CHP Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasına bir tepki de Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren'den geldi.

Taşgetiren, "Ne diyelim? “Berberoğlu'na oh olsun”mu diyelim, yoksa “Ne yapıyoruz biz?” diye tedirgin mi olalım" diye sordu. "Acaba Enis Berberoğlu'na önce müebbet, ardından iyi hal sebebiyle 25 yıl hapis cezası veren ve hemen tutuklayan hakim heyetinin FETÖ ile ilgisi var mı?" sorsuna dikkat çeken Taşgetiren, "Tuz kokmasın" dedi.

Taşgetiren'in "Berberoğlu kararı provokasyon mu?" başlıklı yazısı şöyle:

En absürd soruyu sorarak başlayayım yazıya: - Acaba Enis Berberoğlu'na önce müebbet, ardından iyi hal sebebiyle 25 yıl hapis cezası veren ve hemen tutuklayan hakim heyetinin FETÖ ile ilgisi var mı? Cevabınız“Ne alaka?” şeklinde mi olur, yoksa“Neden olmasın” mı dersiniz, bilmem. Evet böyle bir soruya “Ne alaka?” diye sormak en tabii olanı. Çünkü yargıdan, adaletten söz ediyoruz ve orada hakim heyetinin şu veya bu aidiyetinin, kararı etkilemesi diye bir şey akla gelmemelidir. Ama mesela Mehmet Metiner, “FETÖ'nün kripto unsurlarının yargıda artık olmadığını iddia etmek mümkün müdür?” diye bir soruyu soruyor.

Hatta devam ediyor: “Böyle bir iddiaya inanmamızı isteyenler, rehavete düşmemizi sağlayıp tekrar tepemize binmeyi planlayan FETÖ'cü alçaklardır.” Demek ki yargıda hala “Kripto FETÖ'cüler” var.

Bunu kabul ettikten sonra FETÖ'nün her türlü kumpası kurabileceği varsayımından yola çıkarak, şu sorusunun cevabını arayabiliriz: - Acaba yargıdaki FETÖ'cüler bu imkanı nasıl kullanırlar?

Bu soruya ilk cevabın “FETÖ'ye ait dosyaları sümenaltı edebilirler, kendi adamlarını kurtarabilirler vs.” şeklinde olacağını tahmin etmek zor değil. Ama böyle bir cevap, “FETÖ'nün akıl almaz kumpasları” dikkate alındığında çok basit kalıyor.

Daha kompleks, daha hinoğlu hin, daha fesat yüklü işler yapmaları daha akla yakın görülüyor. Onun için tanınmış insanların tutuklanıp serbest bırakılmalarında, FETÖ'cü olmayanlar “FETÖ'cü” diye hesaba çekilirken, FETÖ'cülüğü bilinenlerin dışarda serbestçe dolaşmalarında, farklı cemaat mensuplarının FETÖ'cü çuvalına sokulup cezalandırılmalarında vs... FETÖ parmağı aranıyor.

Bir de şu var: Türkiye'de bir yargı problemi bulunduğu, hukukun ayaklar altına alındığı, Tayyip Erdoğan'a göre bir yargı sisteminin işlediği, gerçek suçluların değil“FETÖ'cü” damgası vurularak muhalif olan herkesin tırpanlandığı gibi bir propaganda, uluslararası zeminde bizzat FETÖ tarafından yürütülüyor. Bunun “Tayyip Erdoğan karşıtlığı”ndan yola çıkan bir hayli alıcısı da var uluslararası planda.

Soru şu: - Böyle bir propaganda mekanizmasına nasıl malzeme verilecek? Cevap da belli: - İşte böyle verilecek. Normalde bu kararlar “Bağımsız yargı”nın kararı olarak okunmalıdır, ama toplumda herkesin “absürd” diye nitelediği bir karar söz konusu ise durup düşünmek gerekiyor.

Dün Yeni Şafak yazarı Ali Saydam yazmış: “Türkiye’nin ‘soft power’ (yumuşak güç) endeksinde giderek geriye gitmesi için bir stratejik iletişim planlaması yapsanız; ancak o zaman adlî sistemde bu tür anlaşılması güç adımlar atar; bir de bunun iletişimini yapmadan konuyu havada, muallakta, belirsizlik içinde bırakırsınız...”

Bu yazının başlığı “Tek çıkış yolu, provokasyona gelmemektir...” şeklinde.

Provokasyon ve yargı kararı. Dün Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu, Enis Berbereoğlu kararı ile ilgili değerlendirmesinde “yargının üzerine gölge düşüren karar ve söylemler, sorumlu makamda bulunan herkesin dikkat etmesini gerektiriyor. Cezanın ağırlığı ve ana muhalefet partisinin bir milletvekili hakkında verilmesi düşündürücü.”

Neyi düşündürüyor? ....

Ne diyelim? “Berberoğlu'na oh olsun”mu diyelim, yoksa “Ne yapıyoruz biz?” diye tedirgin mi olalım.

Yargıda FETÖ'cü var mı sorusu da soruluyor bugün, başka ideolojik aidiyetler var mı, sorusu da...

Ve her aidiyet nasıl etkiliyor kararları?

Hatırlayalım, HSYK tartışmalarında FETÖ'cülük de bir aidiyetti, HSYK'yı onlardan kurtardığı düşünülen Yargıda Birlik grubunun ideolojik bileşenleri de...

Adaletin en yoğun biçimde tartışıldığı günleri yaşıyoruz. Adaletin bu noktaya gelmesi iyi değil.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “Adalet” diye yollara çıkıyor. Bu yürüyüşün dünyada karşılık bulacağı muhakkak.

İnsanlar, yargılanmak üzere huzuruna çıkacakları yargıçtan emin değillerse ya da elinde silah operasyon yapan emniyet mensuplarından... İş çok sıkıntılı bir noktaya gelmiş demektir. Tuz kokmamalı.

Gazete2023

CHP GB Yardımcısı Erdal Aksünger: HDP’li vekiller için de yürüyoruz
15 Haz, 2017



CHP Genel Başkan Yarımcısı Erdal Aksünger, “Biz bu yürüyüşü sonlandırmayacağız çünkü ‘herkes için adalet’ diyerek başladık yürüyüşe, tutuklu HDP’li vekiller için de yürüyoruz” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, MİT TIR’ları davasında yargılanan Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlattıkları Adalet Yürüyüşü ile ilgili olarak “Biz bu yürüyüşü sonlandırmayacağız çünkü ‘herkes için adalet’ diyerek başladık yürüyüşe. Tutuklu HDP’li vekiller için de yürüyoruz” dedi.
İlk Kurşun

CHP, Ankara'dan İstanbul'a yürüyüş başlatıyor
14.06.2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasına ilişkin açıklama yaptı. "Hiçbir veri ve delil olmaksızın 25 yıla mahkum ediliyor. Hangi anlayışla, hangi hukukla? Bunu asla ve asla kabul etmiyoruz. Bu kararı verenler bu kararın altında kalacaktır" dedi. CHP, Ankara'dan İstanbul'a yürüyüş başlatacak. Yarın Ankara'dan başlayacak yürüyüşün İstanbul'da, Berberoğlu'nun tutuklu bulunduğu Maltepe Cezaevi'nde sona ereceği duyuruldu.

CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun açıklamasından satırbaşları şöyle:

Asıl suçluların yargılanmadığı masum insanların hapsedildiği bir durum yaşıyoruz.

Yasadışı yoldan eğer silah götürülüyorsa o kişilerin yargılanması gerekir.

Hiçbir veri ve delil olmaksızın 25 yıla mahkum ediliyor. Hangi anlayışla, hangi hukukla? Bunu asla ve asla kabul etmiyoruz. Bu kararı verenler bu kararın altında kalacaktır.

Bunların hiçbiri hakim değil. Yarın Saat 11:00'de Güvenpark'ta olacağım. Elimde sadece 'adalet' yazacak.

Adaletin olmadığı bir ülke mi olur? Adaletin olmadığı bir devlet mi olur? Devletin temeline dinamit koyuyorlar.

CHP İstanbul Ankara Yürüyüş açıklama hakim adalet Kemal Kılıçdaroğlu milletvekili cezaevi
Birgün

Yolsuzlukla mücadelede Türkiye ‘istop’ etti
13 Haziran 2017



GRECO, 2012’den bu yana tavsiyelere uymada “küresel ölçekte yetersiz” bulduğu Türkiye’ye uyarı düzeyinin de yükseltilmesi kararlaştırıldı.

GRECO, Türkiye’de yolsuzlukla mücadele yönündeki reform sürecinin “istop ettiğini” belirttiği üçüncü ara uyum raporu, Türkiye’nin parti finansmanında şeffaflık için 7 yıldır adım atmadığını da gözler önüne serdi.
Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) Türkiye ile ilgili üçüncü ara uyum raporunda yolsuzlukla mücadele alanında başlanan reform sürecinin ‘istop ettiği’ni belirtti. GRECO’nun 2012’den bu yana tavsiyelere uymada “küresel ölçekte yetersiz” bulduğu Türkiye’ye uyarı düzeyinin de yükseltilmesi kararlaştırıldı. Önceki raporlarında adım atılması için GRECO Başkanı’nın Türk heyetine yaptığı çağrı yerine bu defa Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland'dan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na “tavsiyelere uyumsuzluk konusuna ve en kısa zamanda somut ilerleme kaydetme amacıyla kararlı bir şekilde harekete geçmenin gerekliliğine” işaret eden bir mektup yazması istenecek.
Bugün açıklanacak raporda, Türkiye’nin “suç haline getirme” ve “Parti Finansmanında Şeffaflık” alanlarında atmadığı adımların tekrar sıralandı:

“Türkiye, 3’ncü Değerlendirme raporu Mart 2010’da, neredeyse 7 yıl önce kabul edilmişti. Özel sektörde rüşveti ve etkin pişmanlığın etkili savunmasını suç haline getirmeye ilişkin 2 tavsiyeyle ilgili yeni bir plan ilan edilmemiştir. Reform süreci bu anlamda istop etmiştir. Parti Finansmanında şeffaflıkla ilgili Türkiye, bir çok yıl geçmesine karşın siyasi finansmandaki tavsiyeleri uygulamamıştır. GRECO, ülkenin içinden geçtiği zor zamanlara duyarsız değildir ve elbette tavsiyeleri uygulama konusunda taahhüdünü yinelemesini takdirle karşılar. Ancak, bu seviyede güncel sonuçlar açıkça bir hayalkırıklığıdır. GRECO, birkez daha yetkilileri başlanan reformlar için çabalarını artırmaya ve planlanan önlemlerin etkili olması için özel önem göstermeye çağırır”.

Raporda yer alan diğer tespit ve tavsiyeler ise şöyle:

- Türkiye, önceki raporda yer alan uygulanmamış ya da kısmen uygulanmış 11 tavsiye ile ilgili somut bir ilerleme sağlamamıştır. Bu nedenle durum değişmemiştir ve, toplam 17 tavsiyeden, 6’sı tatmin edici olarak uygulanmış , 7 tavsiye kısmen uygulanmış ve 4’ü de uygulanmamıştır.

- Tavsiyelerin uygulanmasına yönelik yapılan faaliyetlere ilişkin 30 Eylül 2017 tarihine kadar bir rapor sunulmalı.

-Bu raporun en kısa zamanda yayımlanması, Türkçe’ye çevrilmesi ve çevrisinin kamuya açık hale getirilmesine onay verilmesi

Siyasi şeffaflık için beklenen adımlar

- Siyasi partilerin yıllık hesaplarının; siyasi partilerin seçilmiş temsilcileri ve adaylarının seçim kampanyaları da dâhil partileri adına yerine getirdikleri siyasi faaliyetleri için bireysel olarak elde ettikleri gelir ve yaptıkları harcamayı ve uygun görüldüğünde, siyasi partilerle ilişkili veya
kontrolleri altında bulunan teşekküllerin hesaplarını içermesinin sağlanması

- Siyasi partilerin yıllık hesaplarının, izleme organı tarafından rehberlik sağlanması ve ortak muhasebe ilkeleriyle desteklenmiş standart bir şeklin oluşturulması da dahil olmak üzere gelir ve gider hakkında daha ayrıntılı ve kapsamlı bilgiler içermesini sağlamak için uygun tedbirlerin
alınması

- Kamunun, kanunla belirlenecek zaman çerçevesinde, siyasi partilerin yıllık hesaplarına ve denetim organının izleme raporlarına, kolayca erişebilmesinin sağlanması

- Siyasi partiler ve adayların parlamenter, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçim kampanyalarının finansmanında şeffaflığın düzenlenmesini ve özellikle üçüncü kişilerin yaptığı katkılarda şeffaflığın artırılması yollarının bulunması

- Siyasi partiler ve seçimlere katılan adayların seçim kampanyası dönemindekiler de dahil olmak üzere, belirli bir değerin üstünde aldıkları bütün bireysel bağışları (nakdi olmayanlar da dahil), her bağışın türü ve değeri ile birlikte bağış sahibinin kimliğini de gösterir şekilde düzenli olarak
açıklamalarının zorunlu kılınması

- Parti hesaplarının lisanslı uzmanlar tarafından bağımsız olarak denetlenmesi

- Parti hesaplarının denetiminin partilerin ve adayların kampanyalarının finansmanının cumhurbaşkanlığı, parlamenter ya da mahalli seçimler sırasında ve/veya hemen sonrasında özel olarak izlenmesiyle desteklenmesi

- Finansman konusundaki aykırılıkların soruşturulması ve kolluk kuvvetleriyle daha yakın işbirliği de dahil olmak üzere siyasetin finansmanın daha kapsamlı, etkin ve hızlı bir şekilde izlenmesinin sağlanması ve siyasetin finansmanın denetimine ayrılmış mali ve personel kaynaklarının artırılması;

- Siyasi partilerin ve adayların seçim kampanyalarının finansmanı konusunda henüz oluşturulmamış düzenlemelerin ihlalleri ile ilgili olarak etkin, orantılı ve caydırıcı yaptırımların getirilmesi .

- “Seçimlerin Finansmanında Şeffaflığın Sağlanması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı hazırlanmıştı ancak bu taslak, Parlamentoya sunulmadan önce Bakalar Kurulu’nda onaya sunulmadı.

- Sayıştay Başkanlığı’nın siyasi partilerin mali denetimini sağlamak için özel 24. Grup Başkanlığı birimini kurmasına karşın, hazırlık ve parti hesaplarının denetleme sürecinin tamamlanamamasından üzüntü duyar.

Türkiye’den beklenen diğer adımlar

- GRECO Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi’ne göre, özel sektör teşekküllerinde her görevde çalışan ya da bu teşekkülleri yöneten her kişiye uygulanabilir şekilde özel sektörde rüşvet almayı ve vermeyi cezalandırma

- Özel sektör rüşvetine ilişkin TCK 252’de yapılan değişiklikler tavsiyenin birçok yönünü içermektedir. Bunun kapsadığı teşekkül listesinin hala kamu katılımlı veya kamu yararına çalışan belirli sayıda teşekkülle sınırlı olduğuna ilişkin GRECO’nun endişelerinde ilerleme sağlanmamış ve tavsiye kısmen yerine getirilmiş sayılmıştır.Özel sektörde aktif ve pasif rüşvet ve gereksiz avantaj sağlama TCK 155 ile suç haline getirilse de bu verilen tavsiye ile ilgili değildir.

- GRECO “etkin pişmanlık” durumlarında kamu sektöründe rüşvet alma ve verme suçunu işleyenlere verilen cezadan otomatik -ve bütünüyle emredici- muaf olma durumunu analiz etmeyi ve buna göre gözden geçirmeyi, ve bu tür durumlarda rüşveti verene verdiği rüşvetin tazminini ortadan kaldırmayı kanunu uygulayan uygulayıcılar dahil herkese ön soruşturmanın başlamasından sonra “etkin pişmanlık”ın kullanılması durumlarında cezadan muaf tutulmanın uygulanmadığını açıklamalı

- Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan çalışma grubu, savunmanın mevcut haliyle yolsuzlukla mücadelede etkin bir araç olduğunu belirtse de, etkin pişmanlık hükümleri, rüşvetin rüşvet verene iadesini kaldıran ve rüşvet fiilinin resmi makamlarca öğrenildiği durumlarda bu savunmanın kullanılmasını engelleyecek ve otomatik ve -bütünüyle emredici- niteliğine ilişkin herhangi bir değişiklik getirmiyor.
Cumhuriyet

Listeyi gördüm: MİT'in Bylock listesinde 61 AKP'li vekilin ismi var!
13 Haziran 2017

Korkusuz yazarı Can Ataklı, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmaların "siyasi kanada uzanmadığı" yolundaki eleştirilerle ilgili olarak dikkati çeken bir iddia ileri sürdü.
Geçen günlerde Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) hazırladığı "Bylock'çu milletvekilleri" listesinde AKP'den şaşırtıcı isimlerin bulunduğunu öne süren Korkusuz yazarı Can Ataklı, "O gün yazmayı unuttuğum şey şuydu; o listede tam 61 AKP'li milletvekili olduğunu söylemişlerdi" iddiasını aktardı.

Can Ataklı "Zengin FETÖ’cüler haksız değil" başlığıyla yazdığı yazıda AKP'deki Bylock'çulara dair iddialarını sürdürdü.

Ataklı'nın yazısının ilgili bölümü şöyle:

"Gördüğüm Bylock'çu milletvekili listesinde 61 isim var

Önceki gün yazdığım yazı tahminimin üzerinde ilgi gördü. MİT'in bylock'çu milletvekili listesini iktidara verdiğini yazmıştım. Listeyi birkaç saniyeliğine gördüğümü içlerinde “dudak uçuklatacak isimler” bulunduğunu belirtmiştim. O gün yazmayı unuttuğum şey şuydu; o listede tam 61 AKP'li milletvekili olduğunu söylemişlerdi.

Yazının yayınlanmasından sonra pek tabii birçok kişi merak içinde “gördüklerinin arasında hatırladığın kimler vardı?” diye soru yağmuruna tuttu.

İsim vermem hukuken mümkün değil. Ama bazı bakanlar olduğunu, şu anda hemen her gün FETÖ aleyhine demeçler veren, TV ekranlarında aslanlar gibi çarpışan isimler de var. Ancak şunu söylemeliyim; bu isimlerde bylock olması bu kişilerin aktif birer FETÖ teröristi oldukları anlamına gelir mi, şüpheliyim. Çünkü anladığım kadarıyla bu bylock denilen haberleşme sistemi bir dönem devlet içinde “daha güvenli iletişim aracı” olarak kullanılmış.

Cemaatin en güçlü olduğu dönemlerde AKP'lilerin tamamı hiç sakınmadan bu ekiple iç içeydi. Bu dönemde “aramızda daha rahat haberleşiriz” denilerek birçok milletvekilinin telefonuna bu sistem yüklenmiş olabilir.

Burada hesaplanmayan, anladığım kadarıyla bylock'la hiç ilgisi olmayan Erdoğan'ın “Bylock kullanan darbecidir, teröristtir, haindir” demesi oldu. 2011'de kullanımına son verilen bylock'un kendi telefonlarında da olduğunu unutan AKP'li milletvekilleri “bylock'çular haindir” kervanına katıldılar. Kendilerini Erdoğan'ın yanında konumlandırdıkları için de başlarına bir şey gelmeyeceğini düşündüler.

Oysa teknoloji affetmiyor ve geç de olsa telefonunda bylock olan herkes saptanıyor.

Yakında mahkemelerden “bylock darbeci olmanın kanıtı olamaz” şeklinde kararlar çıkmaya başlarsa bana sürpriz olmaz. Yoksa bu kadar bakan milletvekilini nasıl kurtaracaklar?

http://www.abcgazetesi.com/listeyi-gordum-mitin-bylock-listesinde-61-akpli-vekilin-ismi-var-55831h.htm

METİNER: BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU
12 Haziran 2017

AKP'li Mehmet Metiner bugünkü köşesinde FETÖ soruşturmaları ve davalarındaki tartışmalı tahliye haberlerini ele aldı.

Metiner "Kulağımıza hiç de hoş olmayan şeyler geliyor." diyerek FETÖ'cülüğü tescilli kişilerin tahliye edildiğini yazdı.

Damat tahliyelerine de değinen Metiner, FETÖ ile mücadelenin sulandırıldığını yazdı.

İşte Metiner'in yazısının o bölümü:

"Kulağımıza gelen haberler ne mi? FETÖ'cülüğü tescilli kimi isimler serbest bırakılıyor. Hem de beraat ettirilerek.

Kayseri'den iki örnek mesela. Biri Akın Öztürk'ün emir astsubayıyla ilgili. Akın Öztürk Kayseri'de görev yapmış bir FETÖ'cü. Darbenin de başını çeken biri. Kayseri Büyükşehir Belediyesi'nde uzun yıllar genel müdürlük yaptıktan sonra geçen yıl görevinden ayrılan darbeci paşanın emir astsubayı Ali Üstünel'in, darbe gecesi Öztürk'le sayısız telefon görüşmeleri tespit edilmiş. Başkaca bilgiler de var ama yeri burası değil. Şimdi bu isim geçen haftalarda beraat edilerek salıverilmiş.

Gene Kayseri'de, emniyet kayıtlarında FETÖ'cülüğü tescilli Şakir Batmaz beraatle bırakılmış. Delil var diye tutuklanıyorlar. Sonra delil yok denilerek salıveriliyorlar. Hem de beraat ettirilerek.

Sizce de ortada yargı adına bir sorun yok mu?

"Kadir Topbaş'ın ve Bülent Arınç'ın damatları meselesi de öyle. Hadi niye serbest bırakıldıklarını sormayalım. Birileri bizi zalimlikle (!) suçlamasın diye. Birileri de delil durumunu bilmeden, hukuk nedir bilmeden konuşuyor suçlamasına maruz bırakmasın diye. "

"O zaman şöyle soralım: Niye tutukladınız? Elinizde delil olmadığı halde tutuklama yapıyorsanız kusura bakmayın ama bu yargıya milletin güveni olmaz. Delil olduğu halde hangi nedenle olursa olsun bırakıyorsanız o zaman da size sorarlar: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?"

"SORUN YARGIYA MÜDAHALEDE"

"Tekraren ve önemine binaen söylüyorum: İki gün sonra bırakacağınız birini ne diye tutuklayarak hem yargı kurumu olarak kendinize, hem de siyaset kurumu olarak bizlere sıkıntı yaşatıyorsunuz? "

"Benzer durumda olan insanların ailelerinden yükselen itirazları ve eleştirileri göğüsleme işini omzumuza bırakmaya kimin, ne hakkı var? Başkaca işimiz kalmadı da şimdi de yargısal kimi işlerin siyasi faturasıyla mı uğraşalım? "

"Demek istediğim şu: FETÖ'cü olduğu besbelli olan veya FETÖ ile kriminal ilişkiler içinde olduğu bilinen isimler konusunda yargı gereğini yapmalı. "


"FETÖ DAVALARI SULANDIRILIYOR"

"Mağduriyetler giderilmeli, eyvallah. Delilsiz-ispatsız suçlamalarla mağduriyetler oluşturulmamalı, eyvallah. Delilsiz-ispatsız bir anlık bir gözaltı ve tutukluluk hali bile vicdanımızı yaralar. "

"Lakin FETÖ iltisakı bilinen isimlerin beraat ettirilmesi veya iki gün önce tutuklanan birinin serbest bırakılması gibi olaylar milletimiz tarafından hiç de hayra yorulmuyor."

"Bu dava birileri tarafından fena sulandırılıyor.Ve milletimizin öfkesi hiç de hak etmediğimiz halde üstümüze çekiliyor. Bu da bizi fena halde rahatsız ediyor, biline."

Kaynak: yeniçağ

Kemal Kılıçdaroğlu: Yargılanmaktan korkuyorlar
14.06.2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Enis Berberoğlu'na verilen hapis cezası hakkında konuştu. Kılıçdaroğlu, "Bu kararı veren hakim saraydan telkin alıyor. Amaç intikam almak" dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CNN Türk canlı yayınına katıldı.

MİT TIR’ları davasında CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’na verilen hapis cezasını değerlendiren Kılıçdaroğlu, “Enis Berberoğlu’nun tutuklanması kararını duyduğumda inanamadım önce. Gerçek mi diye sordum. Onunla telefonda konuştum, ‘Moralini iyi tut, senin kabahatin yok’ dedim” şeklinde konuştu.

‘HAKİM TELKİN ALIYOR’

MİT TIR’larıyla ilgili haberler hakkında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklama yaptığını hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Erdoğan, Cumhuriyet gazetesindeki haber için ‘bunu onların yanına bırakmayacağım’ demişti. Bu kararı veren hakim saraydan telkin alıyor. Amaç intikam almak” dedi.

‘YARGILANMAKTAN KORKUYORLAR’

Haber yayınlamanın suç olamayacağının altını çizen Kılıçdaroğlu, “Yasal olmayan bir örgüte silah gönderirseniz suç işlemiş olursunuz. Suç işlemediyseniz neden korkuyorsunuz? Yargılanmaktan korkuyorlar. Suç işleyen varsa yargılanmalıdır” ifadelerini kullandı.

TIR’lardaki silahların Suriye Türkmenlerine gönderildiği yönünde açıklamalar olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, “Biz defalarca Irak Türkmenlerine yardım gönderdik. Devletin organlarından izin alarak, yardımları götürdük. Hiçbirini gizli saklı yapmadık” diye konuştu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından satır başları şöyle:

‘BUNLARA YARGI KÖLELERİ DENİR’

“Hukukta tutuksuz yargılama esastır. Enis Berberoğlu’nun kaçma şüphesi varmış. Yeri belli, adresi belli, duruşmalara katılmış… Adil Öksüz’e, damatlara tutuksuz yargılama kararı verirsiniz. Ben bu hakimin ‘h’sine bile güvenmem. Bunlara yargı köleleri denir. Köle amir her söylediğini sorgulamadan yapar.”

‘ADALET SAĞLANANA KADAR YÜRÜYECEĞİM’

“Ankara Güvenpark’tan, İstanbul Maltepe Cezaevi’ne kadar yürüyeceğim. Adalet sağlanana kadar yürüyeceğim.”

‘İHRAÇ EDİLENLER AÇLIĞA MAHKUM EDİLİYOR’

(KHK ile ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça ile ilgili soru üzerine) “Yürüyüşümün adı adalet. Dolasıyla adaletsizliğe uğrayan herkesi kapsıyor. KHK ile ihraç edilenler açlığa mahkum ediliyor. Sicillerinde ‘KHK ile ihraç edildi’ yazınca, hiçbir işveren işe almak istemiyor.”

ihraç Kemal Kılıçdaroğlu CHP hakim adalet khk İstanbul MİT yargılama cnn türk Cumhurbaşkanı açıklama Cumhuriyet Irak ADil Öksüz Ankara cezaevi akademisyen milletvekili Recep Tayyip Erdoğan
Birgün

MP5’li AKP’li gözaltına alındı
15 Haz, 2017



MP5 makineli tabanca ile çektirdiği fotoğrafı, “Vur de vuralım, öl de ölelim. Reis meydanlar boş değil, emrin yeter” notuyla sosyal medya hesabında paylaşan Düzce AKP Gençlik Kolları Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Aybek gözaltına alındı.

Mehmet Aybek’in, MP5 makineli tabanca ile çektirdiği fotoğrafı Facebook hesabında paylaşmasıyla ilgili haberin basında yer alması ardından Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Aybek, soruşturma kapsamında polis ekipleri tarafından, ‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya teşvik etmek’ suçlamasıyla gözaltına alındı.
İlkkurşun

Davutoğlu: Bürokraside liyakati esas alacağız yoksa devlet ayakta kalamaz
17.06.2017

Eski Başbakan ve AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu, "Bir bürokratın nerede doğduğu, hangi aileden geldiği, hangi topluluğa ait olduğu değil, sadece liyakatı konuşulduğu sürece devlet ayakta durur. O benim yakınım, akrabam, şu benim ilerde işime yarar diye bürokrasiyi başka kriterlerde inşa ederseniz, devlet ayakta kalamaz" diye konuştu.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, bazı sivil toplum kuruluşları tarafından bir düğün salonunda düzelenlenen '12.Geleneksel Konyalılar İftar Buluşması'na katıldı. Başbakanlık görevinden önce Dışişleri Bakanlığı görevi de yürütmüş olan Davutoğlu, bürokraside hangi vakıf ve derneğe mensup olan kişi değil, liyakatin esas alınması gerektiğini belirterek şöyle konuştu: "Bizim bu yozlaşma, bu sapma, bu ihanet örneklerini göz önünde bulundurarak sahip olduğumuz güç ne olursa olsun, ister ilmi, ister ticari ve ekonomik güç, isterse siyasi güç, önce o gücü nefsimizde terbiye edeceğiz, sonra o gücü ahlak temelinde zırhla kuşatacağız. Sonra da millete bir merhamet olarak sunacağız. Hiçbir adaletsizliğe, hiçbir yanlışa, hiçbir kayırmaya kapılmadan, bürokraside ehliyeti liyakati esas alacağız. Bir bürokratın nerede doğduğu, hangi aileden geldiği, hangi topluluğa ait olduğu, hangi vakıf, hangi dernek mensubu olduğu değil, sadece ve sadece ehliyeti ve liyakatı konuşulduğu sürece devlet ayakta durur. O benim yakınım, bu benim akrabam, şu benim ilerde işime yarar diye bürokrasiyi başka kriterlerde inşa ederseniz, devlet ayakta kalamaz."

'NEREYE GİDECEĞİ BELLİ OLMAYAN BİR AMERİKAN SİSTEMİ, AVRUPA BİRLİĞİ'

Dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelere değinen Davutoğlu, şunları söyledi: ''Uluslararası sistem, büyük bir kriz içinde. Bir tarafta daha 6 ay önce görev başı yapmasına rağmen önümüzdeki dönemde yaşadığı soruşturmalarla nereye gideceği, ne olacağı belli olmayan bir Amerikan sistemi ve Amerikan Başkanı. Amerikan sisteminin nereye gideceğiyle ilgili tartışmalar. Diğer taraftan 3-4 ay önce seçim yapmasına rağmen hükümeti kuramamış Hollanda ve yeni seçim yapmasına rağmen istikrara kovuşamamış İngiltere. Nereyi gideceği belli olmayan Avrupa Birliği. Öte yandan biriken gücüne rağmen hala uluslararası sistem içindeki barış gücü rolünü oynayamayan Asyalı güçler. Dünya sisteminde ekonomik, mali, siyasi olarak büyük bir krizin bütün görüntülerin yansıması. Son olarak Katar krizinde ortaya çıktığı gibi her an birbiriyle çatışmaya hazır gibi görünen Sünni-Şii ayrımından sonra Katar'da, körfezde yaşanan ayrışmalarla daha da atomize edilmiş bir İslam dünyası. Bunun merkezinde bir sene önce hain bir çetenin teşebbüsüyle suikasta maruz bırakılmak istenen bu aziz ülke. İç içe geçmiş bir krizler halkası içindeyiz. Aynen Haçlılardan sonra Moğolların saldırdığı Anadolu coğrafyası gibi."
Sputnik

Pamukkale ÜniversitesiRektör, lisans öğrencisi eşini enstitüye sekreter olarak atadı
02.06.2017



Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağ, lisans öğrencisi eşini okulda yeni kurulan enstitüye sekreter olarak atadı.

Üniversitenin eski rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, darbe girişiminin ardından gözaltına alınmış, etkin pişmanlık yasasından yararlanarak serbest bırakılmıştı. Bağcı, daha sonra açığa alınarak KHK'yla ihraç edilmişti. Bağcı'nın yerine önce vekaleten, 19 Nisan'da da asaleten Prof. Dr. Hüseyin Bağ, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atandı.

Odatv'nin haberine göre PAÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağ, üniversitede yeni kurulan İslami İlimler Enstitüsü'ne sekreter olarak eşi Derya Bağ'ı atadı.
Derya Bağ'ın, Bereketli İmam Hatip Lisesi'nin kurucu müdürü olduğu, bir yıl müdürlük, iki yıl da müdür yardımcılığı yaptığı öğrenildi.

2 GÜN ÖNCE BAŞLADI

Prof. Dr. Hüseyin Bağ, Milli Eğitim Bakanlığı'na 4 Mayıs'ta yazı yazdı: "Bakanlığınıza bağlı Denizli Milli Eğitim Müdürlüğü Bereketli İmam Hatip Ortaokulu'nda öğretmen kadrosunda görev yapmakta olan Derya Bağ'ın üniversitemiz İslami İlimler Enstitüsü'ne tahsisli Enstitü Sekreteri kadrosuna naklen ataması yapılmıştır. Adı geçene tebliğ edilerek görevden ayrılış tarihinin bildirilmesini, maaş nakil ilmühaberi, sigortalı işten ayrılış bildirgesi (4/1-c kapsamındaki sigortalı için) ile şahsi dosyasının gönderilmesini ve Sosyal Güvenlik Kurumu HİTAP sisteminden ayrılış işleminin yapılmasını arz ederim."

​Derya Bağ, öğretmen olarak görev yaptığı Bereketli İmam Hatip Lisesi'nden ilişiğini keserek üniversitedeki görevine iki gün önce başladı.

'EŞİM OLDUĞU İÇİN YAPMADIM'

Eğitim fakültesi dekanlığı ile Pamukkale Teknokent yönetim kurulu başkanlığı da yapan rektör Bağ, Derya Bağ'ı eşi olduğu için değil ‘görev için yetkin olduğu' gerekçesiyle atadığını söyledi.

Sputnik

İki bakan, birbirlerinin akrabalarını kendi kurumlarına müdür atadı
20.03.2017



Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, birbirlerinin akrabalarını karşılıklı olarak kendi kurumlarına müdür olarak atadı.

Sözcü'den Deniz Ayhan'ın haberine göre, Çelik'in dünürü Büyükhatipoğlu, geçen ay Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Ürünleri Güvenliği ve Denetimi Genel Müdürü oldu.

Çelik'in oğlu ile Büyükhatipoğlu'nun kızı geçen yıl ekim ayında evlenmişti.

Özlü de, bakan adaşı Çelik'in dünürü Uğur Büyükhatipoğlu'nu genel müdür yaptı. Devlet Su İşleri'nde (DSİ) Daire Başkanlığı ve Başmüfettiş görevinde bulunan Özlü'nün ağabeyi Hasan Özlü ise geçtiğimiz hafta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü'ne Daire Başkanı olarak atanmıştı. Hasan Özlü, bu hafta da Tarım Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcılığı vekilliğine getirildi.
Sputnik

Star yazarı: İşler iyi gitmiyor Tayyip Bey, hoşnutsuzluk giderek derinleşiyor
12.06.2017

Star yazarı Selahaddin E. Çakırgil köşesinde "İşler iyi gitmiyor Tayyip Bey, hoşnutsuzluk giderek derinleşiyor" diye yazdı

Star yazarı: İşler iyi gitmiyor Tayyip Bey, hoşnutsuzluk giderek derinleşiyor
Star yazarı Selahaddin E. Çakırgil, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak "Hemen her mahfilde, yargıdan giderek artan bir hoşnutsuzluk dile getiriliyor, her yerde bir gizli ve sessiz feryat yükseliyor" dedi.

Bahsi geçen hoşnutsuzluğu dile getirenlerin, darbe girişiminin planlayıcısı olmakla suçlanan Fethullah Gülen'e 'hiçbir zaman sempati beslemediğini' ifade eden Çakırgil, "Bunları dile getirmek bile gönlümüze girân geliyor; ama, bilinsin ki, adâlet adına yapılan haksız uygulamalardan hoşnutsuzluk giderek derinleşiyor, Tayyip Bey. Sen de olmasan, kalp sancımızı söyle, kime açalım?" diye yazdı.

Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç'ın, "FETÖ üyeliği" suçlamasıyla tutuklanan damadı Ekrem Yeter'in tahliyesi sonrası yaptığı açıklamaya da değinen Çakırgil, sözlerine şöyle devam etti:

"Bülent Bey’in özellikle son paragrafta dile getirdikleri, F.G’nin insan ilişkilerini zehirleyen bir yöntem geliştirmesinin acı sonuçları aslında bu yazının da omurgasını oluşturuyor."

Bülent Arınç, bahsi geçen açıklamasında şu ifadeye yer vermişti:

"Yargı sistemimizin bir an önce herkesin hakkını teslim edecek şekilde, hızlı, adil, tarafsız yargılamalar yapmasını temenni ediyorum. FETÖ, ailelerimizi, çocuklarımızı perişan etmiş, ülkemizin dirliğini, birliğini bozmaya çalışmıştır. Bu, milletimizin başına gelen en büyük felaketlerden biridir. Bu felaketi, bu kaosu, bu zulmü ortadan kaldırmak için bizim dayanışmaya, yardımlaşmaya ihtiyacımız var."

Selahaddin E. Çakırgil'in "Yargıda işler iyi gitmiyor Tayyip Bey... Hoşnutsuzluk derinleşiyor" başlığıyla yayımlanan (12 Haziran 2017) yazısı şöyle:

"Önce Bülent Arınç beyle ilgili bir-kaç cümle:

Bülent Arınç Bey’in damadının FETÖ’den tutuklanması üzerine, 7 Haziran tarihli yazımın sonuna bir not eklemiştim.

Şimdi Bülent Bey’in damadı tahliye edilmiş bulunuyor. Ama, bu tahliye de, polemik konusu olmaya elverişli..

Nitekim, Devlet Bahçeli, ‘Adaletten kurtulmak için ille de meşhur ve mevkı sahibi birinin damadı, yakın akrabası, onu- bunu mu olmak lâzım?’ diyebiliyor.

***

Daha önce bu konuya değinildiği için, Bülent Bey’in yaptığı son açıklamaya değinmek gerekiyor.

Diyor ki Bülent Bey, 9 Haziran günü yaptığı açıklamada -özetle-: ‘Damadım Doç. Dr. Ekrem Yeter’in FETÖ soruşturmaları kapsamında, tutuklanması ve ardından serbest bırakılması nedeniyle, (…) bu açıklamanın yapılmasını zarurî görüyorum.

Ekrem Yeter’in, 17-25 Aralık öncesi cemaatle, binlerce insan gibi sempati düzeyinde yakınlığı sır değildir. (…) Ancak, 17- 25 Aralık yargı darbesinden sonra, Ekrem Yeter, FETÖ ile, ülkesini seven tüm insanlar gibi, irtibatını kesmiş, hiçbir faaliyetlerine de katılmamıştır.

(…) Ben, Bülent Arınç olarak; damadım, kızım ya da oğlum fark etmez, FETÖ ile kriminal ilişkiye girmiş her ferdin, gözünün yaşına bakılmaksızın, yargılanmasını ve ceza almasını savunuyorum. (…) Ekrem Yeter, damadım olduğu için değil, hukukun gereği olarak serbest bırakılmıştır. (…)

Bir hukuk ve siyaset adamı olarak, (…) yargı sistemimizin bir an önce herkesin hakkını teslim edecek şekilde, hızlı, adil, tarafsız yargılamalar yapmasını temenni ediyorum. FETÖ, ailelerimizi, çocuklarımızı perişan etmiş, ülkemizin dirliğini, birliğini bozmaya çalışmıştır. Bu, milletimizin başına gelen en büyük felaketlerden biridir. Bu felaketi, bu kaosu, bu zulmü ortadan kaldırmak için bizim dayanışmaya, yardımlaşmaya ihtiyacımız var. (…)’

***

Bülent Bey’in özellikle son paragrafta dile getirdikleri, F.G’nin insan ilişkilerini zehirleyen bir yöntem geliştirmesinin acı sonuçları aslında bu yazının da omurgasını oluşturuyor.

Çünkü, hemen her mahfilde, yargıdan giderek artan bir hoşnutsuzluk dile getiriliyor, her yerde bir gizli ve sessiz feryat yükseliyor. Ve bu hoşnutsuzluğu dile getirenlerin, taa 30-40 yıl öncelerden beri F. G’ye asla sempati beslememiş insanlar olması da daha bir can alıcı nokta… Onlar, bu darbe teşebbüsüne ordu, yargı veya diğer kamu kurumlarından ya da yüksek malî destekler sağlayan sermaye ve iş çevrelerinden her kim varsa, onların hem de mahkemeleri oyalama ve show yerine dönüştürmelerine fırsat vermeden, sür’atle cezalandırılmalarını istiyorlar. Ama onlarınki oldukça yavaş ilerlerken, ‘toplu tasfiyeler’in ve geniş toplum kesimlerinden tutuklamaların ortaya çıkardığı ve giderilemeyen haksızlıklar grafiği giderek yükseliyor.

***

Müslüman kimliğiyle de bilinen bir avukat arkadaşla biraz sohbet ettik.. F.G. Cemaati’yle ilgili olarak Tayyip Bey’in geçen sene yaptığı, ‘Tabanı ibadet, ortası ticaret ve tavanı hıyanet’ tanımlamasını hatırlattıktan sonra; ‘Amma gel gör ki, bir zamanlar tıpkı Tayyip Bey gibi, hayırlı bir hizmet yaptıklarını düşünerek F.G.’ye sempati ile bakan, o ‘ibadet’ ehli, bugün en büyük darbeyi yiyor.

Âdeta, bir kısım mâlum çevreler, bu ibadet ehli tabandan intikam alıyorlar. Yargıda işlerin iyi gitmediğini ve bu duruma herkesten önce bizzat Tayyip Bey’in müdahale etmesi gerektiğini düşünüyorum.’ dedi.

Bir diğeri, ‘Bazı kemalist-laik yargı elemanlarının, fırsat bu fırsat, toplumda Müslüman kimliği öne çıkmış kişileri hapse atmak için âdeta bir histeri krizine tutulduklarını’ söyledi.

Bir hukukçu olarak aynen katılıyorum. Ki, bu yakınmaları hemen her mahfilde duyuyor, dinliyoruz.

***

Bir yazar arkadaş da, ‘sırf sosyal faaliyetlere katıldıkları için tutuklanan örtülü hanımların sayısının bu derece zirve yaptığı hiçbir dönem yoktu. Bu ‘şeref’(!) Tayyip Bey’e mi nasip olmalıydı?’ dedi.

Bunları dile getirmek bile gönlümüze girân geliyor; ama, bilinsin ki, adâlet adına yapılan haksız uygulamalardan hoşnutsuzluk giderek derinleşiyor, Tayyip Bey.. Sen de olmasan, kalp sancımızı söyle, kime açalım?"
(t24)

WSJ: Erdoğan farkında, Katar neyle suçlanıyorsa, Türkiye de aynılarıyla suçlanacak!



"Erdoğan, asıl hedefin Türkiye olduğu kanaatine sahip"

ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Katar krizini kişisel olarak gördüğünü ve bir sonraki hedefin kendisi olduğunu düşündüğünü yazdı. Konuyla ilgili olarak Cumhuriyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş’ın görüşlerine de yer verilen analiz - haberde “Katar her ne ile suçlanıyorsa, Türkiye de aynıları ile suçlanacak ve Erdoğan bunun çok iyi farkında. Türkiye yönetimi, Katar hedef gibi görünse de asıl hedefin Türkiye olduğu kanaatine sahip. Bu nedenle tepki beklenen şiddetin üzerinde” ifadesi kullanıldı.

Suudi Arabistan öncülüğündeki dört Körfez ülkesi, IŞİD, El Kaide ve Müslüman Kardeşler’e destek olduğu gerekçesiyle Katar’la ilişkilerini kesip ulaşım ambargosu koymuş, kervana bazı Afrika ülkeleri de katılmıştı.

Washington Hattı’nın aktardığına göre Ankara’nın dış politikada ‘kontrolü kaybettiğini’ belirten gazetenin analiz haberinde, Katar’a verdiği destek nedeniyle Türkiye’nin uzun vadede ciddi sorunlar ile uğraşmak zorunda kalacağı ifade edildi.

Erdoğan’ın Katar’a yönelik diplomatik abluka karşısında Katar’ın yanında yer almasının Ortadoğu’da ‘sürpriz’ olarak karşılandığını kaydeden WSJ, Ankara’daki yetkililerin, Katar’a yönelik ablukaya izin verildiği takdirde uluslararası baskının yeni hedefinin Erdoğan olacağından endişe ettiğini yazdı.

ETİKETLER
tayyip erdoğan katar türkiye
T24

Hilal Kaplan'dan Ahmet Taşgetiren'e tepki
19 Haziran 2017



Sabah yazarı Hilal Kaplan, "Yürüyüş" başlıklı yazısı nedeniyle Star yazarı Ahmet Taşgetiren'e tepki gösterdi. Kaplan, "KK'nın (Kemal Kılıçdaroğlu) yürüyüşünü övmüş, yetinmemiş bir de 28 Şubatçılara karşı yaptığımız el ele eylemine benzetmiş. Bu benzetmede Erdoğan kim oluyor peki?" dedi.

Ahmet Taşgetiren, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü" ile ilgili olarak şunları söylemişti:

"Kılıçdaroğlu'nun eylemi klasik CHP tabanının ötesinde karşılık bulur. En kötü şey, eylemin provoke edilmesi olacaktır. Eğer buna mani olabilirlerse, yürüyüşün her safhasında medyada “sempatik” haberler çıkması kaçınılmazdır. 69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu. Genç olsa bile her insan tükenebilir. Ama o tükenme halleri bile etkinliği artırır."

ETİKETLER
ahmet taşgetiren hilal kaplan
T24

"Davutoğlu’na başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir zihin açıklığı gelmiş"
20 Haziran 2017



"Keşke, en yetkili makamı temsil ettiği dönemde de böyle düşünmüş olsaydı"

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun “Bir bürokratın nerede doğduğu, hangi aileden geldiği, hangi topluluğa ait olduğu değil, sadece liyakati konuşulduğu sürece devlet ayakta durur. O benim yakınım, akrabam, şu benim ilerde işime yarar diye bürokrasiyi başka kriterlerde inşa ederseniz, devlet ayakta kalamaz” ifadesiyle ilgili olarak "Belli ki Davutoğlu’na başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir zihin açıklığı gelmiş" dedi.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Siyasetin tek alanı parlamento değil" başlığıyla yayımlanan (20 Haziran 2017) yazısı şöyle:

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Adalet Yürüyüşü”, hükümetin tepkisine neden oldu.

“Adalet E–5’de aranmaz” diyen de var, “Niye yürüyor, hızlı trene binsin” diyen de.

Adaleti aramak için uygun olan yerin “parlamento kürsüsü” olduğunu söyleyen de var.

Tek tek isimler önemli değil. İktidarın, “Hak aramaya” yönelik genel bakışı böyle.

Hatırlarsınız, zeytinliklere sanayi tesisleri kurulmasına karşı çıkan Tarkan’a da “O şarkılarını söylesin, bu işe karışmasın” demişlerdi.

Geçmişte de sıkça duyardık. Bir akademisyen bir konuda hükümetin beğenmediği bir görüş mü açıkladı, yanıt
hazırdı: “Cübbeni çıkar, siyasete gir”.

Demokratik bir ülkede siyaset yapma yolunun sadece parlamentodan geçtiğine ilişkin temel bir kabulden kaynaklanıyor bu.

Demokrasiyi sadece seçimlere endeksleyen, güçler ayrımını, ifade özgürlüğünü ikinci plana iten bir bakış bu.

Halkın siyasete katılımını seçimden seçime oy vermekle sınırlamak isteyen, bir kez seçilenin herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan istediği gibi ülkeyi yönetebileceğini düşünen, siyasete profesyonel siyaset dışında bir alan tanımayan bir anlayış!

Oysa gerçek demokrasilerde siyaset, sadece politikacıların işi değildir.

Hükümetlerin eylem ve işlemlerinden şu ya da bu şekilde etkilenenlerin de politikaya katılma ve söz söyleme hakları vardır.

Bunu kullanmanın etkin yollarından biri de toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak.

Bu aynı zamanda ifade–düşünce özgürlüğü ile birlikte değerlendirilmesi gereken bir hak, onunla doğrudan ilişki içinde.

Bunun önünün açılması, Türkiye’de demokrasinin “çoğunlukçu” olmaktan çıkıp, “çoğulcu” olmaya doğru yönelmesi demek.

Çağdaş bir demokrasi böyle olabiliyor çünkü.

Ancak demokrasinin “çoğunlukçu” bir anlayışla baskıcı bir rejime doğru yönelmesinden rahatsızlık duymuyorsanız, buna karşı çıkabilirsiniz.

Siyasetin sokağa çıkmasından rahatsızlık duyuyorsanız yapmanız gereken şey bunun nedenini anlamaya çalışmaktır.

Nedeni de çok açık. Türkiye’de artık adalete güven kalmadı.

Mahkemelerin politik kaygılarla kararlar verdiklerine inanan çok geniş bir kesim var.

Son HSK seçimleri de gösterdi ki parlamentodan, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için bir girişimde bulunmasını beklemek olanağı yok.

Bu durumda siyasetin geniş kitlelerin katılımıyla yapılmasından başka bir çare de kalmıyor zaten.

Davutoğlu'nu dinleyen var mı?

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Konya’da bir iftar yemeğinde konuştu ve “Bir bürokratın nerede doğduğu, hangi aileden geldiği, hangi topluluğa ait olduğu değil, sadece liyakati konuşulduğu sürece devlet ayakta durur. O benim yakınım, akrabam, şu benim ilerde işime yarar diye bürokrasiyi başka kriterlerde inşa ederseniz, devlet ayakta kalamaz” dedi.

Belli ki Davutoğlu’na başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir zihin açıklığı gelmiş.

Keşke, en yetkili makamı temsil ettiği dönemde de böyle düşünmüş ve gereklerini yerine getirmiş olsaydı.

Ama hâlâ geç değil.

Devlet içinde yuvalanmış Fetullahçı çete temizlenirken bari buna dikkat etsinler
ama hiç de ümit var görünmüyor durum.

Mesela adli ve idari yargı hâkim ve savcılık sınavında 70 puan barajı kaldırıldı ve sınavı aslında kaybetmiş olması gereken bazı avukatlar da “açıktan atama usulüyle” yargıç ve savcı oldular.

Daha sonraki sınavlarda da yüksek puan alan adaylar, mülakat sırasında elendi.

Bu “acil ihtiyaç” gerekçesiyle açıklanıyor ama daha mesleğe girerken yeterli hukuk bilgisine sahip olmayan hâkim ve savcıların, gelecekte ne gibi sorunlara yol açabileceklerini tahmin etmek de zor değil.

Açıktan atananlarda ne özelliklerin arandığını da tahmin edebilirsiniz. HSK seçimlerinde de benzer bir durum ortaya çıktı. HSK’ya üye seçilenlerin hemen hepsinin aynı sayıda oy alabilmiş olması, liyakatten daha çok siyasi tercih ile açıklanabilir.

Merak ediyorum, Davutoğlu bu seçimde oyunu kullanırken neye baktı: Parti yönetiminin işaret ettiği isimlere mi, adayların liyakatine mi?

Devletin diğer kadrolarındaki tayin ve terfiler için de aynı sorun halen devam ediyor: İmam hatipli olmak ve iktidar partisinden bir referans bulmak yeterli. O işi ehliyetle yerine getirip getirmeyeceğinizin bir önemi yok.

Böyle bir devletin gelecekte ayakta kalmasının zorlaşacağını söyleyen de ben değilim, Ahmet Davutoğlu.

ETİKETLER
ahmet davutoğlu mehmet yakup yılmaz hürriyet gazetesi
T24

CHP, 'yargıya talimat'ın belgesini yayınladı, AKP kendini böyle savundu
21.06.2017



CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan'ın açıkladığı 'Yargıya talimatın belgesi'ne hükümetten jet hızıyla yanıt geldi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, MYK toplantısının ardından dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği yargıya talimatın belgesini açıkladı. CHP’li Tezcan, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği gizli ibareli yazı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bir talimat gönderildiğini belirterek, gerçek gündem.com internet haber sitesine kaçak saray haberleri nedeniyle kanuni işlem başlatılmasının istendiğini söyledi. Tezcan, Erdoğan’a Pınarhisar cezaevi günlerini hatırlattı,” Pınarhisar cezaevine giderken lüks araç konvoyu yargıya müdahale değil miydi?” diye sordu.

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı şunları söyledi:

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı şunları söyledi:

Hayretle karşıladım. Anayasa'nın 138'inci maddesi ile bu belgeyi telif etmek hukuk fakültesi eğitimi almış bir kişiye yakışmaz.

138 madde mahkemelerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını güvence altına alır. Görülmekte olan dava ile ilgili soru sorulamaz, hiç kimse yargı organlarına talimat veremez ama vatandaşın şikayet hakkını, ihbar hakkını anayasal hiçbir düzenleme ortadan kaldıramaz.

Vatandaş mahkemelerde hak arar. O kadar özenle yazılmış ki... Cumhurbaşkanımıza iftira niteliği içeren bir yayın yer almış. Bu yayını dikkate alan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı, suç duyurusunda bulunuyor.

Yazıcı, kararı verecek kişinin savcı olduğunu hatırlatan gazeteciye şöyle cevap verdi:

Savcıdır. Mesleğim avukat. Gelir müvekkilinizin vekaletini alırsınız. Savcıdan soruşturulmanın yapılmasını arz edersiniz.

Bu şikayettir. Kesinlikle Anayasa'nın 138'inci maddesiyle ilişkilendirilemez.

Yazıcı, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gazeteciler Erdem Gül ve Can Dündar'ın yargılandığı davada AYM'nin verdiği karara ilişkin 'Saygı duymuyorum' dediğinin hatırlatılması üzerine, "Çok kopuk söylemler. Karma karışık söylemler. Bir değerlendirme yapmıyorum" diye geçiştirdi.
BirGün

28 Şubat’ta “Atatürk’e, TSK’ya, Cumhuriyet’e hakaretten” tutuksuz yargılandım şimdi ürküyorum
6 Oca, 2017



“AKP’liyim” diyen Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, 28 Şubat dönemi yargılamaları ile AKP dönemindeki yargılamaları karşılaştırdı.

Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak bugünkü köşesinde tutuklu yargılamalarla ilgili dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. “Fiilî bir suç işlemeyen ve terör örgütü üyesi de olmayan Ahmet Şık gibi fikrî/siyasî muarızlarıma mümkün mertebe dokunmaz, dokunulmasından da rahatsız olurdum herhalde.” diye yazarak Ahmet Şık’ın tutukluluğuna itiraz eden Hakan Albayrak, “AK Parti iktidarında çok büyük mevziler kaybeden kesimlerin tepkileri de kayıplarının büyüklüğü ile mütenasip oluyor. Hayal kırıklıklarını, öfkelerini anlamak lazım. Bunlardan mütevellit yazılarından veya “tweet”lerinden somut bir tehdit sadır olmuyorsa, pek oralı olmamak lazım.” ifadelerini kullandı.

Hakan Albayrak, “kendi partim” dediği AKP dönemi ile 28 Şubat dönemindeki yargılamaları karşılaştırarak şu çarpıcı satırları kaleme aldı:

“Açılan davalar gene neyse de, sanıkları behemehal hapse atıp tutuklu yargılamayı alışkanlık haline getirme temayülü beni ürkütüyor. 28 Şubat sürecinde pek çok insan akılalmaz zulümlere uğradı; fakat mahkemeleri cuntacı askerlerin yönettiği o süreçte bile basın-yayın yoluyla işlenen “suç”lar için tutuklu yargılama bu kadar yaygın değildi. Ben o zamanlar cuntacılara demediğimi bırakmadım, adıyla sanıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de yüklendim ve “orduya hakaret”ten iki ayrı davada TUTUKSUZ yargılandım. “Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaret”ten de tutuksuz yargılandım. Yahu, bütün zulümlerin “Atatürkçülük” adına işlendiği o dönemde “Atatürk’e hakaret”ten bile tutuksuz yargılandım. Benim partimin iktidarında, devletin, muhaliflere karşı 28 Şubat dönemindekinden daha müsamahasız görünmesi gücüme gidiyor. Bunu kendimize yakıştıramıyorum.”
Odatv.com

'AKP Gezi vari bir şeyden çok korkuyor'
22 Haziran 2017



Ankara'dan İstanbul'a Adalet Yüyüşü başlatan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun AKP Karabağlar Belediye Meclis Üyesi Emrullah Kavuz tarafından ölümle tehdit edilmesiyle ilgili CHP İzmir milletvekili Mustafa Balbay YURT Gazetesi'ne konuştu.

İlk olarak Yurt Gazetesi'nin gündeme getirdiği, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu 'ölümle' tehdit eden AKP Karabağlar Belediye Meclis Üyesi Emrullah Kavuz hakkında CHP İzmir milletvekili Mustafa Balbay 'onun gibi şahısların dediklerine önem vermiyoruz' dedi.

CHP İzmir milletvekili Mustafa Balbay, Tacettin Bayır'ın Kavuz hakkında tehdit, hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama, suç işlemeye tahrik nedenleriyle şikayetçi olduğunu belirterek tek tek şikayetçi olmanın bir anlamının olmadığını söyledi.

'AKP PARTİ OLSA ÇOKTAN HALLETMİŞTİ'

AKP'nin aradan geçen zaman içinde çoktan harekete geçip, konuyu çözmesi gerektiğini belirten Balbay "AKP parti olsaydı şimdiye kadar bunu kendi içerisinde çözmesi gerekirdi" dedi.

'AKP GEZİ VARİ BİR ŞEYDEN ÇOK KORKUYOR'

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı Adalet Yürüyüşü'nün Türkiye ve dünya gündemine oturmasından AKP'nin çok büyük rahatsızlık duyduğunu belirten Balbay "AKP şaşkınlık içerisinde ne yapacağını bilmiyor. Gezi vari bir şeyden çok korkuyorlar. Ne yapacaklarını bilmiyorlar." dedi.

'TÜRKİYE'DE BAĞIMSIZ YARGI VARSA GEREĞİNİ YAPAR'

Bunun gibi insanların CHP'ye laf söylemelerinin haddi olmadığını ifade eden Balbay "Eğer Türkiye'de bağımsız yargı varsa gereğini yapacaktır, biz CHP olarak sonuna kadar olayın takipçisi olacağız" dedi.
Yurt Gazetesi

Kılıçdaroğlu'na yandaş medyadan da destek geldi
23 Haziran 2017



Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü hükümete yakın yazarları böldü. Ahmet Taşgetiren ile Ahmet Kekeç arasındaki tartışmaya Elif Çakır da dahil oldu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü hükümete yakın yazarları böldü. Hükümete yakın Star gazetesinden Ahmet Taşgetiren ile Ahmet Kekeç arasındaki tartışmaya eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesi yazarı Elif Çakır da dahil oldu.

Hükümete yakın Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, “69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu” değerlendirmesinin ardından şimdi de Elif Çakır, "Kılıçdaroğlu’nu takdir etmelerini beklerdim" dedi.

Çakır köşesinde şu ifadeleri kullandı:

“Bugün, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından, “Bıçak kemiğe dayandı” diyerek yollara düşmesinin dokuzuncu günü.Dün, büyük bir özgüven içerisinde ‘Türkiye’nin iktidar sorunu yok, muhalefet sorunu var’, ‘ciddi bir muhalefet olması elbette Türkiye için de bir kazanımdır, keşke muhalefet olsa’ açıklamaları yapan hükümet yetkililerinin bugün, ‘adalet yollarda aranmaz’, ‘yollar yürünmekle aşınmaz’, ‘hızlı trenimize buyursaydın’ gibi açıklamalar yapmak yerine CHP’yi ve liderleri Kemal Kılıçdaroğlu’nu takdir etmelerini beklerdim. Takdir etmeliler. Takdir etmeliyiz. Zira CHP’nin TBMM ve Anayasa Mahkemesi arasındaki yoldan başka yolların olduğunu bilmesi önemlidir. Seksen yıldır diline ‘laiklik’ sözünü pelesenk eden CHP’nin bugün ‘adalet’ demesi dahası ‘herkes için adalet’ diyebilmesi kıymetlidir.
Yurt Gazetesi

HDK, Maçka'daki Adalet Nöbeti'ne katıldı
23.06.2017
ZEYNEP KURAY



HDK İstanbul Meclisi , "Herkes için adalet" şiarıyla Beşiktaş Kartal Meydanı'ndan 9 gündür adalet nöbetinin sürdüğü Maçka Parkı'na yürüdü. Maçka Parkı’nda kitle alkışlarla karşılanırken, kürsüde bir konuşma yapan HDP İstanbul Milletvekili Erdal Ataş, “Bugün bu adaletsizliklere karşı hangi cepheden gelirse gelsin; geçmiş eksiklerimizi yol üzerinde muhasebe ederek ve mutlaka tüm güçleri birleştirerek bu ülkedeki bu adaletsiz gidişe mutlaka son vermeliyiz” dedi.

‘Adalet Yürüyüşü’nün 9 gününde Beşiktaş Kartal Meydanı’nda bir araya gelen HDK İstanbul Meclis üyeleri, nöbetin sürdüğü Maçka Parkı’na yürüdü. HDP İstanbul Milletvekili Erdal Ataş, HDP İstanbul Eşbaşkanları Esengül Demir ve Cengiz Çiçek, Gezi Şehitleri ve Gazileri Platformu üyelerinin ön saflarda yerini aldığı yürüyüşte, “Herkes için adalet” yazılı pankart ile “Demirtaş’a özgürlük”, “Figen Yüksekdağ’a özgürlük” dövizleri taşındı. Yürüyüş boyunca “Herkes için adalet istiyoruz”, “Zindanlar boşalsın tutsaklara özgürlük”, “Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Nuriye, Semih yalnız değildir”, “KHK’lar gidecek biz kalacağız”, “Direne drene kazanacağız” sloganlarını atan kitleye çevredeki yurttaşlar alkışlarla, araçlardan korna çalarak destek verdi.

‘İKTİDAR ÜLKEYİ HAPİSHANEYE ÇEVİRDİ!’

Sloganlar eşliğinde Maçka Parkı’na gelen kitle , büyük bir coşkuyla karşılandı. Kürsüye davet edilen HDP Milletvekili Erdal Ataş, adalet ve özgürlük için 9 gündür yürüyen ve nöbet tutan herkesi selamladı. Bu ülkede adalet gelmesi için yıllardır mücadele ettiklerini ve bu uğurda büyük bedeller ödediklerini hatırlatan Ataş, bu coğrafyada demokrasi, eşitlik, özgürlük için mücadele eden tüm kesimlerinin hedef haline getirildiğini vurguladı. Ataş, son 1 yıldır var olan eksiklerinin giderilmesi için sürdürülen mücadele sonuca ulaşmadan iktidarın 15 Temmuz darbe girişimini gerekçe göstererek 20 Temmuz darbesiyle tüm ülkeyi hapishaneye çevirdiğini kaydetti. Bu süreçte adaletsizliğin geçmişe nazaran 10 kat daha arttığına dikkat çeken Ataş, ” Mevcut iktidar geçmişte dillerimize, kimliklerimize, inançlarımıza , eylem alanlarımıza ve demokrasimizde var olan eksiklere çözmek için adım atmak yerine, tüm halk kesimlerini hedef alan bir politika geliştirdi. Sürdürdüğü bu politikayla bu ülkedeki tüm emekçiler hedef haline getirildi; yüzbinlerce insan sorgusuz sualsiz işlerinden atılarak mağdur edildi, gazeteciler tutuklandı, gazeteler TV’ler kapatıldı. Aydın ve akademisyenlere yönelik büyük bir saldırı furyası başlatıldı. Halkların oylarıyla seçilen eş başkanlarımız, vekillerimiz hapsedildi. Aynı adaletsizlik belediye başkanlarına da yapıldı ve son olarak da CHP Milletvekili Enis Berberoğlu da aynı akıbete uğradı ” dedi.

‘TEK ADAMLIK DİKTATÖRLÜĞE İZİN VERMEYECEĞİZ!’

HDP ve demokrasi güçlerine yapılan saldırının boyutunu, “ 1 yıl içerisinde on binden fazla insanı gözaltına alındı , 6 binden fazla insanı ise tutukladı” diyerek özetleyen Ataş, mevcut iktidarın demokrasi güçlerini susturarak kurduğu adaletsiz düzenini devam ettirmek istediğine işaret etti. Tek adamlık diktatörlüğe izin vermeyeceklerini vurgulayan Ataş, “Bu tekçi zihniyet yıkılana kadar, tek bir kişi de kalsak mücadele edeceğiz ve adaleti getireceğiz” diye konuştu. Kandırmayla , ekonomik zorla, baskıyla , şiddetle insanları bir şekilde kendi politikalarına alet etmeye çalışan iktidara karşı ortak mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceklerinin altını çizen Ataş, “Bugün bu adaletsizliklere karşı hangi cepheden gelirse gelsin; geçmiş eksiklerimizi yol üzerinde muhasebe ederek ve mutlaka tüm güçleri birleştirerek bu ülkedeki bu adaletsiz gidişe mutlaka son vermeliyiz. Hepimiz için adalet gelmesi , bu ülkede demokrasi ve barışın tesis edilmesi için hepinize başarılar diliyorum ; mücadelemizde daha büyük birliktelikler yaratılmasını diliyorum” dedi.

Öte yandan Maçka Parkı’nda sürdürülen Adalet nöbetini DİSK ve çok sayıda demokratik kitle örgütü ziyaret etti.

adalet özgürlük İstanbul Beşiktaş kartal Figen Yüksekdağ AKP khk Yürüyüş devrimci
Birgün

AKP'den istifa eden başkandan eski partisine şok suçlamalar
23 Haziran 2017



Denizli'de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla AKP'den istifa eden Kale İlçesi Belediye Başkanı Erkan Hayla, partisinin kendisine hiçbir zaman destek vermediğini söyledi. Başkan Hayla, "Denizli'de, tabiri caizse biz reisi sırtından vuruyoruz. Reis dünyayla savaşıyor, biz burada küçük işler peşinde koşuyoruz" dedi.

Denizli'de AKP'den en fazla oyla seçilen ikinci belediye başkanı olan Kale Belediye Başkanı Erkan Hayla, dün sürpriz bir kararla partisinden istifa etti. İstifasını sosyal medyadan duyuran Hayla, bugün Denizli Basın Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında istifa gerekçelerini açıkladı. Kale'de FETÖ ile mücadele ettiği için kendisine kumpas kurulduğunu, cinayete azmettirmekle suçlandığını ve yalnız bırakıldığını iddia eden Hayla, şunları söyledi:

"Seçmenlerimden, AKP camiasından özür diliyorum. Kesinlikle partime, politikalarına muhalefetim yoktur. Bugün AKP'nin ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin izlediği politikalara sonuna karar destek veriyorum. Allah Recep Tayyip Erdoğan Reisi, Devlet Bahçeli Reisi başımızdan eksik etmesin. Partiden istifa ederken benim isyanım Denizli İl Yönetimi'ne, Denizli İl Teşkilatı'nadır. Maalesef; Denizli'de, tabiri caizse biz Reis'i sırtından vuruyoruz. Reis dünyayla savaşıyor, biz burada küçük işler peşinde koşuyoruz. Birbirimizle dalaşıyoruz, birbirimizi yiyoruz. Ona destek olacağımıza buralardan kuyusunu kazıyoruz."

"SEÇİLMİŞLER ATANMIŞLARA KURBAN EDİLİYOR"

Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği'ne, Kale ilçesindeki sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden sorumlu tuttuğu Dr. Berna Öztürk'ün yeniden atanmasının istifasında bardağı taşıran son damla olduğunu söyleyen Kale Belediye Başkanı Erkan Hayla, "Bugüne kadar hiçbir belediye başkanının fikri alınmadı. Neye nazaran atama yapılır, kim yapar, kimden destek bulurlar hiçbirimiz bilmiyoruz. Seçilmişler atanmışlara kurban edilmemeli" dedi.

İlçe teşkilatlarının, belediye başkanlarının ne düşündüğünün dikkate alınmadığı görüşü savunan Hayla, " Çoluğuyla çocuğuyla bu dava için karşılıksız koşturan insanlara fikri sorulmuyor. Muzdarip olduğum konu sadece budur. 7 Haziran seçimlerinden sonra FETÖ'nün Kale'deki yurduna el koydum. O günden sonra çok zorlu bir süreç yaşadım. Yargılandım, yalnız bırakıldım. Masama dahi oturmuyorlardı. Ben partime küsmedim" diye konuştu.

"DENİZLİ'DE YAŞANANLARA KÖR, SAĞIR, DİLSİZ KALAMAYIZ"

Kale ilçesinde 15 Temmuz'dan önce FETÖ ile mücadele ettiği için kendisine kumpas kurulduğunu, cinayete azmettirdiği iddiasıyla gözaltına alınıp, Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığını söyleyen Belediye Başkanı Erkan Hayla, 2015 yılı Eylül ayında Ak Parti İl Başkanlığı'na çağırılarak istifasının alındığını, ancak işleme konulmadığını belirtti.

Hayla, "O günlerde öyle bir yalnızlık yaşamama rağmen davama, partime, teşkilatıma küsmedim. Bugün gelinen nokta beni çok üzüyor. Artık, Denizli'de yapılanlara, olup bitenlere kör sağır dilsiz kalamayız. Denizli CHP'nin güçlü olduğu bir il değil. Ama özellikle solculaştırılıyor. O yüzden bir tepki vermek istedim. İnşallah yapılan yanlışlıklar düzelir" dedi.

Görevine bağımsız olarak devam edeceğini, istifasını Ramazan Bayramı'ndan sonra Genel Merkez'e kendisinin vereceğini söyleyen Hayla, "Benim Kale'de 50 yataklı hastanem vardı, 25 yatağa düşürüldü. Şimdi sağlık ocağı şeklinde 4 tane doktor var. Çok gülünç, komik bir durum. Benim hastanem güneş enerjisinden elektrik üretecekmiş. Ben de diyorum ki, hastanenin görevi elektrik ürütmek değil, hasta bakmaktır. Hastanemde doğum uzmanım yok, diş doktoru, aile hekimim bir de iç hastalıkları uzmanı var. Yani acınacak bir hali var, o yatırım orada o şekilde duruyor. Hastanede sosyal giyim merkezi açtılar, hayrat vakfı gibi çalışmaya başladı. Kendi konusu olmayan işlere dalıyorlar" diye konuştu.
Yurt Gazetesi

Yandaş mahallenin adalet yürüyüşü kavgası büyüyor: Adam ol! Kalemini yıka!
22 Haz, 2017

Yandaş mahallenin kalemleri arasındaki adalet yürüyüşü kavgası büyüyor. Star yazarı Ahmet Taşgetiren’e aynı gazetenin yazarı Ahmet Kekeç cevap verdi. Taşgetiren ise bugün kendisini eleştiren Yeni Birlik yazarı Ekin Gün’e “Adam ol!” diye çıkıştı.
Yandaş mahallenin adalet yürüyüşü kavgası büyüyor: Adam ol! Kalemini yıka!Star Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’e Kılıçdaroğlu’n averdiği destekten dolayı yine Star’dan Ahmet kekeç tepki göstermişti. O kavga cevaplarla büyüyor. Büyüyen bir kavga da yine Ahmet Taşgetiren ile hükümete yakın Yeni Birlik yazarı Ekin Gün arasında. İşte büyüyen kavgada son durum:
Yandaş Star gazetesi yazarları arasındaki Adalet yürüyüşü tartışmasında son olarak Ahmet Kekeç’ten, Ahmet Taşgetiren’e cevap geldi. Dün Taşgetiren yazısında bir kez daha Kılıçdaroğlu’na destek vermiş. Dipnotta da Kekeç’in sözlerine cevap vermeyeceğini söyleyerek tepkisini göstermişti.
Dipnotlar üzerinden tartışma sürüyor.

“BYLOCK’UN DELİL NİTELİĞİNE SALDIRIYOR”

Bu kez cevap sırası Kekeç’teydi. Köşesinin sonundaki “Hamiş” başlığının altındaki cevap notu şöyle :
“69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu”güzellemesine cevap beklemiyorum… Cevabını, kendi vicdanında “Star yazarı” verecek. Söz konusu yazıyı “sağduyu” ile bir kez daha okudum. Gördüm ki, yazar, aynı zamanda (ve daha çok), ByLock’un “delil” niteliğine saldırıyor; yazının kendi içinde böyle bir mimarisi var.

TAŞGETİREN’DEN YENİ BİRLİK YAZARINA : ADAM OL!

Hükümete yakın Yeni Birlik Gazetesi yazarı Ekin Gün de dün Taşgetiren’i yerden yere vurduğu bir yazı yazmış, “Sen kimin sözcüsüsün Ahmet Taşgetiren?” diyerek çıkışmıştı. Taşgetiren’in medya iftarına davet edilmesini de eleştirmişti.
Ekin Gün şöyle demişti:
“MİT TIR’ları ihanetini tertipleyenlerin, buna kol kanat gerenlerin ve siyasal zeminde bunun sözcülüğüne soyunan CHP’nin ne yapmak istediğini biliyoruz da…Sen kimin sözcülüğüne soyunuyorsun Taşgetiren? Sen kimin adına konuşuyorsun? Çıkar o ağzında gevelediğin baklayı da mert olup açıkla. Konuştuğun, yazdığın ağız kimin ağzıdır?”
Bu sözlere Taşgetiren de bugünkü köşesinden verdiği cevapta şu ifadeleri kullandı:
“Yeni Birlik’teki vatandaşa: Bana söverek var olamazsın. Kalemini yıka da yaz. Adam ol, konuşalım.”
İlk kurşun

HDP: AKP’nin adalet arayacağı günler olacak
26 Haziran 2017



“Dokunsan yıkılacak bir hale gelmişler ancak..."

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde zırhlı polis aracının çarpması sonucu yaşamını yitiren 5 kişinin ailelerine taziyede bulunan HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, “karşılarında çürümüş bir iktidarın olduğunu” ve “AKP’nin de adaleti arayacağı günler olacağını” söyledi.

dihaber'de yer alan habere göre Kemalbay, partisinin Diyarbakır milletvekilleri Feleknas Uca, Ziya Pir ve Sibel Yiğitalp ile birlikte, Lice’de zırhlı polis aracının sivil bir otomobile çarpması sonucu yaşamını yitiren 5 kişinin ailelerine taziye ziyaretinde bulundu.

Merkez Bağlar ilçesinde kalan ailelere başsağlığı dileyen Kemalbay, "yaşadıkları bu kadar sıcak acıya rağmen Kürt halkının onurlu duruşunu sergileyerek, tavrını yaşatmadan yana koyduğunu" söyledi.

"Karşılarında çürümüş bir iktidarın olduğunu" dile getiren Kemalbay, “Dokunsan yıkılacak bir hale gelmişler ancak bu kendiliğinden olmayacak. Halkların bir araya gelmesiyle olacak” dedi.

Adaletin herkes için lazım olduğunu söyleyen Kemalbay, AKP’nin de adaleti arayacağı günler olacağını kaydetti.

ETİKETLER
serpil kemalbay hdp akp adalet
T24

CHP'den Erdoğan'ı çok üzecek açıklama: “Erdoğan artık Türkiye’nin gündemini belirleyemiyor. Bu yürüyüşten bu yüzden son derece rahatsız”
24 Haziran 2017

Referandum ardından hem tartışmalı hemde kıl payı gelen sonuçlardan sonra Erdoğan'ın giderek sertleştirdiği siyasi gerilim, Kılıçdaroğlu'nun başlattığı "Adalet yürüyüşü "ardından zirveyaptı.

RAHATSIZLIĞINI GİZLEMİYOR

Adalet yürüyüşüne karşı büyük rahatsızlık duyduğunu gizlemeyen AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, yü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 27, 2017 10:05 pm tarihinde değiştirildi, toplam 12 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Hzr 21, 2017 4:06 am    Mesaj konusu: Erdoğancılar ile Davutoğlucular arasında ilginç tartışma Alıntıyla Cevap Gönder

Bu anket Erdoğan'ı kızdıracak: Vatandaşların yüzde 76'sı 'Türkiye'de adalet yok' diyor
30 Haziran 2017



Cumhuriyet'ten Mahmut Lıcalı'nın haberine göre, AKP’nin yaptırdığı anketlerde toplumda Adalet Yürüyüşü'ne büyük bir destek olduğu ortaya çıktı. Vatandaşların yüzde 76'sı 'Türkiye'de adalet yok' dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet talebiyle başlattığı yürüyüşün başında AKP’nin yaptırdığı ankette toplumda yürüyüşe büyük bir destek olduğu ortaya çıkarken, adalet algısı üzerine gerçekleştirilen ikinci bir ankette ise toplumun yüzde 76’sının Türkiye’de adalet olmadığını düşündüğü ortaya çıktı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne yönelik AKP’nin art arda iki ayrı anket yaptırdığı belirtildi.

Yürüyüşün 3. gününde başlatılan anket çalışmalarında iki ayrı konunun topluma sorulduğunu kaydeden CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, ilk ankette toplumun yürüyüşe nasıl baktığının araştırıldığını ifade etti.

Toplumun yürüyüşe nasıl baktığı konusunda yapılan anketin kısa sürede tamamlanarak sonuçlarının AKP’nin yetkili kurullarına sunulduğunu dile getiren Yarkadaş, “Ankette toplumun yürüyüşe olumlu baktığı ve büyük çoğunluğun destek verdiği görüldü. AKP bu anketin sonucuna göre politika belirledi” dedi.

Yarkadaş, AKP’nin yaptırdığı ikinci anketin ise Türkiye’deki adalet algısına yönelik olduğunu ifade etti.

Cumhuriyet'ten Mahmut Lıcalı'nın haberine göre, söz konusu ankette toplumun yüzde 76’sının “Türkiye’de adalet olmadığı” görüşünü belirttiğini kaydeden Yarkadaş, bu anket sonucunun da AKP tarafından ciddi bir değerlendirmeye alındığını belirtti.

Yarkadaş, şunları dile getirdi: “Ankette bu sonucun çıkmasının etkenleri şunlar: Özellikle KHK ile işinden atılan yüz bine yakın insanın mağdur edilmesi. Bu insanların sorunlarına herhangi bir çözüm bulunmaması. İşten atılmalarının üzerinden aylar geçmesine ve haklarında henüz bir soruşturma bile olmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri. Bu kişilerin neyle suçlandıklarını dahi bilmemeleri. Gazetecilerin peş peşe tutuklanması. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan ya da gözaltına alınan binlerce kişi hakkında hâlâ iddianamelerin hazırlanmamış olması. Sulh ceza hâkimliklerinin verdiği keyfi kararlar. Sosyal medyada yazılan çizilen her türlü muhalif düşüncenin hakkında soruşturma başlatılması.” '

TOPLUM ADALETE SUSADI'

CHP’li Yarkadaş, toplumun böyle düşünmesinin haklı sebepleri olduğunu belirterek, “Çünkü toplumun yarısından fazlasının canı adli makamlar tarafından yakılmış durumda. Şu anda Türkiye’de neredeyse her 4 aileden birinin yakını, oğlu, gelini, kuzeni ya KHK ile işten atıldı ya hakkında bir soruşturma açıldı. Bu soruşturmalar adli süreçler bitmek bilmiyor, sonuçlanmıyor. Yüz binlerce kişi bu adaletsizlikten dolayı mağdur. Yürüyüşümüz ve anket sonuçlarından görüldüğü üzere toplum adalete susamış. Toplum artık adalet istiyor ve bizzat iktidar tarafından yapılan adaletsizliklerden bıktığını ortaya koyuyor” diye konuştu.

Gazete2023

CHP'den Erdoğan'ı çok üzecek açıklama: “Erdoğan artık Türkiye’nin gündemini belirleyemiyor. Bu yürüyüşten bu yüzden son derece rahatsız”
24 Haziran 2017

Referandum ardından hem tartışmalı hemde kıl payı gelen sonuçlardan sonra Erdoğan'ın giderek sertleştirdiği siyasi gerilim, Kılıçdaroğlu'nun başlattığı "Adalet yürüyüşü "ardından zirveyaptı.

RAHATSIZLIĞINI GİZLEMİYOR

Adalet yürüyüşüne karşı büyük rahatsızlık duyduğunu gizlemeyen AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, yürüyüşe karşı başlattığı hedef göstermelerde halkın büyük çoğunluğundan ilgi görme Arkasına 20 kişi alan AKP'li meclis üyesi Kılıçdaroğlunu tehdit etti, İzmirde çoğunluğunu çocukların oluşturduğu kalabalık, bölgesel adalaet yürüyüşü yapan CHP'lilere saldırdı.

SARAYDAN ALGI OPERASYONLARINI VATANDAŞ ARTIK CİDDİYE ALMIYOR

Öte yandan kitleleri korkutmaya yönelik saray operasyonlarından biri de dün yaşandı. Erdoğan'ın sarayının müdürlerinden birisi, resmen silahlanma mesajı verecek bir çağrıda bulundu. Tüm bu gelişmelere rağmaen vatandaşların olaylara sağ duyulu yaklaşımı ise Erdoğan ve AKP'nin artık eski vatandaş desteğini kaybettiğinin göstergesi durumunda. Cumhuriyet'in haberine göre CHPGrup başkanvekili Özgür özel'de tam da bu konuyu özetleyen bir açıklama yaptı. İşte ayrıntılar.

ADALET YÜRÜYÜŞÜ AĞIR DARBE OLDU

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Adalet Yürüyüşü’ne ve kendisine sert eleştiriler yönelten Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Partili Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisine en ağır darbe bu yürüyüş oldu” diye yanıt verdi.

ERDOĞAN ARTIK BOŞ MASALARA KONUŞUYOR

Erdoğan’ın artık eski kalabalıkları toplayamadığını, boş masalara konuştuğunu söyleyen Özel, “Türkiye’nin gündemini belirleyemiyor. Bu yürüyüşten son derece rahatsız” dedi.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, dün Adalet Yürüşü sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yürüyüş ve kendisiyle ilgili sözlerine yanıt verdi. “Genel başkanın çağrısını dinledi geliyor sandık ama Kahramankazan’dan dönmüş.
Buraya gelip vatandaşın adalet arayışına bir yanıt verecek mi diye düşündük” diyen Özel, Erdoğan’ın eski kalabalıkları toplayamadığını, boş masalara konuştuğunu söyledi. Özel, “Türkiye’de siyasetin dengeleri, Erdoğan’ın kimyası değişti.

YÜRÜYÜŞTEN NEDEN RAHATSIZ

Bu yürüyüşten müthiş derecede rahatsız, Türkiye’nin gündemini kendisi belirlemeye alışmış, bununla övünen birisi, 7 Haziran seçimlerinden ve referandumdan önce olduğu gibi partisinin başına geçtikten sonra eski günlerine kavuşacağını düşünüyordu. Partili Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisine en ağır darbe. Gündem, Adalet Yürüyüşü” dedi.

OYUNA GELMEYİZ

Erdoğan’ın geçen hafta TBMM’de yaptığı pek de haber olmayan bir konuşmanın bir kısmını aldığını söyleyen Özel, şunları kaydetti: “İki iftardır konuşmayı sağır sultana duyurdu. Nedir konuşma? ‘Madem ülkeyi bu kadar dürüst yönetiyorsanız, bir tek yüzükle siyasete girdim diyorsunuz, bu mal varlığını nasıl edindiniz’ sorusu.

3.5 MİLYAR KİŞİSEL SERVET

3.5 milyarlık kişisel serveti söz konusu olmuş, liderler arasında da tartışma konusu olmuştu. Şimdi, bu konuyu birbirine bağdaştırıp yeni bir gündem yaratmaya çalışıyor. Yaptığı iş tek kelimeyle Adalet Yürüyüşü’nün önüne çukur kazmaktır, Adalet Yürüyüşü’nü bir polemik çukuruna düşürmek istiyor.

DENGELER DEĞİŞTİ

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Adalet Yürüyüşü’ne ve kendisine sert eleştiriler yönelten Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Partili Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisine en ağır darbe bu yürüyüş oldu” diye yanıt verdi. Erdoğan’ın artık eski kalabalıkları toplayamadığını, boş masalara konuştuğunu söyleyen Özel, “Türkiye’nin gündemini belirleyemiyor. Bu yürüyüşten son derece rahatsız” dedi.

Oradan yeniden kendi yarattığı polemiklerle gündemi belirlemek istiyor. O çukura düşmeyiz, bu oyuna gelmeyiz, Türkiye’de daha uzunca bir süre ilk gündem olarak Adalet Yürüyüşü olacak.”

KENDİ DARBESİNE SUÇÜSTÜ YAPTIK

“‘Yenikapı ruhu ortadan kalktı’ diyor. Yenikapı ruhunu bozan birisi varsa, ülkenin tam yarısına terörist diyenlerdir. Ertesi gün Genel Başkan’a Meclis’teki tutumumuz için telefon açarken, bu noktaya savrulduysa bunun bir tane sebebi var, o da 15 Temmuz’dan kendi darbesini yaratmaya çalışırken suçüstü yakalanmasıdır. 20 Temmuz OHAL darbesini suçüstü yaptık, kime saldıracağını bilmiyor. Suçüstü yapılan kontrollü darbe, kontrolsüz sinir nöbetlerine sebebiyet veriliyor.”
Haberartıturk

Erdoğancılar ile Davutoğlucular arasında tartışma: Ben senin gibi metres tutup...
20 Haziran 2017



Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun tasfiyesi sürecinde rol oynayan, Hilal Kaplan ve Cemil Barlas gibi isimleri içinde barındıran 'Pelikancı'lar ile 'Hocacı'lar arasındaki kavga sürüyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki ayrışmanın ayrıntılı biçimde anlatılıp, Davutoğlu’nun ‘ipinin çekilmesine’ varan krizi başlatan ‘Pelikan Dosyası’ adlı blogdaki yazı, AKP'deki çatlağı derinleştiriyor. Bugün yaşananlarda görüldü ki birbirlerinin özel hayatlarını yakından takip ediyorlar. Hatta birbirlerini özel hayatları üzerinden tehdit ediyorlar.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı 'Adalet Yürüyüşü'ne Kanun Hükmünde Kararname-KHK ile üniversitedeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Cihangir İslam da katıldı. Ancak Cihangir İslam herhangi bir akademisyen değil. Refah Partisi eski milletvekili Merve Kavakçı'nın eski eşi aynı zamanda AKP Genel Başkan Yardımcısı Ravza Kavakçı Kan'ın da eski eniştesi.

BU KAÇINCI KOCA?

Ahmet Davutoğlu'nun, AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevlerini bırakmasına neden olduğu öne sürülen Pelikan bildirisini kaleme alanlara destek veren isimlerden biri olduğu belirtilen Fazıl Duygun ise “Kavakçı da hep sorunlu tiplerle evleniyor. Bu kaçıncı koca? 5. Kocayı eskitmiş diyorlar” mesajını paylaştı.

Fazıl Duygun’un bu mesajına yanıt Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen ve Pelikan bildirisinde de hedef alınan Taha Ün’den geldi. Taha Ün, “Pelikancılık tam olarak böyle bir foseptik çukurunda bakteri olmaktır” diye yazdı.

Fazıl Duygun ise Taha Ün’ün mesajına “Yavşak, senin gibi, milletin parasını cebe indirip, hukkada metres tutmuyorum, twitimde tek kelime hakaret yok. İslam düşmanı bir koca var” diye yanıt verdi.

Fazıl Duygun’un hakaret içeren sert mesajına Taha Ün’ün yanıtı da sert oldu. Ün, “Buradan ilan ediyorum bundan sonra bu alçağa selam veren, bu alçağın selamını alan, bu yaratığın bir twitini paylaşan hasmımızdır. Herkes aklını başına alsın” diye yazdı.

MERVE KAVAKÇI'NIN KARDEŞİNDEN ENİŞTE YORUMU

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ravza Kavakçı Kan ise ablası Merve Kavakçı’nın eski eşi Cihangir İslam’ın da destek verdiği CHP’nin tarihi Adalet Yürüyüşü hakkında konuşmuştu. CHP'lilerin mahkeme kararına saygı duymadıklarını savunan Kavakçı Kan, “Tabi mahkeme kararlarına saygılı olmak gerektiğini düşünüyorum. Hoşlanılmayabilir, beğenilmeyebilir, ama bu şekilde bir yürüyüşle bunu protesto edilmesi açıkçası pek anlaşılabilir bir şey değil. Gönül isterdi ki 15 Temmuz sonrası birlik beraberlik ruhu devam etsin ve biz Mecliste hep beraber mücadele edelim. Adalet için yürüyoruz deniliyor, aynı zamanda 20 Temmuz'dan bir bahis var, Olağanüstü Hal'in ilk ilan edildiği ve yine CHP tarafından dile getirilen maalesef kontrollü darbe gibi saçma sapan 249 şehidimizin manevi ruhlarını zedeleyen bir söylem söz konusudur. Gönül isterdi ki mahkeme kararlarını protesto etmek yerine şehitlerimiz ve ülkemiz için beraber el ele verip çalışalım. Ama tabi tercih onlarındır, spor yapmak önemlidir. Bu vesile ile spor yapmış oluyorlar, kendi bilecekleri iştir” dedi.

MERVE KAVAKÇI KİMDİR KAÇ EVLİLİK YAPTI EŞLERİNİN İSİMLERİ

Merve Safa Kavakçı, Türk siyasetçi ve akademisyen. Fazilet Partisi'nden 18 Nisan 1999 seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak seçildi. 2 Mayıs 1999'da TBMM'de and içme törenine başörtülü gelince meclisten çıkartıldı. 1968 Ankara doğumlu olan Merve Kavakçı, 3 kez evlendi. İlk evliliğini 1990 yılında Ahmet Abushanab ile yapan Merve Kavakçı'nın ilk evliliği 3 yıl sonra bitti. 1999 yılında Bekir Lüftü Yıldırım ile evlenen Kavakçı'nın bu evliliği de 2005 yılında sona erdi. CHP'nin Adalet Yürüyüşü'ne katılan Cihangir İslam ile Merve Kavakçı'nın evliliği 2010 yılında başladı.

Kaynak: Yurt Gazetesi

Adalet yürüyüşüne AKP'den Erdoğan'ı kızdıracak destek
22 Haziran 2017

Kılıçdaroğlu'nun başlattığı Adalet yürüyüşüne AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşı çıksa da, kendi partisinden bile destek geliyor.

Tutuklu gazeteciler ve milletvekilleri sorunu tartışılırken, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması ve buna karşı başlatılan CHP’nin Adalet Yürüyüşü ile ilgili AKP içinden farklı bir ses yükseldi. Cumhuriyet'ten Erdem Gül'ün haberine göre, AKP Kurucusu ve eski milletvekili Ersönmez Yarbay, “Milletvekilini seçmeni için, gazeteciyi okuru için korumalıyız.

DEMOKRASİ MUHALEFETİ KORUMAK İÇİNDİR

Demokrasi de iktidarı değil muhalefeti korumak için vardır. Milletvekili tutuklatan Meclis’in ağırlığı kalmaz” çıkışını yaptı. Kapatılan FP ve sonrasında da AKP Kurucu Üyesi ve Ankara Milletvekili olan Ersönmez Yarbay, AKP içinde yer almasına karşın, partinin kuruluşundan itibaren parti içi demokrasiyi savunan tutumuyla, farklılığıyla biliniyor. Yarbay, son olarak düşüncelerini, ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi (Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak)’ adlı kitabında dile getirdi. Halen AKP içinde yer alan ancak parti ve ülke içi tam demokrasi isteyen, Yarbay’ın son günlerdeki sıcak tartışmalara ilişkin görüşleri şöyle:

-Vekilini tutuklatan

Meclis: Enis Berberoğlu’nun tutuklandığı akşam tesadüfen Meclis Başkanı’nın eski-yeni milletvekillerine iftar yemeği vardı. Ben de eski vekil olarak davetliydim. Ancak bu tutuklama karşısında katılmadım. Çünkü bana göre milletvekilini koruyamayan, tutuklatan Meclis’in bir ağırlığı kalmaz. Meclis, vekili tutuklanınca itibar kaybeder. Ben bu nedenle katılmadım.

-Seçmen dokunulmazlığı:

Biz AKP olarak 2016’ya kadar milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yanaşmadık. Bu doğruydu. Devam etmesi gerekirdi. Çünkü milletvekili dokunulmazlığı, vekilin şahsı için değildir. Dokunulmazlık, vekilin seçmeni içindir. Vekili değil onu seçenler içindir. Milletvekilini koruyacaksın ki insanlar dağı çözüm olarak görmesinler. Barışçı, legal siyaset yoluyla çözüm bulunabildiğini görsünler.

-Gazeteciyi tutuklarsanız...:

Gazeteci, ceza tehdidi altında olduğu zaman kamuoyu olarak bilgilenemeyiz. Gazeteciye ayrıcalık tanımamızın nedeni halkın bilgilenme hakkı içindir. Bir gazeteci hapse girdiğinde diğer gazetecilerin tamamı, ‘Bunu yazsam mı yazmasam mı, nasıl yazsam’ diye kara kara düşünür ve yazamaz. Gazeteciyi de şahsı için değil, okurlar için korumalıyız. Gazeteciden casus olmaz. Çünkü gazeteci eline gelen bilgi, belge doğruysa yazar. Gazeteciye haber kaynağı da sorulamaz.

-Sanığın hakkı:

Milletvekili ve gazeteciyle birlikte hakimsavcılar için de koruma olmalı. Hâkim savcı için geçerli olacak koruma, şahısları için değil, adalet içindir, yargıladıkları sanıkların hakları içindir. Sanığa göre hâkim savcı getirince işin içinden çıkamayız, adaleti sağlayamayaz. Hâkim savcı teminatı, tüm vatandaşların adaleti ve adil yargılanmaları için gereklidir.

-Yürüyüş kazançtır:
Demokrasi, iktidarı değil, muhalefeti korumak için vardır. Muhalefeti ortadan kaldırdığınızda demokrasi ortadan kalkar. İktidarlar da muhalefeti kormalı ve kollamalıdır. Kılıçdaroğlu’nun yürümesini normal karşılıyorum. Tepkisini göstermesi hakkıdır. Kontrollü bir şekilde, provokasyonlara meydan vermeden yürümesi normaldir. Olgunluk içinde gerçekleştirilecek bir yürüyüş, demokrasimizin kalitesini artırır. Bu yürüyüşün yapılabilmesi Türkiye için bir kazançtır. Türkiye hızla demokratikleşmelidir. Hükümete de OHAL’i bahane ederek yürüyüşü engellemediği için teşekkür ediyorum.

-Önce tüzüğü

değiştirdiler: Biz FP’nin kapatılmasından sonra AKP’yi kurduk. O dönemde beni davet ettiklerinde ben parti içi demokrasi olacaksa kurucu olabileceğimi söyledim. Gerçekten de çarşaf listenin olduğu, parti yönetimlerinin genel başkan değil, parti teşkilatı ve kongrelerde belirlendiği demokratik bir tüzük yazdılar. Ancak iktidara gelir gelmez, hemen olağanüstü kongre toplayıp tüzükteki bu demokratik maddelerin tamamını kaldırdılar. O kongrede ben bu tüzük değişikliklerine tek başıma muhalefet ettim.

Gül ve Arınç'ı uyardım:

Şimdi tek adam tartışmaları var. Ben tüzükteki demokratik maddelerin değiştirilmesinin tek adamlığa gidiş olduğunu ta o zaman söyledim. Benim muhalefetimin nedeni de buydu. Hatta bizzat o zaman gidip Abdullah Gül’e de Bülent Arınç’a da bunu söyledim. Onları, ‘Bu değişiklikler tek adamlığa gidiştir. Hep birlikte engel olalım’ diye uyardım. Ancak onlar, ‘Şimdi parti içinde görüş ayrılığı zamanı değil, birlik beraberlik zamanı. Bunların zamanı değil’ diyerek sustular. Şimdi yıllar sonra tek adamlıktan yakınanlara yıllar önce yaptığım uyarıları dinlemediklerini hatırlatmak isterim.
Haberartıturk

'Ne AB ne de Türkiye fişi çeken taraf olmak istiyor'
23.06.2017



Sertaç Aktan’a göre Avrupa Parlamentosu'nun (AP) OHAL Türkiyesi ile müzakerelerin ‘gecikmeden askıya alınmasını’ salık veren raporuna rağmen “Ne Avrupa Birliği (AB) ne, de Türkiye fişi çeken taraf olmak istemiyor”. Aktan’a göre bu tutum Türkiye’yi ekonomik açıdan olumsuz etkileyecek.

OHAL Türkiyesi’nde hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve gazetecilere muamelelere dair Avrupa’dan eleştiriler bitmek bilmezken, Ankara’dan yeniden işe koyulmak arzusunu dile getiren beyanatlar karşılığını bulmuyor. Son olarak Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin ‘gecikmeden askıya alınmasını’ salık veren raporunu ortaya koyarken, iplerin kopma noktasına geldiği tespitleri yapılıyor.
Bu iklimde AK Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamburg’daki G20 zirvesinde Avrupalı liderlerle görüşecek. Öncesinde Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği önündeki ‘meydan dayağı’ türünden bir olayın yaşanmasından çekinilirken, şimdiden uyarılar eksik edilmiyor.

Son gelişmeler ışığında, Türkiye-AB ilişkilerini ve yaklaşan Hamburg zirvesindeki durumu Strasbourg’dan AB Uzmanı, gazeteci, yazar Sertaç Aktan ile konuştuk.

‘AB RAPORLARI HER YIL DAHA DA SERTLEŞİYOR’

Sertaç Aktan’a göre, AB’nin Türkiye ile ilgili yayınladığı raporlar her yıl daha da sertleşiyor ve gerilim artıyor. AB bir yana en son yayınlanan BM raporunun da eleştirilerle dolu olduğunu belirten Aktan, “Bu raporlar ekonomiyi, Türkiye’nin imajını, buraya yapılacak olan yatırımları, ülkeye girecek olan sermayeyi, parayı, iş adamlarını, gelecek olan entelektüel birikimi etkiliyor ve beyin göçüne neden oluyor” tespitini yaptı.
Aktan şöyle devam etti: “2016 raporu için ‘bu rapordan daha serti olamaz’ diye düşünürken, 2017 raporu 2016’dan bir ton daha sert oldu ve ifadeler sürekli sertleşiyor. 2016’da zaten müzakerelerin askıya alınması tavsiye olunmuştu. Bu raporlar bağlayıcı değil ancak kayda geçiyor ve önemli. 2017’deki raporda ise gecikmeksizin askıya alınması, bir an evvel harekete geçilmesi, artık kaybedilecek bir şey olmadığı anlamları çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘gereken neyse bize söyleyin, fasılları açın, gerekeni yaparız’ gibi birtakım söylemleri oldu fakat bunlar Brüksel’de ve Strazburg’da artık inandırıcı bulunmuyor. Bu sebeple artık ne olursa olsun, gecikmeksizin askıya alınması söz konusu.”

‘MEVZUATI UYGULAMAK İÇİN FASILLARA DA GEREK YOK’

Ancak buna karşın Aktan, AB tarafının da Türk tarafının da müzakere başlıkları meselesi üzerinden gitmesini de manasız buluyor. Aktan, şu değerlendirmeyi yaptı: “Şöyle bir realite var; Türkiye veya herhangi bir ülkede bir reform yapmak, AB mevzuatını hayata geçirmek için, kendi mevzuatınızla uyumlaştırmak için aslında fasıl açmasına gerek yok. Etiyopya’da internete bağlanıp AB mevzuatını indirip, mevzuatta yazanları kendisine uygulayabilir. Dolayısıyla bu bir mazeret değil ve karşı tarafın teknik olarak bir fasıl açmasına gerek yok. Siz bunu kendi halkınız ve vatandaşlarınızın refahı için isterseniz yapabilirsiniz. Bununla birlikte, daha öncesinde de Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel başkanı Sayın Erdoğan’ın ‘ben Corç, Hans ne der buna akmam, milletim ne der buna bakarım’ tutumu olmuştu. En son BM’den de Türkiye’deki reformların somut olmadığı, ekonomi büyümesi kalıcı değil, gibi ve bu yönde bir rapor geldi. Venedik Komisyonu’ndan da son geçirilen Anayasa paketi ile ilgili eleştiriler gelmişti ve son raporda bunlar da var. Söylemde her ne kadar AB’den gelen açıklamaların önemsenmediği dile getirilse de bir ucundan da ilişkileri tamamen koparmamak için bu yönde açıklamalar yapılıyor. Bu açıklamanı da Hamburg’daki Zirve öncesinde yapılması tesadüf değil.”

‘EN BELİRGİN KIRMIZI ÇİZGİ’

AB ile Türkiye arasında şu anki en belirgin kırmızı çizginin idam konusu olduğunu ve bu konunun tüm temel değerlere ve kurucu anlaşmalara aykırı olduğunu belirten Aktan, bunun gündemde tutulduğu bir ülke ile üyelik bir yana müzakere dahi edilemeyeceğini söyledi. Aktan diğer yandan da Türkiye’nin elinde sığınmacı kozu bulunduğunu anımsatarak şu vurguladı yaptı: “Tarafların birbirlerinden tamamen vazgeçme konusu önemli bir nokta. Burada her iki taraf ta —mış gibi yapıyor. Türkiye ve hükümet ABD yolundaymış gibi yapıyor, ABD reformları, değerlerini ve o standartlarda bir yaşam istiyormuş gibi yapıyor. AB de Türkiye’yi üye görmek istiyormuş gibi yapıyor. Burada karşılıklı iki tarafta da bir aldatma konusu ama iki taraf da fişi çeken olmak istemiyor. Bu sebeple karşılıklı salvolar yapılıyor ama son hamle hep karşı tarafa bırakılıyor. Cumhurbaşkanı ‘alacaksanız alın, almayacaksanız artık bilelim’ diyerek bitiren tarafın karşı taraf olmasını istiyor. AB de ‘adım atacaksanız atın, atmayacaksanız artık biz de Türkiye ile olan müzakereler konusunda farklı davranmaya başlayacağız diyor’. Fakat bu tarihsel sorumluluğu kimse almak istemiyor ve AB vizyonundan tamamen vazgeçmiş olan taraf olmak istemiyor. Çünkü Avrupalılar açısından işin ucunda göçmen meselesi var. Ekonomi ve diğer maddelerin yanı sıra, Türkiye’nin elindeki en önemli kozu ve gelecekteki birçok şeyi belirleyecek olan bir mesele bu. AB’nin elindeki koz da, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olarak, en büyük yatırımlarının, ilişkilerinin, dünyaya açılan imajının, ekonomisinin, NATO üyeliğinin ve tüm bu konuların AB’den kopmaması ve bağımsız değerlendirilmemesi.”

‘TÜRKİYE’NİN BATI’YA YAPTIĞI SAVUNMA İNANDIRICI DEĞİL’

Alınan her AİHM, AYM kararının, her zaman ve her manada içtihat oluşturmadığını aktaran Aktan, bazen çok spesifik meselelerde, çok somut deliller varsa ve bu tür üst kurumlara başvurulmuşsa, kararların farklı şekillerde verilebildiğini ifade etti. KHK ve benzeri uygulamalar ile mağdur edilen kesimler açısından devletin söylediği gerekçelerin Batı’yı ikna etmediğinin altını çizen Aktan, şu değerlendirmelerde bulundu: “KHK’lar ve yüz binleri hatta aileleri ve etkiledikleri çevre ile beraber milyonları bulan mağduriyetler konusunda Avrupa ve dış dünyaya hiç alakası olmayan insanlar ile ilgili terörist oldukları, suç işledikleri, darbe girişiminde bulundukları söyleniyor. Dışarıdan insanlar bu kişilerin kim olduklarına baktıkları zaman karşılarına, hemşire, akademisyen, avukat, doktor, daha yeni doğum yapmış anne çıkıyor. Bu kişiler darbe girişimine finansal destek olmuş olabilir, propaganda yapmış olabilirler deseniz bile, elinizdeki bu konu ile ilgili somut deliller bir banka hesabı, bir aplikasyon kullanıcısı olma, gazeteye abone olma, çocuğunu belli bir özel okulda okutmuş olma gibi nedenlerden öteye geçemiyor. Belki Türkiye’de yaşayan insanlar açısından bu veriler çok net çerçeveler ve resimler çizebilir ama dışarıdan bakan biri için bunların hiçbiri tek tek veya toplu olarak bir suç unsuru değil. Hele ki bu banka devletin onayı ile açılmış resmi bir bankaysa veya bu okullar devletin desteğiyle, denetlemesiyle, imzasıyla onaylanmış ve izin verilmiş okullarsa daha da inandırıcılığını yitiriyor. Bu bahsedilen aplikasyonlar bizzat AK Parti içerisindeki insanlar tarafından desteklenmiş ve onlar tarafından da kullanılmışsa ve onlara hiçbir şey olmuyorsa, bu hiç ikna edici değil. Mesela onlar birinin damadıysa veya şu anda hâlihazırda milletvekili ise, belediye başkanı ise ve onlara bu tür yaptırımlar uygulanmayıp, bu insanlara son derece katı bir şekilde uygulanıyorsa, Batı’da buna göre bakıp, ikna olmadıklarını söylüyor. Burada çok açık bir şekilde içinde Marksisti, solcusu, sağcısı, muhalefete yönelik bir sindirme hareketine girişildiği değerlendirmesi yapıyorlar ve bir sürü insanın bu KHK’larla atıldığı görüyorlar, ikna olmadıkları söylüyorlar ve bunları da raporlarına koyuyorlar. Bu raporları Türkiye’nin önüne koyuyorlar ve Türkiye son üç senedir yaptığı gibi muhtemelen Avrupa Parlamentosu’nun raporunu geri iade edecektir.”

‘HAMBURG ZİRVESİ ÖNCESİ TÜRKİYE UYARILIYOR’

ABD’de Erdoğan’ın korumalarının pasifist eylemcilere saldırması sebebiyle Hamburg’da toplanacak G 20 Zirvesi öncesi havada bir tedirginlik olduğunu hatta durumun tedirginlikten öteye geçtiğini belirten Aktan, Türkiye’ye Zirve öncesi mesaj verilmek istendiği ve bir daha böyle bir olaya müsamaha gösterilmeyeceği görüşünde: “Batı dünyası, ABD, Kanada ve dünyada göreceli olarak daha demokrat ve özgürlükçü ülkeleri de katacak olursak, bu ülkeler Türkiye ve Rusya, Suudi Arabistan gibi birtakım ekonomik güçleri olan, jeostratejik konumları nedeniyle birtakım güçleri olan ülkelere bir mesaj iletmek istiyor. Bunun yapıldığı ABD örneğinde görüldü. Washington Haklar Bildirgesi’nin ilk kanunu olan hakaret etmek dâhil tüm ifade özgürlüklerini, insanların şiddet içermediği sürece protesto ve gösteri yapmak özgürlüklerini kapsayan maddelerin kabul edildiği ve çok önemsendiği simge bir yer. Türkiye’nin orada bu hakları ihlal ettiğini ve bunu yaparken de diplomatik dokunulmazlığın arkasına sığınıldığını, bu insanların beraberlerinde gelen korumaların adeta bunu kalkan olarak kullanıp, orada istedikleri her şeyi yapabileceklerini zannetmelerini gördükleri zaman tepki gösterdiler ve ortaya kötü bir durum çıktı. Dolayısıyla Türkiye’ye daha Hamburg Zirvesi başlamadan önce açık bir mesaj verilmek isteniyor ve artık bunlara müsaade edilmeyeceği, böyle bir şeyi tekrar denemeye kalkmaları halinde polisin korumalara müdahale edeceğibelirtilmek isteniyor. Bu uyarı sadece G20 Zirvesi için değil, muhtemelen bundan sonra yapılacak her türlü ziyaret ve görüşme için de geçerli olacaktır ve bu konuda geri adım atmayacaklardır. Çünkü bir kere geri adım atılırsa, ne olacağı Washington’da ortaya çıkmış oldu.”

