EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

KANSER DEĞİL, GEREKSİZ KEMOTERAPİ ÖLDÜRÜYOR!

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 27, 2012 11:06 pm    Mesaj konusu: KANSER DEĞİL, GEREKSİZ KEMOTERAPİ ÖLDÜRÜYOR! Alıntıyla Cevap Gönder

KANSER DEĞİL, GEREKSİZ KEMOTERAPİ ÖLDÜRÜYOR!...
Mine Şenocaklı
E-Posta: msenocakli@gazetevatan.com

Bitkisel ilaçla tedavi uzmanı Dr. Ümit Aktaş’tan çok tartışılacak bir iddia:

Kanser çağımızın vebası. Ama bana göre kanserden daha büyük bir problem var; kanser hastalarına uygulanan kemoterapi tedavileri. Pek çok insan bu yüzden ölüyor!

Söyleşiden çıktığımda tek bir soru vardı kafamda, “Ben bu meseleyi yazıya nasıl dökeceğim? İnsanları paniğe sürüklemeden nasıl anlatacağım?” Söyleşiyi yaptığım doktor, Türkiye’de fitoterapi, yani bitkisel ilaç tedavisi üzerine uzmanlaşmış altı doktordan biri; Dr. Ümit Aktaş... Çok kısa süre önce ‘İlaçsız Yaşam’ adlı kitabı çıktı ve ben de o kitabı okudum.

Kitabın sonunda bir hastanın sorusuna verdiği yanıt bu söyleşiyi yapmamın temel sebebi oldu.

Soruyu soran hastaya pankreas kanseri teşhisi konmuş, tedavi önerisi ise ameliyat, ardından da kemoterapi... Hasta ameliyattan değil ama kemoterapiden korkuyor ve soruyor; “Kanseri yenmenin başka bir yolu yok mu?”

Aktaş’ın verdiği yanıt pek çoğunuza iddialı gelecek, aynen şöyle: “Size kanser teşhisi konulması, kanser hastası olduğunuz anlamına gelmez.

Beklemek ve izlemek gerekir. Kaldı ki pankreas kanseri olsanız bile bitkisel ilaçlarla tedavisi mümkün, ameliyata da, kemoterapiye de gerek yok.”

Boşuna mı acı çekiliyor?

Bu beni hem şaşırttı hem umutlandırdı ama bir o kadar da şüpheye düşürdü. Onca insan boşuna mı acı çekiyordu? Bu kadar doktor yanlış tedavi mi uyguluyordu? Mutlaka yanıtlarını öğrenmem gerekiyordu, zira ben de eriyen pek çok insan görmüştüm kemoterapi tedavisi sürecinde!..

Dr. Ümit Aktaş söyleşiyi hemen kabul etti, zira bir misyon gibi görüyordu gereksiz kemoterapi tedavisini engellemeyi...

Aklıma gelen tüm soruları sordum ve tatmin edici yanıtlar aldım.

Söyleşiye geçmeden yine de altını çizeyim; bu demek değil ki her kemoterapi tedavisi sadece boşuna acı çekmektir, pek çok kanser vakasında kemoterapi dışında bir çözüm olmayabiliyor. Bunu sorularıma cevap verirken Dr. Ümit Aktaş da vurguladı... Dolayısıyla teşhis konduktan sonra bir başka doktora danışmakta büyük fayda var. Zira bazen kanser değil, ama kemoterapi öldürebiliyor!

Bağışıklık sistemi çöküyor

- Hocam çok tartışılacak bir iddiada bulunuyorsunuz kitabınızda... Pankreasında 2 cm’lik bir tümör olduğunu öğrenen ve doktorların hemen ameliyat, sonrasında da kemoterapi önerdiği 58 yaşındaki hastaya, bunlara gerek olmadığını, kanserin de bitkisel ilaçlarla tedavisinin mümkün olabildiğini söylüyorsunuz...

Doğru, kanserin bitkisel ilaçlarla tedavi edilebileceğini iddia ediyorum...

Kanser çağımızın vebası. Ama bana göre kanserden daha büyük bir problem var; kanser hastalarına uygulanan tedaviler. Hastayı kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor!

- Nasıl?

Kemoterapi ‘Sitotoksik’, yani hücre öldürücü bir tedavidir. Kanserli hücreleri toksik etki yaparak, yani zehirleyerek yok ediyor.

Ama kemoterapi sadece kanserli hücreleri öldürmüyor.

Kanserli hücrelerin yanında sağlıklı hücreleri de öldürüyor.

Sıkıntı da burada zaten. Bu yüzden bağışıklık sisteminizi çökertiyor, kilo kaybına sebep oluyor, sizi hasta ediyor.

Hastalığı tedavi etmek için verdiğiniz bir ilaç sağlıklı hücreleri de yok ediyorsa ve bu etkiyi verilen her hastada meydana getiriyorsa, bu ilacın sağlığa faydalı bir ilaç olduğundan bahsedilebilir mi?

