EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AKP’nin yükseliş ve çöküş hikâyesi
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ağu 19, 2017 9:06 pm    Mesaj konusu: TSK’daki atamaların ve tasfiyelerin şifreleri Alıntıyla Cevap Gönder

Kılıçdaroğlu: Ben Adalet diyorum, o atlet diyor!
23 Ağustos 2017



Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, NTV’de Oğuz Haksever’in sorularını yanıtlıyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından satır başları şöyle:

Şükrü Kızılot’la 40 yıllık bir dostluğumuz vardı. Gerçekten hayatta kimseye kötülük yapmayı düşünmeyen, saygılı bir insandı. Allah rahmet eylesin.

“ZAAFI VAR KILIÇDAROĞLU”

Erdoğan ilginç bir insan aslında, ama bir zaafı var Kılıçdaroğlu hastalığına muzdarip. Hayatım boyunca doğruları söyledim söylemeye devam edeceğim. Bence bu hastalıktan kurtulması lazım. Bu ülkede demokrasi olacaksa, kesinlikle ben olacağım. 20 Temmuz’daki sivil darbeyi demokrasiyi kaldıracağım noktasına taşırsa o ayrı bir şey. Becerebilir mi? O ayrı bir şey.

“CESARETİN VARSA KARŞILAŞIRIZ”

Benim her söylediğime laf yetiştiriyor, bundan şikayetçi değilim. O konuşmasa havuz medyasında yer almayacağım. O gazeteleri okuyanlar, Kılıçdaroğlu’nun ne kadar haklı olduğunu görüyor. Ey Erdoğan gel karşıma, oturup konuşalım. Kılıçdaroğlu burada, cesaretin varsa gelirsin buraya, karşılaşırız. Ey Erdoğan, korkak değilsen, ödlek değilsen gel karşıma. İki insan karşılıkla konuşalım.

MİT TIR’LARI DEVLET DEĞİL BİRİLERİNİN SIRRIDIR”

Enis Berberoğlu şu anda radyodan bizi dinliyor. Enis Berberoğlu suç işlemedi, rehin alındı. MİT TIR’ları olayı devlet sırrı değildir. TIR’ların geçtiği yollardan valilerin haberi yok. Devlet sırrı değildir, birilerinin sırrıdır. Can Dündar diyor ki “Ben flash diski solcu bir milletvekilinden aldım.” E o zamanlarda Enis Berberoğlu milletvekili değil ki. Bu ülkede, bakın tekrar tekrar söylüyorum, bu ülkede adalet yoktur. Bu ülkede hiçbir vatandaşın can ve mal güvenliği yoktur.

KOZMİK ODA’YI FETÖ’YE KİM AÇTI?

Kozmik Oda’yı FETÖ’ye açan kimdi? Bunu yapan kimdi? Asıl casuslar bunlar değil mi. Bir terör örgütüne devletin Kozmik Oda’yı nasıl açarsınız.

‘ERDOĞAN’IN İZLEDİĞİ MİLLETVEKİLİ GÖRÜNTÜLERİ…’

Bir gazete “Kılıçdaroğlu bu görüntüleri izlemiş” diyor, evet o görüntüleri daha önce izledim. Ben anamuhalefet partisinin Genel Başkanı’yım. Ben Erdoğan’ın izlediği milletvekili görüntülerini Erdoğan’ın da görüntüye alındığı görüntüleri izledim. Ama bana verilmedi. Basın toplantısı yapar açıklardım. Gizli bir olay değil ki.

“NASIL OPERASYON YAPARIZ DİYE DÜŞÜNÜYORLAR”

CHP’ye nasıl operasyon yaparız diye düşünüyorlar. Sivil darbe dönemini yaşıyoruz. Adalet yürüyüşünde ezberlerin tümü bozuldu. Türkiye’nin %73’ü adalete güvenmiyor.

“AKINCI İDDİANAMESİNDE 3 PARAGRAF ÇIKARILDI”

Akıncı iddianamesinden 3 paragraf çıkartıldı. Savcılar 15 Temmuz darbesini araştırıyorlar, yazıyorlar. İddianamelere son şeklini Adalet Bakanlığı veriyor. Hepsinin belgesi var. Bir şeyi söylüyorsak gözü kapalı söylemiyoruz.

“ATLET” POLEMİĞİ: SIRADA AİLE FOTOĞRAFI



Adalet Yürüyüşü, birçok kişinin ezberini bozdu. İnanmıyorlardı. Her üç ya da dört gömlek değiştirdim. Yemek yemem gerekiyordu. O fotoğrafta yapmacıklığın toplu iğne ucu kadar bir şey göremezsiniz. Kızımla yemek yiyorum. O fotoğraf, Anadolu’dan bir fotoğraftır. Ben o şartlarda yetiştim, sarayla özenen bir insan değilim. O yemeği kızımla beraber huzur içinde yiyorum. Tarihe not düşüyorum: Hangi koşullardan geldim, milletvekili oldum, o tür koşullardan geldim. Ben halktan birisiyim. Evimde de öyle oturuyorum, dışarıda da öyleyim. Yetiştiğim şartlar böyle.

“BEN ADALET O ATLET DİYOR”

Bu ‘Vatandaş Kemal’ diye manşete alındı, ben bu ülkenin vatandaşıyım. Kızıyor, köpürüyor. Niye köpürüyorsun? O fotoğrafta ne var? Benim insanım böyle değil, sen zaten kendi insanını unuttun. Sen Türkiye’de sade vatandaşın hangi konumda olduğunu bilmiyorsun. Herkesin sarayının etrafında sana yağ çeken insanlar olduğunu düşünüyorsun, yok öyle bir şey. Gencecik bir adam, işsizlik nedeniyle kendini yaktı ya. Senin haberin var mı? Mizansen değil o fotoğraf. Zaten o karavanda kalıyorum. Ben adalet diyorum, o atlet diyor.

‘KILIÇDAROĞLU YOĞURT YİYOR DİYE BOZULMUŞTUR’

Eminim Kılıçdaroğlu yoğurt yiyor diye bozulmuştur. O fotoğrafta kibir yoktur. Sıradan sade bir vatandaş olmakla gurur duyuyorum. Kalktı bunun üzerinden bir de Atatürk dersi vermeye kalktı. Neyse, en azından o fotoğrafı gördü de Atatürk’ü hatırladı. Ben o sofrada kafasında külah, sabahtan akşama Atatürk’e hakaret eden kişiyi oturtmuyorum.

Biz gardırop Atatürkçüsü değiliz.

“HDP’LİLER BU ÜLKENİN İNSANI DEĞİL Mİ?”

HDP’liler bu ülkenin vatandaşı değil mi? Niye eleştiriliyor? HDP’ye 6 milyon insan oy verdi. Ben insanlara ayrım yapmam, 80 milyon insanın başımın üstünde yeri var. Kürtler adalet demeyecek mi? AKP’den MHP’den gelirse, gelen insana sen falancısın ‘adalet’ sözcüğünü ağzına alamazsın mı dicez? Hayatımda bu kadar insanlık düşmanı bir şey görmedim.

“ARAMIZA PROVOKATÖRLER SOKULDU”

Yürüyüş (Adalet yürüyüşü) sırasında aramıza provokatörler sokuldu. Onları bulduk senin burada işin yok dedik.

“SABAH AKŞAM FAİZ YÜKSEK DİYORLAR AMA…”

Faizden şikayetçi, sabah -öğle-akşam faizler çok yüksek diyorlar. AKP, 15 yılda dışarıya 142 milyar dolar faiz ödedi. Faiz lobisine çalışan bir hükümet. Bu ülkeyi kim yönetiyor, Fransız mı yönetiyor. Faizin düşmesini istiyorsan düşüreceksin.

MERAL AKŞENER’İN YENİ PARTİSİ

Meral Akşener’in partisinin siyasete olumlu bir gelişme getireceği kanaatindeyim. Ben siyasi tarihimiz açısından önemli buluyorum. Kurmaya çalıştığı alanda boşluk var.

ÖZEL KUVVETLER KOMUTANI ZEKAİ AKSAKALLI’NIN ATAMASI

Zekai Aksakallı’nin pasif bir göreve atandığı doğru. Yenikapı’da konuşurken kışlaya, camiye, adliyeye siyaset girmesin demiştim. Siyaset girmesinin kaldırılmayacağı yerler var. Şu anda 3 yerde de siyaset var.

“HESAP VERMESİ GEREKEN ADAM HESAP SORUYOR”

O davaların başsavcısı nerede? Zekeriya Öz’e makam aracı veren adam nerede? Sonra diyeceksin ki Kemal Kılıçdaroğlu FETÖ’cü. Hesap vermesi gereken adam, hesap soruyor. Devletin arşivleri, bürokrasisi sende, gel konuşalım. Ben herşeyin hesabını veririm.

2019 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha epey vaktimiz var, CHP olarak elbet bir aday çıkartacağız. Bugünden ben adayım demek kadar yanlış birşey yok. Şu anda belirlemeyi doğru bulmuyoruz.

“TANINMIŞ BİRİ ÇIKACAK”

Adayımızı ne zaman açıklayacağımız belli değil. Adayımız saygı duyulan bir isim olmalı. Adayımız tanınmış biri olacak. Toplumun güvendiği, mütevazı, saygılı bir aday çıkacaktır.

“BEN SURİYE’DE BARIŞ İSTİYORUM”

Ben Suriye’de barış istiyorum. Suriye’de barış sonrası sığınmacılar dönmeli.

“FETÖ’NÜN YAPTIĞINA ŞÜPHE YOK”

“Ne istedilerse verdik” dediler ben söylemedim. 15 Temmuz’da FETÖ’nün yaptığına şüphe yok.

ALMAN FOCUS DERGİSİ’NE DEMECİ: “YİNE SÖYLÜYORUM”

Tamamen çarpıtma. “Türkiye’de kimsenin can ve mal güvenliği yok” dediğim için ‘vay bunu nasıl dersin’ diyorlar. TBMM’de de söyledim, herkes dinledi itiraz da etmedi. Salon toplantılarında, TV programlarında defalarca söyledim. Bugün de söylüyorum. Bir kararnameyle herkesin malvarlığına el konulabilir, yurdışı yasağı getirilebilir. Kaldı ki sizi suçlu ilan ettiler, eşiniz de çıkamıyor. Kolektif suç icat ettiler. Suç şahsidir.

“NE FETÖ’CÜYÜM NE ŞUYUM NE BUYUM BEN…”

Türkiye Cumhuriyeti hapishanelerinde çok sayıda çocuk var. Anneleri hapiste diye. Bu çocuklara yazık değil mi? Ben savunacağım. Ben ne FETÖ’cüyüm ne şuyum buyum. Ben sıradan vatandaşım. Ben kim mazlumsa onun hakkını hukukunu savunurum. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Susmadığım için beni FETÖ’cülükle suçluyorlar.

"KADRO VERMEMEK İÇİN GEREKÇE UYDURUYORLAR"

Kadrolar var devlette. Kadro vermemek için gerekçe uyduruyorlar. Bunun parasını taşerona veriyorsun. Sen devlet olarak ver. Emekli perişan, memura enflasyonun altında zam verdiler. Ekonomi büyüdü diye alkışlıyorlar. Büyüdü de parayı kim götürdü, kim aldı? 142 milyar dolar bir avuç faiz lobicisine gitti hesabını soran var mı? IMF'ye ödenenin kat kat fazlası verildi. faizler yüksek, evet. Faiz için de KHK çıkarsana, elinden tutan mı var?

"DEVLETİ BİR KİŞİYE TESLİM EDEMEZSİNİZ"

Devleti bir kişiye teslim edemezsiniz. O kişi her şeyde olursa her şey onunla birlikte yıkılır. CHP, kişi partisi değildir. Şu anda bir zaman yok adayımızın açıklama için. CHP'lilerin aklından geçen pek çok seçeneği vardır. Bütün ayrıntıları düşünmek gerekir. Makul, ortak aklı egemen olan, temiz, saf, halkını seven kucaklayan bir cumhurbaşkanı adayı olmalı. Dünyayla da barışık bir aday olmalı. Bizim amacımız sadece Türkiye'yi yönetmek değil, komşularla da iyi geçinmeli.

"HAYATIMDA BÖYLE BİR DÜZENBAZLIK GÖRMEDİM"

Balyoz, Ergenekon ile orduyu perişan ettiniz. Bunların kumpas olduğu ortaya çıktı, kendileri itiraf etti. İdam olsaydı belki de tamamı idam edilecekti. Bunun hesabını kim verecek. O davaların savcıları hesap verdiler mi? Başsavcı nerede, asıl FETÖ'cü o değil mi? Sonra da diyeceksin Kılıçdaroğlu FETÖ'cü. Hayatımda böyle bir düzenbazlık görmedim. Hesap vermesi gereken adam hesap soruyor.

“ALMANYA TÜM FETÖ’CÜLERİ TESLİM ETMELİ”

AB’nin fasıl açmamasını doğru bulmuyorum. Biz medeni dünyadan kopmak istemiyoruz. Dünya ile barışmak istiyorsanız adres CHP’dir. Almanya tüm FETÖ’cüleri teslim etmeli. Devletin nasıl yönetileceğini bilmiyorlar. Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır.

“BENİM DE OĞLUM ASKERE GİDECEK”

Oğlumu askere göndereceğim. Bedelli askerlik yapabilirdi. Yoksul ailenin çocuğu bedel ödeyemediği için askere gidiyor, ben bedel ödeyebilirim ama halktan birisiysem benim de oğlum askere gidecek. Tarım ve orman işçileri ülkenin en fakir kesimi. Sosyal devlet olma kavramını unuttuk.

"DIŞİŞLERİ BAKANLIĞINI BU HALE KİM GETİRDİ"

Rıza Sarraf'ın iadesi için 100'ün üzerinden dosya göndermek bize iade etmeyin anlamına geliyor. Devleti nasıl yöneteceklerini bilmiyorlar. Dışişleri Bakanlığı'na yabancı dil bilmeyenleri aldılar, sonradan da kurs verdiler. FETÖ'cüleri aldılar. Dışişleri Bakanlığı'nın bu hale kim getirdi?

"TÜRKİYE KENDİ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK ZORUNDADIR"

Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Bugünü değil yalnızca geleceğini de. Ortadoğu politikasını tek başına belirleyemez, bunun farkında olmak lazım. Ben istediğimi yaparım derseniz bedeli ağır olur. Diplomasinin bir temeli var. Dünya dengelerini iyi bilmek lazım. Suriye demek Rusya demekti, bunu göremediler. Bodoslama girersen bugünkü tablonun sorumlusu olursun.

"ATANAMAYA ÖĞRETMEN ÖLÜMLERİ VAR"

Türkiye'de orman köylüleri ile tarımdaki mevsimlik işçiler her zaman zor durumdalar. Orman köylülerine işveren muamalesi yapılıyor. Tarım işçileri zeytin, pamuk, fındık toplamaya giderler ailecek. Kamyon kasası ya da traktör kasasında giderler. O kazanın da nasıl olduğunu sordum. Bu felaketler başımıza geldiğinde hatırlıyoruz. Ölmeden önce onların sorunlarını çözmeliyiz. Barınma sorunları var. Devlet sosyal devlet olduğunu unuttu. Hakları lütuf gibi veriyorlar. Bunu toplumun her kesimine anlatmalıyız. Uygar bir şekilde tartışabilsek keşke. Her 5 üniversite mezunun biri işsiz. Atanamayan öğretmen ölümleri var. Bunun sorumluları hala koltukta.
Yurt Gazetesi

TSK’daki atamaların ve tasfiyelerin şifreleri
Mustafa Önsel
21.08.2017

Bölgemizde ve ülkemizdeki gelişmeler kaygı verici biçimde devam ediyor…

Özellikle bizi yakından ilgilendiren Suriye ve Irak’taki gelişmeler, ileride çok daha sıcak bir gündemin bizi beklediğine işaret ediyor.

Belli ki, ordumuza her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyulacak önümüzdeki süreçte.

Ordumuzun her zamankinden daha güçlü olması kaçınılmaz o zaman, değil mi?

Ordunun gücü, komuta heyetinin ehliyetiyle doğru orantılıdır. Ordu için komutan her şey demektir. Özellikle Türk ordusu için komutanın becerisi, cesareti, feraseti astlarını direkt etkiler. Komutanın karakteri neyse birliği de aynı karaktere bürünür.

Bu girişten sonra komuta kademesinin belirlendiği son Şura toplantısında yapılan terfiler, emekli edilenler ve atamaları değerlendirelim.

YENİ BAKAN VE ŞURA

Hemen ifade edeyim ki, jandarmadaki terfi ve atamaları görünce Şüra’da da aynısı olursa Türk ordusu belini kolay kolay düzeltmez diye düşünmüştüm.

Ve Şüra yapıldı. Gerçi başlangıçta bir gariplik vardı. Şüra çalışmasını yapan Milli Savunma Bakanlığı gözüküyordu. Ancak bakan Şüra’dan kısa bir süre önce değişmişti. Yeni bakan ise atanır atanmaz yurt dışına gitmişti. Şüra’dan birkaç gün önce yurda dönmüştü. Bırakın Şüra’yı, bakanlığın genel işleyişini bile öğrenemeden Şüra toplantısı başladı.

Zaten 9 Ağustos diye söylenen Şüra toplantısı, Akıncılar davasının başlamasından sadece bir gün sonraya alındı nedense…

Neyse, diyerek devam edelim…

İLK BAKIŞTA...

Terfileri ilk gördüğümde, hiç de umduğum gibi olmadığını düşündüm.

Olması gereken olmuş, liyakat öne çıkartılmıştı. Hatta özellikle Deniz Kuvvetleri başta olmak üzere bütün kuvvetlerde, isimli davalarda yargılanmış birçok başarılı kişi albaylıktan generalliğe yükselmişti.

Hava Kuvvetlerinde Fetullahçı çetenin kumpaslarıyla sistemden ayrılmak zorunda kalan ve sivil havacılık sektöründe çalışmaya başlayan, 15 Temmuz sonrası talep üzerine geri dönen Yaşar Kadıoğlu ve Fidan Yüksel isimli kurmay albaylar terfi etmişlerdi.

Türk ordusu adına oldukça olumlu gelişmeydi bunlar…

Tuhaf olan bir şeyler olduğunu terfileri ayrıntılı inceleyince anladım…

KARA’DA ACAYİPLİK

Terfilerin hemen hemen hepsi, birkaç istisna ile albaylıktan tuğgeneralliğe geçişi kapsıyordu. Kara Kuvvetleri’nde başka general terfisi yoktu. Bu tarihte bir ilkti.

Deniz’de sadece iki tuğamiral, Hava’da ise bir kor, bir tüm, bir tuğ üst rütbeye terfi etmişlerdi. Diğer terfilerin hepsi albaylıktan tuğgeneralliğe terfileriydi.

Deniz ve Hava’da çok sorun gözükmüyordu ama Kara Kuvvetleri’nde gerçekten “acayip” bir durum söz konusuydu.

Kara Kuvvetleri’nde “Her halde tuğgeneralliğin üzerindeki rütbelerin görev süresini uzatmışlar, onun için ara rütbelerde terfi yapmamışlar” diye düşündüm.

Ama emekli edilenlerin listesini görünce benim için vahim bir tablonun varlığı söz konusuydu.

18 GENERALİN HEMEN HEPSİ...

Kuvvet komutanları dışında 20 general emekli edilmişti. İkisi normaldi. Biri AYİM (Askeri Yüksek İdari Mahkemesi) başkanıydı. AYİM kapandığı için zorunlu olarak emekli olmuştu. Diğeri de ayrılmak için dilekçe vermişti.

Geriye kalan 18 kişiyi incelediğimizde Şüra’daki tablonun gerçek resmini çekmek olasıydı.

Görülen oydu ki, 18 kişiden 14’ü 15 Temmuz’da kalkışma yapan Fetullahçı çetenin listelerinde görevlerinden el çektireceklerden oluşuyordu. Ki, bunlardan birisi Fetullahçı çete ile mücadelenin simge isimlerindendi.

Geriye kalan dördüne de söz konusu listelerde “görevine devam” yazılmıştı, ama dikkat edildiğinde bunların tamamının güneydoğudaki birliklerde, PKK’ya karşı mücadele veren komutanlar olduğu görülecekti. Belli ki, o süreçte yerlerinden almaya gerek görmedikleri adamlardı bunlar.

Fetullahçı çeteyle bağlantılarının olmadığı herkesçe bilinen komutanlardı.

Kısaca, emekli edilen 18 generalin hemen hepsi Fetullahçı örgüt karşıtı ve tecrübeli komutanlardan oluşuyordu.

“Fetullahçı çete ile mücadele hız kesmeden devam ediyor” denilen bir zamanda çok garip değil mi?

SANKİ BİRİLERİ...

Ordu’da bütün parçalar önemlidir. Ama harekât bu parçaların en önemlisidir. İstihbarat, personel, lojistik ve muhabere ona yardımcı parçalardır.

Bu emekli edilenlerin içinde, hayatı harekâtçılıkta geçmiş diyeceğimiz, bu konuda çok tecrübeli 4 general vardı ki, onların eksikliği sanırım önümüzdeki süreçte çok hissedilecek ve onları sistem dışına itenler daha çok sorgulanacaklar.

Bunlardan birisi Genelkurmay’ın Harekât Başkanı olup, o göreve 15 Temmuz sonrası atanmış Tümgeneral Mehmet Okkan’dı.

Bu kabul edilecek bir durum değildi. Sanki birileri Türk Ordusunun içini boşaltıyordu.

Bu vahim tabloyu tespit edince bir yazı kaleme alayım dedim, ama atamaları beklemenin daha uygun olacağını, atamalara göre yapılacak bir değerlendirmenin büyük resmi görme açısından daha uygun olduğunu düşünerek bekledim.

Ancak birkaç gün önce yapılan atamaları görünce şok olmamak mümkün değildi.

Aslında benim için sürpriz miydi? Elbette değil!

Çünkü birkaç ay öncesinden yapılan yaygın söylentileri biliyor, gerçekleşmeyeceğini umuyordum.

Mesela Genelkurmay Başkanının, Harekât Başkanını ve İstihbarat Başkanını istemediğini, onları karargâhtan göndermeyi arzu ettiği söyleniyordu. Tabii ki Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakalllı’yı da.

Yukarıda belirttiğim gibi Harekât Başkanı Şüra’da emekli edilmişti. Atamalarda İstihbarat Başkanı da tıpkı harekât başkanı gibi bir yıl önce geldiği görevden alınarak, 8. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştı.

Böylece iki önemli başkan, Genelkurmay karargâhından uzaklaştırılmış oluyordu.

İstihbarat Başkanını tanıyanlar Fetullahçı çete ile nasıl mücadele ettiğini, o süreçte ne tehditler aldığını bilir…

Bu arada 15 Temmuz’un hemen ertesinde Genelkurmay Başkanı’nın “Akın Öztürk’ün helikopterle köşke getirilmesi” konusunda verdiği emrine direndiği ve bu emri yerine getirmediği ifade edilen Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Nihat Kökmen’in de bu etkin görevden alınıp Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanlığı görevine atandığını ifade edelim…

BU KANLI DARBECİ ATAMAYI ÖNCEDEN NASIL BİLEBİLİR?

Ya Zekai Aksakallı?

Herhalde kamuoyunun en fazla dikkatini çeken atama budur. 15 Temmuz gecesinin en özel adamlarından ve Suriye’deki mücadelenin bütün yükünü çekmiş olan bir komutan. Özel Kuvvetler gibi bir birliğin başından alınıp, Ankara dışında bir kolorduya atanıyorsa bunun adına biz “operasyon” deriz.

Ama mutlaka kılıf bulunmuş, onay makamlarını ikna edici gerekçeler sunulmuştur. Aldatmak, kandırılmak son yıllarda en fazla kullanılan kelimeler oldu malum.

15 Temmuz’un kaderini değiştiren insanlardan biri kim? Bugün Fetullahçı sosyal medya hesaplarında en fazla saldırılan adamlardan biri kim? 15 Temmuz’u gerçekleştiren katillerin duruşmalarda söylediklerine bakın, onların en büyük düşmanları kim? Amerikalıların en sevmediği, özellikle Suriye operasyonun da en fazla karşı karşıya geldikleri komutan kim?

Mahkemede verdiği tanık ifadesinde açıkça ve yüreklice bir gerçeğin ifadesi olarak; “TSK’da olağanüstü durumlarda ilk yapılacak şey, ‘personel kışlayı terk etmesin, mesaiye devam etsin’ emrini vermektir. Bu her zaman uygulanan basit bir kuraldır. Bu kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığında uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” diyecek kadar doğru yerde duran asker kim?

Bu isim Aksakallı’dan başkası değil.

Siz ona kamuoyunca operasyon kabul edilecek böylesi bir atama ile ne yapmak istediniz? Kimlerin arzularını tatmin ettiniz?

Ne diyordu 10 gün önce Akıncılar davasında yargılanan Muzaffer Düzenli ismindeki bir eski sözde albay; “ … Zaten göreceksiniz, yakında bu Zekai Aksakallı’yı görevinden uzaklaştırmak için Kıbrıs’a kolordu komutanı olarak atayacaklar.” Duyduğumda “Emrin olur!” demiştim.

Kıbrıs tutmadı ama Gelibolu oldu. Ufak bir sapma, anlayacağınız.

Bu kanlı darbeci atamayı önceden nasıl bilebilir?

Yoksa birileri “Emredersin mi?” dedi.

Bunları yazarken, geçmişte “kalbim ve yüreğim” dediği iki generalin kanlı kalkışmanın planlayıcılarından olduğu anlaşılan Genelkurmay Başkanı’na, Genelkurmay çatı davasında 1 Ağustos’a kadar verildiği öne sürülen süre aklıma geldi nedense.

“Ne yapacak acaba?” demiştim…

Akıncılar davasında değişen bir şey olmadı. Kimse, sanıkların sürpriz bir şey söylendiğine tanık olmadı.

Verilen süre dolduğuna göre…

“Neden?” diye sormak ve düşünmek hakkımız sanırım…

Bitirmeden ifade edelim ki, Fetullahçı çete ile Türk Ordusu içinde en korkusuz mücadeleyi yapanlardan birkaçının, gördükleri vahim tablo karşısında emeklilik dilekçelerini hazırladıklarını biliyorum.

***

Sonuç olarak;

Bu atama ve emekli edilenleri görünce, en çok kim sevinmiştir?

Kimler seviniyorsa bilin ki, her konuda ortaktırlar…

Oyun büyük, ama buradan ancak bu kadar…

Artık kuldan ümit kalmadı, Allah ülkemi korusun!

Odatv.com

Memur zammı teklifi çöküşün net yansıması
İzzettin Önder
21.08.2017

İktidarın yaptığı, Türkiye’yi çürüyen küresel kapitalizmin yörüngesinde tutmaktır.

Hemen tüm komşuları ile olduğu kadar, içte de iktidar partisine biat etmeyen siyasiler ve çevre ile kavgalı bir iktidar Türkiye’yi nereye sürüklüyor? Dış dünya ile yürütülen kavganın yurt dışında iş tutan vatandaşlarımıza yüklenecek maliyet dahi hesaplanmadan yürütülen kavganın gerçek niyeti ve hedefi ne olabilir? Bu yürüyüşü bir partiye mi yüklemek doğrudur, yoksa bu sürükleniş bir dünya projesi midir, yoksa her ikisi midir? Bugünkü yazıda bu konuları irdelemeye çalışacağım.

Hâkim ekonomiler kapitalist piyasa sistemini kullanırken, çevresel konumlu ülkeleri de piyasa sistemini uygulamaya yönlendirir. Çünkü piyasa güç hâkimiyeti kuralına göre çalıştığından, güçlü ekonomiler güçsüzler karşısında avantaj sağlar. Güçsüz ekonomilerin merkeze kaynak aktarıyor olmasına rağmen, piyasa uygulamasına geçmesinin temel nedeni ise, içte burjuvazinin sağladığı avantajlardır. Böylece ekonomiler arasında olduğu gibi, ekonomi içinde de, bir üstün altı sömürme gücüne dayalı katmanlaşma oluşur.

SÖMÜRÜ KADAR KRİZLER DE BİZZAT KAPİTALİZMİN İDAMESİ İÇİN GEREKLİDİR

Kapitalist katmanlaşmada sosyal huzurun sağlanması, katmanlaşmanın şiddetine göre, farklı ideolojik ve baskı araçları ile sağlanır. Soğuk savaş döneminde kapitalist blokta hemen herkesin rahat nefes almasının nedeni, İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde sosyalizmi çevreleyen piyasaları ayağa kaldırma çabaları ve savaş dönemi teknolojik ilerlemelerin ekonomilerde yeni talep yaratma potansiyelinin yoğunluğu idi. Soğuk çatışma kapitalist cephede iş dünyasında denetleyici, sosyal yaşamda ise uyum sağlayıcı düzenlemeleri zorunlu kıldı. Kapitalizmin pembe dönemi olarak anılan, savaşı izleyen yaklaşık yirmibeş yıl kadar süren bu dönem artık çok uzakta kaldı ve yenilenebilecek gibi de değil.

Sebepler çok açık; birincisi artık sosyalizm kâbusu(!) kalktı, ikincisi de kapitalizmin savaş ertesinde kazanmış olduğu ivme gerilemeye başladı. Piyasaların gerilemesi, kâr artış hızının gerilemesine yol açtı. Denetimsiz kapitalizmin nelere kadir olacağını, Marks bundan yaklaşık iki asır öncesinde, mealen, teknikle birleşen sistemin zenginliğin temeli olan toprağı ve işçiyi kurutularak İlerleyeceğini söyleyerek, açıkça ifade etmişti. Kapitalizm salt günümüzde doğayı metalaştırmaya yönelmedi. Bu süreç baştan beri vardı, günümüzde suya ve atmosfere de el atarak daha belirgin oldu. Sömürü kadar krizler de bizzat kapitalizmin idamesi için gereklidir. Kapitalizmin üçüncü krizi olan 2008 krizi de aynı işlev gördü. Kapitalizmin piyasa mantığında geliştirdiği tipik refleks böyledir; tükettiğinden fazla üretemeyen güçsüzü dışlayarak, serveti sistem içinde tutmaya çalışılır. Sistemin başarı referansı merkez ekonomiler olduğundan, sistem başarılı görüntü verirken, çevre ekonomiler de bir gün merkez ekonomiler gibi olma hayali ile koşuyu terk edemez.

UMALIM UYANIŞ, ÇOK GEÇ OLMADAN GERÇEKLEŞİR!

Merkez ülkelerde de işler sıkışmaya başlayınca, kapitalizmin ekonomik alanını denetime alan, sosyal alanda uyum sağlayan yasalar rafa kalkmaktadır, daha da kalkacaktır. Vahşi kapitalizm denen hadise budur. Bu süreçte siyasilerin eski ağırbaşlı halleri, artık sokak kavgacılığı davranışına dönüşür, dönüştü de! Çünkü artık dişe diş mücadele başlıyor. Ünlü Volkswagen firmasının dizel otomobillerle ilgili yanlış davranışı kadar, ABD başkanının da ne geldiği çevre ne de sergilediği davranış anormaldir. Kapitalizm sıkışıklığını merkezde hissetmeye başladıkça, merkez ülkelerden başlayarak, tedricen siyasetçiler de iş çevresinin tüm cinbazlığını ve kavgacılığını siyasete taşıyacaktır. ABD’de başlayan yoz siyaset akım gelecekte Avrupa ülkelerine de sıçrayacaktır. Giderek sermaye yanlısı hükümetler emekçiyi ve halkı daha şiddetle ezecektir. Emeğin ezilmesi çevre ekonomilerde daha şiddetli olacaktır. Hükümetin son kamu emekçilerine şaka yaparcasına getirdiği teklif çöküşün net bir yansımasıdır. Ekonomilerin yapı değişimi bireylerin davranışsal değişiminden önde gitmektedir. Bireyler, yeni duruma genellikle sistem içi tepki verir. Bunun nedeni de, uzun yıllar boyunca alışılmış davranış kodları ve geleneklerdir. Merkez ekonomiler çevreden kaynak çekerek yaşam düzeyini korumaya çalışırken, çevresel ekonomilerdeki burjuvazi ve siyasal erk kanalından çevreye uyum sağlayıcı dayatmacı politikalar ihraç eder. Böylece, görünmez ağlarla merkez dokuya bağlanan çevresel ekonomiler, sistem-içi dokusal işleyiş kuralınca farkında olmadan dünya kapitalist piyasasında erimeye mahkûm olur.

Ekonomik işleyişin arka planında, kuşkusuz savaşlar, açlık, sefalet ve ölüm vardır. Günümüzün çatışmaları, salt merkez denetimli yoksul bölgelerde yerel çatışmalar boyutunu aşmış, uzak doğuda olduğu üzere, bizzat gelişmişler arasında çatışmaya yönelmiştir. Bu durum kapitalizmin sıkışmışlığının net yansımasıdır. Türkiye’de tanık olduğumuz siyasi arenadaki anlamsız kavgacılık, siyasetin yüklendiği küresel misyona yönelik tüm tartışmaların ve itaatsizliğin önünü kesmeye yöneliktir. Çevre ile kavgalı görüntü veren Türkiye’nin özde küresel uyumlu konuma sokulması, gidişata muhalefet edebilecek, parlamento, yargı, üniversite, medya vs gibi kurumların işlevsizleştirilmesini gerektirmektedir. Bu nedenle, proje ne denli küreselse, Türkiye’ye dayatılan ve uyulan politikalar da o denli küreseldir. İktidarın yaptığı, Türkiye’yi çürüyen küresel kapitalizmin yörüngesinde tutmaktır. Küresel yörüngede tutulan Türkiye’de siyasi sorumlular yüklendiği misyonla sürüklendiği dış hatalar ve içte bunlara tepki verenlerin şiddetle ve hukuksuz yollarla baskılanması nedeniyle giderek dış güçlere dayanmak zorunda kalmaktadır. İçinden geçtiğimiz yapay kavgalı ortam bir yandan yaşanan paniğin baskılanmasını, diğer yandan da paniğin sebebinin perdelenmesini amaçlamaktadır. Bu sistem içinde kalmak, kapitalizmin küresel çöküşüne dayanak oluşturarak giderek erimek demektir. Ekonomik alanda fabrika vb gibi reel üretim yerine inşaata sarılmak, sosyal alanda güçlü eğitim yerine dinciliğe savrulmak, yaşanan huzursuzlukları çözücü politikalarla yatıştırmak yerine polis gücü ile baskılamak, güçleşen yönetim tablosundan fırlayan görüntülerdir. Günümüz siyasi yapısını ve politikalarını besleyenlerin ülkeyi ne denli dönülmesi giderek olanaksızlaşan çok riskli bir kanala sokma günahını paylaşmakta olduklarını düşünmeleri gerekir. Umalım uyanış, çok geç olmadan gerçekleşir!

Odatv.com

Almanya'nın “ekonomik baskı sonuç verdi” demesi tesadüf değil
Ahmet Müfit
19.08.2017



Mayıs 2017 dönemine ilişkin işsizlik verileri Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Salı günü yayınlandı...

Mayıs 2017 dönemine ilişkin işsizlik verileri Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Salı günü yayınlandı. Buna göre, Türkiye genelinde işsiz sayısı 2017 yılı Mayıs döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 330 bin kişi artarak 3 milyon 225 bin kişi olurken, bir önceki yılın aynı ayında 9,4 olan işsizlik oranı 0,8 puan artarak yüzde 10,2 seviyesinde gerçekleşmiş durumda.

İş bulma ümidini kaybetmiş işsizleri, iş aramayan ancak çalışmaya hazır olan işsizleri, mevsimlik ve zamana bağlı eksik çalışanları da dahil ettiğinizde, 3 milyon 225 bin olan işsiz sayısı, 2 milyon 654 bin kişi artarak 5,879 milyona çıkıyor, işsizlik oranı yüzde 18’lerin üzerine tırmanıyor.

İstihdam edilenlerin oranında ise küçük de olsa bir artış söz konusu. İstihdam edilen kişi sayısı, 2017 yılı Mayıs döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 621 bin kişi artarak 28 milyon 488 bin, istihdam oranı ise 0,2 puanlık artış ile %47,7 olmuş. Söz konusu rakamlara ilişkin olarak, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) tarafından yapılan açıklama, istihdam edilen kişi sayısında yaşanan bu küçük artışta da ciddi bazı sorunlar olduğunu ortaya koyuyor. “İşsizlik Gerçek, İstihdam Seferberliği Yapay” başlıklı değerlendirmede dikkat çekilen konu, ücretli istihdam artışında yaşanan gerileme. Ülke ekonomisi Mayıs 2015-Mayıs 2016 döneminde 874 bin yeni ücretli istihdam yaratabilmişken, bu sayı Mayıs 2016-Mayıs 2017 döneminde sadece 283 bin kişi olmuş durumda.

Kadın ve genç işsizliğindeki artış, hız kesmeksizin devam ediyor. İşsizlik oranı geçen bir yıl içerisinde, erkeklerde yüzde 8,6’dan 8,8’e yükselerek 0,2 puan artarken, kadınlarda işsizlik 1,8 puanlık artış kaydederek, 11,2’den 13’e yükselmiş. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, işsizlikteki artış erkeklerden çok daha fazla kadınları etkilemiş.

Cinsiyet eşitsizliği, genç nüfus açısından çok daha belirgin/yaygın. Genç erkek nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı, geçen yılın aynı ayına göre 1,2 puanlık artışla 15,8’den 17’ye yükselirken, genç kadın nüfusta işsizlik 4,7 puan artarak yüzde 25’e ulaşmış durumda. Krizin yükünün esas olarak kadınların ve gençlerin sırtına yüklendiğini, krizin olumsuz sonuçlarından en çok bu iki kesimin etkilendiğini söylemek mümkün.

BU DESTEK SAĞLANMASAYDI, HALİMİZ NİCE OLURDU!

Görünen o ki, son bir yılda, vatandaşın vergisi, devletin kesesinden yerli ve yabancı demeksizin şirketlere sağlanan onca teşvike, desteğe, vergi ve varlık barışı adı altında gerçekleştirilen aflara, daha açık ifade edersek, kamunun/vatandaşın cebinden şirketlerin kasasına aktarılan onca kaynağa karşın istihdamda alınan yol, bir arpa boyu dahi değil. Mayıs ayı başında, bizzat o dönemki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın ağzından, istihdam desteği sağlanan kişi sayısının 1 milyon kişiyi aştığı söylenmişti. İnsan ya bu destek sağlanmasaydı, halimiz nice olurdu diye düşünmeden edemiyor doğrusu.

Resmin bir tarafı bu. Diğer tarafta ise her geçen gün sayısı artan ve büyük kısmı kayıt dışı çalışan yabancı/göçmen işçiler ve “Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur” diye açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın sözleri yer alıyor.

İşsizlik konusunda gelinen nokta, en genel hatlarıyla böyle. Her geçen ay daha da kötüleşen tablo, bırakınız sıradan insanı, siyasi partilerce dahi kanıksanmaya başlamış durumda. Ana Muhalefet Partisi, suçu uygulanmakta olan olağanüstü hale yıkarken, “yapısal reformlar” yoluyla ülkeyi/ekonomiyi yabancının parasına, sadece parasına değil hammaddesine, canlı hayvanına, buğdayına muhtaç eden, ülke insanını ucuz emek olarak küresel emek pazarının malı haline getiren neoliberal ekonomi politikalarına laf söylememeyi tercih etti. İşsiz, ümitsiz genç insanları, siyasi mücadelelerinin militan deposu olarak kullanan MHP ve HDP’den ise doğal olarak herhangi bir açıklama gelmedi.

Sonuç olarak, yalnızca sermayeye yönelik teşvik ve destekleri artırarak değil, buna ek olarak Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (Milli Gelir) hesaplama yöntemini değiştirilerek, plansız, programsız bir şekilde cebren sağlanan/sağlanmaya çalışılan “büyümenin kalkınma anlamına gelmeyeceğini, planlı kalkınma olmaksızın, kalıcı ve nitelikli istihdam dahi sağlayamayacağını bir kez daha yaşayarak “öğrenmiş” olduk. 12 Eylül ekonomik ve siyasi darbesiyle başlayıp, AKP döneminde de hız kesmeksizin devam eden, ulusal varlıkları satıp, el parasıyla ödünç refah yaşamaya, serbest piyasa adı altında sermayenin keyfiliğine dayalı neoliberal ekonomi politikaları, günümüzün moda deyimiyle “sürdürülemez” hale gelmiş durumda. Yunanlı Bakanın Eşek Adasında kuzu çevirmesi, Barzani’nin referanduma yeltenmesi, Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in “ekonomik baskı sonuç verdi” demesi, tesadüf değil.

Odatv.com

Yandaş gazetenin yazarı "Devletin malı deniz yemeyen keriz" diyenleri teker teker anlattı
21.08.2017

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı Ahmet Ünlü kamu kurum ve kuruluşlarında yaşanan etik ihlallerini örnekleriyle yazdı.

Ünlü “Kamu kurumlarındaki etik ihlalleri ya da acınacak halimiz” başlıklı yazısında “Müsteşar veya genel müdür göreve yeni atanmıştır. Hemen makam odası ve makam aracı yenilenir. Ne olur ne olmaz bekli de odasında dinleme aleti bulunabilir. Kurumunun lojmanı olmasına rağmen genel müdürün yüksek ücretlerle lojman kiralattırması. Nasıl da tanıdık geliyor değil mi” dedi.

Belediye başkanlarından da örnek veren Ünlü şu ifadeleri kullandı:

“Belediye başkanının oğlu işsizdir. Özünde çocuk ufak tefek eksikleri olsa da iyi bir müteahhittir. Elbette babasının belediye başkanı olduğu belediyeden ihaleli veya ihalesiz iş alamaz. Onun için başka bir belediye ile çalışması en idealidir.

Üst düzey bir kamu görevlisinin oğlu veya kızı işsizdir. KPSS’den yüksek puan alamamıştır. İyi de bu çocuklar ortada kalacak değiller ya. Hemen kamu kurumlarının iştiraklerinde işe başlatılırlar ya da sınav istemeyen bir kamu kurumunda işe başlatılır.

Araştırma ve uygulama hastanesinde görevli kadın doğum uzmanının, doğum yaptırdığı hastalarını özel bir hastanede görevli çocuk hastalıkları uzmanı eşine yönlendirmesi etik açıdan doğru mudur? Kamu görevlisinin görevini kullanarak eşi lehine menfaat sağlaması etik ilkelere aykırıdır.”

“KONTOL MÜHENDİSİ ÜCRETSİZ TATİLE DAVET EDİLİRSE…”

Örneklerle etik ihlallerini aktaran Ünlü şöyle devam etti:

“Bir kurumun müsteşarı veya genel müdürü, kaba inşaat halinde bir ev satın almıştır. Kurumun ihaleli işlerini yürüten firma sahibi, müsteşara veya genel müdüre, evinin ince işlerini ve bahçe düzenlemesini sembolik bir ücret karşılığında tamamlamayı teklif etmektedir. Müsteşar veya genel müdür, kendisine sunulan bu cazip teklifi kabul etmemelidir. Kabul etmesi durumunda çıkar çatışması ortaya çıkar ve ileride firma sahibinin mevzuata uygun olmayan isteklerde bulunması durumunda zor durumda kalabilir. Kurumla iş ilişkisi bulunan kişilere normal fiyattan da olsa bu tür işlerin yaptırılması, etik dışıdır.

Bir ihalede kontrol mühendisi olarak görev yapan memur, firma sahiplerine ait tatil köyünde ailece ücretsiz tatile davet edilmiştir. Davete icabet edilerek ailece bir hafta ücretsiz tatil yapılmış, tatil dönüşünde firmaya ait hak edişleri kontrol ederken imalatlarda eksiklik olduğu tespit edilmiştir. Eksiklikleri firma sahibine ileteceği sırada, firma sahibi, tatilden memnun kalıp kalmadığını sormuştur. Bu durumda kontrol mühendisi nasıl davranacaktır? Ya da yutkuna yutkuna ağzında tükürük kalmayacaktır.

Bir denetim elemanının, denetlemek üzere gittiği özel bir hastaneden, kendisine ücretsiz check-up yapılmasını istemesi etik midir? Ya da ücretsiz check-up yaptırılma teklifini kabul etmeli midir? Denetleyici konumunda bulunan kamu görevlilerinin, mevzuata aykırı olarak kendileri için hizmet, imkân veya benzeri çıkarlar talep etmesi etik davranış ilkelerine aykırıdır. Yine, bir denetim elemanının, denetim görevi ile ilgili hazırladığı açıklamalı bir mevzuat kitabını, satın almaları amacıyla denetlediği kamu kurumlarına dağıtması etik midir? Kamu görevlilerinin, görev, unvan ve yetkilerini kullanarak kendi kitaplarının satışını ve dağıtımını yaptırmaları yasaklandığından etik değildir.

“DEFİN İŞLEMLERİNİ YERİNE GETİREN İMAMA PARA TEKLİF EDİLİRSE…”

Belediye mezarlığında görev yapan imama, defin işlemlerini yerine getirdiği cenazelerin sahipleri para vermek istemektedir. İmamın, cenaze sahiplerinin vermek istedikleri parayı alması etik açıdan doğru mudur? Kamu görevlileri verdikleri hizmetin karşılığında devletten maaş ya da ücret almaktadır. Bu nedenle iş sahiplerinden yaptıkları işin karşılığında ayrıca ayni veya nakdi bir bedel almaları doğru değildir.

Fen işleri müdürünün amcası inşaat malzemeleri satmaktadır. Kendisini ziyarete gelen yeğenine, belediyeye iş yapan firmaları, kendisinden malzeme almaları konusunda yönlendirmesi için ricada bulunmaktadır. Müdür ne yapmalıdır? Amcasına bu davranışın doğru olmadığını anlatmalı, firmaları şirketine yönlendirmesi durumunda çıkar çatışması meydana geleceğini açıklamalıdır.

Genel müdür, kurumdan ihale alan firmanın sahibine, paranın bir kısmını bir derneğe bağışlaması durumunda, hakedişlerin hemen ödeneceğini söylemektedir. Genel müdürün davranışı doğru mudur? Kamu görevlilerinin, kamu hizmetlerini yürütürken spor kulübü, dernek vb. kuruluşlara bağış ya da yardım yapılmasına aracılık yapmaları etik değildir.

Yapılacak olan büyük bir satın alma ihalesi öncesinde, kurumun üst yöneticisinin, ihale şartnamesini hazırlayacak olan müdürü makamına çağırarak, şartnameyi belli bir firmanın ihaleyi kazanacağı şekilde hazırlamasını istemesi etik midir? Ya da ihale öncesinde bir firmaya önceden haber vererek hazırlık yapmasını söylemesi. Üst yöneticinin ihale mevzuatına aykırı talimat vermesi yasal ve etik değildir. Müdürün de böyle bir talimatı yerine getirmemesi gerekir. Bunlar etik ihlali olduğu gibi aynı zamanda da hem disiplin hem de adli yönden suçtur.

Bir kurumun üst yöneticisinin, sürekli görev yaptığı Ankara’dan çocuklarının ikamet ettiği başka bir şehre hafta sonları gitmek için kendisini görevli-izinli göstermek suretiyle hem uçak hem de harcırah imkânlarından yararlanması etik ihlalidir.

Bir kamu kurumundaki üst yöneticilerin yönetim kurulu toplantılarını, mevsimine göre yazın sahilde, yaylada; kışın kayak merkezlerinde düzenlemesi açık bir etik ihlalidir.”

“BAKALIM DİKTİĞİMİZ BU ELBİSE KİMLERE UYACAK”

Köşesinde “Yukarıda yer verilen örnekler ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Etik komisyonuna veya etik kuruluna konu intikal ettirilmediği sürece herhangi bir sorun yoktur.” diye yazan Ünlü yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Hizmet araçlarının bazı bürokratların çocuklarının servis aracı olarak kullanılması veya hanımlarının makam aracı haline gelmesi vakayı adiyeden olmuştur.

Yine, sırf kapıcı parasından kurtularak daha az aidat ödeme uğruna kamu konutlarına kurumların hizmetli personelini görevlendirmekten dahi utanmayan bir bürokrat taifesinden bahsedersek konunun vahameti daha iyi anlaşılır. Doğrusu Kamu Görevlileri Etik Kurulu'nun 12 personelle bu işin altından nasıl kalkacağını merak ediyorum. Rahmetli Akif ne kadar güzel özetlemiş; 'Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesi; bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi.' Sakın yanlış anlaşılmasın, bildiğim özel şeyleri yazmadım, sadece ve sadece herkesin bildiklerini özet olarak yazdım. Bakalım diktiğimiz bu elbise kimlere uyacak?”

Odatv.com

ABD PKK’yı “Ordu”laştırırken, TSK’nın Hâli!..
MÜYESSER YILDIZ
20 Ağustos 2017

Önce Jandarma Komutanlığı’ndaki atamalar, ardından YAŞ kararları ve dün gece de Kuvvet Komutanlıklarındaki yeni görevlendirmelerle “yeni TSK” şekillendirildi.

YAŞ kararlarının ardından, “Zarfa değil, mazrufa bakılması” gerektiğini vurgulamıştım. Çünkü önemli olan giden-gelen isimlerden ziyade, ilkeler ve kurallardı.

O yüzden son atamalar bağlamında yine TSK’yı TSK yapan ilke, kural ve güven ilişkisindeki altüst oluşa dikkat çekmek istiyorum. “Önemli değil” desem de bazı isimler bazında bazı olayları hatırlamamız gerekiyor ki, tablo daha iyi anlaşılabilsin.

Malum YAŞ kararlarıyla, görev sürelerini uzatmak mümkünken 3 kuvvet komutanı gönderildi.

Erdoğan, Hulusi Akar ve Hakan Fidan için “Dere geçerken at değiştirilmez” demişti.

“Milli iradeye” herhangi bir açıklama yapılmadan, 15 Temmuz’u yaşayan o komutanlar gönderilirken, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar kaldı.

Bu durumda sormak gerekir; Dere geçildi mi, geçilmedi mi?

-Aksakallı’nın Gidişi Sürpriz mi?-

Dün geceki atamalara gelirsek; Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın bu görevden alınıp, 2. Kolordu Komutanı yapılması “sürpriz” olarak nitelendirildi.

Oysa daha 23 Mart’ta, “Zekai Aksakallı görevden mi alınacak?” diye sorduk.
Zira Genelkurmay Başkanı Akar’la aralarında geçmişten gelen ilginç bir sorun vardı.

Aksakallı’nın Ankara’da devam eden şehit Ömer Halisdemir davasında mahkemeye bir özel celsede verdiği ifadede, “TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” diyerek, açıkça Akar’ı suçlaması ise hem o sorunu iyice derinleştirdi, hem de bugünkü görev değişikliğini tetikledi.

Bu arada Ankara kulislerinde, “bazı gerçeklerden” habersiz Erdoğan’ın Zekai Aksakallı’ya sahip çıktığı, Başbakan Binali Yıldırım’ın ise bildiklerinden dolayı Aksakallı’ya çok da sıcak bakmadığı konuşuluyordu.

İki ihtimal var; Ya Erdoğan da o “bazı gerçekleri” öğrendi… Veya ikili arasındaki sorunlarda Akar’dan yana taraf oldu ki, bu değişiklik gerçekleşti.
Ancak Aksakallı’nın gidişiyle ilgili asıl önemli mesele şu; Bilindiği gibi Suriye operasyonları ve muhalif ÖSO militanlarının eğitimi adeta MİT Müsteşarı Fidan’la birlikte onun şahsına endeksliydi. Bayramdan hemen sonra İdlib operasyonu beklenirken, bu görev değişikliği acaba Suriye ve ÖSO politikalarında değişikliğin de habercisi olabilir mi?

Aksakallı’yla ilgili son bir not; Yeni görevlendirmeden sonra istifa ettiği söyleniyor. Özel Kuvvetler Komutanlığı davalarında tanıklık yapması heyecanla beklenirken ve hakkında çok sayıda “işkence” iddiasıyla şikayet varken, istifasına pek de ihtimal verilmiyor.

-Akar’a “Sizi Dinlemiyorum” Diyen Komutan Kim?-

Türkiye ateş çemberinin ortasındayken; İsimlendirme yapmadan, komuta kademesi dahil çok sayıda üst düzey komutanının birbirine güvenmediğini, herkesin herkesten şüphelendiğini belirtmekle yetinip, somut bir olay ve iddiayı aktaralım.

Darbe teşebbüsünün ertesi günü 16 Temmuz’da Çankaya Köşkü’ne giden Hulusi Akar ile Mehmet Dişli’nin, Akıncı Üssü’nde kalan ve sonradan darbenin “1 numarası” ilân edilen Akın Öztürk’ü de helikopterle Köşk’e getirmek için Eskişehir’deki Harekat Merkezi’ni aradığı biliniyor.

Nereden biliniyor? O tarihte Eskişehir Hava Savunma Komutanı olan, sonrasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı’na atanan Korgeneral Nihat Kökmen’in ifadesinden. Önce Dişli arıyor, Kökmen cevap vermeden telefonu kapatıyor. Sonra Akar arayıp, “Nihat, Akın-Yaşar konusunu çözün” diyor ve başka bir şey söylemeden telefonu kapatıyor.
Ancak Mehmet Dişli işte bu görüşmeyle ilgili olarak Ankara’da devam eden Akıncı davasında ilk kez yeni bir detayı gündeme getirdi. Dişli’nin iddiasına göre, Akar aradığında Nihat Kökmen, “Sayın Başbakan emir verirse, yerine getiririm” karşılığını vermiş. Yani bir anlamda Genelkurmay Başkanına, “Emrinizi dinlemiyorum” demiş.

Emir-komuta zinciri ve güven ilişkisi böylesine kırılmışken, Akar Genelkurmay Başkanlığını sürdürdü. Onun emrini dinlemeyen Kökmen de 1 yıl Hava Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yaptı. Şimdi mi; Nihat Kökmen buradan alınıp, Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanlığına atandı!..
TSK açısından her anlamda hazin bir tablo değil mi?

-Liyakat ve Tecrübe?-

Jandarma Genel Komutanlığı’na bir sivilin atanması bekleniyordu. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Arif Çetin Orgeneralliğe terfi ettirilerek, bu göreve getirildi.

Jandarmadaki huzursuzluğu şimdilik bir miktar gidermek için sevilen ve güvenilen bir isim olan Çetin’in tercih edildiği anlaşılıyor. Yine de seneye bir sivilin veya daha alt rütbede bir ismin atanmasına hazır olalım derim.
Jandarmada en kıdemli isim olan Ata Kalkan’ın istifası da “sürpriz” sayıldı.
Hayır değil, asıl “sürpriz” hakkındaki bir yığın söylentiye rağmen 1 yıldır görevde tutulması ve böyle bir yöntemle kendiliğinden gitmesinin sağlanmasıdır!..

Genelkurmay, Kara ve Hava Komutanlıkları ile ÖKK’ya gelince; Darbe davalarında adları sıkça çeşitli iddialarla anılan ve 15 Temmuz’la ilgili suçlanan bazı komutanların önemli görevlere getirildiğini belirtip, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na geçelim.

Ne denli başarılı olursa olsun Donanma Komutanlığı yapmamış birisinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesi başlıbaşına “Liyakat ve tecrübeye” vurulan bir darbeydi. Bundan sonra herhangi bir rütbeden, herhangi bir ismin de Kuvvet Komutanı olmasının temeli atıldı.

Son atamalarla kumpas davalarda hapis yatan veya adları geçen Ercüment Tatlıoğlu, Yavuz Kılıç, Şafak Duruer, Ayhan Türker Koçpınar gibi isimlerin önemli görevlere getirilmesi ise sadece “ehven-i şer”dir.

Atamalarda adı hiç geçmeyen önemli bir isme daha dikkat çekelim; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığına Cihat Yaycı atandı. 15 Temmuz’dan bu yana Personel Başkanıydı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda “FETÖ’yle mücadelenin” beyni ve Erdoğan’la doğrudan görüşebilen ender isimlerden birisi olarak biliniyor. Hasılı, “Yakın geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı şimdiden belli” denebilir.

-PKK “Ordu”laştırılırken!..-

ABD destekli “açılımlar”… Kumpaslar… En nihayet 15 Temmuz darbesiyle; TSK’nın hallaç pamuğu gibi atılması!..

Eş zamanlı olarak yine ABD desteğiyle, bölücü terör örgütü PKK ve uzantılarının gözümüzün önünde “ordu”laştırılması!..

Aklımda ise nedense sadece Akar’ın 15 Temmuz gecesi darbecilere bağırırken kullandığını ifade ettiği şu sözler:
“Yeteri kadar rezil ettiniz, daha fazla rezil etmeyin, Balkan savaşından beter ettiniz…”

Kaynak: https://www.facebook.com/notes/müyesser-yıldız/abd-pkkyı-ordulaştırırken-tsknın-hâli/1728091713898492/

Ertuğrul Özkök'ten 'İbrahim Karagül' yorumu: "Bu sözler A330 uçağındaki ilk Suriye çatlağıydı"
18 Ağustos 2017



Hürriyet yazar Ertuğrul Özkök, "Nihai kararlar almak, nihai pozisyonlar belirlemek zorundayız. Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanısıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız" diyen Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'ün "saf değiştirdiğini" savundu. Karagül'ün A330 uçağında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a 2 yılda 10 yurt dışı gezisinde eşlik ettiğini hatırlatan Özkök, "Ben 5 yıldır bunu yazıyorum. 'Aklın yolu' bu defa A330 uçağının içinden gösteriliyor" ifadesini kullandı.

İbrahim Karagül...
İbrahim Karagül...Karagül, dün (18 Ağustos 2017) yayımlanan yazısında Karagül, ABD'nin Suriye'de Kürt Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) yaptığı silah yardımının "Türkiye'ye yönelik ciddi bir tehdit" olduğunu savunmuş; "Nihai kararlar almak, nihai pozisyonlar belirlemek zorundayız. Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanısıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız" demişti.

Ertuğrul Özkök'ün "A330’daki ‘sağlam adamımız’ neden birden saf değiştirdi" başlığıyla yayımlanan ( 18 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Dün Türkiye’nin Suriye politikası ile ilgili çok ilginç bir gelişme oldu.

*

Türkiye’nin bugüne kadar sürdürdüğü Suriye politikasını en tavizsiz biçimde savunan iktidar yanlısı biri dün saf değiştirdi.

Üstelik saf değiştiren kişi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın A330 uçağının kadrosundan birisi...

Bu konuya gireceğim, ama önce bu “A330’daki sağlam adamımız” denilen bu kişi hakkında biraz bilgi vereyim.

*

Türkiye gazetesi yazarı Fatih Selek bu yılın mayıs ayında “Makam uçağındaki gazeteciler” başlığı altında güzel bir inceleme yazısı yayınladı.

Eylül 2014’ten Mayıs 2017’ye kadar Cumhurbaşkanı’nın uçağının içinden çekilmiş 26 fotoğraf üzerinde bir inceleme yapıp, A330’a hangi gazeteden kaç gazetecinin kaçar defa davet edildiğinin listesini çıkardı.

*

Cumhurbaşkanı’nın dış gezilerine en çok davet edilen gazetecilerden biri Yeni Şafak gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim Karagül...

İki yıl içinde 10 dış gezide A330 uçağında Cumhurbaşkanı’nın yanındaymış...

*

İbrahim Karagül, Türkiye’nin tam bir fiyasko ile biten Suriye politikasının en sıkı savunucularından biriydi.

İşte o Karagül dün yayınlanan makalesinde Suriye politikasının artık değişmesi gerektiğini yazdı.

*

Hem de öyle bir şey söyledi ki...

Bu sözler A330 uçağındaki ilk Suriye çatlağıydı.

Bakın dün neler yazdı.

A330’'da u dönüşü: 'Esed takıntısından çıkmalıyız'

A330 uçağının müdavimlerinden İbrahim Karagül bakın neler yazıyor:

*

- Mezhep politikası bitti: “Bütün bölgeyi harabeye çevirme potansiyeli taşıyan mezhep krizinden bir an önce kurtulmanın yollarını bulmalıyız.”

*

- Terörle mücadele sloganı çöktü: "Hâlâ ‘terörle mücadele’ gibi soyut, anlamsız, bir karşılığı olmayan gerçeklikten uzak cümlelerle konuşulmasını anlamak mümkün değildir. Artık ‘terörle mücadele’ diye bir kavram yoktur.”

*

- ‘Esed'i indirme politikası çöktü: “Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız.”

*

- Suriye'yi bölme politikası iflas etti:

“Suriye’yi bir bütün olarak tutacak adımlar atmaktan, ülkenin ABD işgaline teslim edilmemesinden, parçalandığı anda Türkiye’nin parçalanma sürecinin başlatılacağından söz ediyorum.”

*

- Hamaset dönemi kapandı: “Buna şiddetle karşı çıkanların, boş hamaset dışında Türkiye’ye önerdiği hiçbir çözüm yolu yoktur!”

*

Dibe vuran Suriye politikası ile ilgili bu radikal dönüş tavsiyesini yazan ben değilim.

Ben 5 yıldır bunu yazıyorum.

“Aklın yolu” bu defa A330 uçağının içinden gösteriliyor....

A330’a binme rekoru kimde

Ali Adakoğlu (Milat): 16, Selçuk Tepeli (Habertürk): 14, Serdar Karagöz (Daily Sabah): 14, Turgay Güler (Güneş): 13, Murat Kelkitlioğlu (Akşam): 13, İbrahim Karagül (Yeni Şafak): 10, Ekrem Kızıltaş (Takvim): 9, Erdal Şafak (Sabah): 9, İsmail Kapan (Türkiye): 9, Hakan Çelik (Posta): 8, Ergün Diler (Takvim): 8, Vahap Munyar (Hürriyet): 7, Nihal Bengisu Karaca (Habertürk): 7, Halime Gökçe (Star): 7, Fikret Bilâ (Hürriyet): 6, Nuri Elibol (Türkiye): 6, Akif Beki (Hürriyet): 6, Mustafa Kartoğlu (Star): 5, Verda Özer (Hürriyet): 5, Nuh Albayrak (Star): 4, Nagehan Alçı (Milliyet): 4

Türkiye İdlib'de çok fena sıkıştı

Sınırımızın hemen ötesine bu defa El Kaide yerleşti

Bu Türkiye açısından çok kötü bir durum.

*

- Bu bölgeyi Amerikalılar Nusra ve El Kaide’den kurtarırsa, o bölgeye Kürtler ve PYD yerleşecek.

*

- Yok, Ruslar kurtarırsa, bu oraya Esad güçlerinin yerleşmesi anlamına gelecek.

*

Her ikisi de Türkiye’nin Suriye politikasının iflası anlamına geliyor.

Erol Olçok yaşasaydı acaba Erdoğan'a ne tavsiye ederdi

Yaşasaydı rahmetli Erol Olçok’a şunu sorardım:

“Bu işin uzmanı olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamusal iletişimini nasıl buluyorsunuz?”

*

Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’na yüklenirken, “Bizim Suriye’ye gizlice silah gönderdiğimizi söyleyip uluslararası mahkemelerde yargılatmak istiyor” sözleri...

*

Şundan eminim.

Eğer Erol Olçok hayatta olsaydı kesinlikle şunu söylerdi:

“Sayın Cumhurbaşkanı lütfen bunu siz dillendirmeyin...”

*

Ben iletişim sosyoloğuyum...

O nedenle şunu söyleyebilirim.

Cumhurbaşkanı bu strateji ile söz konusu iddiayı uluslararası dolaşıma kendisi sokuyor...

Yani FETÖ’nün yapmak istediğine alet oluyor.

*

O nedenle bu stratejinin bir kere daha düşünülmesinde yarar var.

T24

Cem Küçük'ten Ertuğrul Özkök'e: Sen kimsin ya, Aydın Doğan'a talimat veririm gereğini yapar!
18 Ağustos 2017



"Parmağımda oynatıyorum onları; kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum"

Gazeteci Cem Küçük, kendisiyle ilgili olarak "Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim" diye espri yapan Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e tepki gösterdi. Özkök'e "Sen kimsin ya?" diye seslenen Küçük, sözlerinin devamında "Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar" ifadesini kullandı.

Beyaz TV'de yayınlanan "Ne Var Ne Yok" adlı programa konuk olan Küçük, şunları söyledi:

"Oray Eğin'i Habertürk'e sen yerleştirdin. Kenan Tekdağ almış gibi gözükebilir ama senin adamın o, sen yerleştirdin. Turgay Ciner'i batırmak gibi bir niyetin var. 2007'de nasıl Sabah'a el koydunuz, Ciner'indi o. 'Cem'i MİT'e yerleştirdim' falan diyor. Sen kimsin ya? Ertuğrul Özkök, sen kimsin? Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar."

"Eskisi gibi çıkın hükümeti aleyhine bir tek yazı yazın. Eskiden eleştiriyordunuz. Bir tane eleştirel yazı yazamıyorlar. Hakan Fidan'a takmışlar, Hulusi Akar'a takmışlar. Onların üzerinden gidiyorlar. Kafa bu. Güçleri kalmadığı için... Hiçbir güçleri yok. Bak ne diyorum; bütün Hürriyet'i topla benim serçe parmağım daha güçlü. Patronuna talimatı veririm, gereğini yapar. Parmağımda oynatıyorum onları. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum. Akılsız bunlar. Bizimkiler bunları bir şey zannediyor."

"Bu yol aynı yere çıkacak"

Cem Küçük’ün açıklamaları sonrasında sosyal medya hesabından cevap veren, Hürriyet muhabiri İsmail Saymaz, “Tetikçi meczup Cem Küçük’ün geçtiği yoldan, Ekrem Dumanlı ve Mehmet Baransu da geçti. Bu yol aynı yere çıkacak” dedi.

Ne olmuştu?

Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına son verilmişti. Söz konusu ayrılığın Beki'nin "AKP için kaleme aldığı eleştirel yazılar" nedeniyle gerçekleştiği öne sürülmüştü. Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan son yazısında kullandığı "İyi, kötü anılarımız var, bir çift söz de komşum Özkök’e: Gidiyorum ama çok da rahatlama, hemen koyverme, gözüm üstünde" ifadesi, kimi köşe yazarları için tartışma konusu olmuştu.

Küçük, "Şeytani bir operasyoncu: Ertuğrul Özkök" başlığıyla yayımlanan (14 Ağustos 2017) yazısında "Hakikaten kendilerine özel ödül vermek gerekir. Sözün kısası Özkök, Akif Beki'nin kovulmasına onay vermiştir. Zaten bu Ertuğrul Özkök gibi oynak bir şeytan Türk medyasına gelmemiştir" ifadesini kullanmıştı.

Özkök ise Küçük'ün ifadelerini tiye almış; "Her gün 'en derin devlet' adına konuşan bu arkadaş, medya tarihindeki en en en derin operasyonumu atlamış. Onu da bugün ben kendim açıklıyorum. Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim. Yanlış anlamayın Küçük Cem derken onu küçümsemiyorum. Onu MİT’e çok küçük yaşta yerleştirdiğim için öyle yazdım" diye espri yapmıştı. Özkök, yazısına "Aman ha, şaka yapıyorum. Sakın ola ciddiye almayın" diye not düşmüştü.

T24
ETİKETLER
ertuğrul Özkök cem küçük aydın doğan hürriyet gazetesi

Silivri'de işkence iddiası: 30 gardiyan darp etti; doktor, 'Siz kendi kendinizi dövmüşsüz' dedi!
18 Ağustos 2017



Silivri Cezaevi'nde DHKP/C üyesi olduğu iddiasıyla tutuklu bulunan Umut Gündüz Altın, Murat Yüksel ve Musa Kurt 30’u aşkın gardiyan tarafından darp edildiği öne sürüldü. Oğlunu ziyarette ettiği sırada üzerindeki darp izlerini gören Baba Cengiz Altın, "Oğlum, Silivri Cezaevi’ne sırf işkence için özel ekiplerin getirildiğini söylüyor. Sürekli darp ediliyorlar" ifadesini kullandı. Altın, oğlu ve diğer iki arkadaşının darp edildikten sonra cezaevi doktoruna göründüklerini söyleyerek, “Doktor kendilerine 'siz kendi kendinizi dövmüşsüz' demiş" dedi.

Cumhuriyet'ten Seyhan Avşar'ın haberine göre, Silivri 9 No’lu Cezaevi’nde DHKP/C üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklu bulunan Umut Gündüz Altın, Murat Yüksel ve Musa Kurt havalandırmada bulunan kamerayı kapattıkları iddiasıyla 30’u aşkın gardiyan tarafından darp edildi. Umut Gündüz Altın’ın babası Cengiz Altın, oğlu ile beraber darp edilen Yüksel ve Kurt’un gözlerinin görmediğini söyledi. Baba Altın, “Oğlumun kaburgalarında ağrılar var. Vücudu morluklarla dolu. Silivri Cezaevi’ne işkence için özel ekipler getirilmiş” dedi.

Umut Gündüz Altın 9 ay önce DHKP/C üyesi olduğu iddiasıyla tutuklandı. Önce Maltepe Çocuk Cezaevi’ne gönderildi. İki ay önce ise 18 yaşını doldurduğu için Silivri 9 No’lu Cezaevi’ne sevk edildi.

Altın’ı önceki gün cezaevinde ziyaret eden babası Cengiz Altın, çocuğunun vücudundaki morlukları görünce dehşete kapıldı. Baba Altın oğlunun cezaevinde yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

“30’u aşkın gardiyan koğuşu basmış. Oğlum ve iki arkadaşına havalandırmadaki kamerayı kapatıp, çöp kovasını aldıklarını söyleyerek öldüresiye dövmüşler. Murat Yüksel ve Musa Kartı çıplak şekilde soyup süngerli odaya kapatmışlar. Oğlum, Silivri Cezaevi’ne sırf işkence için özel ekiplerin getirildiğini söylüyor. Sürekli darp ediliyorlar.”

Altın, oğlu ve diğer iki arkadaşının cezaevi doktoruna göründüklerini söyleyerek, “Doktor kendilerine siz kendi kendinizi dövmüşsüz demiş. Çocuklarımız neden kendi kendini dövsün. Bu kadar komik bir doktor tespiti olabilir mi” diye sordu. Cezaevi yönetimi ile görüşmediğini söyleyen Altın, “Ne konuşacağım ki... Bu ülkede adaletin olmadığını biliyorum. Bugün avukatı gidip görüşecek. Sesimizi duyurmak istiyoruz. Cezaevlerinde durum çok vahim” dedi.

ETİKETLER
cezaevi cumhuriyet dhkpc işkence 30 gardiyan darp doktor
T24

Erdoğan kendi adına racon kesen 'reisçiler'e ayar verdi: Kimsenin racon kesmesine ihtiyacım yok, racon kesilecekse bizzat kendim keserim
20.08.2017



İstanbul'da konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'kendini adına açıklamalarda bulunan' bazı sosyal medya hesapları ve köşe yazarlarını eleştirdi. Kendisi ve sözcülerinin sözlerinin dışındaki açıklamaların dikkate alınmaması gerektiğini söyleyen Erdoğan "Kimsenin racon kesmesine ihtiyacım yoktur. Racon kesilecekse, bu raconu bizzat kendim keserim" dedi.

Erdoğan'ın bu konuda söyledikleri şöyle:

Genellikle sosyal medya hesapları veya kimi köşe yazarları üzerinden başlatılan bu tartışmalarda, birilerinin şahsımın adına adeta racon kestiği, herkese ayar vermeye çalıştığı anlaşılıyor. Burada bir kez daha açık ve net olarak ifade ediyorum: Benim, milletimle, partimle paylaşacağım bir düşüncem, bir teklifim, bir hissiyatım varsa, bunun yolları bellidir. Kimsenin racon kesmesine de ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse, bu raconu bizzat kendim keserim. Bu da böyle bilinmeli.
(Kalabalığın 'Bir gece ansızın gelebiliriz' sözleri üzerine) Hiç şüpheniz olmasın. İzinle değil kendi kararımızla bir gece ansızın gelebiliriz.

Ben zaten konuşuyorum. Bunlara gerek yok ki. Ben derdimi anlatmaktan aciz de değilim, yeri geldiği zaman bunları anlatıyorum, anlatmaya da devam edeceğim. Hele hele başkalarının adına açılmış sosyal medya hesapları ve köşe yazıları gibi mecraları aracı kılma alışkanlığım kesinlikle bulunmuyor, bu da böyle biline.

Herhalde dünyada benim kadar şeffaf olan, benim kadar açık konuşan, benim kadar görüşlerini net ifade eden bir başka lider var mıdır, onu da pek bilmiyorum. Kimsenin yüzüne karşı söyleyemediğim bir sözü arkasından ifade etmeyeceğimi şahsımı az çok tanıyan herkes çok iyi bilir.

Şahsım ve sözcülerimin dışında yapılan açıklamaların benimle ve partimle ilgilisi yoktur. 'Şu köşe yazarının Cumhurbaşkanı ile şöyle dostluğu var' diyorlar, hiçbiri beni bağlamaz.

Bunun dışında 'Cumhurbaşkanı şöyle istiyor, reis şöyle düşünüyor.' Bak benim ne düşündüğümü de bilenler var. 'Genel başkan böyle arz ediyor.' Bu tür yakıştırmalara hiç kimse itibar etmemelidir. Hatta şahsıma bu türden yakıştırmalar izafe edenlerin hukuki takip için cumhurbaşkanlığındaki ve partideki ilgili arkadaşlara bildirilmesinde fayda görüyorum.
Anahaber

‘Davutoğlu’nun sesi’ Erdoğan’ı uyardı: İyi değil bu gidiş.
19 Ağustos 2017



Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, Büyükada tutuklamaları üzerinden hükümeti ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı eleştirdi. Albayrak, “Büyükada’da gizli toplantı meselesi” başlıklı yazısında, Davutoğlu’na yönelik, isim vermeden “Reisçi” diye bilinen AKP’li yazarlardan gelen eleştirileri de haksız buldu.

Albayrak, yazısının son bölümünde şu ifadeleri kullandı:

“Hükümete yakın basında ilgili haberler sansayonel başlıklar altında sunuluyor ama haberlerin içerikleri -bütün zorlamalara rağmen- o sansayonelliğin hakkını veremiyor. Bir kere, ‘gizli toplantı’ denilen toplantı aslında gizli değildi. Balık baştan kokuyor yani.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili açıklamaları da tatminkâr olmaktan çok uzak. Savcılığın ‘performansı’ da.

En ağır suçlamalar bile çok kolay yapılabiliyor. Mahkemeler gözaltı ve tutuklama kararlarını çok kolay alabiliyor. ‘İnsanların itibarları ve özgürlükleri söz konusu olduğunda iki kere düşünelim’ denmiyor. Uluslararası komplikasyonlar zaten hiç umursanmıyor. (Yabancı devletlerle şu veya bu konuda didişmeniz kaçınılmaz hale geldiğinde mecburen didişirsiniz. Ne yazık ki son zamanlarla kaçınılabilir didişmelere de balıklama atlanıyor. Bu arada “Ahmet Davutoğlu bizi herkesle papaz etmişti, iyi ki gitti” sakızı çiğnenmeye devam ediyor!) İyi değil bu gidiş.

FETÖ’yle, PKK’yla mücadelenin haklılığına, hukuk devletinin hukukiliğine gölge düşürülmemeli. En önemlisi, mazlumun ‘âh’ını almaktan korkulmalı.

Ne derler? ‘Biraz daha özen lütfen.”
İlk Kurşun

Dücane Cündioğlu'ndan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a: Metal yorgunluğu değil, vicdan yorgunluğu var
21 Ağustos 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ak Parti teşkilatlarında başarısız olarak gördüğü isimler için kullandığı "metal yorgunluğu" söylemine ünlü yazar, düşünür, filozof Dücane Cündioğlu'ndan ilginç bir değerlendirme geldi.

Siyasi partilerin birer makine değil de, insan topluluğu olduğuna dikkat çeken Cündioğlu; Ak Parti'nin teşkilat üyelerinde "vicdan yorgunluğu" olduğunu belirtti.

İşte Dücane Cündioğlu'nun sosyal medya hesabından yaptığı o değerlendirme:

Hiçbir parti ruhsuz makinalara benzemez, bu nedenle parçalarında metal yorgunluğu değil, üyelerinin kalbinde vicdan yorgunluğu aranmalı.


Haber Fedai

Ege Cansen: Asıl önemlisi yandaş Karagül’ün AKP’ye kestiği ‘siyaset paradigmalarını değiştir’ raconuydu
25/08/2017

Ertuğrul Özkök 18 Ağustos tarihli Hürriyet’teki köşesine çok önemli bir aktarma yaptı. AKP’yi başından beri destekleyen Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün 17 Ağustos’taki makalesini özetledi. Makalesinde Karagül, adeta AKP ile muhalefet arasına giriyor ve neticede “Özkök gibi düşünen muhalifler haklıdır” diye racon kesiyordu.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Ağustos 2017 günü İstanbul’da AKP İl Danışma Meclisi Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, bir başka yazarın (muhtemelen Cem Küçük) kendisine izafeten Aydın Doğan’la ilgili olarak söylediklerine şiddetle karşı çıktı. “Bir racon kesilecekse, bizzat kendim keserim” diyerek, yandaş yazarlara bir had bildirmesi yaptı. Bana göre, yandaş bir gazetecinin meslektaşları hakkında kestiği racon (?) o kadar da önemli değildi.

Asıl önemlisi yandaş Karagül’ün AKP’ye kestiği “siyaset paradigmalarını değiştir” raconuydu. Buna kimse ses çıkarmadı.

Ege Cansen’in yazısının tamamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/ege-cansen/racon-2-1986698/

İşten çıkarılan taşeron işçiler eylem yaptı
08 Eylül 2017



T24'ün haberine göre; Sivas'ın Suşehri İlçesi'nde Karayolları 163'üncü Şube Şefliği'ne bağlı özel bir firmada çalışan 30 işçinin işine son verildi. İşten çıkarıldıklarını duyan işçiler şube şefliği önüne gelerek eylem yaptı. İşçiler daha sonra Suşehri ilçe girişine kadar yürüdü. Burada işçiler adına açıklama yapan Erdoğan Aktaş, "Çalışmış olduğumuz taşeron firma, sebepsiz yere iş hakkımızı sona erdirdiğinden dolayı biz de bu şekilde sesimizi duyurmak istiyoruz. Devlet büyüklerimizin de bu sorunumuza el atmasını istiyoruz. " dedi.
Ana Haber

Nihal Bengisu Karaca: AKP'de 'kalp yorgunluğu' var; Erdoğan'ın 'racon' açıklaması anlamlı, ama geç kalındı
22 Ağustos 2017

"Erdoğan'ın sözlerini bu kez de 'Bize demedi, kediy
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ekm 10, 2017 8:22 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ağu 23, 2017 11:39 pm    Mesaj konusu: Nihal Bengisu Karaca: AKP'de 'kalp yorgunluğu' var Alıntıyla Cevap Gönder

Davutoğlu'nun eski danışmanı "AK Parti Konya'yı kaybediyor" dedi, rektör tepki gösterdi: Bir yere gitmez!
29 Ağustos 2017



Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun bir dönem "stratejik danışmanlığı"nı üstlenen yazar Atılgan Bayar ile Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin arasında "Konya" tartışması yaşandı.

Sosyal medyada yürütülen tartışma, Atılgan Bayar'ın "AK Parti Konya'yı kaybediyor. Pelikan kına yaksın" paylaşımıyla başladı. Söz konusu paylaşımı alıntılayan rektör Şahin, "Abartmayın, Konya bir yere gitmez" dedi. Bunun üzerine Bayar'ın "Garanti mi veriyorsunuz?" diye sorduğu tartışma, şöyle devam etti:

Mustafa Şahin: Konya durduğu yerde durur, Reisine ve ideallerine her zaman bağlıdır. Gerisi tamamen boş laflardır.

Atılgan Bayar: Adayınız da Hilal Kaplan, Metin bilmem ne, Fuat Uğur, Cem Küçük olsun.

Mustafa Şahin: Siz kendinizi fazla yormayın, Konya kendi adaylarını çıkarır ve desteğini verir.

Atılgan Bayar: Siz de siyaseti bırakıp rektörlük yapın.

Mustafa Şahin: Teşekkür ederim, ama Konya hakkında herkesin konuştuğu yerde bir Konyalı olarak susmamı beklemeyin.

Atılgan Bayar: Hoca, sen Konyalılara iftira ve hakareti müdafa ettin. Iyi siyasi yatırım gibi gördün. Ama bence pek öyle değil.

Mustafa Şahin: Benim söze giriş noktam "Konya'nın kaybedildiği" cümlesidir.

Atılgan Bayar: Koskoca Rektör, bağlamını bilmediği lafa girmemeli o hâlde.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı da
tepkili

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış da, Atılgan Bayar'ın "AK Parti Konya'yı kaybediyor" paylaşımına tepki gösterdi. Bayar'ın ilgili paylaşımını alıntılayan Akış, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Konya mitinginden bir görüntü paylaşarak şunu yazdı:

"Bağa girdim üzüm yok. El yârinde gözüm yok. Ben yârimi tanırım. Başkasına sözüm yok"

Bayar'ın Akış'a yanıtı ise, "Bağlamı anladınız mı? Yoksa Pelikan'a mı sahip çıkıyorsunuz? Size 'başkasında gözün var,' diyen mi oldu? Pelikan başa bela diyorum, siz bu tweeti atıyorsunuz. 2011'de 'Erdoğan Atatürk'ü aşmıştır' analizi yapan birine bunu yazmanızın anlamı ne? Birbirimize Reis propagandası yapmayı bırakıp, sorunları görelim" oldu.

Bayar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde "İslam dünyasına uygulanan zulme ve bölünmeye karşı tek başına dik duran Erdoğan; fiili olarak halife-i rû-yi zemindir. Biat ediyorum" demişti. Bayar'ın açıklaması, tartışmalara yol açmıştı.

T24
ETİKETLER
atılgan bayar ahmet davutoğlu selçuk Üniversitesi mustafa Şahin

Batuhan ÇOLAK: AKP çatırdıyor!
22 Ağustos 2017



2002 seçimlerinde yüzde 34 oy alan AKP, Meclis’teki temsil oranı bakımından yüzde 70’lere ulaşıyordu. DYP, ANAP, MHP gibi partilerin baraj altında kalışı, AKP’ye büyük bir iktidar fırsatı tanıdı. (..)

Daha sonrasında FETÖ’nün güçlendirilerek siyasetin nasıl tepetaklak edildiğine şahit olduk. FETÖ’nün güçlenmesiyle birlikte AKP’nin demokrasiden uzaklaşma süreci ortaya çıktı. Partilere düzenlenen kaset operasyonları, TSK’ya yönelik kumpaslar, sivil toplum kuruluşu yöneticilerine atılan haksız suçlamalar…

Siyaset, FETÖ’nün yöntemleriyle dizayn edilirken; iktidar, kendisine açılan yeni alanlarda daha sert bir “yandaşlaşma” operasyonu başlatıyordu. FETÖ, ahlak ve siyaset dışı yöntemlerle iktidara alan açmıştı açmasına ama karşılığını da fazlasıyla alıyordu. Adalet katledilmiş, devletin en kritik kurumları onların eline geçmişti.

Ancak bu birliktelik fazla sürmedi. FETÖ’nün kendisini Erdoğan’ın üzerinde konumlandırmaya çalışması ve beraberinde başlayan kavga, Türkiye’yi bambaşka bir atmosfere taşıdı.

AKP’ye haksız yoldan siyaset alanları açan FETÖ’nün aradan çekilmesiyle sandık ve demokrasi güçlenmeye başladı. Bunun ilk örneğini de 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadık. Halk, AKP’nin tek başına iktidarda kalmasını istemiyor, koalisyondan yana irade gösteriyordu.

AKP’yi tek başına iktidarda tutmak isteyenler son kozlarını henüz oynamamıştı. AKP’nin sıkıştığı her siyasi krizde imdadına koşan Bahçeli, tıpkı 2002 erken seçimlerinde olduğu gibi Türkiye’yi 1 Kasım seçimlerine götürdü. Adı “mister no” olmuştu. Erdoğan da aynı fikirdeydi. Koalisyon olursa partinin gözleri önünde eriyeceğini anlamıştı. Netice itibariyle AKP yeniden tek başına iktidara geldi.

Ancak köprünün altından çok sular akmıştı. Davutoğlu ve ekibi tasfiye edilirken, AKP’nin içinde küskünlerin sayıları da yüzlerle ifade edilmeye başladı.

1 Kasım’dan sonra çok rahat ve huzurlu olması gereken AKP için tam tersi bir süreç başladı. Çünkü MHP’deki Ülkücüler artık mevcut genel başkanla devam edilemeyeceğini anlamışlar ve kongre talep etmişlerdi. İlk başlarda MHP’deki değişime aldırış etmeyen, hatta “Bahçeli artık gitmeli” diye yazılar yazan yandaşlar, anket sonuçları geldikçe paniklemeye başladılar. Çünkü MHP’deki değişim doğrudan AKP’nin oylarını alıyordu. 7 Haziran’dan daha vahim bir tabloyla karşılaşabilirlerdi. Aynı zamanda şehirli seçmen ve gençlik de AKP’yi terk etmeye başlamıştı.

Tam da böyle bir dönemde FETÖ’nün darbe girişimi patlak verdi. Darbe bastırıldı, AKP ise ciddi bir kamuoyu desteği almıştı. O günlerdeki ılımlı mesajlar, 1 ay içerisinde yerini çok daha sert bir söyleme bıraktı. Söylemler de bir süre sonra uygulamaya dönüştü.

Ama büyük bir sorun vardı. FETÖ’yü bugünlere getiren siyasilere karşı hukuk işlemiyor, sistem çalışmıyordu. Örneğin, TSK’nın kalbi kozmik odaya “Bülent Arınç’ın evinin önünde planları yiyen iki albay” bahanesiyle girildiğinde dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’du. Başbuğ geçtiğimiz günlerde katıldığı bir programda dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “kozmik odaya girilmesi doğru olur” dediğini açıkladı.

İşte bu gibi bağlantılardan dolayı FETÖ’nün siyasi ayağına gidilemiyordu.

En nihayetinde, 16 Nisan’da tartışmalı bir referanduma gidildi. AKP, Türkiye’nin en önemli şehirlerini kaybetmişti. Parti içinde büyük bir panik havası oluşmaya başladı. Erdoğan sıkıntıyı “metal yorgunluğu” olarak açıklayıp, yıllarını teşkilata vermiş isimlerin istifasını istedi.

Görevden alınan isimlerin büyük çoğunluğu, 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın talimatıyla çoluk-çocuk sokaklara dökülen partililerdi. Dolayısıyla referandum başarısızlığı bir kıyıma dönüştü. Tıpkı MHP’de değişim isteyen il başkanları gibi, AKP’de “başarısız” görünen il başkanları gerekçe gösterilmeden istifa ettirilmeye başlandı.

Oysa durum bambaşkaydı. Gerçek, üzeri örtülmek istenen bir lider başarısızlığıydı. AKP teşkilatlarla seçim kazanan değil aksine lider davranışları ve söylemleriyle başarılı olan bir parti. Erdoğan’ın olmadığı dönemde düşen oylar nasıl ki teşkilatlarla bağlantılı değilse bugün de öyle. Dolayısıyla suçlunun sadece il başkanları nezdinde görülmesi makul değil.

AKP’deki çaresizlik ve kendi içindeki kıyım havası, milliyetçi-muhafazakâr-cumhuriyetçi oylara hitap edebilecek merkezdeki siyasete büyük alanlar açıyor. Öte yandan iktidar medyasının kendi içindeki kavgası Erdoğan’ın “racon” çıkışıyla artık resmiyet kazandı.

AKP’deki bu çatırdama devam ederse, 2019’da üst üste gelecek yerel-genel ve başkanlık seçimlerinde çok farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Daha da ötesi sürpriz transferlere şahit olabiliriz.
İlk Kurşun

Dengir Mir Mehmet Fırat: AKP ‘metal yorgunluğu’ değil ‘çürüme’ yaşıyor
25/08/2017



AKP’nin kurucularından HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP’nin ‘metal yorgunluğu’ değil ‘çürüme’ yaşadığını söyledi.

‘Metal yorgunluğu’ tabirini ilk kez Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kullanmış, parti teşkilatlarında yenilenmeye gitmeleri gerektiğini vurgulamıştı.

Reklam

Dihaber’e konuşan Fırat ise, AKP’deki sorunun aslında ‘çürüme’ olduğunu belirtti: “Bu bir metal yorgunluk değil, bir çürüme. Şimdi çürümeyi önlemeye çalışıyorlar. Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan çürümenin farkına vardı, kokuyu aldı. Bu bir tuzlama harekâtı. Şimdi zor olan şey çürümeyi önlemek için kullandıkları tuz da kokuyor. O yüzden çürümeyi önlemeleri mümkün değil, bu çürüme devam edecek.”

‘Erdoğan bu kitleyi kazanmak istiyor’

Şu an HDP bünyesinde siyaset yapan, ancak AKP’yi kurulduğu günden bu yana ‘içeriden’ bilen Fırat, AKP tabanının yüzde 10’unun artık partiye destek vermediğini söyledi.

HDP’li vekil şöyle devam etti: “Başka partiye de gitmiyorlar, ortada duruyorlar, bu çok önemli bir miktar. İktidar olup olmama meseledir. Erdoğan hep onu söylüyor. Diyor ki eskisi gibi yüzde 30-40 ile iktidar olmak mümkün değil, yüzde 50 artı 1 almak lazım diyor. Erdoğan yeniden bu kitleyi kazanmaya çalışıyor.”

‘Erken seçim yapılacak’

Referandumdan sonraki ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2019’da değil daha erken yapılacağını söyleyen Fırat, “Ben 2019’u görmüyorum. 2019 öncesinde bir erken seçim olacağı kanısındayım” dedi.

HDP’li siyasetçi, erken seçimin de tahmin edilenden erken olarak, ekonomik sorunlar derinleşmeden, 2017’nin sonunda ya da 2018’in başlarında yapılabileceğini vurguladı.

Fırat, siyasi krizin derinleşeceği uyarısında bulunarak şöyle konuştu: “En totaliter rejimlerde bile bu korunuyor ama son iç tüzük değişikliği ile kürsü masumiyeti ve Meclis’in meclis olma vasfı ortadan kaldırıldı. Yasamada yürütmeye daha doğrusu tek bir kişiye Türk usulü başkanlık adı altında bütün güçler tek bir kişiye bağlanmış durumda. Bunun adı demokrasi olamaz. Demokrasinin temel gereği güçler ayrılığı. Bu yüzden kaos giderek daha yoğunlaşacak, Türkiye içeride ve dışarıda büyük problemlerle karşı karşıya kalacak.”
Diken

Nihal Bengisu Karaca: AKP'de 'kalp yorgunluğu' var; Erdoğan'ın 'racon' açıklaması anlamlı, ama geç kalındı
22 Ağustos 2017



"Erdoğan'ın sözlerini bu kez de 'Bize demedi, kediye dedi' paylaşımlarıyla istismar ediyorlar"

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Genel Başkanlığını yürüttüğü AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirisiyle ilgili olarak "Metal yorgunluğu değil bu, kalp yorgunluğu. Motivasyonunu 'dava' adını verdiği bir duygu ve hedef birliğinden alan bir partinin/hareketin 'kalp yorgunluğu' ciddi bir sorundur" dedi.

Karaca, sözlerinin devamında Erdoğan'ın "Kimsenin racon kesmesine de, ayar vermesine de ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse bu raconu bizzat kendim keserim" ifadesini hatırlatarak "Hiç kuşkusuz anlamlı bir farkındalık. Ama biraz geç kalındı. Çünkü raconcular geçen zaman içinde sadece raconda değil, yüzsüzlükte de uzmanlaştılar" ifadesini kullandı.

Nihal Bengisu Karaca'nın "Metal değil, kalp yorgunluğu" başlığıyla yayımlanan (22 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Devletin bir beka sorunu var mı? Bu kadar kaygan bir coğrafyada olmaması garip olurdu. Ayrıca 15 Temmuz, devletin kendi kadroları tarafından iğfal edildiğini göstermesi bakımından dehşet verici bir girişimdi. Peki devlet ve devlete hükümet eden parti bu sorunu çözmeye çalışırken doğru adımları mı attı? Akılcı mı davrandı, duygusal mı?

Kısmen evet, doğru adımları attı. Ama maalesef yanlış adımlar iyi olanları gölgeledi. Kimi Batılı ülkelere suçluların iadesi için ricada bulunulurken “idam” söylemini kullanmak ve toplumdaki idam cezası talebini derinleş- tirmek, söz konusu duygusal tavra işaret eden en önemli misaldir. Zira hiçbir Batılı liberal demokrasi, idam cezasını getirmek istediğini söyleyen bir ülkeye sanık ya da suçlu iadesi yapmaz.

Ancak daha kritik olanı, devletin beka sorununun üstesinden gelmek amacıyla atılan teşekkül ettirici, inşa edici tasarruflarda objektif değerlendirmelerden ziyade sübjektif fayda gözetildiği algısının yayılmış olması.

Bu algı hiç yoktan var olmuyor.

Önemli bir kişiyle ilgili haklı ya da haksız bir nedenle bir tasarruf söz konusu ise o tasarrufu haklı çıkarmak için o kişinin hem umulan hem de umulmayan mecralar aracılığıyla, FETÖ ile bağlantılı gösterilip karalanması gibi işler, AK Parti teşkilatının, tabanının ve olanı biteni “Yiyin birbirinizi” sevinciyle çekirdek çitleyerek izleyen muhalefetin gözleri önünde oluyor sonuçta. Bu uygulamalara maruz kalanlar kamuoyunun tanıdığı devlet adamlarından parti teşkilatına, hatta belediyelerde çalışan kişilere kadar genişliyor.

Millilik-yerlilik, terörle mücadele, beka kaygısı kavramları arkasına sığdırılarak gerçekleştirilen tasfiye ve itibarsızlaştırmalar; isabetli işlemleri, alınması gerekli olan tedbirleri de zan altında bırakıyor. Dahası, insanları korku içinde kabuklarına çekilmeye zorluyor.

Bürokratından AK Parti teşkilatına kadar pek çok kişi; eğer çalışır, çabalar, görünür olursa göze batacağından çekinir hale geliyor. Çalışırken bilerek ya da bilmeyerek “yerliliği ve milliliği bazı devlet büyükleri tarafından tescil edilmiş ya da akrabalıkla mühürlenmiş” birilerinin tepkisini çekmekten korkuyorlar. En güvenli pozisyon hareketsiz kalmak olduğundan, iş dönüp dolaşıyor ve bugün “metal yorgunluğu”ifadesinde tecessüm eden boyutlara varıyor. Bu hava zaten çalışmak istemeyenlere de müthiş bir aylaklık mazereti temin ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partiyi karşı- sına alıp, “Önce şu hareketin kendi içinde birbirini sevmesi gerekir” demesi partideki, teşkilattaki yılgınlığın hangi boyuta geldiğinin göstergesiydi. Ancak yukarıda da anlattığım tablodan anlaşıldığı gibi, çare partililere, teşkilata ya da harekete gönül verenlere yüklenmek değil.

Çünkü hareketin morali, yelkenlerini Erdoğan’ın verdiği yetkilerle şişirip kendi dükalığını kuranlar, operatif yollarla ayak kaydıranlar ve insanların itibarıyla oynarken “asla yorulmayanlar” yüzünden bozuk. Erdoğan’ın ve ailesinin adını katına, yatına, önemli kurumların danışmanlığına, yönetim kurulu üyeliğine tahvil ederken; ne yaptıklarını görenlerin aşil tendonlarını keserek yükselişlerini daha da tahkim edenler yüzünden yorgunlar. Hangi mefhuma sarılsalar, iki gün sonra tarumar edildiğini görmekten yorgunlar. Aynı yolu yürüdükleri halde, salı günü yapılan yol tarifinin çarşamba günü değişmesi karşısındaki şaşkınlık ve teessüflerinin, eğer şanslılarsa “şahsiyet defosu”, talihleri yoksa “vatan hainliği” olarak damgalanabileceğini bilmekle ilgili bitimsiz bir türbülans içinde tutunmaya çalışmaktan yorgunlar.

Metal yorgunluğu değil bu, kalp yorgunluğu.

Motivasyonunu “dava” adını verdiği bir duygu ve hedef birliğinden alan bir partinin/hareketin “kalp yorgunluğu” ciddi bir sorundur. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkında. “Kimsenin benim adıma racon kesmesine ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse, bu raconu bizzat kendim keserim” demesi, kendisi adına başkalarına zulmedenlerle alakalandırılmaktan duyduğu “rahatsızlıktan”kaynaklanıyor.

Hiç kuşkusuz anlamlı bir farkındalık. Ama biraz geç kalındı. Çünkü raconcular geçen zaman içinde sadece raconda değil, yüzsüzlükte de uzmanlaştılar. İbret almak şöyle dursun, Erdoğan’ın sözlerini bu kez de “Bize demedi, kediye dedi” paylaşımlarıyla istismar etmeleri, nasıl üzücü bir noktaya gelindiğinin delilidir.

T24
ETİKETLER
nihal bengisu karaca habertürk gazetesi akp metal yorgunluğu

"Erdoğan, Akşener'in bulunduğu hiçbir anketten birinci çıkamadı"
23 Ağustos 2017



AKP seçmeninin kafası karışık""

MHP'de Devlet Bahçeli'ye bayrak açarak Genel Başkanlığa aday olan ancak daha sonra partiden ihraç edilen Meral Akşener'in öncülüğünde kurulacak partiye katılan Koray Aydın, 2019'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin olarak değerlendirmelerde bulundu. Aydın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Meral Akşener'in isimlerinin olduğu anketlerin hiçbirinde Erdoğan'ın birinci çıkamadığını ileri sürdü.

FOX TV'de İsmail Küçükkaya'nın sorularını yanıtlayan Aydın, 2019'da cumhurbaşkanı adayı olarak Meral Akşener'i göstereceklerini ifade etti. Aydın, sözlerinin devamında şunları kaydetti:

“Herkes farkında değil, sistem değişti. Cumhurbaşkanlığı 2 tura dönüştü. Ana muhalefet olursanız, 1. İle yarışacak duruma gelmiş oluyorsunuz. AKP’nin belli bir gücü var, karşısında diğer yüzde 50 bölüm var. Meral Hanım’ın halkta karşılığı olduğu kesin. Bizim kurduğumuz partiyi millet kuruyor. Bu partinin genel başkanlığı görevini Meral Hanım’a verdi. Bu işin oyun kurucuları olarak, Meral hanım aday olduğu yarışta ilk turda alınamayacağı kesin. İkinci turda da kesin kazanacağını düşünüyorum, inanıyorum. En çok da dindarlardan oy alacağını düşünüyorum. Dindarlar büyük bir çıkış arıyor… 2002’de zamanın ruhu AKP’yi iktidar yaptı. Millet doğru düzgün ismini bilmiyordu. İnsanalar artık en değerli varlığı olan hürriyetin elinden alındığını söylüyorlar. AKP seçmeninin kafası karma karışık."

"Anketlere göre; Tüm partiler kendi adayını çıkardığı takdirde bile Erdoğan ilk turda seçilemiyor. İkinci tura da Akşener’in çıkacağı kesin görülüyor. Bu turda Erdoğan, Akşener karşısında kazanamaz. Tayyip bey 15 yıldır ülkeye hizmet ediyor. Güzel yaptığı şeyleri de görmezden gelmek olmaz. Ancak isteyen herkesle Meral Akşener’in seçimi kazanacağına dair iddiaya girerim."
T24

Fehmi Koru: ABD'deki karar vericiler, güne bunları okuyarak başlıyor; Washington Post ne yazmış öyle!
24 Ağustos 2017

(..)

"Benim dikkatimden kaçtıysa ülkeyi yönetenler de fark etmemiştir düşüncesiyle..."

Fehmi Koru*

Washington Post “Türkiye’de demokrasi öldü” derse..

OCAKmedya internet gazetemizin yazarlarından Mustafa Kalabalık son yazısında bazı satırlarını aktarmasa o makale dikkatimden kaçacaktı.

Meğer ABD başkentinde çıkan ve yönetime yakın bilinen (sahibi Amazon satış sitesinin de patronu olan Jeff Bezos’tur) Washington Post gazetesinde, uzmanlık alanına Türkiye de giren bir yazar, ülkemiz siyaseti hakkında akıl almaz iddialar ortaya atmış.

En iyisi o yazıdan alıntılayayım:

“Bazı haberlerde ve Cumhuriyet gazetesinde, Washington Post gazetesinin “Türkiye kaosa girebilir” başlıklı analizlerine dair değerlendirmeler yapıldı geçen hafta.

Türkiye uzmanı Nicholas Danforth tarafından yayınlandığı belirtilen analizde; “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her zamankinden güçlü görünse de Türkiye’nin şiddet ve kaos sarmalına girebileceğini“ öne sürdüğü ele alındı.

“Türkiye’de demokrasi öldü ve Tayyip Erdoğan her zamankinden daha çok kontrole sahip” görüşlerine yer verilen makalede, geleceğe ilişkin karanlık öngörülerde bulunuldu:

“…Erdoğan’ın demokratik mirası aşındırması ve parlamenter demokrasiye yönelik devam eden saldırılarıyla birleşince, Türkiye önümüzdeki yıl karşılaşması muhtemel şoklara hazırlıksız yakalanacaktır. Eğer ülkedeki durum kontrolden çıkarsa, sonuç; demokrasinin geri dönmesi değil, şiddet ve kaos sarmalı olabilir.”

Danforth; “Erdoğan’ın sivil çatışma ihtimaline karşı iyi silahlandırılmış ve kendisine çok sadık yeni başka örgütlenmeler üzerinde çalıştığını” da öne sürdü.

“Hükümetin polis özel kuvvetlerini ve istihbarat servisini orduyla bir çatışma ihtimaline karşı daha fazla silahlandırdığını vurgularken, “Erdoğan, aynı zamanda sivil yurttaşları silahlandırıp örgütleyerek 2013’teki gibi yaygın protesto ihtimaline karşı bunları kullanmaya hazırlanıyor” ifadesine yer verdi…”

ABD’deki karar-vericiler Washington Post’ta çıkan bu ve benzeri yazıları okuyarak güne başlıyorlar.

Benim dikkatimden kaçtıysa.. ülkeyi yönetenler de fark etmemiştir düşüncesiyle.. Mustafa Kalabalık’ın yazısından buraya aktarmış oldum.

* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır
T24

Erdoğan'ın 'racon' açıklamasında adres neresiydi; AKP mahallesinde kim, ne dedi?
Miray Tamer
25 Ağustos 2017

"Meydanı fitnecilere bırakmayız, kimse benim adıma racon kesemez"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "medya ve sosyal medyada kimi partililerin kendi adını kullanarak insanlara ayar vermeye çalıştığını" vurgulayarak yaptığı "Kimsenin racon kesmesine de, ayar vermesine de ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse bu raconu bizzat kendim keserim" açıklaması, iktidara yakınlığıyla bilinen bazı köşe yazarları arasında tartışmaya yol açtı. Erdoğan'ın açıklaması çoğu köşe yazarı tarafından Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e "Sen kimsin ya? Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar" diye seslen Türkiye yazarı Cem Küçük'e mesaj olarak yorumlandı.

"Erdoğan'ın Küçük'e mesaj verdiği" yolundaki görüşün "temeli" ise Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına son verilmesiyle başlayan tartışmalara dayanıyor.

Küçük, "Şeytani bir operasyoncu: Ertuğrul Özkök" başlığıyla yayımlanan (14 Ağustos 2017) yazısında "Özkök, Akif Beki'nin kovulmasına onay vermiştir. Zaten bu Ertuğrul Özkök gibi oynak bir şeytan Türk medyasına gelmemiştir" demişti. Özkök'ün "Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim" diye espri yapması üzerine ise Küçük, şunları söylemişti:

"Eskisi gibi çıkın hükümeti aleyhine bir tek yazı yazın. Eskiden eleştiriyordunuz. Bir tane eleştirel yazı yazamıyorlar. Hakan Fidan'a takmışlar, Hulusi Akar'a takmışlar. Onların üzerinden gidiyorlar. Kafa bu. Güçleri kalmadığı için... Hiçbir güçleri yok. Bak ne diyorum; bütün Hürriyet'i topla benim serçe parmağım daha güçlü. Patronuna talimatı veririm, gereğini yapar. Parmağımda oynatıyorum onları. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum. Akılsız bunlar. Bizimkiler bunları bir şey zannediyor."

'Racon' açıklamasını kim, nasıl yorumlandı

Erdoğan'ın "racon" çıkışına ilişkin olarak Avrupa Birliği (AB) Bakanı Ömer Çelik ve AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal da açıklamalarda bulundu. "Sosyal medya büyük bir okyanus. AK Partili siyasetçilere nasıl AK Partili olması gereken mesajlar da oluyor. Cumhurbaşkanımız tarafından dile getirilmiş olması bu işe artık bir nokta konulduğu anlamına geliyor" diyen Çelik'in ardından Ünal da şunları kaydetti:

"Talimat vermek' ifadesinden tutun da 'Siz gününüzü göreceksiniz' diyorsanız, Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti buna izin vermez. Bu konuşmayı sayın Cumhurbaşkanımız 2. kez yapıyor. Sert bir şekilde yaptı, net bir şekilde. Cumhurbaşkanımız herkesle anladığı dilden konuşur. Birileri racon kesiyorsa, Cumhurbaşkanımız o racon kesenlere kendi dillerinden konuşmuştur."

"Küçük'ün sözleri üzerine böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmiş olabilir"

Erdoğan'ın, "racon" açıklamasıyla Küçük'e mesaj verdiği görüşünü ilk dile getiren isim, gazeteci - yazar Fehmi Koru oldu. Koru, 21 Ağustos'ta yayınlanan yazısında Küçük'ün ilgili ifadelerini hatırlatarak "Muhtemelen kendisine iletilen o sözlerden sonra böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti Erdoğan" dedi.

"Reis'in tokadını yedin,
şimdi böğüre böğüre uza"

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan da 22 Ağustos'ta yayımlanan yazısında Erdoğan'ın açıklamalarına yer verdi. Hakan, Küçük'e "Hani 'Savcılar elimin altında' falan diye çalım satıyordun ya. Artık sadece Reis’in Osmanlı tokadı var suratının üstünde. Hadi uza şimdi. Böğüre, böğüre uza" dedi.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiği açıklanan halk oylamasına giden süreçte bazı köşe yazarları tarafından "gizli hayırcı" olmakla "suçlanan" Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan da "Kimsenin Erdoğan'ın açıklamalarından dolayı 'alınmadığını" belirterek "Eh, bari ben alayım suçu üzerime" ifadesini kullandı.

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca da Erdoğan'ın, Genel Başkanlığını yürüttüğü AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirilerine değindi. "Metal yorgunluğu değil bu, kalp yorgunluğu" görüşünü dile getiren Karaca, devamında Erdoğan'ın "racon" açıklamasını hatırlatarak "Hiç kuşkusuz anlamlı bir farkındalık. Ama biraz geç kalındı. Çünkü raconcular geçen zaman içinde sadece raconda değil, yüzsüzlükte de uzmanlaştılar" diye yazdı.

"Küçük artık medeni bir ölü"

Erdoğan'ın "Kimsenin racon kesmesine ihtiyacım yoktur. Raconu bizzat kendim keserim" açıklamasını "muhtıra" olarak yorumlayan Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, köşe komşusu Gülse Birsel'e yaptığı çağrıda "Biliyorsun 'racon muhtırası'ndan sonra Küçük Cem artık medeni bir ölü. Sana tavsiyem onu diziye yeni karakter olarak al" ifadesini kullandı.

Star yazarı Ahmet Taşgetiren ise Erdoğan'ın açıklamasının "yeterli olmadığını" savundu. "Belki de bir bakmak lazım; racon kesilmiş mi, kim kesmiş, neden kesmiş, bunun mağdurları var mı?" diye yazan Taşgetiren, sözlerine şöyle devam etti:

"Bu yeni tür 'Fuat Avni'lerin hukuk çerçevesi diye bir kaygıları yok. Nerede ise hukukun bile 'racon kesme' formatına indirgenebileceği izlenimi vermeyi tercih ediyorlar. Bu da sanki 'Bu dönemin Zekeriya Özleri' ile birlikte hareket edildiği algısını oluşturuyor. 'Zekeriya Öz tipi' sözümona hukuk uygulamalarında, sabahın 5'inde kimin kapısının çalınacağı bilinmezdi, öylesine güçlüydü 'Zekeriya Öz tipi', TV kanalından parmak sallayan adam(lar) şimdi böylesine racon kesiyorlar."

"Hâlâ racon kesenlere kızmıyorum"

Habertürk yazarı Sevilay Yılman, Erdoğan'ın herhangi bir isim anmadan tepki gösterdiği kişilerin "racon kesmeye devam ettiklerini" söyledi. "Kızmıyorum ben bu tiplere. Valla ben de onların yerinde olsaydım hiç üzerime alınmadan devam ederdim aynı yolda" görüşünü dile getiren Yılman, "Yerden göğe kadar haklılar; çünkü sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına rağmen birileri hâlâ onları yanında" diye yazdı.

"Erdoğan, Osmanlı tokadını nakşedecek yüzlerine"

Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, Erdoğan'ın mahalledeki tartışmalara ilişkin olarak yaptığı "Şahsım ve partim üzerinden malayani (boş, işe yaramaz) tartışmalar başlatıldı. Benim adıma Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü konuşur. Dolayısıyla başka kimse benim adıma söz sahibi değildir" açıklamasını hatırlattı; "Reis ikinci keredir uyarıyor bu tayfayı. Demek ki üçüncüde, ‘Ya Allah’ deyip Osmanlı tokadını nakşedecek yüzlerine" görüşünü dile getirdi.

"Onun bunun adına racon kesen kolpa delikanlılar"

Erdoğan'ın "racon" açıklamasıyla kast ettiği isimlerden henüz bir yorum gelmediğini vurgulayan Sabah yazarı Melih Altınok "Düne kadar onun bunun adına racon kesen kolpa delikanlıların acıklı akıbetlerinde nice dersler var" dedi. Altınok, "Mevzuu anlamamakta ısrar edenlerin kimseye çaktırmadan dönüp şöyle bir maziye bakmalarında fayda var" ifadesini kullandı.

Siz 16 yıllık ak kalenin neferi değil, ancak köstebeği olursunuz

Haber7.com yazarı Esra Elönü de, Erdoğan'ın açıklaması sonrası medyada başlayan tartışmaya "İki dakika adam oluşunuz bünyenize artçı şok anladık, siz 16 yıllık ak kalenin neferi değil ancak köstebeği olursunuz onu da anladık niye çamurdan oyununuza mazlumların gariplerin duasından geçen lideri alet ediyorsunuz" diyerek katıldı.

"Her Allah'ın günü 'Reisçi' deyip yerden yere vurduklarına dönüştüler"

Star yazarı ve AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner de, "racon" çıkışı sonrası başlayan tartışmalara tepki gösterdi. Metiner, "Herkes sevmediği, hoşlanmadığı ve muarızı olarak gördüğü isimleri parmaklarıyla gösterip dilleriyle biçmeye başladı bile. Ne derseniz deyin, huyları değişmez bunların" dedi.

Eski cemaatçiden Cem Küçük'e destek

Bir dönem adı "Fethullah Gülen'in sağ kolu" olarak anılan Star yazarı Hüseyin Gülerce ise, "Erdoğan'ın mesajı Cem Küçük'e" görüşünde olanlara tepki gösterdi. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmaların bu tartışma ile "sulandırılmak istendiğini" savunan Gülerce, sözlerine "AK Parti yönetimi, bu medyanın Erdoğan düşmanlığını unutup oyuna gelmemeli. İlk fırsatta neler yapacaklarını asla unutmamalı" diye devam etti.

T24
ETİKETLER
racon akp erdoğan medya köşe yazarı cem küçük akif beki

OHAL rejimi çığırından çıktı
27 Ağustos 2017



OHAL kapsamında çıkarılan KHK ile tutukluluğun 7 yıla yükseltilmesini eleştiren hukukçu milletvekilleri ile eski baro başkanları, büyük mağduriyetler yaşanacağına dikkat çekti.
OHAL kapsamında çıkarılan 694 sayılı kararnamenin 141’inci maddesine “Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda” 5 yıl ibaresi eklendi.

Böylece Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanan bir kişi, 2+5 yani 7 yıl tutuklu kalabilecek. 693 sayılı KHK kamudan ihraçları içerirken, 694 sayılı kararnamede ise devletin işleyişiyle ilgili birçok konu yer alıyor. En uzun tutuklu yargılama süresiyle ilgili yapılan değişiklikle, Ağır Ceza’da yargılanan biri 5 + 2 olmak üzere 7 yıl cezaevinde tutulabilecek. Bu kararnamelerle Türkiye’de parlamentonun bir kez daha yok sayıldığını belirten Eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, “Türkiye’ye verdiğimiz şekil yetmedi” denilerek kanunlarının yapıldığını ifade ederek, “Bunun Olağanüstü Hal ve hukuk devletiyle herhangi bir ilgisi yok. Parlamento da kendisini yok saymaya seyirci kalıyor. Bu kanunlar olağanüstü hallerde bile böyle değiştirilemez.” diye konuştu.

Güleçyüz: OHAL rejimi çıldırdı

Gazetemiz yazarı ve genel yayın yönetmeni Kâzım Güleçyüz ise Anayasa Mahkemesi Başkanının geçtiğimiz 25 Nisan’da uzun tutukluluklar için söylediği “Çok yakında açıklayacağız” sözü ile birlikte ilke kararının hâlâ ortada olmadığını belirtti. Mahkemelerdeki tıkanmayı aşmanın yolunun, ağır mağduriyetlere yol açan delilsiz, keyfî ve uzun tutuklamaları daha da uzatmakla mı mümkün olacağını soran Güleçyüz, “Suçlu olup olmadığına karar verilemeyen insanları 5 yıl boyunca içeride tutma yolu açan KHK, OHAL rejiminin iyice çıldırdığının son belgesi.” ifadelerini kullandı. İstanbul - Haber Merkezi

Türkiye, AB’den uzaklaşıyor

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise bu düzenlemelerin Kanun Hükmünde Kararname ile yapılmasının yanlışlığına işaret ederek, “Tutuklulukta en fazla 5 yıl düzenlemesi de kendiliğinden gelmedi. DGM ve özel yetkili mahkemelerin yaptıkları yargılamalar ve uzun tutukluluk dolayısıyla Türkiye birçok kez mahkûm oldu. AİHM ve AB uyum yasaları çerçevesinde 5 yıla indi. Şimdi eskinin de gerisine giden bir düzenleme yapılıyor. Darbe dâvâları ve devam eden KCK yargılamaları için yapılmış görünüyor. Bunlar OHAL düzenini sürekli hale getiren düzenlemeler. AİHM için de ‘Gerekirse mahkum olur, cezamı öderim’ diyorlar. AB değerlerinden Türkiye’nin uzaklaştığının göstergelerindedir.” ifadelerini kullandı.

‘Meşrû kılma çabası’

Uzun tutukluluk sürelerinin hukuk devletinde her zaman bir soru işareti olduğunu ifade eden Adana Baro Başkanı Veli Küçük, “Örneğin hâlâ ilk duruşmasını yapmayan ve hâkim karşısına çıkamayan sanıklar var ülkemizde. Bu unsurları biraz da yasal zeminde meşrû kılmaya yönelik değişikliklerdir ve uzun tutukluluk süreleri evrensel hukuka uygun olamaz. Siyasal iktidarı katılımcı demokrasiye, evrensel hukuka ve hukukun üstünlüğü ilkelerine aykırı bu uygulamalardan bir an evvel vazgeçmeye davet ediyoruz. CHP’nin hukukçu milletvekillerinden Süha Aldan da Hrant Dink’in katillerini bıraktıklarında bunu düşünmediklerini belirterek, “Kimin için bu tutukluluk süresini arttırdıklarını açıklamak zorundalar. Hangi terör suçlularına dönük bu düzenlemeye gerek gördüler, açıklamalılar. Neden Meclis’in açılmasını beklemediler. Demek ki acil bir durum var, birilerinin tahliyesi gündemde. Bunu engellemek istiyorlar. Bu neyse açıklamak zorundalar.” diye konuştu.

Yeni Asya

Bülent Tezcan: AKP'den Adalet Kurultayı için yeni Kabataş yalanı...
27.08.2017

CHP Sözcüsü Tezcan, şehitlikte alkol alındığıyla ilgili iddialara çok sert tepki gösterdi. Tezcan, "Şehitlerin mekanında kimse içki içemez buna da müsaade etmeyiz. Bunu her şeye rağmen birileri yapıyorsa, bu en büyük ahlaksızlıktır" dedi.Kaynak: CHP'li Tezcan: "Şehitlikte kimse içki içemez!"


CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, "Şehitlerin mekanında kimse içki içemez buna da müsaade etmeyiz. Bunu her şeye rağmen birileri yapıyorsa bu en büyük ahlaksızlıktır. Bunu herkes öyle bilsin, bu böyle biline." dedi.

Gelibolu Yarımadası'ndaki Kocadere köyünde düzenlenen Adalet Kurultayı'nda gazetecilere açıklamalarda bulunan Tezcan, kurultayın 2 gündür bayram havasında geçtiğini aktardı.

Tezcan, dün 27 çalıştay yapıldığını, bugün de 33 alt konuda adaleti tartıştıklarını belirterek, "Dün 2 panel yaptık, bugün 2 panel daha yapacağız. Yaklaşık 30 bin kişinin günlük sirkülasyonda olduğu bir çalıştay yapıyoruz. 30 bin kişiye yemek servisi yapıldı. Herkes, bütün etkinlikleri ilgiyle takip ediyor. Dinamik bir şekilde kurultay beklediğimizin üstünde bir etki yapmaya ve ilgi görmeye başladı. Bu da bizi oldukça mutlu ediyor." ifadesini kullandı.

Yarın ve sonraki gün yapılacak panellerin tamamlanmasının ardından kurultayın önemli sonuçlarını kamuoyuyla paylaşacaklarına işaret eden Tezcan, şöyle devam etti:

"Tabii bu kurultaydaki büyük ilgi, belirli çevreleri olduğu gibi rahatsız ediyor. Rahatsızlıkları görmeye başladık. Kurultayın başlangıcında iktidar çevreleri rahatsızlıklarını dile getirmişlerdi. AK Parti Grup Başkanvekili ve Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, sosyal medya hesabından gerçek olup olmadığı belli olmayan ve burada asla müsaade etmeyeceğimiz bazı görüntüleri paylaşarak bu büyük önemli toplantıya, bu güzel buluşmaya çamur atma telaşı içindeler. Yine buralarda aynı yalanlar, yalanlar değişmiyor arkadaşlar. Gezi direnişi itibarını düşürmek için 'Kadıköy'de türbanlı bacımıza saldırdılar.' diye yalan uydurmuşlardı. Bunun üzerinden bir süreç yönetmeye kalktılar, onu yönetemeyeceklerini gördüler. Arkasından 'camide içki içildi' yalanıyla ortaya çıktılar, Gezi direnişi sırasında. Onun da yalan olduğu anlaşıldı, 'Görüntüleri var' dedikleri şeyin görüntüleri de ortaya çıkmadı. Şimdi aynı dil aynı üslupla aynı iftiralarla Adalet Kurultayını karalama peşindeler."

"Şehitlerin mekanında kimse içki içemez"

Tezcan, AKP Grup Başkanvekili Turan'ın sosyal medya hesabından söz konusu görüntüleri izlediğini belirterek, bu alan içerisinde böylesi bir girişime kendilerinin müsaade etmesinin, es geçmesinin ve görmemezlikten gelmelerinin mümkün olmadığına dikkati çekti.

Sabaha kadar birçok güvenlik görevlisinin alanı taradığını, sabah çöplerin dahi tarandığını vurgulayan Tezcan, şu görüşlere yer verdi:

"Şehitlerimize yakışmayacak tutum içerisine girilmemesi konusunda sonuna kadar hassasiyet içerisindeyiz. Ancak bütün buna rağmen olduğu iddia edilen ve bizim görmediğimiz bu tip görüntüleri gerçek olduğu iddiasında birileri kesin olarak kanaat sahibiyse o zaman şu şüphe kuvvetli bir şüphe haline geliyor ve demek ki birileri bir şeyleri planlı bir şekilde buralara soktular. Yoksa buraya yemek sokmak bile özel bir merasime tabi. Bırakın dışarıdan başka bir şey sokmayı. Şehitlerin mekanında kimse içki içemez buna da müsaade etmeyiz. Bunu her şeye rağmen birileri yapıyorsa bu en büyük ahlaksızlıktır. Bunu herkes öyle bilsin, bu böyle biline. Ama ortada öyle bir şey yokken böyle bir şey varmış gibi bir yeni yalan üzerinden Adalet Kurultayı'nı itibarsızlaştırmaya kalkanlar varsa bu da ondan daha büyük bir ahlaksızlık ve alçaklıktır."

Tezcan, bugüne kadar bu konuda azami hassasiyet gösterdiklerini, bundan sonra da göstermeye devam edeceklerini belirtti.

Tezcan, "Sayın Bülent Turan Çanakkale milletvekilidir, kendi bölgeleridir. Kendi bölgesinde böyle güzel ve kutsal buluşmayı yapıyoruz. Bununla ilgili bu tip uydurma paylaşımların peşine düşeceğine mutlu olsun. Kendisini davet ediyoruz. Gelsin beraber gezelim, 24 saat yaşasın ne konuşuluyor ne söyleniyor ne yeniyor ne içiliyor buyursun kendisi müşahede etsin. Hiç olmazsa adaletle ilgili onun da söyleyecekleri bir şeyler varsa ondan da yararlanırız." dedi.

Tezcan, Türkiye'nin artık başka bir noktada olduğuna işaret ederek, "Adalet istemi ve söylemi Çanakkale'de şehitlerin ruhu ve şehitlerin yarattığı o büyük manevi atmosfer içerisinde çok büyük inançla yeniden tarif ediliyor." ifadesini kullandı.

Adil Öksüz ile ilgili iddialar

Bir gazetecinin, "Manisa'nın Salihli ilçesinde, isim benzerliği olduğunu söyleyen Adil Öksüz isimli bir vatandaşın, kendisi hakkında suç duyurusunda bulunacağını" hatırlatması üzerine Tezcan, şöyle dedi:

"Vatandaşımızın suç duyurusu hakkı vardır o başka iş ama vatandaş beni niye şikayet edecek? Gitsin savcıyı şikayet etsin. Suç duyurusunda bulunacaksa gitsin savcı hakkında suç duyurusunda bulunsun. Çünkü, FETÖ'cü Adil Öksüz ile o uçak yolculuğunu irtibatlandıran ben değilim. Soruşturmanın savcısı. TC kimlik numarasını vermiş, 'Bu Adil Öksüz, bu tarihte, bu uçuşu yapmıştır.' demiş. Yazıda böyle söylüyor. Eğer suç duyurusunda bulunacaksa gitsin o savcı hakkında suç duyurusunda bulunsun. Benimle ilgili bulunursa, benim de söyleyeceklerim bundan ibarettir, daha başka söyleyeceğim bir şey yok."

Tezcan, dosya içerisindeki bir belgeyi yorumlamadıklarını belirten Tezcan, konuya ilişkin şunları kaydetti:

"Savcının söylediği sözü, yazıya döktüğü yazıyı aldık, anlattık. Savcı çıkmış demiş ki 'Adil Öksüz T.C kimlik numarası budur. Bu Adil Öksüz şuralara uçmuştur.' Uçtu dediği yer, bir tanesi de 31 Temmuz 2016 tarihinde 2 uçuş. Bunu ben söylemiyorum. Bunu savcının evrakı söylüyor. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğüne yazı yazmış, 'Ekte size 2 sayfa evrak yolluyorum.' diyor. Bu evrakta, 'FETÖ soruşturmasının şüphelisi şu T.C kimlik numaralı Adil Öksüz'ün uçuş kayıtları vardır.' diyor. Ben de 31 Temmuzlu o savcılığın evrakındaki 'FETÖ'cü Adil Öksüz'ün uçuş kayıtlarıdır.' dediği 15 Temmuz'dan sonraki 3 sütunun altını çizdim, bunu basınla paylaştım. Yani burada eğer birisi yanıltma içerisindeyse onu savcıya soracaklar, bana sormayacaklar. 'O, T.C numarası FETÖ'cü Adil Öksüz'ündür.' diyen ben değilim, savcı. O yazıyı iyi okursa herkes bunu anlar."

Kaynak: Yön

"CHP, AK Parti'nin zayıf noktasını sonunda buldu"
28 Ağustos 2017



"Erdoğan ve AK Parti yargıda işlerin sarpa sardığının ve geri tepmeye başladığının farkında olmalı"

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde gerçekleştirilen "Adalet Kurultayı" ile ilgili olarak "Kılıçdaroğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ismindeki ilk sözcük olan 'adalet' üzerinden yüklenmeye devam ettiğine göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 'Aşil Topuğunu' adalet kavramında bulduğu anlaşılıyor" dedi.

Murat Yetkin'in "CHP, AK Parti’nin zayıf noktasını sonunda buldu mu?" başlığıyla yayımlanan (28 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Bizde de vardır “Aşil Topuğu” deyimi ama pek kullanılmaz, vücudun en zayıf noktası demektir. Yunan mitolojisine göre, annesinin kutsal nehirde yıkarken suya kapılmasın diye topuğundan tuttuğu için bir tek oradan yara alabilecek Aşil, bugün Çanakkale ili sınırlarındaki antik Truva savaşının en önemli şahsiyetlerindendir.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu ayrıntı nedeniyle toplamamıştır 26-30 Ağustos “Adalet Kurultayını” Çanakkale’de muhtemelen, ama Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ismindeki ilk sözcük olan “adalet” üzerinden yüklenmeye devam ettiğine göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Aşil Topuğunu” adalet kavramında bulduğu anlaşılıyor.

CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıla mahkûm edilip hapse atıldığı 14 Haziran’ın ertesi günü Ankara’dan İstanbul’a başlattığı “Adalet Yürüyüşü” gibi, “Adalet Kurultayında” da CHP bayrak, pankart ve sloganları kullanılmıyor.

Kılıçdaroğlu açış konuşmasında “Hepimiz adalete susadık, 80 milyonun adalete ihtiyacı var, herkese açık” dedi. Gerçi CHP’liler dışında da katılanlar var. Ancak işin merkezinde CHP bulunuyor.

Konunun CHP bakımından anlam ve önemine gelmeden önce adalet konusunun gerçekten Erdoğan ve AK Parti bakımından zayıf nokta olup olmadığına bakmak gerekiyor.

AK Parti’nin Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü sırasında yaptırdığı anketi hatırlıyorsunuzdur; AK Parti tabanında da Türkiye’nin (yüzde 76 ile) en önemli sorunları arasında gösterilmişti.

Yargının adalet dağıtmadığı tartışmaları ne 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle, ne de Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan’ın sivil darbesi” diye nitelediği 20 Temmuz 2016 Olağanüstü Hal ilanıyla ortaya çıkmış bir durum. Yargının siyasallaşması öteden beri Türkiye’nin en ağır sorunlarındandı.

Fazla geriye gitmeyeceğim. 2008’de bu yargı iktidardaki AK Parti’yi kapatma girişiminde bulundu, yine bu yargıdan bir oy farkla döndü. 2008-2012 arası Türk Silahlı Kuvvetlerini Fethullahçıların ve kim bilir başka kimlerin saldırılarına açık hale getiren Ergenekon, Balyoz, OdaTV vd. davaları gören de bu yargıydı; şimdi o hâkim ve savcıların büyük kısmı ya hapiste, ya aranıyor. 2009 ve 2010’da Bülent Arınç’a suikast düzenleneceği iddiasıyla ordunun en mahrem noktalarına girilip devlet sırlarının kim bilir kimlerin hizmetine sunulmasına hizmet eden de bu yargı idi.

Öte yandan “Kıblemiz aynı” diye göz yumulan Fethullahçıların “Mezardakilere dahi oy kullandırın” komplosuyla 2010 referandumunda bir darbe daha yiyen bu yargıydı. 15 Temmuz kanlı darbe girişimine giden yolun taşların döşenmesinde yargıdaki yapısal çürümüşlüğün payı büyüktü.

Bu zaten vahim durum darbe girişimi ve olağanüstü hal ile gelen Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile devlet yönetme uygulamasıyla daha da endişe verici bir hal alıyor. OHAL altında 50 binden fazla kişi tutuklandı, 100 binden fazlası işten uzaklaştırıldı. Hapisteki gazeteci, yazar, medya çalışanı sayısı 150’yi aştı. Hapisteki siyasetçi yalnızca Berberoğlu değil. HDP eş-genel başkanı Selahattin Demirtaş aylardır yargı önüne çıkmayı bekliyor, hapiste başka HDP’liler de var. Tartışmallı uyguşamalara son örnek, ByLock yüklü telefondan arandı diye hapiste tutulan kişiler varken, telefonunda Fethullahçıların şifreli haberleşme yöntemi ByLock bulunduğu iddiasıyla evi basılan Konyaspor Başkanı Ahmet Şan’ın ifade sonrası serbest kaçması oldu; buna AK Parti içinden milletvekili düzeyinde tepki geldi.

Erdoğan ve AK Parti yargıda işlerin sarpa sardığının ve geri tepmeye başladığının farkında olmalı ki son KHK’da daha önce kapatılan askeri mahkemelerdeki savcı ve yargıçlara yeni kadrolar açıldı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bu hamleyi yargının hızlandırılması ve tutukluluk sürelerinin uzamasına karşı bir önlem olarak açıklıyor.

Çanakkale’deki “Adalet Kurultayı” ise yalnızca yargıdaki adalet sorununa yoğunlaşmıyor. Panel ve çalıştaylarda kadınların siyaset ve toplum hayatında daha çok yer almasından tarımdaki fakirleşmeye, taşeron işçilerin sorunlarından eğitimde fırsat eşitliğine dek pek çok alanda tartışma yapılması “adaletsizlik her yerde” cevabıyla açıklanıyor.

Dediğimi gibi işin bir de CHP-içi boyutu var.

Kılıçdaroğlu adalet hamleleriyle CHP’nin 16 Nisan referandumu travmasını atlatmasını sağladı. Ancak CHP’nin 16 Nisan ile gelen yeni idari sisteme, yani Başbakanın olmadığı, Cumhurbaşkanının icranın tek hâkimi olduğu sisteme uygun bir bakış ve yapıya kavuşması sorunu dağ gibi önünde duruyor.

Tıpkı Erdoğan gibi, Kılıçdaroğlu’nun da dün parti yapılanmasında daha fazla kadın ve genç görmek istediğini söylemesi boşuna değil.

Erdoğan’a ek olarak CHP’de bir de 2015’te açıklanan “Bir kez kontenjan adaylığından milletvekili olan gelecek sefere ön seçime girecek” kuralı var. Partinin kıdemlileri Kılıçdaroğlu’na bunu geri aldırtmak istiyor, bu nedenle 2018 başında yapılması gereken olağan kurultayı bir yıl daha erteletmek istiyorlar. Ön seçim kuralının da etkisiyle belediye başkanlıklarına aday olmak isteyen ağır parti topları var. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamaması, erken olduğunu söylemesi nedeniyle cumhurbaşkanlığı aday adaylığı sırasına girenler de var, doğa da, siyasette boşlukları sevmiyor.

Bu konuları daha ayrıntılarıyla da yazarız, ama şimdilik sorunların kökeninde CHP yönetiminin sistem değişikliğini bir gerçeklik olarak kabule yanaşmaması bulunuyor. Kılıçdaroğlu belki de bu arayışın bir sonucu olarak adalet konulu çalışmayı hem AK Parti’ye vurma, hem de CHP içini sarsma yöntemi olarak görüyor.

Çünkü emin olun Ankara-İstanbul yürüyüşü olsun, Çanakkale kurultayı hazırlığı olsun, ter döküp çalışanla, son anda gelip boy gösteren arasındaki fark dışarıdan bakınca o kadar açık görülüyor ki…

T24

LOZAN, FİLİSTİN, “KÜRDİSTAN”… AKP’NİN İLKESİZLİK İLKESİ, FİKİRSİZLİK FİKRİ
Kaya ATABERK

Siyasi hareket ilke, fikir, politika demek

Türkiye’de hangi kesimden olursa olsun siyasetle ilgilenen herkes AKP’nin ilkelerinin, politikalarının ve belirleyici fikirlerinin ne olduğu üzerine düşünmüştür. Eminiz, düşünenlerin hiçbiri de bu sorulara bir yanıt bulamamıştır.

AKP o kadar değişken, o kadar bir dediği bir dediğini tutmayan bir haldedir ki onun için bir tespitte bulunmaya çalışanlar, bir konuda bile sabit kalamadığını gördükçe şaşırırlar.

Normalde siyasi hareket demek her şeyden önce ilke, fikir, politika demektir. Bu durum siyasetin merkezinden dış kısımlarına doğru ilerledikçe daha bir keskinlik kazanır. Fakat daha ılımlı, esnek görünen merkez sağ ya da merkez sol hareketler açısından da bu kural değişmez. Siyaset merkezde de olsa siyasettir. Bazı ilkelerin kaydı altındadır. Belli politikaları sabittir. Bir fikir onu bir arada tutar.

Türkiye’yi 15 yıldır yöneten AKP açısındansa durum çok ama çok farklı…

Tamam… Öyle çok bir ideolojik derinlik filan zaten beklemiyoruz. Düzey ortada! Fakat yine de AKP’nin duruşu ne sorusunun karşılığını görmeye çalıştığımızda karşımıza çıkan şey kocaman bir “hiç”ten başka bir şey değil.

Lozan, hezimet mi zafer mi?

Son günlerde insanlar bir kez daha Lozan meselesinde hayretler içinde kalarak bu değişkenliğe şahit oldular. Geçen yıl hezimet ilan edilen Lozan Antlaşması, bu yıl bir anda tam zıddına dönüşmüş, zafer ilan edildi. Hem de aynı ağız tarafından…

İnsanlar doğal olarak bir sene içinde neyin değiştiğini sordular. Hatta bazıları, konuşma metnini hazırlayan danışmanın değiştiği yollu espriler yaptılar.

Evet, ne olmuştu da bir sene içinde bir fikir tamamen tersine dönüşmüştü?

İdeolojik bir dönüşüm mü yaşanmıştı?

Bir yıl boyunca konu hakkında kitap okuyup, “aslında öyle değil, böyleymiş” mi denilmişti?

Tabii ki hiçbiri…

O zaman öyle gerekmişti ve öyle söylenmişti, şimdi de böyle. O kadar.

İşin daha da ilginci bu kıvrılmaların bir özeleştiri havası filan da içermiyor olması. Bir fikir dün ne kadar şiddetle ve kendinden emin açıklanılıyorsa, bir süre sonra tam zıddı da aynı şiddetle önünüze konuluyor. O kadar ki siz kendinizden şüphe ediyorsunuz…

Gelgelelim mesele sadece Lozan’dan ibaret de değil.

Filistin-İsrail dönüşleri

İlk iktidar yıllarında İsrail en yakın müttefiklerinden biriydi. Artık İslamcılar antisemitizm hatta antisiyonizm yapmayacaklardı. İşte kendileri de bunun örneği ve garantisiydi.

İşbirliği ve “dostluk” o kadar ilerlemişti ki kimseye verilmeyen ödüller onlara verildi. Neler olup bittiğini herkes çok iyi hatırlar.

Bir süre sonra ne olduysa bir anda İsrail karşıtlığının şampiyonu kesildiler. Devir artık “Van minit” ve “Mavi Marmara” devriydi. Oynak yapı tam anlaşılamamıştı henüz. İnsanlar şaşırdılar. Bir kısım da gerçekten güvendi. İşte AKP güçlenene kadar kendini gizlemişti, şimdi de özüne dönerek gerçek bir İslamcı hareketin yapması gerekenleri yapıyor, Siyonizm’e karşı direniyordu! Ama çok fena yanıldılar.

Değil Filistin, Mavi Marmara gemisine bindirilip şehit olanlar dahi savunulmadı…

Birisi “bana mı sordular” dedi, bir başkası bu insanlar için “manyaklar” ifadesini bile kullandı.

Şimdi yine Filistin gündemde… İsrail yine Aksa’ya ve Filistin halkına saldırıyor. Buradan gelen bir ses yine İsrail’i kınıyor, “Savunmak imkân değil iman meselesidir” diyor…

Peki, yapılan ya da yapılacak olan ne? Şimdiden söyleyelim: hiç.

Hâlâ AKP’ye güvenen çıkar mı bilmem ama insanlık görevi olarak bir kere daha uyaralım. AKP bir şeyler yapacak, mücadele edecek, Filistin’i “imanla koruyacak” zanneden kaldıysa aklına Mavi Marmara’da şehit olanları getirsin, sonra karar versin.

Açılımdan, akillerden PKK’lı vatan hainlerine

Bir diğer temel dönüş zemini de PKK meselesi…

İktidara geldikleri ilk günden itibaren PKK’ya tavizler verdiler. İş “açılıma”, “Habur”a “çözüm sürecine”, “akil adamlara” kadar vardı.

Sonra ne oldu?

AKP ile PKK’nın aşk ilişkisi bir süre sonra savaşa dönüştü. Birlikte “çözüme” gittikleri PKK bir anda düşmanları oldu. Hatta o kadar PKK karşıtı oldular ki kendileri dışındaki herkesi PKK’lı olmakla suçlayacak noktalara geldiler (!)

AKP “açılım” dönemlerinde Kürtçü müydü? Ya da PKK’yla arasının bozulduğu dönemlerde Türk milliyetçisi mi olmuştu? Hangisiydi?

Cevap her zamanki gibidir: ikisi de değildi. İkisi de olmadı ve olmayacak da. O zaman işine gelen oydu, şimdi işine gelen bu. O zaman iktidarını PKK ve onun uzantısı partilerle birleşerek sürdürebiliyordu, şimdi MHP ile… Yoksa Kürt meselesi filan AKP’nin umurunda olmaz. Onu bir yana bırakırsak Türk milliyetçiliği hiçbir şekilde gündeminde olamaz. Belki tüm siyasi hayatlarının tek samimi (!) anı “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldıkları” andır.

Varsın birileri AKP’de millilik, hatta Türk milliyetçiliği arasın…

Bulacakları gene “hiçtir”.

Ya dış politika?

İşin önemli bir boyutu da tabii ki dış politika…

Aslına bakılırsa yine normal ülkelerin, normal dönemlerinde iç politikanın biraz daha esnek olması normal karşılanabilirken, dış politikanın daha az değişken olması beklenir. Hatta dış politikanın bir partinin politikası değil gerçekte o devletin politikası olduğunu söylemek daha doğrudur. Ülkeyi yöneten iktidarlar değişir ama ülkenin dış politikasının ana hatları aynı kalır. Türkiye’nin AKP’den önceki normal zamanlarında bizim için de bu kural geçerliydi. Son 15 senede ise iktidar aynı kalmakla beraber dış politika neredeyse her ay kökünden değişiyor.

Esat dost mudur düşman mı? IŞİD “öfkeli Sünni gençler” midir, terörist mi? Suudiler müttefik midir, hasım mı? PYD ortak “Süleyman Şah Türbesi operasyonu” düzenlenecek bir güç müdür, PKK uzantısı mı?

İran müttefik midir, Şii yayılmacısı mı?

Rusya uçağı düşürülecek kadar sert tavır alınması gereken bir tehdit midir, “Moskof” mudur, yoksa “bizi anlamayan NATO müttefiklerimize” karşı sığınılacak bir alternatif mi?

ABD, sağlam stratejik ortak, değişmez müttefik mi, ülkemizi kuşatan emperyalist güç mü?

Irak, Almanya, Çin, Katar, Mısır vs…

Her ülke için sorulacak sorulara karşılık AKP’nin vereceği birbirine taban tabana zıt cevaplar bulunabilir.

Bunun tek bir açıklaması var: ilkesizlik ilkesinin dış politikada da geçerli olması.

İlkesizlik ve fikirsizlik hem AKP’nin hem sömürgecinin işine geliyor

Peki, acaba ilkesizlik ve fikirsizlik bir zaaf mı?

Acaba bu duruşsuzluk güçsüzleştirici bir şey mi?

Bu sorunun cevabı kısa ve uzun vadeler için farklı.

Uzun vadede tabii ki kimse ne zaman ne diyeceği, ne yapacağı kestirilemeyen bir güçle ne dostluk kurar, ne destek olur. Bu seçmen açısından da geçerlidir, diğer ülkeler açısından da.

Fakat kısa vadede, durum tam tersi. Bu tip bir ilkesizlik ve fikirsizlik ortamı, AKP’ye çok geniş adam, dost, müttefik satma olanağı sunuyor. Bu da onun çıkarını ve bir şekilde var olmaya devam eden iktidarını sürdürmesini sağlıyor.

Aslında varlık nedeni sadece çıkar, talan, yağma olan bir gücün zaten böyle olması gerekir. Bize en zıt gelebilecek bir siyasetin bile ufacık bir ilkesi, fikri, duruşu, politikası olsa bu onun belli şeyleri yapmasına engel olurdu. Ama AKP’nin ilkesizliği çıkar ve iktidar için her şeyin ama her şeyin mubah olduğu, Makyavel’e rahmet okutacak bir zemin sağlıyor.

Bu işin önemli bir boyutu ama en önemli boyutu değil.

İlkesizliği ilke, fikirsizliği fikir edinmişlerin iktidarı, en çok sömürgecilerin işine geliyor.

ABD başta olmak üzere sömürgecilerin tümünün üzerinde anlaştığı ender konulardan biri Ortadoğu’da Türkiye’den de toprak kopararak bir “Büyük Kürdistan” kurulması. Hatta Büyük Ortadoğu Projesi dediklerinin “Büyük Kürdistan” olmadan sonuca ulaşmayacağı da açık…

Çıkar ve güç dışında gözleri hiçbir şey görmeyenlerin iktidarı bu plana PKK’dan, Barzani’den çok daha fazla hizmet etti. Hem içeride hem de dışarıda verdiği zararlarla…

Bu nedenle ilkesizlik ve fikirsizlik AKP’nin sadece temel özelliği değil, aynı zamanda varlık nedenidir de…

Ama nereye kadar?

Tabii ki kullanım süresi dolana kadar.

Kaynak: http://www.turksolu.com.tr/lozan-filistin-kurdistan-akpnin-ilkesizlik-ilkesi-fikirsizlik-fikri/

CHP’li Zeynel Emre: Son KHK’larla kendi milletvekillerine 'Elimdesiniz' mesajı veriliyor
Hülya Karabağlı
28 Ağustos 2017



CHP İstanbul Milletvekili, TBMM Darbe Komisyonu Üyesi Zeynel Emre, milletvekillerinin seçimlerden önce veya sonra işledikleri öne sürülen suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yetkisinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve Ankara Ağır Ceza Mahkemelerine verilmesini öngören OHAL kararnamelerini değerlendirdi.

“ Daha çok kendi milletvekillerine mesaj veriyor”

Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve Ankara Başsavcılığının milletvekili yargılanmasıyla ilgili KHK’ye dikkat çeken Emre, “Milletvekillerine sürekli bakın siz benim elimdesiniz mesajı veriyor, bunu daha çok kendi milletvekillerine veriyor. Çünkü belki kendi milletvekillerinden bir gurubun ayrılacağından çekiniyor” dedi.

“Türkiye’de OHAL kalksa da onun ortaya çıkardığı bir uygulama metodu, bir içtihat ve hukuk ortaya ortaya çıkmış olacak ve bu tahribat da giderilemeyecek” diyen Emre, TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’na teslim ettikleri ek raporla ilgili zamana yayma taktiği izlendiğini ancak bunun eklenmeden raporun basılmayacağına ilişkin Meclis Başkanı İsmail Kahraman’dan söz aldıklarını söyledi.

Zeynel Emre’nin T24’e son KHK’lar ve Darbe Raporuna ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

“Belli ki ek rapordan rahatsız oldular”

Belli ki bizim verdiğimiz cevaplardan rahatsız oldular ve zamana yayıyorlar. Bu komisyonun her çalışmasındaki her hamle adeta AKP’nin stratejik hamlesine döndü zamana yayarak bir unutma tarzında bir yaklaşım sergilediler.

‘Ek rapor konulmadan rapor basılabilir mi sorusuna) Onu yapamazlar çünkü, Meclis başkanı ile konuştuğumuzda ‘ya bu çıkar ya da size ek süre veririm’, ben bu haliyle basmam dedi. Bu görülme sonrasında biz de basına açıklama yapmıştık. AKP eliyle komisyona doğru dürüst bir görev yaptırılmadı bunun üstüne çıkıp raporun açıklanmaması kuşkuları artırır.

“ 20 Temmuz’da OHAL’le farklı bir rejime girdik diyoruz”

20 Temmuz’da biz neden OHAL’le Türkiye farklı bir rejime girdi diyoruz çünkü Meclis’i by pass ettiler. Meclis’te görüşülüp yasalaşması gereken ne varsa kararnamelerle yapılıyor. Dolayısıyla bu anlamda çıkarttıklarının kesinlikle Anayasaya aykırı olduğu açık. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi konjoktörel davranıp da daha önceki içtihatların tersine karar verse de bütün bunları yapamazlar.

“OHAL kalktıktan sonra her şey normalleşecek diye bir şey yok”

Bir diğer noktada alelacele yapmaya çalıştıkları düzenlemeler öyle işler ki çok uzun üzerindeki tartışılıp tahlil edilmesi gereken meseleler. OHAL kalktıktan sonra her şey normalleşecek. Bu haliyle normalleşmesine imkan yok çünkü bir tahribat yaratıyorlar. Ortadaki tahribatın geri dönüşü olmayacak sonrasında. Türkiye’de OHAL kalksa da onun ortaya çıkardığı bir uygulama metodu, bir içtihat ve hukuk ortaya ortaya çıkmış olacak ve bu tahribat da giderilemeyecek. Her yeni çıkan KHK ile bu derinleşiyor ve Türkiye rotasını iyice demokrasiden uzaklaştırıp otoriter bir rejime doğru gitmiş oluyor. Şu KHK’lardan emin olun iktidar partisi milletvekillerinin hiç birinin haberi yok. Onlar da tıpkı bizim gibi gece vaktinde ne çıkmış diye internetten Resmi Gazeteye bakıyorlar.

“Yakında bir KHK çıkacak ve Milletvekilleri Saray’a bağlanmış diyecek”

Sözün özü şu, yakında bir KHK çıkacak ve milletvekilleri Saray’a bağlanmıştır diyecek. Bundan önceki dönemde imalarla, baskı altına almayla falan filandı, ama bu bile kamuoyunu şaşırtmaz. Orada enterasan olan şu tabii hakim ilkesinin zedelenmesi. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve Ankara Başsavcılığının milletvekillerinin yargılanmasına ilgili konudaki öyle çıkan KHK bunun FETÖ ile ne ilgisi var, ilgisi var mı, yok değil mi?

“Milletvekillerine bakın elimdesiniz mesajı veriyor”

Milletvekillerine sürekli bakın siz benim elimdesiniz mesajı veriyor, bunu daha çok kendi milletvekillerine veriyor. Çünkü belki kendi milletvekillerinden bir gurubun ayrılacağından çekiniyor. Biz böyle yeni sisteme geçtik ama biliyor ki biraz da kötü şartlarda geçildi, yüzde 50 artı biri nasıl alacağını kara kara düşünüyor. İktidar partisinin 12 il başkanının bir çırpıda istifa ettirilmesi de çarpıcı bir olay, devamı gelecek deniyor. Bu sadece o ilerdeki başarısızlıkla açıklanmalı yoksa il başkanlarıyla ilgili farklı iddiaları mı var.

T24
ETİKETLER
zeynel emre darbe komisyonukhk erdoğan

Barış DOSTER: BARZANİYE VERİLEN DESTEĞİN AĞIR FATURASI NE?
28 Ağustos 2017

Irak’ın kuzeyinde Bölgesel Yönetim Lideri Barzani, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacaklarını ilan ettiğinde en sert tepki İran’dan geldi.

ABD, esastan karşı çıkmadı. Zamanlama açısından itiraz etti, o kadar. Türkiye’nin tepkisi de düşük düzeyde oldu. Sert değildi. Olması da imkânsızdı. Çünkü Barzani’yi ekonomik ve diplomatik olarak fazlasıyla destekleyen
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ekm 19, 2017 8:49 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ağu 29, 2017 9:04 pm    Mesaj konusu: 'Adaletsiz iktidarlara karşı halkın mücadelesi meşrudur' Alıntıyla Cevap Gönder

Prof. Dr. Sami Selçuk: Başkanlık referandumu için YSK kararı yok hükmünde
01 Eylül 2017



Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, 16 Nisan Halkoylamasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) sunulan görüşünde, YSK’nin mühürsüz zarflarla veya “Evet” mührüyle kullanılan oyların geçerli sayılmasına ilişkin kararının “yok” hükmünde olduğunu belirtti.

YSK kararının Cumhurbaşkanı’ndan en sade yurttaşa, TBMM’den en sıradan kuruluşa kadar hiçbir kişiyi ve kurumu bağlamayacağını kaydeden Selçuk, olanak varsa geçersiz oyların sayımla belirlenmesi, aksi takdirde YSK’nin yeni bir oylama takvimini duyurması gerektiğini ifade etti. Selçuk, “16 Nisan 2017 Halkoylamasına İlişkin Bilimsel Görüş” adıyla CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu tarafından kitaplaştırılan görüşünde çarpıcı tespitlerde bulundu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önsözünü yazdığı kitapta Selçuk’un bilimsel görüşünün İngilizce, Fransızca ve Almanca çevirileri de yer aldı.

Trump kararı örneği

Selçuk, bilimsel görüşünde Anglosakson ve Kara Avrupası hukuk sistemlerinde “normlar basamağının” yukarıdan aşağıya anayasa, uluslararası sözleşme, yasa, yasa hükmündeki kararname, tüzük, yönetmelik ve genelge olarak sıralandığını ifade etti. Bir alt normun üst norma aykırı olması durumunda uygulamanın sistemlerdeki başkalıklar nedeniyle birbirinden köklü biçimde farklı olduğuna ve değişik sonuçlar doğurduğuna işaret eden Selçuk, Kara Avrupası hukuk sisteminde uygulamanın kesinlikle en somut norm olan en alt normdan başlayacağını kaydetti. Buna karşılık “Yüksek Mahkeme” kurumunun benimsendiği Anglo-Sakson hukuk sisteminde yargıçların, bir yasa normunun anayasa normuna aykırı olduğu kanısına ulaşırlarsa, bunları uygulamadan geri çekebileceklerini ifade etti. Selçuk, bu duruma ABD’de bir federal mahkeme yargıcının, Başkan Trump’ın mültecilere ilişkin kararnamesini durduran kararını örnek verdi. Türkiye, Almanya, Fransa gibi Kara Avrupası hukuk sistemini benimseyen ülkelerde yargıda son sözü söyleyen, bilimsel deyişle otantik yorumu yapan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın görev alanlarının kesinlikle birbirinden ayrı olduğunu belirterek şöyle yazdı: Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına giren anayasa normuna aykırılık iddiası söz konusu ise, bu konuda Yargıtay ya da Danıştay yahut da YSK gibi yarı yargısal bir merci kendisini yetkili görerek karar verirse kurulan hüküm, “görev gaspı” nedeniyle “yokluk” yaptırımı ile sakattır; hukuk dünyasında doğmamış, hukuksal varlık kazanmamış olur. Bu durum, sözgelimi, kaymakamın boşanma kararı vermesi ya da iddianame düzenlemesi gibidir. Böyle bir kararı ya da iddianameyi hiçbir nüfus memuru ya da mahkeme gözetmez, gözetemez. YSK’nin bu konuda verdiği karar da tıpkı böyledir ve hukuk dünyasında hukuksal varlık kazanıp doğmamıştır. Dolayısıyla görünüşte ve sözde karar biçiminde somutlaşan bu işlemin ayrıca yetkili bir organ tarafından iptal edilmesine gerek yoktur; esasen böyle bir iptal kararı, yoklukla sakat işlemin hukuk dünyasında var olduğunu belirteceğinden yeni bir hukuksal ihlale yol açacaktır.

Yetki gaspı

Normlar arasında YSK’nin belirttiği gibi bir çatışma bulunsaydı, bunu çözmek Anayasa Mahkemesi’nin görevine girecekti. Olayımızda bir çatışma yoksa da, var sayıldığında yapılacak işlemler bellidir. Adli ya da idari mahkemede görev yapan bir yargıç yahut da Yargıtay ya da Danıştay yargıçları veyahut da YSK yargıçları gibi yarı yargısal görev yapan yargıçlar, önlerine gelen konuda bir yasa normunu, anayasa normuna aykırı bularak uygulamadan geri çekemezler, uygulamak ya da YSK dışındakiler konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımak ve “bekletici sorun” yapmak zorundadırlar. Eğer yargıçlar, o normu YSK yargıçlarının kotardıkları gerekçeyle uygulamadan geri çekerek ya da göz ardı ederek karar verirlerse, kendilerini Anayasa Mahkemesi yargıçlarının yerine koymuş olurlar, verdikleri karar, yetki gaspı nedeniyle hukuk dünyasında doğmamış olur. Çünkü hukukta en ağır yaptırım olan “yokluk” yaptırımı ile sakattır. Ne yazıktır ki, olayımızda yaşanan olgu budur. Selçuk, ayrıca Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda 2 Ocak 2017’de çıkarılan 680 sayılı OHAL dönemi KHK’si ile “Yerleşim yeri adresi yurtdışında olan Türk vatandaşlarının adres kayıtları, yaşadıkları ülkede kullanılan adres verilerine veya o ülke ve bağlı olduğu temsilcilik bilgisine göre tutulur” düzenlemesinin getirildiğine dikkat çekti. Anayasanın 67. maddesine göre seçim yasalarında yapılacak değişikliklerin bir yıl süre ile uygulanamayacağını anımsatan Selçuk “Değişiklik Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılmışsa da bunun seçimlerle ilgili yazılı hukukta yapılan bir değişiklik olup seçimi, oylamayı etkilediği ve anayasasının 67’nci maddesine aykırı bulunduğu açıktır. YSK’nin buna göz yummasını açıklamak olanaksızdır” ifadesini kullandı. YSK’nin sahteciliğe yol açacak biçimde karar vermesinin “göz yumulamaz boyutta ulusal ve küresel bir skandal” olduğunu ifade eden Selçuk, “küçük çapta bir grubun oy kullanma hak ve özgülüklerini koruma kaygısıyla davranan yargıçlar yüzünden milyonların oy kullanma hak ve özgürlüklerini tehlikeye düştüğünü” belirtti. Selçuk “En baskıcı yönetimler bile, hukuk dünyasında hiçbir kurum ya da kişinin ‘olup bitti’ye getirilerek meşruluk kazanamadıklarını bildikleri için, sürekli kendilerini meşru göstermeye çalışırlar. Tarihin her döneminde meşruluğun kuşkulu olduğu yönetim ve yönetenler, toplumsal kargaşalara yol açmışlar ve bunlardan sorumlu olmuşlardır” ifadelerini kullandı.

İki yol

Mühürsüz zarflarla ya da evet mührüyle kullanılan oyların geçersiz olduğunun benimsenmesinin zorunlu olduğunun altını çizen Selçuk, iki tür çözümün olanaklı olduğunu kaydetti: “Kullanılan geçersiz oyların sayımla belirlenmesi olanağı varsa, bu sayım kesinlikle yapılmalı; geçersiz oy sayısının toplamı, YSK tarafından yayımlanıp duyurulan sonucu değiştirecek ve etkileyecek boyutta değilse, ortada bir uyuşmazlık bulunmadığından, YSK tarafından duyurulan sonuç, hiçbir işleme gerek kalmadan toplumun her kesimi tarafından benimsenmelidir. Geçersiz oyların sayımla belirlenmesi olanağı yoksa, oylama ve oylamayı sonuçlandırıp kesinleştiren YSK kararı, hukuka aykırı işlemler açısından en ağır yaptırım olan yokluk yaptırımı ile sakatlanmış; oylamanın meşruluğu ortadan kalkmış demektir. Oylama ve YSK’nin oylamaya ilişkin son kararı, cumhurbaşkanından en sade yurttaşa dek hiçbir kişiyi; TBMM’den en sıradan kurum ve kuruluşlara dek hiçbir kurum ve kuruluşu bağlamayacağı için, YSK; yaptırımın türünü, yani yokluk yaptırımını gözeterek yeni bir hukuksuzluğa yol açmamak için, asla önceki kararlarını iptale kalkışarak onların hukuk açısından var olduğunu üstü kapalı olarak bile asla dile getirmemeli, sadece ortaya çıkan sonucu belirlemekle, kamuoyuna duyurmakla ve de yalnızca yeni oylama takviminin duyurmakla yetinmelidir.”

'Kargaşadan hukuku yanlış uygulayanlar sorumlu'

YSK gibi yarı yargı organı olan bir kurumun anayasaya, yasaya, tüzüğe, yönetmeliğe aykırılık gibi konuları görevli yargı organlarının önüne taşıma yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenlerle YSK, Seçimler ve Halkoylaması Yasası’nın özellikle oy pusulalarının ve zarfların mühürlenmesine ilişkin 77, kullanılmayan oy zarfları ve oy pusulalarından kullanılmayanlarla ilgili 97, sandığın açılması ve sayılması ile ilgili 98 ve en önemlisi de “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” hükmünü içeren 101/1. maddelerini, öncelikle ve kesinlikle uygulamak zorundadır. Bütün bunlara ters düşen nedenlere dayanılarak verilen kararlar, yapılan işlemler bütünüyle yokluk yaptırımı ile sakattır. Böyle bir sakatlık da, elbette hukuk düzenini altüst eder, kargaşa yaratır. Şu anda ülkemizde yaşanan kargaşanın nedeni de budur. Bu kargaşadan hiç kuşkusuz bir ilkeler düzeni ve kavramlar dili olan hukuku yanlış yorumlayıp uygulayanlar sorumludurlar.”
(Cumhuriyet)

Flaş iddia! AKP'de 2019 için ikinci bir cumhurbaşkanı adayı mı var?
29 Ağustos 2017



AKP içerisinde 2019'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimi için ikinci bir ismin de aday olabileceği iddia edildi.

AKP'yi karıştıracak bir iddia ortaya atıldı. Yeniçağ Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, AKP kulislerinden şok bir iddiayı gündemine taşıdı. Ahmet Takan, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un adaylık çalışması yaptığını öne sürdü. Takan, “AKP kulislerinde son zamanlarda çok konuşulan bir dedikodu ile yazıya son verelim. Numan Kurtulmuş, el altından Cumhurbaşkanı adaylığı için bazı yerlerde nabız yokluyormuş!...” ifadelerini kullandı.

MEHMET GÖRMEZ NASIL GÖREVDEN ALINDI?


Ahmet Takan ayrıca yazısında eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in görevden alınış süreciyle ilgili de önemli iddialarda bulundu. Takan’ın iddiasına göre Prof. Dr. Mehmet Görmez, Mahir Ünal ve Numan Kurtulmuş’un Diyanet İşleri Başkanlığı’na yaptığı bir ziyaretten sonra görevden alındı.

Takan iddiasını şu ifadelerle dile getirdi:

“Diyanet'ten Sorumlu Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ziyarete gider.. Ziyaret sırasında Mehmet Görmez ve Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar ile gündeme ilişkin sohbete başlarlar. Emin Özafşar'ın, Diyanet'in siyasete çok angaje edildiği, bu nedenle eleştirileri göğüslemekte zorlandığı, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın güncel siyasetten uzak tutulması gerektiği yönünde görüşlerini dile getirmesi odada buz gibi hava esmesine neden olur. Özafşar'ın sözlerine Görmez'in sessiz kalmasını eleştirileri onaylıyor anlamında yorumlayan Mahir Ünal, toplantıdan çıkar çıkmaz sarayın yolunu tutar. Ünal, konuyu saraya arz eder ve ekler; ‘Sayın Görmez, Özafşar'ın görevden alınmasını talep ediyor...’ Görmez ile bağlı olduğu Numan Kurtulmuş arasındaki uyumsuzluk ve gerginlik de herkesin bildiği bir gerçektir. Bunun sonucunda ışık hızıyla üçlü kararname ile Özafşar görevden alınır. Görevden almanın ardından saraya çıkan Mehmet Görmez, Erdoğan'a Özafşar'ın başarılı bir isim olduğunu ve Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki hizmetlerini anlatır. Duyduklarına şaşırmış gibi duran Erdoğan, Görmez'e ‘Neden görevden alınmasını istediniz o zaman’ diye sorar. Görmez ise böyle bir talebinin olmadığını belirterek, ‘Efendim benim böyle bir arzum olsaydı bunu size ben arz ederdim’ der.. Ortaya çıkan tablo Görmez için ‘sonun başlangıcı’ olarak ifade edilir.

Mehmet Emin Özafşar operasyonundan sonra, Mahir Ünal, AKP'ye genel başkan yardımcısı ve parti sözcüsü olur. Sonraki hamle ise kabine revizyonunda gelir. Öncesinde, Başbakan Binali Yıldırım, Mehmet Görmez'i istişare için Çankaya Köşkü'ne çağırır.

İçeride ne konuşulduğu sır olsa da (!) Mehmet Görmez toplantı sonrasında etrafına, ‘Bakanı nihayet görevden aldık’ diye fısıldar. Sonrası malumunuz, Numan Kurtulmuş, Kültür Bakanlığı'na kaydırılır. Mehmet Görmez de Diyanet'e veda eder.”

İnan Haber

Kılıçdaroğlu: Adaletsiz iktidarlara karşı halkın mücadelesi meşrudur
29 Ağustos 2017



CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Adalet Kurultayı Sonuç Bildirgesi'ni açıkladı

CHP'nin Çanakkale'de düzenlediği Adalet Kurultayı sona erdi. Kurultay'ın ardından sonuç bildirgesini açıklayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Tek adam rejimini asla ve asla kabul etmeyeceğiz" dedi. "Adaletsiz iktidarlara karşı halkın mücadelesi meşrudur" diyen Kılıçdaroğlu, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması çağrısı yaptı.

Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satır başları şöyle:

Tek adam dünyanın hiçbir yerinde uzun süreli olmamıştır. Bizim kültürümüzde de yoktur. Tarihimizde de yoktur. Tek adam rejimini asla ve asla kabul etmeyeceğiz. Demokratik bir devlette olması gereken hukukun üstünlüğüdür. Devleti yönetenler hukukun kurallarına uymak zorundadırlar. Ama siz mafya yöntemleriyle racon kesmeye kalkarsanız mafyanın hukuku egemen olur. Bunu da reddediyoruz.

Bu toplantı ve çalıştaylardan oraya çıkan bir sonuç bildirgesi hazırladık. Adaletin yok edildiği, korku, endişe ve çaresizlik duygusunun toplumu esir aldığı süreçte milyonlar adalet için yürüyor. Korku zinciri kırıldı. Adalet yürüyüşü ile başlayan süreç adalet arayışının en geniş süreci ile konuşulması için kurultay talebi ortaya koydu. Demokrasi ve hukuk ekseninde bir hat çizilmiştir. Bu hat demokrasi, adalet ve huzur isteyenlerin ortak hattıdır.

1- Adalet mücadelesi meşrudur. Adaletten sapan iktidarlara karşı halkın mücadelesi meşrudur.

2- Adalet hakkı temel bir haktır. Devlet kişinin ekonomik, toplumsal ve siyasal düzenden adaletli olarak pay almasını sağlamakla yükümlüdür.

3- Bugün adalet hakkı sistematik olarak ihlal edilmektedir. Örneğin mahkemelerde adalet yoktur. Millet mahkemelerden umudu kesmiş, siyaset yargıya hakim olmuştur. Çözüm, derhal bağımsız ve tarafsız yargı inşa edilmelidir. Tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmalıdır. Liyakat yerine sadakat tercih edilmektedir. Devlet parti devletine dönüşmüş, kuvvetler ayrılığı yok edilmiştir. Fiilen tek adam rejimi inşa edilmiştir.

Hukuk düzeni darbe hukukundan temizlenmelidir.

Örneğin seçimde adalet yoktur. Seçimlere hile karışmıştır. Seçim barajı ve siyasi parti düzeni milli iradenin parlamentoya yansıması engellenmektedir.

Eğitimde adalet yoktur. Eğitimden bütün paydaşlar şikayetçidir. Müfredat ideolojik esaslara göre hazırlanmaktadır. Herkes tek tip okula mecbur edilmektedir.

Medyada adalet yoktur. Fiili bir sansür söz konusudur.

Bugün güçlünün hüküm sürdüğü bir düzen vardır. Bu düzen değişmelidir ve mutlaka değişecektir. Bu düzeni adalet ve huzur talebi ekseninde oluşacak kollektif demokratik bir güç değiştirecektir. Adalet ve huzur hareketi doğmaktadır. Bu hareket farklılıklar üzerinden değil, ortak noktalar üzerinden kurulan bir harekettir.

T24

Deniz Baykal: Her çıkışın bir inişi vardır, Erdoğan'ın çöküşü başladı
29 Ağustos 2017



CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı kastederek "Şimdi onu bir telaş aldı. Daha seçime 2 yıl var. Ağzından 2019'u düşürmüyor. Artık milletle inatlaşılmayacağını gördü. Neymiş de metal yorgunluğu varmış. Hepsi hikâye, telaş başladı. Her çıkışın bir inişi vardır. Artık çöküş başladı. Telaş ondandır" dedi.

Türkiye'nin Mursi'nin Mısırı, Esad'ın Suriyesi, Saddam'ın Irakı olma yolunda olduğunu öne süren Baykal, "Artık 'dur' demenin zamanıdır. Sevgili vatandaşlarım sabredin, az kaldı" ifadesini kullandı.

CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Kumluca İlçesinde ziyaretlerde bulundu. Deniz Baykal'ı ilçeye gelişinde CHP İlçe Başkanı Kemal Bilal Öner ve partililer karşıladı. Bir mobilya mağazasını ziyaret eden Baykal, sonrasında Adrasan'da mahalle kahvesinde toplanan vatandaşlarla sohbet etti. Ülkemizde son günlerde çıkan KHK'lerin, eskilerin değiştirilmesi için çıkarıldığını belirten Baykal, hükümetin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bazı şirket ve firmalara kayyum atadığını belirterek, “Bu kayyumlar 80 bin TL maaşla çalıştı. Bu yolla çok sayıda şirket ve firma yok oldu" dedi.

"Böyle anayasa, hukuk olur mu?"

Ya kendisinin ya da yakınlarının çocuklarının bir işe yerleştirilebilmesi için vatandaşın hükümetin yanlışlarına ses çıkaramadığını belirten Deniz Baykal, "16 Nisan'da hükümet yüzde 60 sonuç bekliyordu. Ama sağduyulu vatandaşlarımızın verdiği sağlıklı kararlar yüzünden hayal kırıklığına uğramıştır. Devlet demek iradesini tek kişiye teslim etmek değildir. Her devletin bir anayasası vardır. Devlette işler hukuka bağlı olarak yürürse o zaman adalet olur. İşler liyakat sahibi olana verilir. Dünyada anayasası olmayan tek devlet İngiltere'dir. Ama milletimizin köklü bir anayasa geçmişi vardır. Bu millet kanunlara, yasalara göre yönetilmeye alışmıştır. 'Yargıçları, hâkimleri ben kendim tayin ederim' dedi. Peki seni kim denetleyecek? 'Onu da ben tayin ederim' dedi. Böyle anayasa, böyle hukuk olur mu?" diye konuştu.

"Çöküş başladı"

Adrasan'ın referandumda yüzde 64 "hayır" oyu ile hükümete en güzel cevabı verdiğini aktaran Baykal, "Şimdi onu bir telaş aldı. Daha seçime 2 yıl var. Ağzından 2019'u düşürmüyor. Artık milletle inatlaşılmayacağını gördü. Neymiş de metal yorgunluğu varmış. Hepsi hikâye, telaş başladı. Her çıkışın bir inişi vardır. Artık çöküş başladı. Telaş ondandır. Bu insanlar, bu ülkenin Mursi'nin Mısırı'na, Esad'ın Suriyesi'ne, Saddam'ın Irakı'na doğru gittiğini görüyor. Artık 'dur' demenin zamanıdır. Sevgili vatandaşlarım sabredin, az kaldı. Siz kararınızdan vazgeçmeyin. Bu ateşin kıvılcımı neden Adrasan'dan başlamasın. Bu ülkenin kurtuluş kıvılcımı nasıl Samsun'dan başlamışsa, Şimdi de Adrasan'dan, Antalya'dan başlayabilir" diye konuştu.

T24
ETİKETLER
chp milletvekili deniz baykal cumhurbaşkanı tayyip erdoğan

Ertuğrul Özkök: Ümmetli 'Yeni Osmanlı' defteri kapandı, turancı 'Kızılelma bayrağını' göndere çekiyoruz!
29 Ağustos 2017



"Yani arkadaş; ümmetten, halifelikten, cihattan vazgeçtik, yeniden Türklüğümüze dönüyoruz"

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın geçen cuma günü Malazgirt Savaşı’nın yıldönümünde kullandığı "Kızılelma" kavramını değerlendirdi. Türkiye'nin son 10 yılda dış politikada yakın ilişkide olduğu ülkelerle arasının açılmasının ardından mehterli dombralı ümmetli 'Yeni Osmanlı' defteri kapandığını belirten Özkök, "Şimdi birden 1071’e, Selçuk’a, Alpaslan’a, Malazgirt’e dönüyoruz...Ve Malazgirt Savaşı’nın yıldönümünde birden, “Kızılelma bayrağını” göndere çekiyoruz..." ifadesini kullandı.

Erdoğan, “Kızılelma” kavramını bu yıl ilk defa 19 Mayıs mesajında kullanmıştı.

Ertuğrul Özkök'ün "‘Ümmet’ kızılelması çöktü umut ‘millet’ kızılelması" başlığıyla yayımlanan (29 Ağustos 2017) yazısının bazı bölümleri şöyle:

SURİYE ile kanlı bıçaklıyız...

*

Mısır’la gırtlak gırtlağa...

*

Irak desen sondan beş evvelki kırmızı çizgi orada tebeşir tozuna döndü.

*

“Orası Yemen” diye ağıt yaktığımız yer ise silah yüklü gemiler yakalandığında karaya oturmuştu.

*

Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Dubai falan...

Nedeni belirsiz bir Katar sevdasından dolayı koptuk gittik...

*

İran zaten ezeli hasım...

*

Müslüman Kardeşler rüyası mı dediniz...

Bir tarafta Müslüman Habiller öteki tarafta Kabiller... Birbirini kesiyor...

Müslüman’ın eli, Müslüman’ın boğazında...

*

Yani o son “Muhteşem On Yıl” bitmiş, mehterli dombralı ümmet Kızılelması çökmüş, Yeni Osmanlı defteri kapanmış...

*

Şimdi birden 1071’e, Selçuk’a, Alpaslan’a, Malazgirt’e dönüyoruz...

Ve Malazgirt Savaşı’nın yıldönümünde birden, “Kızılelma bayrağını” göndere çekiyoruz...

Türkiye’nin epeydir unuttuğu, 1940’ların tabutluklarında bıraktığı Turan idealinin meşalesini tekrar yakıyoruz...

*

Bu işin aslı şudur:

Ümmet Kızılelmasından umudu kestik...

Şimdi umut millet Kızılelmasında...

*

Yani arkadaş... Ümmetten, halifelikten, cihattan vazgeçtik, yeniden Türklüğümüze dönüyoruz.

Kızılelma ne demek

- CUMHURBAŞKANI Erdoğan, “Kızılelma” kavramını bu yıl ilk defa 19 Mayıs mesajında kullandı.

Geçen cuma günü Malazgirt Savaşı’nın yıldönümünde de tekrarladı.

Bu kelimenin anlamı şu: “Yeryüzündeki Türklerin birleşip kuracakları, nerede olduğu bilinmeyen ülküsel ülke...”

Eşanlamlısı Turan’dır.

Yeni dönem gözden düşenler yükselenler

SİYASETTE “Kızılelma” ülküsü yükselirken...

*

- Çocuklara Abdullah, Abdülkadir, Mustafa, Ahmet, Ali, Fatma, Ayşe gibi İslam sonrası Arap kökenli isimleri vermek “out”.

- Alper, Hülagü, Aybike, Asena gibi İslam öncesi Türk ve Asya kökenli isimler “in”.

*

- Kurulacak yeni TOKİ’lerde Arap kökenli isimler vermek ‘out’...

- Yükselen yeni semt ve site isimleri: Beşbalık, Turan, Ergenekon, Demirci, Bozkurt...

*

- Siyaset meydanlarında Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç gibi şairlerin şiirlerini okumak “out”.

- Yükselen şairler ve yazarlar: Ziya Gökalp, Arif Nihat Asya, Nihal Atsız...

*

- İhale alacak şirketlerin sahip ve yöneticilerinin odalarına “Abdülhamid” fotoğrafı veya büstü koymak “out”, Alparslan “in”.

(..)

Umarım sadece seçim taktiğidir

BU yüzyılın başında “Kızılelma” hayali, Enver Paşa gibilerin kafasına girip Osmanlı ve Türkler için büyük bir hüsran ve bozgun tarihi yazmıştı.

*

(..)

Yeni müfredat programında Alageyik şiirinin yükselişi

Ziya Gökalp’in, Turan ve Kızılelma idealini anlatan Alageyik şiirinden bir bölüm:

*

“Küçüktüm ufacıktım

Top oynadım acıktım

*

Buldum yolda bir erik

Kaptı bir alageyik

*

Yedim sırlı elmayı

Gördüm gizli dünyayı

*

Dedim, Turan meleği

Türk’ün yüce dileği

*

Yüz milyon Türk bu anda

Seni bekler Turanda”

Parmağınızı nehrin çıktığı yere koyup şiiri okuyarak Kızlelma neresi bulun

ARİF Nihat Asya’nın Türk Turancılarının efsanesi olmuş şiiri Ağıt’tan bir bölüm.

*

Önünüze bir harita alın, parmağınızı bu şiirde adı geçen nehirlerin çıktığı yere koyun, sonra takip ederek döküldükleri yere bakın...

*

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kızılelma” dediği coğrafyanın, şiirde neresi olduğunu çok iyi anlayacaksınız.

*

“Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok

Ben nasıl varım.

*

Şu yakın suların

Kolu neden bükülmez

Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

Benden doğar bana dökülmez

*

Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum

İdil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum

Sangaryosu Sakarya yapan

‘İkonyom’u Konya yapan

Dille konuşurdum...”

NOT: Şairin bizde doğup bize dökülsün dediği Dicle ve Fırat, Basra Körfezi’ne, Aras Nehri de Hazar Denizi’ne dökülür.
T24

Ertuğrul Özkök'ten Erdoğan'a çok sert 'Atlet' cevabı
25 Ağustos 2017



Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, Kemal Kılıçdaroğlu'nun atletli fotoğrafı üzerinden devam eden polemiği bugünkü köşesine taşıdı.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşü devam ederken karavanında atletiyle yemek yediği bir ana ait fotoğrafın yayınlanması sonrası başlaan polemiğe Ertuğrul Özkök de dahil oldu. Özkök, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun atletli fotoğrafı sonrası “Sözde adalet yürüyüşü yapıyor birisi, arada sırada karavanda oturuyor, atletle bir yemek yiyor, bir gazete başlık atmış, 'vatandaş filanca" diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı, “Fanilaya laf edenlere şunu da hatırlatayım: Kolsuz faniladır o... Kol kırılınca, içine saklayacak yeni yoktur...Yani mazisinde, bugününde saklayacak ayıbı olmayanlar hâlâ rahatlıkla giyerler...” ifadeleriyle eleştirdi.

Ertuğrul Özkök'ün yazısının ilgili bölümü şöyle:

Bu fotoğraftaki atletli insan, damadı olmakla hep gurur duyduğum Hüdai Oral’dır...

İstiklal madalyası sahibi Hulusi Oral’ın oğludur.

O madalyayı, büyükbabamızın cenazesinde tabutunun önünde ben taşıdım.

Kucağındaki ise çok küçük yaşta kaybettiği ilk oğlu rahmetli Mete Oral’dır...

Kayınpederim Hüdai Oral Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 5 dönem milletvekilliği yapmış bir CHP’lidir...

Türkiye’nin ilk enerji bakanıdır. Anayasa Komisyonu Başkanlığı ve TBMM Başkanvekilliği yapmıştır.

Bize bıraktığı miras üzerine toz konmamış bir siyasi mazi, bir devlet adamlığıdır.

Şimdi “atlet” diyorlar ya...

Onun halk arasındaki adı “kolsuz fanila”dır...

Rahmetli babam da İzmir’in sıcak akşamlarında eve geldiğinde ilk işi, gömleğini çıkarmak ve kolsuz fanilasıyla oturmaktı...

İtalya’da Marcello Mastroianni’nin oynadığı Napoli filmlerinde de, o Akdeniz şehrinin sokaklarında da çok görmüşümdür o beyaz fanilayı...

Latin Amerika favellalarında da vardır...

Halkın “zenciler” ve “beyazlar” diye kutuplaştırılmadığı yıllarda, zenginden fukarasına, Türkiye’nin bütün sıcak akşamlarının halk kıyafetiydi o...

AKP, 2002’de iktidar yoluna çıkarken, mensupları övünerek kendilerine “Biz Türkiye’nin zencileriyiz” diyorlardı...

O kelimeyi, bir mağduriyetin, bir ezilmişliğin en tutkulu ifadesi olarak övüne övüne kullanırlardı...

Sonra köprülerin altından sular aktı...

Oy verenlerinki bitmedi de, acaba oy alanların çok çabuk mu bitti o mağduriyet günleri...

Mağrurluk, kibir haddinden fazla mı hızla sirayet etti o bünyelere, o ruhlara...

Fanilaya laf edenlere şunu da hatırlatayım:

Kolsuz faniladır o...

Kol kırılınca, içine saklayacak yeni yoktur...

Yani mazisinde, bugününde saklayacak ayıbı olmayanlar hâlâ rahatlıkla giyerler...

Yazının tamamı için tıklayınız: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/aile-albumumden-bir-fanila-fotografi-40560776

İnsan Haber

Mağduriyetlerin bedeli ağır olur
30 Ağustos 2017



Ahmet Taşgetiren dün yayımlanan yazısında KHK ile ihraç edilen kişilere değinirken, “İnsanlar mağdur oluyorsa, ki oluyor herkes emin olsun ki, bunun bir siyasÎ bedeli olur” dedi.
Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren dün yayımlanan ‘Lekelenmeme hakkı önemseniyorsa’ başlıklı yazısında KHK ile ihraç edilen kişilere değinirken, “İnsanlar mağdur oluyorsa, ki oluyor herkes emin olsun ki, bunun bir siyasi bedeli olur” dedi. Taşgetiren’in uyarı ve tespitlerinin olduğu yazının bir bölümü şöyle; “Cumartesi günü. Bir düğün. Onu gördüm. Düğün davetlisi diye düşündüm. Doğu’da bir ilimizin üniversitesinde öğretim üyesi idi. Yanına vardım. “Hoş geldiniz” dedim. Hoş beşten sonra son KHK ile üniversiteden ihraç edildiğini söyledi. Zinhar, zinhar, zinhar alakası yoktu FETÖ ile. Hakkında soruşturma açıldığında bir çok kanaldan o yapı ile hiçbir ilgisinin olmadığı her yere bildirilmişti. Ama işte KHK ile ihraç gelmişti. Bir el onu ihraç listesine sokmuştu.

Yazınca da yukarda rahatsızlık oluşuyor

Lekelenmeme hakkı! Son KHK ile o da gelmişti. Bir ihbarla insanlar “Şüpheli” hale gelmeyecek, dahası yanmayacaktı. Ama işte bir profesör daha yanmıştı!” Şimdi, biliyorum ki, bir tanesinden bahsetsem, patlayacak, dosya dolacak önüm. Yazınca da yukarda rahatsızlık oluşuyor. Ama adam tutuklanmış, 13 aydır tutuklu. Önüme gelen dosyaya bakıyorum, yok be kardeşim, bu dosya ile adam mahkum edilmez. Aylarca tutukluluğu devam ediyorsa, ve siz son KHK ile devletin yeterli hakim ve savcısı bulunmadığı gerekçesiyle ve bir ihtimal suçlu ise cezasını tutuklulukta çeksin gibi bir mantıkla tutukluluk süresini 7 yıla çıkarıyorsanız “lekelenmeme hakkı” boşta kalmıyor mu?(…)

Devlet, öfke ile hareket etmeyi bırakmalı

İnsanlar mağdur oluyorsa, -ki oluyor- herkes emin olsun ki, bunun bir siyasi bedeli olur. Bu bedelin en ağırı da, öyle seçimlerde oy kaybı değildir, siyasî iktidarın adalet duyarlılğına yönelik kuşkudur. İktidar kadrolarının “dindar hüviyeti” dikkate alındığında, böyle bir iktidarın adalet konusunda sorunlu hale gelmesinin açtığı yara, herkesi yıpratır. Nasıl ki darbe girişimi içine girmiş bir “Cemaat”in bütün cemaatlere bedel ödetmesi gibi. Devlet birimlerinin “FETÖ’cü diye suçlanma” kaygısıyla, adaletin kılıcını yanlış kullanmasının önü kesilmelidir. Devlet öfke ile hareket etmeyi bırakmalıdır. Ceza uygulamasını bile kinle yapmamak esastır. Bir de, darbeye katılan hainlerin yargı sürecindeki çarpık görüntüleri, başka alanlarda “öfke tavrı”na gerekçe yapılmamalıdır. Haksız infazların yarası on yıllarca kapanmıyor.”

Mağduriyetler dalga dalga toplumu sarsıyor

Biliyorum ki, bir çok davanın kaynağı “ihbarlar.” Ah bu ihbar belası! Bir kısmı, etkin pişmanlık numarası. Adam kendisini kurtarmak için beş isim vermiş. O yırtmış, beş ismin kapısına sabah polis dayanmış. Gelsin tutuklama. Görüyorum, devlet şu anda “FETÖ ile mücadelenin yargı ayağı”nı başarı ile yapmakla, mağduriyetlere yol açmamak arasında bir yerde sıkışmış bulunuyor. Sıkışma bir yandan sırf adalet hassasiyetinin sonucu, diğer yandan mağduriyetlerin yol açacağı siyasi sonuçları dikkate almanın. Suçluluğu ayan beyan olan birisine karşı tavır almak kolay. Ama iş sadece darbe süreci ile sınırlı olmayıp, bir yanı “Cemaat” olan bir toplumsal vakıa ile bağlantılı olunca ve o yapının her ailede uzantısı bulununca, mağduriyet dalga dalga toplumu sarsıyor. “Adalet”i şiar olarak benimseyen bir siyasi yapı, adalet noktasından sorguya çekiliyor. (…)

Etiketler: ahmet taşgetiren

Kaynak: Yeni Asya

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı: Haksız her işlem tekrar tersine döner
31 Ağustos 2017



Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı sosyal medya hesabından ‘Erken Uyarı, Devlet Bilgisi’ adını verdiği kitabından paylaşımlar yaparak hukukun üstünlüğü, yargı ve adalet sistemi çalışması durumunda anarşi ve terörün olmayacağını vurguladı.
Hanefi Avcı’nın paylaşımları şu şekilde; “Haksızlık ve hukuksuzluk içerisinde yapılan her işlem tekrar tersine dönecektir diyen Avcı, “Geç kalınmaksızın bu grubun mensupları için değil, bu grubun mensuplarını korumak adına değil, bu devletin hukuk devleti olması, bu devletin adil olması, bu devletin vatandaşlarına gerçek manada bir güvenlik sistemi verebilmesi, adalet yaratabilmesi ve hukuk adına devletin yapılan tüm işlemleri yeniden gözden geçirmesi gerekir.

İnsan haklarına saygı varsa, o ülkede terör ve anarşi yoktur

Anarşi ve terörün olmadığı ülkelerde hangi özellikler var? 1- Fikir ve düşünce özgürlüğü en geniş hali ile varsa... Basın özgürlüğü hayata geçmiş, yazdıklarında dolayı yargılanan basın mensubu neredeyse yoksa.... Toplum, devlet, hukuk, fikir ve düşünce özgürlüğü ile basın özgürlüğünü kutsal kabul ediyorsa, 2- Ülkede hukukun üstünlüğü varsa, yargı ve adalet sistemi çalışıyorsa, idarenin hukuka uygunluğu içselleştirilmişse, ve tüm hukuk kuralları işletiliyorsa, 3- Ülkeyi yönetenler ve hükümet, demokratik kurallara göre seçilmişse, demokrasinin tüm kuralları uygulanyorsa, 4- İnsan haklarına saygı varsa,o ülkede terör ve anarşi yoktur.”

Yeni Asya

Erdoğan'a anket şoku: "AKP'nin oyu Erdoğan'dan daha fazla"
01 Eylül 2017



HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Nadir Yıldırım, bir çok kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre AKP tarihinde bir ilk yaşanarak Erdoğan'ın oylarının partinin de gerisine düştüğünü söyledi. Yıldırım, "Erdoğan'ın oy oranı yüzde 30-34 arasında. AKP'nin oy oranı ise yüzde 36-40 bandında" dedi.

Artı Tv'de Celal Başlangıç'ın Meselenin Aslı programına katılan HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Van Milletvekili Nadir Yıldırım, Türkiye siyaset tarihinde AKP'nin şu anda yaşadığı düzeyde yozlaşma, çürüme ve inançsızlığın hiçbir siyasi gelenekte olmadığını söyledi. "Erdoğan'da bir metal yorgunluğu olabilir" diyen Yıldırım, "AKP'de gerçekten ciddi bir yozlaşmayla birlikte maneviyatzsızlaşma söz konusu. Türkiye tarihinde yolsuzluk hiç bu kadar derin ve çirkefçe yapılmamıştı. Meşhur döneme damgasını vuran yolsuzluk süreçleri olmuştu bunlar AKP sürecinde devede kulak kalır" dedi.

AKP'YE OPERASYON HAZIRLIĞI

Bunun bile başlı başına bir çöküntü olduğunu savunan Yıldırım, şöyle devam etti:

"Edoğan'ın oluşturduğu felakat teorisiyle birlikte ülkenin sürüklendiği kaos, kriz içinde en büyük krizi AKP yaşıyor. AKP'de kimse kimseye güvenmiyor. Güvene dayanmayan hiçbir siyasal ilişki yürüyemez. MHP de adım adım eriyor, istifalar ve ayrılmalarla çözülüyor. Yani MHP ile ittifak da yetmiyor AKP'ye.

Erdoğan ülkeyi korkuyla yönetiyor. Aslında en büyük korkuyu şu anda yaşayanlar AKP'liler. Tirtir titriyorlar Erdoğan korkusundan. Çünkü öyle bir noktaya geldi ki ciddi bir çöküş yaşayacak.

AKP'lilerle bir kader birliği oluşturdu kendisinin karanlık geleceğini AKP'ye mal etti. Erdoğan'ın son dönem konuşmalarının yüzde 90'ı tehdit. ABD'yi tehdit ediyor. Almanya'yı tehdit ediyor, Rusları, Kürtleri, Alevileri... Esas olarak mesajlarına iyi bakarsanız bu tehditlerinin yüzde 90'ı AKP'lilere.

Son KHK'lerle herkes muhalefeti tehdit etti diye yorumluyor, doğru o yönü var. Ama bize zaten operasyon yapıyor onun için bir KHK'ye ihtiyacı yok. Fakat asıl bu hazırlıklar daha çok kendi içine dönük yeni operasyon hazırlıkları."

AKP KURMAYLARINI REHİN ALDI

AKP kurmaylarının yüzde 80-90'ının Erdoğan'ın elinde rehin olduğunu duyduklarını ifade eden Yıldırım, "Kiminin eniştesini, oğlunu, kızını almış. Damatlar bir dönem gündemdi zaten. Bunların hepsi rehin" dedi.

Eskiden "AKP, Erdoğan'a muhtaçtı" dendiğini, AKP'nin zor dönemlerinde Erdoğan'ın meydanlara çıkarak partiyi zor durumdan kurtarmaya çalıştığını anlatan Yıldırım, şimdi durumun değiştiğini vurguladı. Yıldırım, son gelen kamuoyu araştırmaların göre Erdoğan'ın AKP'ye muhtaç pozisyonunda olduğunu savundu:

"AKP'nin oyu Erdoğan'dan daha fazla. Bir çok araştarmının sonucuna göre ortalama bir rakam verirsem Erdoğan'ın oy oranı yüzde 30-34 gibi. AKP ise yüzde 36-40. İlk defa AKP tarihinde böyle bir şey yaşanıyor. Artık çöküşün başlanıcını aşmış durumda. Hızla başağı gidiş var. Bunu durdurma çabası çöküşü daha fazla hızlandırıyor."

Yurt Gazetesi

'AKP'nin artık bir ideolijisi yok, partiyi devlet yönetiyor'
29 Ağustos 2017



Kılıçdaroğlu, 'Bir parti, MASAK ve MİT'ten gelen raporlara göre kendisini yeniden yapılandıracaksa, o örgütten hayır gelmez. Bu şu anlama gelir. O partinin ideolojisi yok, o parti hedeflerini ilkelerini kaybetmiş. O partiyi artık yönlendiren devlet' diye konuştu.