‘BATI BU TARZ ARBEDELERE ARTIK MÜSAMAHA GÖSTERMEZ’

Washington’da yaşananların ilk olmadığını, daha önce BM’de de benzer arbedenin yaşandığını aktaran Aktan, Batı’nın bu tarz olayların önüne geçmek istediğini belirtti: “Bu örnek eldeki görüntüler nedeniyle çok net bir şekilde yansımış, çok açık bir şekilde yaşandığı için biraz tepki oluşturdu ama önceden de benzer olaylar yaşandı. 2009 yılında BM’de kavga çıkmıştı. O zamanlar Başbakan olan Erdoğan BM salonuna yanlış kapıdan girmek istediği için oradaki korumalar durdurmak istemişti ve orada da benzer arbede çıkmıştı. Hatta Bakanlar ve Milletvekilleri bu olaya karışmıştı. Başka yerlerde de gazeteciler ve korumalar arasında veya protestocular ve korumalar arasında bu tarz örnekler pek çok kez yaşandı fakat ABD’de daha önce yaşanmamıştı. En son Brooking’s Enstitüsü’nde benzer bir durum yaşanmıştı, bazı istenmeyen gazeteciler yaka paça dışarı çıkarmıştı ve orada da korumalara müdahale olmamıştı. Artık bu tarz olaylara müdahale edileceği mesajları veriliyor.”

‘YENİ HARİCİYE KADROLARI TEAMÜLLERİ BİLMİYOR’

G20’nin çok önemli bir zirve olduğunu ve bu zirvenin de buna göre güvenlik önlemleri olduğunu ifade eden Aktan, kişisel sebeplerle büyük krizlerin yalanmasını engellemek için konulan diplomatik kuralların Türkiye’nin yeni kadroları tarafından yok sayıldığını vurguladı ve hariciye geleneğini bilen kesimlerin dışlandığını belirtti: “Herkesin kendi güvenliği, koruması bu şekilde kendi hassasiyetlerine, iç politikasındaki toplumlarının hassasiyetlerine ve kendi meselelerine yönelik başına buyruk hareket ederse, bu zaten 16. yy’da diplomatik ilişkilerin ilk kurallarının konulduğu Westphalia’dan önceki duruma dönmek anlamına gelir ve savaşlar eskide bu düzensizlikten çıkıyordu. Çok basit hatalar, saygısızlık olarak algılanabilecek hareketler sebebiyle eskiden savaşlar çıkıyordu ve böyle olmasın diye, uslular zarar görmesin, insanlar ölmesini ekonomiler zarar görmesin diye Westphalia Anlaşması sonrası ilk uluslararası diplomatik kurallar getirildi. Dikkat edilirse, bu son dönemde bu kuralları çok iyi bilen, çok iyi uygulayan insanlar ‘Monşer, halktan değil’ denilerek, oldukça hakaretlere uğradılar, kenara itildiler ve ortam ‘milli irade üzerinden diplomasiyi yürütürüm’ üzerinden bunu yürütmek isteyen, bu kurallar boşuna varmış gibi bir algı yaratan birtakım kişilere kaldı. Dolayısıyla G20 gibi dünyanın en tepesindeki zirvede, bu tip olayların olması çok ciddi politik, siyasi belki de askeri skandallara ve çatışmalara sebebiyet verebilir.”
Sputnik

Star yazarlarının kavgası devam ediyor: Nasıl bir kibir bu!
24 Haziran 2017



"Erdoğan'la meseleni gizleyemiyorsun, sürekli ByLock’un 'delil' niteliğine saldırıyorsun"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü" ile ilgili olarak Star yazarları Ahmet Taşgetiren ve Ahmet Kekeç arasında başlayan tartışma devam ediyor.

Son olarak kendisine yönelik olarak "Yazımı sağduyu ile bir daha okumanızı istiyorum" diyen Taşgetiren'e Kekeç'in yanıtı "Nasıl bir kibirdir bu! Mecazlarla ve eğretilemelerle örülü, ancak belli bir kavrayış düzeyinin nüfuz edebileceği yazılar yazdığını mı zannediyorsun?" oldu.

Star yazarı Taşgetiren: 69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu; CHP tabanının ötesinde karşılık bulur

Ne olmuştu?

Ahmet Kekeç, "Star yazarı neyi destekliyor?" başlıklı yazısında Taşgetiren'in "adalet yürüyüşü" ile ilgili olarak kullandığı "69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu" ifadesine tepki göstermiş; "Yazık, hakikaten çok yazık" diye yazmıştı.

Yazılarının zaman zaman internet siteleri tarafından alıntılandığını belirten Taşgetiren'in, Kekeç'e yanıtı ise şöyleydi:

"Alıntılayanlar da kendi siyasi duruşlarına malzeme olacak şekilde cımbızlamalar yapıyor, yorumlar katarak kendi okuyucusu nezdinde bir 'Ahmet Taşgetiren imajı' oluşturmaya yöneliyor. Bunları önleme imkanım yok. Dün bu gazetede çıkan 'Star yazarı neyi destekliyor?' başlıklı yazı da böyle bir nitelik taşıyordu. Ona cevap vermeyeceğim. Sadece pazar günkü 'Yürüyüş' yazımı sağduyu ile yeniden okuyun diyebilirim okuyucularıma."

"Nasıl bir kibir bu?"

Taşgetiren'in "Bylock'çuların mağduriyeti üzerinden Kemal Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşüne destek verdiğini" iddia eden Kekeç ise bugün (24 Haziran 2017) yayımlanan yazısında şunları söyledi:

"Nasıl bir kibirdir bu! Mecazlarla ve eğretilemelerle örülü, ancak belli bir kavrayış düzeyinin nüfuz edebileceği yazılar yazdığını mı zannediyorsun? Nedir ki yani? Erdoğan’la “meseleni” gizleyemiyorsun, sürekli ByLock’un “delil” niteliğine saldırıyorsun. Bu kadar netsin!"

ETİKETLER
ahmet taşgetiren ahmet kekeç adalet yürüyüşü
T24

Muharrem İnce'den Adalet Yürüyüşü'nde açıklama: "Ferman sizinse yollar bizimdir”
24 Haziran 2017



CHP teşkilatlarının Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu´nun sürdürdüğü Adalet Yürüyüşü’ne desteği devam ediyor. Bursa’dan başlayan yürüyüş korteji Yalova’ya ulaştı. Aralarında Muharrem İnce´nin de bulunduğu Yalova teşkilatı yürüyüşü il sınırları girişinde devraldı.

CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, adalet ve herkesin mahkeme önünde eşit olmasını istediklerini belirterek, “Bu sıcakta insanlar arife günü sokaklarda, 40 dereceye yakın sıcakta asfalt kaynarken insanlar yürüyorsa, kendileri için yürümüyorlar. Çocuklarımızın geleceği için yürüyorlar ve bizi anlamayan birileri var. O birilerinin de vicdanı kararmış, cüzdanı kabarmış tipler onlar. Onlara diyoruz ki; ferman sizinse yollar bizimdir” dedi.

CÜZDANI KABARMIŞ OLANLAR ANLAMAZ

Gazetecilere Bursa-Yalova Karayolu üzerinde şehirlerarası otobüs terminali mevkiinde açıklama yapan İnce, vicdanı kararmış, cüzdanı kabarmış olanların kendilerini anlamayacağını söyledi. İnce, şöyle devam etti: “Öğrenciler; sınavlarda adalet var mı? Sorularınız çalınıyor mu? Çiftçiler; mazotta adalet var mı? Yatın mazotu ile traktörün mazotu aynı fiyat mı? İşadamları; ihalede adalet var mı? Devlet memurları size sesleniyorum; kamuda yükselmede adalet var mı? Ekonomide adalet var mı? Gelir dağılımı orantılı mı düzenli mi? Kabul edilebilir mi? Adliyede adalet var mı? Hakimin karşısına geçtiğinizde zengin-yoksul, sağcı-solcu, aynı muameleyi görüyor mu? Toplumun neresinde adalet var? Tuz koktu. Yargıya güven yerlerde sürünüyor. O adliyede görev yapanlara sesleniyorum; sizin ibret almak için Ergenekon ve Balyoz davalarının o kumpas hakimlerine, savcılarına bakmanız lazım. O Silivri mahkemelerinde insanları inim inim inletenler o FETÖ´cü hakim ve savcılar, ya kaçak şimdi ya da hapisteler. Onlara bakıp ibret almalarını istiyorum.”

Sadece adalet istediklerini ifade eden İnce, ” Biz torpil istemiyoruz. Biz Maltepe Cezaevi´ni basalım, Enis Berberoğlu´nu oradan çıkaralım gibi bir iddiamız yok. Herkes mahkeme önünde eşit olsun istiyoruz.

ADİL YARGILAMA HAKKI

Adil yargılanma hakkı istiyoruz. Hak arama özgürlüğü istiyoruz Yargının sadece kağıt üzerinde yazılı olduğu gibi değil, etkin olmasını bağımsız olmasını tarafsız olmasını istiyoruz. Bu sıcakta insanlar arife günü sokaklarda, 40 dereceye yakın sıcakta asfalt kaynarken insanlar yürüyorsa, bir kendileri için yürümüyorlar. Çocuklarımızın geleceği için yürüyorlar ve bizi anlamayan birileri var. O birilerinin de vicdanı kararmış, cüzdanı kabarmış tipler onlar. Onlara diyoruz ki; ferman sizinse yollar bizimdir” dedi.

Yürüyüşe CHP Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil, CHP İl Başkanı Özcan Özel ile kalabalık bir partili gurubu da katıldı.

Etiketler : adalet yürüyüşü, 9 gün, muharrem ince, dadaloğlu, ferman padişahınsa, yollar bizim, açıklama, bahçeli, pensilvanya, yanıtı, gerginlik, erdogan, tehdit, chp, çok sert açıklama

Haberartıturk

Karar yazarı Ocaktan: 2019, hiçbir parti için çantada keklik değil; AKP seçim öncesi koalisyona gidebilir
25 Haziran 2017



"2019 bir referandum değil, bütün partilerin katılacağı bir genel seçim"

Karar yazarı Mehmet Ocaktan, 2019'da yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleriyle ilgili olarak

Siyasi iktidarlar için de, muhalefet için de seçim dönemleri fevkalade önemlidir. Bu yüzden de bütün siyasal enerjilerini sandıktan yüzlerinin akıyla çıkmak için büyük gayret sarfederler. Bu demokratik yarışı başarıyla tamamlamanın en temel şartı ise siyasi partilerin vizyonları ve projeleriyle toplumu ikna etmelerine bağlıdır.

2019 seçimlerine henüz iki yıldan fazla bir süre var, ancak özellikle iddiası olan siyasi partiler şimdiden bu hedefe kilitlemiş durumdalar. Referandumdaki yüzde 49’luk ‘hayır’ı CHP’nin hanesine yazmak elbette doğru değil, onların da zaten böyle bir iddiaları yok. Ama sandık yaklaştıkça bu rüzgarı arkalarına almak isteyeceklerdir. MHP’nin ise zaten bu konuda bir iddiası olamaz, zira referandumda özellikle ülkücü camianın MHP’nin arkasında olmadığını göstermesi iddiasını da hayli zayıflatmış oldu. (..)

***

2019’da esas AK Parti’nin ne yapacağı önemlidir. Çünkü AK Parti bugüne kadar sayısız başarı hikayeleri yazdığı bütün seçimlerde toplumun önüne, gerçekleştirdiği demokratikleşme adımları, hukukun üstünlüğü ile ilgili tezleri ve ekonomik kalkınmadaki başarılarıyla çıktı.

Ancak 15 Temmuz ihaneti, hem siyasetin hem de toplumsal hayatın ahengini bozdu. En önemlisi de Türkiye’nin demokratikleşme ve özgürlüklerle ilgili hedeflerinin üzerine tabiri caizse zehirli gaz sıktı. Bir kere öncelikle bu konuda esaslı bir mıntıka temizliğinin yapılması gerekiyor. Zaten şu anda iktidar da bütün dikkatiyle bu temizliğe odaklanmış durumda. Darbeci artıklardan kurtulmanın başka bir yolu da yok.

Ancak kabul etmek gerekiyor ki bu yoğunlaşmanın gerek ekonomik, gerekse demokratikleşme hamleleri üzerinde negatif bir maliyeti var. Bir kere OHAL şartlarında yaşıyor olmak başlı başına bir problem alanı. Özellikle FETÖ temizliği açısından OHAL’in bir ihtiyaç olduğu muhakkak. Bu yüzdende sürmesi bir gereklilik olarak görülebilir. Ancak insanların böyle bir ortamda kendilerini nasıl hissettikleri son derece önemli. Yani toplumun bütün katlarında insanlar fikirlerini özgürce ifade edebiliyorlar mı, yargısal süreçlerde adaletin terazisi doğru işliyor mu? Özellikle OHAL’in uygulama safhasının vicdanlarda nasıl bir karşılık bulduğuna dikkatle bakmak gerekiyor.

Açıkçası ben, AK Parti’nin 2019’la ilgili hazırlıklar yaparken referandum sonuçlarını analize ilaveten mevcut hal ve gidişin toplumda ne tür bir karşılık bulduğunu, en önemlisi de demokratik değerler ve özgürlüklerle ilgili son dönemde oluşan negatif algıyı pozitife çevirmek için çok daha radikal tedbirler alacağı kanaatindeyim.

Çünkü 2019 seçimleri AK Parti açısından hayati bir öneme sahip ve zaman hızla ilerliyor. Eğer parlamenter sistem yürürlükte olsaydı, iktidar her halükarda garantiydi. Ama AK Parti zor olanı tercih etti ve yeni sisteme göre iktidar olmanın yolu artık 50+1’den geçiyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da olağanüstü kongrede 2019 gerçeğinin altını çizmişti: “Artık çıta yüzde 50+1’dir. Bunun ne kadar zor olduğunu önce cumhurbaşkanlığı seçiminde ardından 16 Nisan referandumunda gördük.”

***

Ayrıca unutmayalım 2019 bir referandum değil, bütün partilerin katılacağı bir genel seçim. Bir kere AK Parti’nin yüzde 50+1’i bulmak için ekonomide ve demokratikleşmede esaslı reformlar yapması gerekiyor. Belki bu da yetmeyecek ve seçim öncesi bazı partilerle ya da en azından bir parti ile koalisyon oluşturması gerekecek. Hasılı 2019 hiçbir parti için çantada keklik değil.
T24

Refahyol'un Devlet Bakanı Gürcan Dağdaş 'Adalet Yürüyüşü'nün 14. gününde Kılıçdaroğlu ile birlikte yürüyecek
27 Haziran 2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlunun başlattığı 'Adalet Yürüyüşü'nü anlamlı bulduğunu açıklayan Devlet eski Bakanı Gürcan Dağdaş, "Her şerde bir hayır var diyerek, 15 Temmuz şerrinden hayır çıkarmayı başarmak ve ülkemizde beliren negatif fotoğrafımızı ortadan kaldırmak için, Sayın Kemal Kılıçdaroğlunun başlattığı 'Adalet Yürüyüşü, yeni bir başlangıca kapı açsın diye dua ediyorum. Masumiyeti yeniden sergileyeceğimiz sahneyi, inşa etmek için daha ne olsun?" diyerek yürüyüşe katılacağını duyurdu.

Dağdaş, yürüyüş öncesi yaptığı açıklamada adalet için yürüyenleri de selamladı: "Hepimiz için iyi olan; huzur, güven, saygı, sevgi, özgürlük, itibar, adalet, refah değil mi? Selam olsun yürüyenlere ve yürüyenlere duygularıyla eşlik edenlere"...

DAĞDAŞ'IN AÇIKLAMASININ TAM METNİ ŞÖYLE:

"Kırdık, kırıldık, örselendik, umutsuzlandık, heyacanımızı kayıp ettik, rengimiz soldu, değerlerimiz silikleşti, inancımız sarsıldı, nefsimize boğulduk. Öldük, öldürdük, kanı savaşı kutsadık, barış sözelleşti, vicdan çürüdü, akıl; başka bir diyara göçtü, saygı sevgi bir yerlere saklandı. Yunus'lar, Mevlana'lar, Karacaoğlan'lar, Hacı Bektaşı Veliler söze bile düşmez oldu. Atamıza, mazimize, soyumuza sopumuza yabancılaştık, kadim kültürümüzü rafa kaldırdık...

Tıpkı yüreklerimiz gibi, Şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz betonlaştı, üretim sözde tüketim özde, madde ise tanrılaştı.

Adalet vicdanda yok oldu, cübbelide boşuna arandı, yöneten ceberutlaştı, yönetilen sustu ahmaklaştı.

Dindarımız münafıklaştı, dinsizimiz raydan çıktı..

Kazananımız huzursuz, kayıp edenimiz umutsuz, memleket ise toptan güvensizleşti.

Tüm bu olup bitenin üzerine, birde 15 Temmuz laneti geldi kapımızı çaldı. Ardından bu laneti vesile edip Firavunlaşan bir yönetimle baş başa kaldık.

Meşhur Mızıkayı Hümayunun kurucusu Donezetti Paşa, bizi tarif ederken;" garip bir millet, köşeye sıkıştığında her şerde bir hayır var diyerek kendilerini onarmaya çalışırlar" demişti...

Evet, her şerde bir hayır var diyerek, 15 Temmuz şerrinden hayır çıkarmayı başarmak, ve yukarıda tarif etmeye çalıştığım negatif fotoğrafımızı ortadan kaldırmak için, Sayın Kemal Kılıçdaroğlunun başlattığı ADALET yürüyüşü, yeni bir başlangıca kapı açsın diye dua ediyorum, zira yeniden başlamak o kadar zor değil!

Masumiyeti yeniden sergileyeceğimiz sahneyi, inşa etmek için daha ne olsun?...

Nedamet hepimizin kapısını çalmıyor mu?...

Kurtuluş savaşını, dökülen kanlarımızı, kurduğumuz Cumhuriyetin kıymetini, Irak ve Suriye felaketinin yansımalarını anlamak için, hale kör olmaya devam mı edeceğiz?...

Son söz;

Hepimiz için iyi olan; huzur, güven, saygı, sevgi, özgürlük, itibar, adalet, refah değil mi?

Selam olsun yürüyenlere ve yürüyenlere duygularıyla eşlik edenlere..."
Yurt Gazetesi

Adalet Yürüyüşü'ne yapılan zulümlere AKP'liler de isyan etti: Pislettiniz
27 Haziran 2017



Adalet Yürüyüşü'nün 13'üncü gününde provokasyonlara had safaya ulaştı. AKP'li belediye önce mola yerinde suları kesti, yürüyüştekilere yol boyunca küfürler edildi, en son da AKP 'li belediye Adalet Yürüyüşçüleri'nin kalacağı yerin önüne belediyenin kamyonu ile tezek döktürdü.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun önderliğinde, İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan Adalet Yürüyüşü 13. gününü geride bıraktı. Kılıçdaroğlu ve beraberindekiler bu gece Düzce kent merkezinde kamp kurdu.

Düzce'nin merkezinde Kılıçdaroğlu'nun kamp kurduğu alanın hemen yanındaki yola kamyonla hayvan gübresi döküldü.

Görgü şahitleri kamp alanının yanına dökülen gübrenin belediye tarafından döküldüğünü söyledi.

Hayvan gübresinden etrafa yayılan kötü kokunun kamptakileri etkilediği bildirildi.

AKP'LİLER DE İSYAN ETTİ

AKP'li bir yurttaş da AKP'li belediyenin yaptığına isyan etti. Cahilin birinin tezekleri döktüğünü belirten AKP'li yurttaş 'Başkanı aradım, temizleyeceğini söyledi ama yalan söylüyor. Ak Partinin bunlar zararına. Tayyip'in Düzce Belediye Başkanı hakkında gerekeni yapması gerekiyor. Düzce'yi pislettiler ifadesini kullandı.
Yurt Gazetesi

Abdullatif Şener: "Türkiye'de Cumhuriyet tarihinin en vahim adalet ihlalleri ile karşı karşıyayız"
28 Haziran 2017



CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun başlattığı Adalet Yürüyüşü'ne katılan Başbakan eski Yardımcısı Şener, KRT'de Çağlar Cilara'ya yaptığı değerlendirmede, "Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşüne destek vermek vatandaşlık görevimdir" dedi.

Yayına telefonla bağlanan Abdullatif Şener, Cumhuriyet tarihinin en büyük adalet ihlallerinin yaşandığını belirterek, Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşüne katılmanın vatandaşlık görevi olduğunu söyledi.

"Adaleti herkes istiyor ama herkes adaleti kendisi için istiyor" diyen Şener, "Adalet, partiler üstü bir kavramdır. Hatta, dinler üstü, uluslar üstü bir kavramdır. İnsanı bir kavramdır, evrensel bir kavramdır. Bütün hukuk düzenlerinin gerçekleştirmeye çalıştığı bir kavramdır. Adalet Yürüyüşü'ne katılışım Cumhuriyet Halk Partisi'ne destek verme maksadıyla değildir, doğrudan doğruya adalete ve adalet talebine destek vermektir. Türkiye'nin temel sorunu bu. Adaleti herkes istiyor ama herkes adaleti kendisi için istiyor. Halbuki sevmediğin insanlar için hatta düşmanların için adalet istemediğin sürece adalet kavramını içselleştiremezsin. 90'lı yılların sonunda başörtüsü yasakları vardı, başörtülülerin üniversitelerde okumayla ilgili hak talepleri vardı, hak talepleri vardı, adalet istekleri vardı. Ben o günlerde de o eylemlere katılıyordum. Meşhur el ele eylemleri vardı, Ankara'dan İstanbul'a gidip bu el ele eylemlerine katılmıştım.

Şimdi de Türkiye'de gerçekten Cumhuriyet tarihinin en vahim adalet ihlalleri ile karşı karşıyayız. Türkiye'de bu adalet yürüyüşünü eleştirenler de dahil hiçkimsenin hak hukuk ihlallerinin olmadığını söyleyecek halleri yok. 1 yıldır olağanüstü hal var, kanun hükmünde kararnameler çıkarılıyor, çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle on binlerce insanın idari tahkikat yapılmadan, adli soruşturma yapılmadan işine son veriliyor daha sonra çıkarılan bir kararname ile daha önceki kararnamelerde işine son verilenlerin bir kısmı yanlışlık yapılmış diye tekrar işe alınıyor. Kimin imzası var bu kararnamelerde; Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Adalet Bakanı imzası var.

Açıkça bu kararnamelerin, 'biz adaletsizlik yaptık, haksızlık yaptık, bu haksızlığı düzeltmeye çalışıyoruz ama hala yaptığımız haksızlıklar da var' demek istiyorlar. Yani Türkiye'de adalet vardır, yargı bağımsızdır ve adalet duygusunu gerçekleştirecek nitelikte işlemektedir diyebilecek hiçkimse yok. Vaziyet bu olduğuna göre adalet talebi çok önemli bir hadisedir. Hatta yeri gelir adalet talebi ekmek talebinin bile önüne geçer çünkü adalet iyi işlemediği zaman insanların yaşam hakkı da tehlikeye girer. Böyle bir durumda adalet istiyoruz diye yola çıkan Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşüne destek vermek vatandaşlık görevimdir" diye konuştu.

Kaynak: Habererk

Dilipak: İktidar ve servet bizi şımarttı; zalimlerden olduk, hani adaletten sapmayacaktık!
28 Haziran 2017



"Başımızda gelen felaketler, zaaf ve yanlışlarımızın sonucu"

Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Önce şunu itiraf edelim: İnni küntü minezzalimin (Biz zalimlerden olduk). Başımızda gelen felaketler, Şeytanın ve düşmanlarımızın hilelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucudur" dedi.

"Bakın 28 Şubat’ta zulüm vardır ve direndik. Ama bugün iktidar ve servet bizi şımarttı" diyen Dilipak, sözlerinin devamında şu ifadeleri kullandı:

"İşi ehline vermiyorlar, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana olup, zalime karşı çıkmıyorlar. Hani zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa, adaletten sapmayacaktık!"

Abdurrahman Dilipak'ın "Din elden giderse!" başlığıyla yayımlanan (28 Haziran 2017) yazısının ilgili bölümleri şöyle:

Bu milletin tarihi, kültürü, geleneği, “üs-sül esası” din-i Mübin-i İslam’dır.

Din elden giderse devlet de gider. Devletinizi kaybederseniz ne millet, ne memleket kalır, ne de bir düzen.. Sadece öbür dünyada Cehenneme gitmezsiniz, bu dünyanız da Cehenneme döner..

Bu sadece Müslümanlar için değil. Bu memlekette solcularınız, liberalleriniz, sekülerleriniz de kültürel aidiyet olarak “Müslüman”dırlar. Bu dini bir değer ifade etmese de böyledir.. Hristiyanlar, Marksistler bile öyle..

Türkiye’deki Ortodoksların ibadetleri, duaları, müzikleri, kültürleri büyük ölçüde İslam’dan etkilenmiştir.

Öbür taraftan baktığınızda, İslam düşmanlarının eline düşerseniz, Alevi- Sünni, Şii-Selefi diye bakmaz. Adına bakar, doğum yerine bakar. Nereden geldiğine bakar ve sizi affetmez. Bugün onları tabii müttefikleri gibi görseler de, yarın ellerine düştüklerinde ne olacağını görürler..

Türkiye düşerse Suriye’den beter oluruz ve son pişmanlık fayda vermez..

(..)

Önce şunu itiraf edelim: İnni küntü minezzalimin (Biz zalimlerden olduk). Başımızda gelen felaketler, Şeytanın ve düşmanlarımızın hilelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucudur. Şeytan ve onun askerleri, Allah’ın müttaki kullarına hiçbir zarar veremez. Biz “Allah’ın ipi”ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı. Ve biz kendi hakkımızdaki hükmümüzü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek..

(..)

Bakın 28 Şubat’ta zulüm vardır ve direndik. Ama bugün iktidar ve servet bizi şımarttı. Gücümüz ve servetimiz aklımız ve imanımızın önüne geçti. Sabrı ve şükrü bırakıp dünya malı, makamı için birbirimizle didişmeye başladık.. Hızla dünyevileşiyoruz.

Bakın Graham Fuller, 12 Mart sonrası bunun farkına varmıştı. Servet ve iktidarın Müslümanlar üzerindeki dönüştürücü gücünü görmüştü. Fetullah Gülen bu projenin ürünü olarak hayat buldu.

Evet “servet ve iktidar dönüştürücüdür”. Biz bu gücü, toplumu ve devleti, kendi inanç, tarih ve geleneğimiz doğrultusunda dönüştürmek için istedik. Ama bu güç, önce kendine sahip olanları dönüştürmeye başladı. Farkına varmadan dönüşüyor / dönüştürülüyoruz.

İktidar ve servet bizim “İsmailimiz” olabilecek mi? İşte asıl mesele bu.. Aklımız ve imanımız mı servet ve gücümüze yön verecek, yoksa servet ve gücümüz mü aklımız ve imanımıza yön verecek..

(..)

Elbette servet ve iktidara ihtiyacımız var, ama din, bunlara ulaşmanın basamağı olmamalı. Dini hedeflere varmak için bunlar basamak olmalı. Önceliklerimiz yer değiştirmemeli..

Bu işlere girerkenki düşüncelerimiz, bakış açımızla, bugün geldiğimiz yer aynı mı? Bana göre aynı değil.

Çile’yi yüceltiyorduk, şimdi “Haz”ı, dün “Tevazu”yu yüceltiyorduk, şimdi “kibir”le tanışıyoruz, dün “veriyorduk”, şimdi almaya çalışıyoruz. Dün ölümü ve ötesini düşünüyorduk, şimdi yaşamanın hazzı ve keyfini düşlüyoruz.. Müstekbirleri taşlarken, gün gelip bizim müstekbirleşeceğimizi hiç düşünmemiştik.. Kimi radikallerimize baksanıza nasıl savruluverdiler. Sorun şu: Bu sayı artarak devam ediyor. Bunu durdurmamız, geri çevirmemiz gerek.

(..)

İşin aslı şu: Kur’an-ı Kerim’in bize bir teklifi var, atalarımızın dininden Allah’ın dinine dönmek! Şunu görelim, Allah’ın dini yeri göğü, ölümü veya hayatı açıklar, bizim kimilerimizin yaşadığı din karı ile koca arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Allah’ın dini bizi kardeş yapar, ama öbür taraftan yaşanan dini bunlar düşman yapıyor, (..) İşi ehline vermiyorlar, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana olup, zalime karşı çıkmıyorlar. Hani zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa, adaletten sapmayacaktık!

Söyleyecek söz çok. Ama bugünlük bu kadar. Namaz kılalım ama yetimi de görüp gözetelim ki, amellerimiz boşa gitmesin.. “Ey iman edenler, iman ediniz” ayetinin bize verdiği mesajın üzerinde düşünelim.. Ramazan Bayramı’nı geride bıraktığımız bu günde, ramazanın ruhaniyeti, bereketi üzerimizde daim olsun inşallah. Kıyısına geldiğimiz ateş çukurunun kenarından kurtulmak için iş işten geçmeden bir şeyler yapalım. Allah’ın ipinden tutunalım ki, Allah’ın yardımı bize ulaşsın. (..)
T24

CHP'li Emir, Erdoğan'a açlık grevindeki eğitimcileri sordu: İnsanı​ öldürerek mi devleti yaşatacaksınız?
28 Haziran 2017



"Övündüğünüz o icraatlarla değil, iki insanın ölümünü durdurmamakla anımsanacaksınız"

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a, 112 gündür açlık grevinde bulunan eğitimciler Semih Özakça ve Nuriye Gülmen için kamuoyuna açık mektup yazdı.​CHP'li Emir, "Gülmen ile Özakça’nın durumunun, insani değerlerini yitirmemiş herkes tarafından kolaylıkla anlaşılacağını düşünüyüorum ve size soruyorum: İnsanı yaşatarak mı, öldürerek mi devleti yaşatacaksınız?" diye sordu.

CHP'li Emir'in mektubu şöyle:

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan;

Şahsınızın da konuşmalarında sık sık kullandığı, Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e nasihatlerinden “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü hatırlatarak mektubuma başlamak istiyorum. Bu nasihat, insan hayatının devlet yapısının temel taşı olduğunu; insanı çıkardığınızda ‘devlet’ denilen yapının çökeceğini kuşku götürmez şekilde ifade etmektedir. Ancak bu nasihatin, sizin tarafınızdan aynı içerikte kullanıldığına ilişkin ciddi kuşkularım söz konusu. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü hangi samimiyetle, hangi amaç için söylediğinizin test edildiği günlerden geçiyoruz. Eğitim emekçileri Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, başta şahsınız olmak üzere başında bulunduğunuz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin izlediği politikalar nedeniyle ne yazık ki ölümle karşı karşıya.

Akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ilan edilen olağan üstü hal (OHAL) kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) mesleklerinden uzaklaştırılan binlerce kişiden sadece ikisi. Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, uğradıkları haksızlığa karşı Ankara’nın Kızılay semti Yüksel Caddesi üzerindeki İnsan Hakları Anıtı önünde “İŞİMİZİ GERİ İSTİYORUZ” çağrısıyla 8 Kasım 2016 tarihinde oturma eylemine başlayan iki insan. Haklılıklarının bilinciyle işlerini geri isteyen eğitim emekçileri, geçen kış aylarının her gününde eylemlerini sürdürdü. Karşı karşıya kaldıkları muamele ise darp edilmek, gözaltına alınmaktı. Hükümet yetkilileri tarafından uzun süre muhatap alınmayan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın zamanla kararlılıkları görülünce, bu kez farklı bir senaryo sahnelendi. Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, bizzat sizin bakanlarınız tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, ‘terörist’ suçlamasına maruz kaldı. Kendilerinin ve ailelerinin emekleriyle kazandıkları işlerini geri istemekten başka talepleri olmayan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, eylemlerini açlık grevine dönüştürmek zorunda bırakıldı. Açlık grevlerinin Türkiye ve dünya kamuoyunda yankı uyandırması üzerine Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’ya reva görülen muamele ise tutuklamaydı. İki eğitim emekçisi, bu mektubu kaleme aldığım 28 Haziran 2017 tarihi itibariyle cezaevinde açlık grevlerinin 113’üncü gününe girmiş durumda. Kısaca aktardığım bu hak arayışını, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak sizin daha detaylı takip ettiğiniz umuduyla Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın son durumunu paylaşmak istiyorum. İki eğitim emekçisi yaşadığımız vakit itibariyle hayatta kalma mücadelesi verirken, vücutlarında kalıcı hasarlar oluşmaya başladı. Nuriye Gülmen’in boyun ve göğüs kaslarında yoğun ağrısı var, kas ağrısından boynunu hareket ettiremiyor, kollarını kaldıramıyor; içtiği bir yudum su bile gaz yapıyor, artık sıvı alımında zorlanıyor ve yataktan kalkamıyor. Semih Özakça’nın açlık grevinden kaynaklı kulakları tıkanmış durumda, kendi sesini dahi zor duyuyor; bacaklarında kas ve kalça kemiğinde yoğun ağrısı var; her iki gözünde batma hissi yaşıyor; boyun ağrısı çok fazla ve sürekli uzanma ihtiyacı duyuyor.

Nuriye Gülmen 36, Semih Özakça 28 yaşında iki genç ve hayatlarının baharında haklı oldukları bir mücadele uğruna ölümle yüz yüze getirildiler. Emin olun, tarih, bu iki insana yaşatılanları kara bir leke olarak sayfalarına alacaktır. O sayfalarda, dönemin devlet yetkilileri olarak başta siz ve başında bulunduğunuz partinin yöneticilerinin isimleri de altı çizili şekilde çokça yer alacak. Övündüğünüz o icraatlarla değil iki insanın ölümünü durdurmamakla anımsanacaksınız. Böyle anımsanmak istemiyorsanız, yukarıda da ifade ettiğim üzere kendinize düstur edindiğiniz “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı çerçevesinde, karşı karşıya kaldığımız bu insanlık ayıbına son verilmesi için zaman geçirmeksizin harekete geçmelisiniz.

Mektubumu, Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın durumunun, insani değerlerini yitirmemiş herkes tarafından kolaylıkla anlaşılacağını düşündüğüm için burada kesiyor ve size soruyorum: İNSANI YAŞATARAK MI, ÖLDÜREREK Mİ DEVLETİ YAŞATACAKSINIZ?

DR. MURAT EMİR

Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili

TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi

ETİKETLER
chp murat emir recep tayyip erdoğan açlık grevi semih Özakça nuriye gülmen
T24

DP Lideri Uysal'dan 1000 DP'li ile destek: Herkes için adalet
29 Haziran 2017



DP Genel Başkanı Uysal, 2015 yılındaki seçimlerde partinin sloganının da ‘Herkes için adalet, herkes için demokrasi, herkes için zenginlik’ olduğunu hatırlatarak CHP liderinin başlattığı yürüyüşe destek verme kararı aldıklarını ifade etti.
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Adalet Yürüyüşü”nün 14’üncü gününde yürüyüşe bin partiliyla katılarak destek verdi. Uysal, 2015 yılındaki seçimlerde partinin sloganının da ‘Herkes için adalet, herkes için demokrasi, herkes için zenginlik’ olduğunu hatırlatarak CHP liderinin başlattığı yürüyüşe destek verme kararı aldıklarını söyledi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Adalet Yürüyüşü”nün 14’üncü gününe, Düzce Kalıcı Konutlar yolu Cumhuriyet Mahallesi mevkiindeki kamp alanından başladı. Öncesinde açıklama yapan Kılıçdaroğlu, “Yürüyüşümüzün 14’üncü günündeyiz, yine güzel bir gün. Yürüyüşümüz her geçen gün daha bereketli, güzel hale geliyor” dedi.

Adaletsizliğe rıza göstermeyeceğiz

Düzce çıkışında devam eden Adalet Yürüyüşü’ne 14’üncü günde DP Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın yanında, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Sosyalist Enternasyonal Genel Sekreteri Luis Ayala, Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı Umut Oran da destek verdi. Kılıçdaroğlu’nun yanında yürüyen Gültekin Uysal, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüşe destek verdiklerini söyledi. Uysal, 2015 yılındaki seçimlerde partinin sloganının da ‘Herkes için adalet, herkes için demokrasi, herkes için zenginlik’ olduğunu hatırlatarak CHP liderinin başlattığı yürüyüşe destek verme kararı aldıklarını ifade etti. “Birilerinin müsaade ettiği kadar hukuka, demokrasiye, adalete rıza göstermeyeceğiz” diyen Uysal şöyle devam etti: “Türkiye'de eğer ana muhalefet lideri çıkıp ‘Ben adalet arıyorum’ diyerek yollara düşmüş ise, Türkiye'yi yönetenler şapkasını önüne koyup düşünmeli.”

Etiketler: adalet yürüyüşü, demokrat parti, gültekin uysal, kemal kılıçdaroğlu

Kaynak: yeni Asya

Perinçek’in ‘altın devri’
29 Haziran 2017



Star yazarı Ahmet Taşgetiren, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in “Dün binlerce Türk subayını ve Vatan Partisi yöneticilerini hapislere atan yargıdan, 70 bin FETÖ ve PKK mensubunu tutuklayan yargıya geldik. Perinçekleri ve Başbuğları tutuklayan yargıçlar ve savcılar, bugün Silivri’de yatıyor. Yargının altın devri değil de ne?” ifadesini eleştirdi.

Taşgetiren, “Bence Perinçek’in ‘altın devri yaldızlaması’nın altındaki malzemenin karatını doğru ölçmekte yarar var” diye yazdı. Ahmet Taşgetiren, “Perinçek yargıyı niye öptü?” başlığıyla yayımlanan (28 Haziran 2017) yazısının bir bölümü şöyle: “Bu hiç kuşkusuz anlamlı bir çıkış. Perinçek bu sözleri, “Acaba devletten tasfiye edilenlerin yerine Perinçek’in adamları mı sızıyor? Tasfiye kararları, FETÖ adı altında bütün dindar kadroların devletten tasfiyesi boyutunda ve Perinçek’in kripto adamları eliyle mi yapılıyor?” sorularının ortada dolaştığı bir zamanda söylüyor. Bizim camia, aslında Perinçek’in tavırlarına duyarlıdır, daha çok da tepkilidir, çünkü Perinçek’in sürdürdüğü bir ideolojik mücadele vardır, ama bu sözlerini nedense görmedik. Neden acaba?”
Yeni Asya

DAĞ NEREDE?
Gökhan YAMANGÜL
29 Haziran 2017

– Yeni Türkiye! Huuu!..

“İleri demokrasi” geldi mi?

– Geldi, geldi.

– Ne getirdi?

– Kan, gözyaşı, mahpusluk.

– Kime, kime?

– Yan gözle bakana, gıkını çıkarana.

– Daha kime?

– Adalete.

– Adalet nerede?

– Ağır Ceza Mahkemesine çıktı.

– Ağır Ceza nerede?

– HSYK kesti.

– HSYK nerede?

– Anayasa Mahkemesine düştü.

– Anayasa Mahkemesi nerede?

– YSK içti.

– YSK nerede?

– Beştepe’nin ardına saklandı.

– Beştepe nerede?


– İşte, o şimdilik yerinde duruyor.

Etiketler:
ADIMLAR DAĞ NEREDE? hayat İleri demokrasi sanat YAŞAM
Kaynak: adımlar dergisi

KESK Başkanı 'Adalet Yürüyüşü'nde: Şubelerimiz, adalet talebini Türkiye'nin bütün illerinde haykıracak



"Haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme ve zorbalığa karşı..."

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Başkanı Lami Özgen, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun "casusluk" iddiasıyla tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü"nün 16'ncı gününde korteje katıldı. Özgen, "Adalet; haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme ve zorbalığa karşı kamu emekçilerinin talebidir" dedi.

Özgen, "Türkiye’nin bütün illerinde KESK şubeleri, adalet talebini Türkiye’nin bütün illerinde haykıracak, hem adalet talep edecek, hem de bu yürüyüşe desteklerini ifade edecekler" diye konuştu.

T24'e konuşan Lami Özgen'in açıklamaları şöyle:

Aslında 15 - 16 gündür Türkiye’deki tüm yurttaşların adalet talebi yürümek suretiyle Türkiye’de dünya kamuoyuna yansıtılıyor. Biz KESK olarak 15 Haziran’dan Ankara’daki açıklamadan başlamak suretiyle bu yürüyüşün, bu adalet çağrısının ve talebinin aynı zamanda biz kamu emekçilerinin de talebi olduğunu ifade ettik.

Keza, haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme ve zorbalığa karşı kamu emekçilerinin hem iş güvencesinin hem ekonomik haklarının hem de demokratik haklarının talebidir. Türkiye’nin bütün illerinde KESK şubeleri, adalet talebini kanun hükmünde kararname ihraçlar gündeminde birleştirerek, Türkiye’nin bütün illerinde haykıracak, hem adalet talep edecek, hem de bu yürüyüşe desteklerini ifade edecekler.

Yine İstanbul’da son güne ilişkin geniş bir katılımımız olacak. Kendini ifade eden bir yürüyüştür. Aynı zamanda Türkiye’nin demokratik bir ülkeye evrilmesi , demokrasinin hayata geçmesi ve eşit özgür laik ve demokratik bir Türkiye ortak geleceği açısından da biz bütün muhaliflerin ortak birleşik mücadelesi için önemlidir.

ETİKETLER
chp kesk
T24

Çalışma hayatına ‘tırpan’: Erdoğan zorunlu haftalık izni kaldıran kanunu onayladı
01/07/2017

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, zorunlu haftalık izni kaldıran yasayı onayladı.

Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada şöyle dendi: “7033 sayılı ‘Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89’uncu maddesinin birinci fıkrası ile 104’üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir.”

Yedi gün çalışmanın önü açıldı

‘Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Kanunu’nda işçilerin haftada bir gün izin yapmasını zorunlu kılan kanun maddesi kaldırılıyor.

Gerekçe, sanayi işletmelerinin hafta tatili günlerinde çalışabilmek için belediyeden ruhsat almalarının getirdiği ek yükü kaldırmak.

Böylece işçiler haftada yedi gün çalıştırılabilecek.

İş güvenliği zorunluluğu başka bahara

Araştırma-geliştirme (Ar-Ge) personeli istihdam eden şirketin personelinin yüzde 10’unun maaşının 1700 lirasını Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı iki yıl boyunca ödeyecek.

50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan şirketlerde iş sağlığı ve iş güvenliği hizmeti işverenler veya işveren vekili tarafından yürütülecek. Bu sınıftaki şirketlere iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu 2020’ye ertelendi.
Diken

Dursun Çiçek: Hâkim ve savcılar baskıdan bıktı, AKP Genel Başkanı yargılanmaktan korkuyor
29 Haziran 2017



“Hâkim ve savcılar baskıyı iliklerine kadar hissediyor ve kurtulmak istiyor”

Ergenekon Davası sürecinde 4.5 yıl cezaevinde kalan CHP İstanbul milletvekili emekli Albay Dursun Çiçek, FETÖ yapılanması, Sözcü gazetesine yapılan soruşturma ve Adalet Yürüyüşü’ne ilişkin olarak konuştu. Çiçek, Adalet Yürüyüşü’ne adliyede de destek olduğunu belirterek, “Oradaki tüm hakim ve savcılar da bıkmışlar artık. İliklerine kadar bu baskıyı hissediyorlar ve bundan kurtulmak istiyorlar” dedi. Ayrıca, AKP Genel Başkanı ve Cumhurb
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 27, 2017 10:18 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Hzr 30, 2017 11:48 pm    Mesaj konusu: Erdoğan 'SADAT' ile Türk Ordusuna bunu yapmaya çalışıyor Alıntıyla Cevap Gönder

Avrupa’dan Adalet Yürüyüşü yorumu: Dünyanın en büyük eylemi yapılıyor
01 Temmuz 2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı "Adalet" yürüyüşü devam ederken, dünya basınının ilgisi sürüyor. İsviçre'nin en büyük gazetelerinden Blick, bu yürüyüş hakkında "Dünyanın en büyük eylemi" yorumunu yaptı.

Gazete okuyucularına Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü, “Türkiye'de muhalefet, Erdoğan'a karşı her geçen gün daha da büyüyerek yürüyor. 18.000 Türk, Ankara'dan İstanbul'a Erdoğan'ın politikalarını protesto için yürüyerek gidiyor“ alt başlıklarını kullanarak okuyucularına duyurdu.

Geniş fotoğraflara da yer veren gazete, Hindistan'ın efsanevi lideri Mahatma Gandi'nin 1930'da yaptığı 385 kilometrelik tuz yürüyüşünü hatırlattı ve bugün İsviçre'de başlayan Lozan- Genf arasında yapılacak yaklaşık 60 kilometrelik yürüyüşe de yer verdi.
Sozcu

Mehmet Tezkan: İktidarcı yazarlar kendilerini yırtsa para etmiyor
03/07/2017



Neymiş?

Adalet Yürüyüşü’nü; PKK, FETÖ, DHKP-C destekliyormuş..

Daha iyi ya..

Keşke destekleseler..

Keşke ‘adalet’ şemsiyesine sığınsalar..

Keşke bir kilometrelik Türk bayrağının altına girseler..

Keşke düşmanlığı bırakıp, kardeşliği seçseler..

Keşke, keşke, keşke..

İktidarcı yazarların yaptığı eski numara..

Referandum öncesinde de yaptılar; tutmadı..

Hayır diyen PKK’yla, FETÖ’yle, DHKP-C’yle aynı saftadır dediler..

Hayır demekle terörist olmayı eşitlediler..

23 milyon 777 bin kişi hayır dedi..

Türkiye’nin büyük illeri; İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Mersin, Adana hayır dedi.. Türkiye’nin denize bakan illeri; Muğla, Çanakkale, Aydın hayırda buluştu.. Türkiye’nin Avrupa yakasında olan illeri; Edirne, Kırklareli, Tekirdağ terörist damgasını iplemedi..

Adalet yürüyüşüne katılanlar da iplemiyor..

İktidarcı yazarlar kendilerini yırtsa para etmiyor..

Attıkları çamur, kitleleri durdurmuyor, korkutmuyor..

Adalet diyenler İstanbul’a geliyor..

Pirüpak..

Mehmet Tezkan’ın yazısının tamamı için: http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/mehmet-tezkan/
keske-feto-de-katilsa-pkk-da-2478096/

Ömer Dinçer: AK Parti’nin tutumu geçmişin mağdur ve mazlumunu hiç yansıtmıyor
03/07/2017



Şaşılacak bir şekilde AK Parti muhalefetin hamlelerini okumakta zorlanıyor ve eski başarılarını borçlu olduğu alışkanlıkla rakibini hafife alan bir strateji uyguluyor.

Ayrıca bu olay karşısında AK Parti’nin tutumu geçmişin mağdur ve mazlumunu hiç yansıtmıyor.

AK Parti kadrolarının bütün tecrübesi, niyet okuma karşısında söylemin, devlet gücü karşısında insan hak ve özgürlüklerinin kazandığıdır. Bu tecrübeye rağmen niyet okumak, “Adalet” diyen herkesi teröristlerle ve darbecilerle aynı cepheye itmek, eylemi küçümsemek ve itibarsızlaştırmaya çalışmak nasıl yorumlanmalı?

Üstelik özellikle kendi kadrosunun neredeyse hepsinin yargıyla olumsuz hatırası, bürokrasi karşısında uğradığı haksızlık varken, FETÖ davalarında masumların korunmasına hiç özen göstermeyen bürokratik muamelelerin hepsinin sorumluluğuna sahip çıkıyor.

Ömer Dinçer’in yazısının tamamı için: http://www.haberturk.com/yazarlar/omer-dincer/
1549863-ak-partinin-adalet-yuruyusu-ile-imtihani

Ümit Özdağ: Erdoğan 'SADAT' ile Türk Ordusuna bunu yapmaya çalışıyor
30 Haziran 2017

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ramazan Bayramı nedeni ile yaptığı açıklamada Ortadoğu’daki gelişmelerin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini ortaya koyan ifadeler kullandı. Erdoğan şöyle dedi: “Suriye ve Irak’ta oynanan oyunların, bölgede sahnelenmeye çalışılan kriz senaryolarının farkındayız. Ancak herkesin şu gerçeğinde farkında olduğunu umut ediyoruz. Türkiye, bu tür oyunlarla yutulamayacak kadar büyük bir lokmadır. Ülkemizi bu tarz tuzaklarla teslim alabileceklerini sananlara cevabımızı, bizzat yerinde, sahada vermekte kararlıyız. Toprak bütünlüğümüze ve milli birliğimize göz dikenler ile onların gönüllü ya da kiralık maşalığını yapanlar, hatalarını anladıklarında hepsi için çok geç olacaktır.” Erdoğan, ayrıca ABD’yi PKK/YPG’ye yaptığı askeri yardım ve işbirliğinden ötürü sert bir şekilde eleştirirken, NATO’nun da gözden geçirilmesini istemiştir. Erdoğan’ın açıklamalarından yola çıkılır ise kendisinin Türkiye’nin bütünlüğünü savunmak konusunda çok kararlı bir siyasetçi olduğu düşünülebilir. Ancak olaylar incelendiğinde Erdoğan’ın aslında açıklamalarında samimi olmadığını düşündürecek birçok husus var. Erdoğan bu tehlikeleri aşmak ve etkisizleştirmek için politikalar geliştirmek yerine sadece kamuoyunun tepkisini azaltacak açıklamalar yapmakla yetiniyor.

ERDOĞAN’IN BARZANİ’NİN BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU KARŞISINDA GERÇEK TAVRI NEDİR

Erdoğan’ın Irak’ta bahsettiği Türkiye’nin toprak bütünlüğü için karşı karşıya olduğumuz tehlike ile kastettiği herhalde 25 Eylül 2017’de Kuzey Irak’ta yapılacağı Barzani tarafından ilan edilen bağımsız Kürdistan referandumudur. Irak Türkmen Cephesi Yürütme Kurulu üyesi ve Erbil milletvekili Aydın Maruf Barzani’nin referandum açıklamasını yaptığı toplantıya katılmış ve kararını destekleyen bir açıklama yapmıştır. Aydın Maruf’un bu açıklamayı Ankara’nın onayı olmadan yapması mümkün değildir. Aydın Maruf’un ITC Genel Başkanı Erşad Salihi’nin açık bir şekilde karşı çıktığı referanduma Türkiye “evet” demeden “evet” diyemeyeceğine göre, Erdoğan’ın Barzani’nin bağımsızlık referandumu karşısında gerçek tavrı nedir? Türk Dış İşleri Bakanlığı 9 Haziran 2017’de yaptığı açıklamada bağımsızlık ilanının “vahim bir hata” olacağını söylemekle yetinmiştir. Ancak Türkiye’nin böyle bir hatayı engellemek için ne yapacağı konusunda hiçbir şey söylememiştir. Bu doğrusu Uganda Dış İşleri Bakanlığı’nın da yapabileceği bir açıklamaydı. Erdoğan’da yaptığı açıklamada Barzani’ni referandum kararına karşı çıkmış, “Kuzey Irak’ın bağımsızlığıyla ilgili adım atmak Irak’ın toprak bütünlüğüne bir tehdittir. Temenni ederdim ki bunlar istişare yoluyla yapılsın”demişti. Özetle, Erdoğan’ın da kesin bir “hayır” dediği ifade edilemez. Üstelik, Sözcü İ. Kalın’da 14 Haziran’daki açıklamasında gazetecilerin referandum kararına karşı yaptırım uygulanacak mı sorusuna şu cevabı vermiştir: "Şu anda gündemimizde böyle şeyler yok. Biz Bağdat'taki yetkililerle de bu konuyu görüşüyoruz. Onlarla konuşmadan yaptırım, sınır kapısını kapatma gibi tavrımız söz konusu değil." Bu cevap göstermektedir ki, AKP'nin referandumu engelleme gibi bir kaygısı yoktur. Hâlbuki Barzani'nin memur maaşlarını Türkiye veriyor, petrol Irak anayasasına aykırı olarak çıkartıp Türkiye üzerinden pazarlıyorlar. Bu ikisi üzerinden Türkiye Barzani'yi baskı altına alsa ortada referandum kalmaz. Üstelik Türk Dış İşleri Bakanlığı bağımsızlık referandumunun vahim hata olacağını açıkladıktan hemen sonra Erdoğan’ın başdanışmanı İlnur Çevik de “Herkesin devlet kurma hakkı vardır” diyerek, adeta bağımsızlık referandumuna onay vermiştir. İlnur Çevik'in, “devlet kurmak herkesin hakkı” açıklamasının devamında şöyle demektedir: "Elbette ki Türkiye’deki Kürtlerin de beklentileri olacaktır. Cumhurbaşkanımız bu süreç içerisinde açılım sürecini başlattı ama beklenilene ulaşılmadı. Kak Mesut ve Mahmut Celal bize bu çerçevede çok yardımcı oldu. Özellikle Kak Mesut bu süreci teşvik etti ama PKK bu süreci sabote etti. Er ya da geç Türkiye bu zorlukla karşı karşıya gelecek, kendi sınırları içerisinde yaşayan Kürt nüfusunun beklentilerini karşılamak zorunda kalacak."

İLKNUR ÇEVİK NEYİ KASTEDİYOR

İlnur Çevik Türkiye'deki Kürtlerin beklentisini karşılamak zorunda kalacak derken neyi kastediyor? Sonuç olarak, Erdoğan, Irak’ın bölünmesi tehlikesine karşı sert bir tepki bile vermemiş iken bu bölünmeden büyük endişe duyduğunu söylemesi inandırıcı değildir. Üstelik Haziran ayı başında Rusya’nın Kuzey Irak Yönetimi ile yaptığı petrol anlaşmasının sonucunda uluslararası piyasalara satılabilmesinin tek yolunun da Türkiye olduğu ve Ankara-Moskova ilişkilerinin son durumu dikkate alındığında Erdoğan’ın sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da bir girişimde bulunduğu söylenemez. Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletçiğinin kurulmasına karşı sert bir söylem kullandığı doğrudur. Erdoğan ABD’yi PKK/PYD’yi desteklediği için ağır bir dille eleştirmektedir. Peki, Erdoğan ABD’nin PKK/PYD’ye askeri malzeme sevki için İncirlik üssünü kullanmasını engellemeyerek, PKK/PYD’ye askeri malzeme sevk edilmesine dolaylı olarak destek vermeyi nasıl kabul edebilmektedir? “Eğer ABD’nin PKK/YPG ile ilişkilerinden bu kadar rahatsız iseniz neden NATO’nun İŞID ile mücadele adı altında Suriye’ye gelmesine ve PKK/YPG ile dolaylı ilişki içerisine girmesine izin verdiniz?” Erdoğan’a sorulan meşru bir sorudur.

ERDOĞAN NEYİ BEKLİYOR

Aynı biçimde Erdoğan’ın yakın müttefiki Barzani’nin bölgesi YPG/PYD’ye silah, cephane ve her türlü yardımın aktarıldığı asıl merkez konumundadır. Erdoğan’ın bu konuda Barzani üzerinde baskı kurmadığı da görülmektedir. Yani, YPG üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak baskı kurmak mümkünken sadece sözlere dökülen bir eleştiri olduğu, hiçbir sözün eyleme dönüştürülmediği görülmektedir. ABD’nin desteğiyle Rakka’da IŞİD’e karşı çatışan YPG/PKK’nın birçok zaafının bulunduğu dönemde Türkiye, Afrin’de, Tel Abyad’da ya da diğer bölgelerde zayıflayan bu örgüte karşı herhangi bir operasyona girmemesi de soru işareti yaratmaktadır. Erdoğan, neyi beklemektedir? IŞİD’i Rakka’da yendikten sonra YPG’nin terör eylemlerini Türkiye’ye yönlendirmesini mi? Fransız Cumhurbaşkanı bile “Beni kimse Beşar Esad’ın yerine geçecek kişi ile tanıştırmadı” diyerek, Esad’ı devirme politikasının yanlış olduğunu ve Fransa’nın Beşar Esad’ın Suriye’de varlığını kabul ettiğini açıklarken, Erdoğan neden hala Esad’ı devirme politikası izlemektedir? Esad’ın devrilmesi halinde Suriye’nin parçalanması ve PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kuracağı açık bir gerçek iken neden Erdoğan “Esad devrilsin” politikasını izlemeye devam etmektedir? Irak ve Suriye’deki muhtemel bir parçalanma, Türkiye için Kıbrıs’ı ve KKTC’yi bugün olduğundan da önemli bir hale getirecek iken artık Avrupa Birliği ile ilişkileri ölen bir Türkiye’nin KKTC’den asker çekmesi ve garantörlük anlaşmasını tartışmaya açması, Türkiye’nin milli güvenliğinin ciddiye alınmadığını göstermektedir. Kıbrıs’ta üzerinde uzlaşıldığı söylenen siyasal anlaşmanın Kıbrıs’ı Girit yapacağı açık iken Erdoğan hangi milli menfaatimizi savunmaktadır. Irak ve Suriye’nin bölünmesi sonrasında Türkiye’nin doğrudan tehdit altına gireceğini düşünen bir liderin, Erdoğan’ın içeride çok hızlı bir şekilde milli birlik ve beraberliği artıracak önlemler alması gerekir. Oysa, Erdoğan toplumu ayrıştırma, germeye ve düşmanlaştırmaya devam etmektedir. Kirli Referandum Türk toplumunu ağır bir şekilde ayrıştırmıştır. Bu süreçte Erdoğan’ın parlamenter demokrasiyi tercih eden kitlelere “darbeci”, karşıt “terörist”, “çukur” ifadeleri ile saldırması, vicdanlarda onarılmaz yaralar açmıştır. Kirli Referandum sonrasında Erdoğan’ın sıra “kültürel ve sosyal iktidarımızı kurmaya geldi” yaklaşımı, toplumu daha da derin bir ayrışmaya sürüklemektedir. Erdoğan’ın FETÖ karşıtlarını kendisine karşı olduğu için FETÖ’cü diye suçlaması, en çok FETÖ’ye karşı sürdürülen mücadeleye darbe indirmekte, “Erdoğan ile hiçbir konuda birlikte olunamaz” duygusunu güçlendirmekte, ayrışmayı derinleştirmektedir. Erdoğan’ın önümüzdeki günler atacağı adımların toplumsal ayrışmayı daha da derinleştireceği anlaşılmaktadır.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI RAPORLARINDA BİLE BU TEHDİT İFADE EDİLİYOR

Toplumsal ayrışma güçlenirken, Diyanet İşleri Başkanlığı raporlarında bile bu tehdit “Birlikte yaşama kültürünün geliştirilmesi gerekiyor” diye ifade edilmek zorunda kalınırken, Saray ve AKP çevrelerinden Erdoğan’ın taraftarlarının silahlandığı duygusunu verecek açıklamaların ısrarlar yapılması ve adımların atılması, toplumsal ayrışmayı bir iç savaş korkusuna dahi dönüştürmektedir. Biz kısım insanımız Türkiye’yi terk ederek başka ülkelere yerleşmeye başlamıştır. Önümüzdeki dönemde Türkiye’den ayrılan siyasi mültecilerin sayısı artacaktır. Sanal âlemde silahlanmış AKP’lerin görüntüleri dolaşmakta, Erdoğan’ın yakınları silahlandıklarını duyurmakta, Saray Arşiv müdürü Muhammed Şafi “Her eve bir otomatik silah ve 1000 mermi gerekiyor” demektedir. İç İşleri Bakanlığı 2017’nin ilk üç ayında sadece ruhsatlı silah sayısı artışının % 10 olduğunu belirtmektedir. Özel güvenlik şirketlerinin elemanlarına uzun namlulu silah verilmesi konusunda yetki Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınarak, valiliklere verilmektedir. Bütün bu gelişmeler yurttaşların önemli bir bölümünde “Bunlar bizi kıtır kıtır keser”korkusunu uyandırmaktadır. Üstelik Erdoğan’ın “Bunları yaparsanız iç savaş çıkar” diyen bir müsteşara “Çıkar ise çıksın ezer geçeriz” dediği Levent Gültekin tarafından yazılmış ve hiçbir yalanlama gelmemiştir.

ADNAN TANRIVERDİ, SADAT VE TÜRK ORDUSU

Irak ve Suriye’deki parçalanmanın ülkemizi daha ağır şartlar ile karşı karşıya getireceği açık. Bu durum Türkiye’nin güçlü bir askeri yapıya sahip olmasını gerektiriyor. Oysa önce FETÖ’ye Türk ordusunu içeriden çürüttüren Erdoğan, şimdi de TSK’yı, başkanı Erdoğan’ın askeri danışmanı olan emekli General Adnan Tanrıverdi’nin SADAT adlı askeri şirketi elemanları aracılığı ile parti silahlı kuvvetleri haline getirmeye çalışıyor. Orduyu partileştirmek, devleti yıkmak anlamına gelecektir. Irak ve Suriye’de parçalanma devam ederken, Türk ordusunun parti ordusu haline gelmesi, Türkiye’yi küçük ve yutulabilecek bir lokma haline getirecektir.
Irak ve Suriye’deki gelişmelerin ülkemiz için daha ağır tehdit haline gelmesini sağlayan bir hususta Suriyeli mülteciler meselesidir. Sayıları 4 milyona yaklaşan ve şimdiye kadar harcanan 30 milyar Dolar ile ekonomimiz üzerinde çok ağır bir yük oluşturan Suriyeli mülteciler meselesi, ülkemizin geleceğini çalabilecek bir faktör olmaya adaydır. İşsiz ve eğitimsiz, % 35’i post travmatik stres bozukluğu geçiren, her iki Suriyeli çocuktan birisinin klinik depresyonda olduğu bir mülteciler topluluğundan bahsediyoruz. Bunların geleceği, Ortadoğu’nun en büyük mafya ve terör örgütünün zeminini oluşturmalarıdır. İşte, Irak ve Suriye bölünür ise bizi yutamazlar diyen Erdoğan aslında,
1) Irak’ın bölünmesine ciddi bir tepki göstermemekte,
2) Suriye’nin bölünmemesi için gereken siyaseti izlememekte,
3) Milli birliği güçlendirmek yerine, toplumu ayrıştırmakta,
4) Ordunun içinde FETÖ’cü unsurları ayıklayarak milli ordu inşa edeceğine, orduyu AKP’lileştirmeye çalışmakta,
5) Suriyeli mültecilere dönecekleri bir ülke için çalışmak yerine, onları Türkiye için büyük tehdit oluşturacakları bir belirsizliğe itmektedir.

Sonuç olarak Erdoğan Türkiye’ye yönelik tehditlerden bahsederken izlediği politikalar bu tehditleri azaltıcı değil aksine artırıcıdır. Bu iyi bir gidiş değildir. Türkiye’nin milli güvenlik politikasını ciddiye alan bir yönetime ihtiyacı vardır. Yeni milli güvenlik politikasının temelinde milletimizi kutuplaştıran, yabancılaştıran politikaların yerine kucaklaştıran politikalar olmalıdır. İktidar milletin % 51’ini değil, % 100’ünü kucaklamalıdır. Hangi partiden olur ise olsun bütün yurttaşlarımız Türk Milleti’nin mensubudur. Hiçbir parti mensubuna sadece parti mensubiyetinden dolayı iyi veya kötü davranılmamalı, liyakat, işin ehli olmak esas olmalıdır.

BUNUN BEDELİNİ TÜRKİYE ÇOK AĞIR ÖDEMEKTEDİR

Bir milletler mezarlığı olan Anadolu tarihin en zor coğrafyalarından birisidir. Bu coğrafyada birçok devlet yıkılmış, bir çok millet tarihin tozlu yaprakları arasında kaybolmuştur. Anadolu’da bir devlet ve milletin bağımsız varlığı, milli birliğinin güçlü olmasına ve güçlü bir orduya sahip olmasına bağlıdır. Türk Milletini ayrıştıran, düşmanlaştıran politikalar derhal terk edilmelidir. Güçlü ordu ise ancak milli ordu olabilir. TSK’da FETÖ yapılanmasının önünü açmanın bedelini Türkiye çok ağır ödemektedir. Aslında bu konuda ülkemiz gerçek fatura ile karşı karşıya daha kalmamıştır. Ordu asla milli ordu niteliğini yitirmemelidir. Türk dış politikasında kişiler ve parti ideolojileri değil, Türkiye’nin milli çıkarları esas alınmalıdır. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyalarını birleştiren Türkiye bu üç kritik bölgeye barış ve istikrar ihraç etme çabası içinde olmalıdır. Anılan coğrafyalardaki düşmanlıklarda taraf değil, uzlaştırıcı niteliği ile ön plana çıkmalıdır. Ancak Ortadoğu’da sınırların değişmemesi konusunda Türkiye daha etkin ve aktif bir rol oynamalıdır. Suriye’de barışın ve üniter devletin tesis edilmesi için gerçekçi, Türkiye’nin milli menfaatlerini temsil eden politikalar benimsenmelidir. Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri ve döndükten sonra yerleşimlerine yardımcı olmak için etkin önlemler alınmalı, Suriye yönetimine yardımcı olunmalıdır. Özetle, Türkiye’nin hem içeride hem dışarıda barışa ihtiyacı vardır. Erdoğan’ın içeride ve dışarıda kavgacı karakterinin bedelini Türkiye ödemek zorunda kalmamalıdır.
Ümit Özdağ
Odatv.com

"Medyaya baskıdan rahatsızım" dedi, Star'dan ayrıldı
29 Haziran 2017



Star gazetesi yazarı Lütfü Oflaz son yazısının yayımlanmaması üzerine gazeteden ayrıldı.

Hükümete yakın Star gazetesinin yazarı Lütfü Oflaz, son yazısının yayımlanmaması üzerine gazeteden ayrıldı.

Lütfü Oflaz, Star gazetesinden ayrılmasıyla ilgili olarak sorular üzerine şu açıklamayı yaptı:

“'Terk etmedi vicdan beni' başlıklı yazımın yayınlanmaması üzerine Star gazetesinden ayrılma kararı almıştım. Yayınlanmayan yazımın sonuna olup bitenleri birkaç cümleyle anlatan, okurlardan da haklarını helal etmelerini isteyen bir bölüm ekleyerek, bu yazıyı yeniden Star gazetesine gönderdim. Bunu bir veda yazısı olarak yayınlamalarını istedim. Ancak bu da yayınlanmadı.”

İşte Lütfü Oflaz’ın Star gazetesinde yayımlanmayan o yazısı:

“Rahatsızım.
Murat Sabuncu’dan Turhan Günay’a, Musa Kart’tan Kadri Gürsel’e kadar gazeteci olarak bilip tanıdığım meslektaşlarımın hapiste olmasından rahatsızım.

Cumhuriyet gazetesinden Sözcü gazetesine kadar medyanın baskı altında olmasından rahatsızım.

Yargı kararı olmadan gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin, kısacası her meslekten kişilerin şucu bucu diye suçlanmasından rahatsızım.
İnsanların yazdıkları ya da dillendirdikleri fikirleri nedeniyle hapiste olmasından rahatsızım.

Kimilerinin kendilerini yargı yerine koymasından rahatsızım.

Şucu bucu diye suçlanarak hapse atılanların, çok uzun süre mahkeme önüne çıkartılmamasından rahatsızım.

Barışçıl yürüyüşlerin bile şucuların bucuların yürüyüşü diye suçlanmasından rahatsızım.

Görülmekte olan davalarda at izinin it izine karışmasından rahatsızım.

Arkası olana, dayısı olana, parası olana ayrıcalıklı davranılmasından rahatsızım.

Başta belediyeler olmak üzere, yolsuzluk, rüşvet söylentilerinin ayyuka çıkmasından rahatsızım.

Harun gibi gelenlerin Karun gibi olmasından rahatsızım.

İsrafta, gösterişte sınır tanımayan ABDestli kapitalistlerden, Süslümanlardan rahatsızım.

Bu ve benzeri rahatsızlıklarımı yazılarıma da yansıtıyorum.

Bu nedenle yazdığım gazetenin dahil olduğu yayın grubunun yönetimine rahatsızlık veriyorum.

Ama ben buyum.

Ve de hep buydum.

Hiçbir zaman başkaları acı çekerken “Bana ne” demedim.

Hiçbir dönemde “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demedim.

Hayatım boyunca acı çekenlerin yanındaydım.

Hayatım boyunca mazlum kim olursa olsun onun yanındaydım; zalim kim olursa olsun onun karşısındaydım.

Bu yüzden acı çektirenlerin tepkisini çektim.

Onlar tarafından hapsedildim.

Onlar tarafından ağır işkencelerden geçirildi zaten yaralı olan bedenim.

Bunlar yetmezmiş gibi, hapisten çıktıktan sonra da çok uzun süreler işsiz bıraktırılmak gibi bedeller de ödedim.

Hep zalimlerin karşısında, mazlumların yanında olduğum için çok ağır bedeller ödedim.

Ama bir an için bile zalimlerden aman dilemedim.

Aksine onların üstüne üstüne gittim.

Onun içindir ki bu ülkede darbeci zalimlerin tanklarının karşısına ilk dikilen kişi benim.

Onun içindir ki bu ülkede hukuksuz yargılamalara, yargısız infazlara, insanları insanlığından çıkartan zalim uygulamalara karşı ilk insan hakları kampanyasını başlatan benim.

Onun içindir ki yazdığım “Susma, sustukça sıra sana gelecek” gibi cümlelerle, insanları başkalarına yapılan zulümlere karşı suskun kalmamaya çağıran benim.

Onun içindir ki yazdığım “Susma haykır, zulme hayır”, “Zulme karşı direneceğiz; yılgınlık yok, direniş var” gibi cümlelerle, insanları zalimlere karşı direnmeye çağıran benim.

Zalimlerle çarpışa çarpışa bugünlere geldim.

Darbe dönemleri başta olmak üzere her dönemde ben böyleydim.
Zalim kim olursa olsun onun karşısında, mazlum kim olursa olsun onun yanında olan biriydim.

Bu yaşımdan sonra değişecek değilim.

Benim önemsediğim, kulak verdiğim tek ses vicdanımın sesi.

Uzun bir vicdan yürüyüşü benimkisi.

Bu yürüyüşte hiç terk etmedi vicdan beni.

Ben de vicdanımı terk edemem.

Vicdansızca yazıp çizemem.

Birilerinin hatırı için birilerine sövemem.

Evet, Lütfü Oflaz rahatsız!

Yönetim de Lütfü Oflaz’dan rahatsız!

Nitekim benden duydukları rahatsızlık had safhaya varmış olmalı ki, bundan önceki “Terk etmedi vicdan beni” başlıklı yazım yayınlanmadı.

Dahası, bugüne kadar yazdığım muhalif yazıların bana duyulan saygının gereği olarak yayınlandığı, ama böylesine muhalif yazılar yazmaya devam ettiğim sürece yazılarımın yayınlanmayacağı uyarısı da yapıldı.

Öyleyse artık veda zamanı.

Beni okuyup izleyenler, helal edin haklarınızı.”

Etiketler:
Star gazetesi yazar Lütfü Oflaz

Kaynak: Patronlar Dünyası

Dursun Çiçek: Hâkim ve savcılar baskıdan bıktı, AKP Genel Başkanı yargılanmaktan korkuyor
29 Haziran 2017



“Hâkim ve savcılar baskıyı iliklerine kadar hissediyor ve kurtulmak istiyor”

Ergenekon Davası sürecinde 4.5 yıl cezaevinde kalan CHP İstanbul milletvekili emekli Albay Dursun Çiçek, FETÖ yapılanması, Sözcü gazetesine yapılan soruşturma ve Adalet Yürüyüşü’ne ilişkin olarak konuştu. Çiçek, Adalet Yürüyüşü’ne adliyede de destek olduğunu belirterek, “Oradaki tüm hakim ve savcılar da bıkmışlar artık. İliklerine kadar bu baskıyı hissediyorlar ve bundan kurtulmak istiyorlar” dedi. Ayrıca, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 1 Kasım 2016 seçimlerine ilişkin olarak "400'ü bulun" sözünü hatırlatan Çiçek, "AKP Genel Başkanı yargılanmaktan korkuyor" dedi.

Sözcü gazetesinin bugünkü (29 Haziran 2017) nüsahasında Nil Soysal’ın Dursun Çiçek ile gerçekleştirdiği söyleşi şöyle:

– Silivri'nden çıkışınızın üçüncü yılında Türkiye adaleti arıyor. Büyük Adalet Yürüyüşü'nü nasıl yorumluyorsunuz?

2007'den ve sonra kumpas davalarını takip eden 2009'dan itibaren mağdur olan bir cumhuriyet aydını olarak hukuk ve adaletin ekmek, su kadar önemli olduğunu yaşayarak gördük. Vatandaşlarımızın çoğu bunu yaşamadığı için ne demek olduğunu pek anlamıyor ama başına gelenler, geçmişte bizi hedef alıp siyasi iktidarla ve FETÖ'yle beraber hakkımızda karalama yapanlar bugün “Siz haklıymışsınız” diyor. Biz de şimdi bir yandan yürüyoruz, bir yandan da milletimize diyoruz ki; adalet olmadan devlet olmaz. Adalet yoksa eğer o devlet baskıcıdır. O nedenle devlet adil olmalı. Yargı, yürütme ve yasama bağımsız olmalı. Yasama ve yargı üzerinde sarayın baskısı sıfırlanmalı. Türk Milleti, temeli adalet ve hukuk olan bir Türkiye Cumhuriyeti devleti istiyorsa geçmişteki gibi eksikleri giderilmiş bir anayasayla bu iktidardan kurtulunmalı. Çünkü bu iktidarın hukuk ve adalet diye bir niyeti yok. İşte bu Adalet Yürüyüşü'nün esas maksadı da 2019 seçimlerine kadar sarayın yargı üzerindeki baskısını en azından hafifletmek ve savcıların hukuka göre karar vermesi için gerekli olan siyasi ortamı yaratmaktır.

“Beraat istiyoruz”

– Adliyeyi de sıklıkla ziyaret ediyorsunuz. Orada yürüyüşe nasıl bakılıyor?

Adliyede de inanılmaz bir destek var. Çünkü oradaki tüm hakim ve savcılar da bıkmışlar artık. İliklerine kadar bu baskıyı hissediyorlar ve bundan kurtulmak istiyorlar.

– 21 Haziran'da yeniden başlayan Ergenekon Davası'nda dosyaların ayrılması ve İlker Başbuğ'a Yüce Divan yolunun açılmasını nasıl yorumladınız?

Mahkemenin ayırma kararı ilk adım olarak doğru kabul edilebilir. Çünkü Danıştay ve Cumhuriyet saldırısı gibi ağır suç içeren dosyalar var. Mahkemenin hakkımızdaki ikinci kararı mutlaka beraat olmalıdır. Başbakanlık'tan izin şartı yalnızca Genelkurmay Başkanı için geçerli ve izin için bir süre kısıtlaması yok. Başbakan isterse bu izni uzun süre bekletebilir. Bu durumda masumiyetimizin iadesi ve beraatimiz gecikir.

– İzin çıkmazsa ne olur?

İzin verilmemesi halinde davada hakkımızda beraat değil düşme kararı verilmiş olur. Bu kadar yıl yapılan haksızlığın karşılığı düşme değil mutlaka beraatle sonuçlanan bir yargı kararı olmalıdır. Beklentimiz İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dosyanın görülerek sürecin daha fazla uzamasının önüne geçilmesi ve hakkımızda en kısa sürede beraat kararı vermesidir. 8 yıldır devam eden mağduriyetimizi siyasilerin eline ve inisiyatifine bırakan ve Başbakan'dan izne bağlayan bir kararı Türk Milleti ve vicdanlar da asla kabul edemez. Böyle bir karar FETÖ militanlarının kurguladığı insanlık dışı kumpasın devam etmesi demektir.

“Korkuyorlar…”

– 15 Temmuz'un yıldönümüne sayılı günler var. Bu bir yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?

15 Temmuz'un arkasından 20 Temmuz, OHAL ve bu anayasa değişikliğiyle birlikte iktidar işlettikleri suçları bildiği için kendisini yargılanmaktan korumakla meşgul. En somut göstergesi de şu: 550 milletvekilinin yarısı olan 276'yı bulduğumuz zaman biz bakanları ve başbakanı yargılıyorduk suçlarından dolayı. Şimdi 50 vekil artırarak kafaları karıştırdı. 600 vekile çıktı. 600'ün yarısı 300 ama AKP Genel Başkanı “400'ü bulun” diyor. Niye? Çünkü yargılanmaktan korkuyor. Yani gece başlarını yastığa koyduklarında yargılandıklarını, Silivri ve Sincan'da cezaevine atıldıklarını görüyorlar. OHAL'i uzatmalarının nedeni de bu. Tek dertleri kendilerini korumak ve işledikleri suçlardan dolayı hesap vermemek.

Sözcü ve yazarlarının hakkını ödeyemeyiz

– Kumpasları sürekli yazan SÖZCÜ Gazetesi'ne FETÖ operasyonu yapılacağı hiç aklınıza gelir miydi?

SÖZCÜ gerçekten de bu hukuksuzluk sürecinde hep mağdurların sözcüsü oldu, hak ve hukukunu korudu. Ben hatırlıyorum da, ilivri'de yattığım dönemde açıklamalarımı en az 5-6 kez manşetine taşıdı. Benim açımdan çok daha özel bir durumu var SÖZCÜ'nün. Eşim bankacı… O dönemde Ankara'da çalışıyordu. Silivri'ye gidip gelmek kolay olsun diye İstanbul'a tayinini istemişti ama Ardahan'a sürüldü. SÖZCÜ bunu manşetten duyurunca, on binlerce kişi bankadaki hesabını kapattı. Baktılar ki bu iş pahalıya patlayacak, özür dileyip, eşimin tayinini düzelttiler. SÖZCÜ'nün ve yazarlarının hakkını ödemek mümkün değil. Yandaş medyanın FETÖ'yü övdüğü dönemde bu örgütün kirli çamaşırlarını manşetlerine taşıyan, hukuk ve adalet mücadelesi veren, bizlerin sesi olan SÖZCÜ Gazetesi'ne yönelik bu kumpası yakından takip ediyoruz. Her zaman yanınızdayız. Sonunda bugün nasıl FETÖ'nün medya ayağı yargılanıyorsa, bu 20 Temmuz darbesinin siyasi ayağı ve medya ayağı da yargılanacak. Bunun içinde SÖZCÜ'nün sahibine çamur atmak isteyen havuz medyasının şu anki mensupları da olacak.

"Sıkıştıkça baskı arttı"

– Gökmen ve Mediha bir ayı aşkın süredir içeride… Cezaevi koşullarını iyi bilen bir isim olarak, bize o koşullardan söz eder misiniz?

Cezaevi koşulları kumpas davalarında eğitimli ve devlet süreçlerine hakim insanların girmesiyle iki-üç kat iyileşti. Mesela Silivri'ye gittiğimizde sular akmıyordu. Sıcak su haftada bir gündü. Yemekler perişandı. Bilgisayar yoktu. Bunların hepsini mevzuata dahil ettirerek bir hayli iyileştirdik ama dört duvar arasına entelektüel bir insanı hapsetmek kabul edilebilir bir şey değil. Önümüzdeki hafta Enis Berberoğlu'nu ziyaret edeceğim. Cezaevi deneyimlerimi kendisine aktarıp, tavsiyelerde bulunacağım. Biz tutuklama beklemiyorduk. Anlaşılıyor ki iktidar sıkıştı ve sıkıştıkça da baskıyı artırıyor. Baskı arttıkça, hukuksuzluk artıyor. Bu da aslında kendi sonlarını hızlandırıyor. Çünkü seçimler yaklaşıyor. Adalet Yürüyüşü özellikle anayasa oylamasında parlamenter demokrasiye sahip çıkan “Hayır” grubunun iyice kilitlenmesine neden oldu. Saadet Partisi'nden MHP'li muhaliflere, HDP'den CHP'ye ve STK'lara kadar adalet yolunda Türkiye Cumhuriyeti'ni kurucu ilkeler ışığında ihya etmeyi hep birlikte başaracağız.
T24

CHP'den Erdoğan'a zor soru: 4 gün nerede saklandınız?
01 Temmuz 2017



CHP'li Tezcan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın adalet yürüyüşüne yönelik eleştirilerine yanıt verdi. "15 Temmuz darbesine direniş babanızın malı değildir" diyen Tezcan Erdoğan'a 15 Temmuz gecesi ve sonrasına ilişkin sorular yöneltti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adalet Yürüyüşü’ne dönük eleştirilerine CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan yanıt verdi. Yürüyüş sırasında gazetecilere açıklama yapan Tezcan şunları söyledi:

MİLLET KİMİN FETÖ AYAKÇISI OLDUĞUNU BİLİYOR

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı’nın adalet yürüyüşünden rahatsız olduğunu biliyoruz. Konuşmasında da germeye dönük adımlar atma niyetinde olduğunu anlıyoruz. Bizi ‘FETÖ ayakçısı’ diye tarif etmiş. Biz FETÖ’ye ‘çete’ derken onlar övgüler düzüyordu. Bu millet kimin FETÖ’nün ayakçısı kimin FETÖ’nin kıyakçısı olduğunu çok iyi biliyor. Ayakçı da kıyakçı da kendileriydi yıllarca. Bize yapışmaz, onların sırtından ise inmez.

MAJESTELERİNİN MUHALEFETİ DEĞİLİZ

MHP gibi muhalefet istiyor. Allah muhabbetinizi artırsın. Majesteleri muhalefeti yaratma çabasını iktidar açısından anlarım. Ama MHP yönetimi açısından anlamak mümkün değil. Biz majestelerinin muhalefeti olmaya soyunmadık. Biz iktidar olmaya talibiz. Bunun için de mazlumların sesi olmaya devam edeceğiz.

ERDOĞAN’IN NORMAL GÖZÜ DE KAPALI

Şehitlerin adını yürekten almadığımızı söylüyor. Erdoğan’ın gönül gözü kapalı, normal gözü de açık değil. Yoksa şehit ailelerinin burada yürüdüğünü görürdü. 15 Temmuz darbesine direniş babanızın malı değildir. O darbeye hep beraber direndik. Meclise bomba düşerken biz oradaydık.

HANGİ TANKIN ÜZERİNE ÇIKTINIZ

Devletin 3 uçağıyla koruma ordusuyla kendinizi koruyacaksınız. Sizin kendinizi korumanız hak ama ana muhalefet liderinin koruma önlemi alması haram. Böyle bir anlayış kabul edilemez. O zaman şunu sorarlar: Hangi tankın üzerine çıktınız. Var mı bir tankın üstünde fotoğrafınız gösterin. Ankara’ya neden 4 gün sonra geldiniz. 4 gün Ankara güvenli değil diye İstanbul’da nerelerde saklandınız. Benim genel başkanım ertesi gün Ankara’daydı.

MİLYONLAR YÜRÜYECEK

Sen neredeydin AK Parti genel başkanı? Devletin koruma ordusu seni koruyordu, neden gelmedin? Yenikapı’da doğru söyleyip Ankara’da şaşarak bu iş olmaz. Yenikapı’da teşekkür ediyordun. Ne oldu? Şimdi tehlike başladı, 2019 göründü, mazlumların sesi sokaklara döküldü, adaletin sözcüsü sokaklara döküldü, adaletin kılıcı Kılıçdaroğlu yola çıktı arkasından da onbinler yarın milyonlar yürüyecek. Bunun telaşı içindeler.

Yurt Gazetesi

Arınç damadını tehditle mi serbest bıraktırdı?
28 Haz, 2017

Ahmet Takan’ın Yeniçağ’da yayınlanan yazısının ilgili bölümü
Arınç’tan tehdit mi, yoksa tavsiye mi!..
………….

UYUŞMAZLIK MESLEĞİ TEHLİKEDE

Kulağıma gelen Saray fısıltılarına dalmadan önce hatırlatmalarla devam edelim. Kendisine uygulanan Saray medya ambargosu yüzünden çıkacak televizyon, derdini anlatacak gazete ve yandaş yazar bulamayan Bülent Arınç, damadı Ekrem Yeter FETÖ’den tutuklanıp serbest bırakıldıktan sonra Manisa’da bir mahalli televizyona çıkıp, aktif siyaseti bıraktığını tekrarlamış (!) daha önce Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Arabuluculuk Sistemi’nde çalışacağını ilan etmişti. Ankara Hamamönü’nde bir ofis açtığını ifade eden Arınç “O ofiste de, avukatlığı düşünmüyorum ama arabuluculuk yapmak istiyorum. 3 sene önce bir kanun çıktı. Hukuk uyuşmazlıklarında arabuluculuk kanunu diye. Yargıya gitmeden tarafları bir araya getirerek hukuk uyuşmazlıkları çözülebiliyor” demişti. “Kendine bu mesleği yakıştıran” Arınç, “eğitimini aldım talebeliğe döndüm, derslere girdim 100 üzerinden 86 aldım. Sonra mülakata girdim onu da geçtim şimdi belgem elimde” ifadelerini kullanmıştı. Bayram arifesinde çıkan bir KHK’yla da (691 sayılı) biri arabuluculuk diğeri bilirkişilik olmak üzere iki kanunda düzenleme yapıldı. Düzenlemeler ile terör örgütü ile irtibatlı olanların arabulucu veya bilirkişi olamayacağı yönünde hüküm getirildi. Bu düzenleme, terör örgütü bağlantıları nedeniyle ihraç edilenlerin bilirkişi ve arabulucu olmasını da engelliyor!..

ÇOK ETKİLİ BİRİNE BU MESAJI GÖNDERDİ

Şimdi gelelim Saray fısıltılarına. Bayram tatili süresince pek konuşuldu durdu… Peşinen belirteyim, bu iddiaya Arınç’ın cevap verip açıklık getirmesini beklerim. İddia o ki; “Bülent Arınç, damadı FETÖ’den tutuklanıp cezaevine girdiğinde çok etkili bir yeri aradı. Ve, ‘Eğer damadım serbest bırakılmazsa avukatlığını bizzat ben üstleneceğim…’ dedi. Arınç’ın bu şok mesajı vakit geçirilmeden Sarayın etkili noktalarında paylaşıldı. Vee, ardından da damat Ekrem Yeter, ‘ByLock bulunmadığı’ gerekçesiyle salıverildi.”
Ne kadar da “parsel parsel sattılar” sürecini anımsatıyor, değil mi?..
Bayramda tatil yapmayan (!) Saray ve siyaset kulislerinden devam edelim. Bir adet de derin fısıltı;

MELİH GÖKÇEK’TEN SÜRPİZ AÇIKLAMA BEKLENİYOR

Yenimahalle’de devam eden istişareler (!) neticesinde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in yakın vakitte “Bir daha aday olmayacağım” açıklaması yapacağı konuşuluyor.

Geniş çaplı Valiler kararnamesinin ardından, Ankara’da daha geniş çaplı bürokrasi operasyonu bekleniyor. Söylenenlere göre, binin üzerinde bürokrat yerinden olacak. Listeler hazır… Rutin yaz kararnamesini bu yıl çıkaramayan Dışişleri Bakanlığı hem İbrahim Kalın’ı hem de MİT soruşturmalarının tamamlanmasını bekliyor.

Kabine revizyonu için hâlâ geri sayılıyor. Çok ilginç!.. Adı sürekli “Gidici Bakanlar” listesinde geçen sonradan badem bıyık yapan ünlü bir Bakan (!), (ekonomi alanında) kapı arkası sohbetlerde, “Şimdilik durumu idare ediyoruz ama Eylül’de neler olur bilemem. Sıkıntı büyük” diye konuşuyor…
İlkKurşun

Sabahattin Önkibar: Tayyip Erdoğan bu sorulara cevap vermeli!
1 Tem, 2017



Türkiye 300 bin Körfez Arabını koruma adına Katar’a asker gönderirken, bağımsız Kürdistan için referandum diyen Barzani bağlamında edilen iki kuru laftan öte kılını kıpırdatmıyor.
Oysa kurulacak bağımsız Kürdistan’ın ilk hedefinin güneydoğumuzu kendine katmak olacağı aşikar.
Efendim ne yapılabilir ki demeyin, mesela Habur Sınır Kapısı kapatılabilir.
Mesela Türkiye üzerinden kanunsuz şekilde satılan Irak petrolünün satışı durdulabilir ki bu yapılırsa Barzani memuruna maaş bile veremez.
BARZANİ REFERANDUMU VE İLNUR ÇEVİK
Hayır bunlar yapılmayıp sadece basit bir demeç ile Türk kamuoyu uyutulmaya çalışılıyor.
Pardon ama Suriye’deki PYD-YPG’ye haklı olarak sert çıkan Tayyip Erdoğan Barzanistan’ın bağımsızlık restine neden yumuşak?
Yoksa iddia edildiği gibi işin içinde petrol hikayeleri ile büyük ihalelerin hatırı mı var?
Ankara neden ısrarla K.Irak Kürdistanı’nı imar ve ihya ediyor?
Elektriği niçin onlara kendi vatandaşına sattığı fiyatın yarısına verdi?
Neden Barzani’ye çark ettirecek tedbirler uygulanmıyor?
Bir dönem Barzani ve Talabani’ye çok yakın olan şimdinin Tayyip Erdoğan Başdanışmanı İlnur Çevik bu yumuşak politikanın neresinde?
ANKARA, SURİYE’DE NEYİN PEŞİNDE?
Gelelim Tayyip Erdoğan’ın PYD-YPG tavrına?
Meydan okuması iyi.
Keza ABD ile NATO’yu hedef alması yerinde.
Ancak bunlar lafta kalıyor.
Öyle çünkü ABD İncirlik Üssü üzerinden PYD’ye hala silah taşıyor ve Türkiye seyrediyor.
ABD’yi İncirlik’den çıkarmaz ve NATO’yu lafla değil somut adımlarla sarsmazsanız edeceğiniz sözün bir kıymeti olmaz ve ciddiye alınmazsınız.
Bugün bu durumdayız.
Ayrıca Türkiye’nin Suriye’deki siyasi hedefi hala meçhuldur.
Tayyip Erdoğan açıklamalı, Türkiye Suriye’de neyin peşindedir?
ESAD GİDERSE SURİYE KÜRDİSTANI
Beşar Esad asla ve kata yıkılamayacağına ve istenen ihvan iktidarı kurulamayacağına göre hala Beşar Esad karşıtı olmak hangi çıkar ve anlayışın sonucudur?
Hadise yoksa kişisel kin ve inat mıdır?
Değilse bu saplantı neden?
Hem Esad’ın varlığı Suriye’yi bir tutacak yegane formül değil mi?
Beşar yıkılırsa Suriye bölünmeyecek mi?
Suriye bölünürse kuzeyinde bir Kürdistan kurulmayacak mı?
Öyle ise Ankara’nın Esad’ı yıkması değil, ısrarla tutması gerekmiyor mu?
Tayyip Erdoğan bunları nasıl görmez ve gereğini yapmaz yani Esad ile barışmaz?

3.5 MİLYON SURİYELİ VE BAŞIBOZUKLUK

Bu arada 3.5 milyon Suriyeli’nin Türkiye’nin başına bela olduğu görülmüyor mu?
AKP iktidarı bunlar için ne düşünüyor bilen var mı?
Öyle hamasi Ensar lafları ile devlet gemisi yürümüyor.
İşte duvara dayandık ve övünülen bütçe bile açık vermeye başladı.
Yahu biz elin 3.5 milyon kaçkınına 30 milyar dolar saçacak zenginlikte miyiz?
Ve böyle bir tabloda Katar’a fedailik.
Biz Katar olayında kişisel davranıldığı kanaatindeyiz zira Katar’la özel ilişkiler sır değil.
Hülasa başı-bozukluk Türkiye’nin geleceğini fena halde tehdit ediyor.
Aydınlık

Balbay'dan Yürüyüş analizi: Her Şeyi satın alabilirsiniz ama vicdanı asla
01 Temmuz 2017



CHP İzmir milletvekili ve YURT yazarı Mustafa Balbay Adalet Yürüyüşü'ndeki izlenimlerini aktarmaya devam ediyor.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara'dan İstanbul'a başlattığı Adalet Yürüyüşü bugün 17'incı gününü tamamladı. CHP İzmir milletvekili ve YURT yazarı Mustafa Balbay Adalet Yürüyüşü'nün 17'incı gününe dair izlenimlerini kaleme aldı.

İşte Mustafa Balbay'ın yazısı:

HER ŞEYİ SATIN ALABİLİRSİNİZ

VİCDANI ASLA...

Adalet yürüyüşünün ortaya koyduklarından biri de halkın vicdanına kimsenin, hiçbir gücün hükmedemeyeceği gerçeğidir.

Toplumun tüm kesimlerinin katıldığı böyle bir yürüyüş filmi çekilse, yapımcılar bu kadar geniş bir yelpaze yaratmakta zorlanırdı. Bunu başarsalar bile izleyenler biraz abartı olmuş diyebilirdi.

Bunun pek çok nedeni var. Her şeyden önce adalet duygusu zedelenmiş çok geniş bir kesim bulunuyor.

Ailesinden bir kişi hapiste olanlar, elbet ilk akla gelenler...

Daha önce haksızlığa, hukuksuzluğa uğramış olanlar da bugün devam etmekte olan adaletsizliğe karşı yürüyüşte.

Büyük çoğunluk ise "birşey yapmalı" arayışındakiler. Bu kesim de kendi içinde gruplara ayrılıyor. 60 yaş ve üzerindekiler gençliklerindeki yürüyüşlerle karşılaştırıyor. "Özlemişiz" diyorlar... "Bizim taleplerimiz şunlardı" diye başlıyorlar... Bugünkü hukuksuzluğu geçmişle karşılaştırınca "böylesi görülmedi" diyorlar. Onlara şu sözü armağan ettik:

"Heyecan yaşlanmaz..."

Geniş kesimlerden biri de ilk kez böyle bir yığınsal eyleme katılmış olanlar.

Tümünün ortak konularından biri şu:

"Böyle bir eylem daha erken olmalıydı..."

Onlara şu karşılığı verdik:

"Bir Çin sözü var; en uygun zaman dündü, ondan sonraki uygun zaman bugün!"


***

Yürüyüşteki zenginliğin iktidar katındaki yankısı da zengin!

Çok şey söylüyorlar ama şunu diyemiyorlar:

"Bu memlekette adalet tıkır tıkır işliyor. Neden yürüyorsunuz?"

Bunun yerine şunları duyuyoruz:

"Adalet yolda aranmaz... Adalet aramanın yeri yollar değildir... Amaç adalet değil, başka bir şey... FETÖ'cüler de yürüyüşü destekliyor... Teröristler de yürüyüşün arkasında..."

Bütün bunlar işlemedi, adalet yürüyüşü çoğalarak ilerliyor...

İktidar yine de "yürüyüşü amacından nasıl saptırabilirim" arayışından vazgeçmemiş görünüyor.

İstanbul yaklaştıkça iktidar sağduyudan uzaklaşacak havası var.

Buna karşı yürüyüşte de sağduyu büyüyor.

Gergin, öfkeli, akıldışı tepkiler iktidar yanlılarında; hoşgörü, kucaklama yürüyüşçülerde...

Toplumu ayrıştırma, kendinden olmayan herkesi dışlama iktidarda yanlılarında; siyasi kimliğini bırakıp adalet arayan herkese saflarımızda yer var anlayışı yürüyüşçülerde...

Son olarak AKP sözcüsü Mahir Ünal 15 Temmuz etkinliklerinden en önemlisini şöyle açıkladı:

"81 ilde meydanlara yürüyeceğiz."

Bunca karalamadan sonra AKP'nin de yürüyüş kararı alması 15 Haziran'da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı adalet yürüyüşünün başarısıdır.
Halk deyince, örgütlü mücadele deyince sık vurguladığımız sözlerden ikisi şudur:

Örgütlü halk yenilmez, dünyada hiçbir güç halktan büyük değildir.

Hiçbirimiz hepimiz kadar güçlü değiliz.

***

Halk deyince, örgütlü mücadele deyince sık vurguladığımız sözlerden ikisi şudur:

Örgütlü halk yenilmez, dünyada hiçbir güç halktan büyük değildir.

Hiçbirimiz hepimiz kadar güçlü değiliz.

Bu iki söz 17. güne giren yürüyüşte bir kez daha ete kemiğine büründü.

Tıpkı 16 Nisan referandumundaki HAYIR kampanyasında olduğu gibi 15 Haziran yürüyüşünün de partisi partisi yok. Sahibi adalet arayanlar, daha huzurlu bir Türkiye isteyenler.

Halkın vicdanında kabul görmüş bir adım atıldı.

Bir kez daha görüldü ki; her şeyi satın alabilirsiniz ama, halkın vicdanını satın alamazsınız.

Vicdan biraz da öksürük gibidir; kimse onu içinde tutamaz...

18. güne selam olsun...
Yurt Gazetesi

Milli ve yerli çiftçi ve hayvancımızı sırtından vurdular
01 Temmuz 2017



Bakanlar Kurulu kararı ile et, canlı hayvan, buğday, arpa ve mısırda gümrük vergilerinin büyük oranda düşürülerek adeta milli ve yerli olan çiftçi ve hayvancılarımıza 'darbe' yapılmasına sert tepkiler geldi.

CHP Edirne Milletvekili ve Genel Başkan Başdanışmanı Doç.Dr. Okan Gaytancıoğlu ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar'ın dün yaptığı açıklamaların yankıları sürerken, Adalet Yürüyüşünün 17. gününe römorkuna 'Adalet' afişleri asan çiftçilerde katıldı.

'Bu çiftçiyi sırtından vuran bir kararnamedir'

'Tarımda İthalat Kararnamesi'ni değerlendiren CHP'li Gaytancıoğlu, 'Bu çiftçiyi sırtından vuran bir kararnamedir. AKP, çiftçiyi ve Türk Tarımını bitirmek istiyor. Bu şartlarda çiftçi üretim yapamaz. Çiftçimize hasat sevincini bile yaşatmıyorlar” dedi.

Haksızlığa uğrayan tüm kesimler gibi çiftçilerimiz için de yürüdüklerini belirten Gaytancıoğlu, ''Söz konusu kararname ile canlı büyükbaş hayvan ithalatında gümrük vergisi yüzde 135’ten yüzde 26’ya ve Karkas et ithalatında ise yüzde 100 ile yüzde 225 arasında olan gümrük vergisi yüzde 40’a indirildi. Besleme maliyetinin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede böyle bir karar hayvancılık sektöründe büyük bir çöküş yaratacak ve Türkiye hayvancılıkta daha çok dışa bağımlı hale gelecek” ifadelerini kullandı.

'Millilik, bu kararın neresinde?'

İktidarın, kaynakları yabancı ülkelerin çifçilerine aktardığını ve kalıcı çözümün ithalattaki vergileri sıfırlamakta olmadığını belirten Gaytancıoğlu, ''Çözüm, çiftçinin üretmesi için daha çok desteklenmesi ve aracıların ortadan kaldırılmasıdır. AKP, tam anlamıyla günü kurtarmaya çalışıyor. Fakat gelecekte üretmeyen bir Türkiye’nin sonucu ne olacak düşünmüyor. AKP, gelecek nesilleri düşünmüyor. 'Milli Tarım' diyorlar. Bende soruyorum, Millilik bu kararların neresinde? ” dedi.

'Fransız, Alman buğdayı ile ekmek yapmak zorunda kalırız'

Düzenlediği basın toplantısında sadece 'Gümrük vergisi indirimi' söyleminin bile piyasayı durdurduğunu belirten TZOB Genel Başkanı Bayraktar, ''Alıcı yoksa ne olacak? Elinde kalacak. Ucuz fiyattan elinden çıkarmaya çalışacak. Bu üreticinin mağduriyetidir. Bu da üreticinin ekimden uzaklaşmasıdır. Çiftçiliği bırakacak. Allah korusun. Gençler göç ediyor. Şimdi yaşlılara kaldı. Bayanlar ve yaşlılarla tarımı götürüyoruz. Bunlar da tarımdan çekilirse kim üretecek, bu ülkeyi kim besleyecek? Gençler kaçıyorlar tarımdan. Bu ülkeyi nasıl, kimle besleyeceğiz?” dedi.

Bayraktar'ın basın toplantısının satırbaşları şöyle;

-“Buğday ve arpada piyasa durdu. Dışarıdan giren bir mal yok. Gümrükleri düşüreceğim demeniz, bu söylem dahi yetti. O kadar zamansız bir söylem oldu ki; şu an tüccar piyasaya girmiyor. Üretici tedirgin ve bazı bölgelerde şu an alım satım durdu”

-“Buğday ve arpada fiyatların düşmemesi için TMO, geç kalmadan acilen müdahale alım fiyatlarını açıklamalıdır”

-“Bu gümrüklerle ithalat yapılırsa, sektör batar, üreticimiz üretimi sürdüremez. Geçmişte de bunu yaşadık”

-“Etki analizleri yapılmadan, tarım nasıl gümrük birliğine dahil edilir, gümrükler sıfırlanır? Ülkemizde tarım biter, Fransız, Alman buğdayı ile ekmek yapmak zorunda kalırız”

-“Girdi fiyatları yüksek, verim düşükken gümrük vergileri de indiriliyor. Çiftçimiz, bu şartlarda nasıl rekabet edecek?”

-“Tarım biterse, kırsalda yaşayan 20 milyon insanımız ne yapacaktır? 5-6 milyon insanımıza iş sağlayan bir sektör olan tarımda sürdürülebilirliğe zarar verilmemelidir”

-“Kendi çiftçinize vermediğiniz destekleri dünyada et üretimi yapan çiftçilere verirseniz, onların bayram yapmasını sağlarsınız... Bu bir hatadır. Bu yanlıştan da dönmek lazım…”

-“Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız, yetkisini kullanmalı, ithalat kontrol belgesi vermeyerek ithalatı önlemelidir”

-“Elma 6,5 kat, kuru kayısı 5 kat, kabak 3,9 kat, maydanoz 3,8 kat, salatalık 3,7 kat fazlaya tüketiciye satılmaktadır. Görüldüğü gibi üretici ve market fiyatları arasındaki makasta sorun devam ediyor”

Çiftçilerden de Adalet Yürüyüşüne destek

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’nün 17. gününe römorkuna 'Adalet' afişleri asan çiftçilerde katıldı.

'Mazot beşi geçti, ürün tarlada kaldı' çiftçiler de Adalet Yürüyüşüne destek verdi. Adalet Yürüyüşüne traktörü ile gelen bir çiftçi de römorkuna 'adalet' yazan afişler astı.

Anahtar Kelimeler: Okan Gaytancıoğlu Şemsi Bayraktar Adalet Yürüyüşü Çiftç iHayvan cıGümrük Vergisi Tarımda İthalat Kararnamesi AKP CHP Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye Ziraat Odaları Birliği CHP Edirne
Yurt Gazetesi

‘Adalet Yürüyüşü’ne katılan Aslı Erdoğan: Perde bizimle açıldı, şimdi yüz binleriz
01/07/2017



‘Terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla kapatılan Özgür Gündem gazetesi yazar ve yöneticilerine yönelik soruşturma kapsamında tutuklanıp ‘yurt dışı yasağıyla’ tahliye edilen yazar Aslı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’ne katıldı.

‘Tutuklamalar kronikleşti’

T24’ten Gonca Tokyol’un haberine göre Erdoğan şunları söyledi: “Yasal bir gazetenin danışma kurulunda ismim yer aldı. İsmimin yer almasından beş yıl sonra polis baskınıyla alınıp tutuklandım, dört buçuk ay cezaevinde yattım. Davam hâlâ sürüyor. Hukuku, aklı zorlayan bir iddiayla ben ve Necmiye Alpay tutuklandık. Bizden sonra da bu tutuklamalar kronikleşti.”

‘Bizimle açıldı perde’

“Bizimle açıldı perde” diyen yazar şöyle devam etti: “Şimdi her kesimden her yerden her çevreden her sosyal sınıftan adaletsizlik kurbanı olduğunu hisseden on binlerce yüz binlerce hatta milyonlarca insanız. İşini kaybedenler, mal varlığına el konulanlar, hapse atılanlar, yurt dışına çıkışı engellenenler çok büyük bir kesimiz. Cezaevinde yatınca bunu daha iyi anlıyorsunuz. Neden tutuklandığını anlayamayan onlarca insan vardı.”
Diken

IKBY'nin 'bağımsızlık referandumu'na AKP'den farklı sesler geliyor
01 Temmuz 2017



Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) 25 Eylül'de 'bağımsızlık' için referanduma gidecek. Ancak AKP içerisinde konuyla alakalı farklı sesler yükseliyor. Erdoğan ve hükümet yetkilileri referanduma karşı çıkarken AKP'den bazı isimler referandumun bir hak olduğu görüşünde

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) 25 Eylül'de 'bağımsızlık' için referanduma gidecek. Saray ve hükümet yetkilileri referanduma net olarak karşı çıkarken, AKP'li bazı isimler 'bağımsızlık referandumu' için 'Kürtlere tanınan bir hak' olduğu görüşünü ifade ediyor.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) 25 Eylül'de bağımsızlık için referandum düzenleyecek. Başta Bağdat yönetimi olmak üzere Saray ve hükümet yetkililerinin de net olarak karşı çıktığı referandum kararı için AKP içinden ise aykırı sesler gelmeye devam ediyor.

Referandum tarihinin ilan edilmesinin ardından Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada "Bunun vahim bir hata teşkil edeceğini düşünüyoruz. Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin muhafaza edilmesi Türkiye'nin Irak politikasının temel ilkelerinden biridir. Bu ilke bölgede kalıcı istikrar, barış, güvenlik ve refahın önkoşulları arasındadır" ifadelerine yer vermişti.

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise referandum tartışmalarına ilişkin "Kerkük'te milli bayrağın dışında ikinci bir bayrağın asılmasını kesinlikle yanlış buluyorum. Ve oradaki o bayrağın sahipleri şunu bilsinler ki bölücülük yapıyorlar. Bu yanlıştan dönülmesi çağrısında bulunuyorum. 'Kerkük bizimdir' diyerek böyle bir münasebetin içine girmeyin. Bedelini ağır ödersiniz. Hemen o bayraklarınızı indirin." demişti.

ENSARİOĞLU: REFERANDUMU KÜRTLERE TANINAN BİR HAKTIR, HERKESE DÜŞEN BUNA SAYGI DUYMAKTIR

Saray ve hükümet kanadından yapılan net açıklamalara karşın ilk çatlak ses AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu'ndan gelmişti. Ensarioğlu, 9 Haziran'da Erbil merkezli uydudan yayın yapan K24 televizyonuna yaptığı açıklamada bağımsızlık referandumunun Irak Anayasası’nda Kürtlere tanınan bir hak olduğunu da vurgulayarak, "Bağımsızlık kararı halk tarafından verilecek. Herkese düşen buna saygı göstermektir" dedi.

ATALAY: KİMSEDEN MÜSAADE İSTEMEK ZORUNDA DEĞİLLER

AKP içinden ikinci çatlak ses de AKP Ardahan Milletvekili Orhan Atalay'dan geldi. Atalay, K24'e yaptığı açıklamada referandumun orada yaşayan insanların kendi tercihlerini ve kaderlerini tayin edecekleri temel bir hak olduğunu vurguladı. Atalay şöyle devam etti: "O haklarını esas itibariyle istedikleri gibi kullanırlar ve bu haklarını kullanırken kendi komşularıyla bir görüş ve fikir alışverişinde bulunurlar ama kimseden müsaade istemek zorunda değiller."

