EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AKP’nin yükseliş ve çöküş hikâyesi
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 23, 2017 9:14 pm    Mesaj konusu: Meral Akşener: "Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı" Alıntıyla Cevap Gönder

Meral Akşener dersini iyi çalışmış: Çıkar yol kalmamıştır, o çıkar yol biziz!
25 Ekim 2017 11:13



T24'ün haberine göre; Devlet Bahçeli'ye bayrak açarak genel başkanlığa aday olan, ancak daha sonra MHP'den ihraç edilen Meral Akşener, bugün (25 Ekim 2017) "İYİ Parti"yi kurdu. Partinin kuruluş toplantısında konuşan Akşener, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin "Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı" ifadesine atıfta bulunarak "Siyasal iklimin değişmesi dışında hiçbir sağlıklı yol kalmamıştır. Hiçbir çıkar yol kalmamıştır. O çıkar yol biziz" dedi.

Kuruluş toplantısında konuşan Akşener, bazı partililerin ismini saydı ve "Benim illa cumhurbaşkanı olmamı istiyorlar" diyerek aday olacağını açıkladı. Meral Akşener daha sonra oybirliğiyle İyi Parti Genel Başkanlığı'na seçildi.

28 Şubat döneminden 15 Temmuz'a; iç politikadan dış politikaya; ekonomiden eğitime kadar birçok konuda değerlendirmelerde bulunan Akşener, "Bir ülkede kamu düzeni millet, devlet ve hukuk demektir. Kamu düzeninin olmazsa olmazı hukuktur. Hukuk adalet ve liyakat devletin merkezinde olmazsa devlet çözülür" ifadesini kullandı. Akşener, "Başbakan Meral" sloganlarına da "Başbakan değil, cumhurbaşkanı olacağım" karşılığını verdi.

"Ey 28 Şubat'ın gafilleri, bu kadını hatırladınız mı?"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, birçok kişinin "postmodern darbe" olarak nitelediği 28 Şubat döneminde İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Akşener, "28 Şubat'ın anlı şanlı kadrolarına seslenmek istiyorum, mutlu musunuz? Huzurlu musunuz? Eğer siz insanımızın yaşamlarına şekil vermeye, yön vermeye kalkmasaydınız, görevimizin onların haklarını korumak olduğunu söyleseydiniz şimdi 80 milyon bu durumda olmazdık" diye konuştu. Akşener, sözlerinin devamında şunları kaydetti:

"Ey 28 Şubat'ın gafilleri; milletin hakkı için, devletin hakkı için karşınızda durduğumda parmak salladığınız, korkutmaya çalıştığınız, itibarını zedelemeye çalıştınız kadını hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum. Biz yine milletimizle yürüyoruz."

Ekonomi kurmaylarına seslendi: Yüzde 6'dan az büyümeyi kabul etmiyorum

Türkiye ekonomisinin son 10 yılda ortalama yüzde 4.5 büyüme gerçekleştirdiğini ifade eden Akşener, aralarında eski Merkez Bankası Genel Müdürü Durmuş Yılmaz'ın da bulunduğu ekonomi kurmaylarına seslendi; "Yüzde 6'dan aşağısını kabul etmiyorum. Yüzde 6'nın üstünde büyümeyi gerçekleştirmek zorundasınız" dedi.

"Yolsuzluğa bulaşan, itibarını bırakmadan bu dünyadan göçmeyecek"

Akşener, '17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına' da göndermede bulundu. "Yolsuzluk adeta dokunulmazlık alanına dahil edilmiştir. Besleme fakih de buluyorlar. Canları istediği zaman fetva alınıyor. Dolayısıyla geceyi rahat rahat geçiriyorlar" görüşünü dile getiren Akşener, sözlerine "Evet, imanım gibi inanıyorum ki yolsuzluğa bulaşmış her kim olursa olsun, itibarını bırakmadan dünyadan göçmeyecek. Size söz veriyorum, göçmeyecek" diye devam etti.

"Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı"

Ankara'daki Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde konuşan Akşener'in açıklamaları şöyle:

"16 Nisan referandumu, arkadaşlarımın deyimiyle kirli referandum... 1946 seçimleri adeta tekrar sahnelenmiş, siyasal hayatımıza yeni bir usul eklenmiştir. Toplumsal destek yetmezse, yargıçlar tamamlar. Toplumsal desteği bulamazsanız, yargıçlar, YSK imdadınıza koşar! Demokrasi, tehdit altındadır. İktidarın hukuku, her şeyin üstündedir. Açıkça görülmektedir ki siyaset açmazdadır. Postmodern milli şef dönemi başlamıştır, ama sürdürülebilir değildir.

"O çıkar yol biziz"

Aziz milletim. Bugün 25 Ekim 2017. Türkiye'de yapılan araştırmalar şunu gösteriyor; Türkiye yorgundur. Millet yorgundur. Devlet yıpranmıştır. Siyasal iklimin değişmesi dışında hiçbir sağlıklı yol kalmamıştır. Hiçbir çıkar yol kalmamıştır. O çıkar yol biziz. O çıkar yol 80 milyon Türk milletidir.

"Başbakan değil, Cumhurbaşkanı"

Başbakan değil, cumhurbaşkanı. Ali Türkşen burada, Ali Aydın burada, Halaçoğlu burada, Koray Bey ve Ümit Bey benim cumhurbaşkanı olmamı istiyorlar. Ayfer Hanım da öyle söylüyor. Nuri Okutan da şu an alıntı kağıdının peşinde. Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı. Türkiye yorgun, ama Türkiye'nin büyük sorunlarını aşacak gücü de var. Milletimizin kararlılığı var. Milletimizin siyasi bunalımları aşma tecrübesi var.

Türkiye kucaklaşmasını başlatıyoruz

Milletimiz kararmakta olan ufkumuzu iyilik güneşiyle aydınlatmaya çalışmaktadır. Milletimiz yeni bir iktidarla, güçlü bir Türkiye yolunda devam etmek niyetini açıkça beyan etmektedir. Binlerce yıllık iyilik medeniyetinin yolcuları olarak toplanmış bulunmaktayız. Umutlarımız var, hayallerimiz var, zengin bir Türkiye istiyoruz. Adil bir Türkiye istiyoruz, gücümüz var. Özgür bir toplum istiyoruz, gücümüz var. Mutlu bir Türkiye istiyoruz, hakkımız var. Yeni bir siyasal hareketle, iyi bir siyasal hareketle Türkiye kucaklaşmasını başlatıyoruz. Allah vatana millete, insanlığa hayır etsin. Hayırlı eylesin."

İyilik güneşinin aydınlığında, salondaki binler 80 milyon ile kucaklaşıp Türkiye olacak. Türkiye coğrafyası ile kucaklaşıp dünya olacak. Daha ileriye yönelecek. İyi Parti ile yenileneceğiz.

Yol bulamıyorsan yol açacak. İşte açtınız yolları, bugün buradayız. 10 yıl içinde Almanya dışında başka bir Avrupa ülkesi G7'nin içinde bulunmayacak. 21. yüzyılın zenginleşen güçleri ise dünya siyasetine ağır aktörler olarak çıkıyor. Sadece Türkiye'yi değil, geniş bir coğrafyayı yanlış akla mahkum etmişlerdir.

Eğitim açıklaması

Yaşları 30'un altında olan milyarderlerin sayısı oldukça şaşırtıcıdır. İktisatçıların tasarruf ettiği kaygısı, yerini bilimsel yetersizliğe terk etmiştir. Bugünkü dünyada, tepedeki abiler duysun. Bu kupon beyinler, bu abilerden daha kıymetlidir. Yeni teknolojiler yaratmak zorundayız. Son çeyrek yüzyılın gelişmeleri, bireysel ilişkiler kadar kamu düzeninin işleyişini de derinden etkilemiştir. Etkilemeye devam edecektir. Siyasal liderliklerin temel görevi, zamanın ruhuna uygun dönüşümün önünü açmaktır. 2017 Türkiye'sinde ise, toplumun önüne konan gündem ile dünyanın konuştukları örtüşmemektedir. Aradaki fark açılmaktadır, Türkiye, dünyadaki gelişmeleri iyi okuyamamaktadır. Dünyadaki gelişmeler, Kapıkule'de durdurulmaktadır. Kapıkule'den geçiş bazı durumlarda çok kolay, ama bilginin geçişi yasak hemşerim! Türkiye tarihin gerisine düşemez. Asla razı olmayacağız. Türkiye'nin gelişen dünyadan kopmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Buna seyirci kalmamak için buradayız. Birinci işimiz gelişmenin ve ilerlemenin peşinden koşacak bir Türkiye'dir. Bunun yolunu açacak yapısal reformları ivedilikle hayata geçirmek zorundayız. Yaklaşık 50 milyon gencimiz var, 164 ülke nüfusundan daha çok. Çok büyük zenginlik, hamd olsun, Allah razı olsun. Peki, bu zenginliği nasıl değerlendiriyoruz? Uluslararası sonuçlar ortada. Fen, matematik ve okuduğunu anlamada 72 ülke arasında ne yazık ki 50'nci sıraya düştük. 15 yıldır devlet, eğitime daha fazla bütçe ayırmakta. Aileler çocuklarının eğitimine daha fazla para ayırmakta. Çocuklarımız ise diğer ülkelerdeki yaşıtlarına göre okullarında daha fazla zaman geçirmekte. Etüt merkezlerinde soluksuz koşturmakta. Netice, 10 yılda 10 basamak daha gerilemek. Bu sonuçlarla Türkiye'nin ilk 10'a girme iddiası akılla alay etmektir. Evet, şimdi TEOG'un değişeceğini akşam haberlerinden öğrenen bakan varken, ne düşünüyorsun Meral Akşener derseniz... Bakanın yerinde olmak istemezdim. Bu iktidar gidici, bu iktidar gidici. Ama çocuklar bizim çocuklarımız.

"Hukuk olmazsa devlet çözülür"

Bırakalım çocuklarımızı, düşüncüleri olsun. Tartışsınlar, üretsinler, bu Türkiye'nin yakalayacağı yegane zenginliktir. Kindar mindar nesle gerek yok, dünyadaki hızla gelişimle rekabet edeceksek yüksek donanımlı gençlerimiz sayesinde olacaktır. İyi Parti olarak kararlıyız. Eğitimde kalite artacak. Bilim ve teknolojiye öncelik verilecek. Bireysel özgürlük alanları genişletecektir. Hedefimiz eğitimi 11 yıla çıkarmak ve PİSA'da ilk 20 ülke arasına girmektir. Bunu başaracak kadrolarımız var. Buna gönülden inanıyorum. Bu sözü burada, iktidara geldiğimizde yerine getireceğimiz bir söz olarak veriyoruz. Hak sever yol arkadaşlarım, bir ülkede kamu düzeni millet, devlet ve hukuk demektir. Kamu düzeninin olmazsa olmazı hukuktur. Hukuk adalet ve liyakat devletin merkezinde olmazsa devlet çözülür.

"Siyasi merkezli yargı kararları, düşman kurşunundan daha tehlikeli"

Özgürlük alanlarını daraltan yönetimler, ilerlemeci olmayan yönetimler korkak yönetimlerdir. Milletten topladıklarıyla, devlet ihtişamının arkasına saklanan yöneticiler aslında korkak yöneticilerdir. Bunlar birlik dilini kullanmazlar. Korkak iktidarlar, korkak yönetimler insanlığa acıdan başka bir miras, bugüne kadar bırakmamışlardır. Adalet ise cesaret ister. Adalet medenidir, evrenseldir. Unutmayalım ki siyasi merkezli yargı kararları, düşman kurşunundan daha tehlikelidir.

"Liyakat ve hakkaniyet kalmadı"

Adaletin sağlayamayan yargı, vicdanları çürütür. Milleti bozar. Devleti çözer. Nasıl yargının siyaseti kuşatmasına karşı mücadele ettiysek, iktidarın da yargıyı kuşatmasına yol vermeyeceğiz. Müsaade etmeyeceğiz. Hele ki bugün yapıldığı gibi yargıya zabıta amirliği gibi davranılmasına müsaade etmeyeceğiz. Yaşadığımız şehrin sokaklarında bir sabah erkenden bir gezinti yapalım. Polis karakola, memur daireye, öğretim üyesi üniversiteye, işçi fabrikaya, çiftçi tarlaya, öğrenci okula mutlu gitmemektedir. Kadınlar bilecektir, her sabah erkenden uyanan ev kadını. Çocuklarının yüzüne umutla bakamamaktadır. Bütün araştırmaların ortak sonucu da maalesef böyledir. Neden sorusunun cevabını milletimiz şöyle veriyor; liyakat ve hakkaniyet kalmadı. Doğrudur, liyakat ve hakkaniyet kalmamıştır. Gencecik çocuklarımız, AK Parti'den kağıt getirmeden iş bulamamaktadır. Yıllarca, ailelerinin, özellikle annelerin mutfak masrafından kesip üniversiteyi bitirmiş çocuğunu, babasından gizli dershaneye gönderip hangi puanı alırsa alsın o günlerde soru çaldılar. Soruları çaldırdılar. Bugün ise "Yakınımdır" denen bir kağıt gitmeden ne devlette, ne özelde ne de taşeronda iş bulamamaktadırlar. Bu ülkenin insanları böyle bir tabloyu hak ediyor mu? Hak etmiyor. Buradan 80 milyonla, aziz milletimle zamanın ötesinde kalmış bir dersi anlatmak istemiyorum. Müslümanlar, Mekke'yi fethetmişlerdir. Hz. Abbas, Kabe'nin sorumluluğunu kendilerine verilmesini efendimizden talep ediyor. Efendimiz ise o işi kalfa ailesi yapıyor. Hz. Abbas'ın "Ama onlar Müslüman değil" hatırlatmasına efendimizin cevabı, "Ama onlar bu işi iyi yapıyor" olmuştur.

"Devletin dini adalettir"

"Devletin dini adalettir" sözünü çok kıymetli biliyoruz. Bu nedenle siyasal sistemi çalıştırmak zorundayız. Medya ve iletişim alanları baskılanmamalıdır. Halk, ülke gündemindeki konularla ilgili siyasi partilerin görüşlerini öğrenebilmelidir. Tek taraflı konuşmak, kör propagandadır. Bazı muhteremlerde olduğu gibi, yönetimi de körleştirir.

Politikalar masa başında, bugün olduğu gibi yukarıdan inme yapılır yazılır. Mesela 2023 hedefleri gibi. 500 milyar dolar ihracat yazarsınız. 2 trilyon dolar milli gelir yazarsınız Kağıtlara yazarsınız. Zaman ilerler, yazdığınız tarihin gerisine düşersiniz. Mesela uçak üretimi gibi. 2011 seçimlerinde satamadılar, 2015'te raflara tekrar çıkardılar. Hani milli uçak işi var ya... Sonra 2017'de gider ABD'den 10 milyar dolara uçak alırsınız uçak. Bu körleşmeyi açmak zorundayız. Güçlü parlamento - milli irade ilişkisi vazgeçilmezimizdir. Çağdaş demokratik ilkeler çerçevesinde siyasal partiler kanunu demokratikleşecektir. Partilerin hepsinde uygulanan "Atıyorum seni, seç beni" modeli kaldırılacaktır.

Genel merkezin seçimle gelen hiçbir kademeyi görevden alma yetkisi olmayacaktır. Yargı kararları hariç, seçimle gelen seçimle gidecektir. Bazıları şu sıra referandumda cansiperane "evet" için çalıştığı için çok üzülüyordur. Biz o zaman demiştik, tek adama gidiyorsunuz demiştik. Yazık o adama, kağıt peçete alımını bile düşünmek zorunda kalacak demiştik.

"Kanunların anası seçim kanunudur"

Kanunların anası seçim kanunudur. Montaigne öyle der. Açık, şeffaf, demokratik ve denetlenebilir bir siyasal partiler ve seçim yasası oluşturma mecburiyeti vardır. Katılım güç demektir. Sandık devletin namusudur. Kıymetli yol arkadaşlarım, şimdi ekonomi penceresini biraz açalım. 2001 krizinden sonra Türkiye, radikal düzenlemeleri devreye sokmuş ve temel alanlarda reformlar yapmıştır. 2002 seçimlerinde iş başına gelen iktidar, 2005 yılında AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamıştır. Aynı süre içinde dünya üzerindeki en yüksek nakit bolluğunu yaşamaya başlamıştır. Gelişmiş ülkeler, dünyayı paraya boğmuştur. Bizim gibi yüksek faiz ödeyen ekonomiler coşmuş, ekonomik dar boğazlar aşılmıştır. İhracat ve büyümede artış görülmüştür. Türkiye'de, 2002'den sonraki süreçte yüzde 6 gibi bir başarı yakalanmıştır. 2007'den sonra da bunu sürdürebilmeliydik. İktidar bunu yapabilmeliydi. Böyle bir yolu tercih etseydik bugün refah treninde güçlü bir ülke olma yolunda mesafe almış olurduk. Son 10 yılın büyüme rakamı, 1960'tan beri gerçekleştirilen yüzde 4.5'luk Türkiye ortalamasının altında kaldı. İşsizlik yüzde 13.4 ile tarihi rekordadır. 500 büyük firma, kazancının yüzde 2'sini faize ödüyor. Türkiye, en yüksek faiz ödeyen ekonomilerin başındadır. Eyy faiz lobisi diyenler, faiz lobisini mutluluktan ters köşe yapmış durumdalar. Saygın bir iktisatçı, son 15 yılda tren bizim istasyona iki defa uğradı ama biz orada yoktuk diyor. Biz o zamanlar başka istasyonlardaydık. Peki ekonomide neden düştük? Üç temel kaynağı var, yapısal hale gelen yolsuzluklar. Dış politika serüveni ve siyasi operasyonlar. Yolsuzluk zaman zaman ülkelerin gündemlerinde yer alır.

"Ekonominin patronu güvendir"

Yaygın yolsuzluk, hukukun yeterli olmadığı ve demokrasinin kıt olduğu ülkelerde görülür. Şu sıralar şöyle duyuyoruz; yolsuzluk mu? Efendim doğru ama altta yapıyorlar. Kardeşlerim, yolsuzluk duman değil ki aşağıdan yukarı çıksın. Çamurdur, çamur. Yukarıdan aşağıya akar. Yukarıdan yerel yönetimlere kadar yaygınlaşmıştır. Milyarlarca liralık yolsuzluk iddiaları karşısında ne yargıdan, ne hükümetten ses çıkmıyor. Yolsuzluk adeta dokunulmazlık alanına dahil edilmiştir. Besleme fakih de buluyorlar. Canları istediği zaman fetva alınıyor. Dolayısıyla geceyi rahat rahat geçiriyorlar. Evet, imanım gibi inanıyorum ki yolsuzluğa bulaşmış her kim olursa olsun, itibarını bırakmadan dünyadan göçmeyecek. Size söz veriyorum, göçmeyecek. Yolsuzluk atmosferinin yaygın olduğu bir ülkede ekonomik yatırım yapılabilir mi? Sisteme güven kalır mı? Durmuş Yılmaz nerelerde. Heh buldum. Tamam. Sayın Durmuş Yılmaz, geçenlerde bir basın mensubunun "Partinizin iktidarında ekonominin patronu siz mi olacaksınız?" sorusuna şöyle yanıt verdi; ekonominin patronu güvendir, güven. Sonra döndü bana, güven temin edilirse yüzde 6-7 rahat rahat aşılır dedi. Ekonomi kurmaylarına sesleniyorum, yüzde 6'dan aşağısını kabul etmiyorum. Yüzde 6'nın üstünde büyümeyi gerçekleştirmek zorundasınız.

"Rusya'yla domates anlaşması, büyük anlaşma..."

Bakın Rusya'yla domates anlaşması. Büyük anlaşma. Rusya'yla domates anlaşması... Refah treninde neden yokuz, işte özetledik. Dış politika, 2000'li yılların başındaki sıfır sorun söylemi, devlet birikimimizle uygun düşmekteydi. Bölge ülkelerinin istikrarından en karlı çıkacak ülke Türkiye'dir. Rusya merkezli sosyalist açılım bunu doğrulamıştır. 2005'teki AB için tam adaylık süreci ve istikrar arayıcı politikalar ekonomimize hız katmıştır. Peki ne oldu da bugün farklı şeyleri konuşuyoruz? Dilleriyle ve kalplerinden geçenlerin aynı olmaması nedeniyle bunları konuşuyoruz. Bu muhteremin söyledikleri, dış politikanın koridorlarında taşındı. 5 büyükelçimiz var aramızda, onlara monşerler dediler attılar. Mavi Marmara ile başladık, Almanya'dan Rusya'ya kadar el atmadığımız yer kalmadı. Hani bir Rabia var ya. Rabia'yı Suudi sofralarında bıraktılar. Filistin'i, İsrail'le müzakere masalarında bırakıp geldiler. Sadece Suriye'nin, mültecilerle beraber maliyeti 250 milyar dolar. İran'a yönelik ambargonun kaldırılma süreci oldukça öğreticidir. Avrupa ülkelerinin ABD'ye baskısı sonuç vermiştir. Biz ise adeta kendimize ambargo koyduk. En önemli pazarlarımızı kendi ellerimizle tahrip ettik. Böyle yönetilen dış politika, trende olmayışımızın ikinci nedenidir. Siyasi itibar kaybı, ayrı bir maliyet sebebidir. Bir misafirim konuyu son döneme getirdi. Burayı iyi dinleyin. Sayın Davutoğlu, büyük ihtimalle Sayın Erdoğan tarafından dış politikanın yaratıldığına inandırılmıştır. Komşulara 10 yıllık kiracılar gibi davrandılar. Devlette devamlılık esastır. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, yarınlara devredilecek çok saygın kurumlar oluşturmuştur. Onlarca uluslararası kuruluş, bizzat Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin katılımıyla kurulmuştur. Peki soralım, 15 yıllık bu muhteremleri neyle hatırlayacaklar? Cevabı bizde var. Ama hadi, açmayalım ağzımızı. Bize çok saracak yara bıraktınız. Türkiye'nin yaklaşık 100 yıllık potansiyel gücünü savurup gittiniz. Türkiye, merkezi bir Avrupa ülkesidir. Avrasya ülkesidir. Ekonomimizi, dış politikanın merkezine koyacağız. Onurlu milletim, kıymetli yol arkadaşlarım. Yakın siyasi tarihi içinde yaşamış bir siyasetçi olarak ifade ediyorum ki; 28 Şubat, bizzat TSK'ya yönelik bir ihanet sürecinin adıdır. Bu süreç, askerlerimizin başlarına silah geçirilmesiyle tazelenmiştir. 15 Temmuz'da millet devleti sokaktan toplamıştır. TSK'yı Türkiye'nin aktifinden düşürmek için plan yapanlar, tekraren söylüyorum. TSK'yı Türkiye'nin aktif değeri tanımından düşürmek için plan yapanlar, maalesef iktidar kadrolarının bulanık beyinlerinden faydalanmışlardır. Süreç, Türkiye için yol çevirme, ön kesme operasyonudur. Referandumlar dahil, son 10 yılda yaşadıklarımız bizi trenin geleceği istasyondan uzak tutmuştur. Burada ifade etmek isterim, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün şehit ettiği 249 şehidimizin uğruna duyduğumuz borç, onların faillerinin, FETO ihanet şebekesinin, devletin içine sızmış her damarının kesilmesi sağlamak başta ben olmak üzere bütün arkadaşlarımızın namus borcudur.

"28 Şubat'ın kudretlileri bekleyin, yoldaşlarınız olacak"

28 Şubat'ın anlı şanlı kadrolarına seslenmek istiyorum, mutlu musunuz? Huzurlu musunuz? Eğer siz insanımızın yaşamlarına şekil vermeye, yön vermeye kalkmasaydınız, görevimizin onların haklarını korumak olduğunu söyleseydiniz şimdi 80 milyon bu durumda olmazdık. Sizin gardiyan kesildiğiniz insanımız, kendilerine özgürlük vaat edenlerle yola çıktılar. Şimdi de bunlar sizin rolünüzdeler. Ne hak biliyorlar, ne hukuk. Hatırladınız mı milletin hakkı için, devletin hakkı için karşınızda durduğumda parmak salladığınız, korkutmaya çalıştığınız, itibarını zedelemeye çalıştınız kadın, hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum. Biz yine milletimizle yürüyoruz. 28 Şubat'ın kudretlileri bekleyin, yoldaşlarınız olacak. Bugünküler de tarihin çöplüğüne, sizin yanınıza gelecekler.

Ana Haber
ETİKETLER
akşener haber açıklama iyi parti yeni parti güneş logo

Cem TÜRKBİNER: “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!”
24 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan‘ın geçtiğimiz günlerde “İstanbul’a ihanet ettik” açıklamasına binaen daha önce sayın Cem TÜRKBİNER’in 18 Nisan 2014 de “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!” başlıklı yayınladığımız yazısını siz okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz. Adımlar

“RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!”

Dünyanın sanat çevrelerinde epeydir yankılanan bu söz, İstanbul’a dâir… Pera’dan bakıldığında Süleymaniye minarelerinin arasında arz-ı endam eden gökdelenler, Haliç’in üzerine yapılan demir yığını köprü ve nihayet üçüncü boğaz köprüsü uğruna girişilen onca çevre katliamı…

Cengiz Han’ın, işgâl ettiği şehirlerde taş üstünde taş bırakmamasının, basit bir vahşilikten değil, insanın her zaman tabiâtla iç içe yaşaması gerektiğini ikaz eden bir dünya görüşünden kaynaklandığını söyler Turgut Cansever. Katılınsın veya katılınmasın, kabul etmek gerekir ki insan ruhuna bir uygunluk arayışıdır söz konusu olan. Bu şehre edilenin ise bir izâhı yok!

Cumhuriyet tarihinin ödüllü binası; yeniçeri ocaklarının merkez koğuşları yıkılarak açılan arsada yükselen, Saraçhane’deki Büyükşehir Belediye Başkanlığı binasıdır. Sol ve halkçı olduğu iddia edilen anlayışın bir marifetidir. Sağ ve muhafazakâr olduğunu iddia eden anlayışın plânı ise belediye işlerini oradan alıp, binayı alışveriş merkezine çevirmektir. Peki, selim akıl ve bedi’ zevk gözünde, yürek burkan bir rezaletten başka bir şey olmayan o çirkinlik âbidesini yerle bir edecek anlayış kimdedir?

Kimsesiz bir adada, kurtlarla geyiklerin büyüttüğü bir âdem evladında bile, fıtraten bir estetik anlayışının varolagelmesi umulur. Bu iptidaîlik seviyesinde olsun, herhangi bir estetik anlayışa sahip olmayana ne isim vermelidir?

Şu demokrasi dedikleri..

Arap Baharı, Gezi Parkı ve iktidar-cemaat kavgası diye isimlendirilen hadiseler üzerinden bir kere daha tartışılan demokrasi ve onun sağladığı iddia edilen kazanımları konuşurken başa alınması gereken hüküm: “Demokrasi, İngilizce konuşan toplumların idare şeklidir!”(*)… İslâm coğrafyasını bir kenara bırakarak; gerçekten batının diğer toplumları için demokrasi rejimi ne kadar uygulanabilirdir?.. Demokrasi, sandıktan ibaret bir sistem değildir. Bir toplumda yöneticilerin iş başına seçimle geliyor olması, o sistemin demokrasi olduğunun, tek başına kanıtı olamaz. Sandık, dünyanın hemen hemen %90’ında varolan bir durumdur. Hâlbuki, demokrasi anlayışının böyle büyük bir kitle tarafından temsil edilmediği aşikar…

Bir mefhumun “olmazsa olmaz” hâlde bulunması onu, tek başına bütün meseleyi hâlleden kılmıyor. Demokrasi, yöneten ile yönetilen arasında bir nevi kontrata dayalı bir teamüller rejimidir. Demokrasi rejiminin demokrat insanı, kendini her şeyden mesûl hisseder, en basit sokak düzenlemesinden en mühim devlet işlerine kadar, ferdî veya örgütlü, ama mutlaka etkin bir şekilde her meseleye müdahil olur. Ne efsane lider olur demokrasilerde, ne kişi karizmasından bahsedilebilir. Misâl, İngiltere’de bir teamül vardır. 300 yıldır hükümet kurma yetkisi, seçimi kazanan parti liderine taht tarafından verilir. Demokrasi, “verilmezse ne olur?” sorusunun ve bu sorunun cevabının varolmadığı bir sistemdir. Bedahete bu derece bir saldırının olduğu, yâni bu sorunun sorulduğu yerde, sistemin verecek cevabı olmadığı için ferdî inisiyatif devreye girer. O ândan itibaren de demokrasiden bahsedilemez.

Demokrasinin, “insan hakları”, “inanç özgürlüğü” gibi iddialı hediyeleri var. İmparatorluklar çağına en fazla yüklenilen yer de burası, renklilik… Meselâ, gözümüzü 16. yüzyıl İstanbul’una çevirelim. O dönem İstanbul’unda birçok toplum mevcut. Bu unsurlar genelde mahalle ve semt olarak birbirlerinden ayrılmış durumdalar. Onları bir araya getiren tek ilişki, alışveriş. Onun dışında; dilleri, kültürleri, yemekleri, kıyafetleri, kahvehaneleri, evlilikleri, eğlenceleri, cenazeleri hep kendi aralarındadır. Fakat dikkat edilmeli, her bir unsur kendi rengini koruyarak bu şehirde yaşamaktadır.

Demokrasinin idealleştirdiği kozmopolitizmin ise bir paradoksu mevcut: Bugün Londra’da bir kafeye gidildiğinde, 72 buçuk millete mensup insanlarla bir arada oturulabilir lâkin bu 72 buçuk millet, aynı dili konuşup, aynı kıyafetleri giyip, aynı müzikleri dinleyerek aynı yemekleri yemektedirler. Hatta, şekilli harfleriyle yazılmış tabelaları olmasa, Tokyo sokaklarında olunduğu da bilinemez. Bu unsurlar, kendi evlerinde bile kendi renklerine sahip değildir artık…

Renklilik bunun neresindedir?..

Renkliliği savunmak aslında, en azından “dar bölge milliyetçiliği” adı verilen psikolojiyi desteklemeyi gerektirmektedir ki, bugün demokrasinin en fazla saldırdığı da budur, içinde bulunduğu paradoks da. Demek ki demokrasinin nihâî gâyesi, renklerin kendi kültürlerini koruyarak bir arada olması değil, bütün renklerin kendi rengi altında birleşmesidir. Sandık da bu oyunun süsüdür… İdare edilenlerin böylece dönüştürüldüğü toplumlar, demokrasi gereği olarak idare edenler de idare edilenlerin arasından seçildiğinden, demokrasi aldatmacasına ve dolayısıyla Batı sistemine köle olmaya hazırdır. İdarecilerin, halkın rızası ile geldiği bahsine dönersek, buna, “halkın iğfal edilmesi yoluyla gerçekleştirilen bir idare” denmelidir.

“Ehven-i şer”rin şerri..

Demokrasinin, İslâm coğrafyasındaki hâl-i pür melâli ise tam bir toplu şizofreni vakıâsıdır. Şurası açık ki demokrasi, İslâm toplumları için güya bir ehven-i şer keyfiyeti ifâde ediyor. En azından, öyle olması beklenir. Ama bu, kötülerden bir kötü beğenme işi bir süreklilik ve dolayısıyla alışkanlık hâline varınca, bugünkü zillet anlaşılır. 15 asırlık İslâm tarihinin son bir asrına kadar, hep bir devlet ve dönem dönem nisbî de olsa bir izzet sürekliliği üzere bir yaşamışlığı var İslâm toplumlarının, başka sistemler altında yaşamanın pratiğine sahip değiller.

Bir adım daha atarsak; başka bir nizam mantığı üzere oluşturulmuş düzende (dar’ül harb) yaşamanın hukuku bile yoktur İslâm’da. En temel ve en basit insanî davranışlara kadar düzenlemesi mevcut bulunan bir hukuk sistemi, bu konuda bir nizam oluşturmamış, ancak belirli mecburiyetlerden dolayı bulunulduğunda nasıl davranmak gerektiğini çizmiştir. Zira özel bir durum olarak görülür, buna dâir hükümler de son derece kısıtlı ve derhal bu hâlden kurtulmayı vaz’edicidir. Ama iş çığırından çıkıp başka düzende yaşamak, bir yerleşik nizam potasında erime durumuna gelince de bahsedilen kısıtlı hükümler, Müslüman için, emirleri yapmamanın ve yasakları çiğnemenin mazereti hâline geliyor. Şu ân Türkiye’deki durum da budur; sürülüyor halkın önüne bir sandık, tombala çeker gibi içlerinden birini çektiriyorlar. Tekrar torbaya girenler de yine onlar, bir daha ki nasibine kadar…

Bu seçimlerde de; akıllara, ruhlara, kalplere, mücerretlere, müşahhaslara, hakikatlere, bedahetlere, sanata, ilme ve ahlâka tecavüz etme sırası belirlenmektedir. Ve bu halkın kaderi de, dine saldıranlar ile güya dindarlar arasındaki ahmakların arasında gider gelir. Ahmaklık bâkîdir, paydadır, temeldir; pay değişir.

Bütün hayatı boyunca, kötülerden bir kötü seçmek zorunda olan bir insan, erkek kalamaz.

Adımlar dergisi
Etiketler:
İstanbul “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!”

Temel Karamollaoğlu: AKP bittiğinin farkında, duvara tosladığını anladı



Saadet Partisi Kocaeli İl Başkanlığı’nın 6. Olağan Kongresi, İzmit Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda Genel Başkan Temel Karamollaoğlu’nun katılımıyla gerçekleşti. Karamollaoğlu, burada yaptığı konuşmada “AKP, döneminin bittiğini ve duvara tosladığını anladı. Kabahati kendi politikalarında aramıyor” dedi.

Saadet Partisi Kocaeli İl Kongresi, yoğun ve coşkulu kalabalığın katılımıyla İzmit Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda icra edildi. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu kendisini karşılayan 1000 gencin heyecanı ile kongrenin yapılacağı salona geldi. Karamollaoğlu, kutuplaşma konusuna dikkat çekerek “Biz farklılığımızı düşmanlık olarak görürsek bu ülkede huzur olmaz. Ama farklılıkları zenginlik olarak görürsek bu ülke güllük gülistanlık olur” dedi.

“ÜLKENİN PROBLEMLERİ TAHAMMÜLÜN ÜSTÜNE ÇIKTI”

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu yaptığı konuşmada “Bu düzen böyle gitmez, bu adaletsizlik sürdürülemez, ülkenin problemleri tahammüllün üstüne çıktı. Bunun değişmesi için millete sözümüz var. Düşüncelerimi analizlerimi, ülkenin gidişatından nasıl kurtulacağında gerek istişarelerde gerekse uzmanlardan aldığımız fikirlerle bir demet haline getiriyoruz” ifadelerini kullandı.

“İSLAM BİRLİĞİ DEĞİL, AVRUPA BİRLİĞİ DEDİLER”

“Biz farklılığımızı düşmanlık olarak görürsek bu ülkede huzur olmaz” diyen Karamollaoğlu, “Ama farklılıkları zenginlik olarak görürsek bu ülke güllük gülistanlık olur. Biz meselelere yanaşırken, gittiğin yol yanlış o yolda çukur var diyoruz, bu çukura düştükten sonra etrafa saldırıyorlar. Şimdi çukura düştüler bağırıyorlar. AKP 16 senedir politikasından sapmadı, şimdi de şikâyet ediyor. Milli Görüş gömleğini çıkardıkları zaman, biz İslam Birliği demiyoruz, Avrupa Birliği diyoruz dediler. ‘ ABD ve İsrail ’i stratejik müttefik olarak kabul etmeyin. Onlar bütün İslam alemini köleleştirmek istiyorlar’ dedik. Adamlar da çıktı ‘Benim stratejik müttefikimizseniz dediğimizi yapacaksınız’ dediler. 16 sene önce uyardık. Şimdi çıkmış diyorlar ki bu nasıl stratejik müttefik. Biz sizi uyardık” diyerek devam etti.

“AKP, DÖNEMİNİN BİTTİĞİNİ, DUVARA TOSLADIĞINI ANLADI”

Temel Karamollaoğlu, “Tarım, hayvancılık ayağa düştü. Ben bunu söyledim. Özellikle de tohum konusunda, biz neden kendi tohumlarımız ithal ediyoruz. Ben bunu sordum. Çıkıp dediler ki biz tohum ihracatı da yapıyoruz. Bende arkadaşlardan istatistikleri istedim. 900 milyon Dolar tohum ihraç etmişsiz, 11 milyar dolar tohum ithal etmişiz. Senin yokluğunla varlığın belli değil bu konuda Amerikan başkanı Beyaz Saray’da misafir konumunda. Uzun süreli misafir olduğu için kira vermiyor, ama yeme içme parasını veriyor. Bide bize bak. AKP döneminin bittiğini, duvara tosladığını anladı. Kabahati kendi politikalarında aramıyor” diye konuştu.
Millî Gazete

MİLLÎ ŞEREF MESELESİ – KUTSAL ŞEHRİN İNTİKAMI Eklenme Tarihi:
Emel ZOR
24 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan‘ın geçtiğimiz günlerde “İstanbul’a ihanet ettik” açıklamasına binaen daha önce sayın Emel ZOR‘un 17 Kasım 2016 da“KUTSAL ŞEHRİN İNTİKAMI” başlıklı yayınladığımız yazısını siz okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.
Adımlar


Geçenlerde, küçük kızımın bir araştırma ödevine yardımcı olmak için konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm kaynaklara şöyle bir göz attım. Ödev konusu; yaşadığımız veya herhangi bir şehrin mimarî yapısı, gelenek ve görenekleri, yöresel yemekleri ve halk oyunlarıydı. Hem bir İstanbul aşığı olarak, hem de dünyanın en güzel şehri olması hasebiyle tercihini “İstanbul” yönünde yapmasını istedim.

Hayret ve dehşet içerisinde gördüm ki, yaşadığımız bu nadide şehrin bilip de unuttuğumuz, ya da belki de bize unutturulan ne çok şeyi varmış. Gelenek ve göreneklerini, yöresel yemeklerini ve istisnasız her semtine ait özelliklerini ilgilenenlere veya merak edenlere bırakarak, benim zaten uzun zamandır muzdarip olduğum, şu ân içler acısı hâlde olan mimarisi hakkında, yabancı mimarların, o zamanki – biri müspet, diğeri menfi yöndeki- değerlendirmeleri dikkatimi celbettiği için, bu iki alıntıyı sizlerle paylaşmak istedim.

Bu paylaşımın ardından da yine, hissiyatımı ifâde eden -naçizâne- düşüncelerimi, aynı hissi müşterekte olmak temennisiyle sizler de okuyun istedim.

“XX. yüzyılın en büyük şehirci ve mimarlarından sayılan Le Corbusier, Türkiye’ye ilk defa 1911 yılında gelir, Edirne, İstanbul ve Bursa’da incelemeler yaparak krokiler çizer. Bir bakar ki, ressam Amedee Ozenfant’la birlikte ortaya koymaya çalıştığı “pürizm” asırlar önce İstanbul’da hayata geçirilmiş. Hayranlıkla çizdiği bazı krokilerin altlarına şöyle notlar düşer: “Pek soylu biçimlerin melodisi”, “Geçmiş, şimdi, gelecek, değişmeyen. Prizmaların mersiyesi”, “Saf geometrinin ebedî biçimleri”… Sadece mimari eserleri değil, Osmanlı şehir dokusunu da son derece etkileyici bulan Le Corbusier, New York’un bir felaket, İstanbul’un ise yeryüzü cenneti olduğunu yazmıştı. Türklerin “Kişi bina yaptığı yere ağaç da diker” dediklerini hatırlatan ünlü mimar, hayâl ettiği “bahçe şehir”i de İstanbul’da görmüştü. Diyordu ki: “İstanbul bir meyve bahçesidir; bizim şehirlerimiz ise taş ocakları”; “İstanbul’daki evler ağaçlarla çevrilmiştir; insan ve doğa arasındaki cazip dostluk”; “İstanbul’da her yerde ağaçlar olup onların arasından mimarlığın soylu örnekleri yükselir. Ağaçlar bizim psikolojik ve fiziksel yönden iyi durumda olmamızı sağlarlar.”

Pierre Loti’nin Can Çekişen Türkiye’deki şu feryadını anlayabilecek aydın yok denecek kadar azdı:

“Yangın özellikle İstanbul’un can evine saldırarak geçmişin harika eserlerini mahvetmekten sanki zevk duyuyor. Ettikleri kötülüğü düşünemeyen yenilikçiler yangınların boş bıraktığı bu yerlerde bugün Amerikanvari geniş, dümdüz caddeler açmayı ve aynı biçimde evler yapmayı tasarlıyorlar. Fakat fazla olarak iki yıldan beridir Türk belediyesi, şark özelliklerini aksettiren ne varsa, tamamını yok etmek istemektedir. Burada da bizde olduğu gibi, ataların değer verdikleri şeyler hakkında saygı hisleri kalmadı. Artık ne camiler, ne mezarlıklar kutsal sayılıyor. Son zamanlarda gelir sağlayan çirkin binaları yapmak için az kalsın tarihî bir kabristan olan Rumelihisarı Mezarlığı’nı kaldıracaklardı. Burası, Boğaziçi’nin Rumeli yakasında en değerli bir güzellik incisi gibidir […] Birtakım cahil belediye memurlarının zaten yeter genişlikte olan caddeyi daha da genişletmek bahanesiyle Şehzadebaşı’nın o güzelim sütun ve kemerlerini pervasızca yıktıklarını, Türklüğe has güzelliklerden birini daha dümdüz ettiklerini öğrendim. Bu kadar aptalca cinayetlere nasıl göz yumuluyor? Öyle sanıyorum ki, Türkiye yöneticileri arasında çok zeki kimseler, sanat duygusuyla dolu insanlar ve büyük bir mazinin bu şahitlerini millî şeref namına olsun korumak gerektiğini duyan sapına kadar Müslümanlar vardır!”(1)

Bir başka İstanbul aşığı Pierre Loti, yaşadığı dönemde katledilen ve “yağmalanan” İstanbul’un kurtuluş ümidini, “Milli şeref namına olsun korumak gerektiğini duyan sapına kadar Müslümanlar”a bağlamıştı. Pierre Loti bugün mezarından kalkıp İstanbul’a baksa “hiç olmazsa” kaydıyla ümit bağladığı “milli şeref”e sahip Müslüman yokluğundan yaşayacağı hayal kırıklığını tahayyül edebilmek zor olmasa gerek. Bizler “o zamanki” İstanbul’u özlerken O, kendi zamanındaki İstanbul’un kurtarılmasını “milli şeref” sahibi Müslüman’a ısmarlayarak bu dünyadan göç etti. O gün olduğu gibi bugün de, Dünya’nın bu en güzel şehri, Müslüman görünümlü,“milli şeref”i, yoksunlarının saldırısına ve yağmalamasına hâlen direnmeye çalışıyor. Bundan dolayı bu yağmaya direnmek ve adeta yeniden fethedercesine İstanbul’u savunmak “milli şeref” adına yapılacak bir hamle olduğu gibi, “insan” kalabilmenin mücadelesi olarak da görülse yeridir.



“KUTSAL” ŞEHRİN İNTİKAMI!!!

İstanbul… Üstüne şiirler, şarkılar romanlar yazılan, bin bir türlü plânlar yapılan, eşi benzeri görülmemiş entrikalara sahne olan, her türlü medeniyete beşiklik yapmış, her bir semti mutlaka bir şeyiyle meşhur; doğduğum, büyüdüğüm, onun dışında hiçbir mekânda nefes alamayacağımı düşündüğüm;

“Kostantîniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır! Onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!” Hadisiyle, benim için –hepimiz için- ehemmiyeti bin kat daha artan “kutsal” şehir.

Ne oldu sana ki, sensiz hiçbir mekânda nefes alamayacağımı düşünürken, bugün, boğuluyorum hissine kapılmaya başladım? Ve bu hisle beraber sana baktıkça, eski bir sevgiliye bakar gibi, içimi parçalayan, canımı bu derece acıtan, yakan nedir?

Taş yığını hâline gelmiş olman mı; yoksa, dikilen gökdelenler mi nefes alışıma mâni olan?..

Sen ki, sana duyulan aşkla beraber, en güzel, en yüce aşkları bağrında bir sır gibi barındırıp saklarken, nasıl olur da bu kadar çirkefi, pisliği, ahlâksızlığı, samimiyetsizliği bünyene kabul ettirebildin?

Sen mi değiştin, bizler mi seni katlettik? Yoksa nefes alamayan bizler değil de, sen misin? Gönülleri taşlaşmış, ruhları kokuşmuş, çürümüş olan bizler miyiz? Bizler miyiz mahvına sebep olan?

Sana sitem ediyorsam, bilesin ki bu sitem kendimle birlikte “insanlığa”dır. Yerden yere vuruyor ve yakana yapışıp; “Ne oldu sana?” diye hesap soruyorsam yine bil ki, “hasretimden”dir.

Ben senin denizini sevdim ilk… Geçliğe adımımı atarken, İstinye’den Yalılar sahiline kadar her gün yürüdüğüm yollarında, içinde ne türden varlıkların ne tür hayatlar sürdüğünü hayal ettiğim deniziniz derinliğini; üzerine “karlar yağarken mi, güneş batarken mi?”, hangisinin daha güzel olduğuna karar veremediğim rengini; soğuk esintiyle gelen kokusunu sevdim.

Sonra evlenmemle ayrı kaldım denizinden. Her gün görmeye alıştığım sevgili bana uzaktı ama varlığını biliyor olmak yeterliydi benim için. O oradaydı ve hep beni bekleyecekti, hem de her zamanki haliyle, hiç değişmeden, bıraktığım gibi…

Okmeydanı semtini sevmedim önceleri. Bir karabasan gibi üzerime üzerime geldi denizden yoksun mahalleleri, sokaklarının dik yokuşları… Teselliyi Üstadım’ın satırlarında buldum. Diyordu ki:

“… akşam üzerleri de Okmeydanı’na gezintiye çıkıyordum. Haliç ve İstanbul yakası, gök mavisi bir duvar üzerinde, bir işleme gibi görünüyor bana… Haliç ve Topkapı’dan Sarayburnu’na doğru kubbeler ve minareler… Bu manzaradan isim veremediğim bir hasret tüttüğünü hissediyorum. Bir giden var, bir beklenen var. Okmeydanı’na çıkan yollardaysa tozu toprağa katan ve matemli bir kadın gibi saçını yolan bir rüzgârdan başka bir şey yok.

Düğümlenirken uzun yolların ufukta ucu,

Bugün de gelmedi, hasretle beklenen yolcu.

Okmeydanı gezintilerimde içimi şiir rüzgâriyle şişiren demlerin bana aruz vezninde söylettiği ilk denemelerden biri…” (2)

Nasıl sevmezdim artık, Üstadım’ın ayak bastığı, gezdiği, şiirlerine ilham olduğu bu semti? Üstelik Eyüp’te bulunan kabrine olan yakınlığını nasıl görmezden gelebilirdim? Hele hele, Peygamber Efendimiz’in bayraktarı olan, İstanbul’u fethe geldikleri sırada, İstanbul surları önünde vefat edan o Büyük Sahabi’nin kabrinin de burada bulunması ve benim o manevî havayı ciğerlerime çekerken, denizinin kokusunu bana unutturmasını nasıl tarif edebilirdim. Ben senin; “matemli bir kadın gibi saçını yolan”, “rüzgârlı” Okmeydanı’nı da sevdim.

Sonra, Üstad’ın bu satırlarıyla beraber, Okmeydanı tepelerinden, Haliç’e bakan ve İstanbul’un “kurtarıcısı”nı Haliç’ten bekleyen, beklerken de tarihi bütün ağırlığıyla sırtlanmış bir çift gözle Okmeydanı benim için daha bir anlam kazandı: 29 Kasım Konferansı, Haliç Kongre Merkezi?..

Yerden yere vuruyor ve yakana yapışıp; “Ne oldu sana?” diye hesap soruyorsam, bil ki “hasretimdendir”, dedim ya;

Ben senin, bir zamanlar şikâyet ettiğimiz yollarının çamurunu, kırlarından annelerimize taç yapmak için topladığımız papatyalarını, yediğimiz çekirdeklerin kabuklarını sırtlarında, tek sıra halinde, yuvalarına taşıyan karıncalarını, bahçe duvarımızdaki deliklere giren kertenke lelerini, kovanına çomak soktuğumuz arılarını, akşam olduğu halde sokaklarında güvenle oynarken kovaladığımız ateş böceklerini, “uç uç böceğim, annen sana terlik papuç alacak” diye bağıra bağıra şarkısını söylediğimiz uğur böceklerini, çeşmelerinden taşıdığımız suyunu, ıhlamur kokan havanı özledim.

Dalından erik, kiraz, incir yediğimiz ağaçlarını, evlerimizin bahçesine ektiğimiz marulunu, maydanozunu, domatesini, lahananı, rengarek çiçeklerini; yağmurun ardından ortaya çıkan ve altından geçenin hazinelere boğulacağına inandığımız, bunun için de, o zamanlar bize uçsuz bucaksızmış gibi gelen çayırlarında bitkin düşünceye kadar koştuğumuz, ama bir türlü ulaşamadığımız gökkuşağını; ellerimize yakmak için tırmana tırmana aradığımız kına kayalarını; her şeyini ama her şeyini özledim…

Sana sitem ediyorsam, bilesin ki bu sitem kendimle birlikte “insanlığa”dır dedim ya;

Bizler insan olmaktan çıktıkça, seni öldürdük; sen öldükçe de insanlığımızı daha bir kaybettik. Sana ait olanı senden koparıp alan ve en dipsiz kuyulara atan bizler, aslında farkında olmadan kendimizden bir parçamızı da koparttık. Geldiğimiz noktada bugün, bir zamanlar sana ait olana duyduğumuz özlem, bize Yaradan’ı hatırlatana duyulan özlemdir aslında. Elimizdeyken kıymetini bilmediğimiz ve pek çok şeyden şikâyet edenlerden biri olarak, kendime kızıyorum.

Kendimle birlikte, mekânın insan ruhu üzerindeki tesirini bize unutturanlara; Yaradan’ı hatırlayacağımız her türlü varlıkla irtibatımızı koparanlara; bir çiçeğe, bir böceğe, yaprakları sararmış, tablo görüntüsündeki bir ağaca, ulu dağlara bakarken, içimizdeki hayret ve haşyet duygusunu öldürenlere; modernleşmek adına tarihimizle ve kültürümüzle aramızdaki bağları koparanlara kızıyorum.

Öfkem, Allah’ı hatırlatan bu şehri, şeytanın hâkimiyetine vermeye çalışan ve her bir köşesinde, Allah yerine onu hatırlatan motifler eşliğinde yağmalayan şeytanlaşmış milli şeref yoksunu insan görünümlü mahlûklaradır.

Ve şimdi, evet şimdi anlıyorum ki, bu “kutsal” şehirde nefes alamamamın, boğulmamın sebebi, ruhumun ölüyor olması… Hâlinden memnun, yaşayan ölüler olarak, bu şehrin ölmeye yüz tutmuş mekânlarında yer işgal etme hakkını hâlâ kendimizde görüyorsak, ve bu şehirde şehidlerimizin kanı üzerinde yükselen gökdelenlerde konfor içinde yaşıyorsak, bilmemiz gereken bir şey var ki; bu vatanın en nadide ve “KUTSAL” şehrin ruhu, ruhsuz cesetlerden farksız olan bizlerden MUTLAKA İNTİKAMINI ALACAKTIR!!!

ADIMLAR Dergisi


1– İstanbul Şehir ve Kültür / Beşir Ayyazoğlu

2– O ve Ben / Necip Fazıl Kısakürek. (Sh:51)

Erdoğan ve Gökçek'in yıllar önceki çok ilginç videosu ortaya çıktı: “Beni halkım getirdi, Halkım görevden alır”
21 Ekim 2017-

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan talebi üzerine istifa etmesi beklenen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek gündemdeki yerini koruyor.

Ancak istifa krizi sürerken Erdoğan ve Gökçek’e ilişkin çok ilginç bir video ortaya çıktı.

Oda TV'nin haberine göre yıllar önce Ümit Zileli'nin sunduğu televizyon programına çıkan Gökçek ve Erdoğan’ın program sırasında istifa konusunda konuştukları görülüyor.

O sırada Erdoğan’ın, bir TV programında Melih Gökçek'in yanında “Beni halkım getirdi, Halkım görevden alır” dediği görülüyor.
Videoyu izlemek için: http://www.milligazete.com.tr/haber/1277203/erdogan-ve-gokcekin-yillar-onceki-ilginc-videosu?utm_referrer=https%3A%2F%2Fzen.yandex.com

Millî Gazete

AKP’li Kaya: Yerelde yüzde 7-8 oy kaybettik, ANAP’ın fişi belediyeden çekilmişti
23/10/2017



AKP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erol Kaya, bazı belediye başkanlarının istifasının neden istendiği konusunda değerlendirmede bulunurken, “En son yüzde 7-8’e yakın oy düşüklüğümüz var” dedi.

Erol Kaya bugünlerde AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la en sık görüşen parti yöneticisi.

Erol Kaya, Akşam gazetesinden Pınar Işık Ardor’la yaptığı söyleşide şöyle konuştu: “2004-2009 ve 2014 yerel seçimlerden hep az oy aldık. En son yüzde 7-8’e yakın oy düşüklüğümüz var. Demek ki, bizim yerel belediyeler üzerinden topluma yansıtmaya çalıştığımız hizmetin bize dönüşünde bir sorunumuz var. 2019 seçimlere giderken ilk gireceğimiz seçim yerel seçimler ve biz 2014’de yüzde 42 almışız. Elli artı bir almamız gerekiyor ki o motivasyonla Kasım’daki seçimlere çok rahat bir şekilde girelim”

‘Belediyelerdeki başarısızlık ANAP’ın fişini çekti’

AKP genel başkan yardımcısı, yerel seçimin önemini geçmişte ANAP’ın iktidardan düşmesi örneğini vererek açıkladı: “84-89 dönemindeki belediyelerdeki başarısızlık ya da toplumun beklentilerine cevap verilememesi ANAP’ın 89’da fişini çekti. Akabinde SHP’de yaşandı. Şimdi biz baktığımızda yerelin inanılmaz bir motivasyonda olumlu ve olumsuz etkilerini görüyoruz.”

‘Yerel seçim oynamaz’

Kaya, AKP’nin yerel seçimleri 2018’e alma konusunda çalışma yaptığı yönünde çıkan kulis haberlerine ilişkin de şunları söyledi: “Yerel seçimler Mart 2019’da yapılacak hiç oynaması mümkün değil. Çünkü anayasanın değişmesi gerekir. AK Parti Mart 2019’a kalmadan yerel yönetimlerle ilgili bir değerlendirme yapıyor.
Diken

Ankara’da seçim kabinesi konuşuluyor; Cumhurbaşkanı 'yüzde 50 artı bir'den pişman mı?
Hülya Karabağlı
24 Ekim 2017



Külliye’de “Bu 50 artı bir olmasaydı, en çok oy alan seçilir diye düzenlenseydi daha iyi olurdu” gibi yorumlar yapıldığı öne sürülüyor

Ankara’da siyaset sıcak bir sonbahar geçiriyor. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yarın yeni partinin kuruluşunu açıklamaya hazırlanan Akşener’e İçişleri Bakanlığı’nda sürpriz yaşanabileceği uyarısı yapıldı. Bağımsız Isparta Milletvekili Nuri Okutan, yeni partinin engellenebileceği konusunu sosyal medya hesabından gündeme getirdi. Yeni bir partinin resmiyet kazanmasının beklendiği bir ortamda iktidar ve muhalefet kulisleri de oldukça hareketli bir dönemden geçiyor.

Yerel yönetim kadrolarında sancılı bir değişiklik süreci geçiren iktidar kulislerinde, 2018 yerel seçimleri olasılığına karşı seçim kabinesi kurulabileceğine ilişkin konuşmalar var. Kapsamlı bir kabine değişikliğinin de bu nedenle yapılacağı belirtiliyor. 30 belediye başkanın da istifasının istendiği iddialarının dile getirildiği iktidar kulisinde daha önceki dönemlerin aksine neşeli görüntüler sergilenmiyor.

"50 artı bir olmasaydı"

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, “Yok öyle bir şey, bizden öyle bir şey duydunuz mu? Şu anda gündemimizde yok” dediği erken seçim konusunda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısındaki konuşmasında, “17 ay var, anayasa değişikliğini getirin” sözleriyle erken yerel seçim çağrısı yaptı. CHP’nin erken yerel seçim çağrısının partinin giderek artan oy grafiğinin yanı sıra AKP örgütlerinde yaşanan sıkıntılı süreçten kaynaklandığı anlatılıyor. Kulislerde, Erdoğan’ın 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasının zor olduğu ifade ediliyor. Anayasaya göre, birinci turda en yüksek oy alan iki aday ikinci tura kalacak. Birinci turda 50 artı bir alan seçilmiş olacak. Kulislerde, bu 50 artı bir konusunun Külliye’de bir pişmanlık doğurduğu iddiası var. Külliye’de “Bu 50 artı bir olmasaydı, en çok oy alan seçilir diye düzenlenseydi daha iyi olurdu” gibi yorumlar yapıldığı da kulislerin söylentisi içinde.

50 artı bir tuzak mıydı?

Yine, AKP ve MHP’nin ortak hazırladığı Anayasa değişiklikleri sırasında 50 artı bir önerisinin MHP kanadından geldiği belirtiliyor. Kulislerde bu nedenle cumhurbaşkanlığına aday olan kişilere aşılması gereken bir engel getirdiği için MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Erdoğan’a bir tuzağı olarak yorumlanıyor. MHP’nin bu öneriyle az oyla seçilen bir kişinin çoğunluğa tahakkümünün önüne geçtiğine dikkat çekiliyor.

T24
ETİKETLER
erdoğan mhp cumhurbaşkanlığı seçim kabine

İngiliz gazetesi: Melih Gökçek ya hapse girecekti ya istifa edecekti
25.10.2017



İngiliz Financial Times gazetesi, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, "başkanlık sistemi referandumunda başkenti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a kazandıramamış olmanın bedelini ödediğini" yazdı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Beştepe'de yaptığı görüşmenin ardından Cumartesi günü istifasını vereceğini açıklamıştı.

Gazetede istifa açıklamasına ilişkin yayınlanan haberde, Melih Gökçek'in bir hafta süren spekülasyonlar sonrasında "baskıya boyun eğdiği" de belirtildi.

Haberde, Gökçek'in eski yardımcılarından birinin istifaya ilişkin değerlendirmesine de yer verildi. İsmi açıklanmayan o kişiye atfen, "Ya hapse girecekti ya da onu ülke dışına çıkaracak bir terfi alacaktı. Türkiye'de işler şu anda böyle yürüyor. 'Hayır' demek gibi bir şansı yoktu" ifadeleri haberde yer aldı.

Mehul Srivastava imzalı haberde, referandum sonuçlarının veri analizinden sorumlu bir AKP 'li yetkilinin açıklamaları da yer buldu:

"İstanbul ve Ankara 'yı nasıl kaybettiğimizi anlamak için her oyu, her bölgeyi analiz ettik. Birçok farklı sebebin yanında tabandaki coşku eksikliği ilk fark edilen sonuçlardan biriydi"

"ERDOĞAN ELİYLE SEÇECEK"

Financial Times gazetesindeki haber şu şekilde devam ediyor:

"Referandum ile gücünü perçinleyen Erdoğan, takip eden aylarda arkasında politik kurbanlar bırakmaya başladı. Yakını gözaltına alınan İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş istifa etti. 4 belediye başkanı daha ya istifa etti ya da edecek.

"Gökçek, koltuğuna tutunacak gibi göründüğü anda, hükümet yanlısı gazeteler, onu ya CHP ile bağdaştırmaya başladı ya da Fethullah Gülen ile…Bu şekildeki haberler genelde ya hazırlanan bir iddianamenin ya da soruşturmanın habercisi oluyor.

Haberde Gökçek'in yerine gelecek kişinin Erdoğan'ın eliyle seçeceği bir kişi olacağı ifadesi de yer buluyor.

BBCT

"Gökçek, CHP ile uğraştı, kaybetti; Erdoğan, AKP ile uğraştı, kazandı"
25 Ekim 2017



"Gökçek, siyasi, ideolojik ve kültürel açıdan 'içerdeki öteki'ne yenildi"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın isteği ile cumartesi günü (28 Ekim 2017) istifa edeceğini açıklamasıyla ilgili olarak "Gökçek, CHP ile uğraştı, kaybetti; Erdoğan, AKP ile uğraştı, kazandı" dedi.

Atay'ın "Gelişigüzel olanın gidişi de güzel olur" başlığıyla (25 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Melih Gökçek’in ömrü CHP’yle uğraşmakla geçti. 23 yıllık “Ankara saltanatı”nda CHP Gökçek için kendini var edebildiği, herkese fark ettirebildiği ve yerinden edilemez saydırabildiği “Öteki” oldu.

Gökçek hep CHP’den hareketle kendini inşa etti Ankara’da…
O yüzden bu uzun sürede başlangıçta CHP’ye yönelik hayli şiddetli, öfkeli, garezli seyreden karşıtlık çabaları, giderek nispeten neşeli ve komik hale de geldi.
2011’de Kılıçdaroğlu muhalifi “Baykalist”lerin CHP liderine Alevicilik yaftası üzerinden kazan kaldırdıklarına dair “güvenli kaynaklar”dan aldığı “duyum”u televizyonda canlı yayında ballandıra ballandıra anlatırken sordular ona; neden CHP ile bu kadar uğraşıyorsunuz diye…

Kendisini en çok hatırlayacağımız, dudak ucuna yerleştirdiği o hin gülümseme eşliğinde “Hobim o benim” diyerek yanıtladı.
Şimdi bakıyoruz şu son bir iki haftada olan bitene ve dün gelen istifa kararına da…

Onun sosyal medyada hanidir pek çok insanın hobisi haline gelmiş olmanın ötesinde artık Erdoğan’ın hobisi haline geldiğini de düşünür oluyoruz!..

***

Gökçek, siyasi, ideolojik ve kültürel olarak kendisi açısından “dışardaki öteki” sayılacak bir unsurla (CHP) yer yer doğal ve kaçınılmaz, ama daha çok yapay ve göstermelik çatışmalar üreterek kendisine elden geldiğince uzatabildiği bir “yerel-iktidar” ömrü var etti.

Ama o, siyasi, ideolojik ve kültürel açıdan “içerdeki öteki”ne yenildi.
Bir güç muhterisi için esas tehdit ve kalıcı yıkım odağı, kendisiyle aynı dili konuşan “içerdeki öteki”dir.
Kavganın hası, esas “içerde”dir.
Onun için çok meşhur ve anlamlıdır, “İhtilal evlatlarını yer” sözü…

Onun için her Danton’un bir Robespierre’i vardır.
Ve onun için her Sezar’ın da bir Brütüs’ü vardır…
Elbette AKP özelindeki iç çekişme yukarıdaki tarihsel örnekler kadar kanlı- bıçaklı seyretmiyor ve aman, seyretmesin de zaten!..

Fakat yaşananlara baktığımızda AKP’nin iktidar macerasında bir “Reis”in kalıp “bin reis”in elendiği kıran kırana bir iç çekişme tablosuyla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söylemek mümkün…

***

Gökçek’in istifa edeceğini açıkladığı sosyal medya mesajı sonrasında Erdoğan’ın attığı “Gençler”e vurgun ve de vurgulu Twitter mesajlarına bakın!..

Orada “AKP Reisi”nin yıllardır dilinden düşmeyen “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısının;
“Haydi gençler başlayın, haydi gençlik hop hop hop” ile yer değiştirdiğini;
“Nihavent”ten “pop”a doğru bir “gençlik aşısı”na gidildiğini;
Ve Erdoğan’ın yıllarca beraber yürüdüğü, AKP kurmayı denilebilecek pek çok ismin nihaventle nihayete erdiğini düşünür olacaksınız!..

Gül, Şener, Arınç, Davutoğlu, Atalay, Çelik, Çiçek, Topbaş…
Ve şimdi Melih Gökçek, Recep Altepe; muhtemelen yarın da Balıkesir Belediye Başkanı Edip Uğur…

***

Neden böyle oldu ve oluyor peki?..
Çünkü AKP iktidarının tarihi, özde Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetçi olmaktan bir karizmatik otoriteye, tapınılası bir “kült”e dönüşmesinin tarihidir.

AKP, Erdoğan’la birlikte kol kola, omuz omuza, kafa kafaya verip beraber yürüyenlerin partisi olarak doğsa da artık “Erdoğan’la doğmuş” ve ona bağlı, ona tutkun, ona vurgun yeni bir kuşağın, işte onun diliyle “Gençler”in partisi…

Evet, AKP, “Erdoğan kültü”ne beşiklik yapmıştır.
Dolayısıyla başlangıçta AKP’nin Erdoğan’ı vardı.
Şimdi Erdoğan’ın AKP’si var.
Ve bu, parti bünyesindeki genç kuşakların gözünde böyle en çok…

O yüzden Erdoğan’la birlikte yola çıkmış herkes, bir başka deyişle kendisi dışında herkes, “metal yorgunu”!..
Erdoğan, “metal yorgunu” lafzıyla aslında “içerdeki ötekiler”i tasfiye ediyor.
“İçeri”yi kendinden ibaret hale getiriyor.

***

İleride her ikisi de siyasi yükselişlerine AKP’nin “prehistoryası” olan Refah Partisi’nde aynı zaman diliminde başlamış Melih Gökçek ve Recep Tayyip Erdoğan için çözümlemede bulunanlar belki de şöyle bir sonuca varacaklardır:
Gökçek: CHP ile uğraştı, kaybetti.

Erdoğan: AKP ile uğraştı, kazandı!..
T24

Tasarruf arıyorsanız metro ihalelerine bakın: Dağıtılan milyarlar kimin?
22 Ekim 2017



Gayrettepe-yeni havalimanı epey bir gecikmeyle, geçen yıl sonu 1 milyar Avro’ya Şenbay-Kolin ortaklığına verilmişti. Verilmişti diyoruz çünkü ortada bir ihale emaresi yok.

Çiğdem Toker'in köşe yazısından alıntı:

AKP’li yönetenler, tasarruf deyince 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliklerini anlamış.

Bence önce kamu ihalelerine bakmalılar.

Oralarda tasarruf edecek bir dolu proje ve teklif var.

Mesela 3 Mart 2017 tarihli ihaleler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Raylı Sistem Daire Başkanlığı şu 5 metro hattını ihale etmişti:
Kirazlı/Halkalı, Ümraniye/ Ataşehir/Göztepe, Çekmeköy/ Sancaktepe/Sultanbeyli, Kaynarca/ Pendik/Tuzla, Başakşehir/Kayaşehir
İBB bu hatlarda, hepimizin vergilerinden oluşan yaklaşık maliyetin yüzlerce milyon TL üzerinde verilen teklifleri kabul etti. (Tutarlar ile şirketlerin adı 18 Ekim tarihli yazıda.)
Misal, “yaklaşık keşif” 2.1 milyar TL mi? Şirket 2.4 milyar TL veriyor, İBB de kabul ediyor.
Peki, nereye gidiyor bu aradaki 300 milyonluk fark?
Fazla tutarın ne kadarı -hadi iyimserlikten ölelim- enflasyondan kaynaklanan maliyet artışı?
Sonuç: Beş hat için bağıtlanan fazla teklif tutarı: 1 milyar 193 milyon.
Yazıyla: BİR MİLYAR YÜZDOKSANÜÇ MİLYON LİRA.
Bunlar İBB’nin metro ihalesi.
3. Havalimanı hattı yetişecek mi?
Bir de Ulaştırma Bakanlığı’nın “verdiği” bir metro hattı var.
Gayrettepe-yeni havalimanı epey bir gecikmeyle, geçen yıl sonu 1 milyar Avro’ya Şenbay-Kolin ortaklığına verilmişti. Verilmişti diyoruz çünkü ortada bir ihale emaresi yok.
Ve dikkat: 1 milyar Avro’luk bu “iş”, dövizin tırmandığı, berberlerin camlarına “TL’ye çevirme makbuzunu getirene bedava tıraş” yazılı kâğıtlar yapıştırdığı günlerde verildi.
Hattı yürüten ikiliden biri olan Kolin, 3. Havalimanı’nı yapan beşli grupta.
Diğeri Bayburt Grup bünyesindeki Şenbay. Şenbay’a bu hattın verilmesinde; gerek piyasa gerekse siyaset arenasında giderek daha çok konuşulmaya başlanan “Başbakan Yıldırım’a yakınlık kriter midir?” sorusu meşrudur. (Şenbay’ın kardeş şirketi Aga Enerji de Rize Havalimanı ihalesini Cengiz İnşaat ile birlikte kazanmıştı.)
1 milyar Avro’luk işi verdiniz de, 3. Havalimanı’nın açılmasına bir yıldan az zaman kaldı.
Nasıl bitecek 33 km’lik bu hat?
Cumhuriyet

Boyner'in kazandığı milyonluk ihaleler tartışma yarattı
24 Ekim 2017



Devlet Su İşleri (DSİ) ve Karayolları Genel Müdürlükleri personelinin koruyucu giysi alımında yaptığı ihalelerin teknik şartnamesi tartışması yarattı

Devlet Su İşleri (DSİ) ve Karayolları Genel Müdürlükleri personelinin koruyucu giysi alımı için yaptığı ihalelerde, özellikle Boyner Grubu'nun mağazalarının şartlarını ön koşul olarak istemesi ve ihaleleri hep bu grubun kazanması dikkat çekti.

Sabah'ta Zeynel Yaman imzalı habere göre ihalelerdeki illere göre değişen mağaza metrekare kriteri hep Boyner'i işaret edildi. Boyner dışında katılımın önü kapatıldı. Şartnamelerdeki mağaza metrekareleri şartı nedeniyle farklı firmalar birleşerek ihaleye katılsa bile, ihaleler yine Boyner'e kaldı. Farklı firmaların ihaleyi kazanma ihtimali engellendi. Haksız kazancın boyutu milyonlarca lirayı buldu. İşte ihale teknik şartnamelerindeki kafa karıştıran detaylar...
-Her il için gerçekleştirilen ihaleler için hazırlanan teknik şartnamelerde, mağazalara özel metrekareler yazıldı. Şartnamelere, "İhaleyi alacak firmanın, İzmir'de bin, Aydın'da bin 750, Doğu Karadeniz'de bin 800, Isparta'da bin 300 metrekare büyüklüğünde mağazası olması gerekir" gibi sadece Boyner Mağazacılık'ın sahip olduğu şartları taşıyan tuhaf bir madde eklendi.
- Şartnamelerdeki metrekareler hep Boyner Mağazacılık'ı işaret etti.
- Konya'da Boyner Mağazacılık'tan daha düşük teklif veren bir firma, idari şartnamede olmayan bir detay nedeniyle elendi. İhale yine Boyner'e kaldı.
- Samsun DSİ'de bin metrekarelik mağaza şartı konularak ihaleye çıkıldı. 'Teklifler yüksek geldi' gerekçesiyle ihaleyi iptal eden DSİ, yeni açılan ihaleye, 2 mağazanın 2 yıl önce açılması' şartı koydu. Yine ihaleyi Boyner kazandı.
-2017/425892 numaralı DSİ Bursa ve İzmit ihaleleri: 2 bin metrekare kapalı alan şartı. İhaleye sadece Boyner girdi ve kazandı.
- 2017/363241 numaralı İstanbul DSİ ihaleleri: Avrupa ve Anadolu yakası AVM'lerinde, her biri 2 bin 500'er metrekarelik 10 mağaza şartı. İhaleye Boyner'den başka kimse katılamadı. İhaleyi Boyner aldı.
- 2017/403478 numaralı İzmir DSİ ihalesi: AVM içerisinde bin metrekare mağaza şartı. İhaleye Boyner'den başka firma katılmadı. İhale Boyner'in oldu.
- 2017/391807 numaralı Aydın ihalesi: Bin 750 metrekare mağaza şartı. Boyner'den başka katılan olmadı, ihaleyi de bu şirket kazandı.
- 2017/309262 numaralı Kayseri ihalesi: 3 yıl önce açılmış bin metrekare mağaza şartı. Bu şarta uyan tek katılımcı yine Boyner oldu ve ihaleyi aldı.
- 2017/416874 numaralı Isparta ihalesi: AVM içinde bin 300 metrekarelik mağaza şartı. Yine tek katılımcı Boyner oldu ve kazandı.
- 2017/386183 numaralı Trabzon ihalesi: 3 yıl önce açılan bin 800 metrekarelik 2 mağaza şartı. İhaleyi tek katılımcı olarak Boyner kazandı.
- 2017/300562 numaralı Antalya ihalesi: 2 adet 2 bin metrekarelik mağaza şartı getirildi. Tek katılımcı Boyner, ihaleyi kazanan yine Boyner oldu.
- 2017/293518 numaralı Konya ihalesi: Bin metrekarelik 2 mağaza şartı konuldu. İhaleyi Boyner kazandı.? 2017/463229 numaralı Eskişehir ihalesi: AVM içinde bin 750 metrekare mağaza şartı konuldu, ihaleyi Boyner kazandı
Boyner Grubu'nun kesin sözleşme yaptığı ihaleler;
Devlet Su İşleri ihaleleri
Kayseri / 14 Ağustos 2017: 562 bin 297 lira
Isparta / 9 Ekim 2017: 538 bin 734 lira
Antalya / 17 Ağustos 2017: 533 bin 323 lira
Konya / 25 Ağustos 2017: 704 bin 650 lira
Ankara / 15 Eylül 2017: 3 milyon 561 bin lira
Karayolları ihaleleri
Trabzon / 8 Ağustos 2017: 601 bin 200 lira
Erzurum / 5 Eylül 2017: 691 bin 742 lira
Kayseri / 16 Ağustos 2017: 598 bin 607 lira
Ankara / 1 Ağustos 2017: 2 milyon 587 bin lira
Bursa Bölge Müdürlüğü'nün yaptığı ihaleye yalnızca Boyner Mağazacılık katıldı.
METREKAREYE İZAHAT YOK
DEVLET Su İşleri Genel Müdürlüğü, adrese teslim ihale iddialarını yazılı açıklama ile cevaplamayı tercih etti. Kurumdan yapılan açıklamada, "İhaleler şeffaf bir ortamda yapıldı. Demografik yapıya göre kriterler belirlendi. İhalelere katılım ve itirazlar da mevzuat dahilinde mümkün oldu" ifadesine yer verildi. Ancak kıyafet ihalesinde mağazanın metrekaresinin şartnameye neden konulduğu konusuna açıklık getirilmedi.
Boyner Mağazacılık konuyla ilgili açıklaması şöyle...
AÇIKLAMA
Bugün Sabah ve Takvim gazetelerinde çıkan haberlerde yer alan “Adrese Teslim İhale” iddiaları tamamıyla gerçek dışıdır.
DSİ ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından açılan ihalelerden bir bölümünü kazanan Boyner Büyük Mağazacılık’ı tamamıyla haksız ve mesnetsiz şekilde itham eden bu asılsız haberler, şirketimizin kamuoyundaki itibarını zedeleme amacına yöneliktir.
Söz konusu yayınlara konu ihaleler, “Elektronik Kamu Alımları Platformu” üzerinden, kamuoyuna açık şartnamede belirtilen mağaza metrekareleri ve ürün-servis kalitesi dahil olmak üzere tüm kriterler, bütün firmaların katılım ve itirazlarına açık olacak şekilde tamamıyla şeffaflık ilkelerine uygun olarak yapılmıştır. Düzenlenen ihalelere Boyner’le birlikte, serbest rekabet şartlarına uygun olarak ihaleye katılma yeterliliğine sahip olan farklı firmalar da katılmış, tekliflerin video ile kayıt altına alınarak sonuçların EKAP’tan yayınlandığı ve itiraza açık olan bu süreçler yasalar çerçevesinde yürütülmüştür. EKAP aracılığıyla elektronik ortamda şeffaf ve denetlenebilir bir rekabet ortamının sağlanması şirketimizin söz konusu ihalelere katılma kararı almasında etkili olmuştur.
Türkiye’nin en büyük çok katlı mağaza zinciri olan Boyner Büyük Mağazacılık A.Ş. kazandığı tüm ihale süreçlerinde devlet kurumlarının belirlediği hukuki, ticari ve kurum çalışanlarının ihtiyaçlarına uygunluk şartlarını eksiksiz yerine getirmiştir.
Şirketimizi de Devlet kurumlarıyla birlikte hukuki hiçbir mesnedi bulunmadan tamamıyla haksız ve asılsız ithamlarla zan altında bırakmaya yönelik bu haberlerle ilgili her türlü hukuki haklarımız saklı kalmak koşuluyla, kamuoyunun bilgisine sunarız.
Boyner Büyük Mağazacılık A.Ş.

Patronlar Dünyası

Ahmet Takan: Vee!.. Sıra geliyor Trabzon'a...
27 Ekim 2017

Metal yorgunluğu bahanesi ile vizyona konulan belediye başkanlarının istifası filmlerini bir süre daha izlemeye devam edeceğiz herhalde.

Havuz medyasındaki kalemlerin yazdığı gibi "Balıkesir belediye başkanı Ahmet Edip Uğur da istifa ederse metal yorgunluğu sürecinin büyükşehir ayağı tamamlanmış olacak" mı?.. Saraydan sızan haberler hiç de öyle demiyor. Çünkü, Beştepe'deki "metal yorgunluğu" toplantıları aralıksız devam ediyor. Kellesi koparılacakların listeleri yeni gelişmelere göre güncelleniyor. Bazı sürpriz ilçe belediye başkanları koltuktan uçurma için sıralarını beklerken bazı büyükşehir belediye başkanları fabrika ayarlarına geri döndürüldü ve şimdilik kaydıyla listeden çıkarıldı. Örneğin, daha ilk günden istifa listesinde olan Gaziantep büyükşehir belediye başkanı Fatma Şahin aradaki girişimcilerin sayesinde geçici bir süre için koltuğunu kurtarmış sayılabilir. Saraydaki kaynağım, listelerin güncellendiği son toplantıda R. Erdoğan'ın Gaziantep belediyesi hakkında FETÖ iddiaları ile ilgili sunulan dosyalar için "Onları koyun bir tarafa. Bizi yanılttıklarına inandım. Şu anda bir şey yapmayacağız" dediğini aktardı.

Brezilya dizisi tadında "metal yorgunluğu" fırtınasında yeni bomba Trabzon'da patlayacak gibi görünüyor. Saray'dan bilgi aldığım kaynağım, Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'nun da "istifası alınacaklar"ın arasına girdiğini söyledi ve şöyle dedi:

"Trabzon'dan gelen ve yoğunlaşan şikayetler reisin çok canını sıkıyor. Gümrükçüoğlu tek başına hareket ediyor ve kimseyi takmıyor. Sivil Toplum Kuruluşları başkandan memnun değil. Devamlı şikayet ediyorlar. Başkanın kalemi kırıldı."
Haber Fedai

Der Spiegel: Büyükada davasındaki tahliyelerin nedeni Schröder-Erdoğan gizli görüşmesi
26 Ekim 2017

"Türk hükümeti verdiği sözleri yerine getirdi, diğer tutukluların serbest bırakılması için çalışmaları sürdürmemiz gerekiyor"

Türkiye'de tutuklanan aralarında Alman vatandaşı Peter Steudtner'in de bulunduğu Büyükada davasındaki tahliyelerde, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in Cumhurbaşkanı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ekm 28, 2017 11:02 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 25, 2017 11:43 pm    Mesaj konusu: TÜTÜN MARLBORO’YA, FINDIK FERRORO’YA PEŞKEŞ ÇEKİLDİ Alıntıyla Cevap Gönder

TÜTÜN MARLBORO’YA, FINDIK FERRORO’YA PEŞKEŞ ÇEKİLDİ
A. Baki AYTEMİZ
24 Ekim 2017



Geçenlerde çıkarılan torba yasa ile çiftçinin tütününü kendi eli ile satmasının yolu kapatıldı. Bu çerçevede artık tütün sarıp tüttürmek çok zor. Çiftçi, tütününü büyük şirketlere satmak zorunda… Tütün piyasası zaten yabancılara teslim edilmişti, bu son hamle ile artık geride kalan son kırıntılar da ortadan kaldırılacak.

Durum, Osmanlı’nın son dönemi ile oldukça benzerlik arz ediyor.

O zaman daha serbest piyasa dediğimiz şey bu kadar yaygınlaşmamıştı. Özelleştirmeler bu kadar yaygın değildi, olmasına da imkân yoktu. Zira hem makineleşme-teknoloji bu kadar gelişmemiş olduğundan emperyalistler sömürmek istedikleri ülkeye yetecek kadar mal üretmede de sıkıntı yaşayacaklarından, hem de gelecek tepkilere istinaden tedrici bir sömürü çarkı işletmekte fayda vardı.

Bunun yanında, İngiliz sömürgeciliği, Hindistan’da kendi mallarını satmak için, binlerce Hintli dokuma ustasının ellerini bileklerinden kesmekte fayda görecekti.

Osmanlı’da durum biraz farklı oldu, halkın, “Gâvur Padişâh” dediği Sultan Mahmut’un muasırlaşma hamlesinin gereği olarak giyilmesi istenen Batı tipi kıyafetlerin dikilebileceği kumaş cinsleri bizde üretilmediğinden ister istemez ithalat yoluna başvuruldu; İngiliz’in bizim dokuma ustalarının ellerini kesmesine gerek kalmadı.

Sonrasında devlet zaman içinde o kadar borçlandı ki, bu borçları ödeyebilmek için Duyun-u Umumiye adlı kurum tesis edildi. Bu kurum, devletin borçlarına karşılık, Osmanlının ürettiği tütün, tuz vs gibi mamullerin gelirlerine doğrudan borçlu olduğumuz devletlerin el koymasını gerek görmüştü.

Niye tütün ve tuz gibi mamuller diyecek olursanız, üretim yapabildiğimiz pek fazla bir şey yoktu…

Nihayetinde halkın pazara getirdiği mallardan devlet, daha doğrusu borçlu olduğumuz yabancılar büyük bir vergi alıyordu. Buna karşı kaçakçılık başladı, tütün kaçakçılığı bunda başı çekiyordu. İşte, Ege’nin efeleri, aslında çoğu tütün kaçakçısıdır. Ve, meşhur “Çökertme” türküsü de tütün kaçakçısı bir gencin gönül macerasını ve hüzünlü sonunu anlatır.

Bugün artık Türkiye’nin ürettiği pek bir şey kalmadı. Üretim özelleşti ve çoğu da yabancıların eline geçti. Geriye kalan önemli kalemlerden biri tütünle fındık…

Tütün büyük oranda özelleştirildi, geriye küçük bir oran kalmıştı, o da bu son yasa ile halledilmiş olunacak ve böylece tütün piyasası yüzde yüz yabancı tekellere devredilmiş oldu. Türk çiftçisinin arada üretip kendi namına satarak üç kuruş para kazanması da engelleniyor. Çünkü bu günkü Duyun-u Umumiye bunu istiyor. Artık, pazarları doğrudan ele geçirmek imkânına sahipler.

Yalnız fındıkta durum biraz farklı… Orada Türkiye’nin büyük bir üretim gücü var ve bu üretimin yerine ikame edilebilecek bir alternatif henüz mevcut değil. Dolayısıyla yabancılar da Türkiye’nin fındığına muhtaçlar; şimdilik… Ama orada da özelleştirme yoluyla pazarı kontrol edip fiyatları da kendi menfaatlerine olacak şekilde istedikleri gibi belirleyebilecek güce ulaştılar. Bize sadece üreticilik kaldı ki o da kendi ürettiğimizi onların belirlediği fiyata ve onlardan başkasına satamayacak olduktan sonra, bu üretim gücü de bir işe yaramıyor. Bilakis, kölelik düzenini getiriyor.

Niye onlardan başkasına satamıyoruz? Bakan TMO’nun alım yapacağını söylememiş miydi?

İşin içinde olanlar biliyor ki, Bakan yalan söylemektedir ve TMO, piyasadaki fındığın tamamını almaz, alamaz. Bu göstermeliktir. Ve zaten açıklanan 10 liralık fiyatı da Ferroro ile beraber belirlemişlerdir. Bu fiyat, Ferroro’nun bakanlığa dikte ettiği rakamdır.

İkincisi, bu sene fındıkta üretim fazlası olduğu mazeretidir.

Evet, üretim fazlası vardır ama bu fiyatların düşmesi için yeterli sebep değildir. Bu, fiyatları düşük tutmak adına uydurulan bir bahanedir.

Daha önceki yazılarımızda Dünya Kabuklu Yemişler Birliği adlı bir kuruluştan, bu kuruluşun her sene bir ülkede toplanıp, o sene hakkında bir planlama yaptığından bahsetmiştik. Bu seneki toplantısını Çin’de yapan bu kuruluşun yayınladığı raporda, Türkiye için üretim fazlası tahmininde bulunulmakla birlikte, bu fazlanın stokları artıracak bir faktör olmadığı da görülmektedir. Yani, Türkiye’de üretilen fındığın tamamına yakının satılacağı daha fındık yetmeden aylar öncesinden açıklanmıştır. Bu da şu demektir ki, fındık alımı yapanlar, bu sene Türkiye’de üretilen fındığın tamamını almayı akıllarına koymuşlardır. Tablo şu şekilde:



Görüldüğü üzere Türkiye’nin bu sene üreteceğini tahmin ettikleri fındık miktarı 670 bin tondur. Elde zaten 50 bin ton da stok bulunmaktadır. Türkiye’nin sene sonunda elinde kalacağı tahmin edilen stok da yine 50 bin tondur. Yani fındık alıcıları Türkiye’nin elindeki fındığı almanın kendileri için kârlı olacağını 19-21 Mayıs’taki zirveye sunulan raporda zaten ifade etmişlerdir.

Yetkililerimiz bu durumu bilmemekte midir?

Bildikleri ve zaten Ferroro ile birlikte aldıkları ortak kararla fındık fiyatını 10 lira olarak açıklamışlardır.

Bu çerçevede de fındık üreticisinin itirazını bastırma görevini de üzerlerine almışlar, yapılmak istenen protesto mitingini OHAL’i bahane ederek sudan bahanelerle yasaklamışlar, çiftçinin ağzını kapatmışlardır.

Bu yasaklama üzerine bir basın açıklaması yapan Köy-Sen Ordu Şube Başkanı Zekai Sağra, “Fındık fiyatı 15 TL olmalıdır. Hem de acil olarak. Her yıl yapılan fiyat tartışmalarından bıktık. Serbest pazar denilen canavar emeğimizi, ürünümüzü gasp ediyor, Bahçe bizim, fındık bizim, dökülen alın teri, verilen emek bizim. Fiyatı şirketler belirliyor. İtalyan Ferroro 9.25, Hükümet TMO aracılığıyla 10 liradan fındık alıyor. Buna da serbest piyasa diyorlar. Bunun adı üreticiye kölelik, şirketlere serbestlik düzeni. Bu dayatma kabul edilemez” dedi.

Sedat Başkavak’ın fındık üreticisiyle yapmış olduğu röportajlarda da çiftçinin feryadı yükseliyor:

Ordu Ulubey’de 40 dönüm arazide fındık üreten Hikmet Poyraz, “İtalyan Ferrero tüccarlarına 9.25 fındık alın denmiş, fiyatın 10 liranın üzerine çıkmaması için uğraşıyorlar” diyerek Tarım Bakanlığında ihracatçılarla yapılan toplantıya dikkat çekti: “Demek ki ihracatçılarla fındığın fiyatını 8-9 lirada tutma kararı alınmış. Anlaşılan o ki tüccar hükümete siz 10 lira verin biz ona yakın fiyat veririz demişler. Böylece onlar parasını kazanacak, hükümet de biz fındık üreticisini yalnız bırakmadık propagandası yapacak. Anlaşılan o ki; Tarım Bakanı fındığın 10 lira olmasından değil 9 liranın altına düşmesinden rahatsız olmuş. 7-8 lira olmaması lazımdı borsaya soruşturma açtık demesinin tek anlamı var. Bakanlıkta ihracatçılarla aldıkları kararlara sadık kalınmadığıdır.”

EMEĞİMİZ ÜZERİNDEN TÜCCAR VE İHRACATÇI KAZANIYOR

TMO’nun randevuyla alım yaptığını, üreticinin 75 kuruş farkı gözetecek durumda olmadığı için İtalyan tekel Ferrero’ya fındık vereceğini söyleyen Poyraz, “Buna da serbest piyasa diyerek bizi kandırmaya çalışıyorlar. Hükümetin kendi yaptığı maliyet hesabına göre Ordu 8.75, Giresun 9, Trabzon 9.25 lira maliyet belirlemiş. Buna yüzde 30 refah payı, yüzde 25 kâr eklenmesi lazım ama bunlar ortada yok. Ben 40 dönüm arazide senesine göre, o yıl ki rekolteye göre 2 ile 7 ton arasında fındık üretiyorum. Bir kilogram fındığın sadece toplanma maliyeti 5 lira. Bahçeden toplanması, harmana gelmesi, ayıklanıp, temizlenip 1 kilo kabuklu fındık haline getirilmesinin maliyeti 5 lira. Benim ve çocuklarımın emeğinin üzerinden tüccarlar para kazanıyor. Emeği biz veriyoruz parayı tüccar ve ihracatçı kazanıyor. Hükümetin TMO’ya 15 liradan fındık aldırması lazım. Hükümet ve bakan üreticiyi düşünüyorsa bunu yapsın” diye konuştu.

FINDIK ÇOK OLDUĞU İÇİN FİYAT DÜŞÜK SÖZÜ YALAN

Giresun’dan Orhan Kara ise “Her sene rekolte açıklaması yapacaklardı yapmıyorlar” dedi. Bakanın bir keresinde rekolte için 650-700 bin ton dediğini ama resmi açıklama yapılmadığını söyleyen Kara, devam etti: “Şu an Karadeniz’de ne kadar fındık üretildi cevabı yok. Rekolte açıklamasını İstanbul fındık ve mamulleri ihracatçılar birliği, Karadeniz fındık ve mamulleri ihracatçılar birliği yapıyor. Yani fındık komisyoncuları yapıyor ki fiyat düşük tutulsun diye. Giresun Ziraat Odası Başkanı açıklama yaptı. Fındığın 3’te 1’i boş diyor. Yani kabuk var ama içi koruk. Bu demektir ki; 80 kiloluk fındık çuvalından 40 kilo fındık çıkarken, şimdi 25-30 kilo fındık çıkacak. TMO’da, tüccarda kabuğa değil fındığın içine para veriyor. 2014’te don felaketi oldu 450 bin ton fındık üretimi vardı, 22 liraya fındık satıldı. 2016 yılında 468 bin ton fındık rekoltesi açıkladılar sonra 420 bin ton diye revize ettiler 12-14 liraya fındık satılırken 8 -10 liraya kadar düştü. Yani fındık az olunca fiyatı yüksek, çok olunca fiyatı az ediyor sözü tamamen yalan. Bakan borsaya soruşturma başlattık diyor ama bir anlamı yok. Serbest piyasada biz bu fiyattan alıyoruz diyerek işin içinden çıkacaklar. Bu üç ay önemli çünkü fındıktan geçinen üretici köylü eylül, ekim, kasım kısmen aralık ayında fındığını pazara indirecek. Yani fındığın yüzde 60-70’i pazara inmiş olacak. Bu nedenle de fındığın çoğu maliyetin bile altında satılmış olacak.” 7-8 lira fiyat oluşmaması için AKP Hükümetinin TMO’ya gerçek maliyetleri göz önüne alarak 15 liradan fındık aldırması gerektiğini dile getiren Kara, “Bakalım o zaman borsa da fiyat kaçtan oluşuyor” dedi.

EKİP HÜKÜMET, TÜCCAR VE İHRACATÇIDAN OLUŞUYOR

TÜM Üretici Köylüler Sendikası (Tüm Köy Sen) Genel Başkanı Sadık Turan “Açıklamaları hem kızarak hem de gülümseyerek izliyoruz” dedi. “Kızıyoruz çünkü söylendiği kadar fındık rekoltesi çok değil. Elbette ki az değil ama dağ taş fındık fışkırmıyor. Bazı bölgelerde üretici köylüden aldığımız bilgiler sıcak geçen aylar ve küllemenin etkili olduğu ve verim kaybı olduğu yönünde. Hadi bunu geçtik 2015 yılında 650 bin ton üzerinde fındık üretildi ve bu gün piyasa, borsa, tüccar üçlüsünün verdiği 8.5 liranın iki katına fındık satıldı. Mesele fındık rekoltesi değil. Azerbaycan her ne kadar üretimde söz sahibi olmasa da dünyada 4. sırada ve üretim azalmış. İtalya ikinci büyük üretici, İtalya’da üretilen fındığın rekoltesinde 3’te 1 azalma var. 150 bin ton fındık üretimi 100 bin tona düşmüş. İtalya senelik 100 bin tandan fazla fındığı da satın alıyor. Yani aynı zamanda fındık alıcısı. Bizde rekolte çok olmadığı gibi dünyanın da fındık ihtiyacı var. Bakanın açıklaması gülümsetiyor çünkü ‘Bunu tek başıma ben yapmıyorum burada bir ekip var’ diyor. Evet burada bir ekip var ve bu ekip hükümet, tüccar ve ihracatçıdan oluşuyor. Hükümet geçen yılki fiyattan fındık alarak piyasayı düşürüyor ve randevu, randıman, rekolte diyerek alıyormuş gibi yapıyor. Tüccar TMO’nun altında fiyat vererek köylünün fındığını ucuza kapatıyor. İhracatçıda satıp karını alıyor. Fındık üreticisi köylüler de bedavaya çalışmış oluyor. Biz de o ekibi gördüğümüz ve suçüstü yakalandıkları için açıklamayı gülümseyerek izliyoruz.

BAKANLIK TALEP VE UYARILARA KULAK TIKADI

2016 yılı fındığı yılın sonu ve 2017 yılının başında 14-15 liraya kadar satılmıştı. Geçen yılın fındığının tükendiği ve yeni yılın fındığının toplanıp satılmasının hazırlıklarının yapıldığı dönemde hükümet, TMO’nun 10 liradan fındık alacağını açıkladı. Fındık üreticileri ve tarımla ilgili kuruluşlar, AKP Hükümetinin TMO’ya 2016 fındığını 10 liradan aldırma kararını “Geçimlik fındık üretimi yapan köylüler zaten fındığını çoktan sattılar, o nedenle bu karar fındık üreticilerinin işine yaramazken fındığın fiyatını da 10 liranın altında sabitleyecektir” eleştirisini sundu. Hükümete yapılan çağrılarda 2017 yılı fındığı için TMO’nun 15 lira fiyat vermesi ve alım yapması gerektiği belirtilmişti. Bakanlığın TMO’ya hem geçmiş yılın fındığını, hem yeni yılın fındığını 10 liradan aldırması fındık üreticilerinin tepkisine neden oldu. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’nın yaptığı “Böyle 7-8 liraya düşecek bir fiyat olmaması gerekirdi. Çiftçi mağdur olmasın diye geçen yılın fiyatını verdik” açıklaması ise tepkileri daha da büyüttü. Tarım Bakanı aynı açıklamasında rekoltenin geçen yıla oranla fazla olduğunu, fındık fiyatını tek başına değil ekip olarak belirlediklerini, fiyatın 7-8 liraya düşmemesi gerektiğini, dünya üretiminin 900 bin ton olduğunu söyledi ve fındık borsasının 8.5 lira fiyat açıklaması için de soruşturma başlattıklarını duyurdu.

TİCARİ SIRMIŞ

Fındıkta dönen dolapların açığa çıkartılması maksadıyla, CHP Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş’ın fındık ihracat rakamlarına ilişkin sorularına Gümrük ve Ticaret bakanlığı, “ticari sır” diyerek cevap vermedi.

Demirtaş, bakanlığa, 2011 yılından bu yana hangi firmaların ne kadar fındık ihracatı yaptığı ve bunun kaç liraya yapıldığı gibi sualler yöneltmişti.

Bakanlığın ihracat yapan ilk 15 firmayı, kaçar ton fındık ihraç edip bundan kaç lira kazandıklarını ticari sır diyerek açıklamaması meselenin vehametinin ortaya çıkmasından korktukları şeklinde yorumlandı.

A. Baki AYTEMİZ

Adımlar dergisi

Hasan Cemal: Darbecilere karşı Soros'la kol kola Erdoğan'ın bugün geldiği nokta...
25 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan'la George Soros bir masada karşı karşıya, hâllerinden memnun gözüküyorlar.
Davos, 2003 yılı ocak ayı.
Bu fotoğrafın hikâyesini Ahmet Sever T24'te yazdı.
O tarihte ben de Davos'taydım.
Dünya Ekonomik Forumu'nun yıllık toplantısını izliyordum.
Erdoğan'ın siyaset yasağı devam ettiği için başbakanlık koltuğunda Abdullah Gül oturuyordu.
Erdoğan-Gül ikilisinin Davos gündeminde Kıbrıs ve Avrupa Birliği vardı:
Kıbrıs bir engel olmaktan çıkarılacak ve Türkiye'nin AB'ye tam üyelik müzakereleri başlayacaktı.
Hedef buydu.

Ama Ankara'da bu hedefi boşa çıkartmak için düğmeye basılmıştı.
"Asker"de adı Sarıkız, Ayışığı gibi isimleri olan darbe tertipleri asker-sivil işbirliğiyle derinleşiyordu.
Erdoğan-Gül ikilisi bu tertiplerin farkındaydı. Darbecileri etkisiz kılmak ve AB yolunda ilerlemek için yoğun bir çaba içindeydiler.
İşte, Davos'ta Soros'la Erdoğan'ı birlikte gösteren fotoğraf karesi de bu çerçeve içinde yer alıyordu.
Erdoğan bu Davos yemeğinde Soros'a şöyle diyecekti:
“Türkiye’nin açık toplumu biziz, bizi destekleyin.” (*)
Aradan 14 yıl geçti.

(..)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2003 yılında eski AB Bakanı Egemen Bağış ve halen AB Bakanı olan Ömer Çelik'le birlikte, Davos'ta George Soros'la bir araya gelmişti
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2003 yılında eski AB Bakanı Egemen Bağış ve halen AB Bakanı olan Ömer Çelik'le birlikte, Davos'ta George Soros'la bir araya gelmişti
(..)


Erdoğan'ın 2005 yılında PKK'ya silah bırakma çağrısı yapan gazeteci, yazar ve aydınları ağırladığı toplantıda Osman Kavala da bulunuyordu
Erdoğan'ın 2005 yılında PKK'ya silah bırakma çağrısı yapan gazeteci, yazar ve aydınları ağırladığı toplantıda Osman Kavala da bulunuyordu

(..)

Osman Kavala'ya ilişkin şu sözler Erdoğan'ın:

Bir başka isim, sivil toplumun
yüzü diyorlar. Türkiye'nin
Soros'unun havası çıktı ortaya.
Bağlantıları çıktı ortaya.
Ya siz kime neyi yutturuyorsunuz.
Taksim olaylarının arkasında bakıyorsunuz
aynı kişi.
Bakıyorsunuz belli yerlere ciddi
manada kaynak aktarımının
arkasında bunları görüyorsunuz.
Bu milleti içeriden vurmaya çalışanlara karşı
dik duracağız. Hesabını da soracağız.

(..)
Yazın bir kenara:
Sonu çıkmaz olan bir sokaktasınız!

(..)
T24

"2019 seçimlerinin en güçlü adayı Ali Babacan, arkasında Ahmet Davutoğlu var"
27 Ekim 2017



"Babacan milletvekili olmak istemiyordu, Davutoğlu'nu kıramadı"

Sözcü yazarı Soner Yalçın, 2019'da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için en güçlü adayın Ali Babacan olduğunu ileri sürdü. Yalçın Ali Babacan'ın arkasındaki ismin eski Başbakan Ahmet Davutoğlu olduğu iddia ettti. Yalçın, "Arkasındaki isim Ahmet Davutoğlu. Babacan milletvekili olmak istemiyordu, Davutoğlu'nu kıramadı!" dedi.

Yalçın'ın "Dilin kemiği yok" başlığıyla (27 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Tarih: 22 Aralık 2013.

Kamu bankalarından sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan medyaya şu açıklamayı yaptı:
“Son 1 haftada halka açık şirketlerimizin değeri tam 20 milyar dolar düştü. Sadece Halk Bankası'nın değer kaybı 1 milyar 625 milyon dolar. Halk Bankası'nın toplam hisse senedi değeri 9 milyar 498 milyon dolardan 7 milyar 873 milyon dolara düştü.”
Başbakan Yardımcısı Babacan'ın belirttiği son bir haftada ne olmuştu:
17 Aralık FETÖ operasyonu sonucu Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın evindeki ayakkabı kutusundan dolarlar çıkmıştı!
Bir ekleme yapmama izin veriniz. Çünkü…
Şu soru üzerinde nedense pek durulmuyor:
FETÖ, kamu bankaları arasında neden sadece Halk Bankası'nı hedef aldı? Ne tesadüf…
FETÖ operasyonundan yedi ay önce ABD'nin en güçlü lobi örgütlerinden İsrail yanlısı AIPAC mektup kampanyası başlattı. Ve 47 ABD senatörü imzasıyla başkan ve dışişleri bakanına şu mektup gitti:

“İran'a ambargoyu delen Halk Bankası'nın kara listeye alınmasını istiyoruz!” Keza… Kimi ABD raporlarında Halk Bankası hedef gösterildi. Sonra FETÖ operasyonu geldi. Ayrıntıya girmeyeyim. Sadece 17-25 Aralık sonucunda değil…
– Reza Zarrab ABD'de tutuklandı.
– Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı ABD'de tutuklandı.
– Halk Bankası hisseleri tepe taklak oldu!
Atatürk'ün kurdurduğu Halk Bankası sürekli değer kaybetti/kaybediyor.
Diyeceksiniz ki:
Biz bunları biliyoruz dilinin altında ne var?
Benim değil başkalarının dilinin altında neler var neler….
ABD'ye gidemiyorlar

Yıllarca siyaset muhabirliği yaptığım Ankara kulislerini bugünlerde hiç düşünmek istemiyorum; İstanbul kulislerinin bile sadece tek konusu var:
2019 başkanlık seçimi!
Nereye gitsem “aday loto” oynanıyor. Ama bundan önce konuşulan “seçimin tarihi?”
“2019 tarihi öne çekilebilir” deniyor.
Herkes şifre çözücü olmuş:
“Erdoğan dedi ki; ‘şu an gündemimizde erken seçim yok!' Bunun anlamı, ‘şimdilik yok' demektir! Erdoğan'ı tanıyorsanız bu cümlenin anlamı erken seçim olacağıdır!”
Allah! Allah!
Niye “erken seçim istesin ki” soruma şu yanıtı
veriyorlar:
“Ekonomik tablo daha da kötüleşecek. Bu tablo 2019'da Erdoğan'a seçim kazandırmaz! Öne almak zorunda.” Ardından ekliyorlar:
“Hele Reza Zarrab davası bitsin siz görün tantanayı!”
Neymiş o tantana?
“Baksanıza… Halk Bankası ile çalışan bir tek işadamı ABD'ye gidemiyor tutuklanma korkusundan! Hele 17-25 Aralık operasyonunda adı geçenler ABD'ye Erdoğan'la bile uçamadı! Bu sürdürülebilir bir durum değil!”
Çarşı karışıktı:
“Sadece Halk Bankası değil ki, bazı özel bankaların da adı var iddianamede. Hele gizlilik kararı olan üç dosyada acaba kimlerin adı var? Herkes korku içinde!”
Sormadan edemedim: Bu isimlerden biri, o dönem Halk Bankası'ndan sorumlu Bakan Ali Babacan mı?
Sahi. ABD'deki dosyada sorumlu Bakan Ali Babacan'dan neden hiç bahsedilmiyor?
Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı'nın sorumluluğu var da Babacan'ın
yok mu?
Neler oluyor arkadaş?

Seçime OHAL engeli

Ankara'yı bilmem ama İstanbul kulislerinin “yıldızı” Ali Babacan!
– “Ev toplantıları yapıyor. Eleştirilerini açıkça söylüyor. En kızdığı Berat Albayrak!”
– “2019 Başkanlık seçiminin en güçlü adayı Ali Babacan'dır. Arkasındaki isim Ahmet Davutoğlu. Babacan milletvekili olmak istemiyordu, Davutoğlu'nu kıramadı!”
Kışkırtıcı sorular yöneltiyorum:
“Yasa gereği başkan adaylığı için Babacan'ın en az 20 milletvekilinin desteğini alması gerekiyor; AKP'den bulamaz!”
Gülüyorlar:
“Tek bir milletvekilinden imza almayacak! ‘Halkın adayı' imajı için 1 milyon imzayla aday olacak!”
Güya… Benzerini Meral Akşener de yapacaktı!
“Şunu unutmayın; milletvekillerinin değil, halkın desteğiyle aday olanlar seçmen nezdinde daha saygındır. Zaten Erdoğan da bu algıyı fark edip halkın desteğiyle aday olacak.”
Bu sohbetlerde konu sonunda bana geliyor; “siz ne düşünüyorsunuz” diye soruyorlar.
Yanıtımı beklemeden şunu diyorlar:
“CHP, ‘Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin' diye -tıpkı Ekmel Bey gibi- Ali Babacan'ı destekler mi?”
Daha neler! CHP'nin benzer hatayı yapacağını hiç sanmıyorum. Bunlar kafa karıştıran senaryolar! Bunun söyleyince, “eee siz ne düşünüyorsunuz” diyorlar?
Ben mi ne düşünüyorum?
– Erken seçim olur mu olmaz mı?
– Şu mu, bu mu aday olur?
– Şu yolla mı, bu yolla mı aday olur?
Ben bunlar üzerinde pek durmuyorum.
Ben hep OHAL'i düşünüyorum.
Sahi…Niye uzatılıp duruyor?
Yoksa… OHAL sebep gösterilip seçimler ertelenecek mi?
İşte… Ben hep bunu düşünüyorum!
Bu seçim Cumhuriyet tarihinin en zor seçimi olacak.

T24
ETİKETLER
ali babacan ahmet davutoğlu haber açıklama erdoğan cumhurbaşkanlığı

Akif Beki: ‘Sizi gidi pinokyolar’ demeyeceğim, konuşmaya yüzünüz var mı?
27 Ekim 2017



"O ‘Kaf dağı’ manşetleri atanlar, tahliye haberi karşısında dut yemiş yalı bülbülü gibiydiler"

Karar yazarı Akif Beki, Büyükada'da gözaltına alındıktan sonra tutuklanan insan hakları aktivistlerinin tahliye olmasıyla birlikte, o dönem gazete manşetlerinde ajan suçlamasında bulunan gazetecilere tepki gösterdi. "Fos çıkan ‘Büyükada ajanları’ çığırtkanlığı da, ezile büzüle ‘Büyükada davası’ diline evrildiğini söyleyen Beki, "‘Sizi gidi pinokyolar’ demeyeceğim, varsın yine üste çıksınlar" dedi.

Beki'nin "Fare doğuran ‘ajanlık’ manşetleri başlığıyla (27 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Gak guk mu ediyorlar, konuşmaya yüzleri var mı hala diye, çöken manşetlerin altında kalan gazetelere baktım.

O ‘Kaf dağı’ manşetleri atanlar, tahliye haberi karşısında dut yemiş yalı bülbülü gibiydiler.

‘Büyükada ajanları hesap verecek’ cayırtılarını onlar koparmamış; davanın savcılığına, hakimliğine onlar soyunmamış sanki.

‘Nasıl olur arkadaş; daha ilk duruşmada bırakılan ajan, terörist gördün mü hiç’ diye üstüne gidip büyütmemişler hadiseyi.

Birinci sayfaya koymamış çoğu, başlarını öbür yana çevirip görmezden gelmişler. Bire koyan da pişkinliğe vurup etekten düz, tavırsız vermiş.

Fos çıkan ‘Büyükada ajanları’ çığırtkanlığı da, ezile büzüle ‘Büyükada davası’ diline evrilmiş.

Ne bir alınma, ne bir sorumluluk üstlenme ciddiyeti, ne de yanıltılan kamuoyuna bir hesap, bir özeleştiri verme duyarlılığı...

‘Sizi gidi pinokyolar’ demeyeceğim, varsın yine üste çıksınlar. Yeter ki masumiyet karinesi neden önemliymiş anlasınlar...

Suçu yargı kararıyla kesinleşmeden kimsenin neden suçlu ilan edilemeyeceğini, lekelenmeme hakkının bir gün herkese lazım olabileceğini, kanun önünde eşitlik, iftiradan korunma, hak arama ve aklanma yollarını açık tutmanın vazgeçilmezliğini, ispat yükümlülüğünün iddia sahibine ait olduğunu kavrasınlar yeter...

Çünkü...

Suçu hukuken sabit olmayan sanıkları kafadan ‘tehlikeli casus’, ‘azılı terörist’ diye afişe etme utancından gazetecileri koruyacak şey de suçsuzluk ilkesine riayettir.

Ne ajanlık faaliyeti sırasında suçüstü yakalanmadıkları kalmıştı, ne de insan hakları savunuculuğu altında korkunç kaos planları yapmadıkları...

Ne Gezi benzeri kalkışma tezgahlamadıkları kalmıştı, ne FETÖ darbe girişiminin arkasını getirmeye çalışmadıkları, ne de birden fazla silahlı terör örgütüne hizmet etmedikleri...

Aylarca içeride tutuldular, çok sağlam denilen kanıtlar, herkesi susturacak denilen somut suç delilleri gizlilik gerkeçesiyle ortaya konmadığı halde, hainlikle suçlanıp hedef gösterildiler.

Sonra çıkarıldıkları ilk duruşmada savcı, biri hariç tahliyelerini istedi; mahkeme tamamının şartlı salınmasına karar verdi.

Arabuluculuk iddiasına laf edilmeyecek mi?

Eski Şansölye Schröder’in Merkel adına araya girdiği ve tahliyede etkili olduğu söyleniyor.

Alman Dışişleri Bakanı Gabriel de arabuluculuk rolünü doğruluyor.

‘Büyükada ajanları’ kampanyasını yürütenlerin yerinde ben olsam lafımı yutkunmaz, Gabriel’e çıkışırdım...

‘Casusların tahliyesini idari bir tasarrufmuş gibi gösteriyorsunuz. Rica ile halletmek mümkünmüş, casusluk gibi ağır bir suçtan tutuklananları bir sözle salıvermek doğalmış gibi sunuyorsunuz. Sizi bilmeyiz ama bizde bu işlere bağımsız yargı bakıyor, ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu’ derdim.

Arabuluculuk konusuna indirgeyerek casusluk suçlamasının hafifletilmesine, sulandırılmasına, inandırıcılığının yok edilmesine sessiz kalmazdım.

Siyasi otoritenin dışında cereyan ettiği, yargımıza müdahale edilemeyeceği şeklindeki resmi söylemlerin taca çıkarılmasına da izin vermemiş olurdum.
(..)
T24

Der Spiegel: Büyükada davasındaki tahliyelerin nedeni Schröder-Erdoğan gizli görüşmesi
26 Ekim 2017



"Türk hükümeti verdiği sözleri yerine getirdi, diğer tutukluların serbest bırakılması için çalışmaları sürdürmemiz gerekiyor"

Türkiye'de tutuklanan aralarında Alman vatandaşı Peter Steudtner'in de bulunduğu Büyükada davasındaki tahliyelerde, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile buluşmasının belirleyici rol oynadığı ortaya çıktı. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, görüşmeyi teyit ederek, “Gerhard Schröder’e arabuluculuk çalışması için çok müteşekkirim" dedi.

Der Spiegel dergisi, Schröder'in Dışişleri Bakanı Gabriel'in ricası üzerine Türkiye'ye giderek Erdoğan ile buluştuğunu yazdı. Gabriel'in Schröder'le bağlantıyı Başbakan Angela Merkel'in bilgisi dahilinde kurduğunu aktaran Der Spiegel, Merkel'in bizzat Schröder ile de konuyu görüştüğünü bildirdi.

"Deniz Yücel, Meşale Tolu ve Peter Steudtner'in serbest bırakılması istendi"

Az sayıda kişinin haberdar olduğu arabuluculuk girişiminin Almanya'da 24 Eylül'de yapılan seçimlerden bir hafta sonra gerçekleştiği, Schröder'in Erdoğan'ı ziyaret ederek Türkiye'de tutuklu gazeteci Deniz Yücel ile Alman vatandaşları Meşale Tolu ve Peter Steudtner'in serbest bırakılmasını istediği kaydedildi.

Spiegel'in "güvenilir" kaynaklara dayandırdığı haberinde, Dışişleri Bakanı Gabriel'in Türkiye ile Almanya arasında yaşanan krize çözüm bulmak için aylardır uğraş verdiği, ancak kamuoyu önünde karşılıklı suçlamaların dozunun iyice artması nedeniyle bu gizli misyon için Schröder'i devreye soktuğu belirtiliyor.

"Türk tarafı yargı sürecine kamuoyu önünde müdahil olmak istemedi"

Schröder-Erdoğan görüşmesinin başarılı geçtiği ve görüşmede "iki ülke dışişleri bakanlarının bir çözüm bulmak için çalışmaya devam etmesi" kararı alındığı kaydediliyor. En hızlı tahliyenin Steudtner vakasında mümkün olduğunu belirten Spiegel, Türk tarafının "yürüyen yargı sürecine kamuoyu önünde müdahil olmak istemediğini" ve bunu koşul olarak öne sürdüğünü de iddia etti.

Schröder'in Merkel'e Erdoğan ile "özel kişi" olarak değil, tüm Alman hükümeti adına görüşme isteğinde bulunduğu ve ancak bu şekilde Erdoğan'a karşı gerekli otoriteye sahip olabileceğini söylediği, Merkel'in buna onay verdiği de aktarılıyor.

Gabriel: Schröder'e müteşekkirim

Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Schröder'e verilen gizli görevi Spiegel'e teyit ederek, "Gerhard Schröder'e arabuluculuk çalışması için çok müteşekkirim. Bu, gerilimin düşürülmesi yönünde ilk işaret. Çünkü Türk hükümeti verdiği tüm sözleri yerine getirdi. Şimdi diğer tutukluların serbest bırakılması için çalışmaları sürdürmemiz gerekiyor" dedi.

Schröder'in bürosundan yapılan açıklamada ise, Schröder'in Steudtner'in serbest bırakılmasından memnuniyet duyduğu, başka bir yorumda bulunulmayacağı belirtildi.

Ne olmuştu?

5 Temmuz'da Büyükada'da bir otelde düzenlenen insan hakları seminerine katıldıkları için tutuklanan 8 insan hakları aktivisti hakkında savcılık tarafından "terör örgütüne üyelik" ve "terör örgütüne yardım" suçlamasıyla 15 yıl hapis cezası talep edilmişti. 46 yaşındaki bilişim uzmanı Steudtner, duruşmadaki savunmasında hakkındaki tüm suçlamaları reddetmiş, iddianamede yer alan örgütlerin bazılarının ismini bile bilmediğini belirterek serbest bırakılmayı talep etmişti. Dün görülen davada, tutuklu sanıkların tümünün tahliyesine karar verilmişti.

Deutsche Welle Türkçe

Hakan Albayrak'tan istifa ettirilen belediye başkanları yazısı: Bunları yüksek sesle sormayın!
26 Ekim 2017



Hükümete yakın yazarlardan Hakan Albayrak, belediye başkanlarının istifa süreçlerinden duyduğu rahatsızlığı ve AKP içindeki genel durumu değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Albayrak, "Melih Gökçek’le ilgili rahatsızlıklar, Gökçek’in o makama AK Parti tarafından üçüncü kez aday gösterildiği Mart 2014’te de mevcut değil miydi?" diye yazdı ve ekledi: "Siz siz olun, bunları yüksek sesle sormayın. Yedi düvele karşı savaşan devletimizi arkadan vurmakla suçlanabilirsiniz zira..."

Hakan Albayrak, Karar gazetesindeki köşesinde "Belediye başkanlarının istifaları" başlığı altında; AKP 'nin icraatları veya kararları ile ilgili soru sormanın, yapılanları sorgulamanın ve irdelemenin zorluğunu anlatarak şunları yazdı:

"Şöyle bir soru geliyor akla: İstifaya zorlanan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’le ilgili rahatsızlıklar, Gökçek’in o makama AK Parti tarafından üçüncü kez aday gösterildiği Mart 2014’te de mevcut değil miydi?

Şöyle bir soru da geliyor akla: Gökçek’in iş tutuşuna ilişkin eleştiriler, AK Parti iktidarının geneli için de geçerli değil mi?

Siz siz olun, bunları yüksek sesle sormayın.

Yedi düvele karşı savaşan devletimizi arkadan vurmakla suçlanabilirsiniz zira.

Oraya kadar varır mı varır bu iş.

Devletin bekasından başka her şeyin ehemmiyetsiz teferruat olarak görüldüğü şu ortamda anti demokratik bir teamülün ihdasından şikâyet etmek zaten olacak şey değil.

Diyebilirsiniz ki: “Ya devletin bekası o teferruatla beraber ıskalanıyorsa?”

Emperyalistler adına milletin zihnini bulandırmaya çalışmakla suçlanmak istemiyorsanız bu soruyu da sormamalısınız.

***

Doğru; demokratik seçim yoluyla göreve gelen birçok belediye başkanının yeni mahalli seçimlerden bir buçuk sene evvel somut bir suçlama söz konusu olmaksızın partileri / liderleri tarafından istifaya sevk edilebilmesi ve bunun toplumda ciddi bir tepkiye yol açmaması, parti yöneticilerine müthiş bir suiistimal imkânı sunuyor.

Diyelim ki falanca şehrin belediye başkanlığına A’yı getirmek istiyorlar, fakat işlerine gelmeyen B orada daha popüler…

Öyle popüler ki, seçimi garanti kazanır…

“Öyleyse belediye başkanlığına B’yi aday gösterip seçtirelim, A’yı ise belediye meclisine sokalım. Gerisi kolay. Bir müddet sonra B’yi istifaya zorlar ve belediye meclisindeki gücümüzü kullanarak başkanlık koltuğuna A’yı oturturuz. Bitti gitti.” diye düşünebilirler.

(Bilindiği gibi, istifa eden veya görevden alınan başkanın yerine belediye meclisi herhangi bir üyesini başkan seçer.)

Baştan böyle bir tezgâh kurmasalar bile, halkın seçtiği belediye başkanına her istediklerini yaptırmak için kullanabilirler bu imkânı.

Baktılar ki yapmıyor, anında çekerler ipini.

Bir açığını bulup -icabında önemsiz bir evrak eksikliğini dallandırıp budaklandırıp- görevden çekilmesini sağlar ve yerine herhangi bir belediye meclisi üyesini koyarlar.

Böyle bir risk var, evet.

Varsa var!

Bunun üzerinde durmamanız kendi menfaatiniz icabıdır.

***

Belediye başkanlarının “metal yorgunluğu” gerekçesiyle istifaya zorlanmalarını savunurken ıkınıp sıkınan, ses tonlarına kendinden emin bir hava kazandırmak için beyhude çırpınan siyasetçilerin ve siyaset yorumcularının acı haline yanmakla beraber, onların bu muazzam gayretkeşliğini tabii ki hayranlıkla karşılıyorum.

İçlerinden “Keşke bu işi CHP yapsaydı da ‘İstemiyorsanız onları bir dahaki seçimde aday göstermezsiniz ama bu şekilde tasfiye etmeniz demokratik terbiyeyle bağdaşmaz. Sandığa saygı gösterip görev sürelerinin dolmasını beklemeye mecbursunuz!’ diye gürleyebilseydik” dediklerine eminim, ama dava aşkı işte…"
Millî Gazete

Gökçek böyle istifa etti: “Bizden görünüp bizden olmayan içimizdeki fitnecileri helak et Yarabbi”
28 Eki, 2017



Gökçek böyle istifa etti: “Bizden görünüp bizden olmayan içimizdeki fitnecileri helak et Yarabbi”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek: Cumhurbaşkanı tarafından istifam istendi. Dikkat ederseniz en çok tweet atan Melih Gökçek bir tek tweet atıp cevap bile vermedi. Ben bir dava ahlakından geliyorum. Benim davamda nefse uymak yoktur, şahsi çıkarlar için davaya zarar vermek yoktur. Benim davamda emir demiri keser.. Erdoğan’ın talimatını yerine getiriyorum. Cumhurbaşkanı’nın emrine uyarak belediye başkanlığı görevini bırakıyorum. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, tam 8617 gündür sürdürdüğü görevini bırakıyor. Belediye Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağıran Gökçek veda konuşması yapıyor. Toplantıya CHP ve MHP’li üyeler katılmıyor… Gökçek, 23 yıllık Ankara yönetimini anlattığı konuşmasında “Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin dünyanın en başarılı belediyesi olduğunu” savundu.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın istifasını istediği 6 belediye başkanından birisi olan Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek istifasını açıklıyor. Saat 14:00’da kürsüye gelen Gökçek şu anda 23 yıllık görev süresi boyunca yaptığı çalışmaları anlatıyor…

KENDİNİ ÖVEREK İSTİFA EDİYOR!

Gökçek istifa konuşmasının başınrda 23 yıldır Ankara’da gerçekleştirdiği icraatları anlattı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Dünyanın en başarılı belediyesi olduğunu’ savunan Gökçek “Bizden önce musluklardan çamur akıyordu…” dedi.

İŞTE GÖKÇEK’İN İSTİFA KONUŞMASI

“Değerli arkadaşlar, ben Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olalı 23 yıl oldu. Elhamdülillah 5 dönemdir Ankara’ya hizmet etmeye çalışıyorum. Bir muhasebe olması ve bir yönüyle 23.5 yılın hesabını verme adına neler yaptığımı anlatmak istiyorum. 1994 yılında Ankara’nın adı Bozkır Ankara’ydı. Meyhane ve malum evlerle dolmuştu. İstanbul’da 4 bin 640 kişiye bir cami düşerken, Ankara’da bu bin kusura inmiştir. Artık Ankara’nın adı mabetsiz şehir değil, inanç şehridir. Ankara, metroyu bizimle tanıdı. Teleferikle bizim sayemizde tanıştı. Yollarımızı genişlettik. 312 tane köprü, alt ve üst geçit yaptık. Kesintisiz trafik akışını Türkiye’ye biz öğrettik. 139 tane yaya üst geçidi yaptık. 1994 yılında hatırlar mısınız Ankara’da trafikte 394 kişi vardı, trafikten geçilmiyordu. Şimdi 7 kat arttı araç sayısını, trafik hani nerede?
Ankara’da 146 tane yeni bulvar açtık. 7 bin 255 kilometre yeni yol açmışız. Bölünmüş yolları yapıp trafik kazalarını önledik. Kentimize 5 giriş yaptık. Biz belediye başkanlığımıza geldiğimizde hava kirliliğinde kuşlar ağaçtan dökülürdü. Havayı temizledik.Toplam 15 bin 315 kilometre altyapı yapmışız. Bizden önce musluklardan çamur akardı. Biz geldiğimizde Mamak ve Çankaya çöp kokusundan geçilmezdi. Çöp bertaraf tesislerini kurduk. Bozkır Ankara’nın adı artık Yeşil Ankara.”

“CUMHURBAŞKANI İSTİFAMI İSTEDİ”

“Cumhurbaşkanı tarafından istifam istendi. Dikkat ederseniz en çok tweet atan Melih Gökçek bir tek tweet atıp cevap bile vermedi. Ben bir dava ahlakından geliyorum. Benim davamda nefse uymak yoktur, şahsi çıkarlar için davaya zarar vermek yoktur. Benim davamda emir demiri keser.. Erdoğan’ın talimatını yerine getiriyorum.”

Gökçek veda ederken bazı meclis üyelerinin ağladığı görüldü.

Kemal Kılıçdaroğlu,bu konuda şunları söyledi:

“Düşünebiliyor musunuz, belediye başkanları ya görevden alınıyor veya istifaya zorlanıyor. Görevden alınan, atanan veya istifa eden belediye başkanlarının görev yaptığı kentlerde nüfusun aşağı yukarı yüzde 50’si oturuyor. Ya kararname ile görevden alıyor veya tehdit ediyor, şantajla ‘İstifa edeceksin.’ diyorlar. Nüfusun yüzde 50’si kendi seçtiği belediye başkanı tarafından yönetilmiyor.

İlk kurşun

Gökçek taraftarları Akit Tv Ankara Haber Müdürü'ne saldırdı
28 Ekim 2017



Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan istifa ettiği sıralarında Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonu’nun önünde Akit Tv Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen'e saldırı düzenlendi.
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifasını açıkladığı sırada, toplantı salonunun dışında bekleyen kalabalık bir grup, programı takip eden Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen’e saldırdı.

Polis kalabalık grubu dağıtarak belediye binasından uzaklaştırdı.

Gökçeklerin kanalı Beyaz TV ile Akit TV arasındaki kavga, Akit TV’nin Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen'in Melih Gökçek ile CHP arasında bir işbirliği olduğunu iddia etmesiyle başlamıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istifasını istediği AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında, Akit TV’nin Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen canlı yayında şu ifadeleri kullanmıştı: “İddialara göre Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara’nın Angora evlerinde CHP’li kurmaylarla bir araya geldi. Evet, CHP’li kurmaylara Melih Gökçek’in 'size geçebilirim' mesajı verdiği iddia ediliyor.”

Bunun üzerine Akit TV'nin “Melih Gökçek-CHP ilişkisi” iddiasına, Gökçeklerin kanalı Beyaz TV’de sunucu olan Tahir Sarıkaya çok sert yanıt vermişti. Beyaz TV'de “Uyan Türkiyem” programının sunucusu Tahir Sarıkaya, “Ak-it” diyerek Akit TV’deki iddialara dair şunu demişti: “Ben bu haberi sana yedirtmezsem namerdim. Ben bu haberi sana yedirtmezsem Ak-it TV’deki muhabir arkadaş, Allah da bana bugünleri gösterir.”

Bu ifadelerden sonra, Akit TV’nin Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen yine tartışma yaratacak iddialarda bulunmuştu. Özmen Akit TV’deki programında, Tahir Sarıkaya ve AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar için ise “tetikçi” ifadelerini kullanmıştı.

Haber Fedai
Etiketler : Akit, Melih Gökçek, Mehmet Özmen, şamil tayyar, Tahir Sarıkaya, beyaz tv,

Kavga büyüyor...Akit'ten Şamil Tayyar'a: Kabadayılığı bırak, kelepçeli günlerine geri dön
27 Ekim 2017

Yandaş Akit TV ile AKP’li Şamil Tayyar arasında çıkan kavgada Tayyar’a yanıt geldi.



]Son günlerde Tayyar ile Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen arasında da hakarete varan karşılıklı açıklamalar yapılmıştı.

Odatv'nin haberine göre, Şamil Tayyar geçen günlerde Beyaz TV’ye çıkarak, Akit TV’yi hedef almış, Akit medya grubunun FETÖ’den reklam desteği aldığını ileri sürmüştü. Tayyar, “Yani reklam veren FETÖ’cü şirketlerden başlayacağım bir yere kadar gideceğim! Beni de çok zorlamayın” ifadelerini kullanmıştı.

Akit TV’den Şamil Tayyar’a aynı sertlikte yanıt geldi. Tayyar’a “Her dönemin adamı” denilen haberde, Tayyar için “Bavul gazeteciliği yaparak sözde Ergenekon’dan bol bol ekmek yedi” ifadeleri kullanıldı. Kanalın hazırladığı haberde, Tayyar'ın, Helin Avşar'a verdiği kelepçeli röportaja atıfta bulunularak, "Kelepçeli günlerine geri dön" denildi.

Cumhuriyet

Birbirlerini yiyorlar... Akit TV Haber Müdürü'nden Şamil Tayyar'a: Her devrin tetikçisi
23 Ekim 2017



Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen bu sabahki programda Şamil Tayyar’ın Twitter mesajına böyle yanıt verdi: Şarlatan... Teyyare... Her devrin tetikçisi!



Hükümete yakın Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen, Melih Gökçek ile CHP arasında bir işbirliği olduğunu iddia etmişti. “İddialara göre Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara’nın Angora evlerinde CHP’li kurmaylarla bir araya geldi. Evet, CHP’li kurmaylara Melih Gökçek’in size geçebilirim mesajı verdiği iddia ediliyor” demişti.

“SÜZME, AŞAĞILIK ADAM”

Mehmet Özmen’in bu iddiasına yanıt AKP’den gelmişti. AKP Milletvekili Şamil Tayyar, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Akit TV'de bir süzme, Gökçek CHP'ye geçmek için mesaj gönderdi demiş! Yuhhh. Öfkenizi kusun, kusun da biraz insaf. Aşağılık adam” demişti.

"Şarlatan... Teyyare!"

Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen bu sabahki programda Şamil Tayyar’ın Twitter mesajına yanıt verdi. AKP’li Tayyar’a yönelik “Tayyare, şarlatan” şeklinde hakaretlerde bulunan Mehmet Özmen, “Ş.T. Erbakan’ın gönderilmesi için her türlü provokasyona imza atıyor idi” dedi.

"Cemaat imamlarının desteğiyle..."

Şamil Tayyar’ın 1999’da DSP’den aday olduğunu belirten Özmen, bununla ilgili Tayyar’ın attığı “1999’da adaylık teklifini cemaatten dostlarımın telkiniyle kabul ettim, o dönemde ağırlıklı olarak DSP destekleniyordu” Twitter mesajını okudu.

"Her dönemin tetikçisi"

“Her dönemin tetikç adamı olan Ş.T. yani namı diğer ‘Tayyare’, Feto’ya geçmiş olsun dizelerini de döken 17-25 Aralık’tan sonra dahi Feto’ya toz kondurmayan bu şahıstır” diyen Mehmet Özmen, AKP’li Şamil Tayyar’a şöyle yüklendi:

“İşte bu tayyare Reisçi gibi görünüyor bugün ama Ergenekon sürecinde Feto’nun kullandığı en iyi medya adamıydı, daha doğrusu aslında şarlatanın tekiydi. Bu çakal konjonktür neyi gerektirirse ona göre pozisyon alan bir pervane. Bu çakalın Feto’ya çaktığına bakmayın seçimlerde yeniden milletvekili olmasını sadece ve sadece FETÖ’nün Gaziantep imamlarına borçlu.”
Cumhuriyet

Hükümete yakın gazeteciden yeni darbe iddiası; tarih de verdi!
28.10.2017



Gazeteci Mehmet Barlas'ın AK Parti'ye yakınlığıyla bilinen oğlu Cemil Barlas yeni bir darbe girişiminin hazırlığının yapıldığını iddia etti.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir çok kez 'yeni darbe' iddiası ortaya atanların arasına Mehmet Barlas'ın oğlu Cemil Barlas da katıldı.

Cemil Barlas, Twitter hesabindan yeni bir darbe iddiası ortaya attı.

Barlas, şu tweetleri paylaştı:

"Şubat ve Mart ayı için hain plan dedikoduları dolaşıyor.. Hedef her zamanki gibi Erdoğan.. Olağan şüpheli global çete.. Erdoğan ve ailesini ABD ’de yargı sürecine sokmak hain planın bir parçası olabilir..

Neticede darbe öncesindekilere benzer dedikodular önümüzdeki Mart ayı için konuşuluyor.. Benden söylemesi

Millî Gazete

Aileler arasında kalaşnikofla çatışma: 2 ölü, 10 yaralı
29 Ekim 2017


Aydın'ın Nazilli ilçesinde, 2 aile arasında kavga çıktı. Aileler sokak ortasında kalaşnikofla çatıştı. Çatışma sonucunda 2 kişi yaşamını yitirdi, 2'si ağır 10 kişi yaralandı. Aileler arasındaki gerginliğin devam etmesi üzerine polis ekipleri bölgede güvenlik önlemi aldı.

Alınan bilgiye göre, aralarında husumet bulunan 2 aile, Muammer Aksoy Mahallesi'ndeki evlerinin önünde tartışmaya başladı. Tartışma bir süre sonra büyüyerek uzun namlulu silahların da kullanıldığı kavgaya dönüştü.

Silah seslerini duyan vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Sağlık ekipleri, yaralanan Mehmet Yazıcı'nın (32) hayatını kaybettiğini belirledi.

İki aileden yaralanan 3'ü ağır 11 kişi ise Nazilli Devlet Hastanesine kaldırıldı. Yaralılardan Ömer Kaygusuz müdahaleye rağmen kurtarılamadı.

Olay yerinde 2 kalaşnikof marka uzun namlulu silah, bir pompalı tüfek ve 2 tabanca ele geçirildi. Öte yandan, aileler arasındaki gerginliğin devam etmesi üzerine polis ekipleri bölgede güvenlik önlemi aldı.

T24
ETİKETLER
çatışma aydın aileler arasında kalaşnikof ölü yaralı haber

Eski Beyaz Saray Başstratejisti: ABD için en büyük tehlike Türkiye
29 Ekim 2017
Çeviri - Gonca Tokyol



ABD Başkanı Donald Trump'ın önde gelen danışmanlarından eski Beyaz Saray Başstratejisti Steve Bannon, Türkiye’nin ABD için en büyük tehlike olduğunu iddia etti. Türkiye’nin komşusu İran’dan bile daha tehlikeli olduğunu savunan Bannon, ABD’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye’de neler olduğunu iyi analiz edemediğini kaydetti.

Al Awsat’tan Daphne Barak’a konuşan Bannon, Kuzey Kore’nin yanı sıra insanların dikkat etmeleri gereken en az iki tehlikeli durumun daha bulunduğu söyledi.

“Türkiye bizim (ABD) için en büyük tehlike!” ifadelerini kullanan Bannon, “(Komşusu) İran’ın yakınında bile değil… Hayır! Erdoğan yönetimi altında, Türkiye’de neler olup bittiğini iyi okuyamıyoruz” diye konuştu. Bannon, Türkiye konusunun üzerinde şiddetle duracağı bir başlık olduğunu da sözlerine ekledi.

"Katar, Kuzey Kore kadar tehlikeli"

Bir sonraki ‘küresel savaşın’ da Katar’a karşı olduğunu kaydeden Bannon, “Katar’a yönelik Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır ve Suudi Arabistan tarafından atılan adımlar konusunda Donald Trump’ı takdir ediyorum. Boykot, onun Suudi Arabistan ziyaretinden kısa bir süre sonra oluverdi” dedi. Bannon, Katar’ın ‘Kuzey Kore’ kadar tehlikeli olduğunu savundu.

Trump'ın başkanlık seçimini kazanmasında önemli payı olduğu düşünülen ve aşırı sağcıların ana haber kaynaklarından biri olarak görülen Breitbart haber sitesinin editörlüğünü de yapan Bannon, Virginia eyaletinin Charlottesville kentinde gerçekleşen olaylarla ilgili olarak ABD Başkanı’nın tutumunu eleştirmişti. Trump’ın kendisini görevden almaya hazırlandığı iddialarının ardından Bannon, ağustos ayında görevi bırakmıştı.

T24
ETİKETLER
steve bannon donald trump tayyip erdoğan türkiye abd İran katar kuzey kore

Uğur Civelek: Faizler nereye koşuyor?
29 Ekim 2017



Faizlere ilişkin değerlendirme ve tartışmaların, ekonomi gündemine ipotek koymaya hazırlandığı yeni bir dönem bizi bekliyor olabilir. Siyasi irade, banka yöneticilerini toplayarak faizleri gereken oranda geriletmenin yollarını zorlamaya hazırlanıyor. Değişmekte olan küresel koşullar, özellikle tasarruf açığı olan gelişen ekonomilerde faizlerin yükselmeye başlayacağının işaretlerini güçlü bir şekilde veriyor. Geride bıraktığımız hafta içinde toplanan Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu ise kısa vadede piyasaları daha fazla germemenin yolunu faizleri değiştirmemekte arıyor.

Kısa vadeli ve gerçekçi olmayan varsayımlar ile iyimser senaryoları hayata geçirmeye çalışanlar, gerçekçi olmayı beceremiyor. Enflasyon veya faizlerdeki eğilimlerin sonuç olduğunu, hayali beklentileri abartıp bunları manipüle ederek sorunların ağırlaşmasının önlenemeyeceğini kimse kabul etmek istemiyor!

EĞİLİMLER SORGULANMADI

2016 yılının son çeyrek döneminde kaynak konusundaki arz talep dengesi bozuktu; döviz kuru, enflasyon ve faizlerdeki yükseliş eğilimi bu nedenle yaşanmaya başlamıştı. Ekonomiyi durgunluktan çıkarmak için öne sürülen tasarımlar ise, bir mucize olmaz ise kaynak konusundaki dengesizliği artıracak türdendi. 2017 yılı Ocak ayında döviz kurlarında yaşanan sert yükselişin ardından kısır tartışmalar kısmen duruldu; kayıpların geri alınabilmesi ve enflasyon baskılarının kontrol altına sokulabilmesi için para otoritesinin faizleri sert bir şekilde yükseltmesine kayıtsız kalındı. Ancak faizlerdeki yükselişin geçici olacağı varsayılarak, gerçekçi olmaya yanaşılmadı!

Kredi Garanti Fonu uygulaması yolu ile para politikası ile kredi hacmindeki artış arasındaki ilişki koparıldı, iç talep çeşitli teşvikler ile uyarılmaya çalışıldı; sonuçta kaynak sıkıntısı ciddileşti!

Bu yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde bir miktar yabancı kaynak girişi oldu; bu sayede mevduat ve kredi faizlerindeki artış duruldu. Kısa vadeye odaklanıldığı için, küresel eğilimlerin geçici olup olmadığı sorgulanmadı! Fakat Eylül ayı ile birlikte durum netleşti: yabancı kaynak girişi geçici idi ve yolun sonu görünmüştü. Döviz kuru ve faizlerin yeniden yükselişe geçmesi olasılığı artmıştı; fakat 2018 yılına ilişkin tasarımlar tam aksi eğilimlerin söz konusu olacağı varsayımına göre kurgulanmıştı!

KAYNAK SIKINTISI VAR

Bu aşamada sormak gerekiyor! Döviz kurlarının artmasına sebep olmadan ve enflasyon beklentileri daha fazla bozulmadan faizleri geriletmenin bir yolu var mı? Bankaları zorlayarak, hem kredi hacminin büyüme hedefini destekleyecek şekilde artması ve hem de kredi faizlerinin gerilemesi mümkün olabilir mi? Bu ve benzeri sorulara olumlu yanıt verilebilmesi pek olası görünmüyor.

2018 yılı Orta Vadeli Plan hedeflerini yakalamak için gerekli kaynak miktarı ile mevcut koşullarda içeriden ve dışarıdan bulunabilecek rakam arasında giderek büyüyen bir fark var. Kaynak talebi, kaynak arzının üzerinde olduğu sürece de faizler yükselir. Faizlerdeki yükseliş kaynak talebinin kısılması ve gerçekçi olunabilmesinin gerektiği anlamındadır. Aksini zorlamanın faydası yoktur, zararı çoktur! 2017 senesinin ilk yarısına ilişkin deneyimler ve devrettiği miras ortadadır! Maliye politikasındaki hesapsız gevşemeye rağmen özel sektör yatırımları konusundaki durağanlığın sebebiburada aranmalıdır.

FAİZDEN KİMSE HOŞLANMAZ

Yüksek faiz her kesimi yıpratır. Daha önce verdiği kredileri giderek yükselen faiz oranları ile fonlamak mali sektörü yıpratacağı için istedikleri bir durum değildir. Özel sektör ile kamu kesimi de, bilançoları yıpratacağı ve beklentileri olumsuzlaştıracağı için yüksek faizden hiç hoşlanmaz. Faizlerin yükselmemesi ve kırılganlık yaratmaması için, buna sebep olabilecek her türlü yaklaşımdan uzak durulması gerekir. Eğer hayati bir nedenle uzak durulamıyorsa, başka şeylerden vazgeçmek ve krizi göze alarak buna uygun şekilde hazırlık yapmak önemlidir!

Çok şey istiyoruz ve aza tamah edemeyenin çoğu hiç bulamayacağını unutmak gafletine düşmekten kurtulamıyoruz!

Kaynak: Aydınlık

"Zarrab davası genişliyor; yeni isimler dahil edilecek"
30 Ekim 2017



Sözcü gazetesi yazarı Zeynep Gürcanlı, ABD'de tutukla bulunan Reza Zarrab davasının genişleyeceğini belirterek, "ABD'deki Zarrab davasında savcılık -deyim yerindeyse- çin işkencesi yapıyor. Savcılık, Zarrab ya da Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın mahkemeye verdikleri her dilekçeye yazdığı cevapta, davanın genişleyeceğine ilişkin yeni ipuçları veriyor, ancak detaya girmiyor" dedi.

Gürcanlı'nın Sözcü'deki yazısının ilgili bölümü şöyle:

Yanlış dış politika, Türkiye'yi giderek çok daha derin krizlerle karşı karşıya getiriyor.

(..)

AKP'nin planı buraya kadar iyi. Kör-topal işliyor da…
Ancak sıkıntı, daha önceki politikaların sonuçlarıyla yüzleşmekte…
ABD'deki Reza Zarrab davasından bahsediyorum.

Zarrab davası iddianamesi, Türkiye'de bazı AKP hükümet üyeleri ile AKP hükümeti tarafından atanmış üst düzey kamu bankası yöneticilerinin, “ABD'nin İran ambargosunu delmek” için bir suç şebekesi kurdukları iddiası üzerine kurulu.

(..)

Zarrab davasında yeni isimler yolda

ABD'deki Zarrab davasında savcılık -deyim yerindeyse- çin işkencesi yapıyor.

Savcılık, Zarrab ya da Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın mahkemeye verdikleri her dilekçeye yazdığı cevapta, davanın genişleyeceğine ilişkin yeni ipuçları veriyor, ancak detaya girmiyor.

Atilla, “Zarrab'la davamızı ayırın” diye dilekçe verdiğinde, savcılık hemen ortaya ek iddianame koymuş, AKP'li eski Bakan Zafer Çağlayan ile Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan'ı da “sanık” yapıvermişti. O kadar ki, mahkeme hakimi Richard Bermana bile duruşmada “Halkbank artık davanın merkezine oturdu” yorumunu yapmıştı.

Şimdi de Atilla, “savcılığın sanık avukatlarıyla paylaştığı delillerde gizlilik kalksın”diye dilekçe verdi. Hatta bu dilekçede, “gizlilik sürdüğü için, Türkiye'deki ilgili insanlara bu delilleri gösteremiyoruz” yakınması yer almış, savunmanın bu yüzden “Türkiye'den Atilla lehine şahitlik yapacak tanık bulamadığından” şikayet edilmişti.

Savcılık, bu dilekçeye geçen hafta yanıt verdi. Ve yanıtta, Zafer Çağlayan ve Süleyman Aslan'ın “son olmadıklarını”, davanın “yeni kişileri kapsayacak şekilde genişleyebileceğini” ima etti. Savcılık yanıtında şöyle denildi: “Atilla'nın avukatları yayınlanan ek iddianameyle savcılığın soruşturma aşamasını bitirdiğini varsayıyor. Ancak kesinlikle yanılıyorlar. (Çağlayan ve Aslan'ı da kapsayan) ek iddianamenin yayınlanmış olması, savcılığın elindeki tüm soruşturma bilgilerini kamuoyuyla paylaştığı anlamına gelmiyor. Hatta aksine ek iddianame söz konusu şebekenin savcılığın yaptığı ilk suçlamaların çok ötesine gittiğini ortaya koyuyor…”

Savcılık açık açık “yeni deliller, suçlanabilecek yeni kişiler olabilir” diyor.
ABD'deki savcılığın yazdığı her dilekçe, Zarrab'la bağlantılı kişilerin uykularını biraz daha kaçırıyor.

ABD, ciddi ciddi Başkanı Donald Trump'ın Rusya bağlantılarını araştırıyor.
Ancak soruşturma ilerledikçe, işin içine Rusya'dan çok Türkiye giriyor.
ABD Adalet Bakanlığı'nın Trump ve ekibinin, başkanlık görevini almadan önceki dış bağlantılarını soruşturan özel yetkili savcı, “Türkiye dosyasını”, Trump'ın sadece bir ay kadar ulusal güvenlik danışmanı olarak kalabilen, ardından hakkındaki iddialar nedeniyle istifa eden Flynn'in Türkiye bağlantılarını araştırarak açmıştı.

Şimdi “Türkiye dosyası”, Flynn'in dışında yine Trump'ın kampanya boyunca en yakın danışmanlarından olan, CIA eski Direktörü James Woolsey'i de kapsayacak şekilde genişliyor.

Flynn'in lobi şirketinin Türkiye'de bir işadamıyla -Ekim Alptekin- anlaşma yaptığı zaten resmi belgelerde mevcuttu.

Bu anlaşma yapıldıktan sonra Flynn'in Türk Hükümeti'nden iki önemli bakanla New York'ta toplantı yaptığı, bu toplantıda da Fetullah Gülen'in gizlice ABD'den kaçırılıp, Türkiye'ye getirilmesi olasılığının ele alındığı Amerikan basınına yansımıştı.

İşin ilginci, söz konusu toplantıda yer alan Woolsey de, Wall Street Journal Gazetesi'ne verdiği demeçte, toplantıyı da, konuşulanları da doğrulamıştı.

Şimdi ise Woolsey'in kendisinin de yine Türk işadamlarıyla benzer anlaşmalar yaptığı iddiası ortaya atıldı.

Bu iddialar bizzat Trump'ı soruşturan özel yetkili savcı Mueller tarafından da ciddiye alınmış olmalı ki, Amerikan basınında şimdi de Mueller'in Woolsey'i ifadeye çağırdığı haberleri çıkmaya başladı.

Zarrab davasından sonra ABD'de yine AKP'nin başını ağrıtabilecek kritik bir soruşturmanın taşları döşeniyor gibi…

T24
ETİKETLER
reza zarrab abd dava

AKP'li başkan ağlayarak istifa etti: Tehdit ve baskılar aileme kadar ulaştı, külli iradeye teslim oluyorum!

Balıkesir Büyükşehir Belediye BaşkanI: "Görev yapmam imkansız hâle geldi; üzgünüm, kırgınım, AK Parti'yi de bırakıyorum"
30 Ekim 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "En kısa sürede istifa edeceklerine inanıyorum" sözleriyle işaret ettiği isimlerden biri olan Ahmet Edip Uğur, 30 Mart 2014'ten bu yana sürdürdüğü Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden ve AKP'den ayrıldığını duyurdu. İstifasını, Erdoğan'ın talebiyle verdiğini vurgulayan Uğur, "Üzgünüm, kırgınım" dedi.

Kurulduğu 2002 yılından bu yana AKP'de çeşitli görevler üstlenen Uğur, istifa kararını "vicdan rahatlığı" aldığını belirterek şunları kaydetti:

"Kendi adıma şunu söylemeliyim. Yolsuzluğunuz yok, FETÖ bağlantınız yok fakat ailenize, evinize kadar ulaşan baskılar, hatta tehdide varan müdaleler var. Bu katlanılacak bir durum olmanın ötesine geçmiştir. AK Parti'de siyaset yapma imkanımız ortadan kalkmıştır. Külli iradeye teslim olarak cüzi irademle milletime vefa gösteriyorum. Partime ve başkanlık görevime burada veda ediyorum. Vicdan rahatlığı ile bu kararı almış buluyorum. Hepinize, bütün hemşehrilerime, uzun mesai yıllarımda bana destek olan aileme teşekkür ediyorum."

Erdoğan'ın, genel başkanlığını yürüttüğü AKP'ye yönelttiği metal yorgunluğu eleştirileri sonrası İstanbul, Ankara, Bursa, Balıkesir, Niğde ve Nevşehir belediye başkanlarının istifası gündeme gelmişti. 13 yıldır sürdürdüğü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) görevinden ayrılan Kadir Topbaş, "Her şey affedilebilir, ama adam yerine konmamak asla" derken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de, istifa açıklamasında 23 yıllık "başarılarını" sıralamış; "Başarısız olduğum için değil, liderimiz istediği için istifa ediyorum" ifadesini kullanmıştı. Gökçek ve Uğur ile birlikte istifaya karşı direndiği iddia edilen Recep Altepe de, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı bıraktığını duyurduğu açıklamada "davaya bağlılık" vurgusu yapmıştı.

Ahmet Edip Uğur kimdir?

Ahmet Edip Uğur 7 Nisan 1950 tarihinde Balıkesir’de doğdu. Orta Öğrenimini İstanbul IşıkLisesi’nde, Yüksek Öğrenimini İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Kimya Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı.

Balıkesir Ticaret Odası Başkanlığı, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Balıkesir Şube Başkanlığı yaptı. Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği Başkanlığı görevine 2008 yılından bu yana devam ediyor.

Balıkesir Milletvekili olarak 18. Dönemde ilk kez Parlamento’ya girdi. AKP Balıkesir Kurucu İl Başkanlığı’da yapan Ahmet Edip Uğur, 22. 23. ve 24. Dönemde üç defa üst üste Milletvekili seçildi. 2008 yılında "AKP Genel Başkan Yardımcısı" ve “Mali ve İdari İşler” Başkanı olarak görev yaptı.

30 Mart 2014 Mahalli İdareler seçiminde, AKP'den Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.

T24
ETİKETLER
ahmet edip uğur istifa balıkesir belediye başkanı

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Bülent Tezcan hakkında yasal yollara başvurulacak
30 Ekim 2017



Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için "faşist diktatördür" diyen CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan hakkında yasal yollara başvurulacağını söyledi.

Kalın, sosyal medya hesabından paylaştığı mesajında, "CHP’li Bülent Tezcan’ın nefret söylemi, ana muhalefet adına bir utanç vesikasıdır. Bu siyaset değil, milletin iradesine düşmanlıktır. Bu konuda yasal yollara başvurulacaktır" ifadelerini kullandı.

Ne olmuştu?

Tekirdağ'ın Süleymanpaşa Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesiyle sevk edildiği mahkemede adli kontrol şartı ve yurt dışı yasağı konularak serbest bırakılmıştı.

Eşkinat’a destek vermek için Tekirdağ’a giden Tezcan, CHP'li belediye başkanlarının 'şamar oğlanı' olmadığını belirterek, “Ne demiş Süleymanpaşa Belediye Başkanımız, 'Faşist, diktatör' demiş. Kime demiş, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'a demiş. İddia bu, şimdi Ekrem başkan bu lafı dedi demedi ben onu bilmem. Ama Tekirdağ meydanında ben söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan, faşist diktatördür. Hem de onların anladığı dilden söylüyorum. Şeddelisidir diktatörün şeddelisidir hem de” ifadelerini kullanmıştı.

T24

CHP’li Tekin: 2 bin 341 taşınmazı FETÖ’ye kim peşkeş çekti
30 Ekim 2017



"Edirne’den Kars’a her ilde devletin malını FETÖ’ye tahsis edenlerin ortaya çıkarılması için neyi bekliyorlar?"

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, son 10 yılda kamu arazileri ve binalarının ‘FETÖ’ye bünyesine tahsis edilmesine ilişkin Meclis’e araştırma önergesi verdi. Tekin, “Deprem toplanma alanlarını, devletin arazilerini, Edirne’den Kars’a her ilde devletin malını FETÖ’ye tahsis edenlerin ortaya çıkarılması için neyi bekliyorlar? Devletin arazilerini FETÖ’ye peşkeş çekenler kim” dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, içinde hastane, okul, öğrenci yurdu, vakıf, federasyon, konfederasyon, dernek, üniversite, sendika, medya organları ve alışveriş merkezi binalarının da bulunduğu 2 bin 341 taşınmazın, son 10 yılda FETÖ’ye tahsis edildiğini belgeleriyle gündeme taşımıştı. Taşınmazlar arasında deprem toplanma alanları, devlet kuruluşlarının binaları, devlet arazilerinin de bulunduğunun altını çizen CHP’li Tekin, “Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ olmadan önce bu taşınmazları bu yapıya kim tahsis etti” diye sordu.

Tekin’in Meclis’e verdiği Araştırma Önergesi metni ise şöyle:

KHK ile kapatılmadan önce bu taşınmazları bu yapıya kim tahsis etti? Söz konusu taşınmazları bu yapıya tahsis eden Bakanın, Belediye Başkanının, kurum-kuruluşlar ve sorumlularının adı nedir? Bu taşınmazlardan bağış adı altında ücretsiz tahsis edilen var mı? Bağış yapılmadıysa tahsis ücreti nedir? Yapılan bu tahsisatlar kaç yıllığına, hangi illerde ve hangi tarihlerde yapıldı? 2 bin 341 adet taşınmazın listesindeki eğitim kurumlarına ve hastanelere teşvik kredisi verildi mi? Verildi ise yıllara göre, her okul ve hastaneye verilen teşvik miktarı ne kadardır? Bu sorulara dair şeffaf bir araştırma ve tespit çalışmasının yapılması Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası açısından hayati öneme sahiptir.

Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibatlı, iltisaklı olduğu için el koyulan, 2 bin 341 adet taşınmazı (hastane, okul, öğrenci yurdu, vakıf, federasyon, konfederasyon, dernek, üniversite, sendika, medya organları ve alışveriş merkezi binaları) hangi bakanların, belediye başkanlarının, kurum ve kuruluşların FETÖ’ye ne kadar süreliğine, hangi illerde ve tarihlerde tahsis ettiğinin ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra taşınmazlardan bağış adı altında ücretsiz tahsis edilen var mı? Bağış yapılmadıysa tahsis ücreti nedir? Tahsis eden Bakanın, Belediye Başkanının, kurum ve kuruluşların adı nedir? Yapılan bu tahsisatlar kaç yıllığına yapıldı? FETÖ ve PDY’ye ait olduğu iddia edilen eğitim kurumları ve hastaneler için teşvik kredisi verildi mi? Verildiyse yıllara göre her okul ve hastaneye verilen teşvik miktarı ne kadardır? Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ olarak adlandırılmadan önce bu taşınmazları bu yapıya kim tahsis etti sorularına açıklık getirmek amacıyla, Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğü ’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederim.

Konuların ve soruların tespiti, tedbirlerin alınması amacıyla, Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğü ’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılması amaçlanmaktadır.

T24
ETİKETLER
gürsel tekin fetö kamu arazisi bina

Akif Beki: Bakın hangisi daha dava adamı
01/11/2017

Gökçek siyaseten doğruları söyleyerek, inanmadığı halde rol keserek, koltuğu boşaltmanın gerekliliğine inanmış gibi yaparak yani oynayarak gitti.

Uğur ise içinden geldiği gibi dümdüz konuşarak, doğruculuk yaparak, gerçek kanaatini saklamayarak, söylediklerine inanarak, inanmadıklarını söylemeyerek gitmeyi seçti.

Reklam

Karşılaştırdığınızda hangisi daha düzgün, daha makbul davranış, hemen ayırt edersiniz.

Fakat ne hikmetse…

Öbürü daha şahsiyetli, daha erdemli, daha dürüst, daha saygın davranmış gibi lanse edilebiliyor.

Parti disiplini açısından, katı otoriter bir hiyerarşiye tabi olmak, yani kurşun askerlik özendirilebilir, bir kıymet ifade edebilir.

Ama kurşun askerliği dava adamlığı olarak sunmak, her şeyden önce Erdoğan’ın adam ve dava tariflerine de uymuyor.

Akif Beki’nin yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/bakin-hangisi-daha-dava-adami-5344

Murat Belge: Bu gidişin sonu hiç sevimli görünmüyor
04/11/2017

Tayyip Erdoğan üslubuyla siyaset yapmak ancak büyük bir gerilim yaratarak mümkün.

Bu zaman zaman, adı konmamış bir “iç savaş” biçimi alabiliyor. Çünkü son dört beş yıldır bu ülkede bir “hukuk” kaldığına inanmak zor. Hukuk iktidarda olan bir kesimin
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ksm 04, 2017 9:11 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ekm 29, 2017 10:39 pm    Mesaj konusu: Ahmet Sever: AKP, artık figüranlar partisi Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Sever: AKP, artık figüranlar partisi
29 Ekim 2017
İsmet Özçelik

AKP’de, artık Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında, kimsenin zerre kadar önemi kalmadı...

Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, il ve ilçe başkanları, hepsi ama hepsi birer “figüran”...

Hiç bir kıymet-i harbiyeleri yok...

Belediye başkanlarının istifasıyla ortaya çıkan bazı homurtulara tepkisi ne oldu Erdoğan’ın?

“Yahu, siz ‘Evet’ diyerek, bütün yetkileri bana vermediniz mi? Eeee...”

Haksız mı?

Haklı...

“Şimdi ağlamayın” diyor yani...

Mesajı da en iyi Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki aldı:

“Benden memnun değilse, bir tebessümü yeter”...

O günden beri herkes, yüreği ağzında Erdoğan’ın yüzüne bakıyor, “Kendisine tebessüm edecek mi?” diye...

Erdoğan’ın çevresi artık tamamen ya paraya, ya iktidar gücüne aşırı düşkün olan insanlarla doldu...

Ya da şu ve bu nedenle açığı olan insanların korkudan kaynaklanan zaafiyetleri söz konusu...

Erdoğan hepsini bu “zaaflarından” yakalamış ve kendisine bağlamış durumda...

AKP’de bu tür zaafları olmayanlar ya kendileri çekildi, ya da tasfiye edildiler zaten...

Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi cenahından çıkan ürkek ve cılız seslere, “Bütün yetkileri ‘Evet’ diyerek siz verdiniz” karşılığını verip susturuken, madalyonun bir yüzünü gösteriyor...

Ama, madalyonun bir de öteki yüzü var...

Bundan sonra AKP’nin yaşayacağı ve yaşatacağı sorunların sorumlusu artık sadece ve sadece Erdoğan’ın kendisidir...

Seçmeni ve partisi kendisine ne istedi de vermedi?

Hem aklınıza gelebilecek tüm yetki ve imkanları siz kullanacaksınız, hem herkesi figüran durumuna sokacaksınız ve “Uçan kuştan haberim olacak” diyeceksiniz, hem de metal yorgunluğu eleştirisiyle, kabahati, hatayı belediye başkanlarına, il ve ilçe başkanlarına yıkacaksınız...

Başka bir deyişle, “Başarı benim sayemde, başarısızlık diğerleri yüzünden oluyor”...

Ama, Sayın Erdoğan, gözünüzün içine bakan, bir dediğinizi ikiletmeyen figüranlara biraz haksızlık olmuyor mu?

Daha ne yapsınlar?

T24
ETİKETLER
erdoğan akp iktidar başarı seçim istifa

ABD düğmeye bastı ‘Ecevit taktiği’ devrede
27 Eki, 2017



Ekonomide işler iyi değil. Ciddi nakit açıkları var. Önümüzdeki dönemde sıkıntı yaşanacağının işaretleri görülüyor. Tehlike sinyali yanıyor.
Buna karşı alınan önlem, borçlanma. Hazine borçlanıp Merkez Bankası’na aktarıyor. Merkez Bankası’nı kasa olarak kullanıyor. Şu anda 30 milyar liradan söz ediliyor. Bu rakamın 40 milyar liraya çıkacağı konuşuluyor. Yedek akçe olarak düşünülüyor.

MASANIN ÖRTÜSÜ KISA

Ama aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu var. Hazine borçlanması faizleri yükseltiyor. Masanın örtüsü kısa olunca ne tarafa çeksen masanın diğer tarafı açıkta kalıyor.
Bu da ekonomiyi manipülasyonlara açık hale getiriyor.

DIŞ MÜDAHALE

Şu günlerde döviz piyasası hareketli. Avro, dolar, … tutulamıyor.
Nedenini biraz araştırınca “dış müdahale” açıkça görülüyor. ABD’nin kontrolündeki yayın organları ve kuruluşlar piyasaya peş peşe manipülatif haberler sürüyor. En son Almanya bankalarının Türkiye’ye fon akışını keseceği öne sürüldü.
“Likidite zafiyeti” de olunca piyasa kontrol edilemez hale geldi.

ECEVİT DÖNEMİ GİBİ

2000-2001 yıllarında Amerika, Irak işgaline direnen Ecevit Hükümetini yıkmak için harekete geçmişti. Döviz de faiz de tutulamıyordu. O günlerde en etkili hamle Deutsche Bank üzerinden yapıldı. 1 milyar dolarla Türk ekonomisi perişan edilmişti. Gecelik faizler yüzde 7 binleri gördü.
Erdoğan, dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in “anayasa kitapçığı fırlatmasını” gündeme getirse de gerçek o değildi. Türkiye dış müdahalelerle istikrarsızlaştırılmış ve ekonomik krizle Ecevit Hükümetinin yıkılması amaçlanmıştı.
Öyle de oldu. Ecevit Hükümeti dağıldı. Sonrasında yapılan seçimde koalisyon ortakları baraj altı kaldı. Yüzde 22’lerin üstünde oyu olan Ecevit’in partisi yüzde birlere geriledi. ANAP ve MHP Meclise giremedi.
AKP de bu operasyonun sonucu olarak iktidara taşındı.

TÜRKİYE SIKIŞTIRILIYOR

Son dönemde yaşanan hızlı gelişmeler ABD’yi çok rahatsız etti. Türkiye, Rusya, İran, Irak, Suriye işbirliği kabul edilemez bulundu. FETÖ ve PKK’nın etkisizleştirilmesi ilişkileri gerdi. “Fırat Kalkanı Harekatı” ile “ABD-İsrail Koridoru”nun kesilmesi not edildi.
En son ABD İstanbul Başkonsolosluğu elemanı Metin Topuz’un tutuklanması bardağı taşırmış oldu.
Ekonomik kriz için düğmeye basıldı. “Sistematik bir saldırı” başlatıldı.

KRİZ DÖNEMİNİN BÜROKRATLARI

Kriz döneminde ekonomi bürokrasisinde üst düzey görevlerde bulunan bürokratlarla o günleri tartıştık. Bugünle benzerliklerini konuştuk. “Biz bu filmi daha önce görmüştük” dediler. Ekonomi yönetiminin yanlışlarının ekonomiyi dış müdahalelere açık hale getirdiğini vurguladılar.
Büyük bir oyun oynandığını, yabancı ağırlıklı olan borsanın düşürülmediğini, “canlı bomba” gibi tutulduğunu ifade ettiler.
Türkiye’deki işlerin genelde Londra’dan takip edildiğini belirttiler. Daha önce Londra’da çalışan Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in bu gerçeği iyi bildiğini hatırlattılar. Londra finans çevrelerine dikkat çektiler.

ASIL AMAÇ İSTİKRARSIZLAŞTIRMA

Yaşananları Türkiye’yi Irak ve Suriye’de frenlemek olarak yorumlayanlar var. PKK ve FETÖ davalarını etkilemek olarak değerlendirenler bulunuyor. Ama bunlar artık esas olmaktan çıktı. Sorun çok daha büyük.
Asıl amaç Türkiye’yi istikrarsızlaştırma. Kontrolden çıkan Türkiye kontrol altına alınmak isteniyor.
Ekonomideki manipülasyonlar siyasi ayakla takviye edilmeye çalışılıyor. 2002’de izlenen yöntem uygulanıyor. Sanki 15 Temmuz ABD/FETÖ darbe girişiminin devamı.
Ama o günden bu yana köprülerin altından çok su aktı. ABD eski ABD, Türkiye de eski Türkiye değil.
Türkiye’de milli damar her zamankinden güçlü!
Ancak bu kadrolarla saldırıyı püskürtmek kolay değil. Bürokrasiye de siyasete de takviye şart.
“Milli Hükümet”ten başka çıkış da yok!

Aydınlık

"Gökçek giderayak hem kendisini hem davasını hem de liderini yaraladı"
30 Ekim 2017



"Gökçek 'yorgundum, başarısızdım, bu yüzden istifa ediyorum' demiş olsaydı..."

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından istifa ettirilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in görevden ayrıldığı konuşmada, "Gökçek giderayak hem kendisini hem davasını hem de liderini yaraladı"ğını söyledi.

Hakan'ın "AK Parti biraz da Atatürkçülük yapacakmış" başlığıyla (30 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Melih Gökçek ne dedi?

Şunu dedi:

“Yorgun değildim... Başarısız değildim... Liderim istediği için istifa ettim.”

*

Gökçek, işte bu açıklamayla...

- Hem kendisini...

- Hem davasını...

- Hem de liderini...

Fena halde yaraladı.

*

Kendisini yaralaması şöyle oldu:

*

Şahsiyetini ayaklar altına alarak... Kendisini asla inanmadığı ve katılmadığı emirleri uygulayan bir emir eri konumuna düşürerek... Kişiliğini bilerek ve isteyerek ezdirdiğini cümle âleme ilan ederek... KENDİSİNİ YARALAMIŞ OLDU.

*

Davasını yaralaması şöyle oldu:

*

Emirlerin demirleri kestiği, istişarenin falan olmadığı, sorgusuz sualsiz bir itaatin geçer akçe olduğu, lidere “sen bu kararı neye göre veriyorsun” diye bir sorunun sorulamadığı... Bir davaya inandığını ifade ederek... DAVASINI YARALAMIŞ OLDU.

*

Liderini yaralaması şöyle oldu:

*

Hiçbir gerekçeye yaslanmadan adımlar atan, gayet keyfi bir şekilde kendisinin istifasını isteyen, emirleri demirleri kesen bir lideri olduğunu... Gayet net ve keskin biçimde ima ederek... LİDERİNİ YARALAMIŞ OLDU.

*

Melih Gökçek...

“Yorgundum, başarısızdım, bu yüzden istifa ediyorum” demiş olsaydı...

Doğruyu söylememiş olsa da... Hiç değilse...

- Hem kendisini...

- Hem davasını...

- Hem de liderini...

Yaralamamış olurdu.

T24
ETİKETLER
gökçek haber açıklama giderayak istifa

"Bir 'İslami paganizm' figürü olarak Erdoğan"
30 Ekim 2017



"Cumhurbaşkanı’nın Kur’an okumasında sorun yok, sorun, 'sunum'da..."

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ankara'da Melike Hatun Camii’nde Kur’an okuduğu görüntüleri değerlendirdi. Atay, "Allah, yalnızca zihinlerde ve kalplerde varken Erdoğan izlenmek, hayran olunmak ve tapınılmak üzere oradadır" dedi.

Atay'ın "Bir 'İslami paganizm' figürü olarak Erdoğan" başlığıyla (30 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Neil Postman’la Camille Paglia’nın unutulmaz bir sohbeti vardır (1991). “Harper’s Magazine”, onları New York’ta bir lokantada buluşturup konuşturmuştur. Konuşma, yazılı kültür çocuğu Postman’la görsel kültür çocuğu Paglia arasında müthiş bir “münazara” olarak şekillenir. Fakat bu “kaliteli tartışma”nın asıl konusu dindir (Türkçesi için bkz. “Birikim”, Sayı: 63, Temmuz 1994, Çev. Osman Akınhay).

“Televizyon: Öldüren Eğlence” yazarı (Ayrıntı Yayınları, 1994) ve kitap "savunman"ı Postman, günümüz görsel kültürünün kitabi dinlerin içsellik ve derinliğini, dolayısıyla kutsallığını kaybettirip onları alabildiğine dünyevileştirdiği iddiasındadır. Televizyonlu bir hayatın içine doğmuş kültür eleştirmeni Paglia ise televizyonun, Hristiyanlığın özellikle Katoliklikte belirginleşen “paganik” yönüne hitap ederek aslında dünyevileşmeye değil dinselleşmeye yol açtığı kanısındadır.

Paglia’ya göre, 20’nci yüzyıla damgasını vuran sinema da, televizyon da, pop kültür de ikonlar, ikonalar yaratmak, yaymak, benimsetmek anlamında “kutsal”ı yeniden var eden “pagan” pratiklerdir. Televizyonla birlikte kutsallığa temel oluşturan ruhsal aşkınlık duygusunun yitip gittiğini söyleyen Postman’ın aksine Paglia için televizyonla birlikte kutsal, her yerdedir.

***

Ben bu tartışmada Postman’a yakın düşerim. Ancak Paglia’nın söylediği her şeyin kategorik olarak reddedilebileceği noktasında da değilim.

Televizyonla, ekranla, görsel kültürle birlikte görüntünün bir kült ve fetiş kaynağı olma yolunda işlevselleştiği, dolayısıyla televizyonun paganik motivasyonu kışkırttığı önerisini ciddiye almak gerekir.

Şu şartla ki yine Postman’ın vurguladığı gibi, imgelerin “sekülerleştirilmesi” (dünyevileştirilmesi) denilen eğilimin, yani hem görüntülerin sık sık verilmesinin, hem de görüntü ile ticarileştirme arasındaki “rezil” bağın dinsel sembolizmi yok etmesi, semavi tektanrıcılık kadar, pagan çoktanrıcılık için de geçerlidir. Çünkü ne kadar ikon, ikona üretim tezgahı da olsa ekran, sonuçta kutsal yaratmak (“enchantment”) değil, eğlence yaratmak (“entertainment”) peşindedir.

***

Bunları bana yazdıran, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ankara’da açılış törenine katıldığı Melike Hatun Camii’nde Kur’an okuduğunda ortaya çıkan “manzara”.

İki gündür sosyal medyada sular seller gibi (Postman’ın vurgusuyla, “sık sık”) akmakta olan görüntülere bakın!..

İslam’ın da şu “elektro-dijital zaman”da artık görselliğin “paganik” itkili çekiciliğine kapıldığını hissedeceksiniz!..

Hele Cumhurbaşkanı ile aynı saftaki cami imamının Erdoğan Kur’an okurken öne doğru kaykılıp elindeki cep telefonuyla çekim yapmak için kıvranışını hiç kaçırmayın!

“Din-i İslam” adına Kur’an’ın ve “Yaratıcı”nın değil, tüm somutluğuyla Recep Tayyip Erdoğan’ın öne çıktığını/çıkarıldığını düşünmeden edemeyeceksiniz!..

***

Cumhurbaşkanı’nın Kur’an okumasında sorun yok. Sorun, “sunum”da…

İmam-Hatip kökenli Erdoğan tabii ki Kur’an okuyacaktır. Karşımızda değme âlime, hocaya, şeyhe, hatta Cübbeli’ye, diğer “İsmail Ağa”cılara, yanı sıra Menzilcilere, Süleymancılara taş çıkartacak kadar dini iyi bilen bir siyasi lider, daha doğrusu muktedir var.

O yüzden hep söylüyoruz, bu saatten sonra tarikatlardan, cemaatlerden bir cacık olmaz.

Mesele, Erdoğan’dan Türkiye’ye, bize, hepimize ne olacağıdır!..

***

Bu soruya da din bağlamında, yani dine ne oluyor, ne olacak diye baktığımda, işte Ankara’daki görüntüyü Postman-Paglia tartışmasıyla buluşturarak başlığa da yansıyan sonuca varıyorum: Bir “İslami paganizm”e doğru gidiyoruz!..

Camideki görüntü, Kur’an’ın ve onun "sahibi"nin kutsallığından ziyade Erdoğan’ın kutsallığını duyumsatıp telkin etmekte bize…

Kul, Kur’an okuyacaktır. Lâkin bu kul, başkalarınca “kült” kılınmışsa, cami imamı bile nerede olduğunu, neyle vazifelendirildiğini unutup “Reis”in Kur’an tilavetini “görüntüleme” derdine düşmüşse artık ortada Allah’ın geri plana itildiği bir durum var diye düşünmek de kaçınılmazlaşmaktadır.

Bu, bilincinde olunsun olunmasın, paganizme çalan bir motivasyondur!..

***

Postman, televizyon-din ilişkisi üzerine kaleme aldığı notlarda meşhur Evangelist “televaiz” Jimmy Swaggart’ın herkesi ekrana kilitleyen performansını değerlendirirken şunları söyler:

“Swaggart, Tanrı’dan daha iyi oynamaktadır. Tanrı yalnızca zihinlerimizde varken, Swaggart izlenmek, hayran olunmak ve tapınılmak üzere oradadır” (“Öldüren Eğlence”, s. 135).

Postman’ın söylediklerini Melike Hatun Camii’nden yansıyan görüntülere uyarlayarak noktalayalım: Allah, yalnızca zihinlerde ve kalplerde varken Erdoğan izlenmek, hayran olunmak ve tapınılmak üzere oradadır!..

T24
ETİKETLER
erdoğamn kuran haber açıklama

"AK Parti, artık inceden Atatürkçü takılacak"
2017 07:40



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, AKP'nin "Daha fazla Atatürk" diyeceğini iddia etti. "Atatürkçü kesimleri de kucaklayacaklarmış falan filan" diyen Hakan, "AK Parti, artık inceden Atatürkçü takılacakmış" ifadesini kullandı.

Hakan'ın "AK Parti biraz da Atatürkçülük yapacakmış" başlığıyla (30 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

- İstanbul ve Ankara’da oylar geriledi ya...

Yüzde 50’lik bir çıta, gözleri korkutmaya başladı ya...

- Şehirli ve eğitimli kesimlerde heyecan yaratılamıyor ya...

- Atatürk sevgisinde gitgide bir artış kaydedildi ya...

- Cumhuriyet’e eleştirel yaklaşım içinde olanlar bile “Sarı saçlım mavi gözlüm/Neredesin nerede” demeye başladı ya...

- Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafları sosyal medyada fırtına gibi dolaşmaya başladı ya...

- Konya Stadı’nda bile İzmir Marşı yankılanır oldu ya...

Durumu fark eden AK Parti, artık inceden Atatürkçü takılacakmış.

*

Daha fazla Atatürk diyeceklermiş, Atatürkçü kesimleri de kucaklayacaklarmış falan filan...

*

Kafamda hemen deli sorular belirmeye başladı:

Acaba inandırıcı olurlar mı? Acaba Atatürkçüler, “Aslında bunlar da Atatürkçüymüş, hadi oylarımızı yağdıralım” derler mi? Buna ikna olan çıkar mı?

*

Ciddi ciddi muhasebe yapıp sorulara yanıt ararken...

Aniden Maraş dondurmacısı kılığıyla höyküren “Fesli Deli Kadir” geldi aklıma.

*

AK Parti’nin Atatürkçü takılmak mecburiyeti hissetmesi karşısında “Fesli Deli Kadir”in yüzünün alacağı şekli düşününce...

Öyle bir kahkaha attım ki...

Attığım kahkaha, Güzide Kasacı’dan Saba Tümer’e bütün namlı kahkahacıları işsiz bırakır.

T24
ETİKETLER
erdoğan ve atatürk akp atatürkçü oy haber

Ahmet Takan: Davutoğlu, Esad görüşmesinde bağırdı ve salondan çıkarıldı
29 Ekim 2017



Dışişleri Bakanı iken Ahmet Davutoğlu’nun Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile yaptığı görüşmede öfkelenip "istifa edeceksin" diye bağırdığı ve daha sonra Esad tarafından salondan çıkarıldıkları iddiası gündeme bomba gibi düştü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski danışmanı Ahmet Takan, bugünkü yazısında çok çarpıcı iddialara yer verdi.

DİĞER FOTOĞRAFLAR

ABD 'nin Suriye ve Esad üzerinde baskılarını arttırdığı bir zamanda Dışişleri Bakanı olarak Esad’la bir ziyaret gerçekleştiren Ahmet Davutoğlu’nun görüşmesinde yaşananları aktaran Takan, Davutoğlu’na da seslenerek yazdıklarına cevap beklediğini ifade etti.

İşte Ahmet Takan’ın “Davutoğlu masaya yumruğunu neden vurdu?” başlıklı yazısı

Öncelikle şu tespiti yapayım:

Türkiye'nin Ortadoğu bataklığına gömülmesinin ve son 15 yıldaki tüm dış politika başarısızlıklarının 1 numaralı sorumlusu, azledilen Başbakan unvanına sahip Ahmet Davutoğlu'dur. Stratejik çukurluğun eser sahibinden sonra diğerlerinin sorumluluk dereceleri o günkü bulundukları pozisyon ve konjonktüre göre değişir.

Hatırlar mısınız?..

Suriye'de ilk iç karışıklığın başlatıldığı 2011 yılında Dışişleri Bakanı sıfatıyla Ahmet Davutoğlu Suriye'ye gitmiş Esad ile görüşmüştü. Uzun saatler süren o gergin toplantı sadece Türkiye'de değil tüm dünyada merakla takip edilmişti. Hem toplantının hemen sonrasında hem de daha sonraki günlerde medyaya içerik ile ilgili çok farklı bilgiler yansımıştı. Şu Pazar günü sizleri Google efendinin arşivine başvurma zahmetinden kurtarıp 9 Ağustos 2011 tarihli görüşmeden bazı hatırlatmalar da bulunalım:

Davutoğlu, görüşmede, Esad'ın askeri operasyonları durdurması ve reformlara hız vermesi yönünde Başbakan R. Erdoğan'ın mesajını iletmişti. Bu kritik görüşmenin saatlerce sürmesi, Suriye'de tansiyonun düşürülmesi ve istikrarın yeniden tahsisi için bir yol haritası ya da takvimle ilgili detayların ele alındığı yorumlarının yapılmasına neden olmuştu.

Esad, Davutoğlu'na "terörist grupların peşini bırakmayacağız" demişti.

Esad, Suriye'nin uygulamakta olduğu kapsamlı reform sürecini tamamlamada ısrarlı ve kararlı olduğunu ifade ederek, bu bağlamda dost ve kardeş ülkelerden yardım almaya açık olduğunu söylemişti.

ABD'nin Suriye ve Esad üzerinde baskılarını arttırdığı dönemde Ahmet Davutoğlu yaptığı ziyaretin arkasından Türkiye'de bir özel televizyonda canlı yayında şunları söylemişti;

"Biz Suriye'de bütün alternatifi deneyerek bugünlere geldik ama bu sancılı sürecin çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Artık bu süreci yıllarla ifade etmek yerine aylar veya haftalarla ifade etmek gerekir."

Yani, nevi sahsına münhasır bir şekilde Ahmet Davutoğlu Esad'ın ipinin çekildiğini söylüyordu!.. Ne oldu?.. Esad, hala yerli yerinde oturuyor...

Peki, o görüşmeden bugüne kadar dışarıya sızmayan gizli kalan pazarlıklarda Esad ile Davutoğlu arasında nasıl bir diyalog geçmişti?.. Heyette olan ve olup bitenlere şahitlik etmiş bir dostum anlattı:

"Esad, 'bana 4 ay müsaade edin içerdeki karışıklıkları bitireyim ondan sonra istediğiniz demokratik reformları yapayım' dedi. Ahmet Davutoğlu sinirlerine hakim olamadı, masaya yumruğunu vurarak, istifa edeceksiniz' diye bağırdı. Oda bir anda buz gibi oldu. Esad, 'istifa etmiyorum' diyerek toplantıyı bitirdi. Bizi odadan dışarı çıkardı."

***

Ahmet Davutoğlu'nun, Abdullah Gül'ün Başbakanlığı döneminde Suriye'ye yapılan ilk ziyaret ve daha sonrasındaki rolleri ve daha o günlerde odada buz gibi hava estiren sözleri... 1 Mart tezkeresinde yürüttüğü sinsi diplomasi ve gizli görevleri... Masasının yanı başında rahle-i tedrisattan geçenler ve onların daha sonra bu devletin başına nasıl bela oldukları... Başbakanlığı döneminde, yüreklerimizde büyük yara açan Süleyman Şah Türbesinin kaçırılışı ve Türkiye'nin ilk toprak kaybında yaptığı gizli pazarlıklar ve hiçbirimizin içine sinmeyecek aldığı destekler... Musul Başkonsolosluğumuzun işgali ve sonrasında yapılan kirli pazarlıklar... Son günlerde Erdoğan'a ve partisine bağlılık açıklamaları yaparken, su yolu haline çevirdiği İstanbul 'daki Abdullah Gül'ün ofisinde ve bir "stratejik merkez"de katıldığı gizli toplantılar... Elbette, bu yalan dünyanın mahkemelerinde ortaya çıkmazsa gerçek dünyada yüce Yaradanın mutlak mahkemesinde ortaya çıkacak..

Sayın Davutoğlu, bu satırlara da bir açıklama gönderirseniz çok sevineceğim. Ne diyeceğinizi çok merak ediyorum. Benimle, avukatınız aracılığıyla değil de birbirimizin gözlerinin içine bakarak mahkemede yüzleşmeye yüreğiniz var mı?.. Hüseyin Avni Karslıoğlu da sizin şahidiniz olsun, ben tek başıma geleceğim!..

Millî Gazete

"Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık"
31 Ekim 2017



"Ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı"

Yeniçağ yazarı Batuhan Çolak, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun istifa çağrısının ardından Cumhrubaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Sen daha neyin erken seçimini istiyorsun? Daktilolar başbakanlığın önüne fırlatılmıyor ki böyle bir durum yok" sözlerindeki "daktilo"nun Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde atılan yazar kasaya bir gönderme olduğunu ifade etti. Çolak, "Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık. Her ülkenin temel dayanak noktası olan demografik yapı bir günde alt üst edildi" dedi.

"Ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı"ğını ifade eden Çolak, "En kötü evlerin bile 250 bin liradan başladığı bu ortamda ise yeni zenginler ortaya çıkıyor!" ifadesini kullandı.

Batuhan Çolak, "Ekonomik yapıya demografik operasyon!" başlığıyla (31 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan "artık daktilo atılmıyor" diyerek ekonominin iyi olduğunu vurguladı.

Erdoğan'ın "daktilo" olarak bahsettiği konu; bir esnafın Bülent Ecevit'in Başbakanlık merdivenlerinden indiği sırada "Ben bir esnafım Sayın Başbakanım" sözleriyle elindeki yazar kasayı atma hadisesiydi. Krizin de etkisiyle bu sözler epey yankılandı. Dönemi anlatan yakın dönem belgesellerinde de "ekonomik krizin" sembolleşen görüntüsü oldu.

Dönemin şartlarında piyasa can çekişiyor, birçok iş yeri kepenk kapatıyor, enflasyon dur durak bilmeden artıyor, bunun yanına bir de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in kendisini o makama getiren Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması hadisesi yaşanıyordu.

Ekonomik açıdan zorlu bir dönemdi. Öte yandan iktidarın kendi içinde de ciddi problemleri olmuş; Kemal Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın başını çektiği grup DSP'den kopmuşlardı.

Ecevit, koalisyon ortağı olan Bahçeli'ye "Başbakanlığı siz alın" demişti. Ancak Ecevit'in bu teklifi Bahçeli tarafından reddedilmiş ve ani bir kararla 3 Kasım 2002 seçimlerine gidilmişti.

Seçim sonuçlarına göre; ANAP, DYP ve MHP baraj altında kalırken, Meclis'e sadece AKP ve CHP girebiliyordu.

Türkiye artık yeni bir siyaset iklimindeydi. Adalet ve Kalkınma Partisi, Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde tek başına iktidara geliyor, Meclis'e giren parti sayısının sadece iki olmasından dolayı temsil oranı düşüyordu.

O günden bu yana Erdoğan ve AKP'si her yıl değişen bir siyaset uyguladı.

Ekonomi politikaları ise AKP'nin en güçlü olduğu alan olarak tanımlandı. Köprüler, yollar ve TOKİ binaları; gelişmenin, ilerlemenin sembolü olarak gösterildi.

Ekonomi politikalarında sınıflar arasındaki gelir adaletsizliği ise dile getirilmeyen en büyük problemdi. Ekonomideki değişimler yeni sınıfların doğmasına ve kültürel ayrışmalara yol açtı.

Özellikle sermayenin el değiştirmesi muhafazakâr grupların ekonomik itibarlarının artmasına neden olurken, iktidarın "partili zengin oluşturma" girişimleri meyve verdi.

Doğrudan hükümetin emrinde; iş adamları, inşaat firmaları ve medya oluşurken, zenginliklerinin sınırı olmayan tarikatlar iktidarı tehdit edecek güce erişti.

Olmayacak ihaleler, olmayacak özelleştirmeler, olmayacak dönüşümler bir gecede oldu. İmar izni çıkmaması gereken ne kadar değerli arazi varsa birer birer yapılaşmaya açıldı.

Çarpık kentleşmenin tüm örnekleri sergilendi. Osmanlı'dan kalan birçok eser "restorasyon" adı altında heba edildi. Üsküdar'ın sembolü Şemsi Paşa Camisi'nin (Kuşkonmaz) yanına çay bahçesi yapabilmek için denize demir çiviler çakıldı. Osmanlı'dan bu yana ayakta kalan yapı ortadan ikiye çatladı.

Türkiye'nin ekonomik anlamdaki lokomotifi olan İstanbul, gelir adaletsizliğinin merkezi haline dönüştü. Kent dokusunu hiçe sayarak konumlandırılan yüksek binalar bu adaletsizliğin sembolü haline geldi.

Yüksek katlı iş merkezlerinin, rezidansların hemen 1-2 km.'lik yakın çevresinde; gecekondulaşma ve çarpık kentleşmenin tüm örnekleri sergilenmeye başladı.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Suriye'deki iç savaşın bütün yükü Türk halkının omuzlarına yüklendi.

Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık. Her ülkenin temel dayanak noktası olan demografik yapı bir günde alt üst edildi.

Bu karmaşanın içinde ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı.

En kötü evlerin bile 250 bin TL'den başladığı bu ortamda ise yeni zenginler ortaya çıkıyor!

Bunlardan bir tanesi Yasser Haddad... İhlas Haber Ajansı'nın haberine göre bir Suriyeli... Ülkesindeki iç savaştan kaçıp İstanbul'a geliyor. Burada Arap turistlere tercümanlık yaparak hayatını kazanırken şirket kurmaya karar veriyor. Kurduğu tur şirketi ile Arap turistlere estetik, gezi ve konaklama turları düzenliyor. Aylık cirosunun 1 milyon TL olduğunu ve yanında 40 Suriyeli ve 5 Türk çalıştırdığını söylüyor.

***

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran en temel sorun farklı milletlerin Osmanlı kimliğinde buluşamamış olmalarıydı. İzmir işgal edilirken Türkleri hançerleyenlerin başında, Osmanlı egemenliği altında huzurla yaşayan Rumlar geliyordu.

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran bir diğer önemli faktör de ekonominin yüzde 80'inin gayrimüslimlerin elinde olmasıydı.

"Peki bunlarda ne gibi bir sorun var" diye soracaksınız.

Buradaki sorun, yabancı sermaye ve farklı kültürler kendilerini yaşadıkları yere ait hissetmezlerse; gettolaşma, etnik hareketler ve mezhepsel faaliyetler ortaya çıkar. Tıpkı tur zengini Suriyeli yaptığı gibi, işe alınanların neredeyse tamamı "Suriyeliler"den seçilir!

Türkiye tam da böyle bir kıskaca girmiş bulunuyor.

Orta sınıf her gün zamlanan ürünleri almak için gece-gündüz çalışırken, partili sermaye ve göç hareketleri ekonomiye darbe vuruyor.

İç savaştan kaçıp, yanında kendi vatandaşlarını çalıştıran Suriyeli'nin meşruluğu liberal ekonominin temelidir. Ancak buradaki sorun sermayeyi oluşturan erklerin kimlik sorunudur.

Kimse söylemeye cesaret edemese de, "daktilo atıldığı" günlerden çok daha tehlikeli bir sürece girmiş bulunmaktayız.

T24
ETİKETLER
bülent ecevit yazar kasa tayyip erdoğan daktilo haber operasyon ecevit dönemi haber

Doğu Perinçek: Erdoğan, Kemalist devrime teslim oldu
31 Ekim 2017



Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a 'Kemalist devrimi yıkma görevi verildiği' görüşünü savunurken "Geldiğimiz noktada Erdoğan Kemalist devrime teslim oldu" ifadesini kullandı.

Ulusal Kanal'da konuşan Perinçek, AKP'nin Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirlerini benimseyen kişilerden oy isteyeceği iddiası için şu görüşünü dile getirdi:

"Hangi güç bunları Atatürkçülük çizgisine getiriyor. Bugüne kadar karşı duranlar bugün birden bire Atatürk'e inanmaya ve anmaya başladılar. Bugün ikinci istiklal savaşı veriliyor. İkinci istiklal savaşının birinci istiklal savaşından güç alarak verirsiniz. Daha doğrusu Atatürk devrimcisiyim diyenlerin sevinçle karşılaması lazım. Eğer biz Atatürk devrimlerini tamamlamak istiyorsak, Atatürkçülüğün yanına gelenlere sevinmeliyiz.

“Herkes Atatürk hizasına geliyor”

“Demek ki Türkiye'de seçimleri kazanmak için Atatürk bayrağına sarılmak gerekiyor. Herkes Atatürk'e göre hizasına bakıyor. Bir yerden bu Atatürk'ün Türkiye'nin önüne koyduğu programın hala yürürlükte olduğunu gösterir. 50 yıldır Vatan Partisi'nin programının da doğru olduğunu gösterir. Nedir bizim programımız? Atatürk devrimlerini tamamlamak."

T24
ETİKETLER
erdoğan atatürk devrim kemalizm cumhuriyet doğu perinçek

Erdoğan'a 'faşist diktatör' diyen CHP'li Tezcan: Gerçeği söyledik, ne diyecektik?
31 Ekim 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a 'faşist diktatör' diyen ve hakkında soruşturma açılan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Bülent Tezcan, "Biz gerçeği söyledik. Ne diyecektik?" dedi. Geri adım atmayacağını söyleyen Tezcan, "Rahatsız oluyorsanız, faşist olmayacaksınız" ifadesini kullandı.

Partisinin TBMM Grup Toplantısı'na gelişinde basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Tezcan, Erdoğan’a yönelik kullandığı 'faşist' ve 'diktatör' sözlerinin ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturmayla ilgili şunları söyledi:

"Diktatöre 'diktatör', faşiste 'faşist' derler"

"Biz gerçeği söyledik. Ne diyecektik? Devleti yöneten siyasetçinin tutumları faşist tutumlarsa, bunun siyasi literatürdeki adı bu. Diktatöre 'diktatör', faşiste 'faşist' derler. Başka ne söyleyecektik? Soruşturma açmaları da bir şeyi gösteriyor ki söylediklerimizde haklıyız. Yani bu sözleri söylemenin bir bedeli olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Demokrasiye kavuşmak için ödenecek bedel neyse ödeyeceğiz, mücadeleye devam edeceğiz. Geri adım atmak yok."

"Erdoğan'ın üzerinde iki gömlek var"

Söylediklerinin, siyasi literatürde bir hakaret olmadığı belirten Tezcan, "Sayın Erdoğan rahatsız oluyorsa… Cumhurbaşkanına hakaretten suç duyurusunda bulunmuşlar. İki tane gömlek var üzerinde, biri parti genel başkanlığı, birisi cumhurbaşkanlığı. Cumhurbaşkanlığı makamının korumasından yararlanmak istiyorsa, parti başkanlığı elbisesini çıkarsın. 'Parti başkanlığı elbisesini çıkarmıyorum' diyorsa, cumhurbaşkanlığı makamının korumasından medet ummasın" dedi.

"Ellerinden geleni arkalarına koymasınlar, bizim korktuğumuz bir şey yok" ifadelerini kullanan Tezcan, şöyle devam etti:

"Biz gerçeği, olanı söyledik. Faşiste, faşist derler. Rahatsız oluyorsanız, faşist olmayacaksınız. Bu bir siyasi kavramdır, hakaret yoktur. Kötü söz sahibine aittir. 'Faşist diktatör' sözü siyasi bir tanımlamadır. Ve ben Erdoğan'ın faşist diktatör olduğuna siyaseten kaniyim ve bunu paylaşıyorum kamuoyuyla. Dün Bekir Bozdağ çıktı 'Faşist diktatör olsaydı, bunları söyleyemezdin' dedi. Bugün Ankara Savcılığı Bekir Bozdağ'ı tekzip etmiştir. Çünkü soruşturma başlattı. Demek ki bu sözleri söylemenin Türkiye'de bir beledi var. O bedeli gazeteciler, öğretim üyeleri, herkes ödüyor. Önce biz ödeyeceğiz bedeli. Türkiye'yi demokratik bir ülke yapıncaya kadar mücadele edeceğiz."

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan bülent tezcan chp tbmm bekir bozdağ

Allah’ın iradesinden Erdoğan’ın iradesine
LEVENT GÜLTEKİN
29/10/2017


AK Partili belediye başkanlarının istifaya zorlanmasının tartışılacak birçok yönü var.

Seçmen iradesinin hiçe sayılıp demokrasinin bütünüyle yok edilmesi…

Eğer bir suçları varsa, yargıya göndermek yerine istifaya zorlanarak hukukun bütünüyle devre dışı bırakılması…

Tek adamın görüşünün, kanaatinin her şeyin önüne geçmesi…

Bütün bunlar elbette büyük sorunlar.

Bütün bunlar millî iradeden, adaletten uzaklaşıp kabile devletine döndüğümüzün en bariz göstergeleri.

Fakat bu istifa sürecinde yaşananların ortaya çıkardığı başka bir korkunçluk daha var.

Melih Gökçek istifa ederken uzun uzun yaptığı işlerden, hizmetlerden bahsetti.

Ne kadar başarılı olduğunu, ne kadar iyi işler yaptığını, seçmenleri tarafından ne kadar çok sevildiğini anlatıp durdu.

Sonrasında da “Liderimiz böyle emrettiği için istifa ediyorum” dedi.

Yaptığı işleri, ne kadar başarılı olduğuna anlatırken alkışlayanlar “Liderimiz böyle istedi ben de uydum” dediğinde de ayakta alkışlıyorlardı.

Basın toplantısında ağlayanlar bile vardı.

Verilen karar yanlıştı ama yapacakları bir şey yoktu: “Emir demiri keser”di.

Hem Melih Gökçek’in haklı olduğunu düşünmek hem de liderin kararına itiraz etmenin davaya ihanet olacağını varsayıp alkışlamak…

Tüm bu olup bitenler ideolojik körlüğün nasıl ideolojik deliliğe hatta bir sapkınlığa dönüştüğünü de gösteriyor.

Sapkınlık ithamının çok ağır olduğunun farkındayım.

Neden böyle dediğimi anlatayım.

