EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Namuslu kazanç, helal gıda, kusursuz işçilik: Ahilik

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ağu 16, 2012 6:48 pm    Mesaj konusu: Namuslu kazanç, helal gıda, kusursuz işçilik: Ahilik Alıntıyla Cevap Gönder

Namuslu kazanç, helal gıda, kusursuz işçilik: Ahilik
Afşin Selim
27 Temmuz 2012



Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız,
Ahi Evran’dır dâhi pirimiz üstadımız.
-Anonim-


Ahi Evran, 1171 senesinde, Azerbaycan’ın Nahçivan bölgesinde yer alan Hoy şehrinde doğar. 90 küsur sene yaşadığı söylenmekle birlikte, nasıl vefat ettiği hususunda kesin bir bilgi yoktur. Çocukluk döneminin bitimiyle, ilim maksadıyla çeşitli seyahatler gerçekleştirir. Hacca da gitmiştir, Hac dönüşü uğradığı dönemin Bağdat’ı, kendisine kültürel açıdan mühim katkılar sağlar. Hocası ve sonradan kayınpederi olan Evhadüddîn Kirmani ile tanışma vesilesine erişir. Feyz alır. Burada Bağımsız bir örgütlenme biçimi olan Fütüvvet ile özel olarak ilgilenme imkânı bulur; teşkilata temas eder. Dönem esnasında, Selçuklu sultanı, tahta geçtiğini, Abbasi halifesine bildirmek için, Sadrettin Konevi’nin babası Necmeddin İshak’ı Bağdat’a büyükelçi olarak göndermiştir. Bağdat’ta 1 sene kalan İshak, dönüşte oradaki ilim ehlini, Anadolu’ya davet eder. Ahi Evran da vardır aralarında... Adını Ahi Evran olarak bilsek de, esasında adı Şeyh Nasreddin Mahmut el-Hoyî’dir. Evran kelimesinin sözlük karşılığı, hem dünya, hem de yılandır. Menkıbe odur ki: Yılanın biri vakti zamanında Kırşehir halkına musallat olmuş, Ahi Evran bu yılanı bağlamış, terbiye etmiş, yılanın zehrinden ilaç yapmıştır.

Ahi Evran Anadolu’da

1205’de, ilk olarak Konya’da, Denizli’de ve Kayseri’de esnaflarla sık sık biraraya gelen Ahi Evran, esnaflığın ve sanatkârlığın nasılı hususunda, Fütüvvet teşkilatı dolayısıyla öğrendiklerini, ahaliye aktarır. Dinî ilimlere de vakıftır. Fütüvvet demişken, sözlük karşılığı civanmertlik olup, İslâm dünyasında müstesna bir pozisyona sahiptir. Ahiliğin, temel değerlerini idrak edebilmek için, elbette, fütüvvetnameleri incelemek gerekir. Bilinen ilk fütüvvetname, Ebu Abdi’r-Rahman Muhammed’e aittir: Kitab'u- Fütüvve...

Ahi Evran, Ahilik anlayışının teşkilatlanması niyetiyle, Anadolu’nun şehir, kasaba ve köylerini dolaşır. Teorik olarak anlattıklarını pratiğe dönüştürdüğü ilk şehir Kayseri’dir. Debbağdır(sepici), debbağları biraraya getirmiş, birarada bulunan debbağların rekabet hissiyle hareket edeceğini bilmiş ve fakat ihtilafı engellemek için Ahiliği ilkelerle maddeleştirerek, ahali için daha tesirli ve anlaşılır kılmıştır. Çeşitli iş zümrelerinin yer aldığı küçük bir sanayi sitesi kurulmuştur bile... Ahi Evran bir müddet sonra Kayseri’ye yerleşir çünkü sanayi bakımından gelişmiş bir yerleşim birimidir. Dönem, Selçuklular dönemidir; bu dönemi tarikatsız ve evliyasız okuyamayacağımızı özellikle hatırlatmalıyım. Ahi Evran, Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından sevilmiştir de. Fakat Ahilik mensuplarının, Keykubat sonrasının sultanlarıyla ve Mevlevîlerle çeşitli sorunlar yaşadıklarından da bahsedilmekte...

Dünyada benzeri bulunmayan enteresan bir girişim daha bu dönemde gerçekleşir: Ahi Evran’ın hanımı Fatma Bacı öncülüğünde, ilk sivil kadın teşkilatı, Bacıyan-ı Rum(Anadolu Bacıları) kurulur. Bir debbağ olan Ahi Evran, koyun derilerini işler, -derilerin o ağır kokusunu özellikle tercih etmesi mânidardır- yünlerini de teşkilattaki kadınlar işleyip, iplik yaparlar. Ticari faaliyet böylece devam eder. Her iki teşkilat, faaliyetlerini üyelik sistemiyle yürütür. Daha sonra Kayseri’den Kırşehir’e gelen Ahi Evran, gecikmeksizin, burada bir tabakhane inşa etmeye karar vermiştir. Kırşehir’e geldiği dönemde, çağdaşı Hacı Bektaş Veli’dir. Birbirlerini ziyaret ettikleri, görüştükleri biliniyor. İşbu yüzden, Ahiliğin ananevi menşeini Hz. Ali’ye dayandıranlar ve Ahi zaviyelerini Bektâşi dergâhlarıyla ilişkilendirenler olmuştur.