CHP'nin adalet çağrısı ile 1.5 ay önce başlattığı yürüyüşün devamı niteliğindeki 4 günlük kurultay da büyük ilgi gördü. Çanakkale'de gerçekleşen kurultay on binleri bir araya getirdi… CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Çanakkale savaşlarının yaşandığı Arıburnu Cephesi'nin geri bölgesinde bulunan Kocadere tepesinde, Sözcü'ye açıklamalarda bulundu.

TEMALI TOPLANTILAR

DÜŞÜNCELER GÜZEL:

2019'a kadar bir plan çizdik. Adım adım uygulamaya çalışıyoruz. Adalet Kurultayı, düşündüğümden daha iyi geçiyor. Düşünsel yönü ağır bu kurultayın. Pek çok konuda akademisyenler, sivil toplum örgütleri yöneticileri, kadınlar, gençler, kendilerine göre özel toplantılar yapıyorlar. Adalet temalı ve hayatın değişik alanlarıyla ilgili toplantılar yapıyorlar. Panelleri izliyorum ve çok da yararlanıyorum, güzel düşünceler ortaya çıkıyor, yeni şeyler öğreniyorum. Bilmediğim bazı olaylar da aktarılıyor. Onları da öğrenme fırsatım oluyor.

BURADA HUZUR VAR:

Katılımcılar, Türkiye'de huzuriçinde olmasalar bile en azından, adalet kurultayının yarattığı bu geniş mekanda huzur içinde geziyorlar, şakalaşıyor, eğleniyorlar. Buranın kendine özgü bir yapısı var. Çanakkale ve özellikle bu bölge… 57. Alay'da görev yapan er erbaş ve komutanların hiç biri çatışmadan sağ çıkamadı. Hepsi hayatlarını bu ülke için verdiler. Dolayısıyla onun yarattığı bir de manevi ortam var. O manevi ortama herkes uyuyor. Bu da bizi son derece mutlu ediyor.

ADALET HAVAYA BENZİYOR:

Eğer bir ülkede adalet tartışılıyorsa, o ülkede demokrasi yoktur. Demokrasi olsa, adaleti tartışmanın da zaten bir gereği olmaz. Bir konuşmacı adalet
için ‘Hava gibi' tanımı yaptı. Doğru, tıpkı nefes aldığımız hava gibi. Rahatlıkla nefes aldığımızda hiç aklımıza gelmez ama hava kirlendiği zaman aklımıza gelir, şikayetçi oluruz. Bu ortamda da, adaletin olmadığı, baskının olduğu, bir düşüncenin topluma mutlaka dayatılması gerekiyor diye bir anlayışın iktidar olduğu süreçteki rahatsızlıklar dile getiriliyor.

YENİ ANAYASA ŞART:

Buradan yeni bir şey çıkar. Türkiye'nin bir toplumsal uzlaşmayla anayasa yapması gerekiyor. Bu ülkenin insanları olarak düşünürleri olarak akademisyenleri, sivil toplum örgütleri olarak bir araya gelip hepimizin en azından büyük bir çoğunluğun uzlaşabildiği anayasa çalışması yapmak ve bunu hayata geçirmemiz gerekiyor. Türkiye'nin toplumsal uzlaşmaya ve yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Bu uzlaşma çok önemli. Artık bu ülkede sivil otorite, yönetim var diyorsak. Başka bir vesayete ortam hazırlamadan hepimiz oturup tartışmalıyız. Hafıza sokağında, MHP'li genç de, Deniz Gezmiş de Erol Olçok da var. Artık biz siyaseti farklı bir değer ölçüsüyle ele almak ve değerlendirmek durumundayız.

ACILARI PAYLAŞMAK BUNLARI AŞMALIYIZ:

Acılarımızı, bir genç öldüğü, öldürüldüğü zaman, benim gencim ya da öbürünün genci diye ayırmadan paylaşmalıyız. Bu hepimizin genci, çocuğu… Sorunun üzerine birlikte gidelim. Bir yerde bomba patladığı zaman solcular öldü, sağcılar öldü diye bir ayrıma gitmek ve orada ölen insanların arkasından farklı şeyler söylemek gerçekten adaletsizlik. Bunları aşabiliriz. Böyle bir süreci Adalet Yürüyüşü ve kurultayı ile başlatmak istedik. Toplumun desteğini alabilirsek, toplum ‘evet ben huzurlu bir ülke istiyorum, farklılıkları zenginlik olarak kabul ediyorum, farklılıklar bir gerginlik, ayrışma unsuru olmamalı' diye kabul eder ve toplumu o noktaya taşıyabilirsek bence siyasete en büyük katkıyı yapmış oluruz.

AKP, MASAK VE MİT'TEN GELEN RAPORLA YAPILANACAKSA O ÖRGÜTTEN HAYIR GELMEZ

Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “AKP teşkilatında metal yorgunluğu olduğuna” ilişkin açıklamalarına da cevap verdi.
CHP lideri, “Erdoğan AKP'nin genel başkanı ama, kendi örgütünü aşağılıyor. Bir iki ses dışında, kimse de korkudan konuşamıyor'' dedi.

‘DEVLETİN PARTİSİ'

Kılıçdaroğlu konu hakkında şöyle konuştu: “Bir parti, MASAK ve MİT'ten gelen raporlara göre kendisini yeniden yapılandıracaksa, o örgütten hayır gelmez. Bu şu anlama gelir. O partinin ideolojisi yok, o parti hedeflerini ilkelerini kaybetmiş. O partiyi artık yönlendiren devlet. AKP artık devletin partisi… Kendi örgütüyle de kavgalı. Bir siyasal partinin liderinin kendi örgütünü kötülemesi kadar ‘beceriksizsiniz, yoruldunuz, bir şey yapmıyorsunuz' demesi kadar yanlış bir şey yok. Kendisi bugün Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyorsa, referandumda 24 saat devletin bütün imkanlarını kullanarak onları çalıştırıp, koltuğa oturduktan sonra kendisini oraya taşıyanları kötülemesi kadar yanlış bir şey yok. Bir kişi kendi egosuna teslim olup, kendi tabanını yok saymamalı. Ama şunun için yok sayıyor, ‘Ben ne yaparsam yapayım, benim tabanım bana oy verir.

KESERİM, ASARIM…'

İster döverim, ister söverim, ister asar, keserim. Bunlar benim esirlerim. Ben ne yaparsam yapayım bunlar gelir bana oy verirler' diyor. Bakanları eleştirip, aşağılayabiliyor. Örgütünü aşağılıyor, kötülüyor. Onları siyasal tutsakları olarak görüyor. Ben ne yaparsam yapayım bunlar benim arkamdan gelecekler diye. Bir örgütün yöneticileri bu pozisyona gelmeli mi? İstifa etmedim, istifa ettirildim diye birkaç açıklama oldu. İstifa ettirilmesi neye dayanıyor.''
Yurt Gazetesi

Yiğit Bulut: Bunları yazdım diye üstüme geliyorlar, bana yardım edin
11 Ağustos 2017



Yiğit Bulut köşesinde “Defalarca yazdım, üstüme geliyorlar, yazmaya devam edeceğim…” dedi ve yardım istedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından Yiğit Bulut, hükümete yakın Star gazetesindeki köşesinde “NBŞ lobisiyle” ilgili yazılarına devam ediyor.

Bulut bugünkü köşesinde “NBŞ... Şeker değil şekerimsi! Şekerimsi değil, bilim insanlarına göre ‘zehir’!” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yazısının girişinde “Defalarca yazdım, üstüme geliyorlar, yazmaya devam edeceğim…” diyen Bulut şu ifadeleri kullandı:

Yiğit Bulut'un 'zehir' lobisi dediği NBŞ lobisini kim büyüttü?
“Sevgili dostlar, sizler de çok iyi hatırlıyorsunuz; Konuyu Türkiye’de 2008’den bugüne çalıştığım her ortamda defalarca gündeme getirdim ve getirmeye de devam edeceğim…

Peki neden bu kadar ısrarla üstünde duruyorum?

Yazdıklarım tekrar da olsa yazacağım !

Bir dedektif gibi...

Sakın konuyu atlamayın!

Sevgili dostlar, ilk defa konuyu gündeme getirip, korkunç gerçekleri araştırmalarım sonucu öğrenince, ‘ne paketli çikolata, ne şekerli içecekler ne de şekerlemeleri’ şahsen tüketemez duruma geldim... Yediğimiz, içtiğimiz bazı markalarda; ‘tat verenler’ şeker pancarı veya kamışından üretilen, ‘olması gereken’ değil, onun yerine çok daha ucuz olan ‘nişasta bazlı şekerimsiler! kullanılıyor!”

“BANA YARDIM EDİN”

Bulut yazısını şöyle bitirdi:
“Son söz: Çocuklarımızı NBŞ’den koruyabiliyor muyuz? Koruyacağız! Sesime kulak verin, bunu toplumsal bir amaç haline getirelim ve bu zehiri yenelim! Bu zehirin Türkiye’de kullanımını yaymaya çalışan bir yapılanma var. Hepsini açık edeceğim, bana yardım edin! Yaşasın sağlıklı nesiller yetiştiren, tam bağımsız, güçlü, büyük Türkiye…”

Patronlar Dünyası

Yiğit Bulut'un 'zehir' lobisi dediği NBŞ lobisini kim büyüttü?
14 Ağustos 2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2013 yılında Başbakanlığı döneminden bu yana danışmanlığını yapan Yiğit Bulut, 'Nişasta Bazlı Şeker' lobisinin Türkiye’de “yeni bir dalga peşinde” olduğunu yazdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2013 yılında Başbakanlığı döneminden bu yana danışmanlığını yapan Yiğit Bulut, 'Nişasta Bazlı Şeker' lobisinin Türkiye’de “yeni bir dalga peşinde” olduğunu yazdı. Ancak, yüzde 10 olarak başlayan Nişasta Bazlı Şeker kotası, AKP döneminde defalarca artırılarak yüzde 25'ler oranına çıkartıldı.

2013 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığına getirilen Yiğit Bulut, Cumhurbaşkanlığı döneminde de bu görevi sürdürüyor. Yiğit Bulut, Star gazetesinde üst üste yazdığı son iki yazıda 'Nişasta Bazlı Şeker' lobisine dikkat çekti ve 'Nişasta Bazlı Şeker' kotasının düşürülmesi çağrısı yaptı.
Yiğit Bulut, Erdoğan’ın başdanışmanlığından ayrıldı mı!

'ZEHİR LOBİSİ'

Yiğit Bulut, 11 Ağustos 2017 tarihli yazısında "Sevgili dostlar, 10 yıldır bu konuyu Türkiye’de gündeme getiriyor ve GÜNDEMDE tutmaya çalışıyorum… Bugüne kadar destek olanlardan Allah razı olsun…

Son günlerde “NBŞ lobisi” hareketli ve bütün dünyada yasaklanırken, Türkiye’de kullanımın artması yönünde yoğun faaliyetteler… ANKARAYA’YA KAMP KURMUŞ “ABİLER”!

Yıllardır “nişasta bazlı şekerimsilerin” başta çocuklar olmak üzere hepimizi nasıl tehdit ettiğini yazmıştım... YİNE YAZACAĞIM…" diye yazdı.

Yeni dalga peşindeler! Açıkla NBŞ lobisini

Bulut, 13 Ağustos 2017 tarihli bugünkü yazısında ise “Sayın Cumhurbaşkanımız 'her türlü kötü-yanlış ile mücadelede' nasıl asla tereddüt etmeden yollara düştüyse, bu konuda da bize önderlik etmekte.” diyerek hükümetin Nişasta Bazlı Şeker kotasının düşürülmesi gerektiği çağrısı yaptı.

KİM BU ZEHİR LOBİSİ?

Yiğit Bulut, yazılarında 'zehir lobisi' olarak bahsettiği bu lobinin kimler/hangi şirketler olduğunu belirtmedi. Ancak, Şeker Kurumu'nun 2016-2017 Pazarlama Yılı Nişasta Bazlı Şeker Kotaları tablosundan bu lobinin kimler olduğu açıkça görülüyor.

2016-2017 Pazarlama Yılında Toplam 265 bin Ton Nişasta Bazlı Şeker ithalatına izin verilirken, ABD'li gıda devi Cargill 116 bin 181 tonla bu kotanın yüzde 50'sine yakınını tek başına karşılıyor.

ÜRETİCİ İTİRAZ ETTİKÇE AKP KOTAYI ARTTIRDI

Nişasta Bazlı Şeker ve Gliktoz'un insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkiler konusunda uzmanlar yıllardır uyarılarda bulunuyor. Özellikle obezite ve kanser konusunda tetikleyici etkisi hakkında çok sayıda bilimsel çalışma yapıldı. İşin ayrıca ekonomik boyutu da var. Ancak dünyanın 6. büyük şeker panzarı üreticisi konumunda olan Türkiye'de Nişasta Bazlı Şeker kotası her yıl Bakanlar Kurulu kararı ile yüzde 30 ile yüzde 50 oranında artırılırken, şeker pancarı ekimi ise yıldan yıla geriledi.

1998 yılında 492 bin 495 çiftçi 500 bin 951 hektarlık alanda şeker pancarı ekimi yaparken, 2013 yılında 126 bin 307 çiftçi 290 bin 900 hektarlık alanda şeker pancarı ekimi yaptı.

Yani, Yiğit Bulut'un 'zehir lobisi' dediği Nişasta Bazlı Şeker kotası her yıl istikrarlı şekilde artarken, yerli şeker pancarı üreticisi sayısı ve ekim alanı istikrarlı şekilde azaltıldı.

PANKOBİRLİK, ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI VE ŞEKER-İŞ YILLARDIR MÜCADELE EDİYOR

Yiğit Bulut'un “Sayın Cumhurbaşkanımız 'her türlü kötü-yanlış ile mücadelede' nasıl asla tereddüt etmeden yollara düştüyse, bu konuda da bize önderlik etmekte.” dediği Erdoğan'ın iktidarı döneminde kota Nişasta Bazlı Şeker üreticileri ve ithalatçıları lehine artarken, şeker pancarı üreticileri aleyhine daraltıldı.

2001 yılında çıkartılan Şeker Yasası ile 2001/2002 pazarlama yılından itibaren uygulanmaya konulan yeni şeker rejimi kapsamında Nişasta Bazlı Şeker üreticilerine toplam A kotası şeker üretim miktarının %10'u oranında kota tahsis edilerek, AB normlarının üzerinde üretim izni verildi. AB normlarında Kuru Madde Bazında hesaplanan İzoglikoz (Nişasta Bazlı Şeker-Glikoz) kotası hali hazırda kuru madde bazında toplam AB şeker kotasının %5,1'i seviyesinde. 920 milyar Avroluk gıda hacmine sahip Avrupa Birliği ülkelerinde yıllık NBŞ tüketimi 690.441 ton. Oysa 160 milyar liralık yani 72 milyar Avroluk gıda hacmine sahip Türkiye’de ise yıllık NBŞ tüketimi 366 bin 600 ton. Bu verilere göre, Türkiye AB’nin 8 kat dolayında daha fazla NBŞ tüketimi yapıyor.

Ancak 2001 yılında yüzde 10 olarak belirlenen bu kota, yıllar içinde Bakanlar Kurulu'na verilen yetkiyle her yıl yüzde 30 ile yüzde 50 oranında arttırıldı.
Yıllardır Ziraat Mühendisleri Odası, Şeker-İş Sendikası ve PANKOBİRLİK, Nişasta Bazlı Şeker kotası konusunda hukuki mücadele veriyor. Sadece 2005-2012 yılları arasında Şeker İş Sendikası kotanın artırılmaması için 8 ayrı ava açtı. Bakanlar Kurulu kararı ile artırılan NŞB kotasının iptali için Danıştay'da açtıkları davaları kazansalar da, verilen yürütmeyi durdurma kararları uygulanmadığı gibi takip eden yıllarda da Bakanlar Kurulu kota artırma yetkisini kullanmaya devam etti. (NBŞ kotasının iptali için açılan davalar)
Yıllara göre Nişasta Bazlı Şeker Kotası artışları
24 Haziran 2016 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararına göre nişasta bazlı şekerlerin kotası 2015/2016 pazarlama yılı için yüzde 25 artırıldı.
Atakan Sönmez/Cumhuriyet
Etiketler:
Yiğit Bulut zehir lobisi NBŞ lobisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Nişasta Bazlı Şeker lobisi

Atakan Sönmez/Cumhuriyet

Ahmet Kekeç: Nerelerde eğleştiğim belli ama şapşal ve kişiliksiz herife göre 'trol' ben oluyorum...
31 Ağustos 2017



Star yazarı Ahmet Kekeç, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile "herhangi bir alıp veremediğinin" olmadığını vurgulayarak "Sahte ismin arkasına gizlenmiş ve hangi 'gizli organizasyon' tarafından 'yönlendirildiği' belirsiz bir yumurta kafa, 'Ahmet Kekeç trol oldu' diye yazıyor. Diğer yumurta kafalar da paylaşıyor: 'Evet, trol oldu.' İsmim belli, adresim belli, nerelerde eğleştiğim belli ama şapşal ve kişiliksiz herife göre 'trol' ben oluyorum" dedi.

Ahmet Kekeç'in "Eski Başbakan ve sevenleri..." başlığıyla yayımlanan (31 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Küfretmeden de, birtakım küçültücü sıfatlar kullanmadan da meramınızı anlatabilirsiniz.

Eski Başbakanla bir alıp veremediğim yok.

Başbakanımızdır. Hizmetleri olmuştur. Tartışmalı icraatları olmuştur. Dönemini tamamlamış ve “ilmî çalışmalarına” yoğunlaşmak üzere köşesine çekilmiştir.

Sadece bir “durum”u anlattım ve darbe gecesini güvenli evde geçirmiş olmasını “insani bir hal” olarak yorumladım.

Kaldı ki, “durumunu”, herkeslerden önce bizatihi kendisi bir televizyon kanalında anlatmış, “O geceyi korumalarımla birlikte güvenli bir evde geçirdim” demişti.

İftira atmadım.

Bühtanda bulunmadım.

Eylemini ya da tutum alışını küçümsemedim.

Nitekim darbe gecesi sosyal medya hesabından halkı sokağa çağırmış... (Sevenleri, yalanımı yüzüme vurmak için saat 01.49’de tweet attığını söylüyorlar.)

Hangi “yalanımı” yüzüme vurduklarını bilmiyorum ama hiçbir zaman “Konuşmamıştır, tweet atmamıştır, darbeye karşı tutum almamıştır” gibi bir beyanım olmadı.

Saat 01.49’da güvenli evden attığı tweeti ben de biliyorum; bilgilendirmeleri gerekmez... Halkı sokağa çağırdığı saatte halk zaten sokaktaydı ve darbe çözülmek üzereydi ama olsun... Geç de olsa, bu tutum alışı “değerli” buluyorum.

Söylediğim şey çok basitti:

Darbe gecesini güvenli evde geçirmiş eski Başbakanla, darbe gecesini Bakırköy Belediye Başkanı’nın evinde (tank izleyerek) geçirmiş Kemal Kılıçdaroğlu’nun eylemleri arasında paralellik kuramayız. Kurarsak, ayıp etmiş oluruz.

İlki, “direniş”e canlı olarak iştirak etmese de, sorumluluğunu müdriktir ve geç de olsa bunun gereğini yerine getirmiştir.

İkincisi tamamen “sorumsuz”, “duygusuz” ve “pervasız” bir adamdır.

Buradan, Sayın eski Başbakana yönelik bir suçlama çıkar mı?

Çıkarmışlar...

Başta, vaktiyle bir “yalı”nın maaşa bağladığı kimliksiz, kişiliksiz ve mütecaviz bir şahıs olmak üzere, “trol” sıfatını hak eden ne kadar gizli müntesip varsa, sözlerimden “suçlama” çıkarmış, üç gündür koro halinde küfredip duruyor...

En komiği de şu:

Sahte ismin arkasına gizlenmiş ve hangi “gizli organizasyon” tarafından “yönlendirildiği”belirsiz bir yumurta kafa, “Ahmet Kekeç trol oldu” diye yazıyor. Diğer yumurta kafalar da paylaşıyor: “Evet, trol oldu...”

İsmim belli, adresim belli, nerelerde eğleştiğim belli ama şapşal ve kişiliksiz herife göre “trol” ben oluyorum...

Muhtemelen yine saldıracaklar ama “basitleştirerek” bir kez daha anlatayım ki, en azından neye küfrettikleri bilinsin:

ByLockkullandığı iddiasıyla gözaltına alınan, sonra serbest bırakılan Ahmet Şan, en fazla Konya Spor’u temsil eder...

Kulüp başkanlığından istifa ettiğine göre, artık bir “temsil” özelliği bulunmuyor.

Demek ki, Ahmet Şan’a yönelik tepkiler, Konya ilimizi, hele Konyalıları bağlamıyormuş.

Kaldı ki, kimse Konya ilimiz için bir şey söylemedi. Konyalıları bir aidiyetle ya da mensubiyetle suçlamadı.

Dolayısıyla, Eski Başbakanın “PensilKonya” ifadesine gösterdiği tepki, son derece ağır (ve orantısız) bir tepkidir. Bu ifadeyi kullanan gazeteciye yönelik “Kripto FETÖ’cü” suçlaması da, yine son derece ağır ve biçimsiz bir suçlamadır.

Bir önceki yazımda da belirtmiştim:

Sayın eski Başbakan ille de Konya’yı ve Konyalıları koruyan bir tutum almak istiyorsa, zehir zemberek açıklamalarını öncelikle FETÖ’yle iltisaklı olduğu iddia edilen ve dolayısıyla “Konya’nın imajından eksilten” kişilere yöneltmelidir/yöneltmeliydi.

İlle de zehir zemberek sözler söylemesi gerekmez ama madem konuşmak istiyor, seçeceği “hedef” bellidir.

Eski dönemlerinde olsaydı susardı.

Daha doğrusu, “susarak” düşüncelerini aktarmayı tercih ederdi.

Martin Schulz, Cumhurbaşkanı Erdoğan için, “Bizim bağıran çağıran bir adamla işimiz olmaz. Biz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyla anlaştık” dediğinde susmuştu çünkü...

T24
ETİKETLER
star gazetesi ahmet kekeç akp

AKP Gençlik Kolları yöneticisi: Dünya'nın yuvarlak olması mason uydurması, Dünya düz
01 Eylül 2017



Tolgay Demir, NASA tarafından çekilen fotoğrafların tamamının "photoshop ürünü" olduğunu iddia etti

AKP Fatih Gençlik Kolları İlçe Başkan Yardımcısı ve Çevre ve Şehir, Kültür Birim Başkanı Tolgay Demir, akgencfatih.com sitesinin makaleler bölümünde “Düz Dünya Teorisi” isimli bir makale yayımladı. Demir yazısında, "Dünyanın yuvarlak olması mason uydurması, Dünya düzdür" dedi, "Özellikle son 500 yıldır küre Dünya tam anlamıyla kabul görmeye başlamıştır ve ilginçtir ki bunu öne sürenlerin tamamı mason kulübü üyeleridir" diye yazdı. Yazı sosyal medyada paylaşılmasının ardından AKP'nin sitesinden kaldırılı.

Gözde Tüzer'in Evrensel'de yer alan haberine göre, Tolgay Demir, NASA tarafından çekilen fotoğrafların tamamının "photoshop ürünü" olduğu iddialarına yer verdiği yazısında, sözde iddiaları kanıtlamak uğraşıyla birtakım görüntüler paylaştı. Demir, farklı zamanlarda çekilmiş fotoğraflar arasındaki farkları ilginç bulurken, uzaydan atlayış gerçekleştiren Felix Baumgartner'ın kaydettiği görüntüleri de 'optik yanılsama' olarak gördü. Demir, fotoğraf makinası ve kameraların hem aydınlık, hem de karanlık alanları aynı anda eşit biçimde algılayamadığı gerçeğini de görmezden geldi.

AKP'li Demir, "Neden düz dünya, düz ise neden insanlara küre olarak sunulmaya çalışılıyor?" sorusunu şöyle yanıtladı:

"Dünyanın küre olması ve küre sistemde, trilyonlarca yıldız ve gezegen arasında bir toz zerresisin şeklinde sunularak insanın değersizleştirilmesi evrim teorileriyle süsleyerek yaşamın anlamsız kılınması bir tür bilim dini projesinin sistemak şekilde devam etmektedir ve dünya üzerinde yapılan ankette yaşamın anlamsızlığı yüzde 77 oranına ulaşmıştır. Buda insanları sadece tüketme ve çoğalma odaklı kapitalist sistemin köleleri olmaya dönüştürmüştür."

Demir, ilkokul çağındaki çocukların dahi kolaylıkla karşılık verebileceği bilimdışı yazısına şöyle devam etti:

"Eğer Dünya düzse Güneş nereye gidiyor?"

"Güneş ne doğar ne batar, ama saat yönünde doğudan batıya doğru seyahat eder. Perspektiften dolayı doğuyor ve batıyor gibi görünür. Güneş ufukta, insan perspektifinin ufuk noktasında, gökyüzünün yerle buluştuğu noktada gözden kaybolur. Bu tamamen persfektif ve havanın içerisinde bulunan su buharının mercek etkisi yaratmasından ötürü batıyor gibi gözükür. Ama yapılan gözlem ve deneylerde güneş uzaklaşarak yok olur. Bununla ilgili deneyler internette mevcuttur."

Demir, yerçekimi hakkında da şu ifadeleri kullandı:

"Dönen küre modelinin işleyebilmesi için yerçekimi kavramı bir zorunluluktur. İnsanlar idrak bile edemeyecekleri bir hızla uzayda süratle ilerleyen bir kürenin üzerinden düşmeyeceklerine kolayca inanırken, hareketsiz düz bir düzlemde yaşamanın çok daha kolay olduğunu inkar ediyorlar. Yerçekimi bütün bu açıklanamayan olayların günah keçisidir ve hiçbir zaman kanıtlanamamıştır. Eşyaların düşmesinin ya da dalgalanmasının nedeni yoğunluk ve kaldırma kuvvetidir. Eğer bir şey havadan daha ağırsa düşer. Eğer havadan hafifse dalgalanır.

Örneğin bir kalemi yere bırakırsanız düşer çünkü kalemin yoğunluğu havanın yoğunluğundan fazladır. Ama helyum havadan hafiftir, bu sebeple helyum balonunu bırakırsanı düşmez yükselir.

Yerçekimi yani İngilizce olarak Gavity, Masonların küre dünya modelindeki insanlara sistematik şekilde sundukları sihirli sözcüktür, açıklanamaz her şey yer çekimine bağlanmaktadır. çünkü bu sayede küre dünyada nasıl ters duruyoruz sorusunun cevabı olarak yine bu söylenir ve soran kişi bir daha o soruyu sorgulama ihtiyacı hissetmez."

"Kutuplardan sonra topraklar var gitmek yasak"

Dünyanın neden kenarı olmadığına da değinen Tolgay Demir, Güney Kutbu'nun aslında olmadığını, dünyanın ise aslında sonsuz büyüklükte olduğunu ve bu yüzden kenarı olmadığını iddia etti. Kuzey Kutbu'ndan sonra sonsuz topraklar olduğunu söyleyen Tolgay Demir, uluslararası anlaşmalarla buralara girmenin yasaklandığını söyledi. Dünyada bozulmayan tek anlaşmanın da bu olduğunu ekledi.

T24
ETİKETLER
tolgay demir akp gençlik kolları dünya güneş ay dünya düzdür

Can Ataklı: AKP içinde çok ciddi sıkıntılar var, yukarıdan henüz görülmüyor
02/09/2017

Bayram tatilinde eskiden beri tanıdığım AKP’li bir siyasetçi ile sohbet ettim. Laf ister istemez döndü dolaştı Türkiye’nin son günlerine geldi. Baktım ki AKP’li dostum da karamsar. “Yönetemiyoruz artık, sonumuz hayırlı olsun”
dedi.

AKP’li siyasetçi parti içi gelişmelerden ve dayatmalardan rahatsız. “Bak bir şey anlatayım” dedi ve şunları söyledi; “Malazgirt’te bir tören yapıldı. Bu törene bütün belediye başkanları, meclis üyeleri ve parti yöneticilerinin katılması zorunluydu. Herkes gitti. Ama artık çok yoruluyoruz üstelik karşılığını da alamıyor her gün genel başkandan azar işitiyoruz, bu dayanılmaz hale geldi.”

Ben de şaşırdım tabii, “Nasıl yani” dedim “Bu törenlere katılmaz zorunlu mu?”

AKP’li siyasetçi dostum “Hesapta zorunlu değil tabii ama istersen katılma. İşte ondan sonra başlıyor (parti içindeki hainler) edebiyatı” karşılığını verdi.

Anladığım kadarıyla AKP içinde çok ciddi sıkıntılar var. Ama bu henüz su yüzüne çıkmış değil, dipte kaynama var yukarıdan henüz görülmüyor.

Tabii anlamadığım ise şu; öyle ya da böyle AKP’liler hemen her gün genel başkanlarından ağır hakaretler duyuyorlar. Oysa şu ana kadar bir kişi bile buna tepki göstermiş değil. Nasıl oluyor da bu kadar partili bir türlü haysiyetli
davranamıyor?

Can Ataklı’nın yazısının tamamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/can-atakli/koca-parti-neden-haysiyetli-davranamiyor-1996992/

Özgür Mumcu: Bir Danıştay başkanının bir siyasi partiyle doğrudan polemiğe girecek kadar pervasızlaşması
02/09/2017



Anayasa Mahkemesi, içtihatını değiştirerek, OHAL KHK’lerini denetleme yetkisinden vazgeçmiştir. Böylelikle OHAL’le ilgisiz düzenlemelerin herhangi bir denetimden geçmeden kurallaşmasının önü açılmıştır.

Hâkim, siyasi irade tarafından her an işten çıkartabileceği kaygısı taşırsa, o iradenin hoşuna gidecek kararlar verir. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirir. Hukuk devleti işte böyle çöker. Tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitiren hâkimler de üstüne topuk selamı veren, iradesi sakatlanmış birer otomata dönüşür. Hukuk jargonunu kullanmaları, objektif anlamda hâkim olarak değerlendirilmeleriyle sonuçlanmaz.

…Danıştay Başkanı’nın dün medyada yer alan açıklamaları da bu durumu hepten ortaya koymaktadır.

…Bir Danıştay başkanının bir siyasi partiyle doğrudan polemiğe girecek kadar pervasızlaşması, hâkimlerin tarafsız ya da bağımsız olmalarıyla değil ancak AKP’nin yargı kolları başkanı olmayı gönüllü kabul etmeleriyle açıklanır.

Özgür Mumcu’nun yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/815697/Yargi_bagimsiz_mi_.html

"Külliye'deki 30 Ağustos Resepsiyonu mönüsünde suşi vardı, isteyene alkollü içki ikramı da..."
03 Eylül 2017



Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök "Suşi Külliye mönüsüne girdi" dedi. Vahap Munyar’ın 30 Ağustos davetinin içki ve yemek mönüsünü anlattığı yazısına da değinen Özkök, "Cumhurbaşkanlığı Sosyal Hizmetler Müdürü Seyit Başkonak, Vahap Munyar’a 'İsteyene alkollü içki ikramımız da var' dediğini yazdı.

Hürriyet'te Özkök'ün "Suşi de Külliye mönüsüne girdi" başlığıyla (3 Eylül 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Herkes masadaki Şehitler Köprüsü enstalasyonuna ve Genelkurmay Başkanı’nın eşinin başını örttüğü şala takıldı.

Oysa 30 Ağustos resepsiyonunda bir devrim yaşandı.

***

Suşi Külliye mönüsüne girdi...

***

İktidar yanlısı medyanın yöneticileri alınmasın ama 30 Ağustos resepsiyonu ile ilgili en ilginç izlenimleri yine Hürriyet gazetecileri yazdı.

***

Fatih Çekirge katılanlarla ilgili çok ilginç gözlemleri aktardı.

En ilginci ise Vahap Munyar’dan geldi...

30 Ağustos davetinin içki ve yemek mönüsünü anlattı...

***

Üç ayrıntı dikkatimi çekti:

- BİR: Külliye mönüsüne suşi girdi...

Hem de zencefilli somonlu suşi...

Yani şef tarafından yorumlanmış.

- İKİ: Çok zengin bir kokteyl mönüsü hazırlanmış.

Genel kural alkolsüz içecekler olduğu için, içki şefi bütün yaratıcılığını alkolsüz kokteyle vermiş...

***

- ÜÇ: Bir de üçüncü ayrıntı var ki, alkollü içeceklerle ilgili.

Onu ayrı anlatacağım, çünkü o konuda merak ettiğim bir şey var.

Alkollü içki servisi de var ama şunu sormak isterdim

- BİR: Cumhurbaşkanlığı Sosyal Hizmetler Müdürü Seyit Başkonak, Vahap Munyar’a şunu söylemiş:

“İsteyene alkollü içki ikramımız da var.”

***

Şunu merak ediyorum:

- İKİ: Davetliler böyle bir uygulamanın var olduğunu biliyorlar mıydı...

***

- ÜÇ: Biliyorlarsa, içlerinden alkollü içki isteme cesareti gösteren bir kişi oldu mu...

***

Vahap’ın yazısında işte bu sorunun cevabı yoktu.

Kavun rüzgarı kokteyli

KÜLLİYE’nin kokteyl mönüsü şöyle:

- Armutlu buz küresi eşliğinde demleme çay.

- Hibiscus eşliğinde mineralli su.

- Bahçe nane limonata.

- Rozmerili buz küresi eşliğinde limonlu soda.

- Orman meyveli spesiyal.

- Kavun rüzgârı.

- Şeftalili soğuk çay.

Bugünlerde içkiyi azaltmak veya bırakmak eğilimindeyim.

Bu mönü bana çok iyi geldi.

Ruy-i derya değil ruh-i derya deseydi

VAHAP’ın anlattığına göre gecenin en gözde kokteyli “Ruy-i Derya” imiş.

İçinde ananas suyu, hindistancevizi ve süt var.

Ben kokteylin adını yanlışlıkla “Ruh-i Derya” diye okumuş ve şaşırmıştım.

Çünkü “ruh” İngilizcede “spirit”anlamına geliyor. Bu da alkolün en damıtılmış hali.

İngilizlerin “spirit” dediği içkiye İspanyolların bir bölümü “ruha”diyor.

Arapçadan geçmiş halini kullanıyor.

Yani Külliye’de “ruy-i” kelimesinin kullanılması galiba bilinçli bir tercih olmuş.

T24
ETİKETLER
30 ağustos resepsiyon alkol haber açıklama suşi

Kadri Gürsel: Türkiye adaletsiz yaşayamaz
03 Eylül 2017



CHP’li Erkek, Silivri’deki arkadaşlarımızı ziyaret etti. Kadri Gürsel ‘11 Eylül duruşmasından çıkacak sonuç, adalet açığını daha da büyütmemeli’ dedi.

CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek, Silivri Cezaevi’nde Cumhuriyet yöneticilerini ziyaret etti. Yayın danışmanımız Kadri Gürsel, CHP’li Erkek aracılığı ile, “Türkiye adaletsiz yaşayamaz. 11 Eylül’deki Cumhuriyet davası duruşmasından çıkacak olan sonuç, adalet açığını daha da büyütmemeli ve yaralı vicdanları bir nebze olsun teskin edici bir şekilde tecelli etmelidir” mesajını verdi. CHP milletvekili Erkek, dün, Silivri Cezaevi’nde tutulan arkadaşlarımız Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Emre İper’i ziyaret etti. Yayın danışmanımız Kadri Gürsel, şu mesajı verdi:

Adalette çöküş

“Türkiye’nin en büyük sorununun adalette çöküş olduğunda çok geniş bir toplum kesimi hemfikir. Mesleki faaliyetlerinden dolayı gazetecilerin terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardımcı olmakla suçlanarak hapse atılıp aylar boyunca demir parmaklıklar ardında tutulmalarının da toplum vicdanında derin bir yara açtığı inkâr edilemez. Türkiye adaletsiz yaşayamaz. Dolayısıyla 11 Eylül’deki Cumhuriyet davası duruşmasında çıkacak olan sonuç adalet açığını daha da büyütmemeli ve yaralı vicdanları bir nebze olsun teskin edici bir şekilde tecelli etmelidir. Bunu, sadece ve sadece mesleki faaliyetlerinden ötürü suçlanarak hapsedilmiş bir gazeteci olarak söylüyorum.” Erkek ise ziyaret sırasında gazetecilerle ayrı ayrı bayramlaştıklarını, Cumhuriyetçilerin “iyi olduğunu” aktardı. Erkek, ziyaretin ardından, şu değerlendirmeyi yaptı: “11 Eylül’de haksız tutuklamaların son bulacağını düşünüyorum. Basın özgür ise toplum özgürdür. Gazetecilik suç değildir. 11 Eylül’de umarım özgürlüklerine kavuşurlar. Çünkü aileleri ile birlikte giderilmesi çok zor mağduriyetler yaşıyorlar. Bir hukukçu olarak, suçsuz bir insanın cezaevinde bulunmasının, ağır ve adaletsiz bir durum olduğunu biliyorum. Suçsuz bir insanın cezaevinde olması kadar ağır ve adaletsiz bir durum yoktur. Onlar gazeteci. 11 Eylül’de umarım adaletsizlik, haksızlık daha da büyümez, mağduriyetler giderilmesi imkânsız boyutlara ulaşmaz, vicdanlardaki yara bir nebze de olsa giderilmiş olur.”
Cumhuriyet

"30 Ağustos resepsiyonunda Dişli'nin danışman olduğu haberi geldi; vekiller do
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Eyl 04, 2017 9:30 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Eyl 01, 2017 11:16 pm    Mesaj konusu: AKP'li siyasetçi: Yönetemiyoruz artık, sonumuz hayırlı olsun Alıntıyla Cevap Gönder

AKP'li siyasetçi: Yönetemiyoruz artık, sonumuz hayırlı olsun
03 Eylül 2017



Can Ataklı, AKP'li bir siyasetçiye dayandırdığı yazısında, parti içinde herkesin 'hain' damgası yemekten korktuğunu, 'Yönetemiyoruz artık, sonumuz hayırlı olsun' dediğini iddia etti.

Korkusuz yazarı Can Ataklı, "Koca parti neden haysiyetli davranmıyor" adlı bir yazı kaleme alarak, AKP'li siyasetçilerin, "Yönetemiyoruz artık, sonumuz hayırlı olsun" dediğini ifade etti.

Ataklı, AKP'li siyasetçinin kendisine parti içinde herkesin "hain" damgası yemekten korktuğunu anlattığını da yazdı. Ataklı'nın, "Koca parti neden haysiyetli davranmıyor" adlı yazının ilgili bölümü şöyle:

Bayram tatilinde eskiden beri tanıdığım AKP'li bir siyasetçi ile sohbet ettim. Laf ister istemez döndü dolaştı Türkiye'nin son günlerine geldi. Baktım ki AKP'li dostum da karamsar. 'Yönetemiyoruz artık, sonumuz hayırlı olsun' dedi. AKP'li siyasetçi parti içi gelişmelerden ve dayatmalardan rahatsız. 'Bak bir şey anlatayım' dedi ve şunları söyledi; 'Malazgirt'te bir tören yapıldı. Bu törene bütün belediye başkanları, meclis üyeleri ve parti yöneticilerinin katılması zorunluydu. Herkes gitti. Ama artık çok yoruluyoruz üstelik karşılığını da alamıyor her gün genel başkandan azar işitiyoruz, bu dayanılmaz hale geldi.'"

'TÖRENLERE KATILMAYINCA 'PARTİ İÇİNDEKİ HAİNLER' EDEBİYATI BAŞLIYOR'

Ben de şaşırdım tabii, 'Nasıl yani' dedim 'Bu törenlere katılmaz zorunlu mu?' AKP'li siyasetçi dostum, 'Hesapta zorunlu değil tabii ama istersen katılma. İşte ondan sonra başlıyor (parti içindeki hainler) edebiyat' karşılığını verdi. Anladığım kadarıyla AKP içinde çok ciddi sıkıntılar var. Ama bu henüz su yüzüne çıkmış değil, dipte kaynama var yukarıdan henüz görülmüyor. Tabii anlamadığım ise şu; öyle ya da böyle AKP'liler hemen her gün genel başkanlarından ağır hakaretler duyuyorlar. Oysa şu ana kadar bir kişi bile buna tepki göstermiş değil. Nasıl oluyor da bu kadar partili bir türlü haysiyetli davranamıyor?"

'PARTİDE KİMSE 'METAL YORGUNLUĞU VARSA REFERANDUMDA YÜZDE 50'Yİ NASIL GEÇTİK' DİYEMİYOR'

Örneğin genel başkanları 'metal yorgunluğundan' söz ediyor. Partide çalışmayanların olduğunu vurguluyor. Kimse 'Metal yorgunluğu varsa onca seçimi nasıl kazandık, üstelik yüzde 41'e inmişken nasıl oldu da yüzde 50'ye çıktık, ardından referandumda nasıl yüzde 50'yi geçtik' demiyor, diyemiyor. Genel Başkan 'yolsuzluk istemiyor, hırsızların derhal partiden uzaklaştırılmasını istiyor, defolulara parti içinde yer olmadığını' söylüyor. Yine tek bir AKP'li bile 'Kim bu yolsuzluk yapanlar, hırsızlar, defolular' diye sormuyor, soramıyor. Genel Başkan 'Bu tür kişiler biz söylemeden gereğini yapsın, partiden istifa etsin' diyor. Bırakın bir AKP'linin itiraz etmesini tam tersine partide bir anda istifalar başlıyor. İşin garip yanı kimse kalkıp 'Kardeşim siz neden istifa ediyorsunuz, metal yorgunu musunuz, yolsuzluk veya hırsızlık mı yaptınız, FETÖ'cü müsünüz. Hain misiniz?' diye de sormuyor. Giden gittiği ile kalıyor. Kalanlar kendi kafalarına göre yorum yapıyorlar.

Bu süreç daha ne kadar sürecek bilemem elbette. Ama şunu görüyorum ki koca parti giderek kimliksizleşiyor, gurur ve onur adeta çöp tenekesine atılıyor. Bu durum partiye tamamen hakim olan genel başkanın çok hoşuna gidebilir, ama haysiyeti kalmayan insanların bakarsanız kaybedecek bir şeyleri de kalmamıştır. İşte o zaman ne yapacaklarını bilemezsiniz.
Cumhuriyet

Erdoğan'ın ilk müsteşarı: AK Parti'den bu paradigmayı değiştirmesi beklenir...
28 Ağustos 2017



"Maalesef iktidar aktörleri değişse bile sonuç değişmiyor"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevlerini üstlenen Ömer Dinçer, iktidarın kendisi gibi düşünmeyeni ötekileştirme ve sesini kısma çabasının siyasal ve sosyolojik olarak halkı kutuplaştırdığını söyledi. Dinçer, sözlerinin devamında "Buna karşın demokrasi, çoğunluk değil çoğulculuk, insan hak ve özgürlükleri, popülizmden uzak politikalar diyerek yola çıkan AK Parti’den bu paradigmayı değiştirmesi beklenir" ifadesini kullandı.

Ömer Dinçer'in Habertürk'te "Siyaseti fikirler, ortak değerler ve projeler üzerinden tartışmak" başlığıyla yayımlanan (28 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Siyaset en basit tanımıyla, “halka ait sorunları çözme yöntemi” dir. Başka bir ifadeyle, siyaset, “toplumsal talepleri örgütleme ve onlara uygun cevaplar verme” sürecidir. Eğer konuya devlet (veya iktidar) açısından yaklaşılırsa, “devletin faaliyetlerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü” anlamına gelir.

Siyasetin bir de olumsuz anlamı var. “Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme.”

Ülkemizde siyasete maalesef bu olumsuz ve “her durumda işini yürütme”, “üste çıkma” anlayışının egemen olduğunu belirtmek gerekir. Bu yaklaşım tarzı siyasi tartışmaları bir yandan kişiler üzerine odaklarken, diğer yandan seviyesini düşürüyor. Siyaseti kişiler üzerinden tartışmak ise hem gerçek sorunları unutturuyor hem de ülkeye zaman kaybettiriyor.

Hâlbuki siyasete kalite getirmenin en bilinen yolu fikirleri tartışmak, ortak değerler oluşturmak ve toplumsal sorunların çözümüne uygun projeler geliştirmektir.

Güçlü bir millet olmak bir insan soyuna veya bir inanç sistemine dayanmaktan çok, ortak fikirler ve değerler geliştirmekle mümkündür.“Tek millet, tek vatan, tek devlet ve tek bayrak” gerçekleşsin isteniyorsa, kutuplaştırmak ve ötekileştirmek yerine ortak değerleri ve fikirleri olgunlaştırmak gerekir.

Çünkü fikirler insanlar gibi ölümlü değildir, somut ve birleştirici bir nitelikte inşa edildikleri zaman, kendi ölümsüzlüklerini bütüne de taşırlar. Böyle bir durumda fikirler tek başına ya da kitleler halinde çeşitli ırkları ve farklı inançları kucaklayacak güce ulaşır.

Osmanlı devletini 600 yıl boyunca evrensel bir güç haline getiren nedir, sizce? Üç Semavi dini ve pek çok ilkel inanışı bir arada tutan, değişik soyları aynı misyon etrafında toplayan, Ermenileri “millet-i sadıka”yapan güç, ortak bir fikirler ve değerler setidir. “Osmanlılık fikri”özümseyici bir güç olarak her dinden ve her soydan insanı ortak bir çaba etrafında birleştirmiştir.

Bu, Osmanlı Türklerinin Müslüman kalmadığı anlamına gelmez. Tam aksine Osmanlı Türkleri Müslüman kalarak, büyük bir millet olmanın ve imparatorluk kurmanın hamurunu yoğurmuştur. Osmanlı devleti, modern bir kavramla çoğulcu bir toplumdu ve farklı olanları kendine benzeterek değil, farklılıkları yaşatarak ortak bir vizyonla birleştirmeyi başarmıştı.

Cumhuriyetin en önemli sorunu da ortak fikirler ve değerler üretememesidir. Cumhuriyet bir millet olmayı, birlik oluşturmayı gelecek nesilleri şekillendirerek, daha doğrusu herkesi “tek tipleştirerek”gerçekleştireceği yanılgısına düştü.

Bu yanılgı ülkemizde büyük bir enerji ve zaman kaybına neden olmuştur. Devletin ideolojik yapısı ve bu doğrultuda toplumu şekillendirme çabası ise kutuplaşma ve zaman ilerledikçe kutuplar arasındaki çatışmaların şiddetlenmesi sonucunu doğurdu.

Maalesef iktidar aktörleri değişse bile sonuç değişmiyor. Üstelik yaklaşık yüz yıllık tecrübeye rağmen, toplumu kendi düşüncesi etrafında şekillendirme yaklaşımı kendi dışındaki seçeneklerin görülmesine de engel oluyor.

Geçmiş bütün tecrübeler, iktidarın kendisi gibi düşünmeyeni ötekileştirme ve sesini kısma çabasının siyasal ve sosyolojik olarak halkı kutuplaştırdığını gösteriyor. Buna karşın demokrasi, çoğunluk değil çoğulculuk, insan hak ve özgürlükleri, popülizmden uzak politikalar diyerek yola çıkan AK Parti’den bu paradigmayı değiştirmesi beklenir.

2004 yılında, çok doğru bir şekilde, “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma” projesinin ana teması zihniyet değişimi olarak belirlenmişti. Kamu yönetiminde paradigma değişimi tek tipleştirme olgusuna karşı çıkıyor ve eski Türkiye’nin alışkanlıklarını değiştirmeye çalışıyordu.

Hiç şüphesiz ülke sorunlarını farklı şekillerde önceliklendirmek mümkün. Bazıları için farklı sorunlar daha öncelikli olabilir. Ama gerçekten tek bir millet olmak isteniyorsa önce zihniyetimizi ve siyasete yaklaşımımızı değiştirmek gerekiyor. Sonra da ekonomi için yeni gelecek projeleri hazırlamak..

T24
ETİKETLER
Ömer dinçer habertürk gazetesi recep tayyip erdoğan akp paradigma

Milyonerler Türkiye'yi terk ediyor
04 Eylül 2017



Mal varlığı 1 milyon doların üzerinde olan ve yüksek gelirli olarak adlandırılan milyonerler kulübünden, 2016 yılında 82 bin kişi başka ülkelere taşındı. Global Health Review raporuna göre taşınma kararında ülkelerin politik ve ekonomik durumlarının etkili olduğu belirtilirken, en fazla göçü Fransa verdi. En yüksek artışı ise Türkiye kaydetti.

HaberTürk'te yer alan habere göre, ülke değiştiren milyonerlerin sayısı gittikçe artmaya başladı. Küresel Sağlık Değerlendirmesi: Dünya Zenginliği ve Göç Trendleri ismiyle yayımlanan rapora göre. Emlak değil 1 milyon dolar üzerinde mal varlığı olan 82 bin kişi 2016 yılında başka bir ülkeye taşındı. Bir önceki yıl ise bu sayı 64 bin kadardı. Türkiye milyon kaybında yüzde 500 artışla ilk sırada yer aldı.

Zenginlerin en gözde ülkesi ise Avustralya oldu. 11 bin yüksek gelirli kişi, bir önceki yıla göre yüzde 38 artışla ada ülkesini seçti.ABD ise 10 bin yeni yüksek gelirli kişiye ev sahipliği yaparak 2. sırayı aldı.

En fazla artış Türkiye'de

Fransa'yı izleyen Çin'de herhangi bir artış gerçekleşmezken ilk 5 içerisindeki Brezilya ve Türkiye sırasıyla yüzde 300 ve 500 artışla toplam 14 bin yüksek gelirlinin diğer ülkelere göçünü engelleyemedi. Brezilya'dan 8 bin, Türkiye'den ise 1 milyon dolar üzerinden mal varlığına sahip 6 bin kişi farklı ülkelere yerleşti.

Rapora göre, 2016 yılı itibarıyla dünya üzerinde 13 milyon 600 bin kişilik 1 milyon dolar üzerinde varlığa sahip kişi bulunuyor ve 69 trilyon dolara hükmediyorlar. Ultra yüksek gelirli olarak tanımlanan 30 milyon dolar üzerindeki varlığa sahip kişiler ise 3.9 trilyon dolarlık varlıklarını 2026 yılında sonraki nesle miras bırakmış olacak.
Cumhuriyet

Karar yazarı Ocaktan: AKP'nin neden neredeyse her şeyi 'vatan, millet, dış düşman'la izah ettiğini düşünmesi gerekiyor
04 Eylül 2017

"AK Parti’nin genç kuşakların teveccühünü sağlayacak yeni argümanlar üretmesi gerekiyor"

Eski AKP Milletvekili ve Karar yazarı Mehmet Ocaktan, "AK Parti’nin, işin başında birlikte yola çıktığı bütün paydaşlarıyla yavaş yavaş yolları ayrılıyor" dedi. AKP’nin teşkilatlarındaki değişime de değinen Ocaktan "AK Parti oturup, hak-hukuk, özgürlük gibi evrensel kavramların daha geniş yorumlandığı bir dünyada neden bu kadar içine kapandığını ve neredeyse her şeyi ‘vatan-millet-dış düşman’ kavramlarıyla izah eder hale geldiğini düşünmesi gerekiyor" ifadesini kullandı.

Karar'da Mehmet Ocaktan'ın "Sadece teşkilatlarda değişim yetmez" başlığıyla (4 Eylül 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son dönemde neredeyse hemen her konuşmasında teşkilatlarda metal yorgunluğu olduğunun altını özellikle çizmeye özen gösteriyor. Daha da önemlisi, parti teşkilatlarında görev alan herkesin toplumla daha sıcak ilişki kurmalarını, özellikle de gurur ve kibirden arınmaları gerektiğini vurguluyor. Erdoğan en son yaptığı değerlendirmede ise, il ve ilçe teşkilatlarında yapılan değişimlerde yönetime ağırlıklı olarak gençlerin ve kadınların getirilmesi gerektiğini söyledi.

Kuşkusuz bir genel başkanın milletin AK Parti’ye olan teveccühünün tazelenmesi için teşkilatlardaki motivasyonun yüksek olmasını istemesi son derece önemli ve hatta elzem. Herhalde Erdoğan bu uyarıları durup dururken, canı öyle istediği için yapmıyor. Unutmayalım Erdoğan siyasi birikimi ve karizması yüksek bir lider. Partisindeki yorgunluğu ve yozlaşmayı en iyi o görüyor.

Ve çok açık ki, zaaf görüntüsü gücünün önüne geçen bir parti yapılanmasıyla 2019 seçimlerine gitmek istemiyor. Bu yüzden de çok haklı olarak önce teşkilatların rehavetten kurtulmasını ve yeni bir dinamizm kazanmasını istiyor. Ayrıca Erdoğan, 16 Nisan referandumunda oluşan yüzde 49’luk ‘hayır’ bloğunun dağılmadığını ve olduğu yerde durduğunu da görüyor.

***

Hemen belirtmekte yarar var; cumhurbaşkanının parti teşkilatlarındaki değişim hamlesi doğru bir adım, gençlerin yönetime gelmesini istemesi gerçekten hayati bir önem taşıyor, partinin rehavetten ve yozlaşmadan mutlaka kurtulması gerektiği yönündeki uyarıları da sonuna kadar doğru bir yaklaşım ama kesinlikle yeterli değil.

Eğer AK Parti’nin 2019’da da büyük bir seçim başarısına imza atması bekleniyorsa, her şeyden önce bu partiyi 2011 yılına kadar zirveye taşıyan temel dinamiklerin iyi analiz edilmesi gerekiyor.

(..)

***

Aslında AK Parti’nin 2019 için şimdiden teşkilatları alarma geçirmesinin çok haklı nedenleri var, zira özellikle son iki üç seçimde genç kuşaklardan oy almakta sıkıntı çekiyor. Bu yüzden de teşkilatları gençleştirmek için acele ediyor. Ancak sadece bu gençleştirme ile oy almak pek mümkün gözükmüyor.

Çünkü yeni nesil dünyadaki demokratik ve teknolojik gelişmeleri yakından izliyor, eleştiriyor, sorguluyor, akıl ve mantıkla hareket ediyor. Kısacası gençlerin artık parti aidiyetinin ötesinde farklı beklentileri var.

Dolayısıyla AK Parti’nin teşkilat değişimlerinin ötesinde, özellikle genç kuşakların teveccühünü sağlayacak yeni argümanlar üretmesi gerekiyor. Esas itibariyle, eğer AK Parti iktidarının ilk on yılında demokratikleşmede, özgürlüklerde yakaladığı değişim dalgasını sürdürebilseydi bugün hiç böyle bir sorunu olmayacaktı. Ama maalesef AK Parti’nin, işin başında birlikte yola çıktığı bütün paydaşlarıyla yavaş yavaş yolları ayrılıyor ve artık farklı istikametlere doğru yol alıyorlar.

Şimdi AK Parti’nin teşkilatlardaki değişim hamlesiyle birlikte oturup, hak-hukuk, özgürlük gibi evrensel kavramların daha geniş yorumlandığı bir dünyada neden bu kadar içine kapandığını ve neredeyse her şeyi ‘vatan-millet-dış düşman’ kavramlarıyla izah eder hale geldiğini düşünmesi gerekiyor.

T24
ETİKETLER
mehmet ocaktan akp teşkilat düşünme hak hukuk vatan millet

"Keşke Şaban Dişli'ye danışmanlık görevi verilmeseydi, mahkemenin Mehmet Dişli'ye bakışı değişebilir!"
04 Eylül 2017



"Şaban Dişli'nin danışman olarak atanması yasal olarak uygundur ama etik midir?"

Emekli Koramiral Atilla Kıyat, 15 Temmuz darbe girişiminin kilit ismi, eski Tümgeneral Mehmet Dişli’nin kardeşi Şaban Dişli’nin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a başdanışman olarak atanmasını eleştirdi. Kıyat, "Keşke Şaban Dişli'ye bu görev verilmeseydi. Mahkemenin Mehmet Dişli'ye bakışı değişebilir" dedi.

Sözcü'de yer alan habere göre Kıyat, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şöyle dedi:

Eşit uygulanmadı

Suç bireyseldir. Bir kişinin işlediği suçtan dolayı, yakınları suçlanamaz ve özgürlükleri kısıtlanamaz. Peki bu evrensel kural, herkese eşit şekilde uygulandı mı? Bildiğim kadarı ile hayır… Peki yakını AKP'li olanlar için uygulandı mı? Benim bildiğim kadarıyla evet…

Keşke görev verilmeseydi

Şaban Dişli'nin kardeşinden dolayı suçlanmaması, özgürlüklerinin kısıtlanmaması, hatta danışman olarak atanması yasal olarak uygundur. Ama etik midir? Bunun üzerinde düşünmeye değer. Kardeşinin böyle bir göreve gelmesi, Mehmet Dişli'nin bundan sonra mahkemede vereceği ifade ve savunma şeklini etkiler mi? Mahkeme heyetini tenzih ederim, ama hepimiz insanız, heyetin bu eski generale bakış açısı değişir mi? Keşke bu sualler, yetkililerin de aklına gelseydi ve Şaban Dişli'ye bu görev verilmeseydi.

T24
ETİKETLER
dişli şaban dişli mehmet dişli eski tümgeneral darbe asker

Hanefi Avcı: PKK ve Hizbullah'a karşı yapılan mücadele yöntemi 'FETÖ'ye uygulanmamalı
04 Eylül 2017



'Devrimci Karargâh' soruşturması kapsamında 3 yıl 9 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 15 Temmuz öncesi ve sonrası 'FETÖ'ye karşı yapılan mücadeleyi değerlendirdi. PKK'ya ve Hizbullah'a karşı uygulanan mücadele yönteminin 'FETÖ'ye de uygulanmaması gerektiğini belirten Avcı, "15 Temmuz öncesi ve sonrası farklı mücadeleye girişilmemiş olması nedeniyle örgütün içinin tam anlamıyla boşaltılmasının önü açılamadı. Kitlesel kopuş hızlandırılmalıydı. Bunun için bütün kurumların mücadeleyi ortak yapması lazımdı. Oysa ‘mücadele yapıyoruz' diye herkesi karşısına aldılar" dedi.

Türkiye'deki tutuklu gazeteciler hakkında da konuşan Avcı "Basın üzerinde baskılar var. Basına uygulananlar, yapılan iyi şeyleri de kapatıyor. Tutuklu gazeteciler arasında 'FETÖ'ye sempati duyanlar da olabilir. Fiili eyleme karışmamış olanların durumları gözden geçirilmeli. Sonra, gazetecilerin tutuklanması kabul edilecek bir şey değil. Dünyada en çok gazetecisi tutuklu olan ülkeyiz" ifadesini kullandı.

Sözcü'den Saygı Öztürk'e konuşan Hanefi Avcı'nın açıklamaları aynen şöyle:

AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte, Hanefi Avcı da kızak görevden Emniyet'in en etkili dairelerinden Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı'na getirildi. Önemli operasyonları yönetti. Ancak bazı operasyonlar, rahatsızlık yarattı. Hanefi Avcı Edirne Emniyet Müdürlüğü'nden Eskişehir Emniyet Müdürlüğü'ne atandı.

Görevde olduğu dönemde yazdığı kitapla Fetullahçıların devleti nasıl ele geçirmeye çalıştığını ortaya koydu. İşte, kumpas da bundan sonra kuruldu. Bir haber için Hanefi Avcı'yı aradığımda, “Beni zorla götürüyorlar” dediğinde, onun birileri tarafından kaçırıldığını sandım. Yakın arkadaşı olan eski Genel Müdür Yardımcısı Emin Aslan'a durumu bildirdim. Avcı, kumpas sonucu suçlanıyor, İstanbul'a savcılığa götürülüyordu. O öyküyü “Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabımda ayrıntılı olarak yazdım. Yıllarca terörle mücadele eden Hanefi Avcı, “terör örgütü üyesi” iddiasıyla yıllarca cezaevinde tutuldu. Hakkında açılan bütün davalardan beraat etti, Emniyet'teki bütün haklarını sonunda yargı kararıyla aldı.

Konferanslar veriyor

Daha önce İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunmuştu. Teröristle mücadelenin yol ve yöntemleri konusunda değişik ülkelerde de araştırmalar yapmıştı. Şimdi kitaplar yazıyor, davet edildiği illerde örgütleri, taktikleri, mücadele yöntemlerini, alınması gereken önlemleri anlatıyor. Hanefi Avcı, FETÖ'den sonra, Emniyet'te benzer yeni yapılara dikkat çekiyor, Fetullahçılardan boşalan kadroların doldurulmaya çalıştığına dikkat çekiyor, bu konularda savcılığa suç duyurusunda bulunuyor.

Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yetkililerin FETÖ'yü bitirme mücadelesindeki eksiklikleri şöyle anlattı:

Mücadele hatalı yapılıyor

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile her mücadele dönemi farklı olmalıydı. Örneğin 2011'de hükümetle karşı karşıya geldiklerinden 2013'e kadar, 2013'ten 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar farklı, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da farklı mücadele yöntemlerinin uygulanması gerekirdi. Ancak hiç bunlara yönelinmeden tek tip bir mücadele sürdürüldü. Oysa, bu yapıyla tek tip mücadele yöntemiyle sonuç alınamaz. Savcıya, polise mücadele görevi verilmiş, diğer örgütlerle olduğu gibi klasik bir mücadele yürütülüyor. Bu mücadele Kanun Hükmünde Kararnamelerle destekleniyor. Oysa, devasa bu yapı için yeni sistemler geliştirilmeliydi. Darbeden sonra Türkiye ve yurtdışında bu yapının terk edilmesi gerekirdi. Devletin mücadele yöntemlerindeki hataları nedeniyle beklenen olmadı.

Ortak mücadele olmalı

PKK'ya, Hizbullah'a uygulanan mücadele yöntemi 'FETÖ'ye de uygulanıyor. Oysa, bunun mücadelesi farklı olmalıydı. 15 Temmuz öncesi ve sonrası farklı mücadeleye girişilmemiş olması nedeniyle örgütün içinin tam anlamıyla boşaltılmasının önü açılamadı. Kitlesel kopuş hızlandırılmalıydı. Bunun için bütün kurumların mücadeleyi ortak yapması lazımdı. Oysa ‘mücadele yapıyoruz' diye herkesi karşısına aldılar. Bankaya para yatıran, okula giden gibi örgütle irtibatı olanlar öncelikli hedef oldu ve asıl kadrolar ihmal edildi, onların üzerine zamanında gidilmediği için yurtdışına kaçmaları da önlenemedi. Yapılması gereken, ufak-tefek suçlara karışanları da devletin yanına çekip, örgüte karşı mücadele edilmeliydi. Kazanılacak olanlar kazanılıp, bunların vereceği küçük küçük bilgiler birleştirilip örgüte karşı ciddi mücadele aracı olacaktı. Oysa, sıradan insanlar farkında olmadan örgüte sığınacak duruma getiriliyor.

İşlemler denetlenmiyor

Mücadeleyi yapanlar, onların yaptığı işlemler denetlenmiyor. Suç işleyen, görevini ihmal eden, personel hakkında bile işlem yapılmıyor. Bu konuda keyfilik var. Bununla ilgili de örnekler çok. Örneğin, Hava Kuvvetleri imamı olduğuna ilişkin darbe girişiminden önce bilgiler olmasına rağmen Adil Öksüz, serbest bırakıldı. Oysa bu adamla ilgili her şey biliniyordu. Buna rağmen bırakılması kabul edilemez. Bazı insanlar sahte belge, sahte elektronik postalarla ‘darbecilerle işbirliği' içinde gösterilmesine rağmen, bunu yapanlar hakkında bir şey yapılmıyor. Bunlarla ilgili işlem yapılmayınca adalet duygusu azalıyor, keyfilikler devlete olan güveni zedeliyor.

Devletin arşivi onlarda

Yurtdışında mücadele ihmal ediliyor. Örgüt yurtiçinde tamamen yeraltına inecek, kimse ‘cemaatçiyim' demeyecek. Devletin tüm arşivi onlarda. Bütün kurumların arşivini kullanıp devleti sıkıntıya da sokabilirler. Örgüt, yurtdışı gücüyle mücadelede ihmal edilmemeli. Aksi halde mücadele zorlaşır.

Mücadelenin başarılı olabilmesi için ülkelerle iyi ilişkiler içinde olunması gerekirken, biz de tam tersi bir durum var. Hemen her ülkeyle kavga ediyoruz. İyi ilişkiler kurulursa iadeler olur ya da bu kişiler yurtdışında yargılanır. Tabii, yargılama aşamasından önceki bazı görüntüler de iadelerin önünde engel oluşturdu. Diplomasinin çok iyi kullanılması gerekir.

Yargının durumu vahim

Tutuklananların tahliyesi ‘kaçacaklar' diye gerçekleşmiyor. Hakim tahliye kararı verirse, görevden alınacağı endişesi taşıyor. Suçsuzluğuna inandıkları, hakkında tutuklanmasını gerektiren delil olmayanları yine bırakmıyorlar. Hakimler üzerinde baskı var. Yargı, kendi haline bırakılmalı, hukuk üzerindeki ciddi siyasi baskı olduğuna inanılan bu hava ortadan kaldırılmalı. Birkaç olay gösterilip bütün davalar şaibeli hale getiriliyor. Bunlar ilerde çok ciddi sıkıntılar yaratır. Verilen kararların adil olduğuna inanılmalı ve bu konuda tereddütler yaratılmamalı. Hakim ve savcı güvencesi sağlanmalı, yargılamaları da kendi klasik sistemi içinde olmalı.
Halen yargı olağanüstü hal (OHAL) uygulamalarına göre çalışıyor. Zaman geçirilmeden yargı kendi sistemi içinde klasik sistemiyle çalışmasının yolu açılmalı. İnsanların yargıdan beklentisi yargının adil, tarafsız olması, kararları baskı altında olmadan, yargılanan kişinin kim olduğuna bakmadan alabilmesidir. Oysa bugün yargı üzerinde büyük bir baskı olduğu görüşü herkeste hakim. Hakim, savcı güvencesi sağlanmadan, alınan kararların özgür bir biçimde olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Darbe girişiminin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, darbe koşulları içinde yargılamalar yapılıyor. Darbe şartları içinde yapılan yargılama da adil olmaz. Kararların adiliyeti çok önemli. Kararlar baskı altında verilmiş olduğuna inanılırsa o zaman ‘adalet var' diyemezsiniz.

Tutuklu gazeteci sayısı

Basın üzerinde baskılar var. Basına uygulananlar, yapılan iyi şeyleri de kapatıyor. Tutuklu gazeteciler arasında 'FETÖ'ye sempati duyanlar da olabilir. Fiili eyleme karışmamış olanların durumları gözden geçirilmeli. Sonra, gazetecilerin tutuklanması kabul edilecek bir şey değil. Dünyada en çok gazetecisi tutuklu olan ülkeyiz. Türkiye asla böyle olmamalı.

Mücadele tek boyutlu olarak Savcı ve emniyet tarafından yürütülürken, mücadelenin diğer cepheleri dikkate alınmıyor. Örneğin konunun inanç ve düşünce sistemleri boyutu da var. Diyanet bu konuda bir rapor hazırladı ama bu yetersiz. İnsanların inançlarına hitap edecek konunun uzmanlarından oluşan bilim adamları tarafından inanç ve düşünce sistemleri boyutu irdelenmeli, mücadele boyutu ortaya konulmalı. Örgütle gerçekle mücadele, yanlış olan fikir ve düşüncelerin ortaya konulması, bu yapının taraftarlarına yanlışı gösterip onların kopmaları sağlanmalı. Yoksa, savcıyla, polisle bu iş bitmez.

Herkes hakkını adalet önünde alıyorsa
o ülkede terör yoktur

En çok terör olaylarının yaşandığı ülkelerle, terör olaylarının meydana gelmediği ülkeleri karşılaştırdığımızda ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Herkes hakkını adalet önünde alıyorsa, bütün kurum ve kuruluşlar demokratik kurallar içinde çalışıyorsa, seçimlerde eşit şartlarda propaganda yapılıyorsa; seçimler eşit, adil, insan haklarına saygı varsa o ülkede terör, anarşi yoktur. Ama bu saydıklarımızın olmadığı ülkelerde ise terör mutlaka vardır. Özgürlükler açılırsa terör örgütleri olmaz. Özgürlüklerin olmadığı yerde anarşi ve terör olur. Huzurlu bir ülke yaratılmak isteniyorsa, özgürlüklerin olduğu bir iklim yaratılmalı.

Bu temel şartların yanı sıra tüm olayları önceden öğrenebilecek, tehlike sinyallerini alabilecek güvenlik ve istihbarat sisteminizi de kurmanız gerekir. Olaylar meydana geldikten sonra değil, meydana gelmeden önleyecek sistem kurulmalı. Ülkedeki anayasal tüm kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, hukuk sistemi, basın güçlendirilmeli. Demokrasiyi uygulamadığınız sürece terörü, anarşiyi önleyemezsiniz.
T24

AKP'li Metiner: Birileri "Reis'ten çok Reisçi!" kesilerek şahsıma posta koyuyor!
04 Eylül 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a, "Biatsa biat itaatsa itaat. Ölümüne arkandayız Reis" diyen AKP İstanbul Milletvekili ve Star yazarı Mehmet Metiner, 'reisçiliği' dolayısıyla bazı çevrelerin hakaret ve saldırılarına uğradığını iddia etti. Metiner, "Şimdi birileri kalkmış, 'Reis'ten çok Reisçi!' kesilerek şahsıma posta koyuyor" ifadesini kullandı

Star'da Mehmet Metiner'in "Bir Atatürk bir Erdoğan Bin Atatürk bin Erdoğan" başlığıyla (4 Eylül 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Her söz kendi bağlamında doğru anlaşılır.

Kim tarafından söylenirse söylensin, bir söz bağlamından, yani öncesinden ve sonrasından kopartılarak kullanılırsa; kendi asıl anlamından da, niyetinden de bağımsız okumalara kurban edilmiş olur.

***

Siyaset katildir bilirim.

Pusuya yatmış alçakların ve kifayetsiz muhterislerin kol gezdiği bir dünyada bir siyasetçi olarak ne derseniz deyin; karşıt kampın elemanları sözlerinizi alır, çarpıtır ve aleyhinize kullanmaya başlar.

İçinizden görünüp, bir eksiğinizi ve kusurunuzu bulmak için pusuya yatmış kıskançlık illetiyle malul namertler de hasımlarınız tarafından çarpıtılarak kullanılan sözünüzün üstüne atlarlar.

Diyelim ki Atatürk'ün adını geçiren bir laf mı ettiniz?

"Atatürk'ten çok Atatürkçüler!" başlarlar Atatürk adına racon kesmeye...

Söylediğiniz özü itibariyle olumlu bile olsa, önünü arkasını okumadan sırf aidiyetinizden ve kimliğinizden dolayı "Atatürk düşmanı" diye had bildirmeye çalışırlar size.

Aynı şeyi Erdoğan adına yapan hadsizler ve kifayetsiz muhterisler de belirmeye başladı.

Hadi Atatürk adına o birilerinin bana racon kesmesine bir anlam verebilirim.

Peki, Erdoğan adına bana bile racon kesen çıkarcı densizlere ne demeli?

Ben ki Erdoğan için "Biatsa biat itaatsa itaat. Ölümüne arkandayız Reis!" diyen biriyim!

"Reisçiliğim" dolayısıyla malum odakların her türlü hakaretine ve saldırılarına uğrayan biriyim.

Şimdi birileri kalkmış, "Reis'ten çok Reisçi!" kesilerek şahsıma posta koyuyor!

Uğruna ölümü göze aldığımız liderimizle bile aramıza girdiler ya, bravo yani!

Beni Atatürk'le birlikte, Erdoğan'ın da karşısına diken alçakların zihniyeti de tıyneti de bir maalesef!

Al birini, vur ötekisine!

***

Bodrum teşkilatımızın bayramlaşma töreninde yaptığım konuşmada, "Bir Atatürk gider, bin Atatürk gelir! Bir Erdoğan gider, bin Erdoğan gelir!" dedim.

Bu lafın bir öncesi ve sonrası var.

Aklı başında olan ve sahiden iyi niyetli olan herkes bu lafın hangi bağlamda dendiğine baktıktan sonra değerlendirmede bulunur.

PKK ve FETÖ muhibbi CHP içindeki sahte Atatürkçülerin, Atatürk üzerine bana gösterdikleri tepkiyi şimdilik bir yana koyup "bizimkilere" geleyim.

Liderimiz Erdoğan'ın kendisi her seferinde, "Davamız şahıslarla kaim değildir. Bir ölür bin diriliriz!" demiyor mu?

Benim dediğim de tam bu işte!

Bir Erdoğan giderse, bin Erdoğan'ın geleceğini söylememden rahatsızlık duyanlar varsa bilesiniz ki onlar dava şuurundan yoksun kimselerdir.

Erdoğanseverlikleri de koftur...

***

Şimdi geliyorum Atatürk bahsine...

CHP milletvekilinin "Atatürk olmasaydı annenizi bilirdiniz ama babanızı bilmezdiniz!" lafını eleştirirken iki hususa dikkat çektim.

Bir: Hiç kimsenin, bu kahraman ve necip millete Atatürk üzerinden CHP lehine bir diyet çıkartması asla kabul edilemez.

İki: Bu aziz millet, milli mücadele şartları ortaya çıktığında sinesinden nice Atatürk'leri çıkartır.

"Bir Atatürk gider, bin Atatürk gelir! Bir Erdoğan gider, bin Erdoğan gelir!" lafımın önü de arkası da budur!

Bu lafımdan Atatürk'ü veya Erdoğan'ı küçümsediğim veya kendimi bulunmaz hint kumaşı sandığım sonucunu çıkartanların aklına şaşarım.

Siyaset de, tarafgirlik de bu kadar ucuz ve pespaye olmamalı.

***

(..)

"Atatürk gibi birisi bir daha gelmez! Sonradan gelecekleri Atatürk'le kıyaslamak doğru değil!" diyen edepli Atatürkçülere saygı duyarım.

Sonuçta bu bir fikirdir.

Ve dahi eleştiridir.

Benimki de bir fikirdir.

Ve perestliğe yönelik bir eleştiridir.

Bence bu millet, kendi bünyesinden binlerce Atatürk ve Erdoğan çıkaracak kadar büyüktür.

Başka türlü düşünmek kişiler/liderler düzeyinde perestlik illetine sürükler bizi.

Ülkemiz, milletimiz ve inançlarımız adına bu anlayışı yanlış bulurum.

Hiç kimse/hiçbirimiz ülkemizden ve milletimizden büyük değildir.

Dediğim bundan ibarettir.
T24

Star yazarı: Geçmişte Erdoğan'ın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal'ın uyarıları önemsenmeli
06 Eylül 2017



"FETÖ ile mücadeleye dair oluşan algı gerçekliği hızla perdeliyor"

Star yazarı Ahmet Taşgetiren, AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal'ın "Mide bulandırıcı emareleriyle, tertemiz insanların mağduriyeti ve tasfiyesiyle her gün maalesef güçlenen iddialar bunlar. Bu iddialar artık sadece FETÖ’cülerin ailelerini etkilemekle kalmıyor, sıradan insanı da vuruyor" ifadesini hatırlatarak "Aydın Ünal bunun siyasi bedeline işaret ediyor. Bence uyarıları önemsenmeli" dedi. Taşgetiren, Ünal'ın geçmişte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın konuşma metinlerini hazırladığını hatırlattı.

Ahmet Taşgetiren'in "Yargı, Adalet, Ak Parti’ye maliyet" başlığıyla yayımlanan (6 Eylül 2017) yazısı şöyle:

“Devlet adına”en çok tartışılan alanın“Adalet” olduğu, “Adalete güven”in yüzde 30'larda seyrettiği, ya da güvensizliğin yüzde 70'lerde olduğu, buna karşılık “Adalet mülkün temelidir” öz deyişinin, kültürümüzün ana değerlerinden bulunduğu bir zamanda yeni adli yıla girdik.

Adalet'in bu dönemdeki gerilimi FETÖ ile mücadele alanında yaşanıyor. Gerilim, medyaya da farklı platformlarda yansıyor.

Ak Parti Milletvekili ve geçmişte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal bir süredir Yeni Şafak'ta, “Ak Parti ve Gelecek” üzerine yazıyor. 4 eylül tarihli yazı “FETÖ ile mücadele”nin Ak Parti'nin geleceğine etkisi üzerine ayrılmış. Yazıdan şu bölümlerin altını çizdim:

“FETÖ ile mücadele amansız yürüyor, evet, ama bu mücadele, kimi zaman bumerang olabiliyor, kimi zaman silah geri tepebiliyor, kimi zaman bomba elde patlayabiliyor.

“FETÖ ile mücadeleye dair oluşan algı gerçekliği hızla perdeliyor; söylentiler, dedikodular gerçekte olanın önüne geçip hızla yaygınlaşıyor.

“Şu kendisini kurtarmış, bu oğlunu-kızını kurtarmış, parası, adamı olan çıkıyormuş, gücü olan hiç girmiyormuş, masumlara ya da en alttaki, en zayıf halkaya dokunuluyor, gerçek suçlular ellerini kollarını sallayarak geziyormuş…” Gerçekliği çoğu durumda ispat edilemeyecek iddialar. Ama dedikodusu, söylentisi, yani şüyuu, yani algısı gerçekte olan kadar tehlikeli iddialar. Mide bulandırıcı emareleriyle, tertemiz insanların mağduriyeti ve tasfiyesiyle her gün maalesef güçlenen iddialar bunlar.

“Bu iddialar artık sadece FETÖ’cülerin ailelerini etkilemekle kalmıyor, sıradan insanı da vuruyor.

.....

2019’a ve geleceğe yürürken, AK Parti’nin önündeki en büyük imtihan alanına dönüştü FETÖ ile mücadele.

...

“FETÖ ile mücadelede AK Parti kendisine düşen sorumluluğu en adil, evet, en adil biçimde yürütmek zorunda; yargının sorumluluğunu yerine getirmesini sağlamak için de daha hassas olmak zorunda.

Mesele sadece algının “yönetilmesi” değil; mesele, daha çok, algının gerçeklikle örtüşmesi ve gerçekliğin de adil olması.”

Türkiye, adaletin sık sık siyasi operasyon aracı haline geldiği bir ülke. Cumhuriyet'in ilk yıllarında muhalif hareketleri biçmek için kullanılmış. Öyle ki, Milli Mücadele'de cephede bulunanlar bile biçilmiş.

Demokrat Parti'nin 27 Mayıs öncesine gelen Tahkikat Komisyonu.

Yassıada Mahkemeleri.

12 Mart – 12 Eylül Mahkemeleri.

Erbakan'ın siyasi çizgisine yönelik yargı darbeleri.

PKK terör örgütü ile mücadelenin Kürt siyasi hareketlerine yönelik yargı alanındaki tırpanlayıcı hamleleri.

28 Şubat yargısının bütün islami birikimlere yönelik tırpanları.

Ak Parti'ye yönelik kapatma davası.

Yargıda FETÖ etkisinin yoğunlaştığı dönemde Ergenekon – Balyoz davaları etrafında devreye sokulan yargı ötesi hesaplar...

Ve bugün.

Aydın Ünal'ın “Mide bulandırıcı emareleriyle, tertemiz insanların mağduriyeti ve tasfiyesi” diye bahsettiği şey. Aydın Ünal, yazısının bir yerinde benim de zaman zaman işaret ettiğim “sınırları geçişken mücadele” ifadesini kullanıyor. Yani bu mücadelede nokta atış yapamıyorsunuz. Bir adli hata söz konusu ise, o da geniş bir sosyolojiyi yaralıyor.

İstanbul Barosu dün tam sayfa ilan verdi. “Adaletsiz savunma, savunmasız adalet OLMAZ” başlığı ile. Adaletin de “olağanüstü hal” yaşadığı bir dönemdeyiz, bu doğru. KHK ile ihraçlar, “yargısız infaz” niteliğine bürünmüş durumda. Pek çok insan, neden ihraç edildiğini bilememek gibi bir ukdeyi yaşıyor. KHK ihraçları karşısında itirazlar bakımından yargı süreci alabildiğine dolambaçlı hale gelmiş durumda.

Sırf hakim – savcı eksikliği gerekçe gösterilerek geciken davaların ve süren tutuklulukların “Adalet”e getirdiği yük bile yaşanan “Adalet sorunu”nun ciddiyetini ortaya koyabilir.

Yukarda “Ve bugün” diye yazdım.

“Bugünler”yargının problemli yargı silsilesine eklenme riski her gün biraz daha büyüyor.

Aydın Ünal bunun siyasi bedeline işaret ediyor. Bence uyarıları önemsenmeli.

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit'in “Bizim görevimiz, duyguyla, coşkuyla, önyargı ile davranmak değil, insan haklarına ilişkin standartlardan taviz vermeden objektif delillere göre karar vermektir.” cümlesini de bu duyarlılık çerçevesinde okumak lazımdır.

T24
ETİKETLER
star gazetesi ahmet taşgetiren aydın Ünal

‘Saray’da çok şiddetli kavga var’
07 Eylül 2017



Ahmet Takan bugünkü yazısında Saray’da konuşulan erken seçim ve kavgaları yazdı'Saray'da çok şiddetli kavga var'

Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi ve bir dönem 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de danışmanlığını yapan Ahmet Takan köşesinde Saray’da konuşulan erken seçim tartışmalarını ve kavgaları yazdı.

Takan’ın yazısının ilgili bölümü:

“Ve o odalar içindeki şiddetli kapışmalara ve tekmeleşmelere…

‘Metal yorgunluğu’ndan başlayalım;

Bazı il başkanlarının ve teşkilatların ancak kapı arkalarında seslendirmeye cesaret ettiği ‘metal yorgunluğu bizde değil yukarıdakilerde’ homurtuları sarayı çok rahatsız etmiş. R. Erdoğan’ın resmi başdanışman, danışman, gayri resmi danışmanları ve bürokrat halkaları ve klikleri fena şeklide birbirine girmiş durumda. Sanki, ellerinde birer metal yorgunluğu ölçer aleti var!.. Herkes bu aleti diğerinin üstüne tutmuş yorgunluğun derecesini söylüyor. Kimlerin dinlendirilmesi gerektiğine ilişkin isim listeleri dillerde dolaştırılıyor…

15 Temmuz hain darbe girişiminin baş organizatörlerinden gösterilen Mehmet Dişli’nin ağabeyi AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin saraya ekonomi alanında başdanışman olması da öyle tesadüfi değil. Hele ‘sus payı’gibi de hiç gözükmüyor. Baskın/erken seçim hazırlıkları ile pek yakından alakalı bir fotoğraf veriyor. Sarayda yoğunlaşan söylentilere göre; çok yakında başdanışman, danışman ve bürokratik kadrolarda önemli değişiklikler olacak. Erdoğan, ekonomi danışmanlarından çok sıkıntılıymış ve yeni bir ekonomi danışmanları kadrolaşmasına gidecekmiş. Kulağıma hazırlıkları fısıldayan saray danışmanı, ‘ekonomi başta olmak üzere diğer ekiplerde de metal yorgunluğu değişiklikleri olacak. Sizin meslekten bazı isimler de saraya yerleşmek için yoğun mesai veriyor’ dedi.
İlk Kurşun

"Hazine’nin borç stoku toplamı 817 milyar lirayı geçti"
07 Eylül 2017



Geçen yıla göre, Hazine'nin borç stoku 58 milyar lira büyüdü
Hakan Özyıldız*

Önce küçük bir açıklama yapayım. Hazine (merkezi yönetim) borç stoku deyince işin içine sadece Hazine’nin borçları giriyor. KİT’ler, yerel yönetimler, fonlar ve varsa döner sermayelerin iç ve dış borçları bu rakamlara dâhil değil. Dolayısıyla toplam kamu borç stoku deyince, aşağıdaki rakamlara bu kurum ve kuruluşların borçlarını da eklemeniz lazım.

Gelelim son verilere.

Temmuz sonu itibariyle Hazine’nin borç stoku toplamı 817 milyar lirayı geçti.

Geçen yılsonuna göre, bu yılın yedi ayında stok 58 milyar lira büyümüş. Aşağıdaki ilk grafikten görüleceği üzere, bu rakam az değil. Önceki yılların yıllık değişimiyle karşılaştırdığımızda 2009 Kriz yılına çok yakın. Ama dikkat: 2009 rakamı yıllık, bu yılın ki yedi aylık.

Eğer yılın kalan dönemindeki stok artışı 25 milyar liradan fazla olursa, değişim geçen yılı da geçecek. Hazine’nin açıkladığı borçlanma programına tam uyulursa, bu seviyeye ulaşılacağı söylenebilir. Burada önemli olan gelişme, geçen yıl kur etkisiyle gelen hızlı stok artışına, bu yıl öngörülenden fazla borçlanmanın neden olması.


Eğer öngörüm tutarsa, 2014 sonrasında, Hazine borç stokunu önceki yıllara oranla daha hızlı büyütmeye başladı diyebiliriz. Şöyle ki; 2003-14 arası dönemde ortalama artış miktarı 30 milyar lira civarındaydı. Hatta 2007 yılında uzun yıllardan sonra ilk defa borç stoku 12 milyar lira azalmıştır. Oysa son üç yılda ortalama artış 80 milyar lira seviyesine çıkmış olacak.



Şimdi stokun son durumuna ilişkin bazı değerlendirmeleri, özetle ele alalım.

Toplamın, 505 liralık bölümü iç, 312 milyar liralık bölümü dış borç. Kamu son yıllara kadar iç borçlanmaya ağırlık veriyordu. Yavaş ta olsa dışa doğru bir kayış var.

İç borçlanmanın ağırlıklı ortalama vadesi iyileşiyor. Geçen yılsonuna göre hafif bir artış görülüyor. Yanı sıra, TL cinsi sabit faizli iç borçlanmanın ağırlıklı ortalama maliyeti (faiz) yüzde 11,1 düzeyine ulaşmış durumda. Oysa bir önceki Temmuz’da bu oran yüzde 9,1 idi.

İç borç stokunun yüzde 80’i yurtiçi yerleşiklere ait. Bu miktarın içinde en büyük pay yüzde 46 ile bankacılık kesiminin. Geçiş yıllarda paylarını azaltan yurtdışı yerleşikler, bu yıl paylarını tekrar yüzde 20’ye çıkarmışlar. Yüksek faiz yabancıların ilgisini çekiyor.

Öte yandan, borç stokunun enstrüman yapısına bakınca küçük bir değişim dikkat çekiyor. Son yedi ayda, sabit faizli TL enstrümanların stok içindeki payı yüzde 37’den 39’a çıkmış. Dünyada faizlerin yükselme eğiliminde olduğu dönemde bu olumlu bir gelişme. Eğer değişken faizli kâğıt ağırlığı artsaydı, faizler yükselirken, stoka etkisi daha fazla olacaktı.

Ancak stokun geneline bakınca durum biraz farklı. Döviz ve değişken faizli enstrümanların toplamı yüzde 61. Diğer bir deyimle, döviz kuru ve faizdeki değişimler, stokun üçte ikisini etkiliyor. Kur ve faizler düşüyorsa sorun yok. Ancak yükselme eğiliminde olunca, stok durduğu yerde büyüyor.

Anlayacağınız, orta vadede kur ve faizin yönü önemli.



Görüldüğü kadarıyla, eğer borçlanmaya aşırı gaz verilmezse, stok, kısa vadede sorun yaratmaz. Ancak Kredi Garanti Fonu (KGF); köprü, havaalanı, otoyol, şehir hastaneleri gibi KÖİ Projeleri için verilen bütçe dışı garantilerin olası etkileri dikkate alınmadan, stok hakkında değerlendirme yapılmamalı.

Biliyorsunuz, büyük kamu yatırımlarının çoğunluğu ve banka kredilerinin önemli bir bölümü artık Hazine garantili. Hazine onları muhasebe olarak borç yazamasa da risklerini dikkate almak zorunda.

* Bu yazı, hakanozyildiz.com'da yayınlanmıştır.
T24

"Erdoğan neden kaçıyor?"
07 Eylül 2017



"Erdoğan, böyle bir düellonun sonuçlarından mı korkuyor?"

Cumhuriyet yazarı Ayşe Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yaptığı "Ekranda tartışalım" çağrısıyla ilgili olarak "Hakaret etmeden, bağırıp çağırmadan, soyut suçlamalar olmadan yüz yüze yapılacak bir tartışma programından niye kaçıyor Erdoğan?" dedi.

Yıldırım, sözlerinin devamında "Üstelik Kılıçdaroğlu, 'Senin söylediğin bir televizyonda olsun. Havuz medyasının dünya kadar televizyonu var. Senin televizyonların. Gel karşıma.Bir marj daha veriyorum. Sen yarım saat konuş, ben 10 dakika konuşacağım' demesine rağmen Erdoğan, böyle bir düellonun sonuçlarından mı korkuyor?" ifadesini kullandı.

Ayşe Yıldırım'ın "Erdoğan neden kaçıyor?" başlığıyla yayımlanan (7 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Yıl 1858. Abraham Lincoln ile senatör Stephen Douglas karşı karşıya geliyor. 19. yüzyıl, elbette o tarihlerde televizyon henüz icat edilmediği için büyük olasılıkla halkın karşısına çıkıyor ve tartışıyorlar. Üstelik bunu altı kez daha tekrarlıyorlar.

Televizyonun icadından sonra yani 20. yüzyılda bu tartışmalar televizyon ekranlarında da sürüyor ABD’de. Ancak 1960’lı yıllardan sonra düzenli hale geliyor.
Her seçim öncesi adaylar televizyon ekranlarında “saygın” gazetecilerin karşısına çıkıyor. İç ve dış politikaya dair tüm sorulara açıkça yanıt veriyor. Üstelik sadece başkan adayları da değil vali ve senatörler de televizyon ekranlarında karşılıklı düelloya çıkıyor. Amaç belli; kararsız seçmeni etkilemek ki ABD’de bu oranın yüzde 25’lerde olduğu tahmin ediliyor.
Sadece ABD’de değil elbette İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Danimarka, Avustralya, Güney Kore, Tayvan, Afganistan, İran... Batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine dünyanın pek çok ülkesinde bu tartışmalar seçim süreçlerinin vazgeçilmezidir. Sadece bu yıl Fransa’da seçim öncesi 9 aday tam 4 saat televizyonda tartıştı.
2009’da Mongolya ve İran, 2012’de Mısır ilk televizyon tartışmasını yaptı.
21. yüzyıla ayak uyduran İspanya 2015 yılında internet ortamına taşıdı bu tartışmaları.
Dünyada artık siyasi bir kültür haline gelen bu tartışma ya da düello Türkiye’de ne yazık ki unutuldu.
“Hazır yapılmışı var onun üzerinden tartışalım hem de kötüleriz” siyaseti son birkaç gündür AKP yöneticilerinin ve medyasının gündeminde. Merkel ve Schulz’un düellosuna da bu gözle bakıldı.
Kısa bir bilgi notu; Merkel ve Schulz’un düellosunu Almanya’da 20 milyon kişi izledi. Düello öncesi yapılan kamuoyu araştırmalarına göre seçmenin yüzde 22’si düello sonrası oyunun rengini değiştirebileceğini söyledi (Yaklaşık 6.8 milyon seçmen). Kararsız seçmenlerin yüzde 43’ü de bu düellonun sonucuna göre eğilimini belirleyebileceğini belirtti.
Yani Merkel ve Schulz için çok önemli bir tartışma programıydı bu.
Türkiye’deki son lider düellosu 2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasında yaşanmıştı. O tarihten beri de ekranlarda böyle bir tartışmaya şahit olamadık.
Kabaca bir hesap yaparsak bugünün 20’li yaş gençleri böyle bir programı Türkiye’de hiç izlemedi. Öyle ki AKP’nin seçilme yaşını 18’e düşürdüğü o gençlerden biri yarın öbür gün Meclis’e bu demokrasi kültürünü hiç bilmeden girecek.
Şu anda cezaevinde bulunan HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş da, CHP lideri Kılıçdaroğlu da her fırsatta Erdoğan’ı “hodri meydan” diyerek ekranlarda tartışmaya çağırdı.
Aldıkları yanıtı biliyoruz. “Ne tartışacağım ben onlarla” diye başlayan ve “terör”le suçlamaya kadar varan cümleler...
Ee tabii ortada prompter olmayacak. Tartışma programının temel kuralları olacak. Oturumu gerçekten “saygın” bir gazeteci yönetecek. Soruları sandalyenin ucunda el pençe divan oturarak “eyvah ağzımdan yanlış bir şey kaçırırsam yandım” telaşında olmayan gazeteciler soracak. Konuşma süreleri eşit verilecek. Öyle bal mı yediniz, torununuz nasıl oldu gibi siyasi magazin ve “çanak” sorular sorulmayacak...
Hakaret etmeden, bağırıp çağırmadan, soyut suçlamalar olmadan yüz yüze yapılacak bir tartışma programından niye kaçıyor Erdoğan?
Üstelik Kılıçdaroğlu, “Senin söylediğin bir televizyonda olsun. Havuzmedyasının dünya kadar televizyonu var. Senin televizyonların. Gel karşıma.Bir marj daha veriyorum. Sen yarım saat konuş, ben 10 dakika konuşacağım” demesine rağmen Erdoğan, böyle bir düellonun sonuçlarından mı korkuyor?

ETİKETLER
cumhuriyet gazetesi tayyip erdoğan kemal kılıçdaroğlu selahattin demirtaş tartışma program
T24

CHP’li Aldan: Rıza Zarrab'ın itirafta bulunacağı söyleniyor; Halk Bankası’nın bazı kayıtları FBI’ın elinde
Hülya Karabağlı
07 Eylül 2017



Çağlayan ve Aslan, İran'a yönelik yaptırımların ihlali için komplo ve işbirliği yapmakla suçlanıyor

New York Güney Bölgesi Başsavcılığı'ndan çarşamba günü yapılan açıklamada yaklaşık bir buçuk senedir ABD'de tutuklu yargılanan İran asıllı Türk işadamı Rıza Zarrab'ın davasına ek iddianame ile dört yeni sanık eklendi.

İddianamede bu sanıklar Türkiye'nin eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan, aynı bankanın Uluslararası Operasyonlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ve Zarrab'ın çalışanı Abdullah Happani olarak ifade edildi.

Eski Başsavcı Bharara’nın yerine New York Güney Başsavcılığına vekaleten bakan Joon H. Kim tarafından hazırlanan son iddianamede Çağlayan ve Aslan yaptırımların ihlali için komplo ve işbirliği yapmakla suçlanıyor.

Hükümet kanadından eski Bakan Çağlayan’a yönelik açıklamalar dikkat çekerken TBMM Adalet Komisyonu Üyesi ve Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, ABD’de tutuklu Rıza Zarrab'ın yargılandığı davada eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayanın sanık olmasını, “Bir fırtına öncesindeki ön gösterge olarak görüyorum” diye değerlendirdi. Ekim ayında görülecek Rıza Zarrab davasına dikkat çeken Aldan,” Bize gelen bilgiler, Rıza Zarrab’ın itirafta bulunacağı şeklinde” dedi. Açıklamayacağını söylediği bazı bilgiler olduğunu söyleyen Aldan, Halk Bankası’nın bazı kayıtlarının FBI elinde olduğuna yönelik gelen bilgiler olduğu iddiasında bulundu

Aldan, Çağlayan’ın tutuklanma gerekçesiyle ifade vermeye gitmeyeceğini belirtirken, “Belki de itirafçı olacak bizler neler olup bittiğini öğrenmiş olacağız. Gitmeyecektir hakkında tutuklama kararı çıkarılacaktır. Türkiye de bakanlık yapmış birinin yolsuzlukla yargılanması uluslararası Türkiye’nin imajını zedeleyecektir” açıklamasını yaptı.

Meclis Adalet Komisyonu Üyesi CHP’li Aldan’ın T24’e değerlendirmeleri şöyle.

“Zarrab itirafta bulunacak”

Zafer Çağlayan’ın da soruşturmaya dahil edilmesini bir fırtına öncesinin ön göstergesi olarak görüyorum. Ekim ayında Rıza Zarrab’ı davası görülecek ve bize gelen bilgilerde; Zarrab’ın itirafta bulunacağı şeklinde. Muhtemeldir, toplanan kanıtlarla böyle bir sonuca ulaşılacak bu bir anlamda önemli bir sinyal. Türkiye Cumhuriyeti Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu kendi yargılamayı yapabilecek bir yürekliliği gösterseydi, yani bu dört bakanın Yüce Divanda yargılanma yolu açılsaydı bugün uluslararası anlamda böyle bir davanın muhatabı Türkiye olmayacaktı. Ama Türkiye kendi için de bu iddiaları örtbas ederek yani AKP çoğunluğu örtbas ederek bir anlamda kurumsal anlamda Türkiye’nin imajını zedelemiş oldu. Keşke ülkemizde böyle yolsuzluk iddialarıyla ilişkin olarak, biz gereken refleksi gösterseydik ama bunu yapamadık.

“FBI, Zarrab’ın internet ve telefon ortamında çalışmalar yapmıştı”

Bana gelen özel bilgilerde, Rıza Zarrab’ın Ekim ayındaki duruşmasında önemli açıklamaları olacaktır. Bunun ipucu da şu, geçtiğimiz mart veya nisan ayında aldığımız bilgiye göre, Amerika yetkililer, FBI, Rıza Zarrab’ın internet ve gerek telefon ortamında çalışmalar yapmıştı. Zarrab’ın, internet yazışmalarını ele geçirmişlerdir. Rıza Zarrab, bu deliller yasa dışı olduğunu belirterek itiraz etti, ama Mart ayındaki mahkemesinde hakime iddialardan vazgeçtiğini açıkladı.

“Demek ki Amerika’nın elinde önemli kanıtlar var”

Benim hakkımdaki internet delilleri kullanabilirsiniz dedi. Bu birinci ipucuydu, ikinci ipucu ise şudur; Zarrab’ın kardeşi hakkında sanırım bir dava var. Onun için duruşma ertelenmişti. Son olarak da Zafer Çağlayan ve diğerleri hakkında Halkbankası eski genel müdürü ve yardımcılarına kadar götürülmesi şunu gösteriyor demek ki Amerika’nın elinde önemli kanıtlar var. Bu konu da benimde özel bilgim var onu burada açıklamayacağım, Halkbankasının bazı kayıtlarının FBI elinde olduğu haberi bana geldi. Şöyle bir söylem vardır, eğer kendi kapının önünü süpürmezsen yada bundan kaçınırsan başkası gelir senin kapının önünü süpürür. Zafer Çağlayan ifade vermeye gitmeyecek giderse tutuklanacak, kırk elli yıl ceza alacaktır. Belki de itirafçı olacak bizler neler olup bittiğini öğrenmiş olacağız. Gitmeyecektir hakkında tutuklama kararı çıkarılacaktır. Türkiye de bakanlık yapmış birinin yolsuzlukla yargılanması uluslararası Türkiye’nin imajını zedeleyecektir.

TBMM’de soruşturma komisyonu kurulmuştu

TBMM’de 4 bakanla ilgili kurulan Soruşturma Komisyonu’nda Ekonomi eski bakanı Zafer Çağlayan’la ilgili iddialar şöyle yer almıştı:

Ekonomi Eski Bakanı Mersin Milletvekili Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN hakkında:

A) İDDİA

Rıza SARRAF’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında;

a) Bu şahsın İran'a altın ihracatı yapması işlerinde imtiyaz sağladığı,

b) Gana'dan kaçak yollarla yurda sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili adli ve idari soruşturmaları engelleyerek, altının Dubai'ye çıkışını sağlamaya çalıştığı, iddia edilmiştir.

Yukarıda sayılan ve Ekonomi eski Bakanı Mersin Milletvekili Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN tarafından işlendiği iddia edilen eylemler, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet, 5237 sayılı TCK’nın 204. (Resmî belgede sahtecilik) ve 252. (Rüşvet) maddelerine tekabül ettiğinden, bu iddiaların gerçekliğinin araştırılması ve soruşturulması gereği ortaya çıkmıştır.

AKP Çağlayan oylamasında en az 38 fire vermişti

TBMM Genel Kurulu’nda 20 Ocak 2015 tarihinde yapılan 4 bakanla ilgili Yüce Divan oylamasında AKP, en az 38 fire vermişti. AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal da Meclis'te gazetecilere "38 fire görünüyor" demişti.

t24
ETİKETLER
Ömer süha aldanreza zarrab zafer ağlayan dava süleyman aslan

Hakan Albayrak, Erdoğan'ı ve AKP'yi çok sert sözlerle eleştirdi
11.09.2017



Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak bugünkü köşe yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'yi sert sözlerle eleştirdi.

Hakan Albayrak, "AK Parti çevrelerinde yükselen tepki" başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı da direkt bir şekilde eleştirdi. Albayrak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ilişkin olarak, "Erdoğan daima “Gurur, kibir bize yakışmaz” diyor, “tevazu ehli” olmanın gereğine işaret ediyor. Ne var ki “Sen kimsin?”i, “Haddini bil!”i de dilinden düşürmüyor. Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor" ifadelerini kullandı.

Erdoğan’ın söylem ve eylemlerini sorgulamanın AKP'den tasfiye sebebi haline geldiğini belirten Albayrak, "Ne var ki bugün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği fikirleri özgürce savunmakta ısrar edenler -AK Parti’li de olsalar- AK Parti medyasında barındırılmıyor, hatta Hürriyet gazetesinden bile kovdurulabiliyor. Üstelik bunlar “Sırat-ı Müstakim’den sapmak”la suçlanarak ağır bir dinî vebal (!) altında bırakılıyor" dedi.

Albayrak, yazısında, "Bugün iltimas ve adam kayırmacılığa dair iddialar -AK Parti iktidarı öncesi dönemlerde olduğu gibi- ayyuka çıkmış vaziyette" ifadelerini kullandı.

Albayrak'ın yazısı şöyle:

AK Parti çevrelerinde yükselen tepki

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), adı üstünde, her şeyden evvel adalet için kurulmuştu.

Ne var ki bugün AK Parti iktidarında adalet fena halde yaralı.

Terörle mücadelede kantarın topuzunun kaçırıldığı, hem de çok fazlasıyla kaçırıldığı, haksız yere tutuklanan insanların haddinin hesabının olmadığı su götürmez bir gerçek.

***

Özgürlükçülük de AK Parti’nin başlıca iddiaları arasındaydı.

Ne var ki bugün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği fikirleri özgürce savunmakta ısrar edenler -AK Parti’li de olsalar- AK Parti medyasında barındırılmıyor, hatta Hürriyet gazetesinden bile kovdurulabiliyor.

Üstelik bunlar “Sırat-ı Müstakim’den sapmak”la suçlanarak ağır bir dinî vebal (!) altında bırakılıyor.

***

AK Parti’nin nüvesini teşkil eden “Yenilikçiler” yahut “Erdemliler” hareketi, Necmeddin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş hareketinde istişare / ortak akıl ilkesine saygı gösterilmemesine tepki olarak doğmuştu.

Ne var ki bugün Erdoğan’ın söylem ve eylemlerini sorgulamak, “Reis”in fikirleriyle çelişen fikirler ileri sürmek, parti ve hükümette kolayca tasfiye sebebi olabiliyor.

***

Rantiyecilik bitecekti AK Parti iktidarında. Torpilli iş adamları, şirketler, holdingler kalmayacaktı.

Ne var ki bugün iltimas ve adam kayırmacılığa dair iddialar -AK Parti iktidarı öncesi dönemlerde olduğu gibi- ayyuka çıkmış vaziyette.

***

Erdoğan daima “Gurur, kibir bize yakışmaz” diyor, “tevazu ehli” olmanın gereğine işaret ediyor.

Ne var ki “Sen kimsin?”i, “Haddini bil!”i de dilinden düşürmüyor.

Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor.

***

Bir çelişki daha:

Erdoğan, faiz oranlarının yüksekliğinden Ali Babacan’ı sorumlu tutuyordu.

Ne var ki, Babacan ekonomi yönetiminden uzaklaştırılalı yıllar olduğu halde, faiz oranları düşmedi, bilakis daha da yükseldi.

Öte yandan, Babacan’ın bakanlığı döneminde küresel krizlere rağmen başarılı bir şekilde dengede tutulabilen ekonomi şimdi aynı başarıyla dengede tutulamıyor.

***

Ve bir çelişki daha:

Ahmet Davutoğlu, dış siyasette fazla agresif olmakla suçlanıyordu; başbakanlıktan uzaklaştırıldığında ‘Bundan sonra dostlar çoğalıp düşmanlar azalacak’ denildi.

Ne var ki tam tersi oldu bunun; dış siyaset asıl Davutoğlu’ndan sonra agresifleşti ve dostlar azalıp düşmanlar çoğaldı.

***

AK Parti’nin falanca il teşkilatının veya filanca ilçe teşkilatının bütün bunlardaki sorumluluğu, bunları sineye çekmekten ibarettir.

Hal bu iken, Erdoğan’ın AK Parti’de sorun olarak sadece teşkilatlardaki “metal yorgunluğu”nu görmesi, teşkilatlara yüklenmekten gayrı bir ‘özeleştiri’ye yanaşmaması tuhaftır.

Erdoğan, doğrudan doğruya kendi tarz-ı siyasetinden kaynaklanan asıl sorunları görmezden gele dursun (veya onları sorun olarak görmeyi reddede dursun), AK Parti çevrelerinde -hükümet mahfilleri ve hatta Beştepe dahi- bunlar yaygın olarak konuşuluyor.

‘Bidayette karşı çıktığımız şeyleri kendimiz yapar hale geldik, telin ettiğimiz kimselere benzedik’ deniliyor.

Küresel tehditlerin, uluslararası meydan okumaların, ekonomik sıkıntıların, toplumsal çalkantıların üstesinden mevcut yönetim usulü ve üslubu ile gelinemeyeceği, üstelik bu usul ve üslubun yeni problemleri davet ettiği vurgulanıyor.

Erdoğan’ın doğrularını besleyip yanlışlarının önüne geçen akil adamların, parti yönetiminden ve hükümetten bir bir uzaklaştırılması eleştiriliyor.

Eski AK Parti’ye, ortak akla, kadro hareketine duyulan özlem ifade ediliyor.

Gittikçe yükselen bir tepki var.

Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi.

***

Konuya gelecek yazılarda devam edeceğiz inşaallah.

Cumhurbaşkanı Hakan Albayrak AKP Recep Tayyip Erdoğan Ahmet Davutoğlu

Birgün

Akşener'in partisinin dahil edildiği ilk seçim anketi açıklandı
13.09.2017



Akşener'in partisinin dahil edildiği ilk seçim anketi açıklandı
Objektif Araştırma şirketi, Meral Akşener'in kuracağı partiyi de katarak yaptığı bir araştırma anketini yayınladı. Buna göre, Meclis'teki partilerin koltuk aritmetiği tamamen değişiyor.

Sputnik'in haberine göre, objektif Araştırma şirketinin 2 Eylül ile 10 Eylül arasında yüz yüze 4332 kişiyle yaptığı ankette sonuçlar ortaya çıktı.

Ankete göre, Meral Akşener’in kuracağı yeni partiyle gerçekleşecek bir seçimde sonuçlar şöyle tahmin ediliyor:

AKP yüzde 27.3, CHP yüzde 16, Akşener yüzde 14.4, HDP yüzde 6.9, MHP yüzde 2.7 ve diğer partiler yüzde 1.1 oranında oy alıyor. Kararsız seçmen bu çalışmada yüzde 15, 'oy kullanmam' diyen seçmen ise yüzde 16.6 oranında çıkıyor.

Kararsızlar dağıtıldıktan sonra ise AKP yüzde 39.9, CHP yüzde 23.4, Akşener yüzde 21, HDP yüzde 10.1, MHP yüzde 4 ve diğer partiler yüzde 1.6 oranında oy alıyorlar.

Bu seçim sonuçlarına göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) milletvekili dağılım tablosu da şu şekilde oluşuyor:

AKP 280, CHP 140, Akşener 130, HDP 50.

'MHP BARAJ ALTINDA KALIYOR'

Araştırmaya göre yarın seçim olsa, AKP yüzde 29.5, CHP yüzde 18.5, MHP yüzde 3.1, HDP yüzde 6.9 ve diğerleri yüzde 2.1 oranında oy alıyor. Kararsız seçmen sayısı yüzde 21 ve oy kullanmam diyen seçmen sayısı ise yüzde 21.

'Kararsızım' cevabını veren seçmenler dağıtıldıktan sonra barajı AKP yüzde 49.1, CHP yüzde 30.1, HDP yüzde 11.5 ile geçerek Meclis'e giriyor. MHP ise yüzde 5.1 ile baraj altında kalıyor ve diğer partilerin toplamı da yüzde 4.2 oluyor.

'OY VERDİĞİNİZ PARTİDEN MEMNUN MUSUNUZ?'

Ankette son seçimlerle ilgili seçmene sorulan “Oy verdiğiniz partiden memnun musunuz?” şeklindeki soruya da AKP seçmeninin yüzde 18.2’si, CHP seçmeninin yüzde 20’si, MHP seçmeninin yüzde 78.7’si, HDP seçmeninin yüzde 5.3’ü 'memnun değilim' cevabını verdi.

Ankete katılanlar, Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik “Seçim 2. tura kalırsa Recep Tayyip Erdoğan’a oy veririm” sorusuna yüzde 43.7 katılıyorum ve 52.3 katılmıyorum cevabını verdiler.
Birgün

CHP, Zafer Çağlayan için ABD'ye gidiyor
13.09.2017



CHP, kamu ihaleleri mercek altına almak için komisyon kuruyor. Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, Zafer çağlayan'la ilgili dosya hakkında bilgi almak için ABD'ye gidecek.

CHP, parti bünyesinde Kamu İhalelerini İnceleme Komisyonu kuracak. Milletvekilleri ve parti yöneticilerinin yer alacağı tomisyon tüm ihaleleri mercek altına alacak.

CHP (Merkez yönetim kurulu (MYK), Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında toplandı. Yaklaşık 3 saat süren toplantıda silah satışına sınırlama ile yeni bir boyut kazanan Almanya-Türkiye ilişkileri, ve eski Bakan Zafer Çağlayan hakkında tutuklama kararı verilmesine neden olan ABD’deki dosya ve iç siyasi gelişmeler ele alındı.

‘ÇOK ÖNEMLİ VE DİKKATLE İZLENMESİ GEREKİYOR’

Gazete Duvar'dan Nergis Demirkaya'nın haberine göre, Eski Bakan Çağlayan’ın da eklendiği soruşturmanın çok önemli ve dikkatle izlenmesi gereken bir süreç olduğu değerlendirmesi yapılan toplantıda birilerinin yaptığı hırsızlık, yolsuzluk nedeniyle Türkiye halkına bedel ödetilmemesi gerektiği belirtildi.

4 eski Bakan’la ilgili Meclis’te kurulan Soruşturma Komisyonu’nda görev almış olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger hafta sonu ABD’ye gidecek. Aksünger ABD’de partililer ve hukukçularla görüşerek dosya ile ilgili bilgi alacak.

MYK’da Kamu İhalelerini İnceleme Komisyonu adı altında da bir Komisyon kurulmasına karar verildi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bizzat önerdiği Komisyon milletvekilleri, parti yöneticileri ve uzmanlardan oluşacak. Komisyon yapılan ve yapılacak tüm kamu ihalelerini mercek altına alacak. Hazırlanan raporlar parti yönetiminde görüşüldükten sonra kamuoyu ile paylaşılacak.

CHP ABD çağlayan Zafer Çağlayan Türkiye Kemal Kılıçdaroğlu almanya gazete tutuklama yolsuzluk Meclis soruşturma

Birgün

ILO'da "Erdoğan'ı boykot" krizi büyüyor
13.09.2017



Erdoğan’a tepki olarak ILO’nun İstanbul toplantısını boykot etme kararı alan Avrupa Sendikaları Konfederasyonu, Avrupa hükümetlerine boykota katılma çağrısı yaptıklarını, bazılarından olumlu sinyal aldıklarını açıkladı.
TWEET PAYLAŞ +
ILO'da "Erdoğan'ı boykot" krizi büyüyor
Avrupa Sendikaları Konfederasyonu Dış İlişkiler Sorumlusu Patrick Itschert, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) İstanbul toplantısını boykot ederek, Türkiye’deki anti-demokratik uygulamalara dikkat çekmek, sivil toplum örgütleriyle dayanışma göstermek istediklerini söyledi.

Deutsche Welle Türkçe'nin aktardığına göre, “Erdoğan değişmek zorunda” diyen Itschert, “Kararımız Türkiye halkına yönelik değil. Bizler hiç olmadığı kadar Türkiye’deki sivil toplumu, örgütlerini desteklemek zorundayız. Erdoğan Türk halkının hayatını KHK’lar ile düzenliyor. Bu kabul edilemez” şeklinde konuştu.

Itschert, ILO’nun 2-5 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapılması planlanan toplantısını boykot çağrılarına bazı Avrupa hükümetlerinin desteğini beklediklerini belirterek, “Biz üyelerimize şu mesajı verdik: Gitmeyin, hükümetlerinize neden gitmediğinizi iletin ve onlardan da gitmemelerini isteyin. Bazı ülkeler bu çağrıya kulak veriyor, olumlu sinyal alıyoruz” dedi.

Avrupa İstanbul Türkiye khk
Birgün

Erdoğan hasta mı ? Telaşlandıran görüntüler
08 Eylül 2017

Erdoğan'ın Kazakistan ziyareti öncesi basın mensuplarının sorularını yanıtlaması sırasında sergilediği heyecansız ve yorgun görüntüsü endişelere neden oldu.

AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gün gerçekleştireceği Kazakistan ziyareti öncesi gazetecilerin karşısına geçererek gündemdeki soruları yanıtladı. 

YORGUN VE HEYECANSIZ GÖRÜNTÜ VERDİ
Erdoğan'ın bu açıklamalarını izleyenlerin gözünden kaçmayan bir ayrıntı oldukça dikkat çekiciydi. Erdoğan'ın özellikle dış politika ve muhal
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ekm 19, 2017 9:06 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Eyl 13, 2017 9:01 pm    Mesaj konusu: 'Bunun neye yol açacağı sır değil; suikast!' Alıntıyla Cevap Gönder

Soner Yalçın: "Bunun neye yol açacağı sır değil; suikast!"
12.09.2017



Sözcü gazetesi yazarı Soner Yalçın, Erdoğan'ın ABD ziyaretinde korumalarının karıştığı olaylar sonrası alınan kararlara ilişkin ilginç bir köşe yazısı kaleme aldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın korumalarının Beyaz Saray önünde Erdoğan’ı protesto eden gruba saldırması ve birçok kişiyi yaralaması sonrası ABD’den bir dizi karar gelmişti.

12 koruma hakkında tutuklama kararı çıkarılırken, Erdoğan’ın korumalarına silah satışı da durduruldu.

Konuyla ilgili bir köşe yazısı kaleme alan Sözcü yazarı Soner Yalçın, ilginç ifadeler kullandı.

“Konu, 12 koruma hakkında tutuklama kararı çıkarılmasıyla sınırlı olmadı. ABD Temsilciler Meclisi’nin Türkiye’yi kınayan tasarısıyla da konu kapanmadı” diyen Yalçın, “İşin peşini ısrarla bırakmıyorlar… ABD Senatosu Bütçe Komisyonu, Erdoğan’ın korumalarına silah satışının yasaklanmasını öngören tasarıyı onayladı. New Hampshire merkezli silah üreticisi Erdoğan’ın korumalarına yaklaşık 1 milyon 200 bin dolar değerinde yarı otomatik tabanca ve mühimmat satışına yeşil ışık yaktığını bu yılın başında Kongre’ye bildirmişti. Bu tasarının onaylanmasıyla birlikte satış tamamen rafa kaldırıldı” ifadelerini kullandı.

Yalçın, yazısına şöyle devam etti:

ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Ed Royce ve New York Temsilciler Meclisi Üyesi Elliot Engel, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’a yazdıkları mektupta, New York’a gidecek olan Erdoğan’ın korumalarının yeni bir şiddet olayına karışmamaları için gerekli diplomatik adımların atılmasını istedi. Neydi istedikleri?

“Barışçıl protestoculara saldırıyla yargılanan korumaların, resmi delegasyonun bir parçası olarak ABD’ye giriş vizelerinin kaldırılacağına dair güvencelerinizi istiyoruz. Korumalar da içinde olmak üzere bu ülkeyi ziyaret eden yabancı yetkililer, ABD yasalarına uymak zorundadır.”

Yani sırada “diplomatik nota” verilmesi var!

Bu arada…

ABD Senatosu Tahsisler Komitesi’nde, Türk hükümet yetkililerinin ABD’ye sokulmaması için ABD Dışişleri Bakanlığı’na yetki veren bir karar kabul edildi.

Ne oluyor arkadaş?

Mesele çok abartılmıyor mu?

İşte… İstedim ki perde arkasında neler oluyor, bunu okuyup öğreneyim. Ne gezer.

Beni bir düşünce aldı…

***

“Acaba” diyorum; “Erdoğan’ın koruma kalkanını zayıflatma girişimi mi?”

Bunun neye yol açacağı sır değil; suikast!

Böyle bir olasılığa zemin mi hazırlanıyor? Yoksa… Nedir bu koruma mevzusunun bu derece uzatılmasının anlamı? Darbeye maruz kalmış, terör örgütlerinin hedefi olmuş bir ülke başkanının korumaları üzerine ısrarla niye gidiliyor?
Medyaradar

Etiketler :
suikastkorumasoner yalçınsözcü gazetesibeyaz sarayCumhurbaşkanı erdoğan

Erdoğan hasta mı ? Telaşlandıran görüntüler
08 Eylül 2017

Erdoğan'ın Kazakistan ziyareti öncesi basın mensuplarının sorularını yanıtlaması sırasında sergilediği heyecansız ve yorgun görüntüsü endişelere neden oldu.

AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gün gerçekleştireceği Kazakistan ziyareti öncesi gazetecilerin karşısına geçererek gündemdeki soruları yanıtladı. 

YORGUN VE HEYECANSIZ GÖRÜNTÜ VERDİ
Erdoğan'ın bu açıklamalarını izleyenlerin gözünden kaçmayan bir ayrıntı oldukça dikkat çekiciydi. Erdoğan'ın özellikle dış politika ve muhalefete dair konuları yanıtlarken alışılmış sert ses tonu ve ateşli tarzın yerine yorgun ve heyecansız görüntüsü, siyaset kulislerinde hararetli tartışmalara neden oldu.

ERDOĞAN'IN HASTALIĞI SORUSUNA YANIT VERİLMEDİ

Öte yandan CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, 6 Temmuz 2017 tarihinde TBMM Başkanlığı’na Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle, Cumhurbaşkanlığı'nın sağlık harcamalarına ilişkin yazılı soru önergesi verdi. Emir, önergesinde Başbakan Yıldırım’dan şu sorularına yanıt istedi:

SAĞLIK HARCAMALARI NE KADARDIR“

Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 2016 yılında sağlık için kaç lira harcanmıştır? 1 Ocak 2017 ile 1 Temmuz 2017 tarihleri arasında Cumhurbaşkanlığı bütçesinden sağlık için harcanan para kaç liradır? 10 Ağustos 2014 tarihinden itibaren Cumhurbaşkanlığı bütçesi kapsamında, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) ödeme listesinde olmayan ilaçlardan ithal edilenler var mıdır? Varsa hangi ilaçlardır, kaç kutu alınmıştır, toplam kaç lira ödenmiştir?”

İLGİNÇ BİR YANIT GELDİ

Sputnik'ten Yurdagül Şimşek'in haberine göre, CHP’li Emir’in soru önergesini yanıt Başbakan Yıldırım adına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan geldi. Bozdağ imzası ile gönderilen yanıtta Anayasa’nın ‘Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları’ kenar başlıklı 98’inci maddesinin ikinci fıkrası ile TBMM İçtüzüğü’nün ‘Soru’ kenar başlıklı 96’ıncı maddesi hatırlatılarak şöyle denildi:

CUMHURBAŞKANINA SORU SORULAMAZ“

Anayasanın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün belirtilen bu hükümleri çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgi edinme yollarından biri olan ‘soru’nun hükümet adına Başbakan ve Bakanlardan bilgi istemekten ibaret olması nedeniyle, Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili konularda ‘soru’ sorulamayacağından soru önergesinde yer alan hususlara cevap verilmesine yasal imkan görülmemiştir.

”DENETİMİ OLMAYAN DESPOTİK BİR DURUM

Cumhurbaşkanı ile ilgili verdiği soru önergesine Başbakan Yardımcısı Bozdağ’dan gelen yanıtı değerlendiren CHP’li Murat Emir, Cumhurbaşkanı’nın Meclis denetimi dışına çıktığını savunarak şunları söyledi:DOĞRU KABUL ETSEK BİLE“Bize gönderilen, yanıt niteliği bile taşımayan bu yazıda, ‘Cumhurbaşkanımızla ilgili konularda soru sorulamayacağı’ ifadesini bir an için doğru kabul edersek, bundan sonra Cumhurbaşkanı, Meclis denetiminin dışına çıkmış olacak. Oysa Cumhurbaşkanlığı, anayasal bir kurumdur, bütçesi de genel bütçeden karşılanmaktadır ve dolayısıyla Meclis denetimine her zaman açık olmak durumundadır. Şu haliyle Cumhurbaşkanını bütün devlet mekanizmasının dışında ve üstünde gören ve herhangi bir soruya dahi muhatap etmeyen, anayasa tanımayan, despotik bir anlayışla karşı karşıyayız. Burada  

BUNA NEDEN İHTİYAÇ DUYULUYOR ?

ikinci önemli husus birinci neden, Cumhurbaşkanlığının sağlık harcamaları Meclis denetiminden ve Türkiye kamuoyundan kaçırılıyor. Buna neden ihtiyaç duyulmaktadır? Keyfine göre başdanışman atayan, keyfine göre çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetenler, bir milletvekili bir vatandaş olarak vergilerimizden oluşan ülke bütçesinin nasıl kullanıldığını sormamıza bile tahammül edemiyor. Ne kadar yanıt vermekten kaçınsalar, gerçekleri gizlemeye çalışsalar da halkın parasını, nasıl har vurup harman savurdukları, bugün olmasa birgün mutlaka herkes tarafından öğrenilecek.”

Kaynak: Haberartıtürk

AKP'li ünlü yazardan Zafer çağlayan isyanı



AKP'nin önemli yazarlarından Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren'de Zafer Çağlayan'ın kol saatine itiraz ederek " İçimize sinmiyor " dedi.

AKP'nin gazetelerinden Star'da yazan Ahmet Taşgetiren dayanamadı, AKP'lilerin ağzına almadığı kol saati konusuna değindi. 

TAŞGETİREN; O KOL SAATİ İÇİMİZE SİNMİYOR

AKP'ye yakın Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, ABD’de Zafer Çağlayan hakkında verilen tutuklama kararını "İçimize Sinmiyor " diyerek eleştirdi. AKP kulislerinde ise konuya ilişkin olarak çok sayıda milletvekili bu yükü neden taşıyoruz diyerek rahatsızlığını dile getirildiği konuşuluyor. Bilindiği gibi 17 Aralık sonrası oratay çıkan deliller üzerine Zafer çağlayan ile birlikte yolsuzluk ve rüşvet operasyonu konusu meclise getirilerek AKP Milletvekilelrinin verdikleri oylarla yargılanmaya gerke yoktur kararı çıkmıştı. 

AKP'DE TARTIŞMAYA BAŞLADI

ABD'DE Reza Zarrab ile birlikte yargılanma ve tutuklanma kararı verilen eski ekonomi bakanı Zafer  Çağlayan sadece muhalefetin değil AKP Medyasınında gündemine gelmeye başladı.“Kol saati – milli dava ayrımı” başlıklı yazısında değerlendirdi.

İÇİMİZE SİNMİYOR

Taşgetiren yazısında; "Zafer Çağlayan’ın kol saati içimize sinmiyor!" ifadesini kullandı."Reza Zarrab’ın Zafer Çağlayan’a hediye ettiği 700 bin liralık kol saati. Ve onunla bağlantılı hediye – rüşvet – komisyon iddiaları. Ve ilaveten üç ayrı bakanla ilgili iddialar. Böyle bir iş var Türkiye siyasetinin hafızasında, kapanmayan bir dosya olarak" diyen Taşgetiren, "Erdoğan Çağlayan’a sahip çıkmış durumda" dedi.ÇAĞLAYAN'A SAHİP ÇIKTILAR"Devlet içerde 17/25 Aralık’la iltisaklı tüm alanı tasfiye ediyor. Ancak Zarrab Amerika’da tutuklu. Bir Halk bankası yöneticisi tutuklu. Ve Hükümet üyesi Zafer Çağlayan için tutuklama kararı verilmiş durumda" diyen Star yazarı, şöyle devam etti:"Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ, ‘Hükümet üyesi olarak Türkiye’nin çıkarlarını savundu’ yaklaşımı ile Çağlayan’a sahip çıkmış durumdalar. Üstelik Bekir Bozdağ, Amerikan yargısının 17/25 Aralık ‘Darbe girişimi’ni sürdürdüğünü ifade ediyor. Amerikan yargısı FETÖ tarafından kullanılıyor. Bazı yorumlarda da Amerikan derin devleti, Erdoğan’la bu tarzda hesaplaşıyor.""Yolsuzluk dosyalarını, bu ‘milli mesele’ ile içimize sindirmemizin istenmesi içimize sinmiyor" ifadelerini kullanan Ahmet Taşgetiren, yazısını şöyle noktaladı:

NASIL BİR GEREKÇESİ OLABİLİR Kİ ?

"Ben Amerika’da bir yerlerin Erdoğan’la, Türkiye ile hesaplaşma halinde olduğuna inananlardanım. Bu, bütün İslam dünyasına yönelik hesaplaşmanın bir uzantısı. O dönemde Türkiye – İran ilişkileri de, Amerika’nın hesabını bozan niteliğiyle boy hedefi olmuştu. Bu davanın böyle bir hesaplaşma boyutu olduğu muhakkak. Ama ‘kol saati’ ile sembolize olan yolsuzluk dosyalarını, bu ‘milli mesele’ ile içimize sindirmemizin istenmesi içimize sinmiyor. ‘Çağlayan’ın yükü’nü taşımanın ve tüm siyasi harekete taşıtmanın nasıl bir gerekçesi olabilir ki?" Kaynak: AKP'li ünlü yazardan Zafer çağlayan isyanı
haberartıturk

Akif Beki Karar'daki ilk yazısında Hürriyet'i hedef aldı! "İtiraza ihanet çok sesliliğe de fitne deniyorsa..."
12.09.2017



2013 yılından bu yana yazarlığını sürdürdüğü Hürriyet ile yolları geçtiğimiz günlerde ayrılan Akif Beki'nin, transfer olduğu Karar'daki ilk yazısı bugün yayımlandı.
Medya Radar » Medya Günlüğü » Akif Beki Karar'daki ilk yazısında Hürriyet'i hedef aldı! "İtiraza ihanet çok sesliliğe de fitne deniyorsa..."

"Bugün buradaysam biraz da zorunlu bir seçim, mecburi istikamet de diyebilirsiniz” diyen Akif Beki, sözlerinin devamında “Çok uzak görüşlü olmam, güçlü sezgiler taşımam filan gerekmedi bu noktaya sürüklenişi görmem için. Kötü kehanetlerin kendi kendini nasıl gerçekleştirdiğinin tekrarlanıp duran örnekleriyle doludur tarih” ifadesini kullandı.

Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına 3 Ağustos'ta son verilmişti.

Söz konusu ayrılığın Beki'nin "AKP için kaleme aldığı eleştirel yazılar" nedeniyle gerçekleştiği öne sürülmüştü.

Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan son yazısında kullandığı "İyi, kötü anılarımız var, bir çift söz de komşum Özkök’e: Gidiyorum ama çok da rahatlama, hemen koyverme, gözüm üstünde" ifadesi, kimi köşe yazarları için tartışma konusu olmuştu.

Akif Beki’nin “Karar’a nasıl geldim?” başlıklı bugünkü yazısı şöyle:

Bizim mesleğin erbabına yapılacak en ahlaksız teklif, vicdana sadakatsizlik istemektir. Doğru bildiklerine ihanet etmesini beklemektir. Yani gerçeği başkalaştırmasını, gördüğünden farklı bir şeymiş gibi göstermesini talep etmektir. O da kalemini satması demektir.

Gerçeğe gözlerini kapamasını, kulaklarını tıkamasını, resmi görüşlere uymayan fikirlerini kendine saklamasını istemek bile bunun yanında hafif kalır.

Görmezden, duymazdan gelmek hiç değilse pasif aldatmaya girer. Uyuyanları uyandırmaz ama uyanık bilinçleri aldatmacayla, kandırmacayla uyutmaktan bir derece daha masumdur.

Oysa hakikatin başkalaştırılmasına aktif katkı, meslek ahlakına, fikir namusuna taammüden ihanet...

Şahıslar alınmasın sözüm atmosfere

Bu ahlaksız teklifin illa bir pazarlık masasında, karşınıza oturan birileri tarafından harfi harfine söze dökülerek yapılması gerekmez.

Vicdana sadakatsizliği reddetmek hıyanet sayılıyorsa, o baskı altında her söz sahibi zaten zorunlu olarak bu teklife muhataptır.

Hatta en ufak bir eleştiri kriminalize ediliyorsa... Özgür bir tartışma ortamını savunmak hainleştirilme gerekçesi oluyorsa... İtiraza ihanet, çok sesliliğe de fitne deniyorsa ortada başka bir teklif zaten yoktur. Kabule zorlandığınız tek seçenek, bu tekliftir.

Ve mecbur tutulduğunuz bu dayatmayı reddetmek, artık mimlenmekle, damgalanmakla başlayan otomatik bedeller üretiyordur. Şucusunuzdur, bucusunuzdur, ya o aklın veya bu aklın uşağısınızdır...

Sonuçta çatlak ya da aykırı ses çıkarıyorsanız, muhakkak düşmanla bir şer ittifakınız, bir dış bağlantınız, bir şeytani planınız vardır.

Düşünce özgürlüğü böyle böyle el konulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez tabii bir hak, meşru bir ferdi eylem olmaktan çıktı, adeta örgütlü suça girdi.

Bütün suç vasatta

Kendi fikrinize sahip olmanızı kağıt üstünde yasaklamayan ama doğal ve bireysel olmasını fiilen imkansızlaştıran bu durumun kendisidir işte ahlaksız teklifin sahibi.

Kısacası, bugün buradaysam biraz da zorunlu bir seçim, mecburi istikamet de diyebilirsiniz.

Esasen Karar gazetesinin bizatihi kendisi de benzer bir mecburi seçimin mahsulü. Aşırı özgürlükten şımarmanın eseri değil.

Keyfe keder kurulmadı, can sıkıntısından doğmadı, rahat batmasından vücuda gelmedi.

Serbest fikre, hür vicdana hayat hakkı tanımayan bir konjonktürdür Karar’ı var eden.

Bu gazeteyi kuran kadroyla fikri dayanışma geçmişim, neresinden baksanız çeyrek yüzyıl öncesine dayanır.

Arkadaşlara hep takılırdım, Karar’da bana da bir yer ayırın diye.

Ama içime doğdu, malum oldu, şakaydı gerçek oldu gibi de değil.

Kendi kendini gerçekleştiren bir kehanetin adım adım ilerleyişinden belliydi.

Bir günde gelmedim buraya

Çok uzak görüşlü olmam, güçlü sezgiler taşımam filan gerekmedi bu noktaya sürüklenişi görmem için.

Kötü kehanetlerin kendi kendini nasıl gerçekleştirdiğinin tekrarlanıp duran örnekleriyle doludur tarih.

İstenmeyen sondan kaçınmak için yapılan her zorlama, o sona daha hızlı yaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

Burası, 28 Şubatları aşıp gelen bir kadronun meslekteki son durağı.

Serbest düşüncenin sığınağı bizim için. Hür fikrin, hür vicdanın kalesi.

Şikâyetim var mı peki?

Ne derler bilirsiniz, hamala semeri yük olmaz.

Etiketler :
Hürriyetakif bekikarartransferilk yazısı

Medya Radar

Kılıçdaroğlu; Zafer Çağlayan yurt dışına bile çıkamaz
09 Eylül 2017



Bayram sonrası siyaset gündemini altüst eden eski bakan Zafer Çağlayan'ın Rıza Sarraf ile birlikte yargılanması ve tutuklanma kararına karşı Erdoğan'ın açıklamalarına Kılıçdaroğlu çok sert tepki verdi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün kazakistan seyahati öncesi çok sert bir şekilde eleştirdiği eski bakan Zafer Çağlayan'ın ABD'de yargılanması ve ardından da tutuklanma kararı verilerek kırmızı bülten çıkarılması gündeme bomba gibi düştü. Başta Erdoğan AKP cephesi gelişmeye sert tepki verirken muhalefet bu gelişmeye başka bir açıdan yaklaşıyor. İşte ABCgazetesi sitesinde yer alan Kılıçdaroğlu değerlendirmesi.

SADECE GÖRÜNEN YÜZÜDÜR

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yeni bir iddianame ile eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın ABD’deki Rıza Sarraf davasına dahil edilmesini, “Zafer Çağlayan, bu büyük yolsuzluk olayı ve soruşturmasının sadece görünen yüzüdür. Bu yeni gelişme, Adalet Bakanı’nın sık sık ABD’ye, Fethullah Gülen’in iadesi için değil, bu dosya için Sarraf için gittiğini gösteriyor” diye değerlendirdi. Kılıçdaroğlu, ABD’deki Sarraf davasında yaşanan Zafer Çağlayan gelişmesini Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül’e değerlendirdi:

EN BÜYÜK YOLSUZLUK

17-25 Aralık, Cumhuriyet tarihimizin en büyük yolsuzluk olayıdır. Bir hükümetin, devleti nasıl soyduğuna hep birlikte ülke olarak tanıklık ettik. O nedenle dönemin bakanı Zafer Çağlayan’ın hazırlanan iddianame ile bu yolsuzluk davasına eklenmesi, olayın sadece görünen yüzüdür.YOLSUZLUK

KANITLIDIR

Bu yolsuzluk olayında bir banka genel müdürü ayakkabı kutularında milyon dolarlar istif etmiştir. Yolsuzluk değilse neden bu milyon dolarlar bankada hesapta değil, evinde ayakkabı kutusunun içindedir? Bir bakana 700 bin liralık saat verilmiş ve kanıtlanmıştır. Alınan ve verilen rüşvetlerin tamamı ses kayıtlarıyla, banka hesaplarıyla kanıtlanmıştır. Dönemin Başbakanı’nın telefonda oğluna, “Paraları sıfırladın mı” demesi, hafızalardan silinmemiş ve silinmeyecektir.

SUÇ ORTAKLARI

Bu kadar açık ve net yolsuzluk yapan bakanların, Meclis’te yapılan oylamada iktidar partisinin milletvekillerince Yüce Divan’a gönderilmeyerek, yargılanmaları engellenmiştir. Dosyaları kapatılmıştır. Bu yolsuzluk dosyalarını kapatmak suça ortak olmak demektir. Yolsuzluğu kendileri yaptılar hep birlikte, kendileri kapattılar hep birlikte. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yediler.

YOLSUZLUĞU AKLAYAN İLAHİYATÇILAR

Bu olaylar yaşanırken, süreç içinde beni en şaşırtan olaylardan biri de kendisini ilahiyatçı olarak tanıtan birilerinin bu yolsuzlukları aklayan yazılar yazması oldu. Maalesef hiçbir İslami değerle bağdaşmayan bu yazılar, bizim inanç dünyamızın kara sayfalarını oluşturacaktır.

BIRAKIN ABD’Yİ, YURTDIŞINA ÇIKAMAZLAR

Bu gelişmeler üzerine bizim milletvekillerimiz 17-25 Aralık’ta adı geçen bakanların bir daha ABD’ye gidemeyeceğini haklı olarak söyledi. Artık ABD’ye gidemeyecekleri ortada. Ama bana göre Çağlayan’la ilgili bu gelişmeden sonra bırakın ABD’yi yurtdışına bile çıkamazlar. Kaynak: Kılıçdaroğlu; Zafer Çağlayan yurt dışına bile çıkamaz

Haberartıtürk

"Erdoğan neden talimat vermiyor, üç devlet bankası faizleri bir gecede indirebilir"
13 Eylül 2017



Sözcü yazarı Can Ataklı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bankalara yönelttiği "faiz" eleştirileriyle ilgili olarak "Erdoğan kamuoyunun önünde 'söylediğini yaptıramayan lider' konumuna düşeceğine neden Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası'na faizleri düşürme talimatı vermiyor? Bu üç banka faizleri düşürse diğer bankalar çaresiz kalacak ve rekabet edebilmek için faizleri düşürecektir" dedi.

Ataklı, sözlerine "Böyle şey olur mu, ekonomi emirlerle yürümez' diyenleriniz olacaktır. Tamam da o söyledikleriniz demokratik hukuk devletlerinde geçerli değil mi. Bizim ülkemiz bakkal gibi yönetiliyor da" notunu düştü.

Can Ataklı'nın "Kapora da nereden çıktı yahu?" başlığıyla yayımlanan (13 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Faizleri üç devlet bankası bir gecede indirebilir

AKP Genel Başkanı Erdoğan başı sıkıştıkça faizlerin yüksekliğinden şikayet ediyor. Faizlerin yüksek olmasının ekonomiyi daralttığını söylüyor ve parmağını sallayarak “Bankaları uyarıyorum, düşürün şu faizleri” diyor.

Kazakistan dönüşü yine benzer açıklamalar yaptı. İyi de her şeye hakim olan Erdoğan nasıl oluyor da bunca laf söyledikten sonra bankalara sözünü geçiremiyor? Bankalar kime güveniyor da koca Erdoğan'a böylesine kafa tutabiliyor?
Yabancı bankalar belki de “Türkiye düşmanı” oldukları için faizleri kasıtlı düşürmüyor olabilir. Sonuçta Erdoğan her fırsatta “başka ülkelerin derdi benim” diyor. Yabancı bankalar da Erdoğan'ı düşürmek için bu komplonun içinde olabilirler.
Peki devlet bankaları ne güne duruyor. Onların da arkasında “Türkiye düşmanı güçler” mi var? Erdoğan kamuoyunun önünde “söylediğini yaptıramayan lider” konumuna düşeceğine neden Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası'na faizleri düşürme talimatı vermiyor? Bu üç banka faizleri düşürse diğer bankalar çaresiz kalacak ve rekabet edebilmek için faizleri düşürecektir.
NOT: “Böyle şey olur mu, ekonomi emirlerle yürümez” diyenleriniz olacaktır. Tamam da o söyledikleriniz demokratik hukuk devletlerinde geçerli değil mi. Bizim ülkemiz bakkal gibi yönetiliyor da.

T24
ETİKETLER
sözcü gazetesi can ataklı tayyip erdoğan faiz banka

Kamu borçlanmasında yasal limit aşıldı mı?
12 Eylül 2017



Hakan Özyıldız*: Hazine bu yılın Ocak-Ağustos arasındaki sekiz ayda, nakit bazda net 53.416 milyon lira borçlandı

2001 Krizi sonrasında çıkarılan kanunların arasında en önemlilerinden birisi 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanundur. Önemi, bu topraklarda ilk defa yasa ile devlet borçlanmasına limiti konulmasından gelir. O günlerde siyasetçileri ikna etmek için verdiğimiz uğraşıların anılarımda özel yeri vardır.

Bahsi geçen yasanın 5. Maddesi aynen şöyledir:

“Borçlanma, ikraz ve garanti limiti (1)

Madde 5 - Malî yıl içinde 1 inci Maddede belirtilen ilkeler ve malî sürdürülebilirlik de dikkate alınarak yılı bütçe kanununda belirtilen başlangıç ödenekleri toplamı ile tahmin edilen gelirler arasındaki fark miktarı kadar net borç kullanımı yapılabilir.

Borçlanma limiti değiştirilemez. Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve gelişimi dikkate alınarak, bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir. Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda,ilave yüzde beş oranında bir tutar, ancak Müsteşarlığın görüşü ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile artırılabilir.Bütçenin denk olması durumunda da borçlanma, anapara ödemesinin en fazla yüzde beşine kadar artırılabilir."

Yani, TBMM, yasa koyucu irade diyor ki; Ey hükümet, bir yıl içinde ancak bütçe kanunundaki açık kadar ek borçlanma yapabilirsin. Gelir tahminlerinin tutmaması olasılığı nedeniyle yüzde 5 otomatik olarak ek borçlanma yetkisi veriyorum. Ancak bu da yetmez ve daha da borçlanmak istersen, sadece bir yüzde 5 daha hak tanırım. Onu da Bakanlar Kurulu Kararı (BKK) çıkararak kullanabilirsin.

Bu açıklamalar ışığında içinde bulunduğumuz yılın borçlanma limitini hesaplamak istersek. 2017 Bütçe Kanununda; giderler 634.176,5 milyon lira, gelirler 586.696,2 milyon lira olarak belirlenmişti. Bu durumda bütçe açığı, 47.480,3 milyar liradır. Yani 2017 yılı süresince, Hazine’nin yeni aldığı borç ile yaptığı anapara ödemesi arasındaki farkın, ilave borçlanmanın, yaklaşık 47,5 milyar lira olması gerekiyor.

Borçlanma Kanunun iki ek yüzde 5’lik hak daha tanıdığını belirtmiştim. Hesaplarsak, otomatik ek limit (47.480 x %5 =) 2,374 milyon TL oluyor. Diğer bir deyimle, otomatik borçlanma limiti(47.480 +2,374=) 49.854 milyon lira. Bu rakama BKK ile gelebilecek ek yüzde 5’lik borçlanmayı da eklersek (49.854 x % 5 = 2.493)toplam limit 52.347 milyon liraya çıkıyor.

Küçük bir teknik açıklama yaparak devam edeyim. Muhasebe uzmanları bilirler. Nakit hesaplar ile defter kayıtları arasında farklar olur. Bu durum Hazine için de geçerlidir. Nakit rakamlar ile muhasebe kayıtlı veriler arasında fark vardır. Nakit değerler çoğunlukla daha küçüktür.

Örneğin, Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi ve Finansmanı verilerinde Ocak-Temmuz ayı net borçlanma rakamı 47.675 milyon lira iken, Hazine Nakit gerçeklemelerinde 45.324 milyon liradır. Dolayısıyla aşağıda vereceğim Ocak-Ağustos net nakit borçlanma rakamı, Borç Yönetimi Kanunun tanımındaki rakama göre daha düşük olacaktır.

Bu açıklama ışığında dün açıklanan Hazine nakit dengesi verilerine bakalım.

Hazine bu yılın Ocak-Ağustos arasındaki sekiz ayda, nakit bazda net 53.416 milyon lira borçlanmış. Nakit verilere göre, şimdiden hem otomatik limit aşılmış hem de BKK ile tanınan hakkın üstüne çıkılmış. Belirttiğim gibi, ay sonuna doğru yayımlanacak olan bütçe finansman verilerinde bu rakamın daha büyük olma olasılığı oldukça yüksek.

Eğer hesaplarım doğru ise, borçlanma yapabilmek için bir BKK çıkarılması gerekiyordu. Çıktı da ben mi kaçırdım acaba, Resmi Gazete'de bu konuda bir BKK yayımlandı mı? Eğer yayımlanmadıysa, Ağustos ayındakilerin bir bölümü ve Eylül’de yapılan borçlanmalar yasaya uygun mu?

Yoksa geçerlilik tarihi geriye dönük bir BKK mı çıkarılacak?

*Bu yazı hakanozyildiz.com'da yayımlanmıştır.


T24
ETİKETLER
hazine borçlanma devlet kasa

Almanya silah satışını askıya aldı; Türkiye'deki özel birlikler etkilenecek
13 Eylül 2017



Karar ayrıca Leopard tanklarının yedek parça ve savunma sistemleri temininde de sorun yaratabilir

Türkiye'ye 2017 ocak ayından itibaren 25 milyon euro silah satışı yapan Almanya'nın, iki ülke arasında yaşanan gerilimlerin ardından silah satışını durdurdu. Konu ile açıklama yapan Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Türkiye'ye silah satışını durdurduklarını söyledi. Başbakan Angela Merkel silah satışının durdurulmasıyla ilgili olarak "Türkiye ile birlikte İslami terör örgütü IŞİD ile ortak mücadele veriyoruz, silah satışını tamamen yasaklamaya karşıyım" dedi.

Türkiye'nin Almanya'dan satın aldığı bazı hafif makineli silahlarını kullanan Bordo Bereliler, Kara Kuvvetleri piyadeleri, Hava Kuvvetleri Muharebe Arama Kurtarma Timleri ile polis ve jandarma özel harekât güçlerini etkileyecek. Karar ayrıca Leopard tanklarının yedek parça ve savunma sistemleri temininde de sorun yaratabilir.

Hürriyet'ten Ali Varlı'nın haberine göre, Almanya, Türkiye’nin silah satın alma taleplerini durdurdu. Alman Handelsblatt gazetesine konuşan Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Türkiye’ye silah satışının bekletildiğini açıkladı. Gabriel, “Türkiye’nin bizden talep ettiği silahların, ki gerçekten çok büyük miktarda talep var, satışını beklemeye aldık” dedi. Öte yandan Alman hükümetinin 2017 yılının ocak ayından bu yana Türkiye’ye 25 milyon Euro değerinde silah satışını onayladığı ortaya çıktı. Yeşiller milletvekili Özcan Mutlu’nun konuyla ilgili soru önergesini cevaplandıran hükümet, yapılan silah satışıyla ilgili bilgi verdi.

Almanya’da Kölner Stadt Anzeige adlı gazeteye de ayrıca bir açıklama yapan Alman Dışişleri Bakanı, Ankara ile diplomatik ilişkilerin kesilmesinin Türkiye’de tutuklu bulunan Alman vatandaşlarına yardım edilmesi konusunda bir yarar sağlamayacağını tekrarladı. Türkiye’ye yönelik resmi seyahat uyarısı yapıp yapmayacaklarına ilişkin soruya ise Alman Bakan, “Mevcut durum nedeniyle Türkiye’ye bugünlerde seyahat edeceklerin Dışişleri Bakanlığı duyurularını dikkatli okumalarını tavsiye ederim” dedi.

Merkel: Ortak mücadele veriyoruz

Almanya Başbakanı Angela Merkel de NDR yayın kuruluşuna Türkiye’ye silah satışının durdurulmasıyla ilgili açıklamalarda bulunurken, “Türkiye’ye silah satışının tamamen yasaklanmasına karşıyım” dedi. Merkel, silah satışıyla ilgili Türkiye’den gelen her talebi tek tek birbirinden ayrı değerlendirmek gerektiğini söylerken, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu hatırlattı. Merkel, daha farklı kısıtlayıcı tedbirlerin alınabileceğini de belirtti ve “Türkiye ile birlikte İslami terör örgütü IŞİD ile ortak mücadele veriyoruz” dedi. Başbakan Merkel, Almanya’nın güvenlik konularında Türkiye’ye güvendiğinin de altını çizdi. Seyahat uyarısıyla ilgili de konuşan Merkel, Türkiye’ye yönelik daha sert seyahat uyarısına gerek olmadığının altını çizerken, “Elbette daha ileri adımlar atma hakkımızı saklı tutuyoruz” dedi. Almanya ile Türkiye ilişkilerinin daha fazla zarar görmemesini umut ettiğini belirten Merkel, “Büyük sıkıntılar yaşanıyor. Özellikle de tutuklularla ilgili. Bize göre gerekçesiz tutuluyorlar” dedi.

Almanya ile Türkiye arasındaki siyasi kriz 2 Haziran 2016’da Federal Meclis’in, 1915 olaylarını ‘Ermeni soykırımı’ olarak kabul edip açıklamasıyla başlamıştı. Gerginlik darbe girişiminin ardından Almanya'nın FETÖ'cüleri iade etmemesi ve Türkiye'de bazı gazeteci tutuklamalarıyla tırmanmıştı.

5 gücü etkileyecek

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in, “Türkiye’ye tüm silah ihracatını askıya aldıklarını” açıklamasından sonra gözler bu ülkeden alınan silahlara çevrildi. Türkiye’nin Almanya’dan tank, savaş uçağı, füze gibi büyük boyutlu silah alımı bulunmuyor. İç ve dış güvenlikte görev yapan özel birliklerin kullandığı hafif makineli silahların bir kesimi yerli üretimden sağlansa da, önemli bir kesimi Almanya’dan temin ediliyor.

Özel kuvvet, piyade, MAK

Gabriel’in açıklamasından sonra hem Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) hem de emniyet güçlerinin ihtiyaç duyduğu silahlarda çok büyük boyutlarda olmasa da sıkıntı yaşanabileceği belirtiliyor. Kara Kuvvetleri’nde piyade, Hava Kuvvetleri Muharebe Arama Kurtarma Timleri (MAK) ile doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Özel Kuvvetler (Bordo Bereliler) Alman silah üreticisi Heckler-Koch’un ürettiği saldırı amaçlı hafif makineli silah HK’ların değişik türlerini kullanıyor. Yine Heckler-Koch yapımı UMP’ler (Universal Maschinen-Pistole) ile MP7A1’ler de polis ve jandarma özel harekâtın tercih ettiği silahlar listesinde bulunuyor. Silahlarla birlikte mühimmatın önemli bir bölümünün de Almanya’dan alındığı belirtiliyor.

Türkiye’nin Suriye’de Fırat Kalkanı Harekâtı’nda kullandığı ve IŞİD’ın saldırıları sonrası yara alan ana muharebe tanklarından Leopard’lar için istenen yedek parçalar ile tank savunma sistemlerinin de Almanya’nın bu son kararından sonra temin edilmesinde sıkıntı yaşanabileceği öne sürülüyor.

Daha önce 11 engelleme

Almanya’nın Türkiye’nin silah talebini askıya alması yeni bir olay değil. Geçen mart ayında da muhalefetteki Sol Parti (Die Linke) Milletvekili Jan van Aken’in soru önergesine Federal Ekonomi Bakanlığı’nın verdiği yanıtla, Alman hükümetinin Kasım 2016’dan bu yana 11 kez Türkiye’ye silah sevkiyatına onay vermediği ortaya çıkmıştı. Almanya’nın, “Türk hükümetinin bu silahları ülke içerisinde baskı unsuru olarak kullanmasından endişe ettiği ve Türkiye’deki insan haklarının gerilemesi gerekçesiyle sevkiyata izin vermediği” açıklanmıştı.

T24
ETİKETLER
almanya türkiye silah askıya aldı özel birlikler

"Bahçeli sürpriz mi yapacak?"
13 Eylül 2017



"Güzel günler sona eriyor' hükmüne varılabilir mi; bence vakit henüz erken"

Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Bu referandum Kürdistan'ın inşa ve ihyası için sinsi bir ön çalışma, karanlık öncü hamledir. Bir defa Sayın Yıldırım'ın bunu görmesi millî bir zarurettir. Sayın Yıldırım'ın bizzat şahsımın, ülkemize yönelen tehlikelere karşı göstermiş olduğu yoruma aceleyle tepki gösterip aklınca düzeltme gereği duyması siyasi nezaket ve zarafete ters düşmüştür" ifadesini değerlendirdi. Takan, "Buradan yola çıkılarak 'ortaklık bitiyor', 'güzel günler sona eriyor' hükmüne varılabilir mi? Bence vakit henüz erken" diye yazdı.

Ahmet Takan'ın "Bahçeli sürpriz mi yapacak" başlığıyla yayımlanan (13 Eylül 2017) yazısı şöyle:

AKP iktidarı ile MHP arasındaki makas Barzani referandumu yüzünden açılıyor mu?..

16 Nisan referandumunun şen ortakları arasında bir şeyler mi oluyor?..

AKP Genel Başkanı R. Erdoğan'ın Kazakistan dönüşü "duygusal çıkışlar yapmamalıyız" açıklamasına geçmeden önce Ağustos ayının son günlerine damga vuran, gündem belirleyen açıklamaları bir daha hatırlamalıyız.

MHP Genel Başkanı Doktor Devlet Bahçeli bir basın toplantısı düzenleyerek aynen şunları söylemişti;

"Barzani'nin referandum hazırlığının sonuna kadar karşısında yer alınmalıdır. Bu referandum Kürdistan provasıdır. Bu referandum Türkiye için gerekirse savaş sebebi sayılmalıdır. Barzani inat ve ısrarla 'referandum ertelenmeyecek' diyor. Anlaşılacağı üzere yangına körükle gidiyor. Millî gücümüzü ne pahasına olursa olsun göstermeliyiz."

Barzani ile devam eden duygusal ilişkilerinin yanı sıra sözde Kürdistan'ı nasıl desteklediklerini Atatürk ve Esenboğa havalimanlarında göndere çektikleri paçavralarla ilan eden AKP iktidarı için 16 Nisan ruhuna aykırı gibi görünen bu sert açıklamalar da neyin nesiydi?.. Yeni bir kayıkçı kavgası mıydı?..

Başbakan Binali Yıldırım, Bahçeli'nin bu çıkışına Vietnam gezisi dönüşünde, alay edercesine, onu uluslararası hukuktan anlamayan bir adam yerine koyarak cevap vermişti;

"Savaş devletle devlet arasında olur biz bunları devlet olarak tanımıyoruz. Bir devlet bize kafa tutar, egemenlik haklarımıza karşı hareket içinde olursa bizim için savaş sebebidir. Ama burada Irak'ın parçası olan bir bölgesel yönetim var. Bu savaş nedeni olamaz. Hukuki zemin olması lazım."

Doktor Bahçeli ise Yıldırım'ın eleştirilerini "gaf" olarak niteleyip, alışagelenin dışına çıkarak(!) çok beklemeden yazılı cevabı yapıştırmıştı;

"Bu referandum Kürdistan'ın inşa ve ihyası için sinsi bir ön çalışma, karanlık öncü hamledir. Bir defa Sayın Yıldırım'ın bunu görmesi millî bir zarurettir. Sayın Yıldırım'ın bizzat şahsımın, ülkemize yönelen tehlikelere karşı göstermiş olduğu yoruma aceleyle tepki gösterip aklınca düzeltme gereği duyması siyasi nezaket ve zarafete ters düşmüştür."

Bu karşılıklı atışmaların ardından ortalık biraz sulh olmuş gibi gözükürken, geçtiğimiz hafta, yanına Tansu Çiller makyajı da yapılarak Devlet Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı yardımcısı yapılacağına dair kulis(!) haberleri kamuoyuna pompalanmıştı. Bahçeli, kendi ağzından yaptığı açıklamalarda bunu kesin bir dille bugüne kadar reddetmedi. Bence, bu gelişme, (sizler de bu köşeden defalarca çook önceden okudunuz...) bir mutabakatın ince hatırlatmasıydı. Nitekim, R. Erdoğan Kazakistan'a gitmeden önce sorulan bir soruya verdiği cevapta "her şey olabilir" diyerek kapıyı aralamıştı...

***

Şimdi gelelim, Kazakistan dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını cevaplayan Erdoğan'ın Irak'ın kuzeyindeki referandum sorusuna "duygusal çıkışlarla açıklamalar yaparsak, bu yanlış olur" diyerek verdiği yanıta... Ne orası ne burası!.. Bence, bu yanıtın tek adresi, MHP Genel Başkanı Doktor Devlet Bahçeli'dir. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla mahiyetinde.

Ha!.. Buradan yola çıkılarak "ortaklık bitiyor", "güzel günler sona eriyor" hükmüne varılabilir mi?.. Bence vakit henüz erken. R. Erdoğan'ın ABD gezisinin sonuçlarını sabırla beklemek lazım. Erdoğan'ın yaptığı gibi!.. 19 Eylül'de başlayacak BM Genel Kurul toplantılarına denk gelen ABD gezisi ve Trump görüşmesi Erdoğan'ın siyasi ömrü için çok önemli bir kilometre taşı olacak. Reza Zarrab dosyası altında, gizli öznesi Irak, Suriye ve 25 Eylül referandumu olan görüşmelerden çıkacak sonuçlar Türkiye'deki iç siyaset dengelerine de yeni bir ivme kazandıracak.

Kafamı bulandıran husus, yüzde 3'lere düşen ve tabela partisi haline gelen MHP'nin bazı etkin yöneticilerinin kapı arkalarında son günlerde sürekli "göreceksiniz Bahçeli, Cumhurbaşkanı adayı olacak" diye fısıltı yaymaları. O yüzden son 3 hafta içindeki gelişmelerin geniş bir alıntısını alt alta dizdim. Tabii ki bunların tesadüf olduğunu düşünemeyiz.

Siyasette olan bitenlere, söylenenlere düz okuma pek yapmam. Oyun içinde oyun, kurgu içinde kurgu da yaşadığımız coğrafyanın olağanıdır. Bebek katili Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesinin ardından idam dosyasının Bahçeli'nin eliyle rafa kaldırılması... AKP iktidarı ile sonuçlanan 2002 seçimi kurgusu... Sonrası; her sıkıştığında atılan can simitleri, AKP zihniyetinin Çankaya'ya çıkarılması, 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası Yenikapı ile alenileştirilen birliktelik, 16 Nisan referandumu.. Geldik, 25 Eylül Barzani referandumuna!.. Doktor Devlet Bahçeli yine baş aktör!.. Öcalan'a bağışlanan hayattan, "Büyük Kürdistan"a hayat verilmesine kadar... Sözde iktidarların görünür/görünmez etkin manivelası... Türk milliyetçilerine yönelik gaz alma hamleleri...

Bakın!.. R. Erdoğan, Kazakistan dönüşü çok önemli bir mesaj daha verdi. "S-400'lerin kaporasını Rusya'ya verdik" dedi. Mesaj net!.. Kod adı "Büyük Kürdistan" olan "Büyük İsrail"in iki hizmetkarının birine kapora ödendi diğerine peşin ödeme yapma talebi var. "Deliğe süpürülmemek" kaydı şartıyla!..

Onların dünyasında duygusallığa yer yok da...

T24
ETİKETLER
mhp devlet bahçeli sürpriz

BM ve AGİT: Gazetecileri içerde tutmak sadece demokrasiye değil, uluslararası taahhütlerine de aykırı!
13 Eylül 2017




"Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün yeniden düzenlenmesine 'acil ihtiyaç' var"

Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Güvenlik İşbirliği (AGİT) teşkilatı tarafından, "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla beşi tutuklu yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davanın ikinci duruşmasından tahliye çıkmaması üzerine açıklama yapıldı. Türkiye'nin uluslararası Taahhütlerini anımsatılan ortak açıklamada "Cumhuriyet gazeteci ve yöneticileri, yetkililerin sınırı aştığını düşündüğü, kamunun büyük yararına olan konularda yazdıkları için neredeyse bir yılı hapiste geçirdi. Onları hapiste tutma kararı sadece demokrasiye aykırı değil aynı zamanda ülkenin imzaladığı tüm uluslararası taahhütlerini de görmezden geliyor" denildi.

Cumhuriyet davasında tahliye çıkmaması üzerine BM ve AGİT’ten Türkiye’ye uluslararası taahhütlerini anımsatan ortak ve sert bir açıklama geldi. BM ve AGİT medya temsilcileri, Cumhuriyet davasında yargılanan gazeteci ve yöneticilerin derhal serbest bırakılmasını isterken, “İfade özgürlüğü sadece iktidardakiler uygun gördüğünde kullanılacak bir hak değildir” diyen iki kurum Türk yetkilileri “artık rota değiştirmeye” çağırdı.

AGİT Basın Özgürlüğü Temsilcisi Harlem Desir ve BM düşünce ve ifade özgürlüğü raportörü David Kaye, önceki akşam tutukluluğa devam kararı verilen davanın ardından, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün yeniden düzenlenmesine “acil ihtiyaç” olduğunu belirtti.

İki medya gözlemcisi, “Türkiye’nin basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskısı, ülkedeki gazetecilerin ve gazeteciliğin güvenliği için doğrudan tehdit oluşturuyor” dedi ve şöyle devam etti: “Cumhuriyet gazeteci ve yöneticileri, yetkililerin sınırı aştığını düşündüğü, kamunun büyük yararına olan konularda yazdıkları için neredeyse bir yılı hapiste geçirdi. Onları hapiste tutma kararı sadece demokrasiye aykırı değil aynı zamanda ülkenin imzaladığı tüm uluslararası taahhütlerini de görmezden geliyor” dedi.

Cumhuriyet davasında iddianamenin 5 ay sonra geldiği anımsatılarak 7.5 yıldan 43 yıla kadar hapisle yargılandıkları belirtilen açıklamada, Desir ve Kaye şunları söyledi:

“Türkiye’yi defalarca Cumhuriyet gazeteci ve yöneticilerine karşı davaları düşürmeye çağırdık. Cezaevindeki tüm gazetecilerle birlikte derhal serbest bırakılmalılar. İfade özgürlüğü sadece iktidardakiler uygun gördüğünde kullanılacak bir hak değildir”

“Ahmet Şık araştırmacı gazeteciliğin tam da kendisidir”

Ahmet Şık’ın ilk duruşmasındaki savunmasıyla ilgili ek suçlamalar getirilmesine de karşı çıkan medya gözlemcileri şunları belirtti:

“Ahmet Şık araştırmacı gazeteciliğin tam da kendisidir. O, kamuyu ilgilendiren konular açığa çıkmadan yıllar önce bunları yazdı; uyarıları nedeniyle kendisini hapiste buldu. Onun ve hapsedilen tüm meslektaşlarının önemli işlerini yapabilmesi için artık özgürlük ve güvenlikleninin verilmesi şart”

‘Artık rotayı değiştir’

Desir ve Kaye, Türkiye’ye basın ve ifade özgürlüğü konusunda “yasal ve siyasi reform” çağrısında bulundu: “Gazeteciler, bloggerlar ve sosyal medya kullanıcıları ülkede ifade özgürlüğünü ancak temel yasal ve siyasi reformlarla kullanabilir. Türkiye’ye yardım önermeye ve yetkilileri gecikmeksizin rota değiştirmeye çağırıyoruz.”

IPI: İddialar inanılır gibi değil

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) İletişim Direktörü Steven Ellis, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, dava kapsamında yöneltilen suçlamaların ve Cumhuriyet gazetesinin Gülen cemaatinin ‘kuklası’ olduğu iddialarının absürt olduğunu söyledi. Ellis, “Burada bir gözlemci olarak bulunuyorum. Bir dava var gibi görünüyor ama iddialar inanılır gibi değil. Kadri Gürsel ve Ahmet Şık’ın devamlı olarak eleştirdiği bir grupla ilişkili olduğu iddia ediliyor” diye konuştu.

T24
ETİKETLER
cumhuriyet davası bm agit uluslarası taahhüt demokrasi aykırı türkiye

Erdoğan'ın danışmanları birbirine girdi: Tecrübesiz, çevresindekilerin şeyine gelmiş!
13 Eylül 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ekonomiden sorumlu başdanışmanları Cemil Ertem ve Bülent Gedikli arasında başlayan "döviz kuru" tartışması devam ediyor.

TIKLAYIN - "Erdoğan sıkıntıda, ekonomi danışmanlarını değiştirecek"

Cemil Ertem'e yönelik olarak "Arkadaşımız biraz tecrübesiz. Etrafındaki insanların da biraz şeyine gelmiş" diyen Bülent Gedikli, sözlerinin devamında "Gazete haberlerinden okumuş olabilir, tam konuyu değerlendirdiğini de düşünmüyorum" ifadesini kullandı.

Ne olmuştu?

Gedikli, geçen hafta sosyal medya hesabında Merkez Bankası'na (TCMB) kurlara müdahale çağrısında bulunarak, "Bizde kurların daha aşağı gitmesi riskli çünkü ihracatı zora sokar şirketlerin karlılığı düşer bu da istihdam sorununu doğurur. Merkez Bankası elindeki araçları kullanarak kurlara müdahil olmalıdır" demişti. Diğer başdanışman Cemil Ertem ise Reuters'a yaptığı değerlendirmede, "Dalgalı kur rejimi uyguladığımız için kur seviyesine düşük ve bu seviye tehlikeli demek yanlış. Reel sektör, bankalar, TCMB, siyaset herkes düşük faiz istiyor, ancak bizim isteğimiz dışında bir de piyasa gerçeği var. TCMB piyasa gerçeğini bizden ayrı olarak yönetmesi gereken tek kurum, TCMB'ye bu yönetme hakkını ve iradesini vermemiz gerektiğini düşünüyorum" ifadesini kullanmıştı.

"Tecrübesiz, çevresindekilerin şeyine gelmiş"

Habertürk canlı yayınında konuşan Gedikli, Ertem'in sözleri hakkında şunları söyledi:

"Arkadaşımız biraz tecrübesiz. Etrafındaki insanların da biraz şeyine gelmiş, öyle anlıyorum veya gazete haberlerinden okumuş olabilir, tam konuyu değerlendirdiğini de düşünmüyorum. Yaptığı açıklama da onu gösteriyor. Biz burada bir kur seviyesi söylemiyoruz. İkinci nokta şudur, siyasiler her zaman Merkez Bankası ile ilgili açıklama yapar, çünkü MB, kanun gereği hükümet hedefleriyle uyumlu çalışmak zorunda. Öyle bir şey söylemiş ki sanki MB ayrı bir cumhuriyet. Türkiye Cumhuriyeti yanında başka bir cumhuriyetten bahsediyormuşuz gibi bir yaklaşım var. Ben bunu zaten doğru bulmuyorum ve yıllardan beri kavgasını verdiğimiz konu."

T24
ETİKETLER
cemil ertem bülent gedikli cumhurbaşkanı başdanışmanı ekonomi döviz kuru

"Ekonomi ne durumda bilemiyoruz, yetiş Katar, yetiş TÜİK"
13 Eylül 2017



"Bu çok çarpıcı bir tahmin ve açıkçası tahayyüllerimizi de zorluyor"

Cumhuriyet yazarı Erinç Yeldan, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre kamu harcamalarının düştüğünü, yatırımlarını arttığını belirterek "Bu tarz spekülatif büyüme ivmeleri istihdam yaratmadığı gibi, enflasyonist baskıların da sürmesine ve Türkiye’nin gerek işsizlik (özellikle genç işsizlik) ve enflasyon göstergelerinde OECD ülkeleri arasında en kötü göstergeleri sergilemesine neden oluyor" dedi. Yeldan, sözlerinin devamında "Ekonomi Ne Durumda?' sorusunun yanıtı: bilemiyoruz. 'Bilemiyoruz', çünkü ulusal ekonomiye ait veriler tam bir karmaşa içerisinde. Yetiş Katar, yetiş TÜİK" ifadesini kullandı.

Erinç Yeldan'ın "Milli gelir hesapları" başlığıyla yayımlanan (13 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2017 yılının ikinci çeyreğine ilişkin milli gelir (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla –GSYH) verilerini yayımladı. Teknik düzeydeki sonuçları TÜİK’in haber bülteninden aktaralım: “Gayrisafi yurtiçi hasıla ikinci çeyrek ilk tahmini; zincirlenmiş hacim endeksi olarak (2009= 100), 2017 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %5.1 arttı.”
Hemen önceden belirtelim ki, milli gelirin zincirlenmiş hacim yöntemiyle hesaplanması ve buradan hareketle büyüme hızına ulaşılması iktisatçıları ve iktisat yazınını hiç ilgilendirmiyor. İktisat bilimi öncelikle reel üretim ve üretim - harcama kalemlerinin reel kaynaklarıyla ilgilenir. Zira iktisatçıların bir ülkenin ekonomisini analiz ederken öncelikle kullanmakta olduğu “işçi başına reelüretim, yani üretkenlik”; ya da “sermaye- emek oranı” gibi göstergeler gerek büyüme, gerekse dış ticaret konularında çalışan uzmanların olmazsa olmaz veri kaynaklarıdır.

Oysa TÜİK 2017 başından beri geliştirdiği yöntem değişiklisiyle artık milli gelir rakamlarının sabit fiyatlarla reel düzeyini takip etmemektedir. İlan edilen verilerin, bu haliyle, sadece manşet gazeteciliğini ve “fonlarımı hangi ülkededeğerlendiririm ve paradan para kazanırım” sorusunu kendilerine meslek edinmiş finans uzmanlarının ve derecelendirme kuruluşlarının ilgisini çekeceği düşünülebilir.***

Ancak söz konusu verilere ilişkin daha başka gözlemler de yapmak olası. Öncelikle, ilan edilen büyümenin kaynaklarına değinelim. Sabit sermaye yatırımlarının 2017’nin ikinci çeyreğinde %9.5 büyüdüğü tahmin edilmekte. Yatırımların hızlanması büyümenin de “sağlıklı” ve “sürdürülebilir” nitelikte olacağını muştulamaktadır. Ancak söz konusu yatırım artışının nereden kaynaklandığına bakarsak, burada inşaat ve konut yatırımlarındaki %25’lik büyümenin belirleyici olduğunu görmekteyiz. Diğer yandan “makine ve teçhizatyatırımlarının” 2016’nın ikinci çeyreğinden bu yana büyüme hızları, sırasıyla, %0.2; %-3.7; %-0.7 ve %-12. Güncel veri ise %-8.6. Yani makine ve teçhizat sanayiine yapılan yatırımların son beş çeyrek dönemdeki büyüme hızlarının ortalaması %-5.07! Sanayi sektörünün en öncü faaliyet alanındaki bu gerileme, Türkiye’nin Avrasya’nın üretim merkezi olacağı stratejisiyle hiç de bağdaşmamaktadır.
Söz konusu veriler, ulusal ekonominin diğer verileriyle de uyum göstermiyor. Milli gelirin alt harcama gruplarında özel tüketim harcamalarının sadece %3.2 olduğu ilan edilmiş. Buna ek olarak haziran ayında %5.1 artış gösterdiği ilan edilen 1. çeyrek verisinin de küçültülerek %3.1’e indirildiğini görüyoruz. Dahası, kamu harcamalarının bu çeyrekte %4.3 küçüldüğü duyurulmakta.
Bu çok çarpıcı bir tahmin ve açıkçası tahayyüllerimizi de zorluyor; zira söz konusu dönemde Maliye Bakanlığı verilerinden merkezi yönetim bütçe açısının reel olarak %7 büyüdüğünü izliyoruz. Buna ek olarak, Hakan Özyıldız geçen hafta sosyal medyada da yapmış olduğu paylaşımlarda Hazine borç stokunun bu yılın ilk yarısında 58 milyar TL artış gösterdiğini ve 817 milyar TL’ye ulaşarak rekor bir büyüme içerisinde olduğunu vurguluyor. Bu rakama Kredi Garanti Fonu (KGF); otoyollar, Sağlık Bakanlığı’nın garantili kiracı olduğu şehir hastaneleri gibi ahbap-çavuş kapitalizminin (crony capitalism) ana unsuru olan kaynak transferlerinin dahil olmadığını da hatırlatalım.
Dolayısıyla, kamunun borçlanarak büyümesi devam ederken, TÜİK’e göre kamunun harcamaları düşüyor; yatırımlar artıyor ama artan şeyin teknolojiye, üretkenliğe olan yatırımlar değil, doğayı katleden inşaat ve konut yatırımlarına yöneldiğini izliyoruz. Bu tarz spekülatif büyüme ivmeleri istihdam yaratmadığı gibi, enflasyonist baskıların da sürmesine ve Türkiye’nin gerek işsizlik (özellikle genç işsizlik) ve enflasyon göstergelerinde OECD ülkeleri arasında en kötü göstergeleri sergilemesine neden oluyor.

***Milli gelirin tahminine ilişkin yöntemsel değişiklikleri ve sonuçlarının analizini 5 Nisan tarihli yazımızda da irdelemiştik.

“Ekonomi Ne Durumda?” başlıklı o yazının devamı şöyle sürmekte idi: Sorunun yanıtı: bilemiyoruz. “Bilemiyoruz”, çünkü ulusal ekonomiye ait veriler tam bir karmaşa içerisinde...

Yetiş Katar, yetiş TÜİK.

T24
ETİKETLER
erinç yeldan ekonomi katar tÜİk

Tepki duyan kimi parti büyükleri, milletvekilleri, bakanlar, eski bakanlar, ‘bir şeyler yapmamız lazım’ diyor
14.09.2017

AKP içindeki tartışma büyürken Hakan Albayrak bugünkü yazısında iddialarına yenilerini ekledi.

AKP içindeki muhaliflerin sesi olan Karar gazetesi Hakan Albayrak’ın “Gittikçe yükselen bir tepki var. Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi” ifadeleri dikkat çekmişti.

Bu yazıya Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış’tan yanıt gelmiş ve Akış sosyal medya hesabından “Hakan Albayrak'a ‘sen önden git bi bak bakalım’ demişler...” paylaşımında bulunmuştu.

Bu tartışmaya Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı Hasan Öztürk de katılmış ve “Ak Parti’nin alternatifi yine Ak Parti. O nedenle Ak Parti’nin iktidardan alaşağı edilmesinin tek yolu partiyi bölmekten, Ak Parti içinden bir başka parti çıkarmaktan geçiyor; biliyorlar!” diye yazmıştı. Öztürk, “2018’in ilk aylarına ulaştığımızda ne demek istediğimi alenen göreceğiz diye düşünüyorum. Yanılmayı çok isterim” diyerek iddiasını sürdürmüştü.

Tartışma büyürken Hakan Albayrak bugünkü yazısında iddialarına yenilerini ekledi.

“BU TEPKİLERİNİ AÇIKÇA İFADE ETMEYE BAŞLAYABİLİR”

Hakan Albayrak, bugünkü “Cıvıl cıvıl bir hareket” başlıklı yazısında, “AK Parti çevrelerinde yükselen tepkinin şimdilik homurtu halinde olduğunu ama yakında ‘kuvveden fiile’ çıkabileceğini söyledik. Yani: Belli konulardaki tarz-ı siyasete tepki duyan kimi parti büyükleri, milletvekilleri, bakanlar, eski bakanlar, bu tepkilerini açıkça ifade etmeye başlayabilir” ifadelerini kullandı.

“BAZILARI ‘LİNÇ EDİLİRİM’ DİYE KORKUYORDU; O KORKUYU AŞIYORLAR”

Albayrak AKP içindeki muhalifleri şöyle anlattı:

“Bazıları ‘Kendiliğinden düzelir’ diye bekliyordu; o ümidi kaybediyorlar. Bazıları ‘Linç edilirim’ diye korkuyordu; o korkuyu aşıyorlar. Bazıları ‘Ne yapsak beyhude’ yılgınlığı içindeydi; o yılgınlığı atıyorlar. Kendi aralarında konuşup dertleşiyor, sonra ‘Dertleş dertleş, nereye kadar?’ diye kendi kendilerine kızıyorlar. ‘Bir şeyler yapmamız lazım’ diyorlar; ‘Milletin önüne çıkıp bu meseleleri açık açık konuşmamız lazım.’ Bunu yapacak gibiler. Doğrusu da bu zaten.”

“AK PARTİ GİZLİ BİR ÖRGÜT MÜ? KAPALI BİR CEMAAT Mİ?”

“Üç-beş gazeteci-yazar olarak bizim taşıyamayacağımız kadar ağır bir yük bu. Sorumluluk bilincine sahip olan siyasetçilerimiz de ortaya çıkıp, kendi aralarında konuştukları meseleleri kamuoyu önünde konuşmalı” diyen Albayrak yazısını şöyle sürdürdü:

“Türkiye kritik bir süreçten geçerken sırası mı?’

Evet, tam sırası. Konu zaten bu kritik sürecin doğru yönetilip yönetilmediği ile ilgili.

‘Peki, yedi düvelin taarruzu altındaki Erdoğan’ı eleştirmek yakışık alır mı?’

Doğacak olan tartışma ortamı inşaallah o taarruzlardan bazılarını zeminsiz bırakıp bitirmeye, bazılarını da geri püskürtmeye yarayacağı için, evet, yakışık alır. Bu, Cumhurbaşkanı’nın elini zayıflatmaz, güçlendirir. ‘Eleştiriler, şikâyetler bizzat cumhurbaşkanına iletilse, kamuoyu önünde tartışmaya girilmese, bazı münasebetsiz internet sitelerine filan malzeme verilmese daha iyi olmaz mı?’

Kapalı kapılar ardında konuşmakla bir şey değişmiyorsa meseleleri kamuoyu önünde enine boyuna konuşarak toplumsal baskı oluşturmaya çalışmaktan başka çare yoktur.

Herkes tartışmayı izlesin ve haberlerini yapsın, istediği gibi de yorumlasın. AK Parti gizli bir örgüt mü? Kapalı bir cemaat mi? Değil. 80 milyon nüfuslu, kocaman bir ülkenin iktidar partisi. Her toplumsal kesimden insanların oy verdiği bir parti. Geniş olalım biraz.”

“HAREKETİMİZİ DEĞİŞEN ŞARTLARA GÖRE MÜTEMADİYEN YENİDEN ÜRETMELİYİZ”

Hakan Albayrak AKP’li muhaliflerin içinde bulunduğunu öne sürdüğü “örgütlenmeyi” ise şöyle anlattı:

“Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Sadece geçen yazıda ve bu yazıda bahsettiğim konularda değil ve sadece şu dönemde değil, genel olarak da çoksesliliği benimsemeliyiz. İmparatorluk varisi rengârenk bir ülke olan Türkiye’nin en büyük siyasi hareketi, farklı farklı fikirlerin farklı farklı üsluplarla tam bir özgürlük ve esenlik içinde ifade edilebildiği cıvıl cıvıl bir hareket olmalı.

Kaostan, anarşiden bahsetmiyorum. Çokluk içinde birlikten, birlik içinde çokluktan bahsediyorum. Lider karizmasıyla ezilmeyen bir çeşitlilikten bahsediyorum. Akıl akıldan üstündür; akılların hayırda yarışarak bizi daha güzel yerlere taşımasından bahsediyorum. Bereketli bir dinamizmden bahsediyorum. Sıkıcı olmamaktan bahsediyorum. En önemlisi, yozlaşmamaktan, çürümemekten bahsediyorum.

Hareketimizi değişen şartlara göre mütemadiyen yeniden üretmeliyiz vesselam.”

Odatv.com

“AK Parti içinden çıkacak hem İslamcı, hem Batı’yla iyi geçinen bir parti...”
13.09.2017

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, AKP yönelik eleştirilerde bulunmuştu.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, AKP yönelik eleştirilerde bulunmuştu. Hakan Albayrak’ın önceki günkü yazısındaki “Gittikçe yükselen bir tepki var. Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi” ifadeleri dikkat çekmişti.

Tartışma yaratan yazıya bir tepki de Hükümete yakın Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç’ten geldi.

Ahmet Kekeç, “Erdoğan çekilsin’ diyen AKP’li yazar” başlıklı yazısında, “Dünkü yazımda, meselenin sadece bir yönüne değinmiştim. Karar yazarı, AK Parti çevrelerinde, hükümet mahfillerinde, hatta Beştepe’de yaygın olarak konuşulan ‘başarısızlıklar’dan bahisle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yaklaşmakta olan bir şeyle tehdit ediyordu: ‘Gittikçe yükselen bir tepki var. Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi...’ Bu ‘an meselesi’ ifadesini, ‘yaklaşmakta olan’, yani ihtimal dâhilindeki bir ‘gelişme’yle ilişkilendirebiliriz” ifadelerini kullandı.

Hakan Albayrak’ın bir başka yazısından “AK Parti içinden çıkacak hem İslamcı, hem Batı’yla iyi geçinen bir parti...” alıntısını yapan Ahmet Kekeç şöyle devam etti:

“ERDOĞAN KİMLER TARAFINDAN KUŞATILMIŞ BÖYLE!”

“Bu parti AK Parti içinden çıkacağına göre, Karar yazarının gadre uğradığını düşündüğü isimlerin (Babacan’ların, Davutoğlu’ların) böyle bir çalışma içinde olabileceklerini varsayabilir miyiz?

Böyle mi anlamalıyız?

Karar yazarı ‘tehdit dilini’ bırakıp açık konuşsa, daha saygın bir muhalif tutumu benimsemiş olmaz mı?

Merakımı muciptir (muhtemelen ‘kötü gidişat’ın sorumlusu olarak gösterilen isim de merak ediyordur), ‘AK Parti çevreleri’ olarak zikredilen muhitlerde konuşulanların, aynen hükümet mahfililerinde ve hatta Beştepe’de de konuşulduğuna ilişkin ‘karine’ nedir?

Dışlandıkları düşünülenlerin muhalefeti mi Karar yazarına bunları düşündürtüyor?

Kimler neyi konuşuyor da, Erdoğan’a ulaştıramıyor?

İletişimsizliğin ya da tıkanıklığın kaynağı nedir?

Hem, kim bu hükümet mahfillerindekiler ve Beştepe’dekiler?

Hükümet üyeleri ve Beştepe’deki ‘danışmanlar’ kadrosu mu kastediliyor?

Erdoğan kimler tarafından kuşatılmış böyle!”

“ŞİMDİ DENGE BİLE TUTTURULAMIYORMUŞ”

“Diyorum ya, açık konuşsa, daha saygın bir muhalif tutumu benimsemiş olacak... Esasında açık konuşuyor... ‘Muhayyel’ bir başarısızlık tablosu çizerek, daha başarılı olabileceklerin devreye sokulmasını ve başarısızlığın baş mimarı olarak gördüğü Erdoğan’ın çekilmesini istiyor” diyen Ahmet Kekeç şöyle devam etti:

“Neymiş?

Babacan döneminde ekonomi iyi yönetiliyormuş, şimdi denge bile tutturulamıyormuş.

Davutoğlu döneminde dış politika çok başarılıymış, şimdi düşmandan geçilmiyormuş.

Demek ki ne olmalıymış?

Erdoğan çekilmeli, ‘parti yönetiminden ve hükümetten uzaklaştırılan akil adamlar’ işbaşına gelmeliymiş. (..)

Odatv.com

2018 başında AKP içinden çıkacak alternatif projeyi göreceğiz
12.09.2017

Hasan Öztürk, “Ak Parti’nin alternatifi yine Ak Parti. O nedenle Ak Parti’nin iktidardan alaşağı edilmesinin tek yolu partiyi bölmekten, Ak Parti içinden bir başka parti çıkarmaktan geçiyor; biliyorlar!” diye yazdı.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, AKP yönelik eleştirilerde bulunmuştu. Hakan Albayrak’ın dünkü yazısındaki “Gittikçe yükselen bir tepki var. Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi” ifadeleri dikkat çekmişti.

Bu yazıya Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış’tan yanıt gelmiş ve Akış sosyal medya hesabından “Hakan Albayrak'a ‘sen önden git bi bak bakalım’ demişler...” paylaşımında bulunmuştu.

“AK PARTİ İÇİNDEN BİR BAŞKA PARTİ ÇIKARMAK…”

Bu tartışmaya Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı Hasan Öztürk de katıldı.

Hasan Öztürk, “Ak Parti’nin alternatifi yine Ak Parti. O nedenle Ak Parti’nin iktidardan alaşağı edilmesinin tek yolu partiyi bölmekten, Ak Parti içinden bir başka parti çıkarmaktan geçiyor; biliyorlar!” diye yazdı.

“2018’İN İLK AYLARINA ULAŞTIĞIMIZDA NE DEMEK İSTEDİĞİMİ ALENEN GÖRECEĞİZ”

“Hal böyle olunca, Ak Parti’yi bir şekilde 2019 öncesinde çatlatmak istiyorlar” diyen Hasan Öztürk şöyle devam etti:

“Türkiye’nin tahkim edilmiş siyasi iktidarını bir şekliyle yıkmak isteyen kurmay zeka, Meral Akşener figürü üzerinden ‘Mevcut siyasi iklimi değiştirmeyi’ hesap ederken aynı zamanda Ak Parti içine de el atıyor! Akşener hareketinin amacının, ‘Mevcut siyasi tabloyu değiştirmek’ olduğunu ilan etmesi, aslında Ak Parti içine de bir mesajdı. Yani iktidar olup millete hizmet etmekten söz etmiyorlar. Mevcut siyasi tabloyu yani tahkim edilmiş siyasi iktidarı yıkmayı amaçlıyorlar. Yerine neyi inşa edecekler sorusunun cevabıysa yok.

Peki soru şu, Ak Parti içinde bu projeye teşni olanlar var mı?

Ak Parti’yi bir koalisyon olarak düşünürsek, sorunun cevabı, ‘neden olmasın’dır.

2018’in ilk aylarına ulaştığımızda ne demek istediğimi alenen göreceğiz diye düşünüyorum.

Yanılmayı çok isterim.”

Odatv.com

Kadir Topbaş'tan AKP'yi şoke eden karar
13.09.2017

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, AKP'lilerin oylarıyla kabul edilen 5 imar değişikliği dosyasını veto etti.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, AKP'lilerin oylarıyla kabul edilen 5 imar değişikliği dosyasını veto etti.

Yurt gazetesinden Mehmet Demirkaya’nın haberine göre; Topbaş'ın bir kez daha görüşülmek üzere Meclise iade ettiği imar değişikliği dosyalarının hepsine CHP grubunun ret oyu vermiş olması ayrıca dikkat çekici. Söz konusu dosyalar AKP grubunun oylarıyla Meclisten oy çokluğu ile geçmişti. Vetolu imar dosyaları Topbaş'ın veto ettiği dosyaların başında Pendik Gökçebeyli Mahallesindeki özel orman alanları geliyor. Çiftlik Kent Arsa ve Konut Yapı Kooperatifine ait yapılaşmış tarla ve özel orman vasıflı arazilerin bir kısmı, park, köy meydanı ve ibadet alanı olarak ayrılmıştı. Mağdur olanların yapmış olduğu itirazların bir kısmı, İBB Meclisi tarafından temmuz ayında kabul edilmişti.

İkinci imar dosyası Beşiktaş Ortaköy'deki bin 641 metrekare büyüklüğünde arazi ile ilgili. Söz konusu imar değişikliği ile arazinin inşaat hakkı yaklaşık 500 metrekare arttırılmıştı.

Üçüncü dosya Kartal Soğanlık mahallesinde 2 bin 400 metrekarelik park alanının ticaret ve konut alanına alınmasıyla ilgili. Söz konusu imar değişikliğine İBB'nin Yeşil Alan ve Tesisler Müdürlüğü ile Ulaşım Planlama Müdürlüğü karşı çıkmasına karşın, İBB Meclisi AKP'li meclis üyelerinin oylarıyla talebi kabul etmişti.

Dördüncü imar dosyası Sarıyer Zekeriyaköy'deki anaokulu yapılmak üzere ayrılmış olan yaklaşık bin metrekarelik parselin konut alanına alınmasıyla ilgiliydi. İBB Meclisi'nin anaokulu alanının konut alanına alınmasını da veto etti.

Beşinci imar dosyası ise Bayrampaşa Orta Mahaldeki 2 parselle ilgili. Toplam 5 bin 500 metrekarelik parsellerde yapılan fonksiyon değişikliği ile kamusal sağlık tesis alanı iptal edilmiş bunun yerine özel sağlık tesis alanı planlara işlenmişti. Başkan Topbaş, kamusal sağlık tesis alanım ortadan kaldıran imar değişikliğini de veto etti.

Odatv.com

Eski AKP milletvekilinden gazeteciye: Hukuk da, mahkeme de benim!
14 Eylül 2017



Eski AKP milletvekili Ali İnci, “Benim hakkımda yazı yazma, seni kötü ederim” sözleriyle gazeteci Orhan Topçu’nun üzerine yürüdü

Eski AKP milletvekili ve Sakarya Kent Konseyi Başkanı Ali İnci, bir toplantı sonrasında gazeteciye “Hendek’te hukuk da, mahkeme de, belediye de benim” ifadeleriyle tepki gösterdi.

Sakarya'nın Hendek İlçesi'ne getirilmesi düşünülen yarı açık cezaeviyle ilgili Hendek Belediyesi Meclis Toplantı Salonu’nda bir toplantı yapıldı.

Bizim Sakarya Gazetesi’nin haberine göre; toplantıya Hendek Belediye Başkanı İrfan Püsküllü, AKP ilçe başkanı Alİ Kemal Sofu, MHP ilçe başkanı Turgut Babaoğlu, belediye meclis üyeleri, yurttaşlar ile eski AKP milletvekilli ve eski Hendek Belediye Başkanı olan Sakarya Kent Konseyi Başkanı Ali İnci katıldı.

Toplantı sonrasında ise meclis toplantı salonu koridorlarında bir saldırı yaşandı. Gazeteci Orhan Topçu’nun üzerine yürüyerek, fiziki saldırıda bulunan Ali İnci “Benim hakkımda yazı yazma, seni kötü ederim” sözleriyle Orhan Topçu’yu tehdit etti. Bunun üzerine Topçu, “Ne yapacaksınız beni dövdürtecek misiniz? Siz bir siyasetçisiniz ve ben sizin hakkınızda yazmaya devam edeceğim. Yazılarımla ilgili bir sıkıntınız var ise hukuki yollara başvurun. Susarsam, dilsiz şeytanım. Susmayacağım” sözleriyle İnci’ye karşılık verdi.

Bu sözler sonrasında İnci, “Hendek’te hukuk da mahkeme de belediye de benim” diyerek yeniden Orhan Topçu’nun üzerine yürüdü. Saldırıyı, araya girenler önledi.

T24
ETİKETLER
sakarya gazeteci akp ali inci devlet benim

ANKARA KARIŞTI!..FETÖden YARGILANAN BAŞKAN'A ERDOĞAN'dan ÖDÜL!..!
13 Eylül 2017



Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla yargılanan ve yargılaması devam eden Belediye Başkanına ödül verdi.