Kemoterapi alan hastada bağışıklık sistemi diye bir şey kalmıyor, hasta her türlü hastalığa açık hale geliyor, hatta sık sık zatürre gibi enfeksiyonlara yakalanıyor ve bu enfeksiyonlar kimi zaman hastanın ölmesine sebep oluyor. Artık kemoterapilerin bilimsel anlamda sorgulanmasının vakti geldi de geçiyor.

Biz doktorlara tıp fakültesinde hocalarımızın öğrettiği ilk kural şudur; hastanız için en az zarar verecek tedaviyi seçmelisiniz. İşte ben bu sebeple kanser hastalarına kemoterapi uygulanmasına karşı çıkıyorum.

Sonra kanserde en önemli savunma mekanizması bağışıklık sistemiyse, bizim kanseri tedavi etmek amacıyla kemoterapi uygulayıp, bağışıklık sistemini çökertmemiz yanlış değil mi? Üstelik bir şey daha var; diyelim ki size kanser teşhisi konuldu, bu kanser hastası olduğunuz anlamına da gelmez.

- Anlayamadım...

Hangi hastalığa yakalanırsanız yakalanın, birtakım ortak hastalık belirtileri vardır.

Ağrınız olabilir, ateşiniz olabilir, kilo kaybedebilirsiniz, mideniz bulanabilir, kusabilirsiniz, ishal ya da kabız olabilirsiniz...

Diyelim ki sizde hiçbir belirti yok.

Ama pankreasınızda bir kitle var. Bu sizin hasta olduğunuzu mu gösterir? Hayır, siz kanser hastası değilsiniz.

Sadece size pankreasınızda bir kitle olduğu teşhisi konulmuş. Henüz bu kitle sizde bir hastalık yapmamış.

İleride tabii ki hastalık yapabilir, ama şu anda bir hastalık gelişmemiş.

Dolayısıyla öncelikle bir şey yapmadan bu kitlenin izlenmesi gerekir.

- İyi ama kanserden değil, geç kalmaktan korkun deniyor. Bu yüzden de 40 yaş üstü kadınlara her yıl mamografi çektirmeleri öneriliyor...

İşte benim de üzerinde durduğum konu bu. Diyelim ki memenizde bir kitle bulundu. Peki bu henüz gelişmemiş hastalık için size ne öneriliyor? Bağışıklık sisteminizi mahfedecek kemoterapi.

Eğer kemoterapi alırsanız, sizde şu yan etkiler gelişecek; kilo kaybedeceksiniz, saçlarınız dökülecek, ki bu en basit yan etkisi kemoterapinin, sürekli mideniz bulanacak, kusacaksınız, bağışıklık sisteminiz baskılanacak ve tüm hastalıklara açık hale geleceksiniz. Yani, hasta olacaksınız.

Sizi hasta eden bir tedaviye başlamış olacaksınız!

Üstelik kemoterapinin bu yan etkileri kemoterapi uygulanan bazı hastalarda değil, bütün hastalarda meydana geliyor.

Yani bu etkiler yan etki değil, kemoterapinin direkt etkileri. Hastalığı tedavi etmek için verdiğiniz bir ilaç sağlıklı hücreleri de yok ediyorsa ve bu etkiyi verilen her hastada meydana getiriyorsa, bu ilacın sağlığa faydalı bir ilaç olduğundan bahsedilebilir mi?

- Kemoterapi tedavisi uygulandıktan sonra sağlığına kavuşan pek çok hasta da var ama...

Tabii ki var... Her kanseri kendi içinde değerlendirmek gerekir. Tek tip bir kanserden bahsetmek mümkün değil. Hepsinde ayrı tedaviler ve ortalama yaşam süreleri mevcut.

Ama ben pankreas kanserinden örnek vereyim; kemoterapi ve cerrahinin pankreas kanserindeki 5 yıllık hayatta kalma şansını artırdığına dair hiçbir tıbbi kanıt yok.

- Hastanın hayatta kalma şansını artırmayan ve bu kadar fazla yan etki yaratan bir tedavi neden uygulanıyor peki?

İzahı aslında son derece açık; kanser tedavisi, ilaç endüstrisinde en hızlı büyüyen pazar! Sadece 2006 yılında dünyada 37 milyar dolarlık kanser ilacı satıldı.

Bu rakam da her sene katlanarak büyüyor. Dünyada kanser tedavisi üzerine sürdürülen çalışmaların çoğu ise kanser ilacı üreten ilaç firmaları tarafından finanse ediliyor.

İlaç firmalarının tıbbi araştırmaları finanse etmeleri engellenmediği ve bağımsız bilimsel araştırmalar yapılmadığı sürece insanlar bu sıkıntıyı yaşamaya devam edecek.

Kanser teşhisi konulmuş olması hasta olduğunuz anlamına gelmez

- Sizin bitkisel tedaviyle iyileştirdiğiniz hastalarınız var mı?