Parti başkanlığı, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı… Bütün makamları uhdesinde toplamış bir liderin makamların gelip geçici olduğunu söyleyip değişimden bahsetmesini…

Basın toplantılarında uykuya dalacak kadar yorgun bir liderin “Partimizde metal yorgunluğu var” diyerek yol arkadaşlarını harcamasını…

Tüm bu tuhaflıkları “Emir demiri keser “ diyerek sineye çekmelerini şu sözlerle açıklıyorlar: “Liderin bir bildiği vardır.”

Yani o bir şey yapıyorsa, bir karar alıyorsa sorgulanmaz, irdelenmez, nedenleri üzerinde tartışılmaz, çünkü onun bir bildiği vardır. Bu tasarrufunda bizim lehimize olan ama bizim göremediğimiz bir fayda vardır.

Böyle düşündükleri için, içleri kan ağlayarak verilen kararlara uyuyorlar.

Sapkınlık işte burada başlıyor.

Hele İslam terbiyesi aldığını söyleyen, bu tutum ve davranışlarını o terbiyeye bağlayan insanlar için mesele daha da tuhaflaşıyor.

Çünkü İslam’ın vaaz ettiği iki tür irade vardır: Biri külli irade, yani Allah’ın iradesi. Diğeri cüzi irade, yani insanın iradesi.

Bütün dinlerin bize söylediği şu: “Biz insanların aklı, ilahi iradenin hükmü neticesinde ortaya çıkan olayları anlamaya yetmez.”

Bu nedenle Allah’tan geldiğine inandığımız olayları sorgulamayız. Çünkü aklımızın buna yetmeyeceğini düşünürüz.

Mesela deprem gibi doğal afetleri, felaketlerde acı çeken insanları ve daha birçok olayı bununla açıklarız.

Bunun için de böyle durumlarda “Hikmetinden sual olunmaz” diyerek Allah’ın bir bildiği olduğunu düşünür ve O’na olan inancımızı, itaatimizi belirtiriz.

İslam terbiyesinde yalnızca Allah hakkında “En doğrusunu o bilir” denir. “Sorgulanmaz” sıfatı sadece Allah için kullanılabilecek bir tanımlamadır.

(..)

Cüzi iradeyle verilen kararlar tartışılır, sorgulanır, çünkü insan aklının sınırları içindedir.

“Bir bildiği vardır” diyerek bir insana Allah sıfatı yüklemek, ona olan mutlak bir inançtan ve itaatten bahsetmek İslam inancına göre sapkınlıktır.

İslam kula kul olmayı yasaklamıştır. Çünkü bu davranışı ‘şirk’ olarak görür.

Kimilerinin, insanlara ilahlık taslamasını engellemek için yasaklamıştır.

Kula kulluğu ortadan kaldırmak için yasaklamıştır.

Gelgelelim istifaya zorlanan belediye başkanlarından birinin, cumhurbaşkanlığı külliyesine gönderme yaparak, ironik bir tarzla, “İrade-i külliye var” deyip Saray’a, Erdoğan’a Allah’ın sıfatını yüklemesi (veya böyle yapıldığını işaret etmesi) çok ilginçtir.

Sanırım Ak Partililer içine düştükleri bu durumun farkında değil.

“Davaya ihanet etmeyelim” derken İslam’ın sapkınlık olarak gördüğü bir duruma, şirke düştüklerinin sanırım farkında değiller.

“Bir bildiği vardır” diyerek Erdoğan’a sorgusuz, sualsiz itaat etmenin, ona ilahlık sıfatı yüklemek anlamına geldiği üzerinde de pek düşünmüyorlar.

Ama ne yazık ki tablo bu.

“Allah’tan başka kimseden korkmayız, ondan başka kimsenin önünde eğilmeyiz” deyip sonra da “Başarılıyım ama ne yapalım lider böyle istedi” diyerek içi kan ağladığı halde onun haksız, yanlış talebine boyun eğmek kula kul olmaktır. O lidere ilahlık makamı vermektir.

Diğer taraftan Müslümanlığın şartlarından biri akıl sahibi olmak, yani cüzi iradeyi kullanabilecek durumda olmaktır.

Neyin yanlış neyin doğru, neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu anlayamayacak kadar akıldan, iradeden yoksun kimseler Müslüman sorumluluğundan muaf tutulmuştur.

Bu iradeyi kullanamayanların bir davadan bahsetmesi, hele o davanın İslam davası olduğunu ileri sürmesi ise gerçekten çok tuhaf.

Esasında bu sadece İslamcılar için geçerli bir durum değil.

(..)

Kaynak: Diken

CHP’li vekil Biçer: Manisa’da erkek yurdundaki istismarın üzerini örttüler
01/11/2017

CHP Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer, Manisa’daki bir lise pansiyonunda yaşanan istismarın üstünün okul idarecileri tarafından kapatılmak istendiğini öne sürdü. Olayla ilgili idari soruşturma başlatıldı.

İstismarı Meclis gündemine taşıyan Biçer, kendisine bilgi veren bir velinin, Ahmetli ilçesindeki bir lisenin pansiyonunda istismarın yaşandığını söylediğini aktardı.

Biçer, 9’uncu sınıftaki erkek öğrencilerin 12’nci sınıftaki erkek öğrenciler tarafından oyun oymama bahanesiyle istismar edildiğinin iddia edildiğini söyledi.

CHP’li vekil, durumun velilere bildirildikten sonra yaşananları şöyle anlattı: “Veliler de vakit kaybetmeden 16 Ekim tarihinde okul yönetimine başvuruyor. Okul idaresi olayı velilerine anlatan bazı öğrencilere okuldan uzaklaştırma cezası veriyor. Olayın ardından veliler 20 Ekim tarihinde Ahmetli İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne hem öğrenciler hem de okul yönetimi hakkında şikayette bulunuyor. Olayın emniyete intikal etmesinin ardından okul idaresi çocukların okuldan uzaklaştırma cezasını geri çekiyor ve olayın üstünü kapatmaya çalışıyor.”

Biçer, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’a da durumu sordu.

İdari soruşturma

Manisa Milli Eğitim Müdürü Recep Dernekbaş, iddialarla ilgili şunları kaydetti: “Konuyla ilgili gerekli şikayetler bize ulaştı. Vakit kaybetmeden gerekli soruşturmayı başlattık. Şu anda olayın nasıl olduğu, ne olduğu konusu hakkında soruşturmanın sonucunu bekliyoruz.”

Diken

Gezici Araştırma: İYİ Parti’nin oy aranı şimdiden yüzde 20’ye dayandı
01/11/2017



Gezici Araştırma’nın son anketine göre eski MHP’li Meral Akşener’in geçen hafta kurduğu İYİ Parti’nin oy oranı şimdiden yüzde 20’ye dayandı.

Araştırma Akşener’in beğeni oranını yüzde 60, cumhurbaşkanlığı için desteğini ise yüzde 38 olarak saptadı.

Şirket sahibinin yorumu: “Güven vermesi ve tanınırlığının artmasıyla birlikte Akşener’in oy potansiyelinde ciddi artış olacağı gözlenmekte.”

Reuters’ın Gezici araştırma şirketinden edindiği ankete göre İYİ Parti’nin seçime girmesi durumunda katılımcıların yüzde yüzde 43.8’i AKP’ye, yüzde 19.5’i ise İYİ Parti’ye oy vereceğini söyledi.

Buna karşılık yüzde 18.5’lik kesim CHP’ye, yüzde 8.8’lik kesim MHP’ye, yüzde 7’lik kesim ise HDP’ye oy verme eğiliminde.

Bu durumda MHP ve HDP, TBMM’ye girmek için gerekli yüzde 10’luk barajın altında kalıyor.

İYİ Parti’nin katılmadığı bir erken genel seçim olması durumunda ise katılımcıların yüzde 47.1’i AKP’ye, yüzde 26.8’i CHP’ye, yüzde 13.5’u MHP’ye ve yüzde 9.8’i de HDP’ye oy vereceğini kaydetti.

4 bin 638 kişiyle görüşüldü

Murat Gezici’nin yöneticiliğini yaptığı Gezici araştırma şirketi 16 Nisan referandum sonuçlarını en iyi tahmin eden iki şirketten biriydi.

Türkiye genelinde 10-15 Ekim günlerinde 4 bin 638 katılımcıyla yüz yüze görüşme metoduyla yürütülen araştırmanın hata payı güven aralığı sınırları içerisinde eksi artı yüzde 2.5.

Akşener’in beğeni oranı yüzde 60

Katılımcıların yaklaşık yüzde 60’ı Akşener’in ‘siyasi duruş’unu olumlu olarak değerlendirdi. Yüzde 32’si ise olumsuz bulduğunu ifade etti.

Murat Gezici şunları söyledi: “Araştırmaya katılanların Akşener parti kurduğunda oy verip vermeyeceğine ilişkin dağılım incelendiğinde yüzde 10.1’i kesinlikle her koşulda oy vereceğini ifade ederken yüzde 19.1’i oy verebileceğini, yüzde 17.8’i kararsız olduğunu ifade etmektedir. Toplumun yüzde 50’sine yakın bu oran Akşener’in kurduğu partiye oy verme potansiyelinin büyüklüğünü gösteriyor.”

Cumhurbaşkanlığı için destek yüzde 38

Kasım 2019’da yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın nasıl oy vereceğini de irdeleyen ankete göre katılımcılara cumhurbaşkanı olarak görmek isteyeceği isim sorulduğunda yüzde 47,8 oranında Tayyip Erdoğan, yüzde 38 oranında Akşener, yüzde 14.9 oranında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yanıtları çıktı.

Murat Gezici, Akşener’in ‘kararlı ve dik duruşu’yla ‘kadın oluşu’nun halk tarafından takdir gördüğünü belirterek, “Araştırmamızın sonuçlarına göre Akşener’in güven vermesi ve tanınırlığının artmasıyla birlikte oy potansiyelinde ciddi artış olacağı gözlenmekte” dedi.

Araştırmaya katılanların yüzde 44.6’sının Türkiye’de yeni bir partiye ihtiyaç olduğunu vurguladığını da söyleyen Gezici, şöyle devam etti: “Merkez sağ seçmen oranı yüzde 70 olarak görülüyor. Olası bir cumhurbaşkanlığı seçiminde Akşener’in Erdoğan’la birlikte aday olması durumunda ciddi anlamda bir seçim yarışının olacağı şimdiden öngörülmektedir. Anket sonuçları 2002 yılından bu yana ilk defa merkez sağ seçmeni milli duygularla konsolide edecek söylemleri Akşener’in kuracağı partide görebilme durumunu ortaya koyuyor.”
Diken

New York Times: Sarraf suçlamaları kabul etme sinyali veriyor
01/11/2017



ABD’de dolandırıcılıktan yargılanan Rıza Sarraf süresi dolmasına rağmen ek savunmasını mahkemeye iletmedi. ABD’nin etkili gazetelerinden New York Times, Sarraf’ın, hakkındaki suçlamaları kabul etmiş olabileceğini yazdı.

New York’ta bir buçuk yıldır tutuklu bulunan Sarraf ve yedi aydır tutuklu eski Halkbank genel müdür yardımcısı Hakan Atilla’nın yargılandığı davanın 16 Kasım’daki ara duruşmanın ardından 27 Kasım’da başlaması bekleniyor.

Reklam

Haberine ‘Olası suç itirafının işaretleri’ başlığını kullanan New York Times’ın yazdığına göre, Sarraf’ın avukatları, müvekkillerinin savunmasını yasal süre pazartesi akşamı dolmasına rağmen mahkemeye sunmadı. Dolayısıyla suçlamalara karşı çıkmak için önemli bir fırsat kullanılmadı. Sarraf’ın avukat ekibi jüri üyelerine dava sürecinde iletilecek soruları da mahkemeye iletmedi.

New York Times, Sarraf’ın avukat ekibine liderlik yapan Benjamin Barfman’a görüş talebinde bulunduklarını ancak bir yanıt alamadıklarını kaydetti.

İtiraflarda bulunmuş olabilir

Amerikan yargı sisteminde savunma makamının bu tür bir tavrı, sanığın verilecek ceza üzerinde iddia makamıyla anlaştığı davalarda görülüyor. Bu tür anlaşmalarda suçlunun savcılığın istediği itirafları yapması gerekiyor.

Davanın bir diğer tutuklu sanığı Atilla ise mahkemeye ilettiği savunmada, “Sarraf eylül ayından bu yana dava konusundaki hiçbir gelişmeye dahil olmadı” dedi.
Diken

Murat sevinç Gökçek ve Gökçek'li Ankara'yı yazmış: Melih Gökçek, artık Ankara büyükşehir belediyesinin başkanı değil. Ne güzel



Diken yazarı Murat Sevinç'in "İstanbullu yazarlar kusura bakmasın, bu yazı ‘bizim’ hakkımız!" başlıklı ilginç yazısı şöyle:

29/10/2017

Melih Gökçek, artık Ankara büyükşehir belediyesinin başkanı değil. Ne güzel bir 29 Ekim.

İnsanlık için bir önemi olmayan ancak ‘bizler’ için büyük bir adım bu! Gönül isterdi ki ‘Seçimle gelen seçimle gider’ gibi ‘ilkeler’e boyun büküp hiç olmazsa bir an olsun ‘TV tartışma programı konuğu performansı’ sergileyeyim ancak hiç gerek yok. Çünkü demokratik ilkeler, demokratik sistemlerde işlevseldir. Evet, yarın pek farklı olmayacak, Ankara’nın yaşadığı travma kolay kolay tedavi edilemeyecek ve belki daha iyisi de gelmeyecek. Kabul. Buna mukabil Gökçek’in artık olmaması başlı başına müjdeli bir haber.

Reklam

Melih Gökçek gibi gelen, Melih Gökçek gibi davranan biri, Melih Gökçek gibi gitmeliydi ve öyle gitti. Gönderilerek.

Çok önemli iki şey yapmış oldu Erdoğan ve ona itiraz edemeyen, etme ihtimali olmayanlar. Öncelikle, bambaşka gerekçelerle de olsa Ankara’yı anlatılmaz bir çileden kurtardılar ve ikinci olarak, Türkiye sağının/siyasal İslamcısının ‘milli irade’den ne anladığını, tarihi değeri olan bir örnekle sergilediler.

İkinciden başlayalım. Milli irade terimi ve ondan çıkan kavga, büyük ölçüde 1950-1960 arasında olup bitenlerden kaynaklanır. 1961 Anayasası’nın ‘egemenlik’ tanımını değiştirmesi ve başta AYM’nin kurulması olmak üzere yargı bağımsızlığı ile özerk kurumlar konusundaki düzenlemeleri, özellikle Demirel iktidarının (1965) ortalarından (1967-68 gibi) itibaren eleştiri konusu oldu. Türkiye sağı ve onun karizmatik liderleri, demokrasinin olmazsa olmazı ‘güçler ayrılığı’nı yaşama geçirmeye yönelik ‘fren ve denge’ mekanizmalarıyla sürekli sorun yaşadı. Menderes ve Bayar’ın milli irade tanımına her zaman sadakat duydular.

1950’lerde DP’lilerin biraz da 1924 Anayasası’nın hükümlerinden kaynaklanan (ancak kesinlikle böyle bir yorumu zorunlu kılmayan) milli irade/egemenlik algısı şöyleydi: Egemenlik TBMM’de temsil ediliyorsa ve ben o Meclis’te çoğunluğa sahipsem, demek ki milli irade, benim. Peki azınlık? Güçler ayrılığı? Denge mekanizmaları? Yargı? İşte bunları sağlama alacak mekanizma 1961 Anayasası ile yaratıldı ve o gün bu gündür genellikle iktidar olan sağ partiler ile son 15 yılın siyasal İslam temsilcisi AKP, Bayarcı ‘milli irade’ düşüncesini benimsemeyi/savunmayı sürdürdü.

Ancak AKP, söz konusu ‘çoğunlukçu milli irade’ savunusunu, kendinden önceki iktidarları mumla aratır noktaya vardırdı. Herhangi bir demokraside yeri olmayan bu anlayışa göre; seçimle ‘çoğunluğu’ elde eden, istediğini yapar! Oysa seçim, yalnızca kimin yöneteceğini belirler, nasıl yönetileceğini değil. Ona karar verecek olan seçmen değil, anayasa ve yasalardır. Türkiye’de askıda olan anayasa!

Sonuç: 2002 yılında, yüzde 10 seçim barajı nedeniyle geçerli oyların yüzde 45’i değerlendirme dışı kaldığı için, yaklaşık yüzde 35 oy ile tek başına iktidara gelir ve bunun adına da milli irade dersin! Hiçbir medeni memlekette olmayan yüzde 10 barajlı milli irade… AKP, tarihsel bir iki yüzlülük ve çarpıklıkla malul milli irade söylemini, zirveye taşıdı.

İşte bu nedenle Gökçek ve diğerlerinin istifası son derece ‘yerinde’ bir gelişme. Zira 2017 yılında ‘milli irade’, Erdoğan’dır. Haliyle Gökçek ve diğerleri yalnızca aldıkları oyla değil, tek karar vericinin lütfuyla geldiler her seferinde ve onun fikir değiştirmesiyle gidiyorlar. Onun yerine bir tükenmez kalem aday gösterilseydi, herhalde azımsanmayacak oy alırdı. Böyle bir rejimde aksini düşünmek güç.

Dolayısıyla hâlâ bir parti ve ‘istişare’ varmış, ya da örneğin bir belediye meclisinden ve TBMM’den söz edilebilirmiş (hele ki son İçtüzük değişikliği ardından!) gibi davranmanın, daha saf görünmek dışında anlamı yok. Türkiye’de ve AKP’de, tek karar vericinin isteği dışında bir şeyin geçekleşme ihtimali neredeyse hayal. 16 Nisan’daki ‘Evet’, böylesi bir sisteme verildi.

Bursa belediye başkanı veda konuşmasında, halkoylamasında yüzde 53 evet oyu çıkarma başarısını hatırlatmış. Tebrikler! Sayelerinde Türkiye görülmemiş saçmalıkta bir sisteme geçti. Şimdi, kendi sonunu da getiren o ‘oy oranı’nın turşusunu kursun.

Türkiye seçmeninin yarısı ve şu anda istifa eden başkanlar, tam olarak başlarına (başımıza!) bu gelsin diye çaba harcadılar halkoylamasında. Artık tek karar verici var, frenleyici başka hiçbir kurum ve kişiye tahammül etme ‘şansı/niyeti’ olmayan bir karar verici. Gerisi fasa fiso…

Özetle, biz ne kadar yazarsak yazalım, anayasa ve tarih kitapları ne kadar anlatırsa anlatsın boş. Türkiye sağı ve siyasal İslamcısı’nın milli iradeden anladığı tam olarak budur. Seçilmişler-atanmışlar gibi manasız tartışmalar sona erdi artık. İrade-i milliye değil, bir diğer belediye başkanının ifadesiyle, irade-i külliye. Gökçek, Erdoğan sayesinde/isteğiyle ve ‘o seçim gecesi’ atı alanın Üsküdar’ı geçmesiyle belediye başkanlığı koltuğuna oturdu, Erdoğan’ın isteğiyle gidiyor. Kumaşı bu olan bir demokraside seçim/demokrasi sohbetleriyle insanları iyiden iyiye alık yerine koymanın âlemi yok.

Gelelim istifanın diğer yararına. Melih Gökçek’siz Ankara’ya…

Gökçek Keçiören belediye başkanı olduğunda ben 14 yaşındaydım. Kenan Evren cumhurbaşkanı, Turgut Özal başbakandı. 1991’de Refah Partisi milletvekili olduğunda Mülkiye’de öğrenciydim. 1994’te Ankara belediye başkanı seçildiğinde, kara haberi yurt dışında aldım. O tarihte Michael Jackson sahnede dans ediyordu.

Sonraki seçimlerde kazanmasında, sosyal demokratların basiretsizliğinin ve malum ‘hizmetler’in büyük payı oldu. 50 yaşıma merdiven dayadım ve Gökçek, başkenti yönetiyor. 94 yıllık Cumhuriyet’in 23 yılı. Keçiören’le birlikte neredeyse Cumhuriyet’in üçte biri. 1994’ten bugüne Türkiye ve Dünya hayli değişti. İki şey aynı kaldı: Melih Gökçek ve dokunulmazlığı kaldırılan Kürt siyasetçilerin cezaevine girmesi!

‘Özgül ağırlık’ tarafından gündeme getirilen ‘parsel parsel satma’ iddiasını vs. bir yana bırakalım. Bunları gazetelerin ‘bir kısmından’ okuyorsunuz nasıl olsa! Daha çok konuşulur.

Eğer 1988’de öğrenci olarak gittiğim Ankara’ya tek çivi çakmasaydı Gökçek, şu anda çok daha sevimli bir şehirdi.

Siz hiç şehrinizdeki güzel cadde sinema ve tiyatro yapılarının tek tek kapandığına tanık oldunuz mu? Biz olduk.

Siz hiç yüksek maliyetli o tuhaf ‘şehir kapıları’nın altından geçerek evinize vardınız mı? Biz varıyoruz.

Siz hiç her köşe başında anormal şekillerde saat kuleleri olan bir şehirde yaşadınız mı? Biz yaşadık.

Siz hiç Ankara’nın kalbi denilen Meclis kavşağında ‘dört yana bakan kol saati’nden heykel hayal ettiniz mi? Gökçek etti.

Peki, başkentte dinozor heykeli hayaliniz var mıydı? Ya robot heykeli? Gökçek’in vardı.

Bir sabah kalkıp şehrin merkezinde, Kızılay’da artık karşıdan karşıya geçemeyeceğini gördünüz mü hiç? Biz gördük. Yaya geçitlerine taş bloklar koymuştu. Gözünüzün önüne getirmekte zorlanıyorsunuz değil mi? Hayal gücünüz sınırlı da ondan. Yüz binlerce insana, “Alt geçitten geçin” dediler. Neyse ki uzun sürmedi.

Ya şehrinizin sokak isimleri, ana cadde isimleri değiştirilip hiç tanımadığınız Kırgız, Türkmen, Azeri yazar ve devlet adamlarının adlarıyla bezendi mi? Yok canım, olmamıştır herhalde!

Her Allah’ın günü belediye panolarında saçma sapan siyasi ilanlar, muhalefete hakaretler okudunuz mu? Biz okuduk.

Sabahları işe giderken, Gökçek’in çipil gözleriyle sırıtan o suratını izlemek zorunda kaldınız mı otobüslerde? Biz kaldık.

Başta Cinnah, neredeyse her ana caddede, ağaçların yeşil ışıklarla aydınlatıldığına tanık oldunuz mu? Yeşil bitkilerin yeşil ışıklarına! Biz olduk.

Yol kenarlarına yapay şelaleler inşa edildi mi? Burada edildi.

Kimi yılışık taksiciler, gecenin bir vakti onu öven tiratlar attı mı size? Bize attılar.

Musluklarımızdan kara sular akarken, TV’ye çıkıp lıkır lıkır su içen biri yönetti mi şehrinizi? Bizimkini yönetti.

Yaşadığınız yerde, inşa edildiği günden bugüne hiç kimsenin kullanmadığı üst geçitleriniz var mı? Bizim var.

Şehrinizin tarihi amblemi inatla değiştirilip her yere kedi karikatürleri serpiştirildi mi? Ankara’da oldu.

Başkentin tam göbeğinde, Kızılay’ın merkezinde devasa bir ‘elektronik lale’ düşünebilir misiniz? Lale diyorum, lale. Işıklı. Her bir yaprağından başka bir yazı geçiyor. Cumhuriyet’in başkentinde.

Hepsi bir yana;

öldürülmüş gencecik insanların, Sarısülük’ün; daha cenazesi soğumamışken ‘polise teşekkür eden’ o pankartın altından yürümek zorunda kaldınız mı, bir sabah? Biz kaldık.

Hangi birini anlatayım. Kaç yazı olsun. Sayfalar, aylar yıllar yeter mi?

Gökçek, bizim gençliğimizdir. O sırıtan yüz ifadesi, yıllarımızdır. Öyle İstanbullular, İzmirliler gibi yaşamadık şekerim biz. Ankara’da Gökçek varken akıl sağlığını yitirmeden yaşamanın bizatihi kendisi ‘direnmek’ti. Direndik. Siz bilmezsiniz bu duyguyu!

Şimdi “Aman efendim seçimle gelen seçimle…” cümleleri kurulmasın boşuna. Nasıl bir sistemde ve memlekette yaşadığımızın farkındayız. Kendilerini istifa ettirene, bir kez daha teşekkür ederim. Bir taşla birden çok ‘gerçeği’ ifşa ettiği ve Ankara’yı ondan kurtardığı için.

Mensubu olduğu siyasi hareketin tek bir ferdi arkasında durmadı. Ne güzel. Tek bir seçmeni tepki gösterip verdiği oya sahip çıkmadı. Harika. Çevresindeki çıkar ağı, bir anda bir başkasının ağı olmak üzere saf değiştirdi. Müthiş. Her şey hak edildiği gibi, hak ettikleri gibi cereyan ediyor. Bunların hallerini, yıllarca büyük şehirleri yönetmiş ‘muktedir’ adamların çaplarını, acizliklerini izlemek, son derece ibret verici bir deneyim.

Geldiği gibi gitmeli herkes. ‘Herkes’ hak ettiğini yaşamalı, ne eksik ne fazla. Gökçek, ‘emrin demiri kestiği’ rejimin, mütemadiyen sırıtan yüzüydü. Gönderildi.

‘Daha fazlasını hak ediyorlar’ diyorsanız eğer, çok haklısınız. Hiçbir sakıncası yok. BETER OLSUNLAR…

Ana Haber

AKP’nin kritik ismi aylardır ByLock'tan tutuklu
31 Ekim 2017

Yeni Şafak gazetesi İsmail Kılıçarslan, köşesinde ByLock’tan tutuklu AKP’li bir ismi yazdı...

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi İsmail Kılıçarslan, köşesinde ByLock’tan tutuklu AKP’li bir ismi yazdı.

Yazısının başında 15 Temmuz darbe girişiminden 11 gün sonraki yazısından alıntılar yapan Kılıçarslan “Sonra da durduğum yer belli olsun diye şunu ilan edeyim: ‘Kim FETÖ’cü ise, hatta kimin FETÖ denilen aşağılık terörist sürüsüyle iltisaklı olduğu tespit edilirse onun yeri hem bu dünyada hem de öteki dünyada cehennemin ta dibi olsun’” diye yazdı.

BYLOCK’TAN TUTUKLU AKP’Lİ İSİM

“Netleştiysek size tuhaf bir hikâye anlatmak istiyorum” diyen Kılıçarslan şunları yazdı:
“Anadolu’nun bir ilçesinde, adı bende mahfuz bir mağdurun hikâyesini... Hikâyemizin kahramanı, yaşadığı ilçede 1960’lı yılların sonundan itibaren MNP, MSP, RP çizgisi içerisinde aktif siyaset yapmış, ilçedeki her türlü siyasi faaliyetin tam içerisinde bulunmuş, AK Parti ’nin kurulmasıyla birlikte de ‘kurucu’ olarak bu partide yerini almış bir isim.
Bu ismin telefonunda ByLock denilen programa giriş tespit edilmiş. Bilgi doğru. 2014’ün 7, 8 ve 9. aylarında toplam 19 kez ByLock girişi var. Fakat buraya dikkat:Her giriş toplam sadece 1 saniye sürmüş. Şimdi telefonunuzdan herhangi bir uygulamaya girin ve 1 saniyede o uygulamada ne yapabileceğinizi deneyin lütfen.

Bu girişlerle ilgili bilirkişi raporu ne peki? ‘Evet, ByLock girişi var ama içerik tespit edilemedi.’ Normal tabii. Çünkü birer saniye girdiğiniz herhangi bir programda herhangi bir içerik oluşturamazsınız.

Bahsettiğim ismin FETÖ ile herhangi bir başka iltisakı da yok. Ne banka hesabı, ne sohbetlere katılım, ne okullarda çocuk okutmak, ne himmet vermek, ne gazete aboneliği…

Hiçbir şey, ama hiçbir şey…

Eh, hatırlı bir adam olan ağabeyimizin çoluk çocuğu boş durmamış tabii. AK Parti Genel Merkezi’ne, ilçenin yer aldığı ilin vekillerine, herkese başvurmuşlar. Aldıkları cevap hep aynı olmuş: ‘Biz ağabeyimizi iyi tanırız. Biz yokken o vardı. Olmaz öyle şey. Zaten bu ‘içeriksiz ByLock dosyaları’ konusu sayın Cumhurbaşkanımızın önünde. Çok kısa sürede bu mağduriyet giderilir.’

Sonuç? Sonuç yok henüz. ‘İçerik tespit edilememiştir’ raporlu ByLock girişi meselesinden dolayı 60 yaşına yakın bir ‘dava adamı’ bir süredir hapiste. Davanın görüldüğü ilin Ağır Ceza Hâkimi hiçbir risk alamıyor çünkü. Risk alsa o da FETÖ’cü olarak damgalanacak çünkü. Zor, çok zor bir süreç bu…”

“KORKUNÇ BİR TUZAKLA KARŞI KARŞIYA KALMIŞ OLABİLİR BİNLERCE İNSAN”

Yeni Şafak yazarı Kılıçarslan Bylock’la ilgili hazırlanan bir rapordan da bahsederek yazısını şöyle sürdürdü:

“Bu ‘içeriksiz ByLock’ meselesiyle ilgili olarak Avukat Ali Aktaş’ın, Adli Bilişim Uzmanı Koray Peksayar’ın da uzmanlığından faydalanarak ortaya koyduğu derlemeden bir bölümü dikkatinize sunayım: ‘Kısaca: “Mor Beyin” adlı uygulama geliştirici ekip, Google Reklamları ve Google Analytics hizmetlerine bağlantı için sayfa koduyla birlikte kendi belirlediği diğer HTML kodunu, kullanıcının farkındalığı dışında uygulamanın reklam alanı içerisinde gömecek şekilde bir tasarımda bulunduğu ve bu tasarımı yayınladığı uygulamalarda genel olarak kullandığı açık olarak anlaşılmaktadır…" kodunun da bu ekibin tasarrufuyla ilgili reklam alanında görünmez/nokta halinde yüklettiği ve her iframe yüklenmesinde, yani bu ekibin tasarrufuyla belirlenen iframe yüklenen her uygulama işlevinde, kullanıcı ByLock uygulama sunucusuna bağlantı kurmuş gibi görünecektir… ByLock gözaltı ve tutuklamaları içerisinde özellikle tek delili ByLock olan; ByLock içeriği dosyalara gelmeyen veya “içerik yoktur” denilen; BTK verilerine göre 3, 6, 19 ve buna yakın düşük rakamlarda IP tespiti gelen şüpheliler/sanıklar vardır.’

Anlaşılsın diye söylüyorum. Ali Aktaş ve Koray Peksayar’ın tespitleri doğruysa mesela ‘namaz vakitlerini’ bildiren bir uygulamanın ara yüzünün herhangi bir noktasına parmağınızla dokunduğunuzda IP adresiniz ByLock’a girmiş olacaktır. Yani korkunç bir tuzakla karşı karşıya kalmış olabilir binlerce insan.

Doğrusunu isterseniz güçlükle kaleme aldım bu satırları. Geçtim yazdığım bu satırların ‘FETÖ’cüleri koruyor’ diye anlaşılmasını; yazdığım bu satırlar yüzünden herhangi bir FETÖ’cü pislik lehine en küçük bir avantaj sağlanacak olsa kendimi affedemem. Bu uğursuz katil sürüsüne, bu aşağılık pisliklere yağmurlu günde bir bardak su verenin de yargılanıp cezasını almasını istiyorum. Hatta bazılarının darağacında sallandığını görmek istiyorum. Kinim geçmiyor, nefretim soğumuyor.”

“BÜROKRATİK BİR TIKANMA DA YAŞANMAKTADIR”

“Fakat, fakat, fakat. Yine bu aşağılık pislik sürüsünün kurmuş olabileceği bir tuzak yüzünden herhangi bir masumun suçsuz yere hapiste kalmasına da vicdanım elvermiyor” diyen Kılıçarslan köşesini şöyle sonlandırdı:

“Hatta bundan daha da kötüsü var: Hayatını FETÖ ile mücadele ile geçirmiş, FETÖ tehlikesini bertaraf etmek için canını dişine takmış bir takım ‘dava delisi adamlar’ın mağdur edilmesi, FETÖ’cü olarak kodlanması.

Sayın Cumhurbaşkanımız önüne gelen bu meseleyle ilgili olarak gereğini yapacaktır. Buna şüphe yok. Ancak zannediyorum ‘içeriksiz ByLock dosyaları’konusunda bürokratik bir tıkanma da yaşanmaktadır. Evvelemirde bu tıkanmayı giderecek çareyi bulmak da Adalet Bakanlığı başta olmak üzere tüm ilgililerin boynuna borçtur.

Millî Gazete

Gökçek için 'ben kazandım' demişti! Bülent Arınç hakkında çarpıcı iddia
31 Ekim 2017

Eski Meclis Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la geçen hafta cami açılışındaki samimiyeti oldukça dikkat çekmişti. Peki Bülent Arınç yeniden aktif siyasete dönüyor mu? Arınç'tan bu soruya yanıt geldi. Öte yandan Ahmet Hakan ise, Bülent Arınç hakkında çarpıcı bir iddiada bulundu.

Kanal D Haber’e konuşan Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ’la birlikte katıldığı açılışlarla ilgili olarak, “Hakkımızı iade etti. Partimle aidiyetimi kesmişlerdi, şu an partiyle olan aidiyetimiz de kuruldu.. 'Afyon'daki toplantıya da geleceksiniz, partinin kurucusu olarak da partide her zaman söz sahibi olacaksınız' dediler. Buna teşekkür ettim, Sayın Cumhurbaşkanımıza da. Aktif siyaset yapmamak üzerine bir kararım var. Şartlar ne getirir ne götürür farklı bir teklif olursa da ben bu kararımı onlara iletirim, sonra verilecek karar ne olur onu da birlikte görürüz” dedi.

NE OLMUŞTU?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifası öncesi eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'la kameralar önündeki samimiyeti dikkat çekmişti. Cami açılışında konuşan Erdoğan'ın "Özellikle burada böyle bir hanımefendinin isminin bu camimize verilmiş olması ki, isim babası da Bülent Arınç Bey'dir, teşekkür ederim" sözleri herkesi şaşırtmıştı.

BÜLENT ARINÇ NEDEN YENİDEN GÖZDE OLDU?

Öte yandan Erdoğan-Arınç samimiyetini köşesine taşıyan Ahmet Hakan, "Bülent Arınç neden yeniden gözde oldu?" diye sordu.

Abdullah Gül ve arkadaşları denebilecek ekibin en önemli isminin Bülent Arınç olduğunu vurgulayan Ahmet Hakan, "Olmaz ya...Diyelim ki oldu. Abdullah Gül ve arkadaşları, önümüzdeki süreç içinde bir şeyler yapmaya kalkıştılar. Mesela kafayı çıkarıp ayrı bir hareket başlattılar. Hah! İşte öyle bir durumda... Ekibin en önemli ismi Bülent Arınç’ın Gül ve arkadaşlarından ayrılması, tercihini Reis’ten yana yapması gerekiyor. Bülent Arınç’ın yeniden gözde olmasının temel nedeni işte bu" iddiasını ortaya attı.
Millî Gazete

"Erdoğan'a 'diktatör' imasında bulunan ilk kişi, kendi danışmanı Yiğit Bulut"
02 Kasım 2017



Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Bülent Tezcan'ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a 'faşist diktatör' demesi ile başlayan tartışmalarla ilgili olarak "Erdoğan’a diktatör imasında bulunan ilk kişi kendi danışmanı Yiğit Bulut’tur. Cumhurbaşkanı’nı Sezar’a benzetmiştir. Sezar’ın tarihe geçmesine sebep olan ise Roma Cumhuriyeti’ni yıkarak kendini “Dictator in perpetuum” yani “daimi diktatör” ilan etmesidir. Bildiğimiz kadarıyla Yiğit Bulut hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır" dedi.

Mumcu'nun "Diktatöre diktatör denir mi?" başlığıyla (2 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

“Şayet diktatör olsaydı, ona diktatör diyemezdiniz” mantıklı bir tespit. Peki, bu tespiti yaptıktan sonra diktatör diyen hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaretten suç duyurusunda bulunmak çelişkili değil mi? Neticede suç duyurusunun hedefi muhatabının diktatör demesini cezalandırmak, bir daha aynı ifadeyi kullanmasını engelleyerek buna niyet edenlere gözdağı vermek.

Bu durumda “şayet diktatör olsaydı, ona diktatör diyemezdiniz” cümlesi tamamen anlamsızlaşmakla kalmıyor aynı zamanda ister istemez dolaylı olarak sayın Cumhurbaşkanı’nı diktatör olmakla itham etmiyor mu?

Dünyada kendine diktatör dendiği için son senelerde kimler dava açmış bakalım.
Nijer Devlet Başkanı Mainassara.
Zimbabve Başkanı Mugabe.
Angola Başkanı Eduardo dos Santos.
Çad Başkanı İdris Déby.
Gabon Başkanı Ali Bongo.
Ekvador Başkanı Rafael Correa.
Beyaz Rusya Başkanı Aleksandr Lukaşenko

Bunlar benim ilk aramada bulduklarım. Elbette sayıları artabilir. Ancak dikkat çeken mesele, diktatör diyene dava açanların demokrasileriyle meşhur devletlerin başkanları olmamaları. Ayrıca bu devletlerin hepsinin başkanlık rejimiyle yönetildiğinin de altını çizmeli.
Başka devletlerde kimse devlet yöneticilerine diktatör demiyor mu?
Efendim diktatör de diyorlar, katil de, hırsız da. Demokrasilerde siyasetçilere yönelik eleştiri sınırlarının sıradan vatandaşlara göre daha geniş olduğu kabul edilir. Nasıl olduysa hâlâ üyesi bulunduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadı da bunu defalarca tekrar etmiştir.
Kaldı ki sayın Erdoğan’a diktatör imasında bulunan ilk kişi kendi danışmanı Yiğit Bulut’tur. Cumhurbaşkanı’nı Sezar’a benzetmiştir. Sezar’ın tarihe geçmesine sebep olan ise Roma Cumhuriyeti’ni yıkarak kendini “Dictator in perpetuum” yani “daimi diktatör” ilan etmesidir. Bildiğimiz kadarıyla Yiğit Bulut hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan hakkında suç duyurusunda bulunan cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı Hüseyin Aydın’ın amacı uluslararası camiada Türkiye’yi Çad, Zimbabve, Angola, Nijer benzeri bir rejim olarak gösterip sayın Cumhurbaşkanı hakkında “diktatör algısı” yaratmak mıdır?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu avukatın fiilinden haberi var mıdır?
Gelişmiş demokrasilerde liderler kendilerine “diktatör” denmesini umursamaz ve kendilerine diktatör diyene dava açmaz.
Diktatörlüklerde ise liderler kendilerine “diktatör” diyene dava açarlar ki örnekler de bunu gösteriyor.
Sayın Cumhurbaşkanı’nı kendisi hakkında “diktatör algısı” oluşturmaya çalışanlara karşı uyarmak herhalde en doğal vatandaşlık görevimizdir.

T24
ETİKETLER
yiğit bulut tayyip erdoğan bülent tezcan

Şemdinli'de 8 şehit!
02 Kasım 2017



Hakkâri’nin Şemdinli İlçesinde hudut karakolan sızan PKK'lar ile girilen çatışmada 6 asker ile 2 güvenlik korucusu şehit oldu.Çatışmaya ilişkin Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Bölücü terör örgütü tarafından yoğun sis ve kötü hava koşullarından faydalanarak gerçekleştirilmeye çalışılan saldırı girişiminin tespit edilmesi sonucunda meydana gelen çatışmada altı kahraman silah arkadaşımız ile iki güvenlik korucumuz şehit olmuş, biri ağır olmak üzere iki kahraman silah arkadaşımız yaralanmıştır'' ifadelerine yer verildi.
T24

İşte AKP'de isti
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ksm 02, 2017 8:31 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ksm 02, 2017 7:29 pm    Mesaj konusu: İşte AKP'de istifa ettirilecek yeni başkanlar listesi Alıntıyla Cevap Gönder

Yeni seçim anketi: AK Parti yüzde 38.51, İYİ Parti yüzde 16.06, MHP barajın altında
06.11.2017



Kamuoyu araştırma şirketi SONAR’ın anketine göre AK Parti’nin oy oranı yüzde 38.51, MHP ise barajın altında.

Avukat Fidel Okan'ın Twitter'dan duyurduğuna göre 26 ilde 3.000 kişiyle görüşülerek yapılan ankette hata payı +/- yüzde 1.73 olarak belirlendi. Anketin tarihi ise 1-6 Kasım.

​Buna göre kararsız seçmenler partilere oy oranına göre dağıtıldığında bugün seçim olsa AK Parti yüzde 38.51, CHP yüzde 23.50, İYİ Parti yüzde 16.06, HDP yüzde 10.33, MHP yüzde 7.78, diğer partiler yüzde 3.82 oranında oy alıyor.

​Kararsız dağıtılmadan ise oy oranları şöyle: AK Parti yüzde 34.3, CHP yüzde 20.9, İYİ Parti yüzde 14.3, HDP yüzde 9.2, MHP yüzde 6.9, diğer yüzde 3.4, kararsızlar 10.9.
Sputnik

İşte AKP'de istifa ettirilecek yeni başkanlar listesi
1.11.2017



Kadir Topbaş, Melih Gökçek gibi ses getiren istifaların ardından son olarak istifa eden Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur'un ses getiren tepkili açıklamalarıyla sallanan siyaset gündemi bir iddia ile daha çalkalanıyor! CNNTürk'te yer alan habere göre, Kanal D muhabiri Seçil Özer yaptığı araştırmalar sonrası 7 ilde daha belediye başkanlarının istifasının isteneceğini aktardı.

AK Parti 'de değişim rüzgarı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'ın 'metal yorgunluğunu kabul edemeyiz' sözleriyle başlamıştı. Beş büyükşehir belediye başkanlarının istifası istenmiş ve bu başkanlar art arda istifa etmişlerdi. Şimdi ise Ankara kulislerinde konuşulan yeni bir iddia var: 7 ilde daha belediye başkanlarının istifası istenecek.
'
İstifaları istenen başkanlar Kadir Topbaş, Melih Gökçek, Ahmet Edip Uğur, Recep Altepe, Faruk Akdoğan, Mehmet Keleş art arda görevlerini bırakmışlardı. Ama kulislerde AK Parti'deki değişim rüzgarının bununla kalmayacağı konuşuluyor. Biraz ara verilse de Kasım ayından sonra istifasının istenileceği 7 başkanın daha olduğu iddia edildi.

Kanal D muhabiri Seçil Özer, Ankara kulislerinde konuşulan bu iddiaları araştırdı. Özer kulislerde, 'Gaziantep, Antalya, Trabzon, Ordu, Uşak, Nevşehir , Afyonkarahisar Büyükşehir Belediye Başkanları'nın istifalarının isteneceği iddialarının olduğunu aktardı.
Millî Gazete

Balıkesir Belediye Başkanı'nın eşi gözaltına alındı
1.11.2017

Balıkesir Belediye Başkanı'nın eşi gözaltına alındıAhmet Edip Uğur, Balıkesir Belediye Başkanlığı'ndan istifa ederken gündeme damgasını vuracak sözler söylemiş, 'Aileme kadar tehdit edildim' diye konuşmuştu. Uğur'la ilgili bir iddiada da CHP Balıkesir Milletvekili Namık Havutça'dan geldi.
CHP'li Havutça, Ahmet Edip Uğur'un evine Ankara'dan giden polislerin olduğunu, eşi Nurgül Uğur'un da bu polisler tarafından gözaltına alındığını iddia etti. Havutça konuyla ilgili şunları kaydetti: 'Sayın başkanın eşinin terörle mücadele ekibi tarafından gözaltına alındığını, bir gün gözaltında tutulduğunu ve bunun üzerinden başkanın tehdit edildiğini duydum.'

Ahmet Edip Uğur bu hafta başında istifa etmiş, sözleri de gündeme damga vurmuştu. Çünkü Uğur, diğer başkanlar gibi sadece görevinden değil AK Parti'den de istifa etmişti.
Ülkücü Medya

Barış Soydan: Konut fiyatlarında yüzde 30 düşüş beklentisi
02 Kasım 2017

Önce iki haberi arka arkaya okuyalım, sonra inşaat şirketlerinden birinin yöneticisinin yorumuna bakacağız.

(27 Ekim, Dünya)
İstanbul'da konut fiyat artış hızı 6 yılın dibinde
İstanbul'da konut fiyatlarında artış hızı Merkez Bankasının fiyatları hesaplamaya başladığı 2011 yılı başından bu yana en düşük seviyesinde gerçekleşti.

(23 Ekim, Dünya)
Nef, 2 günde 474 konut sattı
Nef Çamlıtepe'de 1+1'den 4+1'e kadar farklı tiplerde sunulan konutların tamamı satıldı.

İki haber, ilk bakışta birbirini yalanlarmış gibi duruyor. Fiyat artışının yavaşlaması için talebin zayıflaması lazım. Öyleyse satışa çıkan bir projede tüm konutlar iki günde nasıl satılabiliyor?

Merkez Bankası'nın konut endeksi (Tam adı, TCMB Hedonik Konut Fiyatı Endeksi) İstanbul'da fiyatların yıllık bazda yüzde 7,05 arttığını gösteriyor. Ama rakama aldanmayın. Aynı endekse göre İstanbul'da konut fiyat artış hızı son 5 aydır enflasyonun altında seyrediyor. Yıllık enflasyonun yüzde 11'in üzerinde olduğunu düşünecek olursak, İstanbul'da konut fiyatlarının aslında reel olarak gerilediğini söyleyebiliriz. Nitekim Hürriyet yazarı Uğur Gürses’in hesabına göre İstanbul’da konut fiyatları son bir yılda reel olarak yüzde 3.3 gerilemiş durumda.

Peki konut fiyatlarındaki reel gerileme ne kadar devam eder? Geçici bir durumla karşı karşıya olmayalım?

Bu sorunun cevabını bulmak için ikinci habere geçelim. Talebin eski canlılığından uzak olduğu bir dönemde, Çekmeköy'deki projede, 500'e yakın konut iki gün içinde nasıl satıldı?
Bu sorunun cevabını vermek için söz konusu projenin metrekare fiyatlarını bilmek gerek. NEF’in Çekmeköy projesindeki metrekare fiyatının (Ki, 5 bin TL civarında olduğu söyleniyor) çevredeki diğer projelerden yüzde 20-30 daha ucuz olduğu konuşuluyor.

Eğer bu projeyle ilgili rakamlar konut piyasasının geneliyle ilgili önemli bir eğilime işaret etmese, “Alan almış, satan satmış, bize ne” der geçerdik. Ama mikrodan yola çıkarak makroya varmak, NEF’in Çekmeköy projesine bakarak inşaat sektörünün geneliyle ilgili bir yorumda bulunmak mümkün.

Çekmeköy’deki proje bize şunu gösteriyor: İstanbul’da konut alıcısı, fiyatta iskonto bekliyor. Fiyat iskontoluysa acele ediyor. Değilse, ağırdan alıyor.

İnşaat şirketlerinden birinin patronu olan kaynağım şöyle diyor: “Sadece Çekmeköy’de değil, İstanbul’un genelinde konut alıcısında yüzde 20 - 30 iskonto alma isteği görüyorum.”

"Bir projeden yola çıkarak böyle büyük laflar etmek yanlış" diyecekler için bir örnek daha verelim. Kısa süre önce Ağaoğlu da, yine aynı bölgede, yeni bir projeyi satışa çıkardı. O da tıpkı NEF gibi fiyatta iskontoya gitti. Kendi tabiriyle “kol kesti.” Habertürk’e verdiği röportajda şöyle diyordu: “Ciddi bir durgunlaşma var. Fiyatlar düşüyor. Maliyetler artıyor. Hele müteahhit pahalı arsayı alıp projeye girdiyse, yandı gülüm keten helva... Çok yüksek fiyatlarla arsa alan müteahhitler sıkıntı içinde. Hesaplar karıştı. Şahsi endişem birkaç Fi Yapı hadisesinin ortaya çıkmasıdır. Ekonomik olmayan hiçbir şeyin yaşama şansı yok. Çarklar dönecekse, kimi parmak kesecek, kimi kol kesecek. Biz Çekmeköy’de ‘Arsa bizden’ diyerek, kol kestik.”

“Kol kesmek”, her inşaat şirketinin yapabileceği bir iş değil. Arsa kendisine aitti, Ağaoğlu bu sayede “kolunu kesebildi”, yani iskonto yapabildi. NEF'in şansı ise arazi sahibiydi. NEF'in projesinde arazi, Finansbank’ın kurucusu Hüsnü Özyeğin’e aitti. Bölgede arazi sahipleri inşaat şirketleriyle genellikle yüzde 50-50 şeklinde anlaşıyor. Yani gelirin yarısını kendine alıyor, yarısını inşaatı yapan şirkete bırakıyor. Özyeğin’in ise yüzde 35’le yetindiği söyleniyor. Bu da inşaat şirketine iskonto yapmak için marj bıraktı.

Peki o marjı bulamayan inşaat şirketleri ne yapacak? Üstelik bina inşaat maliyetleri, dolardaki artışa paralel olarak son bir yılda yüzde 22 artmışken.

Ne diyordu Ağaoğlu? “Hele müteahhit pahalı arsayı alıp projeye girdiyse, yandı gülüm keten helva…”

Keten helva yanıyor.

T24
ETİKETLER
inşaat konut fiyat ev satışı konut alma ağaoğlu nef özyeğin

"Efkan Ala, Melih Gökçek'in evine gitti; bu ziyaret teselli için mi, siyasi hazırlık mı kestiremedim"
03 Kasım 2017



"Birkaç gündür Melih’in evinde hareketlilik görüyorum"

Aydınlık yazarı Sabahattin Önkibar eski İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın, istifa ettirilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in evine gittiğini yazdı. Önkibar, "Bu ziyaretler Gökçek’i teselli için mi yoksa Tayyip’e karşı siyasi hazırlık mı kestiremedim" ifadesini kullandı.

Önkibar'ın "Zarrab’a karşı, Washington’da al-ver masası" başlığıyla (3 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

New York Times’a göre Reza Zarrab itirafçı olacak ki bunun işaretini geçen hafta Tayyip Erdoğan da vermişti.

Sakın ne önemi var demeyin, çok önemli.

Maazallah Tayyip Erdoğan hakkında çıkarılacak bir tutuklama kararı belirsizliğe ve kaosa zemin hazırlayacağından ekonomimizdeki bütün dengeleri altüst eder.

Ankara, bu vehameti gördüğü için olsa gerek Başbakan Binali Yıldırım bu konu bağlamında sürpriz bir şekilde apar topar ABD’ye gidiyor.

Muhtemelen Washington’da bir pazarlık masası kurulacak ve al-ver yapılacak.

Dilerim Suriye politikası, Kıbrıs ve S-400 alımında sapmalar olmasın!

NOT: Yarın ve öbür gün (Cumartesi-Pazar) öğle sonrası İstanbul- Beylikdüzü’ndeki TÜYAP Kitap Fuarı’nda Kırmızı Kedi Yayınevi’nin standında olacağım... Okurlarımı bekliyorum...

İşte İstanbul'a ihanet edenler!

* Tayyip Erdoğan kendi açıkladı, İstanbul’a ihanet edenlerin içinde biz de varız dedi.

*Nurettin Sözen bir diğer günahkârdır zira İstanbul onunla gecekondulaşıp köy olmuştur.

*İstanbul’un iğdiş edilmesinde sorumluluk sahibi olanların içinde Turgut Özal da var zira belediyelere kontrolsüz imar yetisi vererek rantın önünü açmıştır.

*Bir diğer sorumlu Adnan Menderes’tir ki geleceğe dönük plan ve vizyon ortaya koyamamıştır.

*Keza, belediyede şahsi iş gördürdüğü için yapılan rezillikleri afişe etmeyen medya İstanbul’a ihanet edenlerin başında gelmektedir...

Ekonomide korkutan göstergeler

Altın tarihin zirvesinde! Borsa tarihin zirvesinde! Faiz yükseliyor!

Ve bütün bunlara paralel döviz yükseliyor!

Reklamdan sonra devam ediyor

Hayır, kapitalist-piyasa ekonomi kuramı böyle bir tabloya asla cevaz vermiyor.

Hem borsa hem döviz hem faiz hem altın, aynı anda mümkün değil yükselmez. Eğer bu oluyorsa bilinmeyen kötü şeyler var demektir.

Ayrıca bütçe açığı, enflasyon ve ticari açık her geçen gün kötüye gidiyor.

Komşum Gökçek'in evinde toplandılar

Benim evim eski siyasilerin oturduğu sitede.

Melih Gökçek’in de bu sitede evi var.

Birkaç gündür Melih’in evinde hareketlilik görüyorum.

Mesela İçişleri eski Bakanı Efkan Ala’yı o eve girerken gördüm ki Efkan Bey, Gökçek misali Tayyip Erdoğan tarafından makamı alınanlardan.

Ben gözümle Efkan Ala’yı gördüm ama site lokalinde dinlediğime göre Tayyip’e kırgın bazı isimler aynı şekilde Melih Bey’i ziyaret ediyormuş.

Bu ziyaretler Gökçek’i teselli için mi yoksa Tayyip’e karşı siyasi hazırlık mı kestiremedim.

Ahmet; Tayyip öyle, peki Gül?

Abdullah Gül’ün hayatını yazdırdığı ve her zaman sahiplendiği Ahmet Sever T24 Sitesinde Tayyip Eroğan’ı topa tutuyor.

Diyor ki: “Abdullah Gül zamanında 6 olan danışman sayısını Erdoğan 36’ya çıkararak danışmanlık kurumunu yandaşlarına arpalık haline getirdi.”

Bu ifadeye itirazım yok, ancak?

Peki, Ahmet Sever kardeş, senin patronun Abdullah Gül emekli olmasına rağmen hala 17 araç ve 40 personeli niçin yanında bulunduruyor?

Yahu adam emekli, o kadar araç ve adama devlete niye para ödetiyor söylesene?

Ha Tayyip ha Abdullah var mı bir farkı?

T24
ETİKETLER
efkan ala ve melih gökçek haber açıklama teselli haber

"Bu gelişme, 'AKP yumuşuyor, ilk yıllarına dönüyor' iddialarının ciddi olmadığını gösteriyor"
03 Kasım 2017



"Amaç; AKP’de iç muhalefet oluşmasını önlemek"

Cumhuriyet yazarı Güray Öz, AKP'nin ilk yıllarına döndüğü iddialarına ilişkin olarak "Ciddi değil" dedi. "FETÖ ile ilişkilendirilmesinin saçmalığında hemen herkesin birleştiği Osman Kavala örneği de tıpkı Cumhuriyet davasında olduğu gibi zor kullanma projelerinden vazgeçilmediğini gösteriyor" diyen Öz, "Bu gelişme, 'AKP yumuşuyor, ilk yıllarına dönüyor' ya da sık sık yinelenen “Kemalistleşiyor” iddialarının ciddiye alınabilecek tarafı olmadığını gösteriyor" ifadesini kullandı.

Öz'ün "Tehlikeler, Olasılıklar" başlığıyla (3 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Gelişmeler ya da gelişmesi planlanan işler dünyada da Türkiye’de de her anlamda risklerin arttığını gösteriyor. Gelişmeler derken kastımız; şu ana kadar olup bitenlerdir. Olup biteni ama aynı zamanda itirazları da içerecek bir tablo çizmeye çabalıyoruz. Güçlenen olasılıkların tartışılması, ihmal edilmesinde yarar olmayan tüm öğeleri içerecek nesnel bir çözümlemenin denenmesinde yarar var.
Yapabilir miyiz?

***

Deneriz en azından. Sondan başlayalım; Cumhuriyet yazar ve yöneticilerine yönelik davada arkadaşlarımız bu kez de tahliye edilmediler. Kararın zorlama, hukuka aykırı olduğunu heyetin bir üyesinin karşı oy yazısında görmek mümkün. Özetle; “tutukluluk için hiçbir gerekçe yoktur” deniliyor karşı oy yazısında. Bu gelişmenin yanı sıra FETÖ militan ve yandaşlarına yönelik olduğu söylenen tutuklama dalgaları da sürüyor. Ama yine bugüne kadar olduğu gibi, FETÖ ile ilişkilendirilmesinin saçmalığında hemen herkesin birleştiği Osman Kavala örneği de tıpkı Cumhuriyet davasında olduğu gibi zor kullanma projelerinden vazgeçilmediğini gösteriyor.

***

Bu gelişme, kimi yazarların ve siyaset sahnesinde, başka niyetlerle varlık gösteren spekülatörlerin, “AKP yumuşuyor, ilk yıllarına dönüyor” ya da sık sık yinelenen “Kemalistleşiyor” iddialarının ciddiye alınabilecek tarafı olmadığını gösteriyor. Bu türden dedikoduları bir yana bırakmak, ihmal edilmemesi gereken ipuçlarına bakmak herhalde daha doğru olacaktır: AKP, sırasıyla yerel, genel ve Cumhurbaşkanı seçimleri için “araziyi düzeltme” çabalarına hız verdi. Parti içi tasfiyelerin, muhalefetin kapılarını da zorlayarak sürdürüleceği anlaşılıyor. Amaç; AKP’de iç muhalefet oluşmasını önlemek, muhalif partileri ve hareketleri silahsızlandırmaktır.

***

Bu gelişmeyi önemsemek durumundayız. Muhalefeti silahsızlandırmak demek, seçimler öncesi ana muhalefeti hareket edemez hale getirmek, solu gözaltı ve tutuklama yöntemini daha sık kullanarak devre dışı bırakmaya çalışmak demektir. Bu arada yaratılmak istenen “İyi Parti” şehir efsanesinin de bu planın bir parçası olduğu anlaşılıyor. MHP eriyorsa, baraj altına düşüyorsa, o fonksiyonun bir başkasına devredilmesi, kuşkusuz bunun “herkesi kapsayan sert muhalefet, yeni umut” havasıyla piyasaya sürülmesi doğaldır. Bu projenin gerçekçi olup olmadığı, yerel seçim “sath-ı mailine” girildiğinde ortaya çıkacaktır.

***

Yerel seçimlerde olası bir yenilgi, oylarda anlamlı bir düşüş AKP’yi ya da daha doğrusunu söyleyelim, liderliği seçimleri ertelemeye yöneltebilecektir. 7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan, muhalefeti güçlendirmekten çokiktidarı güçsüzleştiren sonuçların, alışılmamış siyaset yöntemleri kullanılarak 1 Kasım sonuçlarına dönüştürüldüğünü biliyoruz. Alışılmamış yöntemler derken siyasi güç kullanımından söz ediyoruz.
Şimdi bu tür bir siyasi güç kullanımı da yeterli olmayacaktır.

***

Bu nedenle de büyük olasılıkla seçimleri ertelemek, erteleme kararının öncesinde ve sonrasında eylemli karşı çıkışları OHAL’in sınırlarını zorlayan uygulamalarla susturmak gerekecektir. Bunun hazırlıklarının yapıldığını, uygulamanın başladığını, AKP’deki iç manevranın öteki siyasi partileri, hareketleri de kapsayacak şekilde genişletilmek istendiğini görüyoruz. Böyle bir ihtimali hesaplamamak, önlem almamak muhalefet için vahim bir hata olmaz mı?

Bu arada muhalefetin “hatasız kul olmaz” şarkısını repertuvarından çıkartması, başaramazsa sıradaki nihavend’in “bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” olacağını hesaba katması gerekecektir.

T24
ETİKETLER
akp haber açıklama ilk yıllar yumuşuyor ilk yıllar

"İSKİ'nin milyarlık ihalesine en düşük ikinci teklifi, eski AKP'li vekil verdi"
03 Kasım 2017



"Bakalım İSKİ bu milyarlık 'davetli' ihaleyi nasıl sonuçlandıracak?"

Hürriyet yazarı Çiğdem Toker, Kâğıthane-Bahçelievler arasındaki içme suyu tüneli projesi için İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (SKİ) tarafından gerçekleştirilen ihalede en düşük ikinci teklifi 938.2 milyon lira teklifle ASL İnşaat’ın sahibi, eski AKP Rize Milletvekili Abdülkadir Kart olduğunu söyledi.

ASL İnşaatın daha önce TÜRGEV yurdu ve Fatih Terim Stadyumu inşaatıyla gündeme geldiğini ifade eden Toker, "Kart’ın İSKİ ihalesine davet edilmesinden iki hafta önce, oğlunun düğününe ev sahipliği yaptığını, Ankara’daki bu düğünün nikâh şahitlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve Başbakan Binali Yıldırım olduğunu" anımsattı.

Çiğdem Toker'in "İSKİ’den milyarlık ihale" başlığıyla (3 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bağlı kuruluşu İSKİ’nin, “davet” yöntemli büyükçe bir ihale yapacağını, geçen pazar bu köşede duyurduk.

Kâğıthane-Bahçelievler arasındaki içme suyu tüneli projesi, bundan iki buçuk yıl önce hazırlanmış ancak ihale edilmemişti.
Biliyorsunuz bir ihale, Kamu İhale Kanunu’ndaki pazarlık yöntemiyle yaptırıldığında kamu kaynakları ve bütçe açısından suiistimale açık bir ortam doğuyor.

Bu tip ihalelere kimlerin çağrılacağı, çağrılan firmaların listesi, verilen teklifler açık ve saydam biçimde kamuoyuyla paylaşılmıyor.

Rekabet sağlanmayan bu büyük ihalelerde, kamunun, bir proje için; sözgelimi neden 300 milyon değil de 500 milyon TL’ye yaptırdığını öğrenmek asla mümkün olmuyor. Aradaki farkın nerelere gittiğini de...

Bu durumun belirgin örneklerini geçen aylar boyunca Karayolları Genel Müdürlüğü’nün sayılamayacak kadar çok milyarlık ihalelerinden biliyoruz.

Keza İBB Raylı Sistem Daire Başkanlığı’nın “ön yeterlilik” yöntemiyle yaptığı metro hatlarına dair ihalelerinde de vurgun gibi fiyat farklarına geçen ay yer verdik.
3 Mart 2017 tarihinde yapılan beş metro hattı ihalesinde, davetli müteahhitlerce önceden idare uzmanlarınca tespit edilmiş “yaklaşık keşif” tutarının çok üzerinde verdiği teklifler sözleşmeye dönüştü. Beş metro hattında kamu aleyhine sözleşmesi yapıldığı, yaklaşık keşif tutarı üzerindeki tekliflerin 1 milyar 193 milyon TL olduğu bilgisine yer verdim.

“Böyle olmadı” diye bir yalanlama gelmedi.

Bu büyük farkı hepimizin vergi zamlarıyla ödediğini biliyorsunuz değil mi?

***

Dönelim tekrar içme suyu tüneli inşaat ihalesine.
İSKİ, geçen pazarki yazımda belirttiğim gibi, 30 Ekim Pazartesi günü, bu projedeki teklifleri aldı.

“Yaklaşık keşif”, “muhammen bedel”, yani baz alınacak ölçü nedir?

Sonucu henüz kesinleşmemiş ihaleye davet edilen sekiz şirketi ve tünel için verdikleri teklif tutarlarını paylaşıyorum:

Eski AKP vekili de ihalede

En düşük teklifin 926.5 milyon TL ile Makyol’dan geldiği içme suyu tüneli ihalesinde, en yüksek iki teklif, görüleceği gibi Cengiz ile Kolin’den.

En yüksek teklif ile en düşük arasındaki farkın 86 milyon TL olduğunu not düşelim.

Bir önemli notumuz da bu ihalede ikinci en düşük teklifi veren firmaya dair.

30 Ekim’deki milyarlık İSKİ ihalesine 938.2 milyon TL teklif veren ASL İnşaat’ın sahibi, eski AKP Rize Milletvekili Abdülkadir Kart. ASL İnşaat, daha önce TÜRGEV yurdu ve Fatih Terim Stadyumu inşaatıyla gündeme gelmişti.

Kart’ın İSKİ ihalesine davet edilmesinden iki hafta önce, oğlunun düğününe ev sahipliği yaptığını, Ankara’daki bu düğünün nikâh şahitlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve Başbakan Binali Yıldırım olduğunu da anımsatalım.

Bakalım İSKİ bu milyarlık “davetli” ihaleyi nasıl sonuçlandıracak?

Kâğıthane-Bahçelievler içme suyu tüneli inşaatında ipi göğüsleyenler arasında ASL olacak mı?

T24
ETİKETLER
iski ihale akp abdülkadir kart haber

Enflasyon 9 yılın zirvesinde
03 Kasım 2017



Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ekimde yüzde 2,08, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 1,71 arttı

Ekim ayı enflasyon rakamları Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklandı. Buna göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ekimde yüzde 2,08, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 1,71 arttı. Bu rakamlarla yıllık enflasyon 9 yılın zirvesine, çekirdek enflasyon ise yaklaşık 14 yılın zirvesine çıktı.

Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 11,90 , yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 17,28 oldu. Merkez Bankası son enflasyon raporunda yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 9,8'e yükseltmişti.

NTV'nin haberine göre, ekim ayı enflasyon rakamlarıyla birlikte ehliyet ve pasaport harçlarıyla bazı cezaların 2018 yılı artış oranları da belli oldu. Buna göre, yeniden değerleme oranı yüzde 14,47 olarak belirlendi.

Zam şampiyonu kadın hırkası oldu

Tüketici fiyatları bazında ekimde en yüksek fiyat artışı yüzde 37,92 ile kadın hırkasında görülürken, en fazla fiyat düşüşü yüzde 27,12 ile yurt içi bir hafta ve daha fazla süreli turlarda oldu.

T24
ETİKETLER
enflasyon ekim

Dolar 3.88'i aştı
03 Kasım 2017



Trump'ın Fed Başkanlığı için Powell'ı aday göstermesiyle 3.80'in altına gevşeyen dolar/TL yeniden yükselişe geçti

Dolar/TL bugün açıklanan enflasyon verisinin beklentilerin üzerinde gelmesi sonrasında yükselişe geçti.

Fortune Turkey'nin haberine göre, dün akşam ABD Başkanı Donald Trump'ın Fed Başkanlığı için Jerome Powell'ı aday göstermesiyle 3.80'in altına gevşeyen dolar/TL kuru bugün açıklanan enflasyon verisinin beklentilerin üzerinde gelmesinin ardından yükselişini sürdürerek 15:08'de 3.8662 seviyesine çıktı.

Saat 15.50 itibariyle dolar/TL yüzde 1.44 primle 3.85 seviyesinin üzerinde seyrederken, euro/TL yüzde 1.47 yükselişle 4.4946'dan işlem görüyor. Borsa İstanbul 100 endeksi ise yüzde 1.65 kayıpla 111.127 puanda.

Saat 17:57 itibariyle dolar/TL 3.88 seviyesini aştı.

En düşük 110.576 puanı gören endeks, şu sıralarda 111.127 seviyesinde. Bankacılık endeksinde ise yüzde 3.5 kayıp yaşandı.

24
ETİKETLER
dolar ekonomi enflasyon trump fed

Ahmet Sever: Siz, 'iki Türkiye'den hangisinde yaşıyorsunuz?
03 Kasım 2017

Türkiye’yi yönetenlere bakarsanız, “Yeni Türkiye” ile
her şey toz pembe...

Ekonomi coşmuş gidiyor, Türkiye uçuyor, dünya Türkiye’yi kıskanıyor.
Türkiye dünyaya meydan okuyor.

İktidarı elinde tutanları dinleyince, insan, “Acaba onlar başka biz başka bir Türkiye’de mi yaşıyoruz?” diye sormadan edemiyor.

En iyisi rakamlara başvurmak. Uluslararası saygın kurum ve kuruluşların, demokrasi, basın özgürlüğü, eğitim, iş kazaları, çocuk istismarı, gelişmişlik endeksi, güçlü pasaport gibi geniş bir yelpazede, Türkiye’yi dünyada nereye oturttuğuna bir bakalım.

1- Pasaport Index’in 2017 yılı raporuna göre, dünyanın en güçlü pasaportları sıralamasında Türkiye 52. sırada yer alıyor. Vizesiz seyahat edilebilen ülke sayısına göre yapılan değerlendirmede, bir sırada bazen birden çok ülke bulunduğundan, Türkiye’nin önünde aslında 87 ülke var.


2- The Economist Intelligence Unit’in 2017 dünya demokrasi endeksinde Türkiye 88. sıraya gerilemiş durumda. Kişisel özgürlükler, seçim süreci, siyasi katılım ve çoğulculuk kriterlerine göre saptanan tabloda, dünyanın yaklaşık yarısı, Türkiye’den daha iyi durumda.

3- Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2017 basın özgürlüğü raporunda Türkiye, 188 ülke arasında en diplerde 155. sırada.

4- En çok gazetecinin hapiste olduğu ülkeler arasında ise, Türkiye açık ara birinci.

5- OECD üyesi 38 ülkenin değerlendirildiği yıllık eğitim endeksinde Türkiye sondan üçüncü.

6- ODTÜ bünyesinde yer alan URAP araştırma laboratuvarının, dünyanın en iyi üniversiteleri raporunda, ilk 500’e girebilen Türk üniversitesi yok.

7- Birleşmiş Milletler (BM) İnsani Gelişmişlik Endeksi 2017 sıralamasında Türkiye, 188 ülke arasında 71. sırada ancak yer buluyor.

8- Çocuk İstismarcılığıyla Mücadele ve Çocuk Haklarını Koruma Derneği’ne göre, Türkiye çocuk istismarcılığında dünya üçüncüsü.

9- Bilim ve matematik alanında Uluslararası PISA’nın test sonuçları, Türkiye’yi 72 ülke arasında 50. sırada gösteriyor.

10- Uluslararası sendikaların raporları, iş kazaları konusunda Türkiye’yi, El Salvador ve Cezayir’in ardından dünya üçüncülüğüne koyuyor.

11- UNICEF’in çocuklara sağlanan refah koşulları raporunda, Türkiye, 41 ülke arasında 36’ıncılıkla en sonlarda.

Bu dünya manzarasında, Türkiye, yukarda olması gereken alanlarda diplerde, sonlarda olması gereken hâllerde zirvede yer alıyor.

Yukarıda sıralanan verilere bakıldığında Türkiye, bırakın coşmayı, uçmayı, meydan okumayı, kıskanılmayı, tipik bir üçüncü dünya ülkesinin özelliklerini taşıyor.

Önümüzde gurur duyulacak değil, utanılacak bir tablo duruyor.
Bu makale, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır

T24
ETİKETLER
ahmet sever tayyip erdoğan abdullah gül danışman

Ahmet Hakan: Kim tehdit etti seni konuşsana, korkak gibi ortalığı bulandırıp gidiyorsun!
02 Kasım 2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'nın talimatıyla geçen pazartesi istifa kararını açıklarken "Aileme tehditlere varan baskılar oldu" diyen Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur'a seslenerek "Kardeşim konuşsana! Kim tehdit etti seni? Yapacağın iki şey var: BİR: Ya çıkar adam gibi açıklarsın seni tehdit edenleri. İKİ: Ya da susup oturursun. Ama sen en ürkek, en korkak, en çıkarcı, en hesapçı işi yapıyorsun!" diye tepki gösterdi.

Ahmet Hakan'ın "‘Cumhurbaşkanı’nı dış odaklara yedirmeyiz’ diyen CHP’li kim?" başlığıyla yayımlanan (2 Kasım 2017) yazısı şöyle:

EY Edip Uğur!

Balıkesir Belediye Başkanlığı’ndan istifa ederken...

Çıktın şöyle dedin:

“Aileme tehditlere varan baskılar oldu.”

*

Sonra?

Sonra sustun kaldın.

“Tık” yok sende.

*

Kardeşim konuşsana!

- Kim tehdit etti seni?

- Nasıl tehdit etti?

- Ne dedi?

- Sen bu tehdide karşı ne yaptın?

- Polise mi gittin?

- Savcıya mı gittin?

*

Gayet imalı, gayet soyut bir suçlamayla ortaya çıkıyorsun...

Ama arkasını getirmiyorsun.

*

Yapacağın iki şey var:

- BİR: Ya çıkar adam gibi açıklarsın seni tehdit edenleri.

- İKİ: Ya da susup oturursun.

*

Ama sen en ürkek, en korkak, en çıkarcı, en hesapçı işi yapıyorsun!

İkisinin arasında durup...

Ortalığı bulandırıyor ve spekülasyonlara omuz veriyorsun.

*

Yakışmıyor, hiç yakışmıyor.

Ya da yakışıyor.

Bilemiyorum artık.

T24
ETİKETLER
ahmet edip uğur ahmet hakan hürriyet konuşsana kim tehdit etti balıkesir büyükşehir belediyesi başkanı

ABD’li savcılar: Sarraf, Erdoğan’dan destek istemiş olabilir
03/11/2017



İşadamı Rıza Sarraf’ın yargılandığı davada görevli ABD’li savcılar, Sarraf’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın adını bir telefon görüşmesinde andığı iddiasını yeni belgelerle birlikte mahkemeye sundu.

Sarraf, dolandırıcılık suçlamasıyla Halkbank yetkilisi Mehmet Hakan Atilla’yla birlikte ABD’de halen tutuklu. Davanın ilk duruşması 27 Kasım’da yapılacak.

Reklam

Reuters’ın haberine göre ‘Sarraf davası’nın savcıları, 30 Ekim’de mahkemeye gönderdikleri yeni belgelerde, Sarraf’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın adını kullandığı ve kendisinden destek istediğini öne sürdü.

‘Hükümet işin parçası’

Savcılığın belgelerinde Erdoğan’a herhangi bir suçlama yapılmıyor. Ancak Sarraf’ın cumhurbaşkanının adını kullanarak diğer işadamlarını etkilemeye çalışmış olabileceği savunuluyor.

Bir belgede şunlar kaydedildi: “(ABD) devleti, Türk hükümeti ve bankacılık yetkililerinin yaptırımları ihlal etme komplosunun ayrılmaz bir parçası olduğunu duruşmada sergilenecek kanıtların göstereceğini düşünmektedir.”

Tapeler belgede

Mahkemeye sunulan belgede, kaydedilmiş telefon konuşmaları ve yazılı kayıtlar yer alıyor.

Belgelerden birinde Sarraf’ın 16 Nisan 2013’te başka bir şüpheliyle yaptığı görüşme yer alıyor. Belgeye göre Sarraf, bu kişiye İran adına mali işlemde bulunabilmek için banka satın alma çabalarından bahsetti.

‘Onayınız olursa’

Savcılar, Sarraf ile Erdoğan’ın bu görüşmeden dört gün önce bir düğünde konuştuklarını kaydetti.

Belgelerde Sarraf’ın diğer şüpheliye, “O gün düğünde anlattım… Geri dönüp şunu diyeceğim, ‘Sayın başbakan, onayınız olursa, bana lisans verin, banka satın almış olsam da BDDK’ya gideceğim’“ dediği iddiası yer aldı.

Savcılığın bu hamlesinin, avukatlarının Sarraf’ın iddianameye dahil edilmemesinin gerektiğini söylediği gün gelmesi dikkati çekti.

Yorum yok

Sarraf’ın avukatı Benjamin Brafman konu hakkındaki sorulara yanıt vermedi. Türkiye hükümetinden yetkililere ulaşılamadı.

Diken

‘Ak Saray’ın ‘tıbbi sağlık ve gıda güvenliği merkezi’nin faturası: 2 milyon lira
04/11/2017

Sayıştay raporlarına yansıyan rakamlara göre, ‘Ak Saray’ın ‘tıbbi sağlık ve gıda güvenliği merkezi’ için geçen yıl 2 milyon 160 bin 927 lira harcandı.

Bu kalemde, ilaçlar ve farmakolojik ürünler, biyokimyasal ve gaz maddeleri içeren kimyasallar, medikal ve laboratuvar malzemeleri satın alındı. En büyük harcama, 1 milyon 765 bin 426 lirayla laboratuvar malzemelerinin.

Cumhuriyet’ten Sinan Tartanoğlu’nun haberine göre, komisyonun kabul ettiği hesap, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga tarafından paylaşıldı.

Buna göre 2016 yılında 2 milyon 160 bin 721 lira ,‘ilaçlar ve farmakolojik ürünler’, ‘biyokimyasallar ve gaz maddeleri içeren kimyasallar’, ‘medikal malzemeler’ ve ‘laboratuvar malzemeleri’ için harcandı.

‘İlaçlar ve farmakolojik ürünler’ için 29 bin 304 lira, ‘biyokimyasallar ve gaz maddeleri içeren kimyasallar’ için 39 bin 723 lira, ‘medikal malzemeler’ için 326 bin 474 lira, ‘laboratuvar malzemeleri’ için ise 1 milyon 765 bin 456 lira harcandı.

206 lira ise, 2017 yılına devredildi.

Diken
Murat Belge: Bu gidişin sonu hiç sevimli görünmüyor
04/11/2017

Tayyip Erdoğan üslubuyla siyaset yapmak ancak büyük bir gerilim yaratarak mümkün.

Bu zaman zaman, adı konmamış bir “iç savaş” biçimi alabiliyor. Çünkü son dört beş yıldır bu ülkede bir “hukuk” kaldığına inanmak zor. Hukuk iktidarda olan bir kesimin muhalefet edenleri cezalandırmasının, susturmasının v.b. aracı haline geldi.

İçeride OHAL, toplum misyonu, dışarıda her gün bir yenisi keşfedilen düşmanlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne, gerilimin bu kadarını kaldıracak ölçüde güçlü bir toplum olmadı.

Bu gidişin sonu hiç sevimli görünmüyor.

Murat Belge’nin yazısının tamamı için: http://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/populizm-ve-elitizm-dusman-kardesler,18435

Akşener’in kitabını yazan gazeteciye saldırı: ‘Bahçeli’nin fedaileri’
04/11/2017



Gazeteci Sabahattin Önkibar İstanbul’daki kitap fuarında 10 kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Önkibar, sorumluluğu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye yükledi: “Bahçeli’nin fedaileri bunlar, çok belli.”

Saldırganlar Kırmızı Kedi Yayınevi çalışanlarını darp etti, standını dağıttı.

ODA TV’nin haberine göre saldırı Önkbibar’ın İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i anlattığı kitabı ‘Asena’ bahane edilerek düzenlendi.

‘Bahçeli’nin organize olmuş fedaileri’

Önkibar, saldırı sonrasında “Bir kitaba dahi tahammül edemeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Türkiye’nin geldiği nokta budur ama eğilmeyeceğiz, inatla mücadele edeceğiz” dedi.

Önkibar saldırıyı şöyle aktardı: “‘Asena’ adlı kitabımı kastederek, neden yazdığımı sordular önce. Ben de ‘gazetecilik yaptığımı’ belirttim. Devlet Bahçeli’ye dair bir önceki kitabımın öfkesi de var. Ve bir yumruk attılar. Devlet Bahçeli’nin organize olmuş fedaileri bunlar, çok belli. Panik halindelerdi. Yerlerde kanlı kitaplar var. Ben kitap yazmaya ve Kırmızı Kedi Yayınevi ile birlikte olmaya devam edeceğim.”

Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon da şunları söyledi: “Türkiye’de içinde olduğumuz hoşgörüsüzlük ve demokrasi karşıtı ortamın yansımasıdır bu saldırı. Böylesi ilk kez yaşanıyor. Daha önce yayınevine saldıranların tespit edilmesine rağmen adliyeden bırakılması sonrasında geldiğimiz nokta bu. Dün de vurguladığımız gibi, hiçbir şekilde geri adım atmayacağız. Gelecekleri varsa, görecekleri de var.”
Diken

İstifa ne zamandan beri suçu örtmenin bir aracı?
İbrahim Karamemet
14 Ekim 2017

Çok kısa, beş cümle edeceğim.

Ya istifa, ya mahkeme... yani ortada suç var, sen uza yoksa yanarsın denmiş.

İstifa ne zamandan beri suçu örtmenin aracı veya rüşveti oldu acaba?..

Suç varsa savcı nerede, istifa ile suç örtülüyorsa adalet nerede?..

Yalvarırım bunları iyice bir düşünün.

Ya da Cüba’daki fos çıktı ama, Caracas’a cami yapacağız... gerisi laf-ü güzaf deyin, hiç bir şeye aldırmayın.

İnsan Haber

AKP'li anne-kızın 'başarı' öyküsü; 7 yılda 55 yemek ihalesini kimseye kaptırmadılar, 20 milyon kazandılar!
04 Kasım 2017



"Siyaset yaptıkları kentte kamu kurumlarının neredeyse tamamına yemek hizmeti verdiler"

AKP Gaziantep örgütünün kadın kollarında yönetici olan Fatma Güner Çelikkan ile kızı Fadile Gülçin Çelikkan’ın yemek şirketinin 7 yılda kentteki 55 yemek ihalelesini kazandığı bildirildi. Şirketin, 2010 yılından bu yana kamudan aldığı 55 ihaleden yaklaşık 20 milyon lira kazandığı aktarıldı.

Cumhuriyet'ten Aykut Küçükkaya'nın haberine göre Anne Çelikkan, şirketteki 1 milyon 950 bin liralık hissesini üç ay önce kızına devretti.

Küçükkaya imzasıyla yer alan haber aynen şöyle:

AKP Gaziantep İl Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi olan anne-kızın aile şirketi Gaziantep’teki kamu kuruluşlarının yemek ihalelerini kimsenin almasına izin vermemiş. AKP’de siyaset yapan anne Fatma Güner Çelikkan ile kızı Fadile Gülçin Çelikkan’ın (Kalender) aile şirketi “Çelikkan Yemek” 2010 yılından bu yana tam 55 ihale kazandı. AKP’li belediyelerden eğitim kuruluşlarına, sağlık kurumlarından emniyet müdürlüklerine kadar kamu kurumlarının ihalelerini neredeyse kimseye bırakmayan şirket, 7 yılda kamudan yaklaşık 20 milyon lira aldı. Anne Çelikkan şirketteki 1 milyon 950 bin liralık hissesini; evlenen ve soyadı Kalender olarak değişen kızı Fadile Gülçin Çelikkan’a 3 ay önce devretti. 1983 doğumlu 34 yaşındaki Gülçin Kalender bu devrin ardından 3 milyon 900 bin liralık sermayesiyle şirketin tek sahibi ve yetkili müdürü olmuş oldu.

7 yılda 55 ihale

Gaziantep’te AKP teşkilatında Kadın Kolları Yönetim Kurulu’nda yer alan anne-kızın sahibi olduğu Çelikkan Yemek’in “akçeli işleri” dikkat çekiyor. Anne Fatma Güler Çelikkan ile kızı Fadile Gülçin Çelikkan’ın ortak olduğu şirketin aldığı ihaleleri incelediğimizde, siyaset yaptıkları kentte kamu kurumlarının neredeyse tamamına yemek hizmeti verdikleri görülüyor.

Kazanç 20 milyon lira

Çelikkan Yemek’in kazandığı ihaleler ve tutarlardan örnekler şöyle:

2010: Niğde Devlet Hastanesi, ihale tutarı: 794 bin 449 TL.

2011: Şahinbey İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, ihale tutarı: 324 bin 894 TL.

2012: Gaziantep Üniversitesi, ihale tutarı: 991 bin 500 TL. Niğde Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü, ihale tutarı: 616 bin 881 TL.

2013: Şahinbey İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, ihale tutarı: 797 bin 18 TL.

2014: Gaziantep Halk Sağlık Müdürlüğü: 136 bin 500 TL.

2015: Şehitkamil Belediyesi. İhale tutarı: 1 milyon 567 bin 330 TL.

2016: Gaziantep İl Emniyet Müdürlüğü: 357 bin 840 TL.

2017: Şehitkamil Belediyesi. İhale tutarı: 301 bin 140 TL.

4 bin kişilik iftar

Şirketin organizasyonları arasında “Gaziantep’in Geleneksel İftar Buluşması” da yer alıyor. Toplam 4 bin kişilik iftar yemeğinde AKP’li Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in iftara gelen konuklarla bizzat ilgilendiği görülüyor. Şirketin internet sayfasında yer alan tanıtımda iftar yemeğine, “Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Vali Ali Yerlikaya, Gaziantep Milletvekilleri Abdülhamit Gül, Nejat Koçer, Mehmet Erdoğan ve Akif Ekici, Garnizon Komutanı Tuğgeneral Murat Soysal, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Başsavcı Vekili Kadir Günüç, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yavuz Coşkun’un katıldığı” bilgisine yer veriliyor...

Referans kamu kurumları

Çelikkan Yemek Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi referanslarını şöyle sıraladı:

Gaziantep Valiliği

Gaziantep İl Emniyet ve Çevik Şube Müdürlüğü

Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü

Gaziantep Halk Sağlığı Müdürlüğü

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi

Gaziantep Şahinbey Belediyesi

Gaziantep Şehitkamil Belediyesi

Gaziantep Şahinbey İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Gaziantep Bölge Müdürlüğü

T24
ETİKETLER
akp şirket anne kız ihale kadın kolları haber 7 yılda 55 yemek ihalesi başarı 20 milyon

Ahmet Takan: ‘Abla’ iyi silkelerse düşecekler!..
05/11/2017



Bizlere 2 gün boyunca hizmet veren şoförümüze sordum, “hiç Erdoğan’a oy verdin mi?”.. “Hayır” cevabını verdikten sonra devam ettim sormaya, CHP ve MHP’ye de oy vermediğini söyledi. Oy verdiği partiyi ısrarla söylemese de şu sözleri çok ilginçti, “Asla oy vermem ama Cumhurbaşkanının dış ülkelere söyledikleri çok hoşuma gidiyor. Onları yerle bir ediyor…”

Evet!.. Türkiye’de siyaset işte böyle bir şey. Süleyman Demirel, o unutulmayacak “silkele baba düşecekler” sloganı ile iktidara gelmişti. Elinde meşhur fotörü köy köy gezerdi, yeri geldiğinde ağzına geleni de söylemekten de geri durmaz, siyasette iktidar nasıl silkelenirin dersini verirdi.

Bu millet en sıkıntılı zamanında Süleyman Demirel’e “baba” lakabını verdi. “Kurtar bizi baba” dedi. Şimdi benzer bir kredi Meral Akşener’e açıldı. Millet ümit olarak görüyor ki Meral Akşener’e “abla” dedi. “Abla” iyi silkelerse düşecekler!..

Ahmet Takan’ın yazısının devamı için: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/kurtar-bizi-baba-dan-abla-ya-44901yy.htm

Kulis: Erdoğan, Kahraman’ın ‘Bırakıyorum’ demesini bekliyor
05/11/2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, başkanlık seçimine günler kala mevcut TBMM Başkanı İsmail Kahraman’dan “Bırakıyorum” demesini beklediği öne sürüldü.

AKP grup başkanvekili Mustafa Elitaş, Meclis başkanlığı seçimiyle ilgili soruyu bugün şöyle yanıtladı: “17-21 Kasım tarihleri arasında meclis başkanı seçilmesi gerekiyor. Siyasi partiler ile görüştükten sonra tahmin ediyorum ki 20 Kasım Pazartesi günü meclis başkanlığı seçimi gerçekleştirilmiş olur.”

Adaylar konusunda kulislere yansıyan bilgilere göre, AKP’de Kahraman’ın devam etmesinin yanısıra Burhan Kuzu, Mehmet Metiner, Mustafa Elitaş, Numan Kurtulmuş ve Nabi Avcı isimleri adaylık için gündemde.

CHP’de Zekeriya Temizel ve Enis Berberoğlu, HDP’de ise Selma Irmak isimleri ön planda.

‘Temayül yoklaması’ formülü

ANKA’dan Besti Karalar’ın kulis haberine göre, Kahraman’ın yeniden adaylığına yaklaşık bir ay önce kesin gözüyle bakılırken, bu durumun değiştiği gözleniyor.

Damadına ilişkin ‘FETÖ’ iddialarının Kahraman’ın adaylığının büyük oranda zayıflattığı öğrenildi.

AKP kulislerinde Erdoğan’ın da partinin sesini dinlediği, ancak Kahraman’ın kendisine “Bırakıyorum” demesini beklediğini ve bunu demediği sürece de, “Sen artık dinlen” diyemeyeceği, bu konuda hassas ve duygusal yaklaştığı konuşuluyor.

Erdoğan’ın sorunu parti içinde ‘temayül yoklaması’ ile çözmesi bekleniyor. Kahraman’ın bu hafta bir şey söylememesi halinde partililere, “Meclis başkanı olarak kimi görmek istersiniz” diye sorulması bekleniyor.
Diken

ABD‘YE “SON SÖZ” BU OLMALI!..
Müyesser YILDIZ
4 Kasım 2017



Türkiye’yi işgâl girişimi olan 15 Temmuz’un arkasında ABD’nin olduğu ortaya çıkmadı mı?

Uluslararası istihbarat örgütlerinin maşası Fetullah Gülen ve adamlarını bu ülke korumuyor mu?

Ülkemizi ve Erdoğan’ı büyük sıkıntıya sokacak olan Rıza Sarraf’ı “itirafçlığa” zorlayan ABD değil mi?

Bir AKP milletvekili, Atatürk’ü zehirleyenlerin bile “FETÖ’nün arkasındaki güçler” olduğunu öne sürmedi mi?

ABD’nin önce PKK, sonra PYD/YPG konusunda Türkiye’yi “aldattığını”, PYD’ye binlerce TIR silah gönderdiğini, bu silahların PKK’nın eline geçmeyeceği sözüne inanmadıklarını bizzat Erdoğan anlatmadı mı mı?

Daha dün Alman televizyonuna çıkan ABD Ordusunun Suriye’deki sözcüsü Albay Ryan Dillon PYD’ye hemen her tür silahı verdiklerini söylemekle kalmayıp, PKK için “Düşmanımın düşmanı dostumdur” demedi mi?

Ve önceki gün Hakkari Şemdinli’de sıfır noktasında verdiğimiz 9 güvenlik görevlimizin ABD’nin PYD-PKK’ya verdiği silahlarla şehit edildiği gazete manşetleriyle duyurulmadı mı?

-Erdoğan’ın Sabrı Taştı da-

Nihayet Erdoğan’ın da sabrı taşmış olmalı ki, Manisa’da yaptığı konuşmada isim vermeden ABD’ye şöyle çattı:

“Teröristler neredeyse gidip orada tepelerine binmek bizim en tabii hakkımızdır. Irak ve Suriye’nin pek çok yeri birer terör yuvası durumunda. Buralardan yönelen terör tehditlerini sınırlarımız içinde değil, bizzat kaynağında bertaraf etmek durumundayız. Birilerinden izin almak durumunda da değiliz.”
“Şu örgütün arkasında şu devlet varmış, öteki örgütün arkasında başka devlet varmış, bunların hiçbiri de bizi ilgilendirmiyor. Hiçbir meşru devlet, kendi askerini, personelini teröristlerle bir arada tutmaz. Bizim için teröristlerin yanında olan herkes teröristtir. Atalarımız, ‘Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına’ derler. Bugüne kadar ‘müttefiklik’ diyerek, ‘stratejik ortaklık’ diyerek, ‘ittifak ilişkileri’ diyerek bizi oyaladıklarını sananlara son sözümüz budur.”

Erdoğan bunları söylerken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’li mevkidaşı Rex Tillerson’la “samimi ve açık” bir telefon görüşmesi yapması, sonra da görüşmeyle ilgili olarak “PKK’ya karşı tedbir almamız gerekiyor. Çünkü onların bize vaatleri var ve son adımları görmek istiyoruz. İlişkilerimizi etkileyen iki unsuru tekrarladım. Bir, FETÖ’nün terörist başının Amerika’da olması, bir de YPG’ye verilen silahlar. Yani YPG eşittir PKK ve Rakka’daki görüntü” demesi nedir?

Çavuşoğlu’nun sözleri neyi hatırlatıyor, biliyor musunuz?

Terörün yine en azdığı 2007’de dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, “ABD Büyükelçisi ile görüşüldü. Kendisine gereken şeyler söylendi. Şimdi Washington’dan cevap bekliyoruz. Ondan sonra ben Başkan Bush’u arayacağım. Daha sonra da çıkacak sonuca göre atmamız gereken adımlar konusunda kararlarımızı alıp harekete geçeriz” şeklindeki açıklamasını, Irak’ın kuzeyine kara harekatı düzenlenmesi için Meclis’ten tezkerenin çıkmasının ardından, “5 Kasım’da Bush’la yapacağı görüşmenin beklenmesini” istemesini, Şubat 2008’de Irak’ın kuzeyine girildiğinde Bush ve bakanlarının, “Kürdistan’dan defolun” demesini, Ardından da “açılımların” gelmesini…

Madem ki, artık “birilerinden izin almak” durumu yok,

Madem ki, “müttefiklik, stratejik ortaklık, ittifak ilişkileri” diye tam 15 yıldır Türkiye’yi oyaladıklarını sanıyorlar,

Ve madem ki, “Teröristlerin yanında olan herkes teröristtir” denilerek, ABD’ye “son söz” söylendi,

Yapılacak ilk iş, Erdoğan’ın ABD ziyaretinde imzaladığı 11 milyar dolarlık Boeing anlaşması ile Başbakan Binali Yıldırım’ın Salı günü ABD’ye yapacağı ziyareti iptal etmek değil midir?

Bir insanın, daha dün 10 evlâdını katleden “teröristi” ziyareti olacak iş midir?!.

Müyesser YILDIZ
4 Kasım 2017

iktibas: https://www.facebook.com/notes/m%C3%BCyesser-y%C4%B1ld%C4%B1z/abdye-son-s%C3%B6z-bu-olmal%C4%B1/1818557098185286/?qid=6484636891957666747&mf_story_key=126802528230456836

Diyarbakır’da ev baskını: 1’i polis 2 ölü, 9 polis yaralı
03-11-2017

Diyarbakır'da bir eve polis tarafından düzenlenen baskında 1’i polis 2 kişi hayatını kaybetti, 9 polis yaralandı. Valilik baskına ilişkin açıklama yaptı.

Diyarbakır'ın merkez Kayapınar ilçesi Huzurevleri mahallesindeki bir apartman dairesine polis baskın düzenledi. Helikopter destekli yapılan baskın sırasında evde silah sesleri yükseldi. Bölge polisler tarafından abluka altına alınırken, çıkan çatışma uzun süre devam etti.

Çıkan çatışmada 1’i polis, diğeri de baskın yapılan evde olan kişi olmak üzere 2 kişi yaşamını yitirdi, 9 polis de yaralandı. Mezopotamya Ajansı’nın aktardığı bilgiye göre mahalleye gelen ambulanslar, ölü ve yaralıları hastanelere taşırken, bölgedeki abluka ve helikopter hareketliliği sürüyor.
İleri haber

Dış Ticaret'te korkunç açık: Yüzde 85 arttı
31 Ekim 2017

Dış ticaret istatistikleri açıklandı

Türkiye İstatistik Kurumu ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan geçici dış ticaret verilerine göre; ihracat 2017 yılı Eylül ayında, 2016 yılının aynı ayına göre %8,7 artarak 11 milyar 848 milyon dolar, ithalat %30,6 artarak 19 milyar 982 milyon dolar olarak gerçekleşti.

DIŞ TİCARET AÇIĞI YÜZDE 85 ARTTI

Eylül ayında dış ticaret açığı %85 artarak 8 milyar 135 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2016 Eylül ayında %71,3 iken, 2017 Eylül ayında %59,3’e düştü.

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre; 2017 Eylül ayında bir önceki aya göre ihracat %5 azaldı, ithalat %10,5 arttı. Takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ise; 2017 yılı Eylül ayında önceki yılın aynı ayına göre ihracat %5,4, ithalat %26,3 arttı.

AVRUPA BİRLİĞİ’NE İHRACAT YÜZDE 7,9 ARTTI

Avrupa Birliği'nin (AB-28) ihracattaki payı 2016 Eylül ayında %50,2 iken, 2017 Eylül ayında %49,8 oldu. AB'ye yapılan ihracat, 2016 yılının aynı ayına göre %7,9 artarak 5 milyar 904 milyon dolar olarak gerçekleşti.

EN FAZLA İHRACAT YAPILAN ÜLKE ALMANYA OLDU

Almanya’ya yapılan ihracat 2017 Eylül ayında 1 milyar 234 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla 766 milyon dolar ile İngiltere, 678 milyon dolar ile ABD ve 654 milyon dolar ile Irak takip etti.

İTHALATTA İLK SIRAYI ÇİN ALDI

Çin’den yapılan ithalat, 2017 yılı Eylül ayında 2 milyar 142 milyon dolar oldu. Bu ülkeyi sırasıyla 1 milyar 914 milyon dolar ile Almanya, 1 milyar 821 milyon dolar ile Rusya ve 999 milyon dolar ile ABD izledi.

Teknoloji yoğunluğuna göre dış ticaret verileri, ISIC Rev.3 sınıflaması içinde yer alan imalat sanayi ürünlerini kapsamaktadır. Eylül ayında ISIC Rev.3'e göre imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı %93,3'tür. Yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %3,9, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %35,6'dır.

İmalat sanayi ürünlerinin toplam ithalattaki payı %82,3'tür. 2017 Eylül ayında yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ithalatı içindeki payı %14,6, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %40,9'dur.

sözcü

Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu: Gerçek gündemimiz çöken ekonomidir
09.08.2017



Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu, "Türkiye polemik siyasetinden dolayı gerçek gündemine bir türlü dönemiyor. Gerçek gündemimiz çöken ekonomidir. İşsizlik gerçeğidir. Artık sürdürülemeyen iç ve dış borçtur" dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu Resmi Twitter hesabından açıklamalarda bulundu.

Karamollaoğlu'nun açıklamalarında şu ifadeler yer aldı: "Türkiye polemik siyasetinden dolayı gerçek gündemine bir türlü dönemiyor. Gerçek gündemimiz çöken ekonomidir. İşsizlik gerçeğidir.Artık sürdürülemeyen iç ve dış borçtur. İşte Türkiye'nin gerçek meselesi üreten değil tüketen ekonomi modelidir.Ülkemizin gerçek meselesi, bitirilen tarım, yok edilen hayvancılıktır. Yapılan yanlış yatırımlar, yürütülen yanlış politikalardır."

Sputnik

Kılıçdaroğlu açıkladı... CHP, Paradise Papers skandalını Meclis'e taşıyor
07 Kasım 2017



CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Paradise Papers skandalı ile ilgili önemli açıklamalar yaptı. "Cumhuriyet çok önemli bir gazetecilik yaptı" diyen Kılıçdaroğlu, "Binali Yıldırım'a içten teşekkürlerimi sunuyorum. Şimdi arkadaşlarım, vergi cennetlerinde kimin ne kadar parası var, kimin ne kadar şirketleri var ortaya çıksın diye araştırma önergesi verecekler. Umarım Sayın Başbakan verdiği sözün arkasında durur" dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, grup toplantısındaki konuşmasında dünyanın en saygın medya kuruluşlarıyla birlikte vergi cennetlerinin içyüzünü açan Cumhuriyet Gazetesi haberi hakkında konuştu. "Cumhuriyet çok önemli bir gazetecilik yaptı" diyen Kılıçdaroğlu, Paradise Papers skandalını Meclis'e teşıyacaklarını belirtti. Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları:

"ŞİRKETİNİ NEDEN MALTA'DA VERGİ CENNETLERİNDE KURUYORSUN?"

Ne diyorlar, ey vatandaş vergini öde, altınlarını çıkar, döviz varsa bozdur. Değerli arkadaşlar, siyasetçi halka örnek olmak zorundadır. Halktan bir şey istiyorsan önce senin yapman lazım. Sen niye vergi ödemiyosun. Niye şirketini Malta'da vergi cennetlerinde kuruyorsun? Yastık altından altınları çıkar lafı ne zaman ortaya çıkar; Ekonomi yönetilmediği zaman ortaya çıkar. Sen niye döviz bozdurmuyorsun, yurt dışında tutuyorsun. Neden onlar yurt dışındaki bankalarda dövizlerini tutuyorlar. Bu soruyu herkesin kendi vicdanına sorması lazım.

Binali Yıldırım'a içten teşekkürlerimi sunuyorum. Şimdi arkadaşlarım, vergi cennetlerinde kimin ne kadar parası var, kimin ne kadar şirketleri var ortaya çıksın diye araştırma önergesi verecekler. Umarım Sayın Başbakan verdiği sözün arkasında durur. Ekonomi tarihimizn bu karanlık noktasını hep birlikte aydınlatmış oluruz. Görelim bakalım el mi yaman bey mi yaman. Hepsini masaya yatıracağız.

"TÜRKİYE UÇACAK DEDİLER, EVET UÇTU"

Referandumda 'evet' deyin Türkiye uçacak dediler. Evet uçtu! Dolar, terör, enflasyon hepsi uçtu. Enflasyon başını aldı gitti, emekliye ne verdiler yüzde 10.9, memura 10.1, asgari ücretliye yüzde 7,9. Hepsi enflasyonun altında kaldı.

FAİZ LOBİSİ...

Sadece yabancılara 15 yılda 145 milyar dolar faiz ödediler. Şimdi diyorlar ki IMF'ye borçlanmadık. Ben şimdi soruyorum bu 145 milyar doları kime ödedin? Çıkıp şunu demiyorlar ama "Ey Kılıçdaroğlu senin söylediğin rakam doğru değil biz 145 milyar dolar ödemedik" diyemiyorlar. Yerli faiz lobisine de ödüyorlar. 620 milyar lira içerde bir avuç adama faiz ödediler. Kime ödediler bunu öğrenmek zorundayız.

Sadece karayolları müteahhitlere ödenene para 182 milyar lira. 2018'de ödenecek para sadece karayollarına. Devletin cebinden para çıkmıyor. Diyorlar sen yap parayı ben sana vereceğim, vatandaş parasını ödeyecek. Eğer ödemezse artan parayı sana vereceğim. Şehir hastanelerine hasta garantisi veriyorlar. Ama hapishanelerde böyle bir garanti yok. Az önce bir kardeşimiz harp okulu öğrencileri için seslenin diyorlar. Tamamı çıkacak, hiçbirinin günahı yok.

ET FİYATLARI

Et ithal ediyorlar. Onların deyimi ile kemiksiz et ithal ediyorlar. Bununla eti ucuzlatacaklar. İlk et ithalatı 2010'da başladı. 2017'deyiz. 7 yıldır et ithal ediyorlar, 7 yıldır bu ülke pahalı et yiyor. 2 mağazada etleri satacaklar. 70 bin kasap isyan ediyor. Niye isyan ediyorsunuz. Yarın önünüze sandık gelecek, demokratik yollardan hesabını soracaksınız. Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkanvekili açıklama yapıyor, "ele vereceğinze bize verin satalım dedik" diyor. O paraya sahip çıkıyor, köşeyi dönene sahip çıkıyor, kasaba mı sahip çıkacak. Et fiyatlarını düşürmenin yolu besiciyi desteklemekten gelir. Bunları bilmiyorsan, git kardeşim Amerika'ya bak, Almanya'ya bak, Fransa'ya bak, Hollanda'ya bak nasıl yapıyor. Devlet akılla, sabırla yönetilir dedik. Devleti yönetmek için ya kanun çıkarırsınız, ya tüzük ya da yönetmelik çıkarırsınız.

CAM FİLMİ TEPKİSİ

Yönetmeliğe göre otomobillere cam filmi takılması serbest bırakıldı. 5 milyon vatandaş arabasına cam filmi taktı. Ödenen para 1 milyar liranın üstünde. Aradan 1 yıl dahi geçmedi kararı değiştirdiler. Dediler ki, cam filmi taktırmak yasak, sökeceksiniz. Söküm parası da 150 lira. Niye serbest bıraktılar, niye yasakladılar. Açıklayan, hesabını soran yok. Ben o 5 milyon vatandaşıma sesleniyorum. Filmi tak dediler taktın, sök dediler söktün. Sandıkta bunun hesabını soracağım diyeceksin.

Balıkesir Belediye Başkanı ağlayarak istifa etti. Şöyle dedi: "Yolsuzluğunuz yok, usulsüzlüğünüz yok, FETÖ bağlantınız yok, aileniz ve evinize kadar tehdide varan müdahaleler var. AK Parti'de siyaset yapma imkanımız ortadan kalkmıştır. AK Parti'den ve belediye başkanlığından istifa ediyorum"

Aileni kim tehdit etti diye soruşturma açtılar mı? Açmadılar. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur değerli arkadaşlar.
Cumhuriyet

Gezici Araştırma: İYİ Parti’nin oy oranı yüzde 20'ye yakın
01 Kasım 2017



Gezici Araştırma’nın son anketine İYİ Parti’nin oy oranı yüzde 20'ye yakın. Araştırmaya göre olası bir erken genel seçimde Meral Akşener'in partisinin oy oranı yüzde 19,5 olarak görülüyor.

İYİ Parti’nin seçime girmesi durumunda katılımcıların yüzde 43.8’i AKP’ye, yüzde 19.5’i ise İYİ Parti’ye oy vereceğini söyledi.

Buna karşılık yüzde 18.5’lik kesim CHP’ye, yüzde 8.8’lik kesim MHP’ye, yüzde 7’lik kesim ise HDP’ye oy verme eğiliminde.

Bu durumda MHP ve HDP, TBMM’ye girmek için gerekli yüzde 10’luk barajın altında kalıyor.

İYİ Parti’nin katılmadığı bir erken genel seçim olması durumunda ise katılımcıların yüzde 47.1’i AKP’ye, yüzde 26.8’i CHP’ye, yüzde 13.5’İ MHP’ye ve yüzde 9.8’i de HDP’ye oy vereceğini kaydetti.

4638 KİŞİYLE GÖRÜŞÜLDÜ

Murat Gezici’nin yöneticiliğini yaptığı Gezici araştırma şirketi 16 Nisan referandum sonuçlarını en iyi tahmin eden iki şirketten biriydi. Türkiye genelinde 10-15 Ekim günlerinde 4 bin 638 katılımcıyla yüz yüze görüşme metoduyla yürütülen araştırmanın hata payı güven aralığı sınırları içerisinde eksi artı yüzde 2.5.

Araştırmaya göre katılımcıların yaklaşık yüzde 60’ı Akşener’in ‘siyasi duruş’unu olumlu olarak değerlendirdi. Yüzde 32’si ise olumsuz bulduğunu ifade etti.

Murat Gezici araştırmaya dair şunları söyledi: “Araştırmaya katılanların Akşener parti kurduğunda oy verip vermeyeceğine ilişkin dağılım incelendiğinde yüzde 10.1’i kesinlikle her koşulda oy vereceğini ifade ederken yüzde 19.1’i oy verebileceğini, yüzde 17.8’i kararsız olduğunu ifade etmektedir. Toplumun yüzde 50’sine yakın bu oran Akşener’in kurduğu partiye oy verme potansiyelinin büyüklüğünü gösteriyor.”

CUMHURBAŞKANLIĞI İÇİN DESTEK YÜZDE 38

Kasım 2019’da yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın nasıl oy vereceğini de irdeleyen ankete göre katılımcılara cumhurbaşkanı olarak görmek isteyeceği isim sorulduğunda yüzde 47,8 oranında Tayyip Erdoğan, yüzde 38 oranında Akşener, yüzde 14.9 oranında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yanıtları çıktı.

ERKEN GENEL SEÇİM OLMASI DURUMUNDA...

Araştırmaya katılan halkın olası bir erken genel seçimde hangi partiye oy vereceğine ilişkin dağılım incelendiğinde % 43,8’i AKP’ye oy vermek istediğini ifade ederken % 19,5’i Meral Akşener’in kuracağı partiye oy vermek istediğini ve % 18,5’i CHP’ye oy vermek istediğini ifade etmektedir.

Meral Akşener’e oy verenlerin oranı % 19,5 bunun yanında vermeyenlere sorulduğunda ikinci partim diyenlerin oranı ise % 18 olduğu görülüyor.

Meral Akşener’in kurduğu partinin kısa ve orta vadede oy oranı % 19,5+ % 18 = % 37,5’dur.
Cumhuriyet

AKP kemalist oylara yöneldi
09 Kasım 2017



AKP’nin bazı ilçe örgütleri pankartlarla halkı 10 Kasım’da Anıtkabir’e çağırdı.
Anıtkabir'e gitmek için otobüsler kaldıracak olan teşkilatlar, 'Atatürk açılımı'nı başlattı. Beşiktaş ve Şişli’de asılan pankartlarla, Ankara'ya gitmek isteyenlerin başvurması istenirken, AKP İl Başkanlığı, kampanyanın Beşiktaş ve Şişli ilçe teşkilatları tarafından organize edildiğini bildirdi. Beşiktaş ilçesinden kalkacak otobüslerin bu gece yarısı Ankara'ya hareket edeceği duyuruldu. Ankara'ya gitmek isteyen çocukların da katılabilmesi için AKP Şişli İlçe Teşkilatı'nın kaldıracağı otobüslerin ise cuma gecesi saat 23.30'da yola çıkacağı açıklandı.

SEÇİM YATIRIMI

Anıtkabir’i ziyaret çağrısı, 2019 seçimleri öncesi AKP’nin Atatürkçü kitleden oy olmak için başlattığı taktiğin bir parçası olarak yorumlandı. Bizzat yandaş kalemler tarafından, AKP’nin yeni bir “açılım” başlattığı ve Kemalist, laik kesim için örgütlerine “dil ve üslup” uyarısında bulunduğu belirtilmişti.
Yeni Asya

Paradise Belgeleri'nin araştırılması önerisi AKP oylarıyla reddedildi!
08.11.2017



Başbakan Binali Yıldırım'ın 2 oğlunun da adının geçtiği Paradise (Cennet) Belgeleri'nin araştırılmasına ilişkin verilen önerge AKP'nin oylarıyla reddedildi.

HDP, Danışma Kurulu toplanamadığı için 'Malta Belgeleri adıyla yayımlanan belgelerin işaret ettiği finansal menfaat ilişkilerine yönelik' araştırma önergesinin bugün görüşülmesini, grup önerisi olarak Genel Kurul gündemine getirdi.

HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar, belgelerde Başbakan Binali Yıldırım'ın çocuklarının, yakınlarının 'vergi cenneti' olarak adlandırılan Malta'da ticari faaliyetlerini sürdürdüğüne yönelik bilgiler olduğunu söyledi.

'TÜRKİYE'DE ÖDEYECEKLERİ VERGİ NE KADARDI?'

Sancar, "Başbakan Binali Yıldırım'ın çocuklarının Malta'daki yatırımlarla ülkeye verdiği kayıp nedir? Ahlaki davranış mıdır? Türkiye'deki şirketleri üzerinden yapsaydı Türkiye'de ödeyecekleri vergi ne kadardı? Malta'da yaptıkları için kendilerine kalan kazanç ne kadar? O şirketlerin faaliyetlerinin ne kadarı Türkiye ile bağlantılı? Malta'da kurulu şirketler Türkiye'de faaliyet yapıyor mu? Şirketlerinden biri Türkiye'den ihale almış, bu kazanç nereye gidecek, nerede vergilendirilecek?" sorularını yöneltti.

Türkiye AKP malta Başbakan Binali Yıldırım vergi HDP milletvekili ihale Adana Mardin yolsuzluk yoksulluk mücadele
Birgün

“3. Abdülhamid ve 2. Atatürk”
Ahmet BATTAL
09 Kasım 2017

Bir haber-yorum sitesinde Yeni Asya ve Köprü’nün eski yazarlarından olduğu halde sonradan Yeni Asya’ya son derece kaba ve uygunsuz tavırlar sergilemiş olan bir kişiyle röportaj yapılmış.
Bugün, o röportajdan bazı paragrafları verelim .

«««

İktidar hesaplaşmayı ilkesel kaygılarla değil, kâr zarar hesabı güderek yapıyor ve bu süreçte kurduğu ittifaklar da öncekilerden daha sağlıklı değil.

Cemaat içinde yaşamak yaygın bir alışkanlık ve cemaat şeklinde yapılanmış durumdayız. Devlet bu gelenekte kapanın elinde kalan bir yapı.

AK Parti, Kemalist cemaatten iktidarı almak için Gülen cemaati ile dayanışarak bu seküler cemaate karşı bir kazanç elde etti. AK Parti bürokraside Fethullahcılarla birlikte kazandı. Sonra kendi içlerinde başlayan kavga hâlâ bitmedi…

… bu hareketin cemaat kısmında son tabakasında olan, gazetesini alıp, çocuğunu okuluna gönderen, hayır işlerine karışan insanlar. Burada en büyük bedeli bu en dış tabaka ödüyor. Bu dış yüz, örgütle asla ilişkisi olmayan devleti yıkmak gibi bir çaba ve eylem içinde olmayan ve kriminal işlere bulaşmayan insanlar. Bu insanların 15 Temmuz’da devleti yıkmak, ele geçirmek gibi bir misyonu varmış gibi bir süreç yürütülüyor şu anda.

Diyelim ki bu bir tasfiye süreci, ama biz hâlâ devlette, toplumun bütün kesimlerine eşit, hakkaniyetli bir yapı kurulduğunu göremiyoruz. “Bizden olan ve olmayan” meselesinin aşılıp ilke ve ehliyet şartlarına göre konumlanışı hâlâ görmüyoruz. Tam tersine, AK Parti etrafında kümelenen unsurlar burada devreye giriyor. Bunlar devletteki bütün yapıya hükmetmek çabasıyla da kalmıyor, toplumu kendi tarzında yeniden biçimlendirmek istiyor.

… benim gördüğüm devletteki en güçlü cemaat, ülkücü cemaattir. Perinçek gibi unsurların temsil ettiği ulusalcı yapı da şu an çok güçlü konumda. Maalesef misyonları dışında (olmasına rağmen) dinî yapılar da devlette olmak istiyor, ama şu an Erdoğan’ın en yakınında ve ağırlıklı konumlanan bu ülkücü ve ulusalcı yapılar.

Son dönemde en çok din ve dinî duygular zarar gördü.

Siyasetçi pragmatisttir. Ortaklık edip yarın “ben kandırıldım” der geçer, ama din adamı için itibar her şeyin önündedir. Saygınlığını bir kez yitirdi mi biter.

… yaşanmış bir tecrübe varken de buna karşı hâlâ liyakatler üzerinden rollerin dağıtılmaması geleceğe dair umut vermiyor. “Hayır biz cemaatiz. Biz insanlara dini, imanı, güzel ahlâkı anlatmakla yükümlüyüz” deyip bu teklifi reddetmek gerekir. Devlet kademelerinde kimin istihdam edileceğine dair objektif kriterler vardır. İnsanlar pazarlık sonucu değil, hak ettiği için orada olmalı.

… (AKP’nin) kurduğu ittifaklara bakmak lâzım. Referandum sürecinde ve sonrasında gördüğümüz AK Parti ile MHP ittifakı devam ediyor. Paralelinde devlet içine baktığımızda bürokrasi ve yargı organları, milliyetçi - ulusalcı ittifaklarla ilerliyor. Buradan özgürlükçü ve kapsayıcı bir işaret veremez. Bunu bu ülke için hayırlı bir durum olarak görmüyorum. Bu ittifak kısa vadede AKP için devlet içinde bir hareket alanı sağlıyor belki, ama sağlıklı yapılar kurulmuyor.

Kendi hayatımı dindar olarak yaşamaya çalışan bir insan olarak, siyasî tercihte otoriter bir yapıya karşı daha özgürlükçü daha seküler bir yapıda yaşamayı tercih ederim.

AK Parti, 2002’de verdiği sözleri, demokratikleşme yolunda kurumsal adımlar atmış bir parti olmasına rağmen unuttu. Özgürlük, adalet perspektifini kaybetti.

Bizim artık kişi kültlerini aşmamız lâzım. Dindar ve seküler iki otorite arasında seçim yapmamamız lâzım. Türkiye’de siyaset yapmak için ortaya çıkmış bir liderin artık üçüncü Abdülhamid ya da ikinci Atatürk olma vaadinden vazgeçmesi lâzım.

Kamu kelimesinin anlamını tekrar tekrar okuyup, kavramın hakkını veren, herkesin “benim de orada yerim var, ben orada itilen ya da kayırılan değilim” dediği bir yapıya ihtiyaç var. Toplum çok yoruldu, toplumun arzusu budur.

«««

Röportajdan seçtiğimiz yukarıdaki tesbitler, biliyoruz ki bu kişiye münhasır değil. Risalelerden beslenen ve AKP’ye başında destek vermiş olan çok sayıda isim, benzer görüşlere ve hatta daha sert ve net fikirlere sahip. Ya seslerini duyuracak bir mecra bulamadıkları için sesleri gür çıkmıyor ya da şimdilik kamuya konuşmayı doğru bulmadıkları için kendi seslerini kendileri kısıyorlar.

Ama o susanlar da eninde sonunda konuşacaklar. Zira maslahat bir zaruret fetvasıdır ve maslahat gereği susanlar ilelebet susamazlar.
Yeni Asya

Rasim Ozan Kütahyalı: Atatürk'ü babam gibi severim
12 Kasım 2017



Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ü "babası gibi sevdiğini" defalarca yazdığını söyledi. Kütahyalı, "Atatürk meselesi geçmişimle ilgili bir mesele. Kendi aileme sevgimin ne olursa olsun değişmeyeceği gibi Mustafa Kemal'e olan sevgim de değişmez" ifadesini kullandı.
T24

Antalya'da baba cinneti: İki çocuğunu öldürüp intihar etti
12 Kasım 2017

Antalya’nın Aksu ilçesinde, 40 yaşındaki Göksel Akşeker, 3 ve 5 yaşındaki 2 kız çocuğunu tabancayla öldürdükten sonra aynı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Ksm 12, 2017 9:56 pm tarihinde değiştirildi, toplam 18 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ksm 04, 2017 10:35 pm    Mesaj konusu: 'AKP, 2019 seçimlerini kazanırsa...' Alıntıyla Cevap Gönder

"AKP, 2019 seçimlerini kazanırsa Türkiye 'prezidyum' ile yönetilecek"
04 Kasım 2017



"Günümüzde prezidyum uygulaması, Çin'de devam ediyor"

Yeniçağ yazarı Arslan Bulut, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın isteği üzerine istifa eden belediye başkanları tartışmasıyla ilgili olarak "AKP iktidarı, 2019 seçimlerini de kazanırsa Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte, eski Sovyetler Birliği'ndeki "prezidyum"u da diriltmiş olacak!" dedi.

Bulut'un "Türkiye Prezidyum ile yönetilecek!" başlığıyla (4 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın AKP'li belediyeler ve il teşkilatları arasında zaman zaman yaşanan sorunlar için, "Patron il başkanıdır, belediye başkanı il başkanına tabi olacak" dediği iddia edildi.

Erdoğan, AKP'deki değişim süreciyle ilgili olarak kurmaylarıyla yaptığı değerlendirmede, belediye başkanlarının istifaları ve il başkanlıklarına yapılan yeni görevlendirmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye gazetesine göre Erdoğan, toplantıda, "Biz bu değişimleri tamamen partinin başarısına odaklanarak yapıyoruz. İllerde kesinlikle belediye ile parti il teşkilatı arasında bir gerginliğine izin vermeyeceğiz. İllerde, ilin patronu il başkanı olacak. Belediye başkanı da il başkanına tabi olacak. Belediye başkanının il başkanını ezmesine müsaade etmeyiz. Her şeyi il başkanıyla istişare ederek yapacak. Bazı belediye başkanı arkadaşlar, parti politikalarından bağımsız işler yapıyorlar. Aslolanın parti ve parti politikaları olduğunu unutmuş gibiler. Belediye başkanları, illerde grup başkanlarının il başkanı olduğunu unutmamalı. Adeta dükalık gibi davrananlar oldu. Buna izin veremezdik." diye konuştu.

***

Türkiye'de uzun süredir, AKP il ve ilçe başkanları vali ve kaymakamın da üstünde davranıyor. Tam bir tek parti dönemi uygulaması! AKP yöneticileri her zaman tek parti dönemini eleştiriyor ama onlardan farkları yok. Gerçi Demokrat Parti iktidarında da aynı uygulama devam etti. Türkiye, 1961 anayasası ile normal demokratik sisteme geçmişti ama o da çok sürmedi.

AKP iktidarı, 2019 seçimlerini de kazanırsa Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte, eski Sovyetler Birliği'ndeki "prezidyum"u da diriltmiş olacak!

SSCB Devlet Başkanı devletin en üst otoritesiydi. 1938-1989 yılları arası kolektif bir devlet başkanlığı oluşmuş ve Yüksek Sovyet Meclisi Prezidyumu başkanı hem devlet hem de meclis başkanı sayılmıştır. Devlet başkanlığı büyük ölçüde sembolik bir makamdı.

Yüksek Sovyet Meclisi Prezidyumu'nda bir başkan, bir birinci başkan yardımcı, her cumhuriyetten bir kişi olmak üzere onbeş başkan yardımcısı 1 sekreter ve 20 üye bulunmaktaydı.

Her ne kadar devlet başkanı anayasal olarak en üst pozisyonda olsa da ülkenin fiilen yöneticisi "Parti Genel Sekreteri"ydi. Genel Sekreter, tek parti rejimi sayesinde istediği makama seçilebilir ya da kendisine yakın kimseleri seçtirebilirdi.

***

Günümüzde ise prezidyum uygulaması, Çin'de devam ediyor.

Çin Ulusal Halk Kongresi Prezidyumu, Ulusal Halk Kongresi'nin 178 üyeli bir organıdır.

Üyeleri bir ön toplantıda Ulusal Halk Kongresi üyeleri arasından seçilir. Prezidyum genelde Çin Komünist Partisi'nin devletin üst düzey yetkilileri ve diğer partilerden sanayi ve ticaret odalarından temsilcilerden oluşur.

Üst düzey devlet görevlileri için adayları belirlemek Prezidyumun görevlerindendir. Adaylar arasında seçim, Ulusal Halk Kongresi genel kurul tarafından yapılır.

***

2019 seçimlerini AKP kazanırsa, Türkiye başkanlık sistemiyle birlikte AKP il ve ilçe başkanlarından oluşan, prezidyum tarafından yönetilecek!

Daha bugünden il başkanlarının belediye başkanlarının üzerinde sayılması ne demek? İl başkanlarını partililer, belediye başkanını ise halk seçiyor. Halkın seçtiği kişilerin AKP iktidarında bir değeri yok. Önemli olan AKP'nin veya prezidyumun üyesi olmak!

T24
ETİKETLER
erdoğan akp 2019 seçim istifalar

"Edip Uğur, istifa etmeden önce vali ve bir milletvekili ile tartışmış; kimseyi haklı olduğuna inandıramamış"
03 Kasım 2017



"Başkanlık sistemine daha tam olarak geçmedik ama..."

Hürriyet yazarı Deniz Zeyrek, 'ağlayarak' istifa ettirilen Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur'un Mardin Valisi ve Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı ile kavgalı olduğunu yazdı. "Uğur hem vali hem milletvekili ile yaşadığı sorunlarda haklı tarafın kendisi olduğunu anlatmaya çalışsa da başaramamış" diyen Zeyrek, "Partili başkanlar ile partili olduklarını saklamayan mülki amirler arasında şimdiden bir “otorite” tartışması başladı" ifadesini kullandı.

Zeyrek'in "Edip Uğur niye gitti?" başlığıyla (3 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

AK Partili Edip Uğur, 30 Ekim 2017 günü, hem belediye başkanlığını hem AK Parti’yi bıraktı.

İstifa açıklamasında, Türkiye’de günlerce konuşulacak bir tavır sergiledi. Tartışmalı iddialar ortaya attı. Mesela, kendisine, hatta ailesine ulaşan ve “katlanılmaz hale gelen” bir baskı ve tehdit ortamından söz etti. Sonra şu soruyu sordu:

“Ortaya çıkan manzarada bürokrasi devletin önüne, devlet milletin önüne ve en önemlisi sadakat liyakatin önüne geçmiş gibi görünmüyor mu?”

Ardından da hem siyaset, hem tıp ve biyoloji literatürüne geçecek şu değerlendirmeyi yaptı:

“Metal yorgunluğu adı altında bu değişim ve yenilenme süreci AK Parti’de bir otofajiye dönüşmüştür.”

AK Parti, Uğur’un açıklamalarından sadece “tehditler” kısmını ciddiye alıp yanıt verdi. Oysa Uğur baskıdan da söz etmiş, baskının partiden geldiğini ima etmişti.

Uğur’un açıklamalarını tekrar hatırla(t)mamın nedeni şu:

Ankara’da konu hakkında bilgi sahibi olan kime “Edip Uğur neden bıraktı(rıldı)”diye sorsam aynı yanıtı aldım.

İddiaya göre Uğur, önceki Balıkesir (şimdiki Mardin) Valisi Mustafa Yaman ile ciddi sorunlar yaşamış. Kamuya açık yerlerde Vali Yaman hakkında çok ağır suçlamalar yöneltmiş.

Uğur’un sorun yaşadığı bir başka isim ise Balıkesir milletvekili Sema Kırcı olmuş. Uğur ile Kırcı’nın kavgası parti toplantılarına aleni bir şekilde yansımış.

Ankara’dan hem vali hem de milletvekili ile ilişkileri ve onlara yönelik tavrı konusunda defalarca uyarı gitmiş. Uğurhem vali hem milletvekili ile yaşadığı sorunlarda haklı tarafın kendisi olduğunu anlatmaya çalışsa da başaramamış.

AÇIKLAMANIN ŞİFRELERİ

Uğur’un “Bürokrasi devletin, devlet milletin, sadakat liyakatin önüne mi geçti”sorusunu biraz önce paylaştığım bilgiler ışığında okuyunca siz ne düşündünüz?

Belli ki bu bir soru değil, soru formatında bir tespit. Uğur, bir bürokratı, yani valiyi hedef alıyor. Kendisini devletin önüne koyduğuna, devlet temsilcisi olarak da milletin, yani halk tarafından seçilmiş belediye başkanının önüne geçtiğine inanıyor.

İkinci önemli detay ise “otofaji” sözcüğü. Uğur, bu sözcüğü AK Parti’nin yenilenme sürecini tanımlarken kullanıyor. Otofajide bir hücre içindeki lizozomlar hücrenin önemli yapıtaşlarını sindirir. Kimya mühendisliği okumuş bir isim olan Uğur’un bu analojiyi kullanması, büyük ihtimalle parti içindeki başka bir kişinin ya da yapının, bir parti mensubu olarak kendisini sindirdiğine inanmasından kaynaklanıyor.

SEÇİLMİŞLER, ATANMIŞLARIN HEDEFİNDE

Uğur’un sözleri kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştı ki CHP Sözcüsü Bülent Tezcan, Tekirdağ’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Faşist diktatör” dedi.

Tezcan’ın bu sözleri, AK Parti tabanının büyük tepkisini çekince, AK Parti sözcüleri bu duruma kayıtsız kalmadı. Birçok AK Partili, Uğur’a değil Tezcan’a yanıt vermeye başlayınca Uğur’un açıklamaları neredeyse 12 saat içinde kaynadı gitti.

Önceki gün, Anadolu’daki birçok şehirden büyük bir ilçenin belediye başkanı ile başka bir konuyu konuşuyorduk. İlçe kaymakamının kendisine yönelik bir davranışını anlattı ve çok rencide olduğunu söyledi. Doğu ve güneydoğudaki kayyum uygulamaları ve siyasetçilerin “Belediyelere müfettiş göndeririz” gibi açıklamaları yüzünden “atanmış” kaymakamların, valilerin “seçilmiş” başkanlara sürekli “Patron benim” mesajı vermesinden yakındı.

Balıkesir örneğinde, iktidar partisine mensup bir başkan ile bir valinin yaşadığı gerilim var. Vali ya da kaymakam ile muhalefet partilerinden başkanlar arasında yaşanan gerilimlerin boyutunu siz düşünün.

Başkanlık sistemine daha tam olarak geçmedik ama partili başkanlar ile partili olduklarını saklamayan mülki amirler arasında şimdiden bir “otorite” tartışması başladı.

Uyum yasaları üzerinde çalışılırken bu detayın dikkate alınmasında yarar var.

T24
ETİKETLER
başkan haber açıklama

"İçişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili..." İYİ Parti vekilinden Edip Uğur iddiası
02 Kasım 2017



İstifa ederken, 'Tehdit edildim' sözleriyle gündeme oturan eski Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur'la ilgili bir iddia da İYİ Parti Milletvekili İsmail Ok'tan geldi. Ok, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya, 'İçişleri Bakanlığı'ndan bir yetkiliyi elinde bir dosya ile Edip Uğur'un kayınbiraderine gönderdiğiniz doğru mudur' diye sordu.

Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur geçen hafta hem görevinden hem de AK Parti 'den istifa etmiş, istifa konuşmasında gözyaşlarına boğulmuş ve 'Aileme varan tehditler' aldım demişti.

Bu sözler Meclis'te çok tartışıldı. AK Partili vekiller bu iddialar doğru ise Uğur'un konuyu yargıya taşıması gerektiğini söyledi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, 'Bize böyle bir duyum gelmedi. Gelseydi gerekli müdahale tabii ki yapılırdı' diye konuştu.

CHP Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ise, Ahmet Edip Uğur'un eşinin gözaltına alındığını ve bir gece gözaltına tutulduğunu iddia etmişti.

Ahmet Edip Uğur'la ilgili bir iddia ise İYİ Parti Milletvekili İsmail Ok'tan geldi. Ok, yaptığı yazılı açıklamada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya bazı sorular yöneltti. Ok, açıklamada şu soruları sordu: ''İçişleri Bakanlığı'ndan bir yetkiliyi elinde bir dosya ile Edip Uğur'un kayınbiraderine gönderdiğiniz doğru mudur? Göndermiş olduğunuz yetkili elindeki dosyayı tehdit olarak kullanıp Edip Bey ya en geç pazartesi günü istifa eder ya da eşi, oğlu ve kendisini pazartesi günü cezaevinde ziyaret edersiniz dediği doğru mudur?''

Millî Gazete

Zarrab davası Erdoğan'a uzandı
03-11-2017



ABD'de Reza Zarrab ile Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın yargılandığı davaya yeni eklenen dosyalarda Erdoğan'ın da adı geçti. Dosyalarda, Erdoğan ve ailesinin, Zarrab'ın faaliyetlerinden haberdar olduğu ve desteklediği belirtildi.

AKP'ye yakınlığıyla bilinen sermayedar Reza Zarrab ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tutuklu yargılandığı davaya, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da adının geçtiği dosyalar eklendi.

Bloomberg'den Christian Berthelsen'in haberine göre, New York Güney Bölgesi Savcılığı tarafından davaya eklenen dosyalarda, Erdoğan ve ailesinin Zarrab'ın faaliyetlerinden haberdar olduğuna ve desteklediğine ilişkin 3 önemli delil yer aldı.

"2 MİLYAR YAPSAK BİLE ÖNEMLİ"

Dosyalarda Zarrab'ın 19 Eylül 2013 tarihinde bir çalışanı ile yaptığı telefon görüşmesinin kaydı yer aldı. Habere göre kayıtta Zarrab, "2 milyar yapsak bile önemlidir. Anlıyor musun? Benim için başbakanın (dönemin başbakanı Erdoğan) gözünde önemli, çünkü doğrudan ona gideceğim" ifadelerini kullandı.

ERDOĞAN İLE ZARRAB'IN "DÜĞÜN GÖRÜŞMESİ"

Dosyalarda ayrıca Erdoğan ile Zarrab arasında Nisan 2013'te bir düğünde, İran'a yönelik faaliyetlerde kullanılmak üzere bir bankanın satın alınması konusunda görüşmenin gerçekleştiği bilgisi yer aldı. Buna ilişkin telefon görüşmesinde Zarrab'ın "Ona gittim ve yapacağım şey hakkında konuştum. O gün düğünde açıkladım. Geri döneceğim ve 'Sayın Başbakan onaylıyorsanız bana lisans verin' diyeceğim" ifadelerini kullandığı belirtildi.

ZARRAB'IN ERDOĞAN AİLESİNİN "HAYIR KURUMLARINA" BAĞIŞLARI DA DOSYADA

Dosyalarda ayrıca Zarrab'ın, Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ve başka aile üyeleriyle ilişkili "hayır kurumlarına" bağış yapması için yönlendirildiğine dair bilgilerin de yer aldığı belirtildi. Zarrab'ın mahkeme dosyalarında Emine Erdoğan tarafından yönetilen bir "hayır kurumuna" para bağışladığını söylediği aktarıldı.

DAVA 27 KASIM'DA BAŞLAYACAK

Reza Zarrab ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tutuklu yargılandıkları dava 27 Kasım'da başlayacak. Dava öncesinde Zarrab'ın savcılık ile işbirliği yapacağı iddia edilmişti.

Reza Zarrab, Mart 2016'da gittiği ABD'nin Miami kentinde gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Zarrab hakkında "kara para aklamak" ve "ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını delmek" suçlamalarıyla dava açılmıştı.

Zarrab'ın ardından Mart 2017'de ise Mehmet Hakan Atilla, New York'ta tutuklanarak aynı davaya dahil edilmişti. New York Güney Bölgesi Savcılığı, 9 Eylül'de iddianameye ek yaparak eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan dahil dört kişiye daha suçlamalar yöneltmişti.

İleri Haber

Mahçupyan: "AK Parti'nin doğruyu yapmasını istemeye hakkımız var ve istiyoruz"
05 Kasım 2017



Karar yazarı Etyen Mahçupyan, "Serinkanlılığın ve hakkaniyetin yolunda ilerlemek, hukuku bayağılaştıran tasarruflardan kaçınmak zorundayız" diyen Mahçupyan, sözlerine şöyle devam etti:

"İktidar bu ilkeyi ihlal ettiğinde de korkmadan ve ille de denge aramadan eleştirebilmeliyiz. Çünkü AK Parti’nin doğruyu yapmasını istemeye hakkımız var ve istiyoruz. Bu kadar basit."

Etyen Mahçupyan'ın "Niçin AK Parti'yi eleştiriyorum" başlığıyla yayımlanan (5 Kasım 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Siyasi tutumu futbol taraftarlığı zannedenler, benim gibi yıllardır İslami muhafazakarların siyasi merkezi demokrasi çerçevesinde yeniden inşa etmesini destekleyenlerin, bugün niçin yoğun şekilde AK Parti eleştirisi yaptığını anlamakta zorlanıyor. Onlara kalırsa bir siyasi harekete destek vermek, parti nasıl karar verirse versin ve ne yaparsa yapsın söz konusu tasarrufları onaylamayı, sahiplenmeyi ve başkalarına karşı savunmayı gerektiriyor. Çünkü olaya kendi takımlarının öteki takıma karşı mücadelesi olarak bakıyorlar. Oysa bu yaklaşım ne uzun vadeli perspektife, ne nesnel değerlendirmeye, ne de ahlaki tavır almaya müsait değil… Nitekim nihayette taraf olunan siyasi hareketin kaba, sığ ve bağnaz bir yöne kayma eğilimini teşvik etmiş oluyor.

***

(..)
Eleştirinin amacı AK Parti’nin doğruları yapması ve gerçek anlamda başarılı olup ülkede kalıcı ve demokratik yapısal dönüşümü gerçekleştirmesi… Mesele karşı takımı yenmek, ona ne pahasına olursa olsun zarar vermek değil. Kendi duruş ve tutumunu doğru, hakkaniyetli ve kuşatıcı bir norm haline getirebilmek…

Aksi halde devran döner ve yine ülke olarak kendimizi aynı cemaatçiliğin içinde buluruz. O zaman da, aynen geçmişte olduğu gibi, başkaları bizlerin üzerine yüklenir. Ama asıl büyük zarar toplum olma yönündeki bir türlü olgunlaşamayan arzumuza olur. Çünkü birlik bütünlük lafını çok etmemizden de anlaşılacağı üzere, manen parçalanmaya yatkın bir bünyemiz var. (..)

Bu nedenle eleştiriyi yapıcı ve özellikle kendi cenahına yönelik olarak düşünmek gerekiyor. Başkaları hakkındaki ezberleri tekrarlamanın bizzat kendimizi aşağılamak anlamına geldiğini, eleştirinin ‘bizi’ düzelterek ‘bize’ yarar getirmesinin onu kıymetli kıldığını görmemiz lazım.

(..)

AK Parti’ye medya manipülasyonu ve pelikan trolleri üzerinden siyaset kurgulaması yakışmıyor. Aynı şekilde FETÖ ile mücadele ederken de, bir yandan belirli alanlara dokunmamak ama öte yandan darbenin uzağındaki sıradan bir sürü insanı aynı torbaya atmak da yakışmıyor.

***

Eğer darbe başarılı olsaydı, herhalde cemaatin gazetesindeyken Şubat 2012’de Hakan Fidan’ı tutuklama girişimini ‘yarı darbe’, 17/25’in ise darbe olduğunu yazan ve işten ayrılmaya zorlanan biri olarak, şu an çoktan tutuklanmış ya da başka bir akıbetle karşılaşmış olurdum… Ama yine de benim meselem olabildiğince çok insanı cezalandırmak ve yürek soğutmak olamaz.

Serinkanlılığın ve hakkaniyetin yolunda ilerlemek, hukuku bayağılaştıran tasarruflardan kaçınmak zorundayız. İktidar bu ilkeyi ihlal ettiğinde de korkmadan ve ille de denge aramadan eleştirebilmeliyiz. Çünkü AK Parti’nin doğruyu yapmasını istemeye hakkımız var ve istiyoruz. Bu kadar basit...

Ana Haber
ETİKETLER
karar gazetesi etyen mahçupyan ak parti darbe tsk 15 temmuz

Karamollaoğlu'ndan 'erken seçim' açıklaması: Bir gece ansızın...
26.10.2017



Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Erdoğan’ın son günlerde sıkça 'Bir gece ansızın...' ifadeleri kullandığına dikkat çekerek, "Bir gece ansızın TEOG kaldırılıyor, üniversiteye geçiş sistemi değiştiriliyor. Bir gece ansızın belediye başkanları istifa ettiriliyor. Türkiye bir gece ansızın seçim kararıyla karşı karşıya kalabilir" dedi.

Karamollaoğlu: AK Parti ne yapacağını şaşırdı, gariban belediye başkanlarının tepesine biniyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın istifasını istediği belediye başkanlarına da değinen Temel Karamollaoğlu, “Bu başkanlar niçin istifa ettiriliyor? İstifa etmek istemeyen başkanlar ‘gereği yapılır’ diyerek ne ile tehdit ediliyor?” diye sordu.

'ESAS PROBLEM, HER ŞEYİN BİR GECEDE ANSIZIN OLMASI'

Karamollaoğlu sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

Sayın Cumhurbaşkanı son günlerde "Bir gece ansızın gelebiliriz, bir gece ansızın vurabiliriz" ifadesini sıkça kullanmakta. Oysa Türkiye’nin esas problemi de budur. Her şeyin bir gecede ansızın olması. İşlerin düşünmeden ve planlanmadan yapılması.

Bir gece ansızın TEOG kaldırılıyor, üniversiteye geçiş sistemi değiştiriliyor. Bir gece ansızın belediye başkanları istifa ettiriliyor. Bu gidişle Türkiye bir gece ansızın seçim kararıyla karşı karşıya kalabilir. Öyle anlaşılıyor ki, iktidar attığı her adımı ülkeyi değil seçimi düşünerek atıyor.

'GİDİŞAT, AKP'NİN DAHA DA ERİMESİNE SEBEP OLACAK'

İktidardaki arkadaşlar zannediyorlar ki şahıslar değiştirilince problemler giderilecek ve kaybedilen oylar geri gelecek. Halbuki bu gidişat eriyen ve her geçen gün toplum nezdinde güvenilirliğini kaybeden AKP’nin daha da erimesine sebep olacaktır. Çünkü yürütülen süreç çok garip ve cevaplanması gereken önemli sorular var. Bunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz.

Bu başkanlar niçin istifa ettiriliyor? İstifa etmek istemeyen başkanlar, "gereği yapılır" diyerek ne ile tehdit ediliyor? Eğer bu başkanların hukuksuz icraatları varsa neden yargı yolu değil de tehdit ve istifa yolu seçiliyor? Maalesef bu soruların hiç birinin net bir cevabı yok.
Sputnik

"Reza Zarrab kendini kurtarmak için itirafçı olursa ne kadar beyefendinin ailesinin canının yanacağını biliyorlar"
06 Kasım 2017



HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, siyasi iktidarın Türkiye’yi rehine durumuna düşürdüğünü ifade ederek, “Reza Zarrab’ı kurtarmak istiyorlar. Çünkü korkuyorlar. Zarrab konuşursa her şeyin karışacağını biliyorlar” dedi.

Türkiye'de bir erken seçim olması durumunda bugünden ortaya çıkacak iradenin önemli olduğunu belirten Bilgen, “Yerel seçimler genel seçimlerden önce yapılırsa emin olun ki yerel seçimlerde vereceğimiz sınav Türkiye’de başkanlık sınavının nereye varacağını, kiminle yürüyeceğini, yeni alternatiflerin inşa edilip edilmeyeceğini ortaya koyacak” diye konuştu.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Örgütü 2’nci Olağan Kongresi’nde konuşan Bilgen, 7 Haziran süreci ve öncesinde yaşananlara değindi.

"Katliamı önleme iradesi sergilenmemiş”

Bilgen, “5 Haziran’da çok net biçimde ortaya çıktığı üzere mitingimiz göz yumularak bile bile bombalandı. O bombalama eylemine katılanların çok yakın akrabaları Suruç'ta da ortaya çıktı. Gençlerin dayanışma için ortaya koyduğu duyarlılık tahammülsüzlük ile karşılandı” diye konuştu.

Sonrasında Ankara'da Gar Meydanı’nda barış isteyenlerin hedef alındığını hatırlatan Bilgen, “Bugün ortaya çıkıyor ki o katliamı yapanların her birinin telefonu aylarca dinlenmiş. İzlenmişler. Ama o katliamı önleme iradesi sergilenmemiş” ifadelerini kullandı.

"Filmin sonuna geldik"

"Eğer hedefiniz büyükse yükünüz ağır olur” diyen Bilgen, şöyle devam etti:

“Yükünüz ağır ise elbette ödeyeceğiniz bedel biraz daha ağır olur. Umutluyum, filmin sonuna geldik. Bizi, insan hakları savunucuları, gazetecileri akademisyenleri, eş başkanları, belediye başkanlarını rehine gibi görenler, rehine muamelesi yapanlar, kendi ülkesinin insanını Avrupa ile pazarlık haline getirmek isteyenler aslında kendileri rehine durumuna düştüler."

"Türkiye rehine durumuna düştü"

Siyasi iktidarın politikaları nedeniyle Türkiye’nin rehine durumuna düştüğünü belirten Bilgen, şunları söyledi:

“Türkiye’yi Amerika ziyaretinde Fethullah Gülen’i istiyor gibi gösterenler şimdilerde öğreniyoruz ki Reza Zarrab’ı kurtarmak istiyorlar. Çünkü korkuyorlar. Reza Zarrab konuşursa her şeyin karışacağını biliyorlar. Reza Zarrab kendini kurtarmak için itirafçı olursa ne kadar beyefendinin ailesinin canının yanacağını biliyorlar. Bu nedenle rehine durumuna düşen Türkiye'yi kurtarmak zorundayız."

T24
ETİKETLER
reza zarrab ayhan bilgen hdp fethullah gülen abd türkiye erken seçim

Türkiye'de antidepresan kullanımı arttı, dokuz ayda 33 milyon kutu ilaç tüketildi
06 Kasım 2017


Dünyada son 10 yılda AIDS'in en çok arttığı ülkenin yüzde 426 ile Türkiye olduğu belirtildi

CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Lale Karabıyık'ın hazırladığı ‘Türkiye’de Sosyal Bozulma’ raporuna göre, 2016’nın ilk 9 ayında 33 milyon 638 bin 916 kutu antidepresan tüketildi.

Raporda, toplumun ortak değer sisteminin zayıflaması, çözülmesi ya da bu değerlerin bozulmasının toplumu tahrip ettiği ve milli bütünlüğü zedelediği belirtildi.

Gazete Habertürk'ün haberine göre raporda, şu tespitlere yer verildi.

Uyuşturucu 17 kat arttı

Türkiye’de madde bağımlılığı, 2011 yılından beri, 6 yılda 17 kat arttı. Sağlık Bakanlığı’nın uyuşturucu kullanımı ile ilgili yayımladığı araştırmalarında, 15-64 yaş grubu nüfusta herhangi bir yasadışı bağımlılık yapıcı maddenin en az bir kere denenme oranı yüzde 2.7, öğrencilerin yüzde 26.7’si bir tütün ürününü, yüzde 19.4’ü alkollü içecekleri, herhangi bir yasadışı bağımlılık yapıcı uyuşturucu maddenin en az bir kere denenme oranı ise yüzde 1.5 olarak hesaplandı.

AIDS alarmı

Türkiye’de AIDS hastalığına neden olan HIV virüsü taşıyanların sayısı 13 bine ulaşmış durumdadır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2005’te 292 AIDS hastası tespit edilirken, 2011- 2016 yıllarında 7 bin 406 yeni vaka tespit edilmiştir. Dünyada son 10 yılda hastalığın en çok arttığı ülke, yüzde 426 ile Türkiye’dir.

İntihar

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan intihar istatistiklerine göre; 2015 yılında ölümle sonuçlanan intihar sayısı bir önceki yıla göre yüzde 1.3 artarak 3 bin 211 kişiye yükselmiştir. İntihar edenlerin yüzde 72.7’si erkek, yüzde 27.3’ü ise kadın.

Antidepresan kullanımı

Türkiye’de 2011-2016 arasında antidepresan kullanımı yüzde 25.6 artmış durumdadır. 2003 yılında 14 milyon 238 bin kutu antidepresan satılırken, 2012 yılında 37 milyon 351 bin 187 kutu, 2016 yılının ilk 9 ayında ise 33 milyon 638 bin 916 kutu antidepresan tüketilmiştir.

Cezaevine giren sayısı

Türkiye’de 2015 yılında ceza infaz kurumlarına giren hükümlü sayısı, bir önceki yıla kıyasla yüzde 11.7 artarak 177 bin 262’ye ulaşmıştır. Bunların 170 bin 703’ü erkek, 6 bin 559’u kadınlardan oluşurken, söz konusu dönemde ceza infaz kurumuna giren 12-17 yaş grubundaki çocuk hükümlü sayısı 2010 yılında bin 443 iken, 2016’de 8 bin 993’e çıkmıştır.

Aileler borç batağında

Aile gelirinin borca oranı Aralık 2002’de yüzde 4.7 iken, Aralık 2016’ya gelindiğinde yüzde 57’ye ulaşmış durumda. Aralık 2002’de protestolu senet tutarı 0.8 milyar TL iken, Aralık 2016’da 12.3 milyar TL’ye, tüketicilerin banka borcu 6.6 milyar TL’den 419.6 milyar TL’ye, çiftçilerin bankaya borcu 5.1 milyar TL’den 73.4 milyar TL’ye yükseldi. Boşanmalar yüzde 37, fuhuş yüzde 790, adam öldürme yüzde 261, çocukların cinsel istismarı yüzde 434, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678, cinsel taciz yüzde 449, kadına şiddet yüzde 1400 arttı.

Çocuk gelinler

Yalnızca 2011-2016 yılları arasında, 232 bin 313 çocuk, gelin oldu. Türkiye’de 2002’den bu yana 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Çocuk yaşta resmi nikâhla evlendirilen kızların (16-17 yaş grubu) yüzde 69.9’u, kendisinden 6 ve daha büyük yaşta bir erkekle evlendi.

Çocuk istismarı

Emniyetin verilerine göre, son 10 yılda istismar mağduru 250 bin çocuğumuz vardır. Çocuk suçlarında dava dosyası, 2016 yılı verilerine bakıldığında son 10 yılda yüzde 200 artmıştır. 2006’da 62 bin dava bulunurken, 2016’da bu rakam 117 bin 739’a ulaşmış durumdadır. 2015’te evden kaçan çocuk sayısı 3 bin 10. Bu çocukların bin 196’sı erkek, bin 814’ü kız. 2016’da evden kaçan çocuk sayısı 2 bin 686. Bu çocukların 880’i erkek, 1806’sı kız.

T24
ETİKETLER
chp depresyon lale karabıyık türkiyede sosyal bozulma rapor sağlık bakanlığı çocuk gelinler istismar uyuşturucu aİds intihar

"Ekonomimizle ilgili spekülasyon yaratılıyor" denmişti: 735 bin esnaf, 164 bin patron işini kaybetti!
07 Kasım 2017



2011-2016 yılları arasında ücretli ve yevmiyeli çalışan sayısında artış yaşanırken, 735 bin esnaf dükkanını 164 bin işveren de fabrikasını kapattı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sıklıkla dile getirdiği, "Ekonomimiz ile ilgili olumsuz spekülasyonlar üretiliyor" demişti.

Sözcü'de yer alan habere göre, Kalkınma Bakanlığı, TÜİK'in Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları üzerinden 2011 ile 2016 yılları arasında istihdamın yapısında yaşanan değişimi hesapladı. Buna göre 2011 yılında istihdamın içinde olan, yani bir iş yapan ya da bir işte çalışan sayısı 23 milyon 266 bin kişiydi. O tarihte istihdamdaki kişilerin yüzde 61.7'si, yani 14 milyon 355 bin kişi ücretli ve yevmiyeli, yüzde 19.4'ü yani 4 milyon 514 bin kişi kendi hesabına çalışan esnaf, yüzde 5.2'si yani 1 milyon 210 bin kişi de işveren olarak istihdam içinde yer alıyordu.

Ücretsiz aile işcisi arttı

Ayrıca istihdamda görünenlerden yüzde 13.7'si yani 3 milyon 187 bin kişi de ücretsiz aile işçisi olarak bakkal, kasap, manav ya da tarımsal alanda aileye ait kendi işyerinde çalışıyordu. 2011'de işsizlik oranı yüzde 9.1 işsiz sayısı da 2 milyon 328 bindi. 2016 yılına gelindiğinde ise istihdamın içindeki işverenlerin oranı yüzde 5.2'den yüzde 4.6'ya, kendi hesabına çalışan esnaf ve benzeri kişilerin oranı da yüzde 19.4'ten yüzde 16.7'ye geriledi. Patron ve esnaf sayısı azalınca doğal olarak ücretsiz aile işçilerinin oranı da azaldı, yüzde 13.7'den yüzde 11.2'ye düştü. 2011 ile 2016 yılları arasındaki 5 yıllık dönemde istihdamın içinde payını yükselten tek kesim ücretli veya yevmiyeli çalışan işçiler oldu.

Hani işsizlik düşecekti?

TÜİK'in aynı verileri üzerinden yapılan hesaplamalara göre, eğer 2011 yılındaki istihdam dengesi daha da bozulmasa ve istihdam içindeki işçi-esnaf-işveren oranları aynı kalmış olsaydı bugün yaklaşık 735 bin ilave esnaf dükkanında çalışıyor olacaktı. Aynı şekilde işveren sayısı 2016 yılında 1 milyon 251 bin değil 1 milyon 415 bin olacak, yaklaşık 164 bin ilave işveren işsizlere iş sağlıyor olacaktı. Ayrıca bugün işsizler ordusunda görünen ya da başkasının yanında çalışan yaklaşık 680 bin kişi aile işçisi olarak eşinin, babasının ya da annesinin işlettiği dükkan ya da fabrikada çalışıyor olacaktı. Sonuçta ücretli ve yevmiyeli çalışan yaklaşık 1.6 milyon kişi iş talep eden değil iş sağlayan tarafta yer alacak, işsizlik düşecekti.

5 yıllık dönemde dükkanını, fabrikasını ya da aileye ait işyerini kaybeden esnaf, işveren ve ücretsiz aile işçileri ya işsizler ordusuna katıldı ya da işçi oldu. İstihdam sağlayan esnaf ve işverenler istihdam sağlama özelliklerini kaybettikleri gibi üstüne bir de iş arayanlar kervanına katılınca işsizlik daha da coştu. İstihdamın yapısındaki bu değişimin sonunda işsizlik oranı yüzde 9.1'den yüzde 10.9'a, işsiz sayısı 2.3 milyondan 3.3 milyona yükseldi.

T24
ETİKETLER
patron işçi haber açıklama esnaf

Kulis: Erdoğan’ın ‘tek belirleyici’ olması partiyi küstürdü, bakanlar şikayetçi
07/11/2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, AKP’nin genel başkanı seçilmesinin ardından partide ‘tek belirleyici’ olmasının parti içinde rahatsızlık yarattığı öne sürüldü.

Cumhuriyet’ten Sinan Tartanoğlu’nun kulis haberine göre, AKP içinde, doların artışı, enflasyonun düşmemesi ve faizlerin düşürülmesi yönündeki talimatın ekonomi yönetimini köşeye sıkıştırdığı konuşuluyor.

‘FETÖ’ yargılamaları

Dış politikadaki tutumun “Kavgalı olmadığımız kimse kalmadı” sözleriyle anlatıldığı partide, bu gerginliğin iç politika ve ekonomiye sorun çıkarmasının kaçınılmaz olduğu ifade ediliyor.

Partide, ekonomi ve dış politikada alınan olumsuz sonuçların sadece ‘Erdoğan’ın 2019’daki başarısı’yla analiz edildiği ve sorumluların da buna göre arandığı aktarılıyor.

Ülkenin gündeminden düşmeyen gözaltı, tutuklama ve yargılama süreçlerinin ikna edici deliller üzerinden yürütülmemesi ve haksızlık yapıldığı yönündeki eleştirilerin AKP içindeki olumsuz ve gergin havayı pekiştirdiği belirtilirken, yakınları ‘FETÖ’ iddiasıyla yargılanan kişilerin ‘nüfuzlu yapısını koruması’nın da parti içinde sıkıntı yarattığı ifade ediliyor.

Bakanlar şikayetçi

Bakanlar Kurulu’ndaki toplantıların istişareden yoksun, ‘saygı ve kafa sallama’nın ötesine geçmediği, oysa birçok bakanın partinin iyiye gitmediği ve Erdoğan’ın müdahaleleri nedeniyle çalışamadıklarını dile getirdiği, tüm bakanların herhangi bir konuda cumhurbaşkanı konuşmadan fikir beyan etmekten çekindiklerine işaret ediliyor.

Bakanlar Kurulu toplantılarının havası, partide “Cumhurbaşkanı görüşünü belli ediyor. Bakanlar aynı doğrultuda konuşuyor” ifadeleriyle anlatılıyor.

16 Nisan’ın olumsuz sonuçları karşısında ‘belediye başkanlarının istifa ettirilmesiyle sorunun çözülmediği’; ancak takınılan tutumun ve yapılan açıklamaların teşkilatı küstürdüğü ifade ediliyor.

MİT’in CHP’ye baskısı

‘FETÖ’yle mücadele’nin, 16 Nisan’dan sonra yerini ‘Erdoğan’ı istemeyen’ arayışına bıraktığına, bunun da partiyi giderek daha kötüye götüreceğine dikkat çekiliyor.

Parti içindeki etkili isimlerin, cumhurbaşkanına bağlı bir MİT’in olası uygulamalarından çekindiği ve MİT’in CHP’ye yönelik yoğun mesaisinin de rahatsızlık yarattığı dile getiriliyor.
Diken

Dilipak'tan zehir gibi AKP yazısı: Bu gerizekalı, ahmak, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana
08.11.2017



Abdurrahman Dilipak'tan AKP'ye çok sert eleştiriler: “Allah bunların belasını vermiş, kiminin eline kan bulaşmış, kimi uyuşturucu kullanıyor, kimi kumara sarmış. Bu gerizekalı, ahmak, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana”
:
Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü köşesinde Suudi Arabistan’ta prenslere yönelik operasyonu hatırlatarak Türkiye’deki siyasileri, iş adamlarını ve bürokratları çok sert bir dille uyardı.

Suudi Arabistan’da prenslere yapılan operasyon sonrasında mallarına el koyma işleminin ABD ve İngiltere tarafından yapıldığını belirten Abdurrahman Dilipak, şu ifadeleri kullandı:

“Bakın, bizim haksız kazanç elde eden patronlara, politikacılara, bürokratlara, belediyecilere de söylüyorum, sizin paralarınızın nerelerde olduğu biliniyor. Dubai, Katar, İsviçre, Malta, İngiliz of Shore bankaları, Hong Kong, hepsi biliniyor. İçeride bir ihbar, Panama belgelerindeki bir kayıt işinizi bitirir. ‘Parayı nereden bulduğunuz’u ispatlayamazsanız, bu hesaplar, birileri tarafından yolunduktan sonra, dünya bankasına aktarılır. Bu paranın peşine düşecek olursanız, Zarrab’ın gittiği yere giderseniz.”

“Zaten bu kafa ile giderlerse en büyük ihaneti kendileri yapmış olurlar Erdoğan’a, AK Parti’ye” diye yazan Dilipak, AKP ve AKP’ye yakın iş adamlarını da şöyle eleştirdi:

“Zaten Allah bunların belasını vermiş. Kiminin eline kan bulaşmış, kimi uyuşturucu kullanıyor, kimi kumara sarmış. Aile birkaç milyonu koymuş cebine bir sapa adam olsun diye göndermiş ama, haytaların iş yapacağı yok.. Bunların çocukları başlarına bela olacak bu gidişle.”

Dilipak yazısının son bölümünde AKP’li belediyelerdeki rüşvete de dikkat çekerek şöyle yazdı:

“Bazı yerlerde durum gerçekten vahim. İş ‘Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar’ noktasında. İçimizdeki ‘düşman’ dışımızdakinden daha tehlikeli. Dünya ahvali böyle iken, bölgemiz kan gölüne dönmüşken, içeride bir de bu gerizekalı, ahmak, hain, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana.”

Abdurrahman Dilipak’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Allah korusun Türkiye’de FETÖ’cüler Erdoğan’ı devirir yeniden iktidara gelme hayalleri gerçek olursa, 17/24 benzeri bir operasyonun hedefinde bugün AK Parti şemsiyesi altında zenginleşen ve rüşvetle semirenlerin başına Suudi Arabistan’daki muhaliflerin başına gelen gelir. Bırakın mallarını kurtarmayı, canlarını bile zor kurtarırlar. CHP’liler de öyle. Bu paralar geldiği gibi gider. Zaten bu kafa ile giderlerse en büyük ihaneti kendileri yapmış olurlar Erdoğan’a, AK Parti’ye. Bindikleri dalı kesmiş olurlar.

Zaten Allah bunların belasını vermiş. Kiminin eline kan bulaşmış, kimi uyuşturucu kullanıyor, kimi kumara sarmış. Aile birkaç milyonu koymuş cebine bir sapa adam olsun diye göndermiş ama, haytaların iş yapacağı yok.. Bunların çocukları başlarına bela olacak bu gidişle.

Haram para ile saadet olmaz! Ahiretleri gitti de bunların, dünyaları da gidecek. Yeryüzünde bir cennet ve ölmeyecekmiş gibi bir hayat hayal ederken, cehennemin yalazı yalar bunların suratlarını.

Keşke Erdoğan kamu güvenliği müsteşarlığı üzerinden kendi belediyelerini, kendi bakanlıklarını, CHP’li belediyeleri, tebdili kıyafetle bir denetletse. Bazı yerlerde durum gerçekten vahim. İş “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” noktasında. İçimizdeki “düşman” dışımızdakinden daha tehlikeli. Dünya ahvali böyle iken, bölgemiz kan gölüne dönmüşken, içeride bir de bu gerizekalı, ahmak, hain, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana.”

Odatv.com

15 Temmuz şehidinin oğlu'ndan AKP'ye ağır eleştiri
09 Kasım 2017



15 Temmuz darbe girişiminde şehit olan Yeni Şafak gazetesi foto muhabiri Mustafa Cambaz’ın oğlu Alpaslan Cambaz, AKP Hükümetine çok sert eleştirilerde bulundu. Cambaz sosyal medyadan yaptığı açıklamada,”sorsan hepsi yerli ve milli, hepsi ak pak, büyük resimci…” ifadelerini kullandı.
ByLock mağduriyetleriyle ilgili sosyal medyada mesaj paylaştığını ve bu konuda kendisine mağdurlardan geri dönüşler olduğunu belirten Alpaslan Cambaz “Öncesinde mağdurları ben de fark edememiştim. Olanları duyurmakta geç bile kaldığımı düşünüyorum bu yüzden. Üzerime düşeni yaptım sadece. Lakin sesi çıkmayan garibanları bastırmaya, yok saymaya, anlayıp dinlemeden suçlamaya o kadar alıştırıldık ki toplum olarak, ‘Biri bizi anladı’ diye bana gözyaşlarıyla yazıyorlar bu sebepten” dedi.

Cambaz, sosyal medya hesabından paylaştığı yazıda “AKP’nin iktidarını sürdürmesini borçlu olduğu insanlar çoğu da… Gerçek Müslümanlar… Sahte Reisçi medyacı mafya tarafından iktidarın altı oyuluyor dediğimizde boş konuşmuyoruz” ifadelerini kullandı.

İşte Alpaslan Cambaz’ın paylaşımı:



Yeni Asya

Lozan'ın gizli maddeleri bir açıklansın da!
Servet Avcı
09 Kasım 2017

Yine bir gün bizim mahalle kahvehanesinde okey oynuyoruz… Elim bitmiş, okeye dönüyorum… Tam da o sırada yancılardan bir gardaşımız "Dövizi bozdurup, oyunu bozduracaktık hani?" demesin mi?

Ne yalan söyleyeyim çok utandım… Allah var, kendimi çok kötü hissettim… Sanki vergi kaçırmak için Malta'da kurduğum off-shore şirketim ortaya çıkmış, milyonlarca Amerikan Dolarlarımı herkes öğrenmiş de rezil olmuşum gibi yani…

Neticede vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, ben de sessiz kalamazdım… Sonra aldım yanıma "Makbuzu getir, dürümü götür" kampanyası yapan kebapçıyla, 250 Dolar bozduranı bedava tıraş eden berberi, beraberce dövizciye gittik, parayı bozdurduk…

***

Bir gazetemizdeki şu haber beni çok derinden etkilemişti: "Dolar oyununa halk tokadı: Türkiye'nin 2023 hedeflerine ilerleyişini yargı kumpaslarıyla, sokak kalkışmalarıyla, son olarak ise darbe girişimiyle durduramayan karanlık odaklar, ekonomiyi zayıflatmak için harekete geçti. Ancak bu kirli oyunu da boşa çıkaran vatandaş, tercihini Türk Lirası'ndan yana kullandı. Gazetemizin, 'Boz doları' çağrısı, Türkiye'nin dört bir yanından karşılık buldu. Vatandaşlar döviz bürolarına akın etti…"

Neyse ki o 'karanlık odaklar' da ortaya çıktı… Biz vatandaş olarak kirli oyunları boşa çıkarırken, ekonomimiz zayıflatmak isteyen Cehape zihniyeti meğer vergi vermemek için gâvur ellerinde şirketler kurup, döviz kaydırıyormuş…

Zaten ben bunların askerlik yapmamasından, oğul, yeğen, torun-tombalak askerlikten kaçmalarından, çürük raporu için işporta kurmalarından hep şüpheleniyordum, şimdi her şey ayan beyan ortada…

***

Biz yer miyiz ulan bu oyunları? Şunun şurasında Lozan'ın gizli maddelerinin açıklanmasına 5-6 sene kaldı… Hakikatler tek tek ortaya çıkacak, bakalım o zaman kim hangi deliğe kaçacak?

Sırp kardeşlerimizden canlı et bile alamıyorduk eskiden… Şimdi masaya yumruğu koyduk, Lozan'ı Allah'ın izniyle deldik… Etin besmelesi de arkadan geliyor inşallah…

O Lozan yüzünden Haliç'teki altınları bile çıkaramadık… Ürettiğimiz saman içerideki sığırlara yetmiyor kardeşim… Yani o denli sığır patlaması var… Biz de ne yaptık? Elimizi kolumuzu bağlayan Lozan'ı bir daha deldik ve Bulgaristan'dan saman getirtiyoruz…

***

"Fetö'nün devlete sızdığına kargalar bile güler" demişti ya yine 'Cehape zihniyeti'ne mensup Başbakan Yardımcısı!.. O kargalar hâlâ gülüyor mu bilmiyorum ama onlarla havada kapışacağız… Önümüzdeki seçimlere, o olmazsa ondan sonraki seçimlere, o da olmazsa mutlaka bir seçime yetişecek olan yerli uçağımız o kargalarla havada hesaplaşacak… O zaman göreceğiz kim kime gülecek?

Şu anda milletten gizliyorlar ama bizim köy derneğinde duydum… Alman sanayisi çökmek üzere… Nasıl bizim üçüncü havalimanının adı bile Almanların havayolu şirketi Air Berlin'i iflas ettirdiyse, bizim otomobil hamlemiz herifleri perişan etti…

Mercedes, otomotiv işinden çekilip, düdüklü tencere sektöründe tutunmayı düşünüyormuş… BMW zaten şansını leblebi işinde deneme kararı almıştı… Ford, primlerinin düzgün yatırdığı için hak ettiği emekli hayatına geçiyor… Audi ve Wolksvagen ise bu kara günleri çoktan gördükleri için birleşmişler ve Berlin'de kebapçı dükkânı açmaya karar vermişlerdi…

Deutshce Bank'a gelince insanın içi parçalanıyor dramdan… O çoktan çökmüştü… Bizden aldığı düşük faizli borçlarla Almanya'da tefecilik yapıyor…

***

Allah devletimize, milletimize zeval vermesin… Bizim ömrümüzden alsın, bayrağımızı ofşor-mofşor demeden taaa Maltalarda, Hollandalarda, Panamalarda dalgalandıran büyüklerimize ve onların değerli çocuklarına eklesin…

Ben şimdi okeye dönmeye devam edeyim müsaadenizle… Yayını mahalle kahvesinden yapıyorum… İnternet cigabaytım da bitmek üzere… O yüzden kesmek mecburiyetindeyim… Cigabaytımızı kısıtlayan Lozan'ın gizli maddeleri bir açıklansın, işte o zaman sınırsız internete kavuşacağım… Sizi daha çok ve kesintisiz aydınlatacağım…

Haber Fedai

HDP'li Bilgen'dan Rıza Sarraf yorumu: Konuşursa her şey karışacak
06.11.2017



ABD’de tutuklu bulunan İran asıllı Türkiye vatandaşı iş insanı Rıza Sarraf’ın konuşması durumunda iktidar için her şeyin karışacağını söyleyen HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, “Umutluyum. Filmin sonuna geldik” dedi.

Gazete Karınca'nın aktardığına göre HDP Sözcüsü ve Kars Milletvekili Ayhan Bilgen, HDP İzmir İl Örgütü’nün 2. Olağan Kongresi’nde açıklamalarda bulundu.

'KONUŞURSA BEYFENDİNİN AİLESİNİN CANI YANACAK'

Türkiye’nin rehine durumuna düştüğünü vurgulayan Bilgen, “Türkiye’yi Amerika ziyaretinde Fethullah Gülen’i istiyor gibi gösterenler şimdilerde öğreniyoruz ki Reza Zarrab’ı kurtarmak istiyorlar. Çünkü korkuyorlar. Reza Zarrab konuşursa her şeyin karışacağını biliyorlar. Reza Zarrab kendini kurtarmak için itirafçı olursa ne kadar bey efendinin ailesinin canının yanacağını biliyorlar” diye konuştu.

'KENDİLERİ REHİN DURUMA DÜŞTÜLER'

Bilgen, ayrıca HDP’nin üzerinde ağır bir yük olduğunu belirtirken, “Eğer hedefiniz büyükse yükünüz ağır olur” dedi ve şöyle devam etti:
"Yükünüz ağır ise elbette ödeyeceğiniz bedel biraz daha ağır olur. Umutluyum. Filmin sonuna geldik. Bizi, insan hakları savunucuları, gazetecileri akademisyenleri, eşbaşkanları, belediye başkanlarını rehine gibi görenler, rehine muamelesi yapanlar, kendi ülkesinin insanını Avrupa ile pazarlık haline getirmek isteyenler aslında kendileri rehine durumuna düştüler."

Erken seçim ihtimaline de değinen Bilgen, “Yerel seçimler genel seçimlerden önce yapılırsa emin olun ki yerel seçimlerde vereceğimiz sınav Türkiye’de başkanlık sınavının nereye varacağının kiminle yürüyeceğini yeni alternatiflerin inşa edilip edilmeyeceğini ortaya koyacak” dedi.
Sputnik

Reza Zarrab hayaleti, bir heyula gibi dolaşıyor Saray'ın üzerinde...
Hasan Cemal
09 Kasım 2017



Reza Zarrab hayaleti, bir heyula gibi dolaşmakta Saray'ın üzerinde!
Bu yüzden, Erdoğan açısından zaten kötü olan siyasal ve ekonomik beklentiler her geçen gün bozuluyor.

New York'taki dava 27 Kasım'da.

Reza Zarrab’ın itirafları ile "17-25 Aralık tapeleri"nin ortalığa saçılması ihtimali, hiç kuşku yok, Erdoğan ve çevresini ürkütüyor.
Hem ekonomik hem siyasi bakımdan ürkütüyor.
Özellikle Halk Bankası'na gelmesi muhtemel okkalı bir ceza Türk bankacılık sistemini de olumsuz etkileyebilir.
Dolar karşısında Türk Lirası inişte.
Türkiye'ye dolar girişi azalıyor.
Aşırı borçlanmış reel sektör kıvranıyor, çünkü borç ödeme sorunu derinleşiyor.

Kur arttıkça, ekonomiye dönük beklentiler kötüleşiyor.
Merkez Bankası faize dokunamıyor, 'Erdoğan korkusu'ndan dolayı, hain ilan edilirim diye...

Faize dokunsa, faizi yükseltse bile, bu saatten sonra etkisinin kısa süreli olacağının da farkında galiba...
Açmaz içinde açmazlar söz konusu.
Bunlardan biri de OHAL.
Olağanüstü hâl uygulaması, ekonomiye köstek olmaya devam ediyor.
Mülkiyet hakları konusunda baştan beri kaygılara yol açan hukuksuzluk ortamı, yerli ve yabancı yatırımcı açısından caydırıcı etki yapıyor.
Ekonomiye ilişkin bütün bu olumsuzlukları bilen biliyor.
Ama konuşamıyorlar.
Özgürce tartışamıyorlar.
Zira Saray korkusu var.

​AKP oyları yüzde 40'ın altında.

İYİ Parti MHP'yi çökertiyor, AKP'den tırtıklıyor

Özgürce konuşulamadığı, tartışılamadığı için de çıkan söylentiler ekonomide beklentileri daha çok bozuyor.

Bütün bunlar yaşanırken, Tayyip Erdoğan Amerikası ile, Avrupası ile, Almanyası ile papaz olmuş durumda...

(..)

Ekonomide disiplin kalmadı.
Demokrasiydi, hukuktu boşlandı.
Ekonomide yapısal sorunlar tekrar kapımızı çaldı.
Eskisi gibi kamu açıkları ile büyümeye çalışıyoruz.
Yine geçmişteki gibi enflasyon artıyor, işsizlik büyüyor.
Öte yandan seçim araştırmaları da Erdoğan'ı korkutuyor.
AKP oyları yüzde 40'ın altında.
İYİ Parti MHP'yi çökertiyor, AKP'den tırtıklıyor.
Bir başka deyişle:
2019 seçimleri Erdoğan için tehlikede!
Ama o hâlâ emir demiri keser zihniyetiyle, kıvranmakta olduğu çıkmazdan çıkabileceğini sanıyor, tabii kendini aldatıyor.
Erdoğan kendisiyle birlikte partisini de, Türkiye'yi de bir 'kaos'a doğru sürüklüyor.
Türkiye için bir yumuşak geçiş konusunda kapıları birer birer kapatıyor.
Ne yazık ki öyle.
1950'lilerden bu yana Türkiye siyasetine şöyle bir bakın.
Her seferinde kafamızı duvara dan diye çarpmadan doğru yolu bulmaya çalışmadık.
Hep yuvarlandık.
Yuvarlandıktan sonra da aklımız başına gelir gibi oldu, doğru yolu buluyoruz dedik, ama bir süre sonra yine saçmaladık, olmadık sulara savrulduk.
Şimdi de böyle bir karanlık dönemi yaşıyoruz.
Günlük deyişle:
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete, haydi hayırlısı!

T24
ETİKETLER
hasan cemal reza zarrab tayyip erdoğan akp

Serdar Turgut: Washington, Yıldırım sadece Zarrab’ı konuşmaya gelecek gibi hazırlanıyor
07/11/2017

Zarrab davası için hazırlanmış olan 56 sayfalık iddianameyi baştan sona dikkatle okudum.

Kamuoyuna açık mahkeme 27 Kasım’da başlamadan önce iddianame üzerinde bir şey söylemeyeceğim.

Bu arada Washington’daki birimler, sanki Başbakan Binali Yıldırım’ın sadece bu konuyu konuşmaya geleceğini düşünüyormuş gibi bu iddianame üzerine yoğunlaştılar. Çarşamba günü başlayacak görüşmeler için bunun üzerinde yoğun çalışıyorlar.

Eğer Amerikan birimlerinin düşündüğü doğruysa Başbakan Binali Yıldırım’ın bu hafta işinin hayli zor olacağını söyleyebilirim.

Serdar Turgut’un yazısının devamı için: http://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/1703040-turkiye-katara-dikkat-etmeli

Nihat Genç: AKP’li teşkilatların Anıtkabir ziyaretlerini politik bir manevra sonucu ne denli siyasi olursa olsun çok olumlu buluyorum
10.11.2017



İşte Odav yazaraı Nihat Genç'in "Fetö nerede, Abdullah Gül nerede, Davutoğlu nerede, Melih Gökçek nerede... Hepsi çok aşırı yemekten öldü" başlıklı o yazısının ilgili bölümü:

Bu “büyük ziyafet”i onlara hazırlayan gerçekten samimi inançları, imanları değil, korkuları kaygılarıydı…

AKP’li teşkilatların Anıtkabir ziyaretlerini politik bir manevra sonucu ne denli siyasi olursa olsun çok olumlu buluyorum.

Atatürk’ten benim anladığım, milli mücadeleye, yani ülkene ve kendine güvenmektir, bir meslek ve eser sahibi olmak, hukuk karşısında herkesin eşit olması, ağaya paşaya şeyhe ve lidere “kul” olmamaktır.

Milli Mücadele’nin ders olarak okutulmasının sebebi de budur, kendine ve ülkesine güvenen nesiller yetiştirmek.

Türk Tarih Kurumu daha geçen gün nasıl bir İnkılap Tarihi dersi verelim diye “müfredat” başlıklı bir toplantı düzenledi, toplantıyı düzenleyenler alenen şu imalarda bulunup refleks ölçtüler: İnkılap Tarihi derslerini kaldıralım öğrenmek isteyenlere TV’den kendi başlarına ulaşabilsinler…

AKP’ye bu politik manevranın ikiyüzlülüğünü sormak lazım; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Nihat Genç'in yazısının tamamı için: http://odatv.com/hepsi-cok-asiri-yemekten-oldu-1011171200.html?utm_referrer=https%3A%2F%2Fzen.yandex.com

Ana haber

CHP'li Özel: Ey Erdoğan, Atatürk'e ilk kez Atatürk demenin sebebi 16 Nisan
10.11.2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Atatürk'ü Anma Töreni'ndeki konuşmasında CHP'yi hedef alan sözlerine yanıt veren CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, "Ey Erdoğan; Senin Atatürk sevginin, ilk kez Atatürk'e Atatürk demenin sebebi 16 Nisan'dır" dedi.

Özel, Erdoğan'ın açıklamalarına dair Twitter hesabından paylaştığı mesajda "AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Atatürk sevgisi azlığının suçlusunu da buldu: CHP" ifadelerini kullandı.

Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin yüzde 51'le kabul edildiği 16 Nisan 2017'deki anayasa değişikliği referandumuna atıf yapan CHP'li vekil şunları yazdı: "Ey Erdoğan; Senin Atatürk sevginin, ilk kez Atatürk'e Atatürk demenin sebebi 16 Nisan'dır! NAFİLE ÇABANI BU MİLLET GÖRÜYOR! Rejimi değiştirmeye kalktığınız 16 Nisan'da YSK marifetiyle saydık sandığınız oylar sayılmadı, tartıldı! İşte bu yüzden; Yapılacak ilk seçim dikta heveslileri ile Cumhuriyet sevdalıları arasındaki bir referandum olacaktır. KORKUYORSUNUZ! DİZLERİNİZ TİTRİYOR!"

YARKADAŞ: ATATÜRK, PARADAN RESMİNİN KALDIRILMASINI BİZZAT İSTEDİ

​CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş da, CHP'nin Atatürk'le çok daha önceden zayıflamaya başlayan ilişkisinin 10 Kasım 1938'de tamamen kesildiğini öne süren Erdoğan'a sosyal medya üzerinden yanıt verdi.

Cumhurbaşkanı, Atatürk'ün ölümünden sonra resmi paralardan resminin kaldırıldığını hatırlatarak, "Atatürk'ün irtihalinden sonra o resim paranın üzerinden kaldırılmış ve onun yerine İnönü'nün resmi konulmuştur. Bunu yapan kim?" demişti.

Twitter hesabından paylaştığı mesajlarda Erdoğan'ın 'yakın tarihi bilmediğini' savunan Yarkadaş şunları yazdı: "Paraların üstüne İnönü'nün resminin basılması talimatını bizzat Atatürk vermiştir. 1926'da anayasaya konulan maddeye baksın Erdoğan… Mustafa Kemal, "Paranın üzerinde dönemin cumhuru reisinin resmî olur" maddesini anayasaya koydurdu. Atatürk ölünce İnönü Köşk'e çıktı. Böylece Atatürk'ün anayasaya koydurduğu madde uyarınca, paraların üzerine İnönü'nün resmî basılmaya başlandı. Erdoğan yakın tarihi öğrenmeden konuşursa; öğrenmeye çalıştığı Atatürkçülüğü eline yüzüne bulaştırır. Atatürk, paranın üstünden kendi resminin kaldırılmasını bizzat istemiş ve "Devlet yolunda devam ediyor" mesajını verdirtmiştir. Atatürk, AKP'li Erdoğan gibi "Ben gidersem devlet yıkılır" dememiş, cumhuriyetin ilelebet var olacağı mesajını verdirtmiştir. Buralarda yenisiniz, merak etmeyin öğreneceksiniz… Öğrenmek istemeseniz bile; hayat öğretecek… Tıpkı bugünkü gibi…"
Sputnik

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 10 Kasım mesajı
09.11.2016



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının 78. yıl dönümü nedeniyle bir mesaj yayınladı.

"Gazi Mustafa Kemal’in 'en büyük eserim' dediği Cumhuriyetimizin güçlenmesi için yılmadan, yorulmadan çalışmayı sürdüreceğiz" diyen Erdoğan'ın mesajı şöyle:

"Cumhuriyetimizin bânisi Gazi Mustafa Kemal’i, ebediyete irtihalinin 78. sene-i devriyesinde rahmetle yâd ediyorum. 1919’da Samsun’a çıkarak başlattığı İstiklal Harbimizi, 1923’te Ankara’da Cumhuriyeti kurarak zafere ulaştıran Gazi Mustafa Kemal, adını tarihe nakşettirmiş kahraman bir asker, büyük bir devlet adamıdır. Gazi Mustafa Kemal, bu ülkenin ve milletimizin ortak değerlerinden biridir. Uzun yıllar Gazi’yi sahiplendiğini iddia eden bazı kesimler, maalesef, onu kendi marjinal ideolojilerine, günlük siyasetin kısır tartışmalarına alet etmişlerdir. Oysa Gazi’nin hatırasına sahip çıkmak, bağımsızlığımıza, vatanımıza, bayrağımıza, Cumhuriyete ve ülkemizin bin yıllık medeniyet birikimine, Kurtuluş Savaşı ruhuyla sahip çıkmayı gerektirir. Nitekim Türkiye, son 14 yılda her alanda hayata geçirdiği kapsamlı reformlarla, devleti milletle kucaklaştıran politikalarıyla, bunu en iyi biçimde ispatlamıştır. Kahraman milletimiz de, 15 Temmuz ihaneti karşısında sergilediği asil direnişle, ülkemizin bu kazanımlarını canı pahasına muhafaza edeceğini tüm dünyaya ilan etmiştir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, Türkiye’nin istikrar ve güven içinde büyümesi, demokrasimizin standartlarının yükselmesi ve Gazi Mustafa Kemal’in 'en büyük eserim' dediği Cumhuriyetimizin güçlenmesi için yılmadan, yorulmadan çalışmayı sürdüreceğiz. Bu düşüncelerle, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, aziz şehitlerimizi, gazilerimizi ve tüm ecdadımızı şükranla anıyorum. Ruhları şad olsun."

Sputnik ​

"AKP, hâlâ toplumsal anlamda iktidar olabilmiş değil; laikliğin gücünü keşfediyor"
10 Kasım 2017



Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, AKP'nin toplumsal anlamda hâlâ iktidar olmadığını laikliğin gücünü keşfettiğini yazdı. Atay, "AKP Türkiye’de toplumsal-kültürel anlamda laikliğin, çoğul-sivil toplum laikliğinin gücünü keşfediyor asıl" diyerek, "İşte o yüzden 'Fesli Kadir'e güle güle, Anıtkabir ve Atatürk’e merhaba!.." ifadesini kullandı.

Atay'ın "AKP, Atatürk’ü mü keşfediyor?" başlığıyla (10 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bu 10 Kasım için AKP Şişli ve Beşiktaş ilçe başkanlıklarının Anıtkabir’e gitme çağrısını “AK Parti’nin nihayet Atatürk’ü keşfetmesi güzel” diye değerlendirenler oldu.

Elbette bu girişimi “Atatürk’ün keşfi” olarak değerlendirecek iyimserler azınlıkta. AKP’ye muhalif ve ondan mustarip büyük çoğunluk, bunun 2019 seçim sürecine giderken “laik Türkiye”ye yönelik bir göz boyama ameliyesi olduğu kanaatine sahip.

Yine de AKP’nin bu “10 Kasım jesti”ni kaçınılmazlaştıran, daha doğrusu koşullayan toplumsal-kültürel altyapıya dikkat yöneltmek, önümüze daha “gerçekçi bir iyimserlik” imkânı açabilir. Bu, aynı zamanda Türkiye’de dinbaz siyasetin, eğer bir şey keşfettiyse, bunun aslında neyi yapıp neyi yapamayacağının keşfi olduğunu ileri sürme yolunda da katkı sağlayabilir.
Bunun için, belki bir 10 Kasım günü için çok aykırı gelebilecek bir ismi, son zamanların en antipatik figürü, İslamcı- Osmanlıcı Kadir Mısıroğlu’nu gündeme getireceğim.

Sicilli, katıksız ve/fakat “samimi”, yani (pek çoklarından farklı olarak) hiç kimseden saklamamacasına Atatürk düşmanı Mısıroğlu, uzun yıllar bu özelliği nedeniyle Türkiye dışında, Avrupa’da yaşadı. Oralarda yayınlar çıkardı, etkinliklere katıldı ve Türkiye’de İslam’ın da, Osmanlı’nın da siyaseten ihya edileceği, laiklik ve Atatürk’ün ise imha edileceği günlerin geleceğine inancın savunucusu, savaşçısı oldu.

Bu çerçevede, uzun yıllar Türkiye’de dindar-muhafazakâr kesimlerin elinden düşmemiş, başucu kitabı addedilmiş eserleri vardır: “Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler”, “Osmanoğulları’nın Dramı”, “Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet” ve “Lozan: Zafer mi, Hezimet mi?”…

Ve gün döndü, bir “Parti”yle bir “Cemaat”in kapitalizmi “helâl” sayan bir İslamcı anlayışta buluşup Türkiye’de kurulu düzeni kendilerinden yana dönüşüme uğrattıkları süreçte yıllarca bu ülkede ne yazabilmiş, ne konuşabilmiş Mısıroğlu, bırakın yazıp konuşmayı, bol bol ortalıkta “görünürlük” kazandı.

Hem de adına “Yeni Türkiye” denilen “Hisseli Dinbazlıklar Kumpanyası”nın baş aktörlerinin yanı başında!..

Çünkü kendisinin “hezimet” saydığı Lozan’ı aynı doğrultuda değerlendiren bir siyasi zihin, en tepede durmaktaydı! Bu, Mısıroğlu’na “post-Kemalist” siyasi yeniden-yapılanma içinde gibi görünen Türkiye’de artık alabildiğine ve zincirlerinden boşanmışçasına ağzına geleni söyleme fırsatı verdi.
Ve ne olduysa bu süreçte oldu.

Ulus-devlet Cumhuriyet’in modernleşme pratiği ve deneyiminin hiç mi hiç kitlesel karşılık bulmadığı, olsa olsa elit(ist) bir laik azınlık var ettiği iddiasıyla ortalıkta boy gösteren ağzı bozukların karşısında yabana atılmaz bir kitlesel tepki belirdi.

Bunda görsel kitle kültürünün en antipatik, nefret edilesi figürlerden bile şov malzemesi çıkarabilmesinin payını da belirtmeden geçmemek gerekir. Mısıroğlu antipatikti ama “seyre gelir” bir yanı da vardı!..

Bununla bağlantılı olarak yıllarca Avrupa’da kafasında Osmanlı fesiyle “ciddiye alınmış” Kadir Mısıroğlu, hem de kendisini başköşeye oturtmuş bir siyasi anlayışın “devr-i saltanat”ında “Fesli Kadir” olarak hafife ve alaya alınır oldu.

“Maraş dondurmacısı kılıklı herif” diye makaraya sarılır oldu.
“Deli Kadir” denilerek itibarsızlaştırılır oldu.
Bunların hepsi Kadir Mısıroğlu’na AKP’nin “Yeni Türkiye”sinde nasip oldu!..
Ama bunun asıl sebebi, yukarıda belirttiğim gibi, AKP teşkilatlarını dahi Anıtkabir yolu tutmaya koşullayan bir toplumsalkültürel altyapının varlığı.
Eskiden denirdi ki Türkiye’de bir parti hükümet olsa da iktidar olamaz. Bu ifadeyle kastedilen, “iktidar” anlamında ortada laik değerlere bağlı, Kemalizm’i de resmi ideoloji yapmış bir sivil-asker bürokrasinin bulunması idi.

AKP, bu bürokrasiyi kendinden yana dönüştürdü. Ama öyle anlaşılıyor ki hâlâ bu ülkede, özellikle toplumsal anlamda “iktidar” olabilmiş değil.
Toplumu zorluyor, zorluyor, zorluyor, ama olmuyor, olamıyor.
Olmadığı, olamadığı için de belki istemeye istemeye, belki 2019 beka kaygısıyla Anıtkabir’in yolu tutuluyor.
AKP Türkiye’de toplumsal-kültürel anlamda laikliğin, çoğul-sivil toplum laikliğinin gücünü keşfediyor asıl.
İşte o yüzden “Fesli Kadir”e güle güle…
Anıtkabir ve Atatürk’e merhaba!..

T24

2019’a kadar hep Atatürk aşkı
Yalçın Doğan
10 Kasım 2017



Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü ilk mesajını Atatürk ile ilgili yayınlıyor. Mesajın son paragrafı tarih ve edebiyat şaheseri olarak kayıtlara geçiyor:

“Devletimizin banisi ve milletimizin sadık hadimi, insanlık idealinin aşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır”.

“Bani” kurucu, “hadim” hizmet eden anlamında. Yani, devleti kuran ve halkına hizmet eden “eşsiz kahraman Atatürk” diyor İsmet Paşa.

10 Kasım dolayısıyla Tayyip Erdoğan dün bir mesaj yayınlıyor. Mesajın bir yerinde şöyle söylüyor:

“Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal’i ebediyete irtihalinin 79. yıldönümünde saygıyla yâd ediyorum.

(...) Gazi Mustafa Kemal önderliğinde istiklal mücadelemiz, elde ettiği eşsiz zaferle ve milletimizi müşterek bir ideal etrafında birleştirerek kurduğu Cumhuriyetimiz ile tüm dünyanın takdirini kazanmış kahraman bir asker, saygın bir liderdir”.

İsmet Paşa’nın Türkçesi gibi olmasa da, anlam açısından tıpatıp aynı. Hatta “bani”, “kahraman” sözcüklerini kullanıyor, İsmet Paşa “milletimizin sadık hadimi” diyor, Erdoğan “milletimizi müşterek bir ideal etrafında birleştirerek” diyor. Aynı anlamda, sanki kopya çekmiş gibi.

Lozan

Cumhuriyetin kuruluş ve ilanından sonra 1924’te Lozan Anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti bütün dünya tarafından kabul edilmiş oluyor. Atatürk Lozan’dan “Nutuk’ta” şöyle söz ediyor:

“Lozan, Türk milleti aleyhine asırlardır hazırlanmış ve Sevr Anlaşması ile tamamlandığı zannedilen bir suikastın yıkılışını ifade eden belgedir”.

Erdoğan ve Lozan ise, epey karışık. 29 Eylül 2016’da Erdoğan, “saygın lidere” çatıyor:

“Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Şu an Ege’yi görüyorsunuz, bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu? O masaya oturanlar sebebiyle.”

Lozan’ı yerle bir ediyor, aradan on ay geçiyor, 24 Temmuz 2017’de Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının yıl dönümünde Erdoğan:

“Türk Milleti Lozan Anlaşması ile bu topraklarda bin yıllık varlığını hedef alan Sevr’i yırtıp atmış, bağımsızlığından taviz vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir”.

Bu sözler de, Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesinin hemen hemen aynısı.

Hangisi Erdoğan’ın gerçek düşüncesi? Lozan “bize yutturulan zafer” mi, yoksa “bağımsızlık belgesi” mi? Hangisi?

Hem İsmet Paşa’dan kopya çekiyor, hem Atatürk’ten.

“İki ayyaş”

Oysa, içki ve sigara ile ilgili yasayı Meclis’ten geçirirken, “İki ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor” diyebiliyor.

1930’larda kabul edilen ilgili yasayı eleştirirken.

Ama, bugün o “iki ayyaşın” farklı konulardaki ifadelerine ve görüşlerine aynen katılıyor.

(..)

Anıtkabir’e gitmek

Şimdi Erdoğan Atatürk’ü yere göğe koyamıyor.

O’nun ölüm yıl dönümü nedeniyle yayınladığı mesaj, Lozan’a övgüler ve de AKP örgütlerinin “10 Kasım’da Anıtkabir’deyiz” ya da “Anıtkabir’e gidiyoruz, tüm halkımız davetlidir” çağrısı.

Halkı davet etmene gerek yok, halk zaten sadece 10 Kasımlarda değil, her bayramda, her fırsatta, koşa koşa Anıtkabir’e gidiyor.

Bu arada, “gidiyoruz” dedikleri Anıtkabir’de imar değişikliği yaparak, belli alanları imara açma girişiminde bulunan AKP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı değil mi?

Yüzde 50 artı 1 için

Bir “Atatürk sevgisidir” gidiyor. Durup dururken değil, nedeni var.

Her şey 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için. O seçimi kastederek Erdoğan:

“Yüzde 50 artı 1 almak için artık toplumun yüzde yüzünü kucaklamalıyız”.

Hedef belli ve çok açık. Yüzde 50’yi aşmak.

Bu cümlede en kritik sözcük “artık”. Bu şu anlama geliyor:


1-”Artık” dediğine göre, itiraf ediyor ki, bugüne kadar kucaklamamış,

2-Ama, bundan sonra kucaklayacak.

“Artık” çok geç.

O “yüzde 50” seni kucaklamaz.

(..)

T24
ETİKETLER
atatürk lozan akp erdoğan seçim cumhurbaşkanlığı

Erdoğan: Atatürk'e 'Atatürk' dedik diye senaryolar yazılıyor
10.11.2017



Erdoğan: Atatürk'e 'Atatürk' dedik diye senaryolar yazılıyor
Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının 79. yıl dönümü dolayısıyla Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Atatürk'ü Anma Töreni"nde konuşuyor.

Erdoğan'ın konuşmasından satır başları:

Ülkemizde eskiden beri hep Atatürk ve Atatürkçülük tartışması yaşanmıştır. Milletimizin gönlündeki Atatürk ile sonradan kavramlaştıran Atatürkçülük ile fark ortaya çıkmıştır. Milletimizin Mustafa'ya saygısında en küçük tereddüt yoktu, Milletimizin Kemal'le de en küçük sorunu bulunmuyor. Atatürk konusunda da hiçbir sıkıntısı olmadığını gayet iyi biliyoruz.

Kurtuluş Savaşımız milletimizin topyekün kıyamının adıdır. Böyle bir mücadeleye liderlik eden ismin milletin gönlünden en kıymetli yere sahip olması kadar önemli bir şey yoktur.

Birgün

TMO, “dışarıdan” 96 bİn ton arpa alacak
12.11.2017



TMO, 8 ayrı uluslararası ihale ile toplam 96 bin ton yemlik arpa alımı yapacak. TMO, birkaç gün önce de 230 bin ton Avrupa menşeli ekmeklik buğday alımı için bir dizi uluslararası ihale açmıştı.

TOPRAK Mahsulleri Ofisi ( TMO ) toplam 96 bin ton yemlik arpa alımı için sekiz uluslararası ihale açtı. Her biri 12 bin ton büyüklükte olan ihalelerde son teklif tarihi 21 Kasım olarak belirlendi. Öte yandan TMO’nun Avrupa menşeli yaklaşık 230 bin ton buğday almak için açtığı ihale devam ediyor.

TMO, geçtiğimiz günlerde 230 bin ton Avrupa menşeli buğday alımı için 23 ayrı ihale açmıştı. Her biri 10 bin ton tutarında olan 23 ayrı ihale sonucu sevkiyatlar Kasım sonu ve Aralık başında gerçekleştirilecek. İhaleler 17 Kasım’da sona erecek.
Millî Gazete

Anket sonuçlarını beğenmeyen Erdoğan’dan "ittifak" talimatı
11.11.2017



Giderek eriyen oylarını kurtarmak
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ksm 11, 2017 10:47 pm    Mesaj konusu: Anket sonuçlarını beğenmeyen Erdoğan’dan "ittifak" Alıntıyla Cevap Gönder

Anket sonuçlarını beğenmeyen Erdoğan’dan "ittifak" talimatı
11.11.2017



Giderek eriyen oylarını kurtarmak için çeşitli hamleler yapan AKP'de bir türlü istenen teveccüh bulunamıyor. Metal yorgunluğu adı altında belediyelerde kadro değiştiren AKP'de yeni formül arayışları devam ediyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın; seçim ittifakları, daraltılmış bölge ve barajın düşürülmesi seçeneklerini de gündeme aldığı belirtiliyor.