Ahilik, zamanla, sınaî ve ticarî bütün faaliyetleri tanzim eder. Devletin tesirine gerek kalmadan, ahali kendi kendisini idare etmektedir artık... Fakat heyhat! Anadolu, Moğol istilasına maruz kalır. Moğolların istilacılığı neticesinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç gerçekleşmiştir ayrıca; Ahilik daha da kuvvetlenir. İstilacılar, cihat idealini özümsemiş alp ve gazi Ahilerin direnişiyle karşılaşırlar. Sonrasında Moğolların, yönetimde söz sahibi olmasına da direnirler. Hattâ Ahi Evran’ın, bu direnişlerin birinde öldürülmüş olabileceği düşünülür. Moğollar, Ahi Evran’ın nüfuzundan korkmaktadırlar. Çeşitli rivayetler mevcuttur. Fakat Ahi Evran sonrasında bir tükenmişlik yaşanmaz. Anadolu’nun ilk Ahilik mensuplarından biri de, Osman Gazi’nin kayınbabası ve hocası Şeyh Edebalı’dır. Dört yüz çadırlık beylikten, cihan devleti olabilmeye erişmek, varlığını yalnızca at binmeye, kılıç kuşanmaya mı borçludur?

Ahiliğin ailevi bir teşkilat oluşu, tesirini çeşitli vesilelerle ispatlar çünkü dağınıklığı engellemiştir. İlkelerinden biri de şudur: “Eşine, aşına ve işine sahip ol.” Ahilik, “sönmeden tüten en son ocak” üzerinden alır ifadesini... Yerleşik hayata geçişi hızlandırmıştır, Anadolu’da. Meslekî ve ahlâkî alan dışında, askerî olarak da eğitici olmuştur: Nişancılık, avcılık, binicilik gibi... Osmanoğulları esnaf loncalarıyla ve “gedik” ile devam ettirir, bu geleneği... Sabit veya seyyar olmak üzere, iki türlüsü olan gediklikte, kişi çıraklıktan yetişip, ustalık makamına geçmedikçe, dükkân açarak ticaret yapamaz. “Eti senin, kemiği benim deyimi” buradan gelir. Usta, babası kadar mesuldür, çırağından... Her iki yapılanma da, esnafı ayrıcalıklı hale getirmiştir. Fakat itibar gözeterek... Cumhuriyet döneminde ise Esnaf ve Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri ve benzeri kuruluşların, Ahiliğe dayandığı belirtilmektedir. Gözüken o ki bir nevi devir teslim gerçekleşmiştir. Milletleri yaşatan da bu kurucu irade değil midir zaten? Fakat günümüzde; “toplam kalite, müşteri beklentisi” olarak piyasada sıkça dillendirilen şeyler bir “mecburiyet” olarak algılanmaktadır. İlişki iyileştirici “ombudsman”lığı keşfedememiştir Ahiler, ama olsun! “Demokrasinin vazgeçilmezi” diye takdim edilen “sivil toplum” bahsinde, örnek bir sivil toplum modeli olan Ahilik, hizmette kusursuzluğu şiar edinmiştir. Emek, kıymettir. Bu anlayışla, emek ve sermaye çatışmaz orada, barışıktır, yeter ki ahengi bozulmasın... Binlerce yıllık Türk tarihinin en mühim müesseselerinden biri olan Ahilik, kültürel kıymetimizdir, tabelalar değişse de, daima muhafaza edilmelidir.

Sosyal bir müessese: Ahilik

Dîvânu Lugâti’t-Türk, “cömertlik” olarak tanımlar, Ahiliği; Türkçe “akı”dan türemesinden dolayı... Kelime kökeni itibariyle Arapça, “kardeşim” anlamına gelir. Sûfi menşelidir. Ahi Galip Demir, şöyle tanımlar Ahiliği: “Kendine istediğini, önce başkalarına isteyendir.” Şehirlidir, Ahiler. Diğerkâmdırlar. Şayet işitebilmeyi arzuluyorsanız, halen daha sesleri yankılanır, Anadolu’da: “Elini açık tut, sofranı açık tut, kapını açık tut, gözünü bağlı tut, beline sahip ol, diline sahip ol...” İç disiplinini “güzel ahlak” nispetinde edinen Ahilik, her an ölecekmiş gibi davranır; ve hiç ölmeyecekmiş gibi... Sanat ve meslek erbabı yetiştirmekle birlikte, insan terbiye edilir orada, “insan güzeli” olsun diye. Şöyledir temel ilkeleri:

- İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,

- İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,

- Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,

- Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak,

- Şevkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak,

- Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,

- Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,

- Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak,

- Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek,

- Hataları yüze vurmamak,

- Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi, olmak,

- Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,

- Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,

- Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak,

- Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,

- İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzle yapmak,

- Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,

- Yaratandan dolayı yaratıkları hoş görmek,

- Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak,

- İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak,

- Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak,

- Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak,

- Allah için sevmek, Allah için nefret etmek,

- Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak,

- Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek,

- Açıkta ve gizlide Allah'ın emir ve yasaklarına uymak,

- Kötü söz ve hareketlerden sakınmak,

- İçi, dışı, özü, sözü bir olmak,

- Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek,

- Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek,

- Belâ ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak,

- Müslümanlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak,

- Düşmana düşmanın silahıyla karşılık vermek,

- İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak,

- Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek, böbürlenmemek,

- Yapılan iyilik ve hayırda hakkın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek,

- Âlimlerle dost olup dostlara danışmak,

- Her zaman her yerde yalnız Allah'a güvenmek

- Örf, adet ve törelere uymak,

- Sır tutmak, sırları açığa vurmamak,

- Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak,

- Feragat ve fedakârlığı daima kendi nefsinden yapmak...

