EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 19, 2015 10:35 pm    Mesaj konusu: Amerika’nın müdahalesi ile kurulan Alıntıyla Cevap Gönder

'Trump yönetimi, Esad'ın 2021'e kadar görevde kalmasını kabul etmeye hazır'
12.12.2017



ABD yönetiminin Suriye Devlet Beşar Esad'ın 2021 yılındaki seçimlere kadar görevde kalmasını kabul etmeye hazır olduğu belirtildi. Bu durumun Suriye'nin müttefikleri olan Rusya ve İran'ın başarısını yansıttığı vurgulandı.
ABD'de yayın yapan New Yorker dergisinde ABD'li ve Avrupalı yetkililerin görüşlerine yer verilerek yazılan makaleye göre Başkan Donald Trump yönetimi, Esad'ın 2021 yılında yapılması planlanan bir sonraki devlet başkanlığı seçimlerine kadar görevini sürdürmesini kabul etmeye hazır. Bu karar, daha önce birçok kez Esad'ın koltuktan inmesi gerektiğini belirten Washington'ın söylemleriyle çelişiyor.

'KARAR, SURİYE'NİN MÜTTEFİKLERİNİN BAŞARISINI YANSITIYOR'

Makaleyi kaleme alan Robin Wright'a göre ABD'nin kararı, Washington yönetiminin sınırlı sayıdaki seçeneğini, sahadaki askeri gerçekliği, Suriye'nin Rusya, İran ve Hizbullah gibi müttefiklerinin etrafı sarılmış Esad'a verdikleri desteğin başarısını yansıtıyor.

Wright, son birkaç ay içinde sahada yaşanan gelişmelerin, Trump yönetiminin, ailesi Suriye'yi yaklaşık yarım yüzyıldır yöneten Esad'ın dört yıl daha görevde kalmasını kabul etmeye ittiğini belirtti.

'MUHALİFLER, ESAD'A ALTERNATİF BİR LİDER ÇIKARAMADI'

Esad'ın kısmen müttefiklerinin kısmen de kendi imkanlarıyla kazandığını, ABD destekli muhaliflerinse etkisiz kaldığını kaydeden Wright, muhalif grupların birbirlerine düştüğüne ve parçalara ayrıldığına dikkat çekerek Esad'a alternatif olabilecek güçlü bir lider çıkaramadıklarının altını çizdi. Dolayısıyla, muhaliflerin barış ve siyasi geçiş için Esad'ın görevi bırakması talebi de giderek daha gerçek dışı hale geldi.

'ASTANA, ABD DESTEKLİ CENEVRE'NİN ÖNÜNE GEÇTİ'

Wright'a göre barış sürecini domine eden Rusya, Türkiye ve İran'ın oluşturduğu güçlü troyka, ABD'yi diplomatik bakımdan marjinalleştirdi. ABD destekli Cenevre müzakerelerinde hiçbir ilerleme kaydedilemedi ve Astana'da ocak ayında başlayan görüşmeler Cenevre sürecinin önüne geçti.


'İKTİDAR DEĞİŞİMİ İÇİN SEÇİMLER BEKLENMELİ'

Başkan Trump'ın Esad'a yönelik eleştirilerini ve suçlamalarını da anımsatan Wright, mevcut siyasi ve askeri gerçeklikler ışığında ABD'li yetkililerin iktidar değişiminin ABD tarafından organize edilecek muteber seçimlere bağlı olduğu sonucuna vardığını vurguladı.

'TRUMP 2020'DE KOLTUKTAN İNERKEN ESAD İKTİDARDA OLABİLİR'

Wright makalesinin sonunda şu ifadeleri kullandı: "Trump yönetimi, hâlâ Esad'ın görevi bırakmasını öngören bir siyasi süreç istiyor. Ancak yönetim, bunun gelecek seçimlerin yapılacağı 2021 yılında gerçekleşebileceği sonucuna vardı. 2020'deki ABD başkanlık seçimlerinin sonucuna göre Trump koltuktan inerken Esad halen iktidarda olabilir. ABD'li yetkililer, Esad'ın bir şekilde 2021 seçimlerini kazanmasından ve iktidarda kalmasından endişe ediyor."
Sputnik

Ahmet Takan: İdlib gerçekleri...
12 Ekim 2017



En zor en hassas zamanlarda doğruları söylemek...

Çok sıkıntılı iştir. Dar boğazların içinden nasıl çıkacağınızı şaşırırsınız. Fakat, o doğru bildiğinizi söylemek kutsalı var ya!..

Bu fakire yakıştırdığınız "mahallenin delisi" unvanından faydalanarak fincancı katırlarını da ürkütmekten TSK'nın ÖSO destekli İdlib operasyonu çerçevesinde mayınlı alanlara dikkatiniz çekmek isterim. Kahraman Mehmetçiğin İdlib operasyonuna hiç bir diyeceğim yok. Sonuna kadar desteklemek namus borcumuzdur. Yüce Rabbim, tırnaklarına taş değirmesin...

Ancak, Ağustos başında kaleme aldığım "Hatay Peşaverleşme tehdidi altında" başlıklı yazımıza bir daha göz atmanızı öneririm. Burada, gerekçelerini sıralayarak Türkiye, İdlib tuzağından uzak durmalı görüşünü savunmuştum. Gelelim bugüne;

Sahadan ve Ankara'dan aldığım gerçek bilgiler ışığında en başta şu soruyu soruyorum; Bizim çıkarımız ne?..

Devam ediyorum;

İdlib'de yaklaşık 3 milyonluk nüfus var ve Astana'da varılan mutabakata göre, Türkiye 15 kontrol noktası oluşturacak... Böyle bir coğrafi alanda ve kalabalık karışık nüfusta 15 kontrol noktası yeterli olacak mı?..

Büyük bir algı operasyonu yapılıyor. Kürt koridorunu kesme konusu öne çıkmış durumda ve neredeyse İdlib operasyonu kamuoyu nezdinde tamamen bu hedef üzerinden yürütülüyor. Tamam, buna da bir diyeceğimiz yok. Türkiye'nin böyle bir PKK/YPG koridorundan kaygı duyması ve engellemek istemesinin çok haklı gerekçeleri var ve bu bir şekilde yerine getirilmeli. Ancak çok geç kalınmadı mı?..

PKK/YPG koridorunu kesmek için yapılmayan tüm hamlelerle hatta göz yumulan sözde kantonlarla birlikte bugün oluşan riskleri göz ardı mı edeceğiz?..

İster Heyet-ül Tahrir Şam (HTŞ) diyin ister El Nusra... İdlib operasyonunun ilk günlerinden medyaya yansıyan bilgilerden El Nusra ağırlıklı HTŞ'nin Türk askeri ve ÖSO ile çatışmayacak haberleri, iş birliği yapacak söylemleri ve bazı kontrol noktalarında anlaştıkları ilk başta olumlu gibi gözükse de aslında büyük bir tehlikenin de habercisi. Ya, ileride bir gün AB ve ABD baskısıyla BM'den MİT TIR'ları hadisesi ile de ilişkilendirerek aleyhimize bir karar çıkartılırsa?..

Sahaya inelim;

HTŞ kurumsallaşmış bir terör örgütü değil. Bir baş yok, bir sürü grup ve başlar var. Anlaştın içeri girdin... Belli bir noktaya kadar da geldin. Sonrasının garantileri var mı?. Varsa neler?. Biliyor muyuz?..

1- TSK'nın İdlib'de bulunmasıyla HTŞ, kendine önemli bir şemsiye koruyucu zırh sağlıyor. Halep'ten (İran-Rusya-Suriye var) gelecek saldırıları önleyecekler.

2- Şam kendini toparlama imkânı ve zaman kazanıyor.

3- Fırat Kalkanı operasyonu ve El Bab gerçeklerini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Ve "kimliği belirsiz" hava araçlarının saldırıları (aslında biliyoruz da söyleyemiyoruz-aht-) yüzünden verdiğimiz şehitleri de... Bir süre sonra sahada istihbarat örgütleri savaşlarının başlayacağı 2 artı 2'nin 4 ettiği gibi kesin bir gerçektir. Bu istihbarat örgütlerinin HTŞ içindeki alçak gruplardan hangilerini bize karşı kullanacaklarını bilebiliyor muyuz?.. Kontrol noktaları oluştuktan sonra bizim askerlerimize yönelik saldırıların olacağı ve Mehmetçiğin anında misli ile karşılık vereceğini tahmin etmek için falcı olmak gerekmiyor. HTŞ grupları ile savaşır halde bulacağız kendimizi... O çok kanlı savaşın sonucu ne olacak? Hatay'a en az 1.5 milyon göç... El Nusra'sı, PKK'sı, IŞİD'i ile birlikte...