Var tabii... Mesela en son 4 yaşında bir hasta getirdiler. Böbreküstü bezi tümörü var.

Aynı zamanda akciğerde metastaz yapmış. Bana geldiğinde trombosit sayısı 22 bine düşmüştü. Çünkü kemoterapi yapmışlar.

Biliyorsunuz trombositler kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücrelerdir. Trombosit sayısının 22 bin olması, ciddi, ölümcül kanama tehlikesi var demektir.

Bu yüzden tüm tedavi kesilmişti.

Maalesef bana hastalar çoğunlukla böyle son aşamada geliyor.

Bitkisel tedaviye başladık. Trombositleri 20 gün sonra 119 bine çıktı. Ve 30. günde çekilen tomografilerde bütün tümörlerin küçüldüğü görüldü.

- Şimdi nasıl?

Tedavi sürüyor. Henüz 40’ncı günde... Ama iyileşme başladı. Ben genelde böyle hastalarıma immünoterapi dediğim bağışıklık sistemi tedavisini uyguluyorum.

Çünkü dünyada da bağışıklık sistemi tedavi edilen pek çok kanser hastasının iyileştiğini görüyoruz. Kanser tedavi edilebilen bir hastalıktır.

- Kemoterapiye gerek kalmadan mı?

Her hasta için değil tabii...

Ama ben şunu söylüyorum, kemoterapinin gereksiz kullanılması cinayettir! Kemoterapi kullanılacak hasta çok doğru seçilmelidir.

Yanlış kemoterapi uygulamaları insanları öldürüyor.

Bugün dünyada bütün bilim adamları kemoterapiyi nasıl bırakırız diye çalışıyor. Kemoterapi uygulamadan da kanser hastalarını tedavi etmek mümkün. Hastaya her şeyden önce tedavi seçenek hakkı verilmeli ve doğrular anlatılmalıdır.

Çünkü hasta geliyor diyor ki, “Benim hiçbir şeyim yoktu, chek-up’a gittim, karaciğerimde nodül görüldü, doktorum dedi ki ‘Kansersin! Hemen kemoterapiye başlayacaksın!’ ‘Başlamazsam ne olur?’ dedim.

‘Bu hastalıktan ölüm oranı şudur’ dedi. Kemoterapi yaptırmaya başladım, şimdi perişanım.”

İnsanlar zaten kemoterapiden dolayı ölüyor. Oysa kanser teşhisi konulması başka şey, kanser hastalığı başka şey. Tamam vücudunda bir nodül var.

Ama ne oldu, sen hasta mısın? Bu nodül sana ne yaptı? Ateşin mi var, kilo kaybın mı var, ağrın mı var, sürekli miden mi bulanıyor? Hiçbir şeyin yok.

Sapasağlamsın, sağlıklısın. O zaman niye kemoterapi veriyoruz bu insana? Kemoterapi ne yapacak ona? İyileştirecek mi? Tam tersine, bağışıklığını çökertecek.

Onu enfeksiyonlara ve kanser hastalığına karşı açık hale getirecek.

Pankreas kanserine karşı zerdeçal tüketin

- Peki sizin pankreas kanseri için tedavi öneriniz nedir?

Dünyada pankreas kanserini tedavi edebilmek için pek çok araştırma yapılıyor.

Bu çalışmalarda özellikle üzerinde durulan bitki zerdeçal.

Amerika’nın en önemli kanser merkezi MD Anderson Kanser Merkezi’nde zerdeçalla ilgili pek çok çalışma yapıldı ve pankreas kanserinde tedavi edici etkisi olduğu gösterildi.

Bir araştırma var.

Son aşamadaki 25 pankreas kanseri hastasına hiç kemoterapi uygulanmamış, sadece ilaç halinde zerdeçal verilmiş.

Bu gibi son döneme gelmiş vakalarda 12 aydan fazla hayatta kalma şansı maalesef yüzde 10’dur. Zerdeçal kullanan hastaların 25’i de 18 ay yaşamış.

- Sadece 6 ay mı daha fazla yaşamışlar?

Hayır, yanlış anlaşılmasın, hastalar yaşıyor, çalışma son bulmuş... Ve bu 25 hastanın birinde kanser tamamen iyileşmiş. Pankreas kanserinde tek bir hastanın tam şifa bulması mucize gibidir.

Kemoterapide ise böyle bir sonuç yok. Hatta şunu söylemek mümkün, belki de bu 25 hastaya kemoterapi tedavisi uygulansaydı tümü hayatını kaybedecekti.

Bu yüzden ben pankreasında tümör olanlara baharat olarak bol bol zerdeçal tüketmelerini öneriyorum.

Fakat zerdeçalın gıda olarak alındığında bağırsaklardan emilimi çok düşüktür, tedavi amaçlı olarak zerdeçal kullanmak için mutlaka bir doktora başvurmak gerekir.

Bağışıklık sistemini desteklemek de hayati önem taşıyor. Bunun için propolis ve C vitamini tavsiye ediyorum... Tabii yine doktor kontrolünde.