Ahilik, kültürel değerler çerçevesinde kurulan faal bir sivil toplum örgütüdür, fakat sözüm ona günümüzdekiler gibi değil... Bir Ahi, öncelikle kendinden mesuldür, özünün ve sözünün dosdoğru olması için mücadele eder, maksat bu istikamette kalabalıklara nüfuz edebilmektir. İlgilisinde, ayrıca şu vasıfları da aranmıştır: Kuvvetli bir yürek, iyi bir at, iyi bir kılıç, uygun bir arkadaş, hususi bir elbise, şecaat, pazu kuvveti, gayret, yay, süngü...

Meslek sahibi olmayan Ahi olamaz. Ahilikte, organizasyon yapısı itibariyle, emir komuta usulü uygulanmaktadır. Hiyerarşi böylece devam eder. Her zaviye ayrı bir birimdir. Dönemin seyyahları anlamaya çalışmıştır, Ahileri. Doğal olarak, oryantalistler de ilgilenmiştir. İbn-i Batuta, Seyahatnamesi’nde, kendilerinden şöyle bahseder: “...Bunlar Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarını giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma... gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir.” İbn-i Batuta’nın izlenimlerinden ziyade, bilmeliyiz ki, dönem esnasında Mevlevi pirlerinin en büyüklerine verilen unvan çelebiydi, sonrasında Türklerin “çelebi millet” olarak vasıflandırılması bu unvanla ilişkilidir. Çelebi, yani terbiyeli, yani efendi...

Ahilik, temiz ticarete inanır. Güzel ahlâka, namuslu kazanca ve helal gıdaya... Sermaye vasıtadır, maksat değil, varlık sebebi olarak özümsenmemiştir. Para ile kirli ilişki kurulmaz. Ahi için müşteri, veli nimettir. Hizmette mükemmelliği varlık sebebi telakki eden Ahiler, müşterek bir toplum tasavvuru güder ki, kalitenin yanında, dürüstlük de gerçekleşebilsin... Mesela, teşkilatın yaptırım gücü açısından, “papucu damat atmak” deyimi ile kast edilen; papucun sahiden dama atılması olup, kusurlu mal üreten esnafın cezalandırılmasıdır ki, utansın diyedir; insan utanabilen bir varlıktır çünkü...

Kaçınılmazdır: Özün ve sözün bir olmaması çok yüzlülüğü elverişli hale getirir. Esnaflığı ve sanatkârlığı “dosdoğru” yapmayı öğütler, Ahilik. Çünkü güvensizliğin yaygınlaştığı bir toplumda, adına “toplumsal dayanışma” dedikleri şey gerçekleşmez. Kâr için her yolu yürünebilir ve mubah kabul edenlerin hırsı, paylaşımı mümkünleştirebilir mi? Hele ki hırs, vahşi doğa belgesellerini anımsatıyorsa artık...

Anadolu’da yerli bir ekonomik hayattan, ticarî bir hâkimiyetten, meslekî bir gelişimden bahsedebiliyorsak, Ahilik vesilesiyledir. Daha da mühimi, bu teşkilatlanma, iktisadiyata indirgenemez; ahlâkîliği gözardı edilemez. Günümüzde, piyasanın “bozuk” oluşunun, ambalaj ve vitrin dolandırıcılığının, iş ahlâksızlığının bulaşıcı hale gelmesi ısrarla vurgulanırken, neyi kaybettiğimizi hatırlayabiliyor muyuz acaba?

Kaynakça:

- Çetin, Osman, Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, Marifet Yayınları, İstanbul, 1990

- Çalışkan, Y. İkiz, M.L., Kültür-Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993

- İbn Batuta Seyahatnamesi Seçmeler, Çev. İsmet Parmaksızoğlu, MEB Yayınları, İstanbul, 1993

- Erken, Veysi, Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Seba Yayınları, Ankara, 1998

- Yeni Ufuklar Dergisi, Sayı:12, Röp. Almıla Maraş, Ahilik Kültürünü Araştırma Vakfı yöneticisi Duran Demirbaş

Kaynak: haber10

Ahilik geleneği ve bilmediklerimiz
Hülya Erol
16 Ekim 2009



Öğlen vaktine doğru alışveriş için evden çıkmışsınız. Baharat almak için yanyana duran iki aktardan birine giriyorsunuz. 100 gr. kekik almak istediğinizi söylüyorsunuz kasadaki görevliye. Ve size şöyle karşılık veriyor: ” Hanımefendi, yanımızdaki komşu aktar bugün için hiç siftah yapmadı, bizdeki baharatlardaki kaliteyi bulabileceğinizi garanti ederim. Bu yüzden lütfen komşumuzdan alışverişinizi yapar mısınız?”…

Böyle bir şeyi duymak, şimdilerde masallardaki kahramanların konuşmaları gibi gelebilir kulaklarımıza. Oysa ki, bu tip olaylar eskiden pek çok kez yaşanırmış. “Ahilik geleneği” sayesinde , Türk toplumunu bir arada tutan saygı ortamı yaratılmış, kültürümüz bu gelenek yardımı ile zenginleşmiş ve nesillere aktarılmıştır.