AKP'deki bu çatlak seslere ilişkin Saray ve Hükümetten henüz bir açıklama gelmedi.
yurt gazetesi

Ahmet İnsel: Yakında Twitter’a ulaşımın yeniden kapanması belki gündemde olacak
01/07/2017

İktidar güçleri de biliyorlar ki, Adalet Yürüyüşü’nün esas başarısı, referandumda evet oyu verenlerin en azından bir kısmını etkilemesi, düşünmeye sevk etmesi, vicdanlarına dokunması olacak. Bu nedenle, muktedir ve çevresi, AKP seçmenlerinin sadece iktidarın bilinmesini istediğini ve onun istediği biçimde bilmeleri için oluşturdukları büyük medya gözetimini giderek daha sıkılaştırıyorlar.

İçinde Türkiye yönetiminin Suriye iç savaşında savaş suçu işlediği iddiasının yer aldığı bir yazı olduğu gerekçesiyle, Wikipedia’ya ulaşım hâlâ kapalı. Yakında Twitter’a ulaşımın yeniden kapanması belki gündemde olacak. Geçen günlerde bir mahkemenin aldığı, Amerikalı yorumcu Michael Rubin’in hesabının kapatılması kararı, Twitter yönetimine iletilmiş. Twitter yönetimi bu karara uymazsa, ki uymama ihtimali son derece yüksek, Türkiye başka bir mahkeme kararıyla yeniden bu sosyal medya ağına ulaşımı engelleyebilir.

Belki de Adalet Yürüyüşü’nün Maltepe’ye yaklaşması sırasında böyle bir karar bu bahaneyle yürürlüğe konabilir.

Ahmet İnsel’in yazısı: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/771459/Barisci__etkili_ve_medeni_bir_yuruyus.html

Çalışma hayatına ‘tırpan’: Erdoğan zorunlu haftalık izni kaldıran kanunu onayladı
01/07/2017



Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada şöyle dendi: “7033 sayılı ‘Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89’uncu maddesinin birinci fıkrası ile 104’üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir.”

Yedi gün çalışmanın önü açıldı

‘Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Kanunu’nda işçilerin haftada bir gün izin yapmasını zorunlu kılan kanun maddesi kaldırılıyor.

Gerekçe, sanayi işletmelerinin hafta tatili günlerinde çalışabilmek için belediyeden ruhsat almalarının getirdiği ek yükü kaldırmak.

Böylece işçiler haftada yedi gün çalıştırılabilecek.

İş güvenliği zorunluluğu başka bahara

Araştırma-geliştirme (Ar-Ge) personeli istihdam eden şirketin personelinin yüzde 10’unun maaşının 1700 lirasını Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı iki yıl boyunca ödeyecek.

50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan şirketlerde iş sağlığı ve iş güvenliği hizmeti işverenler veya işveren vekili tarafından yürütülecek. Bu sınıftaki şirketlere iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu 2020’ye ertelendi.
Diken

Motorcuların yolunu kesip, silahla tehdit ettikten sonra istifa eden, Tayyip Erdoğan'ın yeğeni ve koruması Ali Erdoğan görevine geri dönüyor
2.7.2017

Cumhuriyetin haberine göre, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yakın koruması ve yeğeni Ali Erdoğan İstanbul'da motorcuların yolunu kesip, silahla tehdit ettikten sonra, görüntüler ortaya çıkınca istifa etmişti. AKP'ye yakın isimler Erdoğan'ın sosyal medyadan fotoğrafını paylaşarak görevine geri döneceğini yazdılar.

MOTORCULAR İLE TARTIŞMA SONUCU

Ali Erdoğan’ın istifasına neden olan olayda bir grup motorcu, yolda giderken siyah renkli bir arabanın yol vermemesi sonucunda tartışma çıkmıştı. Araba motorcuların önünü kesince birkaç kişiden oluşan motorcu grubu da durmuştu. Erdoğan ve ekibi motorcularla tartışmaya girmişti.

BAGAJDAN SİLAH İSTİYOR

Görüntülerde bir motorcuya vuran Ali Erdoğan'ın küfür ederek diğer polise bagajdan silah çıkarmasını istediği görülmüştü.

Etiketler : erdoğan'ın yeğeni, ali, erdoğan, koruma, motorcuların, yolunu kesti, tehdit silahlı, istifa, geri dönüyor
Habererk

ODTÜ mezuniyet töreninde büyük protesto... Erdoğan'ın atadığı rektöre sırtını döndüler, konuşturmadılar
2.7.2017

ODTÜ’nün tarihi Devrim Stadyumu’nda gerçekleşen mezuniyet töreninde Rektör Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök protesto edildi. Öğrenciler “Ne sermayenin ne Rektörün, ODTÜ Bizimdir” pankartı açarken, yeni mezunlar da rektöre arkasını döndü.

Oylamada ilk sırada yer almamasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ODTÜ’ye rektör atanan Kök, bugün ODTÜ’de gerçekleşen mezuniyet töreninde konuşması sırasında öğrenciler ve mezunların tepkisiyle karşılaştı.

ODTÜ tarihinde bütçeden ek ödeme alan ilk rektör olduğu belirtilen Kök, öğrenciler üzerindeki baskıları arttırmakla da eleştiriliyordu. Rektör Kök törende konuşmaya başladı sırada, yeni mezunlar sırtlarını rektöre dönerken, tribünlerden ıslıklar ve alkışlarla Kök protesto edildi. Öğrenciler, “Ne sermayenin ne Rektörün, ODTÜ Bizimdir” pankartı açtılar.
Cumhuriyet

Doğu Perinçek: AKP gidiyor seçenek oluşturmak şart
21 Nis, 2017

AKP de artık farkında: Değerli dostum Musa Eroğlu’nun türküsünde söylediği gibi, “Yolun sonu görünüyor.”
AKP önümüzdeki Cumhurbaşkanı seçimini kazanamayacak.
AKP, önümüzdeki seçimlerde Meclis çoğunluğunu da kazanamayacak.
Peki kendiliğinden mi olacak bütün bunlar?
Siyasette kendiliğinden olan bir şey yoktur. Siyaset, iktidar mücadelesidir ve devlet yönetimidir. Siyaset süreçlerinde siyasal partiler vardır, örgütlü insan müdahalesi vardır.
Yolun sonunu AKP yöneticileri görmektedir, ancak vatansever güçler de görüyor mu? Çünkü onlar görmezse, bu yolun nerelere sapacağı belirsizdir.
TÜRKİYE HÜKÜMETSİZ KALMAZ
Önce şunu saptayalım: Türkiye hükümetsiz kalmaz. Dolayısıyla AKP iktidarının sonu göründü saptaması, tek başına yetersizdir. AKP iktidarının son bulması için, Türkiye’yi yönetecek bir hükümet seçeneğinin oluşması şarttır. Bu durumda, AKP karşıtlığı bir çözüm getirmiyor. Çözüm, AKP iktidarının yerine hangi hükümetin geleceğine verilen yanıttadır. O hükümet seçeneği oluşturulmadan, AKP iktidarı son bulmaz.
ABD’NİN HÜKÜMET SEÇENEĞİ
Atlantik emperyalistleri da durum saptaması yapmışlardır. AKP kendi hükümet seçeneğini oluşturma çabasındadır. Şu New York Times, Washington Post gibi gazetelerin yaptıkları çağrılar, en sonunda belli bir iktidar planının hizmetindedir.
ABD’nin kuvvetleri belli. En başta AKP’nin Abdullah Gül-Davutoğlu kanadı, PKK/HDP ve FETÖ var.
CHP yönetiminin “tanımıyoruz” iddiası ve Meclis’ten çekiliyoruz açıklaması da, ABD’nin iktidar projesiyle bağlantılıdır. CHP yönetimi gözü kapalı Tayyip Erdoğan karşıtlığı nedeniyle her aşamada Abdullah Gül ve Davutoğlu’nun yanında mevziye girdi. HDP ve FETÖ mağdurlarıyla iktidara gelme hayalleri de hangi iktidar planına katıldıklarını göstermektedir. Ne var ki, CHP yönetiminin CHP’yi bu yönde sürükleme şansı çok zor gözüküyor. PKK ile birlikte sokak çağrıları birkaç saat içinde bocalama yaratmıştır. CHP Sözcüsünün Meclisten çekilme iddiası da, yine CHP Grup Başkan Vekili tarafından yalanlanmıştır.
Atlantik hesapları içinde MHP’nin Meral Akşener kanadının bulunduğu da apaçık ortadadır. Devlet Bahçeli’ye karşı Meral Akşener’e umut bağlayanlar, niyetleri ne olursa olsun, kendilerini kısa süre içinde hiç istemedikleri bir planın içinde bulurlar. Ne kadar etkili olur bilemeyiz, ama bu uyarımız aynı zamanda Meral Akşener’in kendisinedir. Açıkça ortaya konmuş bir program ve stratejisi olmayan bir Devlet Bahçeli karşıtlığının savrulacağı yer bellidir. Umarız dönüşü olmayan bir eğilimin içine yuvarlanmamışlardır.
ABD’nin iktidar planı, hem AKP’deki, hem CHP’deki hem de MHP’deki bölünmeler üzerine kurulmuştur. Beklenti, gerçekçidir. Çünkü bu partilerin hepsinde Amerikancı ve FETÖ dostu kanatlar var.
ABD, iki ayakla yürüyor. Parlamenter yollardan olmazsa, başka yolları denediklerini 15 Temmuz 2016 gecesi gördük. Ancak ABD Gladyosu ezilmiştir ve silahlı güçlerini büyük ölçüde kaybetmiş bulunuyor. Buna rağmen çok şiddetli terör ortamları yaratarak, darbeyi TSK’nın kucağına bırakma planlarından da vazgeçmezler. Ne var ki TSK bu planlara hiçbir zaman teslim olmayacaktır.
MİLLİ HÜKÜMET SEÇENEĞİNİN PROGRAMI VE ZORUNLULUĞU
Millî Hükümet Seçeneği ise, planlarını Türkiye’nin önündeki program üzerine kurmaktadır. Önümüzdeki program bellidir, hepsi üç maddedir:
1. Vatan bütünlüğü, PKK ve FETÖ terör örgütlerinin temizlenmesi.
2. Üretim ekonomisine geçmek için öncelikle bir Millî Direnme Ekonomisinin inşası.
3. Komşularımızla birlik.
Bu program, Türkiye’nin önündedir, zorunludur ve uygulanacaktır.
Millî Hükümet Seçeneği bu nedenle gerçekçidir, ve kaçınılmazdır. Pratik açıdan bakarsak, o programı uygulayacak kuvvet yaratılacaktır.
Peki Millî Program için şu anda hangi güçler var.
En başta Vatan Partisi var. Partimiz, Millî Hükümet planının merkezindedir ve öncü kuvvetidir.
Vatan Partisi dışındaki güçlerin mevzilenmesini, yine Vatan Partisi’nin ağırlığı ve kararlı mücadelesi belirleyecektir. Türkiye’nin bu programdan başka çıkış yolu bulunmadığı için, Millî Hükümet seçeneğini oluşturacak güçlerin bir araya gelmesi kaçınılmazdır. Bu zorunluluk, bizim en büyük gücümüzdür. Yeter ki doğru siyaset izleyelim.
MİLLİ HÜKÜMET SEÇENEĞİ
Vatan Partisi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Millî Seferberlik çağrısının ertesi günü, Millî Seferberlik Hükümeti çağrısında bulundu. Milli seferberlik çağrılarla olmaz, bu seferberliğin örgütlenmesini yapmak, hükümetini kurmak zorundayız. Tek başına AKP’nin milleti kucaklamadığı ve kucaklayamayacağı şimdi çok daha açık görülüyor.
Vatan Partisi, Milli Seferberlik Hükümeti’ni HDP dışında hiçbir partiye kapatmadı. HDP, bu hükümetin içinde olamaz, ancak hedefi olabilir. Millî Seferberlik Hükümetinin görevlerinden biri PKK terörüne son vermektir. Mecliste PKK olamaz. Sokakta, dağda, bayırda, ovada PKK olamaz ve olmayacaktır.
Millî Seferberlik Hükümeti, bugünkü tabloda Vatan Partisi, AKP, CHP, MHP’nin katılımlarıyla kurulabilir. Elbette biliyoruz: Sayılan partilerin Atlantik planları içinde yer alan hizipleri Millî Hükümetin karşısındadır.
Bugün bu partilerdeki bunalım, Türkiye’nin çıkış yolundaki bunalımdır. AKP’nin, MHP’nin, CHP’nin bölündüğü gözüküyor. Bölünmelerin hepsi de, en sonunda Milliciler ile Atlantikçiler arasındaki saflaşma ekseninde biçimlenecektir. O nedenle ABD’nin planı da bu bölünme üzerine kurulmuştur, Millî Hükümet planı da. Bölünme biz istediğimiz için olmuyor. Vatan Savaşı, bu cepheleşmeyi zorunlu kılmaktadır.
CAN ALICI SORUN
Bu süreçte canalıcı sorun, şu anda AKP’nin Tayyip Erdoğan ağırlığına karşı tutumdur. PKK’nın ve FETÖ’nün üzerine yürüyen Tayyip Erdoğan’ı baş düşman kabul eden kuvvetler, kaçınılmaz olarak ABD planı içinde mevzileniyorlar.
Bu koşullarda, Tayyip Erdoğan’ı dışlayan bir hükümet, Millî Hükümet olmaz, ABD’nin planladığı hükümet olur. Bugünkü parlamento aritmetiği içinde veya yarın seçimle oluşacak parlamentoda, Tayyip Erdoğan’ı devre dışı bırakan planlar, hükümeti kime dayanarak kuracaklarını belirtmeliler. Belirtemiyorlar. Zaten bu gibilerin iktidar amaçları da yok. Kendilerini muhalifliğe kilitlemişlerdir. Sürekli yakınıyor ve ağlıyorlar. Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla kurulan planların nereye varacağını anlamayanlar, zamanla anlayacaklardır veya düşmanın kullanım alanı içinde kalacaklardır.
İçine girdiğimiz süreç erken seçimi de dayatabilir. Gerçi AKP, artık erken seçimden kaçıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı seçimini de, meclis çoğunluğunu da kaybedecektir. Ne var ki, ekonomik gidiş ve siyasal krizler, seçimi kaçınılmaz kılabilir. O zaman ortaya çıkacak tabloda da, Tayyip Erdoğan’ı dışlayarak bir Millî Hükümet seçeneğinin oluşmayacağı olasılığı ciddidir.
GERÇEKÇİ YARATICI VE CESUR OLMAK
İçine girdiğimiz sürecin öncelikli siyasal görevi, bir Millî Hükümet seçeneğinin oluşturulmasıdır.
Bu görev, hesap kitap işidir, dangul dungul tavırlarla yaratılamaz.
Öncü Parti, işte burada gereklidir ve tarihsel süreci belirler.
Vatan Partisi’nin diğer bütün partilerden farkı, Millî Hükümet seçeneğine yönelik karalı siyasetlerle bu hedefe yönelmesidir.
Gerçekçi, yaratıcı ve cesur olmak, her zaman olduğu gibi başarının şartıdır.
Bugün gerçekçi saptama şöyle özetlenebilir: Tek başına AKP yönetiminin sonu gözükmüştür. Ancak kurulacak Millî Hükümette, AKP’nin Tayyip Erdoğan kanadı da bulunacaktır. Tayyip Erdoğan’ı devre dışı bırakırsanız, ABD’nin planından başka bir çözüm bulunmamaktadır.
Yaratıcılık tek cümleyle: Millî Hükümet seçeneğini oluşturacak süreçteki taktik buluşlar ve esnekliktir.
Cesaret: Tayyip Erdoğan’a düşmanlığın sonuçlarını ortaya koymada gösterilecek cesarettir. Tayyip Erdoğan düşmanlığına kilitlenenler, ABD’nin iktidar projesinin piyonları olmaktan öte bir iş yapmıyorlar ve yapamazlar.
Hesap kitap dışı şapşallıklara hiçbir zaman itibar etmeyeceğimizi dost düşman herkes bilmelidir.
Tek başına AKP iktidarının son bulmasını isteyenler, içinde AKP’nin de bulunduğu Millî Hükümet seçeneği oluşturmak göreviyle yüz yüzedirler.
İlk Kurşun

Star'dan ayrılan Lütfü Oflaz: Durumdan AKP tabanı rahatsız
02 Temmuz 2017



İktidarın basına yönelik baskısını eleştirdiği yazısı Star’da yayımlanmayınca gazeteden ayrılan Lütfü Oflaz, “Haksızlıklara karşı tepki muhalefetle sınırlı değil. AKP tabanı da rahatsız” dedi. Nuriye Gülmen’lerle ilgili yazısından sonra Süleyman Soylu’nun aradığını söyleyen Oflaz, gergin geçen konuşmada Soylu’nun “Ağzımızın payını verdiniz” dediğini anlattı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Tem 28, 2017 12:06 am tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Tem 02, 2017 3:05 am    Mesaj konusu: Adalet talebine tezekle karşılık vermek rezillik Alıntıyla Cevap Gönder

Nihal Bengisu Karaca: Adalet talebine tezekle karşılık vermek rezillik
29.06.2017



Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü"nde konaklama alanına "gübre" dökülmesine tepki gösterdi.

Karaca, şunları söyledi:

"Haberi okuduğumda gözlerime inanamadım. İşin içerdiği rezillik, insafsızlık bir yana. 'Adalet yok' diyene 'Yalan söylüyorsun, ülkede adalet var' demek için seçilen yol, adamın yoluna tezek dökmek olduğunda doğal olarak sormak gerekiyor: E peki, şimdi bu kimin tezini doğruladı?"

Nihal Bengisu Karaca'nın "Adalet talebine tezekle karşılık vermek" başlığıyla yayımlanan (29 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş 15. gününde. Maalesef yürüyüşten daha çok dikkat çeken, bu yürüyüşü bir tehdit olarak algılayanların yaptıkları, söyledikleri. Şimdiye kadar sürekli olarak Kılıçdaroğlu’nun bozgunculuk çıkarmak için yürüdüğü yazılıp çizildi. FETÖ talimatıyla yürüdüğü iddia edilebildi. Darbeye çanak tutmak için yürüdüğü ileri sürüldü.

Oysa dışarıdan, objektif bir gözle bakıldığında sadece şunlar görüldü: Milyonlarca kez halktan kopuk olmakla suçlanan CHP Genel Başkanı, insanların iftar sofralarına oturdu, güzergâhındaki kimselerle bayramlaştı. Bozkurt selamı verene bozkurt selamı verdi. Bayramın ilk günü rahatsızlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçmiş olsun dileklerini iletti. Genelge yayınlandı, trafik akışının korunması için, yolları kapatmamak için araçların yol kenarına park edilmesi yasaklandı. En fazla 6 kişi yan yana yürüyebilir, o bile belirlendi. Polisin ve jandarmanın bütün ikazlarına uyulacak. Laf atanlara sadece alkışla karşılık verildi, ağız dalaşına girmekten kaçınıldı. Sadece Türk bayrağı ve “Adalet” yazılı pankart ve dövizler kullanılıyor. Yerli yersiz herkesin aklına gelen sloganı atması yasaklandı. “Alkollüydüm hatırlamıyorum” denmemesi için yürüyüş ve konaklama alanlarında alkollü içki yasaklandı. Kılıçdaroğlu bir ara, yani KHK ile işlerinden atıldıkları için açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için grevlerinin 109. gününde açıklama yaptı, “Grevi bırakın, hayatınıza kıymayın” dedi.

Şimdi insan haliyle şaşırıyor. Hemen herkesin malumudur zira; provokasyon ve anarşi isteyen bir akıl daha çok açlık grevi ve eylemsellik ister, kargaşaya giden kanalları kapatmakla değil, açmakla ilgilenir. Kavga eder, kavga çıkmıyorsa döner kendi bacağıyla kavga eder ve gerilimi artırır. Kılıçdaroğlu bunların hiçbirini yapmadı. Günün sonunda ne oldu? Adamın kaldığı yere, Düzce’deki konaklama alanına bir kamyon dolusu tezek döktüler.

Haberi okuduğumda gözlerime inanamadım. İşin içerdiği rezillik, insafsızlık bir yana. “Adalet yok” diyene “Yalan söylüyorsun, ülkede adalet var” demek için seçilen yol, adamın yoluna tezek dökmek olduğunda doğal olarak sormak gerekiyor: E peki, şimdi bu kimin tezini doğruladı?

DAHA MİLLİ GÖSTERMEZ

Nasıl oluyor da, hükümete yakın olan, hükümetle ittifak haline olanlara yakın olan CHP karşıtları, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünün aslında CHP’nin değil kendilerinin sınavı olduğunu anlayamıyor?

“Başkalarının demokratik haklarını kullanmaları senin yararına olmadığında tavrın ve tutumun ne oluyor?” testi bu.

Velev ki sana fazla gelen adalet, ona az geliyor, olamaz mı? Bu kadar mı tahammülsüzsün ve söz konusu adalet talebinin senin bu tahammülsüzlüğünden ileri gelebileceğini akledemiyor musun?

Ayrıca demokrasinin şiarı, iktidarın bir de muhalefeti olması gereği ise eğer, bir muhalefet partisi olan CHP’den ne bekleniyor, anlaşılır gibi değil.

Sahi Cumhurbaşkanı’na ve hükümet politikalarına ters düşmeyen bir muhalefet mi isteniyor? Böyle bir şey mümkün mü?

Bırakın CHP’yi, AK Parti ile açık bir ittifak ilişkisi içinde olan MHP bile “AK Parti ile ters düşmeme” beklentisini uzun vadede karşılamayacaktır, çünkü gerçekçi değil.

CHP’nin tevarüs ettiği ideolojiyi sevmeyebiliriz. Uzak ve yakın zamanlarda sergiledikleri ya da yanında durdukları haksızlıkları eleştiririz. Yüzlerce kez de eleştirdik. Öte yandan 17-25 Aralık’tan sonra giriştiği, “Şu paralel yapıyı azıcık da ben kullanayım” acullüğünü biliyoruz, kaç kez yazdık. Ama siyasi fırsatçılık ayrıdır, FETÖ’cülük ayrı. Elde sağlam delil olmadan CHP’yi FETÖ’cü addetmek ve yürüyüşü de FETÖ’ye bağlayarak kriminalize etmek kimseyi daha yerli ve milli göstermez. “Bize faydası olmayan muhalefeti istemiyoruz” kafasına sahip bir oportünist olunduğunu gösterir, o kadar.

adalet CHP FETÖ Kemal Kılıçdaroğlu bozkurt Cumhurbaşkanı habertürk İstanbul Haziran iftar
Biregün

Kulis: Yürüyüşün ilk gününden beri Saray çılgına döndü, Erdoğan araştırma yaptırıyor
29/06/2017



Yeniçağ gazetesinin Ankara kulislerine yakın yazarı Ahmet Takan, ‘Adalet Yürüyüşü’nün ilk gününden itibaren ‘AKP ve Saray koridorlarının’ çılgına döndüğünü ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yürüyüşle ilgili iki aşamalı araştırma yaptırdığını öne sürdü.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT TIR’ları davasında ‘casusluk’ iddiasıyla tutuklanmasının ardından adalet talebiyle Ankara’dan İstanbul’a yürüme kararı almıştı.

Erdoğan yürüyüşü “PKK, HDP, FETÖ’yle el ele kol kola” sözleriyle hedef almıştı.

Güvenpark’tan başlayan yürüyüş bugün 15’inci gününe girdi.

‘Sarayın ilk halkasında bulunan kaynaklarla görüştüm’

Takan, ‘Erdoğan yürüyüşü araştırıyor!..’ başlıklı yazısına “AKP ve saray koridorları ‘Adalet’ yürüyüşünün başladığı ilk günden itibaren çılgına döndü. Halet-i ruhiye, iftar yemeklerinde yapılan konuşmalarda tezahür etti. Sarayda toplantı üstüne toplantı yapıldı; ‘Nasıl gündemden düşürürüz’ diye.. Hakaretlerin ve belden aşağı tüm vuruşların kamuoyunda karşılık bulmadığı görüldü. Sinir ve kızgınlık katsayısı iyice arttı…” diyerek başladı.

Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesine karşı vereceği siyasi cevabın kulislerde yoğun olarak tartışıldığını aktaran Takan, “Sarayın ilk halkasında bulunan kaynaklarla görüştüm. Çok ilginç bilgilere ulaştım. Saray kaynakları, Erdoğan’ın iki aşamalı araştırma yaptırdığını söylediler” diye yazdı.

Yeniçağ yazarı dinlediklerini üç maddede özetledi:

“* Erdoğan, bazı gruplar üzerinden yaptığı sert eleştirilerin yürüyüşü kıramadığını gördü. Araştırma yaptırıyor, yürüyüşte hangi etkenler var ve bu etkenlerin rolü ne diye. Çıkan sonuçlara göre yeni bir strateji belirleyecek.

* Yürüyüş güzergahındaki tüm telefon görüşmeleri dikkatle takip ediliyor, kimlere nerelerden telefon geliyor ve nerelere telefonlar gidiyor diye. Yürüyüşün iç etkenlerinin yanı sıra dış etkenlerinin de üzerinde duruluyor.

* Bu araştırma sonucu veriler titizlikle analiz edildikten sonra Kılıçdaroğlu’na nasıl etkin bir cevap verileceği kesinleşecek. Belki de yeni bir Yenikapı mitingi olabilir…”
Diken

Bu tufandan sağ çıkacaksak ancak böyle çıkacağız
29/06/2017
HÜRREM SÖNMEZ

Adalet bakanı öyle demiş, “Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşünü samimi bulmuyorum.”

Son yılların en gözde ifadeleri içinde ilk beşe girer, ‘Samimi bulmuyorum.’

“Bunlar sahtekârdır, riyakârdır” filan demek yerine, “Samimi bulmuyorum” diyorsun, hem nezaketi elden bırakmamış, hem de karşındakini tek hamlede etkisiz ve değersiz hale getirmiş oluyorsun.

Yandaş takımının işlerine gelmeyen durumlarda, “Biz bunları samimi bulmuyoruz” demesinde hiçbir acayiplik görmüyorum, işleri o, meşrepleri de ona göre!

Aynı şekilde adaletle yakından uzaktan ilgisi yokmuş gibi görünen adalet bakanının da samimi bulmamasında bir anormallik yok. Zira samimi bulup “Haklılardır” demesi halinde teşkilatın başındaki kişi olarak “Adalet istiyoruz” nidâsıyla sokaklara dökülen insanlara verecek hiçbir yanıtı yok kendisinin.

Lâkin bu ‘samimi bulmayanlar’ topluluğu sadece iktidar yanlılarından oluşmuyor, iktidara muhalif ama bir elinde samimiyet testi, diğer elinde tatmin etmelere doyamadığı o muhteşem egosuyla dolaşan çok kişi var.

Ana muhalefet partisi ve liderini eleştiren hemen herkesle mutabıkım; ülkenin ana muhalefet partisi izlediği yanlış politikalarıyla, içinden söküp atamadığı kronikleşmiş hastalıklarıyla, eşitlikten özgürlükten yana duramayan, koşulsuz çekincesiz demokrasiyi savunamayan basiretsiz halleriyle bugünlere gelmemizde feci halde pay sahibidir… HDP’li siyasetçilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında siyasi iktidarla yan yana durmaktan, 15 Temmuz sonrasında Yenikapı fotoğrafına girmekten asla imtina etmeyenler, “Aman bize terörist derler” deyip Kürtlerle, solcularla yan yana görünmekten bucak bucak kaçtı. Ama heyhat yollara düştükleri gün terörist ilan edilmekten kurtulamadılar. Çok geç kalınmış, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, kendi canları yanmadan akıllarına adalet sözcüğü gelmemiş…

Hapsi kabulüm. Ama ‘Geciken adalet adalet değildir’ sözü gerçekten doğru mu?

Makbul olanı, hızla tecelli edenidir elbette ama aylarca suçsuz yere hapis yatan, ömründen ömür çalınan insanlara da bir soralım bakalım, geç de olsa geldiğinde adalet kıymetli midir değil midir? Mesela onlar da ‘Adalet’ diyerek bir adım atan birisiyle bilgisayarı başındaki müstehzi ve egosu yüksek arkadaşımız kadar rahat dalga geçebilecek mi acaba…. Yüzlerce gazeteci aylardır mesnetsiz, delilsiz iddialarla özgürlükten yoksun, HDP’li siyasetçiler politik faaliyetlerinden ötürü tutuklu, Ahmet Şık hapiste, Selahattin Demirtaş hapiste, korkmadan sakınmadan sözünü söyleyenlerin neredeyse hepsi şimdi hapiste… Hepimizin bildiği hakikat budur.

Elbette hepsi için ‘Adalet’ diyeceğiz, her kim olursa olsun ‘Adalet’ diyeni, adalet yerini bulsun diye bir adım atanı, haksızlığa uğradığını haykıranı, sesini çıkaramayıp olduğu yerde sessiz sessiz ağlayanı, velhasıl “Adalet istiyorum” diyen her kim ise onu, samimi bulmakla mükellef görürüm ben kendimi. Sonra eleştiririm, yanlış bulduklarıma itiraz ederim ama o yolunda yürüyebilsin diye, elinden tutar kaldırırım, elimden geliyorsa onun eksiğini tamamlarım. Çünkü adaletsizlik kaçamayacağımız, kafamızı öte yana çeviremeyeceğimiz en somut en yakıcı hakikattir bugün.

Adalet hakikatle başlar, önce hakikati söylemek, eğmeden bükmeden, kendimize yontmadan, kabahati başkasına yıkmadan… Haysiyetli bir insandan beklenen budur. “Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir” der Emile Zola. Biz bir saadet hayali bile olmadan yaşayan insanlara dönüştük bu ülkede.

Cem Terzi, alanında çok başarılı bir hekim. Kim bilir bugüne kadar kaç insanın hayatını kurtardı ve dün görevinden uzaklaştırıldı. Yıllarca emek vermiş saygın hocalar sorgusuz sualsiz kapının önüne koyuldular “Barış istiyoruz” dedikleri için. Ama iktidar sahiplerine sorsanız, “Samimi değiller, asıl gayeleri başka.”

İki eğitimci insan tutuklu ve açlık grevi yapıyor, bir eylem biçimi olarak açlık grevini olumlamayan taraftayım ama hepimiz buradayız, görüyoruz, ölüme gidiyorlar. Lâkin birileri onların eylemini hiç de samimi bulmuyor değil mi şu anda? Normaldir, çünkü bu ülke “Gizli gizli yiyorlar” diyen adalet bakanları, “Sahte oruç kanlı iftar” diye manşet atan gazeteler gördü. Ama o adalet bakanı bunları söylerken 100’ün üstünde insan öldü. Buyrun size hakikat.

Sur’da evleri dümdüz edilip sokağa atılan 40 bin insan aylardır evsiz, yurtsuz. Hakikat bu ama yargıya göre bu insanlar hukuka aykırı bir şekilde evlerinden edildikleri iddiasında ‘Samimi değiller’ ve yıkımlar hukuka uygun. Yerinden edilen 40 bin insan için adalet talep etmeyecek miyiz?

Bayramdan hemen önceydi, 80 yaşının üstünde bir kadın emekli maaşını çekmeye giderken panzerle ezildi… Kızkardeşi dedi ki, “Ablamı elbisesinden tanıdım, bana parçalarını toplattılar.” Hakikat budur; yaşlı bir kadını panzerle ezenden hesap sorulmayacağını bilmektir. Henüz 13 günlük Suriyeli göçmen bebeğin dün bizim yanı başımızda açlıktan ölmesidir, zorunlu askerlik yapan çocukların yedikleri yemekten zehirlenip ölmesidir hakikat ve bizim bu haberleri okurken hissettiğimiz acıdır samimiyet dediğimiz.

Döve döve öldürülen Ali İsmail’in annesi, Berkin Elvan’ın babası yürüyorsa, cezaevi çilesi Diyarbakır Cezaevi ile başlayıp bugün hala devam eden 80’ine varmış Ahmet Türk o yolda ise, senden benden daha az bildikleri ya da muktedirden vicdan ve adalet dilendikleri için değil, sen, ben hakikati göreyim, duyayım da omuz vereyim diyedir. Ürkmüş ve sinmiş şekilde sessizce evinde oturan ama bu olan bitene kahreden herkese “Korkma yalnız değilsin” demek içindir. Belki kötülerin peşine takılmış giderken, vicdanı ”Yanlış yoldasın” diyene başka bir yolun varlığını hatırlatmak içindir.

“Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır” diyen bir peygambere iman ettikleri halde “Adalet” diyene samimi bulmuyorum demekten, “Bunlar teröristtir” demekten hicap duymayanlar değildir onları görecek ve duyacak olanlar.

Eğer bu ülkede olan bitenler için samimiyetle üzüntü duyuyor, haksızlığa uğrayan her bir insan için ayrı ayrı öfkeleniyorsak, “Adalet” diyene “Şimdi mi aklın başına geldi” deyip gülüp geçemeyiz, iktidar sahipleri ne derse desin, biz “Samimi bulmuyorum” diyemeyiz, çünkü karşımızda yaşlı bir kadın panzerin altında kaldığında “Oh olsun” diyenler var ve onlar hislerinde çok samimi. Adalet için yürüyenin yoluna tezek dökenler, o yollarda tecavüze uğrasın da aklı başına gelsin diyenler bu temenniyle eğlenebilenler, br bebek öldüğünde “Ne işleri varmış gelmeselermiş, doğurup doğurup sokağa atıyorlar” diyenler var ve onlar öyle samimi ki! İşlerine geri dönmek için açlık grevi yapanlara kebap fotoğrafı gönderenler, Anayasa Mahkemesi talepleri reddetti diye düğün bayram edenler bunu öyle samimiyetle öyle içtenlikle yapıyorlar ki! Onlar öyle bir samimiyetle istiyorlar ki masum insanların bir daha gün yüzü görmemecesine hapislerde çürümesini…

Eğer hâlâ bir adalet inancımız, saadet hayalimiz kaldı ise bu ‘samimi’ kötülüğe karşı, yanımızdakine elimizi uzatacağız, hatasını günahını bilerek, kendi günahlarımızla da yüzleşerek ama samimiyetle ama kayıtsız şartsız herkes için adalet talep ederek…

Bu tufandan sağ çıkacaksak ancak böyle çıkacağız; küsüp kenara çekilerek, susup bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek, küçümseyip egomuzu tatmin ederek, hırsımızı öfkemizi birbirimizden çıkararak değil… Aksi halde “İlk taşı en günahsız olanımız atsın” demeye de fırsatımız olmayacak zaten.
Diken

Kazan’da villam var gidelim mi
01.07.2017

Adil Öksüz’ü gözaltında ziyaret eden Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca’nın, Tayyip Erdoğan’a yazılan taciz mektubu çıktı.

Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca’nın darbenin planlayıcısı Adil Öksüz’ü gözaltında ziyaret ettiği tespit edilmişti. Şimdi de Tayyip Erdoğan’a yazılan taciz mektubu ortaya çıktı...

Sözcü’den Veli Toprak’ın haberine göre, darbe girişiminin kilit ismi ve FETÖ'nün ‘Hava Kuvvetleri İmamı' Adil Öksüz'ü 16 Temmuz günü, gözaltına alındığı jandarma karakolunda ziyaret edip ayet okuyan Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca'nın adı taciz iddiasına da karıştı. Sarıkoca, Başbakanlık'ta Daire Başkanı olduğu dönemde BİMER'de çalışan bir kıza tacizde bulunduğu için dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'a şikayet edildi. T. G adlı kızın Erdoğan'a hitaben yazdığı mektup şöyle:

DİPLOMAMI ELİNİZDEN ALDIM

"Başbakanım ben Fatih Üniversitesi'ni derece ile bitirerek diplomamı elinizden aldım. 2011 yılında Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı'na BİMER elemanı olarak işe başladım. Daha sonra sizin Özel Kalem Sekreterliği'nizde görev aldım. Daire Başkanım Ali İhsan Sarıkoca ve diğer bürokratlarınız tarafından tacize uğradım.

AİLEM MSP'Lİ

Size ve partimize zarar vermekten endişe duydum. Çünkü bu yapılanlar sizin bilginiz dışında oluyor. Benim ailem Milli Selamet Partisi'nden bu yana bu davaya gönül vermiş ve partinizin çeşitli kademelerinde görev yapmışlardır. Durumu size anlatıyorum, bu dünyada ahirette sorumluluk size aittir. Bu ahlaksız tekliflere karşılık verenler hâlâ Başbakanlık'ta Anadolu Ajansı'nda, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nda baş köşelerde oturuyor.

KAZAN'DA VİLLAM VAR, GİDELİM Mİ

Daire Başkanı her misafiri geldiğinde beni odasına çağırıp misafirlerine beni gösteriyordu. Genel Müdür Kemal Ö.'yü bana İstanbul'dan bir işadamı gibi tanıttı. Misafiri gittikten sonra ‘Kemal seni çok beğendi onunla sevgili olacaksın her istediğini yapacaksın. Çok tanıdığı var, aklını kullanırsan sana oradan kadro verdiririz durumunun kötü olduğunu biliyoruz' dedi. Ben bağırmaya başlayınca ‘Karar senin o zaman işten çıkarırım' dedi. Amasya AKP Gençlik Kolları'nda görev alan kuzenim K. da yanımda idi, ağlayarak odadan çıktım. Ali İhsan başkan aradı. ‘Benim Kazan'da villam var, yeğenin K.'yı da al oraya sohbet etmeye gidelim' derken telefonu Kemal Bey aldı. ‘Ne düşünüyorsun ev mi, araba mı, kadro mu? Ne istersen vermeye hazırım' dedi. Ters cevaplar verince ‘Sana Ankara'da nefes aldırmayacağım, Başbakanlık'ta kalamayacaksın' dedi. 3 günlük rapor aldım, işe gitmedim. Raporum bitince istifa mektubu yazdım, başkana sundum ve odada ekibi………vardı. Onları görünce odadan çıktım. Ertesi gün eşyaları toplamak için işe geldiğimde Ali İhsan başkanın görevden alındığını duydum, dünyalar benim oldu…”

Odatv.com

Fethi Yılmaz: Hulusi Akar’ın ziyaret ettiği Akit yazarına görümce şoku
16.06.2017

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, dinci Yeni Akit yazarı Mehtap Yılmaz’ı hastanede ziyaret etmesi gündemde tartışmalara neden olmuştu...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, dinci Yeni Akit yazarı Mehtap Yılmaz’ı hastanede ziyaret etmesi gündemde tartışmalara neden olmuştu. Mehtap Yılmaz’a ilişkin gözlerden kaçan bir ayrıntı ise dikkat çekiyor. Daha önce FETÖ ile birçok bağlantısı çıkan Yılmaz’ın görümcesi Hümeyra Gür de FETÖ gerekçesiyle hakimlikten ihraç edildi. Hümeyra Gür, 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün sonra, 16 Temmuz’da HSYK 2. Dairesince açığa alınan ilk hakimler arasında. O zamanki adı HSYK olan HSK Genel Kurulu 24 Ağustos 2016 tarihinde 2016/426 Sayılı Kararı ile de hakimlikten atıldı.

EŞİ İLE İLGİLİ İDDİALAR

Dinci Akit gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz’ın görümcesi olan eski Hakim Hümeyra Gür’ün FETÖ gerekçesiyle meslekten ihraç edilmesi, akıllara Mehtap Yılmaz ve eşi Gaziantep Üniversitesi Rektörü Ali Gür’e ilişkin FETÖ iddialarını getirdi.

Mehtap Yılmaz ve Ali Gür’ün “FETÖ’cü olduğu”nu ilk dile getiren isimlerden biri AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’dı. Ali Gür 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminin ardından Gaziantep Üniversitesi Rektörü yapıldı. Gür, rektör yapılmadan önce, 17 Temmuz’da AKP’li milletvekili Şamil Tayyar’ın sosyal medyadan şöyle bir uyarı yapmıştı:

“Vakit Gazetesinin kripto paralelci yazarı Mehtap Yılmaz ve rektör adayı eşi Ali Gür'e dikkat. YÖK'ü uyarıyorum. Paralel yapının Diyarbakır'da imamlığını yapan Ali Gür, sahte FETÖ karşıtlığıyla Gaziantep'te rektör olmaya çalışıyor. Ey YÖK sakın ha.” Şamil Tayyar’ın bu mesajlarından iki hafta sonra Ali Gür’ün Gaziantep Üniversitesi’ne rektör olarak atandığı Resmi Gazete de yayımlandı.

GİZLİ TANIKLARIN İDDİALARI

Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’na FETÖ soruşturmaları kapsamında ifade veren gizli tanık “Dünya” da, Ali Gür’ün FETÖ’cü olduğuna dair iddialarda bulunmuştu. Gizli tanık “Dünya” Ali Gür’ün FETÖ’nün Tıp imamı ve sohbet hocası olduğunu öne sürmüştü. AKP’li vekil Şamil Tayyar da sosyal medya hesabından gizli tanık “Dünya”nın ifade tutağını paylaşarak, “Gizli tanık Dünya, GÜ Rektörü Ali Gür için tıp imamı ve sohbet hocası dedi. Ses yok. Savcılıkta koruyan FETÖ'cü kim?” şeklinde mesajı atmıştı.

Yine 24 Temmuz’da Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) darbe girişimiyle ilgili soruşturma kapsamında tutuklanan Dicle Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç ile Ali Gür’ün ilişkisi dikkat çekmişti. Dicle Üniversitesi’nde mezun olduktan sonra uzun süre FETÖ tutuklusu Jale Saraç’ın öğrenciliğini yapan Ali Gür, Saraç’la birlikte onlarca akademik makaleye imza attı.

AKP’li eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da, Ali Gür’ün eşi Mehtap Yılmaz hakkında sosyal medya hesabından dikkat çeken paylaşımlar yapmıştı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında sosyal medya hesabından Mehtap Yılmaz için “Özde FETÖ sever” diye yazan Bülent Arınç, “Görülüyor ki, şimdilerde kocasını Gaziantep Üniversitesi’ne rektör olarak atatabilmek için her kılığa girebilen Mehtap Yılmaz”ifadelerini kullanmıştı.

Odatv.com

Michael Rubin: Türkiye bu uçurumdan tek parça kurtulmayabilir
01.07.2017

Türkiye bugün istikrarlı gibi görünebilir ancak bunun altı çürüktür. Yaklaşık 15 yıldır iktidarda kalan Erdoğan'ın mirası, Türkiye'nin istikrarının temelini attı.

Eski Pentagon yetkilisi, American Enterprise Instute (AEI) yazarı Neo-Con yazar Michael Rubin Türkiye hakkında yeni bir yazı yayımladı. Yazısında Beyaz Saray’ın ve Pentagon’un düşünmesi gereken sorunun “Türkiye'yle nasıl iyi dost oluruz değil, Türkiye'nin çöküşünü nasıl yöneteceğiz olmalıdır.” diyen Rubin “Türkiye'nin bulunduğu yol kaosa, çöküşe ve devletin yıkımına mı uzanıyor? Ne yazık ki, cevap 'evet' olabilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sürüklediği uçurumdan Türkiye tek parça kurtulamayabilir” diye yazdı. Rubin yazısında Türkiye’nin kaosa çok yakın olduğunu ileri sürerek “Hummalı bir aşamaya varmış kindarlık ve hukuk yoluyla ya da seçimler aracılığıyla sorunlarını çözemeyenler nedeniyle, Türkiye karmaşa içerisine süreklenmeye bir kurşun uzaklığında olabilir” ifadelerini kullandı.

İşte Michael Rubin’in yazısının Odatv tarafından çevrilmiş tam metni:

“Başkan Donald Trump, Mayıs ayında Türkiye'yi ''Komünizme karşı Soğuk Savaş'ın temel direği'' ve ''Sovyet genişlemesine karşı bir kale'' olarak nitelendirirken hatalı değildi. Daha önceki dönemlerde, kara istilalarının büyük bir stratejik endişe olduğu zamanlarda, Türkiye'nin konumu – Doğu Avrupa ve Ortadoğu arasında bulunan – İncirlik Hava Üssü'nü vazgeçilmez bir unsur haline getirmişti. Ayrıca ulusun kendi güçlü ordusu ve Batı'nın liberal değerlerini savunmak için ideolojik bir istekliliği vardı, bu da ABD'yi demokrasi, insan hakları ve iyi yönetim konusundaki periyodik sorulara rağmen Türkiye'yi bir güvenlik ortağı olarak görmeye zorluyordu.

Fakat tüm o cephelerde geçen o günler sona erdi. Cruise füzeleri ve uzun menzilli hava araçlarıyla ABD, bir zamanlar İncirlik yerine Romanya, Ürdün ya da Irak'taki Kürt bölgelerinden bile Suriye'ye ulaşmayı başarabilir. Türkiye'nin demokrasi konusundaki taahhüdü ve Avrupa Birliği'ne üyelik olasılığı konusundaki soruları daha acil bir sorgu ile değiştirdi: Türkiye'nin bulunduğu yol kaosa, çöküşe ve devletin yıkımına mı uzanıyor?

Ne yazık ki, cevap 'evet' olabilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sürüklediği uçurumdan Türkiye tek parça kurtulamayabilir.

Öncelikle, Türkiye'nin siyasi düzenini düşünün. Erdoğan kendini güçlü bir adam olarak görüyor ve yüzeysel bir bakış açısıyla gücünün doruğunda bulunuyor. Mutlak kontrolü elinde bulunduran AKP'yi yerel, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yedi başarı kazanmaya taşıdı, cumhuriyetin ikonik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'le neredeyse aynı süre boyunca Türkiye'yi yönetti. 16 Nisan'da yapılan anayasa referandumunun ardından Erdoğan muazzam bir zafer iddia etti. ''Tarihimizdeki en önemli devlet reformunu gerçekleştiriyoruz,'' diyerek kendisini destekleyen binlerce kişiyi selamladı. Ucu ucuna kazandığı galibiyetle – ki seçime karışan şaibe Güvenlik Örgütü ve Avrupa İşbirliği gibi uluslararası gözlemciler tarafından adil ve özgür bir seçim olmadığı dikkate alınmış bulunan – gücünün bir kısmını kaybetmiş olmasına rağmen Erdoğan'a yargı ve bürokrasi üzerinde süresiz ve olağanüstü bir kontrole sahip olarak kararnamelerle muhaliflerini mahkum edebilme yetkisi kazandı.

Peki ama Erdoğan göründüğü kadar güçlü mü? Görünüş aldatıcı olabilir. Erdoğan seçim geçmişinde ezici çoğunluğu ancak iki defa elde edebildi, bunların biri 2014'teki cumhurbaşkanlığı seçimi, diğeri ise önceki referandumdu. Erdoğan güçlü bir imaj uyandırmak için medyayı kontrol altına aldı, muhalifleri susturdu, gerçekte ise, Erdoğan'ı destekleyenler olduğu gibi ona muhalif çok sayıda Türk bulunuyor. Erdoğan toplumu tehlikeli bir şekilde kutuplaştırdı.

Bölünmeler her zaman karışıklık çıkarır diyemeyiz, fakat burada tarih konuşuyor. Günümüzde yaşananlar Türkiye'nin 1960'lar ve 1970'lerde yaşadığı kutuplaşmayı anımsatıyor. Grevler, solcu ve sağ kanat çeteler arasındaki sokak savaşları ve siyasi suikastlarla dolu kargaşa dolu yıllardı, bugün DHKP-C ve PKK da dahil olmak üzere halen aktif olan terörist ve isyancı grupların ortaya çıkmalarını sağladı. Bu gruplarla mücadelede 40 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği söylenir ve bu sayı artmaktadır...

“DEMOKRASİYE KALİBRE AYARI ÇEKMİŞ…”

Aynı çarpıklıklar, Erdoğan'ın karşı karşıya kaldığı darbelerle doruğa ulaştı. Türk generaller ne vakit iktidara el koysalar, hem sağ hem de solda radikal hareketlere karşı önlem aldılar. İslamcı örgütleri baskıladılar. Bu tip müdaheleler kaos olasılığı azaltmış, düzeni sağlamış, ve demokrasiye kalibre ayarı çekmiş (çünkü Türk generaller iktidarı sürekli ellerinde tutmayı asla düşünmemişler); fakat her darbe büyük kayıplar vererek kazanılmış bir zaferdir, askeri müdaheleler İslamcı ve Kürt ayrılıkçıların yeni jenerasyonlarına uygun kılıf sağladı. Darbe dönemlerinde oluşan kindarlığın uzantısı intikam duygusunun fitili ağır ağır yanar. Kaldı ki Kenan Evren bile gerçekleştirdiği darbe için ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı - Erdoğan'ın kendisi dahi bu konuda iyi bir örnektir: Erdoğan gücünün tüm mekanizmalarını kullanarak başarısızlığa uğrayan darbe girişiminin ardından muhaliflerini hapsederken hareketlerini ve nefretini sadece on yıllarca önce yaşanmış günahları temize çekmek olarak tanımlıyordu.

“FANTASTİK BİR DAVA”

Erdoğan intikam alma planını gerçekleştirmek için uzun yıllar kan davası sürdürür gibi nefret beslemiş olabilir fakat bunu yaptı: 2007'de, Türk devleti Ergenekon adıyla bilinen, ordu, akademi ve sivil topluma sızmış hükümeti devirmek isteyen seküler Türklerden oluşan bir şebekeyi ortaya çıkarmak için yapılan fantastik bir davayla ilgili soruşturma başlattı. Sanıkların yüzleştikleri suçlamalar saçmalık boyutundaydı, fakat Erdoğan ordu içerisindeki müttefiklerini ve kontrolü altına aldığı medyayı ideolojik muhaliflerini köşeye sıkıştırmak için kullandı. Güvenlik güçleri yüzlerce kişiyi tutukladı, ve yükselmekte olan çok sayıda askeri yetkilinin kariyerleri sona erdi, adli tıp yetkilileri kanıtların sahte olduklarını neredeyse on yıl sonra ortaya çıkardıklarında, ceza alan kimse olmadı. Sonra sırayı ''Balyoz'' olayı aldı: 2010 yılında, bir askeri darbeyi haklı çıkarmak için toplumda karışıklık yaratmak adına kapsamlı bir plan hazırladıkları gerekçesi ile, yüzlerce liberal ve laik birey güvenlik güçleri tarafından tutuklandı. Uzmanlar kanıt olarak ortaya sunulan dijital verilerin sahte olduklarını ortaya çıkarana kadar bu kurbanların da hayatları mahvoldu.

Bu davalarla yaratılan şikayetler hiçbir şey, ancak, geçen yaz gerçekleşen darbe kalkışmasıyla karşılaştıracak olursak, hatırlarsanız Erdoğan bu kalkışmayı ''Allah'ın bir lütfu'' olarak tanımlamıştı, çünkü politik muhaliflerini baskı altına almasını sağlayacaktı. Bugüne kadar, Erdoğan 140.000 memuru işinden attı, 50.000'in üzerinde insanı hapsetti ve bu sayı her geçen gün artıyor. Bu tasfiye işlemini destekleyen kanıtlar, önceki muhaliflerin tasfiyesini sağlayan kanıtlardan daha sağlam görünmüyor; Aradaki tek fark, Erdoğan'ın yargı bağımsızlığına dair geriye kalan son izleri de ortadan kaldırması ve böylelikle tutsak ettiklerinin sistem tarafından bağışlanmasını engellemiş olmasıdır.

“BİR KURŞUN UZAKLIĞINDA OLABİLİR”

Ailelerin sefil duruma düşmeleri ve çocukların okullarından uzaklaşmaları yüzlerce intikam planını motive edebilir. Hummalı bir aşamaya varmış kindarlık ve hukuk yoluyla ya da seçimler aracılığıyla sorunlarını çözemeyenler nedeniyle, Türkiye karmaşa içerisine süreklenmeye bir kurşun uzaklığında olabilir.

Politik istikrarını kaybetmesi Türkiye'nin karşılaşacağı yegane meydan okuması olmayabilir; ülke aynı zamanda savunmasının en zayıf olduğu anda yenilenmiş terör tehditleri ile karşı karşıya. Pakistan, Suriye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin hepsi radikal İslamcı grupları destekledikten sonra terörist saldırılara maruz kalmaya başladılar, fakat Erdoğan, El-Kaide'ye bağlı grupları aktif biçimde desteklemeye başladığında ve Suriye'ye yabancı savaşçıların transit geçişlerini kolaylaştırmaya başladığında Türkiye'nin bu fenomenden etkilenmeyeceğine inanıyor gibi gözüküyor. Yakın zamana kadar Türkiye'nin desteğini alan radikaller şimdi Türkiye'ye yönelmiş durumdalar.

Bir zamanlar Türk güvenlik birimleri bu saldırıları durdurabilirdi, ancak artık bu mümkün olmayabilir. Sorun, niyet ve yeterliliktir. 30 yılı aşkın süredir teröristler Türkiye'yi hedef alıyorlar, ancak Türk istihbaratı çoğunu sınırda durdurmayı başarmıştır. Şimdi ise, bazı önde gelen Türk gazetecileri bu gerçeği belgelediklerinde hapse atılırken, Türk istihbarat servisi İslamcı radikallerin sınırı geçmelerine yardımcı oluyordu.

Fakat varsayalım ki Türk istihbaratı ikili oynadı, peki ya polis ve askere ne demeli? Erdoğan elini güçlendirene kadar Batı'yı oyunlarına alet etti, Avrupalı ve Amerikalı diplomatlar uzun süredir askerin siyaset üzerindeki etkisinin kaldırılmasından önce sağlam bir alternatif denge inşa edilmediği sürece sonuçların tehlikeli olabileceğini kabullenmiyorlardı. Erdoğan bu tip görüşleri teşvik etti. Demokrasi konusundaki kararlılığını defalarca dile getirdi ve Avrupa Birliği üyelik sürecinin bir parçası olarak, Türkiye'nin generallerinin yerel nüfuzunu zayıflatmak için talep edilen reformları kullandı. Hatta, üst düzey yetkililere (eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a olduğu gibi) şantaj yaptı. Türk askerinin morali düştü. Türk ordusu ve polisi anavatanlarını korumak isteseler de artık yapamazlar. Darbeden sonra yapılan tasfiye, binlerce tecrübeli Türk askerinin ve terörle mücadele polisinin kariyerini sona erdirdi. Bunların yerini almak için ise yeterlilikten ziyade Erdoğan'a sadakat önemsendi.

Gerçekte, Kürt isyancılar ve İslam Devleti ile mücadele eden askerler ve terörle mücadele polisleri körü körüne çalışıyorlar. Kürtler konusunda, Türk ordusunun hassaslığının yerini gaddarlık aldı, Cizre, Şırnak, Nusaybin ve Sur gibi yerler Suriye'nin Halep'ine dönüştürüldü. Bu arada Güneydoğu'nun bir bölümü Türk devletinin kontrolü dışına çıkmıştı. Türkiye Kürtleri şimdilerde Türkiye'nin sadece iç sınırlarının mı değişeceğini yoksa dış sınırlarının da değişip değişmeyeceğini tartışıyorlar. Üzerinde anlaştıkları yegane konu ise, Erdoğan'ın eylemlerinin yıllar öncesinde kalan barış sürecine dönülmesini imkansız hale getirmiş oluşu.

“EKONOMİK, KÜLTÜREK VE TURİSTİK MERKEZLERİNİ DOĞRUDAN ETKİLİYOR”

Bu arada, güçlerini Suriye'ye göndererek – çoğunlukla IŞİD'le değil de Suriye Kürtleri ile savaşmak için – Erdoğan ateşe benzin attı. 1980 ve 1990'lardaki terörle mücadele operasyonları sırasında Türk ordusu, Kürtlerin çoğunlukta olduğu Güneydoğu'daki yüzlerce Kürt kasabasını ve köyünü yerle bir etti. Yerinden olmuş Kürtler Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük ve orta büyüklükteki şehirlere kaçtı. Dolayısıyla, bugün etnik şiddet patlak verdiğinde, Türkiye'nin ekonomik, kültürel ve turistik merkezlerini doğrudan etkiliyor. Suriye'de bir çıkış stratejisinin olmaması nedeniyle uzun vadede Türkiye güvenlik ve ekonomi konularında bir bataklığa batabilir.

Nitekim, Türkiye'nin isyanla mücadele kampanyası ve askeri çarpışma Türkiye ekonomisini kırılma noktasına götürdü. Bu ironiktir çünkü, geçmişten gelen kurulu politik elit, enflasyon ve ekonomik zayıflıklar gibi unsurların sayesinde Erdoğan ve partisi iktidara gelmişti.

Kabaca bakacak olursak, Türkiye'nin ekonomisi sağlam görülüyor. Dünyanın 17. büyük ekonomisi, Türkiye'nin borç / GSYİH oranı, ABD'ninkinden çok daha iyi, yüzde 35 civarında. Erdoğan, bu başarısı sayesinde bir miktar kredi elde etti, ancak buna rağmen sandığı kadar değil: Kendisi hem Türklerin ''yeşil sermaye'' dedikleri paradan faydalandı – Katar ve Suudi Arabistan'da bulunan bağışçıların kayıt dışı parası – hem de demografik bölünmeden faydalandı, çalışan sınıfın ise ölüm ve doğum oranları düştü. (Aynı fenomen 1980'li ve 1990'lı yıllarda Doğu Asya'nın büyümesine neden olmuştu.)

Ancak bunların hiçbiri, Türkiye'nin ekonomisinin tepe noktasına geldiği ve geniş bir düşüş ile karşı karşıya kaldığı uyarı işaretlerini maskeleyemez. Son beş yılda, Türkiye'nin para birimi doların değerinin yarısını kaybetti. Enflasyon dokuz yılın en yüksek seviyesinde. Özel borçlar hızla yükseldi ve bankalar riske girdi. Nitekim Uluslararası borç verenler artık Türk bankalarından kaçıyorlar. Bu sorunları çözmek yerine, Erdoğan onlarI reddetmeyi tercih ediyor. Son olarak Standart & Poor's, Fitch ve son olarak Moody's Türkiye'nin notunu düşürdüğünde Erdoğan bu durumu önemsiz gördüklerini belirttirken kuruluşları kendilerine komplo düzenlemekle suçladı. AKP trolleri, Türkiye'nin mali durumunu sorgulayan uluslararası analistler ve bankalara karşı kampanyalar başlattı.

“CHAVEZ’İN İSLAMCI VERSİYONU HALİNE GELDİ”

Daha da kötüsü Erdoğan'ın kişisel intikam hırsını kanunların üzerinde görmesi. 1500'den fazla Maliye Bakanlığı yetkilisini tasfiye etti ve siyasi muhaliflerin sahip olduğu bankaları ve işletmeleri ele aldı ve onları aile bireylerine ya da arkadaşlarına yok pahasına sattı. Gerçekte, Erdoğan, Hugo Chavez'in İslamcı versiyonu haline geldi, Chavez, Güney Amerika'nın en zengin ülkesi olan Venezuella'yı alıp ekonomik anlamda dibe batırmıştı. Türkler ekonomilerinin tek adam tarafından harabeye dönüştürülemeyecek kadar güçlü olduğunu düşünüyorlarsa, kendilerine Venezuellalı'ların da bir zamanlar aynı yanılgıya sahip olduklarını anımsatmalı.

Türkiye bugün istikrarlı gibi görünebilir ancak bunun altı çürüktür. Yaklaşık 15 yıldır iktidarda kalan Erdoğan'ın mirası, Türkiye'nin istikrarının temelini attı. Ve iktidarın konsolide edilmesi ile, ölmesi ya da görevden ayrılması durumunda onun yerini almaya hazır hiç kimseyi bırakmadı.

Erdoğan'ın gürlemesi gücüyle ters orantılıdır. Tabanını sağlamlaştırmak için Amerikan karşıtlığı yapıyor, ve açıkça Türkiye'nin avantajına olacağını düşünerek Rusya'yı ABD'ye karşı kullanabileceğine inanıyor. Fakat şunu anlayamıyor ki, Rus lideri Vladimir Putin öyle donanımlı birisidir ki, Erdoğan onunla oynayacağına Putin Erdoğan'la oynayacaktır. Her iki durumda da böyle bir strateji Türkiye için kaçınılmaz bir kayıba yol açacaktır. Beyaz Saray'ın ve Pentagon'un düşünmesi gereken soru, Türkiye'yle nasıl iyi dost oluruz değil, Türkiye'nin çöküşünü nasıl yöneteceğiz olmalıdır.

Michael Rubin”

Çeviri: Şıvan Okçuoğlu

Odatv.com

Kaynak: http://www.aei.org/publication/turkeys-coming-chaos/

Star'dan ayrılan Lütfü Oflaz: Durumdan AKP tabanı rahatsız
02 Temmuz 2017



İktidarın basına yönelik baskısını eleştirdiği yazısı Star’da yayımlanmayınca gazeteden ayrılan Lütfü Oflaz, “Haksızlıklara karşı tepki muhalefetle sınırlı değil. AKP tabanı da rahatsız” dedi. Nuriye Gülmen’lerle ilgili yazısından sonra Süleyman Soylu’nun aradığını söyleyen Oflaz, gergin geçen konuşmada Soylu’nun “Ağzımızın payını verdiniz” dediğini anlattı.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz
Havuz medyasına vicdan fazla geldi... Cumhuriyet tutuklamalarına itiraz edince sansürlendi
Star yazarından Perinçek'e: Yaşayan Hitler
Paylaş
Kaydet Kaydettiklerim Zaman Tüneli Tünel amblem
KEMAL GÖKTAŞ Yayınlanma tarihi: Pazar, 19:41
[Haber görseli]

Adalet yürüyüşü toplumun bütün kesimlerinin dikkatli gözlemi ve çok büyük kesiminin de desteğiyle İstanbul kapılarına dayandı. Kılıçdaroğlu ve onunla birlikte yürüyenlerin kavurucu sıcaklarda döktükleri terin karşılığını bulduğuna ilişkin çarpıcı bir örnek yandaş medyada yaşandı geçen hafta. Türkiye’nin en önemli yazarlarından Lütfü Oflaz "Murat Sabuncu’dan Turhan Günay’a, Musa Kart’tan Kadri Gürsel’e kadar gazeteci olarak bilip tanıdığım meslektaşlarımın hapiste olmasından rahatsızım. Cumhuriyet gazetesinden Sözcü gazetesine kadar medyanın baskı altında olmasından rahatsızım" diye başlayan yazısı yayınlanmayınca Star gazetesinden ayrıldığını açıkladı. Üstelik bunu söyleyen sıradan bir yazar değil. Oflaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem 2000 hem de 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “gönlümdeki Cumhurbaşkanı adayı” dediği, sağcısından solcusuna siyasi yelpazedeki herkesin saygı duyduğu bir isim. Efsaneleşmiş işler ne ise akla Lütfü Oflaz geliyor. Üstelik Süleyman Demirel’in de manevi oğlum dediği bir isim. 12 Eylül’den sonra tankların karşısına dikilen ve ilk insan hakları kampanyasını başlatan Oflaz, ‘Susma sustukça sıra sana gelecek’ gibi efsanevi sloganları da yazan isim. Gezi’nin simgelerinden ‘Yeryüzü sofralarının’ fikir ve isim babası olan Oflaz’la istifasına giden süreci ve adaleti konuştuk.

- “Rahatsızım” yazınız çok büyük bir ilgi gördü. Bunu yayınlamadılar ama Amerika’dan Japonyaya kadar uluslararası alanda da yoğun bir ilgi gördü. Neden rahatsızsınız ve aşamaya nasıl geldiniz?

Öncelikle şunu söyleyeyim. Ben her şeyden önce bir yazarım, düşünce adamıyım, gazeteciyim. Dolayısıyla gazetecilere, yazarlara, düşünce insanlarına, gazetelere yönelik baskılar her dönem tepkimi çekmiştir. Bu dönemde de gazetelere yönelik baskılara tepkimi zaman zaman Star’daki köşemde dile getiriyordum. Aynı zamanda bu dönemde haksızlığa uğrayan diğer meslek mensupları ile ilgili de rahatsızlıklarımı da yazıyordum. Bunlar son derece etkili oluyordu. Özellikle iktidarın karşısında olan medya, ‘böylesine yazılar nasıl bu Star gazetesinde yayınlanıyor?’ diye de şaşırıyorlardı.

- Nasıl yayınlanıyordu peki? Bir gerilim oluyor muydu?

Zaten ‘Rahatsızım’ başlıklı, sansürlenen yazımda bunu özellikle belirttim. Bana bu ‘Rahatsızım’ yazısına kadar, medyaya, akademisyenlere yapılan haksızlıklar noktasında yazdığım yazılarda müdahale olmadı. Aşağı yukarı 13 aydır yazıyorum. Ne kadar olumsuzluk varsa bu dönemde yaşanan, bunları hep yazılarımda dile getiriyordum. 13 ayın sonunda ‘Rahatsızım’ diye bir yazı yazdım. Bu yazı konulmadı. ‘Daha önce bu tip yazıları yayınlıyordunuz, niye bu yazıyı koymadınız?’ diye sorduğum zaman bana ‘Biz bugüne kadar size olan saygımızın gereği bunları yayınladık ama bugünden itibaren artık muhalif yazılarınızı yayınlamak istemiyoruz. Muhalif yazılar olmazsa bunları yayınlarız’ diye yanıt verdiler. Yani bir açık kapı bıraktılar.

- ‘Bizim istediğimiz gibi yazarsanız yayınlayabiliriz’ diye bir ahlaksız teklif mi yaptılar yani?

Şöyle bir şey var bunun arka planında. Akademisyenlerle ilgili birçok yazı yazdım. 1.100 imzalı bir dilekçe vardır akademisyenlerin, orada bir kısmını işten attılar, bir kısmını işten atmadılar. ‘Bunun ölçüsü nedir?’ diye bir takım yazılar yazmıştım. Öğretmen Semih Özakça ve akademisyen Nuriye Gülmen ile ilgili yazımın bir bölümünde de şöyle bir ifade geçiyordu: ‘FETÖ’cü olmayanlara da FETÖ’cü damgası vurularak işlerinden atıldıkları gibi bir izlenim var toplumda. Nitekim Gülmen ile Özakça’nın da ‘Biz FETÖ’cü olmadığımız halde FETÖ’cü muamelesine tabi tutularak işten atıldık. Aslında biz muhalif olduğumuz için işten atıldık’ diye bir iddiaları var. Eğer muhalif oldukları için işten atılmadıysalar bunu iktidarın belgeleriyle, delilleriyle birlikte topluma sunması, toplumu ikna etmeleri lazım.’ O yazının çıktığı gün İçişleri Bakanı (Süleyman Soylu) beni aradı. Söze şöyle girdi: ‘Lütfü Bey bugünkü yazınızla bizi çok üzdünüz.’ Dikkat edin, ‘ beni üzdünüz’ demiyor ‘bizi üzdünüz’ diyor.

- Kimi kastediyor?

Bir iktidar bütününü kastediyor aslında. Ben ‘Hayrola nedir sorun?’ dediğim zaman ‘Lütfü Bey, sizin de yazdığınız gazetede ve bize yakın medyada Gülmen ve Özakça’nın DHKP-C’li olduklarına ilişkin yayınlar çıktığını görmüyor musunuz?’ dedi. Ben de ‘okuyorum’ dedim. ‘Peki, ama o zaman niye böyle bir yazı yazıyorsunuz?’ diye sordu. “Bunların DHKP-C’li olduğunu siz söylüyorsunuz. Avukatları da diyor ki, DHKP-C’li olduklarına dair hiçbir mahkeme kararı yok’ dedim. Bunu üzerine İçişleri Bakanı bana dedi ki ‘Haa, demek ki siz bize inanmıyorsunuz böyle bir karşılık verdiğinize göre… Ben sizi bilgilendirmek, üzüntülerimizi iletmek için aradım. Fakat siz bize ağzımızın payını verdiniz. Bir daha da sizi aramam, çünkü ağzımızın payını aldık” dedi ve konuşma gergin bir biçimde sona erdi. Aradan günler geçti, bir gün Doğu Perinçek’in bir açıklamasını gördüm. Açıklamasında da diyordu ki ‘Evet, işten atılmalarda, hapse atılmalarda, haksızlıklar var fakat bunlar görmezlikten gelinebilir.’ Bunun üzerine ‘Yaşayan Hitler Doğu Perinçek’ başlığıyla bir yazı yazdım. Yazının sonuna doğru sözü İçişleri Bakanı’na getirdim. Bakan’ın ‘Ağzımızın payını verdiniz’ sözünden bahsetmeden aramızdaki görüşmeyi yazdım orada. Onu da şunun için eklemedim. O böyle dedi ama bir nezaket göstereyim, yok sayalım o cümleyi diye düşündüm. Anlıyorum ki o ‘ağzımızın payını verdiniz’ lafından sonra kendi aralarında bir takım görüşmeler oldu ve bu son yazı onun üzerine denk geldi. Bir zemin teşkil etti ve belki de ‘ağzımızın payını verdiniz’ sözünü de yazabileceğimi düşünüp bir ön almak için beni uyarmayı düşünmüş olabilirler.

- İktidarın bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Gazeteciler, siyasetçiler hapiste, akademisyenler işten atılıyor. AKP bu noktaya nasıl geldi?

Aslında haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı tepki sadece muhalefetle sınırlı değil. AK Parti tabanı da rahatsız. Lütfü Oflaz rahatsız ama AK Parti tabanı da rahatsız.

- Neden rahatsız AKP tabanı?

‘Rahatsızım’ yazısında birkaç cümleyle de olsa ona da değindim. Ak Parti tabanı başta belediyeler olmak üzere, yolsuzluk ve rüşvet söylentilerinin ayyuka çıkmasından rahatsız. Ak Parti tabanı Harun gibi gelip Karun gibi olanlardan rahatsız. Bu dönemdeki yargılamalarda parası olan, arkası olan, özellikle iktidarın tepe noktalarında dayısı olanlara karşı ayrıcalıklı davranılmasından rahatsız. Toplumda gerginleşmeden, huzursuzluktan ve bunun giderek ülkeyi bir iç savaşa sürüklemesinden rahatsız. Bu rahatsızlıkları bana Ak Parti tabanı yoğun bir şekilde iletiyor.

- Parti yöneticileri, bakanlar, başbakan, Cumhurbaşkanı bunun farkında değil mi?

Bugün Ak Parti tabanı, Ak Parti tavanından rahatsız. Nitekim rahatsız olmasa referandumda Ak Parti tabanından yüzde 7-8’lik oy kayması olmazdı. Ak Partililerin en iyimserleri açısından yüzde 5-6’lık oy kaymasından söz ediliyor. 2 yıl içinde bu rahatsızlık artarsa çok daha büyük oranlara varabilir.

- Parti kendine çeki düzen verme eğilimi de yok…

Ak Parti tavanı ne düşünüyor, ne yapmak istiyorlar onu bilemem. Ben Ak Partinin tabanı ile ilgiliyim.

- Peki, bu rahatsızlık kopuşa yol açabilir mi? Siyaset ne yazık ki kimlikler üzerinden inşa edildi. Türkçü-İslamcı bir cephede buluştu iktidar. Oradan buraya kopuş mümkün mü? Kimlik siyasetine rağmen taban kayabilir mi?

Bakın, muhafazakâr tabanın şöyle bir özelliği vardır. Bu ta Demokrat Parti döneminden bu yana böyledir. Buradaki insanların dönüşebilmesi için bunlara çok güven verecek insanlar lazım. Ben Ak Parti tabanına bir şey söylediğim zaman bu eğer çok büyük yankı buluyorsa, bunun bir nedeni vardır. Siz Ak Parti tabanına bir takım dayatmalar yaparak dönüştüremezsiniz. Bugün Ak Parti tabanında çok etkili bir yazar ve düşünürsem başka nedenleri de var ama esas olarak bunu 28 Şubat’taki tavrıma borçluyum. 28 Şubat döneminde Leman dergisinde yazıyordum. Üniversitelere başörtülü kız öğrenciler alınmıyordu. Leman’da yazdığım yazı ‘Zulme karşı direneceğiz’ diye başlıyordu, ‘Yılgınlık yok direniş var’ diye bitiyordu. Yazıda ‘ortada bir zulüm varsa, solculara düşen bu zulme karşı çıkmaktır, bu zulme karşı direnmektir, velev ki kendilerine yapılmıyor olsa bile’ demiştim. Solculardan kastım sosyalist sol idi. Bu yazının yayınlandığı zaman, binlerce solcu genç, dindar gençlerle buluştu ve İstanbul Üniversitesi’nin önünden birlikte yürüyüşe geçtiler. Sayıları on binleri geçti. Yani sizin insanlara verdiğiniz güven önemli. Siz kırılma noktalarında hiçbir şey yapmamışsanız insanlar size güvenmezler. Ben aynı zamanda 12 Eylül döneminin ilk yargılanan yazarıyım.

- Ne için yargılandınız?

Kenan Evren’e hakaretten. Darbecilere karşı çıkmaktan… ‘Niye meclisi kapatıp demokrasiyi askıya alıyorsunuz?’ demekten ötürü. 12 Eylül döneminde darbecilerin tanklarının karşısına ilk duran benim. Bu ülkedeki ilk insan hakları kampanyasını başlattım.

- Nasıl başlattınız?

Tankların karşısında durduğum zaman Mamak’a götürüldüm. Gözaltından çıktım, bir yazı yazdım. Doğrudan mahkûm edildim. Bunun hikâyesi uzundur. Her tür hukuk, her türlü içtihat çiğnenerek mahkûm edildim. Bu konuda İlhan Selçuk’un, Oktay Akbal’ın, İlhan Selçuk’un, Mustafa Ekmekçi’nin çok yazıları vardır. Hapse atıldım. Hapisten çıktığım gün Kızılcahamam’da beni karşılayan mahkûm yakınları ile birlikte doğrudan Adalet Bakanlığı’na gittik. Orada arabadan fırladım. Arkamda mahkûm yakınları var, onlar koşturuyor, ben koşturuyorum. Koruma polislerini yararak ilerliyoruz. Adalet Bakanı Cevdet Menteş’in odasına girdim. Özel Kalem Müdiresi, beni görünce eli ayağı titremeye başladı. ‘Derhal Adalet Bakanı ile görüşmem lazım’ dedim. ‘Toplantısı var’ dediler ama kabul etmedim, “Ya kapıyı siz açın ya da ben açacağım’ dedim. O sırada gazeteciler de var orada. Girdi hemen çıktı, ‘buyurun’ dedi. İçeri girdiğimde gerçekten bir toplantı olduğunu gördüm. Bakan’a ‘Beni cezaevine attınız ama şimdi karşınızdayım. Fikirlerimde en ufak bir değişiklik yok. Hukuksuz yargılamalar, yargısız infazlar, işkenceler, idamların derhal durdurulmasını talep ediyorum. Bu konuda bir insan hakları kampanyası başlatıyorum, siz de şahit oluyorsunuz’ dedim. Bir bildiri yazmıştım cezaevinde, onu okudum. Bu olay bir efsane. İşte efsaneler böyle doğuyor. Bunu o dönem cezaevinde olan İslamcısı, ülkücüsü, devrimcisi duydu ve muazzam bir kitle oluştu. Kampanyayı başlattıktan sonra bana gelen mektup sayısı 2 milyondu. Cezaevlerindeki mahkûmlardan, ailelerinden, sanatçılardan, sendikacılardan destek aldım. 12 Eylül’deki aydınlar dilekçesinin yazılmasında katkım vardır. Her kesim biliyor ki Lütfü Oflaz ağır bedeller ödemiştir. İşkence görmüştür. Zaten bedeni yaralıdır ama üzerine işkence görmüştür. Ne için bu bedelleri ödüyor bu adam? Bizim için yapıyor bunu. Cezaevinden yeni çıkmış bir adam Adalet Bakanlığı’nı basmışsa bu ağır bedeller gerektirir. Bunu biliyorlar. 28 Şubat’ın da en etkili eylemi solcu gençlerin dindar gençlerle yürümesi oldu. O yürüyüşte yazımdaki iki cümle slogan oldu. “Zulme karşı direneceğiz” ve “Yılgınlık yok direniş var”. 28 Şubat’ta Lütfü Oflaz’ın ne yaptığını bildikleri için güveniyorlar. Güvendikleri için Lütfü Oflaz bu tabanda etkili. Şimdi mesele şu: Biz bu tabanı haksızlıklara karşı adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı yürütebilmeliyiz. Bu insanlarla zıtlaşarak onları yürütemeyiz. Bu insanlara hukuksuzları, adaletsizlikleri, anlatmak gerekiyor. Ama kim anlatacak bunu? Güvendiği insan anlatacak. 28 Şubat’ta zulüm yapanlar muhafazakâr tabana ‘haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik’ derse etkili olmaz.

- Bu anlamda adalet yürüyüşünün etkisi olmuyor mu AKP tabanında?

Ak Parti tabanı zaten rahatsız. Taban diyor ki; hukuksuzluklar, haksızlıklar var. Bunları zaten yazıyorum. Bunları okuyor zaten bu insanlar. İşten atılmalarda, hapse atılmalarda haksızlık, hukuksuzluk var. Ayrıca görülmekte olan davalarda ayrıcalıklar yapılıyor. Burada bir problem olduğunu görüyor. Ak Parti’nin yaptırdığı son ankette de Ak Parti tabanının yüzde 80’e yakınının ülkede hukuksuzluk, adaletsizlik, haksızlık olduğuna inandığı ortaya çıktı. Hukuksuzlukları, haksızlıkları, adaletsizlikleri biz anlattığımız için bu anketin sonucu böyle çıktı. Aylardır ben bunları onlara anlatıyorum.

- Cumhuriyet üzerindeki baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidar kadroları da bu davadan rahatsız mı?

Ben bir kulis yazarı değilim. Kulisleri hiç merak etmiyorum. Beni aramadıkça benim hiçbir iktidarın tavanı ile işim olmaz. Ne uçağa binerim, ne kucağa otururum. İktidarın bütün unsurları bilir ki Lütfü Oflaz vicdanlı bir adamdır. Bakın bir şey söyleyeyim: Leman dergisinde yazarken Vakit gazetesinden İslami camianın ünlü karikatüristlerinden Yalçın Turgut, bana teklifte bulundu. Dedi ki, ‘İslamcı taban sizi çok seviyor. Şöyle bir şey yapalım. Haftanın 3 önemli olayı ile ilgili biz size sorular yöneltelim. Siz bunların cevaplarını verin. Her hafta ‘Lütfü Oflaz’la sohbet vakitleri’ diye yayınlayalım bunu. Düşündüm, taşındım, arkadaşlarla konuştum, kabul gördü bu. Bana soru soruyorlar, cevap veriyorum. Karikatüristler bu sohbete ilişkin çiziyor ve bir sayfalık bir şey oluyor bu. Vakit’in arka kapağında yayınlanıyor. Bu tabii çok etkili oldu. Yine böyle vicdan, haksızlık, hukuksuzluklardan bahsediyorum. Dönem Ak Parti dönemi. Tayyip Erdoğan’ı ağır şekilde eleştiriyorum. Bir gün gazetenin genel yayın yönetmeni Hasan Karakaya’ya dedim ki ‘Eğer size rahatsızlık veriyorsam söylediklerimle, zarar görüyorsanız buna bir son verelim.’ Karakaya bana aynen şunları söyledi: ‘Biz, senin iktidarı eleştirmene, başbakanı eleştirmene kızıyoruz. Doğru bu. İlk anda kızıyoruz. Sinirleniyoruz. Fakat sonra düşünüyoruz Yayın Kurulu olarak, Lütfü Oflaz Türkiye’nin vicdanıdır, bizim Lütfü Oflaz’ın vicdanlı sözlerine, uyarılarına ihtiyacımız var. Türkiye’nin de ihtiyacı var. Dolayısıyla biz sana ne kadar kızarsak kızalım sen bunlara devam et.’

- Vakit ya da Akit deyince Türkiye’de birçok insanın aklına akademisyenleri, solcuları, Alevileri aşağılayan, kadına karşı ayrımcı ifadeler kullanan bir gazete geliyor. Sizin bu gazetede sohbetlerinizin yayınlanması da tepki görmüş zaten. Lütfü Oflaz vicdan ama Akit ya da Vakit de bunun tam tersi.

Benim için bunun hiç önemi olmadı. Türkiye’de en sağdan en sola kadar davet edildiğim her yerde yazmış ya da sözünü söylemiş bir adamım.

- Ama Vakit konusunda bir istisna gerekmez miydi?

En ufak bir tereddüdüm olmadı. Vakit gazetesi dindar kesimin önemli bir gazetesi. Özellikle 28 Şubat dönemindeki mücadelesi nedeniyle dindar kesimde çok önemsenen bir gazete. Dolayısıyla dindar kesime düşüncelerinizin, fikirlerinizin ulaşabilmesi için önemli bir gazete. O gazetede ülkedeki haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı çıktığınız zaman dindar kesimi etkileyebilirsiniz. Yoksa siz dindar kesimle bir bağlantısı olmayan, tamamen dışladığı gazetelerde istediğiniz kadar adaletsizlik, hukuksuzluk deyin, o kesime o görüşlerinizi götüremezsiniz. Zaten onlar sizi okumazlar. O gazeteleri okumadıkları için onlara ulaşamazsınız. Onlara ulaşmanın yolu, onlar hangi yayınları okuyorlar, bir köprü lazım çünkü onlara ulaşmak için. Bu da yetmez ayrıca size güvenmeleri lazım. ‘Bu adam darbe dönemlerinde ne yaptı, dindarlar zulüm görürken ne yaptı’ diye sorarlar.

- AKP’nin bir gücü de burada geliyor. Muhafazakâr taban AKP dışında güvenecek bir siyasi figür ya da siyasi akım bulamıyorlar sicilleri nedeniyle. Bu sicil önemli yani.

Bugün Ak Parti tabanının bir alternatifi olsa, güveneceği bir lider, güveneceği kadrolar olsa, yarısı gider, emin olun. Bunu oluşturmak lazım.

- CHP biraz böyle şeyleri denedi ama örneğin Ekmeleddin İhsanoğlu tutmadı.

Tutmaz. 28 Şubat’ta dindarlar zulüm görürken Ekmeleddin İhsanoğlu neredeydi? Mısır’daki bir adam. Hiçbir bedel ödememiş, hiçbir direnç göstermemiş. Ben en sağdan en sola kadar, bu ülkenin medyasında yazı yazdım, söz söyledim. Davet edildim. Ortadoğu gazetesinde yazı yazdım. 1970’lerin ikinci yarısında. 78’de Aydınlık’ta yazmaya başladım. 12 Eylül’ün hemen öncesinde Demokrat gazetesi kuruldu. Emil Galip Sandalcı’lar, Dursun Akçam’lar davet etti, oraya yazdım. 12 Eylül’den sonra Bülent Ecevit’in Dünya gazetesinde yazdım. Ecevit gazetenin gizli köşe yazarıydı. Oranın üç köşe yazarından biriydim. Gazete 10 Kasım 1980’de çıktı, 2 ay sonra bir yazım nedeniyle gazete kapatıldı. Ondan sonra merkez medyada, Cumhuriyet’te, Milliyet’te yazdım. Bu ülkenin üç büyük mizah dergisinde yazan tek yazarım: Akbaba, Gırgır, Leman. Hasan Kaçan’ın çıkardığı Ustura diye İslamcı bir mizah dergisinde yazdım. Bu yapım zaten biliniyor.

- Kendinizi siyaseten nasıl tanımlıyorsunuz?

Toplumcu olarak tanımlıyorum. Çünkü solcu deyince o kapsama birçok şeyi sokuyorlar. İnternete girdiğinizde sosyalizm yazdığınızda karşısında toplumculuk yazıyor. Hayatımın hiçbir döneminde ne bir göreve talip olabilirim ne bir unvana talip olurum. O unvanı size yaptığınız mücadeleler ve hizmetler verir. Bugün bana efsane insan deniliyorsa mücadelenin ve hizmetlerin sonucudur. Kendime ne kadar solcu, sosyalist desem, yaptıklarım onunla uyumlu değilse, aslında o işin adamı değilim. Hep toplumsal faaliyetler içinde oldum. Bakın Sözcü’de Can Ataklı’nın bir yazısı çıktı. ‘Lütfü Oflaz’ın vicdan hareketi’ diye. Orada yaptığım toplumsal faaliyetlerden bahsediliyor. Yeryüzü sağlıkçıları olarak bir projem var. Dünyanın neresinde olursa olsun, sağlık hizmeti götürecek doktorlar ve hemşirelerden oluşan bir yeryüzü sağlıkçılarından oluşan bir sosyal yardım faaliyeti. Bu binlerce insanın sağlık konusundaki dertlerine derman oldu. Yeryüzü sofralarının isim babasıyım. Bu 2011 yılında kuruldu. Biz Gezi’den önce bunu kurduk. Mütevazi yer sofraları, 5 yıldızlı otel iftarlarına karşı, onları protesto etmek için kurduk bunu.

- Siz kapitalizme karşısınız.

Elbette… Kapitalizme ve emperyalizme karşıyım.

- Peki, yerine gelecek sistemin nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Geçmiş sosyalizm deneyimlerine karşı…

O ayrı derin bir tartışma. Ben toplumcu bir adamım. Dolayısıyla her hareketim toplumculukla ilgilidir. ‘Yeryüzü evleri’ diye bana ait bir proje var. Evsiz, kimsesiz, sokakta yatıp kalkan insanlar için. ‘Yeryüzü vicdanlıları hareketi’ var, fikir ve isim babasıyım. Can Ataklı ‘yüz binlerce insan onun bu toplumsal paylaşım faaliyetlerinden yararlandı’ diye yazdı. Sizin yaptıklarınız size toplumda bir değer verir.

- Siz 2019’da seçimde aday olmayı düşünür müsünüz? Çünkü bu anlattıklarımızdan böyle bir sonuç çıkıyor.

Şunu iyi anlamamız lazım: Tayyip Erdoğan’ın karşısına muhafazakâr birini çıkartarak onu yenemezsiniz. Ekmeleddin İhsanoğlu örneğinde gördünüz. Muhafazakâr tabanın o insana verdiği değer önemli. Erdoğan’ın karşısına öyle bir insan koyacaksınız ki muhafazakâr taban ona Erdoğan’dan daha fazla değer verecek.

- Bu siz olabilir misiniz?

Tayyip Erdoğan ne diyor? Sabah gazetesinde 2007 yılında Mahmut Övür ‘Tayyip Erdoğan’ın gönlündeki Cumhurbaşkanı adayı Lütfü Oflaz’ diye yazdı. Erdoğan 2000 yılında da aynen böyle diyordu. Bir sürü yazar, hem 2000’de hem de 2007’de, değişik çevrelerden yazar, kanaat önderi aynı şeyi söylüyor. Düşünebiliyor musunuz, ‘Tayyip Erdoğan’ın gönlündeki Cumhurbaşkanı adayı…’ Bu muhafazakâr tabanda ne kadar etkileyici bir cümle. İkincisi, muhafazakâr yazarların Lütfü Oflaz hakkında yazdıkları ne kadar etkileyici. Muhafazakâr taban bunlardan etkilenir. Tayyip Erdoğan’ın bir sözü muhafazakâr tabanı çok etkiler. Muhafazakâr tabanı etkileyen kanaat önderlerinin, aydınların, yazarların o insanla ilgili olumlu kanaatleri muhafazakâr tabanı çok etkiler. Bunlar çok önemli. Muhafazakâr tabanın güvendiği, en ufak bir tereddüt göstermediği bir aday bulabilmek önemli.

- Beri yandan sekülerlerin, Kürtlerin, demokratların da oy vereceği bir aday olmalı değil mi? Siz bunların tamamından oy alabileceğinizi düşünüyor musunuz?

E tabii ki. Onlar zaten beni tanıyor. Onda bir sıkıntı yok.

- Geçen gün şortlu bir kadına saldırı olduğunda, laikleri zamanında başörtülü bir kadının başörtüsü başından çekildiği zaman tepki göstermemekle eleştirmiştiniz. Bu doğru bir kıyas mıydı sizce?

Öyle bir kıyas yok. Yazıda şunu söylüyorum. İnsanların kılık kıyafetlerine karışılamaz. Benim için önemli olan insanların kafasındaki başörtüsü değil. Kafasının içindekiler önemli. Kafası kapalı olmuş ama içi açıksa, önemli olan o. Ben Leman dergisinin yazarıyım. Leman dergisi Türkiye’nin bütün solcu gençlerinin en çok okuduğu yayın organıydı. Bu soruyu bana sormamış olmanız lazım. Leman zaten gençliğe bir kod vermiş. 28 Şubat döneminde başörtülü kızlarla kulağı küpeli erkekleri bir arada yürütmüş bir adamım. Her zaman hedefim şu olmuştur: Şortlu kızlarla başörtülü kızlar, dindar insanlarla Atatürkçü insanlar haksızlıklara, hukuksuzluklara, zulme, adaletsizliklere karşı birlikte yürüsünler. Ne başörtülü insanlarla bir problemim var ne de şortlu insanlarla. Bu insanları birlikte yürütmeye çalışan bir insanım. Bizim bütün yaptığımız icraatlar bunlara yöneliktir. Başörtülü kızlarla şortlu kızlar birada eşitsizliklere, kapitalizme, emperyalizme, adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı yürüsünler. Yeryüzü sofraları dediğiniz nedir? Şortlu kızlarla başörtülü kızların buluştuğu sofraların buluştuğu sofralar değil midir? Dindarlarla Kemalist insanların dindarların ateistlerin buluştuğu sofralar değil midir? Bunların isim babası Lütfü Oflaz’ın şortlu insanlarla ne sorunu olabilir.

Mihri Belli’nin Emekçi Parti’si, Anayasa Mahkemesi tarafından Kürtlere kendi dillerinde eğitim hakkı istediği için kapatıldı. Emekçi Parti’nin kapatılmasına ve Kürtlere kendi dillerinde eğitim hakkı verilmesini istemesinin suç sayılmasına bu ülkede ilk tepki veren benim. İnsanlar kendi dillerinde de eğitim görebilir, bu gayet doğaldır, olmalıdır diye yazan ilk yazarım. Bu yüzden yargılandım. “Bir Mahkum kitabımda da bu anlatılır.

- Cumhurbaşkanlığı adaylığı gönlünüzden geçiyor mu?

Cumhurbaşkanı adaylığı sizin istemenizle olacak bir şey değil. Hiç bir zaman hiçbir unvana, makama talip olmam. 2000 yılında bütün bu çevreler toplanıp geldiler. Bir sekretarya oluşturmuşlar. Dediler ki ‘Cumhurbaşkanını halkın seçmesini ve sizin de aday olmanızı istiyoruz’ dediler. Onlara ‘Başka biri daha iyi olabilir’ dedim. Dediler ki ‘Biz 5 isim üzerinde konuştuk. Cumhuriyet’ten Vakit’e kadar geniş bir yelpazede sadece sizin isminiz üzerinde uzlaştı. 4 isim vardı ama onlara başka itirazlar oldu. Ya siz olacaksınız ya hiç olmayacak, iş o noktada.’ 2019’da eğer siz akıllı bir strateji izleyeceksiniz, oturursunuz her şeyi düşünürsünüz, enine boyuna. Ona göre bir aday belirlersiniz. Bu illa Lütfü Oflaz olacak diye bir şey yok. İlla Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olacak diye bir şey yok. Önemli olan en etkili kim olabilir? Sağ ve sol tabandan, muhafazakârlardan ve laiklerden, dindarlardan ve Atatürkçülerden, milliyetçilerden ve evrenselcilerden, kim bütün bu insanlardan oy alabilir? Bunu siz belirleyeceksiniz.

[Haber görseli]

- Ekmeleddin gibi kapalı kapılar ardında yaparlarsa bir hezimet olur.

Tabii, zaten bunu denediniz, ikinci kez bunu denemenin alemi yok. Bir muhafazakâr aday çıkartarak Erdoğan’ı yenemezsiniz. Önemli olan geçmişi, bağlantıları nedeniyle, aralarında derin gönül köprüleri olan muhafazakâr tabanın da güvenebileceği ama ille de muhafazakâr olması gerekmeyen bir insan bulmak.

- Başkanlık sisteminden geriye dönüşün mümkün olacağını düşünüyor musunuz? CHP bir asgari müşterekte buluşulabilecek bir Anayasa değişikliği teklifi ve bu teklifi hayata geçirecek bir adayla 2019’a gitmek istiyor.

Bunlar ileriye dönük şeyler. Her şeyi bir anda yapamazsınız. Adım adım gitmek lazım. Türkiye’de hukuksuzluklar, haksızlıklar, adaletsizlikler var. Önce bunun mücadelesini vermemiz lazım. Bugün internete girdiğinizde görürsünüz ki bütün muhafazakar sitelerde şöyle deniliyor: Bugüne kadar hiçbir insan Müslümanları, Müslüman alemini Lütfü Oflaz kadar ağır eleştirmedi. Ama bunu olumlu yönde söylüyorlar. Çünkü Lütfü Oflaz diyor ki Müslümanların insanlara hizmet eden insanların hayatını kolaylaştıran insanlığa hizmet eden buluşlarda icatlarda hiçbir katkısı yok. İnsanlığa hizmet eden insanların hayatını kolaylaştıran buluşları yapanlara baktığımızda bunların içinde Hıristiyanlar Yahudiler, ateistler, şintoistler, Hindular, Budistler var Müslümanlar yok. bundan üzüntü duyuyorum. İkincisi diyorum ki bugün dünyada 1 milyar 600 milyon Müslüman yaşıyor. 63 Müslüman ülke var. Bunların toplam üretimi 80 milyonluk bir Almanya kadar etmiyor. Bu yazıları Star’da yazdım. Projeler sunuyorum, diyorum ki haftada bir kere ibadethaneye giden ama haftanın her günü kütüphaneye giden insanların ülkelerinde bu buluşlar yapılıyor. Bizim kitap okumamız lazım. Her caminin yanına, Türkiye’de 100 bin cami var. Her caminin yanında bir kütüphane ve sanatevi olmalı diyorum. Cami hocaları camiden çıktığınızda önce kütüphaneye sonra sanatevine gideceksiniz diye de cami cemaatine nasihat etmeli diyorum. Biz artık ilimle bilimle sanatla buluşmalıyız.

- Cumhuriyet davasını nasıl görüyorsunuz?

Kendimi yargı yerine koyup fikir beyan edemem. Zaten ‘Rahatsızım’ yazısında diyorum ki ‘Bugün kimileri kendilerini yargı yerine koyup insanları şucu bucu diye suçluyorlar, bundan rahatsızım.’ Nitekim İçişleri Bakanı’na söylediğim bu. Yargı kararı olmadıkça devlet birisi için şucu bucu demiş benim için önemi yok.

- Peki ama yargı kararlarına güveniyor musunuz?

Düşüncelerinden ötürü, haberlerinden ötürü, yazdıklarından ötürü hiçbir gazeteci, hiçbir yazar, hiçbir düşünür, hiçbir siyasetçi, hiçbir akademisyen, hiçbir meslek mensubu cezaevine yollanmamalı. Düşüncelerinden ötürü kimse yargılanmamalı. Bu işe zaten toptan karşıyım. Düşünce, gazetecilik faaliyeti, yazı, insanların fikirlerini söylemesi suç değildir. En aykırı fikirleri de söyleyebilirler. Bir gazeteye düşünceleri nedeniyle veya muhalif olduğu için baskı kurulmasını kabul edemem.

- AKP neden bu noktaya geldi? Ne onları bozdu?

Hep ‘Mazlum olarak gelen zalim olarak gitmemeli’ dedim. Mazlum olarak gelen geçmişte yaşadığı haksızlıkları, adaletsizlikleri unutmamalı. Mazlum olarak gelen o mazlum zihniyetle ülkeyi yönetmeli.

- Öyle yapmadıkları ortada ama değil mi?

O onların sorunu, benim değil. Sonuçta iktidar gücüne sahip değilim. Dünün mazlumu, bugünün zalimi olmamalı.

- AKP öyle oldu mu?

Ben kriteri söylüyorum. Buna Ak Parti tabanı karar versin. Ak Parti tabanına ‘siz de böyle düşünün’ dayatmasında bulunmak istemiyorum. Benim bildiğim Ak Parti tabanı Harun gibi gelenlerin Karun gibi olmasından, mazlum olarak gelenlerin zalimleşmesinden rahatsız. Diyorum ki mazlum olarak gelen mazlum olarak kalmalı, aynı zihniyette kalmalı. Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik yapmamalı. Geçmişte kendisine yapılan haksızlığı, adaletsizliği, hukuksuzluğu hep hatırlamalı. Ak Parti tabanına söylüyorum. Geçmişte haksızlıktan, hukuksuzluktan, adaletsizlikten yakınıyordunuz. O halde bugün de haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik görüyorsanız, gelin hep birlikte bunlara karşı el ele yürüyelim diyorum.
Cumhuriyet

15 Temmuz konuşması yapan adam, ‘Başınızı kapatın’ diyerek kadınlara saldırdı
03/07/2017



Elazığ’da valilik önünde darbe girişimine ilişkin konuşma yapan bir kişi, “Başınızı kapatın” diyerek kadınlara saldırdı.

BirGün’den Güzin Çamur’un haberine göre kendi başına 15 Temmuz’la ilgili bağıran şahıs, yanında iki küçük çocuğuyla kaldırımda yürüyen bir kadına “Başınızı kapatın” diye bağırarak yumruk attı. Çevredekiler kadına yardımcı olmaya çalışırken, aynı kişi bu kez başka bir kadına saldırmaya çalıştı.

Reklam

Saldırganı bir yurttaş durdurdu.

‘Başka bir kadına daha saldırdı’

Bir görgü tanığı, yaşananları şöyle anlattı: “Kadına uygulanan şiddetten sonra kadın ve çocukları sakinleştirmek için yanlarına gittim. Saldırıya uğrayan kadın kriz geçirmek üzereydi. Olayın şokuyla çocuklar da neye uğradıklarını şaşırdılar ve ağlamaya başladılar. O esnada fail başka bir kadına daha saldırdı. Başka bir yurttaş faili etkisiz hale getirdi o ana kadar olanları izlemekle yetinen polis, fail şiddet görmeye başlayınca koşarak gelip faili yurttaşın elinden aldı. Takviye polis ekibi çağırıldı. Fail ve şiddete uğrayan kadın şu anda valilikteler.”
Diken

Ceren Kenar, Türkiye gazetesinden ayrıldı: Gazeteciliği bırakıyorum
17.07.2017



Ceren Kenar, Türkiye gazetesinden ayrıldı: Gazeteciliği bırakıyorum
AKP'ye yakınlığıyla bilinen Türkiye gazetesi yazarı Ceren Kenar, 2013 yılından bu yana köşe yazarlığını sürdürdüğü Türkiye gazetesinden ayrıldığını duyurdu.

Kenar, sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımda "Artık Türkiye gazetesinde ve başka bir mecrada yazmayacağım" ifadesini kullandı.

Türkiye AKP sosyal medya
Birgün

Provokatörler, serbest kalınca gübreli tahriki yemekle kutladı
3 Temmuz 2017

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nün 13. gününde mola verdiği Düzce’deki kamp alanının önüne bir kamyondan hayvan gübresi döken şüpheliler adli kontrol ile serbest kalır kalmaz yaptıkları pervasızlığı kutladı.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Tem 17, 2017 11:50 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Tem 04, 2017 1:04 am    Mesaj konusu: Almanya: Artık Türkiye'yi AB'de istemiyoruz.. Alıntıyla Cevap Gönder

'Ordu mensuplarının yüzde 1'i AK Parti'yi destekliyor'
04.07.2017



Hürriyet gazetesi yazarı Verda Özer, halen Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi olan eski asker Dç. Dr. Metin Gürcan'ın TSK içinde yaptığı araştırmayı köşesine taşıdı.

Özer'in yazısının bir bölümü şu şekilde:

"Artık 'milli güvenlik uzmanımız' haline gelen Metin Gürcan'la konuşuyorum. Gürcan eski bir asker ve Sabancı Üniversitesi'ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi'nde (IPC) araştırmacı. Doktorasını da 'TSK'nın kurumsal dönüşümü' üzerine yapmış.

Gürcan, doktora tezi sırasında ordu içinde geniş çaplı bir anket yapmış. Öncelikle şöyle genel bir eğilim olduğunu söylüyor: Atatürkçülük, subayların yüzde 85'inin temel değeri, yaşam felsefesi. Ancak alt rütbeler (yani yüzbaşı ve altı) daha kariyerist, yani kendi kariyerlerine dönükler. Rütbe yükseldikçe (binbaşı ve üstü) askerlerin siyasi görüşü ve değerleri daha öne çıkıyor. Dolayısıyla üst rütbelerde laiklik hassasiyeti çok daha yüksek."

'ORDUNUN YÜZDE 85'İ ULTRA LAİK'

"Gürcan, ordunun yüzde 85'inin 'ultra-laik' olduğunu söylüyor. Bu tanımı dolduran ise 'dindarlık' anlayışı. Bunu da anketinde 4 kriter üzerinden sorgulamış: Oruç tutma, ahiret inancı, faiz algısı ve din-bilim ilişkisi. Bu yüzde 85'lik kesim, dinin kamuda görünür olmasına özellikle karşı. Alt rütbelere indikçe laiklik hassasiyeti zayıflıyor.

Gürcan'a göre Kemalist, NATO'cu, Avrasyacı, ülkücü gibi tüm kategoriler bu yüzde 85'in içinde. Yani hepsi Atatürkçü ve ultra-laik; sadece kimi merkez sağa, kimi ise merkez sola daha yakın."

'YÜZDE HALA 15 FETÖ'CÜ'

"Bununla birlikte Gürcan, ordunun genelinde siyaseten sağa doğru bir kayış olduğunu gözlemliyor. Anlaşılan hem Irak ve Suriye'deki gelişmeler, hem de 15 Temmuz sonrası süreç milliyetçi damarı güçlendirmiş. Bu anlamda terörle mücadelede başı çektiği için Kara Kuvvetleri'nin 'en merkez sağda' olduğunu söylüyor. Deniz Kuvvetleri de —daha çok sahil bölgelerinden asker aldığı için- laiklik hassasiyeti en yüksek kuvvet. Hava Kuvvetleri ise 'ortada'.

Gelelim yüzde 85'ten geriye kalan yüzde 15'e. Gürcan bu kesimi 'radikal' diye niteliyor. FETÖ'cü askerleri de bu gruba dahil ediyor. Ancak: FETÖ bağlantılı askerlerin üst rütbelerde başarıyla temizlendiğini özellikle vurguluyor. Binbaşı ve altındaki rütbelerde ise 'Hâlâ büyük oranda FETÖ bağlantısı var' diyor. Dolayısıyla ordu genelinde hala aşağı yukarı yüzde 15'lik bir FETÖ'cü gruptan bahsediyor.

Bu oranlara baktığımızda ise AK Parti'yi destekleyen kesimin hakikaten yüzde 1 civarında olduğu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu rakamlar, TSK'nın toplumun ciddi bir bölümünün eğilimini yansıtmadığını gösteriyor."
Sputnik

Akşener'in kuracağı yeni parti: 'Ne sağcı ne solcu, merkezde olacak'
06.07.2017



Balıkesir Bağımsız Milletvekili İsmail Ok, Meral Akşener liderliğinde yeni kurulacak partinin detaylarını anlattı. Yeni partinin eylül, ekim gibi şekilleneceğini belirten Ok, " Ne sağcı, ne solcu, merkezde bir parti olacak" dedi.

İsmail Ok, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında yeni partiye ilişkin soruları yanıtlayarak şöyle dedi:

'AKP'NİN ÇOK ÖNEMLİ BİR KISMI YENİ BİR PARTİ KURULMASINI BEKLEMEKTEDİR'

"Yeni parti artık kurulması yönünde tabiri caizse bir yol ayrımına girilmiştir, başlanılmıştır, inşallah Türk Milleti için hayırlı olacaktır. Türk Milleti de bu yeni partide lider olarak genel başkan olarak Sayın Meral Akşener'i görmektedir. Sayın Meral Akşener'in liderliğinde, genel başkanlığında Türkiye'de yeni bir parti kurulacaktır. Bizler de milletvekilleri arkadaşlarımızla birlikte Sayın Meral Akşener'in etrafında toplanarak Türk Milletinin ve devletinin içinde bulunduğu bu zor şartlardan çıkması için elimizden gelen bütün katkıyı yapacağız. Artık Türk Milleti, şu içinde bulunduğumuz durumdan muzdarip olan bütün kesimler hatta AKP'nin çok önemli bir kısmı yeni bir parti kurulmasını beklemektedir. Bu yeni partinin de genel başkanlık görevini, liderliğini Sayın Meral Akşener'e vermiştir. Yeni partinin de lideri Meral Akşener olacaktır."

"EYLÜL, EKİM GİBİ… NE SAĞCI NE SOLCU MERKEZDE BİR PARTİ OLACAK"

"Yeni parti ne zaman kurulacak?" sorusuna da Ok, "Sonbaharda inşallah… Eylül, Ekim gibi artık şekillenmiş, ete kemiğe bürünmüş, milletin huzuruna belli bir artık bir şeyler gözükmüş halde geleceğiz.

'İÇİNDE HER RENK OLACAK'

Partinin ismine ilişkin de Ok, "Halkımız kendiliğinden isimler öneriyor. Burada esas önemli olan biz siyasilerin değil, halkın vereceği isimdir" dedi.
Yeni partide kimlerin yer alacağına ilişkin soruya Ok, "Artık yeniden herkesi kucaklayan bir siyasi parti, bunun altını çiziyorum sağcı olmuş, solcu olmuş, liberal olmuş, şuna inanmış, buna inanmamış o temel değerleri taşıyan herkes her renk bunun içinde olacak" yanıtını verdi.

"Yeni partinin grup kuracak çoğunluğu olacak mı?" sorusuna da Ok, "İşi oraya getirirsek biz hedefimizi küçültmüş oluruz ama bu partinin hiçbir sorunu olmayacak. Sorunu olmayacak derken çok büyük baskılarla karşı karşıyayız, çok büyük tehditlerle karşı karşıyayız. Sorun bütün renklerin bir araya gelmesinde olmayacak" dedi.
Sputnik

"FETÖ'yle mücadele" edene tasfiye
Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU
06.07.2017

O alçak girişimin yaşandığı gece, daha "kimin kazanacağı" belli değilken sütre gerisine çekilmek yerine darbeciler hakkında yakalama kararı verme iradesini gösteren Ankara Anayasal Düzene Karşı Suçlar Bürosu Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen'in Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nden Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı'na 'çekilmesi!.. Yargıçlar Sendikası'nın, aralarında Adalet Bakanlığı'ndan gelen bir yazıyı "kimse yargıya emir talimat veremez" diyerek iade eden İstanbul Anadolu Adliyesi Hakimi Tamer Akgökçe'nin de bulunduğu 15 üyesinin birden tenzili rütbeye uğraması... Adil Öksüz'ü tutuklama istemiyle mahkemeye sevk eden Cihan Ergün'ün Kırıkkale'ye gönderilmesi gibi "ilginç" kararlarıyla, yayımlandığı dakika itibarıyla ortalığı ayağa kaldıran HSK yaz kararnamesi uzun bir süre daha tartışılacağa benziyor.

***
Kararnameye dün bir tepki de Gebze Hakimiyken Van'a gönderilen Derya Konak'tan geldi. Hastanede yatan ve sürekli bakıma muhtaç annesinin durumu dolayısıyla buraya atanmışken daha ikinci yılını bile doldurmadan yerinin değiştirilmesini "keyfilik" olarak nitelendiren Konak, HSK üyelerine, bir zamanlar yargıda "astığım astık, kestiğim kestik" davranan lakin sonrasında FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan HSYK eski 1. Daire Başkanı İbrahim Okur'un akıbetini hatırlatarak  "Ne oldum değil, ne olacağım demeli bu dünyada..." diyor.