4- Fırsatlardan yararlanabilecek bu örgütlerin Hatay gibi illerde büyük zafiyetler yaratması söz konusu değil mi?.. Yani, Hatay-İdlib gibi yerlerin Pakistan-Afganistan sınırına dönüşme ihtimali oldukça yüksek. İşte bu durum, PKK/YPG için de avantaja dönüşebilecektir. Nasıl Akdeniz'e inebileceklerini merak ediyorsanız!.. PKK/YPG'nin böyle bir ortamı beklediği göz ardı edilmemeli, İdlib'de istikrar sağlanıyor derken Hatay'da istikrarsız, güvensiz alanların oluşmasına fırsat verilmemelidir.

5- Afrin'i bize yedirirler mi?.. Unutmayalım, Fırat Kalkanı'na hem Rusya hem ABD'nin zımni onayı ile başlandı. Daha güneye inmek isteyince ABD desteği kesti. Menbic'e yönelmek isteyince hem ABD hem Rusya askerlerini Menbic'in batısına YPG ile aramıza konuşlandırdı. Yine hatırlayın daha 2 ay önce Fırat Kalkanı bölgesinde Afrin'in batısında yine yığınaklanma yapılmış medyada "Afrin operasyonu an meselesi" başlıkları atılmıştı ama Rusya, Afrin batısındaki Tel Rıfat bölgesine askerlerini sokarak operasyonu boşa çıkardı.

6- ÖSO destekli keşif birliklerimiz İdlib içinde harekat yaparken, sınırımızdan yapılan top atışları hepimizi heyecalanlandırıp, gurulandırıyor. Ama yine unutmayın!.. İdlib'de cephe savaşı olmayacak, sokak savaşları tehlikesi ile karşı karşıya kalacağız. Orası hiç bilmediğimiz bir bölge. Hangi evden kimlerin çıkacağı ve nasıl silahlarla karşı karşıya kalacağımız da belirsiz. Verebileceğimiz şehit sayısını düşünmek bile istemiyorum!..

İdlib'e operasyon başlattığımız gün ABD'nin sessiz kalarak destekliyor gibi yapması ve eş zamanlı vize krizi çıkarması çook manidar. Dünyada yalnızlaştırarak bizi Rusya'nın kucağına itiyorlar. Öyle sanıyorum ki acı gerçekler patlak vermek için 2019 yılını beklemeyecek. Bütün oyun olası bir erken seçim için yüzde 50'yi tutmak içinse...

İdlib "yanıltılmışız"ı kaldırmaz!..

Haber Fedai

Suriye: ABD yardımı Kürtleri sarhoş etti; desteğin sonsuza dek sürmeyeceğini anlamalılar
11 Ekim 2017



Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, petrol alanlarının kontrolü konusunda Kürt güçlerin Suriye ordusu ile mücadele içinde olduğunu, ancak böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceklerini söyledi.

Rusya’nın Soçi kentinde mevkidaşı Sergey Lavrov ile yaptığı görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyen Muallim, "Kürtler, Suriye’nin hiçbir koşul altında egemenliğinin ihlal edilmesine izin vermeyeceğini çok iyi bilirler” dedi.

Rudaw’da yer alan habere göre Muallim ayrıca, “ABD’nin desteği ve yardımı Kürtleri sarhoş etti. Ancak bu desteğin sonsuza dek sürmeyeceğini anlamaları lazım” diye konuştu.

2010 yılı itibariyle Suriye’de 2,5 milyar varillik petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Savaş öncesinde devletin toplam gelirlerinin yüzde 25’i petrolden geliyordu. Suriye’nin petrol sahalarının önemli bir kısmı ülkenin kuzeydoğusunda bulunuyor.

T24
ETİKETLER
velid muallim suriye rusya abd sergey lavrov petrol kürt güçleri suriye ordusu

Suriye ve Rus uçakları ABD'nin suriyedeki piyonu YPG’yi vurdu:
Çok sayıda ölü ve yaralı var

16 Eyl, 2017



Suriye Ordusu’nun savaşın kritik cephesi Deyrezor’a hamle yapan ABD himayesindeki YPG birliklerini, Fırat Nehri’nin doğu kıyısında al Sina adlı yerleşim merkezinin yakınlarında vurduğu bildirildi. Arap yayın organı Al Masdar, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında savaşan YPG unusurlarının, Suriye veya Rusya’ya ait hava araçları tarafından bu sabah yerel saatle 3 civarında bombalandığını duyurdu. Bölge kaynakları hava operasyonunda ölü ve yaralıların olduğunu duyurdu.
Saldırının ardından ABD destekli YPG (SDG) unsurları, hava operasyonunu doğruladı ve Suriye hükümet güçlerinin Fırat’ı geçmesine izin vermeyeceklerini iddia etti.
İlk Kurşun

Suriye’den YPG mesajı: Tüm tecavüzcü güçlerle savaşacağız
16 Eyl, 2017



Esad’ın Danışmanı Buseyna Şaban, ‘ABD himayesindeki SDG dahil Suriye’deki tüm tecavüzcü güçlerle savaşacağız’ dedi
Suriye Ordusu, savaşın en kritik cephesi Deyrezor’da kazandığı büyük başarının ardından, kentte tam kontrolün sağlanmak üzere. Bu ilerleyişe yanıt vermek isteyen ABD komutasındaki PYD/YPG birliklerinin de bu bölgeye ilerleyişi sürüyor. IŞİD’in mukavemet göstermediği ve adeta yol verdiği PYD/PYG birlikleri kritik kentte Suriye ordusu ile karşı karşıya gelmiş durumda. PKK’nın Suriye kolu YPG, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında savaşıyor.

Deyrezor’daki gelişmeleri değerlendiren Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Danışmanı Buseyna Şaban, Suriye topraklarının tamamı teröristlerden temizlenene kadar, ABD himayesindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de dahil olmak üzere tüm teröristlere karşı savaşacaklarını açıkladı.

Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Danışmanı, Astana’da elde edilen anlaşmanın Suriye ordusunun Deyrezor’da elde ettiği başarı neticesinde olduğunu vurguladı.
Ana Haber

Robert Fisk: Savaş bitiyor, Esad kazandı
07 Eylül 2017



The Independent’ın deneyimli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Suriye’de savaşı ‘Beşar Esad yönetiminin kazandığını’ savundu.

Fisk, The Independent’ta yayımlanan makalesinde, “Batı inanmakta zorlanabilir ama Suriye savaşı bitiyor gibi görünüyor ve kazanan da Esad” ifadesini kullanan Robert Fisk, “Hepimiz Donald Trump ile Kim Jong-un’un üçüncü dünya savaşını çıkarmasını beklerken, Ortadoğu’nun askeri haritasının önemli ölçüde ve kanlı bir biçimde değiştiğini fark etmedik” dedi.

Fisk’in makalesi şöyle:

‘ORDU GERİLLA SAVAŞINI ÖĞRENDİ

“Geçen hafta cep telefonuma Suriye’den bir mesaj geldi. “General Hadur sözünü tuttu” diyordu. Ne anlama geldiğini biliyordum.

Muhammed Hadur’la beş yıl önce tanışmıştım. Halep’in doğusunda İslamcı savaşçıların ateşi altında bulunan küçük bir banliyöde, az sayıda Suriye askerini komuta ediyordu. Bana haritasını göstermişti. “Bu sokakları 11 günde yeniden ele geçiririm” diyordu.

Ve sonra bu yıl temmuz ayında, Suriye çölünün epey doğusunda Hadur’la yeniden biraraya geldim. Ağustos bitmeden kuşatma altındaki Deyrül Zor kentine gireceğini söylüyordu. Ona biraz acımasızca, bana en son Halep’in bir kısmını 11 günde yeniden ele geçireceğini söylediğinde, Suriye ordusunun bunu yapmasının dört yıldan uzun sürdüğünü hatırlattım. Bunun uzun zaman önce olduğunu söyledi. O günlerde ordu gerilla savaşını öğrenmemişti. Ordu, Golan’ı geri almak ve Şam’ı savunmak üzere eğitilmişti. Ama artık gerilla savaşını biliyorlardı.