DİĞER FOTOĞRAFLAR

15 yıldır tek başına ülke yönetiminde olan Adalet ve Kalkınma Partisi, giderek kaybolan oylarını toparlama kaygısına düştü. Belediye başkanlarınA ve bazı il başkanlarına kesilen faturalar kan kaybını durduramadı. Vatandaşların belini büken vergi ve zamları sürekli artıran AKP, diğer yandan da halkın tevecühünü kazanmaya çalışıyor. Son anketlerde ortaya çıkan kötü sonuçlara çare arayan AKP'de ittifak ve seçim barajı konuları gündemde...

Kamuoyu araştırmaları sonucu oy kaybı yaşadığı iddia edilen ve uyum paketi hazırlayan AKP, son anda seçim ittifakları, daraltılmış bölge ve barajın düşürülmesi seçeneklerini de gündemine aldı.

DARALTILMIŞ BÖLGE GÜNDEMDE

AKP Genel Merkezinde ilgili bakanlıkların ve parti yöneticilerinin katıldığı toplantıda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine ilişkin uyum paketi kapsamlı bir şekilde masaya yatırıldı. Türkiye gazetesinden Yücel Kayaoğlu’nun haberine göre; Seçimleri ilgilendiren 6 ayrı yasada değişiklikler de içeren uyum paketi ile seçim ittifakları, seçim barajının düşürülmesi ve daraltılmış bölge seçim sistemi de tartışmaya açıldı.

PARTİDE BARAJIN AYNI KALMA GÖRÜŞÜ VAR

AKP kurmayları, yüzde 10'luk seçim barajının indirilmesi konusunda henüz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la bir değerlendirme yapılmadığını, ancak parti olarak barajın aynı kalması görüşünde olduklarını dile getiriyor. MHP 'nin bu konuda ısrarcı olması durumunda ise yüzde 10'luk oranının yüzde 7'ye çekilebileceğini söyleyen parti kurmayları, bu konudaki net kararın Cumhurbaşkanı ile yapılacak değerlendirmeden sonra verileceğini belirtiliyor.

İTTİFAK KONUSU NE OLACAK?

AKP'nin uyum yasaları konusunda üzerinde çalıştığı bir başka düzenleme ise seçim ittifakları. Siyasi partilerin seçimlerde örtülü de olsa ittifak yapmasının önünde bir engel olmadığını dile getiren parti kaynakları, bu nedenle ittifaklar konusunda ayrıca bir düzenleme yapılmasına gerek olmadığı görüşünü savunuyor.

Parti kurmayları, seçim ittifaklarına yönelik bir düzenleme yapılması durumunda, seçimleri ilgilendiren tüm yasalarda tadilat gerektiğini belirterek, “İttifakları tümüyle serbest bırakan bir yasal çalışma yapılırsa, çok sayıda mevzuatta değişikliğe gidilmesi gerekiyor. Bu durum zaman alacak bir şey. O nedenle mevcut sistemle ittifaklar değerlendirilebilir” görüşünü dile getirdi. Bir siyasi partinin adaylarının, başka bir siyasi partinin milletvekili listelerinde yer almasının önünde bir engel olmadığını hatırlatan parti kurmayları, “Bu geçmişte de yapıldı. Yani parti amblemleri ile değil, adaylar bazında ittifak olabiliyor. Bu nedenle yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmayabilir” dedi.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN DA GÜNDEMİNE ALDI

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bazı başdanışmanları aracılığı ile seçim ittifakı, seçim barajı ve daraltılmış bölge seçim sistemine yönelik ayrı bir çalışma yaptırdığı öğrenildi.

Millî Gazete

Sayın Erdoğan, inandırıcı ve samimi değilsiniz
11 Kasım 2017
Ahmet Sever



Cumhurbaşkanı Erdoğan da Atatürk’ü, ailesini savunmaya başladı ya...

Nedeni çok basit...

Erdoğan, 2019 hedefinin tehlikeye girdiğini gördü...

Emin olun, anketler yaptırmış ve Atatürk’e saldırmanın kendisine oy kaybettirdiğini görmüş ve sırf bu nedenle birden Atatürk’e çiçekler atmaya başlamıştır...

İşin ucunda yüzde 50+1 var ya...

Kusura bakmayın ama hiç inandırıcı ve samimi değilsiniz Sayın Erdoğan...

Amacınıza ulaşmak için size her yol mübah...

Çizginizde tutarlılığa hiç önem vermediniz bugüne kadar...

Kendi menfaatiniz neyi gerektiriyorsa günün şartlarına göre onu yaptınız, onu söylediniz...

Örnekleri o kadar çok ki...

Bir kaçını hatırlayalım:

Mavi Marmara:

“Türkiye’de otorite bizsek biz zaten gitmelerine izin verdik”...

“Siz gitmek için bu ülkenin Başbakanına mı sordunuz?”...

Lozan Anlaşması:

“Bugüne kadar Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştırlar. Bunun neresi zafer?”...

“Türk Milleti Lozan Anlaşması ile Sevr’i yırtıp atmış, bağımsızlığından asla taviz vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir”...

Avrupa Birliği:

“AB, Hristiyan, Katolik devletler topluluğu. Biz bu kazanın içine girmeyeceğiz”...

“Hamdolsun AB’den tarih aldık. AB Parlamentosu üyelerine, AB Komisyonu Başkanı ve üyelerine, değerli Devlet Başkanlarına teşekkür ederim”...

“Hadi bakalım biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna”...

“AB, Türkiye için stratejik hedef olmaya devam ediyor”...

“Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı kalmadı”...

Putin:

“Birisinin özür dilemesi gerekiyorsa bu biz değiliz”...

Özür dileyen kendisi oldu...

Bu listeye, milliyetçilik, Gülen Cemaati, Suriye, Mısır, Barzani ve daha pek çok konu ile ilgili çelişkileri de ekleyebiliriz...

Şimdi de bir anda Atatürk demeye başladı Cumhurbaşkanı Erdoğan...

Bu yıla kadar bir kere bile “Atatürk” dememiştir...

Hep, “Gazi Mustafa Kemal paşa” diye hitap etmiştir...

İktidarda kalabilmek için yapmayacağı şey yok anlaşılan...

Bu arada başta yandaş kalemler olmak üzere yanındaki herkes, Erdoğan’ın zikzaklarına ayak uydurmak için helak oluyor doğrusu...

Halleri kötü...

T24
ETİKETLER
erdoğan atatürk cumhuriyet seçim başkanlık

HDP'li Kerestecioğlu Erdoğan’ın Atatürk açılımını değerlendirdi: Elverişli olan her şey olunabilir
Hülya Karabağlı
11 Kasım 2017



"Yani her şeye ben sahibim, bu aslında bir tür narsisizm oluyor"

HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 79. yılında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 10 Kasım mesajıyla iyice ortaya çıkan Atatürk açılımını değerlendirdi. Sosyal medyada, nerede kadar gidecekler sorusuyla ilgili ‘zeybek oynamaya kadar gidecekler’ yorumlarına dikkat çeken Kerestecioğlu, “Elverişli ne varsa onu kullanma aslında bu. Elverişli olan her şey olunabilir, sadece Atatürk’te değil aslında” diye değerlendirdi.

15 yılın portresini 'talan, rant ve zengini daha çok zengin ve yoksulu daha çok yoksul yapma düzeni’ olarak yorumlayan Kerestecioğlu, bu noktadan sonra gidilecek yer kalmadığı için kendi kendine muhalefet etme zamanı başladığını belirtti ve “Hatta bekliyorum bir süre sonra 'bunlar yaptılar’ noktasına dönebilir. Ben aslında Gezi’de o parkı kurtarmak istemiştim. Ama bunlar böyle yaptılar noktasına bile gelebilir” diye konuştu.

Kerestecioğlu’nun T24’ün sorusuna değerlendirmesi şöyle:

Sosyal medyada 'zeybek oynamaya kadar gider' diye yazmışlar

Benim icadım değil ama ‘zeybek oynamaya kadar gidecek’ diye yazmışlar sosyal medyada.

Gelinen yer şu daha doğrusu, 15 yılda talan, rant ve zengini daha çok zengin ve yoksulu daha çok yoksul yapma düzeni. Bu noktadan sonra gidilecek yer kalmadığı için şimdi muhalefet etme zamanı başladı. Daha önce de ifade etmiştim kendi kendine muhalefet eden bir parti doğdu diye. Hakikaten, Ak Parti ve genel başkanı kendine muhalefet etmeye başladı. İstanbul’a ihanet ettik dedi. Onun dışında her taraf beton beton dedi. Şimdi şöyle bir algı yaratmaya çalışıyor; bütün bunları biz yapmadık.

“Her şeyi ben bilirim, her şeyi ben olurum”

Hatta bekliyorum bir süre sonra 'bunlar yaptılar’ noktasına dönebilir. Ben aslında Gezi’de o parkı kurtarmak istemiştim. Ama bunlar böyle yaptılar noktasına bile gelebilir. Şimdi Atatürkçülükte yine "Böyle bir nokta." Yani her şeye ben sahibim, aslında bir tür narsisizm oluyor bu, her şeyi ben yaparım, her şeye ben muhalefet ederim, her şeyi ben bilirim, her şeyi de ben olurum. Bir eğişik psikoloji.

"Atatürk’e Kürtçe ağıt yaktırmaktan"

O zaman gidilebilecek yer sınırsız mı?

Evet gidilebileceği yer de çok sonlu gözükmüyor. Elverişli ne varsa onu kullanma aslında. Bu işte yani Atatürk’e Kürtçe ağıt yaptırmaktan, Atatürkçü olmaya, her zaman en önde kendileri oraya gitmeye, opera bale bir süre sonra Atatürk Kültür Merkezinde en ön sıralarda seyretmeye sonra zeybek oynamaya kadar gidilebilecek bir şey olabilir. Elverişli olan her şey olunabilir, sadece Atatürk’te değil aslında. Çünkü gidişat onu gösteriyor, kendi kendine muhalefet etme hali falan. Dün hakikaten Atatürkçülükte bunu çok iyi gördük.

T24
ETİKETLER
hdp filiz kerestecioğlu erdoğan atatürk açıklama

Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu: İstanbul'a kimlerin ihanet ettiğini anladık da Trabzon'a kim ihanet etti?
12 Kasım 2017



"Taş, toprak, betonun dışında köprü inşaatında ne varsa hepsi dışarıdan"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "İstanbul'a ihanet ettik" sözlerine gönderme yapan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, "İstanbul'a kimlerin ihanet ettiğini anladık da, Trabzon'a kim ihanet etti? Bunu anlamakta zorluk çekiyorum" diye konuştu.

Saadet Partisi (SP), 2019 seçimlerine hazırlık startını Bostancı Gösteri Merkezi'nde "Bekle Bizi İstanbul" 2019 Hamle Programı ile verdi. Programa Trabzon'dan telekonferans ile bağlanan SP Genel Başkanı Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğanın "İstanbul'a ihanet ettik" sözlerini hatırlatarak, şunları söyledi:

"İstanbul ranta kurban edildi"

"İstanbul Türkiyemizin en güzel şehri. Geçmişte başşehirdi bugün yine olabilir. Sayın Cumhurbaşkanı'nın ifadesi ile eğer bu şehire ihanet edilmişse, bu şehri yeniden derleyip toparlamak bize, milli görüşçülere düşer. Milli görüşü terk edip başka ideallerin düşüncelerin peşinden koşanlar İstanbul'u ihya edemezler. İstanbul ranta kurban edildi. Yeşillikleri kayboldu. Tarihi eserleri yüksek binaların arasında görülmez oldu. Yüksek binalar tarihi eserlerimizi gölgeler hala geldi. Her geçen gün nüfusu aratan, problemi artan bir şehir. Bize İstanbul'un problemlerini nasıl çözeceksiniz, diye sorduklarında; bizim ilk cevabımız, İstanbul'a şu anda yapılan göçün durdurulmasını sağlayacağız. Anadolu'da yaşayan insanlar kendi yaşadıkları illerde, ilçelerde, köylerde kendi geçimlerini sağladıklarında İstanbul'a göç duracak. Hatta İstanbul'a olan göç tersine dönecek Anadolu'ya olacak. Yüksek binalar, çarpıtılmış projeler, ne İstanbul'umuz ne de başka illerimizi ihya edebilir. Trabzon'dayım. Buraya gelirken gördüğüm yüksek binalar beni şok etti. İstanbul'a kimlerin ihanet ettiğini anladık da Trabzon'a kim ihanet etti? Bunu anlamakta zorluk çekiyorum."

"Metal yorgunluğu maalesef iktidarın kendi fikrinde"

Karamollaoğlu, "Taş, toprak, betonun dışında köprü inşaatında ne varsa hepsi dışarıdan. Mühendisi, işçisi de dışarıdan. Böyle bir ülke kalkınmış, güçlü sayılabilir mi? Bunu kabullenmemiz mümkün değil. İğneden ipliğe neye ihtiyacımız varsa biz getireceğiz. İşsizliği, İstanbul'a göçü biz durduracağız. Kendi uçağımızı, tankımızı, topumuzu biz yapacağız. 15 yıl geçmiş şimdi oturmuşlar günah çıkarmaya çalışılıyorlar. Metal yorgunluğundan bahsediyorlar, belediye başkanlarını istifalara zorluyorlar. Olmaz. Metal yorgunluğu maalesef iktidarın kendi fikrinde ve düşüncesinde. Düşüncede metal yorgunluğu var. Hatalarını kabul edip sil baştan işe başlamaları gerekir. Ama bunu yapmaktan her babayiğidin harcı değil. 'Yanlış işler yapmışım, yanlış dostlar edinmişim, yanlış projeler' şimdi değiştiriyorum' demesi icap eder. Maalesef sadece halkımıza yönelik bir takım söylemleri geliştiriyorlar" dedi.

T24
ETİKETLER
saadet partisi temel karamollaoğlu tayyip erdoğan

Antalya'da baba cinneti: İki çocuğunu öldürüp intihar etti
12 Kasım 2017



Antalya’nın Aksu ilçesinde, 40 yaşındaki Göksel Akşeker, 3 ve 5 yaşındaki 2 kız çocuğunu tabancayla öldürdükten sonra aynı silahla intihar etti.
Yaklaşık 1.5 ay önce 2 çocuğuyla Gaziantep'ten gelen baba Göksel Akşeker'den perşembe gününden beri haber alamayan ev sahibi, yedek anahtarla Akşeker ailesinin yaşadığı eve girdi. Ev sahibi, içeri girdiğinde 3 ve 5 yaşındaki 2 kız çocuğu ve baba Akşeker'in cansız bedeniyle karşılaştı. Ev sahibinin durumu bildirmesi üzerine polis ekipleri, olay yerine geldi. Polis ekibi eve girdiğinde bir adam ve iki çocuğun cansız bedeniyle karşılaştı. 3 kişinin de vurularak öldürüldüğü belirlendi.
T24

"Baloya gidip vals de yapsanız, kuvvacı kalpağı da taksanız; Atatürk maskesi size ağır gelir, taşıyamazsınız"
12 Kasım 2017



Yeniçağ yazarı Adnan İslamoğulları AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Atatürkçü" oylara yönelik olarak değişen politikasını değerlendirdi. İslamoğulları, "Salıncakta da sallansanız, V yaka süeter de giyseniz, smokin giyip papyon da taksanız, bir tren vagonunun penceresine kollarınızı dayayarak fotograf da verseniz, hatta bir tarla bulup kargaları da kovalasanız, baloya gidip vals de yapsanız, kuvvacı kalpağı taksanız başınıza Atatürk maskesi size ağır gelir, taşıyamazsınız" dedi.

İslamoğulları'nın "Atatürk maskesi size ağır gelir, taşıyamazsınız..." başlığıyla (12 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bugüne kadar kaç maske taktınız, sayamadık, tâkâtimiz yetmedi saymaya. Biz yorulduk maskelerinizi saymaya, siz değiştirmeğe yorulmadınız, biz utandık zaman zaman maskelerinizi görmeye, siz değiştirmekten içtinâb etmediniz. Biz "Bu sondur, bundan fazla da maskeleri olamaz" dedik, ümit etmek istedik sizin adınıza, ama siz maskelerinizin yanında kostüm de değiştirdiniz…

Hep bir maske vardı yüzünüzde, gerçek yüzünüzü hep saklamak istediniz, gerçek yüzünüzle çıkamadınız kendi ülkenizin insanlarının önüne…

Kim bilir, belki de bir gerçek yüzünüz yok sizin, biz yalnızca bir yüzünüz olduğunu düşündük hep ve sakladınız sandık, belki de burada yanıldık, sizin gerçek bir yüzünüz yok belki de…

"Değiştik" dediniz, "Gömleğimizi çıkardık" dediniz, "Demokrasi" dediniz, "İnsan hakları" dediniz, "Yetim hakkı" dediniz, "Fırat'ın kenarındaki koyun" dediniz, "Allah korkusu" dediniz, "Peygamber ahlâkı" dediniz, "Ömer adâleti" dediniz, o kadar çok şey dediniz ki…

Değişmediniz...

Gömleğinizi çıkarmadınız. Ddemokrasiye hiç inanmadınız. İnsan hakları yalnızca sizin için vardı. Yetimin hakkına komisyon diye fetvalar verdiniz. Fırat'ın kenarındaki koyunu kurtlar kaptı ama sizin umurunuzda olmadı. Allah korkunuz nev i şahsınıza münhasır. Paygamber ahlâkı dediniz, akrabayı kollama ayetlerini akrabayı kayırmaya dönüştürdünüz. Ömer adaleti değil camiyi yıkmıştı, siz camiyi değil adâleti yıktınız. O kadar çok yanlış yaptınız ki!..

Cumhuriyetle olan hesaplaşmanız hiç bitmedi…

"Doksan yıllık reklâm arası" dediniz…

"Beğenseniz de beğenmeseniz de yeni devlet kuruyoruz" dediniz…

"İki ayyaş" dediniz…

"Keşke Yunan kazansaydı" dedi, sarayınızda sofranıza otırttuğunuz meczuplarınız…

Zübeyde Hanım'a olmadık hakaretler edilmesine göz yumdunuz…

"Olmasaydın da olurduk" şeklinde tam sayfa ahlâksız ilanlar verildi havuzunuzun gazetelerinde…

Ne oldu şimdi?

Ne değişti?

Ne değişti de, ne oldu da birdenbire kendinize yeni maske taktınız?

Fakat bu kez öyle bir maske taktınız ki, size bile ağır gelecek o maske... Bu kez öyle bir maske taktınız ki, ardındaki yüzü gösterecek, saklamayacak o yüzü, yüzünüzü...

Salıncakta da sallansanız, V yaka süeter de giyseniz, smokin giyip papyon da taksanız, bir tren vagonunun penceresine kollarınızı dayayarak fotograf da verseniz, hatta bir tarla bulup kargaları da kovalasanız, baloya gidip vals de yapsanız, kuvvacı kalpağı taksanız başınıza...

Ve hatta...

Beyaz keblebi ile rakı içip zeybek de oynasanız Atatürk maskesi size ağır gelir, taşıyamazsınız. Cumhuriyet size ağır gelir sindiremezsiniz...

T24
ETİKETLER
erdoğan kalpak haber vals açıklama

"Doğu Perinçek, 'Erdoğan İslami Kemalist oldu' dediğinde uyanmamız lazımdı"
12 Kasım 2017



"İktidar partisi Atatürk etrafındaki kişilik kültüne özeniyor"

Cumhuriyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in “Erdoğan İslami Kemalist oldu” sözlerini "uyanmamız lazımdı" diye değerlendirdi. "Doğruymuş" ifadesini kullanan Aydıntaşbaş, "Bu yıl iktidar partisinin önde gelen isimleri 10 Kasım’da 'Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anısının önünde saygıyla eğiliyorum' demekten bir hâl oldu" dedi.

Aydıntaşbaş'ın "AK Kemalizm olur mu?" başlığıyla (12 Kasım 2017) yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:

Birkaç gündür seyahatteydim. Gittim, geldim, bir de ne göreyim; bir hafta içinde memlekette herkes Kemalist olmuş!
Aslında Doğu Perinçek birkaç hafta önce “Erdoğan İslami Kemalist oldu” dediğinde uyanmamız lazımdı. Doğruymuş. Bu yıl iktidar partisinin önde gelen isimleri
10 Kasım’da “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anısının önünde saygıyla eğiliyorum” demekten bir hal oldu.
İnandırıcı mı? Hayır. Ama ne yapalım? “Valla ben Kemalist oldum” diyen adama “Hayır asla değilsin” diyecek halimiz yok. Buna da şükür deyip geçelim!

Ana Haber

Star yazarı: Resmî ideoloji önünde gerileme sergilenmiş olması burukluk meydana getirdi, hüzün oluşturdu
12 Kasım 2017



"Sustuklarımızla suçlanamayız ama sözlerimizle suçlanırız, vuruluruz"

Star yazarı Selahattin E. Çakırgil, AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Atatürkçü" oylara yönelik olarak değişen politikasının burukluk meydana getirdiğini, hüzün havası oluşturduğunu yazdı. Çakırgil, "Tabiatiyle, son bir asrımız kadar, geleceğimize de ipotek koymak eğilimde olan bir resmî ideoloji önünde, -gerekçesinin izah edilmesi de beklenmeyen- bir gerileme sergilenmiş olmasının bir burukluk meydana getirdiğini, gönüllerde bir hüzün havası oluşturduğunu belirtmeliyim" ifadesini kullandı.

Çakırgil'in "İç zaaflarımızı çoğaltmadan ve karşıtlarımızdan alkış ve insaf beklemeden" başlığıyla (12 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

7 Kasım Salı akşamı İst.- Fatih’te ‘Yeryüzü İyilik Hareketi’nin merkezinde, 10 Kasım Cuma akşamı da, ‘İnsan ve Medeniyet Hareketi’nin davetlisi olarak Gebze’deydim. Her iki toplantıda ele alınan konular özellikle de Müslüman dünyasının kalbi mesabesindeki Ortadoğu coğrafyasında emperyalist devletlerin ve güç odaklarının devamlı enrikaları kadar ve ondan da daha önemlisi, kendi iç dünyamızda, hele de İslam adına sergilenen ve sosyal tesanüdümüzü, dayanışmamızı yaralayan iç açmazlarımız idi.

Tabiatiyle, son bir asrımız kadar, geleceğimize de ipotek koymak eğilimde olan bir resmî ideoloji önünde, -gerekçesinin izah edilmesi de beklenmeyen- bir gerileme sergilenmiş olmasının bir burukluk meydana getirdiğini, gönüllerde bir hüzün havası oluşturduğunu belirtmeliyim.

Sustuklarımızla suçlanamayız ama hangi gerekçeyle olursa olsun, kendimize yakışmayan sözlerimizle suçlanırız, vuruluruz da...

(..) İslam Milleti’nin asıl düşmanları muhakkak ki, emperyalist- şeytanî güçlerdir. Onlardan yakınamayız ve hayat hakkımızı ve yaşama gücümüzü onların insaflarından veya zaaflarından dilenemeyiz.

Ama bunları söylerken, pek çok zaaf, yanlış ve olumsuzluklarımızın olduğu, sosyal bünyemizi kemiren fısq’u fücur ve ifsadlarla karşı karşıya bulunduğumuz gerçeğine de göz kapayamayız.

t24

Erdoğan'la ilgili ilginç bir iddia! Her akşam başka bir odada yatıyor
12.11.2017

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili ortaya atılan bu iddia ses getirecek. MİT'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "Sizi bombalı bir saldırı ya da kazayla değil, içeriden bir suikastle öldürmek istiyorlar..." dediğini aktaran Aydınlık gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar, bugün kaleme aldığı 'Tayyip Erdoğan’a, abdestli-namazlı suikast!' başlıklı yazısında olay olacak iddialarda bulundu.

Aydınlık gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar, bugün kalema aldığı 'Tayyip Erdoğan’a, abdestli-namazlı suikast!' başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili gündemi sarsacak bir iddiada bulundu.

İşte Önkibar'ın yazısındaki ilgili o bölüm;

"Dün dinledim...

MİT, Tayyip Erdoğan’a ısrarla şunu anlatıyormuş:

“Sizi bombalı bir saldırı ya da kazayla değil, içeriden bir suikastle öldürmek istiyorlar. En yakın çevrenize bile dikkat edin!..”

Erdoğan bu uyarıyı dikkate almış olacak ki Saray’ın yüzlerce odalı konut kısmında her akşam başka bir odada yatıyor. Keza yemeklerinde fevkalade dikkatliymiş.

MİT’in bu uyarısı önemli.

15 Temmuz’u yaptıran ve yenilen emperyal iradenin Erdoğan’dan kurtulmak istediği sır değil. Bu itibarla içeriden saldırma ihtimalleri var..."

Millî Gazete

Yılmaz Özdil: Bence Tayyip Erdoğan bunlarla kafa buluyor
12 Kasım 2017

Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası 10 Kasım özel programında Yılmaz Özdil güncel gelişmelere ilişkin açıklamaların yanı sıra trajikomik bir üslup ile liyakati ve mevcut siyasi konjonkturu anlattı.

Yılmaz Özdil’in konuşmasının satır başları özetle şöyle:

Bir takım tipler, tarikatvari çocukları tecavüz edilen sapık yuvalarında zehirlenmişler. 50’li yaşlara gelmişler, saatsiz bomba olarak dolaşıyorlar. Bütün okulları imam hatipleştirdiler. Müjdeler olsun imam hatipleri bitirdiler dedim. Yakında birahanede yakalanan imam hatipli çocukları olacak.

“HULUSİ AKAR’LA GEZMEYE GİTMEM”

Milli Eğitim Bakanı'na bak. Şimdi sınav sistemini soruyorlar ‘bilmiyorum’ diyor. İsmet Yılmaz ne bakanı oldu. Adama buraya otur diyorsun oturuyor.

“CAM FİLMİ TARTIŞIYORLAR”

Bence Tayyip Erdoğan bunlarla kafa buluyor. Erdoğan ‘İstanbul uçakları Japonya’ya gitsin’ desin. Yaparlar. TV’de oturuyorlar cam filmi tartışıyorlar. ‘Akvaryumdaki balıklar renkli’ dese bir saat bunu tartışacaklar. Şuan eğer Tayyip Erdoğan Anayasa Mahkemesi’nden referandumla ilgili iptal kararı çıkartırsa şaşırmayın. Tek adam rejimi en büyük zararı Erdoğan’a veriyor. Tek adam rejiminin yanlışlığı üç gün içinde ortaya çıktı. Arkası da gelecek. Çünkü Erdoğan dünyanın en zeki insanı olsa altından kalkabilmesi mümkün değil. Başbakanlık, genelkurmaylık makamı alay konusu olmuştur. Her şeye Tayyip Erdoğan karar veriyor. İmha eder bu. Bunu kim söylediyse FETÖ’cü odur.

“YAPMA DEDİK”

16 Nisan referandumu öncesini düşünün. Seni sevmiyoruz diyoruz. Sen Cumhurbaşkanımızsın öyle kal diyoruz. Ben bunların genel başkanı olacağım dedi. Yapma dedik. 16 Nisan’dan beri rencide oluyorum. Dış basını okuyorsun AKP’yi iktidarda tutan emperyalist güçler şimdi en ağır hakaretleri yazıyorlar.

“ACI ÇEKEREK YAŞIYORLAR”

Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nden iptal ettirebilir. Çünkü tarihe çok kötü geçiyor. Referandum yanlıştı ve yanlışlığını acı çekerek yaşıyorlar. Tek adam Erdoğan’ı Yıldırım Akbulut fıkralarından daha kötü hale getirdi.”
Habererk

Erdoğan'ın çevresinde kimse kalmadı
12 Kasım 2017



Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, AK Parti'nin Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin en uzun iktidar dönemini yaşadığını belirterek, "Tayyip Bey’in etrafında kimse kalmadı" dedi.
Rize İsmail Kahraman Kültür Merkezinde SP İl kongresine katılan Genel Başkan Temel Karamollaoğlu Cumhurbaşkanının güvendiği çevresindeki insanların kendisini yalnız bıraktığını söyledi.

Birgün'ün aktardığına göre 5. Olağan Genel Kurulu yapılan SP Rize il Başkanlığı kongresine katılmak üzere kente gelen Genel Başkan Temel Karamollaoğlu, kültür merkezi salonunda yaptığı konuşmada, ülkenin zor dönemden geçtiğini belirterek, "Hepimiz bu zor dönemin bilincindeyiz, 1800'li yıllarda dünya savaş içindeydi, 1900'lı yıllara geçtiğimizde ise birinci ve ikinci dünya savaşları çıktı ve 50-60 milyon insan bu savaşlarda öldü. 2000'li yıllarda ise Ortadoğu üzerinde oynanan oyunlar ile bu bölgelerde çıkan savaşlarda sadece Suriye'de 600 bin insan hayatını kaybetti ve 7 milyon insan göç etti. Ülkemizin üzerinde oynanan oyunlar var, bu oyunlara kanmamak gerek, bizi yönetenler güçlünün yanında olmayı marifet sayıyorlar. AB'ye girmeyi marifet sayanlar var, bizim hakka ve hukuka bağlılığımız var. Bunlarda o yok. Onların çöplere attığı yiyeceklerle bugün Ortadoğu'da ve Afrika'da açlık diye bir sorun kalmaz. Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir sözü bizim için geçerlidir. Onlar da öyle bir şey yok. Böyle bir tabela yapacaksın ve o tabelayı BM'nin giriş kapısına asacaksın, hem alçak asacaksın ki kafalarına vursun ve o sözü görsünler. Dünyanın bizim ideallerimize ihtiyacı var” dedi.

"YANINDA OLANLAR ONU YANLIŞ YERE SEVK EDİYORLAR"

Karamollaoğlu, konuşmasında AK Parti'nin Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin en uzun iktidar dönemini yaşadığını dile getirerek, "1923-38 yılları arasında en uzun iktidar yaşanmıştı. Şimdi ise AK Parti 16.'ci yılına girmekte. Ancak bunlar ülkenin sorunlarını çözemedi, kafalarına taş düştüğünde ise uyandılar. Akıl ile değil hissiyat ile hareket ediyorlar. Tayyip Bey’in etrafında kimse kalmadı, yanında olanlar onu yanlış yere sevk ediyorlar. Kararı sen ver ama dinle diyoruz ona, bir numaralı mesele kamplaşma dedik ona ama olmadı. Bizde takım tutar gibi parti tutulmakta. Yanlış varsa söyleyeceksin ki faydalı olabilesin. Siyasette hasım değil, birbirine rakip oluruz. Yanlış karar alırsan vergiyi artırırsın, dışarıdan et ithal edersin" ifadelerini kullandı.
Yeni Asya

Aytun Çıray kalem kalem hesap çıkardı:Şehir Hastanelerini devlete yaptırsa 10.2 milyar Euro ödeyecekken, 47 milyar fazlası ile 57 milyar Euro ödeyecek
13 Kasım 2017



İYİ Parti Başkanlık Divanı, bugün saat 11.15'te, Genel Başkan Meral Akeşner başkanlığında toplandı. Toplantı sonrası, Genel Sekreter Aytun Çıray gündemdeki konulara ilişkin açıklama yaptı.

Çıray yaptığı açıklamada " 2018 bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinden bütçeye gelecek yükler için ilk defa bir yılın bütçesine ödenek kondu.

Karayolları ve şehir hastaneleri için konulan 6,2 milyar lira oldu.

Konunun uzmanları, “2016 yılı ortası itibariyle 20 sağlık tesisinin (şehir hastaneleri) yatırım bedeli 10,2 milyar Euro ve Sağlık Bakanlığı’nın bu tesisler için ödeyeceği kira (doğrudan yükümlülük) yıllık toplamda (kira+isteğe bağlı hizmet bedeli) 2,280 milyar Euro’dur. Bu kiraların 25 yıl boyunca toplam tutarı 57 milyar Euro’dur. Ödemeler finansmanın sağlandığı para cinsinin ülkesinde gerçekleşen enflasyonla güncellenecektir.” diyor.

Yani AK Parti hükümeti Şehir Hastanelerini devlete yaptırsa 10.2 milyar Euro ödeyecekken, 47 milyar fazlası ile 57 milyar Euro ödeyecek." dedi.

İYİ Parti Genel Sekreter Aytun Çıray açıklaması şu şekilde ;

DIŞ POLİTİKA

Esasen AK Parti iktidarlarının başlangıcında Sayın Erdoğan gücünü tarihimizde hiçbir lidere nasip olmamış dış destekten almıştır.

Bu nedenle Sayın Erdoğan’ın güçlü lider izlenimini yaratan temel unsurların başında dış politika gelmektedir.

Bu destek ülkemizde hukukun üstünlüğünün ve kuvvetler ayrılığının ciddi biçimde darbe almaya başladığı dönemlerde bile sürmüş; Saray’ da bundan fazlasıyla faydalanmıştır.

Ancak Saray, kendi siyasi hedeflerine vardığına dair bir kanaate ulaştıkça, dış politikayı kullanma stratejisini değiştirmeye başlamıştır.

Özellikle referandumda görüldüğü gibi, başat pozisyondaki devletlerin yönetimleri ile karşı karşıya gelmekten hiçbir biçimde çekinmeyecek bir lider görüntüsünü iç politik çıkarları kullanmıştır.

Ancak dış politikanın iç politik hedeflere böylesine alet edilmesi nerede olursa olsun çok yanlıştır ve sonuçları da genellikle çok ağır olur.

Şu anda Saray’ın Türkiye'yi ve Türk Milletini maruz bıraktığı durum tam da budur.

Ancak bu meydan okuma tavrının Saray’ın kendi seçim stratejisinin bir parçası olduğu ve sürdürülebilir olmadığı ilgili hükümetler ve devletler tarafından ne yazık ki bilinmektedir.

Rus Uçağının düşürülmesi sonrasında yaşananlar ve Çin'le ortak balistik füze yapılması projesinden imzalandığı halde vazgeçilmesi ilgili hükümetlerin Saray’ı ciddiye almamalarının nedenlerini gayet iyi açıklamaktadır.

Bu da dış politikanın Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyetinin yüksek genel çıkarları doğrultusunda yürütülmesinin önünde büyük engeller çıkarmaktadır.

ABD'nin vize rejimini yumuşatmaya yönelik kararının da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. ABD vize rejimini Türk hükümetinden aldığı bazı açık taahhütler karşılığında yumuşattığını deklare etmiştir.

Bu konuda herhangi bir geri adım atılması halinde vize işlemlerinin yeniden askıya alınması söz konusu olabilecektir.
Fakat burada önemli olan husus, AK Parti'nin hukuku ancak güçlü ülkelerin baskısıyla uyguladığı veya uygulamadığı bir ülke görüntüsü vermesidir.

APEC Zirvesi vesilesiyle Vietnam'da bir araya gelen ve “ Siyasi çözümün forumu da Astana değil Cenevre'dir,” diyen Trump ve Putin'in Suriye konusunda yapmış oldukları açıklamaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

EKONOMİ

Bu Türkiye için son derece haysiyet kırıcı, dolayısıyla asla kabul edilemez bir durumdur. Bedeli de hem ekonomik hem de siyasi olarak çok ağırdır.

Doların 4 TL'yi zorlaması ve enflasyonun adeta patlama yapması izlenen içe endeksli yanlış dış politikanın sonucudur.

Ve siyaseten uluslararası düzlemde yaşanan mutlak yalnızlaşma ve bir 2. Kuzey Kore olma riskiyle yakından bağlantılıdır.

Bu arada altını çizerek vurgulamamız gereken nokta şudur: Bizim AK Parti’nin yanlış dış politikalarını eleştirmemiz dış dünyanın yanında yer almamız anlamına gelemez. Bunu şiddetle reddederiz. Tam aksine bizim AK Parti’nin dış politikasını eleştirmemizin temel nedeni iç siyasete endeksli olmayan millî bir dış politikayı savunmamızdır. Türk milletinin onurunu, Türk devletinin yüksek çıkarlarını ancak millî ve geleneksel bir dış politika ile sağlayabiliriz.

2018 bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinden bütçeye gelecek yükler için ilk defa bir yılın bütçesine ödenek kondu.

Karayolları ve şehir hastaneleri için konulan 6,2 milyar lira oldu.

Konunun uzmanları, “2016 yılı ortası itibariyle 20 sağlık tesisinin (şehir hastaneleri) yatırım bedeli 10,2 milyar Euro ve Sağlık Bakanlığı’nın bu tesisler için ödeyeceği kira (doğrudan yükümlülük) yıllık toplamda (kira+isteğe bağlı hizmet bedeli) 2,280 milyar Euro’dur. Bu kiraların 25 yıl boyunca toplam tutarı 57 milyar Euro’dur. Ödemeler finansmanın sağlandığı para cinsinin ülkesinde gerçekleşen enflasyonla güncellenecektir.” diyor.

Yani AK Parti hükümeti Şehir Hastanelerini devlete yaptırsa 10.2 milyar Euro ödeyecekken, 47 milyar fazlası ile 57 milyar Euro ödeyecek.

Öte yandan devletin yükü Kamu Özel Ortaklığı projelerinde sadece gelir kaybı değil. Devlet, yüklenici firmalara milletin kesesinden ödemek zorunda olduğu doğrudan yükümlülükler altına sokuldu. Köprü ve tünel geçişlerinde geçiş, hastanelerde hasta garantisi verdiler. Yani sadece bu yıl için milletimize geçmediği yollar ve köprüler, yatmadıkları hastaneler için sadece bu yıl ödetilecek para 6.2 milyar lira.

Bütün bu yanlış ekonomi ve yatırım politikaları yanında biraz önce sözünü ettiğimiz iç politikaya endeksli felâket denenebilecek AK Parti dış politikalarının Türk milletinin cebine maliyeti sadece Suriye’de 40 milyar dolara yaklaşmıştır.

İsraf had safhadadır. AK Parti hükümetleri muazzam bir israf içindedir. Türk milletinin parası çar çur edilmektedir. Kendi israflarını azaltacaklarına milletin bir somun ekmeğine göz diktiler. Ekmeğe yapacakları zammı gizlemek için, “ekmekte israfı önleyeceğiz” gibi trajikomik bir söylemle gramajı azaltma yoluna gidiyorlar.

Sayın Erdoğan nedense Türkiye’de esip gürlediği Amerika’dan ihtiyaç olmadığı halde 11 milyar dolarlık uçak alımına öncülük etti.

Yanlış ve saçma sapan AK Parti politikalarının sonucunda döviz ve enflâsyon artmış, bütün bu maliyetler milletimize zam yağmuru olarak yansımıştır.

Özellikle temel tüketim maddelerinden olan petrol ürünlerine zam üstüne zam gelmiş, bu zamlar petrolün kullanıldığı her mamulü etkilemeye başlamıştır. Nitekim motorine son gelen 11 kuruşluk zamdan sonra ilk defa motorin 5 lira sınırını aşmış 5,10 lira olmuştur. Vergi uzmanları 45 litrelik bir deponun 230 liraya dolacağını, bunun 35,00 lirası KDV 81 lirası ÖTV, olmak üzere 114 liralık motorin için vatandaşlarımızın 115 lira vergi ödeyeceklerini hesaplamışlardır. Zamlarla dolaylı vergilerin bütçedeki payı %67’ye ulaşmıştır. Bu durum “Herkes mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür,” diyen Anayasa’nın 73. Maddesine aykırıdır.

Kul sıkışmadan Hızır yetişmez, derler. İşte İYİ Parti güneşi tam da Türk milletinin sıkıntılarına çare aradığı günlerde doğmuştur. Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener’in önderliğinde Bakanlardan, Merkez Bankası Başkanı’nından, Müsteşarlardan, Büyükelçilerden, Valilerden, Hukukçulardan, Bilim insanlarından, güvenlik bürokrasisinden, deneyimli siyasetçilerden ve İYİ Parti’ye çağın dinamizmini getirecek olan gençlerden oluşan bir büyük kadro ile işe koyulduk. Niyetimiz hayırdır, inşallah akıbet de hayır olacaktır.
Habererk

AKP grubu zorda: Çoğunluk bulamıyorlar
12 Kasım 2017

Muhalefetin iktidar denetimini öngören Meclis İç Tüzüğü'nde AKP tarafından "daha iyi olacağı" gerekçesiyle yapılan değişikliklerin, iktidar kanadına ‘iyi’ gelmediği bildirildi. CHP’li Özgür Özel, “Parlamenter demokrasi açısından büyük bir krizle karşı karşıyayız” dedi.

Meclis Genel Kurulu’nda bu hafta görülen 'Torba Tasarı' olarak da bilinen ‘Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nda iktidar kanadı milletvekillerini toplamakta zorlandı. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, "Parlamenter demokrasi açısından büyük bir krizle karşı karşıyayız. AKP Grubu kendisini toplantı yeter sayısı olan 184’e bağlı görmediği için 139 olan karar yeter sayısını toplayamamaya başladı" dedi.

T24’den Hüyla Karabağlı’nın haberine göre, TBMM Genel Kurulu’nda “Torba Tasarı" olarak bilinen, Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın, 1-27'nci maddelerini kapsayan birinci bölümü kabul edildi. Gelecek hafta ikinci bölümden görüşmelerin sürmesi bekleniyor.

‘YOKLAMA YETKİSİ İKTİDARI DARMADAĞIN ETTİ’

CHP Grup Başkanvekili Özel, eski iç tüzükte günde 10 madde geçirilmesini eleştiren AKP’nin Torba düzenleme görüşmelerinde üç günde 27 madde geçirebildiklerini söyledi. Özel, “Bir günde 9 madde geçirebildiler. Muhalefet eskisine göre çok daha etkili oldu çünkü bu inanç kararlılıkla ilgili bir mesele. AKP Grubu dağılmış görülüyor” diye konuştu. Özel, şunları kaydetti:

"Parlamenter demokrasi açısından büyük bir krizle karşı karşıyayız. Yapmış oldukları ve anayasaya aykırı iç tüzük değişikliği yüzünden muhalefetin yoklama yetkisi ortadan kalktığında AKP Grubu kendisini toplantı yeter sayısı olan 184’e bağlı görmediği için bu sefer 139 olan karar yeter sayısını da toplayamamaya başladılar.

Hatta bir ara AKP’lilerin kendi milletvekilleri için elden yoklama dolaştırdığını gördük. Muhalefetin elinden alınan yoklama yetkisi iktidarı darmadağın ettiği için, denge ve denetleme ortadan kalktığı için kendi denetlemesini kurmaya çalışıyor. Bu da tam olarak aslında parlamenter sistemin ayarlarıyla oynanmasının ve içinin boşaltılmasının nasıl feci sonuçlar doğuracağını gösteriyor.

AKP eski tüzükle günde 10 madde geçmesinden şikâyet ediyordu. İç tüzük değişti, değişirken de söylemiştik; önemli olan parlamenter sistemebağlılık, inanç ve Meclis iç tüzük üzerinden iktidar etme ya da muhalefet etme konusunda kararlılıktır demiştik. Bu hafta üç günde 27 madde geçti yani bir günde 9 madde geçirebildiler. Muhalefet eskisine göre çok daha etkili oldu çünkü bu inanç kararlılıkla ilgili bir mesele. AKP Grubu dağılmış görülüyor. Meclis’te ortadan kaldırılan denetimin iktidar değil muhalefeti zorlaması söylenirken iktidar zorladığını görüyoruz sert muhalefete önümüzdeki haftalarda da devam edeceğiz."

Yurt Gazetesi

Anahtar Kelimeler:AKPİç TüzükTBMMMeclisCHPÖzgür ÖzelParlamenter DemokrasiTorba DüzenlemeçoğunlukMuhalefet

Erdoğan neden Atatürkçü oldu?
13.11.2017



AK Parti'nin Atatürkçü olduğu konuşulurken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 10 Kasım'da yaptığı konuşmayla bu konu gündemin bir numaralı gündem maddesi haline gelmişti. Bu değişimin neden olduğuna ilişkin soruya ise yanıtı Abdulkadir Selvi verdi. Selvi, "AK Parti hiç bu kadar Atatürkçü olmamıştı. Ey yüzde 50 artı 1, nelere kadirmişsin" diye yazdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan , 10 Kasım'da Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'ndeki Atatürk’ü Anma Töreni'nde konuştu. Erdoğan, AK Parti 'nin Atatürkçü olduğu iddiaları için, "Birileri çıkmış biz Atatürk'e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir? Söylemi Marksist, faşist çevrelerin tekeline mi bırakacağız? CHP gibi amorf bir partinin Atatürk'ü milletimizinden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz" dedi. Bu sözler gündemin birinci sırasına yerleşti.

Peki AK Parti'deki bu değişimin nedeni ne? Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi'ye göre, bunun nedeni seçimler. "Yüzde 50 artı 1 siyasetin yeni kızıl elması oldu. Öyle ki Erdoğan yükselen dalgayı gördü, Atatürk’ü ön plana çıkarma gereği duydu" diyen Abdulkadir Selvi, "AK Parti’nin bir Atatürk sorunu olmadı. Ama AK Parti hiç bu kadar Atatürkçü olmamıştı. Ey yüzde 50 artı 1, nelere kadirmişsin" ifadelerini kullandı.
Millî Gazete

Korktukça saldırıyor, kaybettikçe yeni yöntemler deniyorlar
13.11.2017



Siyasi iktidarın, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ne yapacağını bilmez hale geldiği’ bir sürece tanıklık ediyoruz. Endişe, kaybetme korkusu, ‘kaybedersek ne olacağız’ kaygısı atılan her adımda anlaşılıyor.

İktidarın telaşı ve nedeni

‘Normal bir iktidar’ olma çıtasını yıllar önce aşan AKP, ‘tükeniş sonrasının da’ sessiz sedasız kapanmayacağının farkında. Daha açık olmak gerekirse; kendisine muhalifleri ve onların en meşru taleplerini ‘terörle’ ilişkilendiren siyasi iktidarın bizzat kendisi yıllardır her alanda büyük suçlar işledi.

Anayasal rejimi değiştirme isteği, katliamlar, yolsuzluk dosyaları, komşu topraklarda işlenen savaş suçları, darbedeki şaibeler sadece ilk akla gelenler.

AKP’nin iktidardan düşmesi, siyasi ve toplumsal olarak ‘davalık’ olacağı anlamı taşıyor. Telaş bundan. Keşke Erdoğan ve AKP, “Bir dahaki seçimde yeniden iktidar olma yollarını ararız” diyebileceği bir iklimden uzaklaşmamış olabilseydi. Bu sayede Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran olayların hiçbiri yaşanmamış olur, İktidar açısından da böylesine büyük ve ‘anlaşılır’ korkular ortaya çıkmazdı.

Telaşın yansımaları ise farklı biçimlerde ortaya çıkıyor.

Çıkış yöntemleri: Atatürk sevgisi değil anket kaygısı
Krizden çıkış yollarında, aklın sınırlarını zorlayan yöntemler aranıyor. Cumhuriyet’e ‘reklam arası’, diyen kurucu üyelerini ‘iki ayyaş’ olarak nitelendiren zihniyetin, geldiğimiz noktada ‘Anıtkabir’de saygı ile eğilmesinin’ Atatürk aşkıyla değil anket sonucuyla ilişkili olduğunu toplumun tüm kesimleri biliyor.

İçeriye ve dışarıya karşı

Atatürk’ün, AKP siyasetine alet edilmesinin önemli nedenlerinden biri dışarıya karşı ‘demokrasi’ görüntüsü çizmek. İçeride ise birleştirici bir algı yaratma çabası. Bu ‘sevgiyi’ aynı zamanda bir kısım muhalefetin, önünü onun yöntemiyle kesmek amacı taşıdığı da söylenebilir. Muhalifin rolünü çalarak, onu etkisiz hale getirmek! ‘Atatürkçülük size kalmadı, o da sizin taleplerinize karşı çıkardı’ sözlerinin sıkça dillendirilmeye başlanması ilginç bir kriterdir.

Yenikapı’da aynı şey olmuştu

AKP ve Erdoğan aynı şeyi ilk kez 15 Temmuz Darbesi’nden hemen sonra, Yenikapı mutabakatı günlerinde denemiş, başarılı olmuştu. Dışarıya bütünlük, içeriye kardeşlik mesajının hemen ardından ise toplumun üzerinden bir silindir geçti. Bir kere daha aynı tuzağa düşmemek muhalefet açısından önemli.

Korktukça...

AKP ve Erdoğan, faşizmin klasik metodlarını kullanmayı da ihmal etmiyor. Bunda da el yükseltip türlü yenilikler deniyor. Suruç’la yükselen, Ankara katliamı ile zirveye taşınan ‘korku imparatorluğu ruh halinin’ sabit kalmasına özen gösteriliyor. Ne zaman toplumsal muhalefetin sesi gür çıksa, silahların ortaya çıkıp, ‘kan içme’ tarzındaki alçak söylemlerin artması tesadüf değil.

Ses istemiyorsak nedeni var!

“Susun çünkü bir kez daha kazanamazsak sonumuz kötü.”

“Durun, kirli dosyalarımızın ortaya dökülmesinden aklımız çıkıyor. “
İktidarın mesajı da yöntemi de anlaşılır. Topluma abluka, gazetecilere baskı, avukatlara kelepçe. Bunlarla birlikte iktidarın ‘susun’ mesajlarında ve toplumu etkisizleştirme çabalarında yenilikler de görülüyor. ‘Paradise’de ortaya çıkanların ardından “Çocuklarımı soruşturabilirsiniz” dedikten hemen sonra Cumhuriyet’e 500 bin TL’lik dava açan Başbakan Binali Yıldırım’ın hamlesi bu yeniliklerden birine emsal. Bu karşı atak; acaba ‘parayla gözdağı ve terbiye dönemi mi başlıyor?’ şüphesini de beraberinde getiriyor.

STK’lere ‘Kavala’ üzerinden gözdağı

Yeni Türkiye’de ‘yenilik’ mevzubahis ise işadamı Osman Kavala’nın tutuklanmasını da ayrıca mercek altına almak gerekiyor. Bu denli anlamsız ve hukuksal olarak izahı mümkün olmayan adımın, sivil toplum kuruluşlarını (STK) etkisizleştirme ve onlara da gözdağı verme yolu olarak kullanıldığını görmek zor değil.

Kötülükte evrimleştiler

AKP iktidarı her alanda çıta atlayıp, ‘kötüde evrimleşiyor.’ Toplum ise her şeye rağmen pes etmiyor. Kötülüğün evrimine karşı yeni yollar ve çözümler buluyor. İslami faşizmin, yöntemleri ortada. Ancak bu yöntemler toplumun büyük bir bölümü tarafından anlaşılıyor, çözülüyor ve karşı duruş sergileniyor. AKP’nin deneyeceği az sayıda yöntem kaldı. Yorgunluk değil kendini bitirme rotasında ilerliyor. Bir tükeniş sendromu...

Birgün
AKP atatürk Cumhuriyet Türkiye Cumhurbaşkanı demokrasi Ankara baskı dava Başbakan Binali Yıldırım işadamı Recep Tayyip Erdoğan yolsuzluk suruç

Hakan Albayrak: Atatürkçülük”ün bayraktarlığı AK Parti’ye mi kaldı?
11 Kasım 2017



AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dünkü Atatürk söylemlerini eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'na yakınlığı ile bilinen yazar Hakan Albayrak sert bir şekilde eleştirdi. Albayrak, Erdoğan'ın Atatürk açılımını 'Atatürkçülük”ün bayraktarlığı AK Parti’ye mi kaldı?' şeklinde eleştirdi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'ndeki törende “Birileri çıkmış biz Atatürk’e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir. Söylemi Marksist, faşist çevrelerin tekeline mi bırakacağız. CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizinden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz” diye açıklamalarda bulunmuştu.

Erdoğan'ın Atatürk açıklamalarını bugünkü köşesine taşıyan yazar Hakan Albayrak AK Parti'yi ve Erdoğan'ı eleştirdi. Albayrak yazısında ''Atatürkçülük'ün bayraktarlığı AK Parti’ye mi kaldı? Erdoğan öyle düşünüyor olmalı ki...'' ifadelerini kullandı.

Hakan Albayrak'ın ele aldığı 'AK Parti'nin yeni misyonu' yazısının ilgili bölümü şu şekilde:

AK Parti medyasında bir süredir 'Atatürkçülük'' manifestoları yayımlanıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ’ın dünkü konuşması da bir ''Atatürkçülük'' manifestosuydu. Zoraki değil bu “Atatürkçülük”. Gönüllü. Dahası coşkulu. Hatta militan. Baksanıza; bazı AK Parti teşkilatları ''Atatürkçülük'ün en önde gideni olduklarını göstermek için nasıl da çırpınıyor...

80 milyon nüfuslu Türkiye ’de her görüşten insanların olması tabiidir. 'Atatürkçüler' de elbette olacak ve biz bunu böylece kabul edeceğiz. İyi de, ''Atatürkçülük''ün bayraktarlığı AK Parti’ye mi kaldı? Erdoğan öyle düşünüyor olmalı ki, ''Atatürk'ü Marksist söylemli faşistlerin tekeline bırakmamaktan bahsediyor ve “CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz” diye konuşuyor.
Millî Gazete

Elif Çakır: AK Parti çok ama çok ayıp etmiş!
14 Kasım 2017



"AK Parti galiba 'çıraklık, ustalık' döneminden sonra 'çelişkiler' dönemine girmiş bulunuyor"

Karar yazarı Elif Çakır, AKP’nin 22 Kasım’da görev süresi dolan İsmail Kahraman’ı yeniden TBMM Başkanı adayı olarak göstermesini eleştirdi. Çakır, "Şimdi bir yanda Atatürkçü olan ve CHP’nin elinden Atatürk’ü kurtarmaya çalışan bir AK Parti var. Bir yanda da 'Laiklik Anayasadan kaldırılsın' diyerek Atatürk’ün temel bir ilkesine toptan karşı çıkan bir ismi yeniden TBMM Başkanlığına aday gösteren bir AK Parti" ifadelerini kullandı.

Çakır'ın "AK Parti çok ama çok ayıp etmiş..." başlığıyla yayımlanan (14 Kasım 2017) yazısı şöyle:

AK Parti TBMM Başkanı adayı olarak yeniden İsmail Kahraman’ı aday göstermiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’ya hareket etmeden önce yaptığı açıklamada, “İsmail Beyin adaylığını ben de sizler gibi yeni öğrenmiş bulunuyorum. Zaten oy kullanma yetkim yok. Ben sadece AK Parti’nin Genel Başkanıyım ve Cumhurbaşkanıyım” dedi.

Cumhurbaşkanı bunu genel başkanı olduğu partisine bir sitem olarak mı söyledi yoksa başka bir anlamda mı bilmiyorum.

Zaten bu mevzu partilerinin iç meselesidir.

Benim merak ettiğim husus şudur:

Şimdi bir yanda Atatürkçü olan ve CHP’nin elinden Atatürk’ü kurtarmaya çalışan bir AK Parti var. Bir yanda da “Laiklik Anayasadan kaldırılsın” diyerek Atatürk’ün temel bir ilkesine toptan karşı çıkan bir ismi yeniden TBMM Başkanlığına aday gösteren bir AK Parti.

AK Parti galiba “çıraklık, ustalık” döneminden sonra “çelişkiler” dönemine girmiş bulunuyor.

T'24
ETİKETLER
elif Çakır akp tayyip erdoğan İsmail kahraman tbmm

Fatih Altaylı: "Şaşırmayın" dedim ama ben bile şaşırdım
14 Kasım 2017



"Keşke üç beş gün bekleseydiniz de en azından zaten hızlı unutan bu millet benim yazıyı unutsaydı"

AKP'nin Atatürk konusunda CHP'yi suçlayıcı bir tavır içine gireceğini ön gören HaberTürk yazarı Fatih Altaylı, AKP Milletvekili Metin Külünk'ün, "Atatürk’ü zehirletip ülkeyi ele geçirdikten sonra Batı’nın hizmetine veren İsmet İnönü’dür" sözlerini hatırlattı. Önceki yazılarında "AKP tarafından 'Atatürk’ümüzü CeHaPe’yi ele geçirmeye çalışan İsmet İnönü zehirletti' çıkışı yapılırsa şaşırmayın" diyen Altaylı, "Şaşırmayın' dedim ama ben bile şaşırdım" ifadesini kullandı.

"Keşke üç beş gün bekleseydiniz de en azından zaten hızlı unutan bu millet benim yazıyı unutsaydı" diyen Altaylı, "Bu kadar mı hızlı olunur!" dedi.

Fatih Altaylı'nın "Şaşırmayın’ dedim ama ben bile şaşırdım" başlığıyla (14 Kası 2017) yayımlanan ayzısı şöyle:

Cumartesi günkü yazımı hatırlayanınız var mı?

“Bunu da görürsen sakın şaşırma” başlığı altında AK Parti’nin Atatürk konusunda CHP’yi suçlayıcı bir tavır içine gireceğini yazmış ve “Atatürk’ümüzü CeHaPe’yi ele geçirmeye çalışan İsmet İnönü zehirletti” çıkışının yapılmasını, hayli muhtemel gördüğüm suçlamalar arasına almıştım.

Yazının mürekkebi kurumadan, eskiyen gazete henüz kesekâğıdı olmadan, mandal karşılığı kâğıtçıya verilmeden ilk öngörüm doğru çıktı.

AK Parti Milletvekili Metin Külünk bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:

“Atatürk’ü zehirletip ülkeyi ele geçirdikten sonra Batı’nın hizmetine veren İsmet İnönü’dür.”

Haberi okuyunca önce şaka zannettim.

“Ulan” dedim, “Bu Zaytungcu fırlamalar benim yazıyla kafa buluyorlar”.

Yemin ederim inanmadım. Yani böyle bir şeyi bekliyordum ama bu kadar hızlı değil.

Hemen ajansları taramaya başladım.

Anaa, o de ne!

Demiş.

Gerçekten de, sahiden de Metin Külünk, “Atatürk’ü İnönü zehirletti”demiş.

Yazımda sizlere seslenmiş, “Sakın şaşırmayın” demiştim, ama bu kadar sürate ben bile şaşırdım.

Keşke üç beş gün bekleseydiniz de en azından zaten hızlı unutan bu millet benim yazıyı unutsaydı.

Bu kadar mı hızlı olunur!
T24

Kılıçdaroğlu: Besmelesiz eti getirdiler, halka yedirmeye çalışıyorlar
14 Kasım 2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin yaptığı et ithalatına dair "Besmelesiz eti getirdiler, halka yedirmeye çalışıyorlar" dedi.
Partisinin grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:

Biz depremden büyük acılar yaşamış bir ülkenin yurtdaşları olarak onların acısını paylaşıyoruz, yürekten geçmiş olsun diyoruz.

Devlet şu anda yönetilmiyor. Devleti kim yönetiyor belli değil. Araçlara cam filmi taktırılması, 5.5 milyon kişi, 3.3 milyon araca cam filmi taktırdı. Her birisi 600 lira verdi. Aynı hükümet cam filmi yasaklıyor. Siz bir araya gelmediniz mi? Millet ayağa kalktı, yanlıştır dedi. 427 lira ceza dediler. Araba başı söküm bedeli 150 lira. Ne hakla alıyorsun sen bu parayı. Tepki gelince bakan açıklama yapıyor. Ceza yazdırmayı kaldırdık diye. Ceza ödeyenler ne oldu? Onların parasını iade ediyor musun? Hayır etmiyor.

7 yıldır et ithalatı yapıyorsunuz hani üretim artacaktı. Yapmadılar, üretim azaldı. Sanki bu ülkede meralar yok, besici yok, kasabı yok. Senin kasabın cezalandırılıyor. 70 bin kasap esnafına sesleniyorum. Sen bunun hesabını sandıkta sormak zorundasın kardeşim.

Yeni Asya

Kulis: Erdoğan, Yıldırım’a çok ama çok öfkelenmiş…
15/11/2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başbakan Binali Yıldırım’ın ABD temaslarından memnun kalmadığı öne sürüldü.

AKP kulislerine yakınlığıyla bilinen Yeniçağ Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, bugünkü yazısında, Erdoğan’ın Yıldırım’ı ABD dönüşü neden iki defa huzura çağırdığını ‘saray kaynakları’na dayandırarak aktardı.

‘O kadar çok kızmış ki Erdoğan Yıldırım’a’

“Erdoğan, Binali Yıldırım’a çok ama çok öfkelenmiş…

Neden?..

Yıldırım, yola çıkmadan, vize krizi hakkında yaptığı ABD’nin ‘Türk hükümetinin ABD çalışanlarını tutuklamayacağına ilişkin güvence verdiği’ yönündeki açıklamasına ilişkin olarak, ‘İki ülke de hukuk devleti, ABD’ye güvence vermedik’ demişti. Yıldırım, ABD’ye gitmeden önce temasların tek gayesinin Zarrab dosyası olduğu Ankara’da genel kabuldü. Görüşmelerin sonuca etki etmeyeceği, ABD’nin bir tutum değişikliği içine girmeyeceği beklenendi…

Erdoğan’ın kafasının tası Binali Yıldırım’ın havaalanında yaptığı açıklama sırasında atmış. Başbakan’ın, ‘iki ülke de hukuk devleti’ cümlesindeki ABD’ye hukuk devleti sıfatını vermesine çok içerlemiş. Yıldırım döndüğünde de huzura çağırarak öfkesini en sert sözlerle yüzüne karşı aktarmış.

O kadar çok kızmış ki Erdoğan Yıldırım’a, birinci görüşme kesmemiş, ikinci görüşme de aynı konu mevzubahis olmuş.

Saray kaynaklarıma, Erdoğan’ın fırçasının mahiyetini sordum. Söylemediler. ‘Binali Yıldırım’ın ABD gezisinden netice alamadığımızın ötesinde Erdoğan’ın Zarrab konusunda söylem politikasını da bozdu’ demekle yetindiler.”

Diken

Gezici Araştırma'nın son seçim anketi... Erdoğan ve Akşener'in oy oranı
15 Kasım 2017



Gezici Araştırma, Meral Akşener ve ekibinin kurduğu İYİ Parti’nin muhtemel seçimde ne kadar oy alacağını açıkladı.

Gezici Araştırma şirketinin partilerin oy oranlarına ilişkin olarak gerçekleştirdiği son ankette Meral Akşener’in kurduğu İYİ Parti’nin olası bir erken seçime girmesi durumunda yüzde 19.5 oranında oy alabileceği, bu durumda da AKP’nin oyunun yüzde 43.8 göründüğü ifade edildi.

Gezici Araştırma’nın anketine göre, İYİ Parti’nin seçime girmesi durumunda katılımcıların yüzde 18.5’i CHP’ye, yüzde 8.8’i MHP’ye ve yüzde 7’si ise HDP’ye oy vereceğini söyledi.

MHP VE HDP BARAJ ALTINDA

Bu durumda MHP ve HDP, TBMM’ye girmek için gerekli olan yüzde 10’luk barajın altında kalıyor.

İYİ Parti’nin katılmadığı bir erken genel seçim olması durumunda ise katılımcıların yüzde 47.1’i AKP’ye, yüzde 26.8’i CHP’ye, yüzde 13.5’u MHP’ye ve yüzde 9.8’i de HDP’ye oy vereceğini kaydetti.

HATA PAYI 2,5

Sputnik’te yer alan habere göre, Türkiye genelinde 10-15 Ekim günlerinde 4.638 katılımcıyla yüz yüze görüşme metodu ile yürütülen araştırmanın hata payı güven aralığı sınırları içerisinde eksi artı yüzde 2.5 olarak belirtildi.

"YÜZDE 10 HER KOŞULDA AKŞENER'E OY VERECEK"

Şirketin sahibi Murat Gezici, araştırmaya göre katılımcıların yaklaşık yüzde 60’ının Akşener’in siyasi duruşunu olumlu olarak değerlendirdiğini, yüzde 32’sinin ise olumsuz bulduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

“Araştırmaya katılanların Akşener parti kurduğunda oy verip vermeyeceğine ilişkin dağılım incelendiğinde yüzde 10.1’i kesinlikle her koşulda oy vereceğini ifade ederken yüzde 19.1’i oy verebileceğini, yüzde 17.8’i kararsız olduğunu ifade etmektedir. Toplumun yüzde 50’sine yakın bu oran Akşener'in kurduğu partiye oy verme potansiyelinin büyüklüğünü gösteriyor.”

AKŞENER YÜZDE 38

Kasım 2019’da yapılması öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın nasıl oy vereceğini de irdeleyen ankete göre katılımcılara cumhurbaşkanı olarak görmek isteyeceği isim sorulduğunda yüzde 47.8 oranında Tayyip Erdoğan, yüzde 38 oranında Akşener, yüzde 14.9 oranında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yanıtları çıktı.

"AKŞENERİN OY POTANSİYELİNDE CİDDİ ARTIŞ OLABİLİR"

Anket sonuçlarını yorumlayan Gezici, Akşener’in ‘kararlı ve dik duruşu’ ile ‘kadın oluşunun’ halk tarafından takdir gördüğünü belirterek, “Araştırmamızın sonuçlarına göre Akşener'in güven vermesi ve tanınırlılığının artmasıyla birlikte oy potansiyelinde ciddi artış olacağı gözlenmekte” dedi.

"CİDDİ BİR YARIŞ OLACAK"

Araştırmaya katılanların yüzde 44.6’sının Türkiye’de yeni bir partiye ihtiyaç olduğunu vurguladığını da söyleyen Gezici, şöyle devam etti:

“Merkez sağ seçmen oranı yüzde 70 olarak görülüyor. Olası bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde Akşener’in Erdoğan’la birlikte aday olması durumunda ciddi anlamda bir seçim yarışının olacağı şimdiden öngörülmektedir. Anket sonuçları 2002 yılından bu yana ilk defa merkez sağ seçmeni milli duygularla konsolide edecek söylemleri Akşener’in kuracağı partide görebilme durumunu ortaya koyuyor.”

Murat Gezici’nin yöneticiliğini yaptığı Gezici Araştırma şirketi 16 Nisan referandum sonuçlarını en yakın tahmin eden iki şirket arasında yer alıyor.
Cumhuriyet

Turgay Güler'in İzmir Marşı okumasına sosyal medyadan tepki yağıyor: 'Yavaş dön ümmet yetişemiyor'
15 Kasım 2017



2012 yılı 10 Kasım'ında, "9'u 5 geçe 'hazır ol’a geçmedim, durumum nedir?" sözlerini kullanarak alay eden yandaş Turgay Güler, Erdoğan'ın Atatürk söylemini öne çıkarması üzerine bu kez programında İzmir Marşı okudu. Turgay Güler'in İzmir Marşı okumasına sosyal medyadan tepki yağdı. Kullanıcılardan Güler için, 'Yavaş dön ümmet yetişemiyor' yorumu geldi.















Cumhuriyet

CHP’li Süha Aldan: Zarrab itirafçı olmayı kabul etti; tanık koruma programına alındı
Hülya Karabağlı
16 Kasım 2017



Açık istihbarattan yayınlanan itiraflarda Zarrab'ın 248 kişilik bir liste verdiği öne sürüldü

ABD’de tutuklu bulunan İranlı iş adamı Reza Zarrab’ın bu ay içiresinde görülecek davası öncesinde hem hükümet hem de muhalefet kanadında hareketlilik dikkat çekiyor. Kısa bir süre önce Zarrab’ın İtirafçı olacağına ilişkin açıklamalarda bulunan CHP Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, “Bize ulaşan bilgilere göre, Reza Zarrab, itirafçı olmayı kabul etti. Şu anda tanık koruma programına alındı ve tanık korumaya uygun bir evde FBI tarafından tutuluyor” dedi.

Söylediklerinin en büyük kanıtının Güney New York savcısı Nick Biase'nin kişisel hesabından attığı Tweetlerde olduğuna dikkat çeken Aldan, "Twitter'da söylenen söz Reza Zarrab’ın ‘federal koruma, gözetimi' anlamı içeriyor. Eğer kişi tutuklu olmuş olsaydı ‘İn Prison’ (Hapiste) kullanması gerekiyordu” dedi.

Aldan, Zarrab’ın hukuksal olarak tutuklu ama itirafta bulunduğu varsayıldığında mahkeme huzurunda itirafını tekrarlayacağı için de o zaman kadar başına bir şey gelmesin diye tanık programına alındığını tahmin ettiklerini söyledi.

Aldan’la birlikte Zarrab davasını takip eden Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel, Zarrab’ın itiraflarının açık istihbarattan yayınlandığını ve burada 248 kişilik bir liste verildiğinin iddia edildiğine dikkat çekti.

CHP’li Aldan’ın T24’e değerlendirmeleri şöyle:

"Benim merak ettiğimi en önemli şeylerden biri şu; acaba Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Reza Zarrab dışındaki bir Türk vatandaşı için de bu kadar hassas duyarlı oldular mı? Asıl mesele şu bize gelen bilgilere göre, Reza Zarrab, itirafçı olmayı kabul etti, şu anda tanık koruma programına alındı ve tanık korumaya uygun bir evde FBI tarafından tutuluyor.

Güney New York Savcılık Sözcüsü Nick Biase’nin 5 saat kadar önce kamuoyuna twitter hesabından bilgi aktardığını gözlemledik. Burada, söylenen söz Reza Zarrab’ın ‘federal koruma, gözetim' anlamı içeriyor. Eğer kişi tutuklu olmuş olsaydı ‘İn Prison’ (Hapiste) kullanması gerekiyordu. Bu, Bir anlamda onun cezaevinde tutuklu olduğunu vurgulamadığına göre, bizim duyumumuz doğru gibi görünüyor. Reza Zarrab, Şu anda FBI’ın tanık koruma programı içinde diye düşünüyoruz. Aslında hem tutuklu, itirafta bulunmak isteyen tanık konumunda. Oradaki böyle bir hukuk anlayışı var. Orada tutukluluğu var, 70-100 yıl arasında değişen bir hapis cezasıyla karşı karşıya. Ama itirafçı konumunda olursa bu ceza miktarı olağanüstü inecek belki tutuklu kaldığı süre dikkat alınarak tahliye edilecek. Şu anda hukuksal olarak tutuklu ama itirafta bulunduğunu varsayıyoruz biz mahkeme huzurunda da itirafının tekrarlayacağı içinde o zaman kadar başına bir şey gelmesin diye tanık programına alındığını tahmin ediyoruz."

CHP Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel’in açık istihbaratta yayınlanan ve Reza Zarrab’ın itirafları olduğu iddia edilen sözler şöyle:

1. Reza Zarrab 248 isim verdi. İçlerinde bakanlar ve iş adamları da var. Emine ve Bilal Erdoğan'a yaptığı bağışları da anlatmış. ABD'ye 17 Aralık tanelerini avukatları verdi. ABD'ye gitmeseydi İran tarafından öldürülecekti! Anlaşmalı gitti.

2. Reza Zarrab "Ambargoyu 2005 yılında delmeye başladık, 2010 yılında Rusya'da bavullarla adamlarım para yakalattı, İran doğalgazı için ödenen parayı aklama ekibindeydim. Türkiye'de İran petrolünü aklayan bir ekip var" dedi.

3. Reza Zarrab: Rusya gümrük servisi yakalanan ekibimi ve paraları Türkiye'ye bildirdi. Bunun üzerine mali polis ve MASAK soruşturma başlattı. Polis takibini öğrenemedim ama MASAK raporundan haberim oldu

4. Reza Zarrab: İrandan alınan doğalgaz parasını ambargo gereği Türkiye irana nakit vermeyecek. Türkiye'de bir bankaya yatıracaktı. Türkiye yaptığı ihracatın parasını burdan kesecekti. Halkbank belirlenen ilk bankaydı.

5. Reza Zarrab: Sonra Aktifbank ile çalışmaya başladık. Bizim sistemi ve Aktifbank'ı ABD tespit etti. Panikleyince AB bakanı E.BAĞIŞ ile görüşerek devreye girmesini talep ettim. Ofisine gidiş nedenim Aktifbank olayını çözmesi içindir.

6. Reza Zarrab: Tapelere yansıyan konuşma bana aittir. Elemanıma 500 bin dolar hazırlattım. Ortaköy AB ofisinde kendisiyle görüştüm. Konuyu çözeceğini söyledi

7. Reza Zarrab: Türkiye'de toplam 5 banka ile yoğun çalıştık.

- Halkbank

- Aktifbank

- Garanti

- Kuveyt Türk

- DenizBank

Naylon şirketler ve naylon fatura ile ihracat yapmış gibi gösterdik. Paralar valizlerle nakit olarak irana sokuldu.

8. Reza Zarrab: Seçim öncesi "Beyefendi" 4 milyar dolarlık ihracat talimatı verdi. Bizde altın işine o dönem ağırlık verdik. Tapelere yansıyan olay ve havalimanındaki uçak sorununu "Zafer abi" çözdü!

9. Reza Zarrab: Ben oranın doğalgaz paralarını aklamakla görevliydim petrolle ilgili kısımla ilgili bildiklerimi anlatmak istiyorum. Ambargo nedeniyle satılamayan petrol için aynı formül devreye sokuldu. Petrol işine Seyad Ali Ekber Mir Vekili bakıyordu.

10. Reza Zarrab: Petrol ambargosunu delen Mir Vekili Hakan Fidanın dostudur. Dolmabahçede fidan aracılığı ile Beyefendi ile görüştüğünü biliyorum. Aktifbank deşifre olunca araya "Beyefendi" girdi.

11. Reza Zarrab: İran petrolü H.Selcuk Şanlı'nın umman'da kurduğu şirketlere ait tankerlere umman denizinde konuyor. Dünyaya "umman petrolü" diye satılıyordu. 2 milyon ton petrol 500 milyon dolara satılıyordu.

12. Reza Zarrab: Mir Vekili bana 100 milyon ton varil petrolü 500 milyar dolara sattığını söyledi. Ne kadarı Türkiye'ye verildi net bilemiyorum ama yunanistan'a 7 milyar dolarlık sattığını ve parayı ordan çıkaracak banka bulamadığını bana demişti.

13. Reza Zarrab: Türkiye'de petrol için Halkbank kullanıldı ama bizim doğalgaz için olan hesapla onların petrol hesabı ayrıydı. İranın günlük petrol üretimi 3.5 milyon ton varildir. Türkiye'de ki alıcı firmaları bilmiyorum.


T24
ETİKETLER
reza z
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ksm 16, 2017 7:23 pm tarihinde değiştirildi, toplam 14 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 13, 2017 8:58 pm    Mesaj konusu: Türkiye'de seri iflaslar yaşanabilir Alıntıyla Cevap Gönder

Ömer Dinçer: "Siyaset akıl, bilgi ve ahlakla olur"
13 Kasım 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan Ömer Dinçer, Türkiye'nin önemli sorunlarından birinin 'ahlak' olduğunu söyledi. “Adalet' ve 'nitelik toplumumuzun önemli iki sorunudur ve her ikisi de ahlakla yakından ilgilidir" diyen Dinçer, İş Ahlakı Zirvesi'ne katılan bir konuşmacıdan anektod paylaşarak, "Dikkat edin sizi aldatmasınlar" ifadesini kullandı.

Habertürk yazarı Ömer Dinçer'in, "Pabucu dama atılmak" başlığıyla (13 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bu başlık sizi yanıltmasın, gözden düşen ve zorla istifa ettirilen belediye başkanları veya AK Parti il ve ilçe başkanları hakkında yazmayacağım.

Bu başlık, geçen hafta Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından gerçekleştirilen “İş Ahlakı Zirvesi”yle ilgili.

İş ahlakı konusunda duyarlılığın artırılmasını, iyi uygulama örneklerinin kamuoyuna taşınmasını ve işlerin hilesiz yapılmasını amaçlayan dernek, her yıl tekrar ettiği zirveyle iş dünyasının ve çalışma hayatının çeşitli ahlaki boyutlarını tartışmaya açıyor.

Bu yıl “üretim sürecinde iş ahlakı” çalışma konusu yapılmıştı. Mal ve hizmet üretiminde amir-memur, işveren-işçi ve tedarikçi-müşteri gruplarına düşen ahlaki sorumluluklar ve uygun davranışlar gündeme taşınmaya çalışıldı.

Doğrusu ahlak (özellikle iş ahlakı) ülkemizin önemli sorunlarından biridir. Bu dönemde, “adalet” ve “nitelik” toplumumuzun önemli iki sorunudur ve her ikisi de ahlakla yakından ilgilidir.

Dikkat edin sizi aldatmasınlar

Konuşmacılardan biri olan Sayın Mehmet Büyükekşi, güzel bir anekdot anlattı:

“Eski günlerden birinde, evinin ihtiyaçları için buğday almaya giden bir köylü yolda arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı ona buğdayı kimden alacağını sorar. Köylü buğday pazarından ve Mehmet Efendi’den alacağını söyler. Arkadaşı köylüyü, ‘Dikkat et! Mehmet Efendi seni aldatmasın’ diye uyarır. Kafasında bin bir soruyla Mehmet Efendi’nin ticarethanesine varan köylü talebini dile getirir. Mehmet Efendi köylüye oturduğu yerden, ‘Ambara geç, orada kantar da var, istediğin kadar tart; buğdayın kg/fiyatı da X liradır’ der. Köylü şaşkınlık içinde ambara geçer, alacağı buğdayı tartar, arkadaşının söyledikleri kulağında, ama şüpheyle çuvalına birkaç kilo da fazladan buğday koyar. Dönüş yolunda tekrar aynı arkadaşıyla karşılaşınca, Mehmet Efendi hakkında bulunduğu bühtanın yersiz olduğunu, kendi buğdayını kendisinin tarttığını ve uygun fiyatla aldığını söyler. ‘Hatta’ der, ‘Ambara gelmemişti, ben birkaç kilo da fazla tarttım, onu aldattım’. Arkadaşı köylüye üzüntü içinde şöyle der: Seni o kadar ikaz ettim, ‘Dikkat et, seni aldatmasın’ diye, yine seni aldatmış.”

Siyaset akıl, bilgi ve ahlakla olur

Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai adlı eserinde, erdem kavramınıNasiruddin Tusi’ye atıfla “Eşyayı layığı ne ise öyle bilmek, ef’ali (fiilleri) layığı ne ise öyle kılmak” diye tarif ediyor. Yani nesneleri kendi gerçeği ile bilmek, davranışları ise en doğru, en iyi ve en güzel şekliyle yapmak.

Bu tanımda üç unsur öne çıkıyor: Akıl, bilgi ve ahlak. Eşya akıl ve bilgi ile davranışlar ise ahlak ile layığını buluyor.

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de “İyiyi seçmek için kişinin akıllı olması gerektir/ İşini iyi yapabilmek için bilgili...” diyor.

Yönetim biliminin amacı “Etkili ve verimli olmak” diye açıklanır: Etkili olmak doğru işi yapmakla, verimli olmak ise işi doğru yapmakla ilgilidir.

Yeniden Kınalızade’nin erdem tanımına dönüp tersine bir okuma yapalım. Eşyayı layığı ile bilmemek ya akıldışıdır ya da bilgisizlik; ef’ali layığı ile yapmamak ise ahlakdışı.

Zirvenin özeti, iyi iş ve yönetimin, “doğru işi doğru yapmakla” ilgili olduğu ve bunun da akıl, bilgi ve ahlakla gerçekleşebileceğidir.

Bu tanımı siyaset üzerinden açıklayacak olursak: Doğru siyaset akılla seçiliyor, siyaseti doğru yapmak bilgiyle, halk ve Hakk nezdinde meşru olması ise ahlakla mümkün oluyor.

Doğru siyaset yapmayanlar, siyaseti doğru yapamayanlar ve yaptıkları siyasette Hakk’ın ve halkın onayını alamayanlar için eksik olanı bulmak size kalıyor.

T24
ETİKETLER
ömer dinçer ahlak adalet nitelik dikkat edin sizi aldatmasınlar iş ahlakı zirvesi haber

"Abdullah Gül bu sözleri sarf ederek nereye varmak istiyor, alttan alta iç muhalefet mi yürütüyor?"
16 Kasım 2017



"Zaman çok şeye gebe"

Yeniçağ yazarı Arslan Tekin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Dış politikasının güçlü olabilmesi için bir ülkenin önce evinin içinin düzenli olması lazım" sözlerini sarf ederek "Nereye varmak istiyor?" diye sordu. Tekin, Gül hakkında, "Ben ikaz etmiştim' demek istiyor ya da alttan alta iç muhalefet yürütüyor" dedi.

Tekin'in "Abdullah Gül 'iç muhalefet'in sesi mi?" başlığıyla (16 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Önce şunun altını çizelim... Abdullah Gül Ak Parti'nin kurucu unsurlarının başında gelir. Ak Parti'nin kuruluş serencamını incelerseniz, menzil taşlarını dikenin Abdullah Gül olduğunu görürsünüz. "Günahları" yok mu? O kadar çok ki... Mevzu başka.

A. Gül'ün son zamanlardaki "çıkışlarını" dikkate almalıyız. Hususiyetle "çıkışları" diyorum... A. Gül bile bile konuşuyor.

Oldum olası komplo teorileri beni huylandırır. (Huylanmak: Şüpheye düşürmek; rahatsız etmek. Gıdıklanmak anlamı da vardır. Yozgat ağzı.) Hiç girmem de... Ama Türkiye'ye yönetenler, "üst akıl"dan girip "alt akıl"dan çıkıyorlar. Neyi kastettikleri belli değil. Menfî hâllerde bütün suçu "üst akıl"a yükleyip, başlarını kuma gömmeye devam ediyorlar. Tabiatıyla ortalık onlar için güllük gülistanlık.

Bir önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bahçeşehir Üniversitesi'nde bir toplantıya katılıyor. Tarih: 3 Kasım 2017. Daha 13 gün önce.

A. Gül, "komplo teorileri" ile akıl arasında bağ kuruyor:

"Türkiye söz konusu olduğunda dünyanın birçok yerinde Türk düşmanı ve Müslüman düşmanı mihraklar, çevreler hep var, bunlar muhakkak var. Eğer her şeyi komplo teorilerine bağlamaya kalkarsak o zaman da o ülkeleri yönetenlerin hiç mi akılları yokmuş sorusunu sormamız gerekir. Allah herkese akıl vermiş. O ülkelerin yöneticilerinin, liderlerinin, sorumluluk taşıyanlarının hiç mi aklı yokmuş diye sorgulamamız gerekir."

Buradan şu neticeyi çıkarabiliriz: Ey Saray ve çevresi! "Üst akıl" deyip durmayın. Kendi aklınızı kullanın ve taşları yerli yerine oturtun!

Aşağıdaki sözleri açık açık Saray'a göndermedir:

"Bir ülkenin mutlu ve güçlü olabilmesi için şüphesiz ki güçlü bir demokrasisinin, güçlü bir ekonomisinin olması ve çok sağlam doğru bir dış politikanın muhakkak ki yürütülmesi gerekir. Eğer bir ülkede bunlar söz konusu değilse o ülkede karışıklıklar olur, bir ileri gidersiniz bir geri gelirsiniz, zaman büyük mücadelelerle geçer ve gider. Onun için demokrasi dediğimde, hukukun üstünlüğü dediğimde evrensel standartlarda almamız lazım. Temel insan hakları, bütün bunların garanti altına alınması bir ülkedeki huzurun birinci şartıdır. Dış politikada da bu böyledir. Dış politikasının güçlü olabilmesi için bir ülkenin önce evinin içinin düzenli olması lazım. Evinin içi düzenli olmayan bir ülkenin çok güçlü bir dış politika güdebilmesi mümkün değildir. Onun için hep derler 'Foreign Policy starts at home', yani dış politika önce evinde başlar. Evin içi dediğimde sağlam bir siyasi yapı, kuvvetler ayrılığına bağlı demokratik bir sistem, hukukun evrensel şekilde eşit uygulandığı bir hukuk düzeni, güven veren, ayrım yapmadan sadece haklı ve haksız ayrımı yapan temel hak ve özgürlüklerin evrensel anlamda garanti altına alındığı bir ülke kastediyorum. Şeffaflık, hesap verebilirlik, iyi yönetişim ('Good Governance') dediğimiz ilkelerin geçerli olduğu bir ülkenin dış politikası da muhakkak ki güçlü olur." (www. abdullahgul.gen.tr ).

A. Gül, Saray'ın alınganlık göstereceğini bile bile bu sözleri sarf ettiğine göre, nereye varmak istiyor?

Ya tarihe düşüyor, "Ben ikaz etmiştim." demek istiyor ya da alttan alta iç muhalefet yürütüyor.

Zaman çok şeye gebe!

T24
ETİKETLER
gül politika haber açıklama uyarı ben demiştim iç muhalefet

Etyen Mahcupyan: AKP'nin tepesi ile taban arasındaki mesafe açılıyor
17 Kasım 2017



Karar gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan, “Erdoğan başta olmasa, birçok partili için bunun kendi bildikleri AK Parti olduğuna inanmaları zorlaşıyor. Mesafe açıldığı sürece, partiyi ‘millileştirme’ yönündeki gayretler de beyhude olacak ve sırıtmaya başlayacaktır” dedi.

AKP'nin tepesi ile taban arasındaki mesafe açılıyor: Erdoğan başta olmasa...
Karar gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan, "Erdoğan başta olmasa, birçok partili için bunun kendi bildikleri AK Parti olduğuna inanmaları zorlaşıyor" dedi. Mahçupyan, parti yönetimi ile seçmen arasındaki mesafe açıldığı sürece, partiyi ‘millileştirme’ yönündeki gayretlerin beyhude olacağını ve sırıtmaya başlayacağını belirtti.

Mahcupyan, ‘AK Parti’de mesafe sorunu’ başlığıyla kaleme aldığı yazıda, 13 Eylül günü yapılan AK Parti’li belediye başkanları ‘istişare ve değerlendirme’ toplantısında Erdoğan’ın, “Biz sıradan bir parti değiliz. Bu dönemde AK Parti’ye zarar verecek her tutum, her söz, Türkiye’ye ve milletimize vurulmuş bir darbe olacaktır” şeklindeki sözlerini hatırlattı.

Bunun epeyce sorunlu bir önerme olduğunu bildiren Mahcupyan, “Eğer parti/ülke özdeşliği apaçık bir olgu ise diğer partilerin niye var olduklarını açıklayamayız. Ya da onları tümüyle ‘gayrı milli’ ilan etmemiz gerekir ki, bu da bizi o malum otoriter rejimlerle aynı safa çeker” ifadelerini kullandı.

PARTİNİN TEPESİ İLE TABANI ARASINDAKİ MESAFE…

Mahcupyan, özetle şu görüşleri dile getirdi:

“Bu tür cümleler çoğu zaman parti politikasının istenen sonucu vermediğini, çoğunluğun desteğinin sağlanabilmesi için partinin ‘millileştirilmeye’ çalışıldığını ima eder.

Eğer bir partinin yöneticileri belirli bir sıklıkla bu türden önermeler yapmaya başlamışlarsa, bilin ki o partinin tepesi ile tabanı arasındaki mesafe uzamaya başlamıştır. Nitekim son günlerde AK Parti içinde de bu türden bir zaafın yaşandığına dair birçok makale yayımlandı. Bunlar olmasaydı bile ‘metal yorgunluğu’ söyleminin ve teşkilat yenileme gayretlerinin altında aynı tespit ve kaygıların yattığını görmek için siyasetçi olmak gerekmiyor.

O halde esas meseleye gelelim… Bugün AK Parti yönetimi ile seçmen ve teşkilat tabanının bir bölümü arasında yaşanmakta olup mesafenin açılmasına neden olan sorun ne? Vurgulamak gerek ki kişi, kültür ve hedefler açısından bir sorun yok… Yani Erdoğan’ın kişiliği AK Partililer için hâlâ değerli bir nitelik. Belirsiz ve sıkıntılı dönemleri Erdoğan’ın liderliği altında geçme arzusu üst düzeyde. Parti yönetiminin kültürel açıdan tabanda yadırganacak bir sapma yaşadığı da söylenemez. Nihayet Türkiye ve AK Parti’ye ilişkin hedefler açısından da yönetimle genel kitle arasında bir uyumsuzluk bulunmuyor.

Ancak öyle gelişmeler var ki, giderek belirginleşen bir ‘mesafenin’ oluştuğunu da gösteriyor. Birincisi şu anki ‘AK Parti’nin kuruluştaki perspektiften ideolojik bir farklılaşma içinde olduğu tespiti yapılıyor. Çeperden gelerek merkezi yeniden ve çoğulcu bir anlayış içinde inşa etme iradesi gösteren bu siyasi hareketin, şimdi geldiği devletçi ve dar milliyetçi bakışla tüm tabanı kuşatmasının çok zor olacağı anlaşılıyor.

***

İkincisi Erdoğan’ın tercihini yansıtan ‘küçük çevre ve tek adam’ yönetim tarzının partinin ortak aklından yararlanamadığı, liyakat yerine sadakati yerleştirdiği ve böylece ‘kripto AK Partililik’ şeklinde tezahür eden bir fırsatçılığa kapı açtığı gözlemi yapılıyor.

Üçüncü olarak ise, muhafazakâr demokratlığa talip bir hareketin son bir buçuk yıl içinde demokratlık iddiasından vazgeçerek, bildik ataerkil zihniyete dönüş yaptığı, parti içi enformel hiyerarşinin ve ihsan sisteminin öne çıktığına işaret ediliyor.

Öyle ki eğer Erdoğan başta olmasa, birçok partili için bunun kendi bildikleri AK Parti olduğuna inanmaları zorlaşıyor. Bu mesafe açıldığı sürece, partiyi ‘millileştirme’ yönündeki gayretler de beyhude olacak ve sırıtmaya başlayacaktır. Çözüm malum otoriter örneklerin izinden gitmekten değil, seçmen ve teşkilat içindeki sağduyunun sesine kulak vermekten geçiyor.”

Yurt Gazetesi
Anahtar Kelimeler:AKPSeçmenTabamYönetimErdoğanMesafe

Eski Merkez Bankası Başkanı: Tekeri patlak kamyon gibi gidiyoruz, üstelik fren de yok
14.11.2017



Eski Merkez Bankası Başkanı ve İYİ Partinin kurucuları arasında yer alan Durmuş Yılmaz, Türkiye ekonomisi ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Sözcü'den Özlem Gürses'e konuşan Yılmaz, Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından biri olarak şeffaflık eksikliğini işaret etti ve gidişatın 2001 yılındaki krize benzer bir duruma yol açabileceğini ifade etti. Yılmaz, "Tekeri patlak kamyon gibi gidiyoruz, üstelik fren de yok" dedi.

Yılmaz'ın açıklamalarının ilgili bölümü şöyle:

Şu anda Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu nedir peki?

Şeffaf olmamak. En önemli, bir numaralı sorun budur. Karar alma mekanizmasının felce uğraması ve her şeye tek bir sesin karar vermesi. Bu nedenle koordinasyon yok ve daha önemlisi yapılan yanlışlarla ilgili kimse ‘Bunu biz nasıl düzeltiriz?' diye soramıyor. Fren kalmadı. Türk ekonomisi dışarıdan kuşatılmış gibi bir hisse kapılıyorum ben. Bu bizi çıkmaza götürür, 2001 yılında yaşadığımız sürece çok benzer günlerdeyiz.

Ne demek o?

O dönemde de kamu maliyesi felçti, mali disiplin bozulmuştu, hesap kitap karmakarışıktı ve bütçenin içeriği çok fazla bilinmiyordu. Bugün de aynı koşullar oluşmuş durumda. Sayısız bütçe dışı harcama var ve hem miktarını hem de nereye gittiğini bilmiyoruz. Varlık Fonu böyle bir şey mesela… Derhal denetim ve kontrolün hakim olup Sayıştay'ın çalıştırılması gerekir.

1930'larda vatandaş söküğünü dikmek için kullandığı iğneyi dışarıdan ithal ediyor. Ölüsünü defnetmek için kullanacağı kumaşı dışarıdan ithal ediyor. Şimdi böyle bir ortamda bu büyüme nasıl sağlandı? Yapısal reformlar yapıldığı için sağlandı. Ekonomiye toplumun tüm kesimlerinin iştirak etmesi mümkün oldu. Ve o dönemde biz ülkemizin gördüğü en yüksek sermaye birikimini gerçekleştirdik. Sümerbank o dönemde kuruldu, Etibank o dönemde kuruldu, demiryolları yapıldı, Beykoz Kundura Fabrikası, Demir Çelik Fabrikası, hepsi o dönemde yapıldı.

1930'daki bu akıl niye şimdi işlemiyor?

Açılan tek bir fabrika var mı? Yok. Tekeri patlak kamyon gibi gidiyoruz, üstelik fren de yok!

Birgün
Türkiye Merkez Bankası ifade kitap hakim beykoz Sayıştay vatandaş sermaye

Türkiye'de seri iflaslar yaşanabilir
13 Kasım 2017



Japon kredi derecelendirme kuruluşu JCR Eurasia Rating Başkanı Orhan Ökmen Türkiye’de hem ekonomik hem siyasi anlamda stresin arttığını belirterek, üç ayda bir yaptıkları şirket incelemelerini artık haftada bire indirdiklerini söyledi. "Başta inşaat sektöründe olmak üzere seri iflas riski büyüyor" diyen Ökmen, Türkiye ekonomisinin riskleri, OHAL, enflasyon, faiz ve kredi derecelendirme kuruluşlarına yönelik eleştirileri anlattı.

Ökmen, OHAL’in peş peşe uzatılmasının, piyasalarda “Artık OHAL kalıcılaşmıştır” algısı yarattığını vurgulayarak, daha fazla istihdam, üretim ve yatırım odaklı sürdürülebilir bir büyüme için yatırım ortamının hukuk ve demokrasi açılarından iyileştirilmesinin en temel öncelik olduğuna dikkat çekti

Cumhuriyet'ten Şehriban Kıraç'a konuşan Orhan Ökmen'in açıklamaları şöyle:

Stres hali arttı

- Türkiye hem siyasi hem ekonomik olarak hareketli bir dönemden geçiyor, bu dönemde kredi derecelendirme kuruluşları nasıl işliyor?

İşlerin iyi gittiği dönemlerde reyting kuruluşlarını da rehavet alıyor. Ama ne zamanki ekonomide, siyasette bir stres hali ortaya çıkıyorsa yoğunluk artıyor. Notlar aşağıya iniyor. Şirketlerle görüş alışverişi, tartışmalar daha büyüyor. İster istemez gözden geçirmenin periyotları kısalıyor. Türkiye şu anda öyle bir dönemde. İşin kuralı biz notlarımızı bir yıllık perspektiflerde oluşturuyoruz. Üç ayda bir de ülkeleri, şirketleri gözden geçiriyoruz. Ama böylesi stresli dönemlerde üç aylık süreler uzun kalıyor. Firmaların durumu haftalık değişiyor. Günlük bile izlediğimiz durumlar oluyor.

Durağanlaşma riski
- Şu anda Türkiye ekonomisinin en zayıf yönleri neler?

Türkiye’nin durağanlaşma riski artıyor. Şu anda hem sektörlerde hem de firmalarda ciddi bir nakit tutma arzusu var. Borç ödeme arzusu düşüyor. Bu Türkiye’de ciddi bir likitide krizine yol açabilir. Hatta Türk bankacılık sektörü bazı sektörleri riskli ilan ederek onlara kredi tahsislerinde kısıntılara gittiğini duyuyoruz. Ekonomi genelinde firmaların nakit tutma eğiliminin artması, ödeme sürelerinin uzamış olması ve ödeme arzusundaki düşüklük halleri, seri iflas risklerini büyütmüştür. Kredi Garanti Fonu ve bankaların toleransı ile ekonomide bir miktar yumuşatılmış olan genel nakit sıkışıklığı, tedarikçi zinciri vasıtasıyla hem yatay hem de dikey olarak sektörler ve firmalar arasına ve ekonominin geneline sirayet ederek kritik boyutlara yükselmiş ve seri iflas olasılıklarını hayli artırdı. Ayrıca, mevcut konjonktürde bankaların riskli ilan ettikleri sektörlere yönelik kredi isteksizliği de bu nakit sıkıntısını artıracak.

Mutlak miktarı 40 milyar dolara ulaşacak olan cari açığın finansman kalitesi bozuldu. Batı dünyasıyla gerginleşen ilişkilerin topyekûn olarak ekonomiyi daraltıcı olasılıkları Türkiye’nin en önemli ekonomik risklerdendir. Hukuksal eksiklikler ve hukuksal aşınmalar da Türkiye için gelen yabancı sermaye açısından büyük risk yaratıyor.

- Hangi sektörlerde iflas riski var?

İnşaat. İnşaat şirketleri likitite açısından sıkıntıya düşmeye başladı.

OHAL tedirgin ediyor
- Türkiye uzun süredir OHAL ile yönetiliyor. Bu sürecin yatırımcıya etkisini değerlendirebilir misiniz?

OHAL’in peş peşe uzatılması, piyasalara “Artık OHAL kalıcılaşmıştır” algısı yarattı. Bu piyasaları tedirgin ediyor. Zira başlangıçta hukuk ve özgürlükleri koruma amacıyla ilan edilen OHAL’in peş peşe uzatılması, parlamentonun yönetim hakkının ve demokrasinin askıda kaldığı sürenin de kesintisiz olarak uzatıldığı algısını beraberinde getirmekte ve yatırımcıları endişelendirmekte. OHAL, yabancı yatırımcıların ülkeden çıkışlarına veya ülkeye gelmeyi ertelemelerine sebep oluyor. OHAL döneminde yaşanan hukuki uygulamalar yabancı sermayeyi korkuttu ve belirsizliği artırdı. Türkiye’nin ve dünyadaki tüm toplumların temel ihtiyacı her zaman daha çok demokrasidir. Piyasalardaki stresin temel sebebi olan OHAL’in, devam etmesi, yığınsal yoksulluğu da artıracak. OHAL’in yarattığı siyasal belirsizlik ve istikrarsızlık hali döviz kuruna ve buradan genel maliyet artışına yansıyarak fiyatları yukarı çekiyor. OHAL’in artık uzatılma gerekçesi ortadan kalktı.

İstihdam yok
- Türkiye inşaat ve tüketim eksenli büyüyor, istihdam yaratmayan bu büyüme sürdürülebilir mi?

İşsizliğe çözüm olmayan bir büyüme. Demekki büyümede bir yerlerde yanlışlık yapılıyor. Türkiye’nin büyüme potansiyeli yüzde 5.5’i de aşabilir. Ama bu Türkiye’nin sorunlarını çözmüyor. Ekonomik büyümenin bu günkü haliyle uzun vadede sürdürülebilirlik kabiliyeti oldukça zayıftır. Uzun süreden bu yana gözlemlenen yatırımcı güven eksikliğine bağlı olarak, Türkiye’nin üretim gücünü artıracak olan yatırımların gerilemekte olması, kurumsal kalitedeki ve hukuk sistemindeki aşınmalar ekonomik büyümenin sürdürülebilirlik gücünü zayıflatıyor. Türkiye ekonomisinin inşaata dayalı olması kırılganlığı artırıyor. TL’nin değer kayıpları, fonlama maliyetleri üzerindeki olumsuz gelişmeler ve enerji fiyatlarındaki artışlar inşaat sektörünün 2017 yurtiçi performansını ve likidite olanaklarını oldukça hırpaladı. Büyük altyapı projelerinin finansmanı oldukça zorlaşıyor. Bankalar açısından inşaat sektörünün 2017’de riskli kategoriye yükseltilmesi de sektörel likidite zorluğu yaratıyor. Daha fazla istihdam, üretim ve yatırım odaklı bir büyüme için, ülkenin kalkınma potansiyelini iyileştirmek, ekonomik büyümeyi sürdürülebilir kılmak adına yatırım ortamının hukuk ve demokrasi açılarından iyileştirilmesi en temel öncelikli gerekliliktir.

Yapısal reformlar kaçtı
- Merkez Bankası enflasyonu düşürmek için sürekli sıkı para politikasının devam edeceğini söylüyor. Ama enflasyon inmiyor, nerede yanlış yapılıyor?

Öncelikle uygulanan sıkı para politikasının sıkılık seviyesinin faiz, kur ve fiyat istikrarına ilişkin mevcut riskleri bertaraf etmeye yetmiyor. TL kayıplarındaki hızlanmaya karşın faiz oranlarında hareketsizlik halinin sürdürülmesi sıkı para politikasının etkinliğine gölge düşürüyor. Genişlemeci maliye politikasının etkinliği ve yapısal reform yapma ortamının kaybolması sıkı para politikasının Türkiye’de başarılı olmasını önlüyor. Merkezin uyguladığı politikalarla enflasyon düşmüyor daha da sıkılaşması lazım.

İçerdeki siyasi riskleri Türkiye düşürebilirse para politikası kur farkının etkilerini bir miktar zayıflatma gücüne kavuşabilir. Petrol fiyatlarına bağımlılık da yapısal bir sorundur, eninde sonunda yapısal reformlarla çözülecektir. Ancak, mevcut konjonktürde Türkiye’de yapısal reform yapacak ortam kaybolmuştur. Maliyetlerin, faizlerin yukarı çıktığı bir dönemde, özellikle Batı dünyasıyla ilişkilerin kopuk olduğu bir dönemde Türkiye yapısal reformları biraz zor yapar.

Eğitim şart
- Kaçırılan reformlar hangileri?
Türkiye’de her hükümet kendi eğitim sistemini kurmak istedi. Eğer eğitime böyle yaklaşırsanız eğitimin stratejik özelliği kayboluyor. İşsizlikte bir katılaşma var. Bunun en büyük sebebi belki de yüzde 70 sebebi eğitimdeki yanlış politikalar. Çok iyi okulları bitiren üniversiteleri mezunları bile işsiz. Burada ciddi bir reforma ihtiyaç var. İkincisi en önemlisi hukuksal reformun yapılması gerekiyor. Özellikle demokraside bir erozyon oluştu. Bunun telafi edilmesi ve daha da geliştirilip AB standarlarına uyumlulaştırılması gerekiyor.

Demokrasi çok önemli
- Hukuksal yapının güçleneceği ve demokrasi seviyesinin yükseltileceğine dair işaret görüyor musunuz?

Biz bunu temeni ediyoruz. Bizim için bunun belli bir bekleme süresi var. Bu süre ne kadar uzatalırsa bu o ülkenin notuna olumsuz yansıyacak demektir. Biz de bu alanlarda ilerleme olacağına dair şu anda bir işaret görmüyoruz

- Bir ülkeye kredi notu verirken demokrasi ve hukuk ne kadar önemli?

Çok önemli. Kredi derecelendirme kuruluşları bir ülkenin temerrüt olasılığı var mı yok mu, ona bakar. Bir ülkenin temerrüde düşme olayı yüzde 50 ekonomik gelişmelerle alakalıysa yüzde 50’si de hukuk devleti ve demokratik gelişmelerdir. Bu çok net.

İstihdam hedefi tutmaz
- Orta Vadeli Program’da yüzde 5.5’in üzerinde büyüme hedefi söz konusu bu ve diğer hedefleri gerçekçi buluyor musunuz?

Son çeyrekte büyümenin bir miktar yavaşlamasını bekliyoruz. Hedeflenen büyüme hedefi tutabilir. Ama büyüme hedefi neyin pahasına çıkacak; yüksek enflasyon pahasına, bütçe aşımların pahasına çıkacak. Büyümeyi 5.5 alırsanız enflasyonun ve bütçe açığının tutma şansı bulunmuyor. Hedefler arasında bir çelişki var. Enflasyondaki hedefleri gerçekçi bulmuyoruz. Cari açığın da artacağını düşünüyoruz. Büyümeye ağırlıklı hedefler konduğu için diğerlerinin tutma ihtimali yok.

İstihdama dönük hedefleri hiç gerçekçi bulmuyoruz. Çünkü mevcut büyüme istihdam üretmiyor. Erken seçim olasılığı olursa sıkı para politikası nasıl uygulanacak. Bununla ilgili kuşkularımız var. Orta Vadeli Program’ın (OVP) 2017 büyüme tahmini -yüksek enflasyon pahasınaolası gözükmektedir.

- Eskiden iş dünyasının reform gündeminin ilk maddesi ekonomiyle ilgiliydi, şimdi bu değişti mi?

Hukuk ve demokrasi şimdi ilk maddeler oldu. Bürokrasi kalitesinde bir aşınma oldu bunun düzeltilmesi gerekiyor. Kamunun kurumsal kalitesi yükseltilmeli.

Faiz indirimi imkânsız

-Hem Cumhurbaşkanı hem de hükümet kanadından sürekli ‘faiz indirin’ baskısı var. Var olan ortamda faiz iner mi?

Merkez’in sıkı para politikası uygularken elinde tutuğu tek bir silahı vardır: Faiz. Onu da yukarıda tutması gerekir. Eğer faizi indirin diyorsanız o zaman OVP’nin içine sıkı para politikası maddesini koymamanız gerekir. Burada bir çelişki var. Teknik olarak da faizin düşürülmesi mümkün deği. Faiz indirin baskısı bu dönemde başarılı olmaz. Sıcak para girişlerinin devam etmesi yönündeki kapalı politik arzu nedeniyle, uzun vadede faiz genel seviyesi yüksek kalmaya devam edecek.

Biz yatırımcıya bakarız

- Kredi derecelendirme kuruluşları not indirdiğinde Cumhurbaşkanı ve hükümetten ciddi eleştiri alıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz yatırımcıların adına notlar veriyoruz. Biz Türkiye’nin varlıklarına yatırım yapanlara karşı sorumluyuz. Yatırımcılardan eleştiri geldiğinde biz çok önemseriz. Ama yatırımcılardan gelmiyor eleştiriler. Reyting kuruluşlarının en büyük itibar yeri piyasadır. Piyasa kabul etmişse itibarınız da artıyordur. Eleştiriler, kuruluşlarının esas muhatabı olan yatırımcılardan değil de risk analizi yapılan ülkelerin bizzat kendilerinden geldiği için bu türlü eleştirilerin piyasalar tarafından dikkate alınma seviyesi hep düşük kalmaktadır.

Faiz indirimi imkânsız Kutuplaşmaya son verilmeli

- AB ülkeleri, ABD ve diğer ülkelerle ilişkilerde ciddi gerginlikler yaşanıyor, bu yabancıyı nasıl etkiliyor?

Türkiye ile ABD ve Almanya başta olma üzere bilumum Batı dünyası arasında çok boyutlu ve giderek derinleşen bir gerginlik, güvensizlik ve bakış farklılığı hali ortaya çıktı. Kriz halinin devam etmesi Türkiye’nin savunma kabiliyetinin azaltıyor. Türkiye’deki demokratik aşınmalar ve içerdeki kutuplaşmalar, uluslararası ilişkilerin seyrinde Türkiye’nin zora sokulmasını, genel bakış açılarının Türkiye aleyhine kullanılmasını kolaylaştırıyor. İş dünyasıyla yabancı yatırımcılar nezdinde belirsizlik algısının kalıcı hale dönmesine sebep oluyor.
Habererk

HDP Sözcüsü: Çocuklarınız vergi ödememek için gemilerine başka ülke bayrağı çekiyorsa...
14 Kasım 2017



HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen partisinin grup toplantısında konuştu. Bilgen, "Çocuklarınız vergi ödememek için gemilerine başka ülke bayrağı çekiyorsa kimseye milliyetçilik nutukları atmayacaksınız" dedi.

Bilgen, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın mitingte Kuran'ı göstermesini "Önceki seçimlerde Kuran sallamıştılar, önümüzdeki seçimde nutuk sallayabilirler, sonraki seçimde de Das Kapital olabilir" sözleriyle yorumladı.

HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen'in konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

(..)

İsmail Kahraman bir nezaket göstererek partilerin genel başkanlarıyla görüşme yapacağını söylemiş. Sn Kahraman unutmuş olabilir, bizim eşbaşkanlarımız cezaevinde. Ama yine de ziyaret ermek istiyorsa adres bellidir. Tabii ki bizim de sembolik de olsa bir Meclis Başkanı adayımız olacak. Tutuklu vekilimiz Selma Irmak bizim Meclis Başkanı adayımızdır.

(..)

Başbakan ABD ile görüşmesinde "nereye çağırdıysanız gittik ve sormadık" diyor. Evet bunun farkındayız. Amerika'nın bir dediğini iki etmiyorsunuz ama muhalifler bir yabancıyla oturunca gazeteleriniz komplo teorileri kuruyor.

Ortadoğu'daki gelişmeler

(..)

Erdoğan Soçi ziyareti öncesi açıklama yaptı, 'Dünyayı ahmak yerine koymayın' dedi. 4 saat sonra Putin'le basın açıklaması sırasında tutum tam tersine döndü. Türkiye'nin dış politikası aylarla günlerle değil, saatlerle değişiyor artık.

"Türkiye'nin neden dışarıda başı dik değil?"

Türkiye'nin neden dışarıda başı dik değil? Ülkelerin yumuşak karınlarından birisi yolsuzluk konusudur. Yolsuzluk demokratikleşmeyle doğrudan ilgilidir. Dünyada şeffaflık demokratikleşmeden ayrılmaz. Yolsuzluklarla mücadele darbelerle mücadeleden ayrılamaz. Türkiye kızarmaz yüzlü siyasetçilere teslim olmuş durumda. Bizde Malta konusu gündeme geldiğinde, değil istifa özür bile olmuyor. Başbakan araştırma olsun diyor, araştırma önergesi teklifi AKP'nin oylarıyla reddediliyor. Ekranlarda hamaset yapmak kolay. Reza Zarrab davası da bundan farksızdır.

Offshore yüzleşilmesi gereken bir siyasi ahlak konusudur. Eğer çocuklarınız vergi ödememek için gemilerine başka ülke bayrağı çekiyorsa kimseye milliyetçilik nutukları atmayacaksınız.

2006'da Bakanlar Kurulu bir liste yayınlama kararı veriyor. Listede ismi geçen offshore şirketleri için vergi düzenlemesi yapıyor. Bakanlar, kabineler değişti ama şirketler hala belirlenemedi. Şirketler ortada yok ama tütün üreticileri daha fazla vergi versin diye torba yasada düzenleme yapıyorlar. Bu adım uluslararası tröstlere ülkeyi teslim etme girişimidir.

Benzer bir oyun ekmekte de yapılıyor. Ekmeğin fiyatını artırmıyorlar, gramajını düşürüyor. Siz bir ekmek alıyor olabilirsiniz ama çocuğunuzun kursağına giden lokma küçülüyor. Bunun adı israfla mücadele olamaz. 2 hafta önce sarayın harcamalarını aktarmıştık. Bazıları itibardan tasarruf olmaz diyor. Halk yoksullukla mücadele ederken Cumhurbaşkanı harcamalarla itibar yapıyor.

Türkiye dar gelirli için bir vergi cehennemidir. Türkiye'de vergilerin yüzde 65'i dolaylı vergidir. Maliye okuyanlar bilir; dolaylı vergiler çok yüksekse vergi adaletsizliği vardır, vergi kaçırma vardır.

2 bin lira maaşın yüzde 20'si vergiye kesiliyor. 5,5 lira yakıtın 3 lirası vergiye gidiyor. Bu açıdan Türkiye listede ilk sırada. Bu vergiler nereye gidiyor? Tabi Cumhurbaşkanlığı Sarayı var ama bir de faiz lobileri var. Türkiye ekonomisinde vergilerin yüzde 11,3'ü faize gidiyor. Vergiler faize giderken taşeron sorunu bir türlü çözülemiyor. Yine binlerce sağlık çalışanının atamaları yapıldığı halde işe başlatılmıyor. Bu nedenle doktorlar fazla mesailere zorunlu tutuluyor. Bu intiharlara neden oluyor.

Seçim barajı tartışması

HDP kurulduğunda seçim barajına ilişkin ne söylüyorsa bugün de onu söylüyor. Kime fayda sağlayacağına bakmaksızın baraja karşıyız. Baraj milletin iradesi sandığa yansımasın diye uydurulmuş bir sistemdir. Ancak şunu söyleyelim bugüne kadar seçim sistemi kimseyi kurtarmadı, AKP'yi de kurtarmayacak. Türkiye'de seçim sistemi tartışması iyi niyetli yürütülmüyor.

Tutuklu vekiller

AYM evrensel hukuka uygun davranmayı göze alamıyorsa, kendi kararına riayet etsin. Aksi halde dün dündür bugün bugündür anlayışının mahkemelere yansımasıyla da yüz yüze kalacağız. Mesele sadece tutukluluk değildir. Sorun anayasaya darbe yapılmasıdır. Yargıyla ilgili bir başka günden Suruç davası. Suruç'ta 33 genç Rojava'yla dayanışma için oyuncaklarla yola çıkmıştı. Basın açıklaması sırasında hayatlarını kaybettiler. Geçen zamana rağmen davanın seyri değişmedi. Geçtiğimiz duruşmada sanığın duruşma salonuna getirilmesi yönünde karar verildi. Heyet değişti, avukatlar tutuklandı, duruşmaya SEGBİS'le bağlanan sanık heyeti fırçaladı. Mahkeme heyeti mahkemeye gelip gelmemek sanığın tercihi diyor. Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş için sanığın tercihi söz konusu değildir diyorlar. Bu nasıl bir tutum?

Pek çok avukat tutuklandı, savunma hakkı engellendi. Son isim ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı idi. Umarız bu zor günler avukatlar, gazeteciler ve vekiller için geçecek. Baskılar sadece duruşma salonlarında değil. Birileri gerektiğinde yargıya talimat verirken; tepki çeken kararlar karşısında yargı bağımsızlığı ilkesinin ardına sığınıyorladı. 10 yaşındaki bir çocuk istismara uğradı ve 90 yıl hapisle yargılanan sanık tahliye edildi.

Baskılarınız karşısında yılmayacağız

Dün akşam ilçe binamız kurşunlandı. Hangi yönteme başvurursanız vurun, biz bu yoldan vazgeçmeyeceğiz. Sizden önceki iktidarlar da bu yöntemlere tenezzül etti. Son 2 yılda 11 bin partilimiz tutuklandı. Önceki iktidarlar bu adımların nasıl kar etmediğini öğrendiyse, bu iktidar da öğrenecek.

T24
ETİKETLER
hdp parti haber açıklama çocuklarınız vergi

Erdoğan duymasın: SGK, AKP döneminde Kılıçdaroğlu’na göre 138 kat fazla açık verdi
14/04/2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, müdürlüğü döneminde ‘batırmak’la suçlandığı Sosyal Güvenlik Kurumu’nda (SGK) AKP döneminde daha fazla bütçe açığı verildiği ortaya çıktı.

Cumhuriyet’ten Olcay Büyüktaş’ın haberine göre Dr. Ergün Demir ve Dr. Seyfi Durmaz, SGK’nın faaliyet raporları üzerinden kurumun bütçe açığını raporlardı.

Buna göre SGK, Kılıçdaroğlu’nun müdürlük yaptığı 1992-1999 tarihlerinde 2 milyar lira açık verdi. AKP’nin iktidar olduğu 2003-2016 tarihlerinde ise SGK’nın bütçe açığı 277 milyar lira oldu. Bu, Kılıçdaroğlu döneminin 138 katı.

AKP döneminde yıl bazında en düşük bütçe açığı 11 milyar lira olarak kayda geçti.

Raporda, geçen yıl SGK’ya 108 milyar lira bütçe transferi yapıldığı ancak buna rağmen 20 milyar 600 milyon liralık açık oluştuğu ifade edildi.

Bütçe transferinin gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranı yüzde 4 seviyesinde olduğu belirlenirken, açığın güncel dolar kuru üzerinden hesaplanması durumunda 634 milyar lirayı bulabileceği ifade edildi.

Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar cenahı CHP liderini müdürlüğü döneminde SGK’yı batırmakla suçluyor.

Diken

Cumhuriyet'e '90 yıllık reklam arası bitti' diyen AKP'li Tülay Babuşçu'dan 'Atatürk' paylaşımı
15 Kasım 2017



Cumhuriyet'e "90 yıllık reklam arası bitti" diyen "Bizans dostu kahpe İnönü" tweeti paylaşan eski AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, 10 Kasım'da Atatürk paylaşımı yaptı. Babuşçu 29 Ekim'de de Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayan bir paylaşım yapmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki karşılama töreninde, tarihteki temsili Türk askerleriyle birlikte çekilmiş fotoğrafını Twitter’dan paylaşan AKP Balıkesir milletvekili Tülay Babuşçu “Bu resim okunması gereken bir resim. Filistin’i vermediği bahanesiyle yıkılan Osmanlı İmparatorluğu ve Filistin Devlet Başkanı’yla Cumhurbaşkanı’mızın arka plan görüntüsü. Muhteşem bir zeka. Tabiiki Sn Cumhurbaşkanımızın zekası. 600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi" diye yazmıştı.

"BİZANS DOSTU KAHPE İNÖNÜ" TWEETİNİ RT YAPMIŞTI

Babuşçu, büyük tepki çeken bu tweetinden sonra da yaptığı bir retweet ile şimşekleri üzerine çekmişti. Dr. Mehmet Hakan Sağlam’ın yazdığı öne sürülen mesajı paylaşmıştı. O mesajda da şunlar yazılmıştı: “Masa başında toprak nasıl kaybedilir içimizdeki hainleri anlatalım; Lozan Barış Antlaması madde 129: Türk hükümetince Anzak (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları İngiliz İmparatorluğuna bırakılacaktır... Evet, uğruna 253 bin şehit verdiğimiz Arıburnu İsmet İnönü tarafından İngiltere toprağı haline getirilmiştir. Gelibolu Arıburnu sahilinde Türk devleti asker bulunduramaz, hiçbir şey inşa edemez. İnanmayan Geziciler, ulusalcılar, CHP’liler Lozan Antlaşmasının 129. maddesini okusun da Lozan’ın başarı mı yoksa hezimet mi olduğunu öğrensin. Cumhuriyetin lider sultası Lozan’da; Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Kudüs, Yemen, Cezayir, Libya, 12 Adalar ve Balkanları verip geldi.”

O DA CUMHURİYET'E VE ATATÜRK'E GERİ DÖNDÜ

Tepki çeken paylaşımlarının ardından 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde yeniden listeye giremeyen Tülay Babuşçu, AKP'nin son dönemde Mustafa Kemal Atatürk vurgusu yapmasına paralel olarak 10 Kasım'ın yıldönümünde Atatürk paylaşımı yaptı.

Babuşçu'nun Mustafa Kemal Atatürk ve Anıtkabir resminin üzerinde "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" Atatürk "Her 10 Kasım'da yeniden doğar" yazılı bir caps paylaştı.



Bir dönemler Atatürk'ün en büyük eserim dediği Cumhuriyet'i ve Atatürk'ün silah arkadaşlarını hedef alan Babuşçu'nun bu ani dönüşü sosyal medyanın da dikkatini çekti.

Metin Uca, Babuşçu'nun paylaşımını "Hanımefendi dönüş hızınızı anlamak için soruyorum "Osmanlı İmparatorluğu'nun 90 yıllık reklam arası" bu tweetiniz ile mi sona erdi" notu ile RT'ledi.



Babuşçu 29 Ekim'de de Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayan bir paylaşım yapmıştı.


Kaynak: Cumhuriyet

Etiketler : Tülay Babuşçu, 10 Kasım, akp, atatürk, Metin Uca,

Bülent Arınç: “2019’da siyaseti Erdoğan’sız ve AK Parti ’siz dizayn etme planı yürüyor ve bu planın nihai hedefindeki insanlar bu oyunu göremiyor"
17.11.2017



Eski Meclis Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun yaşlı ve hasta tutuklular ile ilgili yaptığı basın toplantısına cevaben yayınladığı yazılı açıklamada çok çarpıcı ifadelere yer verdi.

Eski Meclis Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sezgin Tanrıkulu’nun Manisa’da FETÖ ’den tutuklu bulunan 81 yaşındaki Mustafa Türk ile ilgili yaptığı basın toplantısı üzerine bir açıklama yayınladı. Arınç, Tanrıkulu’na ve sosyal medyada yer alan “Mustafa Türk’ü Bülent Arınç’a sorun” şeklindeki haberlere cevaben yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ’a ve AKP yönetimine uyarılarda bulundu.

Arınç, Mustafa Türk ile ilgili iddialara yönelik, “ 15 Temmuz öncesi için kendisinin Fethullah Gülen’i sevdiğine, saydığına şehadet ederim ! Ve yine şehadet ederim ki, 40 yıllık tanışıklığımız süresince, kendisinin en ufak bir kötülüğüne, devlete ve millete karşı su-i kastına şahit olmadım ! Kendisi hakkında kimseden en ufak kötü bir söz de duymadım! Darbeyle uzaktan yakından ilgisi ve alakası olmayan Mustafa Türk’ün 15 Temmuz öncesi Gülen’i sevip sayması ve sadece öncülük ettiği eğitim faaliyetlerine kendi imkanları dahilinde destek vermesi suç ise, bu ülkede bu suça ortak olmamış insan bulmak neredeyse imkansızdır!” açıklamasında bulundu.

"LAFI SAĞA SOLA EĞİP BÜKMEYE GEREK YOK"

Arınç, lafı sağa sola eğip bükmeye hiç gerek olmadığını belirterek, darbe ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını iddia ettiği Mustafa Türk gibi isimlerin darbe girişimi ile ilişkilendirip mağduriyetler oluşturmanın “2019’da siyaseti Erdoğan’sız ve AK Parti ’siz dizayn etmek ve nihayetinde arzuladıkları ‘rövanşa’ erişmek” olduğunu açıkladı. Arınç kendisinin bu oyunu gördüğünü ve planı bildiğini belirttiği açıklamasına “Ve fakat iş o ki, bu planın nihai hedefindeki insanlar bu oyunu göremiyor, bu planı bozmak için adım atamıyorsa, onun sorumlusu ben değilim! Ve kimsenin cürmünü, sorumluluğunu yüklenecek de değilim” şeklinde devam etmesi dikkatlerden kaçmadı.

İşte Bülent Arınç’ın çok konuşulacak açıklaması…



Millî Gazete

Feyzi İşbaşaran: Melih Gökçek ve oğullarının yakın bir zamanda tutuklanacak
15 Kasım 2017



Melih Gökçek'in istifasının ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde büyük bir tasfiye süreci başlarken, Gökçek'in yerine Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Mustafa Tuna, Gökçek'in belediyedeki bürokratlarını tek tek görevlerinden aldı. Yaşanan bu gelişmelerin sonrasında eski AK Parti milletvekili Feyzi İşbaşaran, Twitter hesabından gündeme bomba gibi düşecek bir paylaşımda bulundu.

Yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından AK Parti eski milletvekili Feyzi İşbaşaran twitter hesabından flaş bir paylaşımda bulunarak Melih Gökçek ve oğullarının yakın bir zamanda tutuklanacaklarını iddia etti.

İşbaşaran, 13 Kasım 2017 tarihinde Hürriyet’in “Ankara'da çok sayıda üst düzey bürokratın istifası kabul edildi” başlıklı haberini retweet yapıp üzerine de, “Ankara Büyükşehir Belediyesinde @06melihgokcek ‘in tüm izlerini siliyorlar, sonra da Melih ve oğullarını tutuklayacaklar. Bu kadar servetle Melih’i rahat bırakmazlar. İstihbarat, Melih’in milyar dolarlarının nerde olduğunu biliyor.” notunu düştü.

Millî Gazete

Ahmet Takan: Erdoğan, Binali Yıldırım'ı fırçaladı!
15 Kasım 2017



Geçtiğimiz hafta ABD turuna çıkan Başbakan Binali Yıldırım'ın ziyareti dönüşü Erdoğan ile yaptığı görüşmelerinin detayları ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski danışmanı Ahmet Takan, bugünkü yazısında Erdoğan'ın Yıldırım'a sert ifadelerle bağırdığı iddialarına yer verdi.

Geçtiğimiz hafta ABD turuna çıkan Başbakan Binali Yıldırım 'ın ziyareti dönüşü hafta sonu iki kez Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüştü. Bu görüşmelerinde Erdoğan, Binali Yıldırım'ı sert şekilde fırçaladağı ortaya çıkarken sebebi ise Yıldırım'ın havaalanında yaptığı açıklamalardan ötürü olduğu belirtildi.

İşte Ahmet Takan’ın “Erdoğan, Yıldırım'ın ABD temaslarından memnun kalmadı!” başlıklı yazısının ilgili bölümü:

Çok çok özel toplantılar İstanbul'a kayınca Ankara'dan haberleri toplamamız biraz gecikmeye sebep olabiliyor...

AKP Genel Başkanı R. Erdoğan, Başbakan ABD'de park gezintisinden döndükten sonra Rusya gitmeden önce o çok kısa aralıkta Binali Yıldırım ile İstanbul'da iki defa sürpriz bir şekilde görüştü. Görüşmelerin içeriği -doğal olarak- çok merak edildi. TBMM Başkanlığı adaylığı, yenilecek grup vitrini, Rusya'ya gitmeden önce son bir görüş alışverişi vs. gibi gündem başlıkları sıralandı. Sarayın yönetim şeklini iyi tanıyanlar bunların dolgu malzemesi olduğunu çok iyi bilirler. Erdoğan, neye karar verdiyse bir telefon talimatı ile Binali Yıldırım'ı bilgilendirebilirdi. Hiç de sorun olmazdı. Erdoğan'ın neden Binali Yıldırım'ı iki defa huzura çağırdığına saray kaynaklarından ulaştım:

Erdoğan, Binali Yıldırım'a çok ama çok öfkelenmiş...

Neden?..

Hatırlayalım; Başbakan Binali Yıldırım, yola çıkmadan havaalanında, vize krizi hakkında yaptığı ABD'nin "Türk hükümetinin ABD çalışanlarını tutuklamayacağına ilişkin güvence verdiği" yönündeki açıklamasına ilişkin olarak, "İki ülke de hukuk devleti, ABD'ye güvence vermedik" demişti. Yıldırım, ABD'ye gitmeden önce temasların tek gayesinin Zarrab dosyası olduğu Ankara'da genel kabuldü. Görüşmelerin sonuca etki etmeyeceği, ABD'nin bir tutum değişikliği içine girmeyeceği beklenendi...

Erdoğan'ın kafasının tası Binali Yıldırım'ın havaalanında yaptığı açıklama sırasında atmış. Başbakan'ın, "iki ülke de hukuk devleti" cümlesindeki ABD'ye hukuk devleti sıfatını vermesine çok içerlemiş. Yıldırım döndüğünde de huzura çağırarak öfkesini en sert sözlerle yüzüne karşı aktarmış. O kadar çok kızmış ki Erdoğan Yıldırım'a, birinci görüşme kesmemiş, ikinci görüşme de aynı konu mevzubahis olmuş. Saray kaynaklarıma, Erdoğan'ın fırçasının mahiyetini sordum. Söylemediler. "Binali Yıldırım'ın ABD gezisinden netice alamadığımızın ötesinde Erdoğan'ın Zarrab konusunda söylem politikasını da bozdu" demekle yetindiler.

Millî Gazete

Haçlı ordusu NATO Atatürk ve Erdoğan fotoğraflarını atış hedefi yaptı, AKP ise tatbikata katılan askerleri çekmekle yetindi
18.11.2017



Millîgazete'nin haberine göre;Haçlı Ordusu NATO tatbikatında yaşanan skandalı Tayyip Erdoğan açıkladı. Norveç'te NATO koordinesinde tatbikat yapan 40 Türk askerini çektiklerini belirten Erdoğan, "Dün Norveç'te bir durum oldu. Düşman tablosu diye bir tablo koymuşlar. Burada Atatürk'ün resmi ve şahsımın ismi var. Hedefte bunlar. Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB'den sorumlu bakanımız bizi aradılar böyle durum var. 40 askerimiz var, bunları çekme kararı verdik çekiyoruz dediler. Böyle bir ittifak olamaz" dedi.

Ana Haber

Devlet, Zarrab'ın hamisi mi oldu?..
Ahmet TAKAN
17 Kasım 2017



Türk askerinin başına çuval geçirdiler, esir ettiler... Kılları bile kıpırdamadı. "ABD'ye nota verecek misiniz" diye soranlarla "Ne notası. Müzik notası mı?" diye kafa yaptılar. Söz konusu Reza Zarrab olunca Amerika'ya nota verdik. Dışişleri Bakanlığı, ABD'de tutuklu yargılanan ancak avukatının "5 gündür haber alamıyoruz" dediği Reza Zarrab'ın peşine düştü.  Hariciyemizin badem bıyıklı yeni model monşerleri ABD'ye yazılı bir nota ile resmen "Zarrab nerede" diye sordu. Notada "Zarrab'ın can güvenliğinden endişe duyulduğu" ifade edilerek, nerede bulunduğu konusunda bilgi verilmesi istendi. Türk askeri, kafasında çuvalla esir edilirken, kimse "nerede" diye sormadı can güvenliklerinden de endişe edilmemişti. Rakka'dan ABD, PKK/YPG himayesinde çıkarılan IŞİD teröristlerini BBC'den öğrendiklerinde bile nota vermediler...

Devlet adabı!.. Devlet adabı!.. Devlet adabı!..

Devlet aklı!.. Devlet aklı!.. Devlet aklı!.. Yerlerinde yeller esiyor. Artık işin b..unu çıkardılar demek bile hafif kaldı!..

Başbakan Binali Yıldırım, ABD'den eli boş dönünce panik iyice arttı. Dışişlerine yeni başlayan 2 günlük meslek memurunun bile yazmayı reddedeceği yazılı nota ABD'ye gitti. Zokayı yuttular!.. Zarrab davası, olası ekonomik etkilerinin çok daha ötesinde sonuçlara yol açabilir. Haydut ABD, "Elimizde bu adama sahip çıktığınızın yazılı devlet belgesi var" diye uluslararası arenada Türkiye'yi çok daha zora sokacak tezgâhlar kurarsa ne yapacağız?.. Hesap kitap bilen var mı?.. Neyin tescil edildiğini düşünebilen veya düşünse bile söylemeye cesaret edebilen var mı?.. Zarrab'ın hamisi Türkiye Cumhuriyeti devleti!.. Öyle mi?

***

Reza Zarrab'ın itirafçı olduğu Ankara'da artık genel kabul oldu. Geçende yazmıştım; kulislerde itirafnameden pasajlar okunuyor diye... İsmini vermeyeceğim. Başkentte, dava ve öncesini çok yakından takip eden etkin bir isimle konuştum. Anlattıklarından ve değerlendirmelerinden kısa bir özet yapacağım; "ABD'de tutuklu bir çok vatandaşımız var kimsenin umurunda değil. Mesele artık çok farklı boyutlara ulaştı. Zarrab, anlaşarak gitti ve itirafçı oldu. Eylül ayında tam anlaştı, pazarlıklar yapıldı... Onun üzerine zaten Zafer Çağlayan davaya dahil edildi. Bu diğer bankalarla yapılan işlemlerin nasıl olduğunu da söyledi. Türkiye'deki 17 Aralık soruşturmasına konu dosyadaki iletişim orada da kullanılmış. Normal koşullarda ABD savcılığı onları elde etmediği için kullanamaz. Hukuken baktığınızda nasıl kullanıyor? Zarrab eğer itirafçı olarak söylediyse delildir bunlar. Böyle bir durum var. ABD savcılığının kendi elde etmediği deliller, Türkiye yetkilileri tarafından da resmen gönderilmeyen deliller değilse bu tapeler bunu nasıl kullanıyor? Zarrab bunları kabul etmiş demek ki, yani o atıfta bulundu. Olayı anlatırken ayrıntılarını nasıl yaptıklarını, ABD ambargosunu delerken, bankacılık sahtekarlık işlerini anlatırken bu iletişimleri anlattı. Dolayısıyla da bunlar delil olarak dosyaya girdi.

İddianamede.... adı geçiyor. Zarrab'ın ...... ile arasındaki konuşmalar, Habbani ile konuşmalar bütün bunlar iddianameye girmiş. Bankacılık sisteminin nasıl dolandırıldığı, ambargonun nasıl delindiğine ilişkin delili olarak koyuyor. Bu bilgiler bizde yok, ABD iddianamesinde var. Bu bilgileri kim verdi? O süreçte FBI bunları izlemediyse kim verdi? Sanıklar verdi. Zarrab anlaşmış.

Burada 6 Türk bankası var. Bunlar ambargoyu deldi diye çünkü orada EFT'ler de var. Sadece burada İran'a altın ticareti olayı değil, Dubai boyutu var. Bir sürü şey var. İran, Dubai, Çin boyutu var. Yurt dışındaki bankalardan gelen havaleler var.  .... üzerinden, diğer bankalar üzerinden, ambargoyu delmeye yönelik EFT'ler var..... Bankasına ceza gelmesi muhtemel. ABD ceza kesmemek için mutlaka Türkiye'den bir şeyler isteyecek. Bu normal. ABD bunun için kullanıyor bunu. ABD'nin 20-30 milyar dolar ile işi yok. ABD'nin bir amacı da siyaseten Türk hükümetini suçlamak. Bu işin devamında başka bir şey olacak. ABD diyor ki, 'bu delinen ambargo sonucunda elde edilen gelirler, paralar İran devrim muhafızlarının finansmanında kullanıldı.' İran devrim muhafızlarını da terörist olarak görüyor. Terörün finansmanına iş gider. İş gerçekten kritik.

"Yazıyı kaleme aldığım dakikalarda Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, her zamanki pişkin pişkin sırıtır fotoğrafıyla  "ABD'den bir sözlü cevap şu anda gelmiştir, Rıza Sarraf'ın sağlık durumunun iyi olduğu hakkında Dışişleri Bakanlığı'na bir bilgi ulaşmıştır" açıklaması yaptı. Demek ki, yazılı notaya tatmin edici yanıtı almışlar!.. Gerçekten, Zarrab'ın sağlığını çok mu düşünüyorlar acaba?
..Allah, herkese önce akıl sağlığı versin!..

Kaynak: Yeni Çağ

"Saray'daki AKP'li için çanlar artık acı acı çalıyor, toslanacak duvar gözüktü, bunlar gidici; ya geliciler?"
18 Kasım 2017



Cumhuriyet yazarı Işık Kansu, "Ekonomideki daralma ve yoksullaşma ile birlikte hazırlanan raporlar, yapılan anketler de saraydaki AKP’li için çanların artık acı acı çaldığını duyuruyor" dedi. "İnişe geçtiler, toslanacak duvar gözüktü" diyen Kansu, "Son belli oldu. Bunlar gidici" ifadesini kullandı. Kansu, "Şimdi önemli olan geliciler" dedi.

Kansu'nun "Bunlar gidici… Ya geliciler?" başlığıyla (18 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Motorin 5 lirayı geçti. Dolar 4 liraya dayandı, Avro 4.5 liranın üzerine çıktı.
Cari açık, 40 milyon dolar ile doruklara ulaştı.
Domates 5, patlıcan 4, biber 5.5, çalı fasulyesi 12, kuru fasulye 10, pirinç 12 lira.
Rıza Sarraf davası çerçevesinde, Halkbank ve onunla iş yapan bankaların dolar işlemlerinin yasaklanma tehlikesi kapıda.
Sarayın bahçesinde yeni yeni inşaatlar yükselirken hemen her gün bakanlık ve kamu kuruluşlarına “tasarruf yapın” talimatı gidiyor. Hani neredeyse devlet memurlarının maaşlarını ödemede bile sıkıntı çekilecek.
Ekonomideki daralma ve yoksullaşma ile birlikte hazırlanan raporlar, yapılan anketler de saraydaki AKP’li için çanların artık acı acı çaldığını duyuruyor.
İnişe geçtiler, toslanacak duvar gözüktü, son belli oldu. Bunlar gidici.
Şimdi önemli olan geliciler.

(..)

Şu anda muhalif partilerin yönetimlerinin, bu tarihsel dönemeci kazasız, belasız geçebilecek beceri ve donanımda olmadıkları ise ortada.
AKP, tıpkı ANAP gibi siyaset alanından kendi kendine çürüyüp giderken özellikle CHP’nin çağı yakalayan derinliğe sahip, kavrama, çözümleme, bilgi, ilke ve düşünceyi uygulamaya geçirebilme yeteneği yüksek, güvenilir bir liderliğe gereksinimi var.

CHP liderliği bu düzeyde bir yönetim anlayışına kavuşamazsa, AKP’nin yok oluş süreci ile birlikte karşıdevrimi tarihe gömme olanağı bir kez daha elden kaçırılmış olacak.

(..)

İnönü bile kurtaramaz

Saray’daki AKP’linin tek derdi tasası, CHP. CHP’ye bir şey söylemediği gün, İsmet İnönü’ye yükleniyor.
Sadece sözle de değil, soruşturmalarla da CHP kıskaç altına alınıyor. Buna en son örnek, Saray’daki AKP’liye “diktatör” diyen CHP sözcüsü Bülent Tezcan için açılan soruşturma…
DP’nin son döneminde de benzer baskılar yaşanmıştı. DP, CHP’yi “hükümetin meşruiyetinden halkı şüpheye düşürecek” girişimlerde bulunduğu gerekçesiyle suçlayarak, tahkikat komisyonları kurmuştu. İsmet İnönü’nün o komisyonlara karşı yaptığı konuşma ünlüdür:
“Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejimi istikametinden ayırıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam.”
İnönü’nün dediği çıkmıştır.

T24
ETİKETLER
erdoğan saray çanlar acı acı çalıyor haber açıklama

Ahmet Takan: Sır klasör...
17 Kasım 2017



Kısa paslarla orta sahadan çıktılar, ceza alanımıza doğru geliyorlar!..

ABD'de görülen Zarrab davasının 27 Kasım'da başlayacak jürili duruşması öncesinde son hazırlık oturumunda önceki gün çok önemli gelişmeler oldu. Hâkim Richard Berman, taraflardan, Fethullah Gülen ve Türk hükümeti arasındaki ilişkiyi ve farkları anlatacak bilirkişi getirmelerini istedi. Bu ne demek oluyor?.. Türkiye'nin resmi kanallardan iade edilmesini istediği Gülen davaya neden sokuluyor?.. Eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla lehinde tanıklık etmek isteyen şahıslar tutuklanırız korkusuyla ABD'ye gidemezken bizdeki bilirkişi nasıl oralara gidecek?.. İade için kolilerce giden dosyaları dikkate almayan ABD'lilere bilirkişi gitse de ne anlatıp neye ikna edebilecek?.. Bence bu kararın altında başka kirli bir tezgâh var. O da şu;

15 Temmuz Zarrab dosyasına dahil ediliyor.

Kâhin değilim. ABD tarafının bilirkişisi aracılığıyla nasıl tezgâhlar hazırlayacağını düşünmek bile istemiyorum. Türkiye'deki en yetkili şahısların bile bu konuda şimdiden bir hüküm koyabileceklerini zannetmiyorum. Önceki günkü son hazırlık oturumundan sonra davayı yakından takip eden ABD'deki Türk diplomatik kaynakları ile görüşme imkânı buldum. Yazılmamak kaydıyla anlatılanların dışında sadece şu iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Diyorlar ki;

"Gizli dosya içinde 20 civarında Türk subayının ismi var. Ancak Amerikalılar şu anda bu isimlerin açıklanmasını düşünmüyorlar."

"Arka kanallardan ne pazarlık yapılırsa yapılsın sınırlamalar olabilir ama ABD gök kubbeyi yıkmayı kafaya koymuş."

Havanın giderek ısındığı Kasım ayında Türkiye açısından çok sıkıntılı geçecek sürece doğru hızla ilerliyoruz. Ankara siyasi kulislerinde seçim ittifakları konuşuluyor ardından gündem, Zarrab dosyasına geliyor. İtirafçı olduğu konusunda hemen hemen herkesin hemfikir olduğu Reza Zarrab'ın ismini verdiği kişiler dilden dile dolaşıyor. Ancak, gündeme getirilen bazı kritik sorular da var. Şöyle;

"Dosyanın içerdiği tarihlerde Ali Babacan ekonomiden sorumlu Bakandı. Bankalar söz konusu ise olup bittiği iddia edilen işlerden onun habersiz olduğunu söyleyebilmek mümkün mü?.. Enerji Bakanı Taner Yıldız'dı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan... Bugüne kadar, ABD'den sızan bilgiler arasında neden bu 3 isim yer almadı?.."

R. Erdoğan ve ABD'ye nota verdiren yakın çevresinin aklına bu sorular geldi mi?.. Bilemem!..

Ortalıkta konuşulan "200 numaralı dosya" kodlu gizli bir klasör var...

Zarrab dosyasını ve sonrasını çok yakından takip eden, dün sizlere görüşlerini aktardığım Ankara'nın etkin ismi ile bir daha konuştum. Derin koridorlarda merak edilen soruların cevabı hakkında ne düşündüğünü ona sordum. Verdiği cevaplar;

"Aslında, Zarrab konuştu. Açıklamayı yapacak. Bence düne kadar onun pazarlıkları yapıldı ama olmadı.

Burada asıl çarpıcı olan şey damat olabilir. Dün yansıyan şeyler var. 14 madde halinde yansıyan şeyler var internette... Orada ilginç bir söz var. Aynen şöyle diyor, 'ben doğal gaz işine bakıyordum, petrol ile ilgilenen başka bir ekip vardı.' Bu ekip kim?.. Muhtemelen bunun içinde Irak petrolü de var. IŞİD'in petrolü de var. O yıllarda tankerlerle petrol taşınıyordu. Yer gök tanker doluydu. O zaman ilginçtir çözüm süreci vardı. Çözüm sürecinde hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan yapılıyordu. Bu IŞİD'in petrolü mü, PKK'nın petrolü mü, Barzani'nin petrolü mü?.. Belli değil. Ben ister istemez düşünüyorum, çözüm süreci denen şey o petrol ticaretini rahatça yapmak için kurgulanmış bir şey miydi?..

O anlaşma zemini belki oluşmadı o anlamda. Gizlenen bir klasör var. O klasör ABD medyasına yansıyanlara göre de klasör, Zarrab'ın itiraflarıyla oluşturuldu. O nedenle onun ortaya çıkabileceğini, birkaç gün içinde bir sinyal vereceğini düşünüyorum. 'A bak bunlar da varmış', şeklinde bir bilgi sızdırma olursa hiç şaşırmam. Çünkü arkasından dalga dalga geliyor. Hükümet, 'ben ambargoyu delmek zorundaydım. Türkiye ekonomisi için gerekliydi, bunu millet için yaptık diyebilir.' Bunun üzerine kurgu düşünüyorum. 'Vatanı milleti düşünüyorum, ABD'nin elinde esir olan Zarrab ülkemize zarar veriyor, diğerleri üzerine atlıyor. Aslında bu ABD'nin komplosudur ey vatandaş' diyecek. Bu iş bir erken seçime kadar gider diye düşünüyorum."

İttifakların açıklamalarına bakarsak, iktidar ve değnekçileri bu işi millî maç havasına çevirecekler.

İki arada bir derede kaldık!..

Haber fedai

Birileri ibret alır mı bilmeyiz ama iktidardan düşünce işler böyle oluyor: Melih Gökçek'in resmini çöpe attılar!
18 Kasım 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla istifa ettirilen AKP'li belediye başkanlarından Melih Gökçek'in karakalem şeklinde çizilmiş potresi Ankara Büyükşehir belediyesine yakın bir binanın çöplüğünde görüntülendi.

POTRESİ ÇÖPLÜKTE...

Belediye başkanlığı koltuğuna Mustafa Tuna getirilmesinin ardından Gökçek’in daire başkanı yaptığı isimleri görevden alındı ve Gökçek döneminde kurulan bazı daireler kapatıldı.

Öyle ki yeni başkan Tuna, Gökçek’in çok değer verdiği belediye binasının önündeki fışkiyeyi bile kaldırttı. Fıskiye’nin ardından Gökçek’e yeni bir darbe daha geldi.

OdaTV’de yer alan habere göre Belediye binası yakınındaki bir çöplükte de Melih Gökçek’in portresi bulundu.

Haber Fedai
Etiketler : erdoğan, melih gökçek, Mustafa tuna, fışkiyeyi

200 milyar pompalayıp ekonomiyi 1 puan büyütebildiler
12 Kasım 2017

Ekonomideki tıkanıklığı aşmak için riskin Hazine’nin üzerine yıkılıp piyasaya pompalanan 200 milyar liralık KGF, sadece 1 puanlık büyüme getirdi...

AKP iktidarının piyasaya can suyu olarak sunduğu Kredi Garanti Fonu'ndan (KGF) istenilen başarının elde edilemediği ortaya çıktı.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'na yaptığı sunumda, Hazine destekli kredi garanti sisteminin ekonomiye sağladığı etkiler hakkında bilgi verdi.

ZOR DÖNEMDE YAPTIK

Şimşek, Hazine desteğiyle bu yılın eylül ayı sonuna kadar KGF kapsamında 200 milyar lira kredi dağıtıldığını, bunlara karşılık da Hazine tarafından 178 milyar lira kefalet verildiğini bildirdi. KGF kredileri sayesinde piyasada pozitif bir iklim oluştuğunu, bu yılın ikinci çeyreğinden itibaren başta KOBİ'ler ve ihracatçı firmaların ticari kredi kullanımları kanalıyla büyümenin desteklendiğini anlatan Şimşek, kredilerdeki genişlemenin ekonomik büyümeye 1 puan katkı sağladığını söyledi. TÜİK, bu yılın ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisinin yüzde 5.1 büyüdüğünü hesaplamıştı.

Bu yılın başında kredi garanti kurumlarına sağlanacak destek miktarını 2 milyar liradan 25 milyar liraya, kefalet üst sınırını da 20 milyar liradan 250 milyar liraya yükselttiklerini hatırlatan Şimşek, bu değişiklikleri “zor bir dönemde” yaptıklarına dikkat çekti. Şimşek, “Hazine destekli kredi garanti uygulaması hem yaratılan kaynağın büyüklüğü hem de mevzuat altyapısının geliştirilmesiyle reel sektörün finansmana erişimini zor bir dönemde kolaylaştırmıştır” ifadesini kullandı.

340 BİN ADET KREDİ

Şimşek'in verdiği bilgilere göre, KGF uygulaması kapsamında 200 binin üzerinde şirket toplam 340 bin adet kredi kullandı. Bu kredilerin yüzde 58'ini yani 116 milyar lirasını firmalar sıfırdan ilk kez kullandı. Yüzde 28.5'i yani 57 milyar liralık bölümü ise firmalara ‘ilave kredi' olarak dağıtıldı. Kredilerin yüzde 87'sinin TL, yüzde 13'ünün döviz cinsinden olduğuna işaret eden Şimşek, “Önümüzdeki dönemde kalan imkanlar çerçevesinde, özellikle ihracatçı ve yatırımcıların desteklenmesi için Kredi Garanti Fonu kullandırılacaktır” dedi.

RİSKSİZ FİRMALARI TERCİH ETTİK

MEHMET Şimşek, Hazine'nin kredilerin geri dönmeme riskine karşı verdiği 178 milyar liralık kefaletin yüzde 75'inin KOBİ'lere yüzde 25'inin de daha büyük işletmelere sağlandığını söyledi. Kredi kullanan firmaların risk grupları içerisinde tamamına yakınının en az risk içeren birinci ve ikinci risk grubunda yer aldığını belirten Şimşek, firmaların en az yüzde 80'inin de birinci gruptaki en az riskli firmalar grubunda olduğunu belirtti. Şimşek bununla birlikte, uygulama kapsamında kredisini ödeyemeyip temerrüde düşen firmalar nedeniyle Hazine tarafından 2018 yılında yapılacak tazminat ödemelerinin 3 milyar TL olmasını beklediklerini bildirdi.

Erdoğan Süzer/Sözcü

Vali yardımcısı: İş bulmak için dayıya ihtiyaç var
18 Kasım 2017



Çorum Vali Yardımcısı Azmi Yeşil, öğrencilerin iş bulmaları için “Dayı”ya ihtiyaç duyduklarını belirtmesi dikkat çekti...

Çorum Vali Yardımcısı Azmi Yeşil, öğrencilerin iş bulmaları için “Dayı”ya ihtiyaç duyduklarını belirtmesi dikkat çekti.

Çorum’da 2. Üniversite Tanıtım ve Tercih Günleri’nin açılış törenine katılarak bir konuşma yapan Vali Yardımcısı Yeşil, geçmiş dönemlerde üniversite okumanın zorluğuna değindi.
O dönemlerde üniversite mezunu olmanın iş bulmak için yeterli olduğunu, ancak günümüzde yeterli olmadığını vurguladı.
Vali Yardımcısı Yeşil, “Bizim zamanımızda üniversiteler ne yapar, ne okutur, hangi okuldan hangi mesleği ediniriz onu bilmiyorduk. Bugünlerin hepsi gelip geçti. Şimdi iş arayan gençlerimiz zaman zaman bizlere geliyorlar. Üniversiteyi bitirmişler pırıl pırıl gençlerimiz, istihdam meselesiyle karşı karşıya. Ben yaşadığım tecrübelerden gördüm ki, üniversite bitirmekle de iş sahibi olunmuyor. Üniversitenin yanında bir de dayı bulmak gerekiyor bu ülkede. Üniversiteyi bitiren gençlerimizin iş bulması bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Gençlerimizi bir noktada hem şanslı, hem de şanssız görüyorum. Çünkü gençlerimiz üniversiteleri tanıyarak gidiyorlar. Şanssız görüyorum çünkü iş bulmak çok zor” diye konuşması dikkat çekti.
Etiketler:
Çorum Vali Yardımcısı Azmi Yeşil öğrencilerin iş bulmaları için

Patronlar Dünyası

Gezi eylemcilerine palayla saldıran kişi vuruldu
22 Kasım 2017



İstanbul’da 4 yıl önce Gezi Parkı eylemcilerine ‘pala’ ile saldıran ve bir kadına tekme atan Sabri Çelebi, Taksim'de iki grup arasında yaşanan silahlı kavgada ayağından vuruldu.

Olay saat 21.15 sıralarında, Talimhane Lamartin Caddesi üzerinde meydana geldi. İddialara göre, aralarında husumet bulunan iki grup arasında tartışma çıktı. Tartışma, bir süre sonra silahlı kavgaya dönüştü.

İki grubun birbirine ateş etmesi sonucu Gezi olaylarında palayla vatandaşlara saldırdığı için kamuoyunca 'Palalı' olarak tanınan Sabri Çelebi ile Faruk Ünal, tabancayla ayaklarından kurşunlanarak yaralandı.

Yaralılar, çevredeki bir özel hastanene kaldırılarak tedavi altına alındı.

Olayla ilgili soruşturmanın devam ettiği öğrenildi.

T24
ETİKETLER
palalı saldırgan istanbul taksim silahlı grup kavga sabri çelebi polis gezi parkı gezi eylem

Dolar, 3,90 sınırını aştı
20 Kasım 2017

Cumhrubaşkanı Erdoğan, cuma günü TCMB'ye yönelik 'sert' açıklamalarda bulunmuştu

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın cuma günü TCMB'ye yönelik 'sert' açıklamalarının yarattığı endişelerle 3,9035'e kadar yükselen dolar/TL haftaya düşüşle başlasa da yön yeniden yukarı döndü. Dolar/TL güne başladığı 3,86'lı seviyelerden yeniden yükselişe geçerek 3,92'ı aştı. Euro/TL ise 4,62'yi geçerek rekor kırdı. Borsada kayıplar yüzde 1'i aştı, endeks kritik 105 bini test ediyor.


_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ksm 21, 2017 10:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ksm 19, 2017 10:01 pm    Mesaj konusu: NATO’DAN ÇIKILSIN, NATO ÜSLERİ KAPATILSIN! Alıntıyla Cevap Gönder

NATO’DAN ÇIKILSIN, NATO ÜSLERİ KAPATILSIN!
Ahmet ÖLÇÜLÜ
19 Kasım 2017



Kuzey Atlantik Haçlı Terör Örgütü NATO ile yaşanan son kriz, “Türkiye’nin NATO’da ne işi var?” sorusunu bir kez daha gündeme getirirken, bu yaşananlara rağmen Beştepe etrafından hâlâ NATO yanlısı ve NATO’da kalmamız gerektiğine dair sesler yükselebiliyor.

NATO ile yaşanan kriz bir varoluş krizi midir yoksa ne kadar ciddî olursa olsun bir nezaketsizlikten mi ibarettir?

Meselenin bizce cevabı dünden belli. Bunun yanında Beştepe etrafında hadiseyi hâlâ algılayamayanların oluşu, Türkiye adına endişelenmemize de sebep olmaya devam ediyor.

Bizim NATO’ya yanaşmamızdaki hata aptallık mı yoksa Erdoğan’ın dediği gibi başka bir şey mi?

Bu günlere nasıl gelindi ve bu hatalar nasıl işlendi?

İşte Millî Gazete’nin internet sayfasında yayınlanan aşağıdaki haber duruma ışık tutucu nitelikte:

“Hata değil, ‘Margaret Planı’nın bir parçası!

Norveç’teki NATO tatbikatında, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedefteki düşman olarak gösteren skandal NATO ve Türkiye ilişkilerini yeniden tartışma konusu yaptı.

İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında; “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır” sözleriyle yeni dönemi başlatmıştı.

Rusya’nın öncülük ettiği komünist bloka karşı kurulan NATO, Sovyet Bloku’nun dağılmasının ardından strateji değiştirmiş ve yeni düşman olarak İslam dünyasını belirlemişti. Nitekim, İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında; “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır” sözleriyle yeni dönemi başlatmıştı. Margaret Thatcher’in 12 Şubat 2002 yılında İngiliz The Guardian için kaleme aldığı makalenin başlığı da, “Yeni Bolşevizm İslam’dır” başlığını taşıyordu. Thatcher söz konusu makalesinde “Tıpkı komünizm gibi İslamizm’i de yenmek için uzun süreçli ve kapsayıcı bir strateji gerekiyor” uyarısında bulunuyordu.

DÜŞMAN RENGİ KIRMIZIDAN YEŞİLE DÖNDÜ

1990 yılında İskoçya’daki tarihi toplantının ardından NATO, özellikle Amerika ’daki NATO tatbikatlarında düşman şehirlerinin adı İslam şehirleri ile değiştirilmiş, komünizmin simgesi olarak kullanılan kırmızı renk yerine İslam’ı simgeleyen yeşil renk, düşman rengi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bu gelişmeler dikkate alındığında, Norveç ’deki skandal, basit bir hatadan öte, İslam’ı düşman olarak tanımlayan NATO stratejisinin bir yansıması olarak değerlendiriliyor.”

Hata yapıldı şu oldu, bu oldu…

Bundan sonra yapılması gereken acilen NATO’dan çıkmak ve üsleri kapatmaktır.

Yoksa, “hata yapıldı” demekle hatalar telafi edilmiş olmuyor. Bilakis, güya karşı koyar gibi yapılarak milletin hassasiyeti bir kez daha istismar edilmekten başka bir netice ortaya çıkmayacak.

Yoksa, bu hata değil, başka bir şeydir!

Kaynak: Adımlar dergisi
Etiketler:
Cumhurbaşkanı Erdoğan Kuzey Atlantik Haçlı Terör Örgütü Mustafa Kemal Atatürk NATO NATO ÜSLERİ KAPATILSIN NATO’DAN ÇIKILSIN

''Milletin a.... koyacağız'' diyen Mehmet Cengiz hakkında yargılama kararı
18 Kasım 2017



Danıştay Mehmet Cengiz hakkında İçişleri Bakanlığı'nın şikayetin işleme konulmaması kararını kaldırdı.

Halkın Kurtuluşu Partisi (HKP), Üsküdar Sultantepe Mahallesi’nde, İstanbul Boğazı’na hâkim noktada bulunan Fethi Paşa Korusu’nda bulunan Hüseyin Avni Paşa Köşkü yanmasını yargıya taşımıştı. 2014 yılı Haziran ayında köşkün tamamen küle dönmesine neden olan yangın sonrasında, içinde 3 bin ağacında bulunduğu korunun AKP’ye yakınlığıyla bilinen İşadamı Mehmet Cengiz’e ait olduğu ortaya çıkmıştı.

17-25 Aralık operasyonlarında internete düşen ses kayıtlarında “Milletin a… koyacağız” diyen Mehmet Cengiz, köşkü 2009 yılında almıştı.
Bu haberler sonrasında Halkın Kurtuluşu Partisi avukatları, İstanbul Valisi Vasip Şahin, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AKP döneminde “yıldızı parlayan” mütaahit Mehmet Cengiz ve İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri hakkında 12 Temmuz 2016 tarihinde suç duyurusunda bulundu.

HKP’li avukatların suç duyurusuna karşılık, İçişleri Bakanlığı şikayetin işleme konulmaması kararı vermişti. HKP’li avukatlar da bu kararın kaldırılması için Danıştay Birinci dairesine itirazda bulundular. Danıştay’da açılan davada Danıştay Birinci dairesi, Mehmet Cengiz’in kamu görevlisi olmaması nedeniyle İçişleri Bakanlığı’nın, hakkındaki şikayetin işleme konulmaması kararını kaldırdı. Bu durumda Mehmet Cengiz hakkında soruşturma dosyası tekrar açılacak.

Danıştay Birinci Dairesi’nin karasında Mehmet Cengiz’le ilgili şöyle dedi:
“hakkında işleme konulmama kararı verilen Mehmet Cengiz’in anılan memur veya diğer kamu görevlilerinden olmadığı, özel hukuk tüzel kişisi olarak Cengiz İnşaat A. Ş yetkilisi olduğu, dolayısıyla, 4483 sayılı Kanuna tabi olmayan bu kişi hakkında yetkili merci tarafından 4483 sayılı Kanun uyarınca karar verilemeyeceği anlaşıldığından itirazın kabulü ile İçişleri Bakanının 20.3.2017 tarih ve 5337 sayılı kararının Mehmet Cengiz hakkındaki şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kısmının kaldırılmasına, Dosyanın Mehmet Cengiz hakkında genel hükümlere göre soruşturma yapılmak üzere karar ekli olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na…. gönderilmesine”

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Danıştay Mehmet Cengiz İçişleri Bakanlığı İşadamı Mehmet Cengiz

Bu Kadar Alçaklığa Rağmen, “Türkiye Aynı Zamanda NATO Toprağıdır” Demedik mi?
Müyesser YILDIZ
19 Kasım 2017



Norveç’teki NATO Müşterek Harp Merkezi’nde icra edilen bir tatbikatta oynanan senaryoda Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef alındığı ortaya çıkınca, NATO’nun “büyük şeytan” olduğunu anladık!..

Oysa AKP yöneticileri, Amerika’yı daha 1990’lı yıllarda keşfetmiş, mesela partinin kurucu isimlerinden Abdullah Gül, “Bölücü terörü NATO ve ABD’nin teşvik ettiğini, Bosna-Hersek’te yaşanan katliamın mimarlar ve ortaklarından birisinin de NATO olduğunu” söylemişti.

Ama devr-i iktidarlarında neler oldu?.. Birazdan geleceğiz.

Harp oyunu veya senaryolar ABD ve NATO’nun en iyi bildiği iştir. Bu senaryoların Pentagon, Atlantik Konsey ve Brüksel’deki NATO merkezinde “liberallerle” alenen paylaşılması da…

Daha 1980’lı yılların sonunda ABD Harp Akademisi’nde Irak’ın işgâlini, 2000’de de İngiltere’de Suriye’nin işgâli senaryosunu oynadılar.

Irak’ın işgâli senaryosunda dağıtılan haritalarda, Güneydoğu’nun üstünde “Kürdistan” yazılıdır. Oradaki 4 Türk askeri öğrenci haritaya itiraz eder.

2007’de Hudson Enstitüsü’ndeki bir senaryoda Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, PKK’nın Beyoğlu’nda 50 kişiyi öldürmesi, ardından Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesini içeren bir senaryo konuşulur. Senaryo “Ergenekon”a bağlanır.

Haziran 2012’de Brookings Enstitüsü’nde oynanan bir senaryoda ise Türkiye’nin hangi şartlarda Suriye’ye müdahale edebileceği canlandırılır. Senaryoya göre, Suriye’de ölenlerin sayısı artar, Türkiye müdahaleden uzak durur. Suriye’den kaçan mültecilerin sayısı artar, Türkiye yine müdahaleye yanaşmaz. Ne zaman ki, Türkiye’de bombalama olayları başlar, işte o zaman Türkiye devreye girer!..

ABD eşittir NATO olduğu için bu örnekleri verdik. NATO’ya gelince;
2006’da Roma’daki NATO Savunma Koleji’nde Ortadoğu’daki gelişmeler hakkında brifing veren ABD’li Albay, Türkiye’yi bölünmüş gösteren harita kullanır. Buradaki Türk subaylar salonu topluca terk eder. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ABD Genelkurmay Başkanını arayıp, tepki gösterir. Genelkurmay 2. Başkanı ile kuvvet komutanları da muhataplarını arayıp, olayı protesto eder. ABD’li yetkililer, “yanlışlık oldu” diyerek, özür diler.

NATO yine o yıllarda, PKK’ya “terörist” dememek için terör örgütleri listesini güncellemez.

Dönemin siyasi yöneticileri ise ne o haritaya, ne de liste meselesine herhangi bir tepki göstermez!..

Peki, Ergenekon-Balyoz kumpaslarında tasfiye edilen subaylar arasında NATO’da görev yapmış ve NATO’nun bu senaryolarına karşı çıkmış isimlerin olması tesadüf müydü? Veya bugün “FETÖ’cü askerlere” kucak açan NATO’nun, o kumpaslar için, “Türk ordusu bağırsaklarını temizliyor” demese bile sessiz kalması?!.

Ya da o dönem “bu yollarda beraber yürüyen” liberal isimlerden birisinin televizyonlarda açık açık, “Ergenekon’un adli bir mesele değil, ulusal-uluslararası düzeyde stratejik tercihlere dayandığını, operasyonda AKP iradesinin değil, NATO ve ABD’nin belirleyici olduğunu, TSK’nın ABD ve NATO emperyalizminden kurtulması gerektiğini savunanlardan temizlendiğini” söylemesi?!.

Son “skandal” üzerine Türkiye’den 3 gündür özür üstüne özür dileyen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in, IŞİD’e karşı savaşmak üzere Suriye’ye asker göndermeyeceklerini, bunun yerine yerel güçlerin kuvvetlendirilmesi gerektiğini açıklarken, gerçekte ABD tezlerini sahiplenmesini ve “Bu savaşı Müslümanlar için yürütemeyeceğiz” demesini, PKK’ya yönelik operasyonlar konusunda, Türkiye’yi “ölçülü” davranmaya ve yeniden “müzakere masasına dönmeye” çağırmasını da unutmayalım.

Keza, NATO’nun mülteci akınına karşı Ege’de görev üstlenmesinin gerçek sebebinin bu değil, Ege’nin Yunan gölü yapılmasına katkı ve daha birkaç hafta önce Ege’de ABD ve Yunanistan’la birlikte gerçek füzelerle düzenlenen tatbikatın Türkiye’ye karşı olduğunu görmedik mi?

-AKP’nin NATO Bilançosu-

Çuvaldızı ABD ve NATO’ya batırdık, şimdi de iğneyi kendimize batıralım.

Danimarka’da Hz. Muhammed’e hakaret karikatürleri yayınlandığında kıyamet koydu. Başbakan Rasmussen bunları, “fikir özgürlüğü” diyerek sahiplendi. Türkiye’nin “özür” beklediği duyuruldu, ancak Rasmussen, “Türkiye Danimarka’dan özür bekleyen Müslüman ülkelere katılmadı. Bana gelen bilgilere göre, Türk hükümeti benden özür beklemediğini bildirdi” iddiasında bulundu.

2009’da biz, “Obama’nın hatırına” bu Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri yapılmasını destekledik. “Dini unsurların çok fazla gündeme getirilmesine gerek yok” diyen yetkililerimiz, “NATO’nun stratejik bir dönüşüm içinde olduğunu, dünya barışı için büyük fedakarlıklar yaptığını” anlattı. Rasmussen’in Genel Sekreterliğine destek karşılığında, bir yardımcısının Türk olması ayrıca karikatürler için özür dilenmesi sözü verildiği bildirildi, ama hiçbiri olmadı.
Yıl 2011; NATO’nun Libya’ya müdahalesi gündemdeydi. Dönemin Başbakanı Erdoğan şöyle tepki gösterdi:
“Basın mensupları soruyor; ‘NATO Libya’ya müdahale etmeli midir?’ Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirir. Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey düşünülemez, konuşulamaz.”
Çok değil, 1 ay sonra ise, “Şu anda NATO’nun devreye girmesi söz konusudur. NATO devreye girecekse, bizim bazı şartlarımız vardır. NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir. Yeraltı kaynaklarının, zenginliklerinin birilerine dağıtımı için değil” diyerek, NATO müdahalesini destekledi.
Yıl 2012; Patroit füzelerinin ülkemize konuşlandırılması tartışılıyordu. Başbakan Erdoğan, “Şu anda bizim topraklarımızın dördüncü maddeye göre, aynı zamanda NATO’nun da toprağı” olduğunu savundu.
Ve 2016’da Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e, “Bakın, Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz, Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor” uyarısında bulunduğunu açıkladı. Bu açıklamayı yaptığı 10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı’nda NATO ile ilgili olarak özetle şunları da söyledi:

“Varşova’da 8-9 Temmuz 2016’da yapılacak NATO Zirvesinin önemi daha da artmıştır. Bu zirveden ittifakın kolektif savunma ve caydırıcılığını güçlendirmeye matuf somut sonuçlar çıkmasını arzu ediyoruz. Saraybosna ve Üsküp’ün, Podgoritsa da oranın izinden giderek NATO üyelik süreçlerini en kısa sürede giderek tamamlamaları, Balkanlar’da güvenliğin kalıcı temellere oturtulması bakımından önemlidir. Balkan ülkelerinin NATO, Avrupa Birliği ve AGİT başta olmak üzere Avrupa Atlantik kurumlarıyla entegrasyon süreçlerine yönelik desteğimizi bir kez daha burada teyit ediyorum. Kapasite geliştirme çabalarınıza katkılarımızı NATO kapsamında da sürdüreceğimizi yine vurgulamak isterim. Karadeniz’i, kıyıdaşlar arasında işbirliğini esas alan güvenlik işbirliği temelinde tekrar bir istikrar havzası kılmalıyız. Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız. Olayın gerek hava, gerek deniz, gerek kara bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız. Eğer atmazsak tarih bizi affetmez ve mevcut işbirliğimizi bölgesel anlayışına uygun olarak derinleştirmeliyiz.”

-Erdoğan NATO’yu Suçlarken Akar Kimi Suçladı?-

Yeniden Norveç’teki skandala dönersek; Türkiye olayı Erdoğan’ın ağzından şu sözlerle duydu:

“Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB’den Sorumlu Bakanımız bizi aradılar. ‘Böyle böyle bir durum var. Bu tatbikat da NATO tatbikatı. 40 tane askerimiz var, biz şimdi bu askerimizi çekme kararı verdik, çekiyoruz’ dediler. Dedik ki ‘Tabii, hiç durmayın hemen. Velev ki o hedefler kaldırılsa dahi 40 askerimizi süratle oradan çekin.’ Böyle bir ittifak, böyle bir müttefiklik olamaz.”

80’li yıllardan itibaren bırakın subaylarımızı, askeri öğrencilerimizin dahi bu senaryolara tepki için toplantılardan çıktığını belirtmiştik.

Burada ne oluyor; Genelkurmay Başkanı, Erdoğan’ı arıyor, o da “çekin” diyor. Ne yani Erdoğan, “çekin” demese, çekilmeyecekler miydi?

Bir diğer merak konusu; Senaryoda Erdoğan değil, sadece Atatürk hedef alınmış olsa acaba yine aynı şiddette tepki gösterilecek miydi?

Devam edelim:

Erdoğan dün Rize’de NATO’ya şöyle yüklendi:

“NATO tatbikatındaki terbiyesizliği siz de gördünüz. Bazı yanlışları aptallar değil, ancak alçaklar yapar. Bu da öyle bir hadisedir. Bu terbiyesizliği NATO içinde varlığını bir süredir takip ettiğimiz çarpık bir bakışın dışa vurumu olarak anlıyoruz. NATO’nun güvenilirliği sorgulanır hale gelmiştir. Biz kendimizi savunmak için S-400 almaya kalktığımızda kimileri tarafından ortaya konulan tepki de bu çarpıklıktandır. Başkalarına ses çıkarmayanlar nasıl oluyor da Türkiye’ye ses çıkarıyorlar. İş Türkiye’ye gelince farklı tavır sergiliyor. Kusura bakmasınlar Türkiye birilerine sorarak karar vermeyecek, milleti ile konuşarak karar verecektir. Bunları Kıbrıs Barış Harekatı’nda ve terörle mücadele döneminde kime ne kadar güvenebileceğimizi gördük. Bu kuru bir özürle üzeri örtülebilecek bir şey değildir.”

Peki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar Kanada’daki Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda ne söyledi? Şunları:

“Yakın zamanda NATO’nun düzenlendiği askeri tatbikatların birisinde söylenilenlere göre, bireysel olarak ve belki de FETÖ tarafından desteklenmiş kişiler tarafından gerçekleştirilmiş çirkin ve kabul edilemez bir olay yaşandı. NATO idarecileri, zamanında ve gereğine uygun bir şekilde tepki gösterdi. Kimsenin müttefikliğimizi ve dayanışmamızı baltalamasına izin vermemeliyiz.”

Erdoğan bile NATO’nun “ihanetini” Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar götürüp, “alçaklık” suçlamasında bulunurken, Akar’ın faturayı sadece “FETÖ’cülere” kesip, NATO’ya toz kondurmaması ve hâlâ “müttefiklik ve dayanışmadan” söz etmesi nasıl bir anlayışın sonucudur?

-NATO Darbesinin Sebebi-

Yılların kurumu ve dahi Türkiye sicili ayan beyan ortada olan NATO’da birkaç kişi böyle bir “skandala” yol açacak, öyle mi?.. Geçiniz!..

Bu açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti’ne yönelik bir darbedir. Artık planlarını gizleme gereği duymama pervasızlığıdır.

Sormamız gereken; Şimdi Türkiye’den neler istendiğidir?.. Rusya’dan alınacak S-400 füzeleri, Ege, Kıbrıs, Güneydoğu, Suriye’de “İsrail koridoru”, “soykırım” iftirasını kabul ve İran mı?.. Kuru özürle yetinip, böbürlenme değil, hepsine dikkat kesilme zamanıdır…

Biliyoruz ki, NATO’nun yeni misyonu “Radikal İslâm’la savaş ve İsrail’in güvenliğini sağlama” olarak belirlendi.
Bunun için ise NATO’nun karar mekanizmalarında değişikliğe gidilmesi, Türkiye’nin karar mekanizmasından dışlanıp, ikinci çembere alınması, bir anlamda NATO’da söz hakkının kalmaması, beraberinde İsrail’in de adım adım NATO’ya dahil edilmesi kararlaştırıldı. Yıllar önce, “Tahran’a, İsrail’in NATO’ya alınmasından daha güçlü bir sinyal verilemez… İsrail-AB-NATO işbirliğinin geliştirilmesi, ABD tarafından da net olarak desteklenmektedir” denildi.
Uzmanlar, NATO ile ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerektiğini savunuyor. Doğrudur, geç bile kalınmıştır.
Dileriz ki, Norveç skandalı Türkiye’yi tamamen NATO’nun emir eri haline getirecek o planların hayata geçirilmesinin değil de gerçekten bağımsız planların önünün açılmasının vesilesi olsun!..

Müyesser YILDIZ
19 Kasım 2017

Adımlar dergisi

Anayasa referandumunda 'normal olmayan oy sayısı' 2.5 milyon
20 Kasım 2017



14 il, 151 ilçe ve 12,653 mahallede çıkan evet oyları AKP ve MHP oylarının toplamından fazla

Mehmet Günal Ölçer, siyasi veri madenciliği ve analizi yöntemiyle yaptığı “2017 Halk Oylaması Evet & AKP+MHP oyları karşılaştırması, anormal yerlerin belirlenmesi” çalışmasını tamamladı. Buna göre, 16 Nisan refandumunda ‘normal olmayan oy sayısı’ 1 milyon 900 bin. Polimetre’nin daha önce mahalle bazlı yaptığı çalışmalarında dikkate alındığında ‘normal olmayan oy‘ toplamı 2.5 milyondan fazla.

Polimetre.com’un kurucusu M. Nazif Ölçer, kullandıkları yöntemle hesaplanan ‘14 il, 151 ilçe ve 12,653 mahallede Evet oyları AKP+MHP oylarından fazladır” dedi.

Normalden fazla olan 'evet' oylarında Şanlıurfa, Diyarbakır, Van ve Mardin’deki büyük miktarların dikkat çekici olduğunu belirten Ölçer, Tunceli hariç normalden fazla evet oy oranını yüzde 12.5 yüzde 18.5 aralığında olduğuna dikkat çekti.

Doğu ve Güneydoğu, illerinde geçerli oylar azalırken, Şanlıurfa’da artışın dikkat çektiği çalışmanın çarpıcı sonuçları şöyle:

Ege, Marmara ve Trakya Bölgesindeki artışların ekonomik ve güvenlik nedenli iç göç ve ilk kez oy kullanan genç seçmen olduğu düşünülmektedir.

Tunceli hariç normalden fazla evet oy oranı yüzde 12.5- yüzde 18.5 aralığındadır. Bu yöntemle hesaplanan normalden fazla evet oyları toplamı: 1,901,534.

14 il, 151 ilçe ve 12,653 mahallede 'evet' oyları AKP+MHP oylarından fazladır.

İstanbul’da geçerli oy sayısında 281,290 artış vardır. İstanbul’da normalden fazla evet sayısı 285,302 olarak hesaplandı.

Ankara’da geçerli oy sayısında 100,778 artış vardır. Ankara’da normalden fazla 71,799 evet oyu hesaplandı.

TESPİTLER

Evet (AKP+MHP) olan illerin tamamı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindedir, bu 14 ilden; Bingöl, Şanlıurfa ve Kars’ta AKP; Ağrı, Batman, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van illerinde HDP birinci partidir.

Bingöl, Şanlıurfa, Siirt, Batman ve Tunceli illerinde GO sayısı artmış, diğerlerinde azalmıştır.

Bu illerden Bingöl, Şanlıurfa ve Kars dışında kalan illerin belediyeleri kayyum tarafından yönetilmektedir.

Bingöl (yüzde 45.1), Şanlıurfa ( yüzde 41.6), Bitlis (18.7) büyük farkla, Kars ve Muşta (yüzde 2 den az) az farkla evet oyları kazanmıştır,

Diğer illerde yüzde 60.8 (Tunceli) ile yüzde 4.4 (Siirt) aralığında olmak üzere hayır oyları kazanmıştır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki tüm illerde yoğun normalden fazla evet oyuhesaplanmaktadır.

Genel kanaatin aksine İstanbul’da önemli miktarda normalden fazla evet oyu vardır.
(t24)

Aydın Engin: AKP Reisi'nin kükreyişi bana kadar ulaştı; bir korktum, bir korktum ki...
Aydın Engin*
20 Kasım 2017



Niyetim Saray koridorlarında dolaşan “Sarraf Hayaleti” konusunu bir yazı dizisine çevirmekti. İkincisini yazmak üzere bilgisayarın başına çöktüm ki…
AKP Reisi’nin kükreyişi taaa Bayburt’tan bana kadar ulaştı. Elim ayağım buz kesti; korktum.
Reis, Bayburt AKP İl Kongresi’nde kafasına hangi şapkayı geçirip de konuştu bilmiyorum. Yani söyledikleri devletin başı sayılan Cumhurbaşkanı’ndan mı geldi, AKP Genel Başkanı olarak mı konuştu, anlayamadım
Şu sözlere baksanıza :
“… Gazete köşelerini tutmuş, TV ekranlarına ipotek koymuş, kültür ve sanat dünyasını esir almış bir avuç millet düşmanının ülkemizin ortak değerlerini sömürmesine sessiz kalmayacağız…”
Bu sözleri üstüme alıp kendime pay çıkarmalı mıyım, emin değilim.
Tamam, bir gazetede haftada dört gün köşe yazısı denen türden kalem oynatıyorum ama öyle köşeleri filan tutmuşluğum yok. Gel gör ki bir “köşesi”ni tuttuğum gazeteden AKP Reisi’nin nefret ettiğini de iyi biliyorum. Yani beni kastetmiş de olabilir.

AKP Reisi ardından “TV ekranlarına ipotek koymuş” diye ekledi.. Kafam karıştı. Ekranlara ipotek koyanlar kim ola? Kendi adıma ben en az bir yıldır hiçbir televizyon kanalının hiçbir programına katılmadım. O tartışma programlarının “konuk editörleri” mahcup bir sesle “Abi sen de Saray’dan veto yiyenlerdensin…” diye durumu açıklamaya çabalıyorlar. Yani ekranlara ipotek koyanlar arasında kesinlikle ben yokum. Onun yerine hemen her akşam, her kanalda sayıları bir elin parmağı kadar adamlar ve kadınlar tartışıyorlar. Herhangi bir konuda ne diyeceklerini bile onlar ağızlarını açmadan bilecek kadar ezberledik. Yani benim “ekran ipotekçisi” olmadığım bence kesin.
Ama ya Reis, “Ben bu yıldan söz etmedim ki geçmiş yıllardan ettim” derse benim başıma bir şeyler gelebilir yani…
“Kültür ve sanat dünyasını esir alanlar” arasında olmadığıma zaten eminim.
Ama çok da emin değilim. Bugünlerde AKP Reisi’nin düdüğünü çalan bir meslektaşın bir tartışma programında “Sen de yazılarında bir kerre bile Sezai Karakoç’tan, Necip Fazıl Kısakürek’ten bir iki mısra bile aktarmadın. Varsa yoksa Nâzım Hikmet , Turgut Uyar, Ülkü Tamer, Edip Cansever, İsmail Uyaroğlu filan yani… Çünkü edebiyata sizin takım hâkim de ondan değil mi” diye üstüme gelmişti.
İster misiniz Reis “Kültür ve sanat dünyasını esir almış” derken, “Esir alanları sevenleri”de kastetmiş olsun?..
Korkuyorum, çünkü Reis, “Bayburt kükremesi”nde açık seçik ilan etti, “onlara karşı sessiz kalmayacağız” buyurdu.
Biliyorsunuz, Reis’in sessiz kalmamasının anlamı, hedefe koyduklarının sessiz kalmasını sağlamaktan ibaret. Formül çok basit ve yalın:
-Uygun bir savcı bul. Talimat ver. Bir sabah adamı ya da kadını derdest ettir. Silivri’ye tık. Mektubuna, yazısına, çizisine yasak koydur. Oldu bittiiii…
Kendi kendime gelin güvey mi oluyorum? Yoksa korkmakta haklı mıyım?
Bilemedim valla…
***

Reis’in Bayburt konuşmasında bir cümle daha var. Ama o cümleden en küçük ürküntü duymadım, korkuya kapılmadım.
Reis “Ruhu faşist, beslenme kaynağı komünist, söylemi popülist kesimlere sesleniyorum” diye kükredi.
Yok!.. Burada kastettiği bizim takım değil.
Burada tanımlanan şimdilerde Türk milliyetçiliği ve sınırsız Kürt düşmanlığı ortak paydasında buluştuğu bir particik var. Onları kastetti, onları tanımladı.
Üstelik bunu üç beş kelimeyle bayağı iyi başardı…

Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
aydın engin haber açıklama

"Anketler AKP'yi kaygılandırdı; değerlendirmelerde 10 madde öne çıktı"
20 Kasım 2017



"24-30'lara yükselen “kararsız” seçmen de AKP'yi düşündürüyor"

Karar alırken anketlerdeki eğilime büyük önem verdiği bilinen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’yi son yapılan kamuoyu araştırmalarının endişelendirdiği aktarıldı. Anketlerde seçmenin, belediye başkanlarının istifa ettirilmesinden OHAL’e, eğitimden ekonomideki gidişata kadar birçok konuda olumsuz düşündüğü belirtildi.

Cumhuriyet'ten Ayşe Sayın'ın haberine göre AKP'nin yol haritasını da şekillendirdiği ifade edilen kamuoyu araştırmalarında dikkat çekici 10 madde bulunuyor. Yansıyan bilgilere göre Erdoğan'ın bazı yorumculara göre “risk alarak”, belediye başkanlarını istifa ettirilmesi sadece AKP seçmeni tarafından olumlanırken, seçmenin büyük bölümü, bu yöntemi yanlış buluyor. Bu sonuçlar çerçevesinde kulislerde öne çıkan değerlendirmeler şöyle:

Bir numara ekonomi: Ekim ayı sonunda yaptırılan kamuoyu anketlerine göre Türkiye'nin “en önemli sorunları” kategorisinde, ekonomi başı çekiyor. Yurttaşların ezici çoğunluğu ekonominin “kötü” olduğunu belirtirken, “iyi” diyenlerin oranı, kötü diyenlerin ancak yarısını oluşturuyor. Erdoğan'ın, Merkez Bankası yönetimini hedef alan açıklamalarının altında da, çıkan sonuçların etkili olduğu ifade ediliyor.

OHAL uzamasın: 15 Temmuz 2016'dan bu yana 6 ayda bir uzatılan OHAL'e AKP ve MHP seçmeninin büyük bölümü destek verse de toplumun yüzde 55'ten fazlası OHAL'in yeniden uzatılmasına karşı çıkıyor. AKP'li seçmenin yaklaşık 4'te biri de “uzatılmasın” diyen kesimde yer alıyor.

Müftü nikahını “istemedi”: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “isteseniz de istemeseniz de Meclis'ten geçecek” resti sonrasında yasalaşan müftü nikahı konusunda ise toplum adeta ikiye bölünmüş durumda. Ancak “istemeyenler”, nikahı isteyenlerden en az 2 puan önde . Müftü nikahını istemeyenlerde gençler ezici çoğunluğu oluşturuyor. Müftü nikahını istemeyen kesimde sırasıyla işsizler, öğrenciler, emekliler ve ev kadınlarının yer alması dikkat çekici bulunuyor.

TEOG'da kafalar karışık: Erdoğan'ın talimatıyla altyapısı hazırlanmadan kaldırılan TEOG konusunda da kamuoyunun kafasının karışık olduğu ortaya çıkıyor. Toplum bu konuda üçe bölünmüş görünüyor. Zira katılımcıların büyük bölümü kaldırılmasını “kısmen” doğru bulduğunu belirtirken, tamamen doğru bulanlar ile yanlış bulanların kafa kafaya olması dikkat çekiyor. Bu sonuçların, toplumun TEOG sistemini de yanlış bulmakla birlikte, yerine yerine konucak sisteme konusunda da yurttaşların kaygılarının giderilmediği şeklinde yorumlanıyor.

İstifa yanlış: Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere 6 il belediye başkanının istifa süreçlerinin tamamlanmasından sonra yapılan ilk ölçümler, başkanların istifa ettirilmesinin kamuoyunda olumsuz buluyor. Anketlere göre toplumun yüzde 57'ye yakını başkanların “istifa ettirilmesi”nin doğru olmadığı görüşünde. İl belediye başkanlarının ardından İstanbul ağırlıklı olmak üzere bazı ilçe belediye başkanlarının da istifa ettirileceği kulislerde konuşulmuştu. Ancak AKP Genel Bakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, geçen hafta “gerekli görülmesi halinde” yine benzer yönteme başvurulabileceğini belirtmekle birlikte, “şimdilik” istifa ettirilme sürecinin sona erdiğini açıkladı. “İstifa ettirilme” sürecine ara verilmesinde, her ne kadar AKP seçmenin büyük bölümü, görevden almaları olumlasa da, kamuoyunda oluşan olumsuz bakışın etkili olduğu konuşuluyor.

Erken yerel seçim olmasın: CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun, belediye başkanlarının istifa ettirilmesi sürecinde yaptığı “erken yerel seçim” çağrısı AKP'de karşılık bulmadığı gibi seçmenin büyük bölümü de karşı. Seçmenlerin yüzde 60'a yakınının erken yerel seçime karşı olduğu saptaması yapılıyor.

Seçmenin 4'te biri kararsız: Kamuoyu anketlerinde, zaman zaman yüzde 24-30'lara yükselen “kararsız” seçmen de AKP'yi düşündürüyor. Kamuoyun anketlerinde partilere eşit oranlı olarak dağıtılsa da, AKP'de bu sonuçlar, seçmenin “yeni arayışlara yönelim arayışı” olarak değerlendiriliyor. En son yapılan anketlerde bile karasızların oranı yüzde 24-25 civarında görünüyor.

Kılpayı yüzde 51: Son yapılan araştırmalarda, her zaman olduğu gibi Erdoğan'ın “kişisel oyu” AKP'den 5-6 puan önde. Ancak Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı ipini göğüsleyebilmesi konusunda ise yine “kılpayı” dengesi var. Yüzde 25 kararsız seçmen dağıtılmadan önce yüzde 40'ın altında görünen Erdoğan'ın oyu, ancak karasızlar dağıtıldığında yüzde 51'e ulaşıyor. Ancak Erdoğan en yakın rakibi görünen CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nun iki katı oy oranına sahip görünürken, cumhurbaşkanı adaylarının sorulduğu anketlerde Akşener yüzde yüzde 10'larda üçüncü sırada tercih ediliyor.

MHP baraj altı: Son dönemde “baraj düşürülsün” çıkışının ardından AKP'ye “ittifak” mesajı veren ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan da olumlu yanıt alan MHP, yapılan son dönemdeki anketlerde yüzde 10 barajının altında görünüyor. Ekim sonu yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Meral Akşener'in liderliğindeki İyi Parti yüzde 11'ler dolayındaki oy oranı ile parlamentodaki ikinci muhalefet partisi görünürken, HDP'nin de barajı aştığı tahminlerine yer veriliyor.

Büyükşehirler ve gençlerde kayıp: Erdoğan'ın “istifa” düğmesine basmasında etkili olduğu belirtilen büyükşehirlerin “alarm” verdiği ifade ediliyor. Zira olası bir yerel seçimde AKP'nin oy oranı parti ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 10-15 puan altında görünüyor ve yüzde 40'ın da altına düştüğü saptamasına yer veriliyor. AKP kulislerinde yakınma konusu olan “gençlerden oy alamıyoruz” yakınmalarını da son dönemde yapılan kamuoyu anketlerinin doğruladığına dikkat çekiliyor. 16 Nisan'daki anayasa değişikliği ile milletvekili seçilme yaşının 18'e çekilmesinin, gençlerde karşılık bulmadığına işaret ediliyor. Anketlerde, AKP'nin en düşük oy aldığı kesim olarak 18-24 yaş aralığı görünüyor ve oy oranının da yüzde 25'in altında olduğu tespiti yapılıyor.

T24
ETİKETLER
erdoğan akp anket anket sorunları akpyi düşündürüyor değerlendirmelerden 10 madde öne çıktı ohal müftü nikahı ekonomi

Dolar, 3,90 sınırını aştı
20 Kasım 2017



Cumhrubaşkanı Erdoğan, cuma günü TCMB'ye yönelik 'sert' açıklamalarda bulunmuştu

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın cuma günü TCMB'ye yönelik 'sert' açıklamalarının yarattığı endişelerle 3,9035'e kadar yükselen dolar/TL haftaya düşüşle başlasa da yön yeniden yukarı döndü. Dolar/TL güne başladığı 3,86'lı seviyelerden yeniden yükselişe geçerek 3,92'ı aştı. Euro/TL ise 4,62'yi geçerek rekor kırdı. Borsada kayıplar yüzde 1'i aştı, endeks kritik 105 bini test ediyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) Türk lirası uzlaşmalı döviz satım ihalelerine bugün itibarıyla başlayacağı ve yıl sonuna kadar en fazla 3 milyar dolarlık işlem gerçekleştirileceğini duyurmasının ardından dolar kuru yönünü aşağı çevirdi. Dolar/TL yeni haftaya 3,8690 seviyesinden başladı ancak kısa süre sonra yükselişe geçerek öğle saatlerinde yeniden 3,92'nin üzerine çıktı. Dolar böylece 9 Ekim'den bu yana en yükseği gördü.

Almanya'daki koalisyon görüşmelerinin başarısızlıklar sonuçlanması piyasaları da etkiledi. Siyasi belirsizlik nedeniyle euro değer kaybetti. Euro/dolar paritesi 1,1830'lardan 1,1720'lere geriledi.

Euro'da yeni rekor

Euro/TL geçen hafta euroda küresel değer kazancına paralel 4,61'i aşarak tarihi zirveyi görmüştü. Euro bu sabah ise 4,53 ile bir haftanın en düşüğüne inse de yeniden yükselerek 4,6205 ile rekor tazeledi. .

Sterlin/TL de yatay bir seyirle 5,1225 seviyesinde dengelendi.

Analistler, yeni haftanın ilk işlem gününde veri takviminin zayıf olduğunu belirterek, dünya genelindeki siyasi gelişmelerin takip edileceğini bildirdi. Analistler, teknik açıdan dolar/TL'de 3,8250 ve 3,8500 seviyelerinin destek, 3,90 ve 3,94 seviyelerinin direnç konumunda bulunduğunu kaydetti.

Borsa ekside

Borsada ise yüzde 1'in üzerinde kayıp yaşanırken, endeks kritik 105 bin seviyesini test ediyor.

T24
ETİKETLER
dolar yükseliş haber ekonomi erdoğanın sert söylemi sonrası dolar

Sözcü yazarı: Zarrab işi bitti, sıradaki gelsin
20 Kasım 2017



Sözcü yazarı Zeynep Gürcanlı, Yaklaşık 20 aydır New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi'nde yargılanan İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrap davası için "Zarrab işi bitti sıradaki gelsin" ifadesini kullandı.

Gürcanlı'nın “Şahıs -1' Zarrab mı?" başlığıyla (20 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

New York'taki Zarrab ana davasına bir hafta kala, işler iyice hızlandı.

Türk basınının çözmeye çalıştığı “Zarrab itirafçı mı oldu?”tartışmasına, bu hafta Amerikan basını da katıldı.
Ancak hala ne mahkemeden, ne savcılıktan, ne de bizzat Zarrab'ın Amerikalı avukatlarından herhangi bir açıklama yok. İşin ilginci, Zarrab'ın tam olarak nerede olduğu bile belli değil. Başka bir mahkumla girdiği bir ağız dalaşı nedeniyle, tutulmakta olduğu Brooklyn Federal Hapishanesi'nde önce tecrite alındığı bilgisi geldi. Ardından ise deyim yerindeyse, Zarrab “buhar olup uçtu”; Amerikan federal hapishanelerine ilişkin resmi internet sitesine göre Zarrab 8 Kasım'dan bu yana “tahliye edilmiş” görünüyor. Davaya bakan savcılık ise ısrarla “Zarrab federal tutuklama altında” diyor, ancak nerede olduğu konusunda ser verip, sır vermiyor.

Önce Türk basını, ardından Zarrab'ın Türk avukatı ve Amerikan basını, son olarak da bizzat Türk Dışişleri Bakanlığı'nın peşine düşmesine rağmen, halen Zarrab'ın nerede tutulduğunu bilen yok.

İşte tam bu aşamada, Zarrab dosyasına “mühürlü” yeni bir doküman girdi.

Bilmeyenler için özetlemekte fayda var; Zarrab dava dosyasına giren her türlü belge, ABD mahkeme kayıtlarının elektronik ortamda tutulduğu sistemden izlenebiliyor.

Ancak kamuoyuna açıklanmasında savcılık ya da bizzat sanıkların avukatları tarafından “sakınca” olduğu bildirilen belgelere, hakim kararıyla “gizlilik kaydı” konulabiliyor. Bu belgenin dosyaya girdiği görülmekle birlikte, içeriğini sadece hakimin izin verdikleri (Savcılık ya da savunma) görebiliyor.

Peki, tam da Zarrab'ın nerede olduğu tartışılırken, 14 Kasım'da dosyaya giren “mühürlü belge” ne olabilir? Bunun ipucunu, hemen ertesi gün, yani 15 Kasım'da dava dosyasına giren, ancak “gizlilik” kaydı olmayan belgede aramak mümkün.

15 Kasım'da dosyaya giren belge, dava Hakimi Richard Berman'ın, savcılığın isteği üzerine verdiği bir “kısıtlama kararı.”

Kısıtlama kararı, savcılığın savunmaya teslim ettiği yeni kanıtlar için konulmuş; Hakim Berman, savcılığın ortaya koyduğu çok sayıda yeni delilin savunmaya verilmesini karara bağlamış, ancak savunma ekibinin bu belgeleri çok gizli tutmaları, hiçbir şekilde açıklamamaları, ABD dışına çıkarmamaları için kesin gizlilik kararı koymuş.

İlginç nokta, bu “kısıtlama kararı”nda bahsedilen yeni delillerin “Şahıs-1” ile ilgili olduğunun ifade edilmesi.“Şahıs-1”in kim olduğu konusunda ise en ufak bir bilgi yok.

Ancak kısıtlama kararını isteyen savcılık yazısının bir yerinde yer alan bir atıf, bu “Şahıs-1”in bir “tanık” olabileceğine işaret ediyor; Çünkü savcılık yazısında “tanıkların ya da tanık yakınlarının korunmasına” ilişkin, başka mahkeme kararlarına atıf bulunuyor.

İşte tam da Reza Zarrab'ın “ortadan kaybolduğu”, davada tek sanık olarak duruşmalara Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın gelmeye başladığı dönemde ortaya çıkan, üstelik “tanık” olma ihtimali olan“Şahıs-1” sakın Reza Zarrab olmasın?

Belgeler gizli; o yüzden bu “Şahıs-1”in Zarrab olup olmadığını bilmek bizim açımızdan şimdilik mümkün değil.
Jürili duruşmaya 7 gün var; bakalım orada ortaya çıkacak mı bu “Şahıs-1”?

ZARRAB, JÜRİLİ DURUŞMAYA KATILACAK MI?