***
HSK üyeleri "ne olacağım" derler mi bilemiyorum ama biz "ne oluyor" demek durumundayız.Aynı sorunun peşine düşen ve halihazırda yargıda farklı görevlerde bulunan bir grup "milliyetçi" hukukçuyla da konuşan avukat arkadaşım Uğur Tarhan aradı. "Ne oluyor" sorusunun, onun ulaştığı cevabı:
"Yargıdaki sosyal demokrat ve ülkücü hakim-savcılar tasfiye ediliyor!"
Garabet, bu insanların, 2014 yılından itibaren, yargıdaki FETÖ yapılanmasına karşı mücadelede kullanılan isimler oldukları halde kıyıma uğramaları!

***
Dün, nettavir.com'da bu konuda bir yazı da kaleme alan Tarhan, 2011 yılında MHP'ye yapılan kaset operasyonunu hatırlatıyor:
"Özel hayatın gizliliğini en aşağılık yöntemlerle ihlal eden görüntülere ilişkin yayın yasağı alabilmek için İstanbul'da adliye adliye nasıl gezdiğimizi ama kapıların nasıl birer birer yüzümüze kapandığını Allah biliyor..."
AKP'lileri anladık da, 2011'de, yargının herhangi bir ideolojik, siyasi, dini grup tarafından "ele geçirilmesi"nin bedelini trajik biçimde ödeyen ve şimdi bizatihi kendileri "siyaset eliyle yargıda etkin konuma getirilen" milliyetçi hakim/savcılar nasıl oluyor da bu kıyımın parçası olabiliyor?
16 Nisan referandumunda onaylanan değişikliklerin büyük bölümü 2019'dan sonra yürürlüğe girecekken, HSYK'nın yapısının 2019'u beklemeden derhal değiştirilmesi bunun için miydi?
2014 yılında, Yargıda Birlik Platformu bünyesinde "seçilerek" HSYK'ya giren ve FETÖ'yle mücadelede "ateşten gömlek" giyen meslektaşlarının koltuklarına, daha onların görev sürelerinin bitmesine 2 yıl varken "atanan",  özellikle MHP kontenjanından atanan hukukçulara sormak istiyorum:Kim, nasıl razı edebildi sizi böylesi bir tasfiyeye?

***

Themis heykellerini de yıkın bari...-
-------Mevzunun bam teli bence burası;Türkiye'nin adaleti yargıçların ideolojik kimliklerinde arar hale getirilmesi...2014'te memleketin hayrına olacağı zannıyla kimse sesini çıkarmadı ama itiraf etmeliyiz, FETÖ'ye karşı "Kurtarın bizi ülkücüler, kurtarın bizi solcular, sosyalistler, demokratlar" demek de ucube bir haldi, 16 Nisan'dan sonra HSYK'da yapılan değişiklikle bağımsız olması gereken hukuk adamlarının "damgalılığının" resmiyet(!) kazanması da öyle!HSK'nın alenen parti teşkilatlarından yapılan atamalarla AKP-MHP koalisyonu fotoğrafı vermesi, Themis'in gözlerindeki bağın sökülüp atılması demektir. Fıtratınızda da var nasıl olsa; artık gönül rahatlığıyla yıkabilirsiniz bütün heykellerini!

Kaynak: Yeni Çağ

Bülent Arınç, Erdoğan'ın ilk müsteşarının AKP'yi eleştiren yazısını tavsiye etti
04 Temmuz 2017



Dinçer, "AK Parti'nin tutumu geçmişin mağdur ve mazlumunu hiç yansıtmıyor" demişti

Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer'in AKP yönetimini eleştiren yazısını "Okumanızı tavsiye ediyorum" notuyla sosyal medya hesabında paylaştı.

Erdoğan'ın ilk müsteşarından AKP'ye 'Adalet Yürüyüşü' eleştirisi: 28 Şubat'ın "Demokrasi" diye yürüyen mağdurları...

Dinçer, Habertürk'te yayımlanan yazısında AKP yönetiminin, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü"ne karşı tavrını eleştirmiş; '28 Şubat' hatırlatması yaparak "O gün darbe yanında durarak 'insan hak ve özgürlüklerini' ihlal eden parti 'Adalet' diye yürüyor; o günün 'Demokrasi' diyerek yürüyen mağdurları ise devletten ve 'güvenlikten' yana duruyor" ifadesini kullanmıştı.

Dinçer, yazısının devamında şunları kaydetmişti:

"Bu yolları teröristler yürüsün diye yapmadık' demek veya Kılıçdaroğlu’nun kalacağı yere tezek dökmek gibi densizlikleri AK Parti adına genelleştirmeyi hiç düşünmesem bile Cumhurbaşkanı’nın, hükümet üyelerinin ve parti sözcülerinin demeçleri, rakibin stratejisine uygun seviyede davranmak yerine, genel bir hafife alma ve suçlama tavrı içinde olunduğunu açıkça ortaya koyuyor. Anlaşılan, AK Parti yöneticileri olayı 'kişi' ve 'parti' eylemi olarak görüyor ve sadece onlarla sınırlandırıyor."

Takip et
Bülent Arınç @bulent_arinc
Okumanızı tavsiye ederim ⤵️http://m.haberturk.com/yazarlar/omer-dincer/1549863-ak-partinin-adalet-yuruyusu-ile-imtihani …
15:19 - 3 Jul 2017
43 43Retweet 171 171 beğeni
Twitter Reklamları'na ilişkin bilgiler ve gizlilik

ETİKETLER
bülent arınç Ömer dinçer
T24

Almanya: Artık Türkiye'yi AB'de istemiyoruz...
3 Temmuz 2017



Almanya'da genel seçimlere üç ay kala Başbakan Merkel ve kardeş parti lideri Seehofer seçim programını açıkladı...

Almanya'da genel seçimlere üç ay kala Başbakan Merkel ve kardeş parti lideri Seehofer seçim programını açıkladı. Başbakan Merkel seçim programında, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıktı.

Almanya'da hükümetin büyük ortağı Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) seçim programında Türkiye konusunda nasıl bir politika izleyeceğini belirledi. Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) lideri Angela Merkel ve kardeş parti Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) lideri Horst Seehofer üzerinde anlaşmaya vardıkları seçim programını CDU Merkezi'nde ortak basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı.

TAM ÜYELİĞE KARŞI

Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini reddediyoruz, çünkü üyelik şartlarını yerine getirmiyor. Türkiye'de hukuk devleti, özellikle ifade ve basın özgürlüğü konularında yaşanan son gelişmelerden ise büyük endişe duyuyoruz.”
Programda Türkiye AB arasındaki mülteci sözleşmesinin başka ülkelerle yapılacak benzeri sözleşmeler için örnek alınması vurgulandı. 2015'te yaşanan bir mülteci göçünün tekrar etmemesi gerektiği belirtilen programda, Almanya ve Fransa “Avrupa'nın motor gücü” olarak nitelendirildi.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Almanya Başbakan Merkel Seehofer

Serbest kalınca gübreli tahriki yemekle kutladı
3 Temmuz 2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nün 13. gününde mola verdiği Düzce’deki kamp alanının önüne bir kamyondan hayvan gübresi döken şüpheliler adli kontrol ile serbest kalır kalmaz yaptıkları pervasızlığı kutladı.

Skandal eyleme imza atan İlhami Ç., Serdar A.S. ile Serdar A.'nın kutlama yeri olarak AKP'li Kaynaşlı Belediyesi'nin Kılıçdaroğlu ve CHP'lilerin konakladığı için suyunu kestiği Köroğlu tesislerini seçmesi dikkat çekti.

Birlikte yemek yiyen şüpheliler kutlama yaptıkları tesislerin önünde Türk Bayrağı açarak şovlarını devam ettirdi. Düzceli İ.K. ve E.A. kutlama fotoğraflarını sosyal medya hesabından önce paylaştı, sonra gelen tepkiler üzerine kaldırdı.

İ.K. Bolu Köroğlu Restoran'da yenilen kutlama yemeği fotoğraflarının altına, “PKK ve DHKP-C itlerine kol kanat geren hainlere su vermeyen Köroğlu Tesislerinde CHP'lileri bedava gübreleyen arkadaşlarla akşam yemeği” diye mesaj yazdı.

Serkan A. adlı şüpheli kutlama yemeğini haber yapan Düzce Öncü Haber adlı yerel medyayı tehdit etmeyi de ihmal etmedi. Serkan A. silmek zorunda kaldığı bir başka paylaşımında ise daha da ileri giderek CHP lideri Kılıçdaroğlu'nu hedef aldı.

Kılıçdaroğlu'na tezek döken sürücü 'Bizde misafire ikramda bulunmamak ayıptır' diyerek..

“Söz konusu vatan, millet olunca hainlik, kahpelik olunca orada duracaksın Öncü. Kim olursa olsun hainlik hainliktir ve Kılıçdaroğlu hainlerin lideridir. Bunlara merhamet olmaz. Neyin rezilliğinden bahsediyorsun ulan. Kendine gel” diye yorum yaptı.

Sözcü
Etiketler:
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Adalet Yürüyüşü Düzce hayvan gübresi döken

Bursa kan gölü; 1 polis bir avukat öldürüp intihar etti
05 Temmuz 2017

Bursa'nın Gemlik İlçesi, adliyesinde bir kişinin silahlı saldırısı sonucu 1 polis şehit olurken, CHP'li meclis üyesi Avukat Özgür Aksoy ise kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Bursa'nın Gemlik İlçesinde 37 yaşındaki Musa Güler, boşandığı eşinin açtığı icra davası sonrası terör estirdi. Güler, pompalı tüfekle önce eşinin avukatı Özgür Aksoy'u, ardından eşini yaraladıktan sonra gittiği adliyede kendisini engellemeye çalışan polis memuru İdris Büyükdönmez'i şehit ettikten sonra intihar etti. Hastaneye kaldırılan avukat Aksoy da kurtarılamayarak hayatını kaybetti.

SALDIRGAN ETKİSİZ HALE GETİRİLDİ

Polis, Gemlik Adliyesi çevresinde olağanüstü önlemler aldı. Polis memurun şehit olmasının ardından Gemlik'te binlerce kişi adliye önünde toplandı.
Giderek kalabalıklaşan vatandaş topluluğu zanlıyı linç etmek isterken, polis öfkeli vatandaşları sakinleştirmeye çalışıyor.Gemlik Adliyesi'ne çok sayıda polis ekibi ve Bursa'dan özel harekat timi gönderildi.  
kaynak Bursa Hakimiyet

Pazarcılar ev bastı: 4 yaralı
04.07.2017



Konya’da arkadaşları silahla vurulan pazarcı esnafı bir evi bastı. Olayda biri hamile kadın olduğu öğrenilen 4 kişi yaralandı.

Olay, saat 01.30 sıralarında merkez Meram ilçesi Mucahir Pazarı içerisinde meydana geldi.

İddiaya göre, henüz kimliği öğrenilemeyen üç şüpheli pazar yerinde lokanta aracı olan Bahattin G. ve pazarda bulunan 3 kişiyi yaralayarak olay yerinden kaçtı.

Yaralılar çevredeki hastanelere kaldırılarak tedavi altına alındı. Bunun üzerine toplanan pazarcı esnafı oldukları öğrenilen kalabalık grup pazar yeri yakınında yer alan bir evi bastı.

Eve hasar veren kalabalık evde bulunan biri hamile olduğu öğrenilen iki kadın ve erkeği yaraladı.

İhbar üzerine olay yerine çok sayıda polis, çevik kuvvet ekibi ve toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) sevk edildi. Polis ekipleri biber gazı kullanarak müdahale etti. Çıkan arbedede çok sayıda kişi biber gazından etkilendi. Öfkeli kalabalık polisin müdahalesiyle dağıtılabildi.

Evdeki kişiler ise polis eşliğinde evden çıkarılarak olay yerinden uzaklaştırıldı. Yaralılar ambulanslara alınarak çevredeki hastanelerde tedavi altına alındı.

polis kadın Konya TOMA
Birgün

Avrupa Parlamentosunda AB-Türkiye müzakerelerinin dondurulmasını öngören rapor 477 oy ile kabul edildi
6 Temmuz 2017



Avrupa Parlamentosu’nda dün görüşülen Türkiye Raporu'na ilişkin bugün yapılan oylamaya 638 parlamenter katıldı.

Oylamaya katılanlardan 477 parlamenter Türkiye ile müzakerelerin dondurulması yönünde oy kullanırken, 64 parlamenter müzakerelerin devam etmesi yönünde tercih kullandı.

AP Türkiye raportörü Kati Piri tarafından hazırlanan raporda Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınması çağrısı yapılıyor.

Raporda, "16 Nisan anayasa değişikliği paketinin mevcut haliyle yürürlüğe girmesi halinde" Türkiye ile üyelik müzakerelerinin "derhal ve resmen askıya alınması" için AB üyesi ülkeler ve Avrupa Komisyonu’na çağrıda bulunuluyor.
Bu karara Anayasa değişikliği paketinin kuvvetler ayrılığı ilkesi ve Kopenhag kriterleriyle uyumlu olmaması gerekçe gösteriliyor. Avrupa Parlamentosu Kasım 2016'da aldığı bir diğer kararda da üyelik müzakerelerinin "dondurulması" çağrısında bulunmuştu.

AB Bakanı ve Başmüzakereci Çelik: AP'nin raporu aynen iade edilecektir
AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nda kabul edilen Türkiye kararıyla ilgili, "Bu rapor birtakım ülkelerin tek taraflı siyasi yaklaşımlarını bir koalisyon mantığıyla metne doldurmuş, iş birliğinden uzak bir sabotaj raporu, ilişkileri sabote etmeye dönük bir rapor. Bu nedenle Avrupa Parlamentosu raporunu son 2 senede olduğu gibi bu yıl da yok hükmünde ve geçersiz kabul ediyoruz. Rapor bizim tarafımıza ulaştığında hiçbir şekilde değerlendirme söz konusu olmaksızın aynen iade edilecektir." dedi.
Dışişleri Bakanlığı: AP'nin kararı tarafımızdan yok hükmünde sayılmaktadır
Dışişleri Bakanlığından, Avrupa Parlamentosunda kabul edilen Türkiye kararıyla ilgili, "Karar, söz konusu kurumun itibarını ayaklar altına almaktadır. Bu karar tarafımızdan yok hükmünde sayılmaktadır." değerlendirmesinde bulunuldu.

Kaynak: Patronlar Dünyası
Etiketler:
Avrupa Parlamentosu AB-Türkiye müzakereleri

Adalet Yürüyüşü’ne saldıran Pendik Belediyesi’nin Başkan Yardımcısı’ndan Gülen’e övgüler!
06.07.2017



Adalet Yürüyüşü’ne saldıran Pendik Belediyesi’nin Başkan Yardımcısı’ndan Gülen’e övgüler!

Resmi Twitter hesabından paylaştığı mesajla Adalet Yürüyüşü için ‘sözde’ ifadesini kullanan Pendik Belediyesi tepki çekerken belediyenin Başkan Yardımcısı Atilla İpek’in Fethullah Gülen’e ve Gülen Cemaati’ne övgüler dizdiği tweetleri ortaya çıktı.

AKP’li Pendik Belediyesi, resmi Twitter hesabından paylaştığı mesajında, “Sahil Cumartesi Pazarı, sözde Adalet Yürüyüşü’nün güvenliği nedeniyle 8 Temmuz Cumartesi günü kurulamayacaktır” dedi. Pendik Belediyesi bu mesaj üzerine yoğun tepki alırken sosyal medya kullanıcıları Belediye’nin Başkan Yardımcısı Atilla İpek’in Fethullah Gülen ve Cemaat’ine övgüler dizdiği tweetlerini ortaya çıkardı.

Atilla İpek, Gülen için “Allah cc muhterem Fethullah Gülen hoca efendiye sıhhat afiyet ve uzun ömürler bahşetsin inşallah” demiş. İpek, Gülen Cemaati’nin organize ettiği Türkçe Olimpiyatları için de “Türkçe olimpyatları; sinan Erdemdeyiz muhteşem organizasyon” gibi mesajlar paylaşmış.

Atilla İpek, bu ifadelerinin ortaya çıkmasının hemen ardından ise mesajlarını alelacele sildi.

adalet-yuruyusu-ne-saldiran-pendik-belediyesi-nin-baskan-yardimcisi-ndan-gulen-e-ovguler-316259-1.adalet-yuruyusu-ne-saldiran-pendik-belediyesi-nin-baskan-yardimcisi-ndan-gulen-e-ovguler-316260-1.adalet-yuruyusu-ne-saldiran-pendik-belediyesi-nin-baskan-yardimcisi-ndan-gulen-e-ovguler-316261-1.

pendik adalet Fethullah Gülen Twitter AKP belediye Cemaat sosyal medya
Birgün

Sahte fotoğraflarla Adalet Yürüyüşü'nü karalamaya çalışan AA muhabirine tepki yağdı
06.07.2017



Anadolu Ajansı foto muhabiri Tufan Güneş, Twitter hesabından Adalet Yürüyüşü'ne aitmiş gibi manüpile edilmiş sahte fotoğraflar paylaştı. Photoshop ile manüpile edildiği açıkça görülen sahte paylaşımlara tepki yağdı. Ayrıca Twitter kullanıcıları fotoğrafların orijinallerini de yayınlayarak AA muhabirinin yalanını deşifre etti.



adalet Twitter
Birgün

İzmir’de adalet nöbetinde işçiler hakları için adalet istedi
06.07.2017



Adalet Nöbeti'nin 6. Gününde işçiler örgütlenme hakkı, kıdem tazminatı ve grev hakkı için adalet istedi.
TWEET PAYLAŞ +
İzmir’de adalet nöbetinde işçiler hakları için adalet istedi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve binlerce CHP’linin Ankara’dan İstanbul’a başlatmış olduğu Adalet Yürüyüşüne destekler devam ediyor. İzmir'de Emek ve Demokrasi Güçleri her gün farklı bir kesimin adalet çağrılarını ele aldığı Adalet Nöbetleri sürüyor. Adalet Nöbeti'nin 6. gününde nöbeti işçiler devralarak adalet taleplerini dile getirdi.

Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde toplanan kitle, “Herkes için adalet” pankartı açarak sık sık, “Yaşasın sınıf dayanışması” , “Sendika hakkımız engellenemez” sloganları attı. Adalet Nöbetine 25 gündür iş yeri önünde direnen Orkide işçileri ve işten atılan İZGAZ işçileri katıldı.

Evrensel'in haberine göre, kitle adına ortak açıklamayı okuyan DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, siyasi iktidarın baskıcı politikalarına karşı adaletin herkesin en önemli talebi haline geldiğini söyledi. İşçi sınıfına yönelik saldırıların her geçen gün arttığını ifade eden Sarı, “Kıdem tazminatı, kiralık işçi büroları, BES, ihraçlar, esnek çalışma hayata geçirilmek üzere AKP tarafından sürekli gündemde. Onun için adalet istiyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesinde atılan işçiler için, İzmirgaz'dan atılan işçiler için, Torbalı Form Mukavva ve Orkide'de direnişte olan işçiler için adalet istiyoruz. Adalet halkın ekmeği, işçinin geleceğidir” dedi.

‘İŞTEN ATILANLAR GERİ ALINSIN’

İZGAZ işçileri adına konuşan Enerji Sen Örgütlenme Uzmanı Özgür Bozkurt, sendikalı oldukları için 23 işçinin işten çıkartıldığını söyleyerek, “Daha adil bir çalışma düzeni için sendikalı olduk. İzmir Gaz yönetimi bizi açlıkla terbiye etmeye çalışıyor. Atılan arkadaşlarımız geri alınıncaya kadar mücadele edeceğiz. En çok işçilerin adalete ihtiyacı var. Adalet işçilerin geleceğidir, ekmeğidir” dedi.

Orkide işçileri adına konuşan Serkan Yaman, kayyum atandıktan sonra sendikaya üye olduklarını ifade ederek, “Kayyum bizleri işten attı. 25 gündür fabrika önünde direnişteyiz. İşe geri alınıncaya kadar direnişimiz devam edecek. Baskılara boyun eğmeyeceğiz” dedi.

adalet İzmir CHP işçi ifade grev Kemal Kılıçdaroğlu Ankara İstanbul
Birgün

348 Milyar Dolar kayıp....
6 Temmuz 201



2002 sonunda Türkiye’nin 114 milyar dolar dış borcu varken, bugün bu miktar 412 milyar dolara çıktı.”

Sabahattin Önkibar'ın Aydınlık'taki yazısından alıntı:

348 MİLYAR DOLAR KAYIP!

Milliyet’te yazan Güngör Uras’ı bilirsiniz.
İktidara karşı biri değil.
En önemli özelliği resmi rakamlarla yazmasıdır.
Dünkü yazısında dedi ki “2002 sonunda Türkiye’nin 114 milyar dolar dış borcu varken, bugün bu miktar 412 milyar dolara çıktı.”
Aradaki fark 298 milyar dolar.
Buna 60 milyar dolar özelleştirme gelirini ekleyin, 358 miliyor dolar eder.
Duble yola yapılan 10 milyar dolarlık harcamayı düşün 348 milyar dolar kalır.
Cevap arıyorum nerede bu 348 milyar dolar?

Kaynak: Patronlar Dünyası

Kılıçdaroğlu New York Times'ta yayımlanan yazısında talep listesini özetledi
07 Temmuz 2017



CHP lideri yazısında "Türkiye’de adalet için uzun bir yürüyüş" başlığını kullandı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu*

Gebze

15 Haziran’da Türkiye’de korku ve otoriter yönetimden, demokrasi, adalet ve özgürlüğe geçiş için Ankara’dan İstanbul’a 450 kilometrelik bir yürüyüşe başladım. Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin lideriyim. Binlerce destekçiyle Ankara’dan yola çıktım.

Geride bıraktığımız üç hafta boyunca yakıcı öğle sıcağı altında yürüdükçe ve yağmur altında ilerlemeye devam ettikçe farklı politik görüşlere sahip ve ülkemizin çeşitliliğini yansıtan on binlerce vatandaşımız aramıza katıldı. Siyasi partimizin amblemini hiç taşımadık, sadece “Adalet” yazılı bir pankart taşıdık.

Bu yürüyüşe başlamadan bir gün önce, partimizin milletvekili olan ve siyasete girmeden önce Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet’te genel yayın yönetmenliği de yapmış olan Enis Berberoğlu tutuklandı. Davada, Berberoğlu’nun muhalif bir gazeteye Türk istihbaratının Suriye’deki isyancılara silah sağladığını gösteren bir video sızdırdığı iddia edilmekte.

Berberoğlu’nun tutuklanması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminin politikacılar, gazeteciler, akademisyenler, aktivistler ve sıradan vatandaşların içinde olduğu on binlerce Türk vatandaşını hedef alan antidemokratik hareketlerinin bardağı taşıran son damlası oldu.

Bana soruyorlar “Adalet sokakta aranır mı?” diye. Bu bizim için bir tercih değil, bir zorunluluk. Eğer demokrasi ve hukukun üstünlüğü askıya alınmışsa, eğer insanlar görüşlerini özgürce ifade etmekten korkar hale gelmişse, eğer milletvekilleri parlamento yerine cezaevlerindeyse, mahkemeler adalet dağıtmaktan acizse, o zaman ayağa kalkar ve sözlerimizle, bedenlerimizle sokaklarda adalet ararız.

15 Temmuz 2016’da, Türk Ordusu’nun, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin eski müttefiki Fethullah Gülen örgütüne bağlı subayları, Türkiye’de hükümete karşı başarısız ancak kanlı bir darbe girişiminde bulundu. Darbeciler 249 Türk vatandaşını öldürdü, binlercesini yaraladı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bazı bölümlerini bombalayarak yıktı.

Benim partim ve diğer muhalefet partileri Sayın Erdoğan’ın AKP’si ile bir araya geldik ve Türk halkına parlamenter demokrasiyi savunma çağrısı yaptık. Halkımız sokaklara çıktı ve darbecilerle çatışarak demokrasimizi devirmeyi amaçlayan bu menfur darbe girişimini engelledi.

Darbeciler ve aralarında bazı devlet memurları ve sivillerin de olduğu destekçilerinin işledikleri suçlar nedeniyle yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekliydi. Biz darbecilerin yargılanmasını ve hükümetin ileride bu tür girişimleri engellemek için alması gereken yasal önlemleri destekledik.

Hukukun hem lafzına hem de ruhuna uygun hareket edilmesini bekledik. Ne yazık ki, olaylar böyle gelişmedi. Darbe girişiminden beş gün sonra, 20 Temmuz 2016’da, Cumhurbaşkanı Erdoğan olağanüstü hal ilan etti. Parlamentoyu fiili olarak devre dışı bırakarak, kararnamelerle ülkeye hükmetmeye başladı. İşte bu ikinci darbeydi. Erdoğan’ın sivil darbesiydi.

Sonraki bir yıl içinde, 50.000’den fazla insan hapse atıldı ve 150.000’den fazla insan gece yarısı kararnameleriyle işlerinden atıldı. Öğretmenler, hakimler, savcılar, akademisyenler, memurlar ve gazeteciler, terörle mücadele polislerinin şafak baskınlarında evlerinden alındı. Haklarında herhangi bir suçlama olmadan aylardır cezaevinde tutulmaktalar ve darbecilerle bir bağlantıları olup olmadığını bilmemekteyiz..

Türk parlamentosunun on iki üyesi ve 150’den fazla gazeteci, konuşmaları, yazıları veya tweetter paylaşımlarıyla teröre destek oldukları gerekçesiyle tutuklandılar. Türkiye bir korku ve endişe perdesine büründü.

Darbeden dokuz ay sonra, bu yıl 16 Nisan günü, Sayın Erdoğan, bir dizi anayasa değişikliği için referanduma gitti. Bu değişiklikler pek çok şeyin yanı sıra, kendisine partisi AKP’nin genel başkanlığın yeniden üstlenme, Başbakanlık makamını işlevsiz kılma, hakimler ve bakanlar atama, bütçe hazırlama, kararnamelerle yasa yapma ve parlamentoyu lağvetme yetkileri verdi.

Erdoğan seçimi adil şekilde kazanmadı. Hükümet, yasaları ve uluslararası taahhütlerini ihlal ederek, referandumun kazanılması için kamu kaynaklarını kötüye kullandı. Medya, muhalefetin referandum karşıtı kampanyasına çok az yer verdi. Gazetecilerin tutuklanması ve medya kurumlarının kapatılması otosansüre yol açtı.

Bir muhalefet partisinin en önemli siyasi şahısları hapse atılarak kampanya yapmaları engellendi. Yüksek Seçim Kurulu, AKP’nin talebi üzerine önemil bir koruma önlemini ortadan kaldırarak oy sayma prosedürlerini değiştirdi.

Buna rağmen Türkiye’nin yarısı referanduma ve Erdoğan’ın yetkilerinin artmasına hayır oyu verdi. Referandumun getirdiği değişiklikler, halihazırda zaten sorunlu olan demokrasimizdeki güçler ayrılığı ilkesinin içini boşalttı ve hukukun üstünlüğünü daha da aşındırdı. Güç Erdoğan’ın ellerinde toplandı. Türkiye’yi tek adam yönetir oldu.

Darbenin ilk yıl dönümü yaklaşırken, tasfiyeler sırasında tutuklanan on binlerce insan hala duruşmaya çıkmayı ve kendilerini adil şekilde savunmayı bekliyor. Yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmış durumda. Hükümetin iradesine karşı kararlar veren hakimler ve savcılar kolaylıkla görevden alınıp tutuklanabiliyor.

Dolayısıyla biz Türkiye’de barış ve uyum içinde yaşamak isteyen Türk ve Kürt; inanan ve inanmayan; Alevi ve Sünni tüm vatandaşlarımız için yürüyoruz. İnançlar, etnik köken ve yaşam tarzlarımızın ayrımcılık ve cezalandırma gerekçesi olmadığı bir Türkiye için yürüyoruz. Kafaların dik, zihinlerin korkusuz olduğu bir Türkiye için yürüyoruz.

Erdoğan ve hükümet yürüyüşümüzü “teröristler ve destekçileri için bir yürüyüş” olarak tanımlıyor. Bundan daha yanlış düşünemezlerdi. Yol boyunca çok geniş kesimlerden insanlarla yürüdüm: Görüşleri nedeniyle tutuklanan herkes için özgürlük isteyen tutuklu gazeteci eşleri; teröre kurban verdiklerimizin Türkiye’de artık kalıcı barış isteyen aileleri, darbe girişiminde yer aldığı iddiasıyla oğlu haksız yere suçlanan bir baba, alınterinin karşılığını alamayan çiftçiler, gelecekleri hakkında kaygı duyan gençler ve aile içi şiddet gören, eşit haklar arayan kadınlar gibi pek çok insanla yürüdüm.

Yol boyunca geçtiğimiz yerlerde, insanlar bizi araba kornalarıyla ya da el sallayarak selamladılar. Bazen de bizimle birlikte “Adalet!” diye bağırdılar.

9 Temmuz’da İstanbul’a ulaşacağım ve bu Adalet Yürüyüşünü büyük bir mitingle sonlandıracağım.

Olağanüstü halin kaldırılmasını ve demokrasinin tekrar inşa edilmesini istiyoruz. Bağımsız bir yargının yeniden tesis edilmesini ve tutukluların davalarının hızlı ve adil bir şekilde görülmesini istiyoruz. Darbecilerin cezalandırılmasını istiyoruz.

İşlerinden atılan onbinlerce kamu görevlisinin durumlarına ilişkin yasal mekanizma oluşturulmalıdır. Türkiye’de hiç kimse görüşlerinden, ifadelerinden, yazdıklarından veya çizdiklerinden dolayı hapse atılmamalıdır. Tutuklu bulunan tüm gazeteciler ve akademisyenler derhal serbest bırakılmalıdır.

Bu uzun yürüyüşün her bir kilometresi bana yeniden umut verdi. Şundan eminim ki, Türkiye’de halkımız demokrasiyi yeniden tesis edecek ve ülkeme adalet geri gelecektir.

*Bu yazı ilk kez New York Times'ta yayımlanmıştır.

ETİKETLER
kılıçdaroğlu haber açıklama new york times gebze

T24

TRT, 2013-2016 arasında Erdoğan’a üç muhalefet partisinin toplamından fazla yer verdi
06 Temmuz 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, 2013 yılında, Erdoğan 134 saat 36 dakika haber yayını yapıldı.

CHP Milletvekili Atilla Sertel'in TRT'de siyasi liderler için yapılan canlı yayınların ve haberlerin süreleri ile ilgili Meclis'e sorduğu sorulara yanıt geldi. TRT, 2013-2016 arasında Erdoğan’a 3 muhalefet partisinin toplamından fazla yer verdi. Verilen yanıtlarda; 2015 yılında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve HDP Eş Genel Başkanları'nın hakkında yapılan toplam 5 bin 552 haberle, 5 bin 574 haberin konusu olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan geri kaldı.

Cumhuriyet Gazetesi'nden Sinan Tartanoğlu'nun haberine göre, CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nü ‘sözde’ tanımlaması ile haberleştiren TRT’nin, AKP hükümetlerinin başbakanlarına bile adaletli davranmadığı ortaya çıktı. AKP’ye ayırdığı süreler ile muhalefet partilerine ayırdığı süreler arasında uçurum yaratması ile çok eleştirilen TRT’nin, Başbakanlığı döneminde Erdoğan’a ayırdığı zaman ile eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ayırdığı zaman arasında da onlarca saat fark olduğu öğrenildi.

CHP Milletvekili Atilla Sertel’in TRT’de siyasi liderler için yapılan canlı yayınların ve haberlerin süreleri ile ilgili TBMM KİT Komisyonu’na sorduğu sorulara 2013-2016 yıllarını kapsayan yanıt geldi. Buna göre Cumhurbaşkanlığı döneminde de Başbakanlığı döneminde de Erdoğan’a ayrılan sürenin muhalefet liderlerine ayrılan süreden kat kat fazla olduğu görüldü. Ancak TRT’nin canlı yayınlar alanında Erdoğan’a AKP hükümetlerinin başbakanlarından bile fazla süre ayırması dikkat çekti.

Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, 2013 yılında, Erdoğan için 134 saat 36 dakika haber yayını, 120 saat 6 dakika canlı yayın yapıldı. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun tam görev yılı 2015’te, Başbakan’a 101 saat 58 dakika haber, 126 saat 29 dakika canlı yayın süresi ayrıldı.

TRT’nin Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığa da eşit yayıncılık ilkesini uygulamadığı haber sayılarına da yansıdı. 2015 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan için 5 bin 574 haber yapan TRT, Davutoğlu için 5 bin 163 haber yayımladı.

Haber sayıları tablosuna göre CHP, MHP ve HDP için yapılan haberlerin toplam sayısı Erdoğan için yapılan haberlerin sayısına yaklaşamadı. Kemal Kılıçdaroğlu için 2015’te 2 bin 463 haber yapan TRT’nin ekranlarında; Devlet Bahçeli için 1861, HDP Eş Genel Başkanları için bin 228 haber yayımlandı. Böylece 3 partinin liderleri hakkında yapılan toplam 5 bin 552 haberle, 5 bin 574 haberin konusu olan Erdoğan’dan geri kaldı. Son 4 yılda toplam 1356 saatlik yayın AKP politikalarına ayrılırken, tüm muhalefete 4 yılda toplamda 308 saat verildi. TRT’nin AKP’ye ayırdığı pay, muhalefete ayırdığı payın 4 buçuk katı oldu.

Ödeneği halktan

Verilere göre, 2015 yılında TRT’nin 2015 yılı geliri 1 milyar 776 milyon. Bunun 843 milyonu elektrik enerjisi hasılat payından TRT’ye aktarılıyor. 679 milyon TL’si ise bandrol gelirlerinden elde ediliyor. Bu durumda TRT’nin gelirlerin yaklaşık yüzde 85’i halktan kesilen paralardan elde ediliyor.

ETİKETLER
erdoğan cumhurbaşkanı 2013 2016 trt fazla Çıktı
T24

Aydın ve sanatçılardan 1 günlük açlık grevi: Bir yudum su içmeyeceğiz, bir lokma yemeyeceğiz
06 Temmuz 2017



Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 120 gündür açlık grevinde


Türk edebiyatının duayen isimlerinden şair Ataol Behramoğlu, işlerini geri almak için başlattıkları açlık grevi 120. gününe giren akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça için bir video mesaj yayınladı. Behramoğlu, "Yetkilileri inatlaşmaktan vazgeçerek hukukun, adaletin, vicdanın sesini dinlemeye çağırıyoruz" dedi.

Behramoğlu mesajında şunları kaydetti:

"Bugün 6 Temmuz Perşembe. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça yaşamlarını ortaya koyarak başlattıkları haklı direnişin 120. gününü geride bıraktılar. Yetkilileri inatlaşmaktan vazgeçerek hukukun, adaletin, vicdanın sesini dinlemeye çağırmak için aralarında Edip Akbayram, Fatoş Güney, Hüseyin Turan ve Deniz Türkali gibi arkadaşlarımın da bulunduğu sanatçılar ve aydınlar, bütün bir gün arkadaşlarımızın yanında olmak için bir yudum su içmeyeceğiz boğazımızdan bir lokma geçmeyecek."

ETİKETLER
semih özakça nuriye gülmen haber aydın sanatçı
T24

Alman gazeteciden Erdoğan'a: Neden 'diktatör' olarak görüldüğünüzü mü soruyorsunuz, çünkü...
07 Temmuz 2017



"On binlerce kişi geçen yaz yaşanan darbe girişimi şüphelisi olarak işlerini kaybetti"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, G-20 ziyareti öncesi Alman Die Zeit Gazetesi Yayın Yönetmeni Giovanni di Lorenzo'ya konuştu. Diktatörlük tartışmasının yaşandığı röportaj sırasında Erdoğan Alman gazeteciye, 'Alman basının neden kendisini diktatör olarak gördüğünü' sordu. Erdoğan'ın sorusu karşısında Alman yayın yönetmeni, "Çünkü dünyanın başka hiçbir ülkesinde Türkiye’de olduğu kadar çok gazeteci parmaklıklar arkasında değil" diye cevap verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Die Zeit’e verdiği ve Grihat tarafından tercüme edilen röportajın bazı bölümleri şu şekilde:

DIE ZEIT: Sayın Cumhurbaşkanı, uzun süredir yabancı bir gazeteye röportaj vermediniz. Alman medyasıyla girdiğiniz polemik, Berlin hükümetiyle ülkeniz arasındaki ilişkilerin en düşük seviyede olduğu dönemde kasti bir mesaj mı?

Erdoğan: Şimdi kendimize sorarsak Almanya’yla ilişkimizde neden çatlama oldu, benim cevabım net: Alman medyası bize karşı karalama kampanyası yürütüyor. Bu kampanyanın bir parçası da teröristlerle yaptıkları görüşmeler.

ZEIT: Almanya gibi bir ülkede, bağımsız bir medya Türkiye karşıtı propoganda yürütsün? Bunu yaparken çıkarı ne olabilir?

Erdoğan: Dünya üzerinde herhangi bir yerde bağımsız bir medya olduğuna inanmıyorum. […..] Bağımsız medya gibi bir şey olsaydı, bu yaşadığımız problemlerin hiçbirini yaşamazdık. Olan biteni açıkça görüyoruz: Rüzgâr nereden eserse oraya gidiyorlar. Alman medyasının da farkı yok. Kimse bunun böyle olmadığını söyleyemez. Ne olup bittiğini çok iyi biliyoruz.

ZEIT: Her gazetenin ideolojik yakınlıkları vardır. Daha liberal olanları var, muhafazakâr olanları var. Bazıları da sola yakın. Ama kural olarak, Almanya’da hiçbir yayıncı ve özellikle hiçbir politikacı, gazetecilere veya yayın yönetmenlerine ne yazacağını söyleyemez. Bağımsız medyadan kastım budur.

Erdoğan (gülüyor): Buna inanmamı mı bekliyorsun?

ZEIT: 13 yıldır Zeit’in yayın yönetmeniyim ve hiçbir zaman, ne yayıncıdan ne politikacıdan böyle bir müdahaleye tanık oldum. Ve böyle bir şey olsaydı, anında istifa ederdim çünkü artık bağımsız olmadığım anlamına gelirdi bu.

Erdoğan: Benim şimdiye kadarki tecrübelerim öyle söylemiyor. Birçok medya kuruluşunun başıyla tanışıklığım oldu, onlarla çok vakit geçirdim ve çokça konuştum. Öyle zamanlar oldu ki onlara kendi gazetelerini göstermek zorunda kaldım. Dedim ki: “Hepiniz etik kurallardan bahsediyorsunuz alın işte sizin gazeteniz. Bu etik mi?” ailemi karalamaya kadar gitti bunlar. Siz IŞİD’le finansal ilişkiyi yazdınız. Çocuklarımla ilişkilendirdiniz. Kanıtınız var mı? Hayır. Ama iftira atmaya devam ettiniz. Açık seçik konuştuğum için bu gazetecilerle aramız iyi değil. Neden? Çünkü ben her şey hakkında dümdüz konuşurum. Birçok Alman gazete mesela “Erdoğan diktatör” diye yazdılar. Peki, soruyorum: Bu medya kuruluşu diktatörü nasıl tanımlıyor?

ZEIT: Alman kamuoyunun sizi neden diktatörü olarak gördüğünü mü soruyorsunuz? Çünkü dünyanın başka hiçbir ülkesinde Türkiye’de olduğu kadar çok gazeteci parmaklıklar arkasında değil. Türkiye’de bu sayı 150. Çünkü Deniz Yücel ve Meşale Tolu gibi Alman gazeteciler hala hapiste ve kimse neden hapiste olduklarını bilmiyor. Ve Yücel hücre hapsinde tutuluyor. Çünkü on binlerce kişi geçen yaz yaşanan darbe girişimi şüphelisi olarak işlerini kaybetti. Çünkü sizin istihbaratınız Alman parlamenterle ilgili casusluk yaptı. Bunlar sizin böyle bir ününüzün olmasının nedenlerinden sadece birkaçı.

Erdoğan: Aldığınız bilgi yanlış. Ve bu yanlış bilgiye dayanarak yanlış varsayımlar geliştiriyorsunuz. (Üzeri yazı dolu birkaç not kartını seçerek baktı)

[Çevirmenin notu: Erdoğan gazetecilerden 48’inin terör suçu işlediği, gazetecilikten hapiste olmadığı tezini uzun uzun anlatıyor röportajın bu kısmında. Akabinde uzun uzun Deniz Yücel’in halkı kin ve nefrete teşvik suçundan terör örgütü üyeliğiyle cezaevine atıldığını anlatıyor ve muhabire soru sormaya devam ediyor.]

Binlerce kişinin bizim cezaevlerinde olduğunu, işlerini kaybettiklerini söylüyorsun. Sana şunu söylemek isterim: Doğu ve Batı Almanya yeniden birleştiğinde, kaç insanın işini kaybettiğini biliyor musun? 500 binden fazla.

ZEIT: Şu anda rakamları kontrol etmem mümkün değil ancak yasalar ve hukuk kuralları çerçevesinde işleyen prosedürler vardı.

Erdoğan: Bundan niye bahsetmiyorsun, çok sayıda insanın işinden atıldığından? Bunu yayınlayacaksın tamam mı, silmek yok.

ZEIT: Tabi ki. Deniz Yücel’e dönersek kendisi hakkında hala iddianame hazırlanmış değil. 140 gündür hapiste, hücre hapsinde. Hakkı olmasına rağmen konsolosluktan danışmanlık yardımı almasına izin çıkması çok uzun sürdü. Ve Almanya’da, bir gazeteci, Deniz Yücel’in suçlandığı eylemlerin hiçbirinden ötürü (Kürt liderle röportaj, Kürtler ve Türklerle ilgili yaptığı şaka vb.) bir tek gün bile cezaevinde tutulamaz.

Erdoğan: Burası Almanya değil. Türkiye’nin kendi zorunlulukları ve kuralları var.

ETİKETLER
erdoğan die zeit diktatör
T24

Kılıçdaroğlu amacına ulaşmış: Meclis’teki mücadele daha sert olacak
07/07/2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Adalet Yürüyüşü’nün amacına ulaştığını belirterek Meclis’teki mücadelenin daha sert olacağını söyledi.

Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT TIR’ları davasında ‘casusluk’ iddiasıyla tutuklanmasının ardından adalet talebiyle Ankara’dan İstanbul’a yürüme kararı almıştı. Yürüyüşün son noktası olan Maltepe sahilinde 9 Temmuz’da ‘Adalet Mitingi’ düzenleneceği duyurulmuştu.

‘Bunun da mücadelesini vereceğiz’

Reuters’a konuşan Kılıçdaroğlu, yürüyüşün 20 Temmuz’dan sonra oluşturulan korku gömleğinin çıkarılması ve adalet amacıyla yapıldığını kaydederek, “Amacımıza ulaştık” dedi.

Yürüyüşün Türkiye’deki siyasi atmosferi ve tarihin akışını iyi yöne doğru değiştireceğini dile getiren CHP lideri, “Şu anda yaratılan atmosferin en temel noktalarından biri haksızlığa uğrayanların yargıya başvuramaması, bu yürüyüş onu da çözecektir umarım; bunun da mücadelesini vereceğiz” diye konuştu.

‘Mücadele belki de sokağa taşınacak’

Kılıçdaroğlu,Meclis’te iç tüzüğün değiştirilmesiyle muhalefetin konuşma hakkının kısıtlanacağını da söyledi: “Muhalefet olarak bundan sonra daha etkin olacağız artık, her alanı/fırsatı değerlendireceğiz, önümüzdeki günlerde parlamentodaki mücadele daha sert olacak büyük ihtimalle. Parlamentoda iç tüzüğü değiştirerek konuşma hakkımızı kısıtlamak istiyorlar, buna tahammül etmemiz mümkün değil; dolayısıyla bu mücadele giderek sertleşecektir, belki sokağa taşacaktır.”
Diken

‘Küresel efendilere sesleniyor’: Perinçek, Kılıçdaroğlu’nun yazısından ‘müdahale çağrısı’ çıkardı
07/07/2017



Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Britanya’nın saygın gazetelerinden Guardian’da ‘Adalet Yürüyüşü’nü anlattığı yazısında, ABD ve AB’yi Türkiye’ye müdahale etmeye çağırdığını öne sürdü.

‘Küresel efendilere sesleniyor’

Kılıçdaroğlu’nun yazısında Türk milletine veya Türkiye halkına güvenen bir sözcüğe rastlanmadığını savunan Perinçek “Kılıçdaroğlu, bütün Atlantik âleminde örnekleri görüldüğü üzere, ‘dünya’ adını verdiği küresel efendilere seslenmekte ve onları Türkiye’ye karşı harekete geçmeye davet etmektedir. ‘Adalet Yürüyüşü’nün amacı böyle açıklanmaktadır” dedi.

‘ABD ve İsrail’in mevzisinden atış yapıyor’

CHP liderinin yazısındaki, “Yalnız değiliz. Dünya, aşırılık yanlısı, liberal olmayan popülistlerin ve diktatörlerin yükseldiğini görüyor. Diktatörler birbirlerinden öğreniyorlar. Demokrasilere karşı birlikte komplo kuruyorlar” ifadelerine dikkat çeken Vatan Partisi genel başkanı şöyle devam etti: “Bu satırlarda da görüldüğü üzere Kılıçdaroğlu, düşmanlarını tıpkı ABD emperyalistleri ve İsrail gibi, ‘Aşırılık yanlısı, liberal olmayan popülistler ve diktatörler’ diye tanımlamaktadır. Dahası Kılıçdaroğlu o ‘diktatörlerin’ kim olduğunu da açıklıyor: ‘Ülkelerini mahvettiler ve halklarını yurt dışına sığınmaya zorladılar.’ Suriye ve Beşar Esad açıkça düşman ilan edilmektedir. Kılıçdaroğlu, ‘diktatörlerin birbirlerinden öğrendiğini, demokrasilere karşı birlikte komplo kurduklarını’ söyleyerek, Batı Asya’da ABD emperyalizmine ve İsrail’e karşı kurulan cepheyi hedef almaktadır. Rusya, Türkiye, İran, Irak ve Katar, düşman kamp olarak tanımlanmaktadır. Böylece Kılıçdaroğlu, ABD ve İsrail’in mevzisinden Batı Asya’nın mazlum ülkelerine karşı atışlar yapıyor.”

‘BOP eş başkanlığı görevini üstlendi’

Perinçek, geçmişte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a atfettiği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eş başkanlığı görevini bugün Kılıçdaroğlu’nun üstlendiğini de ileri sürdü: “Bütün insanlık, ABD’nin “diktatör” suçlaması yönelttiği kampanyalardan sonra, “demokrasi götürmek” adına, Irak’a, Libya’ya ve Suriye’ye silahlı müdahalede bulunduğunu çok iyi bilmektedir. Şimdi hedefte Türkiye var. ABD emperyalizmi, 15 Temmuz darbe girişiminde başaramadığı silahlı müdahale tehdidini gündeme almış gözükmektedir.”
Diken

Mine Söğüt: Şu anda OHAL olmasa iktidarı artık ellerinde tutamayacaklarını çok net görmekteler
07/07/2017



Bugüne kadar ülkeyi kasıp kavuran şiddetin meyvesini bol bol yiyenler;
Şu anda OHAL olmasa iktidarı artık ellerinde tutamayacaklarını çok net görmekteler.

Herkesin gözünün içine baka baka yürüyüşe izin vermekten bahsetme cesaretini OHAL’den alan iktidar, aslında adalet için yollara koyulan kalabalıklara “Size verecek adaletim yok benim” diye meydan okuyor. Adaletin kılıcını tekeline almış; önüne çıkana sallıyor.

İktidardakiler;
Hak olan, hukuk olan, meşru olan, kitlesel olan bu eylemin karşısında; Adaletsizlikten sonsuza kadar nemalanarak kendi diktalarını tamamlama derdindeler. O yüzden adalet için yürüyen kalabalıklara şiddet olasılığını işaret ederek gözdağı vermekteler.

Mine Söğüt’ün yazısının tamamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/775844/Hak_verilmez_alinir.html

Mehmet Ocaktan: AK Parti iktidarında kimse özgürlüklerinin kısıtlandığı gerekçesiyle yürümemeli
07/07/2017

Bugün yirmi yıl sonra artık bu tür ayıpları konuşmuyoruz, Türk kızları ‘ikna odaları’ gibi tarihin en utanç verici uygulamalarına muhatap olmadan özgürce okuyabiliyorlar, bu demokrasimiz adına çok önemli bir kazanım. Ancak bugün geldiğimiz noktada, insanlar sokaklarda yine ‘adalet’ için yürüyorlar. CHP’nin ‘adalet yürüyüşü’nde haklı mı yoksa haksız mı olduğu gibi bir tartışmanın içine girmek niyetinde değilim. Ama eğer insanlar adalet arayışı ile yürüyorlarsa, bunun önemsenmesi gerektiği kanaatindeyim.

Bir kere AK Parti iktidarında kimse özgürlüklerinin kısıtlandığı, adaletin terazisinin doğru tartmadığı gerekçesiyle yürümemeli.

Çünkü bu parti cuntacılardan brifing alan yargısal zihniyete isyan ederek yola çıktı, üniversite kapılarında başörtülü kızlar için ‘ikna odaları’ kuran örümcek kafalı akademik yapıya son vermek üzere yeni bir siyasi anlayış başlattı.

Mehmet Ocaktan’ın yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/mehmet-ocaktan/
28-subatta-kim-neden-ozgurluk-ve-adalet-aradi-4401

Af Örgütü’nden Erdoğan’a: 1998’i hatırlıyor musunuz? Biz hatırlıyoruz
07/07/2017



Uluslararası Af Örgütü, aralarında Türkiye şube direktörü İdil Eser’in de bulunduğu insan hakları savunucularının gözaltına alınmasının ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bir videoyla seslendi.

‘Uluslararası Af Örgütü serbest bırakılmanız için kampanya yürüttü’

Örgütün resmi Twitter hesabından “Hey Erdoğan, 1998’i hatırlıyor musunuz? Biz hatırlıyoruz” mesajıyla paylaşılan videoda, Erdoğan’ın 1998 yılında İstanbul büyükşehir belediye başkanı olduğu dönemde okuduğu bir şiir yüzünden cezaevine girdiği hatırlatılırken, “Uluslararası Af Örgütü serbest bırakılmanız için kampanya yürüttü. Laik hükümet o şiiri tehditkar bulmuş ve sizi hapse atmıştı” deniyor.

‘Erdoğan’ın güvenlik güçleri toplantıyı bastı’

Af Örgütü Genel Sekreteri Salil Shetty’nin “Şimdi, 19 yıl sonra, Erdoğan’ın güvenlik güçleri, insan hakları aktivistlerinin toplantısını bastı ve duyarsızca ‘Her şeyi bırakın’ diyerek, herkesi sürükleyip çıkardı” ifadelerine yer verilen videoda, örgütün Türkiye’de kişilerin inançlarına ya da iktidarda kimin olduğuna bakmadan hep adaletsizliğe karşı mücadele ettiği belirtiliyor.

Videonun sonunda, Eser ve gözaltına alınan diğer insan hakları savunucularıyla birlikte 10 Haziran’da tutuklanan örgütün Türkiye şube yöneticisi Taner Kılıç’ın serbest bırakılması isteniyor.
Diken

Eren Erdem: Devlet büyüklerimizden abdest aldığım için özür diliyorum
06.07.2017



CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem’in sosyal medyada AKP’li hesaplar tarafından abdest alırken çekilmiş fotoğrafları yayımlanıp “FETÖ” iddiaları ortaya atılmıştı.

İddialara yanıt veren CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, yayımlananların, lisedeyken arkadaşlarıyla abdest alırken Sultanahmet'te çekilen fotoğraflar olduğunu belirtti.

KRT'de Çağlar Cilara'nın programına telefonla bağlanan CHP’li Eren Erdem, fotoğraflarla yapılan FETÖ suçlamalarına yanıt verdi.

Eren Erdem katıldığı programda özetle şunları söyledi:

"Türkiye kamuoyundan abdest aldığım için özür diliyorum. Devlet büyüklerimizden, bir kadir gecesi Sultanahmet camisine gidip abdest alırken fotoğraf çekildiğim için özür diliyorum bu özrümü kabul etsinler. Türkiye'de abdest almanın, namaz kılmanın suç olduğunu da dün öğrendik. Abdest aldığım için gerçekten suçlu hissediyorum kendimi. Demek abdest alan herkes FETÖ'cü. Ben abdest aldığım için pişman değilim. Ben inançlı bir insanım. Antikapitalist Müslümanlar grubunun içinden geliyorum, benim abdest almam çok doğal."

eren erdem CHP FETÖ İstanbul milletvekili Türkiye AKP fotoğraf Antikapitalist Müslümanlar
Birgün

Gülen'e FETÖ diyen vatandaşa ceza veren hakim, terfi etti'
08.07.2017



Erzincan 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2015 yılında, 'FETÖ' ifadesini kullanan bir vatandaşa Fethullah Gülen'in şikayetiyle ceza verdiği, kararı veren hakimin ise terfi ettirildiği ileri sürüldü.

Korkusuz gazetesi yazarı gazeteci Can Ataklı, 2015 yılında Erzincan 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 'FETÖ' ifadesini kullanan bir vatandaşa Fethullah Gülen'in şikayetiyle ceza verdiğini, kararı veren hakimin ise terfi ettirildiğini yazdı.

Ataklı yazısında şu ifadeleri kullandı: "Elime bir mahkeme kararı geçti. Erzincan 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 16 Ekim 2015 tarihinde aldığı bir karar. Davalı Erzincan Detay isimli bir internet haber sitesinin sahibi Hüseyin Adalan. Davacı ise Fetullah Gülen. İnternet sitesi sahibi Hüseyin Adalan çeşitli haber ve yazılarında Fetullah Gülen terör örgütü tanımını kullanmış. Fetullah Gülen de kişilik haklarının zedelendiğini belirterek 50 bin liralık tazminat davası açmış.Mahkeme bu konuda Fetullah Gülen'i haklı bularak 'Kişinin adı Fetullah Gülendir, hakkında terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla dava açılmış olsa bile FETÖ kelimesi kişilik haklarına saldırıdır' kararı vermiş. Tabii dava tarihi ekim 2015. Yani cemaate FETÖ denmesinin resmileşmesinden 1 yıl öncesi. FETÖ tanımı pek çok yerde kullanılıyor ama Erzincan'daki mahkeme, bu konuda bir yargı kararı olmadığı için davalı Fetullah Gülen'i haklı buluyor. O karardan sonra mahkemenin hakimi terfi ettirilerek İstanbul'a atanıyor. Bu işte bir gariplik yok mu?"

FETÖ ceza hukuk Fethullah Gülen internet dava terör hakim gazeteci İstanbul tazminat yargı
Birgün

Erdoğan'ın Adalet Yürüyüşü sözlerine, Muharrem İnce'den tepki: Davutoğlu'nun nasıl gönderildiğini herkes biliyor
09 Temmuz 2017



Erdoğan, "Adalet Yürüyüşü'nü yapanlar partilerinin içinde genel başkanlığa aday olanlara adaylık hakkı vermiyorlar" demişti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Almanya'da düzenlenen G20 Zirvesi'nde yaptığı konuşmada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü" için "Anamuhalefet partisinin düzenlemiş olduğu sözde bir adalet yürüyüşü var. Devam ediyor. Halbuki sözde adalet yürüyüşünü yapanlar partilerinin içinde genel başkanlığa aday olanlara adaylık hakkı vermiyorlar. Bu tür gariplikleri yaşıyoruz fakat bunların hepsini aşacağız" dedi.

CHP'de Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı aday olan ve 16 Nisan Anayasa referandumu sürecinde de aktif olarak rol alan isimlerin başında gelen Muharrem İnce Erdoğan'ın sözlerine tepki gösterdi. Adalet Yürüyüşü'ne de katılan İnce, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada "Ben Genel Başkan adayı odum, muhalefet ettim, eleştirdim ama yine milletvekili seçildim. AKP'de böyle bir durum söz konusu bile olamaz.AKP ile CHP'yi karıştırma, Ahmet Davutoğlu'nun başına gelenleri, Genel Başkanlıktan nasıl gönderildiğini herkes biliyor." ifadelerini kullandı.

İnce'nin açıklaması şöyle:



T24

Aydın Engin: Başyargıç konuştu, artık Yargıtay hikâye
09 Temmuz 2017



"Reis kararı vermiş, hükmü kesmiş, Yargıtay aşaması filan artık hikâye"

Aydın Engin *

Önce G20 doruk toplantısı için Almanya’ya giderken uçağındaki gazetecilere konuştu:

“...Yargı süreci devam ediyor. Enis Berberoğlu ile ilgili verilen karar önemli bir adımdır. Bağlantısı nedir? Yurtdışına kaçmış olan kişidir. Servisi yapan bu. Bunun dışında birinci mahkemelerden çıkan kararlar var. Bunların temyizi mümkün olduğu için dikkati çekmiyor. Yıl sonuna kadar ciddi manada mahkûmiyet kararları gelecektir diye düşünüyorum...”
Henüz bitmemiş bir yargı sürecinden söz ediyor. Enis Berberoğlu arkadaşım içinse bir ağır ceza mahkemesinin (bence hukuksal değil siyasal) bir kararı var: 25 yıl hapis. Şimdi dosya Yargıtay’a gidecek ve kesin kararı orası verecek.
İyi de kendini “başyargıç” olarak gören ve sahiden de fiilen “başyargıç, en büyük yargıç, esas kararı veren yargıç” olan AKP Reis’inin verdiği fetva böyle demiyor. Enis Berberoğlu’nun besbelli ki cezası kesinleşmiş. Yargıtay kararı bir biçimsel aşamadan ibaret.

Reis bu fetva ile de yetinmiyor ve ekliyor: “Yıl sonuna kadar ciddi manada mahkûmiyet kararları gelecektir”.
Anlaşıldı.
Reis kararı vermiş, hükmü kesmiş. Yargıtay aşaması filan artık hikâye...
Şimdi şu anda sürüp giden davaları şöyle bir gözünüzün önüne getirin.
Sanıklar ve avukatlar bu cümleyi okuyunca “Ulan harıl gürül savunma hazırlıyoruz ama anlaşılan bu nafile çaba” demeyecekler mi?

Daha önemlisi. O davaları görmekte olan anlı şanlı yargıçlar “Beraat verirsek Reis’i yalanlamış olacağız. Reis’i yalanlamak ne söz, onun görüşlerine katılmamak bile haritadan yer beğenmek anlamına geliyor” demeyecekler mi?
Ne yani, biz sanıklar, bizleri savunan ya da savunacak avukatlar, hele hele o yargıçlar “Ama anayasada Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu yazıyor” diye kendilerini avutacak kadar salaklar mı?
Galiba “Elveda hukuk” deyip “Peki şimdi ne olacak, ne yapılacak” sorusu üstüne kafa patlatmak gerekiyor...

***

AKP Reisi bu incileri saçtı, ardından Almanya’nın en itibarlı gazetelerinden Die Zeit’ın yayın yönetmeni ile bir söyleşi yaptı. Soruları cevapladı; soruları sorularla karşıladı; her şeyin en doğrusunu bildiği için hem hukuk dersi verdi hem de gazetecilik dersi.

Gazeteci arkadaşım, Die Welt gazetesinin Türkiye temsilcisi Deniz Yücel’in iddianamesi yazılmadan, tek kişilik hücrede aylardır içeride tutulması üstüne Die Zeit sordu:
“Kariyerimde sağ ve sol kanattan birçok teröristle ve ek olarak terörle suçlanan birçok insanla röportaj yaptım. Bu tür şeyleri yapan gazetecilerin gerçekten terörist veya terör destekçisi olduklarını düşünüyor musunuz?”
Reis kendinden çok emin. Çünkü o her şeyin doğrusunu ve doğrunun da doğrusunu biliyor...
Duraksamadan cevapladı, bizlere meslek dersi verdi:
“Bana göre bu kişi teröristlerin destekçisidir çünkü biliyor ki karşısındaki terörist. Bir teröristle ne konuşmak isteyebilirsin? Ve bunu nerede yayımlatmak isteyebilirsin? Bir teröristin düşüncelerini yayımladığında, bu ne oluyor? Bu terörizm yayınının kendisidir.”
Vay be!..
Yandık ki fena yandık.
Türkiye’de Kandil’e gidip PKK yönetim kademesindekilerle söyleşi yapan, benim bildiğim en az 10 gazeteci var.
Şey...

Bunlardan biri de benim.
Demek ben ya da Kandil’e, Erbil’e, Bekaa Vadisi’ne gidip söyleşiler yapan gazeteciler terörizm propagandası yapmışız.
Dahası, ben Afganistan’da daha sonra Taliban saflarında yer almış “Mücahit reisleri”nin en ünlüsü Hikmetyar ve Rabbani ile de söyleşi yapıp yayımlamıştım.
Keza Kosova’da şiddeti mücadele yöntemi olarak seçmiş UÇK gerillalarının şeflerinden biri ile de söyleşi yapıp yayımlamıştım.
Ayrıca Ürdün’deki Filistin kampında İsrail’in hedefindeki bir gerilla komutanı ile de söyleşi yapmıştım.
Ayrıca...

Hayır... Susuyorum.
Sadece “İnşaallah Reis’in bu incilerini bir savcı okumamıştır ve durumdan vazife çıkarıp gel bakalım Aydın efendi” demeyecektir diye dua etmeye gidiyorum.
Benim dua da kabul olmaz ama ne yapayım?

Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet.com.tr'de yayımlanmıştır

ETİKETLER
aydın engin yargıtay köşe yazısı

Dilipak yine desteksiz attı: Miting alanı 55.000 metrekare, metrekare başına 4 kişi sıkıştırırsanız 110.000 kişi eder
09 Temmuz 2017



Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Adalet Mitingi’ne yönelik eleştiride bulunmak isterken yanlış yaptığı bir hesaplama ile sosyal medyada gündem oldu.

Dilipak, Twitter hesabından “Miting alanı 55.000 metrekare. Metrekare başına 4 kişi sıkıştırırsanız 110.000 kişi eder. 1.6 milyon nereden çıkıyor. CHP'nin vaadleri böyle” diye yazdı.

Dilipak, daha sonra şu mesajı paylaştı:

“55x4 esittir 220.000 CHP liler 4 işlemde 1.6 milyon mı demişti. Ben düzeltiyorum. Haydi CHP den de duzelt”

Aşağıda İBB'nin Maltepe Sahili Düzenleme Projesinin resmi rakamları var. Buna göre dolgu alanı 55.000 metrakare değil; 1.200.000 m²
Dilipak'ın hesabına göre Adalet Mitingi'ne katılanların sayısının 4 milyobu aşkın olduğu görülüyor.
Bir hesabı da adam gibi yapsalar ya..

*MALTEPE SAHİLİ DOLGU ALANI DÜZENLEME PROJESİ
MEGAİSTANBUL
http://megaprojeleristanbul.com
İlgili Kurumlar İBB
http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/kurumsal/Birimler/ProjelerMd/Pages/Projeler1.aspx?
km=Maltepe&im=70
Proje Alan Büyüklüğü 1.200.000 m²
http://www.arkitera.com/haber/index/detay/avrupa-nin-en-buyuk-
etkinlik-alani/16659
Proje Türü Rekreasyon Dolgu alanı
Maliyeti 201 milyon 780 bin TL.
http://www.arkitera.com/haber/index/detay/avrupa-nin-en-
buyuk-etkinlik-alani/16659
Müellifi AARTI Planlama Peyzaj Mimarlık Limited Şirketi
http://www.groupaarti.com/#fragment-2013-6
İnşaat Şirketi AKM Yapı
http://www.akmyapi.com.tr/devam-eden-projeler.html
Cengiz İnşaat
Konumu Maltepe
Kamuya Açıklanma Tarihi Şubat 2011

Ayrıca:)

Ancak 7 Hazian 2015 seçimleri için AKP'nin Maltepe miting alanında yaptığı mitingde, AKP'ye yakın gazeteler meydanda 2 milyon kişinin olduğunu yazmışlardı.



Yandaş basında AKP miting için atılan bir manşet

Erdoğan Dilipak'ı böyle yalanlamış: Maltepe Meydanı 2 milyon insanı alabiliyor

Dün Maltepe Dragos Sahili’nde gerçekleşen Adalet Mitingi’ne milyonlarca yurttaş katıldı. Alan tamamen dolarken, birçok insan mitingi dışarıdan takip etti.

Kalabalık katılımdan rahatsız olan yandaşlar mitinge ilişkin sayı tartışmaları başlattı.

İstanbul Valiliği de akşam saatlerinde ‘gülünç’ olarak tabir edilebilecek bir açıklamada bulunarak mitinge 175 bin kişinin katıldığını öne sürdü.

Sayı tartışmalarına ise Erdoğan son noktayı koydu.

Erdoğan 2015 yılında 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, Taksim’e izin verilmeyeceğini ifade ederek şunları söylemişti:

“Avrupa Yakası’nda Yenikapı, Anadolu Yakası’nda Maltepe başta olmak üzere. eskiden tabi böyle meydanlar yoktu. Ama şimdi bir Yenikapı var 1.5 milyon insanı alabiliyor. Maltepe var 2 milyon insanı alabiliyor. Eğer kendine güveniyorsan git o meydanlarda yap. Ve bu meydanlarda hiçbir yerin zarar görmesi de mümkün değil. Gidersin gayet güzel bir şekilde Orada toplanır bir güzel mitingini yaparsın. Denizden ulaşımı var karadan ulaşımı var v.s”
Haber Kritik
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Tem 28, 2017 12:13 am tarihinde değiştirildi, toplam 12 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Tem 08, 2017 11:20 pm    Mesaj konusu: Yeni kurulacak partinin yönetiminde yer alacak isimler belli Alıntıyla Cevap Gönder

Kılıçdaroğlu, 25 günlük Adalet yürüyüşünü Maltepe'de milyonluk kitleye hitabıyla noktaladı: Adalete susamış 80 milyona şükranlarımı sunuyorum
09.07.2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı 'Adalet Yürüyüşü' kitlesel bir mitingle sona erdi. 'Adalet Mitingi'nde konuşan CHP liderinin sözleri sık sık, 'Hak, Hukuk, Adalet' sloganlarıyla kesildi.

Polisin tahmini bile çok kalabalık!
CHP Parti Meclisi üyesi Mehmet Ali Çelebi polisin verdiği resmi rakamlara göre adalet yürüyüşüne 1.6 milyon kişinin katıldığını söyledi.

Polisin verdiği resmi rakama göre miting meydanında 1 milyon 600 bin kişi var. Gerçek rakam ise 3 milyon. #adaletmitingi

​18.00 — KILIÇDAROĞLU KONUŞMASINA BAŞLADI

Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satırbaşları şöyle:

15 Haziran 2017'de sabah saatlerinde Ankara'dan başlattığımız yürüyüşü Maltepe'de noktaladık. Bu son değil, o yürüyüş bizim ilk adımımızdır. Herkes bilsin, 9 Temmuz yeni bir tarihtir, 9 Temmuz yeni bir doğuştur. Ankara'dan yürüyüşe başladığımızda ilk günü 10 dakikalık mola ile bitirdik. Yol boyunca bizi yüreklendiren Ankara, Kahramankazan, Kızılcahamam, Gerede, Bolu, Kaynaşlı, Düzce, Hendek, Adapazarı, İzmit, Derince, Körfez, Tavşancıl, Gebze ve İstanbul'a yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Hayır dualarımız seninledir diyen analara, babalara, dedelere şükran borçluyum onlara teşekkürlerimi gönderiyorum. Yol boyunca birlikte yürüdüğümüz, büyük bir kısmında beraber yürüdüğümüz, harp okulunda tutuklu oğlu olan Veysel Amca’ya selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. Yolda gelirken bizi protesto eden vatandaşlarımız da vardı, protesto adan yurttaşlarıma da şükranlarımı gönderiyorum. Bu ülkeye birinci sınıf demokrasiyi göndereceğiz.

'ADALETE SUSAMIŞ 80 MİLYONA ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM'

Bir teşekkürüm de güvenlik güçlerimize, bütün güvenlik güçleri bizim sağlıklı bir şekilde toplanmamız için olağanüstü çaba harcadılar. Halkın polisine, jandarmasına selamlarımı, saygılarımı gönderiyorum. Hiç kimse unutmasın, biz yürürken, taşkınlık yapacağımızı düşünüyorlardı. Dünyanın en barışçıl eylemini yaptık. Hiçbir yurttaşımızın burnu dahi kanamadı. Benimle beraber yürüyen adalete susamış 80 milyona yine şükranlarımı sunuyorum.



Hasan Tatlı hayatını kaybetti. Ailesine baş sağlığı diliyoruz. Ailesine şükranlarımı sunuyorum.
Sevgili adalet arayışçıları, yürüyüşümüze destek veren pek çok kesim oldu. Siyasi partiler ve milletvekillerine, sendikalara, sanatçılara, muhtarlara, engellilere, Ergenekon, Balyoz, KHK mağdurlarına, taşeron işçilerine, kadınlara, STK'lara, barolara, mağdur ailelere yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

'MALTEPE MEYDANI GAZETECİLERİN YANINDADIR'

Neden yürüdük? Bu sorunun cevabını da izin verirseniz vereyim. Olmayan adalet için yürüdük. Mazlumların hakkı için, hapisteki milletvekilleri, tutuklu gazeteciler için yürüdük. Bugün Sözcü muhabiri Gökmen Ulu’nun doğum günü. Kendisine buradan mutlu yıllar diliyoruz. İçeridesin kardeşim biliyorum. Ama unutma Maltepe Meydanı burada, senin yanındadır.

Üniversiteden atılan hocalar için yürüdük. KHK ile üniversite hocalarının kapının önüne konulması tam bir demokrasi ayıbıdır. Geçmişte bunu 1402’likleri hatırlarsınız darbe döneminde paşalar yapıyordu. Şimdi Kaboğlu gibi dünya çapında bilinen önemli isimler kapının önüne konuldu ve yurt dışına çıkışları da yasaklandı.

'FETÖ'YE, TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI OLDUĞUMUZ İÇİN YÜRÜDÜK'

Kamu görevlerinden atılanlar için, çocuk işçiler için, orman köylüleri için, hapisteki askerler, linç edilen askerler için yürüdük. Tek adam rejimine karşı olduğumuz için yürüdük, FETÖ’ye karşı olduğumuz için yürüdük. Terör örgütlerine karşı olduğumuz için, yargı siyasetin emrine verildiği için yürüdük.
'MAVİ MARMARA İÇİN, NURİYE VE SEMİH İÇİN YÜRÜDÜK'

Şiddet mağduru kadınlarımız için yürüdük, Mavi Marmara şehit ve gazileri için yürüdük. Açlık grevindeki kardeşlerimiz Nuriye ve Semih için yürüdük. Can ve mal güvenliği olmadığı için korku iklimindeki iş dünyası için yürüdük.

FETÖ’nün siyasi ayağı ortaya çıksın, gerçek darbeciler yargılansın diye yürüdük, 249 şehidimiz için yürüdük. Şehitler ve gaziler arasında ayrım yapılamaz. Şehitler ve gaziler arasında ikilik yaratıldı. Ayrım yapılmasın diye yürüdük.

'9 TEMMUZ, YENİDEN DOĞUŞUN TARİHİDİR'

Özetle bu ülkede adalet için yürüdük. Adaleti getirmek için yürüdük. 9 Temmuz yeniden doğuşun tarihidir. 9 Temmuz bir yürüyüşün sonu değil bir barışın, bir birlikte yaşam iradesinin ortaya konmasının tarihidir. Adalet mülkün temelidir. Yunus’un dediği gibi zulüm ile abad olunmaz. Zulüm ediyorlar. Herkese zulüm ediyorlar. Zulme karşı durmak bizim boynumuzun borcudur.

'PEYGAMBERİMİZİN VEDA HUTBESİNİN TEMELİ ADALETTİR'

Konfüçyüs adaleti şöyle tanımlar, 'Adalet bir kutup yıldızı gibidir. Yerinde sabit durur, bütün dünya etrafında döner.' İranlı Sadi çok güzel bir tanımlama yapıyor. Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez. Buradaki ve bu meydana gelememiş adalete susamış sizlere tekrar selamlarımı gönderiyorum. Kuran’ı Kerim’de adaletle hükmediniz, işi ehline veriniz der. Peygamberimizin veda hutbesinin temeli de adalettir. Onun için diyoruz ki önce adalet. Hak, hukuk, adalet. Siyaset ahlak, adalet temelli yapılmak zorundadır. Siyaset topluma adanmışlıktır, malı götürme alanı değildir.

'HİÇ KİMSENİN ETNİK KİMLİĞİNE GÖRE, İNANCINA GÖRE SİYASET YAPMAYACAĞIZ, YAPANLAR VATAN HAİNİDİR'

Siyaset ülkenin çıkarları için yapılır. Siyaset ülkeyi birleştirmektir, bölmek değil, kutuplaştırmak değil. Hiç kimsenin etnik kimliğine göre, inancına göre siyaset yapmayacağız. Yapanlar vatan hainidir. İktidar değişirse başörtünüzü açacaklar diyorlar. Bu sözlere itibar etmeyin. Biz herkesin inancına yaşam tarzına saygılıyız. Adalet teslim alınmışsa adalet arayışımızın tek yeri sokaktır. Adalet, adalet, adalet. Sonuna kadar hak. Hukuk, adalet diyeceğiz. Bize diyorlar ki adalete niye sokakta arıyorsunuz. Ama 15 Temmuz darbe girişimini savuşturan parlamentonun onurlu duruşu ve halkımızın sokağa inmesidir.

'DARBEYİ ÖNLERKEN SOKAK İYİ, ADALET İSTERKEN SOKAK KÖTÜ'

Darbeyi önlerken sokak iyi, adalet isterken sokak kötü. Darbeyi de önleyeceğiz, adaleti de getireceğiz. İki tane 15 Temmuz var. Bir halkın 15 Temmuz’u, iki sarayın 15 Temmuz’u. Halkın 15 Temmuz’unda halk sokağa indi, 249 şehit ve gazilerle darbeyi önledi. Bir de sarayın 15 Temmuz’u var. Sarayın 15 Temmuz’una sonuna kadar karşıyız. Buna sonuna kadar direneceğiz. Sarayın 15 Temmuz’u.

'BEYEFENDİ BİLİYORSUNUZ ERGENEKON DAVALARININ DA SAVCISIYDI'

5 gün sonra 20 Temmuz'da sivil darbe yapıldı. Siyasi otoritenin yetkileri elinden alındı. Saraydaki zat diyor ki yıl sonuna kadar ciddi manada mahkumiyet kararları gelecektir diye düşünüyorum. Yani diyor ki kimin ne ceza alacağına ben karar veriyorum. Bir kişinin suçlu olup olmadığına ancak hakim karar verir. Beyefendi biliyorsunuz Ergenekon davalarının da savcısıydı. Şimdi hakim oldu. Buradan söylüyorum senin cezaların bizi yıldıramaz. Ne olursan ol, kim olursan ol adaleti bu ülkeye getireceğim.

'20 TEMMUZ SİVİL DARBESİNDEN SONRA DELİLSİZ CEZA VERME DÖNEMİ BAŞLAMIŞTIR”

20 Temmuz sivil darbesinden sonra dosyada delil varmış yokmuş hiç önemli değil. Hakim gözünü dikmiş saraya. Saraydan gelen talimata göre karar veriyor. 20 Temmuz sivil darbesinden sonra delilsiz ceza verme dönemi başlamıştır. Bunu her yerde herkese anlatmak Türkiye’nin görevidir.

'SARAYDAN TALİMAT GELİYORSA ELİNİZİN TERSİYLE İTİN'

Oysa hakimlik kutsal bir görevdir. Hakimin cübbesinde ilik yoktur. Düğme yoktur. Hakim kimsenin önünde eğilmez, ayağa kalkmaz. Ben buradan bütün hakimlere ve savcılara sesleniyorum. Adaletin hakkını korumak benim kadar sizin de görevinizdir. Dik durun, onurlu durun, vicdanınızın sesini dinleyin ve ona göre davranın. Saraydan talimat geliyorsa elinizin tersiyle itin. Çocuklarınıza, torunlarınıza güzel bir miras bırakın.

'FETÖ’NÜN DARBE GİRİŞİMİNİN SİYASİ AYAĞI ORTAYA ÇIKSIN DİYE YÜRÜYORUZ DEDİM'

Konuşmanın bir yerinde dedim ki niçin yürüyoruz. FETÖ’nün darbe girişiminin siyasi ayağı ortaya çıksın diye yürüyoruz dedim. Yargı ele geçirildikten sonra yani 20 Temmuz sivil darbeden sonra FETÖ olayının ayrıntılarını ortaya çıkarmak için görev yapan onurlu savcılardan dosyalar alındı, sonra sürüldüler. Bir darbe girişiminin üstünü örtmeye çalışanlar sivil darbecilerdir. Bu açıdan bir şey de yapıyorlar. FETÖ iddianameleri önce Adalet Bakanlığı’na gidiyor, Bakanlık gözden geçirdikten sonra savcı mahkemeye veriyor.

'KORKMAYIN, KORKUNUN ECELE FAYDASI YOKTUR'

Bu arada AYM’nin değerli başkan ve üyelerine de seslenmek istiyorum. Korkmayın, Korkunun ecele faydası yoktur. Neden korkuyorsunuz? Neden sarayı ürkütürüz diye çekiniyorsunuz? Sizin dik durmanız, adaleti korumanız, sizin sarayın değil ülkenin çıkarlarını korumanız size güç katar. Türkiye’ye güç katar. Birilerinin oyununa gelmeyin. Saray bize ne yapar diye düşünmeyin. Ne yaparsa yapsın. Yarın çocuklarınızın yüzüne bakacaksınız. Saraydan gelen talimat geldi diyecekseniz o koltukları boşaltın, oraya onurlu yargıçlar gelsin. 450 km’yi büyük bir keyifle yürüdüm. 450 km’yi yürürler mi diye soranlar oldu. Fazla yürümezler, 50-60 km’de bırakırlar diyenler oldu. Evet yürüdüm, ülkem için yürüdüm, 80 milyon için yürüdüm. Hiçbir ayrım yapmadım, herkesi kucakladım.

'TOPLUM OLARAK KORKU GÖMLEĞİNİ ÇIKARIP ÇÖP SEPETİNE ATTIK'

Bu yürüyüşle ne kazandık. Önce toplum olarak korku gömleğini çıkarıp çöp sepetine attık. Cesur olacağız. Bir milli kurtuluş savaşını vermiş bir milletiz. Yalnız olmadığımızı gördük, tüm dünyaya bunu duyurduk. Umudumuzu yeniden yeşerttik. Artık hepimiz umutluyuz. Biliyorsunuz umut bulaşıcıdır. Ben umutluysam yanımdaki arkadaşım umutludur. Maltepe umutluysa İstanbul, İstanbul umutluysa Hakkari umutludur.

'BU DESTANI YAZAN SİZLERSİNİZ'

Konu adalet olunca bütün farklılıklarımızı bir kenara bırakıp kenetlendik. Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli destanlarından birini yazdık. Bu destanı yazan sizlersiniz. Size, hepinize, 80 milyona saygılarımı, selamlarımı, muhabbetlerimi bir kez daha gönderiyorum.
Peki ne istiyoruz? OHAL kalksın, Türkiye normalleşsin, adliyeye, kışlaya, camiye siyaset girmesin istiyoruz. Hapiste gazetecileri olmayan bir Türkiye istiyoruz özgür medya istiyoruz. Üniversiteleri susturulmuş değil üniversiteleri konuşan bir Türkiye istiyoruz. Düşünceleri susturulmayan bir Türkiye istiyoruz. FETÖ ile mücadelenin göstermelik değil gerçekten yapılmasını ve bu darbe girişiminin siyasi ayağının kesinlikle ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Tek adım rejimi değil demokratik parlamenter sistem istiyoruz. TBMM’nin gasp edilen yetkilerinin iadesini istiyoruz. Kadın erkek eşitliği istiyoruz. Gençler potansiyel olarak suçlu gösterilmesin itiyoruz. Toplumsal barışımızı bozan tüm anti demokratik uygulamaların eşit yurttaşlık temelinde sona erdirilmesini istiyoruz.

10 MADDELİK 'MALTEPE ÇAĞRISI' METNİ

Buraya gelirken bir Maltepe Çağrısı metni hazırladım. Güzel bir metin oldu. Birazdan okuyacağım. Biz yani biz, 15 Haziran’dan bu yana yürüyen on binler, bugün Maltepe’de bir araya gelen yüzbinler olarak tüm dünyaya sesleniyoruz. Biz herkes için adalet istiyoruz. Sadece ve sadece adalet istiyoruz. 25 gündür on binlerce ağızdan hep birlikte aktardığımız hak hukuk adalet talebimizin karşılanmasını istiyoruz. Adalet bir haktır. Adalet hakkımızdır. Biz hakkımızı istiyoruz.
Bu amaçla bir araya gelen milyonlar olarak Türkiye’nin son bir yılda içine sokulduğu duruma ilişkin tespitlerimiz ve çağrımız şudur:
1- 15 Temmuz darbe girişimini açık bir şekilde lanetliyoruz. 249 şehidimizin aziz hatırası ve 2301 gazimiz için FETÖ terör örgütünün siyasi ayağı ortaya çıkarılmalı ve gerçek darbecilerden hesap sorulmalıdır.

2- İktidar tarafından 20 Temmuz’da getirilen OHAL ile biz buna sivil darbe diyoruz yasama yürütme ve yargı tek elde toplanmıştır. OHAL bir an önce kaldırılmalıdır.

3- Yargıyı siyasetin emrine vermek demokrasiye ihanettir. Kollektif suç gibi insan haklarına aykırı uygulamalardan vazgeçilmelidir.

4- OHAL mağdurlarının yargıya erişim ve sosyal güvenlik haklarını kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmelidir.

5- FETÖ ile hiçbir ilişkisi ile bulunmayan ama sırf hükümete muhalif olduğu için görevlerinden alınan akademisyenler görevlerine dönmeli ve tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmalıdır.

6- Mesleklerini yaptıkları için tutuklu bulunan gazeteciler serbest bırakılmalıdır.

7- OHAL ortamında ve devlerin tüm imkanları seferber edilerek yapılan anayasa değişikliği gayrimeşrudur. Bu bir mühürsüz seçimdir. Türkiye gayrimeşru bir anayasa ile yönetilemez, yönetilmemelidir.

8- Demokratik parlamenter sistem üzerindeki her türlü vesayet kaldırılmalıdır. Eğitimde laiklik ilkesinin aşındırılmasına son verilmelidir.

9- Sadece hukuk alanında değil toplumsal alanın tüm alanlarında adaletsizlik devam etmektedir. Yoksulluk, yaygın şiddet, terör gibi sorunlara karşı ortak irade geliştirilmelidir. Toplumsal adaletsizliğin en vahimlerinden olan kadın hakları konusunda ayrımcılığın önüne geçilmelidir.

10- Son zamanlarda uygulanan saldırgan dış politika ülkemiz içindeki sorunları da kökleştirmiştir. Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara kardeşçe yaklaşan adilane bir dış politikaya dönüş yapmalıdır.

Bu adalet çağrısı adaletin insan haysiyetinin temeli olduğu inancıyla hazırlanmıştır. Biz Türkiye’yiz. Adalet isteyen, barış isteyen Türkiye’yiz. Biz kavga değil huzur isteyen Türkiye’yiz. Biz halkız. Bu mücadele adalet mücadelesidir. Bu çağrıdaki taleplerimiz karşılanana kadar durmayacağız. Korku duvarı artık yıkıldı. B:u bağlamda yasama yürütme ve yargı erklerini kullanan tüm kesimlere bu taleplerimizi iletirken herkesi çağrımızı sahiplenmeye çağırıyorum.

19.04 — KILIÇDAROĞLU 'ADALET İSTİYORUM' DİYEREK KONUŞMASINI SONLANDIRDI

Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasını 'Adalet istiyorum' sözleriyle tamamladı. Eşi Selvi Kılıçdaroğlu'nun eşliğinde CHP Lideri, gökyüzüne güvercinler uçurdu. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, miting alanında 1 milyon 600 bin kişinin olduğunu açıkladı. Meydanda vatandaşlar ellerinde Türk bayrağı, üzerinde 'adalet' yazılı döviz ve bayraklar taşırken, 'Hak, hukuk, adalet' şeklinde sloganlar atıldı. Sahneden müzik yayını yapıldı.

Milyonluk mitingin mimarı CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpola YURT'a konuştu:

"Bugün yaşadığımız şey bağımsızlığın yeniden tesis edilmesidir, ülkenin her yanında demokrasi, barış ve adalete ihtiyaç var." diyen Canpolat YURT'a yaptığı özel açıklamada şu ifadeleri kullandı:

2.5 milyon sahada, bir milyon da dışarda var. İstanbul yürüyerek Maltepe'ye akın ediyor hala. Genel Başkanımızın arkasında yüz binler yürüyor. İstanbul'a çok teşekkür ederim. Bizi genel başkanımıza ve Türkiye'ye mahcup etmediler.

TÜSİAD Başkanı’ndan adalet desteği

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik sosyal medyadan yaptığı paylaşımla adalet vurgusu yaptı, desteğini açıkladı.

İşte Bilecik’in Kılıçdaroğlu’nun mitingi sırasında attığı o tweet:

"Çok sade, çok net ve çok masum. Üstelik küçük harflerle ifade edildiğinde daha etkili...

Siyasi parti gözetmeksizin herkese #adalet"

Kaynak:Sputnik Sözcü Yurt

Kılıçdaroğlu’nun teşekkür ettiği ‘Veysel amca’: Zulüm arşa geldi başbakan, bu çocukları yedirtmeyeceğim
09/07/2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Mitingi’nde teşekkür ettiği tutuklu Hava Harp Okulu öğrencisi babası 63 yaşındaki Veysel Kılıç, hükümete “Zulüm arşa geldi başbakan. Ben bu çocukları size yedirtmeyeceğim” diyerek seslenmişti.

Darbe girişiminin ardından Hava Harp Okulu öğrencisi oğlu tutuklanan Kılıç, ‘Adalet Yürüyüşü’nde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na haftada bir kere oğlunu ziyaret ettiği gün dışında eşlik etmişti.

CHP lideri ‘Adalet Mitingi’nde Kılıç’a teşekkür etmişti: “Yol boyunca birlikte yürüdüğümüz Harp Okulu öğrencisi oğlu tutuklanan Veysel amcaya çok teşekkür ederim.”

Rizeli Veysel Kılıç, yürüyüşün son iki gününde uzatılan Sarıyer Tv mikrofonlarından hükümete “Yanlış yapıyorsunuz” diye seslenmişti.

‘Yetti artık, zulüm arşa geldi’

Oğlunun tutuklanma hikayesini anlatan Kılıç sözlerine şöyle devam etti: “Yanlış yapıyorsunuz sayın başbakan. Zulüm arşa geldi başbakan. Ben bu çocukları size yedirtmeyeceğim. Önümüzdeki seçimde tüm vilayetleri seçim otobüsünün üzerinde geçireceğim. Allah aşkına bu çocukları bırakın. Rica ediyorum. Yetti. Yeter. Bu ana babaların gözyaşı değil, kan akıyor gözlerinden. Nerede bunun Müslümanlığı? Müslümanlık arıyorum ben. Yetti artık, zulüm arşa geldi. Suçumuz yok ki. Suçum nedir? Söyle bana ey başbakan. Neyi düzelttin, bu çocukları 12 aydır içeride tutuyorsun. eyi düzelttin göster bana. İki oğlum var, ikisini de vereceğim vatan için. Hazırım. Ben FETÖ’cü değilim, ben katil değilim. Bana ‘Katilsin, FETÖ’cüsün, hainsin’ diyorsun. Ben bu durum karşısında sana ‘Evet’ oyu mu verecektim sayın başbakan. Bana o zaman eşek değil, eşşoğlu eşek derlerdi.”

Kaynak ve Veysel amcanın videosunu izlemek için: http://www.diken.com.tr/kilicdaroglunun-tesekkur-ettigi-veysel-amca-zulum-arsa-geldi-basbakan-bu-cocuklari-yedirtmeyecegim/

Yeni kurulacak partinin yönetiminde yer alacak isimler belli oldu
08.07.2017



Meral Akşener'in liderliğinde kurulan yeni parti Abdüllatif Şener, Engin Alan ve Mansur Yavaş gibi isimlere yöneticilik önerisinde bulunacak. Bağımsız milletvekilleri Ümit Özdağ ve İsmail Ok ile birlikte TBMM'de temsil edilen beşinci parti olacak.

Yeni parti çalışmalarını hızlandıran Meral Akşener’in parti yönetimi için Müsavat Dervişoğlu, Durmuş Yılmaz, Nuri Okutan, Abdüllatif Şener, Engin Alan, Mansur Yavaş gibi isimlere öneri getirmeye hazırlanıyor. Daha önce partiye katılacağını açıklayan bağımsız milletvekili İsmail Ok ve Ümit Özdağ ile parti kurulduğu anda TBMM’de temsil edilen 5’inci parti olacak.

Karar Gazetesi'nden Erol Metin'in haberine göre, MHP’den ihraç edilen bağımsız milletvekili Ümit Özdağ, partinin liderinin Meral Akşener olacağını kendisine ait sosyal medya hesabından duyurmuştu. Balıkesir bağımsız milletvekili İsmail Ok da yeni partiye katılacağını açıklamıştı. Böylece Akşener’in partisi kurulduğu anda en az iki vekille TBMM’de temsil edilme şansı bulacak.

Geniş yelpazeli partinin isminin ne olması gerektiği konusunda birçok kişiden fikir alınırken, Akşener’in, partinin kadrolarını oluşturmak amacıyla birtakım görüşmeler yaptığı iddia edildi. Edinilen bilgilere göre Akşener, büyük illerde teşkilatlanmanın tamamlanması için görevlendirme yaptı. İl başkanlığı için düşünülen isimlere, kendi kadrolarını oluşturma talimatı verildi. Akşener’in genel başkan olacağı yeni partinin yönetiminde kimlerin yer alacağı da yavaş yavaş netleştiriliyor.

Akşener’in vefa ilkesini gözeterek zorlu mücadele sırasında kendisini yalnız bırakmayanları yönetime taşıyacağına dikkat çekiliyor. Bu kapsamda Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Akşener’in avukatlığını yapan emekli Ağır Ceza Hakimi Feridun Bahşi, Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz, MHP eski Ankara Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Erdem, Balıkesir Bağımsız Milletvekili İsmail Ok ve Isparta Bağımsız Milletvekili Nuri Okutan’ın partide görev üstleneceği belirtiliyor. Akşener’le birlikte hareket etme kararı alan Gaziantep Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ’ın yanı sıra Kayseri Bağımsız Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’na da listede yer verilmesi bekleniyor. Akşener’in eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, emekli Korgeneral Engin Alan ve Mansur Yavaş’ı da kurulacak partide görmek istediği kulislerde konuşulan iddialar arasında. Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’la da temas kurulduğu öne sürüldü.

milletvekili TBMM balıkesir emekli MHP ihraç ceza Ankara Isparta Gaziantep Başbakan sosyal medya mücadele Merkez Bankası Yusuf Halaçoğlu
Birgün

Adalet Yürüyüşü'ne 215 bin kişi katıldı; Gandhi'nin rekoru kırıldı
Gonca Tokyol
08 Temmuz 2017



"Mitingde 'Altı Ok'lu bayrak bile istemiyoruz, getirenleri provokatör olarak değerlendireceğiz"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü"nde yirmi dört gün geride kaldı. 420 kilometrelik yürüyüşte bugüne dek yaklaşık 417 kilometre yol katedildi. Dün (7 Temmuz 2017) yaklaşık 50 bin kişi ile İstanbul'a giren kortejde bugün, 215 bin kişi yer aldı.

Yürüyüş öncesi açıklamalarda bulunan Kılıçdaroğlu, Dragos'tan sonra yola yalnız devam edeceğini açıkladı. "Beni Dragos’ta beklemeyin, yalnız yürüyeceğim. ‘Genel Başkan’la yürümek istiyorum’ diyenler Maltepe’deki miting alanına gelsinler" diyen Kılıçdaroğlu, sözlerinin devamında şunları kaydetti:

"Maltepe’deki miting alanında bayrak, atatürk posteri ve adalet bayrağı dışında hiç bir bayrak istemiyoruz. ‘Altı Ok’lu bayrak bile istemiyoruz. Başka bayrak getirenleri provokatör olarak değerlendiriyoruz. Güvenlik güçlerini de uyarıyorum, başka bayrak kabul etmeyiniz. Basından arkadaşlara da yürekten teşekkür ediyorum.”

Gandhi'nin rekoru kırıldı

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Mahatma Gandhi'nin, Güney Afrika’da Hintleri ezen yasa ve uygulamalara karşı yaptığı Tuz Yürüyüşü'nün rekorunun kırıldığını aktardı.

İşte dakika dakika yaşananlar

16:55 - Yarın kortej 14.00'te Dragos'tan çıkacak. Kemal Kılıçdaroğlu ise saat 17 sularında kamp alanından ayrılarak Maltepe'deki miting alanına tek başına yürüyecek. Kılıçdaroğlu'nun alana varır varmaz sahneye çıkarak konuşma yapması planlanıyor.

16:30 - Yazar Ayşegül Tözeren Leyla Erbil'in kitabıyla yürüyüşe katılırken Twitter'da şu mesajı paylaştı:

"Leyla Erbil de adalet için bizimle yürüdü. Bu kez virgül sonrasında yalnız değildik galiba.."

16:15 - Adalet Yürüyüşü'nün 24. gününde Kılıçdaroğlu'nun konaklayacağı alana ulaşıldı. Yürüyüş, Dragos'ta son buldu.

15:51 - CHP Milletvekili Şafak Pavey, yürüyüşün son kilometrelerinde Kılıçdaroğlu'na eşlik etti.

15:10 - Yol kenarında bekleyen 'adalet' tişörtlü gençler, Kılıçdaroğlu'nu meşalelerle karşıladı.

15:04 - "Bu sıcakta bu cübbeyi anca Adanalı avukatlar giyebilir" diyen Adana Barosu üyeleri de yürüyüşe destek veriyor.

15:05 - Anons otobüsünden yapılan duyuruya göre, Kılıçdaroğlu'na bugün 215 bin kişi eşlik etti. Katılımcıların sayısının gün sonuna kadar 300 bini aşmasının beklendiği kaydedildi.

14:00 - CHP Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl, yarın yapılacak "adalet mitingi"ne ilişkin olarak sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımda, "Adalet Mitinginin 80 m'lik platformu ve yapılan tüm hazırlıklar, Adaleti haykırmaya gelen milyonlar için hazır" ifadesine yer verdi.

13:10 - D-100'den ayrılarak sahil yoluna inen adalet yürüyüşçüleri deniz kenarının da tadını çıkardı. Anons
otobüsünden, yüksek tansiyonu olanların gölge alanlarda dinlenmesi yönünde uyarıda bulunuldu.

12:12 - Kılıçdaroğlu'nun mola alanına yaklaşmasıyla birlikte
gökyüzüne Türk bayrağı renklerinde yüzlerce balon bırakıldı.

12:00 Mola alanı girişinde 3-6 yaş arasındaki bir grup çocuk Kılıçdaroğlu'na çiçek vererek "Hoşgeldiniz Kemal Amca" dedi. İkinci etapta yaklaşık 4.5 kilometre yol kateden kortej, 7.8 kilometre daha yürüyecek.

11:30 - Yürüyüşün kitleyle birlikteki son gününde Selvi Kılıçdaroğlu da eşine eşlik ediyor. Kılıçdaroğlu'nun oğlu ve gelini de yürüyüş kortejinde.

11:00 - Yürüyüş başladı.

10:15 - Pendik girişindeki mola yerine varıldı.

İlk etapta yaklaşık 6 kilometre yol katedildi.

09:51 - Adalet Yürüyüşü korteji, Ankara'dan bu yana takip ettiği D-100 karayolundan ayrılarak sahil yoluna doğru kıvrıldı.

09:45 - Ünlü oyuncu İlyas Salman yürüyüşe destek verdi. Galatasaray formasıyla gelen Salman, Kılıçdaroğlu'yla birlikte yürüdü.

09:37 - Kortejin yanından geçen araçlardan Osmanlı armalı bayrak açıldı.

09:30 - Darbe girişimi gecesi tanka çıkan insanların fotoğrafını taşıyan bir grup, yürüyüşü protesto etti. Pankartta, "İstediğiniz
kadar yol yürüyün, hiçbir adımınız bizimkilere eşit olmayacak" ifadeleri yer aldı.

09:16 - Kılıçdaroğlu, "Hak, hukuk, adalet; bu millet sana emanet. İstanbul'a hoş geldin adaletin kılıcı" pankartıyla karşılandı.

09:13 - Yürüyüş başladı.

ETİKETLER
adalet yürüyüşü

Cumhuriyet yazarı: Erdoğan’ı kendi hataları, yanlışları, kendi günahları ilk kurulacak sandıkta durduracak
09 Temmuz 2017



"AKP lideri, “Yolda adalet aranmaz!” deyip duruyor. Haklı olmayan şeyi bulmanın imkânı yok"

Cumhuriyet gazetesi yazarı Ahmet Tan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşünü eleştiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik olarak "Eoğan’ı kendi hataları, yanlışları, kendi günahları ilk kurulacak sandıkta durduracak" dedi.

Tan, "AKP lideri, 'Yolda adalet aranmaz!' deyip duruyor. Haklı olmayan şeyi bulmanın imkânı yok." diye yazdı.

Tan'ın Cumhuriyet gazetesindeki yazısı şöyle:

“Adalet değil, gaflet yürüşü bu” diye hopladı. Hem de bir Fransız TV kanalına. Başkası yapsa çoktan ülkesini şikâyet eden hain olmuştu.

Ardından, Binali Bey,
“Kabak tadı verdi!” diye zıpladı. Günlerdir, gündemin elden kaçtığına mı kızsalar...
Dalga dalga kabaran, adım adım çoğalan kalabalıklara mı öfkelenseler...

Yoksa on binleri arkasına takarak “Seseka Müdürü” diye dalga geçtikleri bir genel başkanın koşar adım liderliğe “evrilmesi”ne mi yansalar.
“Lider” tehlikeli bir sözcük zaten... Ingilizce “lead” eden, öncülük edip peşi sıra sürükleyen demek. Bugüne dek kendisinden başka birisi çıkmadı zaten...

Çıkabilme ihtimali olanları ise daha “beşiğinde” iken ya boğdurdu ya da yemleyip kapısına bağladı.
Ankara-Istanbul yolu yürümekle elbette aşınmadı.
Ama ana muhalefet başkanının attığı her adım iktidarın hatta kuyruklarının bile sinirlerini yıprattı.

Ne yapacaklarını, ne diyeceklerini şaşırdılar.
“Yürüyüş” ile “terör” arasında söylem geliştirmeye bile çabaladılar. Bu tutumun, kendilerine mideden bağlı, bazı karanlık ruhlu ve gözü kara kişileri tahrik edebileceğini bile düşünemediler.

Çok şükür, tüm tahrik ve kışkırtmalar yürünecek yollara hayvan pisliği saçılmasından ibaret kaldı.
Şaşkınlıktan ezberleri yinelemekle yetindiler.
Yürüyüşün tarihsel bir hak arama biçimi ve etkisi kanıtlanmış anayasal ve yasal bir pasif direniş yöntemi olduğunu bile unuttular.

Dillerinden düşmeyen, ama şimdi, savaş açtıkları karanlık cemaatle birlikte besteledikleri şarkıyı bile unuttular: “Beraber yürüdük biz bu yollarda!”

***

Sahi ya... Siz yollarda niye yürüyor ve ne arıyordunuz?
O dönemin haber arşivlerine bakarak bendeniz size söyleyeyim:

Başörtülü hanım kızlar her cuma günü Beyazıt Meydanı’nda toplanır ve haykırırlardı: “Eğitimde adalet...” Aslında demek istedikleri, tek istedikleri “Başörtüsüne adalet!” idi.
O yüzden siz de “Adalet”i partiye isim yaptınız. “Adalet” diye cascavlak bir parti ismi zaten eskide kalmıştı. Yanına serbest bir kafiye olsun diye bir de “Kalkınma” eklediniz. Kurnazlık yapıp bundan bir de “ak”lık çıkardınız.

Yolsuzluk, her türlü siyasi, ticari hile hurda ile tez zamanda bütünleştiğiniz için “Ak Parti” diye ortaya döküldünüz. Kalkınma zaten laf ola idi. Adaleti tümden unuttunuz.
Yürüyerek adalet aranmaz diyorsunuz. Peki, kiminle yürüdüğünüzü hadi unuttunuz... Adalet için yürüdüğünüzü nasıl unutursunuz? Peki, ya “yürümenin” bir siyasal eylem olduğunu?

Hele hele, arada yeni maddeler ekleyip düzenleyip durduğunuz ya o yasanın adını nasıl unutursunuz?
“Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”
8 Ekim 1983 - Sayı: 18185 8 Ekim 1983 tarihinde kabul edilmiş. 18185 Sayılı Yasa.

Yani bozdur bozdur harca rantını yediğiniz darbelerin en kallavisi olan 12 Eylül 1980 Evren darbesi döneminde çıkartılmış bir yasa.

Selefiniz 7. Cumhurbaşkanı Kenan Paşa, o dönemde, KHK çıkartmak yerine TBMM’de yasa çıkartmış:
“Madde 2 /b: Gösteri yürüyüşü; belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve birkamuoyu yaratmak ve o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzel kişiler tarafından bu kanun çerçevesinde düzenlenen yürüyüşler.”

***

Demek ki neymiş:
* Halkı aydınlatmak için...
* Bir kamuoyu yaratmak...
* O konuyu benimsetmek için...
Yürüyüş düzenlenirmiş.

Istese şimdiki gibi KHK de düzenleyebilirdi. Ama her şeye rağmen, bugün olup bitenlere rağmen ülkeyi yasa ile, anayasa ile yönetmek istedi. Üstelik öyle yüzde 52 ile değil, yüzde 92 oy ile Cumhurbaşkanı olmuştu. Bu yasayı çıkartan, partilere bu olanağı sağlayan ise tüm zamanların en büyük darbecisi Kenan Paşa... Hem de 37 yıl önce!!
AKP lideri, “Yolda adalet aranmaz!” deyip duruyor. Haklı olmayan şeyi bulmanın imkânı yok.

***

Bu yürüyüşün ve bugünkü, görkemli olacağı belli olan mitingin özetini hafta içinde New York Times’ın attığı başlık verdi bile...
“Yürüyüş Erdoğan’ı durduramayacak. Ama Türkleri birleştirecek!”

***

Erdoğan’ı da kendi hataları, kendi yanlışları, kendi günahları ilk kurulacak sandıkta durduracak.

ETİKETLER
tayyip erdoğan ahmet tan sandık seçim

Adalet Yürüyüşü iktidarın 2019 hesaplarını bozdu
Hakan Aksay
09 Temmuz 2017



420 kilometre...

25 gün...

215 bin insanın yürüyüşü...

Bugün İstanbul’da çok daha büyük katılım...

Evet, sayılar önemli; onların yardımıyla gerçekleri kavrıyoruz bazen.

Ama burada sayıların ötesinde bir şey olduğu kesin:

Kemal Kılıçdaroğlu gibi sakin, temkinli, sokak eylemlerine mesafeli bir lider, bir gün “Yeter artık!” diyerek yürümeye başladı...

Ve Türkiye’nin siyasi tablosu sarsıldı.

Sarsıldı diyorum, değişti diyemiyorum; ama kim bilir, belki de değişmek üzere.

* * *

Türkiye üzerine serpilmiş ölü toprağını savurdu.

Korkuyu elinin tersiyle bir kenara itti.

Parlamentoda yapılamayanın yürüyerek yapılabileceği hissi uyandı.

Tek bir merkezde toplanan “yeni” siyasi sistemde, demokratik haklar açısından nefes bile alınamayan ortamın sokakta değiştirilebileceği ihtimali gündeme geldi.

İktidar ürktü; ne yapacağını, ne diyeceğini, halkın önemli bölümünün olumlu ve/veya anlayışla karşıladığı bu eylemi nasıl engelleyeceğini şaşırdı.

Başbakan Yıldırım yürüyüşün bir an önce bitirilmesi isteğindeki telaşı “kabak tadı verdi” sözleriyle dile getirmeye çalıştı.

Ne iktidar temsilcilerinin sözleri etkili olabildi, ne de bazı sözüm ona muhaliflerin.

* * *

AKP ile birlikte artık iktidarın koltuk değneği olmaktan başka çaresi kalmamış olan MHP yönetimi ve sol jargonlu iktidar bastoncuğu Vatan Partisi Yürüyüş'ün adımlarının altında kaldı.

“Sol” cephede yanlızca kılıktan kılığa giren Perinçek değil, küçücük sakalı olmasına karşın “Kocasakal” geçinenler de, abartılı özgüvenini zoraki gülümsemelerin ardına gizlemeye çalışarak liderlik şansı arayan Feyzioğlu gibileri de büyük puan kaybına uğradı.

Sol gösterip kendine yol açan milliyetçiliğin darbe aldığı bir süreç oldu Adalet Yürüyüşü.

Bir de buna iktidarla işbirliği içinde davranarak kendisine Deng Şiaoping süsü veren Baykal’ı ekleyelim. Yok kendisi “henüz yürümeyen, ama yürüyüşü destekleyen milyonların temsilcisiymiş”, yok yürüyüşçüleri karşılayıp konuşma yapacakmış, yok yürüyüşten dolayı muhalefetle birlikte iktidarı da kutlamalıymış vs. vs. zırvalar...

Yürüyüş bu dördünün de elinden dev aynalarını aldı, onları çıplak bıraktı.

* * *

Adalet ve Kalkınma Partisi, ilk kelimesini (adalet) muhalefete kaptırdı, adını kaybetti.

AKP içinde muhalif bir rüzgâr çıksın da ben de aradığım fırsatı bulayım diye korka korka bekleyip duran Gül ve Arınç gibi hoşnutsuzlar, bir kez daha derin düşünceler içinde eylemsizliğe gömüldüler Yürüyüş boyunca. Katılamadılar.

Ama AKP ve MHP sempatizanlarından ve bazı kurucularından Yürüyüş’e destek gelmesi de önemli bir sinyaldi.

Abdüllatif Şener, Namık Kemal Zeybek, Fatma Bostan Ünsal ve Faruk Ünsal’ın yürüyenlere omuz vermesi görmezlikten gelinemeyecek gelişmelerdi.

Ahmet Türk’ün ve öteki Kürtlerin, HDP’lilerin katılımı da – her ne kadar CHP yönetimini diken üstünde tutsa da – çok ciddi bir aşamaydı.

Bu açıdan Saadet Parti’lilerden ÖDP’lilere kadar daha bir sürü unsur sayılabilir.


* * *

Sonuçta Kemal Bey’in ilk adımlarıyla başlayan yürüyüşte, uzun yıllardır görülmedik bir sessiz başkaldırı gerçekleştirildi.

Şimdi gözler yine onda, Kemal Bey’de.

Nereye kadar gidecek? Gidecek mi? Duracak mı? İktidarın “terörist”, “PKK’lı”, “FETÖ’cü” damgalamalarından çekinerek çark edecek mi? Yoksa yürüyüşünü sürdürecek mi?