Kemoterapi; kırk katır mı, kırk satır mı?

- Maalesef benim çok sevdiğim bir yakınımı da kemoterapinin yan etkileri bitirdi... O kadar çok acı çekiyordu ki, intihar etmekten söz ediyordu son günlerinde...

Çünkü hastalar iki seçenekle karşı karşıya bırakılıyor, kemoterapi mi, kanser mi? Kırk katır mı, kırk satır mı? Diyorsunuz ki, “Ya bu, ya bu!” Hasta ne yapsın? “Karaciğerinde kitle bulup, kansersin, öleceksin. Tek çaren bu!” diyorlar. Kemoterapiye başlıyor.

O zamana kadar tertemiz, hiçbir şeyi yok. Kemoterapiyle birlikte kilo kaybı, mide bulantıları, kusmalar başlıyor, saçları dökülüyor.

Hasta değilken hastalanıyor insan. Kemoterapi insanları yıkıyor, hasta ediyor... İşte ben bu yüzden kemoterapiye hayır diyorum.

- Kemoterapinin yan etkileri yüzünden hayatını kaybeden hastaların oranı nedir peki?

Kesin bir rakam yok ancak azımsanmayacak kadar çok insan kemoterapi yüzünden ölüyor.

Bir kere kemoterapi başlı başına ölümcül bir tedavi.

Çünkü bütün kemoterapi ilaçları kanser yapıyor. Ve kemoterapiye bağlı lösemiler ve ikincil kanserler görülüyor.

Bu bilinen bir gerçek. Sonra başarı oranlarına bakıyorsunuz, örneğin pankreas kanserinde kemoterapi ve cerrahinin hastanın ortalama ömrünü uzattığına dair hiçbir bilimsel bulgu yok.

Peki niye yapıyoruz öyleyse? Zaten pankreas kanseri çok hızlı ilerleyen bir kanser! Sonra meme kanseri...

50 yaş üzerinde yapılan çalışmalarda gösterildi ki, kemoterapi ömrü sadece yılda yüzde 3 uzatıyor.

Bir yılın yüzde 3’ü ne eder? 10-11 gün! Biz bunun için mi veriyoruz kemoterapiyi insanlara? Bir canlı yayında bizzat yaşanan bir vakayı anlatayım size.

Hasta aradı, dedi ki, “Daha 42 yaşındayım. Samsun’da meme kanseri teşhisi koydular.


Bir mememi ameliyatla aldılar. Kitle patolojiye gitti, iyi huylu çıktı!”

- Memesi alınmış ama kanser değilmiş!

Evet... Dahası var. Sonra İstanbul’a gelmiş hasta, başka bir doktora görünmüş, o da kemoterapi vermiş.

- Niye, kitle iyi huylu çıkmış?

Ben de aynı soruyu sordum. “Kanserden korumak için verdiler” dedi.

Tam 6 kür! Düşünebiliyor musunuz? Kanserden korumak için kemoterapi!

- Bu söyledikleriniz onkologları ayağa kaldıracak...

Bakın bütün bunları belki gazetecilere söylemiyorlar ama pek çok doktor kendi arasında bunları konuşuyor.

Amerika’da yapılmış bir araştırma var. Onkologlara sormuşlar, “Siz kanser olsanız kemoterapi yaptırır mısınız?” diye... Neredeyse tamamı “Hayır yaptırmam” diye yanıtlamış.

Kaldı ki bilimsel çalışmalar da ortada...

Kaynak: VATAN

BİLİMSEL BİR ÇIĞLIK: "GİDİŞAT KORKUNÇ"



"Başbakan’ın bizzat el atması lazım. Korkunç bir gidişat var.
Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz."

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar'ın, Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'ya verdiği röportaj:

Hocam son dönemde kanser vakalarında patlama olduğunu, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun ise Türkiye’nin tarım merkezi olan Antalya-Kumluca’dan geldiğini söylediniz. Peki böyle başka bölgeler var mı?

Var... Mesela 6-7 ay kadar önce Ergene tartışıldı. Orası içler acısı bir durumda. Ergene’de olağanüstü bir çevre kirliliği var. O zaman Sağlık Bakanlığımız ve Kanser Savaş Daire Başkanlığı dediler ki, “Orada çok sigara içiliyor, çok alkol kullanılıyor, o nedenle bu kanserler çıkıyor.” Böyle bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü belgesel bir film hazırlandı bu konuyla ilgili. “Gündöndü” adında... Orada her şey çok açık.

"İZLEYENLERİN DONA KALDIĞI BİR BELGESEL ÇEKİLDİ AMA TÜRKİYE'DE GÖSTERİLMEDİ"

- Ben izlemedim o filmi...

İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyor Trakya’dan, Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...” Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan” diyorlarmış.

"BAKANLIK 'ÇOK SİGARA İÇİYORLAR, KANSER OLUYORLAR' DİYOR, GERÇEK ÖYLE DEĞİL"

- Kimler diyormuş?

Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.

"PİRİNÇ, AYÇEKİRDEĞİ VE BUĞDAY'DA 2 İLA 8 KAT YÜKSEK KURŞUN ÇIKTI"

- Gelen ürün ne?

Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir, hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.

"BÜYÜK HASTANELER AÇARAK KANSERİ ÖNLEYEMEZSİNİZ"

- Vahşi doğadan ne istiyorlar?

Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları ilaçlıyorlar. Niye??Belli değil.

- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?

Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya müdahale edemezsin. İstersen tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman, “Ben buradan yabani otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde kalmak zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.

"TARIM İLACINI TAVSİYE EDEN ZİRAAT MÜHENDİSLERİ TARIM İLACI SATIYOR"

- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?

Maalesef biz korkunç bir toplum olduk. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile anlamış değil...?Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor...

"TAVUKLAR O KADAR ETLİ Kİ KEMİKLERİ KIRILIYOR"

- Hiç anlayamadım hocam...

Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?

- Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?

Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...

"HAYVANLAR DEMİR EKSİKLİĞİ YÜZÜNDEN AHIRIN PASLANMIŞ METAL AKSAMLARINI YALIYOR"

- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir söyleşide, “Normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor” diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar acımasız olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var aslında... Bir din adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi lazım. Belki o zaman insanlar düşünmeye başlar...

Diyanet de maalesef ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor musunuz, buzağılara etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et diye yediğin hayvanın eti niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer şey, hormon kullanımında var. Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana küçücük olmalı, koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa hayvanlara bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz, şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim önemli değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.

- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?

Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de öyle olmaya başladı. Üretim artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç parası ödüyorsunuz? Bu yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.

- Bizde de gün geçmiyor ki gencecik bir sanatçı meme kanserine yakalanmasın. Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri. Özellikle meme kanserindeki artışın nedeni ne?

Bilinmiyor. Ama çok büyük olasılıkla bu insanlar sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır, tavuktan aldıkları birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını bilmiyoruz. Ama 8 ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım hormonal manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da tarım bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında hormonsuz hayvan yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar şişiyor, pazara gönderiliyor” diyor.

"ARKADAŞIM KIZINA YUMURTA YEDİRMEYİ KESTİ, ÇOCUK SAĞLIĞINA KAVUŞTU"

- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...

İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.

- Yumurtada ne var ki?

Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.

- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...

Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser... Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı...

"GİDİŞ İYİ DEĞİL"

- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?

İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de... Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!

Mine Şenocaklı / Vatan

Uzmanlar uyarıyor. "Tavuk diye önünüze konulan hayvanın karnından bunlar fışkırıyor"
28 Ocak 2013

Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde düzenlenen toplantıda konuşan İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar, "Tavuk diye önünüze konulan hayvanın karnından tümörler fışkırıyor" dedi.

Çorlu Kent Konseyi'nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Marmara Çevre Platformu 43. toplantısında konuşan İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar ‘Beslenme ve Sağlık' konulu sunumunda; yoğurt, tavuk eti ve sosisin nasıl üretildiği ve bu ürünlerin zararları hakkında bilgiler verdi. Dizdar, "Tavuk diye önünüze konulan hayvanın karnından tümörler fışkırıyor. Kuluçka süresi kısaltılarak 17 güne indirdiler. Hayvanların bacak yapıları değişti, bu hayvanlar 45 gün sonra kendiliğinden ölüyor.

Yapılan araştırmada doğal ürünle beslenen civcivlerin 45 gün sonra ayakta duramadığı görüldü. Tavukçular tıptan 50 sene önde gidiyor, bu endüstrinin görevi size üzerinde et tutturulmuş bir şey vermek. Hayvanın sağlıklı olması umurlarında değil, bu işin ilginç yanı bunun onayını da veterinerlerden alıyorlar. Dünyada bütün ülkelerde kanser artmıyor, bütün kanserler de artmıyor. Belli kanser türleri artıyor, bunu ABD de biliyor. Mevcut olan durumun farkındalar, çok umurlarında olduğunu sanmayın, hiç umurlarında değil, çünkü paralelinde ilaç endüstrisi büyüyor" dedi. Dizdar, "Ne yiyelim diyenlere şu an için güvenli olan bakliyat ve hububat diyebilirim" dedi.
netgazete

GIDAYI KONTROL EDEN DÜNYAYI YÖNETİR (*)
Nil Gün

"Soya, mısır, pamuk, kanola, kolza, şeker pancarı artık neredeyse tamamen GDO’lu tohumlardan elde ediliyor. GDO’lu ürünlerin raf ömrü uzun oluyor, ama bizim ömrümüz kısalıyor."

GIDAYI KONTROL EDEN DÜNYAYI YÖNETİR

Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın söylediği bir sözü hatırladım. “Gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin.”