Geçtiğimiz hafta 13-19 Ekim tarihleri arasında “21. Ahi Evran Anma Haftası” sebebiyle Kırşehir’ de etkinlikler düzenlendi. Ahilik ile ilgili çeşitli illerde paneller düzenlendi, konuşmalar yapıldı. Gazetelerden okuduğumuz kadarı ile, devlet büyüklerimiz de “esnafın birbirine bağlı ve kollayıcı olmasından dolayı krizleri atlattığı” konularına değinmişler. Ancak ne yazık ki herşey sözlerde, harflerin arasında kalıyor kanımca.

Esnafın kendi arasındaki bağı çok iyi bilmiyorum, ancak her yaptığım alış-verişte güler yüzüne veya samimiyetine inandığım bir mağazadan bir ürün alıp, sonrasında bozulması ve geriye döndüğümde o gülümseyen yüzün artık sonsuza dek gülmez maskesi takınma zorunluluğuna şahit olmak benim esnafa olan güvenimi sarsmıştır. Yazımın en başında verdiğim geçmişteki yaşanmışlıkları bıraktım, güler yüzlü, müşterisine saygılı ve onu doğru yönlendiren, mağazasına mümkünse çin malı sokmamış olan bir esnaftan alışveriş yapsam ona şaşırır haldeyim.

Yani fikrimce, ahilik geleneğini bizler çoktan müzeye kaldırmışız. Geriye kalanlar sadece kelimeler. Esnaf arasında yaygınlaştırılan ve “Ahi Evran” tarafından bağlatıldığı var sayılan bir örgütlenme haline gelen ahilik geleneği, Türk toplumu arasında halkın “imece” usulü olarak iş yapmaya alışmasından dolayı yadırganmamış, aksine hızlı bir şekilde yayılmıştır. Gerçek adı “ŞEYH NASURİDDİN MAHMUD EL HOYİ ” olan “Ahi Evran” 1205 yılında Anadolu’ ya gelmiş ve Alaaddin Keykubat’ a ahilik geleneğini içeren fikirlerini sunmuştur. 30 yıl kadar kısa bir sürede ahilik tüm esnaf tarafından benimsenmiş ve yayılmıştır. Birlik içinde kenetlenen halk iş hayatında ahilik, sosyal hayatında imece usulü ile güçlenmesi çok normaldir. Bu kuvveti içerden bozukluk olmadıkça da dışardan kimseler çözemez elbette.

Oysa şimdilerde ne oldu da geçmişimizde , sadece 803 yıl öncesinden değil daha da öncesinden beri sahip olduğumuz değerlerimizi unutmaya daha kötüsü yok saymaya başladık. “Ahilik” kelimesini dahi duymayan yeni nesilden çocuklarımızın olabileceği ihtimali dahi insanı üzmeye yeter. Ve maalesef özellikle iş hayatında görünen odur ki, herkes yaşına veya tecrübesizliğine bakmadan, sadece adı meşhur okullardan mezun olduğu için kendisini hayat bilgini sanıyor. Kendisinden yaşça büyük belki de ömrünü aynı işe adamış olan büyüklerine saygısızlık eden, burun kıvıran ve yaptığı bu saygısızlığı dahi batılılaşma olarak algılayabilen yaşı küçük nesillerimiz maalesef sayıca artmaktadır.

Geçen sene ,Osmanlı döneminde bakırcılar çarşısı ve bakır işçiliği ile ün salmış olan Kastamonu’ da, şimdilerde sayıları çok azalan ustalardan 83 yaşındaki Ahmet Ortaakarsu ile konuşmuştum. O da mesleğini öğrenirken yaşadığı zorluklardan, ustasına duyduğu saygıdan bahsetmiş ve yeni neslin vurdum duymazlığından yakınmıştı. Yani unutmak için sadece 2 nesil mi gerekmişti???

Ahilikte zanaatkarlar sıralamasına bakalım:
* Yamak
* Çırak
* Kalfa
* Usta
“Ailesi tarafından “yamak” olarak “usta”nın yanına verilen çocuk bu basamakları kısa sürelerde almazdı. Yamak , çırak olmadan kalfa olamazdı. Kurallara uymayan da ailesine geri gönderilirdi.” diye yazan kitapları, bakırcı Ahmet usta da onaylamıştı. Ailesinin bir meslek öğrenmesi için onu bakır ustasının yanına verdikleri günü de, ustasını dinlemediği zaman aldığı cezaları da tüm çileleri gayet iyi hatırlıyor.
Kendi çocukluğumuı düşünüyorum, mahallemizi, komşularımızı…Yok ben de gördüm ve yaşadım bu paylaşımı eskiden. Ama ne benim çocuklarım de de torunum bunları yaşamayacaklar artık. Yaşayamayacaklar ne yazık…Kısa bir süre içinde tamamlanmasını tasarladığım kitabımda anlatacağım tüm bu hatıralar, kitap sayfalarında kalıp, hayallerimizin bir kenarında gizlenecekler sanırım. Şimdiki zaman o kadar kırıcı ve acımasız ki, geçmiş hatıralar bile hatırlanmaya korkar hale geldi artık.