Bugün partisinin Belediye Başkanlarını Ankara’da toplayan Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan, Fetö Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçlamasıyla Yalova Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması devam eden Ak Partili Subaşı Belediye Başkanı Volkan Yılmaz’a,”Kent Ekonomisine Katkı Projesi” ödülü verdi.

Revizyongazetesi.com, 1 ay önce Ak Partili Subaşı Belediye Başkanı Volkan Yılmaz’ın Fetö’den yargılandığını ortaya çıkarmış ve hala görevde olmasına dikkat çekmişti!

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden ödül alan Ak Partili Subaşı Belde Belediye Başkanı Volkan Yılmaz, önümüzdeki ay hakim karşısına çıkacak ve FETÖ silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla yargılanmasına Yalova Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilecek.

Fetö’den yargılanan Ak Partili Belediye Başkanı Volkan Yılmaz’a yurtdışı çıkış yasağı kondu.

Kaynak: Revizyon Gazetesi/ Yalova

AK Partili vekil kalp krizinden hayatını kaybetti
25 Eylül 2017



AK Parti Gaziantep Milletvekili Abdulkadir Yüksel geçirdiği kalp krizi sonucu kaldırıldığı Ankara Güven Hastanesi'nde hayatını kaybetti.
55 yaşındaki Yüksel 3 Temmuz 1962'de Şanlıurfa Birecik'te doğdu. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitiren Yüksel, 10 yıl Birecik Belediye Başkanlığı görevinde bulundu.AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı olarak da görev yapan Yüksel'in 3 çocuğu bulunuyor.

Patronlar Dünyası

Türkiye yazarı: Hakan Albayrak, Erdoğan'ı hedef alarak izli mermiyle ilk kurşunu attı!
14 Eylül 2017

"Hakan Albayrak’ın kelimeleri gerçekten de kurşun gibi ağır"

Türkiye yazarı Fuat Uğur, Karar gazetesinin kurucusu ve yazarı Mustafa Karaalioğlu kızının düğününe katılanların AKP'deki safları netleştiren bir görüntü oluşturduğunu iddia etti. Uğur, Karar yazarı Hak
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Eyl 25, 2017 11:16 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 14, 2017 9:19 pm    Mesaj konusu: 'Erdoğan'ı hedef alarak izli mermiyle ilk kurşunu attı' Alıntıyla Cevap Gönder

MEHMET BARLAS'TAN İLGİNÇ BİR SORU: 'SİZ OLSANIZ GİDER MİYDİNİZ?'
Ertuğrul Horasanlı
17 Eylül 2017



Sabah Başyazarı Mehmet Barlas 'Cumhurbaşkanı polise ve adliyeye FETÖ’nün hâkim olduğu ülkeye gidiyor' başlıklı yazısında 'Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugün başlayacak New York yolculuğunun resmi programı açıklandı. Buna göre Cumhurbaşkanı 19 Eylül Salı günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na hitap edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM'nin tam karşısında yer alan yeni "Türkevi" binasının temel atma törenine de katılacak. Erdoğan, New York'ta bulunacağı süre zarfında ABD Başkanı Donald Trump'la da görüşecek.' dedikten sonra; 'Siz olsaydınız gider miydiniz?' diye ilginç bir soru soruyor.

Ve...

Erdoğan'ın Zarrap davası ile ilgili olarak ATV'de yaptığı şu değerlendirmeyi aktarıyor:

"Ekonomi Bakanımız Zafer (Çağlayan) Bey'le ilgili ve bunun yanında Halk Bankası'nın alt yöneticileriyle ilgili alınan kararın da yine nasıl bir organizasyonun neticesi olduğu ortaya çıkıyor. Bu, 17-25 Aralık sürecinde buradaki FETÖ ekibinin o soruşturmalarında geçen ifadeler neyse aynı şimdi burada geçiyor."

Ve çok ilginç bir soru soruyor:

"Evet... Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerinde mesela siz olsaydınız FETÖ'nün polise ve adliyeye ve hatta bazı politikacılara hâkim olduğu ABD'ye gider miydiniz? Böyle bir ziyaretin risklerinin yararlarından fazla olacağı ortada değil midir?"

Bu ilginç soruya kendisi şu ilginç cevabı veriyor:

"Eğer bu ziyareti yapacak ve Trump'la görüşecek olan kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan değil de bir başka Türk siyasetçi olsaydı... ABD ile Türkiye'nin ilişkilerindeki sorunlar konusunda herhalde Erdoğan'ın "Atv- AHaber-ANews" ortak yayınındaki açıklamalarını dikkatli biçimde okurdu. Ve bunları okuduktan sonra da belki New York yolculuğunu yapmaktan vazgeçerdi."

Soru ilginç, cevap makul ama...

Asıl sorulması gereken soru şu:

"Erdoğan bu kadar riskli bir yolculuğa niçin çıkıyor?"

Madem asıl soruyu sorduk, Barlas'ın yolunu izleyerek cevabını da verelim:

"Ya ortada bizim bilmediğimiz, bu kadar büyük bir riske girmeye değecek bir mecburiyet vardır veya birileri Erdoğan'ı göstere göstere tuzağa düşürüyor olmalıdır."

Bekleyelim görelim...

Ana Haber

Fehmi Koru'dan Erdoğan'ın ABD ziyaretine yorum: Endişeliyim, zihnimde Menderes'in ziyareti var
16.05.2017



Gazeteci Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu akşam ABD Başkanı Donald Trump ile yapacağı görüşme hakkında yorumda bulundu. Koru, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretini eski başbakanlardan Adnan Mnederes'in 1959'da yaptığı ziyarete benzetti.
'Kritik gezi neden kritik? Menderes ve Özal'ın Washington ziyaretleri ne anlatıyor?' Başlıklı yazısında Koru, eski başbakanlardan Menderes'in ziyarette ABD'den ekonomik yardım talebinde bulunduğunu, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ise yardım yerine ticareti geliştirmeyi talep ettiğini aktarıyor.

İşte gazeteci Fehmi Koru'nun yazısından ilgili kısımlar:

Kritik geziler gerçekten 'kritik' olabiliyor.
Şahsen 'kritik' sıfatı önceden yapıştırılmış pek çok devlet adamı ziyareti izledim; Ankara-İstanbul ve Washington'da… Bu sebeple, bugün iki liderin Washington'da yüz yüze yapacakları görüşme beni endişelendiriyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan / Beyaz Saray

İzlediğim 'kritik' ziyaretlerden, bir tek, Turgut Özal'ın tasvibini aşırı biçimde muhataplarına belli ettiği Birinci Körfez Savaşı sonrası (1991) çıktığı ve sadece Beyaz Saray'da değil, Camp David'te de âlâ-yı vâlâ ile ağırlandığı ziyaret gönül rahatlığı içerisinde geçmişti.
Özal, o ziyarete, 'No aid, but trade' (Sizden yardım istemiyoruz, ticaret istiyoruz) sloganıyla gitmiş ve istediğinden fazlasını almıştı da.
Şimdi ise hayli endişeliyim. Zihnimde hep Adnan Menderes'in 1959 yılı Ekim ayında ABD'ye yaptığı ziyarette yaşananları taşıyorum da ondan…
Menderes'in Washington'u ziyaretinden yalnızca iki ay sonra (6 Aralık) ABD Başkanı Dwight Eisenhower Türkiye'ye geldi.
Bu iki ziyaretten sadece altı ay sonra ise Türkiye'de arkasında ABD'nin bulunduğuna inanılan bir askeri darbe yaşandı (27 Mayıs 1960).
(..)
Sputnik

"ABD, Erdoğan'dan rahatsız, 'Türkiye'ye askeri müdahalede bulunabilir mi?' sorusu kimseyi şaşırtmıyor"
17 Eylül 2017



"ABD, Erdoğan'ın öngörülemez bir figür hâline geldiğini düşünüyor"

Birgün yazarı Fatih Yaşlı, Habertürk yazarı Fatih Altaylı'nın "ABD, Türkiye'ye uluslararası müdahaleye hazırlanıyor olabilir" iddiasıyla ilgili olarak "ABD, iktidarın izlediği politikalardan ve elbette ki esas olarak uluslararası sistem açısından öngörülemeyen bir figür haline geldiğini düşündüğü Erdoğan’dan rahatsız ve işte tam da bu nedenle, 'ABD Türkiye’ye askeri bir müdahalede bulunabilir mi' ya da 'Erdoğan’a yönelik bir suikast söz konusu olabilir mi' soruları artık açık açık sorulabiliyor ve bu kimseyi şaşırtmıyor" dedi.

Fatih Yaşlı'nın “Kanlı mı kansız mı?” başlığıyla yayımlanan (17 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Fatih Altaylı ve Soner Yalçın, Türkiye-ABD ilişkilerinin gidişatı üzerine aynı gün, 12 Eylül’de, iki yazı yazdılar. Altaylı, Sarraf davasına Çağlayan’ın dahil edilmesinin ve hakkında tutuklama kararı çıkarılmasının Amerikan devletinin politikası olduğunu belirtiyor ve ABD’nin Türkiye’yi uluslararası bir askeri müdahaleye açık hale getirmeye çalıştığını iddia ediyordu. Yalçın ise korumalarına ABD’de tutuklama kararı çıkarılmasının Erdoğan’ın güvenliğini zayıflatmaya yönelik bir hamle olduğunu ve bunun bir suikastla neticelenebileceğini, yani ABD’nin Erdoğan’a bir suikast planladığını söylüyordu.

27 Mart 2016’da bu köşede yayınlanan ‘Sarraf’ın tutuklanması: ABD dosyayı Cemaat’ten aldı’ adlı yazıda, ABD’nin Cemaatin yarım bıraktığı işi tamamlama kararı verdiğini ve Sarraf’ı bu nedenle tutukladığını söyleyerek yazıyı şöyle bitirmiştik:

“Görebildiğimiz kadarıyla, ABD 17-25 Aralık dosyasını Cemaat’in elinden aldı ve meseleye doğrudan dahil oldu, bu ise ABD’nin Türkiye’deki mevcut iktidarla ve tepesindeki isimlerle olan ilişkilerinde çok ciddi kırılmalar yaratma potansiyeline sahip bir hadise.

Sarraf’ın tutuklanmasını Türkiye’deki başkanlık ve otoriterleşme tartışmalarından, ABD ve Rusya’nın Suriye anlaşmasından, Türkiye’nin Suriye siyasetinden, ABD’nin PYD ile ilişkisinden, Kürt sorunundan ve artık ABD basınında açıktan yazılır hale gelen darbe iddialarından ayrıştırarak değerlendirmek mümkün değil. Bu tutuklama, ‘büyük resmin’ ortasına yerleştirerek okunduğunda bir anlam kazanıyor, Türkiye’de siyasetin yeni ve sarsıcı gelişmelere gebe olduğu görülebiliyor.”

Çağlayan’ın dosyaya dahil edilmesini de, korumalar hakkındaki tutuklama kararını da yine bu ‘büyük resmin’ içerisine yerleştirmek gerekiyor. Sahiden de mesele basitçe İran’a yönelik ambargonun delinmesiyle ya da korumaların Washington’da kavgaya karışmış olmasıyla ilgili hukuki bir mesele değil, ortada baştan sona siyasi bir tutum var. ABD, iktidarın izlediği politikalardan ve elbette ki esas olarak uluslararası sistem açısından öngörülemeyen bir figür haline geldiğini düşündüğü Erdoğan’dan rahatsız ve işte tam da bu nedenle, “ABD Türkiye’ye askeri bir müdahalede bulunabilir mi” ya da “Erdoğan’a yönelik bir suikast söz konusu olabilir mi” soruları artık açık açık sorulabiliyor ve bu kimseyi şaşırtmıyor.

ABD ile ilişkiler bu durumdayken Avrupa’da durum ne peki? Başta Almanya olmak üzere, Avrupa ile de işlerin iyi gitmediği açık bir şekilde görülebiliyor. Avrupa Parlamentosu’ndan bir kez daha Türkiye ile üyelik müzakerelerini durdurma talebi çıkarken, Merkel Gümrük Birliği’nin genişletilmeyeceğini ve Ekim ayında da diğer üye ülkelerle müzakerelerin dondurulmasını görüşeceğini söylüyor. Almanya’nın Türkiye’ye yönelik silah satışları ise önemli ölçüde durdurulmuş durumda, yani kısmi bir silah ambargosunun da söz konusu olduğunu söyleyebiliyoruz. Almanya’nın tutumunu seçimler sonrası değiştireceği beklentisi ise fazla iyimser bir nitelik taşıyor, seçimlerden sonra da Alman devleti farklı hamlelerle iktidarı sıkıştırmaya devam edecek gibi görünüyor.

Bir proje olarak AKP’nin 2000’lerin başında bizzat ABD’nin teşvik ve onayıyla hayata geçirildiğini, uzun süre boyunca da hem ABD hem de Avrupa tarafından desteklendiğini biliyoruz, yani iktidarı iktidar yapan asıl gücün emperyalizm ve gerek uluslararası gerekse de yerli sermaye olduğunu söyleyebiliyoruz. Bugün itibariyle ise sermaye çevreleri henüz iktidardan desteğini çekmemiş olmakla birlikte, emperyalist merkezlerde çok net bir tutum değişikliği gözlemlenebiliyor ve Erdoğan da bunun farkında. Daha geçen hafta Kazakistan ziyareti öncesi yaptığı basın toplantısında “Eskiden bizi zirvelere davet ederlerdi, artık onu da yapmıyorlar” minvalinde ettiği sözler tam da bunun yansımasıydı. Rusya’yla ve İran’la yakınlaşma çabaları da, S-400 anlaşması da, Suriye siyasetindeki değişim de tamamen söz konusu farkındalıkla ilgili ve bunların hepsi emperyalist merkezlerle yeni bir denge noktası bulmayı, ‘üzerini çizdirmemek’ için pazarlık kozları yaratmayı hedefliyor.

Tüm bu yaşananlar ise tarihi ve siyaseti biraz bilenler için şaşırtıcı değil. Mekanizma çok uzun süredir tüm dünyada aşağı yukarı şöyle işliyor: Emperyalizme bağımlı bir ülkede, emperyalist merkezlerin desteğiyle iktidara gelen bir kişi, önce bütün gücü ve yetkiyi kendinde topluyor, sonrasında sistemin ya da düzenin dışına çıkmamakla birlikte sistemi karşısına alabilecek işlere girişiyor, kimi kırmızıçizgileri aşıyor, emperyalizm buna kendisinden desteğini çekerek yanıt veriyor, kişiyi sıkıştırmaya başlıyor, o kişi ise rakip kamptan ülkelerle yakınlaşmayı deniyor ama bu çoğu kez yeterli olmuyor ve neticede devriliyor.
Türkiye’de rejimin seyri de hemen hemen böyle, yani ‘toplumsal yasalar’ burada da iş başında ve yavaş yavaş sürecin sonuna doğru yaklaşılıyor gibi görünüyor. Ancak tam da bu noktada esas soru bu gidişin nasıl olacağıyla ilgili. 90’ların sonunda Erbakan “Kanlı mı kansız mı olacak” sorusunu sormuştu. Milli Görüş gömleğini çıkaranların iktidara gelişi kansız oldu, gidişlerinin nasıl olacağını ise henüz bilemiyoruz. Eğer yeniden giyilen bu gömleğe karşı, bu sefer de AKP’nin içinden emperyalist merkezlerin desteğini almış bir ‘yenilikçi’ grup (Gül-Davutoğlu ekibi) çıkar ve inisiyatif alırsa daha az şiddet yüklü bir süreç söz konusu olabilir, diğer seçeneklerde ise kendisinin kaderi ile Türkiye’nin kaderini ortaklaştıran kişiselleşmiş iktidarın gidişi öyle kolay olmayacak ve “benden sonra tufan” denilerek iktidarda kalmak için her türlü seçenek gözü kararmış bir şekilde denenecektir.

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan donald trump abd türkiye müdahale

Türkiye yazarı: Hakan Albayrak, Erdoğan'ı hedef alarak izli mermiyle ilk kurşunu attı!
14 Eylül 2017



"Hakan Albayrak’ın kelimeleri gerçekten de kurşun gibi ağır"

Türkiye yazarı Fuat Uğur, Karar gazetesinin kurucusu ve yazarı Mustafa Karaalioğlu kızının düğününe katılanların AKP'deki safları netleştiren bir görüntü oluşturduğunu iddia etti. Uğur, Karar yazarı Hakan Albayrak'ın, "Erdoğan, 'Sen kimsin?'i, 'Haddini bil'i dilinden düşürmüyor" ifadelerinin "bu bakımdan sürpriz" olmadığını söyledi. "Hakan Albayrak tam da kendisinden beklendiği üzere ilk kurşunu attı" diyen Uğur, "Doğrudan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı. Üstelik izli mermi kullandı" diye konuştu.

Hakan Albayrak, 11 Eylül 2017'de yayımlanan yazısında "Erdoğan daima 'Gurur, kibir bize yakışmaz' diyor, 'tevazu ehli' olmanın gereğine işaret ediyor. Ne var ki 'Sen kimsin?'i, 'Haddini bil!'i de dilinden düşürmüyor. Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor" demişti.

Türkiye gazetesinde Uğur'un "İlk kurşun atıldı, hem de izli mermiyle" başlığıyla (14 Eylül 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümleri şöyle:

Karar gazetesinin kurucusu ve yazarı Mustafa Karaalioğlu, üç gün önce Beykoz’daki Küçüksu Kasrı’nda kızı Fatma’yı Halil Karaman adlı bir genç ile evlendirdi. Mesut olsunlar. Bu nikâh töreninde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım yoktu. Her ikisi de telgrafla kutlamışlar.

Bir düğün gecesini anlatacak değilim, yalnızca bir fotoğrafı gözlerinizin önüne koymak istiyorum.

Genç çiftin nikâh şahitleri, bir yanda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’ydu. Törende eski Meclis Başkanı Bülent Arınç ile eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de vardı.

İlginç mi geldi?

Açıkçası şaşırmadık. Karar gazetesinin çıkışından itibaren herkesin bildiği sırrın yaldızları yavaşça dökülmeye ve hakikat en yalın hâliyle ortaya çıkmaya başladı.

Galiba artık saflar belli oluyor. 2019 ufukta göründü. Şimdi sanki bir Sadettin Bilgiç ya da Ferruh Bozbeyli hayaleti dolaşıyor AK Parti’nin semalarında.
Turnusol kâğıdı ise bu ekibin çıkardığı Karar gazetesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan yazılar ya da sözler.

Gazetenin deli fişek yazarı Hakan Albayrak’a önceki günkü yazısını kaleme aldıran düşünce ikliminin Karar gazetesinde zuhur etmesi de bu bakımdan sürpriz değil.

Hakan Albayrak tam da kendisinden beklendiği üzere ilk kurşunu attı. Doğrudan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı. Üstelik izli mermi kullandı. Bilinir. İzli mermi, karanlıktan açılan ateşlerde tercih edilir. Keskin nişancı hedefe nişan alır ve izli mermiyi gönderir. Bunun üzerine diğer unsurlar da merminin bıraktığı izi takip ederek aynı hedefe kurşun atmaya başlarlar.

Artık Hakan Albayrak’ın bu kadar net, saldırgan ve iz bırakan bu yazısının ardından şimdiye dek mahcup edalarla eleştiri yönelten diğer Karar yazarlarının ve teşkilat içindeki taraftar unsurların da aynı hedefe ateş etmeye başlayacaklarından kimse kuşku duymasın.

Hakan Albayrak’ın kelimeleri gerçekten de kurşun gibi ağır. Yazısında Erdoğan’ın ayrıştırıcı ve kibirli bir dil kullandığından girmiş, ortadaki “başarısızlık” tablosunun onun eseri olduğundan çıkmış. Erdoğan’ın özeleştiriye yanaşmaması, agresifleşmesi, sorunları görmezden gelmesi gibi “eleştirileri”ni de ekledikten sonra eski AK Parti’ye özlem duyanların, gittikçe yükselen bir tepkisinin olduğunu kaydederek “Bu tepki şimdilik homurtu hâlinde ama kuvveden fiile çıkması an meselesi” demiş.

Ancak Hakan Albayrak kafasında oluşturduğu negatif tabloyu desteklemek için bol bol Erdoğan’ı suçlamış.

Örneğin “Erdoğan faiz oranlarının yüksekliğinden Ali Babacan’ı sorumlu tutuyordu. Ne var ki şimdi Babacan yok ama faiz oranları düşmedi, bilakis daha da yükseldi” diye yazmış.

İyi şeyler Babacan’dan, kötüler Erdoğan’dan.

(..)

Bu arada Davutoğlu döneminde dış politikamızda sıfır sorun varmış ve şimdi etrafımız düşmandan geçilmiyormuş.

Öyle görünüyor ki Suriye politikasından Davutoğlu sorumlu değil. İran’la ilişkilerimiz bal kaymaktı da bizim haberimiz yoktu anlaşılan. İsrail ile ilişkilerimizin 2. Kâtip düzeyine indirileceğini açıklayıp uygulayan da Dışişleri Bakanı Davutoğlu olamazdı tabii.

Turpun büyüğü heybede.

Rus uçağı düşürüldüğünde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın öğretmenlere yönelik yaptığı konuşmada ne dediğini hatırlayalım önce:

“Bugün sabah saatlerinde tüm uyarılara rağmen hava sahamızı ihlal eden, aidiyeti belli olmayan bir uçağa müdahale edilmiştir. Bu hadise tamamen Türkiye'nin önceden ilan ettiği angajman kurallarıyla ilgilidir.”

Erdoğan sözlerinin bu sırada alkışlanması üzerine dinleyenleri durdurmuş ve “Bu alkış meselesi değil, uçak uyarılmasına rağmen maalesef ihlalini devam ettirmiştir. Biz buna şahit olmak istemeyiz. Ama böyle bir durumla karşı karşıya bırakılmanın ne yazık ki ızdırabını yaşıyoruz" diye eklemişti.

Yani Erdoğan iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmaması için açık kapı bırakmış ve diplomatik bir dil kullanmıştı.

Peki, diplomatik bir dil kullanması beklenen Sayın Başbakan Davutoğlu ne demişti?

“Uçağın düşürülmesi talimatını ben verdim.”

Sürekli ve güçlü alkışlar.

Sonra ne oldu? 15 Temmuz sonrası o iki pilot gözaltına alındı. Erdoğan “O pilotların Pensilvanya ile bağlantısı olabilir” dedi.

Davutoğlu’nun bu sözlerinin ardından Rusya ile ilişkilerimiz tamamen kopmuş ve bu ülkemize 100 milyar dolara patlamıştı.

Demek Davutoğlu’ndan sonra ilişkilerimiz hep bozuldu öyle mi?
İsrail ile diplomatik ilişki yeniden kuruldu. (..)

Ana Haber

ABD’nin Zafer Çağlayan Kararı Ne Anlama Geliyor?
Ahmet TÜRK
13 Eylül 2017



ABD ‘de tutuklu yargılanan Reza Zarrab (Rıza Sarraf) davasında önemli bir gelişme yaşandı. Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan ile Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan’dan sonra eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yayınlanan ek iddianameyle davaya “sanık” olarak eklendi. Nihayetinde hakkında da resmi tutuklama emri verildi ve bu karar jüri tarafından da onaylandı…

Öncelikle bu konu ile alakalı yaygın olarak bilinen bir yanlış var düzeltelim: Ekonomi eski bakanı Zafer Çağlayan ve diğer isimler, Reza Zarrab’dan rüşvet aldıkları iddiasıyla yargılanmıyorlar! Reza’nın “iş ortakları” olarak görüldüğü için yargılanıyorlar.

Malumunuz Reza Zarrab, ABD başkanına verilen “ulusal güvenlik ve dış politikaya yönelik sıra dışı ve olağanüstü tehditlerin üstesinden gelme” yetkisi çerçevesinde tutuklandı. Reza Zarrab’a isnad edilen suçlama ise, ABD’nin İran’a uyguladığı ‘tek taraflı‘ ambargoları delmek için cürüm işleme amaçlı teşekkül kurmak, yönetmek ve ABD bankalarını dolandırmak…

Bu son gelişmeler karşısında iç politik dinamikler ve medya almaza yatıyor. Muhalefet ise olan bitenleri sadece 17-25 Aralık penceresinden gözlüyor. Fakat mesele oldukça girift ve ciddi aslında… Öyle, İran’ın dışarıda işlem yaptıramadığı varlıklarını değerli maden olarak ülkemiz üzerinden dışarıya açılmasıyla sınırlı değil… Hele hele göğsümüzü gererek anlatılabilecek “başarılı” bir ”operatif hamle” ve “dış politika” tercihi hiç değil!

&

Şimdi birileri “ben bağımsız bir ülkeyim, BM yaptırımlarına uyuyorum, ABD’ninkilere ise uymak zorunda değilim deseydi, sonra da ticaretini açıktan yapsaydı işler bu raddeye gelmezdi…” şeklinde değerlendirmelerde bulunuyorlar… Bu değerlendirmenin kısmen isabetli bir tarafı var lakin karşınıza aldığınız ABD, BM üzerinde de dominant olan güçlü bir ülke…

Böyle bir ülkeye rağmen örtülü bir hamlede bulunursanız ve faş olmazsanız ne âlâ… Ama “açığa” çıkarsanız, ABD bunun bedelini size ödetmeye öyle ya da böyle çalışacaktı. Bunun çok net örnekleri var…

Örneğin Küba… Tam tamına 1960’tan beri ambargo altında… Neredeyse kırk yıldır “Küba’ya koyulan ambargo artık kalksın” diyen BM’ye “hayır” diyen ABD, öyle ya da böyle ambargoyu delen herkese bir bedel ödetiyor…

Bir örnek daha verelim… Sudan ambargosunu 2004-2012 yıllarında delip Sudan’ın milyarlarca dolarını transfer ettiği için bir Fransız Bankası ABD mahkemelerince mahkûm edildi. Neticede 10 milyar dolar civarında bir cezaya çarptırıldı. Düşünün, Sudan gibi ufak bir ülke yüzünden bir Fransa bankası bu kadar yüklü ceza aldı.

Bizim İran ile olan ve ambargoyu deldiği iddia edilen ticaret hacminin büyüklüğü ile alakalı net bir rakam olmasa da, Fransız bankasının yediği cezanın 10-15 misli olduğu belirtiliyor… Anlayacağınız ABD’nin muhtemel olarak bizim devlet bankasına çıkaracağı rakam da yüksek boyutlarda bir cezaya tekabül edecek gibi duruyor.

İşin ilginç tarafı davanın muhatabı olan banka bir devlet bankası (Halk Bankası) ve bizi doğrudan bağlıyor. Üstelik konuyu hükümetin “direkt sahiplenmesi” ile ABD nezdinde olan bitenlerle ilgili şüpheler ortadan kalkmış oluyor!

Çünkü ABD, İran ile yapılan operatif alışverişten elde ettiğimiz parayı kendi parası addediyor ve zarara uğratıldığını düşünüyor! Bunu bizden tazmin etmeye çalışacak… Bence Türkiye yukarıda verdiğim örneklere benzer bir şekilde bu olasılığa karşı hazırlanmalıdır!

Hülasa

Lafı daha fazla evelemenin ve gevelemenin manası yok; Türkiye “milli menfaatleri” gerekçesiyle İran ile böyle “operatif” bir hamle yaptı ama “açığa” çıktı. Daha doğrusu eline yüzüne bulaştırdı!

Tıpkı, daha önce MİT-Öcalan Müzakere Süreci adı verilen Çözüm Süreci’nde olduğu gibi… Tıpkı Öcalan’ın istikametiyle Suriye’nin kuzeyinde “nasıl olsa ileride kurulacak bari biz kuralım da oyunda/masada olalım” mantığıyla bizi motive edip Cezire, Kobeni ve Afrin kantonlarını bize kurdurdukları gibi… Tıpkı, takıntılı bir şekilde Esed gitsin diye Suriye’de sekter ve radikal örgütler üzerinden yürütülen operatif hamlelerdeki başarısızlıklar gibi…

Madem İran üzerinden örtülü bir mali operasyon yürütüyorsun bu işlemlerde devlet bankası (Halk Bankası) kullanacak kadar şuursuzca bir özgüveni nasıl edindin? Ne özgüvendir ki, ABD finansal sistemi içinde bile işlem yapılmış! Madem “kayıt dışı” bir iş yapıyorsun, niçin bu işleri ardında mutlaka kayıt-kuyut bırakacak bir şekilde resmi kurumlar üzerinden yaptın? Niçin bu işleri “açgözlü” ve “devlet adamlığından”bîhaber “kirli” insanlar üzerinden yaptın? Hadi yaptın diyelim bunlar faş olunca tıpkı İran gibi niçin bunların “cezalarını” vermedin?

ABD “koz” süremeye başladı! Bence buraya kadar anlatmaya çalıştığım detaylar işin “gözdağı”kısmı… Türkiye’yi yönetenler önümüzdeki günlerde bilhassa Irak- Kuzey Suriye ve Akdeniz’e kadar uzanacak olan “kürt koridoru” mimarisi merkezli bir tavize zorlanabilir mi? Yahut Rusya ile süren ve artık “iş bitti” modunda ilerleyen S-400 konusu ve “eksen kayması” gibi gündemler bambaşka bir boyuta taşınır mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta içinde sarf ettiği “Türkiye’nin kaderi Ak Parti’nin kaderiyle bütünleşmiştir.” sözlerinin arkasında ki doluluğa bir de bu açıdan bakmak lazım!

Mangalda kül bırakmayan hamaset dolu yorumlar umurumda değil… Daha doğrusu bu “atarlanma odaklı” karşılıksız beyanlardan ve sonra sessiz sedasız takılan geri viteslerden artık gına geldi!

Dedik ya, kimse eveleyip gevelemesin, ortada ciddi bir sorun var… Aksini iddia edenlere ve bu gelişmeleri umursamayanlara hele hele “biz büyük ülkeyiz aynı zamanda ABD bize muhtaç” şeklinde beyanlar ileri sürenlere bir teklifim var:

Madem öyle… Türkiye Cumhuriyeti’nin eski bir bakanının ABD’nin çıkarlarına zarar verdiği iddiası ile yargılanmak üzere ABD mahkemesi tarafından tutuklanmasına karar veriyorsa Türkiye’de “Mukabele bi’l-misl” hamle yapsın!

Malumunuz 15 Temmuz’da ABD parmağı var iddiası ülke yöneticilerince dillendirildi. Bununla alakalı ciddi karinelerde var… Aynısıyla karşılık verilsin ve bizim yargımız da Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdiği ve egemenlik haklarına ağır hasarlar verdiği gerekçesiyle dönemin ABD yetkililerini gıyabında tutuklasın!

http://www.turk1399.com/19-gunluk/blog/388-abd-nin-zafer-caglayan-karari-ne-anlama-geliyor.html

Arınç'ın "Vicdan gözüyle okuyun" dediği açıklamadan: İsminin başında 'adalet' olan bir parti iktidarda ama...
15 Eylül 2017



"Çaldığın o adaleti yerine koy lütfen, eğer hislerinden pek emin değilsen"

Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç'ın danışmanı Tarık Ümit Genç, kendisine yöneltilen "FETÖ" suçlamalarına ilişkin olarak sosyal medya hesabında açıklama yaptı. Arınç'ın "Vicdan gözü ile satır satır okumanızı kesinlikle tavsiye ederim" dediği açıklamada "İsminin başında adalet olan AK Parti iktidardayken, ana muhalefet partisi “adalet yürüyüşü” yapıyor ve “adalet” kavramı muhalefet partisinin argümanı hâline geliyorsa; bu durum gerek kanun hükmünde kararname (KHK) listelerindeki, gerekse yargılama süreçlerindeki kimi yanlışlardandır" ifadesi yer aldı.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturmalar kapsamında 15 Nisan 2017'de tutuklanan gazeteci Murat Aksoy ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiği için "FETÖ" ile suçlandığını ifade eden Genç, sözlerinin devamında şunları kaydetti:

“Sanki gizli bir el, işini hakkıyla yapan yargı mensuplarını da manipüle ederek, hissettirmeden ve adeta Tilki kurnazlığıyla adaleti AK Parti’den çalıp, muhalefete argüman olarak sunmaya gayret ediyor. İnsanın içinden; ‘Çaldığın o adaleti yerine koy lütfen, eğer hislerinden pek emin değilsen. Son olsun bari’ diyesi geliyor. Siyaset 2019’a doğru yürürken, gerek KHK ihraç listelerindeki yanlışlıklar, gerekse yargı sahasında mağduriyetler oluşturulması hiç de 'bireysel’ ya da ‘tek tük’ hatalar gibi durmuyor."

"Sadece ama sadece adalet vurgusu yaptığım, AK Parti’nin ismini ve ruhunu oluşturan adalet kavramına atıfta bulunduğum şu açıklamalarımdan bile rahatsız olacak ve kripto, hain, fitneci vs. gibi ezberlerle ağız dolusu saldıracak suret-i haktan tiplerin varlığını elbette biliyorum ve elbette saldıracaklardır. Peki neden? Çünkü AK Parti’nin gücünün, adalet temeli üstüne bina edilmiş bir liderlik ve adil liderden kaynaklandığını yıllar sonra nihayet anladılar. İşte bu yüzden, adaletle tahkim edilmiş bu muhkem yapıyı yıkabilmek için artık tepesine değil; temeline vurmak gerek diye düşünüyorlar ve suret-i haktan görünerek var güçleriyle bunu uyguluyorlar. Temel çok sinsice vura vura kat düşürüp en sonunda tepeye ve lidere ulaşmak istedikleri sor değil. Sayın Arınç da bu gerçeği "arefe ve bayram” örneği ile dile getirmişti. Keşke bu tehlikenin farkına varılsa ve çok geç olmadan önlemleri alınsa."

Tarık Ümit Genç'in sosyal medya hesabında yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:







T24

Süleyman Soylu’dan fotoğraf açıklaması: Aşağılıksınız
16 Eylül 2017



İki gün önce, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk'un cenazesine saldıran kişilerden Murat Alp'in, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yla karakolda çekilen fotoğrafı ortaya çıkmıştı. Bakan Soylu söz konusu fotoğrafla ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Soylu "Aşağılıksınız" başlığıyla yaptığı sert açıklamasında konu ile ilgili haberleri eleştirdi ve kendisini "Rahmetli Adnan Menderes ve rahmetli iki bakanın idamına giden yoldaki taşlarını da bu fitne felsefesiyle dizdiler" sözleriyle savundu.

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesinin Ankara’daki cenazesine saldırının ardından gözaltına alınan saldırganlardan Murat Alp’in gece karakolda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yla fotoğraf çekip sosyal medyada paylaştığı ortaya çıktı. Fotoğraf sosyal medyada büyük tepkiye neden olurken, Bakan Soylu, sosyal medya hesabından konuyla ilgili yazılı bir açıklama yaptı.

İşte Soylu’nun açıklaması:

“Aşağılıksınız!
Bugün 16 Eylül 2017, iki bakan, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edilişinin 56. yıldönümü. Size benzeyen insan müsveddelerinin iftiralarıyla alçakça asıldılar. Yarım asır geçti aşağılık tavrınız değişmedi.
O akşam Ankara Valisi ve Ankara Emniyet Müdürü ile birlikte olayın gerçekleştiği mezarlığa, akabinde bilgi almak, ailenin mezar yeri değerlendirmesini beklemek ve karakolun önünde bir araçta bekleyen Aysel Tuğluk ile görüşmek için karakola gittik. Aysel Tuğluk’a bağsağlığı dileyip 45 dakika görüştük. Ardından ailesi ile değerlendirme yapmak için izin istedi. Görüşmeler sonrası ailenin cenazeyi Tunceli’ye defnedilmesi konusunda kararı geldi ve gerekli hazırlıklar yapılıp tedbirler alındı.
Heyetle birlikte 1 saat kadar olayların videosunu izledik. Yaklaşık 3 buçuk saat karakolda bulunmamızın ardından olayla ilgili yapılması gereken gözaltı talimatlarını verip karakoldan ayrıldık. Bu esnada orada bulunduğumuzu bilen mahalle eşrafı karakolda bizimle fotoğraf çekilmek istedi ve ayrılırken birçok kişiyle fotoğraf çekildik. Önemli olan, hayatımızın her döneminde kimin bizimle fotoğraf çekilip çektirmeyeceği değil hukuk acısından bir suça karışıp karışmadığıdır.
Talimatlarımız sonrası tahkikatın derinleştirimesi sonucu 48 kişinin ifadesi alındı ve ifadesi alınan bu şahıs da savcının talimatıyla ertesi gün gözaltına alındı ve halen gözaltındadır. Mahalle eşrafının bizimle fotoğraf çekme talebi, talimatlarımız sonucu yapılan incelemede fotoğraf çekilenlerden birinin de gözaltına alınması, fitne gerçeğini değiştirmez. Tam tersine bu konudaki hassasiyetmizi ve olaya bakışımızı ortaya koyar.
Biz bu konuda gereğini yapmışız ve yaparız. Rahmetli Adnan Menderes ve rahmetli iki bakanın idamına giden yoldaki taşlarını da bu fitne felsefesiyle dizdiler.
Allah fırsat vermesin. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Sözcü

“FİYATTAN STOKÇULAR RAHATSIZ!” DİYEN BAKANA
KENDİ PARTİSİNDEN DE TEPKİ VAR!

16 Eylül 2017



Açıklanan fındık fiyatlarına üreticinin gösterdiği tepkiyi görmezden gelen Bakan Fakıbaba, bu tepkileri yok sayarak, “fiyattan stokçular rahatsız” açıklaması yaparak, çiftçinin mağduriyetini görmezden gelmişti.

Bakanın bu görmezden gelme ve çiftçi ile dalga geçme derecesine varan tavrına karşı, çiftçiden yükselen tepkiler her geçen gün arttığı gibi, iş artık kendi partisi içinden tepki almaya kadar vardı.

İşte, çiftçinin ve AKP içinden yükselen tepki sesleri:

Tüm Köy Sen Ordu Şubesi, fındık mitingi için Ordu Valiliğine başvuru yaptı. Şube Başkanı Zekai Sağra, “20 Eylül Çarşamba günü saat 12.00’de BORSA önünde basın açıklaması; 23 Eylül Cumartesi günü saat 14.00’de Cumhuriyet Meydanında yapacağımız miting için Valilik Makamına başvurumuzu yaptık. Köy köy, ilçe ilçe dolaşacağız ve basın açıklaması ile mitinge katılımı büyütmeye çalışacağız. Partileri, sendikaları, oda ve dernekleri de ziyaret edeceğiz. Fındık stratejik ürün olmalı. Bu nedenle de birlik ve beraberlik içinde demokratik tepkimizi göstereceğiz. Ürünümüze, emeğimize sahip çıkacağız, soyguna talana hayır diyeceğiz” dedi.
CHP’li Bülent Bektaşoğlu, “Fındık üreticisi mutlu” diyen Bakan Fakıbaba’ya cevap verdi. Bektaşoğlu, “Bakan üreticiyle fındık baronlarını karıştırdı. Dalga geçiyorlar, alay ediyorlar. Umarım üretici bunun hesabını 2019’da görür” dedi.
Fatsa Ticaret ve Sanayi Odası (FATSO) Başkanı Tayfun Karataş, fındık fiyatının çok düşük olduğunu belirterek, “Karar vericiler, kendileri de üreticiymiş gibi düşünerek tekrar bir fiyat belirlemelidir” dedi.
Düşen ve büyük tepki çeken fındık fiyatları konusunda bir açıklama da AKP Ordu eski İl Başkanı Hüseyin Akyol’dan geldi. Akyol sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, “Uyarmak benim görevim” diyerek şunları dedi: Bir kilo Fındık’la 10 ekmek alırken bugün maalesef 8 ekmek alabiliyoruz. Doğruları anlatmak uyarmak gerekir. Karadeniz’de sıkıntı var. Yetkili arkadaşları uyarmak benim görevim. En iyi dikkat çekmek bu şekilde mümkün. Ancak iktidarın başarısı böyle devam edebilir.” ifadelerini kullandı.
Aslen Rizeli olan AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk hükümete seslenerek, “fındık ve fındık üreticilerinin karşılanabilir beklentileri dikkate alınmalıdır.” dedi.
TMO’nun 10 liradan fındık almasına tepki gösteren TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Hükümetimiz, 500 bin fındık üreticisinin sesine kulak vermeli, sorunu görmeli, acilen TMO fiyatlarını revize ederek tepkiyi dindirmelidir” dedi.


Tepkiler üzerine panikleyen iktidar adına bir açıklama yapan Fakıbaba, çiftçiyi sükûnete davet ederken, bu güne kadar 40 milyon liralık fındık aldıklarını ve bunun parasını da belirlenenden daha önce –gelecek hafta– ödeyeceklerini söyledi.

(Not: TMO aldığı malın bedelini hemen ödemez, birkaç hafta bekletir. Ayrıca TMO’nun her yerde alım ofisi de yoktur, TMO’ya mal verebilmek için alım ofislerine ulaşmak ve sırada-kuyrukta beklemeyi göze almak gerekir ki bunlar da çiftçi için fazladan bir masraf kapısıdır. TMO’nun bir alım kotası vardır, herkesin malını alacağız der ama kimi zaman ve kimi ürünlerde çiftçiyi günlerce kuyrukta süründürerek tüccarın kapısına yönelmeye sevk eder. Tüccar, ürünü gelip üreticinin ayağında satın alır. Ayrıca açıklanan randıman ve kalite oranlarını tutturabilmek neredeyse imkânsız gibi bir şey olduğundan, TMO’nun açıkladığı fiyatın ele geçmesi imkansızdır; diğer bazı kesintiler ve TMO kapısında beklemenin maliyetini de hesaba katmak gerekir.)

Adımlar HABER

Kemal Kılıçdaroğlu: Erdoğan o ihalelerden rahatsız
17 Eylül 2017



CHP lideri Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın yakınlarının son dönemlerde çok fazla ihale almasından Erdoğan’ın rahatsız olduğunu söyledi.

Üretici sorunlarını dinlemek için gittiği Balıkesir yolunda sorularımızı yanıtlayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. İşte o değerlendirmelerden satırbaşları:

‘Bütçeyi soyanlar’

Ekonomi yüzde 5’in üzerinde büyümüş. Büyüme olsa bu mali af ilan edilmez. Büyüme varsa gelir dağılımı düzelir. Gelir dağılımı düzeleceği yerde sürekli üst gruplar besleniyor. Yani öyle on bin kişi falan da değil. Devleti, bütçeyi soyan insanlar iki elin parmakları kadar. Bütçeyi, ekonomi, yatırım politikalarını belirleyen bu 10-15 kişi. Bir yere köprü mü yapılacak, yol mu yapılacak. Onlar belirliyor. Nereye demiryolu geçecek. Yine onlar. Çünkü onlar alacak ihaleyi.

‘Erdoğan’ın tekeli kırıldı’

Bu arada Binali Bey ile Erdoğan arasında ihale açısından sorun var. Bayburt İnşaat, Binali Bey’e yakın bir grup. Bir de Erdoğan’a yakın gruplar var. Erdoğan, “Bayburt Grup bu kadar büyük işleri kısa sürede nasıl aldı” diyor. Aralarındaki bu tartışma kamuoyuna somut olarak ne zaman yansıyacak ben de merak ediyorum. Eskiden sadece Erdoğan’a yakın olanlar besleniyordu. Binali Bey aktör olarak devreye girdikçe aralarında ciddi bir huzursuzluk var. Biz bu konuları gündeme getirince de AKP, “CHP yol yapıyoruz, tünel yapıyoruz karşı çıkıyor” diyor. Hayır karşı çıkmıyoruz. Biz bunları kaça yaptın diyoruz. Biz vatandaşın hakkını, hukukunu korumak istedikçe onlar örtmek istiyor.

‘İhale kriteri: Yandaşlık’

Hangi firmaya hangi işin verileceğinin önceden belli olması yasalara aykırı. Kimin alacağı zaten belli. Aralarında anlaşıyorlar. Rekabet filan da yok. Kimin alacağını Binali Bey’e, Erdoğan’a yakınlık belirliyor. Üçüncü kişi yok. Tam soygun düzeni. Yasadaki olağanüstü koşul kriteri yok. Normalde Sayıştay’ın bütün bunları eleştirmesi lazım. Bunları yapan bürokratların, bu işlere cesaret edememesi lazım. Hiçbir bürokrat, Bakan’dan onay almadan buna imza atmaz.

Gensoru hazırlığı

Gensoru hazırlığımız var. Bilgi toplamakta zorlanıyoruz. Soru önergelerine cevap verilmiyor. Açıkça suç işleniyor. Suç yoksa neden gizliyorsun? Devletin ihalesini milletvekilinden neden gizliyorsunuz? SSK Genel Müdürlüğüm döneminde KİT Komisyonu’na yapılmış bütün ihalelerin dosyalarını getirdim koydum masaya. ‘Bir usulsüzlük varsa sorun’ diye. Büyük ihalelerin tamamı böyle ses kayıtlarına da yansıdı. Önceden belirleniyor ama ihale onlara verilirken havuz medyasının nasıl finanse edileceği, hangi paraların oraya nasıl aktarılacağı da önceden belirleniyor.

Rakamlar gizleniyor

Maliye Bakanlığı; kararlı, vergisini, tahsilatını izleyen bir bakanlık olmaktan çıktı. Siz aylardır yazıyorsunuz. Şehir hastaneleri ve diğer ihaleler bütçede gösterilmiyor. Devlet 25 yıl kira ödüyor. İki üç yıllığına o yatırımı yapabilir. Ama birilerine kaynak aktaracak. Bunların hesabı parlamentoya gelmiş değil. Ticari sır diye verilmiyor. Ya devletin ticari sırrı mı olur? Devlet ticari bir organ değil. Bu bilgileri nereden alıyoruz biz? Çok garip. Olay mahkemeye yansımışşa dilekçe veriliyor. Mahkeme “şu bilgileri verin” diye yazı yazıyor. Sosyal güvenlik açıkları böyle ortaya çıktı. Oysa eskiden her ay yayımlanırdı. Gerek bütçe, gerekse muhasebatın yayımladığı rakamlar doğru rakamlar değil. Özel işlemden geçiriliyor, bazı veriler özenle ayıklanıyor ve kamuoyunda fazla tartışma yaratmayacak biçimde yayımlanıyor. Gizliliği gerektiren işlemler var mesela. Bunlar açıklanmıyor.

Erdoğan'a seslendi: Benden niye korkuyorsun?

Ankara’da Zülfü Livaneli Kültür Merkezi’nin açılışına katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önce sanatın önemine ve Zülfü Livaneli’nin Türkiye’ye kattıklarına değindi, sonra gündeme dair konuştu. Bir ülkenin güçlü olmasının sanata ve sanatçıya verilen değerden geçtiğine işaret eden Kılıçdaroğlu, “Sanat ve sanatçı, onurlu duruşunu tarihi boyunca korumuştur. Eserlerinin sergilenmesi, şiirleri, kitapları yasaklanmıştır. Yasaklayanları kimse hatırlamaz, ama yasaklanan o eserler insanlığa mal olmuştur. Zülfü Livaneli, hayatının pek çok döneminde büyük baskılar gördü. Ben Zülfü Livaneli’yi 70-80’li yıllarda yasaklanan bir kasetinde söylediği türkülerden tanımıştım. Yasaktı söylediği türküler, gizli elden ele dolaşırdı, biz de onları dinlerdik. Böyle bir eserin onun için açılmış olması elbette hepimize gurur veriyor. Sayın Livaneli ‘Benim böyle bir talebim olmadı’ dedi. Doğru olmadı. Bu bağlamda Çankaya Belediye Başkanımız Alper Taşdelen’e de şükranlarımı sunuyorum.”’

Kılıçdaroğlu, konuşmasında ayrıca Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a kendisiyle bir TV programında karşı karşıya gelmediği için yüklendi: “Hastalık yine nüksetti. Ya arkadaş ben sana ne yaptım? Siyasetçinin yürekli olması lazım. Niye benim karşıma çıkmaktan korkuyorsun, vallahi ben adam yemem. Ben medeni bir insan gibi tartışırım. Konuşacaksan benim yüzüme söyleyeceksin.” 4 yıl içinde terörü bitirmezsem siyaseti bırakırım dediğini, buna karşılık Erdoğan’ın “sen kimsin de bitireceksin” karşılığını verdiğini anımsatan Kılıçdaroğlu, “Ben senin televizyonda karşısına çıkmaktan korktuğun kişiyim. 15 yılda terörü bitiremedin. Üstelik iktidara geldiğinde PKK, IŞİD, FETÖ terör örgütleri yoktu. Üçünü de sen yarattın. Ama sen bitiremiyorsun. Yeni şeyler yaratıyorsun yeni terör örgütleri yaratıyorsun. Ne istediniz de vermedik diyen, bir terör örgütüne devleti teslim eden kişiye ne diyeceksiniz?”

‘Akıl tutulması var’

Erdoğan’ın önceki gün bir TV programında yaptığı açıklamalara değinen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: “Bu ülkede fındık üreticisinin sorunundan söz eden var mı? ‘Herkes hayatından memnun.’ Ne demek herkes hayatından memnun? Tarladan buğdayı biçecek, alın terinin karşılığını alacak bir bakıyorsunuz bir kararname çıkmış, Gümrük vergisi sıfır tahıl ithal ediliyor. Böyle bir akıl tutulmasının olduğu ortamda yaşıyoruz. Baskıdan söz edildi evet baskı var. Hiç kimse unutmasın, 15 Temmuz darbe girişimini kınıyoruz, ama darbe girişimini fırsata çevirip 20 Temmuz’da sivil darbe yapanları da kınıyoruz.”

Zülfü Livaneli: Umudumuzu asla kesmeyelim

Çankaya Belediyesi’nin Zülfü Livaneli için açtığı kültür merkezine ilgi büyüktü. Açılıştan önce Zülfü Livaneli de kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasına 1. ölüm yıldönümünde Tarık Akan’ı anarak başlayan Livaneli, “Yiğit arkadaşlarımızdan hiç bükülmemiş, yılmamış, sevgili arkadaşlarımızdan birisinin anısının önünde 1. ölüm yıldönümünde eğilmek istiyorum” dedi. Kendi adına bir kültür merkezi açılmasını beklemediğini belirten Livaneli “Böyle şeyler beklenmez zaten verilir. Ne yazık ki bizler özellikle halkın yanında duran yazı, kültür, sanat adamları pek fazla iltifata da alışık değiliz. Bu şehir benim büyüdüğüm, evlendiğim, kızımın doğduğu şehir. Askeri hapishanelerinde yattığım şehir. Uğur Mumcu gibi sayısız arkadaşımızı suikastlarla kaybettiğimiz şehir. Bütün bunların üzerine bu şehre bir kültür merkezi yapılıyor ve benim adım veriliyor. İnsan yaşarken bundan daha güzel bir şey görmesi kolay değil” diye konuştu. Atatürk dönemi hariç, bu topraklarda sanatın ve sanatçının hep ayaklar altına alındığını söyleyen Livaneli, Çankaya Belediye Başkanı’na ve Kemal Kılıçdaroğlu’na teşekkür etti.

Çiğdem Toker/Cumhuriyet
Etiketler:
Bayburt İnşaat Bayburt Grup CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Bayburt Group Abdurrahman Şentürk

Aysel Tuğluk'un annesinin cenazesine saldıran kişi Bilal Erdoğan ve Bakan Sarıeroğlu ile de fotoğraf çektirmiş
16 Eylül 2017



Murat Alp isimli şahsın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile fotoğrafı ortaya çıkmıştı

HDP’li Tuğluk'un annesinin cenazesine saldıran kişinin Bakan Soylu'yla fotoğrafı ortaya çıktı

Süleyman Soylu'dan o fotoğraf için açıklama: Mahalle eşrafı istedi; gözaltına alınanlardan biri de oymuş!



Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk’un Ankara’da düzenlenmek istenen cenaze törenine yönelik gerçekleşen saldırıda yer alan Murat Alp isimli şahsın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yanı sıra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu ile de fotoğrafları ortaya çıktı.

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk'un cenazesine Ankara'da saldırı düzenlenmişti. Olayın ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun saldırı düzenleyen grupta yer alan Murat Alp isimli şahısla fotoğraf çektirdiği ortaya çıkmıştı.

Bakan Soylu sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada fotoğrafla ilgili, "Heyetle birlikte 1 saat kadar olayların videosunu izledik. Yaklaşık 3,5 saat karakolda bulunmamızın ardından olayla ilgili yapılması gereken gözaltı talimatlalarını verip karakoldan ayrıldık. Bu esnada orada bulunduğumuzu bilen mahalle eşrafı karakolda bizimle fotoğraf çekilmek istedi" dedi. "Bir çok kişiyle fotoğraf çekildik" diyen Soylu, "Talimatlarımız sonrası tahkikatın derinleştirilmesi sonucu 48 kişinin ifadesi alındı ve ifadesi alınan bu şahısta savcının talimatıyla ertesi gün gözaltına alındı ve halen gözaltındadı" ifadesini kullanmıştı.

Cumhuriyet’in ANF’ye dayandırdığı habere göre, Murat Alp'in bu kez çok sayıda AKP'li isimle çektirdiği fotoğraflar ortaya çıktı. Ankara'nın Gölbaşı ilçesinde ikamet eden Alp, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, Çalışma Bakanı ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu ile de fotoğraf çektirmiş.

T24
ETİKETLER
bilal erdoğan murat alp hatun tuğluk tayyip erdoğan fotoğraf

Yandaş televizyonların demirbaşı manken Tuğçe Kazaz: AK Parti'den soğudum
18.09.2017

Sputnik'in haberine göre; Yandaş televizyonların demirbaşı eski manken Tuğçe Kazaz, "Bende artık AK Parti'ye ufak ufak soğumalar başladı. Çünkü FETÖ bütün oluşumlara girmiş. Fakat bu siyasete hiç bulaşmamış gibi hava yaşanması bende soğumalara neden oldu" dedi.

Beyaz TV'de Tahir Sarıkaya'nın sunduğu ‘Uyan Türkiyem' programına katılan eski manken Tuğçe Kazaz, 2019'da yapılacak başkanlık seçimleriyle ilgili konuştu.

"Bende artık AK Parti'ye ufak ufak soğumalar başladı" diyen Tuğçe Kazaz, "FETÖ bütün oluşumlara girmiş. Yargıya, askeriyeye, istihbarata bulaşmışsa siyasete bulaşması çok kolaydır. Fakat bu siyasete hiç bulaşmamış gibi hava yaşanması ve bunların ortaya çıkarılmaması bende soğumalara neden oldu" ifadelerini kullandı.
Kazaz'ın bu sözlerine programın sunucusu Tahir Sarıkaya, "Sizin bu eleştirinize şok oldum" diyerek yanıt verdi.

Tuğçe Kazaz'ın AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili açıklamaları şöyle:

'ERDOĞAN'IN KLONLARI TÜREMEYE BAŞLADI'

"Eğer AK Parti gelecekse tutumunu değiştirmesi lazım. Erdoğan milletin sahiplendiği bir devlet başkanı oldu, fakat onun klonları türemeye başladı. AKP içinde onun gibi insanlara davranan, bu güçten nemalanan klonlar meydana gelmeye başladı. Tayyip Bey'in etrafındakilerin doğru şeyler anlattıklarını düşünmüyorum ben. AK Parti çıktığında 2 yaşında olan gençler şuan 17 yaşında yeni nesli oluşturuyor ve AK Parti hala aynı söylemleriyle devam ediyor. Bir değişiklik yok. Ben AK Parti'yi destekleyen biri olarak söylüyorum bunu.

'FETÖ BÜTÜN OLUŞUMLARA GİRMİŞ'

Bende artık AK Parti'ye ufak ufak soğumalar başladı. Çünkü FETÖ bütün oluşumlara girmiş. Yargıya, askeriyeye, istihbarata bulaşmışsa siyasete bulaşması çok kolaydır. Fakat bu siyasete hiç bulaşmamış gibi hava yaşanması ve bunların ortaya çıkarılmaması bende soğumalara neden oldu."
Ana haber

CHP'nin 'Fındık için adalet' yürüyüşü başladı
18.09.2017



Cumhuriyet Halk Partisi'nce düzenlenen ve 20 Eylül Çarşamba günü Giresun'da yapılacak mitingle sona erecek olan 'Fındık İçin Yürüyoruz' etkinliği başladı.

Fındık fiyatlarına dikkati çekmek için başlatılan yürüyüş öncesi CHP'li bazı milletvekillerinin yanı sıra fındık üreticileri, Ordu Büyükşehir Belediyesi önünde toplandı.

CHP'den ikinci yürüyüş: 'Fındık için adalet'
CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, burada gazeteciler yaptığı açıklamada, fındık için yapılacak yürüyüşle ilgili toplandıklarını söyledi. Üreticinin içerisinde bulunduğu durumu hükümete duyurmak için yürüyüş gerçekleştirdiklerini belirten Torun, şöyle devam etti:
"Gerçekten fındık üreticisi mağdur. Üretici sayın Bakanın 8.75 lira olarak açıkladığı maliyetin altında fındığını 7.5 liradan satmak durumunda. Üreticimiz bir yıllık emeğinin karşılığını alamıyor. Maalesef bir yıl emek verdiği ürünüyle şu anda borçlarını dahi kapatamıyor. Çocuğunu okula gönderemiyor, üniversiteye gönderemiyor. Büyük bir acziyet içerisinde."

Başlıyoruz,#Fındık için yürüyoruz#@Seyit_TORUN @AltinorduCHP @trabzon_chp @kilicdarogluk @SamsunChp pic.twitter.com/or4LZWTOnz

— CHP ORDU (@ChpOrdu52) September 18, 2017
​Torun, bunu protesto etmek ve üreticinin sesini duyurabilmek için yürüyüş gerçekleştireceklerini ifade ederek, "Yürüyüşe katılan ancak katılamayıp da gönlü burada olan herkese teşekkür ediyoruz. Ne kadar korkuturlarsa korkutsunlar, ne kadar baskı kurarlarsa kursunlar inanıyorum ki üretici ürününe sahip çıkacak ve biz hep birlikte fındık için yürümeye devam edeceğiz" diye konuştu.

Ordu'da başlayan fındık için adalet yürüyüşünde ilk 5 km etap tamamlanmak üzere. pic.twitter.com/ip2ntGWlC1

— Evrim Kepenek (@evrimkepenek) September 18, 2017
​'SESİMİZİ YÜKSELTİNCE SONUCUNU ALIYORUZ'

Avrupa'daki bir alıcıya ürünlerinin teslim edildiğini savunan Torun, "Şu anda hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Hiçbir yetkiliden ses yok. Biz ancak yürüyüş ifademizi kullanınca (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba) sayın Bakan özellikle TMO'nun aldığı fındığın ödemelerinin daha kısa sürede gerçekleştirileceğini ve belli iyileştirmeler yapılacağını açıkladı. Demek ki biz talebimizi iletince, biz sesimizi yükseltince, biz hükümete uyarımızı yapınca sonucunu alıyoruz" dedi.

CHP milletvekilleri olarak bugün Ordu'da #FındıkYürüyüşü'nde fındık için #adalet seferberliğindeyiz. pic.twitter.com/3ca8PpfKla

— Mehmet Tüm (@mehmettumnet) September 18, 2017
​Seyit Torun, bugünkü yürüyüş parkurlarının yaklaşık 20 kilometre olduğunu aktararak, her 5 kilometrede dinleneceklerini, ikinci gün ise 15 kilometre yürüyeceklerini söyledi.

Yürüyüşün 3 gün süreceğini ve yaklaşık 47 kilometre yol katedeceklerini belirten Torun, son gün saat 18.00'de Giresun Atatürk Meydanı'nda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun halkla buluşarak konuşma yapacağını ifade etti.

Fındık üreticilerimizin sesini duyurmak için Ordu'dayız. Adalet için yürüyoruz..#FındıkİcinAdalet pic.twitter.com/DVlwXTIyGu

— Ali Haydar Hakverdi (@ahhakverdi) September 18, 2017
​'HAK ARAMANIN ZAMANIDIR'

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de Türkiye'nin dört bir yanından Ordu'ya ulaşabilmiş 40'a yakın Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarının olduğunu söyledi.

Fındık için Ordu'dan Giresun'a yürüyoruz
Bereketli topraklarımızın talanına
Emeğin sömürülmesine dur demek için mücadelemiz sürüyor,sürecek pic.twitter.com/D1hKfMjhfP

— Özgür Özel (@eczozgurozel) September 18, 2017
​Özel, 3 günün sonunda tüm milletvekilleri ve yöneticilerin, fındık mücadelesine destek olmak, fındık üreticisinin sesini dünyaya duyurmak için yapılan yürüyüşe gelerek katkı sunacağını anlatarak, "Biz fındık üreticisinin sorununu yüksek sesle dile getirdikçe yankı bulduğunun ve hükümetin yıllardır fındıkçının duymadığı sesini bir nebze olsun duymaya başladığının ve rahatlatıcı şeyler söylediğinin farkındayız" ifadesini kullandı.

'Fındık için Adalet' yürüyüşümüze başlıyoruz. #CHP #Hakhukukadalet #pazartesi pic.twitter.com/McegWcADUg

— Musa Çam (@musacam) September 18, 2017
​Yürüyüşün duyurulması sonucu fındıkçının daha rahat edeceğini dile getiren Özel, "Korkuları yıkmanın, korkuları geride bırakmanın ve hak aramanın zamanıdır. Bunun için 133 milletvekilimiz adına, Genel Başkanımız adına Ordu'da, Giresun'da, Karadeniz'de fındık üreticisinin yanındayız. Sizi seviyoruz. Sizin sorununuz, bizim sorunumuz. 'Sizin yüzünüz gülene kadar biz sizinle birlikte mücadele etmeye geldik' demek için geldik" diye konuştu.

Konuşmaların ardından toplanan grup, Karadeniz Sahil Yolu üzerinden yoğun güvenlik önlemi alınarak yürümeye başladı.

Sputnik

Safların netleştiği Kekeç-Taşgetiren atışmasında son raund: Hak ettiğini alacak
18/09/2017



17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının hedefindeki dört bakandan Zafer Çağlayan’ın ABD’de tutuklanması kararı iktidar yanlısı gazetelerin yazarlarını birbirine düşürdü.

Geçtiğimiz hafta Star’ın iki yazarı Ahmet Kekeç ile Ahmet Taşgetiren arasında başlayan ‘Soda iç’ tartışmasında son yazı Kekeç’ten geldi.

Kekeç, ‘Bay Taşgetiren’ isimli yazısında, muhafazakar kanadın saygı duyduğu bilinen Taşgetiren’e, “Hak ettiği neyse, bundan sonra onu alacaktır” diye seslendi.

Kekeç’in sert bir dil kullandığı yazıyı, adı Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan ‘düşürüldüğü’ ‘Pelikan Dosyası’yla anılan Hilal Kaplan ve Kurtuluş Tayiz gibi isimlerin de sosyal medyada paylaştığı görüldü.

Tartışmanın nedeni ne?

Çağlayan’ın hakkında ABD’de tutuklama kararının verilmesinin ardından yazısıyla dört bakanın Meclis’te Yüce Divan’a gönderilmeyerek aklandığını hatırlatan Taşgetiren, bir bakanın ‘hata’sının milli mesele olarak sahiplenilmemesi gerektiğini savunmuştu.

Kekeçi ise Çağlayan’a tutuklama kararının aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a operasyon olduğunu savunuyordu.

Taşgetiren’in buna yanıtı ise, “İçine sindirebilene diyecek bir şeyim yok. Hazım için soda bile içebilirler. Benim dediğim sadece ‘milli mesele’ ile ‘kol saati’ birbirinden ayrılsın, yüreklere yük olmasın meselesidir” olmuştu.

‘Soda içme’ tartışması Kekeç’in Taşgetiren’e ‘yaratıcılık’ eleştirisiyle devam etmiş, Star yazarı, “Başka örnek mi bulamadın?’ diyorum. O, ‘Soda iç’ diyor. Böylece tartışmış oluyoruz. Dünkü yazıma da tartışma adabına uygun bir cevap vermesini bekliyorum. Soda örneğini kullandığına göre, yeni ve orijinal şeyler söyleyebilir. Mesela, ‘Gargara yap’ diyebilir” demişti.

Taşgetiren’in ‘merakla’ beklenen yanıtı şu olmuştu: “Ne yapabilirim şimdi Kekeç’in kafası böylesine çabuk karışıyorsa. Oysa ben çok sade yazdığımı düşünürüm ve okurlarım da bunu bilirler.”

‘Erdoğan’la meselesini halledememiş’

Karşılıklı yazılarla devam eden atışma bugün Kekeç’in sesini daha da yükselttiği bir yazıyla tırmandı.

“Hak ettiği neyse, bundan sonra onu alacaktır” diyen Kekeç şöyle devam etti: “Bay Taşgetiren’in “soda iç” tavsiyesinin öncelikle kendisi için geçerli olduğunu düşünüyorum. Kaç yıldır yazılarını okuyorum; Erdoğan’la meselesini halledememiş ve onun tarz-ı siyasetini problem olarak gören (hatta en büyük problem olarak onu gören) bir hazımsız kişilik görüyorum. Hakikaten soda içmelidir.”

”FETÖ’ dosyaları okuyor’

Taşgetiren’i dört bakanı ‘yargıladığı’ için hedefe alan Kekeç, şöyle devam etti: “Ben de galiba son derece net yazıyorum… Hangi Bakan’ın malı götürdüğünü (ne oranda götürdüğünü) bilmiyorum… (“Malı götürmek” ifadesi Derviş meşrep Bay Taşgetiren’e aittir.) Bunu Bay Taşgetiren biliyor olmalı ki, o dört Bakan’ı yargılamış, mahkûm etmiş ve “Malı götürdüler, şimdi hesap versinler” diyor. Bakanlar hakkındaki iddiaları muhtemelen, FETÖ’nün hazırladığı dosyalardan okumuştur. Çünkü kendisi dosya okumayı çok severmiş… FETÖ dosyaları dışında bir kaynağı, edindiği başka bilgiler ya da ulaşmış olduğu “belgeler” varsa, bilmek isteriz. Bilelim ki, biz de içimize sindiremeyelim.”

‘Kurnaz Bay Taşgetiren’

Taşgetiren’e ‘kurnaz Bay Taşgetiren’ diye hitap eden Kekeç, yazısının devamında Çağlayan’la ilgili iddiaların ne kadar gerçek olduğunu bilmediğini ancak hakkında ABD’de tutuklama kararı çıkmasının ‘Amerikan tazyiki’ olarak değerlendirilmesi gerektiğini savundu.

Kekeç, Taşgetiren’in ABD’yle ilişkiler kötüye gidiyor diye hayıflandığını öne sürerek şöyle yazdı: “O zaman niye şikâyet ediyoruz ki? FETÖ’nün başaramadığını müttefikimiz başarıyor işte… Dönemin Başbakanı Yüce Divan seçeneğini devreye sokamamıştı… Belki Amerika’nın Yüce Divan’ında yargılarız onları. Bay Taşgetiren niye Amerikan tazyikini dert edinmiş görünüyor ki.”

Diken

Arslan Bulut: Barzani devletini kim kurdu?
18/09/2017



Bugün Kuzey Irak’ta “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi” diye Türkiye tarafından tanınan, yarı bağımsız bir devlet varsa, bunu Türkiye sağlamıştır.

Turgut Özal döneminde Türkiye’ye davet edilen Çekiç Güç’ün görevi, işte bu devleti kurmaktı. Eşref Bitlis Paşa, bu projeye engel olduğu için öldürüldü! Sonra da kurulan devletin ordusuna eğitim veren, alt yapı yatırımlarını yapan Türkiye oldu!
AKP döneminde de bu politikalar aynen devam etti.

Arslan Bulut’un yazısının tamamı için: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/barzani-devletini-kim-kurdu-44256yy.htm

Rasim Ozan Kütahyalı'dan Süleyman Soylu'ya: Unutmaması gereken bir gerçek var...
17 Eylül 2017



Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yönelik olarak "Adnan Menderes'e olan büyük sevgisini ve kalbi bağlılığını bizzat bilirim. Fakat Menderes'i seven hepimizin ve en başta Soylu'nun unutmaması gereken gerçek, merhum Menderes'in de bürokrasi tarafından çok defa yanıltılarak özellikle hata yapmaya itildiği gerçeğidir. 6/7 Eylül olayları Menderes'in bürokrasi tarafından kasten yanıltıldığı olaylardan biridir" dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk'un cenaze törenine saldıran gruptan biriyle fotoğraf çektirdiği ortaya çıkmıştı. Soylu, söz konusu fotoğrafa ilişkin olarak "Bundan tam 56 yıl önce bu ülkenin iki güzel hizmet eden insanı idam edildi. Demokrat Parti'nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan. Bir gün sonra da sabah 17 Eylül'de rahmetli Adnan Menderes idam edildi. Aynı bu iftiralarla" ifadesini kullanmıştı.

Rasim Ozan Kütahyalı'nın "Süleyman Soylu ve cenaze provokasyonu" başlığıyla yayımlanan (17 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Bugün 17 Eylül yani 56 yıl önce Şehit Başbakanımız Adnan Menderes'in şerefsiz 27 Mayısçılar tarafından kalleşçe katledildiği gün. Süleyman Soylu'nun Adnan Menderes'e olan büyük sevgisini ve kalbi bağlılığını bizzat bilirim. Fakat Menderes'i seven hepimizin ve en başta Soylu'nun unutmaması gereken gerçek, merhum Menderes'in de bürokrasi tarafından çok defa yanıltılarak özellikle hata yapmaya itildiği gerçeğidir. 6/7 Eylül olayları Menderes'in bürokrasi tarafından kasten yanıltıldığı olaylardan biridir. Tüm siyaset adamları bu konularda uyanık olmalıdır. Türkiye'de bir "devlet aklı" falan yoktur. Bizim güvenlik bürokrasimiz ciddi ve büyüyebilecek organize olayları "3-5 kendini bilmezin işi" diyerek geçiştirmeye çok eğilimlidir. Süleyman Soylu'nun bizzat bu olayla ilgilenmesi o yüzden çok önemli ve değerli. Seçilmiş İçişleri Bakanımız bizzat bürokrasiyi yönetmelidir. Bürokratların bakanları yönettiği ve yanılttığı dönemler artık geçmişte kalmalıdır...
T24

Ahmet Taşgetiren: Çağlayan’a veya ötekilerine ‘hesap ver diyememeyi anlayamıyorum
17/09/2017



Şu kol saati meselesi…

FETÖ, 17-25 Aralık kumpası, Paralel Devlet yapılanması, Amerika ile yaşanan büyük hesaplaşma… Bunlar konusunda net şeyler yazarak geliyorum bay Kekeç. Ama bir bakanın ya da bakanların, bu milli hassasiyetler arasında malı götürmesini, bunu da bizim hazmetmemizin istenmesini kabul etmiyorum.

Çağlayan’a veya ötekilerine “hesap ver” diyememeyi anlayamıyorum.

Şöyle düşün istersen, o kol saati CHP iktidarında bir bakana “armağan!” edilmiş olsaydı, nasıl davranırdın?

“Bir mizansenin aparatları” demişsin tüm bunlara dünkü yazında. Keşke Çağlayan’lar da bunları “Kirli aparat” olarak görüp, bileklerine takmasalardı. “Milli mesele”yi “afyon”a dönüştürmek yakışmıyor bizim camiamıza…

Ahmet Taşgetiren’in yazısının tamamı için: http://www.star.com.tr/yazar/kafa-karistirmayacak-bir-yazi-yazi-1255656/

Taşgetiren'den Kekeç'e: 'Kol saati' ve müştemilatı bugün yargılansın, size mi düştü üzerine kapanmak?
19 Eylül 2017



"Yüce Divan Türkiye'nin en yüksek yargısı; o gün FETÖ dolu ise..."

Star yazarları Ahmet Taşgetiren ile Ahmet Kekeç arasında eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın ABD'de görülen "Reza Zarrab" davasına dahil olmasıyla başlayan "kol saati" tartışması devam ediyor.

Son olarak kendisine yönelik olarak "Hak ettiği neyse, bundan sonra onu alacaktır. Bay Taşgetiren’in 'soda iç' tavsiyesinin öncelikle kendisi için geçerli olduğunu düşünüyorum. Kaç yıldır yazılarını okuyorum; Erdoğan’la meselesini halledememiş ve onun tarz-ı siyasetini problem olarak gören bir hazımsız kişilik görüyorum. Hakikaten soda içmelidir" diyen Kekeç'e, Taşgetiren'in yanıtı "Söyleyeceğimi söyledim. Yüce Divan Türkiye'nin en yüksek yargısı. O gün FETÖ dolu ise bugün yargılansın kol saati ve müştemilatı. Size mi düştü kol saatinin üzerine kapanmak?" oldu.
T24

Erdoğan aşığı Ethem Sancak'a ağır suçlama: Toplantıda FETÖ'cü paşaları koruyan nutuk attı
20 Eylül 2017



Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakın Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, köşesinde hükümete yakın Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde, patronu Ethem Sancak’ın 17-25 Aralık sonrası TSK'daki FETÖ'cü paşaları yazdıkları için FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda 'Ordumuza laf söyletmem' nutukları attığını yazdı.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakın Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, köşesinde hükümete yakın Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde eski patronu Ethem Sancak’la yaşadığı olayı şöyle anlattı:

"28 Haziran 2014’te ‘Karargahta 40 paralel paşa’ manşetiyle çıktık"

“FETÖ ile mücadele konusunda başından beri stratejimizin olmadığını daha net anlatabilmek için somut bir örnek aktarmak istiyorum. Malum 17-25 Aralık kalkışması 2013 yılında gerçekleşti. Hatırlayalım, o tarihten itibaren siyasi iktidardan belli kurumlara kadar herkes bolca FETÖ ile mücadele nutukları atıyordu. Ancak icraatın atılan nutuklar kadar hızlı ilerlediğini söylemek pek mümkün değildi.

Nitekim o dönemde yayın yönetmeni olduğum Akşam gazetesi 28 Haziran 2014’te ‘Karargahta 40 paralel paşa’ manşetiyle çıktı. Bu haberde TSK’nın bütün kademelerindeki bütün paralellerin, bugünkü adıyla FETÖ’cülerin adeta dökümünü çıkardık.

Ve bir gün sonra kıyamet koptu, önce Genelkurmay bizi yalanlayan sert bir açıklama yayımladı: ‘Anılan haber ve yorumda, TSK içinde hiyerarşi ve disiplin dışı oluşumların teşkilatlanabildiği imajının yaratılmak istendiği üzüntü ile izlenmektedir.’ Hemen ardından cumhurbaşkanlığının açıklaması geldi, o da bize ayar vermede genelkurmayla yarışır haldeydi: ‘TSK’nın komuta kademesi ve üst rütbeli subaylarıyla ilgili yapılan yayını Sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir sorumsuzluk örneği olarak görmüş ve bundan derin üzüntü duymuştur.’ Ve başbakanlık açıklaması: ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızma girişimleriyle alakalı olarak dün bir günlük gazetede yayımlanan haber çerçevesinde, söz konusu girişimi araştırmak üzere Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla özel bir ekip oluşturulduğu biçimindeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır.’

“Ethem Sancak FETÖ'cü paşaları koruyan bir edayla 'Ordumuza laf söyletmem' diye nutuk attı"

Bu arada, o gün patron konumunda olan Ethem Sancak’ın FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda 'Ordumuza laf söyletmem' nutukları attığını da bir yere not etmeliyim. 2014 yılında artık FETÖ’nün bütün devlet kurumlarını olduğu gibi TSK’yı da istila ettiği herkesin malumu olduğu halde, devletin tepesindeki isimlerin ‘ordumuzda zinhar böyle bir yapılanma yoktur’ anlayışıyla haber yalanlama yarışına girmelerini nasıl bir mücadele stratejisiyle açıklayabiliriz? Açıkçası ben bu yarışta pek bir strateji göremiyorum, gören varsa anlatıversin...
Cumhuriyet

Şeker Piliç'in dev tesisi icradan satılacak
19 Eylül 2017



İflasına karar verilen Şeker Piliç’e ait dev üretim tesisi icradan satılacak. 30 milyon lira bedel belirlenen 53 bin metrekare alan üzerinde kurulu tesisin icradan satış ihalesi 27 Ekim’de yapılacak.

Bir dönem Türkiye’nin en büyük beyaz et üreticilerinden biri olan Şeker Piliç, içine düştüğü mali krizi aşamayınca iflas erteleme istemişti. Ancak, mahkeme, şirketin kurtarılamayacağa hükmederek iflas kararı vermişti.
Şirkete ait varlıklardan üretim tesisi ise şimdilerde icradan satılıyor. Şirketin iflası sonrası kurulan iflas idaresi Balıkesir Bandırma’da bulunan tesisi icradan satacak.

53 bin metrekare alan üzerinde kurulu tesis için belirlenen bedel 30 milyon 231 bin TL. İlk ihale 27 Ekim günü yapılacak. İlk ihalede alıcı çıkmaması halinde, icradan satış ihalesi 27 Kasım’da ikinci kez yapılacak. İcradan satışlar belirlenen bedelin yüzde 50’si üzerinden satışa çıkıyor.
Beklenen oldu! Şeker Piliç iflas erteleme istedi
Bir başka deyişle Şeker Piliç’in dev tesisi için ihale rakamı 15 milyon 115 bin liradan başlayacak. Sanayi imarlı alanda bulunan tesis için ödenecek KDV oranı ise yüzde 18.

Temeli 1950'lere dayanan şirket, Türkiye'nin ilk beyaz et ihracatçısı şirketiydi. Şeker Piliç için, 200 milyon liralık borç ile iflas kararı verilmişti. (Dinçer Gökçe/Hürriyet

Erdoğan, BM’de boş sıralara konuştu
19 Eylül 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, New York’taki 72. BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Suriye, Kuzey Irak referandumu ve Myanmar’daki gelişmelere değindi. . Erdoğan konuşurken boş koltukların çokluğu dikkat çekti.

Erdoğan, “Buradan, topraklarında barındırdığı 3.2 milyon sığınmacının tüm yükünü Türkiye’nin omuzlarına bırakan ülkeleri ve uluslararası kuruluşları verdikleri sözleri tutmaya davet ediyorum” dedi. Erdoğan, Suriye’de kalıcı bir ateşkesin sağlanması için Rusya ve İran ile tüm kesimlerin katılımıyla Astana’da varılan mutabakat çerçevesinde İdlib bölgesinin g
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Eyl 20, 2017 11:07 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Eyl 19, 2017 11:01 pm    Mesaj konusu: Prof. Fatma Bostan Ünsal: KHK’lar geçersizdir Alıntıyla Cevap Gönder

AKP kurucusu Prof. Fatma Bostan Ünsal: KHK’lar geçersizdir!
Ardıl Batmaz / YURT
19.09.2017



Esenyurt'ta 'Hayır Bileşenleri' tarafından düzenlenen '12 Eylül ve Tek Adam Rejimi' konulu panele CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, AKP kurucularından Prof. Fatma Bostan Ünsal ve HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy konuşmacı olarak katıldı. Panele AKP kurucusu akademisyenin sözleri damga vurdu.

'12 Eylül ve Tek Adam Rejimi' konulu panelde konuşma yapan AKP kurucularından Prof. Fatma Bostan Ünsal, Türkiye'de yargının, siyasi ideallerin tahkimi altında olduğunun altını çizerek, "Şuandaki iktidarın makbul gördüğü kadın profilinden, farklı kadın profiline çeşitli şekillerde ayrımcılık yapıldığını görüyoruz. Büyük bir utançla görüyoruz. Kadınların da bu idelojik ayrışmada, o ayrımcılığı gördüklerinde, hissettiklerinde mücadele ettiklerini görüyoruz. Tecavüzcüsüyle evlendirilme olayında hemen ayaklandılar, o yüzden kadınları takdir ediyorum" dedi.

Meclis tarafından onaylanmayan KHK'ların geçersiz olduğunu savunan Prof. Ünsal, "Tek adam yönetiminin engellenmesi için bazı mekanizmalar var. Tek adam rejimini engelleyen en önemli mekanizmalardan biri yerelleşmedir. Bir başkası ise 'yargı'dır. Türkiye'de yargı ne kadar siyasi ideallerin tahkimi altında bir daha gördük. 1991 yılında AYM'nin OHAL KHK'larıyla ilgili, yargı yetkisi olduğunu öne süren bir iştihak var. Bugünki anayasa mahkemesi üyelerinden pek çoğu, anayasa mahkemesinin 91 yılındaki KHK'larını olumlu bulurken, bu dönemde kendilerine başvurulduğunda ise yetkisi olmadığını ifade ediyor. Anayasada şu madde var; KHK'lar 1 ay içerisinde meclis tarafından onaylanır. Bu ifade aslında meclis tarafından onaylanmayan KHK'nın geçersiz olduğunu söylemek anlamına gelir. Türkiye'de şu an da OHAL KHK'ları meclis tarafından onaylanmıyor. Ve referandumda yine KHK'larla ilgili şöyle bir ifade var; 3 ay içerisinde meclis tarafından onaylanmazsa KHK, geçersizdir. Bu aslında belli, meclis tarafından onaylanmıyorsa geçersizdir. AYM kendi yetkilerini sınırladığı gibi, anayasa değişikliklerine de, OHAL KHK'larıyla olabileceğine kapı açmıştır. En son OHAL KHK'sıyla bütün meclise kilit vurulmuştur. Bir başka husus 'sivil toplum'dur. Güçlü bir sivil topluma ihtiyaç vardır. Herkesin eşit olarak girebildiği ve birbirimizi dinleyebileceğimiz bir alana ihtiyacımız var. Ancak bu alanlarda mücadele edebiliriz" diye konuştu.

CHP'Lİ ALTAY: ASIL KRAVATLI DARBE OHAL'İN İLANIYLA 20 TEMMUZ'DA YAPILMIŞTIR

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, 27 Mayıs 1960 darbesinin, darbelerin anası olduğunu ifade ederek, "15 Temmuz kalkışmasından sonra, asıl kravatlı darbe OHAL'in ilanıyla 20 Temmuz'da yapılmıştır. 7 defa demokrasimiz ağır müdahaleye maruz kalmıştır. 27 Mayıs 1960 darbelerin anasıdır. Bütün bu ülkenin başına gelenlerin sebebi 27 Mayıs'tır. O zaman Menderes, Zorlu, Polatkan asıldı. Demokrasi tarihimizin en büyük ayıbıdır. Ayıpların başladığı olaydır. 12 Mart'ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan asıldı. Türkiye için kara bir lekedir. 12 Eylül'de sanıyorum 500 küsür idam kararı verilmekle birlikte, 50 kişi idam edildi. Ama o 50 kişinin sembolü, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren'dir" şeklinde konuştu.

"20 TEMMUZ DARBESİYLE SEMİH'İ VE NURİYE'Yİ KAYBETMEK ÜZEREYİZ"

Sözlerine 20 Temmuz darbesinin Türkiye'yi, dünyaya rezil ettiğini ifade ederek devam eden Altay, "Ve şimdi 15 Temmuz'da 251 insan evladı, vatan evladı her şeye rağmen kalkışmaya karşı durarak canlarını yitirdiler. 20 Temmuz darbesiyle de şimdi Semih'i ve Nuriye'yi kaybetmek üzereyiz. Ayrıca 20 Temmuz darbesi, Türkiye'yi dünyaya hakikaten rezil eden demokrasimizi gerçekten yerle yeksan eden bir tablodur. 6 Milyon oy almış bir siyasi partinin, genel başkanı, grup başkan vekilleri, eş başkanlarının, sayısını bilmediğim belediye başkanlarının cezaevlerine koyulması, gerçekten geçmiş darbeyi, darbecileri mumla aratan bir durumdur. 12 Eylül'de 31 gazeteci tutuklandı, şimdi cezaevinde 161 gazeteci var. 20 Temmuz darbesinin bedeli, 12 Eylül darbesinin bedelinden daha ağırdır demokrasimiz için” diye konuştu.

"TÜRKİYE'Yİ YILLARDIR DİKTATÖRLER YÖNETİYOR"

Engin Altay sözlerini şöyle sürdürdü: Baş açmak, baş kapatmak üzerinden, mezhep üzerinden insanları sömürerek, Türkiye'yi yıllardır diktatörler yönetiyor. Herkes şunu bilmeli, baş açmakla din elden gitmez, baş kapatmakla da laiklik elden gitmez. Olay budur.

"AKP'NİN METAL YORGUNLUĞU, TÜRKİYE'NİN ERDOĞAN YORGUNLUĞU VAR"

Şimdi 3 şeye direneceğiz. Ve 3 şeyin bu ülkeden, temelli olarak ortadan kalkması için mücadele edeceğiz. Aslında hepimizin bildiği şeyler. Yaşam tarzı üzerinden siyaset yapılmasına izin vermeyeceğiz. Kim yaparsa yapsın, hangi gerekçeyle yaparsa yapsın izin vermeyeceğiz. İnanç üzerinden yapılan siyasete de izin vermeyeceğiz. Etnik ayrımcılık üzerinden yapılan siyasete de izin vermeyeceğiz. Cesur olacağız. Türkiye'nin 'Kürt' sorunu çözülmeden, bu saatten sonra çözülecek bir şey olamaz. Kürt sorununu çözmek zorundayız. Bu demokrasimizin önünü açacaktır. AKP'nin metal yorgunluğu, Türkiye'nin Erdoğan yorgunluğu var. Türkiye, Erdoğan yorgunluğunu 2018'de atacaktır üzerinden.

HDP’Lİ ÖZSOY: ERDOĞAN, TOPLUMU KUTUPLAŞTIRIYOR

Recep Tayyip Erdoğan'ın toplumu sürekli bölüp, parçalayıp, kutuplaştırıp yan yana gelmelerini engelleyerek kazandığını belirten HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy, "Recep Tayyip Erdoğan, kaç yıldır toplumu sürekli bölüp, parçalayıp, kutuplaştırıp yan yana gelmelerini bir şekilde engelliyor. Bu şekilde kazanıyor. Dolayısıyla konuşmamım sonunda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; O bölüp, parçalayıp, kutuplaştırdıkça, bizim yan yana gelip birleşmemiz gerekiyor. Geçen gün biliyorsunuz Hatun Tuğluk'un Ankara'da gömülmesine müsade edilmedi. Ben de oradaydım. Hatun Tuğluk 74 yaşında vefat etti. Daha öncede kendisini ziyaret etmiştim. Hayatı, 1980 darbesiyle, son 1.5 yıldır yaşadığımız darbe sürecini birbirine bağlıyor. Hatun Tuğluk'un 1 oğlu Aytekin Tuğluk, 80 darbesinin hemen arefesinde Elazığ cezaevinde işkence gördü. 37-38 yıl önce. 37-38 yıl sonra kızı Aysel Tuğluk, cezaevinden çıkarıldı annesinin taziyesine gelebilmesi için" şeklinde konuştu.

"OGÜN SAMAST MESELESİNİ ÇOK ANDIRAN BİR ŞEKİLDE FOTOĞRAF ÇEKTİRMİŞ"

Süleyman Soylu'nun, cenaze saldırganlarından biriyle fotoğraf çektirmesini Ogün Samast meselesine benzeten Özsoy, "Biz cenazeye defnetmeye gittiğimiz zaman, bir takım insanlar cenazeye saldırdılar, mezarı tekmelediler sonra bunlardan bir tanesinin evvelki gün Süleyman Soylu'yla fotoğrafı ortaya çıktı. Süleyman Soylu gitmiş, Ogün Samas meselesini çok andıran bir şekilde fotoğraf çekmiş" ifadelerini kullandı.

"TÜRKİYE, 'TEK MEZAR' SİYASETİNE GİDİYOR"

Hişyar Özsoy sözlerini şöyle sürdürdü: Aslında şu 2-3 gündür Hatun Ana üzerinden yaşananlar, memleketin kısa bir özetini gösteriyor. Mesele Tayyip Erdoğan meselesi değildir. Tayyip bey bir insandır. Gidecek. O gittikten sonra, şöyle yada böyle bu meseleler devam edecek. Geçen gün bize diyorlardı mezarda; Alevileri gömdürmeyiz, Ermenileri gömdürmeyiz, Kürtleri gömdürmeyiz. Ne gömdüreceksiniz? Türkleri gömdüreceğiz. 'Tek mezar'. Türkiye, 'tek mezar' siyasetine gidiyor."

"ERDOĞAN NE YAPARSA TERSİNİ YAPACAĞIZ"

Referandumda benim en çok aldığım soru şuydu; Niye HDP, CHP ile birlikte hareket ediyor? Bunu söyleyeceğine, 'biz ne istiyoruz' bunun üzerine konuşalım. Türkiye'de çok geniş toplumsal kesimler 'Hayır' dediler. AKP'nin içersinde de çok fazla insan 'Hayır' dedi. Eski AKP kurucuları da 'Hayır' dediler. Bu meseleyi; CHP, HDP, AKP, MHP üzerinden düşünürsek kesinlikle kaybederiz. Kriz çok daha derin. Parti siyasetini aşan bir yerde düşünmemiz lazım. Erdoğan, önümüzdeki 100 yıl için bir devlet kurmaya çalışıyor. Diyor ya; 2023'te önümüzdeki 100 yıl için bir devlet kuracağız. Biz de diyoruz ki; O devlet bize yaşam hakkı tanımıyor. Bizim yeni bir devlet kurmamız lazım. Nasıl yapacağız? Çok basit. Erdoğan ne yapıyorsa tersini yapacağız.



GÜRBÜZ ÇAPAN: ESENYURT'U ALIRSANIZ İSTANBUL'U DA ALIRSINIZ

Kapanış konuşması yapan Esenyurt Kurucu Belediye Başkanı Dr. Gürbüz Çapan ise, bir kent meclisinin kurulmasını gerektiğini ifade ederek, "Herkesin kol kola girmesi gerektiğine hepimiz mutakıbız. Esenyurt ile ilgili bir şey söyleyeceğim. Ne yapmalıyız, ne yapabiliriz? Ne yaparsak bunu aşabiliriz diye. Yine bu salonda herkes toplandı, 'Hayır' toplantısı yapıldı. Kürt, Türk, Alevi, Sunni herkes kol kola girdi. Bir belaya karşı durdular. Bunu tekrar becerebiliriz. Bunu becermenin yolu, herkesin Haziran seçimlerini temel alan, o oranda, her bir nüfusa bir temsilci olan Esenyurt meclisi oluşabilir. Bir kent anayasası hazırlanabilir. Onun çalışması yapılabilir 2 sene içerisinde. Esenyurt'u alırsanız bence İstanbul'u da alırsınız" ifadelerini dile getirdi.Bu projeyle yola çıkabilirsiniz. Ne yapacağınızı, hangi tarihte nasıl yapacağınızı, Belediye başkanını, meclis üyelerini hatta milletvekillerini belirleyen bir kent meclisi kurulabilir. Aleviler başka yerde duruyor, Kürtler başka yerde duruyor, göçmenler başka yerde duruyor.

"BU AYIBI TÜRKİYE CUMHURİYETİ KALDIRAMAZ"

Gürbüz Çapan sözlerini şöyle sürdürdü: Bir proje ile bir araya gelmeliyiz. Mutlaka bir birimizden başka kimsemiz olmadığını göreceksiniz. Mezara, toprağa girmemizi engelliyorlar. 80 yaşında bir kadını toprağa gömdürmediler. Bu ayıbı, Türkiye Cumhuriyeti kaldıramaz. Bu panele katılan herkese teşekkür ediyorum.
Yurt Gazetesi

Star yazarları arasında 'kontrollü darbe' kavgası
15 Eylül 2017



15 Temmuz darbe girişimi hakkında bazı soruları köşesine taşıyan Ahmet Taşgetiren'e aynı gazetenin yazarı Ahmet Kekeç'ten yanıt geldi.

AKP ve Saray'a en büyük desteği veren gazetelerin başında yer alan Star gazetesi, geçtiğimiz günlerde Ethem Sancak'tan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'gönüllü fedaisi' Hasan Yeşildağ'ın kardeşi Zeki Yeşildağ'a geçmişti. Ancak gazete içinde Ethem Sancak'ın patronluğu döneminde süren Ahmet Taşgetiren-Ahmet Kekeç gerginliği yeni patron döneminde de artarak sürüyor.

Geçtiğimiz günlerde Zafer Çağlayan hakkındaki iddialar için 'Zafer Çağlayan'ın kol saati içimize sinmiyor' yazdığı için karşı karşıya gelen iki yazar arasındaki gerginliğin son nedeni ise Ahmet Taşgetiren'in 15 Temmuz darbe girişimi hakkında cevap bekleyen bazı soruları köşesine taşıması.

Taşgetiren dükü yazısında 15 Temmuz darbe girişimi sanıklarından Eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş'in yargılama sırasında söylediği “Görünmeyen kralın emriyle ben darbe yaptım. Bana emri veren adamın makamına güvendim." sölerine gönderme yaparak "Acaba devlet “Kral”ı biliyor mu? Şayet “Kral” biliniyorsa, tabii hemen ardından “Neden o kişi ve “gölgede olanlar” dava konusu olmadı?” gibi soruların gündeme geleceğini yazdı.

KEKEÇ'TEN TEPKİ: KONTROLLÜ DARBE DİYECEK DE DİYEMİYOR MU?

Ahmet Taşgetiren'in bu yazısında yanıt ise bugün aynı gazetenin yazarlarından Ahmet Kekeç'ten geldi. Sık sık Taşgetiren'i "FETÖ'cüleri savunan ağlamk yazılar yazmakla" suçlayan Kekeç, Taşgetiren'in 15 Temmuz darbe girişimi hakkında aralarında darbe sanıklarının da olduğu kimi isimlerin ve iddianamalerde geçen çelişkileri dile getirmesine tepki gösterdi.

Kekeç, Taşgetiren'in 'Kontrollü darbe' demek istediğini ancak diyemediğini iddia ettiği yazının ilgili bölümü şöyle:

Dünkü yazısında da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast tertiplemekle suçlanan Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in mahkemede verdiği ifadeleri ele almış.

Sönmezateş, “henüz ortaya çıkmayan, darbe emrini veren bir Kral’dan söz ediyor”muş... (Bu Kral, Fetullah Gülen’den ayrı bir kişilik.) Üzerinde durulması kaçınılmaz iddialarmış bunlar... 15 Temmuz trafiğinin netleşmesi denilen konunun bir boyutu da buymuş.

Star yazarı, “okuyorum” dediği iddianamelere bakma gereği duymuyor ama savunma stratejisini “yalan” ve “tezvirat” üzerine kurmuş FETÖ sanıklarının ifadelerine, “üzerinde durulması kaçınılmaz iddialar bunlar” muamelesi yapmaktan geri durmuyor.

Biraz da kendisi anlatsın: “Acaba devlet ‘Kral’ı biliyor mu? Şayet ‘Kral’ biliniyorsa, tabii hemen ardından 'Neden o kişi ve gölgede olanlar dava konusu olmadı?’ diye başlayan başka sorular sökün edecektir. Eğer ‘Gölgede’ kalan birileri varsa ve onlar bir şekilde darbe sürecinde yol almışlarsa, darbe damarı henüz kurutulmamış demektir. Sönmezateş'in sözleri, darbe girişiminde FETÖ'den başka unsurların da bulunduğunu düşündürmektedir. / Son söz: Gün ‘Kralı arama’ günü.”

Star yazarı bu işi neden bu kadar ciddiye aldı?

Ciddiye alması gerekli konular (örneğin iddianameler) ortada dururken, neden “Kral kim?” diye nafile bir sorunun peşine düştü?

Her işi halletti, şimdi de Kralı mı arıyor?

Kral, belli ki, savunma stratejisinin bir parçası.

Kral bulunmadığı sürece, FETÖ’nün “kontrollü darbe” iddiası geçerliliğini koruyacak.

Star yazarı ne demeye çalışıyor da, diyemiyor?

Cumhuriyet

Türkiye’de tutuklu ve hükümlü sayısı AKP’nin 15 yılında yüzde 274 artarak 223 bin 451 oldu
19 Eylül 2017



CHP’li Gamze Akkuş İlgezdi’nin sorusunu yanıtlayan Adalet Bakanlığı’na göre Türkiye’de tutuklu ve hükümlü sayısı AKP’nin 15 yılında yüzde 274 artarak 223 bin 451 oldu. Daha önce CHP’li Murat Emir’e verilen UYAP verileri ile bakanlığın açıkladığı rakamların farklı olması soru işareti yarattı.

Adalet Bakanlığı, 15 Haziran 2017 itibarıyla Türkiye’deki cezaevlerinde 138 bin 231 hükümlü, 85 bin 216’sı tutuklu olmak üzere 223 bin 451 kişi bulunduğunu açıkladı. Ancak UYAP verileri ile Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı rakamların farklı olması soru işareti yarattı.

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in 7 Ağustos’taki cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlü sayılarına ilişkin talebine BİMER üzerinden yanıt veren Adalet Bakanlığı, UYAP kayıtlarına göre, 15 Haziran 2017 itibarıyla 85 bin 105’i tutuklu, 139 bin 773’ü hükümlü olmak üzere toplam 224 bin 878 mahpus bulunduğunu açıklamıştı. Bu yanıttan 4 gün sonra, 11 Ağustos’ta CHP İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin hapishanelerle ilgili bilgi edinme talebini de yanıtlayan Adalet Bakanlığı’nın “15 Haziran tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında 138 bin 235’i hükümlü, 85 bin 216’sı tutuklu olmak üzere toplam mahkûm sayısının 223 bin 451” olduğuna yönelik açıklaması, tartışma yarattı. Bakanlığın iki farklı milletvekiline farklı sayı vermesi akıllara “Bir gecede 1247 tutuklu ve mahkûm tahliye mi oldu” sorusunu getirdi.

15 yılda dört kat artış

Adalet Bakanlığı verilerine göre, AKP’nin 15 yıllık iktidarında mahpus sayısında yaklaşık 4 kat artış yaşandığı ortaya çıktı. Adalet Bakanlığı’nın verileri, mahpus sayısında yaşanan yüzde 275’lik artışla “Türkiye’nin neredeyse yarı açık cezaevine dönüştüğünü” gösteriyor. CHP’li İlgezdi, hükümlü sayısının 2002’den 2017 Haziran ayına kadar yüzde 303, tutuklu sayısının ise yüzde 246 artış gösterdiğini açıkladı.

Sadece son 6 ayda yaşanan yüzde 11’lik artış, Türkiye’deki mahpus sayısındaki yükselişin devam edeceğini de ortaya koydu. İlgezdi, iktidar partisi döneminde çocuk mahkûm sayısındaki artışa da dikkat çekti. 31 Aralık 2002 tarihinde 548’i hükümlü, 1497’si tutuklu olmak üzere toplam 2 bin 45 çocuk mahkûm bulunduğunu açıklayan İlgezdi, 15 Haziran tarihi itibarıyla 1014’ü hükümlü, 1777’si tutuklu olmak üzere 2 bin 791 çocuk mahpusun cezaevlerinde bulunduğunu bildirdi. AKP iktidarı döneminde çocuk mahkûm sayısındaki artış yüzde 37 oldu.

Kadın mahkûmlar

Cezaevlerindeki kadın mahkûm sayısındaki artış da dikkat çekti. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda 2 bin 108 olan kadın mahkûm sayısı, 15 Haziran tarihi itibarıyla 9 bin 708’e yükseldi. İlgezdi’nin açıkladığı rakamlar, 15 yılda kadın mahkûm sayısında yüzde 360 oranında artış yaşandığını gösteriyor. Cezaevlerinde bulunan 223 bin 451 mahkûm da TÜİK’in 2016 yılı il nüfusu verilerine göre Ardahan, Artvin, Bilecik, Çankırı, Kilis ve Tunceli illerinin nüfuslarından fazla.
Cumhuriyet

Erdoğan, BM’de boş sıralara konuştu
19 Eylül 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, New York’taki 72. BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Suriye, Kuzey Irak referandumu ve Myanmar’daki gelişmelere değindi. . Erdoğan konuşurken boş koltukların çokluğu dikkat çekti.

Erdoğan, “Buradan, topraklarında barındırdığı 3.2 milyon sığınmacının tüm yükünü Türkiye’nin omuzlarına bırakan ülkeleri ve uluslararası kuruluşları verdikleri sözleri tutmaya davet ediyorum” dedi. Erdoğan, Suriye’de kalıcı bir ateşkesin sağlanması için Rusya ve İran ile tüm kesimlerin katılımıyla Astana’da varılan mutabakat çerçevesinde İdlib bölgesinin güvenliğe kavuşturulmasıyla ilgili yeni bir planı hayata geçireceklerini söyledi.

IKBY’ye çağrı

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde gerçekleştirilmesi düşünülen bağımsızlık referandumu ile ilgili de konuşan Erdoğan, “Bağımsızlık talepleri gibi bölgede yeni krizler, çatışmalar ortaya çıkartabilecek adımlardan uzak durulması gerekiyor. Buradan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni bu doğrultuda başlattığı girişimden vazgeçmeye davet ediyoruz. Türkiye’nin bu konudaki çok açık ve kararlı tavrını görmezden gelmek, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni elindeki imkânlardan da edecek bir sürecin önünü açabilir. Yeni çatışmaların fitilini ateşlemek yerine hep birlikte bölgede huzuru, barışı, güvenliği, istikrarı tesis için çalışmalıyız” dedi.

“Uluslararası toplum tıpkı Suriye’de olduğu gibi Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı insani dram konusunda da iyi bir sınav verememiştir” diyen Erdoğan, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Tüm bu gelişmeler ve yaşanan insani trajediler, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyerek sembolleştirdiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yeniden yapılandırılması çağrımızın haklılığını teyit ediyor. Aynı zamanda Güvenlik Konseyi’nin reforme edilmesinde ne kadar geç kaldığımızın da bir ifadesidir. Biz, Güvenlik Konseyi’nin tamamı aynı hak ve yetkilere sahip 20 ülkeden oluşan bir yapıya sahip olmasını öneriyoruz.”

‘Kimse görüşmek istemiyor’

CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın izole olduğunu öne sürerek, “Dünyada hiçbir lider görüşmek istemiyor Cumhurbaşkanı’yla. En basit randevulara bile zorluk çekildiğini görüyoruz” dedi. Yılmaz, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’ndan bahsediyoruz. Her tarafla kavgalı. Eriyoruz, itibarımız beş para oluyor dünyada” diye konuştu.
Cumhuriyet

Erdoğan: Trump benden özür diledi... Beyaz Saray: Doğru değil
20 Eylül 2017



PBS televizyonunda NewsHour programında yayınlanan röportajında Erdoğan, korumalarına yönelik suçlamalardan dolayı Trump’ın kendisine üzüntüsünü bildirdiğini iddia etti. Axios haber sitesinden Dave Lawler’a açıklama yapan bir Beyaz Saray kaynağı ise, “Yorumlar doğru değil, Başkan özür dilemedi” dedi.

Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı için ABD’de bulunan Tayyip Erdoğan’ın Trump’la temasları ABD basınında yakından izleniyor. Dün New York merkezli PBS televizyonunda NewsHour programında yayınlanan röportajında Erdoğan, korumalarına yönelik suçlamalardan dolayı Trump’ın kendisine üzüntüsünü bildirdiğini iddia etti.

PBS NewsHour'daki o haber:



PBS kayıtlarına göre programcı Judy Woodruff’ın “Siz bu suçlamalara katılmıyorsunuz. ABD yargı sisteminin çürümüş olduğunu da söylediniz. Bu da çok temel bir görüş ayrılığı. Başkan Trump’la nasıl anlaşabileceksiniz, o gün olanlarla ilgili bu kadar temel bir görüş ayrılığı varken Başkan Trump’la nasıl iş yapacaksınız?” sorusuna Erdoğan şöyle yanıt verdi:

“Aslında Başkan Trump bir hafta önce bu konuyla ilgili beni aradı. Üzgün olduğunu belirtti, ABD’ye geldiğimizde resmi ziyaret kapsamında olayı takip edeceğini söyledi.”

Beyaz Saray yetkilisi: Yorumlar doğru değil, Başkan özür dilemedi



Bu açıklama ABD basınında Trump’ın Erdoğan’dan özür mü dilediği sorularına neden olurken Erdoğan’ın iddiasıyla ilgili Axios haber sitesinden Dave Lawler’a açıklama yapan bir Beyaz Saray kaynağı ise, “Yorumlar doğru değil, Başkan özür dilemedi” dedi.

Cumhuriyet

Perinçek ‘teşhisi koydu’: Erdoğan ‘İslami Kemalist’ oldu
20/09/2017

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘İslami Kemalist’ olduğunu öne sürdü.

Ulusal Kanal’da konuşan Perinçek şunları söyledi: ​”Erdoğan İslami Kemalist oldu. Bizim savunduğumuz noktaya geldi. Bunu ben söylemiyorum. Analiz kurumları söylüyor. Erdoğan için ‘İslami Kemalist oldu’ analizleri yapılıyor. Biz ne demiştik? ‘Bizim bulunduğumuz noktaya geldi’ demiştik.”

Perinçek, artık Erdoğan’ın Türkiye’yi değil, Türkiye’nin Erdoğan’ı yönettiğini de iddia etti.
Diken

Erdoğan: Eğitim için Batı'ya gidenler ajan oluyor
21 Eylül 2017



"Bunlar, ülkesinin menfaatleri için çalışmak yerine yabancı şirketlerin çıkarlarına hizmet etmişlerdir"

CumhurbaşkanıTayyip Erdoğan, eğitim için Batı'ya gönderilen öğrencilerin, "gönüllü ajan" hâline geldiklerini ileri sürdü. "Kendi milletine tepeden bakan, kendi değerlerinden tiksinen bu sözde aydınların bize verdikleri zararı emin olun düşman dahi vermemiştir" ifadesini kullanan Erdoğan, sözlerine "Çünkü bunlar ülkesinin menfaatleri için çalışmak yerine yabancı şirketlerin, devletlerin, kurum ve kuruluşların çıkarlarına hizmet etmişlerdir" diye devam etti.

ABD'de bulunan Erdoğan, TÜRKEN Vakfı Geleneksel Gala Yemeği'ne katıldı.

"Beynini Pensilvanya'da yaşayan bir şarlatana ipotk etmiş mankurtlar"

"Ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de benzer kesimlere medeniyet coğrafyamızda çokça rastlıyoruz" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"15 Temmuz gecesi darbe teşebbüsünün faili olan Fethullahçı Terör Örgütü işte böyle bir güruhtur. Beynini Pensilvanya'da yaşayan bir şarlatana ipotek etmiş bu mankurtların neler yapabileceklerini hep beraber gördük, yaşadık, Bunların içinde proflar da var, bunların içinde multimilyarder zenginler de var ama bunların hiçbiri kar etmiyor. Satmaksa, iradeyi ve aklı kiraya vermekse verdiğin andan itibaren işte tablo bu olacaktır. Ruhunu 1 dolara satışa çıkaran bu insan müsveddeleri 15 Temmuz gecesi bize tarihimizin en büyük ihanetini yaşatmıştır."

Erdoğan'ın çocukları da yurt dışında okumuştu

Sümeyye Erdoğan

Ramsey ve Gürman Giyim'in sahibi Remzi Gür'in sağladığı bursla ABD'de Indiana Üniversitesi The School Of Public and Enveriomental Affairs ( Kamu ve Çevre İşleri) departmanında Policy Studies (Politika araştırmaları sosyoloji ve siyaset okudu. Yüksek lisansını ise Londra'da London School of Economics'te sosyal politikalar bölümünde STK'lar ve Kalkınma üzerine yaptı.

Bilal Erdoğan

Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun olduktan sonra ABD‘ye Üniversite okumaya gitti. Bilal Erdoğan, 2003’te Harvard Üniversitesi‘nde yüksek lisans yaptı. Kasım 2004’ten itibaren Dünya Bankası’nda stajyer olarak çalışmaya başladı. Stajını tamamlayınca Washington‘un önde gelen araştırma kuruluşlarından Brookings Institute‘de araştırma görevlisi olarak iş başı yaptı.2005’te Washington yakınlarında, Maryland eyaletinin College Park’taki Colesville RD’de mortgage’a girdi, 261.5 bin dolara daire aldı.

Burak Erdoğan

Bilgi Üniversitesi'nde okudu. Londra'da burslu olarak ekonomi eğitimi aldı.İstanbul Kasımpaşa askeri hastanesinden alınan raporla askerlikten muaf tutuldu.

Esra Erdoğan

ABD'de Indiana Üniversitesinden 2003 yılında mezun oldu. California'da bulunan Berkeley Üniversitesi'nde lisans üstü eğitim aldı.

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan batı ajan

"Kadir Topbaş istifa etti ancak Erdoğan 'beklesin' talimatı verdi"
21 Eylül 2017



CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifa ettiğini iddia etti

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifa ettiğini iddia etti. Yarkadaş, Topbaş'ın istifanın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a iletildiğini ancak Erdoğan'ın "beklesin" talimatı verdiğini de söyledi.

Twitter hesabından haberi duyuran Yarkadaş; "Kadir Topbaş, bugün beş dosyasının kendisine rağmen meclisten geçmesi üzerine, çok yakın çevresine 'istifa ettiği'ni açıkladı. Topbaş'ın bu açıklaması sonrası, konunun AKP Gnl. Başk. Erdoğan'a iletildiği; Erdoğan'ın Başkan beklesin" talimatını verdiği öğrenildi. Topbaş bunun üzerine yakın çevresine "5 EKİM'e kadar bekleyeceğim" dedi. Gözler şimdi 5 Ekim'e çevrildi. AKP'deki rant kavgası sürecek" ifadesini kullandı.

Halktv'de ana haber bültenine telefonla bağlanan Yarkadaş, Topbaş'ın bu iddiayı reddedemeyeceğini, olaylar sırasında yanında bulunan 3 kişinin de bu duruma şahitlik olduğunu söyledi. CHP'li vekil, olayın AKP'deki büyük yarılmayla ilgili olduğunu öne sürdü.

T24
ETİKETLER
kadir topbaş istifa barış yarkadaş

Duayen işadamı hükümeti uyardı: Görüntü parlak değil
20 Eylül 2017



Türk inşaat sektöründe 50 yıldır faaliyet gösteren MESA’nın patronu Erhan Boysanoğlu, sorunları tek tek anlattı, bir dizi başlıkta önlem çağrısı yaptı.

Mesa Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Boysanoğlu ve Genel Müdürü Mert Boysanoğlu, dün sektörle ilgili değerlendirmelerde bulunup, yatırım planlarını açıkladı. Gayrimenkul sektörünün rant tartışmaları, fiyatta balon ve konut fazlasıyla gündeme geldiğine dikkat çeken Erhan Boysanoğlu, “Ama kimse sürdürülebilirlik konusunda bir şey söylemiyor. Bu kadar ekonomiye destek veren bir sektörde yaşanacak olumsuz bir gelişme tüm Türkiye'yi etkiler” dedi. Sektördeki sorunları ve çözüm önerilerini sıralayan duayen işadamı şu noktalara dikkat çekti:
GÖRÜNTÜ PARLAK DEĞİL
50 yıla yakın bir süredir inşaat sektörünün içindeyim. Şu anda ana sorun çok sayıda oyuncu olması. Sektör o kadar parlak anlatılıyor ki… Ancak o kadar da parlak olmadığını hissediyorsunuz. Türkiye neyse sektör de o sonuçta… Her girenin bu sektör içinde kalma şansı yok. Geçmişe dönüp bakılırsa bazı isimlerin piyasadan çekildiği görülür.
AŞIRI MÜDAHALE ZORLUYOR
Hükümetin müdahaleleri uzun süreçte işi çıkmaza da sokabilir parlak hale de getirebilir. Kanunların, yönetmeliklerin sürdürülebilir olması lazım. Bunlardaki değişimler bazen sektöre katma değer yaratıyor gibi görünüyor ama sonunda başka eksiler getiriyor. Çok sık müdahale etmek sürdürülebilirliği zorluyor. Türkiye'de konut satışlarından alınacak KDV, evlerin büyüklüklerine göre belirleniyor. Düğünlerde 3 çocuk, 5 çocuk isteniyor. Ama 3 çocuğu olan bir ailenin evinde en az 4 oda olması gerekiyor, bunun için de evin 150 metrekareden büyük olması lazım. O zaman da en yüksek vergi dilimini ödemesi gerekiyor. Konutta vergi düzeni değiştirilmeli.
VERİLERDE SORUN VAR
Konut satış rakamlarının doğruluğu konusunda bazı sorunlar var. Tapu kayıtları üzerinden veriler açıklanıyor, burakamlar iki – üç yıl geriden geliyor ve ortaya doğru bir netice çıkmıyor. Sağlıklı veriye ulaşmak için tüm konut satışlarının sadece banka üzerinden gerçekleşmesi gerekiyor. Eğer veriler düzelirse, satılan dairelerin büyüklüğüne ve tipine bakılarak konut arzı ve talebi daha dengeli bir hale getirilebilir.
ARSA SAHİPLERİ KAZANIYOR
İmar artışları yaşandığı zaman geliştiriciler rant suçlamalarıyla karşı karşıyakalıyor. Halbuki buradan kazanan arsa sahibi. Müteahhit yaptığı işin büyüklüğü arttıkça inşaat maliyeti de artıyor, halbuki arsa sahibi durduğu yerde kazanıyor. Emsal artışlarından en büyük fayda arsa sahiplerine sağlanıyor, bunun önüne geçilmeli. Öte yandan, yüzde 50 oranıyla kat karşılığı anlaşma yapıldığı sürece asıl konuta ihtiyacı olan kesimin ev sahibi olması imkansız hale geliyor. Bunun yeniden biçimlenmesi lazım ve devletin ucuz arsa üretmesi gerekiyor.
KENTSEL DÖNÜŞÜM RANTA DÖNÜŞTÜ
Erhan Boysanoğlu, kentsel dönüşümün bekleneni veremediğini ve rant olayı haline döndüğünü söyledi. Boysanoğlu, “İstanbul'da sadece riskli yapıstokunun yüzde 10'u yenilenebildi. Kentsel dönüşüm rant olarak algılandığı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çıkarılacak yeni yasal düzenlemenin adının ‘Depreme Hazırlık Yasası' olarak sunmaya çabalıyor. Kentsel dönüşüm algısı baştan aşağıya değişmeli. Müteahhitlerin yoğunluk artışı olmadan yenileme projelerine katılabilmeleri çok zor” diye konuştu. Belediyelerin imar yönetmeliğini farklı algılaması ve hükümetin az katlı düşük yoğunluklu yapılaşmaya gitmek istemesi nedeniyle imar yönetmeliğinin değiştiğini kaydeden Boysanoğlu, “Eğer emsale inşaat hakkı aynı kalırsa ve yükseklik sınırlaması getirilirse, yeşil alan kazanma şansınız yok. Düzenleme bu haliyle yürürlüğe girerse ileride sıkıntılar ortaya çıkacaktır” dedi.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Mesa Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Boysanoğlu Mert Boysanoğlu

Türkiye'nin traktör devi Hintli Mahindra'ya satıldı
20 Eylül 2017



Dünyanın en büyük traktör üreticilerinden Hindistan merkezli Mahindra & Mahindra, yılbaşında Hisarlar'ı alarak girdiği Türkiye pazarında ikinci büyük satın almayı da gerçekleştirdi.

Mahindra & Mahindra, en büyük traktör firmalarından Erkunt Traktör'ü satın aldı. Mahindra'nın satış için 76 milyon dolar ödediği öğrenildi
Hindistan merkezli traktör üreticisi Mahindra & Mahindra'nın daha önce Hisarlar'ı satın alarak girdiği Türkiye pazarında ikinci büyük satın almasını yapmaya hazırlandığı yönündeki haberi sabah saatlerinde duyurmuştuk .
Dünyanın en büyük 3. traktör firması olan Mahindra & Mahindra (M&M) ülkede İngilizce yayın yapan ekonomi kanalı CNBC TV18'deki habere göre Türkiye'nin ilk 5 traktör firmasından birini bünyesine katmak için son görüşmeleri yaptığı belirtilmiş ancak firmanın adı açıklanmamıştı.
Hintli Dabur, 69 milyon dolara Hobi'yi satın aldı
AÇIKLAMAYI BORSAYA YAPTI
Mahindra, resmi açıklamayı ise az önce Hindistan Borsası'na yaptı. Buna göre Mahindra, Erkunt Traktör'ün yüzde 100 hissesini satın aldı. Mahindra'nın satış için 76 milyon dolar ödediği öğrenildi. Satışla ilgili işlemler 30 Kasım'a kadar tamamlanacak.
Hindistan devi borsaya yaptığı bildirimde Erkunt Traktör'ün yanı sıra yüzde 35'ine sahip olduğu; otomotiv, traktör ve iş makinelerine yönelik döküm parçalar üreten Erkunt Sanayi'nin de en az yüzde 80 hissesini de satın aldığını belirtti.
TÜRKİYE TRAKTÖR PAZARINDA AVRUPA'NIN LİDERİ
Türkiye, traktör pazarı açısından Avrupa'da 1. sırada, dünyada ise 4. sırada bulunuyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı rakamlara bakıldığında; 2016 yılında yurtiçi traktör pazarının bir önceki yıla göre %5 büyüyerek 70.205 adede yükselerek yeni bir rekor kırmıştı.
17.8 milyar doalr büyüklüğe sahip olan Mahindra Group bünyesindeki M&M geçen yıl 13 milyar dolar ciro yapmıştı. Hindistan firması hâlihazırda Türkiye'de kendi markasıyla da faaliyet göstermekte ve güçlü bir oyuncu konumunda.
Hisarlar resmen Hint devine satıldı
FORD İLE DE İŞBİRLİKLERİ VAR
2019 yılında küresel gelir kalemini ikiye katlayarak 5 milyar dolar seviyesine taşımayı amaçlıyor. Hint firması geçtiğimiz günlerde de Ford ile elektrikli ve sürücüsüz traktör teknolojisi başta olmak üzere ürün ve bilgi bazında işbirliğine gideceğini duyurmuştu.
Uzmanlar, Hisarlar'ın ardından Türkiye'de gerçekleşecek 2. satın almanın bu anlamda katkısının büyük olacağına dikkati çekiyor.
Mahindra & Mahindra geçen yıl Hisarlar'ın % 75'ine 71 milyon TL ödeyerek satın almıştı. Mumbai merkezli dev şirket dünya genelinde 100 ülkede faaliyet gösteriyor ve 200 bin kişi istihdam ediyor.
ERKUNT TRAKTÖR HAKKINDA
Erkunt Traktör Sanayii A.Ş, 12 Eylül 2003 tarihinde, tamamen yerli sermaye ile kurulmuş ve bir yıl gibi kısa bir süre içinde Türkiye'nin ilk yerli tasarım traktörünü üretmeye başlamıştı.
Sektörün önemli isimlerinden biri haline gelen Erkunt Traktör, 6 yıl içerisinde pazarda 3. sıraya gelerek Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşundan biri olmuştu.
2015 yılında 5 bin 250 adet traktör satan Erkunt Traktör Sanayii A.Ş, ürettiği tüm traktör modelleri için Avrupa Birliği Homologasyon Belgesi'ne sahip. Bu vesile ile özellikle Avrupa kıtasına başlayan ihracat, Türk traktör sektörü için yine bir "ilk" olma özelliği taşımakta.
Geçtiğimiz yıllarda ihracat markası ArmaTrac ile Avrupa'da büyümeyi amaçlayan firma ilk ihracatını Bulgaristan'a gerçekleştirdikten sonra 17 ülkede yer alan bayileri ile yurt dışında da hızla ilerleme kaydetmekte.
Şirketin 2016 yılı cirosu ise 314 milyon TL.
(Habertürk)

Ahmet Hakan: Cumhurbaşkanı Erdoğan'a acı bir haberim var
22 Eylül 2017



TV programcısı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Eğitim için Batı’ya gönderilenlerin çoğu, Batı’nın sadece kültürünü alarak ve benliklerini kaybederek ülkelerine döndü" şeklindeki açıklamalarını köşesine taşıdı.

Ahmet Hakan: Cumhurbaşkanı Erdoğan'a acı bir haberim var
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın batıda eğitim alanlar hakkında söylediklerini bugünkü köşesine taşıdı. Hakan, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'a acı bir haberim var" dedi.

İşte Ahmet Hakan'ın yazısındaki ilgili bölüm:

CUMHURBAŞKANI Erdoğan şöyle diyor:

“Eğitim için Batı’ya gönderilenlerin çoğu, Batı’nın sadece kültürünü alarak ve benliklerini kaybederek ülkelerine döndü.”

*

Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle de diyor:

“Kendilerinden ülkeleri için kurtuluş reçetesi hazırlaması beklenenler, Batı’nın gönüllü ajanları haline geldi.”

*

Cumhurbaşkanı Erdoğan iyi diyor, güzel diyor da...

Demediği, hiç değinmediği hususlar var.

*

Mesela...

Bizim ilim ve fen öğrenmek için iki yüz yıldır neden Batı’ya gitmek zorunda olduğumuz hususuna hiç değinmiyor Cumhurbaşkanı...

*

Mesela...

Çocuklarımızı eğitim için Batı dışında gönderebileceğimiz alternatif bir diyarın olmadığı konusuna hiç girmiyor Cumhurbaşkanı...

*

Mesela...

Çocuklarımıza neden ilim ve fenni öğretecek duruma bir türlü gelemediğimizi, bizde eksik olanın ne olduğunu söylemiyor Cumhurbaşkanı...

*

Mesela...

En Batı düşmanı kişiler bile, söz konusu eğitim olduğunda, çocuklarını neden Doğu’ya değil de Batı’ya gönderiyor sorusunu sormuyor Cumhurbaşkanı...

*

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a acı bir haberim var:

TEOG MEOG olaylarıyla, sil baştan yapmalarla, her gelen bakanın ayrı reform paketi açıklamasıyla, yani eğitim sisteminde gerçekleştirdiğimiz şu iniş çıkışlarla falan...

İlim ve fen için...

En az yüzyıl daha Batı’ya öğrenci göndermek zorunda kalacağız vallaha.

İnsanhaber

Köşe yazarı Ahmet Taşgetiren Star gazetesinden ayrıldığını duyurdu
22 Eylül 2017



2013 yılından itibaren Star gazetesinin köşe yazarlarından biri olan Ahmet Taşgetiren gazetedeki görevinden ayrıldığını duyurdu.

Köşe yazarı Ahmet Taşgetiren Star gazetesinden ayrıldığını duyurdu
Ahmet Taşgetiren Star gazetesindeki görevinden ayrıldığını açıkladı. Taşgetiren son olarak eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın Reza Zarrab'ın ABD'deki davasına dahil edilmesini konusunda gazetenin başka bir köşe yazarı olan Ahmet Kekeç ile görüş ayrılığına düşmüştü.

Taşgetiren, gazete yönetiminin söz konusu tartışmada "yanlı" davrandığını savundu.

Taşgetiren - Kekeç tartışmasına daha sonra bir dönem adı Gülen cemaati ile anılan Hüseyin Gülerce ve AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner de dahil olmuştu. İki isim, tartışmaya ilişkin olarak kaleme aldıkları yazılarında Taşgetiren'e tepki göstermişlerdi.

Ahmet Taşgetiren'in sosyal medya hesabında yaptığı açıklama şöyle:

"Son tartışmalar içinde gazete yazı işlerinin tartışan yazarları arasında taraf olduğunu, bana yönelik saldırgan yazıları birinci sayfadan anons ederek verdiğini, perşembe günü Mehmet Metiner ve Hüseyin Gülerce’nin yine bana yönelik haksız yazılarının birinci sayfadan anons edilerek yayınlandığını, buna karşılık benim buna cevaben yazdığım yazının yayınlanmamasına karar verildiğini öğrenmiş bulunuyorum. Bu tavrın haksız ve etik dışı olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple bundan böyle Star’da yazmamaya karar verdim."

İşte Ahmet Taşgetiren'in yayımlanmayan yazısı

Taşgetiren, sosyal medya hesabında Star yönetimi tarafından bugün (22 Eylül 2017) yayımlanmayan yazısını da paylaştı. Söz konusu yazıda Kekeç ile tartışmasına dahil olan Gülerce ve Metiner'e tepki gösteren Taşgetiren, "Gülerce’nin 25 yıl sonra ne diyeceğini, Metiner’in kime biat edeceğini çok merak edeceğim. Çirkin kelimeler kendilerine iade" ifadesini kullandı.

Ahmet Taşgetiren'in Star'da yayımlanmayan, "Şebekeye iki isim daha" başlıklı yazısı şöyle:

Bu Hüseyin Gülerce benim arkadaşım.

Kendisi F.G.’nin yanında ve “25 yıllık hayatımın en onurlu işi Hocaefendi’yi tanımak” derken, zaman zaman “Bu kadar sözcü konumunda gözükme. Sözcü değilsin ama hep öne çıkıyorsun” dediğim arkadaşım. O zaman “Sözcü”lüğün kredisini çok yararlı gören arkadaşım.

28 Şubat günlerinde merhum Erbakan hoca, Refah’ın kapatılması davasında Anayasa Mahkemesi’nde savunma yaparken çenesinin altında biriken ter damlacıklarını “Vaktiyle düzgün siyaset yapsaydın şimdi böyle terlemezdin” mealinde bir yazı ile değerlendiren (!) arkadaşım. Bu yaklaşım F.G.’nin “Çekil artık” dediği zamanlara denk düşmekteydi.

Gülerce, benim o zaman Yeni Şafak’ta “Gül’den öte” başlığı altında yazdığım yazıda, “Hallac Mansur darağacında taşlanırken en çok dostun attığı gülden incinmiş. Gülerce’nin bu yazısı dostun gülü bile değil. Bu samimi bir davranış değil” dediğim için “Sen benim samimiyetimi sorguluyorsun”yaklaşımıyla bana küsen, aylarca konuşmayan arkadaşım. 17–25'ten çok sonra uyanan arkadaşım.

Ama Cem Küçük’ün şehadetiyle öyle “DEVLET”lû olmuş ki, şimdi dostlarını biçmeye başlamış.

Samimiyetini şimdi de mi sorgulamayayım.

Bana karşı Tayyip Erdoğan’ı savunmak!

Sen ne zaman geldin oraya arkadaşım? Star’da meşruiyet sağlamanın yolu olarak mı gördün yoksa bunu?

Her gazetenin yayın çizgisi olurmuş da, orada ona uyum sağlamak lazımmış da, Star’ın ve Sabah’ın da bir yayın çizgisi varmış da, o gazetelerin yayın çizgisine uymayan, “gazetedeki arkadaşları üzen, okuyucuyu tedirgin eden” yazılar yazılmazmış da…

Vay vay vaayyy! “Terbiyeli ol ey yazar!” raconu olsa gerek bu.

Bana yolu gösteriyor Gülerce arkadaşım!

Bunu pek çok trolden okumuştum, şimdi Gülerce’den okuyorum. Bravo arkadaşım.

Belki bir gün yine trollerden iktibasla “Taşgetiren niye dışarda” diye yazarsın. Gül atmaya alışkın olduğun ayan beyan görünüyor.

Yahu Gülerce sen ne zaman böyle oldun?

Nedir o Cem Küçük’ün seni aklamak için kullandığı büyük harfle “DEVLET’in adamı” tanımlaması?

“Zor yazı”ymış. İnanmıyorum, çok kolay yazmışsındır bu yazıyı.

Benim okuyucu nezdindeki yerime bakacağına kendi yerine baksana. Bir yerlerde yer edinme telaşına ne demeli?

“28 Şubat’ın acımasız Erbakan düşmanlarından destek almanız” diye bir cümle kurmuşsun. Ne diyeyim ki? Şimdi ben senin için “İyi adamdır” desem ne olacak? Senin “Erbakan Hoca’nın çenesindeki ter damlaları” için yazdıkların ne olacak? Benim “Seni seviyoruz savunan adam” diye yazdığım günlerde yazdın sen onları. Ben, Erbakan’ın kendisinin değil davasının yargılandığını düşünerek yazdım “Seni seviyoruz savunan adam”diye. Sen niye yazmıştın ter damlalarını?

“Tayyip Erdoğan’ın ayağına taş değmesin” diye de yazdım ben. Yüzüne karşı da söyledim “Tayyip Erdoğan Tayyip Erdoğan’dan ibaret değil” diye. “O düşerse hep düşeriz” dedim. Burada da insanı kutsallaştırmak gibi bir düşüncem yok. Açık söylüyorum içime sinmeyen, doğru görmediğim bir noktada da eleştiririm. Bunu da davam için yaparım. Tayyip Erdoğan’ın bundan düşmanlık değil, dostça uyarı okuduğuna da inanırım.

Bir insanın mahkemede terlemesinden kınama çıkaran adam neyi yapıyor peki?

Bana göre bir şebeke var, Cem Küçük’lerle TGRT’de başladı Taşgetiren’e saldırı, Star’da devam ediyor. Gülerce de o şebekeye dahil olduğunu belirtmiş oldu son yazısıyla. Bu yazıdan utanacak. Başka şey söylemem.

Metiner’e gelince… Elhamdülillah o şimdi Ak Parti’de ve Tayyip Erdoğan’ın çevresinde. Allah herkesi zihinlerinin üzerinden 28 Şubat buldozeri geçilmesinden korusun. İnsanlar savrulur savrulur. Kimi zaman radikal İslamcı olur, kimi zaman sosyalist Kürtçü partinin başkan yardımcılığına gelir, kimi zaman Şeriat — Demokrasi arasında gider gelir, kimi zaman “Biatsa biat” der… Dilerim durulmuş olsun.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki: “Kimse benim adıma racon kesemez.”

Ben de derim ki: Kenara çekilin de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üzerine gölgeniz düşmesin.

Gülerce’nin 25 yıl sonra ne diyeceğini, Metiner’in kime biat edeceğini çok merak edeceğim. Çirkin kelimeler kendilerine iade.

İnsanhaber

İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş istifa ettiğini açıkladı
22 Eylül 2017



İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş istifa ettiğini canlı yayında açıkladı.

İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş neden istifa etti? Belediye Başkanı Kadir Topbaş kimse sitem etti?
Topbaş şu ifadeleri kullandı:

"2004 yılında belediye başkanı oldum. Sayın genel başkanım ve partim beni İstanbul sathına çıkardı. Bana gönlüğnde yer ayıran herkese teşekkür ediyorum.

Hata ve ihanet birbirine karışmaması gerekir. Görevim esnasında çok değerli meclis üyelerim, belediye çalışanlarımız ve özellikle il başkanlarımız yanımda oldu.

Yüce rabbime hamd ediyorum. Böyle bir şehir bir başka şehir. Türkiye’deki tüm belediye başkanlarının abisi oldum. Bu şehir beni Dünya belediyeler Birliği Başkanı yaptı. İnsanlar çok şeyi affeder adam yerine konmamayı affetmez.

‘KENTE BAŞKAN OLMAK GERÇEKTEN KOLAY DEĞİL’

İstanbullular bize güvendi. Bizi yalnız bırakmadı.

Bir kuruşa muhtaç olan belediyenin bugün borcu yok. Bu süreçte her daim kendilerinden istifade ettiğim cumhurbaşkanımız ve bakanlarımıza teşekkür ederim. Hayatımda yorgunluk kelimesini kullanmadım.

Vatandaşlarımız bize gönüllerinde yer verdiler. Orada hep kalmak isterim. Kadir Abi dediler, abilik unvanı kolay verilmez. İstanbul dünyanın merkezi. Bu kentte başkan olmak gerçekten kolay değil. Bugün itibariyle belediye başkanlık görevimden istifa ettim. Muhalefete buradan ekmek çıkmaz. Partimden istifa etmedim.

KADİR TOPBAŞ'TAN SONRA YENİ İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANI KİM OLACAK?

Belediye mevzuatına göre Topbaş'ın yerine gelecek olan ‘vekalet başkan’ belediye meclisi tarafından seçilecek. Başkan seçilebilmek için meclis üyesi olmak yetiyor. Ancak Topbaş’ın koltuğu için 2 güçlü aday var. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin Birinci Başkan Vekili Ahmet Selamet. İkinci Başkan Vekili ise Göksel Gümüşdağ. Kulislerde bu iki isimden birisinin 2019 Mart ayında yapılacak yerel seçimlere kadar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na vekalet edeceği konuşuluyor. Bu tercihe en yakın olan isim ise yine kulislere göre Göksel Gümüşdağ.

Tekin: Kadir Topbaş'a kendi partisi kumpas kuruyor!
CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifasıyla ilgili, "Sayın Kadir Topbaş, kendi partililerin sana kumpas kuruyorlar. Cesur ol ve kararı idare mahkemesine taşı. Yanındayız." dedi

Tekin: Kadir Topbaş'a kendi partisi kumpas kuruyor!

Kişisel Twitter hesabından paylaşımda bulunana Tekin, "Sn.Kadir Topbaş, “Ali Müfit Gürtuna'dan emanet aldım” dediğiniz şehri emanet edemeden gittiniz. İstanbul bizim sevdamız, sahipsiz değildir.." diye yazdı.

Tekin'in paylaşımları şöyle:

"Sayın Kadir Topbaş, kendi partililerin sana kumpas kuruyorlar. Cesur ol ve kararı idare mahkemesine taşı. Yanındayız..."

"Sn.Kadir Topbaş, “Ali Müfit Gürtuna'dan emanet aldım” dediğiniz şehri emanet edemeden gittiniz. İstanbul bizim sevdamız, sahipsiz değildir.."

CHP'li Ertuğrul Gülsever: Kadir Topbaş adam yerine koyulmadı
CHP İBB Grup Başkan Vekili Ertuğrul Gülsever, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifası hakkında konuştu. Kadir Topbaş üzerinde bir itibarsızlaştırma çalışması yapıldığının altını çizen Gülsever, "Burada bir itibarsızlaştırma vardı. Zaten istifası sırasında da Kadir Topbaş bunu çok aleni olarak söyledi. Söylediği şey, "İnsan her şeyi affeder ama adam yerine konulmamayı değil" oldu. Burada Kadir Topbaş adam yerine koyulmadı. Bu bardağı taşıran son damlaydı diye düşünüyorum" dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nde yaşanan 'veto krizinin' ardından Kadir Topbaş, 13 yıldır sürdürdüğü görevinden istifa etti. CHP İBB Grup Başkan Vekili Ertuğrul Gülsever, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifasını YURT'a değerlendirdi. Bu istifayı zaten beklediklerini ifade eden Gülsever, "Zaten beklediğimiz bir sonuçtu bu bizim. Bugünden başlamış bir sorun değil bu. 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişimi sonrasında bu çok konuşulmaya başlayan bir işti. Kadir Topbaş'ın istifa edeceği, görevden alınacağı yada sağlık sorunlarını bahane ederek ayrılacağı konusunda yaygın bir tablo vardı" dedi.

'AKP'NİN İSTANBUL'DA BÖYLE BİR YENİLGİ ALMASI BU SÜRECİ HIZLANDIRDI'

Gülsever, AKP'nin 16 Nisan'da İstanbul'da yenilgi almasının, Kadir Topbaş'ın istifa sürecini hızlandırdığını ifade ederek, "16 Nisan'da yapılan referandum sonrasında, İstanbul'da çıkan 'hayır' cephesinin oylarının, AKP'nin savunduğu 'evet' cephesinden fazla olması ve AKP'nin ilk defa burada böyle bir yenilgi alması bu süreci hızlandıran bir tablo oldu. Bunun üzerine gidiyorlardı. Bir itişme, dalaşma sürekli vardı mecliste. Biz bunu gözlüyorduk, görüyorduk, dile getiriyorduk. En sonunda restleşme öyle bir notaya kadar geldiki, Kadir Topbaş'ın veto ederek, bizim 'ret' ettiğimiz, AKP'nin oylarıyla kabul edilmiş olan 5 dosyanın meclise tekrar iadesi, ve o iade sonucunda da AKP meclis gurubunun işi üstelikte salt çoğunluğu bulamadan, bulmuş gibi yaparak, hileyle kabul ettirerek oradan geçirmesi, Kadir Topbaş'ı bu görevi bırakmaya iten en önemli unsur oldu diye düşünüyorum" diye konuştu.

'BU BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLAYDI'

Ertuğrul Gülsever sözlerini şöyle sürdürdü:

"Burada bir itibarsızlaştırma vardı. Zaten istifası sırasında da Kadir Topbaş bunu çok aleni olarak söyledi. Söylediği şey, 'İnsan her şeyi affeder ama adam yerine konulmamayı değil' oldu. Burada Kadir Topbaş adam yerine koyulmadı. Bu bardağı taşıran son damlaydı diye düşünüyorum."

"Yasal bütün kompozisyonlar, artık buradan sonra mecliste bir seçim yapılarak, yeni görevi kimin üstleneceğini oylama sorucunda ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyor. Büyük ihtimalle meclis olağanüstü bir toplantıya çağrılacak ve adayın kim olacağı, bundan sonraki süreçte belediye başkanlığı görevini kimin yürüteceğinin, meclisteki oylama sonucunda verilecek kararla ortaya çıkarılacaktır."

"Biz CHP Grubu olarak kimin aday olması gerektiği konusundaki tavrımızı, il başkanlığımızla, partimizin genel merkeziyle konuştuktan sonra belirleyeceğiz. Ve inandığımız doğrultudaki arkadaşımızın seçilmesi için çaba ve gayret içerisinde olacağız."

İnsanhaber

Yeni Şafak yazarı: Ahmet Taşgetiren, 'vicdan' demektir, Star'dan ayrılış süreci hoş değil!
2 2Eylül 2017



Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Star'dan istifa ettiğini duyuran Ahmet Taşgetiren ile ilgili olarak "Erdoğan’sız Türkiye tezgâhı içinde olduğunu sanmam. Eleştirilebilir ama Star'dan ayrılış süreci şık değil" dedi. Kaplan, sözlerine "Ahmet Taşgetiren vicdan demektir" notunu düştü.

Taşgetiren, 2013 yılından bu yana yazarlığını sürdürdüğü Star gazetesinden ayrıldığını duyurmuştu. Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın ABD'de yürütülen "Reza Zarrab" davasına dahil edilmesi sonrası köşe komşusu Ahmet Kekeç ile görüş ayrılığına düşen Taşgetiren, gazete yönetiminin söz konusu tartışmada "yanlı" davrandığını savunmuştu.

Taşgetiren - Kekeç tartışmasına daha sonra bir dönem adı Gülen cemaati ile anılan Hüseyin Gülerce ve AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner de dahil olmuştu. İki isim, tartışmaya ilişkin olarak kaleme aldıkları yazılarında Taşgetiren'e tepki göstermişlerdi.

T24
ETİKETLER
yeni Şafak gazetesi yusuf kaplan ahmet taşgetiren star gazetesi hüseyin gülerce ahmet kekeç mehmet metiner tayyip erdoğan cumhurbaşkanı fetÖ

AKP'nin belediyede yalnız bıraktığı Topbaş'ı istifaya götüren o 5 proje
22 Eylül 2017


"İnsan her şeyi affeder ama adam yerine konulmamayı değil"

AKP'li belediye meclisi üyelerinin kendisinin veto etmesine rağmen, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nden geçirdiği 5 imar projesi Kadir Topbaş'ın istifasının nedeni oldu.

Konuyu "İnsan her şeyi affeder ama adam yerine konulmamayı değil" sözleriyle açıklayan Topbaş, 2004'ten bu yana görevini sürdürüyordu.

Topbaş'ın onay vermemesine rağmen belediye meclisinden geçen projeler

Pendik Gökçebeyli Mahallesi’ndeki orman alanı; Beşiktaş Ortaköy’de bin 641 metrekare büyüklüğündeki arazi; Kartal Soğanlık mahallesindeki park alanı; Sarıyer Zekeriyaköy’deki anaokulu alanı ve Bayrampaşa Orta Mahaldeki arazilerle ilgili imar planı değişiklikleri oy çokluğuyla kabul edildi.

T24

CHP'li Yarkadaş: İki damat da İBB'yi istiyor
22 Eylül 2017



"Erdoğan, ülke yönetiminin aynı anda iki damadı kaldırmayacağını bilir"

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın istifasını kamuoyuna duyuran CHP Milletvekili Barış Yarkadaş, İBB için Emine Erdoğan’ın ağabeyinin damadı eski Türkiye Futbol Federasyonu Başkan Vekili (TFF) Göksel Gümüşdağ ile Erdoğan Ailesinin damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın yarışacağını öne sürdü.

Gazete Duvar'dan Özlem Akarsu Çelik'in haberine göre, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’ın istifasını kamuoyuna ilk kez duyuran CHP Milletvekili Barış Yarkadaş oldu. İstanbul Milletvekili Yarkadaş dün, sosyal medya hesabından yaptığı bir dizi paylaşımla Topbaş’ın istifa ettiğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Başkan beklesin” talimatı üzerine “5 Ekim’e kadar bekleyeceğim” dediğini yazdı.

Yarkadaş’ın paylaşımlarından bir gün sonra istifasını açıklayan Kadir Topbaş’ın yerine kimin geleceği tartışılırken Yarkadaş yine sosyal medya hesabından bu kez “İBB Başkanı olacak isimler için acele etmeyin. Tek bir şey söyleyeyim. T. Erdoğan ülke yönetiminin aynı anda iki damadı kaldırmayacağını bilir” yazarak dikkatleri üzerine çekti.

'Berat Albayrak da İBB'yi istiyor'

Milletvekili Barış Yarkadaş’a “iki damadı” sorduk. Yarkadaş soruya şu yanıtı verdi:

“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın en güçlü adayı İBB 2’inci Başkanvekili olan Göksel Gümüşdağ. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kayınbiraderi (Emine Erdoğan’ın ağabeyi) Hasan Gülbaran’ın damadı olan Gümüşdağ’ın yanı sıra Erdoğan’ın damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak da İBB’yi istiyor. Bu nedenle ‘Erdoğan, ülke yönetiminin aynı anda iki damadı kaldırmayacağını bilir’ diye yazdım.”

'Artçı sarsıntılar gelecek'

Referandumda İstanbul’un “hayır” dediğini hatırlatan Yarkadaş, “Göksel Gümüşdağ bir adım önde ancak Erdoğan ince eleyip sık dokumak zorunda. Kadir Topbaş’ın kişisel oyu yüzde 4… AKP ile CHP şu anda yüzde 40’a 40 oldu. O yüzden AKP için İstanbul çantada keklik değil. Topbaş’ın istifasının artçı sarsıntıları da gelecek” diye konuştu.

Yarkadaş istifayı bir gün önce duyurmuştu

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, Topbaş’ın istifasından bir gün önce, İBB’de yaşananları kamuoyuna sosyal medya hesabından yaptığı şu paylaşımlarla duyurmuştu:

1)Kadir Topbaş, bugün beş dosyasının kendisine rağmen meclisten geçmesi üzerine, çok yakın çevresine “istifa ettiğini” açıkladı.

2)Topbaş’ın bu açıklaması sonrası konunun AKP Genel Başkanı Erdoğan’a iletildiği, Erdoğan’ın “Başkan beklesin” talimatını verdiği öğrenildi.

3)Topbaş bunun üzerine yakın çevresine “5 Ekim’e kadar bekleyeceğim” dedi. Gözler şimdi 5 Ekim’e çevrildi. AKP’deki rant kavgası sürecek.

4)Kadir Topbaş, AKP meclis üyelerini protesto etmek için bugünkü oturumlara da katılmadı ve tavrını açıkça ilan etti.

5)Kadir Topbaş’ın istifasına ilişkin yaptığım açıklamanın üzerinden tam beş saat geçti. AKP yönetimi Topbaş’ın basın danışmanından ‘yalanlama’ bekliyor.

6)Topbaş’ın danışmanı ise telefonlarını açmıyor. Topbaş, İBB’nin açılış tarihi olan 5 Ekim’e kadar susmakta kararlı.

Yarkadaş bir gün sonra ise “Başbakan Binali Yıldırım, ‘Kadir Bey istifa etmedi’ diyemiyor. Kadir Topbaş ise açıklamamın ardından suskunluğa gömüldü” diye yazdı. Topbaş’ın açıklamasının ardından ise Yarkadaş yine sosyal medya hesabından, “İBB olacak isimler için acele etmeyin. Tek bir şey söyleyeyim. T. Erdoğan ülke yönetiminin aynı anda iki damadı kaldırmayacağını bilir” açıklamasını yaptı.

T24
ETİKETLER
berat albayrak erdoğan göksel gümüşdağ ibb kadir topbaş

Taşgetiren: 15 yıl boşa geçti
21 Eylül 2017

Star Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren dünkü köşe yazısında, AKP’nin eğitimdeki uygulamalarını kayıp olarak değerlendirdi.

Geçen 15 yılın geri gelmeyeceğini belirten Taşgetiren, “Ben Ak Parti’nin 15 yıl sonra “Eğitimde - kültürde başarılı olamadık” demesini beklemezdim. Asıl o alanda başarılı olunmalıydı çünkü. Asıl “yetişmiş insan zaafı”ydı bizim derdimiz çünkü.” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklaması sonrası kaldırıldığı açıklanan Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavına ilişkin olarak da “Ya sınavlar, bizde her mülâkatta olduğu gibi bir takım kayırmalara konu olursa” dedi. Taşgetiren, “Ya TEOG kaldırıldığında ve her okul kendi sınavını yaptığında çobanlık yapan çocuk Kabataş Lisesi’nin yolunu bulamazsa? Bu AK Parti’nin felsefesine uyar mı?” ifadesini kullandı.
Yeni Asya

Topbaş'ın "Borçsuz bırakıyorum" dediği İBB'nin 4.6 milyar lira borcu varmış
23 Eylül 2017



Kadir Topbaş'ın istifa ederken "Görevimi hep en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Borçlu bir belediye bırakmıyorum" dediği İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) 2017 yılında 4.6 milyar lira borçlandığı ifade edildi.

Gazete Duvar'da yer alan habere göre; CHP’li İBB Meclis Üyesi Süleyman Tarık Balyalı’nın bütçe görüşmelerinde grubu adına yaptığı açıklamaya göre borç miktarı 2017 yılında 4.6 milyar olarak belirlendi. Aynı konuşmada İBB’nin borç miktarının 2 yılda iki kat arttığını söyleyen Balyalı, bu borçlanmanın 2 milyar 834 milyon lirasının dış borçlanma olduğunu söyledi. Balyalı, “Yatırım programına göre 2017 yılında yapılacak tüm büyük yatırımlar için ihtiyaç duyulan dış kaynak sadece 1 milyar 811 milyon lira. Geriye kalan 1 milyar liralık borç, borç ödemek için kullanılacak” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’ın “Borçlu belediye bırakmıyorum” açıklamasına siyasetçiler ve ekonomistler sosyal medya hesaplarından tepki gösterdi.
YeniAsya

Barış Yarkadaş: Erdoğan sürece yayıyor, dokuz belediye başkanı daha istifa edecek
23/09/2017

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, Kadir Topbaş’ın ardından AKP’de dokuz belediye başkanının daha istifa edeceğini öne sürdü.

Evrensel’den Erdi Tütmez’e konuşan Yarkadaş, istifaların sadece Topbaş’la kalmayacağını savundu.

Yarkadaş şöyle devam etti: “AKP’de 9 belediye başkanının daha bu şekilde, süreç içerisinde istifa edeceği veya ettirileceğine ilişkin bilgiler var. Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ilgili de Ankara kulislerinde çok çeşitli iddialar var. Sanırım Erdoğan bunları sürece yayarak, partisini de çok daha fazla yıpratmadan sona erdirecektir. Çünkü bu şekilde partiyi yönetemeyeceklerini görüyorlar. Her yerden FETÖ’cü çıkıyor. Her yerden FETÖ’cü ağı çıkıyor. O yüzden sayısı 9-10 olan, hatırı sayılır belediye başkanlarının da zaman içinde tasfiye edileceği Ankara kulislerinde dillendiriliyor.”
Diken

Necati Doğru: Cezaevleri için harcanan para ayrı ayrı 12 bakanlığın bütçesini bile solladı
23/09/2017

Hapishane yatak kapasitesi yine de yetmedi. Şu anda 20 kişilik yerde 80 kişinin yattığı hapishaneler bile var. Çünkü hapishaneye düşenlerin sayısı son 16 yılda rekor yazdı. Hapiste 2002 yılında: 34 bin 808 hükümlü. 24 bin 621 tutuklu vardı. 2017 yılına (haziran) gelindi. Hükümlü 139 bin 773. Tutuklu 85 bin 105 oldu.

Böylece cezaevi nüfusumuz 224 bin 878 kişiye ulaştı. Türkiye günde 112 kişinin mahkum olduğu ülke haline getirildi. Hapishane nüfusu ayrı ayrı 7 şehrin nüfusunu da geçti. AKP dönemi hapishanede yatanların sayısı darbe dönemlerini geride bıraktı.

Devletin, cezaevlerinde yatanlara günlük maliyeti 17 milyon 500 bin TL’yi ve yıllık gideri ise 6 milyar 402 milyon TL’yi buldu. Cezaevleri için harcanan para ayrı ayrı 12 bakanlığın bütçesini bile solladı.

Necati Doğru’nun yazısının tamamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/hucrede-intihar-2021885/

Nihal Bengisu Karaca: Son 1 yılda karşılaştığı muamele ‘Kadir Ağabey’in gereksindiği saygıyla mütenasip değildi
23/09/2017

(…) makamı önünde 18 kişi şehit olurken kendisinin darbe girişiminden 3 gün sonra İstanbul’a gelmesi unutulamadı. AK Parti’nin geleneksel çehresini; aslında denge-denetleme sistemini teşkil eden unsurlarını tasfiye ettirmeyi misyon belleyenler unutturmadı.

Damadının FETÖ’den tutuklanması, tahliye edilmesi ve tekrar tutuklanması ise nezaketten taviz vermeyen, kavgacı bir şahsiyet olmayan Topbaş’ı başedemeyeceği bir savaş alanında bıraktı.

Veda konuşmasındaki “Hata ile ihanetin birbirine karıştırılmaması gerekir” cümlesi, Topbaş’ın hissettiği ama fiiliyata geçiremediği ‘kendini savunma ihtiyacı’nın izdüşü- müydü. Bu pozisyona itildiği için haklı bir keder taşıdığı, siyaset kulisi takip edenlerin malumu.

Varlıklı bir adamken ve pek ihtiyacı yokken ‘dava için’ siyasete atılmasına; daha İstanbul Refah’a geçmezden çok önce, en zor zamanlarda Refah Partisi belediyeciliğinin mayalanması için çalışmış olmasına rağmen, bu geçmişin yok sayılmasına kırgındı. Hareketin içinde hep ‘Kadir Ağabey’ olarak anılıyordu, ama son 1 yılda karşılaştığı muamele bu sıfatın gereksindiği saygıyla mütenasip değildi.

Nihal Bengisu Karaca’nın yazısının tamamı için: http://www.haberturk.com/yazarlar/nihal-bengisu-karaca/1643496-asi-degil-ama-kirgin

Mehmet Barlas: Erdoğan, Donald’la arkadaş oldu ama durumda değişiklik yok
23/09/2017

Erdoğan’la Trump arasındaki görüşmenin sıcak bir dostluk havasında gerçekleşmesi, ne Türkiye’nin ne de Amerika’nın karşı taraftan beklentilerinin karşılanacağı anlamına gelmiyor.

Galiba yeni dünya düzeninin bir özelliği de bu… Yüz yüze görüşen ülkelerin liderleri birbirleri hakkında ne kadar muhabbetli sözler söyleseler de, kimse kendi savından taviz vermiyor.

… sonuçta Fetullah Gülen Pensilvanya’daki ikametine ve tezviratına devam edecek. ABD PYD’ye bedava silah verecek ama Türkiye’ye silah satmayacak. Türkiye de Rusya’dan S-400 füzeli savunma sistemini alacak. Suriye’de ABD ile işbirliği yapmayacak.

Bu büyük oyun böyle devam eder ve bizler de “Ya Kore’de bir nükleer savaş çıkarsa ya da Kuzey Irak referandumu sıcak bir savaşa dayanırsa” endişesi ile olayları izleriz.

Diken

Topbaş 13 sene sermayeye çalıştı: İşte yandaş şirket haritası
23-09-2017



İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini 2004'ten beri yürüten ve dün istifasını açıklayan Kadir Topbaş, 13 yıl boyunca gerçekleştirilen projelerde AKP/Saray sermayesine çalıştı.

Kadir Topbaş'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinde bulunduğu 13 sene boyunca tüm projeler AKP/Saray sermayesine verildi.

Topbaş'ın övündüğü talan projelerini AKP'ye yakınlığıyla bilinen Ağaoğlu, Makyol, Kolin, Cengiz, Nurol, Doğuş, Özaltın, Albayrak, Kalyon, Bayraktar, Taş Yapı gibi firmalar yürüttü.

Bahsi geçen şirketler İstanbul'da metro, AVM, otopark, kentsel dönüşüm adı altında yapılan talan projeleri gibi ortaklıklarda buluştu. Kadıköy-Kartal Metro, Mecidiyeköy-Mahmutbey Metro, Taksim-4. Levent Metro, Tarlabaşı Otopark Bulvarı, Taksim Yayalaştırma Projesi, Kasımpaşa ve Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi bunlardan birkaçı.

Doğa katliamı, iş cinayetleri ve kent talanı ile tanınan firmalar aynı zamanda yandaş medya ile de direkt veya dolaylı olarak ilişki içinde.

İleri Hatırlatıyor

AKP'nin sadık hizmetkarıydı: İşte Kadir Topbaş'ın karnesi

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın aile üyelerinin şirketlerine de bolca yer verilen projeler ile yandaş sermayeye devletin tüm imkanları kullanılarak ihale fırsatları verildi.

AKP ve İBB eliyle yükselişini sürdüren şirketler, 3’üncü köprü, 3’üncü havaalanı gibi projelerle de tanınıyor.

Graph Commons, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin paydaşı olduğu projeler ile söz konusu şirketleri bir haritada topladı. Graph Commons - Mülksüzleştirme Ağları'nın haritasına buradan ulaşabilirsiniz: https://graphcommons.com/graphs/48ec5129-832e-4e92-834c-35c719b7cd03?auto=true
İleri Haber


“AKP çatırdıyor”
24.09.2017

Balıkesir Belediyesi'nin AKP'li Başkanı Ahmet Edip Uğur, AKP Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı'yı hedef alınca AKP kongresi karıştı.
:
Balıkesir Belediyesi'nin AKP'li Başkanı Ahmet Edip Uğur, AKP Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı'yı hedef alınca AKP kongresi karıştı. AKP'li Başkan Ahmet Edip Uğur, AKP'li vekil Kırcı'ya "Yalan söyleyerek, iftira ederek bir yere varamazsın" sözleriyle yüklendi.

AKP'nin Balıkesir kongresinde yaşanan tartışmaya ilişkin görüntüleri CHP Milletvekili Tuncay Özkan Twitter hesabından paylaştı.

CHP'li Özkan, "AKP çatırdıyor! Kongrede Balıkesir B.B.B. Edip Uğur, AKP'li vekil Kırcı'ya hakaret edince,divan başkanı tarafından susturuldu. Salon karıştı"

Odatv

"Sıra, çizmeleri çekip Barzani'ye haddini bildirmeye geldi; ah bir de at üstünde durabilse!"
24 Eylül 2017

"Adam yerine konmamak hasta etseydi, hükümet yoğun bakımdan çıkamazdı"

Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) yarın (25 Eylül 2017) yapılması beklenen referanduma gösterdiği tepkiyi eleştirdi. Tan, "Havuz medyasından öğrendiğimize göre Trump’la enseye tokat bir muhabbet kurdu. Döner dönmez de MGK’yi toplayıp Barzani’ye 'ültimatom' yayımladı. Ardından da dün Meclis’ten Irak’a, Suriye’ye asker sevki tezkeresini geçirdi. Sıra çizmeleri çekip Barzani’y
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Eyl 24, 2017 10:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Eyl 23, 2017 11:00 pm    Mesaj konusu: 'Toplum büyük bir hırsla iktidarı değiştirebilir' Alıntıyla Cevap Gönder

"Berat Albayrak, 'Artık benimle aynı fotoğraf karesine girme' demiş; Süleyman Soylu koltuğundan olabilir"
24 Eylül 2017



"Kulisler çalkalanıyor, Erdoğan'ın Soylu'dan memnun olmadığı konuşuluyor"

Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya "Bundan sonra benimle aynı fotoğraf karesine girmeni istemiyorum" dediğini iddia etti. Takan, eski İstanbul Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş'ın ardından Süleyman Soylu'nun da "koltuğundan olabileceğini" ileri sürdü.

Ahmet Takan'ın "Melih Gökçek Go-Kart'a bindi" başlığıyla yayımlanan (24 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Çiçeği burnunda Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Erdoğan'dan ilk fırçasını" FETÖ" sanıklarına giydirilmesi planlan tek tip elbise yüzünden yemiş. Kulislerde denilen o ki; Gül, bu uygulamanın uluslararası arenada da Türkiye'yi derde sokacağını düşünüyormuş. Ama bu düşüncesini Erdoğan'ın yüzüne söylemeye cesaret edemediği için ona çok yakın bir işadamından ricacı olmuş. Ondan da "hay hay" yanıtı almış. Amma velakin o işadamı da bu işi becerememiş. Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında da konu oraya geldiğinde aracı iş adamının söyleyemediğinden habersiz Abdulhamit Gül topa dalınca Erdoğan'dan fena bir fırça yemiş. Sonra da tek tip elbise çalışması damat Enerji Bakanı Berat Albayrak'ın uhdesine verilmiş!..

* Kadir Topbaş'ın İstanbul Belediye Başkanlığı'ndan istifa ettiği günün akşam saatlerinde iktidar partisi kulisleri, İçişler Bakanı Süleyman Soylu'nun yakında koltuğundan olabileceği söylentileri ile çalkalandı. "Reis'in neden Soylu'dan memnun olmadığından tutun, damat Berat Albayrak'ın Erdoğan ile yapılan bir yurt gezisinde Süleyman Soylu'ya dönerek 'bundan sonra benimle aynı fotoğraf karesine girme' dediğine kadar...

* Bir de Erdoğan'ın Binali Yıldırım'a "oğlunu toparla" dediği başlığı altında konuşulanlar var. Herhalde sayfada yerim kalmadı...

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan berat albayrak süleyman soylu

Toplum büyük bir hırsla iktidarı değiştirebilir
Prof. Dr. İzzettin Önder
18.09.2017

Son referandumda oyların nasıl sayıldığını, Yüksek Seçim Kurulu’nun nasıl çalıştığını halkımızın bir bölümü kuşku ve tepki ile, diğer bölümü de coşku ve heyecanla karşıladı. Kuşku ve tepkili olanlar göstermelik demokrasi oyununun son kalesinin teslim alındığını görerek üzülürken, coşku ve heyecanlı olanlar ise ne pahasına olursa olsun kabile topluluğu oluşumuna bir adım daha yaklaşıldığını düşünerek hezeyana kapıldılar. Kısacası burjuva demokrasisinin kırıntıları ile ayakta durmaya çalışılırken, coşku psikozu ile toplumun kabileye dönüştürülmesini anlayamama bir toplumsal hastalık durumu olsa gerek! İktidarı sarsılan bir siyasi erki ayakta tutmaya çalışmak, yenilenerek toplumu ayağa kaldırabilecek güçleri devre dışı tutarak, ülkenin geleceğini karartmaktır. Karalığa gömmek istenen bir toplumda halkın bilincini köreltmek için eğitim çökertilir, hak aramaların önünü kesmek için hukuk çökertilir, genel halkı aldatmak için demokrasi söylemi dillerden düşmezken, olağanüstü yönetim biçimi olağanlaştırılır, çünkü toplum yönetilemez duruma getirilmiştir.

TOPLUM BÜYÜK BİR HIRSLA İKTİDARI DEĞİŞTİRME ATAĞINDA BULUNABİLİR

Siyasetin elindeki en büyük koz halkın cebi üzerindeki oyundur. Siyasi yandaş da siyasi karşıt da halkın cebi üzerindeki ekonomik manevralarla kazanılır ya da kaybedilir. Bunun için de para gereklidir. Siyasetçinin olağan bütçe kaynakları ile gördüğü hizmetler iki açıdan seçim dönemlerinde siyasetçiye ciddi avantaj sağlayamaz. Bir defa kamu bütçeleri zaman içinde aşırı dalgalanma göstermeyip, istikrar içinde seyreder. Bütçeden seçim dönemlerinde avantaj sağlamak, dönem için harcamalarda kaymalarla sağlanır. Örneğin, döneme yayılmış olarak planlanan bayındırlık harcamalarının önemli bölümü seçim öncesine kaydırılarak seçmen üzerinde etki oluşturulmaya çalışılır. Benzer şekilde, herhangi bir zam ya da gelir artış harcaması de yıl boyuna yayılmayıp, toplumca seçim öncesinde uygulamaya koyulmaya çalışılır. Bunlar masum siyasi avantajlardır.

Var olan siyasi iktidar bilinmedik bir nedenle iktidarda kalma endişesi taşımaktadır. Bu endişe öylesine kor gibi diridir ki, kâh partinin kaderi saygısızca Türkiye’nin kaderi ile bir tutulmaktadır, kâh tüm muhaliflerin ezilmesi için tüm yollar mubah görülmektedir, kâh FETÖ mücadelesi maskesi altında olağanüstü yönetim biçimi olağanlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki, maddi veya psikolojik baskı veya tehdit 2019 için sandığı kazanmada yeterli görülmemekte ya da iktidarı kaybetme riski devam etmektedir. Hatta kararsız dengede tutulan toplumların bir dönem sonra nasıl tepki vereceği belli olmayabilir; toplum büyük bir hırsla iktidarı değiştirme atağında bulunabilir. Bu hassas noktada en önemli belirleyici ise ekonomidir.

NE HAZİNDİR Kİ, ÜNİVERSİTELERİMİZDEN GENÇLER KOVULUYOR

Kronik kriz bandında seyreden ekonominin her an akut konuma geçmesi, yani bir krize savrulması hiç şaşırtıcı olmaz. Kıpırdayan enflasyon korkusu Merkez Bankası’nı faiz kararında temkinli olmaya iterken, yatırımlara yeşil ışık olasılığı belki de hiç gelmeyecek bir başka bahara ertelendi. Son açıklamalara göre 2017’nin ikinci çeyreğinde büyüme oranı % 5,1 ile ilk bakışta pek parlak gibi gözüküyor. Ne hazindir ki, böylesi fena yansımayan oranın arka verileri o denli iç açıcı değil. Bilinen şey şu ki, ekonomi makine-teçhizat ya da bilgisayar teknolojisi veya robotikler vb gibi çağımızın yatırımlarından çok gerisindedir. Umut bağlanan alan inşaat konut, hizmetler ve finansal alandır. Çünkü bu tür yatırımlar maddi ve beyinsel yatırım ve birikim istiyor. Ne hazindir ki, üniversitelerimizden gençler kovuluyor, kalanların bir bölümü de izlenen politikalar nedeniyle yurt dışına gitmeye can atıyor. Çok şükür ki Allah İstanbul gibi bir şehir yanında AKP gibi atik-tetik bir iktidarı Türk milletine bahşetmiş! Bu şehrin ortasından su geçiyor. O zaman, Batı dünyasındaki atıl teknoloji ve yatırım kapasitesini mali konsorsiyumla Türkiye’ye getirip, tüp geçit, köprüler yapıp vitrine koymak biraz prim yapar. Bu olanakların artması halkımızın Anadolu’daki çiftliğini çubuğunu paraya çevirerek İstanbul’a getirmesi de İstanbul’da rant yumağı olarak ulusal gelir hanesine göstermelik olarak yansır. Plansız programsız uygulamalarda bunlar geçicidir, ilk anda avantaj gibi halka yansıyan uygulama bir süre sonra kalabalıklık ve sıkışıklık maliyeti olarak görülür. O zaman daha farklı işler yapmak, onun için de para gereklidir.

PATLAMAYA HAZIR BOMBA HALİNE GELMİŞ BİR TOPLUMDA HUZUR OLUR MU

Olağan kamu bütçesi bu işe yetmez, kaldı ki aşırı bütçe açığı hem faizleri çok yükseltir, ham de bu durum halkın gözünden kaçmaz. Varlık fonu da devrede, ancak önümüzdeki seçim için fonun kaynak akışını bekleyecek kadar zaman yok. Derinden gelen ekonominin zil sesleri yüzeye çıkmadan seçim yapmak gerekebilir. Bu durumda çok acil sıcak paraya, hem de faizleri yükseltmeden, belki de biraz düşürme olasılığı ile ihtiyaç var. Körfez sermayesinde bu para var, Türk siyasi liderlerinin de yaşam boyu iktidarda kalma gereksinimi olarak bu paraya uzanması gerekiyor. Hülle yoluyla faiz görünür olmaktan uzaklaştırıldığında çözüm sağlanabilir. O yol da, farklı zaman piyasalarında oluşan farklı fiyatlarda mal alış-verişi görüntüsü yaratmaktır. Böylece ulaşılan çözüm, kamu bina, yol, köprü vs malvarlıklarının hülle yoluyla hileli satışı, gerçekte ipotek edilerek Körfez parasını borçlanmak. Bu uygulama bu nesli kaynağa ve göz boyayıcı yatırım ya da ceplerde paraya kavuşturabilir. Ancak, böylece köleleştirilen insanlar sandıktan padişahı onayladıktan sonra çocukları ve torunları ile helalleşmeden ölemeyecekler. Çünkü onların düştüğü oyunun yüksek bedelini çocuklarımız ve torunlarımız ödeyecekler. İşte adaletli ve kalkınmacı bir partinin ülke halkına vadettiği adalet ve kalkınma hamleleri bunlardır! Gerçek hizmetle kazanmak yerine, toplumu bölerek kaybettiği iradesini ipotekli borçla elde etmeye çalışan bir siyasi kadro er-geç elimine edilir.

Siyasi erk halka hizmet ederek onu yükseltir, onu giderek köleleştirmez. Bu iş halkımızın feraset ve cesaretinde bitmiyor mu? Patlamaya hazır bomba haline gelmiş bir toplumda huzur olur mu? Cenazeye saygı göstermeyen kendini bilmezleri durdurmayıp, cenazenin yer değiştirmesine göz yuman bir siyasi kadro iradeli siyasi erk olarak görülebilir mi? Eğitimin, adaletin ve hemen tüm kurumların hallaç pamuğu gibi atıldığı, kısacası toplumun yönetsel sinir sisteminin paralize edildiği bir toplum ayakta kalabilir mi? Kamu görevlerinde liyakat yerine sadakat arandığı durumda adaletin mülkün temeli olduğu ilkesi korunur mu?

Önümüzdeki seçim çok, ama çok önemlidir!

Odatv.com

Uğur Gürses: Türkiye’nin borç defteri kabardı
23/09/2017

Hanede yaşamını, kazancının çok üzerinde bir refah sergileyerek yürüten; ama bunu günübirlik borçlarla sürdüren bir aileye dışarıdan bakınca, “davulun sesi” hoş gelebilir. Borç defterinde ne yazdığı çok daha önemlidir.

Son 10 yılda Türkiye’nin yurttaşlarının, şirketlerinin ve devletin döviz varlıkları sadece 77 milyar dolar artabilirken, yükümlülükleri 321 milyar dolar artmış. Böylece net yükümlülük 244 milyar dolar artmış. Bunun içindeki ağırlığın da, 212 milyar dolarlık artışla krediler ve borç senetlerinden geldiği görülüyor.

Reklam

Türkiye “hikayesini” kaybettikçe ekonomisinin büyüme için ihtiyacı olan kaynak borca ağırlık veriyor.

Uğur Gürses’in yazısının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-gurses/turkiyenin-borc-defteri-kabardi-40587655

"Sıra, çizmeleri çekip Barzani'ye haddini bildirmeye geldi; ah bir de at üstünde durabilse!"
24 Eylül 2017



"Adam yerine konmamak hasta etseydi, hükümet yoğun bakımdan çıkamazdı"

Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) yarın (25 Eylül 2017) yapılması beklenen referanduma gösterdiği tepkiyi eleştirdi. Tan, "Havuz medyasından öğrendiğimize göre Trump’la enseye tokat bir muhabbet kurdu. Döner dönmez de MGK’yi toplayıp Barzani’ye 'ültimatom' yayımladı. Ardından da dün Meclis’ten Irak’a, Suriye’ye asker sevki tezkeresini geçirdi. Sıra çizmeleri çekip Barzani’ye haddini bildirmeye geldi. Ah bir de at üstünde durabilse" dedi.

Ahmet Tan'ın "At binenin.. had bildirenin" başlığıyla yayımlanan (24 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Putin malum gerçeği, Dolmabahçe Sarayı’nda hatırlatmıştı:
“Duvarda bir silah varsa, piyesin sonunda mutlaka patlar!” (03.12.2012)

***

“Başkomutanlık” Tayyip Erdoğan için duvarda asılı nükleer silahtır.
Bayılıyor o unvana.
2019 seçimi, Türkiye’den önce, kendisi için “beka” sorunudur.
O seçime “Başkomutan” olarak girerse belli ki, şansının artacağı hesabında.
Çünkü iyi biliyor ki, halkımız, savaş söz konusu ise, iktidarda kim olursa olsun arkasında kenetlenir.
(Ecevit , 1974’te Kıbrıs’ta “Ada Türklerini hesaba katmadan devlet kurmaya kalkan” Rumlara “haddini bildirdiği” için, seçimi kazanmış, milletin gözünde gönlünde “Kıbrıs Fatihi” olarak yer etmişti. Yasaklara, darbelere karşın, onlarca yıl siyasette kalabilmesi de, hiç kimsenin yurtseverliğini, ulusal duyarlılığını ve cesaretini zinhar sorgulamaya kalkmaması da bundandı.)
Tayyip Erdoğan’ın tam da sahip olmak istediği özelliklerdir bunlar.
“Tarihteki son Türk devletinin son başbakanı” sayılmak için cansiperane mücadele veren Binali Bey “Başkomutan’a vekâleten” dün Barzani’ye “haddini bildiririz!” dedi.

Eski Türkiye ile birlikte Atatürk de eskimiştir.
Yeni Türkiye-Yeni Kurucu: Recep Tayyip Erdoğan...
Tek eksiği “Başkomutanlık”!
Barzani, bu eksiği kapatmak için altın bir fırsat vermiş görünüyor.
Ne de olsa eski dostlar.
Erdoğan bizzat kendisini AKP Kongresi’ne davet etmişti.
“Türkiye seninle gurur duyuyor!” nidaları arasında kürsüye çıkartan ve konuşma yaptırtan da Erdoğan’dı.
Barzani elbette Kürtçe konuştu:
“Kendi özgürlükleri için mücadele eden tüm güçleri destekliyoruz” dedi. “Yaşavarol” diye çılgınca alkışlandı. (30.09.2012)
Muhtemelen Kandil’de PKK’den, hatta TBMM’de HDP’den de anında alkış almıştı:
“Kendi özgürlüğü için mücadele eden güçleri destekliyoruz!” derseniz, bendeniz bile kendimi buna dahil ederim. Anında. Ama güç!?
Barzani de daha fazla akıl karıştırmak veya açık vermek istemediğinden olacak, “Esad’a karşı savaşanları kastettiğini” sözlerine ekledi.
***

Tayyip Bey, Davutoğlu’nu taburcu ettikten sonra, “derin stratejileri” bizzat kendisi uyguluyor. Ortadoğu ise zaten, derin stratejilerin gayya kuyusu. Uygulayan uygulayana!
Bizim sığınmacılar bile bayram tatillerini ülkelerinde yapıp yapıp geri dönüyorlar. Onların stratejisi ise belli: Önce “TC kimliği”, sonra “Seçmen kartı”!
Ötesi Başkomutan’a kalmış. Ne de olsa “Enişte” sayılır! 3-4 milyonluk hazır seçmeni elbette değerlendirecektir!.
New York sokaklarında konvoylar oluşturup Gülen’i lanetledi, AKP - Erdoğan marşı çaldırdı. Havuz medyasından öğrendiğimize göre Trump’la enseye tokat bir muhabbet kurdu. Döner dönmez de MGK’yi toplayıp Barzani’ye “ültimatom”yayımladı.
Ardından da dün Meclis’ten Irak’a, Suriye’ye asker sevki tezkeresini geçirdi.
Sıra çizmeleri çekip Barzani’ye haddini bildirmeye geldi.
Ah bir de at üstünde durabilse!

***

İstanbul’un tozu, dumanı, betonu Doktor Mimar Kadir Topbaş’ımızı hasta etti. 13 yılda “yorup kenara attı”.
Ama kendisi “yorulmadım!” diyor.
Belli ki “metal yorgunu” damgasından kurtulmak istiyor.
Aslında Tayyip Bey “metal” değil, “methal yorgunu” dedi. AKP kadroları “robot mu ki, metal yorgunu olsun!”.
“Methal” bir emlak ve rant deyimi. Eski Tapu Sicil Mevzuatı’nda, “müşterek methal” diye geçer. Sosyal tesis, ticari yerleşim, bağımsız bölümler ve başka parsellerin ortaklaşa kullanımı gibi düzenlemeleri kapsar.
Bir gecede yapılan plan proje değişikleri ile rant yaratmak da bir tür “müşterek methal işlemi”dir.
Bu da topluca bir “methal yorgunluğu”na yol açar.
AKP lideri, kendi örgütünü çok iyi tanıdığı için bu teşhisi çok yerindedir.
Doktor Topbaş’ı hasta eden de budur.
Gerçi kendisi “Bana en çok koyan, ‘adam yerine konmamak’tır” diyor. Ama gazetecilere soru sorma fırsatı vermediği için kendisine sorulamadı:
“Adam yerine konmamak hasta etseydi, AKP milletvekillerini geçtik, hükümet yoğun bakımdan çıkamazdı!”

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan abd donald trump at mesud barzani ikby

’Barzani de kandırdı’ deyip kurtulamazsınız!
Sabahattin Önkibar
20 Eyl, 2017

Barzani de kandırdı deyip bu işten sıyrılamazsınız! Hiç kimse soramazsa, tarih bu hesabı sizden sorar!
T.C. yani Türkiye Cumhuriyeti ibaresine savaş açıp, Kürdistan’ın önünü açmanın bedeli çok ağırdır.
Sakın ha Kürdistan süreci ile bizim ne alakamız var demeyin!
Peşmerge Barzani’ye kırmızı halıları seren sizsiniz!
Parti kongrenize kutlu misafir diye çağırıp nutuk attıran sizsiniz!
Megri-megri deyip beraber halay çeken sizsiniz!
ÇALINTI PETROLÜ KİM PAZARLADI?
K.Irak Kürdistanı’nı imar ve inşa ettiren sizsiniz!
Barzani’nin çalıntı petrolünün satışında kimler aracı oldu biliniyor.
Bin yıllık Türk yurdu Kerkük’ü Kürtlere siz peşkeş çektiniz!
Kürdistan bayrağını Ankara’da siz göndere çektiniz!
Türk vatandaşının ödediği fiyatın yarısına Barzanistan’a elektrik satan yine sizsiniz!
Bırakın onu-bunu, Barzani’nin maaşını ödeyemediği Kürdistan’ın memuruna maaş gönderen siz değil misiniz!
Ve bütün bunları yapan olarak, “Bizim ne alakamız var” derseniz, işte o zaman “15 Temmuz darbesi ile alakam yok” diyen Fetullah’ın durumuna düşerseniz.
HABUR NİYE KAPATILMADI?
Evet Kürdistan kurulacaksa bütün bunları yaptığınız için yani sayenizde kurulacak.
Ama bu sefer “Ne yapalım herkes gibi Barzani de bizi kandırdı” diyemezsiniz zira bunu kimse yemeyecek!
Öyle, çünkü Mesut Barzani’nin Kürdistan’ı kurma hedefi, babasının tarihi mücadelesi ve vasiyeti ile kanıtlı.
Soru şudur, niye bugüne kadar suskun kalıp durumu geçiştirdiniz?
MKG niçin daha önce değil de, referandumun arefesinde toplanıyor?
Neden şimdiye kadar Habur kapatılmadı?
Niçin K.Irak’a uçak seferleri iptal edilmedi?
BARZANİ-ZARRAF TAKASI
Ne yani, bu konu da Erdoğan’ın ABD gezisinde mi konuşulacak?
Washington “Kürdistan’a bağımsızlık” derse, “baş üstüne” mi denilecek?
Değilse cevap arıyorum, niçin Kürdistan’a itiraz kararlılıkla ortaya konmadı?
Tablo böyle olunca haliyle ağzı olan konuşuyor.
Mesela diyorlar ki, “ABD, Barzanistan’ı Reza Zaraf ile takas etmeye uğraşacak?”
Böyle bir şeyin dedikodusunu yapmak bile alçaklık zira öyle bir hal ABD’ye manda olmakla eş anlamlı olur.
Bir başka garabet AKP’li kimi vekillerin Barzani’yi sahiplenmesi olayıdır.
ÖZEL VE GİZLİ İLİŞKİLER Mİ?
Hatırlayın Barzani bir ara “Diyarbakır’a karışırım” diye tehdit ettiğinde AKP gıkını çıkarmamıştı ki, öyle yaparsan böyle oluyor işte.
Bu arada tıpkı Katar’a fedailik yapılması olayındaki gibi Barzani teslimiyetinde bazı özel ve gizli çıkar ilişkilerinin payı olduğu iddiaları dillerdedir.
Son bir şey:
Sahi Kemal Kılıçdaroğlu, siyasi iktidarın yanlış Barzani politikalarına neden susuyor?
Kılıçdaroğlu’nun bu suskunluğu kime ve neye hizmet etiğini açıklamıyor mu?
Baksanıza adam ABD ile İsrail’i üzmeyeyim diyerek rezalete oralı değil

İlkKurşun

Bu kapı gibi “belgeye” rağmen Barzani pışpışlandı
24.09.2017
Müyesser Yıldız

AKP'nin Barzani ve Kerkük tarihine dair yazılacak ciltler dolusu olay ve açıklama var.

İktidar yanlısı Akşam'ın bugünkü manşetiyle başlayalım... Dün Meclis'ten çıkan tezkereye atıfla Barzani'ye, “Kırmızı çizgiyi sakın aşma” demiş.

Sene 2004; AB'nin Türkiye'ye “ucu açık” yol haritası vermesi üzerine gündüz gözü Ankara'da havai fişeklerin atılmasından birkaç gün önce Hollanda Dışişleri Bakanı Bernard Bot şöyle konuşur:

“Kırmızı çizgiler olmaz. Planları biz söyleriz, Türkiye buna ya evet ya hayır der.”

Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül de şu karşılığı verir:

“Değişen dünya şartlarında ülkelerin kırmızı çizgileri olamaz.”

Akşam'cılara, “kırmızı çizgilerin” çoktan silindiğini hatırlatalım istedik!..

Abdullah Gül'ü anmışken; Dün Twitter hesabından “Barzanistan” referandumu için şu mesajı yayınladı:

“İki Müslüman Arap ülkesi Irak ve Suriye’nin belkemikleri zaten kırılmışken, bölgede bu kadar acı ve yıkım yaşanırken, şimdi de kaçınılmaz Arap-Kürt savaşlarının başlamasına yol açacak referandum kararından vazgeçmenin Irak Kürtler'i için de iyi olacağını düşünüyorum. Ayrıca, Türkmen, Kürt ve Arap halklarının bir arada bulunduğu Kerkük’te bu tür bir emrivaki, mevcut durumu daha da kötüleştirecektir."

Gül'ün bu “uyarı yüklü” mesajından, Erdoğan'ın ABD'den dönerken, gerilen Türkiye-Barzani ilişkileri hakkında yaptığı şu açıklamaya geçelim:

“Bunu Barzani bu hale getirdi. Memurlarına maaş ödeyemez hale geldiklerinde onlara biz yardımcı olduk. Başbakanlığım dönemiydi, 2 milyar dolar kredi verdik ki maaş ödesinler. Fakat bunlar kadir kıymet bilmiyorlar. Yoksa bizim onlarla alıp veremediğimiz bir şey yok. Ne ABD, ne Rusya bizim gibi yardım etmedi... İşin tarihi boyutuna girersek, işler değişir. Birilerinin giderek istikametlerini kaybettiklerini görüyoruz.”

AKP'NİN BARZANİ VE KERKÜK TARİHİ

Şimdi AKP'nin Barzani ve Kerkük “istikametini” hatırlayalım:

Yıl 2003-2004; Talabani, “Ankara Kerkük'ü gündeme getirirse, Diyarbakır defteri açılır” der. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'den, “O lafları söylemeye kimsenin gücü yetmez. Özellikle K. Irak’taki tüm unsurlar. Ümit ediyorum, böyle bir laf söylenmemiştir. Bunlar kolay ağızdan çıkacak laflar değil” karşılığını alır!..

Bu arada bazı “Kürt gruplar” Kerkük ve Musul'a girip, yağmalar... Türkmen şehirlerindeki Türk adlarını değiştirmeye başlar... Tapu ve nüfus kayıtlarını yakar. Gül, ABD'nin onları çıkarttığını/çıkartacağını belirtip, yağmanın “söylendiği boyutta olmadığını” söylerken, Barzani, “Musul'a girmelerini ABD'nin istediğini” açıklar. ABD'li Irak Valisi Jay Garner da, “Artık Kürtlerin zamanı... Kerkük Kürt şehri” şeklinde konuşur.

Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçirilir. Esir askerlerimiz Kerkük'teki cezaevine konur. Peşinden Irak Türkmen Cephesi basılır... Ve o gün Barzaniciler ile patronları, "Kerkük bugün kurtuldu” diye bayram yapar.

Medyamızın bugün keşfedip, “skandal harita” diye sunduğu, Barzani'nin referandum afişlerinde kullandığı Türkiye'nin 26 ilinin yer aldığı harita var ya... İşte bu haritayı 1992'de çizen Edward Mortimer tam o zamanlar Beyaz Saray’a danışman olur.

AKP iktidarına kadar Kerkük ve Türkmenler, Türkiye'nin “kırmızı çizgisi”dir.

Lâkin Abdullah Gül birden bire, “Irak'taki tüm etnik gruplara eşit mesafede olduğumuzu” açıklar... Kerkük'teki Türkmenlerin sayısının hiç de “söylendiği kadar kalabalık” olmadığını bildirir... Tepkiler üzerine, kendisini gidip, Kerkük'e, Telafar'a sormamızı ister.

Gül'ün başlattığı bu politikada bir değişiklik var mı? Hayır. Daha birkaç gün önce Erdoğan da, “O topraklar sadece Kürtlere ait değil. Türkmen’i var, Arab’ı var” demedi mi?

Yıl 2005-2010; Talabani, Irak yönetimi, İngiltere ve ABD temsilcileri Kerkük pazarlığına oturur. Talabani, “Kürtler hiçbir şekilde Kerkük'ten vazgeçmeyecektir. Kerkük Kürtlerin kucağına dönünceye kadar mücadeleye devam edeceğiz” der ve tarafların imzaladıkları belgelerin içeriğine bağlı kalacaklarına dair kendilerine güvence verdiğini söyler.

İlerleyen süreçte Talabani'nin Irak Cumhurbaşkanlığına en büyük desteği Türkiye verir!..

İktidar, Barzani'lerle görüşmeye çok heveslidir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “Barzani ile görüşen görüşsün, biz görüşmeyiz… Ben asker olarak PKK'ya yardım edenlerle konuşmam” şeklinde tepki gösterir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın cevabı, “Kuzey Irak'taki Kürt liderlerle görüşme konusunda kişiler kendilerini bağlayan sözler söyleyebilir. Kurumsal bazda son söz hükümete aittir” olur.

“Türkiye Kerkük'e karışırsa, biz de Diyarbakır'a karışırız” resti çekme sırası Barzani'dedir. Erdoğan-Gül bir yandan, “Bu sözlerin bedeli ağır olacak... Bu sözlerin altında ezilirler... Cevabımızı göreceksiniz” açıklaması yaparken, öte yandan Barzani'yle görüşme konusunda Erdoğan, “Ben görüşmem, ama başka devlet görevlileri görüşebilir” der.

Hemen ardından da MİT Müsteşarı Emre Taner başkanlığında bir heyet Barzani'ye gönderilir. Heyette, Genelkurmay temsilcisinin de olduğu duyurulur, ama Genelkurmay bunu anında yalanlar.

ABD ve Barzani, Irak’ta iş yapmak isteyen Türk firmalarına Kürtlerle ortaklık şartı koyduğunda Gül, “10 sene boyunca K.Irak’ı Bağdat’taki gelişmelerden koruyan Türkiye’dir. Bu süre içinde birçok dostluk gelişmiştir. Şimdi tüm bunların meyvelerinin toplanması zamanıdır” diye sevinir!..

Ve 2009'da Erbil'e giden ilk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olur. Bu ziyaretin “diplomatik tanıma” anlamına gelip, gelmediği sorulur. Davutoğlu, “Tanıma böyle olmaz. Devletler arasında olur. Biz devlet olarak Irak’ı tanıyoruz. Anayasasında federal yapı var. Tıpkı ABD gibi. Şimdi ABD'de Teksas’a gidersek, orayı da mı tanımış olacağız” gibi bir cevap verir... 2010'da bir daha gider, “PKK’nın Avrupa temsilcilerinin Erbil havaalanından Barzani’nin araçlarıyla ayrıldığını” belgeleriyle ispatlayıp, Barzani'den PKK’ya desteğini kesmesini ister. Oradan da Kerkük'e geçer ve “75 yıl aradan sonra Kerkük’e gelen ilk T.C. Dışişleri Bakanı olmanın gururunu” Twitter hesabından paylaşır.

Sahi, “Kürdistan” ifadesini ilk kullanan Gül bile referanduma itiraz ederken, Erbil-Kerkük fatihi olan, Barzani'ye “KAK-Abi” diye hitap eden, bezini Çankaya Köşkü'nde ilk dalgalandıran Davutoğlu'nun niye hiç sesi çıkmıyor?

WILSON'LI, SEVR'Lİ SÖZDE ANAYASA NE ZAMAN HAZIRLANDI?

AKP'nin Barzani ve Kerkük tarihine dair yazılacak ciltler dolusu olay ve açıklama var.

Burada kesip, BM katkılarıyla hazırlanan “Irak Kürdistan Bölgesi Anayasa” taslağına bakalım. Taslağın başlangıç bölümünde, özetle şunlar yazar:

“Kürtler, binlerce yıldan bu yana anavatanları Kürdistan’da yaşaya gelen çok eski bir halk, tıpkı dünyanın diğer ulusları ve halkları gibi, ona self-determinasyon hakkını uygulama yetkisi veren tüm nitelikleriyle bir ulustur. Bu hak, ilk kez Birinci Dünya Savaşı sonunda yayınlanan ve ilkeleri uluslararası hukukta da kökleşmiş olan Woodrow Wilson’ın 14 Amacı’nda (Wilson Prensipleri) tanınmıştır… 1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması’nın 62-64. maddelerinde self-determinasyon hakkının tanınmış olmasına rağmen, uluslararası çıkarlar ve siyasal dengeler Kürtlerin bu haktan yararlanmasını ve uygulamaya geçirmelerini engellemiştir… Geride bıraktığımız on yılın tecrübesi, Kürdistan halkına, zulmün ve baskının olmadığı güvenlikli bir ortamda kendi özgürlüklerine ve ulusal haklarına sahip olmayı sağlayan uluslararası korumanın değerini göstermiştir. Bu yüzden, nihai, adil, kalıcı ve uluslararası güvencelere dayalı bir çözüme varılıncaya kadar, böylesi bir korumanın çok önemli olduğu görülmekte, gerekli sayılmaktadır.”

Taslağın 2'inci maddesinde, “Kürdistan” bölgesinin sınırları şöyle çizilir:

“1970 öncesindeki idari sınırlarıyla Kerkük, Süleymaniye ve Erbil Vilayetleri ile Duhok Vilayeti’nin yanı sıra Aqra, Şeikhan (Şexan), Sincar ilçeleri ve Ninova Vilayeti’ndeki Zimar nahiyesi, Diyala Vilayeti’ndeki Xaniqin ve Mandalı ilçeleri ile El-Wasit Vilayeti’ndeki Badra ilçesinden ibarettir.”

4'üncü maddeyle, Türkmenlerin azınlık sayılır.

5'inci maddede de, “Kerkük şehri Kürdistan Bölgesi’nin başkenti olacaktır” denir.

Sözkonusu taslağın hazırlandığı ve Barzani'ye sunulduğu tarih mi? 2006 sonu...

Yani yine AKP dönemi.

Sözler uçar, yazı kalır!.. Bu kapı gibi “belgeye” rağmen, Barzani bugüne kadar pışpışlandığına göre, geriye tek soru kalıyor:

“İstikametini kaybeden” maalesef kimdir?!.

Odatv.com

CHP'li Çetin Osman Budak: İş dünyasının içine nifak sokuldu, çok ciddi kaos yaşanacak
24 Eylül 2017



CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne (TOBB) bağlı tüm oda ve borsalarda yapılacak seçimlerin 2018 Nisan ayına ertelenmesi kararıyla iş dünyasının içine nifak sokulduğunu belirterek, "Önümüzdeki 6 ay boyunca çok ciddi kaos yaşanacak" dedi.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz

TOBB'a bağlı tüm odalarda seçimlerin Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenmesi, CHP'de tepkilere neden oldu. TOBB'un 5174 Sayılı kanununda belirtildiği üzere oda ve borsalarda seçimlerin 4 yılda bir ekim ve kasım aylarında yapıldığını hatırlatan CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, “Türkiye'deki 365 oda ve borsanın tamamı seçim tarihlerini aldı. 1 Ekim'den itibaren Türkiye'nin her yerinde seçimler başlayacaktı. Şimdi böyle bir durumda, Bakanlar Kurulu kararıyla, bugün de resmi gazetede yayımlandığı gibi 2018 Nisan ayına erteliyorsun. Bunun bir gerekçesi var mı?" dedi.