27 Kasım tarihi yaklaşırken bir başka merak edilen konu ise son dönemde duruşmalara katılmayan, avukatları savunma yapmayan Reza Zarrab'ın, jürili duruşmada hazır bulunup bulunmayacağı.

Bu sorunun yanıtını da yine dava dosyasında arayalım:

ABD'de duruşma salonlarına herhangi bir elektronik alet sokmak yasak. Ancak duruşma hakiminin özel izniyle cep telefonu ya da dizüstü bilgisayar salona getirilebiliyor. Bu imkan da çoğunlukla, uzun sürecek jürili duruşmalarda, sanık avukatlarına tanınıyor. Böylece daha verimli savunma yapmalarına olanak sağlanıyor.

Nitekim, 27 Kasım'da başlayacak jürili duruşma için sanıklardan Mehmet Hakan Atilla'nın avukatları mahkemeye, duruşma sırasında cep telefonu ve kişisel bilgisayarlarını salona sokabilmek için izin istediler.

Ve Mahkeme Hakimi Richard Berman da, yine dava dosyasına koyduğu bir karar ile Atilla'yı savunacak avukatlar ve yardımcılarından altı kişiye 27 Kasım'dan itibaren salona cep telefonu ve dizüstü bilgisayarlarını sokmaları için izin verdi.
İşin ilginci, duruşmanın asıl sanığı olan Reza Zarrab'ın avukatları böyle bir talepte bulunmadı.

Yine Atilla'nın avukatları, 27 Kasım'da başlayacak jürili duruşma için kıyafet talebinde bulundular. Bugüne kadar yapılan ön duruşmalara hem Zarrab, hem de Atilla hep mavi mahkum üniforması ile getirilmişlerdi. Oysa jürili duruşmada, jüri önünde düzgün bir imaj verebilmeleri için sanıklara sivil kıyafet izni veriliyor.

Atilla'nın avukatları da müvekkilleri için iki takım elbise, iki gömlek, beş çorap, bir deri kemer ve bir takım elbiseye uygun ayakkabının hapishaneye gönderilmesi için izin istediler. Hakim Berman da bu izni verdiğini bir kararla, dava dosyasına koydu. Oysa Zarrab için bu konuda hiçbir başvuruda bulunulmadı.

Bu iki ayrı karar, Zarrab ve avukatlarının, 27 Kasım'dan itibaren başlayacak jürili duruşmalara ya “hiç gelmeyeceklerini”, ya da gelirlerse bile “savunmaya katılmayacaklarını” işaret ediyor.

Tabii, eğer “Şahıs-1” ise, Zarrab'ın duruşmaya “Savcılık tanığı” sıfatıyla gelmesi de mümkün.

Bakalım New York'taki duruşma salonunda Zarrab'ı görebilecek miyiz? Ya da “hangi sıfatla” göreceğiz?

Zarrab işi bitti, sıradaki gelsin

New York'ta tutuklu yargılanan Reza Zarrab en çok savunması için tuttuğu, sadece tek bir saati için binlerce dolar ödediği avukatları ile çok konuşulmuştu.

Zarrab'ın, Amerikan basını tarafından “rüya savunma takımı” olarak adlandırdığı avukatlar grubunun en etkin ismi ise bugüne kadar hep Benjamin Brafman oldu.

“Şöhretlerin avukatı” olarak tanınan Brafman, Zarrab tutuklandığında diğer tüm işlerini yardımcılarına bırakıp, sadece bu davaya bakmaya başlamıştı.

Şimdilerde ise Brafman'ın Zarrab'dan daha şöhretli bir müvekkili oldu; Hollywood'da çok ünlü onlarca kadın yıldıza cinsel tacizde bulunmakla suçlanan, film yapımcısı Harvey Weinstein'le anlaştı. Konuyu bilmeyenler için, Weinstein'in kendisini taciz ettiğini iddia eden ünlüler arasında Angelina Jolie'den Gwyneth Paltrow'a, Games of Thrones'un yıldızlarından Lena Headey'e onlarca ünlü kadın oyuncu bulunuyor.

Brafman'ın, Weinstein gibi Zarrab'la kıyaslanmayacak kadar dikkat çeken bu davasında, işi yardımcılarına bırakmayacağı kesin.

Üstelik bu gelişme, tam da “Zarrab anlaştı, itirafçı oldu”dendiği günlerde yaşanıyor.

Herhalde Brafman'ın “Zarrab'la işi bitmiş” olmalı ki, yeni şöhretlere yelken açıyor.

27 Kasım'da New York'ta başlayacak Zarrab davası giderek daha çok renkleniyor…

T24
ETİKETLER
zarrab işi bitti sıradaki gelsin haber

"Zarrab davası milli ve yerli bir davaymış, ne münasebet; suç sizin, bedelini hep birlikte ödeyeceğiz!"
20 Kasım 2017



BirGün yazarı Erk Acerer, Yaklaşık 20 aydır New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi'nde yargılanan İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrap davası için, "milli ve yerli bir davaymış, ne münasebet" ifadesini kullandı. "Suç sizin" diyen Acerer, "Ülkeyi mahvettiniz. ‘Suç’ size aitti. Ancak kirli ortaklıklarınızın bedelini birlikte ödeyeceğiz" dedi.

Acerer'in "Sarraf davası milli ve yerliymiş... Ne münasebet!" başlığıyla (20 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

27 Kasım öncesi Amerika’da görülecek ‘kirli ilişkiler, ortaklıklar rüşvet ve yolsuzluk davası’ öncesinde Rıza Sarraf’ın ortadan kaybolması onun itirafçı olduğuna yönelik soru işaretlerini neredeyse tamamen ortadan kaldırdı.

Türkiye- ABD kopuşu

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sarraf’ı kurtarmak için başından beri yoğun çaba harcadığı, Türkiye kamuoyu gibi Amerika’da da biliniyor. Ancak bu çabalar sonuç vermedi. Türkiye ve Amerika ilk kez ‘tuhaf bir durum ve Sarraf üzerinden’ böylesine derin bir kopuş yaşıyor. Daha büyük kırılmalar yaşanması ise sürpriz olmayacak!

Belgeler ‘montaj değil’ dedi

Savcılık; davaya delil olarak 17-25 Aralık tapelerini ekledi. Buna göre Türkiye kamuoyuna ‘montaj’ olarak sunulan belgelerin gerçekliğini de kabul etmiş oldu.

New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara’nın elinde ‘yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonuna ilişkin çok fazla dosya olduğu sır değil.

Bharara’nın notu

Başsavcı tarafından dosyaya konulan not ise davanın çatısını oluşturuyor. Bu bilgi notu içeriğinde dosyaya giren Türkiye kaynaklı kanıtlardan yani tepelerden söz ediliyor. Yazılana göre; Sarraf ve beraberindekiler, ‘ABD yaptırımlarını delip İran yararına ticari ilişkiler yürütmek amacıyla, Türkiye hükümet yetkilileri ve üst düzey banka yöneticilerine onlarca milyon avro ve dolar ödediği dev bir yolsuzluk ağı kuruyor.’

e-postalarla teyit

Bharara; net olarak bu sonuca vardığını belirtmekle kalmıyor. Davanın; uzun zamandır Amerika tarafından da takip edildiğini aktarıyor. FBI tarafından yürütülen soruşturma kapsamımdaki e-postaların Türkiye ayağındaki delillerin bir sağlaması olduğuna dikkat çekiyor.

Mahkemede, cemaat ve AKP savaşı sosyolojik olarak da incelenecek. Türkolog bir bilirkişi tarafından, dosyanın ‘düşmanlık ya da kumpas’ iddialarını ne kadar yansıttığı ya da yansıtamadığı sorusunun cevabı aranacak.

Durum ciddi

Yüzlerce dosya, pek çok açıdan ele alınan, karşılaştırılan deliller, davaya sürekli olarak eklenen belgeler, çarpıcı iddialar ve yaşananların Türkiye-Amerikan ilişkilerine olumsuz etkileri, artan gerginlik... 27 Kasım can sıkıcı bir başlangıcın miladı olabilecek kadar ciddi.

Dışarıda ve içeride Sarraf davası: Yansımaları ne olacak?
Davanın Türkiye’de sarsıcı yansımalarına da şahit olacağız. İki merkezi olacak. Biri elbette Amerika. İlişkiler ağının, kirli ortaklıkların ortaya çıkması ile birlikte ABD, Türkiye’ye vurmaya başlayacak ve dozu her geçen gün arttıracak. Ekonomik ambargo da dahil her türden sancılı bir dönemin sinyali.

‘Sarraf’ın önemli yansımasının diğer oyun alanı elbette Türkiye. Amerikan etkisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP adımlarıyla artıp, derinleşecek. ‘Uzlaşma yoksa çatışma var seçeneği’ ülkede yeni bir kaosun da başlangıcı. Doğrusu rejimin bundan başka alternatifi de yok.

İktidar daha da sertleşecek

27 Kasım ile birlikte Amerika’dan sıçramasını engellemenin mümkün olamayacağı çamurun üzerini örtmek için iki yol denenecek.

‘Gizleme’ ve ‘Topunuz gelin’ edebiyatıyla hamaset. Konu ile ilgili en küçük haberin bile gizliliğinin esas alınması mümkün.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Bharara ve diğer ABD’li savcıları hakkında soruşturma başlatması, iktidar medyasının ‘FBI ajanları’ ile röportajlar yapması gibi trajikomik hadiseler yaşanacaklarla ilgili ipuçları veriyor.

Engellenen haberlere, ‘kaldırılmasına karar verilen bilgilere’, kapatılan sitelere, ceza kesilen gazetelere, haklarında soruşturma açılan gazetecilere tanık olacağız.

Çamuru kapatabilmenin diğer yöntemi ise sözüm ona ‘antiemperyalist bir cephe’ kurmak. Bu, neredeyse oluştu bile. AKP’nin kendi kitlesinin ve milliyetçilerin yanı sıra ulusalcılar da buna hazır. Siyasi iktidar konsolide edeceği bir kitle üzerinden milliyetçilik dalgası yayacak. Fakat bağıra bağıra gelen ve daha çok ekonomiyi tetikleyecek olan bu kriz, iktidara yakın ya da uzak her kesimde büyük eleştirilere, tepkilere neden olacak. AKP’nin ve Erdoğan’ın bu nedenle toplumu daha çok baskı altına almak isteyeceği açık. İktidar kaynaklı şiddet süreci yeni bir noktaya evrilecek gibi.

Ellerindeki kir ülkeye bulaştı, bedeli hep birlikte ödeyeceğiz
Şüphesiz oyun büyük! Şüphesiz Türkiye kritik bir dönemeçte.

Ancak bu oyunun, bir neden-sonuç ilişkisi ile kurulduğunu unutmamak gerekiyor. Bu açıdan kurana değil kurulmasına çanak tutana bakmak şart.

Rıza Sarraf dosyası, her şeyden önce siyasal İslam ve İslamcının çöken ahlakını gösteren bir korku dalgası.
Sarraf davası emperyalizmin kendiliğinden bir operasyonu değil. Yozlaşan rejim eliyle ülkenin mahkûm edildiği, içine çekildiği vahim bir durum demek daha doğru.

Ellerini kirletenlerin, o kiri ülkeye de bulaştırmaları ve bir de bunun üzerinden toplumu bölmeleri her zamanki gibi akılla açıklanacak gibi değil.

Rıza Sarraf davası milli ve yerli bir davaymış! Ne münasebet. Tek bir açıklaması var. Ne yazık ki sonuç bu açıklama üzerinden yürüyor.

Ülkeyi mahvettiniz. ‘Suç’ size aitti. Ancak kirli ortaklıklarınızın bedelini birlikte ödeyeceğiz!

T24
ETİKETLER
zarrap haber açıklama milli ve yerli

Yeni Şafak yazarı: Hesaplaşma 2018 yılında olacak, çok çetin geçecek
20 Kasım 2017

Yeni Şafak yazarı Hüseyin Likoğlu, "Hiç kimse seçimler 2019’da olacak, hesaplaşma da 2019’da sandıkta yaşanacak diye bir rehavete kapılmasın" diyerek 'hesaplaşmanın' 2018'de olacağını öne sürdü. "Bunlar asla sandıkta hesaplaşmayı göze alamazlar" diyen Likoğlu, "Dolayısıyla hesaplaşma 2018’de olacak ve çok çetin olacak." ifadesini kullandı.

Likoğlu'nun "Hesaplaşma yılı ‘2018" başlığıyla (20 Kasım 2017) yayımlanan yazısının ilgilibölümleri şöyle:

Norveç’te yapılan NATO tatbikatında yaşananların bütün ayrıntılarını dünkü Yeni Şafak’ta okudunuz. Türkiye’den nasıl rahatsızlık duyulduğu, kendilerini rahatsız eden Türkiye’den nasıl kurtulacaklarını tatbikatla ortaya koydular. Ama daha da önemlisi Türkiye’ye yönelik operasyonu ne zaman yapacaklarını da bu tatbikatla gözler önüne serdiler.

Olayı şöyle özetleyelim: Skolken diye bir ülke var. Bu ülke S400 füzeleri üreten ülke ile yakın ilişki içinde ve S400 savunma sistemi almaya çalışıyor. O ülkenin cumhurbaşkanı sosyal medya üzerinden NATO üyesi ülkelerin aleyhinde paylaşımlar yapıyor. Dolayısıyla bu ülkeye operasyon yapmak gerekir. Tatbikat gereği operasyon yapılırken de o ülkenin kurucu lideri hedef tahtasına konuyor.

Skolken ülkesi neresi? Türkiye. S400 üreticisi kim? Rusya. Rusya ile S400 alım pazarlığı yapan kim? Türkiye. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı kim? Recep Tayyip Erdoğan. Tatbikatta kim adına sahte hesap açılmış? Recep Tayyip Erdoğan. Türkiye’nin kurucu lideri kim? Mustafa Kemal Atatürk. Hedefe konan lider kim? Mustafa Kemal Atatürk. Bu tatbikatta oynanan senaryo ne zaman hayata geçirilecek? 2018 yılında.

Peki, Atatürk niye hedefe konuldu? Türkiye’de yapılan bütün darbeler Atatürkçülük maskesi altında NATO tarafından yapıldı. Atatürkçülük maskesi ile yapılan bir darbe ilk kez 15 Temmuz’da halk tarafından püskürtüldü. Akamete uğratıldığı için de arkasında kimler olduğu ortayı çıktı. Yani Atatürkçülük maskesi düştü, FETÖ-NATO görüldü. İşte bunun için Atatürk hedefe konuldu. Çünkü bundan sonra Atatürkçülük üzerinden bir daha darbe yapamayacaklarını anladılar. Türkiye’de Atatürkçülük tartışmalarının yaşandığı bir ortamda Norveç’te böyle bir tablonun ortaya çıkması ayrıca düşündürücü bir durum.

NATO, Türkiye’nin ya da tatbikattaki adıyla Skolken ülkesinin S400 edinmesinden niye bu kadar rahatsız? Bir NATO üyesi, ilk defa Rusya’dan silah almıyor ki. Yine NATO üyesi olan Yunanistan yıllar önce Rusya’dan S300 almış. Üstelik aldığı S300’leri NATO sistemine entegre etmek için de NATO sistemi ile ilgili bazı gizli bilgileri Rusya ile paylaşmış. Böyle bir örnek varken Türkiye’nin S400 edinmesine niye şiddetle karşı çıkılıyor? Üstelik Türkiye S400’leri NATO sistemine entegre etmeyeceğini de ilan etmiş olmasına rağmen.

Çünkü senaryoda görüleceği üzere NATO müttefiki bazı ülkeler Türkiye’ye açıkça bir saldırı planı içindeler. Ve bu saldırı gerçekleştiğinde Türkiye’nin herhangi bir savunma mekanizmasına sahip olmasını istemiyorlar. Türkiye’nin S400 edinmesinden duyulan rahatsızlığın asıl sebebi bu. Türkiye’ye, “Biz sana saldıracağız. Sen niye savunma gereçleri ediniyorsun?” demek istiyorlar.

Norveç’teki tatbikat skandalından sonra bazı NATO üyesi Avrupa ülkeleri Türkiye’den peş peşe özür dilerken, ABD’den adeta senaryoyu destekleyen açıklamalar geldi. ABD, S400 alımından vazgeçilmemesi halinde Türkiye’ye yönelik atacağı adımları sıralayarak, tehditler savurdu. Türkiye’ye yönelik atılacak adımlar arasında F35 savaş uçaklarının verilmemesi de yer alıyor. Nedir bu F35 meselesi? ABD ve İngiltere’nin başını çektiği ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 9 ülkenin ortaklaşa üreteceği uçak. Yani ABD, Türkiye’nin üretiminde ortak olduğu F35 uçaklarını vermemekle tehdit ediyor.

Hiç kimse seçimler 2019’da olacak, hesaplaşma da 2019’da sandıkta yaşanacak diye bir rehavete kapılmasın. Bunlar asla sandıkta hesaplaşmayı göze alamazlar. Dolayısıyla hesaplaşma 2018’de olacak ve çok çetin olacak
(..)
T24

AKP'nin medya tetikçisi Rasim Ozan Kütahyalı Boşnak halkına çpk ağır hakaretler edince Beyaz TV’den kovuldu
20 Kasım 2017




İktidar yanlısı Beyaz TV, Boşnaklarlarla ilgili hakaret içeren sözleri sarfeden Rasim Ozan Kütahyalı ile yollarını ayırdı. Kütahyalı, Beyaz Futbol ve Derin Futbol programlarında artık yer almayacak.

Geçtiğimiz gün Beyaz Futbol'da yayınlanan programda Rasim Ozan Kütahyalı'nın Boşnak halkı üzerinden ağır ithamlar içeren sözleri tepki toplamış ve Boşnaklar Beyaz TV önünde Kütahyalı’yı protesto etmişti

Gelen yoğun tepkiler üzerine kanal içerisinde alınan karar üzerine Rasim Ozan ile yolların ayrıldığı resmen açıklandı.

Ertem Şener program başlangıcından şu açıklamalarda bulundu:

"Bu akşam kanal yönetimimizle aldığımız karar doğrultusunda, bugünden itibaren Rasim Ozan Kütahyalı ile yollarımızı ayırdık. Tüm coğrafya ve tüm dünyadaki tüm Boşnak kardeşlerimizden özür diliyoruz. Rasim Ozan Kütahyalı artık bizimle olmayacak."

Rasim Ozan Kütahyalı'ya Cumhurbaşkanlığı'ndan tepki: 'Savcıları göreve çağırıyorum'

Rasim Ozan Kütahyalı'nın Boşnaklara ilişkin belden aşağı sözlerine karşı Boşnak ve Balkan dernekleri harekete geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı eski milli Basketbolcu Hidayet Türkoğlu da sosyal medya hesabından Kütahyalı’ya sert çıktı ve savcıları göreve çağırdı.
Beyaz TV'de yayınlanan "Beyaz Futbol" programında, dün gece Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı kendisine yapılan şakayı "Kusturmalı Boşnak Saksosu" diyerek niteledi. Kütahyalı'nın belden aşağı sözlerine tepki yağdı.

Sputnik'in haberine göre; Balkan ve Boşnak dernekleri konuyla ilgili açıklama yaptı. 13 derneğin "Ortak kamuoyu duyurusudur!" diyerek yaptığı açıklamada, "Kütahyalı'nın sarf ettiği bu sözler, kelimenin tam anlamıyla, belden aşağı, terbiyesizce, dini ve milli geleneklerimize uymayan sözcükler olmasının yanında, aynı zamanda ırkçı, aşağılayıcı, küçümseyici, tahrik edici, nefret ve hakaret içerikli sözlerdir" ifadeleri kullanıldı.

Rasim Ozan Kütahyalı hakkında hukuki işlem başlatacaklarını açıklayan dernekler, Beyaz TV ile Beyaz Futbol programını yapan ekibi kınadılar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı eski milli Basketbolcu Hidayet Türkoğlu da sosyal medya hesabından, Rasim Ozan Kütahyalı'ya çok sert çıktı ve savcıları göreve çağırdı.

MHP milletvekili Saffet Sancaklı, Rasim Ozan Kütahyalı'nın tepki çeken sözlerinin ardından Beyaz TV'nin sahibi Osman Gökçek'i arayarak Kütahyalı'nın ekrandan alınmasını istediği iddia edildi.
Sancaklı "Şerefsiz oğlu şerefsiz. Böyle insanların artık toplum dışına çıkarılması lazım. Bu işin peşini bırakmayacağım" sözleriyle tepkisini dile getirdi.
Ana Haber

"İktidar milleti limon gibi sıktı; devleti, parasız kalınca kanepenin altında 1 lira arayan adama çevirdiler!"
20 Kasım 2017



Sözcü yazarı Murat Muratoğlu, Meclis'te görüşülen torba yasaya meyve suyu ve gazlı içeceklerin de dahil edilerek getirilen Özel Tüketim Vergi zammını eleştirdi. Muratoğlu, "Çoluk çocuğun tükettiği içeceklerden medet uman bir ekonomi yönetimi olur mu? Parasız kalınca kanepenin altına yuvarlanan 1 lirayı arayan adama çevirdiler devleti. Tadı kaçtı, iş tamamen çığırından çıktı. İktidar milleti limon gibi sıktı!" diyerek tepki gösterdi.

Murat Muratoğlu'nun "Limon gibi sıktılar milleti" başlığıyla (20 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Çoluk çocuğun tükettiği içeceklerden medet uman bir ekonomi yönetimi olur mu? Vergileri artırmak kendilerinin en büyük saadeti… Parasız kalınca kanepenin altına yuvarlanan 1 lirayı arayan adama çevirdiler devleti… Tadı kaçtı, iş tamamen çığırından çıktı. İktidar milleti limon gibi sıktı! Hem fakirin neyine yiyip içmek? Ölsün daha iyi… Arkadaş limonataya, meyve suyuna, sodaya lüks denir mi?

* * *

Nasıl bir açık varsa bütçede, meyve suyu torba yasaya dâhil edilir mi? Özel Tüketim Vergisi getirilir mi? Ekonomimiz hakikaten çok iyi! Yahu minarelli sudan ne istediniz bre vicdansızlar! Bir de verginin de vergisini alacaklar. İçecek bedelinin üzerine önce yüzde 10 ÖTV, sonrasında yüzde 10 ÖTV'li bedele yüzde 18 KDV koyacaklar. Vergiyi tabana yayacaklar. Altta kalanın canını çıkaracaklar!

* * *

Yeri gelmişken bir ihbarda bulunmak istiyorum. Yakından tanıdığım biri limonatayı evde yapıyor, domatesten salça üretiyor, turşu falan kuruyor. Vergisini ödemeyip devletin itibarından tasarruf ediyor, ülkenin şaşaasından ödün veriyor. Belli ki kendisi iflah olmaz bir vergi kaçakçısı… Şahsen örgüt bağlantısından şüpheleniyorum. Yetkilileri uyarıyorum! Yesin bir üç- beş yıl aklı başına gelsin diyorum.

* * *

Yalan yere araba yaptık, uçak yaptık haberleriyle oy toplayıp ülke yönetirsen geleceğin nokta burasıdır… İktidarın ülke ekonomisini nasıl içler acısı durumuna soktuğunu göstermesi açısından manidardır. Yat, tekne alınca ÖTV sıfır… Sen git sodanın içine vergiyi sığdır. Oysa devletin görevi adil bir şekilde vergi toplamaktır.

* * *

Öyle zenginlerin borçlarını silip, silinen borçları halktan tahsil etmek değildir… AKP aşığı Devlet Bahçeli'nin deyişiyle; limonataya ÖTV getiren bu hükümet ne yapmak bununla nereye varmak istemektedir? Bizden toplanan vergileri yandaşa ihale olarak zimmetliyorlar. Kendi lüks harcamalarını kısmayıp, daha fazla gelire ihtiyacımız var diyorlar. Akıllarına gelen her şeye vergiyi bindiriyorlar!

* * *

Özetle nefes almak hariç, yaşamak bile lüks bu memlekette… Büyük oyun, dış mihraklar derken devamlı zam yapıyorlar. Batıyı kıskançlıktan çatlatıyorlar! Haksız da sayılmazlar! Bulmuşun böyle milleti, geçireceksin vergiyi… İktidara saygılarımı sunuyorum. Yolun açık olsun Reis diyorum. Önemli not: Limon sıkacağımı alan komşumdan acil geri dönüş bekliyorum.

T24
ETİKETLER
akp iktidar iktidar devleti limon gibi sıktı parasız kalınca kanepenin altında 1 lira arayan adama çevirdiler haber ötv meyve suyu torba yasa haber

Kemal Kılıçdaroğlu: 'Gözlerinden öpüyorum sevgili Erdoğan'
21 Kasım 2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, grup toplantısında isim vermeden Rasim Ozan Kütahyalı'yı da sert bir dille eleştirdi. Kılıçdaroğlu, "Bunların bir de yandaşları var kanal kanal gezerler. Şu CHP var ya CHP...Kılıçdaroğlu doğmadan bilmem ne olmuş. E ne yapayım? Geçenlerde birisi göçmenler için çok ağır bir ifade kullandı. Bütün göçmenleri derinden yaraladı" dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2 oğlunun adının geçtiği Paradise (Cennet) Belgeleri için "Araştırılsın" diyen Başbakan Binali Yıldırım'a "Sözünde durur diye düşünüyorum" diyerek seslendi.

Partisinin grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu, AK Parti'nin Paradise Belgeleri için Meclis'te verilen 2 önergeyi reddettiğini hatırlattı ve şunları söyledi:

Cennet belgeleri ile ilgili sayın Binali Yıldırım, 'Buradan davet ediyorum her türlü soruşturma yapılabilir, çocuklarımın dokunulmazlığı yok' dedi. Ben de gayet güzel teşekkür ettim. Bir araştırma önergesi vereceğiz, önce araştıralım dedik. Grup başkanvekili arkadaşlarımız birer önerge verdiler ama bu AK Parti milletvekillerinin oyları ile reddedildi. Ben Binali Yıldırım'a sesleniyorum. AK Parti grubunun bu önergeyi reddetmesi sizin iradenizle mi, yoksa sarayın iradesi ile mi? Ben sarayın iradesi ile olduğu kanısındayım. Binali Yıldırım sözünde durur diye düşünüyorum. Grubun önergeyi reddetmesi başlı başına bir ayıp.

'TAŞERON İŞÇİLERE SAHİP ÇIKAN TEK PARTİ CHP'

Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının devamı özetle şöyle:

Taşeron işçiler çalıştayını gerçekleştirdik. Taşeron işçiler görünmeyen, hak aramaktan çekinen işçilerdir. Bütün hastanelerde, TBMM'de, bakanlıklarda bunları görebilirsiniz ama bunlar görünmez insanlardır. Kıdem tazminatı haklarını alamayan işçilerdir. İş güvenliği olmayan arkadaşlarımızdır. Yargıda haklarını arayamayan insanlardır. Bunlar işten atıldıklarında yargıya başvurup mahkeme masraflarını karşılayamayan insanlardır. Bunlara sonuna kadar sahip çıkan tek bir parti var o da CHP. Bütün taşeron işçisi kardeşlerime sesleniyorum. Sizin davanıza sonuna kadar sahip çıkacağız. Bu kurultayı da bu gerekçe ile yaptık. TÜRK-İŞ'e, HAK-İŞ'e ve DİSK'e sevgilerimizi saygılarımı gönderiyoruz, taşeron işçilere sahip çıktıkları için.

'ASGARİ ÜCRET NET 2000 LİRA OLMALI'

Asgari ücret net 2000 lira olmalı dedim. Hatırlar mısınız? Asgari ücret net 1500 lira olsun dediğim zaman kıyameti koparmışlardı. Ne yaptık? Bizim bütün belediyelerde asgari ücret net 1500 lira dedik. Demek ki oluyor. Biliyorum, 2000 lira asgari ücret olur mu? Evet olur. Asgari ücret vergiden muaf olur. Zaten otomatikman 2000 lira yapıyor. Söylediğim sözün hangi gerekçe ile söylendiğini bilsinler. Asgari ücret tespit komisyonunda görüşülecek. Asgari ücret önümüzdeki dönemde en az net 2000 lira olmalı. 2000 lira yüksek. Buna karşı çıkanlara şu teklifi yapıyorum: Ayda 1400 lira verelim sadece bir ay ve geçin diyelim. Faiz lobilerine para buluyorsun. 15 yılda bir avuç faiz lobisine 145 milyar dolar para verdiler. Çalıştılar mı? Ellerinde viski bardakları ile oturdular dünyanın parasını aldılar. İçeride de bir grup faiz lobisine para ödediler. 620 milyar lira. Onlara da para buluyorsun. Asgari ücretliden vergi alıyorsun.
'
ÇIKAR KHK, 'FAİZ SIFIRDIR' DE'

Sen faizi bilinçli olarak indirmiyorsun. Çıkar bir KHK 'Faiz sıfırdır' de. Merkez Bankası'ndan şikayet ediyor. Atamayı sen yaptın. Trump'ın imzası mı var? Yok. Fransa Başkanı'nın mı imzası var? Yok. Dolar aldı başını gidiyor.

'SON 1 YILDA PATATESE YÜZDE 49 ZAM GELDİ'

Biz faiz lobisinden alacağız, ranttan alacağız, asgari ücretliye vereceğiz. 1300 lira yaptılar, sonra yüzde 7.9'luk zamla 1404 lira oldu. Peki, son bir yılda ne oldu? Sadece patatese yüzde 49 zam geldi. Tereyağ yüzde 37.3, nohuta yüzde 34, her şeye zamn geldi, hepsi de yüzde 10'un üzerinde, yüzde 20'nin üzerinde. Ankara'daki beyler asgari ücretlilerin sırtına binmiş keyiflerini sürüyorlar. Bu oyuna artık son vereceğiz.Taşeron işçisi ile, asgari ücretli ile, çocukları aylardır hapishanelerde olan annelerle birlikte mücadele edeceğiz.

'RIZA SARRAF İÇİN NİYE BU KADAR TELAŞA KAPILIYORSUN?'

Rıza Sarraf çok önemli bir adam biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı gitti 'Nolur verin' diye. Arkasından 2 sefer nota verdiler. Nerede diye. Sarraf için niye bu kadar telaşa kapılıyorsun? Ben merak ediyorum bu Kuzey Irak'ta askerlerimizin başına çuval geçirildiği zaman bunlar nota verdiler mi? Sarraf suç ortağı biliyorsunuz.

(Kadir Mısıroğlu hakkında) Sesi çıkmıyor. Fesli deli Kadir Atatürkçü mü oldu?

RASİM OZAN KÜTAHYALI'YA TEPKİ

(Rasim Ozan Kütahyalı için) Geçenlerde birisi göçmenler için çok ağır bir ifade kullandı. Bütün göçmenleri derinden yaraladı. Onlar ortak bir duyuru imzaladılar. Ben buradan ister Türkiye'de olsun, ister Bosna'da olsun, Arnavutluk'ta olsun, Yunanistan'da olsun bütün göçmen kardeşlerime ve bütün soydaşlarımıza buradan selam, sevgi ve dostluklarımızı gönderiyoruz. Sizin yanınızdayız sonuna kadar. Ve onlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sözü ile seslenmek istiyorum: Muhacir diye küçümsenenler tarihin yazdığı savaşta en geriye kalanlar, düşmanla sonuna kadar dövüşenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.

Erdoğan'a 2 soru soran Kılıçdaroğlu: Gözlerinden öperim

'BU 30 MİLYAR DOLARI NEREYE HARCADIN?'

Efendim ben yine bir salı toplantısında Sevgili Erdoğan’a bir soru sormuştum. Bu Birleşmiş Milletler dahil pek çok yerde iftar sofralarında bir şey söylemişti. “Efendim biz Suriyeliler için 30 milyar dolar harcadık” diye. Ben de sormuştum, 30 milyar doları Suriyelilere versen, Suriyeliler köşeyi döner. Ama bakıyorum, çoğu yoksulluk içinde, açlıktan ölen Suriyeli çocuk bile var. Bu 30 milyar doları nereye harcadın? Tık yok. Bir daha soruyorum, Sevgili Erdoğan bana laf yetiştirmek için gece bile uyumuyorsun, iki tane basit soru sordum, bak iki basit soru sordum. Çocukların, dünürün, enişten, yani akrabaların, eski özel kalem müdürün milyonlarca dolar parayı sermayesi 1 sterlin olan bir şirkete niye gönderdiler değil mi? Basit bir soru. Hani yerli milli diyorsun, bu paralar niye oraya gidiyor? Garibana diyorsun doları bozdur. Yok ki doları bozdursun, ama sen doları öbür tarafa götürüyorsun. Niçin, niye getirip bozdurmuyorsun? Şimdi sana bir soru daha sordum, cevabını vermedin bir daha soruyorum. 30 milyar doları nerede ne zaman harcadın? 30 milyar doları Suriyeliler için nerede ne zaman harcadın?

'GÖZLERİNDEN ÖPERİM'

Bir örnek vereceğim, rahmetli Ecevit’ten. Deprem oldu, biliyorsunuz büyük Marmara depremi oldu. O depremde yeni vergiler geldi, adına deprem vergileri denildi. Yurtdışından bağışlar geldi, yardımlar geldi, Türkiye’de yardımlar toplandı ve deprem için harcandı bu paralar. Başbakanlığın internet sitesinde aylık olarak bu rakamlar yayınlanırdı. İnternet sitesine girdiğinizde alınan yardımlar ve yardımların nerelere harcandığını burada görürdük. Bir de deprem hesaplarını denetleme komisyonu kurulmuştu. 30 milyar dolar filan da değildi. Şimdi 30 milyar dolar para harcadığını söylüyorsun. Biz soruyoruz, bu para nereye gitti? Sayıştay bilmiyor, ben bilmiyorum, vatandaş bilmiyor, milletvekilleri bilmiyor, 550 milletvekili hiçbirisi bilmiyor, sivil toplum örgütleri bilmiyor, Maliye Bakanı bilmiyor, ekonomiden sorumlu bakan bilmiyor, Hazine bilmiyor, Merkez Bankası bilmiyor. Kimden öğreneceğiz, 30 milyar dolar nereye gitti? Sevgili Erdoğan, umarım sorularımı anlamışsındır. Şimdi ben senden bu iki soruya açık ve net, beni ve vatandaşları tatmin edecek cevap bekliyorum. Gözlerinden öperim Sevgili Erdoğan.”
Sputnik

CHP'li Aldan: Zarrab'ın da içinde bulunduğu para trafiğine ilişkin banka kayıtları Amerika'ya teslim edildi
Hülya Karabağlı
21 Kasım 2017



ABD’de yargılanan Reza Zarrab’ın itirafçı olduğu ve gözlem altında tutulduğuna ilişkin olarak kamuoyunda yankı uyandıran açıklamalarda bulunan CHP’li Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, Halkbank’ın iki üst düzey görevlisinin Zarrab’ın da işin içinde olduğu iddia edilen para trafiğine ilişkin banka kayıtlarını Amerikalı yetkililere teslim ettiğini ileri sürdü.

İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrab ve eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın yargılandığı davada jüri seçimi 27-28 Kasım olarak belirlenmişti. Jüri seçimi 27'sinde tamamlanamazsa, prosedür 28'indeki oturumda tamamlanacak. Ve hemen ardından davanın esastan görüleceği jürili duruşma, 4 Aralık’ta yapılacak.

CHP'li Aldan, “Amerika’nın elinde edindiğimiz bilgiler çerçevesinde böylesine belgeler de var. Tanık olarak dinlenecek kişiler de muhtemelen bu görevliler olacak” dedi.

Zarrab’ın mahkemedeki konuşmasının önemini, “Zarraf konuşacak ama nasıl konuşacak” diye anlatan Aldan, “Bürokrasiyi suçlayarak mı konu
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ksm 21, 2017 9:40 pm    Mesaj konusu: 'Zarrab'ın da içinde bulunduğu para trafiği...' Alıntıyla Cevap Gönder

CHP'li Aldan: Zarrab'ın da içinde bulunduğu para trafiğine ilişkin banka kayıtları Amerika'ya teslim edildi
Hülya Karabağlı
21 Kasım 2017



ABD’de yargılanan Reza Zarrab’ın itirafçı olduğu ve gözlem altında tutulduğuna ilişkin olarak kamuoyunda yankı uyandıran açıklamalarda bulunan CHP’li Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, Halkbank’ın iki üst düzey görevlisinin Zarrab’ın da işin içinde olduğu iddia edilen para trafiğine ilişkin banka kayıtlarını Amerikalı yetkililere teslim ettiğini ileri sürdü.

İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrab ve eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın yargılandığı davada jüri seçimi 27-28 Kasım olarak belirlenmişti. Jüri seçimi 27'sinde tamamlanamazsa, prosedür 28'indeki oturumda tamamlanacak. Ve hemen ardından davanın esastan görüleceği jürili duruşma, 4 Aralık’ta yapılacak.

CHP'li Aldan, “Amerika’nın elinde edindiğimiz bilgiler çerçevesinde böylesine belgeler de var. Tanık olarak dinlenecek kişiler de muhtemelen bu görevliler olacak” dedi.

Zarrab’ın mahkemedeki konuşmasının önemini, “Zarraf konuşacak ama nasıl konuşacak” diye anlatan Aldan, “Bürokrasiyi suçlayarak mı konuşacak? Siyasilerin bu konuda ki rollerini de bütün ayrıntılarıyla anlatacak mı? Hakkında iddiada bulunduğu bankaların uluslararası konumları ne olacak. Asıl iş burada düğümleniyor” ifadesini kullandı.

AKP Grup Başkanvekillerinden hata yapan birinin cezasını çekeceğini belirten Aldan, "Bu sözler, bu konuda kurban vermeye hazır olduğu izlenimi yaratıyor. Kuyruk feda edilip baş kurtarılmak istenecektir" açıklamasında bulundu.

Aldan, Erdoğan ve Putin görüşmesinin temelinde Zarrab konusunun olup olmadığının da bir soru işareti olduğunu altını çizerken, “Bu baş başa görüşme devlet tarafından tutanağa bağlandı mı?” diye sordu.

CHP Muğla Milletvekili, Meclis Adalet Komisyonu sözcüsü Ömer Süha Aldan, İran asıllı Türk işadamı Reza Zarrab ve eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın yargılandığı davada, jüri seçimi 27 Kasım'a, ilk duruşması ise 4 Aralık'a ertelenme kararı alınan gelişmelere ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

“Halkbank’ın para trafiğine ilişkin kayıtlar teslim edildi”

Rıza Zarraf, üst düzey iki Halkbank görevlisi bankanın bütün kayıtlarını, para trafiğinin olduğunu döneme ait ve sonrasında da Rıza Zarraf’ın da işin içinde olduğu iddia edilen döneme ait verilerin hepsinin elektronik ortamda ABD’ye götürüp Amerikalı yetkililere teslim etmişler. Dolayısıyla Amerika’nın elinde edindiğimiz bilgiler çerçevesinde böylesine belgeler de var. Tanık olarak dinlenecek kişiler de muhtemelen bunlar olacak.

“Zarrab’ı cansiperhane savunan avukatları neden geri çekildi”

Rıza Zarraf’ın yaşa dışı mailleri izlenmiş. Yasa dışı izlemeye dönük yaptığı itirazdan geçtiğimiz aylarda vazgeçti. Bu da hakkında yasa dışı olarak izlenen maillerinin aleyhine tanık olarak kullanılabileceğini gösteriyor. Avukatlarının şimdiye kadar cansiperhane korurken şimdi geriye çekilmiş olmaları şu andan itibaren Rıza Zarraf’ın itirafçı olduğu aşikardır.

“Zarraf konuşacak ama nasıl konuşacak?”

Burada üç önemli konu var, bir tanesi Zarraf konuşacak ama nasıl konuşacak? Bürokrasiyi suçlayarak mı konuşacak? Siyasilerin bu konuda ki rollerini de bütün ayrıntılarıyla anlatacak mı? Hakkında iddiada bulunduğu bankaların uluslararası konumları ne olacak. Asıl iş burada düğümleniyor.

“Erdoğan-Putin görüşmesinin temelinde Zarraf mı var?"

Siyasilerin yoğun bir biçimde Zarraf’ın ifadesinin sadece bürokrasi çerçevesinde olması için bir çaba içerisinde olduklarını gözlemliyoruz. Başbakan niye Amerika’ya gitti . Bir anlaşma yaparsınız gidersiniz, uluslararası bir toplantı, konferansı olur? BM’nin, NATO’nun bir toplantısı olur? Başbakanın gündemi neydi? Niye kaç gün orada park bahçe gezdi. Sadece bu iş için gitti. Başbakan gitmeden önce de iki oğlunun off shore hesaplarının ortaya çıkmasının da bir anlamı olduğunu düşünüyorum. ‘Fazla bu işe burnunu sokma’ demiş olabilirler.

Putin’in Trump’ın seçilmesinde etkin bir rolü olduğu artık dünyaca söylenene bir şey. Buradan bakarsak son Putin Erdoğan görülmesini de anlamlı bulmaya başladım. Bu görüşme ne hikmetse iki saati baş başa, iki buçuk saati de heyetler halinde. Bu baş başa görüşme devlet tarafından tutanağa bağlandı mı?

“Kuyruk feda edilip baş kurtarılmak istenecektir”

Bunların hepsini bir araya getirdiğinizde Zarrab konusunda ciddi çabalar olduğunu görebiliriz. AKP Grup Başkanvekilinin ‘Eğer bir hata yapan varsa cezasını çeker’ demesi bu konuda kurban vermeye hazır olduğu izlenimi yaratıyor. Kuyruk feda edilip baş kurtarılmak istenecektir. Eğer, Rıza Zarraf bütünüyle siyasi kişilikleri de iddialarda bulunursa o takdirde AKP toplu olarak savunmaya geçecektir. Görüyorsunuz NATO’yu, AB’yi bunlar bize düşman diyerek iç siyasette yararlanmak çabasına girecekler. Yeni mağduriyet yaratma çabasına girecekler. CHP olarak biz bu süreci dikkatlice izleyeceğiz. Sonuçta gerçeğin ortaya çıkmasını amaçlamalıyız. Keşke Türkiye 17-25 Aralık sürecini kendi dinamiği içinde hukuk platformu içinde halledebilseydi, bugün bu tip sorunlarla yüz yüze kalmazdı.

T24
ETİKETLER
reza zarrab süha aldan chp halk bankası para trafiğine ilişkin belgeler amerikaya teslime edildi haber

"Reza’dan bahşişi peşin alanlar ‘milli kahraman’ ilan edilsin!"
21 Kasım 2017



Artıgerçek yazarı Celal Başlangıç, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla Mart 2016'dan bu yana tutuklu bulunan Türkiye ve İran vatandaşı Reza Zarrab ile ilgili "Her kim, New York’taki Rıza Sarraf meselesinden kendisine bir çıkar düşeceğini düşünüyorsa açık vatan haini" yazan Star yazarı Ardan Zentürk'ün sözlerine tepki gösterdi. Başlangıç, "Reza’dan bahşişi peşin alanlar ‘milli kahraman’ ilan edilsin" dedi.

Başlangıç'ın "Reza’dan bahşişi peşin alanlar ‘milli kahraman’ ilan edilsin!" başlığıyla (21 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

AKP iktidarı ve yandaş köşebazlar Reza’nin itiraflarına karşı Atatürk’ün arkasına saklanıp “milli savunma” çağrısı yapıyorlar. Sanki paraları milletle beraber istiflediler.

Yandaş köşebaz açmış kalemini, yummuş mantığını yazıyor.

Neymiş?

“Her kim, New York’taki Rıza Sarraf meselesinden kendisine bir çıkar düşeceğini düşünüyorsa açık vatan haini”ymiş.

Başka neymiş?

“New York’taki tezgah, kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği ve 15 Temmuz emperyalist saldırısında da şerefimizle koruduğumuz devletimizi haydut devlet düzeyine indirmek ve NATO güçlerine kutsal topraklarımıza doğrudan askeri müdahale yolunu açmak için kurulmuştur.”

Yani diyor ki yandaş köşebaz, “Reza’nın itiraflarıyla ortaya dökülecek olan hırsızlık, rüşvet, irtikap, dolandırıcılık, kara para aklama, hayali ihracat suçlarından dolayı kim Erdoğan’ı ve AKP’yi eleştirirse vatan haini ilan edilir.”

Aslında ne diyor biliyor musunuz?

“Reza’nın itirafları sonucu ortaya dökülecek pisliklere karşı Erdoğan’ı savunmak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu devleti savunmaktır.”

Bu erkek olan yandaş köşebaz.

Reza’nın olası itiraflarıyla ortaya dökülmesi beklenen kirli işler daha şimdiden paçalarını tutuşturmuş.

Bir de kadın olan yandaş köşebaz var. Onun da etekleri tutuşmuş.

“NATO’da hedef tahtasına koyduğunuz Atatürk’ü savunacağız, Erdoğan’ı savunacağız, Türkiye’yi savunacağız.”

Köşebazın mesajı belli:

“Erdoğan’ı savunmak demek, aynı zamanda Atatürk’ü ve Türkiye’yi savunmaktır.”

Yani ortaya dökülecek pisliklere karşı akıllarınca bir savunma hattı kuruyorlar; “Atatürk’ü ve Türkiye’yi savunmanın yolu Erdoğan’ı savunmaktan geçer.”

Bu zokayı yutan Kemalistlerin, Atatürkçülerin yerinde olmak istemezdim açıkçası. Kemalizmlerine, Atatürkçülüklerine halel gelmesin diye Erdoğan’ı hazmetmek zorunda kalacaklar çünkü.

AKP sözcüleri de tek bir merkezden taktik ve strateji düğmesine basılmış gibi yandaş köşebazlarla aynı telden çalıyorlar.

Çıkmış hükümet sözcüsü, iktidar sahibi birilerinin yaptığı hırsızlığı, rüşveti, irtikabı, dolandırıcılığı, kara para aklamayı, hayali ihracatı Türkiye insanlarının “milli birlik ve beraberlik ruhu içinde” topyekün savunması gerektiğini söylüyor:

“Atatürk’ü yenmeyi ve yok etmeyi başaramayanlar Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı yenmeyi ve yok etmeyi de başaramayacaklardır. Milletimiz Cumhurbaşkanı’na her zamankinden daha fazla sahip çıkacaktır.”

Anlaşılan o ki, artık AKP döneminde iktidar olma anlayışı da değişti.

Cumhuriyet hükümetleri önce Atatürk’ün arkasına saklanıp sonra her türlü numarayı çevirirlerdi.

Günümüzün iktidarı ise önce her türlü numarayı çevirip sonra pisliklerinin ortaya dökülme ihtimali belirince Atatürk’ün arkasına saklanmayı tercih ediyor.

AKP iktidarında boşalan her koltuğa aday olan ancak hiç birine getirilmeyince “kuzu kuzu” başka bir koltuğun boşalmasını dil bilgisi yanlışlarıyla dolu twitler atarak bekleyen büyük hukuk alimi politikacımız da Reza’nın itiraflarına karşı top yekün savunma önermiş Türk milletine:

“Türkiye’yi 15 Temmuz’da dize getiremeyenler, Rıza Zarraf olayı ile bir başka film çevirme peşindeler. Ana Muhalefet Partimiz de dört gözle ABD kumpası bu davanın sonucunu bekliyor. Oysa bu iş, Mit Tırları Davası gibi milli bir sorun. Elbirliği ile Ülkemize kurulan kumpası ötelemeliyiz.”(Dil bilgisi yanlışları orijinalindeki gibidir)

Yani yandaş köşebazların, kasabın kedisi gibi boş koltuk bekleyen iktidar politikacıların bugünkü mantıkları pek bir şahane.

Hazretlerine bakarsanız, Atatürk bu devleti arkadaşlar evlerine bütün bir gün koştursalar da “sıfırlayamacakları” kadar para istiflesinler diye kurmuş.

Sanki milletle beraber “sıfırlamışlar” da ceremesini de milletle beraber çekmek istiyorlar.

Sanki “Atatürk’ten emanet aldıkları bu devlet”, AKP’nin bazı bakanları kara para aklayıcısı Reza’nın önüne yatsın diye kurulmuş.

Şimdi de Reza’nın itiraflarının önüne millet olarak topyekün yatılması gerektiğini savunuyorlar.

Sanki bu devleti Atatürk’ten, AKP’li bazı bakan çocukları ancak makineyle sayılabilecek kadar çok kasalar dolusu doları, euroyu cukkalasınlar diye emanet aldılar.

O makinelerde milletle beraber para saymışlar gibi “Vatanını seven savunmaya gelsin” yüzsüzlüğüne sıvandılar.

Sanki Reza bu milletin toplu sünnetine gelip herkese milyonlarca lira değerinde kol saati taktı da, şimdi millet hep beraber “Sarraf üzerinden kurulacak kumpasa” karşı çıkacak.

Yani bu milletin her bir ferdi evlerindeki ayakkabı kutularına balya balya para istifledi de şimdi Reza’nın itiraflarında ortaya saçılması muhtemel pisliklere toplu halde göğüs gerecekler.

Kılıçdaroğlu’yla Akşener’iyle muhalefet de AKP’nin bu tuzağına vatan, millet, Atatürk söylemi üzerinden düşüyor.

Evinde bir günde sıfırlanmayacak kadar para yığan bu millet değil.

Reza’nın önüne bu millet yatmadı.

Rüşvet olarak cukkalanmış dolarları, euroları bu millet para sayma makinesinden geçirip kasalara istiflemedi.

Reza sayesinde bu millet koluna milyonlarca liralık avanta kol saati takmadı.

Bu yoksul milletin evindeki ayyakkabı kutularından balya balya para da çıkmadı.

Zarraf’tan bir “milli mesele” çıkarmanın alemi yok.

Bu kirli işler için Atatürk’ü de kendinize kalkan yapmayın.

En fazla tanıdığı Reza, İran’ın son Şahı Rıza Pehlevi’dir.

Reza’ya kol kanat gerenler, “Hayırsever iş adamı” diyenler, “Cari açığın yüzde 15’ini kapattı” diye övenler, onun için ABD’ye dört nota verenler, New York mahkemesinde itirafçı olduğu kesinleştikçe “Reza da kimmiş, bizi ilgilendirmez” demeye başladılar.

Bunlar şimdi “10 Kasım Atatürkçülüğü”ne sıvandılar ya, yakında çakma olarak altına Atatürk’ün imzası atılan “Türk milletinin en büyük düşmanı Komünizmdir, her gördüğü yerde ezilmelidir” sözünü günün siyasi ortamına uyarlayıp herkesi milli birliğe ve beraberliğe çağırabilirler.

“Türk milletinin en büyük düşmanı Reza Zarraf’tır, her gördüğü yerde ezilmelidir.”

AKP’nin çok sıkıştığı bu günlerde, Reza’nın itiraflarıyla ortaya dökülecek pisliklere karşı durma mantığı çok açık; “Reza’nın itirafları Atatürk’e, onun kurup bize emanet ettiği Cumhuriyet’e karşı kurulmuş bir kumpastır. Bu yüzden Reza’nın itiraflarına karşı Erdoğan’ı milletçe savunmak aynı zamanda Atatürk’ü ve onun bize emanet ettiği devleti savunmaktır.”

Sevsinler mantığınızı. O paraları bu milletle beraber mi yediniz, yoksa Anıtkabir’e mi gömdünüz!

Bu işe ne milleti ne de “Atatürk’ün size emanet ettiği” devleti bulaştırın.

Ne diyordu telefon tapelerinde Reza:

“Orospunun ve memurun bahşişini peşin vereceksin.”

O zaman işin çözümü kolay.

Reza’dan bahşişini peşin alanları “milli kahraman” ilan edin, olsun bitsin.

T24
ETİKETLER
reza zarrap haber açıklama abd para peşin

‘Devlet yeterince tedbir almazsa emekli maaşlarını ödeyemeyecek duruma gelecek’
SEYR-İ SABAH
21.11.2017
Zafer Arapkirli

Gazeteci Ali Tezel, “Şu an için söz konusu değil ama devlet, ekonomi ile ilgili yeterince tedbir almazsa, uluslararası ilişkilerimizi düzeltmezse bir buçuk, iki yıl sonra emekli maaşlarını ödeyemeyecek duruma gelecek” dedi.

Zafer Arapkirli ile Seyr-i Sabah'a, bütçeye yük olarak görülen emekli maaşları ile ilgili değerlendirmelerde bulunan gazeteci Ali Tezel "Şu an için söz konusu değil ama devlet, ekonomi ile ilgili yeterince tedbir almazsa, uluslararası ilişkilerimizi düzeltmezse bir buçuk, iki yıl sonra emekli maaşlarını ödeyemeyecek duruma gelecek" ifadelerini kullandı.

‘11 MİLYON KÜSUR EMEKLİYİ HİTLER'İN YAPTIĞI GİBİ YOK ETMEMİZ LAZIM'

Tezel, şöyle devam etti: "Bizim 2017 bütçemiz 645 milyar TL idi. Bunun üçte biri, yaklaşık 200 milyar TL, emekli aylıklarına ödeniyor. Ben hükümet olsam 200 milyarlık bir yükle devam etmek istemem, başka yerlere vermek isterim. Ama ortada bir gerçek var ki 11 milyon küsur emekliye sahibiz. O zaman bu 11 milyon küsur emekliyi (Nazi Almanya'sı lideri Adolf) Hitler'in yaptığı gibi yok etmemiz lazım."

‘BİZİM ÜLKEDE EMEK VE EMEKLİ KESİM DEVAMLI SAVUNMADA BIRAKILIR'

"Bizim ülkede emek ve emekli kesim devamlı savunmada bırakılır ki hiç gerçek rakamlardan emekli maaşı almasın" diyen Tezel, "Söylediğim 200 milyar lira kadar emekli aylık ödemelerimiz var. 11 milyon küsür de emeklimiz var. Ortalama 1700 TL gibi bir emekli maaşları var. 21.5 milyon kadar da çalışanımız var. Yani iki çalışana bir emekli düşüyor. Geçmişte birikim olmadığı için şu anda iki çalışandan alınan prim bir emekliye yetmiyor. Bu sebeple 2016 yılı için 21 milyar TL civarında bir açığımız var. Bu da devlet bütçesinden yani genel bütçeden karşılanıyor. 2017 için bu açığın yaklaşık 26-27 milyar TL olacağını düşünüyoruz" şeklinde konuştu.

Sputnik

Milat yazarı: Bazı bürokratlar, AK Parti'nin altını oyuyor; neşter vurma zamanı geldi, geçiyor
21 Kasım 2017



"Devlet bürokrasisi, 'toplumun sinir uçlarına' dokunan kararlar alıyor"

Milat yazarı Bayram Zilan, devlet bürokrasisinin “toplumun sinir uçlarına” dokunan kararlar aldığını söyleyerek, ismini vermediği bazı bürokratlar için "AKP'nin altını oyuyorlar" yorumunda bulundu. "Cumhurbaşkanı Erdoğan, müdahale etmeden ve dur demeden, durdurulmayacak mı bu yanlış kararlar? Önü kesilmeyecek mi?" diye soran Zilan, "Evet, bürokrasiye ciddi bir neşter vurma zamanı geldi, geçiyor. Önümüzde 2019 seçimleri var ve bu seçimlerin telafisi yok" dedi.

Zilan ayrıca, alınan kararların toplumda 'infial' yarattığını ve kitlesel tepkilere yol açtığını ifade etti.

Bayram Zilan'ın, "AK Parti’nin altını oyan bürokratlar kimler?" başlığıyla (21 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Son zamanlarda ilginç kararlar alınıyor. Sistematik bir biçimde AK Parti’nin altı oyuluyor. Devlet bürokrasisi, “toplumun sinir uçlarına” dokunan kararlar alıyor. Her alınan karar toplumsal infial yaratıyor, kitlesel tepkiler meydana getiriyor.

Özellikle “son 1 yılda alınan kararları” incelemekte fayda var.

Tam da 2019 seçimlerine doğru hızla ilerlerken…

Tam da siyaset sahnesi ısınmaya başlarken…

Bu kararları kimler alıyor?

Mesela “cam filmi” kararı.

Mesela İlahiyat mezunlarının “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliğinden men edilmesi” kararı.

Mesela “MTV” kararı.

Bazı kurumlarda “atamalarla” ilgili alınan kararlar.

İthal edilen her ürün için ayrı test yaptırma mecburiyeti ile ilgili gümrük kararı.

Trafik cezalarındaki tuhaflıklar…

Doktor-hasta-hastane ilişkilerindeki son dönemde meydana gelen gerginlikler.

Liste uzayıp gidiyor…

AK Parti iktidarlarında “alışık olmadığımız” bir durum var ortada.

Bürokraside halkın hoşuna gitmeyen işler oluyor ve bu işler sanki “organize” bir şekilde yapılıyor!

Sanki bir üst akıl, “Biz AK Parti’yi sandık dışı yöntemlerle deviremedik. Artık gayri meşru ve illegal yöntemlerle iktidarı değiştirme hedefimizi askıya alıyoruz. Yeni hedefimiz AK Parti iktidarını halkın gözünden düşürmek. Bunun için toplumda tepki yaratacak kararlar alacağız. Bize bağlı herkes bu hedef doğrultusunda çalışmalara başlasın” demiş de bunun gereği icra ediliyor!

Alınan kararların toplumdaki yansımalarına bakın!

Her karardan en az 3-5 bin insan etkileniyor.

Her karar neticesinde mağdur olan ve bu nedenle öfke duyan bir kitle var.

Çok ince bir işçilik var gibi bu kararların ardında.

Hangi karar, kime dokunur?

Hangi kararla ne kadarlık bir kitleyi etkileriz?

Sanki oturup bunun fizibilitesini çıkarmışlar.

Toplumun farklı kesimlerinden odak grupları seçip bu odak gruplarının etkilenmesi ve AK Parti iktidarına tepki göstermesi için cebren kararlar alınıyor!

Öyle değilse eğer neden Cumhurbaşkanı Erdoğan “MTV oranına” müdahale etti?

Neden “cam filmi” kararına müdahalede etti?

Demek ki düzgün yürümeyen işler, tepki alan kararlar var?

Öyle olmasa Cumhurbaşkanı Erdoğan neden müdahale etme gereği duysun?

(..)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kararlara müdahale etme gereği duyuyorsa burada bir yanlış var demektir!

Peki, bu yanlış kararlara hep Cumhurbaşkanı Erdoğan mı müdahale edecek?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, müdahale etmeden ve dur demeden, durdurulmayacak mı bu yanlış kararlar? Önü kesilmeyecek mi?

Evet, bürokrasiye ciddi bir neşter vurma zamanı geldi, geçiyor.

Önümüzde 2019 seçimleri var ve bu seçimlerin telafisi yok.

(..)

AK Parti’nin bunca yıl iktidarda kalmasının temel nedeni “halkın sesine” kulak vermesidir.

Halkın istediği işleri yapması, halkın tepkisini çekecek kararlardan uzak durmasıdır.

(..)

Halka kulak vermeyen hiçbir iktidar kalıcı olamaz!

Halka kulak vermeyen hiçbir bürokrat da kalıcı olmamalı!

Her kim halka rağmen karar alıyor ve üzerindeki siyasetçileri kontrpiyede bırakıyorsa hesap vermeli!

Bürokratik oligarşinin siyaset kurumu üzerinde “hâkimiyet” kurmasına asla izin verilmemeli.

Aksi halde 2019 seçimleri “tehlikeye” girer…

Çünkü seçim zamanlarında halka hesabı “bürokratlar” değil “siyasetçiler” verir!

T24
ETİKETLER
bayram zilan tayyip erdoğan akpnin altını oyuyorlar bürokratlar bürokrasiye neşter vurma vakti geldi haber

Mustafa Karaalioğlu: Bir fikrin değil fikrin sonuna doğru
21.11.2017

Bir uçtan bir uca gitmek kadar bir fikri değersizleştiren başka şey yoktur. En laf dinlemez Atatürk düşmanıyken birdenbire büyük hayrana dönüşmek gibi. Yahut da coşkuyla Avrupa Birliği’ni müdafaa ederken bir sabah uyanıp haçlı ittifakı bahsini açıp Brüksel’e lanet okumak gibi. Dün, tehlikeler gözüne sokulduğu halde, belanın gelmekte olduğuna dair apaçık ikazlara rağmen devir o devir deyip şuursuzca desteklediği FETÖ’yü bugün sadece foya meydana çıkmasın diye sabah akşam yine şuursuzca eleştirmek gibi…

Misalleri saymaya kalksak sütunlar almaz. Hatta bir uçtan bir uca geçip sonra tekrar eski uca dönüşler de var ama bir kere yola çıktın mı zaten nerede duracağını kim bilebilir. Evvela milliyetçi, sonra anti-milliyetçi olup en nihayet geriye dönerek değil milliyetçiye ve hatta bronzdan bir ulusalcıya dönüşenler de vardır. Tıpkı, önce Rusyacı olup, uçak düşürüldükten sonra heyecanla Moskova’nın göbeğine Hak Yol İslam yazmaya hazırlanırken, yeni haberle tekrar Kalinka terennüm edenler gibi. Uçtan uca gitmekten daha yorucu olanı budur. Hangi uçta akşamlayıp hangisinde uyanacağını bilmemek…

***

Yalpalamak asla fikir değildir; değişmek veya gerçeği anlamak da değildir. Fikir, prensip ve fikir namusu ister. Değişmek ise zamanın ruhuna saygı gerektirir en azından empatiye lüzum duyar. Yani herhalde en azından bir hakikat kırıntısına ihtiyaç gerektirir. O çabadan iyi kötü bir netice hasıl olur.

Böylelerinin ise bir meseleye katkısı olamaz. Ne Atatürkçülük bahsine, ne ülkeye, ne de FETÖ ile mücadeleye faydası vardır. Bilakis, bulaştıkları her fikri mesainin kalitesini düşüren, tartışmayı seviyesizleştiren ve neticede sözden, tefekkürden ve tarihten ikrah ettirerek cemiyeti zehirlemekten başka bir faaliyet icra etmezler. Yalpalayıp yalpalayıp bir köşede sussalar zararı yok ama sadece kendi önemsiz pozisyonları için, hakikati çarpıtmaktan da imtina etmezler. Dün tabulara karşı bayrak açmışken bugün başka tabunun peşinde başka bayrak sallamak bundandır. Bir ülkenin fikri seviyesi ne bir uçta ne öteki uçta olabilir. Zamanı gelir bazı düşünceler sertleşir, bazı fikirler coşkuya kapılır ama herşey aynı uçta yani, aynı fikri cephede olup biter.

***

Çarpıtılmış tarih, itibarsızlaşmış ilim ve maksadı şaşmış siyaset bir araya gelince, fikir korkudan sinecek yer arar hale geldi. Çaresizce, ifrattan tefride hayasızca koşturanları seyre mahkum oldu. Bir fikri susturmaktan daha beteri ve acımasız olanı, o fikri, yine fikir kisvesiyle seyreltmektir. Hakikati; yalana, hurafeye ve gürültüyle söylenmiş söze bulayarak sözlerden bir söze indirgemektir. Daha da kötüsünü söyleyip kapatalım bu tatsız bahsi… Eğitim kalitesi düştükçe, kültür kaybolup gittikçe, gazeteci başını kuma gömdükçe, akademi makama mevkiye el bağladıkça, siyasetçi de ‘e bana mı kaldı bu yük’ dedikçe, gayrı göreceğimiz fikre antika muamelesi yapılmasıdır. Kimi, bir zamanlar ne güzel fikirler varmış diye alıp kurcalayacak, kimi de sayfalar ne hoş sararmış deyip memnuniyetle tebessüm edecek. Bilelim ki en nihayet kimse bu asarı atikaya beş kuruş vermeyecek.

Karar Gazetesi

"Zarrab, 'tanık koruma programı'na alındı, yeni bir Watergate skandalı kaçınılmaz"
21 Kasım 2017



Yeniçağ yazarı Burhan Ayeri, ABD'de tutuklu bulunan ve tanık koruma programına alındığı açıklanan Türk ve İran asıllı iş adamı Reza Zarrab'ın hâkim karşısına sanık olarak değil itirafçı olarak çıkacağı iddialarını değerlendirdi. "ABD'nin derdi Sarraf'ın söyleyecekleriyle Erdoğan'ı bertaraf etmek" diyen Ayeri, Zarrab'ın itirafçı olması durumuda yeni bir "Watergate skandalı yaşanmasının kaçınılmaz" olduğunu ifade etti.

Watergate skandalı, 1972-1974 Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentinde gelişen ve Başkan Richard Nixon'un istifa etmesiyle sonuçlanan siyasi skandal olarak biliniyor. Skandal, ABD'nin başkenti Washington, D.C.'de bulunan bir otel ve iş merkezi olan Watergate'de ortaya çıkmasından dolayı bu isimle anılıyor.

Burhan Ayeri'nin "Rıza Sarraf 'Tanık Koruma' programında" başlığıyla (21 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Yaşar Usluer dostum bir iç dökme yolladı. Bağ-bahçe ile uğraşmalarından başlayıp, Sarrafgate'e kadar uzanıyor. Onun ölçülerinde kısa bir mesaj. Biraz da ben törpüledim Yine de ortada dişe dokunur epey şey kaldı:

"Siz Akşam gazetesindeyken ve sonraları defalarca ABD'nin -tavşana kaç, tazıya tut politikası uyguladığını-, Obama'nın PKK ortak düşmanımız dediği halde, Kuzey Irak'a kara harekatı yapmamıza izin vermediğini yazdım. Siz de yayınladınız. Biz bunları fark ederken, bizi yönetenler fark edemiyorsa yine kandırılmış olmuyor mu? Kandırıla/kandırıla ülke nasıl yönetilecek?

Ak Parti'nin durduk yerde Atatürkçü olmasını Sayın Akşener/İYİ Parti'nin gelişine bağlamıştım. Yıllardır seçim barajının inmesine karşı olan Bahçeli'nin de yine 180 derece dönüp -yüzde 10 seçim barajının Türkiye için çok ağır olduğunu- belirtmesi de Akşener korkusu değilse nedir? Daha 16 Nisan referandumuna uygun uyum yasaları bile çıkmamışken, hatta Ak Parti ile görüşmeden ittifak yapacaklarını söylemesi baraj korkusu değilse nedir? Celal Adan da söylediklerine kendi de inanmıyor ama mezarlıktan geçerken ıslık çalanların durumuna düştü.

Takas meselesi

'Rıza Sarraf'ın mahkemeye çıkacağı gün yaklaştı. Savcıyla anlaştığı ayyuka çıktı. Hâkim karşısına sanık olarak değil itirafçı şeklinde yer alacağı iddia edilmekte. İşte böylesi bir gelişmede ortalık bir hayli karışır. Para kutuları, pahalı saatler yeniden gündeme gelir' söyleminize aynen katılıyorum. Başbakanın durduk yerde Amerika ziyareti de manidar değil midir?

ABD'nin derdi Sarraf'ın söyleyecekleriyle Erdoğan'ı bertaraf etmek. Eğer Erdoğan Metin Topuz'la Sarraf'ı takas dahil birtakım tavizlerin kabul edileceğini bilse ABD'ye kendi gidebilirdi. Söylediğiniz gibi-Sarraf itirafçı olursa- yeni bir Watergate skandalı kaçınılmazdır."

Özel dairede

Tam bu noktada, daha önceki iddialarıma ilaveler yapmak istiyorum. Sarraf'ı ön duruşmaya getirmemek, nerede tutulduğunu saklamak geride tek olasılık bırakıyor. Rıza kesinlikle itirafçı haline geldi. Şu andaki uygulamalar bire bir "Tanık Koruma Programı". Cezaevi'nde olmadığı kesin. Sıkı güvenlik altında FBI'ın özel dairelerinden birinde besiye çekildi. 27 Kasım'da bütün bunların doğruluğunu herkes anlayacak."
T24

Mahçupyan: İktidarın Atatürkçülüğü, pragramatik bir tercih, aslında çaresizlik...
21 Kasım 2017



Karar gazetesi yazarı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun fahri danışmanlığını da yapan Etyen Mahçupyan, AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Atatürkçü oylara yönelik olarak değişen söyleme ilişkin değerlendirme yaptı. Mahçupyan, "Atatürk’çülüğün pragmatik bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Seçenekler daraldığında pragmatizmin aslında bir çaresizlik olduğunu unutmamak kaydıyla…" ifadesini kullandı.

Mahçupyan'ın "İktidar niçin Atatürk’çü oldu?" başlığıyla (21 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Siyasi akımların güce pervane olmaya teşne olduğu bir coğrafyada, Atatürkçü olmak marifet değil. Ama her bağlamda merkezin dışından gelerek yerli bir demokrasi projesini hayata geçirme potansiyeli taşıyan bir siyasi hareketin, dönüp dolaşıp Atatürkçü olması tarihsel açıdan trajik bir durum…

Öte yandan İslami duyarlılığa sahip muhafazakarların psikolojik, kültürel veya ideolojik açıdan kendilerini Atatürkçülüğe yakın hissetmeleri zor. Bu kesimde Mustafa Kemal’in artı yönü bağımsızlıkçılığı ve böylece İslam’ın bu topraklarda hüküm sürmesini mümkün kılmasıydı. Ne var ki ardından gelen otoriter ve dışlayıcı laiklik anlayışı, söz konusu artıyı tam aksi yöne çevirdi. Bu nedenle sadece İslami muhafazakarlar değil, onu çok daha çeşitlendirmesine rağmen AK Partililer de Atatürkçülüğü yadırgayacaktır. Hem kültürel baskıcılığı sindirememeleri, hem de bu ideolojinin laik kesimi ‘milleti hakimeye’ dönüştüren kayırmacı ve korumacı siyaseti pervasızca ülkeye yerleştirmesi nedeniyle.

O nedenle bugün Atatürkçü olmaya çalışan, İslami muhafazakarlar ya da AK Parti değil, iktidar... Bu da iktidarın artık siyasi açıdan AK Parti’den ve sosyolojik açıdan da İslami muhafazakarlardan farklılaştığını ima ediyor. Şaşılacak bir durum değil… Çünkü FETÖ darbe girişiminin bastırılmasının akabinde Bahçeli’nin cumhurbaşkanlığı önerisi ile başlayan süreç yeni bir koalisyon üretti. Sağ ve sol milliyetçiler Gülencilerin boşaltılan yerlerine dolarken, AK Parti de çoğulcu içyapısını terk etti ve Erdoğan etrafında tahkim oldu. Bu denklemde Erdoğan’ın temsil ettiği siyasi temsil gücü ile bürokrasinin temsil ettiği siyasi operasyonel güç birbirine muhtaç hale geldi.

***

Bu tabloya gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde elliye ulaşma zorunluluğunu eklediğimizde, şu anki koalisyonun niçin ‘organik’ bir zeminde bütünleştirilmeye çalışıldığını anlıyoruz. Her ne kadar ‘yerli ve milli’ şiarını öne çıkarsa da yerliliğin yüzde elliyi almaya yetmeyeceği açık. Çünkü iktidarın zihniyeti yerliliği çoğulculaştırmaya ve sahicileştirmeye müsait gözükmüyor. Aksine tabanı elden kaçırmama uğruna kimlikçi bir dile tıkanıp kalınırken, farklı kimliklere de arkaik bir milliyetçilik perspektifi içinden bakılıyor. Dolayısıyla iktidarın söylemindeki ‘yerli’ sadece dindarlara işaret ediyor ve buna dayanarak seçim kazanmak mümkün değil.

Nitekim zaten iktidar da yerlilikten vazgeçip ‘milliliği’ tercih etmiş durumda. Yerliliğin çoğulculuk, belirsizlik, melezlik, eşdüzeylilik gibi özellikleri fazla ‘demokrat’… Buna karşılık milliliğin teklik, merkezilik, hiyerarşi, tekdüzelik gibi yönleri, kutuplaşan bir siyasi ortamda daha elverişli. Böylece yerliliğin sahiciliğinden milliliğin suniliğine transfer olundu. Yerliliğin yönetilemezliğinden duyulan endişe, katı yönlendirmeyi mümkün kılacağı düşünülen milliliğe yaslanmayı tercih ettirdi.

***

Diğer taraftan eldeki muhafazakar tabandan kayıp verilmemesi gerekirken, Atatürkçülük söz konusu hakimiyeti riskli hale getiriyordu. Sonuçta orta yol seçildi: Atatürkçülüğe mesafeli kalındı ama Atatürk’çü olundu. Yani ideoloji değil, kişi ve ona atfedilen beka kaygısı öne çıkarıldı. Muhtemelen bu tercihin hem İslami muhafazakarları yadırgatmayacağı, hem de sağ ve sol milliyetçiler ile ortak bir zemin oluşturabileceği hesaplanıyor…

Ancak meseleye geniş açıdan bakarsak, iktidarın fazla bir seçeneğinin de olmadığını görüyoruz. Çünkü zaten bu bir koalisyon ve de o bileşim bir arada tutulmak zorunda. Ayıca ne ülke ne de siyaset bağlamında çoğulcu bir yönetim anlayışına geçmek istenilmiyor. Dahası iktidar ortaklığının devamının çatışmacı atmosfere muhtaç olduğu da açık…

Nihayette Atatürk’çülüğün pragmatik bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Seçenekler daraldığında pragmatizmin aslında bir çaresizlik olduğunu unutmamak kaydıyla…

T24
ETİKETLER
erdoğan iktidar haber açıklama pragmatik

Reza Zarrab'la görüşen Türk avukat: İtirafçı olması kesinleşti, duruşmaya çıkmayacak
22 Kasım 2017



"Zarrab'ın şahitlik yapması, Hakan Atilla'yı da savcılıkla anlaşma yoluna girmeye iter"

Reza Zarrab'ın ABD'deki davasını yakından takip eden ve bir görüşme gerçekleştiren Cahit Akbulut, Zarrab'ın savcılıkla iş birliği yapmış olma ihtimalinin kesinleştiğini ve 27 Kasım'daki duruşmada Zarrab'ın olmayacağını kaydetti.

RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programının konuğu, ABD'de yaşayan avukat Cahit Akbulut oldu.

Sputnik'te yer alan haber aynen şöyle:

ABD'de tutuklanan Rıza Sarraf ve Halkbank yöneticisi Hakan Atilla'nın "ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımları delmek" suçlamasıyla tutuklanmalarından bu yana geçen süreç, çok sayıda gelişmeye sebep oldu.

Yaşananlar içinde belirsizliğini koruyan ve en çok merak edilen konu, Rıza Sarraf'ın savcılıkla iş birliği yapıp yapmadığıydı. Son günlerdeki gelişmeler, Sarraf'ın savcılıkla iş birliği yapmış olma ihtimali güçlendirmiş olsa da, konuyla ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programına konuk olan ABD'de yaşayan avukat Cahit Akbulut, Rıza Sarraf'la ilgili merak edilen 'savcılıkla iş birliği yaptı' sorusuna, şimdiye kadarki yanıtlardan 'en net'ini verdi. Rıza Sarraf'la 3 hafta önce bir görüşme gerçekleştiren ancak görüşmenin detaylarına 'etik' olmadığı için girmeyeceğini belirten Akbulut, Rıza Sarraf'ın durumuna ilişkin yaptığı açıklamaların yanı sıra, tutuklu bulunan Halkbank yöneticisi Hakan Atilla'nın da savcılıkla iş birliği yapma ihtimalinin belirdiğini ifade etti.

"Duruşmaya çıkmayacak"

Kamuoyunun merakla beklediği Rıza Sarraf ve Mehmet Hakan Atilla'nın 27 Kasım'daki duruşmasına Rıza Sarraf'ın katılmayacağını ifade eden Akbulut, "Bütün gelişmeleri değerlendirdiğimizde, 27 Kasım'daki duruşmaya, sadece Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla katılacak. Önceki duruşmalarda, diğer sanıkların da isimleri sanık listesinde oluyordu. Şimdi yalnızca Hakan Atilla'nın ismi var." dedi. Akbulut, sanık listesinde yalnızca Hakan Atilla'nın isminin olmasının, Rıza Sarraf'ın savcılıkla iş birliği yaptığının kanıtı olduğunu şöyle anlattı: "Duruşma listesinde sadece Hakan Atilla'nın ismi olduğu için, Rıza Sarraf'ın savcılıkla iş birliği yaptığı kesinleşti."

27 Kasım'daki duruşmada, Rıza Sarraf'ın sanık değil tanık olma ihtimalinin doğduğunu da ifade eden avukat Akbulut, Halkbank yöneticisinin da savcılıkla iş birliğine gidebileceğini ileri sürdü. Akbulut, şunları söyledi:

"Halkbank yöneticisi Hakan Atilla'nın çıkacağı duruşmada, Rıza Sarraf'ın şahit olma ihtimali var. Rıza Sarraf savcılıkla anlaştıysa, ki anlaştı, şahitlik yaptığı anda, Hakan Atilla'nın savunmaları çökecek. Rıza Sarraf'ın şahitlik yapması, Hakan Atilla'yı da savcılıkla anlaşma yoluna girmeye iter. Bugüne kadar Rıza Sarraf'ın durumunun bilinmemesi, Hakan Atilla'nın savunma stratejisini belirleyememesine sebep oluyordu. Hakan Atilla'nın savcılıkla anlaşması da sürpriz olmaz."

T24
ETİKETLER
zarrab haber açıklama avukat çıkmayacak

Euro, dolar ve sterlin rekor kırdı: İşte Türk Lirası'ndaki düşüşün 5 nedeni
22 Kasım 2017



Dolar, bu sabah 3.98 lira ile tüm zamanların en yüksek düzeyini gördü

Böylece TL'nin yıl başından bu yana dolar karşısındaki değer kaybı yüzde 12'yi aşarken, yılın en düşük düzeyini gördüğü Eylül ayından bu yana ise yüzde 16,85 geriledi.

Doların yanı sıra euro 4.68, sterlin de 5.28 TL ile rekor kırdı. Yıl başından bu yana liranın euro karşısındaki değer kaybı yüzde 25,43; sterlin karşısındaki ise yüzde 21,38 oldu.

Liradaki değer kaybı Merkez Bankası'nın da devreye girmesine yol açtı. Merkez Bankası, bankalararası piyasada bankaların borç alabilme limitlerini gecelik işlemlerde sıfıra düşürdü ve tüm fonlama işlemlerini yüzde 12,25 ile en yüksek faiz oranına sahip geç likidite penceresinden yapacağını açıkladı.

Piyasa uzmanlarına göre, bu hamle ile ortalama gecelik fonlama faizi yüzde 11,99'dan yüzde 12,25'e çıkartılmış olacak ve bu da aslında 25 baz puanlık "örtülü bir faiz artışı" anlamına geliyor.

Bu adımın ardından lira hafif değer kazandı ve dolar, euro ve sterlin de gün içindeki rekor düzeylerinden geriledi.

Türk varlıklarına yönelik satış dalgası yalnızca döviz piyasasında değil. Tahvil ve hisse piyasalarında da satışlar görülüyor.

Türkiye'nin 10 yıllık gösterge tahviline gelen satışlarla faizi 13 baz puan artarak yüzde 13,03 ile en yüksek düzeyini gördü.

Borsa İstanbul da bankacılık hisselerinin liderliğinde dünden bu yana yüzde 2 geriledi ve son dört gün içerisindeki toplam değer kaybı, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden bu yana en yüksek düzeye çıktı.

Lirada görülen düşüşün arkasında yatan nedenler:

1) Reza Zarrab davası

ABD'de İran yaptırımlarını delmek suçlamasıyla yargılanan İran, Türkiye ve Makedonya vatandaşı Reza Zarrab ile ilgili yargı süreci piyasaları olumsuz etkiliyor.

Zarrab ile birlikte Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla da yargılanıyor.

Son dönemde Zarrab'ın savcılıkla anlaşarak, davada sanıklıktan tanıklığa geçebileceği yönündeki spekülasyonlar da piyasalarda bu soruşturmanın Türk hükümetinde üst düzey isimlere ulaşabileceği kaygılarının artmasına yol açıyor.

Zarrab ve Atilla, geçtiğimiz aylarda çıktıkları ön duruşmalarda kendilerine yönetilen suçlamaları reddetmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk operasyonlarının "ülke tarihinin en büyük tuzaklarından biri olduğunu" ve bu başarısız olunca "aynı tezgahın Amerika'da kurulduğunu" söyledi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da Zarrab davasını "kumpas" olarak nitelendirdi.

2) Bankacılık sektörüne yönelik kaygılar

Türkiye'de bankacılık sektörü, özellikle 2001 krizinden sonra yapılan reformlarla ekonominin en sağlam halkalarından biri olarak görülüyor.

Ancak ABD'de görülen davada Atilla'nın yanı sıra Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan ve eski çalışanı Levent Balkan'ın da isimleri sanık olarak geçiyor.

Sanıklara "ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma, kara para aklama ve kara para aklamak için kumpas kurma" suçlamaları yöneltiliyor.

Halkbank yöneticilerinin hüküm giymesi ya da Türk bankacılık sektörüne yönelik bir yaptırıma gidilmesi kaygıları da sektöre yönelik endişeleri artırıyor.

Ayrıca geçen hafta içerisinde "Bankaların birleşme, devir, bölünme ve hisse değişimi hakkındaki yönetmelikte" değişiklik yapılmış ve Halkbank'ın başka bir bankayla birleştirilebileceği spekülasyonları doğmuştu.

Ancak bu spekülasyonlar hem Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) hem de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek tarafından yalanlandı.

3) Merkez Bankası'na yönelik güvenin azalması

Merkez Bankası ile ilgili tartışmalar ve alınan önlemlerin yeterli olmaması da piyasaları kaygılandıran bir diğer etken.

Merkez Bankası, dün reel sektörün kur riskini azaltmak amacıyla Türk Lirası uzlaşmalı vadeli döviz satım ihalesi yaptı. Yıl sonuna kadar bir, üç ve altı aylık toplam 3 milyar dolarlık ihale yapılması öngörülüyor. Ayrıca Merkez Bankası bugün de attığı adımlarla "üstü örtülü bir faiz artışına" gitti.

Ancak piyasa oyuncuları, Merkez Bankası'nın kur ve enflasyondaki artışın önüne geçmek için gerçekten gösterge faizi artırması gerektiğini ve bunu siyasi nedenlerle yapamamasının duyulan güveni azalttığı görüşünde.

Bloomberg'un haberine göre, Nomura Securities uzun vadede lira üzerindeki aşağı yönlü baskının devam edeceğini düşünüyor ve bunun nedenini de "iç talebin dış dengeler üzerinde yarattığı baskıyı ve süregelen siyasi riskleri dengelemek için merkez bankasının reel faizleri yeterli düzeyde artırma konusunda isteksizliği" olarak gösterdi.

Erdoğan'ın geçen hafta içerisinde "ekonomide ciddi bir operasyonla karşı karşıya olunduğunu" söylemesi ve Merkez Bankası'nı sert bir dille eleştirerek, "Merkez bankalarının bağımsızlığı var müdahale etmeyiniz. E tamam. Müdahale etmediğimiz için bu hale geliyor. 2018 için mali disiplini elden bırakmayacak ancak ekonomiyi de çok fazla sıkmadan, nefes aldıracak bir orta yolu bulmak zorundayız" demesi de bankanın bağımsızlığına dair kaygıları artırdı.

4) Geleneksel müttefiklerle yaşanan gerilimler

Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB), ABD ve NATO gibi geleneksel müttefikleriyle üst üste yaşadığı diplomatik krizler de piyasaları olumsuz etkileyen bir diğer gelişme.

AB, insan haklarına yönelik kaygılardan dolayı Türkiye'ye yaptığı mali yardımlarda 105 milyon euroluk sembolik bir kesintiye giderken, ABD de ilk kez bir NATO müttefiki için vize başvurularını dondurma kararı aldı.

NATO'nun bir simülasyon sırasında Mustafa Kemal Atatürk ve Erdoğan'ın isimlerini karşı tarafta göstermesi ve bunun üzerine özür dilemesi de son dönemde dış ilişkilerin en önemli gündem maddeleri arasına girdi.

Piyasalarda, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağının ve finansman kaynağının Batılı ülkeler olması nedeniyle yaşanan diplomatik krizlerin mali etkilerinin olmasından endişe ediliyor.

Türkiye, makroekonomik dengelerinin kırılgan olarak nitelendirildiği bir dönemde Batı ile yaşanabilecek mali bir sıkıntının başka ülkelerden alternatif kaynak bulunamaması halinde ekonomiyi daha da sıkıntıya sokabileceği belirtiliyor.

5) Ekonomide "aşırı ısınma" endişesi

Türkiye ekonomisi yeniden büyüme sürecine girmiş görünüyor. Son açıklanan verilere göre, ekonomi, yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,1 arttı. Geçen yıl ise büyüme oranı yüzde 2,9'da kalmıştı.

Bunun üzerine başta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve bazı kredi derecelendirme kuruluşları bu yıl için büyüme beklentilerini yukarı yönlü revize etti.

Ekonominin yeniden canlanma eğilimi göstermesine karşın piyasada bu büyümenin "sağlıksız" olduğu yorumları yapılıyor. Bunun temel nedeni olarak da bu büyümenin yatırımlardan değil, hem özel hem de kamunun iç talebinden kaynaklanması gösteriliyor.

Bu durum ise cari açığın artmasına neden oluyor. Geçen yıl 32 milyar dolar olan cari açığın bu yıl 39 milyar doları aşması bekleniyor.

Diğer yandan enflasyon da yükseliyor. Ekim ayında enflasyon son dokuz yılın en yüksek düzeyine ulaşırken, yıllık bazda tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 11,9, üretici fiyatlarında ise yüzde 17,28 oldu.

BlueBay Capital Varlık Yönetimi Stratejisti Timothy Ash, "İç talepten kaynaklanan büyüme, artan cari açık, yüksek enflasyon ve dış finansman açığı aşırı ısınmaya işaret ediyor. Ancak Türkiye'de politika yapıcılar bu durumu kabul etmiyor. Normal koşullar altında, dış finansman açığını kapatmak ve kırılganlıkları azaltmak için iç talebi yavaşlatmak, enflasyon baskısını hafifletmek ve ithalat talebini zayıflatmak amacıyla politika faizlerinin artırılması gerekir" dedi.

BBCT
ETİKETLER
dolar euro ekonomi türk lirası neden dolar yükseliyor reza zarrab davası bankacılık merkez bankası
BBC footer

"Ekonomi apansız çökebilir, Meclis duruma el koymalı"
22 Kasım 2017



"Kırılgan' demek, daha yüksek basınçlar karşısında ansızın çökme ihtimali var demektir"

HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Meclis Genel Kurulu'nda partisinin ekonomiye ilişkin araştırma önergesi üzerine söz aldı. Kürkçü, "Ekonominin apansız çökmesi ihtimali vardır, Meclis yurttaşların hakları için harekete geçmelidir" dedi.

Türkiye 2013'te ekonomisi kırılgan beş ülke arasında sayıldığını hatırlatan Kürkçü, "Bu yıl bu liste yeniden yayımlandı ve bu kırılganlık listesinde bir tek Türkiye var, diğerleri çıktılar. Şimdi Türkiye, Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar'la birlikte değerlendiriliyor" ifadesini kullandı.

HDP'li Kürkçü'nün açıklamaları şöyle:

Uluslararası endeks kuruluşlarının yaptıkları değerlendirmelerde Türkiye 2013'te ekonomisi kırılgan beş ülke arasında sayılmıştı. Bunlar Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika'ydı. Bu yıl bu liste yeniden yayımlandı ve bu kırılganlık listesinde bir tek Türkiye var, diğerleri çıktılar. Şimdi Türkiye, Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar'la birlikte değerlendiriliyor.

Kırılma apansız olur

Bu durum yeterince alarm verici. "Kırılgan" demek; daha yüksek basınçlar karşısında ansızın çökme ihtimali var demek. Kırılgan olmayan esnek materyaller nasıl yüksek şoklar ve darbelere mukavemet gösterirlerse, kırılgan olmayanlar ise çıt diye kırılırlar. Tehlike de zaten burada, öngörülür. Belirtiler yavaş yavaş yükselmez, apansız olur.

"Göstergeler ortada"


Göstergeler var; dolar bugün itibarıyla 3,95'e, avro 4,63'e yani son yılların en yüksek değerine çıktı. Motorin 5 lirayı geçti, geçen yıl 3,60'tı. Ekmeğin 200 gramı 1 Türk lirası, geçen yıl 250 gramı 75 kuruştu. Açık bir zam bu. İşsizlik bu yıl itibarıyla yüzde 10,2, geçen yıldan çok önemli bir fark yok. Enflasyon geçen yıl yüzde 8,53'tü, bu yıl TÜFE yüzde 11,20. Kredi kartı borcu olanlar 32 milyon 39 bin kişi ve toplam 49,4 milyar lira borçları var bankalara, takipte de 618 bin kişi var.

"Ekonomide durum alarm verici"

Durumun hakikaten alarm verici olduğu, kırılganlığın uç noktaya doğru yaklaşmaya başladığı açık. Fakat bunu karşılayabilmek için uygulanan Hükümet politikalarına baktığımızda, içeride olağanüstü hal, dışarıda savaş hazırlığı var. Savaş hazırlığı sadece bir retorik değildir. Başbakan Yardımcısı kendi terimleriyle bunu açıkladı "Milli savunma harcamalarımız için gereken 28 milyar doları bulabilmemiz için motorlu taşıtlar vergisine zam yapmak zorundayız" dedi.

Dolayısıyla içeride bütün bu yükler toplumun üzerine yükleniyor. İçeride olağanüstü hal, dışarıda savaş hazırlığıyla buna reaksiyon veren bir rejim, Türkiye'yi bir çıkışa doğru götürmüyor. Tam tersine öngörülemezlikleri ve kırılganlıkları durmaksızın artıyor.

"Ekonomi apansız çökebilir, Meclis duruma el koymalı"


Bu şartlar altında Meclisin duruma el koyması gerekir. Çünkü Hükümet, iç ve dış politikada sıkıştıkça, macera, baskı, şiddet ve yurttaşların haklarına yönelik saldırıları artırdıkça; bunların ekonomi üzerine etkisi artan ölçüde olumsuz oluyor. Çünkü uluslararası kuruluşlar, OHAL devam ettikçe Türkiye'deki ortaklarıyla yeni sözleşmeler yapmaktan vazgeçiyorlar, Türkiye'nin eski müttefikleriyle arası bozuluyor, kendisine yeni uluslararası müttefikler bulamıyor. Ekonominin apansız çökmesi ihtimali vardır, Meclis yurttaşların hakları için harekete geçmelidir.

T24
ETİKETLER
ekonomi ekonomi apansız çökebilir hdp ertuğrul kürkçü meclis genel kurulu haber

Selin Sayek Böke: Borçlanma, vergi, rant ve kurumsal çöküş torbası
22 Kasım 2017

Her sabah kalktığımızda bir dizi ekonomik endişeye uyanıyoruz hepimiz. Her sabah, “bu ay sonunu getirebilecek miyim” diye düşünen 6 milyonun üzerindeki asgari ücretli çalışan için, 1,566 TL’lik açlık sınırının altındaki 1,404 TL’lik asgari ücretle sofraya ekmek, et koymak, çocuk okutmak, o gün binilecek dolmuşun, otobüsün parası, uzun zamandır birer endişe kaynağına dönüşmüş durumda… Veya çalışmak isteyen ama umudunu kaybetmiş veya arasa da iş bulamayan yaklaşık 6 milyon insan için bir iş bulabilme umudunun, yerini hızla karamsarlığa bırakmasına yol açan ekonomik gelişmeler… Her gün aracına benzin koymak zorunda olan 20 milyon araç sahibi için acaba bugün TL’nin değeri ne olur, otomatik artış ne zaman depomuza yansır endişesi… Milyonlarca kişi için her sabah biraz daha artan milyarlarca liralık borçların, omuzlarındaki yükü artık taşınamayan bilmem kaçıcı taksiti… Türk Lirası, sadece son 7 gün içerisinde, dolar karşısında 10 kuruş değer kaybetti. Paramız her anlamıyla gözümüzün önünde eriyor.

Bir yandan da TBMM Genel Kurulu’nda geçtiğimiz haftadan bu yana bir torba yasa görüşülüyor. Torbanın şu ana kadar Genel Kurul’dan geçen kısmında, internet vergisinin artırılmasından, Telekom şirketlerinin borcunun affedilmesine, limonatadan alınan ÖTV’nin arttırılmasından FATİH projesine vergi muafiyeti sağlanmasına, MTV’nin arttırılmasından, Hazine’de toplanan bu vergilerin doğrudan özel bir şirket olarak kurulmuş olan Varlık Fonu’na aktarımına kadar bir dizi yeni düzenleme var.

Sadece bunlar bile gerçekte torba yasanın özünün ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: 80 milyonun içtiği limonata, bindiği araba, bağlandığı internet üzerinden ödeyeceği vergiden elde edilecek kaynak, iktidar tarafından büyük şirketlere ve yandaş projelere kaynak aktarımı için kullanılacak.

Bir kez daha halkı değil, rantı esas alan bir iktidarın torba yasası ile karşı karşıyayız.

Bu torbanın çok açık iki sonucu, hatta siyasi tercihlerin sonucu olduğu için iktidarın amacı olarak da tarif edebileceğimiz iki amacı var.

İlk amaç, bugüne kadar Saray rejiminin kurduğu çarpık ekonomik düzenin ve yapılan tüm yanlışların faturasını vatandaşa kesmek. Yani yukarıda tarif ettiğimiz sıkıntılar yetmiyormuş gibi, iktidar kendi hatalarının yükünü milyonlarca ücretli ve maaşlı çalışana, milyonlarca iş arayana, yüzbinlerce KOBİ’ye, esnafa yıkacak bir torba yasa ile karşımıza çıkıyor.

İkincisi de bu faturayı ortaya çıkartmış olan çarpık ekonomik rant düzenini daha da derinleştirmek… İşsizliğe, düşük ücretlere, güvencesiz çalışmaya, kurumsal yapıdaki çöküşe, çocuklarımızın ve gençlerimizin umutsuzluğuna, yüksek faizlere, Türk Lirası’nın hızla değer kaybına sebep olan bu düzeni perçinlemeyi, derinleştirmeyi hedefleyen bir yasa koyuyorlar hepimizin karşısına.

Söz konusu kanun bir torbadan ziyade çorbayı andırsa da, aslında kendi içinde bir bütünü temsil ediyor. Ve bu öyle bir bütün ki özünde 4 temel unsur etrafında toplamak mümkün: Bu bir borçlanma torbası, bu bir vergi torbası, bu bir kurumsal çöküş torbası, bu bir rant torbası…

Bu bir borçlanma torbasıdır…

Hemen söyleyelim, Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar borçluyken getirilen bu torba yasa, ülkenin borç yükünü de, faizleri de daha da arttıracak bir çerçeve içeriyor. 2001 yılının ilk çeyreğinde tüketiciler, bankalar, reel sektör ve kamunun toplam borçluluğunun milli gelire oranı yüzde 144 iken 2017’nin ikinci çeyreğinde bu oran yüzde 212’ye çıkmış durumda. Şimdi iktidar bu torba yasayla kamu adına 37 milyar TL daha ek borçlanma limiti istiyor.

Üstelik bu ek borçlanmaya dair hükümetin yaptığı açıklamaların da en az ek borçlanma kadar ekonomiye yük getiren ve endişe yaratan açıklamalar olduğunu ayrıca belirtmek gerek. İktidarın, “Ne için borçlanıyorsunuz” sorusuna verdiği yanıtlar, ülke ekonomisini ne kadar kırılgan hale getirdiklerinin de itirafı oluyor. Mecliste “ek borçlanmaya niye ihtiyaç duyulduğuna” dönük ısrarlı sorulara Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, “Bizim sisteme yönelik bu kadar spekülatif saldırılar varken, bizim çok güçlü ve sağlam bir şekilde yılın ilk çeyreğine girmemiz lazım. Oluşabilecek piyasaları manipülasyona yani spekülatif anlamdaki bu tür saldırılara da hazırlık ve geri ödemelerde bir sorun yaşanmamasını sağlamak üzere bu yönde bir hazırlık var, bu kadar basit ve net” sözleriyle yanıt veriyor. Bir Hükümet üyesinin “spekülasyonlara karşı para topluyoruz” açıklaması akıl alır bir açıklama değil. Çünkü böyle bir açıklama, iktidarın “ülke ekonomisini kırılgan bıraktık, spekülasyona açık bir hale getirdik” itirafından başka bir şey değil. Bu anlayış ekonomiyi hedefe koyan bir spekülasyonun bizzat kendisi ve spekülatif bir atağı çağırmakla sonuçlanma ihtimali de yüksek.

AKP’nin 15 yıldır izlediği ekonomi politikaları nedeniyle Türkiye ekonomisi zaten dış borca ve yabancı kaynağa aşırı bağımlı durumda. Kırılganlığı her daim tespit edilen ve kırılgan beşliler içinde kalıcı bir yer edinen ekonomimizin, aşırı dış bağımlılığı özellikle siyasi belirsizliğin ve istikrarsızlığın sürekli hale geldiği bu dönemde temel bir yapısal tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Buna rağmen, hükümetin bırakın bu dış bağımlılığı azaltmak için kapsamlı ve ciddi bir yapısal dönüşüme girişmeyi, Türkiye’yi yabancı kaynağa daha da bağımlı, bir başka deyişle daha da kırılgan hale getirecek bir çerçeveyi benimsediği bu torba yasada da görülüyor.

Şimdiden biliyoruz, borçluluk arttıkça faiz de artacak. Nitekim bugünden yaşamaya başladık. Tahvil faizleri rekor üzerine rekor kırıyor. Üstü kapatılmak istense de, şu gerçeğin altını bir kez daha çizmeliyiz: bugün Türkiye’de faizlerdeki artışın sorumlusu hukuksuz bir biçimde ek borçlanma yetkisi alan iktidardır. Faizlerdeki artışın sorumlusu kurumsal yapıları tamamen ortadan kaldıran, ülke risk primini artıran Saray rejiminin ta kendisidir. Faizlerdeki artışın sebebi ülkeyi spekülatif ataklara maruz kalacak bir yapıya kavuşturduklarını itiraf eden hükümettir. Bugün Türkiye’de faizler, Saray rejimi yüzünden, iktidar yüzünden, ülkeyi faiz lobilerine mahkum eden rantçı düzen yüzünden artmaktadır.

Bu bir vergi torbasıdır...

İktidar bu torba yasayla, sadece borçlanmayı arttırarak değil, aynı zamanda internet vergisini, motorlu taşıt vergisini, kurumlar vergisini, kira gelirlerinden elde edilen vergiyi, limonataya ÖTV’yi arttırmayı teklif ederek de vatandaşın sırtındaki yükü arttırıyor. Üstelik aynı dönemde vatandaşından daha fazla vergi ödemesini isteyen bir iktidarın, bu ülkede vergi ödememek için deniz aşırı adreslere para taşımayı uygun gören yaklaşımı kamuoyuna yansıyor ve bu yaklaşımın sahipleri hiçbir mahcubiyet duymuyor.

Bu bir kurumsal çöküş torbasıdır...

Bu torba yasa Saray rejiminin kurduğu hukuksuz, kuralsız, kurumsuz, keyfi iş yapma kültürünü de derinleştiriyor. İktidarın yarattığı ‘’bu ülkede her an her şey olabilir’’ algısı, Türkiye ekonomisine olan güveni çökertti. Kuralsız iş yapma alışkanlığı öngörülebilirliği, öngörülebilirliğin yok olması da ekonomik istikrarı bitirdi. Bu torba yasa da işte bu kurumsal çöküşü daha da perçinliyor.

Altmıştan fazla kanunda değişiklik içeren, torbanın ötesinde artık bir çuvala dönüşmüş olan bu yasanın yapılış ve gündeme getiriliş biçimi de keyfi ve kural tanımaz yönetimin neden olduğu kurumsal çöküşe açık bir örnek. Demokrasilerde olması gerektiği şekilde katılımcı yöntemle yasa yapmak yerine, torbalara doldurarak iş yapma anlayışı, ülkenin Saray Rejimi tarafından içine itildiği keyfi düzenin normalleşmesine katkıda bulunuyor.

Gün aşırı, o günkü siyasi çıkarına göre hukuku ve yasaları yeniden tanımlayan iktidar anlayışı sebebiyle, ülkede hiç kimse önünü göremiyor. Saray rejiminin bu keyfi iş yapma anlayışı sebebiyle hiç kimse Türkiye ekonomisinde yarın ne olacağını, hangi kuralın, ne zaman, kime, nasıl uygulanacağını bilmiyor. Bırakın vatandaşı, Saray tarafından açıklanana kadar, Bakanlar bile kuralı bilmiyor. Öyle ki kurumlar vergisine dönük düzenlemelerden MTV’ye yapılacak artışa kadar her şey, herhangi bir etki analizi veya Bakanlık bünyesinde yapılması gereken teknik çalışmalarla değil, Saray’ın tercihi ile şekilleniyor.

Bu torba yasada olan diğer kurumsal çöküş alanı da mali disiplin. Gerçek bir mali disiplin salt bütçe açığının miktarına, milli gelir içindeki payına odaklanmaz. Gerçek bir mali disiplin kuralları belli, iş yapma biçimi şeffaf, var olan kural ve hukuka uyan bir anlayışa dayanmak zorundadır. Bu torba yasada 37 milyar TL’lik ek borçlanma yetkisi talep eden iktidar, işte bu hukuk tanımayan adımıyla mali disiplin kuralını da kendi elleriyle çöpe atıyor. Üstelik bunu yaparak halen TBMM’de görüşülüyor olan 2018 bütçesini de daha şimdiden yok ediyor. 2018 bütçesi TBMM’de yasalaştıktan sonra, o yasada Hazine’ye verilecek borçlanma limitini bundan sonra kim ciddiye alır?

Yarın bir torba yasa ile bu borçlanma limitinin aşılmayacağı, öngörülen bütçe açıklarının çok ötesinde açıklar verecek şekilde maliye politikası yürütüp, sonra da ek bütçe getirmeden bir torba yasayla ek borçlanma yetkisi alınmayacağını kim garanti edebilir?

Kimse edemez...

Çünkü bu torba yasa ile bu iktidar kendi eliyle güveni ve öngörülebilirliği yıkmıştır. Mali disiplin Saray rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Torba yasada sergilenen kurumsal çöküş bununla da sınırlı değil: Bu torba yasa bir paralel hazine kurarak devlet yapısını da tamamen çökertiyor! Kurulurken adına Varlık Fonu denen İpotek Fonu’nun bir paralel hazine olacağını söylemiş ve bunun doğuracağı sıkıntılar konusunda iktidarı uyarmıştık. Şimdi bu torba yasa ile bu uyarılarımızın ne kadar yerinde olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Torba ile getirilen düzenleme Hazine’den Varlık fonuna doğrudan para aktarılmasını, yani bir nevi yeni bir paralel devlet kurulmasını öngörüyor.

Bu bir rant torbasıdır...

Türkiye’yi bu borç sarmalına sokan, inşaat rantlarına, sürekli dış kaynak girişine ve iç tüketime bağlı çökmüş olan Saray’ın kalkınma modeli. Bu torba yasa da Saray’ın kalkınmasının tek unsuru olan ranta, toplumun neredeyse geri kalanı pahasına kaynak aktarımının aracı oluyor.

Borçlanmayla, artan vergilerle toplanacak olan kaynak, Türkiye’yi Sanayi 4.0’a ve

yüksek katma değerli üretime geçirecek AR-GE yatırımları için, dünya çapında araştırma üniversiteleri kurmak için, işgücüne yeni beceri ve nitelikler kazandıran aktif istihdam politikalarına, kadını ekonominin eşit paydaşı yapacak tedbirlere veya inovasyona yatırılmayacak. Türkiye’nin üretim alt yapısını dönüştürecek projeler başlatılmayacak. Betonlaşmanın yerine çevreyi, yeşil ekonomiyi, yenilenebilir enerjiyi koyan yatırımlar olmayacak. Varsa yoksa rantı kayıran, üretkenliğiyle ekonomiye ortak olmak isteyen emeği, üretici kesimleri cezalandıran adımlar atılıyor, atılmaya devam edilecek.

Torba yasadaki maddeler iktidarın rant tercihini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor:

Bu torba yasa ile, büyüme rakamlarına göre daha çok kazanan, pastadaki payı büyüyen düşük katma değerli sektörlerden, rantçı inşaat sektöründen rant vergisi alınacağına, üretenleri de kapsayan kurumlar vergisini arttırıyor.

Türkiye’yi inovasyona taşıyacak bilimsel, rasyonel, eşit, ücretsiz eğitim için doğru adım atmak yerine, yandaş şirket zengin etmenin yolu haline gelmiş FATİH projesine vergi muafiyeti getiriliyor.

Saray rejiminin yandaşlarına devrettiği Telekom’u kurtarmak için milyarlarca liralık aflar düzenlenirken 80 milyona tüketimlerinin neredeyse her alanında vergi artışı düzenlemeleri yapılıyor bu torba yasada.

Ayrıca, Kamu Özel Iş Birliği projelerinin finansmanını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılıyor, bu sözleşmelerden Damga Vergisi ve harç alınmaması öngörülüyor.

Türkiye’yi yeşil ekonomiye taşıyıp, doğayı, çevreyi korumak yerine beton ekonomisine devam etmek için meralar, deniz kıyıları bu torba yasayla inşaat rantına açılıyor.

Özetle, Saray rejimi kendi devamlılığının dayandığı rant çevrelerini beslemeyi, ‘çarkı döndürmeyi’ 80 milyonun ortak geleceğine yatırım yapmaya bir kez daha tercih ediyor.

Sonuç olarak; iktidar bu borçlanma ve ek vergi yükü ile elde edilecek kaynakların nasıl kullanılacağına dair de çok net bir siyasi tercih ortaya koyuyor bu torba yasada. Tercih bir kez daha ranttan ve betondan, bir kez daha kuralsız, denetimsiz işleyen bir ekonomiden yana kullanılıyor. Oysa Türkiye’nin partizanca hırslara heba edilmediği bir mali harcama çerçevesine bağlı kalmak, bu ülkeyi yönetme yetkisi elinde olan iktidarın kamusal sorumluluğudur.

Türkiye’nin ihtiyacı…

Bu iktidar kamusal sorumluluğun bilincinde olan bir iktidar olsa, hızla şu adımları atar:

Torba yasayı hemen bütünüyle geri çeker, kurumsal çöküşün hızlanmasına imkan veren OHAL’i hemen kaldırır. Vergi adaletini sağlayacak kapsamlı bir vergi düzenlemesini hemen yapar. Dolaylı-dolaysız vergilerin dengesini orta sınıfların, emekçilerin lehine olacak şekilde yeniden belirler. Asgari ücrete vergi muafiyeti getirip, rantçıdan rant vergisi alır. Kamunun rolünü, yandaş sermayeyi beslemekten çıkarıp, yeniden tanımlar. Kamuyu orta sınıfları destekleyici üretken harcamalara yöneltir.

Derdi Türkiye’nin ortak geleceği ve kalkınması olan bir iktidar rantın değil halkın iktidarı olduğu bilinciyle rantçıyı değil halkı esas alan bir ekonomik kalkınma programına hiç vakit kaybetmeden geçer.

Türkiye’nin ihtiyacı olan da budur.

Verdiğimiz mücadele de bunu bir Türkiye gerçeğine dönüştürme mücadelesidir.

T24
ETİKETLER
torba yasa vergi değişiklikler kanun ekonomi kamu düzenleme borç selin sayek böke

Rakam Yargıtay başkanından: Türkiye’de her 12 kişiden biri resmen ‘şüpheli
23/11/2017

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in verdiği rakamlara göre Türkiye’de her 12 kişiden biri adliye kayıtlarında ‘şüpheli‘ olarak geçiyor.

İstanbul’da kurulu Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin düzenlediği ‘Yargı Öncesi Alternatif Çözümler’ sempozyumuna katılan Cirit, şöyle dedi: “Türk yargısının yapısal sorunlarının başında ağır iş yükü gelmektedir. Yargıtay’daki daire ve üye sayısının artırılması hatta, bölge mahkemelerinin faaliyete geçirilmesinin iş yükü sorununu halledemeyeceği açıktır. İş yükü sorunu ancak mahkemelere intikal eden uyuşmazlık sayısının azaltılmasıyla çözülebilir.”

Cirit iş yüküyle ilgili de şu istatistikleri verdi:

– 2016 istatistiklerine 80 milyonluk ülkemizde yaklaşık 6 milyon 900 bine yakın şüpheli vardır.

– Nüfusa oranladığımız yüzde 8 civarında kişi şüphelidir, haklarında ilk derece soruşturma yürütülüyor.

Bunlardan 2 milyon 900 bini küsürü hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.

– Bunlardan 2,5 milyonu şüpheli hakkında dava açıldı.

– 800 bin kişi ile ilgili yetkisizlik, görevsizlik ve değişik şekillerde işlem yapılmadı.

– Soruşturulanlardan 1 milyonuna hapis, para cezası gibi cezai yaptırım uygulandı.

Cirit’in yukarıda verdiği rakamlar ışığında hesap yapıldığında Türkiye’de yaklaşık her 12 kişiden birinin resmen ‘şüpheli‘ olarak kayda geçtiği sonucunu veriyor.
Diken

Ahmet Hakan: "Abdullah Gül Pasif bekleyişten aktif bekleyiş aşamasına geçti"
24.11.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için "Pasif bekleyişten aktif bekleyiş aşamasına geçti" ifadelerini kullandı.

Ahtmet Hakan'ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

"Pasif bekleyişteydi Abdullah Gül …

- Renk vermiyordu.

- Tavır koymuyordu.

- Cephe almamaya özen gösteriyordu.

- Asla harekete geçmiyordu.

- Susuyordu.

*

Aynı Abdullah Gül , bir aydır tutum değiştirdi.

Pasif bekleyişten aktif bekleyiş aşamasına geçti.

*

Abdullah Gül, bu aktif bekleyiş sürecinde…

- Konuşmaya başladı.

- Dış politikayla ilgili olarak net ve sert eleştirilerde bulundu.

- Komplo teorilerine ve hamasete karşı sesini yükseltti.

- Yanına gidenlere "Böyle gitmez" demeye başladı.

- Renk vermekten pek çekinmemeye başladı.

*

Bir isyan hareketi falan başlatmış değil Abdullah Gül…

- Yine harekete geçmiş değil.

- Yine beklemede.

- Yine gelişmeleri izliyor.

Ama bu kez…

Daha aktif bir bekleyiş içinde.

*

En azından 'ben ciddi bir seçeneğim' mesajını vermek ister gibi bir hali var ."

Ana Haber

"Zaman kimin haklı olduğunu Erdoğan'a bir kez daha ispatladı"
24 Kasım 2017



"Atatürk Hatay meselesini bile, Suriye'nin gururunu incitmeden barış yoluyla çözümledi"

Sözcü yazarı Soner Yalçın, "Atatürk Suriye yönetimiyle hep çok yakın oldu. Nasıl olmasın? Suriye'yi yönetenlerin hemen hepsi Türkiye'de yetişmişti" dedi. "Atatürk Hatay meselesini bile, Suriye'nin gururunu incitmeden barış yoluyla çözümledi. Zamanla…" diyen Yalçın, "Mezhepsel dış politika izleyerek hata üstüne hata yapmaya başladı.
Zaman kimin haklı olduğunu Erdoğan'a bir kez daha ispatladı" dedi.

Yalçın'ın "Erdoğan’ın meziyeti" başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Akıllı insana hatasını göster, sana teşekkür eder.
Cahil insana hatasını göster, sana hakaret eder.
Erdoğan'ın Suriye politikasında hatalı olduğunu her yazdığımda, kimi yandaşların atmadıkları çirkeflik kalmadı.
Bugün…
Erdoğan, Suriye konusunda hatasını anlamıştır; düzeltme yolundadır.
Hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır! Bu sebeple…
Erdoğan'ın Astana ile başlayıp Soçi ile devam eden Suriye müzakerelerindeki olumlu tavrı, hatasından ders çıkardığını; yılanın başının ABD emperyalizmi olduğunu kavramaya başladığını gösteriyor.
Bu olumlu diplomatik adımları görmeyip, öfkeyle sürekli Erdoğan'ın Suriye hatasından söz edersek kendimizi-ülkemizi cezalandırmış oluruz.
Bunun kime yararı olur?
Böylesine kötümser bir dış politika anlayışı olabilir mi? Her somut gelişme yeni somut tahlillere yol açmalıdır.
Biz, savaştan değil barıştan yana olma kararlılığımızı ısrarla sürdürmek zorundayız. Erdoğan bizim savunduğumuz çizgiye geldiyse yerimizden niye memnun olmayalım! Bundan mutlu olmamız gerekir. Çünkü:

Mevzubahis olan Türkiye'dir…
Mevzubahis olan Suriye'dir…
Mevzubahis olan “yurtta sulh dünyada sulh” anlayışıdır…
Suriye'de kardeş kanının dökülmesinin önüne geçen, ülkenin toprak bütünlüğünü savunan her somut diplomatik girişimi desteklemeliyiz.
Hele bakınız:
Suriye bizim komşumuz değildir.
Suriye bizim akrabamızdır…

T24

Bu olay CeHaPe döneminde değil AKePe döneminde oldu: Polis Kur'an Kursu hocası hanımın e
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ksm 24, 2017 10:28 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ksm 23, 2017 7:26 pm    Mesaj konusu: Biz fanilerin bilmeyip de Reza Zarrab’ın bildiği... Alıntıyla Cevap Gönder

"Biz fanilerin bilmeyip de Zarrab'ın bildiği, içinde devlet yetkililerinin de olduğu suçlar söz konusuysa..."
23 Kasım 2017



"Yoksa bu kadar telaş neden olsun"

Evrensel başyazarı İhsan Çaralan, "Biz fanilerin bilmeyip de Reza Zarrab’ın bildiği, içinde çok önemli devlet yetkililerinin de olduğu, suçlar söz konusuysa elbette durum farklı olacaktır" dedi. "Yoksa bu kadar telaş neden olsun" ifadesini kullanan Çaralan, "Yüksek devlet ricali aylardan beri geceleri bir gözü açık uyusun ki?" diye sordu.

Çaralan'ın "Diller ne derse desin akıllarda Zarrab var: Bu telaş niye ki?" başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

20 aydır ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab’ın; ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu delmek, kara para aklamak, bazı T.C. vatandaşı yetkililere rüşvet vermek gibi suçlardan yargılanmaya başlanmasından beri, “Türkiye’de yüksek makamlarda oturan kimileri gecelere bir gözleri açık uyuyor” desek yeridir.

Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da diğer yüksek makam sahibi zevat; her gün kürsüdeler. Haber programları her gün onların konuşmalarıyla doluyor. Ama son günlerde bu zevatta bir telaş, bir telaş sormayın!

* Cumhurbaşkanı, enerji ve çevre ile ilgili, en azından kendisi için çok önemli konularda konuşuyor; ’60’lı ’70’li yıllardaki antiemperyalist mücadeleye, solculara, sosyalistlere, herhalde yabancı sermayeye karşı çıktıkları, “NATO’ya hayır” dedikleri için olacak, verip veriştiriyor. Ama araya birden Zarrab davası ve ABD’nin niçin bu davayı açtığı, bu davaya karşı çıkmanın nasıl memleket meselesi olduğu giriyor.

* Başbakan ve Hükümet sözcüsü konuşuyor: Herkese “Dolarınızı bozdurun, altınlarınızı yastık altından çıkarıp bize teslim edin” diyenler, çocuklarının, yakınlarının milyonlarca doları yurt dışına götürüp, vergi cenneti ülkelerde kuluçkaya yatırmalarının “gayet yasal ve ahlaki” olduğunu savunuyorlar. Ama akılları Zarrab’ın savcılara ne söylemiş olabildiğinde.

* Cumhurbaşkanı Soçi’de önemli bir zirveye hazırlanırken, birden Putin’in Esad’la kucaklaşması, hararetli sohbeti gündeme düşüyor. “Yoksa PYD’den sonra Esad da mı masaya oturtulmak isteniyor?” endişesi yükseliyor ama yine de akıllar en çok Zarrab’ın New York’ta ucu zülfüyara dokunan neler söyleyebileceğinde.

* Norveç’te, “NATO tatbikatında skandal” ortaya çıkıyor; Cumhurbaşkanı ve Atatürk hedef yapılıyor; Cumhurbaşkanı, NATO konusunda kendine sahip çıkan muhalefeti Zarrab davasına aynı “milli hassasiyeti” göstermediği için yerden yere vuruyor.

Kısacası 20 ay önce Zarrab’ın ABD’de tutuklanmasıyla başlayan endişeler, geçen süre boyunca büyüdü; endişeler son günlerde devletin en üst makamlarında bir “telaşa” dönüştü. Öyle ki, “Reza Zarrab 5 gündür cezaevindeki koğuşunda yok. Akıbetinden endişe ediyoruz. Reza nerede?” diye T.C. Hükümeti ABD’ye nota verdi!

Kısacası ABD’de yargılanan İran uyruklu sonradan T.C. vatandaşı Zarrab’ın ABD’de yargılanması artık “milli bir dava”dır. Çünkü Türkiye’nin resmi görüşü; bu dava ile milletin, Türkiye’nin hedef alındığı, “Türkiye’ye bir kumpas kurulduğu” biçimindedir.

Peki öyleyse; Reza Zerrab neden yargılanmaktadır?

Bu sorunun yanıtı Türkiye kamuoyunda artık biliniyor ama yineleyelim: Zarrab, ABD’nin bankacılık sistemini zarara uğratmak, İran’a yönelik ABD ambargosunu delmek, kara para aklamak, bu işleri yaparken Türkiyeli kimi yetkililere rüşvet vermek suçlarından yargılanmaktadır. Zarrab’ın yargılanması da (Zarrab’ın ortağı Babek Zencani’nin de İran’da yargılanıp idama mahkum edildiği dikkate alındığında) herkes için iyidir. Eğer gerçekten rüşvet alarak Zarrab’ın suçlarına alet olmuş T.C. yetkilisi (bakan ya da banka bürokratı) kişiler varsa onların da yargılanmasının Türkiye’ye bir zararı olamaz. Sonuçta bu kişiler rüşvetçidir ve yargılanmaları Türkiye için de iyidir. Eğer suçlu değillerse zaten mahkeme sırasında ortaya çıkacaktır.

Bir takım rüşvetçilerin yargılanmasının Türkiye’ye nasıl bir zararı olabilir ki?

Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ; “Zarrab’ı itirafçı yaparak Türkiye’yi suçlamak istiyorlar” diyor.

Peki sonradan T.C. vatandaşı olmuş, devlette bir makam ya da bir devlet kurumunda görevde bulunmamış bir kişi olarak Zarrab; Türkiye’yi uluslararası alanda suçlu gösterebilecek -iftira olsa bile- nasıl bilgilere sahip olabilir ki? Velev ki FETÖ’cülerle, FBI’yla oturup yalanlar uydurdular; koca T.C. bu yalanları, bir anda yüzlerine çarpacak gerçekleri ortaya koyarak çürütmez mi?

Elbette eğer suçlamalar bundan ibaret değil. Biz fanilerin bilmeyip de Reza Zarrab’ın bildiği, içinde çok önemli devlet yetkililerinin de olduğu, suçlar söz konusuysa elbette durum farklılaşmaktadır.

Yoksa bu kadar telaş neden olsun; yüksek devlet ricali aylardan beri geceleri bir gözü açık uyusun ki?

T24
ETİKETLER
reza zarrab haber açıklama

Her taşın altından ‘damatlar’ çıkıyor: İhaleleri tekelleştirdiler
23-11-2017



AKP iktidarında oğulların ve damatların ‘ayrıcalıklı’ ticari faaliyetleri gün yüzüne çıkmaya devam ediyor.

AKP iktidarında önce oğulların yaptığı ticari faaliyetler gündeme gelmişti, son yıllarda ise damatların ticari faaliyetlerinde ‘rakipsizleştirilmesi’, ihalelerin tekelleştirilmesiyle gündemden düşmüyorlar. Eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın belediye ile arsa alım satımı ve inşaat faaliyetleri çok konuşulmuştu. Şimdi de bir başka Kavurmacı’nın belediye ile ilişkileri ortaya çıktı.

Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın kuzeni ve aynı zamanda Bülent Arınç’ın ağabeyinin damadı. Ömer Faruk Kavurmacı’nın amcaoğlu olan Gök Global Turizm’in ortağı Said Kavurmacı, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ağabeyinin kızıyla evli. Said Kavurmacı’nın belediye ile ilişkisi ise İETT’nin şehir içi turist taşımacılığı yapan üstü açık otobüslerin işletmecisi olmasıyla başlıyor. “Bunda ne var? Herkes gibi o da ihaleye girip almış olabilir?” diyenler çıkabilir. Ancak kazın ayağı öyle değil.

TEKELLEŞTİRDİLER

Cumhuriyet’in haberine göre İETT aldığı kararlarla, Said Kavurmacı’nın şirketi Gök Global’ı bu alanda hem tekel konumuna getirmiş hem de ihalede belirtilen sayıda otobüsün iki katı otobüsle taşımacılık yapılmasına göz yummuş. Kavurmacı’nın şirketi, taşımacılık yaptığı hatların ihalesine tek şirket olarak girmiş ve ihaleyi 3 milyon lira bedelle almış. 2015’te iki ayrı hat için ihale yapılmış ve 60 milyon lira karşılığında Globalist şirketi ihaleyi almasına karşın İETT hiçbir gerekçe göstermeden ihaleyi iptal etmiş. Böylece turistik hat taşımacılığında Kavurmacı’nın şirketi rakipsiz kalmış. İhalenin iptal edilmesiyle İETT de 60 milyon TL’lik gelirden olmuş.

15 YILLIK SERÜVEN

İstanbul’da şehir içi turistik hat taşımacılığı 2002 yılında başladı. 27 Mayıs 2002’de İBB’nin Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü’ne başvuran İETT, “Taksim, Dolmabahçe, Eminönü, Sultanahmet, Süleymaniye gibi turistik mekânlarda çalışacak bir turistik hat kurulmasını ve 10 otobüs kiralanmasını teklif etti. Teklifi uygun bulan UKOM, 28 Haziran 2002 günü “Taksim, Dolmabahçe, Eminönü, Sultanahmet, Süleymaniye ve İETT’nin belirleyeceği diğer hat ve güzergâhlarda 20 adete kadar otobüsün kiralanmak suretiyle hizmet vereceği “TURİSTİK HAT’ın kurulmasına” karar verdi. Bu karardan bir yıl sonra oluşturulan hattın işletmesini alan Arar Tur ve bir İspanyol şirket, bir yıl sonra işi bıraktı. İETT de hattın işletmesi için Plan Tours’la anlaştı. İki otobüsle bu hatta taşımacılık işine giren Plan Tours, 2013 yılına kadar İETT ile sözleşme yaptı. Şirket 2010 yılına kadar bu hatlarda tur işletmeciliğini sürdürdü. Plan Tour’un çalıştığı hat; Taksim, Unkapanı, Fener; Balat, Eyüp, Edirnekapı, Topkapı, Mevlanakapı, Belgrad Kapı, Sahilyolu, Yenikapı, Kumkapı, Sultanahmet, Gülhane, Sirkeci, Eminönü, Karaköy, Dolmabahçe ve başlangıç noktası olan Taksim.

KAVURMACI ORTAKLARDAN BİRİ

İETT 2010 yılına kadar iki yeni hat daha açtı: Sultanahmet-Çamlıca ve Sultanahmet- Dolmabahçe. Bu iki hattın ihalesine ise tek şirket girdi. Bu şirketin Ticaret Sicili’ndeki adı Gök Global Tturizm A.Ş. Firmanın yönetim Kurulu Başkanı Ömer Gündoğdu. Ancak şirketin SSK’ya ve çalıştığı Türkiye Finans Katılım Bankası’na gönderdiği resmi yazılarda ortaklar olarak Halil Aydın, Said Kavurmacı ve Abdülhamit Erbay’ın isim ve imzaları yer almakta.

İETT’DEN TAM DESTEK

Eski İBB Başkanı Kadir Topbaşı’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın amcazadesi olan Said Kavurmacı’nın şirketi Gök Global Turizm A.Ş’nin tek başına girdiği ve aldığı ihalenin şartnamesine göre, bu hatta 10 yıl boyunca 13 otobüs kiralayarak turist taşımacılığı yapacak ve bunun karşılığında İETT’ye 1 milyon 212 bin tam bilet karşılığı bir para ödeyecek. Bugünkü tam bilet bedeli üzerinden hesaplandığında Gök Global’in ödeyeceği miktar 3 milyon lira. Bu ihale yapıldığında İETT Genel Müdür Hayri Baraçlı’dır. Yani şimdiki İBB Genel Sekreteri. Kavurmacı’nın şirketi 2010 yılından itibaren bu hatta çalışmaya başlıyor. İETT’ye 10 yıl boyunca ödeyeceği miktar sadece 3 milyon TL. Aynı şirket şehir turu yaptırdığı her turistten aldığı bilet bedeli ise 33 Avro. İETT’nin Gök Global’a desteği bununla da bitmiyor. Şirketin çalıştığı hatları ve otobüs saatlerini de kendi sitesinden yayımlayarak bedava şirketin reklamını da yapmış oluyor.

BİG BUS TOURS ÇEKİLDİ

2015 yılın sonunda İngiliz Big Bus Tours 10 milyon dolar karşılığında Gök Global Turizm’e ortak oluyor ve çoğunluk hissesini alıyor. Ancak ne oluyorsa koca şirket isim hakkını bırakarak bu işten çekiliyor.

KAVURMACI TEKEL

İETT 2013’te sözleşmesi biten Plan Tours’un sözleşmesini yenilemiyor. İki yıl boyunca da bu hatlar için ihale açmayarak Gök Global Turizm’in alanında tekel olmasını sağlıyor. İETT Genel Müdürlüğüne Mümin Kahveci gelince 2015 yılında sözleşmesi yenilenmeyen Plan Tours’un işlettiği hattı ihaleye çıkarıyor. 26.11.2015 tarihinde yapılan “İstanbul genelinde turizm sektöründe hizmet vermek üzere 7 adet otobüs ile tek hat üzerinde 10 yıl süreli turistik hat kiralama” ihalesine 16 şirket katılıyor. İhaleyi Globalist Turizm Seyahat Ltd. Şti. 23 milyon 900 bin tam bilet karşılığı kazanıyor. Bu rakamın bugünkü karşılığı ise 60 milyon lira ediyor. Otobüs sayısı Kavurmacı’nın şirketi Gök Global’ın işlettiği otobüs sayısının yarısı, İETT’ye ödeyeceği para ise Gök Global’ın 18 katı olmasına karşın İETT, 24.12.2015 tarihinde ihaleyi nedensiz iptal ediyor. 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 31.maddesi uyarınca ita amirince ihalenin iptal edilmesi yasal. Ancak bu ihalenin yenilenmesi gerekirken aradan iki yılı aşkın zaman geçmesine karşın ihale yenilenmiyor. İhalenin iptal edilip yenilenmemesi en çok Damat Said’in şirketine yarıyor. Böylece turistik hat işletmeciliğinde Kavurmacı’nın şirketi Gök Global Turizm’in tekel konumu sürmüş oluyor. İETT ise 60 milyon gelir kaybına uğruyor.

KAHVECİ SESSİZ

Kendisi de turizmci olan CHP İBB Meclis Üyesi Erdal Tüfekçi, bu ihalenin iptalinin doğurduğu kamu zararını meclis kürsüsünden dile getirmesine karşın grupta hazır bulunan İETT Genel Müdürü Mümin Kahveci, Tüfekçi’nin sorularına cevap vermek yerine sessiz kalmayı yeğledi.
İleri Haber

"Zarrab, 'tanık' listesinden çıkarıldı, 'hassas tanık' oldu"
23 Kasım 2017 1



ABD'de "Zarrab davası" olarak başlayıp, Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın gözaltına alınmasıyla "Halkbank davasına" evrilen dava sürecinde, yeni bir gelişme yaşandı. Atilla'nın avukatı, davanın son ön duruşmasında, isim vermeden Zarrab'ın, "sanık" statüsünden, "savcılık tanığı" statüsüne geçtiği mesajını verdi. Atilla’nın avukatı Cathy Fleming, New York’ta görülen davanın dün yapılan son ön duruşmasında, savcılığın “tanıklarından” biri hakkında, “durumun çok hassas olması nedeniyle” isminin açıklanmamasına ilişkin bir Mahkeme kararı olduğunu vurguladı.

“Bu tanığın ismini, mahkeme kararı nedeniyle kendi müvekkilimizle bile paylaşamıyoruz” diyen Fleming, bunun Atilla’nın savunmasını hazırlamak ve mahkeme sürecinde çapraz sorgu açısından bir “handikap” oluşturduğunu söyledi.

Sözcü'de Zeynep Gürcanlı imzasıyla yayımlanan habere göre, Fleming’in bu sözleri, son mahkeme kararlarında adı sanık listesinden çıkarılan, Savcılık tarafından hala “federal gözaltında olduğu” açıklanan, ancak yeri söylenmeyen Reza Zarrab’ın, sözü edilen “hassas tanık” olabileceği şeklinde yorumlandı.

Mahkeme Hakimi Richard Berman’ın geçen hafta verdiği bir karar dava dosyasına konulmuş, ancak üzerine gizlilik kararı da eklenmişti. Bu nedenle, Berman’ın bu kararının ne olduğu kamuoyu tarafından öğrenilememişti.

Fleming’in bahsettiği kararın “hassas tanık hakkındaki gizlilik kararının”, bu mühürlü karar olduğu yorumları yapıldı. Davanın sanıkların Mehmet Hakan Atilla, 27 Kasım’da yapılacak jüri seçiminden hemen sonra başlaması beklenen jürili duruşma için Hakim’den takım elbise izni isterken, Zarrab için avukatları böyle bir başvuruda bulunmamıştı.

Davanın son ön duruşmasında alınan bir başka karar ise, 27 Kasım’da seçilecek jüri isimlerinin kamuoyuna açıklanmaması olacak.

Davayı başından bu yana izleyen CHP’nin ABD temsilcisi Yurter Özcan, Sözcü’ye yaptığı açıklamada, Hakim Berman’ın jüri üyelerinin isimlerinin gizli tutulması kararını, son dönemde yaşanan bazı gelişmeler nedeniyle aldığını söyledi. Özcan, Hakim’in son ön duruşmada, dava dosyasındaki mühürlü bazı kararlar konusunda son dönemde bazı çevrelerin mahkeme çalışanlarından bilgi almaya çalıştıklarına ilişkin bilgiler bulunduğunu, bunu “rapor edeceğini söylediğini” de ifade etti.

Özcan, Jüri isimlerinin de bu nedenle gizli tutulmasına karar verildiğini de vurguladı.

“Savcılık çalışanları Gülenci değil"

Türkiye’de gerçekleşen 17-25 Aralık operasyonlarına ilişkin dosyanın, Zarrab-Atilla davasına bakan New York Güney Bölge Federal Savcılığı tarafından davanın ana delillerin biri haline getirilmesi nedeniyle, İstanbul Başsavcılığı soruşturma başlatmıştı.

İstanbul Başsavcılığı’nın hakkında soruşturma açtığı iki isimden biri olan ve halen Zarrab-Atilla davasını yürüten New York Güney Bölge Başsavcı Vekili Joon Kim hakkındaki iddiaları yanıtladı.

New York’ta dün başka bir konuda düzenlediği basın toplantısı sırasında Kim’e, İstanbul Başsavcılığı’nın hakkında açtığı soruşturma soruldu. İddiaların “gülünç olduğunu” söyleyen Kim, şöyle konuştu;

“Bu durum, ya temel bir yanlış anlamayı, ya da bizim adalet sistemimizin nasıl çalıştığına ilişkin bilgi sahibi olunmadığını, hatta samimi olmak gerekirse, hukukun üstünlüğünün nasıl işlediğinin anlaşılamadığını ortaya koyuyor” dedi.

New York Güney Bölge savcılık çalışanlarının “Türk iç politikasına göre hareket etmediklerini” söyleyen Kim, “Savcılık, Türk iç politikasına göre çalışmıyor. Savcılık çalışanları da Gülenci değil” diye konuştu.

T24
ETİKETLER
zarrab haber açıklama hassas tanık

"Hadi Zarrab ilişkisi konusunda eski AKP'li bakanları anladık da, Erdoğan nasıl asıl hedef oldu?"
23 Kasım 2017



"Türkiye'nin telaşı niye?"

Sözcü yazarı Soner Yalçın, ABD'de tutuklu bulunan ve 17/25 Aralık operasyonlarının kilit ismi Reza Zarrab hakkında "AKP iktidarı kurnazlığının vebalini biz vatandaşlar cebimizden ödüyoruz ve ödeyeceğiz! Yetmiyor. İtibarımız ayaklar altında" tepkisini gösterdi. "Reza Zarrab kim oluyor? Suçlu ise cezasını çeksin bize ne?" diye soran Yalçın, "Demek bizim bilmediklerimiz var. Demek 'asıl hedef Erdoğan?' Hadi Zarrab ilişkisi konusunda AKP'li eski bakanları anladık da, Erdoğan nasıl asıl hedef oldu?" dedi.

Yalçın'ın "Bit yeniği" başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanana yazısı şöyle:

Diyorlar ki:
“ABD'deki Zarrab davasının hedefinde Erdoğan var!”
Diyorlar ki:
“Halk Bank görevlisi Hakan Atilla'nın ABD'de yargılanmasının hedefinde Erdoğan var!”
Bunu diyenler AKP'liler…
Bunu diyen yandaş gazeteciler…
Erdoğan niye hedefte ben bilmiyorum! Herhalde bu sözü edenlerin bir bildikleri var!
Erdoğan, Zarrab'ın merkezinde olduğu hayali ihracata mı karıştı?
AKP'lileri dinleyip, yandaşları okuyunca kafam karışıyor!
Gerçi… AKP iktidarının telaşını da anlayamıyorum; ABD'ye nota üzerine nota veriyor. Neden bu kaygı? Bu neyin sıkıntısı?
Sanki bu yargı süreci ilk kez yaşanıyor. ABD Hazine Bakanlığı'nın ambargoyu delen kimi bankalara ceza yağdırdığını bilmiyorlar mı? Örneğin…
– Alman Commerzbank'a Mart 2015'de 1.45 milyar dolar ceza kesti. Aynı bankaya 2011 yılında da 175.5 milyon dolar ceza kesti.
Almanya bu süreçte “asıl hedeflerinde Merkel var” deyip ardı ardına ABD'ye nota mı verdi? Güldürmeyin beni.
Keza…
– 2015 Mayıs ayında Fransız BNP Paribas'a 9 milyar dolarlık rekor ceza kesti. Fransız Credit Agricote ve Societe Generali bankalarına 2.7 milyar dolar ceza kesti. (Bu dava New York'ta sürüyor.)
– Hollandalı ING, Haziran 2012'de 619 milyon dolar para cezasını ödemeyi kabul etti.
– İsviçreli Credit Suisse, Aralık 2009'da kesilen 536 milyon dolarlık para cezasını ödeyeceğini duyurdu.
Bitmedi…

Bu telaş niye

ABD Hazine Bakanlığı tarafından ceza kesilen bankalar yaz yaz bitmez…
Hangi bankaya kaç milyon dolar ceza kesildiğine kimi örnekler sıralayayım:
Lloyds TSB (350), ANZ Banking Group (5.8), RBS/ABN Amro (500), Barclays (298), Compass Bank (607), Well Fargo (67.5), JB Morgan (88.3),Trans-Pacific National Bank (12.5), HSBC (1.9), Standart Chartered Bank (667), Bank of Tokyo (8.6), National Bank of Abu Dhabi (855), Deutsche Bank (18.9), Bank of Moscow (9.5), Bank of America (16.6), Credit Agricole (329), Paybal (7.6), Banco do Brasil (139)…

Listeyi uzatmayayım.
Hatta Compass Bank gibi bazı bankalara iki kez ceza kesildi.
Peki…
Bu bankaların bulunduğu ülkeler ABD'ye nota verdi mi? Hayır.
Listede ABD'nin kendi bankaları bile var.
Bu ülkeler dünyayı ayağa kaldırdı mı? Hayır.
O halde… Türkiye'nin telaşı niye?
AKP'liler, yandaşlar niye “asıl hedef Erdoğan” deyip duruyor?
Herhalde bizim bilmediğimizi onlar biliyor!
Bakınız….
Diğer ülkeler bankalarına milyon-milyar dolar ceza kesilirken bunun duyulmaması için çaba gösterdi. Kimse çıkıp şunu demedi:
– “Bizim başbakanımız asıl hedef!”
– “Bizim cumhurbaşkanımız asıl hedef!”
Kimse sorunu küresel siyasi krize dönüştürmedi.
Bu sebeple…
Reza Zarrab konusunda Türkiye'nin tavrı dünyanın ilgisini çekiyor. Ticari bir konunun nasıl siyasi krize dönüştüğünü anlamakta zorluk çekiyorlar.
Sahi… Bu iş niye buralara geldi?
Bir bit yeniği mi var?
AKP'nin Erdoğan sorunu

Kurnaz…
Başkalarını kandırmasını ve ufak tefek oyunlarla amacına ulaşmayı beceren açıkgöz kimsedir.
Son yıllarda politika salt kurnazlık üzerine inşa edilir oldu. Ne yazık ki devlet yönetimine de bu leke bulaştırıldı. Bunun sebebi AKP iktidarı.
Öyle ya….
1979 yılından beri İran'a ambargo var.
1979 yılından beri Türkiye, İran'la ticari ilişkisini yasal çerçevede yürütüyordu.
Ama bu AKP'ye yeter mi? İlla arkadan dolanacak, dolambaçlı yollardan geçecek. (Bu arada kimileri de sadece devlet hazinesini değil, kendi cebini dolduracak.)
Maalesef AKP, belediyecilikten öğrendiği kurnazlığı devlet yönetimine taşıdı. Geçici başarı da kazandı. Ama…
İş küresel boyuta taşındığında kurnazlık, dış işlerinde hep sorun çıkmasına sebep oldu. Bunun faturası elbet ekonomiyi de etkiledi. Dolar, Euro niye rekor kırıyor sanıyorsunuz? Bunlar AKP kurnazlığının sonucu… Ve elbet beceriksizliğin, devleti yönetememenin!
Bugün yüksek sesle dile getirmiyorlar ancak AKP'de dillendirilen şudur: “AKP'nin bir Erdoğan sorunu var!”
Aslında… Türkiye'nin bir Erdoğan sorunu olduğu çok açık değil mi?
Baksanıza şu Zarrab konusunda yapılanlara! Koskoca Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışıyor mu?
AKP iktidarı kurnazlığının vebalini biz vatandaşlar cebimizden ödüyoruz ve ödeyeceğiz! Yetmiyor. İtibarımız ayaklar altında…
Reza Zarrab kim oluyor?
Suçlu ise cezasını çeksin bize ne?
Suçlu ise Halk Bank cezasını ödesin! Kuşkusuz buna sebep olan siyasiler-bürokratlar yargı önüne çıkarılsın.
Ama… İşte…
Demek bizim bilmediklerimiz var.
Demek “asıl hedef Erdoğan?”
Hadi Zarrab ilişkisi konusunda AKP'li eski bakanları anladık da, Erdoğan nasıl asıl hedef oldu?
Biri anlatsa da anlasak…

T24
ETİKETLER
zarrab haber açıklama ilişki erdoğan

Reza Zarrab davasının ekonomiye etkisi ne olur?
Hülya Karabağlı
23 Kasım 2017



CHP'li Faik Öztrak: Zarrab davasından “milli bir dava” çıkmaz ama milletin ekonomisini bozacak etkiler çıkar

CHP Tekirdağ Milletvekili, eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla ABD’de tutulu olarak yargılanan iş adamı Reza Zarrab’ın itirafçı olduğuna yönelik iddiaların, ekonomiye etkilerini değerlendirdi. Bu davanın gerçekten de Türkiye’nin başına ciddi sorun yaratabilecek bir dava olduğuna dikkat çeken Öztrak, “Zarrab’ın ABD bankalarını aldatarak İran’a ambargonun arkasını dolandığı ve bunu da Türkiye Hükümeti’nin ve Halk Bankası’nın aracılığıyla yaptığı ortaya çıkarsa, bizim bankalarımıza karşı ciddi tedbirler gündeme gelebilir” uyarısında bulundu.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının son yaptıkları açıklamalarda, Zarrab davasına ilişkin yürütülen soruşturmanın Türk bankalarını ‘negatif not baskısı altında bırakabileceğinin ifade edilmeye başlandığını belirten Öztrak, “Bu gelişmeler bankacılık sistemimize güveni sarsabilir. Bunun sonucunda hem dış ticaretimiz hem küresel finansa ulaşmamız olumsuz etkilenir. Zaten sıkıntıda olan ekonomimizde ciddi yaralar açabilir” dedi.

Zarrab davasının giderek Türkiye’nin yumuşak karnı haline geldiğine dikkat çeken Faik Öztrak’ın T24’e değerlendirmeleri şöyle:



“İran’ın uranyum zenginleştirme programını engelleyebilmek için başlatılan ambargolar”

2006’da Birleşmiş Milletler öncülüğünde, İran’ın uranyum zenginleştirme programını engelleyebilmek amacıyla başlatılan ambargolar, bu ülkenin uluslararası finans ve ticaret sistemine erişimine büyük darbe vurdu. ABD’nin kendi başına uygulamaya koyduğu bir takım ambargo ve engeller de bu süreçte etkili oldu. İran’ın karşı karşıya kaldığı bu finansal kıskacı aşabilmek adına, eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad döneminde, bir takım alternatif yollar aramaya başladığını gördük. Ancak, daha sonra İran, bu dolambaçlı işler esnasında kaybettiği paraların peşine düşüldü. Bu operasyonda yer alan İranlı aktörler bu ülkede yargı önüne çıkarıldı hatta bu operasyonu yürüttüğü söylenen şahıs idam cezası aldı.

“Zarrab davasını konusu ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasa dışı delmek”

Bu operasyonların Türkiye ayağında yer alan Reza Zarrab ise şu anda ABD’de yargılanıyor. Davanın konusu, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasadışı yollarla delmek, ABD kurumlarını dolandırmak, bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık, kara para aklamak. Bu dava henüz sonuçlanmadı ancak Zarrab’ın tanık sıfatıyla bu konuda önemli bilgileri ABD makamlarıyla paylaştığına dönük algı, artık hükümet kanadında da ağırlık kazanıyor.

Dava kapsamında Zarrab’ın, bu operasyonları yürütebilmek için Türkiye’de bir rüşvet ağı kurduğuna dair iddialar da var. Bu iddialar Türkiye’de de TBMM gündemine kadar geldi. Ancak AKP milletvekillerinin oylarıyla, bu iddiaların yargı tarafından incelenmesinin önü kesildi. Şimdi bunun ülke için nasıl yumuşak bir karın teşkil ettiğini görüyoruz. İran yargıladı, ABD yargılıyor ama bizde hükümet Zarrab’a Türk bayrağı önünde TV programları yaptırdı. Bakanlar bu isme teşekkür plaketleri verdiler. Yani şu anda ABD’de tutuklu olan bu ismi taltif edip durdular. Şimdi de aynı isme beddua edip duruyorlar.

“Meclis’te bu iddialar gündeme geldiğinde AKP’lilerin kalkan elleriyle kapatıldı”

Ekonomiye olabilecek etkilerini, dışarıdan gelecek düşmanca bir komploya bağlamaya ve bunu milli bir dava haline getirmeye çalışıyorlar. Kusura bakmasınlar, TBMM’de bu iddialar gündeme geldiğinde sorumlu bakanlar istifa etti ama AKP’lilerin kalkan elleriyle bu davanın önü kapatıldı. “Türk milleti adına” karar veren Türk mahkemelerinden kaçırılan Zarrab davasından “milli bir dava” çıkmaz ama milletin ekonomisini bozacak etkiler çıkar. Bunun da sorumlusu önce bu usulsüz petrole karşı altın ticaretine göz yumanlar ve iş ayyuka çıkınca da yargılamanın önünü kesenlerdir.

“Türkiye şu anda ciddi risklerle karşı karşıya”

Ben, daha 17-25 Aralık ortaya çıkmamışken gerek TBMM’de yaptığım konuşmalarda gerekse düzenlediğim basın toplantılarında çok defa “Bunu yapmayın. Hele ki kamu bankalarını bu iş için kullanmayın. Türkiye’nin başına ciddi sorunlar açacaksınız” dedim. Maalesef uyarılarımız dikkate alınmadı, Türkiye şu an ciddi risklerle karşı karşıya.

“Bankalarımıza karşı ciddi tedbirler gündeme gelebillir”

Evet, bu dava gerçekten de Türkiye’nin başına ciddi sorun yaratabilecek bir dava. Zarrab’ın ABD bankalarını aldatarak İran’a ambargonun arkasını dolandığı ve bunu da Türkiye Hükümeti’nin ve Halk Bankası’nın aracılığıyla yaptığı ortaya çıkarsa, bizim bankalarımıza karşı ciddi tedbirler gündeme gelebilir.

ABD bu güne kadar birçok yabancı bankayı, çeşitli ülkelere uyguladığı ambargoları ABD bankaları üzerinden dolarla yaptıkları usulsüz işlemlerle delmeleri, nedeniyle cezalandırdı. Örneğin, bir Fransız bankası, yaptığı operasyonlarla ABD’nin bazı ülkelere yönelik ambargolarını deldiği için 9 milyar dolar ceza ödemek zorunda kaldı. Türkiye de böyle cezalarla karşı karşıya kalabilir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptığı son açıklamada, Zarrab davasına ilişkin yürütülen soruşturmanın Türk bankalarını “negatif not baskısı altında bırakabileceği” ifade edilmeye başlandı.

“Zarrab davası Türkiye’nin yumuşak karnı haline geliyor”

Bu gelişmeler bankacılık sistemimize güveni sarsabilir. Bunun sonucunda hem dış ticaretimiz hem küresel finansa ulaşmamız olumsuz etkilenir. Zaten sıkıntıda olan ekonomimizde ciddi yaralar açabilir. Zarrab davası, giderek Türkiye’nin yumuşak karnı haline geliyor. Bu, Türkiye’nin uluslararası pazarlıkların yapıldığı her masada dezavantajlı olmasına, bu davanın ülkemize karşı bir koz olarak kullanılmasına neden olacak. Yapılan hataların ve iktidarın yargının denetiminden kaçmasının bedelini her zaman olduğu gibi yine milletimiz ödeyecektir.

T24
ETİKETLER
faik Öztrak chp reza zarrab abd halk bankası ekonomi yaptırım iran dava

Bu olay CeHaPe döneminde değil AKePe döneminde oldu: Polis Kur'an Kursu hocası hanımın eviini gece bastı, kapıyı kırarak içeriye girdi ve...
24.11.2017



Milli Gazete'nin haberine göre; Kapısı kırılarak evine girilerek tutuklanan Kur'an hocası Ayşan Orakçı yaşadıklarını anlattı

Diyarbakır 'da camide Kur'an-ı Kerim dersi verdiği için 2004 yılında hakkında açılan davanın mahkûmiyetle sonuçlanmasının ardından dün akşam koçbaşıyla evinin kapısı kırılarak gözaltına alınıp cezaevine konulan engelli Kur’an Kursu Hocası Ayşan Orakçı, bugün savcılığın infazını durdurması kararı üzerine tahliye edildi.

Merkez Bağlar ilçesinde bulunan E Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan Orakçı,Yaşadığı mağduriyet hakkında cezaevi önünde açıklamalarda bulundu. Orakçı, evine yapılan baskındaki tutuma tepki göstererek, olayın sorumlularının cezalandırılmasını istedi.

"POLİS BASKININDA BİRİLERİNİN CİNNET GEÇİREREK EVE SALDIRDIĞINI DÜŞÜNDÜM"

Polisin eve yaptığı baskını kâbus olarak niteleyen Orakçı, "Polislerin baskınında ben birilerinin cinnet geçirerek, eve saldırdığını düşündüm. Baskından önce çocuklarımın hep biri bir odada ders çalışıyordu. Baskın, çok kötü bir durumdu. Ben polislere böyle yaptıklarının çok saçma olduğunu, adresimin belli olduğunu ve neden böyle bir baskın yaptıklarını sordum. Polisler çok samimiyetsizdi ve sonradan adliyede de çok samimiyetsiz davranışları vardı. Onlara mağdur olduğumu ve bana ceza veren yargı mensuplarının cezaevinde olduğunu, bir kâğıda bakılarak bu şekilde mağdur edildiğimi anlattım. Onlar da beni alaya aldılar." dedi

"BİZ POLİSLERE NE KADAR ‘TAMAM’ DEDİKSE ONLAR BİZE BAĞIRIYORDU, ÇOK KORKUNÇ BİR DURUMDU"

Baskında art niyetin olduğuna işaret eden Orakçı, "Yıllar önce de evimize gelindi ama böyle gelinmedi. Yani çok kötü bir durumdu. Böyle bir şey yaşanmaz. Nasıl kapıyı çalmadılar? Polissiniz. Önce araştırma yapın, ‘Bu dairede kim yaşıyor’ diye. Komşularımız var, eş dostumuz var. Bunun niye yapıldığını hâlâ çözemedim. Çocuklarım da mağdur oldu.Bir de ben ne yapabilirim ki onlara? Böyle bir baskın yaptılar. Biz polislere ne kadar ‘tamam’ dedikse onlar bize bağırıyordu. Çok korkunç bir durumdu." ifadelerini kullandı.

Polisin kendisini rencide ettiğini söyleyen Orakçı, sözlerine şöyle devam etti:

"Biz ne kadar polislere karşı sakin davrandıysak onlar bize o kadar kaba davrandılar. İlk girdikleri zaman bizi rencide ettiler. İlk girdiklerinde biz ‘tamam, tamam’ diyoruz, onlar ise ‘Ellerini indir, yere yat , yere yat’ diyorlardı. Bizden onlara bir zarar gelmezdi. Adaletin gerçekten olmadığını dün hissettim. Kesinlikle adalet olsa böyle bir şey olamaz. "
Ana Haber

Erol Mütercimler: Rıza Sarraf davası nedeniyle ülkemizi zor günler bekliyor çözüm milli mutabakat
22.11.2017



Sputnik'in haberine göre; RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programına katılan siyaset bilimci Erol Mütercimler, Rıza Sarraf davası nedeniyle 2018, 2019 ve 2020 döneminde oldukça zor günlerin beklediğini ifade etti.

Sarraf'ın itirafçı olma ihtimalinin kuvvetlendiği şu günlerde, ufakta ABD'nin Türk bankalarına çok yüksek miktarlarda keseceği ileri sürülen cezalar var. Türkiye'nin NATO'dan çıkmasına ilişkin tartışma ise, yeni değil. 60'lı, 70'li yıllardan bu yana sık sık kamuoyunun gündemine gelen bu tartışma, kimi zaman siyaset kulislerini hareketlendirdi. Kimi zaman ise, sokaklarda NATO karşıtı eylemler yapıldı. Ancak hiçbir zaman, ülkeyi yönetenler, NATO karşıtı açıklamalar yapmamıştı. NATO sistemine entegrasyonu yapılamayan S-400 füzelerinin Rusya'dan alınması da, tartışmayı körükleyen unsurlardan biri.
İktidarın 'Atatürk hamlesi' ise, sadece siyasette değil, sokaklarda da bir hareketlenmeye sebep oldu. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda ve Atatürk'ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım tarihinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve iktidar kanadından geçmişte duyulmamış biçimde Atatürk övgüleri yapıldı. Konunun sokakları hareketlendirmesi ise, 'samimiyet' sorgulaması yapılmasıyla oldu.

RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programına konuk olan siyaset bilimci Erol Mütercimler, Rıza Sarraf davası, Türkiye'nin NATO'dan çıkma tartışması ve iktidarın 'Atatürk hamlesi'ne yönelik değerlendirmelerde bulundu.

'NATO'DAN ÇIKMAK 15 YIL SÜRER'

Türkiye'nin NATO'dan çıkmasının kısa vadede mümkün olmadığının altını çizen Mütercimler, NATO'dan çıkmanın en az 15 yıl alacağını şöyle anlattı:

"Avrasya'ya dönme meselesi mümkün değil. Türkiye NATO'dan çıkabilir mi? Karar verir hemen çıkarsın. Karşı tarafta seni çıkartabilir. Ama çıkarırlar mı? Bunun cevabı hayır. Türkiye'nin NATO'dan çıkma kararı vermesi halinde ise, uygulamaya geçmesi en kısa 15 yıl sürer. O yüzden, iki tarafta ne yapabilirim diye düşünüyor. NATO'dan çıkmak için hazırlıkların yapılması gerekirdi. Bunun hazırlıkları yapılmadı. Sizin NATO'nun yerine koyacağınız bir şey yok."

'BEYAZ SARAY 15 TEMMUZ'UN İÇİNDE OLSAYDI ASKERİ DARBE BAŞARILI OLURDU'

15 Temmuz darbe girişiminde Beyaz Saray'ın kurumsal olarak destekçi olmadığına değinen Mütercimler, "FETÖ'nün 15 Temmuz'daki isyanında, ABD'nin unsurları var. Ama bu unsurlar kurumsal olarak katılmadı. Orada, NATO'nun, CIA'nın, Pentagon'un bir koridoru var. Ama Beyaz Saray'ın kendisi yok. Beyaz Saray'ın kendisiyle, Pentagon kurumsal olarak 15 Temmuz'un içinde olsaydı, askeri darbeyle sonuçlanırdı. Türkiye'de askeri darbe istemediler. Ama Türkiye'yi iç isyan tehdidiyle yüz yüze bıraktılar. İstedikleri zaman bu ülkede iç isyan çıkartabiliyorlar" dedi.

'SURİYE KONUSUNDA YANLIŞLARI KİM YAPTIRDIYSA 17-25 ARALIK'TAKİ YANLIŞLARI YAPTIRAN DA ODUR'

Rıza Sarraf davasının Türkiye'ye olağanüstü zor günler yaşatacağını ifade eden Mütercimler, şunları söyledi:

"Rıza Sarraf üzerinden yürünen mesele, doğrudan doğruya, Tayyip beye yönelik bir mesele. Suriye konusunda 7 yıl boyunca yapılan hataları kim yaptırdıysa, 17 — 25 Aralık döneminde adı geçen bakanları mahkemeye çıkarttırmayarak hata yaptıran da odur. Büyük bir stratejik yanlışlıktı. ABD açısından Türkiye'nin maksimum düzeyde zarar görmesi için gerekecek karar çıkacak. 2018 Türkiye için olağanüstü zorlu bir hale getirilecek. Bu dönemi milli konsensüsle toparlayamazsak, 2019 — 2020 dönemi bu ülke için olağanüstü zor olacak. Çözüm, milli konsensüstür, milli mutabakattır. Ama bu milli mutabakatın şu an için mümkün olmadığını görüyoruz.

Ana haber

Fehmi Koru: Reza Zarrab 'itirafçı' olduysa...
23 Kasım 2017



"Hükümet sözcüsü de olan başbakan yardımcısı ‘iftiracı’ sıfatını bile kullandı onun için…"
Fehmi Koru*

Rıza Sarraf’ın ‘itirafçı’ hale dönüştüğünden artık neredeyse eminiz. ABD’den gelen haberler o yönde. Mahkemenin daha önceden belirlenmiş günde başlamayacak olması bile bu yeni gelişme ile ilgili olabilir.
Neyi ‘itiraf’ ediyorsa veya edecekse, o konularla ilgili ek malzemeler bu arada toplanmaya çalışılacaktır.
Bazılarımız sonradan Türk vatandaşlığına geçmiş İran asıllı Rıza’nın, yanına eşini ve çocuğunu da alarak ABD’ye gitmesini danışıklı dövüş olarak gördü; yani Rıza en başından ‘itirafçı’ olmak üzere yola çıkmıştı o bazılarına göre..
Yalan söyleyecek değilim, ben de öyle düşünenlerdendim. Eğer son gelişme de önceden yazılmış senaryonun bir parçası değilse, ‘baştan beri itirafçı’ yakıştırmasının doğru olmadığı, yeni misyonuna Sarraf’ın şu son günlerde karar verdiği anlaşılıyor.

Acaba neden?
Amerikan yargı sistemi bizimkinden farklı
İlk akla gelen, kendisine teklif edilen anlaşmayı Sarraf lehine bir parça daha iyileştirmiş olabilir savcılar…
ABD yargı sistemi savcılara geniş bir alan bırakıyor. Pahalı yargılama sürecini kısaltabilmek için mahkeme öncesi anlaşma yoluna girebildikleri gibi, daha büyük balıklara ulaşabilmek için de küçük balıkla anlaşabiliyor savcılar.
Her iki halde de mahkeme daha başlamadan bitmiş oluyor; tabii yargıç yapılan anlaşmayı onayladığı taktirde…
Anlaşma yüzünden başlamadan biten mahkeme süreci yeni dava/lar açılarak başka zeminde sürdürülebiliyor.
Gelen haberler doğruysa, yani Rıza Sarraf teklif edilen anlaşmayı kabul ettiyse, Amerikan cezaevlerinde kalacağı süreyi asgariye indirmeyi, hatta yeni bir kimlikle hayatını devam ettirmeyi de sağlamış olabilir.
Şimdi iş, anlaşmanın masraflı süreci kısaltmak için mi, yoksa yargılamanın kapsamını genişletmek amaçlı mı yapıldığının tespitine kalıyor…
Genel kanaatin Türkiye’nin başına dert açma yolunda bir anlaşma olduğunu elbette ben de biliyorum.
Konuyu yakın takip altında tutan kalemler bundan hiç kuşku duymuyorlar.
Daha da önemlisi, siyasiler de, verdikleri demeçlerle, ‘itirafçı’ haline dönüşen Sarraf’ı da hedefe koymaya başladılar.
Hükümet sözcüsü de olan başbakan yardımcısı ‘iftiracı’ sıfatını bile kullandı onun için…
Sarraf’ın önemini biz büyüttük
Konu bu noktaya gelmişken, sürecin bizimle ilgili yönüne biraz yakından bakmakta yarar olabilir.
Acaba Sarraf’ı ‘itirafçı’ olmaya Türkiye’nin süreçte izlediği tavır sevk etmiş olabilir mi?
Farklı yönetilseydi, süreç daha az zararla atlatılabilir miydi?
Yalnızca 17-25 Aralık (2013) günlerinde, o sırada tapelerle köşeye sıkıştırılan bazı siyasilere yönelik iddiaların üzerine gidilmemesinden, yargının ve Yüce Divan yolunun başlamadan bitirilmesinden söz etmiyorum.
O yola başvurulsaydı bugün durum Amerikan yargısına Türkiye’yi sarsacak bir malzeme olmayabilirdi.
Benim üzerinde düşünülmesini, hiç değilse bundan böyle biraz farklı bir tavır sergilenmesini arzu etmemin sebebi o değil.
Geçmiş geçmişte kaldı, ona dönemeyiz.
Esas düşünülmesi gereken, Rıza Sarraf’ı Amerikalılar gözünde büyüten tavrın doğru olup olmadığı…
Aylar boyunca konuya ilişkin resmi ağızların açıklamaları ve tüketilen mürekkep ile işgal edilen televizyon yayın saati ile büyüdü Sarraf’ın önemi; sıradan bir yolsuzluk konusu, ülkenin ‘beka sorunu’ ile bu yüzden bütünleşiverdi.
Verilen olağanüstü önem Sarraf’ın savcılarla kendisinin daha lehine bir anlaşmayı kotarmasına yaradıysa hiç şaşırmam.
Daha ‘cool’ yaklaşılabilirdi bu konuya ve bu denli büyütülmeden etkisi asgariye düşürülebilirdi.
Hiç değilse, bugünden geriye baktığımda, bu yapılabilirdi gibi görünüyor bana.
Sanki kendi elimizle Sarraf’ı büyük oyunda çok önemli bir oyuncu haline dönüştürmüş gibiyiz.
Birileri birilerine had bildirmek istiyor, Rıza işte o oyunda en vazgeçilmez malzeme halinde karşımızda duruyor.
İş işten geçti mi?
Rıza’nın kendisini rahatlatacak bir anlaşmayı kotarmasını sağlayan ‘itirafları’ yüzünden ülkemizi rahatsız edecek bir süreç başlayacaksa, bu artık durdurulamaz mı?
Durdurulamaz diye düşünülürse durdurulamaz elbette; ancak şimdiye kadar yapılanın yanlışlığı görülebilir ve bundan sonrası için aklı başında bir yol izlenebilirse, ülke bu vartayı en az zararla atlatabilir.
Aksi halde Rıza Sarraf, Amerikan yargı sistemi tarafından, ülkemizin kimyasını bozacak bir unsura dönüştürülebilme potansiyelini hala taşıyor.
Olabilir mi? İstenirse olabileceğine eminim, ama isteneceğinden o kadar emin olamıyorum.
En yetkili ağızların ‘’Ambargoyu deldiysek deldik, kime ne?’’ anlamına çekilebilecek açıklamaları bana dönüşü olmayan bir yola girildiğini düşündürüyor.
Türkiye Rıza Sarraf’la sarsılacak bir ülke olmaktan süratle uzaklaşmalı.
Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
zarrab haber açıklama itiraf

Mahçupyan: Erdoğan faiz/enflasyon ilişkisini anlamamasına rağmen bildiğini sanıyor...
23 Kasım 2017



"Türkiye'nin aklını başına alması, normale, makule, basirete dönmesi lazım… Ne yazık ki bu bile artık cesaret gerektiriyor…"

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, enflasyon-faiz-döviz üçlemesinde dengenin tutturulamadığını belirterek, "Erdoğan’a bakılırsa ekonomi açık bir operasyonla karşı karşıya, dövizdeki şişkinliğin hiçbir rasyonel temeli yok, enflasyonun sebebi faiz ve Merkez Bankası da müdahale edilmediği için yanlış yapıyor… Açıkça söyleyelim, bu önermelerin hepsi yanlış ve Cumhurbaşkanı bu yanlışı sürdürdüğü sürece Türkiye’de özerk özel yatırım ihtimali yok" diye yazdı.

Mahçupyan, "Erdoğan faiz/enflasyon ilişkisini anlamamasına rağmen bildiğini sanıyor. Karşısında yanlışını açıkça söyleyecek birileri olmadıkça, kariyerini koruma uğruna önünde mırın kırın edildikçe ülkeye zarar veriliyor" ifadelerini kullandı.

Mahçupyan'ın "Ekonomide ‘akla ziyan’ dönemi” başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Kasım borsada yabancı yatırımcının göreceli hesap kapatma ayı olduğu için genelde satıcılı geçer. Ancak bu yıl dramatik bir ‘kaçış’ işareti verdi. Görüntüde mesele Rıza Zarrab’ın yargılanmasının Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiyi bozabilecek ve bunun kredi piyasasına olumsuz yansıyacak olması. Ancak temel neden Türkiye’nin bu türden olumsuz gelişmeler karşısında finansal direncinin azalmakta oluşu ve ekonomi yönetiminin sorun çözme kapasitesinin daralması.

***

Basitçe söylersek enflasyon-faiz-döviz üçlemesinde denge tutturulamıyor. Hepsi birbirini tetikleyerek yükselmeye devam ederken, açık bir ekonomide yönetimin elindeki sınırlı araçlardan biri olan faiz hadleri de tamamen irrasyonel bir biçimde değerlendiriliyor. İşi oluruna bıraktığınız anda faiz edilgen bir unsura dönüşerek enflasyonu takip ediyor. Faizi bir etken yönlendirici olarak kullanmak ise, şu anki durumda ani bir faiz sıçramasını gerektiriyor. Çünkü enflasyonist talebi durdurmanın başka yolu yok. Öte yandan ekonomi yönetimi paralize olduğu ölçüde, döviz bir yatırım unsuru olarak algılanıyor ve enflasyon oranının iki misli hızla yükselmeye devam ediyor.

Dolayısıyla borsadaki yabancı yatırımcılar kar realizasyonu yaptıklarında borsadan kazandıklarından daha çoğunu döviz satın alırken kaybetmek durumunda kalacaklarını öngörerek mal boşaltmayı tercih edebiliyorlar. Borsada işleyen mantığın genelde sabit yatırım konusunda da önemli bir etken olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Diğer deyişle yatırımcılar döviz kurlarında istikrarı koruyabilen, kurlarla enflasyon arasında dengeyi sürekli kılabilen ve reel faizin düşük kalmasını sağlayacak bir kurumsal güvenilirlik ve siyasi öngörülebilirlik üretebilen ülkelere yatırım yapmak istiyorlar.

Maalesef Türkiye bu ölçütlerin hiçbirinde iyiye gitmediği gibi, son bir yıl içinde bariz şekilde irtifa kaybediyor. İster yerli ister yabancı olsun, yatırımcı gözüyle bakıldığında temel mesele ekonomi yönetiminin bilgiye, rasyonelliğe ve kurumsal özerkliğe dayanması yanında, siyasetin de söz konusu ekonomi yönetiminin hareket kabiliyetini kısıtlamaması. Ancak bu açıdan da Türkiye kaygan bir eğim üzerinde hızla dezavantajlı bir konuma sürükleniyor.

Erdoğan’a bakılırsa ekonomi açık bir operasyonla karşı karşıya, dövizdeki şişkinliğin hiçbir rasyonel temeli yok, enflasyonun sebebi faiz ve Merkez Bankası da müdahale edilmediği için yanlış yapıyor… Açıkça söyleyelim, bu önermelerin hepsi yanlış ve Cumhurbaşkanı bu yanlışı sürdürdüğü sürece Türkiye’de özerk özel yatırım ihtimali yok. Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın bakışı önemli, çünkü ekonomik bir girdi… Merkez Bankası ve genelde ekonomi yönetimi Erdoğan’ın kurduğu psikolojik mahalle baskısını aşamıyor, doğruları savunamıyor, ara denge noktaları bulmaya çalışıyor ve dolayısıyla hiçbir şey doğru yapılmıyor.

Ekonomi biliminin ‘batı kafasının’ hegemonyası altında olduğu türünden bir garabetten hareket edersek, aynen geçmişteki Sovyetler benzeri ‘milli’ ekonomi teorisi arayışlarına girer ve bedelini çok ağır öderiz. Erdoğan faiz/enflasyon ilişkisini anlamamasına rağmen bildiğini sanıyor. Karşısında yanlışını açıkça söyleyecek birileri olmadıkça, kariyerini koruma uğruna önünde mırın kırın edildikçe ülkeye zarar veriliyor.

***

Bu tablonun yerli yabancı herkes tarafından izlenmesi, kapalı kapılar ardında kinayeli ve gülümsemeli sohbetlere konu olması, ülkesini seven herkes için incitici olmalı. Hele ekonomideki sıkışmayı komplolara bağlayıp, ‘milletimizi bölemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanımızı parçalayamayacaksınız’ türünden bir hamasetle açıklamaya kalkmamız bir zül…

Türkiye’nin aklını başına alması, normale, makule, basirete dönmesi lazım… Ne yazık ki bu bile artık cesaret gerektiriyor…

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan reza zarrab türkiye ekonomi dış borç

"Erdoğan, Hakan Atilla'nın da itirafçı olmasından endişeleniyor"
24 Kasım 2017



"Önümüzdeki günlerde ilginç gelişmeler bizi bekliyor"

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Başbakan Binali Yıldırım'ın, adını vermeden ABD'de tutuklu Türkiye ve İran vatandaşı Reza Zarrab davasıyla ilgili sarf ettiği "Sanık olarak açtığınız dosya daha duruşma başlamadan tanığa dönüşmüştür" sözlerini değerlendirdi.

Yetkin, ABD'deki davada sadece Reza Zarrab'ın itirafçı yapılmak istenmediğini öne süren Yetkin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın da itirafçı olması konusunda endişelendiğini belirtti.

Yetkin, Bu konuda bir de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün hükümete “Zarrab konusunu milli mesele haline getirmeyelim” çağrısı oldu, fazla yüksek perdeden değildi ama yine de kayda alalım" diye yazdı.

Murat Yetkin'in "Zarrab davası, ABD kumpası ve yeni sorular" başlığıyla yayımlanan (24 Kasım 2017) yazısı şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım 22 Kasım’da yaptığı konuşmada Zarrab davasının artık “Türkiye’ye ve ülkemizin küresel ölçekteki ekonomik ilişkilerine zarar verme noktasına geldiğini” söyledi.

Yıldırım “Davanın tarafları orada baskı altında tutulmakta, ülkemiz ve menfaatlerimiz aleyhine ifade vermeye zorlanmaktadır” dedi ve ekledi: “Sanık olarak açtığınız dosya daha duruşma başlamadan tanığa dönüşmüştür. Bunun adalet neresindedir?”

Ben ilk cümlede açıklayıcı olmak adına “Zarrab davası” diye yazdım ama aslında Başbakan “Zarrab davası demedi; “ABD’de devam eden bu yargı” dedi.

Çünkü daha sonra sarf ettiği “sanık tanığa dönüşmüştür” ifadesinden de anlayabileceğimiz gibi ortada bir Zarrab davası kalmamış olabilir. Zarrab çoktan Türkiye aleyhine suçlamalarla dolu iddianameyi ceza indirimi karşılığında kabul etmiş olabilir. Dolayısıyla davada tek sanık olarak Halkbank Genel Müdürü Hakan Atilla Kalmış ve Zarrab da onun aleyhinde tanık sıfatıyla yer alacak olabilir.

Olabilir diyorum, çünkü bu çıkarımların tamamını yapılan açıklamaların satır aralarından çözmek zorunda kalıyoruz; doğru dürüst bir bilgi almak mümkün olmuyor.

Tabii bu arada manzarayı daha da karmaşık hale getiren, ama hala resmi bilgi haline gelmemiş haberler de yayılıyor. Örneğin Amerikan mahkemesinin Türkiye’den Hakan Atilla lehine belge, bilgi varsa kendilerine iletilmesini istemiş olması gibi. (Doğruysa, bunda Başbakan Yıldırım’ın ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile görüşmesinden iddianamedeki kanıt olarak sayılan bilgilerin yasal yollardan toplanmamış (malum, kapatılan 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturması dosyalarından bir kısmı) olduğundan yakınmasının etkisinden söz edilebilir.) Ya da ortaya “Şahıs 1” adı takılan bir gizli tanığın çıkmış olması gibi.

Bu gelişmeler Başbakanın son sözleriyle birlikte değerlendirilince ortaya başka, şimdiye dek sorulmamış bir soru da çıkıyor.

Hayır, Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimine yol aldığı ve İran’daki patronu Babek Zencani’nin idam cezası aldığı günlerde Reza Zarrab’ın artık Türkiye’de tehlikede olduğu inancıyla İstanbul’daki FBI görevlileriyle anlaşarak danışıklı dövüşle güya tutuklanmak için mi ABD’ye gittiği sorusu değil. Onu zaten biliyorsunuz.

Acaba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçenlerde AK Parti grubunda Amerikan yetkililerinin Türk vatandaşlarına baskı uygulayarak itirafçı yapmaya çalıştığı suçlamasıyla sadece Zarrab’ın değil, aynı zamanda Atilla’nın da itirafçı yapılmak istenmesi endişesini mi dile getiriyordu.

Dikkatler Zarrab üzerinde yoğunlaştığı için bizler mi öyle algılamıştık? Yoksa Zarrab’ın saf değiştirdiği çoktan belli olmuş, daha o aşamada baskılar Atilla üzerinde mi yoğunlaşmıştı?

Çünkü bir de savcılığın Atilla’ya kendi çıkarlarıyla banka çıkarlarının çelişip çelişmediği sorusunu sorduğu yolunda iddialar var. Eğer doğruysa, bunun bir sonrası, Halkbank’ın kamu bankası olması nedeniyle, acaba iddia edilen suçlamaları kendi başına mı, hükümet yetkililerinin talimatıyla mı işlediği sorusuna muhatap olmak olabilir.

İşte o noktada, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamasına bile gerek kalmadan Amerikan bankalarının Halkbank’a, dolayısıyla Türk bankacılık sistemine tek yönlü kısıtlamaları söz konusu edilebilir. Başbakan Yıldırım, Türkiye’nin küresel ekonomik ilişkilerine zarar verme ihtimali derken bundan söz ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’da tutmayan tezgâhın, şimdi ABD’deki bu daha üzerinden görülmeye, yani hükümetin bu yolla devrilmeye çalışıldığından bahisle “Türkiye’ye kumpas” söylemi de bu var sayıma, ya da endişeye dayanıyor.

Erdoğan’ın bu sözleri 21 Kasım’da düzenlenen basın toplantısında ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert’e soruldu.

Üstelik “Türkiye’ye karşı komplo kazanı mı kaynatıyorsunuz?” gibi, bizim meslekteki deyimiyle o tür yanıt almak üzere tasarlanmış bir “çanak soru” şeklinde.

Zaten Türkiye üzerine hemen her soruya alaycı yanıtlar veren sözcü de pası aldı ve şu yanıtı verdi: “Türkiye’den hep aynı (…) bizi bir tür darbe tezgâhlamakla suçlayan terane. (..) Tamamen saçmalık. Bunlarla ilgimiz yok.”

Özel olarak Zarrab konusuyla ilgisi var mı yok mu bilemiyoruz henüz. Ama örneğin Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olmakla suçlanan, Pennsylvania’da mukim Fethullah Gülen’in ABD’de faaliyetine hala devam ediyor olmasına dair ABD makamlarından yanıt bekleyen hala pek çok soru var.

Ama darbe ve kumpaslara değinmişken Nauert’e sözcülüğünü yapmakta olduğu ABD’nin bu konudaki sabıkasını hatırlatmakta da yarar var. Örneğin ABD’nin İran (1953), Şili (1973) ve Grenada (1983) darbelerinde Amerikan istihbaratı CIA’nın belirleyici rolü, o yıllarda kesin dille yalanlansa da sonradan ortaya çıkmış ve kabul edilmişti.

ABD’nin Türkiye’deki 12 Eylül 1980 darbesindeki rolü içinse Nauert o dönemde Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapan ABD Büyükelçisi James Spain’in anılarına bir göz atabilir; kitabın adı “Türkiye’de Amerikan Diplomasisi”. (Yenilerde Doğan Kitap’tan yayınlanan “Meraklısı İçin Entrikalar Kitabında” Türk okurlarına ayrıntılarıyla aktarmaya çalıştım.)

Artık adı Zarrab davası olmayabilir ama resmileşmediği için öyle diyelim, Zarrab davasına gelince.

Hala büyük bir belirsizlik içinde, 27 Kasım’da jüri oluşumunu ve 4 Aralık diye verilen duruşma tarihi bekleniyor.

Bu konuda bir de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün hükümete “Zarrab konusunu milli mesele haline getirmeyelim” çağrısı oldu, fazla yüksek perdeden değildi ama yine de kayda alalım.

Önümüzdeki günlerde ilginç gelişmeler bizi bekliyor çünkü.

T24
ETİKETLER
hakan atilla erdoğan hürriyet murat yetkin haber yazı reza zarrrab türkiye abd iran

MHP: PKK ve FETÖ muhibi Bülent Arınç’ın bunu idrak etmesini beklemiyoruz!
24 Kasım 2017



"Arınç’ın yeni görevi FETÖ hain darbe girişimini aklamadır"

MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, Eski Başbakan Yardımcısı ve Meclis Başkanı Bülent Arınç’ı FETÖ’yü aklamaya çalışmakla suçlayarak, sert eleştiriler yöneltti. Büyükataman, "PKK ve FETÖ muhibi Arınç’ın bunu idrak etmesini beklemiyoruz" dedi.

Büyükataman, Bülent Arınç’ın “AK Parti MHP’lileşmemeli. Benim MHP’nin anladığı anlamda milliyetçiliğe itirazım var” şeklindeki sözlerine yazılı açıklamayla yanıt verdi.

Büyükataman “Bülent Arınç yaptıklarıyla Türk siyasetinde değil ama muhakkak Türk siyasi tarihinde kendine hak ettiği yeri bulması gereken bir figürandır. Bir siyasetçinin kendisiyle en fazla ne kadar çelişebileceğini göstermek açısından Türk siyasi tarihinde emsalsiz bir yere sahiptir. Hatırlanacağı üzere; sert çıkışları ve bu sert çıkışların kendi genel başkanınca terbiye edilişi yine Türk siyasi tarihinin en acı, en trajik vakıalarındandı” dedi.

Arınç’a yönelik sert ifadeler kullanan MHP’li Büyükataman açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Siyasete yeniden atılmak için MHP üzerinden gündeme gelmeye çalışan, Türk siyasi tarihinin en büyük anti kahramanı Bülent Arınç’tır ve yeni nesil siyasetçiler için ne yapılmaması gerektiği konusunda en önemli tarihi kişiliktir.

Bülent Arınç katıldığı televizyon programında; ‘zırva tevil götürmez’ nev’inden açıklamalar yapmıştır.

"PKK sever Arınç’ın..."

Hatırlanacağı üzere; Bülent Arınç, Paris’te 3 PKK terör örgütü üyesinin öldürülmesinin ardından, ‘Böyle ölmeyi hak etmediler’ ve ‘Üzüldüm’ açıklamaları yapmış, bölücübaşını aklamaya çalışmış, terör örgütü üyelerinin dağa çıkmalarını kendince haklı bulmuştu. PKKsever Arınç’ın ‘Türklük şuur ve gururunu, İslam ahlak ve faziletini’ ilke edinen, şeref ve haysiyet mefhumlarının üzerine inşa edilmiş bir siyasi hareketi var eden sebepleri anlaması mümkün değildir.”

Arınç’ın açıklamalarına yanıt veren Büyükataman, Arınç’ın Fethullah Gülen’le ilgili sözlerini de hatırlattı. MHP’li isim şunları kaydetti:

“Bizim siyasetimizin öznesi Türk milletidir. Yegâne kuvvetimiz, varlık nedenimiz ve gelecekle ilgili kurduğumuz hayallerimizin esası Türk milletiyle ilgilidir. Sözümüz, ülkülerimiz, hedeflerimiz ve ilkelerimiz Türk milletiyle anlamlı olmaktadır. Milliyetçiliğimiz Türk milletiyle mana, ruh ve muhteva kazanmaktadır. PKK ve FETÖ muhibi Arınç’ın bunu idrak etmesini beklemiyoruz.

Bülent Arınç 'Fethullah Gülen hocaefendi Bir deniz feneri gibi yolumuzu aydınlatıyor.' diyen kişidir.

7 Haziran’dan 1 ay önce çıkıp Ankara’nın parsel parsel satıldığını söyleyip 8 Haziran’da dut yemiş bülbüle dönen Arınç değil midir?

Sahte suikast yalanıyla Arınç sayesinde FETÖ, Türk Devletin mahremi olan Kozmik Oda'ya girmedi mi?

Bülent Arınç’ın sabıkalarını yazsak ciltlerce ansiklopedi olur.

Bülent Arınç'ın açıklamaları; savunma değil, provokasyon, günah çıkarma değil, FETÖ’ye ümit olmaktır.

“Damadımın bir gün tamamen aklanacağını, tertemiz beraat edeceğini imanım kadar biliyorum.” diyen Arınç FETÖ’cülere hangi mesajı vermektedir?”

Bülent Arınç’ın yeni görevinin FETÖ’nün hain darbe girişimini aklama olduğunu ileri süren MHP’li Büyükataman şu ifadeleri kullandı:

“Yine aynı tv programında Arınç; “Ben şundan çok eminim, bu 80 milyonluk kitlede belki 80 kişi haricindeki herkes Fetullah Gülen’in belki bir dini lider olarak, belki eğitim hizmetlerinin güzelliği karşısında bir sempati beslemiş olabilir.” demektedir. Anlaşılan odur ki; daha önce PKK’lı teröristleri aklama ve parlatma oyununun figüranı olan Arınç’ın yeni görevi FETÖ hain darbe girişimini aklamadır.

Bu sözlerinin tam anlamı kendi suçuna Türk milletini ortak etmeye çalışmak ve suç ortağı aramaktır. Bu millet FETÖ’cü hainlerin ne olduğunu, Arınç onlar için gözyaşı dökerken de biliyordu. Arınç dilerse sempati beslediği kişinin yanına Pensilvanya’ya gidebilir. Bülent Arınç, kendi yaptığı suça Türk milletini ortak edemeyecektir.”

T24
ETİKETLER
bülent arınç yeni görev fetÖ darbe girişimi aklama haber

Yılmaz Özdil: 'Hukuku guguk yapmayın' diye yalvardık, 'bumerang gibi size döner' diye uyardık!
24 Kasım 2017



"Sanık Rıza tanık oldu"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla Mart 2016'dan bu yana tutuklu bulunan Türkiye ve İran vatandaşı Reza Zarrab hakkında, "Sanık Rıza tanık oldu" dedi. Özdil, "Hukuku guguk yapmayın diye yalvarırken, bumerang gibi size geri döner diye uyarırken bunu anlatmaya çalışıyorduk maalesef" dedi.

Özdil'in "Sanık Rıza tanık oldu" başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Başbakanımız Binali bey konuştu, “Rıza Sarraf sanık olarak açılan davada tanık yapıldı, adalet bunun neresinde, bu yapılan insan hakları ihlalidir” dedi.

*

İyi ama…

*

Ergenekon davasında…
PKK tanık yapılmadı mı?
Sanık tanık yapılınca, TSK sanık olmamış mıydı?

*

Danıştay saldırısı davasında müebbete çarptırılan sanık, Ergenekon davasında hem tanık, hem gizli tanık yapılmadı mı?

*

Deniz Feneri davasında…
Sanıklar tanık yapılmadı mı?
Sanıklar tanık yapılınca, savcılar sanık yapılmamış mıydı?

*

Sanıklar tanık yapılınca, sanık yapılan savcı… “Zekat hırsızlarını koruma altına alan bir güç var, ben bu güce ‘hırsızların imparatoru' diyorum, hem altında yeralan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor, Anayasa'ya göre hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor, soruşturma savcılarını görevden aldırıyor, delilleri yok ediyor, zekat hırsızlarını da kamuoyuna masum maskesiyle pompalıyor, her şey apaçık ortada, hani halk arasında tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der” dememiş miydi?

*

Hrant Dink davasında…
Hrant'ı öldüren tetikçi sanık, tanık yapılmadı mı?

*

Ali İsmail Korkmaz davasında…
Sanık polis, tanık yapılmadı mı?

*

Fetocular tanık…
Sözcü sanık yapılmadı mı?

*

Şimdi ne diyor nalıncı keseri Binali bey…
“Sanığın tanık yapılması insan hakları ihlalidir” diyor!

*

Hukuku guguk yapmayın diye yalvarırken, bumerang gibi size geri döner diye uyarırken bunu anlatmaya çalışıyorduk maalesef.

*

Kendinizi mahvettiniz, doğrusu hiç umurumuzda değil de…
Yazık ettiniz Türkiye'ye.

T24
ETİKETLER
sanık tanık reza zarrab hukuk

366 gündür "İşimizi geri istiyoruz" diyen Semih Özakça: Terörist değil, öğretmenim
24 Kasım 2017



"İki çapulcuyu sindiremediler"

Geçen yıl 23 Kasım’da “İşimi geri istiyorum” eylemine başlayan Semih Özakça, bir yılı doldurdu. Özakça, “Umutlu bir yıl geçti. O nedenle biz kazandık diyorum. İşimizi de eninde sonunda alacağız” diye konuştu. “Terörist değil, öğretmenim” diyen Özakça, öğrencileriyle beraber eğlenmeyi özlediğini söyledi.

Geçen yıl 24 Kasım Öğretmenler Günü’nden bir gün önce “İşimi geri istiyorum” diyerek Yüksel Caddesi’nde eyleme başlayan Semih Özakça, eyleminin birinci yılını geride bıraktı. Sıvı ve B1 vitamini alarak açlığa devam ederken 86 kilodan 48 kiloya düşen Özakça’nın zayıflamış görüntüsüne rağmen dik durma çabası dikkat çekti.

Geçen yıl 23 Kasım’da eyleme başlayan Özakça, eyleme başlamadan öncesinin daha sıkıntılı bir süreç olduğunu belirterek, “Bir söz söylemiyorsunuz. Benim bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bana karşı yapılan bir haksızlık vardı. Hırs ve öfke vardı, geceleri uyuyamıyordum. Kitap okuyamıyordum çünkü hayatta karşılığı olan şeyler okumak istiyordum. O kitapta bir mücadele varsa ben onu yapmadığımda bu bana sıkıntı veriyordu” dedi. Gözaltına alınacağını bildiği halde eyleme başladığını söyleyen Özakça, “En mutlu günlerimden biriydi. Biz direnişe bir haksızlığa karşı durmak için başladık. Onursuzluk dayatılıyordu. Onursuzluk bir duruma karşı aldığınız tavırla belli olur. Ekmeğini savunamayan bir insan onurunu savunabilir mi? Ekmeğim, işim elimden alınmış ve benim kıstasım ekmeğini savunmaktı” diyerek eyleme başlama amacını aktardı.

Başka seçenek yok

Eylemin boyutlanarak devam ettiğini ve sevgi, fedakarlık, bedel ödeme azminin ortaya çıktığını vurgulayan Özakça, şunları kaydetti:

“Bunun bu kadar olabileceğini tahmin edemezdim. Herkesin karamsar olduğu bir durum var. Ben oradaki aydınlığı gördüm. Biz insanlara umudu verdik. İlk günümüzden bugüne daha umutlu bir yıl geçmiş. Daha umutluyuz, daha güzel duygularla birbirimize sarılıyoruz. O nedenle biz kazandık diyorum her zaman. İşimizi de eninde sonunda alacağız. Çünkü ekmek mücadelesi tarihin bir mücadelesidir. Halk olarak bu mücadeleyi verdiğimizde kazanmaktan başka seçeneğimiz yok. Ben böyle bakıyorum tarihe.”

Rahatsız ettik

İktidar tarafından sürekli hale getirilen “terörist” nitelemelerine karşı Özakça, şunları söyledi:

“Temel nedeni biz rahatsızlık verdik. İktidara sıkıntı verdik. ‘İşleri elinden alınmış iki çapulcu eğitimci... Kim ki onlar? İşlerini elinden alırız olur biter.’ Böyle baktıkları kişilerdik sonuçta. Bizi sindirmeye çalıştılar, tutuklanma tehditleri ve gözaltılarla bir sürü şey yaptılar ama biz işimizi istemeye devam ettik. Açlık grevinin ilk 60 gününde etki yaratmadığı için bizi önemsemediler. Daha sonra bir anda patladı. Ben de anlamadım. ‘Ne oluyor’ dedik. Gerçekten daha sonra bu sıkıntı yaratmaya başladı. O sıkıntıdan dolayı tutuklandık. Eylemimizi çok açık bir çağrıyla yaptık. Ben darbe yapmadım, kimseyi öldürmedim, ‘talimatı ben verdim’ diye bir beyanım olmadı, hırsızlık yapmadım. Çok zor şartlarda fedakarlıklarla çalışıyordum. Çalıştığım ilçede tek atılan bendim. ‘Sadece ben miyim diğerleri nerede’ demiyorum. 29 Ekim’de sadece ben atıldım. Benim aklıma şu geliyor. Burada kıstas neydi? Tehlikeli olan ben miydim?”

En son Meclis’te yedik

Basın açıklaması için milletvekilleriyle birlikte gittikleri Meclis’te son yemeklerini yediklerini belirten Özakça, “Türkiye’nin yönetildiği yer olan Meclis çıkışında gözaltına alındık. Madem o kadar terörist insanlardık içeri niye soktun” diye sordu. Özakça, gülerek “Milletvekileri, Vişneli Tayfır tatlısını önermişlerdi. Çok beğenmiştim. Meclis Başkanı geçen hafta menüden çıkarmış” dedi.

Örgüt talimatı demek boş

Haklarında açılan davada geçen 4 duruşmayı değerlendiren Özakça, “Hak, hukuk, adalet ve bir işleyiş yok. Devletin bir oturaklılığı olur. Yani seni tongaya düşürmeye çalışmaz ama böyle bir şey yok. O kadar oyun var ki” diyerek “örgüt talimatı” iddilarına şu yanıtı verdi:

“Açlık grevine 11 Mart’ta başlayacağımızı ilan etmiştik. Meclis çıkışı gözaltına alınınca 9 Mart’ta başladık. Ne ben Nuriye Abla’nın açlık grevine başladığını biliyordum ne de Nuriye Abla benimkini biliyordu. 9 Mart’ta gözaltına alınınca duyurduğumuz tarihten önce birbirimizden habersiz başladık. Örgüt talimatı demek çok boş şeyler aslında. 2 Mayıs ve 22 Mayıs tarihleri arası Yüksel’deki basın açıklamaları, kendi söylediğim şarkı ile suçlandık. Şu an onlardan beraatimiz isteniyor ama biz onlardan tutuklanmıştık. Savcı 2911’den (toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu) savcı beraatimizi istiyor. Örgüt talimatıyla yapılan eylem diyordu, tutmayınca vazgeçti. Eylem kalabalıklaştığında hem yandaş medya hem iktidar tarafından ‘bunlar terörist’ diye karalama kampanyası başladı. En çok uyguladıkları yöntem. Dosyanın içeriği Yüksel Caddesi eylemleri örgüt talimatıyken şimdi açlık grevi talimat oldu.”

"İnsanlara umut oluyoruz"

Semih Özakça, yorgun olmasına rağmen “İnsanlara umut oluyoruz” diyerek Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Özakça ile kendisi gibi açlık grevinde olan eşi Esra Özakça ve annesi Sultan Özakça ilgileniyor. Özakça, çabuk yorulduğu için ziyaretçilerle konuştuktan sonra yatarak dinleniyor ve ayaklarında sürekli sıcak su torbası tutuluyor. Hastalık kapmaması için ziyaretine gelenlere maske ve dezenfektan veriliyor. Özakça, zayıflamış vücuduna karşı yüzünden gülümseme eksik olmuyor.

"Ne yapacaklarını bilmez durumdalar"

İçişleri Bakanlığı’nın Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’ya özel olara hazırladığı “Bir terör örgütünün bitmeyen senaryosu” kitapçığı hakkında Özakça gülerek, “Ben buna ‘kes kopyala yapıştır hükümet’ diyorum. Bizim en son davamızda bir dördüncü kişi eklendi sanık olarak. Savcı, kes kopyala yapıştır yaptığı için. Hiçbir ciddiyet yok. Tamamen bir hınçla saldırıp bitirme üzerine, pervasızlıkla bu direnişi bitirme çalışmaları ama direniş bitmiyor o yüzden ne yapacaklarını bilmez durumdalar. Burada açlık grevi yargılanıyor” yanıtını verdi. Kararın baştan verildiğini belirten Özakça “Burada ceza verseler de halk gözünde hiçbir hükmü yok” ifadelerini kullandı. Özakça, bu kadar çok saldırıya karşı açlık grevini bırakmayacağını belirterek işe geri dönme taleplerini yineledi.

"Öğrencilerimle eğlenmeyi özledim"

Öğretmenlik yaparken en çok öğrencileriyle eğlenmeyi sevdiğini söyleyen Özakça, “Özellikle dışarıda beraber oynadığımız oyunlar. Onların eğlendeğini görmeyi özledim. 27 öğrencim birer birer gözlerimin önüne geliyor” diye konuştu.

Ailesiyle eylem tartışan militan!

“Örgüt talimatı” iddialarına eşini yalnız bırakmayan Esra Özakça da yanıt verdi. Esra Özakça, “Bu kadar süre örgüt dediği için aç kalıyormuşuz... Oysa neler düşündük. Mesala annemle konuşuyoruz. ‘Açlık grevi yöntemi var ama sağlığı için zor ve tehlikeli diyoruz.’ Nuriye Gülmen’in babası Şaban Şaban Gülmen’in “Örgüt üyesi biri, ‘baba ben açlık grevi yapacağım ne diyorsun’ der mi” ifadelerini anımsatan Özakça, “Bu nasıl bir algı yönlendirmesi? Bu kadar militan ama ailesiyle açlık grevini tartışıyor” diye tepki gösterdi.

T34
ETİKETLER
semih özakça açlık grevi nuriye gülmen 260 gündür açlık grevindeler açlık grevi özakça gülmen terörist değilim öğretmenler günü İki çapulcuyu sindiremediler

"Koca bir toplumda intihar vakalarının patlamasına neden olan 'o kafa' ne kadar övünse yeri!"
24 Kasım 2017
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Ksm 24, 2017 11:51 pm    Mesaj konusu: İntihar vakalarının patlamasına neden olan 'o kafa'... Alıntıyla Cevap Gönder

Zarrab meselesi kimin meselesi?
LEVENT GÜLTEKİN
26/11/2017



İktidar, yaptığı yanlışların, hataların neticesinde ortaya çıkan ağır faturalardan ve ülkenin gördüğü zararın sorumluluğundan kurtulmak için suçu ‘üst akıl’a atmayı bir alışkanlık haline getirdi.

Sonuçları itibariyle ülkeye zarar veren ne kadar yanlış işleri varsa hepsini getirip görünmez bir ele bağlıyorlar.

Zarrab davası da bunlardan biri.

Esasında Zarrab meselesi çok yazıldı, konuşuldu, tartışıldı.

Herkes ne olduğunu, nasıl ve niçin olduğunu biliyor.

Fakat iktidar öyle bir propaganda, öyle bir algı operasyonu yapıyor ki toplum bu propagandanın tesiri altında kalmaktan kurtulamıyor.

Sadece iktidar yanlıları değil, kimi muhalifler bile benzer bir algıya teslim oluyor.

Hatta işi öyle bir noktaya getirdiler ki ortalığa saçılmış onlarca yolsuzluk iddialarına inanmayı, Zarrab davasının ülkeye verdiği zarara dikkat çekip bunlardan dolayı iktidarı eleştirmeyi FETÖ’ye destek çıkmak olarak gösteriyorlar.

Bu algıya teslim olmamak, olayların iktidarın anlattığı gibi olmadığını göstermek adına bu tür konuları tekrar tekrar yazmak, konuşmak, olup biteni topluma anlatmak gerekiyor.

Nedir Zarrab meselesi? Niçin Türkiye’nin başını ağartacak bir faturayla karşı karşıya kaldık?

BM İran’a ambargo koydu.