Sitemizi takip edenler, çekimlerimizi izleyenler çok iyi bilirler, her zaman komşuluk ilişkilerinden, ailenin öneminden bahsedip durmuşumdur. Saygı, hoşgörü ve sevgi toplum yaşamında el üzerinde tutmamız gereken özelliklerimiz olması gerekir. Aksi halde saygı ortadan kaldırıldığı zaman tüm dengeler bozulur, evlilikler dağılır, ticaret kirlenir, arkadaşlıklar bozulur ve saygıyı arkadan takip eden diğer değerler de çözülür. Sadece kendi çocukluğum ile şimdiki yaşantıyı karşılaştırdığımda bile bozulmayı görebiliyorum.
Ancak hatırlatmaktan yine de bıkmayacağım. Mutlaka birileri yanlız olmadığını görerek , yaşamında gösterdiği “saygı” duruşuna yeniden sahip çıkacaktır. Ona başlı kalarak çocuk yetiştirecek veya iş yaşamında ise saygıya bağlı kalarak birilerini etkileyecektir. Ve farkedilmez ve hissedilmeyen unutulmuşlarımız yeniden elimize alıp sıkı sıkıya tutunacağımız günler de gelecektir.


Aşçılık camiasında ahilik geleneği



Ahilik geleneğinin aşçılık camiasında da unutulduğunu görmekteyim. Yeni mezun genç aşçı adayları ( okulda aday adayı idiler ) , bir de yabancı dil biliyorlar ise, kendilerinden yaşça büyük olan ve bu mesleğe ömrünü vermiş ustalarına karşı saygısızlığı kendilerine hak görebilmekteler. İnternetten araştırılıp öğrenilen ve akabinde pişirilen bir fransız mutfağından “sipesiyal “( özel ) in genç aşçıyı büyük aşçı, kendi deyimleri ile “executive chef” ( aşçıbaşı) seviyesine yükselmesini sağlayabilmektedir. Fransız mutfağı ve İtalyan mutfağına söz söyletmeyen bu genç nesil aşçı adayları veya biraz daha uzun süre mutfakta çalışan aşçılar, yurt dışını da görme fırsatını ! elde ettikten sonra , dünyayı yeniden keşfediyor hissine kapılıyorlar sanıyorum ve Türk mutfağını bir kenara itip onu yok sayarak seviyelerini biraz daha yükseltiyorlar. Eh tabi günümüzde basın da yeterince kirlenmiş. ” Unu havaya at, yağı konuğuna fırlat, pop müzik kulağına gelirse göbek at, aralarda tavayı zıplatarak içindekileri tavana yapıştır” gibi komutlar alarak garip yemek programları yağan aşçıları ve onların Türk mutfak kültürüne yaptıkları saygısızlıklara hiç girmiyorum bile.

Ve sonra ne oluyor biliyor musunuz?

Bu garip özenti içinde, geçmişi ile barışık olmayan, saygısız genç nesil çoğaldıkça, güney sahillerinde ” herşey içinde” projesi dahilinde, sabit ücret ödeyerek, kalitesiz, damak zevki olmayan yabancı turiste kalitesiz hizmet ve özünden çok uzaklaşmış bir mutfak sunmuş olunuyor. Her sene Paris’ e gidip sadece Eyfel kulesini ziyaret eden turist sayısının 70 milyon olduğu gerçeğini hatırlayacak olursak, bizim tüm Türkiye’ ye gelen bir kaç milyon turiste sevinmemiz de çok anlamsız oluyor.

Genç aşçılar, ahilik geleneğinden gelen temel saygı kurallarını yeniden hatırlamaları gerekiyor. Merhum Aydın ustayı ve daha bizlere isimleri ulaşmayan daha pek çok rahmetli aşçıbaşımızı da saygıyla anmamız gerekiyor. Nerdeyse ahilik geleneğini yaşatmayı başarabilmiş son ustalarımızdandı kendisi. Ancak vefat ettikten sonra ortalık kolaycılara kalmış gibi görünüyor. Aydın usta yaşarken izin vermediği bu düzensizlikler ne yazık ki, ölümünden sonra diğerlerine kalmış durumda. Şimdilerde ise ortamda öylesine bilgi kirliliği ve yemek kültürümüzü yozlaştırma çalışmaları var ki, çoğu zaman kelimelere dökemeden şaşkınlık içersinde izliyorum. Bazen de şaşkınlıktan halim kalırsa birkaç şaşkın dostumla birlikte insanların para uğruna, egoları peşinden giderek komik hallere gelişlerini izliyoruz, gülüyoruz. Ve işte ahilik geleneğini unutan bizler, kendi ülkemizde, pek çok yemek panelinde , yurtdışından getirtilen yabancı yemek yazarlarından “Türk mutfağı” veya “Osmanlı mutfağı” nı dinler buluyoru kendimizi. Veya da aşçılık öğrencileri, ödevleri için kaynak olarak hep yabancı yazarların kitaplarını aralamak zorunda kalıyorlar.