Gerçekten de öğrenmişlerdi. Hadur çöldeki konuşmada Sukna kasabasını bombalayacağını -bombardımanın büyük kısmını Ruslar gerçekleştirecekti- ve kendisinin komuta ettiği Suriye askerlerinin Sukna üzerinden, 80 bin sivil ile 10 bin askerin üç yıldır IŞİD kuşatması altında bulunan Deyrül Zor’a ilerleyeceğini anlattı. 23 Ağustos’a kadar Deyrül Zor’a ulaşacağını söyledi. Neredeyse tam da dediği tarihte oldu. Şu an Deyrül Zor’un geri kalan kısmına ilerliyor, sonra da Suriye-Irak sınırına gidecek.

İDLİB KASITLI BİR ÇÖPLÜK

Dolayısıyla Deyrül Zor tamamen ele geçirilip Hadur sınıra ulaştıktan sonra, Halep’in tamamen rejimin elinde olduğu düşünüldüğünde ve sadece İdlib (El Kaide dahil) çoğunlukla İslamcı (ve birçoğu Suriye kentlerinin küçük bülümlerini teslim etmeleri karşılığı oraya gitmelerine izin verilmiş) isyancıların bir çöplüğü olarak kaldığına göre, Batı’da eskiden düşünülemez olan şey gerçekleşiyor: Beşar Esad’ın güçleri savaşı kazanıyor gibi görünüyor.

Ve sadece ‘gibi görünüyor’ da değil. Suriye’nin en sevilen subayı ve Rus savunma bakanının da adını iki kez andığı Hasan ‘Kaplan’ Salih Deyrül Zor’daki 137’inci Tugay’ın yerleşkesine ulaştı ve oradaki askerleri kurtardı. Bu sırada onun komutanı olan Hadur da kentteki hava üssünü özgürleştirmek üzere.

Amerikalıların bu üssün yakınlarındaki Suriye askerlerini bombalayıp 60’dan fazlasını öldürdüğü, bu durumun IŞİD’in üs ile kentin bağlantısını kesmesini sağladığı günü kaç kişi hatırlıyor? Suriyeliler, Amerikalıların ‘hata’ yaptıkları yönündeki iddiasına hiçbir zaman inanmadı. Nihayetinde Ruslar, ABD hava kuvvetlerine Suriye askerlerini bombalamakta olduğunu söylemişti.

İNGİLTERE EĞİTİMCİLERİ GERİ ÇEKTİ

İngilizler mesajı şimdiden almış görünüyor. Eski başbakan David Cameron’ın sözümona Esad hükümetini devirecek olan hayali ’70 bin isyancı’sını eğitmeyi amaçlayan askeri eğitimcilerini geçen hafta sinsice geri çektiler. Rejimin bu yaz 80’den fazla sivili bir gaz saldırısıyla öldürdüğü yönündeki BM raporu bile, Suriye’deki savaş suçlarını eskiden mübalağa eden ve Donald Trump’ın bir Suriye hava üssüne amaçsız saldırısını destekleyen Avrupalı siyasetçiler nezdinde pek ses getirmedi.

İSRAİL TELAŞLI

Peki ya İsrail? İsrail Esad’ın sonunun geldiğine öylesine inandı ki, hem onun hem de Hizbullah ile İranlı müttefiklerinin güçlerini bombalarken, Suriye’den İslamcı savaşçılara da İsrail kentlerinde tıbbi yardım verdi. [İsrail Başbakanı] Benyamin Netanyahu’nun [Rusya Devlet Başkanı] Vladimir Putin ile Soçi de görüştüğü sırada -Rusların anlatımına göre- ‘telaşlı’ ve ‘duygusal’ olmasına şaşmamalı. Putin, Rusya’nın bölgedeki ‘stratejik müttefiki’nin İran olduğunu söylemişti. İsrail Rusya için ‘önemli bir ortak’tı. Bu tam olarak Netanyahu’nun duymak istediği şey değildi.

Suriyelilerin arka arkaya gelen zaferleri, Suriye ordusunun bölgede savaşa en alışkın ordular arasında yer aldığı, askerlerinin canları pahasına savaşmaya alıştığı ve artık askerler ile istihbaratı tek bir komuta merkezinden koordine etmek üzere eğitildiği anlamına geliyor. Bu ittifakın artık BM Güvenlik Konseyi’nin iki daimi üyesinden, Rusya ve Çin’den gelen siyasi bir kılıfı da var.

Peki İsrail ne yapacak? Netanyahu İran’ın nükleer programını o kadar takıntı haline getirmiş durumda ki, Obama, Hillary Clinton, Trump, Cameron, May, Hollande ve Batı’daki diğer siyasi seçkinlerle birlikte Esad’ın kazanabileceğini ve aynı zamanda Musul molozlarından daha güçlü bir Irak ordusu çıkabileceğini hiç düşünmemişti.

KÜRTLERİ SADECE ABD DESTEKLİYOR

Netanyahu hâlâ Kürtleri destekliyor. Fakat Amerika’nın Suriye Demokratik Güçleri’ndeki (bu güç ‘Suriyeli’den ziyade büyük ölçüde Kürt, demokratik değil ve ABD hava desteğinin yokluğunda ‘güç’ olduğunu söylemek zor) Kürt milisleri askeri açıdan kullanmasına rağmen, ne Suriye’nin ne Türkiye’nin, ne İran’ın ne de Irak’ın Kürtlerin ulusal arzularını desteklemeye niyeti var.

Dolayısıyla hepimiz Donald Trump ile Kim Jong-un’un üçüncü dünya savaşını çıkarmasını beklerken, Ortadoğu’nun askeri haritasının önemli ölçüde ve kanlı bir biçimde değiştiğini fark etmedik. Suriye ve Irak’ın (ve Yemen’in) yeniden inşa edilmesi yıllar sürecektir. Fakat yardım için Washington’ı aramaya alışkın olan İsraillilerin içinde bulundukları karmaşayı toparlaması için yeniden Putin’e gitmeleri gerekebilir.

SINIRI GÜVENDE TUTMAK ÇİN ESAD’LA KONUŞACAKLAR

İsrail sağında Esad’ın IŞİD’den daha büyük bir tehlike olduğunu iddia edenler yeniden düşünmek zorunda kalabilir. Zira kuzey sınırlarını güvende tutmak istiyorlarsa konuşmaları gerekecek kişi Esad olacaktır.”
İlk Kurşun

Ümit Kıvanç: Önce savaş, sonra insanlık!
8 Ağustos 2017

Cumhuriyet’te Duygu Güvenç’in Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Enver Gergeş ile yaptığı uzun bir görüşme yayımlandı. Okumanızı tavsiye ederim. Konuşan elbette ele alınan, soru sorulan konular bakımından bir “taraf” ve diplomat, kendini ona göre ifade ediyor, yani her söylediğini doğru saymamız gerekmiyor, gerektiğinde gerçeği eğip bükebildiğini görüyoruz, ama o arada epeyce bilgi ve izlenim ediniyoruz.

Ben burada konuşmadan Türkiye ile ilgili bir kısmı konu edeceğim. Uzun boylu yorum yapmak veya kurcalamak niyetinde değilim; aktaracağım, yetecek.

“Esad’a karşı Suriye devrimi halkın devrimi olarak başladı,” diye anlatıyor BAE dışişleri bakanı. “Biz de grubun bir parçasıydık ve neler olup bittiği konusunda çok endişeliydik. Bilinçli olarak radikalleştirildi. O dönemde birçok dostumuzu uyardık; BAE, ‘dikkatli olun çünkü biz bu devrimi radikalleştiriyoruz’ diyen ilk ülkelerden biriydi.”

Güvenç haliyle araya giriyor, “Ama BAE de muhaliflerin yanındaydı 2011’de,” diye hatırlatıyor.