Bunun üzerine Türkiye “Doğalgaz, petrol gibi ihtiyaçlarımızı İran’dan karşılıyoruz, o nedenle ayrıcalık istiyoruz” diye BM’den, ABD’den talepte bulundu.

Bu ihtiyaçları göz önünde tutan BM Türkiye’ye bazı ayrıcalıklar tanıdı.

Şöyle dedi: Tamam bazı ihtiyaçlarını İran’dan karşılıyorsun biliyoruz ama karşılığını parayla değil ancak gıda, ilaç gibi bazı temel ürünler vererek ödeyebilirsin.

Ambargo elbette yanlıştı, haksızdı.

Buna karşı duracak ne gücümüz var ne de etkimiz. “Hayır sizin ambargonuzu tanımıyoruz” demedik, diyemedik.

Diyemedik çünkü ülkeler dünyada gücü nispetinde söz sahibi olur, ona göre tutum ve politika belirler.

İktidar bundan dolayı sunulan şartları kabul etti.

Yani ambargoya uymayı, tanınan özel şartlar çerçevesinde de doğalgaz, petrol gibi ürünler alıp karşılığında da para değil mal vermeyi kabul etti.

Bir süre sonra Zarrab çıktı ortaya. Şark kurnazlığıyla İran’a mal veriyormuş gibi yapıp göstermelik altın ticaretiyle para verebileceğimizin yolunu gösterdi.

Bundan da hem kendine bir kazanç sağladı hem de kimi iktidar mensuplarına rüşvet dağıttı.

ABD, BM bu şark kurnazlığının farkına vardı ve Ankara’ya heyetler gönderdi.

Heyetler en az üç sefer geldi ve bu yapılan dolambaçlı işlerden haberdar olduklarını tüm bunların bir dava konusu olabileceğini söyledi iktidara.

Fakat iktidar tüm bu uyarıları dikkate almadı.

Sonuçta ortada bir BM kararı var. Yanlış, doğru. Bu kararı değiştiremediğine göre uymaktan başka seçeneğin de yok.

Bütün bunlara rağmen bu uyarıları dikkate almadılar çünkü ortada vazgeçilmeyecek değerde büyük kişisel çıkarları, kazançları vardı.

Yani aldıkları rüşvetlerin, elde ettikleri kolay paranın tadından vazgeçip ‘Ülkeye dava açılabilir’ uyarılarını görmezden geldiler.

Bu böyle devam etti.

Ve sonunda ABD Zarrab’ı gözaltına alıp “Benim bankacılık sistemimi kullanarak BM’nin kararlarını ihlal ettiniz” diyerek tutuklayarak davayı açtı.

Yani rüşvetten değil, kurnazlık yaparak ambargoyu delmekten ve delerken de ABD’nin bankacılık sistemini kullanmaktan.

Şimdi iktidarın bu yanlışlarından dolayı Türkiye ağır bir faturayla karşı karşıya.

Yanlış yaptıkları, kurnazlıkla bir kuralı dedikleri apaçık ortada. Üstelik bunu bir dava konusu olabileceğini bildikleri halde ülkenin başını belaya koymaktan çekinmediler.

Öyle anlattıkları gibi ülke yararı için değil, ceplerine koyacakları üç kuruş için ülkenin başını belaya soktular.

“Ülke yararı için değil” diyorum çünkü Türkiye İran’dan aldığı petrol ürünlerinin karşılığını zaten gıda, ilaç gibi ürünler vererek ödeyebilecek durumdaydı. Ama Zarrab’ın kurnazca önerisiyle dolambaçlı yollardan para vermeye kalktılar.

Esasında ülkenin aleyhine olan mal yerine para vermekti. Bu yolu tercih ettiler çünkü bu işlerden kendileri de komisyon alıyorlardı.

Şimdi kalkmışlar “Bu bir milli mesele, ona göre tavır alalım aman iktidarın yanında duralım” diye pişkinlikle hepimizi buna inanıp onların yanında durmaya zorluyorlar.

Utanmadan hepimizi bunun 17/25 Aralık yolsuzluk iddialarının ve 15 Temmuz darbesinin devamı olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.

Zarrab davası 17/25 Aralık gibi ‘hesaplı bir saldırı’ olsa bile bütün bunlara kim zemin hazırladı?

O kozu ‘üst akıl’ın eline kim verdi?

ABD’den gelen heyetlerin “Bu işler dava konusu olabilir” uyarılarını dikkate almayanları nereye koyacağız?

Onlarca ses kaydı, onlarca iddia, onlarca görüntü…. hepsini olmamış mı kabul edeceğiz?

“Ama o dinlemeleri FETÖ yapmıştı. Dinleyen bunu, iktidarı ele geçirmek için bir fırsat olarak kullandı” diyorlar.

Tamam dinleyen kirliydi. Amacı da ahlaksızcaydı .

Peki dinlenen, o konuşmaları yapan, rüşvete bulaşan, BM’nin kararlarını delen, halkın, ülkenin başını belaya koyan, FETÖ’nün ya da arkasındaki ‘üst akıl’ın eline bu kozu vereneler çok mu temiz? Çok mu vatanperver?

Dinleyen kirli diye, o kayıtları kendi kirli hesabı için kullandı diye kamuoyuna mal olmuş o iddiaları görmezden mi geleceğiz?

Niye gıda, mal vermek gibi bir imkanımız varken para vermek işine bulaştınız?

BM’nin kurallarını niye deldiniz? Kuralları delmekten, bundan dolayı gelecek muhtemel cezadan korkmuyorduysanız şimdi “Ülkeye saldırı var” diye niye feveran ediyorsunuz?

“Hayır bu rüşvet iddialarının hepsi yalan, hepsi uydurma bizim hiçbir suçumuz yok” mu diyorsunuz?

O zaman o bakanlar niye istifa etti?

O ses kayıtlarını, o rüşvet görüntülerini ne yapacağız?

Diyelim ki dinleme işini ‘üst akıl’ organize etti.

Temiz olsaydınız, suça bulaşmamış olsaydınız, rüşvet almamış hatta konuşmasını da yapmamış olsaydınız dinlemelerden de bir şey çıkmazdı.

‘Üst akıl’ mı size Zarrab denen ne idüğü belirsiz bir kişinin peşine takılın ve koca bir ülkeyi onun kurnazlıklarına ortak edin dedi?

Her şey bu kadar apaçık ortadayken utanmadan “Ülkemize saldırı var” deyip suçu başkasının üstüne atıyorsunuz.

Daha önce de yazdım: Bu davadan çıkacak bir sonuçtan iktidar zarar görecek diye sevinmek, iktidardan kurtulacağız diye o davaya bel bağlamak hakikaten büyük akılsızlık.

Çünkü faturayı ülke olarak hepimiz ödeyeceğiz.

Bir ceza gelecekse bu, Türkiye’nin başını belaya koyan iktidara değil Türkiye’ye gelecek.

Dava günü yaklaştıkça, bankalara ceza gelecek söylentisi bile ekonomiyi derinden etkiliyor.

Döviz yükseliyor. Piyasalar daha da tedirgin.

Hem ülkenin başına bela açtılar hem de bunun milli bir mesele olduğunu ve iktidarın yanında durmamızı söylüyorlar.

İnsanda biraz utanma duygusu olur. Biraz mahcubiyet duyar.

Ama utanmak bir yana bir de üste çıkıp “Niye bizim başımızı belaya soktunuz?” diyenleri ‘üst aklın değirmenine su taşımak’la itham ediyorlar.

Olup biteni net bir şekilde halka anlatacak muhalefet, kendi hakkına, hukukuna, ülkesine sahip çıkacak bir toplum olmayınca iktidarlar elbette böyle pervasız olurlar.

Çünkü kendi hakkına, hukukuna, geleceğine sahip çıkmayan bir toplumun hakkına, hukukuna kimse sahip çıkmaz.

Hele kendi çıkarı için ülkeyi bile gözden çıkaran siyasetçiler hiç çıkmaz.
Diken

"Koca bir toplumda intihar vakalarının patlamasına neden olan 'o kafa' ne kadar övünse yeri!"
24 Kasım 2017


"Psikolojisi yerlerde sürünen bir toplum!.."

Sözcü yazarı Ümit Zileli, “Ölüm virüsü Türkiye'ye de sıçradı" diyerek son zamanlarda intihar vakalarının arttığını yazdı. 2016 yılında psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuran insan sayısının 12 milyon 141 bin 255 kişi olduğunu söyleyen Zileli, antidepresan kullananların sayısının da giderek arttığını belirtti. Zileli, "Koca bir toplumu antidepresan ya da her türden madde bağımlısı haline getiren, intihar vakalarının patlamasına neden olan 'o kafa' ne kadar övünse yeridir yani!.." ifadesini kullandı.

Ümit Zileli'nin "İntihara yatanlar ülkesi!.." başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Küçücük bir çocuktum, Ankara'da yatılı okulda okuyordum… Bir gün, okulun hemen yanındaki apartmandan gelen çığlıklar üzerine pencereye üşüştüğümüzü anımsıyorum… Ağlaşmalar, feryatlar arasında polis ve ambulans gelmiş, bir süre sonra da üzeri beyaz örtüyle kapatılmış bir sedye çıkarılmıştı apartmandan, ardında gözyaşları içinde bir yaşlı kadın, gencecik bir kız bir de heykel misali yaşlı bir adam vardı… Polis, iki kadının, kendilerini parçalarcasına sedyeye ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu… bu görüntüler hepimizin hafızasına çakılmış kalmıştı…

Ertesi gün öğrendik; apartmandaki ailelerden birinin üniversiteye hazırlanan oğlu intihar etmişti!.. İntihar sözcüğünden bile haberi olmayan bizler önce hiçbir şey anlamamıştık, ancak kısa sürede öğrenecektik:

-İntihar, ölüm demekti!..

Ölüme çok uzak olan çocuklar arasında “intihar” sürekli konuşulan bir konu haline gelmişti artık; “acaba niçin ölümü seçmişti?”, “baba dayağı mıydı? “aşk acısı mıydı yoksa?” Bu sonuncusunu büyük sınıflardan öğrenmiştik, ancak “aşk acısının” ne olduğunu çözmemiz de bir hayli zamanımızı almıştı!..

-Bu trajik intihar hiç aklımdan çıkmadı…

Sonraları, özellikle gazeteciliğe başladıktan sonra “intihar” mevzusuyla pek çok kez yüz yüze geldim; köprüden atlayanlar, yüksek apartmanlardan boşluğa savrulanlar, avuçla ilaç içenler, cinnet geçirip silaha davrananlar, havagazı ya da egzoz gazına sığınanlar, birkaç metrelik urganla yaşamına son verenler…

-Yine de ülke geneline bakıldığında intihar çok tercih edilen bir ölüm şekli değildi…

İntihar saldırganı!..

İntihar denilince akla ilk İsveç, Norveç gibi ülkeler gelirdi!..

Dünyanın bu en zengin ülkelerindeki sayısı bol intihar vakalarına çok şaşırır, bir türlü nedenini anlayamazdık. Sorup, soruşturduğumuzda karşımıza “can sıkıntısı”, “havanın kışın sürekli karanlık, yazın sürekli aydınlık” olması gibi gerekçeler çıkar, yine de anlayamazdık…

İlerleyen yıllarda bu “ölüm virüsü” Türkiye'ye de sıçradı. Yıllarca Batman'da ve Güneydoğu'da büyük baskı altındaki genç kızların intiharları medyanın gündemine oturdu… Ardından “Büyük şehir intiharları” ilk sıraya tırmandı…

-Son yıllarda ise cinnet tüm ülkeyi kucakladı!..

CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin içine yuvarlandığı “intihar çukurunu” son derece çarpıcı ve dehşet verici rakamlarla açıkladı… Son 5 yılda kaç kişinin intihar girişiminde bulunduğunu biliyor musunuz?

-Tam 60 bin 850 kişi!..

Orta büyüklükte bir ilçenin, bir kentteki semtin ya da onlarca köyün nüfusuna eş, korkunç bir rakam!.. Peki bu girişimlerden kaç tanesi başarılı olmuş, ölümle sonuçlanmıştı dersiniz?

-16 bin 28 kişi!..

Akıl almaz değil mi?.. Bence değil!.. Bu trajik sonuç, toplumun neredeyse yarısının açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşadığı, genç işsiz oranının tavan yaptığı, orta sınıf diye bir katmanın kalmadığı, umutsuzluğun geleceği kararttığı, ayrımcılığın, ötekileştirmenin normalleştiği, cehaletin, adam kayırmacılığın, rüşvetin, yolsuzluğun gündelik olay halini aldığı bir ülkede ne yazık ki sıradanlaşan bir olgu!..

-Üstelik yalnızca bu da değil!..

Psikolojisi yerlerde sürünen bir toplum!..

Biliyor musunuz, bu ülkede milyonlarca madde bağımlısı var!.. Ben söylemiyorum, araştırmalar, kapı gibi raporlar söylüyor… Örneğin, madde bağımlılığı nedeniyle bu milyonlarca insanımızdan 265 bin 384'ünün tedavi altına alındığını söylesem ne dersiniz?!.

Üstelik bu aysbergin yalnızca görünen yüzü!.. 2016 yılında psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuran insan sayısını tahmin dahi edemezsiniz:

-Tamı tamına 12 milyon 141 bin 255!..

Diğer bir deyişle; Toplam nüfusun yedide birinden daha fazla!.. Oldu olacak son 4,5 yılda kaç kutu antidepresan yani yatıştırıcı ilaç kullanıldığını da paylaşayım:

-224 milyon 764 bin 22 kutu!..

Bir zamanlar, yani böylesine kaygılara, korkulara kapılmadığımız eski günlerde “Deli doktoru” diye alay ettiğimiz psikiyatrist ve psikologların kapısını kaç milyon kişi aşındırıyor, onu da varın siz hesap edin!.. Şarkısı bile var:

-Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde!..

Koca bir toplumu antidepresan ya da her türden madde bağımlısı haline getiren, intihar vakalarının patlamasına neden olan “o kafa” ne kadar övünse yeridir yani!..

T24
ETİKETLER
Ümit zileli Ölüm virüsü 12 milyon 141 bin 255 kişi psikolojik rahatsızlık intihar vakaları

Kulis: Gül ‘Yüzde 49’un ortak tek adayı olayım’ diyor
25/11/2017



Ankara'yı karıştıracak 2019 planı! Abdullah Gül yüzde 49'u istiyor!..
Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili gündeme ilişkin bir iddiada bulundu. Takan, bugün kaleme aldığı 'Abdullah Gül yüzde 49'u istiyor!..' başlıklı yazısında, saray kaynaklarının Abdullah Gül'ün durumu hakkında iddialı bilgiler verdiğini ifade ederken, "Abdullah Gül'ün aday olma niyetini biliyoruz. Bazı partilerle el altından kurduğu temasların da farkındayız" diyor.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 'ün 2019 seçimleri öncesinde aday gösterileceği iddiaları kamuoyunda geniş yer bulmaya başlarken, gündemi sarsacak bir iddia da Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan 'dan geldi.

İşte Takan'ın yazısındaki ilgili o bölüm;

"İktidarda, " metal yorgunluğu " fırtınası devam ediyor. "Hareketlenecek mi", "hareketlenmeyecek mi" diye hakkında papatya falı açılan Abdullah Gül'ün tüm temasları sarayın yakın takibi altında. İstifası alınan il ve belediye başkanları konusunda Gül'ün

ne düşündüğünü yakın çevresinden araştırdım. Şöyle dediler;

"Abdullah Bey, istifaları FETÖ veya yolsuzluk operasyonu olarak düşünmüyor. 'Bizle görüşen bize yakın olabileceklerini hissettikleri, bildikleri insanları tasfiye ediyorlar' diye yorumluyor."

Saray kaynakları ise Abdullah Gül'ün durumu hakkında daha iddialı bilgi veriyor. O da şöyle;

"Abdullah Gül'ün aday olma niyetini biliyoruz. Bazı partilerle el altından kurduğu temasların da farkındayız. 'Yüzde 49'un ortak tek adayı olayım' diyor. Bunun garantisini istiyor. Garanti bekliyor."

Şimdi bulmacanın iki parçasını birleştirme işi de size düşüyor!.."
Mill'i Gazete

Ali Sirmen: Tersine dönen Suriye politikası tepeden tırnağa yanlış çıkmıştır
25/11/2017



Bütün bunlar büyük yıkıma yol açtıktan sonra, Soçi’de varılan nokta şudur:

Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte Suriye’nin Esad yönetimi altında toprak bütünlüğünü garanti ederken, bir zamanlar büyük bir yanlış sonucu lideri göründüğü Sünni cepheden kopmuş, Şiilere destek veren Moskova ve Tahran’ın yanına savrulmuştur.

Zaman içinde kendisinin gidici olduğu görülen Davutoğlu’nun gidiciliğini ‘muştuladığı’ Esad, kalıcığını pekiştirmiş ve Ankara’nın bu konudaki desteği de tescillenmiştir.

Kısacası, tümüyle tersine dönen Suriye politikası tepeden tırnağa yanlış çıkmıştır.

Keşke, zamanında ‘monşerler!’ dinlenmiş olsalardı da bu büyük ve çok pahalı yanlışlar yapılmasaydı.

Ali Sirmen’in yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/873336/_Monser__ler_uyarmislardi.html

Ahmet Hakan: Tetikçi şebelekler kirli mendil gibi tarihin çöp sepetine basket yapılmıştır
24/11/2017

AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, attığı bir tweet’te aynen şunu yazdı: “AK Parti’nin son dönem en büyük talihsizliği, hiçbir resmi görevi olmadan, derinlikli hiçbir konuşma yapmadan ekran ekran koşturanlara parti adına konuşuyormuş gibi muamele edilmesi…”

(…) bu tweet, bir dönemin sonuna gelindiğini resmen ve alenen ilan ediyor.

Tetikçi şebelekler dönemi bitmiştir. Tetikçi şebeleklik, kirli bir mendil gibi tarihin çöp sepetine basket yapılmıştır.

Bundan böyle… Bu tetikçi şebelekler… Artık ekranlarda böğürerek sağa-sola tehditler savuramayacaklar.

Ahmet Hakan’ın yazısının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/mujde-tetikci-sebelekler-doneminin-sonuna-gelindi-40656167

‘FETÖ’ sanığı, ‘Özhaseki Pensilvanya’daydı’ diyerek mahkemeye fotoğraf sundu
25/11/2017



Kayseri’deki ‘FETÖ’ davasında yargılanan işadamı sanık, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin Kayseri büyükşehir belediye başkanlığı döneminde Pensilvanya’ya yapılan bir ziyarette çekildiğini söylediği fotoğrafı mahkemeye sundu.

Özhaseki, fotoğrafı New York Central Park’ta çektirdiklerini söyledi.

Cumhuriyet’ten Recep Bulut’un haberine göre Kayseri 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada ifade veren eski Kayseri Sanayi Odası meclis başkanı Nurettin Okandan, Etkin Pişmanlık Yasası’ndan yararlanarak tahliye edildi.

Okandan, önceki günkü duruşmada 2012’de Fethullah Gülen’in yaşadığı Pensilvanya’ya yapılan ve Özhaseki’nin de katıldığını söylediği ziyaretle ilgili mahkemeye bir fotoğraf sundu.

Dava dosyasına giren fotoğrafta, Özhaseki’nin yanında ‘FETÖ’nün Pensilvanya’daki rehberi’ Mahmut Yeter, iddianamelerde ‘FETÖ’nün Kayseri imamı’ olarak yer alan firari sanık Sıtkı Baş ve eski AKP’li vekil Ahmet Öksüzkaya da yer alıyor.

’30 dakika sürdü’

Okandan, ifadesinde Özhaseki’nin Kayseri büyükşehir belediye başkanı olduğu dönemde Pensilvanya’ya gittiklerini belirterek, “2012 yılında Amerika gezisine katıldım. Pensilvanya’ya gidip Fetullah Gülen’le 30 dakika görüştük. Bu ziyareti Sıtkı Baş ve Mahmut Yeter ayarladı” dedi.

‘Hocayla görüşmem yok’

Sözcü’den Saygı Öztürk’e konuşan bakan Özhaseki de Pensilvanya’ya gitmediğini söyledi: “Belediye meclis kararıyla Kuzey Karolina’yla ‘kardeş şehir’ protokolü imzalamıştık. Bizi davet ettiler. Bu davetlere giderken Ticaret Odası, Sanayi Odası, Genç Sanayici ve İş Adamları Derneği’ne (GESİAD) yazıyor, gelmek isteyenler de heyette yer alıyordu. 2012 yılında da Karolina’ya gittik. Fotoğrafı New York Central Park’ta çektirmiştik. Sanki ben Pensilvanya’ya hocaya gitmişim gibi sunuyorlar. Bu durum beni derinden yaralıyor.

Rehber diye verilen Mahmut Yeter’i daha önce hiç tanımıyordum, Fetullah Gülen’in adamıymış. Nurettin Okandan, Gülen’e meyilliydi. GESİAD Başkanı Hamdi Kınaş, zaten hocacı. Bu fotoğrafla ben Pensilvanya’ya gitmiş gibi gösterilirsem, bu beni derinden üzer. Fotoğrafın çekildiği yer olarak da Pensilvanya yazmışlar. Bu alenen iftira. Benim, hocayla uzaktan, yakından bir selamım, görüşmem, oturmam, kalkmam hiç yok. Allah şahittir, bir metrekare arsa vermemiş tek belediye başkanıyım.”
Diken

“Beni Cumhurbaşkanı Erdoğan görevlendirdi” diyen Dekan görevden alınınca böyle dedi: Hukuk bilmiyor, densiz
24.11.2017

Rize'de Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şaban Şimşek, görevden alınmasına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Tıp Fakültesi Dekanlığı görevinden alınan Prof. Dr. Şaban Şimşek, 53 Gazeteciler Derneği’nde basın mensupları ile bir araya gelerek görevinden alınmasına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Kendisinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından görevlendirildiğini belirten ve hiçbir gerekçe olmadan görevden alındığını anlatan Prof. Dr. Şimşek şunları söyledi:

"Bana 'Üniversitemize zarar vermeyelim istifa ederseniz bu sıkıntıları aşarız' diye sözlü ifadede bulundular. Ben de bunun gerekçe olamayacağını ortada somut bir durumun olmadığını ve beni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görevlendirdiğini, görevden alacak olan kişinin de onun olduğunu söyledim. 'Onun böyle bir direktifi var mı?' diye sorduk, 'Evet' dediler. Biz de 'Bu konu kendi tasarrufumuzdadır' diyerek oradan ayrıldık. Aradan 24 saat sonra rektör yazıları yazmış, YÖK’e gitmiş, aynı gün yazı yazılmış, ertesi gün Rize’ye ulaşmış ve bize tebliğ edilmiştir. Yani alelacele görevden alındık. Bu bir idari infazdır. Böyle kanunsuz, usule ve adaba uymayan bir şey olamaz. Kanunda yazan şey adaba uymuyorsa yapmamak lazım. Böyle bir idam gerçekleşti. Şimdi arkasını dolduramıyorlar. Böyle durumlarda atamalar üniversiteden üniversiteye atamalar olur. Biz buraya gelirken Cumhurbaşkanımızın isteği ile buraya geldim. Emir büyük yerden olunca İstanbul’dan görevimi bırakarak Rize’de hizmete başladım. Şimdi ise burada kalmamam için her şeyi yaptılar. Burada görev süremi bitirdiler. Mevzuatta böyle bir şey yokken bunu yaptılar. Maalesef ülkemizde maalesef böyle çekememezlik var. Görevime sonlandırma yapmışlar kanunlarda böyle bir şey yok. Ya hukuku bilmiyorlar ya da bizim rektörlük çok densiz. Uzman doktor olarak İstanbul’a döneceğiz. Ama yine dönemiyoruz. Hiçbir gerekçe olmadan görevden beni alıyorlar. Canı yürekten çalıştım ama yapılan bu durumu anlayamıyorum."

"CUMHURBAŞKANI ÇOK MUHABBETLİ DAVRANDI"

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz bölgedeki ziyaretlerinde kendisine muhabbetli davrandığını ardından ne olduğunu anlamadan görevine son verildiğini kaydeden Şimşek şöyle dedi:

"Bir ay önce Cumhurbaşkanımıza bu sorunları tek tek anlattım. Sonra 'Sizin verdiğiniz görevi layıkıyla yapamayacağım' dedim. Simülasyon merkezi 2 ay açılış vaziyetine gelecek. Bir de büyük projeniz olan sağlık külliyesi vardı. İki hafta önce Ankara’daydım. 'Eğer kalacaksam izzetle kalayım gideceksem de izzetle gideyim karar sizindir başım üstüne' dedim. Yani benim böle bir talebim oldu. Cumhurbaşkanımızın Rize ziyaretinde, kendisine bir takım şeyler söylediler. Geçimsizliği anlattılar o da ‘Ayrılsın o zaman’ demiş. Cumhurbaşkanımızı Rize’den uğurlarken çok muhabbetli davrandı. Hatta kendisine verilen notu başkalarına yönlendirirken benim notumu cebine koydu. Sonrasında böyle bir durum gerçekleşmesini anlayamıyorum" dedi.

13 ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğiyle RTEÜ'ye görevlendirilen Prof. Dr. Şaban Şimşek, RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Karaman ile yaşadığı öne sürülen çekişmelerin ardından geçtiğimiz gün görevden alınmıştı. Prof. Dr. Şimşek görevden alınmasını da sosyal medya hesabından paylaşımda bulunarak duyurmuştu.
Odatv.com

Tayyip Erdoğan’ın danışmanları!
Sabahattin Önkibar
25 Kas, 2017

BUNLARA DANIŞILIRSA BUNLAR OLUYOR
* Bir dolar 1 lira olacak diyen Yiğit Bulut’a ekonomik konularda danışılırsa dolar 4 lira olur.
* FETÖ’yü ağzına almayıp Ahmet Kaya’nın mezarına giden, Zahid Akman’ın ABD’deki ev arkadaşı İbrahim Kalın’a dış politika danışılırsa Katar’dan başka dostunuz olmaz.
* Barzani’nin eski iş ortağı İlnur Çevik, Cumhurbaşkanlığına başdanışman yapılırsa malum ihanet yaşanır.
* Dolar düşünce bunu FETÖ’ye bağlayan Bülent Gedikli gibiler olursa ekonomi çakılır.
Hadisi-i şerif var, Allah başarılı olmasını istediklerine hayırlı danışmanlar nasip edermiş!

Aydınlık

Reza Zarrab itirafçı oldu siyasi ayak operasyonu geliyor
23 Kasım 2017



Reza Zarrab'ın itirafçı olmasıyla operasyonun siyasi ayağı ikinci iddianame ile başlıyor.

Reza Zarrab'ın itirafçı olmasıyla operasyonun siyasi ayağı ikinci iddianame ile başlıyor. Hedef Cumhurbaşkanı Erdoğan. Hürriyet'ten Abdülkadir Selvi'nin yazısı
Zarrab operasyonunun ekonomik ve siyasi boyutu
REZA Zarrab’ın itirafçı olduğuna dair deliller giderek güçleniyor. Zarrab’ın avukatlarının federal savcı ile bir buçuk aydır pazarlık yaptığı yönündeki bilgiler netleşmeye başladı. Zarrab’ın ismi davadan çıkarıldı.

'Rıza Sarraf itirafçı oldu Atilla da olabilir'

Zarrab operasyonunun her biri diğerinden daha önemli olan iki boyutu var.
1- Ekonomik yönü.
2- Siyasi ayağı.
Ekonomik ayağın Halk Bankası ve Hakan Atilla üzerinden yürüyeceği anlaşılıyor. Hürriyet Washington Temsilcisi Cansu Çamlıbel, “Zarrab davasının ayak sesleri... Kim bu hassas tanık?” başlıklı yazısından çok önemli bir bilgi paylaştı. Zarrab’ın aslında haftalardır savcılık makamıyla işbirliğinde bulunup, bilgi paylaştığı kuşkusuna dikkat çekti. Bunun teknik olarak mümkün olduğunu söyledi. Ardından ekledi, “Hakan Atilla’nın avukatlarından Cathy Fleming, hassas bir hükümet tanığının kimliğinin kendileriyle paylaşıldığını ancak mahkemenin gizlilik kararı nedeniyle bu ismi müvekkiliyle dahi paylaşamadığını söyledi.”

Amerikan sisteminde, “muteber tanık” deniliyor. Hassas ya da muteber tanık, halen Halk Bankası’nda görev yapan ya da eski bir çalışan olabilir. MİT’çi Mehmet Barıner’i kaçıramadılar ama ellerinde başka birisi olduğu anlaşılıyor. Çünkü muteber tanık, sistem içinden birisi olarak tanımlanıyor.

Yazının devamı için tıklayın: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/zarrab-operasyonunun-ekonomik-ve-siyasi-boyutu-40654951

Mustafa Karaalioğlu: Esad da kazandı ve biz kaybettik
24/11/2017



Adını da koyalım: Görünen o ki Rusya ve İran kazandı, bu iki ülkeyle birlikte Esad da kazandı ve biz kaybettik.

Öncelikle Esad iş başında kalıyor. Yani, Türkiye’nin en ateşli düşmanı sayılabilecek bir lider koltuğunda oturmaya devam edecek ve üstelik ‘zafer kazanmış’ olmanın verdiği bir özgüvenle…

İkincisi… Esad kadar ve Esad’dan da eskiye dayanan bir öfkeyle Türkiye’nin ateşli düşmanı olan PKK, PYD/YPG markasıyla sınırımızda olmaya devam edecek ve Rusya’nın pek gizlemeye gerek görmediği şekilde yeni Suriye’de rol alacak. İster federasyon olsun, ister üniter fark etmez YPG’nin rolünün otonom bir karakter taşıyacağı besbellidir. Onlar da Suriye’nin kurtuluşu ve IŞİD’in temizlenmesinde rol almış olmanın avantajıyla en az Esad kadar özgüven taşıyorlar.

Suriye’de gelinen aşamada barış yine sağlanamayacak ama Türkiye’nin tezleri bırakın uygulamayı, konuşulamaz hale getirecek. Olup biten budur…

Mustafa Karaalioğlu’nun yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-karaalioglu/biri-bile-olamazdi-simdi-ikisine-de-mi-evet-diyecegiz-5528

CHP araştırması: Kutuplaşma azaldı, ‘Evet’çiler ‘Hayır’cılara yaklaştı
27/11/2017



CHP’nin araştırmasına göre referandumda ‘Evet’ oyu verenler de artık gücün tek elde toplanmasından şikayet etme konusunda ‘Hayır‘cıların duygularını paylaşıyor. Araştırmaya göre, iki kesim arasındaki kutuplaşma da azaldı.

CHP, referandum sonrası ‘Evet‘ ve ‘Hayır‘ diyenlerin düşünce yapısını çözmek için araştırma yaptırdı.

Cumhuriyet’ten İklim Öngel’in haberine göre, referandumda ‘Evet‘ diyenler süreç ilerledikçe Erdoğan’a bağlılığından ciddi şekilde kopmaya başladı. Devamlı “Aldatıldık, kandırıldık” denmesinden dolayı rahatsızlık duyuluyor.

CHP’nin 16 Nisan referandumunun ardından yaptırdığı araştırmanın sonuçları, ‘Evet’ oyu verenlerin umduklarını bulamadıklarını ve ‘Hayır’ oyu verenlere yaklaştıklarını gösterdi.

CHP ’nin, referandum sonrası evet ve hayır diyenlerin şifrelerini çözmek için yaptırdığı araştırmada çarpıcı sonuçlar ortaya çıktı. Buna göre; “evet” diyenlerde hayal kırıklığı, kaos, belirsizlik, korku, gerileme ve durma duyguları öne çıkıyor. Sorunların çözülmediği gibi artarak devam ettiğini söylüyorlar. Erdoğan’ın halktan uzaklaşmasından ve sürekli “aldatıldık, kandırıldık” demesinden şikâyetçiler. “Terör önlenemez algısı” hâkim. Evet diyen de hayır diyende terörün önlenmesi konusunda çaresizlik ve umutsuzluk hissi taşıyor. Sihirli kelime ise “huzur”.

CHP’nin seçmenin anlık tepkisi yerine psikolojisini ölçebilmek için referandum sonrası bir şirkete yaptırdığı araştırma sonuçlarının detayları ortaya çıktı. Araştırmadan çıkan çarpıcı sonuçlar şöyle:

* ‘Hayır’ı bir araya getiren duygu denge. Denge istiyorlar. Dengesiz bir yapıdan şikâyetçiler. Sistem değişikliğinin dengeyi bozacağından endişe ediyorlar ve parlamenter sistemin devamını istiyorlar.

* ‘Evet’ demedeki ortak duygu ise güç ve kontrol. “Güç olmazsa, kontrol elden çıkarsa ülke için, benim için, ailem için kötü olur” algısı içinde ‘evet’ diyorlar. ‘Evet’ diyenlerin önemli bölümü Erdoğan’a bağlı.

‘FETÖ nasıl aldattı?’

* Süreç ilerledikçe Erdoğan’a bağlılığın ciddi şekilde kopmaya başladığı görülüyor. Devamlı “Aldatıldık, kandırıldık” denmesinden dolayı rahatsızlık duyuluyor. “FETÖ ile mücadelede nasıl aldatıldı, FETÖ’yü Erdoğan getirdi” deniyor. Her geçen gün Erdoğan’ın halktan koptuğu belirtiliyor.

* Kontrol düşüncesiyle ‘evet’ diyenler referandumdan sonra rahatsızlık duymaya başlıyor. Güç ve kontrolden beklediklerinin arzu ettikleri gibi iyi ve hayırlı bir şey olmadığını fark ediyorlar. Bu kesimde ciddi bir huzursuzluk ve korku hâkim. Kaos algısı var, “Her şey kötüye gidiyor, günü kurtarıyoruz” diyorlar. Hayal kırıklığı, belirsizlik duygusu, gerileme ve durma kaygısı öne çıkıyor. Bu kaygılara, gücün tek elde toplanması neden oluyor.

* ‘Tek adam’ algısı daha önce ‘Sorunları çözer’ anlamındayken, propaganda sürecinde CHP’nin söylediği ‘tek adam rejimi’ şimdi yaşayarak tecrübe ediliyor. Süreçle birlikte “Her şey bir kişiyle olmuyor” düşüncesi gelişti. Her konunun bir kişiye sorulması, sorunların kaynağı olarak görülmeye başladı. Buna karşı güçlü bir ekip arayışı var.

* Suriyeliler temel mesele. AKP’ye, MHP ’ye oy verip ‘evet’ diyenler de, ‘hayır’ diyenler de, CHP’ye oy verenler de istisnasız Suriye konusunda Erdoğan’ı sorumlu tutuyor. “Kendi yurdumuzda ikinci sınıf vatandaş olduk” algısı var.

* Sorunların başında işsizlik ve ekonomi geliyor. Dışa bağımlılıktan şikâyet ediliyor. ‘Evet’ diyen de ‘hayır’ diyen de “Tarımda kendi kendimize yetebilecekken her şeyi dışardan alır hale geldik” diyor. Ekonomide geçmişe özlem var. AKP’e oy verip ‘evet’ diyenler dahi “Torpil düzeni var”, “Adamı olan işe giriyor” ifadelerini kullanıyor.

* Kadına şiddet öne çıkan sorunlardan biri. Güvenlik endişesinin çok ağır olduğu görülüyor. Güvenlik endişesinde kadın ve çocukların sokakta güvende olmadığından şikâyet ediliyor.

* Eğitim konusunda “iyi” diyen yok. AKP’ye oy veren de ‘evet’ diyen de eğitim politikasından şikâyetçi. İmam hatipleşme doğru bulunmuyor. Tek tip okula karşılar. Seçenek istiyorlar. “Hedef yok, kalitesiz eğitim var. Okuyana iş yok” deniyor.

* Terörün engelleneceği konusunda güçlü bir kanaat yok. “Terör önlenemez algısı” hâkim. ‘Evet’ diyen de ‘hayır’ diyen de terörün önlenmesi konusunda çaresizlik ve umutsuzluk duyuyor. Kaynakları konusunda farklı düşünüyorlar. Kimi dış güçler, kimi terör örgütleri, kimi ekonomik sorunlar diyor. Ama terörün önleneceği umudu yok.

* “Sorunları dağıtmadan, birinin elindeki güçle çözebiliriz” denerek, ‘evet’ oyu verdiğini söyleyenler, referandum sonrası bu gücün kontrolsüz hale geldiğini görüyor. Bu gücün sorunları çözemeyip derinleşerek devam ettirdiği söyleniyor. Kontrol duygusuyla ‘evet’ diyenlerin pişmanlıklarının altında dengelerin bozulmuş olması algısı var. Dış politikadan rahatsızlık dile getiriliyor ve “Türkiye, her krizde savruluyor” deniyor.

* HDP ’li olup ‘evet’ diyenler var. Bu tutumlarını “Hayır diyen teröristtir” dendiği ve tetörist olmadığını göstermek için ‘evet’ dediği şeklinde açıklıyor.

Ayrışma kayboldu

Araştırmaya göre; referandumun ardından yaşananlar yakınlaştırdı. Referandumdaki ayrışma büyük oranda kayboldu. Ayrılıklar keskinleşmedi, ortaklaşma, “hayır”a yakın noktaya geldi. “Bizi Erdoğan kurtarır” diye düşünüp de “evet” diyenler, sorunların çözülmemesi yüzünden pişman. Daha önce “evet” diyenlerden bir daha referandum olsa “hayır” diyecekler var.

Siyasi kontrol ve istikrar beklentisiyle ‘Evet’ diyenler referandumdan sonra rahatsızlık duymaya başlıyor.

Referandumun ardından yaşananlar iki kesimi yakınlaştırdı. Ayrışma büyük oranda kayboldu. CHP’nin değerlendirmesine göre de bu ortaklaşma, ‘Hayır’a yakın noktaya geldi.
Ana Haber

"Erdoğan'ın kelepçeli görmek istediği kişiler arasında Abdullah Gül de var"
28 Kasım 2017



"Abdullah Bey ilkeli gibi durur ama özünde hem çok cesur değildir"

Sözcü yazarı Can Ataklı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın selefi Abdullah Gül'ü kelepçeli görmek istediği isimler arasında yer aldığını iddia etti. Ataklı, "Ankara siyasetini iyi bilen dostlarımdan biri Gül'ün de bu durumu bildiğini belirterek 'Abdullah Bey ilkeli gibi durur ama özünde hem çok cesur değildir hem de duruma göre çabuk şekillenebilir' dedi" ifadesini aktardı.

Ataklı'nın "Abdullah Gül’e 'hazır ol' mesajı" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün adı son günlerde pek duyulmaya başlandı. Çeşitli kişilerle, bazı kurumların yetkilileriyle, kimi AKP'lilerle görüştüğü anlatılıyor. En son olarak da Güneydoğu'daki bazı aşiretlerin reisleriyle toplantı yaptığı ileri sürüldü. Gül'ün bu faaliyetleri hayli zamandır biliniyor. Sarayın bu faaliyetleri izlediği de bilinmeyen gerçek değil. Tabii izleniyor olması sempatik anlamda değil. Erdoğan'ın bu konuda çok öfkeli olduğu hatta kapalı kapılar ardında danışmanlarına “Kelepçeli görmek istediği kişiler arasında” saydığı bile söyleniyor. Ankara siyasetini iyi bilen dostlarımdan biri Gül'ün de bu durumu bildiğini belirterek “Abdullah Bey ilkeli gibi durur ama özünde hem çok cesur değildir hem de duruma göre çabuk şekillenebilir” dedi. Erdoğan'ın hışmından çekindiği için olabildiğince “düşük profilli” olmaya çalışan Gül'ün son günlerde adının biraz daha geçmeye başlamasını aldığı “mesaja” bağlayan Ankaralı dostum “Türkiye'nin bir kaosa girmesi halinde duruma müdahale edilmesi konusunda uluslararası güçlerin şu anda aklına gelen tek isim Abdullah Gül” dedi. Ankaralı dostuma “Bu konuda Gül'ün yapacak fazla bir şeyinin olmadığını düşünüyorum”dedim. Bana “Neden?” diye sorunca şunu söyledim; “Gül 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı. Bıraktığı tek iz bile yok. Hükümetten gelen bütün yasaları anında imzaladı, hiçbirini bırak veto etmeyi eleştirmedi bile. Hep çekingen hatta korkak davrandı.” Ankaralı dostum “O açıdan haklısın ama şu anda Türkiye'de adam yok, uluslararası camia Türkiye'de güvenebileceği, muhatap alabileceği isim arar. Birçok ülke AKP'nin miadının dolduğuna inanıyor ama yerinin nasıl doldurulacağının belirsizliği onları da ürkütüyor” diye karşılık verdi bu sözlerime. “Peki” dedim “Gül'e hazır ol mesajını gönderen kim?” Elbette bir ülke, bir isim ya da bir kuruluş yok. Ankaralı dostum “Sen de bilirsin ki” diye söze girdi ve devam etti; “Uluslararası işler yapan, diplomatik çevreleri tanıyan, girişken işadamlarımız vardır. Bunlar çeşitli bahanelerle toplantılar, yemekler, davetler düzenler. Bu toplantılarda artık Türkiye'nin iyiye doğru gitmediği konuşuluyor. Özellikle Gül'le karşı karşıya gelenler (efendim artık size de iş düşüyor) demeye başladılar. Gül gibi İngiliz tedrisatından geçmiş bir siyasetçi bunun ne demek olduğunu bilir.” Ben yine de Gül'ün bütün ısrarlara rağmen herhangi bir şekilde taşın altına elini koymayacağını düşünüyorum. Ankaralı dostuma “Bak sana bir şey söyleyeyim mi?” dedim “Ne mesaj alırsa alsın bunlar Gül'ün boyunu aşar, zaten o da cesaret edemez, ama de ki cesaret etti, işte bu çok tehlikeli. Çünkü Gül mü Erdoğan mı, hangisi daha tehlikeli olur dersen Gül'ü gösteririm.” Ankaralı dostum “Valla ben de aynı kanıdayım, ama sorun muhalefet boşluğunda. Muhalefet gündemi belirleyemeyince alternatif arayışları da yine AKP içinden aranmaya çalışılıyor. Türkiye artık bu kısır döngüyü aşmalı” dedi.

T24
ETİKETLER
erdoğan gül haber açıklama kelepçe

Fehmi Koru: Aksi hâlde bizi halı silker gibi dövecekler!
28 Kasım 2017



"ABD ile ilişkilerde hiç düşmememiz gereken tuzağa bir kez daha düşeceğiz"
Fehmi Koru*

Beklentim fazla gecikmeden doğrulandı diye sevinmeli miyim, yoksa gelişmelerden hayır umanlar hayal kırıklığı yaşayacağı için üzülmeli miyim, bilemiyorum.

Son zamanlarda şimdikine benzer karmakarışık ruh hallerini sıkça yaşıyorum.

Pentagon Trump’ı zora soktu

ABD Başkanı Donald Trump iki ülke arasında varlığını fazlasıyla belli eden görüş farklılıklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir telefon görüşmesi yaptı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanile; o görüşme taraflarca ‘olumlu’ olarak yansıtıldı.

Türkiye görüşme sonrasında ‘‘ABD artık PYD/YPG güçleriyle işbirliğine son verecek’’ bilgisini paylaştı, Beyaz Saray da açıklamasında Türkiye’nin paylaştığı bilgiyi tekzip etmedi.

Vize kısıtlaması da yaşandığı için gelişme özellikle ülkemizde olumlu beklentilere yol açtı.

Dün ise o havayı bozan yeni bir durum ortaya çıktı: Pentagon, ABD’nin Suriye politikasında herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığını, Suriye’de kurulmuş ittifak ilişkilerinin sürdürüleceğini cümle âleme ilân ediverdi.

Beyaz Saray bu açıklamayı da tekzip etmedi.

Şaşırdım mı?

Nasıl şaşırırım, ben de, henüz başkanlıkta bir yılını bile doldurmamışken, Trump’ın tek başına politika belirleme gücünü yitirdiği görüşünü okurlarla yine dün paylaşmıştım.

Yazdığımı bu yeni bilgi eşliğinde okumanızı isterim:

‘‘Trump’ın şu anki durumu Watergate sonrası Richard Nixon’ın durumundan fazla farklı değil çünkü.
Beyaz Saray’da henüz birinci yılını doldurmadan, Donald Trump, altındaki koltuk sallanan bir politik figür görüntüsünde. Kendisiyle birlikte Beyaz Saray’a getirdiği çekirdek kadrodan yanında tek kişi kalmadı; kimi kendiliğinden onu terk etti, çoğunun kellesini kamuoyu baskısıyla bizzat Trump aldı.
Hükümetinde yer alan bakanların başına buyruk davranışları, Başkan ile ters düşmekten çekinmeyen tavırları dikkat çekiyor.
Amerikan medyası Trump’a ‘Gidici’ muamelesi çekiyor.
Durum şu: Türkiye ile ABD temel politik hassasiyetler konusunda görüşürken, bir taraf (Türkiye) güçlü ve bu sebeple verdiği söz değer taşıyan bir yetkiliyle temsil ediliyor, diğer taraf (ABD) ise bugünden yarına yönetimde kalacağı kuşkulu zayıf biriyle…’’

Sorun yalnızca Trump ile Pentagon arasında baş gösteren görüş farklılığından ibaret olsa fazla sorun etmeye değmezdi; ancak eş-zamanlı olarak Rıza Sarraf olayında da Ankara’yı zora düşürecek bir gelişme yaşanıyor.

New York’ta jüri seçimi tamamlanmış görünen ve her an başlaması beklenen dava birdenbire ‘Sarraf davası’ olmaktan çıktı, doğrudan Halk Bankası’nı ve Türkiye’den siyasileri hedefe yerleştiren farklı bir zemine oturtuluverdi.

Amerikan ‘establishment’ı Trump yerine Türkiye’yi…

Görünen o ki, Amerikan yargısı, Sarraf’ın anlaşma sonucu sağladığı bilgiler eşliğinde, 12 kişiden oluşan jüriye, sayılarının 200’e yaklaştığı anlaşılan Türkiye’den isimleri gıyaplarında mahkum ettirmeye çalışacak…

Dört koldan sıkıştırılıyor ülkemiz.

Hem de kısa süre önce yine Trump tarafından, BM toplantısı vesilesiyle New York’a gelmiş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesi sonrasında ilân edilen ‘‘İki ülke arasındaki ilişkiler hiç bu kadar yakın olmamıştı’’ tespitine rağmen…

Trump’ın ülkeye başkan olmasını hazmedememiş Amerikan yerleşik düzeni, hoşnutsuzluğunu, onunla iyi geçinmeyi politika haline getirmiş Türkiye üzerinden hesaplaşmaya döndürerek gösterme derdinde.

Kendi başkanlarına ‘çıkış’ yolunu göstermekte acele etmiyor, ancak onun iyi geçinmeye çalıştığı eski müttefiki köşeye sıkıştırarak Trump’ı zora düşürüyor ‘establishment’…

Garip, ama gerçek: Aynı yerleşik düzen unsurları ilk seçildiğinde Barack Obama’yı da fazla benimsememiş, onun İslam Dünyası’na açılma projesini beğenmemiş, Türkiye ile yakınlaşma istemesine de gizliden karşı çıkmıştı.

Obama’yı değiştirene kadar…

Türkiye, şimdi olduğu gibi o zaman da, —malesef— gelişmeleri doğru okuyamamış ve Obama’nın açılımlarından kendisine yararlı politikalar üretebilmeyi becerememişti.

İlk yurtdışı gezisini Türkiye’ye yapan ve onu geniş bir coğrafyanın demokrasi yoksunu ülkelerine ‘örnek’ olarak göstermeyi benimseyen Obama ile kavga gürültü yaşamamız akıl almaz bir tezattı ülkemiz için…

‘‘Gelin, elimizi yumruk halinde olmaktan çıkarıp tokalaşalım’’ diyen Obama ‘‘Bunlar uzlaşılacak insanlar değil’’ noktasına getirileceği ‘İslami’ kılıflı terörle tanıştırılmış, görevinin sonlarına doğru da Türkiye’ye eli sopalı mesajlar verir hale gelmiş, Türkiye ise en yetkili ağızlardan Obama’yı suçlayıcı açıklamalar yapmaya başlamıştı.

Şimdi ne olacak?

Ne olacağı belli: Yine hislerimizle davranacağız.

ABD ile ilişkilerde hiç düşmememiz gereken tuzağa bir kez daha düşeceğiz.

Hislerin değil aklın öne geçmesi gereken bir süreç var karşımızda oysa.

Çok acilen kendimizi anlamsız savunmalara mahkum olmaktan uzaklaştıracak bir zemine taşımamız, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti konusundaki eleştirileri boşa çıkartacak tarzda davranmamız şart.

Dünya kamuoyunu arkamıza alacak bir ülke haline dönüşebilirsek, bizi yargılamaya soyunanları o çıplak halleriyle ortada bırakabiliriz.

Aksi halde bizi halı silker gibi dövecekler.

Görelim bunu artık.

*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır

T24
ETİKETLER
barrack obama abd türkiye donald trump reza zarrab

Prof. Ahmet İnsel: Gözden düşmüş AKP'liler de bu şüpheliler sepetine atılmıştır
28 Kasım 2017



"2016 yılında Türkiye’de 15 yaşından büyük her on kişiden biri şüpheliymiş"

Cumhuriyet'ten Prof. Ahmet İnsel, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit'ten aldığı bilgilere göre adli sicil istatistiklerinde Türkiye'de 2016 yılında 6 milyon 900 bine yakın şüpheli olduğunu belirterek "Son dönemlerde AKP liderliğinin aba altından sopa gösterdiği gibi, gözden düşmüş AKP’liler de bu şüpheliler sepetine ya atılmışlardır ya da her an atılabilirler" diye öne sürdü.

Ahmet İnsel'in "İktidarın şüphelileri" başlığıyla yayımlanan (28 Kasım 2017) yazısı şöyle:

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, ilginç birkaç veri verdi. İçinde giderek boğulduğumuz otoriter güvenlik devletinin herkesi şüpheli olarak görmesini somut biçimde tasvir ediyorlar. Adli sicil istatistiklerine göre, Türkiye’de 2016 yılında altı milyon dokuz yüz bine yakın şüpheli varmış. Yargıtay Başkanı, bu şüpheli kitlesini toplam nüfusa oranlayarak, nüfusun yüzde sekizi civarında kişinin 2016 yılında şüpheli muamelesi gördüğünü ifade etti. Aslında hesabı on beş yaş üstü nüfus üzerinden yapmak gerekir. Bu durumda Yeni Türkiye’de savcılıkların ve adli kolluğun şüpheli olarak görüp işlem yürüttüğü kişi sayısının yetişkin nüfusun yüzde on birini oluşturduğu ortaya çıkıyor. 2016 yılında Türkiye’de 15 yaşından büyük her on kişiden biri şüpheliymiş! 2017’de bu oran pek değişmemiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre savcılar, ihbar veya başka suretle bir suçun işlendiği izlenimi veren bir halin varlığını öğrenince, şüpheli hakkında soruşturma başlatır. Soruşturmayı savcının emrindeki adli kolluk, yani polis yürütür. Savcı veya polis kendi izlenimleriyle kendiliğinden soruşturma başlatabilir. İktidarın tetikçi medya organlarının “flaş flaş…” haber yaptıkları hedeflerin nasıl hemen soruşturma, gözaltına alma, tutuklama ve kovuşturma nesnesine dönüştüğünü, son on yılda sayısı baş döndürücü hızda artan örnekle biliyoruz. AKP Genel Başkanı, bir kişiyi veya grubu hedef gösterdiğinde, eğer daha önce açılmamışsa, palas pandıras soruşturma açılıyor. Yürütmeden alınan emirle soruşturma açılması, soruşturma ve kovuşturmayı iktidardaki gücün siyasal rakipleri, iktidarın makbul addetmediği kişi ve çevreler üzerinde baskı kurma aracına dönüştürür.

2016’da yedi milyona yakın şüpheliden iki milyon dokuz yüz bini hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı alınmış. Ama bu dosyalar güvenlik devletinin hafızasından silinmez. İleride aynı kişi yeniden şüpheli olduğunda raftan indirmek için dosya bir yere kaldırılacak veya soruşturma dosyası fiilen açık bırakılacaktır. Kovuşturulan iki buçuk milyon şüpheli, ilk derece mahkemelerinde yargılanmaya başlanmış. Geri kalan sekiz yüz bin kişi hakkında ise rivayet muhtelif. Çeşitli nedenlerle haklarında işlem yapılamamış, şüpheli olarak kalmaya devam etmişler.

2016’nın tam ortasında darbe girişimi oldu. Bu nedenle geçen yıl şüpheli sayısı önceki yıllara göre biraz daha yüksek çıkmış olabilir. Ama bunun şüpheli verilerine yansıması, şüpheli nüfus oranının en fazla bir puan artmasına yol açar. Adi suç şüphelileriyle, iktidarın makbul olarak kabul etmediği söz, eylem ve mesajları nedeniyle şüpheli damgası yiyenlerin arasındaki oranı bilmiyoruz. Ama açılan siyasi içerikli ceza davalarındaki yoğunluğa bakınca, ikincisinin oranının olağandışı yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. Sonuçta bu veriler, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin,15 yaş üstü nüfusun takriben yüzde onuna çeşitli nedenlerle şüpheli muamelesi yapıldığı, keyfi hukuk devleti olduğunu gösteriyor.
Bu verileri son on yıl içinde şüpheli damgası yiyen toplam kişi olarak ele aldığımızda, büyük ihtimalle nüfusun takriben beşte birinin güvenlik devleti nezdinde şüpheli olduğu gerçeği ortaya çıkar. Siyasal, dini, mezhepsel ve etnik nedenlerle sürekli olağan şüpheli kategorisinde olan nüfustur bu. Ve son dönemlerde AKP liderliğinin aba altından sopa gösterdiği gibi, gözden düşmüş AKP’liler de bu şüpheliler sepetine ya atılmışlardır ya da her an atılabilirler.
Hannah Arendt, “totaliter dünyada şüpheli kategorisi bütün nüfusu kucaklar” (Totalitarizm, İletişim Yayınları) diye belirtmişti. Yeni Türkiye’nin gidişatının yönü belli.

T24
ETİKETLER
akp ahmet insel cumhuriyet şüpheli 2016 2017 6 milyon 2 milyon kovuşturma

Yolsuzlukla suçlanan Çinli general intihar etti
28 Kasım 2017



Çinli general için sosyal medyada "Bir zamanlar güçlü ve onurlu olan general hayatını bu utanç verici biçimde sona erdirdi" yorumu yapıldı

Çin Halk Cumhuriyeti lideri Xi Jinping'in kapsamlı yolsuzlukla mücadele kampanyasında yolsuzlukla suçlanan Çinli General Pekin’deki evinde kendini asarak intihar etti.

23 Kasım'da intihar ettiği anlaşılan Çin’in Merkezi Askeri Komisyonu'nun siyasi bölümünün sorumlusu, Zhang Yang, yolsuzlukla kapsamında yargılanan iki eski üst düzey askeri subayla bağlantılı olduğu gerekçesiyle soruşturma kapsamına alındı. Çin’de yolsuzlukla mücadele kapsamındaki soruşturmalar Başkan Xi’nin Komünist Parti kongresindeki yolsuzluğa karşı mücadele yemininden sonra üç milyona yakın üst düzey görevlinin gözaltına alınmasıyla başlamıştı.

Yolsuzluk komisyonunun açıklamalarına göre Zhang disiplin protokollerini ciddi bir şekilde ihlal etti ve yasaları çiğnedi, rüşvet aldı ve malvarlığında aşırı bir şekilde kaynağı belirsiz artışlar oldu.

Ordunun resmi gazetesi olan Halk Kurtuluş Ordusu tarafından yönetilen bir sosyal medya hesabındaki yazı, Zhang'ı intihar ederek suçlamalardan kaçtığını savundu.

Sosyal medya hesabında yazıldı.

T24
ETİKETLER
zhang yang çinli general çin yolsuzluk intihar etti ast

Al Monitor: Zarrab davası AK Parti'de çatlağı genişletti
28 Kasım 2017



Al Monitor'e konuşan üst düzey bir bürokrat davanın Türkiye’nin sadece ABD değil, Suudi Arabistan ile ilişkilerine de olumsuz yansıdığını öne sürdü

Al Monitor sitesine konuşan üst düzey bir bürokrat, Zarrab davasının 'Erdoğan'ın yakın çevresiyle AK Parti'nin üst kademeleri arasındaki çatlağı genişlettiğini' öne sürdü. Yetkili, Zarrab'ın Türkiye'ye döndürülmesi girişimlerinde bürokrasinin baypas edildiğini söyleyerek, "Şimdi bütün devlet aygıtının Erdoğan'ın arkasında toplanması bekleniyor. Fakat ciddi şüphelerimiz var: Zarrab neden bu kadar önemli?" diye sordu. Üst düzey bürokrat ayrıca davanın Türkiye’nin sadece ABD değil, Suudi Arabistan ile ilişkilerine de olumsuz yansıdığını öne sürdü.

Gazete Duvar'da yer alan habere göre, söz konusu bürokratın açıklamaları, Al Monitor sitesinin yazarlarından Pınar Tremblay’ın bugünkü köşesinde yer aldı. Tremblay makalesinde Zarrab’ın itirafçılığı kabul ettiği iddiası hakkında “Bu haber, iddia edilen para aklama operasyonunu kolaylaştırmak için rüşvet aldıklarının belirtilmesinden korkan tüm üst düzey Türk yetkililer arasında tabii ki panik yarattı” ifadelerini kullandı. Tremblay, “Türk yetkililerin en öncelikli ve önemli endişesi, olası ifşaatlarla aralarına mesafe koymak. Tabii ki en önemlisi de, Erdoğan ve ailesini korumak” dedi.

“Zarrab için devlet baypas edildi”

Tremblay’a isim vermemek kaydıyla konuşan üst düzey bir bürokrat da şunları aktardı:

“Dava Erdoğan’ın yakın çevresiyle AKP’nin üst kademeleri arasındaki çatlağı genişletti. Bu soruna ‘ABD’yle doğrudan bir diplomatik çözüm’ bulunması için diplomatlardan yardım alınmadan, devlet aygıtının baypas edilmiş olmasından endişeleniyoruz. Şimdi Zarrab’ın dönüşünün mümkün olmadığını kesin olarak öğrenmişken, bütün devlet aygıtının Erdoğan’ın arkasında toplanması bekleniyor. Fakat ciddi şüphelerimiz var: Zarrab neden bu kadar önemli? Buna yanıt verebilen çok kişi yok.”

Aynı yetkili Zarrab davasının ABD ve diğer ülkelerle ilişkilere zarar verdiğini söyleyip, “Suudi Arabistan’la ilişkilerimiz de diken üzerinde” dedi. Tremblay ise yazısına şu ifadelerle söz verdi: “Gerçekten de bu gerilim, Erdoğan’ın niçin 15 yıllık iktidarında Suudi Arabistan’ı ilk kez doğrudan eleştirdiğini açıklayabilir. Türkiye Zarrab davası nedeniyle yüksek bir bedel ödüyor ve Türklerin bunun sebeplerini bilmeye hakkı var.”

T24
ETİKETLER
reza zarrab hakan atilla yolsuzluk mahkeme dava

Zarrab davasındaki gelişmeler doları yükseltti; 3,97
28 Kasım 2017

ABD'de devam eden Reza Zarrab davasındaki gelişmelerin de etkisiyle yönünü yukarıya çeviren dolar 3.97 liraya, Euro 4.72 liraya yükseldi

ABD'de devam eden Reza Zarrab davasındaki gelişmelerin de etkisiyle yönünü yukarıya çeviren dolar 3.97 lirayı, Euro 4.72 lirayı ve düşüşle açılan Borsa İstanbul Endeksi'nin kayıpları da yüzde 2.5'i aştı.

ABD’de süren davanın Savcısı, Reza Zarrab'ın suçunu kabul ettiğini ve Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’ya tanıklık yapacağını açıkladı. Davanın bugünkü duruşması öncesi Yargıç Richard Berman'ın, "Mahkemeye kim gelecek?" sorusunu yanıtlayan Savcı, "Reza Zarrab suçunu kabul etti ve Atilla'ya karşı tanıklık yapmak üzere bugün ya da yarın mahkemeye getirilecek" dedi.

Yeni günün ilk işlemlerinde 3.92 lira dolayında işlem gören dolar, kapanışa doğru ABD'de duruşmanın başlamasının ardından 3.9720 liraya kadar yükselirken, erken işlemlerde 4.67 lira dolayında olan Euro 4.7210 liraya çıktı.
T24

AK Parti bu iddiayla çalkalanıyor: 28 isimle gizli gizli...
27 Kasım 2017



11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki aşiret reisleriyle buluştuğu gündeme geldi.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ’ün Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki aşiret reisleriyle buluştuğu gündeme geldi.

Aydınlık gazetesi yazarı İsmet Özçelik, “Gül mesaide, aşiret reisleriyle buluştu” başlıklı yazısında AKP ’den aldığı bilgileri aktardı.

“Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu aralar hiç durmuyor. Devletin araçları, memurları, binası, ... emrinde” diyen İsmet Özçelik yazısında Abdullah Gül’ün çalışmalarını şöyle aktardı:

“Ofisi hareketli. Yakın takipte olmasına rağmen pek aldırmıyor. Emekli diplomatlar, emekli üst

düzey bürokratlar, kenarda kalmış AKP’liler, muhalefet partilerinin kritik isimleri, ofisine girip çıkıyor.

Erdoğan’ın yakın çevresinden verilen bilgiye göre, AKP’de aktif görevde olanlarla da teması var. Ama onlarla görüşme ofiste yapılmıyor. Dost ziyaretlerinde ‘tesadüfen’(!) bir araya geliyorlar.”

AŞİRET REİSLERİ BULUŞMASI

İsmet Özçelik “Gül son dönemde, Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki aşiretlerin ileri gelenleri ile bir araya geliyormuş” diyerek iddialarını şöyle sürdürdü:

“AKP’lilere göre, bu buluşmaları organize eden kişi tanıdık. Eski AKP sözcüsü Hüseyin Çelik.

Sayı bile veriliyor. ‘20 gün öncesine kadar 28 aşiret reisi ile görüştü’ deniyor. Kimler olduğu da biliniyormuş. Adam adama markaj yapıldığı anlaşılıyor.”

GERİLİM ARTIYOR

“AKP’de ve Erdoğan’ın yakın çevresinde Gül’ün faaliyetleri konuşuluyor” diyen Özçelik, şöyle devam etti:

“Sık sık ‘Bu ne mesaisi’ diye sorulmaya başladı. Gerilim var. Üstelik de giderek yükseliyor...

Millî Gazete

Ak Parti'nin sonu belli oldu: Ak Parti'yi kadınlar bitirecek...
28 Kasım 2017



Aile üzerine yaptığı çalışmalar ve yazdığı kitap üzerine tanınan Sema Maraşlı, Ak Parti'nin kadın derneği KADEM'e tepki gösterdi. Maraşlı, “Ak Partinin sonu belli oldu. Ak Partiyi feminist kadınlar bitirecekler. Feministler böyle çalışmaya devam ederlerse Ak Parti 2019 seçimlerinden çıkamaz” dedi.

Aile ve kadın üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan yazar Sema Maraşlı Ak Parti ’nin kadın kolları gibi çalışan Kadın ve Demokrasi Derneği’ne (KADEM) tepki gösterdi. Kendisine ait web sitesinde kaleme aldığı yazısında, “Ak Partinin sonu belli oldu. Ak Partiyi feminist kadınlar bitirecekler. Feministler böyle çalışmaya devam ederlerse Ak Parti 2019 seçimlerinden çıkamaz. Feminist kadınlar dediysem zannetmeyin laik kesimin kadınları kastediyorum. Hayır, onların gücü yetmez” diyen Maraşlı, “Erkek cinsinin hayvanlar kadar olmadığını ve hayvanlardan çok şey öğrenmesi gerektiği mesajını veriyorlar. Çiftleşme öncesi dişiye kur yapan ayıyı erkeklere örnek diye göstermişler. Nasıl örnek alınacaksa… Şiddeti gerçekten bitirmek isteyen ayıları örnek göstermez, tam aksi karısına sevgi, şefkat ile davranan erkeklerin örnek olduğu güzel olumlu sevecen videolar çeker, mutlu çiftleri örnek gösterir” ifadelerini kullandı.

Maraşlı, “Ülkemizde kadına şiddet geçmiş yıllarda çok azken son yıllarda hızla artıyor. Kadına şiddeti gündemde tutarak şiddeti artırmayı başardılar. Bu işten kimin menfaati var. Elbette Batı ülkelerinin. Özellikle İslam ülkelerindeki feminist derneklere Avrupa fonları büyük paralar akıtıyorlar. Bizde çıkan şiddet haberleri Batı ülkelerinde yayınlanıyor ve onların halkı bizim ülkemizde her gün sokaklarda tavuk boğazlanır gibi kadın öldürüldüğüne inandırılıyor” dedi.

Maraşlı’nın yazısının tamamı şu şekilde:

“Ak Partinin sonu belli oldu. Ak Partiyi feminist kadınlar bitirecekler. Feministler böyle çalışmaya devam ederlerse Ak parti 2019 seçimlerinden çıkamaz.

Feminist kadınlar dediysem zannetmeyin laik kesimin kadınları kastediyorum. Hayır onların gücü yetmez.

Kendi içinden Ak Partili gibi görünen feminist kadınlar sonunu getirecek Ak Partinin.

KADEM diye bir yapılanma var Ak Partili kadınların kurduğu. Gençlik kolları ile bütün her yere yayılıyorlar. Güya kadın ve demokrasi derdindeler.

Erkek düşmanlığından başka bir şey yapmıyorlar.

KADEM yaptığı çalışmalarla, kanser hücresi gibi hükümeti içerden yiyip bitirmeye çalışıyor gibi duruyor.

KADEM içerisinde iyi niyetli insanlar vardır elbette fakat kötü niyetli birileri tarafından yönlendirildikleri çok belli. Bazıları ne kadar farkında bilmiyorum fakat çok tehlikeli işler yapıyorlar.

Daha önce yaptırdıkları videolar üzerine “Erkeğe Şiddete Hayır” diye bir yazı yazmıştım.

Şimdi de yeni videolar çekmişler. Güya şiddet uygulayan erkekleri hedef almışlar fakat aslında bütün erkeklere sesleniyorlar.Bu konuda çekilmiş üç video:

“Bazı cinslerin bazı cinslerden öğreneceği çok şey var.” Diye bitiyor.

Erkek cinsinin hayvanlar kadar olmadığını ve hayvanlardan çok şey öğrenmesi gerektiği mesajını veriyorlar.

Çiftleşme öncesi dişiye kur yapan ayıyı erkeklere örnek diye göstermişler. Nasıl örnek alınacaksa…

Şiddeti gerçekten bitirmek isteyen ayıları örnek göstermez, tam aksi karısına sevgi, şefkat ile davranan erkeklerin örnek olduğu güzel olumlu sevecen videolar çeker, mutlu çiftleri örnek gösterir.

Bu videolardan sonra herhalde Ak Partili kadınlar hayvandan aşağı gördükleri erkek cinsinden oy isteyecek değiller.
Ayrıca bu videoların Ak Partiye ve topluma bir zararı daha var. Şu bilinen bir gerçektir ki medyada hangi konu çok konuşulursa o konu normalleşir ve artar.

İntihar haberlerinin akabinde intihar olaylarının arttığı yapılan çalışmalarda görülüyor.

Ülkemizde kadına şiddet geçmiş yıllarda çok azken son yıllarda hızla artıyor. Kadına şiddeti gündemde tutarak şiddeti artırmayı başardılar.

Bu işten kimin menfaati var. Elbette Batı ülkelerinin. Özellikle İslam ülkelerindeki feminist derneklere Avrupa fonları büyük paralar akıtıyorlar. Bizde çıkan şiddet haberleri Batı ülkelerinde yayınlanıyor ve onların halkı bizim ülkemizde her gün sokaklarda tavuk boğazlanır gibi kadın öldürüldüğüne inandırılıyor.

Hatta bu sözü “Sokaklarda tavuk gibi kadın boğazlandığı” sözü bana ait değil, farklı kesimlerden kadınların röportajlarında okudum, gerçekmiş gibi söylüyorlardı.

Vakti geldiğinde de Sam amcalar kurtarıcı olarak gelecek ve ülkemizi istila edecek. Kendi halkı da kadın ve çocukları kurtardığı için devletini alkışlayacak. Bunun örnekleri çok.

Böyle giderse “kadına şiddet” diye diye şiddet daha da artacak. Ve Ak Parti suçu bütün erkeklere yıktıkça erkeklerin oylarını kaybedecek.

Erkeklerin hayvanlardan aşağı gösterildiği videolarla bilinçaltı mesajları alan kadınlar da acaba başında erkek olan bir partiye mi oy vermek isterler yoksa başında bir kadın olan partiye mi? Kadınların oyu da gitti. Bir de bunların vebali öteki tarafta verilecek hesabı var.

Velhasıl hükümet yetkilileri acilen KADEM içindeki bu sinsi yapıyı durdurmalı.

Kadına şiddet bitirilmek isteniyorsa böyle büyük büyük kampanyalarla gösteri yapıp erkeklere hakaret edilmesi gerekmiyor. Yapılacaklar çok basit.

Şiddetin en büyük sebebi alkol. Alkol kullanımını azaltmaya yönelik tedbirler alabilirler.

İkincisi şiddet en çok boşanma döneminde oluyor. Zira kanunlar çocukları olmasa bile erkekleri eski eşlerine ömür boyu nafakaya mahkûm ederek bakmak zorunda bırakıyor.

Boşanma sırasında erkek evinden oluyor, çocuklarından oluyor, bir de ona hakaretler eden karısına her ay para göndermek zorunda kalıyor.

Eski eşe nafaka vermek demek, her ay kazancından bölerek kendi ihtiyaçlarından kısarak, yeni evlilik yapmışsan karının ve çocuklarının rızkından kısarak düşmanına para göndermek gibi bir şey. Zira boşananların pek çoğu büyük kavgalarla ayrılıyor.

Şiddetin haklı bir sebebi yoktur fakat bütün bunları yaşayıp cinnet geçirip karısını çocuklarını ve en son kendini öldüren erkek haberleri her gün gazetelerde yer alıyor. Hükümet acilen nafaka ile ilgili kanunları değiştirmeli. İhtiyacı olan kadınlara kendi maaş vermeli, eski kocası değil.

Şiddetin artmasının üçüncü önemli sebebi 6284 nolu kanun maddesi. Erkeğin kadına bağırması (kadının kocaya bağırması suç değil) parayı az vermesi, birlikte olmak istemesi gibi o anda kadının hoşuna gitmeyecek her şeyi şiddet kapsamına alıp fiziksel şiddet olmadığı halde kocasını şikayet eden kadınların sözleri üzerine erkeğin sözünü hiçe sayarak erkeklere cezalar yağdırılıyor.

Kadın “Kocamı bir süre gözüm görmesin evden uzaklaştırılsın” dese erkek mahallesine giremiyor, o mahallede kendi annesi olsa bile. Çocuğuna yaklaşamıyor. Suçu ne? Karısının paşa gönlünü eylememiş.

Her yıl yaklaşık 130 bin civarı çift boşanıyor. Bunların içinden çok az kadın nafaka istemiyor. Nafaka gerçeği, tazminat, mal paylaşımı derken boşanan erkekler kanunların adaletsiz gerçekleri ile yüzleşince ilk işleri bu kanunları yapanlara kötü söylemek oluyor. Kötü kelimesi burada hafif kaldı siz anlayın.

Ak Parti zannetmesin ki bu adaletsiz sistemin mağduru erkekler onlara tekrar oy versin.

Özetle görünen o ki Ak Parti içlerindeki feminist kadınları durdurmazsa kendi sonunu hazırlamış olur. Bizden söylemesi.”


HÜKÜMET AB'YE GİRMEK İÇİN...

Sema Maraşlı 2015 yılında da kaleme aldığı bir yazıda, AKP 'nin en büyük hatasının, 2012 yılında çıkarılan "Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" olduğunu söylemişti. Maraşlı, “Hükümet Avrupa Birliğine girmek için Avrupa' da uygulanan ve orada aile kurumu bırakmayan kanunu alıp birebir bizde uygulamaya geçtiler. Kanun çok fazla zulme sebep oldu. Aile toplumun temelidir, aile kurumunun alacağı bir darbe devletin kendine yapılmış gibidir. Kanun kadınlara aşırı haklar verirken, erkeklerin insan haklarını bile elinden aldı. Erkeklere yargısız infaz yapılmaya başlandı. Her gün şiddet haberleri ile malum medya ve feminist kuruluşlar "bu kadar ceza yetmez daha fazla" dedikçe hükümet yetkilileri kadınlardan yana olduklarını göstermek için ne yapacaklarını hangi beyanatı vereceklerini şaşırdılar. Devlet elbette suçlu erkekleri cezalandırsın. Fiziksel şiddet uygulayan, kendi sayısız kadınla görüşüp eski karısı evlenmek istiyor diye onu tehdit edip kapısına dayanan hasta ruhlular için en ağır cezaları verilsin. Fakat hayatın içinde her karı-koca arasında geçecek tartışmalar için kadınları gaza getirip aile kurumunu çökertmesinler” ifadelerini kullanmıştı.

Kaynak: www.milligazete.com.tr

Kılıçdaroğlu, belgelerin kaynağını açıkladı
30 Kasım 2017



"Bu ülkede, ülkesini seven milyonlarca milyonlarca bürokrat var; bir adımımız kaldı"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "yurt dışına milyonlarca lira kaçırdığını" iddia ettiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yakınları tarafından Man Adası'nda bulunan bir off - shore şirkete on milyonlarca dolar aktarıldığını belgeleyen dekontları kimden aldığını açıkladı.

Eşitlik, Adalet, Kadın Zirvesi'ne katılan Kılıçdaroğlu, Hürriyet yazarı Ayşe Arman'ın belgelerin kaynağına ilişkin olarak yönelttiği "FETÖ'cüler mi verdi?" sorusuna "Hayır. Bu ülkede, ülkesini seven milyonlarca insan var, milyonlarca bürokrat var" yanıtını verdi.

Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

"Man Adası olayı şöyle önemli; Vatandaşına dönüp diyeceksin ki vergi ver. Ama Ankara'daki beylerin çocukları Türkiye'de vergi ödememek için başka ülkelere gidip şirket kuruyorlarsa burada ahlaki bir sorun var demektir. İlk açıklamadan bu yana izlediğimiz bütün strateji tuttu. Bir adımımız kaldı. O adımı da bugün yarın gerçekleştireceğiz. Bir adım kaldı. Bunları veren bir insan tabi, uzaydan gelmedi."

"Zarrab düşman oldu"

Kılıçdaroğlu Zarrab davasıyla ilgili olarak ise şunları söyledi:

Haysiyetli insanların Zarrab davasından sonra bulundukları makamlardan ayrılması lazım, haysiyetli insanların. Düne kadar Zarrab'ı devlet protokolüne oturttular ve Zarrab için hayırsever iş adamı dediler. Şimdi Zarrab düşman oldu, neden çünkü itirafçı oldu. Adam rüşvet vermiş, rüşvet alanı da biliyoruz. Haysiyetli ve onurlu olanların makamlardan ayrılması lazım. Hırsızlık olayı var, hırsızlık olayı Türkiye meselesi değil ki. Olay Türkiye'de oluyor, hepimiz biliyoruz, olayı kapatıyorlar. Ama Zarrab ABD'de yargılanıyor. Beni üzen bu. Bu ülkenin mahkemesi yok mu? Bu dosyaları kapatan savcı- hakimler ileride çocuklarına hesap veremeyecekler.

T24
ETİKETLER
kemal kılıçdaroğlu tayyip erdoğan akp off shore man adas

Fehmi Koru: Zarrab davasında kararın ne olacağını şimdiden tahmin edebiliyoruz
30 Kasım 2017



"Türkiye, Zarrab'ın ve 12 öfkeli adamın insafına bırakılmamalıydı"
Fehmi Koru*

Küçümsemek gibi bir niyetim yok, ama görüntüsü öyle: Jürili yargılama sistemi pek çok yönden mahkeme salonuna bir sirk havası katar.

Bütün yargılama süreci, t
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ksm 30, 2017 8:51 pm tarihinde değiştirildi, toplam 14 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ksm 28, 2017 6:59 pm    Mesaj konusu: Erdoğan: İspat et, Cumhurbaşkanlığı makamında durmayacağım Alıntıyla Cevap Gönder

Erdoğan'dan Kılıçdaroğlu'na: İspat et, Cumhurbaşkanlığı makamında durmayacağım
26.11.2017



Sputnik'in haberine göre; Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü' kapsamında düzenlenen etkinlikte konuştu. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun iddialarıyla ilgili konuşan Erdoğan, "Çocuklarım, kardeşim, eniştem, dünürüm yurtdışına milyonlarca dolar para göndermiş. Artık ismini anmaya dahi tenezzül etmediğim bu zata soruyorum, iddiaların belgesi var mı, varsa çıkart milletin önüne ben hemen gereğini yapayım. İspatlayamazsan siyaseti bırakman lazım. İspatlarsan hem siyaseti hem Cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım" dedi.

'İDDİALARININ BELGESİ VARSA ÇIKART MİLLETİN ÖNÜNE, GEREĞİNİ YAPAYIM'

Erdoğan ayrıca konuşmasında Kılıçdaroğlu'nun dile getirmiş olduğu iddiaları sert bir dille eleştirdi:

"Bu zat ayrıca müfterider, hicap duygusu gelişmemiş bir yüzsüzdür. Ailem ve şahsım hakkında aslı astarı olmayan yalanlar üretiyor. Geçtiğimiz günlerde yine çirkin yüzünü gösterdi. Meclis kürsüsünden iftiraları sıraladı. Çocuklarım, kardeşim, eniştem, dünürüm yurtdışına milyonlarca dolar para göndermiş. Daha önce de benim 3 milyar dolar param olduğunu iddia etmişti. Hangi hukuk ekolüne bakarsanız bakın, müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Artık ismini anmaya dahi tenezzül etmediğim bu zata soruyorum, iddiaların belgesi var mı, varsa çıkart milletin önüne ben hemen gereğini yapayım. Yoksa çık milletin önüne iftira ettiğini söyle, özür dile. Aksi takdirde iftiracı durumuna düşeceksin.

Yüreğinde utanma duygusu olan birisi bu sözler karşısında iki yoldan birini seçer. Bu söylediğim sözlerin hepsini de yutup üç gün sonra aynı yanaları tekrarlamayı sürdürecek. Tayyip Erdoğan'ın yurtdışında 1 kuruş parası varsa, çıksın bunu ispat etsin. İspat ettiği anda Cumhurbaşkanlığı makamında bir dakika durmayacağımın taahhüdünü veriyorum. Bunu ispat edemeyen Kemal o makamında duracak mı? O da taahhüdünü versin. Millet senin ne olduğunu gördü. Hangi bankada yurtdışında hesabım var, onu ispatla. İspatlayamazsan siyaseti bırakman lazım. İspatlarsan hem siyaseti hem Cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım. Hodri meydan. Bu zatı milletimize ve özellikle de kadınlarımıza havale ediyorum."

CHP'den ERdoğan'a: Yarın televizyon başına geç

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yurt dışı banka hesaplarına ilişkin “İspatlarsan, ben hem siyaseti hem cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım. Hodri meydan" sözlerine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yarın Meclis gurup toplantısında yanıt verecek. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Meclis’te bugün düzenlediği basın toplantısında, “Yarın milletin önüne belgelerin çıkışını, milletin önünde bu konunun konuşulduğunu izleyeceksiniz” dedi. Özel, Erdoğan’ı yarın televizyon başına geçmeye davet etti.
Ana Haber

Kılıçdaroğlu, "İspat et, istifa ederim" diyen Erdoğan'a dekontları gösterdi: Haysiyetli bir adamsan gereğini yap!
28 Kasım 2017



"Erdoğan'ın dünürü ve oğlu, vergi cennetine milyonlarca dolar para aktardı"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "yurt dışına milyonlarca lira kaçırdığını" iddia ettiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "İspat et, istifa ederim" çıkışına yanıt verdi. Man Adası'nda kurulan bir off - shore şirkete Erdoğan'ın eniştesi, dünürü, eski özel kalem müdürü ve oğlu tarafından on milyonlarca dolar aktarıldığını iddia eden Kılıçdaroğlu, canlı yayında swift kodlarının da yer aldığı birtakım banka dekontlarını gösterdi. Erdoğan'a yönelik çağrısında "Haysiyetli bir adamsan gereğini yap" dedi.

Erdoğan'a "Ne yerlisin, ne millisin" diye seslenen Kılıçdaroğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Şimdi diyecekler ki, 'Bu belgeler bilmem kim falan ajan verdi' Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır, sadece Türkiye’de değil, o şirketlerde de kayıtları var. Hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Nokta."

​Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları sırasında salondan "Tayyip istifa" sesleri yükseldi.

Erdoğan, "Saçmalığın dik alası" demişti

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Erdoğan - Kılıçdaroğlu polemiğine ilişkin olarak dün (27 Kasım 2017) yaptığı açıklamada "Cumhurbaşkanı pür dikkat izlesin" ifadesine yer vermişti. Erdoğan ise, Kılıçdaroğlu'nun elinde herhangi bir belgenin olmadığını vurgulayarak "Enişteye, dünüre girmek saçmalığın dik alası, müfterilere meydanı bırakmayalım" diye konuşmuştu.

"Önerge verdik, reddedildi"

Başbakan Binali Yıldırım'ın oğullarının adının, "Paradise Papers" olarak adlandırılan belgelerde yer aldığını hatırlatan Kılıçdaroğlu, "Vergi vermemek için vergi cennetlerinde şirketler kuruyorlar. Binali Bey, 'araştırılsın' dedi. Önerge verdik. Anında reddedildi" dedi.

"Tahir Elçi'nin failleri hâlâ bulunamadı"

Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısındaki açıklamalarına, iki yıl önce Dört Ayaklı Minare önünde öldürülen eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'yi anarak başladı. Kılıçdaroğlu, "Fail hâlâ bulunamadı. Faili meçhul cinayetler yakın tarihimizin kara sayfalarıdır. Dileriz katilleri bir an önce bulunur ve yargı önüne çıkar" dedi.

Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları şöyle:

"Şimdi sıra geldi kutuyu açmaya"

Şimdi geliyoruz kutuyu açmaya. Hikaye anlatacağım size. Çorum’da bir konuşma yaptım, Erdoğan’a bazı sorular sordum. Sonra 21 Kasım’da bu grupta yine sorular sordum. Soruyu aynen okuyorum. “Çocuklarının, dünürünün, eniştenin, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün vergi cennetlerinde kurulan bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun? Yerli ve milli isen bunun cevabını vereceksin” dedim.

"Yanına bir doktor al"

Aradan süre geçti, tık yok. Ben de merak ediyorum niye tık yok. Sonra gazetelerde bir haber okudum. 1,5 milyonluk dava açmış. Vah vah vah ne kadar korktum bilemezsin. Dava açsan ne olur açmasan ne olur. Sen benim soruma adam gibi cevap ver. Sanırım beyefendi de beni dinliyordun. Erdoğan’a tavsiyem yanına bir doktor al, doktor da yanında olsun.

"Beni tanımıyor"

Suriyelilere 30 milyar dolar harcadığını söylüyor. 30 milyar doları nereye harcadın? Ben bilmiyorum, milletvekilleri bilmiyor. Nereye gitti bu 30 milyar dolar. Bir daha sorayım, gözlerinden öperek bir soru daha soruyorum. 30 milyar doları ne zaman, nerede, kimin için harcadın? Cevabını alacağız. Sonra çıktı Balıkesir’de bunu ispat et dedi. Güzel ispat edelim. Beni tanımıyor öyle anlaşılıyor.

"O yönetim kurulu toplantılarının tutanakları bizde"

1 Ağustos 2011, Man adası devletinde bir şirket kurulur. Evet küçücük bir ada. Burada bir şirket kurulur, Belvev Limited Şirket. Onun kuruluş senedi de bizde. Noter tasdikini onlar yapmış, ben yapmadım. Bu şirket 1 ağustos 2 Ağustos tarihlerinde yönetim kurulu toplantısı yapar.

Bir kişiden oluşmaktadır, Sıdkı Ayan. O yönetim kurulu toplantılarının tutanakları da bizde. Ayrıca bu kişinin 1 sterlinlik, yönetim kurulu bir kişi, Sıdkı Ayan. Adresini de vereyim, Reşitpaşa caddesi, yol sokak Sarıyer-İstanbul. 1 sterlinlik bir şirket. Ona ait olduğuna dair, hem Türkiye’den hem de Man Adası'nın kayıtları var. 15 Kasım 2011’de bu şirketi Kasım Öztaş’a devreder. Kasım Öztaş kimdir? Sait Halimpaşa caddesi – Yeniköy-İstanbul adresinde oturuyor. Ben Erdoğan’a bir soru soruyorum, tekrar. Sıdkı Ayan kimdir tanıyor musun? Eminim benden çok daha iyi biliyorsun kim olduğunu. Peki bu Kasım Öztaş’ı tanıyor musun?

"Niye gönderir senin kardeşin?"

Bu şirketin bütün kayıtları bizim elimizde. Diyeceksiniz ki bu şirket, bu şirkete para gitti mi? Para gitti mi? Evet gitti. 15,12-2011 tarihinde Ziya İlgen, 2,5 milyon dolar Belvey şirketine para gönderiyorlar. 1 sterlinlik, 1 kişilik. 15,12,2011 tarihinde Mustafa Erdoğan, 2,5 milyon dolar para gönderiyor. Niye gönderir senin kardeşin? Gariban ölüsü için kefen alırken yüzde 18 öder, sen 2,5 milyonu nasıl gönderiyorsun. 26,12-2011 tarihi Ziya İlgen 1 milyon 250 bin para gönderir. Mustafa Erdoğan 1 milyon 250

27,12,2011 Osman Ketenci, dünür dedim ya. Bu da 1 milyon 250 bin dolar gönderiyor. Mustafa Gündoğan, 1 milyon 250 bin. Dedim ya eski özel kalem müdürü. 28,12,2011 Osman Ketenci 1 milyon dolar. Ahmet Burak Erdoğan, oğlu. 1 milyon 450 bin dolar.

"Diyeceksiniz ki bu swift mesajı ne demek?"

Ahmet Burak Erdoğan, 2 milyon 300 bin dolar gönderiyor. Şimdi diyecekler ki, bunların belgesi var mı? Bütün bu paraların swift mesajları elimizde. Diyeceksiniz ki, bu swift mesajı ne demek. Bankacılara sorduk, yurtdışına dolar gönderirken bu mesajla gönderiyorsunuz. Hepsi elimizde. Bu beni tatmin etmez dedim. Ne lazım bana? Bankaların dekontu lazım dedim. Bu paranın gönderildiği dekontlar. Şimdi diyecekler ki, bu belgeler, ajan verdi şudur budur. Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır. O şirketlerin de kayıtlarında var. hepsinde var, hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Haysiyetli bir adamsan gereğini yapacaksın, nokta.

"Samsun'da Kübra bebek, açlıktan öldü"

Evet, bana soruyorlar. “Neden Erdoğan’a bunu söylüyorsun, neden kızıyorsun Erdoğan’a…” Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak Konya Ereğli’de 40 günlük bebek zatürreden öldü. Ve aralık ayında camı kırıktı. O bebeğin hakkını savunmak için ben bunları soruyorum. Samsun’da 2,5 aylık Kübra bebek açıktan öldü. Van Gürpınar’da bir baba 16 kilometrelik yolu sırtında çocuğunun cesediyle gitti. Ben onların hakkını savunmak için sana bu soruyu soruyorum.

Devleti yönetenlerin vatandaşlara örnek olması lazım. Vatandaşa diyeceksin ki, vergi ver, vermezsen 3 misli ceza keseceğim. Ama kendi çocuklarını başka adada şirket kurduracaksın, sonra milyonlarca dolar göndereceksin. Sonra ‘dolarlarınızı bozdurun, biz yerli ve milliyiz’ diyeceksin. Sen ne yerlisin ne millisin, sen gayri millisin.

"Ben ispat ettim, şimdi söyle bakalım alçak kim?"

Gayri milli bir hükümet parafından yönetiliyoruz. Bütün AK Partili kardeşlerime sesleniyorum. Benim bir hatam varsa söyleyin, alınmam. Ama yıllar yılı size gelip ahkam kesen, din iman edebiyatı yapar, vergi verin der, dolarınızı bozdurun der. Kendisi alır çocuklarıyla beraber yurtdışına gider, paralar oraya gider. “İspat etmezsen alçaksın” diyorlar. Ben ispat ettim, şimdi söyle bakayım alçak kim?

Gözünü sevdiğim Erdoğan sen kamyon şoförlerini dinledin mi? mazottan alınan vergiyi biliyor musun sen? Çiftçinin mazotundan kaç lira KDV ÖTV alınıyor biliyor musun sen? Ona gelince parayı alıyorsun, sırtına yıkıyorsun bütün vergiyi. Senin çocukların, enişten, dünürün parayı dışarı götürecek. Kılıçdaroğlu ağzına bant çekecek… Ben bunu yapmam. Niçin? Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır.

"Sen Türkiye'yi yönetemiyorsun"

Umarım, sayın Erdoğan’ın yanında doktoru vardır. Sinirlerine hakim oluyordur umarım. Sevgili Erdoğan, sen Türkiye’yi yönetemiyorsun, felakete sürüklüyorsun. Ben senin bildiğin susan, iki tane koltuk verdik oturur sesini keser diyen adam değilim ben. Ben bu milletin evladıyım.

"En büyük kötülüğü Erdoğan'a siz yapıyorsunuz"

Havuz medyasına da seslenmek isterim. En büyük kötülüğü Erdoğan’a siz yapıyorsunuz. Sizde vicdan ahlak yok mu? Daha belgeleri görmeden bunlar sahte… niye sahte olsun ya? Bankadan gidiyor ya. Nereye gidiyor Man adasına gidiyor.

Ama ikinci soruma bir cevap gelmedi. İkinci sorumu unuttun mu? 30 milyar dolar Suriyelilere para harcadığını söylüyorsun. 1 dolar değil, 5 dolar değil, 100 milyon dolar değil, 30 milyar dolar harcadım diyorsun. Kimin için, nerede, ne zaman harcadın? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. O da adalet istiyor. Adalet için konuşacaksın kardeşim.

Grup toplantısından notlar

Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında dile getirdiği diğer konular şöyle:

Türkiye, hak hukuk adalet isteyenlerle gurur duyuyoruz. Keyifli bir grup toplantısı yapacağız. Doğrudur, Türkiye’de beni seven sevmeyen herkes dikkatle dinliyor bu grup toplantısı. Ben de bu çerçevede açıklamalarda bulunacağım. Önce izin verirseniz bir iki konuya kısaca değineyim.

"Tahir Elçi'nin failleri hâlâ bulunamadı"

Bunlardan birisi Tahir Elçi. Diyarbakır Baro Başkanı’ydı. 28 Kasım 2015’te dört ayaklı minarenin önünde basın toplantısı yaptı ve ayrılırken bir kurşunla hayatını kaybetti, faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Söz verdiler faili bulacağız diye. Her taraf polis kaynıyordu, kameralar vardı. Faili hala bulunamamış. Umarım katilleri bir an önce bulunur yargının önüne çıkarılır.

"Senin tütün hakkını koruyacak tek parti CHP"

Tütün üreticilerinin derdini dile getirmiştim. Adıyaman’da yürüyüş yapmak istediler. ‘Provokasyon’ diye polis, özel harekat ve jandarma müdahale etti. Kabahat bunlara talimat verenlerde. Ya kimsenin camı çerçevesi inmedi, herhangi bir kişiye sataşma olmadı, ellerinde Türk bayrakları ve sadece tütün var. Orantısız bir müdahale oldu. Buradan bütün tütün üreticisi kardeşlerime sesleniyorum, senin tütün hakkını koruyacak olan partinin adı CHP’dir bunu sakın unutma. Emeğin alın terinin değerini veren parti CHP’dir.

"Her saat değişen eğitim sistemine ben de isyan edeceğim, siz de isyan edeceksiniz"

Eğitimcilerle de toplantı yaptık. Eğitimle ilgili bakan yeni bir değişiklik yaptı sınavlarda. Sürekli değişiyor. Anneler çocuklar sizin çocuklarınız, bizim çocuklarımız. Sahip çıkmak benim de görevim sizin de göreviniz. Bu eğitim sistemine, her saat değişen eğitim sistemine ben de isyan edeceğim, siz de isyan edeceksiniz. Ne zaman? Sandığa gittiğinizde. Bunlara unutamayacakları bir dersi çocuklarımız, Türkiye adına vermeliyiz.

"Vatandaş da sandıkta hesabını sana soracak"

2016-2017 eğitim döneminde 2 milyon 897 bin 524 çocuk okula gidemedi. Bunların okumaya hakkı yok mu? Anneleri babaları yok mu? Neden devlet çocuklara sahip çıkmıyorlar? Çünkü kendi çocukları okusun istiyorlar. Vatandaşın çocuğu hiç önemli değil diyorlar. Vatandaş da sandıkta hesabını sana soracak.

Bakın sevgili anneler, babalar. İlkokulların yüzde 31’i birleştirilmiş sınıflarda ders veriyor. Yani, 1-2-3-4’ncü sınıflar aynı derslikte ders görüyorlar. Yahu 21’nci yüzyıldayız. 15 yılda sen derslik sorununu nasıl çözemezsin? Tablo bu haldeyken, özel okullara harcanan para 1 milyar 164 milyon lira. Öğle zamanı bir sandviç para veremeyen anneye sesleniyorum. Senin çocuğuna bunlar sahip çıkmadılar. Ama özel okullara para aktardılar, 1 milyar 164 milyon lira. Senin okulunun temizliğini sen yaparsın, camı kırılır sen takarsın ama özel okullara bu kadar kaynak aktarıyorlar.

817 bin 799 öğrencimiz taşımalı sistemde. Nerede bir çocuk varsa orada çocuk olmalı, öğretmen olmalı. O çocuğumuz o okulda okuyabilmeli. 15 yılda yapamadılar, sözüm söz 4 yıl içinde yapacağız, 5 yıl değil.

"Ankara'daki beylerin çocuklarını tanıtacağız"

Bakın şimdi 1998’den rakam vereyim. MEB bütçesinin yüzde 30’u yatırıma gidiyordu. 2002’de yüzde 17’si, 2018’de şimdi yüzde 8,6’sı yatırıma gidecek. Çocuklarımıza yatırım yapmayan bir hükümet olabilir mi? ama bunlar düşünmüyorlar. Çünkü bu Ankara’daki beylerin çocukları ayrı yerlere gidiyorlar, ayrı yerlerde şirket kuruyorlar. Bu Ankara’daki beylerin çocuklarını bütün Türkiye’ye tanıtacağım.

15 yıllık öğretmenin aldığı aylık 3 bin 40 lira. Emekli olunca daha da düşüyor. Öğretmene para vermeyip de öğretmen aybaşını nasıl getireceğim diye düşünürse çocuğumuzu iyi yetiştirir mi? Boğazımızdan keseceğiz, gerekirse maaş olarak vereceğiz. Peki öğretmenler için ne yapacağız? CHP ne yapacak diyorlar. Şunu yapacak CHP, CHP bu ülkenin bütün öğretmenlerini, öğrencilerini, çocuklarını seviyor.

"Öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız"

Önce şunu yapacağız. Bir öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız. Bağımsız bir kanun olacak. Öğretmenler devlet memuru kanunundan çıkacak, özel kanunu olacak. Ve öğretmen gözde bir meslek olacak. Maaşı iyi olacak, bütün emeğini alın terini çocuklarımıza verecek. Aybaşını nasıl getireceğim diye düşünmeyecek. Öğretmene 3 bin 600 ek gösterge vermek zorundayız. Emekli olunca da düzgün aylık alsın. Her 24 Kasım öğretmenler gününde öğretmenlerimize birer maaş ikramiye vereceğiz. Görüşünüz ne olursa olsun, benim için en saygın olan meslek öğretmenlik mesleğidir. Çocuğumu eğitiyorsa başımın üstünde yeri var. Ama ben de o öğretmene sahip çıkmak zorundayım.

"Sevgili Erdoğan para da var, pul da"

Diyecekler ki, para yok para. Para var para. Sevgili Erdoğan para var, pul da var, her şey var. Sevgili Binali Yıldırım para da var, pul da var. nerede var diyecekler? Yurt dışındaki faiz lobisine 145 milyar dolar para ödediler. Öğretmene gelince paramız yok dersin. Ben 145 milyar doları bu memleketin öğretmenine vereceğim.

Bir de içeride var. Onlara ne kadar faiz ödediler? 620 milyar lira. Para yok diyorlar, faizciye tefeciye para var da, öğretmene, emekliye, işçiye, çiftçiye niye yok? Artık kardeşim, memuru, emeklisi, işçisi, sanayici alın teri döken hepinizin artık konuşun, konuşun artık.

Bir de numaradan şikayet ediyor, faizler niye inmiyor. Sanki bu memleketi Fransızlar yönetiyorlar. Sen yönetiyorsun. Binali Yıldırım, zaytungçuları kıskandıracak bir açıklama yapmış. “Elinizi tutan mı var, faizleri indirin” diyor. E senin elini tutan mı var? Sen neden faizleri indirmiyorsun?

O muhtarları saraya davet ediyor. Ben bütün muhtarların ayağına gidiyorum. Eskiden şöyle derlerdi, “Bu CHP ne söylesek itiraz ediyor” diye. Şimdi roller değişti. Neyi söylersek itiraz ediyorlar.

Türkiye’de uyuşturucu yaşı 10’a indi. Son 10 yıl içinde uyuşturucudan yatan hasta sayısı yüzde 381 oranında arttı. Her 10 kişiden birisi 15 yaşından küçük. Bunu araştıralım, önlemini alalım. Önergeyi verdik, AK Partililer reddettiler. Biz araştıralım, onlar bunu reddettiler. Ben bütün AK partililere değil, burada talimatla oy veren milletvekilleri için kullanıyorum. Yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren vatandaşların başımın üzerinde yeri vardır.

Bireysel silahlanma… 2017 raporı 25 milyon silah var diyorlar Türkiye’de. Ama bunun sadece 750 bini ruhsatlı. Dedik ki, bu böyle olmaz, gelin buna da önlem alalım. Önerge verdik, onu da reddettiler.

Bu off shore dediğimiz var, onlar cennet bahçeleri diyorlar. Vergi cennetlerinde şirket kuruyorlar, kim? Ankara’daki beylerin çocukları. Dedim ki bunu da araştıralım. Binali yıldırım da soruşturalım dedi. Verdik önergeyi, bunu da reddettiler. Sabah yüzünü yıkamak için musluğu açan herkese sesleniyorum. O musluğu açtığında 5 çeşit vergi ödüyorsun. Sen fakir misin, zengin misin hiç önemi yok. Ankara’daki beylerin çocukları da Türkiye’de vergi ödememek için başka yerlere gidip şirket kuruyorlar. Bunu da reddettiler.

40 bin öğretmen ataması yapalım dedik. 109 bin öğretmen açığı var. atayalım dedik, bunu da reddettiler.

Hemşire açığı var, 30 bin hemşireye kadro verelim. Bunu da reddettiler. Bütün hastanelerde yatan hastalara sesleniyorum. Sana hizmet etmek için atanması gereken hemşireye bunlar karşı çıktılar.

Gaziler, memurlar, işçi emeklileri, ramazan-kurban bayramında ikramiye verelim dedik. Kanun teklifi verdik. Bütün emekliler size sesleniyorum, onu da reddettiler. Bunu da hafızanın bir köşesine yaz. Ben senin hakkını savunuyorum, sen de beni savunacaksın. Ben bu ülke için çalışıyorum, çocuklarım için değil.

Gaziler ve şehit yakınlar, 15 Temmuz’dan sorna çifte standart oldu. Birinci sınıf şehitler ve yakınları, 15 Temmuzda hayatını kaybedenler ve gazi olanlar. Bir de terörle mücadelede yaralanan ya da hayatını kaybeden şehitler ve yakınları ve gaziler onlar ikinci sınıf. Dedik ki bunlar ayıptır. Adalet burada olmaz, gelin bunu düzeltelim. En azından verilen hakları eşit dağıtalım dedik. Bunu da reddettiler. Bütün gazilere ve şehit yakınlarına sesleniyorum. Çifte standardı kabul etmiyoruz, siyasi iraye karşı çıkınız.

İşçi ve köylünün kullandığı mazot. ÖTV ve KDV’yi kaldıralım dedik, bunu da reddettiler.

"Ben kadına şiddeti savunmadım"

Mal bulmuş mağribi gibi saldırırlar buna. Ben İstanbul Beylikdüzü’nde, geçmişte uyuşturucu merkezi olan bir yeri son derece güzel sosyal tesis haline getirdi. Oturdular, kültürel etkinlikler, dikiş, yemek, çocukların gelişmesi için bir merkeze dönüştürdüm. Ben de yoksulluğun ne kadar ağır maliyeti olduğunu anlattım ve yoksul ailelere şunu söyledim. Ekonomik çarpıklık kadına yönelik şiddetin sorumlusudur dedim. Vay efendim sen kadına şiddeti savundun… Ben kadına şiddeti savunmadım, savunmuyorum. Kadınlara kalkan her el insanlığa kalkmıştır.

Aile aile diyorlar değil mi? boşanmalar yüzde 37 arttı. Fuhuş yüzde 790 arttı. Çocuk istismarı yüzde 434 arttı. Kadına şiddet yüzde 1400 arttı. Sen kadına şiddeti önleyeceğine kalkıp benimle uğraşıyorsun. Sen beni yıpratamazsın kardeşim, benim verilmeyecek hesabım yoktur.
T24

CHP’li Özgür Özel: Türkiye’nin bu vergi cennetinden vergi kaybı 18.5 trilyon lira
Hülya Karabağlı
28 Kasım 2017



Özel, “AKP’li Bülent Turan’ın yaptığı ilk açıklama suçun ikrarıdır" açıklamasında bulundu

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın yakınları ve eski özel kaleminin Man Adası’nda 1 sterlin sermayeli şirkete gönderilen 55 trilyon liralık paradan Türkiye’nin vergi kaybının 18.5 milyon dolar olduğunu söyledi.

AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın Genel Kurulda açıklanan belgeleri kabul ettiğine de dikkat çeken Özel, “AKP’li Bülent Turan’ın yaptığı ilk açıklama suçun ikrarıdır. Belgeler açıklanana kadar AKP’ye yakın medya sahte olacağını iddia ediyordu oysa Bülent Turan bu belgelerin gerçek olduğunu teyit etti” dedi.

Turan’ın bunun ticari faaliyetten kaynaklandığını söylediğine de dikkat çeken Özel’in T24’e değerlendirmeleri şöyle:

“Hangi ticari faaliyet”

“Ticari faaliyet diyorlar, hangi ticari faaliyet, 14 milyon Euro kazanacak hangi ticari faaliyet yaptı dünür, oğlan, damat, eski özel kalem müdürü nasıl bir ortaklıkta, nasıl bir birliktelikte para kazandılar da aynı şirkete aktardılar. 55 trilyon lira para karşılığında sırf vergi düzenlemesi yapmadıkları için Türkiye’nin 18.5 trilyon liralık vergi kaybı var. Eğer hükümet 11 yıldır görevini yapıp, vergi kanununun ilgili maddesi uyarınca vergi cennetlerinin ismini Resmi Gazete’de yayımlansaydı buraya yollanan paralar üzerinden yüzde 30 vergi alacaktı. Kendi başbakanlığı döneminde daha sonra gelen başbakanlar da Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım da bunu yapmadı. Böylelikle 55 trilyon liralık bu paranın 18.5 trilyon lirasının devletin kasasına girmemesinin suçunu değiştirdiler. İlgili kanuna göre, varlıktaki para açıklanamıyorsa bu dünyanın her yerinde kara paradır”.

Özel T24’e değerlendirmesinin yanı sıra Genel Kurulda da şunları söyledi:

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, geçtiğimiz hafta grup toplantımız sırasında Sayın Genel Başkanımız Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanına hitap ederek "Sevgili Erdoğan; çocuklarının, eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında, vergi cennetlerinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun? Bunun cevabını bekliyorum. Soruyu sordum, tık yok. Bir daha soruyorum, 80 milyonun önünde soruyorum, cevabı bekliyorum. Çıkacağız milletin önüne." demiş idi. Sayın Erdoğan birkaç günlük suskunluktan sonra, pazar günü, çıkıp şöyle söyledi Genel Başkanımızı kastederek:

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "İftiraları ardı ardına sıraladı. Neymiş efendim; çocuklarım, kardeşim, eniştem, dünürüm, eski özel kalem müdürüm yurt dışına milyonlarca dolar para göndermiş. Ben buradan ismini anmaya tenezzül etmediğim bu zata soruyorum: Öne sürdüğün iddiaların belgesi var mı? Varsa çıkart milletin önüne, ben hemen gereğini yapayım."
Bugün Sayın Genel Başkanımız milletin önüne çıktı, hem Türkiye'den dekontları hem yurt dışı swift belgelerini kamuoyuyla paylaştı. Bu belgelerin yalan, gerçek dışı olduğuyla ilgili tevzirat tam başlamıştı ki Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Grup Başkan Vekili de belgelerin doğru olduğunu teyit edip bunların ticaretten kaynaklanan para hareketleri olduğunu söyledi. Ben eminim ki, Sayın Erdoğan, Genel Başkanımıza açmış olduğu 1,5 milyonluk tazminat davasını da geri çekecektir. Yoksa…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - …bu gerçek belgeler dava dosyasına sunulacak ve mahkeme tarafından da gerçeklikleri tescil edilecektir. Damadın, dünürün, oğlun, özel kalem müdürünün Man Adası gibi bir vergi cennetine… Vatandaş vergiden kırılırken, emekli teyzeye maaşından arttırdığı 100 dolar parayı, karda kışta "Bozdur ki milliyetçiliğin kanıtlansın." diye duygular sömürülürken vergiden kaçırmak için oralara para aktaranlar… Ve hepsi birden hangi ticareti yapmışlar ki Man Adası'na bu paraları yolluyorlar? "İspat edersen gereğini yapacağım." deyip hakaret eden şahsa "Haydi, ya istifa, ya istifa ya istifa!" diyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

ETİKETLER
özgür özel chp seçim akp vergi offshore

CHP, Kılıçdaroğlu belge açıklarken yayını kesen TRT'yi RTÜK'e şikayet etti
28 Kasım 2017



Şikayeti CHP'li vekiller yaptı

CHP, liderleri Kemal Kılıçdaroğlu'nun, grup toplantısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaşadığı yurt dışına yüklü para transferine ilişkin belgeleri açıkladığı sırada TRT'nin canlı yayını kesmesini RTÜK'e şikayet etti.

BirGün'de yer alan habere göre, şikayeti CHP'li vekiller yaptı.

Kılıçdaroğlu, "yurt dışına milyonlarca lira kaçırdığını" iddia ettiği Erdoğan'ın "İspat et, istifa ederim" çıkışına grup toplantısında yanıt verdi. Man Adası'nda kurulan bir off - shore şirkete Erdoğan'ın eniştesi, dünürü, eski özel kalem müdürü ve oğlu tarafından on milyonlarca dolar aktarıldığını iddia eden Kılıçdaroğlu, canlı yayında swift kodlarının da yer aldığı birtakım banka dekontlarını gösterdi. Erdoğan'a yönelik çağrısında "Haysiyetli bir adamsan gereğini yap" dedi.

Erdoğan'a "Ne yerlisin, ne millisin" diye seslenen Kılıçdaroğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Şimdi diyecekler ki, 'Bu belgeler bilmem kim falan ajan verdi' Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır, sadece Türkiye’de değil, o şirketlerde de kayıtları var. Hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Nokta."

CHP'den sokakta yayın

CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında belgeleri açıkladığı grup toplantısı konuşmasını CHP Beşiktaş İlçe Örgütü binasında yayınlanıyor.

Video: Kılıçdaroğlu "Kutuyu açıyorum" dedi, TRT yayını kesti: http://t24.com.tr/haber/chp-kilicdaroglu-belge-aciklarken-yayini-kesen-trtyi-rtuke-sikayet-etti,500661

Kulisler, Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı belgeleri nasıl karşıladı: Yeni bir belge daha mı geliyor?
Hülya Karabağlı
28 Kasım 2017



Belgeler, AKP kanadında rahatsızlık yarattı, MHP sessiz kaldı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı Man Adası belgeleri AKP kanadında soğuk duş etkisi yaparken, resmi açıklama yapılınca kadar milletvekilleri bir değerlendirmede bulunmadı. AKP’li vekiller, resmi bir açıklama görmeden konuşmaktan kaçındı. MHP kanadı da böyle bir tartışmanın tarafı olmamak için kuliste ve genel kurul oturumunda adeta ‘seyirci’ tutumu takındı.

Kulislerde, CHP’nin bu belgelerin peşi sıra yeni bir belge daha açıklayabileceği konuşulurken gurup başkanvekili böyle bir şeyin olmadığını söyledi. CHP yarın Man Adası belgelerini basına dağıtma kararı aldı.

AKP’li yöneticiler belgelerin ilk şokunu atlattıktan sonra CHP’ye belgeleri mahkemeye teslim edilmesi çağrısı yapmaya başlarken, belgelerin kendilerine verilmesi için talepte bulundukları anlaşıldı. CHP’nin belgelerin verilmesine yanaşmadığına dikkat çeken iktidar yöneticileri, sahte olduğunu iddia ettikleri bu belge olayından Kılıçdaroğlu’nun kendisini çok büyük bir tazminat davasından kurtarmasının mümkün olmadığı ifade edildi. AKP’li bazı yöneticiler çıktıkları yayınlarda belge demek yerine kağıt parçası demeyi tercih etti.

CHP’li Özel: Belgeleri yarın basına dağıtacağız

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, T24’e belgelerin çoğaltılarak basına dağıtılacağını söyledi. CHP kulisinde de bugün tek gündem maddesi açıklanan belgeler oldu. CHP Grubunda belgeler açıklanırken internette en çok aranan kelime Man Adası oldu.

AKP’ye yakın medya canlı yayınlarla devreye girdi ama…

AKP’ye yakın medya kuruluşları bugün grup toplantıları nedeniyle yaptıkları yayınlarda açıklanacak belgelere ilişkin yorumlarıyla dikkat çekti. AKP Grup toplantısından sonra saat 13.30’da başlayan CHP Grubuna dikkat çekilen yayınlarda açıklanacak belgeler konusunda iktidar kanadında herhangi bir korku yaşanmadığına ilişkin yorumlar yapıldı. AKP’lilerin bu konuda çok rahat olduğuna vurgu yapan kuruluşlar belgeler açıklandıktan uzun bir süre ekrana çıkacak konuk bulmakta zorlandılar.

T24
ETİKETLER
kılıçdaroğlu akp chp mhp offshore hesap man adası erdoğan

Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a "Tanıyor musun" diye sorduğu Sıdkı Ayan kimdir?
28 Kasım 2017



Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın yakınlarının yurt dışına para transferi yaptığını iddia etti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "istifa resti"ne cevap verirken adını gündeme getirdiği Sıdkı Ayan, İmam Hatip lisesi ve İlahiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra petrol işine giren bir iş adamı. Ayan'ın, enerji alanında faaliyet gösteren çok sayıda şirketi bulunuyor.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, partisinin bugünkü grup toplantısında Erdoğan’ın yakanlarının yurt dışına para transferi yaptığını iddia etti. Kılıçdaroğlu konuşmasında Erdoğan'a “Sıdkı Ayan kimdir sayın Erdoğan?” diye sorduktan sonra şöyle devam etti:

“Man Adası’nda bir şirket kurulur. Bizim vilayetlerden daha küçük. Belbey LTD şirketi. O şirketin kuruluş senedi de bizde. Bu şirket bir yönetim kurulu toplantısı yapar. Sıdkı Ayan, bir kişiden oluşur yönetim kurulu. Tutanakları bizde. Şirketin sermayesi 1 sterlin. Man Adası devletinin resmi kayıtları var. Sıdkı Ayan bu şirketi Kasım Öztaş’a devretti. Sıdkı Ayan kimdir, tanıyor musun? Enişten bu şirkete 2.5 milyon para gönderiyor. Kardeşi 2.5 milyon dolar para gönderiyor. 1 sterlinlik şirkete bu parayı neden gönderiyor? Mustafa Erdoğan 1 milyon 250 milyon dolar para gönderiyor. Mustafa Gündoğan 250 bin dolar, Osman Ketenci 1 milyon dolar. Ahmet Burak Erdoğan 1 milyon 450 bin dolar gönderiyor. 4 Ocak 2012 Burak Erdoğan 4 milyon 250 bin dolar gönderiyor. Bütün bu paraların swift mesajları elimizde. Bu swift mesajı ne demek diyeceksiniz. Yurt dışına dolar gönderirken bu mesajla gönderiyorsunuz. Bu beni tatmin etmez dedim. Bankaların dekontu lazım dedim.”

Petrol işine girdi

Kılıçdaroğlu’nun adını gündeme getirdiği Sıdkı Ayan, Sivas’ın Gölova beldesinde doğup büyüdü. Sıdkı Ayan, İstanbul İmam Hatip Lisesi’ni ardından Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. Daha sonra petrol işine girdi.

Ayan’ın, İran ve Sudan’da petrol ve doğalgaz sahalarıyla ilgili yatırımları bulunuyor. Sıdkı Ayan adını ilk kez İran ve Türkmen doğalgazının Avrupa’ya taşınmasıyla ilgili projede duyurdu.

İTO kayıtlarına göre Sıdkı Ayan’ın yönetim kurulu üyesi olduğu ve halen faaliyette olan şirketler şöyle:

Som Petrol, Tay Çimento Sanayi ve Ticaret AŞ, Aktau Petrol Ticaret AŞ, Gent Elektrik Enerjisi Toptan Satış AŞ, Somas Enerji Sanayi ve Ticaret AŞ, SMS Gemi İnşa Sanayi AŞ, Turang Transit, Bylan Uluslararası Ticaret ve Gayrimenkul Sanayi AŞ, Emas Doğal Gaz Sanayi, Anatolian Uluslararası Enerji Yatırım, MS Uluslararası Enerji Yatırım, TRG Petrol Ticaret, CTAT Gıda ve Sağlık Ürünleri, Som Overseas Petroleum, ASB Grup Enerji, ASL Enerji, Perlite İnşaat, Aska Enerji.

Sıdkı Ayan’ın ortağı gözüktüğü şirketler ise şöyle sıralanıyor: Gent Petrol ve Dış Ticaret Limited Şirketi, Samed Petrol ve Enerji Dış Ticaret, Saor İnşaat, Alan Enerji, Anka Enerji, Başlam Nakliyat.

T24
ETİKETLER
sıdkı ayan kılıçdaroğlu haber erdoğan iddia sıdkı ayan ki

CHP'li Erdoğdu: Man adası ile imzalanan 'vergi bilgi paylaşımı' anlaşması' 5 yıl sümenaltı edildi
28 Kasım 2017



Kılıçdaroğlu'nun "Erdoğan'ın ailesinin milyonlarca dolar parayı Man Adası'na kaçırdığı" iddiasının ardından, Türkiye ile Man Adası arasında imzalanan anlaşma gündeme geldi

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün TBMM’de yaptığı grup toplantısında açıkladığı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakınlarının para transferleriyle gündeme gelen Man Adası ile yapılan “Vergi Konularında Bilgi Paylaşımı Anlaşması”, TBMM’de 5 yıl sümenaltı edildiği iddiasında bulundu.

Anlaşmanın geç yürürlüğe konulmasına ilişkin olarak Erdoğdu, Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın cevaplaması istemiyle 16 Kasım’da TBMM Başkanlığı’na soru önergesi vermişti. Erdoğdu önergesinde, “Anlaşmanın geç yürürlüğe girmesinin amacı, AKP’lilerin yakınların vergi cennetlerindeki mali operasyonlarının incelenmesini geciktirmek midir” diye sormuştu.

Erdoğdu yaptığı açıklamada, Man adası ile “Türkiye Cumhuriyeti ile Man Adası Hükümeti Arasında Vergi Konularında Bilgi Değişim Anlaşması”nın 20 Eylül 2012'de Londra'da imzalandığını hatırlatarak, Man adasının kendi iç hukukunda anlaşmayı 6 Aralık 2012'de onayladığını, anlaşmanın tam olarak yürürlüğe girmesi için Anayasa gereği TBMM tarafından da onaylanması gerektiğini bildirdi.

“Bu anlaşma ile vergi kayıp ve kaçağının önlenmesi ve zarar verici vergi rekabeti ile mücadele edilmesi hedeflenmişti” diyen Erdoğdu, anlaşmanın 24 Aralık 2012'de TBMM Başkanlığı'na sunulduğunu, 13 Şubat 2013’de de TBMM Dışişleri Komisyonu'nda görüşüldüğünü söyledi. Erdoğdu, anlaşmanın TBMM Genel Kurulu'nda görüşülerek kanunlaşmasının ise ancak 4 yıl sonra 8 Mart 2017'de gerçekleşmesi üzerine TBMM Başkanlığı’na Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdiğini kaydetti.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu’nun sözünü ettiği 16 Kasım 2017’de TBMM Başkanlığı’na gönderdiği soru önergesi şöyle:

“2012 yıl içinde Man Adası Hükümeti, Guernsey Hükümeti ve Cebelitarık Hükümeti ile Türkiye arasında vergi konularında bilgi değişimi amaçlı anlaşmalar imzalanmıştır. Bu ülkeler, “vergi cenneti” olarak addedilen ülkelerden üçüdür. Anlaşmaları Londra’da Türkiye adına dönemin Gelir İdaresi Başkanı Mehmet KİLCİ imzalamıştır. Bu 3 anlaşma 08/03/2017 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen 6970, 6971 ve 6972 sayılı kanunlarla uygun bulunmuştur. Yani, 2012’de imzalanan “vergi cennetleri” üzerinden vergi kaçırılmasını engellemeyi amaçlayan anlaşmalar 5 yıl sonra 2017 yılının Mart ayında kanunla uygun bulunarak yürürlüğe girmiştir.

26 Aralık 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde bu anlaşmalara ilişkin olarak yayınlanan bir haberde; “TÜRKİYE’de birçok zenginin vergiden kurtulmak için servetlerini İngiltere açıklarındaki Man Adası’na taşıması hükümeti harekete geçirdi. Hükümet, Türkiye ile Man Adası arasındaki anlaşmayı TBMM’ye gönderdi…. Vergiden kurtulmak için servetlerini bu adadaki bankalara aktaran işadamlarına sıkı takip geliyor. Kayıtdışı servetin tutarının 150 milyar dolar olduğu iddia ediliyor. Tasarının gerekçesinde, vergi kaçakçılarının tercih ettiği vergi kapasitesi düşük ülkelerle ‘Vergi Konularında Bilgi Değişimi Anlaşması’ görüşmelerinin sürdüğü belirtildi.” ifadeleri yer almıştır.

Bu bağlamda;

1- 2012 yılında imzalanan ve taraflara vergi kaçakçılarını yakalama konusunda bilgi alışveriş ve yerinde inceleme gibi bir çok imkan sağlayan bu anlaşmalar; neden 5 yıl bekletildikten sonra TBMM’ye sunulmuştur?

2- Bu derecede kritik öneme sahip olan 3 anlaşmanın yürürlüğe girmesi için kanunlaşması aşamasında TBMM’deki 2 yıllık gecikmesinin arkasındaki motivasyon ile, anlaşmaların TBMM’ye sevk edilmesinin 3 yıl ertelenmesi arasındaki motivasyon aynı mıdır?

3- AKP Hükümetinin imzalamış olduğu anlaşmaları TBMM’ye getirme ve yürürlüğe girmesini sağlama konusundaki bu 5 yıllık gecikmenin sebebi; son zamanlarda dünya kamuoyunun gündemindeki “Panama Belgeleri”, “Paradise Belgeleri” gibi vesilelerle ortaya çıkan Başbakan Binali YILDIRIM’ın ve diğer üst düzey AKP’lilerin yakınların “vergi cennetleri”ndeki mali operasyonlarının incelenmesini geciktirmek midir?”

T24
ETİKETLER
aykut erdoğadu belge man adası ticaret anlaşma kılıödaroğlu erdoğan

Hakan Atilla'nın avukatları: Eski Halkbank Genel Müdürü Aslan, Zarrab'tan 'utanmazca' rüşvet aldı, Zarrab'ın oyuncağı oldu
28 Kasım 2017



Reza Zarrab, Hakan Atilla'nın tek başına hâkim karşısına çıktığı davada 5 numaralı tanık

ABD'nin İran'a yönelik ambargo uygulamasını deldiği iddiasıyla ABD'de tutuklanan ilerleyen süreçte 'olası tanık' statüsüne geçen Reza Zarrab'ın adıyla anılan ve eski Halk Bank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tek sanık olduğu davanın jürili duruşması başladı.

ABD hükümeti asına tanıklık yapacağı belirtilen Zarrab, dosyaya 5 numaralı tanık olarak girdi. Zarrab'ın aleyhinde tanıklık yapacağı Hakan Atilla'nın avukatları, gerçek ‘suç ortağının’ eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan olduğunu söyledi.

Savcı Yardımcısı David Denton, davanın tutuklu tek sanığı konumunda kalan eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla aleyhinde tanıklık yapacak Zarrab'dan çok şey anlatmasını beklediklerini belirtti.

“Zarrab yalanların gerisindeki gerçek hikâyeyi anlatacak”

New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde yaklaşık 20 aydır devam eden yargı sürecinde bugün jürili davaya geçildi. Savcı Yardımcısı Denton, jüri üyelerine hitabında, 'yıldız tanık' olarak sunduğu Zarrab'ın, ABD yasalarını çiğneyerek suç işlediğini kabul ettiğini ve ABD hükümetiyle işbirliği yapmaya karar verdiğini söyledi. Denton, Zarrab'ın 'İran'a yaptırımları delmeye yönelik muazzam şebekenin hikayesini içerden biri olarak anlatacağını, bununla ilgili söylenen tüm yalanların gerisindeki gerçek hikayeyi ortaya sereceğini' dile getirdi. Zarrab'a ilaveten Aralık 2013 soruşturmalarında yer almış bir Türk polisinin de tanık olduğunu aktardı.

Savcı Yardımcısı, Zarrab'ın ifadesinin Türkiye'de 2013'te patlak veren yolsuzluk soruşturmasıyla bağlantılı kişileri de ortaya çıkaracağından söz etti. Denton, 'Zarrab'ın yaptırımı delme, kara para aklama yollarını sunduğu, maliye uzmanı Atilla'nın bunları meşru gösterecek yöntemleri sağladığı' suçlamasında bulundu

"Reza Zarrab gardiyanlara içki, kadın ve uyuşturucu için rüşvet verdi"

Mehmet Hakan Atilla'nın avukatı Victor Rocco ise açılış konuşmasında Zarrab'ın hapis cezasından kurtulmak için yalan söylemeye hazır olduğunu söyledi ve güvenilir olmadığını açıkladı.

Savunma makamının avukatı olan Rocco, "Hakan Atilla ile Zarrab'ın seyrek olarak iletişim kurduğunu ve birbirlerini sevmediklerini" de söyledi.

Eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın avukatı Victor Rocco, "Reza Zarrab'ın içki, uyuşturucu ve kadın için ABD cezaevi gardiyanlarına da rüşvet verdiğini öne sürdü.

"Süleyman Aslan, Zarrab'tan 'utanmazca' rüşvet aldı, Zarrab'ın oyuncağı haline geldi"

Atilla'nın avukatları Aslan'ın Zarrab'dan ‘utanmazca’ rüşvet aldığını, Zarrab'ın 'oyuncağı' haline geldiğini söyledi.

Aralık 2013'te Aslan'ın evinde yapılan aramada ayakkabı kutuları ve iki banyo lifine tıkıştırılmış şekilde 2 milyon 445 bin dolar, 950 bin İngiliz Sterlini ve 520 bin TL bulunduğuna dair haberler medyaya yansımıştı. Daha sonra soruşturma ve mahkemenin sonucunda Süleyman Aslan beraat etmiş, arama sırasında ele geçirilen para da yasal faiziyle kendisine iade edilmişti.

"Zarrab en önemli tanık"

ABD merkezli haber ajansı tarafından paylaşılan haberde davanın tutuklu sanığı eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın avukatı Robert Fettweis'ın görüşüne de yer verildi. Fettweis, "Zarrab, ABD hükümetinin en önemli tanığı olacak" dedi.

Halkbank’ın eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın avukatı Robert Fettweis, Reza Zarrab’ın savcılık lehine tanıklık edeceğini söyledi. Avukat Salı günü mahkemede Zarrab’ın ABD hükümetinin en önemli tanığı olacağını belirtti.

"Zarrab yarın ifade verebilir"

Atilla’nın avukatlarının davanın iki hafta ertelenmesi talebi reddedilirken, Zarrab’ın Atilla aleyhinde ifade vereceği belirtildi. Duruşmayı izleyen New York Times’ın adliye muhabiri Benjamin Weiser, savcının açıklamasına göre Zarrab’ın suçunu kabul ettiğini aktardı. Buna göre, Zarrab yarın ifade verebilir.

Bharara'nın yorumu

Yargı sürecini başlatan savcı olan ama daha sonra ABD Başkanı Donald Trump tarafından görevinden alınan Preet Bharara, dün davaya Twitter'dan şu mesajı atarak eşlik etti:

''Reza Zarrab'ın davada her türlü suçlamayla mücadele etmeye hakkı var. Kendisine yardım etmeleri için avukatlardan bir 'rüya takımı' kurdu. Suçunu kabul etti, çünkü gerçekten de hakkında yapılan suçlamaları işledi.''

New York Times'tan Türkçe tweet

New York Times, Zarrab davasına dair gelişmeleri Türkçe olarak attığı tweet ile duyurdu. "Zarrab, suçunu kabul etti ve Hakan Atilla'ya karşı tanıklık yapacak" tweetinin ardından ikinci bir paylaşımda bulunan New York Times, "Reza Zarrab'ın suçlamaları kabul etmesi Türkiye - ABD ilişkilerine olumsuz etki edebilir" ifadelerine yer verdi.

"Hakan Atilla tek sanık"

ABD’de görülecek İran’a ambargoyu delme davasında mahkemedeki tek sanığın eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla olması kesinleşmişti.

Davanın yargıcı Richard Berman seçilen jüri üyelerine tek sanığın Atilla olduğunu söylemişti. Bu gelişmeye rağmen davanın merkezinde olan Reza Zarrab’ın ABD ile anlaşıp anlaşmadığı ve Atilla aleyhine tanıklık edip etmeyeceği soruları yanıt bekliyordu. Savunma avukatının açıklamasıyla bu sorular yanıt verilmiş oldu.

Hakan Atilla'ya yöneltilen suçlamalar

Sanıklara iddianamede altı suçlama yöneltiliyor:

- ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma,

- Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma,

- Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma,

- Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma,

- Kara para aklama,

- Kara para aklamak için kumpas kurma.

Jüri 12 kişiden oluşuyor; 6 kişi ise yedek. Jüri üyelerinin kimlikleri kamudan gizlenecek. Yargıç jüri üyelerine mahkemede numaralarla hitap edecek.

Jüri seçiminin bitmesiyle Atilla’nın avukatları duruşmanın iki hafta ertelemenmesini talep etti. Avukatlar savcı tarafından kendilerine sunulan dökümanlarda çok sayıda değişiklik yapıldığını öne sürdü.

Dava resmi olarak kayıtlarda İngilizce olarak U.S. v Zarrab, 15-cr-867, U.S. District Court, Southern District of New York (Manhattan) olarak geçiyor.

T24
ETİKETLER
bloomberg reza zarrab abd hükümeti tanık

Halkbank'tan Reza Zarrab açıklaması
30 Kasım 2017



"Halkbank'ın dış ticaret işlemleri ve para transferleri açık, şeffaf ve sistem üzerinde ilgili otoritelerce izlenebilir durumdadır"

Türkiye Halk Bankası AŞ. tarafından, ABD'de tutuklu Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Rıza Sarraf davasına ilişkin haberlere yönelik açıklama yapıldı. Yapılan açıklamada "Bankamızca, herhangi bir ülkeyle ilgili olarak mahiyeti belirsiz ve hukuksuz bir ticari işleme taraf olunmamış, kaynağı ve mahiyeti belirsiz transfer işlemi gerçekleştirilmemiştir" denildi.

Halk Bankası'nın açıklaması, Kamuyu Aydınlatma Platformu'nda (KAP) yayımlandı.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: ‘Türkiye Halk Bankası AŞ tarafından, ABD'de görülen davaya ilişkin haber veya söylentilere yönelik, "Bankamızca, herhangi bir ülkeyle ilgili olarak mahiyeti belirsiz ve hukuksuz bir ticari işleme taraf olunmamış, kaynağı ve mahiyeti belirsiz transfer işlemi gerçekleştirilmemiştir. İddia edildiği şekilde yaptırımlara konu işlemlerde yaptırımların aşılması amacına yönelik sistematik ve bilinçli bir ihlal söz konusu olmayıp yasaklı tarafların ve malların ihracına aracılık edilmemiştir.'

‘Kamuoyu, müşteriler ve yatırımcıları yanıltıcı nitelikte haberler yapılıyor"

Açıklamada, bazı yazılı ve görsel basın yayın kuruluşlarının yayınlarında Sarraf davasında ileri sürülen iddialar ile Halk Bankası'nı ilişkilendirdiği belirtilerek, dava konusu olan yaptırım kararlarına bankanın aykırı hareket ettiğine dair bir algı oluşturulduğu, kamuoyu, müşteriler ve yatırımcıları yanıltıcı nitelikte haberler yapıldığı kaydedildi.

"Bankanın güven ve itibarını sarsıcı nitelikte aktarılıyor"

Mahkemede ortaya atılan iddialara dayanılarak bir kısım medya tarafından yer verilen kişisel yaklaşım ve yorumların, ‘yanlış, taraflı, eksik, anlam bütünlüğünden kopuk, tutarsız, algı karmaşasına yol açacak surette' olduğu ifade edilen açıklamada, bunların bankanın güven ve itibarını sarsıcı nitelikte aktarıldığı dile getirildi.

Açıklamada, bankanın tüm iş ve işlemlerinde ulusal ve uluslararası düzenlemelere her zaman tam bir şekilde uyduğu, paydaşlarının, iş ortaklarının ve mevduat sahiplerinin haklarının korunması için tüm tedbirleri aldığı aktarılarak şu ifadeler kullanıldı:

"Yapılan dış ticaret işlemleri ve para transferleri açık, şeffaf ve sistem üzerinde ilgili otoriterlerce izlenebilir durumdadır"

"Bankamız tarafından, bankacılık hizmetleri sunulurken mevcut düzenlemeler ve diğer tüm bankalarca bilinen ve izlenen dış ticaret uygulamaları dışında herhangi bir mekanizma, yöntem veya sistem kullanılmamaktadır. Yapılan dış ticaret işlemleri ve para transferleri açık, şeffaf ve sistem üzerinde ilgili otoritelerce izlenebilir durumdadır."

Halk Bankası'nın tüm iş ve işlemlerinin, ulusal ve uluslararası bağımsız denetim kuruluşlarınca düzenli olarak denetlendiğine işaret edilen açıklamada, şunlar aktarıldı:

"İlgili döneme ilişkin yapılan denetimlerde dış ticaret işlemleri de dahil bankacılık hizmetlerimizin yerine getirilmesinde uluslararası bankacılık düzenlemelerine ve kurallarına aykırılık tespit edilmemiştir. Bankamızca, herhangi bir ülkeyle ilgili olarak mahiyeti belirsiz ve hukuksuz bir ticari işleme taraf olunmamış, kaynağı ve mahiyeti belirsiz transfer işlemi gerçekleştirilmemiştir.

"Yaptırımların aşılması amacına yönelik sistematik ve bilinçli bir ihlal söz konusu olmayıp yasaklı tarafların ve malların ihracına aracılık edilmemiştir"

İddia edildiği şekilde yaptırımlara konu işlemlerde yaptırımların aşılması amacına yönelik sistematik ve bilinçli bir ihlal söz konusu olmayıp yasaklı tarafların ve malların ihracına aracılık edilmemiştir. Başta KOBİ'ler ve özelinde esnaf ve sanatkarlarımız olmak üzere tüm kredi ve mevduat müşterilerimiz ile ülkemiz ekonomisine 79 yıldır hizmet sunan bankamızın faaliyetlerini geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de tüm ulusal ve uluslararası düzenlemelere uygun, güçlü, güvenilir ve kesintisiz bir şekilde sürdüreceğini kamuoyunun bilgisine sunarız."

Reza Zarrab'ın mahkemede verdiği ifadeyi görmek için tıklayın:

T24
ETİKETLER
halkbank açıklama reza zarrab abd mahkeme ticaret ihracat dava

Cumhurbaşkanı Adayı Bekleviç: Reza Zarrab yalan söylüyor; hatırlamıyorum dediği şirketin adı...
30 Kasım 2017



"Hindistan işini Türkiye üzerinden değil Dubai üzerinden gerçekleştirdi"

2019'da gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını açıklayan Hayır Partisi kurucusu Tuna Bekleviç, Reza Zarrab’ın mahkemede iş yaptıkları Hintli şirketin ismini hatırlamıyorum sözleri üzerine Twitter hesabından açıklama yaptı. Bekleviç ilgili şirketin isminin “Masumi” olduğunu söyledi. Reza Zarraf'ın mahkemeyi yanılttığını veya eksik bilgi verdiğini savunan Bekleviç, Zarrab'ın işlem yaptığı diğer kurumları koruyup özellikle Halkbankası’na yüklendiğini ifade etti.

Bekleviç’in açıklaması şöyle:

“İranlı hokkabaz mahkemede dümeni yine eksik anlatıyor. Hindistan’da sadece 2012’de değil 2015’te de görüştü; 2015 ve 2016’da bizzat kendisinin talimatı ile iş yapıldı. Hatırlamıyorum demesi tüm yükü HALKBANK’a yıkıp sıyırma gayretidir. Ekte hafızasını tazeleyecek bir şirket ismini yayınlıyorum. İşlem yaptıkları bankanın adı da Verel.

İranlı hokkabaz yalan söylüyor. Eksik bilgi veriyor. Hindistan işini Türkiye üzerinden değil Dubai üzerinden gerçekleştirdi. Belgeleri yayınlayacağım.”

T24
ETİKETLER
tua bekleviç reza zarrab hindistan türkiye

Aktif Bank'tan 'Reza Zarrab' açıklaması
30 Kasım 2017



ABD'de görülen davada 'tanık' sıfatıyla ifade veren Reza Zarrab, İran ambargosunu delmek için Çalık Holding'e ait Aktif Bank'ta açtırdığı hesabı kullandığını öne sürmüştü

ABD'de görülen davada tanık olarak ifade veren Reza Zarrab'ın, Aktif Bank ile ilgili iddialarına, bankadan açıklama geldi. Aktif Bank'tan yapılan açıklamada "Bugüne kadar ABD ve diğer uluslararası yaptırımların ihlal edilmesine yönelik herhangi bir işlem gerçekleştirilmemiştir" denildi.

Bankadan yapılan yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"ABD’de görülmekte olan bir davada, Bankamızın adı zikredilmiş ve buradan hareketle çeşitli mecralarda Bankamız aleyhinde mesnetsiz iddialar ileri sürüldüğü görülmüştür.
Bankamız tarafından bugüne kadar ABD ve diğer uluslararası yaptırımların ihlal edilmesine yönelik herhangi bir işlem gerçekleştirilmemiştir.

2011 yılının ilk yarısında ABD Hazinesi OFAC (Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi) yetkilileri ile ticari riskler konusunda istişarede bulunulması akabinde Bankamızın işlemleri şeffaflık ilkesinin bir gereği olarak Uluslararası bir Bağımsız Denetim Kuruluşu’na özel olarak denetlettirilerek, sonuçları OFAC dahil tüm ilgililer ile paylaşılmıştır.

Dolayısıyla, Bankamız geçmişte ve bugün gerek ulusal gerekse de uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde çalıştığından, dava neticesinde tarafımıza yöneltilebilecek herhangi bir negatif sonuç olmayacaktır."

Zarrab ne demişti?

ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve ilerleyen süreçte ‘tanık’ statüsü kazanan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab, mahkemedeki ifadesinde, İran ambargosunu delmek için kullanılmak üzere Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın damadı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın o dönemde genel müdür olduğu Çalık Holding'e ait Aktif Bank'ta hesap açtırmak için eski AB Bakanı Egemen Bağış'tan yardım istediğini söylemişti. "Bağış aracılığıyla Aktif Bank Genel Müdürü ile görüştüğünü ve bu sayede bankada hesap açtığını" belirten Zarrab, "Hesap günlük 5-10 milyon Euro'luk işlem hacmi ile başladı" ifadesini kullanmıştı.

T24
ETİKETLER
aktif bank reza zarrab ifade tanık

Fatih Altaylı'dan 'AKP' eleştirisi: Tamam, haklısınız bize çok 'p.ştluk' yapılıyor; ama...
30 Kasım 2017



Habertürk yazarı Fatih Altaylı, ABD'nin İran'a yönelik ambargo uygulamasını deldiği iddiasıyla 20 ay önce Miami'de tutuklanan Reza Zarrab'ın, "tanık" statüsüne geçtiği davanın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Türkiye'yi yıpratacağını savundu. Altaylı, AKP'ye yönelttiği eleştiride "Tamam, haklısınız, bize karşı çok 'p.ştluk' yapılıyor. Ama siz de en azından kendinize bir sorun, 'Peki biz nerede hata yaptık?' diye" ifadesini kullandı.

Fatih Altaylı'nın "Kimin yıpranması önemli" başlığıyla yayımlanan (30 Kasım 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Rahmetli dedem çok çalışkan bir adamdı.

Hali vakti hayli yerinde, her işin üstesinden gelebilen, hafif maceracı, biraz başına buyruk, kimseden çekinmeyen, kimseye eyvallahı olmayan biriydi.

İş hayatında dikkat ettiği bir şey vardı ve ağzından düşürmezdi:

“Çok para kazanacağını da bilsen, şerefsizle iş yapmayacaksın. Döner dolaşır, başına bela açar.”

Babam rahmetli ise hayatı boyunca pek fazla iş yapmadı.

Keyif adamıydı.

Bir gün “Niye bir iş yapmıyorsun?” diye sorduğumda, “Dedenin vasiyetini uyguluyorum. Şerefsizle iş yapmıyorum” demiş, “Ne alaka?” demem üzerine, “Herkes şerefsiz olmuş” diye yanıtlamıştı. Bayağı bir gülmüştük.

Zarrab davası, aklıma dedemin bu vasiyetini getirdi başından beri.

Türkiye şerefsizle iş yaptı.

Dahası, şerefsizi ve şerefsizin çevresinden nemalanan diğer haysiyetsizleri korudu. Ve gelinen nokta ortada.

Şimdi bazıları Zarrab davasına Türkiye’deki AK Parti iktidarını ve Cumhurbaşkanı’nı zor duruma düşürecek bir dava olarak bakıyor ve bu davadan bir anlamda keyif alıyor.

Ben ise pek öyle düşünemiyorum.

Bir de şöyle düşünün lütfen.

Diyelim ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün “Sıkıldım, yoruldum” dedi ve istifa etti.

Bu dava kapanacak mı?

Diyelim ki, yarın erken seçim oldu ve AK Parti iktidardan düştü.

Zarrab davasında Türkiye’ye yönelik iddialar ortadan kalkacak mı?

Evet, bu dava Erdoğan’ı da yıpratacaktır muhtemelen ama asıl Türkiye’yi yıpratacaktır.

Erdoğan’a vereceği zarar, sıkıntı onun derdidir belki ama Türkiye’ye yaratacağı sıkıntı, vereceği uzun ve kalıcı zarar hepimizin derdidir.

Hadi daha basit soralım: Genelkurmay Başkanı’nı sevmiyor, hatalı buluyor diye bir generalin, bir askerin düşmanla işbirliği yapması doğru mudur?

Siyasetçiler bugün vardır, hadi yarın da vardır diyelim ama öbür gün yoktur.

Ama Türkiye hep var olmak niyetiyle kurulmuştur ve hepimizin arzusu budur.

Bu davayı “organize edenlerin” ve bu davayı Türkiye düşmanlarıyla birlikte kotaranların niyeti Türkiye’nin işte bu arzusunu ortadan kaldırmaya yöneliktir.

*************

Bir sorun kendinize

Gelelim Türkiye’nin iktidar partisine.

Zarrab davası başta olmak üzere dünyada olan biteni, Türkiye’ye yönelik tavrı sürekli olarak “Bizim güçlü bir ülke olmamızı istemiyorlar” diye yorumlarsanız ve sadece üst aklın Türkiye’ye ilgili planlarına bağlarsanız kendinize haksızlık etmiş olursunuz.

Hatırlayın AK Parti iktidarının ilk 10 yılını.

Bugün sizden nefret ettiğini düşündüğünüz dünya size bayılıyordu.

Dünyanın en önemli gazeteleri, televizyonları sizden ve liderinizden övgüyle söz ediyordu.

Avrupalılar bile Erdoğan’ın liderliğine hastaydı, çok hoşlarına gidiyordu.

Ortadoğu hakları da aynen.

Bugün size hakaret yarışına giren NYT, WP, FT gibi gazeteler o günlerde övgü yarışındaydı.

Şimdi ise Suudiler, İsrail ile el ele Türkiye’yi bölmeye çalışıyor.

ABD onların yanında.

Dostumuz Rusya bile YPG ile iş kotarıyor.

Zarrab, ABD’de “sözde” yakalanmadan önce Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidiyor ve biliyoruz ki, BAE Zarrab davasına el altından destek veriyor.

Tamam, haklısınız, bize karşı çok “p.ştluk” yapılıyor.

Ama siz de en azından kendinize bir sorun, “Peki biz nerede hata yaptık?” diye.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı akp reza zarrab abd tayyip erdoğan

Fehmi Koru: Zarrab davasında kararın ne olacağını şimdiden tahmin edebiliyoruz
30 Kasım 2017



"Türkiye, Zarrab'ın ve 12 öfkeli adamın insafına bırakılmamalıydı"
Fehmi Koru*

Küçümsemek gibi bir niyetim yok, ama görüntüsü öyle: Jürili yargılama sistemi pek çok yönden mahkeme salonuna bir sirk havası katar.

Bütün yargılama süreci, taraflara karşı önyargısı bulunmadığı varsayılan 12 sıradan kişiyi ikna etmek üzerine oturur.

Jüri üyelerinden biri bile, duruşmalar sırasında savcılık makamının sunduğu kanıtlar ve dinlettiği tanıklardan etkilenmez ve ‘makul bir kuşku’ duymaya devam ederek davalının ‘suçlu’ olduğuna inanmaz ise, dava ya başka bir jüri ile yeniden görülür veya beraatla sonuçlanır.

Mahkeme salonunda aynı göz hizasında kendilerine yer verilen savcı/lar ve avukat/lar jüri üyelerini ikna etmek için çaba gösterirler.

Yargıç, duruşmalar boyunca, ‘hâkim’ olmaktan çok ‘hakem’ gibi davranır.

Bize ters bir yargı usulü bu.

12 Öfkeli Adam filmi

New York’ta Rıza Sarraf’ı yargılaması beklenirken onun ‘tanık’ haline dönüşmesiyle Halk Bankası genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’yı yargılayan mahkeme, tahmin edeceğiniz gibi, jürili…

Sonuçta 12 kişinin ikna olması ‘suç’ hakkında son sözü belirleyecek, jüri Atilla’yı ‘suçlu’ bulursa, ardından yargıç uygun gördüğü cezayı tefhim edecek.

Arada geçen günler boyunca hepimiz birer televizyon dizisi izleyicisine dönüşeceğiz.

Gelin de burada 1957 yapımı Sidney Lumet imzalı ‘12 Öfkeli Adam’ filmini hatırlamayın.

Karar vermek üzere bir odaya kapatılmış 12 kişiden oluşan jürinin hemen bütün üyelerinin, hakkında karar verecekleri genç adamın babasını öldürdüğüne başlangıçta inandıkları halde, birinin duyduğu küçük bir kuşkunun peşine takılarak, sonunda genci beraat ettirecek bir noktaya varışlarını izleriz bu filmde.

O noktaya varana kadar, her bir jüri üyesinin, kendi küçük çıkarlarının (biri o akşam bir maça gideceği için bir an önce karara varılmasını istemektedir) veya hislerinin (kendi oğluyla ciddi sorunları olan biri gencin idamını o yüzden arzulamaktadır) yönlendirmesine tâbi olduğunu biliriz.

Beraat eden gencin gerçekten ‘suçsuz’ mu, yoksa babasını onun mu öldürdüğünü ise bilemeyiz.

‘12 Öfkeli Adam’, tüm zamanların en iyi filmleri listelerinde, o listeyi kim yapmış olursa olsun, mutlaka yer alır.

Bull dizisi

Davaların çoğu jüri üyelerinin seçimi sırasında gösterilen titizlik sayesinde kazanılabildiği gibi sakarlık yüzünden kaybedilebilir de.

TV’de yabancı dizi izleyicileri jüri seçimi alanında uzmanlaşmış bir ekibin mahkeme salonuna yansıyan çabalarını sergileyen halen gösterimdeki ‘Bull’ dizisini hatırlasalar yeter.

Dizideki psikoloji eğitimi almış Dr. Jason Bull ve ekibi devrede olmasa kaybedilebilecek davalar, hiç değilse büyük çoğunluğu, onlar sayesinde kazanılmaktadır.

Rıza Sarraf’ın, savcının ifadesiyle ‘yıldız tanık’ konumunda bulunduğu New York’taki davaya biraz da bu gözle bakmakta yarar var.

ABD tarafı, yargıyı kullanarak, ülkemizi, aldıkları bir kararı çiğnediği iddiasıyla, Rıza Sarrafile henüz kimliklerini açıklamadıkları başkalarını ‘tanık’ sandalyesine oturtarak yargılayacak ve jüri üyesi olarak seçilmiş 12 Amerikalı’nın ‘suçlu’ veya ‘suçsuz’ kararına varmasını bekleyecek.

Kararın ne olacağını şimdiden tahmin edebiliriz sanıyorum.

Siyaset yargılanacak

Sadece varılacak karar ve onun üzerine oturtulacak ceza/lar önemli değil bu olayda; yargılama sürecinin de, hukuk-dışı sonuçlar alınmasına yarayacağı ortada.

Tanıklar ve kanıtlarla, günler, haftalar, belki de aylar boyu, Türkiye ve yönetici kadrosu rahatsız edilecek…

Daha ilk günden, Rıza Sarraf’ın tanıklığıyla, bir dönem önemli sorumluluklar taşımış iki eski bakanın ismi, ‘kolaylaştrıcı’ ve ‘rüşvetçi’ olarak zabıtlara geçmiş bulunuyor.

Arkası gelecektir.

İşin en sorunlu yönü, ‘davalı’ olarak yargılanan ismi savunanların da, müvekkilleri olan Halkbank yetkilisini koruyabilmek için, onun dışındaki herkesi suçlamaya hazır görüntüsü vermesidir.

“Müvekkilimiz yapmadı, yapabilecek konumda da değildi zaten; yapan onun âmiri olan genel müdür” iddiasını daha ilk günden seslendiren davalının avukatıydı.

Yukarıda “Bir televizyon dizisi izler gibi” demiştim, her gün gerilim biraz daha artacak ve duruşmada neler yaşanacağı konusunda daha fazla merakla ertesi güne başlayacağız.

Tıpkı dizilerin her bölümünün sonunda merakımızı bir sonraki bölümü izlememizi sağlayacak şekilde uyanık tutmaya yarayan bir unsurun devreye sokulması gibi.

Buna filmcilik dilinde ‘cliffhanger’ deniliyor.

Uçurum kenarındaki birinin ‘aşağıya atlayacak mı atlamayacak mı?’ beklentisinin uyandırdığı meraktan mülhem.

Yürek dayanmaz

New York’ta Sarraf-Atilla mahkemesinin duruşmalarında seslendirilen ve seslendirilecek olan iddialar.. Ankara’da CHP lideri ve kadrosunun iktidara karşı gündeme taşıdığı ne idüğü belirsiz suçlamalar..

Buna yürek mi dayanır?

Konu ilk gündeme geldiğinde “Suçlamalar yargı önüne taşınsın, gerekli görülürse Yüce Divan kurulsun” diyen pek az yorumcu vardı; onlar nasıl bir saldırıya tahammül etmek zorunda bırakılmışlardı, bilemezsiniz.

Ben bilirim. O görüşü savunmuştum çünkü.

Ne çare. Çekilecek çilemiz varmış…

* Bu makale, ilk olarak Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır

T24
ETİKETLER
fehmi koru reza zarrab mehmet hakan atilla abd türkiye tayyip erdoğan

Bağcılar'da, sokak ortasında silahlı saldırıya uğrayan iki kişi yaralandı
30 Kasım 2017



Bağcılar'da, sokak ortasında silahlı saldırıya uğrayan iki kişi yaralandı. Olay yerine çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi. Özel harekat polisleri de olayın meydana geldiği bölgede güvenlik önlemi aldı.
T24

Ataşehir'de hırsızlar ile polis arasında çatışma; 1 şüpheli öldürüldü, 4 kişi gözaltında
30 Kasım 2017



Çatışmada yaralanan polis memuru ile Mahir K. adlı şüpheli hastanede tedavi altına alındı

Ataşehir'de bir marketi soymaya çalışan şüpheliler kendilerini takip eden polisle çatıştı. Çatışmada 1 şüpheli öldürüldü, 1'i yaralı 5 şüpheli ise yakalandı. Hafif yaralanan 1 polis memuru ise hastaneye kaldırıldı.

Polis, soyguncularla irtibatları olduklarını belirlediği kişilere, Örnek Mahallesi, Güldeste Sokakta bulunan bir depoya baskın yaptı. Teslim olmayan şüpheliler ile polis arasında burada da çatışma çıktı. Çatışmada Mahir K. yaralandı. Turan K. ile Enes K.'da gözaltına alındı.
T24

Muharrem İnce: "Bursla okuyan çocukların nasıl ticaret yapıyor?"
01.12.2017



"Önce resmi olarak yapılan ticaret dediler, sonra sahte dediler"

CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı Man Adası belgeleriyle ilgili Twitter hesabından açıklama yaptı. İnce, "Bursla okuyan çocukların nasıl ticaret yapıyor?" diye sordu.

Sözcü'de yer alan habere göre, İnce şu sorulara yanıt istedi:

1 – Topu taca atma, açıkla

(Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı isimler için) Bursla okuyan çocuklar milyon dolarlık para transferlerini yapar hale nasıl geldiler? Yol yaptık, yol kenarına ağaç diktik diyerek topu taca atma, laf kalabalığı yapma. Bunu açıkla!

2 – Milyonlarca liralık iş...

Bu insanlar belediye başkanı değilken de ticaretle uğraşıyor, milyonlarca liralık işler yapıyorlardı diyorsun da biz senin çocukları bursla okudular diye biliyorduk.

3 – Sahte, ticaret, yanlış...

Önce resmi olarak yapılan ticaret dediler, sonra sahte dediler, sonra yine ticaret dediler, sonra para gitmedi geldi dediler. Nerede duracaksınız? Sahte mi? Yanlış mı? Ticaret mi? Geldi mi? Gitti mi?
T24

NBC: Zarrab’ın yatları, 10 milyon dolarlık sanat koleksiyonu ve jüriye anlatac
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Arl 01, 2017 10:22 pm tarihinde değiştirildi, toplam 11 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 29, 2017 11:30 pm    Mesaj konusu: Zarrab hâkim karşısında itiraflara başladı Alıntıyla Cevap Gönder

Zarrab hâkim karşısında itiraflara başladı: Zafer Çağlayan'a 45-50 milyon Euro, 7 milyon dolar ve 2,4 milyon TL rüşvet verdim
29 Kasım 2017



"Egemen Bağış'tan yardım aldım; gümrükte yalan beyan vermeyi Süleyman Aslan ve Hakan Atilla anlattı"

ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab, eski Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tek sanık olarak yargılandığı davada 'tanık' sıfatıyla hâkim karşısına çıktı.

Zarrab savcılık makamına Ahmet Alacacı adlı bir kuyumcunun kendisine altın ihracatı yönetmi ve Halkbank'ta açılan hesapla transferlerin gerçekleştirilebileceğini söylediğini aktardı. Zarrab ifadesinde, eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın, eşi Ebru Gündeş'in ünlü bir isim olması nedeniyle başlangıçta kendisiyle çalışmak istemediğini söyledi. Zarrab, daha sonra konuyu dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'a taşıdığını ifade etti. Zarrab, Halkbank ile bağlantının kurulması için Zafer Çağlayan'a toplamda 45 ila 50 milyon Euro, 7 milyon dolar, 2,4 milyon Türk Lirası ve 300 bin İsviçre Frankı rüşvet verdiğini söyledi.

Zarrab ifadesinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın damadı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın genel müdür olduğu Çalık Holding'e ait Aktif Bank'ta hesap açtırmak için eski AB Bakanı Egemen Bağış'tan yardım istediğini söyledi. "Bağış aracılığıyla Aktif Bank Genel Müdürü ile görüştüğünü ve bu sayede bankada hesap açtığını" belirten Zarrab, "Hesap günlük 5-10 milyon Euro'luk işlem hacmi ile başladı" ifadesini kullandı.

Söz konusu dönemde milletvekili olmayan ve hükümette yer almayan Berat Albayrak'ın ismi de davanın jüri adaylarına "Tanıyor musunuz?" diye sunulan listede yer alıyor.

Zarrab, davanın tutuklu sanığı eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla hakkında ise "Yaptırım kuralları hakkında bankadaki en bilgili kişi. Oluşturduğumuz yapının Amerikan yaptırımlarıyla uyumlu gözükmesi için katkıda bulundu" diye konuştu.

Reza Zarrab duruşmada öğle yemeği sonrası bir mukavvanın üzerine altın ticaretinin nasıl işlediğini gösteren bir şema çizdi.

Zarrab, "Ticaret önce İran'ın Türkiye'ye ham petrol ve gaz satmasıyla başlıyor. İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) petrolün satışını Tüpraş'a, gazınkini Botaş'a yapardı. Onlar da NIOC'ye borçlu olurdu. Tüpraş, Botaş, NIOC'nin Halkbank'ta hesapları var" dedi.

Halkbank'a gelen paranın bu bankadan çıkışının euro ve Türk Lirası olarak DenizBank'a gelişiyle yapıldığını belirten Zarrab, daha sonra şirketi Royal Group'tan aldığı altının Dubai'deki şirketine gittiğini kaydetti.

Zarrab, bir Halkbank yetkilisinin kendisine İran'ın altın ticaretinde son durak olarak gösterilmesi gerektiğini söylediğini açıkladı. Dubai'de yapılan işlemler aracılığıyla İran'ın dış borçlarının ödenmesinin amaçlandığı vurguladı.

Hakim Berman'ın, paranın kullanıma açılması için kaç işlem yapılması gerektiği sorusuna Zarrab, "En az 10 işlem" yanıtını verdi. Zarrab, bütün bu sistemin Halkbank'ta sıkışmış İran parasını kullanıma açmak, böylece İran'ın dış borçlarını ödemek amacıyla tasarlandığını anlattı.

Canlı Blog:

00:30 - Duruşma sona erdi. Zarrab, yarınki duruşmada tanık olarak ifade vermeye devam edecek.

“Zarrab yarınki duruşmaya sivil kıyafetle katılabilir”

Öte yandan, duruşmanın sona ermesinin ardından Savcı Sid Kamaraju, tanık Sarraf'ın hapishane üniformaları yerine sivil kıyafetle duruşmaya katılmayı isteyip istemediğinin sorulacağını kaydederken, Yargıç Berman'ın ise Zarrab'a sivil kıyafetle katılabilmesine olanak tanıyan bir talimat yazabileceği yönünde öneride bulunduğu ifade edildi.

Duruşmayı yarına erteleyen hâkim Berman, "Zarrab için bir gömlek ve bir kravat getirilmesi için gerekli talimatı vermeye hazırım. Cezaevinde kalmak zaten zor, bunu daha da zorlaştırmanın gereği yok" ifadelerini kullandı.

Buna göre, Zarrab'ın yarınki duruşmaya sivil kıyafetle katılabileceği belirtiliyor.

"ABD ambargo kurallarını değiştirince biz de farklı bir altın rotası izlemeye başladık"

00:10 - Duruşmada Zarrab şirketi Royal'de kendisinden sonra ikinci yetkili kişi olan Abdullah Happani ile yaptığı bir telefon görüşmesinin kaydını anlatıyor.

Zarrab'a göre bu görüşmede daha önceki yıllarda İran'ı altının son durağı olarak yazarken ABD'nin ambargo kurallarının değiştirmesiyle bunu yapamadıklarını konuşuyorlar.

Halkbank'tan Atilla ile yaptığı telefon görüşmesini Happani'ye anlatan Zarrab, İran petrol parasının başka bir finansal kurum üzerinden kendisine gönderilmeye başlandığını belirtiyor.

Konuşmada Halkbank'ın kendilerine altının son durağı olarak nereyi göstermeleri gerektiğini söyleceğini vurguluyor.

"Halkbank'tan birkaç milyar Euro çektim"

00:05 - Savcı: Halkbank’tan ne kadar para çektiniz?

Zarrab: Birkaç milyar?

Yargıç: Birkaç milyar ne?

Zarrab: Euro

Savcı: Bahsettiğiniz birkaç milyar, altın almak için mi kullanıldı?

Zarrab: Uluslararası havaleleri gerçekleştirdiğimiz birkaç milyar dolar, altın ticaretinin karşılığında İranlılarda aldığımız paraydı

23:50 - Reza Zarrab: Bana altın ticaretiyle ilgili gümrükte nasıl yalan beyan vereceğimi bizzat Süleyman Aslan (dönemin Halkbank genel müdürü) ve yardımcısı Hakan Atilla (Aslan’ın yardımcısı) anlattı.

Zarrab'a göre Halkbank'tan Aslan ile sanık Atilla, kendisine gümrük beyannemesinde İran destinasyonlu altın ticareti yapıldığının yazılması gerektiğini söyledi.

Hakimin "İran'a altın gönderdin mi?" sorusuna Zarrab, "Hayır" yanıtını verdi.

23:40 - Zarrab: Aslan İran yaptırımlarının ne olduğunu biliyordu

Zarrab, İran Ulusal Petrol Şirketi'ne gitmesi gereken bir paranın kendi hesabına gelmesinden ötürü Halkbank yetkililerine sinirlendiğini anlatıyor.

Ayrıca Halkbank'ın eski genel müdürü Aslan'ın ve Halkbank'ın yaptırımların ne olduğunu ve hangi işlemlerin yaptırımları deleceğini bildiğini aktardı.

Egemen Bağış'tan kandil tweeti

Reza Zarrab'ın "Aktif Bank Genel Müdürü ile görüşmeme dönemin AB Bakanı Egemen Bağış yardımcı oldu" dediği Egemen Bağış, Reza Zarrab'ın ifade verdiği sırada attığı Kandil tweeti ile dikkat çekti. Bağış tweetinde "Kandillinizi tebrik ediyorum. Allah tüm dualarınızı kabul etsin, gönlünüze göre versin, ülkemizi korusun." ifadelerini kullandı.

23:30 - Reza Zarrab: Halkbank'a gelen para Euro ve Türk Lirası olarak Denizbank'a gönderiliyordu

23:20 - The Dailybeast muhabiri Katie Zavadski, Twitter hesabından Zarrab'ı tercüme eden tercümanlardan birinin çeviri yanlışları yaptığını bildirdi. Zavadski'nin aktarımına göre, Zarrab birden çok kez tercümanı düzeltti. Zarrab'ın düzeltme yaptığı konulardan biri Halkbank'tan kredi istemesi, diğer konu ise İran işlemleri ile ilgili olan bölüm.

23: 15 - Zarrab altın ticaretinin nasıl işlediğini anlatıyor: Amaç İran'ın uluslararası borcunu ödemekti

Zarrab, altın ticaretini şema üzerinden anlatıyor: "Ticaret önce İran'ın Türkiye'ye ham petrol ve gaz satmasıyla başlıyor.

"İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) petrolün satışını Tüpraş'a, gazınkini Botaş'a yapardı. Onlar da NIOC'ye para borçlu olurdu.

"Tüpraş, Botaş, NIOC'nin Halkbank'ta hesapları var."

Daily Beast'in muhabiri Katie Zavadski, bundan sonraki tweetlerinde paranın nasıl Halkbank'a geldiğini anlatıyor. Halkbank'a gelen paranın Zarrab'ın ifadesine göre Halkbank'tan çıkışı euro ve Türk Lirası olarak DenizBank'a gelişiyle yapılıyor.

Daha sonra Zarrab’ın Türkiye’deki şirketi Royal Group’tan aldığı altının Dubai’deki şirketine gittiği belirtiliyor.

Altının satılıp nakde çevrilecek konuma geldiği aktarılıyor. Zarrab, İran’ın altına ihtiyacı olmadığı için ülkenin borçlarını ödemek adına nakde çevrilen bir paraya ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.

Halkbank’taki bir yetkilinin Zarrab’a İran’ın altın ticaretinde son durak olarak gösterilmesi gerektiğini söylediği ifade ediliyor. Burada parmaklar Halkbank'ın eski genel müdür yardımcısı Atilla’yı gösteriyor.

Dubai’de yapılan işlemler aracılığıyla İran’ın uluslararası borçlarının ödenmesi amaçlanıyor.

Hakim Berman’ın paranın kurtarılması için kaç işlem yapılması gerektiği sorusuna Zarrab, “En az 10 işlem” cevabını veriyor.

Zarrab, bütün bu sistemin Halkbank’ta sıkışmış olan İran parasını kurtarmak, böylece İran'ın dünya çapındaki borçlarını ödemek amacıyla tasarlandığını anlatıyor.

23:10 - Duruşmaya verilen 5 dakikalık aranın ardından, Süleyman Aslan'ın sekreteriyle olan telefon görüşmesine ilişkin ses kaydı mahkemeye delil olarak sunuldu. Duruşma hâkimi davaya 1 saat daha devam edileceğini açıkladı.

23:00 - Reza Zarrab'ın salonda yaptığı çizim savcılık tarafından deliller arasına alındı; daha sonra kamuya sunulabilecek.Şema daha sonra kamu ve basına açıklanabilecek. Zarrab tanık kürsüsüne geri döndü.

22:40 - Reza Zarrab: NIOC'un Sermayeh Döviz'e gönderdiği uluslararası transfer benim ofisime gelirdi, bu bir ödeme talimatıydı. Benim elemanlarım valizlerle Royal ofisine gider ve valizleri [altın] doldurarak geri gelirdi.

22:30 - ABD'li gazeteci Adam Klasfeld, "Zarrab jüri için şemayı çizerken rahat ve amirane görünüyor. ABD federal mahkemesinde hapishane üniforması giyiyor olmasa bir şirketin yönetim kurulu toplantısını yönetiyor sanılabilirdi" yorumunda bulundu.

22:20 - 'Zarrab bir mukavvanın üzerine altın ticaretinin nasıl işlediğini göstermek için bir şema çizecek. Tanık sandalyesinden çizimi yapmak için kalktı.'

22:10 - Zarrab, İran Milli Petrol Şirketi’yle bağlantılarını anlatıyor. Bu bağlamda bir paravan şirketten bahsediyor.

22:05: Zarrab rüşvet verdiği kişiler arasında Çağlayan'ın aile üyelerinin de bulunduğunu söyledi. Savcılık kanıt olarak Çağlayan'ın kardeşine ait, İran'la ticaretten yarar sağladığına dair 2,4 milyon liralık faturayı gösterdi. Savunma makamı delilin gerçek olmadığını iddia etti. Hâkim itirazı reddetti.

22:00 - Zafer Çağlayan'ın hangi yollarla para aldığı soruldu. Zarrab, Çağlayan'a nakit, değerli eşya ve banka havalesi yoluyla rüşvet verdiğini söyledi.

21:50 - Zarrab duruşmaya verilen aranın ardından tanık olarak mahkeme salonuna geri döndü. Duruşmanın ilk kısmında Zarrab'ın ayaklarında yer alan zincirlerin çıkarıldığı aktarıldı.

21:45 - Duruşma yeniden başladı.

21:29 - Öğle arası sona ermek üzere. Fotoğraf çekmenin yasak olduğu mahkeme salonunda savcının üzerinde çalıştığı bir şema dikkat çekiyor. Davada anılan şahısların isimlerinin bulunduğu şemada en tepede eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve İran'ın ruhani lideri Ali Hamaney yer alıyor. Onların altında dönemin İranlı yetkilileri bulunuyor. Daha altta, savcının bazı kutuları soru işaretiyle boş bıraktığı kısımda ise Atilla, Aslan, Çağlayan ve Zarrab var. Savcıyla işbirliği yapmaya başlayan Zarrab'ın bu isimlerin altında gösterilmesi dikkat çekiyor.

Hürriyet'ten Razi Canikligil'in aktarımıyla şemanın Türkçeleştirilmiş hali şöyle:

20:30 - Duruşmada öğle molası verildi.

20:20- Reza Zarrab: Halkbank’la iş tutabilmek için benim hesaplarıma göre Çağlayan’a en az 40 ila 50 milyon Euro rüşvet verdim. Diğer para birimleriyle verdiklerim ayrı

20:15 - Reza Zarrab: Çağlayan benden bu işlerden elde edilecek gelirin en az yüzde 50’sini istedi. İlk aşamada kendisine 31 milyon 789 bin Euro verdim, 2 milyon 465 bin TL ve 4 milyon 800 bin dolar ödedim. Toplamda 7 milyon dolar verdim.

20:10 - Zarrab, dönemin Halkbank Genel Müdürü Aslan'ın kendisiyle altın ticaretiyle ilgili olarak çalışmak istemeyince dönemin ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'a gittiğini anlattı.

Soru: "Aslan seni geri çevirdikten sonra neden Zafer Çağlayan'a gittin?"

Cevap: "Çünkü Türkiye'nin ekonomi bakanı oydu."

20:05 - Zarrab: Eşim Türkiye'de ünlü bir sanatçı olduğu için hep göz önünde olan bir insandım. Reza Zarrab, eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın ünlü olması nedeniyle kendisi ile çalışmak istemediğini belirterek "Aslan benim altın ticareti yapmak için fazla popüler olduğumu söyledi ancak yine de iş için bastırıyordu" ifadesini kullandı.

20:00 - Zarrab: Aktif Bank direkt İranlılarla çalışıyordu. Beni ortadan kaldırdılar.

Savcı: “Gelirlerinizin önemli bir bölümü Aktif Bank’tan mı geliyordu?”

Zarrab: Kesinlikle.

19:57 - Duruşmada daha sonra Reza Zarrab'ın Halkbank ile olan ilişkileri ele alındı.

Zarrab, Halkbank ile temasın 2012'de kurulduğunu söylese de, ilişkilerin daha eskiye dayandığını ifade etti.

Zarrab, Ahmet Taha Alacacı adında kuyumcunun İran gelirlerini Halkbank'a koymak için altın ihracatı sistemi önerdiğini iddia etti

19:50 - Zarrab, İran Merkez Bankası ile anlaşmasının bozulmasının ardından Hossein Najafzadeh'in de aralarında bulunduğu Bank Mellat yönetimi ile görüştüğünü ve ABD ambargosundan bu şekilde kaçındığını söyledi.

Necefzadeh hakkında soruşturma açıldı ama aranıyor. Zarrab'ın ifadesi ABD iddialarını izliyor.

19:46 - Reza Zarrab, eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile bağlantısını kabul etti

19:30 - Reza Zarrab, İran Merkez Bankası eski Başkanı Mahmud Bahmani'yle 2010 ve 2011 yıllarında toplantılar yaptığını söyledi. Zarrab, bankaya 'nakit teslimatına yardım için' daha iyi bir 'fiyat' önerdiğini, daha sonra bu ilişkinin sona erdiğini söyledi.

19:27 - Reza Zarrab: İran Merkez Bankası'na finansal hizmet konusunda anlaşmaya vardık.

19: 25 - ​Aktif Bank bana İran'la iş yapacak müşterilerin hesap açmak için özel bir izin alması gerektiğini söyledi. Aktif Bank Genel Müdürü ile görüşmeme dönemin AB Bakanı Egemen Bağış yardımcı oldu

Aktif Bank genel müdürü ile görüşmeden sonra hesap açtım. Hesap 5-10 milyon Euro ile başladı.

19:03 - Zarrab, İran'ın gaz ve petrol satışlarından elde ettiği geliri kullanamadığını söylerken, yaptırım kuralları konusunda en iyi bilgiye sahip kişinin Hakan Atilla olması nedeniyle onu aradığını söyledi.

18:50 - Zarrab, işbirliği yapmanın hapisten çıkmak için en hızlı yol olduğunu söyledi. "Hala FBI gözetimdeyim, otelde kalmıyorum" dedi.

18: 48 - Reza Zarrab: Hapisteyken bir gardiyana içki ve cep telefonu kullanımı için rüşvet verdiğim doğru.

18:47 - Reza Zarrab: Mart 2016’da tutuklandığımda FBI’ya doğruları söylemedim. Neyle karşı karşıya olduğumu bilmiyordum. Uzun bir yolculuktan sonra şoka girmiştim. Doğru yanıtları veremedim. Korkmuştum.

18:45 - Reza Zarrab ifadesinin başında, savcılık makamıyla yaptığı işbirliği kapsamında üç yükümlülüğü olduğunu söyledi. Bunları, “Tam olarak doğruyu anlatmak, Amerikan hükümetiyle işbirliği yapmak ve bundan sonra suç işlememek” olarak sıraladı.

Zarrab, Türkiye’yle bir takas ihtimali için avukatlar tuttuğunu ama bu girişim başarısız olunca tanıklık yapmayı kabul ettiğini söyledi.

18:41 - Zarrab’ın yanında tercümanı duruyor. İngilizce konuşacak yeterliliğe sahip olmasına rağmen, Zarrab Türkçe konuşmayı tercih etti.

18:30 - Reza Zarrab, ayakları kelepçeli ve hapishane giysisiyle mahkemeye getirildi.

Hakkındaki suçlamaları kabul edip savcılıkla işbirliği yapmayı kabul eden Zarrab önce savcılar, sonra da eski Halkbank yöneticisi Hakan Atilla’nın avukatları tarafından sorgulanacak.

18:15 - Hürriyet'ten Razi Canikligil'in aktardığına göre, Amerikan gizli servisi FBI’ın tercümanı Bülent Bulut’un dinlenmesinin ardından yargıç Richard Berman 2 dakika ara verdi. Bu sırada jüri yan odaya alındı.

Zarrab nerede?

ABD Adalet Bakanlığı’na bağlı Federal Cezaevleri Bürosu’nun internet sitesindeki resmi kayıtlarda, ‘09135-104’ kayıt numaralı Zarrab’ın 09 Ekim 2017 tarihinde cezaevinden tahliye edildiği bilgisinin yer alması ve avukatlarının Zarrab'tan haber alamadıkları yönündeki açıklamaları Zarrab'ın nerede olduğuna dair soruları da beraberinde getirmişti.

Duruşmayı New York’ta bulunan mahkeme salonunda izleyen Hürriyet muhabiri Razi Canikligil, Savcı Yardımcısı Sid Kamarajuile hâkim Richard Berman arasında geçen bir diyaloğu aktardı.

Buna göre Kamaraju, Sarraf’ın bugün tanıklık yapacağı duruşmaya nasıl getirileceğini öğrenmek istedi ve ‘Kolluk Kuvvetleri tarafından mahkemedeki hücre bloğundan çıkarıldıktan sonra jüri önünden kelepçeli olarak mı geçirileceğini’ sordu.

Hürriyet buna dayanarak, Zarrab’ın halen cezaevinde ABD Kolluk Kuvvetleri’nin (US Marshalls) gözetimi altında tutulduğunu yazdı.

Davanın ilk jürili duruşmasında neler yaşandı?

Dün görülen ilk duruşmada Zarrab'ın 26 Ekim 2017 tarihinde yani jürili duruşmadan bir ay çnce itirafçı olduğu ortaya çıkmıştı. Gizlilik kararının kalkmasının ardından açıklanan belgelerde Zarrab'ın kendisine yöneltilen 7 farklı suçlamayı kabul ettiği bildirilmişti. Zarrab'ın kabul ettiği suçlamaların 6'sı İran'a uygulanan ambargonun delinmesi ile ilgiliyken bir diğer suçlama cezaevinde gardiyanlara rüşvet verme teşebbüsü.

Duruşmada ilk sözü alan savcı yardımcısı David Denton, "Reza Zarrab tanık olarak hikâyenin iç yüzünü anlatıp, tüm bu karışık yalanların arkasındaki gerçeği teşhir edecek. Kendisi ABD yasalarını çiğnediği için suçlu olduğunu kabul etti ve devlet ile işbirliği yapma kararı aldı" demişti.

Denton'un ardından söz alan Hakan Atilla'nın avukatı Victor Rocco, gerçek ‘suç ortağının’ eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan olduğunu söyledi.Rocco savcılığın Reza Zarrab'ın sırtını sıvazladığını belirterek, "Yüksek makamlara ayakkabı kutularında rüşvet yollayan Atilla değil Zarrab'tı. Sanık sandalyesinde oturması gereken Reza Zarrab" dedi. Rocco, "Süleyman Aslan, Zarrab'tan 'utanmazca' rüşvet aldı" iddiasında bulundu.

Hakan Atilla'ya yöneltilen suçlamalar

Sanıklara iddianamede altı suçlama yöneltiliyor:

- ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma,

- Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma,

- Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma,

- Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma,

- Kara para aklama,

- Kara para aklamak için kumpas kurma.

T24
ETİKETLER
reza zarrab hakan atilla yolsuzluk mahkeme dava abd tanık ifade


Hasan Cemal: Eyy, kulağınızı iyi açın, bu saatten sonra Erdoğan'ı savunmanız çoook zor!
29 Kasım 2017



Dünden beri Saray medyasının haber kanallarını, köşelerini izliyorum.
Durumları gerçekten hazin, çok acıklı.
Debelenme içindeler.
Reis'i savunmak ya da savunur görünmek için kıvranıyorlar.
Ama nafile bir gayret.
Ne deseler olmuyor.
Çünkü inandırıcılık neredeyse sıfırlanmış durumda.
Bir yanda Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları...
Öbür yanda New York kokuları...
Her iki taraf da Saray'ı ürkütüyor.
Erdoğan bu yüzden bağırdıkça bağırıyor, üslubunu bozdukça bozuyor.
Saray tetikçileri de onunla birlikte atağa kalkıyorlar
Ne kadar bağırıp çağırırlarsa, ne kadar hakaret ederlerse, o kadar üste çıkacaklarını sanıyorlar.
Ama olmuyor, kendilerini aldatıyorlar.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın oğlunun, kardeşinin, dünürünün, yakınlarının Man Adası'ndaki bir şirkete 20 günde 15 milyon dolarlık para transferini belgeleriyle gösterdi.
Ve bunun ahlaki bir mesele olduğunu vurgularken de şunları söyledi:

Devleti yönetenlerin vatandaşlara
örnek olması lazım.
Vatandaşa “Vergi ver” diyeceksin,
vermezse ceza keseceksin.
Ama kendi çocuklarını,
yakınlarını göndereceksin, başka
adalarda şirket kurduracaksın.
Türkiye'den milyonlarca dolar
para göndereceksin.
Sonra Kayseri'de meydana çıkıp,
"Dolarınızı bozdurun, Türk Lirası
değerlidir, biz yerli ve milliyiz!"
diyeceksin.
Ne yerlisin, ne de milli, sen
gayri millisin!
Haksızlıklar karşısında susan
dilsiz şeytandır!

Bu ses, Saray iktidarının yıllar içinde
nasıl yozlaştığını, nasıl kirlendiğini sergiliyor

Şunu iyi bilin:

Belgeler sahte korosu, Kılıçdaroğlu'nun sesini bastıramaz.
Çünkü bu ses, Saray iktidarının yıllar içinde nereye geldiğini, nasıl yozlaştığını, nasıl kirlendiğini sergiliyor.
Yozlaşma ve kirlenme, 'New York sahnesi'nde de gözler önüne serilmeye başladı.
17-25 Aralık'ın tek boyutlu olmadığını, bir de yolsuzluk ve rüşvet boyutu olduğunu anlatıyor New York davası!
Ayakkabı kutularından saçılan dolarlar...
Yatak odalarındaki para sayma makineleri...
Hediyelik çukulata kutularıyla, kalın zarflarla gönderilen rüşvetler...

Kol saatleri...
Ve tapeler...
Bunlar yeniden suyun yüzüne vuruyor.
Bakın:
2013'te, 2014'te bu rüşvet ve yolsuzluk dosyaları, hukuka vurulan darbelerle kapatılmamış olsaydı...
Dört bakana Yüce Divan yolu kapatılmak yerine açık tutulsaydı...
Reza Zarrab yargı önüne çıkarılsaydı...
Erdoğan bu yolu açabilseydi, bugün New York sahnesi açılmazdı.
Ama Erdoğan bu yolu açamadı.
Tersine, yolsuzluk ve rüşvet dosyalarını paralel darbe diyerek kapatmaya çalıştı.
Kendisine dönük darbe tehdidi hiç kuşkusuz vardı ama yolsuzluk ve rüşvet dosyaları da yok değil, elbette vardı.
Şimdi bütün bunlar kaçınılmaz olarak tekrar su yüzüne çıkıyor.
Bunun adı siyasette, iktidar yozlaşmasıdır, iktidar kirlenmesidir.
15 yıllık Erdoğan iktidarının geldiği nokta budur.
Onun için sesleniyorum:
Eyy, kulağınızı iyi açın:
Bu saatten sonra Erdoğan'ı savunmanız çoook zor çok!
SON DAKİKA
Bu satırları yazdıktan sonra, akşam saatlerinde T24'e aşağıdaki son dakika başlığı düştü:

Reza Zarrab hâkim karşısında:
Zafer Çağlayan'a 45-50 milyon Euro,
7 milyon dolar ve 2,4 milyon TL
rüşvet verdim; Egemen Bağış'tan da yardım aldım!

Bu haberden sonra bir kez daha vurguluyorum:
Eyy, kulağınızı iyi açın, bu saatten sonra Erdoğan'ı savunmanız çoook zor, çok!

t24
ETİKETLER
hasan cemal reza zarrab abd tayyip erdoğan

Reza Zarrab: Erdoğan ve Babacan bana, Vakıfbank ve Ziraat Bankası için talimat verdi
30 Kasım 2017

"Çağlayan'dan habersiz hiçbir şey yapmadım, şirketimin kayıtlarını bazen kontrol ederdi"

ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab, eski Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tek sanık olarak yargılandığı davada 'tanık' sıfatıyla ifade vermeye devam ediyor.

Zarrab, ifadesinin ikinci günüde Halkbank üzerinden yapılan altın ticaretine Vakıfbank ve Ziraat Bankası'nındahil edilmesi için dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'dan talimat aldığını iddia etti.

Zarrab, dün "45-50 milyon Euro, 7 milyon dolar ve 2,4 milyon Türk lirası rüşvet verdim" iddiasında bulunduğu Zafer Çağlayan için "Zafer Çağlayan'dan habersiz hiçbir şey yapmadım, şirketimin kayıtlarını bazen kontrol ederdi" ifadesini kullandı.

"Süleyman Aslan'a rüşvet vermek için Zafer Çağlayan'dan izin istediğini" söyleyen Zarrab "Süleyman Aslan'a rüşvet vermek Çağlayan'a rüşvet vermekten daha önemliydi zira Aslan kapının nihai bekçisiydi" dedi.

Canlı Blog

20:45 - Duruşmaya ara verildi.

20:42- Zarrab, aynı sistemi İran’dan ham petrol alan Çin üzerinden de işletmek istediğini aktardı. Zarrab, Çin’de Ables (Tianjin) International Trading Co., Ltd isimli bir şirket kurduğunu ancak ‘İran’la iş yaptığının anlaşılması üzerine Çin bankalarının kendisini İran pazarından attığını’ söyledi.

20:40 - Reza Zarrab, davanın tek tutuklu sanığı olan Mehmet Hakan Atilla’ya rüşvet verip vermediğine ilişkin soruya “Hayır buna ihtiyacım yoktu. Zaten Ekonomi Bakanı'na ve Genel Müdür'e veriyordum” yanıtını verdi. Zarrab, Atilla’nın kendisinden rüşvet istemediğini de söyledi.

20:25 - Zarrab, çok fazla rüşvet ödediğini, kimi zaman ödemeyi yanlış kişilere veya yanlış tutarlarda yaptıklarını söylüyor.

20:19 - ABD basınından gazeteciler, Zarrab'ın "İran ile yapılan ticaretle bağlantılı olarak Zafer Çağlayan'a yüzde 50 ödeniyordu. Bu karın özetinin hesaplanması gerekiyordu" dediğini aktardı.

20:11 - Hakan Atilla'nın avukatı Cathy Fleming, mahkemeye sunulan transkripsiyon ve e-maillere itiraz ediyor ancak yargıç talepleri kabul etmiyor.

20:10 - Reza Zarrab: Süleyman Aslan'a rüşvet vermek Çağlayan'a rüşvet vermekten daha önemliydi zira Aslan kapının nihai bekçisiydi.

20:03 - Zarrab’la yardımcısı Happani’nin görüşme kaydından:

“Yarın Aslan’a iki göndereceğiz, hazır olsun, unutma.”

19:55 - Zarrab “Şemada da gösterdiğim gibi birçok İran bankasının Halkbank’ta hesapları var.”

19.49: Duruşmayı salondan izleyen gazeteci Katie Zavadski, ‘Zarrab’ın, İranlıların bankalardan kendilerine doğrudan transfer yaparak kendisini aradan çıkarmak istemesinden endişe duyduğunu’ yazdı. Daily Beast muhabiri, ‘bunun yaşanmaması için Zarrab, Süleyman Aslan ile çalıştığını’ belirtti.

19:40 - Kısa aranın ardından duruşma yeniden başladı. Reza Zarrab, kısa bir aranın ardından, savcılığın dökümleri üzerinden soru sorduğu tapelerin ‘kendi konuşmalarını doğru yansıttığını’ söyledi.

ABD’nin söz konusu dinleme kayıtlarını nasıl edindiği Türkiye’de tartışma konusu olmuştu. Davada savcılık makamı dünden bu yana Zarrab’a bir dizi dinleme kaydının üzerinden de sorular soruyor.

19:30 - Reza Zarrab'ın Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili iddası sonrası duruşmaya 5 dakika ara verildi

19.13: Zarrab, Vakıfbank ve Ziraat Bankası’nın da aynı işlemlere katılması için Erdoğan ve Ali Babacan’ın kendisine bizzat talimat verdiğini söyledi.

19:10- Davayı takip eden gazetecilerin aktardıklarına göre, duruşmanın çeviri nedeniyle ağır ilerlediği ve simultane tercüme yapılamadığı belirtiliyor.

Savcı sorusunu sorduktan sonra sustuğu, tercümanın da çeviriyi yaptığı öğrenildi.. Zarrab'ın da cevabı verdikten sonra aynı şekilde çeviriyi beklediği ve savcılığın soru sormaya devam ettiği belirtildi.

19:03 - Reza Zarrab, şirketinin banka kayıtlarının zaman zaman bizzat Çağlayan tarafından kontrol edildiğini öne sürdü. Zarrab, “Onun bilgisi olmadan hiçbir şey yapmıyordum. Nihayetinde, Çağlayan’dan hiçbir şey saklamadık” diye konuştu.

Zarrab, “Şunu söylemeye çalışıyorum, bu da [Aslan] Zafer Çağlayan gibi para istiyordu” dedi.

19:00 - Savcı: O dönem Türkiye'nin Başbakanı kimdi?

Reza Zarrab: Recep Tayyip Erdoğan

18:45 - Reza Zarrab: Ziraat Bankası ve Vakıfbank da bu işe dahil olmak istedi

18:40 - Zarrab, Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan’ın Hindistan’la ilgili konuda aldığı büyük riskten ötürü ‘rahatsız’ hissettiğini söyledi. Zarrab, “Bir şekilde geleceğini garanti altına almak istiyordu” diye konuştu.

Zarrab Aslan hakkında, “Amerika’dan, İranlıların işlemlerine dair endişe konusunda sürekli uyarı alıyordu” dedi.

Bu sözleri Zarrab “Aslan para istiyordu” diye yorumladığını anlatan Zarrab, Halkbank genel müdürüne “Size döneceğim” dedi. Zarrab, savcının neden böyle dediğini sorması üzerine de, “Çünkü Çağlayan’dan onay almam gerekiyordu” yanıtını verdi.

18:35 - Para dolar olsaydı Arap Türk Bankası'na ABD aracılığıyla aktarılması gerekiyordu, Euro olsa bu defa da Avrupa'dan geçmesi gerekecekti. Türk Lirası olunca Türkiye'de kalabiliyordu.

18:32 - Özgür Eker'le Sarraf arasındaki bir telefon konuşmasının kayıtlarına geçildi. Eker o tarihte (Ekim 2012) Arap Türk Bankası'nda çalışıyormuş.

18:30 - Para Türk lirası cinsinden olduğu ve EFT olarak gönderileceği anlamına geldiği için Halkbank, "Bizi ilgilendirmez, istediğiniz kişiye parayı göndeririz" diyebiliyordu. Çünkü uluslararası bankacılık düzenlemeleri konusunda bir kaygıları yoktu.

18:25 - ('Farklı bankaya transfer yapılmasının önemi neydi?' sorusuna cevaben,) Araya başka bir banka sokarak, paranın kaynağını gizlemek için.

18:20 - Hindistan'dan paralar Halkbank'a; Halkbank'tan da Arap Türk Bankası'na gönderiliyor. Buradan da Zarrab'ın hesabına aktarılıyor, altına çevriliyor ve ticarette kullanılıyor.

18.18 - Toplantıda konuşulan diğer bir konu da, Halkbank'ın, İran'ın uluslararası ödemeleri doğrudan yapması için düzenlemeleri esnetmesi.

18:16 - Zarrab, Süleyman Aslan'ın bu anlaşmayı kabul ettiğini ancak bir koşulu olduğunu belirtiyor. Buna göre, "Halkbank'ta Hint şirket adına açılan hesap medya tarafından öğrenilirse, anlaşma çöpe gidecekti."

18:15 - Zarrab bu ikinci bankadan parayı, altın karşılığında alacağını, sonra bunları nakde çevirip uluslararası ödemeleri yapacağını söyledi.

18:13 Savcı: Peki para Hindistan'dan Halkbank'a nasıl getirilecekti?

Zarrab: Hindistanlı şirket, Halkbank'ta hesap açacaktı. Hindistan'da ham petrolü alan şirket, parayı doğrudan Halkbank'taki hesaba yatıracaktı. Paralar başka bir Türk bankasına geçirilecekti. Sarraf da parayı bu bankadan alacaktı.

18:12 - Zarrab yine şema çiziyor: İlk olarak NIOC'a ait paranın Hindistan'dan, Halkbank'taki NIOC hesabına getirilmesi gerekiyordu. Ardından İran'ın talebi geldi. NIOC, Halkbank'ın uluslararası ödemelere doğrudan aracılık etmesini istiyordu.

18:11 - "İranlılar baskı yaptı ve Halkbank'tan uluslararası ödemeleri yapmalarına olanak verilmesini istedi" diyor.

18:10 - Reza Zarrab: Halkbankçılar yapılanların basına sızmasından korkuyordu.

18:08 - Reza Zarrab: Toplantıda, (Aslan ve Atilla’yla) İran’ın ham petrol satışından elde ettiği paraların Hindistan’a nasıl transfer edileceğini konuştuk. İranlılar bastırıyordu Halkbank’a transferin gerçekleşmesi için.

18:04 - Reza Zarrab Halkbank’la bir toplantısından bahsederken savcı, “Kim vardı toplantıda” diye sordu.

Reza Zarrab: (Dönemin Halkbank genel müdürü Süleyman) Aslan ve (yardımcısı Hakan) Atilla

18.00 - Zarrab: Zafer Çağlayan ve İranlılar arasında birçok toplantı yapıldı. Bu toplantılara ben de katıldım.

17:58 - Zarrab'a, Onur Kaya ile yaptığı bir telefon görüşmesinin tapesiyle ilgili sorular soruluyor. (Not: Onur Kaya, Zafer Çağlayan'ın özel kalem müdürüydü).

17:55 - Zarrab yapılan işlemleri yine şema çizerek anlatmaya başlıyor

17:45 - Zarrab, NIOC'a dair ifadesinde Hindistanlı iş insanlarıyla da çalıştığını belirtti. Yapılan görüşmeler Hindistan'dan Türkiye'ye yapılacak para transferleriyle ilgiliydi. Sarraf, bu bağlantıyı da dünküne benzer bir şema ile çizerek anlatacak.

17:40 - Toplantıya Hindistan'dan işadamları da katıldı. Toplantıda, Hindistan'da toplanan paraların Türkiye'ye nasıl aktarılacağı konuşuldu.

17:39 - Zarrab, İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) ve Naftiran şirketi yetkilileriyle ve Bijan Alipour, Recai adlı İranlı şahıslarla yaptığı bir toplantıyı anlatıyor.

17:37 - Zarrab, New York'taki hapishanede tehdit edildiğini bu nedenle hâlâ FBI koruması altında bulunduğunu söyledi.

17:36 - Zarrab, farklı kıyafet giymesinin bir anlama gelmediğini, kendisine hapse geri dönüp dönmeyeceği konusunda herhangi bir vaatte bulunulmadığını söyledi.

17:35 - Jüri mahkeme salonundaki yerini aldı. Hakimin bugün neden farklı kıyafetler giydiği sorusuna Zarrab, "Avukatlarım bugün farklı kıyafetler giyebileceğim konusunda beni bilgilendirdi. Bu yüzden bana getirdikleri farklı kıyafetleri giyiyorum" dedi.

17:30 - Hakan Atilla'nın yargılandığı davada tanık olan Reza Zarrab mahkemeye getirildi. Davada izleyiciler yerini aldı. Jürilerin salona girmesi bekleniyor. Zarrab'ın cezaevi tulumu giymediği görüldü.

Davada neler oldu?

Eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın tek sanık olarak hâkim karşısına çıktığı davanın ilk duruşmasında Savcı Yardımcısı David Denton, Reza Zarrb’ı “yıldızlı tanık” olarak niteledi.

Zarrab'ın aleyhinde tanıklık yapacağı Hakan Atilla'nın avukatları ise ilk sözlerinde, gerçek ‘suç ortağının’ eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan olduğunu söyledi.

Atilla'nın avukatı Victor Rocco, savcılığın Reza Zarrab'ın sırtını sıvazladığını belirterek, "Yüksek makamlara ayakkabı kutularında rüşvet yollayan Atilla değil Zarrab'tı. Sanık sandalyesinde oturması gereken Reza Zarrab" dedi. Rocco, "Süleyman Aslan, Zarrab'tan 'utanmazca' rüşvet aldı" iddiasında bulundu.
T24

Zarrab davasında 'saatçi Yusuf' detayı
30 Kasım 2017



Savcılığın sunduğu belgeler arasında, e-posta yazışmaları da yer aldı

ABD'nin İran'a yönelik ambargo uygulamasını deldiği iddiasıyla 20 ay önce Miami'de tutuklanan Reza Zarrab'ın, "tanık" statüsüne geçtiği davada savcılığın sunduğu belgeler arasında e-posta yazışmaları da yer aldı.

Hürriyet'te Razi Canikligil ve Cansu Çamlıbel'in imzasıyla yayımlanan habere göre, yazışmalarda ödemeler 'Cash to Cag' olarak kodlanmıştı. Dikkat çeken başka bir unsur da Saatçi Yusuf kodlanmasıydı. Belgelerde bu kişiye dört ayrı ödeme yapıldığı görüldü; 97 bin Euro, 95 bin 500 Euro, 71 bin Euro, 200 bin Euro. Aynı belgede bir de 'Cash to Yukarı' kodlaması vardı ve karşısında 2 milyon 100 bin Euro yazıyordu.

Zarrab, sağ kolu Happani arasındaki yazışmaların sorulması üzerine "Yapılan ticaretten Zafer Çağlayan'a rüşvet olarak ödenen rakamlar" dedi.

T24
ETİKETLER
reza zarrab abd saatçi yusuf

NBC: Zarrab’ın yatları, 10 milyon dolarlık sanat koleksiyonu ve jüriye anlatacak ilginç bir hikâyesi var
30 Kasım 2017



Hakan Atilla'nın yargılandığı davada Zarrab tanıklık yapması ABD basınında geniş yer buldu

İran asıllı Türk vatandaşı işadamı Reza Zarrab’ın New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın yargılandığı davada tanıklık yapması ABD basınında geniş yer buldu.

New York Times gazetesi haberine "Türk İşadamı Jüriye Yetkililere Nasıl Rüşvet Verdiğini Anlattı" başlığını kullandı. Haberde Zarrab’ın Manhattan'daki Federal Mahkeme’de jüriye, Amerika’nın İran'a uyguladığı yaptırımları delmek için Halkbank ile anlaşma yapmak amacıyla eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a nasıl rüşvet verdiğini anlattığı ifade edildi.

Haberde Zarrab’ın, 2012'de Zafer Çağlayan'la yapacağı anlaşmanın kazancını yüzde 50-50 paylaşma konusunda uzlaştıklarını söylediği bilgisine yer verildi. Haberde Türk hükümetinin önceki açıklamalarında Çağlayan'ın Türk yasalarına ve uluslararası hukuka uygun hareket ettiğini söylediği hatırlatıldı.