İnternette GDO’lu ürünlerle ilgili epey araştırma yapmıştım. Hangi taşı kaldırsam altından “şeytan firma” olarak bilinen Monsanto çıkıyordu. GDO’lu tohumların patentini alarak dünyaya pazarlayan Monsanto. Dünyadaki GDO tohumlarının yüzde doksan beş pazar payını elinde tutan bu firma, hem tohumları hem tohumların ilacını üretiyor. Yani hem hastalığı hem de hastalığın ilacını üreten ilaç firmaları gibi.

Çok ünlü politikacılar bu firmayı açgözlülük nedeniyle destekliyor. Para para para. Monsanto ve piyasanın daha küçük pazarına sahip DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunmayı amaçlıyor. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok etmeyi hedefliyorlar.

Bu araştırmalar sırasında ‘Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’ sitesini keşfetmiştim. Türkiye’de gıda alanında dönen dolapları öğrendikçe içim adeta oyuldu. Bu siteden öğreneceğim çok şey vardı.
İşte bu sitede okuduğum bilgilerden birkaçı:

MONSANTO 1996 yılından beri Türkiye’de çiftçilere ücretsiz GDO’lu tohum dağıtıyor ve bunu özellikle ova bölgelerinde yapıyor. Yayılımı ve çapraz kaçışları daha fazla olsun diye. Çünkü GDO’lar biyolojik olarak yayılabilir özelliktedir. Yani tozlaşma döneminde bitkilere böcek, rüzgâr vb. etkenlerle taşınan polenler, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştiriyor ve Monsanto patenti elinde bulundurduğu için hiçbir günahı olmayan yan bahçedeki çiftçilerin GDO poleni bulaşmış ürünlerine bile el koyuyor.

2005 yılında Antalya Havalimanında tesadüfen yapılan bavul aramalarından birinde her birinde yaklaşık bin adet GDO’lu domates tohumu olan yedi yüz paket ele geçirilmişti.

Bu bilgiyi okuyunca Monsanto’nun önce domatesleri yiyen Amerika kaynaklı güveleri domates tarlalarına bulaştırabileceğinden şüphe duydum. Hasatları güveler yüzünden mahvolan çiftçiler dört elle sarılacaklardı elbette Monsanto tohumlarına.

Açlıktan insanları ölen Afrikalı ülkelerin (Zambia) yöneticileri bile ABD’nin genetiği değiştirilmiş ürünlerden oluşan gıda yardımlarına itiraz etmişler,“normal gıda” talebinde ısrar etmişlerdi.
Ancak Amerikalı yetkililerden aldıkları yanıt açık ve sert olmuştu:
“Dilencilerin seçme hakkı olamaz!”

Buna rağmen Zambiya “Frankeştayn ürün” yardımını kabul etmemişti.
Hindistan’da da çiftçilere Monsanto ilk başta ücretsiz tohum dağıtmıştı. Tıpkı gençleri eroine alıştıran çetelerin ilk birkaç dozu ücretsiz vermesi gibi. Bugüne kadar Hindistan’da Monsanto’nun ekonomik baskılarına dayanamayan iki yüz bin çiftçi intihar etti. Bedava peynir sadece fare kapanında bulunur sözünü yine hatırlamıştım.

Monsanto Türkiye’de farklı isimlerle üniversitelerde araştırma çalışmalarına sponsor oluyor, ayrıca bazı asistanları ve profesör unvanlı araştırmacıları kurs vermek amacıyla ABD’ye getiriyor. Burada profesörler ve asistanlar ile bir ticaret anlaşması yapılıyor. Böylelikle Türkiye’ye geri dönen bilim insanları GDO üretmeye başlıyorlar. GDO’ya destek veren üniversiteler arasında öne çıkanlar; Ankara, Ege, Sabancı ve ODTÜ üniversiteleridir. Monsanto sadece bilim insanları için değil siyasiler için de ABD gezisi organize ediyor. 2009 Nisan ayında ABD’ye giden ve tüm masrafları Monsanto tarafından karşılanan TBMM Tarım Komisyonu üyelerinin ziyaretinin ardından GDO’ların Türkiye’de serbest bırakılması konuşulmaya başlandı. 26 Ekim 2009’da çıkarılan bir yönetmelikle Türkiye’de GDO’ların ticaretine izin verildi.

Özellikle soya, mısır, pamuk, kanola, kolza, şeker pancarı artık neredeyse tamamen GDO’lu tohumlardan elde ediliyor. Bu ürünler, marketlerde satılan paketlenmiş yiyeceklerin ve içeceklerin yüzde yetmişinde bulunuyor; sert peynirlerde ve bazı sütlerde bile. GDO’lu mısır çocuk maması için nişasta ve nişasta bazlı şeker yapımında kullanılıyor. Soyadan ise pek çok süt ve süt ürünü üretilebiliyor. Mısır yedi yüz, soya ise dokuz yüz çeşit gıda maddesi içinde kullanılıyor. Kalorisiz şeker olarak kullandığınız ve bütün diyet kolalarda bulunan aspartam (NutraSweet) tamamen GDO’lu. Zaten başlangıçta da laboratuarlarda böcek ilacı olarak üretilmişti.