Bakın “Pabucunu dama atmak” deyimi nerden geliyor;

Vaktiyle ayakkabıcılık yapan bir esnaf müşterisine bir pabuç yapmış. Pabuç sağlam olmayıp, kusurlu çıktığı için, müşteri gidip Ahîlik teşkilatının yetkili kurullarına şikayette bulunmuş. Yetkililer durumu incelemiş ve müşterinin haklı olduğuna karar vermişler. Teşkilat, müşterinin zararını tazmin edip kötü mal imal eden ayakkabıcının pabucunu dama atmışlar.

Şimdilerde bu işlerle ilgili olarak tüketici hakları derneği kuruluşları var, ancak tüketici tarafında sadece. Oysa ki eskiden Ahilik teşkilatı hem tüketici hakkını koruyormuş, hem de usulüne uygun olmayan şekilde çalışan, çalan, dürüst olmayan, saygısızlık yapan esnafı da terbiye etmek amacı ile cezalandırıyormuş. Hatta bu örgütlenme kendi içinde öylesine sağlam bir yapıya kavuşmuştur ki, usta-çırak ilişkisi bir süre sonra eğitim kurumları haline gelen iş yerleri haline dönüşmüştür. İşte yetişen yeni çıraklar ustalarının her dediğini yapmak zorunda ve pek çok eziyete de katlanmak zorunda imiş. Eskiden zanaat öğrenmek isteyen çok sayıda çocuk olduğundan belki de, ustalar çıraklarına işi öğretmeden evvel pek çok sabır işinde çalıştırırlar denerlermiş. Eğitim öncesi hazırlanma da denebilir bu pratiklere belki de. İşte bu ön hazırlık sınavlarını geçenler zanaatkar adayı olurlarmış.

Her şey bir başkaymış eskiden, her şey daha anlamlı ve daha gerçek. Şimdilerde ise , özellikle gençler, kendilerini televizyon kutusunun içinde gördükleri yapay dünyanın içinde bir yere yerleştirmeye çalışıp, o sahne içinde sadece bir dekor olmayı seçiyorlar. Düşünmeden, öğrenmeden, sormadan, sorgulamadan ve belki de göremeden yaşayıp gidiyorlar. Ne yazık…

Son olarak, kişiyi yamaklıktan ustalığa giden yolda olgunlaştırmaya çalışan Ahi kurumunun görgü kurallarını da hatırlatmak istiyorum, hatırlamak isteyenlere:
- İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,
- İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,
- Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
- Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak,
- Şevkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak,
- Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,
- Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,
- Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak,
- Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek,
- Hataları yüze vurmamak,
- Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi, güleryüzle ve güvenilir olmak,
- Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,
- Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,
- Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak,
- Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,
- İnsanların işlerini içten, gönülden ve güleryüzle yapmak,
- Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,
- Yaradandan dolayı yaratıkları hoş görmek,
- Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak,
- İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak,
- Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak,
- Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak,
- Allah için sevmek, Allah için nefret etmek,
- Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak,
- Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek,
- Açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak,
- Kötü söz ve hareketlerden sakınmak,
- İçi, dışı, özü, sözü bir olmak,
- Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek,
- Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek,
- Belâ ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak,
- Müslümanlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak,
- Düşmana düşmanın silahıyla karşılık vermek,
- İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak,
- Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek, böbürlenmemek,
- Yapılan iyilik ve hayırda hakkın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek,
- Âlimlerle dost olup dostlara danışmak,
- Her zaman heryerde yalnız Allah’a güvenmek
- Örf, adet ve törelere uymak,
- Sır tutmak, sırları açığa vurmamak,
- Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak,
- Feragat ve fedekarlığı daima kendi nefsinden yapmak

Bunları yapabilmek demek, kişinin kendi nefsini toplum ihtiyaçlarından daha geride tutmayı başarmak anlamına gelir ki, bu da zaten kişiyi iyi bir esnaf olmanın yanı sıra, erdemli bir insan haline de getirir.

Kaynak: http://gunluk.annemmutfakta.tv/ahilik-gelenegi-ve-bilmediklerimiz.annemmutfakta

KÜÇÜK ESNAFIN PERİŞAN EDİLİŞMİŞ HÂLİ VE AHİ EVRAN
Ahmet ÖLÇÜLÜ
10 Ocak 2018



Küçük esnaf perişan…

Hem maddî hem de manevî olarak tükenen, tüketilen küçük esnafla birlikte aslında devlet tükeniyor, millet tükeniyor.

Anadolu şehirlerini ayakta tutan küçük esnaftır.

Sabahleyin kalkar, dükkânını açar ve akşama kadar ekmeğinin peşinde, helâl lokma kazanmak için didinir durur.

Helâl yoldan kazandığı ile çocuklarını okutur, evlendirir, çocuğuna sermaye verir, evini alır, arabasını alır, ülke ekonomisinin büyük kısmını sırtında taşır.

Benim babam da küçük bir esnaftı, sabahtan akşama kadar çalışır ve “sizin için, helâl para kazanmak için görüyorsunuz sabahtan akşama, yazın sıcağında, kışın soğuğunda çalışıyorum, siz de derslerinize iyi çalışın, yüzümü kara çıkartmayın!” derdi.