“Zarrab, Çağlayan'a 50 milyon doları aşan miktarda rüşvet verdiğini açıkladı” denilen haberde Zarrab'ın Çağlayan aracılığı ile Halkbank’la bir anlaşmaya vararak İran'ın altın ticareti sayesinde parasını yurt dışında kullanabilmesine yardım ettiklerini anlattığını yazdı.

Zarrab’ın İran yaptırımlarını altın ticaretiyle delmeye ilk olarak Türkiye’deki Aktif Bank ile başladığını anlattığını belirten gazete, Zarrab’ın bankanın dönemin Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakanı Egemen Bağış aracılığıyla ikna edildiği yönündeki açıklamasına yer verdi.

Gazete Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’de görülen davanın siyasi ve uydurma olduğunu söylediğini de yazdı.

Washington Post ise İran asıllı Türk vatandaşı Reza Zarrab’ın çok tanınan bir sima olması nedeniyle kara para aklamasının riskli olacağı kaygısını duyan bir bankacıyı eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a 50 milyon doların üzerinde rüşvet vererek ikna ettiğini anlattığını yazdı.

Gazete, Zarrab’ın Amerikalı yetkililerle işbirliği yapmaya; mahkum takası anlaşması yapılması girişiminin başarısız olmasının ardından karar verdiğini aktardı.

Gazete, HalkBank yöneticilerinden Mehmet Hakan Atilla’ya yönelik davada tanıklık yapan Zarrab’ın Atilla’yı mahkemede suç ortağı olarak nitelendirdiğini de yazdı.

NBC News ise Zarrab’la ilgili haberine “Zarrab’ın pop yıldızı bir karısı, yatları, özel jeti, 10 milyon dolarlık sanat koleksiyonu ve Manhattan’daki jüriye anlatacak ilginç bir hikayesi var” diyerek başladı.

Haberde Zarrab’ın tanıklığının Washington ve Ankara arasında gerilime neden olabileceği ve ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının delinmesi suçlamasıyla görülen davanın Türk-Amerikan ilişkileri için bir sınav olduğu kaydedildi.

Haberde, “Tercüman aracılığıyla konuşan Zarrab, 2011 ve 2012’de Türk ve İranlı banka yetkilileriyle İran fonlarını gizlice yurt dışına çıkartma konusunda yaptığı görüşmeleri anlattı” denildi

Haberde Zarrab’ın kendisini aracı olarak kullandıklarını söylediği de aktarıldı.

NBC News de Zarrab’ın ifadesinde yer alan Zafer Çağlayan ile yaptığı anlaşmanın detaylarına haberinde geniş yer verdi. Haberde Zarrab’ın Çağlayan’a 31 milyon Euro, 4 milyon Amerikan Doları ve 2,4 milyon Türk Lirası’nı rüşvet olarak verdiğini söylediği aktarıldı.

ABC News haber kanalı da internet sitesindeki haberinde Rıza Zarrab’ın dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a İran’a yaptırımları delmekte arabulucu olması için 2012’de 50 milyon dolardan fazla rüşvet verdiğini söylediğini yazdı.

Haberde, Mehmet Hakan Atilla’nın Zarrab’ın Türk sanatçı Ebru Gündeş’le evli olması nedeniyle tanınan bir isim olduğu gerekçesiyle birlikte altın ticaretine girmek istemediğini, reddedilen Zarrab’ın dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile biraraya gelerek kendisine Atilla’yı ikna etmesi için 50 milyon dolardan fazla rüşvet verdiğini anlattığını yazıyor.

T24
ETİKETLER
nbc haber açıklama zarrab yat para

AKP eski milletvekili paylaştı AKP’li beyler işiniz zor
30.11.2017
Zarrab davası sürerken eski AKP’li Milletvekili Emin Şirin’den çok dikkat çeken bir paylaşım geldi...

ABD’de devam eden ve Reza Zarrab’ın yargılandığı davada Zarrab artık sanık olmaktan çıktı ve resmen davanın tanığı oldu.

Zarrab mahkemede, hakkındaki suçlamaları kabul ederek ABD ile işbirliğine gitti ve İran’a yönelik ambargoyu nasıl deldiğini anlatmaya başladı.

Mahkemede dosyaya yeni tapeler de girdi. Zarrab bu tapelerin doğruluğunu kabul etti. Üstelik Zarrab, Zafer Çağlayan’a 45-50 milyon Euro rüşvet verdiğini ve Egemen Bağış ile de ilişkide olduğunu iddia etti.

Zarrab tanıklıklarını bugün de anlatarak davaya yön verecek. Ancak dava sürerken eski AKP’li Milletvekili Emin Şirin’den çok dikkat çeken bir paylaşım geldi.

Emin Şirin Twitter’dan Nisan 2016’da kabul edilen adli yardımlaşma ile ilgili kanun değişikliğini hatırlattı. Şirin, “Zarrab’ın mahkeme ifadelerini takip ederken 'ABD’nin iç hukukuna uygun olarak yerine getirdiği işlemlerin Türk hukuku bakımından geçerli olduğunu' hatırlayalım” ifadelerini paylaştı.

İşte o paylaşım:



Odatv.com

NYT: Zarrab, Erdoğan'ın adını anınca herkes sustu, bir Türk duyduklarını yazmaya cesaret edemedi
01 Aralık 2017



Reza Zarrab duruşmaya tanık kürsüsünden katıldı

New York Times, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve ardından suçunu kabul ederek tanık sandalyesine oturan Türk-İran asıllı Reza Zarrab'ın dün (30 Kasım 2017) görülen davasına ilişkin haberinde Zarrab'ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın olaylardan haberdar olduğu yönündeki iddiasını, "Sosyal medya kullanıcıları Zarrab, Cumhurbaşkanı'nın ismini geçirdikten sonra sessizliğe büründü. Bir Türk Twitter kullanıcısı duyduklarını yazmaya cesaret edemedi" diyerek yazdı.

"Manhattan'daki davada Türkiye ve İran vatandaşı iş adamının verdiği ifadeye göre, Recep Tayyip Erdoğan şahsi olarak iki Türk bankasına ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını ihlal eden planda yer almaları izni verdi.

"Duruşmaya tanık kürsüsünden katılan iş adamı Reza Zarrab Perşembe günkü ifadesinde, 2012'de dönemin başbakanı Erdoğan ve dönemin hazineden sorumlu bakanının (Ali Babacan) bankalara İran ile altın ticaretinin başlatılması talimatını verdiğini söyledi."

"Erdoğan'ın ismi ilk kez geçti"

New York Times, Zarrab'ın bu ifadesi ile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın isminin davada ilk kez geçtiğine dikkat çekiyor.

Haberde planın ilk kez 2013'te Türk polisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve Erdoğan hükümetinin soruşturmayı sonlandırdığı belirtiliyor.

"O günden bu yana Erdoğan Amerika'da süren incelemeyi kınıyor ve konuyu sürekli olarak Amerikalı yetkililerle görüşmelerinde dile getiriyordu."

Haberde Zarrab'ın duruşmadaki bu ifadelerinden hemen önce, Erdoğan'ın "Biz ambargoyu delmedik" açıklaması yaptığına dikkat çekiliyor.

New York Times'ın haberi şöyle devam ediyor:

"Zarrab'ın Erdoğan'la ilgili itirafları oldukça kısaydı. Zarrab, Erdoğan'ın Ziraat Bankası ve Vakıfbank'ın plana dahil olmasına izin vermiş olduğunu kendisine dönemin ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'ın haber verdiğini söyledi."

"Erdoğan'ın ismi geçince sosyal medya da suskunlaştı"

New York Times'ın haberinde, Türkiye'de ana akım medyanın davaya karşı hükümetle aynı çizgide yer aldığı ve soruşturmanın Türkiye'ye yönelik bir komplo olduğunu savunduğu belirtiliyor.

"Ana akım medya en çok ses getirmesi gereken iddiayı, Erdoğan'ın da planda yer aldığı ifadelerini yayınlamadı.

"Türklerin çoğuysa davayı sosyal medyadan takip etti. Ancak sosyal medya kullanıcıları Zarrab, Cumhurbaşkanı'nın ismini geçirdikten sonra sessizliğe büründü. Bir Türk Twitter kullanıcısı duyduklarını yazmaya cesaret edemediğini yazdı - ve sonra o tweet'i de sildi."

Bloomberg: Dava Türk lirasını da kısa süreli etkiledi

Bloomberg de Perşembe günkü duruşmada ilk kez Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da isminin geçmiş olmasına dikkat çekiyor.

Bloomberg, davanın Türk lirası üzerinde de etki yarattığını yazıyor.

"Türkiye'nin para birimi, faiz oranları ve banka stokları, dava ile ilgili haberlerden etkilendi. Zarrab'ın Erdoğan'ın ismini geçirmesinin arından dolara karşı yüzde 1 değer kaybeden Türk lirası, daha sonra bankaların ifadeleri yalanlamasıyla toparlandı."

Haberde duruşma sırasında hakim ve jüri üyelerine, Zarrab'ın bazı Türkçe telefon konuşmalarının da dinletildiği, kimsenin konuşmaları anlıyormuş gibi görünmediği detayı da verildi.

Guardian: Dava Türk ekonomisine zarar verebilir

İngiliz Guardian gazetesi de Reza Zarrab'ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptırımları ihlal eden anlaşmadan haberdar olduğunu iddia ettiğine dikkat çekiyor.

Haberde Türk siyasilerin ABD'de süren davanın "komplo" olduğuna yönelik açıklamalarına yer veriliyor.

Guardian'ın haberi şöyle devam ediyor:

"(Türk yetkililer) davayı görmezden geliyor olsa da, savcıların Zarrab'ın üst düzey yetkililerle bağlantısına dair inandırıcı kanıtlar sunması halinde bu Erdoğan hükümeti için utanç verici olur.

"Ayrıca, Türk lirasının değer kaybettiği bu dönemde, Zarrab'ın ifadeleri bankacılık sistemine zarar verirse, bu Türk ekonomisi üzerinde de olumsuz etki yaratır."

Wall Street Journal: ABD-Türkiye ilişkileri daha da gerilebilir

Amerikan Wall Street Journal gazetesi de Zarrab'ın ifadesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın isminin geçmesinin, NATO üyesi ABD ile Türkiye'nin ilişkilerini daha da gerginleştirebileceğini belirtiyor.

Gazete Zarrab'ın ifadesinin ardından Erdoğan'ın danışmanlarından ve adı geçen bankalardan yorum istediklerine ancak bu isteklerine cevap alamadıklarına vurgu yapıyor.

Gazetenin dava süreciyle ilgili dikkat çektiği bir detay da, duruşmayı takip etmek isteyenlerin içeri girebilmek için duruşma salonu önünde uzun kuyruklar oluşturması.

Davayı izleyenler arasında, Manhattan Başsavcısı Preet Bharana'ın görevinden alınmasından sonra başsavcı vekili olan Joon Kim'in de olmasının, davanın ne kadar önemsendiğini gösterdiği ifade ediliyor.

"Zarrab'ın ifadesi tahmin edilenden uzun sürebilir"

New York'taki davayı yakından takip eden bir diğer gazeteci de CourthouseNews'ten Adam Klasfeld.

Klasfeld, Zarrab'ın ifadesinin Cuma günü bitmesinin planlanmış olduğunu, ancak bunun pek mümkün görünmediğini belirtti. Klasfeld "Zarrab beklenenden daha uzun süre ifade verecek" yazdı.

T24
ETİKETLER
erdoğan zarrab haber bir türk duyduklarını yazmaya cesaret edemedi haber
BBC footer

Mahçupyan: AK Parti, kendi tabanında bile hayal kırıklığı yaratıyor!
01.12.2017



"AK Parti kendi liderinin etrafında ‘birikerek’ vücut bulan dimağsız bir varlık görünümü vermeye başladı"

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, 15 yıldır iktidarda olan AKP'yi eleştirdi. AKP'nin iktidara geldikten sonraki yönetim anlayışının bugün tam tersine tutum sergilediğini söyleyen Mahçupyan, "AKP bizzat kendi tabanında bile hayal kırıklığı yaratıyor" dedi.

"Bu değişimi ‘ülkeyi kuşatıp parçalamak’ isteyenlerin varlığına dayandırmanın inandırıcı tarafı yok" diyen Mahçupyan, "Şimdi ise lidere bağımlı olduğu ölçüde onun kendisine ilişkin tercihlerinin de uygulayıcısı haline gelmiş, iç partnerden darbe yerken dış partnerlerle de ideolojik olarak mesafeli kalmayı çare görmüş, sorun çözme istek ve iradesi zayıflamış, yaşananların getirdiği metal/mental kişilik yorgunluğunun altında kalmış bir parti var" ifadesini kullandı.

Etyen Mahçupyan'ın "AK Parti'de değişen ne?" başlığıyla (1 Aralık 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

İktidara geldikten sonraki yönetim anlayışının bugün tam tersine tutum sergileyen AK Parti, bizzat kendi tabanında bile hayal kırıklığı yaratıyor. Bu değişimi ‘ülkeyi kuşatıp parçalamak’ isteyenlerin varlığına dayandırmanın inandırıcı tarafı yok. (..)

***

Laik kesimden bakanların çoğu ise bu değişimin, aslında önceden tasarlanmış bir planın parçası olduğuna, yani takiye yapıldığına inanma eğilimindeler. AK Parti’nin kamusal alana hakim olmayı, toplumu dindarlaştırmayı, ülkeyi ‘geriye’ götürmeyi daha baştan amaçladığı öne sürülüyor. Sonuçta kolay yoldan teşhis koymanın cazibesi sayesinde ideolojik kategorizasyon siyasi analizin önüne geçiyor. Böylece AK Parti ve Erdoğan’ı zihinlerindeki bir kutuya yerleştiriyor ve bütün klişe önyargıların doğrulandığı sanısına kapılıp rahatlıyorlar…

Ne var ki işin özünde dış komploların yarattığı zorunluluklar ya da takiyeden beslenmiş bir plan değil, farklı tercihler yatıyor. Bu tercihlerin nasıl yapıldığını ölçüt olarak alırsak, AK Parti iktidarını üç dönemde ele almak gerekir. 2002-13 arasında partinin doğrultusu az veya çok ortak akla dayanmaktaydı. Karar mekanizması çeşitlilik içermekte, hareketin liderleri ve doğal sözcüleri olsa da, örneğin bakanların geniş bir özgürlük alanı bulunmaktaydı. 2013-16 arası Erdoğan’ın her fırsatı kendi ağırlığını artırmak üzere uğraşı, dolayısıyla lider ile parti arasında gerilimler, çatışmalar ve zımni pazarlıklarla geçti. 2016 başından itibaren ise Erdoğan’ın her adımda kendi otoritesini tahkim ettiği, tüm dizginleri eline aldığı, gücü merkezde ve doğrudan kendisinde topladığı bir evreye geçildi. Parti teşkilatı ve yasama grubunun karar mekanizmasında ve ideolojik tercihlerde bir rolü kalmadı. Ayrıca tayinlerin ve müdahalelerin de tepeden ve tek elden yapılması nedeniyle, parti içinde ve üst bürokraside kurumsal hiyerarşi işlevini yitirdi. Sonuçta AK Parti kendi liderinin etrafında ‘birikerek’ vücut bulan dimağsız bir varlık görünümü vermeye başladı.

On yıl önce de yönetim zihniyeti açısından farklı tercih imkanı vardı. Ama o zaman AK Parti otoriter değil, demokratik yaklaşımı seçti. Üstelik parti ve Türkiye üzerindeki tehditler ve buradan neşet eden beka kaygısı ilk yıllarda çok daha gerçekti. Bugün ise özellikle köpürtülen ve yanlışlardan beslenen bir beka meselesi üretilse de, en azından partinin beka sorunu yok… Ama şimdi AK Parti demokratik değil, otoriter yaklaşımı tercih ediyor.

Tercihin farklılaşmasını dış koşullar açıklamıyor. Çünkü önemli olan sizin bunları nasıl sunduğunuz ve nasıl tepki vermek istediğiniz. Benzer tehdit ortamında önce demokratik çizgiyi, şimdi otoriter olanı tercih ediyorsanız, bunun açıklaması ‘içeride’, yani AK Parti’nin aktörleşmesinde aranmalı.

***

İlk dönemde, siyasetin çok aktörlü bir kadro etrafında üretilmesi yanında, bürokratik vesayetle mücadelede iç ve dış partnerlere sahip olunması, iktidarın meşruiyet ve beka kaygısını gidermek üzere demokratik bir yönetim anlayışını tercih etmesine yol açmıştı. Buna tarihsel sorunları çözme istek ve iradesini, ayrıca siyasi kişiliklerin yıpranmamışlığını da ekleyebiliriz…

Şimdi ise lidere bağımlı olduğu ölçüde onun kendisine ilişkin tercihlerinin de uygulayıcısı haline gelmiş, iç partnerden darbe yerken dış partnerlerle de ideolojik olarak mesafeli kalmayı çare görmüş, sorun çözme istek ve iradesi zayıflamış, yaşananların getirdiği metal/mental kişilik yorgunluğunun altında kalmış bir parti var.
(..)

T24

Ertuğrul Özkök: "Acaba o 264 milletvekili önceki gece ne hissetti"
1 Aralık 2017



(..)

20 Ocak 2015 günü... Tam 264 el kalkmıştı... Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 264 milletvekili...

O gün oylarıyla Zafer Çağlayan’ı Yüce Divan’dan kurtarmışlardı...

*

Önceki gece Zarrab konuşurken, işte o 264 milletvekilini düşündüm...

Acaba bütün Türk milleti gibi onlar da Amerika’da konuşan iğrenç iftiracının ağzından çıkanları dinliyor, kahroluyor muydu?

Mesela “Zafer Çağlayan’a 40-45 milyon dolar vermişimdir” cümlesini işittikleri an ne hissetmişlerdir...

*

O Meclis ki, bundan 14 yıl önce, 1 Mart 2003 günü, iktidarı ve muhalefeti ile Amerikan askerine geçiş iznini reddederek bütün dünyanın gözünde bir itibar abidesi haline gelmişti...

2003’lerden sonra Türkiye’yi “yükselen yıldız” yapan direklerden biriydi o karar...

*

Ve ondan 12 yıl sonra Yüce Divan oylaması...

20 Ocak 2015 günü Zafer Çağlayan’ı kurtarırken, acaba o 264 oyun bir bumerang gibi kendilerinin üzerine geleceği akıllarına gelmiş miydi...

Üstelik hepimiz çok iyi biliyoruz ki, çoğunun içine de sinmemişti verdikleri oy.

*

İşte o yüzden merak ettim...

Acaba o 264 kişi, önceki gece 40-45 milyon dolar rüşvet lafını duyduğunda ne hissetmiştir?

Ne demişlerdir kendi vicdanlarına...

Çoluklarına çocuklarına, eşlerine, dostlarına...

*

“Biz ‘Zafer’ bayramı zannediyorduk, meğer Zarrab hezimetiymiş...”

Bunu demişler midir acaba...

(..)

T24
ETİKETLER
reza zarrab türkiye abd ertuğrul özkök hürriyet abd mahkeme dava ifade zafer çağlayan

Reza Zarrab ve yakınlarının mal varlıklarına "yabancı devlet lehine casusluk" gerekçesiyle el konuldu
01 Aralık 2017



Reza Zarrab'ın mal varlıklarına el konulan yakınları arasında eşi Ebru Gündeş'in olmaması dikkat çekti

İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz'ın talimatıyla ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve ilerleyen süreçte ‘tanık’ statüsüne geçen Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab’ın ve yakınlarının mal varlıklarına el konuldu.

soL'dan Cem Boz'un haberine göre, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz'ın talimatıyla Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne gönderilen yazıda, ''Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin ettiği'' gerekçesiyle Reza Zarrab'ın mal varlıklarına el koyma kararı verildiği belirtildi.

El koyma kararındaki listede Zarrab'ın kızı Alara Zarrab'ın da ismi yer alırken, Zarrab'ın yakın çevresi ve akrabaları da bulunuyor.

ABD'deki davada itirafçı olup sanıklıktan tanıklığa geçen Reza Zarrab, davanın dünkü oturumunda, “Ziraat Bankası ile Vakıfbank'ın İran ile yapılan altın ticaretine, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın talimatıyla dahlini Zafer Çağlayan'dan duyduğunu” iddia etmişti.

Avukatından açıklama

Zarrab Ailesi'nin avukatı Şebnem Eriş yaptığı açıklamada “Ailenin mal varlığına el konulması kararını şaşkınlıkla karşılıyoruz” dedi.

Hürriyet'ten Fırat Alkaç'ın haberine göre, Avukat Eriş, Ebru Gündeş’in isminin listede olmamasıyla ilgili “Çiftin ortak çocukları Alara Sarraf’ın ismi var. Ebru Gündeş’in önceki güne kadar bir boşanma davası açmadığını biliyoruz. Bize ulaşan bir boşanma başvurusu da yok. Gündeş’in isminin listede olmaması, kızları Alara’nın isminin listede olmasının nedeni bilmiyorum” dedi.
T24

Star yazarı: Ali Babacan, en kuvvetli delili bilmeden ABD'ye vermiş olabilir
01 Aralık 2017



Star yazarı Ersoy Dede, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklu yargılanan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab'ın dün mahkemenin ikinci duruşmasında Zafer Çağlayan ve Ali Babacan hakkında söylediği ifadesine ilişkin değerlendirme yaptı. Ali Babacan'ın bilmeden ABD'ye delil vermiş olabileceğini öne süren Dede, Babacan'ın Meclis'teki bir konuşmasını örnek gösterdi.

Dede "Amerika’da devam eden davanın delilleri arasında Ali Babacan’ın mecliste yaptığı bir konuşma da yer almış.. 29 Kasım 2012 tarihli konuşmasında Babacan demiş ki; “İran'dan alınan petrol karşılığında Türkiye’den altın nakli yapılıyordu. İran’ın ABD ve uluslararası yaptırımlara tabi petrol satışlarından elde ettiği geliri telafi edebilmesi için kullanılan bir yöntemdi..” Babacan bu sözü altın ihracatında yaşanan patlamayı değerlendirirken söyledi. Fakat belki de bilmeden en kuvvetli delili de kendi eliyle Amerika’ya vermiş oldu.." diye yazdı.
T24

Tuna Bekleviç: 17-25 Aralık soruşturması yeniden açılabilir


Hülya Karabağlı
01 Aralık 2017

"Cumhurbaşkanı, 2017'den bu yana Türkiye'yi hiç bir alanda yönetememektedir"

2019'da gerçekleşecek olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını ilan eden Tuna Bekleviç, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab ile eski Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tek başına sanık olduğu dava hakkında konuştu. Söz konusu davanın Türk yargı sistemini ilgilendirdiği yorumunda bulunan Bekleviç, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yeniden açılabileceğine işaret etti.

Bekleviç,17 Aralık yolsuz ve rüşvet soruşturmanın yeniden açılabileceği tezini 23 Nisan 2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cezai Korularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanununa dayandırıyor.

Kanun, cezai konularda uluslararası adli iş birliğinin usul ve esaslarını düzenliyor.

Bekleviç’in T24’e değerlendirmeleri şöyle.

Davanın ilk gününde bazı bakanlara ilişkin rüşvet iddiaları ABD'de süren dava kadar Türk yargı sistemini de ilgilendiriyor. Çünkü davadaki deliller Türk mahkemeleri için de geçerlidir.

Şimdi size önümüzdeki günlerde çok konuşulacak bir kanunu hatırlatmak istiyorum. Bahsedeceğim kanun yabancı devletlerle cezaî konularda yapılacak adlî iş birliğini kapsıyor. Reza Zarab’ın 22 Mart 2016'da yakalanmasından tam bir ay sonra 23 Nisan 2016'da kabul edilip 5 Mayıs 2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanan ‘Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İş Birliği Kanunu. Söz konusu kanunun 7. maddesi (ç) fıkrasında açıkça "Adlî yardımlaşma talebi kapsamında ilgili devletin iç hukukuna uygun olarak yerine getirdiği işlemler, Türk hukuku bakımından da geçerli sayılır" denilmektedir.

Geçtiğimiz yıl kabul edilen bu kanuna göre Zarrab’ın konu olduğu davada öne sürülen kanıtlar mahkemede geçerli sayılırsa bu maddeye göre ABD'deki mahkemedeki tüm kanıtlar Türk mahkemeleri için de geçerlidir. Böylece yolsuzluk soruşturmasının Türkiye'de tekrar açılması hukuki olarak mümkündür.

Davanın hukuki kısmı kadar ekonomik kısmı da önemlidir. ABD’de süren davanın Türk bankacılık sistemine oluşturduğu risk çok ağırdır. Türk ekonomisi ve ülkemizin yurt dışındaki itibarı açısından geçirdiğimiz bu karanlık süreç Dünya gündemine dökülen belgeler tüm vatandaşlarımızı utandırmıştır. Bundan önce AK Parti'ye oy vermiş olan birçok seçmenin kararını tekrar sorgulamasına sebep olmuştur. Bu kararından derin pişmanlık duyan kesimlerin sayısını arttırmıştır. Bu durum sürdürülebilir değildir.

2017 başından bu yana Cumhurbaşkanı Türkiye’yi hiç bir alanda yönetememektedir. Ülkemiz açıkça sürüklenmekte, her istenen yere çekiştirilmekte veya anlamsızca iteklenmektedir. Milletimiz böyle bir yönetime layık olmadığı gibi bu şekilde dengesiz ve emsalsiz bir sistemle 2019’a kadar devam etmek olanaksızdır.

İranlı hokkabazın ABD'deki itirafları ile birlikte partili Cumhurbaşkanının ülkemizi yönetme meşrûiyeti kalmadığını düşünüyorum. Bu sürecin tamiri dört temel adımda mümkündür. Terörle mücadelede hiç bir somut katkısı olmayan Türkiye ekonomisinin altına dinamit yerleştiren OHAL uygulamasına son verilmesi, YSK’nın yapısının kamuoyunun tarafsızlık beklentilerine göre düzenlenmesinin önünün açılması, partili Cumhurbaşkanının görevinden istifa etmesi ve derhal erken seçime gidilmesidir.

Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İş Birliği Kanununun 7. Maddesi şöyle:

İkinci bölüm

Adlî Yardımlaşma

Türk adlî mercilerinin talepleri

MADDE 7- (1) Adlî merciler, soruşturma veya kovuşturmanın sonuçlandırılması ya da verilen mahkûmiyet kararlarının yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan konularda adlî yardımlaşma talebinde bulunabilir. Bu durumda aşağıdaki hükümler uygulanır:

a) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde adlî yardımlaşma talebinden önce delillerin korunması amacıyla geçici tedbirlerin alınması istenebilir.

b) Tebligata ilişkin adlî yardımlaşma taleplerinde, kısıtlayıcı veya zorlayıcı tedbir uygulanacağına ilişkin ihtarlara yer verilmez.

c) Adlî yardımlaşma talebine konu işlemin yerine getirilmesi sırasında hazır bulunma talebinde bulunulabilir.

ç) Adlî yardımlaşma talebi kapsamında ilgili devletin iç hukukuna uygun olarak yerine getirdiği işlemler, Türk hukuku bakımından da geçerli sayılır.

(2) Adlî mercilerce, yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında başka bir devletin ceza soruşturması başlatmasına neden olabilecek bilgilerin öğrenilmesi hâlinde, talep olmaksızın bu bilgiler, ilgili devlete gönderilmek üzere Merkezî Makama bildirilebilir.

T24
ETİKETLER
tuna bekleviç t24 hülya karabağlı 17 25 aralık mahkeme soruşturma reza zarrab hakan atilla

Bozdağ'dan Erdoğan'ı zora sokacak sözler
30.11.2017



CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı Man Adası belgelerinin gerçeği yansıtmadığını ileri süren Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, dikkat çeken bir ifade kullandı. Bozdağ’ın “Bu kadar önemli görevlerde bulunan birisinin 'Ben yanıltıldım' demeye hakkı yoktur” sözleri, sık sık ‘aldatıldık’, ‘kandırıldık’ gibi ifadeler kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı akla getirdi.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, Anadolu Ajansı Editör Masası’na konuk oldu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı Man Adası belgelerinin iftiradan ibaret olduğunu öne süren Bozdağ, Kılıçdaroğlu’nun eline tutuşturulan şeyleri teyit etmeden açıkladığını iddia etti. Bozdağ, konuşmasında, “Bu kadar önemli görevlerde bulunan birisinin 'Ben yanıltıldım' demeye hakkı yoktur” ifadelerini de kullandı.

Bozdağ’ın bu sözleri, ülkedeki en önemli görevleri sürdüren AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını akla getirdi. İşte Erdoğan’ın ‘aldatılma’, ‘kandırılma’ geçmişinden birkaç örnek:

27 Şubat 2014
Üzülüyorum şu paralel yapıya, o tabanda olan saf, temiz kardeşlerimize, diyorum ki, bu oyuna gelmeyin. Çünkü zekatını veriyor, tertemiz, hakikaten iyi niyetle veriyor. 'Burada işte bir hizmet var diyor.' Ne hizmeti; geçin. Aldatılıyoruz, aldatıldık ben dahi aldatıldım.

19 Mart 2015
(Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar hakkında) Bu operasyonlarda suçluyla suçsuz, yalanla doğru aynı kefeye konuldu. Şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı.

30 Temmuz 2016
(FETÖ’nün eğitim faaliyetlerinden bahsederken) Biz de bu propagandaya geldik. Bunu itiraf etmem lazım. İyi niyetimizin kurbanı olduk bunu da ifade etmem lazım.

20 Nisan 2017
Obama maalesef PYD ve YPG konusunda bizleri aldatmıştır.

26 Eylül 2017
(IKBY’deki bağımsızlık referandumu hakkında) Açıkçası biz son ana kadar Barzani'nin böyle yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk, demek yanılmışız.

Birgün
CHP Başbakan Bekir Bozdağ ifade Cumhurbaşkanı

İyi Parti’den Reza Zarrab açıklaması: İktidarın kendini koruma adına Türk Milleti’ni bir paravan gibi kullanmasını utanç verici buluyoruz
01 Aralık 2017



"Ülkemiz bunun gibi sahtekar, rüşvetçi ve düzenbazların, mazlum vatandaşlarımızın rızkını yiyeceği bir yer olamaz"

Meral Akşener'in Genel Başkanı olduğu İyi Parti ABD'de devam eden ve Reza Zarrab'ın tanık olduğu davayla ilgili açıklama yapıldı. İyi Parti'nin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, "Devlet işlerini yürütme kamuflajı altında rüşvet yiyenler, yedirenler ve ona sessiz kalanlar Reza Zarrab'dan farklı değildir. Bu nedenle AK Parti iktidarlarının ve onların bakanlarının utanç verici yöntemlerle iş yaptıkları Reza Zarrab, Türkiye'nin millî meselesi değildir" ifadeleri yer aldı.

İYİ Parti’nin resmi Twitter hesabından ABD’de devam eden ve Reza Zarrab’ın “tanık” sıfatıyla ifade verdiği davayla ilgili açıklama geldi.

İşte o açıklama:

1. Türkiye Cumhuriyeti millî çıkarları doğrultusunda elbette tüm dünya ülkeleriyle temas kuracak, alışveriş yapacaktır. Ama bu, kesinlikle hem iç hukukumuza, hem de uluslararası hukuka riayet ederek yapılmalıdır.

2. Millî çıkarlar Reza Zarrab ve benzeri adamlar üzerinden hukuk ve ahlak dışı işler yaparak korunamaz. Ülkelerin millî çıkarları ve devlet sırları, illegal yöntemlerle çalışan Reza Zarrab gibi uluslararası bir kaçakçıya teslim edilemez.

3. Devlet işlerini yürütme kamuflajı altında rüşvet yiyenler, yedirenler ve ona sessiz kalanlar Reza Zarrab'dan farklı değildir. Bu nedenle AK Parti iktidarlarının ve onların bakanlarının utanç verici yöntemlerle iş yaptıkları Reza Zarrab, Türkiye'nin millî meselesi değildir.

4. İktidarın kendini koruma adına Türk Milleti’ni bir paravan gibi kullanmasını utanç verici buluyoruz. Mali sonuçlarının da milletimize fatura edilmesini İYİ Parti olarak kabul etmiyor ve bir kez daha ekonomi yönetimini tedbir almaları konusunda uyarıyoruz.

5. Ülkemiz bunun gibi sahtekar, rüşvetçi ve düzenbazların, mazlum vatandaşlarımızın rızkını yiyeceği bir yer olamaz.

T24
ETİKETLER
iyi parti reza zarrab türkiye abd mahkeme

Doçente evinde silahlı saldırı
01 Aralık 2017

Zanlı, kaçmaya çalışırken 5’inci kattan düşerek öldü

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) İktisat Fakültesi’nde görevli Doç. Dr. Hüseyin Ağır evinde silahlı saldırıya uğradı. Zanlı, polise yakalanmamak için apartmanın 5’inci katındaki daireden inmeye çalışırken düşerek öldü.
T24

CHP’li Özel: Asıl bomba salıya patlayacak
03/12/2017



CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun salı günü Rıza Sarraf’ın devlet sırlarını kimden ve ne karşılığında aldığını açıklayacağını hatırlatarak, “Asıl bomba salı günü patlıyor” dedi.

Özel şöyle konuştu: “Salı gününe kadar genel başkanımızın AK Parti genel başkanına verdiği süre dolacak. Reza Zarrab’ı ajanlık yapmakla suçluyorlar ya, belgeleri kimden ve ne karşılığı elde ettiği, cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından açıklanmazsa, salı günü yeni bir bomba patlıyor. Salı günü büyük bomba patlayacak. Bu sefer genel başkanınız, Zarrab’ın bu belgeleri kimden ve ne karşılığında temin ettiğini açıklayacak.”

CHP yarın Erdoğan’ın ailesinin yurt dışına para gönderdiğine ilişkin belgelerin asıllarını da savcılığa vereceğini açıklamıştı.
Diken

Zarrab: Süleyman Aslan'a daha fazla rüşvet vermemek için imzasını taklit ettik[/size:1d5
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Arl 03, 2017 8:56 pm tarihinde değiştirildi, toplam 12 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ksm 30, 2017 11:39 pm    Mesaj konusu: MUHALEFET SARRAF DAVASINA NASIL BAKMALI? Alıntıyla Cevap Gönder

MUHALEFET SARRAF DAVASINA NASIL BAKMALI?
Mehmet Ali Güller
30 Kasım 2017



Baştan belirtelim: Son tahlilde ABD’de görülen Sarraf davası Türkiye’yi hedef alan bir şantaj davasıdır! Türkiye’nin komşusu İran ile ticaret yapması hakkıdır, ABD’nin İran’a ambargosu Türkiye’yi ilgilendirmemelidir, Sarraf’tan rüşvet alan siyasiler ABD’nin değil Türkiye’nin sorunudur, rüşvet davası Türkiye’de görülmelidir!

Peki AKP hükümeti neden ABD’ye en başından itibaren “İran’a ambargoyu delmemiz seni ilgilendirmez, Sarraf’ın canı cehenneme” dememiştir? Ve tersine Erdoğan neden Sarraf’a sahip çıkmıştır, neden Sarraf’ın ABD’li avukatlarıyla Türkiye’de görüşmüştür, neden başına çuval geçirilen Türk askerlerinden esirgediği “ABD’ye nota”yı Sarraf için hem de iki kere devreye sokmuştur? Kısacası Sarraf’ın ABD’de tutuklandığı Mart 2016’dan beri neden iktidar ABD’yle bu dosya için pazarlıklar yapmıştır?

İşte bizi ilgilendirmesi gereken asıl mesele budur!

AKP TÜRKİYE’Yİ GÖZETSE ABD’YE MALZEME VERMEZDİ!

Meseleyi madde madde inceleyelim:

1) AKP hükümeti ABD’ye “İran’a ambargon beni bağlamaz” diyememektedir, zira bazen o kararlara şerh düşse de, imzaladığı ve kanunlaştırdığı pek çok anlaşma vardır!

O nedenle ABD Hazine Bakanlığı yetkilileri 2011’den itibaren defalarca Türkiye’ye Halkbank merkezli “denetleme” görüşmelerine gelmiştir. AKP hükümeti bu ondan fazla görüşmeye o anlaşmalar nedeniyle itiraz etmemiştir. Tersine o günlerde ABD’yle birlikte İran’a karşı konumlanmış, bölgede “Pers yayılmacılığı” olduğundan şikâyet etmiştir!

2) İran 37 yıldır ABD ambargosu altındadır ve Türkiye bu ambargolara rağmen İran’la bir şekilde hep ticaret yapmıştır. Fakat ilk kez bu iktidar zamanında böylesi bir sorun ortaya çıkmıştır!

3) Türkiye açsından mesele aslında ambargoyu delmek meselesi değildir. Ambargonun delinmesi sürecinde işlenen mali suçlardır, alınan rüşvetlerdir, paylaşılan paralardır ve ortadan kaybedilen İran paralarıdır!

İran’ın paraları “kaybedildiği” için de Tahran Sarraf’ın patronu Babek Zincani’ye idam cezası vermiş ve Sarraf’dan paraları getirmesini istemiştir.

İran’ın paraları “kaybedildiği” için de ABD’nin yargıladığı Sarraf’a Tahran hiç sahip çıkmamıştır!

4) Tahran sahip çıkmamıştır ama iktidar boylu boyunca kendi ifadeleriyle “Sarraf’ın önüne yatmış” ve ona sahip çıkmıştır!

Bu kirli ilişkiler ortaya çıktığında iktidar yargılamak yerine ak’lamayı ve saklamayı tercih etmiştir!

Oysa iktidar kendisini değil Türkiye’yi düşünüyor olsaydı, bugün ABD’nin eline böyle bir dosya vermeyecekti!

‘AYNI GEMİDEYİZ’ MASALI
Tüm bu kirli ilişkiler ortaya çıktığında iktidar o kirli ilişkileri kimin ortaya serdiğine bakmaksızın meselenin üstüne gitseydi, hem kendisini gerçekten aklamış olacaktı, he de bugün bu tablo yaşanmıyor olacaktı.

İşte meselenin esası budur!

AKP iktidarı, hep söylediğimiz gibi bagajından dökülen kirli yükler nedeniyle Türkiye’nin “zayıf karnı” haline gelmiştir ve başta ABD’nin olmak üzere kimi ülkelerin şantajına maruz kalmaktadır.

Fakat ne yazık ki AKP iktidarı bu aşamada bile Türkiye’yi değil, kendini düşünmektedir! “Hata yaptım” deyip iktidar koltuğunu bırakması gerekenler, tersine o koltuğa daha çok tutunmakta, kendisini kurtarmak için Türkiye’yi zora sokmaktadır!

Dahası meselenin “kendi meseleleri olmadığını, Türkiye’nin meselesi olduğunu” iddia ederek ve “hepimizin aynı gemide olduğu” masalını anlatarak arkasına kamuoyu desteği almaya çalışmaktadır!

AKP NEDEN BÖYLE BİR MALZEME VERDİ?
FETÖ’yle ortaklık kurup Türkiye’ye zarar vermişlerdir ama FETÖ kendilerine yönelince “kandırıldık” deyip Türkiye’yi yönetmeyi sürdürmüşlerdir.

PKK’yle açılım ortaklığı yapıp Türkiye’ye zarar vermişlerdir ama şartlar değişince “aldatıldık” deyip Türkiye’yi yönetmeyi sürdürmüşlerdir.

Bu kadar kandırılan ve aldatılan bir yönetici apartman yöneticiliğinde bile tutulamayacakken, biraz da “ama işte doğruya geldi, artık FETÖ’yle ve PKK’yle mücadele ediyor” diyen muhalefetin desteğiyle iktidarda kalmayı ve Türkiye’ye zarar vermeyi sürdürüyor!

Şu noktada bile “ama ABD’ye karşı” diye hala AKP’nin yanında olan, onun yanlışlarına dolaylı ortak olan, “aynı gemideyiz” masalıyla iktidarını sürdürmesine ve yeni yanlışlar yapmasına olanak tanıyan hiçbir muhalif anlayış kabul edilemez!

Ama ABD’den medet uman ve AKP’yi ABD’yle birlikte yıkacağını sanan mandacı muhalif anlayışlar da kabul edilemez!

Mesele açıktır:

ABD’nin şantajlarından kurtulmanın yolu AKP’yi savunmaktan değil, o şantajlara zemin yaratan AKP’den hesap sormaktan ve ondan kurtulmaktan geçer!

Unutulmamalıdır: AKP ABD’ye karşı olduğu için değil, yıllarca ABD’ye taşeronluk yaptığı için Washington’un eline şantaj malzemesi verebilmiştir!

BÜYÜK İNSANLIK MAHKEMESİ
Türkiye’nin “zayıf karnı”na dönüşen AKP iktidarından kurtulduğumuzda, işte asıl mahkemeyi o zaman kuracağız: Büyük İnsanlık Mahkemesi!

Bölge ülkeleri yan yana gelip “Iraklıları ve Suriyelileri katleden, İran halkına abluka uygulayan” ABD emperyalizminden hesap soracağız ve ABD devletini mahkûm edeceğiz!

Mehmet Ali Güller – 30 Kasım 2017

Kaynak: http://m.abcgazetesi.com/muhalefet-sarraf-davasina-nasil-bakmali-8187yy.htm

Ahmet Sever: Türkiye’yi hatalarınıza kalkan yapmayı bırakın
02 Aralık 2017



Hep aynı şey oluyor...

AKP iktidarı, kendi hatalarından dolayı her başı sıkıştığında hedef şaşırtmaya çalışıyor...

Eğer yurt içindeyse bu muhalefete karşı işliyor...

Ne zaman muhalefet bir olayı gündeme taşısa, İktidar mensupları, yandaş medya koro halinde başlıyor yaylım ateşine:

“AKP’ye karşı kumpas, tuzak, kirli ittifak, kirli plan, FETÖ’cü bunlar...”

Eğer halının altına süpürülen pislik yurtdışına taşıyorsa o zaman aynı terane Türkiye’ye uyarlanıyor:

“Türkiye’ye karşı hain saldırı, kumpas, kirli ittifak, ülkemizi mahkûm etmeye çalışıyorlar, bunlar da FETÖ’cü...”

Zarrab’ın ortaya döktüğü pisliklerin adresi belli...

Sonuçlarından elbette Türkiye de zarar görebilir...

Ancak, 80 milyonluk Türkiye, etrafa saçılan kirli çamaşırların üstüne örtü olamaz, olmamalı...

İktidar bu yanlışına, daha önceki yanlışlarında olduğu gibi, Türkiye’yi kalkan yapmaya çabalıyor...

Millliyetçilik, vatanseverlik duygularını kaşıyarak, kendisine yönelik bir olayı, sanki Türkiye saldırı altındaymış gibi göstermeye çalışıyor...

Miilliyetçilik damarının kabaracağı zaman ve zemin burası değil...

Türkiye ile Türkiye’yi yönetenlerin uyguladığı yanlış politikaları birbirinden ayırmak şart.

Türk halkı, rüşvet alanlarla, bu konunun yargıda aydınlığa kavuşmasını, TBMM’de araştırılmasını engelleyip, ta ABD’ye kadar uzamasının önünü açanlarla niye yan yana saf tutsun?

Türkiye’de mahkemeler, hâkim ve savcılar, internet ortamında 55 saniyelik bir sözden dolayı Oğuz Güven’i 3 yıl hapse mahkûm etmek için harcadığı zamanı, bu rüşvet iddialarına ayırsaydı ülkemiz bu duruma düşmeyebilirdi.

Bizde bir anlayış var:

“Kol kırılır yen içinde kalır.”

Bu anlayış yüzünden, kırılmadık kol kalmıyor Türkiye’de...

Kol kıranlara da hiçbir şey olmuyor...

Siz, Türkiye’de demokrasiyi, yargıyı işletir, basını özgür bırakır, TBMM’yi çalıştırır, hukukun üstünlüğünü ve adaleti sağlarsanız; dünyanın hiçbir ülkesi, mahkemesi size bir şey yapamaz...

Yapmaya kalksa bile, işte o zaman karşısında tüm Türkiye’yi bulur...

T24
ETİKETLER
milliyetçilik akp iktidar türkiye yolsuzluk tbmm kumpas

Zarrab: Süleyman Aslan'a daha fazla rüşvet vermemek için imzasını taklit ettik
01 Aralık 2017



Reza Zarrab'ın tanık olduğu davanın hâkimi: "Birçok şeyi etkileyebilecek" bir ses kaydı var

ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab, eski Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın 50 yıla kadar hapis ve 2 milyon dolar para cezası istemiyle tek sanık olarak yargılandığı davada 'tanık' sıfatıyla üçüncü kez hâkim karşısına çıktı.

Mahkeme hakimi Richard Berman bugünkü duruşma "Birçok şeyi etkileyebilecek" bir ses kaydı bulunduğunu ancak kaydın kamuoyu ile paylaşılmadan önce doğrulanması gerektiğini belirtti.

Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve eski İçişleri Bakanı Muammer Güler'in fotoğraflarının delil olarak dosyaya girdiği duruşmada Zarrab, ABD'nin İran'a yönelik ambargoları sıkılaştırmasının ardından "gıda tedariki" görünümde altın ticaretine devam edildiğini söyledi.

Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'ya 50 miyon Euro tutarındaki bir uluslararası işlemi sorduğunu anlattı.

Bankanın bu işlem için bir belge istediğini söyleyen Zarrab bunun kendisini endişelendirdiğini çünkü ticaretin aslına dair istenen belgeyi elde etmenin imkansız olduğunu belirtti. Aslan'ın ise buna "Bu konuyu ben çözeceğim, sorun değil Rıza bey" diye karşılık verdiğini iddia etti.

Zarrab'tan dönemin İran Cumhurbaşkanı'na mektup

Öte yandan ABD, Reza Zarrab'ın tanık olarak ifade verdiği davada bazı kanıtları kamuoyuna açıklamaya başladı. Zarrab’ın dönemin İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'a yazdığı mektup da kamuoyu ile paylaşıldı. Zarrab’ın mektupta “ekonomil cihad” ifadesini kullanması dikkat çekti. Zarrab ayrıca “Zarrab ailesi olarak Rusya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’deki döviz bürolarımız aracılığıyla 3 milyar Euro'yu İran’a dolaylı olarak gönderdik” ifadesini kullanıyor.

Zarrab'ın mahkemeye kanıt olarak sunulan dönemin İran cumhurbaşkanı Ahmedinecad'a yazdığı mektubunda genel olarak şu ifadeler yer alıyor:

"Emperyalizm canavarı sevgili ülkemizin ekonomik yaptırımlar ve negatif propaganda yüzünden tecrit altında kalmasına yol açıyor.

Her İranlının dini görevi olduğu gibi özellikle ekonomik cihat yılı olarak adlandırılan bu yılda ülkeme hizmet ediyorum. Her gün bu baskı daha da artıyor.

Döviz alanında 50 yıldır çalışan Zarrab ailesi olarak Rusya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’deki döviz bürolarımız aracılığıyla 3 milyar euroyu İran’a dolaylı olarak gönderdik.

Bu ülkelerin ekonomiden sorumlu yöneticileri işlemleri yapmamızda yardımcı oluyor, kredi koşullarını da kolaylaştırıyorlar."

Canlı Blog:

22:45 - ABD Hükûmeti, savunma tanıklarının güvenli seyahatine dair bir güvence vermedi, tanıklar Türkiye’den tele-konferans aracılığıyla bağlanabilecekler.

22:30 - Yargıç, Türkiye’den tanıkların ifadesinin alınması için savunma ve iddia makamının uygun bir çözüm bulamamasına ‘akıl sır erdiremediğini’ söyledi. Aralarında görüşmelerini istedi. Konu çözülebilmiş değil.

Davada bir jüri üyesinin görevine uyuduğu için son verildi

22:18 - Duruşmanın sonunda, Yargıç Berman iki gündür yargılamanın büyük kısmında uyuyan bir jüri üyesinin görevine son verdi. Berman "Sadece uyuklamıyordu, bildiğin uyuyor gibiydi" dedi. Yerine yedek altı jüri üyesinden birinin getirileceği belirtildi.

22:00 - Bugünkü oturum son ses kaydının dinletilmesiyle sona erdi.Duruşmada dinletilen ses kayıtlarının çevirisi yapılmadı anca kayıtların kamuoyu ile paylaşılacağı bildirildi.

21:55 - Yeni ses kaydı dinletiliyor.

21:40 - Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Zarrab: Halkbank'ın alt düzey çalışanları 'durumu' bilmiyordu

21:12 - Reza Zarrab, Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'ya 50 miyon Euro tutarındaki bir uluslararası işlemi sorduğunu anlattı.

Bankanın bu işlem için bir belge istediğini söyleyen Zarrab bunun kendisini endişelendirdiğini çünkü ticaretin aslına dair istenen belgeyi elde etmenin imkansız olduğunu belirtti. Aslan'ın ise buna "Bu konuyu ben çözeceğim, sorun değil Rıza bey" diye karşılık verdiğini iddia etti.

Zarrab, bankanın daha alt düzey çalışanlarının "durumu" bilmediğini, yani aslında "gerçekten gıda ticareti" yapılmadığının farkında olmadıklarını, bu yüzden söz konusu belgeyi istediklerini vurguladı.

21:10 - 29 Mayıs 2013'te Zarrab'ın Atilla'ya gönderdiği bir e-posta delil dosyasına girdi. Mailin konusu 50 milyonluk swift talimatı.

21:08 - Davada eski İçişleri Bakanı Muammer Güler'in fotoğrafı da kanıt oldu.



20:59 - Davada Tüpraş ve Botaş yeniden gündeme geldi. Zarrab'a ticaretin para kaynağı olarak kullanılan petrol ve doğalgaz gelirleri hakkında sorular soruluyor.

20.48 - Savcı Zarrab’a, İranlı yetkililerle Mayıs 2013’te görüşüp görüşmediğini sordu. Zarrab, “Evet bir görüşme yapıldı” dedi. Bu görüşmeye katılıp katılmadığına ilişkin soruya “Bir kısmına katıldım” yanıtını verdi.

Zarrab, “İran petrol bakanı ve heyeti vardı” dedi; görüşmenin Ankara’daki Marriot Oteli’nde yapıldığını söyledi.

Zarrab, İranlıların görüşmede kendisini aradan çıkararak Halkbank’a doğrudan ödeme yapmak için Süleyman Aslan’a baskı yaptığını aktardı.

20:42 - ABD'li gazeteci Katie Zavadski, bugünkü duruşmada çok sayıda telefon konuşması kaydının dinletildiğini yazdı.

20:35 - Zarrab: Altından gıdaya geçmemiz şarttı İran’a yönelik ABD ambargosundaki değişikliklerden ötürü.

20:30 - Zarrab: İranlılarla sürekli temas halindeydim.

20:27 - Zarrab: Altın ya da gıda… Ödemelerini yapabildikleri sürece İran için fark etmiyordu.

20:12 - Oturum devam ediyor. Sarraf ile Happani arasındaki bir görüşmenin tapesi dinletiliyor.

Reza Zarrab ve yakınlarının mal varlıklarına 'casusluk' suçlamasıyla el konuldu

20:08 - İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturma kapsamında, Reza Zarrab ve yakınlarının mal varlıklarına el konulması kararı verildi.

Kararın gerekçesi ise ''Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin ettiği'' olarak belirtildi.

TIKLAYIN - Reza Zarrab ve yakınlarının mal varlıklarına "yabancı devlet lehine casusluk" gerekçesiyle el konuldu

20: 05 - Dava İran'a yönelik yaptırımları konu aldığından, ABD hükümeti jüriye İran'ın dini lideri Ayetullah Hamaney ile eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın fotoğraflarını gösterdi. Sarraf, daha önce bahsedilen mektubunda bu iki isme hitap ederek "ekonomik cihat" önerisi yapıyordu.

19:45 - Zafer Çağlayan'ın fotoğrafı Zarrab dosyasına 12 numaralı kanıt olarak girdi.

19:40 - Duruşmaya kısa bir ara verilirken, Hakim Berman'ın çok fazla konuşan Zarrab'a boğaz pastili verilmesini istediği belirtildi.

"Aslan'a her seferinde rüşvet vermemek için photoshop ile imzasının taklit edilmesini istedim"

19:38 - Zarrab, "Süleyman Aslan'ı her aradığımda borçlu hissediyordum" dedi. Zarrab "Aslan'a rüşvet vermek zorunda kalmamak için sağ kolu Happani'ye photoshop ile Aslan'ın imzasını taklit etmek emri verdiğini" anlattı.

19:37 - Zarrab, görüşmede kullandığı "parayı vurmak" ifadesinin anlamını açıkladı: Bu sadece, paranın İran'dan gönderildiğini anlatmak için kullanılan bir terim

19:30 - Reza Zarrab, İran'ın petrol gelirlerini aklamak için tasarlanan gıda ticareti sistemini ayrıntılarıyla anlattı. Sahte nakliye evraklarının nasıl gerçek gibi gösterileceği konusunda kilit bilgileri Hakan Atilla'dan öğrendiğini iddia etti.

19:27 - Bloomberg'den Benjamin Harvey, Manhattan'da bir mahkemenin Zarrab'ın 51 sayfalık suçululuk beyanını kamuoyu ile paylaştığını aktardı. Zarrab Hakim Berman'a hür iradesiyle bu ifadeyi verdiğini beyan etti.

26 Ekim 2017 tarihli suçluluk beyanında Reza Zarrab ayrıca ABD'de gözaltı merkezinde tutulurken verdiği rüşvetlere de değiniyor; rüşvetin alkol ve cep telefonu da dahil olmak üzere kaçakçılık için verildiği kaydediliyor.

19:20 - ABD'li gazeteci Pete Brush'ın aktarımına göre, Zarrab ifade verirken, Atilla'nın avukatları en az bir kez itiraz etti, Yargıç Berman'a, Atilla hakkındaki ifadelerin "şayia" olduğunu, yani birinci elden alınmış bilgi olmadığını söyledi. İtiraz reddedildi. Konu muhtemelen savunmanın çapraz sorgusunda tekrar gündeme gelecek.

19:10 - Savcı, kanıt olarak bir tape sunmak istedi ancak tapenin içeriğine dair bilgi verilmedi. Savcı, tapenin içeriğini açıklamadan önce Zarrab'tan doğruluğunu teyit etmesini istedi.

19:00 - Zarrab 16-17 yaşlarındayken çay ticaretinde nakliye senedi hazırlamayı öğrendiğini anlattı.

18:59 - Reza Zarrab: Tek bir gıda nakliyatı yapılmadı

18:57 - Zarrab, "Rostamani Exchange şirketinden ve paraları Euro'dan Dirhem'e nasıl çevirdiklerini" anlattı.

18:55 - Zarrab yine şema çizerek "kağıt üstünde gıda tedarikçisi şirketin Centrica Dubai göründüğünü, Volgam'ın da İran'a gıda sattığını" anlattı.

18:52 - Zarrab, Dubai'deki şirketine ilişkin bilgi verdi. Zarrab, söz konusu şirketle ilgili olarak "Bu şirketi gıda tedarikçisi olarak gösterecektik." dedi.

18:50 - Zarrab’ın dava dosyasına kanıt olarak giren yeni fotoğrafı yayımlandı.

18:30 - Reza Zarrab kağıt üstünde gıda tedarikçisi şirketin Centrica Dubai göründüğünü ancak Volgam'ın da İran'a gıda sattığını söyledi. 'İki şirket de senin kontrolünde miydi?' sorusuna 'Evet' yanıtını verdi.

18:25 - Reza Zarrab: Altın ticareti zora girince gıda ticaretine geçildi. Ancak Atilla'nın bir açık bulmasıyla altın ticaretine geri dönüldü

18:20 - ABD'li gazeteci Adam Klasfeld, duruşmada 'gıda ticareti' konusunun ardından Zarrab'ın Dubai'deki şirketine ilişkin konunun görüşüldüğünü iddia etti. Klasfeld'e göre, Zarrab gıda ticaretini şema üzerinden anlatıyor.

18:08 - Klasfeld, Zarrab'ın Aslan ve Atilla ile yaptığı görüşmeden sonra 'gıda ticaretine' ilişkin yöntemi sonuçlandırdığını söylediğini iddia etti.

18:00 - Zarrab, Nisan 2013'te gerçekleşen (Halkbank eski Genel Md.) Süleyman Aslan ve (Halkbank eski Genel Md. Yrd.) Hakan Atilla ile bir toplantıda (İran için 'gıda işine' dair) "yöntemi belirlediklerini" söyledi

17:55 - Savcı, dava sürecinde çizilen şemaların bugünkü duruşmanın ardından kamuoyuyla paylaşılacağını açıkladı.

17:51 - Duruşma salonunda bulunan ABD'li gazetecilerin iddiasına göre, Zarrab, jüri önünde Süleyman Aslan ile gıda ticareti konusunu mümkün hale getirmek için yeterli gümrük belgelerini nasıl toplayacağını konuştuğunu söyledi.

17:44 - Zavadski'nin iddiasına göre, davada Nisan 2013 yılında, altın ticaretinin yerine öngörülen 'gıda ticaretine' ilişkin Reza Zarrab'ın davada tutuklu yargılanan Hakan Atilla ile konuşmaları görüşülüyor.

17:40 - Davada dünkü duruşmada da konuşulan 'gıda ticareti' konusu görüşülüyor.

17:34 - Zarrab davasının yargıcı Richard Berman bugünkü duruşma başlamadan önce ileride "birçok şeyi etkileyebilecek" bir ses kaydı olduğunu ve savcılığın bu ses kaydını sunmadan önce "davanın selameti" açısından bu ses kayıtlarının doğrulanmasını istediğini söyledi. Kaydı "hafife almak" istemediğini belirten yargıç doğrulamanın birkaç yöntemi olabileceğini. Bunlardan birinin de Zarrab'ın şahsen doğrulaması olabileceğnii belirtti.

17:30 - Dava başladı.

Davada neler oldu?

Eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın tek sanık olarak hâkim karşısına çıktığı davanın ilk duruşmasında Savcı Yardımcısı David Denton, Reza Zarrb’ı “yıldızlı tanık” olarak niteledi.

Zarrab'ın aleyhinde tanıklık yapacağı Hakan Atilla'nın avukatları ise ilk sözlerinde, gerçek ‘suç ortağının’ eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan olduğunu söyledi.

Atilla'nın avukatı Victor Rocco, savcılığın Reza Zarrab'ın sırtını sıvazladığını belirterek, "Yüksek makamlara ayakkabı kutularında rüşvet yollayan Atilla değil Zarrab'tı. Sanık sandalyesinde oturması gereken Reza Zarrab" dedi. Rocco, "Süleyman Aslan, Zarrab'tan 'utanmazca' rüşvet aldı" iddiasında bulundu.
T24

Asia Times: Erdoğan için zaman daralıyor, karşısında iki seçenek var
02 Aralık 2017



"Türkiye'ye yaptırımlar dayatılabilir"

Hindistan'ın eski kıdemli diplomatlarından M.K. Bhadrakumar, "Reza Zarrab" davasını Asia Times için değerlendirdi. "Altın tüccarının ifadeleri Erdoğan’ın altındaki zemini sallıyor" başlıklı makalede, davanın Türkiye için zorlu sonuçları olabileceği, Erdoğan'ın dış politika nedeniyle ABD baskısı altında olduğu belirtildi. Bhadrakumar, "Erdoğan'ın karşısında iki seçenek var; şartlı teslim olmak ya da uzun ve son derece başarılı bir siyasi kariyerle inşa ettiği evin büyük hasar görmesi. Zaman daralıyor" dedi.

Gazete Duvar'da yer alan çeviriye göre, Türkiye’de de görev yapmış eski Hintli diplomat M.K. Bhadrakumar’ın imzasını taşıyan makalede, “Zarrab, Erdoğan’ın itibarına onarılamaz bir hasar gelmesine yol açabilir ve ailesi ile yakın yardımcılarının suçlular olarak zan altında bırakabilir” ifadesine yer verildi.

Bhadrakumar, davanın sonucunda Türk bankalarına milyarlarca dolarlık ağır cezalar kesilebileceğini, hatta Türkiye’ye yaptırımlar dayatılabileceğini öne sürdü.

Makalede, ‘Erdoğan’ın Batı’dan uzaklaşan politikalarından geri adım atmak ile ülkeye zarar gelmesi’ arasında bir tercihle karşı karşıya olduğu savunuldu. Bhadrakumar, “Erdoğan’ın karşısında iki seçenek var; şartlı teslim olmak ya da uzun ve son derece başarılı bir siyasi kariyerle inşa ettiği evin büyük hasar görmesi. Zaman daralıyor. Erdoğan savunmaya geçiyor” yorumunu yaptı.

Diplomat, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Türkiye’ye dair son sözlerinin de bu bağlamda bir seçenek sunduğunu yazdı.

T24
ETİKETLER
abd reza zarrab tayyip erdoğan akp

CHP'li Özgür Özel'den AKP'li Mahir Ünal'a 'belge' randevusu
02 Aralık 2017



"Hayırsever bir ticaret adamıdır’ dedikleri kişiyi korumak için nota verdiler"

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Man Adası belgelerine ilişkin "Gerçeklerini görmedikçe bu belgelere sahtedir' deriz" diyen AKP Sözcüsü Mahir Ünal'a seslendi. Özel, "Belgelerin gerçeklerini görmek istiyorsan randevu veriyoruz. Saat: 13.00. Tarih: Önümüzdeki Pazartesi. Yer: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı. Git oraya bekle, belgelerin esaslarını da oraya yolluyoruz. Orada görürsün" dedi.

'Komisyon teklifi kabul edilseydi Zarrab Türkiye hapishanelerinde olacaktı'

CHP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel, Manisa'da partisinin Kırkağaç Kongresi'ne katıldı. Burada konuşan Özel, Man Adası belgeleri ve Reza Zarrab davasıyla ilgili konuştu. 17-25 Aralık operasyonlarının ardından TBMM'de kurulmasını talep ettikleri komisyonun kabul edilmediğini hatırlatan Özel, "Eğer o gün onu yapsalardı, Reza Zarrab Türkiye hapishanelerinde olacaktı. Amerika'da sorgulanmıyor, itirafçılıktan yararlanmıyor, söylediği her söz Türkiye'nin devlet düzenini, uluslararası itibarını yerle bir etmiyor olacaktı" dedi.

“Çorap sökülmeye başlarsa ucunun nereye gideceğini biliyorlardı”

Zarrab'a ilişkin değerlendirmelerini sürdüren CHP'li Özel, şunları dile getirdi:

"Bugün Zarrab'ı Türkiye hapishanelerinde tutmayanlar, o gün 'Hırsızlık yapan kardeşim dahi olsa kolunu koparırım' dediği halde onu oylamadan hemen önce arayıp, Yüce Divan oylamasını bir hafta erteletip, daha sonra AKP Grubu'na Yüce Divan için 'Hayır' oyu kullandırtan dönemin Başbakanıdır. Eğer o gün Yüce Divan kurulsaydı, bugün Zarrab da Halk Bankası yetkilileri de Türkiye'de yargılanmış, Türkiye'nin hapishanelerinde duruyor olacaktı. Ama birileri çorap sökülmeye başlarsa ucunun nereye kadar gideceğini biliyordu ve o sebepten o yargılamalara izin vermediler."

"Hayırsever bir ticaret adamıdır’ dedikleri kişiyi korumak için nota verdiler"

Reza Zarrab'la ilgili ABD'ye verilen notayı hatırlatan ve bunun bir Türk vatandaşı için ilk kez yapıldığını söyleyen Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Zarrab Amerika'ya gitmiş, gözaltına alınmış. Yargılaması başlamak üzereyken 3-4 gün Zarrab'dan haber alınamadı. Bunun üzerine Türkiye, tarihi boyunca Amerika'ya yapmadığı bir şeyi yaptı. Yurt dışında tutuklu 5 bin 700 Türk olduğu halde, ilk kez tutuklu bir Türk vatandaşı için birkaç gün arayla iki tane nota verildi. 'Hayatından endişe edildiğini', 'nerede olduğunun söylenmesi gerektiğini', 'vatandaşımıza sahip çıktıklarını' söylediler. Görünen o ki Türk askerinin başına çuval geçirilirken ses etmeyenler, bu kıymetli, geçmişte 'cari açığı kapatıyor' diye plaket verdikleri, aklamak için üzerinde durdukları ve 'Hayırsever bir ticaret adamıdır. Namusludur' dedikleri o kişiyi önce korumak için nota verdiler.

Ama sadece itirafçılığa başladığı ile ilgili küçük bir işaret geldiğinde 'İftiracılığa başladı' dediler. Dün Başbakan Binali Yıldırım, ortada bulunan duruma 'Çirkin saldırı. FETÖ'nün tezgahı ve Türkiye'yi itibarsızlaştırma girişimi' demiş. İki mesele açısından bunu irdeleyelim: Birincisi; eğer bizimle birlikte 'Evet' oyu verip o yargılamayı yapsalardı, bugün bunların hiçbir tanesi yaşanıyor olmayacaktı. Bugün Türkiye bir başka ülkenin mahkemesinden konuşulanlar, ortaya dökülen kirli çamaşırlar, pislikler yüzünden zorda kalıyorsa, bunun sebebi AK Parti hükümetinden başkası değildir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin parasını ödediği bir avukat, Halk Bank Genel Müdür Yardımcısı'nı savunuyor ve diyor ki 'Reza Zarrab bize değil ama Genel Müdür'e rüşvet veriyordu. İşte belgeleri' diyor. Reza Zarrab da bunu söylüyor. Hadi o iftiracı. Halkbank Genel Müdür Yardımcısı tutuklu, Türkiye Cumhuriyeti'nin parasını ödediği avukat 'Evet biz almadık. O aldı' diyor. Türkiye'yi bugünkü duruma düşürmüş durumdalar."

“Araştırmak istemiyorlar”

Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı Man Adası belgelerine ve AKP'den gelen tepkilere de değinen Özel, şunları açıkladı: "Aslında o gün Sayın Genel Başkan dedi ki 'Bu belgeleri hemen dağıtmayın. Bu belgeleri elinizde tutun. 2-3 gün belgelerle ilgili ne diyeceklerini görelim. Belgeleri daha sonra dağıtırız."

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP'li yetkililerin, "Yurt dışına para aktarma iddialarının yalan ve belgelerin sahte" yönündeki açıklamalarını hatırlatan Özel, CHP'nin TBMM'de Araştırma Komisyonu kurulması önerisinin reddedildiğinin altını çizdi. AKP'den "Belgeler sahte gösteremiyorlar" şeklinde açıklama yapıldığını söyleyen ve bunun ardından Cuma günü belgeleri bütün basınla paylaştıklarını anlatan Özel, şunları söyledi:

"Sayın Parti Sözcümüz Bülent Tezcan her bir dekont için 'Bu da mı sahte?' dedi. Ve 'hani sahteydi, hani bu belgeler gerçek değildi' söylemi dün Türkiye'nin en çok konuşulan konusu oldu. Bunun ardından birkaç gün önceki Tayyip Erdoğan'ın 'Belgeler gerçek. Ticari faaliyet' sözü de çöküyordu. Çünkü ortada bir ticaret yoktu, alınan satılan bir şey yoktu. Ortada Türkiye'den Amerikan bankaları aracılığıyla dolar olarak vergi cennetlerine uçmuş, orda aklanmış sonra AK Parti'nin çıkardığı Varlık Barışı Kanunu ile Türkiye'ye geri gelmiş 63 milyon TL para vardı. Ve o 63 milyon TL para dünür, özel kalem müdürü, oğul ve enişte arasında eşit şekilde paylaştırılıyor. Dedi ki '30 yıl önce ben siyasete girerken, bunlar zaten bu işleri yapıyordu'. Biz döndük baktık, Burak ilkokul 2'de 8 yaşında kısa bir pantolon ile okula gidiyor. Okumayı yeni sökmüş, çarpım tablosunda 3'leri çalışıyor Burak. 64 milyon TL'lik Burak. Bir diğeri Mustafa Erdoğan tornacı. Torna tezgahının başında çalışıyor. Kendi dükkanı yok. Bir tornacının yanında kalfa. Darbeyi ilk haber veren enişte var ya, Ziya enişte. Enişte o tarihlerde öğretmen. Son derece mazbut bir hayat sürüyor. Kendisine ait olmayan gecekondu sayılabilecek bir semtte kirada oturuyor. Ve Sayın Erdoğan diyor ki 'Bunların hepsi o zamanlardan beri bu ticareti yapan zengin adamlardı' diyor."

AKP'li Ünal'a randevu

CHP'li Özgür Özel, "Belgelerin gerçeklerini görmedikçe bu belgelere sahtedir deriz" diyen AKP Sözcüsü Mahir Ünal'a da yanıt verdi. Özel, "Dün AKP Sözcüsü Mahir Ünal, belgelerde verilince 'Belgeleri gördük ama fotokopilerini gördük. Belgelerin gerçeklerini görmedikçe, bu belgelere sahtedir deriz' dedi. Biz Mahir Ünal'a çağrıda bulunuyoruz. Belgelerin gerçeklerini görmek istiyorsan randevu veriyoruz. Saat: 13.00. Tarih: Önümüzdeki pazartesi. Yer: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı. Git oraya bekle belgelerin esaslarını da oraya yolluyoruz. Orada görürsün" dedi.

"Reza Amerika'da olduğu için şimdi bunları satıyor"

Başbakan Binali Yıldırım'ın Reza Zarrab'la ilgili "Hapisten çıkmanın en kolay yolu satmaktır' diyor. 'Satarım, alıcısı olursa" şeklindeki açıklamasına da değinen Özel, "Aslında Binali Yıldırım en doğrusunu söylüyor. Reza Zarrab ile bunlar bir ilişki içindeydiler. O kirli ilişki içinde birbirlerini satmamaya söz vermişlerdi. Ama Reza Zarrab Amerika'da olduğu için şimdi bunları satıyor" iddiasında bulundu.

Reza Zarrab'ın malvarlığına el konulması kararını değerlendiren Özel, "Eğer Reza Zarrab iftira atıyorsa, bu söyledikleri doğru değilse, yani sadece yalan atıyorsa o zaman mal varlığına neden el koyuluyor. Yok mal varlığına el konulma gerekçesi burada söylendiği gibi, 'gizli kalması gereken belgeleri Türkiye aleyhine başka ülkelere açıklamak' ise o zaman ne yüzle yalan diyorsunuz?" sorusunu yöneltti.

Zarrab'ın ABD'deki davada, eski bakan Zafer Çağlayan'a verdiğini söyledi 50 milyon avro rüşveti de hatırlatan Özel, şunları söyledi:

"Bugün yapılması gereken bir tek şey var; Daha önce 24. dönemde kurulan bir komisyon vardı. Soruşturma komisyonu. Meclis savcı görevi görecek bir komisyon kuracak, delilleri inceleyecek, sonra genel kurula getirecek ve kişi hakkında dava açılıp-açılmama konusuna genel kurul karar verecek. Yeniden soruşturma komisyonunu Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatı ile görev yapmasını teklif edeceğiz. Şimdi Anayasa Mahkemesi kendilerine göre pirüpak. Eğer kendilerine güveniyorlarsa Anayasa Mahkamesi orada, hodri meydan ilk 'Evet' oyunu CHP verecek." (DHA)

T24
ETİKETLER
özgür özel mahir ünal chp akp man adası erdoğan kılıçdaroğlu

Financial Times: Zarrab davası, Erdoğan hakkında soru işaretleri yarattı!..
02 Aralık 2017



"Bu dava Washington ile Ankara arasındaki ilişkilerin kesilmesine yol açabilir"

İngiliz Financial Times gazetesi, eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın yargılandığı ve Reza Zarrab'ın tanık olarak ifade verdiği davaya yarım sayfa ayırdı. Gazete, ABD'deki yaptırımları ihlal davasının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak kafalarda soru işaretleri yarattığını yazdı.

Financial Times'taki haber gazetenin New York ve Ankara'daki muhabirleri Gregory Meyer ve Laura Pitel'in imzalarını taşıyor.

Haber, Reza Zarrab'ın geçen yıl ABD'deki Disney World'e gidene kadar hayatını İstanbul'da "milyoner bir playboy olarak geçirdiğinin" belirtilmesiyle başlıyor.

Gazeteye göre Zarrab şimdi ise "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve onun dostlarını da töhmet altında bırakabilecek" bir davanın odağına yerleşmiş durumda.

İran'a entrika ile petrol ve gaz karşılığı milyonlarca dolar ödenerek bu ülkeye yönelik yaptırımların ihlal edildiğinin öne sürüldüğünü hatırlatan Financial Times, "Bu dava Washington ile Ankara arasındaki ilişkilerin kesilmesine yol açabilir" diyor.

Haberden bazı satırlar şöyle:

"Reza Zarrab mahkemede, dönemin başbakanı Sayın Erdoğan'ın iki Türk bankasına İran fonlarının söz konusu düzen için kullanılmasına 'onay verdiğini' söyledi. Ayrıca eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın da, İran fonlarının Türk kamu bankası Halkbank üzerinden aklanması karşılığında, 45-50 milyon euro, 7 milyon dolar ve 2,5 milyon Türk Lirası rüşveti kabul ettiğini belirtti. Bu rüşvetlerin yaklaşık 5 yıl önce ödendiği iddia ediliyor.

"Sayın Zarrab, Sayın Çağlayan'ın, Sayın Erdoğan'ın kendisine Türk bankalarının bu düzene katılımına izin için talimat verdiğini de söyledi."

Financial Times'taki haberde 17-25 Aralık operasyonları, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ısrarla Türkiye'nin ABD'nin yaptırımlarını ihlal etmediğini söylediği, Türk yetkililerin davayı bir komplo olarak gördükleri ve Fethullah Gülen'e bağlamaya çalıştıkları, Eylül ayından bu yana Türk Lirası'nın Amerikan Doları karşısında yüzde 15 değer kaybettiği, Türkiye'de Türk bankalarına büyük cezalar kesilmesinden korkulduğu belirtiliyor.

Gazeteye göre ABD'deki davanın yanı sıra, Washington'un Suriye politikası ve Fethullah Gülen'i Türkiye'ye iade etmeyi reddetmesi, iki NATO müttefiki arasındaki ilişkileri çok uzun süredir görülmedik ölçüde düşük bir noktaya indirmiş durumda.

Financial Times'taki haber, Başbakan Binali Yıldırım'ın Cuma günü yaptığı konuşmada sarfettiği şu cümlelerle noktalanmış:

"Bu dava hukuki olmaktan çıkmış, siyasi bir şekle dönüşmüştür. Amaç Türkiye'yi, Türk ekonomisini sıkıştırmaktır. İnşallah (Reza Zarrab) içinde bulunduğu bu yanlıştan döner."

Gazete haberin sonunda, Başbakan Yıldırım'ın "yanlış" olduğunu vurguladığı şeyin, Zarrab'ın ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarının ihlali sırasında oynadığı iddia edilen rol değil, Amerikalı savcılarla işbirliği yapması olduğunu da eklemiş.

T24
ETİKETLER
reza zarrab financial times abd tayyip erdoğan akp

Kılıçdaroğlu: Salı gününe kadar Erdoğan’a izin veriyorum...
02 Aralık 2017



"Zarrab'a devletin sırlarını kim teslim etti?"


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ABD'nin İran’a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve ilerleyen süreçte tanık statüsüne geçen iş adamı Reza Zarrab’ın adıyla anılan dava ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının "Yabancı devlet lehine siyasi ve askeri casusluk yapmak" suçlamasıyla Reza Zarrab ve yakınlarının malvarlıklarına el koyması kararıyla ilgili konuştu.

Kılıçdaroğlu “Böyle rezalet olabilir mi. Daha 16 Kasım’da ABD’ye 2 kez nota verdiler. Efendim Reza Zarrab temiz bir adamdır, bunu bize verin. Ne oldu bu adamın hayatı? Reza Zarrab bülbül gibi ötünce, Zarrab casustur, vatan hainidir. Düne kadar adamındı, kol kolaydın. Paraları alınca iyi, ötünce kötü. Salı gününe kadar Erdoğan’a izin veriyorum Zarrab’a devletin sırlarını kim teslim etti çık anlat” ifadelerini kullandı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Mersin'de Mezitli Belediyesi'nde düzenlenen toplu açılış töreninde konuştu.

Geçen salı gündeme getirdiği iddialarla ilgili konuşan Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“İnsanları onurları ile yaşarlar. İnsanlar eğer belli makamlara gelip halka hizmet istiyorsa onurları ile hizmet ederler ve topluma örnek olurlar. Toplumun her kesimine örnek olurlar. Giyimi ile kuşamı ile ailesi ile yaşam tarzı ile her şeyi ile topluma örnek olurlar. Çünkü onlar toplumun görünen yüzleridir. Kalktım kendilerini bir soru sordum. Dünyanın en basit sorusunu sordum. Yahu dünür var, kayınbirader var, oğlan var, damat var, bütün aile var. 1 sterlinlik şirketten 15 milyon dolar var. Bu nedir Allan aşkına? Hiç adını duymadığımız adaları duyduk. Hiç adını duymadığımızı devletleri duyduk. Artık Man Adası mı manda adamı mı, bilmiyorum. Ama bir şeyler var orada. Sahte diyorlardı, hepsi gerçek çıktı. Efendim savcılığa verin diyorlar. Savcılığa vereceğiz. Arkasında da duracağız. Sonuna kadar da takip edeceğiz. Öyle kıvırmak yok, kaçmak yok. Bu işi sonuna kadar götüreceğim. Bankanın dekontuna sahte diyorlar. Banka sahte dekont mu düzenler? Özetli şunu çok iyi bilin; bir şirket var, sermayesi 1 sterlin. Bir ortağı var, 15 milyon dolar. Bu nasıl bir ticaret? Böyle bir ticareti ben bilmiyorum. Bu ticareti ancak üçkağıtçılar bilir. Normal tüccar, vatandaş bunu nereden bilecek? Sanayicimiz var, tüccarımız var, esnafımız var, kahvecimiz var, simitçimiz var, çiftçimiz, emeklimiz var. Herkes şu veya bu şekilde bir ticaret yapıyor. En azından gidip fırından bir ekmek alıyor. Böyle bir hokkabazlığı, sahtekârlığı hiç görmedik. Efendim bu bir ticaretmiş, bu nasıl bir ticarettir? Çık bunu millete bir anlat.

Bu ne şirketi, bu şirket kimin şirketi. 15 milyon dolar bir tarafta 1 sterlin bir tarafta. Nereden çıktı bu, bunları bize anlatacak. Bunu sonuna kadar takip edeceğiz. Ben biliyorum, rahat uyuyamıyor.”

Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“Onlar gittiler oylarını kullandılar. Benim sözüm onların temiz oylarının bu kadar kirletilmesinedir. Vatandaş gitti, demokrasiye oy verdi, başımın üstünedir. Herkesin siyasi anlayışına saygı gösteririm ama hiç kimse unutmasın ben hayatta olduğum sürece kul hakkına, tüm yetimlerin hakkına sahip çıkacağım. Şimdi başımıza bir Zarrab belası çıktı. Düne kadar hayırsever bir adam diyorlardı. Ne yapıyorlardı, devletin protokolüne dahil ediyorlardı. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar Rıza Zarrab hep bir aradaydılar. Devletin protokolünde bir de fesli deli Kadir vardı. O da devletin protokolünde yer alıyordu. Ya bunların devlet anlayışı nedir Allah aşkına. Böyle rezalet olabilir mi. Daha 16 Kasım’da ABD’ye 2 kez nota verdiler. Efendim Reza Zarrab temiz bir adamdır, bunu bize verin. Ne oldu bu adamın hayatı? Reza Zarrab bülbül gibi ötünce, Zarrab casustur, vatan hainidir. Düne kadar adamındı, kol kolaydın. Paraları alınca iyi, ötünce kötü. Salı gününe kadar Erdoğan’a izin veriyorum Zarrab’a devletin sırlarını kim teslim etti çık anlat. Salıya kadar bekliyorum Sevgili Erdoğan, gözlerinden öpüyorum seni”

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 2019’a giderken kadınlardan destek istedi. Kadınların sezgisinin güçlü olduğunu belirten Kılıçdaroğlu şöyle dedi:

“Türkiye’yi bekleyen tehlikeyi en iyi siz biliyorsunuz. Birincisi tek adam rejimi, diğeri demokratik parlamenter sistem. Tek adam rejiminin ne olduğunu görüyorsunuz. Türkiye’nin ne hale geldiğini görüyorsunuz. Türkiye’yi bu çıkmaz sokaktan çıkarmamız gerekiyor. Demokratik rejimi geri getirmemiz gerekiyor. Huzuru barışı geri getirmemiz gerekiyor. Bu nedenle 2019’a giderken kadınlarımız her kapıyı tek tek çalacak. Her kadını ikna edeceğiz. Senin çocukların var benim de çocuklarım var. Sen huzur istiyorsun ben de huzur istiyorum. Çocuğunu askere huzurla göndermek istiyorsun ben de çocuğumu askere huzurla göndermek istiyorum. Bunun tek yolu tek adam rejimine karşı çıkmaktır. Hep birlikte tek adam rejimine karşı çıkacağız. Kadınların sezgi gücü yüksektir. Erkekler kahvehaneye gidip öyle bir bakalım diyebilir. Yük sizin sırtınızda. Sizlere güveniyorum. Bu mücadeleyi bu ülkenin kadınlarıyla birlikte götüreceğiz.”

T24
ETİKETLER
man adası zarrab erdoğan kılıçdaroğlu chp

"Acaba Erdoğan, şahsına böylesine bir kutsallık atfedilmesi hakkında ne düşünüyor?"
02 Aralık 2017



Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yakınları tarafından Man Adası'nda bulunan bir off - shore şirkete para aktarıldığı iddiasıyla ilgili olarak "Meryem Hanımefendi’ye ve Aişe annemize de iftira ettiler" diyen Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'a tepki gösterdi.

Mumcu, şunları yazdı:

"Erdoğan kendisinin “Meryem Hanımefendi ve Aişe annemiz”le kıyaslanması ve şahsına böylesine bir kutsallık atfedilmesi hakkında ne düşünmekte? Zamanında büyük bir tevazuyla 'peygamberlik zinciri kapanmıştır' demişti. Belki bunu Bekir Bozdağ’a hatırlatmasında fayda vardır."

Özgür Mumcu'nun "Erdoğan aşkı" başlığıyla yayımlanan (2 Aralık 2017) yazısı şöyle:

Bir insanın beraber siyaset yaptığı birini sevmesi, ona hayranlık duyması gayet anlaşılabilir bir durumdur. Hele siyaseti tek bir insan üzerine kurulmuş bir partide yapıyorsanız. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seven biri. Bozdağ, içi insan sevgisiyle dolu, insan sevmeye yer arayan bir insana benziyor.

Meclis kürsüsünde Fethullah Gülen’e olan pürüzsüz sevgisini nasıl dile getirdiğini unutmak mümkün değil: “Fethullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge birinsandır.”
Zirveye ulaşan sevgisi “değerli bir kıymet” gibi şahane bir ifadeyi dilimize kazandırmasına vesile olmuştu.
Sayın Erdoğan’ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü ve hemşerisinin Man Adası’ndan çıkan milyonlarca dolarına ilişkin yaptığı açıklama da sevgide yeni zirveleri zorladığını gösteriyor.
CHP Genel Başkanı’nın kamuoyuna sunduğu belgeler hakkında AKP cenahından çelişkili yorumlar geliyor. Bazen belgelerin sahteliğini öne sürüyorlar bazen basit bir ticari faaliyetin kaydı olduğunu dile getiriyorlar. Yeri geliyor ticari sırrın ifşa edildiğinden şikâyet ediyorlar.
Bozdağ ise farkını ortaya koyarak meseleyi bir ilahiyat tartışmasına getirmeyi başardı. Bir defa savunma hattını doğrudan “bunlar iftiradır” hattına çekerek, diğer arkadaşlarının tutarsız açıklamalarının yarattığı kafa karışıklığını bitirmek istedi ve ekledi:
“Hz. İsa’nın temiz ve pak annesi Meryem Hanımefendi’ye iftira etti o dönemin müfterileri. Peygamber efendimizin mübarek ve pak eşine de iftira edenleroldu. Bu iftiralara inanan maalesef insanlar da oldu. Sonra rabbim hepsinitemize çıkardı. Şimdi kimdir iftiracılar; iftiracılar münafık adamlardır.”
Neticede bir kara para aklama şüphesi, bir sebepsiz zenginleşme iddiası, bir yolsuzluk ihtimali konuşulmakta. Verilebilecek cevaplar da basit. “Öyle birşirket yok, Erdoğan’ın yakın ailesinin o para transferleriyle bir ilgisi bulunmuyor”. Ya da “Öyle bir şirket var, miktarlar da doğru ancak bunlar yasal ve meşru bir ticari ilişkiden kaynaklanıyor. Şunu aldılar, şunu sattılar. Şu hizmeti verdiler, şu hizmeti aldılar.”
Çok karışık değil yani.
Ancak sayın Erdoğan’a zamanında Gülen’e duyduğundan da daha büyük bir aşkla bağlı olduğu anlaşılan Bozdağ, cumhurbaşkanını “Meryem Hanımefendi’ye ve Aişe annemize de iftira ettiler” diye savunarak Tayyip Bey’i bir reisten öte ilahi bir kişi olarak değerlendirdiğini gösterdi.
Bozdağ, sayın Erdoğan’ı o kadar kutsal görüyor ki ona karşı çıkanları “münafık” diye tanımlamaktan çekinmiyor. Sayın Erdoğan’ın bütün muhaliflerini kâfir ilan etmesine ramak kalmış.
Ne demişti Bozdağ “Önemli görevdeki kişinin ‘yanıldım’ deme hakkı yok”. Kendisi Fethullah Gülen’i överken yanılmış mıydı yoksa önemsiz bir görevde miydi?
CHP, dün Man Adası belgelerini medyayla paylaştı. Elbette ayrıntısıyla incelenecektir. Belgeler doğru çıkarsa Bekir Bozdağ’a da müfteri, dolayısıyla münafık diyecek miyiz?
Demeyeceğiz çünkü dünyevi ve siyasi hırsları din sosuna bulayarak yutturmaya çalışmak dinbazlara özgü bir yaklaşımdır. Merak ettiğim şu. Acaba sayın Erdoğan kendisinin “Meryem Hanımefendi ve Aişe annemiz”le kıyaslanması ve şahsına böylesine bir kutsallık atfedilmesi hakkında ne düşünmekte? Zamanında büyük bir tevazuyla “peygamberlik zinciri kapanmıştır” demişti. Belki bunu Bekir Bozdağ’a hatırlatmasında fayda vardır.

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan bekir bozdağ aişe meryem

Yalçın Doğan: Zarrab’dan tütüne “sömürgeci güçler”
02 Aralık 2017

Hiç sesi çıkmıyor, adı Amerika’dan Türkiye’ye kadar pek çok gazete ve TV’de geçiyor ama. kendisinden hiç ses yok.

Eski Bakan Zafer Çağlayan.

Oysa, Reza Zarrab’ın kendisine rüşvet verdiği iddiaları ilk ortaya çıktığında, şu 700 bin liralık saat hikâyesi, Çağlayan çıkıyor ve:

“Sana verilen illegal dinlemelerle, sana verilen yalan yanlış bilgilerle rüşvet aldın, diyorsun. Halkımızın önünde, basının önünde söylüyorum, rüşvet veren de, alan da, aldı diyen de namerttir, edepsizdir, vicdansızdır”.

Bu açıklamaların üstünden kısa süre geçiyor, aynı dava nedeniyle Çağlayan hakkında bu kez “yakalama” kararı çıkıyor.

Şimdi Reza Zarrab Çağlayan’a verdiğini öne sürdüğü 45-50 milyon Euro’dan söz ediyor. Paraya bakın siz.

Çağlayan’dan henüz tık yok.

Koro halinde “kumpas”

Zarrab davası AKP’nin iktidar olduğu on beş yıl içinde en ciddi iddialar içeren, doğru mu, eğri mi, orası ayrı, ama en çarpıcı iddialar içeren bir dava.

Buna karşı AKP sözcüleri hep bir ağızdan ve dün Başbakan Binali Yıldırım aynı lafları tekrarlıyor:

“Türkiye’ye karşı kumpas... Amerika’da bir tiyatro oynanıyor... Türkiye’yi siyasi ve ekonomik sıkıntıya sokma senaryoları... Küresel sömürge güçlerinin Türkiye’ye karşı yaptıkları operasyon... Bu dava hukuki olmaktan çıkmış, siyasi hüviyete bürünmüştür”.

Küresel güçler Türkiye’ye karşı neden bir operasyon düzenliyor, dava neden hukuki olmaktan çıkıyor, Binali Yıldırım önce bunları açıklarsa, çok iyi olacak.

Her zaman ve her olay üzerine söylenebilecek genel sözler yerine, Zarrab’ın iddialarını Türkiye’de de araştırmak gereğini neden duymuyor Binali Yıldırım?

Neden cumhuriyet savcıları harekete geçmiyor?

Örneğin, Kılıçdaroğlu’nun yurt dışına transfer edilen paralarla ilgili iddiası karşısında, savcılık belgeleri istiyor yani, harekete geçiyor.

Zarab’ın iddialarıyla ilgili AKP’nin siyasi çıkışları dışında, başka ne oluyor? Hiç.

Adıyaman’da protesto

Geçen pazartesi Adıyaman.

Yaklaşık iki yüz kadar tütün üreticisi ellerinde Türk bayrağı ve tütün yaprakları olduğu halde bir yürüyüş düzenliyor. Yürüyüş sırasında “Ellerim kırılsaydı da, AKP’ye oy vermeseydim” diye bağırıyorlar.

Sen misin yürüyen ve bağıran, TOMA’lar, basınçlı sular, biber gazı ve ardından gözaltılar.

Tütün üreticileri son Torba Yasa’da yer alan tütünle ilgili yeni düzenlemeleri protesto ediyor.

O protestonun nedenlerini öğrenmek için Adıyaman’dan önceki gün Meclis’e gelelim.

Hem Adıyaman’da yaşananlar, hem Binali Yıldırım ve diğer AKP sözcülerinin “küresel sömürgeci güçler” nutukları üzerine Meclis genel kuruluna gitmek gerekiyor.

Son Torba Yasada “tütünle” ilgili ne var?

Yüzde 87 vergi

Müjde var!..

CHP milletvekili Veli Ağbaba’nın kürsüde:

“Sigaraya yüzde 87 vergi getiriyorsunuz. Sigara paketi başına yedi lira zam demektir bu.

Ayrıca, sarmalık kıyılmış tütünü bulunduran ve satanlara üç yıl altı yıl arasında hapis cezası geliyor”.

HDP bunun üzerine tütün odaklı bir araştırma önergesi veriyor. Bu önerge görüşülürken tütünle ilgili, sigara içen ve içmeyenler dahil, muhalefet Meclis kürsüsünden hepimizi ilgilendiren bilgileri dile getiriyor:

- “2002’de TEKEL’in özelleştirilmesi yasasını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veto ediyor. Veto edilen 2008’de yeniden geliyor, her yıl üç milyon dolar vergi veren TEKEL 1.8 milyon liraya özelleştiriliyor. Yeni yasayı Abdullah Gül onaylıyor.

- Samsun Tekel Fabrikası, Adana Tekel Fabrikası AVM olurken, Bitlis fabrikası belediye binası oluyor.

- 2002’de 405 bin tütün üreticisi varken, 2016’da üretici sayısı 56 bine düşüyor.

- Yıllık 159 bin ton tütün üretimi 62 bin tona düşüyor.

- Piyasaya on beş bin kaçak tütün giriyor, bunun vergi kaybı yedi milyar lira dolayında”. (TBMM Tutanak, 30 Kasım 2017, s.29-37).

İthalat ve ihracat

Önerge görüşülürken, “milli ve gayri milli” lafları havada uçuşuyor.

O laflar havada uçuşa dursun, yine aynı Meclis tutanaklarına dönersek:

“2002’de tütün ihracatı 112 bin ton iken, 2016’da 52 bin tona düşüyor.

Buna karşılık, tütün ithalatı 70 bin tondan 103 bin tona çıkıyor. 2016’da tütün ithalatına 560 milyon dolar ödeniyor. Üstelik, devlet TEKEL’in özelleştirilmesinde ciddi zarara uğruyor”.

Yani, tütün piyasası “yabancı firmaların” eline geçiyor.

Yani, Binali Yıldırım ve AKP sözcülerinin son günlerde her fırsatta söyledikleri “sömürgeci küresel güçlerin” eline.

AKP’nin getirdiği yasa ile.

Zarrab denilince “küresel sömürgeci güçlerin kumpası”, tütün ve başka alanlarda o güçler kendini gösterince, onlara kıyak çekince, “özelleştirme ve serbest piyasa” nutukları.

Iıhhh, tutmuyor.

T24
ETİKETLER
zarrab çağlayan abd yargı tütün işçisi

Davutoğlu Sarraf’ın ‘itiraflarını’ yorumladı: Rüşvet alan Türkiye’de hesap versin
03.12.2017

ABD’deki davada Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımları delmesiyle ilgili iddiaların soruşturulmasına tepki gösteren eski başbakan Ahmet Davutoğlu, Rıza Sarraf’ın ‘rüşvet‘ iddialarıyla ilgili ise şöyle dedi: “Kim rüşvet almışsa Türkiye mahkemelerinde hesap sorulmalıdır.”
Diken

Kulis: Altısı dışında tüm bakanlar değişebilir, beş-altı MHP’li kabineye girebilir
03/12/2017



AKP kulislerine yakınlığıyla bilinen Yeniçağ yazarı Ahmet Takan, kabinede geniş kapsamlı değişiklik yapılabileceğini ve baskın seçime gidileceğini yazdı: “Altı bakan dışındakilerin hepsi değişebilir… 5-6 eski MHP’li kabineye girebilir… Sonra baskın seçim var… AKP’deki ‘muhalif cephe’ Levent’te toplantılar yapıyor.”

Takan bugünkü yazısında, ‘eli kulağında’ dediği kabine revizyonu için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin temasta olduğunu belirtti.

26 üyeli kabinenin altısı dışında tümünün değişebileceğini ve MHP tandanslı beş altı eski bürokratın da hükümete girebileceğini dile getiren Ahmet Takan şöyle devam etti: “Kabine revizyonunun ardından baskın seçim var. Seçim sonrasında cumhurbaşkanlığı hükümetine MHP’den mebus isimler alınabilir. Seçim barajının düşürülmesi şu anda söz konusu değil. Erdoğan, hala sıcak bakmıyor. MHP’yi memnun edecek ittifak formülleri üzerinde çalışılıyor.”

Yazıya göre Erdoğan partideki ‘canı sıkkın’ milletvekillerinin Ankara’da gruplar halinde yaptıkları ev sohbetlerini yakından izliyor. O ev toplantılarında konuşulanlar raporlar halinde önüne gelen Erdoğan, bu nedenle son günlerde milletvekilleriyle ‘gaz alma’ toplantıları yapıyor.

‘Levent’te toplantı’

Takan ‘AKP’nin iç muhalefet cephesi’ olarak adlandırdığı isimlerle ilgili de bir kulis bilgisi verdi: “Abdullah Gül, Kadir Topbaş, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan İstanbul Levent’te bir çalışma ofisinde sürekli buluşuyorlar. Ofisin Kadir Topbaş tarafından tutulduğu ileri sürülüyor. Saray kulislerine göre, Abdullah Gül önderliğinde devam eden yeni oluşum çabalarının teknik hazırlıklarını da Beşir Atalay yapıyor. “
Diken

Fatih Yaşlı: Sarraf davasında muhatabın kendi olduğunu bilenler milli birlik edebiyatına sığınıyor
03/12/2017

Sarraf “yırtmak” adına her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, o büyük tezgâhın, o büyük saadet zincirinin nasıl kurulduğunu, kimlere nasıl rüşvetler dağıtıldığını, aklımızın hayalimizin almayacağı büyüklükteki rakamlarla gözler önüne seriyor. Sanık sandalyesinde olmadıkları halde, duruşmanın muhatabının kendileri olduğunu bilenler ise, bir kez daha milli birlik beraberlik edebiyatına sığınıyor, hamasi nutuklar atıyor.

Fatih Yaşlı’nın yazısının devamı için: https://www.birgun.net/haber-detay/dugun-takilariyla-zengin-olan-bakan-ya-da-sarraf-davasi-193722.html

SEMİH VESİLESİYLE YARGI, SİYASET, MEDYA ÜÇGENİNDE ADALET
Av. Mehmet TIĞLI
2 Aralık 2017



Semih Özakça beraat etti, onunla birlikte tutuklanan Nuriye Gülmen de tahliye oldu bu gün.

Peki öncesinde ne oldu?

Masumiyet karinesi asıl iken, savunması dahi alınmadan suçlu ilan edildi, ögretmenlikten atıldı…

Hakkı talep etmek kutsal, hak ve mesuliyet iken hakkını aradı diye jop yedi, gaz yedi, tutuklandı, hakkı için aç kaldı, dalga geçildi, siyasetin en üstünden terorist olarak damgalandı, rencide edildi, susturuldu, medyada çarşaf çarşaf terorist olarak afişe edildi.

Her türlü iftiraya mikrofon uzatılırken, kendisine “yahu kardeşim senin derdin ne” diye söz hakkı veren olmadı…

Hal böyle iken görsel ve yazılı medya siyasetin bildiri bülteni gibi davranarak hukuksuzluğa iştirak etti.

Medyanın görevi basına servis edilen bilgiyi haberlestirmek degildir.

Bu haber de değil, bir bülten, bir bildiridir.

“Basın bilgi almaz! Bilgiyi araştırır, bulur, toplar ve sunar“

Eksik ya da hatalarla dolu bir yargımız var…

Medya ve siyasetin müdehalesi ile hepten çalışamaz duruma geliyor yargı. Çalışsa da yapılan bu müdehalelerle sonradan telafisi imkansız onarılmaz yaralar açan kararlar çıkıyor. Bozulan psikolojiler, oluşan mağduriyetler, kişinin ve yakınlarının hayatından çalınan yıllar, yara alan vicdanlar, haksız kararlar neticesinde milletin cebinden çıkan tazminatlar…

Daha karar kesinleşmedi… Sonuçta karar onanabilir ya da bozulabilir. Ama bırakın önce yargı doğru ya da hatalı kararını versin. O zaman tartışalım siyasetiyle, medyasıyla, hukukçusuyla karar doğru mu yanlış mı diye… Doğru olan budur…

Lakin mahkemelerden önce, medya ve siyaset hükmü veriyor; İddia ediyor, yargılıyor ve infaz ediyor…

Ve bunun bedelini topyekûn millet ödüyor…

Av. Mehmet TIĞLI – 01.12.2017

Adımlar Dergisi

Etiketler:
ADIMLAR DERGİSİ beraat hukuk Medya Nuriye Gülmen Semih Özakça siyaset tahliye yargı

Açlık grevindeki Nuriye Gülmen: İyi ki varız, iyi ki beraberiz
03/12/2017



Yargılandığı davada ceza verilip tahliye edilen açlık grevindeki akademisyen Nuriye Gülmen, evine geldikten sonra destekçilerine mesaj verdi.

OHAL KHK’sıyla ihraç edilmelerinin ardından başladıkları açlık grevini sürdüren Gülmen ve öğretmen Semih Özakça 23 Mayıs’ta tutuklanmıştı.

Özakça, 20 Ekim’deki üçüncü duruşmada tahliye edilirken, önceki günkü karar duruşmasında beraat etmiş, Gülmen de ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla suçlu bulunmasının ardından tahliye edilmişti.

Tek şart iade

İki eğitimci de halihazırda işlerine dönebilmek için OHAL Komisyonu’na başvurmuş durumda. Ancak komisyondan henüz karar çıkmadı.

OHAL Komisyonu’ndan Gülmen ve Özakça için işe iade kararı çıkıp çıkmayacağı da kestirilemiyor.

Gülmen ve Özakça ise açlık grevlerini işe iade edilene kadar sürdürmekte kararlı. Özakça, “Suçsuzluğum kanıtlandığına göre işime derhal döndürülmek istiyorum” derken, Gülmen bu konuda bir şey söylemedi.

Ancak Gülmen’in ailesi, akademisyenin açlık grevini işe iade edilene kadar sürdüreceğini kaydetti.

Gülmen’den mesaj var

Gülmen, aylar sonra evine gelmesinin ardından Twitter hesabından bir de video paylaştı.

Gülmen şunları söyledi: “Herkese merhabalar. Ben artık dışarıdayım bildiğiniz gibi, tahliye oldum ve siz beni çok güzel karşıladınız. Çok teşekkür ederim ‘hoşgeldin’ mesajlarınız için. Teşekkür çok kuru bir sözcük her seferinde söylüyorum ama iyi ki varız, iyi ki beraberiz, iyi ki el eleyiz, sizleri çok seviyorum.”

Sağlık durumları ciddi

İkilinin sağlık durumu ise ciddiyetini koruyor.

Gülmen’in doktoru, akademisyen için “Her geçen günün aleyhine işlediğini” söyledi. Özakça ise durumunu şu sözlerle özetledi: “Hücre hücre eriyorum.”
Diken

Aydın Engin: Sarraf başlayan haftada da ötmeye devam edecek
03/12/2017



Sanırım içlerinden aynı cümleyi daha da okkalı kılarak tekrarladılar.

Türkiye’nin cari açığını tek başına kapattığı için itibarın doruğuna yükseltilip kendisine AKP’li bakanlar eliyle ödül takdim edilen Rıza Sarraf, başlayan haftada da ötmeye devam edecek.

Bizler mide bulantısından kusma sınırında o haberleri aktaracağız. Sizler de mide bulantısından kusma sınırında okuyacaksınız.

Utanmayı çoktan unutmuş siyaset bezirgânları da ellerini yıkayıp kendilerini AKlamak için ahlaksız yalanlarının dozunu artıracaklar.

Aydın Engin’in yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/878600/652_yillik_net_maas_kadar....html

Ahmet Hakan: Kılıçdaroğlu, AK Parti'nin oluşturduğu havadan muhteşem şekilde yararlandı
30.11.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ailesi ve yakınlarına yönelik yurt dışı hesap iddiaları konusunda AK Parti'nin 'bir hava oluşturduğunu' ve CHP liderinin 'bu havadan muhteşem bir şekilde yararlandığını' söyledi.

Ahmet Hakan'ın "Siyasi taktik açısından… Kim kazandı, kim kaybetti?" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili kısmı şöyle:
NORMALDE Kemal Kılıçdaroğlu’nun pek dikkat çekmeyecek ve pek de ses getirmeyecek bir iddiası, nasıl oldu da Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi haline geldi?

Sorunun cevabı açık:

AK Parti ve Tayyip Erdoğan yüzünden…

*

AK Parti ve Tayyip Erdoğan…

— 1.5 milyon liralık dava açarak…

— “Elindeki belgeyi açıkla” diyerek…

— “İspatlarsan istifa edeceğim” diye meydan okuyarak…

Mevzuyu ülkenin tek gündemi haline getiriverdi.

*

- Öyle üst perdeden yaklaştılar ki olaya…
— Öyle yukarıdan yukarıdan meydan okudular ki…

— Öyle kendilerinden emin bir tutum aldılar ki…

Hemen hemen herkes…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun baltayı taşa vurduğunu düşünmeye başladı.

*

Kemal Kılıçdaroğlu da AK Parti cenahının oluşturduğu bu havadan muhteşem bir şekilde yararlanmasını bildi.

Sustu, sustu.

Ve bütün dikkatlerin salı günü yapacağı konuşmaya çevrilmesini sağladı.

*

Salı günü yaptığı konuşmada da…

Kutu açarak, çeşitli detaylara girerek, dekont sallayarak falan…

“Aha da ispatladım” algısı yarattı.

Dikkat edin!

“İspatladı” demiyorum, “İspatladım algısı yarattı” diyorum.

*

Kemal Kılıçdaroğlu
© FOTOĞRAF: DHA
Kılıçdaroğlu: Erdoğan beni dinliyordur, yanına doktor al, gönderdiklerinin tamamının SWIFT mesajları bizde
AK Parti’nin taktiksel hataları, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “belgeleri açıklıyorum” konuşmasının hemen ardından da sürdü.
— Telaşlı davrandılar.

— Panik havası estirdiler.

— Her kafadan ayrı bir ses çıkardılar.

— Bütünlüklü ve doyurucu tek bir açıklamaya yaslanmadılar.

— Dağınık, savruk bir cevap verme telaşına kapıldılar.

*

İşte bu nedenle…

Kamuoyu algısı açısından…

Belgelerin doğruluğunun, iddianın ispatlanmasının falan ötesinde…

En azından algı açısından…

Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP bir adım öne geçmiş oldu.

Sputnik

CHP'li İnce: IMF'ye borç verecek kadar çalmışlar

03.12.2017



Yalova'da partisinin Çiftlikköy İlçe Kongresi'ne katılan CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, "IMF'ye borç verecek düzeydeyiz biz diye bağırıyorlar. Doğru, haklılarmış ama Türkiye'yi kast etmiyorlarmış, kendilerini kast ediyorlarmış. Kendileri IMF'ye borç verecek kadar çalmışlar" dedi.

Çiftlikköy Kültür Merkezi'nde yapılan 10. CHP Olağan Çiftlikköy İlçe Kongresi'ne katılan Milletvekili Muharrem İnce, yaptığı konuşmada gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

İnce, "Bir insan koluna 1 milyonluk saati nasıl takar? Dünyalar benim olsa, bin 404 lira ile geçinen insanlar varken o saati koluma takamam. Hele hele rüşvet parasıysa. Bunlar da hep adamlarıydı. O 4 bakanı gelip mecliste akladılar. Biz yargılansınlar yüce divana gitsinler dedik, AKP'liler gerek yok dedi. IMF'ye borç verecek düzeydeyiz biz diye bağırıyorlar. Doğru, haklılarmış. Doğru ama Türkiye'yi kast etmiyorlarmış, kendilerini kast ediyorlarmış. Kendileri IMF'ye borç verecek kadar çalmışlar. Bunun bedeli var. Biz büyük bir devletiz merak etmeyin. 1910 senesinde Yunanistan'ın Selanik Vilayeti'nde dedemin dedesinin keçilerine Yunan jandarması el koymuş, 2017 senesinde bu belgeyi buldum ben. Bu devlette kaydı var merak etmeyin. 'Sıfırla oğlum'un kaydı var, ayakkabı kutusunun kaydı var, yatak odasındaki kasaların kaydı var merak etmeyin. Bir gün hesap verilecek. Yemeği kim yediyse hesabı o ödeyecek. Milli meseleymiş bu. Saat çalmak ne zamandan beri milli mesele oldu. Kim yaptıysa gitsin hesabını versin. Türk Bayrağı'nın önünde poz verdirdiler Zarrab'a, vatandaş yaptılar, 'hayırsever işadamı' dediler. Şimdi ne oldu? İtirafçı oldu, anlatıyor tek tek. 35 yaşındaki çocuk koskoca devleti satın almış. Yazıktır, günahtır. Utanmadınız mı hiç? Ne kadar verdin diyor savcı. 45-50 milyon euro verdim diyor. 45 mi 50 mi? Arada 5 milyon euro var. 25 milyon lira yapar. Şu salonu toplasak bizim servetimiz 25 milyon yapmaz. Adam hatırlayamıyor" dedi.

''OBAMA'NIN SESİNİ ÖZLEDİM', 'BUSH'UN GÖZLERİNDEKİ KARARLILIĞI GÖRDÜM' DİYEN SENSİN'

Türkiye'nin Amerika ile yaşadığı krizin ilk kriz olmadığını hatırlatan İnce, "Amerika ile ilk kez aramızda kriz yaşanmıyor. Cumhuriyet 1923'te kuruldu. 23'ten sonra hemen 26'da ilk krizi yaşadık Amerika ile. Tarsus'ta, Kayseri'de, Gaziantep'te Amerikan okulları vardı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkınca bu okullar kapatıldı. Amerika ile krizi yaşadık.Kıbrıs'ta yaşadık, hatırlayın. Bu bizim ilk krizimiz değil. Amerika ile Türkiye arasında bir problem olduğunda tabii ki Türkiye'nin yanında oluruz. Bundan yana kimsenin kuşkusu var mı? Ama Obama'nın sesini özledim diyen sensin, terörle mücadele konusunda 'Bush'un gözlerindeki kararlılığı gördüm' diyen sensin, Irak'taki Amerikan askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için dua ediyorum diyen sensin, Amerika'nın Ortadoğu'da stratejik ortağıyız biz diyen sensin, ama çuval geçirildiğinde askerimizin başına 'nota verecek misin?' diye CHP sorduğunda, 'Ne notası, müzik notası mı?' diyen sensin ama Reza Zarrab için nota veren de sensin. Senin derdin ne? Senin derdin milli menfaatler mi yoksa bakanlarının çaldığı paralardan zor durumda olmak mı. Biz Türkiye'nin tabii ki yanındayız ama koluna 1 milyon liralık saat takanlarla işimiz olmaz. Çikolata kutusunun içinde dolar götüren insanlarla işimiz olmaz. 30 yaşındaki çocuğa kendini teslim edenlerle işimiz olmaz" diye konuştu.
Yapılan konuşmaların ardından kongrede seçim yapıldı. Seçim sonucu tek liste ile aday olan mevcut başkan Nedim Güler, yeniden başkanlığa getirildi.

Sputnik

Obama'ya hediye veren liderler arasında Erdoğan ve Davutoğlu da var
24.10.2016



ABD Başkanı Barack Obama'ya 2015 yılında dünya liderleri tarafından verilen hediyeler yayımlandı. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinde yayımlanan listede, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da yer alıyor.

Sitede tarihleri ile yayımlanan hediyeler listesine göre 16 Ekim 2015 tarihinde Ahmet Davutoğlu'dan 2 bin 950 dolarlık bir sandık teslim alındı.

ERDOĞANDA'NDA BOYUN BAĞI, KRAVAT, PORSELEN VAZO

15 Kasım 2015 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir boyun bağı, G20 Zirvesi'nin anısına damgalı 4 levha, G20 logolu bir kravat, iki pamuklu bornoz, "A Vision of Global Peace" isimli bir kitap, Türk lokumu ile doldurulmuş, üzerinde ay ve yıldız bulunan gümüş bir şekerlik ve 12 porselen vazo teslim alındı. Bunların parasal değeri olarak ise, bin 112 dolar gösteriliyor.

ÇAVUŞOĞLU'NDAN ALTIN İŞLEMELİ CAM ÇAYDANLIK

Davutoğlu ve Erdoğan dışında, 21 Nisan 2015 tarihinde Mevlüt Çavuşoğlu'ndan giden altın işlemeli 840 dolarlık cam bir çaydanlık da hediye edilmiş. Çavuşoğlu 12 Mayıs 2015'te ise 400 dolar değerinde gümüş bir kâse hediye etmiş.
Sputnik

Erdoğan, tekbir getiren AKP'li gençleri azarladı!
02 Aralık 2017



Cumhurbaşkanı AKP Genel Başkanı Erdoğan, Iğdır'da konuştu. Konuşması sırasında tekbir getiren gençleri böyle azarladı...
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz'da şehit olan gencin son konuşmasını anlatırken, slogan atıp tekbir geçiren gençlere "Sloganın atılacağı yer var atılmayacağı yer var!" diyerek azarladı.

Iğdır'da düzenlenen AK Parti Kongresi'ne katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, slogan atıp tekbir getiren AK Gençliği azarlayarak "Sloganın atılacağı yer var, atılmayacağı yer var" diyerek azarladı.
Haber Fedai
Etiketler : erdoğan, Cumhurbaşkanı, AKP, Iğdır

Muharrem İnce: Recep, Recep'e karşı, yakında karışacak bu çarşı
22.10.2017

CHP'li Muharrem İnce, AK Parti içinde bölünmeler olduğu iddialarını "Bursa Belediye Başkanı açıklama yapıyor. Erdoğan da 'Sonu kötü olur' diyor. Özetleyeyim, Recep, Recep’e karşı yakında karışacak bu çarşı" sözleriyle yorumladı.

Gazeteci Uğur Dündar'ın sunduğu Halk Arenası programına katılan CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Arl 04, 2017 9:03 pm tarihinde değiştirildi, toplam 17 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Arl 02, 2017 9:36 pm    Mesaj konusu: CHP, 17-25 Aralık sürecinde Reza Zarrab için ne demişti? Alıntıyla Cevap Gönder

CHP, 17-25 Aralık sürecinde Reza Zarrab için ne demişti?
Hülya Karabağlı
02 Aralık 2017



Zarrab’ın 26 Aralık’ta New York görülmeye başlayan jürili davadaki itirafları Türkiye’nin gündemine oturdu

ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve süreç içerisinde ‘tanık’ statüsüne geçen Reza Zarrab’ın 26 Aralık’ta New York görülmeye başlayan jürili davadaki itirafları Türkiye’nin gündemine oturdu.

Reza Zarrab ismi ilk kez 2008 yılında resmi belgelerde yer almaya başladı. Bankalar Yeminli Murakıbı M.T.Ö. tarafından düzenlenen 13. 05. 2008 tarihli inceleme raporunda ‘kara para aklama’ iddiasına yer verilerek polis takibi yapılması gerektiği ne dikkat çekildi. 2010 yılında Zarrab’ın babası ile birlikte İstanbul Kapalı Çarşıdaki Doruk Döviz’de çalışan elemanları kullanarak kayıt dışı para girişi yaptıkları ihbar edildi.

Ebru Gündeş ile evliliği dolayısıyla sık sık magazin basınında yer alan Zarrab’ın asıl gündeme gelmesi ise “17-25 Aralık soruşturması” kapsamında gözaltına alınarak tutuklanması oldu. Zarrab’a yöneltilen suçlama “Uluslararası ambargo nedeniyle İran, dolar ile ihracat ve ithalat yapamadığı için, Türkiye’nin İran ile arasındaki petrol, doğalgaz ödemelerini ve İran’ın başka ülkelerdeki paralarının Euro ya da altın olarak İran’a sokulma işlemlerini Reza Zarrab üzerinden yapılması” oldu. Kısa bir süre tutuklu kalan Zarrab kalmış daha sonra serbest bırakıldı. Hükümetin ‘FETÖ’ tarafından düzenlenen bir kumpas olduğunu savunduğu soruşturma hakkında takipsizlik kararı verildi.

ABD’deki duruşmada verdiği ifadeye göre Zarrab, Türkiye üzerinden yaptığı bu işlemler için Halk Bankasını kullandı. Zarrab ifadesinde, ambargoyu delerek İran’ın sıcak para ihtiyacını karşılamak için hiyerarşik bir yapı oluşturduğunu anlattı. Bu yapının komisyon karşılığında uluslararası para döndürme sistemi için sahtecilik, kaçakçılık ve rüşvet suçlarını işlediği belirtiliyor. Zarrab ifadesinde bu süreci sorunsuz şekilde devam ettirmek için Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ve Halk Bank Genel Müdürü Süleyman Aslan’a rüşvet verdiğini öne sürdü.

CHP, 17-25 Aralık sürecinde rüşvet ve yolsuzluk iddialarına adı karışan dört bakan için TBMM’de kurulan Meclis Soruşturma Komisyonu raporunda 230 sayfalık kapsamlı bir raporu muhalefet şerhi olarak sunmuş ve Zarrab ve ilişkiler ağına şöyle anlatmıştı:

“Uluslararası ambargo nedeniyle İran, Dolar ile ihracat ve ithalat yapamadığından, Türkiye’nin İran ile arasındaki Petrol, Doğalgaz ödemelerini ve İran’ın başka ülkelerdeki paralarının Euro yada altın olarak İran’a sokulma işlemlerini Rıza Sarraf üzerinden yapmaktadır. Rıza Sarraf’ta Türkiye üzerinden yaptığı bu işlemler için Halk Bankasını kullanmıştır.

2010 yılında İran’lı Rıza Sarraf’ın babası ile birlikte İstanbul Kapalı Çarşıdaki Doruk Döviz’de çalışan elemanları kullanarak kayıt dışı para girişi yaptıkları ihbar ediliyor.

Yukarıda Belirtilen Hususlar Çerçevesinde Bakanların Suçlulukları Hakkında Kuvvetli Şüphe Oluşmasına Yol Açan Olayların Akışını Gösteren Ayrıntılı Bir Not Ek Olarak Sunulmaktadır.

Uluslararası ambargo nedeniyle İran, Dolar ile ihracat ve ithalat yapamadığından, Türkiye’nin İran ile arasındaki Petrol, Doğalgaz ödemelerini ve İran’ın başka ülkelerdeki paralarının Euro ya da altın olarak İran’a sokulma işlemlerini Rıza Sarraf üzerinden yapmaktadır. Rıza Sarraf’ta Türkiye üzerinden yaptığı bu işlemler için Halk Bankasını kullanmıştır.

2010 yılında İran’lı Rıza Sarraf’ın babası ile birlikte İstanbul Kapalı Çarşıdaki Doruk Döviz’de çalışan elemanları kullanarak kayıt dışı para girişi yaptıkları ihbar ediliyor.
18 Temmuz 2012 tarihinde İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gelen ihbarda:

Rıza Sarraf ve Abdullah Happani liderliğindeki bazı şahısların Durak Döviz’de kuyumculuk adı altında kara para akladıkları, uyuşturucu ve kaçakçıların paralarını transfer ettikleri ihbarı yapılmış, ihbarda Rıza Sarraf ile birlikte çalışan elemanları ve kuryelerin isimleri yer almıştır.

Bu ihbarda yer alan isimlerden Abdurrahman İşcan hakkında MASAK tarafından 2008 yılında hakkında inceleme yapıldığı ve “şahsın mali gücünün çok üzerinde şüphe arz eden para transferlerinin tespit edildiği, somut bilgi ve belgelerin polisiye takiple Türkiye çapında yapılacak bir takiple mümkün olacağı değerlendirmesi yapılıyor.

Masak’tan KOM daire Başkanlığına oradan İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gönderilen 03.06.2011 tarihli “Happani Grubu Değerlendirme Raporunda” 2007 yılında Kapıkule Hudut Kapısından yurt dışına çıkış yapmak isteyen bir tır aracında 202 kg eroin ele geçirildiği, Edirne KOM Şube Müdürlüğünce yapılan teknik takipte değişik kişiler arasında kaynağı belli olmayan yüksek

miktarda paranın uluslararası transferinin yapıldığı, bu transfere aracılık eden kişiler arasında Durak Döviz isimli işyeri ve Abdullah Happani isimli çalışanların yer aldığı tespit ediliyor.
Sonuç olarak, tüm bu ihbarlar, Masak Raporları, Mali Şube raporları 13.09.2012 tarihinde gereği için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderiliyor. Böylece İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/120653 sayılı soruşturması başlıyor.
Teknik takip çalışmalarının başlamasıyla birlikte yaklaşık 15 ay süren delil toplama çalışmaları sonucu;

1- Rusya’daki bankaların sıcak para ihtiyacını, uluslararası bankacılık kurallarına takılmayacak şekilde karşılamak üzere geliştirdikleri (eski) sistemle, paravan firmalar üzerinden komisyonla para transferleri ve kuryeliği yaptıkları,

2- İran’a uygulanan ambargoyu aşarak İran’ın diğer ülkelerdeki parasını İran’a taşımak ve sıcak para ihtiyacını uluslararası bankacılık kurallarına takılmayacak şekilde karşılamak üzere geliştirdikleri (yeni) sistemle, gerçek veya paravan firmalar üzerinden komisyonla para transferleri ve altın ihracatı yaptıkları,

3- İran’a uygulanan ambargoyu aşarak İran’ın Türkiye’deki parasını İran’a taşımak ve sıcak para ihtiyacını karşılamak üzere geliştirdikleri (yeni) sistemle, Dubai ile İran arasında gerçekte olmayan ihracatlara dair Halk Bank’a sahte belgeler sunarak transit gıda/ilaç ticaretiyle komisyon karşılığında para taşımacılığı yaptıkları,

4- İran’a gönderilen külçe altınların toplanması ile ilgili olarak Gana’dan gümrük usulüne aykırı olarak gelen 1,5 Ton altınla ilgili resmi makamlara sahte belge vererek kaçakçılığa teşebbüs ettikleri,

5- Bahsedilen bu usulsüzlüklerin gerçekleşmesi, kolaylığı, yol verilmesi, aynı işlemleri yapan rakiplerinin engellenmesi, usulsüzlüklerine veya işlemlerine zorluk çıkaran Gümrük veya Emniyet

Görevlilerinin tayinini çıkartılması, usulsüz veya usulünce her türlü işlemlerini çözdürmek amacıyla üst düzey siyasi kamu görevlileri ile rüşvet ilişkisi geliştirdikleri,
6- Dubai’li Emniyet Görevlilerine, İstanbul’da lüks otellerde kadın sağlayarak fuhşa aracılık ettikleri tespit ediliyor.
Bu örgütün lideri olan Rıza SARRAF ambargoyu delerek İran’ın sıcak para ihtiyacını karşılamak için hiyerarşik bir yapı oluşturuyor. Bu yapı komisyon karşılığında uluslararası para döndürme sistemi için sahtecilik, kaçakçılık ve rüşvet suçlarını işliyor.

Rıza SARRAF, bu süreci sorunsuz şekilde devam ettirmek için Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN, İçişleri Bakanı Muammer GÜLER, Avrupa Birliği Bakanı Egemen BAĞIŞ ve Halk Bank Genel Müdürü Süleyman ASLAN ile haksız maddi menfaat ilişkisine giriyor.

Yapılan çalışmalar sonucu;”Ekonomi Bakanı Zafer ÇAĞLAYAN ve İçişleri Bakanı Muammer GÜLER yöneticiliğinde iki ayrı gurubun, Rıza SARRAF liderliğindeki örgüt ile rüşvet suçunu işleme amacıyla ve tek bir organizasyonun çatısı altında fiili ve sürekli bir birliktelik sergiledikleri, rüşvet vermek ve rüşvet almak suçlarını belli bir hiyerarşi ve koodinasyon ağıyla, belli sistemde ve sürekli olarak işledikleri” ortaya çıkıyor.
Ekonomi Bakanı M. Zafer ÇAĞLAYAN ile beraber olarak kardeşi Mehmet Şenol ÇAĞLAYAN, Halk Bank Genel Müdürü Süleyman ASLAN, oğlu Salih Kaan ÇAĞLAYAN, özel kalemleri Onur KAYA ve Mustafa Behçet KAYNAR’ın Rıza SARRAF’la rüşvet ilişkilerini gerçekleştirdikleri, Fatma ASLAN’ın ise Süleyman ASLAN’a getirilen rüşvetlere aracılık ettiği anlaşılmaktadır.
İçişleri Bakanı Muammer GÜLER ile de, oğlu Barış GÜLER, Özgür ÖZDEMİR, Hikmet TUNER ve Barış KIRANTA’nın sistemli bir şekilde Rıza SARRAF ile aralarındaki rüşvet ilişkilerini gerçekleştiriyorlar.

Ambargo Kararları - İran Sistemi Üzerinden Para Aklanması-İran’a Uygulanan Yaptırımlar

İran’ın nükleer programının barışçıl olmadığı ve İran’ın uluslararası terörizmi desteklediği iddiaları nedeniyle İran’ın uluslararası finans sisteminden izole edilmesi için BM Güvenlik Konseyi, ABD ve AB yaptırım uyguladılar.

ABD’nin uyguladığı yaptırımlar;

1- 31 Aralık 2011 tarihinde, Ulusal Savunma Yetki Yasası (Kirk-Menendez Yasası) kabul edilmiştir. Yasaya göre, İran Merkez Bankası ve belli başlı İran mali kuruluşları ile ciddi ölçüde işlem yapan banka ve finans kuruluşlarının ABD hesapları dondurulacaktır. Yasada yaptırımlar için bir geçiş süreci belirlenmiştir.

2- İran’dan enerji alımlarını azaltmakla beraber devam eden Türkiye’ye, yasa kapsamında çeşitli dönemlerde muafiyetler tanınmıştır.

3- Ancak ABD’nin, bu yasanın Türkiye gibi bazı müttefikleri sıkıntıya sokmasına neden olacağı endişesini taşıması nedeniyle 2013 yılında yeni bir düzenleme yapılmıştır.

6 Şubat 2013 tarihinde resmi olarak uygulanmaya başlayan yeni kararlara göre, İran’dan doğalgaz ve/veya petrol almak isteyen ülkeler; İhracat bedellerini ülkelerindeki bir banka hesabına yatıracaklar. Bu tutarlar İran’a transfer edilmeyecektir, İran bu tutarlar ile o ülkeden yiyecek, ilaç, tıbbı malzeme ve endüstriyel ürünler alabilecektir

Avrupa Birliği’nin Yaptırımları;

2010 yılında, İran Merkez Bankasının üye ülkelerdeki hesaplarını dondurmuş, İran ile yapılan kıymetli maden ticaretini yasaklamıştır.

17 Mart 2012 tarihinde Belçika merkezli SWIFT sistemi yaptığı duyuru ile üyelerinden, Türkiye saatiyle 18:00’den itibaren Avrupa Birliği Konseyi’nin 15 Mart 2012 tarihli kararında yer alan İran’lı finansal kuruluşlar ile işlem yapmamalarını (disconnection) istemiştir. 2012 Temmuz ayında AB, İran petrolüne ambargo koymuştur. AB ayrıca Avrupalı sigorta şirketlerinin İran kaynaklı tüm petrol nakliyelerini sigortalamasını yasaklamıştır.

Rıza Sarraf’ın İran’a uygulanan ambargoyu aşmak için uyguladığı sistemler;

1- İran Merkez Bankası’nın bir İran Bankasından (mesela Sermaye Bank’tan) nakit Tümen alması karşılığında İran Merkez Bankasının Halk Bank’ta bulunan hesabındaki TL/Euro cinsindeki para, İran bankasının (mesela Sermaye Bank’ın) yine Halk Bank’taki hesabına aktarılı
Daha sonra, bu para bu hesaptan Rıza SARRAF’a ait firmaların yine Halk Bank’taki hesabına, İran’daki bir firma veya bankanın yan kuruluşu olan döviz işletmecilerinin İran Bankasına (mesela Sermaye Bank’a) nakit tümen yatırıp imtiyazlı kurdan Euro/TL alması (hesaba alması) karşılığında aktarılır.
Bu durumda artık İran’ın Türkiye’deki parası Rıza SARRAF’ın Halk Bank hesabına gelmiş, İran’daki firmanın da ilgili İran bankasında Euro/TL’si bulunmaktadır.

Bunun karşılığında da Türkiye’den altın satın alınarak İran’a Dubai’ye ilgili firmaya gönderilir. Böylece, İran iç piyasasında tümenini dolaştırarak Halk Bank’taki parasını altın olarak ülkesine getirmiş almış olur.

Rıza Sarraf ve grubunun 2012 yılının başlarından, 2013 yılının başlarına kadar bu yöntemle para döndürdükleri, bu şekildeki işlemlerde ambargo uygulaması altındaki İran’ın adının direk geçmesi sebebiyle konunun, uluslararası ve ulusal kamuoyunda tartışılır hale gelmesi sebebiyle şüpheli şahısların yöntem değişikliğine gitme ihtiyacı duydukları ve İran ile Türkiye arasındaki para transferine Çin’i dahil ederek, bu sefer İran’ın Çin’deki paralarını döndürmek üzere sistem geliştirdikleri anlaşılmıştır.

2- Bir önceki sistemde nasıl İran’ın Türkiye’deki parasının altın ihracatıyla taşınması gerçekleşiyorsa, bu sistemde de İran’ın Çin’deki paraları, Türkiye ve Dubai üzerinden İran’a taşınmaktadır.

Örgütün Çin’de kurduğu paravan firmaların Çin bankalarındaki hesaplarına gerçekte olmayan bir ihracatın ödemesiymiş gibi Tümen veya Yuan cinsinden (bankanın kendi hesabından gönderildiği) gönderilir.

Çin’deki firmaların başka bir Çin bankasındaki hesabına havale yaptıktan sonra paranın Euro veya TL’ye çevrilmesinin akabinde, Türkiye’de kullandıkları firmalarının Türk bankalarındaki hesaplarına (gerçek firmalar için Halk Bank’ı paravan firmalar için diğer bankaları kullandıkları) gönderilir.

Daha önce yaptıkları gibi bu parayla Türkiye’den altın alınarak ihracatla İran’a veya İran’a gönderilmek üzere Dubai’ye ihraç edildiği, altınların kuryeler ile götürülür.

Rıza Sarraf’ın Çin’deki bu işlemlerini Rüçhan Bayar takip ediyor. Aynı Türkiye’de yaptıkları gibi Çin’de de bazı bankaların üst düzey yetkililerini Rıza Sarraf’ın tabiriyle “mayalıyorlar” , yani rüşvet veriyorlar.

2013 Yılının Temmuz ayından itibaren ABD’nin Türkiye’nin İran’a olan ödemesini altın ihracatı suretiyle yapmasını yasaklayan karar alması üzerine, Rıza Sarraf grubu yeni bir sistem geliştirmek durumunda kaldı

Bu sistemde; İran’a uygulanan ambargo “Gıda ve İlaç” ürünlerini kapsamadığı için;

Rıza Sarraf grubunun Dubai’den İran’a gıda/ilaç ihracatı yapılıyormuş gibi hazırladıkları sahte evrakları Halk Bank’a sunarak, transit ticaret yöntemiyle parayı İran-Türkiye-Dubai şeklinde havale ettikten sonra Dubai bankalarından da nakite çevirip İran’a aktarıyor.

Bu yöntemi, yani sahte transit ticareti eylemlerinin bizzat Süleyman ASLAN tarafından yönlendirildiği ve Zafer ÇAĞLAYAN tarafından bilindiği Emniyet tarafından belirleniyor.

Türkiye'nin ekonomik zararı

"Bu sistem ile Türkiye yapabileceği yüksek kardan zarar etmiştir.

Şöyle ki; Güney Kore de aynen Türkiye gibi İran’dan petrol ve doğalgaz satın alan bir ülke. Bu ithalatın ödemesini Türkiye’dekine (Halk Bank’a) benzer bir şekilde, bir bankasındaki İran Merkez Bankasının hesabına won para birimi ile yatırmaktadır. Böylece nakdi ödeme gerçekleştirmiştir.
Bundan sonra bu paranın muhabir banka nezdinde İran’a aktarılmasını Güney Kore kendine dert etmez. Çünkü devlet olarak nakdi ödemeyi gerçekleştirmiş, ve hiçbir şey yapmasa bile kendi bankasına yatırdığı bu yüksek meblağlı nakdi parayı faiz olarak değerlendirebilmektedir.

Paranın aktarılması artık İran’ın problemidir. Merkez Bankalarının ticaret yetkisi olmadığından, öncelikle ülkelerindeki bir bankaya tümen karşılığı won satarak parayı muhabir banka nezdinde satması gerekir.

Türkiye’de KDV %18’e tekabül ediyor. Peki gıda ihraç eden bir ülke kendisine buradan ne kadar bir kar elde eder? Ortalama %50. İlaç ve tıbbi malzemelerde de bu oran hemen hemen aynıdır.

Bu durumda şu tablo ortaya çıkmaktadır. Güney Kore’den ülkesine transfer etmek zorunda kaldığı ve Güney Kore tarafından nakdi ödemesi yapılmış petrol tutarınca Güney Kore’den gıda, ilaç veya endüstriyel ürün satın almak durumunda kalmış, Güney Kore de ithal ettiği petrol tutarınca gıda, ilaç ve endüstriyel ürün satışı gerçekleştirmiş ve bir ülkenin en büyük ithalat kalemi olan enerji ihtiyacını fırsata çevirerek kendisine bu tutarın en az %50 miktarınca kar elde etmiş ve reel bir ihracat gerçekleştirerek cari açığı fazlasıyla reel olarak kapatmıştı

Güney Kore İran’a uygulanan ambargoyu fırsata çevirerek bu işlemden %50 kar elde edebilirken, aynı
Türkiye’de faaliyet gösteren ve Rıza Sarraf’ın firmalarına altın satan firmaların kazancı nedir?

İran’a petrol ödemesinin nakdi olarak gönderilmesinde kullanılan külçe altınlar büyük ölçüde İsviçre’den ithal edilmektedir. İran, İsviçre altını talep etmektedir. Bilindiği üzere altın bir ticaret ürünü değildir. Türkiye’ye buradan kalan kâr yalnızca %0,3 (BİNDE ÜÇ)tür.

Rıza SARRAF, bu komisyonculuk işlemini %3 (yüzde üç) yani BİNDE 30 komisyon karşılığında yapmaktadır.

Halk Bank bu işlemden resmi olarak binde 10 komisyon alır. Rıza SARRAF, kendisine kalan BİNDE 20’lik kârın yarısına yakınını (BİNDE 5 Zafer Çağlayan’a, BİNDE 4 de Süleyman ASLAN’a) rüşvet olarak dağıtmak durumunda kalır.
Güney Kore’nin Halk Bank gibi paranın yatırıldığı banka da %1’lik komisyon alıyor.Ayrıca Güney Kore ortalama %18’lik vergisi olan ve yaklaşık %50 kâr oranı olan bir ihracatla ithalatını fırsata çeviriyor.

Türkiye de ise Halk Bank %1’lik komisyonunu alıyor. (bu oran daha sonra rüşvetle düşürülmüştür).

Ali BABACAN’ın Zafer Çağlayan’ın aksine, altın ihracatının TUİK istatistiklerinde ihracat olarak girmemesi gerektiğini belirten açıklamasının nedeni budur."


Transit ticaret


"Transit Ticaret, alış ve satış bedelleri arasında lehte fark esas olmak üzere, satın alınan yabancı menşeli malın transit olarak veya doğrudan doğruya başka bir ülkeye satılmasıdır.
Bu işlemde, tacirin bulunduğu ülke açısından ithalat ve ihracat rejimi hükümleri doğrultusunda vergi ve harç istisnası uygulanır. Bu muafiyet, Rıza Sarraf’ın yeni sisteminin temelini oluşturuyor. Aynen altın ihracatında olduğu gibi vergi ödemek zorunda kalmayacak ve Türkiye’nin ithalat ve ihracat rejimine tabi olmayacağından Türk Gümrük makamlarınca hazırlanmış Gümrük Beyannamesine ihtiyaç duymayacaktır.

Böylece, Rıza Sarraf sanki Dubai’den İran’a bir gıda ürününün ihracatını yapmış ve bu satış işleminde transit tacirliği Rıza SARRAF’ın Türkiye’de faaliyet gösterip Halk Bank’ta hesabı olan firmaları gerçekleştirmiş gibi Dubai Gümrük Makamlarına ait Sahte Gümrük Beyannameleri ve sahte gemi konşimentosu düzenleyerek Halk Bank’a ibraz etmiştir.

Süleyman ASLAN’da bu belgelerin sahte olduğunu bilerek bu işlemlere %0,3 (BİNDE ÜÇ) lük rüşvet karşılığında göz yummuş, hatta bu sisteme Rıza Sarraf’ı o yönlendirmiş, bu işlemlerden

Zafer Çağlayan’a ise %0,4 (BİNDE DÖRT) oranında rüşvet gönderdiği ortaya çıkmıştır.

Ambargonun tek serbestisi olan yaklaşık %18’lik KDV ve %50’lik kâr oranı bulunan gıda ve ilaç ticaretini, Türkiye’den reel bir ihracatla gerçekleştirmek yerine, bu sefer de sahte evraklarla Dubai’den İran’a gerçekte olmayan transit gıda ticaretinin ödemesiymiş gibi Halk Bank’ta bulunan petrol ödemesine konu para önce Dubai’ye, oradan da İran’a aktarılmıştır.

Kısacası, Temmuz 2013’ten sonraki dönemde Türkiye’nin reel gıda veya ilaç ticaretinden elde edebileceği kâr , Nuruosmaniye’deki ofisinde Abdullah Happani’ye hazırlattığı sahte Dubai Gümrük Beyannameleri ve sahte konşimentolara Rıza Sarraf’a aktarılmış.

Rıza SARRAF’ın İran’a uygulanan ambargoyu aşıp sıcak para girişini sağlamak için İran’ın parasını döndürme işleri ile ilgili Türkiye’yi basamak olarak kullanmış, Çin’den gelen havalelerle veya Türkiye’deki hesaptaki paranın aktarılmasıyla Türkiye’den altın alınıp, bu altınların ihracatla direk İran’a veya İran’a gitmek üzere Dubai’ye göndermiştir.

Rıza SARRAF’ın gerek bu şekildeki altın ihracatı eylemlerinin, gerekse başka yöntemleri olan sahte evraklara dayalı transit gıda/ilaç ticareti eylemlerinin faaliyet alanının, ithalat ve ihracattan sorumlu Ekonomi Bakanı Zafer ÇAĞLAYAN’ın görev ve yetki alanına girmektedir.

Rıza SARRAF’ın bu işlemler kapsamında firmalarının Halk Bank’taki hesabına gelen paranın %0,4-%0,5’ini, Zafer ÇAĞLAYAN’a rüşvet olarak gönderdiği, şahıslar arasında bu şekilde fiili birliktelik ve bir rüşvet anlaşması olduğu Emniyetin Teknik takip çalışmalarında tespit edilmiştir.

Zafer ÇAĞLAYAN yeni sistemde Rıza SARRAF’ın para çevirme eylemlerinde büyük önem arz eden Halk Bank ile ilgili ihtiyaç duyduğu bağlantıyı, Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman ASLAN ile tanıştırarak sağlamıştır.

Süleyman ASLAN’ın da Rıza SARRAF’la (Zafer ÇAĞLAYAN gibi ve aynı bindelik sistemle) rüşvet ilişkisi geliştirmiş. Belli bir döneme kadar Süleyman ASLAN’a verilen rüşvetin Zafer ÇAĞLAYAN’a verilen bindelik rüşvet içerisinde sayıldığı, sonradan her iki şahsa verilen rüşvetlerin ayrı ayrı hesaplandığı görülmüştür.

Daha sonradan sahte evraklara dayalı transit gıda ticaretiyle para döndürme sisteminde, Süleyman ASLAN’ın, Rıza SARRAF’ın gerçekte olmayan ihracat bedeli havalelerine rüşvet karşılığında göz yummasına Zafer ÇAĞLAYAN’ın da yol verdiği anlaşılmış, Zafer ÇAĞLAYAN, Süleyman ASLAN ve Rıza SARRAF’ın bu konularla ilgili lüks otellerde buluşarak toplantı yaptıkları tespit edilmiştir.

Emniyet tarafından yapılan teknik takip çalışmalarından, bu toplantılarda, Çin’den Halk Bankası’na yatırılan ihracata konu paranın %0,5’inin Zafer ÇAĞLAYAN’a verileceğinin ve Süleyman ASLAN’a verilecek rüşvetin ise Zafer ÇAĞLAYAN için ayrılan miktardan düşüleceği kararlaştırıldığı anlaşılmıştır.

Devam eden süreçte, şahısların kararlaştırdıkları şekilde hareket ederek Zafer ÇAĞLAYAN’a ve Süleyman ASLAN’a sık sık rüşvet yolladıkları hem teknik takip çalışmaları hem fiziki takip çalışmaları hem de Rıza SARRAF’ın mailindeki Excel Dosyası ile tespit edilmiş.

Rıza SARRAF’ın, eylemleriyle ilgili konuları Ekonomi Bakanlığı nezdindeki işlem ve usulsüzlüklerine, özel kalemleri Onur KAYA ve Mustafa Behçet KAYNAR’a verdiği talimatlarla yardımcı olduğu, özel kalemlerin de bu doğrultuda gerek bu bakanlıkla ilgili, gerekse diğer bakanlıklarla ilgili işlemlerde, adeta Rıza SARRAF’ın sekreteri gibi hareket ederek talimatlarını yerine getirip problemlerini çözmüşler.”

T24
ETİKETLER
reza zarrab abd zafer çağlayan yolsuzluk iddianame chp dört bakan

Ahmet Hakan: Zafer Çağlayan ne yapıyor buna karşı? Susuyor, sadece susuyor
03/12/2017

“Ben Zafer Çağlayan’a 45–50 milyon Euro rüşvet verdim”.

Reklam

*

Peki Zafer Çağlayan ne yapıyor buna karşı?

Hiç. Hiçbir şey.

Susuyor. Sadece susuyor.

*

– “Sahtekâr” dediğimiz…

– “İftiracı” dediğimiz…

– “Amerikan ajanı” dediğimiz.

Reza adlı şahıs…

Hem de ta Amerikan mahkemelerinde…

“Ben Zafer Çağlayan’a 45–50 milyon Euro rüşvet verdim” diyor.

*

Fakat ne hikmetse…

Zafer Çağlayan bırakın ortalığı birbirine katmayı falan.

“Tıs” bile demiyor.

Ahmet Hakan’ın yazısının devamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/zafer-caglayan-neden-susuyor-40665941

Cumhuriyet yazarı: Keşke bu delinme işinden gelen paralar ülke için kullanılsaydı da Zarrab bizim sorunumuz olaydı
03 Aralık 2017



"Kimselerin Türkiye için üzüldüğü filan yoktur, iç edilen paralar istenmektedir"

Cumhuriyet yazarı Işıl Özgentürk, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve ilerleyen süreçte ‘tanık’ statüsüne geçen Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab davası için, "Çok çetrefilli bir para trafiği söz konusu. Kavrayamıyoruz bile, para oradan giriyor, altın buradan çıkıyor" ifadesini kullandı. Özgentürk, "Bir Türk yurttaşı olarak ben, keşke diyorum, bu delinme işinden gelen paralar gerçekten ülke yararı için kullanılsaydı da Rıza Sarraf bizim sorunumuz olaydı" dedi.

Özgentürk'ün "Mafya kendine madik atanı cezasız bırakmaz!" başlığıyla (3 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Önce şunda anlaşalım; Amerika Birleşik Devletleri ister Cumhuriyetçiler ister Demokratlar tarafından yönetilsin, bugün dünyadaki eşitsizliğin, kötülüğün nedeni çokuluslu şirketlerin taşeronudur. Bu kapitalist düzenin bekçiliği ona verilmiştir. Bu bekçiliği sürdürmek için karşılıksız dolar basmak Amerika’nın birinci işi olmuştur. Yani Amerikan Federal Bankası 1 milyon dolar basacaksa, bunun sadece yüzde 10’unu gerçek bir değer olarak yatırmaktadır, yüzde 90 değersizdir.Yani bir yığın değerli gibi görünen kâğıt; havadır.
Şimdi gelelim şu İran ambargosuna; bilindiği üzere 1979 İran İslam Devrimi’nden kapitalist dünya hiç hoşlanmamıştır. Ama İran zengin bir ülkedir, kendi kaynakları vardır, öyle de olsa dış dünyaya açılmak zorundadır. Bunu önlemek için, 1980 yılında dört Amerikan askerinin tutuklanması neden gösterilerek, İran için uluslararası 35 yıl sürecek bir ambargo kararı çıkarılmış ve tam o sırada da Amerika’nın açık desteğindeki Irak, İran’a saldırmış ve 1 milyon kişinin ölmesine neden olan Irak-İran savaşı başlamıştır. Bu savaş 8 yıl sürmüş ve kazananı olmamıştır. Ama her iki ülke de yoksullaşmıştır.

Şimdi kim inanır İran ambargosunun çok sayıda uluslararası şirket tarafından delinmediğine? Basit bir gözlem,1989 yılında gittiğim İran’da bir Azeri şoförün şu sözlerini hiç unutmam: “Tamam Amerikan şirketleri gitti ama Japon ve Fransız arabaları şak diye ülkeye girdi.” Özellikle de Fransız arabaları, vallahi ambargodaki İran’da gittiğim o festivalde Fransız Dışişleri Bakanı bile konuktu ve acayip itibarlıydılar, ben de Humeyni’nin mezarına bir Renault arabayla gitmiştim.
Kısaca ambargolar delinir, delinmek zorundadır, özellikle İran gibi nüfusu yoğun, yüzölçümü büyük ve doğal kaynakları inanılmaz zengin bir ülke başıboş bırakılmaz. Doğal olarak Türkiye de komşusu İran’a uygulanan bu ambargoyu delmeye çalışmıştır. İşte bu delme işinde Rıza Sarraf’ı görüyoruz, gerçekten çok çetrefilli bir para trafiği söz konusu. Kavrayamıyoruz bile, para oradan giriyor, altın buradan çıkıyor. Ve bir Türk yurttaşı olarak ben, keşke diyorum, bu delinme işinden gelen paralar gerçekten ülke yararı için kullanılsaydı da Rıza Sarraf bizim sorunumuz olaydı.
Şimdi işin püf noktasına gelelim. Tüm uluslar şirketleri aracılıyla bu ambargoyu delerken, kapitalist dünyanın açıklarından faydalanmışlardır. Çünkü paranın iki türlü dolaşımı vardır, biri legal dolaşımdır, bu herkes tarafından kolaylıkla izlenir. Bir de illegal para dolaşımı vardır, bütün uluslar bu dolaşımdan faydalanırlar ama bunun da kuralları vardır. Ve herkes bu kurallara uymak zorundadır.
Bekleyin geliyorum, yani şu yaşlı dünyamız bir büyük mafya çetesi aracılığıyla yönetilir, bir de küçük çeteler vardır. Her şey büyük mafya çetesinin kontrolündedir, ne zaman ki küçük mafya kendine kural dışı yontmalar yaparsa, büyük olana madik atmaya kalkarsa, işte o anda büyük mafya meseleye el koyar ve madiklenen paraları ister. Şimdi bu Sarraf davasında da Amerika bizim kasaba kurnazlarının anlaşılmayacağını sandıkları madikleri istemektedir. Olay budur, kimselerin giderek yoksullaşan Türkiye için üzüldüğü filan yoktur, iç edilen paralar istenmektedir.
Bizim kasabalı mafya çetesi, doymak bilmeyenbir çetedir. Üstelik sadece bu illegal ticaretin değil, her şeyin rüşvetini alıp mezara götürmek istemektedirler. Geçen gün Face’de bir soru sordum, “Yahu bunlar bu rüşvet paralarını nasıl harcıyorlar” diye, yığınla yanıt aldım. Kimileri yeni zengin AKP’li kadınların bir estetik cerrahı bir yıllığına kiraladıklarından, bedenlerine altın tozu serptiklerinden söz etti. Kimileri bana yat ve jet fiyatlarını yolladı. Meğer böyle harcanıyormuş.
Bu arada bütün bunlar olurken ülkemizde bir genç kadın, çocuklarını ısıtamadığından intihar etti. Son söz; yaklaşık 125 milyar dolar Amerikan bankalarına ödenecek, bundan kurtuluş yok ve bu paralar da gene bizden çıkacak. Lanetliler dünyasında işler böyle oluyor.

T24
ETİKETLER
zarrab türkiye delme iran haber

Muammer Güler kayıplara karıştı
03.12.2017



Rıza Sarraf'ın ifadesinde "Muammer Güler 'in oğluna 100 bin dolar rüşvet verdim" itirafının ardından gözlerin çevrildiği isimlerden biri olan Muammer Güler, hem gerçekte hem sanalda kayıplara karıştı.

ABD'de itirafçı olan ve Türkiye'de milyonlarca avro ve dolar rüşcet dağıttığını itiraf eden Rıza Sarraf, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler'le ilgili de iddialarda bulundu. Muammer Güler'in oğlu Barış Güler'i danışman olarak işe aldığını ve kendisine ayrıca 100 bin dolar verdiğini iddia etti.

Sarraf'ın iddialarının ardından gözler Eski İçileri Bakanı Muammer Güler'e çevrildi.

7 Haziran seçimlerinde yeniden aday olmayan ve siyaset sahnesinden çekilen Muammer Güler, o tarihten bu yana hiçbir siyasi faaliyette bulunmadığı gibi kamuoyu önüne de çıkmıyor.

Öte yandan Muammer Güler'in 19 Mart 2014'ten bu yana Twitter adresinden de paylaşım yapmadığı görülüyor.

Güler'in Twitter hesabında paylaştığı muammerguler.com internet sitesi de kapatıldı. Alan adı (Domain) ücreti ödenmediği için kapatılan sitenin alan adı ise 2 bin 395 dolara satışa çıkartıldı.

Birgün
Muammer Güler dolar Rıza Sarraf Twitter ABD avro 7 Haziran internet rüşvet Türkiye

Sarraf Davası'nda dördüncü gün: Serbest kalmak için de rüşvet vermiş
04.12.2017



Sarraf Davası'nda dördüncü gün: Serbest kalmak için de rüşvet vermiş
Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tutuklu olarak yargılandığı davada tanık sıfatıyla ifade veren Rıza Sarraf, New York’ta görülen davada dördüncü kez hâkim karşısına çıktı.

İhracat ödülünü aldığı şirketle sahte ticaret yaptığını ve altınları İran yerine Birleşik Arap Emirlikleri'ne götürdüğünü aktaran Sarraf, Türkiye'de mali şube tarafından tutuklanmasının ardından kısmen rüşvetle serbest kaldığını da itiraf etti.

New York Times'a göre Sarraf'ın ifadelerindeki en ilginç 5 şey New York Times'a göre Sarraf'ın ifadelerindeki en ilginç 5 şey
Ancak davanın en dikkat çekici noktalarından biri de daha önce de Sarraf'ın serbest bırakılması için devreye girdiği söylenen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın adının geçmesiydi. Buna göre ABD'de cezaevindeyken bir erkekle yaptığı telefon görüşmesine göre, "Sarraf'ın avukatı Şeyda Yıldırım 'Beyefendi ile konuşacağını ve ona gerekirse Obama'yı araması gerektiğini söyleyeceğini" belirtiyor.

Mevlüt, Bekir ve İbrahim adlı kişiler de konuya dahil olurken, 'konunun yalnızca Sarraf meselesi değil, milli mesel olduğu' vurgulanıyor.

Atilla'yı anlattı
Jüri üyelerinden birinin gecikmesinin yanı sıra, Sarraf'ın da 40 dakika geç geldiği duruşma, savcıların sorgusuyla devam etti. Sarraf bu kez Atilla’nın nasıl işin içinde bulunduğunu açıkladı.

Sarraf ile Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan ile, bankanın İran’a sahte gıda sevkiyatını nasıl gerçekmiş gibi gösterebileceğini konuştuklarını anlattı. Bunu takibi zor olacak şekilde daha küçük sevkiyatlarlarla gerçekleştirdiklerini ve muayene belgesi almadıklarını belirten Sarraf, "Çünkü fiili olarak gıda ve ürün göndermiyorduk. Ortada herhangi bir ürün yoktu" dedi. Sarraf, Atilla’ın da Aslan’ın ekibinde bulunduğunu söyledi.

Sarraf Halkbank'a ödediği komisyona ilişkin, "Ödediğim en yüksek komisyon oranı yüzde 1" derken, anlattıklarının Atilla’nın perde arkasında iş bitirici olduğu algısını pekiştirdiği kaydedildi.

'İki hata yaptım'

ABD'li gazetecilerin aktardığına göre Sarraf, gıda ticareti konusunda iki evrakta hata yapıldığını söyledi. Birincisinde, rakamı fazla yazdığını aktaran Sarraf, ikinci hatayı buğday sevkiyatında yaptığını; hatanın buğday menşeine 'Dubai' yazmak olduğunu söyledi. Sarraf, hâkimin "Bu neden hata olsun" sorusuna, "Dubai'de buğday yetiştirilmiyor" cevabını verdi. Sarraf, evraklarda altın işlemleriyle gıda işlemlerinin de birbirine karıştırıldığını aktardı.

Atilla'nın gıda sevkıyatı kayıtlarının inandırıcılığı konusunda endişeli olduğunu söyleyen Sarraf, "Atilla, evrakların daha dikkatli hazırlanması gerektiğini söylüyor. 'Sadece 14 ton taşıyan bir teknenin üzerinde 25 ton taşıyoruz demeyin' ya da buna benzer şeyler" dedi.

Bakanlar sahte şirkete ödül vermiş

Sarraf, 'sahte' dış ticaret yaptığı şirketlerden birinin adını Volgam olarak açıkladı. Söz konusu şirket Sarraf'a “en çok ihracat yapan işinsanı” unvanını kazandırmış; ödülünü dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ve TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi'nin elinden almıştı.

Altın Birleşik Arap Emirlikleri'ne gidiyor
Rıza Sarraf, "Peki gerçekte altınları hangi ülkeye gönderiyordunuz?" sorusuna ise, "Gerçek ticarete konu olan altının tamamı, Birleşik Arap Emirlikleri'ne ihraç ediliyordu" yanıtını verdi.

Rüşvet vererek serbest kalmış
Türkiye'de mali şube tarafından tutuklandığı dönemi de anlatan Sarraf, "Türkiye'de hiç hapse atıldın mı?" sorusuna, "Evet, tutuklanarak cezaevine gönderildim... Evet, serbest bırakıldım" yanıtını verdi. "Avukatlarım geldi, konuştuk ve serbest bırakıldım" diyen Sarraf, "Serbest kalmak için herhangi bir ödeme yaptın mı?" sorusuna "Evet" derken, bu ödemelerin 'kısmen' rüşvet niteliğinde olduğunu itiraf etti.

Serbest bırakıldıktan sonra Halkbank'a gittiğini anlatan Sarraf, işleri yeniden başlatmak için Halkbank'ın yeni genel müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu ile irtibat kurduğunu söylüyor.

'Sarraf'ın avukatları Erdoğan'la temasta'

Öte yandan davanın dikkat çekici noktalarından biri de daha önce de Sarraf'ın serbest bırakılması için devreye girdiği söylenen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın adının geçmesiydi.

Davayı yakından takip eden ABD'li gazeteci Katie Zavadski, "Bana gelen tweetler doğruysa, anlaşılan o ki Sarraf’ın avukatı Şeyda Yıldırım, Erdoğan’ın adamlarıyla temas halindeymiş Sarraf hakkında. Görüşme özetine göre (Erdoğan’ın) danışman(ı), ‘Bu sadece Rıza meselesi değil, milli bir mesele’ demiş" diye yazdı.

Sarraf davasında dosyada yer alan 5. tapede Sarraf'la bir erkek arasında geçen konuşmada, avukat Şeyda Yıldırım'ın 'gerekirse' Beyefendi olarak anılan Erdoğan'ın Başkan Obama’yı araması gerekebileceği bilgisi yer aldı. Kayda göre erkek konuşmacı, Mevlüt, Bekir ve İbrahim adlı kişilerin de Sarraf'ın serbest bırakılması için aracı oldukları ve Obama'yı arayacakları konusunda güvence veriyor.

Telefon görüşmeleri Sarraf’ın tutuklanmasından sonra yapılmış.

CANLI BLOG

20.52: Yemek molası verildi

20.47: Tahliyesinin ardından Zarrab Halkbank’a gitmiş.

Soru: Halkbank’ta kimle konuştun?

Zarrab: Halkbank Genel Müdürüyle.

(Bu noktada GM Süleyman Aslan değil ondan sonra gelen kişi Ali Fuat Taşkesenlioğlu) (Adam Klasfeld‏)

20.44: Zarrab: Avukatlarım geldi, konuştuk ve tahliye edildim.

Soru: Tahliye edilmek için bir ödeme yaptın mı?

Zarrab: Evet sayın hakim.

Soru: Bu ödemeler rüşvet miydi?

Zarrab: Kısmen… (Adam Klasfeld‏)

20.43: Zarrab Türkiye’de mali şube tarafından gözaltına alınmasını anlatıyor.

Soru: Türkiye’de hiç hapse girdin mi?
Zarrab: Evet, daha sonrasında tutuklanarak hapse gönderildim. Sonra tahliye edildim…

20.41: Soru: Hangi mevzuata atıfta bulunuyorsun?
Zarrab: Ambargo mevzuatı.
Soru: Hangi ambargo?
Zarrab: ABD’nin yaptırım ve ambargosu. (Adam Klasfeld‏)

20.40: Tapede Zarrab: “Abicim başka yolu yok. Mevzuat böyle.” Zarrab ses kaydını açıklıyor: “Abdullah’a, bu konunun bana bağlı olmadığını anlatmaya çalışıyorum.” (Adam Klasfeld‏)

20.37: Soru: Bankada bu konuyla ilgili kimle konuşmuştun?
Zarrab: Daha önce Süleyman Aslan’la konuşmuştum, ve ayrıca Hakan Atilla’yla da konuştum. (Adam Klasfeld‏)

20.36: Zarrab: “Diyordum ki, gümrük beyanatında geçişler Dubai üzerinden olmalı.”

20.35: Yeni ses kaydı dinletildi:

Konuşmanın Atilla’nın evrak işini halletmesiyle ilgili olduğunu söylüyor.

Zarrab “Bir sorun vardı ama çözüldü. Altının nihai varış noktası İran mı yoksa Dubai mi henüz belli olmadığı için önce evrakta çözülmesi gerekiyor” diyor. (Adam Klasfeld‏)

20.29: Soru: Gerçekte altın hangi ülkeye gönderildi? Zarrab: Gerçek ticari faaliyete konu olan tüm altın Birleşik Arap Emirlikleri’ne ihraç edildi. (Adam Klasfeld‏)

20.28: Varış yeri İran olan bir diğer gümrük beyanatı, tarih: 21 Şubat 2013.

20.23: Birleşik Arap Emirlikleri ile ilgili bir diğer gümrük beyanatı; fatura tarihi 08/03/2012 (Önce ay sonra gün şeklinde yazılmış)

20.19: Gümrük beyanatında Sermayeh Döviz için bir paravan şirketten bahsediliyor.

20.15: Delil dosyasına eklenen bir diğer gümrük beyanatı açıklanıyor. Zarrab her kısmın ne anlama geldiğini açıklıyor, oralara ne yazıldığının açıklamasını ise henüz yapmadı. (Adam Klasfeld‏)

20.00: Soru: Gönderimleri bitirmek için neden evraka ihtiyaç duydunuz?
Sarraf: Benim Halkbank hesabıma gelen tüm gönderimlerin her biri kapanmalıydı. Altın ticaretiyle ilgili olanlarsa altın ihracatına dair bir belgeyle kapatılmalıydı. (Adam Klasfeld‏)

19.58: Sarraf, Atilla’yla altın ticareti konusunda görüştüklerini söylüyor. İhracatın bekletildiği bir durumda gönderimi durdurduklarını anlatıyorlar. (Adam Klasfeld‏)

19:56 - Duruşmada Atilla ile Sarraf arasında geçtiği ifade edilen bir ses kaydı dinletiliyor. ABD'li gazeteci Adam Klasfeld, Sarraf'ın ses kaydı hakkında "Atilla ile altın ticareti hakkında konuştuk" ifadesini kullandığını iddia etti.

19.50: Rıza Sarraf davasında dosyada yer alan 5. tapede Sarraf'la bir kişi arasında geçen konuşmada “Beyefendi”nin Başkan Obama’yı arayacağı bilgisi yer alıyor. (Katie Zavadski‏)

19.44: Daily Beast'ten Katie Zavadski'nin paylaşımına göre, paylaşımlar doğruysa, Sarraf'ın avukatı Şeyda, Sarraf hakkında Erdoğan'la irtibat halindeydi.

19:40 - Duruşmaya kısa bir ara verildi.

19.34: Duruşmaya iki dakika ara verilirken, Mehmet Hakan Atilla’nın avukatlarından ses itiraz geldi. Avukatlar, Sarraf'ın cezaevinde yaptığı konuşmaların kayıtlarını yayınlayıp, yalan söylemeye meyilli olduğunun bu kayıtlardan anlaşıldığını savunuyor.

ABD cezaevlerinde yasal olarak dinlenen konuşmalardan birine ilişkin özette, Sarraf'ın bir erkekle görüştüğü belirtiliyor. Buna göre, telefondaki kişi Sarraf'a, ‘görüşmenin iyi geçtiğini ve bunun, bugüne dek yaptıkları en önemli şey olduğunu’ söylüyor. Bu kişi, Sarraf'ın avukatıyla konuştuğunu, ‘İbrahim’in de bu konuşmayı dinlemesine izin verdiklerini’ anlatıyor.

Sarraf ‘görüşmenin faydalı olup olmadığını’, telefondaki kişinin arayacağını söylediği kişiyi arayıp aramadığını soruyor.

Telefondaki kişi, ‘Mevlüt ve Bekir’le görüşeceğini, avukatı Şeyda’nın onlarla zaten görüştüğünü, söylemeleri belirtilen şeyi söyleyeceklerini, avukat Şeyda’nın Beyefendi ile görüşeceğini ve ona gerekirse Obama’yı aramasını önereceğini’ söylüyor.

19.34: Duruşmaya iki dakika ara verilirken, Mehmet Hakan Atilla’nın avukatlarından itiraz geldi. Avukatlar, Sarraf'ın cezaevinde yaptığı konuşmaların kayıtlarını yayınlayıp, yalan söylemeye meyilli olduğunun bu kayıtlardan anlaşıldığını savunuyor.

4h

Katie Zavadski

@katiezavadski
Replying to @katiezavadski
Another transcript of a phone call, between Zarrab and Happani. This must be like the 10th call with Happani that they're introducing.

They're talking about money being sent out of Halkbank.

Katie Zavadski

@katiezavadski
NEW: While Zarrab is testifying, Atilla's lawyers file papers saying government failed to meet court deadlines, and was late in giving them recordings of Zarrab's Turkish-language phone calls. They say that it looks like in those phone calls, Zarrab was willing to lie to get out: pic.twitter.com/JAXItPpekZ
7:30 PM - Dec 4, 2017
View image on Twitter
4 4 Replies 31 31 Retweets 29 29 likes
Twitter Ads info and privacy
19:28 - ABD'li gazeteci Adam Klasfeld, mahkeme salonunda dinletilen ses kaydının Süleyman Aslan'a verilen rüşvet ile alakalı olduğunu iddia etti. Ses kaydında, Happani'nin "Ne kadar göndereceksin?" sorusuna Sarraf'ın "Bilmiyorum, gıda ve diğerleri için ne gönderdiğimize bakalım. Toplamda onu temel alarak bir şey hesaplayalım ve gönderelim" dediği iddia edildi.

“Happani: Ne kadar göndereceksin?

Sarraf: Bilmiyorum, gıda ve diğer şeyler için ne kadar gönderdiğimize bir bak. Totalde, buna dayalı bir hesap yapalım ve bunu gönder.”

19:17 - Sarraf ve Happani arasında geçen bir konuşma mahkeme salonunda konuşuluyor. Daily Beast'ten Katie Zavadski, konuşmada Halkbank'ta gönderilen para konusunun görüşüldüğü belirtildi.

19:08 - ABD'li gazeteci Katie Zavadski, mahkemede tartışılan bir konuşma metnine göre, Hakan Atilla'nın Sarraf'ı gıda nakliyelerini 'inanınılır" yapması konusunda uyardığını iddia etti. Zavadski'nin iddiasına göre, Atilla, Sarraf'a "Sadece 14 ton taşıyan bir teknenin üzerinde 25 ton taşıyoruz demeyin ya da buna benzer şeyler" dedi.

18:58 - ABD'li gazeteci Katie Zavadski, bugünki duruşmada ilk üç günde olmadığı kadar fazla zamanın Hakan Atilla konusuna harcandığı yorumunda bulundu. Zavadski, "Sarraf, Atilla'nın sürece nasıl dâhil olduğunu özetlemeye çalışıyor" ifadesini kullandı.

18:56 - Duruşmada Sarraf'ın şirketi Volgam Gıda'ya ilişkin konuşuluyor.

18.47 - Sarraf: Halkbank'a ödediğim en yüksek komisyon oranı yüzde 1.

18.45 - Sarraf, ürünlerine üzerinde menşei bilgisi olarak Dubai yazmalarının bir hata olduğunu söylüyor. 'Neden?' sorusunu ise şöyle veriyor: "Çünkü Dubai'de buğday yetişmiyor"

18:41 - Başka bir konuşmaya ait metin, mahkeme salonunda transkripsiyon olarak kayda geçirildi.

18:30 - Gazeteci Adam Klasfeld, yargıçın Sarraf'a "adını 'Bunghi' olarak duyduğu" bir nakliye şirketinin kendilerine rakip olup olmadığını sorduğunu iddia etti. Sarraf, buna 'evet ve hayır' cevabını verdi. Klasfeld'in iddiasına göre Sarraf, "Hayır, rakip değildik çünkü onlar gerçek gıda gönderiyordu ancak bir hiçbir şey göndermiyorduk. Onlarla rakip olduğumuzu söyleme nedenim ise şudur: Çünkü onlard a işlerinde Halkbank'taki İran parasını kullanıyordu. Halkbank'tan çekeceğim ve kullanacağım para miktarını düşürüyorlardı. Halkbank'taki İran parası ne kadar fazla olursa, bu benim için iyiydi." ded,.

18:26 - ABD'li gazeteci Adam Klasfeld'in iddiasına göre, Sarraf'a "(İran'a giden) Gemilere gıda yüklenirken muayene belgesini almıyorduk" ifadesinden sonra, "Neden almıyordunuz" sorusu yöneltildi. Sarraf ise buna karşılık "Çünkü fiili olarak gıda ve ürün göndermiyorduk. Ortada herhangi bir ürün yoktu" dedi.

18:20 - Sarraf ile Aslan arasında gıda ticareti konusundaki diyalog takip ediliyor.

18:14 - Mahkeme salonunda cuma günü de görüşülen, Süleyman Aslan ile Sarraf arasında geçen gıda ticareti konuşması tartışılıyor.

18:11 - Sarraf, mahkeme salonuna girdi. Sarraf'ın koyu renk bir blazer ceket ve beyaz tişört giydiği aktarıldı. ABD'li gazeteci Klasfeld, Sarraf'ın doğrudan sorgusuna devam edileceğini söyledi.

17:56 - ABD'li gazeteci Adam Klasfeld, Sarraf'ın henüz mahkemeye getirilmediğini, bu konu hakkında herhangi bir açıklama da yapılmadığını söyledi. Klasfeld, jüri üyelerinden birisinin duruşma salonuna geç kaldığını aktardı.

17:30 - ABD'li gazeteci Katie Zavadski, Sarraf'ın 4 gün için yerini aldığını ve Sarraf'ın ifadesinin çarşamba gününe kadar sürebileceğini iddia etti.

Birgün
ABD gazeteci ifade Rıza Sarraf tutuklu açıklama

Nuri Okutan'dan 'Zarrab' açıklaması: devlet aklı ve devleti yönetme sorumluluğunun rafa kalktı
04 Aralık 2017



Haber Fedai'nin haberine göre; İYİ Parti Isparta Milletvekili Nuri Okutan, devletin Zarrab ailesini on yıllardır izlediğini, buna rağmen bu tuzağa bile bile düşüldüğünü ifade ederek; “Zarrab olayı devlet aklının hiçe sayıldığı, devlet birikiminin hiçe sayıldığı, küçük hesapların ve şahsi hesapların öne çıktığı bir uygulamanın ürünüdür” dedi.

Nuri Okutan, devletin kurumlarının Zarrab’ın faaliyetlerine ilişkin gerekli bilgileri toplayarak devleti yönetenlere zamanında sunmalarına rağmen Bakan ve Genel Müdürlerin Zarrab’la iş tutmalarının tek bir izahı olduğunu belirterek; “Devletin normal işlediği bir düzende bunun izahı yoktur. Bunun bir tek izahı var. Bizi yönetenlerin mala ve paraya düşkünlüğünü bilen birilerinin bu zaaflar üzerinden Türkiye’ye operasyon çektikleri anlaşılıyor” şeklinde konuştu.

Nuri Okutan TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemdeki Zarrab davasıyla ve Man Adası belgeleriyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

MALA VE PARAYA DÜŞKÜNLÜK DEVLET AKLININ ÖNÜNE GEÇMİŞTİR

İYİ Parti Isparta Milletvekili Nuri Okutan şöyle konuştu: “Gündemde olan Zarrab davası ve Man Adası belgeleri gibi yakıcı konular hepinizin malumu. Bu konularla ilgili çok fazla şey söyleniyor ve yazılıyor. Ancak bu ve benzeri konuların devletimizin “âlî menfaatleri” açısından ve bu menfaatleri koruyacak olan “devlet aklı” ve “devlet sorumluluğu” açısından yeterince ele alınmadığını görüyoruz. Devlet olmanın ve devlet sorumluluğu taşımanın gereklerini sadece devleti yönetenler değil her bir vatandaşımız bilmek ve takip etmek zorundadır. Bir devlet ancak halkı tarafından açık ve uyanık bir gözle devletin gidişatı yakından takip edilip iyiye veya kötüye gidişi sezmesi sayesinde hayatını sürdürür ve bu bilinç ve sorumlulukla ayakta durur. Bu bilinç ve sorumluluk yöneticilerin halk tarafından seçildiği sistemlerde çok daha hayatidir. Çünkü bu bilinç ve sorumluluk bir toplumda varsa o toplum devleti yönetme emanetini ehline verecektir. Eğer bu şuur ve anlayış kaybedilmeye başlanmışsa “devlet nimeti” o toplumun elinden kaybolup gider. O vakit ne nimet kalır, ne namus kalır, ne adalet kalır, ne kanun kalır, ne nizam kalır, ne töre kalır ve ne ahlak kalır. Toplum dağılır, din dahi büyük tahribata uğrar.”

Nuri Okutan, devlet aklı ve devleti yönetme sorumluluğunun rafa kalktığını ifade ederek şöyle devam etti: “Mala ve paraya düşkünlüğün devlet aklının üzerine çıktığını görüyoruz. Mevlana’nın söylediği gibi “tuzak kurulan kuşlar taneyi görür, ancak tuzağı görmezler”. Bizim mala ve paraya düşkün tamahkâr kuşlarımızın önlerine atılan yemin görkeminden gözleri kamaşmış ve arkadaki tuzağı görmemişlerdir” dedi.

ÜLKEMİZİN TUZAĞA DÜŞMESİNE NEDEN OLANLAR YARGIDA HESAP VERMELİ

“Ortada bir tuzak olduğu kesindir” diyen Okutan “Bu tuzak Türkiye’yi yönetenler üzerinden Türkiye’ye karşı kurulmuştur. Yaptığınız iş, ürküttüğünüz kurbağaya değmiş midir? Günün sonunda kim karlı çıkmıştır. Çevremizdeki bazı ülkeler ellerini güçlendirmiş, yeni kazanımlar elde etmiştir. Biz ise BOP projesinin eşbaşkanlığını yürütürken örgütlerle denk tutulup, birlikte değerlendirilme noktasına gelmedik mi? Ava giderken avlanmadık mı?” diye sordu..

Türkiye’de devletin bu tuzağa düşürülmesinin hesabının ilgililerden mutlaka sorulması gerektiğini belirten İYİ Parti Isparta Milletvekili Nuri Okutan sözlerini şöyle tamamladı: “Ülkemizin bu tuzağa düşmesine neden olan Bakanlar ve Genel Müdürler bir an evvel yargıda hesap vermelidir. Bu kişileri her aşamada savunan ve koruyanlara ise millet sandıkta dersini vermelidir.”

HAMASİ NUTUKLARLA ZARRAB OLAYI ÇÖZÜLEMEZ, HALKIMIZ BUNU GÖRMELİ

Basın toplantısının sonunda gazetecilerin sorularını cevaplandıran Nuri Okutan bir soru üzerine Zarrab’ın Savama ajanı olduğu yönündeki bilgilerin devletin kayıtlarında bulunduğunu, devletin Zarrab ailesini on yıllardır izlediğini, buna rağmen bu tuzağa bile bile düşüldüğünü ifade ederek şöyle konuştu: “Bu anlayış, devlet aklının hiçe sayıldığı, devlet birikiminin hiçe sayıldığı, küçük hesapların, şahsi hesapların öne çıktığı bir uygulamanın ürünüdür. Kıbrıs meselesinden, Ege adalarının işgalinden tutun da Suriye, Irak meselesi ve çözüm sürecinde de aynı aklın etkisinde kalındığı görülmektedir. Son Zarrab olayı da bunun bir başka veçhesidir. İşe böyle bakmak lazım ve devlet aklını devreye sokmak lazım. Biz bunu söylüyoruz. Hamasi nutuklarla, hamasi laflarla, iç kamuoyunu arkanıza alma gayretleriyle bu iş çözülmez. Şimdiye kadar yapılan şey bu tür laflarla iç kamuoyunu arkaya alma gayretidir. Hâlbuki ki gerçek başka bir taraftadır. Hâlbuki biz sürükleniyoruz, biz kaybediyoruz. Buna artık dur demenin vaktidir. Halkın bunu görme vaktidir.”

Ana Haber

‘İstifa ettirilen’ AKP’li belediye başkanı, ağlayarak ‘yolsuzluk’ göndermesi yaptı
04/12/2017



Zonguldak’ta AKP’li Gökçebey Belediye Başkanı Vedat Öztürk hem görevinden hem de partisinden istifa etti: “Bana kumpas kuranlara hepsinin hesabını tek tek soracağım.”

Öztürk, Devrek ilçesinde 29 yıl boyunca zabıta memurluğu ve müdürlüğü yapmasının ardından 2014’teki seçimde AKP’den belediye başkanı seçilmişti.

İstifasını belediye binası önünde açıklayan Öztürk, ‘bir ayrılık’ olacağını ancak bunun ne kadar süreceğini halkın belirleyeceğini kaydetti.

“Bana kumpas kuranlara hepsinin hesabını tek tek soracağım” diyen başkan, kendisini başkanlık makamına halkın getirdiğini, bu şekilde gitmemesi gerektiğini söyledi.

‘Bazı şer güçler ve şerefsiz odaklar’ nedeniyle bu duruma geldiklerini ifade eden Öztürk, şunları kaydetti: “Benimle ilgili kim spekülasyon yapıyorsa, kim ne söylüyorsa biz buradayız, ailem de burada. Bana yazılanları, çizilenleri ne varsa benim ailem bilir. Şimdi beyefendi diyormuş ki ‘Biz bir şey söylersek hanımı rencide olur.’ Böyle bir şey yok. Benim hanımım ne yaptığımı, nasıl gezdiğimi biliyor arkadaşlar. Böyle bir durum yok ama o şer güçler, biz buraları imar ederken bizim altımızı oymaya kalktılar. Böyle bir terbiyesizlik, böyle bir şey yok. Nasıl bu insanları böyle gözü yaşlı bırakırsınız? Bu ihaneti 2019 Mart ayında soracaksınız arkadaşlar.”

‘Sandıktan ne çıkar göreceğiz’

Kendisinin istifa etmediğini, istifa ettirildiğini dile getiren Öztürk, şöyle devam etti: “Şimdi bir belediye başkanı halkın oyuyla gelmiş. Bu kadar mı vefa olur… İnsanın hatası olur mu, olur. Herkesin hatası olur mu, olur. ‘Hatası olmuş, onu şöyle yapalım, düzeltelim’ denir. Muhatap bulamıyorsunuz arkadaşlar. Bu ne demek biliyor musun? Yüzde 50’yi silip atmak demektir. Onların düşüncesi şu: 2019’a kadar yeni belediye başkanını hazırlarız, hem toparlanırız. Ben de diyorum ki 2019 seçimlerinde o sandıktan top mu çıkar bomba mı çıkar hep birlikte göreceğiz.”

“Şükür Allah’a yolsuzluğumuz yok, usulsüzlüğümüz yok, FETÖ bağlantımız yok” diyen AKP’li başkan, AKP içinde siyaset yapma imkanı kalmadığını ifade etti.

Bazı grupların, “Sayın cumhurbaşkanım, belediye başkanı kendine çalışıyor. Hiç sizi düşünmüyor. Bu adamla mı siyaset yapacaksınız?” diye yazdığını ifade eden Öztürk sözlerini şöyle sürdürdü: “Genel merkeze çağrılıp bana bunlar hakkında soru sorulması doğru mu arkadaşlar? Bundan sonra en yüksek irade sizin iradeniz olacak. Bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz. Siz bana yapılanları benden daha iyi biliyorsunuz. Sizin olduğunuz yerde kimse hesap yapamayacak. Bu alicengiz oyunlarını zamanla sizlere anlatacağım. Kim bunları yaptıysa, kim benim hakkımda oyunlar oynadıysa Allah belasını versin diyorum.”
Diken

‘Reisçi’ gazeteci Ömer Turan, Alçı ve Kütahyalı’ya sordu: Sarraf’tan para aldınız mı?
02/12/2017



Kendisini ‘Reisçi’ diye tanımlayan ve komplo teorisi içeren tweet’leriyle fenomen haline gelen ‘gazeteci’ Ömer Turan, gazeteci çift Nagehan Alçı ve Rasim Ozan Kütahyalı’nın, dolandırıcılıktan tutuklu Rıza Sarraf’tan para aldığını öne sürdü.

Twitter hesabından beş soru yönelten Turan’a göre Sarraf İstanbul’da FBI yetkilileriyle görüşmüş ve Kütahyalı’nın bundan haberi var.

Reklam

Çiftin Çengelköy’deki evleri için Bank Asya’dan kredi aldığı ortaya çıkmış, Alçı bu durumu, “2013 Mart’ında aldığımız kredi, o zaman ne 17-25 Aralık olmuş, ne böyle bir yapı olduğu ortaya çıkmış” diye savunmuştu.

Beş soru

Turan’ın soruları şöyle: “Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, siz ve eşiniz Nagehan Elçi Zarrab’tan şöförünüz eliyle ayrı ayrı 250 bin avro aldınız mı? Şoförünüz bu paraları Odeo Bank ve Bankasya’daki hesaplara yatırdı mı?”

“Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, Aydın Doğan adına görüşmeler yaptınız mı? Aydın Doğan ile Erdoğan’ın arasını düzeltmek için Aydın Doğan adına lobicilik yaptınız mı? Bu çalışma için, Aydın Doğan’dan siz yada eşiniz para aldı mı?”

“Sayın Nagehan Alçı, Aydın Doğan’la beraber yurt dışına çıkıp Aydın Doğan için iş görüşmelerinde tercümanlık yaptınız mı? Siz ve eşinizin Doğan ailesine olan yakınlığını sayın Cumhurbaşkanımız ve çevresi biliyor mu?”

“Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, Bankasya’dan kredi aldınız mı? Aldıysanız kaç milyon lira aldınız? Bu krediyi daha sonra ödediniz mi? Bankasya kapandıktan sonra.”

Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, Zarrab İstanbul’da FBI ile iki defa görüşüp sonra itirafçı olmuştu. Sizin bu görüşmelerden haberiniz var mıydı?”
Diken

Lübnanlı Odeabank Türkiye’de personel çıkarmaya başladı
04/12/2017



Lübnanlı Bank Audi’nin Türkiye birimi Odeabank’ın geçen hafta başlayan süreçte 100’ün üzerinde çalışanı işten çıkardığı ve sayının önümüzdeki günlerde artmasının beklendiği bildirildi.

Odeabank personel sayısını stratejisine uygun olarak gözden geçirdiğini açıkladı.

Konuya yakın üç kaynağın Reuters’a verdiği bilgiye göre, Odeabank geçen hafta başlayan süreçle 100’ün üzerinde kişiyi işten çıkardı.

Bir kaynak, “İşten çıkarmalar önümüzdeki günlerde de devam edecek. Bu sayının 300 civarı olması bekleniyor” dedi.

Odeabank’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamada şöyle dendi: “Türk bankacılık sistemindeki yeni yapılanmalar doğrultusunda, çalışma dinamiklerinde yapmış olduğu yeni düzenlemeler sonucu personel sayısını stratejisine uygun olarak gözden geçirmektedir. Odeabank ve Bank Audi, 2012’teki kuruluşundan bu yana 5 yıldan daha az bir sürede başarılarıyla ilk 10 banka arasında yer almış ve Türkiye pazarına tamamen bağlı kalmaya devam edecektir.”

Konuya yakın bir diğer kaynak da bankanın önümüzdeki dönemde bilançosunu küçültme stratejisini benimseyebileceğini belirterek, “Bölge müdürlerinin neredeyse tamamı işten çıkarıldı. Satış birimlerinden çok sayıda üst düzey insanın işine son verildi” dedi.

Bankanın internet sitesinde yer alan bilgilere göre Odeabank’ın toplam 52 şube ve 1670 çalışanı bulunuyor.

Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre bankanın eylül sonu itibarıyla 36.4 milyar TL aktif büyüklüğü bulunuyor.

Odeabank Türk bankacılık sektöründe 15 yıl aradan sonra BDDK’dan sıfırdan lisans alarak giren ilk banka olmuş ve ekim 2012’de faaliyet iznini almıştı.
Diken

New York Times'a göre Zarrab'ın şu ana kadar söylediği en ilginç 5 şey
05 Aralık 2017



"İşbirliği yapmak, sorumluluğu kabul etmenin ve cezaevinden çıkmanın en hızlı yoluydu"

Amerikan basını Reza Zarrab'ın ifadesini yakından izlemeyi sürdürüyor. New York Times gazetesinin adliye muhabiri Benjamin Weiser, dünkü duruşma öncesinde, Zarrab'ın ifadesinde kendisine en ilginç gelen beş noktayı yazdı.

ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını yasa dışı yollarla delmekle suçlanan eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın yargılandığı davada suçunu kabul eden ve tanık olan Rıza Sarraf tanık ifadesine kaldığı yerden devam ediyor.

Gazete Duvar'da yer alan habere göre, New York Times’ın adliye muhabiri Benjamin Weiser, bugünkü duruşma öncesinde Sarraf'ın ifadelerinden kendisine en ilginç gelen yerleri sosyal medyada yazdı.

“Şimdi Rıza Sarraf’ın geçen hafta mahkemede verdiği ifadeden bana en ilginç gelen yerleri paylaşacağım illa ki söylediği en önemli şeyler değil bunlar benim en ilginç bulduklarım” diyen Weiser şu tweetleri attı:

‘FBI’a neden yalan söyledi?’

“1/5 Kendi ifadesiyle: Sarraf’ın geçen haftaki ifadesinin en ilginç yerlerinden bazıları: Tutuklandıktan sonra FBI’a neden yalan söylediği konusunda: “Ne ile karşı karşıya olduğumu bilmiyordum ve uzun bir yolculuktan sonra şoke olmuştum ve… doğru yanıtları veremedim. Korkmuştum.”

‘Neden itirafçı oldu?’

“2/5: Kendi ifadesiyle: Neden Amerikalı savcılarla işbirliği yapmayı kabul ettiği konusunda: İşbirliği yapmak, sorumluluğu kabul etmenin ve cezaevinden çıkmanın en hızlı yoluydu.”

‘Çağlayan'la nasıl tanıştı?’

“3/5: Kendi ifadesiyle: Türkiye’nin eski ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’la nasıl tanıştığı konusunda: Bizim ailecek gittiğimiz balıkçıya o da gidiyordu. Birbirimizi gördük ve orada tanıştık.”

‘Milyar ne?’

“4/5: Kendi ifadesiyle: Çevirdiği dolap sırasında Halkbank’tan ne kadar para çektiği konusunda: “Birkaç milyar.” Yargıç Berman, “Milyar ne? Euro? Dolar?” diye sordu. Zarrab şu yanıtı verdi: Euro alımı.”

‘Süleyman Aslan neden rüşvet istedi?’

“5/5: Kendi ifadesiyle: Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan’ın niçin kârdan pay istediğini söylediği konusunda: Büyük bir risk alıyordu ve bu konuda rahatsız hissediyordu. Bir şekilde kendi geleceğini garanti altına almak istedi.”

T24
ETİKETLER
new york times haber açıklama ilginç

Reza Zarrab’ın ifadesinde flaş Egemen Bağış detayı…
29 Kasım 2017



Zarrab; Aktif Bank'ta hesap açmak için ilk girişiminin başarısız olmasının ardından Egemen Bağış'ın aracı olarak Aktif Bank CEO'su ile kendisi arasında görüşme ayarladığını anlattı.
Reza Zarrab’ın ifadesinde flaş Egemen Bağış detayı…
Facebook'ta Paylaş
Twitte'da Paylaş
Google+'da Paylaş
Linkedin'de Paylaş
Haberi Yazdır
Metni küçültMetni büyüt
Reza Zarrab'a mahkeme salonunda eski AB Bakanı Egemen Bağış'ın fotoğrafı gösterildi. Bağış'ı tanıdığını söyleyen Zarrab; Aktif Bank'ta hesap açmak için ilk girişiminin başarısız olmasının ardından Egemen Bağış'ın aracı olarak Aktif Bank CEO'su ile kendisi arasında görüşme ayarladığını anlattı. Zarrab, Aktif Bank ile başlayan "İran'a para transferi işini" daha sonra başka kişi ve İran Merkez Bankası gibi kurumlarla sürdürdüğünü açıkladı.
Eski Halkbank Uluslararası Bankacılıktan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın tutuklu olarak yargılandığı, ABD’deki davada ikinci duruşma başladı. Duruşmanın bugünkü bölümünde soruşturmanın baş aktörü Reza Zarrab ilk kez tanık sandalyesine oturdu ve ifade vermeye başladı. Zarrab ifadesinde; Egemen Bağış’ın ismini telaffuz etti ve İran’a dönük ambargonun nasıl delindiğine ilişkin çeşitli iddialarda bulundu.
Savcının sorgusunda Reza Zarrab; Aktifbank’ta hesabı olan ancak kendi parasına erişim izni olmayan ‘Agazani’ isimli bir İranlı işadamının işlemlerini yapabilmek için banka ile irtibata geçtiğini ve başvurusunun reddedilmesi üzerine bu kez dönemin Avrupa Birliği (AB) Bakan Egemen Bağış ile irtibata geçtiğini açıkladı. Egemen Bağış’ı ‘sosyal ortamlardan’ tanıdığını belirten Zarrab “Egemen Bağış’tan yardım istedim. O da genel müdür ile (Dönemin Aktif Bank CEO’su ) ile toplantı ayarladı ve o görüşmede gerekli izni aldım” dedi. Zarrab çapraz sorgulamada Aktif Bank’ta bir hesapla başlayan “Türkiye-İran arası para transferinin” detaylarını da anlattı.
Savcı ile Zarrab arasında şu görüşme geçti.
Zarrab: Agazani isimli bir İranlının Aktif Bank’taki hesaplarına ‘erişim izni alabilmek için’ Bakan Egemen Bağış ile irtibata geçtim.
Savcı: (Egemen Bağış’ın fotoğrafını çıkarıp gösterdi) Kim bu? Tanıyor musun?
Zarrab: Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış.
Savcı: Egemen Bağış’a ne sordunuz?
Zarrab: Sayın Bağış’tan banka işlemleri için yardım istedim.
Savcı: Egemen Bağış size tam olarak nasıl yardım etti?
Zarrab: Kendisine bankanın genel müdürünü tanıyıp tanımadığı sordum. O da bana ‘daha önce ABD’de tanıştığını’ söyledi. Benim için bir onunla (banka müdürü) bir randevu ayarladı ve ben orada toplantıya gittim.
Savcı: Randevu ayarlanan kişinin görevi nedir?
Zarrab: Bankanın yöneticisi, en yetkili kişisidir.
Savcı: Bağış seni bu en yetkili kişiye mi gönderdi?
Zarrab: Evet. Egemen Bağış randevuyu aldı ve ben de gittim.
Savcı: Bu randevu işe yaradı mı. Hesap açabildiniz mi?
Zarrab: Evet efendim.
Savcı: Bu parayı hesap açtıktan sonra İran’a döndürmeyi başarabildiniz mi?
Zarrab: Evet efendim.
Savcı: Günde ortalama ne kadar paradan bahsediyoruz?
Zarrab: İlk başta 5 ila 10 milyon euro ile başladı işler.
Savcı: Euro nedir?
Zarrab: Avrupa Birliği’nin para birimi.
Savcı: Doğrulamak için soruyorum. Bu miktar günlük para transferi midir?
Zarrab: Evet efendim ilk baştaki günlük miktarıdır.
Savcı: Daha sonra Aktifbank’la işleriniz yavaşladı mı?
Zarrab: Evet efendim. Aktifbank’taki tüm fonları kullandım. Bu yüzden de orada parası olar farklı müşteriler bulmaya çalıştım.
Savcı: Çok parası olan müşteriler mi?
Zarrab: Tabi Türkiye’de çok parası olan kişilerin peşinde gittim.
Savcı: Kim bunlar?
Zarrab: İran Merkez Bankanı ve Mellat Exchange.
“İRAN MERKEZ BANKASI İLE GÖRÜŞTÜM”
Savcı: İran Merkez Bankası ile nasıl temasa geçtiniz?
Zarrab: Babamın tanıdığı kişilerle onun da bulunduğu bir toplantı ayarladım. İlk toplantı günü iki kez toplandık.
Savcı: Kim vardı toplantıda?
Zarrab: Ben, babam ve İran Merkez Bankası Başkanı vardı.
Savcı: Ne konuşuldu?
Zarrab: O toplantıda o dönem İran Merkez Bankası’na başka aracılardan da nakit para döndürebileceği söyledim. Dolar gibi para birimleriyle, İran para birimininin kur dengesini sağlayabilmek için yardımcı olabileceğimi söyledim. Kuru dengede tutabilmek için.
Savcı: İran Merkez Bankası Başkanı bunu kabul etti mi?
Zarrab: Evet etti.
Savcı: Sonraki adım ne oldu
Zarrab: Sonra Merkez Bankası Başkanı o dönemde o birimin başındaki kadını odasına çağırdı ve teknik toplantı yaptı.

Zeynep Gürcanlı/Sözcü

AKP kulisleri Zarrab ve Man belgelerini nasıl yorumlanıyor?
Hülya Karabağlı
05 Aralık 2017



ABD’nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türk-İran asıllı iş adamı Reza Zarrab'ın tanık olmayı kabul ettikten sonra bulunduğu itiraflar ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun mahkemeye sunduğu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yakınlarının yurt dışına para transferleri yaptığı iddialarını dayandırdığı MAN belgeleri AKP kanadında tartışılmaya devam ediyor.

(..)

AKP’de her konunun ‘FETÖ’ ile ilgisi var

AKP kulislerinde, bu tür olaylarla ilgili gelişmeler 'FETÖ' bağlantılı açıklanırken, Zarrab’ın ABD’ye giderken önlem alınmamasına duyulan bir rahatsızlık ifade ediliyor. Kulislerde, “Zarrab’ı burada kontrol altında tutabilirdik” değerlendirmeleri yapılıyor.

Bazı AKP’lilerin ise, Zarrab’ın "O zaman Türkiye’de yargılanabilseydi bugün daha farklı olacağı"nı söylüyor. Bu değerlendirmede bulunanlar Türkiye’ye bankacılık faaliyetlerinden dolayı kesilecek cezalara ilişkin endişeleri bulunduğunu ifade etti.

Davutoğlu gurup mu kuracak?

TBMM Başkanlığı seçimlerinde grup içindeki etkisiyle gündeme gelen eski başbakan Ahmet Davudoğlu’nun Zarrab konusundaki açıklamaları 'ihtiyat'la izlendi. Kulislerde Davutoğlu’nun Meclis’te bir gurup kuracağına ilişkin fısıltılar dolaşıyor. AKP içinde son gelişmelerden rahatsız 50 kişi olduğu iddia edilirken ve Davutoğlu'nun gurup kurmak istemesi halinde zorlanmayacağı ifade ediliyor.

Davutoğlu ne demişti?

Önceki gün, İzmir’de konuşan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, şunları kaydetmişti:

“New York’ta o mahkemede sunulan belgelerin 17-25 Aralık ile irtibatı dolayısıyla bizim açımızdan hükmü yoktur”demiş ve "Devletimiz ateş çemberi içinden geçerken her birimiz bu ülkeyi bu ateş çemberinden nasıl çıkarırız diye düşünürken Rıza Zarrab başta olmak üzere bu ateş çemberindeki ülkenin düştüğü zor şartlarda kim kendi çıkarını düşünmüşse, kim servetini artırmayı planlamışsa, kim rüşvet almışsa, kim haksız kazanç peşinde olmuş ve elde etmişse onlardan da hesap sorulmalıdır."

T24
ETİKETLER
reza zarrab kılıçdaroğlu tayyip erdoğan akp kulisleri man belgeleri haber

Yarkadaş: "Süleyman Aslan, Ersan Şen'e 7 Milyon Dolar avukatlık ücreti ödedi"
6 Aralık 2017

17 Aralık operasyonu sırasında evindeki ayakkabı kutusunun içinde 4.5 milyon dolar bulunan eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın avukatlığını üstlenen Prof. Dr. Ersan Şen'e 7 Milyon Dolarlık ücret ödediği iddia edildi.
CHP istanbul Milletvekili Barış Yarkadaş sosyal medyadan yaptığı açıklamada, "Süleyman Aslan'ın aldığı rüşvetin tutarını anlayabilmek için, avukatına ödediği ücrete bakın: TAM YEDİ MİLYON DOLAR!.. Gerisini tahmin edin!" diye yazdı.
Prof. Dr. Ersan Şen'in bu açıklamaya cevap vermemesi dikkat çekti.
17 Aralık operasyonu sırasında evindeki ayakkabı kutusunun içinde 4.5 milyon dolar bulunan eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın 2014 yılında Prof. Dr. Ersan Şen'e 1 milyon liralık avukatlık parasını bankaya ödettiği Sayıştay raporlarında ortaya çıkmıştı.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Prof. Dr. Ersan Şen Süleyman Aslan

Metin Münir: Erdoğan’ı yakmaya hazırlanan Amerikan General
05 Aralık 2017

Amerika’da özel bir savcı, Donald Trump’ın
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Arl 06, 2017 9:35 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Arl 05, 2017 7:16 pm    Mesaj konusu: 'Senin bakanların devletin gizli bilgilerini Zarrab'a sattı' Alıntıyla Cevap Gönder

Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a: Senin bakanların devletin gizli bilgilerini Zarrab'a sattı; hükümetin vatana ihanet etti!
05 Aralık 2017



"MİT 18 Nisan 2013'te seni uyardı, her şeyi başından beri biliyordun"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla 20 ay önce Miami'de tutuklanan iş adamı Reza Zarrab'ın "tanık" sıfatıyla verdiği ifadeyi değerlendirdi. ABD'de yargılanan Zarrab'ın Türkiye'deki mal varlığına “gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin etme” suçlamasıyla el konduğunu hatırlatan Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik olarak "Bu bilgilerin tamamını senin hükümetin verdi, senin bakanların rüşvet karşılığında bu bilgileri sattı" ifadesini kullandı.