Ertelemenin tek bir gerekçesi olduğunu kaydeden Çetin Osman Budak, “Türkiye'de hukuk devletini ayaklar altına almak. Kanun orada çok açık. Bütün odalar birbiriyle demokratik mücadelesine başlamış. Bir odanın yönetim kurulu başkanı ile meclis başkanı karşı karşıya gelmiş. Ve artık seçimlere bir hafta kala çıkıp diyorsunuz ki, 'Ben yaptım oldu.' Hiçbir demokratik ülkede, hiçbir hukuk devletinde, 'ben yaptım oldu' diye bir şey olmaz. Hem temayüller, hem kanun vardır" diye konuştu.
6 ay daha seçim atmosferinin devam etmesi ile huzur içerisindeki iş dünyasının içine nifak sokulduğunu belirten Budak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bakanlar Kurulu kararı ile bunu siz yapamazsınız. Hukuk devletinde olmaz bu. Demokratik ülkede olmaz. Bundan sonra onlar bir arada olacaklar. Yönetim kurulu başkanı, meclis başkanı, içerideki meclis üyeleri hepsi birbirine girecek. Ve Türkiye'de önümüzdeki 6 ay boyunca çok ciddi kaos yaşanacak. Ankara Ticaret Odası seçimlerinde şaibe olduğu gerekçesi ile yapılan ertelemeyi anlarım ama 365 oda, borsada seçimleri ertelemek ne demek. Türkiye'de hiçbir şekilde sivil, STK bunlar kalmasın, sadece tek bir adamın iki dudağından çıkan her şey emir olsun istiyorsunuz. Böyle bir ülke hukuk ülkesi ve demokratik ülke değildir."

Cumhuriyet

Abdulkadir Selvi: Türkiye'nin çabaları referandumu ertelemeye yetmedi; karizmayı biraz çizdirdik
25 Eylül 2017



"AKP'nin Güneydoğu milletvekilleri referanduma karşı şahin bir tutum takınılmasından rahatsız"

Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Türkiye'nin, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) bugün yapılacak bağımsızlık referandumunu "engelleyemediğini" belirterek "Türkiye’nin çabaları referandumu erteletmeye yetmedi. Hatta sesimiz çok çıkmasına rağmen sonuç alamayınca karizmayı biraz çizdirdik. Bize düşen 25 Eylül sonrasına hazırlanmak. Çünkü yeni dönem, yeni politikaları gerektiriyor" dedi.

Abdulkadir Selvi'nin "Referandum ertelenir mi, savaş çıkar mı?" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Bir yandan Barzani’nin bağımsızlık referandumunu diğer yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı konusundaki gelişmeleri takip ediyoruz.

Önce İstanbul. Kadir Topbaş’ın yerine gelecek isim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında AK Parti İl Başkanlığı’nda yapılan istişare toplantısında konuşuldu. Göksel Gümüşdağ ismi gündemdeydi. Ancak ibre Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’a döndü. Bana gelen bilgi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mevlüt Uysal’ı işaret ettiği yönünde. Uysal yeni görevinde başarılı bir performans ortaya koyarsa, 2019’da AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olabilir.

Referanduma gelince artık yapılacak mı, yapılmayacak mı tartışması geride kaldı. Mesut Barzani kararından geri adım atmadı. “Erteleme olmayacak” dedi. Baştan söyleyeyim, referandum yapılıyor ama savaş çıkmıyor. Çünkü Barzani bu kararı tek başına almadı. Bağımsızlık referandumuyla birlikte ABD’nin Kürt planında üçüncü devreye geçildi.

Meclis’te tezkere tartışmaları yapılırken, kuliste AK Parti’nin Güneydoğu milletvekilleriyle sohbet etme imkânım oldu. “Barzani’nin referandum ısrarını zamansız ve anlamsız buluyoruz ama referanduma karşı böylesine şahin bir tutum takınılmasından dolayı da rahatsızız” dediler.

Meclis’te tezkere görüşmeleri yapılırken az ötede Genelkurmay karargâhında Irak Genelkurmay Başkanı ağırlanıyordu. Görüşmede Irak Genelkurmay Başkanı’na, “Eğer siz müdahale ederseniz biz Erbil’in arkasında durmayız” mesajı verildiği söyleniyor. Ayrıca referandum yaptırımları da başladı. Bölgesel yönetime 60 günde bir ödenen petrol parası ikinci kez ödenmedi.

Madde madde

Bölge ülkelerinin referandumu erteletme çabaları etkili olmadı.

1- 1. Körfez Savaşı’ndan bu yana bölgesel aktörler sonuç almada etkili olmuyor. Bölgesel aktörler 1. Körfez Savaşı’yla birlikte ABD’nin bölgeye gelmesiyle inisiyatiflerini kaybetti. Ne Irak’ta ne Suriye’de etkili oldular. Uluslararası güçler hem masada hem sahada etkinler.

2- Bölge uluslararası güçler tarafından şekillendiriliyor. Irak’ta ABD, Suriye’de ise ABD-Rusya işbirliği söz konusu. Türkiye, uzun süredir ABD ile Rusya’nın Suriye üzerinde gizli bir anlaşması olduğunu düşünüyor. Suriye’nin ABD ve Rusya’nın nüfuz alanlarına ayrılması bu tezi doğruluyor.

Bölgeyi dışarıdan bakmak

3- İçsavaşlar ve bölünmeler üzerinden bölgenin haritaları yeniden çiziliyor. Bağımsızlık referandumuna ABD’nin bölgesel vizyonu açısından bakmak yararlı. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık referandumuna Erbil ya da Ankara’dan, Bağdat veya Tahran’dan bakmakla yanlış yapıyoruz. Erbil’in bağımsızlık referandumuna Washington, Londra ve Tel Aviv’den bakmak gerekiyor. Çünkü bölgenin kaderi Bağdat’ta değil Washington’da çiziliyor. Barzani’nin referandum kararı, ABD’nin bölgesel vizyonunun bir halkası. Bağımsızlık referandumu Suriye’de PYD-YPG bölgesinde dikkatle takip ediyor. Dr. Arzu Yılmaz’ın, “Bu referandum aynı zamanda diğer parçalardaki Kürtlerin siyasal beklentilerinin uluslararası alanda nasıl bir karşılık bulacağının da göstergesi olacak” tespiti önemli. Irak’tan sonra bağımsızlık halkasına PYD-YPG kontrolündeki Kuzey Suriye eklenecek.

4- ABD, 1. Körfez Savaşı’yla birlikte Ortadoğu’yu uzaktan yönetmeyi bırakıp sahaya indi. Bu süreci en iyi değerlendiren Kürtler, en yanlış okuyan ise biz olduk. Kürtler, ABD ile ters düşme yerine işbirliğini tercih etti. Irak’ın işgali sırasında verdikleri desteğin karşılığını Kuzey’de Kürt devleti, Suriye içsavaşında ABD askeri olmanın karşılığını ise PYD-YPG bölgeleri ile aldılar. Bizim durumumuz ortada.

5- Kürtler ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’den sonraki ikinci müttefiki oldu. Trump yönetiminden etkin bir isim, “Ortadoğu’da birinci müttefikimiz İsrail, ikinci müttefikimiz ise Kürtler. Önceden Suudi Arabistan’dı ama Kürtler artık bizim Ortadoğu’da İsrail’den sonraki ikinci müttefikimiz oldu” diyerek bunu ortaya koydu. ABD, Kürt kartıyla hem bölge ülkelerini şekillendiriyor, terbiye ediyor hem de hiçbir demokratik denetime tabi olmadan bu bölgeleri “ABD üssü” gibi kullanıyor.

Türkiye’nin çabaları referandumu erteletmeye yetmedi. Hatta sesimiz çok çıkmasına rağmen sonuç alamayınca karizmayı biraz çizdirdik. Bize düşen 25 Eylül sonrasına hazırlanmak. Çünkü yeni dönem, yeni politikaları gerektiriyor.

T24
ETİKETLER
abdulkadir selvi ıkby ırak kürt bölgesel yönetimi bağımsızlık referandum abd karizma çizdirdik türkiye

Ahmet Hakan: Şu sorular hep peşinden gelecek Kadir Abi
25 Eylül 2017



- NEDEN istifa ettin?

*

- Neden istifa nedenini açıklamıyorsun?

*

- Kimlerle anlaşmazlık yaşadın? Anlaşmazlık konusu ne?

*

- Konunun FETÖ’den içeri düşüp çıkan damadınla bir ilgisi var mı?

*

- Halkın oylarıyla seçilmiş bir başkanın, istifasının nedenini halka açıklamaması çok tuhaf değil mi?

Hürriyet

Kulis: Erdoğan, Topbaş'ın üzerini Varank'ın cenazesinde çizdi
25 Eylül 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, darbe girişimi sırasında hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank'ın ağabeyi Prof. Dr. İlhan Varank'ın cenazesinde, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş'tan istifasını istediği iddia edildi.

İddiaya göre Erdoğan, törene geç kalan Topbaş'a, “Ooo nihayet başkan da gelmiş, gözlerimiz sizi aradı” dedi; 'isminin üzerine o gün çizdi.'

TIKLAYIN- İBB Başkanı Kadir Topbaş istifa etti: İnsan her şeyi affeder ama adam yerine konmamayı asla!

Cumhuriyet'ten Aykut Küçükkaya'nın haberi şöyle:

AKP’nin “Kadir Abi”si Kadir Topbaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan ayrılmasının ardından “istifa gerekçesi” çok konuşuldu. Cumhuriyet’in güvenilir bir kaynaktan edindiği kulis bilgisine göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Topbaş’ın üstünü “17 Temmuz 2016”da çizdi. Yani 15 Temmuz’daki kanlı darbe girişiminden iki gün sonra.

Tarih: 17 Temmuz 2016...

Yer: Fatih Camii...

Darbe girişimi sırasında İstanbul’da Vatan Caddesi’nde vurularak hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank’ın ağabeyi Prof. Dr. İlhan Varank son yolculuğuna uğurlanıyor. Erdoğan da cenazeye geliyor...

Erdoğan iğneledi

Darbe girişimi sırasında ABD’de bulunduğu için sert eleştiriler alan ve ancak iki gün sonra yurda dönebilen İBB Başkanı Topbaş da cenazeye son anda yetişiyor. Ve Erdoğan, 6-7 AKP’li ismin de duyabileceği şekilde Topbaş’a şu sözlerle sitem ediyor:

“Ooo nihayet başkan da gelmiş, gözlerimiz sizi aradı”

Erdoğan’dan böyle bir cümleyi beklemeyen Topbaş, cenazede ön saflarda yer almıyor...

AKP’liler Erdoğan’ın bu siteminin, 15 Temmuz’un ardından Topbaş’a olan kırgınlığının bir yansıması olarak gördü. Ve yine bu diyaloğa şahit olan AKP’liye göre bu kırgınlık hiç geçmedi...

Topbaş ne demişti?

15 Temmuz’un ardından damadı tutuklanan Kadir Topbaş, TBMM FETÖ ve 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nun, “15 Temmuz’da ABD’den Türkiye’ye neden dönmediği” sorusuna, “Dönüşüm 20 Temmuz tarihiydi, İstanbul Valiliği’ne resmi yazı ile bildirdim” yanıtını vermekle yetinmişti.

T24
ETİKETLER
erdoğan haber varank cenaze kadir topbaş iğneleme kulis darbe girişimi

'Borçsuz bırakıyorum' demişti: Kadir Topbaş arkasında 13 milyar lira borç bıraktı
24 Eylül 2017



İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki veto krizinin ardından istifa eden Topbaş, bir lira borç bırakmadığını söyledi ama İBB’nin borcu bugün itibarıyla 13 milyar lirayı bulmuş durumda...

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş'ın “meclisin sorgulanmasına neden olur” diyerek teknik eksikliklerle dolu 5 imar dosyasını iadesiyle başlayan ve AKP'li üyelerin beklenmedik şekilde ısrar etmesi üzerine istifa etmesiyle sonuçlanan krizin yankıları devam ediyor.
Topbaş'ın görevi bıraktığını açıklarken yaptığı konuşmadaki “Borçsuz bir belediye bıraktım” sözleri dikkat çekti. İBB CHP Grubu Basın Sözcüsü ve Meclis Üyesi Tarık Balyalı gerçeğin çok farklı olduğunu söyledi.

“KAYNAKLAR DOĞRU KULLANILMADI”

Balyalı, “İBB'nin 2016 yılı sonunda borcu 10 milyar 120 milyon liraydı. Meclisten 2017 yılından bugüne kadar 2 milyar 900 milyon lira daha borçlanma yetkisi alındı. Borç 13 milyar lirayı buldu ve neredeyse 2017 gelir bütçesine denk” dedi.

Böyle giderse yıl sonuna kadar borcunun gelir bütçesini aşacağını vurgulayan Balyalı, “Bu borçtan ne kadar ödeme yapıldığını ancak bütçe döneminde göreceğiz. Yani Topbaş arkasında borç batağında bir belediye bıraktı çünkü kaynaklar doğru kullanılmadı” diye konuştu.

2017 YILINA BORÇLU GİRDİ

İBB'nin ocakta yürürlüğe giren 2017 yılı bütçesi İSKİ, İETT ve şirket cirolarıyla birlikte toplam 42 milyar lira olarak belirlendi. İBB'nin kendi bütçesi de 18,5 milyar lira olarak açıklandı ve bütçenin 4.6 milyar lirası iç ve dış borçla denkleştirildi.

Özlem Güvemli/Sözcü

Etiketler:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadir Topbaş

Bu iktidar bloku er geç çatlayacak
GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN
25.09.2017

Trump-Erdoğan görüşmesi, S-400 füzeleri, Topbaş’ın istifası, kronikleşen Almanya gerilimi, Barzani’nin referandum hamlesi derken her gün yeni senaryolar üretiliyor. Yandaş medya dahi Erdoğan’ın ABD ziyaretinden “Barzani’ye karşı ortak tavır”dan başka bir sonuç çıkaramadı. Bakmayın “dostum” nidalarına Amerikan hükümeti S-400 kartına rağmen iktidarın beklentilerinin hiçbirini karşılamış değil. Üstüne üstlük bizzat AKP Genel Başkanının hazır bulunduğu törende Boeing’e 11 milyar dolarlık uçak siparişi verilerek ziyaretin bedeli ödendi. ‘ABD Türkiye’ye örtük silah ambargosu uyguluyor, biz de ekonomik ilişkilerimizi gözden geçirelim’ hamaseti buraya kadarmış!

Tezkere konusunda iktidarın aceleciliği Barzani’ye gözdağı vermekten çok iç kamuoyuna yönelik bir hamle. Erdoğan AKP içinde kaynayan kazanı savaş tehdidi ve “milli teyakkuz” üzerinden gözlerden uzak tutmak istiyor. İktidar yıllardır rantını yediği İstanbul’da belediye başkanını harcadı, başka belediyelerde de benzer işler yapacak fakat bunun arkasındaki çatışma konuşulmayacak! Revize edilmiş tezkere metni bir yandan Esad bahsinde iktidarın çekildiği noktayı gösteriyor diğer yandan da İdlip operasyonuna zemin hazırlıyor. Halep’ten çıkarılan cihatçıların üssü İdllip’e yapılacak askeri operasyon ancak Rusya ve İran’ın çizdiği sınırlar içinde mümkün. Operasyonun Afrin’e genişlemesi ise ABD’nin onayına bağlı. Hem Rusya hem de ABD farklı nedenlerle de olsa Türkiye’nin Suriye meselesinde daha önce yaptığı hataların bedelini sahada onu kullanarak ödetmeyi planlıyor. AKP ise bu taşeronluk görevinden “milli kahramanlık” devşirme amacında.

Dış politikada yapılan ve yapılacak hamleler, iktidar blokunu bir arada tutma stratejisinin bir parçası. Zaten epeydir dış politika yalnızca “içerisi” için yapılıyor. AKP Genel Başkanının yönetim tekniği, birbirleriyle olağan şartlarda yan yana gelmesi zor olan aktörleri kendi mevcudiyeti için ortaklaştırmaktan geçiyor. Bir tarafta Saray’ın çekirdek kadrosu, bir tarafta Fethullahçılardan boşalan alana yerleştirilen tarikatlar, bir tarafta Devlet Bahçeli ve de Perinçek grubu. Her biri arasında kimi zaman söz düelloları yaşansa da Saray etrafında hizalanmanın bahşettiği “ayrıcalık” onları çemberin içinde tutuyor. Saray’ı hem güçlü hem de zayıf kılan iç dinamik mevcut koalisyonun bu kırılgan yapısı.

15 Temmuz, iktidarın cemaat ve tarikatlara güvenini büyük ölçüde sarstı. Dini cemaatlerin Fethullahçılar kadar güçlenmesini istemiyorlar fakat onlara alan açmaktan da geri duramıyorlar. Zira bürokrasideki tasfiye sonrasında açılan tüm gedikleri kapatacak kadroları hâlâ yok. Şimdilik çözümü, Bakanlıkları tarikatlar arasında paylaştırmakta buldular. Cemaatlerin de Saray’a mutlak bir güven duymadıkları tahmin edilebilir. Ötesinde kendi aralarında da kanlı bıçaklılar. Şimdiki kompozisyonda iktidardan ne koparsak kârdır mantığı ile hareket ediyorlar ama eninde sonunda kavgaya tutuşacaklar. Bahçeli ise 15 Temmuz’dan bu yana aslen “stratejik” pozisyonlar için pazarlık yapıyor. Fakat sayısı azalmış takipçilerini tatmin eden Bahçeli’nin “devlet adına konuşma” imtiyazı. Örneğin MHP Genel Başkanı “Kerkük’e ya da Afrin’e girmekten” söz ederken kendi gücüne değil, Saray sözcülüğüne güveniyor.

Koalisyonun tetikçi güçlerinden Aydınlıkçılar ise ulusalcı zihinleri bulandırmayı sürdürüyor. Perinçek her fırsatta “Erdoğan Atatürk devrimine teslim oldu” derken aslında mevcut rejimin, o devrimin en güçlü ayağı olan laikliği yok ettiğini, gerici güçleri palazlandırdığını gizliyor. Bakmayın siz “gerici müfredat” yazılarına, Aydınlıkçılar için laiklik epeydir tali bir mesele.

Aydınlıkçıların Erdoğan’a atfettikleri “anti-emperyalist lider” yakıştırması miadı dolmuş Avrasyacı tezlerin kılıfı çoktandır.

Perinçek niye bunu yapıyor? Cevap basit; ordu içinde kendi nüfuzu altındaki bir kliği korumak ve ortak düşmanları yok etmek için. Tüm bu nedenlerle AKP kalemşorlarının ve Aydınlıkçıların komplo teorilerine karşı dikkatli olmak şart. Bu çevrelerin “Batı, Erdoğan’ı düşürmek için yapay krizler çıkaracak” tezi yalnızca Saray-devlet bütünleşmesine hizmet ediyor.

Şimdi geldiğimiz noktada ne AKP kurucuları, ne Davutoğlu ne de onun ekibi kaldı. Fethullahçı temizliği için getirilen eski İçişleri Bakanı Ala zamanında oluşan ekip bile dağıldı. Şimdi de Topbaş “sitemkâr” bir biçimde mecburen istifa etti. Saray rejimi, işte böyle bir rejim. Bu isimlerin tasfiyesi muhalefetin başarı hanesine yazılamaz şüphesiz. Fakat iktidar bloku içindeki çatlaklar muhalefete ilham verecek ipuçlarıyla dolu. (..)
Birgün

“DOSTUM” DEMENİN BEDELİ!
Ahmet TÜRK
26 Eylül 2017

Neydi Sayın Erdoğan’ın gerçekleştirdiği ABD ziyareti öyle..?

New York’ta ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sonrası yapılan görüşmelerde “dostum” hitapları ve karşılıklı komplimanlar havada uçuştu. Bununla da yetinilse çok iyiydi; ABD polit bürosu girdisi çıktısı, oturdusu kalktısıyla toplam 50 dakika süren bir görüşmenin sonunda bize 11 milyar dolarlık yolcu uçağı alımını kitledi!

Nedense bu anlaşma bize Amerika’nın, Katar’ı teröristlere yardım ettiğini ilan etmesinden iki hafta sonra Katar’ın 12 milyar dolarlık Amerikan savaş uçağı alımını ve bunun sonrasında Amerika’nın diğer Arap ülkeleri ve Katar arasındaki husumeti sonlandırılması çağrısı yapmasını hatırlattı!

Çok mu lazımdı bu 11 milyar dolarlık uçak alımı?

Hadi THY muadilleri ile yarışmak için filosunu daima genç ve konforlu tutmak için bu uçakları almalıydı diyelim; bu alımı en üst düzeyde siyasi bir zirvenin konusu ve sonucu yapmak zorunda mıydık? Önümüzdeki zaman dilimi içinde THY yetkilileri ve Boeing firması bu alımı sadece “ticaret” faslı içinde siyasete ve algı yönetimlerine meze yapmadan çok rahat gerçekleştiremez miydi?

Fazla değil, ABD ziyaretinin hemen öncesinde, bu ülkenin savunma bakanı ABD’nin parasıyla bile Türkiye’ye silah ve yedek parça alımına mani olduğunu beyan etmedi mi?

Bu ABD, Ak Parti hükümetlerinin iç politik manevra alanı daraldığında ve işler ters gittiğinde tüm sorumluluğu üstüne atarak kendisini sütten çıkmış ak kaşık mesabesinde göstermek için dilinden düşürmediği “üst akıl” değil mi?

Bu ABD, üniter devlet yapımızı bölmek isteyen, ülkemizin Güneydoğusunda, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde “rezerv alan stratejisi” uygulayan CENTCOM’u sevk ve idare eden ülke değil mi?

Bu ABD, CENTCOM’u ve PKK’sı ile birlikte “şu anda” Zaho ve Duhok arasındaki bölgeye kuvvet yığmaya, oradaki 19 ayrı noktadaki birliklerimizi kuşatmaya üstüne üstlük daha aşağıda Musul ve Kerkük’e konuşlanmaya başlamadı mı?

Binlerce vatan evladının katili pkk ve türevlerini artık alenî bir şekilde uhdesine alarak “yan unsuru” haline getiren ve düzenli ordular formatına sokan hala binlerce tır silah yardımı yapan bu ülke değil mi?

Ülkemizdeki darbeler tasarlayan, yöneten ve finanse eden, darbeler üzerinden pazarlıklar yürüten, FETÖ’ye ev sahipliği yapan, Barzani’nin kurmak istediği ‘taşeron devlet’in İsrail ile birlikte en büyük hâmisi ve bânisi ülke ABD değil mi?

Böyle bir ülkenin liderine bu saatten sonra “dostum” diye hitap etmenin ve böyle bir zamanda haraç ödermiş gibi 11 milyar dolar bayılmanın ne anlamı vardı?

Gerçi Sayın Erdoğan’ın; “dostum…” ve “kardeşim…” hitaplarına da ardından “sen kimsin ya?” çıkışlarına ve “U” dönüşlerine alıştık! Lakin tüm bu olan bitenleri “işte büyük resim işte dünya lideri” başlığı altında “jeopolitik hamle” olarak kamuoyuna çakmanın artık eskisi gibi bir karşılığı yok…

“Biz ABD ve AB’ye bağımlıyız, bunlarla iş yapmak zorundayız” kafasında olanlara lafım: Fazla değil birkaç yıl önce, Rus uçağının düşürülmesi sonrası Rusya’nın Türkiye’ye tavrını hatırlayın… Bir sene turist yollamadı ülkemize, uçak seferlerini iptal etti… Şimdi denize düşen yılana sarılır misali “stratejik ortak” olduk Ruslarla ama hâlâ temkinliler hâlâ “almadan” vermiyor! Fazla yüz-göz olmadan mesafeyi koruyorlar! Rusya’nın ta o günlerde domatesimize koyduğu ambargo bile bugün S-400 pazarlıklarından sonraki diplomatik gündem konusu hâlâ…

Devlet adamlığı asaleti sadece süper bir devlet liderinin yanında bacak bacak üstüne atmaktan ve karşı taraftan alınan samimiyetsiz ve içi boş iltifatları “itibar” ve “güç”e convert edip kamuoyuna “jeopolitik başarı” olarak pompalamaktan ibaret midir?

Bu nasıl bir devlet yönetme anlayışıdır, bu nasıl dış politik vizyondur anlamıyorum… Hadi Pembe İncili Kaftan’daki Muhsin Çelebi’nin onuru ve devlet adamlığı ayarında bir duruşu geçtik, bari onu hatırlatacak bir duruş sergilenemez miydi?

iktibas: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/dostum-demenin-bedeli-173564h.htm

Yılmaz Özdil: Diplomasi tarihinde kendini bu kadar rezil rüsva eden başka bir ülke yoktur
26 Eylül 2017



Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) yapılan referanduma ilişkin olarak Türkiyeli yetkililerin tepkisini eleştirdi. Özdil, “Diplomasi tarihinde ifrat'la tefrit arasında böylesine savrulan, kendisini bu kadar akıllı zannedip, bu kadar madara edilen, bu kadar rezili rüsva edilen, haysiyetiyle bu kadar oynanan bir başka ülke zaten yoktur ama; dünya tarihinde, devletinin çıkarlarına bu kadar zarar veren bir başka yönetim var mıdır?” dedi.

Yılmaz Özdil’in “Dünya lideri”başlıklı yazısı şöyle:

İsrail açılımı yaptılar…

Yahudiler asrın liderimizin göğsüne “Yahudi cesaret madalyası” taktı, sayın ahalimiz pek mutlu oldu, her yere “dünya lideri” pankartı açtılar, sonra aynı İsrail gemimizi basıp insanlarımızı öldürdü.

Hollanda açılımı yaptılar…

Hollanda Kraliçesi bunlara “Hollanda Aslanı” madalyası taktı, sayın ahalimiz pek sevindi, İstanbul caddelerini “dünya lideriyiz” reklamlarıyla donattılar, sonra aynı Hollanda bizim aile bakanını kedi yavrusu gibi ensesinden tutup kapının önüne koydu, sınırdan dışarı attı, vatandaşlarımızı köpeklere ısırttı.

Suudi açılımı yaptılar…

Suudi Kralı'na madalya taktılar, Suudi Kralı da bunlara madalya taktı, sayın ahalimiz havalara uçtu, “kasırgalara direnen dünya lideri” diye kitap yayınladılar, şimdi aynı Suudi Arabistan, Katar yüzünden Türkiye'yi açık açık tehdit ediyor.

Dubai açılımı yaptılar…

Dubai şeyhine İETT garajını vermeye kalktılar, milletin bira içmesini bile yasaklarken, Dubai şeyhine özel “içkili bölge” icat ettiler, şeyhin Üsküdar'daki alışveriş merkezine “içki ruhsatı” verdiler, sayın ahalimiz berhudar oldu, şimdi aynı Birleşik Arap Emirlikleri'yle telefonla bile görüşemiyorlar, Katar yüzünden temasımız koptu.

Yunan açılımı yaptılar…

Yunanistan adalarımıza oturdu.

Kıbrıs açılımı yaptılar…

Yes be annem dedirttiler.

Rumlar AB'ye girdi.

Rusya açılımı yaptılar…

Savaştan kılpayı döndük.

Bi tane Rus turist gelmiyor.

Bi tane domates gidemiyor.

Suriye açılımı yaptılar…

Dört milyon işsiz güçsüz cahil cühela Suriyeli bize girdi.

İtalya açılımı yaptılar…

İtalya başbakanı Bilal'in nikah şahidi oldu, sonra aynı Bilal az daha İtalya'da tutuklanıyordu, zor kaçtı.

İran açılımı yaptılar…

Hayırsever Rıza bey ABD'de hapiste, Zafer Çağlayan'a tutuklama çıktı.

Mısır açılımı yaptılar…

Elçi bile gönderemiyoruz.
Adamlar bizi defterden sildi.

Bulgaristan açılımı yaptılar…

Adamlar selamı sabahı kesti, Türkiye'den kedi bile geçmesin diye sınıra dikenli tel duvarı örüyorlar!

Avusturya açılımı yaptılar…

Avusturya başbakanı Türk siyasetçilere Avrupa Birliği ölçeğinde yasak getirilmesini talep etti.

İsviçre açılımı yaptılar…

İsviçre hükümeti yıllık raporunda, Bern'deki Türk büyükelçiliğinin ajanlık faaliyet merkezi olduğunu, İsviçre'deki cami imamlarının ajanlık yaptığını açıkladı.

Türkiye'nin yarısı Bangladeş'in haritadaki yerini gösterebilirse, bu sayfayı buruşturup yemeye hazırım… Bangladeş'le araları bozuk, Bangladeş'le!

Ermenistan açılımı yaptılar…

Kendilerini çok zeki, 90 yıllık cumhuriyeti gerizekalı zannettikleri için, futbol maçıyla halledebileceklerini sandılar, sözde soykırımı tanıyan ülke sayısı 9'du, 32'ye yükseldi!

Almanya açılımı yaptılar…

Merkel'i iftarda ağırladılar, Mozart'ın Türk marşıyla karşıladılar, ezan okudular, hurmayla oruç açtılar, Beethoven'ın 9'uncu senfonisiyle uğurladılar, sonra Nazi dediler, Almanya seçimine müdahil olmaya kalkıştılar, bunların sayesinde ikinci dünya savaşından beri ilk defa Naziler meclise girdi, Avrupa'daki en önemli müttefikimiz, dört milyon vatandaşımızın yaşadığı Almanya'yla düşman olduk.

AB açılımı yaptılar…

Takvimde başka gün kalmamış gibi tam 29 Ekim'de Papa heykelinin önünde AB anayasasına imza attılar, AB'yle müzakereler bile kesildi.

Fransa açılımı yaptılar…

Fransa cumhurbaşkanı Macron daha nasıl izah etsin birader… “Dünya lideri olmak sanıldığı kadar havalı bir şey değil, Tayyip Erdoğan'la on günde bir konuşmak zorunda kalan benim” dedi!

ABD açılımı yaptılar…

Asrın liderimiz tüm zamanların ABD'ye gitme rekorunu kırdı, 23 defa ABD'ye gitti, “eşbaşkan” olduğunu söyledi, “stratejik ortak” olduğunu söyledi, aynı ABD feto'yu vermiyor, pkk'ya silah veriyor, asrın liderimizin korumaları “wanted” afişiyle aranıyor!

Irak açılımı yaptılar…

Barzani'yi onur konuğu olarak Akp kongresine davet edip, Türkiye seninle gurur duyuyor tezahüratıyla alkışladılar, herif Ankara'ya Kürdistan bayrağı dikti, şimdi de resmen Kürdistan'ı kurdu.

Diplomasi tarihinde ifrat'la tefrit arasında böylesine savrulan, kendisini bu kadar akıllı zannedip, bu kadar madara edilen, bu kadar rezili rüsva edilen, haysiyetiyle bu kadar oynanan bir başka ülke zaten yoktur ama… Dünya tarihinde, devletinin çıkarlarına bu kadar zarar veren bir başka yönetim var mıdır?

T24
ETİKETLER
yılmaz özdil ıkby barzani akp diplomasi

Mahçupyan: AK Parti doğru olanı yapmayı sürdüremedi; son TÜİK verileri ilginç bir duruma işaret ediyor
26 Eylül 2017



Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, "artık güçlü bir orta sınıfa değil, sahip olduğunu kaybetme korkusuyla iktidara 'yapışan' bir orta sınıfa ihtiyaç olduğu" görüşünü dile getirdi. Mahçupyan, "AK Parti’nin bugün de kendisi için doğru olanı yapmayı sürdürmesi doğal bir beklentiydi. Ama öyle olmadı. Son TÜİK verileri ilginç bir duruma işaret ediyor: İbrahim Kahveci’nin vurguladığı üzere eğitim seviyesi ile gelir artışı ters orantılı" dedi.

Mahçupyan, sözlerinin devamında şunları kaydetti:

“Şu anda yaşanan da ‘yeni’ AK Parti’nin siyasi tercihinin, yani milliyetçi popülizmin sonucu. Görünen o ki üst sınıfların ‘hizmet’ üretmesini sağlamak üzere uygulanan dağıtım sistematiğinin yanına, alt sınıfları siyasete bağımlı kılacak bir ihsan mekanizması eklenmek isteniyor. Bunun sosyoekonomik bedelini ödemek zorunda kalan orta sınıfın ise ‘ideolojik olarak’ yakalanabileceği umuluyor."

Etyen Mahçupyan’un “AK Parti orta sınıfı nasıl elde tutacak?” başlıklı yazısı şöyle:

Demokratik sistemlerde siyaset, farklı sosyoekonomik katmanların iktidarı makbul bulmasını sağlayacak politikaların geliştirilmesini ima eder. Kritik katman ise ‘orta sınıf’ tabir edilen, yani ortalamaya nazaran göreceli olarak daha kentli, eğitimli ve müreffeh kitledir. Bu sosyolojik grubun kendi hayatını daha iyiye götürmek üzere tasarrufta bulunma, ama aynı zamanda borçlanma oranları yüksek olup, eğitim, sağlık, eğlence ve hobi türü harcamalarının gelire oranı diğer katmanlara göre daha yüksektir. Siyasi açıdan önemli olan ise, bu kesimde etnik, dinsel, ideolojik ve coğrafi çeşitliliğin yüksek olmasıdır. Dolayısıyla demokrasi ile yönetilen ülkelerde orta sınıflar kitle partilerinin de tabanını oluşturur ve söz konusu partiler de orta sınıfı geliştirmek üzere uğraş verirler.

AK Parti de kuruluşundan itibaren bu ihtiyacın farkındaydı. Resmi ideoloji, devletçi bürokrasi ve tekelci sermayeye karşı, daraltılmış kamusal alanda mücadele verebilmenin önkoşulunun kitle partisi olmaktan geçtiği ve bunun da orta sınıfın geliştirilmesini gerektirdiği açıktı. Nitekim BM rakamlarına göre AK Parti iktidarının ilk on yılında Türkiye’de orta sınıf toplumun yüzde 20’sinden 42’sine çıktı. Bu grubun iç çeşitliliği, yüzde 25’i aşmayan İslami duyarlılıktaki seçmene bir yüzde 25 daha eklerken, AK Parti’yi de kimlikçi kalıplara sıkışmaktan kurtardı. Böylece bütün iç ve dış baskılara karşın, iktidar ideolojik açıdan meşruiyetini pekiştirebildi ve önyargıların kenara itilmesini sağladı.

Dolayısıyla rasyonel bakışla, AK Parti’nin bugün de kendisi için doğru olanı yapmayı sürdürmesi doğal bir beklentiydi. Ama öyle olmadı… Son TÜİK verileri ilginç bir duruma işaret ediyor: İbrahim Kahveci’nin vurguladığı üzere eğitim seviyesi ile gelir artışı ters orantılı. Yani eğitimli olanların hayat koşulları göreceli olarak diğer kesimlerden daha kötüye gitmiş. Ayrıca eğitimli kadın istihdamı düşüyor… Açıktır ki burada orta sınıftan söz ediyoruz. Yani çekirdek aile düzeninde yaşayan, karı koca çalışan, kredi kartı borcu yüksek olan, dünyaya entegre bir gündelik hayatı sürdürmeye çalışan ve çocuklarına ‘yatırım’ yapan haneler. Eğitim bu insanların maddi gelirini sağlayan en önemli avantaj. Ne var ki bu hanelerde kadınların göreceli olarak istihdam dışı kaldıklarını ve iş bulan aile üyelerinin de eğitimsizlere oranla daha az gelir artışı elde edebildiklerini anlıyoruz.

Bu tespiti Eylül ayı tüketici güven endeksi rakamları ile birlikte düşünelim: Ağustos ayı ile mukayese edildiğinde, hanelerin maddi durum beklentisi yüzde 2,5; tasarruf etme ihtimali endeksi ise yüzde 10 düşmüş. Bunun anlamı orta sınıfın borç ihtiyacının daha da artacağı ve sosyoekonomik açıdan sıkıntılı bir döneme gireceğidir.

Önemli olan bu sonuçların bir siyasi tercihin doğal yansıması olması… Nasıl orta sınıfın güçlendirilmesi ‘eski’ AK Parti’nin siyasi tercihinin uzantısı idi ise, şu anda yaşanan da ‘yeni’ AK Parti’nin siyasi tercihinin, yani milliyetçi popülizmin sonucu. Görünen o ki üst sınıfların ‘hizmet’ üretmesini sağlamak üzere uygulanan dağıtım sistematiğinin yanına, alt sınıfları siyasete bağımlı kılacak bir ihsan mekanizması eklenmek isteniyor. Bunun sosyoekonomik bedelini ödemek zorunda kalan orta sınıfın ise ‘ideolojik olarak’ yakalanabileceği umuluyor. Artık güçlü bir orta sınıfa değil, sahip olduğunu kaybetme korkusuyla iktidara ‘yapışan’ bir orta sınıfa ihtiyaç var ve bu da siyasette çatışma-yalnızlaşma-milliyetçileşme üçlemesi ile sağlanmak isteniyor.

Soru bu yaklaşımın orta sınıf açısından ne denli ikna edici bulunacağıdır. Çünkü eğer ikna edici bulunmazsa, söz konusu stratejinin demokrasiden uzaklaşmayı ifade ettiği kanaati güçlenebilir ve durduk yerde referandumdaki ‘hayır’ cephesi kendiliğinden konsolide edilmiş olur…

T24
ETİKETLER
etyen mahçığyan akp tüik

Yoksul sayısı 16 milyonu aştı
26 Eylül 2017



Yoksulluk oranının en yüksek olduğu iller, "Adana ve Mersin" olarak açıklandı

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), 2016 yılı gelir ve yaşam koşulları araştırması bölgesel sonuçlarına göre geçen yıl itibarıyla yıllık geliri 8 bin 539 liranın altında olan yoksul sayısı16 milyon 328 bin. TÜİK verilerine göre en yüksek gelir Ankara bölgesinde; yoksulluk oranının en yüksek olduğu il ise Adana.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre Türkiye’de geçen yıl itibarıyla en yüksek gelir “Ankara” bölgesinde görülürken, gelir eşitsizliğinin en düşük tespit edildiği bölge “Zonguldak, Karabük, Bartın” ve “Erzurum, Erzincan, Bayburt”, göreli yoksulluk oranının en yüksek belirlendiği bölge “Adana, Mersin” oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2016 yılı gelir ve yaşam koşulları araştırması bölgesel sonuçlarını açıkladı. Buna göre, Türkiye’de ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 2016’da 19 bin 139 lira olarak hesaplandı. Ülkede yıllık geliri 7 bin lira civarında olan yoksul sayısı 11 milyon olarak ölçülerken, yıllık geliri 8 bini biraz aşan yoksul yurttaş sayısı da 16 milyon kişiyi aştı.

İstanbul ikinci

İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 2. Düzey Bölgeleri itibarıyla söz konusu geliri en yüksek olan bölge, 26 bin 486 lirayla Ankara oldu. Ankara, 2015’te de listede ilk sırada yer alıyordu. Bu bölgeyi, 26 bin 41 lirayla İstanbul ve 23 bin 612 lirayla İzmir izledi.

Ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin en düşük olduğu bölgeler ise 8 bin 679 lirayla Mardin, Batman, Şırnak, Siirt; 8 bin 794 lirayla Şanlıurfa, Diyarbakır; 11 bin 88 lirayla Van, Muş, Bitlis, Hakkâri olarak sıralandı.

En eşitsiz Adana

Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan, sıfıra yaklaştıkça “gelir dağılımında eşitliği”, 1’e yaklaştıkça “gelir dağılımında bozulmayı” ifade eden “Gini katsayısı” Türkiye’de 2016 itibarıyla 0.404 iken bu değerin en düşük olduğu bölgeler 0.315 ile Zonguldak, Karabük, Bartın ve Erzurum, Erzincan, Bayburt; 0.317 ile Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Yalova olarak belirlendi.

En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirinin, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirine oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı Türkiye genelinde 7.7 iken bu değerin en düşük olduğu bölgeler 4.5 ile Zonguldak, Karabük, Bartın; 4.8 ile Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Yalova; 4.9 ile Gaziantep, Adıyaman, Kilis olarak kayıtlara geçti.

En düşük gelirli grubun yıllık oratalama geliri 5.800 lira olurken, en üst dilimde olanların yıllık ortalama geliri 45 bin lira olarak hesaplandı.

En yoksul Adana

Her bölge için eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirin yüzde 50’si temelinde hesaplanan yoksulluk sınırına göre, gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler yüzde 15.9 ile Adana, Mersin; yüzde 14.7 ile Antalya, Isparta, Burdur; yüzde 14.2 ile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli olarak gerçekleşti. Diğer bir yoksulluk sınırı olan medyan gelirin yüzde 60’ı dikkate alınarak hesaplanan gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler yüzde 22.6 ile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli; yüzde 21.8 ile Adana, Mersin; yüzde 20.3 ile Antalya, Isparta, Burdur olarak kayıtlara geçti.

T24
ETİKETLER
yoksulluk tÜİk veri yoksul sayısı 16 milyonu aştı haber

Beşiktaş'ta bebeğini üstgeçitten atan babaya müebbet!
21 Eylül 2017



İstanbul Beşiktaş’ta, yeni doğmuş bebeğini üstgeçitten atarak ölümüne neden olan Seyfullah E., karar duruşmasına çıktı.
Gazete Habertürk'ten Serdar Kulaksız'ın haberine göre, Eylül 2015’te yaşanan korkunç olayı anlatan Savcı İsmail Arslan, E.’nin çocuğunu kasten öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmasını talep etti.
Seyfullah E. ise şunları söyledi: “Olayı bilerek ve kasten gerçekleştirmiş değilim. Yeterince acı çekmiş bulunmaktayım. Benim cezalandırılmam eşimi ve çocuklarımı da olumsuz yönde etkileyecektir. Mahkemenin beni topluma kazandırmasını, ailemi ve çocuklarımı verecekleri hükümle mağdur etmemesini talep ediyorum”
Mahkeme heyeti, Seyfullah E.’yi ilk olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. İyi hal indirimiyle ceza müebbet hapse çevrildi.

Habertürk

"AKP'de Gökçek dahil 10 belediye başkanı değişecek"
27 Eylül 2017



"AKP içinde bir kırılma yaşandığı kesin ancak korkudan kimse sesini çıkaramıyor"

CHP Parti Meclisi (PM) üyesi Ali Öztunç, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek dahil 10 AKP'li belediye başkanının daha görevden alınacağını ya da istifa ettirileceğini öne sürdü.

Öztunç, Sözcü’ye yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip) Erdoğan’ın AKP teşkilatlarına yönelik ‘metal yorgunluğu’ söyleminin ardından bir yenilenmeye gitmek istiyorlar. Bu metal yorgunluğu değil ‘güvensizlik’ hali. Erdoğan, ‘Yeniden gözden geçireceğiz’ demişti. Bu gözden geçirmede kendisine en yakın isimler, belediye başkanlığı döneminden beri birlikte yürüdüğü, yol arkadaşları bile gözden çıkarılmış durumda" ifadelerini kullandı.

"FETÖ damgası yiyeceklerini düşünüyorlar"

"AKP içinde bir kırılma yaşandığı kesin ancak korkudan kimse sesini çıkaramıyor çünkü FETÖ damgası yiyeceklerini düşünüyorlar" diyen Öztunç, şu büyükşehir belediye başkanlarının istifa ettirileceğini söyledi:

"Ekonomiden eğitime birçok alandaki kötüye gidiş, toplumda adalet duygusunun sarsılması ve FETÖ’yle mücadelenin muhalefeti susturma aracı haline geldiği kanısının yerleşmesi Erdoğan’ın başkanlık yarışını zora sokuyor. 2019’da başkan olamama riskini gören Erdoğan yenilenmek istiyor. İzlenen yöntem ise görevden alma değil istifa ettirmek. İlk örneğini Topbaş’ta gördük. 10 AKP'li belediye başkanı daha görevden alınacak ya da istifa ettirilecek. Bunlar arasında Melih Gökçek (Ankara), Fatma Şahin (Gaziantep), Mehmet Erkoç (Kahramanmaraş), Recep Altepe (Bursa) ve İbrahim Karaosmanoğlu da (Kocaeli) var."

T24
ETİKETLER
melih gökçek ali Öztunç chp akp istifa fetÖ tayyip erdoğan belediye

Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını açıklayan Bekleviç: Rakibimizden memnunuz; neye elini atsa krize neden oluyor
Hülya Karabağlı
27 Eylül 2017



“Referandum sonuçları ilk yarıda ofsayttan atılan hileli bir gol gibidir”

2019 yılında yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını açıklayan Tuna B
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Eyl 27, 2017 8:24 pm    Mesaj konusu: 'Rakibimizden memnunuz; neye elini atsa krize neden oluyor' Alıntıyla Cevap Gönder

Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını açıklayan Bekleviç: Rakibimizden memnunuz; neye elini atsa krize neden oluyor
Hülya Karabağlı
27 Eylül 2017



“Referandum sonuçları ilk yarıda ofsayttan atılan hileli bir gol gibidir”

2019 yılında yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını açıklayan Tuna Bekleviç, “2017 referandum sonuçlarının tek adam rejiminin ilk turda kazanma ihtimalinin kalmadığını gösterdiğini” söyledi.

Tuna Bekleviç “100 günde 100 icraat” başlığı altında topladığı seçim vaadinde en dikkat çeken ‘Uzay Çiftçiliği ‘ ve uzay projelerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten ilham alınarak oluşturulduğunu söyledi. Bekleviç, “Dünyada insan yapımı ilk uydu uzaya fırlatılmadan tam 21 yıl önce 1936 yılında Eskişehir Tayyare Alayı ziyaretinde Atatürk’ün, “Geleceğin en etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin tahakkuku için 2000 yılını beklemeye hacet kalmayacaktır” dediğini hatırlattı.

Erkenden ilan ettiği adaylığı konusunda Bekleviç, “Bence tam zamanıdır. 2019 Başkanlık seçimine kadar partili Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın parmağını kımıldatması bile seçimi kazanmak içindir. Tükendiğinin farkında ve ne pahasına olursa olsun bu seçimi almak zorunda olduğunu çok iyi biliyor” yanıtı verdi.

“Çiftçiyim”

Tanıtım kampanyası için hazırladıkları mini kitapçıkta özgeçmişine yer veren iki çocuk babası Bekleviç, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden itibaren iş hayatıyla ilgili bilgiler verdi. Yurt içinde ve Ortadoğu’da birçok şirkete danışmanlık hizmeti verdiğini belirterek ailesi elde ettiği geliri tarım sektöründe değerlendirme kararı aldıklarını anlatan Bekleviç, ailesinin diğer ticari işleri yanı sıra Edirne’de çiftçilik yaptıklarını orta çaplı Elma ve Armut yetiştirdiklerini söyledi.

10 milyon lira noter masrafı

10 bin imza toplayan kişilerin Cumhurbaşkanlığı’na aday olmasının ekonomik boyutuna da dikkat çeken Bekleviç “2015 Kasım Seçim Sonuçları ve Anayasa Değişikliği dikkate alındığında, son milletvekili seçiminde yüzde 5 oy almış olmak şartı nedeni ile Başkanlık Seçiminde aday gösterebilecek partiler sadece AKP, CHP, MHP ve HDP. Diğer partilerin hepsi bir araya gelseler bile son genel seçimde aldıkları oy toplamı yüzde olmadığından aday gösteremeyecek. Ancak 100,000 seçmenin başvurusu ile de aday gösterilebilecek. YSK muhtemelen bu başvurunun noter kanalı ile yapılmasını isteyecektir. Bu yolla yapılacak başvurunun sadece noter masrafları 10 milyon TL tutuyor” dedi.

Tuna Bekleviç’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Neden aday oldunuz?

40 yaşımdayım. Kampanya lideri arkadaşlarımızın büyük bir bölümü de benim yaş grubumda... Herkesin tek adam rejimine karşı farklı nedenlerle endişe duyduğunu, tedirgin olduğunu biliyoruz; vatandaşlarımıza cesaret konusunda ilham vermemiz gerektiğine inanıyoruz. Bizler tek adam rejiminden korkmuyoruz. Tek adam rejimine karşı mücadele edecek cesaret, irade ve kararlılığa sahibiz. Geriye dönüp baktığımızda bu muhteşem ülkede farklılıklarını barıştıramayan partileri izlemekten çok yorulduğumuzu görüyoruz.

“Referandum sonuçları ilk yarıda ofsayttan atılan hileli bir gol gibidir”

Yıllarımızı bu ihtiyar siyasetçilerin toplumsal barışı sağlayacakları umudu ile geçirdik. Partiler, vakıflar, dernekler... Kendimizi bildiğimizden bu yana uğraşıyoruz. Her yolu denedik. Hayır Partisi bizim için çok anlamlı bir girişim oldu. Elimizden geleni yaptık. 69 şehir 159 büyük ilçe ve 1.225 köy ziyareti gerçekleştirdik. Akıl almaz engellemelerle boğuştuk. AGİT raporunda bu engellemelere yer verildi. Tüm muhalefetin bana göre güzel bir mücadelesi sonucunda Hayır çıktığını çok iyi biliyoruz. Referandum bitmedi hala devam ediyor. Referandum sonuçları ilk yarıda ofsayttan atılan hileli bir gol gibidir. Bu mücadelenin ikinci yarısı da var. Adaylığımız da bu mücadelenin ikinci yarısını oluşturuyor. Özetle "Zor ama hakiki bir mücadele olacak."

100 bin imzayı bulabilecek misiniz?

Şuan Bağımsız adaylığın imza süreçlerini belirleyecek yasanın çıkmasını bekliyoruz. Seçim takviminin de ilan edilmesi akabinde resmi imzalarımızı toplayacağız. Tüm yaz boyunca imza vermesini beklediğimiz 113 bin kişiyi listeledik. 408 Kampanya Lideri arkadaşımız bu imzaları toplayacak. Eğer kampanyada 100 binin üzerinde imza toplanırsa tek adam rejimine karşı çıkarak oy alabilecek farklı bir bağımsız adaya da destek vereceğimizi beyan ediyoruz.

“Tüm yaz boyunca metin üzerinde çalıştık”

100 icraatı neye göre belirlediniz?

Tüm yaz boyunca bu metnin üzerinde çalıştık. Yüzlerce kişi katkı sağladı. Her başlık için internette açık forumlar oluşturduk. Ortaya 20 ana başlıkta binlerce madde çıktı. Sonra bunları önem sırasına göre sadeleştirmeye başladık. Kalan maddelerimizi http://www.tuna2019.com adresinde yayınladık. Uzay çiftçiliğinden Sanayii 4.0'a kadar daha önce siyasi parti programlarında kullanılmamış öğeler kadar temel hak özgürlükler, adalet talebi, farklılıklarımıza saygı gibi temel ihtiyaçlarımıza kadar 119 başlıkta ilkesel duruş belirledik.

“Rakibimizden memnunuz; neye elini atsa krize neden oluyor”

Erdoğan, Akşener gibi arkalarında seçmen kitlesi olan isimlerle yarışacaksınız? Bir plânınız var mı?

Biz rakibimizden memnunuz. Hem kendisini çok iyi tanıyoruz. Hem de vaktini tamamlamış, tükenmiş ve bitik bir siyasetçi. Neye elini atsa bir krize sebep oluyor. İktidarını devam ettirebilmek için aşırı zorluyor. Her krizde Türkiye'nin farklı bir temel taşını devirerek gündem değiştirmeye gayret ediyor. Millet desteğini yitirdikçe hırçınlaşıyor. 2019'da kazanma şansı yok.

“Akşener hareketini ilgiyle takip ediyoruz”

Meral Hanım'ın hareketini bizde ilgi ile takip ediyoruz. Bize göre görünürlüğü çok daha güçlü bir çalışma sergiliyorlar. Mesele sen, ben veya o değil. Hayır'da birleşen vicdan hareketini muhafaza edebilmeliyiz. Seçime kadar bizlerin dışında da farklı seslerin ve farklı renklerin de aday olmasının faydalı olacağını düşünüyoruz. Tek adam rejimine karşı her alanda direnişi kampanyamızın merkezine koyduğumuz için tek adam rejimine direnen tüm partileri ve bağımsız adayları açık ve net bir şekilde destekleyeceğiz.

“Tek adam rejiminin ilk turda kazanma ihtimali yoktur”

Çatı aday fikrine karşısınız?

Çatı aday arayışına kesin bir şekilde karşıyız. 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi çift turlu bir seçimdir. 2017 referandumu açık bir şekilde gösteriyor ki tek adam rejiminin ilk turda kazanma ihtimali kalmamıştır. Dolayısıyla ilk turun sonucu tek adam rejimine karşı "ortak adayı" ortaya çıkartacaktır. Genel Başkanların seçeceği çatı aday değil; milletin ilk turda belirleyeceği ortak aday bu onurlu milletin Cumhurbaşkanı adayıdır. Tek adam rejimine karşı hepimizin de milletin seçeceği o aday etrafında birleşmesi gerekir diye düşünüyoruz. Hayır vicdanı gücünü farklılıklarından almıştır. Şimdi bize düşen görev bu farklılıkları muhafaza edip cesurca bu dayanışmayı sürdürebilmektir.

“Demokrasi’ apartmanı karışmış o bize odaların şeklini tartıştırıyor”

Seçime iki yıl var. Erken değil mi?

Bence tam zamanıdır. 2019 Başkanlık seçimine kadar partili Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın parmağını kımıldatması bile seçimi kazanmak içindir. Tükendiğinin farkında ve ne pahasına olursa olsun bu seçimi almak zorunda olduğunu çok iyi biliyor. Bunun için de attığı her adımın tek bir amacı var: "ülkeyi her konuda karpuz gibi ikiye bölmek." Erdoğan'ın icraatlarını kıyasıya eleştirmek de desteklemek kadar onun Başkanlık kampanyası oyununa figüran olmaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü duymak istediği, "Allah seni başımızdan eksik etmesin" kadar "Laiklik elden gidiyor" sesleridir.

"Demokrasi" apartmanı yıkılmış; o bize odaların şeklini tartıştırıyor. Maalesef her kesimden bu gölge oyununa malzeme olanlar var. Erdoğan'da bu durumdan gayet memnun görünüyor. Erdoğan'ın arzu ettiği "gündelik tartışmalara" bizi çekmesine izin vermeyeceğiz. Bu tartışmalar yapaydır. Meselenin özünden koparmak için tuzaklardır. Bu kara günler geçince yapacağımız ilk iş bu enkazı kaldırmak ve her şeyi sil baştan inşa etmek olacak.

O gün en önemli referansımız evrensel insan hakları, herkes için hakiki adalet, toplumsal samimiyet ve farklılıklara olan saygının muhafaza edilmesi olacaktır. Bu zihniyet kendisini tüketti. Onlar gidenler biz gelenleriz. Onlar tükenenler biz ise geleceğiz. "Ben de Varım" diyen herkesi de bu mücadeleye davet ederiz.

Uzay Çiftliği fikri nereden doğdu?

Uzay Çiftçiliği 20 temel konudaki 119 maddemizden birisidir. Tarım alanında önemli bir tarihi birikimi olan Türkiye yer çekimsiz ortamda tarımsal ürün yetiştiriciliği alanında uzmanlaşmalıdır. Bir Trakya çiftçisi olarak ifade etmek isterim ki yer çekimsiz ortamda bitkilerin kök gelişimi mümkündür. Bu alanda yapılacak çalışmalar için ilk etapta Dünya’da sonrasında uzay laboratuvarında yer çekimsiz tarlalar oluşturulabilir; bazı üniversitelerimiz “Uzay Çiftçiliği” alanına yoğunlaşabilirler. Her önerimizin altında bir düşünce yatmaktadır. Uzak Çalışmaları ve Uzay çiftçiliği başlığımızın temelinde Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçekleştirdiği konuşma yer almaktadır.

Dünya’da insan yapımı ilk uydu uzaya fırlatılmadan tam 21 yıl önce 1936’da Eskişehir Tayyare Alayı’nı ziyareti eden Mustafa Kemal Atatürk; “Geleceğin en etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin tahakkuku için 2000 yılını beklemeye hacet kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise batıdan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir.’’ demiştir. Bu sözler nasihatte kalmış; ülkemiz bu yarışta oldukça geride kalmıştır. Türkiye’nin bu alanda daha fazla bekleyecek lüksü veya mazereti yoktur.

Türkiye yeni Dünya düzenindeki askeri ihtiyaçları, hayatı kolaylaştırmak ve pratikleştirmek için yaşamsal amaçları çerçevesinde uzay çalışmalarında güçlü bir şekilde yer almak zorundadır.

T24
ETİKETLER
tuna bekleviç hayır partisi cumhurbaşkanlığı adaylığı seçim vaat erdoğan akşener

"Kadir Topbaş İstanbul'a 'abilik' değil 'üvey kardeş' muamelesi yaptı"
27 Eylül 2017



"Topbaş'ın istifasından mağduriyet yaratmak doğru değil"


Hürriyet yazarı Yalçın Bayer, 13 yıldır sürdürdüğü İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı'ndan istifa eden Kadir Topbaş ile ilgili olarak "İstanbul’a abilik değil ‘üvey kardeş’ muamelesi yaptı" dedi.

Yalçın Bayer'in "Kadir Topbaş’ın bilançosu" başlığıyla yayımlanan (27 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Kadir Topbaş’ın ‘istifası’ndan bir mağduriyet yaratmak doğru mudur? Değildir. Nedeni de şudur:

Bu konuda kitap yazmak lazımdır. Ama önce şunu hatırlatalım: 5216 ve 5393 sayılı kanunlar ile büyükşehir belediyelerine ‘plan yapma yetkisi’ verildi. Kadir Topbaş bu yetkiyi yeşil alanları çoğaltmaya, bölge planları yapmaya, altyapıyı iyileştirmeye, trafiği çözme yönünde kullansaydı bugün İstanbul bu halde olmazdı.

CHP İBB/Kadıköy meclisinde, Hüseyin Sağ’ın en çok sorguladığı ve önerge verdiği kişi; Kadir Topbaş... Aslında bu bir rekor. (Ankara’da Melih Gökçek ise böyle sorgulamadan geçmiyor nedense...)

Sağ’dan, Topbaş’la ilgili bir bilanço istedik; dedi ki:

“Topbaş, 14 yılda imar ve bayındırlık komisyonuna yaklaşık 20 bine yakın dosya havale etti. Sonuç; İstanbul’da beton yığını siluet ortaya çıktı!

Tanık istenirse; vinçleri, taşan dereleri, kaldırımları, doldurulan sahilleri göstermek gerekiyor. Topbaş ortaya çıkan ‘davalara’ ve yağmalara karşı imar dosyalarından haberim yoktu diyemez. Belediye Yasası’na göre başkanın havale etmediği hiçbir konu belediye meclisinde görüşülemez. 20 bin dosyadan 7’sini veto etmiş kendisi. Bununla alkışı hak ediyor!...

- 2014-2017 yılları arasında verdiğim önerge sayısı 153 adet; cevabı verilen sayı 35... Dönem bitiyor hâlâ cevap yok. 2004-2017 arasında 41 suç duyurusu yaptım, 29 dava açtım; bunlardan bir kısmını diğer üye arkadaşımla yaptım. Kaybettiğim dava sayısı kazandıklarımdan daha çok; hâlâ süren davalarım var. Yaklaşık ulusal basında çoğu imar rantı ve bunlara bağlı suç duyuruları ve röportajlarımı içeren 800 yakın haberim yer buldu.”

- Kadir Topbaş, AKP’lilerin çok sevdiği sözcükle ‘kadim şehir’ İstanbul’a hesap vermek zorundadır. Vermesi de gerekiyor zaten. Her ne kadar Cumhurbaşkanı kendisini ‘gölgeliyor’ diye düşünse de hesabını bir gün mutlaka verecek. ‘İmar rantı’ diye bir şey varsa; bunun baş sorumlusunun kendisi olduğunu biliyor Topbaş...

- Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki göreve geldiğinde, Kadir Topbaş’a isim vermeden bindirdi. “En büyük hırsızlıklar imardan geliyor” dedi. Ne yazık ki, bu söze tepki koyan hiçbir belediye başkanı ortaya çıkmadı.

Kadir Topbaş İstanbul’a abilik değil ‘üvey kardeş’ muamelesi yaptı.

Bir soru: Örneğin Paris Belediye Başkanı işadamları tarafından Kadir Topbaş’ın önemsendiği kadar dikkate alınır mı?

T24
ETİKETLER
İstanbul kadir topbaş abi kardeş üvey

"Barzani'yi kim palazlandırdı, peşmergeyi eğiten kim, kim lahmacun ısmarladı!"
27 Eylül 2017



"Diyarbakır'da el ele tutuşup göz yaşları içinde megri megri diye tempo tuttular"

Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı ve Kayseri Bağımsız Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, sosyal medya hesabı üzerinden Irak'taki bağımsızlık referandumuna ilişkin değerlendirmede bulundu. Irak'taki referandumun sonuçlandığını fakat herhangi bir yaptırımın 'henüz' hayata geçmediğini söyleyen Halaçoğlu "Barzani'nin ortakları kimler? Petrolü kim satıyor? Barzani'yi kim palazlandırdı? Peşmergeyi kim hangi kafayla eğitti? Kim PYD'ye yardım için peşmergeyi Türk topraklarından Suriye'ye geçirtti? Hatta lahmacun ısmarladı?" diye sordu.

Yusuf Halaçoğlu, Irak Bölgesel Yönetiminin referandumunun gerçekleştiğini fakat Türkiye 'den herhangi bir net hamlenin henüz gelmediğini söyledi. Facebook hesabından yazılı bir açıklama yayımlayan Halaçoğlu, "Hani hükümetin referandum karşı asıp keseceğini söyleyip ahkâm kesenler neredesiniz? İş bitmiş hala Habur sınır kapısı, hava sahası açık. Petrol boru hatları çalışıyor. Barzani'nin Türkiye'deki işletmeleri faaliyette.

"Eee şimdi ne olacak?"

Referandum yapıldı? Eee şimdi ne olacak. Tabii bir şey olmayacak. Denecek ki, Barzani'yi cezalandırmak için biz kardeşlerimizi cezalandırmayız. Ama asıl olan arkasında yatan, Barzani'nin ortakları kimler? Petrolü kim satıyor? Barzani'yi kim palazlandırdı? Peşmergeyi kim hangi kafayla eğitti? Kim pyd'ye yardım için peşmergeyi Türk topraklarından Suriye'ye geçirtti? Hatta lahmacun ısmarladı? Sonuçta bütün bunlara baktığımızda nasıl olur da kendi kendilerine yaptırım uygularlar diye düşünüyor insan.

Boşa mı Barzani'nin paçavrasını bayrak diye aylar öncesinden direğe çektiler. Boş yere mi Türkiye seninle gurur duyuyor diye alkış tuttular. Boş yere mi Diyarbakır'da el ele tutuşup göz yaşları içinde megri megri diye tempo tuttular. Haaa onlara destek veren birileri de otursun şimdi kına yaksın." dedi.


Video: Rudaw'dan: Kürdistanlı ninjalar göz doldurdu


T24
ETİKETLER
yusuf halaçoğlu peşmerge barzani haber açıklama

CHP’li vekile göre ‘AKP’nin arpalığı’: Bakan yardımcılarına yılda 3,5 milyon lira
24/09/2017

Bakan yardımcılarının bütçeye yıllık maliyetlerinin 3,5 milyon lira olduğu bildirildi.

Cumhuriyet’ten Mustafa Çakır’ın haberine göre CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in bakan yardımcılarıyla ilgili sorusuna Başbakanlık İletişim Merkezi’nden (BİMER) yanıt geldi.

Buna göre bakan yardımcılarına bu yıl aylık ortalama 15 bin 562 lira ödendi. Bu da yıllık 186 bin 744 lirayı buluyor. Şu an toplamda 19 bakan yardımcısı var. Tüm bakan yardımcılarına ödenen yıllık maaş ise 3 milyon 548 bin 136 lira.

‘Ayrılmasınlar diye’

CHP’li Emir, bakan yardımcılarına oda, sekreter, özel şoför ve odacının da tahsis edildiğini söyledi.

“Bakan yardımcısı ne yapar? Koskoca bir hiç” diyen Emir, bazen bakan tarafından yetkilendirildiklerini, bazen de boş boş oturdukları kaydetti.

CHP’li vekil şöyle devam etti: “Sistemde böyle bir ihtiyaç olmaksızın oluşturulan bakan yardımcılığı, AKP’nin siyasi arpalığıdır. Bir yanda günde ortalama sekiz saat çalışıp aylık 1446 lira asgari ücrete talim ederken, diğer yandan bakan yardımcısı olup, zorunlu olmadıkça elini işe atmadan 15 bin 562 lira alacaksın. Herkesin bildiği, ‘Devletin malı deniz yemeyen domuz’ atasözümüzün neden, niçin söylendiğini düşünmeden edemiyorum.”

Emir, AKP’de yeniden milletvekili gösterilmeyenlerin, küsüp siyaseten ayrı bir yol izlemelerini engellemek amacıyla bu makama getirildiklerini kaydetti.
Diken

OHAL ilan edildiğinden beri 47 cezaevi açıldı; 11 tane de yolda!
27 Eylül 2017



"Tutuklu ve hükümlü en az 17 bin 540 kişinin yatacak yeri bulunmuyor"

15 Temmuz darbe girişimi sonrası artan tutuklamalardan sonra cezaeevlerinde yer kalmadı. OHAL ilan edildiğinden beri 47 cezaevi açıldı; 11 yeni cezaevi daha açılması için çalışmalar yürütülüyor.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfik Evleri Müdürlüğü’nün paylaştığı bilgilere göre, 2016 yılında 38 yeni cezaevi açan AKP, 2017 yılı Eylül ayı itibariyle dokuz yeni cezaevi daha açtı. OHAL’de geçen 14 aylık sürede toplamda 49 yeni cezaevi açılırken, Ceza ve Tevfik Evleri Müdürlüğü’nün faaliyet raporunda yer alan bilgilere göre 2017 yılının sonuna kadar 11 yeni cezaevi daha açılması için çalışmalar yürütülüyor.

Kapasite her geçen gün artırılıyor

Birgün'den Çağlar Ballıktaş'ın haberine göre; geçen yılın sonunda yapılan açıklama ile “Ceza infaz kurumu ve tutukevi sayısının, işletim maliyetlerinin düşürülmesi, hizmette kalite, çağdaş infaz anlayışı doğrultusunda hızla azaltılması gerekmektedir” diyerek kapasite artışının durdurulmasını isteyen Ceza ve Tevfik Evleri Müdürlüğü’nün taleplerine kulak asılmadı. 2017 yılında açılan yeni cezaevleriyle birlikte toplam kapasite 207 bin 338 kişiye ulaştı.

17 bin 540 kişiye yatacak yeri yok

Son 10 yılda ise toplamda 148 adet yeni ceza infaz kurumu açılarak 129 bin 578 kişilik kapasite artışı sağlandı. Ancak 224 bin 878’e ulaşan tutuklu ve hükümlü sayısı nedeniyle en az 17 bin 540 kişinin yatacak yeri bulunmuyor.

Merkezileşme devam ediyor

Geçen yıllarda cezaevlerinin merkezi büyükşehirler bünyesine taşınma süreci de devam etti. 2017 yılında açılan 9 yeni cezaevinin metropol kentlere açıldığını belirten Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü küçük ilçelerde fizik şartların yetersizliği ile eğitim ve iyileştirme çalışmalarının kısıtlı yapılması veya hiç yapılamaması nedeniyle 2017 yılında 7 ilçe cezaevini kapattı. Son 10 yılda toplamda aynı nedenle kapanan cezaevi sayısı ise 204’e ulaştı.

T24
ETİKETLER
cezaevi yeni tutuklu hükümlü ohal

Financial Times: Erdoğan ve danışmanları, Türkiye'nin gücünü fazla sandı
28 Eylül 2017


Soldan sağa ön sıra: Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad es-Sani, Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el Ahmet el Cabir el Sabah, Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz el Suud ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

İngiliz Financial Times (FT) gazetesi Türkiye'nin Arap dünyasıyla ilişkilerini incelediği özel bir ek hazırladı. Türkiye'nin bu ülkelerle siyasi, ticari, enerji ve turizm alanlarındaki ilişkilerini inceleyen gazete, "Ankara'nın ittifakları eleştiriliyor" yorumunu yaptı.

FT Dış Haberler Editörü David Gardner, "Erdoğan Kürtlere odaklanıyor" başlıklı makalesinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'neo-İslamist' partisi AKP'nin, Arap ülkelerinde isyanların başladığı 2011 yılında İslam'la demokrasinin bir arada var olabileceğinin modeli gibi görüldüğünü fakat günümüzde böyle bir şeyi hayal etmenin bile zor olduğunu yazdı.

"Erdoğan'ın Şam'da namaz kılma hayali vardı"

BBC Türkçe'de yer alan habere göre; Türkiye'nin bir dönem hüküm sürdüğü Orta Doğu'daki etkisinin, Osmanlı'nın emperyal tarihi nedeniyle her zaman kısıtlı kalacağını belirten Gardner, makalesinde şunları yazdı:

"Türkiye'nin Batılı müttefikleri, ABD ve AB, zor zamanlarda Ankara'yı Orta Doğu'da güvenilir bir pusula olarak gördü. Ama artık o pusula kontrolsüz bir şekilde dönüp duruyor. Türkiye hem komşularıyla hem de Batı'yla kötü ilişkiler içinde, tarihi rakipleri olan Rusya ve İran'a bağımlığa sürükleniyor. Erdoğan'ın Şam'da namaz kılma hayali vardı. 2011'de 'Arap Baharı' sırasında Tunus, Mısır ve Libya'da bir 'rock star' turuna çıkan Erdoğan, İslam dünyasında Müslüman Kardeşler'e güveniyordu. Fakat 2013'te rüzgar değişti. Mısır'da geniş destek alan bir darbe Müslüman Kardeşler'i iktidardan indirdi, Tunus'ta İslamcılar koalisyon hükümetinden ayrıldı, Libya ise kabile savaşları ve cihatla bölündü. Obama hükümeti de Suriye'de Esad'ı bombalamamaya karar verdi ve Türkiye'nin desteklediği Sünni İslamcı isyan güç kaybetmeye başladı.

Erdoğan ve Neo-İslamcı danışmanları Türkiye'nin gücünü olduğundan daha fazla sanmışlardı. Orta Doğu girdabına kapılan Türkiye, sınırında ve içinde şiddet olaylarıyla karşılaştı. Bir dönem geniş çaplı bölgesel hedefleri ve politikaları olan Türkiye'nin dış siyaseti yalnızca sınırındaki Kürt milislerin daha fazla toprak kazanmasının önüne geçmeye indirgendi. Türkiye bu durumdan o kadar rahatsızdı ki, devletin ajansı (Anadolu Ajansı) Suriye'de Kürtlerin kontrolünde bulunan topraklardaki Amerikan üslerinin yerlerini yayınladı. Bölgede son olarak Suudi Arabistan ile Türkiye'nin son ideolojik ruh eşi Katar arasında kriz çıktı. Bu da Sünni dünyanın lideri olmak isteyen Erdoğan'ın önünde bir engel. Bu kriz Türkiye'nin zayıf noktalarını artırabilir. Suriye'de ise El Kaide'nin eski şubesinin oluşturduğu Heyet Tahrir El Şam, Türkiye'nin desteklediği Ahrar el-Şam örgütünü zorla ele geçirdi. Yeterince kaygı verici olan bu gelişme Türkiye'nin bölgedeki rakiplerinin manipüle etmek istemesi durumunda Türkiye için ciddi bir bela olabilir."

CUMHURİYET

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın tutukluluk halinin devamına karar verildi
28 Eylül 2017



KHK ile işten çıkarılan ve açlık grevine başlayan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın davasına devam edildi. Özakça, " AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi. Tarih, ekmek kavgasının tarihidir. Sömürü var olduğu sürece direnişte sürecek." sözleriyle savunma yaptı. Mahkeme, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın tutukluluklarının devamına karar verdi.

KHK ile işten çıkarılan ve açlık grevinde olan eğitim emekçileri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın davasında mahkeme tutukluluk halinin devamına karar verdi. Duruşma 20 Ekim Cuma günü saat 10.00'a ertelendi.



Davaya katılmak isteyenleri taşıyacak araçlar polis tarafından bağlandı. Veli Saçılık, konuyla ilgili "Nuriye-Semih'in davasına katılım olmasın diye otobüsleri bağladı polis. Direniş kazanacak!" mesajını paylaştı.
[Haber görseli]

Nuriye Gülmen getirilmedi

Mahkeme Başkanı tutuklu sanık Nuriye Gülmen'in hazır edilmesi için yazılan yazıya verilen cevapta Ankara Numune Hastanesi'nin sanığın davaya getirilmesinin "tıbben sakıncalı" olduğu yazısı nedeniyle hazır edilemediğini bildirdi.

Semih Özakça tekerlekli sandalye ile duruşma salonuna getirildi

Semih Özakça saat 11:00'de tekerlekli sandalye ile durusma salonuna getirildi. Semih Özakça'nın etrafına jandarma tarafından etten duvar örüldü. Semih Özakça zorla ayaga kalkarak sağ yumruğunu kaldırarak salonu selamladıktan sonra izleyiciler ve avukatlar Semih Özakça'yı alkışladı. Duruşmaya katılan Semih Özakça'nın oldukça zayıfladığı görüldü.

Jandarma, sanık Acun Karadağ'ın Semih Özakça'yı görmesine izin vermeyince Acun Karadağ "Lanet olsun böyle adaletsiz iktidara" diyerek ağladı. Acun Karadağ "Ne hale getirmişsiniz çocuğu Allah belanizi versin. Bir öğretmeni ne hale getirmis devlet herkes görsün." dedi

"Benim yüzlerce avukatım var"

Duruşmada önce Semih Özakça'nın kimlik tespiti yapıldı, hakkındaki suçlama okundu.

Mahkeme Başkanı, Semih Özakça'ya 3 avukat sınırlaması getirdi ve kendisinden üç avukat seçmesini istedi.

Semih Özakça "Üç avukat seçmeyeceğim. Bu bir dayatmadır. Bize yapılan zulüm ve baskının parçasıdır. Bunu kabul etmiyorum. Benim yüzlerce avukatım var" dedi.

Avukat Murat Yılmaz'da yasağa itiraz etti. Acun Karadağ'da yasağı kabul etmeyerek "Buradaki herkes avukatımdır" dedi.

Mahkeme başkanı ile avukat arasında "kanunsuz yorum" tartışması

Mahkeme, 149/3 maddesinde suç sınırlaması yapılmamış olup örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlarla ilgili düzenleme getirilmiş bulunması ve düzenlemenin amir hüküm niteliğinde olması madde metninde örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan bahsedilmiş olması, iddianamelerde sanıkların üzerine atılı suçları örgüt faaliyeti kapsamında işlediklerinin iddia edilmiş olması karşısında bu maddenin uygulanmamasına yönelik talep ve itirazların reddine oy birliği ile karar verdi.

Mahkeme Başkanı, sanıkların müdafilerini seçmemeleri durumunda mevcut avukatlarından üçer sonrasına söz verilmeyeceğini bildirdi.

Sakarya Baro Başkanı ve Mahkeme Başkanı arasında geçen konuşma

Sakarya Baro Başkanı Zafer Kazan: Hangi maddeye göre seçeceksiniz?

Mahkeme Başkanı, 149. maddeye göre biz öyle yorumluyoruz.

Zafer Kazan: Bu kanunsuz yorum.

Mahkeme Başkanı, Semih Özakça'ya tekrar söz verdi

[Haber görseli]

Semih Özakça'nın savunması

Burada Savunma hakkımıza yeni bir saldırı vardır. Daha önceden tutuklanan avukatlarımız var. İlk duruşmamıza iki gün kala avukatlarımız gözaltına alındı. Burada bizim savunmamız engellenmiştir. Bunun yanında 14 Eylül'de duruşmaya keyfi olarak getirilmedik. Biz açlık grevindeyiz. 14 gün daha açlık grevinde tecrit hücrelerinde işkence çektik. Şimdi burada hem bizim savunmamız engellendi. Üç avukat dayatmasını kabul etmiyorum. Burada olmayan Nuriye Gülmen zorla numune hastanesine götürülmüştür. Neden çünkü savunması engellenmek istenmiştir.

"Hukukun katledilmesini gözlerimle gördüm"

Ezilen, sömürülen işçiler adına... Hukuk diyerek yutturulmaya çalışılarak bu dava ile hukuk katledilmesini bizzat gözlerimle gördüm. Önce yerde inim inim inledi sonra sessizce can verdi. Şimdi ise bir cinayete ancak bu kadar yakından yanıklık ediyorum.

"Cübbelerinizle oyuna dahil edilen sizler, elinizdeki iddianame senaryo"

İşime geri dönmek için başladığım açlık grevinin 75.gününde işkence ile gözaltına alındım. Adliyeye kararı beklerken işlendi cinayet. Polis amiri, savcının odasına girerek kendilerine çay söyledi ve bir saat konuştular. Cinayet böyle işlendi. Bu ülkenin halkına daha hakim karşısına çıkmadan birileri tarafından tutuklanma kararı veriliyor. Bunun adına emir büyük yerden deniyor. Sırtında afilli yargıç cübbeleri ile millet adına karar vereceksiniz. Sahi çoktan kırmadınız mı kalemimizi? Cübbelerinizle oyuna dahil edilen sizler, elinizdeki iddianame senaryo. Kimin için bu oyun? Egemenleri memnun etmek olacak yine. Mahkemelerden adalet çıkmayacağının kanıtı şu ana kadar yaşadığımız hukuksuzluk, keyfiliktir.

"AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi"

Kimse bu adaletsiz karşısında aman dilemeyi beklemesin. Ben yine düşündüğümü söyleyeceğim. Hükümsüz olan bu siyasi davaya karşı bir savunma olmayacak benim savunmam. Emeğimle onurumla ekmeğimi kazanan bir öğretmendim. AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi. Tarih, ekmek kavgasının tarihidir. Sömürü var olduğu sürece direnişte sürecek. Savunma yapması gereken, ufak bir açıklama bile yapmadan koltuklarında oturan AKP iktidarıdır. Onuruyla ekmeğini kazanan bir sınıf öğretmeniyken önce işimden atıldım. Bu kabullenebilir bir durum değildi. Direnmenin, karşı gelemenin her bedelini yaşadık. Ben işinden atılmış bir sınıf öğretmeniyim, köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’ diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin yanağındma gayri herşey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen Filistinli’yim, dünyanın her köşesinde haksızlığa uğrayan ve mücadele eden kim varsa oyum.

Sağa sola FETÖ'cü deyip saldıran iktidar temsilcileri ,önce kendilerine baksınlar. Şimdi oturduğunuz o koltuklarda daha önce kendi siyasal düşüncelerine göre kararlar veren, şuan tutuklu olan hakimler vardı. Biz halkın aydınları olarak kamu emekçilerine yönelik bunun gibi komplo davalarına çok rastladık. Devlet kurumlarında uygulanan tek bir kural vardır o da talimatsız hareket etme yanarsın kuralıdır.

Mahkeme başkanı savunmaya müdahale etti

Mahkeme başkanı, savunmaya müdahale etti. Başkan, iddianamedeki suçlamalara yönelik savunma yapmasını istedi. Semih ise "Ben buraya gelebilmek için çok sabrettim, siz de biraz sabredin' yanıtını verdi.

Eğitim alanında özelleştirme ile güvencesizleştirmenin önü açılıyor

Semih Özakça savunmasına şöyle devam etti : AKP iktidarı, çocuklarımızın geleceğini, onların demokratik bilimsel eğitim hakkını çalmaktadır. Eğitim alanında özelleştirme ile güvencesizleştirmenin önü açılıyor. Ayrıca performans değerlendirme sisteminin önü açılmaya çalışılıyor. Muhalif sendikaların eylemleri 'suç' konusu edilerek kamu emekçileri soruşturma ve ihraç tehditleri ile karşı karşıya kalıyor. AKP gibi düşünüp yaşamıyorsanız terörle iltisaklısınız. AKP'li iseniz bile iktidar yakın sendikanın seçtiği okul müdürü ile aranız iyi değilse terörle iltisaklısınız. Öğretmenlik bana ne lüks bir yasam ne de gözümün arkada kalmayacağı bir yaşam vaadediyordu. Yaşamımızı sürdürmek zorunda olduğumuz yerde her gün tank top sesleri duyuyorduk.

Semih Özakça savunması sırasında çok yoruldu. Duruşmaya ara verildi..

Aradan sonra tekrar başlayan duruşmada Semih Özakça savunmasına devam etti.

Bu direniş ezilen halkların direnişidir

Özakça: Halkın aydını düşünen çelişkileri görüp kavrayan ve toplumsal mücadele içinde eyleme geçendir. Halkın aydını en güzel türkünün koro ile söylenen olduğunu bilir. Halkın aydını tek başına kalsa da değerleri için mücadele etmesini bilendir. Halkın aydını hiçbir şeyin kendi kendine olmayacağını bilen nesnel koşullara teslim olmayandır. Halkın aydını çelişkileri görüp eyleme geçendir. Halkın aydını hem halktan öğrenen hem halka öğretendir. Bu direniş iki kişinin direnişi diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu direniş ezilen halkların direnişidir. Ben de halkın aydını olan bir öğretmen olarak bu direnişin bedelleri olacağını biliyordum. Kimsenin sokağa çıkmadığı,basın açıklamalarının yasaklandığı bir dönemde;halkımın sözünü söylemeyi bir zorunluluk olarak görüyorum. Kamu emekçilerinin mahkum edilmeye çalışıldığı hayata karşı açlığımızla direniyoruz. Mesele açlık grevinin etkili bir eylem olmasının düşünülmesi, halk tarafından sahiplenilip büyüyeceğinden duyulan korku idi. Aç kalmayı biz tercih etmedik, bunun sebebi iktidarın bizi açlığa mahkum etmek istemesidir.

Ömrümüzden yiyoruz
İktidar işimizi bize geri verseydi aç kalmazdık. Direnişi başlatan da bastırmaya çalışan da iktidardır. İhraç edilenler ağaç kökü yesin' diyen bakana sesleniyorum, onu da yemiyoruz. Ömrümüzden yiyoruz. İşimizi geri alıncaya kadar açlık grevi eylemine devam edeceğim. Biz devrim olsun, AKP gitsin diye açlık grevi yapmıyoruz. İşimizi geri istiyoruz bunun için açlık grevi yapıyoruz. İş. Bu kadar! Tutuklandık çünkü açlık grevimiz haklılığıyla halk nezdinde karşılık buldu. Tutuklandık çünkü bu tutuklama korku ve gözdağını büyütecekti. Tutuklandık çünkü Akpnin yeni ülke politikasının önünde engeliz! Gezi ve tekel direnişi tekrarı bize değil, iktidarın zulmüne bağlıdır. Zulüm artarsa direniş olacaktır.

İlk defa güneş ışığı gördüm

Bizi işkence yaparak vurarak kırarak kampüs hastanesine götürdüler. Biz hasta değil eylemciyiz. Ben hastaneye kaldırıldığımdan bu yana ilk defa buraya gelirken güneş ışığı gördüm. Biz zorla müdahale tehditleriyle baş başbaşayız orada, kimsenin müdahalesini istemiyoruz! Pazartesi gecesi zebaniler geldi, gece gelenlere başka ne denir?

Süleyman Soylu bizi hedef gösterdi

Nuriyeyi Numuneye götürürken içeriden sloganlar çığlık sesleri geliyordu yani bilinci açık. Nuriyeyi iki gün önce Numuneye, duruşmaya getirmemek için kaldırdılar. Zorla müdahale insanlık suçudur. Soylu bizimle ilgili çok şey söyledi,inandıramadı insanları, bakanlık eliyle kitapçık yayınladı. Süleyman Soylu bizi hedef gösterdi zaten, terörist ilan etti, peki bu mahkeme niye kuruldu? Asıl suç olan budur.

Verin kararınızı perde kapansın

Zorla müdahale için götüreceklerini düşünüp annemle vedalaştım. Bu uygulamanın sonuçları belli. Fotoğraf dahi çektirmemize izin vermediler amaçları bizi unutturup zorla müdahale edip, bizi yaşayan ölü haline getirmekti.Son olarak şunu söylemek istiyorum; Verin kararınızı perde kapansın.

Semih Özakça ifadesini Enver Gökçe'den 'Dost' şiirini okuyarak bitirdi! Salondan alkış sesleri yükseldi. Duruşmaya 1 saatlik öğle arası verildi.

Acun Karadağ ifade vermeyeceğini açıkladı

Aradan sonra saat 15:00'da tekrar başlayan duruşmada sanıklardan Acun Karadağ, Nuriye Gülmen'in mahkemeye getirilmemesini gerekçe göstererek ifade vermeyeceğini açıkladı.

Karadağ, "Ben Semihi gördüğümde gözyaşlarımı tutamadım, bu kadar zalimlik olmaz. Ben tutuksuz yargılanıyorum, yani bu yargılama açlık grevine yöneliktir. İki eğitimci 204 gündür aç. Nuriye'yi buraya getirmemek için hastaneye kaldırdılar, Nuriye ifade vermeden ben de vermeyeceğim" dedi.


THİV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı'nın avukatların talebi üzerine uzman bilirkişi olarak dinlenmesine karar verildi. Bakkalcı, açlık grevi ve etkileri üzerine beyanda bulunacak.

Dr. Bakkalcı:Açlık grevi yapanlar bu hayatı olağanüstü değerli ve kıymetli bulurlar, bir çözüm olsun da yaşamımız son bulmasın isterler.Yaşama verilen bu değer ile intihardan ayrılır. İntiharda kişi yaşama isteği duymaz. Bu Farkı belirtmek istiyorum. B1 vitamini açlık grevi süresinde kritik bir etkendir. Zorla müdahale etik açıdan doğru değildir. Zarar vericidir, tıbbi müdahale zorla yapılamaz. Bu insanların açlık grevi kararı vermelerinde otorite tarafından seslerinin duyulmaması etkili oldu, buna şahit olduk. Açlık grevlerinde düzenli kontrol çok önemlidir. Bu insanlar tutuklandıkları günden itibaren tıbben kontrollerini yapamadık. Sunduğumuz raporlar, sadece kapatılmanın bile kişiye ruhsal ve bedensel olarak nasıl etki ettiğini gösteriyor.

Savcı tutukluluğun devamını istedi

Duruşmada taleplerle ilgili görüşü sorulan savcı sanıkların tutukluluk hallerinin devamı yönünde görüş bildirdi. Savcı ayrıca Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 'nın Adli Tıp Kurumu'na sevki ile değerlendirme raporu alınmasını, tutukluluğunun devamını mütalaa etti.

Avukatlar talepte bulunuyor

Savcının bu talebinin ardından Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın avukatları beyanda bulunuyor.14 Eylül duruşmasından iki gün önce avukatların gözaltına alındığını, bu duruşmadan iki gün önce Gülmen'in yoğun bakıma kaldırıldığını anımsatan avukat Murat Yılmaz, "Dosyaya sunduk. Nuriye Gülmen'in durumunda ne değişiklik oldu? Hukuktan bahsediyoruz. Nuriye Semih deyince hukuğu askıya alma hali var. dedi. Nuriye Gülmen'in tedavi evraklarının mahkemeye gönderilmemesine tepki gösteren Yılmaz, "Bir irade var. Sizin niyetinizi okumuyorum. Nuriye ve Semih'i izole etmek için bizi buraya hapsettiler" ifadelerini kullandı.

Yılmaz sözlerine şöyle devam etti: Hani yeterli personel yoktu, Numune Hastanesi'nin önünde kaç tane jandarma bekliyor? Numune Hastanesi hergün görüşebilirler demesine rağmen başsavcılık avukatlara sadece beş dakika izin veriyor.Mutlak surette Nuriye'nin duruşmaya getirilmeli.

Avukat Aytül Kaplan: Geçen celse Nuriye ve Semih'i duruşmaya getirmeyerek görevi kötüye kullanma suçu işlenmiştir. Her ne kadar 23 Mayıs'ta verildiyse de tutuklama kararı,Yükselde halkın kitlesel olarak toplandığı gün verildi.Tutuk incelemesinde 'kaçma şüphesi var' denildi, eylemin adı 'oturma eylemi', oturduğu yerden,Yükselden zorla kaldırıldı bu insanlar.Sayın yargıçlar ya tutuklama için gerçek hukuki nedenler bulun ya da bu iki eğitimciyi tahliye edin.

Duruşmaya 20 dakika kadar ara verildi.

16.20'de tekrar başlayan duruşmada avukat Av. Betül Kozağaçlı söz aldı. Kozağaçlı: Ben zorla müdahale sonrası ilkokuldan sonrasını hatırlamayan müvekkillerimi gördüm. Açlık grevi suç olmadığı halde tutuklanmalarına karar verildi. Bu boş dosya ile bir yere kadar gidilebilecekti, bu yüzden ortaya bir 'tanık' ifadesi atıldı. Bu süreçte bütün basın açıklamalarında polis, 'Nuriye ve Semih derseniz gözaltına alırız' diye bu isimleri tehdit konusu yaptı.


Kozağaçlı'nın ardından avuvat Derviş Emre Aydın savunmasına başladı. Aydın, yargılamanın mükerrer olduğunu söyledi. Ardından Avukat Mehmet Refik Atalay söz aldı ve "Doktor raporlarına da aykırı olarak Nuriye hanıma refakatçi alınmıyor, avukat görüşü sadece beş dakika yapılıyor.Müvekkilimi derhal tahliye edin, bu insanlar daha önce de hiçbir yere kaçmadı şimdi de kaçmayacaklar" dedi.


Sakarya Barosu Başkanı söz aldı: İçinde insan kokusu olan bir çözüm bekliyoruz sizden.

Avukat Zafer Kazan: Silahların gölgesinde bir yargılama yaşıyoruz. Nuriye'nin duruşmaya getirilmesi sağlığa zararlı da tutuklanması değil öyle mi" dedi.


Antalya Barosu Başkanı Polat Balkan: İşimizi geri istiyoruz' demek bir protesto olabilir, direnme hakkı olabilir ama bir suç olamaz. Nuriye ve Semih için özgürlük istiyoruz, çok geç olmadan her yargıç kendi verdiği kararlarla yargılanır. İktidarın sopası olmayın.

Avukat Ömer Faruk Eminağaoğlu: Açlık grevi bir ifade özgürlüğüdür, suç değildir.Yazışmalara yanıt verilmediği halde bir de tanık ifadesi eklenmiştir. Bu yargıya müdahaledir. Duruşma listesinde dahi, dosyanın adını açlık grevi dosyası olarak gördük.

Avukat Duygu Demirel: Bu dava çok açık ki bir örgüt üyeliği davası değildir. Bu dava benim istediğim gibi yaşayacaksın ya da yaşamayacaksın dayatmasına direnme davasıdır. Nuriye şuan küçücük bir odada, yanına ortası delinmiş poşet takılmış bir sandalye tuvalet ihtiyacnı karşılaması için konulmuş halde kalıyor. Nuriye şuan küçücük bir odada, yanına ortası delinmiş poşet takılmış bir sandalye tuvalet ihtiyacnı karşılaması için konulmuş halde kalıyor. Dün yürüyüş yapmak, Nuriye için bir egzersiz olmasına rağmen dün jandarmalar yataktan kalkmasına izin vermemiş. 'Yataktan arsan seni kelepçeleriz' diye tehdit etmişler.

Cumhuriyet

TÜRKİYE BÜYÜMÜYOR, YOKSULLAŞIYOR…
Kaya ATABERK
28 Eylül 2017

Ekonomik büyüme çelişkileri…

TÜİK ekonomik büyüme rakamlarını açıkladı açıklamasına ama iktisatçılar arasında önemli bir tartışmanın başlamasına da neden oldu.

TÜİK’in rakamlarına göre Türkiye ekonomisi 2017’nin ikinci çeyreğinde %5,1 büyümüş. Yani Gayrisafi Milli Hâsıla (GSMH) bu oranda artmış. 2017’nin ilk çeyreği ile ilgili verilen “revize” edilmiş büyüme oranı da %5,2.
Peki, “büyüdük”, “büyüyoruz” sözleri gerçeği ne kadar yansıtıyor? Gerçekten Türk ekonomisi büyüyor mu? Ya da büyüyorsa bile bu “büyüme” gerçekten her şeyin iyiye gittiği anlamına geliyor mu?

Biraz baştan başlayalım…

Bir ekonomi için büyüklük ölçütü GSMH… GSMH’nin en kısa tanımı bir ülkede, bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin toplamının para birimi ile ifadesi. (Tabii hesap tüketilen mal ve hizmetler yönünden de yapılabilir.) Bir ülkenin nüfusu fazlaysa o ülkenin GSMH’sinin yüksek çıkması da büyük ihtimal. Bu nedenle GSMH ülkenin zenginliğinin ya da refahının bir ölçütü değil. Refahla ilgili bir hesaplama yapmak için atılması gereken ilk adım kişi başına düşen GSMH’nin hesaplanması. Yani ülkede üretilen toplam mal ve hizmet değerinin ülkenin nüfusuna bölünmesi…

Yani GSMH ve kişi başına düşen GSMH, ülkenin ekonomisini anlamak açısından en temel iki kavram. Fakat sorun daha bunların hesaplanmasında başlıyor. Çünkü ekonomiyi (aynı zamanda ülkeyi de) yönetenler içinde bulunduğumuz durumu hep olduğundan daha iyi gösterme eğilimindeler. Hâl böyle olunca da büyüme oranında TÜİK’in yaptığı “revizyona” yani rakamların yükseltilmesine de daha en baştan kuşkuyla bakılıyor.

İktisatçıların ilk başta tartıştıkları konu bu…

Fakat sorun sadece bu “revizyon” yöntemlerinden ibaret değil.

Mesela Hürriyet’in ekonomi yazarlarından Uğur Gürses, 2017’nin ikinci çeyreğine eklenen %10’luk (yaklaşık 100 milyar TL’lik) Kredi Garanti Fonu’nun neden kayda değer bir etkisinin olmadığını haklı olarak sordu. İlk çeyrekte %5,1 olan büyüme, ikinci çeyrekte bu kredi katkısıyla %5,2’ye değil çok daha yukarıya çıkmalıydı. Ama olmadı…

Bu bile başlı başına önemli bir soru işareti… Ama bir diğer sorusu daha var Gürses’in.

İktidar epey bir zamandır faizlerin yükselmesinin büyümeyi engellediği iddiasındaydı. Fakat istese de istemese de en sonunda faizleri yükseltti. Ama faizlerin yükseldiği bir ortamda büyüme nasıl olabilmişti?

Biz de soralım? Hangi söylem gerçeği yansıtmıyor? Faizlerin büyümeye engel olduğu mu, yoksa faizlerin yükselmesiyle beraber büyüdüğümüz mü?

Ama AKP’nin yarattığı Türkiye ekonomisi tam bir ilginçlikler ekonomisi.

Normal olmayan her şey burada… Hem enflasyon artıyor hem de işsizlik. Hem döviz kuru yükseldi, hem de faiz oranları… Bu konular ayrıca üzerinde durulması gereken son derece riskli hallere işaret ediyor. Ama şimdilik biz yine büyüme ve yoksullaşma meselesine dönelim…

Rakamlar Türk Lirası cinsinden, peki dolar cinsinden olursa…

Şimdi biraz daha sorunlu bir alana girelim. Önemli iktisatçılarımızdan Mahfi Eğilmez 13 Eylül’de kendi blog sayfasında “Yoksullaştıran Büyüme” başlıklı bir makale yayınladı. Burada büyüme ile ilgili çelişkilere ve sorunlu durumlara değindi. Ardından da bir ülkedeki iktisadi büyümenin o ülkeyi yoksullaştırması ihtimaline geldi. Bu ihtimale gelmeden önce Eğilmez’in değindiği birkaç çelişkiyi aktaralım:

Bu çelişkilerden ilki büyüme hesaplarının Türk Lirası ile yapıldığında alınan sonuçlar ile dolarla yapıldığında çıkan sonuçlar arsındaki fark. Yukarıda gördük: TÜİK verilerine göre ekonomimiz 2017’nin ilk çeyreğinde %5,2; ikinci çeyreğinde ise %5,1 büyümüş. Bunlar TL ile yapılan hesaplardan çıkan sonuçlar. Ama yapılması gerektiği gibi dolar üzerinden bir hesap yapıldığında ne oluyor? Görelim:

2016 yılının ilk iki çeyreğinde GSYH’miz 409 milyar dolarmış.

2017’nin ilk iki çeyreğindeki GSYH’miz ise 380,7 milyar dolar…

Yani ilkokul düzeyinde bir matematik bilgisi gerektiren bir çıkarma işlemi aradığımız bilgiyi veriyor. Türk ekonomisi büyümediği gibi aksine 28,3 milyar dolar kadar küçülmüş. Bu da %6,9 oranında küçüldüğünü gösteriyor.

Çarpıtma payını da biz hesaplayalım: İki çeyreğin ortalama büyümesinin %5,15 olduğu görülüyor. Ama aksine küçülmüşüz. Yani vatandaşa verilen rakamdaki çarpıtma oranı (%5,15 + %6,9) = %12,05… Tabii ki böyle bir çarpıtma oranı hesabı iktisat literatüründe yok.

Ama bu gidişle Türkiye olarak bu katkıyı da yapacağız gibi duruyor.

Suriyeliler hesaplara iktidarın işine geldiği gibi dâhil edilmiş

Eğilmez’in dikkat çektiği diğer bir şey de Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin bu hesaplamalara etkisi. Türkiye’de 3 milyon civarında, belki de daha fazla Suriyeli yaşıyor. Bu insanlar bir yerlerde çalışıyor, hatta aralarında ticarete atılan, kendi mağazasını açan vs. epey insan var. TÜİK, GSMH’yi hesaplarken bu insanların katkısını hesabına dâhil ediyor. Ne var bunda diyeceksiniz belki? Doğru. Bu insanlar halen Suriye vatandaşı da olsalar ekonomik faaliyetleri Türkiye sınırları içinde. Dolayısıyla da bunların Türkiye GSMH’sine katılmasında bir sorun yok.

Fakat… Suriyeliler Türkiye içinde ürettikleri gibi tüketiyorlar da. Tüketimde bulunabilmeleri de gelirlerinin olduğu anlamına geliyor. Gelgelelim bunlar son derece doğal gerçekler ama TÜİK hesapları hiç de doğal değil. GSMH’yi yüksek göstermesi için hesaba katılan Suriyeliler, kişi başına düşen GSMH hesaplanırken hesaba katılmıyorlar. Bundaki amaç açık: Kişi başına düşen GSMH’yi olduğundan yüksek göstermek. Fark 397 dolar kadar… Yani TÜİK hepimizi olduğumuzdan yıl bazında ortalama 397 dolar daha zengin göstermeyi “küçük” bir oyunla başarıvermiş.

Teşekkürler…

Diğer tutarsızlıklara değinmek bu yazının sınırlarını aşacak…

Yalnız şunu da söyleyelim: Kişi başına düşen GSMH 2014 yılında 12.112 dolarmış. Şimdi 2017’de ise 10.900 dolar. Tüm zekâ oyunlarına rağmen rakamlar hâlâ 2014’ten bu yana kişi başına ortalama 1.112 dolar yoksullaştığımızı söylüyor. Demek ki TÜİK rakamları hâlâ “yerli ve milli” olamamış. En az YSK kadar olması lazım, değil mi yani? Acil müdahale lütfen!

“Yoksullaştıran Büyüme”

Şimdi konunun en can alıcı yerine gelelim.

Türkiye ekonomisinin gerçekte büyümediğini, aksine küçüldüğünü gördük. Rakamlarla istenildiği kadar oynansa da işin gerçeği bu…

Peki, verilen tüm bu rakamların gerçek olduğunu varsaysak bile yine de bu büyümenin bizi daha iyi bir duruma getirdiği, daha zengin ya da müreffeh kıldığı doğru mu?

Mahfi Eğilmez burada da Hintli iktisatçı Jagdish Bhgawati’nin “yoksullaştıran büyüme” tezini gündeme almış. Tezin özeti şu cümle: Ekonomide büyümenin olduğu ama buna rağmen yine de refahın düştüğü yani ülkenin yoksullaşarak büyüdüğü haller mümkündür.

Bu durumun oluşmasının bazı şartları var. Ülke ekonomisinin büyümesi ülkede daha çok üretim yapılıp dışarıya daha çok mal satılması anlamına geliyor. Ama dışsatım yani ihracat artarken diğer taraftan da dış ticaret hadleri bozulmuşsa bu durumda ülkenin büyümesine yoksullaşmanın eşlik etmesi mümkün.

Dış ticaret hadleri ihracat fiyat endeksinin, ithalat fiyat endeksine oranı olarak tanımlanır.

Basit bir anlatımla, ülke yurtdışından pahalıya alıp, oraya satarken ucuza satmaya başlamışsa dış ticaret hadleri gerilemiş demektir. Yani ülke daha çok üretip, dışarıya daha çok satmasına rağmen; dışarıdan daha pahalıya alıp, yine daha ucuza satıyorsa bu durumda ülkenin GSMH’si artsa bile tüketimi düşecektir.

Tüketimin düşmesinin ise tek bir anlamı var: Ülke yoksullaşmıştır.
Türkiye’nin dış ticaret hadleri 2016’nın ilk altı ayında 113,6 imiş. (Dolar cinsinden ve 2014 baz alınarak, yani 2014 dış ticaret haddi 100 kabul edilerek) 2017’nin ilk altı ayının dış ticaret hadleri ise 106,4. Bu gerileme ihracattaki %10’un biraz üzerindeki artışa rağmen yaşanan bir durum. Yani tam da Bhgawati’nin işaret ettiği durum bu: Daha çok üretip, daha çok satmışız ama ucuza satıp, pahalıya almışız. Sonuçta da açık bir şekilde yoksullaşmışız!

Bunun iyiye yorulacak bir tarafı yok…

Gelişim mi bağımlılıktan kaynaklanan “lümpen gelişim” mi?

1960’lı yıllarda sömürgeci metropolün uydusu olmuş Üçüncü Dünya ülkeleri Batı iktisadınca “gelişmekte olan ülkeler” diye tanımlanırken bu tezlerin eleştirisi yine Üçüncü Dünya’dan gelmişti. Alman kökenli iktisatçı Andre Gunder Frank, Allende döneminde Şili’de çalışıyordu. Burada yaptığı çalışmalarla uydu ekonomilerin gerçekte gelişmekte olan ekonomiler olmadığını öne sürdü. Buralardaki gelişme ya da büyümeler gerçekte sadece lümpen gelişimlerdi. Ya da azgelişmişliğin gelişmesinden ibaretlerdi.

Uluslararası işbölümü bu ülkelere ne görev verirse ancak o üretilir, bunun sonucunda da her zaman çevreden merkeze yani ezilen ülkeden sömürgeci ülkeye değer aktarılırdı. Böylece Üçüncü Dünya ülkeleri geliştikçe, büyüdükçe yoksullaşmaya devam ederdi.

Frank, Bhgawati’nin tespitlerine böyle ulaşmıştı. Ama aslında Frank ve diğer Bağımlılık Okulu iktisatçılarının öncüsü Şevket Süreyya Aydemir ve Kadro’nun 1930’ların Kemalist Türkiye’sinde yaptıkları çalışmalardı. Bu da başka bir yazının konusu…

İşin özü şudur: Ülke iktisaden bağımsız olmazsa yoksullaşma sürer. Gerçek bir gelişme olamaz. Bu çarpık ve sözde bir büyüme veya gelişme olur.
İnşaat büyüyor, makine yatırımı düşüyorsa yoksullaşma nettir
Türkiye’nin lümpen gelişiminin lokomotif sektörü inşaat…

TÜİK rakamlarına göre inşaat %20 büyümüş. Bu gerçek bir gelişim ve refah için hiçbir şey ifade etmiyor neredeyse. Fakat diğer bir rakam çok önemli: İnşaattaki büyümenin tersine makine ve teçhizat yatırımlarında %10’luk düşüş var. Esas üretim burada, esas istihdam burada…

Bir ülkede inşaat büyürken, makine ve teçhizata yani gerçek üretime yatırım düşüyorsa orada gerçek bir büyüme asla yoktur.

Gerçek bir yoksullaşma ise üstü örtülemeyecek kadar açıktır.



Grafikte ülke ekonomisi A ve B mallarını üretmektedir. İlk durumda PP1 üretim imkanları eğrisi üzerinde ekonomi dengededir. Bu halde A malından A1 kadar, B malından da B1 kadar üretilir. TT1 ise ticaret hadlerini gösterir. Tüketim farksızlık eğrisi olan C1 de TT1’in üzerinde oluşur. Yani ekonomideki tüketim bu kadardır.

İkinci durumda ise ekonomide hem A malının hem de B malının üretimi artmıştır. (A2 ve B2 kadar olmuştur.) Dolayısıyla bunların ihracatı da artmıştır. Denge ise PP2 üzerinde daha yüksek üretim düzeyini, yani büyümüş ekonomiyi gösteren Y noktasında oluşmuştur. Fakat ticaret hadleri gerilediği için tüketim farksızlık eğrisi yeni ticaret hadlerini gösteren TT2 üzerinde C2 olarak oluşur. Görüldüğü gibi ekonomi büyümüş ama tüketim düşmüştür. Yani yoksullaşarak büyüme gerçekleşmiştir.

(Grafik Mahfi Eğilmez’in bahsettiğimiz makalesinden alınmıştır.)

İktibas: http://www.turksolu.com.tr/turkiye-buyumuyor-yoksullasiyor/

CHP'li Tezcan: "Allah aşkına yanılmadığın bir tane yer söyle?"
27 Eylül 2017



CHP Sözcüsü Tezcan, Erdoğan'ın Barzani'yle ilgili "yanıldık" sözlerine, “Bu kaçıncı yanılma Sayın Erdoğan” diyerek tepki gösterdi.
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında genel merkezde toplandı. “

“BU KAÇINCI YANILMA SAYIN ERDOĞAN”

Tezcan, sözde bağımsızlık referandumu için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Barzani’nin böyle yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk, yanılmışız” sözlerini de eleştirdi. “Bu kaçıncı yanılma Sayın Erdoğan” diye soran Tezcan, şunları kaydetti:

“FETÖ'de, Esad'da, PKK'da, Barzani'de yanıldınız. Saysan zaman yetmez yanıldıklarınıza. Okul öğrencisi olsa bu kadar yanılan, hata yapan okuldan atarlardı, tasdikname verirlerdi. Bir ortaokul öğrencisi bu kadar yanılsa tasdikname verirler, kapının önüne koyarlar. Hala görevdesiniz ve herkes ağzınızın içine bakıyor, tek başınıza devleti yönetiyor, milletin kaderiyle oynuyorsunuz. Böyle bir sistem olmaz.”

“ALLAH İÇİN YANILMADIĞIN BİR TANE YER SÖYLE”

Tezcan, 16 Nisan Anayasa Referandumu sırasında, Türkiye'nin tek adam rejimine gittiğine yönelik uyarılarda bulunduklarını anımsatırken şöyle devam etti:

“Tek adam ya yanılırsa, ya hata yaparsa demiştik, ne kadar haklı olduğumuz nasıl ortaya çıktı. Her konuda; eğitimde yanılırsın, dış politikada yanılırsın, terörle mücadelede yanılırsın. Allah için Sayın Erdoğan nerede yanılmazsın, yanılmadığın bir tane yer söyle. Herkes hatasının bedelini kendisi öder, ama AK Parti Genel Başkanının hatasını millet ödüyor.

“BUGÜN TÜRKİYE'DE HÜKÜMET YOK”

Bugün Türkiye'de hükümet yok, tek adam var. Herkes onun ağzına bakıyor. Bir sabah kalkıyor, ‘TEOG'u istemiyorum' diyor, herkes telaşla neyi değiştireceğiz, diyor. Bir sabah dış politikayla ilgili bir şey söylüyor. Aklına geleni konuşan bir AKP Genel Başkanı var. Bir tutarlılık yok.

Erdoğan, 21. yüzyılda açlıkla terbiye etmekten bahsediyor, böyle bir şey olabilir mi? Ciddi bir hükümet, ciddi bir devlet olarak elindeki seçenekleri sıralar ve insani bir çerçevede yürürsün. ‘Vanaları kapatırım' diyor ama ekonomi bakanı, ‘ekonomik ambargo olmaz' diyor, hanginiz doğru? Kimin dediği doğru?

İşte bu ciddiyetsizlik, bu hesapsızlık bölgede Türkiye'nin aleyhine sürecin bu noktaya gelmesine neden olmuştur. Böyle bir tabloda bu anlayışın, bu tekçi anlayışın, bu tek adam zihniyetinin bundan sonraki süreci de ne yazık ki doğru idare edebileceğini sanmıyoruz. Bu yapıdan doğru bir irade çıkmaz.”

Etiketler : chp, bülent tezcan, kürdistan referandumu,
HABERFEDAİ

Ailee içi kabine toplantısının perde arkasını açıklıyorum...
Ahmet Takan
28 Eylül 2017

Sadece, 2-3 soru ile aktüel bilgilerinizi test edin... Örneğin;

Varlık Fonu kime bağlı? ..

"Başbakan Binali Yıldırım" mı dediniz?.. Bilemediniz!..

Savunma Bakanı kim?..

"Nurettin Canikli" mi dediniz?.. Olmadı, yine yanlış cevap verdiniz!..

Sınıfta kalmamanız için daha kolay yerden soralım. Bugünlerde eğitim meseleleri ile yatıp kalkıyoruz. Artık bu soruya doğru cevap verirsiniz. Eğitim Bakanı kim?.. "İsmet Yılmaz" mı dediniz... Çakmamanız için son bir güzellik yapacağım. Ne olur bunu bilin!.. Daha önceki gün açıklandı; üniversiteye giriş sistemi değiştirildi ya... Şimdi, bana YÖK Başkanı'nın ismini söyleyin... "Yekta Saraç" diye mi mırıldanıyorsunuz?.. Vallahi, kopmuşsunuz siz bu memleketten... Demek ki, gündem ile uzaktan yakından ilginiz olmadığı gibi, memleket meselelerine de Fransız kalmışsınız.

Bir gece ansızın aldığı kararla eğitim sistemimize dalış yapan ve TEOG'u tek talimatla şip şak kaldıran kim?..

Doğru cevap; Recep Tayyip Erdoğan.

TEOG'un kaldırılacağından Başbakan'ın haberi, Eğitim Bakanı'nın haberi var mıydı?..

İkisi de o gece tivi'den canlı canlı duydular. Sonra, sarayda ellerine tutuşturulan kağıtlardan bundan sonra neler yapmaları gerektiğini öğrenerek durumdan vazife çıkardılar.

TEOG'un kaldırıldığı ilan edildiği gün, oluşan kamuoyu merakı (!) yüzünden "merak etmeyin üniversiteye giriş sınavlarında değişiklik yok" diyen kim?.. Kendini YÖK başkanı sanan Yekta Saraç...

Her şeyi tek başına bilen adam, tek atakla Yekta Saraç'ın defansını çökertti; "Üniversiteye giriş sistemi değişecek" diye hükmetti. Onun da eline nasıl açıklama yapacağına dair kağıtlar tutuşturuldu. Nasıl olduysa, Yekta Saraç, önceki gün bülbül gibi, yıllardır hazırlıkları yapılıyormuş gibi yeni sistemi açıkladı. Ahaliyi bırakın bir kenara, koca koca rektörler, dekanlar ve YÖK üyeleri bundan sonra öğrencilerin nasıl üniversiteye gireceklerini tivi'den öğrendi.

TEOG kaldırıldı, üniversiteye giriş sistemi değiştirildi. Peki herkesin evini mutlaka ilgilendiren bu kararı kimler aldı ve nerede alındı?. Eğitim Bakanlığı'nda, YÖK'te alınmadı da nerede oldu bitti bu işler?..

En doğru cevabı vereyim;

Saray da aile içi kabinede. Bilirsiniz!.. Bu tip haberleri saraydan sağlam kaynaklardan çıkışlı olmadan kaleme almam. İşin sırrı, Erdoğan'ın "çocuklar evlerine en yakın okullarına gitsin" sözlerinde gizliymiş. Eğitim sistemimize damga vuran (!) son iki değişikliğin gerçek mimarı Bilal Erdoğan mış.. Gerçek Eğitim Bakanı ve aynı zamanda YÖK Başkanı olan Bilal Erdoğan... Aile içi karar toplantısında Bilal Erdoğan babasına yeni sistemleri anlatması sırasında "çocuklar evlerine en yakın okullara gitsin" demesini ve böylece haklılık ve inandırıcılığın çok yüksek olacağını önermiş. Aile kabinesi uygun bulmuş, R. Erdoğan'da son onayı vermiş. Buyrun size yeni eğitim sistemi!..

Daha anlaşılır hale getireyim;

Bilal Erdoğan ve sahibi olduğu TÜRGEV'in eğitim alanındaki yoğun faaliyetleri malumunuz.. ENSAR Vakfı'nın da... Bunların ne kadar sayıda yurtlara sahip olduğunu bilemiyoruz. Ancak en imtiyazlı şekilde korundukları ve çoğaldıkları gayet net. Projenin özü şöyle; diyelim ki, evinizin yakında çocuğunuza istediğiniz gibi bir okul bulamadınız. TÜRGEV'e veya ENSAR'a yönlendirilirsiniz. Oralarında yurtları ev statüsünde değil mi?.. İkametgah belgesi temin etme gibi bir sorununuzda olmaz. Verirsiniz yurda bebeyi!.. Maddi durumuz sıkıntılıysa ona da çözüm bulurlar, aklınız arkada kalmaz. Hem çocuk diplomayı aldıktan sonra sıkı da bir Erdoğanist olur!.. "Olsun varsın ne çıkar" mı?..

Yeni projenin, ışık evleri projesinin kopyası olduğunu hala göremiyorsanız, benim size söyleyecek hiç bir sözüm yok. Atalar ne demiş;

Kendi düşen ağlamaz ve hatta gözü bile çıkar!..

Haber Fedai

Dış ticaret açığı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 22 arttı
29 Eylül 2017



"Cari dengedeki bozulma TL üzerinde baskı anlamına geliyor"

BlueBay Asset Management gelişen piyasalar kıdemli stratejisti Timothy Ash, Türkiye'nin dış ticaret rakamlarına ilişkin değerlendirmede bulundu. Ash, "Cari dengedeki bozulma TL üzerinde baskı anlamına geliyor" dedi.

Bloomberg'de yer alan habere göre "Dış ticaret dengesi ve cari dengedeki bozulma, daha fazla dış finansman ihtiyacı ve lira üzerinde baskı anlamına geliyor" diyen Ash, "Yıpranmanın bir kısmı Petrol fiyatlarındaki yükselişten kaynaklanıyor. Fakat bu kurla Türkiye'nin dış ticaret performansı çok daha iyi olmalı" şeklinde konuştu.

Cuma günü açıklanan verilere göre Türkiye'nin dış ticaret açığı Ağustos'ta bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 22 artarak 5 milyar 873 milyon dolara yükseldi.

T24
ETİKETLER
bluebay asset management stratejisti timothy ash dış ticaret açığı cari denge haber türk lirası baskı ekonomi

ECDADIN KEMİKLERİNİ KÖPEKLERE YEM ETTİLER
29 Eylül 2017

AKP döneminde ecdada ve tarihe karşı yapılan cinayetlere bir yenisi daha eklendi.

Konya’da Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yapılan Alaeddin Cami’deki türbede yapılan temizlik ve restorasyon sırasında, Selçuklu Sultanlarının kemikleri de açılan mezarlardan çıkarılıp naylon poşetlere dolduruldu. Türbeye dadanan köpeklerse poşetleri parçalayıp Sultanların kemiklerini kendilerine yem yaptı.

Köpeklerin türbeye dadanıp poşetleri parçalayarak kemikleri dişlemeleri sürecinde sultanların kemikleri de birbirine karıştı.

Durum fark edildikten sonra, karışan kemikler iddiaya göre ayrıştırıldı ve 2. Kılıçarslan ve 1. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kemikleri yeniden defnedildi.

Defin işlemi gizlice yapıldı.

28 Temmuz’daki cenaze defnine Konya Valisi Yakup Canbolat, AKP’den 2 milletvekili ve bazı üst düzey bürokratlar katılırken, İl Müftüsü Ali Akpınar’ın kıldırdığı cenaze namazıyla defnedildi.

Adımlar HABER

%40 ZAM VE BEKLENEN KAHRAMAN
Ahmet ÖLÇÜLÜ
29 Eylül 2017

Barzanî’ye hain deniyor…

İyi de neye ve kime göre ve niçin hain?

Bu sualler cevaplandırılmadan, benim hain dememle, yıllardır Barzanî ile her türlü işi tutup, sonradan da aralarında şahsî vs bir takım meseleler girdiğinde, Barzanî’yi hain diye damgalayıp kendisini bu ihanet sürecinden kurtarmayı hesaplayan aradan sıyrılmacıları artık biliyoruz.

Tıpkı Fetullah sürecinde olduğu gibi.

Emperyalizmin bölgemizdeki “operasyon elemanları” ile her türlü işi pişiren sonra da “kandırıldım” diyerek aradan sıyrılmaya çalışan sıyrılmacı tipler, köşeye sıkıştıkları ânda yeni operasyonlarla gündemi değiştirip, ihanetlerini unutturmak ve hatta bir de yeniden kahramanlaşmayı hesap ediyor olabilirler.

Uyanık olmak lâzım…

Su uyur düşman uyumaz, hain ve münafıklarsa asla…

Bu meselelerin %40 MTV zammı ile alâkasına gelince…

Dün yaptığımız haberde de gösterdik ki bu zammın ne iktisadî, ne ahlâkî ne de içtimaî açıdan mantıklı bir izâhı yok. (Bkz: http://www.adimlardergisi.com/tuttugun-kazi-yolacaksin/ )

O hâlde karşımıza iki şık çıkıyor ki, bunlardan ilki ya tamamen şaşırdılar ve şaşkın ördek misâli neyi neden yaptıklarını kendileri de bilmiyorlar…

Veya, bu zammı, Barzanî ihanetine ortaklıklarının ayyuka çıkması üzerine, gündemi değiştirici bir tertip olarak kendileri tezgâhladı.

Nasıl mı?

Şöyle ki; bu zam, toplumun her kesimini ilgilendiren bir şey… Haksızlığı da apaçık… O kadar açık ki bizzat Cumhurbaşkanı’nın Başdanışmanı bunu gündeme getirdi. Şimdi Cumhurbaşkanı’na toplumun gözünde müsbet oy alacağı bir hamle de lâzım… İşte burada Beştepe’deki Sayın Reis Hazretleri hemen devreye girer, zalim zamcılara günlerini gösterir, zammı geri aldırır ve bu hamlesiyle de zalim zamcılara günlerini gösteren yiğit olarak milletin gönlüne taht kurar, milletin gözünde yeniden kahramanlaşır… Bu tablo size Gazman’ı tedai ettirdiyse de ettirmesin, Gazman gerçekten masum bir kahramandı, buradaki kahramanlık apaçık şike.

“Beka sorunu”ndan bahsediliyor ya, yani bir ölüm-kalım hâli. İşte, hayatta kalmayı istiyorsak, esas düşman ve onun yaptığı stratejik hamleleri asla göz önünden kaçırmamalı, gündemin bu ana eksenden kaymasına sebep olacak her şeyi, esas düşmanın kendisini perdelemek üzere oynadığı oyunun bir parçası olarak tezgâhlayıp, bunda da yerli işbirlikçilerine figürasyon düştüğünü ama bu figürasyonun da bütüne, yani esas düşmana perde görevi üstlenen hainlerden olduğunu asla unutmayacak, göz ardı etmeyeceğiz.

Bekâ meselesini unutturacak her dava sun’idir.

Ölüm kalım hâlimiz şurada dururken, bunun yerine başka meselelerle meşgûl olmak, ölüm kalım halini mühimsememek ve mühimsetmemek, düşmanla işbirlikçiliğe açılan bir kapıdır. Bizans kuşatılmışken, papazların meleklerin cinsiyetini tartışması abesidir.

Bu açıdan baktığımızda, ölüm kalım davamıza ait unutulmaması gereken bir diğer mesele de TELEGRAM’ın devam ediyor oluşudur.

Senator Cato yaşıyor olsaydı herhalde muhataplarına şöyle seslenirdi: Telegram son bulmalı, Telegramcılar ve onlara göz yuman işbirlikçiler gebertilmelidir!

Kaynak: Adımlar dergisi

AKP Milletvekili Şamil Tayyar'dan Ömer Faruk Eminağaoğlu'na; "İspat etmezsen o. çoçuğusun."
30.09.2017

Yargıçlar Sendikası eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, sosyal medya hesabından Nejat Kumbasar’ın “BYLOCK KULLANAN AKP’LİLERİN TAM LİSTESİ” diyerek yazdığı listeyi paylaştı. O listede adı yazan AKP Milletvekili Şamil Tayyar ise, Eminağaoğlu’nun paylaştığı listenin fotoğrafını sosyal medya hesabında yayımlayarak çok sert çıktı.

Eminağaoğlu’na, “Sözümona hukukçusun!” diyen Şamil Tayyar şöyle devam etti: “İspat etmezsen o. çoçuğusun. Pazartesi de dava açıyorum. Mutlaka hesap vereceksin ahlaksız herif!”

İşte Şamil Tayyar’ın o tweeti ve Eminağaoğlu’nun paylaştığı fotoğraflar:





Odatv.com

Melih Gökçek bugün yarın görevden alınacak’
29 Eylül 2017



Mütercimler, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında 'eli kulağında' diyerek yakın bir zamanda görevden alınacağı iddiasında bulundu.

Özel bir TV'nin programına katılan yazar Erol Mütercimler, AKP'ye dair önemli açıklamalar yaptı. Mütercimler, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında 'eli kulağında' diyerek yakın bir zamanda görevden alınacağı iddiasında bulundu.
Meltem Tv’de “Akıl Oyunları” programına katılan yazar Erol Mütercimler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın köklü bir değişiklik yapacağını ifade ederken, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek hakkında da “eli kulağında” dedikten sonra, “Görevden alınacak” iddiasında bulundu.
Mütercimler, “Melih Gökçek bugün yarın görevden alınacak. Tayyip Bey AKP’de büyük temizlik yapıyor. AKP içinde çok büyük kavgalara tanık olacağız” dedi.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek Melih Gökçek


Yılmaz Özdil: Muhallebiciydi Kadir Topbaş; belediye başkanlığı berbattı, İstanbul'u şekersiz aşureye döndürdü
28 Eylül 2017



"Kadir Topbaş'ın son kullanma tarihi doldu"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil istifa eden İst
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Ekm 01, 2017 2:40 am tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Eyl 29, 2017 8:18 pm    Mesaj konusu: Türkiye'nin dış borcu milli gelirin yarısını aştı Alıntıyla Cevap Gönder

Hakkâri'de patlama; 4 şehit, 4 yaralı
04 Ekim 2017



Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde PKK'lılarca yola döşenen el yapımı patlayıcının patlatılması sonucu 4 asker şehit oldu, 4 asker de yaralandı.
T24

Türkiye'nin dış borcu milli gelirin yarısını aştı
29 Eylül 2017



Dış borç 412 milyar dolardan 432 milyar dolara yükseldi

Türkiye'nin brüt dış borç stoku, yılın ikinci çeyreğinde 20 milyar dolardan da fazla artarak, 2003 yılından bu yana ilk kez milli gelirin yarısını aştı.

Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Türkiye’nin brüt dış borç stoku, 30 Haziran itibarıyla mart sonundaki 412 milyar dolardan 432.4 milyar dolara çıktı.

Böylece, mart sonunda yüzde 48.6 olan dış borçların stokun milli gelire oranı, milli gelirin yarısını da aşarak yüzde 51.8 düzeyine tırmandı. Aynı tarihte, Türkiye’nin net dış borç stoku 267 milyar dolardan 283.1 milyar dolara yükseldi ve net dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 31.5 düzeyinden yüzde 33.9 düzeyine yükseldi.

Türkiye’nin 2003 yılı ikinci çeyrek sonunda 135 milyar dolar olan toplam dış borçlarının milli gelire oranı yüzde 52.4 düzeyindeydi.

T24
ETİKETLER
türkiye hazine müsteşarlığı dış borç stoku

Mahfi Eğilmez anlattı: Vergilere neler oluyor?
29 Eylül 2017



Vergi artışları ve yaratacağı etkiler neler?

*Mahfi Eğilmez

Buraya nasıl geldik?

Son 2 yıla gelinceye kadar para politikasının bazen gevşek bazen sıkı uygulamalarına karşılık maliye politikası, mali disipline uygun şekilde yürütülüyordu. Bazı yıllarda sorunlar bir seferlik gelirlerle çözülse bile maliye politikasının fazlaca eleştirilecek bir yanı yoktu. Bu görünüm 2015 yılının Kasım ayında Rus uçağının düşürülmesiyle birlikte bozulmaya başladı. 2016 yılının Temmuz ayında yaşanan darbe girişiminin ekonomik faaliyetlerde yarattığı daralma ekonomide sıkıntıları doruğa çıkardı. Ardından referandum gündeme geldi. Bu kez kamu harcamaları önceki seçimlerle kıyaslanmayacak hızla artmaya başladı.

2016 yılı Ekim ayında hazırlanan ‘Orta Vadeli Program 2017 – 2019’daki tahminlerle yeni açıklanan ‘Orta Vadeli Program 2018 – 2020’deki 2017 gerçekleşme tahminlerini aşağıdaki tabloda karşılaştırmalı olarak sunuyorum.


Tablo bize 2017 yılına ilişkin bütçe tahmin sapmalarını gösteriyor. Bütçe açığı yüzde 32’ye yakın sapma göstermiş görünüyor. En ciddi sorun, yıllardır sürekli fazla veren faiz dışı dengenin ilk kez 2017 yılında açık verecek olmasıdır.


Vergi artışları ve yaratacağı etkiler

Büyümeyi desteklemek için kamu harcamalarının artırılmasına devam edileceğini düşünürsek yukarıdaki görünümün 2018 ve sonraki yıllarda da süreceğini tahmin etmek mümkündür. Bunu öngören hükümet bazı vergilerde artışa gidiyor. Hazırlanan torba kanun tasarısında kamuoyunu en fazla ilgilendiren vergi düzenlemelerini ekonomik ve mali etkileri açısından kısaca değerlendirelim. (1) Asgari ücret, vergi dilimi uygulaması nedeniyle net 1.404 TL’nin altına düşmeyecek biçimde düzenleniyor. Bu düzenleme, vergi gelirlerini azaltıcı etki yaparak bütçeye yük olurken talep daralmasını önleyerek ekonomide canlılık yaratacak gibi görünüyor. Ekonomide ortaya çıkacak ek canlılığın ileride vergi gelirlerini de artırması beklenebilir. (2)

Finans kuruluşlarının kurumlar vergisi oranı 2 puan artırılarak yüzde 20’den yüzde 22’ye çıkarılıyor. Bu düzenleme, vergi gelirlerini artırıcı etki yaratacak. Buradan sağlanacak ek kaynak savunma sanayi harcamalarına yönlendirileceği için kamu giderleri de artacak ve dolayısıyla gelir artırıcı etki, gider artırıcı etkiyle birbirini götürerek sıfır etkili bir durum ortaya çıkaracak.

Buna karşılık finans kuruluşları ve özellikle bankalar bu ek yükü müşterilerine (örneğin kredi faizlerini artırarak) yansıtacaklarına göre bu düzenlemenin ekonomiye etkisi, talebi düşürmek ve büyümeyi kısıtlamak açısından olumsuz, talep kaynaklı enflasyonu dizginlemek açısından olumlu olacak (çelişkili etki.) (3) Gelir vergisi tarifesinde üçüncü dilimde yüzde 27 olarak uygulanan oran yüzde 30’a yükseltiliyor. Bir örnek olarak 2017 yılı kazançları için uygulanan gelir vergisi tarifesini alıp hesaplama yapalım.


Yılda 70.000 TL geliri olan bir işletme sahibi düşünelim. Bu tabloya göre bu kişinin ödeyeceği gelir vergisi 16.150 TL olacaktır. Şimdi bu tablodaki 3. Dilimin yeni düzenlemenin öngördüğü gibi % 30 olduğunu düşünelim. Bu durumda bu kişinin ödeyeceği gelir vergisi 17.350 TL’ye yükselecektir

Bu artış bütçe gelirlerinde artmaya yol açarak bütçe açığını ve enflasyonu düşürücü etki yapmakla birlikte ekonomide talep daralmasına neden olarak büyüme aleyhine bir gelişme yaratacaktır (çelişkili etkiler.) (4)

Kira gelirlerinin beyanında götürü usulü seçenlerin yüzde 25 gider indirimi yapmak yerine yüzde 15 gider indirimi yapabilmeleri esası getiriliyor. Bu düzenleme, anladığım kadarıyla, kira geliri elde edenleri gerçek usulü benimseye yönlendirme amacı güdüyor. Böylece kira gelirlerinin ve giderlerinin belgelendirilmesi ve kayıt dışılığın azaltılması hedefleniyor. (5)

Binek otomobiller için 2018 yılında ödenecek olan Motorlu Taşıtlar Vergisi yüzde 40 oranında artırılıyor. Bir örnek olarak 1.301 – 1.600 cc hacminde 1 – 3 yaş arasında bir binek otomobilinin vergisini hesaplayalım. Bu arabanın 2017 yılındaki vergisi 1.035 TL idi. Eğer bu ek artış olmasaydı 2018 yılındaki vergisi yüzde 15 artışla 1.190 TL olacaktı, şimdi bu artışla 1.449 TL olacak. Bu artış bütçe açığını denetlemek, talebi düşürmek ve enflasyonu düşürmek açısından olumlu, buna karşılık talep düşürücü yönüyle ekonomik büyüme için olumsuz etkiler yaratacak (çelişkili etkiler.) (MTV hesaplamalarında motor hacminin yanı sıra arabanın değerinin de dikkate alınacağını ve bu hesaplamanın farklı olabileceğini belirtmemiz gerekir.) (6) Emlak vergisinde rayiç bedel artırımlarının yüzde 50 artışla sınırlandırılması esası getiriliyor. Bu düzenleme, belediyelerin bazen ölçüsüz olarak yaptıkları artışları belirli bir disipline sokarak sosyal amaca hizmet etmesi bakımından yerinde bir düzenleme olarak değerlendirilebilir.

Bütçe açık verdiğinde bu açığın borçlanmayla nasıl finanse edileceği konusu 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile hükme bağlanmış bulunuyor. Bu kanunun Hazinenin borçlanma, ikraz ve garanti limitini düzenleyen 5’inci maddesi şöyle:

2017 yılı Bütçe Kanunu’nda öngörülen açık miktarı ve dolayısıyla Hazine için öngörülen borçlanma limiti yaklaşık olarak 47,5 milyar TL idi. Yukarıya aldığımız yasa maddesine göre bu limiti Hazine’nin bağlı olduğu Bakanın yüzde 5, Bakanlar Kurulu’nun da yüzde 5 artırma imkânları bulunuyor. Bu durumda Hazine’nin 47,5 ile 49,9 milyar TL arasındaki tutar için Hazine’den sorumlu Bakanın onayıyla borçlanmaya devam etmiş olması gerekiyor. 49,9 ile 52,4 milyar TL arasındaki miktar için de Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılmış olması gerekiyor.

Bu konuda bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmamışsa Ağustos sonu itibariyle ulaştığımız 55,6 milyar TL’lik net borç miktarının 49,9 ile 52,4 milyar TL arasındaki 2,5 milyar TL’lik kısmı yasaya uygun olmaksızın borçlanılmış olmaktadır. 52,4 milyar TL üzerindeki borçlanma ise tümüyle yasa dışı yürütülmüş bulunmaktadır. Esasen yasa maddesinde yüzde 10’luk artırımla ulaşılacak limitten sonraki borçlanma için bir düzenleme bulunmuyor. Bu durumda bütçe açığı daha yukarılara gittiğinde Hazine’nin 52,4 milyar TL’nin üzerindeki miktarlarda borçlanması nasıl olacak?

Her şeyden önce böyle bir durumda bütçede gider yapılabilmesi için ek bütçe kanunu çıkarılması gerekiyor. Çünkü borçlanma limitinden önce ek harcamaya parlamento onayı alınması gerekiyor. Bu yapılmadan şu anda yapılmaya çalışıldığı gibi torba kanunla Hazinenin borçlanma limitinin artırılması yasal değil. Yapılması gereken şey ek bütçe yasası çıkarılarak yeni ödenekler alınmasıdır. Öyle olunca açık artacağı için Hazinenin borçlanma limiti de otomatik olarak artacaktır.

______________________________________________________________

Bu yazı Mahfi Eğilmez'in kişisel sitesi http://www.mahfiegilmez.com'dan alınmıştır
T24

Yılmaz Özdil: Muhallebiciydi Kadir Topbaş; belediye başkanlığı berbattı, İstanbul'u şekersiz aşureye döndürdü
28 Eylül 2017



"Kadir Topbaş'ın son kullanma tarihi doldu"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil istifa eden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı şekersiz aşureye benzetti. Özdil, "Muhallebiciydi Kadir Topbaş… Profiterolü fena değildi ama, belediye başkanlığı hakikaten berbattı, güzelim İstanbul şekersiz aşureye döndü" dedi.

Özdil'in Sözcü'de "İstanbul belediye başkanı…" başlığıyla (28 Eylül 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Kadir Topbaş'ın son kullanma tarihi doldu, bir haftadır tartışılıyor, İstanbul büyükşehir belediye başkanı kim olacak?

*

Benim adayım…
Frederik Novvicki.

*

Malum, Kadir Topbaş Artvinliydi. Onun yerine Başakşehir belediye başkanı Mevlüt Uysal'ın veya Fatih belediye başkanı Mustafa Demir'in getirileceği söyleniyor, Mevlüt Uysal Antalyalı, Mustafa Demir Diyarbakırlı… CHP, Beylikdüzü belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'nu aday gösterdi, Ekrem İmamoğlu Trabzonlu.

*

Beykoz belediye başkanı Karslı, Bağcılar belediye başkanı Giresunlu, Pendik Erzurumlu, Güngören Erzincanlı, Üsküdar Trabzonlu, Ümraniye Balıkesirli, Bahçelievler Kayserili, Çekmeköy Rizeli, Esenyurt Gümüşhaneli, Sultanbeyli Erzincanlı, Zeytinburnu Giresunlu, Şile Almanyalı… Kadıköy belediye başkanı Trabzonlu, Beşiktaş Ordulu, Bakırköy Ardahanlı, Avcılar Sivaslı, Sarıyer Giresunlu, Ataşehir Malatyalı, Maltepe Tuncelili, Kartal Nevşehirli.

*

Frederik Novvicci.
Polonezköy muhtarı.
1841'den beri, beşinci kuşak, İstanbul doğumlu!

*

Hiç kuşkusuz, İstanbul'da yaşayan herkes bu şehrin asli hemşehrisidir, başkan illa İstanbul doğumlu olacak diye bir kaide yok. İstanbul'da yaşayan bir İzmirli olarak, başkan neden Artvinli filan diye sormuyorum. Dikkat çekmek istediğim konu, İstanbulluluk.

*

İstanbullu mudur şu anki İstanbul?

*

Hani nerde o şarkılardaki İstanbul mesela?
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan…
Huzur duyabileceğimiz bir semt kaldı mı İstanbul'da?

*

Duruşun andırır asil soyunu, Hisar, Kuruçeşme, sahil boylu mu / Arnavutköylü mü, Ortaköylü mü, kız sen İstanbul'un neresindensin?
İçinden deniz geçen İstanbul'da, ömründe deniz görmemiş 300 binden fazla çocuk yaşıyor, bizzat belediye başkanı açıkladı, Esenler'deki çocukların yüzde 40'ı hiç deniz görmedi.
Bilmem sözlü müsün, nişanlı mı, sevgilin yaşlı mı, delikanlı mı / Emirgan, Bebek, Aşiyanlı mı, kız sen İstanbul'un neresindensin?
İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümü İkitelli'de araştırma yaptı, ilkokul çağında 510 çocukla görüştüler, 300'ü Dolmabahçe Sarayı'nı Ankara'da biliyordu, Maltepe belediyesi 20 sene önce Anadolu'dan göçederek Maltepe'ye yerleşen, 20 senedir yaşadıkları mahalleden dışarı çıkmayan 200 kadına otobüsle şehir turu attırdı.
Başında esen kavak yeli mi, gözünden akan aşkın seli mi / Sarıyer, Tarabya, İstinyeli mi, kız sen İstanbul'un neresindensin?
28 senedir olimpiyata talibiz, anket yapıldı, İstanbul halkının yüzde 38'i İstanbul'un olimpiyata aday olduğunu hiç duymadığını söyledi.
Bu insanlarımız İstanbul'un neresindendir?

*

Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde, bülbül sesi var nağmelerinde… Böyle mi artık?

*

Köprüymüş, kavşakmış, hikaye… Mimar Sinan'la Balyan Kardeşleri çıkar, ne kalır İstanbul'dan geriye?
Milyarca dolar bütçe harcadın, dünyanın binasını diktin, tırnağı olabilir misin Kız Kulesi estetiğinin?

*

Belediye başkanı her kim olacaksa, İstanbul aidiyetini yüceltecek biri olmalı… Bu şehirde yaşayanlara “insan” olduklarını hissettirecek biri olmalı… Sırtı sıvazlanan cahiller sürüsü tarafından “kuralsızlık cumhuriyeti” haline getirilen bu şehirde, insan gibi yaşanabiliyor mu?

*

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer / ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul / sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer… Yahya Kemal Beyatlı'nın bir tepeden baktığı aziz İstanbul mudur, bu İstanbul?

(..)

*

Bedri Rahmi Eyüboğlu “İstanbul deyince aklıma martı gelir” derdi… Martılar gene aynı martılar ama, yüzen ütü gibi bi şey yaptılar, vapurlar aynı vapurlar mı?

*

Sevgisi içimde yaşayıp duran, nazlı güzellerin şirin İstanbul / hayali kafamda hükümler süren, görmez gözlerime görün İstanbul… Kurban olduğum Aşık Veysel gibi görecek birisi lazım İstanbul'a.

*

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz… Nazım Hikmet gibi hissedecek birisi lazım.

(..)

*

(Olimpiyatı yok, olimpiyat stadı var. Üç kilometreyi üç saatte zor gidersin, Formula pisti var. Baraja ev yapıyorlar, belediye otobüsünden yüzerek iniyorsun, ikinci katta mahsur kalanları dalgıç kurtarıyor, mahallede zodyak kullanılıyor. Mısır Çarşısı'nda mısır bulamazsın, Manifaturacılar Çarşısı'nda plak satılıyor, sahaflarda taksitle halı var. Şehirlerarası yolcu otobüslerinin yüzde 99.9'u Anadolu'ya gidiyor, otogarı Avrupa'da! “Ahır”kapı'ya gemi bağlanıyor, Bayrampaşa'nın adı bayram, kendi cezaevi, Yedikule Zindanları'nda konser veriliyor, Sultanahmet Cezaevi desen, beş yıldız otel iyi mi… Bostancı'da bostan yok, Tarlabaşı'nda tarla yok. Beşiktaş'tan Üsküdar'a geç, iki kilometre, parayla… Beşiktaş'tan Florya'ya git, 22 kilometre, bedava! Sevap diye ramazan şenliği yaptıkları yer, aslında, antik Bizans hipodromu, günah diye Veliefendi hipodromuna gitmiyorlar, aslında, Veliefendi şeyhülislam… AKOM diye bi yer yaptılar, Afet Koordinasyon Merkezi, devasa salon, duvarlarda yüzlerce plazma ekran, 24 saat canlı yayın, dijital saatler, uydudan haritalar, 70 kişilik oval masa, herkesin önünde bilgisayar, devamlı elektronik verilere bakıyorlar, sinyaller, telsizler, ellerinde kağıtlarla oradan oraya koşuşturuyorlar, bir telaş atmosferi, bir hummalı faaliyet, sanırsın NASA'dır, uzay mekiği gönderiyorlar… Ve, neticede bu müthiş AKOM'dan hep aynı koordinat çıkıyor: Çıkmayın! Yağmur yağar, evden çıkmayın, deprem olur, eve girmeyin, kar düşer, okula gitmeyin, buzlanır, trafiğe çıkmayın, poyraz eser, vapur iptal, sis olur, deniz otobüsü iptal, lodos var, sobaları söndürün, denize lağım akar, yüzmeyin, deniz suyu çeşmeye karışır, içmeyin… Nasıl olsa kimse sormuyor, hangi mevsime göre inşa ettiniz bu şehri birader?)

*

(Muhallebiciydi Kadir Topbaş… Profiterolü fena değildi ama, belediye başkanlığı hakikaten berbattı, güzelim İstanbul şekersiz aşureye döndü.)

*

(1994'ten beri badem zihniyeti tarafından yönetilen tarihimizin gözbebeği İstanbul, yanlış yatırımları, şatafatlı harcamalarıyla, Ayasofya'da dilenip, Sultanahmet'te sadaka verir hale geldi. Türkiye gibi İstanbul'u da imamlaştırma çabaları, sosyolojik fay hatlarını iyiden iyiye gerdi, gettolar oluştu, bir yönüyle Londra'ya bir yönüyle Rakka'ya benzedi, kimisinin Prada kimisinin takunya giydiği, İngilizce markalarla Arapça tabelaların yarıştığı, sanata kültüre ağaca saldırılan, bağnaz, kaba, sakil, vandal bir şehir haline geldi.)

*

Benim adayım…
Frederik Novvicki.

*

Geçenlerde bir röportajda anlatıyordu: “Beş kuşaktır burada doğuyoruz, oğlum altıncı nesil burada doğdu, bazen insanlar merak ediyor, kendinizi Türkiyeli mi yoksa Polonyalı mı hissediyorsunuz diye soruyorlar, ‘Beşiktaş'ın olduğu yerliyim' diyorum, Çarşılıyım.”

*

Kastettiğim “şehre aidiyet” işte tam olarak bu.
Ne din, ne mezhep, ne etnik köken…
Ortak paydası “insan” olan başkan lazım İstanbul'a.

T24
ETİKETLER
yılmaz özdil haber açıklama muhallebe şekersiz aşure

Yeniçağ yazarı: Abdullah Gül, Erdoğan'ı çekilmeye ikna edip, 2019'da Ali Babacan aday olsun diyecek
27 Eylül 2017



11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski danışmanı Ahmet Takan bugünkü köşesinden 2019 seçimleri ve Ali Babacan'la ilgili çok konuşulacak iddialar yazdı. Takan, Gül'ün 2019 için adayının Ali Babacan olduğunu ileri sürdü.

Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan geçen hafta "Abdullah Gül sertleşecekmiş" başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Yazısında eski Cumhurbaşkanı'nın yeni parti çalışmalarını hızlandırdığını ve AK Parti'li bazı isimlerinde toplantılara katıldığını yazmıştı. Takan, Abdullah Gül'le ilgili iddialarını bugün de sürdürdü. Gül'ün 'yol haritası'na ilişkin iddiaları yazan Takan Ali Babacan'la da 2019 seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı adaylığı için görüşeleceğini öne sürdü.

İşte Ahmet Takan'ın Abdullah Gül ve Ali Babacan'la ilgili yazdıkları:
Hap gibi yazı olacak!..

Afyonkarahisar'ın AKP'deki yeri ve önemini hatırlatmaya gerek var mı?..

Tamam öyleyse!.. "Abdullah Gül sertleşecekmiş" başlıklı yazımıza, ulaştığımız son kulis havadisleri ile devam edelim...

Sessiz sedasız, geçtiğimiz hafta içinde Suudi Arabistan ziyareti gerçekleştiren Abdullah Gül, bu ülke de Kral Selman bin Abdülaziz başta olmak üzere kraliyet sülalesinin çok önemli isimleri de bir araya geldi. Katar krizi yüzünde R. Erdoğan'ın Suud ile arasının bozuk olduğunu buraya ekleyelim... Abdullah Gül, Türkiye'ye döndükten sonra iktidar partisinde hareketlilik ve kaynama daha da arttı. Kadir Topbaş'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan istifası zaten beklenen bir gelişmeydi. Kimse için de pek sürpriz olmadı.Yarın da İstanbul Belediye Başkanlığı için "seçim" yapılacak. Buraya kadar her şey olağan... Ya sonrası?.. Erdoğan, İstanbul'a yeni belediye başkanını atadıktan sonra iç siyasette kendisini çok önemli bir süreç bekliyor;

6-7-8 Ekim tarihlerinde Afyonkarahisar'da yapılacak, 26'ncı AKP İstişare ve Değerlendirme Toplantısı. Milletvekilleri ile birlikte parti organları kaplıcaları ile ünlü ilimizde kampa alınacak. "Metal yorgunluğu" üzerlerinden atılmaya mı çalışılacak?.. Sakinleşip, pamuk gibi mi olacaklar?.. Cadı kazanı gibi kaynayan AKP kulislerine bakarsanız, durum hiç de öyle değil!..

7 Haziran 2015 seçimlerine kısa bir süre kala Abdullah Gül'ün yeni parti kurma çalışmaları ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. "İstikşafi görüşmeler" sonunda gelinen 1 Kasım seçimlerinde ortaya çıkan tablo ile Gül hazırlıkları başka bir bahara ertelemişti. (Yazının bu kısmını bana sürekli "ne oldu Abdullah Gül'ün yeni partisi" diye soran okurlarımız için yazdım) Siyaset arenasında daha sert ve net bir tavır takınacağı ileri sürülen Abdullah Gül'ün taraftarları iki seçenekli bir yol haritasının izleneceğini anlatıyor. Şöyle;

1- Abdullah Gül'ün "dava arkadaşlığı"ndan yola çıkarak Erdoğan'ı çekilmeye ikna etmesi... Vee!.. Yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ali Babacan'ın aday gösterilmesi ve böylece partinin bölünmesinin önüne geçilmesi.

2- R. Erdoğan bu formüle ikna edilmemesi halinde hazırda tutulan yeni partileşmenin raftan indirilmesi ve Ali Babacan'ın Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmesi.

Taraftarları Abdullah Gül'e o kadar inanmışlar ki, her iki formülde de Ali Babacan'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına CHP'nin de destek vereceğini iddia ediyor ve oldukça kesin ifadeler kullanıyorlar.

Peki saray cephesinde durum ne?..

Abdullah Gül'cülerin bu söylediklerinin gerçeklikte payı ne?..

Öncelikle şunu ifade edeyim;

Saray danışmanları erken seçim senaryoları ve Erdoğan için bir kahramanlık hikayesi yaratma çalışmalarına devam ediyor. Ancak, Erdoğan'a yakın bir kaynak dedi ki; "Yaptırdığımız anketlerde AKP'nin oy oranı yüzde 38'e düşmüş gözüküyor."

Erdoğan, Abdullah Gül ile yeni bir uzlaşmaya varabilir mi, diye kurcalarken aynı kaynaktan şok bir iddia kulağıma fısıldandı;

Geçtiğimiz günlerde devlet mekanizmaları ile yapılan görüşmelerden birinde Erdoğan'a, "AKP'yi bırak yeni bir parti kur ve onunla devam et" önerisi yapılmış. Erdoğan, bu öneriye çok şaşırmış ama bir tepki vermeyip "bakarız" demekle yetinmiş.

Ankara çok tedirgin... Ankara çok gergin... Henüz, buraya yazamayacağım iddialara da bakılırsa Kasım ayı şok sürprizlere gebe gibi gözüküyor. Trump, Erdoğan'a 40 adet yolcu uçağını 11 milyar dolara almayı kabul ettirdikten sonra Zarrab'ın mahkemesi ertelendi. Erdoğan'ın yol haritası bundan sonra ne olacak?.. AKP'nin 2001 yılında kuruluşunun ilan edildiği Afyonkarahisar'da 6 Ekim 2017'de başlayacak kampta kaplıcanın suları fokurdayacak mı?...
Prospektüsü kısa tuttum. Hapı yutmayalım diye!.

Ahmet TAKAN / Yeniçağ
Kaynak: Medya Faresi

CHP’li Öztrak: Ekonomide patinaj o kadar büyük ki; vatandaşın gelirindeki erimeyi saklayamıyorlar
Hülya Karabağlı
30 Eylül 2017



"Bazı vergileri olağanüstü artırarak milletin cebinden tulumbaya su yetiştirmeye uğraşıyorlar"

CHP Tekirdağ milletvekili, ekonomist Faik Öztrak, ciddi vergi artışları getirmesi nedeniyle eleştirilen Orta Vadeli Program’ı (OVP) değerlendirdi. “Programın iflas etmiş AKP politikalarının kabul ve tekrarından başka bir şeyi ifade etmediğini” savunan Öztrak

“Ekonomide yaşanan patinaj o kadar büyük ki, makyajlanan milli gelire, abartılı büyüme rakamlarına ve düşük tutulan kur tahminlerine rağmen vatandaşın gelirindeki erimeyi saklayamıyorlar” değerlendirmesinde bulundu.

“Cumhurbaşkanı ekonomide yaşanan iflası ‘tulumbada su bitti’ diyerek zaten yakın zamanda tüm dünyaya ilan etmişti” diyen Öztrak, “Şaibeli referandum için kurutulan tulumbaya su taşımak amacıyla ilkin Hazine’yi kanuni limitlerinin üzerinde borçlandırdılar. Şimdi bunun da yetmediği anlaşılıyor” diye konuştu.

“Savunma harcamaları gerekçe gösterilerek millete ‘pamuk eller cebe’ dendiğini artacak vergilerden özellikle memur, işçi ve beyaz yakalı orta sınıfın olumsuz etkileneceğine” dikkat çeken Öztrak, “ Zaten aldığı kredi ve borçlar nedeniyle evinin tapusu, arabasının ruhsatı bankalara rehin olan bu kesimler, şimdi artacak vergi yüküyle daha da sıkışacak” açıklaması yaptı.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), BDDK gibi önemli kurumlarda çalışan ,Hazine müsteşarlığı da yapan CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, T24’ün sorularını yanıtladı:

Birkaç gün önce Orta Vadeli Program açıklandı. Programla beraber özellikle vergi oranlarında ciddi artışların olacağı ortaya çıktı. Maliye Bakanı, yapılan vergi zamlarını savunurken artan güvenlik risklerine dikkat çekti. Sizin bu açıklamaya yorumunuz nedir? Orta Vadeli Program vatandaşa ne getiriyor, ne vaat ediyor?

Orta Vadeli Program (OVP) iflas etmiş AKP politikalarının kabul ve tekrarından başka bir şeyi ifade etmiyor. Cumhurbaşkanı ekonomide yaşanan iflası “tulumbada su bitti” diyerek zaten yakın zamanda tüm dünyaya ilan etmişti. Şaibeli referandum için kurutulan tulumbaya su taşımak amacıyla ilkin Hazine’yi kanuni limitlerinin üzerinde borçlandırdılar. Şimdi bunun da yetmediği anlaşılıyor. Bazı vergileri olağanüstü artırarak milletin cebinden tulumbaya su yetiştirmeye uğraşıyorlar. Vergi artışına gerekçe olarak savunma ve güvenlik harcamaları için yeni kaynaklara ihtiyaç duyulmasını gösteriyorlar. Oysa daha Şubat ayında Resmi Gazete’de Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na ait veya bu fonun tasarrufunda bulunan 3 milyar TL’lik kaynağın, geri ödenmek şartıyla bile olsa, Varlık Fonu’na devriyle ilgili bir karar yayımlandı. Bu paranın da 1 milyar TL’lik kısmı kullanıldı. Birkaç ay önce bu ülkenin savunması için harcanacak paralar Varlık Fonu’na aktarılırken, şimdi millete savunma harcamaları gerekçe gösterilerek “pamuk eller cebe” deniyor.

“Bankalara rehin kesimler artacak vergi yüküyle daha da sıkışacak”

Artacak vergilerin ayrıntısına baktığımızda ise özellikle memur, işçi ve beyaz yakalı diyeceğimiz orta sınıfın olumsuz etkileneceği anlaşılıyor. Zaten aldığı kredi ve borçlar nedeniyle evinin tapusu, arabasının ruhsatı bankalara rehin olan bu kesimler, şimdi artacak vergi yüküyle daha da sıkışacak. OVP dengelerine baktığımızda ise özel kesimin tüketimi önümüzdeki 3 yılda ortalama yüzde 4,4 civarında artacak diye öngörülüyor. Vergi yükü artan kesimlerin tüketimleri nasıl artacak? Onun cevabı yok.

Yine geldiği günden bu yana yüzde 5 enflasyon hedefini ezber eden ancak bu hedefi bir türlü yakalayamayan iktidar, tekrar bu hedefi getirip önümüze koyuyor. Bu yıl yüzde 5,5’lik büyümeyi çift hanelerde veya çift haneye yakın bir enflasyonla yakalamayı planlayan Hükümet, üç yıl sonra aynı büyümeyi yüzde 5 enflasyonla yakalayacağım diyor. Ya bu büyüme yanlış ya da bu enflasyon hedefi yanlış. Diğer taraftan, bu yıl yüzde 5,5 büyümeyi GSYH’ya oran olarak kamuda yüzde 2,4, cari işlemler dengesinde de yüzde 4,6 açıkla yakalayan iktidar, 3 yılda ekonomide hangi radikal dönüşümü sağlayacak da yüzde 1,3’e düşen kamu açığı ve yüzde 3,9’a inen bir cari açık oranıyla aynı büyümeyi yakalayabilecek? Mevcut politika ve anlayışla bu mümkün değil.

“2017’de tek bir yılda TL, dolar karşısında yüzde 15,6 değer yitirmişken”

Yine küresel likiditenin artık daha sıkı ve doların daha pahalı olacağı bir dönem başlarken OVP’nin kur tahminleri de oldukça iyimser. 2017’de tek bir yılda TL, dolar karşısında yüzde 15,6 değer yitirmişken; 2020’ye kadar geçecek üç yılda TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının sadece yüzde 11’de kalması öngörülüyor. 2020 için ortalama dolar kuru tahmini 4,02 TL. Bu mevcut küresel koşulların hiç dikkate alınmadığına işaret ediyor.

“Ekonomide patinaj o kadar büyük ki; vatandaşın gelirindeki erimeyi saklayamıyorlar”

Esasen ekonomide yaşanan patinaj o kadar büyük ki, makyajlanan milli gelire, abartılı büyüme rakamlarına ve düşük tutulan kur tahminlerine rağmen vatandaşın gelirindeki erimeyi saklayamıyorlar. 2017’de 304 dolar gerileyerek 10 bin 579 dolara inen kişi başına gelirin, 2019’da 12 bin 100 dolar olacağı OVP’de vaat ediliyor. 2013’te 12 bin 480 dolar olan kişi başına gelir ancak 2020 de geçilecek. Sonuçta Türkiye’nin 6-7 yılını yitirdiği görülüyor.

Lafla peynir gemisi yürümez. Son dört yıldır dolar cinsinden gelir düşüyor, son üç yıldır gelir dağılımı daha da bozuluyor. Küresel likiditenin sıkılaştığı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, hukukun üstünlüğünün kalmadığı, jeopolitik risklerin hızla arttığı bir ortamda yatırımları, işi ve aşı artırmak daha zordur. OVP bunları dikkate almadan gelecek için pembe hayaller çiziyor. Haliyle hedeflerin inandırıcılığı ve güvenilirliği de kalmıyor, hükümet geleceğe ve vatandaşa bir ufuk sunamıyor. Oysa OVP’den beklenen tüketici, yatırımcı, üretici yani ekonomideki tüm aktörler için geleceğe bir ufuk sunması, belirsizlikleri azaltmasıdır. OVP bu görevini yerine getiremiyor.

“2016 itibariyle 16 milyon 328 bin vatandaşımız yoksulluk sınırının altında”

Gelir dağılımının son üç yıldır bozulduğunu ifade ettiniz. TÜİK geçtiğimiz günlerde gelir dağılımı ve yaşam koşullarına ait araştırmasını açıkladı. Yoksulluğun halen önemli bir sorun olduğu rakamlardan da görülüyor. Siz gelir dağılımı ve yaşam koşullarına ilişkin güncel rakamları nasıl yorumladınız?

Küresel krizin ardından tüm dünyada ekonomik gündem ve öncelikler değişti. Küresel ekonomiyi yeniden büyüme ortamına döndürebilmek için eski anlayış ve politikalar sorgulanır hale geldi. Kriz sonrasında büyümenin kimseyi dışlamaması, kapsayıcı olmasının ve adaletli bir gelir ve servet dağılımının büyümenin sürdürülebilirliği açısından önemli olduğu uluslararası kurumlar tarafından da kabul edilmeye başladı. “Kimsenin arkada bırakılmaması” slogan haline geldi.

“Yoksulluğun çocuğu miras kalmaması sağlamak devletin görevi”

Türkiye’de ise 2016 itibariyle 16 milyon 328 bin vatandaşımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yani 16 milyondan fazla vatandaşımız geride bırakılmış. Tabi burada dikkat edilmesi gereken önemli bir detay var. 16 milyonun üzerindeki yoksulumuzun yaklaşık 15 milyonu bağımlı çocuğu olan ailelerden oluşuyor. Yoksulluğun babadan, anneden çocuğa miras kalmamasını sağlamak ve tüm çocuklara eşit fırsatları sunmak ise devletin görevi. Fırsat eşitliği ise okul öncesinden başlayarak iyi bir eğitimin tüm çocuklara sunulabilmesiyle başlar. Hükümetin bu konudaki karnesi ise ortada. 15 yıldır iktidarda olan AKP’nin eğitim konusundaki başarısızlığını artık Cumhurbaşkanı da kabul ediyor. Bunun anlamı 15 yılda bir kuşağın kaybedilmesidir. Yoksulluğun bu kuşaklara atadan miras kalmasıdır.

Zenginle yoksul arasındaki makasın da giderek açıldığına şahit oluyoruz. Türkiye’de özellikle son üç yıldır gelir dağılımı bozuluyor. En zengin yüzde 5’in ortalama geliri ile en yoksul yüzde 5’in ortalama gelirinden çok daha hızlı artıyor. 2014’de en zengin yüzde 5’ in geliri en yoksulun 20,4 katıyken, 2016’da 22,9 katına çıkmış.

Ancak daha da vahimi Gini katsayısı dediğimiz ve gelir dağılımındaki adaleti tartan terazi 2007’den beri belli bir seviye etrafında gidip geliyor. Bunun anlamı açık. 2007’den sonra izlenen politikalar zengini korurken, fakirin durumunu düzeltme konusunda ciddi bir ilerleme sağlayamıyor.



TÜİK ’in son açıkladığı yaşam koşulları istatistikleri de son derece çarpıcı sonuçlara işaret ediyor. Mali sıkıntıda olma durumunu ifade eden ciddi maddi yoksunluk oranı 2014’te yüzde 29,4 iken, 2015’de yüzde 30,3’e, 2016’da ise yüzde 32,9’a çıkmış. 2016 Türkiye’sinde nüfusun yüzde 37,7’si, yani 29 milyon kişi, iki günde bir sofrasına bir kap et, balık veya tavuk yemeği koyamıyor. Yine nüfusun yüzde 34,4’ü beklemediği bir harcama çıktığında bunu karşılayamıyor.

Yani neresinden bakarsanız bakın milyonlarca insanımız sıkıntı içinde. Ancak şu anda bu meseleleri konuşamıyoruz. Ekonomide sıkışan iktidar, özgürlükleri kısarak sorunların üstünü örteceğini düşünüyor. OHAL rejiminin arkasına saklanan ve OHAL’i olabildiğine istismar eden iktidar hukuku katlediyor. En temel hak ve özgürlükler kullanılamıyor. Oysa bu, ekonomide sorunları daha da ağırlaştırıyor. Hukuk devletinin ve güvencesinin olmadığı bir ülkede kimse yatırım yapmaz, yatırımın olmadığı yerde aş, iş olmaz. Paylaşılacak ekmek büyümez.

Bu nedenle bir an önce Türkiye’nin hızla normalleşmeye, hukuk devletini yeniden tesis etmeye, demokrasinin kalitesini hızla yükseltmeye ihtiyacı var. Bunu yapmadan diğer meseleleri çözmemiz mümkün değil.

T24
ETİKETLER
faik Öztrak chp orta vadeli program vergi gelir ekonomi

MASAK raporu: 5 milyon kişi yılda 50 milyar liralık yasadışı bahis oynuyor
30/09/2017

Türkiye’de yaklaşık 5 milyon kişinin oynadığı yasadışı bahsin büyüklüğünün 50 milyar lirayı bulduğu raporlandı.

Habertürk’ten Helin Şahin’in haberine göre Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) yasadışı bahsin devlete verdiği zarar hakkında bir rapor hazırladı.

Yasadışı bahisle vergi haricinde bazı kamu kurumlarına aktarılan paradan da mahrum kalındığı belirtilen rapoda, yasadışı bahsin yasal bahse göre iki kat oranla daha fazla kazandırdığı için tercil edildiği kaydedildi.

Rapora göre yıllık yasadışı bahsin hacmi 50 milyar lirayı bulurken oynayanların yaş aralığının 18-50. Bahis sitelerinin ‘server’ları ise genelde İngiltere, Fransa ve Kıbrıs bağlantılı.

Raporda, 5 milyon kişinin yasadışı bahis oynadığı belirtildi. MASAK, yasadışı kumara üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla, 5 binden 20 bin liraya para cezası uygulanması gerektiğini bildirdi.

Emniyet ise yurt çapında 3 bin 500 işyerinde yasadışı kumar oynatıldığını belirledi.

Diken

Torbadan yabancı sigara firmasına milyarlarca dolarlık kıyak çıktı
30 Eylül 2017



Hükümetin vatandaşa zam yağdırdığı torba tasarıdan, yabancı sigara firmasına halkın sağlığı üzerinden milyonlarca dolar kazandıracak gizli bir madde çıktı...

AKP hükümeti, hazırladığı torba tasarıyla vatandaşı zam bombardımanına tuttu. Ancak tasarıda yabancı bir sigara firmasına halkın sağlığı üzerinden milyarlarca dolar para kazandıracak ‘adrese teslim' gizli bir maddenin de yer aldığı ortaya çıktı.
Uluslararası sigara firmasının, sadece kendisine yarayan bu maddeyi tasarıya koydurabilmek için Türkiye'de 700 milyon dolar yatırımla ‘dumansız sigara' fabrikası kurma sözü verdiği ifade ediliyor.
Tasarıdaki bu madde yasalaşırsa TBMM, dünyada sadece bir firmaya para kazandıracak bir yasaya da onay vermiş olacak.

68'İNCİ MADDEYE GİZLENDİ

Sadece bir tek firmanın işine yarayan sigara maddesi, motorlu taşıtlar vergisine yüzde 40 zam yapan torba tasarının 68'inci maddesine adeta gizlenerek yazıldı. Aynı zamanda vatandaşa ucuz sarmalık tütünü yasaklayıp uluslararası sigara markalarına mecbur bırakan bu maddeye ilk kez “sigara ve diğer tütün mamulleri kategorisine girmeyen yeni tütün mamulleri” ifadesi eklendi. Maddenin iki ayrı fıkrasında yapılan değişikliklerle, ‘yeni tütün mamullerinin' hem Türkiye'de üretilmesine hem de bu ürünü üretenlerin yurt dışından ithalat yapmasına izin verildi.
Tütün yasasına “sigara ve diğer tütün mamulleri kategorisine girmeyen yeni tütün mamulleri” ifadesiyle giren bu ürün, dünyada ‘dumansız sigara' olarak biliniyor.

SADECE 1 FİRMA ÜRETİYOR

Ancak tanımı yapılan bu sigarayı dünyada sadece bir yabancı sigara şirketi üretiyor. Şirket, dumansız sigaranın üretim patentini aldığı için dünyada hiç kimse bu sigarayı üretemediği gibi ithalatını da yapamıyor. Bu nedenle torbaya eklenen yeni madde, sadece bir şirketi işaret eden ‘adrese teslim yasa' olarak ifade ediliyor.
Tarifi yapılan yeni sigara, elektronik ısıtma cihazı ile içerisinde tütün bulunan kapsülden oluşuyor. Cihaz ayrı, sigara paketi içinde bulunan 20 adet kapsül ayrı satılıyor. Son dönemde yaygınlaşan elektronik sigaralardan farklı olarak kapsüllerde likit (sıvı) değil normal tütün bulunuyor.

SİGARA KULLANIMINI ARTIRIR

Sigara görünümlü cihaz kapsüldeki tütünü yakmadan 350 derecede ısıtıyor, böylece ortaya duman çıkmıyor. Ancak bu ürünün sağlığa zararlı olmadığına ilişkin Dünya Sağlık Örgütü dahil hiçbir güvenilir kurumdan rapor alamadığı ifade ediliyor. Üstelik, duman çıkarmadığı için yeni nesil bu ürünün uçaklar dahil kapalı ya da açık her ortamda tüketilebileceği, bu nedenle de sigara kullanımını olağanüstü düzeyde artırabileceği ifade ediliyor.

AB'YE UYUM İÇİNMİŞ

Bugüne kadar AB'ye uyum yasalarını beklettiği için eleştirilen hükümet, Türkiye'de yeni bir sigaranın kullanılması ve ithalatına izin veren kritik maddeyi, “AB'ye uyum” gerekçesiyle açıkladı. Maddenin gerekçesinde, AB'nin 2014 yılında tütünle ilgili mevzuatını değiştirdiği, Türkiye'deki tütün mevzuatının AB ile uyumlaştırılması için yasada gerekli değişikliklerin yapıldığı belirtildi.

Erdoğan Süzer/Sözcü

Fatih Altaylı: Sedat Peker'in iç çamaşırlarıyla gözaltısı hâlâ aklımda, bugün bu noktaya gelindiyse...



"Eskimeyi bundan daha iyi hiçbir şey göstermez"

HaberTürk yazarı Fatih Altaylı, suç örgütü lideri Sedat Peker'in Antalya'da iç çamaşırlarıyla gözaltına alınması görüntülerinin, hâlâ aklında olduğunu söyledi. "Şimdi ise 'Yeni Türkiye' denilse bile eski tas eski hamama doğru bir gidiş olduğu gözlemleniyor" diyen Altaylı, "Mafyayla köküne kadar mücadele eden bir partiden, bugün bu noktaya gelindiyse 'Yeni Türkiye' de 'eskiyor' demektir" ifadesini kullandı.

Altaylı'nın HaberTürk'te "Yeni Türkiye’ye eski mafya" başlığıyla (1 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

AK Parti iktidar olduktan bir süre sonra, AK Parti’nin liderinin çok da haklı olarak övündüğü bir durum vardı ortada.

Başbakan Erdoğan, her yerde “Mafyayı bitirdik” diyordu.

Türkiye’yi, sokakları, iş dünyasını haraççılardan, ihalecilerden, mafyacılardan, çakallardan kurtarmakla övünüyordu.

Çok da haklıydı.

Bitirmişlerdi.

Dışarıda kalan elbet üç-beş gangster vardı, ama örgütlü suçlarla çok ciddi mücadele ediliyordu.

İhalelere müdahale eden, özelleştirmeleri bile organize eden, işadamlarının kimyasını bozan taife sindirilmiş, temizlenmiş, içeri tıkılmıştı.

En havalı “baba”lardan Sedat Peker Antalya’da kaldığı otelden iç çamaşırlarıyla gözaltına alınırken çekilen görüntüler, hâlâ aklımdadır.

Şimdi ise “Yeni Türkiye” denilse bile eski tas eski hamama doğru bir gidiş olduğu gözlemleniyor.

Sedat Peker adını son zamanlarda çokça duyar olduk.

Öyle midir, değil midir bilemem ama her taşın altından çıkan “Sedat Peker” diyor.

Hele hele son günlerde sosyal medyada dolaşan bir video var ki, izlemek bile mümkün değil, insanın asabını, ruh halini bozuyor.

Her ne kadar kendisi “Benimle alakası yok” dese de orada bile “Sedat Peker” gündemde.

Mafyayla köküne kadar mücadele eden bir partiden, bugün bu noktaya gelindiyse “Yeni Türkiye” de “eskiyor” demektir.

Eskimeyi bundan daha iyi hiçbir şey göstermez.

T24
ETİKETLER
sedat peker iç çamaşırı antalya yeni türkiye eskimiş fatih altaylı

Mehmet Cengiz, kadın cezaevi ihalesinde
1 Ekim 2017



Ülkenin yeraltı-yerüstü, suyu, ırmağı toprağı, vadisi her köşesinde aldığı “iş”lerle, vaktiyle ettiği küfürün hakkını veren Cengiz İnşaat, cezaeviyle de ilgileniyor...

Kamu İhale Kanunu’nun davetli ihale yöntemini düzenleyen 21/b maddesi istismar edilerek dağıtılan “iş”lere sık değiniyoruz.

Ortada afet yahut öngörülmez bir durum yokken normal karayolu işleri partili müteahhitlere 21/b üzerinden neredeyse her hafta dağıtılır hale geldi.

Kamuyu bir kanser gibi sarıyor! Mehmet Cengiz’e devletten 3.8 milyar TL’lik iş
Son dönemlerde bu yöntemi sadece Karayolları’nın değil, cezaevleri inşaatı için Adalet Bakanlığı’nın da kullandığını geçenlerde yazdım. (20 Eylül)
Mayıstan bu yana Adalet Bakanlığı 20 il ve ilçede yeni cezaevleri için davet yöntemini kullandı. (20 cezaevinin toplam ihale bedelinin 3.5 milyar TL, en yüksek bedelli olanın da 519 milyon TL ile Aksaray Ceza ve İnfaz Kurumu.)
Mehmet Cengiz Akkuyu Nükleer Santirali’ne ortak oldu
Gelelim başlıktaki gelişmeye...

Ülkenin yeraltı-yerüstü, suyu, ırmağı toprağı, vadisi her köşesinde aldığı “iş”lerle, vaktiyle ettiği küfürün hakkını veren Cengiz İnşaat, cezaeviyle de ilgileniyor...

Adalet Bakanlığı çağırmış Cengiz’i, Limak’ı ve Özaltın- Stroysnab Kontrakt Ltd. ortaklığını. Demiş ki, “Konya Yüksek Güvenlikli Kadın Açık Ceza İnfaz Kurumu yapım işine teklif verin.”

27 Eylül’de yapılan pazarlık ihalesinde, Cengiz, 675 milyon 904 bin “yaklaşık maliyet”i olan cezaevine en düşük teklifi vermiş.

Milletin anasına küfreden Cengiz'e taş yetmiyor

Fakat en düşük teklif, yaklaşık maliyetin 70 milyon TL üzerinde: 745.5 milyon TL. Aynı ihalede Limak 807.5 milyon, Özaltın-Stroysnab Kontrakt ise 800 milyon teklif vermiş.

Cengiz’in daha sonra teklifini 4 milyon TL düşürdüğünü öğrendim.
Sonuç kesinleşirse, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yüksek maliyetli cezaevi ihalesini de 741.5 milyon TL ile Cengiz İnşaat almış olacak.

Çiğdem Toker/Cumhuriyet

Etiketler:
Cengiz İnşaat cezaevi

3 havalimanı mermeri 21 dolara Van'dan almıyor, 55 Dolara yurt dışından ithal ediyor
1 Ekim 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2012 yılında açtığı Van Mermer zor durumda. Her ay 1 milyon TL zarar yazan dev işletme önlem alınmazsa 5 ay içinde kapananacak

VAN Organize Sanayi Bölgesi’nde 50 milyon TL özsermaye ile kurulan ve toplam maliyeti 120 milyon TL’ye ulaşan Van Mermer her ay zarar yazıyor. Türkiye’nin en büyük doğaltaş işleme tesisi konumundaki yatırımı kurtarmak için hükümet desteği şart.

Vanlı Gökçenay Group tarafından kurulan ve 1 mm kalınlığında mermer kesebilen son teknoloji makinelerle dünya standartlarındaki tesis kapanmak üzere.

Tesisin kurucularından Van Mermer Fabrikası Genel Koordinatörü ve Maden Mühendisi Musa Cevadi, 400-500 kişiye istihdam sağlayabilecekken yüzde 15-20 kapasite ile çalışabildiklerini söyledi. Her ay 1 milyon TL zarar yazdıklarını ve bugüne kadar toplam zararlarının 50 milyon TL olduğunu anlatan Musa Cevadi, “Buraya büyük bir yatırım yaptık. İşçilere son teknolojiyi kullanmayı öğrettik. Dünya standartlarında doğaltaş işleyebiliyoruz. Üretim ve istihdam sözümüzü tuttuk” dedi.

İKİ NEDEN ÖNE ÇIKIYOR

Musa Cevadi’ye tesisin neden verimli çalışmadığını ve zarar yazdığını sorduğumuzda ise şu iki nedeni vurguladı: Bölgede inşaat projeleri olmadığı için ürün gereksinimi yok. İhracat ise sınırlı yapılabiliyor. Van’ın doğaltaş kaynakları oldukça fazla ancak köylülerle yaşanan sorunlar ve terör nedeniyle taş çıkarılamıyor. Bu nedenle yeterli üretim yapılamıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da inşaatı süren üçüncü havalimanının taşlarının Van Mermer’den alınacağı sözünü vermişti. Musa Cevadi’den öğrendiğimize göre Erdoğan bu sözünü tuttu ve tesiste kesilen taşlar havalimanı için alındı. Ancak havalimanının çok küçük bir bölgesi için tedarik sağlandı. Bu da tesisin dişinin kovuğuna gitmedi.

YÜZDE 61 DAHA UCUZA TEDARİK

Tesiste imal ettikleri ürünleri anlatan Musa Cevadi, yılda 450 bin metrekare üretim kapasiteleri olduğunu ifade etti. Yüzde 15-20 kapasiteyle çalışmaya devam etmeleri durumunda 4-5 ay içerisinde kapatmak zorunda kalacaklarını kaydeden Musa Cevadi, şu anda 40 kişiyle çalıştıklarını söyledi. Fabrikanın yaşadığı sıkıntılarla ilgili yetkili makamlara yazılar gönderdiklerini ancak henüz dönüş olmadığını belirten Musa Cevadi, şu bilgileri verdi: “Devlet sahip çıkmazsa ne yazık ki kapanacak. Validen bakanlara, Başbakan’a kadar mektup yazdık. Bize projeler versinler. Biz ucuz da veririz. Havalimanına dışarıdan 55 dolara aldılar. Biz 21 dolara verdik. Van’dan Ankara’ya taş gönderebiliriz. Otomasyon dünyanın son modeli. Taşın 1 mm kesilmesi patenti bizde. Ama buralarda proje yok. Devletten buralara proje vermesini istiyoruz. Van Mermer kapanırsa burada sanayi kapanır. Böyle bir yeni teknoloji sadece 3 yerde var. Biri de Van Mermer. Buradaki projeler diğer yerlerden taş alıyorlar. Bunu da makamlara ilettik. Buranın sahipleri gidip İzmir’de, Antalya’da otel almak yerine yatırım yaptılar ve her ay da 1 milyon TL zarar ediyorlar. Çünkü yüzde 20 ile çalışıyoruz. Böyle giderse fabrika mecburen kapanacak.”

Recep Erçin/Aydınlık

HDP’li Kürkçü’den Erdoğan’a ‘Kandil’ cevabı: İlk adil seçimden sonra yerin burası olacak
01/10/2017



Diken'in haberine göre; HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, HDP’li vekiller için “Onların yeri Kandil, biliyorsunuz” diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a şöyle verdi: “Biz Edirne Cezaevi kapısındayız. İlk adil seçimden sonra burası senin yerin olacak biliyorsun.”

Erdoğan, dokuzu hapiste bulunan HDP’li vekillerin yeni yasama dönemi açılışına katılmamasıyla ilgili soru üzerine, HDP’li vekillere PKK’nın merkezi Kandil’i adres göstermişti: “Onların yeri Kandil, biliyorsunuz.”

Kürkçü Twitter’dan paylaştığı mesajda, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne Cezaevi’nn kapısında olduklarını belirterek, “İlk adil seçimden sonra burası senin yerin olacak biliyorsun” diye yazdı.

Follow
Ertuğrul Kürkçü ✔ @ekurkcuHDP
Biz Edirne Cezaevi kapısındayız. İlk adil seçimden sonra burası senin yerin olacak biliyorsun. https://twitter.com/birgun_gazetesi/status/914460819836022790
2:06 PM - Oct 1, 2017
25 25 Replies 364 364 Retweets 723 723 likes

Ana Haber

"Belediye başkanının şoförü, ilçenin en zenginleri arasına nasıl girdi?"
01 Ekim 2017



"İçişleri Bakanı Soylu, bu konuda bir soruşturma yaptırmalı"

Sözcü yazarı Saygı Öztürk, Trabzon'da bir ilçe belediye başkanının şoförünün nasıl zenginleştiğini yazdı. Şoförün yapılacak bir tesisin etrafındaki yeşil alanı satın aldığını daha bu arazilerin turizm arazisine çevrildiğini anlatan Öztürk, "İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu konuda bir soruşturma yaptırmalı. Yani hep “dosya kapatan” değil arada bir “dosya açan” da olmalı" dedi.

Öztürk'ün Sözcü'de, "Danıştay’ın bu kararı yargılatmayanlara ders olsun" başlığıyla (1 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:
Gerçekler ortaya çıksın

Söz Trabzon'dan açılmışken bir ilçesindeki daha farklı bir durumu da aktaralım. Belediye başkanı bulunduğu ilçenin en zenginleri arasında yer alırken, şoförü de ilçenin en zengin işadamlarından biri olma yolunda emin adımlarla yürüyor. Yapılacak bir tesisin etrafındaki yeşil alanları şoför satın alıyor, bu araziler hemen turizm alanına çevriliyor ve belediye de buraları yüksek bedelle kamulaştırıyor. Şoförün bu işte tek başına olduğuna kimse inanmaz. O zaman, İçişleri Bakanı Soylu, bu konuda bir soruşturma yaptırmalı. Yani hep “dosya kapatan” değil arada bir “dosya açan” da olmalı.

Kısaca, gerçek neyse ortaya çıkarılmalı. Bakanların soruşturma izni vermemesi, suçlanan kişiyi de zor duruma sokuyor. Yomra Belediye Başkanı'nın durumu yargıya intikal ettiğine göre bekleyelim görelim. Peki ya giderek şişen belediye başkanına ne demeli?

T24
ETİKETLER
sözcü haber açıklama saygı öztürk trabzon

Uyuşturucu kullanımı neden arttı?
02 Ekim 2017



"Son 10 yılda 'uyuşturucu' madde bağlantılı suçlardan ceza infaz kurumlarında bulunanların sayısı %401 arttı"

Artan madde kullanımının ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sorunların nedenlerini değerlendiren Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç'ın analizinde, niteliksiz eğitim, işsizlik, şiddet olaylarının artması gibi sebepler yer alıyor.

Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç'ın değerlendirmeleri şöyle:

Düşük eğitim seviyesi, işsizlik, borçlanma, göç, fuhuş ve şiddet madde kullanımını tetikleyen faktörler arasında yer almaktadır. Hükümet yetkililerinin söylediği gibi sosyoekonomik düzey ve refah artmıyor, eğitim çağ atlamıyor aksine rakamlarla sabit olduğu üzere vatandaş giderek daha fazla yoksullaşıyor ve eğitim seviyesi düşüyor.

Madde kullanımı ve bağımlılığı yeti yitimlerine, yaşamların dramatik bir şekilde kararmasına, bireyin ve toplumun refah düzeyinin düşmesine, madde ile ilintili suç ve kazaların, enfeksiyon hastalıklarının artmasına ve ölümlere yol açmaktadır.

Son 10 yılda ‘’uyuşturucu’’ madde bağlantılı suçlardan ceza infaz kurumlarında bulunanların sayısı %401, tedavi merkezlerine ayakta başvuruda %674, yatan hasta sayısında ise %381 artış meydana gelmiştir.

Son 10 yılda; alkol ve madde bağımlılığı tedavi ve eğitim merkezlerinin sayı ve yatak kapasitelerinin artırılmasına rağmen artan hasta talebini karşılayamamaktadır. Ayakta başvuruda %674, yatan hasta sayısında ise %381 artış meydana gelmiştir.

Ülkemizde bağımlılık tedavisi ile uğraşmak zahmetli olup cazip değildir. Bu nedenle de bu alanda iş üreten, katkı koyan sağlık insan gücü ve akademik personel sayısı sınırlıdır.

Sosyal dışlanma ve madde kullanımı

Madde kullanım sorunu toplumun tüm kesimini etkilemekle birlikte işsiz/yoksul kesimini daha çok etkilemektedir. Tedavi gören hastaların %53,9’unun işsiz, %10,4’ünün düzenli işinin olmadığı, % 28,9’unun düzenli işi olduğu ve %2,7’sinin ise öğrenci olduğu görülmektedir.

Eğitim ve öğretim düzeyi düştükçe madde kullanım/bağımlılık sorunu artmaktadır.

Tedavi gören hastaların; %70,7’si ’ ilk ve ortaöğretim mezunu, %24,4’ü lise mezunu, %3,3’ü yüksekokul mezunu, %1,7’si hiç okula gitmemiş olduğu görülmektedir.

Nüfus artışı ve göç madde kullanım sorununu beraberinde getirmektedir.

Son yıllarda göç ve nüfus artışı beraberinde ekonomik ve sosyal sorunlara neden olmaktadır. Bu durum ailelerin özellikle gençlerini ve çocuklarını etkilemekte ve madde kullanım sorununu da beraberinde getirmektedir.

Yatarak tedavi gören hastaların ikamet ettikleri iller incelendiğinde; en yüksek vaka sayısının sürekli göç alan ve nüfus yoğunluğunun olduğu iller (İstanbul, Adana, Mersin, Antalya, Konya, Ankara, Gaziantep, Şanlıurfa, İzmir, Bursa, Hatay ) olduğu görülmektedir.

Sonuç olarak;

Eğitim seviyesinin düşmesi, işsizliğin artması, vatandaşların yaşamlarını borçla döndürmeye çalışması, göçler, fuhuş ve şiddet olaylarında meydana gelen artışlar madde kullanımını tetiklemektedir.

Her geçen yıl madde kullanım yaygınlığının arttığı, madde kullanmaya başlama yaşının düştüğü ve gençlerde madde kullanım sıklığının giderek yaygınlaştığı görülmektedir.

Tedavi gereksinimlerinin karşılanması için ise son yıllarda uyuşturucu madde bağımlılığı tedavi merkezi sayısı ve yatak kapasitesi önemli oranda artırılmıştır. Ancak tedavinin başarısının sürekliliği için rehabilitasyon hizmetlerinin uygulanması çok önemlidir. Türkiye’de bağımlılık alanında sosyal destek sistemleri ve rehabilitasyon çalışmaları istenilen düzeyde değildir.

Bağımlılıkla mücadele kamuda salt bir asayiş ve sağlık sorununa indirgenmemeli ve bütüncül yaklaşılmalıdır. Madde kullanımını tetikleyen faktörler halının altına süpürülmemeli ve bu faktörler minimalize edilmelidir.

Atanan her milli eğitim bakanına göre sınav sistemini değiştirmekle ve her mahalleye imam hatip lisesi açmakla eğitim seviyesinin yükselmediği, tıbbi tedavi yerine giderek artan uhrevi tedavi uygulamalarının sorunları çözmeyeceği bilinmelidir.

Madde kullanımı/bağımlılığı bir suç değil tedavi edilebilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur!

Dipnotlar:

» Hasta verilerinin toplanması istenilen düzeyde olmamaktadır. Örneğin 2011 yılı içerisinde 22 bağımlılık merkezinin verilerine göre toplam 5214 yatarak tedavi başvurusu gerçekleşmiştir. Ancak 22 tedavi merkezinin 11’inde yatarak tedavi gören ve tedavi bildirim sistemi formu dolduran 2117 hasta verileri kaydedilmiştir.

» Ayakta tedavide 2014-2015 yılları arasında %25 azalma dikkat çekici olup stabil olmadan birdenbire düşme olması veri kaçağı, tedaviden umut kesilmesi, tedavi sunumunda sorun, fişlenme korkusu anlamına gelir.

» Yatarak tedavi gören hastaların maddeyi ilk kullanım yaşı bakımından incelendiğinde; hastaların % 10,9’unun 15 yaşından küçük, %39,2’sinin 15-19, %30,1’inin 20-24, %11,6’sının 25-29 yaşları arasında ilk kez madde kullandıkları görülmektedir. En küçük deneme yaşının 10 olması ve % 10,9’unun 15 yaşından küçük olması dikkat çekicidir.(2014)

» 2006 ve 2015 yılları arasındaki tedavi merkezi sayısı 17’den 47’ye yatak kapasitesi 469’dan 793’e artırılmıştır.

T24
ETİKETLER
eğitim göç işsizlik ceza infaz hükümet alkol İstanbul adana antalya uyuşturucu uyuşturucu kullanımı neden arttı haber

"Danışmanlar Cumhurbaşkanı'nı eğitim konusunda yanlış yönlendiriyor; önce atlıyoruz, sonra paraşüt arıyoruz"
02 Ekim 2017



Dekan Hasan Şimşek: İnanılmaz bir kaos geliyor

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, "TEOG'u istemiyorum" sözünün ardından, 1 milyon 250 bin öğrencinin geleceğini şekillendirmek için girdiği sınav kaldırıldı. Kültür Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Hasan Şimşek, Cumhurbaşkanı'nın yanlış yönlendirildiğini belirterek, "Uçaktan atladık yere çakılırken paraşüt arıyoruz" dedi.

"TEOG kaldırıldı, şimdi ne olacak?" sorusu, sınavın kaldırılmasının ardından en çok gündemde olan soruydu. Sınavın kaldırılmasının ardından Başbakan Binali Yıldırım yeni sistemin ipuçlarını verdi. Yıldırım, yeni sınav sisteminin açık uçlu soruları içereceğini ve yeni sistemin tek başına belirleyici olmayacağını duyurdu.

"İddiaya girerim yerine başka bir sınav gelecek"

Kültür Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Hasan Şimşek ise, okullar arasında kalite farkı olduğuna vurgu yaparak, "İddiaya girerim yerine başka bir sınav gelecek çünkü okullar arasında kalite farkı olan bir sistemde, insanlar belli okulları tercih edeceklerse bunu bir şekilde sıralamanız ve ayıklamanız lazım" dedi.

RS FM'de Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programında konuşan Şimşek, sınav sisteminin alternatifinin geliştirilmeden kaldırılmasını şu sözlerle değerlendirdi:

"Önce atladık, sonra paraşüt arıyoruz. Bu, değişik bir eğitim politikası. Türkiye'de, üniversiteye de, liseyede girişte bir sınav sistemi gereklidir."

Şimşek, Cumhurbaşkanı'nın ve hükümet yetkililerinin danışmanları tarafından yanlış yönlendirildiğini savunarak, "Hükümet yetkililerinin ve sayın Cumhurbaşkanı'nın kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum. Ama acaba bu yönlendirmeleri yapan danışmanlar kim acaba? Çok yanlış yönlendirmeler yapılıyor" diye konuştu.

Başbakan Yıldırım'ın yeni sisteme ilişkin verdiği bilgileri değerlendiren Şimşek, öğrencilerin 4 yıl içindeki aldığı notların ortalamalarının alınmasına değinerek, "Başbakan'ın anlattığı sistemde inanılmaz suiistimaller olacaktır" ifadesini kullandı.

"Açık uçlu sorular fantezi haline geldi"

Şimşek, "Açık uçlu sorular son yıllarda eğitimde bir fantezi haline geldi. Bu sorularla bir standardı yakalamak oldukça zordur. Bu yol, yol değil" diye konuştu.

"İnanılmaz bir kaos geliyor" diyen Şimşek, "Öğretmen kalitesini artırmaya, kırsal kesimdeki okullarla büyük şehirlerdeki başarılı okulları eşitlemeye yatırım yapılsaydı, bugün Türkiye bir sonuç alınabilirdi. Sınavı ikiye çıkarıp tekrar bire indirmekle, TEOG'la uğraşmakla bu ülke eğitim sorunlarını çözemez. Bundan sonra gelecek hükümetlere de tek tavsiyemiz budur" ifadelerini kullandı.

T24
ETİKETLER
teog meb binali yıldırım tayyip erdoğan açık uçlu soru sınav

Erdoğan, "Gökçek dahil 6 belediye başkanının istifasını istedi" iddiası
02 Ekim 2017



İstifası istenen isimler arasında Ankara, Bursa, Balıkesir belediye başkanları da bulunuyor

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın Ankara, Bursa, Balıkesir, Uşak, Niğde ve Nevşehir belediye başkanlarının istifasını istediği iddia edildi.

Kanal D'nin haberine göre, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur, Uşak Belediye Başkanı Nurullah Şahan, Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan’ın istifası istendi. Kulislerde bizzat Erdoğan'ın bu isimlerin istifasını talep ettiği öne sürülüyor.

Hatta şubat ayına kadar, yani kongreler tamamlanana kadar bu isimlere süre verdiği ve şubata kadar istifa edin dediği konuşuluyor. Erdoğan'ın şu dakikalarda il kongreleriyle ilgili mülakatlar yaptığı belirtildi.