Tabi bizim çocukluğumuz Özal’lı yıllara denk geldi. Özal’a göre memurlar işini bilirdi. Özal hem müslümandı, hem namazlı-niyazlıydı da… Ben de çocuk olarak hep bu dilemma içinde yaşadım: Madem para kazanmak için çalışmak değil de işi bilmek gerekiyor, o hâlde babam niye böyle afedersiniz ama eşek gibi çalışıyor ki? Bu enayilikten başka bir şey değil. Maksat para kazanmaksa, böyle eşek gibi çalışacağına, işini bilenlerden ol daha iyi. Helâl para mı? Ama Özal da Müslüman değil mi? Emirül müminin denmiyor mu?

Bu dilemmayı yaşayarak İbdacı oldum desem yeri, hani Üstad baş şiiri Çile’sinde diyor ya:

“Otursun yerine ben de her şekil!”

Bayağı bir sancılı oldu bu süreç; itiraf etmeliyim, intiharın eşiğinden döndüm desem yeri.

Şu veya bu vesile sarmaşığı sayesinde İbda ile tanıştım da kurtuldum…

Gençliğin bu gün cinnet geçiriyor oluşu, sıka yaşanan intiharlar, uyuşturucuya yönelişi ve hızla arttığına şahit olduğumuz ateizm akımı… Doyrulmayan o körpe ruhların savrulmasını o kadar iyi anlıyor ve buna karşılık da Müslümanlık taslayarak, Büyük Doğu taklitçiliği yaparak insan ve toplum meselelerine çözüm bulacağını vehmettirenlerden de o derecede iğreniyorum ki…

Gençlik dört nala ölüme koşarken, sebep olanlar, bir de yılışık yılışık kendilerini çare adresi olarak göstermiyorlar mı?

Neyse aradığımız ve özlediğimiz ruh belli.

O ruhun tarihteki bir görüntüsü olarak da Ahi Evran’ın hayatı ve kimliği, Biyografi.net’ten aldığımız aşağıdaki satırlarda:

AHİ EVRAN

1215 ile 1220 yılları arasında Horasan’da doğdu. Horasan’dan Anadolu’ya göç etti. Denizli, Konya ve Kayseri’de yaşadı. 1277 yılında Kırşehir’e yerleşti. Gençliğinde debbağlık (deri işleme) sanatını öğrendi, ticaretle uğraştı. Önce debbağ esnafının piri, sonrada tüm Türk İslâm esnafının piri oldu.

Ahi Evran, kurduğu inanç düzeni ile esnafı örgütledi. Ahlâkî ve sosyal kurallarla dayanışmayı sağladı, ekonomik hayatı canlandırdı. Ahlâkla sanatı bir ahenk içerisinde birleştirdi. Ahi Teşkilâtını kurdu ve bütün Anadolu’ya yaydı. Ahi Evran, 92 yaşında Kırşehir’de vefat etti. Türbesi Kırşehir’dedir.

HAKKINDA YAZILANLAR

Selçuklu Devleti, Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu’da güçlü bir devlet, ileri bir uygarlık kurmuştu. Ancak Moğol akınları yüzünden devlet, XIII. yüzyılın sonlarına doğru zayıflamaya başlamıştı. Bu mirası ayakta tutabilmek için, Anadolu’da yerleşen Oğuz Boyları, ayrı ayrı bölgelerde kümeleşmeye başlamışlardı. Nitekim XIV. yüzyılın başlarında, Anadolu’daki Selçuklu egemenliği sona erdiğinde birçok Türk Beylikleri ayrı ayrı devletler kurmuşlardı.

O günlerde, (Ahilik) adıyla, millî bir dayanışma birliği, Anadolu’da sosyal düzenin kurulmasına öncülük etmişti. Hatta bu birlik, Osmanlı Devletinin, güçlenmesine ve örgütlenmesine yardımcı olmuştu.

Ahilik; kasabalara ve köylere kadar yayılan, en küçük örgütünden en büyüğüne kadar, millî birlik ve beraberliği, karşılıklı saygı ve sevgiyi, sosyal dayanışma ve yardımı temel ilkeler sayar. El birliği, gönül birliği ve kardeşlik havası içinde, din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı, köklü, sağlam, düzenli ve millî bir toplum kurmayı amaç bilen, tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Bu kuruluşa “fütüvvet” adı veriliyordu. Kendilerine özgü töreleri ve zaviye adıyla tanınan dernekleri vardı. Üyeleri daha çok meslek sahibi esnaftan kişilerdi. Küçük sanatların gelişip yayılmasında, sanat erbabının geleneksel kurallara göre yetiştirilmesinde ve ekonomik hayatını düzenlenmesinde bu birliğin büyük faydaları görülüyordu.

Fütüvvet ve ahiliğin tarihi eski olmakla birlikte, Anadolu’da ahiliğin kurulmasında Ahi Evran’ın öncülük ettiği söyleniyor ve Ahi Evran bu örgütün piri sayılıyordu.

Ahi Evran’ın asıl adı Şeyh Mahmud Nasurıddin’dir. Orta Asya’nın Türk bölgesi olan Horasan’dan Anadolu’ya göçmüş, XIII. yüzyılın ortalarında Konya’ya gelip yerleşmişti.