Kılıçdaroğlu, sözlerinin devamında "Erdoğan, Reza Zarrab seni hiç kandırmadı. Tüm olaylardan en başından beri haberin vardı" dedi; Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) 18 Nisan 2013'te üç sayfalık bir bilgi notu hazırladığı ve dönemin Başbakanı Erdoğan'ı Reza Zarrab hakkında "uyardığı" yolunda ileri sürülen iddiayı yeniden gündeme getirdi.

MİT tarafından 16 Ocak 2015'te yapılan açıklamada söz konusu iddia yalanlanmış, “Kayıtlarımızda yapılan araştırma neticesinde Reza Zarrab’ın suç işlediğine dair tespitleri içeren bir rapor hazırlanarak Başbakanlığa sunulmamıştır" ifadesine yer verilmişti.

CHP lideri, Erdoğan'ın yakınları tarafından Man Adası'nda bulunan bir off - shore şirkete para aktarıldığı iddiasına dayanak olarak gösterilen belgelerin kamuoyu ile paylaşılması sonrası "Kılıçdaroğlu'nun evi aranmalı" diyen Metin Külünk'e de tepki gösterdi. Külünk ve eşini evine davet eden Kılıçdaroğlu, "Arzu ederse evimi gezdirebilirim kendisine. İstediği kitabı alabilir, pek hoşlanmaz ama. Vallahi de billahi de benim evimde ayakkabı kutusu yok" diye konuştu.

"Bu adaletsizliği yaratanlar, kaçacak delil bulamasınlar"

Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısını Eşitlik ve Adalet Kadın Buluşması'nda düzenledi, şunları söyledi:

Bu haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliği yaratanlar kaçacak delik bulamasınlar. Efendim bugün, önceki genel başkanımız Deniz Baykal'ı Almanya'ya yolcu ettik. İnşallah kısa sürede sağlığına kavuşur.

"Bu annenin dramını Man Adası'nda şirket kuranlar anlayamazlar"

Değerli kadın kardeşlerim, hayatın acısını en derinden yaşayan bu ülkenin kadınlarıdır. Özellikle ekonomik darboğazın en büyük acısını kadınlar çeker. Açlıktan bebeği ölen anneler. Soğuktan bebeğini kaybeden anneler... Konya Ereğli'de 40 günlük Ayaz bebek hayatını kaybetti. Annesi sabah kalktı, çocuğunu emzirmek istedi, bir baktı ki hayatını kaybetmiş. Bu annenin dramını Man Adası'nda şirket kuranlar anlayamazlar. Bu kadının dramını en iyi anneler anlar. Samsun'da Kübra bebek, 2.5 aylık, açlıktan öldü.

Emine Akçay'ın hikâyesi...

Bakın Emine Akçay'ın hikâyesi. 15 Mart 2012. Emine Akçay Adana'da oturmaktadır. Yoksuldur, çocukları vardır. Raporda şöyle geçer, polis ekibinin yaptığı araştırmaya göre Emine Akçay, olaydan 6 saat önce cebindeki son parayla odun almak istedi. Oduncu, "Bacım bu paraya odun olur mu" dedi, sonra para almaksızın verdi. Ancak odunlar ıslanmıştı. Odunları yakamadı. Eski bir kamyon lastiğini yakmaya çalıştı, beceremedi. En son saç kurutma makinesini çalıştırıp oğlunun eline tutuşturdu. Sonra arka odaya gidip tavandaki saca ipi bağlayıp kendini astı. Bu, hak, hukuk ve adalet arayanların çağrısıdır aslında. Bu söylediğim Man Adası'nda şirket kuranların dramı değil, bu, bu ülkede aç kalan açıkta kalan milyonlarca kadının dramıdır. Ben Emine Akçay'ları yaratan düzene isyan ediyorum. Ben Bülent Ecevit'in felsefesinden geliyorum, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün felsefesinden geliyorum. İnsanca ve hakça bir düzen istiyorum.

Kimsenin mağdur olmadığı bir düzen istiyorum. Herkesin can ve mal güvenliğinin olduğu bir düzen istiyorum. Siz sadece yandaşlarınızı düşünürseniz bu düzen insanca ve hakça olmaz. Mücadele edeceğiz, mücadele edeceğiz. Ve bu mücadelenin kahramanları kadınlar olacak.

"Elinde viski kadehi, altında şort..."

Birileri vergi ödememek için her türlü tezgâhı kuruyor. Emine Akçay odun almak için vergi öder. Man Adası'nda şirket kuranlar vergiden kaçınmak için her türlü sahtekarlığı yaparlar. Ben bunun hesabını sormayacak mıyım? Durumu iyi olan, köşeyi dönen pırlanta alır. Vergi yoktur. Yakut alır vergi yoktur. Ama bir de 12 saat direksiyon sallayan kamyon şoförünü düşünün. Dünyanın en ağır vergisini ödüyor. Kamyon şoförü, TIR şoförü, traktör kullanan çiftçi kardeşlerime söylüyorum. Dünyanın en pahalı mazotunu sana satıyorlar. Ama bu beyler, vergi ödememek için her türlü numarayı çekiyorlar. Neymiş, millilermiş, yerlilermiş. Sen kendi ülkende vergi ödememek için vergi cennetlerinde şirket kurarsan sen ne millisin, ne yerlisin kardeşim. Sen gayri millisin. Çiftçi vergi öder, kamyon şoförü öder. Ama ben size söyleyeyim, elinde viski kadehi, altında şort, tüm limanları gezer, o da mazot alır. Ama bir kuruş vergi ödemez. Şimdi ben size sesleniyorum, kardeşim sen bunun hesabını soracaksın. Ne zaman? 2019'da soracaksın. 2019'da kadın hareketiyle biz, bunları sandığa gömeceğiz.

Bir şey daha, ayda 1404 lira alan bir asgari ücretliyi düşünün. Gelir vergisi öder, KDV öder, damga vergisi öder, ÖTV öder, ama bu Man'cılar, hiçbir şey ödememek için yurt dışında tezgah kurar. "Bunlara dokunmayın" diyorlar. Hepsine dokunacağım, hiçbirini gece uyutmayacağım.

"Vicdanları ayağa kaldırana kadar konuşacağım"

Soruma hala cevap alabilmiş değilim. 1 Sterlin'lik şirkete 15 milyar dolar para niye gelir? Hala bekliyoruz cevabını. Adil vergileme getirdik diyorlar vergilemede adalet yok. Sen vergi kaçırmak için her türlü dümeni çevireceksin, sonra garibanın kefen bezinden dahi vergi alacaksın. Konuşacağım, konuşacağım. Bu ülkede vicdanları ayağa kaldırana kadar konuşacağım.

"Sevgili Erdoğan, doktoru yanına al"

Efendim, hala belgeler sahtedir diyorlar. Kendilerine cevabım çok basit. Kardeşim madem sahteydi, Meclis'te komisyon kuralım. Çoğunluk sende, gelmiyorsun. Komisyon kurmuyorsun. Belgelerin sahte olmadığını sen de biliyorsun. Benim sözüm söz, bunu sonuna kadar takip edeceğim. Efendim bu bir şirket ticaretiymiş. Bu hangi şirket? Cevao yok. Karı ne? Cevap yok. Bu transferler niye yapıldı? Cevap yok. 1 Sterlin'lik şirket 15 milyar dolarlık ticareti nasıl yapıyor? Cevabı yok.
Sevgili Erdoğan, gözlerinden öpüyorum seni. Oğluna sor, damadına sor, dünürüne sor. Ben bunların hepsini biliyorum. Sevgili Erdoğan, doktoru yanına al. Enişten Ziya İlgen'in Man Adası'nda şirketi var mı? Enişte, Man Adası'nda niye şirket kursun? Bunları bileceksin. bu şirketin sermayesi nedir? Bileceksin.

Külünk'e davet

Aklıevvel bir AK Parti milletvekili var, geçenlerde "Kılıçdaroğlu'nun evi aranmalı ve belgelere konmalıdır" demiş. Sanıyorlar ki benim evimde onların yaptığı sahtekarlık var. Ben Sayın Külünk'ü, hanımefendiyle birlikte evime davet ediyorum. Buyursun. Benim evim onun evi kadar zengin değil, mütevazı bir ev. Gelsin eşiyle beraber, arzu ederse evimi gezdirebilirim kendisine. İstediği kitabı alabilir, pek hoşlanmaz ama... Ama vallahi de billahi de benim evimde ayakkabı kutusu yok.

Bu vesile ile AK Partili kardeşlerime sesleniyorum. Daha belgeyi görmeden sahte ilan ediniz. Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zatın avukatı konuşuyor bir de. Ya dur, belgeleri sen görmedin? Sahtekarlar sizin elinize su dökemez, her türlü dümen var sizde. Vergi ödememek için, bu memlekette vergi ödememek için her türlü sahtekarlığı yapıyorsunuz. Ben bunları bilmez miyim, ben eski maliyeciyim. Mal nasıl götürülür senden daha iyi bilirim.


AK Partili kardeşim, ben senin oyuna her zaman saygı gösterdim. Senin vatanseverliğine her zaman saygı gösterdim. Sana saygı gösterdim. Siyasal düşüncene de, inancına da saygı gösterdim. Ama şu sorumu bir düşün, senin 2002'de oy verdiğin Recep Tayyip Erdoğan, 2017'deki Recep Tayyip Erdoğan mıdır? Keçiören'de mütevazı bir apartman dairesinde kaldı. Ben de bu millet gibi yaşayacağım dedi. 2017'de Recep Tayyip Erdoğan nedir? Kibre teslim olan, ukala, ağzına geleni söyleyen, servet içinde yüzen, servetinin hesabını milletin önüne koyamayan bir Recep Tayyip Erdoğan var. Sevgili AK Partili kardeşim, bu soruları vicdanınla yanıtla. Devlet adaletle yönetilir, devlet tecrübeyle yönetilir. Devlet kinle, öfkeyle yönetilmez. Devlet yalanla dolanla yönetilmez. Devleti yönetecek kişiler saygın kişiler olmak zorundadır. Halka hesap vermek zorundadır. Halka hesap soranların adı dünyada diktatördür. Bunu bilmemiz gerekiyor artık.

"Şimdi de kafayı iş adamlarına taktılar"

Şimdi de kafayı iş adamlarına taktılar. Buradan sesleniyorum diyor, bunların hiçbirine çıkış izni asla vermemelisiniz. Yani yurt dışına iş adamlarını çıkarmamalısınız diyor. Bu vatanda kazandığı paraları yurt dışına çıkarmak isteyenlere biz iyi gözle bakmayız diyorsun. İşte biz de sana bu yüzden iyi bakmıyoruz. İş adamına diyorsun ki "Bak ben sana göstereceğim, senin yurt dışına çıkışını yasaklayacağım". Hiç düşündün mü, eskiden bu adamlar Türkiye'ye gelirdi. Şimdi hepsi kaçıyor. Hiç düşündün mü neden diye? Tek adam rejiminin Türkiye'yi getirdiği nokta bu işte.

Sen yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmesini istiyorsan bir, bütün milletvekillerini serbest bırakacaksın. Gazetecileri serbest bırakacaksın. Hapiste gazeteci, milletvekili olmaz. Üç medya özgürlüğünü sağlayacaksın. Dört, yargı bağımsızlığını sağlayacaksın, mahkemelerden elini çekeceksin. Beş, görevine son verdiğin bütün akademisyenleri yeniden işe alacaksın. Altı, Semih ve Nuriye'yi derhal görevine başlatacaksın.

"Bunun sorumlusu CEHAPE'dir"

Bu ülkede huzur bırakmadın ya, huzur bırakmadın. Bir konuşuyorsun 80 milyon geriliyor. Gerilimden, kavgadan ne çıktı? Soru sorduğun zaman kıyameti koparıyor. Sanıyor ki "Ben bağırdıkça onlar susacak". Sen istediğin kadar bağır, asla ve asla bizi susturamayacaksın. Devlet adaletle yönetilir. Şantajla, tehditle devlet yönetilmez. Ekonominin geldiği hale bakın. Sayın Erdoğan, git bak bakalım İnegöl'e. Mobilyanın başkentiydi. Yaprak kıpırdamıyor. Sorumlusu kim, diyecek ki, "Bunun sorumlusu CEHAPE'dir" Öyle ya, ülkeyi onlar değil CEHAPE yönetiyor. Nasıl bir Türkiye yarattığının farkında mısın? Sen bu ülkede ekonomiyi perişan ettin, insanları perişan ettin.

"Beyefendi Saray'da tüpgazı unuttu"

Fakir ailelerin kullandığı tüpgaz var. E tabii, beyefendi Saray'da tüpgazı unuttu. Tüpgazın fiyatı 100 liraya yaklaştı be kardeşim. Sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Her şeye zam geldi, peki ücret artışları ne oldu? Yüzde 7.9. Fatura çiftçiye çıktı, emekçiye çıktı.

"Tefeciye ödedin, kardeşim"

15 yılda yurt dışındaki bir gruba ödediği faiz 145 milyar dolar. İçeride ödediği faiz, 520 katrilyon lira. IMF'den borç almadık diyorlar, e gittin tefeciden borç aldın. Bu kadar faizi kime ödedin? Emekçiye mi ödedin? Tefeciye ödedin kardeşim, tefeciye. Gene keyifli bir adam var, Bekir Bozdağ, karanlık güçler, baronlar benim istifamı istiyorlarmış. Hükümetin Sözcüsü de benim istifamı istiyorlar. Baronlar, karanlık güçler ve siz, "Kılıçdaroğlu'nu nasıl yok edebiliriz" projesi hazırlıyorlar. Kılıçdaroğlu kaya gibi, bu milletin hakkını, hukukunu savunacak.

"30 milyar dolarla bütün Suriyelilere prefabrik ev yapılırdı"

Türkiye'de değişik yerlerde dedi ki, Suriyelilere 30 milyar dolar para harcadım. Bütün dünyanın önünde de bunu söyledi. Ben de çıktım sordum, bu Suriyelilerin çoğu sefalet içinde yaşıyor. Bu 30 milyar doları kimin için, ne zaman, nasıl harcadın diye. Bekir Bozdağ kalktı diyor ki, efendim yol yaptık. Yoldan Suriyeliler geçmiyor mu? Bari aklı başında bir adam çıkarın da doğru düzgün cevap versin. Vallahi de, billahi de buraya harcamadın. Sayın Erdoğan çıktı, AFAD eliyle 2.3 milyar dolar, belediye olarak 6 milyar dolar, sivil toplum kuruluşları eliyle 1.2 dolar harcadık. Asıl yardımı milletimiz yaptı diyor. E toplayınca, 20 milyar açık kalıyor. Ya siz 20 milyar dolar harcayan millet duydunuz mu hiç? Hala soruyorum sevgili Erdoğan, gözlerinden öpüyorum seni. Bu 20 milyar doları nerede harcadın, kimin için harcadın. Bu 30 milyar dolarla bütün Suriyelilere prefabrik ev yapılırdı, üstelik 25 milyar dolar kalırdı. Kalanla da Mars'a uzay aracı gönderirdik. Biliyorum bunlar zor, ama her halükarda biz bunların hesabını soracağız.

"A Haber'i kınıyorum"

Efendim gelelim Reza Zarrab'a. Hayırsever iş adamı Reza Zarrab'a gelelim. Dün hayırsever bir iş adamıydı, devletin protokolünde yer alıyordu. Reza Zarrab en önde oturuyordu. Havuz medyası, buradan onlara da seslenmek istiyorum. Bu Zarrab'ı televizyona çıkardılar, Türk Bayrağı'nı fon olarak kullandılar. Bayrağımızı bir sahtekarın arkasında fon olarak kullanan havuz medyasını şiddetle kınıyorum. A Haber'i de kınıyorum, ATV'yi de kınıyorum. Bu şarlatanı hiç utanmadan televizyona çıkaracaksınız, hiç utanmadan arkasına Türk bayrağı koyacaksınız. Bir de tweet atıyorlar, şeref madalyası takmalıydık diye. E tak, tak bakalım. Bakalım nereye takacaksın. Ama ben senin boynuna ne takacağımı çok iyi biliyorum. Siz vatan hainisiniz.

"Kaboğlu dışarı çıkarmazsın, Zarrab gibi bir sahtekarı ülke dışına yollarsın"

Bununla yetinmediler, televizyona çıkardılar. Bir şarlatanın önünde diz çöktü bakanlar. Plaket verdiler. İtiraz edildi, rüşvet çarkı çıktı ortaya. AK Parti'nin milletvekilleri, rüşvet alan adamları akladılar. Rüşvet alan bakanları akladılar. Rüşvet alan bakanların Yüce Divan'a gitmesini engellediler. Reza Zarrab'ı serbest bıraktılar, yurt dışına çıkışını yasakladılar. İbrahim Kaboğlu gibi dünya çapında bilinen bir bilim insanını dışarı çıkarmazsın, Reza Zarrab gibi bir sahtekarı ülke dışına yollarsın. ABD'de gözaltına alındı. Bizimkilerde bir telaş. En çok da gözünden öptüğüm adam telaşlanıyor. Başbakan gitti Zarrab'ı almaya, adam vermiyor.

"Bir sahtekar için ABD'ye iki kez nota verildi"

Şu Amerikalıların da yaptığı zulüm, vereceksin kardeşim... Sonra şeref madalyası takılacak kişiyi ABD, hapse attı. Nota verdik, iki sefer. Şimdi AK Partili kardeşlerimin vicdanlarına sesleniyorum. Bir sahtekar için ABD'ye iki kez nota veren hükümet, Kuzey Irak'ta askerlerin başına çuval geçirildiğinde bir nota bile vermedi.

"Zarrab konuşursa" diye korkuyorlar, adam sonunda bülbül kesildi. Reza Zarrab sahtekardır, ama devletin sırlarını da parayla alan birisidir. Bakanları elde edebilen birisidir, bakanlara rüşvet veren birisidir. 11 Ekim 2013, Reza Zarrab ile dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler telefonda konuşurlar. MİT beni takip ediyor, söyle takibi durdursunlar diye. Güler'in cevabını aynen okuyorum, "Abiciğim, sen hiç o konuda merak etme. Rahat ol. Senin İçişleri Bakanlığı'nda, MİT'te, Maliye'de bir şeyin yok. Bir şey olursa ben senin önüne yatarım" diyor. Bu beyefendi bakanı elde etmiş ya, parayla bakana diz çöktürmüş. Devletin sırlarını parayla öğreniyor.

Zarrab'ın rüşvet dağıttığı kişilerden biri de Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, "Banka genel müdürünün dürüstlüğünden şüphem yoktur" diye. Ya adam hırsız, evinde ayakkabı kutusu çıkmış. Niye dolar istiflesin? Olsa olsa saflığının kurbanı olmuştur. Bir sahtekar, bankanın genel müdürüne açıkça rüşvet verdi. Bakın bir şey daha var. Bu hükümetin tuttuğu avukat, bankanın genel müdür yardımcısını savunuyor. Victor Rocco. Bu avukat söz alıyor rüşvet suçlamaları karşısında. Bakın hükümetin gönderdiği avukat, yüksek makamlara ayakkabı kutularında rüşvet gönderen Zarrab'tı. Bu bankanın avukatı söyledi bunları. Açık ve net, Zarrab'ın Süleyman Aslan'a rüşvet verdiğini itiraf etti. Ey Erdoğan, senin gönderdiğin avukat bunları söyledi. Sen ne yaptın? Ziraat Bankası Yönetim Kurulu'na atadın bu adamı.

"MİT uyardı, haberin vardı"

Efendim Reza Zarrab bülbül gibi ötünce casus oldu. Hain oldu. E düne kadar beraberdiniz. Tıpkı FETÖ gibi, aynı menzile yürüyorlardı. Düne kadar kolkolaydınız. Zarrab'a da ne istediyse verdiniz siz. Bakan istedi bakan verdiniz, rüşvet istediniz rüşvet verdi. Her şeyi para karşılığında yaptınız. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Reza Zarrab hakkında soruşturma açtı. Gizli kalması gereken bilgileri temin ettiği gerekçesiyle mal varlığına el konmasına karar vermiş. Zarrab'ın casus olduğunu, her türlü bilgiyi aldığını size daha önce söylemiştim. Reza Zarrab'a devletin sırlarını kim verdi. Her şeye rağmen Trükiye Cumhuriyeti saygın bir devlet, saygın kurumları var. Ve 18 Nisan 2013 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önüne ir bilgi notu bırakılır. MİT, üç sayfalık bir bilgi notu bırakır. Yapılan tüm sahtekarlıklar anlatılır. "İran'a yönelik ekonomik ambargoya rağmen İranlı şahısların para transferi gerçekleştirilmesi bağlamında R. Sarraf'ın ABD'de yasaklı ilan edilebileceği, Ebru Gündeş Sarraf ile evliliği nedeniyle kamuoyunun dikkatini üzerine çektiği için Çağlayan ve Güler ile ilişkilerin açığa çıkması halinde bu bilgiler hükümet aleyhine kullanılabilir" deniyor. 17-25 Aralık'tan 9 ay önce gitmiş bu bilgi notu. Bu sahtekarın yaptığı dolandırıcılık, bakanlarına verdiği rüşvet, senin önüne devletin en hassas kurumu tarafından önüne kondu. Sen bu dosyayı kapattın. Sen bunu görmezden geldin. Bu bilgileri kim verdi? Bu bilgilerin tamamını senin hükümetin verdi, senin bakanların verdi. Senin hükümetin, Türkiye Cumhuriyeti devletine ihanet etti. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün sırlarını Zarrab'a teslim ettiler, para karşılığında üstelik. 27 Mart 2014'te ben bunu söyledim. Ama o zaman savcılar kulaklarını tıkıyorlardı. Çünkü Zarrab çok sevimli bir adamdı, çok hayırseverdi. Hala rüşvet dağıtıyordu, şimdi uyandılar. Erdoğan diyebilir ki, "Reza Zarrab beni kandırdı". Tıpkı FETÖ gibi, PKK gibi. Vallahi de billahi de söylüyorum sevgili Erdoğan, Reza Zarrab seni hiç kandırmadı. Tüm olaylardan en başından beri haberin vardı. Beni kandırdı diyorsan yalan söylüyorsun. Çünkü 17-25 Aralık'tan 9 ay önce, devletin en saygın kurumu senin önüne üç sayfa bilgi notu koydu.

"FETÖ'ye kozmik odayı açan bunlar değil miydi?"

Şimdi soruşturmayı yapan savcılara sesleniyorum. Savcı kardeşlerim, sahtekarın peşine biraz geç düştünüz. Soruşturma dosyalarını kapattı başsavcılar. İlk yapacağınız iş, Zarrab dosyasını kapatan hakimleri meslekten atacaksınız. Onlar adalet dağıtmadılar. Bir sahtekarı savundular. Onlar adalet içinde adalet dağıtamazlar. Ona o bilgileri veren bakanları, hükümeti de sorgulayacaksınız. Zarrab'a ben bilgi vermedim. Telefonda konuşmadım. Yan yana gelmedim. Aleyhime yüzlerce dava açtı. Açmazsanız namertsiniz, dedim. Ne oldu? Ben haklı çıktım. Bu devlet sırlarını satmak yeni değil. FETÖ terör örgütüne kozmik odayı açan bunlar değil miydi? Devletin haremini bir terör örgütüne açan bunlar değil miydi? Bu vatana ihanet eden birilerini arıyorsanız, bunların başında Saray'da oturan kişi var. Sen başbakan değil miydin, kimdi bu ülkede başbakan? Tüm bunlardan santim santim haberdardın. Hesabını vereceksin kardeşim. Hesabını 2019'da, sandıkta soracağız.

Binali Yıldırım'a, sayın Başbakan'a açık ve net çağrı yapıyorum. Aramızda tartışmalar olabilir, ama Türkiye ile ilgili bir davanın ABD'de görüşülmesi beni rahatsız ediyor. Sayın Başbakan'a açık ve net bir çağrı yapmak istiyorum. Madem ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma açtı, gel parlamentoyu toplayalım. Bu lekeyi biz temizleyelim. Bizim ülkemizde rüşvet yiyenlerin suçlandığını ve yargılandığını tüm dünyaya ilan edelim. İran nasıl yaptıysa, biz de aynısını yapalım. Gelin, dosyayı yeniden açalım.

T24
ETİKETLER
kılıçdaroğlu haber açıklama kadın konuşuyor

Metin Münir: Erdoğan’ı yakmaya hazırlanan Amerikan General
05 Aralık 2017



Amerika’da özel bir savcı, Donald Trump’ın çevresindekilerin, Rusya’nın Trump’ı başkan seçtirmek için çevirdiği dolaplara karışıp karışmadığını araştırıyor.

Araştırma kapsamındaki kişilerden biri AKP iktidarını da yakından ilgilendiren emekli General Michael Flynn’dir .

Flynn ordudan ayrıldıktan sonra Washington’da, şirketlere ve hükümetlere istihbarat hizmeti sunan Flynn Intel Group adlı bir danışmanlık şirketi kurdu.

O zamanlar başkan adaylığı birçok kişi tarafından kötü bir şaka addedilen Trump’ın seçim kampanyasına katıldı.

Dış politika deneyimi olmayan Trump, Başkan seçildikten sonra Flynn’i kabinedeki bir çok bakandan bile etkili olan Milli Güvenlik Danışmanlığı’na getirdi.

Ancak Flynn bu görevde 24 gün tutunabildi.

Rusya’nın Washington Büyükelçisi Sergey I. Kislyak ile konuşmaları ve bu konuşmalar hakkında üstlerine yalan söylediği ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kaldı.

Ve Trump takımının seçimi kazanmak için Rusya’dan yardım aldığı iddialarını inceleyen soruşturmanın ağına takıldı.

Yakında Trump’ın diğer yakınları, damadı Jared Cushner ve oğlu Donald Trump Jr.’da kendilerini özel savcının önünde bulacaklar

Ve, Reza Zarrab gibi, cezasını hafifletmek karşılığında bildiklerini anlatma konusu da özel savcı ile anlaştı.

Bu anlaşma Trump’ı iktidardan alaşağı edecek olan yola açılan kapıdır.

Yakında Trump’ın diğer yakınları, damadı Jared Cushner ve oğlu Donald Trump Jr.’da kendilerini özel savcının önünde bulacaklar: Ve onlar da ilk defa sorgularında söyledikleri yalanlar için pişmanlık duyacaklar. Sonra sıranın Trump’a gelmesi kaçınılmazdır.

Bu, olayın Amerika’yı ilgilendiren boyutu.

Türkiye’yi ilgilendiren boyutu ise şudur:

Flynn, Trump’ın seçim kampanyasına katkıda bulunduğu esnada Hollanda’da kayıtlı bir paravan şirket aracılığıyla Türkiye Hükümeti’nin danışmanlığını da yapıyordu. Ve Milli Güvenlik Danışmanlığı’na atandıktan sonra Türkiye’ye hizmet vermeye devam etti.

İddialara göre, Flynn’in Türkiye için yaptığı ve yapmayı tasarladığı şeyler arasında kanunsuz işler var.

Ve bunlar, Flynn’i (ve AKP Hükümeti’nin bazı üyelerini) “fesat maksadıyla gizli anlaşma yapma” ve “adam kaçırma,” suçlamasıyla karşı karşıya bırakabilir.

İddiaya göre; emekli General, Fethullah Gülen’i Pennsylvania’daki evinden kaçırıp Türkiye’ye teslim etme konusunda Türk yetkililerle pazarlık yapmış.

Bu suçlama ilk defa Wall Street Journal’da yayınlanmış ve hem Ankara hem de Flynn’in avukatları tarafından yalanlanmıştı.

Ancak yasaları pek takmamakla bilinen Flynn’in, suçlamaları önce reddedip sonra kabullenme alışkanlığı olduğu için, bu yalanlamalar pek inandırıcı bulunmamıştı.

İnandırıcı bulunmamasının bir başka nedeni, Gülen’i kaçırma toplantılarının birinde eski CIA başkanlarından James Woolsey’in de bulunmasıdır.

Toplantıya son anda katılan Woolsey, duyduklarından o kadar dehşete kapıldı ki komployu o zamanki ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’e rapor etme ihtiyacını duydu.

İddiaya göre, Gülen’in kaçırılıp İmralı Adası’nda Türk yetkililere teslim edilmesi konusu, Flynn’le ilk defa geçen yılın Eylül ayında görüşüldü. Gene iddiaya göre, bu toplantıda Türkiye’yi Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ve Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu temsil etti.

İddiaya göre, Flynn’e, Gülen’in Türkiye’ye iadesi için 15 milyon dolar önerildi

Paylaş
Paylaş
Aynı konuda ikinci bir toplantı geçen Aralık’ta, Flynn, Milli Güvenlik Danışmanı olduktan sonra New York’un ünlü 21 Club’ında yapıldı.

Bu toplantıda Flynn’e, Gülen’in Türkiye’ye iadesi için 15 milyon dolar önerildi.

*

Bu konuda birilerinin yalan söylediği kesin. Flynn’in özel savcıya anlattıkları açıklanınca kim olduğunu anlayacağız.

Şu an elde olan bilgiler doğruysa, ki olduğu nerdeyse kesindir, Flynn Erdoğan’ı yakacak.

Albayrak ile Çavuşoğlu da herhâlde artık sık sık Amerika’ya uçamayacak.

T24
ETİKETLER
flynn abd rusya çavuşoğlu erdoğan trump cia itirafçı

Zarrab’ı bırak Flynn’e bak
01/12/2017
AMBERİN ZAMAN



Biz bu satırları yazarken Reza Zarrab New York federal mahkemesinde savcılık lehine ifade vermeye devam ediyordu. Jüri karşısına üçüncü kez çıkan Zarrab ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını Halkbank’ın merkezinde bulunduğu iddia edilen çıkar ağı yoluyla nasıl deldiğini tüm ayrıntılarıyla ifşa ediyordu.

Anlattıkları çok da yeni değil. Üstü jet hızıyla örtülen 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında ortaya saçılan birçok iddia mahkeme salonunda tekrarlanıyor. Zarrab’ın ifadelerine göre mükemmel piyano çalan eski ekonomi bakanı Zafer Çağalayan meğer daha başka neler çalmış. Rakamlar dudak uçurtucu… Sırf Çağlayan’a 50 milyon avro rüşvetin verildiğinden bahsediliyor.

Dünya basınının yakından izlediği davada en çok yankılanan ifadelerden biri elbette Zarrab’ın dün dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan ve ekonomi bakanı Ali Babacan’ın ABD makamlarınca yasadışı sayılan İran’la petrol ve doğalgaz karşılığında altın ticaretine yeşil ışık yaktığı doğrultusundaki iddiasıydı. Ancak Zarrab, Erdoğan ve Babacan’ın Ziraat ve Vakıfbank üzerinden de bu faaliyetlerin yürütülmesine izin verdiğini kendisine Çağalayan’ın ilettiğini söyledi. Dolaysıyla en azından şimdilik Erdoğan ve Babacan’ın aleyhinde yasadışı işlere karıştıklarına dair herhangi bir kanıt yok.

Sanık sandalyesinde zaten eski Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla oturuyor. Kendisi bakalım neler anlatacak… Savunmasını Zarrab’ın ifadelerini çürütmek üzerine mi kuracak, yoksa topu Zarrab’ın yüklü miktarda rüşvet ödediği iddia edilen eski Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan’a mı atacak?

Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarın Zarrab’ın iadesi için bu denli ABD üzerinde baskı kurması haliyle ‘Acaba Zarrab neler biliyor da iktidar anlatacaklarından bu denli çekiniyor?’ sorusunu akıllara getirmişti.

Kimilerine göre Zarrab öyle bomba açıklamalarda bulunabilir ki iş iktidarın düşmesine kadar gidebilir. Geçiniz…

Piyasalar Zarrab davasının olası negatif yansımalarını çoktan satın aldı. 2001 krizinden sonra yapılan yapısal reformlar çerçevesinde Türk bankalarının yapıları güçlendi. Dava sonucunda büyük ihtimalle Halkbank ve davada adları geçen birkaç bankaya ceza kesilecektir. Erdoğan muhtemelen bu konuda epey gürültü kopartacak ve bunun da ‘FETÖ-ABD ortak yapımı bir kumpas’ın parçası olduğunu savunacaktır. Ama neticede sıkı bir pazarlıktan sonra borç cetveli üzerinde anlaşıp Türkiye o paraları çatır çatır ödeyecektir. Bizim vergilerimizden. Aksi takdirde Türk bankaları uluslararası piyasalarda parya muamelesi görür. Esas ekonomik çöküş o zaman başlar.

‘Yolsuzluğun bu kadarına Türk halkı tepki gösterir.’ Pek sanmıyorum. Zaten iktidarın propaganda aygıtı tüm hızıyla devrede. Mesele “Türkiye ABD istedi diye İran’la ticareti kesmedi, ABD’ye boyun eğmedi” diye sunuluyor. Milyarlarca doların ABD bankaları da devreye sokularak aklandığından ki ABD açısından esas suç unsurunu bu teşkil ediyor ve AKPli bakanlar ve bürokratlara dağıtılan milyonlardan hiç bahsedilmiyor. KHK’larla, hapis cezalarıyla sindirilen iş dünyası, medya ve en nihayetinde toplum Zarrab’ın dedikleri karşısında sokaklara dökülecek değil. Türkiye’deki çürüme ve çöküş yavaş çekim ilerliyor.

Ak koyun kara koyun esas 2019’da yerel, parlamento ve başkanlık seçimlerinde belli olacak. Eğer AKP belediye seçimlerinde büyük bir darbe yerse bunun akabinde Erdoğan’ın yapacağı tercihler Türkiye’nin kaderini tayin edecektir. Özellikle darbe kalkışması akabindeki icraatleri iyimser olmamız için herhangi bir neden sunmuyor.

‘İktidar Zarrab’ın hakim karşısına çıkmasını neden istemedi’ sorusuna dönecek olursak…

Kanaatimce yakın çevresi ve Erdoğan, gerçekten de ABD ve Gülencilerin kendisini iktidardan düşürmek için elbirliği yaptığına inanıyor. Gülenciler konusunda haklı olduklarını kimse inkar edemez. Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012 tarihinde KCK davası kapsamında Erdoğan hastahanedeyken ifade vermeye çağırılması bunun ilk, mide bulandırıcı ve en somut işaretlerinden biriydi.

Gülen’in emniyette, istihbaratta, orduda kümelenen elemanlarınının Batılı hükümetlerle paylaştıkları kimi bilgilerin de müttefiklik ve görev icabı olmaktan ziyade kendilerince Erdoğan’ın devrilmesini sağlamaya yönelik olması tümüyle ihtimal dahilinde. Dolayısıyla ‘Acaba Zarrab malum yolsuzlukların dışında sırf Erdoğan ve arkadaşlarını zora sokmak için bir takım yalan ifadelerde bulunur mu?’ sorusu tahminimce Beştepe’de tartışılıyordur.

Fakat bugün itibarıyla çok daha yakıcı bir soru gündemde. Rusya soruşturması kapsamında federal mahkemeyle işbirliği için anlaşan ABD Başkanı Donald Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn bakalım Türkiye’yle ilişkileri hakkında neler anlatacak?

Flynn daha şimdiden Turkiye Cumhuriyeti adına yürüttüğü faaliyetler hakkında yalan beyanda bulunduğunu FBI soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Robert S. Mueller’e itiraf etti. Böylece Flynn Hollandalı Türk işadamı Ekim Alptekin’den aldığı 500 bin doların Alptekin’den ziyade Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin lehine bir proje karşılığında aldığını teslim etmiş oldu.

Peki paranın kaynağı ne? Örtülü ödenekten mi geldi, yoksa Alptekin’in iddia ettiği gibi kendi kaynaklarından mı ödendi?

Flynn ile Zarrab arasında bir bağlantı var mı?

Ve Flynn iddia edildiği üzere Türk yetkililerle Gülen’i ‘paketleyip’ Türkiye’ye kaçırmak için herhangi pazarlıkta bulundu mu?

Bu ve benzeri sorular açıklık kazandıkça iktidarın algı aygıtlarına epeyce fazla mesai gözüküyor.
Diken

Mahfi Eğilmez anlattı; Türk Lirası neden değer kazandı?
05 Aralık 2017



"Yabancı yatırımcı Türkiye’de çok para kazanıyor"
Mahfi Eğilmez*

Soru şu: “Ne oldu da iki gün içinde TL, yabancı paralara karşı değer kazandı?” Temelde üç şey oldu. İlki dış piyasalarla ilgili bir gelişme. Dışarıda gelişmekte olan ekonomilere ilgi artışında yeni bir dalga oluştu. Bunun sonucunda gelişmekte olan ülke paraları, o arada TL, rezerv paralara karşı değer kazandı. Diğer ikisi içeriyle ilgili gelişmelere dayanıyor. İlk olarak Cumhurbaşkanı’nın bazı işadamlarını kastederek “dışarıya varlık çıkarıyorlar, bunun önlenmesi lazım” yolundaki açıklaması gerek yabancı gerekse yerli yatırımcıların kafasını karıştırdı ve Türkiye’nin kambiyo kısıtlamalarına gidip gitmeyeceği tartışması çıktı. Bu karışıklık mesela USD / TL kurunun 2,5 puan yükselmesine yol açtı. Ertesi gün gerek Cumhurbaşkanı gerekse diğer hükümet yetkilileri bunun kastedilmediğini, kambiyo kontrolünün düşünülmediğini açıklayınca kurda düzeltme yaşandı. İkinci gelişme enflasyonla ilgiliydi. Açıklanan 12 aylık manşet enflasyon yüzde 12,98, çekirdek enflasyon da yüzde 12,08 olunca gerek dış gerekse iç piyasalarda Merkez Bankası’nın faiz artırımına gideceği beklentisi doğdu. Bu beklentiyle yüksek kurdan döviz satarak TL’ye dönüş eğilimi hızlanınca TL değer kazanmaya başladı ve kur hızla geriledi. Eldeki bilgiler bunlar. Şimdi de eldeki verileri bir tabloya dökerek inceleyelim.

Gösterge
31.12.2016
5.12.2017
Fark (%)
Manşet Enflasyon (TÜFE)
8,53
12,98
52,17
Yİ – ÜFE
9,94
17,30
74,04
Çekirdek Enflasyon (C endeksi)
7,48
12,08
61,50
Gösterge Faiz
10,63
13,51
27,09
Merkez Bankası Faizi
8,31
12,25
47,41
USD / TL Kuru
3,53
3,86
9,34
Euro / TL Kuru
3,72
4,59
23,39
Sepet Kur
3,62
4,23
16,85

Tablodaki verilere göre hangi ölçüye bakarsak bakalım enflasyon geçen yılsonuna göre yüzde 52 ile 74 arasında artmış. Buna karşılık tek görevinin fiyat istikrarını sağlamak olduğu yasasında yazılı olan ve bunu her fırsatta vurgulayan Merkez Bankası, istikrarı sağlamakta en önemli silahı olan faizini yüzde 48 dolayında artırmış.

Merkez Bankası Faiz Artırımı Yapacak mı?

Şimdi gözler Merkez Bankası’nın 14 Aralık tarihinde yapacağı Para Politikası Kurulu toplantısına çevrilmiş bulunuyor. Ondan hemen önce de Fed Açık Piyasa Komitesi bu yılın son toplantısını yaparak faiz artırıp artırmayacağını karara bağlayacak.

Şimdi yukarıdaki bilgiler ve veriler çerçevesinde bir durum değerlendirmesi yapalım. Merkez Bankası faizi artırır mı? Siyasal etkileri bir yana bırakırsak burada Merkez Bankası’nın iki farklı etki altında kalacağını düşünüyorum. İlki enflasyonun ve özellikle çekirdek enflasyonun yüksekliğidir. Bunun faizi artırma kararı yönünde etkili olacağını düşünüyorum. İkincisi son günlerde TL’nin yabancı paralara karşı değer kazanmasının Merkez Bankası üzerinde faiz artırmaya gerek kalmadığı biçiminde baskılar oluşmasına yol açması olasılığıdır. Bunlardan hangisinin etkili olacağını bilemem. Bu durumda benim iktisatçı olarak yanıtlamam gereken soru farklı bir soru oluyor: Merkez Bankası faiz artışı yapmalı mı?

Benim bu soruya yanıtım yapmalı şeklindedir. Çünkü yürütülen yanlış ekonomi politikası başkaca bir şey yaparak gelinen noktadan öteye gitme imkânı bırakmamış bulunuyor. Yanlışlık her şeyden önce ekonomi politikasının iki alt politikası olan para politikası ve maliye politikasının farklı yönlere hareketlendirilmesinden kaynaklanıyor. Yılbaşından bu yana para politikası kısmen sıkı olmasına karşılık maliye politikası gevşek bir görünüm sergiliyor. Oysa geçmiş yıllarda maliye politikası sıkı, para politikası ise kısmen gevşek idi.

Yabancı Yatırımcı Türkiye’de Çok Para Kazanıyor

Kurlardaki yükselişin Türkiye’de enflasyonu yükselteceğini tahmin eden yabancı yatırımcı, 1 Aralık Cuma günü Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından hemen sonra kurların daha da yükseleceğini ama bu durumun bir başka konuşmayla düzeleceğini düşünmüş ve o gün Türkiye’ye 1.000.000 USD getirip 3,93’lük USD/TL kuruyla bozdurmuşsa eline 1.000.000 x 3,93 =) 3.930.000 TL geçer. Bu parayı banka kasasında bile saklasa ve bugün tekrar 3,86’lık USD / TL kuruyla Dolar satın alsa 1.018.135 Doları olur. 3 günde Dolar bazında yüzde 1,8 kazanç. Diyelim ki bu yabancı parasını alıp gitmedi ve Merkez Bankası’nın faiz artıracağını tahmin ederek 14 Aralık tarihini beklemeye karar verdi. Merkez Bankası 14 Aralık’ta faizi artırırsa kurlar biraz daha düşecek ve bu kazanç daha da artacak.

Bir ekonomi finansal kaynak arayışında kurtlar sofrasına düşerse durumu budur. Osmanlı İmparatorluğu 1854’de Kırım savaşını finanse etmek üzere ilk dış borçlanmasını yaptığında kurtlar sofrasına düşmüştü. Sonrasında açık sofraya meze oldu. Bugün Türkiye Cumhuriyeti de aşağı yukarı aynı konuma doğru ilerliyor.

Faizi Artırmak Çözüm müdür?


Faizi artırmak kısa vadede çözümdür. Ama faiz artışından uzun vadeli çözüm beklemek son derecede yanlıştır. O nedenle Merkez Bankası çaresiz olarak bir kez daha faizi artırdıktan sonra Hükümet her türlü işi gücü meşgaleyi bırakıp yapısal reformlara girişmeli ve uzun vadeli çözümün peşine düşmelidir. Bu alanda atılması gereken ilk adım hukuk reformu adımı olmak zorundadır. Hukukun ve bağımsız yargının egemen olmadığı bir ülkede ne yaparsak yapalım riskleri düşüremeyiz. Riskleri düşürmeye hukuk reformuyla başlarken bir yandan da başkalarıyla kavga etmeyi ve sürekli konuşmayı bırakmak zorundayız. Bu ülkede riskleri düşürmenin temel yollarından birisi az konuşmaktır.

Riskleri düşüremezsek kurları düşüremeyiz. Kurları düşüremezsek enflasyonu düşüremeyiz. Enflasyonu düşüremezsek faizleri de düşüremeyiz. Durum bu kadar açık ve bu kadar basittir.

*Bu yazı ilk kez mahfiegilmez.com'da yayımlanmıştr.


T24
ETİKETLER
mahfi eğilmez haber açıklama türk lirası

Schengen yetmez! Almanlardan uçak kapısında Türklere pasaport kontrolü!
4 Aralık 2017



Almanya'nın Frankfurt Havalimanı, schengen vizesi olduğu halde Türk turistlere uçağın kapısı önünde pasaport kontrolleri yapıyor, yolculara, “Türkiye’de ne kadar kaldınız?” diye soruyor...

Geçtiğimiz yıl, Almanya'da yaşayan Türk kökenli sayısı yaklaşık 2 milyon 900 bin olarak açıklandı.
Çok değil bundan birkaç sene öncesine kadar Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği görüşmelerinde en büyük desteği Almanya'nın verdiğini hatırlayalım. Bunun yanında Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı ülkenin Almanya olduğunu da ekonomik ilişkilerin büyüklüğü konusunda fikir vermesi açısından not edelim.
Son dönemde Türkiye'nin Almanya ile yaşadığı sorunlar ve batılı müttefiklerinden uzaklaşması, Almanya’ya seyahat eden Türk vatandaşlarının insanlık dışı vize uygulamalarına maruz kalmasına sebep olmaya başladı.
Geçtiğimiz hafta Lufthansa Havayolları’nın LH1299 sefer sayılı uçağıyla İstanbul’dan Frankfurt ‘a inen yolculara uçak aprondayken tek tek pasaport kontrolü yapıldı.
Zaten zorlu ve her geçen yıl daha da zorlaşan vize uygulamalarına bir de uçak aprondayken yapılan pasaport kontrolleri eklenince Türk yolcular çileden çıktı.
Türk vatandaşlarından gelen tepkiler üzerine, uçak görevlileri uygulamanın bir süredir devam ettiğini, yeni bir şey olmadığını ifade etse de Türk vatandaşları bu çağ dışı uygulamadan memnun değil!
Türk yolcular yaşadıklarını, Frankfurt’ta uçak havaalanına indiğinde, aprondayken uçak kapısında polislerin belirdiğini, tek tek yolculara pasaport kontrolü yapıldığını görünce şok oldukları şeklinde aktardı ve Türk devletinden bu uygulamalara son verilmesi için uğraşmalarını talep etti.
Şu sıralar, incelme noktasında olan Türkiye-Almanya ilişkileri ne yöne evrilir, taraflar arasında gerilim artarsa, sonuçları neler olur bilinmez. Fakat görünen o ki; krizin tırmanması olası ve bu özellikle de Almanya’ya seyahat eden Türk vatandaşlarını etkilemeye devam edecek!
Unutmayalım ki; Almanya bir bakıma Avrupa Birliği’nin lokomotifi, birliğin aldığı kararları doğrudan etkiliyor. Bu durum da Türkiye’ye ağır zararlar verebilir; hem ekonomik hem turistik hem de kültürel olarak…
Sözcü

Etiketler:
Almanya Frankfurt Havalimanı schengen vizesi Türk turistler pasaport kontrolleri

Ertuğrul Özkök: Zarrab’ın cep telefonu, bu ülkede hangi siyasiler, hangi bürokratlarla aynı yerden sinyal vermiştir?
05.12.2017

Hürriyet gazetesi köşe yazarı Ertuğrul Özkök, Reza Zarrab ile ilgili bir yazı kaleme aldı.Ertuğrul Özkök'ün "Kimin telefonu bu casusla aynı yerden sinyal verdi" başlıklı yazısından bir bölüm;İktidar medyası Zarrab’a “Casus” diyor... Sizce bu doğru bir kriz yönetim biçimi mi...*Siz ona casus derseniz, Kılıçdaroğlu da haklı olarak “O casussa ona bütün bu bilgileri, iki ülke arasında arabuluculuk yapma yetkilerini kim verdi?” diye sorar.

*Bu soruyu niye sorarlar biliyor musunuz...
*Sizin savcınız ve hâkiminiz, ortaya hiçbir somut delil ve belge koyamadığı halde, “Can Dündar’a o bilgileri verdi” diye Enis Berberoğlu’na müebbet hapis cezası vermişse...
Yani “Casusa bilgi verdi” diye bir suç türü yaratmışsa...
*Delil diye sadece “Telefonları aynı yerden sinyal verdi” diye abuk sabuk bir şey uydurmuşsa...
*O zaman aynı savcı ve hâkimlere şu soruyu sorma hakkı doğmaz mı?
Sayın savcı....
Şimdi “casus” diye “vatan haini” diye mallarına bile el konulan Zarrab’ın cep telefonu, bu ülkede hangi siyasiler, hangi bürokratlarla aynı yerden sinyal vermiştir?
*Cevabını milletçe bekliyoruz...

Yazının tamamı için Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/kimin-telefonu-bu-casusla-ayni-yerden-sinyal-verdi-40667965

CHP'den broşür: AKP-FETÖ kardeşliği, bir elmanın iki yarısı
05 Aralık 2017



"AKP’nin FETÖ’ye bugün sırt çevirmesi geçmişteki suçlarını unutturamaz"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’liler tarafından 'FETÖ' ile işbirliği yapmakla suçlanan CHP; Erdoğan, bakanlar ve AKP’li siyasilerin Fethullah Gülen ile ilgili övgülerini broşür haline getirdi. Broşürde, Erdoğan ile Gülen’in fotoğrafları, haberler ile Erdoğan’ın “Bitsin bu hasret” sözleri de yer aldı.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre, CHP Halkla İlişkiler Birimi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve partisini her fırsatta FETÖ’cü olmakla suçlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar partisine karşı “AKP-FETÖ Kardeşliği, Bir Elmanın iki yarısı: AKP ile FETÖ” başlıklı broşür yayımladı. Broşürde, “İktidarda kaldığı yıllar boyunca FETÖ’nün güçlenmesini sağlayan, bu yolla ülke içindeki gücünü artıran AKP hükümeti, güç mücadelesine girdiği FETÖ’nün darbe girişimini de ülkede tek adam rejimini inşa etmek için bir fırsat olarak kullanmaya çalışmaktadır. Böylece FETÖ, AKP’ye son bir iyilik yapmıştır” denildi.

BROŞÜR İÇİN TIKLAYIN: http://dijitalmecmua.chp.org.tr/PageMecmua.aspx?Mecmua=100#p=1

'Övgüler' sıralandı

AKP-FETÖ ilişkisi için “işbirliğinin dorukta olduğu 2002 ve 2013 yılları arasında tarafların birbirlerine hitapları edebiyat ve aşk kitaplarındaki ifadeleri aratmıyordu” denilerek Erdoğan’ın Gülen’e övgüleri, AKİT, Zaman, Star gazetesinin manşetleri, Gülen’in Erdoğan’a “insanlığa büyük hizmetlerde bulunan, çalışkanlığı ve gayretleriyle her günü dolu dolu yaşayan” ifadelerinin yer aldığı geçmiş olsun mesajı, Başbakan Binali Yıldırım’ın Türkçe Olimpiyatı’nda Gülen için kullandığı övgü dolu ifadeler ile AKP’nin yönetiminde görev yapmış ve yapan isimlerin Gülen’i öven söylemleri kullanıldı. CHP broşüründe “Bütün bu bilgilerin ışığında AKP’nin geçmişteki FETÖ ile olan sıcak ilişkileri için kullandıkları ‘Bilmiyorduk, kandırıldık’ türü açıklamalar toplumun zekâsıyla alay etmekten başka bir şey değildir. AKP’nin çıkar çatışması içine girerek FETÖ’ye bugün sırt çevirmesi geçmişteki suçlarını unutturamaz” denildi.

T24
ETİKETLER
akp fetö haber açıklama broşür

Akif Beki: Medyada böyle savunulmayı ne Erdoğan ne AKP hak ediyor!
05 Aralık 2017

"Bir pabucu büyüğe okutsunlar derim kendilerini, bu akıl terazisi bu propaganda sıkletini çekmez zira"

Karar gazetesi yazarı Akif Beki, "Gözlerimizin içine baka baka, ‘savaş’ koşulları nedeniyle hesap sorma hakkından vazgeçmeyi dayatıyorlar, dünyanın en olağan şeyiymiş, buna doğuştan hakları varmış gibi pervasız hem de" ifadelerini kullanarak, "Medyada böyle savunulmayı ne Cumhurbaşkanı Erdoğan ne partisi ne de Türkiye hak ediyor oysa, içerdiği ima ve yakıştırmalar tümüne haksızlık. Olsa olsa bir iktidar nasıl savunulmaza örnek olur bunlar. Bir pabucu büyüğe okutsunlar derim kendilerini, bu akıl terazisi bu propaganda sıkletini çekmez zira" dedi.

Beki'nin Karar'daki yazısı (5 Aralık 2017) şöyle:

Demirel’in dillere destan demagojileriyle kafa bulan bir ironiydi. “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim diyen adam ne istiyor” denirdi.

Şimdi zamane demagogları kapladı ortalığı, gülünçleşmede rahmetliden el almışlar dersiniz...

Yeniyetme mugalatacılar diyorum onlara; Demirel abra kadabracılığının medyatik varisleri, laf kalabalığına getirip asıl meseleyi gözden kaybetme, çarpıtıp saptırarak arada kaynatma sanatının çırakları.

“FETÖ’yle mücadele varken başka mücadeleye gerek yok diyenler aslında ne diyor” cümlesine takla attıracak kadar ilerlettiler odak kaydırma işini.

“Emperyalizmle savaşırken milletten toplanan vergilerin doğru harcanıp harcanmadığını sormak vatana ihanettir diyenler neye ihanet ediyor” dedirtecek kadar abarttılar cerbezeye vurup kafa karıştırma gevezeliklerini.

New York’taki mahkeme tiyatrosunu tanımamak gibi haklı bir çağrıyı, Zarrab’ın saçtığı rüşvet iddialarını da hokus pokus yok hükmünde göstermeye çalışarak gölgeliyor, el çabukluğuyla güya göz boyuyorlar.

Eski bir hukuk terimi olan ‘keenlemyekün’, ağızlarından düşürmedikleri tılsımlı sözcük. Yerli de yersiz de kullanıyorlar sihirli güçlerini, ‘Yok hükmünde’dir deyince sanki kapanıyor üstü...

“FETÖ de hain darbe girişimlerine yolsuzlukla mücadele süsü vermişti. Öyleyse her yolsuzluk iddiası, her rüşvet suçlaması, vergi paralarının hesabını sorma kılıfına sokulmuş bir darbe girişimidir, FETÖ ağzıyla konuşmaktır, FETÖ yöntemleriyle saldırmaktır” düz mantığıyla yönetenlerden hesap sormayı gayrimeşrulaştırıp mahkum ediyorlar.

“Küresel emperyalizm diz çöktürmek istiyor, hedef Türkiye. Öyleyse ölüm kalım savaşı verirken devleti yönetenlerden bazı işlerin izahını istemek, emperyalizme maşa olmaktır, işgalcilerden yana olmaktır, düşmanı tutmaktır, operasyoncuları savunmaktır” gibi deli saçması akıl yürütmelerle göz açtırmıyor, serbest tartışmayı kriminalize edip sorgulamayı imkansızlaştırıyorlar.

DAHA NE İNCİLER NE İNCİLER

“FETÖ’den büyük yolsuzluk şebekesi mi, dolandırıcılık çetesi mi olur; FETÖ’yle mücadele ediliyor işte, daha ne yolsuzlukla mücadelesi” argümanından başlayın...

FETÖ’yle mücadele yolsuzlukla mücadelenin de yerine konuyor; biri olunca diğerine ihtiyaç ortadan kalkarmış, emperyalizme direniş başlayınca rüşvete direnç göstermeye gerek kalmazmış gibi...

Vatan savunması dolayısıyla şeffaflık rejiminin kapısına ‘meşgulüz’ tabelası asılıp kapatılabilirmiş sanki.

Mücadele tek cephede olurmuş, o görev de FETÖ’yle mücadeleye tahsis edildiğinden elde yolsuzluğa ayıracak mücadele lüzumu kalmamış sanki.

Hatta sanki anti-FETÖ’cülük ve anti-emperyalizm, dürüstçe yüzleşme talebini askıya almaya ruhsat veren bir işlev görüyormuş gibi.

Gözlerimizin içine baka baka, ‘savaş’ koşulları nedeniyle hesap sorma hakkından vazgeçmeyi dayatıyorlar, dünyanın en olağan şeyiymiş, buna doğuştan hakları varmış gibi pervasız hem de.

Medyada böyle savunulmayı ne Cumhurbaşkanı Erdoğan ne partisi ne de Türkiye hak ediyor oysa, içerdiği ima ve yakıştırmalar tümüne haksızlık. Olsa olsa bir iktidar nasıl savunulmaza örnek olur bunlar.

Bir pabucu büyüğe okutsunlar derim kendilerini, bu akıl terazisi bu propaganda sıkletini çekmez zira.

T24
ETİKETLER
erdoğan akif beki

İstanbul metroları finansal darboğazda
6 Aralık 2017



İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) geçen aylarda ihalesi yapılıp inşaatına başlanmış 6 metro hattı için borçlanma yetkisi almıştı.

Çiğdem Toker'in köşe yazısından alıntı:

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) geçen aylarda ihalesi yapılıp inşaatına başlanmış 6 metro hattı için borçlanma yetkisi almıştı.

İBB Meclisi, bu kararı, 925 milyon Avro ve sigorta primi kadar dış borçlanmaya ihtiyaç duyulduğuna dair rapor üzerine verdi. (Oyçokluğu ile)
Ekim ayının ilk yarısında gündeme gelen rapora göre, borçlanma ihtiyacı duyulan hatlar şunlar:

Kaynarca - Pendik-Tuzla, Çekmeköy- Sancaktepe-Sultanbeyli, Ümraniye- Ataşehir- Göztepe, Kirazlı- Halkalı, Başakşehir- Kayaşehir, Mahmutbey- Bahçeşehir.

6 metro hattının toplam ihale bedeli: 12 milyar 859 milyon 636 bin TL.

***
Son iki ayda, bu hatları ve ihalelerini üç ayrı yazıya konu ettik. Bu yılın mart ayında yapılan 5 metro ihalesinde, müteahhitlerin yaklaşık keşif bedelinin çok üzerinde teklif vermesine rağmen kamu zararına olarak sözleşmelerin imzalandığını, isim ve rakamlarla işledik. Beş ihalede bağıtlanan fazla teklif tutarı 1 milyar 193 milyon TL’ydi.
Bu ihalelere verilen teklifleri ve her bir metro hattı için İBB’nin borçlanmayı planladığı tutarı birlikte görelim:

Tabloda ihale bedelleri TL, borçlanma planı da doğal olarak Avro. Avro kurunu 4.6 TL’den dikkat alalım. Tabloya bu açıdan bakıldığında, İBB’nin her bir metro hattının ihale bedelinin yaklaşık üçte biri kadar borçlanacağını görebiliriz.

Ancak son günlerde, projelerin ciddi finansal darboğaz içinde olduğu konuluşuyor. İBB’nin 6 metro hattı için yetki aldığı borçlanma girişiminden henüz bir haber çıkmazken, metro inşaatlarında ciddi ödenek sıkıntısı çıktığı belirtiliyor.

Bu durumda başlamış olan metro inşaatları iptale gider mi bilinmez. Kesin olansa, müteahhitlere, bizlerin vergileri üzerinden bol keseden “zamlı” olarak dağıtılan bu ihalelerin, şimdi İBB’yi sıkıştırdığı.
Cumhuriyet

'Erdoğan'a en yakın isimler Londra'dan 10 ev birden alıyor'
6 Aralık 2017



İktidar yanlısı Sabah gazetesi yazarlarından Dilek Güngör'ün köşe yazısından alıntı: "Bu iktidar döneminde muteber olan, para kazanan, servetine servet katan, ihaleler alan işadamlarının Londra'da 10-12'şer tane ev satın aldığını hatta birbirlerini teşvik ettiğini duyuyorum. Kafalarının arkasında bir B planı yaptıklarını düşünmek istemiyorum."

Dilek Güngör'ün "Londra’yı mesken tutan işadamları!" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hafta sonu yurtdışına para kaçıran işadamları olduğunu belirtip "Bunlara izin vermeyin" deyince bir anda piyasa tanrısı harekete geçti.

Sanki hükümetin yurtdışına para çıkaran işadamlarıyla ilgili bir girişimde bulunacağı havası yaratılarak ekonomide kaos oluşturulmaya çalışıldı.

Erdoğan da ertesi gün çıkıp "Türkiye'de serbest piyasa ekonomisi uygulanıyor. Herkesin yurtdışına parasını çıkarma hakkı vardır" sözleriyle duruma açıklık getirdi.

Bana kalırsa, önemli bir konu uçlarda tartışıldığı için gerçeklerin üstü örtüldü. Erdoğan'ın neyi kastettiğini ve piyasanın nasıl algıladığını tam olarak bilemiyorum. Ancak işadamlarının 'son dönemdeki yurtdışı sevgisinin!' de tabu haline getirilip rafa kaldırılmasını doğru bulmuyorum.

Elbette şirketlerimizin yurtdışına gidip orada Türk bayrağını dalgalandırması, fabrikalar satın alıp, mağazalar açması Türkiye için gurur verici bir hadise...

Fakat...

Bir de yurtdışına bu saiklerle gittiğini düşünmediğim isimler var. Onlar bende kalsın. Şöyle söyleyeyim, bu iktidar döneminde muteber olan, para kazanan, servetine servet katan, ihaleler alan işadamlarının Londra'da 10-12'şer tane ev satın aldığını hatta birbirlerini teşvik ettiğini duyuyorum. Kafalarının arkasında bir B planı yaptıklarını düşünmek istemiyorum. Öyle olsaydı, hâlâ burada Cumhurbaşkanı'nın veya Başbakan'ın rutin programlarını kovalayıp, onların elini sıkmak için sıraya girmezlerdi herhalde...

Yarın birileri çıkıp "Ne var bunda adamlar gidip yurtdışından ev alamaz mı?" diyebilir. Alabilirler tabii ki... Ancak son dönemde sayıca artışlar olunca bu konuya dikkat çekmek istedim.
Patronlar Dünyası

Ankara'dan Macaristan’a giden halk oyunları ekibi iltica etti!
5 Aralık 2017



Daha önce Küba ve İran gibi ülkelerden uluslararası spor ve sanat festivallerine giden ekipler, gittikleri ülkeye iltica ederdi. Türkiye'de ilk kez yaşandı!
Türkiye de ilk kez yaşandı! Ankara dan Macaristan’a giden halk oyunları ekibi iltica etti!

Halk oyunları yarışması için Macaristan'a giden 16 kişilik ekipten 11'i iltica etti. Türkiye'ye sadece 5 kişi döndü. Tüm ekibin lisanslarının yeni çıkarıldığı ve Macaristan'a gri pasaport ile çıktıkları öğrenildi.

Ankara Kent Çocuk ve Gençlik Halk Dansları Topluluğu Derneği kafilesi Kasım ayında Macaristan’da yapılan bir organizasyona katıldı. Ancak yaş ortalaması 20’nin üzerinde olan ve yeni lisans çıkardıkları öğrenilen 16 kişilik kafileden 11 kişinin Macaristan’a iltica ettikleri ortaya çıktı.

Patronlar Dünyası

Türkiye'deki krizin merkezindeki Bellway kapatılıyor mu?
4 Aralık 2017



1 Ağustos 2011 tarihinde görülen şirketin, sadece bahsi geçen para aktarma işlemlerini yaptığı için açıldığına dair ciddi bir kuşku bulunuyor...

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun belgelerini açıkladığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakınlarının "para aktarmasıyla" gündeme gelen Bellway Limited'in, Man Adası resmi sitesinden bilgilerine ulaşmak mümkün.
1 Ağustos 2011 tarihinde görülen şirketin, sadece bahsi geçen para aktarma işlemlerini yaptığı için açıldığına dair ciddi bir kuşku bulunuyor.
Kılıçdaroğlu, 'hodri meydan' diyen Erdoğan'a banka dekontlarını gösterdi
Firmanın bilgilerini Man Adası resmi internet sitesinden araştırdığınızda, şirketin açık (live) olduğu belirtilmekle birlikte, şirket için kayıtlı değil ("This company is in default: No Registered Agent") bilgisi de paylaşılmış.
Kısa süre önce, aynı resmi sitede şirketin tasfiye edileceği yazıyordu.
Özetle...
Türkiye'deki krizin merkezindeki Bellway'in kapatılacağı anlaşılıyor.
Milyonlarca liranın merkezindeki şirket neden kapanıyor ya da kapatılıyor, herhalde Türkiye önümüzdeki günlerde bunu da tartışacak.
İşte şirketin tasfiye edileceğine dair bilginin yer aldığı, Kasım sonundaki ekran görüntüsü:



OdaTV

Erdoğan'a MİT tarafından verilen Zarrab belgeleri ortaya çıktı
05-12-2017

[img]http://ilerihaber.org/images/userfiles/iste-erdogana-mit-tarafindan-verilen-zarrab-belgeleri.jp[/img]g

CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nun bugünkü konuşmasında bahsettiği, Erdoğan'a Reza Zarrab hakkında MİT tarafından bırakılan 3 sayfalık bilgi notu paylaşıldı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara Arena'da düzenlenen CHP Grup Toplantısı'nda bahsettiği MİT belgeleri paylaşıldı.

Kılıçdaroğlu Reza Zarrab hakkındaki belgelerin Erdoğan'a, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından 9 ay önce, 18 Nisan 2013 tarihinde MİT tarafından verildiğini belirtti. Belgelerde, "ambargoya rağmen Zarrab'ın ABD tarafından yasaklı kişiler listesine dahil edileceği, Ebru Gündeş ile dikkatleri üzerine çeken Zarrab'ın Muammer Güler ve Zafer Çağlayan'la ilişkisinin ortaya çıkması halinde hükümete zarar verebileceği" ifadeleri yer alıyor.

İşte o belgeler: http://ilerihaber.org/icerik/erdogana-mit-tarafindan-verilen-zarrab-belgeleri-ortaya-cikti-79623.html

İmam hatip ortaokulu müdürü Cumhurbaşkanı'na hakaretten gözaltına alındı
04 Aralık 2017

Kütahya’da imam hatip ortaokulu müdürü A.Ş., otomobiliyle hız sınırını aştığı gerekçesiyle kendisine ceza kesen trafik polisleriyle tartıştı. Tartışma sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği öne sürülen A.Ş., gözaltına alındı.

Hukuki Haber

06 Aralık 2017 Çarşamba 18:39
Melih Gökçek borç batağında bir belediye bıraktı! Maaşlar ödenemeyecekti!
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna, Melih Gökçek'ten adeta enkaz devraldı. Kasa durumu sıkıntılı. Belediye, bankalara, piyasaya, müteahhitlere, SGK'ye vergi dairesine borçlu. ASKİ borç vermese personel maaşları ödenemeyecek.

Melih Gökçek borç batağında bir belediye bıraktı: Maaşlar ödenemeyecekti!



ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden istifa eden Melih Gökçek'in yeni Başkan Mustafa Tuna'ya belediyeyi uçan kuşa borçlu olarak bıraktığı ortaya çıktı. Tuna, ASKİ'den destek alarak personel maaşlarını ancak ödeyebildi.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna’yla görüşen Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat, "Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na geldi ve gördü ki; kasa durumu sıkıntılı. Belediye, bankalara borçlu. Piyasaya borçlu, müteahhitlere borçlu. Sigorta ve vergi borçları birikmiş" dedi.
DONAT'TAN MELİH GÖKÇEK'E İĞNELEMELER
Mustafa Tuna’nın görevi gelişinin üzerinden bir ay geçtiğini belirten Yavuz Donat, “Bu bir ay içinde Mustafa Tuna hiçbir TV'de canlı yayına çıkmadı. Kimseyle kavga etmedi, polemiğe girmedi. Eşi Peykan Hanım bir kez olsun onu makamında ziyarete gelmedi. Doktor ablası... İkisi mühendis, biri mimar, biri doktor olan dört abisi... Belediyenin önünden geçmedi. Kimseye önyargılı yaklaşmadı... Ortak aklı kendisine rehber edindi. Bunlar çok mu önemli derseniz... Bizce evet” diye yazdı.
SİNCAN'I KASADA MİLYONLARLA TESLİM ETTİ
Belediyeyle ilgili Tuna’dan aldığı bilgileri paylaşan Yavuz Donat şu ifadeleri kullandı:
- Mustafa Tuna Sincan Belediye Başkanlığı'nı bırakırken... Sincan Belediyesi'nin kasasında (Ziraat Bankası'nda) 105 milyon lirası vardı. Vadesi gelmemiş borcu 3.5 milyon liraydı. Maaş ödemek gibi bir sorunu ise... Hiç olmadı."
BÜYÜKŞEHİR'İ BORÇ BATAĞINDA TESLİM ALDI
- Mustafa Tuna, Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na geldi ve gördü ki... ‘Kasa durumu sıkıntılı.’ Belediye... Bankalara borçlu. Piyasaya borçlu... Müteahhitlere borçlu. Sigorta ve vergi borçları birikmiş... ‘Yapılandırma’ durumunda.
ASKİ OLMASA PERSONEL MAAŞLARI ÖDENEMEYECEK!
- Büyükşehir Belediyesi, personel maaşlarını ASKİ'den (Ankara Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi) destek alarak ödeyebildi. Mustafa Tuna'nın ‘Kaynak arayışı sürüyor.
Haberhergün

Eski AKP'li vekil: Trump’tan önce AKP, Kudüs’ü 'İsrail'in başkenti' olarak tanıdı
07 Aralık 2017



Erdoğan, Trump'ın Kudüs açıklaması sonrası, "Kudüs, Müslümanların kırmızı çizgidisidir" demişti


AKP’li eski vekil Ahmet Faruk Ünsal, ABD'nin "Kudüs'ü resmi olarak İsrail'in başkenti olarak saydığı" kararı sonrası Mavi Marmara anlaşmasında "Kudüs'te imzalanmıştır" ibaresi olduğunu hatırlatarak "Trump'tan önce AKP Kudüs'ü tanıdı" dedi.

ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisini gerçekçi bulmayan AKP’li eski vekil Ünsal, Mavi Marmara olayını hatırlattı. “Bununla fiili olarak AKP hükümeti Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı” diyen Ünsal, Darbeden 15 gün önce, bu anlaşmayı neden Kudüs’te imzaladınız?” diye sordu.

ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan ederek, ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararını açıkladı. Karara en sert tepki AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından gelmişti. Erdoğan, Kudüs’ü "Müslüman aleminin kırmızı çizgisi" olarak belirtmiş ve ardından bugün Atina'ya gitmeden önce yaptığı açıklamada çarşamba günü İstanbul'da İslam İşbirliği Teşkilatını toplantıya çağıracağını açıkladı.

"AKP İsrail ile Kudüs'te anlaştı"

Mezapotamya Ajansı'nın haberine göre Erdoğan’ın açıklamaları sonrası, daha önce İsrail’le yaşanan Mavi Marmara sürecini hatırlatan AKP’li eski Milletvekili Ahmet Faruk Ünsal, AKP’nin Trump’tan önce bu Kudüs’ü İsrail’in başkenti yaptığını söyledi. Ünsal, şunalrı kaydetti:

“Kudüs’ün bütün Müslümanlar açısından ne kadar önemli olduğunu Erdoğan’ın söylemesine ihtiyaç yok. Kudüs elbette bütün Müslümanlar açısından son derece önemlidir. Ama AKP’nin geçmişte Mavi Marmara davasında İsrail’in katliamlarını dokunulmazlık zırhı ile meşrulaştıran bir tavır içerisinde girmesi ve bütün meclisi bu cinayetleri örtmek için peşine takması büyük bir çelişkidir. Mavi Marmara anlaşmasının altında bu ‘anlaşma Kudüs’te imzalanmıştır’ diye yazıyor. Darbeden 15 gün önce, bu anlaşmayı neden Kudüs’te imzaladınız?”

Erdoğan’ın Kudüs tepkisini de içerideki politik sıkışmışlığı aşma girişimi olarak tanımlayan ve “Politik olarak içeride sıkışmış bir siyasi hareketin 2016 Haziran’ında Kudüs’ün başkent olduğunu zımni olarak kabul etti” savunmasında bulunan Ünsal, Kudüs’ün çatışma merkezi olmaktan çıkarmak için özel bir statü ile yönetilmesi gerektiğini söyledi.

Ünsal, şunları söyledi:

“Kudüs sadece Müslümanlar ve Yahudiler için değil, Hıristiyanlar içinde önemli bir şehir. Kudüs’ün bütün dinlerin ortak yönetimi ile yönetilmesi gerekiyor. Bu herkes için gereklidir. Esasında tarihte de böyle olmuş. Kudüs kent konseyi değişik kesimlerden Kudüs’ü yönetmişler. Kudüs böyle bir konsey tarafından yönetilirse Kudüs sorunu yatışmış olur.”

Tazminat ile kapatıldı

İHH İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi'nin organizasyonuyla İsrail ablukasındaki Gazze'ye yardım malzemeleri götürmek üzere 31 Mayıs 2010 tarihinde yola çıkan Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin müdahalesi sonucu 9 kişi hayatını kaybetmişti. O dönem İsrail'le “savaşın eşiğine geldiği yönünde” demeçler veren Türkiye, “Tazminat ödenmesi, özür dilenmesi ve Gazze ambargosunun” kaldırılmasına bağladığı anlaşma koşullarından “tazminat” hariç hiçbiri yerine gelmeden geri adım attı ve bütün iddialarından vazgeçti. İsrail’i yetkililer hakkında açılan davalar düşürüldü ve TBMM’de AKP çoğunluğuyla suçlamalar aklandı. Erdoğan yönetimi ile İsrail arasında konuya ilişkin imzalanan 6 maddelik anlaşma 28 Haziran 2016 tarihinde yani darbe girişiminden yaklaşık 15 gün önce imzalandı. Türkiye adına Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, İsrail Dışişleri Müsteşarı Dore Gold arasında imzalanan bu anlaşma da, İsrail’in başkenti Telaviv’de değil statüsü tartışmalı olan ve Erdoğan’ın şimdi tepki gösterdiği Kudüs’te imzalandı. Bu anlaşma, AKP’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması olarak yorumladı.

T24
ETİKETLER
erdoğan kudüs ahmet faruk Ünsal mavi marmara anlaşması kudüste imzalanmıştır trumptan önce akp kudüsü tanıdı

CHP’li Erdem: İsrail ile yapılan anlaşmalarda Tel Aviv yerine Kudüs yazılmasına neden izin verildi?
07 Aralık 2017



“Uluslararası anlaşmalarda başkentler yazılır, teamüller böyledir”

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, “Kudüs’ün Filistin’in başkenti olmasının” Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la aynı fikirde oldukları ender konulardan biri olduğunu belirterek, neden İsrail’le imzalanan antlaşmalarda İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ün kabul edildiğini sordu.

TBMM’deki torba yasa görüşmelerinde grubu adına söz alan CHP İstanbul Milletvekili Erdem, “Kudüs, siyasi iktidara göre Filistin’in başkentidir, Filistin’in başkenti olmalıdır. Ancak İsrail ile Türkiye arasında yapılan ikili anlaşmalar var. Bu anlaşmalarda, usul açısından anlaşma tanzim edildiği zaman anlaşma metni içerisine nerede imzalanırsa imzalansın iki ülkenin başkentleri yazılır. Mavi Marmara Anlaşması’na gelin beraber bakalım, bizim Dışişlerimiz İsrail’in başkenti olarak nereyi görüyormuş, beraber okuyalım: ‘Bu anlaşma, Ankara ve Kudüs’te 28 Haziran 2016 tarihinde her biri eşit derecede geçerli Türkçe, İbranice ve İngilizce dillerinde ikişer nüsha hâlinde akdedilmiştir’ diyor” ifadelerini kullandı.

“İktidar Tel Aviv yerine neden Kudüs yazıldığını bilemeyecek kadar ön görüden yoksundur”

Devletler arası antlaşmalarda teamül gereği devletlerin başkentlerinin isimlerinin zikredildiğini belirten Erdem, zikredilir. Uluslararası anlaşmalarda teamül böyledir. AKP, İsrail’le yaptığı bütün anlaşmaları Tel-Aviv yerine Kudüs’te imzalamıştır, bu çelişki değil midir?. İktidara çok basit bir soru soruyorum: Neden Tel Aviv değil de Kudüs? Uluslararası anlaşmalarda başkentler yazılır, teamüller böyledir. Bu iktidar Tel Aviv yerine neden Kudüs yazıldığını bilemeyecek kadar ön görüden yoksundur” diye konuştu.

Eski AKP Milletvekili Ahmet Faruk Ünsal da Erdem’le aynı konuya dikkat çekerek, Mavi Marmara anlaşmasında "Kudüs'te imzalanmıştır" ibaresi olduğunu hatırlatarak "Trump'tan önce AKP Kudüs'ü tanıdı" yorumunda bulunmuştu.

T24
ETİKETLER
eren erdem chp akp israil kudüs tel aviv

Siyonistler Kudüs duvarına ABD ve İsrail bayrağı yansıttı!..
06 Aralık 2017



ABD Başkanı Trump'ın Kudüs kararı Siyonistleri sevince boğdu!İsrailliler, Kudüs'ün surlarına lazerle ABD ve İsrail bayrağı yansıttı!


ABD Başkanı Donald Trump'ın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararına tepkiler devam ederken, İsrailliler skandal bir harekette bulundu.

SURLARDA İSRAİL BAYRAĞI

ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'le ilgili resmi açıklamayı yaptığı sırada İsrailliler, Kudüs'te surlara ABD ve İsrail bayrağını yansıttı.
Haber Fedai

Ahmet Hakan'dan AKP'ye '7 tane okkalı Reza sorusu'
07.12.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Reza Zarrab ile ilgili 'bomba gibi'dediği 7 soruyu AKP hükümetine yöneltti.Ahmet Hakan'ın ABD'deki dava başladığı günden itibaren her yazısında tepki gösterdiği Reza Zarrab
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Arl 07, 2017 10:27 pm    Mesaj konusu: Ahmet Hakan'dan AKP'ye '7 tane okkalı Reza sorusu Alıntıyla Cevap Gönder

Cumhuriyet yazarı: Dünya egemenleri Abdullah Gül’ü başımıza getirmeyi düşünüyorlar
09 Aralık 2017



"Biri gidecek, öbürü gelecek"

Cumhuriyet yazarı Işık Kansu isim vermeden "dünya egemenlerinin" Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın değişmesini istediklerini yazdı. Kansu, "Gelişmeler gösteriyor ki, başımızdakileri getirenler götürmeye kararlı. Götürürken de bir başkasını getirme peşindeler" diyerek, "Dünya egemenleri Abdullah Gül’ü düşünüyorlarmış" ifadesini kullandı.

Kansu'nun "Süpermen" başlığıyla (9 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Adam, karısını aldatmış, gece yarısı eve süzülmüş. Çaktırmadan pijamasını giyip yatağına girmek üzereyken karısı uyanmış, “Ooo Süpermen hoş geldin” demiş.
Adam, zeytinyağı gibi üste çıkmak için “Nereden çıkardın, Süpermen’i filan” diyecek olmuş, karısı yapıştırmış yanıtı:
“Donunu pantolonun üstüne giyen Süpermen’den başkası olamaz ki…”
Günlük yaşamda da aldatma çabalarına her gün hep birlikte tanık oluyoruz:
Milyon dolarlık belge bulunur. Yok, sahte.
Milyon dolarlık rüşvet açıklanır. Yok, uydurma.
Yalanlar yakalanır. Yok, demedim.
Yolsuzluk dosyaları açılır. Yok, kumpas.
Bizim memleket fıkra gibidir. Elini sallasan Süpermen’e çarpar.

(..)

Devran

Gelişmeler gösteriyor ki, başımızdakileri getirenler götürmeye kararlı.
Götürürken de bir başkasını getirme peşindeler.
Dünya egemenleri Abdullah Gül’ü düşünüyorlarmış.
Biri gidecek, öbürü gelecek, devran dönecek!
T24

Ahmet Hakan'dan AKP'ye '7 tane okkalı Reza sorusu'
07.12.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Reza Zarrab ile ilgili 'bomba gibi'dediği 7 soruyu AKP hükümetine yöneltti.Ahmet Hakan'ın ABD'deki dava başladığı günden itibaren her yazısında tepki gösterdiği Reza Zarrab'a bugünkü köşesinde de yer verdi. 7 bomba soru dediği soruları hükümete yöneltti. Hakan'ın bugünkü yazısı şöyle:

 -  SORU BİR: Reza olmadan İran’la ticaret yapılamıyor muydu? Nereden buldunuz bu herifi?*
- SORU İKİ: Bu Reza denilen şahıs sağa sola rüşvet dağıtırken alayınız uyuyor muydu?*- SORU ÜÇ: Reza’yı hiç değilse dağıttığı rüşvetler nedeniyle yargılamak mümkün değil mi?*
- SORU DÖRT: Hadi diyelim ki yargılamadınız... Hiç değilse koskoca iki bakan bu sahtekâra nasıl oldu da ödül verdi?*
- SORU BEŞ: MİT, henüz Reza’nın rezaletleri ortaya çıkmamışken hepinizi uyarmış. Niye tınmadınız?*
- SORU ALTI: Sağlam ayakkabı olmadığı gözlerinin dört dönmesinden belli olan Reza’yı nasıl oldu da elinizden kaçırdınız?*
- SORU YEDİ: Reza sahtekârının ABD ile anlaşacağını nasıl oldu da son ana kadar öğrenemediniz? Nerede bu devlet? 

KANAL D HABER’DE ZAFER ÇAĞLAYAN’A ŞÖYLE SESLENDİM

DEDİM Kİ:
Sayın Zafer Çağlayan...
Kendinize ayetle seslenmişsiniz.
Demişsiniz ki: Üzülme! Allah bizimledir.
Sayın Zafer Çağlayan...
Hem Allah hem de 45–50 milyon Euro sizinle birlikte olmaz, olamaz.
Birinden birini seçmek zorundasınız.
Ya 45-50 milyon Euro’yu seçip Allah’ı bu işlere karıştırmayacaksınız.
Ya da Allah’a sığınmayı seçip 45–50 milyon Euro konusunda hepimizi ikna edecek bir açıklama yapacaksanız.
Başka türlü olmaz.
Çünkü “Allah” ile “45-50 milyon Euro” yan yana ve bir arada durmaz, duramaz.
Evet.
Aynen böyle dedim.
*Sonuçta ne mi oldu?
Hiçbir şey.Zafer Bey’den yine tek bir kelime bile gelmedi.
Oysa kaç gündür bekliyoruz bir açıklama yapmasını. 

HAKARET DAVASI AÇIYORSANIZ“

KEMAL Kılıçdaroğlu bize hakaret etti” diye mahkemeye koşup dava açıyorsanız...
Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret etmemeniz gerekir.- Hem Kemal Kılıçdaroğlu’na en ağır sözlerle yüklenmek...- Hem de “Kemal Kılıçdaroğlu bize hakaret etti” diye mahkemeye koşmak...
Olmuyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerine mislinin de üzerinde cevap verdikten sonra...
Mahkemeye koşulmaz.

Yazının tamamı için tıklayın: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/yedi-adet-bomba-gibi-reza-sorusu-40670244 

4.5 MİLYAR DOLARI KİMLER PAYLAŞTI?
Orhan Uğuroğlu
07.12.2017



Reza Zarrab davası Amerika’da sürerken Türkiye’de çok önemli iki soru yanıt bekliyor.

Birincisi İran’a 2012 yılında yapılan 11 Milyar dolarlık hayali İhracatın %18’i olan 1 Milyar 980 Milyon doları kimler aldı?
İkincisi İran’a gönderilmeyen 2 Milyar 500 milyon doları kimler aldı? Toplamda ise 4 Milyar 480 Milyon doları kimler paylaştı?
Ambargoyu bir kenara şimdilik bırakalım.
Sadece Türkiye’nin İran’dan 2012 yılında yaptığı toplamı 11 Milyar dolar olarak resmen açıklanan doğalgaz ve petrol ithalatına bakalım.
Bu 11 Milyar doların İran’a ödenmesi Amerika ve Birleşmiş Milletler tarafından konulan ambargo nedeniyle yapılamıyor ve Halkbank’ta açılan bir hesaba yatırılıyor.İran’ın parasını nakit olarak değil ancak mal olarak almasına izin veriyor ambargo kuralları.
Reza Zarrab’ın şirketleri ve bazı şirketler İran’a altın, gıda, giysi gibi ürünleri ihraç ettiler ve paralarını Halkbank’tan aldılar.
Mevcut yasalara göre yapılan 11 milyar dolarlık toplam ihracatın yüzde 18’i olan 1 Milyar 980 Milyon dolar bu şirketlere KDV iadesi olarak ödendi.“Bundan anormal bir şey yok” demeyin hemen çünkü Zarrab Amerika’da, “fiili olarak gıda ve ürün göndermiyorduk” dedi.
Zarrab, “Gemilere gıda yüklenirken muayene belgesini almıyorduk” dedi ve Yargıç, “Neden almıyordunuz” diye sorunca da, “Ortada herhangi bir ürün yoktu” diye yanıt verdi.
Gıda ihracatı yapan şirketler yasa gereği Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının il müdürlüklerinden “muayene belgesi” almak zorundalar.Ancak ortada gıda ya da ürün olmadığını Zarrab açıkladığına göre ortaya çıkan hukuki sonuç

HAYALİ İHRACATTIR.

Devletin 1 Milyar 980 Milyon dolarlık KDV iadesinden Zarrab’ın şirketleri yaptıkları hayali ihracat karşılığı ne kadarını aldı?Gümrük ve Ticaret Bakanlığı başmüfettişliğinden emekli olan uzmana, “bu hayali ihracat nasıl yapıldı?” diye sordum.
Anlattıklarını özetliyorum.
Zarrab’ın şirketlerinin İstanbul Ambarlı’dan gemiler, Halkalı’dan TIR’lar ve Yeşilköy’den uçaklarla yaptığı ihracatın toplam miktarı Gümrük Beyannamelerinden bellidir.
Gümrük başmüfettişleri hemen bu belgelere el koymalı ve hayali ihracata dayalı olarak ödenen % 18 KDV’nin tahsili için yasal işlem başlatılmalıdır.
Bu hayali ihracatın Gümrük Beyannamelerini onaylanan sorumlular hakkında yasal işlem yapılmalıdır.

İRAN’IN 2,5 MİLYAR DOLARI

Gelelim İran devletinin resmen açıkladığı kayıp 2 Milyar 500 Milyon dolara.Türkiye’ye sadece 2012 yılında 11 milyar dolar tutarında doğalgaz ve petrol satan İran’a Türkiye’de hayali ya da gerçek sadece 8 milyar 500 milyon dolar ödenmiş.Yani 2 Milyar 500 Milyon doların hesabını Babek Zencani’ye İran’da yargılanırken hâkim sorunca, “Türkiye’deki ortağımda” yanıtını verdi.
Amerika’daki hâkim, “Zencani ortağın mıydı?” diye sorunca Zarrab, “hayır ama birlikte ticaret yaptık” yanıtını verdi.
Şimdi bu iki resmi ifadeyi bakınca anlaşılıyor ki bu 2,5 milyar dolar da Türkiye’de kalmış.
KDV iadesinden 1 milyar 980 milyon dolar, İran’a gönderilmeyen 2 milyar 5 milyon dolar olmak üzere toplamda 4 milyar 480 milyon doları kimler paylaştı?
Türkiye’de AKP Hükümeti de, muhalefet de Cumhuriyet Savcıları da derhal bu paraların da hayali ihracata onay verenlerin de İran’ın parasını hortumlayanların da peşine düşmelidirler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan özetle, “…
Cambaza bak” diyor.
Ben de diyorum ki, haydi Türkiye cambazlara değil hırsızlara bak…
Kaynak: Gerçek Gündem

Döngü: AKP ‘Man belgeleri’ni yalanlamak için ‘sahte’ dediği CHP belgelerini kullandı
08/12/2017



AKP Tanıtım ve Medya Başkanlığı’nın ‘Man belgeleri’ni yalanlamak için hazırladığı 17 sayfalık broşürde, ‘gerçek belge’ olarak parti yetkilileri tarafından ‘sahte’ diye nitelenen CHP’nin açıkladığı belgeyi kullandı.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın yakınlarının bir vergi cennetindeki şirkete gönderdiği paralara ilişkin dekontları göstermişti Fotoğraf: DHA
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü ve eski özel kalem müdürünün vergi cennetinde Man Adası’ndaki Bellway adlı şirkete 2011 yılında gönderdiği 15 milyon doları tek tek sıraladıktan sonra swift mesajlarını ve dekontlarını göstermişti.

Hükümet iddiaların ‘yalan’, belgelerin de ‘sahte’ olduğunu öne sürüp Kılıçdaroğlu’nu istifaya davet etmiş, Erdoğan da CHP liderine ağır ifadelerle yüklenerek tazminat davası açmıştı.

HDP ve CHP’nin Meclis araştırma için sunduğu önergeler AKP oylarıyla reddedilmiş, CHP belgeleri basına dağıtmıştı.

‘FETÖ ayarlı canlı bomba’

AKP Tanıtım ve Medya Başkanlığı, ‘ABD’deki dava ve CHP’nin asılsız iddialarına ilişkin bilgi dosyası’ başlığıyla 17 sayfalık broşür hazırladı.

Broşürün Man Adası belgeleriyle ilgili bölümünde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için ‘FETÖ ayarlı canlı bomba’ ifadesi kullanıldı.

‘Bazı Twitter hesapları’ açıklanmadı

Cumhuriyet’ten Emine Kaplan’ın haberine göre broşürde ‘gerçek belge’ olarak yine ‘sahte’ denilen CHP’nin açıkladığı belge kullanıldı.

Para transferini yapan Bellway Limited’in Türkiye’de kurulan bir şirket olduğu ileri sürülen broşürde yer alan gerçek belgede, şirketin adresi İngiltere olarak görünüyor.

Broşürde, “Aynı gün sosyal medyadaki bazı Twitter hesapları bu konuyla ilgili gerçek belgeleri paylaştı. Böylece FETÖ’nün Kılıçdaroğlu’nun eline tutuşturduğu belgelerin sahte olduğu anlaşıldı” denildi.

Ancak ‘gerçek belge’ olarak nitelendirilen belgenin hangi Twitter kullanıcısı tarafından paylaşıldığı, resmi bir yetkili olup olmadığı açıklanmadı.

Tek fark karartma

AKP’nin broşürde yer verdiği Man Adası’yla ilgili iki sayfalık belge, CHP’nin basına dağıttığı ve internet sitesinden açıkladığı belgeler arasında yer alıyor. Tek fark ise, CHP’ninkinden farklı olarak ‘Mustafa Erdoğan’ adının olduğu bölümün karartılmış olması.

Broşürde, “Gerçek belgelerde para transferlerinin iki Türk bankası olan Türkiye Halk Bankası ile Albaraka Türk arasında gerçekleştiği anlaşıldı. Transferi yapan şirket ise Türkiye’de kurulan Bellway Limited” denildi.

Adres İngiltere

Ancak broşürdeki iki belgede, Bellway Limited’in adresi ‘First Floor Jubilee Buildings Victo 9999- İngiltere-GB’ olarak kaydedildi. CHP’nin ‘para önce yurtdışına çıkıyor sonra Türkiye’ye dönüyor’ iddiasında bulunduğu kaydedilen broşürde, gerçeğin ise ‘Transfer dolar cinsinden olduğu için dolar para biriminin otoritesi de ABD bankaları olduğu için transfer onayı ABD’den alınıyor’ diye belirtildi.
Diken

MHP: Rüşvet alanların da mal varlığına el konulsun
8 Aralık 2017



İtirafçı Reza Zarrab’ın mal varlığına el konulmasının ardından, MHP’den de eski bakanlar için Yüce Divan önerisi geldi.

İtirafçı Reza Zarrab’ın mal varlığına el konulmasının ardından, MHP’den de eski bakanlar için Yüce Divan önerisi geldi.

MHP Kahramanmaraş Milletvekili Fahrettin Oğuz Tor, Zarrab'tan rüşvet alanların da malvarlığına el konmasını ve yargılanmalarını istedi.

Tor, Meclis'te yaptığı açıklamada Zarrab'ın malvarlığına el konulmasının doğru bir karar olduğunu belirterek “Hükümetin rüşvet alanların Türkiye'de yargılanmasının önünü açması gerekir. Bir an önce rüşvet alanların da yargılanmasına başlanmalı” dedi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da Zarrab ile rüşvet ilişkisi olduğu öne sürülen eski bakanlar hakkında Yüce Divan istemli, Meclis Soruşturma Komisyonu kurulmasını istemişti.
Sözcü

Etyen Mahçupyan: Rüşvet alan bakanların yargılanmasını kim engelledi?
06 Aralık 2017



Karar'da yazan akademisyen Etyen Mahçupyan, ABD'de devam eden Sarraf Davasını yorumlarken "Hem ABD’nin ‘düşman’ olduğuna inanmak hem de onun eline koz vermek size akıllıca geliyor mu?" diye sordu.
Etyen Mahçupyan'ın "ABD'ye koz verince" başlıklığıyla dünkü Karar'da (5 Aralık 2017) yer alan yazının bir bölümü şöyle:

"Rüşvet konusu bizler için hiç de yeni veya şaşırtıcı değil. Türkiye kamuoyu günlerce bununla meşgul oldu, AK Parti içinde ‘temizlenme’ yönünde bir talep oluştu ve 2015 sonunda Davutoğlu olayla ilişkili bakanların Yüce Divan’da yargılanmalarına ‘evet’ dedi. Ne var ki o dönemde Erdoğan, ardından yaşanabilecek gelişmeleri tehlikeli gördüğü için, diğer deyişle hükümetin ve kendisinin yıpratılması ihtimaline karşı bu yargılanmayı engelledi.

Belki de konunun bir daha gündeme gelmeyeceği, üzerinin kapatılıp gidileceği sanıldı. Ya da AK Parti iktidarda kaldığı sürece, zaten bu rüşvet skandalının iktidar aleyhine kullanılma yolunun açılmayacağı varsayıldı. Ama belki bunlar bile düşünülmedi… O an zararlı gözüken bir ihtimalden sakınılma dürtüsü ile davranıldı ve akabinde olabilecekler ortaya çıktıklarında ele alınmak üzere kenara kondu.

Oysa 2015 sonu AK Parti’nin maddi ve manevi gücünün en üstte olduğu anlardan biriydi. 2015 Haziran’ındaki sendelemeden sonra, rakiplerin bariz yanlışları ve Erdoğan’ın sahaya inmemesi sayesinde AK Parti yeniden yüzde 50’yi yakalamıştı. Demokratik inşa döneminin başlatılması için hiçbir engel olmadığı gibi, tabanda büyük bir özgüven ve yapıcı enerji doğmuştu. AK Parti bu büyük potansiyele güvenerek kendi içini temizleyebilir, yolsuzluklarla ve yolsuzlarla yüzleşebilir, bir anlamda yeniden doğabilirdi.

Ama hepimizin bildiği üzere tam aksi yapıldı… Demokratik inşadan otoriter savunmacılığa kayılırken, partinin oyunu yüzde yirmi yükselten ve seçimin net bir puan farkıyla kazanılmasında büyük payı olan Davutoğlu tasfiye edildi, parti içinde yüzleşmeden kaçınıldı ve yolsuzlukların yüküyle yola devam edildi.

*

Bugün ABD’de açılmış olan davayı ‘siyasi’ olarak mahkum edebiliriz. ABD’nin bu dava üzerinden Erdoğan ve hükümet üzerinde manipülatif bir atmosfer kurmaya çalıştığını da haklı olarak öne sürebiliriz. İyi de, biz kendimizi yolsuzluklar açısından kırılgan bıraktığımız sürece, başka devletlerin bundan yararlanmasını niye yadırgıyoruz ki? Hele dış politikada ABD stratejisinin karşısında konumlanmayı seçiyorsak, ona kolumuzu kaptırtmamayı da düşünmek gerekmez mi? Hem ABD’nin ‘düşman’ olduğuna inanmak hem de onun eline koz vermek size akıllıca geliyor mu?
Yeni Asya

Sözcü yazarı: AKP iyi bir fırsatı kaçırdı, inanın bütün gücümüzle destek verir, arkasında dururduk
09 Aralık 2017



"ABD yargısı, Türkiye'de bizim bildiklerimizin çok az bir bölümünü biliyor"

Sözcü yazarı Emin Çölaşan, "AKP, Reza Zarrab'ın ABD'de yargılanmasını değerlendirdi. Çölaşan, "Keşke yılın ihracat rekortmeni hayırsever iş adamına (!) sahip çıkmasa, yaptıklarına göz yummasa ve Türkiye'de dibine kadar hesap vermesini sağlasaydı, inanın bütün gücümüzle destek verir, AKP'nin arkasında dururduk" ifadesini kullandı.

"İyi bir fırsatı kaçırdılar" diyen Çölaşan'ınn "Bu işin ardında başka şeyler var" başlğıyla (9 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Sevgili okurlarım adını bile doğru dürüst bilmediğimiz bir şahsın ABD mahkemesinde yargılanması devam ediyor.
Rıza, Reza, Sarraf, Zarrab vesaire!..
Bu şahıs Türkiye'de çok önemli (!) olaylara imza attı ama ne yazık ki siyasi iktidarın koruması altında idi.
2013 yılında kısa süre tutuklu kaldıktan sonra salıverildi…
Kendisinden hesap sorulmadı…
Ve marifetlerini aynen sürdürdü!
“Marifet (!)” derken dünya çapında önemli işler yapıyor, İran'a uygulanan ABD ambargosunu
kendi cingöz kafasıyla bulduğu yöntemlerle deliyor, kedinin fareyle oynadığı gibi milyarlarca dolarla oynuyordu.
Türkiye'deki yaşamı derseniz, tek kelime ile muhteşemdi.
Krallar gibi yaşıyordu.

* * *

Hükümet üyesi bazı Bakan Bey'lere büyük rüşvetler verdiğini kendisi ABD mahkemesinde itiraf etmek zorunda kaldı.
Bunu Türkiye'de bizler de biliyorduk çünkü bazı kimselerle yaptığı telefon konuşmaları polis tarafından dinlenmiş ve her şey açığa çıkmıştı.
Ancak işin en önemli boyutu, bu skandalın peşinde ABD' de vardı…

* * *

Ve Rıza günün birinde durup dururken karısı Ebru Gündeş'i ve kızını da alıp ABD'ye gitti.
Onun gibi bir uyanığın böyle bir şey yapacağını, böyle bir hata işleyeceğini hiç kimse düşünemezdi ama oldu.
Tutuklanacağını bile bile gitti.
Bu gidişin arkasında başka şeyler var.
Ama ne?

* * *

Bu şahıs bu kadar saf mı, basireti mi bağlandı, kendisine büyü mü yapıldı, bazı bilinmeyen güçler tarafından hipnotize mi edildi, aklını peynir ekmekle mi yedi, kaldırımda yürürken kafasına inşaattan saksı mı düştü!..
Şakası bir yana, niçin gittiğinin açıklamasını kendisi dahil hiç kimse yapamıyor.
Ben ABD mahkemesinde onu sorgulayan savcı olsaydım, bunları da anlatmasını ısrarla, bastıra bastıra isterdim…
Çünkü o gidişin ardında Türkiye'de bizim hiç bilmediğimizbazı şeyler olması muhtemel…

* * *

Evet, bu şahsın macerası konusunda söylenecek çok söz var. İşin altında bazı derin ilişkiler olduğu kanısındayım.
Bu Rıza, Türkiye'de AKP iktidarının en muteber ve güvenilir adamlarından biriydi.
İktidar tarafından adeta koruma kalkanına alınmıştı. Ondan büyük övgülerle söz ediliyordu…
Hayırsever Rıza, sanatsever Rıza, yılların ihracat şampiyonu Rıza, yandaş medyanın bütün gücüyle savunduğu Rıza…
Bu övgüler sayesinde kısa bir tutukluluk yaşadı ve hemen tahliye edilmeyi başardı.

* * *

ABD'de tutuklandıktan sonra da bizim iktidar ona sahip çıkmayı sürdürdü…
Ne zaman ki itirafçı olduğu, ABD savcılığı ile uzlaşmaya vardığı,
bülbül gibi ötmeyi kabul ettiği ortaya çıktı, işte o zaman tu kaka ilan edildi.
Türk Hükümeti birkaç gün öncesine kadar kendisiyle ilgili olarak ABD makamlarına nota verip Rıza'nın akıbetini soruyordu!
Öteceği anlaşılınca bırakın nota vermeyi, neredeyse ana avrat sövmeye başladılar!
Hain ilan edildi.
Mal varlığına el konuldu.
Mal varlığına el konulması için ille de ABD'de yargılanması, bir sürü pisliğin ortaya çıkması mı gerekirdi?
Ötmeyi kabul etmese, itirafçı olmasa, aynı şey yine yapılacak mıydı!
Hayır!
Geçmiş olsun bayım, biraz geç kaldınız!

* * *

Sevgili okurlarım, bu gibi
olaylarda işin mutlaka bir püf noktası vardır.
Hırsızlar, namussuzlar, sahtekârlar vesaire, vurdukları paranın çok önemli miktarlarını yurt dışında istif ederler.
Parayı Türkiye'de tutarsanız günün birinde başınız derde girebilir.
Şimdi teknoloji gelişti…
Bankanıza talimat verir, bilgisayarın birkaç düğmesine basar ve bütün paranızı yurt dışına transfer edebilirsiniz.
Oralarda vergi cennetleri vardır.
Paranız güvence altındadır. El konulma riski sıfırdır… Herhangi bir riske girmiş olmazsınız.
Üstelik o bankalar, vurguncu açısından epeyce sağlamdır. Sızıntı vermezler.
Dolayısıyla, bu gibi sahtekârların Türkiye'deki bankalarda el koyduğunuz paraları, yurt dışındaki gizli hesaplarıyla kıyaslandığında belki yüzde biri, belki binde biridir.

* * *

Hiç kuşkum yok, Rıza ABD mahkemesinde yine bir sürü gerçeği gizliyor…
Çünkü ABD yargısı, Türkiye'de bizim bildiklerimizin çok az bir bölümünü biliyor.
Ya da bizim bildiklerimiz onları fazla ilgilendirmiyor.
Rüşvetler, dönen dümenler ve karşılığında Rıza'ya sağlanan maddi ve manevi kazançlar, Türkiye'nin soyulması…
Ve rüşvet aldığı açıkça ortaya çıkmış olan Bakan beyler,
banka genel müdürleri ve ötekiler…
Ayakkabı ve çikolata kutularına istiflenmiş rüşvet paraları, para sayma makineleri, evlerde ele geçen çelik kasalar…
AKP iktidarı keşke bu işleri ABD yargısına bırakmasaydı…
Keşke yılın ihracat rekortmeni hayırsever iş adamına (!) sahip çıkmasa, yaptıklarına göz yummasa ve Türkiye'de dibine kadar hesap vermesini sağlasaydı.
İnanın bütün gücümüzle destek verir, AKP'nin arkasında dururduk.
İyi bir fırsatı kaçırdılar.

T24
ETİKETLER
sözcü haber açıklama reza zarrab

Erdoğan: Atatürk'e yapılan bana da yapılıyor
09 Aralık 2017



"Yunanistan'daki okuldan Celal Bayar ismini kazımışlar"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından düzenlenen İnovasyon ve Girişimcilik Haftası Kapanış Töreni'nde konuştu. Erdoğan burada yaptığı konuşmada "Atatürk'e yapılan bana da yapılıyor" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından düzenlenen İnovasyon ve Girişimcilik Haftası Kapanış Töreni'nde konuştu.

1922 tarihli ABD gazetesinden örnek veren Erdoğan "Şimdi sizlere bu konuda tarihten bazı örnekler vereceğim. 16 Eylül 1922 tarihli bir ABD gazetesinde, İstanbul, Muhammedi inanışın merkezi, Atatürk de İslam'ın yeni lideri olarak anılıyor. İlginç değil mi? Bir yere daha geliyorum, 10 Ekim 1922 tarihli gazete, Mustafa Kemal'i korkunç Türklerin, en korkuncu olarak nitelendiriyor. Bu haberlerin bugünkülerden farkı var mı? Dün böyle yaptılar, bugünde aynısını yapıyorlar. Değişen bir şey yok" ifadelerini kullandı.
T24

Ankara, kendi parasıyla kendi ipini mi çekiyor?
Bülent Mumay
10.12.2017



New York’ta Reza Zarrab’ın itiraflarının damgasını vurduğu duruşmalarda, bugüne kadarki ezberleri bozacak gelişmeler yaşanıyor. Ankara’nın 17 Aralık sürecinden bu yana takındığı tutum, bizzat Ankara sponsorluğunda yalanlanıyor. İktidar, Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıkmaktan farklı olmayan adımların bizzat arkasında görünüyor. Kısaca sıralayalım:

“ Davanın tek tutuklu sanığı olan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın vekalet ücretini Ankara ödüyor. Bizim vergilerimizle para alan Atilla’nın avukatlarından Victor Rocco, son duruşmada alenen “Şahıslara ceza vermeyin, kurumlara yaptırım uygulayın” tezini savundu. Yani Atilla’yı kurtarmak için Türkiye’nin “ABD finansman sisteminin dışına çıkarılması”nı önerdi. Böyle bir kararın, Türkiye ekonomisini ne hale getireceğinin farkında mı Ankara?

“ Gözaltına alındığı günden bu yana Ankara’nın sahip çıktığı Hakan Atilla, rüşvet çarkının içinde olmadığını ispatlamak için eski genel müdürünü yaktı. Atilla ve avukatları, “Süleyman Aslan, utanmazca rüşvet aldı ve Zarrab’ın oyuncağı haline geldi” diye savunma yaptı. E hani, Aslan’ın evinde bulunan ayakkabı kutusundaki paralar “İmam hatip yapmak için toplanan bağışlar”dı? Haa, Atilla ve Ankara’nın parasını ödediği avukatların iddiaları doğruysa, Aslan neden Halkbank’taki görevinden alınınca Ziraat Bankası’na yönetim kurulu üyesi yapıldı? Yeni imam hatipler için “Bağış toplamaya” devam etmesi için mi?

***

Sahibinden zararına satışlar: Ayakkabı kutusu da gerçekmiş!

ankara-kendi-parasiyla-kendi-ipini-mi-cekiyor-398118-1.

Hükümet medyası, bu kadar pervasızca yalan atarken kuşkusuz toplumsal hafızanın zayıflığına güveniyor. Ama bu rahatlığa bazen o kadar teslim oluyorlar ki, işin ayarını kaçırıyorlar. Hayır, Reza Zarrab’ın itirafçı olunca “hayırsever işadamlığı”ndan “hain casus”a dönüşmesini anlamak mümkün de… Halihazırda Ankara’nın korumasında olan eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ı satmak niye?

17 Aralık’tan sonra evindeki ayakkabı kutularından milyonlarca dolar çıkınca “İmam hatip için toplanan bağışlardı” diye manşet atanlar, New York’taki duruşmalardan sonra ağız değiştirmiş. 22 Aralık 2013’te “Hedef İmam-Hatip” diye manşet atanlar, bakın dün ne yazdı? Akşam gazetesinde dün yayımlanan “Davanın seyrini avukat Rocco değiştirdi” başlıklı duruşma haberinde aynen şu ifadeler yer aldı:
ankara-kendi-parasiyla-kendi-ipini-mi-cekiyor-398119-1.
“Avukat Rocco (Hakan Atilla’nın avukatı), mahkemeye sunduğu mektupta, suç şebekesinde rüşvet alan kişinin Atilla değil, Halkbank’ın eski Genel Müdürü Süleyman Aslan olduğunu ortaya koydu. Zarrab da bu bilginin doğru olduğunu kabul etmek zorunda kaldı ve savcıların ısrarla suçladıkları Atilla bu noktada aklanmış oldu.”

Malum propaganda bültenlerinin, birinin rüşvetçi olup olmadığını anlamaları için 4 yıl geçmesi ve ABD mahkemelerinin sürece müdahil olması gerekiyormuş. Baksanıza, “imam hatip bağışçısı” nasıl da rüşvetçiye dönüşmüş.

***

Hem şikâyet edip hem ödül vermek!

ankara-kendi-parasiyla-kendi-ipini-mi-cekiyor-398121-1.

Malum, 16 Nisan’daki Türk tipi başkanlık referandumu öncesinde, AKP’nin “evet” dedirtmek için kullandığı tezlerden biri şuydu: “Devlette çift başlılık sona ermeli.” Halkbank meselesi üzerinden bakınca çok da haksız değillermiş diyor insan... Açalım meseleyi..

New York’taki duruşmada, Ankara’nın parasını ödediği avukat, “2014’te Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun genel müdür olmasından sonra Halkbank, yaptırımlar listesine alınması için Zarrab’ın ismini ABD Hazinesi’ne bildirdi. Ancak o tarihten bu yana bu konuda herhangi bir adım atılmadı.”

Zarrab ise bugüne kadar hükümetin de Halk Bank’ın da yalanlamadığı şu itirafı yaptı aynı mahkemede: “Cezaevinden çıkar çıkmaz, İran ticaretine devam etmek için yeni Genel Müdür Taşkesenlioğlu ile temasa geçtim. Ona rüşvet teklif etmedim, o da benden böyle bir şey istemedi. Ticarete eski yöntemle devam ettim. Altın ve gıdayla…”

Özetle Zarrab, kendisini ABD’ye bildiren Halkbank ile şikâyet konusu olan yöntemle çalışmaya devam ettiğini söylemiş.
Hani Zarrab’ın yalan söylediğini varsayıp Ankara’nın gerçekten bir şikâyette bulunduğu tezinden ilerleyelim. Yahu madem, 2014’te birini ABD’ye şikâyet ediyoruz, niye 2015’te devlet eliyle ödüllendiriyoruz? Hükümet medyasına çıkarıp “Türkiye’nin cari açığını kapatan işadamı” diye propagandasını yapıyoruz?

Yok yok… İyi ki 16 Nisan’dan evet çıkmış. Yoksa böyle “çift başlı” yönetimle daha nereye gidebilirdik ki...

***

Göster tapuyu ver mehteri!

ankara-kendi-parasiyla-kendi-ipini-mi-cekiyor-398122-1.

Son dönemde propaganda medyasında ilginç bir moda başladı. Eskiden Osmanlı’nın egemenliğinde olan herhangi bir bölgede kriz çıktığında, hemen devlet arşivlerinden bir tapu sızdırılıyor. Birkaç ay önce Barzani’nin referanduma hazırlandığı günlerde, “Musul ve Kürkük, Abdülhamid’in tapulu malı” manşetleri atılmıştı. ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıma kararından sonra ise “Kudüs’ün tapusu Türkiye’de” haberleri gelmeye başladı. Tarih nostaljisiyle kitleleri uyuşturmaya çalışanlar, o tapulara o kadar güveniyorlarsa, mallarını “vize almadan” bir ziyaret etseler ya? Arkadan “mehteri vererek” ama...

Birgün

Ankara ABD Türkiye rüşvet imam hatip avukat 17 Aralık hükümet ceza tutuklu hain dolar Başkanlık AKP halk İran altın işadamı kriz

"Adı yolsuzlukla anılan eski bakanlara, 'Konuşmayın, unutulur' dendi"
10 Aralık 2017



"Bir zamanlar 'hayırsever vatandaş!' denen Zarrab'ın itirafları için 'Yalan' demekle işin içinden çıkılmaz"

Sözcü yazarı Saygı Öztürk, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan ve ardından 'tanık' olmayı kabul ederek ifade veren Türk-İran asıllı iş adamı Reza Zarrab'ın öne sürdüğü iddialara "Yalan" denerek işin içinden çıkılamayacağını söyledi. Zarrab'ın hakkında rüşvet” suçlaması bulunan eski bakanların, "Biz hesabımızı TBMM Soruşturma Komisyonu'na verdik, aklandık” diyerek "rahatlık" içinde olduğunu ifade eden Öztürk, konuya ilişkin söz konusu kişilerin ya kendilerinin konuşmak istemediğini ya da 'birileri' tarafından "Konuşmayın, unutulur" dendiğini ifade etti.

Tanık olarak aktıldığı "ABD, Hakan Atilla'ya karşı" davasında ifade eren Zarrab, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a rüşvet verdiğini, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı, Enerji Bakanı Berat Albayrak’tan ve dönemin AB Bakanı Egemen Bağış'tan yardım aldığını iddia etmişti.

Saygı Öztürk'ün, "Onlara 'Konuşmayın unutulur' denildi" başlığıyla (10 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bir zamanlar “hayırsever vatandaş!” olarak madalyayla ödüllendirilen İran asıllı Reza Zarrab'ın itirafları için “yalan” demekle işin içinden çıkılmaz. Çünkü benzer iddialar savcılık fezlekesinde de yer alıyordu.

Hakkında “rüşvet” suçlaması bulunan eski bakanlar, “Biz hesabımızı TBMM Soruşturma Komisyonu'na verdik, aklandık” rahatlığı içinde… Onlardan konuşmak isteyen birine, “Daha önce olduğu gibi 3-5 gün yazılır, konuşulur, sonra unutulur” denildi ve “konuşmaması” istendi. İktidar ile muhalefet arasındaki yolsuzluk kavgasında hep siyasi unvanı olanlar konuşuyor. Ülkemizin bu konuda yetişmiş az sayıdaki uzmanı ise geri planda ve derin bir suskunluk içinde… Ya kendileri konuşmak istemiyor ya da birileri tarafından özellikle konuşturulmuyor.

Köşk'te yolsuzluk

Aklıma ilk Dr. Recep Sanal ile Bülent Tarhan, C.E. gibi denetim alanında uzmanlaşmış, büyük yolsuzlukları çıkarmış dürüst kamu görevlileri geliyor.

Dr. Recep Sanal Mülkiye Başmüfettişi ve Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Üyesi olarak çalıştığı yıllarda çok kritik soruşturmalara imza attı. Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde Devlet Denetleme Kurulu (DDK) üyesi olarak atanması bile Köşk'teki bir yolsuzluk iddiasının soruşturması sonrasında gerçekleşti. Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlığı döneminde, kamu bankalarını soyanların peşine düştü. Yetim hakkı yiyenlerin burnundan fitil fitil getirdi. Ona verilen her soruşturma görevi, hırsız şüphelilerin korkulu rüyası haline geldi. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na atanmasından sonra ilk uzaklaştırılanlardan biri de Recep Sanal oldu. İYİ Parti'nin kurucuları arasında Recep Sanal'ın olması, yolsuzluklarla kararlı bir mücadelenin işareti olarak da görülmeli…

Tarumar edilince

Yolsuzluklarla mücadele konusundaki bu deneyimli isim, yolsuzlukların nereden kaynaklandığını şöyle anlattı:

“Devletsiz millet olamayacağı gibi denetimsiz devlet de olmaz. Bu konuda ahkam kesenlerin hemen hiçbiri, hayatında basit bir yolsuzluk soruşturması dahi yapmış değildir. Kamudaki yolsuzluklarla mücadele, esas olarak denetim birimlerinin alanıdır. Bu alanın uzmanları ise soruşturma müfettişleridir. Onların adliyeye gönderdikleri raporlar, cumhuriyet savcıları tarafından iddianameye çevrilerek, hakimlere emanet edilirdi.”

Şunu biliyoruz, son 15 yılda devletteki denetim birimleri harap edildi. Teftiş kurulları kaldırılarak yolsuzlukların önünün açıldığını, bu işin uzmanları da söylüyor. Kaldırılan Teftiş Kurulu, rehberlik birimine dönüştürüldü. İktidar yandaşı olmayanlar ya emekliliğe zorlandı ya da baskılandı, sindirildi, susturuldu. Müfettişler etkisizleştirilince, kamu kurumları denetimsiz kaldı. Denetim birimlerinden sonra adalet teşkilatı da tarumar edildi.

Serves, şöhret aracı

Öyle bir dönem geldi ki, soru çalanları savcı, cevap çalanları hakim yapan bir zihniyet yargıya hakim oldu. Yolsuzlukla mücadele eden namuslu savcılar sustu, dürüst hakimler sindi. Kamu ihalelerindeki yolsuzluk iddialarının üzerine kararlılıkla gidilmedi. Kuşkusuz bu duruma gelinmesinde siyaset kurumundaki kirliliğin de etkili olduğu söylenebilir.

Unutmayalım siyaset, servet ve şöhret edinme aracı haline dönüştürülünce milletçe rüşvet ve yolsuzluk çamurunda boğulunur. Siyasette kirlenme yaşandığında da tüm Türkiye kirlenmiş olur. Her biri yolsuzlukla mücadelenin uzmanı ve devletin “karakutusu” olan denetim elemanları, üzerlerindeki baskıyı atarak bir konuşmaya başlarsa, inanın yer yerinden oynar. Dürüst ve şeffaf bir yönetim oluşturmak, yolsuzluklarla mücadelenin esasıdır. Bu görev de öncelikle Türk seçmenine düşüyor.

Gösterin belgesini

Bakın, ABD'de, Türkiye'de siyasetçilere, bürokratlara verilen rüşvetler konuşuluyor. 17 Aralık'ı kimin çıkardığından, ortaya konulan bilgi ve belgelerin gerçek olup olmadığı ele alınmalıydı. Bunun üzerinde hiç durulmadı. Bir avuç dolar uğruna Reza Zarrab misali casusların, sahtekarların “önüne yatan”, onun emrine giren siyasetçi ve bürokratlar bu görevlerden arındırılmadıkça, ülkemiz lağım çukuruna dönüşür.

Muhalefet bir iddiayı gündeme getirdiğinde hükümet yetkilileri “göster belgeni” diyor. Eğer iddiaları soruşturacak müfettiş görevlendirmezseniz, olayları yargıya taşımazsanız bunların belgesi mi olur? Yolsuzluğun, rüşvetin üzerine kararlı bir biçimde gitmek istiyorsanız, bunu yapacak, temiz bir toplum için neler yapılması gerektiğini gayet iyi bilen yetişmiş kadrolar var. Siz yeter ki yol verin…

T24
ETİKETLER
reza zarrab dava saygı öztürk konuşmayın unutulur dendi yolsuzluk eski bakan iddia

"Utanmıyor 'gönlümüzün efendisi', daha önce telaffuz edemediği milyarları artık rahatça anlatıyor"
10 Aralık 2017



"Akşam eve gidince, hemen bir şarkı sözü yazacak kadar hislenmişti Reza..."

Gazete Duvar yazarı Reyya Advan, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla 20 ay önce Miami'de tutuklanan Reza Zarrab'ın, "sanık" olduğu davada "tanık" statüsüne geçirilmesiyle ilgili olarak “Yalanlar söylediğim doğrudur' diye başladığı itiraflarını bir türlü bitiremiyor şimdi. Daha önce telaffuz edemediği milyarları, rahatça telaffuz edebiliyor, akla ve mantığa sığmadığını söylediği her şeyi, şemalarına güzelce sığdırabiliyor artık" dedi.

Advan'ın "Utanmıyor gönlümüzün efendisi" başlığıyla yayımlanan (10 Aralık 2017) yazısı şöyle:

Son zamanlarda Reza, Ebru ve çeşitli siyasetçiler adına, fazlasıyla kullandığımız utanma hakkımızı, artık lütfen boşa harcamayalım. Rezillik hikayeleri bitmeyecek çünkü. Onlardan utanacağımıza, hep beraber önce kendimizden, sonra bütün dünyadan utanalım.

2014 yılının Nisan ayıydı. O güzelim bahar günümüz, A Haber’de “Reza Zarrab ile Yılın Röportajı” olduğu iddia edilen bir komedi programıyla daha da şenlenmişti. Reza Bey, o zaman da karanfiller gibi renkli, bülbüller gibi ahenkli, neşeli, sevinçli, zevkli, nağme nağme şakıyordu.

Devamlı kırpıştırdığı gözleri, titrek sözleri, söyledikleriyle bir türlü senkronize edemediği el hareketleri, uyumsuz mimikleri, saldırgan tavırları, konudan konuya atlaması, sorulara soruyla karşılık vermesi, durup dururken sesini yükseltmesi, sonra aniden kısık sesle ve tane tane konuşmasıyla filan (kendisine hiç yakıştıramadığım bir acemilikte) yalan söylüyordu.

Orada, bir adet (fönlü saçlı) dürüstlük abidesi gibi otursa da dizi dizi yalanlar söylediğini beden diliyle itiraf ediyordu. Arkasında duran Türk Bayrağı’ndan aldığı güvenle o kadar rahattı ki, yalan söylemesi çok da büyük bir sorun değildi. Zaten hangimiz yalan söylemiyorduk ki, şu yalan dünyada?

Reza’nın 31 yaşına girmesine 5 ay kalmıştı o zaman. Daha 30 yaşındaydı ama ihracat şampiyonuydu. Türkiye’ye yaptığı hizmetler ve ekonomimize yaptığı katkılardan dolayı ödüller almıştı. Başarılı ve “hayırsever” bir iş adamıydı. Hayırsever olduğu yetmezmiş gibi, romantikti bir de. Hisli şarkı sözleri ve şiirler yazıyordu. Oynadığı milyarlarca paraya inat, son derece alçak gönüllüydü.

Adeta bir sevgi kelebeğiydi Reza. Ebru’nun “gönlünün efendisi”ydi. Ebru’sunu çok seviyor, arada ona minik sürprizler yapıyordu. Bu minik sürprizler bazen bir yat, bazen bir yalı, bazen de iki yalı olabiliyordu. İki yalı alırsa, yalıları tüp geçitle birbirine bağlıyordu. Aşk, bazen tüp geçit yaptırmak değil miydi?

Arkasında Türk Bayrağı, önünde ona inanmaya programlı iki kişiyle her şeyi anlattı o gece. 1 yaşından beri Türkiye’de yaşıyor ve ticaret yapıyordu. (Evet, böyle dedi. Siz daha yürümeyi bilmiyorken, o yürütmeyi öğrenmişti.)

“İran ajanı mısınız?” sorusuna, “İran ajanı gibi bir duruşum var mı?” diye sordu. Sunucular, o an, “Acaba İran ajanı nasıl durur?” diye düşündü. Çok uzun düşünmelere de gerek yoktu aslında. Herkes ajanların nasıl durduğunu bilirdi ve Reza kesinlikle öyle durmuyordu. Sunucularla birlikte içimize su serpildi. (Zaten ajan olsa, hemen söylerdi. Bütün ajanlar, sorulduğunda ajan olduklarını itiraf eder. Ajanlık müessesesinin altın kuralı budur.)

Çok daha şuurlu bir soru geldi sonra: “Peki, altın kaçakçısı mısınız?” Tabii ki değildi. Reza “Altın kaçakçılığı diye bir şey olamaz.” dedi. Sonra da (sunuculardan yol yordam öğrenmeye çalışarak) “Altın kaçakçılığı nasıl olabilir, siz biliyor musunuz?” diye sordu. Sunucular dondu, hayat durdu. Bu sorunun cevabı yoktu çünkü altın kaçakçılığı diye bir şey yoktu. Konu kapandı.

Sonra Reza (neden bilinmez) aniden öfkelendi. Sunuculara soru üstüne soru sormaya başladı. Sesi yükseldi, kravatı gevşedi, saçlarının bir kısmı ahenkle dans etmeye başladı, kolları oturduğu koltuğun kollarının şeklini aldı. Sunucuların ajan, kaçakçı, hayali ihracatçı ya da rüşvetçi ilan edilmeleri an meselesiydi. Reza coşmuştu. Reza kızmıştı. Her cümlesinde dikkatimizi çekiyor ve altımızı çiziyordu.

Bütün dikkatler iyice çekildikten ve altlar çizildikten sonra, Reza bombayı patlattı: “Her şey Reza Zarrab, Rıza Sarraf üzerine kurulmuş bir komplö!” (Komplö, “çok şiddetli komplo” anlamına geliyor olabilir.)

Halk Bankası üzerinden, dürüstçe ticaret yapıyordu. Her şeyi belgeliydi ve yasalara, hukuklara uygundu. Ne biçim uydurmalardı bunlar yahu? Yalanlar, hayali ihracatlar, rüşvetler, kara para aklamalar, ambargo delmeler? Reza inanamıyordu. “87 milyar Euro, 50 milyon Euro, 500 bin Euro? Bunlar akla mantığa sığıyor mu ya? Nereden çıkıyor bunlar ya?” diye soruyordu. Bu rakamları telaffuz bile edemiyordu çocuk.

Tonlarca altın ticareti yapan ve çılgınca milyarlar kazanan, 30 yaşındaki her normal iş adamı gibiydi. Zeki, çevik ve ahlaklıydı. Rüşvetin anlamını da bilmiyordu.

Özellikle Amerika’nın ambargolarını deldiği iddiaları, Reza’nın hassas kalbini çok kırmıştı. O kadar da Amerika’nın ambargo mevzuatına uygun hareket ederken. Ambargo konusunda bu kadar özenliyken. Akşam eve gidince, hemen bir şarkı sözü yazacak kadar hislenmişti Reza.

Şarkısının adı “Ben masumum hâkim bey.” olacaktı. Programdaki “Hediye saatler, milyarlarca rüşvetler verdiğimi söyleyen iftiracılar, benden nasıl özür dileyecekler, çok merak ediyorum.” sözlerini, şarkısında da kullanacaktı mutlaka.

Olmadı.

Reza Zarrab, Amerika’da (bülbülleri kıskandıracak bir şakıma yeteneğiyle) “Yalanlar söylediğim doğrudur.” diye başladığı itiraflarını bir türlü bitiremiyor şimdi. Daha önce telaffuz edemediği milyarları, rahatça telaffuz edebiliyor, akla ve mantığa sığmadığını söylediği her şeyi, şemalarına güzelce sığdırabiliyor artık.

T24
ETİKETLER
reza zarrab abd a haber ebru gündeş

İSRAİL BAYRAĞI YAKILMASINI POLİS ENGELLEDİ
8 Aralık 2017



İsrail’in başkentinin Kudüs ilan edilmesi ve ABD’nin Büyükelçiliği’ni bu şehre taşımasına ÖDP’den tepki geldi. Amerikan Büyükelçiliği’ne yürüyen ÖDP’lilere, İsrail bayraklarını yaktıkları gerekçesiyle polis müdahale etti. Müdahale, bayrağın polis amirleri tarafından söndürülmesinin ardından sona erdi....

İsrail’in başkentinin Kudüs ilan edilmesi ve ABD’nin Büyükelçiliği’ni bu şehre taşımasına ÖDP’den tepki geldi. Amerikan Büyükelçiliği’ne yürüyen ÖDP’lilere, İsrail bayraklarını yaktıkları gerekçesiyle polis müdahale etti. Müdahale, bayrağın polis amirleri tarafından söndürülmesinin ardından sona erdi.

ABD’nin Ankara’daki Büyükelçiliği önünde toplanan ÖDP üyeleri adına açıklamayı Başkanlar Kurulu üyesi Önder İşleyen yaptı. İşleyen, Kudüs’ün başkent olması kararının son derece tehlikeli bir adım olduğunu ifade etti. İşleyen, “Yıllardır İsrail siyonizminin işgali altında ezilen, büyük acılar çeken Filistin halkına daha büyük acılar çektirecek, Filistin sorununu içinden çıkılmaz bir noktaya sürükleyecek bu adım asla kabul edilemez” dedi.

“ÜLKEMİZDE ABD ÜSSÜ İSTEMİYORUZ”

ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi İşleyen, ABD Büyükelçiliği önünde yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:

“ABD emperyalizmi, Afganistan, Irak ve şimdi Libya’dan Suriye’ye uzanan müdahale iç savaşlarla büyük bir yıkım yarattı. Ortadoğu halkları emperyalizmin prangası altında güçsüz düşürüldü, etnik ve mezhepsel ayrışma ile birbirine kırdırıldı. ABD, şimdi bu politikayı yeni savaşlarla, süreklileşmiş kaoslarla sürdürme gayretinde.

Ortadoğu halklarının kurtuluşu, ABD gölgesinin Ortadoğu üzerinden çekilmesiyle, ABD’nin Ortadoğu’dan kovulmasıyla mümkün olabilir. Bugün, ABD’nin tüm Ortadoğu’da hakim gelmesinin taşları döşenirken, AKP iktidarı yaptığı işbirliği ile hem bölgedeki ateşi harladı hem de ülkemizi bu ateşin içine attı. Bugün olup bitenler bu işbirliğinin sonuçlarıdır.

ABD emperyalizmi bölge halklarının olduğu gibi ülkemizin de baş düşmanıdır. Filistin halkının haklı davasını savunmak İsrail ile ikili anlaşmalar yaparak gerçekleştirilemez. Bizler, ülkemizde ABD üssü, ABD askeri, ABD bombası istemiyoruz. Karşımızda duran bu büyükelçilik binasını memleketimizde istemiyoruz. Dün, 6.Filo’yu denize döken Mahirlerin, Denizlerin yolunda, Commer’ın arabasını ODTÜ’de ateşe veren Ulaşların yolunda bugün de bağımsız bir Türkiye için, ABD’yi ülkemizden ve bölgemizden kovmak için mücadelemizi yükselteceğiz.”
Kaynak: ODATV

Etiketler:
ABD ADIMLAR DERGİSİ AKP Amerika BOP Filistin haber İSRAİL BAYRAĞI kudüs odatv ÖDP ÖDP üyeleri ODTÜ Önder İşleyen ortadoğu türkiye

BURASI İSRAİL Mİ İSTANBUL MU: KUDÜS İÇİN PANKART ASAN GENÇLERE GÖZALTI
10 Aralık 2017



ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesini protesto etmek için, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ne, “Kudüs İslam’ındır” yazılı 450 metrekarelik dev pankart asıldı.

Üzerinde Türkçe, İngilizce, Arapça ve İbranice olmak üzere 4 dilde ‘Kudüs İslam’ındır’ yazan pankartla, dünyaya Kudüs İslam’ındır mesajı verildi. Grup, pankart asıldıktan sonra basın açıklamasında bulundu.

5 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Pankartı asan gruptaki 5 kişi polis tarafından gözaltına alındı.

Adımlar HABER

Etiketler:
15 temmuz Adımlar HABER arapça BURASI İSRAİL Mİ İSTANBUL MU Filistin gözaltı İbranice ingilizce İslam İsrail İstanbul kudüs Kudüs İslam'ındır Şehitler Köprüsü

Soylu'nun Gülen arşivi ortaya çıktı
11.12.2017



İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 2011 yılında Cemaat'in faaliyetlerini askıya almasını söyleyen MHP lideri Devlet Bahçeli ve CHP’li İsa Gök’e tepki göstermişti.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun FETÖ elebaşı Fethullah Gülen ve FETÖ’nün firari Savcısı Zekeriya Öz’e yönelik övgü dolu sözleri dikkat çekti.

“Bir taraftan Sayın Bahçeli, Fethullah Gülen hakkında diğer taraftan İsa Gök yine Fethullah Gülen ve onunla birlikte hizmette bulunan insanlar hakkında ipe sapa gelmez, bir merkezden yönetildiği apaçık olan açıklamalarda bulunuyorlar. Bunu tesadüf olduğunu bana kimse söylemesin” diyen Süleyman Soylu şunları söylemişti:

“Buradan Türkiye’yi yönetenleri uyarıyorum, bu aynen 28 Şubat gibi, 12 Eylül öncesi gibi büyük bir senaryodur. Derin devlet bütün ama bütün her şeyiyle beraber harekete geçmiştir.

Bütün dünyanın üzerinde ittifak ettiği, dünyanın her noktasında okullarıyla eğitime yaptığı seferberliği hem diyaloğa hem dinler arası bir şekilde uzlaşmayı sağlayacak nefreti ortadan kaldırmaya çalışacak mümtaz bir şahsiyete saldırı vardır. Bu saldırının sebebi Fethullah Gülen değildir aslında Türkiye’de mazlum insanlar ilk defa iktidara gelmektedirler.

Bakan Soylu'dan Kılıçdaroğlu'na: Sen bittin Bakan Soylu'dan Kılıçdaroğlu'na: Sen bittin
Hakkında bütün dünyanın övgüler düzdüğü, aslında bütün memleketimizin minnettar olması lazım gelen bir anlayışa çirkin bir saldırıya muhatap olmamak lazım. Fakat insanın içi hazmetmiyor. Ömründen tek bir dikili ağacı olmayan insanlar, Allah rızası için bu ülkenin her noktasına Diyarbakır’dan Edirne’ye kadar dünyanın her noktasında Afrika’dan Asya’ya kadar Balkanlara kadar Amerika’ya kadar her noktada bu milletin temel değerlerini dünyayla birleştirmeye çalışan bir anlayışa şiddetle saldırıyorlar. Benim bunu bakınız açık söylüyorum, Müslümanlık adına, Anadolu insanı adına, Türklük adına milliyetçilik adına, bu ülkenin geleceği adına kabul etmem mümkün değildir.”

Süleyman Soylu, firari Savcı Zekeriya Öz’ü ise şöyle övmüştü:

“Türkiye’de 4 yıldan beri hiç kimsenin cesaret edemediği, daha önce cesaret edilip bunu canıyla ödeyen insanlardan sonra bu iş için adım atan bir kişi çıktı ve arkadaşlarıyla beraber çıktı, evet siyasi irade de bunun arkasında oldu, bunun da hakkını teslim etmek lazım ama Türkiye’de olmayan olması hiç birimiz tarafından hayal edilmeyen hepimizin siyasi ve ülkenin geleceğiyle ilgili beynimizi formatlayabileceğimiz, bizi yeni bir alana doğru çekti. Bu ülkenin de haksızlık yapan insanlarının haksızlığının yanına kar kalmayacağını, bir tek adam bir işportacının oğlu, ortaya koydu. Bu ağırlarına gitmiş olabilir. Ankara’da müsteşar yardımcılığı yaparken Ankara’da orada bürokraside bulunurken elbette her hükümete kuyruk sallarken bu adamın aldığı riski, Zekeriya özün aldığı riski veya onu arkadaşlarının aldığı riski bunlar almadılar.”

Kaynak ve videoyu izlemek için: https://www.birgun.net/haber-detay/soylu-nun-gulen-arsivi-ortaya-cikti-194955.html?utm_referrer=https%3A%2F%2Fzen.yandex.com

Fethullah Gülen Türkiye FETÖ Ankara Cemaat Devlet Bahçeli CHP 12 Eylül Diyarbakır Edirne Afrika MHP saldırı savcı

Türk Dışişleri, Kudüs'ü Trump'tan önce kabul etmiş!..
11 Aralık 2017



Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde Eylül 2012'den 2015'e kadar kadar İsrail'in başkenti olarak Kudüs'ün yazılı olduğu ortaya çıktı.

Türk Dışişleri'den skandal!

Milli Gazete yazarlarından Ekrem Şama, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde Eylül 2012'den 2015'e kadar İsrail'innbaşkenti olarak Kudüs'ün yazılı olduğunu belirtti.

Şama, fotoğraf ile Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde Eylül 2012 tarihinde İsrail devletinin başkentinin Kudüs yazılmasına vurgu yaparak, söz konusu duruma tepki gösterdi.



Yazar Şama konuya ilişkin olarak şu ifadeleri kullandı:

Bakanlığın resmi internet sitesi.

Bütün devletlerin tanıtıcı bilgileri kaydedilmiş.

İsrail'in bilgileri de kaydedilmiş.

Sıkı durun, İsrail'in başkenti KUDÜS olarak kaydedilmiş.

Öteden beri bu kayıt varmış.

Ama Tramp şeytanı bu konuyu kaşıyıp, BOP adımlarını atmaya başlayınca ve İsrail'in başkentini

KUDÜS olarak ilan edince ve dünya karışınca akılları başlarına gelmiş bizim MONŞERLERİN!

Haber Fedai
Etiketler : Dışişleri bakanlığı, Kudüs, İsrail,

Suriye için Putin-Erdoğan işbirliği: Esad'a direnen olursa ezilecek!
12.12.2017



Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da görüştü.

Marksist.org'un haberine göre; görüşmenin sonunda yapılan açıklamalarda, AKP'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın destekçisi Rusya'nın Suriye ile ilgili planlarını bütünüyle kabul ettiği bir kez daha ortaya çıktı.

Putin tarafından yapılan açıklamada "Ortadoğu meselesi ve Suriye meselesini de ele aldık. Ülkelerimiz sıkı işbirliği içerisindeler. Suriye topraklarının neredeyse tamamı teröristlerden kurtarılmış durumda. Herhangi bir direniş olursa gerekli karşılığı vereceğiz" denildi.

Ana Haber

Mahfi Eğilmez: Bu yüksek büyümenin yarattığı bazı sorunlar var, fedakârlık etmek gerek!



"Türkiye ekonomisinin bu kadar hızlı büyümesinin ardında bazı gelişmeler var"
Mahfi Eğilmez*

Türkiye ekonomisi yüzde 11,1 büyümeyle üçüncü çeyrekte dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. Türkiye’yi yüzde 6,8 ile Çin, 6,2 ile Malezya ve 6,1 ile Hindistan izliyor. TÜİK, üçüncü çeyrek büyümesiyle birlikte ilk iki çeyreğe ilişkin büyüme oranı düzeltmelerini de açıkladı. Buna göre ekonomi, ilk çeyrekte 5,3, ikinci çeyrekte 5,4 büyümüş görünüyor. Bu durumda ilk 9 aylık büyüme yüzde 7,3 dolayında çıkıyor (çeyreklerin ağırlık farklarını ihmal ediyorum.) Bu eğilim sürerse yıllık büyüme yüzde 7 dolayında çıkacak demektir.

Türkiye ekonomisinin bu kadar hızlı büyümesinin ardında bazı gelişmeler var. Her şeyden önce 2016 yılının üçüncü çeyreği 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı olumsuzlukların etkisiyle ekonomide küçülmeye yol açmıştı. Aşağıdaki tablo bu küçülmeye ilişkin verileri ortaya koyuyor.

Önceki yılın aynı dönemine göre değişim (%)
2016 III. Çeyrek
2017 III. Çeyrek
Harcamalar Yönünden


Hanehalkı tüketim harcaması
0,5
11,7
Devletin tüketim harcaması
5,8
2,8
Yatırım harcaması
0,3
12,4
İhracat
-9,4
17,2
Üretim Yönünden


Tarım, ormancılık, balıkçılık üretimi
-3,5
2,8
Sanayi üretimi
-1,8
14,8
İnşaat üretimi
2,8
18,7
Hizmet üretimi
-6,3
20,7
GSYH Büyümesi
-0,8
11,1

15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle 2016 yılının üçüncü çeyreğinde yaşanan büyük ekonomik çöküş tablodan açıkça görülebiliyor. Böyle bir çöküşün ardından bu yılın üçüncü çeyreğinde müthiş bir sıçrama yaşanması doğal sonuçtur. Buna baz etkisi deniyor.

Buna ek olarak bu yıl kredi garanti fonunun devreye sokulması banka kredilerinin hızla artmasına ve bu kredilerin ekonomik büyümeye olumlu katkı yapmasına yol açtı. BDDK verilerine göre 2017 yılının üçüncü çeyreğinde 2016 yılının üçüncü çeyreğine göre kredilerdeki artış yüzde 24 oldu. Kredi garanti fonunun desteğinde gelen bu artışın ekonomide canlanma yaratması beklenen bir gelişmeydi.
2017 yılında kamu harcamalarında artış ortaya çıktı. Referandum dolayısıyla başlayan artışlar referandum sonrasında da devam etti. Bunun yanında vergilerde geçici sürelerle indirimler yapıldı, sosyal güvenlik prim ödemelerinin tahsili ertelendi. 2016 yılının tamamında 29,5 milyar TL açık veren bütçe, 2017 yılının ilk on ayında 35 milyar TL açık verdi. 2016 yılında bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 1 iken 2017 yılında bu oran ikiye katlanacak gibi görünüyor.

2016 yılında cari açığın GSYH’ye oranı yüzde 3,8 iken bu yılın ilk on ayı itibariyle cari açığın tahmin edilen GSYH’ye oranı yüzde 4,9’a yükseldi. Dolayısıyla Türkiye, bütçe açığı ve cari açık eşliğinde büyüdü.

Özetle söylemek gerekirse ağırlıklı olarak geçen yılın düşük büyümesinin baz etkisine ek olarak bütçe açığındaki artış, kredi garanti fonunun kredi kullanımında yarattığı artış ve cari açıktaki artışın yarattığı etkilerle büyüme oranı yüzde 11,1 gibi çok yüksek bir düzeye ulaştı.

Bu yüksek büyümenin olumlu yansımalarının yanında yarattığı bazı sorunlar da var. Bunların başında enflasyonun yükselmesi, bütçe açığının ve cari açığın artması geliyor. Bunlar kolayca çözümlenebilecek sorunlar değil. Hepsi de önümüzdeki dönemde büyümeden fedakârlık etmeyi gerektiriyor.

*Bu yazı ilk kez mahfiegilmez.com'da yayımlanmıştır.
T24

"Gelirimiz yüzde 11 arttı ama enflasyon cebimizden yüzde 13 çaldı; ne anladık bu büyümeden?"
12 Aralık 2017



"Açıklanan rakamlarla fizik yasalarını alt üst ettik"

Sözcü yazarı Murat Muratoğlu, dün TÜİK tarafından açıklanan büyüme rakamlarını değerlendirdi. Muratoğlu, "Gelirimiz yüzde 11 arttı. Buna inansak bile enflasyon cebimizden yüzde 13 çaldı. Ne anladık o zaman biz bu büyümeden?" diye tepki gösterdi. "Açıklanan rakamlarla fizik yasalarını alt üst ettik" diyen Muratoğlu, "Ülke dışa doğru büyürken içe doğru eridi. Geldiğimiz nokta, matematiği de bitirdi" ifadesini kullandı.

Muratoğlu'nun "Durduramıyoruz büyümeyi!" başlığıyla (12 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Türkiye'yi zayıf göstermek için çalışan iç ve dış fesat odaklarına en güzel cevap nasıl verilir? Büyüme rakamlarıyla…Adamların da çok umurunda! Fikri Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi. Türkiye temmuz-ağustos-eylül aylarında geçen yıla göre yüzde 11.1 büyüdü, irileşti. Gerçi kendisi “Bunların cebine üç-beş kuruş koy istediğin kredi notunu al” da demişti. Konumuzla ne alakası olabilir ki?

* * *

Etrafınızda ay sonunu getiremeyen, işsiz, aşsız, kredi borcunu ödeyemeyen, parasızlıktan şikâyet eden “iç fesat odağı” mı var? Yapıştıracaksın suratına yüzde 11.1 büyümeyi,susturacaksın milli birlik ve beraberliğimize gözünü dikeni…Valla en güzeli……

Çalışma Bakanlığı da baksın, feyz alsın. Bu büyüme ile gidip de “işçi, işveren ve asgari ücretliden anlayış bekliyoruz” açıklaması yapıp tadımızı kaçırmasın!
* * *

Tabii ufak tefek pürüzler yok değil! Sahi ülke samanı bile ithal ederken nasıl büyümüş?
Ya büyümeyi açıklayan kurum sürdürülemez bir finansal manipülasyon yapıyor ya da ölçüm şablonu tamamen yanlış…
Diyorsun ki kuruma; “Bu büyümeyi geçen yıl değiştirdiğin yöntemle hesaplıyorsun. Bize bir de eski yöntemle kaç büyüdüğümüzü söyle de karşılaştırma yapalım.” Açıklayamıyor! Neden?

* * *

Karambolde ilk çeyrek büyüme verisi yüzde 5'ten yüzde 5.4'e ve ikinci çeyrek yüzde 5.1'den yüzde 5.3'e revize edildi. Sadece bugün değil, geçmişte bile büyümeye devam ediyor Türkiye…
Nasıl hesaplıyorlarsa durduramıyoruz büyümeyi… Kim büyüyor? Kime büyüyor? Peki, büyüyorsak, niye bireysel büyüyemiyoruz? Büyüdükçe neden fakirleşiyoruz? Büyü mü yaptılar?

* * *

Peki, hiç mi büyümedik? Büyüdük tabi…
Şöyle anlatayım; Bu yıl bütçe açığı ne kadar? Şimdilik 45 milyar lira…Kredi Garanti Fonu ile batacak şirketlere pompalanan para ne kadar? 210 milyar. Üzerine de koy cari açık olarak dışarıdan gelmiş 42 milyar doları…
Toplamadığı vergiler, sonu olmayan teşvikler, işe alım için verilen desteklerle beraber, “yüzde 5 büyümüştür” Türkiye hasbelkader. Fazlası değil!

* * *

Kazançlar artıyorsa vergiler de artıyordur. Niye limonatanın bile vergisine zam yapılıyor? Siz hiç büyümesi hızlanırken işsizliği yükselen bir ekonomi gördünüz mü?
Güven endeksinin düştüğü, anketlerde en büyük sorunun ekonomi olarak çıktığı bir ekonominin dünya büyüme rekoru kırdığına şahit oldunuz mu?

* * *

Güzel kardeşim gelirimiz yüzde 11 arttı. Buna inansak bile enflasyon cebimizden yüzde 13 çaldı. Ne anladık o zaman biz bu büyümeden?
Açıklanan rakamlarla fizik yasalarını alt üst ettik. Ülke dışa doğru büyürken içe doğru eridi. Geldiğimiz nokta, matematiği de bitirdi. Hesap bir türlü tutmuyor. İktidar fesat odaklarına ders veriyor. Sonuçta milli mücadele. Yüzde 20 büyüdük deyiverse, kime ne?

T24
ETİKETLER
gelir enflasyon haber açıklama muratoğlu büyüme

BÜYÜKLERİN EGEMENLİĞİ VE DEMOKRASİ…
Atilla ÖZDÜR
12 Aralık 2017

Başka toplumları bilmem amma genelinde bir fark olmasa gerek. Türkiye’de bir deyim vardır. Denilir ki;

“Anayasada hepimiz eşit isek de, bazılarımız diğerlerine nisbeten daha eşittir”…

Bu deyim ekseriya, vasat insanı haklı iken haksız konuma getiren kamu uygulamalarına karşı “mırıldanırcasına” seslendirilir…

Ege ile Marmara arasında bir yerdeki Dursunbey Belediye’si bir karar almış…

“Bundan böyle kasaba nüfusu 50.000’e ulaşıncaya dek milli zincir marketlerinin kasabamızda açacakları şubelerine ruhsat ve izinname verilmeyecek”…

Gerekçesi de şu mealde;

“Ülkemizde kaza ve nahiyelerin çıkmaz sokaklarına kadar yayılmaları, bakkal, manav ve züccaciyeci küçük esnafın faaliyetini zora sokmaları”…

Halk, bu “zora sokma” olayına “bakkal katliamı” der…

Amerika, daha gerçekçesi Trump, arkasında bugünkü diktatörlüğüne güç ve destek veren, maddi varlığına sahip olmasaydı, aslında kıçı sıkardı Kudüs’te eşkıyalığa kalkışmaya. Esasen kapitalist iktisat lügati de, ilk birikimin kaynağını eşkıyalık olarak göstermez mi?

Nitekim ABD’nin mayası alın terinden ziyade, köleleştirilen Afrika kanı ile yoğurulmadı mı ve ne idi o Kuzey Güney savaşlarının sosyal dinamiti?…

Birleşmiş Milletler’in karar süreçlerinde etkin “beşli çetenin” dışında, kendi sıradan varlığıyla kimseyi rahatsız etmeden aynı etkinlik sahibi olarak yürüyüp giden bir devlet var mı?

Belediyenin bu insancıl kararıyla kendi menfaati arasında ilişkisi bulunanlar kararı yargıya götürüyor. Bunlar da haliyle perakende kartelleri olmalıydı, eşyanın tabiatına göre…

Yargı da, sanki küçüklere karşı büyüklerin koruyucusuymuşçasına, kararı iptal ediyor…

Yerli ve milli olup aynı zamanda bu zincirli büyük market, var olan mevcutlardan hangisi olabilirdi?…

Perakende piyasası yerli ve yabancı ortaklıkların elindedir. Yerli ve milli sermaye ise, psiko mekanize usullerle işlettikleri kendi kalelerini Türkiye sathında adım başında dikmiş ise de, isimlerinden en çok bahsedilenleri ikidir. Hatta devlet bile, bu ikiliyi tercihlemişti, “ithal et satış bayii” olarak…

İnancımın gereği, söz konusu kalleşliği bu ikililere yükleyemem. Yazılıp söylenenlere göre, hatta karşı yakanın İslam düşmanlarının ifadelerine göre, bu büyük zincirlerin kurucularıyla şimdiki ortaklarının dinde imanda halis Müslüman oldukları tevatürü dolaşır. Dolayısıyla bunların, küçük sermayenin nafakasına göz dikecekleri pek inandırıcı olamaz. Ayrıca sahih Müslüman, nasıl ki altın gümüş istifçiliği yapamaz, gözü doymazlık denilen haddinden fazla mal ve servet kulelerini de dikemez. Bu itibarla, Dursunbey’deki esnafın şahsında Türkiye’nin devlet güvencesiyle katledilen küçük esnafının coşku ve sevincine ket vuranlar da, kesinlikle bunlar değildir?…

Pekiyyy, ya kimler?…

Buradan ötesini karıştırmayın, boşuna terler ve cevap da alamazsınız…

Menderes-Bayar döneminde bir binbaşı, ordu içinde darbe kıpırtılarını görüp, işitip hissedince, devlet istihbaratına haber vermişti. Büyükler, estek ettiler köstek ettiler ve zavallı suçsuz Binbaşı Samet Kuşcu’yu hassasiyetinden ötürü ve de “demokrasinin gereği” içeri attırmışlardı…

Ayrıca hatırlamakta da fayda vardır. Bakkal ve esnaf teşekküllerinin rica ve istirhamıyla, rekabet kuralsızlığını da belirterek talep ettikleri marketler düzenlemesini dikkate alan hükümetlerin, bizzat hazırladıkları tasarılarından her seferinde havayı soğutarak vazgeçtiklerini de unutmayalım…

Küçük esnaf ile tekelleşen büyük kapitalist karteller, politik kitabiyatta eşit iseler de, “kitapsız gerçek hayatta” sadece büyükler kendi aralarında birbirleriyle eşit ağırlık sahibidir…

Milli Gazete’de sürekli yazdığım günlerdeydi, Anadolu yakasında düzenlenen bir toplantıya davet edilmiştik. Kuruluş safhasını bitirmiş BİM mağazalarının tanıtım toplantısıymış. Halka hizmet gayesiyle birkaç müteşebbis, toptan fiyatına perakende mutfaklık ticaretine başlayacak… Alt yapısında fazla lükse kaçmayacağından, fiyatları da ehven olacakmış…

O günlere dek Müslüman sermayesi sosyal organizasyonda ayakkabı tamirciliği ve berberlikle seyyar yoğurtçuluktan öteye kabul buyurulmadığından, tabii ki, hoşumuza gitmişti bu teşebbüs. Derken BİM’ler açıldılar…

İlk ağızda bulgur, fasulya, zeytin peynir ve çay, şeker gibisinden zaruri mutfaklıklar satılırken, bal ve reçel ile leblebi badem paketçikleri görünmeye başladı. BİM’ler zamanla çocuk bezinden kadın bezi ve tıraş bıçağına doğru çeşitlikte genişlediler. Bir de baktık ki, antifrizli su ile raflarda sıralı prezervatifleri görünce, anladık ki, bunlar pazarın her alanında var olmaya gidiyorlar…

Helal olsun dedik…

Bankalar Caddesi’nden yukarı doğru sağ tarafta “Okçu Musa Camii” bulunuyor. Onun da biraz aşağıda karşısı bir köşe başıdır. ELİBURLA tam bu köşede yer alıyordu. Kırklı ellili yıllardan bilirim. İnşaat ve hafriyat makinaları, yüksek güçlü jeneratörler ve kompresör gibi ağır teknoloji ürünlerinin mümessilliğini yapardı.…

Erol Toy, öldüyse rahmet ola, “İmparator” isimli kitabında Vehbi Koç’un Ankara’da bir bakkal dükkânıyla işe başladığını yazar, şimdi otomobilin yanında tankçılığa bile el attılar. Bakarsınız yarınki günlerde bizim A101’lerimizle BİM’lerimiz de, BURLA BİRADER’ler gibi ağır çeşitlere el atıvermişler…

Bu gelişme elbette bizlere gurur verir. Verir de, insan yine de meraklanmadan duramıyor. Mağazalarında kasadar kızlar ve hatta çalışanların hemen tamamı gencecik körpecik delikanlılar. Bunların kayıtlı çalışma süreleri her birinin, acaba kaçar yıl?…

Bendeniz efendim mutfak ihtiyacımı BİM’den karşılıyorum. Evdeki kırılan küçük porselen demlik gibisini bir iki aydır aramama rağmen bulamadım. Kuru bakliyat bol ve çok çeşitli. Amma, menşei itibariyle, beni açmıyorlar…

Hatamı günahımı af ediniz. Biraz Müslüman ve biraz da milliyetçiyim. İşte, hepsi bu kadar…
Yeni Akit

Uğur Gürses: Herkes birbirine soruyor, ‘Nerede bu büyüme?’
13/12/2017

Üçüncü çeyrek ekonomik büyüme verileri pazartesi günü TÜİK tarafından açıklandı. Açıklandı açıklanmasına ancak yüzde 11.1’lik rekor büyüme, Ankara’da siyasetçilerin ötesine geçip, iş kesiminde hiç de öyle coşku yaratmadı.

Bir yıllık artışı bir kenara koyalım; dışarıdan verilere bakanlar, siyasetçilerimize matematik olarak da 2015’in üçüncü çeyreğinden 2017’nin üçüncü çeyreğine, yani iki yılda toplam yüzde 10.2 büyüyen bir ekonomiden “küresel şampiyonluk” hikayesi çıkarmanın doğru olmadığını söyleyebilirler.

(…) öte yandan açıklandığı kadarıyla verilere bakınca; geçmişte de ortaya çıkan soru işaretleri hâlâ yanıtlanmış değil. Bu durum, büyüme sayıları üzerine tartışmalarla gölge düşürüyor.

Sorun şurada; derli toplu, hikayesi olan ikna edici bir büyüme tablosuna derinlemesine verilerle sahip değiliz. Uzmanları bile “tam tatmin olmuş” bir büyüme hikayesi anlatamıyor, herkes birbirine soruyor: “Nerede bu büyüme?”

Uğur Gürses’in yazısının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-gurses/cift-hanede-coskusuz-buyume-40676329

Güngör Uras: Büyümenin nimetleri üst gelir grubunun gelirini artırıyor
13/12/2017

Gelir dağılımının adil olmaması sonucu hane halkının tüketim gücü, arasında uçurum oluşunca, bu uçurum iç talebi, üretim ve büyümeyi etkiliyor. Üst gelir grubu daha çok tüketebiliyor.

Bu tüketim büyümeyi hızlandırıyor. Büyümenin nimetleri üst gelir grubunun gelirini artırıyor. Daha fazla tüketim yapmalarına imkân veriyor.

Reklam

Milli gelir artışından ülkede yaşayanlar eşit ölçüde yararlanamaz. Önemli olan, ülkenin toplam gelirinin artmasıdır. Toplam gelir artınca, ülkede yaşayanların her birinin geliri aynı ölçüde artmasa da dolaylı olarak ülkenin gelir artışından herkes yararlanır.

Güngör Uras’ın yazısının devamı için: Güngör Uras: http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/gungor-uras/yuzde-11-1-buyuduk-gelirim-ne-2571547/

"Doktor bu ne?"
Murat İDE
13 Aralık 2017



Bakın bu fotoğraf Ankara'da çekildi.. Askeri uçak Katar Emirliği Hava Kuvvetleri'ne ait.."Ne var ki Katar'ın askeri uçağının Ankara'da olmasında" diyeceksiniz.. Elbette bir şey yok.. Katar'da askerimiz var.. Askeri iş birliğimiz var.. Dolayısıyla, bizim uçaklar oraya, onların uçağı da buraya gelip, gider.. Sorun yok..
**********

Fotoğrafa dikkatli baktığınızda sorun değil, tevafuk var..Şöyle diyor 'Tevafuk' için sözlükler;- Latifane bir ahenkle uyum içinde olma

***

Uçak QATAR EMİRİ AİR FORCE'a, yani Katar Emirliği Hava Kuvvetleri'ne ait.. Ama kuyruktaki ve burundaki yazı dikkatimi çekti..Şehir efsanesi dolaşır ya hep, Tayyip Erdoğan'ın ekonomik durumundan bahis açıldığında 'Katar'sız konuşulmaz ya mevzu.. Katar'ın üzerine bir de, kuyruk ve burundaki 'MAN' yazısı, haliyle ilginç duruyor..Uçağın da rotasının da 'MAN Adası' ile bir ilgisi bulunmadığından eminim..Ama dedim ya, tevafuk.. Latifeli bir ahenk durumu..Türkiye'de bir ailenin parası dendiğinde mevzu iki adrese çıkıyor ya eğreti sohbetlerde; biri Katar diğeri MAN adası..Aha işte, uçakta ikisi yazıyor..Haliyle gülümseyerek meraklanıyor insan;-Uçak askeri bir operasyon için mi, 'TAMAMEN DUYGUSAL' :) operasyon için mi Ankara'da?

Kaynak: Yeniçağ
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Arl 14, 2017 8:06 pm tarihinde değiştirildi, toplam 17 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Arl 09, 2017 11:47 pm    Mesaj konusu: 'Rıza'nın altına yatanlar bizden hesap sormaya çalışıyor' Alıntıyla Cevap Gönder

Akşener'den Erdoğan'a İncirlik ve Kürecik sorusu: Kapatabilecek misin?
11 Aralık 2017



İYİ Parti 1. Olağan Kurultayında Meral Akşener oyların tamamını alarak genel başkan seçildi.

Kongrede konuşan Meral Akşener, Kudüs tartışmalarıyla ilgili iktidara seslendi. Akşener 'İsrail’e 'Eyt' diyen Erdoğan’dan Kürecik’i kapatıp kapatmayacağını bilmek istiyoruz' dedi.

İKTİDARA KUDÜS SORULARI

ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması da Akşener’in gündemineydi.

“Kudüs her birimizin en önemli konusudur. Türkiye’de yaşayan herkes Kudüs için aynı tepkiyi gösterir” diyen Akşener ama burada sorulması gereken 2 soru var dedi, şunları söyledi:

“EYYYT İSRAİL’SE KÜRECİK’İ KAPATACAK MISINIZ”

“İsrail’e “Eyt” diyen Erdoğan’dan Kürecik’i kapatıp kapatmayacağını bilmek istiyoruz. Millet adına, İYİ Parti adına bilmek istiyoruz. ABD Başkanına bir sözünüz yoksa “Eytler”in bir anlamı yok. Trump’a somut sözlerinizi de bilmek istiyoruz.”

“EYYYT TRUMP’SA İNCİRLİK’İ KAPATACAK MISINIZ”

Eğer “Eyttt Trump” noktasına gelmişseniz, “İncirliği kapatacak mısınız?. ABD ile olan şahsi ilişkileriniz gözden geçirecek misiniz?. Her “Eytt”in sonunda sonra hiçbir şey yapmayarak ülkenin itibarını iki paralık ettiniz. Bu soruların yanıtlarını öğrenmeye hakkımız var ve biz bunun takipçisi olacağız.”

“KANDIRILIYORLAR, KANDIRIYORLAR”

İktidar kanadından gelen “kandırılma” açıklamalarını eleştiren Akşener, “Kandırılma devlet ciddiyeti açısından kabul edilebilir bir konu değildir” dedi.

İktidarın Obama, Putin, Merkel, FETÖ tarafından kandırıldığı yönünde açıklamalara gönderme yapan Akşener, “Sürekli kandırılan bir ekip Türkiye gibi önemli bir ülkeyi yönetebilir mi?” diye sordu.

Kaynak: Cumhuriyet

Kılıçdaroğlu: Rıza'nın altına yatanlar bizden hesap sormaya çalışıyor, bizim verilmeyecek bir hesabımız yok
09 Aralık 2017

İçişleri Bakanlığı'nın Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi'yi görevden almasıyla ilgili konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Rıza'nın altına yatanlar bizden hesap sormaya çalışıyor, bizim verilmeyecek bir hesabımız yok" dedi. İlgezdi'nin "Beraat kararı ya da takipsizlik verilen davalar dolayısıyla açığa alındığını" ifade eden Kılıçdaroğlu, vatandaşları seçilmiş belediye başkanlarına sahip çıkmaya çağırdı.

İstanbul'daki Ataşehir Belediyesi'nin önünde partililere seslenen Kılıçdaroğlu, "Sizin önünüzde tarihi bir görev var. Seçimle iş başına getirdiğin, makam verdiğin başkana sahip çıkacaksın. Diktaya, baskıya rağmen sahip çıkacaksın. Zulme boyun eğmeyeceksin" diye konuştu.

Soylu'ya: Seni asmayacağım; rezil edeceğim, rezil

"Man Adası'ndaki paraları ispat edemezsen boğazına ne takacağız göreceksin" açıklamasında bulunan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya da yanıt veren Kılıçdaroğlu, "Beni asacak mısın, diyor. Seni asmayacağım; rezil edeceğim, rezil. Daha dur bakalım, bu başlangıç, senin de kirli çamaşırlarını çıkaracağım. Bana hesap mı sormak istiyorsun, sormazsan namertsin" ifadelerini kullandı.

Belediye önündeki konuşmasından önce avukat İnan Bektaş'la birlikte gazetecilere yaptığı açıklamada da Kılıçdarğolu, "Verilemeyecek hesabımız yok, yapılmak istenen haysiyet cellatlığıdır" dedi. Yapılan açıklamanın "savunma olmadığının" altını çizen CHP Genel Başkanı, "Koltuklarında ahkam keseceklerine, hukuku iğfal edeceklerine neden cesaret edip karşımıza çıkmıyorlar?" diye ekledi.

Kılıçdaroğlu, avukat Bektaş'la birlikte yaptığı açıklamada şöyle konuştu:

"Belediye başkanımız haberler üzerine ve byenim isteğimle kendisini savcılığa ihbar etmiştir. O soruşturmaların tamamı yapılmıştır, tamamından aklanmıştı. Bu, haysiyet cellatlığıdır. Yıldırmak istiyorlar, yılmayacağız.

"Hukuku iğfal edeceklerine neden cesaret edip karşımıza çıkmıyorlar?"

-Kılıçdaroğlu sonuna kadar konuşacak. Bu ülkede vicdanları ayağa kaldıracağım. Koltuklarında ahkam keseceklerine, hukuku iğfal edeceklerine neden cesaret edip karşımıza çıkmıyorlar?

-Belge gösterdik, hesabını verselerdi. Bizim belediye başkanlarımız Man adalarında şirket mi kurdu? Bütün banka hesapları denetlendi, alışverişleri, kredi kartları denetlendi. Denetimden korkmayız. Bunun hesabını soracağız."

-Bizim mücadelemiz hak , hukuk, adalet mücadeledir. Adaletin olmadğı yerde devlet, barış, medya özgürlüğü olmaz. Özgürce seimler olmaz. Belediye başkanları özgürce görev yapamaz, baskı ve zulüm olur. Zülme karşı direnmek de en çok bize yakışır, çünkü biz Kuvayi Milliyeciyiz, biz Mustafa Kemal'in askerleriyiz.

"Önünüzde tarihi bir görev var; seçimle iş başına getirdiğiniz başkana sahip çıkacaksınız"

Kılıçdaroğlu, açıklamalarına Ataşehir Belediyesi'nin önünde de devam etti. CHP Genel Başkanı, parti otobüsünün üzerinde yaptığı konuşmada şunları söyledi:

-Geldiğimiz nokta yeni bir süreci önümüze koyuyor. Demokrasi, hak, hukuk için mücadele ediyoruz. Bizim mücadelemiz halkın ve hakkın mücadelesidir. Bu ülkede demokrasiyi yeniden inşa edeceğiz.

-80 milyon vatandaşıma sesleniyorum. Sizin önünüzde tarihi bir görev var. Seçimle iş başına getirdiğin, makam verdiğin başkana sahip çıkacaksın. Diktaya, baskıya rağmen sahip çıkacaksın. Zulme boyun eğmeyeceksin.

-Beraat eden ya da takipsizlik verilen davalar dolayısıyla açığa alıyorlar. Bize gözdağı veriyorlar. Biz sizin bildiğiniz, masa başında kurulan bir parti değiliz. Hakkı ve hukuku savunan bir partiyiz. Türkiye'nin birleştirici gücüyüz. Biz Kuvayi Milliye ruhunu dokularında taşıyan bir partiyiz. Sizin gibi masa başında kurulan bir parti değiliz Bütün gücünüzle üstümüze gelseniz, bir tırnağımızı bile sökemezsiniz.

"Biz hesap soran değil, hesap veren bir gelenekten geliyoruz"

-Sanıyorlar ki geri adım atacağız. Bizim belediye başkanlarımız Man adalarında şirket mi kurdu. Seçilen tüm belediye başkanlarına şunu söyledim. Bir, parti ayrımını bitireceksiniz. Hangi partiden olursa olsun vatandaşlara eşit hizmet götüreceksiniz. Bizim genlerimizde herkese eşit hizmet götürmek vardır. İkincisi de dedim ki, her kuruşun hesabını millete vereceksiniz. Biz hesap soran değil, hesap veren bir gelenekten geliyoruz.

"Yav senin feriştahın gelse bizi korkutamaz"

-Sanıyorlar ki geri adım atacağızi, korkacağız, çekileceğiz. Yav senin feriştahın gelse bizi korkutamaz.

-Sen Man adalarında şirket kuracaksın, malı götüreceksin. Kılıçdaroğlu konuşmasın diyeceksin, Kılıçdaroğlu konuşacak. Yetimin hakkını savunacak. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Beraat etmiş davayı yeniden açın. İstediğiniz kadar dava açın, adalet bizim vicdanımızdadır. Ben bu toplumun vicdanını ayağa kaldıracağım, birlikte kaldıracağız. Bu işin sağı solu yoktur.

-Bütün Atatürkçü, Ülkücü, muhafazakar, sosyal demokrat, milliyetçi kardeşlerime; benimle aynı bayrağın altında aynı havayı teneffüs eden namuslu kardeşlerime sesleniyorum: Bizim mücadelemiz, hak, hukuk, adalet mücadelesidir. Türkiye mücadelesidir. Bayrak mücadelesidir. Bir arada huzur içinde yaşama mücadelesidir.

"Rıza'nın altına yatanlar bizden hesap sormaya çalışıyor"

-Daha düne kadar Reza'nın önüne yatanlara niye bir şey yapmadınız? Hükümete sormak istiyorum. Sizde vicdan yok mu, ahlak yok mu? Dava ABD'de görüşülüyor, benim vicdanım sızlıyor. Neden bu davada Türkiye'de görülmüyor? Rıza'nın altına yatanlar bizden hesap sormaya çalışıyor. Bizim verilmeyecek bir hesabımız yok.

-Benim çocuklarımın da malvarlığıyla ilgili bir sürü şey söylediler. Bir şey söyledim, alındılar. Havuz medyasının sahiplerine, yöneticilerine dedim ki: Rıza'yı çıkardınız televizyona, Türk bayrağını arkasına koydunuz. Bunun adı ihanettir, bu ihanet yaftasını sizin boynunuza asacağım. Yolsuzun, şarlatanın arkasına bayrağı koyacaksın, ben itiraz edince de bana diyeceksin ki "Beni asacak mısın", asmayacağım, rezil edeceğim rezil. Daha dur bakalım, bu başlangıç, senin de kirli çamaşırlarını çıkaracağım. Bana hesap mı sormak istiyorsun, sormazsan namertsin.

-Öyle bizden rahat rahat kurtulamazlar. Ben onlar gibi kaçmadım. Soyum, sopum, neyim varsa hepsini sorgulayın, elimi ilk önce ben kaldıracağım dedim.

-Diyecek ki torunu, "Rıza diye bir adam vardı, hırsızdı, yolsuzdu; bunun dosyasını kim kapattı?" Diyecek ki, "Ben kapattım". E neden kapattın, evine mi kondu bir ayakkabı kutusu?

"20 Temmuz'da OHAL'le bir darbe yaptılar, şimdi yerelde darbe yapmak istiyorlar"

-Bütün belediye başkanlarına sahip çıkınız, belediyelere gidiniz. Senin oy verip seçtiğin lkişi, gayrımeşru yollarla görevden alınırsa bu kişi vatandaşın onuru ve şerefidir.

-20 Temmuz'da OHAL'le bir darbe yaptılar, şimdi yerelde darbe yapmak istiyorlar. Halkın iradesini yok etmek istiyorlar. Biz size bunu yedirmeyiz, sana parça parça yediririz bunları. Sizden görev bekliyorum, hepimiz belediye başkanlarına sahip çıkacağız, hangi partiden olursa olsun.

-Bizim başkanlarımız ağlayarak istifa etmeyecekler, koltuklarını terk etmeyecekler. Hesabını verecekler.

Ne olmuştu?

İçişleri Bakanlığı, Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi'nin Anayasa'nın 127 nci maddesinin verdiği yetki doğrultusunda İçişleri Bakanlığınca 06.12.2017 tarihinde görevden uzaklaştırılmasına karar verildiğini açıklamıştı.

T24
ETİKETLER
kılıçdaroğlu haber ataşehir açıklama

Aydın Engin: Eyy AKP Reisi, sana kötü bir haberim var...
10 Aralık 201

"Senin mahallede pek bulunmadıkları için farkında değilsin ama..."
Aydın Engin*

Pek sayın AKP Reisi,
Yazının başlığını yadırgama, “Bu da nerden çıktı” filan diye sorma.
Sahiden ekmeğimle oynuyorsun. Bu gidişle Cumhuriyet yönetimi beni kapının önüne koyacak. Sorumlusu değilse bile sebebi de sen olacaksın.
Anlamadın!..
Sanırım okurlar için de anlaşılması biraz zor oldu.
Açıklayayım.
Son haftada tam üç Tırmık’ta sana seslendim, hepsi de sana özel yazılar oldu.
Bugün de sana seslenirsem olmaz. Bizim meslekte dört kez üst üste aynı konuyu ya da kişiyi ele alan gazete yazarına kaş çatılır, homurdanılır, tekrarlarsa kapının yolu gösterilir.
Üstelik senin dostluk eli uzatmaya gittiğini söylediğin Yunanistan’da, Lozan’dan girip Batı Trakya’daki Türk azınlıktan çıktığın gezide devirdiğin çamlar, “O husus belki hukukta yoktur ama siyasal hukukta vardır” gibi diplomasi ve hukuk literatürüne kazandırdığın değerli fikirler var.
Gel de onları yazma değil mi?
Dahası, senin yakın dostun, ağzını açtığında bize seni hatırlatan Başkan Trump’ın barut fıçısından beter Ortadoğu’ya fırlattığı Kudüs bombası var.
Gel de yazma değil mi?
Dahanın da dahası, önümüzdeki Başkanlık seçimine tek başına girmek için HDP’den sonra CHP’yi de topun ağzına koyduğun, belediyelerden başlayıp Kılıçdaroğlu’na uzatmaya niyetlendiğin “operasyon” var...
Gel de yazma değil mi?
Ama yazmayacağım.
Bugün yine doğrudan sana sesleneceğim...
Yazıişleri’nden kaş çatanlar çıkarsa “Yav pazar yazısı biraz neşeli olur derlerya, o yüzden böyle yaptım” diye bir şeyler uydururum artık.
Belki yutarlar...

***

Eyy AKP Reisi!..
Önceki gün Gümülcine’deki Müslüman azınlığa seslenirken ne akla hizmetse şöyle bir cümle kurdun.
Bak aynen aktarıyorum:
“...İnancına güvenen, inanç hürriyetinden korkmaz. Düşüncesine güvenen düşünce hürriyetinden korkmaz...”
Valla ekmeğimle oynuyorsun. Çünkü bu dediklerine cevap vermezsem çatlarım...
Şimdi:
İnanç özgürlüğünden korkum yok. Gerçi inanç sorgulamadan bağlanmayı gerektirir. O yüzden bana epey uzaktır. İnanmak yerine aklı terazisine vurmayı yeğleyenlerdenim. Ama bu, inanç özgürlüğünü amasız, fakatsız, lakinsiz savunmaktan beni bir adım bile uzaklaştıramaz. O tür korkular bizim mahallede pek dikiş tutturamaz...

Gelelim ikinci cümleye: Düşüncesine güvenen düşünce hürriyetinden korkmaz.
Çok doğru.
Peki korkanlar ne yapar?
Benim bildiğim kendi düşüncesine güvenmediği için, farklı düşünenleri hapseder, tutuklatır, bir yerde ekran ve önünde mikrofon buldu mu onlara karşı yağar gürler. Akademisyense işinden atar, fırıncılara söyler ekmek bile verilmesini önler. Açlığa mahkûm eder. Kürtse tutuklatıp hapse tıkar. Tutuklama gerekçesi olarak kullanılan eylem -mesela- Diyarbakır’da ise tutukluyu ülkenin öbür ucuna, -mesela- Edirne mapushanesine yollar. AKP medyası dışında kalem oynatan gazeteciyse, onları da tutuklatır, yürekler acısı iddianamelerle Silivri ya da benzeri mapushanelerde volta atmaya yollar. Kaportacılık yapacak kadar bile teknik bilgisi olmayanı elektronik ve bilişim uzmanı sayıp bilirkişi tayin eder, “Telefonunda ByLock vardır” fetvası alıp onları da hapse tıkar.
Bencileyin düşüncesine güvenenler ise bunca tehdide, bunca saldırıya pabuç bırakmaz doğru bildiği yolda yürümeye devam eder. Kendisinden farklı hatta zıt düşünenlerin de düşünce özgürlüğünü savunmaktan bir an bile geri kalmaz.
Kâh içerde, kâh dışarda...
***

Eyy AKP Reisi!..
Sana kötü bir haberim de var. Sakın yukarıda yazdıklarımı salt bana özgü ve sana göre uçuk kaçık fikirler sanma. Böyle. Bu yazıda aktarıldığı gibi düşünenler çok. Pek çok. Tahmin edemeyeceğin kadar çok. Senin mahallede pek bulunmadıkları için farkında değilsin ama uykularını kaçırtacak kadar çok.
Haberin olsun.
Artık ötesini sen bilirsin...

* Bu makale ilk olarak Cumhuriyet'te yayımlanmıştır

T24
ETİKETLER
akp tayyip erdoğan cumhuriyet gazetesi aydın engin

Emekliler: Bize yüzde 3, tüketime yüzde 40 zam, adalet nerede?
12 Aralık 2017



"Enflasyon yüzde 13 olarak açıklanmışken ikinci yarıda nasıl düşüreceksiniz?"

TBMM’de görüşülmeye başlanan 2018 yılı Bütçe Kanun Tasarısı’nı değerlendiren Tüm- Emekli Sen Başkanıı Adil Alaybeyoğlu, "Bizlere reva görülen yüzde 3’lük gibi artışlarla kandırmacalara son verilmesini istiyoruz” dedi. Alaybeyoğlu, "Bu ülkede her şey yüzde 40 zamlandı, yani 3 lira alıyorsak 1 liramızı birileri cebimizden çaldı" dedi.

BirGün'den Gökay Başcan'ın haberine göre, TBMM’de görüşülmeye başlanan 2018 yılı Bütçe Kanun Tasarısı’nın emeklilerin sırtına daha çok yükler bindireceğini ve bütçe açıklarının faturasının emekçilere kesileceğini söyleyen Tüm- Emekli Sen Başkanı Adil Alaybeyoğlu, “Bu bütçe ekonominin büyümesine, bu toplumda yaşayan bireylerin değerine artmasına yönelik bir bütçe değildir. Bizlere reva görülen yüzde 3’lük gibi artışlarla kandırmacalara son verilmesini istiyoruz” dedi.

Saraya, savaşa, cemaate değil emekliye, emekçiye bütçe diyen Tüm-Emekli Sen üyeleri Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde açıklama yaptı. TBMM’de 2018 bütçe görüşmelerini değerlendiren sendika başkanı Adil Alaybeyoğlu “2018 bütçesinin rakamlarına şöyle bir baktığımızda sanki bu ülkenin bütçesi değil de başka bir gezegenin bütçesi. Emeklilerin, kamu emekçilerinin, işçilerin ellerinde ki ekmeklerin daha da küçüleceği bir bütçe hazırlanıyor” diye konuştu.

Ülkenin faturasını rüşvetçiye, hırsıza değil emekçilere ödettirildiğini söyleyen Alaybeyoğlu sözlerine şöyle devam etti:

"Özellikle son 3 gündür, hangi sihirli el dokunduysa bir anda yüzde 11.1 artışla dünyanın en hızlı büyüyen ekonomiye sahip olduğumuz iktidar çevresi tarafından söylenmeye başlandı. Yine başka bir oyunla karşı karşıya kalacağımızın işaretlerini veriyorlar. Yine nasıl bir sihirli dokunuş olacaksa Aralık’ın ikinci yarısın enflasyon düşecek diyorlar. Kamu çalışanı, işçi, kısacası 24 milyonun üzerinde çalışan insan acaba yılbaşında evime daha çok ekmek getirebilir miyim düşüncesindeyken, maaşlarına yapılacak zammı düşünürken anlıyoruz ki; 2018 yılının Ocak ayında açıklanacak enflasyon rakamlarıyla açıkça oynayacağız diyorlar. Bu ülkede her şey yüzde 40 zamlandı, yani 3 lira alıyorsak 1 liramızı birileri cebimizden çaldı. Böylesi bir ekonomide enflasyon yüzde 13 olarak açıklanmışken ikinci yarıda nasıl düşüreceksiniz? Üretim mi artacak? Fiyatlar mı düşecek? Hangi rakamlarla oynayacaksınız ki bizim sırtımıza bir yükü daha reva göreceksiniz Bu bütçe savaş bütçesidir. Bu bütçe ekonominin büyümesine, bu toplumda yaşayan bireylerin değerine artmasına yönelik bir bütçe değildir. Sömürünün, baskının, ölümün, gözyaşının ve demokrasinin daha da askıya alınacağı bir bütçe olarak karşımıza çıkıyor. Biz bu bütçeyi kabul etmiyoruz. Türkiye’de emeklilerin, emekçilerin daha özgür, parasız eğitim ve sağlıktan yaralanabileceği bir bütçe istiyoruz. Alın teriyle üretenlerin ekmeğinin daha da arttırılmasını, çağdaş bir ülkede daha rahat ekonomik koşullarda yaşamasını istiyoruz."

T24
ETİKETLER
emekli haber açıklama haber sendika yüzde 40 zam

Aydınlık: 4 eski bakan, 18 bürokrat hakkında bizzat Erdoğan tarafından yurtdışına çıkış yasağı talimatı verildi
14.12.2017



ABD'deki Hakan Atilla davasında adı geçen 4 eski AKP'li bakan ve 18 bürokrat için Erdoğan'ın 'yurtdışına çıkmayın' talimatı verdiği iddia edildi

Aydınlık'tan Ersan Eroğlu'nun haberi aynen şöyle; Reza Zarrab'ın tanık, eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın sanık olduğu ABD'deki davada adı geçen 4 eski AKP'li bakan ve 18 bürokrat hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'yurtdışına çıkmayın' talimatı verdiği iddia edildi.

Ankara kulislerinde, "yurtdışına çıkış yasağı" talimatının bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan geldiği öne sürülüyor. Yasağın nedeni ise, 17-25 Aralık sürecinde görevde olan söz konusu 4 eski bakan ve 18 bürokratın yurtdışına çıkması halinde tutuklanabilecekleri ihtimali. Bir başka nedenin ise Reza Zarrab'a uygulandığı gibi "İtirafçı" olmaya zorlanabilme ihtimalleri...

Yurtdışı yasağı getirilen 4 bakanın 17- 25 Aralık sürecinde görevde olan İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın olduğu öne sürülüyor.

'DAVADA ADI GEÇENLERE GÜVENİLMİYOR'

Ankara kulislerini hareketlendiren bu önemli iddiayı konuyu yakından takip eden CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ile konuştuk. "Yurtdışına çıkış yasağı" iddiasının doğru olduğunu savunan Pekşen şu değerlendirmede bulundu:

"Bu karar, hükümetin ABD'de görülmekte olan davada adı geçen kişilerle ilgili güven problemi olduğunu gösteriyor. 3 bakan ve toplamda 22 kişiyle ilgili yurtdışı çıkış yasağı konulduğu iddiası bize geldi ve araştırdık. Konuyu teyit ettirdik. O dönem de bakan olan Erdoğan Bayraktar ile ilgili yasak var mı onu tam bilmiyoruz. Türkiye'yi yönetenler, bu bakan ve bürokratların itirafçı olabileceğini düşünüyor. Bu yurtdışına çıkış yasakları resmi olarak da konulmuş. Bu kişilerle ilgili yargılamayı Türkiye bir an önce yapmalıdır."

ABD'DE GÖRÜLEN DAVADA ADI GEÇEN BAKANLAR...

ABD'de görülmekte olan Hakan Atilla davasının dosyasında, aralarında eski bakan ve çok sayıda bürokratın da yer aldığı 175 kişi yer alıyor. Bu listeki kişiler, "sanık" ya da "tanık" olarak belirtilmiyor. Soruşturma boyunca adı geçen bütün isimler yer alıyor. Listede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, damadı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak ile eski Bakanlar Efkan Ala, Ali Babacan, Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar ve Egemen Bağış'ın isimleri de yer alıyor.

Yurt Gazetesi

Vatan Parti Genel Başkan Yardımcısı: 15 Temmuz'un siyasi ayağı AKP, bir numara Erdoğan
14.12.2017



Vatan Parti Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan, "FETÖ'nün siyasi ayağı AK Parti mi?" sorusuna, "AK Parti tabi. Listenin başına yaz; bir Recep Tayyip Erdoğan, iki Abdullah Gül." dedi.

FETÖ'nün siyasi ayağının AKP olduğunu söyleyen Vatan Parti Genel Başkan Yardımcısı ve eski bakan Yaşar Okuyan, listenin başında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın olduğunu söyledi.

KRT Haber Müdürü Çağlar Cilara'nın konuğu olan Yaşar Okuyan, programda FETÖ'cülerin AKP tarafından devlet kadrolarına yerleştirildiğini söyledi.

Yaşar Okuyan, "FETÖ'nün siyasi ayağı AK Parti mi?" sorusuna, "Yok dedemin partisi. AK Parti tabi. Listenin başına yaz; bir Recep Tayyip Erdoğan, iki Abdullah Gül. Ondan sonra al hepsini yaz" dedi. Bunların FETÖ'nün siyasi ayağı olduğunu ifade eden Okuyan, 81 İl Emniyet Müdürü'nden 74 tanesinin FETÖ'cü olduğunu eski İçişleri Bakanı olan Efkan Ala'nın açıkladığını hatırlattı. FETÖ'cüleri o mevkilere AKP'nin getirdiğine dikkat çeken Okuyan, Dışişleri'nde olanları yüzde 25'inin FETÖ'cü çıkmasına da isyan etti.

Yurt gazetesi
Anahtar Kelimeler:Vatan Parti Genel Başkan Yardımcısı Yaşar OkuyanFetöAKPErdoğanAbdullah Gül

Din değiştiren AKP'li yöneticiden skandal sözler
14.12.2017



Eski AKP Kayseri İl Başkan Yardımcısı Mehmet Akif Kum, din değiştirip Hıristiyan oldu. Kum, “Bunda ne var? Ateistler kadar kötü değil ya, onlar hiçbir şeye inanmıyor” dedi.İslamcı görüşleriyle bilinen bir dönem AKP'nin Kayseri İl Başkan Yardımcılığı ile yöneticilik de yapan Mehmet Akif Kum din değiştirip Hıristiyan oldu.Odatv’den Ali Türkaslan’ın konuyu sorduğu Mehmet Akif Kum, haberi doğrulayarak “Üniversite yıllarımdan beri din konusunda yaptığım araştırmalar neticesinde bir tercih yapıp Hıristiyan oldum. Bunda ne var? Ateistler kadar kötü değil ya, onlar hiçbir şeye inanmıyor. Tanıdığım ateist insanlar var, ateist olduklarını bile söyleyemiyorlar! Bunları söylemek cesaret ister. Ben artık Hz. İsa’ya inanıyorum” dedi.
Kaynak: Gerçek Gündem

Abdulkadir Selvi: Rüşvet aldığı iddia edilenlerin kuzuların sessizliğine bürünmesi rahatsız edici!
14 Aralık 2017



"ABD’deki Zarrab davası, artık Zarrab'sız devam ediyor"

Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, İran’a yönelik ABD yaptırımlarını deldiği iddiasıyla New York’ta tutuklu yargılanan eski Halkbank Genel Müdürü Mehmet Hakan Atilla davasında tanık olan Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab'ın öne sürdüğü rüşvet iddialarının ne olacağını sordu.

"Bu arada iğneyi Amerika’ya batırırken, çuvaldızı da kendimize batırmalıyız" diyen Selvi, söz konusu iddiaların ne olacağını merak ederek "Rüşvet aldığı iddia edilenlerin kuzuların sessizliğine bürünmesi ise en az Zarrabkadar rahatsız edici" diye tepki gösterdi.

Yazının ilgili bölümü şöyle:

Birleşmiş Milletler'in İran'a yönelik uyguladığı ambargonun delinmesi

ABD’deki Zarrab davası, artık Zarrab’sız devam ediyor.

Çünkü o bir tanık.

Zarrab, bundan sonra hangi ülkede yaşayacağına ya da yeni bir kimlik edinip edinmeyeceğine karar verecek. İsterse eşi Ebru Gündeş’i ve kızı Alara’yı da yanına alabilecek. Dubai’nin deşifre olması nedeniyle Zarrab’ın buraya gönderilmeyeceği, ABD’de kalacağı söyleniyor.

Zarrab istese de ABD onu bir yere göndermez. Çünkü Zarrab ABD’ye lazım. İkinci iddianame çıkarsa bir kez daha onu tanık kürsüsünde göreceğiz.

Operasyon ilk günkü hedefe yönelik olarak adım adım ilerliyor.

(..)
1- 17-25 Aralık’ta 1 numaralı hedef Recep Tayyip Erdoğan’dı.

FETÖ’cü polisler, fezlekelerinde Erdoğan’ı devrik başbakan ilan etmiş, “dönemin başbakanı” olarak kayıtlara geçmişlerdi.

2- ABD’deki davada mahkeme başkanı hem Zarrab’a hem de FETÖ’cü Korkmaz’a “bir numara”dan kimi kastettiklerini, o zaman Türkiye’nin başbakanının kim olduğunu soruyor. Tabii soru hazır, cevap hazır. Çünkü önceden hazırlanmış. Tahmin ettiğiniz gibi Recep Tayyip Erdoğan. Hüseyin Korkmaz’a adın ne diye sorulduğunda “Recep Tayyip Erdoğan” diyecek kadar olağanüstü bir çaba içinde olduğu görülüyor.

(..)

Bu arada iğneyi Amerika’ya batırırken, çuvaldızı da kendimize batırmalıyız.

Tamam anladım, 17-25 Aralık FETÖ’nün darbe girişimiydi.

Tamam anladım, New York’taki mahkemede 17-25 Aralık’ın ABD versiyonu yaşanıyor.

Ama bir şeyi anlamadım. Bu rüşvet iddiaları ne olacak?

Sizi bilmem ama benim midem bulandı.

Rüşvet aldığı iddia edilenlerin kuzuların sessizliğine bürünmesi ise en az Zarrabkadar rahatsız edici.

Ana Haber

abd zarrab türkiye 4 bakan kuzuların sessizliği new york abdulkadir selvi hürriyet

Bozdağ'dan 'Gülen'e övgü' açıklaması: Ya, 2011’de yapılmış bir konuşma, o zaman 'FETÖ' ibaresi var mıydı?
14 Aralık 2017



Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 2011 yılında TBMM'de yaptığı ve halen de Meclis tutanaklarında yer alan Fethullah Gülen'i övdüğü sözleri tekrar gündeme getiren kişilerin "FETÖ'nün teröristleri olduğunu" savundu. Bozdağ, "Ya, 2011’de yapılmış bir konuşma, o zaman 'FETÖ' ibaresi var mıydı?" diye sordu.

Bozdağ, 2011 yılında TBMM'de yaptığı konuşmada Fethullah Gülen'i 'bu ülkenin yetiştirdiği bir kıymet' olarak niteledi ve "Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor. Her şey de açık. Devletin denetimi gözetimi altında açık. Her şey göz önünde olan…" ifadelerini kullanmıştı.

Bozdağ'ın bu sözleri Meclis'te devam eden bütçe görüşmeleri sırasında HDP İstanbul Milletvekili Filiz Keresticoğlu tarafından tekrar gündeme getirildi. Daha önce bu sözler için "İnanarak konuştum" diyen Bozdağ, bu konuşmasını gündeme getiren kişileri 'FETÖ'nün teröristi' olmakla suçladı.

Hürriyet'ten Umut Erdem'in aktardığına göre Bozdağ, özetle şunları söyledi:

Kürsüye geldiğimde, geçmişte yaptığım bir konuşmayı getiriyorlar, bunu FETÖ’nün teröristleri yapıyor. FETÖ’nün üzerine ne kadar gittiysem ertesi gün benim konuşmamı getirip koyuyorlar.

'Ya, 2011'de yaptığım bir konuşma..."

"Ya, 2011’de yapılmış bir konuşma. O zaman ‘Fetullahçı terör örgütü’ ibaresi var mıydı, söylendi de mi biz söylemedik? 10 sene önce konuşanları getiriyorsunuz"

"Silah mı dayadılar alnınıza söylerken?"

Bozdağ'ın sözünün zaman zaman muhalefet tarafından kesildiği tartışmada CHP Kocaeli Mİlletvekili Fatma Hürriyet Kaplan, "Kim söyletti onları size, kim? Silah mı dayadılar alnınıza?" diye sordu. Bozdağ, Kaplan'ın bu sözlerine yanıt vermezken, CHP ve HDP sıralarında sıkça AK Parti'nin geçmiş dönemde Gülen ile beraber yürüdüğü vurgulandı. HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de Bozdağ'a "FETÖ’cünün Allah’ısın sen!" diyerek seslendi.
T24

AKP'de belediye başkanları adam kaçırdı, milletvekili polisi aradı
14 Aralık 2017



"Üzgünüm, mektup Erol Kaya'nın önünde duruyor"

AKP'li Yunusemre Belediye Başkanı Mehmet Çerçi ve Saruhanlı Belediye Başkanı Hüseyin Yaralı, Saruhanlı Belediyesi Kırsal Hizmetler Müdürü Suat Diktaş'ı silah zoruyla kaçırtıp iki saat sorguya çekti.

Diktaş, başından geçenleri AKP Yerel Yönetimler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erol Kaya'ya gönderdiği mektupta anlattı.

Sözcü'den Veli Toprak'ın haberine göre mektupta, olay detaylarıyla yer aldı. Diktaş, CHP'li milletvekilleri ve belediye başkan yardımcılarıyla ilgili sorguya çekildiğini söyledi. Diktaş, “Görüştüğüm parti büyükleri ‘Bekle, hiçbir şey yapma' dedi. Genel merkezin vereceği kararı bekliyorum" ifadelerini kullandı. Diktaş olayı şöyle anlattı:

"Sen kimlerin adamısın"

“30 Ekim 2017 günü saat 11.00 civarında Yunusemre Belediyesi'ne ait kreşe gittiğim esnada Belediye Başkanı Mehmet Çerçi de geldi. Beni takip eden Mehmet Öcal ve gri takım elbiseli bir şahıs, ayrıca silahını gördüğüm koruma Volkan tarafından aracımın önü kesilerek araçtan indirildim. ‘Mehmet Çerçi sizi çağırıyor' dediler. 10-15 kişiden oluşan silahlı adamlarıyla beni kreşin yanında kameraların olmadığı alana götürdüler. Sonra ‘Saruhanlı Belediye Başkanı Hüseyin Yaralı'yı arayın o da gelsin' diye talimat verdi. Beni Yunusemre Belediyesi'ne ait OSB'de bir binaya götürdüler. İki belediye başkanı iki saat savcı gibi ifademi baskıyla aldı. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya için ‘Rüşvet alıyor mu?' diye sordular. ‘Ankara, İstanbul'a evrak göndermişsin, Özgür Özel ve danışmanıyla görüşmüşsün. MİT misin, Ankara'da kimlerin adamısın?' gibi sorular sordular. Sonra Milletvekilimiz Metin Külünk, vali ve emniyet müdürünü arayıp kaçırıldığımı söylemiş. Polis tarafından emniyete götürüldüm."

Mektupta adı geçen AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk de ‘üzüntülü' olduğunu belirtti ve “Mektup Erol Kaya beyin önünde duruyor” demekle yetindi.

T24
ETİKETLER
akp belediye başkanı metin külünk adam kaçırma

"Türkiye’de büyük adliye sarayları, devasa duruşma salonları var ama içlerinde adalet yok”
Hülya Karabağlı
15 Aralık 2017



CHP’li Aldan: İktidar, ülkede cezaevi yapmaya yetişemiyor

CHP Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, “Bugün büyük adliye sarayları, kampüs hâlinde cezaevleri ve devasa duruşma salonları vardır, lakin bu binaların içinde adalet yoktur. O derme çatma adliyelerde ve o zorlu koşullarda dağıtılan adaletten bugün eser kalmamıştır” dedi.

Adalet Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak Genel Kurul'da konuşan CHP’li Aldan, “Bugünkü Türkiye'de en ağır silah, ağızdan çıkan ve hoşa gitmeyen söz olmuştur. Bugünün yargısında vicdanı bir tarafa bırakmış, ön yargılı, empati yapmaktan uzak, kibirli ve sonradan görme iktidar destekli azınlık dışında kimsenin güvencesi yoktur. Bu güvensiz ortama yargı mensupları da dâhildir” ifadelerini kullandı.

“Yargıda görev yapacak hâkim, savcıların yarısı ya bir yıllıktır ya da bir buçuk"

Bakanlığa ayrılan ödeneğin yüzde 40.6’sının bütçenin yarısının cezaevlerine gittiğine dikkat çeken Aldan, 15 Temmuz sonrası ihraç edilenlerle birlikte, adliyelerde kalan hâkim, savcı sayısının 10 bin olduğunu söyledi. Yakın zamanda sayının 20 bin olmasının beklendiğini belirterek, “Şu anda yargıda görev yapacak hâkim, savcıların yarısı ya bir yıllıktır ya da büyük bir bölümü de en fazla bir buçuk yıllıktır” açıklaması yaptı. CHP’li Aldan’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşma, Meclis tutanaklarına şöyle yansıdı:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2018 yılı tahminî kurum toplam bütçe büyüklüğü 844 milyar lira, Adalet Bakanlığı bütçesi ise 13 milyar lira olarak öngörülüyor yani Adalet Bakanlığına ayrılan pay sadece yüzde 1,62'dir oysa cumhuriyetin kuruluş yıllarında Bakanlığa ayrılan pay oldukça yüksekti. Örneğin, 1924'te o zorlu koşullarda Adalet Bakanlığı bütçe oranı yüzde 3,5'tu; 1932'de yüzde 3,94; 1934'te ise yüzde 4'tü. Bu açıdan, Adalet Bakanlığına ayrılan ödeneğin yetersiz olduğunu söyleyebiliriz.