AKP'li Düzce Belediye Başkanı istifa etti



Düzce Belediye Başkanı AKP’li Mehmet Keleş, yazılı bir açıklama yaparak belediye başkanlığı görevinden istifa ettiğini duyurdu. Keleş, "Beni ve partimi yıpratmak için her türlü yalan, dedikodu ve iftiraları üretmekle meşgul oldular. Şahsım ve yakınlarımla ilgili yürütülen bu çirkin kampanyanın partime ve kutsal davamıza daha fazla zarar vermemesi için, büyük bir heyecan ve istekle yürütmekte olduğum Belediye Başkanlığı görevimden istifa ediyorum" dedi.

Düzce Belediyesi'nin resmi internet sitesinden yapılan açıklama şöyle:

"Uzun yıllardan beri Düzce’ye ve Düzceli hemşehrilerime en güzel hizmetleri verebilmek için çalıştım. Yaptığım hizmetler ortadadır. Ne yazık ki, biz Düzce’ye ve Düzcelilere hizmet etmek için gece gündüz çalışırken, birileri de beni ve benim üzerimden gönül verdiğim partimi yıpratmak için her türlü yalan, dedikodu ve iftiraları üretmekle meşgul oldular. Şahsım ve yakınlarımla ilgili yürütülen bu çirkin kampanyanın partime ve kutsal davamıza daha fazla zarar vermemesi için, büyük bir heyecan ve istekle yürütmekte olduğum Belediye Başkanlığı görevimden istifa ediyorum. Bilinmesini isterim ki; şahsıma, aileme, Düzcemiz’e, partimize ve davamıza zarar veren bu çirkin iftira ve karalama kampanyalarını yürütenlerle hem hukuk önünde, hem de mahşer gününde hesaplaşacağım. Yine bilinmesini isterim ki, bu günden sonra canımdan aziz bildiğim ve gönülden bağlı olduğum yüce davama ve partime bağlılığım hangi düzeyde olursa olsun, her zamankinden daha üst seviyede artarak devam edecektir. Saygıdeğer dava kardeşlerime, mesai arkadaşlarıma, meclis üyelerimize ve sevgili Düzce halkına sonsuz sevgi ve saygılarımla."

Ne olmuştu?

Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş’in damadı Emre Kurt, Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanmıştı. Mehmet Keleş, daha önce de 650 bin TL'ye aldırdığı makam otomobiliyle gündeme gelmişti. Keleş, yapılan eleştirilere, "Tüm belediye başkanları Mercedes’le, Audi ile gelsin, Düzce Belediye Başkanı Passat mı çeksin yanlarına? Böyle mi olsun istiyorsunuz?" ifadelerini kullanmıştı.

T24
ETİKETLER
melih gökçek istifa bursa erdoğan mehmet keleş düzce belediye başkanı akp istifa

CHP'li Yarkadaş: İstanbul'da AKP'li 16 başkan daha mercek altında
02 Ekim 2017



"Topbaş'la başlayan dalga, İstanbul'u da vuracak"

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "Topbaş'ın istifasıyla başlayan süreç devam edecek. AKP'li başkan ve meclis üyelerine artık rahat yok" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifa edeceğini 24 saat önce kamuoyuna duyuran CHP'li Yarkadaş, "3'ü Büyükşehir olmak üzere, 49 belediye başkanı daha topun ağzında" diye konuştu.

"İstanbul'da AKP'li 16 belediye başkanı da genel merkezleri tarafından mercek altına alındı" diyen Yarkadaş sözlerini şöyle sürdürdü:

"AKP Genel Merkezi, İstanbul'daki AKP'li 16 belediye başkanının malvarlığı ve ilişkilerini masaya yatırdı. Topbaş'la başlayan dalga, İstanbul'u da vuracak. AKP'de FETÖ paranoyası yaşanıyor. Herkes birbirinden kuşkulanıyor. Seçime kadar iki bine yakın meclis üyesinden de kurtulmaya çalışıyorlar."

"Her an düğmeye basabilirler"

Sözcü’nün aktardığına göre, önemli bir büyükşehir belediye başkanının oğlunun tüm ticari ilişkilerinin mercek altına alındığını belirten Yarkadaş, "Kaçakçılık ve Organize Şube'nin çok önemli bulgular elde ettiği konuşuluyor. Her an düğmeye basıp koltuğunu elinden alabilirler" ifadesini kullandı.

AKP'deki istifa dalgasının süreceğini belirten CHP'li vekil, "Gerçek bir soruşturma süreci yürüse, AKP'li yöneticilerin yüzde yetmişinin savcıya ifade vermesi gerekir" dedi.

"Adalet Keleş'e de gerek"

Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş'in Adalet Yürüyüşü’nün olduğu alana gübre döktürmesine rağmen görevden alınmaktan kurtulamadığına dikkat çeken Yarkadaş, "Her şeye rağmen, Keleş'in adaletsizliğe uğramasına da göz yummayız. Üzerine gübre döktürdüğü adalet; gün geldi Keleş'e de gerekti... Bu da herkese ders olsun" diye konuştu.

Yarkadaş, istifa ettirilen AKP'li Belediye başkanlarının malvarlıklarına el konulması sürecinin başlayabileceğini de ifade etti.

Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş, bugün istifa ettiğini açıklamıştı.

T24
ETİKETLER
barış yarkadaş İbb kadir topbaş İstanbul akp belediye başkanı düzce mustafa keleş

Melih Gökçek istifa mı etti, Gökçek görevden mi alındı Son Dakika gelişmesi
02.10.2017



TGRT'nin haberine göre; Melih Gökçek istifa mı etti sorusu gündeme bomba gibi düştü, herkes Ankara'da neler oluyor diye merak ediyor. Melih Gökçek'in de aralarında bulunduğu pek çok belediye başkanının istifasının istendiği iddia ediliyor. Peki Melih Gökçek istifa mı etti? İşte tüm detaylar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ankara, Bursa, Balıkesir, Uşak, Niğde, Nevşehir Belediye Başkanlarının istifalarını istediği iddia edildi.

Kanal D’nin ana haber bülteninde verdiği habere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, başta Melih Gökçek olmak üzere birçok büyükşehir belediye başkanının görevlerinden ayrılmasını istedi. İstifası istenenler arasında Balıkesir'deki ilçe kongresinde yaptığı konuşmayla gündeme gelen ve hakkında parti içerisinde soruşturma başlatılan, Balıkesir Belediye Başkanı Edip Uğur'un da bulunduğu ileri sürüldü.

Habere göre Cumhurbaşkanı'nın belediye başkanlarına, Şubat ayına kadar süre verdiği belirtildi.

Bakanlar Kurulu sonrasında açıklama yapan Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ ise Melih Gökçek'in istifasına ilişkin iddialar hakkında, “Ben hükümet sözcüsüyüm. Parti sözcüsü değilim. Şu anda bu konuda bir bilgim yok. Parti sözcümüze sorarsanız onlardan daha iyi bilgiler alırsınız” ifadelerini kullandı.

'ŞU AN BÖYLE BİR ŞEY YOK AMA OLMAYACAĞI ANLAMINA GELMEZ'

Bugün AKP grup toplantısı sonrasında basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gökçek'in istifasının istendiği yönündeki iddialara ilişkin olarak, "Herhangi bir birim; partimizin belediye başkanları olur, il başkanları olur vesaire... Bu süreç içerisinde bu tür gelişmeler olur. Ama şu anda böyle bir şey önümüzde yok. Ama bundan sonra da olmayacağı anlamına kesinlikle gelmez. Çünkü bir değişimi dönüşümü biz seçime kadar yaşıyoruz, yaşayacağız ve o metal yorgunluğu dediğim konu, tüm bunları kapsayan bir konuydu” demişti.
Ana Haber

Gökçek, resti çekti: Asla belediyeyi bırakmam!
3 Eki, 2017



Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in de aralarında bulunduğu 6 Belediye Başkanı’nın istifası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından istendiği Kanal D Ana Haber’de iddia edilmişti.
Gökçek ile ilgili Ankara’da gazetecilik yapan R. Hamza Kabasakal’ın haberine göre; Gökçek ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında kriz olduğu iddia edildi.Kabasakal, “Gökçek’in istifa etmesi Büyükşehir’de adeta fısıl fısıl konuşuluyordu. Gökçek’in yakın çevresine ‘ben Topbaş’a benzemem partiden istifa ederim. Belediye’yi bırakmam’ dediği iddia ediliyor.” dedi.
İlk Kurşun

İstanbul'da minibüs ve dolmuşlara gelen zam oranı yüzde 9 ile 11 arasında yapıldı
04 Ekim 2017



Taksi ücretlerine yapılan zamın ardından, minibüslere de zam geldi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin onayı ve Ulaşım Koordinasyon Merkezi Kurulu (UKOME) kararı ile İstanbul’da minibüslerde zamlı tarife uygulanmaya başladı. Kısa mesafe için alınan 1.8 lira, 2 liraya çıkarıldı.Öğrenci ücreti de 1.15 liradan 1.25 liraya yükseltildi.

İstanbul’da kısa mesafe yani indi-bindi olarak adlandırılan minibüs ücreti 1.8 liradan 2 liraya çıktı. Öğrencilerin ödeyeceği ücret de 1.15 liradan 1.25 liraya yükseltildi. İstanbul Minibüsçüler Esnaf Odası yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre minibüs ve dolmuşlara yapılan zam oranı yüzde 9 ile 11 arasında yapıldı.
T24

AKP'li başkan 'isyan etti': Gidip kapısını tekmeleyeceğim, kırıp gireceğim!
03 Ekim 2017

Ankara'nın Çamlıdere ilçesinin AKP'li Belediye Başkanı Hazım Caner Can, ilçeye yaptırmak istediği huzurevi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü'nden 45 gündür randevu alamadığını söyledi. Can, "Son çare gid
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ekm 04, 2017 7:40 pm tarihinde değiştirildi, toplam 17 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 02, 2017 2:08 am    Mesaj konusu: 'Erdoğan Gökçek'le ilgili sürecin düğmesine bizzat bastı' Alıntıyla Cevap Gönder

Selvi: Erdoğan Gökçek'le ilgili sürecin düğmesine bizzat bastı
04.10.2017



Selvi: Erdoğan Gökçek'le ilgili sürecin düğmesine bizzat bastı
Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, bugünkü köşe yazısının bir bölümünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek hakkındaki istifa iddialarıyla ilgili açıklamasına değindi.

Selvi, Erdoğan'ın bu açıklamayı özellikle yaptığını belirterek, "[Erdoğan] Gökçek'le ilgili sürecin düğmesine bizzat bastı" yorumunu yaptı.

Selvi'nin Hürriyet'te yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Ha, Erdoğan’ın bir de Melih Gökçek açıklaması vardı.

Erdoğan o konuya hiç girmeyebilirdi. Ama özellikle konuştu. Gökçek’le ilgili sürecin düğmesine bizzat bastı. Böylece kitlelere, “Sizin isteğinizi yerine getiriyorum” mesajını verdi.

AK Parti’de değişim süreci başladı. Değişecek belediye başkanı sayısı ise beklenenden fazla olacak.

Çünkü Erdoğan için 2019 seçimleri, var olmak ya da yok olmak gibi bir anlam taşıyor.

Kaynak: Birgün
Melih Gökçek Cumhurbaşkanı Ankara istifa belediye Recep Tayyip Erdoğan

Ünsal Ünlü: Masanın altından Erdoğan'ın ayağına vuracak kimse yok artık!
04 Ekim 2017



13 koca yıl geçmiş üzerinden…
Oysa imzalar atıldığında Ankara’da gündüz gözüne
havai fişekler atılmıştı, daha dün gibi…

Brüksel’deydik. Türkiye ile AB arasında müzakerelerin yeniden başlaması için yürütülen görüşmeleri – daha doğrusu kıran kırana mücadeleyi – izleyen bir grup gazeteci Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den gidişata ilişkin bilgi almak üzere koşturuyorduk. Dünyanın diğer ülkelerinden gelen gazetecilerin pek çoğunun ilgisi o dönem saç ektirmiş olan İtalya Başbakanı Berlusconi’nin bandanalı kafasını görüntülemeye yönelmişken otelin döner kapısı hareketlendi ve önde Erdoğan ardında Gül içeri girdiler.
İkisinin de yüzünden düşen bin parçaydı ama özellikle
Abdullah Gül alışmadığımız şekilde sinirli görünüyordu…

Akşama doğru bir fırsat bulup konuşabildiğimizde, müzakereler sırasında teamülleri bir kenara bırakarak sert bir üslupla konuşan Erdoğan’a kızdığını öğrendik. Hatta hatırlarsınız sonrasında ‘Zaman zaman masanın altından ayağına vurarak ikaz ettim’ haberlerini de okumuştunuz…

Geçen bu 13 yıl Erdoğan açısından, yukarıda adı geçen Gül de dahil birçok yol arkadaşıyla ayrılık getirdi. Kuşkusuz bunlar bilinçli tercihlerle oldu.

Ne; 2007’de Cumhurbaşkanı olmak istemesine rağmen kendisini değil Gül’ü destekleyen Bülent Arınç yanlışlıkla dışarıda bırakıldı ne de masanın altından küçük vuruşlarla istikamet veren Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sonrası AKP’ye üye olmasının önü kazara kapatıldı.
Üstelik sadece bu isimler değil yürüyüş sırasında yolda bırakılanlar.

Ama diyorum ya, bilinçli tercihlerle yapıldı hepsi.

Bugün de tercihin 2. aşaması uygulanıyor.

2019 yılında ‘tartışılmayacak tek adam’ olmak üzere yasal düzenlemeyi 16 Nisan’da sandıktan geçiren Erdoğan, şimdi hem kendinin hem de partisinin hafızasını ya da bagajını temizleyerek ilerlemek zorunda. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tamamen bozulan geçmiş ortaklıklar değil kastım, o zaten 17- 25 Aralık süreciyle kopuşa girmişti.

Şu andan itibaren yaşanacak ayrılıklarda Cemaatçi olmak sadece ayrılığı kolaylaştırıcı bir durum olabilir. “FETÖ’cü” yaftası yiyen bir kişinin belinin bir daha doğrulabilmesi mümkün değil çünkü. Damat - yeğen - eş kontenjanından bu sıfata uygun bulunanlarsa sadece ‘nedenini bile açıklayamadan’ gidebilir, o kadar...

Oysa kapsam daha genişlemek zorunda. Bir yandan Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun –ki, çıkartıldığı söylenen ama her ihtiyaç durumunda apar topar sırta geçiriliveren Milli Görüş gömleğinin şu anki sahibidir– söylediği gibi “Gerçekten FETÖ ile mücadele edilse AKP’lilerin %60’ı hapse girer” algısının tabandan uzak tutulması gerekiyor, öte yandan da bugüne kadar hayli yüksek oylarla kazanılmış olsa da 2019’da Başkan olmak için gereken %50+1 oy için toplumun bugüne kadar ihmal edil(ebil)miş kesimlerinin desteğine ihtiyaç var.

O nedenle şu saatten sonra AKP’de Erdoğan hariç hiç kimsenin forma garantisi yok ilk 11 için. Herkes; yedek kalabilir, sezon ortasında sözleşmesi feshedilebilir ya da tam transfer tazelemesi beklerken ‘kendine kulüp bul’ sözünü duyabilir…

3 hafta önceki yazımda söz ettiğim ‘Belediye başkanlarına yönelik operasyon’ yürütülüyor biliyorsunuz zaten ve hepinizin merak ettiği şey, bunun Melih Gökçek gibi ‘dişli’ figürleri de kapsayıp kapsamayacağı, farkındayım.

AKP sözcüsü Mahir Ünal’a göre ‘Bu haberlerin gerçekle ilgisi yok.’

Ama…

“Performans kriterine göre değerlendirmeler yapıldığı ve çalışmaların yılbaşına kadar tamamlanacağı” doğru.

Ankara’da daha birkaç gün önce MKYK’da Erdoğan’ın; ilçe kongrelerinin neredeyse tamamına yönelik olarak memnuniyetsizliğini belirttiği (sert sözlerle hem de) ve teşkilat sorumlularına “Ben metal yorgunluğu diyorum, siz bana aynı adamların isimlerini getirip duruyorsunuz” diye çıkıştığı net bir bilgi.

Bu da Erdoğan açısından; partiye en son transfer ettiği, üstelik Milli Görüş ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesi kökenli olmamasına rağmen kendisine verilen ilk görev Teşkilat Başkanlığı olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun durumuyla açıklanabilir. Soylu’nun bugünkü pozisyonu Türkiye’nin tamamından sorumlu olmaktır ve sadece Erdoğan’ın tercihiyle tevcih edilmiş bir görevdir bu. Çünkü; geçmişten gelen birlikteliklerle değil, maziyi mümkün olduğunca temizleyerek ve ‘yeni, tertemiz bir sayfa’ vaadiyle zorlanabilecektir ancak %50+1… Bunun için ‘Hocam’ diye hitap edilen Beşir Atalay ya da yıllarca Başbakanlık Müsteşarlığında en yakın çalışma arkadaşı olarak bulundurulan Efkan Ala’dan vazgeçmek kaçınılmazdır…

Bu nedenle Erdoğan rahatlıkla “Bize bir parti olarak bakanlar yanılır, bir dava olarak bakanlarsa istikamet üzredir” diye konuşabilir grup toplantısında. 16 yıl önce birlikte çıkılan ‘dava yolculuğunu’ iyi bilenler bile, davanın artık sadece adının kaldığını ve o adın da Recep Tayyip Erdoğan olduğunu görmelerine rağmen alkışlar bu sözleri…

Hele bir de artık “Tarzın doğru değil, biraz sakin ol” diye masanın altından ayağınıza vuracak kimse bırakmadıysanız, iyice rahatlarsınız… İstifalar alınır, Bakanlar değişir, başkanlar ya da Başbakanlar gider gelir…

Yalnız unutmamak gerekir ki; Sezar’ın ardından en çok hatırlanan kazandığı onlarca zafer değil “Sen de mi Brütüs!” sözüdür.

Ve Ankara; masa altından ayağına vurarak uyaran, sessizce yenilgiyi kabullenmiş gibi görünen yol arkadaşları tarafından gözlerine bakarak uğurlanan eski siyasilerin hikayeleriyle doludur…

T24
ETİKETLER
Ünsal Ünlü tayyip erdoğan abdullah gül bülent arınç mahir Ünal melih gökçek akp

Abdullah Gül'den Erdoğan'ın davetine ret
04.10.2017



AKP, cuma günü Afyonkarahisar'da kampa giriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan , 41 ay sonra ilk kez bir AKP kampına başkanlık edecek. Kampa kurucular kurulu üyeleri, MYK üyeleri, bakanlar, kadın ve gençlik kolları başkanları ve üyeleri katılacak.

Kampa 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AKP hükümetlerinde ve partide önemli görevlerde yer alan Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik de davet edildi. Arınç ve Çelik davete olumlu yanıt verirken Gül olumsuz yanıt verdi. Milli Gazete'nin aktardığına göre Gül'e yakın kaynaklar, Gül'ün bu kararının prensip olarak siyasi etkinliklere katılmaması ile ilgili olduğunu dile getirdi.
Birgün

Nihal Bengisu Karaca: Başörtüsü mücadelesi açık ürün-ambalajlı ürün kıyaslaması için verilmedi!
01 Ekim 2017



Allah hiçbir domatesi böyle övmez

HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, başörtülü kadınların ve muhafazakâr kesimin başörtüsüz kadınlara söylediği sözlere tepki gösterdi. Karaca, "Başörtüsü mücadelesi kadınların açık ürün-ambalajlı ürün gibi kıyaslamalarla küçültülmeleri, tahkir edilmeleri için verilmedi" dedi.

Karaca'nın HaberTürk'te "Tesettürü yüceltirken kadına irtifa kaybettirmek" başlığıyla (1 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Çok değil bundan sadece 5-6 yıl önce başörtülü kadınlar eğitim alma imkânından mahrum bırakılırken, yahut sırf başörtülü oldukları için mesleklerini icra etmeleri yasaklanırken sık sık şöyle cümleler kurulurdu: “Başörtülülere de karışmayın, başı açıklara da. Kadınların başının dışındakilere değil, başının içine bakın. Kadınları tesettürleri nedeniyle yasaklamayı, açıklıkları üzerinden tahkir etmeyi bırakalım.”

Bu ifadeler o günlerde ileri görüşlü her kesimde karşılık bulurdu. Liberali, demokratı, İslamcısı, hatta makul Kemalisti dahi, bu noktada mutabık kalırdı. Ama sistemin yasakları aşması için bundan fazlasına ihtiyaç duyduğu da ortadaydı.

Günün sonunda başörtülü kadınların dirayeti, başörtülü olmayan kadınların kardeşlerine verdiği samimi desteğiyle bir noktaya getirilen hak mücadelesi Erdoğan’ın siyasi kararlılığıyla buluştu ve yasaklılık hali ortadan kalktı.

Ama o günlerde “başörtülüye de başı açığa da” hak ve özgürlük teminatı veren ya da verilen teminatların ardında duruyormuş gibi yapan bazı ilahiyatçılar, bazı hocalar, bazı müftüler son iki yıl içinde farklı tutumlar içindeyken görüntüleniyorlar.

Kaşlarını alan, kot pantolonunu giyen kızını üniversiteye gönderen babanın ahireti için feryat figan eden, -aslında topluluğu o genç kızlara karşı kışkırtan- bir vaiz yaptığı açıklamalarla hem rahatsız etti hem komik duruma düştü. Komik çünkü genç kadınlar son zamanlarda kaşlarını almıyor, bilakis microblading 3D yöntemiyle kaş çizdiriyorlar. Yani kaşları almak değil kalınlaştırmak moda. Kadın düşmanlarının en kötü hasletlerinden biri güncelleme yapma gereksinimi bile duymamaları.

Açık kadınlar için “soyulmuş domates” benzetmeleri yapılarak “Onları kimse almaz” deniyor sonra. Kadını sebzeyle, nihayetinde “tüketilecek”bir metayla özdeşleştirmenin “soyulmamış domatesleri” yani tesettürlü kadınları da küçülttüğü görmezden gelinerek. Erkek ya da kadının özünde insan olduğunu unutan gaflet ve dalalet orada da kalmıyor.

Gölcük Müftüsü sosyal medyada “Mağazalarda ambalajı açılmış teşhir ürünleri hep yarı fiyatına satılır. Anlayana...” diye bir paylaşım yapıyor. Bu çok “zeki” alegoriden anlamamız gereken, açılmamış ürünün yani tesettürlü kadının tam fiyata satıldığı ve bunun iyi bir şey olduğuna inanmamız gerektiği.

Bu mücadele kadınların açık ürün-ambalajlı ürün gibi kıyaslamalarla küçültülmeleri, tahkir edilmeleri için verilmedi.

Gölcük Müftüsü Mehmet Yazıcı’nın paylaşımı “Temel hak ve özgürlüklere saygısızlık nasıl yapılır?” sorusunun cevabı bağlamında ibretlikti. Nitekim KADEM bir açıklama yayınlayarak Mehmet Yazıcı’yı kınadı. Müftünün paylaşımının bütün başörtülü kadınlarda şu soruyu uyandırdığına da eminim: “Hayrola? Bir zamanlar başörtülü kadınların mücadelesi için ‘Dişiliği ile değil kişiliği ile var olmak isteyen kadınların mücadelesi’ denilirdi. Kişilikli kadınlar ne ara tezgâha düştü de yarı fiyata satılan ambalajsız ürüne kıyasla ‘daha avantajlı’ ürün mesabesine indirgendi?”

Dişilik-kişilik dikotomisinin de fazlasıyla ayrımcı ve tahkir edici olduğunu biliyorum. Sadece şunu göstermek istiyorum: Tesettürsüz kadınları küçük düşürmek ve başörtülü kadınları yüceltmek için kurgulanan her benzetme ya da teşbih eninde sonunda başörtülü kadınları da aşağı çekiyor.

Çünkü ister domates olsun, ister kabuklu ceviz, isterse ambalajlı ürün; bütün bu teşbihler kadını/insanı kendisinden faydalanılması, kullanılması ya da tüketilmesi için yaratılmış bir “ürün”e indirgiyor. Oysa hatırlamak lazım: İslam tasavvurunda insan, “yaratılmışların en şereflisi”dir. Ve Allah hiçbir domatesi böyle övmez.

T24
ETİKETLER
karaca domates mücadele liberal kadın müftü haber

"AKP'nin en tepedeki isimlerinden biri, ilçe yöneticisinin üstüne yürümüş; birkaç tokat atmış"
02 Ekim 2017



"Erdoğan, eğer İstanbul'u kaybederse arkasının çok kötü geleceğini biliyor"


Sözcü yazarı Can Ataklı, AKP'de üst düzey bir yöneticinin ilçe teşkilatında görevli bir yöneticiyi 'tokatladığı'nı öne sürdü.

"AKP'nin en tepedeki isimlerinden biri Sarıyer ilçe binasında toplantı yapıyormuş. Partililere 'Ne yapmalıyız. Herkes önerisini sıralasın” demiş. Herkes çekine çekine önerilerini sıralarken partililerden biri 'Efendim. Aslında lafı uzatmayalım. Bize de bir Şükrü Genç (CHP'li belediye başkanı) lazım' demiş." diyen Ataklı, "Partinin en tepelerindeki isim birden irkilmiş “Önerin bu mu yani” dedikten sonra partilinin suratının ortasına okkalı bir tokat patlatmış. Sonra üzerine yürüyüp birkaç tokat daha atmış.AKP'de durumlar biraz böyleymiş yani." ifadesini kullandı.

Erdoğan için İstanbul'un çok önemli olduğunu belirten Ataklı, "Erdoğan, eğer İstanbul'u kaybederse arkasının çok kötü geleceğini biliyor" diye yazdı.

Can Ataklı'nın Sözcü'deki yazısı ( 2 Ekim 2017) şöyle:

Arabası olanlar hâlâ MTV zammı şokunu yaşıyor. Tabii şu anda yaşanan “psikolojik” şok. Hele yılbaşı bir gelsin, vergiler nakit olarak ödenmeye hizmetlerden zamlı yararlanmaya başlansın asıl feryat o zaman kopacak. Gerçi her şeye alışıyor insan. Buna da alışır vatandaş o da ayrı konu tabii.

Bir de alışmamızın mümkün olmadığı konular var. Adaletsizlik örneğin. Zaten adaletsizliği her gün konuşuyoruz. Bugün sizlere vergideki adaletsizlikten bir örnek göstermek istiyorum.
Ankara'da bir devlet kurumu var. Maliye Merkezi Uzlaşma Komisyonu. Burada vergi anlaşmazlıkları bir sonuca bağlanıyor. Ancak buraya herkes başvuramıyor. Çok yüksek vergi borcu mükellefler masaya oturabiliyor.

Uzlaşma Komisyonu gelen başvuruları inceliyor ve bir karara bağlıyor. Burada temel amaç tahsilatında güçlük olan vergileri olabildiğince yüksek miktarlarda alıp devletin kasasına koymak.

Ancak eğer güçlü siyasi bağlarınız varsa, örneğin iktidarın tepe noktalarıyla iyi ilişkiler içindeyseniz durum biraz değişiyor. Çok yüksek vergi borçlarının neredeyse tamamının silindiğine tanık olabilirsiniz.

Yazımın içinde gördüğünüz tablo 2012'de incelenmiş, raporlarmış ve mükellefe tebliğ edilmiş vergileri içeriyor. Vergi mükellefleri kendilerine göre nedenlerle bu raporların yanlış, hatalı veya abartılı olduğunu ileri sürerek Maliye Merkezi Uzlaşma Komisyonu'na gidiyor. Burada oluşan bir heyet vergi mükelleflerini dinliyor ve bir uzlaşma zemini buluyor.
Mükellefin siyasi bağlantıları güçlüyse uzlaşma “fevkaladenin fevkinde” oluşabilir. Siyasi gücünüz yoksa bu heyetten mutlu çıkmak pek mümkün olmuyormuş. Konuyu sorduğum önemli bir maliye uzmanına “Bu nasıl iş, bazı firmaların verileri tamamen silinmiş” dedim. İlginç bilgiler verdi. Örneğin “Bu vergiler normal kurumlar vergilerinin veya gelir vergilerinin dışındaki” vergilermiş. Bir konuda vergi oluşuyor. Mükellef ödemiyor. Gecikme faizi ve cezalarla vergi çok yüksek bir miktara çıkıyor. Mükellef işte o zaman komisyona gidiyor. Siyasi bağlantısı olanlar cezalarla birlikte ana parayı bile sildirebiliyor.

Maliye uzmanına “Bu silme işini hangi hukuka göre yapabiliyorlar, bir vatandaş olarak bu haksızlığa karşı çıkabilir miyim?” diye sordum. Hiçbir kanunu yokmuş. “Komisyon böyle takdir etti” demek yetiyormuş. Gerçi hangi konuda artık hak hukuk kaldı, kim adaleti bulabiliyor ki, bir kişi söylüyor gerisi bunu uyguluyor sistem artık böyle.

Türkiye bütün ülkelerin aksine yaz saati uygulamasını kış döneminde de uyguladı. Enerji Bakanı bu kararı açıklarken “yaz saati uygulamasının sürmesi ile önemli bir enerji tasarrufu sağlanacağını” söylemişti. Ancak uygulamada görüldü ki ciddi bir enerji tasarrufu olmadı. Bunun ötesinde milyonlarca minik öğrenci hava henüz karanlıkken okula gitmek için yollara döküldü. Uzmanlar bu durumun çocuk psikolojisinde çok olumsuz etkiler yarattığını söyledi. Sadece çocuklar mı, herkes bu durumdan şikâyetçiydi. Enerji Bakanı bu şikâyetlere kulak asmadı. Bu yıl da uygulamanın süreceğini açıkladı. Ancak tam bu sırada “usul hatası” nedeniyle Danıştay yürütmeyi durdurdu. Enerji Bakanı'nı bu da durdurmadı. “Önemli değil, yeni bir kararname ile yaz saati uygulaması devam edecek” dedi. Bu ısrarın nedeni ne? Enerji bakanı “Ben bir karar almışım kimse eleştiremez, yargı da müdahale edemez, karizmamı çizdirmem” mi diyor acaba? Ama sonuçta devlet yönetiyorlar. Bu kadar basit ve kişisel olamaz herhalde. (Olabilir mi yoksa, devleti böyle mi yönetiyorlar?)Ya da bizim bilmediğimiz ya da aklımızın ermediği bir başka nedeni var yaz saatinin sürdürülmesinin. Ne olabilir ki? Mutlaka “birileri için çok kârlı bir tarafı” vardır.

AKP'li ilçe yöneticisi fena tokat yemiş

AKP Genel Başkanı Erdoğan İstanbul'a çok ayrı bir önem veriyor. “İstanbul'u kazanan Türkiye'yi de kazanır” cümlesi kendisine ait. Ancak 1994'ten beri İstanbul'da süren iktidarlarının bitme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu da görüyor. Partisine “baskı” yapması bundan dolayı. Herkesi zorluyor çünkü eğer İstanbul'u kaybederse arkasının çok kötü geleceğini biliyor.

Erdoğan İstanbul'a karşı bu kadar sert ve tavizsiz olunca parti yöneticileri de panik içindelermiş. Bu da parti içinde bazen akıl almaz olayların yaşanmasına neden oluyormuş. Buna bir örnek olarak AKP'lilerden dinlediğim bir olayı aktarmak istiyorum.
AKP'nin en tepedeki isimlerinden biri Sarıyer ilçe binasında toplantı yapıyormuş. Partililere “Ne yapmalıyız. Herkes önerisini sıralasın” demiş. Herkes çekine çekine önerilerini sıralarken partililerden biri “Efendim. Aslında lafı uzatmayalım. Bize de bir Şükrü Genç (CHP'li belediye başkanı) lazım” demiş. Partinin en tepelerindeki isim birden irkilmiş “Önerin bu mu yani” dedikten sonra partilinin suratının ortasına okkalı bir tokat patlatmış. Sonra üzerine yürüyüp birkaç tokat daha atmış.
AKP'de durumlar biraz böyleymiş yani.

Milletimiz Barzani'ye “haddinin” ne zaman bildirileceğini merakla bekliyor. Gazetelerde boy boy tank fotoğrafları var. Irak ordusuyla birlikte tatbikat bile yapıyoruz. Oysa daha birkaç ay önce Irak'ın “dengimiz” olmadığını söylüyor “muhatabımız olamayacağını” bağırarak söylüyorduk. “Sen kimsin” dönemi bitti, şimdi artık Irak yönetimi en yakın dostumuz oldu.
Barzani'nin ise köşeye sıkıştığını bildiriyor medyamız. Her taraftan kuşatılan Barzani “Ben nerde hata yaptım” diye kara kara düşünüyormuş.
Bunlar elbette yüksek devlet politikaları. Ben çok daha basit bir konuyu tekrar sormak istiyorum. Elbette bölgenin en güçlü ülkesiyiz. AKP Genel Başkanı gürlediğinde herkes kaçacak delik arıyor; bunları biliyoruz da PKK'nın kaçırdığı iki MİT ajanından hâlâ bir haber yok. Kuş uçurtmadığımız bölgede kaçırıldı MİT ajanları, ama nerede oldukları bile bilinmiyor. Dışişleri Bakanı üstü kapalı kaçırma olayını doğruladı bir süre önce ama nedense bir şey yapılamıyor. Hergün “bilmem kaçtane terörist öldürüldüğünü” açıklayan yetkililerimiz iki ajanın nerede olduğunu neden hâlâ bilemiyor acaba?

T24
ETİKETLER
can ataklı İstanbul

AKP fena karışacak! AKP MKYK toplantısında neler konuşuldu?
03 Ekim 2017



AKP'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın istifa ettirilmesi ile başlayan dalgada AKP'li Düzce Belediye Başkanı ile devam etti. Sırada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in ve 5 ilin belediye başkanı olduğu iddia edilirken AKP'li hiçbir isimden yalanlama gelmedi.

AKP fena karışacak! AKP MKYK toplantısında neler konuşuldu?
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, son MKYK toplantısında İstanbul’dan sonra 5 ilde belediye başkanının da 2019’u beklemeden ayrılacağını söyledi. MKYK sonrası ilk olarak dün AK Partili Düzce Belediye Başkanı görevinden istifa etti.

Hürriyet'te yer alan habere göre; AKP’nin son Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısında, önümüzdeki dönemde aşama aşama istifa ederek göreve veda edecek belediye başkanlarının konuşulduğu öğrenildi. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, İstanbul’dan sonra 5 ilin belediye başkanının da aynı şekilde 2019’u beklemeden görevden ayrılacağını söyledi. Erdoğan bu kapsamda İstanbul’daki bazı ilçelerin belediyelerinin de değerlendirmeye alındığını belirtti.

ÖRGÜT TARANIYOR

MKYK toplantısında Kadir Topbaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan istifasının konuşulması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, parti örgütü ve belediyelere yönelik başlatılan değişim sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Erdoğan, “Tüm il ve ilçe başkanları ile sorumlu arkadaşlar çalışıyor. Bize ayak uyduramayanlar gidecek. Millet nezdinde karşılığı olan, çalışan isimlerle yola devam edeceğiz” dedi.

Kadir Topbaş’ın istifasına ilişkin değerlendirme de yapan Erdoğan, İstanbul’da yaşanan istifa sürecinin 5 ayrı ilde belediye başkanlarıyla devam edeceğini söyledi. Erdoğan’ın şunları dile getirdiği öğrenildi: “2019 seçimleri çok önemli. Metal yorgunluğu derken sadece teşkilatlardan bahsetmiyoruz. Şimdi yerel yönetimler başkanlığı ve teşkilat başkanlığı rapor hazırladı. Bunlara bakacağız. İstanbul’daki süreci başarısız ve performansı düşük olan ilçe belediyelerinde de bunu işleteceğiz. Kiminle başarıyı yakalarsak, onunla yola devam edeceğiz. Aşama aşama bu süreç işletilecek.”

REFERANDUM GÖRÜŞLERİ

Hükümetin uyguladığı Kuzey Irak politikasını desteklemeyen bölge milletvekillerinin açıklamaları da sıkıntı yarattı. Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu ve Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın açıklamaları konusunda parti yönetiminin görüşme yaptıkları ve parti sözcülüğü dışında görüş belirtilmemesi uyarısında bulunulduğu öğrenildi. İki AK Parti milletvekili, Kuzey Irak’taki gelişmelerle ilgili, “Referandum haktır, referanduma karşı çıkmamız yanlıştır” açıklamasında bulunmuşlardı.

AKP’nin yaşadığı başka bir sorun da, bakan ve danışmanların başta ekonomi, eğitim gibi konularda, genel politikalara aykırı söylemleri oldu. Farklı görüşlerin parti ve hükümet toplantılarında dile getirilmesi, kamuoyuyla paylaşılmaması konusunda değerlendirme yapıldığı ve Bakanlar Kurulu’nda da gündem oluşturduğu belirtiliyor. Bakanların açıklamalarıyla, Cumhurbaşkanlığı danışmanlarının birbirine ters düşen değerlendirmelerinin de giderilmeye çalışıldığı ve bu konuda danışmanların uyarılacağı ifade ediliyor.

'BASINA KAPALI AMA MAŞALLAH ERTESİ GÜN HEPSİ GAZETELERDE VAR'

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, MKYK toplantısında, “Bu arada, basına kapalı yapıyoruz diyoruz toplantıyı ama ertesi gün görüyorum ki maşallah gazetelerde hepsi var. Gazeteciler iyi çalışıyor. Şimdi buradaki konuşmalarımızı da eminim ki yarın gazetede okuyacağız” dediği öğrenildi. AKP Sözcüsü Mahir Ünal’ın da hem toplantıda konuşulanlar hem de söylem birliği konusunda üyeleri uyardığı dile getirildi.

ORTAK SÖYLEM UYARISI

Toplantıda, son dönemlerde başta Kuzey Irak politikası olmak üzere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, ek vergi paketi, TEOG ve üniversite sınav sistemine ilişkin gelişmeler konusunda partide yaşanan kafa karışıklığı da gündem oluşturdu. Bakan, milletvekili, danışman ve örgüt yöneticilerinin, partinin genel politikalarına ve söylemine aykırı açıklamalarına dikkat çekildi.

O TWEET'E DİSİPLİN CEZASI

AKP yönetimi, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ve MKYK toplantılarında son günlerde yaşanan farklı söylemler konusunda uyarı yapma kararı aldı. Parti yönetimi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Kadir Topbaş gibi artık veda etmesi gerektiğine ilişkin ironik mesaj paylaşan Beykoz Belediyesi Meclis Üyesi Muharrem Kaşıtoğlu hakkında disiplin işlemi başlatılmasına karar verdi. Kaşıtoğlu’na uyarı cezası verilmesi bekleniyor.

O TWEET'E DİSİPLİN CEZASI

AKP yönetimi, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ve MKYK toplantılarında son günlerde yaşanan farklı söylemler konusunda uyarı yapma kararı aldı. Parti yönetimi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Kadir Topbaş gibi artık veda etmesi gerektiğine ilişkin ironik mesaj paylaşan Beykoz Belediyesi Meclis Üyesi Muharrem Kaşıtoğlu hakkında disiplin işlemi başlatılmasına karar verdi. Kaşıtoğlu’na uyarı cezası verilmesi bekleniyor.

Melih Gökçek tweeti atmıştı: AKP'li başkan yardımcısı istifa etti!
Beykoz Belediye Başkan Yardımcısı Muharrem Kaşıtoğlu istifa etti. Kaşıtoğlu "Melih Gökçek başkanım, yaklaşık 100 yıl süren hizmet sevdanıza teşekkür eder, sivil hayatınızda başarılar dilerim, demek için sabırsızlanıyorum" demişti. Kaşıtoğlu'nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Beykoz Belediyesi'nin AKP'li Meclis Üyesi de olduğu biliniyor.

Melih Gökçek tweeti atmıştı: AKP'li başkan yardımcısı istifa etti!



Kaşıtoğlu, geçtiğimiz günlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgili atmış olduğu bir tweetle tartışmalara neden olmuştu. Kaşıtoğlu'nun tweetinde, "Melih Gökçek başkanım, yaklaşık 100 yıl süren hizmet sevdanıza teşekkür eder, sivil hayatınızda başarılar dilerim, demek için sabırsızlanıyorum" demişti.

Muharrem Kaşıtoğlu, bugün akşam saatlerinde Beykoz Belediyesi'ne giderek Başkan Yücel Çelikbilek'e, 2014 Yerel Seçimleri'nin ardından getirildiği "Başkan Yardımcılığı" görevinden istifa ettiğini beyan eden dilekçesini verdi.

Kaşıtoğlu'nun, Beykoz Belediye Başkanı Çelikbilek'e sunduğu dilekçesinde, "Sosyal medya platformu Twitter üzerinden Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e attığım twitin yansımaları sonrası partimin zarar görmemesi için Başkan Yardımcılığı görevimden istifamı uygun gördüm." ifadelerini kullandığı öğrenildi.
Yurt Gazetesi

CHP lideri: YSK'da bir grup çete ile gayrimeşru bir anayasa değişikliği geçti
03 Ekim 2017



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Faiz yüksek olursa enflasyon da yüksek olur" sözlerine ilişkin, "İbrahim Kaboğlu'nu bir kararname ile kapının önüne koyuyorsun, faize karşıysan çıkar bir KHK, faizi sıfır yap" dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, "istifaya zorlamanın demokrasiye aykırı olduğu" görüşünü dile getirerek, " Bir, yolsuzluk vardır. Tehdit ve şantajla istifa ediyorlar. İki, FETÖ üyesidirler bu nedenle önlerine konmuştur. İstifa edenlerin yakasında iki rozet vardır. Bir tarafından yolsuzluk diğer tarafından Bylock. Eğer istifa ediyorlarsa gerekçe budur. Günü gelecek hesabını verecekler. Direniyorlarsa ben anlarım ki bunların ne yolsuzluğu var ne Bylock kullanmış. İstifaya zorlamak demokrasiye aykırıdır" diye konuştu.

Yeni yasama yılının ilk grup toplantısında konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları şöyle:

13 Temmuz 2015'te, Haziran seçimlerinden sonra sayın Davutoğlu, koalisyon kurmak için CHP Genel Merkezi'ne gelmişti. O gün geldiğinde sayın Davutoğlu'na "Türkiye'nin 5 temel sorunu var" dedim. Türkiye darbe hukuku ile yönetiliyor. İlk ciddi olay, sayın Davutoğlu'nun saray darbesi ile başbakanlıktan gitmesi ile oldu. Halkına hesap vermeden bir saray darbesi ile istifa etmek zorunda kalıyor. Bizim demokrasi tarihimizde de yerini almıştır. İkinci temel olay 15 Temmuz darbe girişimidir.

"İki 15 Temmuz var. Halkın 15 Temmuz'u ve sarayın 15 Temmuz'u"

İki 15 Temmuz var. Halkın 15 Temmuz'u ve sarayın 15 Temmuz'u. Halk darbeye karşı çıktı. 250 şehidimiz var, 2193 gazimiz var. Bir de sarayın 15 Temmuz'u var. Parlamentonun devre dışı bırakılması. Türkiye tarihinde ilk kez bir sivil darbe ile karşı karşıya kaldı. KHK ile yönettiler, parlamentoyu devre dışı bıraktılar. 12 Eylül'de neler olduysa daha fazlası bu dönemde gerçekleşti. Böylece demokraside büyük bir geriye gidiş oldu.

"Enis Berberoğlu'nun toplu iğne ucu kadar suç yok"

Hapishaneler tıka basa doldu, damatlar, parası olanlar dışarıda. Bir de dayısı olanlar yani siyasi desteği olanlar dışarıda. Diğerleri tamamen içeride. Bizim bir milletvekilimiz var, onurlu bir milletvekilimiz var. Sayın Enis Berberoğlu, onu buradan selamlıyorum. Enis Berberoğlu'nun toplu iğne ucu kadar suç yok ama 25 yıl ağır cezaya mahkum edildi. İktidar partisinin hakimi ve savcıları bu kararı aldılar. Tarih onu mahkum ettirenleri asla unutmayacaktır.

"YSK'da bir grup çete ile gayrimeşru bir anayasa değişikliği geçti"

Daha önce verdiğiniz kararlar var. Verilen kararın arkasında durmak içtihat yaratmaktır. Aynı olaylar konusunda aynı kararlar çıkacağını bütün yargıçlar vereceği için bütün yargıçlar ağır ceza mahkemesinin kararına bakarlar. Anayasa Mahkemesi'nin gücünü takmam demişlerdir. Siz görevinizi yapmak zorundasınız. Bekleyelim, bakalım zaman ne gösterecek derseniz, geciken adalet en büyük adaletsizliktir. Daha önce verdiğiniz kararlar var. Arkasını getirin mesele bitsin. 13 Temmuz 2015'te demokrasiyi konuşuyorduk, bugün yine demokrasiyi konuşuyoruz. O günkü koşullar çok daha iyiydi. Bu arada gayri meşru bir anayasa değişikliği de oldu. YSK'da bir grup çete ile gayri meşru bir anayasa değişikliği geçti. Her darbeci kendi darbe hukukunu hazırlar. Bunlar da kendi hukuklarını hazırlıyorlar.

"Sayın Topbaş, sizi kim adam yerine koymadı?"

Seçimle gelen seçimle gitmiyorsa, istifa ettiriliyorsa istifa eden kişi kendi seçmenine hesap vermek zorundadır. Gerekçelerini anlatmak zorundadır. Sayın Kadir Topbaş istifa etti. Yorulduğunuz için mi istifa ettiniz diye soruyorlar, hayır adam yerine koymadıkları için istifa ettim diyor. Sayın Topbaş uzun süre İstanbul'da başkanlık yaptınız. Sizi adam yerine koymayanlar kim? Çık açıkca söyle ki şu gerekçe ile istifa ediyorum. Bugün başka büyükşehir belediye başkanları için aynı şey konuşuluyor. İki nedenden istifa etmiş olabilirler. Yolsuzluk olabilir ya da FETÖ üyesidirler Bylock kullanmışlardır. Önlerinde konmuştur o yüzden istifa ediyorlardır. İstifa edenlerin yakasında iki rozet vardır, biri yolsuzluk biri Bylock. Eğer istifa ediyorlarsa sebep budur.

"Sözcü gazetesinin FETÖ ile ne ilgisi var?"

Sayın Binali Yıldırım ziyarete geldiğinde sordum. Cumhuriyet, Sözcü için operasyondan söz ediyorlar, böyle bir şey var mı dedim? "Hayır" dedi. Şimdi Sözcü gazetesi sahibi hakkında iddianame hazırlandı. Sayın Burak Akbay. FETÖ ile bir göstermek aklı kaybetmektir. Sözcü'nün yayın çizgisine siz müdahale edecekseniz o yayın çizgisine önce ben sahip çıkacağım. Sözcü gazetesinin FETÖ ile ne ilgisi var, yazarlarının FETÖ ile ne ilgisi var. Savcıya sormak istiyorum, ayakkabı kutusu, milyarlık saat, oğlum paraları sıfırladın demek yalan mıydı?

"Memurun, emeklinin maaşı arttı mı?"

İşsizlik hala ciddi bir sorun. 100 gençten 27'si hem okula gitmiyor hem de çalışmıyor. Enflasyon almış başını gidiyor. İŞKUR, 7-8 ay geçici süre ile eleman çalıştırmak ister zaman zaman ve binlerce kişi başvurur bu da haber olur. Hükümetin 451 milyar lira tahsil edeceği rakam var. Devlet, alacağını tahsil edemiyor. Bu 2017 bütçesinin yüzde 67'sine denk geliyor. Tahsil edemiyor çünkü vatandaş ödeyemiyor. Bu sadece bir cephe. Devletin de borcu var. Ödemesi de gerekiyor. 848 milyar lira. Hem parayı alamıyor hem borcunu ödeyemiyor. Bu rakamlar doğruysa devlet yönetilmiyor arkadaşlar. 10 kez af kanunu çıktı. Vatandaş ödeyemiyor nasıl ödeyecek. İster af kanunu çıkar ister ceza yaz. Toplanan paralar nereye gidiyor arkadaşlar? Toplu sözleşme enflasyonun altında, taşerona bakıyorum asgari ücrete mahkum. Emeklinin durumu da perişan, çiftçi ağlıyor. Memura bakıyorum onun aldığı da enflasyonun altında.

"FETÖ ne istediyse verdin"

FETÖ ne istediyse verdin, üniversite istedi, para istedi, vali istedi, kaymakam istedi, paşa istedi ne istediyse verdin. Memura, emekliye, çiftçiye vermedin. Memurun emeklinin ve çiftçinin hesap sorma zamanıdır. Sandıkta hesap sorma zamanıdır.

"Londra'daki bir avuç faiz lobisine 142 milyar dolar faiz ödediler"

Biz faize karşıyız diyorlar. Sanki onlar iktidarda değil de faize karşılar. Faize karşıysan indir kardeşim. Sanki devleti başkası yönetiyor. Bu tamamen faiz lobisine çalışan bir hükümet. 15 yılda sadece yabancılara Londra'daki bir avuç faiz lobisine 142 milyar dolar faiz ödediler. İbrahim Kaboğlu'nu bir kararname ile kapının önüne koyuyorsun, faize karşıysan çıkar bir KHK faizi '0' yap.

"İyi polis-kötü polisi oynuyorlar"

Yeni vergi kanunları getiriyorlar. Burada da iyi polis-kötü polisi oynuyorlar. Bakan'a açıklama yaptırıyorlar MTV zammı için. Bakıyorlar ki kamuoyu tepki gösteriyor arkasından beyefendi devreye giriyor. O kararı alırken neye göre aldınız, bu kararı alırken neye göre alacaksınız? Bir karar alırsınız arkasında durursunuz. Dediğim gibi birisini parlatmak için bu tür oyunlar oynuyorlar. Bu şekilde devlet yönetilmez.

"Şimdi ne geleceği belli değil"

Eğitimde 15 yılda 6 bakan değişti. Her bakan kendine göre bir politika belirledi. Her vatandaş çocuğunu okula gönderecek. Yeni ve çağdaş bir eğitim istiyoruz dedik. Onlar da vay imam hatipleri istemiyorsunuz dediler. Bugün geldiğimiz noktada çocuklarını denek olarak kullanan dünyadaki tek ülke Türkiye. Her seferinde ayrı ayrı politika uyguladılar. 2016-2017 döneminde 1 897 bin öğrenci okula giremedi. Ücretli öğretmen, kadrolu öğretmen, vekaleten öğretmen. Atama bekleyen bir sürü öğretmen var. Biz atama sorunun çözeceğiz. Bütün öğretmenler öğrencileriyle buluşacak. 2017 yılında eğitimde harcanan para yüzde 8'e düştü. 21. yüzyıldayız ilkokulların yüzde 31'inde birleştirilmiş sınıflarda eğitim görüyor. Aynı odada eğitim görüyorlar. 15 yılda bu sorunu çözemediler. Bu sorunun çözümü en geç 1 yıla bakıyor. 15 yılda sen bu ülkenin çocuklarının sorunlarını çözemiyorsan niye o koltukta oturuyorsun? Ortaöğretime geçiş sistemindeki değişikliklerde ilk LYS geldi sonra OKS, sonra SBS, sonra çoklu SBS, sonra çoklu SBS değişmiş TEOG gelmiş. Şimdi ne geleceği belli değil.

"Bunların yatacak yeri yok. Müslümanı Müslümana kırdırdılar"

2002'de ülkeyi sıfır terörle devraldılar. Bugün 3 terör örgütüyle mücadele ediyoruz. PKK, FETÖ ve IŞİD. Şimdi şu soruyu AK Parti'li kardeşlerime sormak isterim. 3 terör örgütünü başımıza bela eden hükümetin adı ne? Dış politikanın 180 derece değişmesi gerekiyor. Sıfır sorun dediler komşularla, komşu kalmadı. Suriye'ye silah sokulmasaydı böyle bir tablo oluşmazdı. TIR'larla silah gönderildi. Akan kanın sorumlusudur bunlar. Bunların yatacak yeri yok. Müslümanı Müslümana kırdırdılar. Suriye'yi ve Irak'a parçaladılar. Irak'taki tablonun da sorumlusudur bunlar.

Semih ve Nuriye eline silah mı aldı?

Öğretmen baştacıdır. Devlet olarak bir yere para vereceksen önce öğretmene vereceksin. Semih ve Nuriye, iki tane öğretmen kardeşim. Buradan onlara selamlarımızı ve saygılarımızı gönderiyorum. Ne istiyorlar işlerini ve okullarını istiyorlar. Açlık grevindeler. Biri hastanede biri cezaevinde. Sizde vicdan yok mu? Ellerine silah mı aldılar, birilerine taş mı attılar? Bize sadece işimizi verin diyorlar. Bir insanın ekmeğiyle niye uğraşırsınız siz? Bunların yatacak yeri yok.

Yurt Gazetesi

"Erdoğan, istifa eden AKP'li belediye başkanına 'gübre' muamelesi yaptı"
03 Ekim 2017



Düzce'de, Adalet Yürüyüşü sırasında yürüyüşçülerin kaldığı alana gübre atılmıştı

Sözcü yazarı Can Ataklı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın istifa eden Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş'e gübre muamelesi yaptığını iddia etti.

Ataklı'nın Sözcü'de "Bu başkana gübre muamelesi yaptılar" başlığıyla (3 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Düzce'nin AKP'li belediye başkanı da tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi saray tarafından görevden alındı. Tabii durum ayıp olmasın diye “istifa” olarak açıklandı.

Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş'in adı kamuoyunda çok sık duyulmuştu. Kendine 650 bin liraya makam aracı alan Keleş yöneltilen eleştiriler üzerine “Ne var yani, başka belediye başkanları Mercedes'lere, BMW'lere, Audi'lere biniyor da biz binince mi kabahat oluyor” diyerek kendini savunmuştu. Mehmet Keleş'in adı 15 Temmuz dinci faşist kalkışmadan sonra da bu kez damadı nedeniyle gelmişti. Keleş'in damadı FETÖ'cü olduğu gerekçesiyle tutuklanmıştı. Ayrıca Keleş'in bazı müdürlerinin ve akrabalarının da yine FETÖ soruşturmalarına uğradığı, bunlardan bazılarının tutuklandığı da biliniyor.

Düzce'nin AKP'li Belediye Başkanı'nın gündeme gelmesine neden olan son olay ise CHP'nin adalet yürüyüşü sırasında yürüyüşçülerin kaldığı alana gübre atılmasıydı. Belediyeye ait bir kamyon, CHP'liler geceyi geçirmek üzere bir açık alana çadırlarını kurduktan sonra hemen yolun kenarına gübre boşaltmıştı. Başkan “haberim yok” demişti elbette ama bunu kimse inandırıcı bulmamıştı.
Muhtemelen gübre operasyonu ile zor durumundan kurtulmak ve sarayın gözüne girmek isteyen Mehmet Keleş'in bu umudu boş çıktı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan kendisine gübre muamelesi yaptı.
Tıpkı Kadir Topbaş gibi görevden alınan Mehmet Keleş ise “istifa ettiğini” duyurdu. Keleş'in istifa gerekçesi ise evlere şenlik. Şöyle diyor Düzceli başkan; “Biz Düzce'ye ve Düzcelilere hizmet etmek için gece gündüz çalışırken, birileri de beni ve benim üzerimden gönül verdiğim partimi yıpratmak için her türlü yalan, dedikodu ve iftiraları üretmekle meşgul oldular. Şahsım ve yakınlarımla ilgili yürütülen bu çirkin kampanyanın partime ve kutsal davamıza daha fazla zarar vermemesi için, büyük bir heyecan ve istekle yürütmekte olduğum Belediye Başkanlığı görevimden istifa ediyorum. Bilinmesini isterim ki; şahsıma, aileme, Düzcemiz'e, partimize ve davamıza zarar veren bu çirkin iftira ve karalama kampanyalarını yürütenlerle hem hukuk önünde, hem de mahşer gününde hesaplaşacağım.”
Ne güzel değil mi? Hepimiz aptalız ya bu saçma sapan bahaneye hemen inanacağız. Neymiş hakkında dedikodu yapanlar varmış bu da “kutsal” davalarına zarar veriyormuş. Tabi adam nasıl “Derhal istifa etmezsem Fetö'cülükten hapse atılacağım, bu nedenle söz dinleyip kenara çekiliyorum” desin. Çaresiz “istifa” gibi onurlu bir gerekçe ileri sürüyor bahane olarak da “partisinin zarar görmemesi için” böyle bir yol seçtiğini söylüyor. Cinliğe bakın.
AKP Genel Başkanı ne zamandan beri partisindeki “Yolsuzluk, hırsızlık yapanı, FETÖ'cüleri, ihanet içinde olanları ve metal yorgunlarını” kendiliklerinden kenara çekilmeleri için uyarıyor. Efendice söz dinleyip kenara çekilenlere dokunmayacağını söylüyor. Bu nedenle birçok AKP'li yönetici, il başkanı ve belediye başkanı “istifa ederek” kenara çekildi. En bilinen isimlerden biri Kadir Topbaş'tı. AKP çevrelerinde konuşulduğuna göre bu durumda en az 10 ünlü ismin daha olduğu belirtiliyor.

T24
ETİKETLER
erdoğan haber açıklama keleş gübre muamele

Yeni Şafak yazarı: Metal yorgunluğu, bir süre sonra 'mental' yorgunluğa dönüşürse…
03 Ekim 2017



"Madalyonun bir de öte yüzü var"

Yeni Şafak yazarı Mehmet Şeker, "Metal yorgunluğu" söz konusu olduğunda kimseden itiraz gelmediğini ifade ederek, "Çünkü, herkes kabul ediyor böyle bir olguyu. Ancak kime sorsanız, kendi dışındakilerin metal yorgunluğu yaşadığını düşünüyor" diye yazdı.

Şeker, "Metal yorgunluğu ‘mental’ yorgunluğa dönüşürse bundan en fazla zararı metal yorgunluğu tespit edilen teşkilatın tamamı, ardından memleket zarar görür" dedi.

Mehmet Şeker'in "Reis'in işi zor" başlığıyla yayımlanan (3.10.2017) yazısı şöyle:

Az önce bir Eylül geçti buradan.

İçinde hatıralar.

Epeyce mahzun.

El salladı, uzaklaştı.

Şaka değil, koskoca Eylül bitti, geldik Ekim’e.

Bugün ayın üçüdür, -hatta- girme bostan içidir.

Yaşayan görecek, bu da geçip gidecektir.

Acaba gidenler memnun mudur?

Bilemeyiz. Bilmek için sormak, sorunca cevap almak gerek.

*

Pekçok çalışanı bulunan büyük bir firma da böyle düşünmüş.

Yöneticiler, personelin memnuniyet derecesini merak etmişler.

Bir araştırma şirketi ile anlaşıp görevlendirmişler.

Gizlilik esasına dayalı olarak bütün personel ile tek tek görüşülmüş.

Bir rapor hazırlanmış.

İsimlerin gizli kalacağı, kimin ne düşündüğünün, görüşme sırasında neler söylediğinin açığa çıkmayacağı garantisi altında yapılan araştırmanın sonucu ortaya konulmuş.

Sıra sunum yapmaya gelmiş.

*

Araştırmayı yürüten ve raporu hazırlayan arkadaş, ismine gerek olmayan o büyük firmaya gittiğinde, “İnsan Kaynakları Müdürü” olan kişinin bazı sayfaları yırttığını görmüş.

Ne yaptığını sorunca, “Rapordaki olumsuz kısımları üst kademedekilerin görmemesi gerektiği” cevabını almış.

“Madem sonuçları doğru bir şekilde yansıtmayacaktınız, niçin araştırma yaptırıyorsunuz?”

“İşler sizin bildiğiniz gibi değil.”

“Nasıl?”

“Sizin haberinizin olmadığı dengeler söz konusu.”

Firma bünyesinde görev yapan personelin, memnuniyet durumu tam anlaşılamamış.

Genel müdür olan kişiye bir kısmıyla yansıyan sonuç raporu, gerçeği tam olarak göstermediği halde, ortadaki tablodan o da memnun kalmamış.

Ve altı çizilmesi gereken şöyle bir yorumda bulunmuş:

“Personel memnun olmayacak ki, vatandaş memnun olsun.”

*

Madalyonun bir de öte yüzü var.

İnsan kaynakları müdürü, araştırmayı yürüten şirketten kayıtları talep etmiş.

Gizlilik garantisi veren araştırma şirketi, baskıya dayanamadığı ve iş kaybetmeyi göze alamadığı için, bir süre sonra kayıtları göndermiş.

Bu ne anlama gelir?

Kim ne söylediyse, sayın müdür hepsinden haberdar.

Olumsuz konuşan, memnuniyetsizliğini ifade eden personelin başına gelecekler, ‘vay’ ile tanımlanabilir.

Baskı, yıldırma, belki de ceza.

Artık gözden düşme mi, işten çıkarma mı, orasını Allah bilir.

*

Bu, kendi alanında büyük bir firma olsa da, ülke çapında düşündüğümüzde küçük sayılabilir.

Fakat başka yerlerde de buna benzer durumların yaşanmadığını söylemek pek kolay olmaz.

Mesela siyasi partiler.

"Metal yorgunluğu" söz konusu olduğunda kimseden itiraz gelmedi.

Çünkü, herkes kabul ediyor böyle bir olguyu.

Ancak kime sorsanız, kendi dışındakilerin metal yorgunluğu yaşadığını düşünüyor.

*

Bizzat sorumlular tarafından olumsuzluklar gizlenmekte ise…

Sorunsuz işleyen teşkilat ve belediye algısı oluşturulmaktaysa…

Aksaklıklar tam anlamıyla rapor edilmiyorsa…

Gruplaşmalar yüzünden, işler ahbap çavuş ilişkisiyle yürüyorsa…

İyi niyetli ve temiz sanılanların bazıları öyle değilse…

Metal yorgunluğu, bir süre sonra ‘mental’ yorgunluğa dönüşürse…

Bundan en fazla kim zarar görür?

İlk planda metal yorgunluğu tespit edilen teşkilatın tamamı, ardından memleket.

T24
ETİKETLER
metal yorgunluğu mental yorgunluk tayyip erdoğan mehmet Şeker yeni Şafak

AKP'li başkan 'isyan etti': Gidip kapısını tekmeleyeceğim, kırıp gireceğim!
03 Ekim 2017



Ankara'nın Çamlıdere ilçesinin AKP'li Belediye Başkanı Hazım Caner Can, ilçeye yaptırmak istediği huzurevi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü'nden 45 gündür randevu alamadığını söyledi. Can, "Son çare gidip kapısını tekmeleyerek kırıp gireceğim" dedi.

Hürriyet'ten Murat Yılmaz’ın haberine göre, Belediye Başkanı Can, daha önce sıfır bir binayı bakanlığa huzurevi için vermek istediklerinde “Hastaneye uzak” gerekçesiyle kabul edilmediğini hatırlatarak, “Şimdi kendilerinin istediği gibi yapayım diyorum, görüşmek için randevu istiyorum ama 45 gündür alamıyorum” dedi.

"Sıfır binayı kabul etmediler"

"Son çare gidip kapısını tekmeleyerek kırıp gireceğim" ifadelerini kullanan Can, şunları söyledi:

"Çamlıdere’de hazır bitmiş bir binayı huzurevi olarak bakanlığa vermek için bir sene uğraştım. En son ‘Çamlıdere Devlet Hastanesi’ne uzak’ dediler. İnanın 950 metre uzaklıkta. Bunlar bizden almayınca, sıfır binayı otel yaptık. Şimdi bir tane huzurevi yaptıracağız. Halkımla toplanmışım, kaynağı için parayı bulmuşum, kendisinden randevu alıp istedikleri şartlarda yapalım diye konuşacağım ama bu beyefendi sırça saraylardan, fil dişi kulelerden aşağıya inip halkın sesine kulak vermiyor.

"Atamalar bitti, yine ses seda yok"

45 gündür randevu bekliyoruz. Sekreterine ilettik, ilk önce bize söylediği ‘Şu anda atamalar var, sonra vereceğiz’ oldu. 10-15 gün bekledik bir daha aradık. Atamalar bitti, yine ses seda yok. Bir kere daha aradık yine ses seda yok. İlk randevuyu 18 Ağustos’ta istetmişiz. Son olarak da 21 Eylül’de istedik. Toplamda beş sefer aradık. Genel müdürüm diye oraya çıkıp oturup hayırsever vatandaşların yaptıracakları huzurevlerinde yardımcı olmuyor.

"Ben randevu alamadıktan sonra..."

Ben iktidar partisinin belediye başkanıyım. Ankara’da, İç Anadolu bölgesinde en çok oy oranıyla göreve gelmiş, halk tarafından da en başarılı bulunan belediye başkanıyım. Ben randevu alamadıktan sonra gariban vatandaş bunlardan nasıl randevu alacak. Milletvekillerim dedi ki, ‘Biz sana randevu alalım.’ Hayır dedim. Ben sıradan bir ilçe belediye başkanı olarak almak istiyorum. Araya birilerini sokarak almak istemiyorum. En son çare gidip kapısını tekmeleyerek kırıp gireceğim.”

T24
ETİKETLER
hazım caner can ankara Çamlıdere akp aile ve sosyal politikalar bakanlığı engelli ve yaşlı hizmetleri genel müdürü

"Melih Gökçek oğlu için direniyor; AKP ile pazarlık yapıyor"
04 Ekim 2017



"5 belediye başkanının istifası istendi"

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş'ın istifasının ardından Düzce Belediyesi Başkanı Mehmet Keleş de istifa etti. AKP’de 5 belediye başkanının daha istifasının istendiği, sayının daha da artacağı öne sürüldü. İstifası istendiği konuşulan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifa etmemek için direndiği, oğlu Osman Gökçek’in siyasi geleceği için parti ile pazarlık yaptığı iddia edildi.

AKP’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın istifasının ardından 5 belediye başkanının da istifasının istendiği, sayının daha da artacağı belirtiliyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Şu an yok, ama bundan sonra da olmayacağı anlamına kesinlikle gelmez” dediği Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifa etmemek için direndiği, oğlu Osman Gökçek’in siyasi geleceği için pazarlık yaptığı konuşuluyor. Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’un da genel merkezin “istifa et” talebini kabul etmediği, Erdoğan’la görüşmek için randevu talebinde bulunduğu, ancak randevu verilmediği belirtiliyor.

Cumhuriyet'ten Emine Kaplan'ın haberine göre; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘metal yorgunluğu’ vurgusuyla teşkilatlarda başlattığı değişim, belediye başkanlarıyla sürüyor. İstanbul’da Kadir Topbaş’ın istifasının ardından Ankara, Bursa, Balıkesir, Düzce ve Niğde belediye başkanlarının da görevden alınmasına karar verildiği belirtilirken, Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş, önceki gün istifa etti. Diğer belediye başkanlarına da ‘istifa etmeleri’nin genel merkez tarafından iletildiği kaydediliyor. Ancak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’un direndiği konuşuluyor. Uğur’un, istifasını isteyen genel merkez yöneticilerine, “Muhatabım siz değilsiniz. Beni ‘reis getirdi, reis götürür” dediği, Erdoğan ile görüşmek için randevu talebinde bulunduğu, ancak kabul edilmediği dile getiriliyor. Uğur, geçen günlerde AKP Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı’nın başını çektiği muhaliflerinin olduğunu belirterek, “Gidin Yeşilcam’da oynayın” demişti. Uğur’un bu sözleri partide rahatsızlık yarattı.

‘Pazarlık’ iddiası

İstifası istenecek olan bir diğer isim ise Melih Gökçek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gazetecilerin konuyla ilgili soruları üzerine “Bu süreç içerisinde bu tür gelişmeler olur. Ama şu anda böyle bir şey yok. Ama bundan sonra da olmayacağı anlamına kesinlikle gelmez. Çünkü bir değişimi dönüşümü biz seçime kadar yaşıyoruz, yaşayacağız ve o metal yorgunluğu dediğim konu, tüm bunları kapsayan bir konuydu” açıklamasını yaptı. AKP kulislerinde, Gökçek’in istifa etmemek için direndiği, oğlu Osman Gökçek’e siyasi bir gelecek için parti yönetimiyle pazarlık yaptığı konuşuluyor.

Sürecin ucu açık

Parti kulislerinde, belediye başkanlarıyla ilgili istifa sürecinin bununla sınırlı kalmayacağı, yılbaşına kadar sayının daha da artacağı yorumları yapılıyor. Görevden alınacak belediye başkanları arasında Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ile Bolu, Uşak ve Nevşehir’in de dahil olabileceği konuşuluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, belediye başkanlarının istifa sürecini erken başlatmasında yerel seçime kadar teşkilat ve belediyelerde bir toparlanma sağlayıp kırgınlıkları ortadan kaldırma hedefinin yattığı belirtiliyor.

T24
ETİKETLER
melih gökçek osman gökçek akp pazarlık iddia

"Melih Gökçek'in yeğeninin belediyeyi 2,5 milyon lira zarar uğrattığı" iddiası TBMM gündeminde
04 Ekim 2017



CHP'li Ali Haydar Hakverdi, Başbakan Yıldırım'ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifasının istendiği iddiasıyla ilgili tartışmalar sürerken CHP Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, Melih Gökçek'in avukat yeğeninin belediyeyi 2.5 milyon lira zarara uğrattığı iddiasını TBMM gündemine taşıdı.

Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye soru önergesi veren Hakverdi, Gaziantep Barosuna kayıtlı olan Murat Gökçek’in Ankara Büyükşehir Belediyesinde sözleşmeli avukat olarak çalışıp çalışmadığını gündeme getirdi, “Avukat Murat Gökçek’in, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ‘in yeğeni olduğu doğru mudur” diye sordu.

Hakverdi’nin açıklaması ve Başbakana yönelttiği sorular şöyle:

15 yıllık AKP iktidarında kamu personeli seçiminde liyakat sisteminin terk edilerek siyasi birlikteliğin, tarikat-cemaat bağlantılarının ve akrabalık ilişkilerinin kriter olarak arandığı herkes tarafından bilinmekte ve görülmektedir. Eş, dost ve yandaşa istihdam ve ekonomik çıkar sağlamak adına sırf; “Bizden değil” anlayışı ile iyi eğitim almış ve işinin ehli sayısız genç işsiz bırakılmış ve kamu kurum ve kuruluşları bu nedenle iş yapamaz hale gelmiştir. Bunun sonucunda kaynaklar har vurup harman savrulmuştur. Bir çok kurum maddi ve manevi zarara uğratılmıştır. Bu durum toplum vicdanında kabul edilemez boyutta ve pervasızlıkla devam etmektedir.

Tüm bu hassasiyetler toplumumuzda yaşanırken, Gaziantep Barosuna kayıtlı ve İ. Melih Gökçek’in akrabası olduğu öne sürülen Avukat Murat Gökçek’in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından sözleşmeli Avukat olarak görevlendirildiği ve görevini layıkıyla yapmadığından dolayı Ankara Büyükşehir Belediyesini milyonlarca lira zarara uğrattığı iddiaları ileri sürülmektedir. Bu vahim durum karşısında başta Ankaralılar olmak üzere toplumun tümü adına bu durumu takip etmek ve halkın cebinden çıkan paranın hesabını sormak, halkımıza karşı görevimizdir.

- Halen Gaziantep Barosuna kayıtlı olan Avukat Murat Gökçek Ankara Büyükşehir Belediyesinde sözleşmeli Avukat olarak görev yapmış mıdır?

- Avukat Murat Gökçek’in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek ‘in yeğeni olduğu doğru mudur?

- Liyakatsız yeğen kadrosuyla istihdam edilen Gaziantep Barosu’na kayıtlı Avukat Murat Gökçek’in görevi ihmali sonucu Ankara Büyükşehir Belediyesi aleyhine hacze geçildiğinde Belediye’nin menfi tespit davası açtığı ve Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın Belediye aleyhine sonuçlandığı, kararın Yargıtay tarafından onanarak neticede Belediyenin tam 2.500.000,00 (ikimilyonbeşyüzbin) TL borcun altına girdiği doğru mudur?

- Avukat Murat Gökçek’in bu olaydan sonra ortadan kaybolduğu ve tam 3 yıl sonra şahıs hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2017/13207 sayılı dosya ile soruşturma başlattığı doğru mudur? Bu soruşturma var ise sonucu ne olmuştur?

- Bu şahsın Belediye’yi zarara uğrattığı başka dosyalar var mıdır? Varsa zarar ne kadardır?

- Avukat Murat Gökçek ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek’in alacaklılarla herhangi bir yakınlığı ve iş ortaklığı doğrudan ya da dolaylı olarak bulunmakta mıdır?

- Kamu adına bu zararları Av. Murat Gökçek ve İ. Melih Gökçek’ten tahsil etmek için herhangi bir girişimde bulunulacak mıdır?

T24
ETİKETLER
melih gökçek ankara belediye istifa

Karamollaoğlu: İktidar algı operasyonlarında çok başarılı
04 Ekim 2017



"Dünya 5'den büyükse, Türkiye de 1'den büyüktür"

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, iktidarın algı operasyonlarında çok başarılı olduğunu belirterek, "İçine düştükleri her hezimeti bir zafer edasıyla sunabiliyorlar. Vergi operasyonlarında da çok başarılılar; kendi başarısızlıklarını, kendi iflaslarını millete yükleyip bunu da vatanseverlik diye yutturmaya kalkabiliyorlar" dedi.

Meclis çalışmaları konusunda uyarıda bulunan Karamollaoğlu, "Uyum yasalarında ‘güç bende, yeterli çoğunluğum var, istediğimi yaparım’ mantığı ile hareket edilmemelidir. Nasıl ki dünya 5’den büyükse, Türkiye’de 1’den büyüktür" diye konuştu.

"Meclis 80 milyonun temsilcisidir"

Gazete Duvar’ın aktardığı habere göre, TBMM’nin uyum yasaları ile ilgili önemli bir sınav vereceğini söyleyen Karamollaoğlu, şöyle devam etti:

"Şimdiden uyarıyoruz; uyum yasalarında ‘güç bende, yeterli çoğunluğum var, istediğimi yaparım’ mantığı ile hareket edilmemelidir. Nasıl ki dünya 5’den büyükse, Türkiye de 1’den büyüktür. Meclis 1 kişinin, 2 kişinin değil 80 milyonun temsilcisidir. Hiçbir kişi, kurum veya makamın vesayeti altına sokulmamalıdır. Bu yüzden AK Parti’nin değil, Türkiye’nin geleceği düşünülerek hareket edilmelidir. Milleti kutuplaştırıcı değil kucaklaştırıcı bir yaklaşım ortaya konulmalıdır. Gücün hukukunu değil hukukun gücünü koruyan yasaları hayata geçirmelidir."

"Yüzde 40 MTV vergisi maliyenin iflasının itirafıdır"

Motorlu Taşıt Vergisi (MTV) tartışmalarına da değinen Karamollaoğlu, iktidarın algı operasyonlarında başarılı olduğunu ifade etti. Karamollaoğlu, “Algı operasyonlarında çok başarılılar, çünkü içine düştükleri her hezimeti bir zafer edasıyla sunabiliyorlar. Vergi operasyonlarında da çok başarılılar; kendi başarısızlıklarını, kendi iflaslarını, millete yükleyip bunu da vatanseverlik diye yutturmaya kalkabiliyorlar. Kimse bu millete fedakârlık dersi vermeye kalkmasın. Milletten fedakârlık bekleyenler önce kamu kaynaklarını har vurup harman savurmayı bırakmalı. Önce kendi israf ve şatafatından vazgeçmelidir. Yüzde 40 MTV vergisi maliyenin iflasının itirafıdır. Bir devlet vergi ile büyümez. Üretim ile büyür, ihracat ile büyür, sanayi ile büyür, teknoloji ile büyür, tarım ile büyür. Eğer Türkiye’nin gerçekten kalkınmasını istiyorsanız bunu, milletten fedakârlık bekleyerek değil israfı, yolsuzluğu ve yanlış yatırımları önleyerek yapabilirsiniz” diye konuştu.

T24
ETİKETLER
temel karamollaoğlu mtv vergi tbmm akp

Antalya'da vahşet: İki polis, bir kadını copla dövüp tekme attı, saçından tutup yerlerde sürükledi!
04 Ekim 2017



Antalya'nın Alanya ilçesinde, bir kadını sokak ortasında darp eden 2 polis görevden uzaklaştırıldı. 2 polisin bir kadını saçından tutup sürüklemesi ve copla dövüp tekme atması, çevredekiler tarafından cep telefonu kamerasıyla görüntülendi.

İl Emniyet Müdürlüğünden yapılan açıklamada, Alanya'da bir kadının, 2 polis memurunca sokak ortasında darbedildiği ve kötü muamaleye maruz kaldığına yönelik ihbar üzerine çalışma başlatıldığı belirtildi.

Kadını darbederek, kötü muamelede bulundukları öne sürülen 2 polis memurunun açığa alındığı kaydedilen açıklamada, zanlılar haklarında adli ve idari işlem başlatıldığı bildirildi.
T24

Temel Karamollaoğlu: Esas metal yorgunu olan Erdoğan'dır
12 Eylül 2017



Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın partisine sıklıkla söylediği 'metal yorgunluğu' sözleri hakkında konuştu. Karamollaoğlu, "Metal yorgunluğu AK Parti’nin merkezinde var. Esas metal yorgunu olan Sayın Cumhurbaşkanı’dır" dedi.

Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı Eylül Ayı İl Divan Toplantısı, Ataşehir Zübeyde Hanım Öğretmen Evi’nde gerçekleştirildi.

Saadet Partisi’nin İstanbul İl Divan Toplantısı’nda Arakan’da yaşanan katliama dikkat çeken Genel Başkan Temel Karamollaoğlu, “Öyle bir dönemden geçiyoruz ki dünya böyle bir tarihi daha önce yaşamamıştır. Günümüzde iletişim hızlandı. Kitle imha silahları ile binlerce insanı katlediyorlar. Dünya küçüldü. Bu gelişmeler ile birlikte medya insanları yönlendirmeye başladı. Milyonlarca insan sanal bir dünyada yaşıyor artık. Bir tarafta bir kısım insan parayı nasıl harcayacağını bilemiyor. Ama bir kısım insan su bile bulamıyor. Böyle bir karışıklık daha önce yaşanmamıştır diye düşünüyorum” dedi.

"Katliamlar gıda yardımları ile önlenemez"

Türkiye'nin İslam coğrafyasındaki zulümlere karşı ciddi yaptırımlarda bulunamamasını eleştiren Karamollaoğlu, “Bugün Sayın Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanı olmasına rağmen ciddi icraatlar yapamıyor. Neymiş efendim zalimleri kınıyorlarmış. O makam kınama makamı olmamalı, icraat makamı olmalıdır. Şimdi de ‘ama gıda ve kıyafet yardımı yapıyoruz’ diyebilirler. Katliamlar gıda yardımları ile önlenemez ciddi yaptırımlar gerektirir” ifadelerini kullandı.

Dünya en karışık dönemini yaşıyor

İç ve dış siyasette yaşanan karmaşaya değinen Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Öyle bir dönemden geçiyoruz ki dünya böyle bir tarihi daha önce yaşamamıştır. Günümüzde iletişim hızlandı. Kitle imha silahları ile binlerce insanı katlediyorlar. Dünya küçüldü. Bu gelişmeler ile birlikte medya insanları yönlendirmeye başladı. Milyonlarca insan sanal bir dünyada yaşıyor artık. Bir tarafta bir kısım insan parayı nasıl harcayacağını bilemiyor. Ama bir kısım insan su bile bulamıyor. Böyle bir karışıklık daha önce yaşanmamıştır diye düşünüyorum. Bu sorunları çözecek olan yine insanlardır. Devletler boyutunda adımlar atılması gerekiyor. Tabi dünya üzerinde etkili olan ülkeler bellidir. Mesela bugün büyük devletlerin uçak gemilerinin olduğunu görüyoruz. Bir uçak gemisinde onlarca savaş uçağı var. Bizim bütün teçhizatımız bazen bir gemide bulunabiliyor. Sonra çıkıp dünyada otorite olduğumuzu iddia ediyoruz. Ortadoğu’da bizden habersiz adım atılamayacağını iddia ediyoruz. Güler misiniz ağlar mısınız” diye sorarak siyasi çelişkilere dikkat çekti.

"Esas metal yorgunu Cumhurbaşkanı'dır"

Cumhurbaşkanı’nın metal yorgunluğu ifadesine değinen Karamollaoğlu, “Bugün Sayın Cumhurbaşkanı’nın çevresinde, beraber yürüdük biz bu yollarda şarkısını söylediği arkadaşlarından pek kimse kalmadı. Çünkü hata yapıldıkça, sorunlar dile getirildikçe insanlar dışarıda bırakıldı. Şimdi metal yorgunluğu var deniyor. Bu ne demek, kadroları yenileceğiz demek. Biz söyleyelim. Metal yorgunluğu AK Parti’nin merkezinde var. Esas metal yorgunu olan Sayın Cumhurbaşkanı’dır. Bugün metal yorgunluğu elhamdülillah bizde yok. Evet, bazı eksikliklerimiz var. Ama bizim yorgunluğumuz, bıkkınlığımız yok. Ancak bununla birlikte kardeşlerimiz bazı düşüncelerini değiştirmek zorundalar. Sadece dua ederek üzerine düşeni yaptığını sananlar var. Bu yanlış düşünceden bir an evvel çıkılmalıdır” dedi.

Herkes aptal 3 kişi akıllı

Türkiye’nin düşmanları ile hareket ederek sorunlarını çözemeyeceğini dile getiren Karamollaoğlu, “Bugün Libya, Suriye, Arakan içler acısı durumda. Türkiye konusunda da vaziyet hiç iç açıcı değil. Ama bu sıkıntılar, ülkemize savaş açmış oluşumlar ile beraber çözülmeye çalışılıyor maalesef. İsrail ile Amerika ile beraber hareket ederek bu işler çözülmez. Efendim işin arka planında başka şeyler varmış. Kimse kusura bakmasın. Herkes aptal, 3 kişi akıllı diye bir mantığı kabul etmemizi kimse beklemesin” diye konuştu.

T24
ETİKETLER
temel karamollaoğlu saadet partisi haber açıklama tayyip erdoğan metal yorgunu

Elif Çakır: Belediye başkanlarının görevden alınması AK Parti'ye zarar verir
04 Ekim 2017



Karar gazetesi yazarı Elif Çakır, AKP'li belediye başkanlarının görevden alınmasının AKP'ye zarar vereceği görüşünü belirterek, "Belediye başkanlarının görevden alınması AK Parti'ye zarar verir. Türkiye’nin olağanüstü koşullardan geçtiği, AB’nin yatıp kalkıp 'Türkiye demokrasiden uzaklaşıyor' dediği bir dönemde, belediyelere yönelik bu operasyon Türkiye’nin imajına da zarar verir" dedi.

Görevden alınan belediye başkanlarının neden görevden alındıklarının gerekçesiyle kamuoyu ile paylaşılması gerektiğini de belirten Çakır, "AK Parti, görevden almayı planladığı belediye başkanlarının hangi haklı gerekçelerle görevden alacaklarını kamuoyu ile paylaşmalıdır.Zira, bu belediye başkanlarının tamamı 2014 Mart yerel seçimlerinde göreve geldiler. FETÖ’nün 17-25 Aralık sonrasında ‘adaylar’ kılı kırk yararak, ince süzgeçlerden geçirilerek belirlendi." diye yazdı.
T24

Türkiye'nin nakliyat devi 220 milyon TL borçla battı
3 Ekim 2017



İthalatçı ve ihracatçı firmalara kara, deniz, hava ve demiryolu taşımacılığında hizmet veren dev firma krize yenik düştü...

1992 yılından beri 450 aracıyla kara, deniz, hava ve demiryolu taşımacılığında hizmet veren Grupaj Servis, 220 ilyon TL borcunu ödeyemeyince battı. Grupaj Servis'in bankalara 85 milyon, faktoringcilere 70 milyon, piyasayada 65 milyon TL borcu bulunuyor.

Alacaklılar şirketin tüm malvarlıklarına haciz koydurmuş durumda. Edinilen bilgilere göre şirkete ait TIR'lar parklara çekilerek bağlanmış. Hatta dorselerde başka firmalara ait mallara bile haciz konulmuş. Şirketin tüm malvarlıklarının 100 Milyon TL civarında olduğu belirtilirken, şirketin borçlarını ödeyemediği belirtiliyor.

Kurulduğu yıldan beri kara, deniz, hava ve demiryolu taşımacılığında nakliye, gümrükleme, depolama hizmetleri sunan firmanın sahibi ise işadamı Hasan Akandere.
450 araçlık filosu ile ağırlıklı olarak Almanya, , Benelux, Fransa, İtalya gibi ülkelere yük taşıyan firma için zor günler bekliyor...
Patronlar Dünyası

Fehmi Koru: Melih Gökçek "Şer odakları" diyerek AK Partili yazarları kast etti
04 Ekim 2017



"Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına götüren yolun ilk taşı neydi?"

* Fehmi Koru

Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına götüren yolun ilk taşı neydi?

Hiç kuşkusuz, İstanbul’a belediye başkanı seçil
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ekm 04, 2017 10:59 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 04, 2017 8:21 pm    Mesaj konusu: Gökçek "Şer odakları" diyerek AK Partili yazarları Alıntıyla Cevap Gönder

Fehmi Koru: Melih Gökçek "Şer odakları" diyerek AK Partili yazarları kast etti
04 Ekim 2017



"Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına götüren yolun ilk taşı neydi?"

* Fehmi Koru

Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına götüren yolun ilk taşı neydi?

Hiç kuşkusuz, İstanbul’a belediye başkanı seçilmesiydi (1994).

Dikkatleri üzerine çekti belediye başkanlığında Erdoğan, orada yaptıklarını Türkiye’ye taşıma hamlesinde de başarılı oldu. Bugün AK Parti 15 yıldır iktidar, Tayyip Erdoğan da ülkenin cumhurbaşkanı ise, başarılı İstanbul belediye başkanlığı bunda en büyük payın sahibidir.

Onun ülke siyasetinde iddialı bir gelişe hazırlandığı istihbar edilince, vesayetçi sistem, yargı yoluyla önünü kesmeye çalışmıştı; görevden alındı, siyasi yasaklı hale getirildi.

İstanbul’da beraber çalıştığı kadrosunun önemli isimlerini Ankara’ya da yanında götürdü başbakan olunca Erdoğan; onların bir bölümü bugün hükümette önemli koltuklarda oturuyorlar.

Metal yorulur da siyasi yorulmaz mı?

AK Parti genel başkanı sıfatını yeniden kazanınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk işi, ‘metal yorgunluğu’ teşhisi eşliğinde, 2019’da yapılacak seçimlerden yeniden galip çıkmayı getireceğini umduğu tedbirleri almak oldu.

Tedbirlerin başında, kamuoyu karşısındaki yüzleri değiştirmek geliyor.

Nisan ayında yapılan anayasa değişikliği referandumunda Ankara ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerin çoğundan (17) ‘Hayır’ oyunun ileride çıkması yüzünden olacak bu. Taşlar yerinden oynayacak.

Partinin yükünü taşıyan il ve ilçe yöneticilerinde görev değişiklikleri yapıldı, yapılıyor, yapılacak.

Zor değil partide taşları yerinden oynatmak; esas zorluk, seçimle gelinmiş makamlarda bulunan ‘yorgunları’ dinlenmeye göndermekte yaşanıyor…

İstanbul belediye başkanı Kadir Topbaş hoşuna gitmediğini belli ettiği bir operasyon sonucu görevini bıraktı.

Ankara belediye başkanı Melih Gökçek üzerinde de ‘istifa’ baskısı olduğu belli; onunla ilgili bir soruya, AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şu an öyle bir şey yok, ama bu olmayacağı anlamına gelmez” cevabını verdi.

Belli ki, üç vadeye kalmadan o da yolcu.

Eskiden “Giden gitsin kalan sağlar bizimdir” sözünü hatırlatan türden istifalar olur, siyasiler partilerini terk ederdi; şimdi bir parti seçilmesini sağladığı partili başkanlarla yollarını ayırıyor.

İlk kez böyle bir olay yaşanıyor.

Yöntem, Fransız İhtilali (1789) sonrası Konvansiyon’da birbiri ardına kellelerin düşmesini andırıyor.

Topbaş ve Gökçek

Şimdilerde arkasından olumsuz yazılar kaleme alınıyor, ancak Kadir Topbaş İstanbul gibi dünyanın en büyük metropollerinden birinde sorun çözme derdinde bir başkanlık sergileyebilmişti.

Beyoğlu belediye başkanlığı sırasında edindiği deneyimi ülkenin göz bebeği İstanbul’da devam ettirdi.

Doktoralı mimar olması bir üstünlüktü. Birleşmiş Milletler tarafından ödüllendirildi, Dünya Belediyeler Birliği başkanlığı görevinin de sahibi oldu.

Melih Gökçek’in 2014’te beşinci kez seçildiği Ankara belediye başkanlığına ilk geliş tarihi 1994; Tayyip Erdoğan’la aynı zamanda Refah Partisi’nden seçilmişti. Daha önce Ankara/Keçiören’de de belediye başkanlığı var. Bir dönem de TBMM’de Ankara’yı temsil etmişti.

Ülkemizin en kıdemli ve en deneyimli siyaset adamı odur.

Topbaş da, muhtemelen Gökçek de dinlenmeye çekiliyor artık.

Olabilir, dinlenmeye ihtiyaç duyabilir ve kendiliklerinden görevden çekilebilirler(di).

Ancak seçimle gelmiş yerel yöneticilerin birbiri ardına istifa et/tiril/meleri sistemin mantığıyla ne derece uyumlu?

2019’un Mart ayında yapılacak yerel seçimi bekleyebilir, yeni adaylarla seçmen karşısına çıkabilirdi AK Parti.

Beş dönem (Gökçek) ve üç dönem (Topbaş) seçim kazanmış başkanların jübilesi daha farklı olabilirdi.

“Partinin başarısı için bu şarttı” deniliyor.

Acaba?

“Ümmetin lideri Erdoğan”

Melih Gökçek, üzerinde uygulanan baskıya direnme çabasında.

Yaptığı açıklamadan ilginç bir durumla karşı karşıya kalındığını öğreniyoruz.

Önce açıklamasını okuyalım:

“Şer odaklarının fitne çabalarına asla pirim vermeyeceğiz. Öyle bir hava meydana getiriyorlar ki, her söylediğinizi bir yerlere çekerek algı operasyonu yapıyorlar. Şunu söylemek isterim ki, Recep Tayyip Erdoğan’a destek olmak ümmetin her ferdinin görevidir. Çünkü Sayın Erdoğan sadece Türkiye’nin değil ümmetin lideridir. Fitne peşinde olanlar boşa uğraşıyorlar.”

Ne anlıyoruz?

Ben şunu anladım: Kendisine “İstifa et” diyen bir yetkili ağız yok; ancak AK Parti’nin değer verdiği bilinen yazarların sütunları aracılığıyla sonuç alınmaya çalışılıyor. “Demek ki istenmiyorum, o halde çekileyim” diye düşünmesi bekleniyor.

‘Şer odakları’ dediği AK Partili yazarlar oluyor bu durumda.

Ne kadar ilginç değil mi?

Aynı açıklamadaki Tayyip Erdoğan ile ilgili “Sadece Türkiye’nin değil ümmetin de lideridir” cümlesi herhalde dikkatinizi çekmiştir.

Önümüzdeki dönemde sıkça işiteceğimizi sandığım bir görüş bu.

İl, ilçe teşkilatları ve belediye başkanlıklarında taşların yerinden oynamasıyla başlayan süreç nereye kadar gidecek?

Bu tasfiyeler FETÖ ile ilintili mi?

Soru çok.

Bu yazı Fehmi Koru'nun kişisel sitesi fehmikoru.com'dan alınmıştır

T24
ETİKETLER
fehmi koru recep tayyip erdoğan kadir topbaş melih gökçek

Mevlüt Uysal'ın İBB Başkanlık yolunu açan milyarlık bağış
4 Ekim 2017



İBB Başkanı Mevlüt Uysal’ın, Başakşehir’i yönettiği sırada 2 milyar 100 milyon lira değerinde 726 bin metrekarelik arsayı TÜRGEV’e tahsis ettiği ortaya çıktı.

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi (İBB)’nin çiçeği burnunda Başkanı Mevlüt Uysal’ın, Başakşehir Belediye başkanlığı döneminde önemli boyutta imar planı değişiklikleri yaptığı öğrenildi.
Aydınlık'tan Mustafa Erol'un haberine göre geçen yıl yapılan iki imar planı değişikliğiyle, Başakşehir Başak Mahallesi’nde 577 bin metrekare büyüklüğündeki 2 bin 125 numaralı parselin 477 bin metrekaresi hazine mülkiyetinden alınarak üniversite alanına çevrildi. Aynı parsel üzerinde geriye kalan 100 bin metrekarelik alan da yine hazine mülkiyetinden çıkarılarak park alanı yapıldı.
Başak Mahallesi’nde 2016’da yapılan bir diğer imar planı değişikliğiyle, 3 bin 637 numaralı parselin hazineye ait 149 bin metrekarelik kısmı da ‘özel eğitim alanına’ dönüştürüldü. Her iki değişiklikle toplam 726 bin metrekare, hazine mülkiyetinden üniversite alanına ve özel eğitim alanına çevrilmiş oldu.
Toplam 726 bin metrekare yani 101 futbol sahası büyüklüğündeki araziler, üniversite kurulmak üzere Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ve kızı Esra Albayrak’ın yönetimindeki Türkiye Gençlik ve Eğitim Vakfı’na (TÜRGEV) tahsis edildi.
‘PROTOKOL İMZALADILAR’
CHP Başakşehir İlçe Başkanı Özgür Karabat, TÜRGEV’in bünyesindeki İbn Haldun Üniversitesi’nin 726 bin metrekarelik arazilerde yerleşke kuracağını belirtti. Üniversitenin 2018 sonunda kurulmasının planlandığını belirten Karabat, söz konusu arazilerin şu anda boş olduğunu aktardı.
Yapılan tahsislerin ekonomik değerine de değinen Özgür Karabat şunları söyledi: “Bahsettiğimiz alanlar Başahşehir Fatih Terim Stadı ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesine yakın araziler. Bu bölgelerde arsaların bir metrekaresi bin dolardan başlıyor. Dolayısıyla yapılan tahsislerin ekonomik değeri en az 600 milyon dolar, yani bugünkü hesapla 2 milyar 100 milyon lira. Arsalar protokolle TÜRGEV’e verildi. Tapu kayıtlarında TÜRGEV’de gözüküyor.”
KURUCUSU VE YÖNETİCİSİ
İBB Başkan Mevlüt Uysal, TÜRGEV’in kurucularından ve yönetim kurulu üyesi. Vakfın internet sitesinde ‘Yönetim Kurulu Üyeleri’ listesinde adı duruyor. Uysal’ın adı, ilçe sınırları içindeki bir cami alanının TÜRGEV’e verilmesiyle de gündeme gelmişti. CHP, değeri 1 milyar 100 milyon lira olan arazilerin TÜRGEV’e verilmesinin, Uysal’a İBB Başkanlığı yolunu açtığını belirtiyor.
CHP İlçe Başkanı Karabat, “Mevlüt Uysal, İstanbul’un ve İstanbulluların çıkarını değil, Erdoğan ailesinin çıkarını düşünüyor” dedi.
Aydınlık

“Türkiye’nin taşıyla, Türkiye’nin kuşunu vurdu, oturup 3.1 milyar doları afiyetle yedi”
4 Ekim 2017



Oger satın alma için kullandığı kredinin her biri 290 milyon dolar büyüklüğündeki Eylül 2016 ve 2017 Mart ayı geri ödemelerini kaçırmıştı.

Lübnanlı Hariri ailesinin, STC ile ortak olduğu Oger Telecom şirketi 2005 yılında Türk Telekom'un yüzde 55'ini satın aldı. Satın alma Oger Telecom'un Türkiye'de kurduğu Ojer Telekomünikasyon AŞ (OTAŞ) adlı bir şirket üzerinden yapıldı. Oger satın alma için kullandığı kredinin her biri 290 milyon dolar büyüklüğündeki Eylül 2016 ve 2017 Mart ayı geri ödemelerini kaçırmıştı.
Saudi Telecom, Oger'in Türk Telekom borç yapılandırma müzakerelerinde, kreditörlerle görüşmelerin sürdüğünü belirterek Hazine'ye mektup yazarak ödeme için Kasım'a kadar ek süre istedi. Başbakanlık, Ulaştırma Bakanlığı ve Hazine söz konusu taleple ilgili değerlendirme yapacak.
Borcunu ödememişti: Türk Telekom ile ilgili flaş başvuru
Türk Telekom’da yaşananlara ilişkin Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, “Derenin taşı, derenin kuşu” başlıklı bugünkü yazısında altı ayrı soru yöneltti. Altaylı’nın yazısında “Oger Telekom, Türkiye’de Türkiye’nin taşıyla, Türkiye’nin kuşunu vurdu. Oturup afiyetle yedi” ifadeleri dikkat çekti.
İşte o yazı:
“Türk Telekom rezaletini uzun süredir izlemeye çalışıyorum.
Kafamda sorularla.
Anlayabildiğim şudur.
Hariri Ailesi’nin Oger’i, Telekom’u 2005 yılında 6.5 milyar dolara aldı.
Sonrasında bunun bir varlık satışı olmadığı, 21 yıllık bir devir olduğu açıklandı.
Akbank ve Garanti'ye şok! Türk Telekom kredisi için bankalara sunulan plan reddedildi
Sonrası biraz karışık.
Çoğunluk hissenin Oger’de olduğu, yüzde 12’lik hissenin Abdullah Tivnikli’ye geçtiği görüldü.
Bunun sırrı çözülemedi.
Yıllar içinde işler ilginçleşti.
Oger’in, Türk Telekom’u Türk bankalarından ve özellikle kamu bankalarından sağladığı finansmanla satın aldığı anlaşıldı.
4.7 milyar dolar borç! Türk Telekom’un hisseleri satılıyor mu?
Oger Telekom, derenin taşıyla derenin kuşunu vurmuştu.
Ve nihayetinde, Türk Telekom’u Türk bankalarından sağladığı krediyle satın alan Oger’in, Türk bankalarına olan kredi borcunu ödemediği ortaya çıktı.
Ödenmeyen para, satın alma bedelinin neredeyse tamamıydı.
Şimdi benim merak ettiklerim şunlar:
1. Türk bankaları Oger’e Türk Telekom’u alması için kredi verirken, Oger’den hangi teminatları aldılar. Yoksa bu teminat alınmadan, Türk Telekom’un teminat gösterilmesi yoluyla alınan bir proje kredisi miydi?
2. Oger Telekom, 12 yıl boyunca Türk Telekom’dan ne kadar para kazandı?
Başbakan Yıldırım: Türk Telekom borç ödeme konusunda sıkıntı çekiyor
3. Oger’in Türk Telekom’u satın aldığı sırada şirketin kasasında nakit fazlası olduğu biliniyordu, bu para Oger’e mi kaldı?
4. Türk Telekom için 5 kuruş ödemediği ortaya çıkan Oger, bu süre içinde Türkiye’den yurtdışına kaç dolar kâr transferi yaptı?
5. Tivnikli’deki hisselerin parası ödendi mi?
6. Oger borcunu ödemeden çekip giderse Türkiye ne yapabilir, elinde hangi garantiler var?
Bu soruların yanıtlarını alabilecek miyim emin değilim.
Gördüğüm şudur.
Canikli açıkladı: Türk Telekom'u alanlar kaç milyar dolar transfer etmiş?
Oger Telekom, Türkiye’de Türkiye’nin taşıyla, Türkiye’nin kuşunu vurdu.
Oturup afiyetle yedi.
Şimdi kemiklerini ve tüylerini bırakıp gidecek.
Afiyet olsun mu diyeceğiz!”

TRANSFER EDİLEN RAKAM 3.1 MİLYAR DOLAR

Nor: Bir soru üzerine o zaman TMSF'den sorumlu bakan olan Nurettin Canikli, "Şu ana kadar kar payı olarak Türk Telekom'dan yurt dışına transfer edilen toplam rakam 3,1 milyar dolar civarındadır. Bunu 6,5 milyar dolara sattığımızı da ifade edelim." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Patronlr Dünyası
Etiketler:
Lübnanlı Hariri ailesi STC Oger Telecom Türk Telekom Ojer Telekomünikasyon AŞ OTAŞ Saudi Telecom Abdullah Tivnikli

Perinçek: ''AK Partili vekillere operasyon yapılacak''
04 Ekim 2017



Vatan Partisi lideri ​Doğu Perinçek, “AKP büyük darbe yedi. Bugün Meclis'te o sıralarda hala oturuyorlar ama bir süre sonra onlara da operasyon yapılacak” iddiasında bulundu.

Perinçek: ''AK Partili vekillere operasyon yapılacak''

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek KRT TV'de Sorguluyorum programında, Ferit Atay'ın sorularını yanıtladı...ABD'nin Suriye politikasının iflas ettiğini belirten Perinçek, ABD’nin IKBY'nin yönetimini Barzani yerine PKK’ya teslim edeceğini söyledi.

"Bizim değil ABD'nin ABD'nin etrafı sarıldı"

Irak'taki gelişmeler üzerine bölge ülkeleri birbirine yakınlaştığına dikkat çeken Perinçek, “Bizim değil bölgede Amerika'nın etrafı sarıldı. Bölge ülkeleri birbirinin dostluğuna mecbur. Türkiye ile bölge ülkelerinin dostluğu pekişirse güvenlik sağlanır. Barzani, Suriye, İran, Rusya FETÖ ABD ile işbirliği, İsrail projeleri iflas etti. Batı Asya projeleri kazanıyor” dedi.

"Rusya'ya, İran'a ve Irak'a güvenmezsek Türkiye'yi koruyamayız"

“Rusya'ya, İran'a ve Irak'a güvenmezsek Türkiye'yi koruyamayız” diyen Perinçek, “Vatan partisi ne yapıyor. Bölge ülkelerini ziyaret ediyor. Sürece müdahale ediyor. Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve ekonomik özgürlüğü bölge ülkeleri ile işbirliğine bağlı” ifadelerini kullandı.

"AKP'li vekillere operasyon yapılacak"

Doğu Perinçek, AKP ile FETÖ işbirliğinin bozulduğunu belirterek, “AKP büyük darbe yedi. Bugün Meclis'te o sıralarda hala oturuyorlar ama bir süre sonra onlara da operasyon yapılacak” iddiasında bulundu.

"Tayyip Erdoğan'ın gideceği belli oldu"

Perinçek, “Tayip Erdoğan'ın gideceği belli oldu. Tayyip Erdoğan yönetimi 2019 da bitecek. Hızla aşağı gidiyorlar. Oyları %43 e kadar indi” ifadelerini de kullandı.

Haber 3
ak parti , doğu perinçek , recep tayyip erdoğan

Erdoğan, Gökçek’i niye çizdi?
Sabahattin Önkibar
4 Ekim 2017



Melih Gökçek her seçimde hep son anda, anketlerde önde çıktığı için aday olabilmişti.

Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklaması Melih Gökçek döneminin sonudur ki bu sütunu izleyenler hatırlayacak bu haberi bir hafta önce Saray kaynağına dayanarak “Reis Gökçek’i müzeye kaldıracak” sözleriyle aktarmıştık.
Aslında Tayyip-Gökçek ilişkisi hep sorunlu ve tamamen siyasi çıkara endeksliydi.

Melih Gökçek her seçimde hep son anda, anketlerde önde çıktığı için aday olabilmişti.

Ancak referandumda alınan sonuç Gökçek’i zora soktu zira AKP ile MHP’nin Ankara’da toplam oyu yüzde 69 iken sadece yüzde 48 alınabilmişti.
Gökçek’in kaleminin kırılması noktasında FETÖ’ye yapılan büyük tahsislerin etkili olduğu da dillerde lakin Melih Bey’in darbe gecesi FETÖ karşıtı duruşu ortada.

Tayyip-Gökçek ilişkisini resmeden bir başka şey Osman Gökçek olayıdır ki hatırlayın oğul Gökçek ne AKP’den milletvekili yapılmış ne de Ankara Ticaret Odasına başkan olmasına izin verilmiştir. Takınılan bu tutum Saray’ın Gökçek ailesine bakışının yansımasıdır.

Peki Osman Gökçek’e takınılan bu tavır niye mi?

Benim yorumuma göre geleceğin siyasetinde birilerinin önüne geçmesin diye!

Hülasa Ankara’da Gökçek devrinin sonuna gelinirken şimdi tartışılan husus onun makamının yanısıra imajına ve itibarına karşı taarruzun olup olmayacağıdır.

Aydınlık
Etiketler:
Melih Gökçek

Karayolları'nda 363 Milyon TL nereye gitti?
4 Ekim 2017

Karayolları bütçesinde inanılmaz delik. Kimden hangi araç kiralama şirketi, hangi danışman, hangi peyzaj şirketine gitti bu 363 milyon?
Karayolları nda 363 Milyon TL nereye gitti?

Çiğdem Toker'in köşe yazısından alıntı:

Karayolu bütçesinden kimler beslendi?

Motorlu Taşıtlar Vergisi’nden geri adım atıldığına bakmayın. Bütçe zorda.
İzleri, Meclis’e sunulan Torba Kanun’da.

Kefalet Sandığı’nın nakit fazlası bile bütçeye gelir kaydedilecek. Memurun zimmet suçu işleme olasılığına karşı, devletin alacağını sigorta eden sandıktan söz ediyoruz. 480 milyon TL birikmiş. Onu şimdi bütçeye aktaracaklar.

Karayolu ihalelerinde neler oluyor? Mehmet Cengiz'e kaç milyarlık ihale verildi?..

Keza, aynı “torba”da bir hesaba daha el koyuyor hükümet. Fikir sanat eseri çoğaltmaya yarayan cihaz ithalatçısından kesilen yüzde 3’ler. Bu kesintiler Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndaki özel hesaba yatıyor. Biriken para, fikri mülkiyet sisteminin güçlendirilmesi, kültürel ve sanatsal faaliyetler için kullanılıyor.

Torba Kanun bu hesabı da dağıtıp bütçeye dahil edecek.

Gerekçe de çok etkileyici: Hazine birliği. Yani ne kadar etkilendik bilemezsiniz...

Bir kere maksat gerçekten “Hazine birliği” olsa, bu “torba”yı hazırlayan iktidar, bütçe dışında tutup hesaplarda göstermediği Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) sözleşmelerini açıklar. Yoksa Hazine birliği, bakanların “ticari sır” dediği KÖİ sözleşmelerinde geçerli değil mi? Sekiz-on müteahhide verilen milyar dolarlık garantiler bitti de, kültürü-sanatı desteklemek için kurulan özel hesapla mı sağlanıyor bu birlik.

Bakın Osmangazi Köprüsü’nde garanti edilen araç sayısının yarısına bile ulaşılamadı.

Dün CHP’li Onursal Adıgüzel’in BİMER üzerinden sorduğu sorulara verilen yanıtın haberini görünce, bizden saklanan rakamları aktardığım ilk yazıma baktım. Araç başına 35 dolar artı KDV’den günde 40 bin araç trafik garantisi verildiğini, 2035’e kadar geçerli olduğunu yazdığım ilk yazı 23 Nisan 2016 tarihli. Şimdi memleket derdini dert eden herkes, eksik geçen aracın bütçeye maliyetini hesap ediyor. Bu hesapları daha çok yapacağız.

Karayolları paraları saçmış

Uzun süredir Karayolları Genel Müdürlüğü’nün davetli yol ihalelerini yazıyorum.

Pazarlık yöntemiyle verilen “iş”lerdeki büyük artışı, partili müteahhitlere ödemeleri.

Yeni açıklanan Sayıştay’ın 2016 KGM raporu, bütçe kaynaklarının nasıl plansız ve sorumsuzca savrulduğunu belgeliyor.

Bakın KGM, 2016 yılına 9.5 milyar TL ödenekle başlamış. Ancak eklenenlerle yılı 18.3 milyar TL ile kapatmış. Sayıştay da yüzde 192.6 oranındaki bu artışı haliyle sorgulamış.

Rapordan iki başlık:

-Yatırım programında yer almayan projeler için harcama yapılıyor.
Normalde devlet yatırımları Yatırım Programı’nda gösterilir. Bütçe Kanunu da kuruluşlara şöyle der:

“Ey yatırımcı kuruluş, falanca projeyi programa almadıysak, sen o proje için bütçeden para aktarıp harcayamazsın.”

Bilin bakalım ne olmuş?

Sayıştay raporuna göre, tam 16 ildeki Karayolları bölge müdürlükleri, yatırım programında yer almadığı halde 2016 yılında toplam 382 milyon TL’lik yol yapmış.

Bitmedi.

-Karayolları bütçesinde, “Asfalt kaplama yapılacak yolların fiziki standardını yükseltmek” için ayrılan bir ödenek var. Sayıştay bu ödenekten alınan 362.922.410,00 TL’nin bu amaçla kullanılmadığını saptamış. Bu paralar, yolların kalitesini yükseltmek yerine “hizmet alımı, danışmanlık, araç kiralama, peyzaj vb. cari nitelikli harcamalarda” kullanılmış.

Kimden hangi araç kiralama şirketi, hangi danışman, hangi peyzaj şirketine gitti 363 milyon?

Hangi partili şirketler bütçe kaynaklarıyla beslendi de şimdi vergilere zam geliyor?

Cumhuriyet
Etiketler:
Karayolları

AK Parti'de Balıkesir krizi... Belediye Başkanı Edip Uğur 'İstifa etmiyorum, siz görevden alın' mesajı verdi
4 Ekim 2017



Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş önceki gün istifa ederken, Balıkesir Belediye Başkanı Edip Uğur’la ilgili sıkıntı yaşandığı bildirildi.

İstifası istenen başkanlar listesinde adı olduğu öne sürülen Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş önceki gün istifa ederken, Balıkesir Belediye Başkanı Edip Uğur’la ilgili sıkıntı yaşandığı bildirildi. Uğur’un, “İstifa etmiyorum, istiyorsanız siz görevden alın” mesajı gönderdiği öne sürülüyor.

AK Parti’de genel başkan yardımcılığı da yapan Uğur’un, ‘partiden istifa edip bağımsız olarak belediye başkanlığına devam etme’ kararı aldığı iddia edildi.

İL BAŞKANLARI İSTİFA ETTİRİLDİ

Bu arada kongre sürecinde göreve devam etmeyecek bazı il başkanlarının da istifalarının alınmasına devam ediliyor. Önceki gün Giresun, Niğde, Nevşehir ve Kırıkkale il başkanları istifa ettirildi.

BAŞKAN NASIL GÖREVDEN ALINIYOR?

Belediye başkanlarının hangi durumlarda görevden alınacağı 13 Temmuz 2005 tarihli 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda belirlenen esaslara göre yapılıyor.
Kanunun 44. maddesinde belediye başkanı,
Mazeretsiz ve kesintisiz olarak yirmi günden fazla görevini terk etmesi ve bu durumun mahallin mülkî idare amiri tarafından belirlenmesi,
Seçilme yeterliğini kaybetmesi (1 yıl ve üzeri hapis cezası alması),
Görevini sürdürmesine engel bir hastalık veya engellilik durumunun yetkili sağlık kuruluşu raporuyla belgelenmesi,

Meclisin feshine neden olan eylem ve işlemlere katılması hâllerinden birinin meydana gelmesi durumlarında İçişleri Bakanlığı’nın başvurusu üzerine Danıştay kararıyla görevden alınıyor.

(Hürriyet)
Etiketler:
Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş Balıkesir Belediye Başkanı Edip Uğur

Melih Gökçek, çevresine Erdoğan için bakın ne diyor!
05 Ekim 2017



Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'in istifası konuşulurken art arda çarpıcı iddialar gelmeye devam ediyor.

Vatan gazetesi yazarı Murat Çelik'in 'Ankara’nın Gökçek gündemi' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i de çok uzun zamandır ve yakından tanıyan birçok isimle konuştum şu son iki gündür.

Siyasetçisinden iş adamına, bürokratından aile yakınlarına kadar birçok isimle...

Bütün bu görüşmelerin ardından edindiğim izlenimleri ‘yorumsuz’ şekilde aktarıp, an itibariyle (dün öğleden sonra) gelinen noktayı özetleyeceğim ama

bir noktayı hatırlatarak başlamak gerekiyor.

O nokta da şu:

Tayyip Erdoğan’ın, son yerel seçimlerde (2014) Melih Gökçek’i tekrar aday gösterme sürecini hatırlayın. Erdoğan Gökçek’i son güne kadar bekletmişti. Konuştuğum herkes üç sene önceki o sancılı süreci anımsattı. Çoğunluğun görüşü, Erdoğan’ın o dönemde Gökçek’i, partisindeki karşıt görüşe rağmen aday gösterdiği yönünde. Ve son defalığına...

Üç buçuk yıl sonra bugün...

Melih Gökçek 27 Mart 1994’ten bu yana Ankara’nın belediye başkanı.

Gökçek’in 2019’da yapılacak yerel seçimlerde tekrar aday olmak istediği de biliniyor.

Aralık 2015’te verdiği bir röportajda, “Önümüzdeki dönem aday yapmazlarsa sadece üzülürüm. Asla nankörlük yapmam” diyor Gökçek.

Ve son yerel seçimden yani 2014’ten sonra bugün Ankara’da, “Erdoğan şu son tavrıyla, Gökçek’i yeniden aday göstermeyeceğini ilan etmiş oldu” görüşü hakim. Gelelim, yazının başında bahsettiğim görüşmeler sonunda ortaya çıkan fotoğrafa...

- Melih Gökçek görevden ayrılmak istemiyor. Yakın çevresinin söylediğine göre kendisine yapılanı ‘vefasızlık’ olarak değerlendiriyor.

- Buna karşılık birçokları da Erdoğan’ın Gökçek’e 2015’te, parti içinden gelen itirazlara rağmen yeniden aday yaparak, zaten fazlasıyla vefa gösterdiğini söylüyor.

- Gökçek’in, referandumda Ankara’da ‘Hayır’ oylarının ‘Evet’lerden fazla çıkmasından kendisinin sorumlu tutulamayacağı görüşünde olduğu konuşuluyor. Melih Gökçek’in yakın çevresi, Anayasa değişikliği halk oylamasındaki dinamiklerin başka olduğunu belirtip, çıkan sonuçtan belediye başkanının mesul tutulamayacağının altını çiziyor.

- Konuşulanlara göre Melih Gökçek, hakkındaki gündemin medya üzerinden şekillenmesine, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisiyle doğrudan konuşmamasına da içerlemiş.

- Ankara Büyükşehir Belediyesi - AK Parti Genel Merkezi - Beştepe Cumhurbaşkanlığı Külliyesi üçgeninde mekik dokuyanlar var

şu son birkaç gündür. Belediye cenahında cevabı aranan soru, Erdoğan’ın Melih Gökçek’ten neden vazgeçtiği?

- Başkent’te konuyla ilgili kimle konuştuysam, 2019’da aday gösterilmeyeceği kesinleşse de Gökçek’in istifa etmeyip son güne kadar koltuğunda kalmayı tercih edeceği noktasında hemfikir. İstifanın, bir suçu ya da kusuru olduğu şeklinde algılanacağını söylüyor herkes.

- Tabii bu durumun tek istisnası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Melih Gökçek ile bizzat görüşüp istifasını doğrudan istemesi. İşte bu gelişme yaşanırsa, Gökçek’in o zaman görevi bırakmaktan başka seçeneği kalmayacağı belirtiliyor.

Haber Fedai
Etiketler : erdoğan, akp, melih gökçek, ankara,

Erdoğan’dan 'istifa' tartışmasıyla ilgili flaş mesajlar...
05 Ekim 2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran'dan dönüşte uçakta gündeme dair çok önemli açıklamalar yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "Yerel yönetimler ve teşkilatlar konusunda geçtiğimiz günlerde, “İstifalar yok ama olmayacak anlamına gelmez” dediniz. Belli bir rutinle mi ilerleyecek istifalar?" sorusu yöneltildi. Önemli mesajlar veren Erdoğan "Bir makama getirilirken her şey iyi güzel, ama benim metal yorgunluğu olarak dediğim durumlarda makamı boşaltılmasının istenilmesi niye yadırganıyor? Kaldı ki istifa ya da görevden ayrılma, bu davada bir sorun olarak görülmemelidir. Nitekim, bir çok arkadaşımız daha önce bir çok görevlerini bırakmışlar, sonra başka görevler almışlardır. Ama dava olarak görmez de, hasbi değil hesabi davranırsan; ‘Benim şanım var şerefim var’ dersen, kusura bakma ama, partinin şerefi herkesin şerefinin şanının çok daha önündedir" diye konuştu.
Haber Fedai

"Melih Gökçek'in direnebileceğimi sanmıyorum; başına bin türlü haklı bela açılabilir"
05 Ekim 2017



"Kadir Topbaş böyle gitti, yakasında üstelik 'FETÖ’cü' etiketiyle"

Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifa edeceği iddialarına ilişkin olarak, "Direnebilecek mi, zerre sanmıyorum" ifadesini kullandı. "Gökçek'in başına bin türlü haklı bela açılabilir" diyen Bursalı, "Adam gider birazdan" diye konuştu.

Bursalı'nın Cumhuriyet'te "RTE kaybettiği yerel seçimleri yeniden kazanma operasyonunda" başlığıyla (5 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı bütün gücüyle 2019 Mart’ında yapılacak olan yerel seçimlere odaklandı. Yakın zamanda verdiği demeçte, İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi, seçimleri, iktidarı da kaybeder anlamında konuştu. Operasyonlarını görüyorsunuz. Neredeyse tüm belediye başkanlarını değiştirmeye girişti.

Şüphesiz bu resmen baskıdır, yasal değildir, halkın seçtiği belediye başkanlarının görevi hangi koşullarda bırakacağı yasalarda yazılıdır. Ama şüphesiz ki ülkemizde, yasaların – anayasanın üzerinde bir güç vardır ve bu mekanizma belediye başkanlarını da istifaya zorlamaktadır, açıkça ve resmen.

Görüş şöyle: “Ben seni aday gösterdim, o halde ben seni görevden alırım. Halkın oyu ise biçimsel olarak vardır, önemli değildir...”
Kadir Topbaş böyle gitti. Yakasında üstelik “FETÖ’cü” etiketiyle... Ankara’nınki direnebilecek mi, zerre sanmıyorum, başına bin türlü haklı bela açılabilir... Adam gider birazdan...

Kaybedilenleri geri almak

Konum belediye başkanlarının istifaya zorlanması değil.
RTE, bu belediyeleri kaybettiğinin farkında, şeklen başlarında AKP’liler var, ama bugün seçim olsa önemli belediyelerin büyük çoğunluğu, eğer Hayır Ruhu mekanizması işlerse, AKP’nin elinden kurtulacak... Büyük olasılıkla.
RTE Başkanlık Referandumunun sonuçlarına baktı ve seçimleri kaybettiğini gördü.
Aralarında İstanbul ve Ankara’nın da bulunduğu 17 büyükşehirde AKP kaybetti.
Tüm bu iller Türkiye’nin ekonomisinin, kültürünün kalbinin attığı yerler, atardamarları.
Bunlar yok, AKP iktidarı da yok. 2019 Kasım’ında yapılacak Başkanlık seçimi de, milletvekili seçimi de tehlikeye girer. Başkanlığı kaybetme olasılığı da tavana vurur.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı tüm ağırlığını yerel seçimlere veriyor ve belediyelere el atıyor.

Hepsi zan altında duruyor

Bu, referandumda kaybettiği ana belediyeleri yeniden geri alma operasyonudur.
Tutar mı?
Bu belediyeler başarısız mı? İstifaya zorlama kıstasları var mı, nedir?
Soyguncu mu, FETÖ’cü mü, yolsuz mu?
Hadi bunların hiçbiri değiller, o zaman başarısızlar...
Ama bunu da dile getirmiyorsunuz...
Belediyeleri istifaya zorlamak, AKP belediye başkanlarını tam bir şaibe, zan altına sokmak değil mi?
Adamların hayatlarını, sicillerini karartmıyor musunuz?
İktidar yanlılarına belediye olanaklarını, ihalelerini yeterince akıttılar... Bu açıdan, merkezle herhangi bir sorunları olduğunu düşünmeyelim.

Sadece vitrin cilası

İktidar, belediyeleri hiç boş bırakmadı, hemen hepsinde mutlaka bir “parti denetçisi” vardır. Büyükşehirlerde hatta esas kararı verici pozisyonunda bile duruyorlar denebilir. İstanbul’da Topbaş mı tüm kararları veriyordu?
Belediyelerinde bir başarısızlık, yolsuzluk vb. söz konusuysa, bundan doğrudan iktidar da sorumludur.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı, bir vitrin düzenlemesi yapıyor.
Hem de kendi itibarını ve yönetici kişiliğini bir üst noktaya tırmandırıyor: “Bak gördün mü, başarısız olanları nasıl tırpanlıyor, işte lider dediğin böyle olur, hepsini istifa ettirdi...”
Oysa ortada değişen ve değişecek bir şey yok. Sadece kamuoyuna bu tür söylemler enjekte ederek, törpülenmekte olan lider ve parti pozisyonu güçlendirme operasyonu seyrediyoruz..

Peki ‘Hayır Ruhu’ ne yapacak?

Cumhurbaşkanı tek karar verici olarak, yerel seçimleri bu tür parlatılmış operasyonlar sonucu kazanabileceğini planlıyor...
Şüphesiz bunun arkasını da getirecektir.
Hiç olmazsa RTE’nin yerel seçimlere yönelik programını az çok görmeye başladık. Hedefe odaklanmış ve yürüyor.
Peki, Hayır Cephesi ve Ruhu ne durumda? Bunun bileşenleri türlü çeşitli özverilerde bulunmaya, “ben” değil, “biz” olmaya, bir program ortaya koymaya, farklı kentlerde farklı – ince politikalar izlemeye vb hazır mı?

T24
ETİKETLER
melih gökçek haber açıklama direnme bela

"Reislerinin gözünden düştükleri için koltuklarını yitiren zavallılar, bunu okuyup ağlar artık"
05 Ekim 2017



"AKP’ye artık parti falan denmez"

Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın metal yorgunluk açıklaması sonrası belediye başkanlarının istifalarına yönelik olarak, "Reislerinin gözünden düştükleri için koltuklarını yitiren zavallılar okurokur ağlar artık" dedi. Mumcu, "AKP’ye artık parti falan denmez. AKP Sayın Erdoğan’ın iradesini yerine getirmekle görevli bir otomattır" ifadesini kullandı.

Mumcu'nun Cumhuriyet'te "Koltuklar giderken" başlığıyla (5 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Sovyetler Birliği döneminde Batılı gözlemciler ülkedeki siyasi gelişmeleri anlamak için özel teknikler geliştirmişti. Böylelikle adına Kremlinoloji denen bir dal doğmuştu. Bir toplantıda duvara asılı bir fotoğrafın kaldırılması, askeri törenlerde protokol sıralamasındaki değişiklikler, gazetelerde haberlerin veriliş şekli, resmi açıklamalardaki satır araları didik didik ediliyordu. Kremlin kapalı bir kutuydu. İktidar cephesinde ne olup bittiğini anlamak için en ufak ipucunun bile peşine düşülmekteydi.
Bugün Kremlinoloji kapalı toplumları anlamak için hâlâ başvurulan bir araç. Memleketimizde de bu dala özgü tekniklere başvuruyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın istifasıyla başlayan dalga Düzce Belediye Başkanı’nın istifasıyla devam etti. Sırada Ankara, Bursa, Balıkesir, Bolu, Gaziantep’in olduğu iddiaları dolaşıyor.

Sayın Erdoğan’ın Melih Gökçek’in istifa edeceği iddialarına verdiği yanıt Ankara’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez belediye başkanının zorda olduğunu gösteriyor: “Şu anda böyle bir şey yok. Ama bundan sonra da olmayacağı anlamına kesinlikle gelmez. Çünkü bir değişimi dönüşümü biz seçime kadar yaşıyoruz, yaşayacağız ve o metal yorgunluğu dediğim konu, tüm bunları kapsayan bir konuydu.”
Melih Gökçek’in olan biteni “fitne” diye değerlendirmesi de suyunun ısındığını gösteriyor. Geçmiş tecrübelerden iktidar çevreleri ne zaman fitneden bahsetse çatışma ve ayrılığın eli kulağında olduğunu biliyoruz. Cemaatle ilk kavga emareleri belirdiğinde hem cemaat hem de iktidar çevrelerinin nasıl “aramızda fitne çıkaramazsınız” diye canhıraş bir şekilde kendilerini paraladıklarını hatırlamak kâfi.
Kim istifa edecek, kim etmeyecek bilemem. Çok da umurumda değil. Hayat hangi AKP’li belediye başkanının koltuğunu koruyacağını, hangisinin “reis”in gözünden düştüğünü merak etmekle geçirilmeyecek kadar kısa ve güzel.
Aklımı meşgul eden ve memleketimiz için üzülmeme yol açan kamu idaresinin tamamen tek bir kişinin iradesine bağlanması. Başbakanla mı ters düştü, adamcağız ortadan kayboluveriyor. Makamındayken kendini dilediği kadar büyük kudret sahibi zannetsin, İçişleri Bakanı bir anda unutuluveriyor. Sayın Erdoğan kayyım atama işini çok sevmiş olsa gerek, kendi partisinde de sürekli birilerini gönderip yerlerine başkalarını kayyım atıyor.
Oysa o çok sevimli AKP programı “Parti içi demokrasi, bireyin ve azınlık görüşsahiplerinin hukuki ve demokratik yarışma hakları sağlanarak geliştirilecektir”demekle yetinmemiş “partimiz sadece kendi içinde değil, parlamento ve toplum içinde de kolektif iradenin tekil iradelerin yerini almasını sağlayacaktır” diye de eklemişti.
Yani bırakalım çoğulcu özgürlükçü demokrasinin temel kurallarını, kendi partiprogramını da senelerdir çiğneyip ezen bir parti söz konusu.
İki ihtimal var. Ya AKP’nin başından beri gizli bir ajandası vardı ve demokrasiye asla inanmamıştı ya da zamanla tek bir kişinin komutasına girerek bir parti kimliğini yitirerek amorf bir yapıya dönüştü.
Her iki durum da memleketimiz için acıklıdır.
Yazıya AKP programından bir bölümle devam etmek yerinde olacak: “Çoğunluğun oyunu alanlar iktidara gelir, tüm ülkenin ya da yerel yönetimlerin sorumluluğunu üstlenirler. Ancak yarışı kazanmak ve iktidara gelmek çoğunluğun iradesini mutlaklaştırmaz...”
Bunu da reislerinin gözünden düştükleri için koltuklarını yitiren zavallılar okurokur ağlar artık. Özetle, AKP’ye artık parti falan denmez. AKP Sayın Erdoğan’ın iradesini yerine getirmekle görevli bir otomattır.

T24
ETİKETLER
özgür mumcu haber açıklama erdoğan koltuk zavallı

"Bülent Arınç'ın konuşma zamanı geldi"
05 Ekim 2017



Arınç, "Gökçek ile ilgili 100 konuyu 8 Haziran’dan itibaren ömrüm vefa ederse konuşmak isterim" demişti

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "metal yorgunuğu" açıklaması sonrası istifa eden belediye başkanlarının ardından gözler Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifa edip etmeyeceğine çevrildi. Cumhuriyet yazarı Ayşe Yıldırım, Gökçek'in arasının bozuk olduğu eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç'ın "konuşma zamanı geldi" dedi.

Cumhuriyet'te Ayşe Yıldırım'ın "AKP ‘Omerta’ ile ellerini yıkıyor" başlığıyla (5 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Erdoğan ‘metal yorgunluğu’ dedi ve il yöneticileri tek tek istifa etmeye başladı. Partiye bir heyecan ve yenilik ambalajı gibi sunulan ‘metal’ değişikliği sonra belediye başkanlarına sıçradı.
İlk isim en riskli illerden birinin başındaydı. Kadir Topbaş, uzun uzun istifasını anlattı ama gerekçesini bir türlü söylemedi.
Kulisleri harekete geçirmeye yeterliydi bu istifa. Öyle de oldu. Kaç gündür sırada hangi belediye başkanları var diye konuşuluyor. Erdoğan ve AKP yöneticileri de artık ayyuka çıkan bu söylentileri yalanlamıyor.

En çok tartışılan isim ise Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek. Gökçek, ‘fitne’ demekle yetinse de kendisinden beklenmeyecek bir suskunluk içinde. Arka planda pazarlıklardan söz ediliyor. Bir başka belediye başkanının “Ben istifa etmem, siz alın” diye direndiği yazılıyor.
Artık Bülent Arınç’ın konuşma zamanı geldi.
7 Haziran yerel seçimleri öncesi kendisini ‘paralel yapıdan talimat almakla’ ve ‘kızı ve damadını fanatik paralelci’ olmakla suçlayan Melih Gökçek’e çok sert bir yanıt vermişti Bülent Arınç.
“Gökçek ile ilgili 100 konuyu 8 Haziran’dan itibaren ömrüm vefa ederse konuşmak isterim.
Ama o gün gelinceye kadar hükümetimi yıpratacak, AK Parti’yi yıpratacak bir sözün, bir işin içinde olmam.
Biz kimin, nerede havlayacağını, hangi işler çevireceğini biliriz.
Belediye başkanlığı adaylığında ve seçimlerde oy isterken bu yapınınkucağında oturmuştur. Bu yapıya Ankara’yı parsel parsel satmıştır. Yurt yerleri vermiştir, zengin işadamlarına okullar yaptırmıştır. İmar planlarındadeğişiklikler yaptırmıştır. Şunları yaptırmıştır, bunları yaptırmıştır.”
O 8 Haziran’ın üstünden iki 8 Haziran daha geçti ama Bülent Arınç, o 100 konuyu hiç konuşmadı. Melih Gökçek, “Cemaate hayır işi için diye verdiğim yerler nedeniyle pişmanım” dedi ve konu kapandı.
Şimdi Gökçek dahil birçok ismin istifalarını bize ‘metal yorgunluğu’ diye yutturmaya çalışacaklar.
Seçimle gelmiş bir insan görev süresi dolmadan istifa ediyorsa bunun nedeni ya da nedenlerinin çok ciddi olması gerekir. Eğer başka bir partiye geçmiyorsa ciddi bir sağlık sorunu, parti yönetimiyle ciddi bir anlaşmazlık, başarısızlık... Yolsuzluk ya da başka bir suça bulaşmış olmak…
Oysa AKP’lilerin istifalarının ardından bunların hiçbirini duymuyoruz.
Peki ne yapmaya çalışıyor Erdoğan? Ve bunu yaparken bizi nasıl uyutmaya çalışıyor?
Malum AKP daha doğrusu Erdoğan için çok kritik bir dönem; 2019 başkanlık seçimi. Varlık ve yokluk seçimi. Kamuoyu anketleri de gösteriyor ki başarı şansı düşük. Onun için bir kahramanlık hikâyesine ihtiyacı vardı. Çok arandı ama henüz bir türlü o hikâye bulunamadı.
Şimdi Türkiye’ye AKP’yi ‘yeni’ ve ‘temiz’ bir parti olarak yutturmanın peşindeler.
“Bakın biz en yakınımızdaki insanlardan bile vazgeçtik. En ufak bir şaibeyedahi müsamaha göstermedik” palavrasının hazırlıkları bunlar.
“Yolsuzluk mu, cemaatle iş birliği mi? Hepsiyle yollarımızı ayırdık. Arkadaşlarımız kenara çekildi” diyecekler. Ve o arkadaşlar tıpkı Düzce Belediye Başkanı gibi “Beni ve partimi yıpratmak için her türlü yalan, dedikodu ve iftiraları üretmekle meşgul oldular. Şahsım ve yakınlarımla ilgili yürütülen bu çirkin kampanyanın partime ve kutsal davamıza daha fazla zarar vermemesi için…” deyip istifalarını sunacaklar. Ve susacaklar…
Çünkü yargı önüne çıkmak filan olmayacak. Garantiyi Erdoğan, hepimizin gözü önünde verdi:
“Ayak uyduramıyor mu, kenara koyacağız. Affedersiniz yolsuzluğa bulaşan mı var, kenara koyacağız.”
Şimdi ‘FETÖ’ ya da yolsuzluk… Hakkındaki şaibeler ayyuka çıkmış isimleri ‘kenara koyacak’, onlar üzerinden ellerini yıkayıp ‘yeni’ ve ‘temiz’ bir partiymiş gibi seçime, muhtemelen de bir baskın seçime gidecekler.
Yani bize mafyanın suskunluk yasası ‘omerta’yı yedirmeye çalışacaklar.
Plan bu, yerseniz…

T24
ETİKETLER
melih gökçek haber açıklama bülent arınç konuşma

Etek giydirip kendi bacağına ateş ettirdiler!
05 Ekim 2017



Yeraltı dünyasının cezaevinde bulunan isimlerinden birinin adamı olduğu ileri sürülen bir genç, 'ihanet' sebebi öne sürülerek, 2 kişi tarafından darp edildi. Etek giydirilen kişiden daha sonra silahla kendi bacağına ateş etmesi de istendi.

Hürriyet'in haberine göre, görüntülerde adının T.Z. olduğu belirtilen kişiye önce pembe etek giydiriliyor. Silah zoruyla “Yediğim ekmeğe şerefsizlik yaptım” dedirtilen adam daha sonra bacağına ateş etmeye zorlanıyor. Kendisini vuran adam bir otomobile bindiriliyor.

Sosyal medyada, darp edilen kişinin Alaattin Çakıcı'nın sosyal medya hesaplarını yöneten Turgay Zaim olduğu iddia edildi.

T24
ETİKETLER
mafya ayağına ateş ettirdiler

Adnan Polat'tan gayrimenkulde kriz açıklaması: Çok büyük kaos olabilir
5 Ekim 2017



İnşaat firmalarının ciddi nakit sıkıntısı yaşadığını belirten Polat Holding Başkanı Adnan Polat, “Bankalar kredileri sıkıyor. Önlem alınmazsa çok büyük kaos olabilir” dedi

İnşaat firmalarının ciddi nakit sıkıntısı yaşadığını belirten Polat Holding Başkanı Adnan Polat, “Bankalar kredileri sıkıyor. Önlem alınmazsa çok büyük kaos olabilir” dedi
Türk gayrimenkul sektörünü çok ciddi bir tehlikenin beklediğini söyleyen Polat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Polat, “2016 yılından bu yana başımıza bir taş yağmadığı kaldı. Her dakika olumsuz bir gelişme olması insanları güvensizliğe itiyor. İnsanlar döviz ve mevduat yatırımlarıyla vedalaşamıyor” dedi.
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği'nin (GYODER) Erzurum'da düzenlediği Gelişen Kentler Zirvesi'nde konuşan Adnan Polat, son 6 ayda gayrimenkul satışlarının özellikle büyükşehirlerde erozyona uğradığına dikkat çekti.

2018'DE SIKINTI HİSSEDİLECEK

Adnan Polat, “Firmaların nakit akışında çok ciddi sıkıntılar var. Bankalar kredileri sıkıyor. Eğer buna bir tedbir alınmazsa önümüzde çok büyük kaos olabilir. Firmaların yaptığı dev projeler yarım kalabilir” dedi. Gayrimenkul sektörünün 200 alt sektörü etkilediğini hatırlatan Polat, “Mevcut durum devam ederse 2018 yılının ortalarına doğru mevcut sıkıntı daha fazla hissedilecek” diye konuştu.
Ülkedeki 20 milyon konutun yarısının yıkılıp yeniden yapılması gerektiğini ifade eden Adnan Polat, “Binaların çoğu deniz kumundan yapıldı. Bu binalar belirli bir zaman sonra bir hapşırmayla yıkılacak hale geliyor” şeklinde konuştu.

DÖNÜŞÜM BÖYLE GİTMEZ

Kentsel dönüşüm çalışmalarında devlet otoritesinin devreye girmesi gerektiğini söyleyen Polat, “100 bin metrekarelik inşaat hakkı olan bir yere özel sektör girdiği zaman bu rakamın 200 bine çıkması gerekiyor ki firmalar para kazansın. Ancak o zaman da nüfus ve bina yoğunluğu artıyor. Bu sağlıklı bir dönüşüm değil” dedi.

Devletin yeni bir model ve finansman süreciyle dönüşümü yeniden ele alması gerektiğini kaydeden Polat, “Bu şekilde dönüşümün hızlı gitmesi mümkün değil. Devletin kendisinin gecekonduları dönüştürmesi ve sembolik rakamlarla sahiplerine vermesi lazım” açıklaması yaptı. Yatırımcı ve hak sahipleri içerisinde kentsel dönüşümü ciddi biçimde suistimal edenlerin olduğunu belirten Polat, kanuni yaptırımların devreye girmesi gerektiğini ifade etti.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Adnan Polat Polat Holding Başkanı Adnan Polat inşaat

Ünlü şefin İstanbul'daki restoranı iflas etti
5 Ekim 2017



Dünyaca ünlü İngiliz şefine ait Zorlu Center İstanbul’da bulunan ünlü marka restoranı iflas etti.

Dünyaca ünlü İngiliz şef Jamie Oliver’ın Zorlu Center İstanbul’da bulunan "Jamie’s Italian" marka restoranı iflas etti. İflas kararı ile birlikte gözde mekân 10 gün önce kapatıldı. Ünlü markanın İstanbul’daki şubesinin ortakları arasında, Turizm Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği Başkanı Kaya Demirer ve Sezen Aksu’nun kardeşi Nihat Yıldırım bulunuyor. Konu ile ilgili ulaştığımız Kaya Demirer, bu aşamada bir açıklama yapmayacağını kaydetti. Dünya genelinde 40'ı aşkın şubesi bulunan ünlü markanın kurucusu Jamie Oliver, İngiltere Kraliçesinin aşçısı olarak da biliniyor.

"Çıplak Şef" lakaplı Jamie Oliver, 32. restoranını 2013 yılı sonunda İstanbul’da açmıştı. Restoranın açılmasına önayak olan isimler, yeme-içme sektörünün önemli isimlerinden Kaya Demirer ile birlikte, M. Nihat Yıldırım ve Cem Uşaklı oldu. Jamie Oliver’ın İstanbul’daki restoranı için, açıldıktan bir yıl kadar sonra mahkemeye başvurulmuştu. Restoranın bağlı olduğu İtalyan Lezzetleri Yiyecek ve İçecek İşletmeleri San. ve Tic. A.Ş. için İstanbul Ticaret Mahkemesi’ne yapılan başvuruda, şirketin borca batık olduğuna işaret edilerek iflas erteleme talep edilmişti.

21 EYLÜL'DE İFLAS KARARI

Şirketin dava dosyası sürerken, ünlü restoran da hizmet vermeye devam etti. Ancak geçen 21 Eylül’de görülen duruşmada, mahkeme, şirket hakkında iflas kararı verdi. Bu karar ile birlikte şirketin tasfiyesi için dosya İstanbul 3. İflas Dairesi’ne gönderildi.

ÜNLÜ MEKÂN KAPATILDI

Öte yandan verilen karara karşı temyiz başvurusunda bulunulduğu öğrenildi. Mahkemede çıkan iflas kararı ile birlikte, Zorlu Center İstanbul’da bulunan Jamie’s Italian ise 10 gün kadar önce kapatıldı.

Konu ile ilgili görüşlerini almak üzere ulaştığımız İtalyan Lezzetleri A.Ş.'nin büyük hissedarı Kaya Demirer, kararın temyiz edildiğini belirterek bu aşamada daha fazla konuşmak istemediğini belirtti.

İMPARATORLUĞUN ŞEREF ÜYESİ

42 yaşındaki Jamie Oliver'ın, Jamie’s Italian markası ile kurduğu restoran zinciri 40 şubeye ulaştı. Oliver, Haziran 2003'te İngiltere Kraliçesinin doğum gününde gösterdiği misafirperverlik ve hizmetlerden dolayı İmparatorluğunun şeref üyesi unvanı ile ödüllendirilmişti.

(Dinçer Gökçe/Hürriyet)
Etiketler:
Dünyaca ünlü İngiliz şef Jamie Oliver Zorlu Center İstanbul Jamies Italian Kaya Demirer Sezen Aksunun kardeşi Nihat Yıldırım İtalyan Lezzetleri Yiyecek ve İçecek İşletmeleri San. ve Tic. AŞ

Melih Gökçek sosyal medyada alay konusu oldu: #DirenMelih
05-10-2017



İstifa iddiaları iyice ayyuka çıkan Melih Gökçek sosyal medyada alay konusu oldu.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifa edeceğine ilişkin iddialar günden güne artıyor.

İran ziyaretinden dönen Erdoğan’ın "Bir makama getirilirken iyi güzel de, benim metal yorgunluğu olarak tanımladığım durumlarda makamı boşaltmasının istenmesi niye yadırganıyor? 'Benim şanım, şerefim var' dersen kusura bakma ama partinin şerefi, herkesin şerefinin şanının çok daha önündedir" sözleri iddiaları daha da güçlendirdi.

Sosyal medyada ise #DirenMelih etiketi gündemde ilk sıraya yükseldi.













İleri Haber

Melih Gökçek'i tanıyorsam...
Murat İDE
06 Ekim 2017



İki yıl önceydi.. Ankara'da bir dostumun evinde akşam yemeğindeydik..

Havadan sudan sohbetin gelip dayanacağı yer belliydi, siyaset ve memleket..

Öyle de oldu.. Tabii Ankara'da siyaset konuşulunca mevzunun Melih Gökçek'e dayanmaması mümkün mü?Kimin nereden girdiğini hatırlamadığım sohbette, bir misafir şöyle dedi:-Murat Bey, Melih, Çin'e gitmeyecekti, değil mi? O seyahatlerde bir gariplik var..

Bunu söyleyen kişi, sözünü tamamlamadan lavaboya gitti.. Dönüşünde de çok üzerinde durulmadı.. Ama ben "Ne varmış ki Çin'de?" diye sorduğumu hatırlıyorum..
Konu fazla uzamadı.. Çin'den bahis açılınca, o sırada aklıma geldi, Ankara Temsilcisi olduğum dönemde, bir gün Melih Bey aradı:-Eskişehir ve havaalanı yolu için Çin'de bazı ürünler bakacağım.. Bu seyahatime katılabilir misin?Cumhuriyet mitinglerinin yayınları vardı o dönemde, mümkün olmadı..

O sohbetin sabahında İstanbul yolundayken telefonum çaldı.. Açar açmaz tanıdım sesi:-Murat kardeşim nasılsın?

Telefondaki Melih Gökçek'ti.. "Sayın Başkan beni arar mıydınız?" deyince, sesi tanımamı espri konusu yaptı ve konuya girdi:-Murat, bilirsin ben 'Ön almayı' severim.. Dün gece bir sohbette, 'Melih Çin'e gitmeyecekti' demişsin.. Hani yanlış bir bilgi varsa düzelteyim, kafa karışmasın dedim..

Şaşırdım tabii.. Melih Bey'in kulağının delik olduğunu bilirim ama bir dost sohbetinden gıybet süzebileceği hiç aklıma gelmezdi..

Önce güldüm ve devam ettim:-Sayın Başkan, hikayede bir gariplik var.. Ben hiçbir şartta sizden 'Melih' diye söz etmem.. Bu bir.. İkincisi, oradaki üç cümlelik sohbet size ulaştırıldıysa, bunu söylemek farz oldu.. Size taşıyan kimse, o cümleyi de o kurdu..

Melih Bey, zaten inanmadığını, Çin'le ilgili herhangi bir sorun da olmadığını söyledi.. Ama karşısında bir gazeteci vardı.. Doğal olarak sordum:-Başkan, bir gazeteciyi arama ihtiyacı hissediyorsanız, o Çin'de ne oldu? Tabii Melih Bey gülüp geçti.. Ama gazeteci merakım dürttü, araştırıp soruşturdum.. Bazı fısıltıların ötesine geçemedim.. Zaten gıybetimsi mevzunun kaydığı alan da beni ilgilendirmiyordu..

***

Peki bunu niye anlattım?Malumunuz bu aralar Melih Gökçek'in istifası istendi mi istenecek mi, edecek mi etmeyecek mi soruları havada uçuşuyor..

İstanbul gibi, Ankara'nın üç katı bir kentin başkanı ile ilgili mevzu sabah başlayıp akşam bittiyse.. Ve Ankara mevzusu Tayyip Erdoğan'ın örtülü mesajına rağmen hâlâ sakız gibi uzuyorsa, bunun bir nedeni vardır..

Şudur ya da budur diyemem.. Bu örnekten hareketle derim ki, Melih Gökçek'i yabana atmayın..

Ankara'da sıradan bir evdeki sohbetin sabah ulaştığı bir Melih Gökçek'ten bahsediyoruz.. O sıradan evdeki sohbeti 24 saat geçmeden duyup "ön alabilen" bir Melih Gökçek'i istifaya zorlamak kolay iş değil.. Zira, kim bilir, hangi mekanlardaki hangi konuşmalardan, pazarlıklardan, organizasyonlardan haberdardır.. Ve bunlar bir siyasetçinin bagajındaki en kıymetli silahlar..

Ben silahların henüz çekilmediği kanaatindeyim.. Çekilse, ilk mermiden sonra Türkiye'de yer yerinden oynar, eminim..

Hatırlayın Bülent Arınç'ın sözlerini; "Ankara'yı parsel parsel sattı.."Kime? Cemaate.. İddia buydu.. Dolayısıyla, Erdoğan'ın, varsa bir kararı, "Metal yorgunluğu" ile perdeleyip, bu iş birliğinin biletini kesecektir..

Ama mevzu bu kadar uzadıysa, tekraren belirtmek isterim ki, ortada ya bir diş geçirememe ya da bir pazarlık var..

Pazarlık, 23 yıllık başkanlık döneminin ameliyat masasına alınmayacağına dair garanti olabilir.. Diş geçirememe de Melih Bey'in "Bagajındaki" malzemeler olabilir..

Zamanla sonucu göreceğiz.. Ama 15 milyonluk İstanbul'da bir günde biten işin, 4 milyonluk Ankara'da uzadıkça uzaması bana dedirtiyor ki:-Çekirdekleri hazırlayın.. Bu dizi tutar..

***

İhlas ve Melih Gökçek..

***

Geçtiğimiz günlerde sürpriz bir fotoğraf vardı medyada.. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yıllardır mesafeli olduğu İhlas Grubu'nun üst düzey yöneticilerini kabul etmişti.. İhlas'ın kalemleri o gün bugündür pek mutlu..

Ancak herkes fotoğraftaki bir ayrıntıyı, daha doğru bir ifadeyle, önemli bir eksiği atlıyor.. Ve o eksik bize aslında bambaşka bir şey anlatıyor..

İhlas Grubu'nun yayın organlarının Ankara'da birer temsilcisi var.. Ama hepsinin üzerinde yıllardır bir de 'Grup Temsilcisi' var; Nuri Elibol..

Emekli bir asker olan Elibol'u, TGRT'de yaptığı ve her bir şey söyleme ihtiyacı hissettiğinde Melih Gökçek'in konuk olduğu programlarından hatırlarsınız..

Gazeteciliğin yanında, onlarca katlı inşaat işlerine girip, büyük bir şirkete sahip olan (oğlu üzerinden) Nuri Elibol, o yayınlarda bir gazeteci mi, Melih Gökçek'in basın danışmanı mı anlamak zordu..

Ve Devlet Bey'i ziyarette, teamüllere aykırı bir şekilde, Grup Başkanı Nuri Elibol yoktu..

Peki neden? Melih Bey ile yakınlığından dolayı, kurmaylar Devlet Bey'le fotoğraf vermesini uygun mu bulmadı acaba..

Ama Melih Bey'in oğlu Osman Gökçek'le bile fotoğraf veren Devlet Bey, Elibol ile fotoğraf vermekte niye sakınca görsün ki?

Sebep belli.. Nuri Elibol önce Cumhurbaşkanı'nın uçağından, sonra da İhlas Grubu'ndan gönderildi.. Hem de o ziyaretin yapıldığı gün.. Patron Mücahid Ören, Ankara'daki bir kurmayından aldığı bilginin ardından "Ön aldı.."Yazının başında not düştüm.. Melih Gökçek'in bana söylediği söz "Ön alma"ydı.. Belli ki, "Gökçek gidecek, Elibol grubumuz için sıkıntı olur" tüyosunun ardından, bu kez, İhlas'ın patronu "Ön aldı.."Ee mevzu bu noktalara kadar tırmandıysa ve Ankara'dan hâlâ bir 'Ayrılık' haberi gelmiyorsa, söyler misiniz bana, "Ya diş geçirilemiyor ya da bir pazarlık var" demekte haksız mıyım?

Kaynak: Yeni Çağ

Kulis: Erdoğan’la görüşen Gökçek mart ayına kadar süre istedi
06/10/2017



Hürriyet’in Ankara kulislerine yakın yazarı Deniz Zeyrek, istifasının istendiği iddia edilen Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in mart ayına kadar süre istediğini öne sürdü.

Partideki ‘metal yorgunluğu’na işaret eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bazı belediye başkanlarından istifa istediği iddia edilmişti.

İstifayla anılan belediye başkanlarının neredeyse hepsi iddiaları kesin dille yalanlarken, Gökçek ne yalanlamış ne de doğrulamıştı.

Gökçek’in istifası sorulan Erdoğan’ın “Şu an yok, olmayacak anlamına gelmez” demesi tartışmaları alevlendirmişti.

Son olarak Erdoğan’la Gökçek dün akşam ‘Ak Saray’da görüşmüştü. Herkes istifa konusunun konuşulduğunu düşünürken Gökçek bir müze projesini anlattığını söylemişti.

‘Belki de o tarihlerde bir seçim olacağına inanıyor’

Zeyrek bugünkü köşesinde, AKP kulislerinde, Gökçek’in Mart 2018’e kadar süre istediğinin konuşulduğunu yazdı.

Hürriyet yazarı şöyle devam etti: “Belki de o tarihlerde bir seçim olacağına inanıyor. Ancak partinin yönetim kadroları, kendisine o kadar süre verilmeyeceğini, yeni yıldan önce bu işin biteceğini düşünüyor. Gökçek, eğer istifası istenmişse ya da istenecekse, bu karara uymadığında, Erdoğan ile pazarlığa girişmeye çalıştığında yaşanabilecekleri bilecek kadar deneyimli bir siyasetçi. Bu yüzden Erdoğan’la karşı karşıya geleceği bir yolu seçmeyeceğinden hemen herkes emin. Partililer, Gökçek’in belediye meclisinde yapılacak bir oylama ile ya da genç bir mülkiye müfettişinin raporuyla bırakmayı göze almayacağı o nedenle istifa edeceği görüşünde.”

‘Erdoğan’ın geri adım atması düşük bir ihtimal’

Gökçek’in yakın çevresinin Erdoğan’ın Gökçek’in yerinde kalması için kapıyı ‘aralık’ bıraktığını konuştuğunu aktaran Zeyrek, yazısını şöyle bitirdi: “Gökçek’in kapı tam kapanıncaya dek içeride kalmak ve pazarlık pozisyonuna girmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ikna etmek için çaba göstereceğini de vurguluyor. Ancak, yine partililere bakılırsa, Erdoğan’ın Gökçek konusunda geri adım atması düşük bir ihtimal.”

Diken

Ahmet Sever: Türkiye artık dış şantajlara açık hâle geldi
06 Ekim 2017

Türkiye çok ama çok vahim bir süreçten geçiyor...
Fırtınalı sularda pusulasını kaybetmiş bir gemi gibi bir o yana bir bu yana savrulup duruyor...
Ehliyetsiz ve liyakatsız insanların elinde devlet çöküyor...
Yargı çürümüş durumda...
Hakim ve savcılar - hâlâ dürüst kalmaya çalışanları tenzih ederim - artık Saray'ın talimatları doğrultusunda hareket ediyor...
Tutarlı, etkili ve saygın bir dış politikadan eser kalmadı...
Önüne gelen kandırıyor ve aldatıyor...
Ekonomide alarm zilleri çalıyor...
Mehmet Şimşek bile gelinen durumun ciddiyetini, "Ya dış borç ya da vergi" diyerek itiraf etmek zorunda kaldı...
Cezaevleri tıka basa doldu...
Medyanın üzerine karabasan gibi çökülmüş durumda...
Adalet, vicdan, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü çoktan rafa kalkmış durumda...
Hükümet kanadında her kafadan ayrı bir ses çıkıyor...
Ama onların ne söylediğinin hiçbir önemi yok...
Son tahlilde neyin ne olacağına "Tek adam" karar veriyor...
O söylüyor, hemen herkes hizaya giriyor...
Yüzde yüz itaat ve biat...
AKP ve hükümet, bürokrasi, yandaş medya "Tek adam"ın ağzının içine bakıyor...
Herkes aklını, fikrini bir kişiye emanet etti...
Hiçbir denge, fren yok...
Bundan sonraki asıl tehlike şu:
Türkiye dış şantajlara açık hâle geldi...
Tek adamı kandırdığınızda tüm Türkiye'yi kandırmış oluyorsunuz...
Ya da tek adam üzerinden Türkiye'ye istediğinizi yaptırtma imkanı ne yazık ki doğmuş durumda...
Bunu engelleyecek güç ve denge unsuru kalmamış gibi...
Dış güçler - herkes olabilir- tek adamın gizli kalmış bir yanlışını, açığını veya zaafını yakaladığı anda, bunu kullanarak şantaj yoluyla istediğini yaptırtmaya kalkarsa ne olacak?
Bugünkü koşullarda bunun önüne kim geçebilir?
80 milyonluk bir ülkenin kaderinin bir kişiye teslim edilmesinin sonuçlarına bir de bu açıdan bakmak gerekiyor...

T24
ETİKETLER
ahmet sever abdullah gül türkiye akp cumhurbaşkanı tayyip erdoğan

Borçları sebebiyle 17 yaşında intihar etti
07.10.2017

İzmir'in Ödemiş ilçesinde borçları nedeniyle bunalıma giren 17 yaşındaki Caner Taşpınar, kendini asarak intihar etti.

İntihar akşam saatlerinde İzmir'in Ödemiş ilçesinde bağlı Hürriyet Mahallesi 1618 Sokak'taki polis lojmanlarında meydana geldi.

Annesi ile yaşayan ve borçları nedeniyle bunalımda olduğu iddia edilen Caner Taşpınar, evde kimsenin olmadığı sırada odasında kendini asarak intihar etti.

Eve gelen annesi 17 yaşındaki çocuğunun cansız bedeni ile karşılaştı. İhbar üzerine eve gelen sağlık ekipleri Taşpınar'ın hayatını kaybettiğini belirledi.
Sputnik

İzmir'de 23 yaşındaki öğretmen adayı 'Umudumu kaybettim' diyerek intihar etti
13.08.2017

Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümü mezunu 23 yaşındaki İsa Erdoğan, sosyal medya hesabından "Umudumu kaybettim. Kendi irademle aranızdan ayrılıyorum" notunu paylaşarak hayatına son verdi.

Olay, geçen çarşamba günü akşam saatlerinde meydana geldi. Sosyal Bilgiler Öğretmenliği mezunu olan ve ücretli öğretmenlik yapan İsa Erdoğan, iddiaya göre atanamadığı için bunalıma girdi. İsa Erdoğan, evinde yalnız olduğu sırada kendini astı. Yakınları tarafından asılı bulunan İsa Erdoğan'ın cansız bedeni savcının incelemesinin ardından otopsi için İzmir Adli Tıp Kurumu'na kaldırıldı.

'BU PARADOKSU KIRAMADIM'

İsa Erdoğan'ın sosyal medya hesabından intihar etmeden, 'Öncelikle hepinizden ailemden arkadaşlarımdan yakın dostlarımdan, böyle bir üzücü durumu yaşattığım için özür diliyorum. Üzgünüm. Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım. Başka bir sebep aramanıza gerek yok. Kendi irademle, kararımla aranızdan ayrılıyorum. Bu not yayınladıktan hemen sonra hayatımı sonlandırıyorum. Vasiyet: Tüm organlarımı ve dokularımı bağışlıyorum. Ailemin rızası alınarak. En önemlisi Erzincan'a defnedilmek istiyorum' yazdığı ortaya çıktı.

Sputnik

'ABD Erdoğan'ın ortadan kaldırılması için elinden gelen her şeyi yapacak'
07.10.2017



Rus siyaset uzmanı Yevgeni Tarlo, "ABD, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ortadan kaldırılması için elinden gelen her şeyi yapacak" dedi.

Rusya Parlamentosu’nun üst kanadı Federasyon Konseyi’nin eski üyesi ve ünlü siyasi uzman Yevgeni Tarlo, ABD’nin Türkiye’nin bağımsız politikalarından rahatsız olduğunu belirterek, “ABD, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ortadan kaldırılması için elinden gelen her şeyi yapacak” iddiada bulundu.
Kafkassam’ın haberine göre, Rus devlet kanalı 1.Kanal’da canlı yayın programında konuşan Tarlo şu ifadeleri kullandı: “Batı’nın Rusya ve Türkiye’ye yönelik politikaları Moskova ve Ankara’yı birleştirdi. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminde Amerikan izi vardı. Amerika’nın her zaman böyle olaylarda doğrudan bir bağlantısı bulunmakta. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iktidar olduğu sürece Washington’un o bölgede 'sorunları' olacak. Dolayısıyla ABD Erdoğan’ın ortadan kaldırılması için elinden gelen her şeyi yapıacak. Erdoğan’a karşı protesto eylemleri, Ukrayna’daki benzer Meydan gösterileri, ekonomik yaptırımlar ve başka baskılar bekleniyor. Bu arada ABD’nin bölgede Kürdistan projesi de Türkiye’yi hedef alıyor.”
Sputnik

Evi terk eden eşi ve ailesini öldürüp canlı yayında intihar etti
07 Ekim 2017

Sıddık Gököz, Yozgat'ta evi terk eden eşi Özlem Gököz'ü ve Özlem Gököz'ün anne babasını tüfekle öldürdü. Daha sonra canlı yayın yapıp intihar etti.
Yozgat Aydıncık İlçesi Dereçiftlik Köyü'nde 24 yaşındaki Sıddık Gököz, ayrı yaşadığı eşi Özlem Gököz ile kayınpederi İsmail ve kayınvalidesi Zeynep Özçay'ı av tüfegiyle öldürdü. Katliamın ardından Facebook üzerinden canlı yayın yapıp, pişman olduğunu söyleyen Sıddık Gököz de arazide intihar ederek yaşamına son verdi.

Olay, ilçeye bağlı bağlı Dereçiftlik Köyü'nde meydana geldi. Özlem Gököz, bir süre önce geçimsizlik nedeniyle eşi Sıddık Gököz'ü terk edip, ailesinin evine yerleşti. 1.5 yaşındaki çocuğunu kendisine göstermediklerini iddia eden Sıddık Gököz, bugün akşam saatlerinde tüfekle kayınpederinin evine gitti. Gököz, eşi Özlem Gököz ile kayınpederi İsmail ve kayınvalidesi Zeynep Özçay'ı tüfekle vurarak öldürdükten sonra kaçtı.

KATLİAMIN ARDINDAN CANLI YAYIN YAPIP İNTİHAR ETTİ

Sosyal paylaşım sitesi Facebook üzerinden canlı yayın yapıp, pişman olduğunu söyleyen Sıddık Gököz, arazide tüfekle intihar etti.
Evrensel

Ambulansta oksijen tüpü patladı, hasta yanarak öldü
07.10.2017



Burdur'da ambulanstaki 2 oksijen tüpünün patlaması sonucu çıkan yangında araçtaki hasta 58 yaşındaki İsmail Sargın yanarak öldü.

Tefenni-Burdur karayolunda hareket halindeki ambulans, Göl Evleri Mevkii’ne saat 04.30 sıralarında gelirken araçtaki oksijen tüpü bilinmeyen bir nedenle patladı. Patlama nedeniyle ambulansta yangın çıktı. Ambulans şoförü Hamza Tokgöz aracı durdururken ile sağlık memuru Levent Yaman, anestezi teknikeri İbrahim Bölükbaşı ve İsmail Sargın’ın eşi Teslime Sargın kendilerini dışarı attı.

Bir anda yükselen alevler ve ikinci oksijen tüpünün patlaması nedeniyle yangın daha da büyüdü. Alevler nedeniyle hastayı dışarı çıkaramayan sağlık görevlilerinin haber vermesiyle itfaiye ekipleri sevk edildi. Ekiplerin müdahalesiyle yangın söndürülürken, küle dönen ambulanstaki İsmail Sargın yanarak öldü.
Yön haber

Erdoğan'ın açıklamaları doları vurdu!
12 Ekim 2017



Sabah saatlerinde düşüşe geçen dolar, Erdoğan'ın ABD'ye yönelik sert açıklamaları sonrası yeniden yükselişe geçti.

Yüzde 1'in üzerinde düşüşle dün 3.65'e kadar gerileyen kur, bugüne de düşüşle başladı.Kur, sabah ilk işlemlerde 3.64 TL seviyesinin de altına sarkarak en düşük 3.6290'a kadar gerileyerek ABD ile vize krizi öncesi seviyelere yaklaştı. Dolar vize krizi öncesindeki cuma gününü 3.62 seviyelerinde tamamlamıştı. Ancak Erdoğan'ın öğle saatlerinde Saray'da Valiler Toplantısı'ndaki konuşmasıyla beraber Dolar/TL yeniden yükselişe geçti ve 3.6683 seviyesine kadar yükseldi.
Haber Fedai

FETÖ kumpasına takılan AKP'li bakanlar kim?
7 Ekim 2017

‘FETÖ’nün kaset kumpası’ olarak bilinen soruşturmanın iddianamesindeki bir ifade, bir işadamına kurulan tuzağa bazı AKP’li bakanların da düştüğünü gösterdi.

CHP’li Deniz Bay
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ekm 12, 2017 6:06 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ekm 05, 2017 8:34 pm    Mesaj konusu: FETÖ'cülerle sıfır teması olmuş tek bir AK Partili bile yok Alıntıyla Cevap Gönder

"AKP'de kavga koridorlara taştı; istifası istenen başkan 'O paraları kamuoyuna açıklayayım mı?' diye bağırdı"
06 Ekim 2017



"Kulislerde Binali Yıldırım ile Süleyman Soylu arasındaki çekişme gündemden düşmüyor"

Yeni Çağ gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, AKP'de istifası istendiğini ileri sürülen Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur ile Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erol Kaya'nın "yüksek sesle" kavga ettiğini yazdı. Kavganın koridorlara taştığını söyleyen Takan, Uğur'un, "İstifa etmiyorum. Sıkıysa siz görevden alın... Ben gidersem yalnız gitmem. En az 2-3 kişiyi de beraberimde götürürüm. Benim yanımda.... şirketlerinden istenen paraları da kamuoyuna açıklayayım mı?.. O günlerde iyiydik de şimdi mi kötü olduk..." dediğini iddia etti.

"İktidar kulislerinde Binali Yıldırım ile Süleyman Soylu arasındaki çekişme konuları hiç gündemden düşmüyor" diyen Takan, "Başbakana yakın kaynaklar diyor ki, 'Yıldırım'ın İstanbul Belediye Başkanlığına aday olmak istediği ile ilgili söylentileri kulislere Süleyman Soylu sızdırdı" iddiasını öne sürdü.

Takan'ın Yeniçağ'da "AKP koridorlarını ayağa kaldıran kavga..." başlığıyla (6 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

"Partinin şerefi önemli..."

AKP Genel Başkanı R. Erdoğan Tahran dönüşü, kabin ekibi gazetecilere, büyük gümbürtü koparan belediye başkanlarının istifası tartışmaları ile ilgili bu başlığı verdi...

Dikiş patladı.. Bir daha dikiş tutar mı? Çok zor... İnişe geçtiler bir kere. İmaj yenileme çalışmaları büyük bir kirlilik üzerinde yürüyor. Şu soruyu vatandaş sormayacak mı, "madem bu kadar kirli ve kötüydüler bugüne kadar neden kol kola omuz omuza beklediniz? Bugüne kadar neden bir şey yapmadanız? Bugün neden istifalarını istiyorsunuz? Yerlerine gelecek isimler daha az mı kirli olacak?"

R.Erdoğan söz konusu belediye başkanlarının istifalarının istendiğine dair haberleri doğrular açıklamalar yaparken parti sözcüsü Mahir Ünal ne diyor?

"İstifa istendiği yok. Biz arkadaşlarımızla pazarlık etmeyiz, tehdit etmeyiz."

Örneğin, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur'da istifasının istenmediğini iler sürüyor. Çadır tiyatrosu gibi!.. Tam bu noktada özel bir pencere açalım. Bakın... ismini açıklamayacağım bir AKP üst düzey yöneticisinden dinlediğimi okurlarımıza aktaralım;

Kriz patlak vermeden önce, Edip Uğur iki kez Ankara'ya AKP Genel Merkezi'ne çağrılır. Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erol Kaya'nın odasında saatler süren görüşmeler yapılır. İlk görüşme nispeten sakin geçer ve Edip Uğur istifa etmeyeceğini kesin bir dille anlatır. Durum Erdoğan'a iletilir ve "derhal istifa etsin "talimatı gelir. İkinci görüşmede ise çanak çömlek patlar. Erol Kaya'nın odasında yüksek sesle yapılan kavga koridorlara taşar. Bağrışmalar, hakaretler ve hatta küfürler... Oldukça sinirli bir şekilde odayı terk eden Uğur'un şu sözleri koridorları çınlatır;

"İstifa etmiyorum. Sıkıysa siz görevden alın... Ben gidersem yalnız gitmem. En az 2-3 kişiyi de beraberimde götürürüm. Benim yanımda.... şirketlerinden istenen paraları da kamuoyuna açıklayayım mı?.. O günlerde iyiydik de şimdi mi kötü olduk..."

İstifa etmemekte direnmesi halinde azli eli kulağında olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in ise dosya pazarlıkları ile meşgul olduğu konuşuluyor AKP kulislerinde. "Ne dosyası?" diye merak ederseniz, saray çevreleri ile ilgili duygusal (!) ilişkilerini hatırlatmak her şeyi izah eder herhalde. AKP kulislerinde konuşulanlara göre; Melih Gökçek'in görevde kalması için devreye giren Cemil Çiçek'e Erdoğan, "uzatmasın derhal istifa etsin" diye cevap vermiş.

Fısıltıların bini bir para iktidar kulislerinde... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan istifa eden Kadir Topbaş'ın "kara kaplı not defteri" dillere destan... Bu deftere, Topbaş'ın kimlerin tavassutu ile hangi işlerin yapıldığını tek tek en ince ayrıntısına kadar not ettiği konuşuluyor!.. Topbaş'ın "beni ve damadımı rahat bırakın" karşılığında koltuğu bıraktığı söyleniyor. AKP kulisleri alev alev yanarken bir de bakıyorsunuz ki, bir yerlerden "gidecekler için hukukunu korumak... Karşılıklı hukuk korumak" söylemleri pompalanıyor. Acaba niye? Korunması gereken hukuk ne? Karşılıklı hukuk korumak, pisilikleri sen açma ben de açmayayım mı? Huysuzluk yapmazsan, suçlarını affederim hukuku mu? Yoksa, tüm bu olanlar dosya savaşlarının habercisi mi? Doğru ya!.. Adam can havli ile çok tatlı olan koltuğuna yapışmış. Siz, onu oradan koparmaya çalışırken adamın kenetlenen ellerinden derinin yırtılmasının cayırtıları gelmez mi?..

Aklıma, eski Bakan Erdoğan Bayraktar'ın, "Erdoğan'ın da istifa etmesi gerekir. Ne yaptıysam onun talimatıyla yaptım" sözleri geldi!..

Buraya kadar kaleme aldıklarımdan sonra haklı olarak sarayın halet-i ruhiyesini ve danışmanların durumunu da soracaksınız. Kafalar çok karışık... Bir grup, "partide küskünler ordusu oluşuyor. Reisin altını oyuyorlar" diyor. Olup bitenlerden memnun çoğunlukta olan diğer grup ise "yeni kriterler"i şöyle sıralıyor;

* Kurşun asker olacaksın.

* Kusursuz biat edeceksin.

* Geçmişte biat etmiş olman yetersiz. Gelecekte huysuzluk etmeyeceğinin garantisini vereceksin.

Anlayacağınız!.. "FETÖ", "ByLock" ve "yolsuzluk" gibi gerekçeler kriter değil!..

Yazıya, bütünleyici nitelikte AKP'den son bir kulis notuyla nokta koyalım;

Kadir Topbaş'ın istifasının ardından yerel seçimlerde yerine Binali Yıldırım'ın aday olacağı konuşuluyordu. Hatta bir canlı yayında bu iddia sorulunca Yıldırım, rahatsızlığını dile getirircesine "burada bir işimiz var" diye yanıt vermişti. İktidar kulislerinde Binali Yıldırım ile Süleyman Soylu arasındaki çekişme konuları hiç gündemden düşmüyor. Başbakana yakın kaynaklar diyor ki, "Yıldırım'ın İstanbul Belediye Başkanlığına aday olmak istediği ile ilgili söylentileri kulislere Süleyman Soylu sızdırdı. Binali bey bundan çok rahatsız oldu. Soylu, bunları, herkesi ekarte edip reisin yanında tek adam olarak kalmak için yapıyor..."

Batıyorlar... Beraberlerinde de Türkiye'yi batırıyorlar...

T24
ETİKETLER
edip uğur haber açıklama balıkesir

Akit TV'den: Polis, Süleyman Soylu'nun oğlunun arabasını durdurdu, yarım saat arama yaptı
06 Ekim 2017



"İstanbul Emniyet Müdürü Bakan Soylu'nun telefonlarına çıkmadı"

Akit TV'de program yapan gazeteci Ali Tarakçı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun oğlunun aracının polisler tarafından durdurulup arandığını iddia etti.

Tarakçı, Gazetemİstanbul'da yayımlanan köşesinde, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun oğlunun aracının polisler tarafından arandığını ileri sürdü ve olayın ardından İstanbul Emniyet Müdürü'nün Bakan Soylu'nun telefonlarına çıkmadığını söyledi.

Tarakçı'nın konuyla ilgili yazdıkları şöyle: "Birkaç gün önce, İstanbul'da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun oğlu yanında korumaları olduğu halde, yunuslar tarafından durdurulur. Ve tam yarım saat arabası aranır. Bakan Soylu devreye girmesine rağmen arama devam eder. İstanbul Emniyet Müdürü, Bakan Soylu'nun telefonlarına çıkmaz. Ve bu aramanın kokuları yakında ortaya çıkar. Bekleyin, 2017 yılının sonuna kadar çok şeye şahitlik edeceğiz."

T24
ETİKETLER
süleyman soylu iddia polis İçişleri bakanı arama

Fatih Altaylı: İktidar için bu yol, sonuna kadar açık, FETÖ'cülerle sıfır teması olmuş tek bir AK Partili bile yok
05 Ekim 2017



"Direnen olursa, hemen FETÖ bağlantısı ortaya dökülür"

Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, 'FETÖ' ile ilişkisi olduğu belirtilerek istifası istendiği öne sürülen AKP'li belediye başkanlarıyla ilgili "Kimlerin istifası istendi, kimlerin istenecek ben onu bilmem, bilemem. AK Parti yönetimi için bu yol sonuna kadar açıktır, çünkü geçmişte FETÖ’cülerle sıfır teması olmuş tek bir AK Partili bile yoktur" dedi.

İstifası istenene belediye başkanlarının "İstifa etmiyorum" diyemeyeceğini dile getiren Altaylı, "Çünkü yönetimin elinde çok iyi bir 'koz' var.Kozun adı FETÖ" diye yazdı.

Altaylı'nın Habertürk'tek konuya ilişkin ( 5 Ekim 2017) yazısı şöyle:

AK Parti içinde kimi il başkanlarının, kimi belediye başkanlarının istifasının istendiği dedikodu olmaktan çıktı, AK Parti Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Şimdilik istemedik ama bu istemeyeceğimiz anlamına gelmez” demesiyle tüm parti örgütü ve belediye başkanları diken üzerinde oturmaya başladı.

Kadir Topbaş gibi, Erdoğan’ın gençliğinden bu yana yol arkadaşı olan birinin bile gönderilebilir olması, bu konuda hiç kimseye bir ayrıcalık tanınmayacağının da kanıtı oldu.

Kimlerin istifası istendi, kimlerin istenecek ben onu bilmem, bilemem.

Uyduracak halim de yok. Konuşulan isimleri ben de sizler gibi medyadan izliyorum.

Medyadan izlediğim bir başka şey ise bu belediye başkanlarından bazılarının direneceği iddiası.

Bakın ben size söylemiş olayım, böyle bir talep gelirse, hiçbir belediye başkanının, hiçbir parti yöneticisinin “direnme şansı yok”.

Açık söyleyeyim, heceleyeyim,

Pazarlık edebilirler, zamanlama konusunda bir kolaylık isteyebilirler, istifanın onur kırıcı bir şekilde olmaması için ricacı olabilirler, “Hastane raporu alıp sağlık sorunlarımı gerekçe göstererek bırakayım” falan diyebilirler.

Bunların hepsi mümkün.

Ama “İstifa falan etmiyorum” diyemezler.

Direnen, “İstifa etmiyorum” diyen olursa, parti yönetimi bundan dolayı üzülmez, geri adım falan da atmaz.

Çünkü yönetimin elinde çok iyi bir “koz” var.

Kozun adı FETÖ.

Direnen olursa, hemen FETÖ bağlantısı ortaya dökülür.

Verilen bir arsa, yapılan bir yardım, sağlanan bir kolaylık, FETÖ liderine zikredilmiş bir övgü, bir Pennsylvania gezisi, ziyaret edilmiş bir FETÖ okulu, FETÖ okuluna gönderilmiş bir çocuk veya torun, FETÖ’cülerle yapılmış bir telefon konuşması ve tabii telefonda bulunacak veya çoktan bulunmuş bir ByLock.

Bunlar ortaya konulur ve yargı zaten gereğini yapar, istifa etmiş bir başkan olmak varken, FETÖ’cülükten içeri atılmış eski başkan oluverirler bir anda.

İktidar partisi bundan hiç de gocunmaz, hatta tam aksine “FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadele edilmiyor” eleştirilerini de ortadan kaldırır, kendi partisinde de temizlik yapan güçlü bir konuma yükselir.

Hatta bu konum, muhalefet partilerinin belediye başkanlarına da dokunabilmenin yolunu ardına kadar açar.

AK Parti yönetimi için bu yol sonuna kadar açıktır, çünkü geçmişte FETÖ’cülerle sıfır teması olmuş tek bir AK Partili bile yoktur...

Tüm bunlar olur mu bilemem.

Ama isterlerse olur!

T24
ETİKETLER
fatih altaylı fetÖ belediye başkanları

"Torba yasa bütün vatandaşları eşit şekilde dövmeyi öngörüyor
05 Ekim 2017



HDP Milletvekili Garo Paylan, TBMM'deki torba yasanın yüzde 40’tan yüzde 68’e kadar bir vergi artışı öngörüldüğünü söyledi

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşmeleri devam eden 130 maddelik torba yasaya ilişkin Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Yasa tasarısında yüzde 40’tan yüzde 68’e kadar bir vergi artışı öngörüldüğünü ifade eden Paylan, “Orta gelir kesimindeki vergi artışı, üst gelir kesimindeki vergi artışından daha fazla. Burada vergi adaleti yok! Hem siyasi hatalar yapılıyor, hem de bu hataların bedeli 80 milyon insana ödetiliyor” dedi. “AKP’nin, demokrasi iradesinden, barış iradesinden uzaklaşarak yurt içinde ve yurt dışında çatışmalı, güvenlikçi politikalara yöneldiğini” savunan Paylan, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına çağrı yapıyorum. Bu vergilere itiraz edin. Bu vergileri bu şekilde ödemeyiz deyin” diye konuştu.

Paylan’ın basın toplantısı açıklamaları şöyle:

Bu torba yasa 130 madde içeriyor, 16 ayrı bakanlığı ilgilendiriyor ve 58 ayrı yasada değişiklik öngörüyor. Meclisimizin ilgili ihtisas komisyonları olmasına rağmen her şey bir torbaya; hatta buna torba da denemez, bir çuvala konmuş ve plan bütçe komisyonunun önüne atılmış.

16 Nisan referandumunun ardından AKP, eğer başkanlık sistemi geçerse parlamentonun güçlü olacağını iddia etmişti ve parlamentonun kendi yasalarını yapacağını söylemişti. Yürütmeden, Saray’dan bir dayatma olmadan parlamento kendi yasalarını yapacak demişlerdi. Oysa hiçbir vekilin haberi olmadan, 130 maddelik bir yasa bize dayatılmış durumda.

“80 milyonun 80 milyonunu da ilgilendiriyor”

Bu öyle bir torba yasa ki, 80 milyonun 80 milyonunu da ilgilendiriyor. Siyasi iktidar, özellikle son üç yıldır çok büyük hatalar yapıyor. AKP, demokrasi iradesinden, barış iradesinden uzaklaşarak yurt içinde ve yurt dışında çatışmalı, güvenlikçi politikalara yöneldi.

Hem ekonomide huzur kayboldu, hem Türkiye'nin güvenli ülke algısı kayboldu. Bütçe dengeleri altüst oldu ve yatırımcı ülkeden uzaklaşmaya başladı. Oluşan açık, özellikle geçen yıl yükseltilen faizlerle sıcak parayla ikame edilmeye çalışıldı. Şu an sermayeye milyarlarca dolar kaynak aktarılıyor. Eğer ki siz siyasal iklimi iyileştirmezseniz sermaye, bankacılık sistemi bundan faydalanır. Krizden çıkmak için, yalnızca üreten kesim kredi garanti fonuyla 200 milyar TL daha borçlandırılarak, bankacılık sistemine garantili 8 milyar TL kâr transfer edildi.

“Silahlar vatandaşın vergileriyle alınacak”

Güvenlikçi politikalar, silaha, savaşa para yatırılması elbette ki açık yaratıyor. Peki, hükümet ne diyor? Sayın Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bugün açıkladı: “18 milyar TL savunma sanayi fonuna silah alması için para aktaracağız” dedi. “Bunu da borçla karşılamak istemiyoruz, vatandaştan vergi olarak alacağız” diye belirtti. Peki, bu vergiler nasıl toplanacak? Orta gelir kesiminden alınan yüzde 27 vergi yüzde 30’a çıkartılacak. Yaklaşık 6-7 milyon çalışanı, memuru, emekçiyi ilgilendiren bir madde bu. Aylığı 3000 ila 5000 TL arasında olan insanları kapsıyor. Bunlardan alınacak vergiyi artırıyorlar. Fakat yüzde 35 ve üzerindeki vergi diliminde olanlara, yani üst gelir kesimindeki vergilere dokunmuyorlar.

“Torba yasa bütün vatandaşları eşit şekilde dövmeyi öngörüyor”

MTV ile ilgili olan yasa da, bütün vatandaşlarımızı eşit şekilde dövmeyi öngörüyor. Yüzde 40’tan yüzde 68’e kadar bir vergi artışı öngörülüyor. Orta gelir kesimindeki vergi artışı, üst gelir kesimindeki vergi artışından daha fazla. Burada vergi adaleti yok! Hem siyasi hatalar yapılıyor, hem de bu hataların bedeli 80 milyon insana ödetiliyor. Üstelik 80 milyonun servetine göre değil, gelir düzeyine göre değil aynı şekilde ödetmeye çalışıyorlar. Bu sosyal adaleti, vergi adaletini sarsar.

"Bir hata varsa bedelini siyasetçiler ödemeli"

Ben bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına çağrı yapıyorum. Bu vergilere itiraz edin! “Bu vergileri bu şekilde ödemeyiz” deyin. Milyonlarca dar gelirli, borç içinde kıvranan vatandaş neden bu vergileri ödesin? Öncelikle, yıllardır rant politikalarıyla zenginleştirdikleri üst kesimlerden alsınlar vergileri. Siyasi hataların bedelini 80 milyona ödeten bir iktidarla karşı karşıyayız. Özellikle dar ve orta gelirli vatandaşlar bu torba yasaya itirazlarını yükseltmeli. Bir hata varsa, bunun bedelini siyasetçiler ödemeli.

T24
ETİKETLER
garo paylan hdp vergi torba yasa akp

"Zarrab davasının ucu 'patron'a dayanır"
06 Ekim 2017



"ABD'ye gitmeden önce bir anlaşma yapmış olabilir"

ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımları delmek, kara para aklama gibi suçlamalarla bir yılı aşkın süredir ABD'de tutuklu olarak yargılanan İran asıllı işadamı Reza Zarrab'ın davasını izleyen CHP'li Erdal Aksünger "Bu davanın ucu patron kimse ona dayanır" dedi.

Türkiye'ye bu davadan dolayı büyük bedeller ödetilebileceğini belirten Aksünger, "Garip sorular var. Mart 2016'da Zarrab niye gitti? Bu çok ilginç. Bütün görüntüleri gördüm çok rahat gidiyor, hiç de tutuklanacak havasında değil. Acaba bir anlaşma için mi gitti? Sarraf'ı ilk gördüğümde şaşırdım. Sanki bir sağlık yerine götürmüşler, inceltmişler tarzında bir durumu vardı. Çok daha genç bir adama dönüşmüş" ifadesini kullandı.

Aksünger, Emine Erdoğan'ın da Sarraf'ın avukatları tarafından dava dosyasına dahil edilmiş olduğunu söyledi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, ABD’de izlediği Reza Zarrab davasına ilişkin izlenimlerini açıkladı. Zarrab’ın çok rahat olduğunu ve adeta ‘forma’ sokulduğunu belirten Aksünger, ABD gitmeden bir anlaşma yapmış olabileceğini söyledi. Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla’nın da hiç gergin olmadığına dikkat çeken Aksünger “Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Halk Bankası’nın davaya dahil edilecek olması zaten içeride aşikardı. Peki ondan sonra Hakan Atilla neden gidiyor Amerika’ya? Gittikten sonra orada dolaşıyor. Bazı görüşmeler yapıyor. Sonrasında neden dönerken tutuklanıyor? Girerken tutuklanmıyor dönerken tutuklanıyor?” sorularını yöneltti.

CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyen Aksünger, Sarraf davasına ilişkin gözlemlerini paylaştı:

Soruştuma davasında patron var: Türkiye’nin girdiği bu sıkıntı içerisindeki bir ayak oyunları da çok net gösteriyor. Bu dava Türkiye’yi sonunda öyle bir hale getiriyor ki, bence şu anda zaten getirdi. Bu konjöktürde Türkiye’nin bazı devletlere karşı belki de belini bükmeye kadar getirecek. Bu bir şantaj davası kabul. Ama bu, davanın içindeki hepsinin aslında suçsuz olduğu anlamına da gelmez. Gördüğüm kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti anlaşmalar yapmış, bir kısmı lobi anlaşmaları, bir kısmı avukatlık anlaşmaları. Bu dava Türkiye’ye bedel ödetmemeli. Bu davanın ucu patron kimse ona dayanır. Davanın soruşturma dosyasında patron var.

17-25 Aralık'ın uzantıları uluslararası oldu: Türkiye çok önemli sıkıntılı bir dönemeç ile karşı karşıya. Uluslararası hukukun gereğini yapmadığından dolayı önümüze çok büyük sıkıntılar geleceğini daha önceden söylemiştik. Acaba Türkiye mi bedel ödeyecek, yoksa gerçekten kurulmamış mahkemelerden kaynaklı olarak birilerine bedel çıkartılıp pazarlık mı yapılacak bununla ilgili? Bunun siyasi dava olduğunu, olacağını çok önceden söylemiştim. Türkiye’de hiçbir zaman mahkeme kurulmadı. 17-25 Aralık, aslında 17 Aralık, 25 Aralık farklı bir şey. Onun uzantıları uluslararası oldu. Bugün zaten ortaya çıkmıştı ama bir mahkeme yüzü hiç görmedi bunların hiç birisi. Hiçbir mahkemede aklanmak veya ceza almak gibi pozisyonda kimse olmadı.

Atilla neden dönerken tutuklanıyor?: Garip sorular var. Mart 2016’da Sarraf niye gitti? Bu çok ilginç. Bütün görüntüleri gördüm çok rahat gidiyor hiç de tutuklanacak havasında değil. Bu rahatlık nereden geliyor? Acaba bir anlaşma için mi daha önceden planlanmış bir konu yoksa bir sürpriz mi bu? Bütün telefon kayıtlarını hiçbir direniş olmadan hatta şifrelerini, kayıtlarının hepsini federallere veriyor. Garip bir durum. Davaya baktığımızda sonrasında Halk Bankası’nın davaya dahil edilecek olması zaten içeride aşikardı. Peki ondan sonra Hakan Atilla neden gidiyor Amerika’ya? Gittikten sonra orada dolaşıyor. Bazı görüşmeler yapıyor. Sonrasında neden dönerken tutuklanıyor? Girerken tutuklanmıyor dönerken tutuklanıyor?

Emine Erdoğan'ı da dahil etmişler: Ben de garipsemiştim. Emine Erdoğan’ı savcılar mı koymuş bu işin içine diye merak ettim. Araştırınca şunu gördüm; Emine Erdoğan’ı o dosyaya dahil eden Reza Zarrab’ın avukatları. TOGEM-DER’in yetkilileri tarafından söylenen, ‘Bizim kurucumuz Emine Erdoğan’ diyorlar. 150’ye yakın yardım yapılmış Sarraf tarafından bu derneğe. Dosyanın içine Emine Erdoğan’nın da fotoğrafı konmuş Sarraf’ın avukatları tarafından. Gördüğüm kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti anlaşmalar yapmış bir kısmı lobi anlaşmaları bir kısmı avukatlık anlaşmaları.

Zarrab forma girmiş: Davaya Rıza Sarraf’ı getirdiklerinde Sarraf’ı gergin gördüm. Mehmet Hakan Atilla gergin değildi sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Sarraf’ı ilk gördüğümde şaşırdım. İnanılmaz zayıflamış. Zaafiyet geçirmemiş ama sanki bir forma girmiş, bir sağlık yerine götürmüşler inceltmişler tarzında bir durumu vardı. Çok daha genç bir adam dönmüş. Tedirginliği çok belliydi. Dönüp dönüp arkasına bakıyordu.

15 tanık: Dava şu şekilde sürecek. 15 tane tanıktan bahsedildi daha fazla da olabilir bilmiyorum. 30 Ekim’e kadar savunma bütün dosyaya gerekli olanları koyacak. 27 Kasım saat 9.30’da bu dava tekrar başlayacak.

Bir pazarlık yürüyor ortada: Türkiye’yi yönetenler ilgilenmiyor mu? İlgileniyorlar orada çok ayrıntılı görüşmeler yapıyorlar. Herkesle bir pazarlık yürüyor ortada. Soru şu; ‘Acaba burada kim mahkum olacak?’ Türkiye mi mahkum olacak? Yoksa gerçekten de bir adalet yüzü görecek de, birileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti mahkemelerindeki o olması gerekirken yapmıyorlar. Orada bir mahkumiyet kararı çıkarsa adaleti biz orada mı arayacağız?

Türkiye'ye bedel ödetilmemeli: Bu dava Türkiye’ye bedel ödetmemeli. ‘Komplo’ diyenlere, ‘Komployu siz yapmışsınız’ diyorum. Bu dava kurgulanırken bir sürü insanın içinden çıkartıldığını gördüm. Flu yerlerinde FETÖ’cular ya kendi adamları ya da koyulmaması gereken insanları koymamışlar. O görülüyor belli.

T24
ETİKETLER
reza zarrab abd dava

AKP’nin eli bu kez Saadet Partisi'ne uzandı: ‘Milli Görüş gömleği’ şimdi kıymete bindi!
SEBAHAT KARAKOYUN
06.10.2017



Babası Necmettin Erbakan’ın manevi lideri olduğu Saadet Partisi’nin hesap ve araçlarına haciz koyduran Fatih Erbakan’ın 29 Ekim’de harekete geçmeye hazırlanmasının ardında AKP’nin “Saadet Partisi’ni bölme” niyetinin olduğu konuşuluyor

Kira ödemedikleri gerekçesiyle babasının eski partisi olan Saadet Partisi’nin hesap ve araçlarına haciz koyduran Fatih Erbakan, yeni parti için 29 Ekim’de düğmeye basmaya hazırlanıyor. Kulislerde, referandum sürecinde ‘Hayır’ cephesinde yer alarak Saray’ı kızdıran Saadet Partisi’ni bölmeye yönelik bu girişime AKP’nin el altından destek verdiği konuşuluyor.

2019’da yapılacak başkanlık seçimi için “Yüzde 50 artı 1” hedefine kilitlenen Cumhurbaşkanı ve AKP Lideri Erdoğan, “Metal yorgunluğu var” diyerek faturayı bazı teşkilatlara ve belediye başkanlarına kesip, parti içi tasfiyeyle imaj tazelemeye çalışırken, kulislerde referandum sürecindeki ‘Hayır’ cephesinde gedik açmaya yönelik hamleler de konuşulmaya başladı.

‘Hayır’ cephesinde gedik açma çabaları

Erdoğan’ın AKP’nin kuruluşu aşamasında “Milli Görüş gömleğini çıkardık. Geçmişi unutun, yeni bir partiyiz” diyerek sırtını döndüğü eski dava arkadaşları, kritik başkanlık seçimine giden süreçte kıymete bindi.