Bakan, “Evet,” diye cevap veriyor, “öyleydik. Destekliyorduk ve Suriyelilerin isteklerini desteklemeye devam ediyoruz, ama biz birkaç yıl önce uyarmaya başladık; iki üç problem var diyerek. Birinci sorun; biz çok önce bu konuda siyasi çözüme ihtiyaç var, dedik. İkincisi, biz, Nusra ve benzer diğer örgütlerin muhalif grupların büyük bölümünü oluşturmasından çok endişeliydik, çünkü problem, ahlâkî… zemindeki üstünlüğünü kaybetmektir. Eğer DAEŞ’li insanları görüyorsanız bugün rejimi nasıl eleştirebilirsiniz? …ikisi… birbirinden beter. Ve biz çok önceden uyardık. Yanıtın ne olduğunu biliyor musunuz? Sizin ülkenizden ve Katar’dan gelen yanıt, ‘bunlar sahadaki en iyi savaşçılar, önce savaşı kazanmamıza izin verin, bunun için daha sonra endişeleniriz’ oldu. Davutoğlu dönemi, 2013-2014 yıllarında…”

BAE’li bakanı erdem ve doğru söz timsali saymak durumunda değiliz. Ancak burada çizilen manzara, Suriye’ye ilişkin TC dış politikasını izleyen, gözleyen herkes için pek tanıdık ve gerçeğe uygun bir tasvir olarak gözüküyor.

Güvenç’in “Türkiye’nin Katar ile Suriye’deki işbirliğini nasıl görüyorsunuz?” sorusuna da şöyle cevap veriyor Gergeş: “Her kriz kendi dinamiklerini yaratıyor ve bunları kontrol edemiyorsunuz. Davutoğlu ile uzun süre önce yaptığım bir tartışmayı anımsıyorum. Dedim ki: ‘sizce Türkiye Suriye hükümetin[e ilişkin] siyasî pozisyonunda, manevra alanı kalmayacak kadar ilerlemedi mi?’ O bana karşı çıktı. Ama gerçekten de geçmişe baktığımda... Türkler hep, Suriye muhalefetinde hep M[üslüman] K[ardeşler]’in şansını zorluyordu. Ve bence bu doğru bir politika değildi. Suriye muhalefetini radikalleştirmediğimiz bir tutuma ulaşmalıydık. Başından itibaren siyasi bir süreç üzerinde ısrarcı olmalıydık.”

Bunları aktarıyorum, çünkü hem okurlarımı bu kapsamlı söyleşiden haberdar etmek istiyorum hem de… hem de… aktarıyorum işte, burada da dursun bunlar. Günün biri için. Veya ne olup bittiğini merak edecek olanlar için.

Labels: Ahmet Davutoğlu, BAE, Cumhuriyet gazetesi, Katar, Suriye, Suriye muhalefeti
Riya tabirleri

'İdlib kimyasal saldırısı haberlerinin dayandırıldığı Beyaz Miğferler enformasyon savaşının bir aracı'
06.04.2017



Ortadoğu Bölgesel Güvenlik Merkezi Başkanı Aleksandr Kirpiçev, İdlib'deki kimyasal silah saldırıya ilişkin haberlerinin dayandırıldığı Beyaz Miğferler'e dikkat çekerek, “Bunlar enformasyon savaşının bir aracı, dolayısıyla güvenilir kaynaklar değil” dedi.

Sputnik’e konuşan Rus uzman şu ifadeleri kullandı: “Öncelikle bu haberleri ortaya atan örgüte göz atalım. Beyaz Miğferler. Zira bu örgüt daha önce de benzer sahte haberler ortaya atmış ve böylece kendini itibardan düşürmüştü. Dolayısıyla güvenilir bir kaynak değil. Yaptıkları eylemler ve sergiledikleri görüntüler başarısız bir çalışmaları ve başarısız oyunculuğu hatırlatıyor. Beyaz Miğferler AB’nin enformasyon savaşlarının bir aracı niteliğinde. Örgütün kurucusu da bir İngiliz ve İngiltere’nin bu konudaki davranışlarına göz atalım: İngiltere sözde Suriye hükümetinin kimyasal silah saldırısıyla ilgili BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) sunulacak karar tasarısının en önemli mimarlarından biri.”

'AMAÇ SURİYE HÜKÜMETİ’Nİ HEDEF ALMAK'

Rus uzman açıklamalarına şöyle devam etti: “ABD’nin yardımıyla İngiltere böyle bir kampanya başlattı. Amaç Suıriye hükümetini hedef almak ve genel olarak bölgedeki durumu gerginleştirmek.”

Rusya'dan İdlib açıklaması: Militanlara ait kimyasal silah deposu vuruldu

Rusya Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, İdlib'de Suriye uçaklarının saldırısı sonucu, teröristlere ait bir kimyasal silah deposunun vurulduğu belirtildi. İdlib'de Rusya ve Suriye'nin kimyasal saldırıda bulunduğu ileri sürülmüştü.

Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, İdlib'de gerçekleşen ve çeşitli kaynaklar tarafından Rusya'nın ya da Suriye'nin kimyasal saldırısı olarak gösterilmeye çalışılan olaya ilişkin açıklama yaptı.

KİMYASAL GAZLAR IRAK'A SEVKEDİLİYOR

Konaşenkov, Suriye'nin İdlib kentinde, militanların ürettiği kimyasal silahları içeren bir mühimmat deposunun Suriye ordusuna ait uçaklar tarafından vurulduğunu belirtti.

Suriye'nin İdlib kentinde bir adam, 'muhaliflerin' kontrolündeki bölgede yürüyor.

Hava saldırısı, İdlib'in Han Şeyhun bölgesinde militanlara ait en büyük silah depolarından birisine yönelik olarak gerçekleşti. Konaşenkov, deponun zehirli gazların üretimi ve saklanması amacıyla kullanıldığını söyleyerek, kimyasalların Irak'a sevkedilmekte olduğunun, Irak'ta bu gazların kullanıldığının uluslararası örgütler ve Irak tarafından da teyit edildiğinin altının çizdi.
'HALEP'TEKİ ÖRNEKLERLE AYNI'

Konaşenkov ayrıca, aynı kimyasal mühimmatın, Rus askeri uzmanların 2016 yılı sonunda örnekler topladığı Halep'te de militanlar tarafından kullanıldığını belirtti. Konaşenkov, Savunma Bakanlığı'nın bu bilginin bütünüyle objektif ve teyit edilmiş olduğunu onayladığını vurguladı.
ı
Açıklamaya göre, Han Şeyhun'da kimyasal saldırıya maruz kalan sivillerde görülen bulgular, Halep'te görülenlerle aynı.
İdlib'de yaşanan ölümlerin Rusya ya da Suriye hava kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen kimyasal bir saldırı olduğu ileri sürülmüştü. Rusya'dan yapılan açıklamada bölgede Rus uçaklarının hava saldırısı gerçekleştirmediği belirtilirken, Suriye ordusu ise kimyasal silahlara sahip olmadığını hatırlatmıştı.
Sputnik

ABD de Esad'ın zaferini kabul etti
01 Nisan 2017

Beyaz Saray Sözcüsü Spicer yaptığı açıklamada, "Suriye'de siyasi gerçeği kabullenmeliyiz," diyerek, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kaderine karar verecek gücün Suriye Halkı olduğunu söyledi.A+A-


Yaklaşık 5 yıl önce başlayan ve başta ABD olmak üzere Türkiye ve bazı Arap ülkelerinin desteğindeki muhalif güçlerin katılmasıyla büyüyen Suriye iç savaşında çeşitli kaynaklara göre 400 bine yakın insan öldü. Maşta tüm muhalif ve destekçilerinin Esad'ın istifasını istediği sürecin artık sonuna doğru yaklaşırken, ilk önce Rusya sonra ABD artık Esad'ın zaferini kabul etmek zorunda kaldılar. İşte ABD'den tüm dünyada çok konuşulacak olan açıklama.ABD ESAD GİTSİN DİYORDU SURİYE HALKI KARAR VERECEK OLDUBeyaz Saray Sözcüsü Spicer yaptığı açıklamada, "Suriye'de siyasi gerçeği kabullenmeliyiz," diyerek, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kaderine karar verecek merciin Suriye halkı olduğunu söyledi.ABD BUNU KABULLENMELİBeyaz Saray Sözcüsü Sean Spicer bugün yaptığı açıklamada, "Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın geleceğinin Suriye halkına bağlı olduğunu yönündeki siyasi gerçeği ABD kabullenmeli," ifadesini kullanarak, ABD'nin bölgede yalnızca IŞİD'i yenmeye odaklanması gerektiğini söyledi.FIRSATLAR YİTİRİLDİSean Spicer basın toplantısında, Obama yönetimine atıfta bulunarak, "Esad ile ilgili olarak kabul etmesi gereken siyasi bir gerçek var; Önceki yönetim döneminde Esad ile ilgili pek çok fırsat yitirdik," dedi. Kaynak: Flaş açıklama; ABD Esad'ın zaferini kabul etti
Haberartıturk

SUriye'de Rusya-Türkiye-İran üçgeni korunabilir mi?
01.04.2017

Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (RİSİ) Başkan Danışmanı ve Ortadoğu uzmanı Yelena Suponina, ABD’nin Ortadoğu planlarına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Rusya-Türkiye-İran üçgeni korunabilir mi? Evet korunabilir, tabii eğer biz istersek” dedi.