25 günde büyük bir iş yaptı Kemal Bey.

Ama bu arada üzerindeki sorumluluk da arttı.

Ayakları değil, asıl omuzları büyük yük altında şimdi.

Sonrası nasıl gelir bilmiyoruz, ama yarın yapılacak anketler muhtemelen bize şunu gösterecek: Seçimler şu sıralarda yapılsa AKP-MHP bloku epeyce zayıflayacak. CHP ise gücüne güç katacak.

2019’da ne olur? Kim bilir...

Ama daha bir ay öncesine kadar 2019’u “çantada keklik” olarak görenler bugün kara kara düşünmekteler.

* * *

İnisiyatif, Adalet Yürüyüşü’nün başını çeken Kemal Bey’e geçmiş görünüyor.

Onun coşkulu bir kalabalık içinden devşirdiği terli moralinin yanında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamburg’daki G-20 toplantısında yapayalnız ve neşesiz oturuşu, liderlerin katıldığı konsere gitmemesi ve gece çekilen “aile fotoğrafı”nda yer almaması (onun yerine otelde kurmaylarıyla toplantı yapmış, “kurmayları”yla...) ciddi bir paradoks oluşturuyor sanki.

Siyasette moral üstünlük stratejik değer taşıyor. Kimi zaman dengeleri kısa sürede değiştirebilecek bir sihirli değnek bu.

Şimdi iktidar temsilcileri, Adalet Yürüyüşü’nün vicdanlardaki sesini boğmak ve onu unutturmak için var güçleriyle 15 Temmuz etkinliklerine abanacaklar.

Ama adaletin yankısını önlemeleri zor görünüyor.

Çünkü adalet; toplumsal yaşamın, uzlaşmanın, mutluluğun temel faktörlerinden biri.

* * *

Kemal Bey’in T24’ten Gonca Tokyol’un sorusuna verdiği cevap ne kadar güzel değil mi:

“Cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz, ama cennet gibi ülkeyi cehenneme çeviriyoruz.

Neden?

Neden bir arada yaşamıyoruz?

Neden bir araya gelip konuşamıyoruz?

Neden insanlara zulüm ediyoruz, eziyet çektiriyoruz?..

İnsanlar hapishanelerde.

Oysa bu doğa ile birlikte, hep birlikte yaşayabiliriz.

Bir masanın etrafına oturup tartışabiliriz.

Kavga etmenin, gerilim yaratmanın, toplumu germenin bir mantığı yok.

(Yürüyüş boyunca) en çok düşündüğüm bunlar oldu…”

ETİKETLER
hakan aksay kılıçdaroğlu adalet yürüyüşü istanbul adalet mitingi akp muhalefet
T24

AKP’li vekil ile yandaş gazeteci arasında 'A Haber' tartışması
08.07.2017



AKP İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu sosyal medyada hükümete yakın Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Kelkitlioğlu’yla tartıştı

AKP İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu, AKP'ye yakın A Haber’in gözaltına alınan insan hakları savunucularıyla ilgili yaptığı “Büyükada’da gizli toplantıya baskın” başlıklı haberine, “Bu habercilik anlayışı doğru değil, yargısız infaz. Bu ülkenin emniyeti ve yargısı var. Bırakın kimin ne olduğuna yargı karar versin” ifadelerini paylaştı.

AKP'li vekil Yeneroğlu’nun bu sözlerine Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Kelkitlioğlu, “Bu tewete yeni gördüm! Sen Deniz Yücel’e de aktivist demiştin! Sıkıntı yoksa bu toplantılara sen de katıl!” diyerek karşılık verdi.

Yeneroğlu ise Kelkitlioğlu’na, “Benim duruşum belli. Ancak sizin nezaketinizi ve gazetecilik anlayışınızı değerlendirmeyi kamuoyunun takdirine bırakıyorum” sözleriyle yanıt verdi.





AKP İstanbul Akşam gazetesi milletvekili gazeteci baskın infaz gazetecilik yandaş yargı
Birgün

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Maltepe mitinginin katılımcı sayısını açıkladı
10 Temmuz 2017



"Toplamda 375.000 m2 alanda yurttaşlarımız mitinge katılım sağlamışlardır"

Adalet Mitingi'ne katılım sayısına ilişkin tartışma sürerken, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, alanın büyüklüğünü ve tahmini katılım sayısını açıkladı.

İstanbul Şubesi, Adalet Mitingi'ne ilişkin yaptığı açıklamada, mitinge en az bir buçuk milyon kişinin katılabileceğini duyurdu.

Açıklama şu şekilde:

9 Temmuz 2017 Pazar günü Maltepe‘de gerçekleştirilen "Adalet Mitingine" katılan yurttaşlarımızın sayısı hakkında basın ve sosyal medya üzerinden birçok açıklama yapılmıştır. Ayrıca İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Cumhuriyet Halk Partisi de çeşitli rakamlar açıklamıştır.

Bir toprak parçasının sınırlandırılması ve yüzölçümünün belirlenmesi teknik bir konu olup, Harita ve Kadastro Mühendislerinin görev alanına girmektedir. Dolayısıyla kamuoyunun doğru bir şekilde aydınlatılması adına bu açıklamanın yapılmasına gereksinim duyulmuştur.

Konuşmaların gerçekleştiği Maltepe Sahil Miting alanı yaklaşık 275.000 m2‘dir. Ayrıca miting için trafiğe kapatılmış ve katılımcıların yer aldığı alan da yaklaşık 100.000 m2 dolayındadır. Toplamda 375.000 m2 alanda yurttaşlarımız mitinge katılım sağlamışlardır. Katılımcı sayısının hesaplanmasında teknik olarak genelde m2‘ye 3 ile 6 arasında insanın yer aldığı kabul edilmektedir. Dolayısıyla "Adalet Mitingine" en az 1.500.000 kişinin katıldığı ifade edilebilir.

Uzmanlar, miting alanının sıkışık düzen şeklinde olduğunun dikkate alınmasıyla bu rakamın 2 milyona kadar çıkabileceğini, ayrıca yan (kuzey tarafı) park alanlarının dolduğunun da dikkate alınmasıyla bu rakamın daha da büyüyebileceği belirtiliyor.

ETİKETLER
adalet mitingi maltepe katılımcı harita ve kadastro mühendisleri odası
T24

Osmaniye'de erkek öğrenci yurdunda çocuğa cinsel istismar
10 Temmuz 2017
Osmaniye'de özel bir yurtta 10 yaşındaki çocuğa cinsel istismarda bulunduğu ileri sürülen yurt görevlisi tutuklandı.

İddialara göre, Toprakkale ilçesinde bulunan özel bir erkek öğrenci yurdunda kalan 10 yaşındaki H.İ.K, yurtta görevli M.G (20) nin kendisini taciz ettiğini ailesine söylemesi üzerine aile şikâyetçi oldu.

Gözaltına alınarak adliyeye sevk edilen M.G, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
T24

Fehmi Koru: Muhalefet AK Parti’yi getirdiği yeni sistemin kurbanı haline dönüştürmeyi planlıyor gibi…
10 Temmuz 2017



"Olaysız yürüyüş ve olaysız miting, daha ne ister bir ülke"
Fehmi Koru *

Kemal Kılıçdaroğlu’nun son 1 kilometresini yalnız başına gerçekleştirdiği Ankara-İstanbul arasını kapsayan ‘uzun yürüyüş’ dün İstanbul/Maltepe’de büyük kalabalıkların toplandığı bir mitingle sona erdi.

Olaysız yürüyüş ve olaysız miting…

Daha ne ister bir ülke?

Mitingde yaptığı konuşmada, Kılıçdaroğlu, bir yıldır uygulanmakta olan OHAL’in kaldırılmasını, milletvekillerinin tutuksuz yargılanmasını ve gazetecilerin serbest bırakılmasını da içeren 10 maddelik bir ‘talepler listesi’ sundu.

Hepsi ‘adalet’ sözcüğü içerisinde yer alan talepler…

Aslına bakılırsa, yürüyüşe başından itibaren ters bakan, hoşlanmadığını belli eden AK Parti ve hükümet çevrelerinin, muhalefette olsalar kendilerinin de benzer bir ortamda pek çoğunu yüksünmeden seslendireceği muhakkak bir liste bu.

Yerine getirildiğinde hükümeti de içeride ve dışarıda rahatlatacak talepler…

Mutlak iktidar ne yapar?

Sorunun temelinde şu gerçek yatıyor: Türkiye’de şikâyet konusu edilen sıkıntılar bugüne ve iktidardaki partiye münhasır değil; gelmiş geçmiş iktidarların çoğu, bir süre sonra, bugünküne benzeyen ortamları kendi elleriyle hazırlamış ve bu da şimdilerde işitilenleri andıran şikâyetlere sebep olmuştur.

İktidarlar var olanla yetinmiyor, bir süre sonra ‘mutlak iktidar’ istiyor bizde; bu da rahatsızlıklara sebep oluyor.

‘Mutlak iktidar’ kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlemediği siyaset ortamının adıdır.

Kılıçdaroğlu’nun mitingde tek tek saydığı taleplerin hepsi ‘yargı’ ile ilgili; yani demokrasilerde bir devleti oluşturan kuvvetlerin üçüncüsüyle…

Üçüncü kuvvet olan yargının, birinci (yasama) ve ikinci (yürütme) kuvvetlerle — yasama ile yürütmenin de birbirleriyle ve yargı ile– aralarında duvar olması gerekiyor.

Bağımsızlık ve tarafsızlık duvarı…

Oysa ne görüyoruz, ‘adalet’ pankartıyla başlayıp biten yürüyüşe.. üçüncü kuvvet olan ‘yargı’sesini çıkarmaz ve şikâyetleri üzerine alınmazken.. yasama saflarından ve özellikle de yürütmeden şiddetli eleştiriler duyuldu.

Şikâyetler doğrudan doğruya yargı ile ilgiliyken diğer iki kuvvet bundan ne için rahatsızlık duyar?

‘Kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin gözettiği o duvar yıkıldığı için olmasın?

En az 200 yıldır dünyada devletlerin yönetiminde izlenmesi yerinde olacak hususlar tartışılıyor. Demokrasiye bir günde ulaşılmadı. Gerçek anlamda bir demokraside işlerin sağlıklı yürüyebilmesi için devleti oluşturan organların birbirleriyle uyum içerisinde çalışmasının şartı olarak, onların birbirinden bağımsız çalışması sonucuna varıldı.

Birbirinden bağımsız çalışan devlet organları en fazla siyaset adamlarını rahatlatıyor.

Zaten yeterince sorumluluk ve yükümlülük taşıyan siyaset, bir de yargının sorumluluğunu üstlenirse, o alanda meydana gelebilecek yanlışlıkların altında ezilir çünkü.

Adaletin şikâyetlere yol açmayacak biçimde yerine getirilebilmesi hassaslık ister, siyaset ise o kadar hassaslığı kaldıramaz.

İlk başlarda hoşa gider görünse bile.. gereğinden fazla sorumluluk.. sonunda siyasetin aleyhine çalışır.

İktidar ile muhalefet demokrasilerde ebedi değildir

Tecrübeler demokrasilerde iktidarların ömrünün sınırsız olmadığına işaret ediyor; dün devletin eline teslim edildiği kadrolar bugün aynı yerde değiller… Bugünün iktidarları da, demokratik ülkelerde, bir zaman gelecek, yerlerini başkalarına devredeceklerini biliyorlar.

Bildikleri için de, muhalefete düştüklerinde kendi aleyhlerine çalışabilecek yanlışlıklardan kaçınıyorlar.

Hiçbir iktidar hiçbir ülkede bin yıl sürmüyor.

Sürseydi 28 Şubat’ta ülke üzerine geçirilmek istenen ‘deli gömleği’ hâlâ üzerimizde olurdu.

Seçimde rakibinden 1 oy fazla alanın devleti yönetme görevini üstleneceği anayasa değişiklikleri yapıldı yakın zamanda ülkemizde; sandık her an bir değişikliği bizde de getirebilir.

O durumda ne olacak?

Bu soruyu AK Partililer kendilerine sormalılar.

Kılıçdaroğlu aslında ne mesajı verdi?

Miting konuşmasından.. Kemal Kılıçdaroğlu’nun.. genel başkanlıktan liderliğe terfi ettiği.. CHP’deki gücünü sağlamlaştırdığı.. kendisini cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırladığı.. gibi sonuçlar çıkarıldı. Bunlara erişmek için herhalde bu kadar zahmete girmesi gerekmezdi.

Ben ise konuşmasındaki vurgulardan farklı bir sonuç çıkardım: 2019’a doğru yol alınırken.. muhalefet.. 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliğini.. ve ‘cumhur-başkanlık sistemi’ni ters yüz etmek, değişiklikleri geçersiz kılmak üzerine bir politik çizgi izleyecek.

Tabanı bunun genişleteceğini düşünüyor muhalefet.

Anayasa değişikliği ile gelen yeni ‘yüzde 50 + 1’ sistemi muhalefetin umutlarını artırmış görünüyor.

Ne dedi konuşmasının en başında Kılıçdaroğlu? “9 Temmuz sadece bir başlangıç” demedi mi?

Arkası gelecektir.

Bu yazı Fehmikoru.com'dan alınmıştır

ETİKETLER
fehmi koru miting adalet yürüyüşü
T24

Murat Yetkin: Adalet Yürüyüşü Türkiye'yi değiştirmeye başladı aslında
10 Temmuz 2017



"Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye artık 25 gün öncesinin, Adalet Yürüyüşü öncesinin Türkiye’si değil"

Hürriyet gazetesi yazarı Murat Yetkin, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde dün Maltepe'de sonlandırılan Adalet Yürüyüşü'yle ilgili "Adalet Yürüyüşü Türkiye'yi değiştirmeye başladı aslında" yorumunda bulundu. Yetkin, "Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye artık 25 gün öncesinin, Adalet Yürüyüşü öncesinin Türkiye’si değil." ifadesini kullandı.

Yetkin'in Hürriyet gazetesindeki ( 10 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dün, 9 Temmuz'da İstanbul Maltepe'de yaklaşık 2 milyon (polis kaynaklarına göre 1 milyon 750 bin üzeri) kişiye hitap etti.

Yaşı tutan CHP'liler bu kadar kitlesel bir toplantı olarak en son Bülent Ecevit'in 3 Haziran 1977'de Taksim'deki seçim mitingini hatırlıyor.

Aslına bakarsanız Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın mitingleri dışında bu kadar geniş kitleye hitap eden başka siyasetçi olmadı.

Kılıçdaroğlu bu mitingi Ankara'dan İstanbul'a 15 Haziran'da başlatıp Adalet Yürüyüşü adını verdiği zorlu bir eylemin 25'inci gününde topladı.

Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye artık 25 gün öncesinin, Adalet Yürüyüşü öncesinin Türkiye’si değil.

Kılıçdaroğlu’nun, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıla mahkûm edilip hapse atılması ardından baştattığı yürüyüş sadece AK Parti hükümetini, sadece CHP’yi değil, Türkiye’de siyaset yapma şeklini de değiştirmeye aday.

AK Parti hükümetini nasıl mı değiştiriyor?

Örneğin Başbakan Binali Yıldırım 16 Haziran’da, Kılıçdaroğlu’nun yürümeye başlamasından bir gün sonra “Adalet sokakta aranmaz. Sorumsuzluktur” demişti. Aynı konuşmada, yürüyüşün nasıl olsa bitirilemeyeceği imasıyla “Neden hızlı trenle gitmiyor?” diye alaycı bir soru da sormuştu.

Başbakan o sözlerden 23 gün sonra, 8 Temmuz’da Kılıçdaroğlu yürüyüşünü bitirmek üzereyken “Yollarda adalet aramak olabilir” noktasına gelmişti. Tek ricası vardı: “Ama 15 Temmuz’a kontrollü darbe demekten vaz geçeceğiz.”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da 17 Haziran’da Adalet Yürüyüşüne katılanlara hitaben “Sizin 15 Temmuz’dakilerden ne farkınız var?" sözleriyle yürüyüşçüleri darbecilerle, FETÖ ve PKK benzetmeleri yaparak bir tutmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Temmuz’da ise “Gaflet yürüyüşüdür” çizgisini sürdürse de, “Program [Maltepe mitingiyle] bu şekilde biter orada bunu noktalayacak olurlarsa, verilen sözü yerine getiririz diyordu.

O arada Başbakanın 7 Temmuz’daki “Yürüyüş amacına ulaştı” sözü var.

Başbakan haklı. Yürüyüşün hedefi zaten Berberoğlu’nun serbest bırakılması olarak açıklanmadı, bunun mahkeme kararına bağlı olduğu malum. Kılıçdaroğlu amacını zaten mahkemelerin adaletsizliğine dikkat çekmek, bunu protesto etmek olarak açıklamıştı.

O nedenle Başbakan haklı, Kılıçdaroğlu amacına ulaştı.

New York Times, The Guradian Kılıçdaroğlu imzasıyla makaleler yayınladı. Özellikle New York Times makalesi, Fethullahçılar ve 15 Temmuz konusunda ABD kamuoyuna hükümetin bir yıldır anlatamadığını sakin sakin anlatabilen bir metin. CHP lideri yürüyüşün her gününde, 69 yaşında ortalama 20 km yürürken dünya televizyonlarına, ajans ve gazetelerine mülakatlar verdi.

CHP Basın Danışmanı Okan Konuralp 25 günde 120 yabancı medya mülakatı yapıldığını söylüyor. Ama örneğin sadece Reuters'in yaptığı mülakat dünyanın 465 ayrı medya kuruluşu tarafından kullanılmış.

Oysa uluslararası medya kuruluşları 25 gün önce ana muhalefet partisini konuşmaya değer dahi bulmuyorlar, “Ne yapıyorlar ki ne diyecekler?” diye burun kıvırıyorlardı.

Bundan 25 gün önce Türkiye’ye dışarıdan bakanlar, baktıkları yöne göre sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı görüyor, onun sesini duyuyorlardı, şimdi öyle değil.

Kılıçdaroğlu 25 gün öncesine dek sert muhalefet yapmamakla, CHP'yi sokaktan kopartmakta suçlanıyordu. Örneğin 16 Nisan referandumu sonrasında CHP'nin sokağa dökülmesini isteyenleri o durdurmuştu.

CHP neticede sokağa çıktı ama, olabilecek en pasif eylemle, her türlü saldırıya açık halde, edilgen bir yürüyüşle çıktı.

Ve bu halkta karşılık buldu. Demek ki Türkiye toplumu en sert taleplerini dahi barışçıl bir şekilde ifade etmeyi benimseyecek bir düzeye erişmiş; bundan aslında Erdoğan ve AK Parti hükümetinin de memnun olması lazım.

Kılıçdaroğlu'nun eyleminin tutmuş olmasının bir püf noktası da, partizan bir eylem olmamasıydı. Yani CHP bayrakları taşınmadı, mesela Erdoğan karşıtı sloganlar atışmadı. Yalnızca Türk bayrağına, adalet yazılı dövizlere ve "Hak, hukuk, adalet" sloganına yer verildi. Bu da Saadet Partisi'nden Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne, MHP muhaliflerinden eski AK Partililere dek geniş kesimlerin yürüyüşe destek olmasına zemin hazırladı.

Ama en önemli ayrıntılardan biri AK Parti'nin yaptırdığı bir araştırmada AK Partililerin de adaletin işleyişinden şikayetçi olduğunun anlaşılmasıydı; hükümet aslında o noktada bu eli kaybetmişti.

Neticede 69 yaşındaki Kılıçdaroğlu, günde ortalama 20 kilometre yürüyerek, Gandi'nin 1930'daki Tuz Yürüyüşündeki rekorunu hem süre, hem mesafe olarak kırarak yürüyüşü tamamladı, mitingini sağ salim yaptı.

Hemen söylemek lazım ki, siyasi olarak bütün engelleme çabalarına karşın Hükümet yürüyüş ve mitingin korunması için önlemleri aldı; Emniyet iyi bir sınav verdi.

Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olarak başladığı yürüyüşü, CHP lideri olarak da değil, muhalefet lideri olarak tamamlamak yolunda önemli bir adımı da dün attı.

Konuşmasına "9 Temmuz son değil, yeni bir başlangıç" diye başladı.

15 Temmuz darbe girişiminden FETÖ sorunludur dedi ama hükümeti Fethullahçıların siyasi bağlantılarını kapatmaya çalışmakla suçladı.

On maddelik bir manifestoyla talepler sıraladı.

Bunların başında Olağanüstü Halin kaldırılması geliyordu. Tutuklu vekillerin, tutuklu gazetecilerin tahliyesi vardı. Sonra mesela yeni bir dış politika vardı. Ayrıntıları haberlerden okursunuz.

İşin özeti Türkiye'de siyasetin artık 25 gün önceki Adalet Yürüyüşü önceki kurallara göre yapılmayacağıdır.

Adalet Yürüyüşü CHP'yi de değiştirmeye başladı dedik ama onu da artık bir başka yazıya bırakalım.

ETİKETLER
murat yetkin adalet yürüyüşü kemal kılıçdaroğlu
T24

Adalet Yürüyüşü son gününde de dış basında ses getirdi
10 Temmuz 2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önderliğinde 24 gün önce Ankara Güven Park'ta başlayan Adalet Yürüyüşü, bugün İstanbul Maltepe'de yapılan Adalet Mitingi ile sona erdi. Dış basın Adalet Yürüyüşü’yle ilgili yorumlarında, Kılıçdaroğlu’nu Gandi’ye benzetirken yürüyüşün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kızdırdığını vurguladı.

Adalet Yürüyüşü son gününde de dış basında ses getirdi. ABD’nin Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin sitesinin manşetinde yer alan haber-yorumda “Başarısız darbenin yıldönümü gelirken bütün Türkiye tek bir sözcük ve onun nerede bulunacağı üzerinde saflaştı: Adalet!” ifadesine yer verildi.

İki liderin fiziksel görüşünün benzerliğinden dolayı, yürüyüşün Gandi’nin Tuz Yürüyüşü’ne benzetildiğini yazan gazete, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Bir cumhuriyetimiz var mı? Hayır. Sadece bir tepede durup bütün emirleri veren bir adamımız var” sözlerini paylaştı. Hükümetin “Adalet sokakta aranmaz” eleştirilerine de yer veren yazı, Kılıçdaroğlu’nun “Biz yürüdükçe Erdoğan’ın rahatı daha da kaçıyor. Bu rahatsızlık da bana keyif veriyor” sözleriyle son buldu.

WP: Baskı yapılmalı

Washington Post’ta ise başyazı dün Türkiye’ye ayrılmıştı. Türkiye’de Uluslararası Af Örgütü’nün bir başka tepe yöneticisinin daha gözaltına alınması ve muhalefetin Adalet Yürüyüşü’nden söz edilen yazıda, ABD yönetimine Türkiye’ye daha sert uyarılarda bulunma çağrısı yapıldı.

Yazıda, “Ankara’dan başlayan yürüyüş, muhalefet güçlerinin halen bir araya gelebildiğini gösterse de baskıcı bir hükümete karşı kendi başlarına karşı koymaları beklenmemeli. Türkiye hükümetinin sivil topluma saldırılarının önlenmesi için yabancı hükümetler, Türkiye’ye baskı yapmalı” ifadelerine yer verildi.

Yazıda, “Ankara’dan başlayan yürüyüş, muhalefet güçlerinin halen bir araya gelebildiğini gösterse de baskıcı bir hükümete karşı kendi başlarına karşı koymaları beklenmemeli. Türkiye hükümetinin sivil topluma saldırılarının önlenmesi için yabancı hükümetler, Türkiye’ye baskı yapmalı” ifadelerine yer verildi.

‘Erdoğan’ı kızdırdı’

Britanya’nın Economist dergisinde yer alan “Türkiye’nin sıkışan muhalefeti İstanbul’a yürüyor” başlıklı yazıda “2013’teki Gezi Parkı eylemlerinden bu yana ülkedeki en büyük muhalefet dalgası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kızdırdı” yorumuna yer verildi.

‘Benzeri görülmemiş’

Mitingi, Britanyalı yayın kuruluşu BBC “Yürüyüş ve miting Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a karşı eşi benzeri görülmemiş bir gösteriye dönüştü” diye tanımladı. Fransız haber ajansı AFP, “Gezi Parkı’ndan beri Türkiye’deki en büyük gösteri,” yorumunu yaptı. Reuters haber ajansı “Yüz binlerce insanın katıldığını” duyurdu, İran devlet televizyonu PressTv de miting için, “Erdoğan’a karşı ender meydan okumalardan biri” ifadesini kullandı

ETİKETLER
adalet yürüyüşü chp kemal kılıçdaroğlu miting maltepe dünya basını gördü
T24

Meral Akşener'den Meclis Başkanı'na sert mektup: "Sizin hiç mi kutsalınız kalmadı?"
11 Temmuz 2017



MHP'den ihraç edilen muhaliflerden Meral Akşener, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman'ın "Şu Meral Kılıçdaroğlu mu?" sözlerine sert şekilde yanıt verdi.

Akşener, "Şu Meral Kılıçdaroğlu mu?' dediğinizi esefle öğrendi. Bir kadının soyadının ancak evlilik vasıtası ile değişeceği açık bir gerçek olmasına rağmen bu kadar alçak ve şerefsiz yakıştırmayı yapmışsınız" dedi.

Kişisel Twitter hesabından 'Açık Mektup' paylaşımında bulunan Akşener'in Kahraman'a verdiği yanıt şöyle:



ETİKETLER
meral akşener İsmail kahraman meclis başkanı açık mektup alçak şerefsiz
T24

Yenişafak için Nevşin Mengü'den Manidar Paylaşım
08.07.2017

Yenişafak için Nevşin Mengü'den Manidar PaylaşımCNN Türk tarafından ekrandan çektirilmesi gündem olan Nevşin Mengü bugün manidar bir paylaşım yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan - Trump görüşmesi ile ilgili canlı yayında “Girdi çıktı 23 dakika” diyen Nevşin Mengü’nün yayından geri plana çekildiği öne sürülmüştü.

CNN Türk Ana Haber sunuculuğu görevinden alındığı iddia edilen Nevşin Mengü, Twitter hesabından yaptığı açıklamada "Dönücem :) yakında görüşürüz demişti.

Bugün ise bu konuya manidar bir gönderme yaparak Yenişafak Gazetesinin Twitter hesabında yaptığı paylaşımı takipçileriyle paylaştı.

İşte o gönderi:



Ulusal Post

Oya Baydar:Yargı yalanlarla ve emirle yönlendirilirse…
11 Temmuz 2017

(..)
2013’ten bu yana tırmanarak ama asıl son bir yılda; muktedirler ve borazanları bu ülkede ne hak, hukuk, adalet ne de vicdan bıraktılar. İnsanî-ahlakî değerleri, hukuk, adalet kavramlarını pervasızca çiğneyerek toplumu kötücülleştirdiler, vicdansızlaştırdılar, hak ve adalete güvensizleştirdiler.

Yargı da, medya da bu gidişattan kendi payını aldı. İktidar beslemesi ya da doğrudan iktidarın denetimindeki basının ahlak kavramının a’sını içermeyen utanmaz yalanları, iftiraları insanların tutuklanmasına, casus diye, ajan diye damgalanmasına zemin hazırlıyor. Akla ziyan komplo teorileri üzerine kurulu bu yalanlar hangi çıkar ve planlar uğruna nerelerde, hangi hasta kafalar ve karanlık vicdanlar tarafından üretiliyor diye soruyorum kendi kendime. Bataklığın ve pisliğin nerelere uzandığını anlamaya çalışıyorum.

Bırakalım mahkemelerin tarafsızlığı, bağımızlığı mugalatasını bir yana, herkes biliyor ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkacak sözleri emir telakki eden yargı, medya bile denemeyecek bu provokasyon şebekesinin yalanlarını, ahlaksızca ihbarlarını sözde iddianamelerde delil olarak kullanıyor.

Paranoya tehlikelidir

Kişiler için olduğu kadar iktidarlar, özellikle de otokratik iktidarlar için paranoya tehlikeli bir illettir. İnsana da muktedirlere de ölümcül hatalar yaptırır. Paranoyak kişi veya yapı sağduyuyla düşünemez olur, korkularına yenilerek sürekli yanlış kararlar alır, kendisine yönelen gerçek tehlikeyi göremez, gölgelerle savaşır. Bugün Sayın Erdoğan’ın dar çevresi böyle bir ruh hali içinde görünüyor. Kimileri bilmeyerek ama bazıları karanlık odaklarla bağlantılı olarak Cumhurbaşkanı’nı korku ve kaygı atmosferine sokmak için akla ziyan her türlü komplo teorisini, yalanı, kurguyu devreye sokuyorlar ve ne yazık ki başarılı oluyorlar.

Erdoğan ve ekibinin, iktidarlarına yönelik saldırı kaygılarının temelsiz olduğunu söylemiyorum. Gezi olayları, ardından 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, son olarak da 15 Temmuz cinneti her iktidar için ağır olaylardır. Ama mesela Gezi olaylarını iktidara karşı uluslararası çapta komplo olarak algılamak Gezi’yi bütünüyle yanlış değerlendirmekti. Bu yanlış şimdi baş danışman sıfatı taşıyan, kime neye hizmet ettikleri belirsiz bazı kişiler tarafından hem kurgulandı hem de körüklendi. Örneğin, “telekinezi” diye bir kavramla tanıştık. O günlerde başbakan olan Erdoğan’ın uzaktan kumandayla öldürüleceğini, gizli ellerin borsayı, ekonomiyi çökertmeye soyunduklarını, vb. iddia ediyorlardı.

Gezi’de yaratılan bu yanlış ve çarpıtılmış algı, gerçekten hükümeti düşürmeye, Erdoğan’ı yıpratmaya niyetli, şimdi FETÖ adı verilen eski ortağın 17-25 Aralık operasyonuna karşı da doğru taktikler üretilememesine yol açtı ve sonunda 15 Temmuz cinnet darbesine varıldı. Bu ağır süreç iktidarın gerçekle bağlarını kopardı ve paranoyak ruh halini körükledi.

Artık bütün dünya Erdoğan’a düşmandı, bütün dünya, özellikle Batılı ülkeler bizi kıskanıyorlardı, bütün Kürtler terörist ve bölücü, bütün muhalefet hain, bütün sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları potansiyel ajan ve casustu.

Ürkütücü olan nedir?

Muktedirler iktidarlarını korumak ve pekiştirmek için demokratik veya antidemokratik, barışçı veya çatışmacı her çeşit yönteme başvururlar. Mücadele siyasî planda, bazen çok sert, acımasız sürer. Ama en sert ve haksız yöntemler de kullanılsa, siyasete yine siyasî araçlarla, yöntemlerle karşılık verilir.

Ancak, siyasî değil ruhî bir durumla; yani iktidarın siyasî analizlere dayalı adımlarıyla değil gerçekleri yansıtmayan paranoya ürünü korkuların yol açtığı bir saldırıyla karşı karşıyaysanız, muktedirler gerçekle bağlarını koparmışlarsa durum vahim ve tehlikelidir. Çünkü rasyonalitenin ve hukuğun dışına, keyfîliğin kucağına düşülmüştür.

Bu noktada bütün toplum otorite karşısında silahsız kalır. Çevresinin paronoyak telkinlerine, gerçekleri çarpıtan, başka amaçlara hizmet eden yalanlarına ve istihbaratına kapılan muktedir; Demirtaş’ı terörist, Berberoğlu’nu casus, insan hakları savunucularını ajan, gazeteci Deniz Yücel’i bölücü provokatör ilan etmekten çekinmez. Tek adam olarak bunları söylediğinde, bağımlı yargı da gerekeni yapar, hükümler yargısız infaza dönüşür.

Sonra da ne gerek var Adalet Yürüyüşü’ne, Türkiye’de adalet yok diyenler faşisttir, diye saçmalanır.

ETİKETLER
özlem dalkıran demirtaş casus erdoğan türkiye enis berberoğlu demirtaş

Yazının tamamı için:
http://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/demirtas-terorist-berberoglu-casus-ozlem-ajansa-795-milyon-nedir,17659

Düğüne 3 gün kala gelin damadı öldürdü
05 Temmuz 2017



İstanbul’da 2 yıl önce tanışan Ayşenur Y. ile Ali Kahveci, 1 yıl önce nişanlandı. 3 gün sonra düğünü olacak olan çift, önceki gün tartıştı. Çıkan kavga üzerine Kahveci, Ayşenur’a elektrikli süpürgeyle vurdu.

Mutfaktan ekmek bıçağını alan genç kadın, Kahveci’yi bıçaklayak öldürdü. Dehşet verici olay son 1 ay içinde kadınlar tarafından işlenen 4’üncü erkek cinayeti olarak da kayıtlara geçti.
İstanbul'da 2 yıl önce tanışan Ayşenur Y. (23) ile Ali Ayberk Kahveci bir yıl önce nişanlandı. Habertürk’ten Müslim Sariyar’ın haberine göre; nişanlı çift önceki gün sabah saatlerinde telefonda tartıştı. İddiaya göre Kahveci, nişanlısı kendisini telefonla aramadığı için önceki gün akşam saat 18.00 sıralarında, Ayşenur'un Esenyurt Turgut Özal Mahallesi'ndeki evine gitti. Evlendikten sonra oturacakları evin anahtarını almak için gelen Kahveci ve genç kadın arasında sabah başlayan tartışma bir kez daha alevlendi. İddiaya göre Kahveci, evde bulunan elektrikli süpürgeyle nişanlısına vurdu. Bunun üzerine mutfaktan ekmek bıçağını alan genç kadın, Kahveci'yi karnından yaraladı. Kahveci kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Gözaltına alınan genç kadın Esenyurt Asayiş Büro Amirliği'ne götürüldü.

‘ÇOK KISKANÇTI'

7 Temmuz Cuma günü dünya evine gireceği nişanlısı Ali Kahveci'nin çok kıskanç olduğunu belirten Ayşenur Y.'nin ifadesinde şunları dedeği öğrenildi: “Olay sabahı telefonla arayıp ‘Beni neden aramadın' diyerek tartıştı. Akşam da konuşurken bir anda tekrar ‘Sabah beni neden aramadın' diye tartışmaya başladı. Sinirlendi ve elektrik süpürgesini alıp bana vurdu. Ben de mutfaktan ekmek bıçağını
alarak rastgele sapladım.” Evde bulunan Yılmaz'ın kuzeni Fatih A. da “Yan odadaydım. İçeri girdiğimde kanlar içerisindeydi. Sonra hastaneye kaldırıldı. Ben de olayda kullanılan bıçağı ve halıyı sildim” diye ifade verince delilleri yok etmekten gözaltına alındı.

BİR AYDA DÖNDÜNCÜ ‘ERKEK’ CİNAYETİ

İstanbul'daki olay son 1 ay içinde kadınlar tarafından işlenen 4'üncü erkek cinayeti oldu. Konya'da kendisini aldattığından şüphelendiği kocasını takip eden Sevim H., kocası Ali H.'yi sevgilisi olduğu belirtilen kadınla buluştuğu evde öldürdü. Elazığ'da, 3 Haziran'da yanmış halde bulunan erkek cesedinin İsa U.'ya ait olduğu belirlendi. Dini nikâhlı eşi, kocasını çekiçle öldürdükten sonra yaktığını itiraf etti. Sinop'ta ise Necip Y. (27) çıkan tartışmada eşi Şengül Y. (27) tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Cumhuriyet

BDDK bankalar için 'sermaye' operasyonu yaptı, CHP'ye göre bankacılık sistemi uluslararası kurallara veda etti!
Fatih Karagülle
11 Temmuz 2017

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun hazırladığı (BDDK), "Bankaların Özkaynaklarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece, "Kanunun 57'nci maddesinin birinci fıkrasındaki sınırı aşan tutarlar ile bankaların alacaklarından dolayı edinmek zorunda kaldıkları ve aynı madde uyarınca elden çıkar
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Tem 28, 2017 1:49 am tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 10, 2017 11:30 pm    Mesaj konusu: Levent Gültekin: Hak, Hukuk, Adalet… Alıntıyla Cevap Gönder

Levent Gültekin: Hak, Hukuk, Adalet…
09/07/2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı adalet yürüyücü çok şükür kazasız belasız tamamlandı.

Doğrusu yürüyüşün provoke edilmesinden, kontrol edilemeyecek noktalara varmasından dolayı ilk başlarda çok tedirgindim.

Fakat öyle olmadı.

Hakkını teslim etmek gerekiyor ki, Kemal Kılıçdaroğlu esaslı bir iş yaptı.

Burada asıl önemli olan bütün baskıya, bütün kısıtlamalara rağmen muhalefetin bir şeyler yapabileceğinin görülmüş olmasıdır.

Doğru bir dil, toplumun genelini kuşatıcı bir söylem, herkese dokunacak mesaj içeren bir eylemin toplumda karşılık bulması, milyonlarca insanın bu çabadan heyecan duyması çok kıymetli.

Çünkü adalet hepimizin ortak değeri.

Bir ülkenin temel direği.

Adalet olmazsa ülke olamayız. Varlığımızı sürdüremeyiz. İnsan gibi bir yaşam kuramayız.

Hangi görüşten, hangi inançtan, hangi ideolojiden olursak olalım hepimizin en fazla ihtiyaç duyduğu bir değer.

Bu yürüyüş bize, toplumun bütününe hitap etmenin, toplumu harekete geçirmenin, ortak duygu oluşturmanın çok zor olmadığını gösterdi.

Ayrıştırıcı sloganları, sembolleri, dili kullanmadığımızda bir çabanın toplumda nasıl bir karşılık bulduğunu gösterdi.

Ayrımcılıktan, ideoloji, inanç, mezhep kavgasından yorulan toplumun farklı kesimlerinin ortak bir amaç için kolayca bir araya gelebileceğini gösterdi.

Sadece katılanlar değil, katılma imkanı olmayan, çeşitli nedenlerle katılamayan milyonların da bu yaklaşımdan, bu söylemden, ortak bir değer etrafında toplanmaktan büyük bir heyecan duyduğundan hiç şüphem yok.

“Geç kaldı” diyebiliriz. “Şöyle yapsaydı daha iyi olurdu” diyebiliriz. “Şunu da söyleseydi fena olmazdı” diyebiliriz.

Elbette ki hepimizin farklı bir yaklaşımı var.

Fakat ne dersek diyelim ülkemiz açısından umut vadeden bir tablo çıktı ortaya.

Yanı başımızdaki yol arkadaşımızın kimliğini, inancını, mezhebini, görüşünü sormadan bir araya gelmenin ne kadar kolay, ne kadar heyecan verici olduğunu gösterdi.

Doğru bir amaç için bir araya gelmiş, duygu birliği kurmuş milyonların, bir kişiden büyük olduğunun bir kere daha farkına varmamızı sağladı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun en büyük başarısı o yolu yürüyerek kat etmiş olması değil.

Elbette ki bu da çok kıymetli.

Yürüyüş boyunca kullandığı barışçı dil, seçtiği kelimeler, toplumun farklı kesimlerine değecek mesajlar, tavırlar… en büyük başarısı buydu.

Bu yürüyüşü bir siyasi partinin siyasi eylemi olarak değil, bir ülkenin varlığını koruma, sürdürme, toplumun insan gibi yaşam mücadelesi olarak görmek gerek.

Katılanların hepsi CHP’li değildi. Bu eylemden heyecan duyanların hepsi tek bir görüşe mensup insanlardan oluşmuyordu.

Ülkesi için endişe duyan, ülkedeki haksızlıktan, hukuksuzluktan, adaletsizlikten, ayrımcılıktan canı yanan herkes vardı orada.

2019 için “Bütün güç iktidarda biz hiçbir şey yapamayız” diyerek kapılan karamsarlığın ne kadar anlamsız olduğunu gösterdi.

Kimlik, inanç, ideoloji, mezhep kavgalarından yorulduk.

Bu kavgalarımızla ülkemizi de heba ettik, hayatlarımızı da.

Artık daha fazla devam edemeyiz.

İdeolojik sembolleri, sloganları, söz ve davranışları bir tarafa bırakıp farklılıklarımıza saygı duyarak ortak değerlerimiz etrafında bir araya gelmeliyiz.

Zaten başka da yolumuz yok.

Çünkü bu ülkenin evladı olmak ortak paydası hepimiz için yeter de artar bile.

Çünkü hepimiz kader ortağıyız.

Birimizin yaptığı bir şey hepimizin kaderini etkiliyor.

Birimizin mutsuzluğu hepimizin hayatını cehenneme çeviriyor.

Birimizin yanlış tercihi hepimizin hayatına tesir edecek sonuçlar doğuruyor.

O nedenle bunun farkına varmak, bu yürüyüş ile ortaya çıkan birlikteliği sürdürmek, herkesin özgürce, eşit olduğu bir ülke kurmak zorundayız.

Kendi adıma gittiğim konferanslarda toplumdaki bu duyguyu, bu heyecanı alıyordum.

Adalet yürüyüşü toplumdaki bu duygu birliğinin, bu heyecanın varlığını bütün ülkeye gösterdi ve yaydı.

Daha ne olsun?

Bu heyecanın, bu duygunun toplumda yayılmasına vesile olan ‘Adalet Yürüyüşü’nü gerçekleştiren başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere herkese bu ülkenin bir evladı olarak şükranlarımı sunuyorum.

Umut ediyorum bu yürüyüş hepimiz için daha huzurlu bir Türkiye’nin ilk adımı olur..
Diken

Murat Sevinç meseleye damardan girmiş: Velev ki miting alanında iki kişiydik
10/07/2017



Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ında, Kocakarı ile Ömer şiirinden: “Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi, sorar Ömer’den onu.”

Türkiye’de siyasi polemikler, iktidar ve muhalefet arasındaki atışmalar, giderek bir zekâ testine dönüşmeye başladı. Yaşını başını almış adamlar, kimi yöneticiler, havuzun dolgun maaşlı kalemşorları, Maltepe’deki miting alanında kaç kişi olduğunu hesaplamaya ve muhalefeti mat etmeye çalışıyor. İnternet haberlerinden okuduğum kadarıyla, Devlet Bahçeli’yi dahi imrendirecek hesap yöntemleriyle üstelik!

Başka bir zamanda olsa ilkokul düzeyindeki bu çabaya gülüp geçer insan, ancak gülme isteği de bırakmadılar pek.

Çünkü halihazırdaki ‘hukuk’ uygulamaları, rahatlıkla ‘Miting alanındaki sayının fazla gösterilmesi yoluyla iktidarı yıpratma çabası ve bu yöntemle bilmem ne örgütüyle işbirliği/iltisak’ gibi bir iddiayı ‘iddianame’ konusu haline getirebilir. Kim şaşırır?

İşte bu anormallikler nedeniyle, uzunca bir süredir her bilgisayar başına oturduğumda, yazmak istediğim asıl konuyu ertelemek zorunda kalıyorum. Oysa bugün CHP’lilere (aslında bunun altından kalkabilecek tüm partilere), ‘Her bir yurttaşa söz hakkı tanıyan, tüm ülkede irili ufaklı açık hava toplantıları’ öneren bir şeyler yazacaktım. Sonraki yazılara kaldı haliyle!

Miting alanından bir milyon insan olsa ne olur, yüz bin olsa ne olur, bin olsa ne olur ve hatta iki kişi olsa ne olur? O iki kişinin derdinin, tasasının, endişesinin bir değeri yok mu?

Yazıya başlarken, Hz. Ömer’in tavrından hareketle Mehmet Akif tarafından kaleme alınmış sözcükleri özellikle aktarmak istedim. Bunun başlıca iki nedeni var. İlki, bir kesime laik/seküler terminoloji ile bir şey anlatmak mümkün olmuyor.

İkincisi, laik/seküler hukuk kuralları da tarihsel süreçte dinsel kurallardan etkilenmiştir. İç içe geçmişlerdir.

Şöyle açıklamaya çalışayım: Henüz ‘KHK teröristi’ olmadığım zamanlarda derslerde incelediğim örnek temel hak vakalarından biri ‘türban yasağı’ sorunuydu. Sonra bir gün, üniversitede türban yasakları sürerken Radikal İki’ye ‘Türban yasağı ayıptır’ başlıklı bir yazı kaleme aldım. Bu yazıda, derste işlediğim ve öğrencinin tartışmasını beklediğim başlıkları özetledim.

Kuşkusuz her özet, biraz sığlıkla maluldür.

Şunları anlatıyordum: Her toplumu bir arada tutan belli başlı kural öbekleri var. Biraz zorlayarak üçe indirgersek, bunlara ‘Ahlak, din ve hukuk’ kuralları diyebiliriz. Laik/seküler düzende hukuk kurallarının diğer ikisinden farkı, arkasında ‘kamu otoritesi’ olması, dolayısıyla farklı bir yaptırımla karşılanmasıdır. Bir kurala aykırılık günah (inançlılar için), diğer kurala aykırılık ayıp (ortalama ahlaki ilkeleri benimseyenler için) ve son kurala aykırılık ise ‘hukuksuzluk’ sonucunu doğurur. Hukuka aykırılık, hem dindar olanı ve olmayanı ve hem de ahlaki normları benimseyeni ve benimsemeyeni ilgilendirir. Yaptırımı, uhrevi ya da toplumsal değil, dünyevidir.

Buradan hareketle türban yasağının ‘dini’ açıdan dindarları, ‘ahlaki’ açıdan bunu sorun edenleri, oysa ‘hukuksal’ açıdan herkesi ilgilendirdiğini; türban yasağına ilişkin ‘mahkeme’ kararlarının tartışmalı olduğunu, kişisel olarak yanlış bulduğumu ve AYM’nin 1991 kararının (‘yorumlu ret’ adıyla bilinen) bağlayıcılığının dahi tartışılabileceğini yazmıştım. Peki konu hukuksal açıdan sorunluysa geriye ne kalıyor? Din ve ahlak kuralları. İyi de laik/seküler bir sistemde din kuralları dindarı ilgilendirir.

Ne kaldı? Ahlak kuralları. İşte bu nedenle yazının başlığı ‘Ayıptır!’ idi.

Bunları şu yüzden anlatıyorum. Üç kural öbeği, asırlar boyunca iç içe geçmiştir. İnanç sistemlerinden etkilenmemiş bir hukuk sistemi yok bilebildiğim kadarıyla. İyi ve kötünün, adil olan ve olmayanın, serbest ve yasak olanın kökeninde, asırlarca tanık olunmuş toplumsal/sınıfsal mücadelenin izi var. Toplumsal dediğimiz kategori de, hakim inanışlardan bağışık değil.

Bir örnek daha iyi olabilir: Hırsızlık. Dinen yasaktır, ahlaken ayıptır, hukuken suçtur. Açın kadim dinlerin kutsal kitaplarını ve dinsel ilkelere şöyle bir bakın; tümü olmasa da çoğu, bugün dahi ahlaken kınanan ve hukuken sınırlanmış/yasaklanmış konulardır. Bu topraklardaki ‘yaygın’ inancının kutsal kitabına da göz atın; ayet ve hadislerde, ‘kul hakkı’ konusunda neler öğütlenmiş.

Laik/seküler hukuku benimsemiş bir sistemin yurttaşı, o öğütlerden hangisine karşı çıkar? ‘Huzuruma kul hakkı ile gelmeyin,’ örneğin. Karşı çıkar mısınız? Cenaze namazında istenen ‘helalliğin’, dürüst bir insan için az buz bir yaptırım korkusu olmadığını mı düşünüyorsunuz? O korkunun dünyevi yaşamda bir karşılığı yok mu? Neden bu memlekette dürüstlüğü anlatmak için ‘Müslüman adam’ denir (idi!), düşündünüz mü?

Üstelik her yerde var bu tür sıfatlar. Bilmiyordum, daha geçenlerde bir sevgili hocamdan Fransızların da ‘Katolik biri’ dediğini öğrendim. Çünkü o dinin temel ilkeleri de aslında benzer bir ‘ahlak’ öneriyor, müminine.

Benim alanım, konum, ‘Diyanet işleri’ değil. Yüzeysel (Türkiye standartlarında, değil tabii!) bilgimle ahkâm kesecek halim de yok. Söylemek istediğim, şu anda Türkiye’de tanık olduğumuz hukuk yorum ve uygulamalarının, yalnızca laik/seküler ilke ve kurallara değil, toplumu bir arada tutan diğer kural öbeklerine de aykırı olduğu. Yalnızca Türkiye toplumundan değil, her birinden söz ediyorum. Tel tel dökülmek, her halde böyle bir şey!

Daha önce de (yine gevezelik ettiğim bir yazıda!), rahmetli babamın çok dindar biri olduğunu yazmıştım.

‘Müslüman bir adamdı’ anlayacağınız! Rahmetli, adımı Ömer koymak istemiş, Hz. Ömer’den etkilendiği için; ancak üç kızdan sonra gelince rahmetli yengemin ısrarıyla ‘Murat’ olmuşum. Kız olsaydım adım ‘Yeter’ olacaktı demek ki!

Rahmetli, canımı yalnızca bir kez yaktı. İlkokula henüz başlamışken, bir gün okul kaldırımında bir gümüş künye/bilezik bulup koşarak babama getirmiştim. Büyük sevinçle! Babam kulağımdan tuttu, o kaldırıma dek eli kulağımda yürüttü ve künyeyi bulduğum yere bıraktırdı. ‘Başkasının malına el uzatılmaz’ diyerek.

İnancına aykırı bir şey yapmıştım. Çocuk halimle nasıl etkilendiysem, yıllar sonra ‘hak-hukuk-adalet’ çalışır ve anlatırken hep aklımın bir köşesinde kaldı bu can acıtan öğüt! Kuşkusuz hikâyeyi çok manasız bulanlar olacak.

Öyledir de belki, bilmiyorum. Buna mukabil benim için önemli olan, babamın, toplumu bir arada tutan kural öbeklerinden hiç olmazsa birine karşı duyduğu sarsılmaz sadakati fark etmekti. Kulağıma küpe oldu!

Şimdi bakıyorum da şu parmak hesabı yapanlara.

69 yaşında bir parti lideri, 4oo küsur kilometre yol yürümüş, binlerce insan onu takip etmiş, yürüyüşte her türlü hakarete alkışla karşılık verilmiş, tek bir küfür edilmemiş, tek bir çöp bırakılmamış, ‘Adalet’ sloganı dışında söz işitilmemiş, pazar günü insanlar akın akın miting alanına gelip hep birlikte ‘Adalet’ diyerek haykırmış. Bu zavallılar oturmuş, kendilerinin dahi inanmadığı saçma sapan argümanlarla böylesine devasa barışçıl bir yurttaş eylemini itibarsızlaştırmaya çalışıp kelle sayıyor.

Valilik, işini gücünü bırakmış sabaha karşı aceleyle sayı açıklaması yapıyor vs. Kim bunlar? Dindar olduğu iddiasındakiler. Kim bunlar? Cuma namazı hutbesinde Hz. Ömer kıssası dinlerken gözyaşı dökenler.

Sayı hesaplıyorlar. ‘Biz sizden çoğuz’ diyorlar. Biz kimiz? Siz kimsiniz? 15 Temmuz’da meydanları dolduracaklar başka memleketin insanı mı? Hasta mı bu hesapları yapanlar? Evet hastalar, kesinlikle sağlıklı düşünemiyorlar artık. Kapkaççı kapitalizmin pençesinde, sinekten rezidans çıkarmaya çalışırken rahatsızlandılar.

Kendi mitinglerinde iki milyon sığdırdıkları alana, yalnızca 170 bin sığdırabiliyorlar. Göz göre göre yalan söylüyorlar. Hutbe dinlerken, Hz. Ömer’in özel işleri esnasında devletin mumunu yakmadığına dair davranışını duyduklarında iç geçirip adından miting alanında toplanan kalabalığı hesap etmeye çalışıyorlar. Yazık.

Laik/seküler bir sistemde hukuken bağlayıcı olan, laik/seküler hukuk kurallarıdır. Ahlaki ve dini kurallarla pek çok noktada kesişen, hukuk kuralları. Bir toplumu ayakta tutabilmek için, üç kural öbeğinden hiç olmazsa birine ‘saygı duymak’ zorunluluk. Hiç olmazsa, birine. Tümüne saygısızlık/aykırılık, işte böyle bir manzarayla karşı karşıya bırakıyor seksen milyon yurttaşı.

Velev ki o alanda iki kişiydik. Bir derdi, şikâyeti olan iki kişi. Ne yapacaksınız şimdi?

Kaynak: Diken

Prof. Ahmet İnsel: Bu şiddet rejimi sürekli el yükseltmek zorunda



"Bir motorun ambale olması gibi, şiddet, kibir ve korku karmaşasında iktidarlar da ambale olurlar"

Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, "Bugün Türkiye’de hukuk devleti değil, hatta kanun devleti bile değil, kendinden menkul bir keyfi baskı ve şiddet devletinin hâkim olduğu aşikâr. Dalga dalga yayılan bu keyfi devlet şiddeti, bir merkezden yönetiliyor" dedi. İnsel, "Bu şiddet rejimi sürekli el yükseltmek zorunda" ifadesini kullandı.

Ahmet İnsel'in Cumhuriyet'te "Bu şiddet rejimi sürekli el yükseltmek zorundadır" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Bugün Türkiye’de hukuk devleti değil, hatta kanun devleti bile değil, kendinden menkul bir keyfi baskı ve şiddet devletinin hâkim olduğu aşikâr. Her hafta katmerleşiyor. Dalga dalga yayılan bu keyfi devlet şiddeti, bir merkezden yönetiliyor. Bu da rejimin otokrat niteliğiyle bütünüyle uyumlu. Otokratın sadece devletin, hükümetin, iktidar partisinin ya da tek partinin başı olması yetmez. Aynı zamanda başyargıç, başsavcı olması da gerekir. Ordu ve din ise, otokratın himaye ve güdümünde olmalıdır.

Türkiye’de bugün, iktidar partisinin genel başkanı aynı zamanda cumhurbaşkanı olduğu için, siyasal olarak bütünüyle sorumsuz. Ama yaptıkları ve söyledikleri, sadece hükümetin icraatlarını, iktidar partisi üye ve yandaşlarının neyi söyleyip ne söylemeyeceklerini belirlemiyor. Yargıya da doğrudan ve açık biçimde yön veriyor. Son yapılanmasıyla artık HSK, başyargıcın emirlerine riayet etmeyenleri cezalandırmakla yükümlü bir parti devletinin iktidar organıdır.

İnsan hakları savunucularının gözaltına alınmasını izleyen günlerde bir kez daha yaptığı gibi, daha gözaltı süreleri dolmadan, savcılar ifadelerini almadan, zanlıların ne tür bir suç işlediklerini otokrat ilan ediyor. Bundan sonra hangi savcı, elde suçlayacak suç delili kırıntısı bile olmasa, soruşturmaya gerek olmadığı kararı verebilir? Hangi hâkim tutuklama kararından başka karar alabilir? Tutuklu milletvekilleri için terörist damgasını siyasal sorumsuzluk zırhıyla korunmuş başyargıç ilan ettikten sonra, hangi hâkim, kovuşturulamaz değil, dokunulamaz olan bu milletvekillerini serbest bırakabilir? Bugün kâğıt üzerinde yazılı olan “yargı bağımsızlığı”, Reis’in yabancı bir gazetecinin tutuklu kişiler hakkında sorduğu soruya, mostralık cevap verebilmesi için duruyor. Zaten böyle bir soruyu sorma olanağı yerli gazeteciye hiçbir şekilde tanınmadığı için, bu mostralık ilkeyi en fazla senede birkaç kez, sarılıp sarmalandığı kutusundan otokrat çıkarıp gösteriyor.

Türkiye’de yargı bağımsızlığı gerçek anlamda hiçbir zaman olmadı. Ama bugünkü kadar, iktidar partisinin ve doğrudan onun başkanının bu denli aleni, yaygın ve sistemli biçimde yargıyı yönettiği bir dönem de olmadı. Bugünün Türkiyesi, bu açıdan, Nazi Almanyası’nın ceza hukuku felsefesiyle Stalin yönetiminin yargı terörü pratiklerinin bir sentezini el yordamıyla gerçekleştirmiş gibi. Bu sentez, bir yandan, Meclis İçtüzüğü değişikliğinde olduğu gibi, faşizan milliyetçi kadrolarla pekişen ittifakın açık izlerini taşıyor. Diğer yandan, 2000’li yıllarda Tayyip Erdoğan hükümetinin Gülen cemaatine teslim ettiği polis istihbarat ve özel yetkili savcıların geliştirdikleri pratikleri aynen sürdürüyor. Lağımcı gazeteciliğin en parlak örneklerini şimdi yandaş basın vermeye devam ediyor.

O dönemde düşman ceza hukuku pratikleri uygulanırken, kendini “savcı” ilan eden başbakanın, şimdi aynı şeyi her kesime doğru ve neredeyse her gün cumhurbaşkanı olarak yapması, bu sürekliliği yeterince aydınlatıyor. Zaten bu nedenle, Gülen cemaati üyelerinin işledikleri suçlar kovuşturulurken son derece seçici davranılmıyor mu? Bu suçlar işlenirken, “iltisaklı” olan kişilerin, açık biçimde yardım ve yataklık yapanların kovuşturulmasından şeytandan kaçar gibi yargı kaçmıyor mu? Bu konu bugün iktidarın en büyük tabusudur.

İktidarda kalmak için her şeyi göze aldığı artık açıkça ortaya çıkan otokratın korkuları, saplantıları ve paranoyasının iniş çıkışlarıyla, yandaş mobilizasyonu yöntemlerinin gerekleri bugün iktidarın baskı, sindirme ve şiddet politikasını belirliyor. Bu, fren mekanizması olmayan, her gün yeni şüphelilerin bulunmasını gerektiren, kapsama alanı sürekli genişleyen bir zulüm ve şer politikasıdır. Bir motorun ambale olması gibi, şiddet, kibir ve korku karmaşasında iktidarlar da ambale olurlar.

ETİKETLER
ahmet insel haber açıklama şiddet el yükseltme
T24

BDDK bankalar için 'sermaye' operasyonu yaptı, CHP'ye göre bankacılık sistemi uluslararası kurallara veda etti!
Fatih Karagülle
11 Temmuz 2017



Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun hazırladığı (BDDK), "Bankaların Özkaynaklarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece, "Kanunun 57'nci maddesinin birinci fıkrasındaki sınırı aşan tutarlar ile bankaların alacaklarından dolayı edinmek zorunda kaldıkları ve aynı madde uyarınca elden çıkarmaları gereken emtia ve gayrimenkullerden edinim tarihinden itibaren beş yıl geçmesine rağmen elden çıkarılamayanların net defter değerlerinin ana sermaye ve katkı sermaye toplamından indirileceği" maddesi yürürlükte olmayacak. Ekonomist Uğur Gürses düzenlemeye ilişkin olarak, "BDDK, bankaların bir kısmını daha fazla kredi verebilsin diye sermaye yeterliliği açısından rahatlatmak istiyor. Bu düzenlemeyle bankalar 'yerim dar, sermaye yeterliliğinden kısıt var' diyor" değerlendirmesini yaptı. Eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız da, "Bu maddenin kaldırılmasıyla her zaman bu gayrimekullar bankanın sermayesinde kalacak" ifadesini kullandı. Öte yandan CHP İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke Twitter üzerinden, "Türkiye AKP iktidarı tarafından dünyadan kopartılmaya devam ediliyor. Bugün de bankacılık sistemi uluslararası kurallara veda etti" dedi.

BDDK'nın yaptığı değişiklikle, 5 Eylül 2013 tarihli ve 28756 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Bankaların Özkaynaklarına İlişkin Yönetmeliğin 9'uncu maddesinin sekizinci fıkrasının "b" bendi yürürlükten kaldırıldı.

Uğur GürsesMaddenin kaldırılmasını T24'e değerlendiren eski Merkez Bankası bürokratı, ekonomist ve Hürriyet yazarı Uğur Gürses şu görüşü dile getirdi:


"BDDK, bankaların bir kısmını daha fazla kredi verebilsin diye sermaye yeterliliği açısından rahatlatmak istiyor. Muhtemelen bu şikâyet gündeme geldi. Ankara istiyor ki daha fazla kredi versin bankalar. Bu düzenleme de önündeki engelleri kaldırma çabası. O perspektiften görüyorum ben. Çok fazla etkisi olmayabilir. Bu düzenlemeyle bankalar 'yerim dar' diyor. 'Sermaye yeterliliğinden kısıt var' diyor.
İkinci bir kısıt da şu: Kredilerin arttığı kadar mevduat artmıyor. Türkiye'de yılbaşından bu yana baktığımız zaman görüyoruz bunu. Hükümet bankalara 'Faiz indirin, kredi verin" diyor, bankalar ise 'Mevduatımız artmıyor, bir taraftan da sermaye kısıtımız var' diyor. Bu düzenlemenin bankaların bir kısım şikâyetini rahatlamak için yapıldığını düşünüyorum. Tamamen teknik bir düzenleme."

Hakan ÖzyıldızEski Hazine Müsteşarı Hakan Özyıldız da, "Bu maddenin kaldırılmasıyla bankaların satışa çıkardığı gayrimekullar bankanın sermayesinde kalacak" diyerek şu değerlendirmeyi yaptı:

"2001 krizi öncesi bankalar ellerindeki gayrimenkullar ve bazı emtiaları sermaye rasyolarını yükseltmek için kullanıyorlardı. Değerleme şirketleri bu gayrimenkullerin değerlerini olduğundan yüksek gösteriyordu. Böylece bankaların özkaynak hesabı şişiriliyordu. O dönemde bunu engellemek için bir önlem alındı. Bankalara dendi ki, 'Siz gayrimenkul şirketi, emlakçı değilsiniz. Bu gayrimenkulleri aktifinizde tutabilirsiniz ama özkaynak hesabınıza 5 yıldan sonra dahil edemezsiniz.' 5 yıl sonunda bu gayrimenkulü ya sat ya da özkaynak hesabından çıkart. Düzenleme buydu. Daha sonra bu 5 yıllık süre 3 yıla indirildi fakat şimdi görüyoruz ki bir anda bu düzenleme kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasıyla gayrimekullar bankanın sermayesinde kalacak. Özkaynak sıkıntısı olan bankaları rahatlatacak."

Selin Sayek BökeCHP İzmir Milletvekili ve Ekonomist Selin Sayek Böke de değişikliği Twitter’da şu ifadelerle eleştirdi:

-Türkiye AKP iktidarı tarafından dünyadan kopartılmaya devam ediliyor. Bugün de bankacılık sistemi uluslararası kurallara veda etti.

-BASEL bitti. Resmi gazetede yayımlanan değişiklikle bankaların özkaynak hesaplamaları değişti. Olmayan varlıklar hesaba dahil edilecek.

Bankaların özkaynakları sanal olarak arttırılacak.Resmi gazetede yayınlanan,bankaların bilançoların makyajlanması gerekliliğinin itirafı!

Güven yoksa ekonomik sistem altüst olur! Bu makyajla iktidar kimi kandıracağını sanıyor: Vatandaşı mı? Yatırımcıyı mı?

Sanal bankacılık rasyoları, açıklanamayan milli gelir revizyonları… Rakamına güven duyulmayan ekonomiye de güven duyulmaz!

Uyarıyoruz: Finansal sistemi bozarsanız tüm ekonomiyi alt üst edersiniz.

Faik ÖztrakEski Hazine Müsteşarı ve CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak BDDK’nın yaptığı değişikliği sert ifadelerle değerlendirdi. Öztrak Twitter’da eleştirisini şu sözlerle anlattı:

-BDDK bugün yayımladığı tek maddelik düzenlemeyle bankaları "banka" olmaktan çıkarıp, "emlakçı" haline getirecek adımı attı.

-BDDK bu düzenlemeyle bankaların elindeki gayrimenkullerin özkaynaklarının % 50'sini aşmama sınırını kaldırdı.

-BDDK, sorunlu krediler nedeniyle bankalara devredilen ve beş yıl içinde satılamayan gayrimenkullerin özsermayeden düşülmesini de kaldırdı.

-BDDK'nın bu düzenlemesi bankaların sorunlu konut kredileri nedeniyle sıkıntı yaşadığı algısını pekiştirir. Kaş yapayım derken göz çıkarır.

-Batık krediler nedeniyle en fazla gayrımenkul portföyü anlaşılan kamu bankalarında. Kamu banka bilançolarına makyaj.

ETİKETLER
emtia gayrimenkul bankacılık sistem haber sermaye haber fatih karagülle hakan özyıldız uğur gürses
T24

‘Adalet Yürüyüşü’nün sembollerinden Veysel Amca yaşadıklarını gözyaşlarıyla anlattı
11 Temmuz 2017


CHP'li Yarkadaş, gözaltına alınan Adalet Yürüyüşçüsü Veysel Kılıç'ı evinde ziyaret etti

Cezaevindeki Kara Harp Okulu öğrencisi oğlu Selahattin Kılıç'ın hakkındaki iddianamenin hazırlanması istemiyle Adalet Yürüyüşü’ne katılan ve İstanbul’a dek kesintisiz yürüyen Veysel Kılıç Çağlayan Adliyesi önünde gözaltına alındı. CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, iktidara çağrı yaparak "Veysel Amca'nın adalet arayışına kulak verin ve keyfi uygulamalardan vazgeçin" çağrısında bulundu.

"Sessiz protestoya keyfi gözaltı"

Barış Yarkadaş, Kılıç'ın serbest kalmasının ardından Kadırga'daki evine ziyarete gitti. Yarkadaş "AKP iktidarı insanlarımızın feryadına kulak versin. Oğlunun hakkındaki iddianamenin hazırlanmasını isteyen Veysel Amca hiç kimseye zarar vermeden protesto yapıyor. Ama buna rağmen 'güvenliğini sağlayacağız' adı altında keyfi bir biçimde gözaltına alınıyor. Bunun adı keyfiliktir. Devlet, protesto hakkını güvence altına almak zorundadır. Keyfi uygulamalara son verin ve adaleti sağlayın" dedi.

Gözyaşlarıyla konuştu

Veysel Kılıç ise yaşadıklarını eşi Makbule Kılıç'la birlikte gözyaşlarıyla anlattı. Oğlu Selahattin Kılıç'ın asker olmasını kendisinin istediğini söyleyen Kılıç, şöyle konuştu:

"Oğlum askeri okulda öğrenciydi. Bir suçu günahı yok. İddianamesini hazırlasınlar. Yeter biz bittik, sıfırlandık. Genel Başkan Kılıçdaroğlu bize sahip çıktı. Allah ondan razı olsun. Bizim hakkımızı aradı. O yürüyüş büyük bir olaydı. Her gün dua ettim sağ Salim bitirelim diye. O yürüyüşe katılanlardan Allah razı olsun. Bizim darbeyle işimiz yok.

"Darbe gecesi direndim"

Darbe gecesi oradaydım kızımla, belediyenin önünde... Kızımın göğsünü kurşun sıyırdı geçti. Biz gittik direndik. Bize bu haksızlığı yapmayın. Adliyenin önünde bugün bana biri kızdı. Şehitlerimiz var diye.. Ben de 15 Temmuz'da kızımla ölebilirdim belediyenin önünde... O zaman ne olacaktı? Ben direnmek için bilerek isteyerek gittim. Adalet istiyoruz, oğlumuz mağdur.. Biz mağduruz."

Kılıçdaroğlu aradı

Bu arada Kılıç'ı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da Veysel Kılıç'la görüştü. Kılıçdaroğlu, Barış Yarkadaş'tan da konuya ilişkin bilgi aldı.

ETİKETLER
veysel kılıç adalet yürüyüşü
T24

Mahcupyan: Muhafazakar kesim için bile artık ‘kabak tadı’ veriyorsa kendimize bakma vakti çoktan gelip geçmiştir
11 Temmuz 2017



"CHP’nin siyaset kültür ve geleneği açısından küçük bir devrim oldu"


Karar gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşü'nü "CHP’nin siyaset kültür ve geleneği açısından küçük bir devrim oldu" sözleriyle yorumladı. Mahcupyan, "Bütün karşıtların aynı kaba konması ve ‘gayrı milli’ olarak tanımlanması bir kısım insana bir süre için inandırıcı gelebilir. Ama bırakalım Türkiye’nin genelini, muhafazakar kesim için bile artık ‘kabak tadı’ veriyorsa dönüp kendimize bakma vakti çoktan gelip geçmiş demektir." dedi.

Mahcupyan'ın Karar gazetesindeki yazısı şöyle:

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘yürüyüşü’ CHP’nin siyaset kültür ve geleneği açısından küçük bir devrim oldu. Bunun bir zihniyet ve sonrasında anlayış değişikliği getirip getirmeyeceğini göreceğiz. Ama Kılıçdaroğlu için bu sadece Türkiye’deki uygulamalara karşı sembolik bir direniş değil, laik cemaatçi siyasetin ötesine geçen bir adım da oldu. CHP lideri ilk kez kendi geleneksel ve birçok açıdan tutucu parti tabanının zihinsel sınırlarını aşarak, Türkiye genelinde karşılık bulabilecek, dolayısıyla kendisini ‘farklı’ bir siyasetçi haline getirebilecek bir eyleme imza atmış oldu.

***

Maltepe konuşmasında Mavi Marmara’ya selam göndermesi, Cumhurbaşkanı’nın yuhalanmasını tereddütsüz şekilde engellemesi kayda geçmesi gereken mesajlardı. Eylemin özgün yanı bir partinin damgasına mahkum edilmemesiydi. Aksi halde Kılıçdaroğlu herkesin gördüğüne işaret etmekten başka bir şey yapmadı. ‘FETÖ ile mücadele dalgalarının’ irrasyonel bir boyuta geldiği, tepede yer alan kişilerin bir tekinin bile yakalanamadığı, buna karşılık binlerce kamu görevlisinin işten atıldığı, gözaltına alınıp tutuklandığı, bütün bunların iddianameye gerek bile duyulmadan yapıldığı bir ‘operasyonun’ adalet kavramına uygun olduğunu öne sürmek mümkün değil. Nitekim bu durum bizzat AK Partililerin yönetimle ilgili en belirgin rahatsızlığını oluşturuyor.

Ayrıca fazla delile de gerek yoktu. Aralarında Prof. Dr. Cem Terzi’nin de bulunduğu 12 kişinin bildiri imzalamaktan ötürü İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nden uzaklaştırılmaları yürüyüş sırasında oldu. Bu tasarruf siyasi atmosferin nasıl yönetildiğini ve OHAL altında olayın FETÖ’ün dışına doğru nasıl genişlediğinin bir kez daha gösterdi. İnsan hakları derneklerinden birer kişinin katıldığı seminerin basılıp, insanların tutuklanması da yine yürüyüş sırasında oldu. Bu rutin bir seminerdi ve birçok kişi de yaz tatili nedeniyle katılmadı. Yani komploculuğa elverişli bir toplantı olma ihtimali yoktu. Ancak bazı medya organları asparagas haberlerle ‘suç’ üretmeye çalıştılar. Erdoğan da bu kişileri “15 Temmuz’un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdi” şeklinde değerlendirdi. Bütün bunların üzerine de Boğaziçi ve Medeniyet Üniversiteleri’ndeki tutuklamalar geldi…

Türkiye yargıyı ikinci planda bırakan bir adalet anlayışına doğru kayıyor ve bunu herkes görüyor. Yargının bir tür kolluk gücü haline gelmesi devletin meşruiyetini ne denli zedeler, herhalde biliniyordur… Geçmişe giderek, Merve Kavakçı olayını örnek vererek kazanılabilecek ‘puan’ yok. Bu olayların gerçekliği CHP’de bile değişimin mümkün olduğunu gösteriyor. Hükümet meseleyi CHP’nin ‘fıtratına’ bağlayarak işin içinden sıyrılamaz. Çünkü şu an yaşanan olaylar da AK Parti’nin ‘fıtratını’ yeniden tanımlıyor.

***

Erdoğan 1 Temmuz’daki İl Başkanları Toplantısı’nda şöyle demişti: “CHP’nin temsil ettiği çizgi, artık siyaseten muhalif olma, siyaseten farklı duruş sergileme, siyaseten farklı söylemde bulunma boyutunu aşmıştır. Terör örgütleriyle ve onları özellikle ülkemizin üzerine kışkırtan güçlerle birlikte hareket etme noktasına geldiğini görmek durumundayız. .. Aklı başında olan herkesin rahatlıkla görebildiği bu durum, Suriye’de, Irak’ta, Körfez’de, Avrupa’da ülkemize karşı kurulan tuzakların bir parçasıdır.”

Bütün karşıtların aynı kaba konması ve ‘gayrı milli’ olarak tanımlanması bir kısım insana bir süre için inandırıcı gelebilir. Ama bırakalım Türkiye’nin genelini, muhafazakar kesim için bile artık ‘kabak tadı’ veriyorsa dönüp kendimize bakma vakti çoktan gelip geçmiş demektir. Altını çizelim… Eğer Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü siyaseten anlamlı olabildi ise, buna hükümetin katkısı bütün o yürüyenlerden fazladır.

ETİKETLER
etyen mahcupyan chp adalet yürüyüşü
T24

Fehmi Koru: 'Adalet Yürüyüşü'nün hatırlattığı...
09 Temmuz 2017



"İktidar partisinin tetikte durmasını gerektiren bir atmosfer var gerçekten"

Fehmi Koru*

Maltepe’de yapılacak miting gününe de kazasız-belasız ulaştık.

Türkiye için önemli bir başarı bu.

Önemi, siyasetin kırılgan zemini yüzünden.

İktidar partisi kendisinin çizdiği sınırlar dışındaki her kıpırdanmayı varlığına –hatta devletin varlığına– kast eden bir girişim olarak görme eğiliminde; bunu kendisine destek veren kitlelere kabul ettirmede zorlanmayacağı mazeretleri de var: Gezi ile başlayan 15 Temmuz (2016) hain darbe girişimiyle zirve noktasına ulaşan bir dizi olay…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü iktidar çevreleri tarafından aynı çizginin devamı gibi görüldü. Buna rağmen 25 gün devam etmesini ve sona kadar ulaşmasını başarı sayabiliriz.

İç ve dış ‘düşmanlar’

Ülkemizin başına çorap örnek isteyenler yok mu? Var elbette. Eskiden benzer durumlarda niyetler dışa vurulmaz, oyuna gelindiği her şey olup bittikten sonra ortaya çıkardı.

Oyunu erkenden fâş etmeye kalkışanlar, kendilerine ‘komplocu’ sıfatı takılmasına razı olmak zorunda kalırlardı.

Bugün öyle değil. Türkiye’den veya Türkiye’yi yönetenlerden hoşlanmayanlar, ikili ilişkileri zedelemeyi de göze alarak ve gözlerimizin içine bakarak, niyetlerini dışa vurmaktan çekinmiyorlar: ABD’nin PYD/YPG’ye sahip çıkması.. Almanya’nın Kuzey Irak’ta yapılacak referandumu desteklemesi gibi..

İktidar partisinin tetikte durmasını gerektiren bir atmosfer var gerçekten.

Dışarısı plan yaptığında hesaplarına âlet edeceği iç destek bulmakta da fazla zorlanmaz. ‘Gezi’ gibi masum başlamış bir eylemi yolundan saptıracak veya darbeyle sonuç almaya heveslendirilebilecek birileri mutlaka bulunur.

Ayrıca dünyada yaşanan altüst oluşlardan en fazla etkilenen coğrafyanın en önemli ülkesi Türkiye; her yeni gelişme siyasetin zaten kırılgan olan zeminini daha da kırılgan hale getiriyor.

Yakın zamana kadar geçerliliğini koruyan ittifaklar çatırdıyor, geleneksel olarak karşı çıkılan ülkeler birdenbire potansiyel müttefike dönüşebiliyor global kaygan zeminde.

Türkiye NATO’da, G-20’de, AB’ye de hala aday, ABD’yi ise stratejik müttefik olarak bilen bir ülke; ancak hepsiyle de şu sıralarda sorunlar yaşanıyor. Bir parçası olduğu coğrafyanın önemli ülkeleri bilinen Mısır ve Suudi Arabistan’la da ara açıldı ve bunun getirdiği sorunlar da çoktandır kendini belli ediyor.

Etrafımız savaş alanı zaten. Çevre ülkelerden Irak ve Suriye’nin durumları ortada. Kıbrıs’ta ‘barış’ için başlatılan ciddi çalışmalardan sonuç alınamadı ve bu durum Batı komşumuz Yunanistan’la aramızı şekerrenk hale getirebilir. Yunanistan’la alttan altta işleyen bir ‘adalar’ sorunumuz olduğunu da unutmuş değilim. Bir diğer Batı komşumuz Bulgaristan’da Türkiye ve Türk karşıtlığı tırmanış halinde; Türk kökenlilerin saldırı tehdidi altında oldukları biliniyor.

Bundan çok daha az sorun herhangi bir ülkeyi paranoyak yapmaya yeter de artardı; Türkiye bunların hepsiyle baş etmek zorunda.

Kılıçdaroğlu’nun CHP kimliğini bir tarafa bırakarak 25 gün önce başlattığı ‘adalet yürüyüşü’tam da böyle bir ortama denk geldi ve iktidar partisini tedirginliğe sürükledi.

Son güne kazasız belasız gelinmesini bu yüzden ‘büyük başarı’ sayıyorum.

Yeni bir muhasebeye ihtiyaç var

Hatta bir adım daha ileri giderek, bu yürüyüşün, iktidardaki partiyi, içte ve dışta karşı karşıya kalınan sorunları yeniden gözden geçirmeye, daha önce göz ardı edilen türden çıkış yolları aramaya sevk edebileceğini de düşünüyorum.

Her karşı çıkışı varlığına bir tehdit olarak görmekten vazgeçip siyaset içerisinden kendisine ve politikalarına gelen itirazlara kulak vermeye başlayarak…

Karşı karşıya kalınan sorunların önemli bir bölümü, iktidarın ‘tehdit değerlendirmesi’ ile demokrasi içerisinde yapılması mukadder itirazlara ters bakışından kaynaklanıyor çünkü…

‘Düşmanlık’ yapanları ‘dosta’ çevirmek varken, her zaman ‘dost’ kalabilecekleri ‘düşman’ haline getirmek işte bu iki zaafın eseri: Yanlış ‘tehdit değerlendirmesi’ ve her itirazın varlığa kast etme amaçlı görülmesinin…

Bunun da altında ‘devlet’ ile siyasi hayat içerisinde yer alanları, meselâ partiyi, eş-değerde –hatta bir– görmek yatıyor.

Muhalefetin iktidara gelmek istemesi veya iktidar partisini beğenmeyenlerin onun siyasetteki gücünü azaltmak için çaba göstermesi devlete karşı bir hareket veya bir kalkışma değildir.

AK Parti’ye ve uygulamalarına yapılan itirazlar devleti hedef almıyor.

Kılıçdaroğlu yürüyüşüne ‘adalet’ talebiyle katılanların gerçekten de ülkemizde âdil bir yargı talep eden insanlar olduğunu görmeli AK Parti hükümeti.

Görmeli ve bunu sağlamak için kolları sıvamalı.

Bunu yapmaya başlarsa iktidardaki ömrünü uzatabileceğini de bilmeli.

Mitingle bugün sona erecek eylem AK Parti’yi yönetenlere bunu hatırlatmışsa ne mutlu.

Hatırlatmış mıdır acaba?

ETİKETLER
fehmi koru kemal kılıçdaroğlu chp
T24


Cengiz Çandar: Adalet Yürüyüşü, Türkiye’de umutların kaybolmayacağını tüm dünyaya gösterdi
10 Temmuz 2017



"Yürüyüş, 'adalet' arayışının milyonlarca insanı buluşturabildiğini ve harekete geçirebildiğini kanıtladı"

Cengiz Çandar *

Yürüyoruz.

Kimimiz Ankara-İstanbul yolunun 400. kilometresine yaklaşmış vaziyette, karayolunun üzerinde.

Kimimiz hukukun ayaklar altına alınıp pas pas gibi çiğnendiği ülkemizde haksız yerde gönderildiği dört duvar içinde bulabildiği yürüyüş mesafesinde.

Kimimiz, insanlık suçu olan işkenceden çıktığı yerde, derman bulmaya çalışarak beyninde.

Kimimiz, gönlümüzü ülkemize çevirmiş, gurbette, ruhumuz Ankara-İstanbul yolunda, yürüyüş konvoyundakilerle birlikte, Kılıçdaroğlu’nun yanıbaşında.

Yürüyoruz. Hep birlikte yürüyoruz.

Tümümüzü biraraya getiren, hepimizin açlığını gidermek amacıyla yürüyoruz: Adalet!

Birbirimize kim olduğumuzu, hangi tarihte kim ile, kimlerle, nerede, nasıl birlikte olduğumuzu, olmadığımızı; neyi, ne zaman, ne şekilde düşünmüş bulunduğumuzu sormadan yürüyoruz. Hepimiz, adalet açlığı çektiğimiz için, aç açın halinden anlar kabilinden, hep beraber yürüyoruz.

Ali Topuz, “Yürüyor. Ana muhalefet lideri. Yürüyüş, başkentten taşraya. Parlamento’nun, hükümetin, kudretli icra makamı cumhurbaşkanlığının olduğu yerden, olmadığı yere, İstanbul’a doğru” diye başlamıştı bugüne dek “Adalet Yürüyüşü” ile ilgili olarak okuduğum en çarpıcı yazıya.

Yıllarca Radikal’de yazdığım yazılar Ali Topuz’un elinden geçtikten sonra yayımlanırdı. Onun yazısından ilhamla kaleme aldığım bu yazıyı da ona teslim ettim.

Onun yazısını okumadan önce Ertuğrul Mavioğlu’nun “Adalet diyorsun FETÖ diyor, barış diyorsun terörist diyor, özgürlük diyorsun dış güçler diyor, demokrasi diyorsun üst akıl diyor; gel de anlaş” yazılı tweetini okumuştum sosyal medyada. Zihnimde anılar canlandı. Ertuğrul’un çalıştığı masa, Ali’nin sol çaprazında, benimkinin sağ çaprazındaydı. Birdenbire, masalarımızdan kalkıp, yıllar sonra birlikte yürüdüğümüzü fark ettim. Yine buluştuk.

Ali Topuz’un dediği gibi, “Yürüyor. Ana muhalefet lideri”, Kemal Kılıçdaroğlu yürüyor ve hepimizi de ayağa kaldırmış, olabilecek en barışçı görüntü ve arzuyla, üzerimizde “adalet” yazısı, neredeysek orada ve oradan, hep birlikte yürüyoruz işte.

Bundan 21 gün önce Kemal Kılıçdaroğlu, kimse gelmeyecek olsa bile tek başına yürümeye kararlı olarak Güven Park’tan yürümeye başladığında, İstanbul il sınırlarına varabileceğini, vardığı takdirde on binlerin katılımıyla yürüyeceğini, on milyonları bulundukları yerde yürümek üzere ayağa kaldıracağını aklından geçirmiş miydi, bilemiyorum. Ankara-İstanbul “Adalet Yürüyüşü”nün tarihe geçecek çok ama çok önemli bir yürüyüş olduğunu ise bilebiliyorum.

Bu yazının ilham kaynağının şu satırlarına döneyim:

“İki siyasi yürüyüş türü var. Biri genellikle merkeze, ikincisi genellikle merkezin dışına. Merkezden dışarıya, taşraya doğru olan siyasi yürüyüşler biraz mitik ve biraz da teolojik özellik arz eder: Musa’nın Mısır’dan çıkışı, Muhammed’in Hicret’i, Spartaküs’ün çıkışı, Temuçin’in kabilesinden ayrılışı, 1. (Çelebi) Mehmet’in Niksar dağlarına çekilişi, Gandi ve Mao’nun yürüyüşleri… Bulundukları mekânda, merkezde siyaset imkânı kalmamış, onlar da merkezden çekilmişlerdir. Geri dönmek üzere.

(..)

Bunlara bir de yakın tarihten bir örnek olarak, “iktidar için merkeze yürüyüş”ü ekleyeyim. Bunun en tipik örneği, Mussolini’nin ünlü Roma Yürüyüşü’dür. Faşizmin, İtalya’da iktidara yürüyüşüdür o. 28 Ekim 1922 de “Kara Gömlekliler” yani faşist gruplar, Roma yakınlarında başkente doğru yürüyüşe geçmişlerdir. Kral, hükümeti kurma görevini Mussolini’ye vermek zorunda kalmış, 30 Ekim günü Roma kapıları faşistlerin Roma’ya muzaffer girişlerine açılmıştır.

Tayyip Erdoğan’ın, Gezi olayları devam ederken 3 Haziran’da çıktığı Kuzey Afrika gezisinden 7 Haziran’da İstanbul’a dönüşünde sabaha karşı 03’te yaptığı havaalanı konuşması, bunun ardından 9 Haziran pazar günü başkent Ankara’ya dönüşünde, Esenboğa havaalanından şehre kadarki 27 kilometrelik yolda defalarca durarak yandaşlarına seslenmesi ve hepsinden önemlisi, ülkede totalitarizmin yerleşmeye başlamasının göstergesi olarak, tüm televizyon kanallarının birbirinin karbon kopyası olan bu konuşmaları canlı yayında nakletmeleri… 1922 Roma Yürüyüşü’nün, 2013 Türkiyesi’ndeki izdüşümü…

O günlerde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bir özel sohbette bu gözlemimi paylaşmıştım da… Tıpkı 1922 Roma Yürüyüşü gibi, Esenboğa- Ankara yürüyüşü de bir “iktidar yürüyüşü”ydü. Ve Erdoğan aslında Gezi olayları konusunda kendisinden farklı bir yaklaşıma sahip olan Gül’e ve “İktidar benim ve onu kimseyle paylaşmayacağım” mesajı veriyordu.

Gezi, Türkiye’nin bir otokratik rejime evrilmesinin miladı sayılacak biçimde, şiddet kullanılarak bastırıldı. Esenboğa-Ankara yürüyüşü, 1 Kasım 2015 seçim sonuçlarıyla ve giderek 20 Temmuz 2016 Olağanüstü Hal ilânıyla yol aldı. 16 Nisan 2017 tarihinde de, şaibeli bir referandum ile adresine ulaştı.

Geçilen güzergâhta, Kürtlerle barış ufku karartıldı, Kürt şehirleri harabeye çevrildi, Türkiye dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştürüldü, binlerce akademisyenin hayatı söndürüldü, seçilmiş belediye başkanları tutuklandı, milyonlarca seçmeni temsil eden siyaset insanları cezavlerine gönderildi.

Yargı, yürütmenin en keskin kılıcı halini aldı. Adaleti doğradı.

Ömrünün son döneminde bir gün rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bana, “Osmanlı’nın en büyük gücü, onca yüzyıl o kadar geniş bir coğrafyada, o kadar farklı kavim, din ve mezhebe hükmedebilmiş olmasının temelinde ne vardı, biliyor musun?” diye sormuştu. Cevabı beklemeden de devam etmişti: “Adalet! Ne fütuhat, ne iyi yönetim, ne şu, ne bu. Tebaası üzerinde adaletin var olduğu bir devlet olduğu inancını yerleştirebilmiş olmasıydı. Adalet kaybolmaya başlayınca, devlet de zayıfladı ve geriledi zaten…”

Cumhuriyet döneminde, Osmanlı’dan devralınan en önemli miras “Adalet mülkün temelidir” ilkesidir. Adalet yoksa, devlet de yoktur, demokrasi de.

İşte, bu yüzden milyonlarca insan, bulunduğumuz yer neresiyse orada Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanına dizilmiş yürüyoruz. Adalet için!

Hepimizin adalet özlemininin vakur sessizliğinin kulakları sağır eden gürültüsüyle…

“Rubicon”* geçildi mi?

Yoksa “Adalet Yürüyüşü” İstanbul’a varmadan provokasyon, saldırı ya da yargı kararıyla durdurulabilir mi?

Evet geçildi. “Adalet Yürüyüşü”müz gayri meşru yollarla ya da şiddete başvurularak -o da şimdilik- bastırılsa bile, artık geçildi.

Zira ülkenin en temel ihtiyacının “adalet” olduğunu ortaya koydu. “Adalet” arayışının milyonlarca insanı buluşturabildiğini ve harekete geçirebildiğini kanıtladı. Ve Türkiye’de umutların kaybolmayacağını tüm dünyaya gösterdi,

Yürüyoruz.

*Rubicon (Rubicō, İtalyanca: Rubicone) İtalya’nın kuzeyinde bulunan, 29 km uzunluğundaki nehir. Nehir Apenin Dağlarından doğar ve Emilia-Romagna bölgesinde bulunan Rimini ve Cesena şehirleri arasından geçerek Adriyatik denizine akar. “Rubicon’u geçmek” deyimi, geri dönüşü olmayan noktadan ileri gitmek anlamında kullanılır ve Jül Sezar’ın MÖ 49 yılında Lejyonu ile nehri geçmesine atıfta bulunur.

* Bu yazı ilk olarak duvar.com.tr'de yayımlanmıştır
T24

Elektrik kesintilerine tepki gösteren mahalleli DEDAŞ ekibini rehin aldı
12.07.2017



Elektrik kesintilerine tepki gösteren mahalleli DEDAŞ ekibini rehin aldı
Urfa'da elektirik kesintilerine tepki gösteren mahalle sakinleri, Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’ne (DEDAŞ) ait bakım-onarım aracıyla 2 personeli rehin aldı. Mahalle sakinleri, 1 saat sonra çalışanları serbest bıraktı.

Bağlarbaşı Mahallesinde sık sık yaşanan elektrik kesintisi yüzünden elektronik malzemelerinin zarar gördüğünü söyleyen mahalleden yaklaşık 40 kişi, trafo arızasını onarmaya gelen DEDAŞ ekibinin bakım-onarım aracı ile 2 personeli rehin aldı. Yaşanan olay üzerine bölgeye zırhlı polis ekipleri sevk edildi. Elektirik sorunu çözülmeden DEDAŞ ekiplerini bırakmayacağını belirten mahalle sakinlerin ipolis, uzun süre ikna etmeye çalıştı. DEDAŞ’a tepki gösteren kalabalık, elektrik kesintilerinden sadece esnafının değil mahalle sakinlerinin de olumsuz etkilendiğini söyledi.

Kent merkezinde sık sık yaşanan elektrik kesintisinden dolayı 3 bin lira değerinde olan klima cihazının yandığını söyleyen Ahmet Koç, DEDAŞ'ın elektrik ücretini düzenli aldığını, ancak düzenli hizmet vermediğini, elektrik kesintilerinden dolayı klima çalıştıramadıklarını, bu yüzden kimsenin işyerine uğramadığını, bunun da kendilerini ekonomik olarak kötü etkilediğini söyledi.

Esnaf Mustafa Kaya ise, elektrik kesintilerinin günde en az 2- 3 defa yaşandığını, işlerini kötü etkilediğini söyleyerek, "Ülkenin en çok elektrik üreten şehriyiz ama elektrikten mahrumuz" diye konuştu.

Mahalleli, 1 saatin sonunda rehin tuttukları DEDAŞ'ın 2 personelini serbest bıraktı. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

elektrik Dicle kent lira esnaf Urfa polis soruşturma
Birgün

Birleşik Metal'den Erdoğan'a: Grevci işçiler terörist değildir!
12 Temmuz 2017

Erdoğan, "OHAL iş dünyasını korumak için de var. Grev tehdidi olan yere OHAL'den istifade izin vermiyoruz" demişti

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yabancı yatırımcılarla yaptığı toplantıdaki konuşmasında OHAL gerekçesi olarak terör olaylarıyla, işçilerin demokratik hak alma araçlarından biri olan yasal grev hakkını kullanmalarını bir tutarak yaptığı açıklamaya gelen tepkiler büyüyor.

Erdoğan “Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL'den istifade izin vermiyoruz. Bunun için kullanıyoruz OHAL'i. Fotoğraf oldukça net. Bir yanda 80 milyon vatandaş, diğer yanda ruhunu ve bedenini şarlatana adamış terörist vardır. Biz OHAL’i iş dünyasının daha rahat çalışması için getirdik. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz. Bunun için kullanıyoruz OHAL’i. Fotoğraf oldukça net" dedi.

Erdoğan'ın konuşmasındaki ifadelerine Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından yanıt geldi. "Grevci işçiler terörist değildir Sayın Erdoğan!" başlığıyla yayımlanan yanıtta şu ifadeler yer verildi:

Grevci işçiler terörist değildir!

"Bu son derece üzücü ve bir o kadar da düşündürücü açıklamanın üstelik böylesine önemli bir toplantıda yapılmış olması ülkeyi yönetenlerin sadece işçilere ve grev hakkına bakış açısını değil aynı zamanda demokrasi anlayışını da açıkça ortaya koymaktadır.

Unutulmamalıdır ki işçiler de en az işverenler kadar bu ülkenin vatandaşlarıdır; vergi verirler, oy verirler, askerlik yapıp can verirler, terlerini akıtıp emek verirler, üretim yaparlar, katma değer yaratırlar.

Yani eğer bugün bir vatandan söz ediyorsak o vatanın her zerresinde bu insanların kanları, canları ve alınterleri vardır.

Şimdi bunca hayat canları pahasına ve bedenleri tüketircesine ortaya konurken terörün bizatihi kurbanları da hatta onlarken olağanüstü hal gerekçesi olarak öne sürülen terör eylemlerinin hemen yanı başında bu insanların ekmek davalarının zikredilmesi ne hakka ne hukuka ne de adalete sığmamaktadır.

Sayın Erdoğan “Bu olağanüstü hal ülkeni zaten çok küçük bir parçasında uygulanıyor o da 80 milyon dışındaki bir avuç terörist içindir” derken, şimdi biz Cumhurbaşkanımıza soruyoruz; Bu küçük toprak parçası metal işçilerinin, cam işçilerinin ve banka işçilerini çalıştıkları fabrikalar mıdır? Buralarda çalışan binlerce işçi 80 milyona dahil midir? Dahil değillerse kendilerinden niye hala vergi alınmaktadır, askere çağrılmaktadır oy istenmektedir.

Bu soruların cevabını elbette bu ülkedeki her vatandaş gibi bizler de çok iyi biliyoruz. Ama bizleri bu soruları sormaya mecbur bırakan anlayışa elbette sorulacak büyük bir hesap olmalıdır. Çünkü bu ülke kimsenin kendi keyfi için birilerine peşkeşe çekemeyeceği kadar büyük bir ülkedir. Bu halk da asla güce boyun eğmeyecek kadar gururlu ve büyük bir halktır."

ETİKETLER
işçi birleşik metal iş erdoğan ohal
T24

Saadet Partisi'nden 'Adalet' çıkışı
11 Temmuz 2017



Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu Bolu'da katıldığı parti programında 'Eğer bir memlekette iktidara karşı dava açmada hakimler, savcılar korkuyorsa o ülkede adaletin a’sı bile yoktur.' dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Saadet Partisi Bolu Merkez İlçe Başkanlığı’nın 4’üncü Olağan Kongresi’ne katıldı. "Bolu’da Saadet Zamanı" şiarı ile yapılan kongrede Karamollaoğlu’na Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sinan Ejderoğlu eşlik etti. Çevre illerden il başkanlarının, çok sayıda STK temsilcisinin ve partililerin yoğun olarak kaıldığı kongre ulusal ve yerel basından yoğun bir ilgi ile takip edildi.

Milli Gazete'de yer alan habere göre, Karamollaoğlu, yaptığı konuşmada, adaletin bir ülke için ne denli önemli olduğu vurgusunu yaptı. Karamollaoğlu, “Eğer bir memlekette iktidara karşı dava açmada hakimler, savcılar korkuyorsa o ülkede adaletin a’sı bile yoktur. Araştırmalar ortada. Ülkemizde vatandaşların yüzde 86’sı adalete güvenmiyor. Güvendiğini söyleyenlerin ise adalet ile ilgili bir işi olmamış” diye konuştu.

BÖYLE DEVLET YÖNETİLMEZ!

Ülke ve dünya gündemi ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulunduğu kongrede Karamollaoğlu, hükümetin politikalarını eleştirerek, “İktidar bazı konularda önemli adımlar attı. Bunu reddedemeyiz. Ancak yaptıkları yanlışlar ise doğrularını ortadan kaldırdı. Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloya bakın şimdi. Terör aldı başını gidiyor. İç barıştan söz edemiyoruz. Dış politika tam bir keşmekeş haline geldi. Dün dost dediğimize bugün düşman diyoruz. Şu an en büyük dostumuz İsrail olmuş durumda. Bu kabul edilemez. Ekonomide deniz bitti. Borç ve faiz batağında debelenip duruyoruz. Peki niye böyle bir durumdayız? Çünkü plan, rogram yok. Devlet böyle yönetilmez” diye konuştu.

ÜLKEMİZİN ÇOĞUNLUĞU ADALETE GÜVENMİYOR

Bir ülkede adalete güven olmamasının o ülkenin çöküşü demek olduğunu söyleyen Karamollaoğlu, “Eğer bir memlekette iktidara karşı dava açmada hakimler, savcılar korkuyorsa o ülkede adaletin a’sı bile yoktur. Araştırmalar ortada. Ülkemizde vatandaşların yüzde 86’sı adalete güvenmiyor. Güvendiğini söyleyenlerin ise adalet ile ilgili bir işi olmamış” sözlerini kullandı.

KUTUPLAŞMA VE TERÖR EN ÖNEMLİ MESELELERİMİZDİR

Ülkenin acil olarak çözülmesi gereken iki meselesi olduğunu belirten Karamollaoğlu, şunları kaydetti: "Kutuplaşma ve kamplaşma ülkemizin en can alıcı problemidir. Bunun acil bir şekilde ortadan kaldırılması gerekir. Çünkü bir ülkede huzur ve barış ancak farklı fikirden insanların birbirlerini dışlamadan bir arada olması ile olur. Diğer önemli meselemiz ise terördür. Yine her gün şehit haberleri yüreğimizi yakıyor. Ancak bu duruma karşı yapılanlar ise terörü bitirmekten çok uzak. Çünkü terör ile mücadeleyi sadece silaha havale edersek bunun önünü alamayız. Kalıcı bir çözüm için orada yaşayan vatandaşlarımızın sadece ekonomik sorunlarını değil, sosyal, kültürel, psikolojik tüm sorunlarını analiz edip, bunları ortadan kaldırmaya çalışmalıyız.” Yanlış tarım politikaları nedeni ile dışa bağımlı hale geldiğimizi belirten Karamollaoğlu, “600 bin baş hayvan ithal ediyoruz. Buğday, mercimek ithal ediyoruz. Peki o kadar meramız ve tarlamız var niye dışa bağımlı olduk. Çünkü 14 yıldır başa gelen hiçbir tarım bakanı tohumumuzu geliştirelim, hayvan ırkımızı geliştirelim diye bir çalışmaları yok.” ifadelerini kullandı. Yaşanan tüm bu sorunların Saadet Partisi iktidarında yok olacağını söyleyen Karamollaoğlu, “ İşsizlik, yoksulluk, terör, kamplaşma, ülkemizin dış politikada kaybettiği imaj gibi sorunları biz iktidar olduğumuz zaman en aza hatta tamamıyla yok edeceğiz. Bu konuda hiç şüpheniz olmasın bizim iktidarımızda üç beş sene sonra ülkemiz ve vatandaşlarımız rahata ve huzura erecek ve daha ileri gitmek için beraber çalışacağız” açıklamasında bulundu.

NEREDE BİR ZULÜM VARSA KARŞISINDA DURURUZ

Saadet Partisi Bolu İl Başkanı Veysel Çetinkaya yaptığı konuşmada kongrenin hayırlara vesile olmasını diledi. Saadet Partisinin sadece ülkemiz için değil, tüm dünyanın tüm insanlığın kurtuluşu olduğunu kaydeden Çetinkaya, “Saadet hareketi nerede bir zulüm varsa, zorbalık varsa onun karşısında başı dik ve korkusuz bir şekilde durur” dedi. Kongre sonunda Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, eski Saadet Partisi Bolu merkez ilçe başkanlarına, önceki görevleri adına teşekkür plaketlerini sundu.
Cumhuriyet

Erdoğan’ın istifasını isteyen Perinçek: Etmezse ilk seçimde aşağı indirilecektir
12/07/2017



Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, tartışmalı 15 Temmuz afişleri üzerinden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın istifasını istedi: “Eğer Cumhurbaşkanı istifa etmezse, Türk Milleti onu ilk seçimde aşağı indirecektir.”

Cumhurbaşkanlığının hazırladığı afişlerde darbe girişimi sırasında yurttaşların bayraklarıyla tepki gösterdiği askerler yer alıyor. Afişler 15 Temmuz anmaları kapsamında üst geçit ve otobüs duraklarına asıldı.

Afişlere eski MHP’li Meral Akşener, “Askerler ezik, çaresiz gösteriliyor” diyerek tepki göstermiş, afişlerde kullanılan bir asker görüntüsünün, ABD’li fotoğrafçı David Turnley’nin ödüllü bir fotoğrafından alındığı anlaşılmıştı.

‘Cumhurbaşkanlığı hangi silahlı güçle Türkiye’yi yönetecek?’

Twitter hesabından yaptığı açıklamada, afişlerde ordunun aşağılandığını söyleyen Perinçek, “15 Temmuz darbesini Türk Ordusu ezmiştir. Mehmetçiği aşağılayan her söylem geleceğe yönelik bir ihaneti içinde taşır. Türk Ordusunu zavallı gösterenler, Amerika’nın İkinci İsrail planına hizmet eder” diye yazdı.

‘Ordu ve polisin olmadığı bir Türkiye’yi’ sorgulayan Perinçek sözlerine şöyle devam etti: “Türk askerini zavallı göstermeye çalışan Cumhurbaşkanlığı hangi silahlı güçle Türkiye’yi yönetecek? Eğer o afişleri kaldırmazsa, Cumhurbaşkanı derhal istifa etmelidir! Eğer Cumhurbaşkanı istifa etmezse, Türk Milleti onu ilk seçimde aşağı indirecektir.”
Diken

Hakan Albayrak: CHP’nin tarihî haksızlığı, AK Parti’nin her şeyini haklı çıkarmaz
13/07/2017



CHP’nin tarihî haksızlığı, AK Parti’nin her şeyini haklı çıkarmaz.

AK Parti hareketinin içinde yer alan veya bu harekete destek veren kimselerin iktidara yönelik eleştirileri bile “davaya ihanet” diye damgalanıp lanetlenebiliyor, halbuki dostça uyarı ve nasihatin teşvik edilmesi lazım.

Reklam

Bazen yersiz, anlamsız, hatta akla ziyan eleştiriler de gelir… Gelsin!

Mühim olan, istişare ilkesini / kültürünü yaşatmak.

***

Akıl akıldan üstündür.

Bunu aklımızdan çıkarırsak, bunun gereğini yapmazsak, çürümenin, paslanmanın, “metal yorgunluğu”nun ve dahî mental yorgunluğun önüne geçemeyiz.

Hakan Albayrak’ın yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/akil-akildan-ustundur-4448

Darbe gecesi Erdoğan'ı uçuran pilot, işten çıkarılmış
13 Temmuz 2017



Erdoğan'ın pilotlara "Bana mertçe söyleyin, kimden yanasınız?" diye sorduğu belirtilmişti

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi gecesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı Dalaman'dan İstanbul'a getiren uçağı kullanan kaptan pilot Barış Yurtseven'in şubat ayında Türk Hava Yolları (THY) ile ilişiğinin kesildiği ortaya çıktı.

Doğan Haber Ajansı'nda (DHA) yer alan iddiaya göre, uçağının ‘transponder’ını açık bırakan Yurtseven, THY’nin yaptığı güvenlik sorgulamasına takıldı; Bank Asya’ya para yatırdığı belirlendi. Ancak kaptan pilot savunmasında, söz konusu parayı çocuğunun okul taksidi için açılan hesaba yatırdığını, ‘FETÖ’ ile bağlantısının olmadığını söyledi. Yurtseven’in ‘FETÖ’yle bir bağı tespit edilememesine rağmen şubat ayında işine son verildiği ortaya açıktı.

O gecenin hikayesi

Dalaman-İstanbul uçuşu, İzmir’de bekletilen TC-ATA uçağıyla yapılacaktı. G450 tipi jet, Adnan Menderes Havalimanı’ndan gece yarısında Dalaman’a gitmek üzere havalandı. 00.40’ta Dalaman’a indi. Hemen yakıt alındı. Bu sırada Marmaris’ten Erdoğan’ı alan helikopter alçaktan uçarak Dalaman’a ulaşmıştı. VIP uçaklar, Türk Hava Yolları tarafından işletildiği için pilotlar normal yolcu uçağı gibi ‘TK8456’ çağrı kodu ile plan doldurdu. Saatler 01.43’ü gösterirken Gulfstream G450 uçağı havalandı.

Ancak TC-ATA uçağının ‘transponder’ adı verilen, hava trafik kontrol merkezindeki radara yükseklik, hız, uçuş yönü gibi bilgileri ileterek uçağın tanımlanmasını sağlayan sistemi açıktı. Bu sinyaller, internet üzerinden yayın yapan Flightradar24.com sitesinin sistemine de düşüyordu. Uçağı, internetten bu siteye giren herkes Türkiye haritasını açtığında görebiliyordu. Cep telefonlarından da mobil uygulamayla rahatça izleniyordu. Standartlara göre transponderın açık olması gerekiyor, ancak darbe girişimi nedeniyle pilotun kuralların dışına çıkarak sistemi kapatması gerektiği belirtiliyor.

Kaptan pilot Barış Yurtseven, görev yaptığı Gulfstream tipi uçağın radyo kontrollü modelini yapmıştı.

Cumhurbaşkanını taşıyan uçak, saat 02.10’da Biga üzerine geldi. Atatürk Havalimanı’nda kontrol tamamen ele geçirilinceye kadar Biga üzerinde daireler çizerek beklemeye başladı. Transponder açık olduğu için uçuş Flightradar24 üzerinden gerçek zamanlı olarak birebir izleniyordu. Cumhurbaşkanı uçağı bu sistemde TK 8456 olarak bir THY uçuşu olarak görünüyordu.

İstanbul semalarına gelindiğinde ise havalimanının kontrolü sağlanınca uçak Yeşilköy’e indi.

Yeni görevi için eğitim alıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sağ salim İstanbul’a getiren Yurtseven için işler o günden sonra değişti. Hakkında yapılan soruşturmalar nedeniyle 20 yıldır çalıştığı THY’den çıkarılan Yurtseven şimdi özel bir havayolu şirketinde yapacağı uçuş için eğitim alıyor.

Erdoğan: Kimden yanasınız?

Uçuş gecesine ilişkin Posta gazetesinde çıkan haberde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalkıştan önce kokpitteki iki pilota “Bana mertçe söyleyin, kimden yanasınız?” diye sorduğu belirtilmişti. Pilotların da kararlılıkla “Sizden yanayız. Hem de sonuna kadar. Sizi ve ailenizi gideceğiniz yere ulaştırmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Öleceksek de birlikte öleceğiz” yanıtını verdiği yazılmıştı.

ETİKETLER
darbe girişimi tayyip erdoğan uçak
T24

CHP liderine küfürler savuran troll hesap deşifre oldu
13 Temmuz 2017

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na Twitter üzerinden hakaretler yağdıran ve deşifre olan Gnc Prodüksiyon ve Reklam Ajansı sahibi Murat Genç hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na Twitter üzerinden ağır hakaretlerde bulunan @deringazete isimli hesabın Gnc Prodüksiyon ve Reklam Ajansı sahibi Murat Genç'e ait olduğu ortaya çıktı.