Referandum sürecinde ‘Hayır’ cephesinde yer alan ve ardından da iktidara yönelik muhalefetini sürdüren Saadet Partisi, Erdoğan’ı kızdırmaya devam ederken, 16 Nisan’da “güçlü bir yürütmeye ihtiyaç var” gerekçesiyle Anayasa değişikliğine destek veren oğul Fatih Erbakan, Saadet Partisi’ne yönelik dikkat çekici bir hamle yaptı.

29 Ekim’de düğmeye basacak

Erbakan’ın damadı Mehmet Altınöz ile mülkiyeti kendi şirketlerine ait Genel Merkez binasının kirasını ödemedikleri gerekçesiyle Saadet Partisi’ni dava eden, partinin hesap ve araçlarına haciz koyduran Fatih Erbakan, bununla yetinmeyerek babasının manevi lideri olduğu partide bölünmeye yol açabilecek bir adım daha atmaya hazırlanıyor.

Bir süreden beri başkanlığını yaptığı Erbakan Vakfı’nın bölge ve il toplantıları ile tüm Türkiye’yi dolaşan Fatih Erbakan’ın, babasının doğum günü olan 29 Ekim’de Ankara’da düzenlenecek bir toplantıyla yeni parti için düğmeye basması bekleniyor.

Perde arkasında AKP mi var?

Kulislerde Oğul Erbakan’ın Saadet Partisi’ni bölmeye yönelik bu girişimine AKP’nin el altından destek verdiği konuşuluyor. Fatih Erbakan’ın da seçim sürecine girildiğinde eski HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ve eski Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu’ya bakanlık yolunu açan katılım sürecine benzer bir şekilde AKP’ye geçmeyi planladığı öne sürülüyor.

Birgün
saadet AKP haciz referandum Başkanlık dava Milli Görüş Cumhurbaşkanı belediye anayasa Ankara Necmettin Erbakan saray Türkiye seçim

Levent Gültekin: AK Parti çürümüşlüğün içinde

07 Ekim 2017



"Köleliliği kabul ettikleri takdirde herkesi davet edebilir"

Gazeteci Levent Gültekin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirileriyle ilgili olarak "İtaat esas olduğu için de bir çürüme meydana geliyor. Çünkü itaatin olduğu yerde düşünce olmaz, itiraz olmaz, sadece onay vardır. Ve böyle yerler çürürler. AK Parti bu hale geldi" dedi.

Deutsche Welle'ye konuşan Levent Gültekin'in açıklamaları şöyle:

AKP'de yolunda gitmeyen ne?

Artık parti diye bir şey yok. Tek adam rejimine dönüştüğü için bütün ülke, parti de tek adamın şahsında varolmaya çalışıyor. İlkeleri, prensipleri, görüşleri yok. Tek bir kişinin kanaati onun öncelikleri, onun tercihi ve yönetim anlayışı bütünüyle partinin kimliği haline geldi. İtaat temel esas oldu, liyakat değil. Liderin söylediklerini itiraz etmeden yapan bir organizasyon haline geldi.

Kadro partisi olarak kurulmuştu...

Gültekin: Evet, şimdi vardığı nokta tek adam partisi. İtaat esas olduğu için de bir çürüme meydana geliyor. Çünkü itaatin olduğu yerde düşünce olmaz, itiraz olmaz, sadece onay vardır. Ve böyle yerler çürürler. AK Parti bu hale geldi. Bunu kendince kişileri değiştirerek aşabileceğini zannediyor, ama zihniyetin değişmesi lazım. Sadece çürümeyi geçici olarak atlatmaya çalışıyorlar ama ben başarılı olacaklarına inanmıyorum.

Erdoğan'ın "Makama getirirken iyi, görevi boşaltın dendiğinde neden yadırganıyor" diye açıklama yaptı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vardığı nokta acı, dramatik bir tablo. Ortada demokrasi yok, seçmen iradesi yok. "Ben getirdim" gibi bir zihisel yapıya dönüştü. Bu Erdoğan'ın vardığı nokta açısından korkunç bir şey. O zaman niye seçim yapıyorsun ki? Bir kere demokrasiyi katlediyor burda. Darbeyi asker yapınca, seçilmişin elinden görevini alınca büyük bir suç, fakat cumhurbaşkanı darbe yapıp seçilmişlerin elinden görevini alınca makul sayılıyor.

Girdiği her seçimi kazanan bir parti oldu AKP, şu anda da oylarında düşüş olduğuna dair kamuoyuna yansıyan bir anket yok...

Gültekin: Çünkü muhalefet kötü. AK Parti seçmenini ben yakından biliyorum. Önemli bir kısmı 'ne yapalım kime verelim' pozisyonunda. "Diğerleri bundan daha mı farklı, daha mı demokrat, daha mı özgürlükçü, daha mı iyi yönetecekler?" diyolar. Muhalefet kötü olduğu için AK Parti alternatifsizlikten dolayı bir şekilde kazanıyor ve toplum bu kutuplaşmadan dolayı bir kampın esiri haline gelmiş.

Buna rağmen Erdoğan'ın endişeli olduğu gözleniyor, bir değişime ihtiyaç duyuyor. Buna ne dersiniz?

Çürümüşlüğü kişilerden zannediyor. Halbuki çürümüşlüğün tek bir kaynağı var, kendisi. Tek adamlık anlayışını değiştirmediği sürece, Ahmet gitmiş Hasan gelmiş hiç farkı yok. Şundan korkuyor eğer 2019'da belediyeleri kaybederse onun için büyük bir sıkıntı, o nedenle bu isimleri değiştirerek kendince bir yenileme yapacağını düşünüyor. Ama itaatin esas olduğu hiçbir kurumun ayakta kalma şansı yok.

Erdoğan, bu zamana kadar dava arkadaşlığına çok önem verdi. Başlarından belki de istifa gerektirecek birçok olay geçmiş olan isimleri tüm gücüyle savundu. Şimdi neden tavır değiştirdi?

Gültekin: Çünkü bütün devrimler kendi çocuklarını yer. Değişmez bir kuraldır. İdeolojik hareketlerde liderler bir süre sonra ideolojinin kendisi haline gelirler. Liderin karizması, varlığı tek bağlayıcı hale gelir. Kendi varlıklarını sürdürebilmek için herkesi, her şeyi harcamayı normal görmeye başlarlar. Çünkü toplumu tüketirler, ülkeyi tüketirler sonra kendi çevrelerini tüketmeye başlarlar, en son da kendileri tükenir.

Şu ana kadar istifa ettirilen veya adı geçen hiçbir belediye başkanından bir itiraz gelmedi, dahası görevi neden bıraktıklarını dair bir açıklama da yapmadılar. Bu nasıl olabiliyor?

Gültekin: Otoriter yönetimlerin olduğu, baskının olduğu yerlerde toplum düşünmez. Bunun en önemli örneği de Hitler Almanyası'dır. Ne mahkemeleriydi, filmi de vardı, şimdi adını unuttum…

Nürnberg...

Gültekin: Evet, Nürnberg mahkemelerindeki itiraflarda "Hiç düşünmedik, biz sadece bir verilen emri yapıyorduk o zaman" diyorlardı. Tüm otoriter, tüm baskıcı rejimlerde toplum bir anda düşünmeyi kaybeder. Rehin pozisyonuna gelirler. Türkiye'de de benzer bir durum var. O baskıcı yönetim anlayışı, 'bütün dünya bizi yok etmeye çalışıyor' diye bir savunma psikolojisi yaratmaya çalışıyor. Bu süreçte de kimse sorgulamaya geçmez çünkü liderin bir bildiği vardır, lider her şeyi doğru yapıyordur, lider ülkenin iyiliğini istiyordur, düşmanlar ülkemizi yıkmaya çalışıyordur. Bu mantıkla baktıkları için milyonlarca oy almış belediye başkanlarının istifa ettirilmesi yadırganmıyor. Halbuki korkunç bir durum var. Hukuk devlerinin kuralları konunları bellidir. Yolsuzluk yapmışsa yargıya gider, suç işlemişse cezasını çeker, görevden alınma sistemleri bellidir. Ama burası bir hukuk devleti olmaktan çıktığı için bütün bunlara bakmıyor toplum, sadece liderin ağzına bakıyor.

AKP seçmeninde bir memnuniyetsizlik gözlüyor musunuz, en çok neden şikayet ediyorlar?

Gültekin: Onlar da bu ülkede yaşıyorlar, ekonomi kötüye gidiyor, adalet yok olmuş, hukuk yok olmuş, tek adam rejimi var. Aklı başında olanlar işin kötüye gittiğinin farkında, çünkü ceplerine yansıyor. Ekonomi, işsizlik, eğitim… Eğitim çökmüş durumda, onların çocukları da okullarda eğitim alamıyor. Hatta en büyük zararı onların çocukları görüyor. Çünkü iktidarın gücü onlara yettiği için onların çocuklarını zorla imam hatipe yazdırıyor. Ekonomide en çok zararı onlar görüyor çünkü orta sınıf onlar. Sonuçta kendi iktidarlarının hayatlarını cehenneme çevirdiğinin farkındalar. Hukuksuzluk, adaletsizlik, haksızlık, eğitim, turizm, tarım… Her tarafta büyük bir çöküntü var, yolsuzluk had safhada… Buna rağmen muhalefet oy alamıyorsa oturup düşünmesi lazım. Neden bana güvenmiyorlar diye.

Neden güvenmiyorlar?

Gültekin: Demokrat değiller çünkü. Sahici değiller, özgürlükçü değiller, AK Parti'den daha iyi değiller. Türkiye'yi daha iyi yöneteceklerine dair sözden başka hiçbir şeyleri yok. Sözde demokratlar. Türkiye muhalifken demokrat, iktidardayken faşist olanların ülkesidir zaten. Bu sadece bir iktidar partisinin sorunu değil ki. Partilerin tümü inanç, kimlik ve mezhep üzerinden kadrolaşmışlar.

Konu dışına çok çıkmak istemiyorum ama Meral Akşener'in partisi de böyle mi olacak sizce?

Gültekin: Evet ülkücülerin partisi olacağız diyorlar zaten. "Ben ülkücüyüm bundan vazgeçmem" diyor. Sen vazgeçmiyorsan, ben niye vazgeçeyim İslamcılığımdan. "Ben ideolojimden vazgeçmiyorum ama başkalarına da hoşgörülü davranacağım". AK Parti de aynısını yaptı kuruluş aşamasında. "Biz dindarız ama dindarların partisi değiliz" deyip herkesi topladı gücü ele geçirene kadar, sonra da herkesi kapının önüne koydu. İdeolojinden vazgeçmezsen beni yanına çağıramazsın, ben misafir olarak gelmek istemiyorum, ortak olmamız lazım.

Tekrar AKP'ye dönecek olursak. Şimdi Afyon kampı başladı. Partinin kuruluşu da böyle bir kampta Afyon'da gerçekleşmişti. İyimser olanlar, 'AK Parti bu kampta kuruluş felsefesine dönebilir, yenilenme gayretinde olabilir' diyor. Siz böyle bir şey bekliyor musunuz?

Bu çocukça bir yorum. Çünkü AK Parti'nin kurucu anlayışına dönmesi demek kendini feshetmesi demek. Demokrasiye mi dönecek, özgürlüğe mi dönecek, adalete mi dönecek? Adalete döndüğünde ilk yargılanacak olan onlar. Özgürlüğe döndüklerinde ilk tartışılacak olan onlar. Çünkü insanlar soru sormaya başlayacak, "Bir dakika sen niye bu kadar insanı hapse attın?" diyecek. O yüzden AK Parti'nin fabrika ayarlarına dönmesi mümkün değil. Bu intihar etmesi demektir.

Kurucu kadroda yer alan bazı isimlerin yeniden yol arkadaşlığına davet edilmesini bekliyor musunuz?

Köleliliği kabul ettikleri takdirde herkesi davet edebilir.

Deutsche Welle Türkçe

Emekli Büyükelçi Uluç Özülker: Yeni operasyonlar, değişik düşmanlar yaratır; çok cana mal olur
07 Ekim 2017



"Diplomaside empati yapmak lazım, üsluba dikkat etmek lazım"

Emekli büyükelçi Uluç Özülker, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından İdlib'e yönelik başlatılan operasyonla ilgili olarak kullandığı "Bu konuda yeni inisiyatifler almaya devam edeceğiz" ifadesine tepki gösterdi. Özülker, "Bu operasyonların her biri çok cana mal olur, çok değişik düşmanların yaratılmasına neden olur" dedi.

ÖSO tarafından başlatılan operasyona Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) henüz katılmadığını belirten Erdoğan, "Operasyona Rusya havadan, TSK sınır içinden destek veriyor" demişti.

CNN Türk canlı yayınında konuşan Özülker'in açıklamaları şöyle:

"Ben barışçı bir insanım, Türkiye Cumhuriyeti'nin de barışçı bir politika izlemesi gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla savaş bir yere götürmez. Ama ihtiyaç olduğu kaçınılmaz hale geldiği zaman kendi çıkarlarımızı korumak için savaşa girmek gerekir. Bizim aklımızda yatan hep Membiç tarafıydı. Hemen bunun yanında bulunan bölge bizim yarattığımız güvenli bölgedir. Afrin de güvenceye alındığında bu iş biter. Fırat'ın doğusuna getirilmesi gerekiyordu PYD'nin, Suriye Ordusu'nu araya tampon soktular. Rusya da ABD ile girip bizim yolumuzu kesti. Afrin bitirildiği gün bu operasyonlar, Fırat'ın doğusuna kadar bu güvenceyi artırırsak rahatlama noktasına geleceğimizi düşünüyorum. Bu operasyonların her biri çok cana mal olur, çok değişik düşmanların yaratılmasına neden olur. Başkalarına da kabul ettirerek yola çıkmak gerekir. Diplomaside empati yapmak lazım, üsluba dikkat etmek lazım. 'Bir gece ansızın gelebiliriz' demek gibi hukuka aykırı olarak yapılan her şeyin gözetilmesi gerekir."

T24
ETİKETLER
İdlib operasyon tayyip erdoğan uluç Özülker tsk Öso düşman can kaybı haber

"123 vekilin AKP'den istifa etmesi gerektiği gündeme gelecek"
07 Ekim 2017



"Olan bitenlere tepki gösterip Erdoğan'ı yüzüne karşı eleştirebilecek bir yiğit var mı?"

Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirisi sonrası il ve ilçe teşkilatlarında başlayan "istifa" sürecinin, milletvekillerine kadar uzanacağını iddia etti.

"Değişim il, ilçe başkanları ve belediye başkanları ile sınırlı kalmayacak. Bazı milletvekillerinin de partiden istifa etmesi gerektiği gündeme gelecek" diyen Takan, "Saray kaynakları, 'temizlik' konusunda 'reis'in ne kadar kararlı ve gözü kara olduğunu uzun uzun anlatıp 'geri dönüş yok' diye eklediler" ifadesini kullandı.

Ahmet Takan'ın "Belediye başkanlarından sonra sıra kimde?" başlığıyla yayımlanan (7 Ekim 2017) yazısı şöyle:

Ankara'nın siyasi kulisleri yıkılıyor. İnanın bana, bir gram abartmıyorum. Ne çapulcu başının gayrimeşru referandumu, ne uygulanacağı iddiada kalan yaptırımlar, ne ekonomik kriz, ne MTV zammı, ne TEOG ne de terörle mücadelede hâlâ vermeye devam ettiğimiz şehitler... Akşam yatıyoruz; Melih Gökçek, Edip Uğur istifa etti mi?.. Sabah kalkıyoruz; istifası istenen belediye başkanları listesine yenileri eklendi mi yeni bir gelişme var mı?.. Acaba kimlerin daha kellesi gidecek veya kurtarabilecekler var mı?.. Devletin milletin bekası rafa kalktı. Kişilerin ikbalinin derdine düştük!..

R. Erdoğan'ın Tahran'a gerçekleştirdiği kritik ziyaretin ardından ayağının tozuyla Ankara'ya döner dönmez MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile yaptığı 40 dakikalık zirve bu tozlu dumanlı ortamda haliyle gözlerden kaçtı. Başı sonu toplamda 40 dakika süren ikili zirvede neler konuşulup neler görüşülmüştü acaba?.. Zirve ile ilgili olarak taraflardan herhangi bir resmi açıklama gelmedi ama "Kuzey Irak", "Suriye" başlıklarının görüşüldüğü tahminleri yürütüldü. Esasında istifa kasırgasından bir kafamızı kaldırabilseydik, üstelik İran dönüşü 40 dakika gibi bir sürede Kerkük'e gönderileceği iddia edilen 5 bin Ülkücü için bile bu zamanın yeterli olmayacağını şıp diye bilebilirdik. E peki o zaman 40 dakikada ne konuşulur?.. Seçim barajının düşürülmesi mi?.. Uyum yasaları mı?.. Onlar da olamaz. Zaten bu soruların cevabı belli. Erdoğan, Bahçeli'nin seçim barajının düşürülmesine ilişkin teklifini reddetmişti. Yeni bir gelişme olduğunu sanmıyorum. Bahçeli uyum yasalarına kayıtsız şartsız destek vereceğini açıkladığı için bu konuda kanun maddelerini masaya yatırıp zaman kaybına da gerek yok. Burada es verelim... Devam edelim, AKP'deki istifa kasırgasına;

"Metal yorgunluğu" gerekçesiyle AKP'de sadece il ve ilçe başkanları ve belediye başkanları mı değişecek?.. Hayır!.. Acaba niye, AKP'li milletvekilleri tüm bunlardan muaf mı kalacak diye sorulmuyor? Hatırlar mısınız? Bir ara gündemde olan ve itina ile üstü örtülen "ByLock"cu milletvekilleri vardı... Şimdi sıkı durun!.. Ankara, önceki gün, gece sarayda yaklaşık 2 saat süren R. Erdoğan-Melih Gökçek görüşmesine kilitlendiği ve "müze" açıklamalarına tebessüm bırakıldığı heyecanlı saatlerde çok ilginç bir iddia ile çalkalandı. Görüşmenin perde arkası ile ilgili bilgi alabilmek için ulaştığım saray kaynakları, Melih Gökçek'in biletinin kesilmesi durumunda hiç bir değişiklik olmadığının ısrarla altını çizerken "bu iş biraz tavsadı hepsi o kadar" ifadesini kullandı. Saray kaynakları, bugün Afyon'da başlayacak AKP kampı için şok bir iddia ortaya attılar. Şöyle;

"Değişim il, ilçe başkanları ve belediye başkanları ile sınırlı kalmayacak. Bazı milletvekillerinin de partiden istifa etmesi gerektiği gündeme gelecek."

Nedeni sordum, "ByLock" dediler. Sayı istedim... Önce belirtmek istemediler ama "123" olarak iddialarında ısrar ettiler...

Şoke olmadım desem yalan olur!.. Saray kaynakları, "temizlik" konusunda "reis"in ne kadar kararlı ve gözü kara olduğunu uzun uzun anlatıp "geri dönüş yok" diye eklediler. "Bunun sonu erken seçime gitmez mi" diye rutin soruyu tekrar ettiğimde "15 Temmuz 2018" olasılığının daha da kuvvetlendiğini belirttiler.

AKP'den istifası isteneceği iddia edilen milletvekili sayısının "123" olması bana olduğu gibi size de çok abartılı gelebilir. Ancak şöyle bir fikir jimnastiği yapmakta fayda var;

Doğru-yanlış bilemem!.. AKP'den her kademede silkelenen isimlerin üstüne "FETÖ" algısı yapıştırılmış vaziyette. Oluşan genel algı içinde kimse bunun aksini tartışmıyor bile. Diğer taraftan iç siyasette muhalefet odaklarına yapılan türlü hamleler. Son örneği, Fatih Erbakan aracılığıyla Saadet Partisi'ne uygulanan haciz ve baskı işlemleri.. R. Erdoğan kendisine artı getireceğine inandığı her türlü hamleyi yapıyor "aklanma" algısını oturtmaya çalışarak. Şöyle bir düşünün... Üzerine "FETÖ" yaftası yapıştırılmış hangi milletvekilinin, il ve ilçe başkanının, belediye başkanının bir daha kımıldama şansı var?.. Bir başka partiye geçerek siyaset yapma şansı kalır?..

AKP Afyon kampında, salonların kapıları kapanınca hararetin kaplıca suyunun ısısının çok üstüne çıkacağı kesin. Olan bitenlere tepki gösterip Erdoğan'ı yüzüne karşı eleştirebilecek bir yiğit var mı?.. Hiç sanmıyorum...

Es verdiğimiz yere dönelim. 40 dakikalık Erdoğan-Bahçeli zirvesine bir de bu pencereden bakmanızı öneririm. Unutmayın!.. Doktor Devlet Bahçeli, Erdoğan'ın can simididir!..

Son not; Siyaset kulislerinde Melih Gökçek'in ardından yerine kimin oturtulacağı çok merak ediliyor. Bence orada çok merak edilecek bir şey yok. Sürpriz Balıkesir'de olacak gibi. Edip Uğur'un yerine Karesi Belediye Başkanı Yücel Yılmaz'ın getirileceği saray kaynaklarında konuşuluyor. Eğer bu gerçekleşirse AKP içinde millî görüş kökenliler sevinç çığlıkları atacaklar!..(Son cümlede ironi yaptım-aht-)

T24
ETİKETLER
yeniçağ gazetesi ahmet takan tayyip erdoğan akp istifa

3.5 milyar lirayı yüklenecek kurban aranıyor
4 Ekim 2017



Hükümetin geri adım atmak zorunda kaldığı yüzde 40’lık Motorlu Taşıtlar Vergisi’nde yapacağı indirimin toplumun hangi kesimine yükleneceği merak konusu

Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın Motorlu Taşıtlar Vergisi'ne (MTV) yüzde 40 zam yapacaklarını açıklaması toplum genelinde sert tepkiyle karşılandı.
Tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk indirim mesajını Meclis resepsiyonunda verdi. Ertesi gün Bakanlar Kurulu'ndan zam oranının ‘makul seviyeye' indirmesi için Maliye'ye görev verildiği açıklaması yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da AKP grubunda yaptığı konuşmada, “Vergi artışı yapılamaz mı elbet yapılır. Ama tek şartla. Ortaya çıkan yükü doğru hesaplayarak, parayı nereye kullanacağımızı millete izah etmeliyiz” dedi.
İşte makul seviye! MTV’de artış % 20-40 aralığında

ORTALAMA ZAM YÜZDE 50

MTV normal şartlarda önümüzdeki yıl en fazla yüzde 14 ila yüzde 15 oranında zamlanacaktı. Oysa Maliye MTV'ye yüzde 40 ila yüzde 68 arasında zam yapılmasını öngören tasarı hazırladı. Bu, zammın ortalama yüzde 50 civarında olacağını gösteriyor.
Normal zamla vatandaştan 1.5 milyar ila 1.6 milyar lira ilave vergi toplanacakken ortalama yüzde 50 zamla elde edilecek vergi toplamı 5.5 milyar lirayı buluyor. Normal zam dışarıda tutulduğunda yaklaşık 30-35 puanlık ilave zamla Maliye'nin 3.5 milyar ila 4 milyar lira ilave vergi toplamayı hedeflediği görülüyor.

HAZİNE BORÇLANACAK

Hükümet, hazırladığı yeni torba tasarıyla 4 milyarı MTV'den olmak üzere toplamda yaklaşık 28 milyar liralık yeni kaynak paketi hazırladı. Bu rakam, önümüzdeki yıl hükümetin, normal zamlar hariç en az bu kadarlık ilave kaynağa ihtiyaç duyduğunu ifade ediyor.
Toplumdan gelen tepkiler üzerine MTV'deki ilave 35 puanlık zamdan tümden vazgeçilip yüzde 15'lik normal orana dönülmesi halinde 3.5 ila 4 milyar liranın mutlaka başka bir alana vergi konularak karşılanması gerekiyor. Başka kesime de vergi getirilmemesi halinde ise bütçe açığı bu tutarda artacak, Hazine 4 milyar lira civarında ilave borçlanma yapmak zorunda kalacak. Maliye'nin şimdi, indirim tutarı ve ilave vergi getirilecek kesimi belirlemek için teknik çalışma yaptığı öğrenildi.

9.3 MİLYAR LİRA TAHSİL EDİLDİ

Sözcü'nün bütçe verileri üzerinden yaptığı hesaplamalar, yüzde 40'lık vergi artışı yoluyla halktan yaklaşık 3.5 milyar ila 4 milyar lira ilave para toplanacağını işaret ediyor. Bu yılın ilk 8 aylık döneminde 9 milyar 333 milyon lira MTV tahsilatı yapıldı. MTV ocak ve temmuz aylarında iki taksitte ödendiği için tahsilatın büyük kısmı tamamlandı. Yılın geri kalan 4 aylık döneminde en fazla 1.7 milyar ila 2 milyar lira daha tahsilat yapılması ve yıllık gelirin 11 milyar lira civarına ulaşması bekleniyor. Maliye'nin yıllık hedefi de 11.3 milyar lira.
Erdoğan Süzer/Sözcü

PAYANDA “MUHALEFET”
Ali Osman ZOR
7 Ekim 2017



Yıkılmış bir iktidar geçici bir süre için de olsa yıkılmamış gibi gösterilebilir mi?

Çok sık görülmese de tarihte benzer durumlar yaşanmıştır. Kanunî Sultan Süleyman Zigatver seferinde vefat ettiği hâlde, ölümü 43 gün boyunca Sokullu tarafından Yeniçeri’den gizlenmiştir. Kâh payandalarla kâh benzerini yerine oturtarak bu vefatı gizlemeyi başaran Sokullu, iktidarın 2. Selim’e devrini gerçekleştirmiştir.

Eğer ki Yeniçeri Kanunî’nin vefatını öğrenseydi, muhakkak ki bir iktidar bunalımı baş gösterecekti. Veya iktidarı devralacak başka bir güç olsaydı bu süreçte iktidar el değiştirebilirdi.

Yakın siyasî tarihe baktığımızda, bir hamleyle iktidardan uzaklaştırılıp daha sonra karşı hamleyle tekrar iktidarı ele geçiren yönetimler mevcut; ancak devrildiği hâlde, “muhalefet” tarafından payandalanarak “devrilmemiş” gibi gösterilen ve devrildiği hâlde hâlâ “meşru ve hukuki bir yönetim” gibi iş başında kalabilen bir misâl aklımıza gelmiyor.

Anlaşılmasında hiçbir güçlük olmayan şu basit gerçeğe dikkat; muhalefetin ana ve aslî görevi iktidarı elinde tutan yönetimi devirip veya iktidardan uzaklaştırıp onun yerine iktidar olmaktır. Gerek demoratik yollar, gerekse olağanüstü şartlar sırasında oluşan fırsatlarda gerçek bir muhalefetin gözü daima İktidar mekanizmasındadır. Hem “iktidarsız” olup hem de muhalif olunmaz. “Karar alma” ve “emir verme” mekanizmasını elinde tutan yönetimle önce iktidarı paylaşıp daha sonra onu iktidardan uzaklaştırmak da mümkündür. Ama, devrilmiş bir yönetimi, onun yerine iktidarı almak dururken tekrar iş başına getirmek ayrı bir kategorik değerlendirmeye tabi tutulmalı.

Toplum ikiye bölünmüşse, bu bölünmenin müsebbibi olan liderlik sahte kutuplaşmalarla bölünmeyi derinleştiriyor ve toplumu güçsüzleştirmeye devam ediyorsa, üstüne üstlük bir hamleyle devrildiği hâlde tekrar iktidar altın tepsi içinde ona hediye edilmişse, orada iktidara talip “gerçek muhalefet”ten söz etmek mümkün değildir.

Devrilmiş bir liderliği payandalayarak iktidarda tutan muhalefet, ilk önce kendisine ümit bağlamış kitlelere ihanet içinde demektir; bu durumda da payanda olduğu iktidarla birlikte onun da tekrardan “devrilmesi” gerekir. Çünkü kitlelerin talebiyle iktidar arasında, iş başındaki yönetim lehine tampon görevi görmektedir. Bu durumda “payanda” görevini üstlenmiş “muhalefet”e yapılacak hamle doğrudan iktidara yapılmış sayılır.

MUHALEFET DERKEN NE ANLIYORUZ?

Kitlelerin, iktidara karşı arkasında mevzilendiği siyasî yapılardır. Bu siyasî yapılar sisteme entegre ise, bunlara gerçek muhalefet değil, “sistem içi muhalefet” denir. Fakat, bu sistem içi muhalefet çoğu zaman kitlelerin iktidara karşı büyüttükleri “yıkıcı öfkelerini” DUVAR fonksiyonu görerek absorbe ederler; “şeklî demokrasi”lerde oyun böyle oynanıyor.

İster “kötü dikatatörlük”lerde, isterse “şeklî demokrasi”lerde olsun gerçek muhalefet ise, her fırsatta sistem tarafından tehdit, şantaj, hapsetme, itibarsızlaştırma ve öldürme yöntemleriyle tasfiye edilmeye çalışılır.

Gerçek muhalefet tarafından şiddetin metod olarak kullanılmasının gündeme geldiği nokta tam da bu tasfiyeye “direnme” iradesinin ortaya çıktığı ândır. Burada bu konuya şimdilik “nokta” koyarak devam edelim.

“Yıkıcı” duyguların şuuruna varan öfkeli kalabalıklar, arkasında mevzilendikleri siyasî yapıların bu duygularına tercüman olmadıklarını anladıkları ân, bu duygularını iktidara ulaştırabilmek için arkasında mevzilendikleri siyasî yapıların önlerine geçmek zorundadırlar. Bunun da tek yolu “muhalif” görüntü altında iktidarı güçlendiren veya ona “payanda” görevi üslenen bu siyasî yapıları etkisizleştirmektir.

Yeni bir siyasî yapının, yani “gerçek muhalefet”in İHTİYAÇ olarak kendini dayattığı nokta da burasıdır. Tüm kesimler adına söylenebilir ki, bu ihtiyaca cevap verilemesin diye “yıkıcı” duygularla yola çıkan gerçek muhalif olma istidadı taşıyan hareketler iktidar tarafından tasfiye edilirken, aynı ânda bu hareketlerin sahte tarafından benzerlerine de alan açılır.

Bir yayın organı veya her hangi sivil toplum örgütüyle hedefi İKTİDAR olan siyasî hareketler arasındaki farka da dikkat etmek lazım. Bir yayın organı veya bir sivil toplum örgütü baskı grubu olarak ne kadar etkili olursa olsun, iktidarı hedefleyen bir siyasî yapının önemine sahip olamaz. İktidarı hedefleyen bir siyasî hareketin muhatabı iktidar ve iktidar çevresinde aranır. Bu açıdan bakıldığında sahtesine yer açmak için iktidar tarafından gerçeğinin tasfiye edilmesi ve sahtenin iktidara ortak edilmesi GERÇEK Muhalefetin hedefini belirler.

Muhalefetin, hileli yollar veya gizli anlaşmalar kapsamında iktidarlarla beraber olup ama, bu beraberliğini sanki halâ “muhalefetmiş gibi” gizlediği dönemlerde, kandırılmış ve ihanete uğramış her kesimin, “gizli iktidar” olmuş kendi sahtesini hedefe oturtması, iktidarı hedef almasıyla aynıdır.

Binlerle ifâde edilebilecek sosyal bir organizasyondan siyasî bir hareketi ayıran husus, siyasî hareketin iktidara talip olması ve faaliyetlerini iktidar çevresinde örgütlemesidir; isterse bu siyasî hareket üç kişiden müteşekkil olsun.

İster “şeklî demokrasiler”, isterse de devrim hareketleri söz konusu olduğunda siyasî bir hareketin muhalefetteyken hedefi iktidara gelmek ve bütün faaliyetlerini bu hedef doğrultusunda örgütlemektir. Bu hedef ona hem “muhalif” olma özelliği kazandırır hem de “siyasî” niteliği devam eder. Anlaşılıyor ki, bir siyasetin “gerçek muhalefet”i temsil edip etmediği “iktidarı ele geçirme” şartları ortaya çıktığında kendini gösterir. Başka bir deyişle “gerçek muhalefetin” görevi “iktidarı ele geçirme” şartlarını hazırlamak veya bu şartlar tahakkuk ettiğinde iktidarı almak için harekete geçmektir.

Burada Kumandan Mirzabeyoğlu’nun “Direne direne mahkûm olmak değil, hâkim olmanın şartları”na erişmeye çalışan muhalefetten bahsediyoruz. Bir kaç defa ifâde ettiğimiz üzere, muhalefetin görevi iktidarı ele geçirmektir.

15 TEMMUZ SONRASI TASFİYELER VE SIRASINI BEKLEYENLER

“Vur patlasın çal oynasın” devri aslında 15 Temmuz öncesi bitmişti.

15 Temmuz’da ve arkasından yapılan 16 Nisan referandumunda bu bitiş sadece açığa çıktı.

Referandum sonrası ilk değerlendirmemizde Erdoğan’ın “reisçiler”i tasfiye edeceğini söylemiş, referandum sonucunu onların üzerine yıkacağını iddia ederek şu görüşleri dile getirmiştik:

“Gerilim politikası”yla yürütülen bir referandum sürecinin sonucunda ortaya çıkan “çatışma” ve “bölünme” görüntüsü muhakkak ki dünden bugüne oluşmadı. 2002’den beri yürütülen politikaların birikimi üzerine 16 Nisan sadece bir sonuçtu.

Tahmin edilebilir bu netice Beştepe tarafından hesap edilemedi mi? Eğer edilemediyse, Erdoğan bunun suçunu vakıf ve derneklerden devşirdiği danışman ordusunda ve milyonlarca dolar harcayarak beslediği sözde ülke menfaatini özde ise kendi menfaatini önceleyen rengârenk kalemşör çetesinde aramalı.

Hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan düşman üreten ve çoğaltan Beştepe etrafına öbeklenen ve belli ki çocuklukları AJAN olma hayâliyle geçmiş “gazetecilik”ten başka her işi yapan kiralık kalemler, hem bu bölünmüşlüğün hem de % 50 HAYIR’ın baş müsebbipleridir.

Yıllardan beri “sahte kutuplaşmadan” nemalanan ve bu kutuplaşmayı sun’i gündemlerle tahrik eden bu istihbaratçı özentisi görgüsüz kalemler şu ân hiçbir şey yapmamış ve hiçbir hadisede sorumlulukları yokmuş gibi davranarak aradan sıyrılabileceklerini zannediyorlarsa da yanılıyorlar. Önümüzdeki günler bunların hesap verme günleri olacak.”

“Metal yorgunluğu” bahanesi altında yaşanan tasfiyeler işte bu referandumda alınan neticenin hesabı niteliğinde olduğu gibi, yeni bir seçime de hazırlık mahiyetindedir.

Bilindiği üzere AKP politikaları her kesimi ve hatta aileleri böldü, paramparça etti. İşine yarayacağını düşündüğü bu bölme politikaları ne gariptir ki AKP’nin de sonunu getirmiş gibi. Bu bölünmüşlük içinde her kesimin seviyesizleri ve mamacıları AKP etrafında öbeklenirken kendini satmayan idealistler “merkezî bir fikrin” birleştirici ve bütünleştirici misyonundan uzak Beştepe’ye karşı saf tuttular.

BEŞTEPE’NİN MEŞRUİYET ARAYIŞLARI

Etrafında toplanan seviyesizliğin kendisine oy kaybettirdiğini fark eden Beştepe, meşruiyetini başka yerlerde aramaya başladı. Bugüne geldiğimizde ilk önce 15 Temmuz’da attıkları can simidi, şimdi ise üstlendikleri payanda rolüyle Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek ekibinin desteğiyle ayakta durmaya çalışmakta. Bu can simidi ve payandalamanın karşılığı olarak da Beştepe’nin AKP’yi vereceği neredeyse kesinleşmiş durumda. Mevcut gelişmelere baktığımızda bundan sonraki süreçte AKP’nin en azından tabela partisi olacağı noktasında şüphe yok.

16 Temmuz’da AKP Genel Merkez binasına asılan M. Kemal posteri şimdiye kadar olanların en büyüğüymüş. Posterin asılmasından bugüne kadar da Beştepe’nin sağında Devlet Bahçeli ve ekibi solunda ise, Doğu Perinçek ve ekibi olmak üzere Kemalizm’in iki versiyonu oturmakta. Garip olan ise, 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan bu ilişkiyi kimsenin izah etmeye yanaşmaması. Sanki taraflar arasında “gizli bir anlaşma” var, bu anlaşmaya binaen de bu ilişkinin muhtevasına dair konuşmak herkese yasaklanmış gibi. Diğer taraftan ise, Beştepe’ye sırtını dayayanların bazıları Kemalizm’e sövmeye devam ederken, yine Beştepe’ye sırtını dayayan Kemalistler de en güçlü dönemlerini yaşamaya devam ediyorlar.

Başka bir ifâdeyle şuan 28 Şubatçılar hedeflerine ulaşmış olarak iktidardalar.

Hiç kimsenin bahsetmek istemediği konu da bu zaten. 28 Şubat’ta “birbirinin varlığını dileme” psikolojisi içerisinde bir zaman yürütülen “düşmanlık” ilişkileri şimdi, sanki “birbirine muhtaçlık” ilişkisine dönüşmüş durumda. Bunun yanında halâ çözülememiş meşruiyet sorununu da eklersek Beştepe etrafındaki bu görüntü iyice karmaşık bir hâle geldiğini görürüz. Kemalizm’in bu iki versiyonu üzerinden bir değerlendirme yapıldığında Beştepe’nin bırakın Kemalizim’le her hangi bir problemi olmasını, meşruiyetini orada aradığı dahi söylenebilir. Başka bir deyişle Beştepe’nin bazı Kemalistlerle problemi olmadığını söylemek, gerçeğin ifâdesi olacaktır.

İKTİDAR VE ORTAKLARI ARASINDAKİ “MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ”NİN KAYNAĞI

Bu ilişkinin MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ olduğunu kabul edersek, şunu da sormamız gerekir;

Bu muhtaçlık nereden kaynaklanıyor?

Bu sorunun cevabını doğru verebilmek için “28 Şubat süreci” ve o süreçte yaşananlar başta olmak üzere 15 Temmuz’u da tüm açıklığıyla masaya yatırmak gerekir ki, yaşadığımız şartlar itibariyle bu da pek mümkün olmadığına göre sadece satıhta bir değerlendirmeyle şimdilik cevabı yine 15 Temmuz’da arayacağız.

“Fiilî durumu yasal hâle getirelim”

“Fiilî durum” demek mevcut Anayasanın ve yasaların dışında cereyan eden durum demek; yani “yasa dışılık” anlamına kullanılan bir tabirdir her şeyden önce. Peki bu “fiilî durum” nasıl oluştu?

Siyasî literatüre geçmiş ve herkesin hafızasında yer eden Devlet Bahçeli’ye ait bu söz, aslında 15 Temmuz’un perde arkası ve bugün yaşanan MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ hakkında bize ilk fikri vermektedir. 15 Temmuz’a kadar yasal olan neydi de 15 Temmuz’dan sonra yasa dışı – fiilî durum oldu?

Tabiki SİYASÎ YÖNETİM, yani İKTİDAR.

Bir yönetim ya düştüğü zaman yasa dışı olur ya da darbeyle geldiğinde; bu durum da ilk zamanlar için geçerli olup, daha sonra kendi iktidarını teşkil edebilir ve anayasasını yürürlüğe koyabilirse yasa dışı olmaktan kurtulur.

Peki 15 Temmuz’da bunlardan hangisi oldu? Mevcut iktidar mı düştü, yoksa bir darbeyle yeni bir iktidar mı kuruldu?

Ama şu kesin, ortada devlet-mevlet kalmadı. İster “ikinci Cumhuriyeti kuruyoruz” deyin, isterseniz de “yeni bir devletin temellerini atıyoruz” deyin, bu gerçek değişmeyecek. Temel soru ise ortada durmakta;

Adeta yeniden kuruluş sürecini yaşadığımız bu dönemde, sıkışmışlıktan ve çepeçevre kuşatılmışlıktan ülke nasıl kurtulacak?

Bu sorunun cevabıyla birlikte konuya devam edeceğiz.
Kaynak: ADIMLAR DERGİSİ

FETÖ kumpasına takılan AKP'li bakanlar kim?
7 Ekim 2017



‘FETÖ’nün kaset kumpası’ olarak bilinen soruşturmanın iddianamesindeki bir ifade, bir işadamına kurulan tuzağa bazı AKP’li bakanların da düştüğünü gösterdi.

CHP’li Deniz Baykal ile bazı MHP’li milletvekillerine kurulan ve kamuoyunda “FETÖ’nün kaset kumpası” olarak bilinen soruşturmanın iddianamesinde dönemin AKP’li bakanlarını ilgilendiren çok önemli bir ayrıntı yer alıyor. Baykal ile birlikte 24 mağdur arasında yer alan isimlerden İşadamı Yusuf Ziya Yağmur, FETÖ’nün kendisine kurduğu kumpasa ‘AKP’li bakanların takıldığını’ söyledi.
Yağmur iddianameye yansıyan ifadesinde, “Ankara’da ara sıra kullandığım işyerime o dönem (2008-2010 yılı kastediliyor) hükümette yer alan bakan düzeyinde bazı siyasilerin gelip gitmişliği vardır. İşyerimde yapılmış veya yapılmaya çalışılmış bu işlerin benden ziyade siyasi şahıslara yönelik yapıldığını değerlendiriyorum” dedi. Yağmur, savcılık ifadesinde AKP’li bakanların isimlerini “şimdilik” vermek istemediğini açıkladı. 2010 yılının Mayıs ayında, Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmesine neden olan özel görüntülerin ve 2011 Mayıs ayında MHP’li bazı milletvekillerinin görüntülerinin internette yayımlanması üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma tamamlanarak düzenlenen iddianame mahkemece kabul edilmişti.
İddianamede bir numaralı şüpheli Fethullah Gülen. İki numarada ‘Kozanlı Ömer’ olarak bilinen FETÖ’nün Emniyet imamı Osman Hilmi Özdil’in yer aldığı iddianamede, aralarında eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, eski Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürü Lokman Kırcılı’nın da bulunduğu çok sayıda eski polis, şüpheli olarak yer aldı. İddianamede, 171 şüpheliden 151’inin Fethullahçı Terör Örgütü mensubu olduğu, 171 şüpheliden 164’ünün Emniyet istihbarat birimlerinde görev yaptığı kaydedildi. 923 sayfalık iddianamenin 121. sayfasında yer alan mağdur işadamı Yağmur’un ifadesi önemli bir ayrıntıyı gözler önüne serdi. İşte o bölüm...
Ara sıra kullandığım işyerime birileri girmiş- “Ben serbest meslek erbabıyım ve ticaret ile uğraşırım. Süleyman Biroğul’a ait 2008-2010 yılları arası kiralamış olduğum Ankara ili Çankaya ilçesi Birlik Mah. Turan Güneş Bulvarı No: x/5 sayılı adres ara sıra kullanmakta olduğum bir işyeriydi. Asıl işyerimin merkezi ise Ankara- Mebusevler’deydi. 2008 yılında işyerimde çalışan Meryem Özdemir, bir gün bana bu yere birilerinin girmiş olabileceğini söyledi, ben de kendisine nasıl anladığını sorduğumda, yerde ayak izlerinin olduğunu, bazı şeylerin yerinin değiştiğini söyledi. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra işyerimde çalışan Meryem Hanım bana yine işyerine birilerinin girmiş olabileceğini söyledi.”
Bakanlar gelip giderdi - “Benim x/5 sayılı adreste işyeri olarak kullanmış olduğum adresime o dönem hükümette yer alan bakan düzeyinde bazı siyasilerin gelip gitmişliği vardır. Ancak bu kişilerin isimlerini şu aşamada vermek istemiyorum. İşyerimde yapılmış veya yapılmaya çalışılmış bu işlerin benden ziyade yukarıda bahsettiğim siyasi şahıslara yönelik yapıldığını değerlendiriyorum. Adresimde bu işleri yapan, yaptıran her kim veya kimler ise bunlardan davacı ve şikâyetçiyim. Bu konuda görevlilere her türlü yardım etmeye hazırım.”
Aykut Küçükkaya/Cumhuriyet

AKP'de Gökçek sorunu bitmedi: Kulisler kaynıyor

07.10.2017



İstifa etti,edecek,ediyor derken Gökçek görevinin başında kalmaya devam ediyor. Ancak AKP kulisleri 'Gökçek Sorunu'na kilitlenmiş durumda. Senaryolar farklı...
Birgün gazetesi Ankara Temsilcisi Yaşar Aydın, AKP kuliserinde konuşulan "Gökçek Senaryıları"nı derledi. Buna göre Gökçek'in belediye başkanlığı fiilen 5 Ekim'de bitti.

Yaşar Aydın'ın "Kendisi müzelik olacak" başlıklı yazısı şöyle:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın istifa ettirilmesi sonrası başlayan “sıra kimde” tartışması Ankara kapılarına dayandı. Melih Gökçek’in istifasının istenildiğine dair haberleri yalanlamayan Erdoğan, İran dönüşü Gökçek ile Saray’da görüşmeyi uygun buldu. Görüşmenin ayrıntıları basınla paylaşılmazken Gökçek’in neredeyse gece yarısı yapılan sosyal medya paylaşımları durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.

Gökçek mesaj mı verdi?

Melih Gökçek’in görüşme sonrası sosyal medya paylaşımlarını “Erdoğan’ın istediğini yapmayacağım” mesajı olarak yorumlayanların sayısı oldukça fazla. Saray’ın karşısında yapılması planlanan müze dahil orta vadeli projelerin konuşulduğunu açıklayan Gökçek, bir anlamda “ben buradayım” diyordu. Gökçek’in bu açıklamalarına rağmen kulislere düşen bilgi hiç de bu yönde değil. Ankara’da kiminle konuşsak Gökçek’in süresini doldurmasını imkânsız olarak görüyor.

Hangi senaryolar öne çıkıyor?

Erdoğan-Gökçek arasında gece yapılan görüşmenin ayrıntıları Ankara’nın temel gündemi oldu. Tüm gün yeni bir haber peşinde koşan gazetecilere göre Gökçek’in yaptığı açıklamalara rağmen görev süresi 5 Ekim akşamı itibari ile bitmiş oldu. Meslektaşlarımıza göre işin resmiyete dökülmesi için çok fazla beklemeyeceğiz. İlk ve güçlü senaryolardan biri en geç önümüzdeki hafta içerisinde Gökçek’in istifa edeceği yönünde.

Kulislere düşen diğer bir duyum da Gökçek’in zaman istediği yönünde. Bitirilmesi gereken projeleri Erdoğan’a ileten Melih Gökçek “biraz zaman” istemiş. AKP’yi yakından takip eden meslektaşlarımızla konuştuğumuzda belirsiz bir süreye yayılan ilişkinin Erdoğan’ın en son tercihi olacağı yönünde oldu.

Kalması tek şarta bağlı

Devam eden projeler ve Melih Gökçek’in Ankara’daki gücü nedeniyle en azından 2019 seçimlerine kadar görevde kalacağını iddia edenler de var. Bu iddiayı AKP’lilere sorduğumuzda aldığımız yanıt “tek şartla” oldu. “Eğer Gökçek 2019 seçimlerinde kendisinin veya ailesinden birinin aday olmayacağını açıklarsa mümkün olabilir” deniliyor.

Ayrıca kalan sürede de Belediye üzerinde Saray’ın oluşturacağı ekibin tek belirleyen olması şartı da ekleniyor. Ama en yakın ihtimal ikili görüşme trafiğine rağmen istifa olarak görülüyor.

Erdoğan ister ve biter

Gökçek döneminin sonuna geldiğinin işaretlerinden biri de özellikle milletvekillerinin net görüşü oldu. “Artık mesele Gökçek meselesi olmaktan çıktı” diyen bir vekil, “Genel Başkanımız söylem ve eylemiyle Gökçek’i istemediğini kamuoyuna deklare etti. Bundan sonra görevde kalması çok zor. Aksi durum Erdoğan’ın parti üzerindeki hâkimiyetinin sorgulanması anlamına gelecektir” diyerek Afyon sonrası bu işin biteceğinin iddia etti.

Afyon’da bugün başlayacak AKP kampının da en önemli gündemlerinden biri kuşkusuz Belediyelere yapılan Erdoğan operasyonu olacak. Partililer Erdoğan’ın bu başlık içerisinde Ankara’ya dair kararını deklere etmesini bekliyor. Sonuç ne olursa olsun Ankara ve Gökçek AKP’nin başını ağrıtmaya devam edecek gibi görünüyor.

Erdoğan, partisinin Afyonkarahisar kampında açıklamalarda bulundu:
DEĞİŞİME DİRENMEK AKINTIYA KÜREK ÇEKMEK GİBİDİR

“Değişime direnmek, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. İşte bu gerçekten hareketle bir süredir teşkilatlarımızda ve belediyelerde yenilenme ihtiyacımız bulunduğunu söyledim, söylüyorum. Kongre süreci vesilesiyle teşkilatlarımızı önemli ölçüde yeniliyoruz. Belediyelerde de şimdiden benzer adımları atmanın hazırlıkları içindeyiz. Bu benim şahsi tercihim veya partimizin kendi kendine icat ettiği yöntem değildir. Aslında bu, milletimizin talebidir. Bu yenilenme sürecini, değişim ihtiyacını, tazelenme talebini kendi irademizle gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu biz kendimiz yapmazsak, sandıkta milletimiz yapar. Ona fırsat vermeden bu işi kendimiz çözmemiz gerekir.
Yön Haber

Nagehan Alçı'dan ortalığı karıştıracak gönderme! Kim bu Erdoğan'ın uçağındaki çapkınlar?
11.10.2017



Habertürk yazarı Nagehan Alçı, Habertürk'teki yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağındaki bazı isimlere göndermede bulundu.

Kiev'e giden Türk erkeklerinin kaçamakları sık sık medyada haber olurken FEMEN bu nedenle Kiev'de Türk erkeklerini protesto eylemi dahi yapmıştı.

Alçı Habertürk'teki köşesinde şunları yazdı: "İstanbul'dan bir buçuk saatlik bir uçuşla Ukrayna'nın başkenti Kiev'e vardık. Buradaki program oldukça kısaydı, Cumhurbaşkanı'nın görüşmelerinin ardından plan gece Belgrad'a geçmekti. (Bazılarını bu ak
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ekm 12, 2017 10:55 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ekm 08, 2017 9:02 pm    Mesaj konusu: New York Times Alıntıyla Cevap Gönder

Star yazarı: Erdoğan seçimi kaybederse yeni Cumhurbaşkanı, 15 - 20 yıllık icraatlarını kısa sürede ters yüz eder
08 Ekim 2017



"Milletin vicdanından yükselen bazı talepler daha var"

Star yazarı Selahaddin E. Çakırgil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 2019'daki seçimi kaybetmesi halinde neler olabileceğini yazdı. Çakırgil, "Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybettiğini düşünelim... O zaman, Tayyip Bey’in anayasada yaptırdığı değişikliklerle çok güçlü hale getirilmiş olan yeni Cumhurbaşkanı, Tayyip Bey’in 15-20 yıl boyunca bütün icraatını kısa sürede ters yüz edip, rejimin, kuruluş yıllarındaki ‘kemalist-laik fabrika ayarları’na dönmesini anayasa adına gerçekleştirebilecektir" dedi.

Çakırgil'in Star'da "Milletin vicdanından yükselen bazı talepler daha var" başlığıyla (8 Ekim 2019) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Önce tarihî bir hadiseyi hatırlayalım.

Sultan Abdulaziz’in tahttan indirilip katli ve arkasından 5. Murad’ın kısa Padişahlığı ve sonra bir yaz günü üzerindeki üniformasıyla Saray’ın havuzuna atlamasıyla tahttan indirilmesi ve yerine 2. Abdulhamîd’in 1876’da taht’a çıkarılması..

Yeni Sultan, ilk kez hazırlanacak olan bir Kaanûn-i Esâsî /Anayasa ile saltanatının sınırlandırılmasını, meşrut hâle getirilmesini / şartlara bağlanmasını, yani Meşrutiyetyönetimini kabul eder, Birinci Meşrutiyet dönemi böyle başlar. ‘Kaanûn-i Esâsî’yi hazırlatanların başında da Mithat Paşa vardır.

Anayasa’da Padişah’ın yetkileri sınırlandırılırken, Mithat Paşa, Sultan’ın bir konuda müdahale yetkisinin korunmasını ve Kaanun-i Esâsî’ye dercedilmesini kabul ettirir.

Siyaset ya da kaderin cilvesidir, Sultan Abdulhamîd bir süre sonra, o yetkiye dayanarak Mithat Paşa’yı azleder ve Sultan Aziz’in katlinde dahli olduğu iddiasıyla Divân-ı Âli’de yargılanan Paşa, (Libya’nın güneyinde olan) Fizan’a sürülür.

***

Qıssa’dan hissemi?

***

Başkanlık ya da Cumhurbaşkanlığı sisteminde, Hükûmet etme / İcra/Yürütme gücünü kullanması için, milletin doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanı’na geniş yetkiler veriliyor. 2019 Seçimlerinden sonra, bizde de Cumhurbaşkanı, milletten aldığı vekalet yetkisiyle yeni bir seçim dönemine kadar Hükûmeti tek başına kuracak ve ülkeyi geniş yetkilerle yönetecek ve Hükûmet’in düşürülmesi gibi bildik Meclis oyunları sergilenemeyecektir. Güçlü devletler, ânında karar alabilmeleri açısından bu yöntemi tercih ediyorlar.

Meclis mi?

O da kanun teklifleri hazırlıyor ve İcra /Yürütme gücünü, Hükümet eden gücü kontrol ediyor; B. Amerika’da, Rusya’da ve kısmen Fransa’da görüldüğü üzere..

***

Buraya kadar mesele yok..

Ama, 2019’da yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, eğer ilk merhalede aday sayısı ikiden fazla olur ve herhangi bir aday halkın oylarının % 50+1’ini alamazsa, seçim ikinci merhaleye kalacak ve en çok oy alan ilk iki aday arasında yeni bir seçim yapılacak.

Sözgelimi, Tayyîp Bey, ilk merhalede %50+1’i elde edemezse, ikinci merhale seçimlerinde iç ve dış etkileme odaklarının entrikalarıyla yolunun kesilmesi için elden gelen yapılacaktır. Ki, bunu referandum günlerinde de gördük.

Öyle bir durumda, Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybettiğini düşünelim.. O zaman, Tayyip Bey’in anayasada yaptırdığı değişikliklerle çok güçlü hale getirilmiş olan yeni Cumhurbaşkanı, Tayyip Bey’in 15-20 yıl boyunca bütün icraatını kısa sürede ters yüz edip, rejimin, kuruluş yıllarındaki ‘kemalist-laik fabrika ayarları’na dönmesini anayasa adına gerçekleştirebilecektir.

***

2019 seçimleri bunun için son derece önemli...

(..)

***

Bu vesileyle o seçimleri bekleyen bir tuzağına dikkat çekilmelidir.

Halkımız, darbeye katılan asker, polis, yargıç-savcı, büyük parababaları veya Pensilvania Şeyhi’nin ‘İmam’ diye vazifelendirdiği tiplerin sür’atle yargılanıp en şiddetli şekilde cezalandırılmasını istiyor. Ama F.G’ye veya cemaatine hiç sempati beslemeyen nice çevreler, yapılan tutuklama operasyonlarında, ilgisiz- suçsuz pek çok kişilerin de yaygın şekilde tutuklanmasıyla ‘devlet terörü rüzgarı’ estirildiğinden ve bunun, Tayyip Bey’e karşı, Emniyet ve yargı kadrolarında yeniden iktidar vehmine kapılan eski kemalist -devletçikesimlerce kurulmuş bir ince tuzak olduğundan ciddî kuşku duyuyorlar. Tabiatiyle, beklentiler de- eleştiriler de Tayyip Bey’e yöneliyor.

***

Bu yöntemden derhal vazgeçilmeli ve darbeyle direkt ilgisi olmayan şüpheli kişiler karakollara münferiden davet edilerek bilgilerine başvurulmalı ve hemen zindanlara doldurulmalarına son verilmelidir. Yoksa yüzbinler küser, kırılır..

Bizden söylemesi..

T24
ETİKETLER
erdoğan seçim haber açıklama kaybederse 2019


"AKP’de adam yerine konulmak, en büyük, tek büyük idealdir"
08 Ekim 2017



Ahmet Tan: Reis ile resim çektirmeye türlü - çeşitli adam yerine konma dereceleri vardır

* Ahmet Tan

İkisi de ne yazık ki Arapça.
“Saygınlık” ve “erk” de diyebiliriz.
Ama “itibar” ile “iktidar”ın yerini tutmuyor!
İkisinden de, ödün vermek mümkün değil.
Sultanahmet Camisi’ni gölgede bırakacak Çamlıca’daki cami ile Ankara’daki 1.056 odalı Saray’ı inşa etme vesilesi ile “İtibardan tasarruf olmaz” dedi.
Ama kastettiği aynı zamanda “iktidar”dı!
Madem iktidar elinde dibine kadar kullanıyor. Yüksek yargı başkanlarını peşine takıp çay toplamaya götürmesi hem itibar hem de iktidar gösterisiydi.

***

İslamiyet kumarı yasakladığı halde iç ve dış siyasette bu türlü açık poker hamlelerine bayılıyor.
Niyet Şam’da cuma namazı idi. Kısmet 3.5 (yoksa 4 mü?) milyon Suriyelinin bizim camilerin çevresinde dolanması imiş!
Laik Cumhuriyetin temel ilkeleri üzerine barbut attı.
Hep kazandı. Ama halkın yarısı bitti demeden de oyun bitmeyecek!
Dün adı “istişare” olan Afyon’daki parti toplantısında “davanın kazanılmasına” iki el daha kaldığını açıkladı:
- Mart ve Kasım 2019!
İstişare “danışma” demek. Külliye’nin 1.056 odasından danışman fışkırırken bu toplu “danışma” seansı biraz akıl karıştırıcı.
Nitekim “ihanet etmemiş olana” yeni mevkiler makam sözleri verdi bile.
Aklı karışan karışana:
“Ak Parti Lideri” mi, yoksa “Cumhurbaşkanı mı?”
Başta TRT, tüm TV’ler altyazı ile bir yandan “Cumhurbaşkanı Afyon’da” dediler; bir yandan da “Ak Parti Lideri’nin partililere seslendiğini” anlattılar.
Reis, halkımız için yerse, makamı itibarıyla, artık “Az kuru az pilav”dır!

***

Zamanında, “Belediye adamından devlet adamı olmaz!” başlıklı bir yazı yazdığım için ünlü bir yerel siyasetçi dostu küstürmüştüm.
Geçenlerde karşılaştık. Hâlâ o yazıma takılı kalmış:
“Bak” dedi, “yanıldın. Sayın Erdoğan haksız olduğunu kanıtladı!”
“Yoo” dedim, “aksine. O devlet adamı olmadı ki. Devlet eridi o tek adam oldu!”

***

Kimileri için siyaset ve iktidar aşkının arkasında itibar ve adam yerine konmak açlığı yatar. (Bu muhalefetteki partiler için de geçerli. Bkz: Bahçeli- MHP.)
Daha yüksekten uçanlar için özellikle de kenar mahalle veya kasaba erbabı için de itibar ve iktidar sevdası daha çok gösteriş, debdebe, höt-zöt ve afra tafradır.

***

İktidar (hatta parti içi iktidar) makam - mevki sahibi olmayı garanti eder.
Ama itibarı yani adam yerine konmayı güvence altına almaz.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş dünya siyaset psikoloji literatürüne geçecek bir örnek sunarak istifa etti.
Allah için salya sümük sergilemedi. Ama içtenlikle ve açıkça “Adam yerine konmadığını” itiraf etti.
Dünyanın en büyük 10 megakentinin seçimle gelmiş başkanını adam yerine koymayan hangi çılgınmış, diye şaşan da olmadı, soran da!
Hatta milyonluk bir kentin seçimle gelmiş başkanının istifa ederken “Kendimiİslama adayacağım” demesine bile aldıran olmadı.
Acaba Reis gibi dünya da mı kendisini “adam yerine koymadı”...
Zaten, koysaydı, koltuğu terk edebilir miydi?
MİT Başkanı Hakan Fidan edebildi mi?
O da milletvekili olmak için makamdan kalkmaya kalkmıştı. Kalkması ile oturması bir oldu.
Tek adamlık düzeninde, “adam yerine konulmak” kolay olmuyor!

***

AKP’de adam yerine konulmak, en büyük, tek büyük idealdir.
Külliye’de bir davete katılmaktan başdanışmanlığa, “yancı” bir vakfın yönetim kurulu üyeliğinden Reis ile resim çektirmeye türlü - çeşitli adam yerine konma dereceleri vardır.
Sonrası Reis’in kulağına gidecek iki sözcüğe kalır.
Ardından karınca kararınca ve kaderince gelsin para pul, mevki, şöhret...
Bu insanın başına önce parti, sonra devlet kuşu konması demektir.
Ama bu kuş ebabil kuşundan daha uçarıdır.
Çoğu zaman “Kışt!” demesine bile gerek olmadan Reis’in bir bakışı ile uçar gider.

______________________________________________________________

Bu yazı Cumhuriyet.com.tr'den alınmıştır

New York Times : ABD vatandaşları Türkiye'de 'siyasi rehine' olarak hapse atıldı
08.10.2017

New York Times, "Türkiye'deki başarısız darbe girişiminin ardından Amerikalılar siyasi rehine olarak hapse atıldı " başlıklı haberinde, bir düzine kadar ABD vatandaşının Türkiye'de tutuklu olduğunu belirtti.
Haberde başarısız darbe girişiminin parçası oldukları gerekçesiyle tutuklanan ABD'lilerin arasında "bir NASA bilimadamı ve bir kimya profesörünü"nün de bulunduğu belirtildi.

‘TRUMP VE PENCE BİZZAT ÇAĞRIDA BULUNDU'

Gözaltına alınanların çoğunun Fethullah Gülen ile bağlantılı olmakla suçlandığını belirten haberde şu ifadeler kullanıldı:
"Başkan Trump ve Başkan Yardımcısı Pence, Sayın Erdoğan'a bizzat yapılan çağrının yanı sıra, 78 Kongre üyesince imzalanan bir mektupla Türk hükümetine baskı yaptı. Ancak Amerikalı yetkililer, tahliyeleri sağlama konusunda başarısız bir görüntü sergiliyor. Tutuklamaların Türkiye açısından, Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesine dönük bir koz olduğu görülüyor."
Sputnik

İsrail tankları Gazze'yi vurdu
09.10.2017

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, "Orduya ait tanklar, Gazze Şeridi'nin güneyinde Hamas'a ait bir askeri üssü vurdu." ifadesine yer verildi.
Açıklamada, tank saldırısının Gazze'den İsrail'in Aşkelon kenti yakınlarına akşam saatlerinde düzenlenen roket saldırısına karşılık olduğu ileri sürüldü.

Söz konusu roketin boş bir alana düştüğü ve herhangi bir yaralanma ya da can kaybına yol açmadığı belirtilmişti.

GEREKÇE GÖSTERİLEN ROKET SALDIRISINI ÜSTLENEN OLMADI

İsrail'in gerekçe olarak gösterdiği roket saldırısını ise Gazze Şeridi'ndeki Filistinli gruplardan üstlenen olmadı.

İsrail, iki milyona yakın Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi'ni, Hamas'ın 2006 yılındaki seçimleri kazanmasından bu yana abluka altında tutuyor.

Doğu Kudüs ve Batı Şeria da 1967'den bu yana İsrail tarafından işgal altında tutuluyor. İnşa ettiği duvarla bu iki yeri birbirinden ayıran İsrail, Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilerin Doğu Kudüs'e geçişini engelliyor.

İşgal altındaki Doğu Kudüs'te 200 bin, Batı Şeria'da ise 400 bini aşkın Yahudi yerleşimci bulunuyor. Uluslararası hukuka göre, bu bölgelerdeki tüm Yahudi yerleşim birimleri 'yasa dışı' kabul ediliyor.
Sputnik

Veli Saçılık'ın 70 yaşındaki annesine soruşturma
08 Ekim 2017



Kezban Saçılık'ın da aralarında bulunduğu 7 kişi hakkında soruşturma açıldı

'Hayata Dönüş' operasyonu sırasında kolunu, OHAL kapsamında çıkarılan KHK ile işini kaybeden Veli Saçılık’ın 13 Haziran’da yaptığı eyleme destek veren annesi 70 yaşındaki Kezban Saçılık’ın da aralarında bulunduğu 7 kişi hakkında ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet’ suçundan soruşturma başlatıldı.

Hürriyet’ten Mesut Hasan Benli’nin haberine göre; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hakkında soruşturma başlattığı Kezban Saçılık, o gün yaşadıklarına ilişkin olarak şunları söyledi:

"Veli’yi yere düşürdüler. Hepsi birden saldırdı. Veli, yere düştükten sonra dayak yemesini engellemek için araya girip üstüne kapanacaktım. O anda polislerden birisi, dönüp gözüme gaz sıktı. Gözümü açamadım, yere düştüm. Başıma da vurmuşlar."

"Oğlum hırsızlık etmedi, devleti soymadı"

Oğlunun işine iade edilmesi için yaptığı eylemlerde polis şiddetine maruz kaldığını da belirten Kezban Saçılık, “Oğlum haklı. Hırsızlık etmedi, devleti soymadı. Oğluma yapılanları görünce dayanamıyorum. Sanki o plastik mermiler bana gelse daha iyi diyorum. Dokunmaya kıyamadığım oğlumu onlar yerde sürüklüyorlar. Bir anne o anda ne hissedebilir? Canım çok acıyor o anlarda” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Burdur Cezaevi’nde 2000 yılında düzenlenen operasyonda dozer darbesiyle kolunu kaybeden Veli Saçılık, OHAL kapsamında geçen yılın kasım ayında çıkarılan KHK’yla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan ihraç edilmişti.

T24
ETİKETLER
veli saçılık kezban saçılık soruşturma

Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan Bekleviç: 8 yıldır seçim ekonomisi yaşıyoruz
08 Ekim 2017



"Türkiye'de istikrarlı tek şey seçim yapmak haline gelmiştir"

16 Nisan referandumu döneminde Hayır Partisi'ni kuran ve 2019 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağnı açıklayan Tuna Bekleviç, hükümeti seçim tarihleri üzerinden eleştirdi. Bekleviç “Türkiye'de istikrarlı tek şey seçim yapmak haline gelmiştir” dedi. Türkiye’de son 3 yılda 5 seçim, son 8 yılda 8 seçim yaşandığına ve önümüzdeki iki yılda da en az 3 seçim daha olduğuna dikkat çeken Bekleviç, “2009 ile 2019 arasında en az 11 seçim yaşamış olacağız. Bu da her yıl bir seçim demek. Dünyada seçim yapmak konusunda rekor Ak Parti hükümetinde olmuştur" dedi.

Türkiye’nin 8 yılda 8 seçime ilişkin karnesi şöyle.

1) 2009 Yerel Seçimler

2) 2010 Referandum

3) 2011 Milletvekilliği Genel Seçimleri

4) 2014 Yerel Seçimler

5) 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri (10 Ağustos)

6) 2015 Milletvekilliği Genel Seçimleri (7 Haziran)

7) 2015 Milletvekilliği Genel Seçimleri (1 Kasım)

8) 2017 Referandum

9) 2019 Yerel Seçimler

10) 2019 Milletvekilliği Genel Seçimleri

11) 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimi

T24
ETİKETLER
seçim ekonomi tuna bekleviç

CHP’li Didem Engin: AKP’nin 'beton ekonomi'si can çekişiyor
Hülya Karabağlı
08 Ekim 2017



"Ekonomi inşaatla, betonla değil; üretimle, sanayiyle, bilimsel çalışmalarla canlanır"

CHP İstanbul Milletvekili Didem Engin, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'nda vergi artışı getiren Torba Kanun'un iktidar tarafından geri çekilmesi çağrısı yaptı. Engin, “AKP hükümetleri yıllardır ekonomiyi inşaata ve betona bel bağlayarak ayakta tutmaya çalıştı. Beton ekonomisi can çekişiyor. Ekonomi inşaatla, betonla, yandaşlara dağıtılan rantlarla değil, üretimle, sanayiyle, bilimsel çalışmalarla canlanır” dedi.

CHP’li Engin, Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını değerlendirdi: "Son zam ve vergi yağmuru bütçedeki kara deliğin giderek arttığını gösteriyor” diyen Engin’in açıklamaları şöyle:

Ekonomiyle ilgili hangi göstergeye bakarsanız bakın, olumsuz bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. TOBB verilerine göre 2017 yılının ilk sekiz ayında, geçen yılın aynı dönemine göre kurulan şirket sayısı yüzde 8,43 oranında artarken aynı dönem içinde kapanan şirket sayısı yüzde 27,88 oranında artmış. Sadece Ağustos ayına baktığımızda bile, 2017 yılı Ağustos ayında kapanan şirket sayısı, 2016 yılının aynı ayına göre yüzde105,40 kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde13,69 oranında artış göstermiş durumda. Yurdun dört bir yanında esnaflarımız birer birer kepenk kapatıyor, çünkü borçlarını döndüremiyorlar. İstanbul’da İstiklal Caddesi, Taksim, Kapalıçarşı, Sultanahmet gibi İstanbul ticaretinin can damarları kabul edilen ve bir zamanlar cıvıl cıvıl hareketli olan ticari merkezler bugün sinek avlıyor.

Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre, yılın ilk sekiz ayında, 11 milyar TL değerinde 303.000 adet çeke karşılıksız işlemi yapıldı. Aynı dönemde protesto edilen toplam 621.000 adet senedin parasal tutarı 8,1 milyar TL oldu. Bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş toplam kişi sayısı yılın ilk yedi ayında geçen yılın aynı dönemine göre %2 artarak 815.000 kişi oldu. AKP'nin son zam ve vergileri ile çok yakında borcunu ödeyemeyen vatandaş sayımız milyonu da geçecek. Çünkü AKP vatandaşın kazandığı üç kuruşu da vergi ve zam ile geri almanın derdinde,

AKP hükümetleri yıllardır ekonomiyi inşaata ve betona bel bağlayarak ayakta tutmaya çalıştı. Ancak ekonomi inşaatla, betonla, yandaşlara dağıtılan rantlarla değil, üretimle, sanayiyle, bilimsel çalışmalarla canlanır. AKP'nin yapması gereken Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşmeleri devam eden torba kanunu geri çekip, 2018 bütçesini sağduyulu ve sürdürülebilir bir şekilde hazırlayarak Meclis'e göndermektir.

T24
ETİKETLER
didem engin didem engin beton ekonomi

CHP'li Erdoğdu'dan hükûmete 'müflis tüccar' benzetmesi
Hülya Karabağlı
08 Ekim 2017



"Cumhuriyetin bütün mal varlığını sattınız"

CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda geneli üzerinde görüşmelerin tamamlandığı ‘Torba tasarı’ olarak bilinen ‘Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın Anayasaya aykırı olduğunu söyledi. Erdoğdu, "Cumhuriyetin bütün mal varlığını sattınız, şimdi göz dikmişsiniz, meraları satmaya çalışıyorsunuz, lojmanları satmaya çalışıyorsanız müflis bir tüccarın eşinin alyansını satması gibi" ifadesini kullandı.

Açlık grevlerinin 213. Gününde Nuriye Gülmen ziyareti hakkında bilgili veren Erdoğdu, hükümet temsilcilerinin bulunduğu komisyonda “O gün gittim, bir deri bir kemik, ölecek belli. Devlet olarak yaşatmaya çalışsak. Yine yargılayalım, yine gereğini yapalım” dedi. İkna etmeye çalıştığını Nuriye Gülmen’in kendisine öğretmenliğe anlattığını ifade eden Erdoğdu, “Yemin ediyorum, ben öğretmenler yerinde, bu kadar güzel öğretmenlik anlattığı için ve bu kadar bedel ödediği için ödül veririm. Teröristse hukuki delillerini koyun. Gidin kaldığı odayı görün. O kızın kapısında bir sürü erkek bekliyor. Ya, insanın zoruna gidiyor, tuvalet ihtiyacını görürken kapı açılır mı arkadaşlar. Bu zulümdür ya. Bu, kim olursa olsun zulümdür” diye konuştu.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, "Torba Tasarı" olarak bilinen Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın tümü üzerindeki görüşülmeler tamamlandı, maddelerinin görüşülmesine gelecek hafta başlanacak. 130 maddelik tasarının geneli üzerindeki konuşmacılardan CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun tutanaklara yansıyan konuşması şöyle:

Bu tasarının hükümler dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olduğunu bildirmek isterim. Anayasa’nın 87’nci maddesi bütçe yapma yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiştir. İstenen bu 37 milyar liralık ek borçlanma, ek bir harcama ek bir bütçe demektir, tek bir maddeyle geçiştirilemez. Hükûmetin bu borçlanmayı nerede kullanacağını bir bütçe disiplini içerisinde hakkın anayasal sahibi olan Türkiye Büyük Millet Meclisine yani bu Komisyondan başlayarak Genel Kuru la götürmesi gerekmektedir ama “Ben yaptım oldu.” Şeklinde bir maddeyle Anayasa’dan gelen yetkilerimizin iptal edilmesine hep birlikte karşı çıkmalıyız çünkü böyle bir usul yerleşirse gelecekte gelecek hükûmetler de aynı şeyleri yaparlar.

Değerli arkadaşlar, Hükûmet bizden 37 milyar lira ek borçlanma yapmak istiyor, bunun için bir kanun maddesiyle bizden kaçırmak istiyor. Bu 37 milyarı nereye kullanacaklar? Çünkü borçlanma belli, g elirler belli, giderler belli. Nerede, giderlerimizde mi artış var, gelirlerimizde mi düşüş var, nereye harcayacaklar bu parayı? Üstelik baktığınızda yani bütün limitler kullanıldığında 52 milyar liralık borçlanmanın üzerine hazine finansman programına bakıyorsunuz, en fazla 20 milyara ihtiyaç var, bu 17 milyarı ne yapacaklar, kalan 17 milyarı ne yapacaklar? Hazinenin açıkladığı borçlanma takvimi dışında borçlanma mı var?

Bu ekonomiyi böyle götüremezsiniz. Bütün varlıkları sattınız. Herkes sadece özelleştirmeden bahsediyor, TOKİ’den sattıklarınız, arsa karşılığı sattıklarınız, Vakıflar Genel Müdürlüğünden, belediyelerden gidenler?

Cumhuriyetin bütün mal varlığını sattınız, şimdi göz dikmişsiniz, meraları satmaya çalışıyorsunuz, lojmanları satmaya çalışıyorsanız müflis bir tüccarın eşinin alyansını satması gibi. Askerî alanlara göz dikilmiş durumda. Zaten asker de kalmadı sayenizde, önce Fetullahçılara verdiniz, sonra Fetullahçıları temizliyoruz diye Türk Silahlı Kuvvetlerinin beli kırıldı.

Anayasa'ya aykırıdır. Geniş halk yığınlarına haksız vergiler koymaktayken bir sürü “swap” işleminden, “future” işleminden, borsadaki bir sürü işlemden sıfır vergi alıyoruz, sıfır stopaj alıyoruz; ya, biz müstemleke miyiz? Getirdiğimiz hâle bakın.

Bütçenin gelirleri ve giderleri… Üçüncü havalimanının garantisi bütçede var mı arkadaşlar? Osmangazi’nin garantisi bütçede var mı? Gördük mü bu rakamı? Daha doğrusu, bütçe gördünüz mü siz? Bütçede bölgenize bir yatırım olduğunda sizin önünüze gelecek, bakacaksınız ne kadar harcanmış, nereye gidiyor çünkü siz milletin vekilisiniz. Size Anayasa bu yetkiyi vermiş, bunlara hesap soralım diye.

Kötü olsun diye söylemiyorum, bunlar bizim düşmanımız değil, onlar bizim devletimizi yönetiyorlar ama doğru yönettiklerini ancak biz denetleyebiliriz. Bu hak elimizde mi? Sayıştayın beli kırılmış, hiçbir şeyi göremiyoruz; yolsuzluklar almış başını yürümüş. Bu gitmez, bu yürümez. Bunun yürümeyeceğini göreceksiniz.

Bakın, bu cemaatçiler çok güçlüyken onlara söylüyorduk, bin yıl daha iktidarda olacaklarını düşünüyorlardı, şimdi düştükleri hâle bakın. Birçoğu sizin arkadaşınız. Durumlarını görüyorsunuz, aynı duruma düşme ihtimaliniz var. Onun için yurtsever milletvekillerin, cesur milletvekillerin her an iftiraya uğrama korkusunu yenmesi lazım. Her an her birimize iftira atılabilir arkadaşlar, her an her birimize ama bu korkular bizim insanlığımızı kaybetmemize izin vermemeli.

Bakın, Nuriye ve Semih diye iki öğretmen var. Terörist de terörist, ya velev ki terörist, öldürmek mi gerekiyor? Teröristse delillerini koyun ortaya, hiçbir şey yok. O gün gittim, bir deri bir kemik, ölecek belli. Devlet olarak yaşatmaya çalışsak. Yine yargılayalım, yine gereğini yapalım. Tek istediği öğretmenlik, üstelik Mardin’in Mazıdağı’nda öğretmenlik istiyor. Gittim, ikna etmeye çalıştım, bana bir öğretmenlik anlattı, yemin ediyorum, ben öğretmenler yerinde, bu kadar güzel öğretmenlik anlattığı için ve bu kadar bedel ödediği için ödül veririm. Teröristse hukuki delillerini koyun. Mahkemeden kaçırmak için hapishaneden yoğun bakıma… Gidin kaldığı odayı görün. O kızın kapısında bir sürü erkek bekliyor. Ya, insanın zoruna gidiyor, tuvalet ihtiyacını görürken kapı açılır mı arkadaşlar. Bu zulümdür ya. Bu, kim olursa olsun zulümdür.

Kadınları başı örtülü, başı açık, şudur, şu görüşten, bu görüşten diye ayırmayacağız, bunlar bizim insanımız, yaşatmak zorunda olduğumuz insanlar. Ama geldiğimiz yerde öyle bir kutuplaştık ki burayla ora arasında büyük bir duvar var, birbirimizi duyamıyoruz. Bu duyamamanın sonu vatanın bölünmesidir. En büyük bölücülük sizinle bizim aramıza veya onlarla bizim, bizimle sizin, biz-siz-onlar diye ayırarak bu duvarların örülmesidir. Türkiye’nin durumu iyi değildir. Hepimizin torunun da geleceği bu topraklardadır.

T24

ETİKETLER
aykut erdoğdu müflis tüccar haber açıklama müflis tüccar

Bu damat Bakanın başını daha çok ağrıtır
Mert Taşçılar
09.10.2017

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana başı, FETÖ’den ağrıyor...

Aslında AKP’de yine bir damat vakası konuşuluyor…

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Bakan Yılmaz’ın vali olan kardeşi Adnan Yılmaz, görevden alınarak merkeze çekilmişti. Adnan Yılmaz hakkında yurtdışı yasağı da konulmuştu.

Şimdi de Bakan Yılmaz’ın kardeşi Adnan Yılmaz’ın damadı eski İdil Kaymakamı Fatih Sevinç’in FETÖ’den açığa alınmasının arkasındaki detaylar ortaya çıktı.

Üstelik Bakan Yılmaz’ın kardeşinin damadı olan Sevinç’in, açığa alınmasının ardından ABD’ye kaçtığı iddia edildi.

Fatih Sevinç için araya giren isimler arasında Bakan Yılmaz’ın da olduğu belirtilirken, Sevinç’in Milli Savunma Bakanlığı döneminde Bakan Yılmaz’ın danışmanı olduğu anlaşıldı.

İşin ilginç yanı Sevinç, darbe girişiminden önceki dönemde Cumhurbaşkanlığı Protokol Daire Başkanlığı görevinde de bulunmuştu.

Neyse, dahası var…

OLAYIN KAPATILMASINA KARŞI GELEN İSİM SÜRÜLDÜ

15 Temmuz’un ardından gelen sıcak günlerde, Fatih Sevinç’in FETÖ bağlantılarının üzerinin örtülmesi için uğraşan "yukarıdakilere" karşı duran bir ismin olduğu belirtiliyor.

O isim Dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri İrfan Neziroğlu…

Ne tesadüf ki tartışmalara konu olan damat Fatih Sevinç, açığa alınmadan önce 15 Temmuz döneminde TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın Özel Kalem Müdürü olarak görev yapıyordu.

Ne olduysa o arada oldu ve 1 Ağustos 2016’da, İrfan Neziroğlu ile birlikte TBMM Genel Sekreter Yardımcıları da görevden alındı.

Neziroğlu’nun görevden alınmasının nedeninin, 15 Temmuz akşamı yaşanan güvenlikle ilgili sorunlar olduğu belirtilmişti.

Devletin en üst kademesinin bile istihbaratını alamadığı darbe girişimine karşı “önlem alamayan” TBMM Genel Sekreteri Neziroğlu, görevden alınmasının ardından Sudan’a gönderildi.

Damat Fatih Sevinç hakkında ise bugüne kadar kamuoyuna hiçbir açıklama yansımadı.

Odatv.com

‘FETÖ’den tutuklu savcıya tahliye: Beni AKP Kocaeli vekili olan dayıma sorun
09/10/2017



Darbe girişiminin ardından tutuklanıp altı ay cezaevinde kalan savcı Yusuf Toltar, “Beni Dilovası belediye başkanı amcama ve AKP Kocaeli milletvekili dayıma sorun” dediği ifadesinin ardından tahliye edildi.

Mardin Kızıltepe Cumhuriyet Savcısı Yusuf Toltar, darbe girişiminin ardından ‘FETÖ’ soruşturmaları kapsamında önce açığa alınmış, ardından tutuklanmıştı.

‘İstenmeyen insan olduğum için ayrıldım’

Sözcü’den Asuman Aranca’nın haberine göre Toltar’ın, AKP Kocaeli Milletvekili Cemil Yaman ve AKP’li Dilovası Belediye Başkanı Ali Toltar’ın yeğeni olduğu ortaya çıktı.

Şubat ayında tahliye edilen Toltar, bir başka dava dosyasına da giren ifadesine şöyle başladı: “Üniversite döneminde bu yapıya müzahir bir yurtta yaklaşık üç yıl kaldım. Fakat istenmeyen insan olduğum için bu yurttan kendi isteğimle ayrıldım. Mezun olduktan sonra İstanbul’da avukatlık stajı yaparken mecburiyetten, daha doğrusu maddi durumumun iyi olmamasından dolayı Eyüp’te ismini hatırlamadığım bir yurtta iki ay kaldım. Yine kışın ortasında kapı dışı bıraktılar.”

‘Eşimden boşanmasını istediler’

Toltar, eşinin kendisinden habersiz ‘sohbet toplantısı’na gittiğini ve Kürt olması nedeniyle eşinden boşanmasının istendiğini öne sürdü: “Eşim de toplantıyı terk etmiş. Ailem Dilovası bölgesinde AKP teşkilatını kuran ailelerden bir tanesidir. Amcam yıllardır bu parti adı altında belediye başkanlığı yapmaktadır. Dayım halen Kocaeli milletvekilidir. İsmi Cemil Yaman’dır. Babam bildim bileli Milli Görüşçüdür. FETÖ’nün karşısında biriyim. Nasıl bir insan olduğumu amcama ve dayıma, Burdur Milletvekili Reşat Petek ile Antalya Başsavcısı Ramazan Solmaz’a sorabilirsiniz.”

Bozdağ’a ziyaret iddiası

Geçen yılın ağustos ayında tutuklanan Toltar, şubat ayında tahliye edildi. Toltar’ın tahliyesinden iki hafta önce AKP milletvekili dayısı Cemil Yaman’ın dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı ziyaret ettiği ileri sürüldü.
Diken

ABD vize krizi ve şah mat olmaya doğru
Taner Renda
09 Ekim 2017

Obama döneminden beri iyi gitmeyen Amerika-Türkiye ilişkileri, Trump ile düzelmek yerine, gitgide daha da kötüleşmeye başlamıştı. Türkiye’ye üstü örtülü silah ambargosu konmuş, Türkiye’nin terörist olarak gördüğü YPG’ye ise bol keseden ağır silahlar geri alınmamak üzere verilmişti. Hapse atılan Zarrab’ın yanına, Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı da dahil edilmiş ve bunlar yetmezmiş gibi, 700 bin liralık hediye saatli Zafer Çağlayan hakkında da tutuklama kararı çıkarılmıştı (nedense dosyaya Emine Erdoğan’ın fotoğrafı da Zarrab’ın avukatları tarafından sokuldu?), Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iade edilmemesi için bütün derelerden sular getirilirken, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın artık Türk korumalarını getirmesi yasaklanmıştı. Geçen Eylül ayında Birleşmiş Milletler toplantısı sonrasında Trump ile Erdoğan arasında yapılan ikili görüşmede, Amerika’dan, Türk Hava Yolları’na 11 milyar Dolarlık uçak alımı imzalanarak, kötüye gidişin tersine çevrileceğine ilişkin beklentiler ülkemizde güçlenmişti.

Peki, ne oldu da Amerika Birleşik Devletleri, 8 Ekim Pazar günü Türkiye’ye göçmenlik başvuruları dışında vize vermeyi durdurmuştu? Son gelişmeler ışığında elçilik personellerimizin güvenliğinin kalmaması diye bir neden göstermiş Amerika Birleşik Devletleri. Böyle bir sert yaptırımla ilk defa karşılaşan Türkiye’ye ne demek isteniyor? Bu vize yasaklaması, Avrupa Birliği’ni de aynı yönde harekete geçirir mi? Dolar’ın ve Euro’nun ani yükselişi, önümüzdeki günlerde de devam edecek mi, eğer ederse; zaten dış açık vermede rekora giden Türkiye, bu yükü kaldıracak sağlamlıkta mı? Ve bu vize yasakları ne olursa eski haline döner? Soruları neredeyse sonsuza kadar uzatabiliriz. Ama bu kadarı da derdimizi anlatmaya yettiğini düşünüyorum.
Sondan başlayarak, kısa bir hafıza tazeleme turu yaparsak; Venezüella Cumhurbaşkanı Maduro’yu üst düzeyde ağırladık. İran ile ilişkilerimizi onarıp, Suriye ve Irak’ta müttefik hale geldik. Yani, Trump’ın ilk üçe giren düşmanlarından( Kuzey Kore hariç) ikisi ile samimi resimlerimizi dosta düşmana yolladık.
Putin’in savaş uçağını düşürmekten, Astana görüşmelerinde İran ile birlikte Suriye’de birlikte hareket eden ve NATO ile uyumlu olmayan (siz onu Amerika’dan alınmayan olarak anlayın), Batı dünyasının korkulu rüyası olan S – 400’ler için anlaşma yapın.
Suriye’de Amerika yerine, Rusya ve İran ile işbirliği yaparak, Ortadoğu’da Amerika’nın karizmasının çizilmesine ve planlarında revizyona neden olun.
Adana’da 36 yıldır konsoloslukta bir Türk çalışanının, İzmir’de 23 yıldır yaşayan bir Amerikalı papazı (7 Ekim 2016 tarihinde tutuklanan ve bir yıldır hakim karşısına çıkarılmadan rehin tutulmasının hemen ertesi gününde bu vize verilmeme olayının duyurulması da bu papaza verilen önemin göstergesi olsa gerek) ve en sonunda da Amerika’nın İstanbul Başkonsolosluğu’daki bir Türk çalışanının tutuklanması ( başka ülkelere bunu yaparsınız ve etkisi çok olmayabilir, ancak Amerika’ya da bunu yaparsanız; bu kadar cesaret nereden geliyor diye sorarlar) bardağı taşıran son damlalar olarak tarihe geçer.
Diplomasinin yıllar içinde oluşturduğu ve neredeyse bütün ülkelerin az çok uyduğu kuralları ve dili vardır. Al papazı ver kızı jargonu, kahvede çok duyacağımız konuşmalardandır. Ver papazı, al papazı jargonunu bir ülkenin cumhurbaşkanı, arkadaşları arasında kullanabilir. Ne var ki, Amerika’ya hitaben böyle konuşamazsınız. Bunun Amerika’ya ayıp etmeyle alakası yoktur. Devletin başı olması nedeniyle, bir cumhurbaşkanı ve maalesef ülkemizin cumhurbaşkanı, televizyonlarda, ayaküstü son derece laubali bir biçimde söylemiştir. Amerika gibi bir emperyal ülke, bu bıçkınlıkları asla unutmaz.
Almanya önderliğindeki Avrupa Birliği de “Allahın bir lütufu” olarak bu vize yasağını gereğince değerlendirecektir. Türkiye üzerindeki baskı ve yasakları daha da genişletip, Erdoğan’ın Avrupa Birliği üyeliğinden kendi isteğiyle ayrılmasını sağlayacaktır. Bu durumda Türkiye, yatırım yapılabilir notunu kaybedecek, Dolar ve Euro’daki yükseliş, istikrarlı biçimde sürecektir. Zaten yüksek miktarda cari açığı bulunan ve Türk Lirası’ndaki artan kayıplarla dış borç yükü daha da artacak olan Türkiye, şu anda Katar’dan gelen taze paralarla ayakta kalabilirken, Trum’pın elinin Ortadoğu’ya kadar uzanamayacağını düşünmemeliyiz.
ABD’nin, vize yasağını ayrım yapmadan bütün bir ülkeye koymasının üzerinde de ayrıca durmakta yarar var. Burada gözden kaçmaması gereken nokta: AKP iktidarına karşı, içerde başka, dışarıda bambaşka davranan Türkiye sermayesine de küçük bir hatırlatma yapılmış. Batı’ya gidip ağlama devrinin sonu demiş ABD. Bu vize yasağı ülke içinde turnusol işlevi görecek. Yarım ağız yapılan eleştirilere son verilip, verilmeyeceğini, bundan sonra başta TÜSİAD olmak üzere net tavrını koymak zorunda kalacak.
Bence, gelinen bu son nokta: şah mattan önceki son birkaç hamleden biri. Bu ülkede yaşayanlar bilir ki; Erdoğan, Putin’e yaptığı alttan alma pozisyonuna, Trump yönetimindeki Amerika’ya da göstermesi (başta papaz olmak üzere, yaklaşık 25 kişinin serbest bırakılması) olanaksız değilse de, çok zor.
İnsanhaber

Bağcı: ABD ile Türkiye arasındaki diplomatik atışma bununla sınırlı kalmayacak
09.10.2017



ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, Ankara ve Washington ile arasındaki gerilimin giderek artacağını belirtti.
ABD ile Türkiye arasındaki çatışmanın ‘incelik teatisiyle' sınırlı kalmayacağını belirten Bağcı, tarafların kararlı eylemlere hazır olmaması nedeniyle ilişkilerdeki gerilimin kısa vadede giderek artacağını dile getirdi.

Russia Today televizyonuna konuşan Bağcı, "Tarihte ilk kez böyle gelişmeleri görüyoruz ve gerilim sadece büyümeye devam edecek, çünkü ABD ve Türkiye mücadele etmeye hazır. Muhtemelen önümüzdeki günlerde taraflar yeni tedbirler alacak. Bu, NATO üyeleri için istenmeyen bir durum. Müttefiklerin ortak stratejisi için kötü. İlişkiler henüz en düşük noktaya ulaşmadı. Ama gelişme açısı iyi hiçbir şey vadetmiyor ve tarafların ne kadar uzağa gitme niyetinde olduğu açık değil. Her halükarda iki taraf da bundan kaybedecek" yorumunda bulundu.

ABD'nin NATO müttefikleri üzerinde çok büyük etkiye sahip olduğunu, bu yüzden en çok Türkiye'nin çıkarlarının etkileneceğini dile getiren Bağcı, ancak işin Türkiye'nin ittifaktan ihraç edilmesine varmayacağından emin.

Bağcı, "Sadece Suriye değil diğer konularda da Türkiye ve ABD arasında ne kadar çok anlaşmazlık olursa birbirine verecekleri zarar o kadar büyük olur. Bu durum en çok Türkiye'yi etkileyecek. Elbette ABD'nin çıkarlarına da zarar verecek ama ABD'nin eylemleri Türkiye'nin NATO müttefikleriyle ilişkilerini daha çok etkileyecek" ifadelerini kullandı.

Her şeye rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çok kararlı olduğunu kaydeden Bağcı, ABD'nin uzun zamandır Fetullah Gülen'i iade etmemesinin de Erdoğan'ın hoşnutsuzluğunu derinleştirdiğini sözlerine ekledi.
Sputnik

Başbakan ile görüştüler: İngiliz yatırımcıların yüzde 20'si kaçıyor
Duygu Güvenç
9 Ekim 2017

Başbakan Yıldırım ile görüşen İngiliz iş insanları Türkiye’den uzaklaşan İngiliz yatırımcılarının oranının yüzde 20 olduğunu açıkladı.
Başbakan ile görüştüler: İngiliz yatırımcıların yüzde 20 si kaçıyor
Facebook'ta Paylaş
Twitte'da Paylaş
Google+'da Paylaş
Linkedin'de Paylaş
Haberi Yazdır
Metni küçültMetni büyüt
İngiliz şirketlerin Türkiye yöneticilerinden oluşan Strategic Partnership Scheme Grubu geçen hafta Başbakan Binali Yıldırım ile yaptıkları görüşmede, yatırımlarını azaltma kararları olmadığını belirtirken “Buna rağmen yatırımlarda yüzde 20 düşüş var” mesajı verdi.
İşadamları, kendilerinin demokrasinin olmadığı Çin’e de yatırım yaptığını belirtirken, yarın ne olacağına dair tahmin edilebilirliğin önemini vurguladı. Görüşmede İngiliz iş insanları, Türkiye’ye yatırım yapmaya devam ettiklerini ve yatırımları durdurmak gibi bir amaçlarının olmadığını belirtirken buna karşın bazı KOBİ’lerin yatırımdan vazgeçtiğini anımsattı.
Çankaya Köşkü’nde, geçen hafta gerçekleşen basına kapalı görüşme, 1 saat 20 dakika sürdü. İş insanları Türkiye’den uzaklaşan İngiliz yatırımcıların oranının yüzde 20 olduğuna işaret ederken, devam eden tutuklamaların ya da Almanya gibi ülkelerle yaşanan gerginliklerin de bunda etkili olduğuna işaret etti.
Caydırıcı oluyor
Yıldırım’a sıralanan örneklerin ardından da “Bunlar yatırımcı için caydırıcı oluyor” mesajı iletildi. İngiliz iş insanları, “demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü” gibi temel değerlerin yatırım için temel oluşturmadığını aralarında Çin’in de olduğu birçok ülkeye yatırım yaptıklarını belirten grup, yatırımda “tahmin edilebilir olmanın” temel oluşturduğuna işaret etti.
Aralarında Mey İçki’yi satın alan Diageo’nun temsilcilerinin de bulunduğu görüşmede alkole getirilen reklam yasaklarından yakındığı öğrenilirken, Yıldırım’ın işadamlarına OHAL’in kaldırılması için bir ışık vermediği, bu koşulların 2019’daki seçimlere kadar sürmesinin beklendiği belirtildi.

Cumhuriyet

40 yıllık Maliyeciyim böyle şey görmedim: 37 milyar ek borçta büyük şüphe
8 Ekim 2017



Hazine, bu yılın yasal borçlanma limitlerini doldurdu. Hazine’yi yöneten AKP, şimdi Meclis’ten 37 milyar TL’lik daha yetki istiyor.
40 yıllık Maliyeciyim böyle şey görmedim: 37 milyar ek borçta büyük şüphe

Hazine, bu yılın yasal borçlanma limitlerini doldurdu. Hazine’yi yöneten AKP, şimdi Meclis’ten 37 milyar TL’lik daha yetki istiyor.
Normalde bu tutarın ek bütçe yasasıyla getirilmesi lazım.
Ama dar gelirliden daha yüksek tasarruf isteyen (itibarda tasarruf olmuyor ya) bu ek borçlanmayı torba kanuna sıkıştırmak daha pratik olmalı.
Geçen cuma torba yasa görüşmeleri Bütçe Komisyonu’nda başladı. Muhalefet vekilleri 37 milyar TL’nin nerede harcanacağını soruyor. Eski Maliye Bakanlarından Zekeriya Temizel, “40 yıllık Maliyeciyim böyle şey görmedim” diyor.

Temizel kuşkularını şöyle paylaşıyor:

“25 milyar lira bütçe açığı, 52 milyar lira borç. Niye? 25 milyar lirasınıbunun için harcadıysak geri kalan nerede, nereye harcadık? Bankadatutmuyoruz galiba. (...) Kırk yıllık Maliyeciyim, kafamı elimin arasına alıpsaatlerce düşünüyorum, ortaya çıkan seçeneklerin büyük bir kısmı tüylerimi diken diken ediyor, ‘Yok ya, olmaz’ diyorsunuz, olmaması gerekir. Burada açık açık tartışmak istemiyorum ama yani bütçeemanetlerinden başlayarak daha önceden belirli sözler üzerine yaptırılmış olan ve ülkeden henüz daha resmi olarak ödenmesi mümkünolmayan alacaklar mı yoksa daha önceden burada tartışa tartışa bir hal olduğumuz devletin muhtemel yükümlülüklerinden tahminlerin çok çok üstünde bir şeyler mi?”

Temizel’in kuşkusunu açalım:

Türkiye’nin tahmin edilebilir devlet yükümlülüklerinin ötesinde mi borcu var?
Birilerinin bizden ödenmesi resmi olarak mümkün olmayan alacakları mı var?

Cumhuriyet
Etiketler:
Hazine borçlanma

"Türkiye-ABD ilişkilerinde son 50 yılın en büyük krizi"
09 Ekim 2017



"Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gerilimi tırmandıracak"

Türkiye'de bir ABD Konsolosluğu çalışanının tutuklanması, ardından karşılıklı olarak vize işlemlerinin askıya alınması ve Konsolosluk çalışanlarına yönelik gözaltıların sürdüğüne yönelik haberler bir süredir gergin seyreden ikili ilişkilerde yeni bir kriz olarak patlak verdi.

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü Soner Çağaptay, Kıbrıs harekâtı sonrası yaşanan en büyük kriz olarak nitelendirdiği son gerilimde iki tarafın da geri adım atmayacağı görüşünde. Çağaptay, Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan krizi ve ilişkilerin geleceğini DW Türkçe'ye değerlendirdi.

Türkiye ile ABD arasında patlak veren son krizi ve zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu krizin Türk-Amerikan ilişkilerinde son 50 yıl içinde yaşanan en büyük kriz olduğunu söylemek mümkün. Buna benzer bir kriz en son Kıbrıs savaşı sonrasında yaşanmıştı. O dönemde Amerika Türkiye'ye silah ambargosu koymuştu ve Türkiye'de yükselen Amerikan karşıtlığını içeren sol akımların etkisiyle ilişkilerde ciddi bir kriz vardı 1970'lerde. Ancak o dönemden bu yana bu kadar ciddi bir kriz yaşadığımızı söylemek mümkün değil. Dolayısıyla bu son 50 yılın en büyük krizi karşılıklı ilişkilerde.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump Eylül ayında Washington'da bir araya geldi ve Trump, "ilişkilerin hiç olmadığı kadar yakın olduğunu" söyledi. Bu krize nasıl gelindi?

Birinci sebebi şu: Tabii ki Amerika, Amerikan elçiliklerinde çalışan Türk vatandaşlarının tutuklanmasına karşı tepki gösteriyor. Aslında bunu belki de Trump yönetiminden ziyade Amerikan Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin tavrının ortaya çıkışı olarak açıklayabiliriz. Çünkü Amerikan Dışişleri Bakanlığı kendi kurumlarında çalışan Türk vatandaşlarının gözaltına alınmasını kabul etmiyor, onları korumak istiyor ve dolayısıyla İstanbul'da, Adana'da ve en son olarak İstanbul'da üçüncü bir tutuklama girişiminin olması haberiyle artık belki de Amerika'nın karşı bir tavır aldığını söyleyebiliriz. Bu ciddi bir gerginlik, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan güçlü lider imajıyla seçimleri kazanan bir lider ve geri adım atmayacak bence. Ancak Amerika da geri adım atmayacak. Çünkü şimdiye kadar Türkiye ile ilişkilerde krizden kaçınan bir ülkeydi. İlk defa kriz çıkmasına meydan verecek bir gelişme yarattı. Demek ki, bu gerginlikten iki taraf da kazanarak çıkmak istediği için ben aslında krizin bir süre sönümlenmeyeceğini düşünüyorum.

Türk tarafı şimdiye kadar ABD ile ilişkilerde bir zamanlar Rusya'ya ya da son dönemde AB ve Almanya'ya karşı sert söylemiyle karşılaştırıldığında oldukça ılımlı bir söylem kullanıyordu. Türk tarafındaki bu gözaltı ve tutuklamaların zamanlaması ile ilgili ne söylenebilir? Ankara niye sertleşti?

Ankara tabii krizin aleni olarak ortaya çıkmasından sonra sertleşti, çünkü Türkiye dış politikada son dönemde yürüttüğü tavırda hiçbir şekilde burnundan kıl aldırmayan bir ülke olarak görüyor kendisini. Ve başka ülkelerle ilişkilerinde eşitlik ilkesi, hatta eşitlik ilkesinden çok, her zaman haklı çıkma ilkesine dayalı bir dış politika uygulamakta. Dolayısıyla Amerika'nın bu tavrına karşı vereceği cevapta da bence son derece sert olacak Ankara.

Bu gerilimin seyriyle ilgili öngörünüz nedir? Krizin daha da tırmanması olasılığını nasıl görüyorsunuz?

Erdoğan gerilimi tırmandıracaktır. Türkiye'nin Rusya ile Suriye'de vardığı son anlaşma ve AKP yanlısı elitte "ABD bizim düşmanımız" şeklinde güçlenen algıyı da göz önünde bulundurduğumuzda önümüzde ikili ilişkiler açısından zor bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'de son 15 yıldır Erdoğan ve kadroları, söylemleriyle ABD ve Batı karşıtlığını normalleştirdi ve şu an Türkiye'de yaygın Amerikan karşıtı bir hava var. ABD'nin vize kısıtlaması, içten ve dışarıdan saldırı altında olduğuna inanan Erdoğan yanlısı yüzde 50'lik kesimi onun etrafında daha güçlü bir şekilde birleştirecektir. Şu anki noktada Erdoğan'ın söylemini beklemek gerekecek. Uzlaşmacı bir söylem kullanmazsa, 15 yıldır kendi kurduğu güçlü Amerikan karşıtı akımı kontrol etmekte gelecekte kendisi bile zorluk çekebilecektir.

Deutsche Welle Türkçe

ETİKETLER
abd türkiye gözaltı konsolosluk vize kısıtlaması tayyip erdoğan donald trump

Polisten cumhuriyet savcısına makamında silahlı saldırı
10.10.2017



Antalya'da Korkuteli Cumhuriyet Savcısı Kadir Küçüköner makamında bir polis tarafından silahlı saldırıya uğradı. Polis memuru Avcı gözaltına alındı.

Korkuteli Adliyesi'ne gelen polis memuru Turgut Avcı, Savcı Kadir Küçükönder ile katip olan eşi Şerife Avcı nedeniyle tartıştı ve silahını ateşledi. Silahla yaralanan ve durumunun ağır olduğu belirtilen Savcı Küçüköner, helikopterle Özel Yaşam Hastanesi'ne kaldırıldı.
Antalya Cumhuriyet Başsavcısı Ramazan Solmaz, savcı Kadir Küçüköner'i vuran kişinin polis memuru olduğunu belirterek, "Eşi de adliyemizde katip. Katibe Hanım'ın bir izin talebi oluyor, savcı bey bunu uygun görmüyor. Bunun üzerine polis olan eşi devreye giriyor ve savcı beye 5-6 el ateş ediyor. İlk tespitlerde 3 kurşunun savcımıza isabet ettiğini öğrendik. Şu an kendisine Akdeniz Üniversitesi Hastanesi'nde müdahale ediliyor" dedi.

Sputnik

Prof. Karatepe: Saray'ın 'İtibardan tasarruf olmaz' açıklaması Ortadoğu mantığı
09.10.2017



Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle'ye konuşan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Yalçın Karatepe, vergi artışları, vergi politikaları ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın temizlik masrafının ortaya çıkmasının ardından Saray'dan yapılan "İtibarda tasarruf olmaz" açıklamasının 'Ortadoğu mantığıyla' yapıldığını ifade etti.

Hükümet MTV'ye yüzde 40 zam yapılacağını duyurdu, halk zamların cebine ne kadar etki edeceğini hesaplamaya koyuldu. Hükümetin açıkladığı zam oranlarına tepkiler artınca, önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Yeniden değerlendirilecek" dedi, ardından hükümet yeni bir paket açıklayacağını duyurdu.

Vergi artışlarına yönelik tartışmalar sürerken, yapım maliyeti büyük tartışmalara sebep olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın yıllık temizlik masrafı ortaya çıktı. Saray'ın yıllık 2 milyon lira tutarındaki temizlik faturasına da itirazlar yükselmeye başlayınca, Saray'dan cevap gecikmedi ve yapılan açıklamada "İtibardan tasarruf olmaz" denildi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Yalçın Karatepe, RS FM'de Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programına konuk olarak vergi artışlarını, vergi politikalarını ve 'İtibardan tasarruf olmaz' açıklamasını değerlendirdi.

'BU KADAR AÇIĞI GEREKTİREN BİR DURUM YOK'

Geçen yıl ile bu yıl arasındaki bütçe açığı farkına değinen Karatepe, "Bu kadar finansmana gerek duyulacak harcamalar neden yapılıyor? 2016 ile 2017'yi karşılaştırdığımızda, iki yıl arasındaki bütçe açığı farkı neden bu kadar fazla? Ekonomik olarak, bu kadar bütçe açığı gerektiren bir durum yok aslında" dedi.

'SİYASİ SONUÇLARI ETKİLEMEK İÇİN YAPILAN KAMU HARCAMALARI…'

2017 yılındaki bütçe açığı rakamlarının yüksek olmasında, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumunun olduğuna vurgu yapan Karatepe, "İçinde bulunduğumuz sene bir referandum vardı. Referandumun kesinleşmesinin ardından, 'evet' oyunun çıkması ile hükümet inanılmaz derecede para harcamaya başladı. Siyasi sonuçları etkilemek için yapılan kamu harcamalarının arttırılmasının, bütçe açığında önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.

'FATURASI VATANDAŞA ÇIKACAK'

Kamuya kaynak yaratmak için yapılan düzenlemelere de değinen Prof. Karatepe, şunları söyledi:

"İster borçlanın, ister vergi arttırın; faturası vatandaşa çıkacak. Benim önerim, faturasının vatandaşa çıkarmayacağınız bir kamu maliyesi politikası uygulanması.

Türkiye'deki vergi politikasını ve kimin ne kadar vergi ödediğini hiç konuşmuyoruz. Sayıştay denetim raporlarının TBMM'ye gelmemesiyle de, bir kamusal denetime tabii tutmuyoruz. Oysa demokrasilerde en önemli kanun bütçe kanunudur. 70'li yıllarda bütçesi reddedilen hükümetler istifa ederdi. Bu siyasi ahlakla ilgili bir şeydir. Süleyman Demirel istifa etmiştir 70'li yıllarda."

'MTV'NİN ARTTIRILMASINA YÖNELİK GİRİŞİMDEN ÇOK MEMNUNUM'

Hükümetin açıkladığı ve geri adım atmak zorunda kaldığı vergi artışı oranlarından çok memnun olduğunu da söyleyen Karatepe, memnuniyet duymasının gerekçesini ise şöyle açıkladı:

"MTV'nin arttırılmasına yönelik girişimden çok memnunum. Çünkü bu sayede insanlar vergileri konuşmaya başladılar. Geçen temmuz ayında ise kamu çalışanlarının maaş artışı için yüzde 3+3 gibi bir rakamla 'deve pazarlığı' yapılmıştı."

'AMERİKA'NIN İTİBARINI DÜŞÜNÜN'

Karatepe, "İtibardan tasarruf olmaz" açıklamasını eleştirirken, şu ifadeleri kullandı:

"Devletin itibarının tanımlanması da, çok yanlış biçimde yapılıyor. İtibar tanımı, dün Saray'dan yapılan açıklamayla tipik bir 'Ortadoğu mantığıyla' yapılmıştır. Beyaz Saray'ın büyüklüğüyle bizdeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın büyüklüğünü karşılaştırabilir misiniz? Amerika'nın itibarını bir düşünün, 'Bu kadar küçük bir başkanlık konutu olan bir ülkenin itibarı ne olabilir?' şeklinde bir açıklama duydunuz mu?"

Sputnik

‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın saatlik maliyeti 148 bin TL'
03.03.2016
Hüseyin Hayatsever



CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz'ın bütçe görüşmelerinde yaptığı açıklamayla başlayan Meclis'in saatlik çalışma maliyeti tartışmalarına tepki göstererek Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin saatlik maliyetinin 148 bin TL olduğunu açıkladı.
Emir, yaptığı açıklamada Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz'ın bütçe görüşmeleri sırasında Meclis'in yılda 150 gün, günde 10 saat çalıştığını varsayarak "Meclisin 1 saatlik çalışması 600 bin lira maliyet getiriyor. Geç kalan kanunların ülkeye getirdiği maliyetleri hiç saymıyorum, dolaylı maliyetleri saymıyorum. Bütün siyasi partilerle birlikte Meclisi daha iyi çalıştırma açısından iç tüzük konusunu ele almalıyız diye düşünüyorum" açıklaması yaptığını anımsattı.

'SON VERMEYİ AMAÇLADIKLARI PARLAMENTER SİSTEMİ TARTIŞMAYA AÇMAK İSTEDİ'

Yılmaz'ın yaptığı bu 'talihsiz' açıklamayla Meclis'e hakaret ettiğini ifade eden Emir, "Milletin iradesinin yansıdığı Meclis'in bir saatlik çalışmasının 600 bin TL olduğunu ifade ederek, son vermeyi amaçladıkları parlamenter sistemi bu yolla tartışmaya açmak, Meclis'i değersizleştirmek istemiştir. Niyet kötü olunca hesap da yanlış oluyor sonuçta. Bakan Yılmaz'ın hesabına başka bir açıdan bakarsak her şey daha iyi ortaya çıkacaktır. Hangi kalemleri dikkate alarak böyle bir maliyet buldu bilmiyorum ama bilinen net gerçek; TBMM'de, Bakan Yılmaz'ın da içinde bulunduğu milletin seçtiği 550 milletvekilinin görev yaptığı ve Yılmaz'ın çıkardığı 600 bin TL'yi böldüğümüzde vekil başına saatlik bin 90 lira düştüğüdür" dedi.

'KAMUOYU TÜRKİYE'DEKİ KARA DELİĞİN NEREDE OLDUĞUNU ANLASIN'

Aynı maliyet hesabının Ankara Beştepe'de bulunan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi için de yapılabileceğini vurgulayan Emir, "İsterseniz bu maliyeti bir de tek kişiye hizmet edilen ‘Kaçak Saray'daki maliyetle kıyaslayalım ki tüm kamuoyu, Türkiye'deki büyük ‘kara deliğin' nerede olduğunu çok iyi anlasın" dedi.

'CUMHURBAŞKANI 148 VEKİLE DENK GELİYOR'

Cumhurbaşkanlığı için bu yıl 434 milyon TL'lik bütçe ayrıldığını, güne bölündüğünde ise sarayın günlük maliyetinin 1 milyon 189 bin TL, 8 saat mesai esas alındığında saatlik maliyetin 148 bin 630 TL olduğunu ifade eden Emir, "Bir vekil için saatlik bin 90 TL harcama yapılıyorken, Recep Tayyip Erdoğan için saatlik harcama miktarı 148 bin 630 TL. Yani Recep Tayip Erdoğan yaklaşık 148 vekile denk geliyor" dedi.

'BU YILKİ ÖDENEK DE YETMEYECEKTİR'

Cumhurbaşkanlığı için geçen yıl ek ödenek çıkartıldığını ve geçen yılın 397 milyon lira olan ödeneğinin yıl ortasında 546 milyon liraya çıkartıldığını anımsatan Emir, şunları kaydetti:

"Tahmin edersiniz ki bu yılki ödenek de yetmeyecek ve 600 milyonu aşacaktır. 600 milyonu esas alırsak ‘Kaçak Saray'ın saatlik maliyeti tamı tamına 205 bin lira. AKP siyasetinin adı yolsuzluk, israf, yalan ve şiddettir. ‘Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz" zihniyetiyle geldiğiniz bugünler gösterdi ki, sizler için ‘milli irade' devleti ele geçirene; ‘vesayet' kendi vesayetini kurana; ‘yoksul kardeşim' lüks hayat yaşayana; ‘yolsuzluk' kendiniz yapana; ‘israf' ‘İsraf Sarayları' kurana kadarmış."

Sputnik

Yeniçağ yazarı: Korumalara yasak ilk adımdı, sırada Erdoğan var
Yeniçağ gazetesi yazarı Burhan Ayeri, Donald Trump'ın 'Kara Liste'ye aldığı son ülkenin Türkiye olduğunu belirterek, "Erdoğan'ın korumalarına yapılan muamele uyarı sinyali idi. Şimdi sırada Cumhurbaşkanı var" dedi.

Yeniçağ yazarı: Korumalara yasak ilk adımdı, sırada Erdoğan var
10 Ekim 2017



Yeniçağ gazetesi yazarı Burhan Ayeri, Türkiye'nin İdlib operasyonu hakkında da, "Uyanık Rusya, kayıp vermemek için 20 bin Taliban çıkışlı militanla bizi baş başa bıraktı. Sözde dış güvenliği alacakmış" diye yazdı.
Burhan Ayeri'nin Yeniçağ'daki ( 10 Ekim 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

(..)
Trump yönetimi, Kara Liste'ye aldığı 7 ülkenin yanına sonunda bizi de ekledi. Vize başvurularımızı dahi kabul etmiyorlar. Erdoğan'ın korumalarına yapılan muamele uyarı sinyali idi. Şimdi sırada Cumhurbaşkanı var.

Paradaki güç

Bir yandan YPG/PYD ile uğraşıyoruz. Diğer taraftan dost olmayan Bağdat'la. Barzani aşiretinin niyeti malum. İdlib'e girdik. Uyanık Rusya, kayıp vermemek için 20 bin Taliban çıkışlı militanla bizi baş başa bıraktı. Sözde dış güvenliği alacakmış.

Bütün bu gelişmelerin ekonomiye yansımaları iyice belirginleşti. İşsizlik önlenemiyor. Enflasyon, Ak Parti iktidarının rekoru. Yeni hafta itibariyle paramızdaki çöküş sürüyor. Dolar ve Avro aldı başını. Sıkışık dönemlerimizin en büyük destekçisi Katar kendi derdine düşürüldü. Bütün bu olumsuzluklara ilave 3.5 milyon mülteciyi her gün besliyoruz. İdlib sonrası, en az 700 bin boğaza daha bakmak zorunda kalabiliriz. Bu devasa açığı yüzde 40'lık oto vergisi kesmez.

Elimizde kalan tek şey "moral motivasyon". Bu işi üstlenen havuz medyası olmasa koro halinde şarkı söyleyeceğiz; "Oynatmaya az kaldı. Doktorum Nerde?" Bir adım sonrası Tevfik Fikret'in Balıkçılar şiirini okumak; "Bugün yine açız evlatlarım diyordu peder..."

Bazılarına seslenmek istiyorum; durum onların göstermek istediği gibi değil. Bir politikacının attığı mesajdakine hiç benzemiyor; "memleket emin ellerde". Bunlar kimi uyuttuklarını sanıyorlar?

Medya Faresi

"Türk Lirası'ndaki değer kaybı sürecek, Merkez Bankası sıkı durmalı"
10 Ekim 2017



"Merkez'in faiz artırmak zorunda kalacağını tahmin edenler var"

Hürriyet yazarı Erdal Sağlam, Türk Lirası'ndaki değer kaybının süreceğini söyledi. Piyasa uzmanlarının görüşlerini aktaran Sağlam, “Kalıcı hasar oluşmaması için Merkez Bankası’nın mevcut sıkı duruşunu devam ettirmesi görüşünü belirtiyorlar" ifadesini kullandı.

Sağlam'ın "ABD ile kriz ekonominin kırılgan dönemine denk geldi" başlığıyla (10 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

ABD ile yaşanan vize krizinin, Türkiye ekonomisi açısından kötü bir döneme denk geldiğini söyleyebiliriz. Bu kriz biran önce çözülmediği takdirde, ya da krizin derinleşmesi halinde ekonomiye çıkaracağı faturanın ağır olacağı kesin.

ABD ile elçilik görevlisinin tutuklanması dahil, son dönemde sıkıntılar yaşandığı biliniyordu ama kimse ABD’nin vize taleplerini durduracağını tahmin etmiyordu. Bu nedenle pazar akşam saatlerinde gelen bu haber çok büyük piyasa hareketlerine neden oldu.

ABD’deki resmi tatile rağmen bu açıklamanın yapılmış olması, bence tedirginliği büyüttü. Piyasa uzmanları, kamuoyuna açıklanan sorunların dışında daha büyük sorunlar yaşanmış olabileceği şüphesini taşıyorlar. Kararın çok sert olduğunu, bunun başka nedenleri olabileceğini belirtiyorlar ve o nedenle durum açıklığa kavuşana kadar piyasalardaki panik havasının sürebileceğini söyleyebiliriz.

Bundan sonraki gelişmeler için piyasa uzmanlarının değişik yorumları mevcut. Kimisi; her iki tarafın da krizin tırmanmasına göz yumamayacağını, ikili ilişkilerin bir an önce çözüme kavuşmasının iki tarafın yararına olacağı için, çözüm ihtimalinin güçlü olduğunu belirtiyorlar. Bu görüşü savunanlar, bir-iki hafta gibi kısa bir süre içerisinde krizin bitmesini bekliyorlar. Yine aynı bakış açısından, krizin kurlarda bu kadar hareket yaratmasının şaşırtıcı olduğunu, kurlardaki hareketin ilk işlem gören Asya piyasalarındaki hacim düşüklüğü nedeniyle sert yaşandığını yorumunu yapanlar var.

Bazı yabancı piyasa uzmanlarının ise TL’nin değer kaybının süreceği beklentisinde olduklarını, siyasi krizin ve etkilerinin daha uzun süre hissedilebileceği görüşünde oldukları söylenebilir.

Bu arada küresel anlamda TL’de yaşanan krizin fazla bulaşıcı olmadığı görülüyor. Bunun Türkiye’ye özgü bir siyasi risk olduğunu belirten piyasa uzmanları, bu nedenle diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinin olumsuz etkilenmediğini belirtiyorlar.

MERKEZ BANKASI SIKI DURMALI

Krizin geleceğine iyimser bakan uzmanların kullandığı bir başka argüman ise “Türkiye’nin bir NATO üyesi ülke olması, dolayısıyla krizin biran önce çözüme kavuşturulacağı” beklentisi.

Bu noktada krizin piyasalara etkisinin yönetilip yönetilemeyeceği sorusu da akla geliyor. Merkez Bankası bu krizin geçici olduğunu, gelişmelerin yakından izlendiğini, gerekli kararlar için imkanı olduğunu açıklarken, piyasa uzmanlarının hemen hepsi “Kalıcı hasar oluşmaması için Merkez Bankası’nın mevcut sıkı duruşunu devam ettirmesi görüşü”nü belirtiyorlar. Sıkı duruşun göstergesi olarak Merkez’in faiz artırmak zorunda kalacağını tahmin edenler de var.

Bir süredir siyasi krizlerden korktuğumuzu bu köşeyi okuyanlar biliyorlar. Dünkü yazımızda da OVP hedefleri belirlenirken, özellikle kurlardaki artışın çok düşük belirlendiğini yazmıştım. Bu kriz çıkmadan önce yazıldığı için, 2018 ortalama kuruna şimdiden ulaştığımızı hatırlatmıştım. Ancak gece geç saatlerde krizin kurlara etkisinin çok büyük olduğunu gördük. Bırakın 2018 ortalamasını, yılsonu için belirlenen 3.90 TL’lik rakamlara bile şimdiden yaklaştık.

Umarız bu siyasi kriz bir an önce çözülüp, piyasalar normalleşir. Umarız bu bir başlangıç değildir ve çok kötü sonuçlar yaratmadan, ülke ve ekonomi bu badireyi atlatır. Ekonomide makro dengelerin bozulmaya başladığı, Fed’in faiz arttıracağı bir dönemde siyasi kriz yaşanmasının ağır etkiler yaratmasından hep korktuk.

Umarız korktuğumuz ekonomik süreçleri yaşamak zorunda kalmayız.

T24
ETİKETLER
türk lirası haber açıklama değer kaybı merkez bankası

"Dolar şimdiden 3.70'i geçti, artık kolay kolay inmez"
10 Ekim 2017



"Döviz kurunu belirleyen artık ekonomi değil, siyaset dünyası"

Milliyet yazarı Mehmet Tezkan, ABD ile Türkiye arasında yaşanan vize krizi sonrası hızla yükselen dolara ilişkin olarak, "Şimdiden 3.70'i geçti, artık kolay kolay inmez" dedi.

Tezkan'ın "2019 ya hep ya hiç seçimi" başlığıyla (10 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Çökmesinin iki sebebi var..

Birincisi; MTV’ye getirilmek istenen yüzde 40’lık artışın Cumhurbaşkanı tarafından bile can yakıcı bulunması..

Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı hedeflerin altını doldurduklarını, bu paraya ihtiyaç olduğunu söyledi ama Hükümet Sözcüsü yüzde 15’e çekileceği sinyalini verdi..

Fark nasıl kapanacak?

Ya başka vergilere bindirme yapılacak..

Ya da OVP’deki hedefler gözden geçirilecek..

***

İkincisi de şu..

ABD ile yaşanan ağır kriz nedeniyle dolar alıp başını gitti..

Geri gelir mi dediniz?.

Krizi hafife almayın.. Siyasi liderler devreye girer, iki gün sonra düzelir gözüyle bakmayın.. Vize durdurmak ciddi sorun..

Neyse konumuz farklı..

Orta Vadeli Plan bu yıl dolar ortalama 3.56 olacak şekilde kurgulanmıştı..

2018’de 3.70..

2019’da 3.88..

Dolar şimdiden 3.70’i geçti.. Artık kolay kolay aşağıya inmez..

2018’de, 2019’da ne olur bilinmez..

Çünkü döviz kurunu belirleyen artık ekonomi değil, siyaset dünyası.

T24
ETİKETLER
dolar haber açıklama kolay kolay inmez 370

Ukrayna cumhurbaşkanı da fayda etmedi, Erdoğan basın toplantısında uyuyakaldı
10/10/2017

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’yla birlikte düzenlediği basın toplantısında uyuyakaldı.

Video için: http://www.diken.com.tr/ukrayna-cumhurbaskani-da-fayda-etmedi-erdogan-basin-toplantisinda-uyuyakaldi/?utm_referrer=https%3A%2F%2Fzen.yandex.com

Follow
Bülend Ecevit @BulendEcevit
Reis bugünkü basın toplantısında defalarca uyuyakalmış. Hatta 45. saniyede uyansın diye Ukrayna cumhurbaşkanı elini masaya vuruyor
9:11 PM - Oct 9, 2017
796 796 Replies 10,109 10,109 Retweets 23,799 23,799 likes
Twitter Ads info and privacy

Erdoğan, dün İstanbul’dan Kiev’e gitti. İki lider akşam saatlerinde birlikte kameraların karşısına geçti.

Basın toplantısında Erdoğan’ın yorgun olduğu gözlendi. Toplantıda Poroşenko hazırladığı açıklamasını okuyup soruları yanıtladığı zaman, Erdoğan’ın gözleri yavaşça kapandı.

Erdoğan’ın kimi zaman başı yere doğru eğilirken, Ukrayna liderinin elini masaya vurup Erdoğan’ın uyandırma çabası da gözden kaçmadı.

Erdoğan’ın uykusu sosyal medyada da günün en çok konuşulanları arasında yerini aldı.

Cumhurbaşkanının ABD’nin Türkiye’den vize başvurularını süresiz askıya almasının ardından gece uykusuz kaldığı yorumları yapıldı.
Diken

Ankara'da kız kaçırma dehşeti: 1'i polis 2 ölü, 1 ağır yaralı
12 Ekim 2017
Ankara'nın Kahramankazan ilçesinde kız kaçırma teşebbüsünde bulunan bir kişiye engel olmak isteyen polis çatışmada şehit oldu.

Olay, Ankara'nın Polatlı İlçesi’nde mevsimlik işçi olarak çalışan 25 yaşındaki Ömer Doğan, Kahramankazan İlçesi’nde yine mevsimlik işçilerden akrabası 16 yaşındaki R.D. ile gönül ilişkisiyle başladı.

Ömer Doğan, ailesi ve yakınları aracılığıyla R.D. ile evlenme isteğini iletti. Aile bu isteği reddetti. Bu gelişmeler üzerine Ömer Doğan, aralarında Ekrem Gençin de bulunduğu 3 arkadaşı ile Kahramankazan İlçesi Kumpınar Mahallesi’ndeki ailesi ile birlikte konakladığı çadıra gelerek R.D.yi kaçırdı.

Kızlarının kaçırıldığını gören ailenin yakınları otomobille takibe başladı. Kahramankazandan başlayan kovalamaca Ankara çevre yolundan tekrar ilçeye kadar devam etti. Saatlerce süren ve filmleri aratmayan uzun kovalamaca Kahramankazan İmrendi Mahallesi yol ayrımında son buldu. Kızın yakınları otomobilin lastiklerine silahlarla ateş ederek aracınyavaşlamasına, ardından da bu araca çarparak yoldan çıkmasına neden oldu.

Otomobillerinden inen taraflar arasında başlayan arbede sırasında iddiaya göre kızın ağabeyi 25 yaşındaki Abdulkadir Doğanın silahından çıkan mermiler kızın kaçırıldığı otomobilin sürücüsü 6 çocuk babası 40 yaşındaki Ekrem Gençe isabet etti. Ekrem Genç kaza yerinde öldü. Emniyet Müdürlüğü ekipleri olayla ilgili 13 kişiyi gözaltına aldı.

Olay ardından Emniyet Müdürlüğü’nde ifade verirken rahatsızlanan zanlılardan biri hastaneye kaldırıldı. Bu sırada çıkan silahlı çatışmada bir polis memuru şehit oldu. Gözaltındaki şüphelilerden Aziz Erol ağır yaralındı. Yarılalar, Hamdi Eriş Devlet Hastanesinde yoğun bakım servisine alındı.
Haber Fedai

CHP'li Tezcan: Vize krizinin maliyeti 63 milyar lira
11 Ekim 2017



"Yaptırım yanlış, yaptırıma karşı misilleme uygulaması doğru"

CHP Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, ABD ile yaşanan vize krizinin ekonomiye maliyetinin 63 milyar lira olduğunu söyledi. Tezcan, ABD’nin Türkiye’ye yönelik haksız vize yaptırımının kabul edilemez olduğunu ifade etti.

Partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının ardından ABD-Türkiye arasında yaşanan vize krizine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Tezcan, AKP hükümetinin dış politikasının iflas ettiğini belirtti.

"Dünya
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ekm 12, 2017 5:57 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 09, 2017 9:14 pm    Mesaj konusu: 'AKP denen korkunç iktidar makinesinin içten çöküşü...' Alıntıyla Cevap Gönder

"AKP denen korkunç iktidar makinesinin içten çöküşüne şahit oluyoruz"
09 Ekim 2017



"Gökçek’in 1994 sonrası siyasi yükselme çabasına 'Erdoğan kompleksi' damga vurmuştur"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile istifayla gündeme gelen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in görüşmesini değerlendirdi. "AKP denen korkunç iktidar makinesinin içten çöküşüne şahit oluyoruz" dedi.

Atay'ın Cumhuriyet'te "Erdoğan ve Gökçek" başlığıyla (9 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Melih Gökçek ve Tayyip Erdoğan, Türkiye’de hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağına en erken işaret sayılabilecek 1994 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul büyük şehir belediye başkanlıklarını alarak bir “gelecek yarışı”na, kendileriyle aynı doğrultudaki başka pek çok insandan önde ama birbirleriyle aynı hizada başladılar.

Akan zaman bu iki “iktidar koşucusu” arasında muazzam mesafe farkı ortaya çıkardı. Bunu Beştepe’deki görüşmede ne olup bittiğini kelimesi kelimesine bilemesek de gözlemliyor, duyumsuyoruz.

Devam etmeden, belirtmek isterim ki bu, “spekülatif” bir yazı. Tahmin yürütüyorum. Kendimce bu tahminleri besleyen somut veriler de, maddi temeller de var ama takdir size ait...

Bence Melih Gökçek’in siyasi serüveninde bir “hobi”, bir de “fobi” oldu.

Gökçek’in hobisi, kendisinin de zaman zaman dile getirdiği üzere CHP’dir.

Fobisi ise hiç ama hiç dile getirmediği, ancak alttan alta hissedildiği üzere “RTE”dir.

Gökçek’in 1994-sonrası siyasi yükselme çabasına bir “Erdoğan-kompleksi” damga vurmuştur.

Elbette Gökçek, çekirdekten bir “Milli Görüş”çü, yani Türkiye’ye has İslamcılığın bağrından çıkmış bir figür değildir. Onu ilk, 1980’lerde ANAP döneminde Keçiören belediye başkanı olarak, ülkücü cenahla titreşimli ve anti-komünizm itkili bir garez ve şiddet operatörü olarak hatırlıyoruz.

Sonra Refah Partisi’ne geçiş yaptı.

Bu, tabii ki neredeyse çocukluğundan beri o bünyenin içindeki Erdoğan karşısında Gökçek’in en büyük dezavantajıydı.

Ama bir başka faktör daha var: Karizma...

Erdoğan’ın siyasi gidişatını, 1994-sonrası süreçte ayan beyan belirginleşen “karizmatik otorite”si, daha da öte bu karizmaya kapılmış kitlelelerin talep ve beklentileri belirler oldu.

Bu bakımdan Tayyip Erdoğan, kendi karizmatik otoritesinin mahkûmu bir muktedir olarak da değerlendirilebilir. Belki de bu, onun “kısırdöngü”südür.

Gökçek’in karizması yok. O, evet korkunçtur, ama hiçbir zaman bir karizmatik otorite olarak ayrımsanmadı.

Bu yüzden onun kısırdöngüsü, her seçim ona yerinden olma riski yaşatan ve yerinden olmamak için allem edip kallem edip her türlü karşı-stratejiyi işlerliğe soktuğu Ankara halkı oldu.

Elbette hasar, Ankara’ya, Ankaralılara, en çok da Çankaya’ya, ODTÜ’ye olmuştur.

Ama bir yandan da Ankara, Gökçek’in mahkûmiyeti olmuştur.

Bu mahkûmiyeti aşma yolunda Gökçek, başka açılım imkânları arar oldu. Medya, el attığı alandı, ama arzu ettiği sonucu alabildi mi, tartışılır. Dedik ya, karizması yoktu; ne Erdoğan-vari, ne de Acun-vari mahiyette!..

Medyadan da sosyal medyaya açıldı. Ve işte bu, 1980’lerden beri tanır/bilir olduğumuz korkunç figürün hızla gülünç bir figüre dönüşmesine yol açtı.

Medyanın esası “eğlence”, sosyal medyanın esası “mavra”dır.

Gökçek sosyal medyada 4 küsur milyon takipçi yapıp çok “ünlendi”. Ama bu, yıllarca karşıtlarında yarattığı korku, öfke, nefret duygularının yerini dalga geçmelere, “ti”ye almalara, acıma duygularına bırakması pahasına oldu.

Sosyal medya “aşkı”, şedit bir siyasi kariyerle ne olmuşsa olmuş Gökçek’i çözdü, çözeltti, çökeltti.

O yüzden 1994’te aynı hizada başlayan iktidar koşusunda bugün gelinen noktada Beştepe’de Erdoğan-Gökçek görüşmesinin bir çıktısı da “Melih Başgan”a “Reis”ten nasihatler eşliğinde Twitter yasağı oluyor.

Hazin bir final!

Adeta dersine çalışmayıp fuzuli işlerle uğraşan çocuğun, babası tarafından kulağının çekilmesine benzer bir muameleye maruz kalmak!..

Peki, iş burada biter mi?.. Hayır, bu da Gökçek’i çok hafife almak olur.

Yaşadığını kolay kolay unutacağı, sineye çekeceği kanısında değilim.

“Trump Amerikası”nın korku fantezisini, o Amerika’nın gerçek korkunçluklarından beslenerek yansıtan “American Horror Story-Cult” dizisinin (FX) ilk bölümünde ne diyordu benzer bir muameleyle karşılaşmış korkunç başrol karakteri:

“Aşağılanmış bir ruhtan daha tehlikeli bir şey yoktur.”

Dolayısıyla bizim "korku filmi"miz de devam ediyor.

AKP denen korkunç iktidar makinesinin içten çöküşüne şahit oluyoruz.

Oluyoruz ama, söz konusu “makine”nin hacmi düşünüldüğünde bu çöküşün sadece kendisine mi, yoksa hepimize mi zarar vererek, yıkım üreterek gerçekleşeceği sorusu hâlâ yanıt bulmuş değil!..

T24
ETİKETLER
melih gökçek tayyip erdoğan 1994 yerel seçim koşu haber

"Erdoğan, kendisine gelen bakana 'Binali Yıldırım'ı boşver, gönder bana listeni' dedi"
11 Ekim 2017



"Eşref Fakıbaba çok ama çok sıkıntılı"

Yeniçağ gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Eşref Fakıbaba'nın, Başbakan Binali Yıldırım'a sunduğu listeye yönelik olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "Binali Yıldırım'ı boşver, bana gönder listeni" dediğini aktardı.

"Fakıbaba da tüm cesaretini topladığı başka bir gün R. Erdoğan'a durumu ve Başbakan'la arasında geçen konuşmayı anlatır. Erdoğan da Bakanına, 'Boşver Binali Yıldırım'ı... Gönder bakayım listeni bana der...' Sonra ne olur tahmin edebiliyor musunuz?" diyen Takan, "Fakıbaba, heyecan içinde Bakanlığına koşar. Hazırladığı tüm atama listesini Cumhurbaşkanlığı'na gönderir. Ve bu kalabalık listeden sadece birinin ataması gerçekleşir. AKP kulislerinde konuşulanlara göre Eşref Fakıbaba çok ama çok sıkıntılı" diye yazdı.

Takan'ın Yeniçağ gazetesindeki yazısı şöyle:

"Bakanımız bana konuyu ilettiği anda sadece şunu söyledim. Türkiye bir hukuk devletidir. Kabile devleti değiliz. Onların açıkladığı metin ne ise mütekabiliyet esasına dayalı olarak karşı metnini aynen ABD Büyükelçimiz anında açıklasın."

R. Erdoğan, ABD ile vizelerin karşılıklı durdurulması krizindeki rolünü böyle açıkladı. Herhalde, etrafındaki hiç kimse de cesaret edip "beyefendi tamam doğru söylüyorsunuz. ABD'nin bu hareketi asla kabul edilemez. Misli ile karşılık verelim. Ancak tüm dünyaya kendimizi güldürüp rezil etmeyelim. Çünkü biz ABD vatandaşlarına vize uygulamıyoruz. Uygulamadığımız vizeyi nasıl askıya alırız?" diyemedi. Mevcut saray şartları ve olağanlaşan yönetim tarzına göre, Türkiye'nin rezil rüsva olması pahasına olsa bile Bakan beyler dahil birinin çıkıp da Erdoğan'a itiraz edememesini normal buluyorum!. Hele, Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın başına gelenleri dinledikten sonra... Neyse, fazla dallandırıp budaklandırmayalım. Yazının esas öznesi olan "kabile devleti değiliz"den sapmayalım...

Kabile devleti miyiz?...

Peki, ABD'nin vizeyi askıya alma kararının ardından 11 milyar dolara mal olacak Boeing firmasıyla yapılan 40 uçak alımı anlaşmasının niye askıya alındığı açıklanmaz?. İptal edilmesinden de vazgeçtik!.. Aynı çapulcubaşı Barzani referandumunda olduğu gibi "yaptırımlar" adı altında kuru gürültüleri dinlemeye devam mı edeceğiz?..

Kabile devleti miyiz?..

ABD'nin Suriye'de PKK/YPG'ye binlerce TIR'la silah yardımı yaptığı her gün yazılıp çizilip söyleniyor. Hangi kaynaktan isterseniz açın bölge haritalarını... Bakın bakalım bu TIR'lar acaba hangi güzergâhlardan geçip de PKK/YPG'nin eline ulaşır. Müdahale edemeyeceğimiz çok farklı alternatif yollar mı var?.. ABD, bu ağır silahları uzaydan mı ışınlıyor Suriye'ye?. Bunları engellemek ve anında imha etmek Türkiye Cumhuriyeti devleti için çok zor bir iş mi?..

Kabile devleti miyiz?..

R. Erdoğan 1 Ekim'de yeni yasama yılının açılışında TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın odasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye sorar;

"İl kongrelerini tamamladınız mı?"

Doktor Devlet Bahçeli cevap verir;

"Bir-iki il kaldı, tamamlanmak üzere"

Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım'a dönüp "MHP işini tamamlamış durumda, daha sizin çok işiniz var" diye takılır!..

Aradan, çok değil 3-5 gün geçer. Bazı AKP'li belediye başkanlarının istifa krizi patlar. Gazeteciler, Bahçeli'ye görüşünü sorar ve şu yanıtı alır;

"MHP, hiçbir siyasi partinin iç işlerine karışmaz. Herhangi bir kişi, kuruluş ve partinin de MHP'nin iç işlerine karışmasına izin vermez."

Malumunuz, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifa işi yılan hikâyesine döndü. Ankara'da siyasi kulislerde bu konuda bahse girenler bile var. Son kulis fısıltılarına göre, eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in devreye girmesinin ardından Gökçek'in istifası başka bir boyuta girdi. Gökçek'in yaklaşık 2 saate yakın gece yarısı saray buluşmasında Erdoğan'a "bu saatten sonra ben istesem de gidemem. Sen de istesen gidemem" dediği konuşuluyor. Saray kaynaklarında konuşulan daha ilginç bir iddia var!.. El altından yürütülen temaslarla Gökçek'in geleceği konusunda Devlet Bahçeli'nin vereceği sinyal, karar almada etkili olacakmış...

Kabile devleti miyiz?..

Tarım Bakanı Eşref Fakıbaba yakın çevresine, göreve geldiği günden bu yana Bakanlığında istediği atamaları yapamamaktan yakınıyor. Fakıbaba, bir gün Başbakan Binali Yıldırım'a serzenişte bulunur ve atama kararnamelerinin niye çıkmadığını neden bekletildiğini sorar. Yıldırım da hayret edercesine Fakıbaba'ya kendisine gelen tüm kararnameleri imzalayıp Cumhurbaşkanlığı'na gönderdiğini söyler.

Fakıbaba da tüm cesaretini topladığı başka bir gün R. Erdoğan'a durumu ve Başbakan'la arasında geçen konuşmayı anlatır. Erdoğan da Bakanına, "Boşver Binali Yıldırım'ı... Gönder bakayım listeni bana der..." Sonra ne olur tahmin edebiliyor musunuz?.. Fakıbaba, heyecan içinde Bakanlığına koşar. Hazırladığı tüm atama listesini Cumhurbaşkanlığı'na gönderir. Ve bu kalabalık listeden sadece birinin ataması gerçekleşir. AKP kulislerinde konuşulanlara göre Eşref Fakıbaba çok ama çok sıkıntılı...

Kabile devleti miyiz?..

7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından başlayan koalisyon hükümeti kurma çalışmalarında istikşafi görüşmeler sırasında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu bir lidere bir şeyler söyler.. O da Erdoğan'ın kulağına gider. Sonrasını, Davutoğlu'nu azle götüren süreci ve kendisine yapılan kötü muameleyi yeri ve zamanı geldiğinde kaleme alınmak üzere başka bir yazıya bırakıyorum...

Kabile devleti miyiz?..

Asla ve kata kabul etmiyorum. Bu süzme kötü örneklere rağmen!. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iç hainleri tasfiye etmek, dış düşmanların üstesinden gelmek, devletin ve milletin bekasını korumak için nasıl büyük bir gayretle mücadele ettiğini nasıl ince ve hassas bir strateji izlediğini yakından takip ediyor ve biliyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir kabile devleti değildir. Ancak şu anda onu yönetmek adına iş başında olanların söylediklerinin tam tersine uygulamaları ve zihniyetleri ortada. Kabile devleti olsak içeriden ve dışarıdan, bunca uğraşa, çadır çoktan başımıza yıkılırdı!..

T24
ETİKETLER
recep tayyip erdoğan binali yıldırım

"Süleyman Soylu, iç işlerini mafya ile anılan bir grupla yürütüyor, Erdoğan öfkeli"
11 Ekim 2017



"AKP'lilerin en sevmediği bakan Süleyman Soylu"

Sözcü gazetesi yazarı Can Ataklı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yla ilgili "AKP'ye yakın bir kaynak" dediği arkadaşının görüşünü köşesina aktardı. Soylu'nun iç işlerini adı mafya ile anılan bir grupla yönettiğini aktaran Ataklı, "Soylu iç işlerini adı mafya ile anılan bir grubun adamlarıyla yönetiyor. Soylu darbe gecesi her şey olup bitene kadar ortalıkta yoktu, sonra darbenin başarısız olduğunu anlaşılınca TRT'yi basmaya gitti. O sırada yanında 16 kişi vardı. Hepsi de o grubun adamlarıydı" dedi.

Ataklı kaynağının "AKP'lilerin en sevmediği bakan Süleyman Soylu" dediğini de aktardı.

Ataklı'nın Sözcü'deki yazısının ilgili bölümü şöyle:

Hafta başında AKP'ye çok yakın kaynaklarımdan biriyle kahve içtik Boğaz'a nazır bir cafede. “Biliyor musun” dedi “AKP'de en sevilmeyen bakan kim?” Nereden bilebilirim? “Akit gazetesinde bir haber çıktı geçen hafta dikkatini çekti mi?” diye bir soru daha sordu.

Düşünüp cevap veremeyince hatırlatmak için ipucu verdi. “Oğlu ile ilgili” deyince aklıma geldi. Habere göre İstanbul'da Yunuslar Süleyman Soylu'nun oğlunun aracını durdurmuşlar. Genel güvenlik araması yapmak istemişler. Olabilir mi? Normalde olabilir ama İçişleri Bakanı bütün polislere oğlunun kullandığı aracın plakasını vermiştir. Yani polisler durdurmadan önce aracın kime ait olduğunu büyük ihtimalle biliyordur.

Diyelim ki ilk anda farkına varmadılar. Oğlan kim olduğunu söylüyor. Ancak polisler hiç aldırmıyor. Aracı çok uzunca bir süre tutuyorlar ve didik didik arıyorlar. Soylu'nun oğlu durumu babasına aktarıyor. Baba müdahale etmek istiyor ama polis müdürleri telefonları açmıyorlar. Böyle garip bir olay. Henüz yalanlanmadı.

AKP'ye yakın kaynağım “Bu işten genel başkanın haberinin olmaması mümkün mü? Mutlaka onun da olurunu aldıktan sonra polisler böyle bir uygulama yapmıştır”dedikten sonra “Neden biliyor musun?” diye sorup cevabını da kendi verdi. “Çünkü Soylu iç işlerini adı mafya ile anılan bir grubun adamlarıyla yönetiyor. Soylu darbe gecesi her şey olup bitene kadar ortalıkta yoktu, sonra darbenin başarısız olduğunu anlaşılınca TRT'yi basmaya gitti. O sırada yanında 16 kişi vardı. Hepsi de o grubun adamlarıydı.” AKP'li kaynağıma göre Erdoğan bunu öğrendikten sonra çok öfkelenmiş. Kaynağım “Öfkesi bu konulardaki duyarlılığından değil, kendi haberi olmadan bu ilişkilerin kurulmasına” dedi.

T24
ETİKETLER
süleyman soylu içişleri bakanı

"Fırtına yaklaşıyor; siyasi bir yarar sağlamadan büyük iktisadi bedeller ödeyebiliriz"
10 Ekim 2017



Dünya gazetesi yazarı Taner Berksoy Türkiye ile ABD'nin arasında yaşanan vize krizini değerlendirdi. Berksoy, "Fırtına yaklaşıyor; siyasi bir yarar sağlamadan büyük iktisadi bedeller ödeyebiliriz" dedi.

Berksoy'un "Fırtına yaklaşıyor" başlığıyla (10 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Geçen hafta değindim. Dünya bir türlü gereken istikrar-büyüme kulvarına giremedi. Büyümenin motoru olacağı düşünülen büyük gelişmiş ülkeler kendi iç sorunlarıyla boğuşmaktan bu işlevi üstlenecek enerjiyi toplayamıyorlar. Birisi Trump’la uğraşırken öteki Brexit’e takılı kalmış gibi. Beraber yürüdükleri Almanya siyasette radikalleşmenin artmasının yarattığı korkularla başa çıkmaya çalışıyor. Fransa’da siyasi engel aşıldı ama Makron henüz olaya hakim olabilmiş gibi görünmüyor. Hepsinin üstüne şimdi bir de Katalanlar geldi. Pek çok yorumcu İspanya’da ortaya çıkan ayrılıkçı eğilimi Avrupa’nın geleceği açısından Brexit’den daha vahim bir gelişme olarak değerlendiriyor.

Gelişmişlerde durum böyle de gelişmekte olan ülkelerde farklı mı? Bana kalırsa değil. Siyasi sorunların yanı sıra ekonomik zafiyetler bu ülkelerin de nefesini kesiyor. Bunların en fazla korkuyla baktıkları gelişme ABD merkez bankası FED’in faizi artıracak olması. Yükselen faiz sıcak para dediğimiz küresel fonları gelişmekte olan ülkeler aleyhine değiştirecek. Bu ülkelerin büyük kısmı fon akışı kendi lehlerine hareket ettiği zaman mutlu-mesut bir hayat yaşıyor. Fon dinamiği ters döndüğü zaman da türbülansların içine yuvarlanıyorlar. Bu sıralarda FED’in en geç yılın sonunda faizi yükseltip, böyle bir fon hareketini ateşlemesi olasılığı yükselmiş durumda. Gelişmekte olan ülkelerden ciddi fon çıkışları olacağı ve faiz, döviz kuru gibi finansal fiyatlarının yükseleceği anlamına geliyor bu. Gelişmekte olan ülkeler yıl sonuna kadar böyle bir gelişmenin risk baskısı altında yaşayacak gibi görünüyor.

Biz gelişmekte olan ülke grubunun bir üyesiyiz. Bu ülkelerin yaşaması muhtemel gelişmeleri biz de paylaşacağız. Günü geldiğinde bizden de fon çıkışı olacak, faiz ve kur yükselecek, paramız değer kaybedecek, yavaşlayacağız. Daha önce de buna benzer hareketler yaşadık. Bunları çok iyi yönetebildiğimiz söylemek de zor. Üstelik son günlerde ufukta salınan bu olumsuzlukları katlayacak gelişmeler de oluyor. Bunların çoğunda bizim kendi inisiyatifimizle gelişen olayların yüklü payı var. Bu gelişmeler sonuçta zaten taşıdığımız siyasi riski daha da artıyor. Çoğu olayda sanki böyle bir risk yokmuş gibi davranıyoruz ya da riski karşı tarafın yarattığı gibi bir söylemle avunuyoruz. Ama yaşam böyle gelişmiyor.

Avrupa ile zaten baştan aşağı risk üreten türde bir ilişkiye kaymıştık. Şimdi de ABD ile fevkalade riskli bir atışmaya giriştik. Bize yakın olan Orta Doğu coğrafyasında ise neredeyse dostumuz kalmamış gibi. Son adımda Rusya ile yakınlaştık. Şöyle alıcı gözle tarihimize bakacak olursak Rusya ile çıkarlarımızın da muhabbetimizin de pek uyuşmadığını görürüz. Son dönemde yaşadıklarımız uluslararası arenada etkili diplomasi becerimizi kaybettiğimize işaret ediyor. O alanda attığımız her adımda canımız yanarak geri adım atmak zorunda kalıyoruz.

Bütün bunlar taşıdığımız siyasi riski ve bunun maliyetini arttırıyor. Son sıralarda arayı bozduğumuz ülkelere bir bakın. Kaynak ihtiyacımızın büyük kısmını bu ülkelerin mali piyasalarından karşılıyoruz. Ülkeye gelmiş olan doğrudan sermayenin neredeyse tamamı bu ülke kaynaklı. Borç kaynaklarımız dahi büyük ölçüde bu ülkelerden sağlanıyor. Sadece ihtiyaçlarımızın değil ihtiyaç gidermek için yapmak zorunda olduğumuz üretimin ana girdilerini ithal ettiğimiz ülkeler de bunlar. Üretip de ihraç edebildiğimiz ürünlerin pazarları da buralarda. Bu koşullar bulaşıp da çözemediğimiz her siyasi çatışmanın bize olan maliyetini katlayarak büyütüyor. Hani ekonominin gidişatı bu maliyetleri çok da rahatsız olmadan ödeyebilme imkanı verse mesele yok. Siyasi yarar için der, öderiz geçer. Ama durum böyle değil. Malum, ekonomimizin son hali epey sıkıntılı bir tablo çiziyor. Kaynaklarımızı öyle bol bulamaç savurmak durumunda değiliz. Tersine, ekonominin yürümesi için kaynak girişine ihtiyacımız var. Onu da borçlanarak karşılamaya çalışıyoruz. Öte yandan, uluslararası arenada bize neyin ne kadar siyasi yarar taşıyacağının hesabını da yapamaz hale gelmiş gibi görünüyoruz. Bu bizi siyasi bir yarar sağlamadan büyük iktisadi bedeller ödeme riskini yüklenme durumuna getiriyor.

Uzun lafın kısası, epey bir sıkışmış durumdayız. Ufukta kara bulutlar dolaşmaya başladı, fırtına gelmek üzere. Şimdi yapılacak şey mümkün olduğu kadar sakin kalıp, siyasi çatışmaların dışına çıkarak, etkin bir diplomasi ile sorunları çözmeye çalışmaktır diye düşünüyorum.

T24
ETİKETLER
ekonomi fırtına haber açıklama yaklaşıyor siyasi

Erdoğan'ın ilk müsteşarı, OVP'yi yorumladı: Bazı hedeflerin gerçekleşmesi zor
09 Ekim 2017



"Cari açık hedeflerinin gerçekleşmesi çok zor"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan ve daha sonra Milli Eğitim ile Çalışma bakanlıkları görevini üstlenen Ömer Dinçer Orta Vadeli Programı (OVP) yorumladı. Dinçer, "Bazı hedeflerin gerçekşemesi zor" dedi.

Dinçer'in HaberTürk'te "OVP’nin satır araları ne söylüyor?" başlığıyla (9 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Geçtiğimiz hafta hükümet Orta Vadeli Program’ı açıkladı. Eğitim konularının gündemde ağırlık kazanması nedeniyle yazma fırsatı bulamadım. Bugün OVP’nin amaçları ve araçlarını birlikte değerlendirmeye çalışacağım.

OVP’nin temel amaçları şu şekilde sıralanmış:

- Cari açığı artırmadan istikrarlı, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyüme patikası oluşturmak,

- İstihdamı artırmak,

- Makroekonomik istikrarı ve mali disiplini koruyarak enflasyonu aşağı çekmek.

Bu amaçla program döneminde, yurtiçi tasarruflar artırılacak, özel yatırımlar ve ihracat kaynaklı büyüme sağlanacak, sanayide yapısal dönüşüm hızlandırılacak, teknoloji ve verimlilik düzeyini artırarak uluslararası piyasalarda daha rekabetçi olunacak.

Büyüme

2017-2020 yılları arasında yıllık yüzde 5.5 büyüme öngörülüyor.

Bu öngörü, milli gelirin ESA 2010 standartlarına uygun hesaplanmaya başlanmasından sonra, büyüme potansiyelinin 0.5 puan arttığını gösteriyor.

Halbuki milli gelir revizyonundan sonra yüksek büyüme hızına ulaşmak daha da zorlaştı. Çünkü milli gelir miktarı arttıkça, aynı miktar büyüme daha düşük orana karşılık gelecek.

Bu büyüme oranına özel tüketim, yatırım ve ihracattaki reel artışlar yoluyla ulaşılması hedeflenmiş. Bu hedef gerçekte doğru bir tercihtir.

Son yıllarda özel sektör yatırımı neredeyse yok denecek kadar azdı. İhracat toplam faktör verimliliğinin ve kapasite kullanım oranının yükselmesi (yüzde 79) nedeniyle artıyordu. Şimdi bu alanın sınırına gelinmiş görünüyor, dolayısıyla özel sektörün yatırım yapma ihtiyacı doğdu.

Ancak özel sektör yatırımı kesin olarak güven ortamı arar.

Kamu ihalelerinde tarafsız ve adil olmak, adaleti ve yargı sistemini tartışılır olmaktan çıkarmak, bürokratik engelleri ve önyargıları kaldırmak, özel sektör yatırımları için teşvik uygulamalarından önce gelir.

Program bu konularda herhangi bir tedbir öngörmediği gibi, yapısal reformlar için somut hedefler koymuyor. Gerçekte YOİK (Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu), bankacılık dışı finans sektörünün geliştirilmesi, çalışma hayatının esnekliğinin artırılması, kıdem tazminatı fonu gibi bazı yapısal reformların yapılması, orta vadede olumlu sonuç verirken, kısa vadede beklentileri olumlu yönde etkileyecektir.

Diğer yandan, büyüme hedefi için kamu açığının düşürülmesi amacıyla kamunun sabit sermaye yatırımında reel olarak hızlı bir düşüş öngörülmüş. Öyle ki programın son yılı olan 2020’de kamu sabit sermayesinde reel olarak yüzde 1.8’lik azalma hedefleniyor.

Bu yaklaşım son yıllardaki trendin aksine bir durum. Çünkü son 3 yıldır neredeyse sadece kamu harcamalarıyla büyüme gerçekleşti. Ayrıca önümüzdeki yıllarda olabilecek yurtiçi ve yurtdışı gelişmeler düşünüldüğünde, kamu harcamalarının bu kadar azaltılması doğru bir varsayım gibi görünmüyor.

Dönem boyunca, büyümenin temel dinamiği olan ihracatın reel olarak yüzde 5.8, ithalatın ise reel olarak yüzde 4.7 artması bekleniyor. İhracattaki artış makul görülse bile, ithalattaki düşüş gerçekçi değil.

Üstelik, bu tahminler reel olarak değerlenen bir kura rağmen yapılmış. Zira dönem boyunca ortalama kurun yüzde 3 artması öngörülüyor. Dönem boyunca ortalama enflasyonun iyimser bir tahminle yüzde 6 olacağı düşünüldüğünde, TL dolar karşısında değer kazanacaktır. Ve bu durumda ithalat ihracattan daha hızlı artacaktır.

Büyüme hedeflerinin gerçekleşmesi için gereken mali kaynak temininde sorunlar var. Gerçi dış sermaye akışı gelişmekte olan ülkeler yönüne kayıyor. 2017 yılında, Türkiye’ye yaklaşık 10.5 milyar dolar dış sermaye geldi. Bu, olumlu bir gelişme olmakla birlikte yeterli olmaz. Yerli sermaye çıkışını da önlemek gerek.

Ayrıca ulusal tasarrufların artırılması yönünde düşünülen tedbirler çok sınırlı. Yurtiçi tasarruf çokça tekrar edilmesine rağmen, somut stratejilerden bahsedilmemiş. Yıllardır sonuç alınamayan, birikimlerin uzun vadeli finansal araçlara yönlendirilmesine ve altın olarak tutulan tasarrufların finansal sisteme çekilmesinin daha cazip hale getirilmesine ilişkin düzenlemeler yapılacağı tekrarlanıyor.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, dönem boyunca azalacağı ve 2020’de milli gelirin yüzde 3.9’una düşeceği varsayılan cari açık hedeflerinin gerçekleşmesi çok zor.

Sonuç olarak, yüzde 5.5 büyüme gerçekleştirilebilir bir hedef gibi görünüyor. Ancak bu, hükümetin kararlarıyla doğrudan kontrol edemeyeceği özel sektör motivasyonuna bağlı. Ayrıca gerçekleşmesi halinde diğer varsayım ve dengelerin kâğıt üstünde kalma ihtimali yükseliyor.

Bugün maalesef enflasyon ve faiz, istihdam ve işsizlik konularına değinme fırsatım olamadı.

T24
ETİKETLER
ömer dinçer haber açıklama ovp müsteşar

Aydın Engin hem nalına,hem mıhına vurmuş: AKP’nin ‘Reste rest’ tutumundan antiemperyalist cevher süzmeye çalışanlara şaşırıyorum
11 Ekim 2017



"Başlık, fark edeceğiniz üzere AKP Reisi’nin üslubundan esinlenerek kondu"

* Aydın Engin

Başlık, fark edeceğiniz üzere AKP Reisi’nin üslubundan esinlenerek kondu. Diplomasi alanında da kullanmaya başladığı bu “ince” üslubun yüzlerce örneği var. Bazen Barzani’ye, bazan Irak Başbakanı İbadi’ye, bazen “eski kardeş”, sonra “hasım”, şimdilerde galiba yeniden kardeş Beşşar Esad’a bu ince diplomatik üslupla seslendiğine çok tanık olduk:

- Sen kimsin yaaaa!.. Bir kere sen benim kalitemde değilsin... Şuna bak be!..

Anlaşılan şimdi AKP Reisi el yükseltiyor, bu gidişle sıra galiba Trump’a geliyor. Yakında “Eyyy Trump efendi, bir kere sen benim kalitemde değilsin” derse kim şaşırır?
Ben şaşırmam...

Trump, ABD’nin tepesine çöktüğünde bayram eden, umut dolu paragraflar döktüren AKP medyasındaki “gazetecimtraklar”ın şimdi birdenbire antiemperyalist kesilivermelerine de şaşırmadım.

Ama görüşlerimiz arasında büyük ya da küçük farklar olsa bile “sol”da yer aldıklarını düşündüğüm kimi kalem ya da sosyalist siyaset erbabı arasında da Trump yönetiminin vize çıkışına karşı AKP’nin “Reste rest” tutumundan antiemperyalist cevher süzmeye çalışanlara şaşırdım, şaşırıyorum...

AKP elebaşılarının Erbakan çizgisini terk edip “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı ve iktidar olduğu günden bu yana ülkemizde küresel sermaye ile tam bir bütünleşme içinde olduğu Tırmık’ta birkaç kez vurgulandı. İslami sosa bulanmış bir serbest piyasa ekonomisi (“vahşi kapitalizm” diye de okuyabilirsiniz) 15 yıldır bu ülkede tek başına iktidar.
Bu iktidarın 15 yıl boyunca küresel sermayenin başkenti ABD’nin dümen suyundan ayrıldığına ilişkin ciddiye alınır bir tutumuna da rastlamadık. Kimi “eski” ya da “eskimiş” solcuların Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin İsrail karşıtı söylemlerini (=discourse) öne çıkarıp “Türkiye’de bir iktidar ilk kez ABD’ye rağmen İsrail’e karşı çıktı” cümleleri kurup AKP iktidarına alkış tutmalarına güldük geçtik (Gülüp geçmek yerine başka sözcükler de kullandık ama onları buraya yazamam).
***

Ama Trump’ın, zifiri karanlık ilişkiler içinde olduğu anlaşılan T.C. yurttaşı bir ABD konsolosluk görevlisinin tutuklanmasına karşı patlattığı vize yasağının ardından AKP iktidarının geri adım atmak bir yana yasağa yasak, lafa lafla cevap vermeyi yeğlemesinden antiemperyalist bir tutum bulup çıkarmak herhalde Lenin’in kemiklerini sızlatmıştır...
Sosyalizm hedefini bir yana bırakmış bir antiemperyalizm elbette milliyetçilikten ibaret kalır. Antiemperyalizm, sosyalizm kuruculuğuna giden yolda bir ara aşamadır ve ondan ibarettir; sosyalizm hedefinden arındırılamaz.

Emperyalizm, kapitalizmin “son aşaması” diye tanımlanmıştı. Şimdi ise küreselleşmiş sermaye gerçeğine kapitalizmin “en son aşaması” denebilir.

Ama ne denirse densin, bu tartışma ne kadar derinleştirilirse derinleştirilsin AKP iktidarı ile Trump yönetimi arasındaki itiş kakışta antiemperyalist bir tutum aramak olsa olsa arayanları gülünç kılar.

Dönün yazının başlığına: Ne antiemperyalizmi be!..

_____________________________________________________________

Bu yazı Cumhuriyet.com.tr'den alınmıştır

CHP'li Tezcan: Vize krizinin maliyeti 63 milyar lira
11 Ekim 2017



"Yaptırım yanlış, yaptırıma karşı misilleme uygulaması doğru"

CHP Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, ABD ile yaşanan vize krizinin ekonomiye maliyetinin 63 milyar lira olduğunu söyledi. Tezcan, ABD’nin Türkiye’ye yönelik haksız vize yaptırımının kabul edilemez olduğunu ifade etti.

Partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının ardından ABD-Türkiye arasında yaşanan vize krizine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Tezcan, AKP hükümetinin dış politikasının iflas ettiğini belirtti.

"Dünyaya efelenme örnekleriyle uluslararası ilişkilerinizi sıkıntıya sokacak şekle girerseniz, hak etmediğiniz halde böyle muameleye maruz kalırsınız" diyen Tezcan, şöyle konuştu:

"AK Parti hükümeti, dış politika konusunda iflas etmiştir"

"ABD’nin Türkiye’ye yönelik haksız vize yaptırımı kabul edilebilir bir şey değildir. Buna karşı ilk günden itibaren çok açık ve net itirazımızı ifade ettik. Yaptırım yanlıştır, yaptırıma karşı misilleme uygulaması doğrudur. Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti değildir ve hiç kimse keyfe keder Türkiye Cumhuriyeti'ne böyle bir yaptırım hakkına sahip değildir. Ancak bir başka şeyi de göz ardı etmemek gerekir. Uluslararası ilişkilerde ülkenin ciddiyetinden hükümetler sorumludur. Sizin dünya ölçeğinde pozisyonunuzun ne kadar ciddiye alındığından ve size karşı nasıl muamele edilebileceğinden hükümetler sorumludur. Ne yazık ki AK Parti hükümeti, dış politika konusunda iflas etmiştir. Bu vize krizinden kaynaklanan yük 63 milyar liradır. Bizim vatandaşımızın, şirketlerimizin, işçimizin, emeklimizin sırtındaki yük bu 63 milyar lira. Hükümetin dış politikada daha ciddi, Türkiye’nin saygınlığını arttıracak ve uluslararası ilişkilerde de arkasını yalnız bırakmayacak güçlü desteklere sahip olacak bir pozisyon alması şarttır.

"Çözüm bu hükümetin değişmesidir"

Erdoğan dün çıkıp bir büyükelçinin işlemiyle sanki bu vize uygulaması ortaya çıkmış gibi bir şeyler söyledi. Bugün ABD hükümeti çıktı, ‘bunu biz yaptık’ dedi. Kaldı ki eğer bir büyükelçinin kararıysa buna cevap vermek senin büyükelçine düşer, muhatabı ülkenin cumhurbaşkanı değil. Bozan düzeltemez, bu ilişkileri bu noktaya getiren AK Parti hükümetidir. Çözüm bu hükümetin değişmesindedir. AK Parti hükümeti değişmediği sürece Türkiye bu problemleri sağlıklı ve hakkıyla çözebilme yeteneğine sahip olamayacaktır.”

T24
ETİKETLER
bülent tezcan chp akp abd vize krizi ekonomi

Erdoğan’ın “ölümüne” destekçileri...
Ahmet Sever
10 Ekim 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresinde, özellikle de yandaş medyada, kendi ifadeleriyle “ölümüne” destekçileri var...

Çoğunu tanıyorum...

Daha doğrusu artık tanıyamıyorum...

Bugüne kadar gazetecilik ve televizyonculuk alanında gösterdikleri uluslararası çapta üstün performans (!) sayesinde çok iyi yerlere geldiler...

Gazetecilerin çoğu ya hapiste ya da işsiz bırakıldıkları için her yerde karşınıza onlar çıkıyor...

Yöneticilik, köşe yazarlığı, televizyon programcılığı, çoğu zaman hepsi birden...

Gazete sayfalarını çevirirken onları görüyorsunuz...

Televizyonu açıyorsunuz yine aynı yüzler...

Hepsi, Erdoğan’ın gözüne girmek için çırpınıp duruyor...

Dertleri Erdoğan’dan “Aferin” almak...

Sırtlarını sıvazlatmak...

Arada sırada, muhalif seslere saldırmayı bırakıp, kendi aralarında kavgaya tutuştukları da oluyor:

“Ben Reis’i senden daha iyi savunuyorum.”

“Hayır. Ben Reis’e senden daha yakınım.”

“Bak, Reis uçağına seni değil beni alıyor.”

Haklarını teslim edelim...

Karşılığını fazlasıyla alıyorlar...

Şişkin maaşlar, yalılar, lüks arabalar, hizmetçiler...

Düzen onlar için mükemmel kurulmuş...

Ülke her alanda kötüye gidiyormuş, zerre kadar umurlarında değil...

Amaçları, Reis’in saltanatı sürsün ki, onların da çıkar, menfaat çarkları da dönmeye devam etsin...

Türkiye’nin gidişatından ülke adına üzülüp, kaygılanıp bir eleştiri getirmeye kalktığınızda ilk önce karşınıza bunlar dikiliyor:

Ne FETÖ’cülüğünüz, ne vatan hainliğiniz, ne ajanlığınız, ne casusluğunuz kalıyor...

Zaten bunlara cevap verecek bir mecra bulmanız o kadar kolay da değil...

Neredeyse bütün köşe başlarını tutmuşlar...

Evet...

Anladık...

“Ölümüne” destek veriyorsunuz...

Ama ölmenize hiç gerek yok...

Yaşayın...

Ama biraz da vicdanlı yaşamayı deneyin.

Eğer kaldıysa tabii...

T24
ETİKETLER
erdoğan reis ölümüne destek gazete gazeteci

Ahmet Şık'a 'Cesur Gazetecilik' ödülü
11 Ekim 2017



Ahmet Şık: Hakikat ve hakikati konuşanlar düşman ilan edilip yok edilmeye çalışılıyor, tası tarağı toplayıp gitmeyeceğiz

Frankfurt Kitap Fuarı kapsamında verilen 'Cesur Gazetecilik' ödülü bu yıl, "terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla 285 gündür tutuklu bulunan Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık'a verildi. Avukatı Can Atalay aracılığıyla ödül törenine bir mesaj gönderen Şık "Hakikat ve hakikati konuşanlar düşman ilan edilip yok edilmeye çalışılıyor" dedi. Şık, sözlerinin devamında "Tası tarağı toplayıp gitmeyeceğiz. Çünkü biz buradayız ve varız" ifadesini kullandı.

Bu yıl 69’ncusu düzenlenen fuarda, 106 ülkesinden 7 bin 150 kurum kendi standını açtı. 15 Ekim Pazar gününe dek sürecek fuarı, toplam 280 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. Fuarda, önceki yıllara göre çok daha yoğun güvenlik önlemleri alınıyor.

"Diğer Türkiye"

Türkiye ve Türkiye yayın dünyası da çeşitli yanlarıyla fuarda temsil ediliyor. Türkiye’den 50’nin üzerinde yayıncı ve önde gelen yayıncılar örgütü, bazıları “Türkiye Ulusal Standı” kapsamında, bazıları da kendi özel standlarıyla fuara katılıyor.

Gazetecilerle dayanışma

Bu arada “cesur gazetecilik” ödülü de fuarda düzenlenen bir törenle Türkiye’de hapiste olan gazeteci Ahmet Şık’a verildi. Ayrıca hapisteki gazetecilerle ilgili dayanışma etkinlikleri düzenlendi. “Denizi görmek istiyoruz” (Wir wollen das Meer sehen) başlığı altında düzenlenen Deniz Yücel ve Türkiye’de hapiste olan diğer gazetecilerle dayanışma amaçlı etkinliklere Daniel Cohn Bendit gibi tanınmış isimler de katıldı.

Avukatı Can Atalay aracılığıyla ödül törenine Ahmet Şık, şunları kaydetti:

"Hakikat ve hakikati konuşanlar düşman ilan edilip yok edilmeye çalışılıyor. Kendileriyle suç ortaklığı yapmayı reddeden medyayı kuşatıp, gördüğü hakikati anlatmakta ısrarcı davranmaya devam eden gazetecileri hapsettiler. Korkuyla hakim kılınan bir suskunlukla tüm ülke bir sessizlik sarmalına girince iktidarlarının kalıcı olacağı yanılgısına düştüler. Oysa ki, bir toplumun gerçek hayatı ve hakikati sustuklarında saklıdır. Çünkü sessizlikte daha fazla duyar insan. 'İnsan umutsuzluktan umut yaratandır' diyen usta Yaşar Kemal’e inanan bizlerin umudu var. Çünkü zulmün elindeyken direnmeyenler için yaşanılası bir hayat olmayacağını bilen bizler için, umut kendi gerçeğini yaratır. Ve umudun öfkesinden korkacak olanlar yalnızca suçlulardır. Evet, karanlığın gölgesinin daha da koyulaştığı, karamsarlığın yaygınlaşıp daha da derinleştiği zamanlar. Hiçbir şeyin iyi olamayacağını düşündürten zamanlar… Tası tarağı toplayıp gitmeyeceğiz Çünkü biz buradayız ve varız. Var kalmaya devam edeceğiz. Türkiye bizim evimiz. Hayatımız. Geçmişimiz. Barış, Hak, hukuk, adalet ve eşitliğin hakim olduğu geleceğimiz."
T24

Mahçupyan: Her üç AK Partili aileden birinde Gülenci var
10 Ekim 2017



"Bu kişinin gerçekten de FETÖ ile ilgisi olabilir ama kanıtlanması gerek"

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan, ABD Başkonsolosluğu'nda çalışan M.T'nin tutuklanmasıyla ABD ile Türkiye arasında vize krizine neden olmasıyla ilgili "Bu kişinin gerçekten de FETÖ ile ilgisi olabilir ama kanıtlanması gerek ve sanki kanıtlanmış gibi davranılması yargı mekanizmasını anlamsız kılıyor.Her üç AK Partili aileden birinde en az bir Gülen’ci varken, parti yönetiminde, meclis grubunda veya teşkilatta kimsenin FETÖ’cü olmadığını iddia ederken" dedi.

Mahcupyan'ın Karar'daki yazısı şöyle:

İktidara yakın medyanın bir süredir yürüttüğü ABD karşıtı kampanyanın, bir konsolosluk görevlisinin tutuklanması ile birleşmesi, anlaşılan o ki ABD’nin de ‘bir şeyler yapma’ gereğini duymasına neden oldu. Ancak ilk adım beklenmediği kadar sert oldu... Güvenlik bahanesiyle tüm vize işlemleri durduruldu. Bunun iş hayatı, eğitim ve her türlü yarı siyasi ilişkiler açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını tahmin etmek zor değil. Ama borçlanma ve yatırım için dış sermaye çekme ihtiyacı içinde olan Türkiye’nin tüm dengelerini alabora etmeye aday.

***

Milli meseleler karşısında kısa vadeli sayılabilecek ekonomik kaygıların çok önemli olmadığını, ABD ile yaşanan gerilimin beka sorununun parçası olduğunu ileri sürebiliriz. ABD’nin 15 Temmuz darbesiyle bağlantılı olduğunu da iddia edebiliriz. Ama serinkanlı olup ‘işimizi’ doğru yapmamız gerekiyor. Darbe girişimi sonrasında, kuşkuları tatmin edecek hukuki bilginin üretilmesinde yetersiz kalındı. ABD’deki ‘birilerinin’ darbe girişiminden haberdar olduğu ihtimali ne denli yüksekse, ABD’nin söz konusu girişimi devlet olarak destekleyip sahiplenmiş olma ihtimali de o denli az.

Gülen’in güvence arayışı ve pazarlık gücünü azamileştirme isteği ABD kurumları içinde bazı kanatlara yanaşmasına neden olmuş olabilir. Buna ABD’nin darbeyi kınamakta isteksiz tavrını da belki bir belirti olarak eklemek isteyebilirsiniz. Öte yandan darbenin nasıl yaşandığı, ordu içindeki desteğin sınırlılığı, toplumsal desteğin neredeyse hiç olmaması ve darbenin başarısını sağlama yönünde herhangi bir dış ‘katkının’ görülmemesi, ABD’yi kolayca ‘darbeci’ yapmaya izin vermiyor.

Yine de kategorik bakmaya gerek yok… Aradan 14 ay geçti. Eğer ABD’nin bu işte dahli varsa, daha inandırıcı bir hukuki çerçeve içinde anlatılmalıydı. ABD Adana konsolosluğundan halen 8 aydır tutuklu olan bir şahıs var ama doyurucu bir suçlama yok. Genel aksaklıklar yeni tutuklamanın farklı şekillerde yorumlanmasına neden olabiliyor. Bu kişinin gerçekten de FETÖ ile ilgisi olabilir ama kanıtlanması gerek ve sanki kanıtlanmış gibi davranılması yargı mekanizmasını anlamsız kılıyor. İktidara yakın medya yargısız infaza benzeyen bir tutum almakla kalmadı, ABD/PYD ilişkisini de darbenin parçası haline getirerek ABD’yi ‘Türkiye’yi parçalamak isteyen ülke’ olarak tanımladı.

Yargı mekanizmasının yavaş ve yetersiz kaldığı, buna karşın medyanın acilci ve hüküm verici olduğu bir atmosferde, her iddia bir manipülasyon olarak okunmaya müsait hale gelir. Ayrıca 150 bin kişinin FETÖ’cü olduğu için işten atıldığı ve binlercesinin tutuklandığı bir darbe girişiminde dış aktörleri ‘fail’ kılmak da garip kaçıyor. Üstelik her üç AK Partili aileden birinde en az bir Gülen’ci varken, parti yönetiminde, meclis grubunda veya teşkilatta kimsenin FETÖ’cü olmadığını iddia ederken…

Ancak bütün bunlar bir yana ABD aynı süreçte Gülen’i iade etmedi ve Rıza Zarrab dosyasını açık tuttu. Bu dosyanın istenildiği anda siyaseten yürürlüğe sokulacak bir koz olarak tutulduğunu tahmin edebiliriz. Anlaşılan ABD de Almanya’nın yolundan giderek, Türkiye ile konuşarak herhangi bir sorunu halledemeyeceği varsayımıyla, sert tutum almayı tercih ediyor. Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasından da artık çekinmedikleri anlaşılıyor. Muhtemelen Rusya’nın tavrını öngörüyorlar ve Türkiye’nin bu yakınlaşmadan zararlı çıkacağını düşünüyorlar.

***

Türkiye ise ABD’nin elindeki kozların siyaseten kullanılması ihtimalinden çekiniyor. Belki iktidar yeni bir müdahale zemininin oluşmasından da ürküyor, çünkü hükümet her alanda sıkışmış durumda ve yapılan yanlışlar ülkenin yönetilebilirliğini zora sokuyor.

Velhasıl ABD, Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde
gayrı meşru kılmak istiyor… Türkiye de ABD’yi Türkiye kamuoyu nezdinde gayrı meşru hale getirmeye çalışıyor. Görünen o ki her ikisi de istediklerini alacak...

T24
ETİKETLER
etyen mahcupyan fetÖ abd türkiye vize krizi

Emre Kongar'dan ilginç bir soru: "ABD projesi olarak kurulan ve iktidara getirilen AKP’nin bugünlerde ortaya çıkan Antiemperyalist söylemi ve tavrı ne kadar inandırıcıdır"
10 Ekim 2017



"Bu söylem ve tavır, artık ömrünü tamamlamış bir siyasal iktidarın, ömrünü uzatmak için başvurduğu son bir takıyye midir?" diye soran Cumhuriyet yazarı Emre Kongar, "Bugün Amerika’ya karşı “Antiemperyalist” bir söylem kullanan Adalet ve Kalkınma Partisi, 28 Şubat 1997 yumuşak askeri müdahalesi sonunda, ABD’nin büyük desteği ile kurulmuş ve iktidara gelmiş bir partidir" ifadesini kullandı.

Kongar'ın "Bir ABD projesi olarak AKP" başlığıyla (10 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Bugün Amerika’ya karşı “Antiemperyalist” bir söylem kullanan Adalet ve Kalkınma Partisi, 28 Şubat 1997 yumuşak askeri müdahalesi sonunda, ABD’nin büyük desteği ile kurulmuş ve iktidara gelmiş bir partidir.

Necmettin Erbakan’ın askerler tarafından iktidardan uzaklaştırılan Antiemperyalist ve Anti Amerikancı Refah Partisi’ne karşı, Erbakan’ın çok yakınındaki dört kişi tarafından kurulmuştur!
Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şenertarafından kurulan parti, “Ilımlı İslam” adı altında “Amerikancı İslam” modeli üzerinden, Neoemperyalizmin ve Neoliberalizmin bir aracı olarak iktidara getirilmiştir.
AKP için planlanan görev, “Ilımlı Amerikancı İslam” kimliğiyle, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki İslam ülkelerinde “sözde demokratik”, “özde Amerikancı” rejimlerin iktidarlarına örnek olmasıydı.
Nitekim, sonradan “Arap Kışı”na dönüşen, “Arap Baharı” denilen trajedi, bu model üzerine başlatıldı...
Başkanlar devrildi, rejimler değiştirildi...
Sonuç olarak çok kan döküldü ve elde sadece, Libya’da büyük bir kaos, Irak’ta kargaşa ve bölünme, Suriye’de iç savaş, Mısır’da askeri rejim ve istikrarsız bir bölge kaldı!
***

“ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı” adlı kitabımda Amerika’nın, Condoleezza Rice’ın ağzından ifade ettiği bu projedeki hatalarını çok önceden yazmış ve bölgedeki bu felaketi önceden haber vermiştim. (Bakınız özellikle “Türkiye Bir Model Olabilir mi?” bölümü, ss. 150-190.
Elbette ABD’nin yaptığı en önemli hata, din ekseninde kurulacak bir iktidardan Demokrasi beklemek yanlışıydı.
Aslında ABD’nin asıl beklentisi, kurulacak rejimlerin Demokratik olması değil, kendisinden ve Neoemperyalizmden yana olmasıydı...
(..)

***

“Bir Amerikan Projesi olarak Adalet ve Kalkınma Partisi”nin kurulma öyküsünü Merdan Yanardağ, aynı isimli kitabında çok iyi anlatır:

Özellikle 1. Bölüm’de şu başlıklar, konuyu derinliğine irdeleyen yazılardan oluşuyor:
1. Ilımlı İslam’ın test alanı.
2. Ilımlı İslam, 28 Şubat ve “Yeni Cumhuriyet”.
3. Irak Savaşı’nın AKP’ye sunduğu fırsat.
4.AKP’nin önünü açan sivil darbe: Ecevit hükümeti nasıl devrildi?
5. Erdoğan’ın gizli ABD görüşmeleri.
6. Kurtlar sofrasında ikna olmak!
7. AKP’nin “tarihsel fırsat” teorisi.
8. Çatışma kaçınılmazdı.

***

Yanardağ’ın bu önemli kitabı, ister istemez şu iki soruyu akla getiriyor:
Bir ABD projesi olarak kurulan ve iktidara getirilen AKP’nin bugünlerde ortaya çıkan Antiemperyalist söylemi ve tavrı ne kadar inandırıcıdır...
Bu söylem ve tavır, artık ömrünü tamamlamış bir siyasal iktidarın, ömrünü uzatmak için başvurduğu son bir takıyye midir?

***

(..)

Anahaber
ETİKETLER
erdoğan akp haber açıklama emperyalist

Ahmet Takan: İdlib gerçekleri...
12 Ekim 2017

En zor en hassas zamanlarda doğruları söylemek...

Çok sıkıntılı iştir. Dar boğazların içinden nasıl çıkacağınızı şaşırırsınız. Fakat, o doğru bildiğinizi söylemek kutsalı var ya!..

Bu fakire yakıştırdığınız "mahallenin delisi" unvanından faydalanarak fincancı katırlarını da ürkütmekten TSK'nın ÖSO destekli İdlib operasyonu çerçevesinde mayınlı alanlara dikkatiniz çekmek isterim. Kahraman Mehmetçiğin İdlib operasyonuna hiç bir diyeceğim yok. Sonuna kadar desteklemek namus borcumuzdur. Yüce Rabbim, tırnaklarına taş değirmesin...

Ancak, Ağustos başında kaleme aldığım "Hatay Peşaverleşme tehdidi altında" başlıklı yazımıza bir daha göz atmanızı öneririm. Burada, gerekçelerini sıralayarak Türkiye, İdlib tuzağından uzak durmalı görüşünü savunmuştum. Gelelim bugüne;

Sahadan ve Ankara'dan aldığım gerçek bilgiler ışığında en başta şu soruyu soruyorum; Bizim çıkarımız ne?..

Devam ediyorum;

İdlib'de yaklaşık 3 milyonluk nüfus var ve Astana'da varılan mutabakata göre, Türkiye 15 kontrol noktası oluşturacak... Böyle bir coğrafi alanda ve kalabalık karışık nüfusta 15 kontrol noktası yeterli olacak mı?..

Büyük bir algı operasyonu yapılıyor. Kürt koridorunu kesme konusu öne çıkmış durumda ve neredeyse İdlib operasyonu kamuoyu nezdinde tamamen bu hedef üzerinden yürütülüyor. Tamam, buna da bir diyeceğimiz yok. Türkiye'nin böyle bir PKK/YPG koridorundan kaygı duyması ve engellemek istemesinin çok haklı gerekçeleri var ve bu bir şekilde yerine getirilmeli. Ancak çok geç kalınmadı mı?..

PKK/YPG koridorunu kesmek için yapılmayan tüm hamlelerle hatta göz yumulan sözde kantonlarla birlikte bugün oluşan riskleri göz ardı mı edeceğiz?..

İster Heyet-ül Tahrir Şam (HTŞ) diyin ister El Nusra... İdlib operasyonunun ilk günlerinden medyaya yansıyan bilgilerden El Nusra ağırlıklı HTŞ'nin Türk askeri ve ÖSO ile çatışmayacak haberleri, iş birliği yapacak söylemleri ve bazı kontrol noktalarında anlaştıkları ilk başta olumlu gibi gözükse de aslında büyük bir tehlikenin de habercisi. Ya, ileride bir gün AB ve ABD baskısıyla BM'den MİT TIR'ları hadisesi ile de ilişkilendirerek aleyhimize bir karar çıkartılırsa?..

Sahaya inelim;

HTŞ kurumsallaşmış bir terör örgütü değil. Bir baş yok, bir sürü grup ve başlar var. Anlaştın içeri girdin... Belli bir noktaya kadar da geldin. Sonrasının garantileri var mı?. Varsa neler?. Biliyor muyuz?..

1- TSK'nın İdlib'de bulunmasıyla HTŞ, kendine önemli bir şemsiye koruyucu zırh sağlıyor. Halep'ten (İran-Rusya-Suriye var) gelecek saldırıları önleyecekler.

2- Şam kendini toparlama imkânı ve zaman kazanıyor.

3- Fırat Kalkanı operasyonu ve El Bab gerçeklerini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Ve "kimliği belirsiz" hava araçlarının saldırıları (aslında biliyoruz da söyleyemiyoruz-aht-) yüzünden verdiğimiz şehitleri de... Bir süre sonra sahada istihbarat örgütleri savaşlarının başlayacağı 2 artı 2'nin 4 ettiği gibi kesin bir gerçektir. Bu istihbarat örgütlerinin HTŞ içindeki alçak gruplardan hangilerini bize karşı kullanacaklarını bilebiliyor muyuz?.. Kontrol noktaları oluştuktan sonra bizim askerlerimize yönelik saldırıların olacağı ve Mehmetçiğin anında misli ile karşılık vereceğini tahmin etmek için falcı olmak gerekmiyor. HTŞ grupları ile savaşır halde bulacağız kendimizi... O çok kanlı savaşın sonucu ne olacak? Hatay'a en az 1.5 milyon göç... El Nusra'sı, PKK'sı, IŞİD'i ile birlikte...

4- Fırsatlardan yararlanabilecek bu örgütlerin Hatay gibi illerde büyük zafiyetler yaratması söz konusu değil mi?.. Yani, Hatay-İdlib gibi yerlerin Pakistan-Afganistan sınırına dönüşme ihtimali oldukça yüksek. İşte bu durum, PKK/YPG için de avantaja dönüşebilecektir. Nasıl Akdeniz'e inebileceklerini merak ediyorsanız!.. PKK/YPG'nin böyle bir ortamı beklediği göz ardı edilmemeli, İdlib'de istikrar sağlanıyor derken Hatay'da istikrarsız, güvensiz alanların oluşmasına fırsat verilmemelidir.

5- Afrin'i bize yedirirler mi?.. Unutmayalım, Fırat Kalkanı'na hem Rusya hem ABD'nin zımni onayı ile başlandı. Daha güneye inmek isteyince ABD desteği kesti. Menbic'e yönelmek isteyince hem ABD hem Rusya askerlerini Menbic'in batısına YPG ile aramıza konuşlandırdı. Yine hatırlayın daha 2 ay önce Fırat Kalkanı bölgesinde Afrin'in batısında yine yığınaklanma yapılmış medyada "Afrin operasyonu an meselesi" başlıkları atılmıştı ama Rusya, Afrin batısındaki Tel Rıfat bölgesine askerlerini sokarak operasyonu boşa çıkardı.

6- ÖSO destekli keşif birliklerimiz İdlib içinde harekat yaparken, sınırımızdan yapılan top atışları hepimizi heyecalanlandırıp, gurulandırıyor. Ama yine unutmayın!.. İdlib'de cephe savaşı olmayacak, sokak savaşları tehlikesi ile karşı karşıya kalacağız. Orası hiç bilmediğimiz bir bölge. Hangi evden kimlerin çıkacağı ve nasıl silahlarla karşı karşıya kalacağımız da belirsiz. Verebileceğimiz şehit sayısını düşünmek bile istemiyorum!..

İdlib'e operasyon başlattığımız gün ABD'nin sessiz kalarak destekliyor gibi yapması ve eş zamanlı vize krizi çıkarması çook manidar. Dünyada yalnızlaştırarak bizi Rusya'nın kucağına itiyorlar. Öyle sanıyorum ki acı gerçekler patlak vermek için 2019 yılını beklemeyecek. Bütün oyun olası bir erken seçim için yüzde 50'yi tutmak içinse...

İdlib "yanıltılmışız"ı kaldırmaz!..

Haber Fedai

''AKP'nin anketlerinde oy oranı yüzde 34'e düştü"
12 Ekim 2017



Planlarını 2019 seçimlerini kazanmak üzerine kuran AKP'nin, hem yerel yönetimler hem de genel oy oranıyla ilgili yapılan anket sonuçlarından büyük oy kaybettiği öne sürüldü.

Partinin genel oy oranı kararsızlar dağıtılmadan yüzde 34'lere düşerken, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere belediyelerin oy oranı partinin oy oranının çok altında kaldı.

Cumhuriyet'ten Emine Kaplan'ın haberine göre "Mart 2019'daki yerel seçimlerde alınacak oy oranının bundan 7 ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminin işareti olacağını düşünen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilse bile partinin Meclis'teki çoğunluğunu kaybetmesinden korkuyor.

Erdoğan'ın anket sonuçları üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'la başlayan istifa süreci için düğmeye bastığı kaydedildi.

Erdoğan, partinin Afyon kampında 'Cumhurbaşkanlığı ile milletvekili seçimi arasında fark oluşmamalı. Yoksa Meclis'te sıkıntı çekeriz' diyerek parti açısından bu tehlikeye dikkat çekmişti."

'KARARSIZLAR YÜZDE 30'LARA ÇIKTI'

"Partinin oy oranındaki düşüklüğün yanı sıra partiyi endişelendiren bir başka nokta ise kararsızların yüzde 30'larda çıkması. Bu durumu 2001 yılındaki tabloya benzeten AK Parti kurmayları, seçmenin bütün partilere mesafe koyduğu, bunun da yeni oluşumlara zemin yaratacağı değerlendirmesini yapıyor. Edinilen bilgiye göre, bir ankette partinin oy oranı, kararsızlar dağıtılmadan yüzde 34, CHP yüzde 20-25 arasında, MHP ve HDP ise baraj altı görünüyor. Kararsızların oy oranının ise yüzde 30 dolayında olduğu belirtiliyor.

Ankette, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bazı belediyelerin partinin oy oranının çok altında kaldığı kaydedildi. En düşük oy oranı olarak partinin genel oy oranının yarısında kalan Ankara'nın dikkat çektiği belirtiliyor."

Etiketler : AKP, 2019 seçimleri, erdoğan, Kadir Topbaş
Haber Fedai

'Erdoğan'a yakın 283 kişinin ABD'ye girişi yasaklanabilir'
12.10.2017



Türkiye ile ABD arasındaki ‘vize’ krizi derinleşiyor

Gazeteci Nevzat Çiçek, CNN Türk'te katıldığı yayında Ankara-Washington arasında yaşanan krize ilişkin yaptığı değerlendirmede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yakın olan 283 kişinin ABD'ye girişinin yasaklanabileceğini söyledi.