Sputnik'e konuşan Suponina şu ifadeleri kullandı: "Suriye'de Türkiye ve İran ile işbirliğe devam etmemiz lazım. Suriye'de barış ve istikrarın sağlanması için birlirkte hareket etmemiz lazım. Elbette Suriye'nin yeniden inşaasını Suriye halkının kendisi yapacak. Ama önce orada barışın sağlanması lazım. Bugün Rusya, Türkiye ve İran Suriye'de barışın sağlanması için çalışıyor. Rusya-Türkiye-İran üçgeni korunabilir mi? Eğer biz istersek korunur. Bize bağlı. Çünkü bu ortaklığın parçalanmasını isteyen düşmanlar var. Bize bağlı."

'ABD TÜRKİYE'Yİ TEHDİT ETMEYE ÇALIŞIYOR'

Rusya Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sergey Markov ise ABD'nin bölgedeki planlarına işaret ederek şöyle uyarılarda bulundu: "ABD'nin sinsi planlarından farklı olarak Rusya'nın Suriye ile ilgili planı bariz şekilde ortada: Biz Suriye'nin parçalanmasından değil, tam tersi federasyon olarak tek devlet olmasından yanayız. Evet özerklik olabilir, ama tek devlet olsun. Washington ise ne istiyor? Washington ise Suriye ve Irak'taki Kürt bölgeleri üzerinde kontrolünü sağlamaya çalışıyor. Böylece İran ve Türkiye'yi tehdit etmeyi amaçlıyor. Çünkü ABD Türkiye'nin kendisinden uzaklaştığından endişe ediyor. ABD Ortadoğu'daki 'Kürdistan' projesiyle Ankara'ya baskı uygulamaya çalışıyor. ABD'nin Suriye planları gerçekleşmedi. Washington daha önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı devirmeyi ve yerine kendi kukla rejimini kurmayı planlıyordu."
Sputnik

Tuncay Mollaveisoğlu: Suriye’de ne oldu?
29 Mar, 2017

Gazetecilik tarihimin en önemli sorularından biriydi… Suriye, Türkiye’ye yıllarca terör ihraç etmiş, PKK’yı beslemiş, terörist başını topraklarında barındırmıştı. Uzun yıllar sonra Türkiye’nin kararlılığı ve askeri hazırlığı karşısında Öcalan’ı göndermek zorunda kalmışlardı. Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde ise aniden bu geçmiş unutuldu ve Suriye ile sınırlarımız neredeyse kalkma aşamasına geldi. İlişkiler olağanüstü derecede ileri boyuta taşındı. Erdoğan-Esad kardeşliği dünyanın gündemindeydi. Bu kardeşliği iki ülkenin ekonomisi ve güvenliği penceresinden ayakta alkışladık. Doğru olan buydu… Ama sonra Erdoğan ani bir dönüşle Esad ile düşman oldu. Neydi bu dönüşün nedeni?!

TELE 1’de yayınlanan TV programımda Genelkurmay İstihbarat Dairesi Eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin’e sordum. Yanıtı önemliydi; “Türkiye, Suriye’de ABD’nin isteği ile, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Esad ile iyi ilişkiler geliştirdi. Türkiye, Esad’ı ABD’nin isteklerine ikna edemeyince bu kez de şiddet kullanarak, silah zoru ile Esad ‘ikna edilmek istendi’ dedi.

İşte Suriye’deki u dönüşümüzün öz cümle ifadesi… Bu tespiti; Suriye’ye defalarca giden, önemli görüşmeler yapan, Türkiye-Suriye ilişkilerinin yeniden normalleşmesi için büyük çaba harcayan emekli bir paşanın yaptığını unutmayalım… Batak politikanın çıkışı ise yine Esad ile stratejik iş birliğinden geçiyor…
İlk Kurşun

Menbiç: Artık çok geç
Armağan KULOĞLU
11.03.2017

Suriye krizinin başında, yanlış tespit edilen politika ve buna göre oluşturulan strateji, sonradan kısmen düzeltilebilme imkânı bulmuşken, şimdi artık içinden çıkılamaz bir hal almıştır.

Yanlış politika ve stratejinin sonuçları

Arap Baharı'nın Suriye'ye ulaşmasından bir müddet sonra Türkiye politikasını, Suriye yönetiminin devrilmesi üzerine kurmuş, bu maksatla muhalif kuvvetleri desteklemiştir.

Çıkan iç karışıklıklar sonucunda, Suriye yönetimi ülke bütünü üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Kontrolün elden çıkmasıyla Suriye topraklarında biri IŞİD, diğeri de PYD olmak üzere başlıca iki güç hâkimiyet kurmuştur.

Radikaller ve Ilımlılar olarak anılan parçalı muhalefetin hâkimiyet alanları ise kısıtlı olmuştur.Müteakiben IŞİD'le mücadele için koalisyon güçleri oluşturulmuş, Türkiye de bu koalisyonda yer almıştır. Muhalifler etkili olamamış, Rusya ve İran, Rejim tarafında yer almış, Suriye, küresel ve bölgesel güçlerin vekâlet savaşlarına sahne olmuştur.

Türkiye açısından ise, IŞİD sınırda ve sınır içinde boy göstermiş, en vahimi de Suriye'nin kuzeyinde PYD merkezli bir Kürt oluşumu kalıcı hale gelmeye başlamış, PKK'yla ortak hareket ederek tehdit oluşturmuştur. Süleyman Şah Türbesi'nden geri çekilinmiş, PYD'nin Fırat'ın batısına geçmesi kırmızı çizgimiz olarak ilan edilmiştir.PYD Fırat'ın batısına geçmiş, Menbiç merkezli geniş bir alanı işgal etmiş, ancak buna bugüne kadar seyirci kalınmıştır.

Rusya'yla yaşanan kriz, ABD'nin PYD takıntısı, bu konuda sıkıntı yaratmıştır.

Fırat Kalkanı Operasyonu yeni bir fırsat yarattı

Rusya'yla olan krizin aşılmasını, ABD'deki başkanlık seçimlerinin yarattığı boşluğu iyi değerlendiren Türkiye, Fırat Kalkanı Operasyonunu gerçekleştirmiştir. Bu operasyonla, hem IŞİD sınırımızdan uzaklaştırılmış, hem de PYD kantonlarının birleşerek koridor oluşturmasının önü kesilmiştir.

Ancak burada politika gereği, ÖSO desteklenerek harekât geliştirilmeye çalışılmıştır. Hâlbuki IŞİD'le savaşılırken, harekâtı daha büyük kuvvetlerle gerçekleştirip, bu kapsamda PYD'nin Fırat'ın doğusuna çekilmeye zorlanması da düşünülmeliydi. ABD'nin sözüne güvenildiğinden bu fırsat da kaçmıştır.

Harekât başarıyla sonuçlanmış, El Bab ele geçirilmiştir. Ancak artık hedefin Menbiç ve Rakka olacağı açıklaması gerçekleşememiştir. Esasen Rakka, Türkiye için tehdit değildir. Ancak Menbiç konusunda avantaj sağlanabilmesi ve PYD'nin dışlanması için bir vasıta olarak kullanılması düşünüldüğünden gündeme getirildiği değerlendirilmiştir.

Menbiç konusu daha da karıştı

Türkiye'nin son olarak PYD'nin Menbiç'ten çekilmemesi halinde vuracağını tekrarlaması üzerine ABD ve Rusya harekete geçmiş ve bu konuda sürpriz gelişmeler yaşanmıştır.

Önce, kuzeye ilerleyerek El Bab'ın güneyini işgal eden Suriye Rejim güçleri, kuzey doğuya doğru yönelerek Menbiç alanıyla birleşmiştir. PYD, Menbiç'in batısındaki birkaç köy ve yerleşim merkezini Rejim güçlerine devretmiştir. Rejim PYD'yle iş birliği içine girmiştir.