Buğday, ayçiçeği, pirinç, domates, patates, papaya ve yer fıstığı gibi gıdalar da GDO’lu üretiliyor. Muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzun da denemeleri yapılıyor. Neden meyve ve sebzelerin buzdolabınızda haftalarca hiç bozulmadan kaldığını sanıyorsunuz? GDO’lu ürünlerin raf ömrü uzun oluyor, ama bizim ömrümüz kısalıyor.

İşte 2001-2004 yılları arasında yapılan araştırmalardan bazı veriler:
GDO’lu gıdalarla beslenen anne farelerin yavrularında ölüm oranı beş misli arttı. Yaşayan yavruların DNA yapılarında değişiklik gözlemlendi, ağızlarının içinde kıllar çıktı, düşük ağırlıklı doğdular ve büyüdüklerinde kısır oldukları anlaşıldı. Erkek farelerin sperm hücreleri hasarlıydı.

GDO’lu mısır, soya ve pamuk tohumlarıyla beslenmiş inek, bufalo ve domuzlarda da bilim insanları kısırlık sorunları, kürtaj, erken doğumlar, mide kanamaları, kanser hücrelerinin çoğalması, bağışıklık sistemi zayıflaması, böbrek, kan ve karaciğer sorunları ve açıklanamayan ölümler yaşadıklarını tespit ettiler.

Ülkemde market raflarında ürünler de maalesef büyük oranda GDO’luydu.
GDO’lu tohumlar kendilerini üretemiyor. Yani kısırlar. Tıpkı bu tohumlardan üretilen gıdaları yiyen hayvanların kısırlaştığı gibi. Çiftçiler her sene Monsanto’dan yeniden tohum almak zorunda. Dünyada da kısırlık sorunları arttığı için tüp bebek, suni döllenme ihtiyacı da artıyor. Bu bir tesadüf mü?

GDO’lu gıdaları yemeye devam edersek birkaç nesil sonra sadece yaşlanma hızlanacak, ensülin direnci nedeniyle obezite ‘normal beden’ olacak, temel organların yapısı değişecek, kısırlık iyice artacak, bu da sonumuzu getirecek.

Gittikçe artan şişmanlık, doymak bilmeyen ve hâlâ kendilerini aç hisseden insanlar… Düşük kaliteli gıdalarla beslenen insan daima aç oluyor. Gerçek gıdaya aç ve daha fazla tüketiyor. Sürekli yiyor. Kısır bir döngü.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın söylediği bir sözü hatırladım. “Gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin.”

Şişmanlık ve obezite tüm dünyada çok genç yaşlara inmiş durumda.
Organik gıdaların uzun vadede çok daha ucuza geldiğini fark etmek lazım. İnsan besin değeri yüksek gıdaları tükettikçe daha az gıdaya ihtiyaç duyuyor. Bu da daha az kalori demek. Herkes doğal besin talep ettiğinde organik ürünlerin fiyatı da düşecektir. Diğer firmalar da kendilerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.

Organik beslenmek, sağlığı yeniden kazanmak için harcanan ilaç ve doktor paralarından ve kaybedilen zamandan daha avantajlı. İnsanın enerjisi ve sağlığı, iş yaşamında da paraya tekabül ediyor.

Verimli çalışan insanın değeri daha kolay fark edilir.

* Bu yazı Nil Gün’ün Kasım 2010′da çıkan Geleceği Hatırlamak kitabından alıntıdır.

Kaynak: http://www.kemalyesilcimen.com/

Belçika: Kemoterapisiz 'kanser tedavisi'
05 Ekim 2017



"Akut miyeloid lösemiye (AML) sahip bir hasta, tedaviye olumlu yanıt verdi"

Belçika'da Celyad adlı biyoteknoloji şirketi, geliştirdikleri ilaç sayesinde daha önce hiçbir tedaviye olumlu yanıt vermeyen bir lösemi (kan kanseri) hastasının, kemoterapiye gerek kalmadan iyileştirildiğini açıkladı.

Belçikalı şirkete göre, bu dünyada kanser tedavisi açısından bir ilk.

Şirket, kanser hastalarında bağışıklık sistemini güçlendiren bir ilaç üzerinde çalışıyor. Bu ilaçla birlikte hastanın vücudundan hücreler alınarak, genetik olarak değiştiriliyor.

Böylece ilacın kanser hücrelerini daha kolay tanıyıp, onları ortadan kaldırması sağlanıyor.

Şirket sözcüsü Nicolas van Hoecke'nin verdiği bilgiye göre, ilaç ABD ve Belçika'daki kanser hastaları üzerinde denendi. Bazı hastalarda sonuç alınamazken, bir çeşit kemik iliği kanseri olan akut miyeloid lösemiye (AML) sahip bir hasta, tedaviye olumlu yanıt verdi.