Gazeteci Çiçek, ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz'un tutuklanmasının ardından yaşanan gelişmeleri Hande Fırat'ın sunduğu Gece Görüşü programında değerlendirdi.
Çiçek, Erdoğan'a yakın olan ve içinde bazı eski bakanların da olduğu 283 kişilik bir listenin ABD'ye girişinin yasaklanabileceği iddiasını aktardı.

Çiçek, iş dünyasından da bazı insanlara bu liste iddiasını sorduğunu ve "Ne yazık ki doğru" dediklerini ifade etti.

12 KORUMASI HAKKINDA TUTUKLAMA KARARI VERİLMİŞTİ

ABD, Erdoğan'ın Washington ziyaretindeki kavgaya karışan 12 koruma hakkında tutuklama kararı çıkarmıştı. Erdoğan, bir sonraki ziyareti için ABD'ye gittiğinde korumalarını yanında götürmemişti.
Erdoğan, bu karara "Böyle şey olabilir mi? Bir diğer taraftan da korumlarımdan 12 tanesi için tutuklama kararı çıkarmışlar. Bu nasıl bir hukuktur? Bu korumalar beni korumayacaksa niçin yanımda ABD'ye götürüyorum?" ifadeleriyle tepki göstermişti.

ZAFER ÇAĞLAYAN'A TUTUKLAMA KARARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın korumaları, elindeki dövizi almaya çalıştıkları bir kişiyi darp etti

ABD'de tutuklu bulunan Rıza Sarraf ve Halkbank yöneticisi Süleyman Aslan'ın yargılandığı davaya sanık olarak eklenen eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan hakkında da tutuklama kararı verilmişti.
sputnik

Arslan BULUT: Erdoğan bu millî çizgide duracak mı?
13 Ekim 2017

Tayyip Erdoğan'ın valilere hitaben yaptığı konuşmada verdiği birçok mesaj, yıllardan beri bizim de verdiğimiz mesajlardır.Meselâ "Ülkemiz bir süredir tarihinin en kritik sürecini yaşamaktadır. Türkiye içeriden ve dışarıdan kuşatılmaya çalışılıyor." gibi..Meselâ "Ülkemizin bu yükselişini engellemek, büyük ve güçlü Türkiye'nin inşasını durdurmak için çok yönlü kirli bir plan uyguluyorlar. Bu planın içinde ekonomik tetikçilik, millet iradesini tank ve topla esir alma var. Mezhep ve etnik temelli kışkırtmalar var. Terör örgütlerine sahip çıkma, teröristleri baş tacı etme var. Figüran olarak FETÖ, PKK, DEAŞ, DHKP-C, eli kanlı çeteler de var." gibi..Meselâ "Güney sınırımız boyunca oluşturulmaya çalışılan terör koridorunun amacının DEAŞ'la mücadele olduğunu kim iddia edebilir. Terör koridoru sadece Türkiye'yi kuşatmaya yöneliktir." gibi.

***
Erdoğan, millî eksende konuşmasına rağmen bugüne kadar uygulamada hep ani dönüşler yaptığı için güven vermiyor!Tıpkı, "NATO'nun ne işi var Libya'da" dedikten sonra, "NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu göstermek için Libya'ya girmelidir" demesi gibi.Tıpkı Suriye ile bütünleşme çalışmaları yaparken, ABD dayattığı için Suriye'nin kan gölüne dönmesine seyirci kaldığı gibi..Nitekim "Sevdamız Atatürk" rumuzuyla yazan okurumuz, "Bunların Amerika'ya kafa tutuyormuş gibi konuşmalarına kanmayın... Amerika çok yakında bir höt çeker... Hepsi çil yavrusu gibi dağılır... Maalesef devleti yönetenlerin ve muhalefetin hali pür melali budur." diye güvensizlik beyan etti.Cumhuriyet'in haberine göre CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da Reza Zarrab konusunun konuşulduğu MYK toplantısında, "ABD bu konuda ciddiyetli bir tutum sergiliyor. Hükümet Zarrab'ın onların elinde tutuklu olmasının karşılığında bazı adımları atıyor. Gelinen süreçte adam takası yapmaya çalışan bir hükümet var. Amaçları da Türkiye'nin iyiliği değil Zarrab'ı kurtarmak" dedi.

***
Erdoğan'ın, "Sig Sauer diye silâh bundan sonra Emniyet Teşkilatımızda kullanılmayacak. Kendi silahımızı kullanacağız. Bunlar Türk milletine diz çöktürme planlarıdır." demesi de bu güvensizliği artırıyor!Zira söz konusu silâh, sonuçta bir tabancadır. Karadeniz'deki ustalardan rica etseniz daha iyisini yapabilirler. Fakat Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin kullandığı bütün silâhlar, Amerikan malıdır! Hepsini ve hatta daha iyisini yapabiliyor musun? Yapma yolunda adımlar var ama mevcut durumdan bahsediyorum... Dolayısıyla, bir tabanca üzerinden "Amerikan silahı kullanmayacağız" gibi başlıklar atılması veya o yönde propaganda yapılması komiktir.1948'de Türkiye'de bir kredi heyetinin başında incelemelerde bulunan Mr. Mason "Kalkınma hızını düşürün. Meyve, balık üretimini artırın, turizmi geliştirin" demişti.Türkiye, 1952'de başlayan NATO sürecinden sonra, işte bu politikayı takip etti. Atatürk'ün kurduğu uçak fabrikasını kapattı. Silâhını bile ABD'den satın almaya başladı! Böylece denetlenebilir, kontrol edilebilir bir ülke oldu.

***
Zaten Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Erdoğan bu konuşmaları yaparken "Vize sorunu fazla abartıldı. Bu anlaşmazlığın geçici olduğunu ve kısa sürede aşılacağını düşünüyorum." dedi.Aynı saatlerde Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın "Sayın Cumhurbaşkanımızın da talimatları çerçevesinde bu konunun çözülmesiyle ilgili Amerikalıların teklifini aldık. Bunu değerlendireceğiz" diye açıklama yaptı.Erdoğan, yukarıda alıntı yaptığım sözlerinin arkasında durursa, elbette milletin desteğini alır. Fakat, geriye dönüp baktığımızda ve dış politikadaki zikzakları  hatırladıkça bu çizgide duracağına nasıl güvenelim? Yarın Erdoğan, ABD ile anlaşırsa, ABD, IŞİD ve PYD ile Türkiye'yi güneyden kuşatmaya son verecek mi?Kaynak: Erdoğan bu millî çizgide duracak mı? -

Kaynak: Yeni Çağ

Nagehan Alçı'dan ortalığı karıştıracak gönderme! Kim bu Erdoğan'ın uçağındaki çapkınlar?
11.10.2017



Habertürk yazarı Nagehan Alçı, Habertürk'teki yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağındaki bazı isimlere göndermede bulundu.

Kiev'e giden Türk erkeklerinin kaçamakları sık sık medyada haber olurken FEMEN bu nedenle Kiev'de Türk erkeklerini protesto eylemi dahi yapmıştı.

Alçı Habertürk'teki köşesinde şunları yazdı: "İstanbul'dan bir buçuk saatlik bir uçuşla Ukrayna'nın başkenti Kiev'e vardık. Buradaki program oldukça kısaydı, Cumhurbaşkanı'nın görüşmelerinin ardından plan gece Belgrad'a geçmekti. (Bazılarını bu akış hayal kırıklığına uğratmış olabilir-N.A.)"
Medya radar

UYGUR TÜRKLERİNE TÜRKİYE’DE İŞKENCE
12 Ekim 2017



Aydın’da bulunan Geri Gönderme Merkezi (GGM)’nde Uygur Türklerine yönelik sistemli işkence yapıldığı iddia edildi.

Türk memurların işkence yaptıkları Uygur Türkü mültecilere, ”Buradan Çin’e sınır dışı edileceksiniz.” dediği öğrenildi.

İstanbul Barosu avukatlarından bir grup olayı incelemek istediklerinde “tedbir” adı altında kısıtlama ve karartma uygulandı. Aktarılan bilgiye göre, avukatlardan sadece biri uygun görülen bir mülteci ile görüştürüldü ve ilgili avukat bizzat işkence izlerini müşahede etti. Ancak savcılığın mahkemeye çıkarılması ve durumlarının araştırılmasını istediği mülteci Doğu Türkistanlılar değişik illerdeki GGM’lere nakledilerek mahkemeye çıkarılmaları engellendi.

Konuyu takip eden avukatlar savcılığa suç duyurusunda bulunurken, mültecilere sahip çıkılması için kamuoyuna çağrıda bulundu.

Adımlar HABER

İğneden ipliğe yüzde 15 zam yağmuru geliyor
10 Ekim 2017



Bütçe açığını kapatmak için, yılbaşından itibaren vergi, harç ve cezalar yüzde 15 artırılacak. Hükümet yetkisini kullanırsa zam oranları yüzde 22.5’e kadar çıkabilecek

AKP hükümeti, iğneden ipliğe tüm alanlarda zam yapmaya hazırlanıyor. Bütçe açığına yetişebilmek için bir yandan vergileri olağanüstü artıran, bir yandan limitleri aşıp yeni borçlanmalara yönelen hükümet, yılın başından itibaren tüm vergi, harç ve cezaları en az yüzde 15 oranında yükseltmek için çalışma yapıyor. Hükümetin yüzde 15'lik zammı bazı cezalar ve vergiler için yüzde 22.5'e kadar yükseltmesinden endişe ediliyor.
Hükümetin Motorlu Taşıtlar Vergisi'ne (MTV) yaptığı yüzde 40 ile yüzde 68 oranındaki zammı hangi orana düşüreceğini, bugün torba tasarının Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'nda yapılacak görüşmeleri sırasında açıklaması bekleniyor. Engellilerin ÖTV'siz araç alım hakkını da sınırlayan düzenlemelerin yer aldığı MTV zammı, torba tasarının 25 ila 29'uncu maddeleri arasında bulunuyor. Hükümet, zam maddeleri görüşülürken verilecek önergelerle yeni zamları belirleyecek.

AĞBAL SİNYALİ VERDİ

Normalde MTV ile birlikte her türlü trafik ve para cezalarıyla harç ve değerli kağıtlar her yılın başında yeniden değerleme oranı kadar artırılıyor. Yeniden değerleme oranı 3 Kasım'da ekim enflasyonunun açıklanmasıyla netleşecek. Geçen yıl sadece yüzde 3.83 olan bu oran eylül ayı itibarıyla yüzde 13.26'ya kadar yükseldi. Ekim enflasyonuyla birlikte oranın yüzde 15'e ulaşacağı hesaplanıyor.
Bakan Naci Ağbal'ın yüzde 40'lık MTV zammını savunurken yaptığı, “Zaten yüzde 15 artıracaktık” açıklamasının da bu hesaba dayandığı belirtiliyor.

ZAMLI TARİFE KORKUSU

Yeniden değerleme oranı, araç vergilerinden emlak vergisine, ehliyet harcından trafik cezalarına kadar hayatımızın hemen her alanını her yıl daha da pahalandıran otomatik bir zam mekanizması gibi çalışıyor. Hükümetin bu oranı yüzde 50'ye kadar artırma yetkisi var.
Bu yıl olağanüstü kaynak sıkıntısı yaşayan hükümetin bu yetkisini özellikle ceza ve benzeri uygulamalar için kullanmasından endişe ediliyor. Bu yetki kullanılırsa birçok ceza ve vergiye yüzde 22.5 oranında zam gelecek. MTV'den geri adım atılması nedeniyle ortaya çıkacak kaynak ihtiyacının bir bölümünün bu yolla karşılanması üzerinde duruluyor.


KIRMIZI IŞIKTA GEÇMENİN CEZASI 237 LİRAYA ÇIKACAK

Enflasyondaki tırmanış nedeniyle yeniden değerleme zamları gelecek yıl can yakacak. Örneğin kırmızı ışıkta geçmenin cezası 206 liradan en az 237 liraya çıkacak. Hükümet bu cezayı 252 liraya kadar da yükseltebilecek. Aynı şekilde telefondan alınan özel iletişim vergisi 47 liradan 54 liraya, ehliyet harcı 418 liradan 481 liraya çıkacak. Geçen yıl sadece yüzde 1.9 zamlanan emlak vergisi gelecek yıl en az yüzde 7.5 oranında zamlanacak. Çevre temizlik vergisi her 1 metreküp su tüketimi için 28 kuruştan 32 kuruşa çıkacak.
Yere çöp atanlar 233 lira, komşusunu rahatsız edecek derecede yüksek ses ve titreşime neden olanlar 969 lira ceza ödemek zorunda kalacak.
Erdoğan Süzer/Sözcü

Erdoğan, "Ulan bizim verdiğimiz paralarla yaptılar" demişti; Beşiktaş'ın stadını kim yaptı?
13 Ekim 2017



Hürriyet gazetesi yazarı Kenan Başaran, Ampute Milli Takım'ın Avrupa Şampiyonu olduğu maçın ardından Spor Bakanı Osman Aşkın Bak'ın "Bir teşekkür de Beşiktaş'a etmeyelim mi?" sözleri üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Ulan bizim verdiğimiz paralarla o stadı yaptılar" tepkisine "Devlet Beşiktaş’a 450 milyon lira mı verdi? Hayır. Devlet, Beşiktaş’a 50 milyon lira verdi" ifadesini kullandı.

Devletin verdiği paranın 'karşılıksız' olmadığını da belirten Başaran, "50 milyonun karşılığında Vodafone Park’ta bir tribüne 10 yıl boyunca ‘Spor Toto’ adı verildi" diye yazdı.
T24

Abdüllatif Şener: Eğitimin kalitesi düştükçe fiyatı artıyor, dershaneleri kaldırdılar ama...
16 Ekim 2017



"Yazık bu millete"

Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP'nin kurucularından Abdüllatif Şener, dershanelerin kapatılarak yerine açılan hazırlık kurslarına tepki gösterdi. "Eğitim kalitesi düştükçe fiyatı artıyor" diyen Şener, "Yazık bu millete" ifadesini kullandı.

Şener Twitter üzerinden eğitim ile ilgili bir paylaşım yaptı. "Dershaneler kalkacaktı, ne oldu?" diye soran Şener, "Hazırlık kurslarının fiyatı üç kat arttı. Yani eğitimin kalitesi düştükçe fiyatı artıyor. Yazık bu millete!" dedi.
T24

"10 yılda bakkal sayısı 240 binden 165 bine düştü
12 Ekim 2017

"Zincir marketler mantar gibi çoğalıyor"

Zincir marketlerin büyük bir hızla çoğalmaya devam ettiğini belirten Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, “Bakkal ve büfe sayısı son 10 yılda yüzde 31 azalarak 240 binden 165 bine düşerken sadece son bir yılda zincir market sayısı yüzde 13 artara
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ekm 16, 2017 10:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ekm 12, 2017 11:37 pm    Mesaj konusu: İflas eden işadamı boşandığı eşini öldürüp intihar etti... Alıntıyla Cevap Gönder

Sabahattin Önkibar: Erdoğan iki şeyden korkuyor
13 Eki, 2017



Tayyip Erdoğan’ın dün ABD için ettiği sözler bütün antiemperyalistlerin alkışlayacağı ifadelerdir.

Ancak Erdoğan’ın o sözleri fikir ve düşüncelerinin ürünü değil, şahsi kızgınlığının tezahürü.

Tayyip Bey üstünün çizildiğinden ve bunu aşamayacağından artık emin.
İki şeyden korkuyor.

Birincisi Reza Sarraf dosyası bağlamında hakkında tutuklama kararı çıkarılması, diğeri Türkiye’nin teröre destek veren ülke olarak ilan edilmesi.

Bunlardan biri gerçekleşirse ayakta kalamayacağını düşünüyor.

Peki, Erdoğan bu sarmaldan çıkabilir mi?

Bunun tek bir yolu var.

ABD’ye eylemli tavır alması ve Avrasya’yla samimi bütünleşme!

İncirlik Üssü ABD’ye kapatılsın ve NATO üyeliğini 6 aylığına askıya aldım desin bakın ABD o zaman ne yapacak?

İŞTE BAHÇELİ MİLLİYETÇİLİĞİNİN ESASLARI

1) Avrupa Birliği için uyum yasaları çıkarıp idamı kaldırmak ve APO’yu idamdan kurtarmak.

2) 2000 yılında milliyetçi-ülkücü Sadi Somuncuoğlu’nun Cumhurbaşkanı olmasını engellemek.

3) Genel seçime bir buçuk yıl varken Kemal Derviş gibi misyonu bilinen birinin peşine takılıp MHP’yi baraj altı yapıp AKP’yi tek başına iktidara taşımak.

4) Türklüğe karşı cihat ilan eden Abdullah Gül’ü Tayyip Erdoğan’ı bile mecbur ederek Cumhurbaşkanı seçtirmek.

5) TSK, ABD destekli FETÖ tarafından linç edilip tasfiye edilirken Türk Ordusu’na sahip çıkmamak. TC ibaresi valiliklerden indirilip Türk bayrağına tavır takınılırken mitingler yapmamak.

6) PKK Güneydoğu’da silah yığınağı yaparken susmak ve vatansever ülkücüleri susturmak.

7) FETÖ’nün gazetelerine sahiplenmek için onlarla beraber dayanışma eylemleri yapmak.

8) Bizzat kendisinin seçtirdiği ülkücü delege iradesini kurultay sürecinde noter onayına rağmen tanımamak.

9) MHP içinde kendine rakip olan herkesi CIA, MOSSAD ve FETÖ ajanı diye suçlayıp sonra aynı isimleri genel başkan yardımcısı yapmak. (Mesela Ümit Özdağ)

10) Aksiyon partisi MHP’yi fikirsiz ve kültürsüz uyuşmuş bir emekli kulüp hüviyetine sokmak.

11)AKP ne zaman zora düşse yardımına koşmak.

12)MHP ile ülkücüler için yakın geçmişte çok ağız sözler eden Tayyip Erdoğan’ı ülkenin yegâne kurtarıcısı görmek.

SAHİ ABD İLE ORTAK DÜŞMANIMIZ KİM?

ABD Savunma Bakanı Mattis önceki gün şöyle dedi:
“Türkiye ile ortak düşmanlarımıza karşı savaştayız. Vize sorunu askeri operasyonlarımızı etkilemedi.”
Hoppala…

Türkiye, ABD ile hangi askeri operasyonu beraber yapıyor bilen var mı?
Yoksa kastettiği PYD’ye binlerce Tır dolusu silah sevkıyatının İncirlik üzerinden olması mı?

Hayır, böyle biri şey olamaz, olmamıştır!

Pardon bir de ortak düşmanlarımız ifadesi var da kimdir o düşman?

Türkiye’nin ABD ile ortak bir düşmanı yok… Tam tersi, PKK, FETÖ, Barzani ve Avrupa Birliği gibi Türk düşmanı unsurlar bizzat ABD’nin gözetiminde.

Daha açık ifadeyle Türkiye’nin düşman bizzat ABD değil mi?
Aydınlık

ABD'den Rıza Sarraf'ın iadesini, Bharara'nın kovulmasını istedi'

13.10.2017



Washington Post gazetesi, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın, ABD'de tutuklu yargılanan Rıza Sarraf'ın iadesini bizzat talep ettiğini öne sürdü.

Gazete Duvar'ın aktardığına göre iddia, Washington Post gazetesi yazarı David Ignatius’un yazısında yer aldı. Ignatius, ‘ABD-Türkiye anlaşmazlığının merkezindeki adam mahkeme önüne çıkmak üzere’ başlıklı yazısına şu ifadelerle başladı:

“ABD ile Türkiye arasında giderek sertleşen anlaşmazlığın merkezinde, Türkiye’nin hiddetli cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, para aklama ve dolandırıcılık suçlamasıyla mahkeme önüne çıkmak üzere olan Türk-İranlı altın tüccarının Amerikalı savcılar tarafından serbest bırakılması talebi bulunuyor.”

Erdoğan’ın Sarraf hakkındaki “Vatandaşımı tutuklayacaksın, sonra da itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin” sözlerini aktaran Ignatius, Amerikan konsolosluğu çalışanı Metin Topuz’un tutuklanmasının ABD’de bazı yetkililer tarafından ’27 Kasım’daki dava öncesinde Sarraf’ın serbest bırakılması konusunda baskı gücü elde etme girişimi’ olarak yorumlandığını yazdı.

‘EMİNE ERDOĞAN JILL BIDEN’LA GÖRÜŞTÜ’

Ignatius, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın, 2016’daki bir ABD ziyaretinde Sarraf’ın bırakılması talebini dönemin ABD başkan yardımcısı Joe Biden’ın eşi Jill Biden’a ilettiğini yazdı. Washington Post yazarı şu ifadeleri kullandı:

“Erdoğan’ın Sarraf’ın serbest bırakılması için yürüttüğü kampanya sıradışı. 21 Eylül 2016’da dönemin başkan yardımcısı Joe Biden ile özel görüşmesinde hem Sarraf’ın bırakılmasını hem de [davanın o dönemki savcısı olan] Preet Bharara’nın kovulmasını istedi. Amerikalı yetkililer, 90 dakika süren bu görüşmenin yarısında Sarraf’ın konuşulduğunu söylüyor. Erdoğan eşi de o gece aynı şeyi Jill Biden’dan talep etti. O dönem adalet bakanı olan Bekir Bozdağ ekim ayında Adalet Bakanı Loretta E. Lynch’le yaptığı görüşmede davanın ‘kanıtlara dayanmadığını’ savunarak Sarraf’ın serbest bırakılmasını istedi.”

‘OBAMA’YLA SON KONUŞMALARINDA GÜNDEME GETİRDİ’

Ignatius eski yetkililere dayanarak, Erdoğan’ın konuyu eski ABD Başkanı Barack Obama ile son iki telefon konuşmasında da bizzat gündeme getirdiğini yazdı. Eski bir üst düzey Obama yönetimi yetkilisi, “Erdoğan’ın bu davaya dair saplantısının, davanın ilerlemesi halinde ailesine ve nihayetinde kendisine zarar verebilecek bilgilerin açığa çıkmasından kaynaklandığını varsayıyorduk” dedi. Eski bir yetkili, Erdoğan’ın Biden’la yaklaşık bir yıl önce yaptığı görüşmede savcı Bharara’nın ‘Gülen tarafından kullanıldığı’ yorumunu yaptığını da aktardı.

Ignatius, Türkiye’nin Donald Trump’ın ilk ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn ve danışmanı Rudy Giuliani ile de birlikte çalıştığını da hatırlattı; Sarraf’ın savunma ekibine katılan Giuliani’nin ‘ABD’yle Türkiye arasında bir tür anlaşma için Adalet Bakanlığı’na baskı yaptığını’ yazdı.“Davayı durdurmak için bu çeşitli girişimlere rağmen süreç ilerledi ve hatta iddianame, eski bir bakan ile önde gelen üç Türk’ü kapsayacak şekilde genişledi” diyen Ignatius, şu ifadeleri kullandı: “Erdoğan Trump’ın Sarraf’ın serbest bırakılması için yaptığı baskıya destek vereceğini ummuş olabilir. Ve Trump da başta Türk lidere sempatik yaklaşıyordu; onu mayıs ayında Washington’a davet etti. Fakat o ziyaret, Erdoğan’ın korumalarının Türkiye elçisinin dışındaki protestoculara saldırmasının gölgesinde kaldı ve Trump’ın manevra alanı kendi yönetiminin etrafındaki soruşturmalar nedeniyle zayıfladı.”

Ignatius, bazı Amerikalı yetkililerin Erdoğan’ın Türkiye’de tutuklu olan papaz Andrew Brunson ile Metin Topuz’u ‘pazarlık unsuru olarak kullanmak istediğinden korktuğunu’ yazdı; makalesine şu ifadelerle son verdi: “Türkiye hakkında ‘NATO müttefiki’ tamlaması o kadar çok kullanılıyor ki, Türkiye’nin son dönemdeki adımlarının ne kadar düşmanca ve otokratik olduğu bunun gölgesinde kalıyor. Washington, bir sonraki adımın ne olacağından kaygılı.”

Birgün

ABD Türkiye Emine Erdoğan Cumhurbaşkanı adalet baskı Rıza Sarraf tutuklu Tayyip Erdoğan gazete altın dava Bekir Bozdağ Barack Obama güvenlik Recep Tayyip Erdoğan savcı NATO

NYT: New York'ta görülecek bir dava, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı neden rahatsız ediyor?
14 Ekim 2017



"Erdoğan, neler olduğunun farkındaydı"
Çeviri: Gonca Tokyol

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 27 Kasım’da New York’ta görülecek olan ‘Zarrab davasına’ yönelik eleştirilerinin temelindeki asıl kaygının, hâkim karşısına çıkacak isimlerden bir ya da birkaçının suçlamaları kabul ederek anlaşmaya gitmesi olduğu iddia edildi. ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının delinmesine dair davanın, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri gerginleştirdiğini kaydeden New York Times gazetesi, Erdoğan’ın sürece yönelik itirazlarının ‘vatansever’likten öte sebepler içerdiğini savundu.

2013 yılında ortaya çıkan ses kayıtlarının Erdoğan hükümeti tarafından ‘uydurma’ olarak kabul edildiğini hatırlatan NYT, ABD’li savcıların ise New York’taki davada bu kayıtlardan alıntı yaptığını, iddianamede isimleri yer alan Zarrab, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın Erdoğan’la bir araya gelmeyi tartıştığını ve Türkiye’nin dış ticaret verilerini artırmak için ‘başbakanın emriyle’ hareket ettiklerini söylediğini aktardı.

"Erdoğan'ın ismi geçen kişilerin bazılarıyla düzenli olarak görüştüğüne dair kanıtlar var"

“New York’ta görülecek bir dava, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı neden rahatsız ediyor” başlıklı yazıda, 17-25 Aralık döneminde ortaya çıkan kayıtların çevirisini inceleyen Patrick Kingsley ve Benjamin Weiser, New York’taki davanın geçen ay sunulan iddianamesinde dönemin Başbakanı Erdoğan’ın isminin geçmediğini ya da kendisine referans verilmediğini belirterek, “Ancak, 2013’te, yaptırımların delinmesinin zirve yaptığı dönemde Erdoğan’ın ismi geçen kişilerin bazılarıyla düzenli olarak görüştüğüne dair kanıtlar var” ifadelerine yer verdi.

"Erdoğan, duruşmada ortaya çıkabileceklerden endişeleniyor"

Davaya dair sorulardan birinin, sanıklardan bir ya da birkaçının cezalarında indirime gidilmesi umuduyla suçu kabul ederek ABD’li yetkililerle işbirliğine gidip gitmeyeceği olduğunu kaydeden NYT yazarlarına konuşan ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Eric. S. Edelman da, “Erdoğan’ın bundan endişe duyduğuna eminim. Eminim ki duruşmada nelerin ortaya çıkacağına yönelik endişe duyuyor” dedi.. 2013’teki iddiaların ve dinleme kayıtlarının Türkiye’de ‘Gülen hareketinin kurgusu’ olarak kabul edildiğini ancak aynı kayıtların ABD’deki davanın bir parçası olduğunu ifade eden Kingsley ve Weiser’ın yazısından bazı bölümler şöyle:

-Mahkeme kayıtları, Erdoğan’ın sesinin belirlenen kayıtlardan herhangi birinde yer almadığını gösteriyor. Ancak 2013 sonbaharında, gizli anlaşmada yer aldığından şüphelenilen kişiler tarafından sıklıkla makamına referans verildi.

"ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarının ardından Türkiye'nin ticaret açığı yükselişe geçti"

-Obama yönetimi, Haziran 2013’te, Türkiye’nin İran’a benzin için altınla ödeme yapmasına izin veren bir açığı kapadı. Davada yer alan kayıtlardaki ifadelere göre, aynı yılın sonbaharında, iddianamede ismi yer alan iki kişi, yaptırımlardan kaçınmak için alternatif bir yol bulunmasını tartıştı. Yüksek miktarda altın artık Türkiye üzerinden yönlendirilmeyeceği için tarafların üzerinde anlaştığı iddia edilen anlaşmanın Türkiye ekonomisi için sıkıntılı etkileri oldu, ülkenin ticaret açığı artmaya başladı.

"Erdoğan paniğe kapıldı"

-Dinlemelere yansıyan konuşmalara göre Erdoğan, bu gelişmenin ardından paniğe kapıldı. Yerel seçimlerin yakınlaşmasıyla birlikte Erdoğan, Türk ekonomisinin kurtarıcısı olarak şöhretinin zarar görebileceğinden korkmuş olabilir. Kayıtlara göre Erdoğan Zarrab, Çağlayan ve Aslan’la Türkiye’nin ihracat verilerinin bir önceki yılki rekor düzeylere ulaşması ihtiyacı hakkında konuştu.

Erdoğan’ın bunun yasadışı yollarla yapılmasını talep ettiği ya da beklediği yönünde bir kanıt yok. Ancak istediği sonuç, daha önce sadece şimdi ABD yaptırımları kapsamında kalan metotlarla elde edilmişti.

Zarrab: Elimizden geleni yapmalıyız, başbakana söz verdim

-19 Eylül 2013’teki bir konuşmada Zarrab, ticaret açığı konusunda Erdoğan’la kişisel olarak konuştuğunu ve Türkiye’ni ihracatını 4 milyar dolar artırmak konusunda Erdoğan’a güvence verdiğini iddia ediyor. Eski Halkbank Genel Müdürü Aslan’la konuşan Zarrab, “4 milyar dolarlık hedefe ulaşmak için elimizden geleni yapmalıyız çünkü başbakana söz verdim” diyor. Aynı gün yapılan bir başka görüşmedeyse Zarrab, bir iş arkadaşıyla yaptığı görüşmede, “2 milyar dolar bile önemli çünkü başbakanla doğrudan bir araya geleceğim” ifadelerini kullanıyor.

-Dönemin Ekonomi Bakanı Çağlayan ise, 3 Ekim 2013’te Aslan’la yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin ihracatta en az 2 ila 4 milyar dolara ihtiyacı var. Dün akşam başbakanla İstanbul’da iki saatlik bir görüşme yaptık ve ona çok fazla baskı olduğunu söyledim” diyor.

-Türkiye’deki savcıların ulaştığı 16 Eylül 2013 tarihli bir başka konuşmaya göre ise Aslan, Erdoğan’ın kendisine “ihracatı artırmak için ne gerekiyorsa yapılmasını” söylediğini aktarıyor. Kayıtların dökümleri, Erdoğan’ın Zarrab, Aslan ya da Çağlayan’ın ihracatı nasıl artıracağını söylediğini içermiyor.

"Erdoğan, neler olduğunun farkındaydı"

-Dökümlerden anladıklarım, 27 yıldır Türkiye siyasetini takip eden biri olarak Erdoğan’ın neler yaşandığının tamamen farkında olduğunu gösteriyor” diyen İstanbul merkezli Global Source Partners analiz firmasının danışmanlarından Atilla Yeşilada, kayıtlarda yaptırımların nasıl delineceğine dair herhangi bir konunun Erdoğan’a sunulmadığını ise kabul ediyor.

-Ancak Erdoğan, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının delinmesine yönelik niyetini daha önce açık şekilde dile getirmişti. Aralık 2012’de bir basın toplantısında konuşan Erdoğan, “Bu konuyla ilgili olarak bize ‘yaptırımlara uymanız gerekir’ gibi yaklaşımlar olduğunda biz ona uymayız. Bu bizim için stratejik öneme haizdir” demişti.

Makalenin orijinal hâlini okumak için tıklayın: https://www.nytimes.com/2017/10/14/world/europe/turkey-new-york-case.html
T24

'Bekaroğlu bir daha gelmesin' diyerek kafeyi boşalttılar
12.10.2017



Üsküdar'da bulunan Buhurdan Cafe sabah saatlerinde polis tarafından kapatıldı. Mekanın işletmecisi Ali Erdoğan; "Bana daha önce belediyeden, 'Buraya Mehmet Bekaroğlu (CHP İstanbul Milletvekili) gelmesin' dediler. Sözleşmem devam etmesine rağmen kafemi kapattılar" dedi. Kafenin isminin kendisinin koyduğunu aktaran Mehmet Bekaroğlu, "Bunlar Üsküdar'ı kaybetme korkusu" diye konuştu.

İstanbul Üsküdar’da bulunan Buhurdan Cafe bugün sabah saatlerinde polis ve özel timler tarafından zorla boşaltıldı. Kapatılan kafede Hak ve Adalet Platformu temsilcileri, siyasetçiler ve her görüşten insanlar bir araya gelip sanat, edebiyat ve politika konularında sohbetler yapıyordu. Mekanın işletmecisi Ali Erdoğan, daha önce birçok kez bu konuda ikazlar aldığını ve bir kez Üsküdar Belediyesi’nden kendisine, “Buraya Mehmet Bekaroğlu (CHP İstanbul Milletvekili) gelmesin” denildiğini söylüyor. Hak ve Adalet Platformu Temsilcisi Prof. Dr. Cihangir İslam da kafenin boşaltılmasına tepki göstererek; “Üsküdar kaybedilince, hayır’lar ön plana çıkınca burası adeta bir hedef haline geldi” diye konuştu. Kararı eleştiren Mehmet Bekaroğlu ise “Zabıta bile değil özel kuvvetler getirtip mekanı boşalttılar. Bunlar Üsküdar’ı kaybetme korkusu” dedi.

‘SÖZLEŞMEM OLDUĞUNU SÖYLEDİM DİNLEMEDİLER’

Gazete Duvar'dan Hacı Bişkin'in haberine göre, Üsküdar’ın Mimar Sinan mahallesi Karagazi sokağında bulunan Buhurdan Cafe bugün sabah saatlerinde boşaltıldı. Beş yıldır kafeyi işleten Ali Erdoğan, mekanı boşaltmak isteyen görevlilere kira sözleşmesinin devam ettiğini, prosedürlere uyması gerektiğini söyledi. Fakat mekan polis tarafından sabah saatlerinde boşaltıldı.

Erdoğan, daha önce bu konuda kendisine birçok kez uyarılarda bulunulduğunu belirterek mekanın boşaltma sebebinin ise siyasi olduğunu söylüyor: “Burayı boşaltmak istediklerinde burada devam eden bir sözleşmemin olduğunu söyledim. Ama dinlemediler. Üsküdar Emniyet Müdürü bağırarak, çağırarak, hakaret ederek mekanın içerisindeki her şeyi dışarı attılar. Bu kafeyi herkes biliyor. Bu bina bir vakfa ait. Bizi daha önce çıkartmak istediler fakat bunu başaramayınca gidip çürük raporu almak istediler. Kiracılığımın devam ettiğini kimseye anlatamadım. Beni buradan atmamaları için bütün önerileri sundum. Ama Ak Parti ilçe başkanı ve Üsküdar Belediye başkanı bizi burada istemediklerini açıkça belirttiler.”

‘SOYADIN ERDOĞAN BİLE OLSA KURTULAMAZSIN…’

Buhurdan Cafe’ye uğrayanlar arasında Profesör Mehmet Bekaroğlu (Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili) da var. Erdoğan, kendisine Bekaroğlu için, ‘Buraya gelmesinler’ şeklinde ikazlarda bulunulduğunu belirtiyor:

“Burası herkese açık kozmopolit bir mekan. Profesör Mehmet Bekaroğlu da kafeye gelir sohbet ederdik. Ya da Cihangir İslam bey gelir sohbet eder çay içerdik. Geçenlerde belediyeden bana, ‘Mehmet Bekaroğluı buraya gelmesin’ dediler. Bizler haktan ve adaletten yana olan herkesi burada kabul ettik. Parti ayrımını hiç yapmadık. Eğer biz parti ayrımı yapmış olsaydık her gün Ak Parti’nin 3 tane mahalle başkanı, Ak Parti ilçe yönetimden arkadaşlar her gün buraya gelmezdi. Burası fikirlerin özgürce tartışıldığı bir mekan. Bizler burada haktan ve adaletten yana taraf olduk. Baskı ve zulümden korkmadığımız için mekanımı kapattılar. Biz de Rizeliyiz. Ama maalesef eğer Ak Partili değilsen soyadın Erdoğan bile olsa kurtulamazsın.”

‘SİYASETİN, SANATIN, EDEBİYATIN KONUŞULDUĞU BİR MEKAN’

Hak ve Adalet Platformu’nun temsilcilerinden KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Cihangir İslam da kafenin kapatılmasındaki gerekçenin politik olduğunu söylüyor. “Buraya Ak Partilisi, CHP’lisi, MHP’lisi, Saadet partilisi… her türlü görüşten insan gelirdi” diyen İslam, kafenin kapatılması hakkında şunları söylüyor:

“Üsküdar’daki o kozmopolit yapının havası burada gerçekten damıtılmıştı. Çok çeşitli yerlerden farklı görüşteki insanlar burayı ziyaret ederdi. Burası bir sohbet ortamıydı. Siyasetin, sanatın, edebiyatın konuşulduğu bir ortamdı. Buranın kapatılma sebebinin siyasi olduğu belli. Çünkü buranın sahibi Ali bey çeşitli kanallardan uzunca bir süredir ikaz alıyordu. Referandumda da buraya hayır’a çalışan ciddi bir ekip geliyordu. Üsküdar kaybedilince, hayır’lar ön plana çıkınca burası adeta bir hedef haline geldi. Adalet Yürüyüşü’ne de birçok insan burada destek verdi. Ben de buradan çıkıp Adalet Yürüyüşü’ne katıldım. Bu kapatılmayı Üsküdar Belediyesi’nin önümüzdeki seçimlerde belediyeyi kaybetmenin getirdiği bir panik olarak değerlendiriyorum. Ama anlaşılıyor ki bu başkan yakıp yıkarak gidecek.”

BEKAROĞLU: ÜSKÜDAR’I KAYBETME KORKUSU

Kafeye “Buhurdan” ismini kendisinin koyduğunu anlatan Mehmet Bekaroğlu kapatmaya tepki gösterdi. Bekaroğlu şunları söyledi:

“Açılışından bu yana gittiğim bir yerdi. İsmini de ben koydum. AKP’lilerin de gittiği bir yerdi ama sonra değişti. Burası CHP’lilerin yeri, Bekaroglu’nun yeri dediler. O bölgedeki birçok bina sorunludur ama bu binayla ilgili ‘hemen yıkılsın’ raporu tuttular. Zabıta bile değil özel kuvvetler getirtip mekanı boşalttılar. Bunlar Üsküdar’ı kaybetme korkusu. Referandumda yüzde 54 hayır çıktı. Üsküdar’ı kaybedecekler.”

Birgün
adalet CHP İstanbul islam hak cihangir edebiyat gazete hakaret belediye

İflas eden işadamı boşandığı eşini öldürüp intihar etti...
11 Ekim 2017



Başakşehir’de, boşandığı bankacı eşi Selma Aslan’ı öldüren işadamı Mehmet Kaşıkçı intihar etti. Kaşıkçı’nın olaydan 7 saat önce siteye gelerek Aslan’ı beklediği, olay yerine geldiği aracın da olaydan sonra yerinde olmadığı anlaşıldı.

41 yaşındaki Mehmet Kaşıkçı ticaretle uğraşıyordu. 2014 yılında bankacı Selma Aslan’la tanışarak evlendi. Bir yıl evli kaldıktan sonra şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandılar.
Kaşıkçı, boşanmadan sonra eski eşini tehdit etmeye başladı. Bir süre sonra iflas eden Kaşıkçı eski eşini telefonla tehdit etmeye başladı. Selma Aslan, mahkemeye başvurarak uzaklaştırma kararı aldı. Tehditler devam edince Aslan’ın ailesi Kaşıkçı’yla temas kurdu. Özür dileyerek bir daha tehdit etmeyeceğini söyledi. Kaşıkçı, boşandıktan sonra gittiği Avustralya’dan yaklaşık 2 ay önce döndü.
Selma Aslan, Başakşehir Efes Sitesi’nde oturuyordu. Önceki akşam iş dönüşü evinin olduğu siteye gelen Aslan, asansöre bineceği sırada eski kocası Kaşıkçı ortaya çıktı. Asansörün kapısını ayağıyla kapanmasına engel olan Kaşıkçı, elindeki tabancayla Aslan’ı tehdit ederek dışarı çıkardı. Bu sırada iki komşusu yanındaydı. Aslan yardım istedi. Kaşıkçı, polis olduğunu söyleyerek komşularının yardım etmesine engel oldu.
Kaşıkçı bu sırada Aslan’a ateş ederek öldürdü. Daha sonra apartmanın kapısında başına ateş ederek intihar etti.
Aracın olaydan sonra yerinde olmaması Kaşıkçı’nın olayda başka bir kişiden yardım aldığı şüphelerini doğurdu.
Cesetler incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı. Polis, olayla ilgili soruşturmanın sürdüğünü bildirdi.

(Çetin Aydın/Hürriyet)

ANAR Genel Müdürü: AK Parti yanlış teşhis koyuyor; seçmenin yüzde 20'si partiye sadık değil
14 Ekim 2017



“Akşener'in partisine oy vermeyi reddetmeyen yüzde 20'lik bir kitle var”

ANAR Araştırma Şirketi Genel Müdürü Uslu, AKP'de referandumun ardından teşkilatlarda ve belediyelerdeki değişimin 'yanlış teşhis' olduğunu söyledi ve Meral Akşener'in partisinin doğru program ve dili tutturması halinde yüzde 20'lik bir potansiyeli olduğunu belirtti.

RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programının konuğu ANAR Araştırma Şirketi Genel Müdürü İbrahim Uslu, AKP'de oy kaybının gözlemlemediğini ancak 7 Haziran seçimlerinden bu yana 'yeni tip seçmen'le sorun yaşadığını şöyle anlattı:

“AK Parti seçmeninin yüzde 20'si sadık değil”

"AK Parti'de oy kaybı olduğunu biz gözlemlemiyoruz. AK Parti'de 7 Haziran seçmenlerinden bu yana bir sorun var. O da şu: Seçmenlerinin bir kısmı performansa göre oy veriyor. Bir kısmı da partiye duygusal bağlarla bağlı. Bu grupların dağılımı da şöyle: AK Parti'nin seçmenlerinin yüzde 20'si sadık olmayan seçmenlerden oluşuyor. Yüzde 80'i de sadık seçmenlerden oluşuyor. Aldığı yüzde 50 oydaki yüzde 10'luk kesim sadık olmayanlardan, yüzde 40'lık kesim ise sadıklardan geliyor."

“Yanlış teşhis”

Uslu, 16 Nisan'da yapılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumda, AK Parti'nin beklentisinin altında çıkan 'evet' oyları nedeniyle, bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen 'teşkilatlardaki metal yorgunluğu' ve oyların düştüğü bazı illerdeki belediye başkanlarının istifasının istendiği iddiasını ise şöyle yorumladı:

"Referandum sonuçlarını AK Parti yanlış değerlendirdi. Yanlış teşhis koyunca da, yanlış tedavi uygulanıyor. Referandumda AK Parti'nin istediği yönde oy vermeyen kitlenin, ne belediye başkanlarının ne de teşkilatların performansıyla ilgisi yoktu. AK Parti, sosyolojik bir veriyi yanlış analiz etti. Bu alınan tedbirler, referandumdaki problemi gidermeye yetmeyecek. AK Parti'nin mevcut teşhisiyle, sadakatsiz seçmene ulaşmasının mümkün olmadığını düşünüyorum."

“Akşener'in partisine oy vermeyi reddetmeyen yüzde 20'lik bir kitle var”

Uslu, Meral Akşener'in kuracağı partinin oy potansiyelini şöyle değerlendirdi:

"Meral hanıma bir teveccüh yok değil. Bir kısmı AK Parti, bir kısmı CHP büyük bölümü de MHP seçmeninden geliyor bu teveccüh. Ama bu teveccühü gösterenler, 'oy vereceğim' demiyor. 'Verebilirim' diyor. Benim gördüğüm kadarıyla, yeni hareketin, yeni 'sadakatsiz' seçmene ulaşması için bir dil, üslup ve programa ihtiyacı var. Yapabilecekler mi, bunu bekleyip görmek lazım. Çünkü biraz kapalı bir kutu.

Meral Akşener'in partisine oy vermeyi reddetmeyen yüzde 20'ye yakın bir kitle var. Ama bu oyun ne kadarını alabilecek, ne kadarını alamayacak? İşte bu konu, partinin nasıl bir formasyonla çıkacağını bağlı. Mükemmel bir formasyonla çıkarsa, yüzde 20'yi bulabilir hatta geçebilir, ama çıkamazsa, yüzde 3 — 5 arasında da kalabilir."

T24
ETİKETLER
erdoğan ak parti anar yavuz oğan referadnum akşener seçim teşkilat belediye

Can Ataklı: Türkiye bir uçurumun kenarına getirildi. Ülkeyi bu hale getirenler çare bulamıyor ve çırpınıyor. Amaçları ülkeyi değil kendilerini kurtarmak



"Bu davranış, tam bir 'kabile devleti' uygulamasıdır"

facebookPaylaş twitterPaylaş
Kkabile devletlerinde' bir kişi, emrindeki yöneticilere emirler yağdırarak dış politikayı yönlendirir..."

- A +
14 Ekim 2017 12:01


inPaylaşın

Sözcü yazarı Can Ataklı, İstanbul'daki ABD Başkonsolosluğu'ndaki bir çalışanın tutuklanmasının ardından ABD'nin Türkiye'ye karşı aldığı 'vize' kararı sonrası Erdoğan'ın kullandığı "Kabiledevleti değiliz" sözlerini hatırlattı. Ataklı, Erdoğan'ın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nu arayarak, verdiği "Noktası virgülü aynı şekilde bir açıklama ile biz de aynısının yapılsın" talimatını "İşte bu davranış tam bir 'kabile devleti' uygulamasıdır" diyerek yorumladı.

Türkiye'nin dış politikasının “bir kişinin” talimatı ile yönlendirilemeyeceğini söyleyen Ataklı, "Ancak 'kabile devletlerinde' bir kişi, emrindeki yöneticilere emirler yağdırarak dış politikayı yönlendirir" ifadesini kullandı.

i Mevlüt Çavuşoğlu'nu aramış ve “noktası virgülü aynı şekilde bir açıklama ile biz de aynısının yapılması talimatı verdim” demiş.

Can Ataklı'nın "Eski sol, Erdoğan'ın çöplüğünde altın aramaya başladı" başlığıyla (14 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Analiz

Solun en büyük hastalığı emperyalizmden fena halde korkmasıdır. Bu korku her şeyin emperyalizm tarafından tezgâhlandığı paranoyasını da yaratır. Bu paranoya sonunda ülkede ne oluyorsa olsun her şeyin sorumlusu emperyalizm olarak görülür. Sonucunda emperyalizmle mücadele yerini çaresizliğe bırakır. Körelen gözler karşı devrimi emperyalizm karşıtı sanmaya başlar. Şu anda Türkiye'de yaşadığımız da bu. Her taşın altından emperyalizmin, Türkiye'deki somut algıyla, Amerika'nın çıktığını düşünen bu sol zihniyet, çare üretememenin çaresizliği içinde Erdoğan'a sarılmaya ve adeta onun çöpünde altın aramaya çalışıyor. 15 yıllık karşı devrim operasyonunu, buna yine sol içinden çıkmış hainlerin verdiği olağanüstü desteği, Amerika'nın tüm taleplerinin emir kabul edilerek Türkiye'nin bölge jandarması yapılmak istenmesini, bunun sonucunda ülkenin bir batağa saplandığını, buradan kurtulmak için çırpındıkça daha da battığını ve can havliyle varlıklarını borçlu oldukları güçlere de saldırdığını görmeyenler Erdoğan'ı neredeyse emperyalizme direnen kahraman tahtına oturtacak.

Çaresizlik içinde kıvranan karşı devrimci AKP lideri “kaba ve ilkel milliyetçiliğe” sarılırken, eski sol zihniyetli muhalefet “emperyalizme karşı Türkiye'nin bekası söz konusuysa iktidarda kimin olduğuna bakılmaz” klişesini kendine bayrak yapmaya çalışıyor.

Türkiye bir uçurumun kenarına getirildi. Ülkeyi bu hale getirenler çare bulamıyor ve çırpınıyor. Amaçları ülkeyi değil kendilerini kurtarmak. Buna karşı muhalefet de bir çare bulamıyor. Bunun için yeterli ve nitelikli kadrosu yok. Üstelik bir de “iktidar bize düşerse ne yaparız” paniği içinde. Aynı panik iktidar kanadında da “Erdoğan giderse ne yaparız” biçiminde yaşanıyor. Sonuçta iktidarla muhalefetin dramı aynı noktada kesişiyor bir anlamda.

Kendini daha akıllı ve nitelikli gören eski sol zihniyet yine geçmişteki hatasına kapılıyor ve sekterlikten medet umuyor. Çaresizlik girdabındaki sol zihniyet “Erdoğan devrilirse biz de altında kalırız” korkusu ile iktidara yönelik eleştirilere “Amerikancı olmak, emperyalizmin oyununa gelmek” diyerek karşı çıkıyor.

Şunu söylemekten asla çekinmemeliyiz; Amerika'nın açık baskılarına rağmen iktidarı eleştirmek Amerikancı olmak değildir. Türkiye'yi uçurumun kenarına getiren bu iktidar eleştirmek emperyalizmin ekmeğine yağ sürmek anlamına gelmez. İktidara geldiği günden bu yana Amerika ve Batı'nın her isteğine boyun eğen bir siyasi isimden, sırf kendi şahsi çıkarını korumak için Amerika'ya kafa tutar görünmesinden emperyalizme karşı savaşan bir kahraman yaratılamaz.

Eski sol “çocukluk hastalığından” kurtulmalı ve bozgunculuk yapmaktan vazgeçmelidir.

Komik: Kabak Sig Sauer'in başına patladı

Şunu çok iyi anlıyoruz ki AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın hiç danışmanı yok. Var denilen danışmanlar hiçbir işe yaramadan on binlerce lira maaş alıyorlar. Danışmanların hiçbir işe yaramadığını nereden anlıyoruz. Erdoğan'ın sürekli “fahiş” hatalar yapmasından. Şimdi vize krizi nedeniyle Amerika'ya çok öfkeli ya, kabak Sig Sauer marka tabanca üreten firmanın başına patladı. Erdoğan vizeye duyduğu öfkeyi anlatırken “parasıyla bize silah vermiyorlar, teröristlere bedava veriyorlar” dedi yine ve ekledi “Kimseye muhtaç değiliz. Emir verdim o silahlar polisimizde kullanılmayacak.” İyi de burada en masum olan tabancayı yapan firma. Birincisi bu firma Amerikan değil, Alman İsviçre ortak şirketi. Öncelikle bu silahı bize satmayanlar Almanlar. Zamanında Almanya'dan istenmiş, tıpkı Trump gibi Almanlar da izin vermemiş. Şirketin Amerika temsilcisi ile pazarlık yapılmış. Amerika'ya ihraç edilen tabancalardan alınması kararlaştırılmış. Bu kez de Trump engel oldu biliyorsunuz. Danışmanları en azından “Sig Sauer Amerikan değil” deseler Erdoğan bu komik açıklamaları yapmayacak. Muhtemelen onlar da farkında değil.

Şaşırdım: İngiliz bakanımız vize olayını önemsemiyor

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek Amerika'ya gitti. Hesapta zaten programlanmış bir ziyaret ama Ankara kulislerine göre Şimşek “görevli” olarak gönderildi.

Ancak Mehmet Şimşek vize konusunu pek ciddiye almıyor. Bu konunun abartıldığını söyledi Amerika'da verdiği demeçte.

İyi de abartan kim? Medya Erdoğan konuşuncaya kadar çok “itidalli” bir tutum almıştı her zaman olduğu gibi. Eğer bir abartma söz konusuysa abartan bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan değil mi? Konuşmalarına bakınca Amerika'ya bir savaş ilan etmediği kalıyor. Amerika için “böyle devlet olmaz” bile dedi.

Bence İngiliz vatandaşı da olan Başbakan Yardımcısı olayı çok hafife alarak kendisi abartıyor.

Canımızı sıkan şeyler: Vizenin altından Reza olayı çıkıyor sanki

Amerika'nın “bir gece ansızın” vize işlemlerini askıya almasına haliyle çok öfkelendik. Ancak bizlerin öfkesi ile iktidarın öfkesi biraz farklı galiba. Hesapta aynı gibi görünmesine rağmen, bilmem dikkatinizi çekti mi ama AKP Genel Başkanı da Başbakan da konuşmalarında nedense Reza Zarrab olayına da göndermeler yaptılar. Önce Başbakan konuştu bu konuda. Amerika'ya karşı “aynı biçimde” vize verme işlemlerini askıya almamızı anlatırken “ne olacaktı yani” dedi “Siz bizim bir banka müdürümüzü apar topar hapse atarken bize mi sormuştunuz?” Yıldırım bu sözleri etme ihtiyacını niye duydu ki? Hemen arkasından AKP Genel Başkanı da aynı yönde sözler sarf etti. O da “Bir vatandaşımızı tutuklayıp itirafçı çıkarma çabaları içindeler” dedi.

Allah Allah! Ne oluyor böyle acaba? Amerikan konsolosluğunda çalışanlara yönelik tutuklamalar Zarrab ve bankacı ile takas edilmek için mi yapıldı ki bu açıklamaları duyuyoruz. Erdoğan ve Yıldırım böyle yorumlanacak açıklamaları bilerek mi yaptılar yoksa çok telaşlandıkları için öfke içinde mi söylediler? Vize olayı ile Zarrab'ı yan yana getirmek bana göre çok talihsiz bir durumdur. Bizim halkımızın bir bölümü için hiç önemli olmayabilir ama dünya kamuoyu buna hiç iyi gözle bakmayacaktır.

Bunu yazmak gerek: Kabile devleti olmadığımızı söylüyor ama...

AKP Genel başkanı vize krizi çıktığı gün önce hiç tepki vermedi. Kendi teamüllerinin aksine yurtdışına giderken hiç konuşmadı. Gittiği Ukrayna'da ancak bir soru üzerine vize konusunda eften püften bir açıklama yaptı. Ancak ertesi gün konuşmaya başladı ve bunun da dozu giderek arttı. Dün itibarıyla geldiği nokta ile neredeyse Amerika'ya savaş ilan edeceğiz, o kadar sertleşti.

Erdoğan'ın konuşmalarını ayrı yazılarla irdeleriz. Benim aklıma takılan noktalardan biri “Biz kabile devleti değiliz” sözleri. Erdoğan herhalde gocunacağı bir şey var ki ikide bir Batı ülkelerine yönelik “Biz kabile devleti değiliz” diyor. Dünyada bu benzetmeyi kullanan başka lider var mıdır bilemiyorum. Tabii Erdoğan “kabile devleti değiliz” diyor demesine de uygulamaları demokratik dünyada başka türlü algılanmaz.

Sayısız örnek var bu konuda, ben birini yazayım. Erdoğan vize haberini aldıktan sonra “Dışişleri Bakanım” dediği Mevlüt Çavuşoğlu'nu aramış ve “noktası virgülü aynı şekilde bir açıklama ile biz de aynısının yapılması talimatı verdim” demiş. İşte bu davranış tam bir “kabile devleti” uygulamasıdır. Ciddi bir devletin her konuda uygulayacağı davranış biçimleri önceden mutlaka düşünülmüş ve protokollere bağlanmıştır. Bir yabancı ülkeye tepki Cumhurbaşkanının bir bakana talimatı ile gösterilmez. Türkiye'nin dış politikası “bir kişinin” talimatı ile yönlendirilemez. Ancak “kabile devletlerinde” bir kişi emrindeki yöneticilere emirler yağdırarak dış politikayı yönlendirir.

T24
ETİKETLER
vize krizi abd türkiye erdoğan Çavuşoğlu kabile devleti talimat haber

NYT: Bu silahları, Türk - Amerikan ilişkileri çökmeden taşımak akıllıca olacak
14 Ekim 2017



"Zarrab, 2013'te Erdoğan'ın hükümetini neredeyse deviren bir yolsuzluk skandalıyla bağlantılı"


Türkiye ile ABD arasındaki krizi dokuz soruluk bir başyazıyla ele alan New York Times (NYT), ABD’nin Türkiye’de tuttuğu iddia edilen ve şmdiye kadar varlığı resmen kabul edilmeyen nükleer silahların güvenlik gerekçesiyle geri çekilmesi çağrısında bulundu. NYT'nin haberinde "Bu silahları, Türk-Amerikan ilişkileri çökmeden taşımak akıllıca olacaktır" ifadesi kullanıldı.

New York Times (NYT), Washington’la Ankara arasındaki krizi başyazılarından birinde değerlendirdi. Gazete, krizi dokuz soru ve cevapla mercek altına aldı. "Türkiye hakkında bazı acil sorular" başlıklı başyazının girişindeki soru - cevap bölümünden önce şu yorum yapıldı:

“Türkiye 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin hayati bir müttefiki. NATO’nun ABD’den sonraki ikinci ordusuna sahip ve ittifakın doğu kanadını tutuyor. Yaklaşık 50 taktiksel nükleer silahın konuşlandırıldığı İncirlik dahil, Ortadoğu’daki Amerikan operasyonları için merkezi önem taşıyan askeri üslere evsahipliği yapıyor ve Müslüman dünya ile Batı arasında bir köptü görevi görüyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2003’te iktidara gelmesinden ve reformlara başlamasından sonra, Türkiye model bir Müslüman demokrasi olma yolunda görünüyordu.

Fakat son yıllarda Türkiye ile ABD arasındaki ilişki dramatik biçimde kötüleşti. Erdoğan temel sivil özgürlükleri ve diğer demokratik normları ihlal etti, Rusya’dan hava savunma sistemi alıyor ve şu an Amerikalıları rehin tutuyor.

Erdoğan’ın Amerikan karşıtlığının yanı sıra artan güvenlik endişeleri göz önünde bulundurulduğunda, Trump yönetimi ABD’nin Türkiye’deki nükleer silahlarını çekmeyi ciddi ciddi düşünmeli.”

Duvar'da yer alan habere göre başyazının devamında, iki ülke arasındaki kriz dokuz soru ve cevapla analiz edildi. New York Times, özetle şu ifadeleri kullandı:

"Türkiye, Amerikalıları rehin mi tutuyor?"

İslami bir siyasi partinin lideri olan Erdoğan, dikkatleri kendi siyasi sorunlarından başka yere çekmek için uzun zamandır Amerika’yı günah keçisi olarak kullanıyor. Geçen yılki başarısız darbe girişimden yanlış bir biçimde ABD’nin sorumlu olduğunu ima etti; darbe sonrası sözde düşmanlarını hedef alan gözaltıları yaklaşık 10 Amerikalı’yı, Türkiye’deki Amerikan diplomatik misyonlarında çalışan bazı Türkleri, yabancıları ve 50 binden fazla Türk’ü hapse atmak için kullandı. İstanbul’daki Amerikan Konsolosluğu’nda çalışan bir Türkiye vatandaşının yakın zamanda gözaltına alınması gerilimi yükseltti ve iki tarafın da karşılıklı olarak vize vermeyi durdurup iki ülke arasında seyahati sekteye uğratmasına yol açtı.

"Bu kişiler tam olarak ne ile suçlanıyor?"

Büyük çoğunluğu, Erdoğan’ın bir zamanlar müttefiki olan, Pennsylvania’da yaşayan ve Türkiye’nin başarısız darbe girişimini düzenlemekle suçladığı İslami din adamı Fethullah Gülen ile bağlantılı olmakla suçlanıyorlar. Uzun hapis cezalarıyla karşı karşıya bulunuyorlar.

Meşru hükümetlerin darbe gibi yasadışı hareketlere karşı savunmaya geçmeye sonuna kadar hakkı vardır. Bununla birlikte, Erdoğan’ın tutuklama furyası savunulabilir değil ve Türkiye lideri hukukun üstünlüğünü düzenli bir biçimde aşındırdı. Geçen ay birçoklarının korktuğu şeyi, Amerikalı tutukluları Gülen’in iadesini sağlamak için pazarlık unsurları olarak gördüğünü açıkça söyledi. Müttefikler böyle davranmaz.

"Gülen neden iade edilmiyor?"

Amerikan yasalarında iade için kurallar var. ABD Türkiye’den, Gülen’in bir suç işlediğine dair inandırıcı deliller istiyor. Türkiyeli yetkililer, ABD’nin tekrarlanan taleplerine rağmen bunu yapmış değil.

"Başkan Trump, Erdoğan'ı desteklemedi mi?"

Trump’ın Erdoğan gibi otoriter liderlere rahatsız edici bir düşkünlüğü var; Erdoğan’ı ‘dünyanın çok zorlu bir bölgesini yönettiği için yüksek not alan’ bir dost olarak niteledi. Fakat Başkan Yardımcısı Mike Pence ve 78 Kongre üyesinin yanı sıra Trump da bazı Amerikalıların serbest bırakılması çağrısı yaptı ve görünürde bir sonuç alınamadı.

"Başka sorunlar da var mı?"

Evet. Vizelerin askıya alınmasının pazartesi günü Türkiye’de piyasaları vurmasının ardından, iki taraf gerilimi düşürme yönünde isteklilik işaretleri verdi. Fakat bir Amerikalı yetkili, “En kötüsü daha gelmesi” uyarısında bulundu.

Erdoğan, İran yaptırımlarını ihlal etmekle suçlanan Türk-İranlı altın tüccarı Reza Zarrab’ın ABD’de devam eden davası nedeniyle endişeli. Zira Zarrab, 2013’te Erdoğan’ın hükümetini neredeyse deviren bir yolsuzluk skandalıyla bağlantılı. Türkiye lideri, mayıstaki Washington ziyaretinde protestocularla kavgaya tutuşan 15 şahsi koruması hakkında Amerika’da dava açılmasına da öfkeli. İki ülke, Suriye’deki Kürt savaşçılara verilen Amerikan desteği nedeniyle anlaşmazlık yaşıyor; Türkiye bu savaşçıları, 30 yıldır ülke içinde bir isyanı sürdüren bir Kürt grupla ittifak içindeki teröristler olarak görüyor. Suriye savaşındaki Rusya yanlısı meyilinin ve NATO savunmasına entegre edilemeyen bir Rus füze savunma sistemi alma girişiminin de gösterdiği üzere, Washington Türkiye’nin NATO’yla arasına mesafe koyduğundan endişe duyuyor.

"ABD Türkiye'yi NATO'dan atamaz mı?"

NATO’nun bu konuda bir maddesi yok ve dahası, ABD Türkiye’nin kalmasını istiyor. Ortadoğu’da etkili bir müttefik ve bölgeye erişim sahibi olmak kritik önemde. Fakat Erdoğan’ın Batı karşıtı davranışları, ortak askeri savunma kadar ‘demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü’ gibi ortak değerlere dayanması öngörülen bir ittifaka duyduğu bağlılık konusunda güvensizlik yaratıyor. Dolayısıyla NATO uzmanları Türkiye’nin geleceğini ve İncirlik’te taktiksel nükleer silahların tutmaya devam etmenin mantıklı olup olmadığını tartışıyor.

"Türkiye'de nükleer silah tutmak ABD'nin işine yaramıyor mu?"

Hayır. Uzmanlar, bu silahların güvenliği konusunda uzun zamandır endişeli. Geçen yılki darbe girişimi sırasında Türkiye üssü [İncirlik] 24 saat boyunca kapattı ve elektrik kesildi. İncirlik Suriye’ye ve burada savaşan aşırılıkçı güçlere yakın. Erdoğan’ın Amerikan karşıtı tavrı ve Rusya’ya doğru kayışı endişeyi artırdı.

Bu silahlar on yıllar önce, Amerika’nın Türkiye’nin güvenliğine bağlılığının bir kanıtı olarak konuşlandırılmıştı ama sembolik önem taşıyorlar. Kimse bunların kullanılmasını beklemiyor ve İncirlik’teki hiçbir uçak da onları kullanamaz. Güvenlik taahhüdü başka yollarla daha iyi gösterilebilir. ABD bir diğer NATO mütetfiki olan Yunanistan’daki nükleer silahlarını 2001’de çektiğinde, bu ülkeye F-16 savaş uçakları satmıştı. Eğer Türkiye’yi korumak zorunlu hale gelirse, Amerika konvansiyonel silahlar kullanabilir.

"50 veya daha fazla nükleer silahı taşımak kolay mı,?"

Bu silahları, Türk-Amerikan ilişkileri çökmeden taşımak akıllıca olacaktır. Silahların, Amerikan liderliğindeki koalisyonun Rakka’yı IŞİD’den alması sonrası hızlı ve gizlice çekilmesi en iyisi olacaktır.

"Bu karar Erdoğan için bir uyarı sinyali mi olur, ittifakı mı sonlandırır?"

NATO oybirliğine dayalı bir kurum ve Türkiye karar alma mekanızmalarını engelleyebilir. Ankara ittifaktan çekilebilir de. Fakat Türkiye bir NATO üyesi olarak refah buldu. Bu, sözgelimi Rusya’yla daha yakın ilişkiler için Batı’dan vazgeçmesi halinde asıl kaybedenin Türkiye olacağı anlamına geliyor. Erdoğan, sorunun veya provokasyonların NATO’nun değil, kendisine ait olduğu gerçeğiyle yüzleşmeli. Davranışlarını değiştirmeye hâlâ vakti var.”

T24
ETİKETLER
abd türkiye new york times 9 soruda kriz reza zarrab nükleer silah sorun İran

"10 yılda bakkal sayısı 240 binden 165 bine düştü
12 Ekim 2017



"Zincir marketler mantar gibi çoğalıyor"

Zincir marketlerin büyük bir hızla çoğalmaya devam ettiğini belirten Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, “Bakkal ve büfe sayısı son 10 yılda yüzde 31 azalarak 240 binden 165 bine düşerken sadece son bir yılda zincir market sayısı yüzde 13 artarak 28 bine ulaştı” dedi.

Zincir marketlerin dünyanın hiçbir yerinde bizdeki kadar hızlı artmadığını vurgulayan Palandöken, “Dünyanın hiçbir yerinde zincir marketlerin esnafı bitirecek bir hızda açılmasına izin verilmiyor. Esnafı, AVM ve zincir marketlere karşı korumak amacıyla çıkan Perakende Kanunu en kısa zamanda yeniden düzenlenmeli ve amacına hizmet eden bir noktaya getirilmelidir. Bu aynı zamanda Anayasanın 173. maddesinde yer alan ‘Devlet esnaf ve sanatkarı koruyucu ve kollayıcı tedbirleri alır’ hükmüne de uygun olacaktır” diye konuştu.

"Zincir marketler mantar gibi çoğalıyor"

Gelişmiş ülkelerin, kendi ulusal mağazalarını bile kolaylıkla ve istedikleri yerde açmalarına izin vermediğini belirten Palandöken, "Yabancı menşeli zincir marketler, istedikleri yerde ve kolaylıkla şube açarak mantar gibi çoğalıyor. Batılı ülkeler kendi esnafını zincir marketlere karşı korurken bizim esnafımız her geçen gün marketlerin karşısında eriyip yok oluyor. Buna bir dur diyebilmek için Perakende Kanunu yeniden düzenlenmeli ve market açılması nüfus oranı başta olmak üzere belirli kurallara bağlanmalı” açıklamalarında bulundu.
T24

Yılmaz Özdil: Devl'et dediğin, Cumhuriy'et dediğin, Hüküm'et dediğin işte böyle olur
15 Ekim 2017



Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Sırbistan'a gerçekleştirdiği ziyaretinde Sırp Cumhurbaşkanı Alexandar Vuçiç ile 5 bin ton et için imzaladığı anlaşmaya ilişkin olarak, "Devl'et dediğin, Cumhuriy'et dediğin, Hüküm'et dediğin işte böyle olur" dedi.

Özdil'in "Devl’et" başlığıyla (15 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Asrın liderimiz Hollanda'ya insanlık dersi verdi, “Biz Hollanda'yı ve Hollandalıları Srebrenitsa katliamından tanırız, onların cibilliyetinin ne kadar bozuk olduğunu sekiz bin Boşnak'ı nasıl katlettiklerinden tanırız, bunları iyi biliriz” dedi.

*

Asrın liderimiz Srebrenitsa soykırımı için mesaj yayınladı, “tarih eli kanlı katillerin peşini bırakmayacaktır, hak ettikleri cezayı almaları temin edilmelidir, asla unutturulmamalıdır” dedi.

*

Toplu mezarlardan çıkarılıp kimliği belirlenen Boşnakların cenaze törenine katılan asrın liderimiz, “bir insanın ölümü, tüm insanlığın ölümü gibidir, burada insanlık onuru çok ağır yara aldı, Srebrenitsa'nın hafızalardan silinmesine izin vermeyeceğiz” dedi.

*

Akp kadın kolları Srebrenitsa katliamını unutmadı, 81 ilden gelen Akp kadın kolları il başkanları Akp genel merkezindeki törende Srebrenitsa katliamını kınadı, Akp kadın kolları başkanı “Sırpların yaptığı soykırımda sekiz bin insan öldürüldü, yüzlerce kadına ve küçük çocuğa tecavüz edildi, bugün hâlâ toplu mezarlarda parçalanmış, yakılmış cesetler bulunuyor, Sırpların bu soykırımını asla unutmayacağız” dedi.

*

Akp gençlik kolları Srebrenitsa katliamını unutmadı, Bursa'da açılan fotoğraf sergisiyle Srebrenitsa katliamında ölenler anıldı, Akp gençlik kolları başkanı “müslüman kardeşlerimizin acısı halen yüreğimizde, Sırplar tarafından hunharca katledilen müslüman kardeşlerimizi unutmayacağız, kimseye unutturmayacağız” dedi.

*

Ahmet Davutoğlu Srebrenitsa katliamının yıldönümünde Bosna'ya gitti, “burada sadece kardeşlerimiz katledilmedi, insanlık vicdanı da katledildi, ders alınmalı ve asla unutulmamalı” dedi.

*

Bülent Arınç Srebrenitsa katliamının yıldönümü törenlerine katıldı, “bugün burada, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı şehirdeyim, Srebrenitsa hâlâ mahzun ve gözü yaşlı bir anne gibi, mezar taşı bile olmayan yavruları için gözyaşı döküyorlar, buradaki aziz şehitlerimizin hatırasını asla unutturmayacağız” dedi.

*

Ankara'ya Srebrenitsa Soykırımı Anıtı dikildi. Kur'an tilavetiyle açılan anıtın önünde “şehit çocuğu” şiiri okundu. Akp'li Keçiören belediye başkanı “bu anıtı bizden sonraki nesiller unutmasın diye yaptık” dedi.

*

Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez, Srebrenitsa'ya gitti, öğle namazını kıldırdı, şehitliği gezdi, “Peygamber Efendimiz hadislerinde şehitliği cennete benzetir, burası da cennet gibi bir mekan, bizim milletimiz açısından buradaki savaş Çanakkale Savaşı'nın devamıdır, Çanakkale'de verilen savaş ne ise, burada verilen savaş da odur” dedi.

*

Srebrenitsa katliamı anısına bestelenen ve “Srebrenitsa Cehennemi” olarak bilinen “Srebniçki İnferno” isimli oratoryo, Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde icra edildi.

*

Binali Yıldırım Srebrenitsa katliamının yıldönümünde mesaj yayınladı, “müslüman sivil kardeşlerimiz Sırp birlikleri tarafından hurharca katledildi, Türkiye, müslüman kardeşlerinin uğradığı katliamın takipçisi olmaya kararlıdır” dedi.

*
Sırp katliamına sessiz kalmakla suçlanan Emir Kusturica'nın Antalya Film Festivali'ne jüri başkanı yapılması, Akp tarafından şiddetle protesto edildi, yandaş medya ortalığı ayağa kaldırdı, “Sırp destekçisi yönetmen, CHP'li belediye tarafından davet edildi” manşetleri atıldı. Emir Kusturica tepkiler üzerine jüri başkanlığından çekildi.

*

TBMM genel kurulunda, Srebrenitsa katliamının sembolü olan beyaz-yeşil Srabrenitsa çiçeği dağıtıldı. Çiçekleri tüm milletvekillerine dağıtan Akp milletvekili, basın toplantısı düzenledi, “bu çiçek tüm müslümanların muskası olmalı, herkesi bu mücadeleye davet ediyorum, Sırp katliamını asla unutturmayacağız” dedi.

*

“Srebrenitsa Anneleri Kayıplarını Arıyor” isimli belgesel, TRT'de yayınlandı.

*

Asrın liderimiz TBMM kürsüsünden konuştu, “Srebrenitsa'nın yıldönümünde yine ruhen tüm dualarımızla Srebrenitsa'daydık, biliyorsunuz, Sırp makineleriyle topluca katledildiler, toplu mezarlara gömüldüler, katliama kumanda eden ‘Kasap' lakaplı Sırplar yargılanmak üzere Lahey'e gönderildi, Srebrenitsa vicdanların nasıl karardığını, insani değerlerin nasıl ayaklar altına alındığını göstermesi bakımından önemlidir, Srebrenitsa'yı unutmayacağız ve unutturmayacağız, Srebrenitsa'nın acısını her daim diri tutacağız, Bosna Hersek'in efsanevi kahramanı, büyük lider, büyük devlet ve gönül insanı Aliya İzzetbegoviç ebediyete intikalinden 24 saat önceki görüşmemizde hasta yatağında elimi tutmuş ve Bosna size emanet demişti. Emanetinin emin ellerde olduğunu, emanetine her daim sahip çıkılacağını buradan bir kez daha ifade ediyorum.”

*

Ve dün…

*

Emanete her daim sahip çıkan asrın liderimiz “Sırbistan'la imzaları attık, beş bin ton et ithal edeceğiz, Sırbistan devlet başkanına güven ve itimatımız tam, gerçek dostumuz olduğunu gösteren Sırbistan devlet başkanına şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum” dedi.

*

Devl'et dediğin,
Cumhuriy'et dediğin,
Hüküm'et dediğin işte böyle olur.

*

Mill'et dediğin de böyle olur tabii.
Hadi cümleten afiy'et olsun!

T24
ETİKETLER
devlet hükümet haber açıklama cumhuriyet et

Ankara kulislerini sallayan iddia: 10 Belediye başkanı
13 Ekim 2017



AK Parti, 2019 yılının mart ayında yapılacak yerel seçimlerden önce başarısız belediye başkanları için başlattığı görevden alma operasyonunu iki ay içinde tamamlayacak
Ankara kulislerini sallayan iddia: 10 Belediye başkanı
Facebook'ta Paylaş
Twitte'da Paylaş
Google+'da Paylaş
Linkedin'de Paylaş
Haberi Yazdır
Metni küçültMetni büyüt
10 kadar belediye başkanını kapsadığı belirtiliyor. Bu operasyonun kamuoyuna yansımalarını ölçmek için anket yaptırılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın istifa ettirilmesi, ardından da son Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nda (MKYK) 5 ilin belediye başkanının istifasının isteneceği iddialarının ardından süreç devam ediyor.
Parti yönetimi, il ve ilçe belediye başkanlarıyla ilgili yapılacak operasyonu yıl sonuna kadar tamamlama ve bu konuyu gündemden çıkarma kararı aldı. Parti içinde, “Belediye başkanlarının başarısız olduğu, yolsuzluk ve usulsüzlük yaptığı için görevden alındığı” gibi tartışmaların partiye zarar vereceği, çalışmaların bir an önce tamamlanarak konunun kapatılması gerektiği dile getiriliyor.
İSTANBUL’A EKİP GİTTİ
Kadir Topbaş’ın görevden ayrılmasının ardından AK Parti Genel Merkezi’nden bir heyet İstanbul’a giderek hem belediye yönetimi hem de ilçe belediye başkanlarıyla ilgili incelemelerde bulundu. İstanbul’da ilçe belediye başkanlarından bazılarının da istifasının isteneceği belirtiliyor. İstanbul’da bu sayının 3 civarında olduğu, yıl sonuna kadar hakkında işlem yapılacak belediye başkan sayısının il ve ilçe olarak 10’u bulacağı dile getiriliyor. İstanbul ve Düzce dışında henüz istifasını veren belediye başkanı bulunmuyor. Ankara, Balıkesir, Bursa, Niğde belediye başkanlarıyla ilgili sürecin devam ettiği, buna birkaç ilin de eklenerek, sürecin bu yılın sonuna kadar tamamlanacağı konuşuluyor.
AK Parti’de belediye başkanlarıyla ilgili yapılan çalışmaların uzun vadede sıkıntı yaratacağına ilişkin değerlendirmeler de yapılıyor. Seçilmiş belediye başkanlarının genel merkez talimatıyla görevden alınmasının sorun yarattığı, bu belediye başkanlarına ilişkin ortaya konulan sıkıntıların ne olduğunun paylaşılmadığı ifade ediliyor. Parti yönetimi, belediye başkanlarına yönelik operasyonun, AK Parti tabanı ve potansiyel seçmen üzerindeki etkisinin ne olduğunu ölçmek için anket yaptırıyor. Bu çalışmanın olumlu veya olumsuz etkisinin olup olmadığına bakılacak.
22 İL BAŞKANI GÖREVDEN ALINDI
AK Parti’de 2018’de yapılacak büyük kongreye yönelik hazırlıklar da sürüyor. Partinin teşkilat başkanlığı verilerine göre, il kongreleri beklenmeden 22 il başkanı görevden alındı. Bu illerden 18’ine atama yapıldı. Bu süreçte kongrelere giderken 6 ilin daha başkanının değişeceği belirtiliyor. Şu ana kadar 404 ilçe kongresi yapıldı. İlçe kongrelerinden sonra il kongrelerine başlanacak. Büyük kognrenin en geç 2018 Eylül’de yapılması planlanıyor.

Nuray Babacan/Hürriyet

KAMUOYUNDAN SAKLANAN ET İTHALATI RAKAMLARI!
Sadettin İNAL
13 Ekim 2017



Günlerdir tartışılıyor, ama ne Bakanlıktan ne de Et ve Süt Kurumu’ndan bir açıklama yapılmıyor. Malumunuz ‘lop et ithalatı’ son bir haftadır gündemde! Tam bu tartışmaların ortasında Resmi Gazete’de yayımlanan, ‘Sığır Eti İthalatında Sağlık ve Teknik Şartların Belirlenmesine ilişkin tebliğ’ de işin tuzu biberi oldu. Geçen haftada belirtmiştim, bu tartışmalardan üretici ciddi anlamda olumsuz etkileniyor. Bütün üretici deyim yerinde ise burnundan soluyor. Hayvancılık yapanlar hayvanlarını satamazken, ahırına hayvan almak isteyenler de önlerini göremedikleri için kenara çekilmiş durumdalar.

Yani anlayacağınız sektörde tam bir belirsizlik söz konusu. Zaten hayvancılığımız can çekişiyor, bir de bu belirsizlikler iyiden iyiye bitiriyor bizi!

Bakanlar değişse de sistemde bir değişiklik olmuyor! Hatırlayacaksınız bir önceki dönemde hayvan ithalatı sistematik yapılamadığı için et fiyatları sürekli krize neden olmuştu. Yani bırakın üretimi, hayvan ithalatı bile düzgün bir şekilde yapılamamıştı! Burada sistemi yönetemeyenler de hayali bir ‘et lobisi’ tartışması ile günlerce kamuoyunu meşgul etmişlerdi.

Şimdi size hayvan ve et ithalatı ile ilgili bazı rakamlar vereceğim. Şunu da belirteyim ki, bu rakamları hiçbir yerde bulamazsınız. Deyim yerinde ise sır gibi saklanıyor! Sonuçta Et ve Süt Kurumu, kamu kurumu ve ithalatı da kamu adına yapıyor. Ama hangi ülkeden ne kadar ithalat yapılıyor? Ve bu ithalatı hangi firmalar kaç liradan yapıyor? Nedense bu bilgiler kamuoyu ile paylaşılmıyor!

Belki normal görülebilir ama Et ve Süt Kurumu’nun yurt içinden yapacağı bütün alım ve satımlarla ilgili duyurular kamuoyu ile paylaşılırken, ithalatla ilgili verilerin açıklanmaması sizce de garip değil mi?

İthalatla ilgili rakamlara geçmeden önce buradaki çelişkiyi anlatmak için şu örneği de vermem gerekiyor. Kurban Bayramı’nda Et ve Süt Kurumu 80 bin baş koyun ithal etti. Ama bu ithalatla ilgili kamuoyuna hiçbir açıklama ve duyuru yapılmadı. Fakat ne gariptir, Et ve Süt Kurumu ithal ettiği bu koyunların etlerini yurt içinde satmak için ihale duyurusu yaptı!

Şimdi gelelim ithalattaki gizemli rakamlara! Belirttiğim gibi, bu rakamları ilk kez bu yazıyı okuyanlar öğrenmiş olacak!

Et ve Süt Kurumu’nun 2018 Nisan ayına kadar besilik, kasaplık ve et ithalatıyla ilgili yaptığı planlamaya göre, 62 bin ton karkas et ithalatı yapılacak. Karkas et ithalatının 57 bin tonu Polonya’dan 5 bin tonu da Fransa’dan gerçekleştirilecek. Bu rakamlara Bosna Hersek ’ten yapılan kemiksiz et ithalatı dâhil değil. Haa bir de iki gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamıştı. Sırbistan ’dan da 5 bin ton et ithal edilecek. Sırbistan’ı da kattığımızda Bosna Hersek hariç, yakın planda sözleşmesi ve bağlantıları yapılan toplam 67 bin ton karkas et ithal edilecek. Polonya’dan yapılacak 57 bin ton ithalatı ise Ettat firması yapacak.

Diğer yandan besilik ve kasaplık hayvan olarak da 2018 Nisan ayına kadar 440 bin ithalat yapılması planlanıyor. Bunların da sözleşmeleri yapılmış durumda. İthal edilecek 440 bin canlı hayvandan 50 bini kasaplık, 390 bini ise besilik olacak. 390 bin besilik hayvanın 270 bini Uruguay’dan getirilecek ve bu ithalatı da Hijazi firması tek başına yapacak.

Besilikte, Avrupa ayağında ise Fransa ve Romanya hariç Hundland firması söz sahibi olacak. Hundland firması ile yapılan sözleşmeye göre 60 bin baş besilik hayvan ithal edilecek. Bunun dışında 60 bin baş besiliğin de Fransa’dan ithal edilmesi planlanıyor. Kasaplık olarak ithal edilecek 50 bin baş canlı hayvan da Fransa, İspanya ve İrlanda’dan getirilecek.

Et ve Süt Kurumu’nun ithalat planı bununla da kalmıyor! 120 bini bu yılsonuna kadar olmak üzere toplam 300 bin baş kesimlik kuzu ithal edilecek. Kesimlik 300 bin kuzuyu Avustralya’dan yine Hijazi firması getirecek. 80 bin koyun ithalatı da Kurban Bayramı öncesinde yapılmıştı. Yani toplam 380 bin kuzu ve koyun ithal etmiş olacağız!

Daha bitmedi! Et ve Süt Kurumu’ndan bir heyetin Bulgaristan’a kasaplık kuzu alımı için piyasa araştırmasına gittiği kaydediliyor.

Şimdi gelelim sadede…

Kırmızı et sektöründe en ufak bir sorun bile yönetilemeyerek krize dönüştürülüyor! Bu kriz karşısında sağlıklı bir açıklama yapılmayarak üretici belirsiz bir ortama sürükleniyor! Ve asıl önemlisi kamu adına yapılan ithalatlarla ilgili veriler nedense ‘kamuoyundan’ saklanıyor! (Sanki birileri ‘fotoğrafın’ görülmesini istemiyor!) İşin vahim tarafı ise her ithalatta Türkiye daha da bağımlı hale geliyor!

Pekâlâ, sizce bunlar bir rastlantı olabilir mi?

Kaynak: Milli Gazete

Haberler kötü! Rakamlar alarm veriyor: İşsizlik daha da artacak…
15 Ekim 2017



Türkiye'nin kanayan yarası işsizlikte beklenen iyileşme bir türlü sağlanamıyor. Temmuz ayı verilerinde işsizliğin yüzde 10.5'e çıkması bekleniyor. Sanayide ise rakam daha yüksek olacak.

Ekonomide bir kötü haber de işsizlik verilerinden geldi. Haziran ayında yüzde 10.2 düzeyinde açıklanan işsizliğin temmuz ayı itibarıyla 0.3 puan daha artarak yüzde 10.5'e tırmanacağı hesaplandı.
Sanayi ve hizmetler sektöründeki işsizliğin de 0.5 puan birden artarak yüzde 12.7'ye yükselmesi bekleniyor. TOBB ETÜ Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (SPM), TÜİK'in yarın açıklayacağı işgücü istatistiklerini önceden hesapladı. SPM verilerine ilişkin bilgi veren araştırmacı Pınar Kaynak, işsizlikte haziran döneminde frenlenen yükseliş eğiliminin temmuz döneminde yerini artış eğilimine bırakmasını beklediklerini söyledi.

SANAYİ İSTİHDAMI DÜŞECEK

Haziran döneminde ihracatın yüzde 4, yatırım malları ithalatının yüzde 2 ve ara malları ithalatının da yüzde 11 oranında gerilediğini, sanayi üretim endeksinin de 10.4 puan birden azaldığına dikkat çeken Kaynak, “Haziran döneminde gerçekleşen tüm bu gelişmelerin yansımalarının temmuz dönemi işsizlik verilerinde kendini hissettirmesi beklenmelidir” dedi.
SPM'nin hazırladığı rapora göre, temmuz döneminde işsizlik oranı yüzde 10.5'e yükselirken mevsimsellikten arındırılmış tarım dışı işsizlik oranı yüzde 13.2'den yüzde 13.5'e yükselecek. SPM, istihdam oranının ise yatay seyrederek yüzde 48 düzeyinde gerçekleşeceğini, ancak sanayi istihdamının 3 bin kişi azalarak 5 milyon 379 bin kişiye gerileyeceğini hesapladı.

İSTİHDAMDA TREND BOZULDU

TOBB ETÜ Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin raporunda, işsizlik verilerindeki aşağı yönlü trendin yönünü yukarı çevireceği tespitinin yapıldığına işaret edilirken, “Haziranda işsizlik oranlarındaki aşağı yönlü trendde beklentiye paralel bir frenleme olmakla beraber, işsizlik verileri yatay seyrederek artışa geçmemiştir. Temmuz dönemine ilişkin tahminlerimiz, işsizlik verilerinde artış eğiliminin bir dönem gecikmeyle de olsa kendini göstermesi yönündedir” denildi.

Erdoğan Süzer/Sözcü

"Bu öykü ve gelen tahliye 'yargının hükümetin kontrolüne girdiği' eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek"
15 Ekim 2017



"Ortada Nazife Kayacı için iyi, ama hükümet için tartışmalı bir adım var"

HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Erzurum ziyareti sırasında ağaca çıkarak eşinin suçsuzluğunu anlatan, Nazife Kayacı'nın hikâyesini değerlendirdi. Karaca, Erdoğan'ın "Baktıralım" sözlerini hatırlatarak, "Zira ne kadar masum ve gözlerimizi şaşırtan bir mutlu son olsa da, maalesef bu öykü ve akabinde gelen tahliye 'yargının hükümetin kontrolüne girdiği' eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek teşkil ediyor" ifadesini kullandı.

Karaca'nın "Bir Haşdi Şabi vardı zulmeti dilimizden düşmeyen!" başlığıyla (15 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle.

Haftanın en güzel mutlu son hikâyesini Nazife Kayacı yazdı. FETÖ’den tutuklu yarbay eşinin suçsuzluğunu anlatmak için CumhurbaşkanıErdoğan’ın açılış yapacağı alana gidip başarılı bir plan yapan Nazife Kayacı. Daha önce ilettiği mektuba cevap gelmeyince yapacak başka hiçbir şey kalmadığını düşünerek korumaları atlatıp Erdoğan’ın oturacağı koltuğun yanındaki ağaca çıkan ve oradan Cumhurbaşkanı’na, “Yanınıza gelmek istiyorum” diye haykıran Nazife Kayacı.

Neyse ki, Cumhurbaşkanı Nazife Hanım’ın getirilmesi talimatını veriyor ve kadın kolları yara bere içinde Erdoğan’ın yanına giderek eşinin masum olduğunu anlatıp serbest bırakılması için yardım istiyor. Nazife Hanım’ın ağaca tırmanırken zedelenen kollarına bakıp “Kızım sen ne yaptın?”diyen Cumhurbaşkanı, bu canhıraş masumiyet savunması karşısında haliyle “Baktıralım” diyor. Nitekim ilgilenmiş olsa gerek, Nazife Kayacı’nın eşi 109’uncu Topçu Alayı 1’inci Topçu Tabur Komutanı Yarbay Ramazan Kayacı tahliye edildi.

Andersen masallarına benzer bir öykü böylece mutlu sonuna kavuşmuş oldu. Ama yanılmayalım: Ortada Nazife Kayacı için iyi, peri masalları için iyi, ama hükümet için tartışmalı bir adım var.

Neden mi?

Zira ne kadar masum ve gözlerimizi şaşırtan bir mutlu son olsa da, maalesef bu öykü ve akabinde gelen tahliye “yargının hükümetin kontrolüne girdiği” eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan bu masalla, eşinin ya da oğlunun haksız yere cezaevinde olduğunu düşünen tutuklu yakınlarına şöyle bir mesaj gitmiş oluyor:“Ağaca çıkın, suya atlayın, bir şeyler yapın, dikkat çekin, ki tutuklu yakınınızın masum olduğuna inanılsın.” Bu mesajı alanlar aynı mutlu sona kavuşmak amacıyla benzer hareketler gerçekleştirirse sonuç acaba nasıl olur? Aynı mutlu sonla ödüllendirilirlerse yargılama faaliyetine ne gerek kalır?

Andersen’in yoksul köylüleri, kimsesiz kadınları krallar karşısında eşitlemek için perilerden destek aldığı masalları, ders, mutluluk ya da ibret verseler de aslına yetersiz bir adalet sistemine ışık tutarlar. Modern hukuk devleti, dağıtmakla yükümlü olduğu adaletin mikyası konusunda peri masallarının istisnai olarak bahşettiği hayırlı kısmetlerin miktarıyla yetinemez.

T24
ETİKETLER
tartışmalı haber açıklama hukuk erdoğan

AKP kulisi: Akşener risk yarattı, ‘FETÖ’ soruşturmaları bir milyon seçmeni etkiliyor
15/10/2017

AKP’de ‘metal yorgunluğu’ gerekçesiyle başlatılan operasyonun altında daha önce partide ‘hiç yaşanmadığı tespit edilen korkular’ın yer aldığı öne sürüldü.

Arka arkaya teşkilatlardaki isimlerin değiştiği partide, bazı belediye başkanlarının görevden alınması da gündemde.

Bu süreçte 22 il başkanı istifa ettirildi ya da görevden alındı.

Cumhuriyet’ten Erdem Gül, parti kulislerinde konuşulan ‘korkuları’ beş ayrı maddede sıraladı.

‘Küskünler’ sorun yaratacak

2014’teki yerel seçimlerde belediyelerdeki oy oranlarının, partinin oy oranlarının altına düşmeye başladığını hatırlatan Gül, referandumda İstanbul ve Ankara’da ‘Hayır’ çıkmasının da düşüşün göstergesi olduğunu yazdı.

Kulislerde konuşulanları, “Parti adına ‘dava adamı’ yerine ‘siyaset profesyoneli’ kadroların öne çıktığı şikayetleri çoğaldı. Teşkilat yöneticilerindeki bu değişim, teşkilatlarda daha çok ilgi çeken ve konuşulan konuların ‘ihale-rant-para’ olması şeklinde kendini gösterdi” diye aktaran Gül, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç ve Abdullah Gül dahil partinin ağır toplarının ‘küskün’ olarak saf tutmasının, 2019’daki seçimlerde sorun yaratacağının düşünüldüğünü belirtti.

‘Akşener riski anketlerde görülüyor’

Meral Akşener liderliğindeki yeni partinin risk oluşturduğunun AKP anketlerinde görüldüğünü belirten Gül, şöyle devam etti: “FETÖ soruşturmalarının kitlesel olarak çok genişlemesi de partinin önündeki sıkıntılardan biri olarak görülüyor. FETÖ soruşturmalarının yaklaşık 1 milyon olarak hesaplanan seçmeni doğrudan ilgilendirmesi, 2019 öncesi doğrudan oy hesaplarını etkiliyor. Geçmişte neredeyse tamamı AKP seçmeni olan doğrudan darbe bağlantıları içinde olmadıkları halde yaygın FETÖ soruşturmalarından etkilenen seçmenler de 2019 hesaplarında göz önünde tutuluyor.”
T24

Beka sorunu: Erdoğan’ın mı Türkiye’nin mi?
LEVENT GÜLTEKİN
15/10/2017

İktidarın varlığını sürdürmek, hatta kendini vazgeçilmez kılmak için toplumda yaymaya çalıştığı bir korku var: Beka sorunu.

Erdoğan ve taraftarları her fırsatta “Yedi düvele karşı mücadele halindeyiz” diyerek bu korkunun toplumda yer etmesi için elinden geleni yapıyor.

Bir taraftan bu korkuyu yayarken diğer taraftan da korkulan şeyin gerçekleşmemesi için Erdoğan’ın liderliğinin ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlar.

Erdoğan, geçtiğimiz yıl yaptığı bir konuşmada “Ben gidersem devlet yıkılır” bile demişti.

Bir taraftan “Beka sorunu var” deyip diğer taraftan “Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyoruz” diyorlar.

Bi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 16, 2017 8:17 pm    Mesaj konusu: Beka sorunu: Erdoğan’ın mı Türkiye’nin mi?[ Alıntıyla Cevap Gönder

Beka sorunu: Erdoğan’ın mı Türkiye’nin mi?
LEVENT GÜLTEKİN
15/10/2017

İktidarın varlığını sürdürmek, hatta kendini vazgeçilmez kılmak için toplumda yaymaya çalıştığı bir korku var: Beka sorunu.

Erdoğan ve taraftarları her fırsatta “Yedi düvele karşı mücadele halindeyiz” diyerek bu korkunun toplumda yer etmesi için elinden geleni yapıyor.

Bir taraftan bu korkuyu yayarken diğer taraftan da korkulan şeyin gerçekleşmemesi için Erdoğan’ın liderliğinin ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlar.

Erdoğan, geçtiğimiz yıl yaptığı bir konuşmada “Ben gidersem devlet yıkılır” bile demişti.

Bir taraftan “Beka sorunu var” deyip diğer taraftan “Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyoruz” diyorlar.

Bir taraftan “Bütün dünya bir olmuş ülkemizi yok etmeye çalışıyor” deyip diğer taraftan Kerkük, Musul gibi başka bir ülkenin şehirlerine plaka numarası veriyorlar.

Bir taraftan Irak’ın, Suriye’nin bölünme süreçlerinde aktif rol aldılar, diğer taraftan “Irak’ı, Suriye’yi dış güçler böldü sıra Türkiye’de aman fırsat vermeyelim” diyerek toplumu korkutmaya çalışıyorlar.

Belli ki bu, korkuyla toplumu teslim almak ve kendisini de vazgeçilmez kılmak için uygulanan bir strateji.

Fakat toplumu, ülkeyi çürüten bir strateji.

Çünkü korkuya teslim olan toplumlar aklı, sağduyuyu kaybeder.

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu fark edemez hale gelirler ve neticesinde de çürürler.

Bu, iktidarda kalmak isteyen birçok ülke siyasetçisi tarafından uygulanan bir strateji.

Hatta bu stratejiyi anlatan, çok ilginç bir Amerikan dizisi var: ‘House Of Cards’

Dizi bir ABD başkanının korkuyla seçmeni nasıl teslim aldığını, kendini nasıl vazgeçilmez kıldığını anlatıyor.

Meselenin en tuhaf tarafı ise Erdoğan’ın içerideki politikalarına karşı olan kimi ulusalcıların, milliyetçilerin bu korkuyu toplumda pekiştirici misyon üstlenmeleri.

Erdoğan’ın kendini vazgeçilmez kılmak için yarattığı bölünme korkusunu topluma yayan, bunun sahici bir korkuymuş gibi görülmesini sağlayan ulusalcı kesim, ne yazık ki Erdoğan’ın değirmenine su taşıdığının farkında değil.

Sadece ulusalcılar, milliyetçiler değil neredeyse bütün siyasi aktörler benzer yaklaşım içinde.

Tuhaflık bu dar görüşlülükte birleşmelerinde değil. Hem Erdoğan’ın politikalarına karşılar, onu istemiyorlar, hem de onu iktidarda tutacak en önemli argümana destek oluyorlar.

Sonra da ‘Biz siyasette niçin varlık gösteremiyoruz’ diye yakınıyorlar.

Gösteremezsiniz çünkü korkan bir toplum hem milli duygularla hem de o korkuyla her zaman en güçlü gördüğü liderin etrafında kümelenir.

‘Dış güçler, bölünmeye direnen Erdoğan’ı yemeye çalışıyor’ anlayışına teslim olan bir toplum Erdoğan’ı terk eder mi?

Yani ‘Batı, Türkiye’yi bölmek istiyor bu nedenle buna direnen Erdoğan’ı yok etmek istiyor’ görüşü doğruysa böyle bir durumda kim Erdoğan’ı terk edebilir ki? Hangimiz edebiliriz?

Batılılar Türkiye’yi bölmeye çalışıyor korkusunun temeli Sevr Anlaşması’na dayanıyor.

Birinci Dünya Savaşı sonrası kazanan devletler, Osmanlı’yı paylaşmak için Sevr Anlaşması’nı dayattı.

Birçok şehri işgal edilmiş, ekonomisi batmış, yetişmiş bütün insanlarını savaşta kaybetmiş, adeta paramparça olmuş bir ülkeyken bile Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerin taleplerine, ayak oyunlarına boyun eğmemiş, direnmiş, kurtuluş savaşı vermiş bir toplumun bugün hala o korkuyu yaşıyor olması çok dramatik.

Bir ülkenin, Sevr’i çöpe atan Lozan Anlaşması’nın başarısını, oradaki cesareti, kararlılığı değil de çöpe atılmış Sevr Anlaşması’nı hatırlaması o korkuyla yaşaması hakikaten çok acayip.

En acı olan ise o yokluktan, işgallerden bir ülke çıkaracak cesareti, aklı, dirayeti ortaya çıkaran bir liderin, yani Atatürk’ün takipçisi olduğunu söyleyen kimi ulusalcıların da bu korkuya yenilmiş olması.

Atatürk yaşamış olsaydı sanırım en ağır lafları bugün, ‘Aman ülkemizi bölmek istiyorlar’ dar görüşlülüğünü benimseyen ulusalcılara söylerdi.

Peki Türkiye’nin bir beka sorunu yok mu?

Elbette var.

Ama kaynağı dış güçler değil Erdoğan’ın politikaları.

(..)

Türkiye’nin en büyük sorunu, varsa bile kimi odakların Türkiye’yi bölme çabası değil, tüm bunlara zemin hazırlayan iktidarın yanlış politikaları.

Erdoğan’ın bitmek, tükenmek bilmeyen kavgacı siyaset anlayışıdır.

İçeride toplumu kendi etrafında kenetlemek için yaptığı hamasettir.

O hamasetle sürekli düşman üretmeye dayalı dış politika anlayışıdır.

İktidarda yaptığı yanlışlar neticesinde dünya nezdinde kaybettiği itibarının, oradan gelecek bir cezanın faturasını ülkeye ödetmeye çalışan yaklaşımıdır.

Toplumsal barışını sağlamış, adaleti tesis etmiş, değerlerini korumuş, refah düzeyini artırmış yani yaşanabilir ülke olmuş toplumları, devletleri dışarıdan kimsenin bölmeye gücü yetmez.

Türkiye’yi beka sorunu yaşayan bir devlet haline getiren şey eğitimin bütünüyle çökmüş olmasıdır.

Hukukun devre dışı bırakılmasıdır.

Pespaye bir din anlayışını ülkeye yönetim felsefesi olarak dayatılmasıdır.

40 milyon insan açlık sınırında yaşarken “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek saraylarda lüks şatafat içinde yaşayan iktidar anlayışıdır.

Tüm bunları topluma anlatamadığı gibi iktidarın ürettiği korkuya teslim olmuş muhalefet anlayışıdır.

Ne yazık ki Erdoğan kendi kişisel beka sorununu bütün Türkiye’nin beka sorunu olarak yansıtmaya çalışıyor.

Neticesinde de Erdoğan’ın beka sorunu Türkiye’nin beka sorununa dönüşüyor.

Türkiye’yi bölmeye çalışan odaklar yok mu?

Elbette olabilir.

Fakat esas mesele onların ne yaptığı değil, ülke olarak bizim ne yapıp yapmadığımız.
Diken

"AKP'deki tasfiyeler, referandum sonuçlarını etkiledi; milliyetçi kartlara oynayacaklar"
16 Ekim 2017



"Önümüzdeki süreç, AKP’de çatışmalara açık"

"İstifa" iddialarıyla gündemde olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, geçtiğimiz haftanın da en çok konuşulan ismi oldu. Sosyolog Sevinç Doğan Gökçek'in tasfiyesinin içinde olduğu süreci değerlendirdi. Doğan, "Tasfiyelerin, referandum sonuçlarıyla çok ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü referandum sonuçları, AKP’nin iktidarı boyunca ilk defa büyük şehirleri ve güçlü olduğu ilçeleri kaybettiğini gösterdi" dedi. Doğan, "Meral Akşener’in kuracağı partinin AKP’nin karşısına çıkarılması ve CHP’nin daha sağa yönelmesini de değerlendirerek "En nihayetinde devlet konsensüsünü sağlayanların daha milliyetçi kartlara oynayacağını, ulus-devletçi paradigmanın öne çıkartılacağını gösteriyor" ifadesini kullandı.

Evrensel'de Serpil İlgün'e konuşan Doğan'ın açıklamaları şöyle:

Erdoğan, Sırbistan dönüşü uçakta, belediye başkanlarının istifaya zorlanmasıyla ilgili, ‘Konuyla ilgili demek ki bir sıkıntı yaşıyoruz, bu sıkıntıları da aşmamız gerekiyor’ açıklamasında bulundu. Erdoğan’ın ‘sıkıntı’ olarak tarif ettiği şey ne? AKP içindeki tasfiyelerin nedeni için nereye bakmalıyız?

Tasfiyelerin, referandum sonuçlarıyla çok ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü referandum sonuçları, AKP’nin iktidarı boyunca ilk defa büyük şehirleri ve güçlü olduğu ilçeleri kaybettiğini gösterdi. Bu, parti tarihinde bir ilkti ve sonuçlar AKP içinde çok büyük tartışmalar yarattı. Aslında içerde bir zafer edası yoktu ve kazanlar kaynıyordu. İktidara yakın olan basına da bunlar yansımıştı. Fakat sonuçların kendisi, muhalefet tarafından benzer biçimde değerlendirilemedi.

Değerlendirilemedi derken?

Sonuçların bugüne ne getireceğini, bugüne nasıl olanaklar açacağını çok konuşamadık. Ama iktidar seçim sonuçlarının nelere yol açabileceğinin farkına vardı ve bugün buna karşı önlemler alınıyor. Seçimi kaybeden İstanbul, Ankara gibi kentlerde ve kendilerince kritik görülen şehirlerde ciddi yenilenmeler olacağı görülüyor. Aynı şekilde parti içinde de belirgin tasfiye ve yenilenmeler olacak. Sonuçta kaybedildi ve parti tarihinde bir ilk oldu bu.

Yerel yönetimler, AKP’yi iktidarda tutan önemli dayanaklardan biri, ciddi bir ekonomik kaynağa sahip olduklarını da biliyoruz. Dolayısıyla belediyeleri, özellikle de büyükşehirleri kaybetmek muazzam bir ekonominin/rantın da kaybedilmesi demek, ne dersiniz?

Refah Partisi belediyeciliğinin devamı olarak AKP’nin yerellerden yükselmesi gibi bir durum var, evet. Ama bugün artık bambaşka bir tablo var. AKP zaten merkezde yer alıyor. Bugün artık AKP için sadece yerellerden yükselen bir hareket diyemeyiz. Tersine çok merkezi, devlet içinde güç oluşturmaya çalışan, hatta ciddi güç kavgasına giren bir yapı var karşımızda. Diğer yandan evet, belediyeler sahip oldukları bütçelerle, özellikle büyükşehirlerdeki kapitalist kent ekonomisi nedeniyle çok önemli bir yerde duruyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni düşünelim... Dolayısıyla yerel seçimler çok önemli olacak.

‘Mahalledeki AKP’ kitabınızda da vurguladığınız üzere, yerel yönetimler hizmet siyaseti, sosyal yardımlar, eğitimler vs aracılığı ile tabanla canlı bir ilişkinin kurulduğu, bu yolla partiye yeni seçmen kazandırılan önemli ayaklar. Bugün, faturası belediye başkan ve yönetimlerine kesilen oy kaybının nedeni ne? Kurulan ilişkilerde mi yoksa hizmetlerde mi zayıflıklar baş gösterdi?

Gerek referandum sonuçları, gerekse son dönemlerdeki söylemler artık “hizmet siyaseti”nin yetmediğini ortaya koyuyor. İstanbul’da son iki üç ayda yaşadıklarımız dahi (en küçük bir doğa olayının bile İstanbul’da felakete dönüşmesi) İstanbul’un altyapısının ne kadar çürük olduğunu gösterdi. İstanbul artık bir beton kent. Hâlâ da yapılaşmalar devam ediyor. Diğer yanda da, kentsel dönüşümde kimlerin kazançlı çıktığına yönelik soru işaretleri duruyor.

Önümüzdeki süreçte daha yıkıcı hale gelecek kapitalist koşullarda, ayakta durabilmek için suç ortaklıkları meselesi gündem olacak. Yaşam koşulları oldukça zorlaşıyor. Bir insanın bir işe girmesi çok zor örneğin. Bunun için araya tanıdık koyması, birini ezmesi, rekabette öne geçmesi gerekiyor. Diğer yandan maaşla geçinmek de çok zor, birinin sırtından geçineceksiniz ki bir yerlere gelebilesiniz. Dolayısıyla vahşi bir kent yaşamında suç ortaklıkları gittikçe daha kaçınılmaz ve “normal” olacak.

AKP de tam da bunu, yani bireysel kurtuluşu vaat etti. Kitabınızda da neoliberalizmle AKP politikalarının nasıl örtüştüğüne vurgu yapmıştınız...

Evet, bu karşılıklı bir şey gibi. AKP neoliberalizmi besliyor ama neoliberalizmin kendisi de AKP’nin ekonomik-sosyal etiğini güçlendiriyor. AKP’nin bir şekilde yarattığı bütün bu yıkıcı, kutuplaştırıcı şeyi besleyen bir işleyiş biçimi. Çünkü işsizlik çok yoğun, iş bulmak için birilerinin birilerini elemesi, birilerinin “sırtına binmesi” gerekiyor. AKP de “Benimle gelirseniz bu toplumun yoksulu, ezileni olmayacaksınız, iş sahibi olursunuz, iktidar olmanın olanaklarıyla bir yerlere eklemlenebilirsiniz” diyor aslında.

Ama bunun bir yere kadar gideceğini gördük. AKP-MHP seçmenleri arasında, özellikle gençler arasında liyakat ciddi bir rahatsızlık nedeni. İşin ehline ya da hak edene verilmemesi, adam kayırmacılık sorun olarak görülüyor. Yaş aralığı düştükçe AKP’ye oy verme oranı da düşüyor. Kararsızların oranı da yüksek. Gençler arasında AKP’ye oy verme oranı azalıyor; çünkü iş bulmak zor, gençler gözü kör bir taraftarlığa da inanmıyor gibi, var olan siyasi atmosferden hoşnutsuz ve geleceği belirsiz görüyor.

Peki, parti içindeki bu tasfiyelerle ne sağlanacak? Belediye başkanları istifa ettirilecek, yerine işaret edilenler gelecek ve sorun/tartışmalar bitecek mi?

Tam tersi, önümüzdeki sürecin AKP içinde de çatışmalara/çelişkilere çok açık bir süreç olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir başkanın gitmesi, bırakın büyükşehir başkanının, bir ilçe başkanının bile yerinden edilmesi o ilçede gerilimler yaratıyor. Çünkü o ilçe başkanı oraya tek başına gelmiyor, bir ekiple geliyor ve üç dört yıl boyunca oradaki güç mücadeleleri, rekabet ilişkileri ile gelişiyor. Parti içindeki ciddi motivasyonlardan biri konum beklentileri... AKP içinde gerginlik olduğu biliniyor. “Kalacak mıyız, gidecek miyiz, birisi çözülürse her şey mi çözülür...” 2019’un alınmaması durumunda kaybedecek çok şeyi olanların sayısının fazla olduğunu akılda tutmamız gerekiyor.

"Devlet konsensüsünü sağlayanlar daha milliyetçi kartlara oynayacak"

Kadir Topbaş’ın ya da adı geçen diğer belediye başkanlarının neden görevden alındıklarına dair bir izahat yapılmamasını siz nasıl değerlendirdiniz? Üstelik örneğin Topbaş, ‘başarılı’ olarak nitelenirken?

Kendileri için başarılıydı, bu doğru. İstanbul’u sermayeye tamamen açtı çünkü. Gerçekten de yeni sermayeye (sadece AKP sermayesi değil bana kalırsa diğer sermaye gruplarına da) kenti açtı Kadir Topbaş. Ve bu anlamda hakikaten elinden geleni yaptı, başarılıydı yani.

Ama ‘Başarılıysan neden istifa ediyorsun’un bir açıklaması yok...

Biliyoruz ki bu liderin dayattığı bir şey. Ama böyle olduğu kamuoyunda açık bir şekilde tartışılsın istenmiyor. Şu anda zaten var olan sürecin kendisi ciddi hoşnutsuzluklar yaratmış durumda. Referandum öncesinde yaptığımız araştırmada AKP, CHP, MHP, HDP seçmenlerinin üzerinde ortaklaştığı iki şey vardı; asla hukuka güvenmiyoruz ve Türkiye’de adalet yok! Sadece demokratik anlamda değil, sınıfsal yani ekonomik anlamda da bir adaletin olmadığını söylüyor insanlar. Yine çok çarpıcı bir şekilde devletin hiçbir kurumuna bugün güven kalmadığını görüyoruz. İnsanlar yargıya güvenmiyor, orduya güvenmiyor, eğitim sistemine güvenmiyor... Bu çok ciddi bir şey. Başkanlık sistemi de iktidarı destekleyenlerce canhıraş biçimde savunulamadı. Çıkan sonuç da daha fazla istemeye gerek yok, “Artık yeter” sonucuydu bence.

Referandumda ‘evet’in çıkması, sonrasında milliyetçi söylemin daha da artırılması bu yaklaşımı, sorgulamayı nereye çekmiştir?

Başkanlık sistemi referandumdan geçmedi! Geçmiş gibi davranmak, konuşmak haksızlık oluyor diye düşünüyorum. Şaibeli, hâlâ hukuksal anlamda tartışılan, uluslararası mahkemelerce de tartışmalı olan bir seçimden bahsediyoruz. Ve bütün büyük şehirlerin “hayır” dediği bir seçimden bahsediyoruz. Azımsanmayacak bir kesim “evet” dedi, tamam. Ama büyük çoğunluğu da demedi.

Bunu unutmayalım diyorsunuz...

Kesinlikle! Tarihi egemenlerin istedikleri şekilde kurgulamamak gerekiyor gibi. Her şeye, tüm eşitsiz koşullara, baskılara rağmen başkanlık sistemi üzerinde uzlaşı sağlanamadı ve 16 Nisan, Türkiye’nin en şaibeli seçimlerinden biri olarak geçti tarihe. “Evet” diyenler iktidarın mobilize etmeyi başardığı kesimler tabii ki. Burada orta sınıflar ciddi bir kesimi oluşturuyor. Yine yoksullar, ama sadece tek başına yoksullar değil çünkü biliyoruz ki örneğin Alevi yoksullar CHP’ye oy veriyor, Kürt yoksullarının büyük bölümü HDP’ye oy veriyor. AKP, sınıf atlamaya çalışan yoksulları daha fazla çekiyor. Evet, sınıf atlamış, ayrıcalıkları elde etmiş kesimlerin bunlardan feragat etmesini beklemek çok zor. Ama bu insanlara toplumdaki huzursuzluğu görmezden gelmelerinin sorunları derinleştireceğini anlatmak gerekiyor. Sadece kendisine odaklanan bir bakış var.

Diğer yandan, ülkenin en az yarısı, var olan sistemden ve yönetiminden memnun değil. Evet, muhalefet homojen değil ama iktidar toplumun yarısını ikna edemiyor, sopa göstererek de uzun vadede istikrar sağlaması zor gibi duruyor.

AKP’li yazar-yorumcular Erdoğan’ın kucaklayıcı bir siyaset izleyeceğini söylese de pratiği, sözünü ettiğiniz yarıyı ikna etme gibi bir uğraş içine girmeyeceğini gösteriyor...

Evet, ben de bunun olmayacağını düşünüyorum.

Peki, parti içi tasfiyeler konusunda ‘Partinin geleceği için yapılıyor, milletin talebi bu’ açıklaması taban için ikna edici mi?

Erdoğan, “operasyonları partinin geleceği için, bir sonraki seçimin geleceği için yapıyoruz, koltukları değil geleceği, davamızı düşünelim” diyor ama kolay değil. Çünkü tabanda cemaat operasyonlarıyla ilgili hoşnutsuzluklar var. Bir taraftan onları hoşnut etmeye çalışırken, bir taraftan da tasfiyelere devam etmek kolay değil. AKP bugün, varlığını Türkiye’nin selameti için elzem gösteriyor. Aslında pür-i pak olduğunu da iddia etmiyor. Başkanlık sisteminde de sürekli vurgulanan şey, tek bayrak, tek devlet, tek millet sloganıydı! Bugün savaş nidaları yükseliyor. Bu otoriterliği güçlendiriyor. Erdoğan devlet içindeki farklı güç odakları nezdinde hâlâ vazgeçilmemiş bir konuma sahip duruyor. Çatışsa da bu güçler, Kürt sorunu karşısında, örneğin Kerkük’e müdahale konusunda, Türkiye’nin “ötekileri” karşısında aynı yerde durabiliyor. İktidarı ayakta tutan da Türkiye’nin kendi iç dinamikleri kadar dışarıda olanlar. Yani Suriye savaşı, Ortadoğu’nun kaynaması... Savaş, sınır dışı operasyonlar, müdahaleler, içeride kaldıraç işlevi görüyor.

Bu da KONDA’nın cuma günü kamuoyuyla paylaşılan seçmen eğilimleri anketindeki yüzde 34.7’lük AKP tercihini (kararsızlar dağıtıldıktan sonra yüzde 50) daha anlaşılır kılıyor...

AKP/Erdoğan çoğunluktan değil ama toplumun büyük kesiminden hâlâ oy alıyor, evet. Fakat ulus devlet kurulduğundan beri bu toplumun kendisine özel yarılmalardan, kutuplaşmalardan ve eşitsizliklerden de besleniyor iktidar. Yani, etnik-mezhepsel ayrımlar ve yaşam tarzı farklılıkları, tüm bunların yarattığı eşitsizliklerin kendisi iktidara yarıyor.

O halde asıl soru, ‘Erdoğan hâlâ nasıl birinci çıkıyor’dan ziyade, yarılmaların, kutuplaşmanın, eşitsizlik biçimlerinin nasıl ortadan kaldırılacağı veya hafifletileceği?

Evet. Çünkü Erdoğan gitse bile bu eşitsizlikler ve kutuplaşmalar, temsili figürler üretmeye devam edecek. Mesela Meral Akşener... Meral Akşener’in alternatif olarak AKP’nin karşısına çıkarılması ve CHP’nin daha sağa yönelmesi bize, en nihayetinde devlet konsensüsünü sağlayanların daha milliyetçi kartlara oynayacağını, ulus-devletçi paradigmanın öne çıkartılacağını gösteriyor. Oysa bu, toplumun en başta etnik olmak üzere ayrıştırılması demek. Sınıfsal anlamda da var olan eşitsizlikler iktidara fatura edilmiyor, düzene atfediliyor örneğin. Fakat iktidar sınıfsal eşitsizlikler üzerinden de sürdürüyor kendisini.

"Muhalif kesimler için CHP bir alternarif olamıyor"

KONDA’nın anketine göre kararsızların oranı yüzde 23,2. Kararsız olduğunu ya da görüşü olmadığını söyleyenlerin genellikle muhalif seçmen kitlesi olduğu anımsanırsa, oranın bu kadar yüksek çıkması bize ne söylüyor?

Kararsızların oranı son seçimlerde de fark edildiği gibi artıyor. Fakat kararsız kesimleri iyi tahlil etmek gerekiyor. Kimler karasız ya da neden kararsız oluyorlar? Referandum öncesinde, eli AKP'ye gitmeyen ancak gönlü de başka partiye oy veremeyenler vardı. Hatırlayın, bir coşku ve inanma edası yoktu parti çalışmalarında. Bununla birlikte genç seçmen grubuna da bakmak gerekiyor, çünkü gidişattan memnun olmadıkları anlaşılıyor. Örneğin iktidara oy verdiğini söyleyen genç kesimler arasında Gezi hakkında daha az olumsuz algılar var. Her şeyin çok kaygan ve değişken olduğu zamanlara tanıklık ediliyor. Muhalif kesimler içinse CHP gerçek bir alternatif olamıyor. Sağa eğilim göstermesi, ekonomi-politikaları anlamında farklı iddialar sunmaması, muhalif kesimleri tutuk kılıyor olabilir. Tek başına yaşam tarzı meselesi yetmiyor. Sizin etnik sorunları ele alışınız, kent politikalarınız, işleyiş biçiminiz de iktidar karşısında nasıl bir alternatif olacağınızı belirliyor sonuçta. Aynı şekilde HDP'nin ve başta Sellahattin Demirtaş olmak üzere önde gelen isimlerinin ne zaman "özgürce" siyaset yapabileceğine dair belirsizlik var. Bu da olumsuz şeylerden biri kuşkusuz.

"Kim yönetmetli'den çok, 'Nasıl yönetmeli sorusu daha anlamlı"

“Ülkeyi kim yönetsin” sorusuna, katılımcıların yüzde 32’si “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan” yanıtını verirken, 29.7 ise “Öyle biri yok” demiş ve bu oranlar birbirine oldukça yakın. Muhalefet açısından bu bulgu hangi handikaplara işaret ediyor?

Aslında bir handikap mı, düşünebiliriz. Belki ülkenin tek bir kişi tarafından yönetilmesine dair verilen olumsuz yanıtlardır bunlar. "Ülke nasıl yönetilmeli sorusu" belki daha anlamlı olur. Parlamenter sistemin, daha da önemlisi yerelden demokrasinin daha da güçlenmesi gerektiğine dair güçlü talepler vardı yakın zamana kadar ve bastırıldı. Erdoğan'ın bir anlamıyla bir mit olduğu biliniyor, ancak bu başkanlık sistemi için istediği onayı almasına yetmedi. Belki kişileri değil, yönetim ve katılım biçimlerini konuşmakta ısrar etmek gerek.

Kanal İstanbul'e geri çağırma, bir güç gösterisi

Kanal İstanbul projesi yeniden gündemde. Erdoğan, 2017 sonlarında ya da 2018 başlarında projenin startının verileceğini söyledi. Çılgın proje olarak lanse edilen Kanal İstanbul iki seçim öncesinin vaatlerinden biriydi. Ne ekonominin, ne bilimin aklının yatmadığı, sonuçlarının çok yıkıcı olacağı söylenen Kanal İstanbul projesinin yeniden canlandırılmasını nasıl okursunuz?

Aynı şekilde canlandırabilecekler mi, henüz bilmiyoruz. Ama çok çok büyük bir rant potansiyeli ve çok büyük bir değişim söylemi. OHAL’in daha çok toplumsal, siyasal boyutunu konuşuyoruz ama OHAL’in aynı zamanda çok ciddi bir ekonomik boyutu var. Sermaye çevreleri için değişen bütçe kararları, hızlı değiştirilen yönetmelikler ya da kararnameler açısından OHAL "işlevli" olmuş görünüyor.

Kanal İstanbul, içerideki kıpırdanmaları hatta farklı düşünen hoşnutsuz kesimleri bir arada tutabilecek tutkal işlevi görecek -ekonomik- projelerden biri gibi ele alınabilir. "Benden memnun ol olma, bu ilişkiler, bu kazanımlar sayesinde olduğun yerdesin ve -mış gibi yapacaksın" demeyi kolaylaştırıyor böylesi girişimler. Kent için hızlı bir yağma süreci bu aynı zamanda. Topkapı Sarayı çevresinin "denetimli" olarak inşaata açılması da bunun örneklerinden. Tüm bunların bir de sembolik bir anlamı var diyebiliriz. Muhalefete karşı "Bakın, biz her şeye rağmen devam ediyoruz, muhalefetinize rağmen bildiğimizi okuyoruz" yani hem bir nevi güç gösterisi demek oluyor hem de içeriye karşı da güven verme noktasında da bir anlama sahip görünüyor.

T24
ETİKETLER
bozkurt milliyetçi oylar referandum haber açıklama

Erdoğan'ı yakın gelecek için çok korkutan 5 konu
15 Ekim 2017

Erdoğan'ın Genel Başkanı olduğu AKP teşkilatının bazı il başkanlıkları ve Belediyelerine fatura ettiği tartışmalı referandum sonuçlarından sonra geleceği için korktuğu 5 nokta konuşulmaya başlandı.

Tartışmalı referandum sonuçları sonrası sürekli irtifa kaybeden AKP'de Erdoğan kötüye gidişi sürekli teşkilat ve belediyelerin üzerine atarak "Metal Yorgunluğu" olarak tarif etse de parti genelinde olumsuz hava sürüyor. 

BU GÜNLERE GELİNDİ AMA
Kurulduğu günden beri "Kol kırılır yen içerisinde kalır" özdeyişi siyasetini başarıyla uygulayan AKP'de uzun süredir devam eden iç çatışmalar dışarı yansımasa da ANAP'ın başına gelen sonun bir benzerini yaşama korkusu giderek yayılıyor. Cumhuriyet'ten Erdem Gül AKP'de başlayan ' Gelecek Korkusunu' çarpıcı bir analiz ile şöyle sıralamış.

TARTIŞMALI BIÇAK SIRTI SONUÇLAR
AKP’de teşkilat ve belediyelere yönelik operasyonların altında 16 Nisan’daki bıçak sırtı sonuçlar ve 2019 tedirginliği yatıyor.AKP’de, “metal yorgunluk” tanımıyla önce teşkilatlarda, bugünlerde de belediyelerde yürütülen operasyonların en önemli nedenini 16 Nisan referandumundaki bıçak sırtı sonuçlar oluşturuyor. Operasyonlar için düğmeye basılmasının nedeni olarak ise “tek bir oy”a bile muhtaç olunan 2019 seçimlerine giderken, “daha önce partide hiç yaşanmadığı” tespit edilen “korkular” konuşuluyor. 

BU BELEDİYELERİN BAŞKANLARI GİDİNCE METAL YORGUNLUĞU BİTECEK Mİ ?
AKP’de “5+1” nitelemesiyle (Düzce, Balıkesir, Bursa, Niğde, İstanbul ve Ankara) değişeceği belirtilen belediye başkanları arasında en kritik olarak görülenler İstanbul ve Ankara. İstanbul ve Ankara’daki operasyon, doğrudan 2019 seçimleri açısından varlık yokluk düzeyinde ele alınıyor. Çok kolay olmayan ve kendi içinde riskler taşıyan İstanbul’da Kadir Topbaş ve Ankara’da Melih Gökçek’in gönderilmesi kararı, bu nedenle alınabildi.

KORKULAR DÖNEMİ
2019 seçimlerinde partiye zarar verme riskine karşın operasyon kararı alınabilmesinin nedeni olarak 5 başlık altında toplanabilecek “korkular” diye getiriliyor. Daha önce her biri dönemsel olarak tek başına karşılaşılan ancak baş edilebilen ama bu kez parti tarihinde ilk kez tümü bir arada yaşanan 5 korkuya ilişkin parti kulislerinde konuşulan başlıklar şöyle:

 -Belediye dezavantajı:
AKP, 1994’te RP’nin İstanbul ve Ankara başta olmak üzere yaygın olarak kazandığı belediyeler üzerinde yükseldi. Partinin iktidara yürümesinde en önemli avantajı belediyelerin çalışmaları oluşturdu. Belediyeler, partinin büyümesine hep katkı sağladı. Ancak 2014 yerel seçimlerinde ilk kez ibre tersine dönmeye başladı. Belediyelerdeki oy oranları partinin oy oranının altına düşmeye başladı. Anketler bu düşüşün sürdüğünü gösteriyor. Bu düşüşte birçok nedenin yanı sıra başkanların yıpranması çok önemli bir neden olarak öne çıkıyor. 16 Nisan referandumunda İstanbul ve Ankara’da evet oylarının hayır oylarının gerisinde kalması da belediyelerdeki düşüşün bir göstergesiydi.

-Dava adamı-profesyonel siyasetçi:
AKP’de, yalnızca belediye başkanlarına değil, metal yorgunluk tespiti çerçevesinde teşkilata da operasyon yapıldı. 22 il başkanı istifa ettirildi ya da görevden alındı. Kongre sürecinde olunduğu için bu operasyonlar sürdürülecek. AKP, başlangıçtan itibaren sahada “dava partisi” kimliğini öne çıkararak hareket etti. Ancak partinin üçüncü dördüncü kuşağı denilen yeni teşkilat yöneticilerinin sahne aldığı son dönemde partinin “dava partisi” kimliğinde erimeler gözlenmeye başlandı. Parti adına “dava adamı” yerine “siyaset profesyoneli” kadroların öne çıktığı şikayetleri çoğaldı. Teşkilat yöneticilerindeki bu değişim, teşkilatlarda daha çok ilgi çeken ve konuşulan konuların “ihale-rant-para” olması şeklinde kendini gösterdi.

-Küskünler:

Partinin, yönetim anlamında başlangıçtaki “ortak akılla yönetim” kimliğinden uzaklaşması sürecinde kurucu kadrolarının küskünlüğü sürüyor. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, açık olarak bir muhaliflik göstermese de partiye mesafeli olduğunun mesajını veriyor. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kendisini mağdur olarak gördüğü biliniyor. Kuruculardan Bülent Arınç başta olmak üzere çok sayıda eski bakanın, partiye uzaklığı giderilmedi. “Küskün” olarak tanımlanan bu isimlerin tamamının 16 Nisan referandumunda açıkça evet yönünde tavır almadıkları ifade edilirken, bu uzaklıklarının devam etmesinin 2019 seçimleri için sorun olacağı açık.-

Akşener partisi: Partisini bu ay sonuna kadar kurması beklenen Meral Akşener hareketi de AKP’nin 2019 öncesi karşısına sıkıntı olarak çıkıyor. Akşener’in daha çok MHP’den oy alacağı görülüyor. Ancak kuruluş aşamasında AKP içinde yer alıp son anda ayrılan bir isim olması, AKP içindeki MHP ve merkez sağ eğilimli seçmene sempatik gelmesiyle, Akşener’in 2019 seçimleri için risk olduğu anketlerde de görülüyor.

-FETÖ mağduriyetleri:
Fetö soruşturmalarının kitlesel olarak çok genişlemesi de partinin önündeki sıkıntılardan biri olarak görülüyor. FETÖ soruşturmalarının yaklaşık 1 milyon olarak hesaplanan seçmeni doğrudan ilgilendirmesi, 2019 öncesi doğrudan oy hesaplarını etkiliyor. Geçmişte neredeyse tamamı AKP seçmeni olan doğrudan darbe bağlantıları içinde olmadıkları halde yaygın FETÖ soruşturmalarından etkilenen seçmenler de 2019 hesaplarında göz önünde tutuluyor.

Kaynak: Haberartıtürk

Zeynep Gürcanlı: Zarrab’ın Türkiye bağlantılarının da işi giderek zorlaştı
16/10/2017

…Saray’ın tüm bu çabaları sonuç vermemiş olacak ki, Zarrab davası kapatılmak bir tarafa; AKP’li yeni

isimleri de kapsayacak şekilde genişlemeye devam etti.

Son darbe ise bizzat Başkan Trump’tan geldi.

Trump geçen hafta yaptığı açıklamada, İran’ı teröre destek vermekle suçladı. Zarrab şebekesinin “finans
sağladığı” iddia edilen İran Devrim Muhafızları’na ise “yaptırım” kararı aldı.

ABD’de Zarrab davasına jüri olarak seçilecek sıradan vatandaşlar, Trump yönetiminin İran’ı teröre destek
konusunda yerden yere vurduğu, Devrim Muhafızları’nı resmen “hedef seçtiği” bir ortamda görev
yapacaklar.

Kısacası…

Zarrab’ın da, mahkeme dosyasında -daha tam olarak kimler olduklarını bilmediğimiz- Türkiye bağlantılarının
da işi giderek zorlaştı.

ABD’yle yaşanan vize krizini de… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde, eski Başbakanlardan merhum Bülent Ecevit’e yönelik suçlamalarını da, tüm bu gelişmeleri göz önüne alarak okumakta fayda var…

Zeynep Gürcanlı’nın yazısının devamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/zeynep-gurcanli/zarrab-asil-simdi-yandi-2050324/

CHP’li Bekaroğlu: Melih Gökçek elindeki belgelere güvenerek direniyor ama koca bir devletle karşı karşıya, elinde ne var ne yok alırlar
Hülya Karabağlı
16 Ekim 2017



“Melih Gökçek gözden çıkarılmış, Kadir Topbaş gibi gönderilecek”

CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifasının istendiği iddialarına ilişkin yaptığı değerlendirmede “Melih Gökçek gözden çıkarılmış, Kadir Topbaş gibi gönderilecek” dedi. Gökçek’in daha fazla dayanamayıp istifa edeceğini söyleyen Bekaroğlu, “Melih Gökçek, Ne yapmışsa hepsini yazmıştır, hepsinin filmini çekmiştir, belgelerini dizmiştir. Zaten 25 seneden beri böyle duruyor. Melih Gökçek onlara güvenerek direniyor ama çok uzun süre direnemez. Çünkü Melih Gökçek, AKP ile değil koca devletle karşı karşıya ve hiç acıyacaklarını sanmıyorum. Elinde neyi var, neyi hepsini alabilirler” diye konuştu.

CHP’li Bekaroğlu, T24’e şu değerlendirmeleri yaptı:

“İçişleri Bakanlığı marifetiyle alırlar mı enteresan olur”

“Melih Gökçek gidiyor, bir sürü kaynaklardan bilgi alıyoruz. Melih Gökçek gözden çıkarılmış, Topbaş gibi gönderilecek. Ama, Gökçek, direniyor. Nasıl direniyor, bu benim yolsuzluk yaptığım anlamına gelir. FETÖ bağlantılı anlamına gelir diyor direniyor. Ama, Cumhurbaşkanı kesinlikle alacak.

Eğer gitmezse, istifa etmezse, Kadri Topbaş’a yapıldığı gibi Meclis’te kararları iptal edilecek, ondan sonra da direnirsen İçişleri Bakanlığı marifetiyle alacağız diyorlar. Bakanlığı marifetiyle alırlar mı enteresan olur. Eğer Gökçek suç işlememişse, FETÖ, yolsuzluk suçu işlememişse, ‘metal yorgunu’ gibi parti içi işlem yapıyoruz derlerse, o zaman İçişleri Bakanlığı karıştırmak ne demek. Eğer bu suçları işledi deniyorsa o zaman tutuklanması lazım.”

“25 yıl ne yapmışsa hepsini yazmıştır, hepsinin filmini çekmiştir, belgeleri dizmiştir”

“Melih Gökçek, ne yapmışsa hepsini yazmıştır, hepsinin filmini çekmiştir, belgelerini dizmiştir. Zaten 25 seneden beri böyle duruyor. Melih Gökçek onlara güvenerek direniyor ama çok uzun süre direnemez. Çünkü Melih Gökçek, AKP ile değil ki, koca devletle karşı karşıya ve hiç acıyacaklarını sanmıyorum. Elinde neyi var, neyi hepsini alabilirler.”

“Erdoğan Bayraktar, ‘Ben ne yaptıysam başbakanın talimatıyla yaptım’ demişti”

“En kısa zamanda dayanamayacak ve istifa edecektir. Hatırlayın Erdoğan Bayraktar giderken “Ben ne yaptıysam başbakanın talimatıyla yaptım. Başbakanın da istifa etmesi gerekir” demişti. Melih bu noktaya getirir mi? Bu işin içinde şunlar var diyebilir mi sanmıyorum. Belgelerle ortaya çıkabilir mi, alın belgeleri diyebilir mi sanmıyorum dediğim gibi devletle karşı karşıyalar, iki elinde ne var ne yok alırlar. Bugün yarın istifa edecek.”

“Gökçek bundan sonra bir şey yapamaz”

(Gökçek, bundan sonra ne yapar sorusuna) “Hiçbir şey yapamaz. Geçmişte bunun örnekleri var, dört bakanla iddialar darbeye bağladılar, aday gösterilmediler. Onlar ne yaptı, hiçbir şey yapmadılar. Yapamazlar çünkü Bayraktar’ın dediği gerçektir. Birisi bir şey yapıyorsa bunu herkes biliyor. Bunun bilinmemesi mümkün değil. Genel bir şey var, Melih Gökçek gibi bir adam Ankara’yı parsel parsel veriyorsa, neler yaptı, yapmadı herkes biliyor. Ben AKP’li siyasetçiler için bir şey söylüyorum, Rize’de de böyle bir tartışma var eski belediye başkanı ile ilgili beni mahkemeye verdi. Ne dedim, ‘sen 10 sene evvel İstanbul’dan geldin. Gelirken ne kadar mal varlığınız vardı, şimdi ne kadar mal varlığınız var. Benim üzerimde yok, kimin üzerinde varsa devlet bunu biliyor. Melih Gökçek, Rize eski Belediye Başkanı kimse ne kadar gelirken ne kadardı. Ne kadar vergi ödediler”.

“Oturacak bir yerde hayatını devam ettirecek”

Mal varlıkları ortada kendi ve yakınlarının, biz görevden aldık niye alıyorsun çünkü ayyuka çıktı. Ankara sokaklarında herkes Melih’i konuşuyor. Metal yorgunluğu diyorlar. Bana sordu bir gazeteci, ‘siz metal yorgunu musunuz’ diye. Metal yorgunu olmak için Altınlar, gümüşler… (Kahkaha) Bunlar sadece metal yorgunu değil ki, inşaat yorgunu falan, bunlar hepsini beraber yaptılar, kemin ne yaptığını hepsi biliyor. Bence Melih buna dayanamaz istifa edecek. Oturacak bir yerde hayatını devam ettirecek.”

“Türkiye ne yapıyorsa bir kişinin bekasına bağlanmıştır”

“Niye böyle oluyor AKP çünkü Erbakan Hocaya karşı ortak akıl diyerek kuruldu. Sonra ortak akıl falan kalmadı tek bir akıla, tek bir kişiye endeksledi. Bunun dışında herkes araç. Şu anda bütün Türkiye ne yapıyorsa bir kişinin bekasına a bağlanmıştır. O kişinin 2019 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesi için her şey araçtır her şey geda edilebilir. Her araç değiştirilebilir.”

T24
ETİKETLER
mehmet bekaroğlu ankara belediye istifa gökçek erdoğan ak parti

"Ankara ve İstanbul'un kaybedilmesi, Erdoğan'ın yeniden seçilememesine neden olabilir"
16 Ekim 2017



"Gökçek şu sıralar Erdoğan’ın başını en az Trump ve Merkel kadar ağrıtıyor olabilir"

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, AKP'deki belediye başkanlarının istifalarıyla ilgili olarak "2019 Martındaki belediye seçimlerinde (16 Nisan’da “Hayır” çıkan) Ankara, İstanbul ve diğer büyük belediyeler kaybedilirse, bunun 2019 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine yansıması ağır olabilir. Bunun neticesi Erdoğan’ın güç kaybı, hatta belki yeniden seçilememesi de olabilir" dedi.

Yetkin'in "Erdoğan’ın iki derdi: Trump ve Gökçek" başlığıyla (16 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

En çok neye gülüyorum biliyor musunuz? Daha düne kadar, bir gözleri belediye projelerinde Melih Gökçek’i de Kadir Topbaş’ı da diğer AK Partili belediye başkanlarını da yere göğe sığdıramayan bazı meslektaşların şimdi birden “Gitse de kurtulsak” korosunda söylemeye başlamalarına.

Baksanıza, dış siyasette ABD ile AB ile her gün “Muhtaç değiliz” restini çeken, ne ABD Başkanı Donald Trump’a, ne Almanya Şansöylesi Angela Merkel’e eyvallahı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iç siyasette Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek kayasına takılmış görünüyor.

Sabah siyaset muhabirlerinden Zübeyde Yalçın kıdemli parlamento muhabirleri arasında sayılır. Dün yazdığı bir haber siyaset kulislerini dalgalandırdı.

Buna göre AK Parti’nin geçen haftaki Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bazı parti yöneticileri arasında AK Partili bazı belediye başkanlarından nasıl en az hasarla kurtulmak gerektiği konusunda farklı fikirler ortaya çıkmıştı.

Sabah haberine göre, Erdoğan’ın Gökçek dâhil istifa etmemekte direnen belediye başkanları için “Gereğini yapmayan olursa, biz yaparız” demesi üzerine kurmayları “Partiden ihraç edersek bağımsız belediye başkanı olarak kalırlar, bu da bize zarar verir” uyarısı üzerine, istifa etmemeleri halinde bu isimlerin İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmaları seçeneği üzerinde durulmuş. Ama bu da Partili belediye başkanları hakkında soruşturma açılması, örneğin yolsuzluk, görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan yargı önüne çıkmaları anlamına gelebilecek.

Erdoğan 2014’te Cumhurbaşkanı seçilirken partiyi Abdullah Gül’e değil de kendisine sadık olacağına ve Fethullahçılarla daha iyi mücadele edeceğine inandığı –en azından böyle söylediği- Ahmet Davutoğlu’na bıraktığında artık AK Parti’de asıl ölçünün lidere sadakat olacağı anlaşılmıştı. Davutoğlu’nun bir parti-içi darbeyle Mayıs 2016’da istifaya zorlanarak yerini Binali Yıldırım’a bırakması, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi sonrasında 16 Nisan 2017 referandumu ve nihayet 21 Mayıs AK Parti Kongresinde Erdoğan’ın yeniden seçimi partinin de bu ölçüye göre yeniden yapılanmasını gündeme getirdi. Ancak işin göründüğü kadar kolay olmadığı ortaya çıktı: evet, herkesi aday yapan Erdoğan olmuştu ama aradan geçen 15 yılda zaten AK Parti öncesi siyaset hayatı olmayanlar dahi belli bir seçmen tabanı oluşturmuştu.

Erdoğan’ın belediyelerde temizlik harekâtı oyun planını bozan muhtemelen Kadir Topbaş’ın İstanbul Belediye Başkanlığından Erdoğan’ın öngörmediği kadar erken istifası oldu. Bu istifa dikkatlerin Gökçek üzerinde olması gerekenden fazla toplanmasına yol açtı.

Gökçek ile Erdoğan zaten yakın geçmişte Ankara Ticaret Odası seçimleri nedeniyle karşı kaşıya gelmişti; oğlu Osman Gökçek –iddialara göre mantar gibi kurdurulmuş 12,500 yeni şirket desteğiyle aday olmuş ama AK Parti müdahalesiyle seçimi kaybetmişti.

Hükümet yanlısı medya ve troller CHP’lilerden daha keskin bir kampanyayla Gökçek’in istifa edip Erdoğan ve partiyi rahatlatması gerektiğini yazmaya başladı, Erdoğan sert imalardan bulundu, hatta bir soru üzerine “Parti şerefi, şahısların şerefinden üstündür” gibi ağır bir söz ederek Gökçek’i görüşmeye çağırdı ama, Gökçek oralı olmadı.

Nedeni, Sabah’ın haberiyle de ortada aslında. “Metal yorgunluğu” söylemiyle, Fethullahçılıkla mücadele söylemiyle, lidere bağlılık, partiye ve ülkeye bağlılık söylemiyle girişilen ev temizliğinin AK Parti’ye daha fazla hasar verme ihtimali tartışılıyor bir anlamda.

Çünkü İçişleri Bakanlığının görevden almasını istemek, aslında bu belediyelerde akçalı işler dâhil usulsüzlüklerin olması kuşkusu demek.

Peki, Gökçek, ya da Balıkesir, ya da Bursa belediye başkanları, ya da haberde adı verilmeden “beş ilave” diye yazılan başkanlar istifa etmezler bu muhtemel suçlardan yakayı sıyırmış mı olacak?

Yoksa şu “pazarlık” iddiasıyla kulislerde dolaştırılan komplo teorileri böyle bir açmaza mı dayanıyor? Cevap vermek için elde yeterli bilgi yok; siyasetteki şeffaflık giderek azalıyor.

Evet, Erdoğan şu sıra dış politikada ciddi sorunlarla uğraşıyor. Bir yandan Trump “Tutuklu papazı bırak” baskısı üzerine gelen iki Başkonsolosluk görevlisinin tutuklanması olayına vize işlemlerini dondurarak orantısız bir cevap veriyor. (Kararın zaten görev süresi dolmuş olan Büyükelçi tarafından alınmadığını, Trump’ın kararı olduğu artık ABD’den gelen beyanlarla anlaşılıyor.) Diğer yandan Reza Zarreb davası, Erdoğan’ın Zarrab’ın durumunu –aslında Başkonsoloslukta kaçakçılık işlerinden sorumlu olan- tutuklu görevlilerin durumuyla karşılaştırması ardından daha da ilginç bir hal almış bulunuyor. Diğer yandan Almanya Şansölyesi Merkel, Erdoğan’ın “Muhtaç değiliz” sözüne satır araları “Uğraşmayın, AB ilişkilerini keserek suçu üstlenen ben olmayacağım” diyen bir mesajla karşılık veriyor. Suriye ve Irak’taki sıcak çatışma ve ekonominin bu harekata bütçe yetiştiriyor olması ayrı bir konu.

Ama bütün bunlar bir yana, Gökçek’in ve Gökçek’in direnmesi arkasına saklanan diğer belediye başkanlarının durumu bir yana gibi tuhaf bir durum ortaya çıkıyor.

Çünkü 2019 Martındaki belediye seçimlerinde (16 Nisan’da “Hayır” çıkan) Ankara, İstanbul ve diğer büyük belediyeler kaybedilirse, bunun 2019 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine yansıması ağır olabilir. Bunun neticesi Erdoğan’ın güç kaybı, hatta belki yeniden seçilememesi de olabilir.

Yani Erdoğan, radikal kararı alsa bir türlü ki o zaman hasar ağırlaşabilir, almasa, işi oluruna bıraksa başka türlü; o zaman da otoritesi sarsılabilir.

Yani Gökçek şu sıralar Erdoğan’ın başını en az Trump ve Merkel kadar ağrıtıyor olabilir.

Kendisi de pek bir siyaset acemisi sayılmayacak Melih Gökçek bu durumun farkında ve elindeki kozu ona göre oynuyor, diğerleri de ondan cesaret alıyor.

O nedenle Erdoğan önümüzdeki günlerde siyasi hayatının en kritik kararlarından birisini AK Partili belediye başkanları, milletvekilleri ve parti yöneticileri hakkında alabilir.

Her türlü ihtimale hazırlıklı olmakta fayda var.

24
ETİKETLER
erdoğan gökçek topbaş seçim belediye murat yetkin istifa

"Anketlere göre AKP, karlı dağlar gibi eriyor; yenilgi kaçınılmaz"
16 Ekim 2017



"İstifa ettirmelerle bunu önlemeye çabalıyor"

Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Gürsoy, son dönemlerde yapılan anketlerde AKP'nin oy oranının "karlı dağlar gibi eridiği" benzetmesini yaparak, "Son anketlere bakılırsa AKP, karlı dağlar gibi erimekte. İstifa ettirmelerle bunu önlemeye çabalıyor. Kendini yenileme çabasının içine girmiş görülse de kendi dışında artık düzeltemeyeceği bir gerçeklik var" yorumunda bulundu.

Gürsoy'un Yeniçağ gazetesindeki (16 Ekim 2017) yazısı şöyle:

Artık herkes biliyor..

Açık ve net.

Kral çıplak..

Son anketlere bakılırsa AKP, karlı dağlar gibi erimekte. İstifa ettirmelerle bunu önlemeye çabalıyor. Kendini yenileme çabasının içine girmiş görülse de kendi dışında artık düzeltemeyeceği bir gerçeklik var.

Her şey eskiyor. Yüzler, sözler, vaatler, beklentiler... Söylenen yalanlar, aldatılmış olmalar, vs.. Eskidi ve kanıksandı artık. Kimin ne yapıp yapamayacağı, hangi vaadini tutup tutamayacağı yaşayarak görüldü.

Şu sıralar belediye başkanlarını neden konuşuyoruz? Neden metal yorgunluğu hep belediyelerde oluyor da başka yerlerde hiç olmuyor?

Çünkü orası geliş yolu.

Haliyle dönüş yolu da oradan olacak.

Nedeni bu.

Gerçi birçok il başkanını da istifaya zorladılar. Yerine yenilerini seçtiler.

Olsun.

Durum değişmez. Bir kere duvar çatlayıp içeri su girmeye başladı mı, o deliği kapatırsın. Sonra yanından bir tane daha çıkar. Koşar telaşla orayı da tıkarsın.. Sanki sözleşmiş gibi ardı ardına bir daha. Bir daha..

Koş Allah koş.

Bir müddet sonra yorulursun.

Her deliği kapattığında su artarak gelir. Sonu malum..

Kaçamazsın..

Her yeri su basar ve sen de içinde kalırsın.

Son anketler iktidara bunu anlatıyor...

Yenilgi kaçınılmaz.

Neden kaçınılmaz..

Çünkü Türkiye, hem ekonomik ve hem de siyasal olarak ağır bunalımların tam ortasında duruyor. Yetmezmiş gibi çoğu gereksiz tartışmalarla dünya ölçeğinde Türkiye'yi zora soktular.

Keza Yunanistan bütün Ege'yi sahiplendi çıt yok..

Çipras babamızın oğluymuş gibi yaprak kımıldamıyor. İktidarın ürettiği milliyetçi söylemlerin inandırıcılığı tam da burada son buluyor.. Çünkü, Suriye'de efelenirken, Ege'de süklüm püklüm duran bir iktidar var. Gerçek duygular ve samimi bakış meselenin neresinde onu tam olarak bilemiyoruz..

E, İdlib'e girdik ama bu defa icardan itiraz sesleri yükseliyor. Şam yönetimi "çıkın" diyor..

Kimi gazeteci tutuklamalarında bakın. İddianamelerle ilgili yansıyan bilgi iddiaların tutarsız ve temelsiz olduğunu gösteriyor..

Eğitim..

Tümden facia..

Sanki bir yıkım ekibi iş başı yapmış gibi. AKP hükümetleri eğitimde kendilerini tekzip etmeye devam ediyor. Fatura ise bütün toplumun önüne konulmuş durumda. Neredeyse karneler verilecek ama ders kitapları var, öğretmen kılavuzları yok.

Sınav karmaşası devam ediyor..

İşsizlik halk nazarında ekonomiden de ağır bir yük.

Tarım ülkesi Türkiye'nin saman ithal ediyor olması ve bir de et ithali gibi en temel meseleleri çözememiş olmanın ağır faturası önümüzde duruyor.

Kısacası, iktidar sahipleri, önünde duran anketlere bakarken, boşuna hayıflanmamalı.. Bunlar gibi sayfalara sığacak çatlak var siyaset duvarında. Onlarca medya organına sahip olsa da artık mızrak çuvala sağmıyor.

Şimdi halk sadece yeni bir umut kapısı arıyor. O da bu ayın sonunda aydınlatmaya başlayacak..

T24
ETİKETLER
ahmet gürsoy erdoğan akp korku

"Nuriye Gülmen ve Semih Özakça tek başlarına OHAL’i delmeyi başardı"
16 Ekim 2017



Birgün gazetesi yazarı Erk Acarer, "Nuriye Gülmen ve Semih Özakça tek başlarına OHAL’i delmeyi başardı. Bu açıdan Saray ve AKP iktidarının büyük korkusu oldu" ifadelerini kullanarak, "20 Ekim’de iktidar açısından bir başka mühim duruma şahitlik edeceğiz" dedi.

Acarer'in Birgün'deki yazısı (16 Ekim 2017) şöyle:

Sadece eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumları bile Türkiye’de 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin iktidar açısından nasıl bir fırsata çevrildiğinin, ‘kendinden olmayanları’ yok etmek için nasıl çaba gösterildiğinin açık bir göstergesi.

Vatandaşlığın, ‘Erdoğan’a biat etmeye indirgendiği’, muhalefetin ‘hainlikle’ ölçüldüğü, sanal bir ülkede çıt çıkmaz, yaprak kımıldamazken onların öyküleri kendiliğinden büyüdü. Ne var ki bugünlerde belki de ihtiyaç duyduğumuz en son şey ‘bu büyük öyküler.’ Çünkü insan canı, hayatın kıymeti her şeyin ötesinde.

Can yakıcı özel dönemlerin ve alçak iktidarların tarihlerinin kahramanlar çıkardığına şüphe yok. Zaman geçip demlendikçe; bu türden insanların, neleri göze alıp başardıkları da daha net anlaşılıyor, anlaşılacak.

Lafı dolandırmak anlamsız. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça belki de tek başlarına OHAL’i delmeyi başardı. Bu açıdan Saray ve AKP iktidarının büyük korkusu oldu. Avukatlarını bile tutuklamaya varan akıl almaz süreci de ancak bu şekilde açıklayabilmek mümkün. Emsal olacakları kaygısı ve kibirli, ‘geri adım atmaz’ devlet aklı Gülmen ve Özakça konusunda kendi elini kolunu da bağladı.

İki insan aylardır işlerine geri dönebilmek için direnç gösteriyor, açlık grevi yapıyor. ‘Gözlerden ırak olsunlar’ diye cezaevine gönderilmelerini ise akılla, izanla, vicdanla açıklayabilmek olanaksız. Öte yandan onlarla ilgili, farklı endişeler de ortaya çıkıyor. Ölüm ve zorla müdahale ederek açlık grevini sonlandırma kaygısı sorunlara ekleniyor.

Açıkçası “İşimizi geri verin” talebinin dönüştüğü yer korkunç: “Bizi cezaevinde tutmayın, sakat bırakmayın, öldürmeyin!”
Erdoğan’a biat etmeyen, ‘aklı başında her vatan haini’ biliyor. Bir kez daha ifade etmekte yarar var. Bile bile ölüme gönderilen iki insanın ne darbeyle, ne de darbe jelatiniyle ambalajlanmaya çalışılan ‘terörle’, ‘devletin bölünmez bütünlüğüyle’ ve rejimin bekasıyla alâkası bulunuyor.

Gülmen ve Özakça’nın öğrettikleri şeyler var. İşte bu yüzden, ‘elimizden bir şey gelmiyor’ hissiyatıyla teslimiyet anlamlı değil. İktidarın ördüğü tüm duvarlara rağmen bir ışık aramak şart. “Nuriye ve Semih için ne yapılabilir?” sorusu da ‘dayanışma grubu’ tarafından özetle şöyle cevaplandırılıyor:

“Yapılabilecek hiçbir şey yok duygusu hareket alanımızı kısıtlıyor. Tüm bu yasaklar, baskılar, tutuklamalar, komplolar zaten bunun için. OHAL Komisyonu, OHAL mağdurları için adres gösteriliyor. En azından yüzlerce kişi komisyonu arayıp onlara destek verebilir. ‘İşlerine dönsünler’ diyebilir.”

Karanlık, yalanlardan beslenen bir dönem. Ezmek, yok etmek, sindirmek için her fırsat değerlendiriliyor.

20 Ekim’de üçüncü kez eğitimcilerin mahkemesi görülecek. Semih Özakça, ilk savunmasının bir bölümünde kısaca şunları aktardı:

“Ben ‘Bütün anlaşmazlıkların ve savaşların kaynağı olan zenginliği istemiyoruz, istediğimiz sadece özgürlüktür’ diyerek direnen ve katledilen Katilina’yım. Anadolu’da baba İshak,

‘Dönen dönsün, ben dönmem yolumdan’ diyerek diz çökmeyen, boyun eğmeyen Pir Sultan’ım. 1525 yılı Almanya’sında zulme isyan eden Thomas Münzer’im. İrlanda zindanlarında açlık greviyle direnen ve ‘Bizim de günümüz gelecek’ sözünü söyleyen Bobby Sands’ım. Ben… ‘Aç kalmak, alçalmaktan bin kat iyidir’ diyen Ebuzer’im…”

Aslında onun örnekleri ve ifadeleri, bugünün iktidarını kimler elinde tutuyor ve biz kimiz sorularına da bir gönderme.

Son olarak… 20 Ekim’de iktidar açısından bir başka mühim duruma da şahitlik edeceğiz.

Bakalım iyiden iyiye bulaştıkları o kara lekelerden birini daha da koyulaştırmakta mahir olacaklar mı?

T24
ETİKETLER
erk acarer nuriye gülmen semih Özakça

ABD’nin hedefinde kim var ve biz AKP sonrası Türkiye’ye hazır mıyız?
Taner Renda
15 Ekim 2017

Önsöz yerine: Uluslararası politika yapıcıları, Recep Tayyip Erdoğan için alarm seviyesini kırmızıya yükselttiler. Bu hafta Washington Post’un başyazısında: “Tüm Türkiye vatandaşlarına yasaklama değil, Erdoğan Rejimi yetkilileri ve yakın işadamlarına cezalandırma getirilmeli” diye net bir hedef gösterildi (Vize yasaklamasını, buzdağının sadece suda görünen kısmı olarak algılamalıyız. Bunu kriz olarak adlandırıyorsak; Kasım ayından başlayarak, ardından gelecek olanlara ne isim verilir, siz tahmin edin).

Sanırım bu başyazıda yazılanları, şöyle okumalıyız: Türkiye Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ona yakın olan, neredeyse bütün ballı ihaleleri alma yetkisine haiz işadamları ile Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye sermayesinin, Amerika Birleşik Devletleri nezdinde farklı olduklarını görüyor ve “ilgililerin” de bunu böyle görmesini istiyor.

Varan 1

Yine Washington Post’un bir başka yazarı olan David Ignatius (Erdoğan’ın meşhur One Minute çıkışını yaptığı İsrail’in o zamanki Cumhurbaşkanı Simon Perez ile olan oturumunu yöneten kişi), ABD ve Türkiye arasındaki vize krizinin perde arkasındaki nedeni, lafı ağzında gevelemeden söylüyor: 27 Kasım’da New York’ta başlayacak olan Rıza Sarraf ve Türkiye Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın yargılanması.

Ignatius, ‘ABD-Türkiye anlaşmazlığının merkezindeki adam mahkeme önüne çıkmak üzere’ başlıklı yazısına “ABD ile Türkiye arasında giderek sertleşen anlaşmazlığın merkezinde, Türkiye’nin hiddetli cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, para aklama ve dolandırıcılık suçlamasıyla mahkeme önüne çıkmak üzere olan Türk-İranlı altın tüccarının Amerikalı savcılar tarafından serbest bırakılması talebi bulunuyor.” diye giriş yapıyor. Erdoğan’ın “ Vatandaşımı tutuklayacaksın, sonra da itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin” sözlerinin, aslında 27 Kasım’da başlayacak olan duruşmalardan önce, en son Amerikan Konsolosluğu’nda çalışan Metin Topuz’u da tutuklayarak; dava öncesi başta İzmir’de bir yıldır halen tutuklu bulunan Rahip Brunson ve diğerlerini, Rıza Sarraf’a karşı takas olarak kullanmak istediğini yazıyordu.

Ignatius ayrıca, Erdoğan’ın eski ABD Başkanı Obama ile telefon konuşmalarında iki kere, 15 Temmuz darbesinden yaklaşık iki ay sonra da hem Sarraf’ın serbest bırakılmasını, hem de davanın savcısı Preet Baharara’nın kovulmasını Başkan Yardımcısı Joe Biden ile de özel görüşmesinde dile getirdiğini, Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın da Biden’ın eşi Jill Biden’den aynı şeyleri istediğini öne sürüyor(artık dava dosyasında Emine Erdoğan’ın da resimleri giriş yapmış. Hem de Sarraf’ın avukatları tarafından bu resimler konmuş). Eski bir üst düzey Obama yönetimi yetkilisi de, “Erdoğan’ın bu davaya dair saplantısının, davanın ilerlemesi halinde ailesine ve nihayetinde kendisine zarar verebilecek bilgilerin açığa çıkmasından kaynaklandığını varsayıyorduk” diyor.

“Davayı durdurmak için bu çeşitli girişimlere rağmen süreç ilerledi ve hatta iddianame, eski bir bakan ile önde gelen üç Türk’ü kapsayacak şekilde genişledi” diyen Ignatius, “Erdoğan Trump’ın Sarraf’ın serbest bırakılması için yaptığı baskıya destek vereceğini ummuş olabilir. Ve Trump da başta Türk lidere sempatik yaklaşıyordu; onu mayıs ayında Washington’a davet etti. Fakat o ziyaret, Erdoğan’ın korumalarının Türkiye elçisinin dışındaki protestoculara saldırmasının gölgesinde kaldı ve Trump’ın manevra alanı kendi yönetiminin etrafındaki soruşturmalar nedeniyle zayıfladı.”

Varan 2

Bu yıl mayıs ayı sonunda basında “Nijerya gümrük polisi, Türkiye’den yola çıktığı belirtilen silah yüklü bir gemiyi Lagos limanında yakalayıp el koydu” diye küçük bir haber çıkmıştı. Aslında bu ilk değildi. Daha önce de defalarca Türkiye’den yola çıkan ve Nijerya’ya girerken içi silah dolu olarak yakalanan gemiler olmuştu ve ne “merkez basın” (aslında işin merkezi diye birkaç gazete dışında kalmadı ya) neyse ne de yandaş basın bunları yazmak gerekliliğini görmemişlerdi.

Sizce nereye gidiyordu bu Türkiye’den yola çıkan silah dolu gemiler? Nijerya hükümet yetkililerine göre Boko Haram terör örgütüne.

Yine bu hafta, Abdurrahman Dilipak’ın, "Aha bunu not edin" başlıklı yazısında, "Senaryo netleşiyor. Türkiye’yi, diktatörlük, soygun ve teröre destek vermekle, kara para cenneti olmakla suçlayacaklar", "Libya’da savcılık, büyük çoğunluğu Türkiye ve Katar’da bulunduğu ileri sürülen 826 kişi hakkında tutuklama kararı verdi. Bunların arkası gelecek. Bu başlık altında oluşturulan 5000 sayfalık dosya 5 yıldır masalarında bekliyor. Yurtiçi ve yurtdışından telefon kayıtları, videolar, hacklenen e-mail dosyaları, server’ler" diyen Dilipak, “Sadece AK Parti, bazı bakanlıklar ve resmi kurumlar yok bu dosyalarda, bazı şirketler, patronlar, gazeteciler, bürokratlar, STK’lar, herkes var.”

17/25 Aralık’tan sonra yakalanan MİT TIR’larındaki silahların nereye gittiğini artık hepimiz biliyoruz: Suriye’deki Özgür Suriye Ordusu adı verilen terörist gruplara, IŞİD ile savaşmaları için dağıtıldı. Ancak ÖSO’nun içinden pek çok grup buradan ayrılıp, IŞİD’e geçince; verilen bu silahlar, doğal olarak IŞİD’e yardım olarak sonuçlandı. Bu söylediklerimizi bilmeyen yoktur ama ne ABD, ne de Rusya “şimdilik” işlerine gelmediği için, bu konuda ses çıkarmadılar. Ne var ki, yakında IŞİD’ın işi bittikten sonra, birdenbire bu alengirli silah verme işi hatırlanıp, uluslararası terörist gruplara silah desteği verilmesi suçu olarak ülkemizin ve AKP’nin pek çok bakanının başını ağrıtacağını biliyoruz.

Varan 3

Yine bu hafta içinde ABD Başkanı Trump, Savunma ve Dışişleri Bakanları ile yaptığı zirvede, kendileri için sınıra gelmiş ve tehlike arz eden 3 ülkeyi masaya yatırıp, saatler süren bir çözüm yollarını tartışması sanırım en dikkat çekici unsurların başına almamızı gerektiriyor. Öncelikle bu 3 ülke hangileri sorusunu sormamız gerekiyor: İran, Kuzey Kore ve Türkiye. Türkiye’nin bu sıralamada son haftalarda yaptığı ataklarla ilk sıraya yerleşmiş olduğunu da açıklamalardan öğreniyoruz.

Şu temel önermeyi baştan hatırlatayım: Bir partiyi veya bir yönetimi, ülke yönetimine kim getirmişse; yine onun tarafından götürülür. İstisnaya da tarihsel olarak DEVRİM adı verilir.

Görünen o ki: AKP’ye şah mat çekilmesi artık çok yakın. Ve yine görünen o ki: AKP’ye şah matı çekecek olan da ABD ve sadık müttefikleri olacak. Ve yine görünen odur ki: bu politika yapıcıları, AKP’nin yerine gelmesini düşündükleri partiyi (şimdilik biz bilmiyoruz) ABD’nin Think Thank’leri çok evvelden olasılıklara bakarak, kendileri için en iyi olacak yapılanmayı devreye sokmuşlardır.

Gelelim istisnai duruma. Bence bu istisnai durum, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve yakın ekibi tarafından çok önceden görülüp, gerekli önlemler alınmak suretiyle tehlikenin dozu azaltılmış durumda. Ezop dili ile konuşmayı bırakırsak: HDP’nin iki eş Genel Başkanları başta olmak üzere pek çok milletvekili saçma sapan gerekçelerle tutuklanmış ve hapse atılmışlardır. Güney Doğu’da HDP tarafından kazanılan belediye başkanlıkları AKP tarafından ellerinden alınıp, onların da çoğu hapse atılmak suretiyle “ortadan kaldırılmışlardır”. Böylece, HDP’nin iktidar alternatifi olmasının önü kesilmiştir. CHP ise zaman zaman iyi ve doğru çıkışlar yapsa da; esas olarak AKP sonrası oluşacak iktidar boşluğunda, yönetime getirileceğini düşünerek, pozisyon alıyor.

Son söz yerine; şimdi doğru soruyu kendi kendimize soralım: Ne Yapmalı?

İnsanhaber

O gece Saray'da tam iki saat bekletildi! Erdoğan, Gökçek'e "Benim canımı daha fazla sıkma..." dedi
16.10.2017



AK Parti yönetimi tarafından istifası istendiği iddia edilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in şu anlarda İstanbul’dan Ankara’ya gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılamak üzere Esenboğa Havaalanı’na doğru yola çıktığı belirtildi. Gökçek’in ‘son bir kez’ Erdoğan’la görüşmek istediği kulislere yansırken, bu görüşmenin havaalanında gerçekleşebileceği ifade ediliyor.



Abdulkadir Selvi, bugünkü yazısında Melih Gökçek krizinin perde arkasını ifşa etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'la görüşmesi saklamak için Melih Gökçek'in yalan söylediğini belirten Abdulkadir Selvi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'nın Cumhurbaşkanı'nın istifa talebine nasıl direndiğini, bu süreçte neler söylediğini tek tek yazdı.

Abdulkadir Selvi, Melih Gökçek'in yerine kimin geleceğini de yazdı. Öte yandan Ahmet Hakan ise, "Melih Gökçek’in bugün istifa etmesi bekleniyor" dedi.

AK Parti yönetimi tarafından istifası istendiği iddia edilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in şu anlarda İstanbul’dan Ankara’ya gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılamak üzere Esenboğa Havaalanı’na doğru yola çıktığı belirtildi. Gökçek’in ‘son bir kez’ Erdoğan’la görüşmek istediği kulislere yansırken, bu görüşmenin havaalanında gerçekleşebileceği ifade ediliyor.

CHP 'Lİ YARKADAŞ: ERDOĞAN, 'BENİM CANIMI DAHA FAZLA SIKMA...' DEDİ

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş ise, Melih Gökçek'le ilgili çarpıcı iddialarda bulundu. Erdoğan'la Melih Gökçek'in Beştepe'de yaptığı görüşmeyi anımsatan Barış Yarkadaş, "Melih Gökçek o gece Saray'da tam iki saat bekletildi. Görüşme ise sadece 22 dakika sürdü. Gökçek'e yakın medya bu gerçeği gizledi" iddiasını ortaya attı. Barış Yarkadaş, Twitter 'dan şunları yazdı:

"İddialara göre, görüşme biterken Erdoğan, 'Benim canımı daha fazla sıkma...' dedi. Gökçek evine döndü. Ertesi gün ise şu oldu: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 'nda görevli olan beş savcının yaptığı soruşturmaların kapağı açıldı. Savcılar her an düğmeye basabilir. Savcıların elindeki dosyalar, çok kapsamlı ve detaylı. Bu konudaki brifingi ise konuyla ilgili eski bir bakan verdi. Şimdilik bu kadar..."
Millî Gazete

Emekli maaşıyla ev almaya kalktı, ödeyemeyince katliam yaptı
15 Ekim 2017



Antalya'da aldığı evin taksitlerini ödemekte zorlanan 54 yaşındaki Sertok Özen, tartıştığı eşi 47 yaşındaki Hanife Özen ile kızı 23 yaşındaki Esra Özen'i tüfekle öldürdü. Bacanağı Osman Göçer'in de evine giden Özen, onu öldüremeyince kaçtı.

[Haber görseli]Olay, dün gece yarısı, Muratpaşa İlçesi Yenigün Mahallesi'nde bulunan 1043 Sokak'ta meydana geldi. Kısa süre önce şoför olarak çalıştığı süt ve süt ürünleri firmasından emekli olup, ayrılan Sertok Özen, krediyle ev satın aldı. Özen, 2 bin TL emekli maaşının 1500 TL'siyle kredi taksidi ödemeye başladı.

Dün gündüz saatlerinde, Akseki'ye giden Özen, gece yarısı evine döndü. Eve alkollü geldiği iddia edilen Özen, tartıştığı eşi Hanife Özen'in başına, üniversite öğrencisi kızı Esra Özen'in ise boğazına tüfekle ateş etti. Anne ve kızı, olay yerinde yaşamını yitirdi. Ardından Muratpaşa Mahallesi'nde oturan bacanağı Göçer'in evine giden Özen, kendisine kapıyı açan bacanağına tüfeği doğrulttu. Göçer'in, ani bir hareketle namlunun yönünü yukarı doğrultmasıyla tüfek ateş aldı. Özen paniğe kapılıp, kaçarken Osman Göçer ve eşi Emine Göçer polisi aradı.

Olay yerine gelen polis ekipleri, buradaki çalışmalarını tamamladıktan sonra Özen'in evine gitti. Ekiplerin evde yaptığı incelemede, anne ve kızın cansız bedeni bulundu. Akdeniz Üniversitesi Adli Tıp Kurumu'nun morguna götürülen anne ve kızının cansız bedeni, otopsinin ardından Serik İlçesi'nde defnedilecek. Polis ekipleri, kaçan Sertok Özen'i yakalamak için çalışma başlattı. Sertok Özen'in oğlu 19 yaşındaki Şafak Özen'in ise olay sırasında evde olmadığı belirtildi.
Cumhuriyet

Akif Beki: Melih Gökçek bu haberle mi gitmeliydi, doğruysa skandal!
17 Ekim 2017



"Şuursuzca basmışlar gazeteye"

Karar gazetesi yazarı Akif Beki, iktidara yakın bir gazetede Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgili çıkan habere ilişkin, "İktidara yakın bir gazetede çıkmıştı. Melih Gökçek dahil, istifası istenen belediye başkanları direnirse başlarına gelecekleri anlatıyordu. Melih Gökçek bu haberle mi gitmeliydi, doğruysa skandal" dedi.

Beki haberi "şuursuzca basılmış" olarak yorumlayarak "Haber yalansa bir skandal! Yok doğruysa ortada iki skandal var demektir. Yalansa skandal çünkü... Bunu da mı duyacaktı bu kulaklar, bu günleri de mi görecekti bu gözler demeden, şuursuzca basmışlar gazeteye" diye yazdı.

Beki'nin Karar'daki yazısı ( 17 Ekim 2017) şöyle:

AK Parti sözcüsü ne duruyor anlamış değilim, üstünden iki gün geçti, Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki MYK’dan sızdığı iddia edilen o haberi hâlâ yalanlamadı.

İktidara yakın bir gazetede çıkmıştı. Melih Gökçek dahil, istifası istenen belediye başkanları direnirse başlarına gelecekleri anlatıyordu.

Partiden ihraç halinde, başkanlığa bağımsız olarak devam edebilecekleri düşünüldüğünden, ayak direyenleri İçişleri Bakanlığı’na havale etme kararı alınmış.

Bakanlık devreye sokulacak, bırakmak istemeyen başkanlar hakkında soruşturma açılarak görevden el çekmeleri sağlanacakmış.

Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

DOĞRUYSA İKİ SKANDAL

Haber yalansa bir skandal! Yok doğruysa ortada iki skandal var demektir.

Yalansa skandal çünkü... Bunu da mı duyacaktı bu kulaklar, bu günleri de mi görecekti bu gözler demeden, şuursuzca basmışlar gazeteye.

Ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor olmalı ki... Devlet gücü parti siyasetinin emrine koşulmuş da tehdit ve şantaj amacıyla kullanılıyormuş gibi göstermekte bir sakınca görmemişler.

Güya iyilik yapıyorlar AK Parti’ye... Hiç dehşete kapılmadan, gayet doğal, olağan, sıradan bir parti kararı gibi yansıtmışlar.

Sanki ne var bunda, iktidar partileri yapar böyle şeyler, haktır, ellerindeki devlet imkanıyla suç dosyaları tutarlar, günü gelince de dosyasını koyarlar seçilmiş başkanların önüne, boyun eğerse sümenaltı ederler, eğmezse de açıp çatır çatır hesap sorarlarmış gibi...

Devlete de onu yöneten partiye de bundan korkunç bir iftira, bundan beter kötülük olur mu?

Baskıyla istifaya zorlamaktan görevi kötüye kullanarak suç örtbas etmeye kadar... Haberin mesajında, sadece istifa edenleri değil bakanlık soruşturmalarını da zan altında bırakan imalar var, devlet gücünü parti çıkarlarına alet etme şayiası var...

Bühtan üstüne bühtan...

Şiddetle reddetmesi gerekenlere bakıyorsunuz, ne AK Parti sözcüsünden ses çıktı, ne de İçişleri Bakanlığı’ndan.

Gördükleri halde görmezden geldiklerine ihtimal vermek istemiyorum. Eminim dikkatlerinden kaçmıştır...

HALK İRADESİNİN ÜSTÜNDE BİR İRADE YOKTU HANİ!

Dün Mehmet Ocaktan hatırlattı. Gezi olaylarında ‘demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir’ diyenlere, ‘Evet sadece sandıktan ibarettir’ demişti Erdoğan.

Sandıkla gelenin sokak gösterileri ya da başka sandık dışı yollarla gitmeyeceği, demokrasinin kalbinde sandığın yer aldığı tezini, AK Parti’den çok savunan olmamıştı. Kurulduğu günden beri siyasetinin temel kodu, kampanyalarının merkeziydi bu söylem.

Demokrasilerde halk iradesinin üstünde hiçbir güç tanımamaya çağıran onca slogandan, vesayetçi kafalarla onca savaştan, onca demokratik yönetim mücadelesinden sonra buraya mı gelinecekti?

Parti üst yönetiminin iradesini, halk iradesinin üstüne çıkaran, hatta tepesinde boza pişirten bu haber yok mu...

İşte bu haber, kafamıza kazınan her şeyi silmemizi, doğru bildiğimiz her şeyi unutmamızı ve demokratik siyaset dersine sıfırdan tekrar başlamamızı istiyor.

Seçimle gelen ancak seçimle gidecek derken, seçimle gelenin dayatmayla gitmeye zorlanmasını bile normal karşılamamızı telkin ediyor.

Çok tehlikeli bir haber. Doğrusu şöyle dursun, yalanı bile korkunç.

T24
ETİKETLER
akif beki melih gökçek haber

CHP ve MHP'den Gökçek'e destek: Seçimle gelen seçimle gider
17 Ekim 2017



"Yolsuzluğu ya da FETÖ'cülüğü varsa yargıya hesap vermeli"

İstifa edeceği iddia edilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e, belediyenin CHP ve MHP'li üyelerinden destek geldi. Partilerin grup başkanvekilleri Gökçek'e 'seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiğini' söyledi.

Hürriyet'ten Deniz Gürel'in haberine göre, Ankara Büyükşehir Beledi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ekm 17, 2017 8:31 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ekm 17, 2017 7:23 pm    Mesaj konusu: CHP ve MHP'den Gökçek'e destek: Seçimle gelen seçimle gider Alıntıyla Cevap Gönder

Enflasyon eylülde yıllık yüzde 11.20'ye yükseldi
03 Ekim 2017



Beklenti aylık yüzde 0.63, yıllık yüzde 11.10 artış olmasıydı

Eylül ayında TÜFE aylık yüzde 0,65, yıllık yüzde 11,20 artarak beklentilerin üzerinde geldi. Eylülde fiyatı en çok artan ürün yüzde 14,75'lik artışla yeşil soğan oldu.

TÜİK'in açıkladığı verileri göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) eylülde yüzde 0,65, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 0,24 arttı. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 11,20, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 16,28 oldu.

Tüketici fiyatları bazında eylülde en yüksek fiyat artışı yüzde 14,75 ile yeşil soğanda görülürken, en fazla fiyat düşüşü yüzde 27,46 ile yurt içi bir hafta ve daha fazla süreli turlarda oldu.

Enflasyon verisi açıklandığında dolar/TL kuru 3,5716’dan işlem görüyordu.

Bloomberg'ün haberine göre, çekirdek TÜFE %10.58 beklentisine karşılık %10.98 arttı ve 13.5 yılın zirvesine yükseldi. Önceki %10.16'ydı.
T24

Mahçupyan: Bu rakamlara göre işler iyi gitmiyor ve daha da bozulacak
17 Ekim 2017



"Tedbir alınmazsa, önümüzdeki yıl ortası tüketici enflasyonunun 15’e yaklaşması şaşırtıcı olmaz"

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan, eylül ayı enflasyon rakamlarının görünür bir tehlikeye işaret olduğuna dikkat çekerek, "Bu rakamlar iki şey söylüyor: birincisi, işler iyi gitmiyor ve daha da bozulacak" dedi.

Tedbir alınmadığı taktirde tüketici enlasyonun önümüzdeki yıl yüzde 15'e yaklaşabileceğini öne süren Mahcupyan, "Üretici enflasyonu gecikme ile olsa da tüketime yansıyacak. Ara mallarda yaşanan enflasyonun kaynağı dövizin yükselmesi ve Türkiye’nin siyasi atmosferi veri alındığında düşme ihtimali çok zayıf. Dolayısıyla yatırım yapmanın zorlaşacağı bir süreçteyiz ve nitekim makine teçhizat kaleminde küçülme yaşanıyor olması bunun bir veçhesi. Tedbir alınmazsa, önümüzdeki yıl ortası tüketici enflasyonunun 15’e yaklaşması şaşırtıcı olmaz" diye yazdı.

Mahcupyan'ın Karar gazetesindeki (17 Ekim 2017) yazısı şöyle:

Eylül ayı enflasyon rakamının açıklanması ile birlikte tehlike iyice görünür oldu. Önümüzdeki iki çeyrek sonrasında ekonomik tabloyu pembeye boyama imkanı kalmayabilir. Yükselen bütçe ve cari açığı veren, işsizlik oranları tehlikeli boyuta gelen ve sağlıklı bir büyüme zemini üretemeyen bir ekonomiye dönüştük. Son enflasyon rakamları tüketici fiyatlarında yıllık yüzde 11.2’ye, üretici fiyatlarında ise 16.3’e işaret ediyor. Çekirdek tüketici enflasyonu geçen ay 10.16 idi ve eylül beklentisi 10.58 olarak açıklanmıştı. Ama gerçekleşme 10.98 oldu… Üretim tarafında ise hem aylık hem yıllık olarak en fazla artış ara mallarında gerçekleşti. Bu arada en fazla artışın ham petrol ve doğalgazda (yüzde 4.31) olduğunu ekleyelim.

***

Bu rakamlar iki şey söylüyor: birincisi, işler iyi gitmiyor ve daha da bozulacak… Üretici enflasyonu gecikme ile olsa da tüketime yansıyacak. Ara mallarda yaşanan enflasyonun kaynağı dövizin yükselmesi ve Türkiye’nin siyasi atmosferi veri alındığında düşme ihtimali çok zayıf. Dolayısıyla yatırım yapmanın zorlaşacağı bir süreçteyiz ve nitekim makine teçhizat kaleminde küçülme yaşanıyor olması bunun bir veçhesi. Tedbir alınmazsa, önümüzdeki yıl ortası tüketici enflasyonunun 15’e yaklaşması şaşırtıcı olmaz. İkinci olarak ekonomi yönetiminin beklentileri tutmuyor ve bu gidişi engelleme imkanı da gözükmüyor. Çünkü söz konusu trendler durdurulamadığı gibi, Türkiye’nin borç alma ihtiyacı da sürekli yükseliyor. Tahminler bir ay bile sabit kalamıyor ve her ay öngörülenin üzerinde dış borç aranıyor. Bu da, ekonominin kırılganlığı veri alındığında, doğal olarak daha yüksek reel faiz taahhüdü anlamına geliyor.

Bu tablonun arka planında devletin ‘şişmesi’, kamu harcamalarının toplumsal katma değeri ‘yutması’ ve bununla yetinilmeyip geleceği ipotek altına alacak pahalı yatırımlara girişilmesi yatıyor. Ayrıca hukuki güvencenin çok aza indiği, gelecekle ilgili belirsizliğin ise çok yükseldiği bir dönemden geçiliyor. Cumhurbaşkanı’nın hangi konuda hangi kararı vereceğinin bilinmediği, var olan herhangi bir sistemin kalıcılığına güvenmenin zorlaştığı bir süreçteyiz. Bütün bunlar özel sektörün yatırım yapma hevesini kırarken, büyük sermaye devlet imkanları üzerinden ‘garantili’ kar peşinden koşuyor. Bu açık veren ve sürekli daha da açık verecek bir ülke tablosu… Nitekim devlet vergileri artırarak kendi açığını kapatıyor ama toplanan para ancak verimsiz girişime can suyu olduğu ölçüde kısır döngü devam ediyor.

İşin garip yanı hükümet sorumluluğu üstlenmiyor… Örneğin yüksek kâr elde ettiği için bankalar suçlanıyor. Oysa bankalar bu kârı esas olarak hükümetin politikalarını kendi lehlerine kullanarak elde ediyorlar. Yani dizginler hükümetin elinde… Öte yandan Erdoğan hâlâ ‘yüksek faiz sebebiyle enflasyonun düşmediğinden’ dem vurabiliyor ve “bu benim iddiam” diye ekliyor. Anlaşılan etrafındakiler de bunun ancak ‘diğer her şey sabit kaldığında’ geçerli olabilecek, dolayısıyla gerçekçi olmayan bir önerme olduğunu, korelasyonla nedenselliğin aynı şey olmadığını söylemiyor…

***

Büyüme ve yatırımın önündeki esas engel kamunun kaynakları kullanma iştahı ve bunu cari harcamaları şişirme yönünde kullanması. Bu nedenle kamu yatırımları ancak yap-işlet-devret sistemi ile yapılabiliyor ve aynı nedenle fahiş kâr garantileri veriliyor. Bu da enflasyonu azdırdığı gibi reel faizleri de yukarı çekiyor. MÜSİAD Başkanı’nın dediği üzere faizin düşmesi için üretimin artması lazım… Yani özel sektör yatırımlarını teşvik eden bir ortam gerek. Bu ise kamu harcamalarının dizginlenmesine, enflasyonun düşürülebilmesine, dövizin güvenilir bir seviyede tutulabilmesine bağlı.

Kısacası popülizmin terk edilip ekonomide ‘fabrika ayarını’ ima eden rasyonel düşünme ve yönetme modeline dönülmesine bağlı…

T24
ETİKETLER
etyen mahcupyan enflasyon

"Bu işsizlik oranını bile mumla arar hâle gelebiliriz"
17 Ekim 2017



işsizlik sorununun çözümü için alınacak yol çok ama, en önce bu yolların uygulanmasını engelleyen OHAL’in kaldırılması gerekiyor.

Hürriyet gazetesi yazarı Erdal Sağlam, büyüme oranlarının istihdama istenilien katkıyı sağlayamadığı görüşü dile getirerek, "İşsizlik sorununun çözümü için alınacak yol çok ama, en önce bu yolların uygulanmasını engelleyen OHAL’in kaldırılması gerekiyor. Aksi takdirde bu yüksek işsizlik oranlarını bile mumla arar hale geliriz" dedi.

Sağlam'ın Hürriyet gazetesindeki ( 17 Ekim 2017) yazısı şöyle:

Dün açıklanan temmuz ayı işsizlik oranları, işsizliğin artmaya devam ettiğini, yüksek büyüme oranlarının istihdama istendiği kadar katkı sağlamadığını gösteriyor.

Büyümenin büyük ölçüde, artık doyma noktasına gelen, inşaat sektöründen kaynaklandığı ortada. Buna, çarkların dönmesinin büyük ölçüde sıcak paraya dayalı olmasını da eklerseniz; ileriye dönük işsizlik oranları konusunda umutlu olmak pek mümkün değil. Ekonomik risklerin yanında iç ve dış politika gelişmeleri de, ileriye dönük mevcut büyüme oranlarının sürdürülmesinin bile çok zor olacağını gösteriyor.

Dün açıklanan temmuz ayı işsizlik oranı üzerine bir arkadaşımız mevcut durumu şu mesajla özetlemiş: 3 milyon 443 bin kişi işsiz; oranı yüzde 10.7. Her 3 genç kadından biri hem işsiz hem eğitimsiz. Çalışanların yüzde 35’i kayıt dışı...

CHP milletvekili eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak’ın mesajı şöyleydi: Temmuz ayında işsiz sayısı 3 milyon 43 bine ulaştı, işsiz ordusuna öncelik yılın aynı ayına göre 119 bin kişi katıldı. Daha da vahimi; erkek işsizlerin sayısı 35 bin kişi azalırken, kadın işsizlerin sayısı 154 bin kişi arttı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak ise hükümetin teşvik, prim erteleme ve kredi pompalamalarına rağmen işsizliğin çift hanelerden inmediğini, aksine artışa geçtiğini söylüyordu.

Bu mesajların hepsinde, bence ayrı noktalardan haklı saptamalar bulunuyor.

Türkiye ekonomisi mevcut yapısıyla, dışa bağımlı bir görünüm verdiği için, büyümeyle işsizlik oranları arasındaki korelasyon o kadar güçlü olamıyor. Bu yapı hem finansmanda hem üretimde dışa bağımlılığı büyütüyor. Bu nedenle istihdama katılan sayısını ciddi miktarlarda artırsanız bile, işsiz sayısındaki, işsizlik oranlarındaki yüksek eğilim devam ediyor. Yani her şeyden önce ekonomideki mevcut yapının değişmesi gerekiyor. Bunun için “siyaseten yabancı şirket düşmanlığı, ekonomik olarak ithal ikamesi benzeri” yapıların önerilmesinin faydalı olamayacağı ise açık. Maalesef son dönemde hem sıcak para hem işsizlik oranlarındaki çaresizlik üzerine hükümetin bu yanlış anlayışa yöneldiğini görüyoruz.

Halbuki yapılacaklar belli; teknoloji yüksek ama büyüme dostu sanayilerin geliştirilmesi gerekiyor. Bununla birlikte kaynakların inşaat gibi ileriye dönük üretim gücü çok düşük alanlar yerine, araştırma geliştirmeye, öncelikleri saptanan üretken sektörlere aktarılıp, verimlilik ve işgücü birlikte değerlendirilerek, yeni bir organizasyona gidilmesi gerekiyor.

Böylece hem cari açığı azaltıp finansman sorununuzu halletmek, hem de daha fazla istihdamı yaratmaktan başka çare yok. İşte bunu başarabilirseniz, siyasi ve ekonomik olarak “dışa bağımlı” olmaktan kurtulabilirsiniz.

Tüm bunlar için ise eğitime, üniversitelere, özgür araştırma iklimine, bunlar ve istediğiniz yabancı sermaye katkısını sağlamak için ifade özgürlüğüne, demokrasinin geliştirilmesine ihtiyacınız olduğu kesin.

Buna karşılık daha dün, olağanüstü halin bir kez daha uzatılması kararı verildi. Halbuki OHAL ile artık yol alınamayacağını, ekonominin OHAL mağduriyetinin arttığını, işlerin tıkanmaya başladığını, artık AKP’ye yakın işadamları bile artık telaffuz eder hale geldi..

Özetle; işsizlik sorununun çözümü için alınacak yol çok ama, en önce bu yolların uygulanmasını engelleyen OHAL’in kaldırılması gerekiyor. Bu yolla iç politika, diplomasi ve ekonomide normalleşme sağlanması, artık en acil konu.

Aksi takdirde bu yüksek işsizlik oranlarını bile mumla arar hale geliriz.

T24
ETİKETLER
işsizlik işsizlik rakamları erdal sağlam

CHP ve MHP'den Gökçek'e destek: Seçimle gelen seçimle gider
17 Ekim 2017



"Yolsuzluğu ya da FETÖ'cülüğü varsa yargıya hesap vermeli"

İstifa edeceği iddia edilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e, belediyenin CHP ve MHP'li üyelerinden destek geldi. Partilerin grup başkanvekilleri Gökçek'e 'seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiğini' söyledi.

Hürriyet'ten Deniz Gürel'in haberine göre, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP ve MHP grup başkan vekilleri Gökçek’i makamında ziyaret etti.

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi MHP Grup Başkanvekili Ramazan Şimşek, ziyareti doğrulayarak Gökçek'e, "24 yıldır Ankara’nın belediye başkanısınız. Başarılı ya da başarısızsanız bunu halk değerlendirmeli. Aday olup olmayacağınız partinizin iç meselesi ancak seçimle gelenin seçimle gitmesi kanaatindeyiz. Partimizin görüşü de bu şekildedir" dediğini anlattı.

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili Doğan Yılmazkaya da, "Seçimle gelen seçimle gitmeli. Bir yanlışı varsa, yolsuzluğu ya da FETÖ’cülüğü varsa yargıya hesap vermeli. Yöntemin doğru olmadığını düşünüyoruz” diye konuştu.

Gökçek'in bu sözler karşısında yorum yapmadığı, ziyaretten memnuniyet duyduğunu söylemekle yetindiği belirtildi.

Belediye Meclisi'nde çoğunluk AKP'de

Grup başkanlarının ziyaretinde Ankara Büyükşehir Belediye Meclis Başkanvekili Ali İhsan Ölmez ve Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grup Başkanvekili Bekir Yıldız da yer aldı. Belediye meclisinde 100 AKP’li, 23 CHP'li, 15 MHP'li, 1 BBP'li, 3 de bağımsız üye bulunuyor.

T24
ETİKETLER
melih gökçek akp chp mhp ramazan Şimşek doğan yılmazkaya

"Ahmet Davutoğlu oturmuş, 10 maddelik Kerkük nasıl kurtulur planı hazırlamış; 'Eyvah' dedim..."
17 Ekim 2017



"Abi ne olur Allah aşkına sen karışma yerinde otur"

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük hakkındaki görüşlerini anlattığı 10 maddelik 'Kerkük Nasıl Kurtulur' planına ilişkin, "Ahmet Davutoğlu oturmuş, 10 maddelik Kerkük nasıl kurtulur planı hazırlamış; 'Eyvah' dedim" yorumunda bulundu.

Özkök'ün Hürriyet'teki yazısından ( 17 Ekim 2017) ilgili bölüm şöyle:

ABİ NE OLUR ALLAH AŞKINA SEN KARIŞMA YERİNDE OTUR

GÖRÜNCE “Eyvahhhh” dedim...

Ahmet Davutoğlu oturmuş, 20 maddelik “Kerkük nasıl kurtulur” planı hazırlamış...

“Eyvaahhhh” dedim... Desene beterin de beteri gelecek... Dur artık... Allah aşkına dur...

Sen hiç karışma, fikrini kendine sakla...

İnan, memlekete yapacağın en büyük hizmet bu “stratejik sükût” olacaktır...

T24
ETİKETLER
ahmet davutoğlu ertuğrul Özkök kerkük

Kulis: AKP'liler 'Yedek milletvekilliği olsa, belediye başkanları gibi bizim de istifamız istenirdi, ipten döndük' diyor
Hülya Karabağlı
17 Ekim 2017

AKP kulislerinde “Hiçbir siyasetçinin güvencesi kalmadı” yorumları da yapıldı

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in beklenen istifasının gelmemesi siyaset kulislerinde söylentilerin hızını kesmedi.

İstifa edeceğini söyleyenlerin çoğunluk oluşturduğu Gökçek konusunda, kolay gitmeyeceğini söyleyenler de dikkat çekiyor. Hatta, Gökçek’in elindeki belgeleri ailesi ve kendisini güvence altında tutmak için önceden farklı yerlerde, farklı kişilere dağıttığını iddia edenler de var.

AKP’liler: İpten döndük

Ancak, iktidar kanadının Gökçek, Bursa, Balıkesir ya da örgütlerde yaşanan gelişmelerin dışında başka bir gündem maddesi var. O da ‘yedek milletvekilliği’ konusu. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini öngören anayasa değişikliği teklifinde ‘yedek milletvekilliği’ önerisi yer almıştı. Ancak, AKP içinde ve örgütlerde büyük bir itiraza neden olduğu için teklif metninden çıkarılmıştı.