PYD'ye zaten siyasi destek veren Rusya, Rejim güçleriyle birlikte sembolik bir gücü Menbiç batısına göndermiş ve orada bayrak göstermiştir.

PYD'ye tam destek veren ABD, PYD'nin Menbiç'ten çıkmayacağını açıkça beyan etmiş, Menbiç'e silah ve asker göndererek PYD'nin yanında o da bayrak göstermiştir.

Hâlihazırda Menbiç'te PYD, ABD, Rusya ve Rejim güçleri bulunmaktadır. Konu tam anlamıyla Arapsaçına dönmüştür.

Bu durumda bir koordinasyon ihtiyacı doğmuş, Türkiye, ABD ve Rusya Genelkurmay başkanları, heyetleriyle birlikte Antalya'da bir araya gelmiştir.

Suriye ve Irak'taki terör örgütleriyle mücadelede daha etkin bir iş birliği ve üç ülke silahlı kuvvetleri arasında istenmeyen olayların önlenmesi konusundaki tedbirler değerlendirilmiştir.

Sonuç olarak Menbiç konusunda geç kalınmış, durum belirsizleşmiş, Türkiye için asıl tehdit PYD, kalıcı olma yolunda bir hamle daha kazanmıştır.

Son tahlilde Menbiç'in Rejim güçlerine devri de mümkündür. Artık bundan sonra çıkabilecek politik ve askeri fırsatları kaçırmadan değerlendirmekten başka çare kalmamıştır.
Yeni Çağ

Niyet netleşti, Rusların gördüğü resim
Orhan Bursalı
14.02.2017

Cumhurbaşkanı, Suriye’de askeri hedeflerini milim milim açıklayarak sonunda çok net bir fotoğraf çizdi: Eğitip silahlandırdıkları, Şam-Esad-Birleşik Suriye düşmanı “Özgür Suriye Ordusu”nun (ÖSO), TSK ile birlikte işgal ettikleri bölgede bir “minik Suriye” kurmak.

Ülkemizdeki Suriyeliler geri dönecekler, “kurtarılmış bölgelere” yerleşecekler, üstelik kuracakları “milli ordu”ları ile de (siz bunu ÖSO diye okuyun) kendilerini savunacaklar.

Cumhurbaşkanı’nın niyeti bununla da kalmıyor. El Bab ve çevresinde bu “minik ulus”u kurduktan sonra, Rakka’ya doğru yönelinecek ve orası da kurtarılacak. Burada yazıp çizdiğimiz korkulu rüyamız net olarak dile geldi.
Anlaşılan Suriye bataklığında kalacağız.

Bu fotoğrafı Rusların görmediğini mi sanıyorsunuz? Şimdi en son tank birliğimizin karargâhını vurarak 4 askerimizi şehit etmesini, bu fotoğraftan okuyun.

İstenmeyen sonuç gerçekleşebilir

Rusya ile mi ABD ile mi bu “planı” gerçekleştirebilecek iktidar?
Söyleyeyim: Hiçbiriyle.. İkisinin de elinde “Kürt kartı” var.
İkisi anlaşırlarsa da anlaşamazlarsa da, arada bizler ezileceğiz.
Bu iki arada bir derede tutum, gördüğümüz kadar, bir PKK bölgesinin kesin kurulmasıyla da sonuçlanabilir.

Moskova’nın ve Şam’ın Suriye’nin içinde bir “Suriye ÖSO bölgesi ve ordusu” kurulmasını kabul edebileceklerini sanmak, safdillik olur.

ABD, Rusya ile Suriye’de kapışmayı ister mi? Yani Ankara’nın politikasına evet der mi? Çooook şüpheli.

Dün Ceyda Karan, arada tost olma olasılığından bahsediyordu... Olasılık yüksek.
Cumhuriyet

Bekir Coşkun vaziyeti güzel özetlemiş: Bir savaşın başı, sonu, ortası bu kadar mı birbirini tutmaz?
06/01/2017



Rakka’da abdest alıp… Humus’ta kıbleye dönüp… İdlib’de şöyle bir birinci rekatı eda edip… Membiç’te tespih çekip… Halep’te ikinci rekattan sonra, oradan ikindiye yetişmek üzere hızlı bir şekilde Şam’da namaz kıldıktan sonra…

Suriye seferinin hazırlığında hedef; Şam’da namaz kılmaktı… Tanklar hareket etti hedef; IŞİD dedi… Orta yere varıldı hedef; “Esad’ı devirmeye gidiyoruz” oldu… El Bab’a gelindi; Rusya ile anlaşma yapıldı, Esad’ın kalması için garantör Türkiye…

Bir savaşın başı, sonu, ortası bu kadar mı birbirini tutmaz?.. Yani her karar bir viraj olsa, bizim tanklar şimdi Polatlı önündeydi…

Harekatın planlamasında, müttefikimiz Urfa’da kebap ısmarladıkları; peşmerge…

Harekat başladı, Rus uçağını düşürdük, müttefikimiz; ABD… Harekat ilerledi; Başbakan “ABD’nin bir halt yaptığı yok” dedi, müttefikimiz; Rusya… Harekatın sonunda Güney Kore ile müttefik olarak dönersek şaşma…
Yazının tamamı için: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/bekir-coskun/satranc-2-1606090/

Mehmet Şimşek' Davos'ta AKP'nin Suriye politikasının iflasını ilan etti; Hazine müsteşarlığı bu haberi yalanladı ama konuşmanın kayıtları ortaya dökülünce Hazine Müsteşarlığı'nın yalanlamasının yalan olduğu görüldü
20 Ocak 2017



"So Turkey can no longer insist on, you know, a settlement without Assad/Türkiye, artık Esad'sız bir çözümde ısrar edemez, bu gerçekçi de değil"

Hazine Müsteşarlığı, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in İsviçre'nin Davos kentinde yapılan "Dünya Ekonomi Forumu"nda katıldığı panelde "Türkiye, artık Beşar Esad'sız bir anlaşmada ısrar edemez, bu gerçekçi de değil" dediğini yalanladı.

Müsteşarlıktan yapılan açıklamada "Mehmet Şimşek gelen soruya cevap olarak; Suriye’deki trajedinin müsebbibinin Esad olduğunu, Esad’ın içinde olduğu bir çözümü içselleştirmenin mümkün olmadığını, Amerika’nın üzerine düşeni yapmadığını, Rusya ve İran’ın sahada durumu değiştirdiğini ve bundan sonra esas odaklanılması gereken konunun ateşkes ile insanların hayatının korunması olduğunu net bir şekilde ifade etmiştir" dendi.

Ancak Mehmet Şimşek'in toplantıdaki konuşması incelendiğinde şu ifadeleri kullandığı görülüyor:

“Esad konusundaki konumumuz söz konusu olduğunda, Suriye halkının çektiği acıların ve yaşanan trajedinin doğrudan Esad’la ilgili olduğunu düşünüyoruz. Ama pragmatik olmak zorundayız. Gerçekçi olmak zorundayız. Savaştaki durum önemli ölçüde değişti. Türkiye Esad'sız bir çözümde ısrar edemez, bu gerçekçi değil. * Elimizde olanla çalışmak zorundayız. Bu yüzden Rusya, İran ve Türkiye bir araya gelmeli"

Konuşmanın video kaydı için: http://t24.com.tr/haber/hazine-mustesarliginin-yalanlamasi-dogru-mu-iste-mehmet-simsekin-davostaki-esad-aciklamasinin-kaydi,384213
Haber93

İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson: Esad'ın seçime girmesine izin verilmeli
26 Ocak 2017



İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, ülkesinin Suriye'deki krizle ilgili tutumunu "yeniden ele alması" gerektiğini söyledi. Johnson, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın ülkesinde seçimlere girmesine izin verilmesi gerektiğini belirtti.
Parlamento'nun üst kanadı olan Lordlar Kamarası'ndaki Uluslararası İlişkiler Komisyonu'nda konuşan Johnson, "Esad gitmeli söylemi işe yaramadı" dedi.
Johnson, Suriye'de seçime gidilmesinin, ülkede barışı sağlamanın bir yolu olarak görülmesi gerektiğini vurguladı.
"Ruslarla, aynı anda Esad'ı çıkışa doğru yönlendirebilecek, Esad'dan kurtularak İran'ın bölgedeki nüfuzunu azaltacak ve DAEŞ'i yeryüzünden bilebilecek bir anlaşma ihtimali varsa, ileriye giden yol bu olabilir" diyen Johnson sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ancak bu yaklaşımın riskleri var ve Esad rejiminden kurtulma ya da kurtulsak bile Suriye'nin böyle daha iyi bir yer olacağı net değil. Karşılaştığımız ikilemin dehşeti bu."
İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Rusya'yla IŞİD'e karşı mücadelede işbirliği konusunda bir anlaşmaya da kapıyı açık bıraktı ve "Gidip, tam bir politika değişikliği yaparak Rusları desteklememizin olumsuz yanları ve riskleri var. Ancak durumun nasıl değiştiği konusunda gerçekçi olmalıyız ve nasıl ele alacağımız konusunda yeniden düşünmemiz gerekiyor" diye konuştu.
BBCT