Deşifre olan bu çirkin hesabın sahibi Murat Genç hakkında CHP Hukuk Bürosu avukatlarından Celal Çelik aracılığıyla suç duyurusunda bulunuldu.

Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç duyurusunda @deringazete isimli hesaptan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na ağır hakaret ve küfürler edildiğine dikkat çekildi.

Trol Murat Gençin sadece Kılıçdaroğlu ile ilgili değil bir çok sanatçı ve siyasetçi hakkında da küfürler yazdığı tespit edildi.

Batmanda öğretmenlik yapan Fırat Erdem, Twitter’dan yaptığı paylaşımla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla çıkarıldığı mahkemede tutuklanırken, yine Erdoğan’a Twitter’dan hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan onlarca yazar hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bir trafik kazasıyla ilgili haberin duyurulduğu tweet nedeniyle 30 gün tutuklu kalan Cumhuriyet'ten Oğuz Güven tutuklanıp cezaevine konulurken ana muhalefet liderine ağza alınmayacak hakaretler savuran ajans sahibi trol Murat Genç için yapılan suç duyurusuna ilişkin savcıların harekete geçip geçmeyeceği merak ediliyor.(Gerçek Gündem)

Anahtar Kelimeler:CHP Lideri Kemal KılıçdaroğluTrollHesapGnc Prodüksiyon Ve Reklam Ajansı Sahibi Murat Genç
Yurt Gazetesi

‘Akşener’in partisine AK Parti’den de katılacak olanlar var’
15 Temmuz 2017

MHP'den ihraç edilen ve Meral Akşener'in kuracağı partiye katılma kararı alan bağımsız Milletvekili Nuri Okutan, "TBMM'de parti grubu kuracak güce ulaştıklarını" öne sürdü. Okutan ayrıca, TBMM'de kurulacak gruba AKP'den destek geleceğini iddia etti.

KRT’de Çağlar Cilara’ya konuk olan bağımsız Milletvekili Nuri Okutan, TBMM’de parti grubu kuracak güce ulaştıklarını söyledi. MHP’den ihraç edilen ve Meral Akşener’in kuracağı partiye katılma kararı alan Okutan, bu konuda ‘AKP’den de destek gördüklerini’ ileri sürdü.

‘NET BİR ŞEKİLDE CEVAP VERELİM’

Meral Akşener liderliğinde yeni kurulacak olan parti TBMM’de grup kurabilecek mi şeklindeki soruya yanıt veren Okutan, “Biz net bir şekilde sizin cevabınızı verelim, biz Meclis’te grup kurabileceğiz. Bir taraftan entelektüel, zihinsel alt yapıyı hazırlayıp diğer taraftan teşkilatlanma çalışmalarını yürütüyoruz” dedi.

Meclis’te AKP’ilerin kendisine, ‘iyi yoldasınız, devam edin’ dediğini öne süren Okutan, Akşener’in kuracağı partinin Meclis grubu oluşturmasına AKP’den de destek geleceğini söyledi.

Okutan anketlerde Meral Akşener’in kuracağı partiye oy verecek olanların yüzde 26 olarak gözüktüğünü de savundu.

Yeni partiye eski MHP’lilerden bir katılım daha

Meral Akşener öncülüğünde kurulacak yeni partiye katılacağını açıklayan MHP'den ihraç edilen Bağımsız Balıkesir Milletvekili İsmail Ok, "Bizi biz yapan değerleri kucaklayan ne sağcı ne solcu merkezde bir parti olacak" dedi.
Sözcü

Valilik önünde çıplak eylem!
14.07.2017



Malatya’da elektrik faturasının fazla geldiği iddiasıyla valilik önüne at ile gelen bir yurttaş soyunarak eylem yaptı.

Evine gelen elektrik faturasının çok yüksek olan bir yurttaş bindiği at ile Malatya Valiliğinin önüne geldi.

Kapalı Çarşı üzerine gelen yurttaş atından inerek birden soyunmaya başladı ve bağırarak elektrik faturasını protesto etti.

Valilik koruma polisleri yurttaşa hemen müdahale ederek etkisiz hale getirdi.
Birgün

Ahmet Hakan: AK Parti hayatının yanlışını yaptı
04.05.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, bugünkü köşesinde "AK Parti hayatının yanlışını yaptı" ifadelerini kullandı.

Hakan'ın yazısının 'AK Parti hayatının yanlışını yaptı' arabaşlıklı bölümü şöyle:

"Parlamenter sistemde…

AK Parti, her durumda iktidar olabiliyordu.
Oysa yeni sistemde…

İktidar olabilmek için yüzde 50'yi geçmek şart.

Durup dururken çıtayı yükseltip süper risk aldılar yani."

'REİS KİMİ DESTEKLEDİ'

"Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip) Erdoğan, iktidar yanlısı köşe yazarları arasındaki kavgayla ilgili ilk kez bir şeyler söylemiş.

Ben anlamadım kimi desteklediğini, kimi gözden çıkardığını…

Bakıyorum:

İktidar yanlısı köşe yazarları da pek anlamamışlar.
Kimisi 'İşte bizi destekledi' diyor.

Kimisi "Hayır, o sözlerle bize sahip çıktı' diyor.

Kimisi 'Asıl bize destek çıktı asıl bize' diyor.

Mücadelenin konusu fikirler, ilkeler falan değil de 'Reis kimi seviyor' olursa…

İşte böyle olur."
Sputnik

Oğlunu öldüren baba: Uyuşturucu kullanıyordu, vatan hainiydi
16/07/2017



Bursa’nın Osmangazi ilçesinde, 25 yaşındaki oğlunu silahla vurarak öldüren 51 yaşındaki İsmet Öztürk, “Oğlum uyuşturucu kullanıyordu, vatan hainiydi, o yüzden öldürdüm, pişmanım” dedi.

Bir ay önce cezaevinden çıkan Mehmet Öztürk ile babası İsmet Öztürk arasında tartışma çıktı.

Baba Öztürk, tartışma sırasında tabancasını çekerek oğlunu başından ve göğsünden vurarak öldürdü. Öztürk’ün eşi polisi arayarak cinayeti bildirdi.

Diken

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba: 15 Temmuz gecesi Meclis'te yapılacak törene katılmayacağız
14 Temmuz 2017

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümü dolayısıyla Meclis’te yapılacak gece törenine ilişkin “AKP var, çeyrek ortağı parti var; ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyo
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 27, 2017 9:31 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Tem 14, 2017 12:00 am    Mesaj konusu: ADALETİN KENDİNİ DAYATMASI YÜRÜYÜŞÜN ARDINDAN Alıntıyla Cevap Gönder

"KARAMOLLAOĞLU: DARBEDEN ERDOĞAN VE AKP'NİN ÖNCEDEN HABERİ VARDI"

Yeniçağ yazarı Ahmet Takan, Türkiye'yi alt üst edecek bir konuşmanın metnini yayımladı.

Takan'ın açıklamasında öne çıkan başlıklar şöyle:

"KARAMOLLAOĞLU: DARBEDEN ERDOĞAN VE AKP'NİN HABERİ ÖNCESİNDEN VARDI"

"15 Temmuz hain darbe girişimini konuşurken, Temel Karamollaoğlu, bu kalkışmadan iktidarın habersiz olduğuna ilişkin açıklamalarını tekzip eden çok tarihi bilgiler verdi. "15 Temmuz'dan 6 ay, belki daha da fazla süre önce, tarihini tam olarak hatırlayamıyorum" diyerek söze başladı ve R. Erdoğan ile AKP iktidarını hain darbe girişimi hazırlıkları konusunda haberdar ettiklerini açıkladı. Kendilerine gelen o zaman muvazzaf bazı askerlerin anlattıklarını çok ciddiye aldıklarını ve arkadaşları vasıtasıyla kabine üyelerini ve R. Erdoğan'ını bilgilendirdiklerini anlattı".

"BU TARİHİ KONUŞMAYI YAYIMLIYORUM"

Çok üstüne gittik ama detay vermedi.Hak vereceksiniz ki; bu bomba açıklamanın peşini bırakmadım. Konunun odağındaki ismi buldum: Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı eski Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ı... O dönemde görüşmeleri yürüten ismi... Lütfi Yalman, Konya'da olduğu için bir telefon görüşmesi gerçekleştirebildim. Açıklamalarını okuyunca çok hayrete düşer misiniz? Kararı size bırakıyorum.!.. Lütfi Yalman'ın YENİÇAĞ'a açıklamalarını noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyorum:


-- (Programda konuşulanları özetledikten sonra) Sayın Karamollaoğlu, hain darbe girişimi ile ilgili olarak Aykırı Gündem de bu bilgileri verdi. Bu olayı bir de bize anlatır mısınız?

"İLK HABERİ 6 AY ÖNCESİNDEN VERDİK"

"6 ay öncesinden değil 2013 Aralık'ta Tayyip Bey 17 Aralık'ta Konya'ya geleceğinde ben -o zaman il başkanıydı- şimdi Genel Başkan yardımcısı (AKP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Sorgun) olan arkadaşımız Milletvekili ben ona dedim ki, 'acil bir görüşmemiz lazım 15-20 dakika' diye. Fakat o gün meşhur 17 Aralık operasyonları olunca görüşme imkânı olmadı. Biz 2014'ün başında bir rahatsızlığın olduğunu ciddi manada bir takım sıkıntıların olduğunu rapor eden bir şey gönderdik. Nasıl çalışıldığı internet siteleri ile ilgili veya kendilerine bağlı her subaya 500 dolar her ay verdiklerini falan rapor eden bir şey gönderdik kendilerine."

--Kendilerine dediğiniz Başbakan iken Tayyip Erdoğan'a mı?

"ERDOĞAN'A O RAPOR ULAŞTI"

"Tabi. Başbakan iken gönderdik raporu. Konu ile ilgili detaylı bir rapor gönderdik kendisine. Bu raporu danışmanları kanalıyla gönderdik. Tahmin ediyorum şimdiki sözcü İbrahim Kalın Bey'in de eline ulaştı. Ondan sonrasını bilmiyoruz tabi. Bilahare Tayyip Bey Cumhurbaşkanı olduktan sonra 2014'ün sonlarına doğru Sayın Bakan ile tekrar görüştük subay arkadaşımızla beraber. "
--Sayın Bakan... Faruk Çelik Bey mi?..

"Faruk Çelik Bey tamam. İsmini yazmayın da rahatsız oluyor çünkü bundan. Dolayısıyla kendisine bir isim listesi de verdik o zaman."

--Neydi isim listesi Lütfi Bey?

"BİZ LİSTEYİ GÖNDERDİK"

"Generallerin isim listesini verdik. Böyle bir çalışma yapılıyor" diye. "Böyle bir hazırlığın içerisindeler, dikkat edilmesi gerekir. Yarın devletin milletin zarar göreceği bir gelişmeden dolayı kendisini bilgilendiriyoruz ulaştırın bunu dedik" Sayın Cumhurbaşkanına".

"BİR HAZIRLIK YAPILDIĞINI DETAYLARIYLA RAPOR ETTİK"

"Zannedersem 1 ay kadar sonra falan aradı Faruk Bey, "Abi hem rapor, hem isimler Sayın Cumhurbaşkanına ulaştı" gibi bir ifade kullandı. Fakat şey hızlandı... 2015'in ortalarında tekrar Faruk Bey'i, İsmet Bey'i Milli Savunma Bakanı, "3 tane subay arkadaş ile birlikte oturduk çok detaylıca şimdi konulara çok fazla girmiyorum" telefonda ama belki 30 civarında ismi de ifade ederek çalışma bir hazırlık yapıldığını kendilerine söyledik".

"ALBAY BİZZAT BAKAN'A, BUNLAR TANKI ÜZERİMİZE SÜRECEK DEDİ"

"İsmet Yılmaz Bey çok gevşek davrandı. '17/25 Aralık'tan önceydi, 17-25 Aralık'tan sonra düzelmiştir bunlar' falan diye bir ifade birkaç sefer kullanınca ben, '17-25 bir yolsuzluk operasyonu. Ben bu yolsuzlukların olduğunu biliyorum ve inanıyorum. Operasyonu yapan bunlar benden kat kat fazla inanıyorlar dolayısıyla yanlış düşünüyorsunuz bakın bir sıkıntı olacak, yazık olacak' filan diye söyledik kendisine. Yanımdaki albay arkadaşlardan bir tanesi, 'Sayın bakanım vallahi tankı üzerimize sürecekler' cümle bu. Bu ifadeyi kullandı Milli Savunma Bakanı'na."

--Bu ifadeyi kullandıktan sonra İsmet Beyin tepkisi ne oldu?

"Çok inandırıcı bulmadılar gibi geldi bana. Üzerinde durmadılar öyle gördüm. Bir hassasiyet olsa bu Akın Öztürk'ün ismi dahi geçti o zaman konuştuk bunları."

--Akın Öztürk'ten başka kimlerin ismi geçti?

"DARBEYİ HÜKÜMETE BİLDİREN ALBAY GÖZALTINA ALINDI"

"30 civarında isim. Şimdi hangisini söyleyeyim. Tutuklanan isimler var bunların içerisinde. Hemen hemen hepsi tutuklandı veya ihraç edildiler. Var birkaç tane daha kalan. Onu tekrar kendilerine ifade ettik yakın bir zamanda. Tabi burada işin enteresan tarafı şu, 'sayın bakanım tankı üzerimize sürecekler' diyen Albay FETÖ'cülükten gözaltına alındı".

"ALBAY BAKAN'I TANIK GÖSTERİYOR AMA KİMSE DİNLEMİYOR"

"Ve adam diyor ki şimdi savcıya, "Gidin Konya Milletvekiline sorun, Tarım Bakanı'na sorun, o zaman Milli Savunma Bakanı olan İsmet Yılmaz Bey'e sorun. Böyle, böyle biz girişimde bulunduk" filan diyor."

- Kim bu albay Lütfi Bey?"

"BUNDAN SONRA KİM KONUŞUR"

"İsim uygun olmaz. Ama tutuklu zaten...Hayır, askerlerden hiçbirinin ismi çıkmadı daha çıkmaz da. Diğer bir arkadaş dedi ki, 'Biz hayatımızı riske atarak buraya geldik. Bundan haberdar olsalar bizi bir hafta içinde kaybederler' dedi. Aynen bu cümleyi kullandı bir diğer subay. 'Haberiniz olsun böyle örgütlüler' falan dedi. Onun için bu isimleri hiç bahsetmedik. Hiç kimseye vermedim şu ana kadar. Sadece bende. Diğer o bakan arkadaşlar da bu isimleri bilmez".

"SAVCI: SİZİ TUTUKLAMASAM, BENİ İÇERİ ATARLAR"

"Netice itibariyle tabi bunları anlatınca savcı beyin söylediği cümle enteresan. Diyor ki, 'Hay Allah razı olsun iyi ki böyle bir girişimde bulunmuşsunuz yoksa eğer girişimde bulunmasaydınız ben baktım delil belge hiçbir şey yok ama sizi içeri atardım. Çünkü seni atmasam beni atıyorlar.' Bu cümle önemli. Türkiye'de bu tip bir yapının üzerine giderken sırf bu endişeden dolayı çok mağdurların da olduğunun bilinmesi lazım."

--Tutukladığı albaya söylüyor değil mi savcı?

"Tabi tabi. Böyle bir yapı var kim ne derse desin. "

--Bir de Temel Bey'in söylediği 6 ay önceki süreç ne?

"6 ay önceki bu son şey ettiğimiz onu kastederek yani 6 aydan daha fazla da... Çünkü bu görüşmeler zaman zaman telefonla şununla bununla devam etti. O zaman genel başkanımızın bilgisi dahilinde tekrar görüşmüştüm arkadaşlarla bilahare böyle bir şey oldu. Hatta ben 15 Temmuz'dan sonra aradım ne oldu falan diye. 'Abi siz vazifenizi yaptınız sizin bir şeyiniz yok.' Ben de, 'siz vazifenizi yapmadınız' dedim kapattım telefonu. "

--Bunu kime söylediniz?

"Bu isimlere çok girmeyelim şimdi. Çok öncesinden ta 2004'ten itibaren bu yapılanma ile kadrolaşma ile ilgili çok değişik girişimlerde bulunduk. 'Yanlış yapıyorsunuz' dedik. Bunu konuşuruz İnşallah. "

Kaynak: Ahmet TAKAN/Yeniçağ

ADALETİN KENDİNİ DAYATMASI YÜRÜYÜŞÜN ARDINDAN
Av. Mehmet TIĞLI
13 Temmuz 2017



Yürürken olumsuz bir şey yazmadığım gibi sempatimi de dile getirmiştim… Çünkü, iş yapan adam ne olursa olsun asgari şartta takdiri hak eder…

Yürüyüş bittiğine göre yazabiliriz… Sistem içinde sisteme yapılan eleştiriler çoğu zaman sistemi ortadan kaldırmaktan ziyade, güçlenmesini ve sistemin devamını sağlar…

“Adaleti tesis” etmek ile “adalet dilenmek” arasında dağlar kadar fark var… Ayrı ve uzun bir yazı konusu…

“Adalet yürüyüşü”nün neticesine baktığımızda bu tür girişimlerin 2019 seçimi öncesi, seçime sistemin hazırlanması meyanında atılan adımlar olduğunu söylemekten kendimizi alamıyoruz. Samimi olarak sisteme kafa tutmanın zemini olarak görenlerin niyetlerinden hiç şüphe etmeden bu tespiti yapıyoruz tabiî ki.

Başkanlık seçim sisteminin tabi bir sonucu olarak ikili parti sistemi… Buna paralel olarak da iki parti etrafında siyaset dizayn edilecek… Yani iktidar etrafında yörüngeye oturacak” iktidarın muhalefeti”, Muhalefet etrafında yörüngeye girecek “muhalefetin muhalefeti” .

Ikili partide ve muhalefet rolü CHP’ye, iktidar rolü AKP’ ye. Iktidara kenetlenmiş ve iktidara muhalefet MHP’ye… Muhalefete muhalefet rolü de Vatan partisine vs…

Bu rollerin sahiplerine, sistemin sağlıklı yürüyebilmesi için itibarlaının iade edilmesi gerekir. İçinde bulundukları yıpranmışlık kendilerinden istenen rolleri icra etmelerine engel. çünkü.

Yıpranmışlık devam ederse muhalefet ya serseri mayın gibi nerede patlayacağı bilinmez yada aşırı uçlara kayar, çözüm arayışının sistem dışına çıkmasına sebebiyet verir. Bu da sistem için tehlikelidir, oluşan tehlike hem sistem hem de iktidarın işine gelmez. Tehlike oluşmaması için Kılıçtaroglu başta olmak üzere önümüzdeki dönemde rol alması düşünülen tüm aktörlerin itibarının iade edilmesi, dağılan ya da mızmızlanan muhalif kesimin de toparlanması gerekiyordu.

Bu yürüyüşle itibar İade edildi de sorun ortadan mı kalktı? Hayır… Sorun yerli yerinde duruyor… Durdukça da sistem açısından risk devam ediyor.

Kılıçtaroğlu Yenikapı, dokunulmazlık, referandum sonucu konusundaki iktidara teslimiyeti tabanda oluşturduğu rahatsızlığa rağmen büyük bir destek ve sempati alarak yürüyüşünü tamamladı. Desteğin yarıya yakını da kendi tabanı dışından geldi. Milletin, “hak- hukuk adalet” konusunda ki ihtiyacı ve bu ihtiyacın giderileceği hissini yaşatarak meydana bayrak dikildiğinde altında toplanacağının göstergesidir bu

Bizim için yürüyüşün getirisi “adalet” ihtiyacının en üst seviyeden dile getirilmesi ve İbda Mimarı’nın 29 Kasım konferansıyla açtığı yeni safhanın tüm kesimlerin katılımıyla tabi gidişatı içinde yürüyor olması. Bu safha hedefine ulaşıp “Mutlak Adalet” tecelli edene kadar bu iş burada bitmez…

Çünkü “adalet dilenmek” ile “adalet tesisi” arasında dağlar kadar fark var…

Bir arkadaş soruyor, “ya sistem sistem diyorsun, nedir sistemin adı, açık söyle!”

Ne olacak, “Küçük Amerikan Düzeni”… Stratejik hedefte BOP…

Türkiye siyasetindeki sistem içi aktörlerin yıpranması, uluslar arası baskılar, sınırlardaki savaşlar beklenmedik gelişmeleri hızlandıracağı ve sisteme alternatiflere yol açacağı sistem içi ve dışı aktörlerin gözden kaçırmadığı hususlar olsa gerek.

“Adalet” pankartının önünde kürsüden İBDA selamıyla kitleyi selamlayan Kılıçtaroğlu zulme direnmenin merkezini ve Adaleti tesis ederek tüm toplumu birleştirecek “Yeni Düzen”in de adresini farkında olarak veya olmayarak tüm dünyaya göstermiş oldu.

Bizim selamladığımız da herkesin kendi hal diliyle haykırdığı bu gerçektir.

Kaynak: Adımlar dergisi

Time dergisi: Demir Leydi Akşener, Erdoğan’a meydan okumaya hazırlanıyor
16.07.2017



MHP'den ihraç edildikten sonra kendisine yakın isimlerle birlikte yeni bir parti kuracağını açıklayan Meral Akşener, İngiliz basınında 'Demir Kadın' olarak anıldı. Time dergisi, Akşener'in 'Erdoğan'a meydan okumaya hazırlandığını' yazarak, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni rakibi olduğuna işaret etti.

İngiliz Time dergisi Meral Akşener'i sayfalarına taşıdı. OdaTV'den Kemal Üçüncü'nün çevirisine göre derginin 'Türkiye’nin ‘Demir Kadını’ Meral Akşener, Erdoğan’a Meydan Okumaya Hazırlanıyor' başlıklı yazısının çevirisi şöyle:

'DİŞİ KURT OLARAK BİLİNİR'

"Meral Akşener mücadeleden kaçmıyor. Türkiye’nin eski İçişleri Bakanı gayrı resmi olarak Asena ya da dişi kurt olarak bilinir. 1997’de ülkenin askeri güçleri hükümeti devirmeye çalıştığında, Meral Akşener askeri liderlere karşı durdu. O dönemde bir general, genç meclis üyesini 'gelirsek bakanlığın önünde onu yağlı kazığa oturturuz' diyerek tehdit etti. 2013 yılında mahkemede bu konuşma hakkında ifade verirken yorumları başından savdı. 'Ben yapmam gereken şeyi yaptım' dedi."

'ERDOĞAN TARTIŞMALI BİR REFERANDUM KAZANDI, AKŞENER İSE DAHA YÜKSEK BİR PROFİL'

"Bir zamanlar askeri güçlere karşı koyduğu için taraftarları, bir başka darbe girişiminden bir yıl sonra Türkiye’nin demokrasisinin çöküşü yolunda durabileceğini umuyor. Eski bir milliyetçi olan Akşener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan Türkiye’nin mevcut parlamenter sistemini kendi başbakanlığı tarafından yönlendirilen tek taraflı bir sistemle yer değişmesini içeren anayasal revizyon teklifine karşı aktif bir şekilde kampanya yürüttü. Erdoğan 16 Nisan’da kıl payı, tartışmalı bir referandum kazandı ama Akşener kendisine daha yüksek bir profil kazandı. Kalabalıkları, halkı 'hayır' oyu kullanmaya teşvik ettiği ülke çapında sürdürülen kampanyalara çekti. Dev kalabalıklar 'Başbakan Meral' diye tezahürat yaptı."

'GERÇEK BİR RAKİP'

"Şimdi, Akşener’in adı 2019’da yapılması beklenen başkanlık seçimlerinde Erdoğan’a karşı olası bir rakip olarak söyleniyor. Asistanlar Time’a Akşener’in yeni bir siyasi parti duyurmayı planladığını açıkladı. Mayıs ayında İstanbul’daki evinde Time’a konuşurken, Erdoğan’ı nasıl bozduğundan bahsederken yüzü parladı. 'Ben onun rahatını bozdum' dedi, 'Çünkü o benim gerçek bir rakip olduğumu biliyor.'"

'ONU YENMEK İÇİN, ONUN OYUNUNU OYNAMAK ZORUNDASINIZ'

"Çok az kişi bu rejime karşı çıkmaya cesaret ederdi. Başbakanlık ve cumhurbaşkanlığının birleşimi 14 yılın ardından, Erdoğan neredeyse her muhalefet kaynağını, partisi içindeki diğer liderleri dışlayarak, muhalefet meclis üyelerini hapse atarak ve önemli haber merkezlerini sansürleyerek örtbas etmek için davranıyordu.2016’da Avrupa ve Amerika’yı süpüren muhafazakar popülizm markasına benzer bir politika modeli çizerek, bir dizi seçimler kazanarak buraya kadar geldi."
"Bir yıl önce 15 Temmuz 2016’da yapılan başarısız ve kanlı darbenin sonucunda baskı ivme kazandı. Gazetecileri, öğrencileri ve devlet memurlarını da içeren 50,000’den fazla insan şimdiye kadar gözaltına alındı. Olağanüstü hal son zamanlarda yoğunlaştı. Temmuzda, polis Uluslararası Amnesty'nin Türkiye direktörü'nün de içinde bulunduğu 10 insan hakları aktivistini 'terör' suçlamasıyla tutukladı."

"Muhalif politikacılar dokunulmaz değil. Haziranda, mahkeme hükümetin gizli bir davasıyla bağlantısından dolayı muhalif bir meclis üyesini 25 yıl hapis cezasına çarptırdı, şimdi her on kişiden biri parmaklıklar ardında. Türkiye’nin en büyük muhalefet partisi CHP’nin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yıllardır yapılan en büyük mücadele gösterisi olan, İstanbul’da sonuçlanacak muazzam bir 'adalet' toplantısı ile bir cevap niteliğinde Ankara’dan İstanbul’a 429km uzunluğundaki protesto yürüyüşünü düzenledi. 'Bu devir diktatörlük devri' dedi kalabalığa."

"Gri saçlı, gözlüklü muhalefet lideri Erdoğan’a meydan okuyacak pozisyonda değil. Laik düzenden bahseden CHP 15 yıldır ulusal seçimleri kazanamadı ve Türk siyasi gözlemcileri başkanlığı ele geçirmek için acımasızlıktan yoksun olduğunu düşünüyorlar. 'Ailemdeki kişiler bile, Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok iyi biri olduğunu ama sadece Erdoğan’ın oyununu nasıl oynayacağını bilmediğini düşünüyorlar ve onu yenmek için de onun oyununu oynamak zorundasın' diyor, Washington’daki Orta Doğu Enstitüsü Türk Çalışmaları Merkezi direktörü Gönül Tol. 'Öte yandan Meral Akşener, Erdoğan’a karşı olanların ya da onun yönetiminden rahatsız olanların mesajını iletme biçimiyle bence bu mesajı iletmek anlamında iyi iş çıkardı.'"

'AKŞENER, ERDOĞAN'A EŞSİZ BİR TEHDİT OLUŞTURUYOR ÇÜNKÜ..'

"Akşener Erdoğan’a karşı eşsiz bir tehdit oluşturuyor çünkü onun siyasi damgası cumhurbaşkanı gibi iş dünyası destekçisi, muhafazakar ve milliyetçi seçmenlerin havuzuna çok benzer bir havuzdan geliyor. Özürsüz bir şekilde tutucu ve aşırı sağcı Fransız lider Marine Le Pen’in Türk karşılığı olarak da anıldı. Bölücü Kürtlere karşı savaş yanlısıdır. Türkiye’nin üç milyon göçmenlerinin ülkede kalmalarına kabul edeceğini ama onların burada olmaları hakkında belirsiz 'endişelerinin' olduğunu söyledi. Yine de Kürtler de dahil olmak üzere siyasi yelpazenin her yerinden destek alabileceğini ve Kürtlerin yoğunlukta olduğu güneydoğuya sık sık yaptığı kampanya ziyaretlerini de not etti. Ayrıca siyasi tarzı ve Avrupa’nın en sağındaki ırkçılık arasındaki herhangi bir benzerliği de reddetti. 'Biz ırk ya da etnik kökene göre siyaset yapmayız' diyor. 'Bizim millet tanımımız paylaşılan anılara, bağlarımıza ve mutluluklara bağlıdır.'"

"Ancak, onun Erdoğan’ın anayasal gücüne karşı istikrarlı muhalefeti, AKP’nin kayıtsız destekçilerini ve hatta bazı sol görüşlü seçmenlerine çağrılarını genişletmesine izin verdi. Tabanı seçkin halkın ötesine geçememekle eleştirilen laik cumhuriyetçi Kılıçdaroğlu’nun aksine, Akşener cumhurbaşkanının koalisyonunu yavaş yavaş yok etme potansiyeline sahiptir.”Akşener,Cumhurbaşkanı Erdoğan’a büyük bir siyasi tehdittir” diyor Akşener ile birlikte parlamentoda görev yapmış olan Türk liberal siyasetçi Aykan Erdemir.” Akşener Türkiye’nin sağ merkezli seçmenleri için ilgi çekici bir aday olabilirdi ve bu yüzden AKP’den ve Erdoğan’dan seçmenleri çalma potansiyeli var.”

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI YAPTI

"1956’da İstanbul dışındaki orta büyüklükteki bir şehir olan İzmit’te doğdu, Akşener Yunanistan’dan gelen göçmenlerin soyundandır. İzmit’te, Türkiye’nin ilk belediye başkanı Layla Atakan seçildiğinde,genç bir kız olarak politikaya merak saldı. Tarihte doktora yaptıktan sonra,1994’te bölüm başkanlığı görevinden istifa etti ve bir yıl sonra laik, tutucu Doğru Yol Partisi’nin bir üyesi olarak parlamentoda bir koltuk kazandı. Parlamentoya girdikten sonra birkaç yıl içinde, Akşener Türkiye’nin siyasi dramasında merkez bir oyuncu oldu. İslamiyetçi Başbakan Necmettin Erbakan liderliğindeki koalisyon hükümetinde içişleri bakanlığına atandı. Bölücü Türk devleti Kürtlerle artmakta olan kirli bir savaş mücadelesi verdiğinden bir siyasi şiddet devriydi. Postmodern darbe olarak bilinen, askeriyenin hükümete bir ültimatom vermesiyle, karmaşa 1997’nin baharı ve kışında artış gösterdi."

'İNTİKAMCI BİRİ DEĞİL'

"Daha sonra Akşener, onu 'kazığa oturtmakla' tehdit eden silahlı kuvvetlerin karışan ve tersleyen generali Çetin Saner’e karşı cephe aldı.1960’dan beri seçilmiş dört hükümeti kenara iten Türk ordusuna karşı bağımsızlığını kanıtladı.2016 darbesine Erdoğan’ın şiddetli cevabına karşılık durduğunu baskıya göstererek Saner aleyhinde dava açmayı reddetti. 'O intikamcı değil. Ki bu, Erdoğan hakkında söyleyemeyeceğiniz bir şeydir' diyor Erdemir."

'HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANIYORUM'

"Önceden de şimdi de Akşener temel tutucu bir ilke olan hukukun yönetimi hususunda ısrarlarına devam etmekte. Kurumlar ve prosedürler hakkındaki ısrarlılığı Erdoğan’ın duygusal popülizmine karşı duruyor. 'Erdoğan’ın dünyası siyah ve beyaz' diyor, 'Ben doğru ve yanlışın yönetimine inanmıyorum. Ben hukukun yönetimine inanıyorum' diyor. Ayrıca Edoğan’ın kadınlar hakkındaki gelenekçi görüşlerini de eleştiriyor: 'O, bizim evde olmamızı tercih ediyor' diyor."

"Ama Akşener Türk siyasetinin bazı zor kısımlarıyla uzun bir ilişkiye sahip. Akşener, kökeninde Türkiye’nin aşırı sağcı geçmişinin izlerini taşıyan bir parti olan sağ kanat Milliyetçi Hareket Partisi’nin(MHP) bir üyesi olarak on yıl sonra parlamentoya tekrar girdi. Partinin Bozkurtlar olarak bilinen gençlik hareketi, ülke bir önceki askeri darbeden dolayı bulandırıldığında ve siyasi şiddet yaydığında, 1970 ve 80’li yıllardaki kargaşada bir dizi suikastlarda rol aldılar. Bugüne kadar MHP üyeleri hala işaret parmağını genişleterek ve serçe parmağıyla kulak oluşturarak,tek elleriyle bir kurt kafası oluşturup Bozkurtların selamını çakıyorlar."

'TÜRKİYE'DEKİ HER AZINLIK KORUMA ALTINDADIR'

"Akşener’in kendisi de destekçilerine bozkurtların sembolünü yapıyor ve politikası onun uzun süreli milliyetçiliğine yansıyor. Geçmişte, Türkiye’nin uzun soluklu bir savaş içerisinde olduğu PKK militanları ile yapılan barış konuşmalarına karşı çıktı. Ülke için olan vizyonu hakkında etnik azınlık seçmenlerinin tekrar garanti altına alınmasını istedi. Türkiye’nin mevcut yasal yapısının azınlıkların ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu savunuyor; 'Türkiye’de yaşayan her azınlık yasa ve sözleşmeler ile koruma altındadır' diyor."

Akşener MHP’ye başkan Devlet Bahçeli 2007’de partiyi yeniden düzenlediğinde,grubun şiddetli geçmişinden sakınmak ve daha profesyonel bir yüz sunmak için katıldı. O yıl yine parlamentoya seçildi, iki yıl hizmet etti ve iş arkadaşlarının onu partiler arası arkadaşlıklar kuran ve parlamento oturumlarında şakalar yapan biri olarak hatırladığı meclis başkan vekili oldu.

'MHP BAŞKANLIĞI SAYFASINI KAPATTIM'

"Artık bir parlamento üyesi değil, Erdoğan’ın Türkiye’nin anayasasını değiştirme teklifinden sonra 2016’da MHP başkanlığından ayrıldı. Akşener Cumhurbaşkanını desteklemek için partisine katılmak yerine, aykırı bir hizbe ses verdi. O ve diğer isyancı milliyetçiler Ankara’da bir otelde MHP’nin liderlik yerini alma teşebbüsü için bir parti toplantısı düzenlediler ve polis binayı mühürledi. Dışarıda, engebeli kalabalık bir grup barikatlar karşısında yükseldi. Akşener bir otobüsün tepesine çıktı ve bir megafon aracılığıyla mahkemeleri harekete geçmeye davet ederek konuştu: 'Acilen bu hatayı düzeltmelisiniz bu kaos ve hukuksuzluk' dedi. Haziranda bir Ankara mahkemesi MHP muhaliflerine karşı bir kez daha karar aldı ve Akşener parti başkanlığı için bir başka teklifi reddetti. 'Ben o sayfayı kapattım' dedi gazetecilere 3 Temmuz’da."

'TÜRKİYE'NİN CLINTON'I'

Şimdi Akşener yeni bir sembol altında ülkesinin başkanlığı için bir teklif düşünüyor. Ama o mükemmel bir siyasi adaydan çok uzak; bir diğer uçtaki yabancılar seçimleri süpürüyor gibi göründüğü bir zamanda,o hükümetteki derin tecrübelerini bir avantaj olarak görüyor.” Akşener Türkiye’nin başkanlık seçimlerinin Hillary Clinton’ı,”diyor Türkiye’nin siyasi analisti Selim Kazak.” Herkes bir bakıma onu iktidarda istiyor ama o erik suyu gibi. Sağlığın için iyi ama iştah açıcı değil.”

'BENİ VAZGEÇİRMEYE ÇALIŞIYORLARDI VE BEN VAZGEÇMEDİM'

"Aynı zamanda Erdoğan’a karşı kayda değer bir şansı olan birkaç değerli aday daha var. Erdoğan’ın kendi partisi içindeki muhalif liderler bir adım öne çıkarak Cumhurbaşkanına meydan okuma konusunda başarısız oldular. Diğerleri mağlubiyetleri için acı bir bedel ödediler. Akşener’in kendisi de hükümetin gazabından kaçamamıştı. Hükümet yanlısı medya özel hayatıyla ilgili müstehcen iddialarla saldırdı. Ölüm tehditleri aldı. Karalamaları ve tehditleri onu korkutmak için planlanmış bir kampanya olarak nitelendiriyor: 'Nisan 2016’dan beri beni vazgeçirmeye çalışıyorlar ama ben vazgeçmedim.'”
"Son baskılardan dolayı aklı başına gelmiş diğer muhalif figürler hükümetin Akşener’i durdurmak için basitçe bir yol bulacağına inanıyorlar. Onun hakkında sorduk, Demirtaş’ın adamlarının Demokratik Patisinden kıdemli bir yetkili dedi ki;” Olası bir başkanlık adaylığında ismi geçen herhangi biri, tüm bu aptallarla ve trollerle ve medya insanlarıyla onların hepsi adayları kalitesizleştirmek için karalama kampanyası yapacaklardır,” dedi başkanlık seçiminde henüz bir vaziyet almamış olması dolayısıyla durumun belirsizliği ile konuştu yetkili."

'YAPAMAYACAĞI TEK ŞEY KOŞMAK'

"Akşener henüz kafasını siperden çıkarıp Erdoğan’a karşı çıkıp çıkmayacağına karar vermedi. Referandum kampanyasından bu yana zamanını yemek pişirmeye ve İstanbul’daki evinin dışında kocası ile uzun yürüyüşlere çıkmaya harcıyor. 'Yürüyüşler kendini dinlemesi ve değerlendirmeler yapması için birer fırsat' diyor, 'Hareket ediyorken daha iyi konsantre oluyorum.' Yapmayacağı tek şeyin koşmak olduğunu söylüyor. Pasaportu yok ve eğer Erdoğan’ın yetkilileri onu ve beraberindeki binlerce diğer kişiyi Erdoğan’la karşı karşıya geldikleri yüzden tutuklamak için ortaya çıkarlarsa, o yine yapması gerekeni yapacak. 'Buyurun' diyor, 'Ben buradayım.'"

Kaynak: Sputnik

Yeniçağ yazarı: Saray'daki bir gruba göre Erdoğan, hâlâ etrafındaki gerçek FETÖ'cülerin farkında değil!
15 Temmuz 2017



"Bazı AKP'li mebuslar, içlerindeki 'FETÖ'cülerin temizlenmemesinden dolayı şikayetçi"

Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde bulunan birtakım kişilerin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak "Hâlâ etrafındaki gerçek FETÖ'cülerin farkında değil" dediğini iddia etti.

Takan, sözlerinin devamında şunları ileri sürdü:

"Meclis'i hiç sormayın. Kapı arkasında hangi AKP mebusu ile konuşsak, içlerindeki 'FETÖ'cülerin temizlenmemesinden dolayı ağız dolusu şikayet ediyor. Meclis darbe araştırma komisyonunun son dakika eklemeleri yapılan raporuna bakıyorsunuz, 'FETÖ'nün siyasi ayağının yerinde yeller esiyor."

Ahmet Takan'ın "Ne olur bizi bir kerecik şaşırtın!.." başlığıyla yayımlanan (15 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım, al gülüm ver gülüm gazetecilerle gerçekleştirdiği muhabbet toplantısında 'FETÖ'yle ilgili "örgütün saydam olmayan yapısı ve karmaşık ilişkilerini düşündüğümüzde hepimizi şaşırtan farklı gelişmeler yaşanabilir" dedi. Rutin, toptan bir muhabbet toplantısını kendisine verilmiş özel demeçmiş gibi yansıtan ve tek tek Yıldırım ile fotoğraf çektirip aynı deşifre metnini gazetelerine özel haber logosuyla yapıştıran kabin ekibi memurlarının sözde haberlerini satır satır okudum. Kendilerinden beklediğimden değil ama çok şaşırtıcı olurdu. Biri de çıkıp, "Sayın Başbakan şaşırtıcı farklı gelişmelerden kastınız nedir? Ne gibi gelişmeler beklemeliyiz?", "17/25 Aralık'ta yaptığınız kavganın ardından bile bu örgütün 15 Temmuz 2016'ya kadar ne kadar tehlikeli olduğunu anlayamadınız, karmaşık ilişkilerini çözemediniz. Hain darbe girişiminin ardından Adalet Bakanı'nızın açıkladığına göre 50 bin 510 tutuklama yapıldı. 169 bin 13 şüpheli kişi hakkında da işlem yapıldı. Devletin tüm imkanları elinizde, kamuoyunun desteği arkanızda. KHK'larla yapamayacağınız şey yok. Hâlâ neyi çözemediniz veya çözmeye çalışıyorsunuz?" Bir de sorsalardı şaşırmaktan öte kıyamet alameti sayacağım, "Zaman geçtikçe bazı karanlık dosyaların üstü kapatılıyor mu acaba", "Hani hainlerin inlerine kadar girilmişti" soruları var. Neyse!..

Hapishane kurdelesi kesmekle övünen siyasi iktidarın sayesinde cezaevi yerleşkelerinde 'FETÖ'cülerden diğer mahkumlara yatacak yer kalmadı. Fakat, Ankara'da şu manzara da oldukça ilginç!.. İçişleri Bakanlığına gidiyorsunuz, "hâlâ 'FETÖ'cülere dokunulmadı", Ulaştırma Bakanlığına gidiyorsunuz "oo!.. Burada 'FETÖ'cüler kral hayatı yaşıyor", Maliye Bakanlığına gidiyorsunuz "ne olduğunu anlayamadık. Hâlâ 'FETÖ'cülerin etkinliği kırılamadı", Çevre Bakanlığına gidiyorsunuz, "burası 'FETÖ'nün çiftliği" deniyor. Saraydaki bir gruba göre, AKP Genel Başkanı R. Erdoğan hâlâ etrafındaki gerçek 'FETÖ'cülerin farkında değil!.. Meclis'i hiç sormayın. Kapı arkasında hangi AKP mebusu ile konuşsak, içlerindeki 'FETÖ'cülerin temizlenmemesinden dolayı ağız dolusu şikayet ediyor. Meclis darbe araştırma komisyonunun son dakika eklemeleri yapılan raporuna bakıyorsunuz, 'FETÖ'nün siyasi ayağının yerinde yeller esiyor. Sanal alemde bile çok rahat bulup seyrettiğiniz bir zamanların meşhur Pensilvanya ziyaretleri fotoğrafları, "hocam, değerli bilim adamı ne olur gel Türkiye'ye. Sen ne büyük adamsın" salya sümük ağlamalı videoları, TBMM tutanaklarındaki methiyeler somut belge olarak ortada dururken saydam olmayan yapı!.. Öyle mi?..

Aslında bunlara şaşırmıyorum!.. Ha!.. Bir de R. Erdoğan'ın tekrar AKP Genel Başkanlığına seçildiği olağanüstü kongre öncesinde ve sonrasında çok sık dillendirilen kabine revizyonu vardı. Ne oldu? Hâlâ yapılmadı. Şaşırmıyorum!.. Çünkü, aşağıdaki şu ifadeler saray kaynaklarına ait;

"Bakanlar Kurulu revizyonu ile artık konuşmak istemiyoruz. Çünkü boşa çıkıyor. Bakanlar Kurulu değiştirilemedi... Yapılsa, hareketlilik sağlardı. Etkin bir 'FETÖ' operasyonu yapılamadı, etkin bir temizlik yapılamadı. Ekonomik alanda tıkandık. Bütün enerjimizi 15 Temmuz etkinliklerine ayırdık. Sağlıklı gidişat değil. Halk, 'bunlar yoruldu değişmeli' demeye başladı. Parti içinde büyük sıkıntı var. Herkes tetikte bekliyor. Emniyetin, ordunun, bürokrasinin içinde kendisi 'FETÖ'cü olmayıp da karşı olanlar var. Kimin nerede ne yapacağı da belli değil. Çekiniliyor..."

Saydam olmayan ve karmaşık ilişkilerin direkt adresi AKP. Acaba içeriye dokunursak, hükümeti düşürecek gelişmeler olur korkusu mu var?.. Yoksa... Haydi bakalım şaşırtın bizi!..

ETİKETLER
tayyip erdoğan ahmet takan cumhurbaşkanlığı
T24

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba: 15 Temmuz gecesi Meclis'te yapılacak törene katılmayacağız
14 Temmuz 2017

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümü dolayısıyla Meclis’te yapılacak gece törenine ilişkin “AKP var, çeyrek ortağı parti var; ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyor. AKP genel başkanı himayesindeki törene genel başkanımız katılmayacak” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, AK Parti’nin FETÖ ile mücadelesini eleştirdi. Siyasi iktidarın, devleti FETÖ’ye teslim ettiğini savunan Ağbaba, “249 şehidimizin kanlarında bunların parmağı vardır. O uçakları kullanan pilotları orduya yerleştiren AKP’dir. AKP MYK’sında FETÖ ile resmi olmayan ilişkisi olmayan bir tek insan bulamazsınız. CHP MYK’sına bak geçmişte FETÖ ile mücadele edenler bizim MYK’mızda. AKP’lilere sesleniyoruz önümüzdeki günlerde bunu kanıt, resim ve videolarla paylaşacağız sizlerle. AKP samimi bir parti değil hiç olmadı. AKP’nin filmini çekseler arka fonda ‘Dombıra’ değil ‘Mezdeke’ çalması lazım. AKP kendi koltuğuna rakip gördüğü için savaşıyor FETÖ ile” diye konuştu.

“249 ŞEHİDİN KANI YERDE KALMAYACAKSA SİYASİ AYAĞIN ORTAYA ÇIKARILMASI LAZIM”

‘Reis’ filminin yapımcısının da tutuklandığını hatırlatan Ağbaba, darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmadığını savundu. CHP’li Ağbaba, “FETÖ ile kimlerin iş birliği yaptığını bizim için değil ama AKP için sürpriz olacak. OHAL devam ediyor ama 15 Temmuz’dan bir yıl geçmesine rağmen FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadele edilmedi. Siyaset yok mu? Hodri meydan diyoruz, gelin geçmişteki bütün ilişkiler, milletvekilleri araştırılsın, kimler FETÖ’cü? 249 şehidin kanı yerde kalmayacaksa siyasi ayağının ortaya çıkarılması lazım. AKP, meclis ayağına girmek istemiyor. Çünkü meclis ayağına girerse AKP diye bir grup kalmaz” dedi.

“BİR MECLİS RAPORUNDA İLK KEZ ‘TROLLEME’ GÖRÜYORUZ”

Meclis Başkanlığı’na sunulan Darbe Komisyonu’nun raporunda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla partisinin FETÖ ile ilişkilendirildiğine dair soru üzerine Ağbaba, şunları söyledi:

“Bir Meclis raporuna ilk kez bir ‘trolleme’ görüyoruz. Yazılmış bir rapor ve o rapora CHP, HDP ve MHP muhalefet şerhi yazıyor. Birleştiriliyor. O şerhten sonra AKP yeni bir ilave yapıyor. Resmen bir yankesiciliktir. Buradan söylüyorum. Reşat Petek FETÖ’cüdür. Onunla program yapanlar bugün Silivri’de yatmaktadır. O kürsüye getirilmesinin nedeni tam da budur. Eli kolu bağlanmış kafasında bağlanan bir kılıç ne söylense yapmaktadır. Reşat Petek yargıda kimin nereye yerleştirildiğini bilen bir adamdır. Beraber program yaptığı insanlar cezaevinde. TV kanallarında FETÖ’yü pazarlayanlar bugün darbe komisyonu başkanı olmuştur. Böyle bir rezillik darbe komisyonu raporu trollüyorlar, yazılmış rapora tekrar rapor yazılarak. Darbe komisyonunda kimler ‘Bylock’cu. Selçuk Özdağ ‘Bylock’ var mı yok, Reşat Petek var mı yok mu. Yok desin cevap versin”

“AKP GENEL BAŞKANI HİMAYESİNDEKİ TÖRENE GENEL BAŞKANIMIZ KATILMAYACAK”

TBMM’de gece yapılacak 15 Temmuz törenine partisinin davet edilmediğini belirten CHP Genel Başkan Yardımcısı Ağbaba, “Genel başkanımız katılmayacak o törene. Meclis bombalanırken kapıları ilk açan CHP milletvekilleriydi. Milletvekillerini nasıl demokrasi öpücüğüne boğduğunu meclis başkanına sorun. AKP var, çeyrek ortağı parti var ama darbenin önlenmesinde büyük rol üstlenen bir partinin genel başkanı davet edilmiyor. Yenikapı’ da yalvaran AKP Genel Başkanı, genel başkanımıza hakaretler ediyor. AKP Genel Başkanı himayesindeki törene genel başkanımız katılmayacak” diye konuştu.
sözcü

Erdoğan'ın hayal kırıklığı!
Ahmet TAKAN
16.07.2017



Kılıçdaroğlu'nun "adalet" yürüyüşü ve tartışmalarının ardından Türkiye 15 Temmuz etkinliklerine ve beraberinde getirdiği yeni gündem maddelerine kilitlendi. Sıcak gündemde takip ettiğimiz başlıklara rağmen siyasetin dip noktasındaki akış hız kesmedi. Pek keseceğe de benzemiyor...Başbakan Binali Yıldırım'ın, 'FETÖ'yle ilgili "örgütün saydam olmayan yapısı ve karmaşık ilişkilerini düşündüğümüzde hepimizi şaşırtan farklı gelişmeler yaşanabilir" sözleri (dünkü yazımda da yer vermiştim) kafamı çok kurcaladı. Hem saray, hem AKP cenahlarından araştırmacı-soruşturmacı gazetecilik faaliyetlerime ara vermedim. Hala çözülemeyen bu karmaşık ilişkilerden dolayı ne olabilirdi bu şaşırtıcı gelişmeler? Yoksa,"adalet" yürüyüşünün ardından asabiyet krizinden çıkamayan iktidar yeni siyasi (!) hamlelere mi hazırlanıyordu?.. 16 Nisan referandumunda alınan kıl payı sonucun rahatsızlığı sarayda hala devam ediyor. Sürekli yaptırılan anketlerde  R. Erdoğan'ın önüne hep can sıkıcı sonuçlar geliyor.

Başbakan Binali Yıldırım'ın tekrar tekrar alıntı yaptığım yukarıdaki sözlerinin hemen ardından Cuma günü gecesi 7 bin 395 kişilik ihraç kararnamesi  çıkması Ankara'ya bomba gibi düştü. Gecenin ilerleyen saatlerinde bazı saray kaynakları ile görüşme imkanı buldum. "Şaşırtıcı gelişmeler" kapsamında ısrarlı sorularıma yanıt aradım. "Off the record" kaydının dışında kalanları aktarmaya çalışacağım.

Saray kaynakları, Binali Yıldırım'ın tespitini çok haklı buluyor. Şunları söylüyorlar:"Adalet camiası içinde hala faaliyet gösteren kripto FETÖ'cüler var.

17/25 Aralık benzeri bazı yolsuzluk dosyaları hazırladıkları ve bunları bazı yerlere servis edecekleri ile ilgili duyumlarımız var. Söz konusu savcılar yakından takip ediliyor. Gerçekten şaşırtıcı gelişmeler yaşayabiliriz."Kabine revizyonu hala neden gerçekleşemedi?.. Bu soruyu  ve cevabını dünkü yazımda ele almıştım.

Ankara'da bu ara unutulur gibi olan  hem de gündemden düşen diğer bir tartışma maddesi de, erken seçim ... Saray kaynaklarından çok önemli bir bilgiye ulaştım. AKP Genel Başkanı R. Erdoğan erken seçim konusunda hem partisinin milletvekilleri hem de Genel Merkez düzeyinde nabız yoklama usulüyle anket yaptırmış. Sonuç? Rakam vermek istenmediler, "büyük oranda olumsuz çıktı" demekle yetindiler. Kasım'da veya 2017 ilkbaharında bir erken seçim 16 Nisan referandumunun ardından sarayın sıcak gündem maddesiydi. Aldığım izlenim, "Şu anda önümüzdeki 2 seneyi de kullanalım. Daha sonrasına bakarız" şeklinde. R. Erdoğan'ın yakın halkasındaki isimler diyor ki, "İçimizde yüzde 40'lara varan orandaki FETÖ'cüleri sadece bir genel seçim ile temizleyebiliriz."

Bu faslın yorumunu sizlerin derin analizlerine havale ediyorum!..CHP'nin etkin eylem planı"Adalet" yürüyüşü ve Maltepe mitingi finali ile CHP'nin AKP'yi fena halde köşeye sıkıştırdığını Ankara'daki taraflı-tarafsız tüm siyasi gözlemciler kabul ediyor. CHP, yürüyüşten aldığı moralle yeni etkin eylem planları üzerinde çalışıyor. CHP kulislerinden ulaştığım bilgilere göre, ana muhalefet partisi önümüzdeki günlerde geniş kitlelerin sıkıntı ve sorunları ile ilgili çalıştaylara hazırlanıyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun son kararını vermesi halinde, fındık çalıştayı, tütün çalıştayı, Güneydoğu sorunları çalıştayı gibi bir dizi etkinliğin gündeme gelebileceği konuşuluyor. CHP'deki önemli bir isim, yapılan ön görüşmelerde bazı Kürt sivil toplum örgütlerinden Güneydoğu çalıştayına destek alındığını ifade etti. Kılıçdaroğlu'nun kurmayı söz konusu çalıştayın arkasından terör örgütü PKK'ya "Türkiye'yi terk edin. Silahlarınızı teslim edin çağrısı yapılacağını" söyledi.

Ana muhalefet partisinin etkin eylem planı sadece yurt içi faaliyetlerle de sınırlı değil. CHP, tıkanan  AB ile ilişkiler konusunda da diplomatik atağa geçti. Görüşlerine başvurduğum CHP kurmayı, AB'nin Türkiye ile ilişkilerinin  olumlu şekilde devam etmesi kapsamında karşılıklı sürpriz gelişme ve açıklamalarının olacağını kaydetti.

16 Nisan referandumundan bu yana siyasetin gündemini CHP ve yeni parti kurma çalışmaları belirliyor. İktidar partisi de  bunların peşine çaresiz  bir şekilde takılıyor. Sadece yancısı ile birlikte hakaretler yağdırmaktan başka bir şey yapamıyor. Önümüzdeki gündeme, yeni mağduriyet alanları yaratma, ötekileştirme, kamplaştırma bağlamında şaşırtıcı olmayacak toplum mühendislikleri faaliyetleri ve algı operasyonları gelebilir. İktidar elden gidiyor telaşı ile, hınç, garez ve öfke içinde saldırılara karşı son derece dikkatli, itidalli ve soğukkanlı olmak lazım.

Reçete; kontrolünü tamamen kaybeden bir iktidarın karşısında birlik beraberlik ve sağduyu ile durmak... Toplum barışını bozacak provokasyonlara alet olmamak...

Kaynak: Yeni Çağ

Rahmi Turan'dan Akşener analizi: Korkuyorlar
16.07.2017

Sözcü gazetesi yazarı Rahmi Turan, "yıldızı parlıyor" dediği Meral Akşener'i konu alan bir analizi köşesine taşıdı. Turan, Akşener'i hedef alan isimler için "Korkuyorlar!" dedi.

Akşener'i hedef alan isimleri eleştiren Turan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın sözlerine de sert bir tepki vererek "Ne seviyesiz bir lâftır bu!" dedi.“Meyveli ağaç taşlanır” diyen Turan'ın "İktidarı fena korkutan kadın!" başlıklı köşe yazısı şöyle: MHP'den ihraç edilen Meral Akşener'in yıldızı parlıyor.Bu hanımefendi, önümüzdeki yıllarda Türk siyasetinin en önemli simalarından biri olacak.
Falcılık yapmıyorum. Olaylara bakıp bu değerlendirmeyi yapıyorum.
“Meyveli ağaç taşlanır” denir ya… Meral Akşener'in durumu da öyle…Korkuyorlar!
Kimler korkuyor?
En başta iktidarın sadık yardımcısı Devlet Bahçeli korkuyor! Çünkü Meral Hanım onu siyaset sahnesinden silecek!
Başka kim korkuyor?
İktidar partisi AKP korkuyor! Çünkü Meral Hanım, AKP'nin oylarını tırpanlayacak!
Ee, bu korkuların sonunda iki taraf da Meral Akşener'e şiddetle, amansızca saldırıyor.Akılları sıra onu korkutup yıldıracaklar!Fakat, saldırdıkça onu büyütüyorlar! 

* * * 
Mesela AKP'li Meclis Başkanı İsmail Kahraman'ın saldırısına bakalım…Adamın sözleri çirkin, belden aşağı, ayıp! Fakat o bunu kendisine yakıştırıyor, ısrarla savunarak özür dilemeye bile yanaşmıyor!Meclis Başkanı bir konuşma sırasında Meral Akşener'den bahsederken bilinçli ve kasıtlı olarak “Meral Kılıçdaroğlu” demişti. Fırtına koparan bu söz oldu!Ne demek istemişti?Kılıçdaroğlu ile bir ilişkisi mi var Meral Hanım'ın? Ne seviyesiz bir lâftır bu!İsmail Kahraman “Bu bir teşbih” diye kendisini savundu.Teşbih, edebiyatta anlatımı güçlendirmek için iki varlık arasında kullanılan benzetme sanatıdır.Meclis Başkanı'nın yaptığı teşbih uygunsuz ve çirkin oldu!Bu olayda, haysiyet sahibi, aklı başında herkes Meral Akşener'in yanında yer aldı, İsmail Kahraman'ı ayıpladı.

“YAZIK O ÖMRE, YAZIK!”

Olayı protesto etmek için yollanan çok sayıda mesajdan, eski Sağlık Bakanı Rifat Serdaroğlu'nun gönderdiği mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki:“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman!Siz nasıl bir insansınız?Bir kadına nasıl böyle terbiye ve ahlâk dışı sözler söyleyebiliyorsunuz?
Birisi sizin eşinize başkasının soyadı ile hitap etse, masum bir teşbih deyip kabullenecek misiniz?Yazık o ömre, yazık!”

Haber93

AK Parti’deki ‘metal yorgunluğu’
16/07/2017
LEVENT GÜLTEKİN



AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde, “Parti teşkilatlarında metal yorgunluğu var” diyerek ‘partide değişme gideceğini’ söyledi.

Reklam

AK Parti yöneticilerine ve teşkilat mensuplarına, tıkanıklığın metal yorgunluğu değil, gerçekte ne olduğunu kendimce anlatmak istiyorum.

Partiler ülkedeki sorunları çözmek için görüş birliği içinde olan insanların bir araya gelmesiyle oluşan organizasyonlardır.

Siz de, ilk başlarda bu amaçla yola çıktınız.

Ülkeye hizmet etmek, sorunları çözmek için heyecanınız, azminiz vardı.

İlk yıllarda bazı eksikliklerinize rağmen gayet iyi işler yaptınız. Ülkede birçok şeyi değiştirdiniz.

Yaptığınız iyi işler neticesinde hem yurt dışından hem de içeriden takdir topladınız.

Güçlendikçe bir sanıya kapıldınız: Biz çok akıllıyız, en iyisi biziz, bu ülkeyi en çok biz seviyoruz bu nedenle kimsenin aklına ihtiyacımız yok.

Bu duyguya kapıldığınız için kendinizden başka kimsenin önerisine, eleştirisine kulak asmaz oldunuz.

Kendinizi sadece dışarıdan gelen önerilere kapatmakla kalmayıp Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi ilk başlarda sizinle beraber olan bütün yol arkadaşlarınızı da sattınız.

Tek bir kişinin sözünün, fikrinin, yaklaşımının belirleyici olduğu ‘lider egemen’ bir yapıya dönüştünüz.

Eskiden ülke diye bir derdiniz varken, giderek tek bir kişinin iktidarını korumak, kollamak, sürdürmek tek amaç haline geldi.

Kendi içinde ortak akılla politika üretmesi gereken parti, tek bir liderin etrafından toplanan askerlerden oluşan bir birliğe dönüştü.

Askerin görüşü olmaz. Askerin fikri olmaz. Sorusu, eleştirisi, önerisi olmaz. Asker söyleneni yapar. Çünkü her şeye o lider karar verir.

Birer asker olarak görüldüğünüz için artık fikir beyan edemiyorsunuz, itiraz edemiyorsunuz. Bu da sizi büyük bir gönülsüzlüğe itiyor.

Demem o ki liderden başka hiç kimsenin sözünün, görüşünün, varlığının kıymeti olmayan bu tür yapılarda heyecan da kalmaz. Daha iyisini yapma azmi olmaz. Kişisel çıkar belirleyici tek faktör olur.

Kabul edin ki eskidiniz. Yarattığınız Türkiye’nin gerisinde kaldınız. Partiniz, yani siz, ‘Yeni Türkiye’nin eski bir unsurusunuz artık.

Ülke sorunlarına dair söyleyecek tek bir sözünüz yok.

Dahası geçirdiğiniz değişimle sorun üreten bir yapıya dönüştünüz.

Hayır, “Sözümüz var” diyorsanız buyurun söyleyin, ne söylüyorsunuz?

Sizin gibi düşünmeyenlere, sizden olmayanlara ‘terörist’, ‘vatan haini’ demekten başka hangi sözü söylüyorsunuz?

Herkesle kavga ederek, herkesi tehdit ederek, bütün dünyayla ağız dalaşına girerek bu topluma, bu ülkeye nasıl bir yaşam vaat ediyorsunuz? İç barışı niye sağlayamıyorsunuz? Adaleti niye tesis edemiyorsunuz?

Mesele sadece yol ve köprü yapmak mı?

Kaldı ki onların bile nasıl yapıldığı ortada.

Elinizde sermaye olarak yalnızca din kaldı.

İnancı istismar etmekten, şehit cenazesinde okuduğunuz Kur’an videoları paylaşmaktan, umre pozları yaymaktan, dini bir amaç için mücadele ediyormuşsunuz gibi sahte bir görüntü vermekten başka neyiniz kaldı?

Din elinizden alındığında ne kalıyor elinizde bir bakın.

Eğitim çöküyor. Ekonomi can çekişiyor. İç barış ağır yara almış. Dış politika bütünüyle iflas etmiş, aramızın iyi olduğu tek bir devlet kalmamış.

Son dönemde kalabalıklarla poz vermekten, “Biz çok kalabalığız”, “Biz çok büyüğüz”, “Biz çok güçlüyüz” demekten, devletin gücüne yaslanmaktan başka neyiniz kaldı?

Farkında mısınız bilmiyorum ama artık sorunları çözerek, insanların gönlünü kazanarak değil, onları korkutarak var olmaya çalışıyorsunuz.

Bütün bunlara rağmen diyelim ki teşkilatlarda yeniliğe gittiniz.

‘Terörist’ dediğiniz, aşağıladığınız, vatan haini gözüyle baktığınız insanlara ne diyecek, onları neye, nasıl davet edeceksiniz?

Bu açmazın siz de farkındasınız.

Diğer taraftan size verilen tek görev, iktidarı korumak.

Kaybetme korkunuz sizi, bizi hepimizi büyük bir yıkıma götürüyor.

Kaybetmeyi göze alamadığınız için serinkanlı ve hakkaniyetli davranamıyorsunuz. Bu sebeple kazanmanız da giderek imkansızlaşıyor. Çünkü kaybetme ihtimalinin yarattığı korku sağlıklı düşünmenizi, sağlıklı hareket etmenizi engelliyor.

Bu koşullarda ne yazık ki vicdanınızı da kaybettiniz.

İktidarınızda insanlara büyük haksızlıklar yapılıyor. İnsanlar açlığa mahkum ediliyor. Ölüyor, öldürülüyor. Ama size askerlik misyonu biçildiği için tek bir itiraz, tek bir eleştiri getiremiyorsunuz. Getirdiğinizde de kendinizi kapının önünde buluyorsunuz.

Çünkü o tür yapılarda tek bir kişiden başka herkes hiçtir.

Durumun vahametini siz de görüyorsunuz. Her ne kadar açıktan söylemeseniz de bunu biliyorum.

İşte bunun yarattığı bir durgunluk, bir heyecansızlık var.

Sizi bu hale getirenler buna ‘metal yorgunluğu’ diyor.

Bu esasında metal yorgunluğu değil, bir çürümedir, işlevini yitirmektir.

Demem o ki parti içinde bile ortak aklı bir kenara bırakmış, amacından sapmış, vicdanını yitirmiş bir organizasyona başka isimlerin gelmesi durumu değiştirmeyecek.

Bütün umudunu, iradesini tek bir kişiye teslim etmiş, tek amacı o kişiyi korumak olan bu tür yapılara artık parti denmiyor.

Bu yazıdaki amacım suçlamak değil, bir fotoğraf çekmek.

Belki bakmak istersiniz diye çektim o fotoğrafı.

diken

Aydın Engin: Global kapitalizmle tam anlamıyla bütünleşmiş bir siyasal İslam modeli ile karşı karşıyayız
16/07/2017



Erdoğan “Yabancı sermayeli yatırımcılar”ın, yani küresel sermayenin ülkemizdeki temsilcilerine seslendi.

Aynen aktarıyorum: “OHAL’i biz iş dünyamız daha iyi çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum iş dünyanızda herhangi bir sıkıntınız, bir aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde 15 sene önce Türkiye’de OHAL vardı, ama bütün fabrikalar hep grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri! Ama şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine, şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki, hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Ee bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.”

Söz bitti.

Küresel sermaye bir başka deyişle global kapitalizmle tam anlamıyla bütünleşmiş bir siyasal İslam modeli ile karşı karşıyayız.

Aydın Engin’in yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/782350/Yalanini_kendi_yalanlayana_ne_denir_.html

Aydın’da 82 yaşındaki kadını gasp eden maskeli saldırgan 20 yıllık polis çıktı
16/07/2017



Aydın’ın Nazilli ilçesinde 82 yaşındaki Nadire Akdemir’i gasp ettiği iddiasıyla gözaltına alınan polis memuru İ.G. tutuklandı.

10 Temmuz’da evde yalnızken zil çalınca eşinin camiden döndüğünü zannedip kapıyı açan Akdemir, maskeli bir kişinin saldırısına uğradı.

Kapıyı iterek içeri giren saldırgan, yumruk attığı Akdemir’in kolundaki beş bilezikle boynundaki gerdanlığı aldı. Akdemir’in kulağındaki küpelerini de çekerek çıkaran saldırgan koşarak kaçtı.

Yaşlı kadın, eve gelen acil servis ekibinin ilk müdahalesinin ardından hastaneye kaldırıldı.

Başlatılan soruşturma kapsamında, saldırının yaşandığı evin bitişiğindeki adliye lojmanlarında görevli 20 yıllık polis memuru İ.G.’nin de ifadesine başvuruldu.

İfadesindeki çelişkilerden şüphelenilen İ.G., bugün evine yapılan baskınla gözaltına alındı. Savcılık ve mahkemedeki ifadelerinde hakkındaki suçlamaları kabul etmeyen İ.G. tutuklandı.
Diken

Doğuma giden kadını gözaltına almaya çalıştılar
17 Temmuz 2017



İstanbul’da, doğum yapmak için Bahçelievler Hizmet Hastanesi’ne giriş yapan Yasemin Özkul isimli kadın, ameliyata alındığı sırada hastaneye gelen polislerce gözaltına alınmak istendi.
İstanbul’da, sezaryenle doğum yapmak için 14 Temmuz’da Bahçelievler Hizmet Hastanesi’ne giriş yapan Yasemin Özkul isimli kadın, ameliyata alındığı sırada hastaneye gelen polislerce gözaltına alınmak istendi. Olayı CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu Twitter hesabından duyurdu.

Yasemin Özkul’un kardeşi Recep Dursun, sezaryenle doğum yapmak için hastaneye giriş yapan Özkul’un ameliyata alınmasından yarım saat sonra odaya gelen 3 polis memurunun, ablası hakkında gözaltı kararı olduğunu söylediklerini aktardı.

Dursun’un, “Polis memurlarına gözaltı gerekçesini sordum önce ‘bilmiyoruz’ dediler. Evrensel’de yer alan habere göre, daha sonra da ablamın araması olduğunu, OHAL kapsamındaki yeni kanuna göre aranan kişilerin otel ya da hastaneye giriş yaptıklarında kimlik bilgilerinin Emniyet’e iletildiğini söylediler” dediği belirtildi. Yaşadıkları mağduriyeti anlatmak için CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nu aradığını söyleyen Dursun, Tanrıkulu’nun olayı duyurmasının ardından polislerin hastaneden ayrıldığını belirtti.

Kaynak: Yeni Asya
Etiketler: hamile, doğum

Sedat Peker: Onları, boyunlarından bayrak direklerine asacağız, Azrail'den memuriyet dileyin!
16 Temmuz 2017



“Cezaevleri de bir gün basılacak”

Suç örgütü lideri Sedat Peker "Kardeşlerim benim yaptığımı yapın. Her gece dua ederken yüce Allah'tan Azrail Aleyhisselam'ın bu şerefli görevi yerine getirirken, bizim de içinde yer alabileceğimiz bir memuriyet dileyin. Azrail Aleyhisselam'ın yardımcısı olabilmek için memuriyet dileyin" şeklinde bir açıklama yaptı.

Peker, bazı kesimlerin cezaevi basmak gibi bir planı olduğu iddiasında bulunarak “Onların düşündüğü gibi cezaevleri de bir gün basılacak. Ancak vallahi onların hayal ettiği gibi değil. Dışarıda yakaladıklarımızın hepsini ağaçlara, bayrak direklerine astıktan sonra o cezaevlerine de gireceğiz. Onları cezaevlerinde de asacağız. Boyunlarından asacağız bayrak direklerine” ifadelerini kullandı.

Darbe girişiminde yaşamını yitiren Burak Cantürk’ün ailesine ev, yaralanan Ahmet Onay’a da otomobil hediye eden Peker, Çengelköy şehitliğinde yaptığı konuşmada şunları söyledi:

"Bu şımarmış, devletimizin devlet devlet olma geleneğiyle onlara sağladığı imkanlardan dolayı şımarmış bu kişiler sayın cumhurbaşkanımız için diktatör diyorlar. Bizim haklarımızı elimizden aldı diyorlar. Bunun gibi çeşitli suçlamalar yapıyorlar. Ancak ben biliyorum ki onlar yatsınlar kalksınlar bizim devletimizin devlet olma geleneğindeki öğretilere dua etsinler."

“Diktatör neymiş görecekler”

Cumhurbaşkanı'na 'dua etmeleri gerektiğini' dile getiren Peker, "Diktatör dedikleri sayın cumhurbaşkanımıza dua etsinler. Yüce Allah korusun, eceliyle bile olsa sayın cumhurbaşkanımızın bu dünyadaki misafirliği biterse, onlar diktatör neymiş görecekler. Yüce Allah’ın izniyle onlara yakınlık duymuş, onlarla yol almış, onlarla daha sonrasında yolunu ayırmamış bütün herkesi en yakın bayrak direklerine asacağız. En yakın ağaçlara asacağız" ifadelerini kullandı.

Peker'in açıklamasından diğer ifadeler şöyle:

“Cezaevleri de bir gün basılacak”

Bazı aşırı solcular kendilerince nostalji yapıp Bastille Cezaevi’nin geçmişte basılmasını Maltepe Cezaevi’ne yürüdükleriyle eşitleyip kendi aralarında sohbetler yapıyorlar. Tabii ki bunlar duyan kulaklar tarafından duyuldu. Neymiş, Maltepe Cezaevi’nin basacaklarmış, arkadaşlarını çıkaracaklarmış. Büyük bir devrimin başlangıcı olacakmış. Onların düşündüğü gibi cezaevleri de bir gün basılacak. Ancak vallahi onların hayal ettiği gibi değil. Dışarıda yakaladıklarımızın hepsini ağaçlara, bayrak direklerine astıktan sonra o cezaevlerine de gireceğiz. Onları cezaevlerinde de asacağız. Boyunlarından asacağız bayrak direklerine.

“Azrail'den memuriyet dileyin”

Kardeşlerim benim yaptığımı yapın. Her gece dua ederken yüce Allah'tan Azrail Aleyhisselam'ın bu şerefli görevi yerine getirirken, bizim de içinde yer alabileceğimiz bir memuriyet dileyin. Azrail Aleyhisselam'ın yardımcısı olabilmek için memuriyet dileyin.

ETİKETLER
sedat peker cezaevi idam azrail
T24

'Hollanda'dan 86 milyon dolarlık çiçekleri hangi belediyeler ithal etti?' sorusuna 'devlet sırrı' cevabı
14.07.2017



Türkiye, son 2.5 yılda Hollanda’dan 86 milyon dolarlık çiçek satın aldı. CHP’li Tanrıkulu, Gümrük Bakanı Tüfenkci’ye “Çiçekleri hangi belediyeler ithal etti” diye sordu. Bakan Tüfenkci ise “Bu bilgi gizlidir” yanıtını verdi.

Türkiye son 2.5 yılda Hollanda'dan 38 milyon 195 bin 130 kilo çiçek ithal etti. Karşılığında da 86 milyon dolar ödendi. Sadece 2017'in ilk 5 ayında 9.1 milyon kilo çiçeğe, 16.7 milyon dolar ödeme yapıldı.

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, konuyu Meclis gündemine getirdi. Sözcü'den Ali Ekber Ertük'ün haberine göre, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, Tanrıkulu'nun soru önergesini yanıtladı ancak 'Çiçekleri hangi belediyeler ithal etti?' sorusuna, "Gümrük yönetmeliği uyarınca bu bilgiler gizli ve sır niteliğindedir" dedi.
Gümrük Bakanı Bülent Tüfenkci'nin, Tanrıkulu'nun soru önergesine verdiği yanıt şöyle:

"Hollanda'dan 2015 yılında 34 milyon 462 bin 224 dolar kıymetinde 14 milyon 302 bin 268 kg; 2016 yılında 36 milyon 685 bin 754 dolar kıymetinde 14 milyon 747 bin 520 kg; 01.01.2017-31.05.2017 döneminde ise 16 milyon 769 bin 067 dolar kıymetinde 9 milyon 145 bin 342 kg süs bitkisi ve çiçek ithalatı gerçekleşmiştir."
Sputnik

Yeni Şafak'ta bir isim daha "ben yokum" dedi
14.07.2017



Yeni Şafak gazetesinde yönetimin tavrından rahatsız olup yazılarına son veren isimler arasına Hikmet Genç de katıldı.

Bugün veda yazısı yayınlanan Hikmet Genç, İbrahim Karagül yönetimine sitemde bulundu.

Genç, "Yani artık bu köşede yokum… Yani ‘bu köşe’ derken, zaman zaman yeri değişen köşem… Yani gazetenin herhangi bir köşesinden söz ediyorum… Yani benim olduğum bir köşe olmayacak demek istiyorum…" ifadelerini kullandı.

AHMET HAKAN GİDİYORUM, MUTLU OLDUN MU?
3 yılı aşkın Yeni Şafak yazarlığı süreci için "Beğenenler de oldu, sövenler de… Kızıp dava açanlar da…" değerlendirmesi yapan Hikmet Genç, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'a da kendisine açtığı davayı geri çekmesi için şöyle çağrı yaptı: "Bak Ahmet Hakan, gidiyorum. Mutlu oldun mu?.. Sen de o davayı çek bari!..."

Ahmet Hakan yeni şafak ibrahim karagül dava
Birgün

Ankara'da uzun namlulu silahlarla çatışma
17.07.2017

Ankara'nın Çinçin semtinde iki grup arasında uzun namlulu silahlarla çatışma yaşandı. Olayda yaralanan olmazken, çok sayıda polis olay yerine intikal ederek yoğun güvenlik önlemi aldı.

Olay, saat 18.00 sıralarında Altındağ ilçesinde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, Koray T., Çetin T. ve Hakan K. isimli şahıslar uzun namlulu silahlarla, Şehit Talip Yener Caddesi’nde kimliği öğrenilemeyen kişilerin üzerine ateş açtı. Karşı tarafın da karşılık vermesi üzerine iki grup arasında silahlı çatışma yaşandı.

ARAÇLA KAÇTILAR

Hürriyet'in aktardığına göre, bir müddet yaşanan çatışmanın ardından şahıslar geldikleri araç ile olay yerinden kaçtı. Vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine çok sayıda polis ekibi sevk edildi. Kısa sürede olay yerine gelen polis ekipleri, sokak üzerinde yoğun güvenlik önlemi aldı. Kavganın Hakan K.’nın kardeşinin öldürülmesi nedeniyle çıktığı öne sürüldü.

Görgü tanıklarının ifadesine başvuran polis ekipleri, kaçan şahısları yakalamak için çevrede çalışma başlattı.

polis çatışma Ankara güvenlik araç şehit
Birgün

Montajlı Kılıçdaroğlu fotoğrafı paylaşan Burhan Kuzu'dan savunma: Biraz da biz uyduralım
18 Temmuz 2017



AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Fethullah Gülen'in fotoğrafını, Erdoğan yerine Kemal Kılıçdaroğlu'nu montajlayarak sosyal medyada paylaştı.

AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, Fethullah Gülen ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafını, Erdoğan yerine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun montajandığı haliyle sosyal medyadan paylaştı. Tepkiler üzerine paylaşımını kaldıran Kuzu, kendini "Yeteri kadar kaldı ve amaç hasıl oldu .Hep onlar mı uyduracak bizraz da biz uyduralım." sözleriyle savundu.
Cumhuriyet

Mülakat bahane, AK kadrolar şahane: Sınavda 12. oldu, mülakatta 1 puanla elendi
18 Temmuz 2017



Türkiye genelinde 12. oldu, mülakatta 69 puan verilerek 1 puanla elendi. İtiraz dilekçesine ise sadece "sınav, objektif, tarafsız ve adil" cevabı verildi

SGK'da memur kadrosunda çalışan U.A., Şubat ayında yapılan görevde yükselme sınavına girdi ve yüksek puan alarak Türkiye genelinde 12. oldu. Nisan ayında yapılan mülakatta ise baraj puan olan 70 puandan 1 puan düşük verilerek elendi. U.A., SGK İnsan Kaynakları Daire Başkanlığı'na itiraz etti. Verilen cevap ise daha da şaşırtıcıydı. U.A.'nın sorduğu sorulara cevap vermek yerine sadece; "tüm değerlendirmelerin tarafsız, adil ve objektif yapıldığı kanaatine varılmıştır" denildi.

Sınavda 80,2721 puan alarak 12. oldu

SGK'da memur kadrosunda çalışan U.A. 21/01/2017'de yapılan görevde yükselme sınavına girerek 80, 2721 puan alarak genel sıralamada 12. oldu. Şeflik konusunda terfi edeceğine kesin gözüyle bakılan U.A. 24/04/2017'de mülakata alındı.

Baraj 70'ti, mülakatta 69 puan verilerek elendi

Mülakat sonuçları 05/06/2017 tarihinde açıklandı.U.A. başarılı geçtiğini düşündüğü mülakatta başarısız olduğunu öğrenince adeta şoka uğradı. Başarılı sayılması için gerekli puan 70 iken, mülakattan 69 puan verilerek elenmişti.

SGK'ya dilekçe ile 3 soru sordu

SGK İnsan Kaynakları Daire Başkanlığına itiraz eden U.A. karara itiraz etti. Kamu Baş Denetçiliği, BİMER, Devlet Denetleme Kurumu ve Üst mahkemelere sunmak üzere 3 sorudan oluşan bir dilekçe yazdı.

İşte U.A1nın dilekçesindeki o sorular;

1-Mülakat süresince ses, görüntü kayıtlara alınmış mıdır? Tutanak düzenlenmiş ve tarafıma imzalatılmış mıdır? Var ise bunlarla ilgili tarafıma ait olan kayıtların gönderilmesini...

2- Sözlü sınavda yüz üzerinden en az 70 puan alanlar başarılı sayılır" demekte olup, bu başlıklardaki her bir komisyon üyesi tarafındantarafıma verilen puanların yazılı sınavda cevap kağıdının adaya bildirildiği gibi tarafıma ya da kurumun internet sayfasında yayınlanmasını bu puanların da tarafıma bildirilmesi yasal hakkımdır.

3-Mülakat sınavında sorulan sorular önceden hazırlanmış, kura yoluyla her adaya ve aynı süre verilerek eşit ve adil bir şekilde sorulmuş mudur?

U.A. sordu SGK bildiğini okudu: Sınav tarafsız, adil ve objektif

SGK Personel Daire Başkanlığı U.A.'nın sorularına tek sayfalık bir yanıt verdi. Yanıtta detaya girlmedi. Sadece, "Sınav süresince yapılan tüm değerlendirmelerin tarafsız, adil ve objektif yapıldığı kanaatine varılmıştır" denildi. U.A.'nın talepleri ise rededdildi.
Cumhuriyet

İzmir'de KHK ihraçlarına tepki: Emekçiler değil saray korkuyor
18 Temmuz 2017



Eylemde "Hayır gitmiyoruz, adalet istiyoruz" pankartları açıldı

14 Temmuz 2017'de yayımlanan 692 sayılı KHK ile İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden ihraç edilenler için Tüm Bel Sen öncülüğünde bir dayanışma eylemi düzenlendi. Eyleme katılan yüzlerce kişi, "Hayır gitmiyoruz, adalet istiyoruz" pankartı açtı.

Tüm Bel-Sen iş yeri temsilcisi Uğur Tepe'nin çalıştığı Yenişehir Mahallesi'ndeki itfaiye merkez binasında bir araya gelen yüzlerce kişi, İzmir Büyükşehir Belediyesi merkez binasına yürüdü.

"Üzgün değil öfkeliyiz"

İzmir Büyükşehir Belediyesi merkez binasında, önce Tüm Bel-Sen İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Çağdaş Yazıcı'nın çalıştığı Strateji Dairesi Başkanlığı katında bir araya gelindi. Çağdaş Yazıcı, çalışma arkadaşlarına hitaben yaptığı konuşmada şunları söyledi:

"Üzülmemizi istiyorlar. Ancak, üzgün değiliz. Öfkeliyiz. Birlikte bankalar açanlar, ne istiyorlarsa verdik diyenler arasındaki ittifak bozuldu. Bu bahane edilerek, bugün emekçilere dönük büyük bir saldırı düzenleniyor. Patronlar ile yaptıkları toplantıda, OHAL'in emekçilere karşı nasıl kullanıldığı açıkça söyleniyor. İş güvencesi ortadan kaldırılıyor. Bizler, o zaman da sizin karşınızdaydık, bugün de karşınızdayız. Az ve güçsüz değiliz, haklıyız. Biz ne ile suçlandığımızı biliyoruz. Emekçilerin haklarını savunmakla suçlanıyoruz. Ve emekçilerin haklarını savunduğumuz için, alnımız ak başımız dik. Bu yüzden, ihraç kararını, onur der bağrımıza basar, rütbe der omzumuza takarız. Ama bilsinler ki, ezilenler, emekçiler ısrarla ve inatla bu saldırının üstesinden gelecektir."

"Emekçiler değil, saray korkuyor" sloganı atıldı

Ardından, belediye binasından "Asla yalnız yürümeyeceksin", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz", "Emekçiler değil saray korkuyor" sloganları eşliğinde ihraç edilen bir diğer isim olan Tüm Bel-Sen iş yeri temsilcisi Erol Hanbayat'ın çalıştığı Satın Alma Dairesi Başkanlığının bulunduğu kata geçildi.

Burada kısa bir konuşma yapan Erol Hanbayat şunları ifade etti:

"Bu ayrılık ilk ayrılığım değil. Bundan önce, iktidarın deyimi ile 'FETÖ' tarafından organize edilen, mesnetsiz iddialara dayalı bir kumpas nedeni ile 16 ay ayrı kalmıştık. Şimdi de 'FETÖ'nün pislikleri kullanılarak ayrı bırakılıyoruz. O zaman da, iş güvencesi yok. Hukuk yok, adalet yok demiştik. Bugün yaşadıklarımız da, geçmiş sürecin bir devamıdır. Ve bunun nedeni, işçi ve emekçilerin taleplerini haykırmamızdır. Onların örgütlenmesi için harcadığımız çabadır."

Nuriye ve Semih için dayanışma mesajı

Belediye binası önünde ihraç edilen emekçiler ile Tüm Bel-Sen merkez yöneticileri tarafından konuşma yapılmasının ardından, KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü tarafından KESK imzalı basın açıklamasının okundu.

Eylam sırasında açlık grevindeki Nuriye ve Semih için dayanışma mesajları gönderildi.

Yetkili sendika Yerel-Sen eleştirildi

Ayrıca belediyede yetkili sendika olan Yerel-Sen'in ihraçlar karşısından tavır almaması, telefonlara bile çıkmaması eleştirildi.


ETİKETLER
İzmir khk ihraç eylem tüm bel sen uğur tepe Çağdaş yazıcı haber
T24

AKP İlçe Başkanının aracına saldırı
20.07.2017



AKP Diyarbakır Bağlar İlçe Başkanı Erkan Gezer’in aracına, park halinde olduğu sırada kimliği belirsiz kişilerce taşlı ve sopalı saldırıda bulunuldu.

Olay, akşam saatlerinde merkez Kayapınar ilçesi Diclekent Vilları’nda bulunan AKP Bağlar İlçe Başkanı Erkan Gezer’e ait iş yerinin önünde meydana geldi.

Saldırı nedeniyle araçta hasar oluşken, iş yerinden çıktığı sırada durumu fark eden Gezer, polisi aradı. Kısa sürede olay yerine gelen polis ekipleri, yaptıkları incelemenin ardından şahısların yakalanması için çalışma başlattı.

AKP saldırı Diyarbakır polis
Birgün

Yıkıma karşı çıkan ev sahipleri, mescitten sela okudu; "Polise direnin" çağrısı yaptı
18 Temmuz 2017

Kocaeli'nin Gebze ilçesinde Kentsel Dönüşüm için Kirazpınar Mahallesi'ndeki 26 evin yıkımı sırasında arbede yaşandı. Ev sahipleri yıkıma direnince polisler biber gazı ve TOMA ile müdahalede bulundu. Yıkım sırasında mescitten sela okunarak ekiplere direnme çağrısı yapıldı. Polis ile ev sahipleri tarafından çıkan ar
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Tem 20, 2017 11:13 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 17, 2017 1:20 am    Mesaj konusu: Çok söylendi diye yalana inananların sayısı artmaz! Alıntıyla Cevap Gönder

REFERANDUMUN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER -2- TÜRKİYE BAĞLI OLDUĞU LİMANDAN AYRILDI
Ali Osman ZOR
19 Temmuz 2017

Türkiye Bağlı Olduğu Limandan Ayrıldı

“İnandırıcılık” ve “güvenilirliğin” hiç kalmadığı;

“Liderlik Otoritesi” açısından en zayıf dönemin yaşandığı;

“Millilik” adına çer-çöp meselelerin gevelendiği, ideolojik ve siyasî mânâda derinliğine ve genişliğine bir AHLAK ve FİKİR sisteminin tarafların gündeminde olmadığı;

“Kahramanlık” elbisesinin artık çok bol geldiği bir zaman aralığında;

Türkiye, 16 Nisan günü yapılan referandumla birlikte bağlı olduğu limandan ayrılmış, nereye demirleyeceğini bilmeden, tüm dünyanın gözünde, batmak üzere açığa doğru sürüklenen bir gemi görünümü arz etmektedir.

Kaptanın doğru rotayı bilip bilmediği tartışmaya açık ama, doğru rotayı bilse dahi bunu ilan edici hamleyi yapabilecek cesaretle birlikte, maddî ve manevî şartlara haiz olmadığı kesin. Bu çekingenliğin farklı sebepleri olabilir ama, çekingenlik içinde geçen her dakika kendisiyle birlikte ülkeye zarar. Çünkü mevcut görüntüsü ve etrafında ortaya çıkan gelişmelere göre Türkiye gemisi rotasız, başı boş, açıklarda çok fazla yol alabilecek dayanıklılıkta görünmüyor. Geminin göz göre göre batması istenmiyorsa bir an evvel güvenli bir limana bağlanmalı.

Geçen bölümde “devlet ve rejim adına ne varsa hepsi askıda” demiştik.

Bu duruma son vermek için, 15 Temmuz’da yakaladığı “fırsatı” değerlendiremez ve faydaya tahvil edemez, buna ek olarak da referandumdan aldığı “%51 destekle” doğru hamleyi yapamaz ise, KAPTANIN, bulunduğu kaptan köşkünü TERK ETMESİ artık kaçınılmazdır. Yani kitleler hiçbir mazeret hakkı tanımaksızın “Beş tepe elindeki son fırsatı nasıl değerlendirecek? diye onu takip ediyor.

Cevaplanması gereken temel soru ise, “millî birlik ve bütünlük” nerede ve hangi lider ve hangi dünya görüşü etrafında sağlanacak?

Peki referandumun arkasından ortaya çıkan yeni durumun Beştepe ve etrafında öbeklenen kesimler ne kadar şuurunda?

17 Nisan’dan itibaren ERDOĞAN’ın talimatı veya muradıyla gerçekleştiği aşikâr olan tasfiyelere bakarsak ülkenin %50’ sini düşmanlaştıran ve hükümetin sübvanse ettiği kesim bu yeni durumun pek farkında değil veya önemsemiyor ki, bazılarının Beş tepe etrafından uzaklaştırılmalarına karar verildi. Bu tasfiyelerin pek dile getirilmeyen başka bir sebebi ise, kendilerinden öncekiler gibi devlet imkânlarından sebeplenmek isteyip sırada bekleyen yeni nesle alan açmak.

Peki ERDOĞAN kendisinin baş müsebbip ve birinci dereceden bizzat muhatap olduğu yeni durumun ne kadar şuurunda?

Referandum sonrası bazı uygulamalara –tasfiyeler gibi- ve uslübuna baktığımızda çözmekle mükellef olduğu sorunun – AYRIŞMA,BÖLÜNME,KUTUPLAŞMA,ÇATIŞMA- muhtevasına çok da yabancı olmadığı söylenebilir ama, sorunun tarif edilmesinde ve mânâlandırılmasında aynı netliğin olduğunu ifade etmek zor. Çelişkilerle dolu bir zihnin algılamasında her zaman problem olmuştur.

Hem mizacı hem de bugüne kadar edindiği bilgi ve tecrübesi Erdoğan’ın yeni durumu doğru tanımlamasına ve anlamlandırmasına yeterli gelebileceği çok kesin olmadığından tartışmaya açık. İktidara geldiği günden bugüne devam eden uygulamaları da bu görüşümüzü teyit eder nitelikte. Hele hele geçmişten bugüne etrafını saran kadronun varlığı, doğru mânâlandırmalar yapmasına ayrıca ve çok önemli bir engel. Şu an hangi kesimden insanlarla konuşursanız konuşun, ortak görüş halinde Erdoğan’ın etrafında “kaliteli” pek insan kalmadığının tespitini yapıyorlar. Bu “kalitesizlik” ortamının etkisiyle de Referandum sonucunda ortaya çıkan bölünmüşlüğü ve bu bölünmüşlük karşısında alınması gereken doğru tavrı özümsemesi çok da kolay görünmüyor. (Dikkat ediyorsanız tüm “iyi niyetimizi” muhafaza ederek meseleyi değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu “iyi niyetle” devam edelim…)

Var olan bilgi, tecrübe ve siyasî kadro ile birlikte ortaya çıkan yeni durumun farkına vararak, doğru tanımlamalar ve doğru mânâlandırmalar yapılabilse, yani bu güne kadar gelen sürecin doğru tahlilinden sonra, bu neticenin nasıl ortaya çıktığını hataları atlamadan ve kabul ederek, doğruya en yakın şekilde tahlil edilebilse, sorunun çözümü için gerekli “Diyalektik hamle” çok kolay olmasa da YAPILABİLİR diye düşünüyoruz. Çünkü, bu durum kaybedilen “güvenin” yeniden kazanılmasında bir basamak olabilir.

Peki bu nasıl olabilir?

Mevcut durumun özümsenmesi ancak, hadiselerin gelişim süreciyle birlikte neticenin doğru okunmasıyla mümkün olabilir. BÜTÜNLEŞME ve BİRLEŞME hamlesi ancak böyle bir tavırla yapılabilir. Son cümle ile iktidarın bu aşamada yapması gereken hamleyi de ifade etmiş olduk.

(Bu “gelişim sürecini” İBDA MERKEZLİ olarak kendi adımıza her fırsatta izah etme gayreti içinde olduğumuz gibi, mücadeleye dahil olduğumuz andan itibaren, şahit olduğumuz bütün dönemlerde de bu sürecin aktif katılımcısı olmaya çalıştık. Hadiseleri görünen veya görünmeyen sebepleriyle anlamaya ve mânâlandırmaya çalışırken, Allah ve Resulü davasının MERKEZİ olan İBDA adına doğru tavır ortaya koyabilmek için, bu “gelişim süreci” nin doğru okunması ve her daim gözden geçirilmesi gerektiği gayet açık. Bu husus, İdeolojinin ortaya koyduğu ZAMAN-TARİH anlayışının ve TARİH MUHASEBESİ’nin bir gereğidir. Tekrar etmekte fayda var, iç ve dış tüm hadiseler İBDA Devrim Mücadelesinin tetiklediği ve onun tazyikiyle ortaya çıkan DİNAMİKLERDİR; 1919’dan beri durum budur… Meseleler aslına irca edilmeye , hadiseleri de bağlamıyla değerlendirmeye çalışılırken bu ŞUURLA yanaşmak ve ele almak mecburiyetini unutmamak her işin başı.)

Eğer referandumun sonunda ortaya çıkan yeni durum tabii gelişimi içinde değerlendirilip doğru diyalektik hamle için özümsenmezse, o zaman ne olur?

Bu şu demektir ki, ortaya çıkan “bölünme” gerçeğini “bütünleşmeye” çevirebilmek için yeterli fikrî derinlik, siyasî anlayış, siyaseti yürütecek kadro ve bu kadronun bilgi, beceri ve tecrübesi eksik . Bunun anlamı ise, mevcut durumla, “yetersizlik” arasına sıkışacak Beştepe, dengesini yitirmiş olacağından “bunalıma” girebilir. Ortaya çıkan çelişkinin çözülememesi durumunda da Beştepe başta olmak üzere, tarafların ister istemez bugünkünden çok daha ciddi ve sert bir çatışmaya sürükleneceklerinin ihtimal dışı olduğu söylenemez.

Başka bir tavır ise;

Yeni çıkan durum karşısındaki ideolojik ve siyasî “yetersizlik” fark edilir ve kabul edilirse, diğer taraftan da çatışma riskinden uzak durulursa, o zaman da “uzlaşma”dan başka bir tercih kalmıyor. Her uzlaşma ise beraberinde “tavizi” getirir. “Taviz” vererek “uzlaşma” arayışına giren iktidarların bu durumu çoğu zaman muhalefet tarafından “güçsüzlük-güçten düşme” olarak yorumlanır. Bu ise, muhalefetin “uzlaşma” sürecinde iktidarı yıkma iştahasını kabartan bir durum olarak ortaya çıkabilir. Her halükârda bölünmenin ve bölücülüğün merkezi kabul edilen bir iktidarın mevcut durumunu devam ettirme temayülü içinde, sebep olduğu bu parçalanmışlığa son vererek “uzlaşma” tavrıyla tekrardan birleşmeyi ve bütünleşmeyi sağlaması imkansız değildir ama, çok da kolay olduğunu kimse iddia edemez. Ayrıca böyle bir “uzlaşma” isteği sizin teklif edebileceğiniz bir sistemin olmadığını ve meşruiyet zemininizin de kaygan olduğunu gösterir.

Tam da bu noktada; neredeyse tüm kesimlerde ve toplumun bütününde yaşanan “bölünmenin” sınırlarına dayandığını var sayarak, bahsettiğimiz meselelerin üstünde ve mevcut siyaseti de kapsayıcı bir şekilde bizce sorulması gereken soru şudur:

“Uzlaştırıcı bir mizaçla” , ortaya çıkan çatışma ve bölünmüşlük durumunu ortadan kaldırıp bir sistem etrafında “bütünleşmeyi” sağlayabilecek Fikir,siyaset, tecrübe, liderlik ve kabul edilebilirlik var mı Beştepe’de?( Tüm iyi niyetimizle devam ediyoruz!!)

Aynı soru Beştepe karşısında konumlanan diğer bölünmüş % 50 için de geçerli.

Çünkü, Referandum sonucu parçalanmış kesimleri ve ortadan ikiye bölünmüş toplumu uzlaştırıcı bir liderliği zorlarken “tek tek herkese hitap edici” bütünleştirici bir ideolojinin varlığını da ZARURİ kılmakta. Herkesin hakikatini ifade edebileceği ve kendisine nisbetle yanlışların dışarıda bırakılacağı bir ideolojinin zarureti…

“Uzlaştırıcı Mizaca” sahip, birleştirici ve bütünleştirici bir liderliğin ve bu liderliğin ortaya koyacağı ideolojinin karpuz gibi ikiye ayrılmış her iki taraftan da çıkmayacağı apaçık ortadayken, bu ihtiyaca kim cevap verecek? Mevcut siyasî aktörler içinden böyle bir keyfiyetin çıkmayacağına dair ümitsiz olmak için yeteri kadar sebep mevcutken, ümidin mevcut rejim dışına yönelmesi gerektiği gayet açık.

(Dikkat ediliyorsa, mevcut iktidarın ortaya koyması muhtemel “UZLAŞMA” tavrı ile, teklif ettiği SİSTEM içinde birleşme ve bütünleşmeye yönelik davetteki “UZLAŞTIRICI MİZACI” aynı anlamda kullanmıyoruz. )

Bu ihtiyaca cevap verilemediği müddet içinde çatışma hep liste başı olarak masada dururken çapı, derinliği ve şiddeti de potansiyel olarak her geçen gün artacak.

Güç kaybının en büyük sebebi olan “parçalanmışlık” ve “bölünmüşlük” toplumun en alt kademelerine kadar yayılmışken, ihtiyaç duyulan “millî bütünleşme” parçalanmışlığın müsebbiplerinden nasıl beklenebilir? Böyle bir beklenti içine girmek ayrıca güç kaybını arttıran başka bir unsur olmaz mı? Ve yahut, parçalanmışlığın müsebbibi olan tarafların “millî bütünleşme” çağrısı gerçek bir “millî bütünleşme” için zaruri olan İRADEYİ ve SAMİMİYETİ yansıtır mı?

Tüm bu ve benzeri sorulara bizim vereceğimiz cevap şudur;

“Doğruyu Allah bilir” kaydıyla söyleyebiliriz ki,16 Nisan’la birlikte mevcut tüm aktörler toplum nezdindeki kredilerini sıfırlamış, miadlarını doldurmuşlardır. Bundan sonra önlerindeki seçenekler ya bırakıp gitmek, ya gönderilmek, ve yahut da din-vatan-millet faydasına yapılması gereken hamlelere, hamle sahiplerine tâbi olarak yardımcı olmak. Son ihtimal aslında tüm bu aktörlerin son çıkış kapısı olarak da değerlendirilebilir.

(“Adalet” yürüyüşüyle CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu meydana çıkmış olsa da, kitlelere ilham verecek seviyede cesurca “hedeflendirilmemiş” bu hamle “gerçek muhalefetin” hissiyatına tercüman olmadığından ve süreklilik arz edeceğine dair her hangi bir ümit barındırmadığından, onun kredisini orta ve uzun vadede çok da arttırmayacak. Ayrıca iktidara karşı oluşmuş tepkiyi bu şekilde, yani “hedefsiz” olarak toprağa karışan bir sel gibi sokağa saldığını iddia edenler bu eleştirilerinde çok da haksız sayılmazlar. “Adalet” iddiasıyla önemli bir siyasî eylem olan “yürüyüş” şeklinde ortaya konulan bu tepkiyle hedef ya “Adaletin yeniden TESİSİ”, ve yahut da “Adaletsizliği” yaptığı iddia edilen “Zulüm merkezinin” ortadan kaldırılması olmalıydı. Böyle bir eylemde “hedefsizlik” her zaman şüphe doğurur. Buradan eylemin “lüzumsuz” veya “faydasız” olduğu sonucu çıkmaz. Bizim ifade etmeye çalıştığımız husus çok daha temel bir meseleye ait.)

“Millî Birlik” ve “Millî Bütünleşme” den bahsedilirken bu “birlik ve bütünleşme”nin kime ve neye karşı olacağını da ortaya koymak gerekir.

Bu açıkça ifade edilmediğinde AYRIŞMANIN, BÖLÜNMENİN VE SAHTE KUTUPLAŞMANIN müsebbipleri, sanki bu suçları işleyenler kendileri değillermiş gibi, havada bir “millî birlik” yalanıyla toplumun tekrar gözünü boyayıp ülkeye güç kaybettirmeye devam edebilirler.

İhtiyaç duyduğumuz “millî bütünleşme” herkesin ilk önce HAKİKAT olarak kabul edeceği, daha sonra da kabul ettiği bu HAKİKATE nisbetle kendisini ifade edebileceği FİKİR ve AHLAK sistemi bünyesinde gerçekleşirken, hedefi ise, her türlü adaletsizlik, sömürü,bozgunculuk, bölücülük, ihânet ve ahlâksızlığın, MERKEZLERİYLE BİRLİKTE, ortadan kaldırılması olacak… “Millî Bütünleşme”nin belki de ana şartı, toplumun istisnasız tüm kesimlerinin şikâyetçi olduğu bu hususların üzerine gidilmesine bağlı. “ADALETİN tesisi sürecinde” atılması gereken ilk adım olarak görülmesi gereken bu durumu da ancak, her kesimin nazarında, üzerinde maddi-manevi en küçük bir kara leke bile barındırmayan, fikir ve o fikrin mimarı liderlik gerçekleştirebilir. Beştepe merkezli bölünen toplumun ayrışmış taraflarına baktığımızda bu keyfiyette bir liderliği, bu liderliğin ortaya koyduğu ideolojik ve siyasî bir anlayışı ve bu anlayışa bağlı bir hareketi görmediğimizi söylememiz gerekir.

Bugüne kadar süre gelen tutum ve davranışlar üzerinde bir değişiklik olmazsa “uzlaşma” mümkün değil. “Dış müdahale” açısından müsait bir duruma gelmiş ülkeyi güvenli bir limana ancak bütünleştirici fikrin mimarı ve her kesim tarafından kabul edilebilecek karizmatik bir liderlik çekebilir.

Suni düşman üretip “sahte kutuplaşmayı” körükleyerek ne “millî birlik ve bütünleşme” sağlanabilir ne de ülke idare edilebilir.

Kaynak:Adumlar dergisi

CHP'den sel açıklaması: İstanbul yaşanmaz hale geldi
18 Temmuz 201



İstanbul'u esir alan sağanak yağış ve ardından gelen sel nedeniyle yaşanan olumsuzlukların ardından CHP İstanbul İl Başkanlığı tarafından bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, CHP Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat ve partililer katıldı.



CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat, yaptığı açıklamada, "Bugün, bir kez daha İstanbul'un yaşanmaz bir hale geldiğini hep beraber görmüş olduk. Sabahtan beri İstanbul, herkesin evine kapandığı, metroların çalışmadığı, tünelin çalışmadığı, Avrasya Tüneli'nin kapalı olduğu, binlerce evin su bastığı, binlerce işyerinin su bastığı, yüzlerce aracın su altında gömüldüğü, büyük bir köydeki, plansız, programsız büyüyen bir kent. 1994'ten beri İstanbul'u ranta açanlar, İstanbul'un yeşil alanını katledenler, İstanbul'da yeşili ortadan kaldırıp, doğanın bugün selle karşı karşıya kalışı, İstanbul'un yaşanmaz hale, çekilmez hale geldiğini gösteriyor" dedi.



Büyükşehir Belediye Başkanının verdiği bir örnek olduğunu söyleyen Canpolat, "Londra Metrosu'nun da bir ara su altında kaldığını yazmıştı. İstanbul'da yeşil alan oranı 2.20, örnek verilen Londra'da yeşil alan oranı yüzde 33, Moskova'da yeşil alan oranı yüzde 54, Berlin'de yüzde 15, Brüksel'de yüzde 18.80, New York'da yüzde 27. Kent kıyaslamasına baktığınız zaman AK Parti iktidarı döneminde İstanbul'da yeşil alanların imara nasıl açıldığına hep birlikte tanıklık etmiş olduk" ifalerini kullandı.



"İMAR ARTIŞI, BUGÜN İSTANBUL'U YAŞANMAZ HALE GETİRMİŞ OLDU"

1994'ten beri 222 milyar dolar harcayarak İstanbul'u çekilmez hale getiren bir yönetimle karşı karşıya olduklarını belirten Canpolat, " Artık bu yönetimin İstanbul'un sorunlarını çözme yerine Büyükşehir Belediyesinin şu ana kadar yaptığı çalışmaların, her 100 oturumun 91'inin imar artışıyla ilgili olduğunu özellikle sizinle paylaşmak istiyorum. İmar artışı, bugün İstanbul'u yaşanmaz hale getirmiş oldu. 1994'de Ayamama Deresini yeşil alan ilan ettik. İhalesi de yapıldı. Ama o günden beri Ayamama Deresi'nin imara nasıl açıldığını, kimlere peşkeş çekildiğini, hangi tarikatlara verildiğini teker teker açıklayacağız. Yatırımı sadece görünen kısma yapıyorlar, reklam olan kısma yapıyorlar. Altyapıya, derelere yapılan yatırım oranı bu dönemde, neredeyse yok denebilecek düzeydedir. Sadece rant, çıkar ilişkileri dışında İstanbul lehine oluşan bir tek oluşum yoktur."



"BİR KRİZ MASASI OLUŞTURDUK"

İl Başkanı Canpolat, ayrıca, su baskınları nedeniyle mağdur olan vatandaşların sorunlarıyla ilgilenmek amacıyla bir kriz masası oluşturduklarını da sözlerine ekledi.



"İSTANBUL, TABİİ Kİ BÜYÜK BİR RANT MESELESİNE DÖNÜŞTÜ."



CHP Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin ise "Sayın Topbaş'ın yüz binlik plan yaparken hazırlamış olduğu rapora baktığınızda bu felaketlerin nereden kaynaklandığını görebileceksiniz. İstanbul, tabii ki büyük bir rant meselesine dönüştü. Özellikle, büyük yapılaşmalar, alt yapısı olmayan yapılaşmalar ve dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir şehrinde olmadığı kadar AVM'nin olduğu, dünyanın tek şehriyiz. Ama asıl önemli olan şu; 400'e yakın irili ufaklı dereler var. Bu derelerin güzergahı İstanbul'un bütün yapısını alt üst etti. Bugün yine en büyük tehlikeyi Ayamama deresinde gördük. Birçok derelere baktığınızda bu manzarayı göreceksiniz. 'Bu derelerin güzergahı niye değişti' diye merak eden var mı? Sadece ve sadece belli kesimlere rant yaratmak için, başta Ayamama deresi olmak üzere birçok derenin güzergahının değişmesiyle ne yazık ki İstanbul'un kimyası değişti. Ama yöneticiler ne diyor? Evinizden çıkmayın, arabanızla çıkmayın'. Arabamızla çıkmayalım da, metromuz kapalı. Uçarak mı gideceğiz? Bütün bunlara baktığımızda, bunun tek bir sebebi var. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve bakanı da itiraf etmiştir. İmar hırsızlığı İstanbul'u çekilmez hale getirmiştir. Sakın iklim değişikliği falan demeyin. İklim değişikliği sadece İstanbul'un başına mı bela oluyor? Niye iklim değişikliği Edirne'nin ötesinde ya da başka şehirlerde olmuyor da İstanbul'da oluyor. Bunun tek sebebi ranttır ve dere güzergahlarının değişimidir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ileriki günlerde, tek tek, hangi derenin güzergahının neden değiştiğini kamuoyuyla paylaşacağız" diye konuştu.