İktidar kanadında bugün istifası istenen Belediye başkanlarıyla gündeme gelen konuyla ilgili bazı vekiller, “Eğer yedek milletvekilliği olsaydı bugün Gökçek ya da diğer belediyelerin başına gelenler bizim de başımıza gelecekti. Bizim de açılan bir telefonla istifa etmemiz istenebilirdi” diyorlar.

AKP’lilerin bir kısmı ‘ipten döndük’ derken “Hiçbir siyasetçinin anayasal, yasal haklarından dolayı güvencesi kalmadı” yorumları da yapıldı.

T24
ETİKETLER
akp kulis belediye başkanı yedek milletvekilliği istifa

"Turgut Özal, Melih Gökçek için 'O dangalak istifa etmesin' demiş"
17 Ekim 2017



"Dangalak sözüne de bayağı güldük"

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın istifa iddialarıyla gündemde olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e 20 Ekim 1991'deki seçimlerden önce "O dangalak istifa etmesin" dediği iddia edildi. Gökçek'in "dangalak" sözüne sevinerek, güldüğü öne sürüldü.

Yeniçağ'dan Orhan Uğuroğlu'nun "O dangalak istifa etmesin" başlığıyla (17 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bu önemli cümle bugün "istifa ya da azil" ikilemi ile karşı karşıya kalan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında Cumhurbaşkanı tarafından söylendi.

Nasıl olur?

Kim, kime söyledi?

Ne zaman söylendi?

Bu soruların hemen aklınızdan geçtiğini tahmin ederek tarihi bir anımı sizinle paylaşacağım ki konuyu tüm gerçekliği ve tanıkları ile anlatayım.

Tarih: 31 Ekim 1989 ANAP Genel Başkanı Turgut Özal, Cumhurbaşkanı seçildi.

Yerine Yıldırım Akbulut atandı ama ANAP teşkilatı da seçmen de Akbulut'u beğenmedi, desteklemedi.

15 Haziran 1991 günü yapılacak Anavatan Genel Kurulu'nda Genel Başkanlık için iki aday ortaya çıktı. Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz.

Melih Gökçek, desteklediği Başbakan Akbulut'un seçilmesi için Mesut Yılmaz aleyhinde kampanya başlattı.

Mesut Yılmaz Anavatan Partisi Genel Merkezine girişte Melih'in gönderdiği büyük bir grup tarafından yuhalandı, olaylar çıktı.

Genel Kurul'da Gökçek de adayı Akbulut da kaybetti, Mesut Yılmaz Genel Başkan seçildi ve Başbakan oldu.

Yılmaz 20 Ekim 1991'de yapılacak milletvekili seçimlerinde Melih Gökçek'in de aralarında olduğu ANAP'ın muhafazakâr kanadını dışlama kararı aldı.

STAR TV'nin Ankara Temsilcisi olarak o günlerde Gökçek ailesi ile ailece de görüşüyorduk.

Eylül ayında Sakarya Caddesi'ndeki makam odamda asker arkadaşım Sedat Güler ile oturuyordum ki sekreterim Ece Cengiz telaşla odaya girerek, "Nevin Gökçek telefonda ağlayarak sizinle görüşmek istiyor" dedi.

Telefonu aldım ve Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı bir öğretmen olarak tanıdığım Nevin Gökçek ile konuştum.

Nevin Hanım, "Melih'i kandırdılar, Refah Partisi'nden milletvekili adayı yapacaklarmış, evden az önce aldılar, Keçiören Refah Partisi İlçe Başkanlığı'nda kaydını yapacaklarmış. Orhan ancak sen engellersin. Lütfen araç telefonundan ara, engelle." dedi bir çırpıda sürekli ağlayarak.

Gökçek'i hemen aradım inatçılığını bildiğimden; 'Deli misin, sen Melih Gökçek'sin. Keçiören ilçe de üye olunur mu? Bana gel Erbakan'ı arayayım. Genel Merkez töreni ile Refah'a havalı şekilde gir' diyerek ikna ettim.

Az sonra 3-4 araba geldiler. Refah Partilileri binaya almayıp sadece Melih'i aldım odama.

Hemen sordum; 'Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın haberi var mı?'

Gökçek, "Hayır yok" dedi. Neden Refah Partisi'ne geçiyorsun diye sordum.

Gökçek, "Mesut beni ve muhafazakâr isimleri milletvekili yapmayacak. Beni aday gösterecek Refah Partisi'ne geçeceğim çünkü milletvekili olmak istiyorum" dedi.

'Bak Melih seni ANAP'a alan, Keçiören Belediye Başkanı ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü yapan Özal'a vefasızlık olmaz mı? Ayıp olmaz mı? Dur ben arayayım beraber olduğumuzu söyleyeyim o Yılmaz'la konuşur, milletvekili olursun dedim.'

Göçek'te tatilde olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı aradım denizde yüzüyormuş. Koruma Müdürü Musa Öztürk'e durumu anlattım ve acilen telefon ile görüşmek istediğimi söyledim.

ANAP'ın kurucu genel başkanı, Cumhurbaşkanı Özal arayınca durumu özetledim.

Özal, "Söyle o dangalak istifa etmesin, öyle bir hata yapmasın, eşini de ağlatmasın. Ben şimdi Mesut'u arayacağım sen de 10 dakika sonra ara Orhan" dedi.

Gökçek de telefon ahizesine yaklaşarak dinlediği için bu sözleri duydu ve çok da sevindi.

Dangalak sözüne de bayağı güldük ki, Sedat Güler, "Özal seni oğlu gibi görüyormuş demek ki" dedi.

10 dakika sonra Mesut Bey'i aradım. Gelişmeyi anlattığım Genel Merkezde MKYK toplantısında imiş. Sekreteri Seval, "Evet az önce Sayın Özal ile konuştu Mesut Bey ama çok kızgın girdi tekrar toplantıya, şimdi bana da kızmasın" dedi ama yine de Mesut Bey'i telefona bağladı ki aramızda şu konuşma geçti.

- Sayın Başbakan az önce Özal ile...

Yılmaz: "Orhan yorma kendini konuyu biliyorum. Beni yuhalatan Gökçek'i asla listeye koyup milletvekili seçtirmem. Turgut Bey'e de söyledim."

- Refah Partisi'ne geçecek...

Yılmaz: "Defolup gitsin..."

Ve Melih Gökçek'in ANAP macerasının noktalandığı an oldu.

Melih'e tamam o zaman ben de sözümde durayım diyerek Erbakan'ın basın danışmanı Fikret Özkan'ı arayarak durumu anlattım. Özkan biraz müsaade et dedi ve tekrar arayıp, "Hocam çok mutlu oldu. Salı günü grup toplantısında Melih Bey'in partiye kaydını imzalayıp bizzat rozetini takacak" dedi.

Melih Gökçek Refah Partisi'nden seçildiği Ankara Milletvekilliğinden 3 yıl sonra istifa ederek 1994'te Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.

Merhum Özal ve Erbakan'ı rahmetle anarken siyasetin ele avuca sığmayan ismi olan Gökçek ile önemli anılarımın da devam edeceğini okurlarıma duyururum.

T24
ETİKETLER
gökçek istifa özal haber dangalak

Ahmet Hakan: Melih Gökçek isyan bayrağını çekip AKP aleyhine çalışır mı?
17 Ekim 2017



"Gökçek, CHP'ye mi geçecek güldürmeyin beni"

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla yakın zaman istifa edeceği öne sürülen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'le ilgili soru sorarak "İsyan bayrağını çekip AKP aleyhine çalışır mı?" ifadesinde bulundu.

Ahmet Hakan'ın "Melih Gökçek bu saatten sonra neler yapabilir?" başlığıyla yayımlanan (17 Ekim 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

İSYAN bayrağını çeker mi?

Öyle bağladı ki kendisini Tayyip Erdoğan’a... Bırakın isyan etmeyi, sitem etmeye bile hakkı yok.

*

Ak Parti aleyhinde çalışır mı?

Ortam öyle namüsait ki... Bırakın aleyhte çalışmayı, “inşallah kaybederler” diye içinden bile geçiremez.

*

Pazarlığa oturabilir mi?

Öyle bir kıskaç altında ki... Bırakın pazarlığa oturmayı, “merhamet, azıcık merhamet istiyorum” bile diyemez.

*

Başka bir partiye geçebilir mi?

Nereye geçecek? CHP’ye mi? Güldürmeyin beni.

*

Oğlu Osman’la ilgili pazarlık yapabilir mi?

Ne oğlu? Ne Osman’ı? Ne pazarlığı? Bırakın Osman için bir şeyler talep etmeyi... Adını bile anamaz.

*

Ankara’dan bağımsız aday olabilir mi?

Bırakın yeltenmeyi... Aklından bile geçirmez.

*

Vuruşarak çekilebilir mi?

Kadir Abi tarzı nezaketen çekilmese de... İçine atarak çekilir.

*

Yüzünü buruşturabilir mi?

Kendisini “ümmetin parçası”, Erdoğan’ı da “ümmetin lideri” olarak gören birinin yapacağı bir şey değildir bu.

*

İyi de o zaman ne yapacak bu adam?

Bunların dışında ne kaldıysa onu yapacak... Yani hiçbir şey...

Melih Gökçek'e şarkı tavsiyeleri

- EŞYALAR toplanmış seninle birlikte/Anılar saçılmış odaya her yere...

- Mihrabım diyerek sana yüz vurdum.

- Yazıklar olsun yazıklar olsun/Kaderin böylesine yazıklar olsun.

- Kendim ettim kendim buldum/Gül gibi sararıp soldum.

- Git, git, git... Me... Dur ne olursun.

- Doymadım doyamadım sevmelere seni ben...

T24
ETİKETLER
ahmet hakan hürriyet melih gökçek istifa erdoğan ankara belediye

"Belediyelerdeki 'istifa'lar, AK Parti açısından ciddi bir sıkıntı olabilir"
16 Ekim 2017



"Tayyip Erdoğan bu değişimin gerekli olduğuna inanmaktadır"
Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, AKP'li belediye başkanların istifalarının partiye sıkıntı oluşturabileceğini belirterek, "Eğer seçmen bu değişimi iradesine müdahale olarak algılarsa, 2019’daki belediye seçimleri AK Parti açısından ciddi bir sıkıntı olabilir" dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın değişimi gerekliği gördüğünü de ifade eden Ocaktan, "Tayyip Erdoğan bu değişimin gerekli olduğuna inanmaktadır. Hemen belirtmek gerekiyor ki, bu konuda sonuna kadar haklıdır, ama bu değişimin zamanı seçimler olmalıdır. Eğer başkanların genel merkezin işaretiyle istifaları, hukuki ve demokratik anlamda yeterince izah edilemezse nasıl sonuçlar üreteceğini kestirmek mümkün olmayabilir" diye yazdı.

Ocaktan'ın Karar'daki yazısı (16 Ekim 2017) şöyle:

İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Kadir Topbaş’ın değiştirilmesiyle başlayan ve şimdilerde Ankara, Bursa ve Balıkesir büyükşehir belediye başkanlarının istifa etmeleri beklentisiyle süren rüzgar, toplumun hafızasında ‘millet iradesi’ konusunda soru işaretleri oluşturduğu kanaatindeyim.

Zira biliyoruz ki AK Parti 2002’de iktidara gelirken ve sonrasında millet iradesinin üstünde hiçbir gücün olamayacağını en yüksek sesle söyleyerek Türk siyasetinde bir zihniyet değişimini gerçekleştirmiştir. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, gezi sürecindeki tartışmaları hatırlayalım... O günlerde “Demokrasi sadece sandık değildir” diyenlere karşı başbakan Tayyip Erdoğan en sert ifadelerle demişti ki: “Demokrasi sandık değildir veya demokrasi sadece sandık değildir mantığını ben kabul etmiyorum. Kim bu ifadeyi kullanırsa kullansın kabul etmiyorum. Demokrasi sandıktan geçer. Öyle veya böyle sandıktan geçer. Adama sorarlar, ‘demokrasi sandık değilse nedir. Bunu bana anlat’ der. O zaman ne diyeceksin. Sandıktan gitmeyeceksin nereden gideceksin. Sadece sandıktır, halkın iradesini birileri ipotek alma girişimine girmesin.”

Elbette demokrasinin sadece sandıktan ibaret olup olmadığını tartışabiliriz. Ama bir gerçek var ki, seçilmiş iktidarların en temel meşruiyet kaynağı sandıktır. Dolayısıyla bugün beş yıllık sürelerinin dolmasına henüz bir-birbuçuk yıl varken bazı belediye başkanlarının görevlerden ayrılmalarını beklemek, anayasal olarak mümkün olmadığı gibi, millet iradesinin sıhhati açısından da çok isabetli bir davranış olmayacaktır.

***

Şu ana kadar bu belediye başkanlarının görevlerinden ayrılmaları yönünde ortaya konulan siyasi iradeyle oluşan algı, toplumsal hafızada bazı soru işaretleri doğurmuş bulunuyor. Çok doğal olarak insanlar, belediye başkanlarıyla ilgili oluşan algıya bakarak, “Acaba bu başkanlar bir takım yolsuzluğa ve usulsüzlüğe mi bulaştılar da hemen görevden ayrılmaları isteniyor” benzeri sorular soruyorlar ki, bu hal hem parti hem de başkanlar açısından izahı zor bir belirsizlik oluşturuyor.

Toplumun beklentisi, eğer gerçekten ortada bir usulsüzlük varsa kesinlikle yargıya gitmeleri yönündedir. Eğer yasal anlamda suç teşkil eden bir durumları yoksa, o zaman da bu insanlar hiç hak etmedikleri bir töhmet altında bırakılmış olurlar ki bunu vicdanen kabul etmek mümkün değildir.

AK Parti’nin, seçimlere kısa bir süre kala belediye başkanları ile ilgili yürüttüğü bu değişim hamlesinin sandıkta nasıl sonuçlar üreteceğini iyi analiz etmesi gerekiyor. Parti yönetimi kendi açısından haklı bir pencereden bakıyor olabilir. Ama bugün karar verici konumunda olanların esas düşünmesi gereken, oylarıyla bu belediye başkanlarını beş yıllığına başkanlığa getiren seçmenin bu durumu nasıl algıladığıdır.

***

Eğer seçmen bu değişimi iradesine müdahale olarak algılarsa, 2019’daki belediye seçimleri AK Parti açısından ciddi bir sıkıntı olabilir. Açıkçası ben, AK Parti’nin böyle bir durumu asla arzu edeceği kanaatinde değilim. Zira AK Parti hareketinin, 15 yıldır toplum nezdinde büyük bir teveccühe mazhar olmasının en temel dinamiğini belediyeler oluşturmaktadır.

Evet, an itibariyle genel anlamda belediyelerde belli ölçüde bir yozlaşma ve hizmet kalitesinin düştüğü yönünde bir kanaat vardır. Gerçekten böyle bir kanaat oluşmuş olmalı ki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu değişimin gerekli olduğuna inanmaktadır. Hemen belirtmek gerekiyor ki, bu konuda sonuna kadar haklıdır, ama bu değişimin zamanı seçimler olmalıdır. Eğer başkanların genel merkezin işaretiyle istifaları, hukuki ve demokratik anlamda yeterince izah edilemezse nasıl sonuçlar üreteceğini kestirmek mümkün olmayabilir.

T24
ETİKETLER
akp belediyeler istifa

Melih Gökçek’in güvendiği bir şey mi var ki gitmiyor?
14 Ekim 2017



Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, kendi tabiriyle "herkesin korktuğu Melih Gökçek sorusu"nu köşesine taşıdı.

Ertuğrul Özkök, Cumhurbaşkanı Erdoğan 'ın uçağındaki gazetecilere adeta koordinat göstererek işaret ettiği Melih Gökçek 'le ilgili çarpıcı bir yazıyı kaleme aldı.
Özkök "Kaşını kaldırdığında başbakan gitti, gözünü indirdiğinde bakanlar istifa etti. Kaşını oynattı, Melih Gökçek üzerine alınmadı. Göz işaretleri yaptı, Tınmadı... Külliye’ye çağırıp yüzüne söyledi... Dışarı çıktı masallar anlattı, o halde Melih Gökçek'in bildiği başka şey mi var ki direniyor?" dedi.
İşte Ertuğrul Özkök'ün o yazısından bir bölüm:
Herkesin merak edip de soramadığı Melih sorusu
KAŞINI kaldırdığında başbakan gitti...
***
Gözüyle işaret ettiğinde bakanlar gitti...
***
Parmağıyla gösterdiğinde Güneydoğu’da belediyeler görevden alındı...
***
İşaret bile etmedi, sadece dönüş uçağı ile ilgili bir espri yaptı...
Koskoca İstanbul Belediye Başkanı anında istifa etti...
***
Cumhurbaşkanı gücünün doruğunda...
Amaaa...
***
- Kaşını oynattı, Melih Gökçek üzerine alınmadı...
- Göz işaretleri yaptı...
Tınmadı...
- Külliye’ye çağırıp yüzüne söyledi...
Dışarı çıktı başka masallar anlattı...
***
- Sonunda uçakta, üstüne basa basa, görev yaptığı süreyi gününe kadar söyleyerek, yani açık açık koordinatlarını vererek, “Hadi bırak artık” dedi...
Tık yok...
***
Herkes soruyor...
- Kadir Topbaş ’ın çekindiği, korktuğu bir şey mi vardı da anında bıraktı...
- Melih Gökçek’in bildiği, güvendiği bir şey mi var ki gitmiyor...
Direniyor...

Millî Gazete

Gökçek'le ilgili 3 dosya var: Birincisi Zarrab'dan 300 Milyon aldı
17 Ekim 2017



Yaşar Okuyan, Melih Gökçek'in, ABD'de tutuklu Reza Zarrab'tan 300 milyon TL aldığı şeklinde iddialar olduğunu söyledi.

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan, istifası istendiği öne sürülen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek'in, ABD'de tutuklu Reza Zarrab'tan 300 milyon TL aldığı şeklinde iddialar olduğunu söyledi.

KRT'de Çağlar Cilara'nın stüdyo konuğu olan Okuyan, Melih Gökçek'in, bir hafta-10 gündür bir takım insanlarla görüşmeler yaptığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhinde bazı çalışmaların içerisinde olduğunu, bunların da Erdoğan tarafından tespit edildiği söyledi.
Yaşar Okuyan iddialara göre Gökçek ile ilgili 3 dosyanın bulunduğunu belirterek şunları söyledi:

"İddiaya göre Melih Gökçek ile ilgili üç tane dosya var. Yolsuzluk, rantlarla ilgili ve FETÖ bağlantıları ile ilgili. Onlara sağladığı imkanlar, imar yasasına aykırı olarak FETÖ'ye yaptığı katkılar, para yardımları, Zarrab'tan alınan paralar vesayire. Gökçek' Zarrab'tan 300 milyon TL'lik para geldiği gibi bir sürü iddialar var. Bunlarla ilgili dosyaların önümüzdeki günlerde derhal devreye sokulabileceği iddia ediliyor."

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Yaşar Okuyan Melih Gökçek Reza Zarrab

Mehmet Cengiz’e şok! Milyarlık cezaevi ihalesi iptal
15 Ekim 2017



Adalet Bakanlığı, Konya Yüksek Güvenlikli Kadın Açık Ceza İnfaz Kurumu için 27 Eylül’de pazarlık yoluyla (21/b) ihale yapmıştı.

Cengiz İnşaat’ın, ülke tarihindeki gelmiş geçmiş en yüksek bedelli cezaevini yapması için davet edildiğini burada duyurduk.
Adalet Bakanlığı, Konya Yüksek Güvenlikli Kadın Açık Ceza İnfaz Kurumu için 27 Eylül’de pazarlık yoluyla (21/b) ihale yapmıştı. (İhalenin iki davetlisi Limak ile Özaltın-Stroysnab Kontrakt idi.)

Cengiz, 675 milyon 904 bin TL yaklaşık maliyetli cezaevi inşaatı için en düşük teklifi 745.5 milyon TL ile vermişti. Bu tutar ikinci tur pazarlıkta 741.7 milyon TL’ye düşmüştü.
Mehmet Cengiz, kadın cezaevi ihalesinde
Yani nasıl yapılmış bir hesapsa bu, Cengiz’in düşürülmüş teklifi dahi, yaklaşık maliyetin tam 65.5 milyon TL üzerindeydi.
Bu sonuç Adalet Bakanlığı’nı dahi pek ikna etmemiş olmalı ki ihaleyi iptal ettiğini öğrendik.
Yeni tarihi öğrenince paylaşırım.

Çiğdem Toker/Cumhuriyet

Sırbistan'dan et, Bulgaristan saman, Kanada'dan mercimek ithal ediyoruz
13 Ekim 2017



Yerli tarım iktidar eliyle bitiriliyor. Samanı bile ithal eden Türkiye, kırmızı et üretimini de yabancılara verdi. Buğday ve mercimekte de durum vahim

Yükselen maliyetlerini karşılamak için devletten desteğini alamayan ve serbest piyasa düzeni altında ezilen tarım üreticieri bir de hükümetin ithalat hevesiyle karşı karşıya.

Bir zamanların tarım ülkesi olan Türkiye buğdayı bile dışarıdan ithal etmeye başlarken, hayvancılıkta da ithalat tam gaz sürüyor.

Sırbistan’dan et ithal ediyoruz

Erdoğan: Sırbistan'dan 5 bin ton et ithalatıyla ilgili imzalar atıldı
Özellikle son günlerde tarım ve hayvancılık ürünleri ithalatları sıklaşmış durumda. En son Sırbistan ziyaretinin ardından bilgi veren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Sırbistan ile 2 günde 16 anlaşma imzaladıklarını söyledi.
Anlaşmalar arasında Sırbistan’dan 5 bin ton et ithal edilmesine yönelik karar da çıktı. Erdoğan, Halkbank’ın Sırbistan’daki faaliyetlerine dikkat çekerek çiftçiyi finans sektörüne heba ettiğini de adeta ilan etmiş oldu.

Bu da oldu: Saman ithalatı

Kamuoyunda sert tepkiyle karşılaşan ve Türkiye’nin tarımda yaşadığı teslimiyet süreci samanda da yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde en son İzmir İli Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği, artan saman fiyatları ve üyelerinin saman bulamaması nedeniyle Bulgaristan’dan 4 bin ton saman ithalatı yaptı. Tarım Uzmanı Ali Ekber Yıldırım’ın edindiği bilgilere göre, üstelik Bulgaristan’da tonu 40 dolar olan saman, Türkiye’nin yoğun ilgisi nedeniyle Türkiye’ye 50-65 dolardan satılıyor.

Türkiye’nin bir zamanlar mercimekle ‘tanıştırdığı Kanada, şimdi Türkiye’ye mercimek satıyor. Üstelik Kanada, Türkiye’nin en çok mercimek ithal ettiği ülke haline geldi. Türkiye’de tüketilen mercimeğin yüzde 25’i ise Kanada’dan geliyor.

Buğdayda Rusya’ya bağımlılık artıyor

Bir diğer ‘yürek burkan’ ithalat ise buğdayda meydana gelmiş durumda. Türkiye ile yaşadığı uçak krizinin ardından Rusya’nın yaptırımlarına rağmen Türkiye, buğdayda da Rusya’ya bağımlı hale geldi. Rusya Federal Gümrük Servisi verilerine göre Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği buğday yılın ilk 3 ayında 322 bin ton olurken, mayısta ithal edilen buğday miktarı ise geçen yıla göre 4 kat arttı.

Ne olmuştu?

Türkiye’nin ithalatta yaşadığı yüksek bağımlılık süreci yıllardır devam ederken, en son hükümetin Toprak Mahsulleri Ofisi eliyle aldığı karar çiftçilerin sert tepkisine yol açmıştı. Alınan karara göre TMO’ya 750 bin ton buğday ve mahlut, 700 biner ton arpa ve mısır, 100 bin ton pirinci gümrük vergisiz ithal edebilme yetkisi verilmişti. TMO ayrıca 31 Temmuz 2018’e kadar 700 bin ton mısır ve 31 Ağustos 2018’e kadar 100 bin ton pirinci gümrüksüz ithal edebilecek.

Semih Güven/Birgün

Hükümet Sözcüsü Bozdağ: Mersin’deki saldırıda 17’si polis 18 kişi yaralandı
17/10/2017



Saat 17.20 sıralarında Okan Merzeci Bulvarı’nda polis servis otobüsünün geçişi esnasında yol kenarında park halinde bulunan motosiklet uzaktan kumandayla patlatıldı. Patlama sonrası bölgede büyük panik yaşandı.

Patlama noktasına çok sayıda polis, itfaiye ve sağlık ekibi sevk edildi.

Meclis’te konuşan Hükümet Sözcüsü Bozdağ, saldırıda 17’si polis 18 kişinin yaralandığı bilgisini verdi. Bozdağ, “Bulgular terör saldırısı olduğunu gösteriyor” dedi.

Diken

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı'ndan direniş iması
16.10.2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından istifası istenen isimlerden biri olan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, katıldığı bir açılış programında istifaya direnecek iddialarını güçlendiren açıklamalar yaptı. “Hizmetlerimizi yapmaya devam edeceğiz” diyen Altepe’nin direnmesi durumunda İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınacağı iddia edildi.

İstifası istenen AKP'li belediye başkanlarıyla ilgili gündem sıcaklığını koruyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’den henüz istifa haberi gelmedi.

Erdoğan’ın Sırbistan heyetinden çıkardığı ve dönüş yolunda sorunlu olduğunu açıkladığı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Altepe, o günden beri sessizliğini koruyor.

AÇILIŞTA İMALI KONUŞMA

Bursa Şehir gazetesinden Zeynep Gümüş'ün haberine göre, Altepe konuyla ilgili bir açıklama yapmazken, dün katıldığı programdaki konuşması ise istifaya direneceği yorumlarını beraberinde getirdi. Büyükşehir Belediyesi tarafından Yeşilyayla Havuzlu Sokak Camii’ne kazandırılan ek hizmet binası, tuvaletler, abdest alma yerleri ve çevre düzenlemesinin açılışını yapan Altepe, açıklamalarda bulundu. Bir yandan şehre vizyon katacak makro projelerle uğraşırken, diğer taraftan da vatandaşların dertlerine ilaç, yaralarına merhem olmaya çalıştıklarını dile getiren Başkan Altepe, mahallelerin daha yaşanılabilir hale getirilmesi için uğraştıklarını vurguladı.

“SİZ DESTEKLEDİĞİNİZ MÜDDETÇE…”

Altepe, “Önemli olan halkımızın mutluluğu. Yeşilyayla, Maltepe ne istiyor, bunlar önemli. Ben 48 yıldır seçimlere katılıyorum. Bunun 40 yılına ise yönetici olarak katıldım. Mahalle mahalle, sokak sokak Yıldırım’ı geziyoruz. Onun için bu mahallelerde ne eksik bizi yakından ilgilendiriyor. Bu işler çok büyük rakam tutmayan işler, ama birilerinin ilgilenmesi gerekli. Hizmet için buradayız. Sizler bizi hizmet için seçtiniz. Bizler de hizmetlerimizi yapmaya devam edeceğiz. Sizler desteklediğiniz müddetçe, bizler de burada olduğumuz müddetçe bu hizmetler devam edecek. Destek sizden hizmet bizden” dedi.

KAMUOYUNDA ‘DİRENECEK’ ALGISI

Altepe’nin dün bir açılışta bu cümleleri kullanması kamuoyunda direnecek iddialarını da beraberinde getirdi. Altepe, geçen hafta Ankara’da gerçekleştirilen AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'na da katılmamış, Bursa’da kalmıştı. Altepe, ertesi gün ise kendisi gibi istifası istenen ve direneceği ileri sürülen Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’la birlikte Marmara Belediyeler Birliği toplantısına katılmıştı. Uğur ve Altepe’nin sık sık bir araya gelerek, birlikte hareket ettikleri de ileri sürülüyor.

belediye Bursa AKP Ankara balıkesir direniş Cumhurbaşkanı açılış İçişleri Bakanlığı istifa açıklama çevre Recep Tayyip Erdoğan Melih Gökçek
Birgün

Melih Gökçek, Erdoğan için ne dedi? Şok iddia: Bunu onun yanına bırakmam
18.10.2017



İstifa etmesine artık kesin gözüyle bakılan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in yerine kimlerin gelebileceği bile konuşulurken odasını topladığı iddialarının ardından bugün de, Yeniçağ Gazetesi yazarı Ahmet Takan, Melih Gökçek'in yakın çevresine Erdoğan için "bunu onun yanına bırakmam" dediği iddialarını köşesine taşıdı.

Yeniçağ Yazarı Ahmet Takan da bugünkü yazısında Melhi Gökçek ile ilgili kritik iddialarda bulundu.

Ahmet Takan'ın yazısındaki Melih Gökçek ile ilgili kısımı şöyle;

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in giderayak neler yaptığı siyasi kulislerin en çok merak ettiği konuların başında. Gökçek'in yakın çevresine Erdoğan için "bunu onun yanına bırakmam" dediği iddia edilirken, saray danışmanlarının da "Gökçek'in elinde dosya arşivi var ama şu dönemde bir anlamı yok. Suç duyurusunda bulunmak için savcı bile bulamaz. Elinde ne olduğunun bir anlamı yok. Aksi halde sizin otoriteniz sarsılıyor. 17/25 Aralık'ın üstesinden geldiniz bunun da rahatlıkla üstesinden gelirsiniz" diye rapor verdikleri konuşuluyor. Melih Gökçek'in de giderayak Büyükşehir Belediye'de bazı kritik atamalar yaptığı söyleniyor. Dünkü iddialar, sayının 8 olduğu yönündeydi.

Peki, "metal yorgunluğu" tasfiyesinden sadece AKP 'li siyasetçiler mi nasiplenecek?.. Saray'daki dedikodulara göre, Gökçek'in yakın dostlarından TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da topun ağzında. Hisarcıklıoğlu, ATO Başkanlığı seçiminde son anda oğul Osman Gökçek aleyhine viraj almasına rağmen sarayın hışmından kurtulamamış... Biliyorsunuz, KHK ile oda başkanlıkları seçimi Nisan 2018'e ertelenmişti. Böylece hem ATO'da Gökçek'in hamlelerinin önü, hem de TOBB seçimlerinde AKP aleyhine gelişen sonuçların önü kesilmişti. Saraydaki iddialara göre, Gökçek'in vedasının ardından hem Rifat Hisarcıklıoğlu'nu hem de bazı Ankaralı iş adamlarını çok sıkıntılı günler bekliyor...
Millî gazete

Tacizden gözaltına alınan AKP'li belediye başkanı tutuklandı
18 Ekim 2017



Çevik, 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma' suçlamasıyla tutuklandı

Bolu Mudurnu'daki Taşkesti Beldesi'nin AKP'li Belediye Başkanı Saim Çevik 25 yaşındaki T. D. isimli kadını 'zorla alıkoyduğu ve taciz ettiği' iddiasıyla tutuklandı.

Emniyetteki işlemleri tamamlandıktan sonra adliyeye sevk edilen Çevik, çıkarıldığı nöbetçi hâkimlikçe, 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma' suçlamasıyla tutuklandı.

Olay, önceki gün (17 Ekim 2017) akşam saatlerinde, Taşkesti Belediye Başkanı Saim Çevik'in, Bolu'ya geldiğinde kaldığı evinde meydana geldi. AKP'li Çevik, kendisini işe yerleştirmesini isteyen hemşire T.D. ile önce bir restoranda yemek yedi. İkili ardından Çevik'in evine gitti. Çevik, 1. kattaki evinde tuvalete gittiği sırada T.D., balkondan atladı. Yaralanan kız, Çevik'in aradığı bir yakını tarafından İzzet Baysal Köroğlu Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

"Beni kurtar"

Sputnik'in haberine göre, hastanede tedavi altına alınan T.D., başından geçenleri polise anlattı. T.D.'nin, restoranda yemek yerken bir yakınına bulundukları restoranı söyleyip, 'Beni kurtar' diye mesaj attığı belirtildi. T.D.'nin şikâyetçi olması üzerine Saim Çevik, dün polis ekipleri tarafından gözaltına alındı. Çevik, bugün Bolu Adliyesi'ne sevk edildi.

AKP'li Çevik'in, polise verdiği ifadesinde suçlamaları kabul etmediği öğrenildi. Çevik'in, T.D.'nin kendisiyle iş için sürekli görüşmek istediğini, bazı sağlık kuruluşlarına iş görüşmesi yapması için gönderdiğini, olay günü de yine iş konusunda yardımcı olmak için buluştuklarını söylediği belirtildi.

Partiden ihraç edildi

Öte yandan AKP'li Çevik'in, dün akşam toplanan AKP İl Başkanlığı Yönetim Kurulu toplantısında partiden ihraç edildiği, ayrıca belediye başkanlığı görevinden de istifa etmesinin istendiği belirtildi.

T24
ETİKETLER
akp bolu belediye başkanı taciz gözaltı

AKP kurucularından Şener: Doğuda kayyım ata, hapse at; batıda istifa et, keyfine bak!..
İnan Ketenciler
18 Ekim 2017



"Belediye başkanı değiştirmek Erdoğan'a seçimde bir şey kazandırmaz, kaybettirir"

Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP'nin kurucularından Abdüllatif Şener, İstanbul ve Ankara’da da dahil olmak üzere birçok şehirde gündeme gelen istifa tartışmalarıyla ilgili olarak “Bu değişiklikler, AK Parti’ye ve Erdoğan’a seçimlerde bir şey kazandırmaz, kaybettirir” dedi. Şener, doğudaki belediye başkanlarının hapse atılarak yerlerine kayyım atanmasını ‘ayrıştırma’ olarak niteleyerek “Doğudaki belediye başkanlarını görevden alıp, hapse atıyorlar. Kanunlar doğuda farklı, batıda farklı mı işliyor? Eğer bunu diyorsan, sen devlet, hükümet olamamışsın demektir” dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, genel başkanlığını yürüttüğü AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirileri sonrası başlayan "istifa" tartışmaları devam ediyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in bugün istifa etmesi beklenirken, bir istifa haberi de Niğde’den geldi. Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, basın toplantısı düzenleyerek görevden ayrıldığını açıkladı. AKP’li belediyelerdeki istifa süreci İstanbul ile başlamış, Kadir Topbaş 22 Eylül’de istifasını açıklamıştı. İkinci istifa haberi de Düzce’den gelmiş, AKP’li başkan Mehmet Keleş, görevini bıraktığını açıklamıştı.

AKP’nin kurucuları arasında yer alan Abdüllatif Şener, yaşanan istifaları T24’e şu sözlerle değerlendirdi:

"Bu değişiklikler, AK Parti’ye ve Erdoğan’a seçimlerde bir şey kazandırmaz, kaybettirir. Baskıyla istifa ettirmenin sebebi nedir? Hiçbir adli, idari soruşturma yapılmadan görevden alıyorlar ve hiçbir şey açıklamıyorlar.

“Oy verenlere saygısızlık”

"Doğudaki belediye başkanlarını görevden alıp, hapse atıyorlar. Kanunlar doğuda farklı, batıda farklı mı işliyor? Eğer bunu diyorsan, sen devlet, hükümet olamamışsın demektir. Bu tavrın ayrıştırmayı derinleştiren bir tarafı var.

"Doğuda kayyım ata, hapse at. Batıda istifa et, keyfine bak. Görevden almanın gerekçeleri olur, bunu da herkesin bilme hakkı olur. Bu adaletsizlik, bölücülük, ayrıştırmacılık. Ayrıca oy verenlere de saygısızlık."

T24
ETİKETLER
abdüllatif Şener tayyip erdoğan akp belediye başkanları doğu

AKP'li belediye meclis üyesine silahlı saldırı
18 Ekim 2017



Balıkesir'in Havran Belediyesi AKP’li Meclis Üyesi, Edremit Madeni Sanatkarlar ve Elektrikçiler Odası Genel Sekreteri ve AKP Havran İlçe Teşkilatı Aday Adayı Turgay Kılıç, uğradığı silahlı saldırıda bacağından vuruldu.

Edinilen bilgilere göre, Edremit Madeni Sanatkarlar ve Elektrikçiler Odası'ndan çıkan Turgay Kılıç, saat 19.00 civarında Havran'daki evine gitmek için otomobiline doğru yaya olarak yürümeye başladı. Camivasat Mahallesi'ndeki ara sokakta Erkan D. isimli şahıs, Turgay Kılıç'ın karşısına çıkarak tabancasını doğrulttu ve "Akıllı olacaksın" dedikten sonra ateş etti. Tek kurşunla bacağından yaralanan Kılıç, sağlık ekibi tarafından Edremit Devlet Hastanesine kaldırıldı. Tedavi altına alınan Kılıç, 3 saat sonra ambulansla Balıkesir Devlet Hastanesine nakil edildi.
T24

"AKP'li bir belediye başkanı, 'Gücümüz ve itibarımız azaldı, bunalıma giren arkadaşlarımız var' diye şikâyet etti"
18 Ekim 2017



"İşler aksıyor, hizmetler yavaşladı"

Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, AKP'li bir belediye başkanının "Gücümüz ve itibarımız azaldı, bunalıma giren arkadaşlarımız var" diye şikâyet ettiğini yazdı.

Kütahyalı, AKP'li başkanın sözlerini şu ifadelerle aktardı:

"Partimizin tüm belediye başkanları diken üstünde. Bugün de benimle ilgili istifa haberi ya da 'işi bitecek' haberi çıkacak mı diye bakıyorlar. Durumumuz bu..."

Kütahyalı'nın Sabah'ta "Belediye başkanları" başlığıyla (18 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Bu belediyeler ve başkanları meselesine dair yazmayı hiç düşünmüyordum. AK Parti'nin kendi bünyesinde bu meseleyi daha güzelce çözüp konunun gündemden kalkacağını düşünüyordum. Sonra ne yazarsam yazayım malum konuda spekülasyon olacaktı. O yüzden yazmak istemedim...

***
Fakat bu süre zarfında hem bana hem Nagehan'a o kadar çok AK Partili belediye başkanından telefon geldi ve hâlâ geliyor ki artık bu konuyu yazmak şart oldu. Hakikaten Türkiye'nin dört bir yanındaki AK Parti belediye başkanlarının anlattıkları nerdeyse hep aynı ve hepsi tedirgin...

***
Bu belediyeler gündeminin fırsatını özellikle CHP'nin mükemmel değerlendirdiği anlaşılıyor. CHP yerel il ve ilçe teşkilatları bugünlerde bayram ediyor. Her yerdeki AK Parti Belediye Başkanı ile ilgili CHP teşkilatları yerel medyada hemen dedikodu döndürmeye başlıyor: "Sırada bizim ilçenin, bizim ilin belediye reisi de var. O da listede. O da gidiyor. O da istifa edecek." Konjonktür de müsait olduğu için elbette bu haberler ahali arasında da yayılıyor...
***
Mesela referandumda yüzde 70'e yakın evet gelmiş bir yöremizin belediye başkanı bile bana şikâyet etti ve şöyle dedi:

"Benimle ilgili hiç gündemde böyle bir şey yok ve Cumhurbaşkanımızla yakın zamanda çok güzel bir görüşme yaptık ama oluşan hava yüzünden belediye çalışanlarının bile tavrı tarzı değişti. Tek ben değil birçok arkadaşım ilimizde ilçemizde otorite kurmakta zorlanmaya başladık. Belediye başkanları olarak gücümüz ve itibarımız azaldı. Azalmadı diyen yalan söyler. Hepimizin muhalifleri bu lafları koz kullanıyor. Bunalıma giren belediye başkanlarımız var. İşler aksıyor. Hizmetler yavaşladı. Partimizin tüm belediye başkanları diken üstünde. Bugün de benimle ilgili istifa haberi ya da 'işi bitecek' haberi çıkacak mı diye bakıyorlar. Durumumuz bu..."
***
Yukarıda alıntıladığım sözler AK Partili belediye başkanlarının ortak hissiyatını yansıtıyor. (..)
T24

Geçilmeyen köprüye, gidilmeyen hastaneye 6.2 Milyar TL fatura....
17 Ekim 2017



Hükümet, 2018’de garanti araç nedeniyle vatandaşın geçmediği köprü ve otoyollar için 3.6 milyar TL, gitmediği şehir hastaneleri için de 2.6 milyar TL ödeme yapacak

Hükümetin bütçe kaynaklarını kullanmak yerine özel sektöre ‘garanti' vererek yaptırdığı mega projelerin vatandaşa getireceği ek yük daha şimdiden olağanüstü boyutlara ulaştı.

Köprü ve otoyollara sağlanan ‘araç garantisi' ile şehir hastanelerine sağlanan ‘hasta garantisi' nedeniyle vatandaşlar geçmedikleri köprülerle gitmedikleri hastaneler için önümüzdeki yıl mega proje müteahhitlerine tam 6.2 milyar lira para ödemek zorunda kalacak. Bu paraların tamamı vatandaşın devlete ödediği vergilerden karşılanacak. 2018 bütçesine KGF batık riskleri için de 3 milyar lira ödenek konuldu.
Maliye Bakanı Naci Ağbal, 2018 yılı bütçe yasa tasarısını Başbakanlık'a gönderdi. Bütçe metinleri her yıl olduğu gibi yine geleneksel olarak iple bağlandı, ancak bu yıl ilk kez bütçe kağıt olarak değil, elektronik ortamda bilgisayar üzerinden gönderildi. Bakan Ağbal, bütçeden sosyal kesimlere ve sektörlere aktarılacak kaynakları açıklarken, kamu özel işbirliği (KÖİ) kapsamında müteahhitlere yapılacak garanti amaçlı ödemeleri de açıkladı.
Ağbal, önümüzdeki yıl köprü, otoyol ve tüp geçit gibi mega projelerin müteahhitlerine, araç geçişinin taahhüt edilenden daha aşağıda kalacak olması nedeniyle 3.6 milyar lira; şehir hastanelerinin müteahhitlerine de kira bedeli ile değişken hizmet bedeli için 2.6 milyar lira para ödeyeceklerini bildirdi. Ağbal, köprü ve otoyollardan araç geçişleri arttıkça araç garanti ödemesinin azalacağını belirtirken, zaman içerisinde Sağlık Bakanlığı'nın bütçedeki yatırım harcamalarının azalarak bir denge sağlanacağını ifade etti.

TAŞERONDA ÖZEL FORMÜL

Başbakan Binali Yıldırım, kamuda çalışan taşeron işçilerin kamuda işe alınacağı sözünü vermiş, çalışmaların bu yılın sonuna kadar tamamlanmasını bakanlardan istemişti. Maliye Bakanı Ağbal, bu konuyla ilgili soru üzerine, “Teknik çalışmalarımızı alternatifli olarak hazırlayıp bitirdik, şimdi Ekonomi Koordinasyon Kurulu'nda, ardından da Bakanlar Kurulu'nda görüşüp ortak çözüme kavuşturacağız. Taşeronu kadroya aldım demekle olmuyor, kapsamı, kamudaki statüsü, geçiş süreci, firmaların durumu ne olacak? Bütün bunları çalışıyoruz. Baştan beri belediyedeki işçiler de dahil olmak üzere çalıştık. Farklı kurumlardaki taşeron işçilere farklı uygulamalar olacak şekilde de alternatifler hazırladık” dedi.

MTV ZAMMINI FERRARİ’YE YÜKLEDİ

NACİ Ağbal, Motorlu Taşıtlar Vergisi'ne (MTV) getirdikleri yüzde 15 ila yüzde 50 arasındaki zammı ise lüks otomobil grubunda yer alan Ferrari örneği ile savundu. İlk defa otomobil değerlerine göre farklı vergileme sistemini 2018'de getireceklerini, bu düzenlemeyi muhalefetin de olumlu bulduğunu ifade eden Ağbal, “Yeni sistemde vergisiz değeri 70 bin lira olan 1600 cc bir araç bin 35 lira vergi ödeyecek. Şimdi diyor ki ben Ferrari alacağım, ben de aynı vergiyi ödeyeyim. 2 milyon liraya Ferrari alıyorsun, 6 bin lira ilave vergiyi de öde” dedi. Ancak Ağbal'ın örnek verdiği lüks otomobiller Türkiye'de çok az sayıda bulunuyor. MTV'deki yüzde 50'ye varan artışlar ise 1600 cc araçların büyük bölümünü etkiliyor.

SAVUNMAYA 18.7 MİLYAR

Bütçe gerçekleşmelerine göre yılın 9 ayında bütçeden savunmaya harcanan kaynak geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 112 oranında artarak 2.2 milyar liradan 4.7 milyar liraya yükseldi. Sadece eylül ayındaki savunma harcaması ise geçen yılın eylül ayına göre yüzde 113 oranında arttı, 463 milyon liraya yükseldi. Maliye Bakanı Ağbal, önümüzdeki yıl savunmaya modernizasyon amacıyla 18.7 milyar lira ilave kaynak aktaracaklarını bildirdi.

ÖRTÜLÜ HARCAMADA YENİ REKOR: 2.2 MİLYAR LİRA

Bütçeden yapılan örtülü ödenek harcaması yılın 9 aylık döneminde geçen yılın tamamında yapılan harcamanın da üzerine çıkarak yeni bir rekora imza attı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım'ın kullanma yetkisinde bulunan örtülü ödenekten geçen yılın tamamında 2 milyar 22 milyon liralık rekor harcama yapılmıştı. Bu yılın ocak-eylül dönemindeki 9 aylık örtülü ödenek harcaması ise 2 milyar 201 milyon lirayı aştı.
Maliye Bakanlığı ocak-eylül dönemi bütçe gerçekleşme sonuçlarına göre, eylül ayında devlet bütçesinin mal ve hizmetler kaleminden 28 milyon 192 bin liralık gizli hizmet harcaması yapıldı. Bütçenin sermaye giderleri kaleminden de yine gizli hizmet adı altında 53 milyon 548 bin lira harcandı. Böylece eyül ayında yapılan toplam gizli ödenek harcaması 81.7 milyon lira olarak gerçekleşti.
Örtülü ödenekten bu yılın ilk 9 ayında yapılan toplam harcama ise geçen yıla göre yüzde 58 oranında artarak 1 milyar 395 milyon liradan 2 milyar 203 milyon liraya yükseldi. Bu harcamanın 1 milyar 457 milyon lirası mal ve hizmet alımları için kullanılırken 745 milyon lirası sermaye giderleri adı altında yapıldı.

Erdoğan Süzer/Sözcü
Etiketler:
Hükümet garanti araç geçmediği köprü otoyollar şehir hastaneleri

"Erdoğan, Gökçek'e 'istifa et' diyorsa nedeni 2019 seçimleri değildir"
18 Ekim 2017



"Erdoğan, Melih Gökçek'i Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kararı ile düşürmeyi düşünüyorsa işi çok zor"

Yeniçağ yazarı Orhan Uğuroğlu, istifa iddialarıyla gündemde olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında, "pes edeceğe benzemiyor" ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Gökçek'e "İstifa et" demesinin ardında 2019 seçimleri olmadığını söyleyen Uğuroğlu, "Erdoğan'ın 'istifa et' sözü tutulursa Erdoğan kazanmış olur" ifadesini kullandı.

Uğuroğlu'nun "Kim pes eder; Erdoğan mı Gökçek mi?" başlığıyla (18 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Melih Gökçek istifa edecek mi? Azledilecek mi? 31 Mart 2019'a kadar başkanlığını sürdürecek mi?

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasında büyük bir siyasi güç savaşı sürüyor.

Erdoğan yüzüne karşı da, medya aracılığı ile de çağrı üstüne çağrı yapıp Topbaş yöntemi ile Gökçek'in kavgasız, dirençsiz ve sorunsuz şekilde kendisine biat ederek görevden istifa etmesini istiyor.

1983'ten bu yana 34 yıldır aktif siyasetin içinde defalarca parti de değiştirerek 28 yılını Keçiören ve Büyükşehir Belediye Başkanı olarak geçiren 3 yıl da Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü yapan Melih Gökçek hiç de pes edeceğe benzemiyor.

Daha da açıkçası Erdoğan'ın tüm "istifa et" çağrılarına kulak tıkıyor. "Ya istifa ya azil" çağrısına karşın istifa etmeyerek "azil" yöntemini tercih ederek Erdoğan'a karşı "rest" çekiyor Gökçek.

Peki, "asrın lideri, reis, tek adam" unvanları olan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan neden azledemiyor?

O siyaset kulislerinde çok iyi bilinir Melih Gökçek çünkü.

Asrın lideri olarak Melih'in kendisine muhalefet etmesinden çekiniyor.

Reis olarak AKP'lilerin ipliklerini pazara çıkaracak bilgilere sahip olmasından çekiniyor.

AKP Genel Başkanı olarak karşısına 15 yıl sonra muhalif bir AKP'li olarak Melih'in çıkmasından çekiniyor.

Gökçek'in ANAP'tan ayrılıp Refah Partisi'ne geçtikten sonra yaptığı muhalefet ile eski partisini yıprattığı biliniyor.

Ayrıca Gökçek'in Belediye Meclis üyeleri ile olan "kanka" ilişkileri de biliniyor. Her partiden seçilen meclis üyelerinin talepleri Gökçek tarafından yıllardır eksiksiz yerine getiriliyor.

Şunu demek istiyorum; eğer Erdoğan, Melih Gökçek'i Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kararı ile düşürmeyi düşünüyorsa işi çok zor.

Öncelikle, "seçimle gelen, seçimle gider" diyen CHP ve MHP'lilerin oyları Gökçek'ten yana olur.

AKP'lilerin ise çok azı Gökçek'i devirmek için oy kullanabilir ki bu oyların toplamına bakıldığında Belediye Meclisi'nin Gökçek'i görevden düşürme şansı yok denecek kadar az.

Erdoğan-Gökçek ilişkisi hakkında tarihi bir anımı da bu arada anlatayım.

Star Televizyonu Ankara Temsilcisi olduğum dönemde sekreterim Havva Yakar, "Orhan Bey, Sayın Gökçek telefonda" dedi.

Açtım, selamlaştıktan sonra, "Yerindeysen yanımdaki misafirim ile seni ziyaret edeceğiz" dedi.

Tabii buyurun gelin dedim.

Melih Gökçek az sonra Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Atatürk Bulvarı'ndaki makam odama geldi.

O tablodaki görüntü Gökçek'in Erdoğan'a göre siyaseten daha deneyimli tavır içinde olmasıydı.

Biraz sohbet ettikten sonra Erdoğan bana, "Patronun Cem Uzan'a kırgınım. Defalarca randevu istedik hâlâ vermedi, görüşemedim" dedi.

Mümkün değil, uzun süredir yurt dışında idi haberi de olmamıştır belki ben şimdi arayayım diyerek Cem Bey'i aradım.

Yanımda Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarının misafirim olduklarını belirterek Erdoğan için randevu aldım.

Konuyu da ne görüştüklerini de bilmiyorum peşinen söyleyeyim.

Ancak o yıllardan bu yana Erdoğan ile Gökçek'in çok yakın ve samimi iki siyasetçi olduklarını, Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olurken Gökçek'in her seçimde Erdoğan'ın kararı ile AKP'den bugüne kadar aday gösterildiğini vurgulayayım.

Erdoğan siyaseten yakın çalışma arkadaşına bugün "istifa et" diyorsa çok açık söyleyeyim Gökçek'in 2019 Mart ayında seçilemeyeceği endişesi taşıdığından değildir.

"Erdoğan, hemen istifa et" diyor ve bu sözü tutulursa kazanmış olur. Ama Gökçek görevde kalmak için istediği süreyi alır, hatta Mart 2019'a kadar da görevde kalırsa Erdoğan kaybeder.

"Erdoğan, Gökçek'i neden görevden alıyor?" derseniz gerekçelerini izninizle yarın yanıtlayayım.

T24
ETİKETLER
erdoğan gökçek haber açıklama istifa 2019

Bilal Erdoğan'ın ortağına 200 Milyonluk piyango vurdu
4 Ocak 2016



Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan’ın 17 Aralık ‘sıfırlama’ tapesinde ‘ortağımız’ diye bahsettiği isme AKP’li Pendik Belediyesi’nden 200 milyonluk piyango vurdu

AKP’li Pendik Belediyesi, 17 Aralık yolsuzluk dosyasında en çok tartışılan ‘sıfırlama’ tapesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın ‘ortağımız’ dediği İşadamı Mehmet Gür’ün şirketine büyük kıyak geçtiğı iddia edildi.

Cumhuriyet Gazetesi'nden Hazal Ocak'ın haberine göre AKP’li belediye aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın BMZ şirketiyle inşaat sektöründe ortaklık yapan Mehmet Gür’ün Sabiha Gökçen’in hemen yanında satın aldığı değerli arazi için ‘bodrum katı emsal dışı’ bıraktı.

Sabiha Gökçen’e komşu 32 bin metrekarelik arsa için bölgedeki metrekare fiyatları baz alındığında 200 milyon TL’lik rant yaratılmış oldu. AKP’li üyelerin oylarıyla geçen yeni imar planına CHP’liler şerh koydu. Erdoğan ailesine yakınlığı tapelere konu olan İşadamı Gür’ün ortağı olduğu şirket Şubat 2015’te Kısıklı’da kuruldu. Gür arsayı bir ay sonra satın aldı.

Rantın öyküsü...

Pendik’te Sabiha Gökçen Havalimanı’nın karşısında yer alan 31 bin 900 metrekarelik “idari tesis alanı” 2006 yılında Pendik Belediyesi tarafından borçlarına karşılık Maliye’ye devredildi. Maliye tarafından satışa çıkartılan arsayı aynı yıl ilk olarak Mehmet Ali Baldaner satın aldı. Bu sırada AKP’li Pendik Belediyesi burayı ticaret alanına çevirdi. CHP’li Meclis üyeleri dava açtı. Planlar iptal oldu. Pendik Belediyesi aynı arsayla ilgili değişikleri yeniden kabul etti. Tekrar dava açıldı.

Süreç devam ederken bu sırada arazi 3. kez el değiştirdi. Ancak bu kez alan tanıdık bir isimdi. Değerli arazi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın şirketi BMZ ile ortaklık kuran, 17-25 Aralık yolsuzluk dosyasında “sıfırlama tapesinde” ismi geçen İşadamı Mehmet Gür tarafından satın alındı. Gür’ün arsayı satın almasının ardından AKP’li Pendik Belediyesi geçtiğimiz aralık ayında bu arsa için çok önemli bir kıyak daha geçti.

Arsayı satın alan ÖZASR şirketi, Pendik Belediyesi’nden imar planlarına plan notu ekleyerek 2 bodrum katını emsal dışı bırakmasını talep etti. Belediye Meclisi’ne gelen isteğe CHP’li Meclis üyeleri karşı çıktı. Muhalefet şerhinin üzerine ‘1 bodrum kat emsal dışı’ bırakıldı. Böylece ortalama 20 bin metrekarelik ticaret alanı emsal dışı kalmış oldu. Böylece Sabiha Gökçen’in tam karşısında yer alan değerli araziden 200 milyon liralık rant elde edildi.

Görüşlerde bile itiraz var!

AKP’li Pendik Belediyesi’nin Planlama Müdürlüğü talebe ilişkin verdiği görüşte, “Bodrum katların emsal harici tutulup ticaret alanı olarak kullanılmasına yönelik bir plan kararı üretilmesini yürürlükteki mevzuata aykırılık teşkil ettiği” ifadesini bile kullandı. İstanbul Büşükşehir Belediyesi (İBB) Yeşil Alan ve Tesisler Müdürlüğü de ‘imar planlarında ticaret alanının kaldırılması şartıyla’ olumlu görüş bildirdi. Trafiğin yoğun olduğu arazi için İBB Ulaşım Müdürlüğü’nün görüşü dahi alınmadı.

Pendik Belediye Meclisi’nin CHP’li Meclis üyeleri plan tadilatının bu şekilde geçmesine karşı çıktı ve mecliste sert eleştirilerde bulundu. CHP’li Meclis üyeleri son imar planlarına eklenen plan notuna ve plan notunu uygulayan bu arsaya inşaat ruhsatı verecek belediye yetkililerine dava açacaklarını açıkladı.

Bir ay sonra aldı

Plan tadilatı için Pendik Belediyesi’ne başvuran ÖZASR Yapı İnşaat Anonim Şirketi 2015 yılının Şubat ayında kuruldu. Plan tadilatı istenen araziyi de bir ay sonra mart ayında aldı. Şirketin ortalarından Mehmet Gür, Ortadoğu Proje Geliştirme Anonim Şirketi’nde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın ortak olduğu BMZ ile birlikte ortak inşaat projeleri üretiyor. Bilal Erdoğan’ın amcası Mustafa Erdoğan ile Mehmet Gür ortak durumunda.

Ortadoğu Proje Geliştirme Anonim Şirketi’nde Bilal Erdoğan’ın amcası Mustafa Erdoğan ve Bilal Erdoğna’ın imam hatip lisesinden sınıf arkadaşı Aykut Emrah Polat ve Barış Aksüs’ün de hissesi bulunuyor. ÖZASR Yapı Anonim Şirket merkezi ile Bilal Aksüs’ün Aksüs Yapı Anonim Şirketi’nin Kısıklı’daki adresleri de aynı. İşadamı Mehmet Gür ayrıca Ortadoğu şirketinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kızkardeşi Vesile Erdoğan’ın eşi Ziya İlgen’le birlikte Yönetim Kurulu üyeliği yapıyor.

Cumhuriyet
Etiketler:
Cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan 17 Aralık sıfırlama tapesi ortağımız AKPli Pendik Belediyesi piyango İşadamı Mehmet Gür Mehmet Gür ÖZASR şirketi ÖZASR Yapı İnşaat Anonim Şirketi Ortadoğu Proje Geliştirme Anonim Şirketi Bilal Aksüs Aksüs Yapı Anonim Şirketi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Vesile Erdoğan Ziya İlgen

Ak Parti'de şok istifa: Şaban Dişli istifa etti
19 Ekim 2017



AKP Genel Başkan Başdanışmanlığına geçtiğimiz günlerde atanan Sakarya Milletvekili Şaban Dişli bu görevinden az önce istifa etti.

Dişli, istifa dilekçesinde “Partimi ve Sayın genel Başkanım Recep Tayyip Erdoğa
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ekm 19, 2017 6:38 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 18, 2017 10:44 pm    Mesaj konusu: istifa edersem kaybedeceğim, dik durursam onurlu kaybederim Alıntıyla Cevap Gönder

"AKP'li vekiller uslu uslu oynasınlar, yatmadan önce sütlerini içmeyi unutmasınlar!"
18 Ekim 2017



"Meclis’te 316 AKP’li milletvekili var bunlardan 275’ine televizyon yasağı gelmiş..."

Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, "Milletin iradesini temsil ettiği ileri sürülen milletvekilleri ise vekâletini aldıkları milletle televizyona çıkıp temas kurabilme ehliyetinden yoksun" eleştirisini yaptı. "OHAL KHK’si ile bütün milletvekillerine konuşma yasağı getirilmesinin ve bütün belediye başkanlıklarına kayyım atanmasının önünde hukuki bir engel var mı?" diye soran Mumcu, "Yok" diye yanıt verdi. Mumcu, "AKP’li milletvekilleri, AKP’li belediye başkanları. Uslu uslu oynayın e mi evladım. Akşam da vakitlice yatın. Yatmadan önce sütünüzü içmeyi de unutmayın" dedi.

Mumcu'nun "Uslu uslu oynayın" başlığıyla (18 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Meclis’te 316 AKP’li milletvekili var. Bunlardan 275’ine televizyon yasağı gelmiş. Erdoğan kazan dairesi dumana boğulmuş demokrasi tramvayından nihai olarak inmek için başkanlık seçimini bekliyor. Tabii bu iyi niyetli bir yorum. Belki de artık sadece sembolik bir değeri kalmış tramvayı müzeye kaldırmaya hazırlanıyor.
Ancak son referandumda üç büyükşehri kaybetti. Bu, OHAL koşullarına, YSK’nin akıl almaz kararına, devasa bir medya desteğine, partileşmiş bir devletin tüm kurumlarının etkin mücadelesine ve Devlet Bahçeli’nin hırçın bir şekilde kendisine arka çıkmasına rağmen gerçekleşti. İstanbul başkanlık istemiyor, Ankara başkanlık istemiyor. Fatura da bu şehirlerin belediye başkanları başta olmak üzere AKP kadrolarının bir kısmına çıkartıldı.

Erdoğan’ın siyasi başarısı 1994’te, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni sadece yüzde 25’le kazanmasıyla başladı. Yerelden gelenin yerelden gitmekten korkması anlaşılır.
Kurulduğu vakit sürekli surette parti içi demokrasiden bahseden, hatta milletvekillerinin önseçimle belirleneceğini ilan eden AKP’nin geldiği durum bu. Belediye başkanları genel başkanın bir sözüyle istifa ediyor. Ankara’da kendine bir dükalık kurmuş olan Sayın Gökçek’in bile direnme gücünün sonuna vardığı anlaşılıyor.
Milletin iradesini temsil ettiği ileri sürülen milletvekilleri ise vekâletini aldıkları milletle televizyona çıkıp temas kurabilme ehliyetinden yoksun. Bunun daha başlangıç olduğunun da farkındadırlar herhalde. İradeleri çiğnenmiş, kendilerini ifade etmeleri yasaklanmış, acz içinde bir grup takım elbiseli adam ile döpiyesli kadından fazlası değiller.
Erdoğan tipi başkanlık sisteminde Meclis’in bir önemi yok. Dolayısıyla milletvekillerinin de öyle. Erdoğan yükselirken fazlalıklarını atan bir roket gibi yükselmeyi seviyor. Bugüne kadar yükselmek için kimlerden kurtulduğuna bakmak yeterli. Reisleri için boşalınca atılan yakıt tankeri ya da safra görevi gören bu kadrolar, otoriter liderlerin ancak kendi çıkarlarına vefalı olduğunu en çıplak haliyle görüyor.
Metal yorgun değil. Metal yok. AKP artık bir tabela partisi. Tuhaf bir çelişki. Hem bir parti devletine dönüştük hem de o parti aslında mevcut değil. Çok da tuhaf değil çünkü bir parti devleti de değil bir şahıs devletiyiz artık.
Erdoğan’ın kişisel çıkarlarını, kişisel var oluş mücadelesini devletin bekası diye pazarlamaya çalışanlar bugün televizyona dahi çıkmak için onun iznine mahkûm. HDP’li belediyelere kayyım atanmasına alkış tutan AKP’li belediye başkanları aynı muameleyle karşı karşıya.
Peki bir OHAL KHK’si ile bütün milletvekillerine konuşma yasağı getirilmesinin ve bütün belediye başkanlıklarına kayyım atanmasının önünde hukuki bir engel var mı? Yok.
Belki şu anda sadece siyasi bir engel var. O da başkanlık seçiminden sonra ortadan kalkar.
AKP’li milletvekilleri, AKP’li belediye başkanları. Uslu uslu oynayın e mi evladım. Akşam da vakitlice yatın. Yatmadan önce sütünüzü içmeyi de unutmayın.
T24

'Gökçek: Zaten istifa edersem de kaybedeceğim, dik durursam onurlu kaybederim'
18.10.2017



İhlas Haber Ajansı ve TGRT Haber Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifa haberine ilişkin gün verdi ve görevden ayrılma şeklini açıkladı. Yaşar, Gökçek'in "Zaten istifa edersem de kaybedeceğim, dik durursam kaybedersem de onurlu kaybederim" dediğini ileri sürdü.

Yaşar, 'Yoksa Melih Bey istifa etmeyecek mi?' başlıklı bir yazı kaleme alırken, AK Parti kulislerinde Gökçek'in istifasının cuma gününe kadar bir basın toplantısıyla duyurulacağının konuşulduğunu aktardı.
Yaşar, Gökçek cephesinde ise istifa yerine görevden alınma beklentisi olduğunu ileri sürdü:

"Kabul edelim ki gelinen aşama ve tartışmaların şekli artık AK Parti'ye zarar veriyor. Kasım başı filan değil hemen bu hafta içinde yaşananlara son nokta konması isteniyor.

Melih Bey, önce 2019 Ocak, sonra da 23 Nisan 2018'e kadar süre istemiş. Ama Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) bu taleplerine hep olumsuz cevap vermiş.

Belediye Meclis üyelerinin Ankara İl Başkanlığına çağrılması ile son nokta konmuştu zaten. TUR uçağında sorulara Cumhurbaşkanından net cevaplar gelmişti: 'Bu işi daha fazla uzatmayın' mesajı hedefe ulaşmıştı.
Satır aralarının okunması veya çözümlenmesi gibi bir durum söz konusu bile değildi. Her şey Cumhurbaşkanı cephesinden bakıldığı zaman çok netti.

En son Melih Bey, AK Parti Ankara İl Başkanı Mustafa Nedim Yamalı ile görüşmüş: 'Cumhurbaşkanımız bana 'istifa et' demedi.. Siz niye Belediye Meclis Üyelerine böyle bir talimat verdiniz' diye sormuş. Melih Gökçek, 'bugün-yarın' derken neredeyse 15 gündür istifa etmedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Melih Gökçek'le yaptığı görüşmenin bir bölümüne İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun katılması da önemli. Bakan Soylu, aynı şekilde geçen hafta cuma günü Balıkesir Belediye Başkanı ile yapılan görüşmede de yer almış."

Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, istifa isteğine direnirken "Çoluğuma çocuğuma ne anlatacağım, yolsuzluğum mu var, FETÖ'cü müyüm, neden istifa edeceğim?" diye itiraz ettiğini yazdı.

'PEKİ GÖKÇEK CEPHESİNDE SON DURUM NE?'

"Aldığımız bilgilere göre Melih Bey istifa etmeyecek. 'Etseydi zaten bugüne kadar ederdi' deniyor. Peki ama ne yapacak?
Çok yakın çevresine söylediklerini kelimesi kelimesine yazalım: 'Zaten istifa edersem de kaybedeceğim.. Dik durursam kaybedersem de onurlu kaybederim.'
'Cumhurbaşkanımız hiçbir görüşmemde benden istifamı da istemedi' diyormuş. Yüz yüze neler konuşuldu bilmiyoruz ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları hiçbir soru işareti bırakmadı. Anladığımız kadarıyla Melih Bey görevden alınmayı beklemeye başlamış. Umarız konu bir şekilde tatlıya bağlanarak sonuçlanır."
Sputnik

Ak Parti'de şok istifa: Şaban Dişli istifa etti
19 Ekim 2017



AKP Genel Başkan Başdanışmanlığına geçtiğimiz günlerde atanan Sakarya Milletvekili Şaban Dişli bu görevinden az önce istifa etti.

Dişli, istifa dilekçesinde “Partimi ve Sayın genel Başkanım Recep Tayyip Erdoğan’ı haksız yere daha fazla yıpratmamayı teminen bu kutlu görevden istifa ettim. Parti içindeki yorumlar beni rahatsız etti” dedi.
AKP Genel Başkan Başdanışmanlığına geçtiğimiz günlerde atanan Sakarya Milletvekili Şaban Dişli bu görevinden az önce istifa etti. Dişli, istifa dilekçesinde “Partimi ve Sayın genel Başkanım Recep Tayyip Erdoğan’ı haksız yere daha fazla yıpratmamayı teminen bu kutlu görevden istifa ettim” dedi.

ŞABAN DİŞLİ KİMDİR?

22 Şubat 1958’de Sakarya Geyve’de doğdu. Baba adı Aslan, anne adı Saniye.
Bankacı; Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve İstatistik Bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını New York Eyalet Üniversitesinde Matematiksel Ekonomi alanında tamamladı. Harvard Üniversitesi Üst Düzey Yöneticilik Programına katıldı.
Hollanda’da banka genel müdürlüğü yaptı. Yurt Dışı Bankalar Birliği Kuruculuğu ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. AK PARTİ Kurucu Üyesi oldu. 22, 23 ve 24. Dönemde Sakarya Milletvekili seçildi. 22. Dönemde AK PARTİ Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyeliği; 23. Dönemde AK PARTİ Ekonomik İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, Dışişleri Komisyonu Üyeliği, Başbakan Dış Ekonomik İlişkiler Danışmanlığı; 24. Dönemde Başbakan Ekonomik İlişkiler Danışmanlığı ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Delegasyonu Üyeliği, Dışişleri Komisyonu Üyeliği, Türkiye-ABD Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanlığı yaptı. Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesidir.
Çok İyi düzeyde İngilizce, Fransızca ve Hollandaca bilen Dişli, evli ve 3 çocuk babası.

KARDEŞİ TUTUKLU

Şaban Dişli'nin kardeşi darbe girişiminin kritik isimlerinden eski Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Dönüşüm Dairesi Bakanı Tümgeneral Mehmet Dişli ise tutuklu.
Mehmet Dişli Yurtta Sulh Konseyi üyesi olmakla suçlanıyor.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
AKP Genel Başkan Başdanışmanlığı Sakarya Milletvekili Şaban Dişli Şaban Dişli istifa







Akif Beki: Barzani kaybetti de sen ne kazandın; milli güvenlik anlayışın bu mu?
18 Ekim 2017



Sanırsın Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de Başbuğ’un ülkücü timleri aldı

Karar yazarı Akif Beki, Irak ordusunun, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) kontrolündeki Kerkük'ü almasından sonra Türkiye'de sevinenlere tepki gösterdi. Beki, "Sanırsın Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de Başbuğ’un ülkücü timleri aldı. Sanırsın Kerkük’e giren fatih, bizim fatih. Sanırsın o muzaffer komutan, İran’ın özel harp lordu Kasım Süleymani değil de bizim Özel Kuvvetler Komutanı. Bir sevinç, bir sevinç... Kerkük düştü diye zil takıp oynayan kardeşim!.. Düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki çığlık çığlığasın böyle?" dedi.

Beki'nin "Barzani kaybetti de sen ne kazandın?" başlığıyla (18 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Manşetler zafer sarhoşu, bir coşku ki sorma...

Sanırsın askerimiz İdlib’e gözlemci diye değil de Kerkük’ü fethe gitti.

Sanırsın Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de Başbuğ’un ülkücü timleri aldı.

Sanırsın Kerkük’e giren fatih, bizim fatih.

Sanırsın o muzaffer komutan, İran’ın özel harp lordu Kasım Süleymani değil de bizim Özel Kuvvetler Komutanı.

Bir sevinç, bir sevinç...

Kerkük düştü diye zil takıp oynayan kardeşim!.. Düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki çığlık çığlığasın böyle?

Ya sen, kahramanlık destanları döşenen birader!... Bir gece ansızın baskına gidenler bizim Perinçek ulusalcıları değil, Şii yayılmacılarıydı. Senin göğsün niye kabardı ki?

‘Kerkük Türk yurdudur, Türk yurdu kalacak’ diye sevinçle dolan muhterem, sana ne oluyor peki!... Türkmeneli İran ili oluyor, sevinecek ne var bunda? Dikkat et de, çekilen algı operasyonlarını bunlar bozuyor diye okuyup inandığın manşetlerin oyununa gelmeyesin?

Sitesinde başlık diye nara atan, “Bağdat’tan Barzani’yi çıldırtan hamle, Erbil deliye döndü, bağımsızlığa giderken elindekinden de oldu, lafımızı dinlemeyenin sonu işte budur” diye kasıla kasıla esip savuran artist editör, bu sözüm de sana!... Barzani Kerkük’ü kaybetti de sen ne kazandın? Geçtiyse İran kuklası Bağdat’ın eline geçti petrol kuyuları, senin eline ne geçti ki fırsatı ganimet bildin?

İran'a kazandırmak mıydı istediğin?

‘Barzani kaybetsin de kim kazanırsa kazansın’ diyorsan başka.

Tahran hesabına çalıştığından değilse, oyun kuruculukta bir üst lig seninki. İran Kerkük’e kondu ama biz de sıkı oyun kurduk manasına geliyor.

Gerçi...

Bağımsızlık referandumu için de Siyonist projesi, burnumuzun dibinde ikinci bir İsrail kuruluyor, Barzani ‘büyük İsrail’ hayalinin uşağı, alet oluyor demiştin...

Yalandan karşı çıkıyormuş gibi yaptıklarına bakma, taktik icabı gizliyorlar, arkasında ABD ile Almanya da var, Haçlı ittifakı bizi çaktırmadan kuşatıyor da demiştin...

Fakat ne İsrail kurtarmaya geldi peşmergeyi, ne ABD ile Almanya. Kerkük’ü göz göre göre İran’a kaptırdılar.

Hatta Almanya, peşmergeye verdiği askeri eğitimi kesti. Trump, tarafsızlık açıklamasıyla kenara çekildi. ‘Bize ne, karışmayız, Barzani’nin peşmergeleriyle Haşdi Şabi çeteleri arasında taraf tutmayız’ dedi.

Hani sen Barzani için İsrail’e çalışıyor, Almanların piyonudur, Amerika’nın ajanıdır diyordun ya, hiçbiri sahip çıkmadı.

Adamlarını ortada bırakıp İran’ın Bağdat’taki maşalarına sattıklarına göre... Bahsettiğin o Türkiye’yi kuşatma operasyonunun çöktüğünü, Haçlı ittifakının bu işten vazgeçtiğini, ikinci İsrail’in de artık kurulamayacağını, Siyonist projenin çöpe gittiğini, sinsi tehlikenin tamamen geçtiğini, kuşatmanın yarıldığını söyleyebilir miyiz yani?

Emniyette miyiz şimdi?

Barzani’yi biz boğdurttuk, senin şu ‘Siyonist Haçlı ittifakı’ da seyretti... Oh olsun diyor, iç rahatlatıyorsun da... Kerkük’ü Barzani yerine İran kontrol edince, Türkmen kardeşlerimiz artık emin ellerde diyebilir miyiz?

Kerkük’ü de Irak’la ortak sınırımızı da... Düne kadar Musul’a bırak sokmayı yaklaştırmamak için kıyameti kopardığımız, ‘vahşi bir cinayet şebekesidir, katil sürüsüdür’ dediğimiz, IŞİD’le savaşın dışında tutulmuyor diye olay çıkardığımız Haşdi Şabi milisleri bekleyecek. Milli güvenlik anlayışın bu mu senin?

Sözümüzden çıktığı için Barzani belasını buldu da, bizim gözümüz aydın mı, amacımıza ulaştık mı velhasıl?

T24
ETİKETLER
kerkük irak Şengal haşdi Şabi bağdat türkiye

"Gökçek giderayak belediye parsellerini satıp Osman Gökçek'in arkadaşlarını kadroya mı alıyor?"
19 Ekim 2017



CHP'li Ali Haydar Hakverdi, Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik iddiaları TBMM gündemine taşıdı

CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, istifa eden belediye başkanları hakkında yürütülen bir soruşturma olup olmadığı ya da dosyaların kapatıldığı iddialarını TBMM’ye taşıdı. Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne ait olan arsaların son dönemde hızla satıldığına veya satışa çıkartıldığına dikkat çeken Hakverdi, Başbakan Binali Yıldırım’a, “Bir yandan da Belediye'nin boş kadroları için başvuruların toplandığı ve bunun Osman Gökçek ve arkadaşları tarafından organize edildiği bilgileri geliyor” diye sordu.

Hakverdi’nin Başbakana soru önergesi ve gerekçesi şöyle.

Haftalardır Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından başta İstanbul Büyükşehir ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarının istifası olmak üzere birçok belediye başkanının istifaları istendiği kamuoyunca bilinmektedir.

Bu doğrultuda İstanbul, Düzce ve en son da dün Niğde belediye başkanları kendilerini seçen seçmenlere hiçbir açıklama yapmadan istifa etmişlerdir. Günlerdir istifa edeceği söylenen Melih Gökçek ise halen görevinin başında kalmaya devam etmektedir.

Ankara Büyükşehir Belediyesine ait olan arsalar son dönemde hızla satıldı ve halen satışa çıkartılıyor. Bir yandan da Belediye'nin boş kadroları için başvuruların toplandığı ve bunun Osman Gökçek ve arkadaşları tarafından organize edildiği bilgileri geliyor."

Aradan geçen bu süreçte gerek hükümet kanadından, gerek Melih Gökçek’ten gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan birbirini yalanlayan çelişkili ifadeler ile kamuoyunda bir belirsizlik oluşması sağlanmıştır.

-İstifa eden belediye başkanları hakkında yürütülen herhangi bir soruşturma ve ya haklarında açılmış bir yargılama dosyası var mıdır? Varsa bu dosyalar kapatılmak suretiyle istifaya mı zorlanmışlardır?

- Melih Gökçek’in istifası istenmiş midir? İstenmiş ise gerekçesi nedir? Hakkında bir soruşturma ve yargılama süreci başlayacak mıdır? Bu yargılama yapılacaksa sadece Gökçek ile mi sınırlı kalacak yoksa yıllardır hakkındaki yüzlerce iddiaya rağmen onu tekrar tekrar aday yapanlar ve göz yumanlar hakkında da herhangi bir soruşturma yapılacak mıdır?

- Melih Gökçek’e sus payı olarak yeni bir görev verilecek midir?

- 14 Ekim 2017 tarihinde AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Meclis üyeleri AKP il başkanlığına çağırılarak “Belediyede alınacak hiçbir karara imza atmayın” şeklinde uyarılmış mıdır?

- İstifa söylentisi yayıldıktan haftalar sonra halen göreve devam eden Gökçek’in son dönemlerde aldığı kararlar ve belediye harcamaları özellikle incelenecek midir?

- Melih Gökçek’e son “rötuşları” yapması için süre mi tanınmıştır

- Melih Gökçek’e ait taşınmazlar ve banka hesaplarında son zamanda ne gibi artış ya da azalış olmuştur?

- Osman gökçek son dönemde kaç kez yurtdışına çıkmıştır? Çıkmışsa kaç kez Yunanistan’a gitmiştir? Gökçek ailesinin Yunanistan bankalarında hesapları var mıdır? Varsa özellikle son dönemde bu bankalara bir para transferi gerçekleşmiş midir?

- AKP’li bürokratlar ve Meclis üyelerinden oluşan belediye encümeni son 6 ayda Ankara Büyükşehir’in arsalarının satışına hız vermiş midir? Özellikle son dönemde satılan arsalar kimlere ve hangi fiyattan satılmıştır?

- Melih Gökçek’in istifa söylentilerinden sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi bünyesinde boş olan kadrolara sözleşmeli personel alımı için başvuru sayısında artış olmuş mudur? Başvuru yapanların Osman Gökçek ile yakınlıkları nelerdir?

T24
ETİKETLER
melih gökçek osman gökçek erdoğan ali haydar hakverdi tbmm soru önergesi

"Melih Gökçek, istifa etmek için 10 Kasım'da gövde gösterisi yapmayı bekliyor" iddiası
19 Ekim 2017



Gökçek’in “Erdoğan’la son bir kez görüşmem lazım” diye ısrar ettiği öne sürüldü

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın istifasını istediği belediye başkanları arasında yer alan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in 10 Kasım’da görevi bırakmak istediği öne sürüldü.

İddiayı Kanal D Ana Haber muhabiri Seçil Özer dile getirdi. Ahmet Hakan’ın sunduğu Kanal D Ana Haber’e bu akşam canlı bağlanan Seçil Özer, Gökçek’in “Erdoğan’la son bir kez görüşmem lazım” diyerek istifa etmediğini söyledi.,

Kanal D muhabiri, Gökçek’in 10 Kasım’da yapılacak Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısı sonrasında istifa etmeyi planladığını aktardı. Gökçek’in istifa kararını duyururken belediye çalışanlarının yanı sıra Ankaralıları da davet edeceği bir toplantıda bu zamana kadar yaptığı icraatları sinevizyon gösterisi eşliğinde anlatarak gövde gösterisi yapmayı ve ondan sonra görevi bırakmayı planladığı bilgisi de Kanal D Ana Haber’de aktarılan detaylar arasında.

Kanal D muhabiri Seçil Özer, Gökçek’in istifasının istendiği haberini de ilk duyuran isimdi.
T24

"Melih Gökçek'in ruh hâli tehlikeli!"
19 Ekim 2017



"Gökçek istifa ettikten sonra bu ruh haliyle neler yapacak?!."

Sözcü yazarı Ümit Zileli istifa iddialarıyla gündemde olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek için, "Melih Gökçek'in ruh hâli tehlikeli" dedi.

Zileli'nin "Melih Gökçek’in ruh hali tehlikeli!.." başlığıyla (19 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Melih Gökçek'i çok eski yıllardan, Ankara'dan tanırım…
Aslına bakarsanız, ben ve diğer birçok kişi onu MHP çizgisine yakın olarak bilirdik. Milli Türk Talebe Birliği, Komünizmle Mücadele Dernekleri, Yeniden Milli Mücadele Dergisi… Gökçek'in AKP'ye uzanan çizgisinde pek önemli mihenk taşları… Hele sonuncusunda, “Yeniden Milli Mücadele” dergisinde birlikte olduğu arkadaşlarına bakınca insan şaşırıyor doğrusu:
-Cemil Çiçek, Taha Akyol, Aykut Edibali, Atilla Yayla, Ali Müfit Gürtuna, Ahmet Taşgetiren, Hüseyin Gülerce, Burhan Özfatura, Altan Tan…
Yalnızca bir kısmını yazdığım kadroya bakar mısınız?!.. Bugün hemen hepsi liberal, Kürtçü, dinci ya da merkez sağcı platformlara yayılmış durumdalar!..
Neyse, asıl konumuza dönelim; Melih Gökçek özellikle 1980'den sonra yıldızı sürekli parlayan bir siyasetçi olarak öne çıktı. 1984'te Anavatan Partisi'nden Keçiören belediye başkanı oldu. Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, parti genel başkanlığı için Yıldırım Akbulut'u destekledi. Akbulut, kongrede Mesut Yılmaz karşısında kaybedince Gökçek'e de yol görünmüş oldu; O da Refah partisine geçti… 1994'te ise bütün tahminleri alt üst ederek kıl payı farkla Ankara Büyükşehir Başkanı seçildi…

-Neredeyse çeyrek asırlık macera işte böyle başladı!..
Geleceği gösteren program!..

Benim Gökçek'le maceram ise seçilmesinden yaklaşık bir yıl sonra başladı!..
1995 yılında Kanal 6'da “Pusula” isimli bir haber tartışma programı yapıyordum. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'e “başkanlıklarının birinci yılı dolayısıyla” program teklif ettim. Kabul ettiler. Programın üçüncü konuğu da Hürriyet gazetesi yazarı rahmetli Yıldırım Çavlı'ydı… İlk program itirazlar üzerine ertelendi… İkinci buluşma 28 Mayıs 1995'te gerçekleşti… Dileyenler YouTube'da bu programın tamamını (22 dakika) izleyebilirler… Erdoğan ve Gökçek'in elinde biri 17, diğeri 42 dakikalık kasetler vardı ve önce bunu yayınlamamı istiyorlardı. Ben doğal olarak şu gerekçeyle reddettim:
-Bu program “İcraatın İçinden” değil! İşte canlı yayın, işte sorularımız, işte sizin sansürsüz, engelsiz yanıtlarınızı vereceğiniz stüdyo…
Sonrası için “karabasan” mı demeliyim yoksa “komedi” mi bilemiyorum!..
Hakaretler, “ekranda ömrümün uzun olması” dilekleri(!), “aldığım maaş kadar konuşmam gerektiğine” dair öğütler, ilk kitabım olan “Vur Emri” gösterilerek, solcu olduğum, askerden kaçmaya çalıştığım şeklinde acınası suçlamalar
(6 aylık askerliğimi Tunceli'de Jandarma Komando Asteğmen olarak yaptım!)… Sonuçta, iki başkan stüdyoyu terk ettiler!.. Dışarıda kameralarımızın kırılması, görevlilere saldırılması, bizim dışarıya toplanmış güruhun arasından polis eşliğinde çıkarılmamız ise bir “kara mizah” örneği olarak tarihe geçti!.. O gün şöyle düşündüğümü anımsıyorum:
-Maazallah, ya bir de ülkeyi yönetiyor olsalar neler olurdu acaba?!.

Melih Bey'in kovuşturma timleri!..

Kısa bir süre sonra Kanal 6'dan kovuldum!..
Kanal D'de haber editörü ve Ankara sorumlusu olarak çalışırken, uzun senelerdir görmediğim bir arkadaşımdan “izlemeye alındığımı”öğrendim, iyi mi! Hatta bu arkadaşıma da girdiği bir ihalenin kendisine verilmesi karşılığında “benimle ilgili” şöyle esaslısından bilgi istenmişti!..
O zamanlar Melih Başkanın Ankara'daki “kovuşturma timleri” iddiası efsane gibi anlatılırdı! Bir çok gazetecinin bu yolla sessizleştiği hatta mesleği bile bıraktığı sıkça anlatılan konulardandı!.. Ancak bir şey bulamamış olsalar gerek ki, o cenahtan hakkımda çıt bile çıkmadı!..
Aradan yıllar geçti. Gökçek, her seçimden kazanarak çıkmayı başardı. İki seçim önce neredeyse zamanın Keçiören Belediye Başkanı adaylığı elinden alacak gibi görünse de bir kasetle oyun dışında kaldı!.. Ben de Ergenekon, Balyoz, casusluk kumpasları esnasında ve sonrasında epey müddet Beyaz Tv'de “sürekli konuk” olarak bulundum. Melih Bey'in oğlu Osman Gökçek'in yönettiği televizyonun aslında Gökçek Ailesi'ne ait olduğu herkesin bildiği büyük bir sırdı!.. Hatta bu konuda Melih Gökçek'in telefonla katıldığı iki programda sıkı bir tartışma bile yaşadık!..
Şimdi ben bunları niçin yazdım peki?.. Öncelikle Melih Gökçek'in öyle sıradan bir belediye başkanı gibi sessizce gideceğine pek ihtimal vermediğim için!.. Yeniçağ'da Ahmet Takan dün bu düşüncemi destekleyen bir yazı kaleme aldı. 15 gündür ha bugün, ha yarın istifa edecek denilen Gökçek, yakın çevresine şöyle demişti:
-Bunu onun yanına bırakmam!..
Takan, Gökçek'in elinde arşiv olduğu bilgisini verdikten sonra saray danışmanlarının Cumhurbaşkanı'na söyledikleri iddia edilen şu sözleri aktardı:
-Gökçek'in elinde dosya arşivi var ama şu dönemde bir anlamı yok. Suç duyurusunda bulunmak için savcı bile bulamaz. Aksi halde sizin otoriteniz sarsılıyor. 17/25 Aralık'ın üstesinden geldiniz bunun da rahatlıkla üstesinden gelirsiniz!..
Türkiye Gazetesi yazarı Batuhan Yaşar da Gökçek'in istifa etmeyeceğini şu sözlerle anlattı:
-Aldığımız bilgiye göre Melih Bey istifa etmeyecek. Etseydi zaten bugüne kadar ederdi deniyor.. Yakın çevresine “zaten istifa edersem de kaybedeceğim. Dik durup kaybedersem de onurlu kaybederim…”
İşte böyle! Ben Gökçek'in istifa etmek zorunda olduğunu düşünenlerdenim. Bence tartışmalar yanlış kulvarda “havanda su dövmek” şeklinde yapılıyor. Asıl soru şu:
-Gökçek istifa ettikten sonra bu ruh haliyle neler yapacak?!.

T24
ETİKETLER
erdoğan gökçek haber açıklama ruh hali

Fatih Altaylı: Belediye başkanları istifaya karşı direnemezler çünkü AKP'nin elinde 'FETÖ' kozu var
19 Ekim 2017



"Belediye başkanları pazarlık edebilirler, ama direnemezler"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın istifa etmek istemeyen belediye başkanları hakkında söylediği "Eğer istifa etmezlerse bedeli çok ağır olur" sözlerini değerlendirdi. Altaylı, yönetimden gelen istifa talebine karşı belediye başkanlarının direnemeceğini belirterek "İstifa falan etmiyorum’ diyemezler. Direnen, ‘İstifa etmiyorum’ diyen olursa, parti yönetimi bundan dolayı üzülmez, geri adım falan da atmaz. Çünkü yönetimin elinde çok iyi bir ‘koz’ var. Kozun adı FETÖ. Direnen olursa, hemen FETÖ bağlantısı ortaya dökülür" dedi.

Fatih Altaylı'nın "FETÖ, NY Savcılığı ile mi çalışıyor?" başlığıyla yayımlanan (19 Ekim 2017) yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan daha ne kadar net konuşabilir bilmiyorum.

İstifası istenen belediye başkanlarıyla ilgili kendisine bir soru sorulduğu zaman her seferinde çok net yanıtlar verdi.

“Yok öyle şey” falan demedi.

Bu konuyla ilgili son cümlesi ise şu: “Eğer istifa etmezlerse bedeli çok ağır olur.”

Cumhurbaşkanı’nın bu yanıtının akla getirdiği ise benim 5 Ekim tarihli yazım oluyor.

İki hafta önce, bu istifa talepleri ilk gündeme geldiği ve bazı yorumcuların, “Direnecekler, istifa etmeyecekler” dediği günlerde şöyle yazdım:

“Dİ RE NE MEZ LER. Pazarlık edebilirler, zamanlama konusunda bir kolaylık isteyebilirler, istifanın onur kırıcı bir şekilde olmaması için ricacı olabilirler, ‘Hastane raporu alıp sağlık sorunlarımı gerekçe göstererek bırakayım’ falan diyebilirler.

Bunların hepsi mümkün.

Ama ‘İstifa falan etmiyorum’ diyemezler.

Direnen, ‘İstifa etmiyorum’ diyen olursa, parti yönetimi bundan dolayı üzülmez, geri adım falan da atmaz.

Çünkü yönetimin elinde çok iyi bir ‘koz’ var.

Kozun adı FETÖ.

Direnen olursa, hemen FETÖ bağlantısı ortaya dökülür.

Verilen bir arsa, yapılan bir yardım, sağlanan bir kolaylık, FETÖ liderine zikredilmiş bir övgü, bir Pennsylvania gezisi, ziyaret edilmiş bir FETÖ okulu, FETÖ okuluna gönderilmiş bir çocuk veya torun, FETÖ’cülerle yapılmış bir telefon konuşması ve tabii telefonda bulunacak veya çoktan bulunmuş bir ByLock.

Bunlar ortaya konulur ve yargı zaten gereğini yapar, istifa etmiş bir başkan olmak varken, FETÖ’cülükten içeri atılmış eski başkan oluverirler bir anda.

İktidar partisi bundan hiç de gocunmaz, hatta tam aksine ‘FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadele edilmiyor’ eleştirilerini de ortadan kaldırır, kendi partisinde de temizlik yapan güçlü bir konuma yükselir. Hatta bu konum, muhalefet partilerinin belediye başkanlarına da dokunabilmenin yolunu ardına kadar açar.”

Anladınız mı “Çok ağır olur”un ne demek olduğunu.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı cumhurbaşkanı tayyip erdoğan fetö direnemezler belediye başkanlar

"Davutoğlu'nun kalemini, Bahçeli'nin 'gıybeti' kırdı, 'Erdoğan anayasal sınırlarına çekilir' lafını aynen taşıdı"
19 Ekim 2017



"Bugün patlak veren Bahçeli-Davutoğlu münakaşanın perde arkası da ta o günlere dayanıyor"

Yeniçağ gazetesi Ankara Temsilcisi Ahmet Takan, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile MHP lideri Devlet Bahçeli arasında yaşanan Kerkük krizinin ayrıntılarını yazdı. Takan, "7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından başlayan koalisyon hükümeti kurma çalışmalarında istikşafi görüşmeler sırasında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu bir lidere bir şeyler söyler.. O da Erdoğan'ın kulağına gider" dedi. "Ahmet Davutoğlu'nun kaleminin sarayda nasıl kırıldığını bana şöyle anlatıldı" diyen Takan, "Davutoğlu ile Bahçeli ikili koalisyon görüşmeleri sırasında, Ahmet bey Devlet beye "Biz koalisyonu kuralım. Cumhurbaşkanı da anayasal sınırları içinde Cumhurbaşkanlığı görevini yürütür' önerisini götürdü" ifadesini kullandı.

Takan'ın "Davutoğlu-Bahçeli kavgasının perde arkası..." başlığıyla (19 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Onca hayati sorun varken ülke gündemini işgal eden AKP'li belediye başkanları istifaları magazininden (!) farklı bir noktaya gidelim. Başbakanlıktan azledilen Ahmet Davutoğlu ile MHP Genel Başkanı Doktor Devlet Bahçeli arasında yaşanan sert kavgaya... AKP'nin iç işleri hakkında görüş belirtmeyi doğru bulmadığını beyan eden Bahçeli ne oldu da Davutoğlu'na en sert tonda çaktı?..

11 Ekim tarihinde kaleme aldığımız "Kabile Devleti miyiz" başlıklı yazımızda şu satırlara yer vermiştim:

"7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından başlayan koalisyon hükümeti kurma çalışmalarında istikşafi görüşmeler sırasında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu bir lidere bir şeyler söyler.. O da Erdoğan'ın kulağına gider. Sonrasını, Davutoğlu'nu azle götüren süreci ve kendisine yapılan kötü muameleyi yeri ve zamanı geldiğinde kaleme alınmak üzere başka bir yazıya bırakıyorum..."

Ucundan biraz çıtlatmanın zamanı geldi. Önce, Davutoğlu'nun 10 maddelik Kerkük çözüm önerisinin ardından önceki gün Bahçeli'nin grup toplantısındaki sert sözlerini hatırlayalım:

"Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, TSK, güçlü bir irade ile ağız birliği içindeyken eski Başbakan'ın aykırı beyanat vermesi gafillik ve garabettir. Durdun durdun da şimdi niye ortaya çıktın? Sen hangi yüzle konuşuyorsun."

Bu zehir zemberek ifadelere Davutoğlu aynı gün 10 maddelik bir açıklamayla cevap verdi. Davutoğlu, "Türklük dersi vermek, Kerkük'e uğramamış olanların haddine değildir" dedi. Davutoğlu, kavgada bile kullanılmayacak sözler sarf etti Bahçeli'ye. MHP Genel Başkanını "FETÖ ile aynı dili kullanmakla" suçladı. Bahçeli'nin 17.25 saati önünde çektirdiği fotoğrafları hatırlattı... Davutoğlu, ifadelerin daha da ağırlaştırıp, "partisini baraj tehdidi ile yüz yüze bırakmış bir genel başkanın, en son 1 Kasım 2015 seçimlerinde yüzde 49.5 oy alarak milletimizin büyük teveccühüyle ülkeyi yönetme sorumluluğunu kesintisiz bir şekilde sürdüren partimizin politikalarını belirleme ve yönlendirme arzu ve teşebbüsü, AK Parti'ye gönül veren milletimizi de rahatsız eden açık bir hadsizliktir. Partisinin birliğini koruyamamış olanların, bugün şark kurnazlığıyla güya partimiz içinde ihtilaf çıkarma çabaları başarısız olmaya mahkumdur. Partimizin birliği ve beraberliği, ülkemizin huzur ve refahı için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayacağımız da tecrübelerle sabittir" dedi.

Davutoğlu'na cevabı dün MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın şu sözlerle yetiştirdi:

"Sultan Birinci Abdülhamit döneminde sırf isimleri 'Mehmet' olduğu için sadarete getirilen ve çapsızlıkları ortaya çıkınca kısa sürede görevine son verilen 7 paşadan biri olan Yağlıkçızade Derviş Mehmet Paşa gibi, Ahmet Davutoğlu da isim ve soyadında bir keramet bulunmadığı kısa sürede anlaşılarak azledilmiştir. Buna rağmen Sayın Davutoğlu niye azledildiğini henüz idrak edememiştir."

"Şark kurnazı"..." Çapsız"...

Ahmet Davutoğlu, kendisini azil sürecine götüren süreçte düğmeye nasıl basıldığını çok iyi biliyor...

Bu satırların yazarının yıllardır Erdoğan ve Bahçeli arasındaki gizli ittifakı somut bilgilerle kaleme aldığının en yakın şahidi sizlersiniz. Onca hakaret ve tehdide rağmen doğru bildiklerimi söylemekten hiç yılmadım. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra tek başıma da kalsam Erdoğan- Bahçeli gizli görüşmelerini ve varılan mutabakatlar sonucunda baskın seçime gidileceğini yazdım durdum. 1 Kasım sonuçları ve daha sonra Davutuğlu'nun da Başbakanlıktan nasıl gönderildiği malumunuz. Arşivdeki yazılarımda...

İşte, bugün patlak veren münakaşanın perde arkası da ta o günlere dayanıyor. Sizler, istikşafi görüşmeler sırasında koalisyona ayak direyen ve sebeplerini bir türlü kamuoyuna izah edemeyen Bahçeli'nin siyah çantasında neler olduğu ile meşgul edilirken, sarayda her şey kotarılmıştı. Çok yakınındaki bir isim o günlerde Ahmet Davutoğlu'nun kaleminin sarayda nasıl kırıldığını bana şöyle anlatmıştı:

"Davutoğlu ile Bahçeli ikili koalisyon görüşmeleri sırasında, Ahmet bey Devlet beye "Biz koalisyonu kuralım. Cumhurbaşkanı da anayasal sınırları içinde Cumhurbaşkanlığı görevini yürütür' önerisini götürdü. Devlet bey buna hiç sesini çıkarmadı. Sonradan öğrendik ki, Bahçeli bunu Erdoğan'a aynen aktarmış. Bizim kalemimizde o gün kırılmış."

Aynı sağlam kaynaktan şunları da dinlemiştim:

"Ahmet Davutoğlu, azledildikten sonra saraya 'sayın cumhurbaşkanına bari bir teşekkür edeyim' diye gitti. Cumhurbaşkanımız Ahmet beyi tam 2 saat özel kaleminde bekletmiş. Sonra 5 dakika görüşmüş. 'Ne teşekkürü" deyip göndermiş. Böyle hak etmediği ağır bir hakarete de maruz kaldı Davutoğlu..."

Öznesi "Kerkük" görünse de bu kavga o kavga değil. Bu hesaplaşma bambaşka bir hesaplaşma. Kilometre taşları 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015, 5 Mayıs 2016, MHP'de olağanüstü kongre taleplerinin anti demokratik yollarla engellenmesi, "Getirin anayasa değişikliğini...", 16 Nisan 2017... Çapulcubaşı Barzani'nin sözde referandumu ve sonrasında olup bitenler ve bitecekler... Hiçbiri tesadüfler neticesi değil... Kasım ayı çok sıcak geçecek.

Sütunda yerim kalmadı. Zamanı geldiğinde yine devam ederiz!..

T24
ETİKETLER
davutoğlu ve bahçeli haber açıklama takan istikşafi

Sabah gazetesindeki bu yazıyı Süleyman Soylu altını çizerek okuyacak
19.10.2017

Okan Müderrisoğlu çok konuşulacak bir yazı kaleme aldı. Müderrisoğlu Ankara’da bir “vekalet savaşı” yaşandığını söyledi.

Hükümet içindeki kavga iyice su yüzüne çıktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki mücadele artık gazete manşetlerine, köşelerine yansıyor.

Geçtiğimiz günlerde Soylu’nun oğlunun düğünü hükümete yakın birçok gazetede manşet olurken, başında Bakan Albayrak’ın ağabeyi Serhat Albayrak’ın olduğu Sabah gazetesi düğünü 3 cümleyle haberleştirmişti.

“SİYASET MÜHENDİSLİĞİNİ KALDIRMAZ”

Bugün ise Sabah gazetesinin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu çok konuşulacak bir yazı kaleme aldı. Müderrisoğlu Ankara’da bir “vekalet savaşı” yaşandığını söylediği yazısında şu ifadeleri kullandı:

“İç ve dış gündemin ağırlığı giderek artarken Ankara'da dikkat edilmesi gereken bir konu daha var. Adına ‘vekalet savaşı' demek belki iddialı olur ama ‘örtülü güç mücadelesi' demek durumu izah edebilir. Çerçeveyi böyle çizince zihinlere çok değişik sorular gelebilir. Kafa karışıklığına yol açmamak adına, gözlemlerime dayanarak meseleyi izaha çalışayım. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim...

Devlet yönetimi; küçük dukalıkları, alan hakimiyetini, siyaset mühendisliğini kaldırmaz. Siyasette ne hesap yaparsanız yapın, belirleyici olan milletin tercihi ve teveccühüdür. Milletin adamına rağmen değil, milletin adamı ile çözüm üretilebilir. Gün; kişisel kırgınlıkların, kızgınlıkların, bekle-gör politikasının, sütre gerisine çekilenlerin günü değil. Gün, devletin içinden geçmekte olduğu kurt kapanını kırma, liderlik gücüne güvenme, lideri zamanında, tam ve doğru bilgilendirerek geleceğe yürüme günüdür.”

“SESSİZ VE DERİNDEN OYUNLAR KURMAYA…”

AKP’nin içindeki bazı kişilerin yeni ittifaklar kurduğunu ileri süren Müderrisoğlu köşesini şöyle sürdürdü:

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne kadar bir geçiş dönemi yaşadığımız açık. Aslında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın parti ile bağının kesildiği 2014 yazından, 2017 baharına kadar geçen sürede AK Parti'nin fabrika ayarlarıyla da oynandı. Büyük olasılıkla bu yüzden partinin, devlet yönetimine değen noktalarında da farklı ilişkiler ağı, ekipler, dar kapsamlı birliktelikler, konjonktürel ittifaklar da belirdi. Şu veya bu şekilde siyasi güç elde eden, geleceğe dair hedefleri olan kimi siyasi aktörler içten içe, sessiz ve derinden oyunlar kurmaya, bürokratik işbirlikleri geliştirmeye yöneldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, AK Parti kadroları için ‘metal yorgunluğu’ olarak nitelediği tabloyu, devletin yönetimi noktasında ‘mesleki deformasyon’ bağlamında görmek yanıltıcı olmaz. Yani, sadece AK Parti'nin içiyle sınırlı bir değişimden söz edilemez. AK Parti ile temayüz eden teknokratların durumunun ve siyasi yönlerinin de yeniden ele alınması zorunludur.”

“TAHAMMÜLÜ YOK”

Erdoğan’ın AKP’de başlattığı değişime de değinen Sabah yazarı Müderrisoğlu, bürokraside de bir değişimin olacağının sinyalini verdi. Müderrisoğlu köşesinde şu satırları kaleme aldı:

"Cumhurbaşkanı'nın, 2019'daki üç kritik seçimi düşünerek bugünden başlattığı değişim dalgasının, Ankara'da hangi kıyılara çarptığı ve nasıl etki uyandırdığı dikkatle değerlendirilmeli. Nihayetinde Ankara, devletin siyaset eliyle yönetildiği, aynı zamanda gücün dağıtılıp, dengelendiği bir merkez. Bu nedenle Sn. Cumhurbaşkanı'nın siyasi ekipte yenilenmeyi gerekli görmesini, devlet yönetimindeki yenilenme gerekliliği ile birlikte okumak gerek. Kabul edelim ki Sn. Cumhurbaşkanı sayesinde siyasete girmiş, makam, mevki sahibi olmuş kimi isimler zamanla kendine ‘güç vehmetmeye' de başladı. Ama bu güç yönetimini, bir başka ifade ile ihtiraslarını olabildiğince Cumhurbaşkanı'nın radarına girmeyecek şekilde yedeklemeye gayret etti. Oysa özelde AK Parti'nin, genelde Türkiye'nin, 'siyasi güç parçalanmasına’ tahammülü yok. Daha mühimi, Cumhurbaşkanı'nın halihazırda devlet sisteminin ‘kilit taşı’ konumunda olmasıyla ilgili. Erdoğan'ın kurmadığı veya bilinmeyenlerini açıklamadığı hiçbir siyasi denklemin, görünür gelecekte millette karşılığı olmayacağı çok net.

Demek istiyorum ki... Siyasi postlara kurulup, devleti devlet yapan kurumların imkan ve kabiliyetlerine güvenip gelecek planlaması yapmak nafile çabadır. 2019'a giden yolda davaya, milli değerlere sadık, yük olan değil yük alan yüzlere, birikimlere, yenilikçiliğe ihtiyaç vardır.”

Odatv.com


İşte AK Parti'deki depremin perde arkası! Flaş bir şekilde görevden alındı çünkü...
18 Ekim 2017

Ocak 2014'den beri Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı görevinde bulunan Kenan İpek dün görevinden ayrılmıştı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül başkanlığında toplanan Hakimler ve Savcılar Genel Kurulu (HSK) Kenan İpek'i Yargıtay Üyesi seçti. Dün İpek'in görevden alındığı öne sürülmüştü. Habertürk yazarı Nagehan Alçı da bugünkü köşesinde, olayın perde arkasını anlattı.

Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı görevinde bulunan Kenan İpek, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından görevden alındı. Gül, görevden almanın İpek'in isteği doğrultusunda gerçekleştiğini söyledi. Kenan İpek’in yerine OHAL Komisyonu Başkanı Selahaddin Menteş getirildi.

İpek'in görevden mi alındığı yoksa kendi isteği ile mi gittiği hala bilinmiyor. Habertürk yazarı Nagehan Alçı da Ankara 'daki flaş olayka ilgili iddialarda bulundu.

Alçı'nın yazısındaki, flaş görevden alma hakkında şu ifadeleri kullandı:

Dün çok önemli bir gelişme yaşandı. Önümüzdeki süreçte gündemdeki olayları etkileyebilecek, bazılarına göre şaşırtıcı, bazılarına göre ise beklenen bir gelişme. 62. ve 63. hükümetlerde bakanlık yapmış olan, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek, bir yoruma göre BakanAbdulhamit Gül tarafından görevden alındı, diğer yoruma göre ise kendi isteğiyle görevinden ayrıldı. Peki bu gelişme neden önemli olsun? Anlamı ve sebebi ne?

Bugün size Kenan İpek’in müsteşarlık görevinin sona ermesine giden süreçten, Adalet Bakanlığı’nın içindeki durumdan, bu ayrılığın olası sebeplerinden ve bundan sonraki muhtemel gelişmelerden bahsedeceğim...

17/25 SÜRECİNİN KAHRAMANI

KENAN İpek çok deneyimli bir hukuk insanı ve bürokrat. Kiminle konuşursam konuşayım bir konuda hemfikirler: Bugün yargı camiasının içinde sosyal demokratlar da, muhafazakârlar da, ülkücüler de, Aleviler deİpek’e saygı duyuyor, Adalet Bakanlığı’nda önemli katkıları olduğunu düşünüyorlar. (Kenan Bey ülkücü kökenlidir-N.A.)

Hiç şüphe yok ki Kenan İpek, FETÖ konusunda başından beri çok cesur ve kararlı bir duruş sergiledi. 17/25 Aralık sürecinde, 1 Ocak 2014’te müsteşarlığa atandı ve o kritik dönemde HSYK’daki gerekli düzenlemeleri yaptı. Onun Gülenist yapıya karşı olduğu, bu yapı en güçlü dönemlerini yaşarken Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nden onlar tarafından apar topar, hatta evinden adeta sokağa atılarak görevden alındığı Ankara’da bilinen bir olaydır.

YARGIDA BİRLİK’İN MİMARI

Birçok siyasetçinin sustuğu, kimsenin ortalıkta görünmediği puslu Aralık 2013’te, İpek’in cesur bir şekilde ortaya çıkması Tayyip Erdoğan’ın da elbette dikkatini çekti, onu müsteşarlığa getirmekle kalmadı, aralarında iyi bir diyalog da gelişti.

Kenan İpek’le ilgili hatırlamamız gereken bir ayrıntı da 2014 Ekim HSYK seçimlerinde oynadığı rol. Yargıda Birlik Platformu’nun oluşmasının arkasındaki isim odur. Organizasyonu yaptı, birlikte hareket edip seçimleri kazanmalarını sağladı.

Peki böyle bir bürokrat neden görevden alındı ya da ayrıldı? Gelelim farklı senaryolara...

KONUŞULAN 2 SEBEP

KENAN İpek’le ilgili bir süredir kulağıma birtakım haberler geliyordu. Dün görevden ayrıldığını duyunca üst düzey yargıdan yetkili isimleri aradım. Bana 2 olası sebepten bahsettiler. İlki İpek’in martta emekli olma ihtimali konuşulan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga’nın yerine gelecek olması. İkincisi ise Bakan Abdulhamit Gül ile yıldızlarının barışmaması.

İlki üzerinde fazla duracak bir şey yok, zaman gösterecek, Kasırga emekli olmasa da İpek’in büyük olasılıkla Cumhurbaşkanlığı’na müşavirlik gibi bir görevle gideceği konuşuluyor. Çünkü dediğim gibi Erdoğan’ın sevdiği ve güvendiği bir isim İpek.

Peki ya bahsedilen ikinci sebep? Onu biraz açmak isterim...

Farklı isimlerden aynı şeyi duydum: Bakan Gül ile Müsteşar İpek’in iş yapma biçimleri birbirine benzemiyormuş. İpek, özgül ağırlığı fazla bir müsteşar olduğu için zaman zaman Bakan ile aralarında sıkıntılar yaşanıyormuş. Kısacası Bakan Gül ile Kenan İpek arasında bir uyumsuzluk yaşandığı ve temel sebebin bu olduğu Ankara’da herkesin konuştuğu bir sır. Hatta kulisler Kenan Bey’in Gül bakan olduğunda odasından çıkıp karşılama yapmadığına kadar gidiyor...

AK PARTİ ’DEN GELEN UYARILARA BLOKAJ MI VARDI?

İpek ile ilgili söylenen başka bir husus ise AK Parti içinde kendisine yönelik giderek artan bir tepkinin olduğu. HSK’yı içeriden bilenler şunu da bilirler: Son dönemde binlerce kişiyi ihraç eden bu kuruma her siyasi partiden çok sayıda telefon gidiyor. “Şununla ilgili yanlış duyum var”, “Bu aslında FETÖ’cü değil” vs...

İçeriden olayları bilen bir isim bana, “ CHP ve MHP ’den en az 200’ün üzerinde telefon almışızdır, AK Parti’den ise bu sayı 20’yi geçmez. Bu normal, çünkü bakan ve müsteşar oradan gelen duyumları iletebilir, ancak Kenan İpek bunu yapmıyordu, adeta bir blokaj uyguluyordu, bu da partinin içinde birçok ismi rahatsız ediyordu” dedi. Bu noktada bana göre İpek’in tavrı doğru, ama zaten siyasi partilerin sürekli HSK’yı aramasında bir garabet var...


BUNDAN SONRA BİR ŞEYLER DEĞİŞEBİLİR Mİ?

KENAN İpek’in yerine Müsteşar Yardımcısı Selahattin Menteş geliyor. Menteş’le ilgili şimdiden birtakım spekülasyonlar ortaya atılmaya başlandı. Onun FETÖ ile mücadelede yeterince “şahin” olmadığını ileri sürenler var. Peki bu doğru mu?

Kesinlikle yanlış. Menteş de FETÖ ile mücadele konusunda cesaret sahibi bir isim. Ancak bir yandan da insan haklarına ve özgürlüklere duyarlılığıyla tanınıyor. Menteş’i tarif edenler, onun kamuoyunda “Taş Atan Çocuklar”olarak bilinen davada “Taş atmak örgüt üyeliği sayılmaz” kararının sahibi olduğunu hatırlatıyorlar.

Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı yapan Menteş terör yargılamalarıyla ilgili ciddi deneyim sahibi ve özgürlükçü bakış açısına sahip olarak tanımlanıyor. Genel olarak son dönemde FETÖ ile mücadelede yapılan bazı inanılmaz hatalar ve tuhaf kimi davalar giderek daha büyük rahatsızlık yaratıyor, şayet Menteş iddia edildiği gibi bir özgürlükçü çizgiye sahipse bu son derece olumlu demektir. Türkiye’nin gerçek bir hukuk devleti olmaya ve özgürlüklere ihtiyacı var...

Millî Gazete

"Davutoğlu stratejik derinlikte yavaş yavaş boğulurken, Barzani'yle türkü söyleyen kişi de Erdoğan'dı"
19 Ekim 2017



"Aslında kıyametin taraflarının AKP'nin zirvesi ve Davutoğlu olması gerekiyor ama..."

Yeniçağ yazarı Murat İde "Türkiye'yi bugünkü açmaza iten 'Stratejik Derinlik' absürtlüğüne bir gönderme yapılacaksa, Ahmet Davutoğlu ile sınırlı kalması mümkün mü?" diye sordu. "Elbette hayır" diye yanıtlayan İde, "Asıl patron belli... Davutoğlu stratejik derinlikte yavaş yavaş boğulurken, Barzani'yle türkü söyleyen kişi de Tayyip Erdoğan'dı" ifadesini kullandı.

İde'nin "Davutoğlu kavgasıyla muhalefet imajı..." başlığıyla (19 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Başımıza bin bir çorap ören "Stratejik Derinlik"in mimarı Ahmet Davutoğlu, Ankara'yı Barzani konusunda biraz daha dikkatli ve sakin olmaya çağırınca, kıyamet koptu..

Aslında kıyametin taraflarının AKP'nin zirvesi ve Davutoğlu olması gerekiyor ama eski Başbakan'ın karşısında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve MHP var..

Davutoğlu, Türkiye'yi yöneten kendi partisine çağrı yaptı ama onlardan 'Tık' yok.. Yani asıl taraflar arasında bırak kavgayı, polemik bile yok..

Peki kiminle var? MHP Genel Başkanı ve MHP'yle..

Devlet Bahçeli'nin Davutoğlu'na uyarıları tam isabet.. Ama bu isabet, düne dair değerlendirmeleri ile bugün aldığı pozisyon arasındaki farkı ortadan kaldırmıyor..

Ben fark dedim, siz çelişki diyebilirsiniz, tercih meselesi.. Devlet Bahçeli'nin, doğru ya da yanlış, bilemem, belli gerekçelerle bugün büyük destek verdiği Tayyip Erdoğan, o günlerde Davutoğlu'nun arkasında duran, "Yürü be Ahmet hoca" diyen kişi.. Yani Davutoğlu dün o yaptıklarını, Erdoğan'ın onayıyla yaptı.. O gün olanlar kabahatse, en büyük pay ve sorumluluk Erdoğan'ın..

Dolayısıyla, Türkiye'yi bugünkü açmaza iten 'Stratejik Derinlik' absürtlüğüne bir gönderme yapılacaksa, Ahmet Davutoğlu ile sınırlı kalması mümkün mü? Elbette hayır.. Asıl patron belli.. Zaten, dün de yazdığım gibi, Davutoğlu stratejik derinlikte yavaş yavaş boğulurken, Barzani'yle türkü söyleyen kişi de Tayyip Erdoğan'dı..

***

Devlet Bahçeli ağır vurdu.. Davutoğlu'nun cevabı da evlere şenlikti.. "Memleketi perişan ettin" diyen bir siyasetçiye, "Sen de evini toparlayamadın" diye cevap vermek, olsa olsa mahalle kavgasındaki çocukların tarzı.. "Benim babam, senin babanı döver" hesabı..

Ee zaten MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın girdi devreye.. Semih hoca muhtemelen markette alışveriş yaparken bile kullandığı "Siyaset düşüğü, siyasi safra" gibi şablon ifadelerle yürüdü, Davutoğlu'na..

Maçta tempo artıyor, bu kesin.. Ama iletişim bilimi açısından baktığınızda, fotoğraf şu:

İktidarla ilişkileri hayli iyi olan ve bu duruştan siyaseten zarar gören bir muhalefet partisi, MHP, iktidarla kavga eden parti konumunda..

Halbuki kavga, iktidarın eski Başbakanı Ahmet Davutoğlu'yla.. Olsun.. Davutoğlu algılarda hala AKP'yi temsil ediyor..

Arada belki de MHP'nin "İktidarla birlikte olan" muhalefet (!) alğısı tamir ediliyor, bilemem..

Bu polemiği, bu pencereden izliyorum..
T24

Bülent Arınç'tan Melih Gökçek'e Hint atasözüyle gönderme
20 Ekim 2017



Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından istifası istenen Melih Gökçek'e göndermede bulundu.

İstifası istenen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’le ilgili tartışmalara Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç da katıldı.

Arınç daha önce Gökçek için “Ankara’yı parsel parsel sattı” sözleriyle gündeme gelmişti.

Arınç Twitter hesabında daha önce attığı bir paylaşımı 'sabitlenmiş' hale getirdi.

​Arınç'ın iletisinde, Gökçek'in 'Bir dönem daha başkanlık yapacak mısınız?' sorularına yanıt verdiği röportajlardan derleme görüntüler yer alıyor. Görüntüler, "Bir Hint Atasözünde denir ki: ‘EĞER BİRİLERİ OTURDUĞU KOLTUKTAN KALKMAKTA SIKINTI YAŞIYORSA KESİNLİKLE ALTINI KİRLETMİŞTİR" sözleriyle paylaşılıyor.

Cumhuriyet

Meih Gökçek, Uğur Dündar'ı neden aradı?
20.10.2017



Gazeteci-Yazar Uğur Dündar, Melih Gökçek’in Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü iken kendisini aradığını belirtip ayrıntıları aktardı.

Uğur Dündar, Sözcü gazetesindeki “Melih Gökçek!..” başlıklı yazısında “Yıl 1989… Hürriyet Gazetesi'ndeki odamda çalışırken sekreterim Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü Melih Gökçek'in aradığını ‘Kurumun yuva ve yurtlarıyla ilgili önemli bir konuyu benimle paylaşmak istediğini’ söylüyor.

Gökçek'le o güne kadar tanışmamış olmama rağmen, kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocukların barındığı Çocuk Esirgeme Kurumu'ndaki sorunlar, TRT'de çalışmaya başladığım 1970 yılından bu yana ilgilendiğim konuların başında geliyor.

Israrla yaptığım haberlerden sonra, yuva ve yurtlardaki fiziksel koşulların düzelmiş, hatta bazılarının 5 yıldızlı otel konforuna kavuşmuş olmalarına rağmen, kötü muamele, şiddet, hatta cinsel istismar gibi utanç verici durumların yer yer devam ediyor olmasına çok üzülüyorum.

O nedenle randevu isteyen Melih Gökçek'i İstanbul'a davet ediyorum.”

“KULAĞIMA TUHAF ŞEYLER GELMEYE BAŞLIYOR”

Melih Gökçek’le Cağaloğlu'ndaki gazete binasında buluştuğunu belirten Uğur Dündar, şöyle devam etti:

“Uzun uzun gazeteciliğime ve cesaretime duyduğu saygıyı belirttikten sonra ‘Sayın Dündar, sizi aramamın asıl nedeni, düzelmesi için büyük emekler verdiğiniz Çocuk Esirgeme Kurumu'nun içyüzünü, yıllardır kuruma çöreklenmiş aynı siyasi görüşe sahip bir kadronun yolsuzluklarını ve çocuklara yaşatılan travmaları hiç gizlemeden anlatarak, yapacağım radikal değişime desteğinizi almak’ diyor.

Belgelediğini söylediği iddialarını dinledikçe tüylerim ürperiyor.

İddia ettiği tüm çarpıklıkları yerinde görüntüleme koşuluyla ilgileneceğimi söylüyorum.

Nitekim birkaç gün sonra çekim ekibiyle Ankara'ya uçuyoruz. Genel Müdür Gökçek'le yuva ve yurtları geziyor, çarpıcı röportajlar yapıyor, itirafları dinliyorum.

Kurumun içler acısı halini yansıtan televizyon programı ve Hürriyet'te yer alan haber büyük yankı yaratıyor.

Ancak yayından kısa süre sonra kulağıma tuhaf şeyler gelmeye başlıyor.

Örneğin Melih Gökçek'le ortak bir firma kurmuşuz (!) ve binalara alınan tüm mobilyalarla eşyaları o firma üzerinden satmışız!..

Oysa Melih Gökçek'le o programa kadar hiç tanışmadığım gibi, yayından sonra da görüşmemiş, bir çayını bile içmemişim.

Sevgi ve şefkate muhtaç çocuklarımıza daha güzel bir yaşam sağlamak için yaptığım mücadelede uğradığım bu iftiraların aslı astarı olmadığı için gülüp geçiyorum.”

“SONUÇTA TARİHE KAYIT DÜŞMEK İÇİN YARGIYA BAŞVURUYORUM”

Uğur Dündar, “Melih Gökçek'le yollarımız yıllar sonra Kanal-D için yönetimimde gerçekleşen ve reyting rekorları kıran Kemal Kılıçdaroğlu-Melih Gökçek tartışmasında bir kez daha kesişiyor” diyerek o görüşmeyi de şöyle anlattı:

“Yayının hazırlıkları sırasında Gökçek sık sık beni arayıp, programla ilgili sorular yöneltiyor, önerilerde bulunuyor. Öyle ki, onun tarafından aranmadığım gün geçmiyor!

Kemal Kılıçdaroğlu ise bir veya iki kez aramakla ve programın içeriğine hiç girmeden, genel sorular yöneltmekle yetiniyor…

Gerisini biliyorsunuz…

Canlı yayın boyunca susmak bilmeyen Gökçek adeta hırçın bir çocuk gibi sürekli atak yapıyor, konuşma süre ve disiplinine uymuyor, Kılıçdaroğlu'nun sözlerini kesiyor ve tartışmayı çığırından çıkarmak için her türlü gayreti sergiliyor!

Oysa ricalarımı dinleyip biraz susmuş olsa, dilediği kadar süre vereceğim ve kendisini en iyi şekilde anlatmasını sağlayacağım. Ama ikna çabalarım fayda vermiyor, o, bildiğini okumaya devam ediyor.

Televizyon ilginç bir alettir. Siz yerden göğe kadar haklı bile olsanız, karşınızdaki kişiye saldırırsanız, onu haklı, hatta mağdur yaparsınız.

Seyircinin psikolojisi de hep mağduru korumaktan yanadır.

Canlı yayında daha uzun süreyi doldurmasına rağmen Melih Gökçek, kaybeden taraf oluyor!..

Sonra gelsin iftiralar…

Güya Kemal Kılıçdaroğlu ile anlaşıp, kendisine kumpas kurmuşuz ve programın ardından bu başarıyı kutlamak için şampanya patlatmışız!..

Basın toplantıları düzenliyor, balonlar patlatıyor ve iftira üzerine iftira yağdırıyor.

Oysa benim bu program öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu ile dışarıda bir yerde buluşup çay içmişliğim bile olmadığı gibi, özel bir dostluğum da yok! Hâlâ yok!..

Programdan sonra şampanya patlatıldığı iddiası ise komik ötesi kuyruklu bir yalan! Zira yayın biter bitmez, zemin katta stüdyo haline getirilen yerden fırlayıp, hemen İstanbul uçağına yetişmek için havalimanının yolunu tutmuşum.

Bırakın şampanyayı, bir bardak su içmeden ve ekiple vedalaşmadan çıkıp gitmişim.

Kaldı ki böyle bir ahlaksızlığı ne ben düşünürüm ne de Kemal Bey… Aklımızın ucundan geçmez…

İftiralarını ‘Kötü düşünen kötüdür’ diyerek geçiştirmeye çalışıyorum ama o bununla da yetinmeyip saldırılarını tehdit boyutuna vardırıyor.

Sonuçta tarihe kayıt düşmek için yargıya başvuruyorum.

Aradan yıllar geçmiş olmasına karşın bu iftiralarını hâlâ sürdürüyor!..”

“MELİH GÖKÇEK ZOR GÜNLER GEÇİRİYOR”

“Sevgili okurlarım, karakterim, bir yayında bana güvenerek ekrana çıkan kişi kim olursa olsun, adaletsizlik yapmama izin vermez” diyerek okurlarına seslenen Uğur Dündar yazısını şöyle sonlandırdı:

“Bunun en yakın tanığı ise acil şifalar dilediğim CHP'nin bir önceki Genel Başkanı Deniz Baykal'la 2002 yılında ilk ve son kez tartışan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır.

O yayından sonra hem Erdoğan, hem de Baykal, adil yönetimim nedeniyle bana içten teşekkür etmişlerdir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın azlettiği Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek zor günler geçiriyor.

Her an istifası bekleniyor.

Kişiliğim, düşene vurmak yerine, yargıyı ilgilendiren hırsızlık ve yolsuzluk gibi durumlar dışında ‘Seçimle gelenin yine seçimle gitmesi gerektiğini’ söylettiriyor.”

Birgün
Melih Gökçek çocuk Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul Ankara Cumhurbaşkanı televizyon gazeteci cinsel istismar gazete basın çay CHP deniz baykal belediye yazar TRT Taraf tehdit Tayyip Erdoğan

Ahmet Hakan: Melih'inki direniş falan değil, Erdoğan’ı yumuşatma çabası..
23.10.2017



AKP'de istifası istenen belediye başkanları ile ilgili gelişmeler gündemi sarsmaya devam ediyor. Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan kaleme aldığı 'Sorular ve cevaplarla istifası istenen belediye başkanları olayı' başlıklı yazısında önemli tespitlerde bulundu. Melih Gökçek'in istifaya direndiğine dair iddialara da açıklık getiren Hakan, "Onunki direniş falan değil ki... Onunki Erdoğan’ı yumuşatma çabası... Fakat Erdoğan’ı hiç tanımıyor. Eğer tanısaydı..." ifadesiyle de dikkat çekiyor.

AK Parti 'de istifası istenen belediye başkanlarıyla ilgili güncel gelişmeler kamuoyunda geniş yer bulurken, Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan da bugün köşesinde kaleme aldığı 'Sorular ve cevaplarla istifası istenen belediye başkanları olayı' başlıklı yazısında merak edilen sorulara yanıt aradı.

İşte Hakan'ın gündemi sarsacak o yazısının ilgili bölümü;

SORU: “Seçimle gelen seçimle gitmelidir” cümlesi, belediye başkanları için de geçerli midir?

CEVAP: Tabii ki geçerlidir. Halkın oyuyla

gelen bir belediye başkanı, ancak halkın oyuyla gönderilir.

*

SORU: Erdoğan “Belediye başkanları bağımsız seçimle gelmiyor, onları parti gösteriyor” dedi. Buna ne diyorsun?

CEVAP: Kesinlikle katılmıyorum. Tayyip Erdoğan İstanbul ’a bağımsız seçimle başkan olmuştu. Partisinin onu aday göstermiş olması, yapılan seçimin bağımsız seçim olmadığı anlamına gelmez.

*

SORU: İstanbul, Düzce, Niğde belediye başkanları istifa ettiler. Bu konuda ne diyorsun?

CEVAP: Üçü de “Kendi isteğimizle istifa ettik” dedi. Kendisine yönelik baskıdan söz etmeyen, edemeyen bu belediye başkanları için “Zorla istifa ettirildiler” diyemem. Adam önce “Bana baskı var” diyecek... Bunu demekten bile aciz adamın nesine sahip çıkalım.

*

SORU: Melih Gökçek’in direnişi hakkında ne diyorsun?

CEVAP: Onunki direniş falan değil ki... Onunki Erdoğan’ı yumuşatma çabası... Fakat Erdoğan’ı hiç tanımıyor. Eğer tanısaydı... Bu yumuşatma çabasının Erdoğan’ı daha da sinirlendirdiğini fark ederdi... Melih Gökçek yumuşatma çabasını sürdürdükçe kendi geleceğini de karartıyor. Gökçek böyle yapmaya devam ederse gelecekte AK Parti’de yeri falan olmayacak.

SORU: Bursa ?

CEVAP: Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin durumu biraz daha farklı... Direnişe geçmiş gibi görünüyor. İstifa etmeme kararı almış gibi... Telkinlere kapalı.

*

SORU: Balıkesir ?

CEVAP: Delidolu bir adam Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur... Hali vakti yerinde bir adam... Açık konuşmayı seviyor... Ne tam direnişe geçmiş gibi, ne de Erdoğan’ı yumuşatma gayreti içinde... İkisinin arası bir yerde... Kolay bırakıp gitmeyecek gibi...

*

SORU: Erdoğan’ın belediye başkanlarını istifa ettirme stratejisinin temel amacı nedir?

CEVAP: Üç amacı var Erdoğan’ın: BİR: Partide yenilenme havası estirmek. İKİ: Yıprandığını düşündüğü isimlerin dışında isimlerle yerel seçime girmek...
ÜÇ: 2019’da yapılacak başkanlık seçimini garantiye almak.

*

SORU: Belediye başkanlarının istifası ya da istifa ettirilmeye çalışılması, siyaseti nasıl etkiler?

CEVAP: Erdoğan bu zamana kadar çok risk aldı. Ama aldığı risklerin hiçbiri, belediye başkanlarının istifası olayındaki kadar büyük bir risk değildi. Bu zamana kadar aldığı risklerden alnının akıyla çıkan Erdoğan, bu son riskten nasıl çıkacak? Başarıyla mı, başarısızlıkla mı? Ben başarının çok kolay olmadığını düşünenlerdenim. Ama “Erdoğan’ın bir bildiği vardır herhalde” demeyi de ihmal etmiyorum.
Millî Gazete

'İşimizi geri istiyoruz' eyleminin 348. gününde 5 kişi gözaltına alındı
22.10.2017



'İşimizi geri istiyoruz' eyleminin 348. gününde 5 kişi gözaltına alındı
Yüksel Caddesi'nde 348 gündür devam eden “İşimizi geri istiyoruz” eylemine biber gazı ve plastik mermiyle müdahale eden polis, 5 kişiyi darp ederek gözaltına aldı.

Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın açlık grevi eylemi 228., kamu emekçilerinin başlattığı “İşimizi geri istiyoruz” eylemi ise 348'inci günüdne. Yüksel Caddesi’nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde dün açıklama yapmak isteyen emekçilere polis izin vermedi.

BİBER GAZI VE PLASTİK MERMİ

Evrensel'in haberine göre, polis kalkanları önünde açıklama yapmak isteyen emekçiler, “Açlık grevinin 228. gününde Nuriye Semih işe geri alınsın” yazılı pankart açarak “Nuriye Semih onurumuzdur” sloganları attı. Pankart açıldığı anda müdahale eden polis, 4 kişiyi darberek gözaltına aldı. Eylemi görüntülemek isteyen bir kişiyi hedef alarak biber gazı ve plastik mermi sıkan polis, görüntü çeken kişiyi de gözaltına aldı.

Birgün
polis açıklama kanun khk ihraç açlık grevi

Pamuk eller cebe!. 617 milyar lira vergi, 12 milyar da ceza ödeyeceğiz
20 Ekim 2017



Gelecek yıl 617.3 milyar lira vergi, 23.7 milyar lira da harç geliri hedeflenirken, kasaya girmesi öngörülen para cezası da 12.8 milyar lira tahmin edildi. Trafik cezasından 40.3 milyon lira bekleniyor

2018 bütçesine göre vergiden yüzde 14.9 artışla 617.3 milyar lira, harçlardan da yüzde 27 artışla 23.7 milyar lira gelir hedeflenirken, gelecek yılın ceza tahmini de belli oldu.

Buna göre kamunun, yeni yılda vatandaştan 12 milyar 81 milyon 621 bin lira para cezası toplaması öngörülüyor.

Gazete Habertürk'ün haberine göre bu rakam 2017 bütçe tahminine göre yüzde 15.3’lük artışı ifade ediyor. Geçen yıl 11.1 milyar lira ceza hedefi bütçeye konulmuştu. 2018 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı verilerinden derlenen bilgilere göre, yeni yılda tahsil edilmesi beklenen 12 milyar 81 milyon 621 bin liralık cezanın yüzde 36.6’sını idari para cezaları oluşturacak.
Bu çerçevede yeni yılda 4 milyar 427 milyon 95 bin liralık idari para cezası toplanması bekleniyor. Karayolu Taşıma Kanununa göre alınan idari para cezalarından 283 milyon 186 bin lira, çevre idari para cezalarından 56 milyon 829 bin lira, trafik para cezalarından 40 milyon 34 bin lira ve diğer idari para cezalarından 4 milyar 47 milyon 46 bin lira idari para cezası tahsilatı yapılacağı tahmin ediliyor.

VERGİ CEZASINDAN 2.9 MİLYAR BEKLENİYOR

Yargı para cezaları: 966 milyon tl
İdari para cezaları: 4.4 milyar TL
Pay ayrılan idari para cezaları: 3.1 milyar TL
Vergi cezaları: 2.9 milyar TL
Diğer para cezaları: 564.341.000
Toplam: 12.081.621.000

TEKNOLOJİYE VERGİ İSTİSNASI İÇİN BELGE KOŞULU GELDİ

Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde faaliyet gösteren ve vergiden istisna düzenlemesi kapsamına giren mükelleflerin gayri maddi haklarından elde edilen kazançları dolayısıyla bu istisnadan yararlanabilmesi için söz konusu hakların patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanması zorunluluğu getirildi.
Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’nun vergiden istisna hükmü kapsamına giren, bu bölgelerde faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin gayri maddi hakların satışı, devri veya kiralanmasından elde edilen kazançları dolayısıyla istisnadan yararlanılabilmesi için bu hakların niteliğine göre tescile veya kayda yetkili kuruma başvurması, patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanması gerekiyor.

GECİKMELERDEN 878 MİLYON LİRA HEDEFLENİYOR

Devlet, vergi ve diğer amme alacakları gecikme zamlarından 878 milyon 315 bin lira, diğer vergi cezalarından ise 2 milyar 77 milyon 888 bin lira tahsil edecek. Diğer para cezalarında ise tanımlanmayan diğer para cezalarından 564 milyon 341 bin lira tahsil edilecek. Öte yandan, yargı para cezalarından 966 milyon 329 bin lira ve pay ayrılan idari para cezalarından 3 milyar 167 milyon 653 bin lira tahsil edilmesi hedefleniyor.
Patronlar Dünyası

[size
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Ekm 22, 2017 10:47 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ekm 22, 2017 10:11 pm    Mesaj konusu: CHP'li Yarkadaş: Gökçek'in derdi 1 milyar dolara konmak Alıntıyla Cevap Gönder

Melih Gökçek: Cumartesi günü istifa edeceğim
23 Ekim 2017



Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek istifa edeceğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile bugün Beştepe'de bir araya gelen Gökçek, cumartesi günü görevi bırakacağını belirtti.

İstifa edeceğini Twitter hesabından duyuran Gökçek, "Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızla bir görüşme yaptık. İnşallah cumartesi günü Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'ni olağanüstü toplayacak ve meclis üyesi arkadaşlara veda edip, istifamı vereceğim" diye yazdı.

Takip et
İbrahim Melih Gökçek ✔ @06melihgokcek
2️⃣İNŞAALLAH CUMARTESİ GÜNÜ ANKARA BÜYÜKŞEHİR BLD MECLİSİNİ OLAĞANÜSTÜ TOPLAYACAK VE MECLİS ÜYESİ ARKADAŞLARA VEDA EDİP,İSTİFAMI VERECEĞİM.
19:40 - 23 Eki 2017
11.800 11.800 Yanıt 14.978 14.978Retweet 30.449 30.449 beğeni

İlk kez 1994 yılında Refah Partisi'nin adayı olarak göreve seçilen Gökçek, 23 yıldır Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta yaptığı açıklamada, Balıkesir, Bursa ve Ankara büyükşehir belediye başkanlarının istifasını istemiş, aksi takdirde gereğinin yapılacağını söylemişti.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe bugün istifa etmişti. AKP'li Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur ise henüz görevi bıraktığını açıklamadı.

Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş ve Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan istifa etmişti.
T24

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, icraatlarını anlattı, istifa etti: Liderimizle ters düşmeyeceğiz
23 Ekim 2017



"Bu şartlarda görev yapma imkânım kalmadı"


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "En kısa sürede istifalarını vereceklerine inanıyorum" sözleriyle işaret ettiği isimlerden biri olan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bugün (23 Ekim 2017) görevini bıraktığını duyurdu. Büyükşehir belediye başkanlığı koltuğuna oturduğu 2009 yılından bu yana yaptıkları işleri anlatan Altepe, "Liderimizle ters düşmeyeceğiz" dedi.

Erdoğan'ın, genel başkanlığını yürüttüğü AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirileri sonrası il ve ilçe teşkilatları ile belediyelerde çok sayıda kişi istifa etmişti. Kadir Topbaş'ın 13 yıldır sürdürdüğü İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı görevinden ayrılması sonrası aralarında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur ve Recep Altepe'nin de bulunduğu bir dizi isim istifayla anılmaya başlanmıştı.

"Bu şartlarda görev yapma imkânının kalmadığını" savunan Recep Altepe, "istifa" açıklamasında şunları kaydetti:

"Son günlerdeki gelişmeler Bursa'nın değil Türkiye'nin gündemi oldu. Şu anda da görüldüğü gibi çok sevdiğimiz Bursa'ya hizmet etmek, dert ve sıkıntılarını çözmek için çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz. Bunu yaparken de herkese eşit davranmaya çalışıyoruz. Kim olursa olsun Bursalı hemşehrilerimiz arasında da ayrım yapmamaya gayret gösteriyoruz. Kimseye menfaat ve haksız kazanç temin ettirmedik. Aynı amaçla herhangi bir dedikoduya vesile olmaması amacıyla tüm işyerlerimi kapattım. Sadece Bursa Belediye Başkanı olarak hizmeti sürdürdüm. Herkesle el ele çalıştık. Bursa halkı karşısında güven puanımız hiç düşmedi. Son günlerde özellikle bizim için çok değerli olan AK Parti'nin yönetimi tarafından başlatılan reform adı altında bir eylem başlatıldı. Bursa da bu uygulamanın içinde yer alıyor. Bizim 39 yıl süren siyaset hayatımız var.

"Liderimiz ile ters düşmeyeceğiz"

"Böyle bir teşkilat terbiyesi olan, ömrünü davaya adamış biri olarak, 24 yıldır belediye görevlerinde hep hizmet konusunda adımlar attık. Bu yolda kavgadan yana hiç olmadım. Kent kültürünü de en güzel şekilde ortaya koyduk. Bugüne kadar sürdürdüğümüz 'kavga değil hizmet' ilkesini sonuna kadar sürdüreceğiz, parti liderimiz ile ters düşmeyeceğiz, çatışmayacağız. Hasar da vermeyeceğiz. Bize yakışanı yapacağız. Kriz ortamı oluşturmaya hiç yanaşmayacağız. Bu şartlarda Bursa'mıza, hemşehrilerimize, ülkeme hizmet imkânının kalmadığı da ortadadır. Bugün itibarıyla Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevimden istifa ediyorum.
T24

CHP'li Yarkadaş: Gökçek'in derdi 1 milyar dolara konmak
22.10.2017



CHP'li Barış ​Yarkadaş, bugün yaptığı açıklamada "AKP'li Melih Gökçek, 1 milyar dolarlık rantı kimseyle paylaşmak istemiyor ve bu yüzden direniyor" dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "Melih Gökçek, Atatürk Orman Çiftliği'nin Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne devrini 30 yıla uzatan kanunun çıkmasını bekliyor ve buranın ihalesini de yapabilmek için direniyor" dedi. Yarkadaş AKP'ye "Nurettin Sözen Modeli"ni de önerdi.

AKP'deki parti içi kriz tüm hızıyla sürüyor. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın üç kez çağrı yapmasına rağmen, Ankara, Bursa ve Balıkesir Belediye Başkanları istifa etmiyor.

TAKVİMİ GÖKÇEK BELİRLİYOR

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifa etmemesine ilişkin değerlendirmelerde bulunan CHP'li Barış Yarkadaş, "Gökçek, önce 10 Kasım'a kadar süre istedi. Ardından ise çıtayı yükseltti ve istifa tarihi olarak 23 Nisan'ı gösterdi. Bu süre içinde zaman kazanmak ve ihaleleri bitirmek istiyor" ifadesini kullandı.

Gökçek'in siyasi tecrübesine dayanarak zaman kazanmaya ve konjonktürü kendi lehine çevirmeye çalıştığına dikkat çeken Yarkadaş, "Siyasette 24 saat bile uzun bir süredir sözü önemli... Gökçek istifa sürecini zamana yaymaya ve olan biteni görerek ona göre tavır almaya çalışıyor" dedi.

SATIŞLAR TAM GAZ SÜRÜYOR

Gökçek'in bu süre zarfında, önceden planladığı ihale ve arsa satışlarını da tamamlamak istediğini belirten Yarkadaş, "Şu sıra 41 parsel arsa var. Onları da satmak istiyor. Ancak turbun büyüğü ise heybede değil 'torba'da" diye konuştu.

Gökçek'in şu an TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşülen 140 maddelik torba yasaya eklettiği bir "ihale" maddesinin yasalaşmasını beklediğini belirten Yarkadaş, sözlerine şöyle devam etti:

"AKP'li Melih Gökçek, ranttan vazgeçemiyor. Torba Yasa'ya Atatürk Orman Çiftliği'nin Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne devrini on yıldan otuz yıla çıkaran bir madde koydurdu. Bu madde yasalaştığı takdirde, bir milyar dolarlık bir rant ortaya çıkacak. Gökçek, kamuoyunun ANKA PARK olarak bildiği bu projenin ihalesini de yapabilmek için zaman kazanmak istiyor. AKP bu maddeyi çıkarırsa, hepsi zan altında kalır."

'GÖZLER PAZARTESİ MECLİS'TE OLSUN'

Kendisinin konuya ilişkin ilk açıklamayı bir TV kanalında yapmasının ardından, AKP'li üyelerin torba yasaya 6. Madde olarak eklenen ANKA PARK'ın ihalesine ilişkin maddeyi 'atladıkları'nı belirten Yarkadaş şöyle konuştu:

"140 maddenin 132'sini komisyondan geçirdiler. ANKA PARK maddesini atladılar. Ancak Gökçek de bir yandan bastırıyor ve AKP'li vekillere 'Maddeyi geçirin' diyor. Komisyon son kez pazartesi günü toplanacak. Bakalım Gökçek'in mi yoksa Recep Tayyip Erdoğan'ın mı dediği olacak? Belli ki; Gökçek'in AKP içindeki lobisi de güçlü... İstifası istenen Gökçek, bırakın istifa etmeyi, Meclis'ten yasa çıkartıyor..."

KİME SÖZ VERDİ?

Komisyondan bu maddenin geçmesi ve yasalaşmasını bekleyen Gökçek'in ANKA PARK ihalesini " hayat - memat meselesi" haline getirdiğini belirten Yarkadaş "İhale için birilerine söz verdiği iddia ediliyor. Başkanlıktan düştüğünde kendisini koruyabilecek bir güce bu ihaleyi vermek istediği konuşuluyor. Ayrıca 1 milyar dolarlık bu rantı kimseye teslim etmek istemiyor" dedi.

ANKA PARK adlı 'ucube' projeye şu ana dek 1 milyar dolara yakın bir kaynak aktarıldığını belirten Yarkadaş "Bu parayla Ankara'nın ulaşım sorunu çözülebilirdi. Harcanan para, metro yapımı için ayrılan kaynaktan daha fazla... Kente getirisi ise sıfır..." ifadesini kullandı.

'YORGUNLUK DEĞİL ÇÜRÜME VAR'

AKP'nin istifasını istediği belediye başkanlarına ilişkin kamuoyuna gerçekleri anlatmadığını da ifade eden CHP'li Yarkadaş "Metal Yorgunluğu sözü, yaşanan çürümeyi gizlemek için ortaya atıldı. Yorgunluk yok çürüme var" dedi. Yarkadaş "Çürümeyi yaratan temel faktör ise terör örgütü FETÖ'ye yardım... AKP'li yetkililer bu gerçeği gizliyor" diye konuştu.

İSTİFA TALEBİNİ MİT VE MASAK RAPORU TETİKLEDİ

MİT ve MASAK'ın terör örgütü FETÖ'nün mali kaynaklarına ilişkin kapsamlı bir çalışma yürüttüğünü belirten TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Üyesi Yarkadaş, "Mali kaynağa ilişkin yapılan çalışmalarda oklar AKP'li belediyeleri gösterince, Saray istemeye istemeye düğmeye basmak zorunda kaldı. Kamuoyuna gerçeği söylemek yerine Metal Yorgunluğu kavramıyla gerçeğin üstünü örtmeye çalıştılar" dedi.

AKP'li 59 belediye başkanının soruşturma kapsamına alındığını belirten Yarkadaş, "Bu liste daha da uzayacak. Belediye meclis üyeleri de mercek altına alınacak. İmar planları ve ihalelere ilişkin kapsamlı bir çalışma yürütülecek. AKP bu belediye başkanlarını istifa ettirerek, hasarı en aza indirgemeye çalışıyor" şeklinde konuştu.

'HAPİS KORKUSU YAŞIYORLAR'

AKP'li başkanların istifa etmemesindeki temel etkenin "başkanlıktan düştükten sonra hapse atılma korkusu" olduğunu belirten Yarkadaş, AKP'ye de çağrı yaptı. Yarkadaş, "İşi uzatmayın... Nurettin Sözen Modeli'ni uygulayın. Sözen İSKİ'de rüşvet aldığına inandığı bürokratını savcılığa şikayet etmişti. Suç varsa gizlemeyin... Suçu gizlemek de suç işlemek anlamına gelir" dedi.

Birgün

AKP istifa belediye CHP Ankara Melih Gökçek ihale Meclis atatürk FETÖ orman Recep Tayyip Erdoğan TBMM terör İstanbul kriz Bursa balıkesir ifade güvenlik

AKP’de anket şoku: İstifalar ve görevden almalar da kurtaramıyor!
21 Ekim 2017



Özellikle “başkanlık referandumu”nda ortaya çıkan oy kayıpları AKP’de panik havası oluşturdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlık koltuğuna yeniden oturması ile birlikte düşen oyların faturası il başkanları ve belediye başkanlarına kesiliyor. İstanbul gibi yıllardır AKP’nin elinde bulunan metropoldeki oy kaybı Kadir Topbaş’ı koltuğundan etti. Sırada Ankara, Bursa, Balıkesir var. Ancak tüm bu hamleler oy kaybını durduramıyor. Son anket sonuçları Beştepe’de beğenilmiyor...

DİĞER FOTOĞRAFLAR

Ankara kulislerinin bazını tutan gazetecilerden Ahmet Takan, bugünkü köşe yazısında son anketlerin Beştepe’yi memnun etmediğini aktardı. Takan’ın yazdıklarına göre baskın bir erken seçim hazırlığı da inceden inceye yürütülüyor.

İşte Ahmet Takan’ın bugünkü köşe yazısı: İstifalar AKP anketlerini yükseltemedi...

Geçtiğimiz Çarşamba günü, akşamın ilerleyen saatlerinde sarayda Başbakan Binali Yıldırım ve Erdoğan ailesinin ileri gelenleri ile yapılan toplantıdan... "Metal yorgunu" AKP'li belediye ve il başkanlarının durumunun ele alındığını ve gelen can sıkıcı anket sonuçları yüzünden erken seçim nihai kararının diğer toplantılara bırakıldığını ifade etmiştik. R.Erdoğan'ın sık sık sesinin çok yükseldiği gergin toplantının iri başlıklı detaylarına inelim;

Saraydan YSK'ya soruldu, "erken seçim için hazırlıklarınızı en kısa sürede ne kadarda tamamlayabilirsiniz" diye. Gönderilen cevap, "en erken 48 günde tamamlarız. Makul süre 60 gün" şeklinde oldu. Bu demek ki; eğer Erdoğan bir baskın seçim kararı alırsa seçim sisteminde bir değişiklik yapılamayacak, Doktor Devlet Bahçeli ve avanesinin de hayalleri suya düşecek!.. Ve o anketler... Sarayın tüm anketçilerinin son raporları masaya yatırıldı. AKP'nin oy oranı 38-41 aralığında çıktı. Genelde iktidar partisinin 7 Haziran 2015 sürecinin biraz altında olduğu görüldü. Saraydaki kaynağımın belirttiğine göre, R.Erdoğan "ben tek başıma Cumhurbaşkanlığı seçimini alırım" dedi ama genel seçimler sonucu AKP'nin parlamentoda düşeceği durum gözleri korkuttu. Aynı kaynak, "Erdoğan sürekli anket yaptırdığımız şirketlerin de dışına çıktı. Sizin saray anketçileri dediklerinizin dışında başka özel şirketlere de anketler yaptırıyor. Yaptırılan anketlerin sayıları da sıklığı da çoğaltıldı" dedi.

Genel anketlerin dışında "metal yorgunluğu" hamlesi sonucunda sahada yaptırılan çok özel anketlerin de sonuçları masaya yatırıldı. "Belediyelerden kaynaklanan nedenlerle düşüş yaşanmıyor. İstifalar hâlâ AKP'nin oylarını yükseltmiyor" tespiti R.Erdoğan'ın daha da çok canını sıktı. Saray kaynaklarımdan edindiğim bilgiler çerçevesinde yapılan tespitleri şöyle sıralayabilirim;

NE TÜR SIKINTILAR VAR?

"Referandum sonrasında başlatılan metal yorgunluğu hamlesi ve temizlik operasyonu istenen etkiyi göstermedi. Seçmen tercihlerinde değişikliğe sebep olmadı.

AKP tabanında oy düşüşü farklı hadiselere bağlı.

Değişim bekleniyor.

Referandumdan sonra MKYK'da ve Bakanlar Kurulu 'nda yapılan değişiklikler tatmin edici olmadı. Belediyelerle ilgili süreç iyi idare edilmedi. 'Niye istifa ettiriliyorlar' sorusunun cevabını kamuoyu bilmiyor.

Oy düşüşünde belediye başkanları birinci faktör değil. Belediyeler ancak üçüncü unsur olabilir.

Ankara özelinde oy düşüşünde Melih Gökçek birinci faktör değil.

İstanbul'daki oy düşünde de Kadir Topbaş birinci faktör değil.

Genel oy düşüşünde birinci unsur, temizlik operasyonları seçmen tabanı tarafından inandırıcı bulunmuyor. Metal yorgunluğu ve gerekçeleri yeterince izah edilemedi. Söz konusu belediye başkanlarının FETÖ iltisakı ile ilgili ne gibi bilgiler var?.. Kamuoyu bunu merak ediyor ve tatmin edici kanıtlar bekliyor. Seçmende, ülkede hapishanelerde yüz binlerce insan yatarken gerçek FETÖ'cüler ortada dolaşıyor ve büyük mağduriyetler yaşanıyor algısı var. Oy düşüşünün ilk sebebi kamuoyunda hâkim olan adaletsizlik duygusu. Adalet tablosu vahim.

İkinci unsur, Hükümet heyecan verici yeni işler yapmıyor. Sosyal alanlarda yetersiz kalıyoruz. Gençlere umut veremiyoruz. Eğitim alanında yapılan son hamlelerde verim sağlanamadı. TEOG'un bir anda değişmesi yanlış.

Ortada, genel seçimlerin sonuçlarını etkileyecek önemli oranda asabı bozuk seçmen kitlesi var. Yani flu alanda duran seçmen kitlesi en az yüzde 15 oranında. Bu tabloda yeni kurulacak parti, çok farklı ve istemediğimiz bir sonuca ulaşabilir."

"SEÇMEN TEPKİSİ ALEYHİMİZE CEREYAN EDEBİLİR"

AKP çevreleri, anketler sonucu ulaştıkları bugünkü seçmen eğilimleri tablosunu 2002 yılında ülke genelinde yaşanan "sendrom"a benzetiyor. AKP'nin millî görüş oylarının üstüne koyduğu rakamlarla ve Genç Parti'nin ulaştığı sonuçla durum değerlendirmesi yapıyorlar. "2002 yılındaki seçmen tepkisi bu sefer bizim aleyhimize cereyan edebilir" korkusu içindeler.

Erdoğan bir hamle daha yapar, kıyısından köşesinden de olsa azledilen Başbakan Ahmet Davutoğlu ile kavga eden Doktor Devlet Bahçeli'nin MHP 'sini iktidara katar mı?.. Burası Ankara!. Her türlü sürprize gebe günlerden geçiyoruz. Her an her şey olabilir. Hiçbir zaman hiçbir şey de olmayabilir...

Burada bir ayraç koyarak yazının sonunu getirelim;

Melih Gökçek, "onurlu istifa" için saraydan son bir talepte bulunmuş. "Bari büyük hayalim olan, çok büyük yatırımlar yaptığım Ankapark'ı bitireyim. 23 Nisan'da açılışını yaptıktan sonra o gün orada istifa edeyim" demiş. R.Erdoğan yine reddetmiş...

Millî Gazete

CNBC: Türkleri çok utandıracak kirli çamaşırlar ortaya dökülecek
22 Ekim 2017



ABD’nin önde gelen yayın kuruluşlarından CNBC, Reza Zarrab davasının sonunda “birçok kirli çamaşırların ortaya döküleceğini” iddia etti.

ABD’nin önde gelen yayın kuruluşlarından CNBC, Reza Zarrab davasının sonunda “birçok kirli çamaşırların ortaya döküleceğini” iddia etti. CNBC, Zarrab davasını içeriden ve yakından izleyen bir kaynağının davanın seyriyle ilgili görüşlerini yayınladı.

Amerikanın Sesi’nden (VOA) Can Kamiloğlu’nun aktardığına göre; CNBC’ye konuşan adı açıklanmayan kaynak, “Mahkeme sonunda muhtemelen çok fazla kirli çamaşır ortaya dökülecek. Bu Türkler için çok yüz kızartıcı olacak" diye konuştu.

ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerin zaten gergin olduğunu vurgulayan CNBC, Ankara'nın siyasi seçkinleriyle bağlantılı bir işadamının (Reza Zarrab) New York'ta yapılacak duruşmalarında durumun daha da kötüye gidebileceğinin düşünüldüğünü öne sürdü.

“ZARRAB BILDIKLERINI ITIRAF EDEBİLİR”

Haberde New York’ta kara para aklamakla suçlanan Zarrab’ın, kurduğu suç şebekesiyle ilgili planları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresinin bildiği yönünde bazı itiraflarda bulunabileceği ihtimalinden söz edildi. Aynı zamanda bir Türk kamu bankasının da Zarrab ile ilişkilendirdiği belirtiliyor.
Ayrıca Zarrab’ın avukatlarından eski New York Belediye Başkanı Rudolph Giuliani’nin, Türkiye'de tutuklu olan bazı Amerikalılarla takas yapılması konusunda Erdoğan’la gizli bir görüşme gerçekleştirdiği yazıyor.

“İNCİRLİK ASKERİ HAVA ÜSSÜNÜN GELECEĞİ RİSKLİ”

CNBC haberinde iki ülke arasında yaşanan gerginlikle ilgili çeşitli uzmanların görüşlerine de yer verdi.
CNBC’ ye konuşan uzmanlar, “Türk-Amerikan ilişkileri Türkiye'nin Kıbrıs'ı işgal etmesinin ardından Kongre'nin silah ambargosu uyguladığı 1974'ten bu yana en düşük noktada” görüşünü savundu.
Haberde İncirlik hava üssünün, Afganistan'daki koalisyon güçlerinin operasyonlarına destek verdiği, ABD öncülüğünde IŞİD’ e karşı verilen mücadelede bir merkez oluşturduğu ifade edildi. Ayrıca Avrupa'daki en büyük Amerikan nükleer silah stokunun İncirlik’te olduğu belirtildi. Ancak Türkiye’nin, ocak ayı içerisinde ABD ve İncirlik'teki koalisyon askeri operasyonlarını sorguladığı ve 2016 yılında hava üssünün elektriğinin kesildiği belirtildi. 1950’li yıllardan bu yana ABD tarafından kullanılan stratejik İncirlik hava üssünün, iki NATO müttefiki arasında askeri ilişkilerin geldiği noktadan sonra, geleceğiyle ilgili riskler taşıdığı kaydedildi.

“BOZULAN İLİŞKİLERİN ONARILMASI ZAMAN ALIR”

İncirlik’in stratejik önemini vurgulayan uzmanlardan, Amerikan Enterprise Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunda savunma politikası uzmanı Thomas Donnelly, "İncirlik büyük bir kayıp olur, ancak zaman içinde ve bir süre sonra bu durum telafi edilebilir. Türkler’le daha önceden oldukça iyi stratejik ortaklıklar kurulmuş olsa da, son gelişmelerde çözülmekte olan bazı şeylerin yeniden düzeltilmesi kolay olmayacaktır" dedi.
Haberde Türkiye konusunda bazı endişeli düşüncelerin olduğu belirtilerek, ABD’nin bölgede alternatif bir hava üssü bakması gerektiği görüşünün de ortaya atıldığı ifade edildi.
Dış İlişkiler Konseyi (CFR) adlı düşünce kuruluşunun Ortadoğu ve Afrika çalışmalarının kıdemli uzmanlarından Steven Cook, iki ülke arasında, İncirlik ve F-35 projesi de dahil, ilişkinin temel ilkelerinin açıkça sorgulaması gerektiğini belirterek, “Türklere baskı yapıldığında yaklaşımlarını değiştirme eğilimine giriyorlar” dedi.

“ABD VE TÜRKİYE ARASINDAKI GÖRÜŞ AYRILIĞI NATO OPERASYONLARINI ETKİLEMİYOR”

CNBC haberinde adı açıklanmayan bir NATO görevlisinin görüşlerine de yer veriliyor. NATO görevlisi, "Türkiye önemli bir NATO müttefiki. Türkiye Afganistan, Kosova ve Ege Denizi de dahil olmak üzere NATO operasyonlarına önemli katkılar sağladı. IŞİD’ e karşı düzenlenen operasyonlar için önemli hava sahalarına sahip. ABD ve Türkiye arasındaki görüş ayrılıklarının, düzenlenen NATO operasyonları üzerinde herhangi bir etkisi olmadı. Sağlam ittifak, karşılıklı saygı ise ittifakımızın kalbini oluşturuyor” dedi.

“İKİ ÜLKE ARASINDA HUSUMET VAR”

Washington merkezli düşünce kuruluşu Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (CSIS) Türkiye Projesi'nin kurucu direktörü Bülent Alirıza, iki ülke arsındaki ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek, “Her iki taraf arasında husumet var" diye konuştu.

Patronlar Dünyası

Krizin asıl nedeni Rıza Sarraf davası
ÖMÜR ŞAHİN KEYİF
Washington
20.10.2017



CHP’li Avukat Güley, Sarraf davasında gelinen son durumu anlattı, “Türkiye ile ABD arasındaki gerilim doğrudan davayla alakalı”dedi

Rıza Sarraf davası son dönemde, hükümetin davaya siyasi müdahale çabalarına dair iddialarla ABD basınının gündeminde yer alıyor. Sarraf’ın Türkiye’de tutuklu bulunan Papaz Andrew Brunson’la takas edilebileceği iddiaları da konuşulanlar arasında. New York Barosu’na kayıtlı, Sarraf davasını yakından takip eden CHP’li Avukat Yegâne Güley’e davanın gidişatını sorduk.

Güley, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ve Rıza Sarraf’ın tutuklu yargılandığı, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın iddianamesine sanık olarak eklendiği davayı BirGün’e yorumladı.

» Dava nereye doğru gidiyor? Takas ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
Kanaatimce Türkiye - ABD arasındaki son gerilim doğrudan davayla alakalı. Trump’a yakın isimler Rudi Giuliani ve Michael Mukasey, Sarraf’ın avukatı sıfatıyla bizzat Ankara’ya gidip Erdoğan ile görüşmüştü. Erdoğan, Trump’a en yakın isimlere ulaşmış olmasına rağmen istediği sonucu alamadı. Yani ‘iki ülkenin milli güvenlik çıkarları’ bahane gösterilerek, kapalı kapılar ardında davanın kapatılması mümkün olmadı. Takas çabaları sonuçsuz kalınca Türkiye’deki ABD misyonları direkt hedef alındı. Bu da ters tepti ve bir nevi suni kriz yaratıldı. Dava anlaşmaya giderse bu ancak Sarraf suçunu kabul edip itirafçı olarak cezasını düşürmek amacı ile olur.

» Atilla’nın tutuklanması sonrası, savcının davaya siyasi müdahaleyi azaltmayı amaçladığını söylemiştiniz. Çağlayan ve Aslan’ın dahli de bu girişimin devamı mı sizce?
Evet, Çağlayan’ın da sanıklar arasında sıralanması davanın siyaseten durdurulmasını engellemek amacı taşıyordu ve görevden alınan Savcı Bharara’nın geride bıraktığı yardımcıları bunu başardı. Guillliani ve Mukasey’in uğraşları sayesinde, Papaz Andrew Brunson ile Sarraf’ın takasının konuşulduğunu yazdı ABD’li basın. Sonrasında Çağlayan ve Aslan da iddianameye dahil edildi. Herhangi bir takas veya kapalı kapılar ardındaki anlaşmayı siyaseten açıklanamaz hale getirmek için Çağlayan’ın da davaya dahil edildiği kanaatindeyim. Bharara’nın eski ekibi sonuç almış görünüyor. Dava hızla jürili duruşmalar aşamasına ilerliyor ve Sarraf üzerinde itirafçı olması yönünde müthiş bir baskı oluşmuş olmalı ki Erdoğan bunu canlı yayında ülkeye şikâyet ediyor.

» Nasıl bir baskı?
ABD’de jurili duruşmalar süreci oldukça pahalı ve uzun bir süreç. Bu tür davaların yüzde 85’i anlaşmayla bitiyor. Savcılık sanığın suçunu kabul edip kritik bilgiler paylaşması karşılığında ceza indirimi teklif ediyor. Baskı bu; çok cazip, Sarraf’ın olasılıkları karşılaştırınca, hayır demesi zor teklifler. Mekanizmayı nasıl kurup yönettiğine dair bilgiyi savcılık makamı ile paylaşması karşılığında muhtemel 75 yıl hapis cezasının 10-15 yıla indirimi gibi teklifler alıyor olabilir. Erdoğan elinden geleni yaptı Sarraf’ı kurtarmak için. Sarraf, Erdoğan’ın kendisini kurtaracağından umudunu keserse itirafçılığı tercih edebilir. Çünkü jürili duruşmalarda suçlu bulunmaması olasılığı yok gibi.

» Peki Amerikan mahkemesi tam olarak neyi yargılıyor? Türkiye ve İran arasındaki ticaret suç mu?
Türkiye - İran arasındaki ticaret Türkiye kanunlarına göre suç değil elbette. ABD finansal sistemini İran’a ambargoyu delmek için kullanmak ise ABD’de suç. ABD’de yargılanan bu kanunları yok sayan mekanizmanın aktörleri. Türk Ceza Kanunu’na göre suç olan Sarraf’ın Türkiye ve İran arasında yürüttüğü ticaret değil, bu ticareti yürütebilmek için Türk resmi makam sahiplerine dağıttığı rüşvet. Ama ABD’de hiçbiri, rüşvetten yargılanmıyor. ABD bir nevi “kanunlarıma göre suç olan para transferleri yaptın ve bu para transferleri ile engellemeye çalıştığım radikal İslamcı terör örgütlerinin finansmanı sağladın” diyor.

» İddianamede Halkbank’tan “Türk Bankası 1” diye bahsedilmesinin bir anlamı var mı? Davada başka bankalar da olabilir mi?
Evet. Şayet sadece Halkbank kullanılmış olsaydı, iddianamede “Türk Bankası” olarak tanımlanırdı.

» Bu noktadan sonra Bharara’nın yerine vekâleten görev yapan Savcı Joon Kim yerine Trump’a çok yakın bir kişi atanırsa, davanın seyri değişebilir mi?
İhtimal vermiyorum. Guiliani ve Mukasey’in yapamadığını atanacak yeni savcı yapamaz. Savcı olarak adı geçen isimler Mukasey’in oğlu veya Sarraf’ın da avukatlığını kısa süreliğine üstlenmiş Clifrord Chace’in ortağı; bu ikisi de Guiliani ve Mukasey’in yanında çok çömez kalıyor.

» Atilla’nın avukatlarının davanın Sarraf’tan ayrılması talebini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savunma avukatları stratejik olarak her türlü olasılığı değerlendirip müvekkillerini kurtarmak ya da daha az ceza aldırmak için mahkemeye başvurmak zorundadır. Bu da ya tutarsa misali yapılmış bir başvuru. Davaların ayrılması olasılık dışı.

» Son iddianamede şemanın nasıl işlediğine dair daha çok detay verilmiş. Sizin özellikle neler dikkatinizi çekti?
Dikkatimi çeken 45’inci paragraftaki şu cümle: “Halkbank’tan geçen sahte işlemleri başka hükümet görevlileri de onayladı ve yönetti.” İsim vermeden şemanın tepesindeki kişiyi belirtmişler adeta.

Birgün

ABD Türkiye çağlayan İran savcı dava baskı ceza CHP avukat Rıza Sarraf tutuklu savcılık ekonomi birgün Ankara güvenlik kriz basın hükümet

"17 - 25 Aralık konuşmaları ABD'de delil oldu"
23 Ekim 2017



"Kimse savunma için tanık olmak istemiyor"

Sözcü yazarı Zeynep Gürcanlı, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının kilit ismi Reza Zarrab'ın, konuşmalarının delil olduğunu söyledi. Gürcanlı, "17-25 Aralık operasyonlarında ortaya dökülen telefon görüşmeleri, ABD'deki mahkemede resmen delil olarak kabul edildi" ifadesini kullandı.

Gürcanlı'nın "17-25 Aralık konuşmaları ABD’de delil oldu" başlığıyla (23 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Çok az kaldı; 27 Kasım'da ABD'de Zarrab davası başlayacak.
Ancak dava tarihi yaklaşırken, birbiri ardına da kritik gelişmeler yaşanıyor.
Son gelişme, 17-25 Aralık operasyonlarında ortaya dökülen telefon görüşmelerinin, ABD'deki mahkemede resmen delil olarak kabul edilmesi.
Üstelik bu bilgi, bizzat ABD'de tutuklu yargılanan Halkbank eski Genel Müdürü Mehmet Hakan Atilla'nın avukatlarının yazdığı bir dilekçeyle gün yüzüne çıktı.
Atilla'nın avukatları geçen hafta mahkemeye, “potansiyel tanıklar”la ilgili olarak bir dilekçe sundu.

Kimse savunma için tanık olmak istemiyor

Dilekçede, mahkemenin delillerin üçüncü kişilerle paylaşılması konusunda koyduğu kısıtlamaların, “savunma lehine tanık bulmada zorluk çıkardığı” vurgulandı. Avukatlar bunun için de iki gerekçe gösterdi:

X potansiyel tanıklar, kişisel bilgilerinin Amerikan mahkemesiyle paylaşılmasını istemiyor

Atilla'nın avukatları mahkemeye sundukları dilekçede, savunma için tanıklık yapacak kişileri belirlemek için Türkiye'ye iki kez gittiklerini, yakında yine gideceklerini vurguladı. Ancak mahkemenin koyduğu “kanıtların paylaşılması kısıtlamasının”, tanık bulmayı zorlaştırdığını da ifade ettiler.

Dilekçede, “savunma tanığı bulmakta” sıkıntı çıkaran bir başka unsurun ise mahkemenin tanıkların imzalamasını zorunlu kıldığı “güvence belgesi” olduğu ifade edildi. Tanıklar için hazırlanan güvence belgesinde, tanığın ismi dışında, ev adresi ve çalıştığı yer gibi bilgiler de bulunuyor. Atilla'nın avukatları dilekçede, “Türkiye'deki potansiyel tanıklar, kişisel bilgilerinin bir Amerikan mahkemesi kayıtlarına girmesini istemiyor” notunu düştü. Dolayısıyla, sadece tanıkların isimlerinin, o da kamuoyuna açıklanmayacak şekilde mahkemeye bildirilmesini önerdiler.
X “Kısıtlama nedeniyle delil sayılan telefon konuşmalarını tanıklarla paylaşamıyoruz"

Mahkeme, savcılık tarafından Zarrab, Atilla ve iddianamelerde adları geçen diğer sanıklar hakkındaki delillerin, “savunma ekibi dışında” hiç kimseye gösterilmemesi ve ABD dışına çıkarılmamasına karar vermişti. Atilla'nın avukatları bunun da potansiyel tanık bulmakta ciddi sıkıntı yarattığını ifade etti. Özellikle de, WhatsApp mesajları ile savcılığın delil olarak mahkemeye sunduğu bazı “telefon konuşmalarını” tanıklarla konuşamadıklarından dert yandılar. Dilekçede, Atilla'nın avukatlarının Türkiye'ye gittikleri bir seferde, bir tanığa “kendisinin de içinde olduğu bir kaydı” dinlettikleri ancak daha sonra bunun gizlilik ihlali olduğunu anladıkları bilgisi bile yer aldı.
Mahkeme, Atilla'nın avukatlarının talebi doğrultusunda “kısıtlamaları kaldırıp kaldırmayacağına” önümüzdeki günlerde karar verecek.
Ancak anlaşılan, Türkiye'deki mahkemelerde takipsizlikle sonuçlanan 17-25 Aralık dosyaları, ABD'de ciddi ciddi “delil” olarak ortaya konulacak.
T24

Fehmi Koru: Hiç bu kadar sert eleştiriler okumadınız
23 Ekim 2017



"Tayyip Erdoğan ülkenin son 15 yılına damga vurmuş bir çizginin lideri"

Fehmi Koru*

Güne 10’dan fazla gazetede çok sayıda köşe yazısını okuyarak başlıyorum.

İtiraf edeyim: Hiç de keyif veren bir iş değil bu; özellikle son zamanlarda daha da böyle.

Etrafta konuşulanlarla gazetelerde yazılanlar arasındaki mesafe her gün biraz daha açılıyor…

Ülkemizin çevresi ateş çemberi.. yaşadığımız kentlerde hayatı sürdürmek her bakımdan zorlaştı.. buna karşılık gazetelerde çizilen Türkiye portresi yaşananlarla taban tabana ters.

En gerçekçi değerlendirmeler için gazetelere değil, başka bir adrese başvurulması gerekiyor.

O adresi kulağınıza fısıldamadan önce başvurduğunuzda okuyacaklarınızı sizlerle paylaşmak isterim.

Güzelim kentler yerle yeksan.. hamiyet duygusu köreldi..

Önce şu görüşleri okuyalım:

“11 Eylül’de Amerika’da Batı medeniyetinin sembollerinden olarak gördükleri İkiz Kuleler bir terör saldırısıyla yıkıldı diye dünyayı kana ve ateşe boğdular. Oysa bizim coğrafyamızda neredeyse yıkılmamış eserimiz, üzerine çirkinliğin gölgesi düşürülmemiş mabedimiz kalmadı. Şu anda Irak diye bir şey kaldı mı? Şu anda Suriye, Halep ne hâlde, İdlib ne hâlde? Gelin Şam’ın kuzeylerine, ne hâlde? Bütün o tarihi eserler yıkıldı gitti, yani medeniyet çöktü. Medeniyet adına konuşanlar acaba bunlarla ilgili bir kelam ediyorlar mı? Daha ne kadar yıkabiliriz, onun için geliyorlar.

İslam coğrafyasında zekâtımızı, fitremizi verecek kimse bulamayıp da dünyanın başka neresinde mağdur ve mazlum var diye aramaya başladığımız gün medeniyetimizin yeniden zirveye çıktığı gün olacaktır, bunu böyle bilelim. Dünyanın hangi köşesinde yaşarsa yaşasın, insanların sıkıntıya düştüğünde, zulme uğradığında, yardım için en yakın İslam beldesine koştukları gün medeniyetimizin güneş gibi cihanı aydınlattığı gün olacaktır. İnşallah bu silkinişin, bu dirilişin, bu yükselişin çok yakın olduğuna inanıyorum.”

Günümüzde yaşananlara dair gerçekçi ve ağır eleştiriler bunlar… Gerçekten de, son 10 yılda, Irak ve Suriye’de taş taş üstüne kalmadı; kadim kentler ağır bombardıman altında tahrip oldu. Hamiyet duyguları da köreldi bu arada.

Eleştiri yalnız bu kadarla kalsa neyse, bir de şu görüşler var; onları da okuyalım:

“Adeta kibrit kutularının ölçülerini aşacak şekilde benzer taş yığınlarının olduğu bir şehir; bu bizim medeniyetimizde yok. Şehirleri birbirinden farklı kılan, ayıran, bu ayrılıklardan güzellikler çıkaran ayrıntılar birer birer yok oluyor. Maalesef maddi kaygılar birçok hassasiyetin önüne geçiyor. İnsanla şehir, şehirle tabiat, geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki hassas denge çoğu zaman yeterince gözetilmiyor. (..) Her şehrin bir karakteri, şahsiyeti, ruhu vardır. Bu ruhla, şehir, sakinlerini tekemmül ettirir, olgunlaştırır, medenileştirir. Ayrıca, her şehir onu kuranların, yönetenlerin ve sakinlerinin adeta aynası gibidir. (..) Gelenekten ilham alıp yeni tasarımlar ortaya koymalı, kopyalamak yerine uyarlamalı, kendi kültürümüzden, değerlerimizden, birikimimizden katarak bunu yeniden yoğurmalıyız. Gönülle, manayla, değerlerle maddiyat arasındaki altın oranı hiçbir zaman gözden kaçırmamalıyız. Vahşi kapitalizmin iğvasına, hırslarına asla kapılmamalıyız.”

Taş yığınlarını andıran kentler… Maalesef görüntü bu eleştiriyi hak ediyor.

Bir de şu görüşe göz atmanızı isterim. Okuyalım:

“Bir şehrin Batı ölçüsüne göre medeni sayılması için yollarda aydınlatma olması, sokaklarda çamur bulunmaması gibi görünür, sathi özelliklere bakılır. Hâlbuki İslam’ın ölçüsüne göre bir şehrin medeniliğinin işareti, mesela kapı kilitlemeden dışarı çıkılabilmesi, ihtiyaç sahibi herkese el uzatılması, sokak hayvanlarına dahi şefkatle davranılması demektir.”

İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük metropollerde yaşayanların bu satırları okuyup da itiraz etmesi mümkün mü?

Sokak hayvanları bir tarafa, insanlara şefkatle muamele edilmiyor bugün.

Adresi veriyorum: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan…

Bu alıntıları alt alta sıraladım diye okuyanların benim namıma endişe duymalarını istemem. Mayınlı arazide dolaşıyor değilim. Bu satırları sizlerle paylaşmam fincancı katırlarını ürkütmek anlamına gelmez.

Gelmez, çünkü bu görüşler Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ait.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta üç ayrı etkinlikte yaptığı konuşmalardan derledim bu alıntıları.

Hepsi de Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde duruyor; verdiğim linkler o siteye ait.

AK Parti genel başkanı sıfatıyla partisinin bazı belediye başkanlarıyla yolunu ayırma çabası içerisine giren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, şimdilerde belediyecilik konusu üzerinde kafa yorduğu anlaşılıyor: ‘İdeal’ bir kent yönetiminin nasıl olması gerektiği.. bugün kentlerimizin ne halde olduğu.. ‘ideal’ ile mevcut arasındaki uçurum..

Ülkenin son 15 yılına, İstanbul, Ankara, Bursa, Balıkesir gibi büyük kentlerin ise yaklaşık 25 yılına damga vurmuş bir çizginin lideri Tayyip Erdoğan; henüz 100. yaşını idrak etmemiş genç bir cumhuriyet olduğumuz düşünüldüğünde, bayağı uzun bir süreyi kapsıyor her iki iktidar dönemi.

O süre içerisinde ‘ideale’ yaklaşıldı mı, yoksa ondan uzaklaşılıyor mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşü uzaklaşıldığına işaret ediyor.

Gazetelerde son zamanlarda okumaya alışık olmadığımız türden sert eleştiriler bunlar.

Tayyip Erdoğan’ın bu samimi eleştirilerinden sonra köşelerde de yer alsa sevineceğim türden eleştiriler…

Olur mu dersiniz?

*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
fehmi koru erdoğan eleştiri sert ifadeler köşler

Türkiye yazarı: Abdullah Gül, Deniz Baykal'la görüştü; Erdoğan'a karşı aday olacak
26 Nisan 2017



"Gül'e 'Saadet'in başına geç' dediler"

Türkiye yazarı Batuhan Yaşar, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün halefi Tayyip Erdoğan'a karşı 2019 seçimlerinde aday olacağını iddia etti. Gül'ün halk oylaması sürecinde eski CHP Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile görüştüğünü ileri süren Yaşar, "Görüşme, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde mi yapıldı veya CHP’nin bir teklifi mi iletildi; bu bilgilere henüz ulaşamadık" diye yazdı.

Yaşar'ın söz konusu iddiası, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ofisi tarafından yalanlandı. Açıklamada, "Bugün bir medya organında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Gül ile ilgili olarak yayınlanan "gizli görüşme" haberleri kötü niyetli ve maksatlıdır. Bu ve benzeri yalan haberler son dönemde organize gruplar tarafından bilinçli olarak üretilmektedir. Kamuoyunun dikkatine saygılarımızla sunarız" ifadesine yer verildi.

Batuhan Yaşar'ın "Abdullah Gül 'Hayır'cıların adayı mı?" başlığıyla yayımlanan (26 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Siyaseten bizi çok hareketli günler hatta aylar bekliyor. Hareketlenmeler söz konusu.. Senaryolar, girişimler, görüşmeler Ankara’daki siyasi kulisleri hareketlendirdi. Yüzde 48.6, hayır cephesini oldukça cesaretlendirmiş görünüyor..

Kulislere kulak verip ne olup bittiğine bakarken şaşkınlıkla karşılaştığım bir bilgiye ulaştım.
Abdullah Gül..
AK Parti’den Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yaptı..
Recep Tayyip Erdoğan 2007 yılındaki grup toplantısında Cumhurbaşkanlığı için merakla beklenen ismi açıklıyordu:
“Adayımız Abdullah Gül kardeşimdir.”
Gelin sizi hemen 16 Nisan referandumu öncesine götürelim:
Hiç ihtimal vermesem de, Abdullah Gül’ün 2 Nisan’da Kayseri’deki “Evet” mitingine katılmayacağı söylenmişti.
Öyle de oldu zaten... Mitinge bir gün kala katılmayacağı açıklandı.
Buraya kadar bir problem yok.
Çünkü kendisini, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı yapan partisinin, önceki seçimlerde de hiçbir etkinliğine zaten katılmadı.
Belki de Cumhurbaşkanlığı yaptığı için “tarafsızlık” ilkesinden taviz vermemek içindir…
Abdullah Gül’ün oğlu Mehmet Emre Gül biliyorsunuz İngiltere’de master yapıyor. Yurt dışına çıkarken Sabiha Gökçen’de Havalimanında oy kullandı. 2 oyun kullanıldığı sandıktan 2 tane “Hayır” çıktı.
Ne demek istiyorsun, sadede gel, dediğinizi duyuyorum.
Referandum sürecinde Abdullah Gül “Hayır Cephesi” ile zımni bir gönül bağı kurdu.
Bu tespite aramızda “Hayır, öyle değil” diyen var mı?
Gelin tam da bu noktada AK Parti’den önemli bir isme kulak verelim:
-“48.6 ile çok cesaretlendiler. Ekmeleddin İhsanoğlu gibi değil de toplumu daha kuşatıcı bir adayla seçimi kazanma ihtimalini yüksek görüyorlar.”
-Peki niye AK Parti orjinli birisini düşünüyorlar?
-“Geniş kitlelere bu şekilde ulaşabilirler. Muhtemelen Abdullah Gül’ü, Tayyip Bey’in karşısına çıkartacaklar.”
-Abdullah Gül CHP’nin mi adayı olacak?
-“Hayır. Herhangi bir siyasi partinin adayı gibi değil de 100 bin imzayla ‘halkın talebi’ gibi gösterecekler. Bu şekilde Gül’ü ikinci tura taşımayı düşünüyorlar.”
-Yeni bir oluşum lafları dolaşıyor ortalıkta?
-“Öyle bir çalışma da var. Konuşuyorlar aralarında.”
2001'deki AK Parti'nin çıkışı gibi

Konuştuğum bir diğer isim, AK Parti, MHP ve CHP’den küskün isimlerin bir araya getirilerek aynı AK Parti’nin 2001’deki çıkışı gibi bir şey yapılmak istendiğinin altını çiziyor. Bu oluşum için Meral Akşener işaret ediliyor.

İhanet olarak algılanır

Partideki önemli bir başka isim ise Abdullah Gül’ün böyle bir hamle yapacağına ihtimal vermiyor:

“Bu bir ihanet olarak değerlendirilir. Abdullah Bey, Tayyip Bey’e rağmen asla bu hamleyi yapmaz.. Bu dedikodulardan Abdullah Bey de rahatsız.. Asla bu dedikoduların parçası olmaz."

Abdullah Gül, Deniz Baykal'la görüştü

Şimdi öğrendiğimiz bomba gelişmeleri aktaralım o zaman…
Biliyorsunuz referandum sürecinde Deniz Baykal neredeyse Kemal Kılıçdaroğlu kadar efor sarf etti. Genç siyasetçilere taş çıkarırcasına şehir şehir gezdi.
“Hayır”ın parlayan yıldızı Deniz Baykal, referandumdan hemen sonra Abdullah Gül ile görüştü.
Ne var bunda, diyebilirsiniz..
Hayır öyle değil... Böyle bir ortamda ve referandumun hemen akabinde böyle bir görüşme pek de tevekkeli görünmüyor.
Görüşme, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde mi yapıldı veya CHP’nin bir teklifi mi iletildi; bu bilgilere henüz ulaşamadık.

Saadet'in başına geç

Abdullah Gül’ün çevresi olduğunu iddia edenler, referanduma daha 1 ay varken harekete geçtiler. Güvenilir kişilerle temas kurdular. Telefonla ve yüz yüze görüşmeler yaptılar:
-“Yeni bir durum var.. Hazır ol.. Sana ihtiyacımız var.”
Yeni bir oluşuma karşı çıkanların iddiası da şu:
-“Yeni parti tutmaz.. Macera aramaya gerek yok. İşte Saadet orada duruyor. Abdullah Bey, Saadet’in başına geçmeli. Millî Görüş’ün tabanı orada!..”
Olayı deştikçe başka başka ve çok şaşırtıcı bilgilere ulaştık..
Neler olmuş, ne planlar yapılmış da haberimiz olmamış..

Evet çıkınca planlar değişti

“Hayır” çıkacağına o kadar inanmışlar ki… Bu yüzdendir ki “Hayır”ın stratejisini de çoktan hazırlamışlar:
-Referandumdan “Hayır” çıksaydı AK Parti içinde mücadele için düğmeye basılacaktı. Tayyip Erdoğan’ın “Hayır” durumunda zaten partiye dönmeyecek olması işlerini kolaylaştıracaktı. Silahlarını direkt Erdoğan’a yönelteceklerdi.
-“Evet” çıkınca planlar değişti. Yeni oluşum, Saadet Partisi ve CHP ile ittifak formülleri tartışılmaya başlandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum süresince bütün meydanlarda şu hadis-i şerifi hem de Arapçası ile tekrarladı; “El mer’u mea men ehabbe” yani "Kişi sevdiği ile beraberdir" dedi.
Bu yüzden Abdullah Bey'in yakın arkadaşı Fehmi Koru’nun yazılarını takip etmekte yarar var. Ne olacağına dair okumalar o köşeden yapılabilir.
Hatta Fehmi Koru’nun yazısından bir bölümü Bülent Arınç retweet etti:
“Ya aynı kişiler referandumda sürüden ayrı oy kullanacakları mesajını alenen verseler ne olurdu?”
El cevap:
“Hayır’a bundan daha fazla katkı sağlayamazlardı.. Fehmi Koru’nun dediği gibi yapsalardı yani gizli değil de açıktan ‘Hayır’ deselerdi, AK Parti tabanı belki de tepki gösterecek ve daha iyi konsolide olacaktı.”
Evet’in içindeki 'Hayır’cılar, kafaları daha fazla bulandırdı.
Duyduklarımız bunlar…
Ama siyasette çok güzel bir laf vardır:
İnsanların bir şeye nasıl başladığı değil de finişi nasıl yaptığı hep konuşulur.
Bakalım referandumdan sonra sessiz kalan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den bir açıklama gelecek mi?
T24

AKP'li Metiner: Malum zevat "Hayır" demiş, Reis'in arkasından kuyu kazanları eleştirince 'fitneci' oluyoruz!
24 Nisan 2017



Star yazarı ve AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü "malûm zat" diye anarak, "Reis’in arkasından kumpas kuranlar nedense fitneci olmuyorlar da, biz onları eleştirdiğimiz zaman mı oluyoruz?" dedi. Metiner, "Pensilvanya’nın mutemet adamı F. Koru anında bana 'AKP’li vekil' diyerek cevap verdi. Bu vesileyle bir konuya da açıklık kazandırmış oldu Koru. Kimin sesi olduğu bilinen Koru’dan öğreniyoruz ki malûm zevat 'hayır' demiş referandumda" ifadesini kullandı.

Mehmet Metiner'in "FETÖ’nün siyasi ayağı" başlığıyla yayımlanan (24 Nisan 2017) yazısının bazı bölümleri şöyle:

Geçen hafta Kayseri’de, 38 Kent TV adına benimle bir söyleşi yapıldı.

Bana soruldu:

“FETÖ’nün siyasi ayağı olmadığı söyleniyor. Ne dersiniz?”

Dedim ki:

FETÖ’nün siyasi ayağının olmadığı iddiasına katılmıyorum. Darbe teşebbüsünde bulunan bir örgütün, siyasi ayağının olmaması mümkün değil. Sonuçta darbe başarılı olsaydı, ülkeyi siyasetçilerle yönetirlerdi. Hem FETÖ gibi bir ahtapot örgütün, her partide elemanlarının olmadığını varsaymak doğru değildir. İnanıyorum ki her partide FETÖ’cü unsurlar vardır. Biz AK Parti olarak tespit ettiklerimizi ihraç ettik. Unvanları ne olursa olsun. İster İl Başkanı, İster Belediye Başkanı vs… Kimseyi koruyup kollamadık. Bundan sonra tespit ettiklerimiz olursa, onları da unvanları ne olursa olsun asla koruyup kollamayız. FETÖ’cü unsurların kökünü kazımak boynumuzun borcudur.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus şudur: “FETÖ’nün siyasi ayağı” söylemi üzerinden sadece AK Parti’nin içine hamle yapanlar bence kripto FETÖ’cülerdir. Bunlar diğer partiler içindeki elemanlarının üstünü örtüp, hedef saptırmak isteyenlerdir.

(..)


Bana soruldu:

“Melih Gökçek darbe sonrası Başbakan olarak Bülent Arınç’ın adını zikretti. Buna katılır mısınız?”

Dedim ki:

Melih Gökçek’in elinde ne tür belge ve bilgi vardır bilmem. Arınç’ın, FETÖ’cü darbe sonrası Başbakan yapılacağına dair bir bilgiye ve belgeye sahip değilim. O yüzden bu tür bir iddiada bulunamam. Ama bildiğim bir şey var ki FETÖ’cülerle mücadele sürecinde Arınç gibiler onlara kol ve kanat gerdiler. 17-25 Aralık sürecinden sonra bile mağduriyet edebiyatı üzerinden onları koruyup kolladılar. Arınç cübbesini giyip onları savunacağını söyleyecek noktaya kadar geldi. Sadece Arınç değil, Suat Kılıç ve benzerleri de aynı şeyleri yaptılar. 16 Nisan’da da zaten hiçbirisi yanımızda değillerdi. (..)

(..)
***

Bu dediklerim üzerine...

Partideki ve hükümetteki görevlerinden ayrıldıktan sonra sabah akşam Reis’in arkasından atıp tutanlar, partinin “tek adam” tarafından “diktatörce” yönetildiğini söyleyecek kadar ileri gidenler, tarihi referandum sürecinde dahi Reis’in arkasından kumpas kuranlar nedense fitneci olmuyorlar da, biz onları eleştirdiğimiz zaman mı oluyoruz?

Pensilvanya’nın mutemet adamı F. Koru anında bana “AKP’li vekil” diyerek cevap verdi. Bu vesileyle bir konuya da açıklık kazandırmış oldu Koru.

Kimin sesi olduğu bilinen Koru’dan öğreniyoruz ki malûm zevat “hayır” demiş referandumda.

Erdoğan düşmanı cephenin içine kendilerini yerleştiren malum zevatın sahaya “hayır” için inmemiş olmasını da bizim hanemize “nimet” olarak yazdırmış!

Meğer ne çok şey borçluymuşuz malum zevata!

Bir de diyet çıkartıyor bize bu kurnaz adam ya baksanıza!
T24

Gülmen ve Özakça’ya destek için Ankara’ya yürüyen yurttaş gözaltına alındı
07/07/2017



Açlık grevindeki iki eğitimciye destek olmak için Ankara’ya yürüyen Adem Kızılçay gözaltına alındı.

Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, OHAL KHK’sıyla ihraç edildikleri işlerine dönmek için başladıkları açlık grevinin 76’ncı gününde tutuklanmıştı.

İzmir’den yola çıkan 57 yaşındaki Adem Kızılçay da Ankara’ya doğru yürüyüşe geçmişti.

Kızılçay’ın, eğitimcilerin tutuklamadan önce eylem yaptıkları Yüksel Caddesi’ne yarın varması planlanıyordu.

Follow
Halkın Hukuk Bürosu @halkinhukuk
Nuriye ve Semih için İzmir'den Ankara'ya yürüyen Adem Kızılçay'ın Ankara şehir merkezine 30 km kala gözaltına alındığı bilgisi geldi
1:50 PM - 7 Jul 2017

Kızılçay’ın Twitter hesabından da gözaltına alındıktan sonra “Adem abi gözaltına alınıyor, konuşamadık kapattırdılar telefonu!” mesajı paylaşıldı.

Kızılçay, 10 Ekim 2015’te Ankara’daki barış mitingindeki saldırıda hayatını kaybeden İsmail Kızılçay’ın da kardeşi.
Diken
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 23, 2018 10:00 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
2. sayfa (Toplam 4 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com