Kerry: Suriye krizinin dinamikleri, Putin'in krize müdahil olduğunu gün değişti
17.01.2017

URL'yi kısaltın 241430 ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye krizindeki dinamiklerin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in krize müdahil olduğu gün değiştiğini söyledi. Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşan Kerry, Suriye kriziyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Suriye'de çözümün yaklaştığını kaydeden Kerry, şöyle devam etti: "Tarafların tükenmişlik durumuna ulaşmak üzere olduğuna inanıyorum. Onların, Suriye'deki dinamiklerin Putin krize müdahil olduğu gün değiştiğini ve bu nedenle oynanan oyuna son vermenin bir yolu olduğunu anladıklarına inanıyorum.”
Kaynak: Sputnik

Sıra YPG’ye geliyor
7 Oca, 2017



ABD seçimlerinin yarattığı siyasi boşluğu iyi değerlendiren Rusya, İran ve Suriye Halep defterini kapatarak yeni yıla girme hedefiyle hareket etti. Halep operasyonu 4 bin civarı terörist küçük bir cebe sıkıştırılana kadar hızla ilerledi. 14 Aralık’ta ateşkes kararı alındı. Aynı gün bozuldu. Türkiye ve Rusya’nın koyduğu ağırlık sonuç verdi. Tekrar ateşkes sağlandı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ifadesiyle “Türkiye’yle kurulan Halep temasları ABD ile kurulandan daha verimli” oldu.

HALEP SONRASI

Suriye ordusun operasyonlarını Halep kırsal kesiminden İdlip yönüne genişletmesine olası gözüyle bakılıyor. Buradaki amaç Halep’in güvenliğini tam olarak sağlamak olarak açıklanıyor. Bu plana göre Suriye ordusunun Halep’in güney batı ve kuzey batı istikametinde iki koldan operasyon yürütmesi gündeme gelebilir. Bir diğer olasılık Halep’in kuzey doğusu. Yani El Bab istikameti. Askeri birimlere yakın kaynaklara göre ordunun Rakka’yı alabilmesi için El Bab ve Tabka arasındaki alan son derece önemli. El Bab’tan aynı zamanda Rakka’nın da kapısını teşkil ediyor. Bu bölge üzerindeki Türkiye’nin verdiği mücadele Rakka savaşı için de Türkiye’nin söz sahibi olması anlamına geliyor. PYD/YPG’nin Rakka üzerinden parlatılan piyasa değeri TSK müdahalesiyle düşürülüyor. El Bab ve Fırat’ın doğusu konusunda ise Suriye ile işbirliği şart. Hatırlatalım: Suriye’nin Kamışlı’daki askeri hava üssünde önemli bir askeri gücü hali hazırda bekliyor. PYD kantonlarını dağıtmak için Türkiye bütün askeri ve politik olanakları değerlendirmeli. Maliyeti düşürmeli. Suriye tarafı saygılı bir diyalog kapısına her zaman açık.

TEK YOL İDLİP

Suriye’nin uzun vadeli askeri planı cepheleri sadeleştirmek. Büyük şehirlerin kırsalını güvenli hale getirmek. Düşmanı tek ya da bir kaç noktaya toplamak. Uluslararası siyasi pazarlıklar olanak verdiği durumlarda hızlı ve ani operasyonlarla sonuç almak. Tıpkı Halep’te olduğu gibi. Bu noktada İdlip Türkiye sınırı açık tutulacak şekilde bir süpürme harekatı için savaş sahası olarak belirlenmiş durumda. Bir anlamda karantina bölgesi olarak tespit edilen İdlip, terör örgütlerinin toplanma merkezine dönüştü. Suriye ile Ankara hattı kopuk olduğu sürece İdlip, Türkiye için yakın gelecekte yeni sorunların habercisi.

YPG’NİN BULUNDUĞU MAHALLEYE GİRİLDİ

Rus ordusuna bağlı askeri polisler PYD’nin askeri kolu YPG’yi Halep merkezindeki Şeyh Maksut mahallesinden çıkartmak üzere mahalleye giriş yaptı. Örgüt Halep merkezinden uzaklaştırılıyor.

Halep merkezinden terör örgütlerinin çıkartılması operasyonunda ikinci aşamaya geçildi. Halep doğusunda Türkiye Rusya işbirliğiyle terör grupları tasfiye edildikten sonra sıra YPG’ye geldi. Bölgeden Aydınlık’a bilgi veren kaynaklar Rus askeri polisinin YPG’nin tasfiye işlemini uygulamak ve denetlemek üzere Şeyh Maksut’a giriş yaptığını söyledi. Suriye ordusu ve YPG arasında varılan anlaşmaya göre YPG mahalleden çıkarak Afrin’e gidecek. YPG’nin kurduğu kontrol noktalarının tamamı kaldırılacak. YPG çıktıktan sonra bölgeye kamu hizmetleri götürülecek. Rus askeri polisi sürecin sorunsuz işlemesi için Şeyh Maksut’ta görev yapacak.

ŞEYH MAKSUT NEDEN ÖNEMLİYDİ?

Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksut mahallesi konum itibariyle önemli bir noktada. Kent merkezinin kuzeyinde yer alan mahalle, silahlı grupların Halep’e silah ikmal hattının üzerinde yer alıyordu. Suriye ordusu şehir merkezinde “cihat” söylemiyle hareket eden gruplarla mücadele ederken YPG’nin yarattığı tehdit ikinci planda kaldı. Suriye ordusuyla YPG arasında geçici bir denge kuruldu. Halep’in doğu mahallesindeki “cihatçılar” temizlenince YPG’nin denetlediği bölgenin tamamı Suriye ordusu kuvvetleri tarafından çembere alınmış oldu.
Mehmet Kıvanç/Aydınlık

'Prof. Uzgel': Türkiye'nin liderlik iddiası tamamen geçersiz kılındı'
Ceyda Karan
28.12.2016



Prof. Uzgel'e göre, Ankara Şam'da rejim değiştirip liderlik edeceğini düşünerek çok yanıldı. Uzgel, "Türkiye başka bir ülke toprağında, bir başka silahlı güçle savaşıyor ve Türk askeri ölüyor. Suriye BM'de tanınan bir ülke. Yapılacak şey Suriye ile anlaşmak" dedi.

Türkiye dış politikasını 2016’da Suriye’deki gelişmeler öne çıkarken, hem sahada hem de diplomatik arenadaki çatışmalı ayların ardından müzakere masası için zemin oluştu. Rusya’nın başını çektiği, Türkiye ve İran’ın garantörlüğünde Astana’da Suriye masası kurulması için pazarlıklar yapılırken, bu yeni bloklaşma görüntüsünün Türkiye’nin ABD ve hatta AB ile ilişkilerine de etkileri derin. 2016’da Türkiye dış politikasını, Suriye üzerinden Ortadoğu’daki yeni şekillenmeyi ve küresel denklemi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. İlhan Uzgel ile konuştuk.

'HEM İÇ HEM DE DIŞ POLİTİKADA GERİLEME'

Prof. İlhan Uzgel’e göre, Türkiye, 2016’da hem iç hem de dış politikada ‘büyük bir gerileme’ içine girdi. Türkiye’nin Ortadoğu macerasının hüsran ve yoğun bir başarısızlıkla sonuçlanmasına paralel olarak ülke içinde demokratik kaygıları artıracak gelişmeler yaşandığına dikkat çeken Uzgel, gelinen durumu şu sözlerle izah etti: "2016’yı buna paralel olarak yeni arayışlara girilen bir yıl olarak görüyoruz. Buna tabi içerde iktisadi olarak kriz belirtilerinin ortaya çıkması eşlik etti. Tablonun tümüne baktığımızda bir taraftan ekonomik kriz göstergeleri diğer taraftan siyasal belirsizliğin artması Türkiye’nin Ortadoğu kaynaklı terör ve şiddet sarmalına girmeye başlaması ve dış politikada da Ortadoğu’ya yönelik 2011’den bu yana sürdürdüğü liderlik iddiasının artık tamamen geçersiz kılınması gibi bir olumsuzluklar dizesi."