Cumhuriyet

Slogan'Onlar konuşur AK Parti yapar'dı ya: Bakın neler yapmışlar!
18 Temmuz 2017

İşte son 24 saat içinde yaşanan iki kritik gelişme ve İstanbul'daki su baskını rezaletinin ardından AKP'nin yaptıklarının listesi.



İstanbul'da 'rant odaklı' yapılaşmanın faturasını yine vatandaş ödedi. Gece aralıklarla devam eden sabah saatlerinde ise şiddetini arttıran yağış, çevre katliamları ve betonlaşma ile birleşince İstanbul'u felç etti. Metro seferleri durdu, metrobüsü su bastı, özel araçlar yollarda kaldı, vatandaşlar sel sularından kendilerini kurtarmak için 'kulaç' attı.

Deprem gerçeğini yok sayarak, İstanbul'da her türlü talana izin veren İBB, suçu doğaya atmakta buldu. YEkililer yine hep bir ağızdan "Bu bir afettir" açıklamasını yaptı. Vatandaşlar sosyal medyadan İstanbul'un dört bir yanından çekilmiş görüntüleri paylaştı. Görüntüler, bütçesi birçok bakanlıktan fazla olan İBB'nin yönetim fotoğrafını ortaya koydu.

Seçim kanpanlarında ve mitinglerinde "Onlar konuşur AK Parti yapar" sloganı kullanan AKP'ye yurttaşlar da o sloganı hatırlatarak tepki gösterdiler.

İşte son 24 saat içinde yaşanan iki kritik gelişme ve İstanbul'daki su baskını rezaletinin ardından AKP'nin yaptıklarının listesi.





















Cumhuriyet

Çok söylendi diye yalana inananların sayısı artmaz!
İhsan ÇARALAN
16 Temmuz 2017



Gazetelerin ön ve iç sayfaları, TV kanallarının çeşitli programları; haber kanallarının yerli yersiz her saati, reklam araları, meydanlardaki, caddelerdeki panolar, bilboardlar, mağazaların, marketlerin vitrinleri, duraklar, istasyonlar, akla gelebilecek, bir afiş asılacak büyüklüğe sahip her boşluk 15 Temmuz darbe girişimine karşı mücadelenin materyalleriyle süslü!

Tabiri caizse, 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılında “Yer gök 15 Temmuz” yapıldı!

DAYANAK O YALAN OLUNCA SEÇENEK DE GÖBELSÇİ PROPAGANDA

Öyle görünüyor ki, AKP propagandası ya da bu propaganda makinesinin başında her kim varsa, onlar; “Vermek istediğimiz mesajı, pek çok ağızdan ve birden halkın bilincini bombardımana tutarak verirsek, bizim istemediğimiz konuların tartışmasını önler, herkesi bizim söylediklerimizden başka gerçek olmadığına inandırabiliriz” diye düşünüyor olmalılar.

Bu Göbelsçi propagandanın kuralının bugün de geçerli olduğunu düşünerek olacak, yalanı daha çok ağızdan yenileyerek, iyice abartarak halkı inandıracaklarını sanıyorlar.

Bu yüzden “15 Temmuz darbe girişimini üstünden bir yıl geçtikten sonra bugün darbeye karşı mücadelenin neresindeyiz; bu mücadelenin doğruları ne yanlışları ne?” sorusuna akılcı ve gerçekçi yanıtlar vermek yerine, sabun köpüğü bir hamaset, klasik tekerlemelerden oluşan bir yol-tünel, vatan-millet, şehit, Malazgirt, Çanakkale, fetih-fütühat edebiyatı etrafında halkın duygularını istismar ederek ülke sorunlarını boğuntuya getirmek isteyen bir taktiği hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Bunda kendi çıkarları açısından ve savundukları çizginin zayıflıkları nedeniyle kısmen haklı olabilirler! Ama şu da bir gerçek ki; eğer bu anlamı ve amacı tartışılacak sözleri ve tezleri, hiç durmadan, kulakları sağır, gözleri seçemez duruma getirecek kadar yinelerseniz; etkilemek istediğiniz yığınlar “Ne bu yahu gına geldi!” diyerek, kulaklarını ve gözlerini sizin propagandanıza kapatabilirler!

GÖBELSÇİ PROPAGANDA GERİ TEPECEK

Ki, bunun örneklerini kısmen de olsa; 7 Haziran seçiminde, 16 Nisan referandumunda, en son da Adalet Yürüyüşü’nde gördük. Devlet ve Hükümetin bütün imkanlarıyla tehdit, suçlama, engellemeyle de birleşen kara propagandaya karşın Adalet Yürüyüşü büyük bir katılımla sürüp, yüz binlerin (AKP’nin kabul edip hazmedemeyeceği kadar büyük bir kitleyle) mitingiyle tamamlandı. Ki, bunda bu kara propagandanın, tehdit ve şantajların azımsanmayacak bir rolü olduğu söylenebilir. Hatta Erdoğan ve izleyicileri, “Biz izin verdiğimiz için yürüyüş ve miting başarıldı” demek yerine; “Bizim suçlamalarımıza, propagandamıza duyulan tepki olmasıydı bu yürüyüş de miting de bu kadar güçlü olmazdı” deseler daha haklı ve gerçeğe yakın bir şey söylemiş olurlar.

Ama, iktidarın 15 Temmuz’daki saldırıları, halka yönelik katliam yapanları bir efsaneye dönüştürüp, kendi istedikleri rejim için halkı inandıracakları efsane ve kadrolarını kazanacakları bir ideoloji biçimlendirmek için kullananların bu sözlerden anlayacakları bir şey yoktur. Onlar, “Madem bizim sesimizi yeterince duymak istemeyenler var, o zaman daha yüksek tonda daha çok gürültü çıkarmada ısrar edeceğiz” diyerek kendi yollarında yürüyecek görünüyorlar. Ki onlar, dünyayı hâlâ 20. yüzyılın ilk yarısındaki, devlet radyosu ve devletin izin verdiği gazetelerin, propagandanın en etkili (hatta tek) aracı olduğu dünyada sanıyorlar!

AKP’NİN İDDİALARI EN ÇOK ‘FETÖ’CÜLERİ SEVİNDİRİYOR

AKP propagandası; darbeye karşı mücadeleyi kendileri gibileri gibi anlamayan, bu mücadelenin polisiye tedbirlerle, OHAL’le, KHK’lerle değil demokrasiyi, geliştirerek, özgürlükleri genişleterek, halkı özgürlük ve demokrasi mücadelesine çekerek yapmak isteyen herkesi de “darbeci”, “FETÖ’cü”, “terör destekçisi” ilan ederek en çok ‘FETÖ’cüleri, gerçek darbecileri sevindirdiklerinin bile farkında değil.

Öyle ya; “Adalet Yürüyüşü”nü yapanlar, referandumda “hayır” diyen milyonlar, hak mücadelesi verenler, özgürlük, adalet talep edenler ‘FETÖ’ ile kol kola gösterildiğinde bundan en çok Pensilvanya’daki ‘FETÖ’nün başı sevinir; “Bakın ben demedim mi, milyonlar beni destekliyor, benim davamın arkasında yer alıyor, bunu devletin en üst yetkilileri de kabul ediyor” diye dışarıda propaganda yapıp, içerideki yandaşlarını motive etmez mi?

Ama iktidarı elinde tutan güçler öylesi bir “öz güvensizlik” duygusu içindedirler ki; ellerindeki devasa imkanları, halka dayatmalar yaparak, korku yayarak, tehditle, yalanla, dayatmalarına boyun eğdirmek için kullanıyorlar: çünkü; iddialarına inandırıcılık kazandırmak için yalandan, her yolla boyun eğdirmeden başka bir yol olmadığını görüyorlar. Emniyeti, savcıları, yönetim erkinin emrine girmiş yargıçları bu propagandaya inanmayanları derdest etmek, sindirmek için kullanıyorlar.

Ama yalan, aşırı bir tekrara ve gürültülü bir yönteme dayanan propagandanın gerçeklerin üstünü örtmeye yetmeyeceği süreç ilerledikçe daha iyi görülmektedir. Daha da iyi görüleceğini gösteren belirtiler çoğalmaktadır.

Kaynak: Evrensel

Mehmet Metiner: 'FETÖ' destekçisi eski bakanlar sol yanımda oturuyor
17.07.2017

Mehmet Metiner: 'FETÖ' destekçisi eski bakanlar sol yanımda oturuyor
AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner Star gazetesindeki köşesinde TBMM’deki 15 Temmuz törenine katılan eski bakanların “FETÖ muhibbi ve destekçisi” olduğunu söyledi.

TBMM’de düzenlenen törene eski Başbakanlardan Tansu Çiller ve Ahmet Davutoğlu, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, eski BakanSuat Kılıç, eski TBMM Başkanlarından Cemil Çiçek ve Mehmet Ali Şahin ile birlikte birçok eski bakan ve milletvekili katılmıştı.

“BU DURUM TEZAT OLUŞTURUYOR”

Metiner köşesinde isim vermeden törene katılan bazı eski bakanların FETÖ destekçisi olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Daha önceki devlet görevlerinden dolayı protokolde en ön sırada oturan bazı zevatı gördüğümde içimden geçenleri dışa vurmanın önüne geçemiyorum.

15 Temmuz gecesi meydanda olmayan o zevat bakıyorum gene en ön saflarda.

Görmezlikten gelemiyorum.

FETÖ muhibbi ve destekçisi olan o birilerinin, sırf eski devlet görevlerinden dolayı halkımızın karşısında, protokolün en ön saflarına oturtulduğunu görmek fena halde canımı yakıyor.

Eminim ki halkımız da ziyadesiyle rahatsızdır bu durumdan.

“Topyekun savaş!” diyoruz, "İhanetçilerin kökünü kazıyacağız!" diyoruz, lakin bu durum tezat oluşturuyor. Veya ben ziyadesiyle alıngan olduğum için bana öyle geliyor.”

“FETÖ MUHİBBİ VE DESTEKÇİSİ ESKİ BAKAN”

17-25 Aralık dönemine de değinen Metiner yazısını şöyle sürdürdü:

“17/25 Aralık'tan sonra liderimizin talimatıyla FETÖ temizliğinin başlandığı süreçte bizi "cadı avı yapmak"la suçlayan, "mağduriyet edebiyatı" üzerinden liderimizi zalimlikle suçlayan, dahası cübbesini giyerek FETÖ'cüleri savunma tehdidinde bulunan birilerinin en önde oturduğunu gördüğümde yüreğim daralıyor.

Sol yanıma bakıyorum, FETÖ muhibbi ve destekçisi bir diğer eski bakan oturuyor.

15 Temmuz dolayısıyla sıkça ihaneti ve ihanetçileri eleştiriyoruz.

Protokol gereği en önde oturtulan aynı evsaftaki bazı zevatla aynı havayı solumaya ne demeli peki?

Dışarıda hava soğuk.

Tişörtle geldiğim törende üşüdüğümü hissediyorum.

Sırf bedenimin değil yüreğimin de üşüdüğünü hissediyorum.

Usulca kalkıp gidiyorum.

Reis'in konuşmasını evde izliyorum şimdi.”

FETÖ TBMM mehmet metiner milletvekili AKP İstanbul Ahmet Davutoğlu Başbakan Bülent Arınç 17-25 Aralık 25 Aralık reis
Birgün

Yıkıma karşı çıkan ev sahipleri, mescitten sela okudu; "Polise direnin" çağrısı yaptı
18 Temmuz 2017



Kocaeli'nin Gebze ilçesinde Kentsel Dönüşüm için Kirazpınar Mahallesi'ndeki 26 evin yıkımı sırasında arbede yaşandı. Ev sahipleri yıkıma direnince polisler biber gazı ve TOMA ile müdahalede bulundu. Yıkım sırasında mescitten sela okunarak ekiplere direnme çağrısı yapıldı. Polis ile ev sahipleri tarafından çıkan arbedede 16 kişi gözaltına alınırken, 3 kişi de hafif yaralandı.

Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında Gebze Kirazpınar Mahallesi Şehit Gaffar Okkan Caddesi üzerindeki 26 evin yıkımına karar verildi. Bölgede yapılacak toplu konut projesi öncesi yıkılacak evlerin sahiplerinden evlerini tahliye etmeleri istendi. Bugün, Gebze Belediyesi Zabıta ekipleri, polis ve jandarma ekipleri bölgede yıkım öncesi önlem aldı. İş makineleri gelirken, vatandaşlarla güvenlik güçleri arasında gergin anlar yaşandı. Evlerini tahliye etmeyen vatandaşlar, yıkımın hukuksuz olduğunu, evlerinin yıkımına izin vermeyeceklerini söyledi.

Selalar okundu

Osman Yılmaz isimli bir kişi mahallede bulunan bir mescitten sela okuyarak, herkesi yıkıma karşı direnmeye davet etti. Mahalle sakinleri çöp konteynerlerini, araçları yola çekerek yıkım ekibine engellemeye çalıştı. Polis tüm uyarılara rağmen dağılmayan vatandaşlara biber gazı ile müdahale etti. Biber gazından etkilenen 73 yaşındaki Hüseyin Yazıcı, "Kimsesizlerin kimsesi Cumhurbaşkanımızın bu olaylardan haberi yok. Olsaydı bunlara izin vermezdi" diyerek ağladı. Yaşanan arbedede sırasında TOMA'da su sıkıldı. Bazı mahalleliler TOMA'nın önüne yattı. Yaşanan arbedede 16 kişi gözaltına alındı. 3 kişi ise hafif yaralandı.
T24

ADALET NEDEN MÜLKÜN TEMELİDİR
Kaya Ataberk
18 Temmuz 2017



Adalet: Evrensel bir talep

Türkiye’de son bir aydır en çok kullanılan sözcük: adalet.

Adalet, 70 yaşındaki bir muhalif siyasi parti genel başkanını, Kemal Kılıçdaroğlu’nu Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüten bir talep.

Adalet, on binlerce insanı Kılıçdaroğlu ile birlikte bu yolu coşkuyla, inançla, azimle almaya sevk eden bir kavram.

Adalet, iki milyonun üzerinde insanı İstanbul-Maltepe’de toplayabilen bir sözcük…

Evet, adalet bir sözcük ama bir sözcükten çok daha fazlası da…

Adalet çağlar boyunca tüm insanlığın peşinde koştuğu en kutsal kavram.

Adalet tüm mazlumların en meşru, en temel ve en evrensel talebi…

Adalet halkın peşinde koşacağı ve engellenmesi halinde, engelleyenlere karşı er ya da geç harekete geçeceği sevgili…

Adalet toplumun temeli, devletin direği, yaşamın ta kendisi…

“Adalet mülkün temeli”…

Şimdiki sözde Osmanlı torunları hiç adil olmasalar da atalarımız adaleti bu çerçevede anlamış. Bu kapsamda değerlendirmiş. Onun için yüz yıllarca adalet bizim toplumumuzda mülkün temeli olmuş. Toplum adalet ile yönetilmiş. Bu temelden sapılınca olanlar olmuş. Toplumsal sarsıntılar ardı ardına gelmiş.

Adalet Dairesi

Doğu toplumlarının, Türk-İslam ülkelerinin genel yaklaşımı bu yolda olmuş. Ama bu anlayış olgunluk çağına Osmanlı’da erişmiş. Osmanlı adalet üzerinde kalmanın devletin, toplumun, memleketin yani “mülkün” temeli olduğunu derinden kavramış, içselleştirmiş. Bu mantıkla hükmetmiş, bu anlayışla yönetmiş. Böylelikle de ilk döneminde beklenmedik bir hızla büyümüş, son dönemlerinde ise yine beklenmedik bir şekilde yüz yıllarca ayakta kalmış.

Adalet, Osmanlı Türk toplumunun temel birimleri olan padişah, yöneticiler, ulema, asker ve halk arasında dairesel bir ilişkiler zinciri olarak görülmüş. Adına “Daire-yi Adliyye” yani Adalet Dairesi demiş. Bir şekille formülleştirmiş. Devleti ve toplumu buna göre yönetmiş.

Adalet Dairesini 16. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Kınalızade Ali Efendi’nin sekiz maddesiyle ayrıntısıyla tanıyabiliriz. Günümüz Türkçesine aktarmaya çalışarak gidelim:

Adldir mucibi salâh-ı cihan. (Adalettir dünyanın düzenini ve kurtuluşunu sağlayan.)
Cihan bir bağdır divarı devlet. (Dünya duvarı devlet olan bir bağdır.)
Devletin nâzımı şeriattır. (Devletin düzenini kuran şeriattır, yasadır.)
Şeriate olmaz hiç haris illa mülk. (Yasa ancak mülk-saltanat ile korunur.)
Mülk zabt eylemez illa leşker. (Mülk ancak ordu ile ele geçirilip, elde tutulabilir.)
Leşkeri cem’ idemez illa mal. (Ordu toplamak ancak mal, vergi ile olur.)
Malı cem’ eyleyen raiyettir. (Malı-ürünü toplayan halktır.)
Raiyyeti kul ider padişah-ı âleme adl. (Halkı padişaha bağlayan adalettir.)
Osmanlı’nın toplum düzenini tanımlayan bu maddeler arka arkaya eklenerek bir daire oluşturur. Dairenin kapandığı noktanın, yani birinci ve sekizinci maddelerin birleştiği yerin adalet olması tabii ki tesadüf değildir. Yani bu daireyi duvara çaktığımız çiviye astığımız nokta burasıdır.

Düzeni sağlayan, toplumun yolunda ilerlemesini sağlayan adalettir. Dünya ve toplum, devletin varlığı ile dışarıya karşı korunmaktadır. Devlet koruyucu bir duvar gibidir. Devletin düzenini yasalar sağlamaktadır. Yasal düzen de mülkle, saltanatla korunur. Mülke hâkim olmanın, zapt etmenin aracı ordudur. Ordu için mal, ürün, vergi gerekir. Verginin kaynağı olan üretim ise halk tarafından yapılır. Halkı padişaha bağlayan ise adalettir.

Kınalızade, Adalet Dairesini İbni Haldun’un Mukaddime’sine dayandırır. O da Aristo’nun İskender’e verdiği öğütlere kadar işi götürür.

Adalet yoksa çöküş var

Aslında düzen çok basit bir mantıkla işler.

Fakat bu basit mantığın temelindeki adalet ortadan kalkarsa düzen de devlet de toplum da yıkılacak, çökecektir. Osmanlı’nın gerilemeye başladığını ilk tespit eden kişilerden olan Mustafa Namia da bu anlayışla konuya bakar. Devletin artık yaşlılık evresine girdiğini, çöküşü engellemek için adalete dönüşün tek şart olduğunu söyler.

Buradaki adalet hem yasal düzeni öngörür hem de bununla beraber sosyal adaleti.

Biz bugün sosyal adaleti zaten hiç tanımıyoruz.

Ama yasal düzen de bir süredir tamamen ortadan kalkmış durumda.

Dairenin herhangi bir noktasındaki aksama, bozuluş dairede kopma yaratabilir. Sözgelimi maliyedeki yani vergi toplamadaki bir aksama, devletin gelirlerini düşürerek yeterli sayıda asker beslemesine engel olur. Bu da ülkedeki hâkimiyetin kaybına neden olacaktır. Aksaklık zincirleme bir şekilde tüm aşamalara yansıyacaktır. Fakat eğer adalet aşamasında bir sorun yoksa sorun burada çözülecektir. Adalet noktasının sorunsuzluğu ise ancak adil yöneticinin varlığı ile mümkündür. Aksine esas bozulma buradaysa yapılacak bir şey kalmaz.

İşte o zaman çöküş başlar.

Adalet noktası toplumu oluşturan kesimlerin ve birimlerin güven noktasıdır aynı zamanda. Devlet de toplumu adaletle düzenlemekle yükümlü olan kurumdur. Buradaki bir sorun yıkıcıdır.

Tek çözüm adaletsiz yöneticinin gitmesi, adaletlilerin gelmesidir. Yoksa yapı bütün olarak çöker.

“Bir adaletsiz” tüm toplumu devletiyle, vatanıyla, askeriyle beraber yıkabilir.

Sanırım hiç de yabancısı olduğumuz bir teori değil…

Adalet Dairesinden çıkan zalimdir, adalet arayanlara selam olsun!

Yasaları ortadan kaldıran, kendi çıkarı neyse ona göre yorumlayan ve yorumlatan kısacası Adalet Dairesinin dışına çıkan zulmeder. Zalim olur.

Zulmün en kısa ve açık tanımı budur: Adaletten ayrılmak.

Kazanlı yenilikçi Türk İslam âlimi Musa Carullah din, devlet, adalet ilişkileri üzerine şunları söylerken ne kadar da haklıdır:

“Devletin dini adalet, küfrü zulümdür. Devlette din aranmaz.”

Musa Carullah’ın sözü bir yandan laiklik ile İslam’ın çelişmemesinin bir savı olarak değerlendirilebilir. Ki ben de o kanıdayım. Fakat işin daha önemli noktası zulmeden bir idarenin küfre düşmesi tespitidir. Zulmün, yani adaletsizliğin ne kadar ağır bir suç olduğu herhalde ancak böyle ifade edilebilirdi.

Kısacası devleti, milleti, toplumsal düzeni ayakta tutabilmenin tek yolu Adalettir.

İşte bu yüzden adalet mülkün temelidir.

Adaletsizler zalimdir, düzenimizin, varlığımızın temeline dinamit koyanlardır.

Adaletsizlik bu anlamda devlet, millet ve ülke düşmanlığından başka bir şey değildir.

Bir tarafta adalet arayanlar, bir tarafta adaletsizler, zalimler…

Adalet ekseninde oluşan toplumsal mücadelenin tarafları geçmişte de buydu, şimdi de bu.

Zulmün değil adaletin yanında olmayı seçenlere selam olsun!

Adalet arayanlara, adalet için yürüyen on binlere, adalet için bir araya gelen milyonlara selam olsun!

İktibas: http://www.turksolu.com.tr/adalet-neden-mulkun-temelidir/

Etiketler:
Adalet Dairesi ADALET NEDEN MÜLKÜN TEMELİDİR Kaya Ataberk Adalet: Evrensel bir talep fikir gündem haber Türk türkiye

Perinçek: Erdoğan Türkiye'yi değil, Türkiye Erdoğan'ı yönetiyor
18.07.2017



Perinçek: Erdoğan Türkiye'yi değil, Türkiye Erdoğan'ı yönetiyor
Doğu Perinçek, 'ABD'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimini Kürdistan planı hayata geçsin diye Türkiye'nin başına getirdiğini' söyleyerek, "2014'ten itibaren Tayyip Erdoğan'lar ABD'nin kontrolünden çıktı. Türkiye'nin kontrolüne girdi. Artık Tayyip Erdoğan Türkiye'yi değil, Türkiye Tayyip Erdoğan'ı yönetmeye başladı" dedi.

Vatan Partisi Denizli İl Başkanlığı'nın Esnaf Sarayı Toplantı salonunda düzenlediğ bir konferansa konuşmacı olarak Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek katıldı.

Perinçek, Barzani'nin 'Kürdistan'ın bağımsızlığı' için referandum yapılacağını ilan ettiğini, bu eksende hem Türkiye'de, hem Batı Asya'da, hatta dünyadaki güçlerin bu eksende saflaştığını söyledi. Dünya ölçeğinde bir cepheleşme söz konusu olduğunu belirten Perinçek, "Birinci Körfez Savaşı'nda ABD, Irak'a saldırdı. Şimdi apaçık ortaya çıktı. Amaç ikinci bir İsrail devletini kurma amacıydı. Birinci Körfez Savaşıyla Amerika Irak'ı işgal etti. '30. Paralelin yukarısına geçemezsin' dedi Irak'a. Ve orada sözüm ona özerk bir Kürt devleti kuruldu. Vatanseverler ve Saddam tasfiye edildi. İran, Suriye ve Türkiye'yi tehlikeye sokan ikinci bir adım atıldı" dedi.

Perinçek, "15 Temmuz, sadece cemaate karşı bir savaş değil, Türkiye ve Amerika arasında tanklarla, helikopterlerle silahlarla yapılan bir savaş. Türkiye 249 şehit verdi bu savaşta 2 bin 148 de yaralı verdi. Bugün Türkiye'de iç politikayı izleyelim. Bu savaşa göre Kürdistan planına göre şekillendirmekte saflar. Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Bu darbe olayı da ABD'nin, Kürdistan planı içinde anlam kazanıyor. Erdoğan yönetimini, ABD Kürdistan planı hayata geçsin diye getirmiş, Türkiye'nin başına oturmuştu. 2014'ten itibaren Erdoğan'lar ABD'nin kontrolünden çıktı. Türkiye'nin kontrolüne girdi. Artık Erdoğan Türkiye'yi değil, Türkiye, Erdoğan'ı yönetmeye başladı" diye konuştu.

Türkiye ABD Irak Tayyip Erdoğan darbe Cumhurbaşkanı esnaf israil İran Recep Tayyip Erdoğan
BİRGÜN

Baydemir: Meclis iktidarın noteri yapılmak isteniyor
18 Temmuz 2017

HDP Sözcüsü Osman Baydemir, iç tüzük değişikliği için 'Meclis tamamen iktidarın noteri haline dönüştürülmek isteniyor' dedi.
Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Sözcüsü Osman Baydemir, iç tüzük değişikliği için "Meclis tamamen iktidarın noteri haline dönüştürülmek isteniyor" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Osman Baydemir, partisinin haftalık grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Baydemir, "Bu grup toplantımızı 257'nci gününde eş genel başkanlarımızın yokluğunda yapıyoruz. Bu toplantıda çözüm yollarını tartışma görevi hakkı benim değil Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın hakkıydı" dedi.

İSTANBUL’DA SEL FELAKETİ

İstanbul'da bugün yaşanan sağanak yağışa değinen Baydemir, "20 yıldır kadim şehir İstanbul'u bu hükümet yönetiyor. En büyük afet hükümet eliyle rant politikalarından kaynaklı olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum. İstanbul'da sele bakıp bundan iyi HES çıkar demeleri an meselesidir. Ya da ne ‘Venedik’e bakın İstanbul'u da Venedik yaptık’ demeleri an meselesidir. Fatura bir kez daha İstanbullu vatandaşlarımıza çıkarıldı" ifadelerini kullandı.

'BAŞKA DARBELERİN HESAPLARI YAPILDI'

Suruç katliamının ikinci yılında katliamda yaşamını yitirenleri anarak konuşmasını sürdüren Baydemir, yaşamını yitirenlerin “AKP-DAİŞ zihniyeti” sonucu katledildiğini ifade etti. Aradan iki yıl geçmesine rağmen faillerin ortaya çıkarılmadığını kaydeden Baydemir, "Arka bahçesine dair tek bir gelişme, mesafe kat edilmiş değil. Mahkemeye 'Ben bu dosyaya müdahil olmak istiyorum' diyen mağdurlara, 'Siz nasıl bir zarar gördünüz?' diye akla ziyan sorular yöneltildi. Bunların zihniyetinde o saldırının mağduru olabilmek sadece ve sadece hayatınızı yitirmiş olmanız gerekiyor. O günün zihniyeti bugünün yargı zihniyetinde kendisini bir kez daha gösteriyor. Suruç katliamı bir dönemin kapatılması savaş döneminin açılmasıdır. Aynı zamanda Ceylanpınar'da iki polisin evinde katledilmesinin sürecidir. Katiller aynı saikin ürünüdür. Kanla gözyaşıyla iktidar devşirenlerin hiçbiri bu iktidardan hayır görmemiştir, sizlerde hayır görmediniz, görmeyeceksiniz. Defalarca Suruç ve Ceylanpınar araştırılsın, gerçekler ortaya çıkarılsın dediğimizde, bugünün iktidarı muhalefetin sesine kulak vermek yerine başka darbelerin hesabını yapıyordu" diye konuştu.

‘İKİSİNİN DE CANI CEHENNEME'

Baydemir, 15 Temmuz darbe girişimine değinerek, şöyle konuştu: "Cunta hayat bulmuş olsaydı ne tür bir politikanın bu ülkeyi beklediğini 12 Eylül'den biliyoruz ki, başarıya ulaşamayan cunta kalkışması AKP adım adım hayata geçirmiştir. 20 Temmuz'da OHAL rejimine geçiş sağlandı. Darbenin başarıya ulaşamadığı dönemde 'Bu Allah'ın lütfu' deyip kendi darbesini gerçekleştirdi. Bu parti adına darbeye karşı deklarasyona atan liderlerini cezaevine atmak hayatını yitirenlerin ruhuna en büyük ihanetlerden birisidir. Darbe gerçekleşmiş olsaydı eş başkanlarımız yine cezaevinde olacaktı. Kravatlıdan gelen darbenin de apoletlinden gelen darbeyle aynı sonuca yol açtığı açıktır. Dolayısıyla apoletli darbenin de kravatlı darbenin de her ikisinin de canı cehenneme" dedi.

‘DARBENİN SİYASİ AYAĞI NEREDE?’

“Darbenin siyasi ayağı nerede?” diye soran Baydemir, şöyle devam etti: “Henüz yanıtlanmamış onlarca soru var. Çıkmış AKP Genel Başkanı, her fırsatta Fethullah Gülen’i suçluyor. Peki, sen Fethullah Gülen’in bu ülkeye gerçekten gelmesini istiyorsan neden her fırsatta asacağım, keseceğim, lime lime doğrayacağım açıklaması yapıyorsun. Sen bilmiyor musun ki ölüm cezasının tartışıldığı bir ülkede iade olmaz. Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede iade olmaz. Çok iyi biliyorsun. Bildiğin için böyle konuşuyorsun. Çünkü onun gelmesini, yargılanmasını ve konuşmasını istemiyorsun. 1996 Banka Asya’nın açılışı işte. Hepiniz oradaydınız, hepiniz beraberdiniz. 15 Temmuz’un yapı taşlarını beraber inşa ettiniz. Bu da 15 Temmuz 2017. Bir tek Gülen yok. Ekip tam takım orada. Bu görüntü ülkeye yansımasın diye muhalefetin sesini kısıyorlar. Muhalefetin muhalefet etmesini terörizm olarak nitelendiriyorlar."

'KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK'

Erdoğan'ın 15 Temmuz yıldönümündeki konuşmalarını eleştiren Baydemir, "Kalkmış, 15 Temmuz’un yıldönümünde Meclis’te halka hitap ederken, sözüm ona demokrasi şehitlerine sahip çıkarken, ağzında şiddet dışında tek bir kelime çıkmıyor. Şiddet çağrıları dışında tek bir kelime çıkmıyor, tehdit dışında ağzından kelime çıkmıyor. Kim olursanız olun bir darbe suçunu başka bir darbe suçuyla ortadan kaldıramazsınız. Bir darbe suçunu, bir başka darbe suçu işleyerek hafifletemezsiniz. Emin olun korkunun ecele de faydası yok. Her canlı nasıl ki doğar büyür ve günü geldiğinde hakkın rahmetine kavuşursa her siyasi akım da her siyasi parti de kurulur gelişir kimi dönem hükümet olur ve hükümetten düşer" ifadelerini kullandı.

‘ADALETİ OLMAYAN ADALET BAKANI’

Baydemir, konuşmasına şu şekilde devam etti: "12 milletvekili cezaevinde, bir siyasi partinin eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, milletvekilliği ve parti üyeliği düşürüldü. Sana sorduklarında, sen bu ülkenin liderisin. Yanındakilere sorulduğunda dünya liderisin hatta. Hatta onun şakşakçısı, onun borazanına dönüşmüş medyaya sorulduğunda o dünyanın en uzun lideri. Uzunluk, kısalık mühim değil. Mühim olan akıldır, mühim olan mantıktır. Mühim olan hangi saikle bu toplumu yönettiğinizdir. Siz yüzde 50’nin lideri olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Peki yüzde 50’nin lideri kim tarafından seçildi? Halk tarafından. Yüzde 50 alan bir lider, neden yüzde 13 oy alan bir liderden, Selahattin Demirtaş’tan bu kadar korkar? Sadece korkmakla da sınırlı kalmaz. Muhalefetine, rakibine bu parlamento kürsüsünde siyaset yapmak suretiyle onun fikriyatını kendi fikriyatıyla çürütmek yerine onu cezaevine koyar. Cezaevine koymakla da yetinmez, çünkü içi soğumaz, korkusu devam eder. 'Ben ne yapar ederim de bunu zindanda tutarım' der. Yetmez, 104 tane fezleke düzenler. Yine içi soğumaz. Anayasa Mahkemesi’ni korkutur. AYM’ye der ki kararını verme. Kararını açıklama. Peki, başka bir izahı var mı Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı? Ortada bir içtihadınız varken verilmiş bir kararınız varken ve o kararda sizin şahsınızın da imzası varken adaleti bu kadar geciktirmenin başka bir izahı var mı? Yok. Ne demiş Adalet Bakanı? Bu ülkede olmayan bir şeyi bakanı var mı diye sorarsanız, o da adalet bakanlığıdır. Olmayan bir şeyin bakanı nasıl olur? İşte şöyle olur. Demiş ki AYM’ye gönderdiği yanıtta: Demirtaş ve milletvekillerinin tutuklu bulunmaları yasama faaliyetlerinin önünde engel olmuyor. Diyarbakırlıların deyimiyle, Urfalıların da deyimiyle bi Xwedê yalan söylüyorsunuz."

DEMİRTAŞ’TAN GRUP TOPLANTILARINA SEGBİS İLE KATILMA TALEBİ

Baydemir, Demirtaş’ın partisinin grup toplantılarına SEGBİS ile katılmak için Meclis Başkanlığı’na gönderdiği dilekçeyi okuyarak, “Burada hitap etme hakkı da onundur. Dolayısıyla bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmanın bir yolu da budur. Yok, eğer bu sistem olmazsa AYM önündeki tehdidinizi, şantajını kaldırın, AYM kararını açıklasın” dedi.

‘ERDOĞAN ADİL YARGILAMAYI ETKİLEMEDEN YARGILANMALI’

Baydemir, daha sonra Demirtaş’ın kendisine “Terörist” diyen AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı açık mektubu bir kez daha kürsüden okuyarak, “Bütün bu gerçeklik içinde eğer yargı bağımsız olsaydı, hakimler özgürce karar verme imkanına sahip olsalardı, Erdoğan, bu ithamı nedeniyle TCK 271 suç uydurmadan olayı cezalandırılması gerekirdi. Yetmez, TCK 288’deki adil yargılamayı etkileme maddesinden dolayı yargılanmasını gerektiriyordu. TCK 283’üncü suçu ve suçluyu saklama, örtmeden dolayı yargılanması gerekiyordu. Ama milyonların vicdanında zaten bu yargılama başlamıştır. Bu yargılama eninde sonunda hakkın ve haklının lehine sonuçlanacaktır” diye kaydetti.

‘NURİYE VE SEMİH’İN FOTOĞRAF ÇEKTİRMESİ NEDEN YASAK’

Baydemir, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Bunların taşıdığı vicdan değil. Olsaydı, Nuriye ve Semih vicdan duruşunda, vicdan orucunda. Allah aşkına, taş eriyor ama bunların duruşunda tık yok. Tıpkı o tekçilikleri gibi vicdan karşısında kalpleri tekliyor. Onlar cezaevinde açlık grevinde, aileleri dışarıda açlık grevinde, 150 binin üzerinde insanın ekmeği elinden alınmış. Bu insanlar diyorlar ki tek bir talebimiz var, ‘İşimi istiyorum’ diyorlar. Onlar zulme maruz kaldılar, bu zulümden vazgeçin. Ama bunlar insani değerlerden korkar hale geldiler. Herkesin cezaevinde fotoğraf çekmeye hakkı var ama Nuriye ve Semih’in yok. Çünkü Nuriye ve Semih’in bedeninin erimesi onların iktidarının nasıl bir zulmün içinde eridiğinin göstergesi vesikası olacak, bundan korkuyorlar. Bir kez daha soruyorum, tek bir Allah’ın kulunun hayat hakkına halel gelmemelidir. Allah korusun, Nuriye ve Semih’in başına bir şey gelirse sadece onların başına gelmiş olmayacak.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ TUTUKLANMASI

Önce cumhuriyet tarihinde ilk defa insan hakları anıtı gözaltına alındı. Sadece insan hakları anıtı değil bugün insan hakları savunucuları da tutuklandı. Onlara sorsan, hükümete sorsan, insan hakları savunucuları teröristtir. Onlar yaşam hakkını, ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü savunurlar. Ey AKP Genel Başkanı, hatırlar mısın, sen bir şiiri okumuştun, vallahi öyle pek güzel de bir şiir değildi. O şiiri okumandan dolayı cezalandırıldın. Cezaevine konuldun. Bu tutukladığın hak savunucuları var ya senin fikir hürriyetin için kampanya düzenledi. Ben de onlardan bir tanesiydim. Bugün olsa, insan hakları savunucuları aynı şeyi yine yaparlar. İnsan hakları savunucuları mı ‘terörist’, yoksa insan hakları savunucularını cezaevine koyanlar mı suçlu? Takdiri halklarımıza bırakıyorum.

Kaynak: Evrensel

OHAL’de de, bu halde de artık düşüşleri kaçınılmaz
Süleyman Karan
20 Temmuz 2017

Köşesine ilginç bilgiler taşıyan biri Yeniçağ yazarı Ahmet Takan... Bazıları oldukça bilgi yüklü ve ufuk açıcı da oluyor, üstelik öyle ‘kuşlar söyledi’ tarzında, uyduruk ya da herkesin dedikodusunu yaptığı saçma sapan Ankara kulisleri de değil, genelde belli verilerle desteklenmiş yazılar... Takan, AKP liderine çok yakın anket kuruluşlarından biri olan MAK Danışmanlık’ın sahibi Mehmet Ali Kulat’ın yaptığı bir anketi gündeme getirmiş. Anket, 15 Temmuz darbe girişimi, Adalet Yürüyüşü, yeni siyasi parti arayışları ve dış politikaya toplumun bakışı başlıkları altında geniş kapsamlı bir içeriğe sahipmiş. 30 büyükşehir, 25 il, 158 ilçe de 5 bin 400 kişi ile yüz yüze görüşülerek yapılmış. Meral Akşener ve MHP muhaliflerinin kuracağı partinin, geleceğine yönelik ciddi veriler içeriyor bu anket. Anket katılımcılarının yüzde 43’ü, TBMM’ye girebilecek yeni bir partiye oy verebileceklerini belirtmişler. Bunu tersten okursanız; bu yüzde 43’ün TBMM’de varolan partilerin, kendilerini yeterince temsil etmediklerini düşündüğü sonucunu da çıkarmak mümkün. Yine bu yeni bir partiye sıcak bakanların ve böyle bir beklentisi olanların tarif ettiği parti, ‘ortada muhafazakar demokrat’ bir parti... Anketteki diğer verileri pas geçip, salt bu veriyi de gözlemlediğim gidişata ekleyerek devam edeyim. Zira her ne kadar MHP muhaliflerinin ilk seçimde yüzde 26 gibi bir oy beklemek gibi bir iddiaları olsa da, bu bana çok gerçekçi gelmiyor. Ama yüzde 10 barajını geçmeleriyle bile, var olan ve uzun süredir çan eğrisinden düşüşe geçen AKP’yi fazlasıyla hırpalayacakları kesin...

‘Merkez sağ’ korkusu bacayı sarıyor

Beğenelim beğenmeyelim, merkez sağda bir parti, AKP’nin en büyük kabusu... Hatta bu parti, eski kalıplara uymayan, miliyetçi yöne ağır basan, aşırı sağ olmasa da oldukça sağ bir parti olsa bile, geçmişte merkez sağı temsil eden ANAP ve DYP gibi Demokrat Parti’nin mirasından beslenen partilerin aldığı oyların en azından bir bölümünü alma imkânına sahip olabilir, eğer ki çok büyük bir hata yapmazsa... Bu arada kurulacak bu parti, oyunun önemli bir bö- lümünü AKP ve MHP’den devşirmekle kalmayıp, özelikle İç Ege ve Güney Marmara’da CHP’den de bir oranda oy kapabilir. Yani işin açıkçası yüzde 26 biraz Polyannacılık olsa da, havada karada barajı geçer. MHP’nin oyundan en az 5 puan fazla oy alır. Büyük olasılıkla bu süreçte de Devlet Bah- çeli’nin MHP’si de meclise veda eder. Yani hiç de fena olmaz. Zaten bir parti olma özelliğini kaybedeli bayağı bir zaman oldu. Alacağı en babayiğit oy, yüzde 7’lerde olur, gönül ister ki yüzde 9 olsun, zira barajı geçemeyecek en yüksek oy demek, AKP’ye gidebilecek daha az oy anlamına gelecektir. Zira bu seçmen kitlesi, Türk-İslam sentezine oy vermek dışında bir seçenek görmeyen bir kitle ve tek alternatifi ise biraz siyasal islamdan milliyetçiliğe, hatta ırkçılığa kaymış bu AKP...

Ana muhalefet güçleniyor CHP’ye gelince...

Adalet Yürüyüşü’nün devamı gelir ve sokak siyasetiyle, bu demokrasinin d’si kalmamış düzene karşı sert ve yapıcı bir mücadele sürdürürse, bir dahaki se- çimlerde yüzde 30’ları zorlayabilir. Bu oyları ise sandığı gitmeyen seçmenden ve yine Batı Anadolu’nun laik eğilimli MHP seçmeninden kolayca alabilir. Belki Batı’da daha önce HDP’ye oy vermeyi tercih etmiş bir grup sol seçmenden de.

HDP, öyle ya da böyle, tüm baskılara ve tutuklamalara karşı konsolide ettiği yüzde 10’un biraz üzerindeki oyunu koruyacaktır. Yine belki bir oranda sandığa gitmeyen sol eğilimli seçmenle Kürt kökenli büşükşehirlerdeki seçmenden alacağı oyu da artırabilir. Barajın altında kalmaz, bu kesin...

7 Haziran sendromu

AKP, 7 Haziran seçimlerinden de geriye düşecek kadar erimeye müsait görünüyor. Zira artık 7 Haziran’da kaptırdığı oyları, çatışma politikasıyla geri alacak bir argümanı da kalmadı. OHAL’le zar zor yönetebildikleri bir iktidarsız hükü- met sürecine girdiler ve bu gerileme sürecek gibi... PKK ile başlayan FETÖ ile devam eden, ‘bak bana oy vermezsen umacılar seni yer’ demagojisinin de artık çok fazla etkili olması mümkün görünmüyor. Elindeki tek koz, polis devletini ve parti egemenliğinde yargı sopasını daha da fazla kullanmak ki, zaten bu da bir hükümetin iktidarsızlığının en temel göstergesi... Şimdi bu erimeyi gören AKP kurmayları kabinede ve parti yönetiminde, birkaç vitrin değişkliği yapıp, OHAL’i olabildiğince uzatmak dışında, sadece hamasetle durumu idare etmeye çalışacaklar. Ama 15 Temmuz anmasında hayalerinde kurguladıkları şaşaalı gövde gösterisi yerine, TV’lerdeki yayınlarla idare etmek zorunda kalmış olmaları, artık hamaset ve demagojiyle bu geminin yürümeyeceğini gösteriyor.

Tek araçları kaldı; polisiye kumpaslar

Öyleyse, din bezirganlığı, ardından ırkçılığa varan milliyetçilik, yalandan devletçilik gibi üç siyasi sömürü mekanizmasının bile ideolojik hegemonya kuramadığını gören, dış politikada sefilleri oynayan bir komplocu siyasi heyet ne yapar? Yapabileceği tek şeyi yapmayı deneyecektir büyük ihtimal... İlk olarak, yükselişe geçen CHP yönetimine yönelik bir operasyon, ‘kokteyl terör’ zıvasıyla birkaç milletvekilini içeri almak, hatta birkaç CHP belediyesine kayyım atamayı deneyebilirler. Ardından MHP muhaliflerinin kuracağı partiye geniş bir operasyonla, başta Meral Akşener olmak üzere kuruculardan birkaçını FETÖ ve darbe destekçiliği çamur atmasıyla tutuklayabilirler. Öte yandan dışarıda kalan HDP’nin etkin yöneticilerini yalan dolan davalarla hapse tıkabilirler. Saadet Partisi’ne yönelik bir operasyon gerçekleşirse de çok şaşırmayın, zira yüzde 5 oy potansiyeli olan ve şimdiye kadar bu oyun önemli bir kısmını AKP’ye ödünç veren seç- menin de AKP’den sıtkı sıyrıldı. Saadet Partisi’nin referandum çalışmalarındaki etkisini gören AKP kurmayları o oylara göz dikebilir, zira o oylar son kez onları kurtarabilir.

Yüzde 49 artık bir hayal

AKP kurmaylarının kulaklarında sürekli siren çalıyor, zira partinin ciddi bir sıkıntıya girdiğini görmek için ortalama zekaya sahip olmak yeterli... Ve öylesine komplolar ve girift anlaşmalar içinde bir siyaset götürdüler ki, demokratik bir ortamda siyaset yaparak tekrar toparlanmaları mümkün değil. Peki ya OHAL ortamında?.. Yukarıda saydıklarımın hepsini yapsalar, yani Pinochet Şilisi’ne çevirseler bile ülkeyi, yine de zor... Bırakın AKP’nin tekrar yüzde 49 gibi bir oy oranını görmesini, 2019'’a başkanlık bile çok zor!

Kaynak: Yurt Gazetesi

MARAŞ’TA ESNAF KEPENK KAPATIP ŞEHRİN ANA ARTERİNİ KESTİ
20 Temmuz 2017



Maraş’ta esnaf bugün yaptığı eylemle patlama noktasına geldiğini ortaya koydu.

Uzun bir süredir derin bir ekonomik krizle boğuşan esnaf, en sonunda kepenk kapatıp yol keserek meydanlara döküldü.

Kendileriyle konuştuğumuz esnaf kardeşlerimiz, “Akşam eve gidip haberleri dinleyince ülkede her şeyin yolunda olduğu vehmine kapılıyoruz, sabah işe gelip dükkânı açınca borçları nasıl ödeyeceğimizi düşünmekten akşamı zor ediyoruz!” diyerek dertlerini ortaya döktüler.

“Hükümet referandumdan önce esnafa kredi vereceğini söylemişti, o da fos çıktı. Bize kredi alabilirsiniz dediler, bankalara gittik, bankalar bizi süründürdü, günlerce git gel yaptırdılar, bir şey çıkmadı.” diye devam ettiler.

Esnafın genel durumu bu iken şehrin merkezi noktası olan Kıbrıs Meydanı ve Trabzon Caddesi’nde devam eden yayalaştırma ve düzenleme çalışmaları, esnafın zaten kesat giden işlerine tuz biber ekmiş oldu. Zaten dayanma gücü kalmayan esnaf, birkaç aydır devam eden bu çalışmalar sırasında daha da zor duruma düşüp artık tamamen dayanamaz hâle gelerek, en sonunda kepekleri kapatıp şehrin kilit noktası olan Kıbrıs Meydanı ve Trabzon Caddesi’ni işgâl etti.

Olay yerine intikal eden polis kuvvetleri esnafın dertlerini yetkililere ileterek, Belediye yetkilileri ile esnaf arasında bir toplantı ayarlanmasına tavassut etti ve böylece eylem neticelenmiş oldu.

Kapalı Çarşı’da düzenlenen toplantıda, Belediye yetkilileri esnafın istekleri doğrultusunda projede değişiklikler yapılacağı sözünü vererek esnafı sakinleştirebildi.

VERİLEN VE TUTULMAYAN SÖZLER

Sarayaltı Caddesi’nin genişletilmesi projesi kapsamında yapılmakta olan istimlâkler esnasında bir hırdavatçı esnafı kardeşimiz, dükkânının kamulaştırılma bedeli olarak teklif edilen on küsur bin liralık meblağı kabul edemeyeceğini söyleyince yıkımlar başlayamamıştı. Bunun üzerine devreye giren Büyükşehir Belediye Başkanı Fatih Erkoç’un, o esnaf kardeşimize elli bin lira teklif etmesi üzerine bu teklifi kabul eden hırdavatçı, dükkânı boşaltmış ve kendisine vaat edilen parayı almak üzere belediyeye müracaat ettiğinde vaat edilen elli bin lira değil, ilk teklif edilen on küsur bin liralık meblağ kendisine ödenmişti. “Söz senettir” ilkesince, Belediye Başkanı’nın sözüne inanan ve bu söz üzerine dükkânı boşaltan esnaf kardeşimiz… Ve şimdi oradaki kamulaştırma problemleri sebebiyle açılan davalar vs… Yıkımına başlanan birkaç dükkân ile yol genişletme projesi güyâ başlamış oldu. Tabi bu proje kapsamında yıkımı söz konusu olan tarihi eserlerin akıbeti ile ilgili olarak verilecek kararların ne olacağı da işin cabası…

Maraş’la ilgili bir kamulaştırma ve kentsel dönüşüm hikâyesi de Tekke semtinde yaşanıyor. Orasını da bir başka sefere yazarız inşallah.

Temel problem, ülkedeki ekonomik gidişatın gittikçe daha da kötüye meylediyor oluşu. Yoksa esnaf birkaç aylık bir çalışmaya katlanmaz değil de işler zaten kötü olup bir de üstüne bu çalışmalar eklenince mesele tahammül edilemez boyutlara ulaşmış oldu.

Bunun da üzerine şehirde herkesin dilden dile yaydığı yolsuzluk, haksızlık şayiaları da var ki…

Niye dilden dile yayılıyor?

Çünkü kimse yazmaya cesaret edemiyor.

Örnek olması bakımından, çok üst düzey partilinin yakını olan bir şahıs, gözüne kestirdiği bir yeri işgal eden kişiyi FETÖ üyesi diye ihbar ediyor. O kişinin işten uzaklaştırılması üzerine çok üst düzey yetkilinin torpiliyle bu iftiracı şahıs o işe alınıyor…

Hemen her gün bu türden haberler kulaktan kulağa yayılmaya devam ediyor.

ADIMLAR MARAŞ

Destek düşüyor AKP 41’lerde…
19 Temmuz 2017



15 Temmuz ABD/FETÖ darbe girişimini bastırma” kutlamalarındaki izlenimlerimi aktarmıştım. AKP’ye destek veren kesimlerin heyecanını kaybettiğini, Erdoğan’la ilgili sloganlara katılımın çok cılız olduğunu belirtmiştim. Gelişmenin AKP açısından seçimler için umut verici olmadığını vurgulamıştım.

Yapılan son anketler de gözlemlerimi doğruluyor. AKP’ye destek düşüyor.

AKP’Yİ TERK EDENLER

AKP sürekli anket yaptırıyor. Sonuçlar uzmanlarca değerlendiriliyor. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sonuçları bizzat incelediği, zaman zaman yapılan anketlerin detaylarını istediği konuşuluyor.

Piyasaya AKP’yi yüzde 50’lerde gösteren anketler sürülse de gerçek çok farklı. 16 Nisan halkoylamasında gerçeğe çok yakın tespitler yapan kuruluşların verileri şöyle:

– AKP’nin yüzde 15’lik bir çekirdek oyu var. İslami gelenekten geliyor. Bu oylarda bir kırılma yok.

– Ama AKP’nin ana gövdesini oluşturan orta sınıfta (küçük ve orta boy sanayici, esnaf, köylü, memur, …) çözülme başlamış durumda.

– Asıl kopma AKP’nin en dış halkasında. Şehirli kesim ve merkez sağ seçmen AKP’den uzaklaşıyor.

DÜŞÜŞ HALKOYLAMASI SONRASI HIZLANDI

Yapılan tespitlerden en önemlisi de şu:

“AKP’ye destekte Şubat ayından beri bir azalma vardı. Ama çok belirgin değildi. Düşüş 16 Nisan halkoylaması sonrası hızlandı.” Son rakamlara göre, AKP’nin desteği 7 Haziran seçimlerindeki noktaya gelmiş görünüyor. Yüzde 41.

FATURA ERDOĞAN’A KESİLİYOR

AKP için anket yapan şirketlerin üst düzey yöneticilerine AKP’ye desteğin neden düştüğünü sordum. Bir sürü gerekçe söylediler. Ekonomik krizden tutun da hükümetin çalışmalarını, FETÖ soruşturmalarında yapılan yanlışları, siyasi ayağın üzerine gidilmemesini, milli eğitim politikalarını, … sıraladılar.

Hepsini üst üste koyunca önemli bir rakama ulaşıldığını ifade ettiler. Erdoğan’ın şahsına yönelik desteğin düşüşünü de şöyle izah ettiler:

“Hükümet devre dışı. Bütün sorumluluk Cumhurbaşkanında. Cumhurbaşkanı seçimden sonra yürürlüğe girmesi gereken anayasal konumunu fiilen uygulamaya başladı. Taktik açıdan büyük yanlış yaptı. Şimdi bütün fatura ona kesiliyor. Düşünün Fatih Terim’in Çeşme’de kebapçı basması bile ona fatura ediliyor.

Şu anda Erdoğan’a destek AKP’ye desteğin üzerinde. Ancak önümüzdeki dönemde Erdoğan’a destek AKP’ye desteğin altına düşebilir.”

ERDOĞAN’IN BİLGİSİ VAR

Son anketlerden Erdoğan’ın bilgisi olup olmadığını sordum. Araştırma ile ilgili raporların hazırlandığını ve ilgili yerlere sunulduğunu söylediler.

Bu arada, Erdoğan’ın anketleri değerlendirme konusundaki hassasiyetine dikkat çektiler. 16 Nisan halkoylaması öncesi “Evet”i yüzde 58-60’larda gösteren bir şirketin sahibini herkesin önünde “uçuyorsun” diye nasıl fırçaladığını anlattılar.

METAL YORGUNLUĞU

Erdoğan tekrar AKP Genel Başkanı olduktan sonra sık sık AKP örgütlerini eleştirdi. Örgütlerde “metal yorgunluğu”ndan söz etti. Ama durumu “metal yorgunluğu” ile izah etmek giderek zorlaşıyor. AKP’lilerin deyişiyle iş daha vahim!

PAÇADAN ASILAN POLİTİKALAR

Erdoğan’ın durumu düzeltmek için hangi hamleleri yapacağı bilinmiyor. 16 Nisan halkoylamasını Kılıçdaroğlu ile mücadele havasına sokarak kurtarmıştı. Ancak millete hep aynı pilavı yedirmek zor.

AKP’nin daha önce izlediği politikaları terk etme eğiliminde olduğu bir gerçek. FETÖ ile ortaklığını bitirdi. PKK ile açılımı sonlandırdı. Suriye politikasında önemli değişikliklere gitti.

Ama bazı politikalarda ısrarı paçasından asılıyor. FETÖ’nün “siyasi ayağı” konusunda ayak sürüyor.

PKK ile “açılım”ı bitirse de parti içindeki “açılımcılar” duruyor. “Açılım”ın destekçisi Barzani ile nedeni tam anlaşılamayan(!) ilişkiler devam ediyor. Irak ve Suriye politikalarında değişiklikler yapsa da Irak Merkezi Hükümeti ve Şam Yönetimi ile işbirliğinden kaçınıyor.

GÜVEN SORUNU YARATIYOR

Bu da hem içte, hem dışta güven sorunu yaratıyor. Türkiye’nin dostları AKP iktidarını “öngörülebilir” olmaktan uzak buluyorlar. Her an kendilerine kazık atabileceği duygusuyla temkinli davranıyorlar. Uçak krizi sonrasında Ruslarla yaşananlar, Rusların sürekli B planını da yedekte tutmaları bunun sonucu.

İçerde yapılan hatalar da benzer sıkıntılara yol açıyor. Güvensizlik, geniş kitleleri ABD’nin tuzaklarına itiyor. Bakalım önümüzdeki günler ne gösterecek. İzliyoruz!
İsmet Özçelik/Aydınlık

Siverek'te iki grup arasında kavga: Ölü ve yaralılar var
11 Ağustos 2017



Şanlıurfa'nın Siverek İlçesi'nde iki grup arasında çıkan silahlı kavgada, ilk belirlemelere göre 3 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.

İhbar üzerine bölgeye çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi. Polis kavgaya müdahale ederken, yaralılar ambulanslarla Siverek Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak tedaviye alındı.
İnsan Haber

Fenerbahçe maçında İzmir Marşı söylenirken Erdoğan ne yaptı?
5 Ağustos 2017

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Fenerbahçe- Sturm Graz maçını izlemek için Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Ülker Arena Stadı'ndayken Fenerbahçeli taraftarlar İzmir Marşı söyledi. Taraftarlar "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı attı.

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Erdoğan'ın İzmir M
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ağu 11, 2017 10:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Tem 22, 2017 8:39 pm    Mesaj konusu: AKP'li yazardan Erdoğan'ın önerisine zehir zemberek yazıı Alıntıyla Cevap Gönder

MICHAEL JORDAN’IN VEDA ŞARKISINI DA YASAKLAYALIM MI?
Gökhan YAMANGÜL
23 Temmuz 2017



Ayrılık kadar tehlikeli soğuk bir kıştı. Pencereden seyre daldığım İzmir’in deniz rüzgârı askerlik yaptığım adayı cam karesine dondurup yapıştırmış gibiydi. Yurdun çok daha şiddetli kış şartlarından gelen askerler de insanın ciğerlerinde böyle salkım salkım biriken, ne yapsan ısınamadığın bir ayaz görmediklerini söylüyordu. Edgar Allen Poe’nun “güzelim Annabel Lee’sini üşütüp öldüren “deniz cinleri” de bu esintilerde saklı olmalı diye düşündüğüm günü iyi hatırlıyorum.

Tezkereme sadece birkaç hafta kalmış, giden dostların ardından el salladıkça ada daha da ıssızlaşmıştı. Birikmiş yalnızlığımızdan hüzün büyüttüğümüz askerliğin son günleri… Tam da o günlerde yazdığım şiirin bir yerinde; “ince sızılar kalır payımıza / mevsim yorgunu vedalardan / her ayrılık biraz daha ölüm / biraz daha gücenmek hayata” dizelerinin olması sebepsiz değildi. Hayata gücenmek, hatır koymak için yeterince neden sıralayabilirdim.

Söz vedadan açılmışken, 2003 senesinin Şubat ayındaydık ve o gece NBA All-Star maçı vardı. Bütün zamanların gelmiş geçmiş en büyük, en “winner” karakterli basketbolcusu, majesteleri Michael Jordan’ın son Doğu – Batı maçıydı ve onun jübilesi şeklinde planlanıyordu. Tıpkı Magic Johnson’ın vedası şeklinde geçen efsanevi 92 all-star’ı gibi… Bu maç kaçmazdı. Bölük çavuşu olarak o gece kendime 02:00-05:00 koğuş nöbeti kilitlediğimi hiç unutmam. Uykunun yakuttan kıymetli olduğu askerlik zamanları gün sayan ve nöbetten düşmüş bir askerin sırf bir maç için bunu yapması çok kişiye tuhaf gelebilir ama hiçbir tutkusunu orta karar yaşamayı beceremeyen benim gibi birisi için ilk defa olan bir şey değildi. Bahsettiğim tarihten birkaç sene sonra NBA Tv’nin platform değiştirmesi üzerine, evini Kablo Tv olan bir mahalleye taşınmaya teşebbüs eden birisinden söz ediyoruz nihayetinde.

Neyse efendim, 2003 all-star maçının hikâyesine geçmeyeceğim. Şu kadarını söyleyebilirim ki, o gece uykusuz kaldığıma fazlasıyla değdi. Gelmiş geçmiş en unutulmaz Doğu-Batı maçı oldu. İlk uzatmanın bitimine 4 saniye kala Jordan’ın sağ köşeden inanılmaz bir el üstü şut isabetiyle maç Doğu’ya gelmişti ki, Jeramin O’Neal adlı geri zekalı bir basketbolcunun son saniye Kobe Bryant’a yaptığı aptalca faulle maç Batı’ya gitti.

Bütün bunların sizle ilgisinin ne olduğu sorusunu duyar gibiyim? Bu inanılmaz maçın devre arasında, Mariah Carey isimli bir şarkıcı “majesteleri” için HERO (Kahraman) isimli bir şarkı seslendirmişti. O gün, o veda maçı kadar hafızama perçinlenen bir şey olduysa, bu şarkıdır: Hero.

Hani 15 Temmuz Darbe Yargılamasında bir tutuklu üstüne Hero yazılı bir tişört giymişti de, Adil Öksüz’ün salınıvermesinden, TeKadir Topbaş’ın damadının tahliyesinden daha çok konuşulmuştu ya… OHAL hukuk(suz)luğunun nasıl bir şey olduğunu şuradan anlayın ki, neredeyse İngilizce-Türkçe sözlüklerden “hero” kelimesini çıkarma noktasına geldiler. Ben merak ediyorum; önümüzdeki eğitim ve öğretim yılında herhangi bir İngilizce hocası, herhangi bir sınavda “hero” kelimesinin geçtiği bir soru hazırlayabilir mi? Eğer OHAL şartları sürerse, 2017 sonrası İngilizce öğrenen nesilleri bir kelime eksik olarak yollarına devam edecek.

Şaka yapmıyorum. Bugün okuduğum bir haber: “Antalya’da iki genç sevgili “Hero” tişörtü giymiş. Gözaltına alınmış. TEM’de “Fetö üyesi olmaktan” sorgulanıyorlarmış.” Tarihe geçecek bir hukuk komedisidir bu. Böyle saçma bir gözaltı için öncelikle “hero” kelimesinin örgütsel bir kavram olduğunu kayıt altına alman gerek. Kimse sizin politik gündeminizi, darbe mahkemelerinizde neler yaşandığınızı bilmek ve takip etmek zorunda değil. “Hero tişörtü yasaktır, “hero kelimesini kullanmak yasaktır” diye bir kanun veya kanun hükmünde kararname çıkarırsın, sonra buna bağlı olarak bütün teksit fabrikaları ve mağazalardan üstünde hero yazılı tişörtleri toplatırsın. Bu “yasal” bir şeydir. O zaman “yasalar kötü ve saçma” deriz ama “yasal olduğunu” reddedemeyiz. En azından keyfi bir şey olmaktan çıkar. Hani, Salih MİRZABEYOĞLU, İşkence isimli kitabında söz ediyor ya… Aynen aktarıyorum:

(İşkence mevzuu açıldığı zaman, umumiyetle şu beylik söz edilir:

-“İşkence bir insanlık suçudur!”

Oysa bu iş, mücerret bir prensib meselesi değil, hukukî bir suçtur; bu bakımdan da, birer lağım faresi olan işkencecilerin olmayan vicdanlarına seslenme yerine, doğrudan doğruya yetkilileri ve hukuk çevrelerini, hukuk namusuna davet etmek gerekir!..

Malûm olduğu üzere, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde işkence bir suçtur; buna mukabil işkence de, hiçbir “acaba” hissine yer bırakmıyan kaskatı bir vakıa… Yapılması gereken iş, ya kanunun geçerliliğini ispatlayıp işkenceciyi cezalandırarak işkenceye mani olmak, veya “şu işi yapana şu işkence tatbik olunur!” şeklinde hukuku vakıaya uydurmaktır!..

Önce hukuk namusu; işkence yapılacaksa, kanunun hükmü dairesinde olsun… Önce hukuk namusu; “nasıl kanun?”, sonraki iş… Yetkili ağızların, kendi eli kafasını döven salak gibi, kuru kuru işkenceye karşı olduğunu ve işkenceyle mücadele ettiğini söylemesi, emrindeki adama lâf geçiremediğinin itirafıdır; ve bu bir devlet zaafıdır!.. Salih MİRZABEYOĞLU, İŞKENCE, İBDA Yayınları, 1.Basım, 1991)

İşin hukukî yanı böyledir. Bir kelimeyi, yahut bir kıyafeti “yasa dışı örgüt” sloganı kabul etmek için önce bunu yazılı metinle karara bağlayıp resmileştirmen gerekir. Onun doğruluğu yanlışlığı bir sonraki iş. Sadece bir darbe tutuklusunun böyle bir tişört giymesi üstünden bir kelimeye bu kadar gündem yüklemek, hukuk adına ne büyük cinayetse, politik olarak da darbe duruşmalarının ciddiyetine verdiği zararla bir o kadar ihanettir. Bir mücadeleye verilecek en büyük zarar onu sulandırmak ve karikatürize edilmesine sebep abartılı hallerdir.

Hero (kahraman) kelimesini Fetullahçıların sembolü haline getirecek böyle keyfî bir yaklaşım, onlarla mücadeleye mi hizmet eder; yoksa onların ters tarafından desteklenmesi mi? O iki genci gözaltına alan polisler kime hizmet ettiklerinin farkında mı? Bu keyfiliği OHAL’den aldıklarına göre de, OHAL’in kime hizmet ettiği?

Şimdi benim 14 senedir en sık dinlediklerimden olan Mariah Carey’in Hero şarkısını mırıldanmak veya çalmakta mı yasak olacak? O şarkıyı bilgisayarının bir köşesinde bulunduranlar gözaltına mı alınacak? Jordan’a veda şarkısı olarak akıllara kazınmış Hero’yu Jordan klipleri eşliğinde paylaşan NBA severleri ne gibi kötü bir son bekliyor? Bunlar bilinsin ki, herkes ayağını ona göre denk alsın.

Yazının sonunda linkini verdiğim Hero şarkısını bundan tam dört sene önce video paylaşım sitelerinden birisine ben de yüklemiştim. Dönemin başbakanı Erdoğan’ın Fetullah Gülen’e “muhterem hocaefendi, dön artık ülkene; bitsin bu hasret” dediği zamanlarda… Umarım “Hero paylaşmış” diye yakama yapışan çıkmaz.

Merak ettiğim bir şey daha var. O gün o darbe zanlılarından birisi Hero tişörtüyle değil de, “Allah Büyük” yazılı bir tişörtle duruşmaya çıksaydı?

Bir şey daha: Darbe duruşmaları ve Fetullahçılıkla mücadele tişört avına ve “hero” kelimesine kadar indiyse, perdelenen ve gözlerden kaçırılmak istenen çok büyük sırlar vardır ortada. Bu sözüme mim koyun.

ADIMLAR Dergisi

FETÖ’ye iltifat edenleri Bakan yapıyorsunuz!
21 Temmuz 2017



CHP Çanakkale Milletvekili Bülent ÖZ, 19 Temmuz Çarşamba günü TBMM 107. Oturumunda fetöcü siyasileri gündemine alarak Meclis Genel Kurulunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alıp konuşma gerçekleştirdi.

Konuşmasına “İktidar, fetö’yle mücadele adı altında gerçek fetöcülerle mücadele etmiyor” diyerek başlayan CHP’li ÖZ, Biz siyasi ayağına dokunulmuyor dedikçe, içinizdeki fetöcüleri ortaya çıkarmıyorsunuz aksine fetöye hakikat damlası diye iltifatlar eden vekilinizi Bakan yapıyorsunuz.” vurgusu yaparak, şunları ifade etti;

ERGENEKON VE BALYOZ SÜRECİNDE SAHTE DELİLLERLE İNSANLARI HAPİSLERE ATTINIZ
Yine adaleti ilgilendiren bir kanun değişikliği üzerinde konuşuyoruz. On beş yıldır değiştirdiğiniz yasaları defalarca yine değiştiriyorsunuz çünkü muhalefeti dinlemiyorsunuz. Önerilerimize kulak verseniz, bu kanunları, üzerinde bu kadar hata yapıp değiştirme ihtiyacı hissetmezdiniz.

Üzerinde konuştuğum 17’nci maddede “okunur” ibaresini “anlatılır” şeklinde değiştiriyorsunuz ama ne okuyorsunuz ne anlıyorsunuz. Yine maddede, delil ve belgelerden bahsediyorsunuz ama Ergenekon ve Balyoz sürecinde sahte delil ve belgelerle onlarca masum insanın hapislere atıldığını unutuyorsunuz ya da onlarca vatandaşımızın masumiyetlerini kanıtlayacak delil ve belgelerini görmüyorsunuz. Adalet Yürüyüşümüz için “sözde adalet” diyorsunuz fakat on beş yıldır kendi sözde adalet uygulamalarınızı görmezden geliyorsunuz.

BANK ASYA’NIN AÇILIŞI FOTOGRAFI İLE 15 TEMMUZ’UN BİRİNCİ YIL DÖNÜMÜ FOTOĞRAFI ÇOK BENZİYOR
15 Temmuz darbe girişiminden sonra “fetö’yle mücadele” adı altında gerçek fetö’cülerle mücadele etmiyorsunuz. Binlerce vatandaşımızı iddianamelerini hazırlamayarak hapislerde bekletiyorsunuz, adaletsizlik yapıyorsunuz. fetö’yle mücadelede samimi olmuyorsunuz.

Bank Asya’nın kurdelesini kesenlerin fotoğrafına bakıyoruz, bir de 15 Temmuz’un 1’inci yıldönümündeki fotoğraflara bakıyoruz; hiç değişen bir şey görmüyoruz. Kurdeleyi kesenler aramızda dolaşıyor, Bank Asya’nın önünden geçenler tutuklanıyor. Âdeta aklımızla dalga geçiliyor.

FETÖ MUHİPLERİ DEVLET PROTOKOLÜNÜN ÖN SAFLARINDA
15 Temmuz’un 1.Yıldönümünde Meclis’te yapılan etkinlikleri işaret eden AK PARTİ Milletvekili Mehmet Metiner’in “FETÖ muhipleri, devlet protokolünün ön saflarında oturuyor.” sözlerini hatırlatan ÖZ; Biz fetönün siyasi ayağını ortaya çıkaracak mücadelede şeffaf ve samimi bir mücadele isterken bizi fetöyü cesaretlendirmekle suçluyorsunuz. Oysa kendi vekiliniz bu gerçeği ortaya koyarak içinizdeki fetöcü siyasilerinin milletin gözünün içine baka baka hala devlet protokolünde ne işleri var? Gerçeğini dile getiriveriyor. Bu durumu görmezden geliyorsunuz yani Milletin aklıyla oynuyorsunuz.

KHK İLE AKAMDEMİSYENLER GÖREVİNDEN ATILIYOR SÖZDE AKADEMİSYEN ADİL ÖKSÜZ SERBEST BIRAKILIYOR
Fetöyle mücadelede iktidarın samimi olmadığını tekrar hatırlatan ÖZ; KHK’yla binlerce akademisyen görevinden atılıyor, darbeyi yöneten sözde akademisyen Adil Öksüz serbest bırakılıyor.
15 yaşındaki askerî öğrenciler bir yıldır hapiste tutuluyor, darbecilerle on iki saat içeride kalan Hulusi Akar ifade vermeye gelmiyor.

15 Temmuz günü MİT’e gelen darbe ihbarı önemsenmiyor, asılsız ihbarlarla binlerce vatandaşımız darbeci ilan ediliyor. Aynı şekilde, Hakan Fidan da Darbe Komisyonuna ifade vermeye gelmiyor.
“Ergenekon kasası” iddiasıyla Kuddusi OKKIR hastalıktan ölüme terk ediliyor, damatlar hastalıktan serbest bırakılıyor. Ensar’a kulaklar tıkanıyor, gerçek fetö’cülere gözler kapanıyor, sap ile saman ayrılmıyor. Dedi.
İddianame bile hazırlanmadan insanlar hapislerde yatıyor, aileler mağdur bırakılıyor, vatandaşımız bir an önce adalet istiyor.

İKTİDARINIZ ZARAR GÖRECEK DİYE SİYASİ FETÖCÜLERE GÖZLERİNİZİ KAPATIYORSUNUZ
İktidarın amacının fetönün siyasi ayağını ortaya çıkarmak olmadığını, böyle olursa iktidarlarının zarar göreceğini ifade eden ÖZ; Zamanında TV kanallarında fetö’ye övgüler düzen, toz kondurmayan Reşat Petek önce sahte bağış makbuzu gösterdi fakat baktı olmadı, kendinden başka inanan bulamadı, şimdi de yeni skandala imza atıp partimizi fetö’yü cesaretlendirmekle suçluyor ve bizleri güldürüyor.

CHP FETÖ TEHLİKESİNİ YILLAR ÖNCE SÖYLEDİ BUNA RAĞMEN HER İSTEDİKLERİNİ VERDİNİZ
Siyasi çıkarlarınız zarar görmesin diye zamanında FETÖ tehlikesine dikkat çektiğimizde kulaklarınızı tıkadınız. Bugün ise hiçbir fark yoktur çünkü siyasi iktidarınız zarar görecek diye gerçek fetö’cülere gözlerinizi kapatıyorsunuz ve fetö’cü siyasileri açıklamaktan çekiniyorsunuz. Aksine fetö’ye “hakikat damlası” diye iltifatlar eden milletvekilinizi bakan yapıyorsunuz.

Bununla da yetmiyormuş gibi, yıllarca fetö’yle mücadele etmiş Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini fetö’yle ilişkilendiriliyorsunuz ve yine Milletimizi kandırıyorsunuz şeklinde düşüncelerini ifade etti.
Fetö’nün emrini de tavsiyesini de ülkemizden ne istediğini de herkes gibi sizler de çok iyi biliyorsunuz. Fetö ‘nün yolunun yol olmadığını anladığınız gün “Ne istediler de vermedik?” diyerek halkımıza dert yanıyorsunuz. Sözde ” fetö’yle mücadele ediyoruz.” diye OHAL’i dördüncü kez uzatıp çaycıyı, baklavacıyı fetö’ye destekten içeri atıyorsunuz, fetö’cü siyasileri sorduğumuzda “MİT’e sorduk, siyasi fetö’cü yok.” diyorsunuz.

SEFFAF OLURSANIZ, FETÖYLE BİRLİKTE MÜCADELEYE HERZAMAN HAZIRIZ
Biz milletin huzurunda, kürsüde iktidara karşı eleştirimizi yaptığımız kadar yapıcı da oluyoruz. Zaten uyarılarımıza, tavsiyelerimize biraz kulak verilseydi bugünleri yaşamayacaktık. fetö’ye söz söyleyeni düşman ilan edenler, ağızları dolu dolu ağıtlar yakanlar şimdi ağızlarına fetö düşmanlığı takıp her gün fetö’yle başkalarını ilişkilendirmeye çalışıyorlar. Bırakın başkalarını fetö’yle ilişkilendirme çabalarını lütfen şeffaf olun. Fetö’yle mücadelenizde biz öteden beri hep söyledik “Şeffaf olun.” Dedik.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak “Biz her zaman için desteğe hazırız.” dedik ve yine hazır olduğumuzu söylüyoruz. Şeffaf olalım. fetö’yle mücadeleyi birlikte, gerçek fetö’cülerle mücadele ederek yapalım.

Anahtar Kelimeler:Fetö
Yurt Gazetesi

AKP'li yazardan Erdoğan'ın önerisine zehir zemberek yazı

Erdoğan'ın ABD'nin tüm dünyanın " vahşet " olarak tanımladığı insanlık dışı vahşetin adı Guantanamo hapishanesi giysilerini Türk mahkumlar için önermesine bir tepkide AKP'li yazardan geldi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 15 Temmuz tutuklularını tek tip kıyafetle mahkemeye çıkarma önerisi gündemde tartışılmaya devam ediyor. 

AKP MEDYASINDAN ELEŞTİRİ

Muhalefetten ve sosyal medyadan gelen çok sayıda eleştriye birde yandaş yazar eklendi. AKP'li yazar Ahmet Taşgetiren'den itiraz geldi. Taşgetiren, "Tek tip elbise konusunda Guantanamo adını anmak bile işkenceyi, zulmü, hukuksuzluğu çağrıştırıyor. Aman ha!" dedi.SAKIN HACumhurbaşkanı Erdoğan, Cemaat tutuklularının tek tip kıyafetle mahkemeye çıkarılması için Binali Yıldırım'a talimat vermişti.Talimat sonrası çalışmalar başlarken, AKP'li yazar Ahmet Taşgetiren, bu talimata itiraz etti.

ADINI BİLE ANMAK İŞKENCEYİ ÇAĞIRIŞTIRIYOR

Taşgetiren, Star gazetesinde yer alan yazısında konuyla ilgili şu ifadeleri kullandı:



Kaynak: Haberartıturk

Tayyip, Temmuz’da neden yünlü yelek giyiyor?
21 Temmuz 2017



15 Temmuz 2017. Tayyip Erdoğan özel uçağıyla İstanbul’dan Ankara’ya dönerken kamuoyuyla paylaştığı malum fotoğrafta görüldüğü gibi üstünde abartısız 5 santim kalınlığında yünlü bir yelek var.

Ocak ve Şubat soğuğunda anlarım da, 15 temmuz tarihinde gömleğin üstüne niçin böyle bir yünlü yelek, izah edemedim.

Kimileri bu duruma yeleğin içinde zırh var yorumunu getirdi lakin öyle olsa bile Erdoğan özel uçağında buna niçin ihtiyaç duysun?

Uzman bir hekim arkadaşım, şu sebepten ötürü çok üşüyor, onun için yünlü yelek giyiyor dedi ama doğruluğundan emin olmadığım için dillendirdiği üşüme sebebini yazmayayım.

Eğer söylenen doğru ise sağlık sorunu bu, herkesin başına gelir. Sayın Erdoğan’a geçmiş olsun diyoruz.

(..)

ANKARA’DA RÜŞVET KULELERİ!

Ankaralı ünlü bir müteahhit ile rant kuleleri sohbeti:

-“Sabahattin bey Ankara’da iki yıldır emlak satılmıyor, stop etti.”

-“İyi de o zaman neden habire yeni inşaatlar yapılıyor?”

-“Haklısın yapılıyor çünkü parayı en iyi saklama yolu betona gömmek.”

-“Anlamadım.”

-“Kara ve rüşvet paraları inşaat ile aklanıyor.”

-“Biraz daha açar mısın?”

-“Ben 40 küsür yıldır Ankara’da konut ya da inşaat sektöründeyim.Hiç bilmediğim insanlar şimdi kuleler dikiyor. Üstelik sektörde ilan edilmemiş kriz var. Beli ki amaçları para kazanmak değil, saklamak.”

Sabahattin Önkibar /Aydınlık

AKP’de kıpırdanma!
23 Temmuz 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı olmasından sonra ortalık durulmuştu. Son günlerde AKP kulisleri yeniden hareketlendi.

AKP kurmaylarına göre bunun birçok nedeni var. İlk akla gelenleri şöyle sıralıyorlar:

– AKP’de kongre süreci başladı. Milletvekilleri, belediye başkanları kendi adamlarını yönetime getirmek istiyor. Herkes birbirinin sırtına basarak yükselme telaşında.

– “Gizli FETÖ” AKP içindeki konumunu koruma peşinde. Pensilvanya’dan gelen emir böyle. Tasfiye edilmemek için her yolu deniyorlar. Bu nedenle parti içindeki çatlaklardan yararlanmaya çalışıyorlar.

– Peş peşe yapılan hatalar güven sarsıyor. Siyasi beklenti zayıfladığı için partililer özgürleşti. Artık daha rahat konuşuyorlar. Yeni dönemde milletvekilliği cazip olmaktan çıktığı için ağzı çözülenler arttı.

– Yapılacak ilk seçimde Cumhurbaşkanlığını kazanacaklarına olan inanç giderek zayıflıyor. Bu da partide disiplin zaafına yol açıyor

GEMİYİ TERK EDECEKLERİN SAYISI YÜKSELİYOR

AKP dönemi zenginlerinin, yeni döneme hazırlık yaptıkları gözleniyor. Şu aralar AKP’yi en fazla eleştirenler onlar. ANAP döneminden gelen bir AKP’li, ANAP’ın son dönemlerine vurgu yaptı. ANAP zenginlerinin ANAP’ın gideceğini anlayınca neler yaptıklarını hatırlattı.

“Henüz o aşamada değil, ama gidişat o yönde. AKP dönemi zenginleri yeni dönemin Beyefendileri(!) olma yolunda” dedi.

En ufak bir tökezlemede, AKP gemisini terk etmeye hazırlananların sayısı artıyor.

BÜROKRAT-SİYASETÇİ SOĞUKLUĞU

Cumhurbaşkanı Erdoğan bakanlardan çok bürokratlarla iş yapıyor. Danışmanlar bakanlardan daha etkili. Siyasetçileri ikinci plana atmış durumda. “Yeni döneme hazırlık” olarak izah ediliyor.

Bu durum, bürokratlarla siyasetçiler arasında soğukluğu artırıyor.

Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde bakanlıklara atadığı müsteşarlara söyledikleri konuşuluyor. “Bakanı falan boşver, bundan sonra birlikte çalışacağız” sözleri hatırlatılıyor. Arkasından da “Şu anda durum o günlerin çok ötesinde” ifadeleri kullanılıyor.

Anlatılanlara göre, bakanlar kendi aralarında yaptıkları özel sohbetlerde hep bürokratlarını çekiştiriyorlar. Bürokratların talimatlarını dinlememesinden yakınıyorlar. Sıkıntının Cumhurbaşkanının çalışma sisteminden kaynaklandığını şikayet ediyorlar.

BİLAL-DAMAT ÇEKİŞMESİ

AKP Meclis ve Genel Merkez kulislerinde konuşulan konulardan biri de oğul Bilal Erdoğan’la, damat Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın arasının limoni olması.

Son dönemde damat Albayrak’ın fazla öne çıkmasına Bilal Erdoğan’ın bozulduğu vurgulanıyor. AKP Meclis Grup Başkanvekilleri arasında Albayrak’a ve Bilal Erdoğan’a yakın isimlerin kendi aralarında çekiştikleri ifade ediliyor. Aynı durumun parti yönetiminde ve bakanlar kurulunda da yaşandığı bildiriliyor.

AKP kulislerinde anlatılanlar böyle. Yalansa onların yalanı..!

KURTULMUŞ MECLİS BAŞKANI MI OLACAK?

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş Başbakan Binali Yıldırım’ın bastırmasıyla tenzili rütbe ile Kültür ve Turizm Bakanlığına kaydırıldı.

Ancak Kurtulmuş’un çevresinde “Bu ilk raunt” imasında bulunuluyor. Ekim ayında Kurtulmuş’un 2 numaraya yükselebileceği vurgulanıyor.

İsmail Kahraman’ın yerine Meclis Başkanı olabileceği ifade ediliyor.

KONGRE HASSASİYETLERİ

AKP örgütlerinde “değişim” için düğmeye basıldı. İlçe ve il kongre sürecine girildi. Kongrelerde toplu kopmalara yol açacak gerilimlerden uzak durulması isteniyor. Tasfiyelerin “tereyağından kıl çeker gibi” gerçekleştirilmesi uyarısı yapılıyor.

Kongrelerin en hassas noktalarından birinin ilçelerde il kongre, illerde genel kongre delegeleri olacağı bildiriliyor. Genel kongre delegelerinin bizzat Erdoğan’ın onayından geçeceği özellikle dile getiriliyor.

Erdoğan’ın işi çok sıkı tuttuğu belli.

Bir anlamda varlık yokluk meselesi.

İşi şansa bırakmak istemiyor!

İsmet Özçelik/Aydınlık

Dumankaya’nın konut mağdurları ne olacak?
23 Temmuz 2017



Yeni Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, düne kadar TMSF’den sorumluydu. 18 Mayıs’ta “Mağduriyetler çözülecek” sözünü hatırlıyor mudur?

15 Temmuz darbe girişimi birbirine benzemez mağdur kesimleri yarattı. Çoğu ağır hak ihlalleriyle kıyaslandığında fark edilmiyor bile. Ama on binleri etkiliyor.
Zaman ilerledikçe mağduriyet büyüyor.
FETÖ’ye finasla bağlantı gerekçesiyle TMSF’ye devredilen şirketlerle yaratılan mağduriyetten söz ediyorum. Eski sahibi “Kandırıldım” diyen Dumankaya İnşaat bunlardan biri. Beş ayrı konut projesinde 10 bine yakın mağdura yol açmış.
Kimisi yüzde 80 düzeyine ulaşmış inşaatlar çivi çakılmadan çürüyor.
Vaktiyle belediyenin verdiği ruhsata, bankanın ikiletmeden sağladığı konut kredisine, noterin resmi sözleşmesine güvenip yüz binlerce TL borç altına girmişler. Yüzlercesi hem banka kredisi, hem de ev kirası ödüyor.
Konutların teslim tarihi çoktan geçmiş. Tek istedikleri kendilerine bir teslim tarihi verilmesi. Ama ne zaman TMSF’nin Dumankaya için CEO’luğa atadığı Polat Sağır’a gitseler “sabır” telkininden başka bir şey alamıyorlar.
Yeni Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, düne kadar TMSF’den sorumluydu.
18 Mayıs’ta “Mağduriyetler çözülecek” sözünü hatırlıyor mudur?
Dumankaya mağdurları bugün bir basın açıklamasıyla seslerini duyurmaya çalışacaklar.
Merak edilesi bir konu daha var bence:
Dumankaya’nın CEO’su AKP Üsküdar Belediye Başkan aday adayı imiş.
Onca insan, hiçbir dahli bulunmayan kanlı bir darbe girişiminden dolayı hak etmediği bir mağduriyet yaşarken, buralara CEO diye atanan AKP’lilerin bu görevler karşılığında ne kadar maaş aldığını öğrenmek hakkımız. (Kamu kaynaklarından ödendiğini varsayıyoruz tabii.)
Yani bunca insan evleri çürümeye bırakılmış ve aynı anda banka kredisi ile kira öderken, bu maaşların hakkı nasıl veriliyor?
Çiğdem Toker/Cumhuriyet

Protokol savaşının perde arkası!..
25 Temmuz 2017
Mehmet Faraç



Kavganın, atışmanın, gerginliğin ve kaosun olmadığı yer kaldı mı acaba bu ülkede?..

AKP’nin iktidara gelmesinin ardından son 15 yılda, sert siyaset söylemleri, “alikıran başkesen” uygulamalar ve pervasız tavırlar yaşamdan hiç eksilmedi…

Ve bitmeyen kabadayı siyaset anlayışı ile kanun tanımazlık nedeniyle çatışmanın girmediği bir alan da yok artık…

Baksanıza; iç politikadan diplomasiye, devletin tepesinden bürokrasinin en altına kadar her yerde, herkesle çatışan, kavga eden ve rest çeken insanlar ne yazık ki işbaşında;

İktidar içinde kavga, eski kankayla (FETÖ) kavga, muhalefle kavga ve her alandan muhalifle kavga…

Meclis’te kavga, medya patronuyla kavga, gazetecisiyle kavga ve herkesimden işadamlarıyla kavga…

Irak’la kavga, Suriye ile kavga, Rusya’yla kavga, Arap ülkeleriyle kavga, Avrupa Birliği’yle kavga ve nihayet Almanya ile de kavga…

Son kavga, devletten milyonlarca lira maaş alan spor insanlarının, restoran basarak topluma kötü örnek olması kadar basit de değil…

Önceki gün Ordu’da, devletin yöneticileri bu kez “protokol” sırası yüzünden kavga ettiler!… Hem de Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş ile binlerce yurttaşın önünde!..

Ordu’nun AKP’li belediye başkanının, kentin emniyet müdürünü oturduğu koltuktan kaldırması nedeniyle çıkan tartışmada, belediye zabıtaları ile devletin polisleri birbirine girdi ki, tam da utanç verici bir rezalet yaşandı…

Bu skandal neyi özetliyor biliyor musunuz; cumhuriyet tarihinde devletin çivisinin bu kadar çıktığı ve de o çivinin utançtan kıpkırmızı pas tuttuğu bir dönem olmamıştır…

ORDU’DA FETÖ KAVGASI?..

Peki; Ordu’da siyasetçilerle devletin bürokratları arasında hem de bakan, vali ve jandarma komutanının önünde patlak veren kavganın asıl sebebi nedir?..

2016 yılı ortalarında Ordu Büyükşehir Belediyesi’nde görevli 13 kişinin FETÖ operasyonlarında açığa alındığını anımsatmak gerekiyor…

Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Nisan 2017’de, kentte düzenlediği mitingin ardından Ordu Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik ziyaretini iptal etmesi, belediye ile emniyet kavgasının fitilini de ateşlemiş…

Çünkü Ankara’ya dönen Erdoğan, belediye binasında “arama” yapılması talimatını verince, Ordu Emniyet Müdürlüğü ekipleri belediyeyi tamamen boşaltmış, belgelere el konulurken 6 kişilik uzman ekip ise “böcek” araması yapmış!..

İşte bu FETÖ operasyonu belediye ile emniyeti karşı karşıya getirmiş… Hatta Emniyet Müdürü Suat Çelik’i kendisine “komplo” kurmaklasuçlayan AKP’li Belediye Başkanı Enver Yılmaz o dönemde tepkisini şöyle yansıtmıştı;

“Belediyenin etrafı komple sarılmak suretiyle, milletvekillerimiz ve genel sekreterimiz de dahil olmak üzere binaya sokulmayarak, olayı çok farklı noktalara getirdiler. Başta İl Emniyet Müdürü’nün sürece ilişkin tüm polis teşkilatını buraya yığması, etrafı çevirmesi ve tüm binayı boşaltmasını kamuoyunun takdirine bırakıyorum.”

Ordu’daki sözde “prokol kavgası” şu algıya da yolaçıyor; AKP’li başkan, belediye binasına operasyon yaparak dosyaları kaldıran emniyet müdürünü protokol sandalyesinden kaldırınca savaş çıktı!.. Sanki bir intikam çatışması?..

Bu kavga ve CHP’nin, “AKP’deki FETÖ’cülere dokunulmuyor” şeklindeki eleştirileri yanyana getirildiğinde ortaya şöyle bir manzara da çıkıyor; FETÖ çatışması iktidar içinde giderek büyüyecek…
İlk Kurşun

Zeynep Gürcanlı: ‘Değeri kendinden menkul’ bir yalnızlık…
26/07/2017

Türkiye’de dış politikayı izlemek de, değerlendirmek de, yazmak da çok zor artık. Almanya ile kriz yaşanırken, ABD ile “kandırıldık” teranesine beş kala, Ortadoğu’dan ‐Katar dışında‐ tamamen dışlanmışken, Cumhuriyeti vatandaşı olmakla gurur duyan biri için yazmak zor.

Halen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Başbakanlık başdanışmanı iken Türkiye’nin dış politikasının adını “Değerli yalnızlık” koyduğunda eleştirmiş, hafife almış, üzülmüştük. Meğerse doğru söylüyormuş; Türkiye’nin bugün yaşadığı “değeri kendinden menkul” bir yalnızlık…

İçine düştüğümüz durum zor. Hamaset ve kibirle dış politika yürütülebileceğini sanan bir kadroyla, bu krizlerin çözülmesini beklemek çok daha zor…

Zeynep Gürcanlı’nın yazısının tamamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/zeynep-gurcanli/zor-yazi-1943414/

Öğrenci evlerine 28 Şubat kuşatması
26 Temmuz 2017

​Evini öğrenciye kiralayacak ev sahipleri Milli Eğitimden izin ve ruhsat almak zorunda.

KİRALAMAK İZNE BAĞLI

Resmi Gazete'de yayınlanan yeni yönetmelikle, evlerini öğrencilere kirayacak ev sahiplerine il ve ilçe millî eğitim müdürlüklerinden ruhsat alma zorunluluğunun getirilmesi, bir 28 Şubat projesinin daha hayata geç irilmesi olarak yorumlandı.

O zaman yapılamadı

“Cemaat” bağlantılı yurtların kapatılması ve Diyanet evlerinin yaygınlaştırılması gibi uygulamalardan sonra gündeme getirilen bu yeni düzenleme, “28 Şubat’ta planlanıp da yapılamayanlar bu dönemde tek tek tatbik ediliyor” dedirtiyor.

Etiketler: meb, resmi gazete, öğrenci, yurt, öğrenci evi, 28 şubat
Yeni Asya

Yargı hukuksuzluğa direnmeli
27 Temmuz 2017



Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Cumhuriyet yazarlarının yargılandığı davaya sert tepki gösterdi. Hanefi Avcı, yanlışlara direnmesi ve tavır alması gerektiğini söyledi.

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Cumhuriyet yazarlarının yargılandığı davaya ve “FETÖ” operasyonlarına sert tepki gösterdi. Hanefi Avcı, yargının toplu tavır alması gerektiğini belirterek, “Bunu yapanlar yargılanacak. Gerektiği zaman direneceksiniz, bu yanlış diyeceksiniz, yargının toplu tavır alması lâzım. Bu kadar ülkeyi kötü gösterecek, bu kadar haksızlık yapacak, adaletsizlik yapacak ortama meydan vermemesi lâzım. Herkesin risk alması lâzım. Kararlarıyla bunu göstermeleri lâzım. Bu iddianameler boş demeliler. Bunu siz demezseniz kim yapacak? Kabul edilemez sınırları aşıyor, birçok Avrupa ülkesi bizi Afrika gibi görüyor. Bunu yapanlar yargılanacaklar, çünkü yaptığınız yanlış. Bu kimseye fayda getirmez” dedi.

‘’Bu çağ bitmiştir’’

Basın mensuplarının yazı yazarak suç işleyemeceklerini söyleyen Avcı, ’’Bu çağ bitmiştir. Dünyada modern ülkelerde, medenî ülkelerde yazarak kamu suçu işleyemezsiniz. Hangi gazete yazarsa yazsın, hangi belgeyi yayınlarsa yayınlasın bundan suç çıkaramazsınız. Basın mensuplarını tutuklamak, basın mensuplarına uyduruk suçlar itham etmek doğru değil. İddiaların hiçbirinin ciddiyeti yok, iddialar doğru olsa bile suç değil. Basın mensupları her şeyi yazacaktır, her şeyi eleştirecektir, zaman zaman sizin muhalif gördüğünüz suç örgütleri hakkında da yazı yazacaklardır. Yazı yazmaktan dolayı hiç kimseyi sorgulayamazsınız’’ ifadelerini kullandı.
Yeni Asya

İhbar makinası 139 kişiyi jurnalledi, memuriyetine 'iftira' suçundan son verildi
27 Temmuz 2017

​TCDD'de çok sayıda çalışma arkadaşını Gülen mensubu olduğu iddiasıyla şikayet edip KHK ile ihraç edilmelerine neden olan Kenan Ülkü'nün memuriyetine 'iftira' suçundan son verildi.
Yeni Şafak'ın haberine göre, görev yaptığı TCDD’deki çok sayıda ismi Gülen örgütü üyesi olduğu iddiasıyla CİMER, BİMER, savcılığa ve TCDD Teftiş Kurulu’na ihbar eden Kenan Ülkü'nün ihbar ettiği isimlerden bir çoğu ihraç edilmesine rağmen memuriyetine 'iftira' suçundan son verdi.

ERDOĞAN'IN ÇAĞRISIYLA İHBAR ETTİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 'Tanıdığınız FETÖ’cüleri ifşa edin. Savcılıklara bildirmeniz lazım. Bu bir vatanseverlik borcudur' çağrısı üzerine çalıştığı kurumdaki kişileri ihbar eden vatandaş 'iftira' suçundan ihraç edildi. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nda (TCDD) çalışan Kenan Ülkü, Erdoğan’ın çağrısı üzerine Gülen’ci olarak değerlendirdiği kişileri Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER), Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER), TCDD Teftiş Kurulu ve savcılığa ihbar etti.

İFTİRA SUÇUNDAN SORUŞTURMA

Ülkü’nün verdiği ihbar dilekçeleri üzerine TCDD Teftiş Kurulu Başkanlığı ve savcılıkça soruşturma başlatıldı. Savcılığın yürüttüğü soruşturma kapsamında şu ana kadar ihbar dilekçesindeki isimlerden 62’si çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile ihraç edildi. Diğer isimler hakkındaki soruşturmalar ise halen devam ediyor. Ancak Teftiş Kurulu, savcılığın yaptığı soruşturmalar bitmeden Ülkü hakkında 'iftira' iddiasıyla soruşturma başlattı.

139 KİŞİYİ İHBAR ETTİ

Kurulun başlattığı soruşturma dosyasında, Ülkü’nün ihbar ettiği 139 kişi hakkında hakikate aykırı suçlamalarda bulunduğu, bunlardan sadece 13’ü hakkında bilgi belge sunduğu, diğer 126’sı hakkında ise hiçbir bilgi ve belge sunmadığı belirlendi. Ancak söz konusu 139 isim arasından da ihraç edilenlerin olduğu hatta 692 sayılı son kararnamede, Ülkü’nün sunduğu listeden 3 ismin yer aldığı öğrenildi. Bunlardan TCDD Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Alpaslan Canöz’ün ByLock kullanıcısı olduğu öne sürüldü.

'HAKİKATE AYKIRI SUÇLAMALAR'

TCDD Teftiş Kurulu, yürütülen soruşturmanın ardından 18 Mayıs 2017’de yapılan toplantı sonucu Ülkü’nün memuriyetine son verilmesine karar verdi. Kararın gerekçesinde ise Ülkü’nün 'hakikate aykırı suçlamalarda bulunduğu' belirlendi. Ayrıca kararda, TCDD Personel Yönetmeliği gereği Ülkü’nün, 126 kez (belge vermediği iddia edildiği kişi sayısı) 'kademe ilerlemesinin durdurulması' cezasıyla cezalandırılması gerektiği, ancak aynı yönetmeliğin, 'Bir olayda aynı cezayı gerektiren çeşitli suçların birleşmesi halinde ceza vermeye yetkili makamlar takdir haklarını kullanarak her suç için ayrı ceza verebilecekleri gibi suçlara karşılık olan cezayı şiddetlendirmek suretiyle bir üst derece cezayı da verebilirler' hükmü uyarınca memuriyetine son verildiği kaydedildi.
Yeni Asya

Sırada Hakan Fidan ve Hulusi Akar mı var
28 Temmuz 2017

Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan ayrılma sinyalleri vermesi, gözleri darbe girişiminin kilit isimlerinden Hakan Fidan ve Hulusi Akar'a çevirdi

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in görevini bırakacağının sinyalini vermesi konusunda Oda TV yazarı Müyesser Yıldız farklı bir yorum getirerek, Görmez'den sonra sıranın darbe girişiminin kilit isimlerinden MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'a gelebileceğini yazdı.

Yıldız yazısında, Hürriyet köşe yazarı Abdülkadir Selvi'nin ortaya çıkardığı "Darbe gecesi Fidan ve Görmez MİT karargahında buluştu" bilgisi ışığında hem Görmez'in o geceki misyonu, hem buluşma hem de Fidan-Akar ikilisinin akıbeti konusunda fikirler ileri sürdü.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Görmez'i iki yıl öncesine kadar "İslam aleminin de dini lideri" ilan ettiğini hatırlatan Yıldız, "MİT Müsteşarı, Görmez'le randevusundan neden söz etmedi? Görmez, o saatte MİT'e randevusuz, çat kapı mı geldi?" diye sordu

Yıldız yazısını şöyle sürdürdü:

Tüm bunlardan sonra Mehmet Görmez'in gidiyor olmasının AKP kulislerinde nasıl yorumlandığına gelirsek;Öncelikle Erdoğan'ın yakın çevresinin, Ahmet Davutoğlu, Hulusi Akar, Hakan Fidan ve Mehmet Görmez'i bir ekip olarak gördüğünü belirtelim.

Davutoğlu, 2016'da bir MKYK operasyonu ile gönderildi. Bu operasyon sırasında AKP kulislerinde, Davutoğlu'nun ilk aradığı ismin Hakan Fidan olduğu ve “Ne yapacağız?” diye sorduğu iddialarının gündeme geldiğine dikkat çekip, devam edelim: Hatırlanacağı gibi Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Akar ve Fidan için şunları söylemişti:“Bizde bir söz var, ‘Dereyi geçerken at değiştirilmez’.

Şu anda biz böyle bir sürecin içerisindeyiz ve bu sürecin içerisinde de şu anda arkadaşlarımızla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şunu çok açık, net söylememiz lazım. Bir istihbarat zaafı söz konusudur, vardır. (ABD, Fransa, Belçika, İngiltere ve Almanya'daki istihbarat zaafiyetlerinden örnekler verdikten sonra) Demek ki, zaman zaman istihbarat zaafları olabiliyor.

Ama bütün bunlara rağmen biz Sayın Başbakanımızla değerlendirmelerimizi yaparız, atacağımız bir adım varsa, bu konuda ondan sonra atarız. Şu anda hepsi görevinin başındadır.”

“MİT Müsteşarı size istifasını sunmadı” ifadesi üzerine ise “Hayır. Zaten gerek kendisi, gerek Genelkurmay Başkanımız, ‘Bu konuda tasarruf size aittir, sizler bu konuda bizimle ilgili hangi tasarrufta bulunursanız bizim buna karşı söyleyecek bir şeyimiz yok, vereceğiniz herhangi bir görevi de yapmaya yine devam ederiz’...

Bizde bu anlayış hâkimdir” demişti.Başbakan Binali Yıldırım da geçen yıl 2 Ağustos'ta MİT Müsteşarıyla ilgili, “Cevap alamadığınız bürokratla çalışmayı sürdürmekten yana mısınız?” sorusunu şöyle cevaplandırmıştı:

“Çok samimiyetle bir şey söyleyeyim, bizim için işlerin önceliği ve önemi var.
Biz büyük felaketin eşiğinden döndük ve şu anda bununla ilgili yapmamız gereken birçok iş var. Bunları yaptıktan sonra geçmişe dönüp, nerede ne yanlış yapıldı, bürokrasi ne yanlış yaptı, bütün bunların özeleştirisini tabii ki yapacağız.”Erdoğan ve Yıldırım'ın bu sözlerinin üzerinden 1 yıl geçti...
Ve Görmez'in gidişiyle ilgili olarak söylenen de şu:“Ekibin küçüğünden başlandı!..”

Haberartıturk

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Büyükerşen'e saldırı
29.07.2017

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen saldırıya uğradı. Büyükerşen, saldırı sonrası yaptığı ilk açıklamada "Bu tür tehditler ve saldırılar beni asla yıldıramaz. Şehrin menfaatleri her şeyin üzerindedir" dedi.

Alınan bilgiye göre, Eski Bağlar Mahallesi Üniversitesi Caddesi'ndeki açık hava parkından yürüyerek geçen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, bu sırada bir iş yeri sahibiyle henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı sözlü tartışma yaşadı.

SİLAH ÇEKTİLER

Tartışmanın devam ettiği sırada, iş yeri sahibinin yanında bulunan bir kişi, silahını çıkardıktan sonra CHP'li belediye başkanı Büyükerşen'i darp etmeye çalıştı.

Etraftakilerin araya girmesiyle Büyükerşen yara almadan olay yerinden uzaklaştırılarak Haller Gençlik Merkezi'ne götürüldü. Olay yerine gelen polis ekipleri, Büyükerşen'in ifadesi doğrultusunda saldırı girişiminde bulunan kişiyi arama çalışması başlattı. Olay hakkında Eskişehir Valisi Özdemir Çakacak da bilgilendirildi.

BÜYÜKERŞEN: BU TÜR TEHDİTLER VE SALDIRILAR BENİ YILDIRAMAZ

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi'nden Başkan Büyükerşen'e yapılan saldırıyla ilgili yapılan açıklamada, saldırganın Mahfuz Banlı adlı bir sabıkalı bir kişi ve yanındakiler olduğu belirtildi.

'Kamuoyunun dikkatine' başlıklı açıklama şöyle:

"29 Temmuz 2017 cumartesi günü saat 17.30 sıralarında TCDD'ye ait YHT yeraltı hattı üzerindeki alanda, işletmecilik yapan kişiler tarafından Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'e silah çekilmiştir.

Büyükşehir belediye başkanı seçildiği ilk günden bu tarafa, Eskişehir'in çağdaş ve huzurlu bir kent olması için çalışan ve bu gerçek tüm ülke kamuoyu tarafından bilinen Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in uğradığı bu menfur saldırı kabul edilemez.

Olay sırasında eski sabıkalı Mahfuz Banlı isimli şahıs ve adamları Yılmaz Büyükerşen'e silahlı saldırı girişiminde bulunmuşlardır. Hemşehrilerimizin başkana siper olması sonucu girişim başarılı olamamıştır.

Bir huzur kenti olarak bilinen Eskişehir'de sıklıkla yaptığı gibi, yanında koruması olmadan yaya olarak dolaşan Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, seçildiği 1999 yılından bu yana ilk kez böyle bir saldırıya maruz kalmasının ardından yaptığı kısa açıklamada, 'Bu tür tehditler ve saldırılar beni asla yıldıramaz. Şehrin menfaatleri her şeyin üzerindedir' dedi.

Büyükerşen'in sağlığıyla ilgili herhangi bir olumsuzluk yoktur, olayla ilgili yasal işlemler derhal başlatılmış olup, yetkili merciler konuyla ilgili bilgilendirilmiştir.

Kamuoyunun bilgisine sunulur."

'ESKİ POLİS VE ÇETEDEN GÖZALTINA ALINDI'

Hürriyet'in 2007 tarihli bir haberinden aktardığına göre Mahfuz Banlı isimli şahıs Eskişehir polisinin Mart 2007'de gerçekleştirdiği 'şah-mat operasyonu'nda çete lideri olarak gözaltına alınmıştı. Banlı'nın 1992 yılında Eskişehir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nden emekli olduktan sonra otopark, kahvehane ve lokanta işletmeciliği yaparken ismi cinayet, tehdit, yaralam ve azmettirme suçlarına karıştığı belirtildi. Öte yandan 2006 yılında Konya’nın Çeltik İlçesi’nde Ersin Kaymak’ın (32) silahla öldürülmesi olayına karıştıkları gerekçesiyle yargılanan emekli polis Mahfuz Banlı ve yanındaki 8 kişiye Özel yetkili Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Müebbet alan bazı kişilerin mahkemede "cinayeti para için değil, nam, şöhret olmak ve gayrimeşru işler yapan Mahfuz Banlı’ya kıyak olsun" diye işlediklerini de söyledi.

CHP: OLAYIN GERİ PLANINDA KAMUSAL ALANIN MASA VE SANDALYELERLE İŞGAL EDİLMEYE ÇALIŞILMASI VAR

CHP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, Büyükerşen'e saldırı girişiminin kamusal alanın bir işletme tarafından masa ve sandalyeler ile işgal edilmeye çalışılmasının sebep olduğunu açıkladı. Büyükerşen için gerekli sağlık raporlarının alındığını belirten Torun'un yaptığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Olayın gerisinde TCDD tarafından inşa edilen bir kamusal alanın bir işletme tarafından masa ve sandalyelerle işgal edilerek, kullanılmak istenmesi vardır. Yeşil alan niteliğindeki bu alanın keyfi işgali sonrasında söz konusu işletmenin ruhsatı iptal edilmiş ve konuya ilişkin TCDD bilgilendirilmiştir.

Yapılan saldırı bu hukuk dışı ve kamu yararına aykırı duruma karşı belediyemizin almış olduğu kararlı tutuma yöneliktir. Yapanları kınıyor, başta İçişleri ve Adalet Bakanı olmak üzere yetkililerin konuyu titizlikle ele almasını ve sorumluların yargı önüne getirilmesini talep ediyoruz. Kamuoyunun bilgisine saygıyla duyurulur.”

SALDIRIYA İLİŞKİN 2 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı. Kimlikleri açıklanmayan şüpheliler, sorgulanmak üzere Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Soruşturmanın ise devam ettiği belirtildi.
Sputnik

AKP’de 2019 için Meclis çoğunluğu kaygısı
29 Temmuz 2017



Seçimlerde ‘ya çoğunluğu alamazsak’ kaygısı yaşanıyor.

Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi hedefine ulaşan AKP’yi, 2019’da yapılacak seçimde “Meclis’te çoğunluğu alamama” korkusu sardı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın son dönemde milletvekilleri, belediye başkanlarına ve teşkilatlara yönelik uyarılarının altında bu kaygının yattığına dikkat çekiliyor. AKP yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı seçiminden çok milletvekili seçiminin daha önemli olacağı değerlendirmesi yapılıyor. Parti kulislerinde, 2019 seçimlerinin olası sonuçlarına göre şu görüşler dile getiriliyor:

*7 Haziran tehlikesi: Anayasa değişikliyle birlikte ilk kez 2019’da Cumhurbaşkanlığı ile milletvekili seçimi birlikte yapılacak. Tayyip Erdoğan, ilk turda yüzde 51 alarak seçilemese bile ikinci turda en fazla oyu alarak cumhurbaşkanı seçilir, burada bir sıkıntı yok. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda partilerin alacağı oy oranları Meclis’teki milletvekili dağılımını da belirleyecek. Eğer 7 Haziran’daki gibi bir tablo çıkması durumunda AKP’nin Meclis’te çoğunluğunu kaybetmesi gibi bir durum ortaya çıkabilir.

*Çoğunluk olmazsa yasa çıkarılamaz: Eğer parti, Meclis’te çoğunluğu sağlayamazsa bir parti ile ittifak kurma yoluna gider. Bu da MHP olur. MHP ile anayasa değişikliğinin ardından şu anda birçok konuda ortak hareket ediliyor. Ancak bu AKP’nin Meclis’te çoğunluğu olmasına rağmen yapılıyor. Birçok konuda MHP’nin talepleri yerine getiriliyor, ama bir zorunluluk yok. Eğer 2019 seçiminde Meclis’te çoğunluğunu yitirirse gerek hükümette gerek Meclis’te MHP ile koalisyon zorunluluğu doğar. Parti tümüyle MHP’ye bağımlı kalır.

*Erdoğan’ın mesajları tabloyu değiştirmek için: Cumhurbaşkanı Erdoğan, partinin her toplantısında 2019 seçimlerine işaret ederek yüzde 51 oy alınmasının önemine dikkat çekiyor. Son dönemde özellikle milletvekilleri, belediye başkanları ve teşkilatlara yönelik verdiği ‘yoruldum diyen çekilsin, birlik ve beraberliğinizi koruyun, birbirinizi çalım atmayın’ mesajlarının altında 2019 seçimlerini kazanmak için partiye dinamizm kazandırma, toparlama ve seçime hazırlama gayesi yatıyor.

*Seçim yasalarında tek hedef kazanmak: 2019 seçimleri öncesinde Siyasi Partiler Yasası ve seçim mevzuatında değişikliğe gidilecek. Dar bölge ve daraltılmış bölge mi olacak, yoksa mevcut sistem aynen mi devam edeceği konusunda getirilecek düzenlemeler tamamen seçimleri kazanma ve Meclis’te çoğunluğu yitirmeme üzerine kurulu olacak.

Cumhuriyet

"Bizim başörtülü general derdimiz yok susturun şu liboşları"
31.07.2017

Hükümete yakın Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın “Başörtülü subayımız yok ama olacak” sözlerine başörtülü yazar Kerime Yıldız’dan sert yanıt geldi.

Hükümete yakın Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın “Başörtülü subayımız yok ama olacak” sözlerine başörtülü yazar Kerime Yıldız’dan sert yanıt geldi.

Rasim Ozan Kütahyalı, “Başörtülü generaller de olacak” başlıklı yazısında, “Şu an sadece başörtülü generalimiz yok. Hatta başörtülü subayımız da yok ama olacak. Artık yasal bir engel yok” ifadelerini kullandı.

Kütahyalı’ya yanıt eski Vahdet gazetesi yazarı Kerime Yıldız’dan geldi. Kerime Yıldız, AKP Milletvekili Selçuk Özdağ'ın kurucusu olduğu “En Politik” sitesinde kaleme aldığı “Allah aşkına susturun şu liboşları!” başlıklı yazısında, Kütahyalı’nın Taraf gazetesindeki 24 Şubat 2010 tarihli yazısından şu alıntıyı yaptı:

“Türk ordusunun bir subayı orduevi bahçesinde Fethullah Gülen’in eserlerinden birini okuyabilecek, Zaman gazetesinin sayfalarını ‘atılma korkusu hissetmeden’ çevirebilecek.” (24 Şubat 2010-Taraf)

“Adam haklı çıktı! Söyledikleri teker teker hayata geçti” diyen Kerime Yıldız, şöyle devam etti:

“Şimdi soruyorum, Râsim Ozan Marjinal bir manyak mı değil mi? Bence değil; ama keşke manyak olsa.. Deli raporu alır biter. Bu yazdıkları çok daha başka bir şeydi…

2008’deki üslûbunu şimdi Sabah gazetesinde devam ettiriyor. Başörtülü generaller olacakmış… Sağ olsun, istemiyoruz. Karısı, kızları olsun! Onun müjdeleri ülkeyi batırıyor. 2008’de müjdelediği insanlar şimdi hapiste veya yurt dışında. Merve Kavakçı büyükelçi oldu diye geçmişini aklayamaz. O günlerde kastettiği kadro Gülen cemaatiydi.”

“BİZLERİN BAŞÖRTÜLÜ GENERAL DİYE BİR DERDİ YOK”

Başörtülü yazar Kerime Yıldız, “Buradan göz bebeğimiz, Peygamber Ocağı kahraman Türk Ordusu’na sesleniyorum” diyerek şu uyarıları yaptı:

“Bizlerin başörtülü general diye bir derdi yok. Bizim tek derdimiz, bu bayrağın dalgalanması, bu devletin ayakta kalması, bu ordunun güçlü olması.

Allahaşkına, Türk kelimesinin, Türk Ordusunun düşmanı ‘marjinal manyaklara’ kulak asmayın! Bu milletin kadınları, iş başa düştü mü Nene Hatun olmayı bilirler. Bunu 15 Temmuz gecesi gösterdiler. Cinsiyet ayrımını sevmem ama kadınları ordunun her yerine sokmak, güçlendirmek demek değildir. Bilakis Oğuz Kağan’dan beri var olan geleneksel yapısını bozmaktır.”

Odatv.com


Star yazarı: Bu zorbalık Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede yapılıyor, duy bunları Süleyman Soylu!
31 Temmuz 2017



"Bir mücadelenin çarpıtılması, bünyeyi zehirliyor"

Star yazarı Selahaddin E. Çakırgil, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından darbe girişimi sonrası Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmalar kapsamında bir arkadaşının, işletmecisi olduğu internet kafeden Bylock programına erişim sağlanması nedeniyle gözaltına alındığını anlattı. Polis baskını sırasında namaz kılmak isteyen arkadaşına zorluk çıkarıldığını ifade eden Çakırgil, "Düşünebiliyor musunuz, bu zorbalık, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede yapılabiliyor. Duy bunları İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Bey" diye yazdı.

Selahaddin E. Çakırgil'in "Bir mücadelenin çarpıtılması, bünyeyi zehirliyor" başlığıyla yayımlanan (31 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın 27 Temmuz günü partisinin m.vekillerine yaptığı konuşmada, FETÖ ile mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini vurguladıktan sonra, ‘ilgisiz kimselerin tutuklandığı şeklindeki şikayetlerin gözönünde bulundurulmasına‘da dikkat çekmişti. Çünkü, hem ilgisiz kişilere bile belki de kasden baskı uygulanmış oluyor ya da birileri bu mücadeleyi sıradan bir yasak savma şekline dönüştürüyor; konuyu çarpıtanlar görülüyordu.

Belki, onbinlerce insanın haksız uygulamalara maruz kalmış olması ihtimali bile sözkonusu.. Kaldı ki, tek kişinin bile zulme mâruz kalması önemsiz görülemez.

***

15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nden hemen sonra, ilk tutuklamalar yapılmaya başlandığında, bu sütunda bu konuya dikkat çekilmiş ve 21 Temmuz 2016 günü, ‘Bu yara bizi öldürmez, ama haksızlıklar mahveder..’ başlıklı yazı kaleme alınmıştı.

Ayrıca, bu satırların sahibi, bir çok yazısında, halkın ve devletin temel kurumları üzerine füzelerle, roketlerle, tanklarla saldıran ve yüzlerce insanın hayatını söndüren bu hıyanetin sanıkları hakkında aylarca süren iddianâme hazırlıklarına gerek olmadığını, onlar hakkında ‘cürm-ü meşhud / suçüstü’ yargılama hükümlerinin uygulanması gereğini defalarca yazdı. Çünkü işlenen hıyanet başka delillere gerek bırakmayacak kadar ortadaydı. O kalkışmanın hemen ardından ilk günlerde bizzat katılan yüzlerce kişi, hemen yargılanıp mahkûm edilirdi. Ne de olsa idâm cezası yok.. Verilecek cezalarda bir takım yanlışlar varsa, onların Temyiz tarafından düzeltilmesi imkânı vardı. Aslî fail durumunda olmayan diğerleri için normal yargılama yapılırdı.

Bu yapılmadı; hainlerin, mahkemelerde, milletle alay edercesine küstahça tavırlar sergilemelerine fırsat verildi. Ama, bu cemaatin içinde yer alıp, tongaya düşürülen binlerce insan tutuklandı, tutuklanıyor. Çok fazla kişiyi tutuklamakla başarılı mücadele verileceği sanılıyor herhalde.

***

Bu konuda son bir örneği zikretmek istiyorum:

Bir kitab-kahve salonunu işleten bir arkadaşın geçen hafta, sabaha karşı yapılan bir operasyonda gözaltına alındığını duydum. Bu arkadaşın, 15 Temmuz Darbe Hıyanetisırasında ve sonrasında kendi bölgesini nasıl örgütleyip tankların yolunu kesen isimsiz kahramanlardan olduğuna bizzat şahidim.

Hakkındaki suçlama ne mi? İşyerindeki internetten ByLock’a girilmiş. Sadece bu! O okuma salonuna, her gün yüzlerce insan geliyor, lap-top’larını o yerin şifresine göre açıyorlar.

Dahası.. Arkadaşı götürecekler. Sabah namazı vakti girmiş.. ‘Namazımı kılıp öyle gideyim’diyor. Polis, izin vermiyor. Arkadaş da, ‘Ben namazımı kılmadan çıkmam..’ diyor. Ortam geriliyor. Polis ise ceberrutluğu elden bırakmıyor.

Neyse, sonra dışarda bekleyen diğer polislerden birisi geliyor da namaz kılmaya izin veriliyor.

Düşünebiliyor musunuz, bu zorbalık, Tayyib Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede yapılabiliyor.. Duy bunları İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Bey..

***

Sonra götürüyorlar. 170 kadar kişi dolduruluyor hücrelere.. Aralarında Siirt’li, 60 yaşında bir hamal da var, ne olduğunu anlayamıyor bile.. İşsiz iken FETÖ’ye aid bir kurumda temizlikçi olarak istihdam edilmeye başlayan Bitlisli bir genç de aynı durumda.. Meğer, bu çocuğun adına iki tlf. hattı almışlar. Bu usûl onların bilinen yöntemlerinden..

Arkadaş, bir hafta sonra serbest bırakılmış, diğerlerinden 150 kadarı tutuklanmış..

Arkadaşla uzuuunca sohbet ettim.

Sabahın saat 04.00 sularında evlere âni bir baskın yapılmasını anlamıyor. Halbuki, adam gibi davet edilseler yine gidecek karakola, çoğu.. Bütün mahalle ayakta.. Başta çocuklar olmak üzere, aile efradının nasıl dehşete düşecekleri hesab edilmiyor.

Bu tek bir vak’a değil.. Binlercesinden bir örnek.. Dehşet salmak mı mücadele yöntemi?

Kalınan hücrelerde ise, kir-pastan kaşarlanmış bir battaniye.. Dışardan yiyecek bile getirtilemiyor. Orada verilenler ise..

***

Bu mücadele tarzı, en fazla da FETÖ’nün işine yarıyor ve bu uygulama bünyeyi zehirliyor, yazık oluyor.

Bizden hatırlatması..

ETİKETLER
tayyip erdoğan süleyman soylu selahaddin Çakırgil
T24

Bakan Fatma Betül Sayan Kaya'nın bir de eniştesi çıktı
31 Temmuz 2017



Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın kardeşlerinin bakanlık, belediye ve çeşitli devlet kurumlarında görevlendirilmesi yankı uyandırdı.

Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın kardeşlerinin bakanlık, belediye ve çeşitli devlet kurumlarında görevlendirilmesi yankı uyandırdı.

Odatv’nin gündeme getirdiği haberde, Bakan Fatma Betül Sayan Kaya'nın kız kardeşi Ayşe Hilal Sayan Koytak Kuveyt'e büyükelçi, diğer kardeşi olan Nazmiye Sümeyye Sayan'ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi Üyesi, erkek kardeşi Ömer Fatih Sayan’ın ise hala BTK başkanlığı görevlerine getirildiği yer almıştı.

Bakan Fatma Betül Sayan Kaya'nın kardeşi nereye büyükelçi oldu?
Bakan Fatma Betül Sayan Kaya'nın kardeşleri arasında dikkat çeken bir isim de Ayşe Hilal Sayan Koytak’dı. Bakan Kaya'nın göreve geldiği gün, aynı bakanlıkta bir süredir müsteşar yardımcısı olarak çalışan Ayşe Hilal Sayan Koytak görevinden istifa etmişti.
Ayşe Hilal Sayan Koytak, kardeşinin bakan olduğunu öğrenir öğrenmez etik olmayacağını düşündüğü için görevinden istifa ettiği ifade etmişti.

Ayşe Hilal Sayan Koytak’ın gösterdiği bu “duyarlılığa” karşılık Dışişleri Bakanlığının yaz dönemi büyükelçiler kararnamesiyle Türkiye’nin Kuveyt Büyükelçisi olarak atandı.

Bakan Fatma Betül Sayan Kaya'nın eniştesi Enes Koytak’ın da görevi dikkat çekiyor.
Enes Koytak da TÜRKSAT'da yıllarca yüksek maaşla “araştırmacı” sıfatıyla çalıştı. Enes Koytak’ın bu görevi sırasında sık sık yurtdışına çıktığı iddia edildi.
OdaTV

Etiketler:
Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Fatma Betül Sayan Kaya Ayşe Hilal Sayan Koytak Enes Koytak

Akşener'in yeni partisinden AKP'nin de ödü patlıyor!
01 Ağustos 2017



Gazeteci Ümit Zileli, bugünkü köşesinde AKP'nin 2019'u beklemeden 'baskın seçim'e gitme ihtimaline değinirken; yeni partinin de kurulacak olması, MHP kadar AKP'yi de korkuttuğunu yazdı.

Korkusuz Gazetesi yazarı Ümit Zileli, 2019 öncesi "baskın seçim" ihtimalini değerlendirdi. Saray'ın sürekli anketler yaptırdığını belirten Zileli, MHP'nin oyunun yüzde 5'lerde olduğunu ve 2019'da parlamentoda yer alamayacağını aktardı.Akşener liderliğinden kurulacak olan yeni partinin MHP kadar AKP'yi de çok korkuttuğunu söyleyen Zileli, "İşte tam da bu nedenle bir yandan bu partiyi daha doğmadan boğmak, diğer yandan da seçim sistemiyle, seçim tarihiyle, seçim barajıyla oynamak dahil iktidara her koşulda kazandıracak yollar enine boyuna inceleniyor... -Kısacası saray ve iktidar cephesinde korku dağları bekliyor!" ifadelerini kullandı.

Ümit Zileli'nin Korkusuz'da yayımlanan "Baskın Seçim" başlıklı yazısından ilgili kısım şöyle:

"MHP YÜZDE 5'LERDE"

Aylarca önce yazmıştım... 16 Nisan Referandumundan büyük yara alarak çıkan, Yüksek Seçim Kurulu'nun cansiperane desteğiyle zor bela ipi göğüsleyen saray ve AKP iktidarı, özellikle Ankara ve İstanbul başta olmak üzere neredeyse tüm büyükşehirleri kaybetmenin derin şokunu yaşamıştı...Bunun üzerine Cumhurbaşkanı en kısa yoldan AKP genel başkanlığı koltuğuna oturdu ve 2019 planları masaya konuldu. Önce iktidarın küçük ortağı MHP'nin durumuna bir göz atalım; son veriler, anketler, kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki, bir dahaki seçimlerde MHP diye bir partinin olması söz konusu değil!.. Çünkü, bu partinin oy oranı şimdiden yüzde 5'lerde sürünüyor!..

"HER İKİ DURUMDA DA MHP'YE İSTİKBAL GÖZÜKMÜYOR"

MHP'nin önde gelen kadrosu bu durumda ya Meclis dışında kalacak ya da AKP listesinden seçilme yoluna gidecek. Her iki durumda da MHP'ye bir istikbal görünmüyor!.. Daha da önemlisi; MHP'nin oylannı ve daha fazlasını da kapsayabilecek, 15 yıldır bir bölümü AKP'nin içinde hapsolmuş merkez sağı, oradan çekip alabilecek bir parti kurulma aşamasında...

"MHP KADAR AKP'NİN DE ÖDÜ PATLIYOR, UYKULARI KAÇIYOR"

Meral Akşener'in liderliğinde, eski MHP'li ve sağ cenahın önemli isimlerinin de adının geçtiği "Merkez Sağ Parti" MHP'nin olduğu kadar, belki de daha fazla AKP'nin ödünü patlatıyor, uykularını kaçırıyor!.. işte tam da bu nedenle bir yandan bu partiyi daha doğmadan boğmak, diğer yandan da seçim sistemiyle, seçim tarihiyle, seçim barajıyla oynamak dahil iktidara her koşulda kazandıracak yollar enine boyuna inceleniyor... -Kısacası saray ve iktidar cephesinde korku dağları bekliyor!Kaynak: "Akşener'in kuracağı parti MHP kadar AKP'nin de ödünü patlatıyor!"

Gazete2023

Fenerbahçe maçında İzmir Marşı söylenirken Erdoğan ne yaptı?
5 Ağustos 2017



AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Fenerbahçe- Sturm Graz maçını izlemek için Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Ülker Arena Stadı'ndayken Fenerbahçeli taraftarlar İzmir Marşı söyledi. Taraftarlar "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı attı.

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Erdoğan'ın İzmir Marşı söylendiği andaki tepkisini Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'a sordu. Özkök, bugünkü köşesinde Yıldırım'ın yanıtını aktardı.

Özkök'ün yazısının ilgili bölümü şöyle:

DÜN Aziz Yıldırım’la konuşup Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fenerbahçe maçına gelmesi ile ilgili merak ettiklerimi sordum.
*
-Siz mi davet ettiniz yoksa Sayın Cumhurbaşkanı kendisi mi gelmek istedi?
“Cumhurbaşkanlığı’ndan telefon ettiler. Cumhurbaşkanı’nın geleceğini bildirdiler.”
*
- İzmir Marşı söylendiğinde tepkisi ne oldu?
“Soyunma odasına indik, çıkarken söylediler. Tepkisi falan olmadı. Gayet normaldi.”

Patronlar Dünyası

Hava Kuvvetleri yeni Komutanı Hasan Küçükakyüz Atatürkçü mü?
05 Ağustos 2017



2 Ağustos'ta gerçekleşen YAŞ toplantısı sonrası Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hasan Küçükakyüz'ün kuzeni CHP'li İdris Akyüz, kuzeni hakkında yorumda bulundu.

CHP Parti Meclisi üyesi İdris Akyüz, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla Hava Kuvvetleri Komutanı olarak atanan kuzeni Hasan Küçükakyüz hakkında yorumda bulundu.

Akyüz sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı:

Sevgili kardeşim, amcaoğlu Orgeneral Hasan Küçükakyüz Hava Kuvvetleri Komutanlığına atanmıştır. Katıksız bir Atatürkçü olan Orgeneral Hasan Küçükakyüz'ü tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Allah utandırmasın..!
İnsan Haber

Abdülkadir Selvi: Abdullah Gül, Erdoğan'ın en güçlü alternatifi
10 Ağustos 2017



Abdülkadir Selvi bugünkü köşe yazısında ilginç bir iddia ortaya attı. Selvi 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için yapılan planlar arasında Abdullah Gül'e dikkat çekti. Selvi, Gül'ün Erdoğan'ın önünü kesmek için en güçlü alternatif olduğunu belirtti.

Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi bugünkü köşe yazısında 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için yapılan hesapları anlattı.

Selvi 2019'da yapılacak seçimde "Gözler AK Parti’de cumhurbaşkanlığı potansiyeli taşıyan isimlere çevrilmiş durumda en çok 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül üzerine hesaplar yapılıyor" dedi.

"Gül bu konuda bir sinyal vermiş değil" diyen Selvi, "Erdoğan’ın önünü kesmek için en güçlü alternatif olarak görülüyor" ifadesini kullandı.
İnsan Haber

Erdoğan ‘Coca Cola’ fabrikası açtı: Basın bülteni ‘silindi’, AA ‘meyve suyu’ dedi
12/08/2017



Tayyip Erdoğan’ın Isparta’da ‘Coca Cola’ fabrikasının açılışını yapması sosyal medyada da yankı buldu.

Coca Cola, bir Yahudi markası olduğu gerekçesiyle İslamcıların hedefinde.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından birçok sosyal tesis, market ve restoranda Coca-Cola satışı yasaklanmış, boykot kampanyası başlatılmıştı.

Sendika.org’un haberine göre, AKP’ye muhalif Furkan Vakfı’nın öncülüğünde Twitter’da başlatılan #ErdoğanınCocaCola etiketi Türkiye gündemi listesinde üst sıralara yükseldi.

Saadet Partisi’ne yakın Milli Gazete’nin haberinde de, “Sosyal medyada Erdoğan’ın açılışa katılmasına büyük tepki var” ifadesi kullanıldı.

Cumhurbaşkanlığı resmi sitesi ve devletin yarı resmi haber ajansı Anadolu Ajansı’nın haberlerinde ise Erdoğan’ın ‘meyve suyu üretim tesisleri’nin açılışına katıldığı belirtilirken, Coca Cola’dan bahsedilmedi.



Coca-Cola İçecek’in resmi sitesi ‘cci.com.tr’de yer alan, ‘Coca-Cola İçecek Türkiye’deki 10. fabrikasını Isparta’da açıyor’ başlıklı basın bülteni de bir süre sonra siteden kaldırıldı.



Kaynak: Diken

Abdullah Gül, AKP'nin kuruluş yıl dönümü kutlamalarına katılmıyor
14 Ağustos 2017



AKP’nin 16. kuruluş yıldönümü kutlamaları birazdan Ankara'daki Sincan Harikalar Diyarı’nda başlayacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşma yapacağı kutlamalara 6 bin kişi davet edildi. Davetliler arasında bulunan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ise kutlamalara katılmayacağı bildirildi.

AKP Sözcüsü Mahir Ünal, MYK sonrası yaptığı açıklamada, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından aranarak davet edildiğini ancak kendisinin katılamayacağı yönünde mazeret bildirdiğini ifade etti.

Mahir Ünal konuya ilişkin şunları söyledi:

Abdullah Gül, 11 Cumhurbaşkanı’mız katılamayacağını bildirdi. Mazeret bildirdi. Kendisine hem davetiye ulaştırıldı hem de sayın Cumhurbaşkanı’mız arayarak davet etti. Sayın bir önceki başbakanımız Davutoğlu’nu bizzat ben arayarak davet ettim. Ahmet Davutoğlu, Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin, Köksal Toptan katılacak sadece sayın Abdullah Gül arayarak mazeret iletti.

Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener gibi, Necmettin Erbakan'ın liderliğindeki Milli Görüş hareketinden ayrılan isimlerin öncülüğünde 'Erdemliler Hareketi' adıyla yola çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), bugün 16. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Kutlamalar Sincan'daki Harikalar Diyarı’nda yapılacak.
T24

ETİKETLER
abdullah gül erdoğan akp kutlama yıl dönümü

"Erdoğan hiç beklemediği çıkışlarla karşılaşacak... 81 ilin teşkilatı feshedilmeli"
14 Ağustos 2017



AKP'ye yakın Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk'ten çok konuşulacak bir AKP-Erdoğan uyarısı geldi. Erdoğan'ın hiç beklemediği çıkışlarla karşılaşacağını iddia eden Zentürk, AKP'nin 81 ildeki teşkilatlarının tamamının feshedilmesi gerektiğini yazdı.

Hükümete yakın Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın değişim hareketine ilişkin önemli bir yazı kaleme aldı.Erdoğan'ın hiç beklemediği çıkışlarla karşılaşacağını iddia eden Zentürk, AKP'nin 81 ildeki teşkilatlarının tamamının feshedilmesi gerektiğini yazdı.

İşte AKP'ye yakın Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk'ün o yazısından başlıklar;

“BİRER KİBİR ABİDESİNE DÖNMÜŞ YÖNETİCİLER”

“İktidarın teşkilata ve yerel yönetimlere kazandırdığı lobileşme, ‘değişim’ fikrine direnecek, Erdoğan hiç beklemediği siyasi çıkışlarla da karşılaşacaktır.Bunu bildiği için meseleyi 20-21 Mayıs 2018’te yapılacak Ak Parti olağan kurultayına kadar, teşkilat/delege seçimleri sürecine yığmayı tercih ediyor.

Bu süreçte FETÖ ile iltisaklı tüm unsunları, adı yolsuzluğa karışmış yerel isimleri, birer kibir abidesine dönmüş yöneticileri temizlemeyi planlıyor, aradığı tam temizliği yapabilir mi, AK Parti’nin ‘milletin nefesini ciğerinde hisseden değişimci kimliğini’ yeniden güçlendirecek taze kadrolara bu yolla ulaşabilir mi, bilemem... O da biliyor, kendi çıkarını partisinin üzerinde görenlerin, günü geldiğinde şaytani planlarla karşısına çıkabileceğini, bu süreçte partisini yıpratabilecek tüm unsurların harekete geçebileceğini...”

“BÜTÜN TEŞKİLATI FESHEDİN...”

Ardan Zentürk, adını vermeyip Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “ölümüne yakın” diye bahsettiği bir partili dostunun önerisine dikkat çekerek şunları yazdı:

“Konuyu sohbetlerken söylediği ‘Bence, yerel kurultaylar üzerinden gitmek gereksiz, 81 il teşkilatının tamamını feshedip, Cumhurbaşkanı’nın güvendiği isimlerden kurulu bir komisyon marifetiyle, özellikle FETÖ’ya iltisaklı/kripto unsurların partiden yüzde yüz temizlenmesi yolunun açılması gerekli’ sözü alarm verici.
(..)
Aslında çıkış noktası, benim de desteklediğim bir gerçek: Millet, TSK’nın tuğgenerallerinin yüzde 78’ine bulaşmış FETÖ’nün siyasetin bütün kademelerine bulaşmış olduğuna ve siyasetin şu ana kadar, (sözüm bütün partilere) bu konuda gerekli refleksi göstermediğine inanıyor.”
Cumhuriyet


AKP'den 'Harikalar diyarında' umutsuz kutlama
13 Ağustos 2017

[img:1d798da8c8]http://www.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ağu 14, 2017 10:49 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ağu 12, 2017 9:55 pm    Mesaj konusu: Günay: Artık kuruluştaki Adalet ve Kalkınma Partisi yok Alıntıyla Cevap Gönder

Ertuğrul Günay: Artık kuruluştaki Adalet ve Kalkınma Partisi yok
14 Ağustos 2017



"'AK Parti' diye kısaltma yeni bir ad oluşturuldu, herkes bunu kullanmaya zorlanıyor"

Eski Kültür ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Kuruluşundan bu yana, Adalet ve Kalkınma Partisi'nde ne değişmedi?” sorusuna ilişkin “Önceleri bu soruya sadece adı değişmedi, diyordum. Şimdi bunun bile yeterince doğru olmadığını düşünüyorum. 'Adalet' ve 'Kalkınma' sözcükleri, ülkenin temel ihtiyaçlarına dönük, acil ve yakıcı karşılıkları olan çok doğru seçilmiş sözcüklerdi. Ama uzun süredir Parti'nin adı olarak artık bu sözcükler kullanılmıyor, 'AK Parti' diye kısaltma yeni bir ad oluşturuldu, herkes bunu kullanmaya zorlanıyor. Toplantılara katılanlara sorunuz, çoğu kişi bu kısaltmanın açılımını bilmiyor. Bu sadece bir kısaltma gayreti değil, kuruluştaki temel hedeflerden zihin altında bilinçli bir uzaklaşma” dedi.

AKP, 16. kuruluş yıl dönümü kutlamaları bugün Ankara’da çeşitli etkinliklere kutlanacak. 5 yıl boyunca partide görev alan isimlerin de katılması beklenen kutlamalarda “AK Parti'nin 16 yılı” adlı belgesel ile "Türkiye'nin Lideri" filminin gösterileceği belirtiliyor.

AKP'nin 16. Kuruluş Yıldönümünde, 60 ve 61. Hükümetlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı yapan Ertuğrul Günay, partinin dünü ve bugünü T24’e değerlendirdi. Günay, “2011 Sonrasında ise, uzun süren her yönetimin yaşayabileceği yıpranma ve yozlaşmaları yaşayan iktidarın hala yerinde kalması karşısında, bence artık AKP'nin başarısından değil, muhalefetin başarısızlığından söz etmek gerekir” dedi.

Günay, T24’ün, 15 yılı iktidarda geçen AKP’nin 16. Kuruluş yıldönümüne ilişkin sorusunu yanıtladı ve şu değerlendirmeleri yaptı:

“Muhalefetin bu saatten sonra etkili bir şey yapabilmesi gerçekten zor”

Adalet ve Kalkınma Partisi, 90'lı yılların sonunda yaşanan ekonomik kriz ortamının ardından 2001'de kuruldu. Bu dönem, iktidarı ve muhalefetiyle Meclis'teki tüm partilerin kamuoyunda güven ve destek yitirdiği, aynı zamanda bir siyasal kriz dönemiydi.

2002 sonunda yapılan ilk genel -ve erken- seçimde, Meclis'teki bütün partiler, -iktidarı muhalefetiyle- barajın altında kaldılar. Yeni bir parti olarak AKP ve -önceki 1999 seçiminde barajın altında kaldığı için- Meclis dışında olan CHP, Meclis'e girdiler. Bu ilk dönemde Ak Parti iktidarı daha çoğulcu, AB yanlısı, demokrat bir tutum sergilerken, CHP muhalefeti daha tutucu, devletçi, elitist karşı tavır izledi. Muhalefetin bu tavrı ve önceki iktidarların eksik bıraktığı birçok alanda iktidarın aldığı popülist önlemler, AKP'nin 2007 ve 2011 seçimlerinde de tartışmasız başarılı olmasına yol açtı.

2011 Sonrasında ise, uzun süren her yönetimin yaşayabileceği yıpranma ve yozlaşmaları yaşayan iktidarın hala yerinde kalması karşısında, bence artık AKP'nin başarısından değil, muhalefetin başarısızlığından söz etmek gerekir.

-Ana muhalefet neredeyse bir ay süren bir uzun yürüyüşle etkili bir eylem yaptı; iktidarın uygulamalarını protesto etti. Daha ne yapabilir?

Muhalefetin bu saatten sonra etkili bir şey yapabilmesi gerçekten zor. Ancak yürüyebilir, tatil bölgelerinde uzun toplantılar düzenleyebilir; böylelikle yönetiminin kalıcılığını sağlayabilir, kendi kitlesini ayakta tutabilir. Çünkü muhalefet etkili ve sonuç alıcı eylemler yapabileceği eşiklerde gerekeni yapmadı, yapamadı.

- Neler yapmadı, yapamadı?

Burada herkesin bildiği örnekleri uzun uzun yinelemeyi gereksiz buluyorum. 2013'ten 16 Nisan 2017'ye kadar çok örnek sayabilirim. Şu kadarını söylemek isterim: Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde, son üç-beş yılda yaşadığımız olayların biri bile yaşansaydı, iktidar değişirdi.

Bugün, bütün bu yaşananlara karşın, iktidar ayakta duruyorsa, bu iktidarın başarısı değil, muhalefetin başarısızlığıdır.

- AKP, 15 yıldır iktidarda. Siz iktidarın 2007-2012 döneminde Hükümet Üyesi olarak bulundunuz. Şimdi bu iktidarı, "uzun süren her iktidarın yaşayabileceği yıpranma ve yozlaşmalar" yaşadığı gerekçesiyle eleştiriyorsunuz. Kuruluşundan ya da en azından sizin görev yaptığınız dönemden bu yana AKP'de ne değişti?

Belki şöyle sormak daha doğru olabilir. Kuruluşundan bu yana, Adalet ve Kalkınma Partisi'nde ne değişmedi?

“Parti, kuruluşunda bir lider partisi değil, bir program ve kadro partisi görünümündeydi”

- Öyle soralım. Ne değişmedi?

Önceleri bu soruya sadece adı değişmedi, diyordum. Şimdi bunun bile yeterince doğru olmadığını düşünüyorum. 'Adalet' ve 'Kalkınma' sözcükleri, ülkenin temel ihtiyaçlarına dönük, acil ve yakıcı karşılıkları olan çok doğru seçilmiş sözcüklerdi. Ama uzun süredir Parti'nin adı olarak artık bu sözcükler kullanılmıyor, 'AK Parti' diye kısaltma yeni bir ad oluşturuldu, herkes bunu kullanmaya zorlanıyor. Toplantılara katılanlara sorunuz, çoğu kişi bu kısaltmanın açılımını bilmiyor. Bu sadece bir kısaltma gayreti değil, kuruluştaki temel hedeflerden zihin altında bilinçli bir uzaklaşma.

Parti, kuruluşunda bir lider partisi değil, bir program ve kadro partisi görünümündeydi. Genel Başkan bir 'hakim-i mutlak' değil, eşitler arasında birinci (primus inter pares), umut veren, yetenekli ama o ölçüde de mütevazı bir siyaset adamıydı. Şimdi 'tek adam'. Program tümüyle değişti, kadronun da yerinde yeller esiyor.

- Bu durumda sadece Genel Başkan, liderlik değişmedi, denilebilir mi?

Bence asıl kritik soru bu: Evet, isim olarak Genel Başkan, Lider değişmedi. Dışardan bakınca en kalıcı, istikrarlı, sabit olan bu. Ancak onun da söylemleri, siyaset tarzı, çevresi, ittifak ve yol arkadaşları değişti. Bu durumda lider değişmedi demek, yeterince gerçekçi, doğru bir saptama satılamaz.

Elimde bir kitapçık var: "Partinin 2007 Seçim Bildirgesi, Genel Başkan Erdoğan'ın Konuşması". Haziran 2007'de yayınlanmış. Kuruluş yıldönümü vesilesiyle yeniden okudum. Bu değişim konusunda çok önemli bilgiler içeriyor.

- Ne söylüyor bu kitapçıktaki konuşmasında Erdoğan?

Hemen 4. ve 5. sayfalarda şöyle söylüyor: "Anayasa, Cumhuriyetimizin değişmez nitelikleri olan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerini daha da pekiştirmeli, bireylerin haklarını en etkin şekilde korumalı, temel hak ve özgürlükleri 'İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ve 'Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği ilke ve standartlarda güvence altına almalıdır.

"Yeni Anayasa kısa, öz ve açık olmalı; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı esasına göre açık ve net olarak anlatılmalı, bu çerçevede Cumhurbaşkanının konumu ve yetkileri yeniden tanımlanmalı, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlanmalıdır."

Bu konuşmanın altını ben bugün de imzalıyorum, bu ilkelerin uygulamaya konması gerektiğine yürekten inanıyorum.

Sayın Erdoğan da bu konuşmasını kabul ve tekrar ediyorsa, sorun yok, Adalet ve Kalkınma Partisi kurucu değerlerine bağlı ve bunları takip ediyor, denilebilir.

Kabul etmiyorsa, AK Partinin kurucu değerlerinden asıl kimin ve neden savrulduğunu sormak herhalde hakkımızdır.
T24

ETİKETLER
ertuğrul günay akp muhalefet parti eski kültür ve turuzim bakanı tayyip erdoğa

Ahmet Nesin: Erdoğan'ı çok güvendiği darbeler bitirdi; AKP'ye yalvarmaya başladı
12 Ağustos 2017



Gazeteci - yazar Ahmet Nesin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın AKP toplantılarında "Ben artık bittim, 2019 yılında seçilme şansım yok, size yalvarıyorum, silkinin ve beni bir daha seçin, Bu benim son şansım, yoksa hem uluslararası mahkemelerde, hem de Türkiye'deki mahkemelerde yargılanacağım. Yargılanırken de alayınızı yakarım" diye seslendiğini iddia etti. Nesin, sözlerinin devamında "Gençlerin kullandığı sosyal medya her şeyi su yüzüne çıkarıyordu. Artık hükümet ve derin devlet yalan söyleyemiyordu. İşte bütün bunlar Erdoğan'ı bitirdi. Anlayacağınız Erdoğan'ı çok güvendiği ve çoğunu kendi yaptırdığı darbeler bitirdi. O yüzden artık AKP'ye yalvarmaya başladı" görüşünü dile getirdi.

Ahmet Nesin'in Artı Gerçek'te "Darbeler Erdoğan'ı bitirdi" başlığıyla yayımlanan (12 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Türkiye halklarının ilginç bir özelliği var, herkesin nefret ettiği ve sevdiği bir darbe var. Doğal olarak da sevdikleri darbeleri demokrasi zanneden bir kesim her zaman bulunuyor.

Yıllar geçiyor, yeni yüzyıllara giriyoruz, doğal olarak geçmişte yaşadıklarımızın benzerini ya da aynısını yaşadığımızda aynı tepkilerle karşılaşmıyoruz. Bunun çeşitli nedenleri var ama sanırım en önemli neden, geçmişten ders almayanların düştükleri hatalar. Geçmişten ders çıkarmak için, hem geçmişin iyi bir analizini yapmak, hem de insanoğlunun okuyup, kendisini geliştirmesi gerekiyor.

Türkiye halklarının ilginç bir özelliği var, herkesin nefret ettiği ve sevdiği bir darbe var. Doğal olarak da sevdikleri darbeleri demokrasi zanneden bir kesim her zaman bulunuyor. O yüzden değil mi, yıllarca 27 Mayıs 1960'ı bayram olarak kutladık. Ve bu halk çıkıp da "Sen benim seçtiğim başbakanı astın, utanmadan bunu da bayram diye kutluyorsun" demedi.

12 Mart 1971 de bir darbeydi ve Deniz Gezmişler asıldı, Mahir Çayanlar ve İbrahim Kaypakkayalar öldürüldü ama bu kez de başkaları memnundu. Siyasete intikam diye bakılır mı, gelişmemiş ülkelerde bakılıyor ne yazık ki. Denizlerin idamını Mendereslere karşı kıstas yapıp, 3'e 3 diyerek göbek atan bir siyasetten geliyoruz sonuçta. 12 Eylül 1980 darbesi de diğerlerinden farklı değildir. Onu da sevenler oldu ve Kenan Evren elinde Kur'an'la halka hitap ederek bugünlere gelişin yolunu açtı.

12 Eylül darbesinin 2 nedeni vardı. Turgut Özal'ın aldığı 24 Ocak kararları askeri yönetim olmadan uygulanamazdı ve darbe lideri haricinde kimse de dini bu kadar rahat bir şekilde halka anlatamazdı. Kenan Evren hem kurtarıcıydı, hem de neredeyse din hocası. Evren esasında Fethullah Gülen'in palazlanması için yapılan bir açılış kokteyli gibi bişeydi.

Başkan olmak isteyen cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan da sevdi esasında bu oyunu. Çünkü darbenin geçici bisüre de olsa, yapanları ya da yapılan darbeden faydalananları ihya ettiğinin farkındaydı. Süleyman Demirel ve Turgut Özal bunun en bariz örnekleridir esasında. Sonra da Necmettin Erbakan gelir arkalarından. Bunca siyasi parti, hemen hemen hiçbiri darbelere karşı efelenmemiş. Sadece sosyalist partiler kafa tutmuşlar ve onlar da zaten hemen kapatılmış. Sonra da sırayla Kürt partileri kapatılmış.

Erdoğan da bunlardan biri esasında. İktidara geldiğinde 12 Eylül darbesinin anayasasına hemen hemen hiç dokunmadı. Ya da şöyle diyelim, anayasada kendi işine yarayan değişiklikler yaptı ama seçimler yasasına, seçim barajına ve YÖK gibi benzeri yasaları çok benimsedi. Daha da ilginci, az faşist bulduklarını çok faşistleştirdi.

28 Şubat darbesinden şikayet ederek faydalandı ama onların yargılanmasına izin vermedi. Neden izin vermediğini çok düşündüm esasında ama son darbe girişimi ve onu bastıran darbeden sonra anladım nedenini. Erdoğan darbelerden hoşlanmaya başlamıştı, halkı darbe mağduru olduğuna öyle bir alıştırdı ki, şimdi 15 Temmuz 2016 darbe gecesini anlatırken zorlanıyoruz.

12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinden sonra Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz darbeleriyle oyuncak gibi oynadı Bu darbe girişimlerinde NATO'cu subaylarla Gülen ekibini kullandı. Şanghay'cı subaylar arasında kendisine ters gelecek kim varsa hemen hemen hepsini temizledi. Onun için temizlik bitmişti ama daha diğer gruplar vardı. O sıralarda ben Ergenekon davalarının beraatle sonuçlanacağını yazıyordum, burjuva hükümetlerinin derin devleti mahkum etmesinin olanaksız olduğunu, çünkü siyaset yaşamlarının biyerinde tokuşacaklarına inanıyor ve söylüyordum.

Ergenekon ve Balyoz davalarında Gülen çok işe yaramıştı ama artık sıra onlara gelmişti. Ergenekon'un beraatiyle beraber dershaneler tartışması başladı ve Gülen-Erdoğan kavgası su yüzüne çıktı. Ergenekoncular beraat etmişti ve ordu sadece siyasi olarak ikiye ayrılmamıştı, yaşadıklarından dolayı NATO'cu ve Gülen'ci askerlerden nefret ediyorlardı. Erdoğan bu nefreti uzaktan seyrediyor, hatta körüklüyordu. İşte, yine o sıralar "DARBE VALİZİM HAZIR" diye yazı yazdım. Aynı hafta Abdullah Öcalan darbe konusunda uyardı. Kimi yazarlar da işin farkına varmışlardı. Erdoğan askeri darbeye zorlamaya başlamıştı bile. Kürtlerle barış masası bu mantıkla devrildi ve çözümü savaşta arayan komutanlarla, barış masasında arayan komutanlar da birbirine girdi.

O tarihlerde Erdoğan kardeşi Esad'la da kavgaya tutuştu. Savaş çıkaracağı yoktu Erdoğan'ın, savaşta yanında olacaklarla, karşı çıkan subayları ayrıştırmaktı esas amacı ve bunu da başardı bir anlamda.

İşte 15 Temmuz 2016 darbesine böyle gelindi. Hep karman çorman bir darbe olduğunu yazdım. Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz darbe girişimlerinden deneyim kazanmıştı. Darbeleri önlemek için kaldırdığı EMASYA projesini 13 Temmuz 2016'da imzaladı ve darbeden 1 gün önce yürürlüğe soktu. Bu esasında hem işine yaradı, hem de hataydı. Askerler o yasaya göre 15 Temmuz'da dışarı çıkartıldılar. Ama şimdi suçlu ya da suçsuz hepsi kendisini o yasaya dayanarak savunmaya çalışıyor.

İşte bu karman çorman darbe girişiminde Erdoğan bu kez, Suriye savaşına karşı çıkan, Kürt sorununu barışçıl bir şekilde çözmek isteyen ve Fethullah Gülen'in subaylarını temizledi. Hiçbir başbakanın yapamayacağını bunca yıla sığdırdı. Bu arada ordudan atılmış bir komutana SADAT diye bişey kurdurdu ve onu sonunda baş danışman olarak yanına aldı. Ülkücü ve Alperenlerden istediği gibi faydalanamayınca Osmanlı Ocakları'nı kurdurdu.

Bütün bu yazdıklarım esasında başarı gibi gözüküyor. Ancak Erdoğan kaç gündür siyaset değiştirdi. Hep halka ağlayan ve kendisini hem dinen hem de siyaseten mağdur gösteren Erdoğan artık bunu kendi partisine uygulamaya başladı. Erdoğan parti toplantılarında artık "Ben artık bittim, 2019 yılında seçilme şansım yok, size yalvarıyorum, silkinin ve beni bir daha seçin, Bu benim son şansım, yoksa hem uluslararası mahkemelerde, hem de Türkiye'deki mahkemelerde yargılanacağım. Yargılanırken de alayınızı yakarım"diye sesleniyor. Son koz olarak da Celal Başlangıç'ın dün Artı Gerçek'te yazdığı gibi CHP genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın yanına göndermek var. Bu kadarına cesaret edecek mi bilmiyorum ama sanırım artık başka şansı kalmadı gibi gözüküyor.

Diğer darbe sonraları olmayan ne oldu da Erdoğan faydalandığı darbelerle kendini bitirdi? Bikaç nedeni var bence. Gezi olayları Türkiye'de beklenmeyen bir birleşmeydi. Esasında bunun gelişi Tekel İşçileri direnişiyle baş göstermişti. Orada da her görüşten işçiler omuz omuza direndiler. Sonucunun ne olduğu çok da önemli değil bence, çünkü orada sosyalistlerle ülkücü işçiler, türbanlılarla Kürt ve CHP'li işçiler, AKP'li işçiler beraberlerdi.

İkincisi 7 Haziran seçimleri oldu. Bu darbe bugüne değin askeri darbeler dışında Türkiye'de cereyan eden ilk sivil ve demokratik darbeydi esasında. Sosyalistler, sosyal demokratlar ve Kürtler yıkılmaz denilen AKP hükümetini sandıkta yıktılar. Bunlarda hepimizin azıcık da olsa payı mutlaka vardı, buralara hep beraber geldik ama başka bir farkı vardı diğerlerinden. Gençlerin kullandığı sosyal medya her şeyi su yüzüne çıkarıyordu. Artık hükümet ve derin devlet yalan söyleyemiyordu. İşte bütün bunlar Erdoğan'ı bitirdi. Anlayacağınız Erdoğan'ı çok güvendiği ve çoğunu kendi yaptırdığı darbeler bitirdi. O yüzden artık AKP'ye yalvarmaya başladı...

ETİKETLER
ahmet nesin artı gerçek tayyip erdoğan
T24

AKP'den 'Harikalar diyarında' umutsuz kutlama
13 Ağustos 2017



15 yıldır kesintisiz tek başına iktidar olan, bir yıldır ülkeyi OHAL ile yöneten AKP, 16 Nisan’da yüzde 50’ye yaklaşan ‘hayır’ oyu ve Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı stres nedeniyle 16. yaşını bugün, “Erken seçim mi 2019’u beklemek mi” ikileminde kutlayacak.

15 yıldır kesintisiz tek başına iktidar olan, bir yıldır ülkeyi olağanüstü hal ile yöneten AKP, 16 Nisan referandumundaki yüzde 50’ye yaklaşan ‘hayır’ oyu ve Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı stres nedeniyle 16. yaşını bugün, erken seçim mi, 2019’u beklemek mi ikileminde kutluyor.

AKP 16 yıllık tarihinin en sıkıntılı kutlamasını bugün gerçekleştirecek. Buradaki sıkıntının büyüklüğü parti lideri Tayyip Erdoğan tarafında “metal yorgunluk” diye ifade edilyor. Ülke 16 yıllık iktidarın en ağır koşullarından geçiyor. Bir yıl önce çok kanlı bir darbe kalkışması yaşandı. İktidarın eski ortağı olan Fethullahçılar tarafından gerçekleştirilen darbe girişimine karşı ilan edilen olağanüstü hal bir yılı geçmiş durumda.

‘Harikalar Diyarı’

İktidarın darbe tehdidinin henüz atlatılamadığı, ülkenin iç ve dış tehditlerle karşı karşıya bulunduğu tespitlerine karşın partinin kuruluş yıldönümü için seçilen yerin ismi çok anlamlı. Kuruluş yıldönümü Sincan’daki bir parkın içindeki ‘Harikalar Diyarı’nda gerçekleştirilecek. İktidar sözcüleri seçilen yerin 28 Şubat sürecinde tankların yürüdüğü Sincan oluşu ile buna cevap vermek isteyeceklerdir. Ama ülkenin bu kadar ağır koşullarında ‘Harikalar Diyarı’nda kutlama yapılmasının da tarihi kayıtlara geçeceği bir gerçek.

Kutlama ‘Harikalar Diyarı’nda yapılıyor ama iktidarın, sorunların farkında olduğu ve bu nedenle aslında stresli olduğu da görülüyor. AKP’nin 16 yıllık hikayesine baktığımızda sorunları kısa başlıkları ile saymak mümkün.

Mağduriyete ne oldu?

AKP’nin 2001’de yola çıkarken de 2002’de iktidar olurken de en büyük kozu mağduriyet oldu. Hatta 15 yıllık iktidarında bu kartı hep elinde tuttu. Bu nedenle başta Tayyip Erdoğan olmak üzere parti sözcüleri uzunca bir süre şair Ece Ayhan’ın “Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük” dizesini çok severek kullandılar. Bu sözde, askeri ve bürokratik vesayetle mücadele ettiklerini; adaleti, demokrasiyi, özgürlükleri istediklerini daha rahat dile getirdiler. Daha 1 ay önce Meclis İçtüzüğü’nü değiştirip, muhalefetin konuşma hakkını kısıtladılar. Kesintisiz tek başına iktidar oluşlarına rağmen çok uzun dönemlerde muhalefetmiş gibi davranmayı da başarabildiler.

Ne dediler ne yaptılar

İktidara gelirken “Medyaya rağmen geldik” tezini çok işlediler. 16 yılın ardından gelinen nokdada, medyanın tamamını ele geçirip parti ve hükümet bülteni haline getirdiler.

İktidara geldiklerinde en soğuk baktıkları kurumlar MGK, YÖK, MİT, Diyanet ve diğer güvenlikçi devlet kuruluşlarıydı. 16 yılın sonunda en övdükleri kurumlar bunlar oldu.

İçinden çıktıkları Refah Partisi kapatılınca İslam ülkelerinden gelmeyen destek nedeniyle tepkilerini “İslami hüzün yaşıyoruz” diye ifade etmişlerdi. İktidarın başından itibaren tek rotaları Avrupa Birliği ve Batı olmuştu. 16 yılın sonunda AB ve Batı ile ilişkiler bitti bitecek noktaya geldi. ‘İleri demokrasi’ dediler, ‘Kürt sorununun çözümü’ sözü verdiler, bugün Kürt sorununa sözcülük yapan Meclis’in 3. partisi HDP’nin 12 milletvekili hapiste.

Sivil siyasetin ve demokrasinin ihya edileceği sözleri ile uzunca bir zaman yürüdüler. Şu günlerde ana muhalefet partisini ve genel başkanını terörist ve dış güçlerin sözcüsü ilan ediyorlar.

İktidara gelirken her türlü söz, düşünce, ifade özgürlüğünün Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar ileri düzeye taşınacağını söylediler. 16 yılın ardından Türkiye tutuklu gazetecilerde dünya rekorunu eline geçirdi. OHAL nedeniyle darbe girişiminde bulunan ve işlerinden atılan FETÖ’cülerden kat be kat akademisyen işlerinden atıldı. Gazeteler, dernekler, sendikalar kapatıldı.

AKP nereye gidiyor?

16 yaşındaki AKP’nin 15 yıllık iktidarında başka örneklerle de birlikte durum böyle. Peki bundan sonra ne olacak? 16 Nisan referandumunda anayasa değişikliğine konan geçici madde ile Başkanlık sistemine geçiş için yapılacak Cumhurbaşkanı ve Meclis seçiminin 2019 Kasım ayında olacağı hükmü bulunuyor. İktidar sözcüleri de sürekli 2019’a kadar bir erken seçim olmayacağını vurguluyor. Ancak Ankara’da AKP’deki karar vericilerin “seçimi öne mi çeksek”, “2019’u mu beklesek” ikileminde oldukları belirtiliyor.

Tam bu noktada bu ikilemi gidermek için sürekli anketler yaptırılıyor. Öteden beri AKP’ye anket yapan firma yöneticileri anket sonuçlarının bir erken seçim için cesaret verici olmadığı bulgularını dile getitriyor. 16 Nisan referandumundaki yüzde 48.5-51.5 oranının büyük oranda korunduğu vurgulanıyor. AKP’nin oylarının 7 Haziran’daki yüzde 40 ile 1 Kasım seçimlerindeki yüzde 50’nin arasında, yüzde 45’lerde seyrettiği belirtiliyor. Artık seçimi kazanmak için yüzde 50+1 gerektiğinden anketlerdeki bu oranla erken seçim denemesinin zor olacağı konusunda görüşbirliği bulunuyor.

MHP ne olacak?

AKP’nin seçim konusunda artık kendi başına karar veremeyip bir tür ortağı konumundaki MHP’yi de dikkate almak zorunda olduğu vurgulanıyor. Referandumda MHP’nin en fazla yüzde 3’lük bir seçmene evet dedirtebildiği AKP’lilerce dile getiriliyor. Bu noktada seçim ile ilgili bir karar AKP tarafından ancak MHP’yi de Meclis dışında bırakmayacak bir formülün bulunmasına bağlı. Anayasa değişikliğinde milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkartılmıştı. Erken ya da 2019’da yapılacak seçimlerde bu 50 vekilin gerekirse AKP listelerinden MHP’ye sağlanması formülleri de konuşuluyor.

Ülkedeki ağır sorunlarla birlikte partinin de geçmekte olduğu sıkıntılı süreç kuruluş yıldönümünde AKP’liler arasında yüksek sesle olmasa da mutsuzluk, umutsuzluk, ifadeleri ile paylaşılıyor.
Cumhuriyet

Helâl sana Coca Cola!
Tayfun Atay
14 Ağustos 2017



“Coca Cola” markasını “Rabia” simgesi ile buluşturan Tayyip Erdoğan görüntüsü, bize “Yeni Türkiye”nin dinbazlıkla malûl halipürmelâlini bin kelimeye bedel bir netlikle resmediyor.

Dil gibi çağrışımın da kemiği yok olsa gerek ki bu görüntü beni 11 yıl öncesine, bir AVM açılışında dua eden “Donald Duck” ve “Mickey Mouse” (Miki Fare) temsillerine götürdü!..

Bir dolu davetlinin arasında, belli ki çocuklar için “güzellik” olsun diye iki Walt Disney şaheserinin kılığına girmiş animatörler, AVM önünde kurban kesilirken imamın okuduğu duaya ellerini semaya açmış halde eşlik etmekteydiler. Ardından Fatiha okuyup “nurlanmış” ellerini yüzlerine sürmeyi bekleyerek...

Şimdi “Miki’nin duası”ndan “Kola’nın Rabia’sı”na vasıl olmuş bulunuyoruz!..

***
AKP Türkiye’sinin alâmetifarikası, daha önce de yazdık, sırtını yere getiremediği kapitalizmi hidayete erdirmeye kendince hevesli bir “post-İslamcılık”tır.

Emin olun, hiçbir şeyi İslâm için yapmıyorlar.

Her şeyi “ikbal” için, iktidar için, kendilerini, yakınlarını, yedi sülalelerini ihya için yapıyorlar.

Yaptıklarının adını hanidir “dinbazlık” koyuyoruz.

Dinbazlık, dini manen değil maddeten, ruhani ve ahlâki değil dünyevi ve “nefsani”, yani menfaatperest amaçlarla işlerliğe sokmanın, işlerlikte tutmanın ve işlerlikte “tüketme”nin kavramsal karşılığı...

Ve dinbazlıkla kendi “dünyalık”larını korumaya, battıkları suçları bastırmaya ve “dini-bütün”lükleri iktidarla bozulup, içten içe çürüyüp kokuştuğu için de zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar.

***
Yıllarca “Coca Cola”yı “Bâtıl”ın iksiri, Batı sömürgeciliğinin, yani (“Coca-Colanization” tabiri eşliğinde) “Kolonizasyon”un bir “zehir”i sayıp reddeden;

Ama Müslümanların da kola içme alışkanlığından kopamadığını görüp “helâl kola”lar (Mekke Kola, Zemzem Kola, Kıble Kola, Kristal Kola, vb.) imal eden;

Ve işte nihayetinde Miki Fare’yi hidayete erdirmek gibi Coca Cola’yı da Rabia ile “mübarek"leştiren bir müflis maceranın hazan mevsimindeler!..

***
Rabia işaretini ABD emperyalizminin, yani “Coca-Colanization”un işbirlikçisi General Sisi’nin Mısır’da devirdiği İslamcı Mursi ile dayanışma adına ve sözüm ona “Bâtıl”a karşı “Hakk”tan (daha doğrusu “sûret-i hak”tan) yana görüntü vermek için devşirdiler.

Ve onu bu topraklarda kendilerine muhalif, laik, sol, Kürt, Türk, Alevi herkese karşı nefret ve şiddet üreterek kullanıma soktular.

Şimdi onu ABD’nin ve küresel kapitalizmin bir numaralı nişanesi “Coca Cola”nın bu topraklarda bir temsilciliğinin açılışında adeta aksesuarlaştırarak gözümüze sokuyorlar.

11 yıl önce AVM açılışında ellerini açmış dua eden “Miki Fare” ve “Donald Amca” görüntüsü, din adına sevimli bir komediydi.

Bugün Anadolu’nun ortasında bir “Coca Cola” şubesinin açılışında arkasını bu Amerikan şurubunun logosuna dayamış şekilde eliyle Rabia dörtlemesi yapan iktidar görüntüsü ise din adına iç kıyıcı bir trajedi.

Cumhuriyet

Doğu Perinçek: AKP’nin önümüzdeki seçimleri kazanamayacağı gözüküyor
16 Ağustos 2017

Ulusal Kanal’da çıkış yolu programına katıldı. Perinçek’in açıklamalarından satır başları şöyle:

AKP KAYBEDECEK

Türkiye AKP iktidarı ile devam edemez, bütün olgular bunu gösteriyor. AKP’nin önümüzdeki seçimleri kazanamayacağı gözüküyor. Bu görüş olgulara dayanıyor. Referandumdan beri AKP’de iniş var. Ekonomide sıkıntılar var. Halk günlük ekonomik hayatında sıkıntıları önümüzdeki günlerde daha çok hissedecek ve tercihini değiştirecek.

AKP iktidarı önümüzdeki seçimi kaybedecek.

Son zamandaki metal yorgunluğu açıklamaları yorgunluk değil başarısızlık tespiti.

KILIÇDAROĞLU TUTUKLANIRSA KARŞI ÇIKARIZ

Kılıçdaroğlu tutuklanırsa sert bir şekilde karşı çıkarız. Ana muhalefet partisi başkanına dokunulmaması gerekir.

Selahattin Demirtaş terörden suçludur. Türkiye’nin altına mayın döşeyen, Türkiye’yi bombalayan, ABD anlaşıp ile Türkiye’yi bölmek isteyen bir partinin genel başkanıdır. Selahattin Demirtaş’ın içerde olması kanunların gereğidir. HDP de kapatılmalıdır. Bu açıdan Kemal Kılıçdaroğlu ile Selahattin Demirtaş’ın durumu birbirine benzemez. HDP PKK’nın uzantısıdır.

Anahaber

CHP, ‘kumpas’ söylemi sonrası harekete geçiyor: ‘Milyonlar sokakta olacak’
15/08/2017



CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat, son haftalarda AKP’nin hedef aldığı parti liderleri Kemal Kılıçdaroğlu’na desteklerini ifade ederek “Genel başkanımızın arkasındayız. Milyonlar sokakta olacak” dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, tutuklu CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun “Buradan çıktım çıktım. Çıkmadığın takdirde açıklamalarda bulunacağım” dediğini öne sürmüştü.

Berberoğlu, MİT TIR’ları davasında 25 yıl hapis cezasına çarptırılıp cezaevine konulmuştu. Son zamanlarda başta Erdoğan olmak üzere AKP kanadı CHP’li vekil üzerinden parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef almaya başlamıştı.

CHP, Kılıçdaroğlu’na karşı bir ‘kumpas’a girişildiğini savunuyor.

Canpolat’tan sorular

İl başkanlığında basın toplantısı düzenleyen Canpolat, Kılıçdaroğlu’na ve partilerine yönelik ‘her türlü saldırı karşısında’ sessiz kalmayacaklarını belirterek, “Milyonlarca insanla mücadelemizi en üst boyutta yürüteceğimizi belirtmek istiyorum. Genel Başkanımızın arkasındayız” diye konuştu.

MGK’nın 2004’teki uyarılarına karşı yeterli tedbirin alınmadığını ifade eden Canpolat, şu soruları yöneltti: “Bizler ‘Fethullah Gülen hareketi devlet kademelerinde ayrıcalık kazanıyor; bu tehlikeli duruma karşı tedbir alınmalı’ derken; Onun arkasından ağlayan, ‘Ne olur ülkene geri dön’ diyen yalvaran siz değil miydiniz? Fetullah Gülen’i eleştirdiği için gazetecileri tutuklayan, Fetullah Gülen’in TSK’yı çökertme operasyonu olan Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısı FETÖ’cü Zekeriya Öz’ün heykelinin dikilmesini isteyen siz değil miydiniz? FETÖ’nün kurduğu Bank Asya’nın açılışını Fethullah Gülen’le birlikte yapan yine siz değil miydiniz? Darbeci generallerden Şaban Dişli sizin genel başkan yardımcınızın ağabeyi değil mi? Korkunuzdan dolayı içinizdeki FETÖ’cüleri hala devletin en yüksek makamında tutan siz değil misiniz? Hayatı boyunca hiçbir dini cemaat ya da hareketin içerisinde yer alması söz konusu bile olmayan insanları FETÖ’cü diye içeri atan siz değil misiniz?”

‘Milyonlar sokakta olacak’

Canpolat, partilerinin eylem yapacağı sinyalini verdi: “Genel başkanımızın arkasındayız. Milyonlar sokakta olacak. Genel merkezimizle birlikte 81 ilde aynı anda, Türkiye’nin her tarafında milyonlarca insanla bu tek tip yönetime karşı, muhalefetini susturan, kendi dışında hiç kimsenin nefes almasına müsaade etmeyen, sadece baskıyla, sindirerek iktidarda kalmak isteyenlere karşı mücadele edeceğiz. Dünyanın her yerinde diktatörlerin en son başvurdukları konu aynıdır. Biz ona pabuç bırakmayacağız. Bastırarak, sindirerek, CHP’lileri ve Türkiye’nin toplumsal muhalefetini sindireceğinize inanıyorsanız, bundan vazgeçin.”
Diken

'Erdoğan, 'Reisçiler'den rahatsız, Davutoğlu'na yakın isimlere danışacak'
15.08.2017

Milli Görüş çizgisinin yayın organı Milli Gazete'nin yazarı Ahmet Yavuz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Reisçiler'den rahatsız olduğunu iddia etti.

Yavuz'un 'Vekilinden, iktidara dört barış önerisi!' başlığıyla yayınlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

"AK Parti Manisa Milletvekili Doç. Dr. Selçuk Özdağ'a 'Partinin gidişatı nasıl olacak? Yeni kabineyi nasıl buldunuz?' diye sordum. 'AK Parti 4 şey yapmalı?' diye doğrudan söze girdi. Dedi ki:

BİR: Saadet'le barışacak.

İKİ: HDP'de yüzde 2 civarı oyumuz var. Kürtlerle barışacak.

ÜÇ: MHP'den, BBP'den gelmiş yüzde 10'a yakın içeride oy var. Ülkücü kesim içeride yeterince temsil edilmiyor. (MHP'den ihraç edilen Meral) Akşener'e gidebilecek 4-5 puan var. O kesim iyi temsil edilecek. Barışılacak!

DÖRT: Aşiretimizi küstürmeyeceğiz! Barışacağız! Bu harekete omuz vermiş herkesi bir şekilde işe dahil edeceğiz. (Eski Cumhurbaşkanı) Abdullah Gül, (Eski Başbakan) Ahmet Davutoğlu gibi…

Duyumlarımıza göre; Erdoğan, 'Reisçilerden' rahatsızmış! Davutoğlu'na yakın isimlere de danışacakmış! Sizce Erdoğan, dört barış önerisini yol haritasına dönüştürür mü?"
Sputnik

Soner Yalçın: Hakan Şükür-Cem Küçük mesajlaşması doğru mu, İçişleri Bakanı'nın masasında hack'lenmiş mesajlar mı var?
16 Ağustos 2017



"Dosya gerçek ise siyasette yer yerinden oynayacak demektir"

Sözcü yazarı Soner Yalçın, darbe girişimi sonrası hakkında "FETÖ üyeliği" suçlamasıyla soruşturma başlatılan eski AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür ile gazeteci Cem Küçük'ün mesajlaşmasını içeren dosyanın, 'hacker'lar tarafından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya sunulduğu iddiasını okurları ile paylaştı. "Bu mesajlaşma doğru mu?" diye soran Yalçın, sözlerinin devamında "Bu dosyadaki bilgiler gerçek mi, yoksa yeni bir kumpasla mı karşı karşıyayız? Öyle ise Erdoğan'ı birileri yanılttı mı?" ifadesini kullandı.

Soylu'ya sunulduğu iddia edilen mesajlaşmada Küçük'ün Şükür'e "Ne diyeyim, padişahlık sürüp gidiyor biz de izlemedeyiz" dediği görülüyor.

Soner Yalçın'ın "Erdoğan'ın dilinin altı" başlığıyla yayımlanan (16 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Tespit 1)
AKP lideri/Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki:
“Ana muhalefetin başındaki zat, ülkesinin aleyhine işlediği bir suçtan dolayı halen cezaevinde bulunan milletvekili ile ilgili konunun kendisine kadar ulaşmasından endişe ettiği için şimdiden ön almaya, suyu bulandırmaya çalışıyor. Eğer yakında, bu içeride olan zat ile alakalı Kılıçdaroğlu'nun bağlantısı çıkarsa şaşmayın ha! İçeriden değişik haberler alıyorum. ‘Buradan çıktım, çıktım, çıkmadığım takdirde açıklamalarda bulunacağım' diyor içerideki zat!”

Tespit 2)
Erdoğan'ın bu sözlerine CHP'nin tepkisi sert oldu. Parti sözcüsü Bülent Tezcan şu yanıtı verdi:
“AK Parti Genel Başkanı, bir kumpas itirafında bulunmuştur. Enis Berberoğlu üzerinden haksız bir biçimde hem Enis Berberoğlu'nu rehin alan ve cezaevine koyan hem de haksız bir şekilde CHP'ye ve Genel Başkanı'na dönük bir büyük kumpasın aslında ikrarıdır bu. İktidar kanadı yeni kumpasın tezgahlayıcısı!”
Tespit 3)
Cezaevindeki CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, avukatları aracılığıyla bir açıklama yayınladı:
“Haksız ve hukuksuz mahkeme kararı ile 2 aydır bir koğuşta tek başıma kalıyorum. Görüştüğüm kişiler, beni ziyarete gelen 50 kadar CHP'li milletvekili ile avukatlarımdan ibarettir. Bu görüşmelerin tamamında neler konuşulduğu kendilerine sorulabilir. Ama hepsinde hukuki durumumu anlattığımı, adaletten umudumu kesmediğimi söylediğimi hatırlıyorum. Rivayet kipiyle aktarılan hususlarda yanılma veya yanıltma yoksa kötü niyet vardır.”
Sahi…
Erdoğan hangi kaynağa dayanarak bu ağır iddiayı gündeme taşıdı?
Elinin altında bir dosya mı var?
Hakan Şükür-Cem Küçük

Tarih: 25 Ağustos 2016
Saat: 16.13.
Yani… 15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra…
Ünlü eski futbolcu Hakan Şükür ile azgın yandaş görünümlü Cem Küçük facebook messenger üzerinden mesajlaşıyor:
– Cem nasılsın kardeşim
– Saolun siz nasılsınız
– Şükürler olsun bende iyiyim bazı problemler olmuş herhalde
– Valla nediyim bir padişahlık sürüp gidiyor bizde izlemedeyiz.
– Onun padişahlığı kendisine bize işlemez işlemedide
– Geçen gün bana bir bayan ulaştı öğretmenmiş kocası adına yardım talep ediyor siz tanıyormuşsunuz
– Kim ismi ne birçok kişi yardım istiyor.. İsmi ne
– Burcu Bak diye bir bayan.. Eşinin yurtdışına çıkması gerekiyormuş bazı evraklar attı bana
– Ne evrağı isim tanıdık
Cem Küçük evrakları gönderiyor. Yazıyor:
– İlerliyen günlerde problem yaşayabiliriz ailece dedi. Sürekli yazıp duruyor Ben Emniyetten baktırdım takipte olan biri Sonra bana problem olmasın Sonuçta herkese bir kup uyduruyorlar.. Burası Türkiye
– İsim tanıdık ama buna biz uzun zamandır ulaşamadık bana yazmış bir kaç kez.. Bana yazmasını söylermisin burdan yardımcı olalım
Mesajlaşma bu…
Peki… Cem Küçük ile Hakan Şükür arasındaki bu mesajlaşma doğru mu?
Konunun, Erdoğan'ın CHP Milletvekili Berberoğlu ile ilgili ortaya attığı iddiayla ilgisi var mı?
Gelelim yazının sonucuna…

Soylu'nun masasındaki dosya

İddiaya göre…
İstanbul'daki üç hacker…
Bazı kişilerin facebook messenger mesaj şifresini kırıyor.
Hakan Şükür-Cem Küçük gibi yüzlerce kişinin mesajları dosya haline getirilip İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya sunuyorlar.
Bakan Soylu heyecanlanıyor. Çünkü. Dosya içinde kimi CHP milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve parti danışmanlarının birbirleriyle mesajlaşmaları var! Bunlar arasında CHP milletvekili Berberoğlu da var. Keza, FETÖ iddiasıyla hapse atılan danışmanlar Erkan Karaarslan ve Fatih Gürsel de var. Keza. Melih Gökçek gibi AKP'li siyasetçiler de bulunuyor.
FETÖ'nün Ahmet Uğur, Mehmet Pehlivan, Ahmet Güneş, Hayri Toprak, İlhan Taner, Canip Yiğit, Ahmet Gençer gibi “imamları” ile ilişkiler ağı var!
Bakan Soylu, emniyet istihbarat başkanını vs çağırıp dosyayı gösteriyor. Fakat. Dosyadaki bilgiler konusunda şüpheye düşüyorlar. Sonra…
Aradan haftalar geçiyor. İçişleri Bakanlığı'ndan ses çıkmıyor.
“Dosya sahipleri” konuyu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'a aktarıyor. Bakan Albayrak, emniyet istihbaratın aceleci tavrına kızıyor. Sonra…
Sonrası yok…
Daha doğrusu dosyanın akıbeti konusunda benim bilgim yok.
Bu dosya ve içindeki iddialar bana bir ay önce anlatıldı…
Merakla bekledim AKP iktidarı “dosyayı ne zaman açacak” diye!
Erdoğan'ın bu sözlerini duyunca…
“Acaba” dedim, “dosya ona da mı ulaştı?” Öyle ya…
Erdoğan bu kadar ağır iddialı sözleri neye dayanarak söyledi?
Hâlâ… Merakla bekliyorum…
Bu dosyadaki bilgiler gerçek mi, yoksa yeni bir kumpasla mı karşı karşıyayız? Öyle ise Erdoğan'ı birileri yanılttı mı?
Öte yandan…
Dosya gerçek ise siyasette yer yerinden oynayacak demektir! Hiç umulmadık politikacıların FETÖ ile ilişkisi ortaya serilecektir.
Umarım gerçek değildir…
Beh hâlâ düşünüyorum…
Erdoğan'ın bu ağır iddialarının kaynağı ne?

ETİKETLER
hakan Şükür cem küçük soner yalçın

T24

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ AMERİKA’YA SATILDI
Ahmet Ölçülü


“Atatürk Orman Çiftliği nedir?” diye bir soru sorulduğun verilecek karşılık tereddütsüz “vatan toprağıdır” olacak.

O hâlde başlığımız şöyle de olabilirdi: VATAN TOPRAĞINI AMERİKA’YA SATTILAR!

Satan mevcut iktidar, alan ise ABD…

ABD buraya elçilik binası yapacakmış.

Demek mevcut bina onlara yetersiz geliyor, Türkiye’yi karıştırmak, ajan faaliyetlerini daha düzenli, daha sistematik, daha teknolojik imkânlarla sürdürebilmek için mevcut elçilik binası yetersiz geliyor, dar geliyor ki, 37 bin metrekare, 37 dönüm vatan toprağı, vatana suikasti daha kolay yapabilsin diye Amerika’ya satılıyor.

Daha çok ajan getirebilsinler de, daha çok kargaşa, daha çok anarşi, daha çok suikast üretebilsin ve Türkiye’yi daha kolay yıkabilsinler diye, Amerika’ya yapılan kıyağa diyecek yok…

Beştepe ve Beştepe’nin kraldan bile kralcı ak trolleri buna da bir kılıf bulurlar ya…

İyi de Yunan keferesinin adalarımızı işgâl edip, bir de üstüne üstlük gözümüze gözümüze sokarak işgâl ettikleri adalarda mangal partileri yaptıklarına dair medyaya fotoğraf servis etmelerine ne demeli?

Gıkları çıkmıyor değil mi?

Biz “gıkları çıkmıyor” derken, Bakanlar Kurulu sonrası Bekir Bozdağ yaptığı açıklamada, satılan yerin AOÇ ile alâkasının olmadığını söyledi. Vatan AOÇ’den mi ibaret Sayın Bakan?

Şimdi size özelleştirme yoluyla vatan toprağının peşkeş çekilmesine dair, geçenlerde gündeme gelen Mersin Limanı’nın hikâyesini anlatalım:

Mersin Limanı’nı da özelleştirme adına bundan 10 sene önce Akfen Holding ile Singapurlu PSA’ya peşkeş çekmişler, o zaman Maliye Bakanı olarak Kemal Unakıtan, PSA’nın limanı alıp Singapur’a götürmeyeceğini söyleyerek bu özelleştirmeye arka çıkmıştı. Ve yine o tarihlerde mersin Limanı özelleştirmesi ile ilgili olarak yapılan haberlerde, çeşitli özelleştirme kalemlerinden devletin kasasına bir hafta içinde 2,5 milyar Dolar’ın üzerinde para girdiği belirtiliyordu. Bu da AKP’nin o tarihlerde ekonomiyi nasıl şahlandırdığına dair bir tesbit: Elde avuçta ne var ne yok satıp yersen, durumun iyi gözükür elbette. Şimdi ise satacak bir şey kalmadı. Akfen’in, Mersin Limanı’nda elinde tuttuğu yüzde 50 hissenin 40’ını Avustralyalı altyapı fonu IFM Investors adlı firmaya satması neticesi, hisse durumu, limanın yüzde 50’si PSA, yüzde 40’ı IFM Investors ve yüzde 10’u da Akfen Holding şeklinde gerçekleşmiş oldu. 10 sene önce limanın tamamı 755 milyon dolara AKP tarafından kendilerine peşkeş çekilmişken, Akfen, limanın yüzde kırk hissesini IFM Investors’a 869 milyon Dolar’a sattı; hem de işletme hakkını elinde bulundurmak kaydıyla… 377,5 milyon dolara al ve imtiyazları da kaybetmeden 869 milyon dolara yüzde 40’ını sat. Yani, Akfen’in elindeki yüzde 50 hissenin bedeli toplamda bedel 1 milyar 86 milyon dolara çıkmış oluyor. Yüzde 100 hisse bedeli ise 2 milyar 182 milyon doları aşan bir rakama tekabül ediyor; 10 sene önce 755 milyona satılan 10 sene sonra 2 milyar 182 milyon oluyor, neredeyse bire üç… On senedeki rant geliri bire üç ve bu 10 sene ve ilerleyen yıllardaki işletme gelirleri daha bunlara dâhil değil. Milletin cebine girmesi gereken devasa gelirler, emperyalizme böyle peşkeş çekilir işte. Ne diyordu Unakıtan: Sırtlarına alıp gidecek değiller ya…

Bu ihaneti niye yaparlar, ahmaklıklarından mı, hainliklerinden mi, menfaatleri için mi?

DİZ ÇÖKTÜRÜYORLAR

Game Of Thrones diye bir dizi var, malûm. Bu dizinin üzerinde en çok konuşulan mevzularından biri de diz çökme hadisesi. Yenilen, yenilgiyi kabul edenin, bunu sadece sözle değil, fiiliyatıyla da ortaya koyması, diz çökerek yenilgiyi kabul ettiğini göstermesi…

Erdoğan’a da diz çökertiyorlar.

Önce, “İsrail’e muhtacım!” dedirttirip, Mavi Marmara’yı arkadan hançerleyerek şehidlerin kanının satmasını sağladılar…

Şimdi de Coca Cola fabrikasının açılışını yaptırıp, ABD’ye elçilik binası için vatan toprağının satışını gerçekleştirmek suretiyle… Elçilik binası için AOÇ arazisinin Amerika’ya satılması AKP’den de öncesine dayanan bir mevzu olarak yılların meselesiydi ve Ankara’da zaman zaman gündeme gelirdi ama bir türlü gerçekleşmez, gerçekleşemezdi. Zira iktidara gelen her hükümet bilirdi ki, bu satışa onay vermekle Amerika önünde diz çöktüğünü dünyaya göstermiş olacak.

Şimdi bu söylediklerim AKP trollerinin “dünyaya kafa tutuyoruz, Erdoğan’dan önce bu ülkenin iktidarları ABD’nin köpeğinden başka bir şey değildi!” propagandasıyla şartlanmış yeni gençliğe tuhaf gelecek ama, durum hiç de bugünden çok da farklı değil, hatta daha da iyi denebilecek durumda idi. Evet, bir zamanlar Türkiye’ye gelen Amerikalı albaylar resmi devlet töreni ile karşılanmıştı bu ülkede ama o günden bu yana köprünün altında çok sular aktı ve ne kadar Amerikancı olurlarsa olsunlar, Türkiye iktidarları, halktan oy alma kaygısı dolayısıyla ABD’ye karşı mesafeli oldular, olmak zorunda kaldılar. Mesela, kimi zaman Amerika ile ilişkiler o kadar gerildi ki, Amerika Türkiye’yi bombalamakla tehdit edecek kadar ileri gitmek zorunda kaldı; bu diz çökmeyen asiye haddini bildirmek için silâha davranmakla tehdit etti. Kıbrıs krizi, Johnson mektubu, haşhaş krizi vs… Sadece Amerika ile değil, Avrupa ile olan ilişkilerde de benzer bir çekişme, çatışma süreçleri dönem dönem yaşandı ve hatta iplerin kopmak üzere olduğu birçok defa dile getirildi. İnönü, Demirel, Ecevit… Şöyle bir kıyaslama yaparsanız, Erdoğan’ın tavrından daha anti-emperyalist demek gerekir. Meselâ, Demirel’in hem de soğuk savaşın en hararetli olduğu demlerde ABD’ye rağmen Ruslara yaptırdığı İskenderun Demirçelik ve Seydişehir Alüminyum fabrikaları, Aliağa Rafinerisi, Oymapınar Barajı başta olmak üzere bir dizi yatırım hikâyesi vardır ki bu gün RTE’ye anti-emperyalist diyenlerin, sırf o fabrikaları, rafineriyi, barajı vs. ülkemize kazandırmış olmasından dolayı Demirel’i anti-emperyalizmin bayraktarı olarak kutsamaları gerekecektir. Bu gün ne yapıyorlarsa, o gün yapılanlara borçludurlar. Genç arkadaşlar, verdiklerimiz ipuçlarından hareketle internette biraz araştırma yapıp, Türk-Haçlı Batı ilişkilerinin nasıl gergin dönemler atlattığına dair malûmat sahibi olabilirler. Göreceklerdir ki, Erdoğan’a atfedilen anti-emperyalist mânâ, bu süreç içerisinde sürecin küçük bir parçasından ibaret. Erdoğan’a anti-emperyalist denecekse, seleflerine söylenenler aşağılık bir propagandadan başka bir şey değil. Biz onları sahiplenmiyoruz, sadece kıyaslamayı objektif olarak yaptığımızda aralarında pek fark görmediğimizden, geçmişi kötüleyip Erdoğan’ı yüceltmenin kasıtlı bir gayeye matuf olduğuna dikkat çekmek istiyoruz; Müslüman Anadolu ahalisinin gazını alıp sisteme entegre etme plânına…

İşte, AOÇ’nin Amerikalılara satışı yıllardan bu yana, özellikle 80’den sonraki dönemde gündemde olmasına mukabil, hiçbir iktidar bu satışı yapmaya cesaret edemedi. Kimse bu satışla anılmayı, diz çöken lider olarak görülmek istemedi.

Ve en nihayetinde, en büyük anti-emperyalistin Erdoğan olarak gösterilmeye çalışıldığı bir dönemde, “İsrail’e muhtacım!” dedirtip; Trump’la görüşmesi akabinde, “nokta filân olmaz!” dedirterek söylediklerini de yalattıktan sonra, Coca Cola fabrikasının açılışını da kendisine yaptırmakla da yetinmeyip, AOÇ satışını da yaptırdılar.

Daha önce de Cargill adlı şirket için bizzat Erdoğan’ı zamanının Amerika Başkanı Buşt oğlu Buşt bizzat aramış ve Bursa Karacabey Ovası’na tecavüz eden fabrikanın bu tecavüzünü affetmesini rica etmiş, Erdoğan da vatan toprağına yapılan bu tecavüze karşı Buşt’u mu kıracak, çıkarmış bir kanun ve vatan toprağını tecavüzcüsü Cargill’e nikâhladığını beyan etmişti. (Bizi bırakın, Akit’te Atilla Özdür ağabey bu konuda ne kadar yazdı, “yapmayın etmeyin” dediyse de dinletemediydi.)

Kapitalist-liberal sistem içinde, açık Pazar ekonomisinde Coca Cola’nın fabrika açması normal bir şeydir. Ama biz zaten kapitalizme, liberalizme ve serbest Pazar ekonomisine karşıyız. Coca Cola da bu çerçevede emperyalizm, kapitalizm, liberalizm, serbest Pazar adına remzleşen bir mânâ ifade etmekte. İşte, Erdoğan’a Coca Cola armalı bir vinil önünde bu fabrikanın açılışını yaptırmaları… Yani yapmayabilirdi… AOÇ’nin satışına izin vermek zorunda kalması… Bunlar, “diz çöktürme” operasyonlarıdır.

Türkiye’nin diz çökertildiği mesajını, gözleri Türkiye üzerinde olan dünyanın geri kalan Müslümanlarına Erdoğan üzerinden vermek istiyorlar.

Ama Müslüman Anadolu ahalisi bunu reddetmektedir, dünya üzerinde Amerika’ya karşı en çok nefret ve husumet besleyen insanların yaşadığı bu topraklarda, bu millete diz çöktürebilecekler mi?

Elbette HAYIR!

Daha biz satılmadık!

Ahmet Ölçülü

Kaynak:Adımlar Dergisi

İstanbul’da dehşet: Uyuşturucu parası vermeyen anneannesini öldürdü
17 Ağustos 2017

Esenyurt’ta, bonzai bağımlısı olduğu iddia edilen Yıkılmaz G. (22) isimli genç, iddiaya göre kendisine uyuşturucu parası vermeyen anneannesi Sevim Görmek’i (70) göğsünden bıçaklayarak öldürdü.

Cumhuriyet

Partili Cumhurbaşkanlığı düşebilir... İşte gerekçeleri
16 Ağustos 2017



16 Nisan referandumunun iptali için CHP'li Atilla Kart yargıya başvurmuştu... İç hukuk yolları tamamlandı. Dosya AİHM'de... Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk "Türkiye çok yakın bir gelecekte farklı bir gündeme oturabilir" diyerek Partili Cumhurbaşkanlığı kararının düşebileceğini savundu...

16 Nisan 2017'de gerçekleştirilen halk oylamasında mühürsüz zarf ve oyların geçerli sayılmasına dair Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) işleminin iptali için CHP Konya eski Milletvekili Avukat Atilla Kart, 21 Nisan'da Danıştay 10. Dairesi'ne “tam kanunsuzluk” sebebiyle işlemin iptali istemiyle dava açtı. Daire, oy çokluğuyla ve incelenmeksizin başvuruyu reddetti. Bunun üzerine temyiz mercii olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na başvurdu. Orası da reddi onadı. Böylece iç hukuk yolları tükenmiş oldu. Atilla Kart, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmadı. Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin, YSK işlem ve kararları aleyhine dava açılamayacağına ilişkin kararı var. Bu durumda zorunlu olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvurusunu hazırladı.

Sözcü gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, bugünkü yazısında AİHM'e ulaşan dosyayla ilgili çok önemli gelişmeler olduğunu yazdı.

İşte Saygı Öztürk'ün “Partili Cumhurbaşkanlığı’nda bomba gelişme” başlıklı yazısından başlıklar;

“Başvurunun esası iki temel gerekçeye dayandırıldı. 1- Adalete erişimin engellenmesi, 2- Etkili başvuru yolları hakkının kısıtlanması… Bu iki ihlal Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6/1 ve 13. Maddesi'nin ihlali anlamına geliyor. 21 Haziran 2017 tarihinde yapılan başvurudan sonra Atilla Kart'a yapılan tebliğlere göre ‘Ön İnceleme’ ve ‘Raportör Yargıç’ aşamaları geçildi. Dosya, mahkeme aşamasına intikal ettirildi.

“ÇOK ÖNEMLİ BİR AŞAMA GERÇEKLEŞMİŞ OLACAK”

“Atilla Kart, ‘Benim öncelikli amacım, yaptığım başvurunun dava aşamasına ulaşmasını sağlamaktı. Bu sağlandı. Davanın esasından son derece umutluyum. Çünkü YSK'nın tesis ettiği işlem tam kanunsuzluk, yetki gasbı ve yok hükmündedir. 16 Nisan'dan sonra oluşan Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) ve partili cumhurbaşkanı sıfatıyla sayın Cumhurbaşkanı’nın AKP genel başkanlığı ve bağlı işlemler ‘yok' hükmündedir. Zira ve maalesef YSK'nın 16 Nisan'da tesis ettiği işlemle ülkemizde adalete erişimin sağlanması ve etkili başvuru yolları hakkının kullanılamaz hale gelmesi söz konusudur’ diyor. Kart şöyle devam ediyor:

‘Üzülerek ve kaygıyla ifade ediyorum, ülkemizde anayasal kurumlar çok büyük ölçüde işlevini kaybetmiş durumda. Yaptığımız başvuruda da bunun sonuçlarını görüyoruz. Bu başvurunun en önemli amacı Türkiye'de serbest seçimin şartlarını korumak ve inşa etmektir. Dava olumlu sonuçlandığı takdirde bu noktada çok önemli bir aşama gerçekleşmiş olacaktır.”

“TÜRKİYE YAKIN BİR GELECEKTE FARKLI BİR GÜNDEME OTURURSA BUNA ŞAŞIRMAYALIM”

“Başvuru dava olarak kabul edildi. Bundan sonra davanın esasına girilip yargılama yapılacak. Davanın ne kadar süreceği tamamen AİHM'in takvimine bağlı… Dava esastan kabul edildiği takdirde ne olur? Bu takdirde Türkiye'de adalete erişimin engellendiği yani YSK'nın idari işlemini, Danıştay 10. Dairesi'nin, İdari Dava Daireleri Kurulu'nun ‘Benim bu işlemi yargısal olarak yetkim yoktur’ diyerek incelemeden kaçınması, Anayasa Mahkemesi'nin de benzeri yönde kararlar vermesi masaya yatırılacak. Karar, Kart'ın lehine sonuçlanırsa, vatandaşın adalete erişemediği, adil yargılama hakkını, iç hukuk anlamında etkili başvuru hakkını da kullanamadığı, başvuru yollarının işlemez hale geldiği, mahkeme kararıyla hükme bağlanmış olacak. Bunun anlamı, hak ihlallerinin yarattığı sonuçların giderilmesi zorunluluğudur. Bunu uygulayacak olan da ülkemizin anayasal kurumlarıdır. Atilla Kart bu konuda şunları söylüyor:

‘Ama tecrübelerimizden biliyoruz ki hükümet, bu yöndeki muhtemel yargı kararını savsaklamak, sürüncemede bırakmak konusunda bir çaba içine girecektir. İşte bu noktada bir taraftan Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi mekanizmaları devreye girecek, bir taraftan da Türkiye'de siyaset, kamuoyu konuyu tartışacaktır. Türkiye bu gündeme hazır olmalıdır. Önemli olan Türkiye'nin barışına ve demokrasisine, bütünlüğüne sahip çıkarak bu süreçleri hukuk ve siyaset yoluyla aşmaktır. Bu yöndeki muhtemel gelişmeleri şimdiden siyaset kurumunun ve kamuoyunun bilgi ve takdirlerine sunmak gereğini duyduğum için bu gelişmeleri ilk kez sizinle paylaştım.’ Mahkeme, ‘hak ihlali var’ derse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AKP Genel Başkanlığı, bu sıfatla tesis ettiği tüm işlemler sona erecek, HSK'nın tesis ettiği tüm işlemler de ‘yok’ hükmünde olacak. Kart, başvurusuna CHP'nin, İstanbul Barosu'nun YSK başkan ve üyeleri hakkında yapmış olduğu suç duyurularını da dayanak olarak aldı. AİHM kararıyla Türkiye yakın bir gelecekte farklı bir gündeme oturursa buna şaşırmayalım.”
Cumhuriyet

AKP'de Gül hareketliliği
AKP'nin 16'ıncı kuruluş kutlamalarına katılmayan AKP kurucusu 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül katılmamış, gönderdiği mesajda 'demekrosi' vurgusu yapmıştı. Gül'ün yakın arkadaşı gazeteci Ali Bayramoğlu da 'Gül'ün AKP içerisinde yeni bir hareket başlatabileceğini ve ilk defa bu kadar net ve karşı tavır aldığını iddia etmişti. Bugün bir iddia da Hürriyet yazarı Deniz Zeyrek'ten geldi...

AKP'de Gül hareketliliği
17 Ağustos 2017



Hürriyet yazarı Deniz Zeyrek yazısında "İki başbakan yardımcısı, sık sık Gül'ü ziyaret ediyor; 'İşler iyi gitmiyor' diye yakınıyor olabilirler" ifadelerini kullandı.

İŞLER İYİYE GİTMİYOR MU?

Hürriyet yazarı Deniz Zeyrek, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "AK Parti, kuruluş dönemindeki değer ve politikaları kendine yeniden rehber edinip, evrensel demokrasi kriterleri ile kendi değerlerini mezcederek yoluna devam etmelidir. Partimizin aziz milletimize daha çok hizmetlerde bulunacağına inanıyor, bu vesileyle hepinizi sevgi ve muhabbetle selamlıyorum" ifadesini değerlendirdi. AKP'nin 16'ncı kuruluş yıl dönümü etkinliklerine katılmayan Gül'ün, yapılan son kabine değişikliği ile Başbakan Yardımcılığı görevine getirilen iki isim tarafından sık sık ziyaret edildiğini aktaran Zeyrek, "Ya Gül’ü Parti’ye koyduğu mesafeyi kaldırması için ikna etmeye çalışıyorlar, ya da yaşadıkları bazı somut olayları anlatıp “işler iyi gitmiyor” diye Gül’e yakınıyorlar" ifadesini kullandı.

Yapılan son kabine revizyonunda Nurettin Canikli, Mehmet Şimşek, Numan Kurtulmuş, Yıldırım Tuğrul Türkeş ve Veysi Kaynak'tan oluşan ekipte yalnızca Şimşek, Başbakan Yardımcısı olarak yerini korumuştu. Bekir Bozdağ Adalet Bakanlığı'ndan, Fikri Işık Milli Savunma Bakanlığı'ndan, Recep Akdağ da Sağlık Bakanlığı'ndan "Başbakan Yardımcılığı"na kaydırılmıştı.
Yurt Gazetesi

Yandaş gazeteden Erdoğan'ın ekibine 'Coca Cola' suçlaması
18 Ağustos 2017



AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Söz Gazetesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ekibini hedef aldı...

Yeni Söz gazetesi başyazarı Can Kemal Özer, “Erdoğan’a o resmi kim neden verdirdi?” başlıklı yazısında, “Bir ülkenin cumhurbaşkanını herhangi bir şirketin isminin yazılı olduğu bir panonun önünde konuşturmak müthiş bir kurnazlık.

Bunu başaran CocaCola, milyarlarca dolara yapamayacağı PR faaliyetini yaptı” ifadelerini kullandı.


“ERDOĞAN'IN YIPRATILMASINA İZİN VERİLDİĞİ AÇIKTIR”

“Erdoğan'ın konuştuğu mekânın arkasında şirket/marka adının yer almaması sağlanabilirdi. Ama yapılmadı. Bunda da bir kasıt olduğu açık…” diyen Can Kemal Özer, şöyle devam etti:

“Tabi burada bir kusur varsa (ki var) bu Beştepe'deki konudan sorumlu ekibe ait. Cumhurbaşkanı elbette bir yatırımcının tesisinin açılışında konuşabilir. Ancak bu dünya çapında tepki alan bir şirket ise Cumhurbaşkanı'nın ekibinin çok dikkatli davranması gerekir.

Bu hassasiyet eksikliğinin faili kimdir ve hâlen görevde midir bilmiyoruz ama bu hassasiyetin gösterilmediği ve Erdoğan'ın yıpratılmasına izin verildiği açıktır. Her fırsatta AK Parti'yi eleştirenler bir tarafa, AK Parti tabanı da bu karelerden rahatsız oldu.”
Haber Fedai

Yusuf Halaçoğlu: "İnsanlar artık cuma namazına gitmek istemiyor"
18 Ağustos 2017



Bağımsız Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu: Bazı ilkelerden asla taviz vermeyeceğiz; dürüstlük. Defosu olmasın. Bundan taviz vermeyiz. Yolsuzluk gibi... Onları istemiyoruz.

Bağımsız Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Meral Akşener önderliğinde kurmaya hazırlandıkları yeni partiye ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Habertürk'ten Saliha Çolak'ın sorularını yanıtlayan Halaçoğlu, partinin kuruluşuyla ilgili “Ülkenin birtakım sorunlarını çözecek projelerin hazır olması gerekiyor. Genel merkez tüzüğün hazırlanması... Kurucular kuruluyla ilgili çok önemli gelişmeler, kişiler var ama daha geniş bir kitle ile temas var. Önümüzdeki eylül olmasa da ekim ayında ortaya çıkacak parti.” dedi.

Halaçoğlu açıklamalarını şöyle sürdürdü:

“İnsanlar artık cuma namazına gitmek istemiyor, siyasi propaganda merkezi haline getirildi camiler. Bundan kurtulacak bir yol lazım. 'Bu alternatiftir' diye güvenilecek bir siyasi yapıya şiddetle ihtiyaç var. Başta Meral Hanım olmak üzere bütün arkadaşlar rüzgâr almış durumda. Bir siyasi oluşum beklentisi var. Bu yapı kendisini 'Sağcı', 'Solcu' diye nitelendirmeden, milli refleks halinde düşünüyor.
Bu parti; milliyetçi muhafazakâr, Atatürkçü olacak; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine sahip çıkacak parti olacak. Herkes kendini burada bulacak. AKP’nin de CHP’nin de savunduğu şeyler var burada. Türkiye Cumhuriyeti’ni tekrar ayağa kaldırmak için bir siyasi oluşum. ‘Türk milletinin özünden çıkmış milli bir hareket’ diyebilirsiniz.”

“DEFOSU OLMASIN”

Bazı ilkelerden asla taviz vermeyeceklerini belirten Halaçoğlu “Kurucular kurulunu gördüğünüzde, ‘Her kesim temsil ediliyor’ diyeceksiniz. Bazı ilkelerden asla taviz vermeyeceğiz; dürüstlük. Defosu olmasın. Bundan taviz vermeyiz. Yolsuzluk gibi... Onları istemiyoruz. Partilerde siyaset yapanların yanı sıra partilere girmemiş kişiler de var. Küskünler partisi olmayacak. “Biz” diyoruz, “Ben” demiyoruz. Egolarımızı, nefsimize yönelik arzu ettiklerimizi bir kenara bırakıyoruz. Bizi kimse, ‘şucu bucu’ diye nitelendirmesin.” dedi.

“1918 ÖNCESİ TÜRKİYE’Yİ DEVRALMIŞ GİBİ OLACAĞIZ”

Meral Akşener’in Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin de konuşan Yusuf Halaçoğlu “İstersek, 300 bin, 500 bin imza da toplarız.” dedi ve açıklamalarını şöyle sürdürdü:

“Ben Batı Çalışma Grubu’nu, bunların okulları konusunda uyarmıştım. 25 sene sonra 'Sen haklıymışsın' diyorlar. Gerçekten hükümetin FETÖ ile mücadele ettiğine inanmam için siyasi ayağını ortaya çıkarıp bertaraf etmesi lazım. Bunu kendi siyasi çıkarları için kullanılır hale geldi. (Bu hareket bir tertip miydi?) Kendi içinizdeki yapılanmasını ortadan kaldırırsanız, samimi mücadele ettiğiniz ve tertip olmadığı ortaya çıkar.
Artık 200 milletvekili de çıkarsanız iktidar değilsiniz. 50+1’i çıkarırsanız iktidarsınız. Biz buna kilitlendik. Türkiye’yi yönetmeye, Cumhurbaşkanı’nı çıkarmaya talibiz, Türkiye’yi parlamenter hukuk sistemine döndürme niyetindeyiz.
(Muhalefet tek aday üzerinde uzlaşabilir mi?) Hedefimiz ilk turda Cumhurbaşkanlığı’nı kazanmak. Halkın büyük çoğunluğunun bu yeni oluşuma destek vereceğini, Cumhurbaşkanı’nı ilk turda seçeceğimizi düşünüyorum. CHP’nin de milliyetçi oku var, temel değerlerine sahip çıkan şeyi var ama halkımızın bu konuda geçmiş dönemdeki hatayı görerek, bir kişiye oy vereceğini düşünüyorum.
41 ilde teşkilat kurmak yeterli seçime girmek için. Çok çabuk hallederiz, 1 hafta içinde tabelamızı koyarız. Akıl almaz bir teveccüh var. Herkes elimize sarılıyor; ‘Size güveniyoruz. Size umut bağladık’ diye. Sorunlar çok büyük. 1918 öncesi Türkiye’yi devralmış gibi olacağız.”

Etiketler:
Bağımsız Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu İnsanlar cuma namazına gitmek istemiyor
Kaynak: Patronlar dünyası

Ahmet Hakan: Başbakan, Zaman'ın başyazarı gibi konuşuyor; galiba metal yorgunluğu başladı
18 Ağustos 2017

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Başbakan Binali Yıldırım'ın "Darbeciler, Balyozcular, Ergenekoncular sırasını savdı, bu sefer FETÖ'cülere görevi devretti" ifadesiyle ilgili olarak "Ülkenin başbakanı Zaman gazetesinin başyazarı gibi konuşuyor" dedi. Hakan, Yıldırım'a yönelik olarak "Galiba sizde metal yorgunluğu başladı.Tatile falan mı çıksanız?" ifadesini kullandı.

Ahmet Hakan'ın "Yoksa metal yorgunu mu oldunuz Binali Bey?" başlığıyla yayımlanan (18 Ağustos 2017) yazısının ilgili bölümü:

*

Şu işe bakın hele!

Yıl olmuş 2017...

Ve ülkemizin başbakanı Binali Yıldırım, resmen ve alenen “Zaman gazetesi başyazarı” gibi konuşuyor.

*

Binali Bey...

- Sanki Ergenekon’un, Balyoz’un en başından en sonuna kadar FETÖ kumpası olduğu ortaya çıkmamış gibi...

- Sanki başta Zekeriya Öz olmak üzere bu soruşturmaları yürüten tüm savcı ve polislerin FETÖ’cü oldukları ortaya çıkmamış gibi...

- Sanki Ergenekon’la, Balyoz’la Türk Silahlı Kuvvetleri’nde FETÖ’cülere yer açıldığı ortaya çıkmamış gibi...

Hâlâ Ergenekon diyor, hâlâ Balyoz diyor.
*

Ama aynı Binali Bey’e...

“Madem FETÖ’cü polis ve savcıların yürüttükleri Ergenekon ve Balyoz operasyonları gerçek... O zaman aynı FETÖ’cü polis ve savcıların yürüttükleri 17/25 Aralık operasyonları için ne diyeceksiniz?” diye sorsak...

Verecek cevap bulamaz.

*

Binali Bey... Binali Bey...

Galiba sizde metal yorgunluğu başladı.

Tatile falan mı çıksanız?

T24

Star yazarı: Mehmet Barlas'ın Sabah'ta yazdıklarını, hükümete 'subliminal' mesaj olarak okuyabilirsiniz
18 Ağustos 2017



Mehmet Barlas "Özgür basının varlığı demokrasinin sağlığının ana şartıdır" demişti

Star yazarı Ahmet Taşgetiren, Sabah yazarı Mehmet Barlas'ın "Diğer ülkeleri düşman değil dost kılmak, Türk dış politikası açısından daha akılcı bir tutumdur. En önemlisi de iç politikada düşman ilan etmek akla yatkın değildir. Özellikle muhalefet partilerinin ve özgür basının varlığı demokrasinin sağlığının ana şartıdır" ifadesiyle ilgili olarak "Bu satırları hükümete 'subliminal' mesajlar olarak okuyabilirsiniz. Sabah'ta üstelik" dedi.

Ahmet Taşgetiren'in "Tehdidi anlamak - göğüslemek" başlığıyla yayımlanan (18 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Coğrafyamız.

Osmanlı'dan sonra talan edilen coğrafyamız.

Aradan 100 yıl geçtikten sonra acaba “Yeniden 'İslam Dünyası' olabilir mi?” diye umutlandığımız coğrafyamız.

Umutlandığımız ama zaman zaman da “Osmanlı'nın çözülüşü devam mı ediyor?” diye kaygılandığımız coğrafyamız.

Benim yazılarımı devamlı okuyanlar bu coğrafyadaki alt-üst oluşları değerlendirirken şöyle bir cümle kurduğumu hatırlarlar: “Coğrafyamızda alt alta üst üste bir boğuşma yaşanıyor. Bir silah patlayacak ve boğuşanlardan birisi vurulacak. Biz boğuşanlar birbirine sarıldığı için vurulanın kim olduğunu az sonra, birisi cansız yere düştüğünde anlayacağız. Ya da bir kovboy filmindeki gibi, iki kişi düello için karşı karşıya gelecek, silahlar ateşlenecek, her ikisi de bir süre ayakta kalacak, acaba kim vuruldu, az sonra düşenle anlayacağız kimin vurulduğunu.”

Zaman zaman bölgedeki oyunun bir satranç oyunu olduğundan söz ediyorum. Hamleler yapılıyor, piyonlar alınıyor, veriliyor, kim ne zaman “Şah-mat” diyecek, satranç oyununun savaş oyunu olması, Şah'a varışın uzun ve girift oyunlarla gerçekleşiyor olmasından...

İbrahim Karagül, Yeni Şafak'ta “Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük tehdidi ile yüz yüze. Çünkü ilk kez açıktan çok uluslu bir cephe ile karşı karşıya” diye yazmış, sonra o cepheyi çözümlemiş:

“Bir ABD – İngiliz - İsrail haritalandırması ile karşı karşıyayız. Yani 'eksen'in birinci hedefi İran ise ikinci hedefi Türkiye'dir.”

Karagül bu cümleyi,“Bu hesaplar S. Arabistan'ı da BAE'yi de aşıyor” cümlesinden sonra kuruyor.

Yani Amerika – İngiltere- İsrail ekseni var. Onun bölgede işbirliği yaptığı Mısır – Suud - BAE grubu var. Hatta Karagül, içerde de bu eksen”in uzantılarından söz ediyor ve bu arada “PKK/PYD kriptoları, FETÖ artıkları, NATO bağlıları”nı sayıyor, hatta “muhafazakar muhalifler” diye bir ekleme yapıyor. Bir anlamda sağım-solum-önüm-arkam düşmana çıkıyor.

Karagül diyor ki, bu eksen, Türkiye – İran eksenine karşı oluşturulmuş durumda.

Gerçekten böyle mi? Biz Türkiye olarak böyle bir eksenin içinde miyiz, bunu seçtik mi, Rusya bu eksenin neresinde? Barzani nerede? PKK – PYD nerede?

Sahaya baktığımızda Suriye'de roller karışıyor, Irak'ta karışıyor, Kürtler konusunda Irak'ta nerede durulur, Suriye'de nerede durulur, biz nerede dururuz, Amerika – İngiltere - İsrail ekseni nerede durur, İran, Rusya nerede durur?

Irak'ta ve Suriye'de farklı ideolojik eğilimdeki Kürt hamlelerine karşı tavır Türkiye'ye nasıl yansır?

Yine Karagül'ün resmettiği “kara tablo”ya bakalım: “Araplar, Türkler, Farslar ve Kürtler arasında belki yüz yıl sürecek düşmanlıkların temelleri atılıyor.”

Karagül “küresel proje” diye nitelediği bütün bu oyunu“küresel akıl”a bağlıyor. Hani “Üst akıl” vardı ya, muhtemelen onu kastediyor.

Aslında coğrafyamıza baktığımızda hem ülkemiz adına hem bütün bir İslam dünyası adına karşı karşıya bulunduğumuz tehdidi görmemek mümkün değil.

İşin kötüsü, savaş vekalet savaşı ve kürüsel akıl, “vekiller”i bizim coğrafyamızdan devşiriyor.

Çare ne? Ülkemizi ve coğrafyamızı nasıl savunabiliriz?

Karagül yukarda bahsettiğim karşı karşıya bulunduğumuz tehdidi not ettikten sonra diyor ki, “... Öyleyse İran ve Rusya ve Şam yönetimi dahil, daha kapsamlı, derin, kalıcı anlaşmalara varmayı zorlamak gerekiyor.”

Nasıl? İçi dolu bir hesap mı bu, olmayacak duaya amin mi? İttihatçıların Almanlarla ittifakına benzemiyor mu?

Almanya'nın yerine Rusya'yı mı koymuş oluyoruz şimdi, küresel hesaplaşmada?

Özal “Irak'ta bir koyup üç alalım” dediğinde ben “salto atacaksanız o güce sahip olmalısınız” diye yazmıştım. Greko-Romende salto zor bir oyundur.

Yazıyı Sabah'tan, Mehmet Barlas'tan birkaç cümle alıntılayarak bitireyim:

“Diğer ülkeleri düşman değil dost kılmak, Türk dış politikası açısından daha akılcı bir tutumdur. En önemlisi de iç politikada düşman ilan etmek akla yatkın değildir. Özellikle muhalefet partilerinin ve özgür basının varlığı demokrasinin sağlığının ana şartıdır.”

İsterseniz bu satırları Barlas'tan Hükümete “sübliminal” mesajlar olarak okuyabilirsiniz. Sabah'ta üstelik.

ETİKETLER
mehmet barlas sabah gazetesi ahmet taşgetiren star gazetesi
T24

Cem Küçük'ten Ertuğrul Özkök'e: Sen kimsin ya, Aydın Doğan'a talimat veririm gereğini yapar!
18 Ağustos 2017



"Parmağımda oynatıyorum onları; kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum"

Gazeteci Cem Küçük, kendisiyle ilgili olarak "Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim" diye espri yapan Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e tepki gösterdi. Özkök'e "Sen kimsin ya?" diye seslenen Küçük, sözlerinin devamında "Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar g
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git 1, 2, 3, 4  Sonraki
1. sayfa (Toplam 4 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com