Hacı Bektaş-ı Velî hakkındaki deyişleri bir araya toplayan Velâyetnâme adlı esere göre, Konya’da bir süre oturan Ahi Evran, daha sonra Kayseri’ ye gelmişti. Burada dericilik mesleğine girmiş, deri atölyelerinde çalışan bir işçi olmuştu. Deri terbiye etmenin, ham deriyi, türlü emek ve uğraşılardan sonra, olgun, kullanılır duruma getirmenin, onun kokusuna dayanmanın, insanı eğitmek, onu olgunlaştırmak kadar güç olduğunu bildiğinden bu mesleği seçmişti.

Ahi Evran, çilesini tamamladıktan ve manevî gücünü de ispat ettikten sonra, Kırşehir’e gelmiş, ahilik örgütünü burada kurmuştu.

Ahi Evran, insan nefsinin bir ejder gücünde olduğuna, nefsini yenen kişinin, dünya hırslarından, kinlerinden, maddi isteklerinden arınacağına inanmıştı. İşte bu inanca bağlı olarak, Ahi Evran’ın nefis denen benlik yılanını içinden söküp atarak bir kamçı gibi elinde taşıdığı söylenmiş, kendisine yılanlı ahi anlamına gelen Ahi Evran denilmişti.

Yine Velâyetnâme adlı esere göre, Hacı Bektaş-ı Velî, sık sık Kırşehir’e gelir, Ahi Evran’la saatlerce sohbet ederdi. Bir keresinde, iki büyük insan yine Kırşehir’de buluşmuştu. Kırşehir’in tanınmış bahçeleri olan Özbağlar’da derin bir sohbete başlamışlardı Bu sırada aşağıdaki derede kurbağalar ötüşüyor, bu sohbete onlar da katılıyorlardı. Bir ara, Hacı Bektaş-ı Velî, kurbağalara seslenerek:

“Susunuz ya mübarekler!” demişti.

O günden bugüne, bu derelerde kurbağalar susmuş, bir daha ötmez olmuşlardı.

Ahi Evran’ın Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’ye ahilik beratı verdiği, tahta çıktığı zaman, ahi töreleri gereğince beline ahilik kuşağı bağladığı söylenir. Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye de büyük saygı gösterdiği ve ahi alayları kurarak onun fetihlerine yardım ettiği bilinmektedir.

Ahilik, tasavvufî inançlar içinde, halka “eline, beline ve diline sahip olma” ilkesini, yani hırsızlık ve haramdan uzak durmayı, namuslu olmayı, sır saklamayı, kötü söz söylememeyi telkin etmiştir. İnsanlar arasında ahlâkî prensipleri yaymıştır. İyiye, doğruya ve güzele dönük, kardeşçe yaşama ilkeleriyle Osmanlı Devletinin sosyal ve ekonomik düzenini, ilk esnaf örgütünü kurmuş, devletin yardımcısı olmuştur.

Ahi Evran’ın kaç yıl yaşadığı bilinmemekle birlikte, XIV. yüzyılın başlarında Kırşehir’de öldüğü sanılmaktadır. Ahi Evran’ın hayatı, Hacı Bektaş-ı Velî’de olduğu gibi, yüzyıllardan beri söylenegelen çeşitli efsanelerle süslendiğinden, gerçek yaşantısı unutulmuştur. Ancak onun Kırşehir’deki türbesi, çağlar içinde Ahi Ocağı olarak yaşamış ve ziyaret edilmiştir. Ahi Evran adına, Ankara’da bir cami yaptırılmıştır. Camiin Selçuklu devri ağaç oyma işlemeli kapı ve pencereleri, bugün İstanbul’da, Amca Hüseyin Paşa Medresesinde saklanmaktadır.

Türk tarihinde birçok ulu kişiler vardır. Bunlar eserleriyle değil, fikirleriyle, düşüncelerinin toplumlar üzerindeki etkileriyle tanınır ve bilinirler. Ahi Evran da böyledir. Sağlığında yazılı bir eser bırakmamıştır. Yazmışsa da bize kadar ulaşamamış, ya da elimize geçmemiştir. Bu ulu kişiler, Anadolu’ya doğan, zihinleri aydınlatan, gönülleri ısıtan, toplumları etkileyen, onların millî birlik ve dirliğe çağıran güneşler gibidirler. Bundan dolayı unutulmamış, dillerde ve gönüllerde yaşatılmıştır.

Ahi Evran, bu sözlü kültürün en belirgin örneğidir. Onun yedi yüz yıl önce Anadolu’ya ektiği iyilik ve cömertlik tohumları yeşermiş, bir fikir ürünü olarak, toplumları doyurmuştur. O, Türk Kültür Tarihi’nin ölümsüz bir düşünürü, bir mürşidi olarak daima yaşayacaktır.

Ahmet ÖLÇÜLÜ

Kaynak: adımlar dergisi
AHİ EVRAN Anadolu Çile fikir gündem haber Hacı Bektaş-ı Velî ibda KÜÇÜK ESNAF Malazgirt Zaferi Osman Gazi özal Selçuklu Devleti sistem siyaset türkiye Üstad
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com