"Kanserli hücreler tamamen yok oldu"

Daha önce uygulanan tedavileri sonuçsuz kalan hastaya düşük dozda ilaç verildi. Tedavi sonrası kanserli hücrelerin tamamen yok olduğu belirlendi.

Hastalık, kemoterapiye gerek kalmadan tedavi edildi. Sözcü Van Hoecke, kemoterapinin çok ağır bir tedavi yöntemi olduğunu ve insanların bundan kaçındığını belirterek, yeni geliştirdikleri ilaç tedavisinin bu açıdan bir umut olduğunu söyledi.

ABD'de her yıl 20 bin kişiye AML teşhisi konuyor. Hastalık, Avrupa'da da yaygın görülen kanser türlerinden biri.

Belçikalı şirkete göre, ilacın ilk ilk test aşamasında olumlu sonuçlar elde edilmesi umut verici bir gelişme.

Şirket sözcüsü Van Hoecke, daha önce kolon kanseri tedavisinde de olumlu sonuçlar elde ettiklerini vurgulayarak, ilacın uzun vadede diğer kanser türlerinin tedavisinde de ilaç tedavisinde de kullanılabileceğini söyledi.
BBCT

"Kanser ilaçlarının yarısından fazlası işe yaramıyor"
05 Ekim 2017



"Çalışmalar tedavinin başarısız olduğunu gösteren öncü göstergelere de odaklanmalı, böylece sağlık yetkilileri dengeli kararlar alabilir"

Çeviri - Gonca Tokyol

Yapılan bir araştırma, 2009-2013 yılları arasında Avrupa İlaç Ajansı’ndan onay alan 48 kanser ilacının 68 farklı kullanımın yarısından fazlasında tedavi edici ya da yaşam kalitesini artırıcı etki göstermediğini ortaya koydu.

British Medical Journal’da yayımlanan makalenin eş yazarı olan ve London School of Economics’de öğretim görevlisi olarak çalışan Huseyin Naci, araştırmayla ilgili olarak Independent’a yaptığı açıklamada, “Halihazırda piyasada olan ilaçların gerçekten yaşam süresini uzatıp uzatmadığı ya da kalitesinde bir artışa neden olup olmadığını görmek istedik” dedi.

Ekibin yaptığı araştırmalar, 68 farklı şekilde kullanılan ilaçların prosedürsel olarak sadece yüzde 10’unun yaşam kalitesini artırdığını gösterdi. İlaç kullanımı sonrasında 3 ila 8 yıllık bir takip süresini gözlemleyen ekip, ilaçların onaylı kullanımının yüzde 49’unda hastaların hayatlarına ve yaşam sürelerine yönelik belirgin bir gelişme olmadığını ortaya çıkardı. Hastaların hayatta kaldıkları durumları da inceleyen ekip, buradaki faydanın olayların yarısında klinik olarak bir anlam içermediğinin altını çizdi.

"Kimsenin panik olmaması çok önemli"

Konuyla ilgili çok fazla çalışma yapılmadığını fark ettiklerinde şaşırdıklarını söyleyen Naci, yapılan araştırmaların büyük bir kısmında, röntgen ya da laboratuvar testleri gibi doğrudan olmayan yöntemlerin kullanıldığını ifade etti. Bulguların hastaları korkutmaması gerektiğine dikkat çeken bilim insanı, “Kimsenin panik olmaması çok önemli” diye konuştu.

"En başta neden onay verildiğini anlamak zor"

Oxford Üniversitesi’nde kanıta dayalı tıp alanında çalışmalar yapan Carl Heneghan da, hayat kurtarma oranına bakıldığında ilaçlardaki gelişmenin yaşadığı sıkıntının ‘hayal kırıklığı’ yarattığını belirterek, “Eğer klinik olarak belirgin bir faydaları yoksa bu ilaçların yarısına en başta neden onay verildiğini anlamak çok zor” ifadelerini kullandı.

"İdeali, erken başarısızlık sinyallerine odaklanmak"

Kişisel Onkoloji dalında çalışmalar yapan Institute of Cancer Research profesörü Winette van der Graaf ise genel kurtulma oranları yerine faydalara odaklanılan küçük araştırmaların, hastalara yönelik kişisel tedaviler oluşturma konusunda etkili olduğunu savundu.

"Benim alanım olan nadir kanser türlerinde kanıtlara ulaşmak çok zor, bu da hastaların yeni tedavi yöntemleri bulmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor” diyen Graaf, kurtulma oranına odaklanan geniş kapsamlı araştırmaların pahalı olduğunu ve uzun sürdüğünü söyledi. Graaf, “İdeal olan şu, çalışmalar tedavinin başarısız olduğunu gösteren öncü göstergelere de odaklanmalı, böylece sağlık yetkilileri dengeli kararlar alabilir” dedi.

T24
ETİKETLER
avrupa İlaç ajansı kanser ilaç tedavi londra oxford Üniversitesi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com