"Cezaevi yaparak toplumsal barışı sağlayan, suç oranını düşüren bir ülke yoktur"

Peki "Bu ödenekler nereye harcanıyor?" dersek geçen yılki ödeneğin yüzde 40,6'sı cezaevleri için harcanmış yani neredeyse bütçenin yarısı mahpushanelere gitmiş. Cezaevleri tıka basa dolu, hükümlü ve tutuklular sırayla uyumak zorunda kalıyorlar. İktidar, ülkede cezaevi yapmaya yetişemiyor. Nitekim, 2018 yılında 38 yeni cezaevinin daha hizmete gireceği Komisyon görüşmeleri sırasında önemli işmiş gibi anlatılmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde, sürekli cezaevi yaparak toplumsal barışı sağlayan, çağdaşlaşan ve her şeyden öte suç oranını düşüren bir ülke yoktur. Aslında suç, bir sonuçtur. Bireyi suça iten nedenleri ortaya çıkarıp çözüm üretmek yerine bireyi zorla terbiye ederek toplumsal huzuru sağlamaya çalışmak çağ dışı bir yaklaşımdır. Bu açıdan aklı başında iktidarların çıkış yolu, cezaevi yerine üreten, istihdam sağlayan, vatandaşlarına gelecek kaygısı yaşatmayan işletmeler açmak olmalıdır. Keza, toplumsal kutuplaşma ve bu gerilimden kaynaklı konsolide topluluklar üzerinden siyasi çıkış yolları aramak yerine uzlaşı kültürünü geliştirmeye çaba gösterilmeli, ötekileştirme anlayışından ve iktidar devletinin yarattığı kahramanlık ya da mağduriyet gündemi üzerinden ortak tutum dayatmalarından vazgeçilmelidir. Ülkeye egemen olan anlayış değil, toplumun ortak değerleri esas alınmalıdır.

"Öte yandan, Adalet Bakanlığı'nın faaliyetleriyle ilgili övme söz konusu olduğunda ya yargı reformu paketlerinden ya inşaat çalışmalarından söz edilir. Yargı reformu paketleri aslında bir önceki yasayı değiştirmekten ibarettir ve özünde bunlar birer reform değildir, tamamıyla iş bilmemenin sonucu olan yansımalardır.

"Adliyelerde adaletten eser kalmamıştır"

"Değerli arkadaşlarım, yeni adliye binaları yapıldığına ilişkin söylemlere gelince; 2002 yılından bu yana ülkede gelişmişliği sadece müteahhitlik hizmeti sanan anlayışın bakış açısı sonucu, hükûmet konağının alt katındaki derme çatma, toz içindeki adliyelerden görkemli adliye saraylarına geçildiğini çoğu yerde görmek mümkündür. Bugün büyük adliye sarayları, kampüs hâlinde cezaevleri ve devasa duruşma salonları vardır, lakin bu binaların içinde adalet yoktur. O derme çatma adliyelerde ve o zorlu koşullarda dağıtılan adaletten bugün eser kalmamıştır. Memlekette sadece mutlu azınlık yeni yargıdan memnundur, zira onların adliyelik işleri yoktur çünkü yargı mensupları onların cebine girene değil de muhaliflerin ağzından çıkacak sözcüğe odaklı durumdadırlar. Bugünkü Türkiye'de en ağır silah, ağızdan çıkan ve hoşa gitmeyen söz olmuştur. Bugünün yargısında vicdanı bir tarafa bırakmış, ön yargılı, empati yapmaktan uzak, kibirli ve sonradan görme iktidar destekli azınlık dışında kimsenin güvencesi yoktur. Bu güvensiz ortama yargı mensupları da dâhildir. Onlar da hukuk devleti ilkesinin rafa kaldırıldığı, hukukun üstünlüğünün önemsenmediği ve nihayet yargı bağımsızlığının olmadığı ortamda çaresizdirler. Bu anlamda, bir kısmı yürütmenin yörüngesinde rol almayı tercih etmişlerdir, önemli bir bölümü ise olan biteni kaydederek zorlu koşullarda ilkesel davranmaya çalışmaktadırlar.

"Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz sonrası ihraç edilenlerle birlikte, adliyelerde kalan hâkim, savcı sayısı 10 bindir. Şu anda sayı 15.600'e yükselmiştir, yakın zamanda sayının 20 bin olması beklenmektedir. Bu da şu anlama gelir: Şu anda yargıda görev yapacak hâkim, savcıların yarısı ya bir yıllıktır ya da büyük bir bölümü de en fazla bir buçuk yıllıktır. Adliyelerdeki yargılamalar ne yazık ki maskaralık hâline dönüşmüştür. Bu genç arkadaşlarımıza bu kadar yük yüklenmemelidir, Adalet Akademisi üzerine düşen görevi yapmalı ve bunların eğitim üzerinde durmalıdır.

Değerli milletvekilleri, adliyelerde yazı işleri müdürleri ve zabıt kâtipleri var. Bunlar gerçekten çok ağır yük yüklenen insanlardır. Yaptıkları görevler meşakkatlidir, riskli görevlerdir ve buna karşılık da emeklerinin karşılığını alamamaktadırlar, iş yerlerinde ezilmektedirler. Keza, risk tazminatı, yargı ödeneği tazminatlarından yoksundurlar. Her şeyden öte, cezaevlerindeki personele yönelik olarak bir ayrım yapılarak adliye yazı işleri müdürleri ile mevcut zabıt kâtiplerinin arasında ek gösterge konusunda bir ayrım yapılmıştır. Bu ayrım derhâl giderilmeli, onların ek göstergeleri de en az 3000'e çıkarılmalıdır."

T24
ETİKETLER
ömer süha aldan adalet bakanlığı bütçe cezaevi

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'dan çok ilginç tesbitler: Ortak yaşama iradesini kaybediyoruz
Veysi Polat
14 Aralık 2017



DİSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı, Diyarbakır'daki birçok iş insanını bir araya getirdi

KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye'de ortak yaşama iradesinin kaybedildiğini ifade ederek, “Mesele iktidar partisinin gidip, gitmemesi değildir. Mesele bir partinin az oy alıp alması da değildir. Melese, ortak geleceğe olan inancımızı tazelemek ve yeniden 'biz' duygusuna kapılmak meselesidir” dedi.

Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği (DİSİAD) Yüksek İstişare Kurulu toplantısı, kentteki birçok iş insanını bir araya getirdi. Toplantının açılış konuşmasını yapan DİSİAD Başkanı Burç Baysal, bölgedeki iş dünyasının en önemli beklentileri arasında çözüm sürecine geri dönülmesi arzusunun olduğunu söyledi. Çözüm sürecinin bitmesiyle yaşanan belirsizliği dile getirdikleri zaman eleştirilere maruz kaldıklarını ifade eden Baysal, OHAL'in ne zaman kalkacağı konusunda yatırımcıların bilgilendirilmesi gerektiğini vurguladı. Baysal, "Evrensel hukuk kurallarının işlenmediği, adalet mekanizmasının yıprandığı bu dönemde ekonomide sürdürülebilir bir büyümenin gerçekçi olmayacağını söylemek isteriz. Ülkemizin en önemli konularından biri de çözüm sürecinin bitmesiyle devam eden belirsizliktir. Bu konuyu ne zaman dile getirirsek maalesef ki siyaset kurumları ve bu konunu muhattapları tarafından sert eleştiriler alıyoruz" dedi.

“Ortak yaşama iradesini kaybediyoruz”

Toplantıya katılan KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır ise, Türkiye'de Kürt sosyolojinin değiştiğini dile getirdi. Türkiye'de yaşayan Kürtlerin yarısının metropollerde yaşadığına dikkat çeken Ağırdır, "Türkiye son 40 yılda gündelik hayatı baştan başa değişmiş, nüfusun yarısı göç etmiş. Türkiye'de şu anda kendini Kürt olarak tanımlayan insanların yüzde 48'i, yani yarısı 5 metropolde yaşıyor. Nüfusunun 2 milyon altı olan yerlerde yaşayan Kürt nüfusu yalnızca yüzde 19'dur. Yüzde 81'i kentleşmiş, hatta yarı metropolleşmiş bir Kürt nüfusu var. Kürtlerde aşiret var, töre var düşünceleri film ve romanlarda kaldı. Kimse bunun farkında değil. Kürt sosyolojisinde değişen şey sadece bugünkü siyasi aktörlerin, sadece PKK, Ak Parti ve HDP ile açıklanabilir bir şey olmaktan çıkalı çok oldu. Türkiye'de sadece Kürtler de değil, Türkiye'de son 40 yılda 31 milyon yetişkin insan göç etmiş, çocuklar hariç. Batı tarihinde böyle bir hareket yoktur. Türkiye nüfusunun yüzde 52'si, 11 metropolde yaşıyor. Dolayısıyla köy enstütüleriymiş, imecelermiş, okuduğumuz o hikayeler, bugünkü Türkiye'nin sosyolojisinde geçerliliği yoktur. Türkiye bir yandan küreselleşmiş, bir yandan metropolleşmiş. Dolayısıyla bizim problemimiz bu yeni hayata uygun devlet nizamının, hukukunun, siyasetinin üretemiyor olmamız, gelip tıkandığımız yerdir" dedi. KONDA olarak yaptıkları anket çalışmaların da da örnek veren Ağırdır, ortak yaşama iradesinin kaybedildiğini dile getirerek, şunları söyledi: "Bugün topluma baktığınız zaman, biz sadece bu Cumartesi ve Pazar günü 7 bin eve gittik, her ay en az 10 bin eve gidiyoruz. Elimde bin tane veri var. Ama, çok temel bir kaç şey paylaşayım, giderek ortak yaşama irademizi, arzumuzu kaybediyoruz. Ortak geleceğe olan inancımızı kaybediyoruz. Mesele iktidar partisinin gidip, gitmemesi değildir. Mesele bir partinin az oy alıp alması da değildir. Melese, ortak geleceğe olan inancımızı tazelemek ve yeniden 'biz' duygusuna kapılmak meselesidir. Ne yazık ki bugünkü siyaset ortamında bunun çok uzağındayız. Herkesin en çok talep ettiği şey adalettir. Adalet derken hepimiz farklı bir şey anlıyoruz, ama hep beraber adalet arıyoruz. Yeniden biz olmak için yapabileceğimiz tek bir şey var, hepimiz elbirliğiyle bu ülkenin geleceğine inanmak, ortak kaderine inanmaktan başka çaremiz yoktur."

Demir Hotel’de yapılan toplantıya Karacadağ Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Hasan Maral, DOGÜNSİFED Başkanı Aziz Özkılıç, TÜMMER Başkanı Raif Türk, DİTAM Başkanı Mehmet Kaya, HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, DTSO, GÜNTİAD, DOGÜNKAD ve DİKAD Yönetim Kurulu üyeleri, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici ve çok sayıda iş dünyası temsilcisi katıldı.

T24
ETİKETLER
bekir ağırdır ortak yaşam halk diyarbakır sanayici ve İş İnsanları derneği disiad

Esenyurt Belediye Başkanı Kadıoğlu da 'istifa etti'
15.12.2017



AK Partili belediyelerde istifa haberleri gelmeye devam ediyor. En son olarak Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu'nun istifa ettiği öğrenildi.
Esenyurt Belediye Başkanlığı Basın Yayın Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada Kadıoğlu'nun istifa sebebi şu ifadelerle açıklandı:

Sputnik'in haberine göre; İstanbul'un Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu istifa etti. Belediye tarafından yapılan açıklamada Kadıoğlu'nun istifa gerekçesi olarak 'sağlık sorunları' gösterildi ve "Sayın belediye başkanımız, seçildiği günden bugüne kadar Esenyurt ilçesine ve halkına olan duyarlılık sebebiyle almış olduğu bu kararı saygı ile karşılıyoruz" denildi.

GÖZLER ÜSKÜDAR VE EYÜPSULTAN'DA

Hürriyet'ten Nuray Babacan, 14 Kasım'da "İstanbul'da Büyük Operasyon" başlığıyla yazdığı haberinde 6 il belediye başkanının değiştirilmesinin ardından ikinci büyük operasyonun İstanbul'da yapılacağını duyurmuştu. Haberde, Esenyurt, Üsküdar ve Eyüpsultan'da incelemelerin sürdüğü belirtilmişti. Esenyurt Belediye Başkanı'nın bugün istifasının ardından gözler Üsküdar ve Eyüpsultan'a çevrildi.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'NDA 'İNCELEME' ÇAĞRISI

CHP’li İBB Meclis Üyesi Nadir Ataman, Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi'yi görevden alan İçişleri Bakanlığı’nı imara aykırı uygulamalar nedeniyle şikâyetlerin tavan yaptığı Esenyurt Belediyesi başta olmak üzere tüm AK Partili belediyelerde incelemeye yapmaya çağırmıştı.
Ana Haber

İçişleri Bakanı'ndan 'karakolda intihar' açıklaması: Terör örgütünün böyle davranın diye talimatı var
Hülya Karabağlı
16 Aralık 2017



Gözaltına alınan terör şüphelisinin emniyetin üçüncü katından atlayarak intihar ettiği açıklanmıştı

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Antalya Gazi Paşa İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltındayken pencereden atladığı iddia edilen M.A'nın ölümüne ilişkin açıklamada bulundu. Soylu, "Aranan kişi de olsa, suçlu da olsa böyle bir müessif olay hepimizi üzer. Onun için gerekli bütün soruşturmalar, araştırmalar yapılıyor" dedi.

İçişleri Bakanı 'karakoldaki intihar' açıklaması: Terör örgütünün böyle davranın diye talimatı var

PKK'nın yakalanan örgüt üyelerine "intihar edin" talimatı verdiğini iddia eden Soylu, "Son zamanlarda şöyle bir istihbarat var, buna ait bizim de birtakım tedbirlerimiz söz konusu; Özellikle PKK terör örgütü ‘Yakalanacağınız zaman bu konuda böyle davranın’ diye gerek telsiz görüşmelerinden gerekse de bizim özellikle Bingöl Şenyayla’da yakalamış olduğumuz, bizim ‘kütüphane’ diye nitelendirdiğimiz 552 bin dijital belgede net bir şekilde okuduğumuz bir değerlendirmesi var ve bunlar yeni" diye konuştu. Soylu, şu örneği verdi:

"Mesela İzmir’de polisin kuşattığı bir PKK terör örgütü mensubu biliyorsunuz boğazını kesti kendisi ve polis arkadaşlarımız onu hastaneye yetiştirdiler ve hayatını kurtardılar; teslim olmamak için boğazını kesti. Tabii, bu talimat hangi örgüt mensubuna ne kadar ulaşmıştır, bunu bilemeyiz ama böyle bir talimatın da varlığını arkadaşlarımıza biz ilettik, bu konuda gayet tedbirli olması lazım geldiğini de kendilerine, kendi talimatlarımızla beraber ortaya koyduğumuzu ifade etmek isterim."

İçişleri Bakanı Soylu, HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu’nun TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerinde gündeme getirmesinin ardından, şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden M.A.'nın ölümüne ilişkin bilgi verdi. Soylu şöyle konuştu:

“Gerekli bütün soruşturmalar, araştırmalar yapılıyor ama olay olduğu andan itibaren bizim bilgimiz çerçevesinde, gerek Emniyet Genel Müdürümüzün gerek benim gerek Müsteşarımızın ve bu konudaki soruşturmalar da müfettiş marifetiyle tamamlanacaktır. Bu konuda da gerekli bütün araştırmaları yapıtıktan sonra değerlendirme yapılacaktır.

Genel Kurul tutanaklarında HDP Grup Başkanvekili Kerestecioğlu ile İçişleri Bakanı Soylu arasında şu konuşmalar geçti:

Filiz Kerestecioğlu Demir (İstanbul) - Bugün haber aldığımız elim bir olay var. İki buçuk yıldır kayıp olan, babasının kayıp başvurusu yapıp Emniyet'e başvurduğu Murat Araç, Antalya Emniyeti'nde intihar ettiği söylenerek babasına haber veriliyor. Fakat ilk önce Gazipaşa İlçe Jandarma perşembe akşamı babayı arıyor ve diyor ki kayıp başvurusu üzerine: "Sanıyoruz sizin oğlunuz bulundu." O da teyit etmek için "Fotoğrafını da bana yollar mısınız? Kendisiyle görüşmek istiyorum." diyor. Telefonla kendisiyle görüşüyor, ondan sonra Jandarmadan fotoğrafını da yolluyorlar ve ertesi sabahsa Jandarmaya baba kalkıyor geliyor Ceylânpınar'dan, ondan sonra Jandarmaya geçmek istiyor, onlar diyorlar ki: "Bizden Emniyete teslim edildi, şu anda bizde yok." Antalya'ya geçiyor, Emniyeti aradığında da orada kendisine böyle birinin olmadığı söyleniyor ve akabinde de sabah, bu sabah "Morgda birisi var, o olabilir. Bir cenaze var morgda, gidin teşhis edin." deniyor. Baba gidiyor "Fotoğrafta yani yüzünde hiçbir şey yoktu Jandarma bana fotoğrafını gönderdiğinde." diyor ama kafası paramparça, her yerinde darp izleri var ve bu şekilde teşhis ediyor bu ölümü. Şimdi, Sayın İçişleri Bakanı da buradayken hani bunu bir araştırıp açıklık getirmesini kendisinden istiyoruz.

Bir şey daha, müsaade ederseniz, ben ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

Başkan- Tamamlayın lütfen Sayın Kerestecioğlu, bir dakika ek süre daha veriyorum.

Filiz Kerestecioğlu Demir (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Şimdi, gerçekten, bugünlere dönmememiz lazım. Yani bu, bu şekilde gerçekleştiyse çok vahim bir hadise. Gencecik bir çocuk, 1998 doğumlu Murat Araç. Ben aynı zamanda şununla ilgili de Meclise ve aslında savcılara bir çağrı yapıyorum: Daha çok yakın, birkaç gün öncesinde televizyonlardan Cem Küçük ve yanında da Fuat Uğur bir "İşkence nasıl yapılır?" anlatısı yaptılar. Ve bununla ilgili sadece Diyarbakır Barosu sağ olsun suç duyurusunda bulundu. Ama buradaki ifadeler hakikaten korkunç. Diyor ki: "Ya, adamları bir konuştursanıza. Elimizde çok önemli, üç kritik FETÖ'cü var. Bak, sana, işte, MOSSAD teknikleri anlatayım, işte, havlu tekniği var, biliyorsun, yüze havluyu atıyor." gibi ifadeler kullanıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

Filiz Kerestecioğlu Demir (İstanbul) - Yani buna, hani bugünlere döndüysek hakikaten hepimize yazık. Bu nedenle bununla ilgili de savcıların harekete geçmesi gerektiğini düşünüyorum.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu (Trabzon) - Sayın Başkan…

Başkan - Açıklama mı yapacaksınız?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu (Trabzon) - Evet.

Başkan - Buyurun Sayın Soylu.

Bir açıklama yapacak Sayın Bakan.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu (Trabzon) - Özellikle sayın milletvekilinin söylemiş olduğu konuda bir açıklama yapma zarureti var. Dediğiniz doğrudur. Yani jandarma tarafından bir yol kontrolünde aranan bir şüpheli şahıs jandarma tarafından alınmış, daha sonra Antalya Emniyet Müdürlüğü Teröre gönderilmiştir. Ve o esnada 2'nci katta Terörde herhangi bir şey yokken… Ailesine haber verilmiş -çağrılması konusunda ailesinin- emniyet müdürlüğü de bu konudaki gerekli girişimleri ortaya koymuştur. 2'nci kattan camdan atlamak suretiyle intihar etme yolunu seçmiştir. Ve dün bütün uğraşılara rağmen -hastaneye kaldırıldı, kurtarılmak istendi- kurtarılamadı. Yani ne bu konuda -Allah muhafaza- sizin söylediğiniz gibi herhangi bir değerlendirme söz konusudur.

Orada şöyle bir fotoğraf ortaya koyarsanız bu bizi üzer. Yani on binlerce kişi gözaltına alınıyor Türkiye'de. Kimisi FETÖ'den, kimisi DEAŞ'tan, kimisi PKK'dan, kimi DHKP-C'den. Ve benim İçişleri Bakanlığım dönemimde de ondan önceki dönemlerde de bu olaylar yaşanmıyor. Yani sizin söylediğiniz gibi, "geçmiş dönemleri hatırlatır olaylar" gibi ifade ederseniz bu konuyla ilgili biz… Dün Emniyet Genel Müdürümüze de söyledim, hemen oraya müfettiş gitti yani bu, nasıl oldu, nasıl gerçekleşti ve nasıl bir dalgınlık esnasında buradan aşağıya atladı? Bu konuyla ilgili arkadaşlarımız bütün soruşturmaları yapıyor. Buradaki niyet apaçıktır, aranan bir kişi, ailesine de haber verilerek aslında kendisi de Antalya'ya çağırılıyor ama maalesef böyle bir… Aranan kişi de olsa, suçlu da olsaböyle bir müessif olay hepimizi üzer. Onun için gerekli bütün soruşturmalar, araştırmalar yapılıyor ama olay olduğu andan itibaren bizim bilgimiz çerçevesinde, gerek Emniyet Genel Müdürümüzün gerek benim gerek Müsteşarımızın ve bu konudaki soruşturmalar da müfettiş marifetiyle tamamlanacaktır. Biz olayın tüm çerçevesiyle, Jandarma, Emniyet noktasında böyle olduğunu biliyoruz ve bu konuda da gerekli bütün araştırmalar yapıldıktan sonra değerlendirmeler yapılacaktır.

Son zamanlarda şöyle bir istihbarat var, buna ait bizim de birtakım tedbirlerimiz söz konusu; Özellikle PKK terör örgütü ‘Yakalanacağınız zaman bu konuda böyle davranın’ diye gerek telsiz görüşmelerinden gerekse de bizim özellikle Bingöl Şenyayla’da yakalamış olduğumuz, bizim ‘kütüphane’ diye nitelendirdiğimiz 552 bin dijital belgede net bir şekilde okuduğumuz bir değerlendirmesi var ve bunlar yeni. Mesela İzmir’de polisin kuşattığı bir PKK terör örgütü mensubu biliyorsunuz boğazını kesti kendisi ve polis arkadaşlarımız onu hastaneye yetiştirdiler ve hayatını kurtardılar; teslim olmamak için boğazını kesti. Tabii, bu talimat hangi örgüt mensubuna ne kadar ulaşmıştır, bunu bilemeyiz ama böyle bir talimatın da varlığını arkadaşlarımıza biz ilettik, bu konuda gayet tedbirli olması lazım geldiğini de kendilerine, kendi talimatlarımızla beraber ortaya koyduğumuzu ifade etmek isterim."

T24
ETİKETLER
soylu haber emniyet intihar terör şüphelisi

"Süleyman Soylu, FETÖ'nün Erdoğan sonrası AK Parti Genel Başkanı projesidir"
16 Aralık 2017



CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, 15 Temmuz sonrası tutuklanan Vedat Demir'in Süleyman Soylu sayesinde serbest bırakıldığını öne sürdü

TBMM Genel Kurulu’nda devam eden bütçe görüşelerinin İçişleri Bakanlığı bütçesine ilişkin bölümünde söz alan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, "İddia ediyorum, Soylu Erdoğan sonrası AK Parti Genel Başkanı projesidir. Bu yeni proje değil 8-10 yıllık FETÖ projesidir" dedi.

Soylu’nun Demokrat Parti Genel Başkanlığı’ndan itibaren siyasi yolculuğunu ayrıntılarıyla anlatan Özel, Soylu'nun Fethullah Gülen'le görüşmesini gündeme taşıdı ve "Fethullah Gülen ile görüştüğünü kabul ederse bu ayrı tartışılır, reddederse tarih vereceğim" dedi.

Soylu’nun ‘FETÖ'den tutuklandıktan sonra tahliye edilen Vedat Demir'le de yol arkadaşlığı bulunduğunu anlatan Özel, "Vedat Demir 15 Temmuz gecesi darbe oldu, tek adam diktatörlüğü olacak diye mesaj atıyor. Sonra tutuklanıyor. Soylu, İçişleri Bakanı oldu ve Demir tahliye edildi" dedi.

TBMM kürsüsünde yanında getirdiği matruşkalarla konuşma yapan Özel, "Bu cemaat matruşka gibidir, uzun vadeli düşünür. Bu çıkar bu çıkar en son resim siz olmayasınız" dedi.

Özgür Özel'in konuşması tutanaklara şöyle yansıdı:

CHP GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) -Kim uymuyor? Bir tek kişi uymuyor: Süleyman Soylu. (CHP sıralarından alkışlar) Ne yapıyor? Gece gündüz o belgelerle yatıyor, o belgelerle kalkıyor. Türkiye'nin dört bir yanına gidiyor, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na hakareti o belgeler üzerinden yapıyor, Sayın Genel Başkana iftiraları, hakaretleri ardı ardına sayıp istifaya davet ediyor, ardından gece evine gidiyor, sosyal medyadan belgeleri tartışmaya devam ediyor çarpıcı "caps"lerle. Peki niye yapıyor bunu, parti kararına rağmen? O zaman mesele kurumsal değil, kişisel. Burada iki ihtimal var, biri özel sorunları olabilir, o, bizim konumuz değil, özel hayatla ilgili sorunlar değil ama partisi içinde kendine özgü sorunlar olabilir, işte o, bizim konumuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi iddia ediyorum, iddiamız şudur: Süleyman Soylu, Sayın Recep Tayyip Erdoğan sonrası Adalet ve Kalkınma Partisi için genel başkan projesidir ama bu, bugünün projesi değildir; bu, kendisinin projesi de değildir; bu, yaklaşık dokuz on yıllık bir FETÖ projesidir. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Eğer dinlemeye sabrederseniz bu konudaki kanıtlarımı, argümanlarımı ifade edeceğim.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Şimdi, Sayın Bakan, 2008 yılında, Demokrat Partiye 2008'in Ocağında Genel Başkan olur.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - 2009'un Mayısına kadar Genel Başkandır ve başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Adalet ve Kalkınma Partisine...

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - ...etkin bir muhalefet değil, eleştiri değil, ağır eleştiri değil, hakaret değil, düpedüz küfür düzeyinde ifadeler kullanmaktadır. İfadeleri burada tekrar edip bu konuşmanın insicamını bozmak niyetinde değilim. Biraz önce teker teker sayıldı, fazlasının olup eksiğinin olmadığını hepiniz biliyorsunuz.

Peki, daha sonra ne olur? Genel Başkanlık görevini yaparken, bir ifadeyle, "FETÖ'nün Süleyman Soylu'yu yanına verdiği adam" denen, cemaat terminolojisiyle kendisinden sorumlu bir "abi" vardır, abinin adı Vedat Demir. Vedat Demir, FETÖ tarafından Süleyman Soylu'nun yanına verilmiş, kendisi tarafından Demokrat Partide Genel İdare Kurulu üyesi yapılmış ve o FETÖ'cü kişi, Süleyman Soylu size en ağır hakaretleri yaparken yanı başındadır ve destekçisidir. Yani siz 17-25 Aralığa "Cemaatin gerçek yüzünü gördüğümüz gün." diyorsunuz ya, kendi açınızdan da bunu savunuyorsunuz ve inanıyorsunuz ya, ben size şunu söylüyorum: Haklısınız, 17-25'te cemaatle çelişki su üstüne çıkmıştır ama adamların niyeti, 2008-2009'da sizin alternatifiniz olarak belki bir parti geliştirmeye çalışırken, sonra taktik değişecek, Süleyman Soylu en ağır hakaretlerini yaparken FETÖ'cülerin desteğini almaktadır. "Hadi canım sen de, nereden söylüyorsun bunu?" 2009'un Mayısında, Hüsamettin Cindoruk "Bana makosenlerimi giydirmesinler, ben Demokrat Partiyi bir cemaatin partisi hâline getirmem." der, kendisiyle karşılıklı rekabete girer.

Çetin bir rekabette iki taraf birbirini iki sağlam tezle suçlamaktadır. Süleyman Soylu'nun Sayın Hüsamettin Cindoruk'a suçlaması şudur, der ki: "Partiyi, Balyozcuların, Ergenekoncuların, darbecilerin partisi yapacak, buna izin vermem." bitiştirdiğini, bir cemaatin yapısı hâline getirdiğini, buna izin vermemek için aday olduğunu söyler. Sayın Soylu kongrede bu ağır eleştirileri, izin verilerek yapılan eleştirileri "Çok ayıp." diyerek geçiştirir, kongreyi kaybeder, bir ay sonra koşarak soluğu Abant toplantısında alır. Abant toplantısındaki konuşması manidardır ve aynen şu şekilde söylemektedir…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - …"Küçük partilerin siyasette zorlukları var, bu zorlukların en başında finansman gelir. Yanınızda, işi bilen, finansman yaratacak kişileri partilere dâhil etmezseniz bu konuda partiler çok zorlanır." der. Yer Abant, konu siyasetin finansmanı, "İşi bilen adamları partiden çıkarırsanız çok zorlanılır…" Ya, kendi, işi bilenlerden…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Devam ediyorum: Abant toplantısından ayrılır ve ardından, Sayın Süleyman Soylu, Demokrat Partinin bir önceki genel başkanı ancak üyesi sıfatıyla siyasete devam etmektedir.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Peki, o sert Süleyman Soylu, yaklaşmakta olan 12 Eylül 2010 referandumuna doğru ne yapmaya karar vermiştir? Yine, yanında Vedat Demir olduğu hâlde, Süleyman Soylu, demokrasi buluşmalarının baş aktörüdür ve iki ay içinde 50 tane şehir gezer.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Demokrasi buluşmalarında sonuna kadar "evet"i savunur büyük bir başarıyla, büyük bir üstünlükle ve acayip bir finansmanla.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Bugün Cumhuriyet Halk Partisi altmış gün içinde 50 tane şehir geçecek bir şey planlasa Parti Saymanımız Haluk Hoca'nın geçireceği kalp spazmı bir yana, zor organizasyondur, büyük organizasyondur.

Ama bunu Demokrat Parti finanse etmemiştir. Kim finanse etmiştir? Belki Süleyman Soylu finanse etmiştir, cebinden. Buna inanmak isteriz ama kendisi, Demokrat Partiden, o tarihte kurumsal parti görüşü "hayır" oyu vermek olduğu hâlde "evet"e çalıştığı için ihraç edilir. İhracından sonra partinin saymanı bütün il başkanlıklarına kendisini suçlayan bir yazı yollar, "On dört ayda 12 milyon TL para harcadı." der ve bunun üzerine Süleyman Soylu'yla mahkemelik olurlar. Mahkemede, mahkeme saymanın lehine sonuçlanacaktır, itiraz da Danıştay tarafından reddedilecektir. Mahkemeye sunulan belgeler çok konuşulur; iç çamaşırı, minibarın parası, kişisel birçok harcama.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - …ama iç çamaşırına, minibardan içilen suya, içeceklere kadar parasını partiden veren birisinin bir kampanyayı partisiz şekilde, iki ayda 50 ile gidecek, salonları tutacak, sesli araçları düzenleyecek parayı nereden bulduğu konusunda yine cevap yanı başındaki Vedat Demir'dir.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Devam ediyoruz: 12 Eylül 2010'da balkondan teşekkürler yapılırken bağımsız içgüdücülere, demokrasi buluşmasının yiğit evlatlarına, Pensilvanya'ya, oraya buraya süreç artık Süleyman Soylu'nun, bir başka parti de başkan olmayan Süleyman Soylu'nun Adalet ve Kalkınma Partisine getirilip monte edilme sürecidir. Bu sırada "Kim götürdü?", "Kim yaptı?", "Kim etti?"; ayrı tartışmalar ama üyelik günü Vedat Demir'in açıklaması: "Doçent Doktor Demir: 'AK PARTİ'ye güç katacaktır.'" demiş ve bu Vedat Demir demokrasi buluşmalarıyla ilgili ve Demokrat Partinin Ergenekoncu istilasına girdiğiyle ilgili Mahmut Övür'e önemli şeyler söylemiş. Bu Vedat Demir'le birlikte Sayın Süleyman Soylu'nun, Adalet ve Kalkınma Partisine katıldığı günden aylar önce, şubat ayında Pensilvanya'ya gittiği ve Fetullah Gülen'le konuştuğu iddia edilmektedir. Çıkıp eğer kendisi Fetullah Gülen'le, yanında Vedat Demir olduğu hâlde, görüştüğünü kabul ederse başka bir şeydir, siyaseten tartışılır, reddedilirse tarih vereceğim birazdan söz alarak ve o tarihte kendisinin nerede olduğunu ispatlamasını isteyeceğim ama bu süreçlerin… (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu süreçlerin sonunda şöyle bir şey diyebilirsiniz: "Ya, Vedat Demir, FETÖ'cü olabilir, Süleyman Bey'e yanaşır, Süleyman Bey'le birlikte siyaset yapar, AKP'ye yanaşır, AKP'ye gelir, yardımcı doçentken doçent, profesör olur Süleyman Bey AKP'de siyaset yaparken ama 17-25'ten sonra Vedat demir aklını başına almıştır belki." Yok. Vedat Demir, 15 Temmuz gecesi, daha sonradan güvenlik güçlerince ele geçirilen -sayın bakanın da vücut diliyle tasdik ettiği- whatsApp ya da byLock yazışmalarında "Hocam, bu darbe başarılı oldu, oldu; olmazsa eğer hepimiz perişan olduk, tek adam diktatörlüğü." diye mesaj atmıştır 15 Temmuz akşamı. Bu, ispata muhtaç bir konu. (CHP sıralarından alkışlar) Hayır, sayın bakanın elindeki bu bilgi, Sayın Vedat Demir'in… Bakanın değil, o dönemin İçişleri Bakanının elindeki bu bilgi Sayın Vedat Demir'i tutuklatmış, 8 Ağustos günü bu whatsApp yazışmaları terör örgütüyle irtibat, iltisak ve sürekli haberleşmeden dolayı önce ihraç edilmiş, 8 Ağustos günü de tutuklanarak cezaevine konmuştur. Peki, o Vedat Demir daha sonra ne olmuştur? Daha sonra, sayın bakan birkaç ay sonra İçişleri Bakanı olmuş -mahkeme dosyasına ne girmiş ne çıkmış onu çok merak ediyoruz ama- Vedat Demir tahliye edilmiştir. [CHP sıralarından "Yuh" sesleri, alkışlar(!)] Sabah gazetesinin kupürü: "FETÖ davasında skandal tahliye". Bu, sizin yakından takip ettiğiniz, bildiğiniz gazetenin vurgusu. Ayrıca, şunu da söylemek isterim: Buna tepkiyi gösteren -şuradan bularak göstermek isterim, tam söylediklerini söylemek için- sadece Berat Albayrak'ın gazetesi olan Sabah "Skandal tahliye" dememiş…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - …örneğin Cem Küçük "Bunlar net FETÖ'cü, nasıl tahliye edersiniz?" diye yazarken, darbe girişimini darbe girişiminden önce bilen Fuat Uğur "Bunları koruyan bir el var, bunları koruyan el, kimdir?" sorusunu köşesinden sormuştur.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Şimdi, biz şunu soruyoruz: Bir matruşkadan bahsettiniz Sayın Bakan. Bu cemaat uzun vadeli bakar, bu matruşkanın içi açıldıkça bir tane çıkar…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - …içi açıldıkça bir tane daha, bir daha, bir daha, bu biter…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Buyurun, bu güzel bu tanımlamayı yapıyorsunuz da bu matruşkalardan, acaba içinden çıkacak son isim, son resim siz olmayasınız sakın. (CHP sıralarından alkışlar)

Adalet ve Kalkınma Partililere sesleniyorum, şunu söylüyorum: FETÖ bir hastalıktır, biz erken teşhis ettik. "Bünyeyi sarıyorum, damarlardan ilerliyorum, kaplıyorum." diyordu. Doğru, orada bir yerden sonra anladınız, mücadeleye 15 Temmuzdan sonra başladınız…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Eczacı kimliğimle söylüyorum, virütik hastalıklar geriler, geriler, geriler ama bir virüs yaşam ortamını kaybettiğinde kristalize olur; günler, aylar, yıllar, on yıllar durur, yeni bir besi ortamı bulduğunda yeniden büyüyebilir. Şimdi karşımızda kriptonun kriptosu, en kripto, polikripto derken acaba bir virüs olarak bünyede bir Fetullah Gülen'in Recep Tayyip Erdoğan sonrası AKP Genel Başkanı projesi o günü kristalize hâlde bekliyor mudur? Bu soruyu kendinize sorun. (CHP sıralarından alkışlar)

T24
ETİKETLER
süleyman soylu içişleri bakanı akp ak partı özgür özel erdoğan

"CHP, Süleyman Soylu ile hesaplaştı; kazanan Numan Kurtulmuş oldu"
17 Aralık 2017



"Kurtulmuş, herhalde Soylu’ya teşekkür etmiştir"

Bütçe görüşmeleri sırasında Meclis, CHP'li vekiller ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında yaşanan sert tartışmalara sahne oldu. Soylu ile yaşanan bu tartışmalar sonrası Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş'a ana muhalefet tarafından bir eleştiri getirilmedi. Muhalefet kulisinde "Soylu ile hesaplaşmanın kazananı Kurtulmuş oldu" yorumu yapıldı.

Soylu'nun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik olarak söylediği "Bittin sen" ifadesinin ardından ana muhalefet İçişleri Bakanı hakkında gensoru verdi. Meclis'te bütçe görüşmeleri devam ederken de verilen 80 dakikalık söz hakkını da 'fiili gensoru' gibi yürüttü.

Gazete Duvar'ın aktardığıan göre, kürsüye çıkan bütün CHP yöneticileri, Soylu hakkındaki eleştirilerini dile getirdi. Ancak aynı gün İçişleri Bakanlığının yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi de vardı.

HAS Parti’nin genel başkanlığını yaptığı dönemde AKP için 'Firavunlaşma' eleştirisi getiren Kurtulmuş’a bugün içinde yer aldığı AKP içindeki iddialar, ABD'de yargılanan Reza Zarrab'a verilen ödülle alakalı eleştiriler getirilmesi bekleniyordu.

Ancak CHP, Soylu’ya yüklenince Kurtulmuş ve bakanlığı ile ilgili eleştiri getirilmedi. Böyle olunca hem iktidar hem de muhalefet kulisinde yapılan yorumlarda 'Bütçenin kazananı Kurtulmuş oldu. Herhalde Süleyman Soylu’ya teşekkür etmiştir' denildi.

T24
ETİKETLER
numan kurtulmuş süleyman soylu chp

Adnan Oktar ve 'kedicikler'den 2019 Seçimlerinde Erdoğan'a tam destek
Barış CAN-YURT
18 Aralık 2017



Harun Yahya adıyla kitaplar yazan, 'kedicikler'le tanınan Adnan Oktar 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'nde Erdoğan'ı destekleyeceklerini açıkladı. Oktar, Erdoğan'da Mehdi özellikleri olduğunu iddia etti.

Kamuoyunda Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar kendi kanalı A9 Tv'de 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Tayyip Erdoğan'ı destekleyeceklerini açıkladı. A9 Tv'de Adnan Oktar 'Tayyip Hocamın milletçe yanında olacağız. 2019'da da, 2019'dan sonra da. Ve İslam Birliği'nin kurulduğunu hep beraber göreceğiz' dedi. Adnan Oktar'ın kedicikleri ise Oktar'ın bu sözlerini sosyal medyadan paylaştı.
Yurt Gazetesi

"Gül, Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayı, 'siyasete değil ülkeyi yönetmeye adaylık' olarak görüyor"
16 Aralık 2017
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Arl 21, 2017 10:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Arl 17, 2017 9:27 pm    Mesaj konusu: 'Ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek' Alıntıyla Cevap Gönder

"Zarrab davasından gelecek olası bir kötü haberde, ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek!"
18 Aralık 201



"Ekonomiden çatırdama sesleri geliyor"

Sözcü yazarı Murat Muratoğlu, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla tutuklanan Türk ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab'ın 'tanık' olmayı kabul ederek ifade verdiği davanın sona ermesiyle konunun burada kapanmayacağını ifade etti. Dünya piyasalarının şu anda Amerika'nın 'Türkiye'nin indiremediği enflasyonu yukarı çıkartamayacak kadar kabiliyetsiziz!' itirafının kutlamalarını yaptığını söyleyen Muratoğlu, yükselen faizlerle Türkiye'nin sıcak paranın adresi haline geldiğini belirterek, "Ekonomiden çatırdama sesleri geliyor. Gürültüden pek duyulmuyor! Türkiye hakkında olası bir kötü haberde ki, kuvvetle muhtemel Zarrab hikâyesinden gelecek, ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek" ifadesini kullandı.

Murat Muratoğlu'nun, "Reza Zarrab meselesi bitti mi?" başlığıyla (18 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Türkiye'de en büyük rezaletin raf ömrü taş çatlasa bir aydır. Sonrasında unutulur. Alışılır. Eskimeye yüz tutar ve kapanır. Peki, Zarrab Türkiye'de gündemi yeteri kadar meşgul etti, millet sıkıldı diye olay kapanıyor mu sanıyorsunuz? O kapanan bizim erozyona uğramış ahlakımız, hukuk ölçümüz. Rüşveti alanlar rahatça dolaşıyorlar yüzsüz yüzsüz!

* * *

Yabancı yayın organlarını takip etseniz Amerika'daki davanın hiç de Türkiye'nin lehine gitmediğini göreceksiniz. İyi de bunları Türkiye'de yaşayanlara kim anlatacak? Kim anlatsa vatan haini olacak! Bu ülkede İktidar partisinin oy kaybına neden olacak her türlü haber milli meseledir, ihanettir! Hakkında yapılacak her türlü yorum dış mihraklar ile işbirlikçiliğidir.

* * *

Daha geçen yıl … Zarrab'ın ortağı Babek Zencani İran'da yolsuzluk nedeniyle idam cezası aldı. Yargılanması iki yıl sürdü ve yaklaşık 170 milyar dolarlık bir kara parayı akladığı kabul edilip hüküm giydi. Zencani ifadesinde, Türkiye'de rüşvet dağıttığına ilişkin beyanlarda bulundu. Kendisinin yüzde 2 aldığını, yüzde 5'inin Dubai'de, yüzde 5'inin Türkiye'de dağıttıldığını söyledi. Yaklaşık 8.5 milyar dolarının Türkiye'den alındığını da ekledi.

* * *

Zencani parayı, altına çeviriyor, kendisine ait havayolları şirketiyle Türkiye'ye sokuluyordu. Zarrab devreye burada giriyor, Türkiye'deki şirketleri aracılığıyla Dubai'ye naklediliyordu. Dubai'deki sarraflar tarafından eritilip ziynet eşyası şekline getiriliyor. Bu ziynet eşyaları teknelerle İran'a yollanıyor ve İran'da tekrar eritilip sisteme külçe altın olarak sokuluyordu.

* * *

Zencani; “Türkiye'de rüşvet verdim” dediyse de, Meclis bu 8.5 milyar dolarlık rüşvetin araştırılmasını AKP'nin oylarıyla reddetti! Bize göre o rüşvet değildi! İyi de para nereye, kime gitti? Zencani bunları anlattı. Aynısını Amerika'da Zarrab anlattı. Şema çizdi, para akışını gösterdi. Araştırma önergesi yine AKP oylarıyla reddedildi! Sahi Meclis bugüne kadar neyi araştırmayı kabul etti?

* * *

Dava sona erecek, konu burada kapanacak sanıyorsunuz değil mi? Ya hiç Amerikan filmi seyretmemişsiniz ya da çok safsınız. Adamlarda gelenektir, konu son 20 dakikada nihayete erdirilir. Dünya piyasaları şu anda Amerika'nın “Türkiye'nin indiremediği enflasyonu yukarı çıkartamayacak kadar kabiliyetsiziz!” itirafının kutlamalarını yapıyor.

* * *

Haliyle bu ortamda faizleri dünyada eşi benzerine zor rastlanacak kadar yüksek olan Türkiye ister istemez maceracı sıcak paranın adresi oluyor. Günü idare ediyor. Lakin ekonomiden çatırdama sesleri geliyor. Gürültüden pek duyulmuyor! Türkiye hakkında olası bir kötü haberde ki, kuvvetle muhtemel Zarrab hikayesinden gelecek, ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek.

T24
ETİKETLER
zarrab murat muratoğlu kötü haber dava ekonomi ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek haber

"Gül, Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayı, 'siyasete değil ülkeyi yönetmeye adaylık' olarak görüyor"
16 Aralık 2017



"Gül’ün de son dönemde görünürlüğünü arttırdığına tanıklık ediyoruz"

Hürriyet yazarı Deniz Zeyrek, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında "son dönemde görünürlüğünü arttırdığına tanıklık ediyoruz" dedi. Zeyrek, "Siyasetten uzak kaldığını sıkça ifade eden Gül’ün yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayı, 'siyasete değil ülkeyi yönetmeye adaylık' olarak görmeye başladığı konuşuluyor" iddiasını ifade etti.

Zeyrek'in "Muhalefete göre ‘erken seçim sinyalleri" başlığıyla (16 Aralık 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Cumhurbaşkanlığı adayları konuşulduğunda hep aynı isimler gündemde. Erdoğan ile karşısında Kılıçdaroğlu ya da Akşener. Türkiye Sosyal Ekonomik ve Siyasi Araştırmalar Vakfı’nın Kılıçdaroğlu, Karamollaoğlu ve İYİ Parti temsilcisi Nuri Okutan’ın katılımıyla gerçekleşen toplantısında, Erdoğan karşısındaki partilerin yol haritası da kendisini gösterdi. Söz konusu partilerin birinci tura kendi adaylarıyla girip, ikinci tura kalan ‘muhalif’ adayı destekleme eğiliminde olduğu anlaşılıyor. Hepsinin destek şartı ise “parlamenter sistem”e dönüş. Bu arada 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de son dönemde görünürlüğünü arttırdığına tanıklık ediyoruz. Siyasetten uzak kaldığını sıkça ifade eden Gül’ün yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayı, “siyasete değil ülkeyi yönetmeye adaylık”olarak görmeye başladığı konuşuluyor.

T24
ETİKETLER
abdullah gül haber açıklama görünürlük cumhurbaşkanılığı

Aydın Engin: Bak Reis, öyle tutmamış kafiyelerle filan topu taca atma
17 Aralık 2017



Anlat Reis, rahatla, geceleri rahat uyu, sinir küpüne döndün, gevşe...
Aydın Engin*

(Dipnot gibi üst not:AKP Reisi, Cumhuriyet yönetimi ile anlaştım. Öyle her gün değil, ama haftada bir gün sadece sana seslenen, senden saçılan inciler üstüne kurulu bir Tırmık yazmama göz yumacaklar. Ben de pazar günlerini seçtim. Malum “Pazarları matrak yazılar daha çok okunur” gibi kimin uydurduğunu bilmediğim bir kural var...)

***

Pek muhterem AKP Reisi,
İstanbul’da metro açılış töreninde yine Kılıçdaroğlu’na seslendin. Anlıyorum, o adam senin canını sıkıyor, canını acıtıyor. Renk vermiyorsun, burnundan kıl aldırmıyorsun ama birinin, o muhalefet lideri olsa bile bir faninin senin gibi insanlığa armağan olarak gönderilmiş bir yüce zata karşı çıkmasına, üstelik senin hakkında yenilip yutulması zor laflar etmesine hiç alışık değilsin, çileden çıkıyorsun. Metro açarken bile ona ağır laflarla saldırmaktan kendini alıkoyamıyorsun.
Cuma günü İstanbul’un Üsküdar Meydanı’nı şu cümlelerle çınlattın:
-Şimdi tutturmuş bir Man Adası. Herhalde bu man kafa olmaktan kaynaklanıyor. Yatıyor kalkıyor Man Adası.
Yani Kılıçdaroğlu’na, bu ülkenin ana muhalefet partisi liderine açıkça “man kafa” diyorsun. Man kafa “budala, sersem, aptal, kavrayışsız” demek.

***

Biliyorum, aslında sen hakaret etmek istemedin. Sen Man Adası’ndan man kafaya geçerek kafiye tutturdun, kelime oyunu yapmak istedin... Benim de aklıma eski bir fıkrayı getirdin:
Şair şuara sofralarında, sohbetlerinde bulunmaya can atan beyzade, Şair Nefi’nin sohbetini dinlerken epey zorlanmasına rağmen karnındaki gazı içeride tutamamış, çıkarırken de “Zırt, pırt, zart, zurt” gibi sesler de çıkarmış... Beyzade mahcubiyetten kıpkırmızı, rugan ayakkabılarını birbirine sürterek “garç, gurç, zart zurt” gibi sesler çıkarmaya çabalamış ve başarmış. Hiciv sanatının büyük ustası Nefi gülümsemiş:

-Beyzadem, kafiyeyi tutturdun. İyi de kokusunu ne yapacaksın?
***

Üstelik Reis, sen kafiyeyi de tutturamadın. Kılıçdaroğlu Man Adası diyor, sen man kafa. Hani nerde kafiye? Yani “Otur yerine, sıfır” durumları...
Şimdi bak Reis, öyle tutmamış kafiyelerle filan topu taca atma. Bu konuda baştan beri bunu yaptın zaten. Ha bire topu taca attın.
Kılıçdaroğlu, artık ekibinin beceriksizliğinden, yetersizliğinden mi, kendi savrukluğundan mı ne, belgeleri gün ışığına taşırken “Oğlun, enişten; kardeşin, arkadaşın, dünürün, eski özel kalem müdürün Man Adası’ndaki off-shore hesaba para gönderdi” dedi.
Yanlış dedi. Göndermediler, belgelere göre Man Adası’ndaki bir hesaptan senin akraba taallûkatın hesaplarına toplam 15 milyon dolar girdi. Yani para gitmedi, geldi.
Sen de ha bire buna parmak bastın.
Yapma. “Cambaza bak cambaza” oluyor bu.
Soru çok yalın:
Senin büyük oğlun Burak Erdoğan’a, taksi durağı işletmecisi enişten Ziya İlgen’e, kardeşin Mustafa Erdoğan’a, yakının, arkadaşın Mustafa Gündoğan’a vergi cenneti Man Adası’nda 1 Sterlin (5 TL yapar) sermayeli bir şirketten neden, neyin karşılığı toplam 15 milyon dolar geldi.
Sen ne cevap verdin?
-Gitmedi geldi. Zaten Mustafa Gündoğan benim hiç özel kalem müdürüm olmadı.
Tamam Reis, anladık.
15 milyon dolar gitmedi, geldi. Peki, neden geldi, neyin karşılığı geldi?
Tamam, Mustafa Gündoğan özel kalem müdürün değil. Hiç olmadı da. Anladık.
Yalnız ona neden Man Adası’ndaki esrarengiz hesaptan 1.5 milyon dolar geldi?

***

Ey AKP Reisi,
Anladık, Kılıçdaroğlu fena yanıldı, gelen paralara giden paralar dedi.
Tamam, Kudüs senin kırmızı çizgin, hep
o konuyu konuşalım.. Tamam metro hattı açtın. Afferin sana. Bravo, İslam ülkelerini bir çırpıda toplayı
verdin. Büyük lidersin vesselam...
İyi güzel de Reis, senin oğlana, dünüre, enişteye, arkadaşına Man Adası denen kara para aklama üssünden neyin karşılığı olarak toplam 15 milyon dolar geldi?
Bu soruya cevap ver, yeter...
Anlat Reis, rahatla, geceleri rahat uyu, sinir küpüne döndün, gevşe...

*Bu makale, Cumhuriyet'te yayımlanmıştır

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan akp aydın engin reis

CHP'li Tüm: O cezaevinde bebekler soğuktan ve rutubetten hastalanıyor; yemeklerden haşerat çıkıyor
17 Aralık 2017



"Tutuklulara işkence ve kötü muameleden dolayı ceza alan kamu görevlileri var mıdır?"

CHP Balıkesir Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Mehmet Tüm, Bandırma Cezaevi’nde yaşanan hak ihlallerini Meclis gündemine taşıdı. Tutuklu anneler ve bebeklerinin işkenceye varan ciddi hak ihlalleri yaşadığını belirten CHP’li Tüm, bebeklerin sürekli hastalandığını, hasta bebeklerin hastaneye "yoğunluk" gerekçesiyle götürülmediğini, bebeklerin keyfi şekilde cezalandırıldığını söyledi.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren CHP'li Tüm, cezaevinde yaşanan hak ihlallerine karşı şunları kaydetti:

“İktidar, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine karşı körler sağırları oynuyor. Suçunu bile bilmeyen on binlerce insan, şu an hukuksuz şekilde cezaevinde tutsak ediliyor. AKP’nin OHAL rejiminde cezaevlerinde insan haklarına dair hiçbir emareye rastlanmıyor. Özellikle tutuklu anneler ve bebekleri için cezaevleri işkence yuvasına dönmüş durumdadır.

Bandırma M Tipi’nde yaşananlar bunun en açık örneklerinden biridir. Kalabalık koğuşlarda, bebekler havasızlıktan, soğuktan ve rutubetten dolayı sürekli hastalanıyor, sağlık kontrolü yapılarak hastaneye sevk edilmesi gerektiğine karar verilen bu hasta bebekler ‘yoğunluk’ gerekçe gösterilerek hastaneye götürülmüyor, anne ve bebekler hastalık yüzünden hayati tehlikeye varan sıkıntılar yaşıyor.”

“Bebeklere uygun gıdalar verilmiyor, yemeklerden haşerat çıkıyor!”

Cezaevinde bebeklere uygun gıdalar dağıtılmıyor, bebeklere farklı numaralarda bebek bezleri satılmıyor, bu malzemelerin tutuklu yakınları tarafından verilmesine de keyfi olarak izin verilmiyor. Bebekler soğuk ve havasız ortamda hem hasta oluyor, hem iyi beslenmesi engelleniyor, hem de şikâyet edildiğinde annelere keyfi cezalar veriliyor. Cezaevinde dağıtılan yemeklerde defalarca haşerat çıkmasına rağmen kimsenin konuyla ilgilenmediği söyleniyor. Bandırma Cezaevi’nde suçsuz masum bebeklere yönelik işkenceye varan bu ihlaller, bir insanlık ayıbıdır. Adalet Bakanlığı bu iddiaları bir an önce araştırmalı ve tutuklu anne ve bebeklerin sıkıntılarını çözülmeli, bu ihlallerin sorumluları cezalandırılmalıdır.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e verdiği soru önergesinde CHP’li Tüm, şu soruları yöneltti:

- Bandırma M-Tipi Cezaevi’yle ilgili medyada yer alan iddialar doğru mudur? Bakanlığınıza cezaevi yönetimi hakkında daha önce herhangi bir şikâyet ulaşmış mıdır?

- Bahsi geçen cezaevinde geçmişte tutuklulara işkence ve kötü muameleden dolayı ceza alan kamu görevlileri var mıdır?

- İddialar doğruysa, keyfi uygulamalarla tutukluların ve masum bebeklerin haklarını ihlal eden, tutuklulara işkence ve kötü muamelede bulunan cezaevi görevlileri ve yönetimine herhangi bir yaptırımda bulunulacak mıdır?

- Bahsi geçen cezaevinde kaç mahkûm bulunmaktadır ve koğuşlarda fazla sayıda kişinin kaldığı ve havalandırma sorunu yaşandığı iddiası doğru mudur?

- Cezaevinde bebek bezleri ve gıdaları hangi gerekçeyle satılmamaktadır ve tutuklu yakınlarının temin ettiği bebek malzemeleri hangi gerekçeyle geri çevrilmektedir?

- Hasta tutuklular ve bebekler hangi gerekçeyle hastaneye sevk edilmemektedir? Bebeklerin hayati tehlikeyle karşı karşıya kalması durumunda sorumluluk kimde olacaktır?

- Yemeklerde haşerat çıkmasına rağmen hangi gerekçeyle yemeklerle ilgili bir düzenleme yapılmamaktadır?

- Ciddi hak ihlallerinin yaşandığı cezaevi en son ne zaman teftiş edilmiştir? Teftiş raporunda bahsi geçen eksiklikler yer almakta mıdır?

- Cezaevinde bulunan bebeklerin daha sağlıklı bir ortamda büyümesi ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi adına herhangi bir çalışma yapılacak mıdır?

- Son beş yıldır cezaevlerinde işkence ve kötü muamele yaptıklarından dolayı kaç kamu görevlisine idari ve adli soruşturma açılmıştır? Bu kişilerden kaçı yapılan soruşturma sonucu görevinden alınmıştır?

- Son 15 yılda Türkiye işkence ve kötü muameleden dolayı AİHM kararlarında kaç defa tazminata mahkûm edilmiştir?

T24
ETİKETLER
mehemt tüm cezaevi haber bebek ölümleri abdülhamit gül soru önergesi haber

"Yüzde 11 büyüyorsak ve biz bunu hissetmiyorsak genellikle haklı olan bizizdir"
18 Aralık 2017



Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, 3. çeyrekte ulaşılan yüzde 11.1'lik büyüme rakamlarının geçen yıl aynı dönemdeki küçülmeye ve TÜİK'in milli gelir seviyesi revizyonundan kaynaklandığını belirtti. Bu enflasyon oranlarıyla ve dünyada artan faizlerle şu anki faiz oranının bu ekonomiyi kaldırmadığını kaydeden Gürkaynak "Onun için de lira değer kaybediyor, Merkez Bankası Lira'yı cazip hale getirmek için faiz arttırmalı" diye konuştu.

Bloomberg HT'de yer alan habere göre, Yatırım Kulübü programında Açıl Sezen'e konuk olan Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, büyüme rakamları ve Türkiye ekonomisi hakkında açıklamalarda bulundu.

3. çeyrekteki %11.1'lik büyüme rakamlarını değerlendiren Gürkaynak verinin ekonomik gerçekleri yansıtmadığını ifade etti. Gürkaynak "bu büyümenin mekanik nedeni; geçen yıl 3. çeyrekte küçülmüş olmamız, diğeri de TÜİK'in milli gelir seviyesi revizyonu...Ben hiç bir şekilde bilerek isteyerek yanlış veri verildiğini düşünmüyorum ama bu veri bizim içinde yaşadığımız ekonomiyi yansıtır gibi de görünmüyor. Bu hızla büyürken işsizliğin hızlı düşüyor olması, örneğin elektrik üretiminin hızlı artıyor olması lazım vs. Yüzde 11 büyüyorsak ve biz bunu hissetmiyorsak genellikle haklı olan bizizdir" dedi.

Gelecek yıl enflasyonun seyrinde Merkez'in adımlarının önemli olacağını belirten Gürkaynak "Hükümet Merkez Bankası'na 'işini bildiğin gibi yap' diyecek mi? O vakit enflasyonun düşmesini bekleyebiliriz. Ama bunun karşılığında bir süre yüksek faiz olmak zorunda,, Merkez Bankası faiz arttıracak, kendine güven tesis edecek, ondan sonra enflasyonun düşmesiyle yavaş yavaş faiz düşürecek. Bu, dünyada hep gördüğümüz şey.. Türkiye'de de enflasyonu yüzde 100'lerden bu şekilde indirdik.

Eğer MB'nin siyasi baskı altında kalacağını düşünüyorsak o zaman önümüzdeki senenin bu yıldan çok farklı olacağını düşünmüyorum" dedi.
"TCMB faiz artırmak zorunda"

Geç Likidite Penceresi faizinin konjonktürel bir para politikası aracı olmadığını belirten Gürkaynak "Merkez Bankası, adı faiz artışı olmadan bu işi yapmak için arka kapıdan yollar arıyor, bunlar etkili olmuyor. GLP bir para politikası aracı değil, bununla yapılan politika da kötü bir para politikası" dedi.

Bu enflasyon oranlarıyla ve dünyada artan faizlerle şu anki faiz oranının bu ekonomiyi kaldırmadığını kaydeden Gürkaynak "Onun için de lira değer kaybediyor, Merkez Bankası Lira'yı cazip hale getirmek için faiz arttırmalı" diye konuştu.

T24
ETİKETLER
büyüme faiz ekonomi

Yılmaz POLAT: AKP Hükümeti, Likud üyesi ‘Kudüs İsrail’in lobisiyle çalışıyor
19 Aralık 2017



AKP Hükümeti, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun lideri olduğu ‘Likud Partisi ‘nin aktif üyesi Ronn D. Torossian’ın sahibi olduğu ‘5W Public Relations (5WPR)’ halkla ilişkiler lobi şirketiyle çalışıyor. ‘5WPR’ Şirketi, aynı zamanda İsrail’li şirketlere de...
Salı 15:42Bu haber 115 kez okundu
PaylaşTweetlePaylaşPaylaşPaylaşYazdırYazıyı BüyütYazıyı Küçült
AKP Hükümeti, Likud üyesi ‘Kudüs İsrail’in lobisiyle çalışıyor – Yılmaz POLAT
AKP Hükümeti, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun lideri olduğu ‘Likud Partisi ‘nin aktif üyesi Ronn D. Torossian’ın sahibi olduğu ‘5W Public Relations (5WPR)’ halkla ilişkiler lobi şirketiyle çalışıyor.

‘5WPR’ Şirketi, aynı zamanda İsrail’li şirketlere de hizmet veriyor.

New York’ta aktif bir Likud Partisi üyesi olarak tanınan Musevi- Ermeni asıllı Torrossian, parti içinde örgütlenen ‘Kudüs Bizim’ teşkilatının da yöneticiliğini yapıyor.

Bir süre İsrail’de oturan Torrossian, Likud Parti’sinde aktif görev aldı.

Torrossian, Likud içinde örgütlenen İbranice ‘Kudüs Bizim’ anlamına gelen ‘Yerushalayim Shelanu- Our Jerusalem’ organizasyonun da yöneticileri arasında bulunuyor.

New York merkezli ‘5W’ Halkla İlişkiler şirketiyle AKP Hükümeti adına anlaşmayı, Fethullah Gülen’in iadesi için kiralanan hukuk şirketi ‘Amsterdam & Partners LLP’ imzaladı.

AKP, Medya taktikleri ve tanıtım üzerine hizmet veren şirkete 6 ay için masraflar hariç 60 bin dolar ödüyor.

Torrossian’ın, Mavi Marmara ve Gazze olayları sırasında 2010’da New York’ta Türk Konsolosluğu önünde protesto gösterileri organize ettiği biliniyor.

Torrossian’ın ‘5WPR’ şirketiyle anlaşan ‘Amsterdam & Partners LLP’ şirketi, 2015 yılından buyana AKP Hükümeti için yılda yaklaşık 600 bin dolar alıyor.

Yılmaz POLAT

iktibas: http://www.abcgazetesi.com/akp-hukumeti-likud-uyesi-kudus-israilin-lobisiyle-calisiyor-8213yy.htm

Mahçupyan: Hiç yolsuzluk olmamış gibi davranamayız
19.12.2017



Karar yazarı Etyen Mahçupyan, 15 Temmuz darbe girişimi ile yolsuzluk operasyonlarının "ikilemi"ni değerlendirdi. Mahçupyan, "Eğer 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı, darbeciler 17/25’e nasıl bakacaklardı?" sorusunu sorarak, yanıtını "Çok muhtemelen yolsuzlukları öne çıkararak darbeyi meşru kılmak isteyeceklerdi" sözleriyle verdi. "Şimdi AK Parti iktidarı var diye tersi olmamalı" diyen Mahçupyan, "Yani darbecilerin varlığına sırtımızı dayayıp hiç yolsuzluk olmamış gibi davranamayız" ifadesini kullandı.

Mahçupyan'ın "Darbe/yolsuzluk ikilemi" başlığıyla (19 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

New York Başsavcılığı bir süre önce eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a dava açtı. Konu, ABD’nin İran’ uyguladığı ambargonun delinmesiydi. Bu dava ile Rıza Zarrab ve eski Halk Bank Genel Müdür Muavini Hakan Atilla’ya açılmış olan dava irtibatlı tutulurken, Zarrab itirafçılığa geçti ve ‘sanık’ sandalyesine sembolik olarak Türkiye hükümeti oturtulmuş oldu…

***

Erdoğan’ın vurguladığı üzere bu esas olarak ‘siyasi’ bir girişim. Türkiye İran’a yönelik BM ambargosuna uymakla yükümlüydü ve buna aykırı davranmadı. Ayrıca Türkiye ticari ilişkilerinden ötürü İran’a karşı fazla kısıtlayıcı olamayacağını ABD’ye bildirmiş ve isteğini kabul ettirmişti. Dolayısıyla söz konusu girişimin Türkiye’yi hedeflediği değerlendirmesinin mantıklı bir zemini var. Ne var ki bu işlemlerde ABD bankaları ve parasının kullanılması, üstelik evrak tahrifatı yapılması Türkiye’yi sorunlu bir noktaya taşıdı. Bu suistimalin malum rüşvet trafiğine yol açması ise Türkiye kamuoyunun zaten bilgisi dahilindeydi. Diğer deyişle rüşveti bildiğimiz andan itibaren ortada bir suistimal olduğunu da bilmekteydik. Bugün yaşanan o suistimalin ABD tarafından siyaseten kullanılmaya müsait hale gelmesidir…

Yargı süreci öncesinde Adalet Bakanı Gül “Türkiye’nin mevzuatına, hukukuna aykırı olmayan fiiller, eylemler nedeniyle, bir başka ülkenin Türkiye’nin egemenlik alanındaki bir konuyla ilgili farklı bir tavır, yakalama, tutuklama şeklinde bir iddianame hazırlaması asla kabul edilemez” diyerek doğru bir genelleme yaptı. Ne var ki herkesin bildiği üzere bu ‘siyasi’ hamleyi mümkün kılan bir detay var: Yapılan işin genel çerçevesi, yani bizatihi yapılması bizim yasalarımıza göre suç olmamakla birlikte, ‘nasıl’ yapıldığına baktığımızda bunun Türkiye hukuk sistemi açısından da suç teşkil eden yönleri olduğu açık.

Öte yandan işin bir başka yönü daha var… Adalet Bakanı şöyle demişti: “Bu iddianamede ortaya konan ifadelerin, 17-25 Aralık darbe girişiminde söylenen iddiaların birebir örtüştüğü konularla aynı olması çok dikkat çekici… Dolayısıyla bu iddialar aslında Türkiye’de Türk Devleti’ni ele geçirmeye çalışan FETÖ terör örgütü mensuplarınca kullanılmış, atılmış bir sakızdır.”

Yani Türkiye olarak şunu söylüyoruz: Madem ki bu iddialar ilk önce Gülen cemaatine dahil savcılar tarafından 17/25 Aralık 2013 sürecinde ortaya atıldı ve madem ki bu cemaatin FETÖ diye adlandırılan bölümü 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulundu, o halde söz konusu iddialar mesnetsizdir…

Bu tezin belirli bir gerçek payı içerdiğini kimse reddedemez. Ancak yürütülen akıl maalesef nedensellik açısından yetersiz. Çünkü bir dosyanın kötüye kullanılmış olması o dosyanın içeriğinin tümüyle gerçeğe aykırı olduğunu kanıtlamaz. Gülen cemaatinin suçlama taktiklerini hatırlarsak, ‘Selam Tevhid’, ‘Taşhiye’, ‘İzmir casusluk’ ve ‘Arınç’a suikast’ dosyalarının tamamen uyduruk bir içeriğe sahip olduğunu, ancak diğer dosyaların gerçek olguların ‘genişletilmesine’ dayandırıldığını görüyoruz. Bu bağlamda 17/25’in hangi gruba girdiği sorusu önemli hale geliyor.

***

Şunu akılda tutalım… 17/25 sonrasında toplumun yüzde 70’i bunun bir darbe girişimi olduğunu, ama yine yüzde 70’i de yolsuzlukların gerçek olduğunu düşünüyordu. Basit aritmetik AK Partili olmayanların en az yarısının olayı darbe olarak gördüğünü ve AK Partililerin de en az yarısının yolsuzluk yapıldığına inandığını ortaya koyuyor. Adım atarken ve politika oluştururken bu kanaatlerin halen devam ettiğini varsaymakta yarar var…

Son bir nokta… Eğer 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı, darbeciler 17/25’e nasıl bakacaklardı? Çok muhtemelen yolsuzlukları öne çıkararak darbeyi meşru kılmak isteyeceklerdi. Şimdi AK Parti iktidarı var diye tersi olmamalı. Yani darbecilerin varlığına sırtımızı dayayıp hiç yolsuzluk olmamış gibi davranamayız… AK Parti’nin adalete gerçek anlamda sahip çıkması gerekiyor.

Birgün
Türkiye darbe yolsuzluk ABD dava İran adalet FETÖ ekonomi çağlayan halk BM hukuk 17-25 Aralık 25 Aralık İzmir Zafer Çağlayan rüşvet yargı tutuklama

Meral Akşener-Tayyip Erdoğan görüşmesi
Barış CAN
19 Aralık 2017



Gazeteci-Yazar Sabahattin Önkibar Meral Akşener'in hayatını anlattığı Meral Akşener'in Dünü ve Bugünü: ASENA isimli kitabında AKP'nin kuruluşunda Akşener'in neden yer almadığını, Erdoğan ve Akşener görüşmesinde neler yaşandığını yazdı.

Salı 14:00 15.5B Okunma
Meral Akşener-Tayyip Erdoğan görüşmesi
2
/ YURT

Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan'ın, Meral Akşener'in AKP'nin kurulmasında yer alması için çok çaba sarf ettiklerini belirten Önkibar yeni kitabı ASENA'da Tayyip-Akşener görüşmesini ve sonrasında yaşananları aktardı.

Önkibar'ın ASENA isimli kitabında ilgili bölüm şöyle:

...

Yenilikçi kanat Meral Akşener'e kanca atar.
Onu yeni kuracakları partiye almak için ikna seansları başlar.

Abdullah Gül, Akşener'i Tayyip Erdoğan ile buluşturur:

Erdoğan: Meral abla hoşgeldin. Nasılsın?

Akşener: Hoşbulduk Tayyip bey siz nasılsınız?

Erdoğan: Hamdolsun hep beraber olursak daha iyi olacağız.

Akşener: Hayırlısı ne ise o olsun

Erdoğan: Gel artık. Sen bizim gelinimizsin ya. Eşin Rizeli.

Akşener: Doğru, Tuncer Rizeli

'TERDDÜTLERİM VAR'

Erdoğan: Senin 28 Şubat'taki dik duruşun tarihe geçecek.

Akşener: Eksik olmayın.

Erdoğan: Katılma merasimini ne zaman yapalım?

Akşener: Bazı tereddütlerim var.

Erdoğan: Ne gibi?

Akşener: Refah ya da Fazilet Partisi'nin bir başka versiyonunu kuracaksınız, ben olamam.

Erdoğan: Hayır çok farklı bir parti kuracağız.

Akşener: Ben inanç üzerinden siyaset yapılmasına karşıyım. Böyle birşey dinimize de zarara veriyor.

Erdoğan: Hayır öyle bir parti kurmuyoruz.

Akşener: Kurulacak parti Türkiye'nin tamamını kucaklamalı. Başörtüsünü savunurken başörtüsü takmayanların da hakkını savunmalı.

Erdoğan: Haklısın.

Akşener: Benim PKK konusunda hassasiyetim büyük. Kürt vatandaşlarımı çok seviyorum ama PKK'yı onlardan ayırmamız gerekir.

Erdoğan: Onları hiç mera etme sen.

İSLAMİ PARTİ VE LAİKLİK

Akşener: Ben ümmet yerine millet diyorum

Erdoğan: Açıklama yaptım okumadın mı? Milli Görüş gömleğimizi çıkardık... Demokrasi merkezli kucaklayıcı yeni bir oluşum kuruyoruz.

Akşener: Yani İslami bir parti değil diyorsunuz.

Erdoğan: Kesinlikle...

Akşener: Laikliğe saygılı.

Erdoğan: Elbette.

Akşener: Hedeflediğiniz oy?

Erdoğan: İnşallah iktidar olmak.

Akşener: Bu arada ben gelirsem özellikle Kocaeli'de beraber siyaset yaptığım bazı isimleri yanıma almak ve il teşkilatını onları da yanıma alarak kurmak isterim.

Erdoğan: Arkadaşlara da söyledim. Sizi genel başkan yardımcımız yapacağız. İktidar olursak bakanlığınız zaten tartışılmaz. Kocaeli'yle alakalı ne isterseniz olacak.

Akşener: Son bir şey, kurulacak parti Türk milliyetçiliğini samimi bir şekilde kucaklayacak mı?

Erdoğan: Zerre kuşkun olmasın.

Akşener: O zaman bismillah diyelim.

Erdoğan: Haydi hayırlı uğurlu olsun...

Önkibar görüşme sonrasında yaşananları ise kitabında şu şekilde aktarıyor:

YENİ OLUŞUMA KATILIM

Bu buluşma sonrasında Meral Akşener Politik Araştırmalar Merkezi'nde Abdullah Gül ile bir basın açıklaması yapar ki bu açıklama yapılırken basınla beraber 30 civarı milletvekili de hazır bulunur.
Akşener bura kurulacak yeni partiye dahil olacağını ilan eder.
Basından gelen 'katıldığınız yeni oluşuma mensup milletvekilleri dini ve manevi değerleri ön planda tutan bir yapıda. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? sorusuna şu karşılığı verir. Milli ve manevi değerler dini değerlerler milletin değerleridir. Dolayısıyla her parti bu değerleri savunmalıdır. Sadece tek bir parti milliyetçilik, bir partiye dindarlık, bir partiye libarellik bırakılmayacak kadar Türk milletinin omurgasını oluşturan kavramlardır. Dolayısıyla bu kavramların insanlarımızı oluşturan bu değerlerin elbetteki bu siyasi organizasyonda yeri olacaktır. Ama istismarı söz konusu olmayacaktır. Bundan sonra Türkiye'nin geldiği nokta istismarların ortadan kaldırılacağı bir dönem olacaktır.

Önkibar kitabında ayrıntılı bir şekilde ele alırken Akşener'in AKP'ni ne olduğunun kısa sürede farkına vardığını Türk kelimesine soğu olduklarını, parti içerisindeki sohbetlerde PKK'nın Kürtlerin siyasal temsilcisi gibi sunulmasından rahatsız olduğuu ve AKP'de hiç yer almadığını aktarıyor.

AKP'nin batı güdümlü olduğu, ABD ile AB'yi 'şanlı müttefik' olarak tanımlamaları gibi Akşener'i rahatsız eden şeyleri Önkibar şu şekilde aktarıyor:

Akşener'e göre AKP'yi kuracak ekip demokrasiyle ambalajlanmış sinsi dinci bir harekettir. Batı güdülü olmalarını da kuşkuyla karşılamıştır. Parti kuruluş günlerinde ABD'ye gidip kapı kapı gezilmesini ve icazet istenmesini içine sindiremez. Hele hele küresel Yahudi örgütleriyle ilişki kurmak adına olmadık isimlerin vasıta yapılmaya çalışıldığına şahit olduğunda şahitlik geçirir.

Gördüğü şuydu:

Bu hareket ya da oluşum için her şey mübahtı.
Yalan ve takiyye gaye için ihtiyaç görülüyor ve yapılıp söyleniyordu.
Siyaha rahatlıkla beyaz diyebiliyorlardı.
Dertleri ülke değil kendileri ve bilinçaltlarındaki ideolojileriydi.
Rejimden intikam adına geliyorlardı.
Sonuç alma adına her şeyi inkara ve herkesle ittifaka hazırlardı.
İşte bütün bu sorgulamalardan sonra Meral Akşener kararını verir.
Bu nişan bile değil söz yüzüğünü kaldırır atar.

BUNLAR ECMAİN

Bu günlerde Akşener'in ağzından şu sözcükler dökülmektedir:

Ya hu bunlar bildiğimiz ecmain... Erbakan Hoca buların yanında zemzemle yıkanmış. O çok açık ve netti. Mesela Erbakan'ın Türklük ve Türk milletiyle hiçbir zaman sorunu olmamamış ve bunu sergilememiştir. Keza Erbakan devleti düşman görmez. Bunlar ikiyüzlü sabah ayrı, akşam ayrı... ben duramam burada
Yurt Gazetesi

Eski AKP'li belediye başkanına silahlı saldırı
20.12.2017



Antalya'nın Manavgat ilçesinde kapanan Side Belediyesi’nin eski AKP'li başkanı Abdulkadir Uçar, evin önünde silahlı saldırıya uğradı.

Olay, bugün saat 18.00 sıralarında Manavgat’a bağlı Side Mahallesi’nde meydana geldi.

Kapanan Side Belediyesi eski Başkanı Abdulkadir Uçar, otomobiliyle geldiği evine gireceği sırada yanına yaklaşan beyaz renkli bir otomobilden tüfekle tek el ateş açıldı.

Otomobil uzaklaşırken, Abdulkadir Uçar saldırından yara almadan kurtuldu. Saçmalardan biri, Uçar’ın babasına ait evinin önünde park halindeki otomobile isabet etti.

"Tüfeğin namlusunu gördüm"

Abdulkadir Uçar, “İşyerimden geldim, otomobili park ettim. Evime girerken arkadan çok güçlü bir patlama sesi duydum. Kafamı döndürüp baktığımda tüfeğin namlusunu gördüm. Araç uzaklaştı” dedi.

Yurt Gazetesi

"FETÖ' kazındıkça altından AKP çıkıyor, aradıkları suçlu için arada bir aynaya baksalar yeterli"
21 Aralık 2017



"Mesele kimi hain ilan edip kimlerle aynı yolu yürüyeceklerine karar vermeleri"

Cumhuriyet yazarı Ayşe Yıldırım, üç olay üzeriden 'FETÖ'nün devletin kurumlarına nasıl 'yerleştirildiğini' anlattı. "Bu iş öyle dosyaları kapatmakla ya da Yargıtay’ın 'kaçınılmaz hata' demesiyle kapanmaz" diyen Yıldırım, "FETÖ' kazındıkça altından AKP çıkıyor, aradıkları suçlu için arada bir aynaya baksalar yeterli" ifadesini kullandı.

Yıldırım'ın "FETÖ’ kazındıkça altından AKP çıkıyor" başlığıyla (21 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

“Devletin genel politikası çerçevesinde yönetim kurulu kararı ve bağlı olunan bakanlığın uygun görüşü veya muvaffakatı ile alımların gerçekleştiğini” söylüyor İbrahim Şahin.
Ne için?
Yönetim kurulu başkanlığı yaptığı dönemde TRT’ye alınanların yüzde 84’ünün “FETÖ”cü olduğu ortaya çıktığı için.
Alican Uludağ’ın dün Cumhuriyet’te manşetten yayımlanan haberi ‘AKP-FETÖ’ ortaklığının en önemli delillerinden biridir.
Şahin, açıkça hükümeti ve TRT’nin bağlı olduğu dönemin başbakan yardımcılarını suçluyor: “Samanyolu grubundan gelenlerin FETÖ’cü olduğunubilmiyordum. Yayın politikaları hükümet, devlet, AK Parti yanlısı görüldüğünden bunların geçişine izin verildi.”

“Hükümet istedi biz de aldık” diyor açıkça.
Sadece TRT’de de değil cemaatin “kendilerine gösterilen olumlu yaklaşım ile” devletin hemen tüm kurumlarında kadrolaştıklarını anlatıyor.
Olumlu yaklaşımı gösteren kim? AKP...
Şahin, bu itirafları yapınca sonuç ne oluyor?
Dosya “takipsizlik” verilerek kapatılıyor. Dosya kapanıyor ama gerçekler kapanmıyor. Eski İstanbul Valisi ve eski Emniyet Müdürü ‘FETÖ’cü oldukları için tutuklanıyor. Eski Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, Mehmet Ağar’ın “kefilliğiyle” tahliye ediliyor, eski vali Hüseyin Avni Mutlu’nun tutukluluğu devam ediyor. Mahkemede tanık olarak ifade veren eski bir “itirafçı” emniyet müdürü ne diyor:
“İstanbul’da 120 emniyet müdürü vardı. Bunlardan 75-80’i cemaattendi. Türkiye genelinde ise bu oran rütbelilerde yüzde 70’in altına düşmez. Polis memurlarında ise yüzde 50’nin altında olacağını sanmıyorum.”
Mahkeme Başkanı Çapkın’a soruyor:
“Bu kadar çok FETÖ’cünün o dönem emniyette olmasını hiç fark etmediniz mi?”
Çapkın ne diyor:
“Bugünkü bilgilerin onda biri o gün bilinseydi, kesinlikle ifşa ederdik. Ancak o dönemde bunların FETÖ’cü oldukları bu şekliyle bilinmiyordu.”
Hükümetin atadığı vali ve emniyet müdürü “FETÖ”cü yapılanmayı biliyor anlayacağınız. Onlar yargılanıyor ama onları atayanlar ıslık çalmaya devam ediyor.
Adana’nın Ceyhan eski belediye başkanı da önceki gün “FETÖ”den tutuklandı. CHP’li filan değil AKP’li.
Usulsüzlük, eşini belediye başkan yardımcısı yaparak özel nüfuz kullanmak, imar uygulamalarında menfaate dayalı işler yapmak suçlamalarıyla AKP’den ihraç edilmişti Alemdar Öztürk. 15 Haziran’da da görevden alınmıştı.
Şimdi de üç belediye meclis üyesi, dört belediye çalışanı ve iki Ceyhan Ticaret Odası üyesiyle birlikte gözaltına alınıp “FETÖ’ye belediyeden kaynak aktardığı, finans sağladığı” gerekçesiyle tutuklandı. Şimdi anladınız mı “kökünü kazıyıncaya kadar” deyip durdukları cemaatle ortaklıklarının boyutunun ne olduğunu. Birini kazıyın altından diğeri çıkıyor. Mesele kimi hain ilan edip kimlerle aynı yolu yürüyeceklerine karar vermeleri. Yoksa “parsel parsel satanları” da mahkeme karşısına çıkarmaları gerekmez miydi?
Sırf bu üç olay bile “FETÖ”nün devletin bütün kurumlarına nasıl “sızdığının” değil nasıl “yerleştirildiğinin” kanıtıdır. Ve bu iş öyle dosyaları kapatmakla ya da Yargıtay’ın “kaçınılmaz hata” demesiyle kapanmaz da, aklanmaz da.
Aradıkları suçlu için arada bir aynaya baksalar yeterli.

T24
ETİKETLER
gülen haber açıklama fetö ayna

HÜKÜMETE YUNANİSTAN'IN İŞGAL ETTİĞİ ADALARLA İLGİLİ CHP TEPKİSİ: SÖYLEYECEK SÖZÜNÜZ YOK MU?
21.12.2017

Kılıçdaroğlu'nun Ege Adaları'nın işgal edildiğine ilişkin ifadelerine 'Gel de al' diyerek cevap veren Yunan Savunma Bakanı Panos Kammenos açıklamalarına tepki gösteren CHP Tezcan hükümetin sessiz kalmasını da eleştirdi ve "Bize meydan okuyor. Meydan okuma konusu, Türkiye’nin olması gereken, işgal edilmiş topraklar" ifadesini kullandı.

Hükümeti bu sözlere sessiz kalmakla suçlayan Tezcan, "Yerli ve milli olmaksa bundan daha yerli ve milli bir başka mesele olabilir mi? Gerçek rakam 18 değil. 156 ada ve kayalık, şu anda Yunanistan’ın işgali altındadır. Hükümet buna sesiz kalmıştır" diye konuştu.

Yunanistan’ın bu sözlerle aynı zamanda işgali ikrar ettiğini de belirten Tezcan, hükümete seslenerek, "Ege’deki bizim hakkımız olan ada ve kayalıklara ‘bizim’ diyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu’nun buna söyleyecek sözü vardı ve söylemeye de devam ediyor, sizin buna söyleyecek bir sözünüz yok mu?" ifadelerini kullandı.

'GEREKEN DERS 98 YIL ÖNCE VERİLDİ'

Kammenos’a da seslenen Tezcan, “Mustafa Kemal’in öncülüğünde Kuvayı Milliye bu hezeyanlara gereken dersi 98 yıl önce Anadolu coğrafyasında verdi. Yine 43 yıl önce aynı ruh Kıbrıs’ta vermesi gereken cevabı verdi. Bugün hükümet sessiz kalmaya devam etse dahi bu millet buna gerekli cevabı verecek güç ve inançtadır. Bu heveslerden vazgeçsinler, bu coğrafya üzerinde Kuvayı Milliye ruhu hala ayaktadır, verilecek bir karış toprağımız yoktur" diye konuştu.
Sputnik

Necati Doğru: Siyasete girdiklerinde Erdoğan da Kılıçdaroğlu da yoksul aile babalarıydı
21/12/2017

Ağıza alınmayacak; “alçaksın… hainsin… vatanı satarsın…” küfürlerine son verecek teklifi yaptı. Tansiyonu düşürecek en etkili ilacın adını söyledi.

Kızımın dairesi:
100 bin dolar.
İsteyene hemen satarız.
Bu kadar açık.
Kolay anlaşılır.

Reklam

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “kızımın 73 metrekare dairesi var” dedi. AKP Genel Başkanı
Tayyip Erdoğan’ın kızlarının kaç metre kare daireleri var?

Daire mi!
Villa mı!
Yalı mı!
Köşk mü!
Kaç bin dolar?
Yan yana getirelim.
Kıyaslayıp, görelim.
Kimin kızının neyi var?

Siyasete ilk girdiklerinde Kemal Kılıçdaroğlu da Tayyip Erdoğan da yoksul aile babalarıydı. Bu gerilim, tansiyon, küfürleşme, ağır hakaret, bel aşağısı vuruş bitsin. Kılıçdaroğlu, meydan okudu: “Kızım bu daireyi satın alırken hiçbir torpil işlemedi.”

Yani Kılıçdaroğlu’nun kızı, babasının adını kullanarak daireye olduğundan daha düşük bir değere sahip olmadı. Aynı şekilde Tayyip Erdoğan’ın kızları da oturdukları dairelerin sahibi olurken babalarının “en yürekli işadamının korkudan ödünü kopartan siyasi ağırlığını” kullanıp kullanmadıklarını da araştırmalıyız.

Necati Doğru’nun yazısının devamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/kizim-nereden-buldun-2140248/

Fatih Altaylı: Vatan için bile rüşvetsiz iş yapmamışlar
21/12/2017



Hani Zarrab’ı ve Zarrab’a sağlanan avantajları savunurken, “Ülkeye döviz kazandırılıyordu. Cari açık kapatılıyordu. Komşumuzla ticaret yapmayacak mıydık” diyenler var ya!

Görünen o ki, Zarrab’la olan ilişkisinde meseleye gerçekten bu gözle bakan tek kişi Hakan Atilla olmuş.

Reklam

Bakanlarından bankanın genel müdürüne kadar herkes “Vatan millet Sakarya” için yapıldığını öne sürdükleri bu işlemler sırasında milyonlarca dolar rüşveti cebe atmışlar.

Yani kendi iddialarına göre, vatan için bile rüşvetsiz bir iş yapmamışlar.

Çikolata paketlerinde, ayakkabı kutularında milyonlarca dolar gitmiş gelmiş.

Bazı bakanlara verilen rüşvet ise öyle ayakkabı kutusu falan değil, ayakkabıcı dükkânına sığmayacak kadar büyük olmuş.

Bu işlerden tek kuruş avanta istemeyen, tek kuruş rüşvet talep etmeyen ve almayan, bu konuda bir imada bile bulunmayan tek “namuslu” ise Hakan Atilla olmuş.

En azından ifadelere göre durum bu.

Ve bu davada herkes paçasını sıyırırken, sadece ve sadece olaydaki tek “namuslu” kişi mahkûm olacak.

Yazık!

Fatih Altaylı’nın yazısının devamı için: http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/1763622-duygun-baskan-goreve

Feyzioğlu: Cumhurbaşkanı'na 1 saat anayasa değişikliği anlatayım, 'köy köy gezip, hayır çalışması yapalım’ diyecek
22 Aralık 2017



Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, 16 Nisan'daki anayasa değişikliği ile büyük bir tuzağın kurulduğunu iddia ederek "Cumhurbaşkanı çağırsın beni. Bir saat içerisinde bu anayasa değişikliğinin yargı üzerinden Türkiye’ye kurulmuş bir tuzak olduğunu anlatacağım. Bir saat sonunda bana diyecek ki ‘ya başkan seninle köy köy gezip, hayır çalışması yapalım’" dedi.

"SENİ PİŞMAN EDECEĞİZ AÇIKLAMALARI TALİHSİZLİK"

Aydınlık'ta yer alan habere göre, Küçük Kulüp Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Emre Sarıgedik’in organize ettiği toplantıda basın mensuplarıyla buluşan Feyzioğlu, Man Adası tartışmalarına da değinerek şunları söyledi:

"'Seni pişman edeceğiz' açıklamaları talihsiz açıklamalar. Anayasal sistemimiz özellikle 16 Nisan referandumunun ardından öyle bozuldu ki. HSYK’nın oluşumu neredeyse tek başına iktidar partisi genel başkanının iki dudağının arasına bırakıldı. Ya parti genel başkanı olarak, ya da cumhurbaşkanı olarak üyeleri belirleme yetkisine sahip oldu. Bu konuda adım atacak savcı da bu konuda karar verecek hakim de o HSYK’ya tabi. Demek ki bu kişilerin en ufak bir şaibe olmamasını teminen çok tedbirli konuşmaları lazım. Bırakınız tehdit etmeyi, 'pişman olacaksın' gibi cümleleri, 'gereği neyse yapılsın' diye konuşmamaları lazım.

"ERDOĞAN'IN DOĞRUDAN YA DA DOLAYLI OLARAK ÜYELERİNİ BELİRLEDİĞİ HSYK"

Man Adası olayında birinci ihtimal, paranın kaynağının belli olması. Türkiye’den dışarıya para gitmesi de dışarıdan gelmesi de suç değildir. Bunu siyaseten vatandaş değerlendirmelidir. Dolmuşçuya 'sen dolarını bozdur' derken, milyonlarca dolar yurt dışına gidip geliyorsa bu sorgulamayı vatandaş yapar, savcı yapmaz. İkinci ihtimal, paranın kaynağı belli değilse, o zaman hukuken sorgulanır. Sorgulamayı savcı yapar. Hangi Savcı HSYK’ya bağlı. Hangi HSYK, iktidar partisi genel başkanının doğrudan ya da dolaylı olarak üyelerini belirlediği HSYK. İşte bu yüzden bu anayasa ile gitmez."

"CUMHURBAŞKNI ÇAĞIRSIN BENİ ANLATACAĞIM"

Yargıya güvenin yüzde 20’ye düştüğüne belirten Feyzioğlu, 16 Nisan'daki anayasa değişikliğinden vazgeçilmesi gerektiğini söyledi. Feyzioğlu, 2010 anayasasına geri dönüşün de çözüm olmadığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Yeni bir anayasa yapmamız lazım. 2010 anayasa değişikliğinin Türkiye’ye kurulmuş bir tuzak olduğunu söylemiştik. O dönemde cemaat ile iktidar, onların gazetecileri, kendini liberal olarak tanımlayan sözde solcular, bazı sözde milliyetçiler, bazı sözde muhafazakarlar bize saldırdı. O tarihte televizyon programlarına çıkıp, 'bu anayasa Türkiye’yi demokratikleştirecektir' diyenlerin yarısı kaçak ya da hapiste, yarısı da sanırsınız doğduğu günden beri cemaate küfrediyor. Hiç kendisi cemaate çalışmamış gibi, ne kadar cemaat karşıtı ve Tayyip Erdoğan sevdalısı olduğunu göstermek için sövüp, duruyor.

Anayasa değişikliğine geldiğimizde Cumhurbaşkanı, 2010 yılında Türkiye’ye tuzak kurulduğunu söyledi. Ben de diyorum ki anayasa değişikliği ile tuzağın büyüğü kuruldu. Cumhurbaşkanı çağırsın beni. Bir saat içerisinde bu anayasa değişikliğinin yargı üzerinden Türkiye’ye kurulmuş bir tuzak olduğunu anlatacağım. Bir saat sonunda bana diyecek ki ‘ya başkan seninle köy köy gezip, hayır çalışması yapalım’. Bu konuda iddialıydım. Ben bugün bu anayasa değişikliğinin yanlışlığını anladıklarını düşünüyorum. Yargı kısmındaki yanlışı anlamadılar, ama başkanlık sistemine dönüşün kendi hayırlarına olmadığını şimdi anladılar. Keşke parlamenter sistemde kalsaydık dediklerine eminim. Keşke yargıyı kendimize bu kadar tabi kılıp da bu toplumu bu kadar germeseydik diyecekler."

"SANDIKLARA RESMİ TEMSİLCİ KOYMAYA TALİBİZ"

Seçim güvenliği konusunda da Türkiye Barolar Birliği ve 79 baro olarak her sandığa resmi temsilci koymaya talip olduklarını belirten Feyzioğlu, "Yüksek Seçim Kurulu Kanunu değiştirilirken, Seçim Kanunu'na da bir madde eklensin. Biz tutanakların asıllarını sandık sandık milletimize toplamayı taahhüt ediyoruz. Bunun için kamuoyu oluşturmak lazım. 'Tutanak toplanamadı, oy çalındı' diyoruz. Bir oy çaldırırsam, hesap sorun bana. Siyasi partiler nasıl sandıklara temsilci koyuyorlar. Biz çağdaş demokraside olması gerekeni talep ediyoruz. Barolar olarak her sandıkta biz bir resmi temsilci bulundurmak istiyoruz. 35'inci baro başkanları toplantısında bu konuyu masaya koyduk. Katılan tüm başkanlar, tüm vilayetlerde biz buna hazırız dediler" diye konuştu.

Yurt Gazetesi

Bülent Arınç'tan Reza Zarrab'a plaket verilmesi eleştirisi
22 Aralık 2017



Bülent Arınç, Reza Zarrab'a 2015'te plaket veren dönemin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ile Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'u eleştirdi, "Benim elim gitmezdi, vermezdim. Bunları öngörmek lazım" dedi. Arınç, "Şimdi Numan Beyin düştüğü hale bakın" ifadesini kullandı.

Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, işadamı Reza Zarrab'a iki yıl önce plaket verilmesini eleştirdi.

Diken'in haberine göre, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ve dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, 21 Haziran 2015’te TİM’in "İhracat Şampiyonları" ödül gecesinde Reza Zarrab'a plaket vermişti. Törende Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bir konuşma yapmıştı.

Manisa’da yayın yapan Medya TV’ye konuşan Arınç, ödülü ve Zarrab'ın A Haber söyleşisini eleştirdi. Arınç, "Zarrab’a plaket vermemek lazımdı. Benim elim gitmezdi, vermezdim. Bunları öngörmek lazım. Türk bayrağı önünde adamı ‘Sen çok iyi bir adamsın, bak Türkiye’nin cari açığını düşürmüşsün' dememek lazımdı. Seçici olmak lazımdı” dedi.

Arınç açıklamalarına şöyle devam etti: “Ben Hükümet Sözcüsü'ydüm. Bu adam gelseydi ‘Size şöyle bir kıymetli hediye getirdim’ deseydi, kafasında parçalardım. Hayatım boyunca böyle bir şey kabul etmedim. Ama görüyoruz ki ona buna bir şeyler vermiş. (…) Şimdi Numan Beyin (Kurtulmuş) düştüğü hale bakın. Adama plaket veriyor. Benim elim gitmezdi, vermezdim. Bunları öngörmek lazım. Bu adam kim, ben bu adama neden plaket vereceğim? Bu adamın meşruluğu Ebru Gündeş'in kocası olmaktan geliyor. Bana ne?”

Yurt Gazetesi
Anahtar Kelimeler:Bülent ArınçReza ZarrabEkonomi Bakanı Nihat ZeybekciBaşbakan Yardımcısı Numan KurtulmuşRezaÖdülArınç

İşten çıkarılan adam, üç kişiyi öldürüp intihar etti
22/12/2017



Antalya’da işten çıkarın paket servis çalışanı, restoranda patronu dahil üç kişiyi öldürüp intihar etti.

Konyaaltı ilçesindeki Arapsuyu mahallesindeki işinden iki gün önce çıkarılan 26 yaşındaki Saddam Korkmaz, bugün saat 10.00’da yeniden restorana geldi.

Korkmaz burada 50 yaşındaki eski patronu Gani Kocabaş, 47 yaşındaki çalışan Şenol Öztaş ve 30 yaşındaki gıda mühendisi Gizem Ege’yi öldürdü.

Korkmaz bir süre başka çalışan olup olmadığını aradı, ardından da cinayetleri işlediği silahla intihar etti.

‘Cinnet hali görüntüsü var’

Olay yerine gelen Antalya Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya şunları söyledi: “Elinde pompalı tüfeği hırkasıyla sarıp saklamış. Kayıtlarda görüntülerde çok net görülüyor. Tamamen tümünü imha etmeyi kafasına koymuş bir cinnet hali görüntüsü var. Onlar (diğer çalışanlar) saklanınca bu sefer kendisi başına ateş etmek suretiyle intihar ediyor.”

Emniyet müdürü, Korkmaz hakkında PKK’ya üyelikten 2011’de işlem yapıldığını söyledi.

Korkmaz’ın restoranda beş yıldır çalıştığı öğrenildi.

Ceza tartışması

Korkmaz’a servis sırasında trafik cezası kesildi. Korkmaz, cezanın ödenmesi konusunda patronuyla tartıştı, ardından da işten çıkarıldı.

Polis, Saddam Korkmaz’ın kullandığı pompalı tüfeği internet üzerinden aldığını tespit etti.

Öte yandan hayatını kaybeden kadının üç yıldır iş aradığı, restoranda iki aydır çalıştığı öğrenildi.
Diken

Bir lokma, bir hırka, bir de Erdoğan
LEVENT GÜLTEKİN
17/12/2017

Bu yazı esasında bir Erdoğan yazısı değil. Baskıcı, dışlayıcı, kurumları, değerleri önemsemeyen, kendini ülkenin tek sigortası gören, kişisel yaklaşımını tek doğru sanan bir liderin ve onun temsil ettiği siyasi anlayışın ülkeye verdiği zararı anlatan bir yazı.

Yani mesele Erdoğan değil, adı Ahmet de, Ayşe de olsa ülke yönetirken tercih ettikleri yönetim anlayışı.

Dünyada geri kalmış, ekonomik olarak zayıflamış, iç barışını sağlayamamış, herhangi bir alanda kalıcı bir başarı gösterememiş ülkelerin neredeyse tamamının ortak bir yönü var: Kişisel iktidarını sürdürmek için demokrasiden, özgürlükten, hukuktan uzaklaşan, bütün suçu dış güçlerin üzerine atan, kendilerini ülkeleri için vazgeçilmez sanan liderler tarafından yönetiliyor olmaları.

Yani “Ben olmazsam ülke yok olur” diyen liderler, tam tersine o ülkeleri yok oluşa sürüklüyor.

Nasıl mı? Anlatayım.

Ülkemizde son yıllarda birçok alanda geriye gidiş var. Özellikle de ekonomik alanda.

Yıllık üretici enflasyon oranı yeniden yüzde 17’lere çıktı. İşsizlik her geçen gün daha da artıyor.

Döviz almış başını gidiyor. Paramız her gün değer kaybediyor. “Faizi düşüreceğim” diye güya çaba gösterdiğini söyleyen iktidara rağmen Merkez Bankası faizleri artırmak zorunda kalıyor.

Piyasalarda belirgin bir durgunluk var. İşçi, esnaf, çiftçi kan ağlıyor. 40 milyona yakın insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Üstelik her geçen gün biraz daha yoksullaşıyoruz.

Ipsos’un kasım ayı anketine göre toplumun yüzde 61’i gidişattan memnun değil. Yani toplumun büyük bir çoğunluğu işlerin kötüye gittiğini düşünüyor.

Peki işler niçin kötüye gidiyor?

Döviz niçin yükseliyor? Yoksulluk niçin yayılıyor? Merkez Bankası niçin faizleri artırmak zorunda kalıyor? Gençler arasındaki işsizlik oranı niçin yüzde 20’lere dayanmış? Yani her beş gençten biri niçin iş bulamıyor?

Çünkü demokrasiden uzaklaşırsan, özgürlükleri kısıtlarsan, hukuku hiçe sayarsan, uzlaşıyı değil baskıyı tercih edersen… daha fazla yoksulluk, daha fazla iç çatışma, daha fazla huzursuzluk o ülke için kaçınılmaz oluyor.

Mesele bu kadar açık ve net.

Bizim gibi petrol, doğalgaz benzeri gelir getirici kaynakları olmayan ülkeler için ekonomide çok basit bir denklem var. Ekonomide işlerin iyiye gitmesi için yerli ve yabancı yatırımcıların yatırım yapması gerekiyor. Dış sermayenin ülkeye kolayca gelmesi gerekiyor. Yatırım yapmak, yeni iş alanları yaratmak, yeni fabrikalar kurmak için borç paraya (krediye) ihtiyaç var.

Bunun için de güven ortamına ihtiyaç var.

Yani yabancı yatırımcı parasını götüreceği ülkenin bağımsız yargısının olup olmadığına, demokrasisinin seviyesine, kurumların, özgürlükçü bir ortamın var olup olmadığına bakarak o ülkeye gidip gitmeyeceğine karar veriyor.

‘Hukuk yok, bir sorun çıktığında başvurabileceğim kurumlar yok, her şey bir liderin iki dudağı arasında, dolayısıyla da her an başıma bir bela gelebilir, param batabilir, mülküme el konabilir…’ endişesi duyan yatırımcı o ülkeye yatırım yapmaktan imtina ediyor.

Ülke yatırım yapmak için kredi bulmakta zorlandığı için de faizler artıyor.

Sonuçta yeni yatırım olmadığı, yani yeni fabrikalar açılmadığı için işsizlik artıyor, ekonomi zayıflıyor ve doğal olarak da fakirleşiyoruz.

Yani kadın, erkek, genç, yaşlı 80 milyon olarak hepimiz bir bedel ödüyoruz.

Peki neyin bedeli bu?

Topluma ‘Ben olmazsam bu ülke ayakta kalamaz’ diyen ama yönetim anlayışıyla ülkeyi daha da büyük yıkıma sürükleyen Erdoğan’ı ‘siyaseten’ korumanın bedeli.

O iktidarını sürdürsün diye daha kötü, daha huzursuz bir yaşama razı oluyoruz.

Peki denklem bu kadar basitken, ekonomideki bozulmanın sebebi bu kadar aşikarken, iktidar soruna niçin sahici çözümler aramıyor? Yani demokrasiye, hukuka, özgürlüklere neden dönemiyor?

Dönemiyor çünkü ülkenin ihtiyacı ile ülkeyi yöneten liderin, yani Erdoğan’ın ihtiyaçları arasından zıtlık var.

Tekrar ediyorum: İşsizliğin azalması, faizlerin ve dövizin düşmesi için yerli ve yabacı yatırımcının yatırımına ihtiyaç var. Onların yatırım yapması için de demokrasiye ihtiyaç var. Bağımsız bir yargıya ihtiyaç var. İşlevsel kurumlara ihtiyaç var. Rekabet ortamının oluşması, yatırıma dönüşecek yeni fikirlerin çıkması için özgürlükçü bir ortama ihtiyaç var.

Fakat Erdoğan’ın ise mecbur olduğu iktidarını sürdürmesi için daha fazla baskıya, daha fazla kısıtlamaya, yargının üzerinde daha fazla tahakküm kurmaya ihtiyacı var.

Daha da açık anlatayım.

Demokrasi, özgürlük, bağımsız yargı gibi değerleri 100 barem üzerinden ele alalım.

Ekonomik değerlere de 100 barem diyelim.

Bir ülkede demokrasi 10 iken refah düzeyi 30 olmuyor. Bağımsız yargı 10 barem iken 30 barem zenginleşemiyorsun.

Özgürlükler 5 barem iken ülke olarak zenginliğin 25 olmuyor.

Yani bu değerlere önem vermeyen, yükseltmek yerine daha da düşüren Erdoğan’ı iktidarda tutalım diye yoksulluğa, huzursuzluğa, berbat bir yaşama razı oluyoruz.

Açıkça yazayım: 1400 TL asgari ücrete talim eden işçi de, döviz ve faiz kıskacında can çekişen esnaf da, üretim maliyetlerinin artışından ötürü boğulan çiftçi de Erdoğan iktidarda kalsın diye her gün cebinden para ödüyor.

Görünen o ki böyle giderse toplumun geniş kesimleri bir lokma ekmeğe muhtaç olana kadar bedel ödemeye de devam edecek.

Mesela OHAL.

Aklı başında bütün ekonomistler, hatta TÜSİAD bile “OHAL’i kaldırın döviz de faiz de düşer” diyor.

Erdoğan bunu yapmıyor çünkü kararnamelerle ülke yönetmek kolayına geliyor.

Uzlaşı yok, kurum yok, hesap soran yok, sadece kararnameye dayalı keyfilik var.

Erdoğan’ın OHAL’e ihtiyacı var; döviz kıskancında sıkışmış çiftçinin, esnafın yani Türkiye’nin ise OHAL’in kaldırılmasına.

Bu zıtlık ülkeyi büyük bir yoksulluğa sürüklüyor.

Hem OHAL’den vazgeçmeyip hem dövizin yükselmesinden şikayet etmek…

Hem özgürlükleri kısıtlayıp hem de yabancı yatırımcının gelmemesinden şikayet etmek…

Hem yargıyı siyasallaştırıp hem de işadamlarının yurt dışına kaçmasından şikayet etmek…

Hem borç alacak kadar güvenilir olmamak hem de borçlanma faizlerinin yüksekliğinden şikayet etmek…

Tüm bunlar kendi iktidarını sürdürmek için toplumu kandırmaktan başka bir şey değil.

Dediğim gibi, bu, sadece Türkiye’nin yaşadığı bir açmaz değil. Dünyadaki bütün yoksul ve geri kalmış ülkelerde benzer bir açmaz yaşanıyor.

(..)

Bu tür liderlerin diğer bir ortak özelliği ise yönettikleri ülkelerde insanlar yoksullukla boğuşurken, bir lokmaya, bir hırkaya talim ederken kendilerinin “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek olabildiğince lüks ve şatafatlı bir yaşam sürmesi.

(..)

Kişilere değil değerlere, kurumlara, ilkelere önem atfetmemiz gerekiyor.

Çünkü ülkeleri geliştiren, büyüten, zenginleştiren bir tek kişi değil, barışçı, özgürlükçü, çoğulcu, dürüst bir anlayışı içselleştirmiş toplumdur.

“Değerleri değil de lideri, o liderin iktidarını korumalıyız” dediğimizde, sonuçta elimizde bir lokma, bir hırka, bir de o lider kalıyor.
Diken

Mustafa Tuna'ya ağır suçlama... AKP'li vekil: Kim yiyorsa boğazında kalsın
22 Aralık 2017



MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz, Melih Gökçek'in yerine göreve gelen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna'nın, ağabeyi Mahmut Tuna'ya ait inşaat şirketi için imar değişikliği yaptığını iddia etti.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz

Melih Gökçek'in istifa ettirilmesinin ardından göreve gelen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna’ya ilk eleştiri ve suçlama MHP’den gedi. MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz, Tuna’nın ağabeyi Mahmut Tuna’ya ait inşaat şirketi için imar değişikliği yapıldığını ve 15 bin 750 metrekare yapı izni olan alanın 23 bin 625 metrekareye çıkarıldığını öne sürdü. Yılmaz TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında söz alarak şunları söyledi:

"KUZUYU KURDA EMANET EDERSENİZ..."

”Aldınız Melih Gökçek'i, getirdiniz Mustafa Tuna'yı Büyükşehir Belediye Başkanlığına… Şimdi bir belge göstereceğim. Çankaya ilçesi Dikmen Tepe'de. Kim bu yerin sahibi? Mahmut Tuna… Mahmut Tuna, Tuna İnşaatın sahibi ve Mustafa Tuna'nın ağabeyi. İlk defa olan bir imar değişikliği yapılıyor, 15 bin 750 metrekare olan alan 23 bin 625 metrekareye çıkıyor. Ama buradan, düzenleme ortaklık payı ve kamu ortaklığı payı alınmıyor yani gizli emsal 2,5; 3'e çıkıyor. Şimdi, böyle anlayışta, böyle rahat para kazanmanın olduğu bir ortamda, kamunun malını bu kadar kolay aldığınız bir ortamda siz kuzuyu kurda emanet ederseniz, bu gariban milletin, bu fakir fukara milletin hakkını kim koruyacak?”

"KİM YİYORSA BOĞAZINDA KALSIN"

Yılmaz’dan sonra siz alan AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş ise ”Milletin hakkını kim yiyorsa boğazında kalsın. Buna biz de iştirak ediyoruz ve sonuna kadar arkasındayız. Behemehal bu elindeki belgelerle beraber hemen savcılığa suç duyurusunda bulunsun ki bununla alakalı yargısal süreç başlasın” dedi.

"ALTINDA KİMİN İMZASI OLDUĞU BELLİ"

MHP’li Yılmaz ise ”Ben dava açma makamında değilim. Bugüne kadar bu imar yoğunluğu artışlarından hangi dava sonuçlanmış? Ben burada bir realiteden bahsediyorum. Bu imar düzenlemeleri yasal kılıf adı altında belediyelerin rant kapısıdır, bir zenginleşme aracıdır. Mustafa Tuna'yla ilgili söylediğim karar burada, altında kimin imzası olduğu belli. Meclis 2. Başkan Vekili Nail Çimen'in imzası var” cevabını verdi.

Cumhuriyet

Esenyurt'taki istifanın perde arkası: ‘Ekip’ dedi, koltuk gitti
22 Aralık 2017



Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu, geçen hafta “sağlık” gerekçesiyle istifa etmişti. Siyasi kulislerde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en yakın isimlerden biri olan Kadıoğlu’nun istifa nedeninin çok farklı olduğu konuşuluyor. Perde arkasında anlatılanlara göre Kadıoğlu, bir dost sohbetinde
Erdoğan’ı eleştirdi.

AKP’de başkanlara yönelik operasyonların ardından geçen hafta Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’nun sağlık durumunu gerekçe göstererek istifası, parti içinde büyük sürpriz olarak görülmüştü. Kadıoğlu’nun Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a parti içinde en yakın isimler arasında olması şaşkınlığı daha da artırmıştı. İstifanın perde arkasında sağlık değil, parti içi sohbetlerde yapılan bazı konuşmalar ve bu konuşmaların parti yönetimine iletilmesi olduğu söylentileri
kulislerde çalkalanıyor.

Kadıoğlu’nun istifa nedenine ilişkin, İstanbul’daki AKP’lilerce paylaşılan kulis konuşmalarını hiç yorum yapmadan şöyle özetleyebiliriz:

Erdoğan’a en yakın: Kadıoğlu, sıradan bir belediye başkanı değil. Bugüne kadar istifa ettirilen belediye başkanlarının hiçbiri ne Melih Gökçek, ne Kadir Topbaş, Erdoğan’a Kadıoğlu kadar yakın değil. Kadıoğlu, Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) başkanı olduğu dönemde belediyede Kaynak ve İştirakler Daire Başkanlığı ve Başkan Danışmanlığı görevlerini yürüttü. Akbil yolsuzluğu davasında Erdoğan ile birlikte yargılanan isimler arasında yer aldı. 6 belediye başkanının istifa ettirildiği operasyanda asla adı gündeme gelmedi. Her zaman AKP içinde görevden alınmayacak isimler arasında görüldü. 2004’ten bu yana Esenyurt Belediye Başkanlığı’nı sürdürüyor.

Dost sohbeti: Kadıoğlu’nu istifaya görüten sürecin fitilini, parti içi bir dost sohbeti ateşledi. Kadıoğlu bu sohbette, Erdoğan’la ilgili konuşmalar yaptı. Erdoğan’la ilgili konuşmasında kullandığı üslup, orada bulunanları harekete geçirdi. Birkaç kez yinelenen bu sobetlerde Kadıoğlu, AKP’nin siyasi başarısında kendisinin rolünün çok kilit olduğunu dile getiren cümleler kurdu. Başarının sahibinin yalnızca Erdoğan olmadığının altını özellikle çizen ifadeler kullandı. Başta kendisi ve bazı başka isimlerin bu başarıda en büyük role sahip olduklarını anlattı. Kendisi ve az sayıda başka bazı isimler olmasaydı, Erdoğan’ın asla bu başarıyı yakalayamayacağını söyledi.

Konuşmalar belgelendi: Kadıoğlu’nun Erdoğan ve partinin başarısının arkasındaki asıl güç konusunda yaptığı konuşmalar birkaç kez yinelenince, o ortamlarda bulunanlarca belgelendi. Bu ifadeler, sohbetlerdeki partililer tarafından Ankara’ya taşındı, parti yönetimine iletildi. İletilen konuşmaları ve kullandığı üslup, parti yönetimini çok kızdırdı. Kadıoğlu’nun belediye başkanlığından ayrılması kararı alındı.

Disiplin işlemi yok, istifa etsin: Ancak partinin İstanbul’dan iktidara yürüyüşünde önemli isimler arasında yer alması nedeniyle Kadıoğlu hakkında bir disiplin işlemi yapılmaması, kamuoyunun itiraz edemeyeceği bir gerekçeyle istifanın gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu karar, Kadıoğlu’na iletildi, istifası istendi. Bunun üzerine Kadıoğlu da ‘sağlık’ gerekçesini göstererek belediye başkanlığından istifa etti.
Cumhuriyet

Kimler neden panikte?
18 Ara, 2017



ABD’nin Türkiye operasyonunun pususuna yatanlar olduğu biliniyor. Özellikle de AKP içinde beklenti içinde olanlar var. Şu anda kenara itilen bazı isimlerin ABD operasyonunun sonucunu beklediği konuşuluyor.
Ankara’da özel bürolar hareketli. Birileri sık sık bir araya gelip durum değerlendirmesi yapıyor. Ancak son dönemde morallerinin bozuk ve gergin olduğunu duymuştum. Nedeni belli değildi. “Burası Türkiye, nasıl olsa kokusu çıkar” diye düşünmüştüm. Yanılmadım.
BÜYÜK BALIK!
Anlatılanlara göre, kritik görevlerde bulunmuş, 15 Temmuz sonrasında FETÖ’den tutuklanmış önemli bir isim “itirafçı” olma kararı almış. Pensilvanya’dan gelen “Sabredin” mesajlarının kof olduğunu anlamış. Hapiste çürümek istememiş. Bakmış pabuç pahalı, “bari kendimi kurtarayım” demiş.
“Balık büyük, hem de çok büyük. Birçok sırrı biliyor. Bulunduğu görevler çok önemli. Birilerini yakabilir. FETÖ’nün yurtdışı bağlantıları, Türkiye’den verilen destekler ortaya çıkabilir. Birçok mahrem bilgi ortalığa dökülebilir” deniliyor.
Her şeyi anlatırsa bazı önemli isimlerin bütün hayallerinin yıkılacağı, ABD ve İngiltere’nin bile onları kurtaramayacağı vurgulanıyor.
MESAJI ALMADILAR!
AKP kulislerinde konuşulanlara bakılırsa bu kişiler zamanında birçok kez uyarılmış. Mesaj alınmayınca da gereken yapılmış.
Kimi sürpriz bir şekilde görevden uzaklaştırılmış, kimi yalnızlaştırılmış. Partideki etkileri azaltılmış.
Ama onlar arkadan iş çevirmeyi sürdürmüşler. Son dönemde ABD operasyona başlayınca yeniden hareketlenmişler. Her hareketlerinin adım adım izlendiğini bilmelerine rağmen son dönemlerde cesaretleri artmış. Beştepe’ye yakın AKP’liler, artık işlerinin çok zor olduğunu iddia ediyor.
DOSYALAR KABARDI
AKP’de seçim nedeniyle iç mücadele ikinci plana itilmiş gibi görünse de gerçek öyle değil. Şüphelenilen isimlerle ilgili dosyalar giderek kabarıyor. 15 Temmuz ABD/FETÖ darbe girişimi yargılamalarında ve FETÖ soruşturmalarında epeyce malzeme çıkmış durumda. ByLock da ayrı. Yapılan yazışmalarla ilgili arşivin birçok kişinin elini ayağını bağlayacak cinsten olduğu ifade ediliyor. Bazı isimlerin bu nedenle suskun olduğu, en küçük bir hamlede başlarına gelebilecekleri bildiği konuşuluyor.
MÜCADELE SERTLEŞİYOR
Türkiye seçim sathına girerken mücadele sertleşiyor. Beştepe içerden ihanete karşı tetikte. Bir son dakika gelişmesine karşı (B) planının bile hazır olduğu vurgulanıyor. CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı 16 Nisan halk oylamasına dikkat çekiliyor. Anketler tehlike işareti verirse yeni bir sürecin devreye girebileceği bildiriliyor.
***
KAYBOLAN ALTINLAR
Rıza Sarraf’ın 2013’te Gana’dan Türkiye’ye getirdiği 1.5 ton altın hâlâ tartışılıyor. Altınlardan 292 kilogramı kayıp. Nereye gittiği bilinmiyor.
Dönemin Gümrük Bakanı Canikli, 2014 yılında, “Bugüne kadar 292 kilogram altının ülkemize sokulduğuna dair bulgu bulunamamıştır. 1500 kilogram sadece gümrüğe beyan edilen doğruluğu tartışmalı belgelerde kayıtlıdır” demişti.
Konu son günlerde yeniden gündeme gelince bu işleri iyi bilen bir dostum aradı. “Bu konu çok uzadı. Oysa bir uçak havalanmadan kaç kilogram yük taşıyacağını beyan eder, ona göre benzin yüklenir. Gana’da kalktığı havaalanı kayıtları incelenirse her şey ortaya çıkar” dedi.
Yapılacak iş çok basit. Ama havanda su dövmeye bayılıyoruz.
Ya da işimize öyle geliyor!
İsmet Özçelik
Aydınlık

Anketler Erdoğan'ı kızdırmaya devam ediyor...
Ahmet Takan
22.12.2017

Siyasetin Türkiye'deki anormal gidişatı yüzünden de hep sarayın yaptırdığı anketler en çok merak edilenlerdir. Sonuçları gizli tutulan son saray anketine geçmeden önce biraz kulis havadisleri aktaralım:
Siyasetin aşırı gergin dilinin tercümesi şöyle diyor; erken seçim kapıda... İktidarın, belediyeler, Kudüs ve yeni düşman kamplar üzerinden yürüttüğü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Arl 23, 2017 12:00 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 22, 2017 11:29 pm    Mesaj konusu: Anketler Erdoğan'ı kızdırmaya devam ediyor.. Alıntıyla Cevap Gönder

Akşener: Böyle soyulan bir Türkiye sürdürülemez
23/12/2017



İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, ekonominin kötü gittiğini, gençlerin iş bulamadığını, Türkiye’nin mutlaka değişmesi gerektiğini belirterek, “Böyle soyulan bir Türkiye sürdürülemez” dedi.

İlk seçimde iktidarı alacaklarını ifade eden Akşener, “Korku dağları sardı” derken cumhurbaşkanlığı seçiminin 2019’dan önce, 15 Temmuz 2018’de yapılmasını beklediğini söyledi.

İlk seçimde iktidarı alacaklarını ifade eden Akşener, “Korku dağları sardı” diye konuştu. Akşener cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2019’dan önce yapılacağını öne sürerken bunun için 15 Temmuz 2018 tarihini öngördüğünü söyledi.

Sivas teşkilatının açılışı için Sivas’a giden İYİ Parti lideri, partililere hitap etti.

Konuşmadan satırbaşları şöyle:

– Bir yüzükle siyasete başlayanların çocuklarının gemicik filosu varken sizin çocuklarınız dört yıllık fakülteden mezun işsizler. Bu çocuklara iş vereceğiz dediğimiz zaman bize soruyorlar, ‘Kaynağını nereden bulacaksın?’ Çaldıklarınızı geri alacağım ve onlara iş kuracağım.

– 20 yaşındaki gencin cebinde parası yok. Ama bir baltaya sap olamamış bir bakan çocuğunun evinde trilyonlar çıkıyor, beş tane para sayma makinesi. Her şeyi anladım da bu para sayma makinesini anlayamadım. Sizin elleriniz nasırlı. Bakan çocuğu elleri pamuk. O paraları saysa eli şişer. O para sayma makineleri bu yüzden gerekiyor.

– Reza diye bir dolandırıcı. Dün ‘Reza bey kardeşimiz‘di. Bugün ‘hain Reza.’ Reza bey kardeşimiz açıklıyor savcıya; ‘Bakana ne kadar verdin?’ Adam diyor ki ‘45 ya da 50 milyon avro’. Hatırlayamadığı para 5 milyon avro. Ben hacim olarak o parayı hayal bile edemiyorum. 45 ya da 50 milyon avro.

– Böyle bir Türkiye sürdürülemez. Böyle soyulan bir Türkiye sürdürülemez. Bu Türkiye’nin değişmesi lazım. Mutlaka üretim ekonomisine geçmesi lazım. Mutlaka sanayileşmesi lazım. Çocuklarına iş, aş sağlaması lazım.

– İYİ Parti büyük bir sinerji yarattı ve maalesef korku dağları sardı, duman gibi sardı. Bir baktım, ittifaklar, bir baktım, bir baktım barajın indirilmesi konuşuluyor. Biz barajdan da, tek başına seçime girmekten de memnunuz. Allah’ın izni sizlerin teveccühüyle ilk seçimde hem Cumhurbaşkanlığını hem de iktidarı alacağız.

– Ben Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2019’a kalmayacağını düşünüyorum. Erdoğan’ı iyi tanıyan bir siyasetçi olarak 15 Temmuz 2018’de genel seçimlerle partili cumhurbaşkanlığı seçiminin öne alınacağını düşünüyorum. Bu bir bilgi değil, öngörü.

Diken

Anketler Erdoğan'ı kızdırmaya devam ediyor...
Ahmet Takan
22.12.2017

Siyasetin Türkiye'deki anormal gidişatı yüzünden de hep sarayın yaptırdığı anketler en çok merak edilenlerdir. Sonuçları gizli tutulan son saray anketine geçmeden önce biraz kulis havadisleri aktaralım:
Siyasetin aşırı gergin dilinin tercümesi şöyle diyor; erken seçim kapıda... İktidarın, belediyeler, Kudüs ve yeni düşman kamplar üzerinden yürüttüğü kampanyalar, ekonomide çalan alarm zillerine rağmen aldığı ve almayı planladığı populist kararlar, bizim buralarda böyle algılanıyor Başkentin siyasi kulislerinde çok kısa bir zaman dilimi içinde (Nisan) "baskın seçim"den bile bahsedenler var. Hal böyle olunca da hangi siyasi partinin kapısını çalsanız karşınıza bir "son yaptırdığımız anket diyor ki..." çıkıyor. Ancak, bu anketler hep ikiye ayrılır; basına sızdırılmak üzere yaptırılanlar, sadece çekirdek kadronun bileceği gerçeklere yakın rakamların konuştuğu çok özel anketler. Siyasetin Türkiye'deki anormal gidişatı yüzünden de hep sarayın yaptırdığı anketler en çok merak edilenlerdir. Sonuçları gizli tutulan son saray anketine geçmeden önce biraz kulis havadisleri aktaralım:

Man Adası belgeleri yüzünden kafasının tası fena halde atan saray, CHP'ye, Ataşehir Belediyesi'nden sonra yeni operasyonlar için hazırlıkları son aşamasına getirdi.. Saray kaynaklarından duyduğuma göre, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya verilen görev çerçevesinde bazı CHP'li belediyelerle birlikte Kemal Kılıçdaroğlu ve ailesini hedef alan "daha ağır dosyalar" gündeme sokulacak. Saray kaynakları, Gaziantep, Trabzon, Amasya ve Samsun ile birlikte bazı il ve ilçelerle toplamda 50'ye yakın belediye başkanlığının istifalarının alınacağını ileri sürüyor. Bu istifa sürecinin ise önümüzdeki 2 ay içinde gerçekleşeceği kaydediliyor. Bunlar, aşağı yukarı, Ankara kulislerinde konuşulan ve bilinen konular. Ancak, daha da ilginç bir bilgiye ulaştım; R. Erdoğan, kayyum atadığı başta Diyarbakır olmak üzere bazı belediye başkanlarında da değişimi düşünüyor. Bu sayıda 4-5 olarak belirtiliyor. Erdoğan, Güneydoğu'da AKP oylarının erimesini durdurmak üzere farklı modelleri de devreye sokmayı planlıyor!..

***

"AKP-MHP 50 Artı 1 Olmuyor" başlıklı 6 Aralık tarihli yazımda saraya yakın MAK araştırma şirketi sahibi Mehmet Ali Kulat'ın iktidar için sahada yaptığı çalışmalardan ilk izlenimlerden bahsetmiştim. Kulat, anket sonuçlarını saraya ulaştırdı fakat kamuoyu ile paylaşılmadı. Gizli tutulan anket sonuçlarından biraz tırtıklayabilmek için Mehmet Ali Kulat ile görüştüm. Kararsızlar dağıtılmadan AKP'nin oy oranının yüzde 40 olduğunu söyledi Kulat. Karasızların durumunun üzerinde önemle durdu. Yüzde 18 civarında duran kararsız kitlenin yüzde 10'nunun kesin bir dille sorulara "cevap yok" karşılığını verdiğini ve bunun çok önemli bir belirsizlik nedeni olduğunun altını çizdi. Böyle bir durumla ilk kez karşılaştıklarına dikkat çekti. Kulat, "kararsızlar matematiksel dağıtıldığında AKP'ye yüzde 8 düşer" tahmininde bulundu.

MAK araştırma şirketi sahibi Mehmet Ali Kulat, Güneydoğu'da 16 il de ayrı bir çalışma yürüttü. Bu çalışmanın sonuçlarını da saraya sunmuş. Kendisinin ifadesi ile ankette bölge insanına şöyle ilginç bir soru yöneltilmiş;

"Zonguldak, Isparta ya da Kırşehir'de var olan sizin şehrinizde olmadığını düşündüğünüz devletin getirmediği ne olduğunu düşünüyorsunuz?"

Bu sorudan çıkan sonucu şöyle özetledi Kulat;

"Bölge insanı birinci derece işsizlik ve hayat pahallığından şikayet ediyor. Devlet son 10-15 yılda bölgeye çok hizmet götürmüş. Şikayetleri ve sıralaması diğer bölge insanları ile aynı. İnsanların kafasında 'devlet bize hizmet etmiyor' gibi bir şey yok."

Kulat'a göre Güneydoğu anketinin en önemli bölümü burası. Sohbetimiz sırasında bence daha flaş olan bir şey öğrendim,ona birazdan geçeceğim. Kulat, güvenlik güçlerinin çok başarılı mücadelesi sayesinde bölge üzerinden başlayan uyuşturucu trafiğinin nasıl engellendiğini anlattı. Ancak, hapsedilen bu trafik yüzünden bölgede madde ve uyuşturucu bağımlılığında ciddi artış olduğuna ve buna acil önlem alınması gerektiğine dikkat çekti.

Gelelim, MAK'ın Güneydoğu anketinin bana göre flaş olan bölümüne; "bölgede nasıl bir siyasetçi modeli istersiniz" diye sorulmuş. Aldıkları cevaplardan çıkan sonucu Mehmet Ali Kulat şöyle özetledi;

"Erdoğan hala bölgede en etkin siyasetçi gözüküyor. Ancak, bölge insanı Abdullah Gül modeli siyasetçi istiyor."

Mehmet Ali Kulat, değerlendirmelerini, "tüm Türkiye'de AKP teşkilatları ile ilgili ciddi iddialar var. Batı da belediyelerle ilgili iddialar Güneydoğu da parti teşkilatları ile ilgili iddialara dönüşmüş durumda" diye noktaladı.

R, Erdoğan'ın, genel anket sonuçları kadar, "bölgede nasıl bir siyasetçi modeli istersiniz" sorusuna verilen cevaba çok bozulduğunu düşünüyorum. Özellikle Güneydoğu'daki bu tablo MHP Genel Başkanı Doktor Devlet Bahçeli'nin de ittifak hayallerini suya düşürebilir!.. Yarın kaleme almaya planladığın yeni haberlerden sonra bana hak verebileceğiniz kanaatindeyim...

Yeniçağ

Kulis: Bahçeli, Erdoğan’a rest çekmiş
23/12/2017



MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ‘seçim barajı’yla ilgili rest çektiği öne sürüldü.

‘Okurken gözlerinize inanamayacaksınız’

Ankara kulislerine yakınlığıyla bilinen Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan bugünkü yazısında, Bahçeli ile Erdoğan arasındaki seçim pazarlıklarını aktardı: “Okurken gözlerinize inanamayacaksınız ama Bahçeli seçim barajını düşürmemekte ısrar eden Erdoğan’a ‘Düşüreceksiniz’ resti çekmiş!..”

Yazıda şöyle dendi: “Barajın yüzde 7’e düşürülmesi ve ittifaklara imkan tanınması için saray ile Balgat arasında alt kanallarda yürütülen pazarlıklarda tıkanıklık meydana gelince Bahçeli’nin resti Erdoğan’a iletildi. Reste, saray ise ‘Milletvekili sayısını sizin için 550’den 600’e çıkardık ve listelerimizde yer vereceğimizi söyledik. Siz bilirsiniz, o zaman eskiye döner seçime parlamenter sistem ile gideriz’ karşılığını verdi.”

‘Sağlam kaynaklar’dan ulaşılan bilgi

Takan, bunun ‘referandumun sonuçlarının iptali için Anayasa Mahkemesi’nin devreye girmesi ve baskın erken seçimde bir KHK düzenlemesiyle daraltılmış bölge ve MHP’nin baraj altında kalmasının mutlak olması’ anlamına geldiğini belirterek şöyle devam etti: “Sağlam kaynaklardan ulaştığım bu kulis bilgilerini saray kaynakları da doğruladı. Aynı kaynaklar, önümüzdeki yıl 15 Temmuz etkinliklerinin 1 hafta önce başlatılması için bürokrasiye ‘Hazırlıklarınızı en etkin olacak şekilde bugünden yapın’ talimatlarının şimdiden verildiğini kaydetti. Bir saray danışmanı ‘Seçimleri 15 Temmuz 2018’de yaptığımızda bize en az artı 3 getirir. Seçim kampanyamızı da tekrar başkanlık sistemini verin üzerine kurarız’ dedi.”

‘Bahçeli tekrar Erdoğan’a çakmaya başlarsa hiç şaşırmayın’

Takan yazısını şöyle noktaladı: “Koltuk bekasını korumak uğruna zikzaklarıyla malum Doktor Bahçeli, bir gün çıkıp da ‘memleket bekası’nı bahane ederek tekrar Erdoğan’a çakmaya başlarsa hiç şaşırmayın. Burası Türkiye… Olmaz olmaz!..”
Diken

Düğünde pamuk şeker satma kavgası: İki kişi hayatını kaybetti
23/12/2017



Aydın’da bir düğünde pamuk şeker satmak isteyen iki grubun kavgasında iki kişi hayatını kaybetti.

Olay bugün Germencik ilçesindeki Bozköy mahallesinde saat 16.oo sıralarında Muhammet Alkan ile Burcu Bayraktar’ın düğününde meydana geldi.

Düğüne pamuk şeker satmaya gelen 46 yaşındaki Cihangil Yelkıran ve 19 yaşındaki oğlu Toprak Yelkıran ile aynı amaçla düğüne gelen 26 yaşındaki Nedim G. ve kardeşi 17 yaşındaki Güven G. tartıştı.

Tartışmanın kavgaya dönüşmesinin ardından taraflar birbirlerine yanlarında bulunan bıçaklarla saldırdı.

Kavgada bıçanan Cihangil Yelkıran olay yerinde, Nedim G. ise kaldırıldığı Germencik Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

Diğer iki kişinin de hayati tehlikelerinin bulunduğu bildirildi.
Diken

Murat Muratoğlu: Türkiye politik ve ekonomik olarak tıkandı
23/12/2017



Takvim değiştiğinde, 2018’i gösterdiğinde sorunlarımız mı bitecek? Hayır, artarak devam edecek. Daha çok zorlanacağız.

Nedenleri çok uzakta aramaya gerek yok.

Yabancı yatırımcının Türkiye’ye ilgisi kalmadı (…) Türkler bile paralarını götürüyorlar.

Türkiye’nin borcu boyunu aştı.

Yerli bankaların da nefesi tükendi.

Önümüzdeki yıl şirketlere artırdılar vergiyi, nefes alsınlar diye istihdam teşvikleri geri geldi.

Bu saatten sonra bütçe de dikiş tutmaz. Göreceksiniz yeniden af gündeme gelir en geç bu yaz…

Türkiye politik ve ekonomik olarak tıkandı.

Murat Muratoğlu’nun yazısının devamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/murat-muratoglu/2018de-tut-yakala-kacmasin-2143435/

AKP'li vekil: Ben kaliteli adamım 150 bin lira maaş alıyorum..
16 Aralık 2017



TBMM'de 2018 yılı bütçe görüşmeleri devam ederken Genel Kurul ilginç tartışmalara da sahne oluyor. Meclis'te AKP Yozgat Milletvekili Abdülkadir Akgül'ün vekil maaşı haricinde 4 ayrı yerden 75 bin lira maaş aldığı iddialarına Akgül "Kaliteli adamım 150 bin lira maaş alıyorum, ne 75'i be!" diyerek karşılık verdi.

Meclis’teki bütçe görüşmelerine, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ile AK Parti Yozgat Milletvekili Abdülkadir Akgül arasındaki ilginç maaş tartışması damgasını vurdu.

Tanal ile Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Birlikleri (TESKOMB) Başkanlığı’nı da yürüten Akgül arasında yaşanan tartışma tutanaklara özetle şöyle yansıdı:

Tanal: Bir sendika başkanı olsam, bir kamu kurumunda olsam istifa etmeden milletvekili olmam mümkün değil. Değerli arkadaşım gayet rahat gazetede çıkan manşetlerle 75 bin lira maaş alan...

Akgül: Ben kaliteli adamım, 150 alıyorum, ne 75’i be.

Millî Gazete

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz'ın öğretmen yeğeni daire başkanlığına atandı
23 Aralık 2017



CHP'li Tüm soru önergesi verdi: Deneyimi olmayan yeğeninizin atanması siyasi etiğe uygun mudur?

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğüne bağlı Özel Eğitim Kaynaştırma Daire Başkanlığı'na, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın Metalurji Teknolojisi öğretmeni olan yeğeni Fikret Yılmaz vekaleten atandı.

CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için verdiği soru önergesinde, "Özel eğitim alanında aktif çalışan ve özel eğitim alan onlarca uzman personel varken, bu alanda eğitimi ve deneyimi olmayan yeğeninizin atanması siyasi etiğe uygun mudur?" diye sordu.

Cumhuriyet'te yayımlanan habere göre Fikret Yılmaz'ın atama yazısı Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürülüğü Daire Başkan Vekili Bekir Erdoğan imzası ile 15 Aralık 2017 tarihinde ilgili kurumlara da gönderildi.

Yılmaz soru önergesinde Bakan Yılmaz'a şu 5 soruyu yöneltti:

1. Ankara Polatlı Mesleki Eğitim Merkezi Öğretmeni Fikret Yılmaz’ın şahsınızın yeğeni olduğu ve ilgili daire başkanlığına vekaleten atandığı iddiası doğru mudur?

2. Genel Müdürlüğünüz bünyesinde özel eğitim alanında aktif çalışan ve özel eğitim alan onlarca uzman personel varken, bu alanda eğitimi ve deneyimi olmayan yeğeninizin atanması siyasi etiğe uygun mudur?

3. Özel eğitim gibi teknik bilgi ve birikim gerektiren bir alanda; bu alanda hiçbir deneyimi olmayan Metalurji Teknolojisi mezunu şahsın atanması liyakate uygun mudur?

4. Çan eğrisinin dışında kalan dezavantajlı öğrenci gruplarının farklılıklarının tespit edilerek gönüllülük, sevgi, sabır, gayret ve özel eğitimle bireyleri toplumun bir ferdi haline getirmeyi amaçlayan daireniz, Metalurji Teknolojisi eğitimi alan ve özel eğitim konusunda hiçbir deneyimi olmayan biri, dezavantajlı öğrenci gruplarına ilişkin eğitim politika ve esaslarını nasıl belirleyecektir?

5. Bahsi geçen atamanın, eğitimin kamusal verimliliğinin düşmesine neden olacağı düşünülmekte midir?

T24
ETİKETLER
ismet yılmaz milli eğitim bakanı haber Özel eğitim kaynaştırma daire başkanlığı İsmet yılmaz fikret yılmaz

Barış Yarkadaş: Karanlık ve vahşi bir pazar sabahına uyandık
24.12.2017



695 ve 696 nolu Kanun Hükmünde Kararnameye ilk tepki CHP'den geldi. CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "İktidar tüm itirazlarımıza rağmen meclisi tatil etti ve iki kararnameyi sinsice devreye soktu. Karanlık ve vahşi bir pazar sabahına uyandık. Yargıtay ve Danıştay'a toplamda 116 üyenin atanacak olması, yargı bağımsızlığı kavramını tamamen ortadan kaldırmaktır" dedi.

"YARGI ETKİYE AÇIK HALE GELDİ"

Yargıtay ve Danıştay'da iktidarın istediği kararların kolaylıkla çıkarılması için bu düzenlemelerin yapıldığına dikkat çeken Yarkadaş, "Yargıtay Genel Kurulu sabit üyelere dönüştürülüyor ve böylece iktidarın üyeleri yönlendirmesi kolaylaşıyor" ifadesini kullandı.

AKP'nin son KHK ile demokrasiyi dilim dilim katlettiğini belirten Yarkadaş, "Meclis'ten geçiremeyecekleri düzenlemeleri gece yarısı darbesiyle sinsice hayata geçiriyorlar" diye konuştu.

"KIYIM HÜKMÜNDE KARARNAME"

Partisinin Çekmeköy, Ataşehir, Ümraniye, Kartal ve Kadıköy ilçe kongrelerine katılan Yarkadaş, burada yaptığı konuşmada KHK'lar için "Kıyım Hükmünde Kararname" ve "Kanun Hükmünde Kıyım" ibaresini kullandı.

"AKP'NİN ARTIK YARGI KOLU DA VAR"

İktidarın yargıyı partisinin bir organına dönüştürmeye çalıştığını belirten CHP'li vekil, "Kadın Kolu ve Gençlik Kolu'nun yanına şimdi Yargı Kolu'nu da koydular. Yargı son düzenlemeyle AKP'nin bir koluna dönüştü. AKP kapalı devre bir yargı rejimi kurdu" dedi.

Yeni atanacak olan Yargıtay ve Danıştay üyeleriyle birlikte, dairelerdeki üye sayısının değişeceğine işaret eden Yarkadaş, "Artık AKP'yi rahatsız edecek hiçbir kararın çıkması mümkün olmayacak. Yargı iktidar politikaları doğrultusunda kararlar alacak. Hitler dönemini yaşıyoruz" tepkisini gösterdi.

MUHALİFLERE SOPA

İstinaf Mahkemeleri'nin yargıdaki iş yükünü azaltması için kurulduğunu da hatırlatan Yarkadaş, "Bu mahkemelerden çıkan kararları beğenmedikleri için, Yargıtay'a 100, Danıştay'a 16 yeni üye atayarak istedikleri sonuçları bu organlardan almak istiyorlar. Bu düzenleme muhaliflere istedikleri cezaları verdirtmek için yapıldı" diye konuştu.

"TEK TİP'İ TÜRKİYE'YE GİYDİRİYORLAR"

Son KHK ile cezaevlerine Tek Tip Kıyafet uygulamasının getirildiğini de belirten Yarkadaş, "Aslında sadece cezaevlerine değil, Türkiye'ye tek tipi giydiriyor, ülkemizi tek tipe sokuyorlar" dedi.

Tek Tip Kıyafet'in hukukun temel ilkesi olan "lekelenmeme hakkı"nı ortadan kaldırdığını belirten Yarkadaş, "Duruşmalar ve cezaevleri toplama kampı gibi olacak. Hakkında hiçbir hüküm olmayan binlerce kişi adeta damgalanacak. Bu tam bir vahşettir. Tek Tip Kıyafet faşizmin sembolüdür. İnsanlık onuruna aykırıdır" diye konuştu.

"YENİ SORUNLAR YARATACAK"
İktidarın tek tip dayatmasının 'KHK Darbesi'nin uzantısı olduğunu belirten Yarkadaş, "Parlamentoyu tatile sokuyor, yeni toplumsal sorunlara yol açacak vahşi kararlara imza atıyorlar. Demokrasinin kırıntısına bile hasret kaldık" dedi.

Tek Tip Kıyafet'in kabul edilemez olduğunu belirten Yarkadaş, "iktidar, 12 Eylül artığı uygulamalardan medet umuyor. Kenan Evren'in de en büyük hayali cezaevlerinde tek tip giydirmekti. AKP 12 Eylül ürünü ve 12 Eylül artığı olduğunu bir kez daha gösteriyor" ifadesini kullandı.

"DEMOKRASİYİ DİLİM DİLİM DOĞRUYORLAR"

AKP'nin yargı ve cezaevleri için çıkardığı iki kararnamenin etkilerinin toplumun tamamını kapsayacağını da belirten Yarkadaş, "Son KHK, Türkiye'nin tamamına tek tip anlayışı dayatmaktır. Demokrasiyi KHK'larla dilim dilim doğruyor, iğdiş ediyorlar" tepkisini gösterdi.

CHP'li vekil, "İktidarın vahşi uygulamalarına teslim olmayacağız. Bu KHK'ları toplumsal mücadele ile çöpe atacağız. Demokrasiyi herkes için isteyeceğiz. AKP'yi tarihe bu KHK'ları gömecek" dedi. Yarkadaş, demokrasi güçlerine de "birlikte mücadele" çağrısı yaptı. ​

Birgün
AKP khk yargı Yargıtay CHP Danıştay 12 Eylül Türkiye kanun mücadele İstanbul çekmeköy ataşehir kartal kadıköy kadın gençlik Kenan Evren demokrasi milletvekili

Yusuf Nazım: Kürt’ün tokat yemiş ezikliği
23 Aralık 2017



Bir kentin intihar çığlıklarını yazıyordum.

Gazeteler şöyle geçiyordu haberi:

“Terör şüphelisi, emniyetin üçüncü katından atlayarak intihar etti.”

Şüpheliler, artık intihar etmeye başlamıştı bu ülkede...

Kuşkusuz, başka şüpheliler de vardı.

Diğer şüpheliler… Örneğin aç olanlar!

Onlar açlardı ve apartman çatılarına çıkıp aşağıya atlamaya çalışıyorlardı…

Ya da işsizlerdi!

“Çocuklarıma ekmek götüremiyorum” diyor, üzerine benzin dökerek meydanlarda uluorta kendini yakmaya başlıyorlardı…

Körpe çocuklar ölüyorlardı şehirlerin en işlek caddelerinde; onlar da şüpheli olmalıydılar…

Zırhlı araçların arka tamponlarında, ya da ön kaportalarında bir kan lekesi olarak kalıyordu izleri.

Ülke çıldırıyor muydu ne?

Yoksa bu ülkeyi çıldırtıyorlar mıydı?

Geçenlerde şöyle buyurmuştu bir bakan:

“Örgüt, yakalanırsanız intihar edin diye talimatlar veriyor.”

Ve onlar yakalandıklarında, ilk fırsatta intihar etmeye çalışıyorlardı…

Bu yazıyı yazamadım, yarım kaldı.

Nedeni, bir fotoğraftı.

* * *

12 Eylül Darbe günleriydi.

Öğrencisi olduğum Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe Kampüsü, şehirden uzakta, yüksekçe bir tepenin üzerinde kuruludur.

Mevcut demokrasiyi askıya alan darbecilerin yönetimindeki asker, her şeyin hâkimidir.

12 Eylül, ülkede bir fırtına gibi esmiş, gürlemiş, kasıp kavurmuştur ortalığı. Üniversiteler büyük bir kuşatma altındadır. Her tarafta asker vardır.

Nizamiyelerin girişinde, bölümlerin kapısında, ana yollarda, tali yollarda, yemekhane kapılarında, katlarda, dersliklerin kapısında, amfilerde...

Darbe yönetiminin öğretim üyelerine sakal kesme, öğrencilere kravat takma gibi saçma zorunlulukları uyguladığı günlerdir.

Darbecilerin kontrolündeki asker, her şeye hâkim olmanın adeta tadını çıkarmaktadır. Sıkı bir disiplin uygulamaktadırlar. Onlar için düzen demek, tek sese biat etmek, toplumu tek tipleştirmek, hizaya getirmek demektir.

Bunu üniversitede de yaparlar. Yemekhanelerde, duraklarda, ya da başka yerlerdeki kuyrukların bile tek sıra halinde olmasına özel bir önem gösterirler. Bir gün sakalını kesmeyen hocaya, başka bir gün kravatsız gelen öğrenciye postasını koyar, fırçasını çekerler…

Kışları soğuk olur Beytepe’nin.

O yıllarda, ücretsiz öğrenci servisleri vardır üniversitelerin. Saatinden önce duraklarda kuyruk oluşturur, servislerin gelmesini beklerdik. Son derslerden çıkar, servis kuyruğunda, koltuk altlarımızda kitaplarımızla ikili, üçlü, dörtlü gruplar halinde sohbetler ederdik. Çevremizde, bizleri hizada tutmaktan sorumlu askerler eksik olmazdı.

Yine böyle soğuk bir günde, servis aracı kuyruğunda sohbet ediyorduk. Tam arkamdan “şırraaak!” diye bir ses duydum!

Arkamı döndüğümde, yüzü kıpkırmızı olmuş öğrenciyi gördüm. Koltuğunun altındaki kitaplar yerlere savrulmuştu.

Gençti. Yağız bir delikanlıydı. İlk tepkisi, şöyle bir yekinip karşı çıkmak oldu. Ağzını açmaya fırsat bulamadan karşısındaki rütbesiz askerden okkalı bir şamar daha yedi!

Genç arkadaş öfkesinden titredi, yüzüne kan hücum etti; elini kaldıracak, bir şey diyecek, karşı çıkacak oldu…

Bir tokat daha yedi askerden!

“Tek sıra ol!” diye ünledi asker.

Delikanlı, sessizce başını iki yana salladı, çaresizce boyun eğdi. Askerin buyruğunu yerine getirdi, savrulmuş olan kitaplarını topladı, sıraya girdi. Araç bekleyen öğrenci kuyruğu bir anda ip gibi oluvermişti…

Malum, darbe yıllarıydı. Darbeciler üstünlüklerini tüm topluma kabul ettirdiği günler.

Karşı çıkılamazdı.

Elini kaldırmak, ya da bir söz söylemek demek, kendini bir anda darbecilerin cezaevlerinde bulmak demekti. O sıralar cezaevine girmek işkence demekti, üniversiteden uzaklaşmak, belki birkaç dönem kaybetmek demekti.

Bunu bildiği için genç bir şey diyemedi, karşı çıkamadı. Hiç kimse de bir şey yapamadı…

O gün, rütbesiz bir erden sebepsiz yere yediği üç tokadın acısını, eminim ki hayat boyu içinde taşımıştır o arkadaş.

Benimse yıllar yılı, yağız bir delikanlının tokat yemiş ezikliğiydi aklımdan hiç çıkmayacak olan.

* * *

Dedim ya, bir kentin intihar çığlıklarını yazıyordum.

Açları, işsizleri, çocuklarına ekmek götüremeyenleri, terör şüphelilerini…

Ama yazamadım, yarım kaldı.

Nedeni ise bir fotoğraftı.

Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, evinin yıkılmasına itiraz eden Mehmet Dağ’ın fotoğrafıydı bu.

Evinin yıkılmasına itiraz ederek tartıştığı polisten eşinin yanında tokadı yemişti.

Üstelik polis yalnızca tokatlamakla kalmamış, evini boşaltması için Dağ’a 24 saat süre vermişti…

Aradan bir tam gün geçti bile. Birkaç iş makinesi çalışmış, Mehmet Dağ’ın ocağını dağıtmış, evini yerle yeksan etmiş midir bilmem.

Benimse o fotoğrafta kaldı aklım.

Mehmet Dağ’ın fotoğrafını görünce, yeniden darbe günlerine gittim.

Genç bir delikanlının, aklımdan hiç çıkmayan, kan seğirtmiş yüzündeki çaresizliğini anımsadım.

Yüreğim, 12 Eylül 1980 yılının Beytepe Kampüsü’nde, bir kış günü, otobüs durağında beklerken olduğu gibi, bir kez daha acıdı.

Uzun uzun baktım fotoğrafa.

Bazı mahalleleri kökünden kazınmış Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, gidecek yeri, sığınacak kapısı olmayan insanları anımsadım.

Derinden derine, bir kez daha yoksunluğun, acının, hüznün ağırlığı kanadı içime.

Bizden ırak bir coğrafyada, öteki olmanın çaresizliğiyle sızladı yüreğim.

Kürt'ün tokat yemiş ezikliğiydi gördüğüm, o fotoğrafta.

ETİKETLER
kürt darbe 12 eylül yıkım asker

"KHK'ya göre işkencecilere, hırsızlara, tecavüzcülere, rüşvetçilere 'tek tip' yok, mahkemeye kravatlı gelebilirler"
24 Aralık 2017



İki yeni KHK, bugün Resmi Gazete'de yayımlandı

Eski HDP Şırnak Milletvekili, avukat Hasip Kaplan yeni kanun hükmünde kararname (KHK) ile birlikte getirilen "tek tip kıyafet" uygulamasına tepki gösterdi. Kaplan, sosyal medya hesabında "KHK'ya göre, işkenceciler, hırsızlar, tecavüzcüler, ihaleye fesat karıştıranlar, rüşvetçiler sahtekarlar, kaçakçılar, katiller insanlığa karşı savaş suçları işleyenlere tek tip yok, Mahkemelere kravatlı takım elbiseli gelebilirler" paylaşımında bulundu.

Eski Anavatan Partisi Genel Başkanı Nesrin Nas da, bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala'nın da duruşmalara "tek tip" kıyafetle getirileceğini vurguladı. Nas, sosyal medya hesabında şunları yazdı:

"Tecavüzden, çocuk tacizinden, aklı sıra 'namus' deyip kızını, karısını, sevgilisini katletmekten sanık olanlar havalı şekilde duruşmalara gelecek ve kravatlarından dolayı 'iyi hâl' indirimi alacaklar. Ama Murat Sabuncu, Osman Kavala’ya kravat yasak."

Olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan iki yeni kanun hükmünde kararname (KHK) bugün (24 Aralık 2017) Resmi Gazete'de yayımlandı. 695 ve 696 sayılı KHK'lar ile, "anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar" nedeniyle cezaevinde tutuklu bulunanların duruşmalara badem kurusu ve gri renginde tulum giyerek getirilmesi zorunlu kılındı.

Yeni KHK'yı değerlendiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, şunları söyledi:

"KHK ile alakalı olarak en önemlisi tek tip elbise meselesi. Örneğin bayanlarla ilgili bir inisiyatif var. Fakat, burada zannediyorum şöyle bir şey anlaşılıyor. Cezaevine girdiği anda tek tip elbise giymeye başlayacak sanıyorlar. Hayır, yalnızca duruşmada giyecekler. Öyle kravatlı, havalı bir şekilde gelemeyecekler. Bu mağdurların da talebi, Türkiye'ye mahsus da değil bu. Dünyanın değişik yerlerinde uygulanıyor. Guantanamo'da bu yaşam tarzı haline dönüştü. Hatta orada ayaklarına zincirler takılıyor. Türkiye'de bu var mı? Yok."

T24
ETİKETLER
mahkeme khk tulum tek tip kıyafet darbe

Abdullah Gül'den KHK eleştirisi: Hepimiz üzülürüz
26.12.2017



Eski Cumhurbaşkanı Gül'den KHK eleştirisi: İlerde hepimizi üzecek olaylara fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum...

DUVAR – 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, son çıkarılan KHK’lara yönelik eleştirilerde bulundu. 696 sayılı KHK ile “darbe ve teröre müdahale eden” sivillere cezasızlık getiren düzenlemeye değinen Gül “devlet anlayışı açısından kaygı vericidir” yorumunda bulundu.

Gül, resmi Twitter hesabından şu açıklamayı yaptı: “15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir. İlerde hepimizi üzecek olaylara ve gelişmelere fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum.”
Duvar

Turgut Kazan: KHK'daki Cezasızlık uygulayanı da yararlananı da kurtarmaz
26.12.2017



Eski İstanbul Barosu Başkanı Kazan 'darbe girişimi ve terör eylemlerine karşı koyanlara cezasızlık' getiren KHK düzenlemesini Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyesi olduğunu hatırlatarak eleştirdi. Kazan, "KHK ile getirilen cezasızlık kuralı uygulayanları da, yararlananları da kurtarmaz" dedi.

DUVAR – Eski İstanbul Barosu başkanı Turgut Kazan, dün çıkarılan KHK ile getirilen ‘darbe girişimi ve terör eylemlerine karşı koyanlara cezasızlık’ uygulamasını eleştirdi.

Düzenlemeye ilişkin, Twitter hesbından açıklamada bulunan Kazan, şunları söyledi:
“Türkiye Sudan değildir. Avrupa Konseyi üyesidir. AİHM kuralları Yunanistan’ı bağladığı gibi, bizi de bağlar. Dolayısıyla, KHK ile getirilen cezasızlık kuralı uygulayanları da, yararlananları da kurtarmaz.

22 Mart 2001 günlü Streletz – Kessler ve Krenz / Almanya kararı bu hukuksal gerçeği vurgulamıştır. Birleşmeden sonra, eski Devlet Konseyi Başkanı ile Savunma Bakanı ve Yardımcısı yargılanıp hapis cezasına çarptırıldı.

Bu üç kişi, mahkumiyete konu eylem o dönem yasalarına uygun olduğu için, 7. maddenin ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’ne başvurdu.

Mahkeme yaşam hakkının uluslararası sözleşmelerle korunduğunu, başvurucuların ise o dönem sahip oldukları güce dayanarak sözkonusu eylemleri gerçekleştirdiğini belirterek, sonradan yargılanıp cezalandırılmalarıyla 7. maddenin ihlal edilmiş sayılamayacağını karara bağladı.”

“HUKUK DEVLETİNE DÖNÜLÜNCE HESAP SORULUR’

Turgut Kazan, değerlendirmelerini şöyle tamamladı: “Bu nedenle, tartışılan düzenleme resmi görevli veya milis özentili kişilere asla cezasızlık sağlamaz. Yaşadığımız günler sona erip hukuk devletine dönülünce, kaç yıl geçmiş olursa olsun, o kuralı uygulayanlardan ve yaralananlardan mutlaka hesap sorulur.”
Duvar

YENİ KHK BİR İÇ SAVAŞ SUÇUDUR
Mehmet KARATEPE
25 Aralık 2017



AKP, son yayınladığı Kanun Hükmünde Kararname ile ülkenin yüzde ellisine diğer yüzde elliyi öldürme hakkı tanıdı. Darbeye teşebbüs ettiği iddia edilenleri öldüren ve öldürecek olanlara ceza-i müeyyideden muaf olma garantisi veren ve bu hakkın hangi tarihleri kapsadığına dair bir kayıt getirmeyen OHAL idaresinin yeni kararı sonrası, mesela Gezi tipi bir hadise yaşandığı takdirde meşhur “Palalı” benzeri çakallar, döner bıçağı ile dilediğini kesebilecek ve hukukî mesuliyetleri olmayacak.

Bırakın Gezi gibi yurt çapında protestoları, herhangi bir lokal gösterinin bile, bir ruh hastası tarafından “darbe teşebbüsü” olarak algılanması durumunda, göstericilerin üzerine rastgele ateş açıp, toplu katliam yapmasının ve “darbeyi engellemek için bunu yaptım; hükümeti yıkmaya çalışıyorlardı!” şeklinde bir savunmayla en ufak ceza almadan ve üstelik “gazi” madalyasıyla elini kolunu sallayarak çıkıp gitmesinin yolu açıldı. Çünkü birilerine göre meşru bir gösteri hakkı olan protesto yürüyüşü, bir başkasına göre pekâlâ “darbe kalkışması” olarak yorumlanabilir ki, nitekim AKP Genel Başkanı’nın Gezi’yi değerlendirişi de bu şekildedir.

KHK diyor ki: “15 Temmuz darbe girişimi ve girişimin devamı niteliğindeki eylemlere müdahale eden siviller…” Buradaki “devamı niteliği” ibaresine dair ne bir sınır, ne somut bir kayıt ve tarih… Erdoğan ve yandaşlarına sorarsanız, AKP’ye yönelik her eleştiri ve tepki zaten bir “darbe” girişimidir, arkasında Fetö vardır; bütün muhalifler potansiyel darbecidir. Dolayısı ile AKP hükümetini zorda bırakacak her çıkış bir darbe teşebbüsü(!) ve 15 Temmuz’un devamı(!) yorumuna açıktır.

Lenin‘in Ekim Devrimi sonrası, Rus köylüsüne papazları ve toprak ağalarını gördükleri yerde öldürme hakkı tanıyan emrinden beridir dünya böyle bir cinnet hâli görmüş müdür? Mao‘nun “kültür devrimi” adı altında, “yüz çiçek açsın!” sloganıyla sokağa salıp, ülkenin tarihî ve sanat eserlerini yağma ettirdiği deli sürüsünü koruyan kanun mahfazasının bundan daha kalın olduğuna emin değilim. Sanmam ki, Hitler dahi “Yahudileri gördüğü yerde öldürenlere hapis cezası yok!” şeklinde bir yasa çıkarmış olsun. Ceza verip vermemek ayrı husus; bunu yasayla kayıt altına alacak kadar cüretkâr olmak daha başka… Esasen bu kadar açık oynamaları da bir bakıma iyi…

Ülke insanının bir kısmına diğer kısmını öldürme hakkını tanıyan bu son KHK bile hukukî açıdan sağlıklı bir ülkede “vatan hainliğine” denk bir iç savaş suçudur. Adeta, Türkiye’ye dışarıdan bir müdahaleyi meşru kılıcı iç savaş şartlarını oluşturmak için Erdoğan Hükümeti elinden gelen provokasyonu yapmaya devam ediyor. Bu tür kararnameleri hangi danışman akıl ediyorsa irdelenmeli; dış güç parmağı aranacaksa, onun izi sürülmeli.

Uyarmak vazifemizdir: Bu kararname, sadece ülkeye değil, uzun vadede, altında imzası olanlara da büyük zarar verir. Ülkeyi sevmiyorsanız bile kendi iyiliğiniz için geri adım atın. Biz sizi dost görmüyoruz, siz de bizi dost görmeyin; ama bu uyarımızı, tarafınıza bir “jest” olarak değerlendirin. İç Savaş Suçunun altına girmeyin; yol yakın iken geri adım atın.

Kaynak: Adımlar Dergisi
Etiketler:
15 temmuz ADIMLAR DERGİSİ DARBE fikir Güç gündem haber İÇ SAVAŞ SUÇU khk ohal türkiye

'Darbe ve terör' gerekçesiyle cezasızlık!
25.12.2017

696 sayılı KHK ile "darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket edenlere, resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın cezai sorumsuzluk" getirildi.

DUVAR – 696 sayılı KHK ile ‘darbe girişimine karşı sokağa çıkan’ veya ‘terör eylemlerinin bastırılmasına yardım edenlere’ resmi bir sıfatı olup olmadığına bakılmaksızın cezasızlık getirildi.

KHK’da yer alan düzenlemeye göre “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden” kişilerin, fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu olmayacak.

ÖNCEKİ MADDEYE EK YAPILDI

Söz konusu düzenleme 696 sayılı KHK’de yer alan 121. maddeyle getirildi. 121. madde şöyle:

Bu maddede gönderme yapılan 8 Kasım 2016 tarihli, 6755 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun”da yer alan 37’nci maddenin 1’inci fıkrası şöyle:

MADDE 37– (1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.
Duvar

Son ankete göre barajı 3 parti aşıyor, Meclis dışında kalan partiler hangileri?
25 Aralık 2017

"İyi parti dışındaki partilerde önemli oy kayıpları gözlemlenmektedir"

Son araştırmalara göre İyi Parti kimlerin oyunu alıyor; Akşener'in asıl rakibi kim?

İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından aylık olarak gerçekleştirilen Türkiye Monitörü Raporu’nun kasım sonuçlarına göre, TBMM’ye 3 parti giriyor. Sonuçlara göre AKP, CHP ve İyi Parti seçim barajını aşarken, MHP ve HDP ise Meclis dışında kalıyor.

Cumhuriyet’te yer alan habere göre, İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından her ay yapılan ve Türkiye çapında 12 ilde 1537 kişi ile görüşülerek gerçekleştirilen 'Türkiye Monitörü Kasım 2017 seçim anketi' sonuçlarına göre, eğer bu pazar seçim olsaydı, AKP, CHP ve İYİ Parti barajı aşarak parlamentoya girebilecekti.

Türkiye gündemini meşgul eden iç siyaset, ekonomi ve dış politika gibi konulara yer verilen anketin sonuçlarına göre, kararsız seçmen sayısındaki artış hem AKP, hem CHP hem de MHP'yi olumsuz etkiliyor:

Raporda, İyi Parti'nin durumuna ilişkin ise "Kurulduğu günden itibaren İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından yapılan iki araştırmada da İYİ Parti'nin barajı aştığı görülmektedir. İYİ parti dışındaki partilerde önemli oy kayıpları gözlemlenmektedir” ifadelerine yer verildi.

Kasım ayında özel olarak eğitim konusu mercek altına alan araştırmada, toplumun yaklaşık %75’i eğitim sisteminden memnun olmadığı da belirtilirken, lise tercihinde ise fen ve anadolu liselerinin ön plana çıktığı kaydedildi.

T24
ETİKETLER
İstanbul ekonomi araştırma tbmm seçim anket akp chp mhp iyi parti

12 Eylül'de 'tek tip kıyafet'e maruz kalan MHP'li vekil: Hem içeridekiler hem toplum teslim alınmak isteniyor
25 Aralık 2017



“Hukuk devleti anlayışının konduğu tabuta son bir çivi çakıldı"

"13 aydır hâkim karşısına çıkamayan Demirtaş'a tek tip kıyafet dayatması var; siyasetin de sınırları olmalı"
Sağmalcılar'dan Sultanahmet Cezaevi'ne; Türkiye'de tek tip elbise uygulaması
CHP: Yarın o tek tip elbiseyi kimin giyeceği belli olmaz


inPaylaşın

12 Eylül döneminde cezaevinde kalan ve 9. Kolordu Askeri Cezaevi’nde iken yaklaşık 1 yıl tek tip kıyafet giydiklerini belirten MHP İstanbul Milletvekili Atila Kaya, pazar sabahı yayınlanan son KHK ile getirilen ‘tek tip kıyafet’ uygulamasıyla hem cezaevindekilerin hem toplumun genelinin teslim alınmasının amaçlandığını söyledi.

Gazete Duvar’dan Nergis Demirkaya’ya yaptığı açıklamada, Ülkücülerin 12 Eylül döneminde tek tip kıyafet uygulamasına ‘ilk başta büyük bir tepki göstermediğini’ belirterek, "Ama tek tip elbiseyi ilk giydiğimiz zaman yarattığı psikoloji çok derin oldu. Kendi ölçümüzde bir direncimiz, direnişimiz vardı. Cezaevi uygulamaları, sorgulama sırasına işkencelere karşı belli ölçülerde bir direniş sürecinden gelmiştik. Ama o elbiseyi giydiğim zaman tüm bedenimi sanki teslim alınmış gibi bir duygu kapladı” dedi.

“İnsanları kişiliksizleştirmek, bedenine, düşüncesine yabancılaştırma amacı güdülüyor"

Getirilen tek tip kıyafet uygulamasını “12 Eylül’e dönüş” olarak nitelendiren Kaya, şöyle devam etti:

"Bununla asıl yapılmak istenen hem cezaevinde yatan insanları hem de toplumu teslim almak. Zaten dışarıda topluma bir deli gömleği giydirilmiş. Cezaevlerinde de bunun en sert uygulamalarını yaparak, tek tip kıyafetle insanları kişiliksizleştirmek, kendi bedenine, düşüncesine, inancına yabancılaştırmak amacı güdülüyor. Bir işkence yöntemi olarak kendinize yabancılaştırmak, sizi teslim almak hedefleniyor. Cezaevi üzerinden de topluma ders verilmek isteniyor, “Bakın bunlardan ibret alın aklınızı başınıza toplayın” mesajıdır bu.

Atila KAYA
@AtilaKaya_MHP
Ülkenin KHK'larla yönetilmesi, sanki 'Hukukun Üstünlüğü'ne uygunmuş gibi; KHK hükümlerindeki içeriğin 'Hukukun Üstünlüğü'ne uygunluğunu tartışıyoruz. 'Kuvvetler Ayrılığı'nın gündelik hayatın ne derece içinde olduğunu örneklemesinin dışında bir anlamı yok!
2:44 PM - Dec 24, 2017
24 24 Replies 177 177 Retweets 704 704 likes
Twitter Ads info and privacy
“Ceza almamış bir kişiye nasıl suçlu gibi davranılabilir? KHK’lardan anladığım kadarıyla terör ve darbe suçluları tek tip kıyafet giyecek. Bu küçük yaşta çocuklara istismar suçu işleyenlere uygulanmayacak. Tek tip kıyafeti savunurken, “Bunu toplum istiyor” diyorlar. Peki toplum diğerini istemiyor mu?

“Hukuk devleti anlayışının konduğu tabuta son bir çivi çakıldı"

“Bir süredir Anayasa ve hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşıyorduk. Yeni 2 KHK, Anayasanın üstünlüğü, hukuk devleti anlayışının konulduğu tabuta son bir çivi çakmak anlamına geliyor. Hukuk askıya alınmış. Dolayısıyla içerik tartışmasının anlamı yok. Bu KHK’ların kendisi ne kadar hukuka uygun ki biz içeriklerinin hukuka uygunluklarını tartışalım. OHAL şartlarında Türkiye’de hukuk askıya alınmıştır. Sözde bir Anayasa var ama bizzat Anayasa ona uymakla yükümlü olanlarca her gün ihlal ediliyor.”

T24
ETİKETLER
atila kaya mhp tek tip khk

Turgut Kazan, 12 Eylül'ü hatırlattı: 'Tek tip'i dayatanlar utanç içerisinde, bu yanlıştan dönün!
24 Aralık 2017



"Taşeronun olağanüstü hâlle bir ilgisi yok, bu yasama organının yetkilerini almaktır"

Eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, 696 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) ile getirilen "tek tip kıyafet" uygulamasına tepki gösterdi. "Bunu bir Kenan Evren uygulamasında gördük bir de şimdi görüyoruz. Kenan Evren uygulamasında bunu uygulayanların hepsi büyük bir utanç içerisinde" diyen Kazan, Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) çağrı yaparak "Bu yanlıştan dönün" ifadesini kullandı.

Gazete Duvar'dan Hacı Bişkin'e konuşan Kazan, şunları söyledi:

“Cezaevindeki insanların ne giyeceği sorunu cumhurbaşkanının sorunu değildir. Dünyanın hiçbir yerinde de örneği gösterilemez. Tek tipin gerekçesinde ‘havalı gelme’ deniliyor. Yargılanan insanların masumiyet karinesi uyarınca suçsuz olabileceği düşünülerek yargılanması gerek. Havalı gelmesi demek kravat takması demek. Bu onun en doğal hakkı. Bize hukuk derslerinde tutukluların kendi giysilerini giyme hakkı öğretildi. Yargılama aşamasındaki tutuklular için böyle bir şey düşünülemez. Bunu bir Kenan Evren uygulamasında gördük bir de şimdi görüyoruz. Kenan Evren uygulamasında bunu uygulayanların hepsi büyük bir utanç içerisinde. Ben Orhan Apaydın’ın, Ali Sirmen’in, Erdal Atabek’in, Barış Derneği Başkanı Mahmut Dikerdem’in o elbiselerle kelepçeli olarak binbaşılar tarafından cemselerden indirildiğini gördüm. O binbaşılar bile utanıyordu. 695 ve 696 sayılı kararnamelerle Anayasa Mahkemesi’nin yanlış kararları nedeniyle kötüye kullanıldığını görüyoruz. Bir çeşit yasama organının görevlerinin devralındığı Anayasa’ya aykırı bir biçimde uygulamaların hayata geçirildiği gibi hukuka aykırı durumlarla karşı karşıyayız. Tek tip elbise de bu durumlardan bir tanesi. Çünkü olağanüstü hal kararnamesi ancak olağanüstü halin gerektirdiği düzenlemeler yapılabilir. Burada da toplantı, temel hakların kullanılması gibi durumlar olur. Ama taşeronun olağanüstü halle ilgili bir ilgisi yoktur. Bu yasama organının yetkilerini almaktır. Türkiye bu koşullarda seçime gidecektir ve asla hiç kimsenin güven duymayacağı bir seçim süreci gerçekleşecek. Bu keyfi yönetime son demek için Anayasa Mahkemesi yanlış içtihadından vazgeçmesi gerekir.”

T24
ETİKETLER
turgut kazan khk tek tip kıyafet uygulaması avukat tayyip

Aydın Engin: Demek bundan böyle bir sanığın nasıl bir savunma yapacağına yargıçlar karar verecek
27 Aralık 2017



"Ne hürriyetimizi kaybederiz, ne haysiyetimizi"
Aydın Engin*

Dört arkadaşımızı jandarmalar eşliğinde, elleri kelepçeli yine Silivri’ye yolcu ettik. Bir sonraki duruşma 9 Mart’ta. 9 Mart’a 2.5 (iki buçuk) ay var.
Dahası var. Bir sonraki duruşma nedense ve ne hesapla ise yine o kara ünlü Silivri’deki duruşma salonunda görülecek. Dahanın da dahası, duruşma salonunda yer alacak avukat sayısı da kısıtlandı; sanık başına üç avukat.
Bütün bunlardan sonra Cumhuriyet’in tutuklu ve tutuksuz sanıkları, salonu silme sıvama dolduran destekçiler, savunma görevini üstlenen Türkiye’nin en iyi hukukçuları öfkeleri taşkın, yürekleri yaralı, umutları kırık, dirençleri zayıflamış olarak mı duruşma salonunu terk ettiler?
Güldürmeyin beni!..
Dimdik çıkıldı o salondan. Dirençler bilenmiş, öfkeler aklın buyruğunda, özgürlük ve demokrasiyi savunma kararlılığında çıkıldı.

***

Şu çok aşınmış medya diliyle söyleyeceğim. Yargı, pazartesi günü “bir ilke imza attı”: Tepeden tırnağa, baştan sona siyasi bir davada siyasi savunmayı yasakladı.
Başımın püsküllü belası ve yeri her daim başımın üstünde olan Ahmet Şık kardeşimin (“Ahmet Şık oğlum” deseydim daha mı doğru olurdu?) iki saati aşkın sürebileceğini baştan belirttiği savunmasının daha 6. dakikasında “...İktidar güdümünde bir yargı var. AKP ve siyasal iktidarı...” diye başlayan bir cümlesini mahkeme başkanı kükreyerek yarıda bıraktı:

- Burada sana siyasal savunma yaptırmam...
Breh breh breh!..
Demek bundan böyle bir sanığın nasıl bir savunma yapabileceğine yargıçlar karar verecek.
Bundan böyle anlaşılan ancak şöyle bir savunma çizgisine izin verecekler:
- Sayın yargıçlar, sizlerden daha da sayın soruşturma savcısının iddianamesinde bana yöneltilen suçları valla billa bilerek işlemedim. Bundan sonra asla öyle yazılar yazmayacak, öyle haberler yayımlamayacak, ülkenin başına devlet kuşu gibi konmuş Başkan’ın canını sıkmayacak, uslu, hükümetine, yargı erkinin tercihlerine sımsıkı uyacak biri olacağım. N’oooolur beni bu defalık beraat ettirin. Bundan sonra iki gözüm önüme aksın ki, ekmek Kuran çarpsın ki hem yerli, hem milli, hem hükümetin, hem devletinbuyruklarına sımsıkı bağlı bir gazeteci olacağım. Savunmam bundan ibarettir sayın mahkeme heyeti. Beni dinleme lütfunda bulunduğunuz için teşekkür ederim...
***

“Reina cankırımı” diye adlandırılan IŞİD davası da aynı ağır ceza mahkemesinin yargıçlarınca yürütülüyor. Bizim duruşmadan birkaç gün önce, “cihatçı” olduğunu açıkça ifade edenleri de tahliye ettiler. Gerekçe pek manidardı: “Kişisel halleri, delil durumu, sabit ikametgâhları bulunması veölçülülük ilkesi”...
Karar çok yerinde. Bizim takıma tahliye kararı verilmemesi de pek yerinde. Malum Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Emre İper evsiz barksız, sokaklarda dolanan serseri takımından, duruşmadaki halleri tahliyeleri halinde kamu güvenliğini şiddetle bozacak kadar kötü, haklarındaki deliller pek kesin (Mesela Cumhuriyet’in yayın çizgisini savcıdan izin almadan değiştirmek filan gibi), 14 aydır içeride olmaları ölçülülük ilkesine uymayacak kadar az falan filan...

***

Boşverin.
Bizler mesleğimizi en ağır baskılar altında sürdürmeye alışkınız. Cumhuriyet böylesi baskılara karşı şerbetli.
İşimiz olup biteni, hele hele kapalı kapılar ardından dönen dolapları elimiz titremeden, duraksamadan haberleştirmek, ödevimizin “halkın haber alma hakkını savunmak” olduğunu unutmamak...
Ama içeride, ama dışarıda...
Söylenecek olanı da zaten Akın Atalay duruşma salonunda söyledi:
Tutuklu olmak değildir ömrümüzün en feci işi
Müşkül odur ki hürriyetini ve haysiyetini kaybeder kişi
Bilen bilsin, bilmeyen öğrensin: Ne hürriyetimizi kaybederiz, ne haysiyetimizi.
Ama içeride, ama dışarıda...

*Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
ahmet şık cumhuriyet aydın engin savunma mahkeme

Baro başkanları olağanüstü toplandı: 696 sayılı KHK derhal geri çekilmeli!
27 Aralık 2017



TBB Başkanı Feyzioğlu, "OHAL derhal kaldırılmalıdır. 696 sayılı KHK derhal geri çekilmelidir. Tatilde olan TBMM derhal toplanmalıdır" dedi

Baro başkanları Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) çağrısıyla 17 aydır devam eden OHAL ile 695 ve 696 sayılı KHK'ları görüşmek üzere Ankara’da olağanüstü toplandı.

Türkiye Barolar Birliği 36'ncı Olağanüstü Baro Başkanları toplantısı sonrası Metin Feyzioğlu, Baro Başkanları ile birlikte ortak basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan Feyzioğlu, OHAL'ın derhal kaldırılması gerektiğini söyledi. OHAL'in terörle ve darbeye kalkışanlarla mücadele amacının dışında, olağan bir yönetim biçimi olarak kullanılmaya başlandığını söyleyen Feyzioğlu, “696 sayılı KHK derhal geri çekilmesi ve tatilde olan TBMM derhal toplanması” çağrısı yaptı.

Fevzioğlu "Devletin ilgili kurumlarının elinde, OHAL olmaksızın da terörle mücadele etmeye yetecek güç ve yetkiler vardır. Türkiye Barolar Birliği ve Barolarımız hukuk çerçevesinde terörle mücadele edilmesini her zaman desteklemiştir. Ancak OHAL bu haliyle, terörle mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. Çünkü Türkiye’nin demokratik görüntüsüne ağır zarar vermektedir. Bu da, terör örgütlerinin özellikle dış ülkelerde meşruiyet kazanma girişimlerini kolaylaştırmaktadır. Türkiye’nin yatırım yapılamayacak bir ülke olarak görünmesine neden olmaktadır. Savunma hakkını sınırlayarak yargılama sürecinde suçlu ve suçsuzun birbirinden ayrılmasını zorlaştırmaktadır. Masumları mağdur etmektedir. Gerçek suçluların masumların arkasına saklanmasına imkan sağlamaktadır. Bugüne kadar OHAL ile ilgisi olmayan binlerce düzenleme, OHAL KHK’ları yoluyla yapılmıştır. Üstelik bunların önemli bir kısmının KHK ile düzenlenmesini Anayasamız yasaklamıştır. Bunlar aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır. Mevcut uygulamada hangi konuların kanunla, hangilerinin KHK ile düzenleneceğine Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu karar vermektedir. Oysa bu konuda esas alınabilecek tek irade ve tek belirleyici anayasadır. Bu durum, TBMM’nin yetkilerinin fiilen elinden alınması anlamına gelmektedir" dedi.

"Ucu açık bir ceza ve tazminat sorumsuzluğu getirilmiştir"

Konuşmasında, "Bir tek hükmü bile OHAL’le ilgili olmayan 696 sayılı KHK ile milli irade bir kez daha yok sayılmıştır" diyen Feyzioğlu, şöyle devam etti:

"Bu süreç sonunda verilecek hükümlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce hak ihlali olarak yorumlanacağı da açıktır. Gerek 696 sayılı KHK’da, gerek önceki KHK’larda Anayasa’ya aykırı yüzlerce düzenleme vardır. Mesela tek tip elbise düzenlemesi ile sanıkların peşin olarak suçluluğunun kabul edildiği görüntüsü verilmektedir. Savunma hakkı ağır şekilde ihlal edilmektedir. Türkiye’deki yargılamaların dünyada; önyargılı, suçsuzluk karinesini yok sayan ve usulen yapılan yargılamalar olarak görülmesine sebep olunmaktadır. Bu apaçık Anayasa ihlallerinden bile daha vahim olanı, 696 sayılı KHK’nın insanların yaşamlarını tehlikeye atan bir sorumsuzluk maddesi içermesidir.

696 sayılı KHK, sadece 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin bastırılmasına katılan sivil vatandaşlarımıza yönelik ve yalnızca kanunla TBMM tarafından düzenlenebilecek bir genel af veya sorumsuzluk getirmekle kalmamıştır. Geleceğe yönelik olarak da sivil vatandaşlarca suç işleme özgürlüğü olarak anlaşılabilecek mutlak bir ceza ve tazminat sorumsuzluğu getirmiştir. Böyle bir düzenleme kanunla dahi yapılamaz. Her ne kadar bazı yetkililerin açıklamaları, KHK’nın ilgili maddesinin sadece 15 ve 16 Temmuz 2016’yı kapsama niyetiyle yazıldığı şeklinde olsa da, madde metni böyle değildir. Geleceğe yönelik ve ucu açık bir ceza ve tazminat sorumsuzluğu getirilmiştir.

Darbe teşebbüsünün devamı niteliğindeki eylemler ne demektir? Kim, neye göre bunu tespit edecektir? Barışçıl bir protesto eylemini 15 Temmuz’un devamı niteliğinde diye yorumlayıp temel haklarını kullanan insanlara saldıran, öldüren, darp eden gruplar olur ise, bu suçlular, bu maddenin kendilerine bu hakkı verdiğini sanacaklardır."

'16 Temmuz 2016'yı kapsıyorsa, bu tarih açıkça madde metnine yazılmalıdır'

Yetkililerin açıklamalarına göre yapılmak istenen bu değilse bile, KHK’da yazılmış olanın bu olduğunu ifade eden Feyzioğlu, "Dinamitin fitilini yakmak kolay, söndürmesi çok zor hatta bazen imkansızdır. Vatandaşlarımız huzursuzdur. Kardeş kavgasına zemin hazırlayan bu vahim madde acilen geri çekilmelidir. Ancak derhal ve bir ilk adım olarak; maddenin savunmasını yapanlarca iddia edildiği gibi uygulama kapsamı en son 16 Temmuz 2016’yı kapsıyorsa, bu tarih açıkça madde metnine yazılmalıdır. Böylece maddenin geleceğe yönelik bir suç işleme sorumsuzluğu olarak anlaşılan anlatımı ortadan kaldırılmalıdır. Yetkili makamların sözlü beyanları kuşkusuz bağlayıcı değildir. Kaldı ki sosyal medya mesaj ve yorumları okunduğunda, sokakta konuşulanlar dinlendiğinde azımsanmayacak sayıda kişinin bu maddenin kendilerine bu hakkı verdiğini sandıkları görülecektir. Çok büyük kitlenin ise huzursuzluğa ve güvensizliğe sevk edildiği anlaşılacaktır. Bu sosyal gerçeklik dahi, maddenin kapsamına ilişkin düzeltme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Milli bir konuda inatlaşmak, tüm topluma ve ülkemize geri dönülmez zararlar verir. Aziz vatandaşlarımızın canlarının, temel hak ve hürriyetlerinin zarar görmemesi Türkiye Barolar Birliğinin ve Barolarımızın tek dileğidir. Bunu talep etmek de hepimizin asli görevidir" dedi.

'TBMM derhal toplanmalı'

Feyzioğlu, OHAL'ın derhal kaldırılması gerektiğini sözlerine ekleyerek şunları söyledi:

"696 Sayılı KHK derhal geri çekilmelidir. Tatilde olan Türkiye Büyük Millet Meclisi derhal toplanmalıdır. Konuyu, milli bir mesele olarak ele almalıdır. Anayasa Mahkemesi 26 yıllık içtihadını hatırlamalı, hukuk devletine sahip çıkmalı ve OHAL ile ilgili hiçbir hüküm içermeyen bu KHK’yı derhal incelemelidir. Türk milletinin doğru bilgilendirildiği taktirde sağduyusunun galip geleceğine güveniyoruz. Milletimizin, hukukun evrenselleşmiş kurallarının sağladığı güven içerisinde birlik ve beraberlik halinde, huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi adına sürecin takipçisi olacağımızı, halkımızı kimseden çekinmeden bilgilendirmeye devam edeceğimizi vatandaşlarımıza taahhüt ediyoruz."

T24
ETİKETLER
metin feyzioğlu türkiye barolar birliği baro ankara khk 696 sayılı khk cezasızlık

Ankara Barosu Başkanı'ndan KHK tepkisi: Yaşananların müsebbibi AYM
27 Aralık 2017

"695 ve 696 sayılı KHK'lar hukuk devletinin tabutuna son iki çiviyi çaktı"

696 sayılı KHK'nın getirdiği "sivillere ceza muafiyeti" ile ilgili konuşan Ankara Barosu Başkanı Avukat Hakan Canduran yaşananların sorumlusunun AYM olduğunu savundu. Canduran baroların olağanüstü toplanacağını söyledi.

Hukukçular, 696 sayılı KHK'nın 121'inci maddesindeki, "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağı" ifadesinin yol açabileceği tehlikelere karşı uyarıda bulunuyor.

DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Ankara Barosu Başkanı Avukat Hakan Canduran, sivillere "gelecekteki suç eylemleri" için yargı muafiyeti getiren 121'inci maddenin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve "halkın birbirinin boğazına sarılacak ortamı yarattığını" savundu.

Canduran, tüm yaşananların müsebbibi olarak Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'nın 148'inci maddesine yönelik aldığı kararı işaret ederek, 695 ve 696 sayılı KHK'ların hukuk devletinin tabutuna "son iki çiviyi çaktığını" söyledi.

Av. Hakan Canduran konuya ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Ceza Kanunu ileriye dönük olarak bir af konusuna uygun değildir. Türkiye'de ve dünyada gelecekte olacak olaylar af kapsamında sayılamaz. Belirtilen terör olayı nedir? Kime göre terör olayıdır, kime göre değildir? Örneğin Gezi Olayları hükümete göre terör olayıdır, mahkemeye göre, bana göre değildir. Mahkemelerdeki tartışmaya, farklı fikirlere rağmen paramiliter bir kesim yaratarak diyorsunuz ki, böyle bir olay gördüğünde müdahale edersen ve orada birini yaralarsan ya da öldürürsen ne hukuken ne de cezaen bir sorumluluğun olmaz. Saldıran kişi diyecek ki, kanun böyle söylüyor. Bu ülkenin bir ordusu, polis kolluk teşkilatı, jandarması var. Suçla mücadele için oluşturulmuş bir kanun gücü var. Siz bunun dışında yarı askeri bir ekip oluşturuyorsunuz. Bu tamamen halkın birbirinin boğazına sarılması ortamını yaratmaya dönük görünüyor. Bakın kaos nasıl art arda geliyor, nasıl iç savaş olma olasılığı artıyor.”

Canduran’ın DW Türkçe'den Gezal Acer'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünalsöz konusu muafiyetin sadece 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz sabahını kapsadığını açıkladı. Ancak 121'inci maddede 15 Temmuz dışında bir tarih yok ve "devamındaki terör eylemleri" ifadesi kullanılıyor. Oluşan bu muğlaklık sizce nelere yol açar?

Asıl nokta burası. Bir KHK yazarak, Meclis'i bir kenara bırakıyorsunuz. Sıkıntı, hiç Meclis'te tartışılmadan bir kanun halinde getirilmesinde başlıyor. Bilinçli yazıldığını düşünüyorum. Hukuk kurul ve kurumlarından, barolardan, Türkiye Barolar Birliği'nden bu kadar tepki alacaklarını düşünmemişlerdi. Böyle bir yapı oluşturmaya çalışmışlardı. Şimdi fark ettiler, bırakın hükümet sözcüsünü Cumhurbaşkanı çıkıp söylese ne olur? Yasanın içindeki madde ne ise odur. Zaten sıkıntı bu. Terör olup olmadığını kim yorumlayacak?

Yorumlama dediniz…15 Temmuz gecesi ve ertesi gün darbe girişimine karşı koymak için binlerce kişi sokaklara döküldü, sosyal medya başta olmak üzere basına birçok farklı şiddet eylemi yansıdı. Tüm bunlar birbirinden nasıl ayrılacak?

İşte bunun ayrılmasının tek yolu mahkeme, bağımsız yargıdır. Adaletin tecellisini istiyorsanız, bu mahkemenin önüne konur, deliller değerlendirilir ve mahkeme kararıyla olur. Türk ulusu adına karar vermeye yetkili mahkemeler yoluyla olur. Siz bunu yazacaksınız ardından da biz bunu kastetmedik diyeceksiniz. Kastetmediyseniz hemen yarın KHK'yı değiştirmek durumundasınız.

KHK yürürlüğe girdiği andan itibaren geçerli. KHK hemen değiştirilebilir mi?

Türkiye Olağanüstü Hal (OHAL) rejimiyle yönetilen bir ülkedir, bunu kabul edelim. Siz TBMM'yi, olağanüstü hal görüntüsüyle çalışmaktan uzak tutarsanız, KHK bir gecede çıkabilir, bir saatte değiştirilebilir. Kanunda açık şekilde belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi de (AYM) çok yakın bir zamanda Anayasa'nın 148. maddesini farklı yorumlayarak, KHK'lar denetlenemez diye bir karar verdi. Bütün bu yaşadıklarımızın müsebbibi budur. OHAL döneminde hükümet istediği kararnameyi istediği saatte çıkartabiliyor. İnsan hayatını, bir ülkenin geleceğini, kaderini etkileyecek kadar önemli kararlar yargı denetimi dışında alınabiliyor. AYM'nin burada rolü çok büyük. Bugün KHK yaparsınız, yarın olmadı deyip değiştirebiliyorsunuz. Bu kadar basit hale getirdiler.

Anayasa Mahkemesi'nin rolü büyük dediniz. CHP, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracağını açıkladı. İçinde bulunulan hukuki süreçte, bunun bir karşılığı olabilecek mi?

AİHM, 60 bin kadar başvuru korkusuna Türkiye'de OHAL Komisyonu diye bir komisyon kurdurttu. Ve bu komisyon hala çalışmıyor, sadece görüntü. AİHM'nin burada çok samimi olmadığını düşünüyorum. Olsaydı, burada bir komisyon kurdurup, benim önüme 60 bin dava gelmesin demezdi.

AİHM başından bu yana başvurulara yönelik olarak öncelikle iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. İç hukuk yolları ne zaman tüketilmiş oluyor?

İç hukuk yolarının tüketilmesi demek, insanlar iç hukukta idari başvurusunu yapar, mahkeme başvurusunu yapar, yüksek mahkeme başvurusunu yapar ve artık hukuken davanın açılamayacağı noktaya geldiğinde, AİHM'ye başvurur. Ancak AİHM'nin, iç hukukun tamamen tüketilmesine gerek yoktur, acil ve dönülemez hallerde vatandaştan iç hukuk yollarının tüketilmesi beklenmeden AİHM'ye başvurması kabul edilir diye de kararları var. Ayrıca iç hukukta bütün yollar tüketildi, AİHM'ye başvuruldu ve AİHM sonradan bu OHAL Komisyonu konusunu çıkardı. Burası iç hukukun tüketildiği bir yer değildir, sonradan ihdas edilmiştir. O yüzden AİHM burada daha dikkatli davranmalı ve KHK'nın 121'inci maddesi Türkiye'nin Avrupa'ya entegrasyonuna zaten kesin ve net bir çizgiyle engelleyecek bir maddedir.

79 baro olarak Türkiye Barolar Birliği ile birlikte Çarşamba günü bir olağanüstü toplantı yaparak, 695 ve 696 sayılı KHK'lara ilişkin hukuka aykırı hükümlerini tartışıp, AİHM'ye ve AYM'ye başvurmak gibi tüm yolları düşüneceğiz. Çok net söylüyorum, 696 ve 695 sayılı KHK'lar Türkiye'de hukuk devletinin tabutuna çakılmış son iki çividir.

OHAL sonrası bu KHK'lar ne olacak?

Bizim anayasamıza göre, OHAL'in bittiği gün bütün kararnameler eğer Meclis tarafından kanun haline getirilmediyse o anda hükmünü kaybedip, düşecektir. Anayasa diyor ki siz OHAL'de sadace OHAL'i ilgilendiren KHK'lar çıkartabilirsiniz. Bunları ileriye dönük yasa haline getiremezsiniz. Eğer getirirseniz, TBMM'nin görevini elinden almış olursunuz. Bir sürü KHK çıktı ve bunlar Meclis'e götürülüp yasalaştırılmıyor. O zaman OHAL bittiği gün bunların hepsi düşecektir ancak kimsenin OHAL'den vazgeçme niyeti yok.

AYM'nin 1991 yılında verdiği içtihatta, OHAL'in dışında, hayata, düzenlemeye ilişkin bir karar hükmünde kararname yapılamayacağı belirtildi. Yaparsanız bu bir kanun haline gelir ve Anayasa Mahkemesi'nin 148. Maddesi gereği amacını aşmış olur ve bunu iptal ederiz demişti. Bu dünya literatürüne geçmiş, en önemli Anayasa Mahkemesi kararlarından biri olmuştu. Ve bugün Anayasa Mahkemesi ben incelemem, ne çıkarırsanız çıkartın üstüne KHK yazın benim için yeterlidir diyor.

Peki, OHAL'in kaldırılmaması ya da belli bir süre içinde uygulanabilmesini öngören bir hukuki sınırlama bulunmuyor mu?

Hayır. Anayasa bunu hükümetlerin gerçekten zor günlerin aşılması için kullanmasını düşünmüş, iyi niyetle yapılmış ve bir şeylerin arkasına sığınıp, ülkeyi kolay yönetip, rejim değişikliği yaratmanın yolu haline getirileceğini düşünmemiş ne yazık ki.

T24
ETİKETLER
ankara baro başkanı hakan canduran anayasa cezasızlık tek tip hukuk devleti

Gül, Arınç, Atalay... AKP’de ayrışma netleşiyor, kopuş yaklaşıyor
YAŞAR AYDIN
27.12.2017



AKP Hükümetinin yayınladığı son iki KHK tartışılmaya devam ediyor. Bu kez tartışmanın AKP içinde de iki tarafı var. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son KHK ile ilgili sosyal medya paylaşımı, ardından Bülent Arınç’ın desteği AKP içinde çatlak tartışmalarını da beraberinde getirdi. AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan’ın “kim olursa olsun” diye bitirdiği değerlendirme, Gül ve çevresine verilen reaksiyonu özetler nitelikteydi.

Son iki KHK tartışmasından bağımsız olarak söylememiz gerekir ki erken seçim gündemi meclis kulislerinde konuşulmaya başlamasından bu güne kadar Abdullah Gül ismi sürekli telaffuz edile geldi. Yaptığı her açıklama, her ziyaret, katıldığı her toplantı gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını süslemeye başladı. Üstelik yalnız da değildi. Aynı günlerde Bülent Arınç’tan, Beşir Atalay’a kadar AKP’nin geçmiş dönem ağır topları da farklı gündemlerde yaptıkları açıklamaları ile AKP merkezinin politikalarına aykırı duruş sergilediler. Üstelik bu isimler bir ekip olarak ifade edilirken yanlarına da Ali Babacan ve eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’ı da ekleyenler oldu. Bu isimlerin muhalefet kulislerinde bir hareket yaratmış olması kuşkusuz beklenen bir sonuçtu. Ama iktidar partisi cephesinde de yankı bulması çok beklenen bir durum değildi.

Gül’ün ofisindeki hareketlilik
Abdullah Gül ismi bugüne kadar AKP içinde yaşanan her tartışma sonrası ortaya atıldı. Gül’ün de bu algıyı beslediğini söylememiz gerekir. Türkiye’nin çok tartışılan temel konularına dair yaptığı açıklamalarla Erdoğan’dan farklı düşündüğü mesajını verme gereği hissettiği çok açık. Gül, AKP içinde sadece taraftarlara seslenen değil, aynı zamanda tüm Türkiye ve batıya da sesini duyuran akil insan pozisyonu koruyan çizgisi ile süreci bugüne kadar getirdi. Ama artık Gül-Erdoğan ilişkisinde farklı bir döneme geldiğini söylemek mümkün. Özellikle başkanlık seçimleri yaklaştıkça işin muhtevası da değişmeye başladı.
Aldığımız bilgilere göre Gül’ün çalışma ofisinin trafiği hiç olmadığı kadar arttı. Üstelik gelen konuklar
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
3. sayfa (Toplam 4 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com