'SİYASETİ ESAD'IN GİTMESİNE ENDEKSLEMEK YANLIŞTI'

Türkiye’nin Ortadoğu siyasetini Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın gitmesine endeksleyerek en başında hata yaptığını söyleyen İlhan Uzgel, “Sanki Esad’ı devirirse, Ortadoğu’da bütün oyunu yeniden kurabileceğini düşündü. Mısır’ın kaybedilmesini Esad’ın devrilmesiyle telafi edebileceğini düşündü. Batı 2013’te bu siyasetten vazgeçmişti. Rusya bunun karşısındaydı. (Türkiye) Suudi Arabistan ve Katar ile bunu gerçekleştirebileceğini düşündü. İşte sahadaki ÖSO, SUK gibi bazı muhalif güçlerin etkisini ve önemini fazla abarttı. Kendi gücünün sınırlarını çok görmek istemedi ya da göremedi” değerlendirmesinde bulundu.

'TÜRKİYE HER AKTÖRLE TEMAS KURABİLME ŞANSINI YİTİRDİ'

Bu politikalar neticesinde Suriye odaklı müthiş bir zemin kaybının yaşandığını ve bedeli çok ağır bir sürecin oluşmasına neden olduğunu belirten Uzgel, bundan dönmek imkanının da yitirildiği görüşünde. “2013 bile bu siyasetten dönmek için hala çok geç değildi. Buradan bir yere varılmayacağı çok anlaşılmıştı” diyen Uzgel, Türkiye’nin yapabileceklerini, “Burdan sonra yapıcı bir güç olabilirdi Türkiye. Esad rejimini yıkıcı bir güç değil de, buradaki bütün aktörlerle konuşabilen, bunlara ulaşabilen, ABD ile de Rusya, İran ile de, gerekirse Esad rejimi ile de Suudi Arabistan ile de temas kurabilecek bir ülkeydi. Bunları bir tarafa atıp, orada rejim değiştirme politikasını geçen aya kadar hatta sürdürdü” analizini yaptı.

'ABD, ÇÖZÜM SÜRECİNİ SABOTE ETMEYE DE ÇALIŞABİLİR'

Türkiye’nin Astana görüşmelerinde masaya Suudi Arabistan ve Katar’ın oturması yönündeki arzusunu da değerlendiren Uzgel, bunun sebebini, “Türkiye’nin İran ve Rusya karşısında müttefik bulma arayışı” olarak izah etti. Uzgel, “Türkiye, yanına kendisini kollayacak belki de sorumluluğu payalaşacak Suudiler ve Katarlıları görmek istiyor” dedi. Öte yandan Uzgel, ABD’nin bu kadar dışında olduğu bir çözüm sürecenin işlemesine dair de kuşkulu: “Bunun bütün diplomatik kaymağını ABD’liler Ruslara yedirmeyebilirler de. Bu blogun dünya siyasetindeki önemini de tekrar öne çıkarabilir. Bu yüzden de çeşitli manipülasyonlarla bunu sabote etmeye de çalışabilirler.”

'SURİYE'DE ÇÖZÜMÜN ABD'SİZ GERÇEKLEŞMESİ ZOR OLABİLİR'

Bu bağlamda yeni seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump’ın çok karışık mesajlar verdiğine dikkat çeken Uzgel, Astana’da Washington’un temsil edilmediği bir Suriye’de çözüm masası kurulması konusunda ise “Suriye’de çözüm sürecinin ABD dışarıda bırakılarak Rusya tarafından gerçekleştirilmesine ABD sisteminin dünya içindeki global siyasetteki yeri açısından baktığımızda kabullenmesinin zor olacağını düşünüyorum. Bunun doğrudan Trump ile alakalı olmadığını düşünüyorum” değerlendirmesinde bulundu. '

ABD'NİN RUSYA'YA YAKINLAŞMA STRATEJİSİ ÖTEDEN BERİ VAR'

Küresel zeminde ise ABD’nin Rusya’yı kendine yakın tutarak Çin’den ayrı tutma politikasının 1990’ların başından bu yana var olduğunu savunan Uzgel, “Çin nüfus potansiyeli olarak iktisadi güç olarak fazla büyük. Dolayısıyla Çin’in yanına başka bir güç eklendiğine daha da büyük oluyor. Dolayısıyla bütün ABD stratejisi aslında Çin’in bir şekilde yalnız bırakılması üzerine kuruluydu ve bu genellikle uygulandı” saptamasında bulundu. Rusya’nın Çeçenistan ve Gürcistan müdahalelerinin Batı tarafından ‘tolere edildiğini’ öne süren Uzgel, Clinton’ın dışişleri bakanlığı dönemindeki ‘reset’ politikasına rağmen ABD-Rusya ilişkilerinin gerildiğini kaydetti. Uygulanan yaptırımlara da atıf yapan Uzgel, artık işaretleri Trump döneminde ABD’nin Rusya’yı Çin’den uzak tutmaya odaklanılacağına yorarken, dengenin nasıl kurulacağının ise görüleceğini belirtti.

'AYNI ANDA ESAD, PYD VE IŞİD'İ TEHDİT OLARAK TANIMLAMAK İRRASYONEL'

Türkiye’nin Suriye’de hem Esad’ı hem PYD’yi hem de IŞİD’i aynı anda tehdit olarak tanımlamasını ‘dış politikadaki en irrasyonel yönelimlerden birisi’ olarak tanımlayan Uzgel, “Şam dediğinizde Rusya ve İran karşınızda, PYD’yi karşınıza aldığınızda ABD karşınızda. İşbirliği yapacağı bir aktör kalmıyor. Sürdürülebilir bir politika değildi zaten” dedi. 2013 civarında ABD’nin Rusya ile Esad’ın kalması karşısında Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt bölgesinin kurulması konusunda anlaştığını savunan Gürsel, şöyle devam etti. “Bunun özerkliği pazarlığa tabi olacaktı tabii, ve orada ABD varlığının bulunması konusunda uzlaşmışlardı. Rusya’nın o yüzden de sahaya girmesine ABD ses çıkarmadı. Bu pazarlığın günümüzde devam ettiğini düşünüyorum. İlerde başka parametreler devreye girince bozulabilir. Burada da Türkiye’ye çok fazla bir çıkış olacağını düşünmüyorum. Rusya ve İran’ı bu pazarlığı bozma konusunda Türkiye ikna etmeye çalışacak. Ama şu anda bu kadar büyük bir şeyi göze alacaklarını zannetmiyorum. Burada Türkiye için kendisini zorlama ve bazı bedeller ödeme dışında çok fazla bir hareket alanı kalmadı.

” 'ESAD İLE PAZARLIK YAPILMASI EN AKILLICASI'

Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunda Rakka ve Menbiç’e ilerlemesinin ‘çok riskli olacağını’ söyleyen Uzgel, şöyle konuştu: “Orası Türkiye’yi çok vurulabilir hale getiriyor. Oradaki en akıllı strateji kesinlikle Türkiye’nin Esad rejimi ile anlaşıp gerekirse gizli pazarlık yapıp askerleri çekip oranın denetimini egemen Suriye ordusuna bırakması. İşin en rasyonel kısmı orası. Türkiye bir başka ülkenin toprağında bir başka silahlı güçle savaşıyor ve Türk askeri ölüyor. Sonuçta Suriye bir ülke. BM tarafından tanınmış bir rejimi var. Temsil niteliği var. Bu devam ediyor. Dolayısıyla da burada yapılacak şey Suriye ile anlaşarak bunun Suriye tarafından yapılmasını sağlamak. Suriye rejiminin yapması gereken işi kendisi bedel ödeyerek yapıyor. Burada diplomasinin başarısız olmasının yarattığı bir askeri sıkıntı yaşıyor.”

'AB GERİLİMİ İÇ POLİTİKAYA OYNANAN BİR OYUN'

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yaşadığı gerilimlerin ‘iç politika kaynaklı’ olduğunu ifade eden Uzgel, son olarak şu değerlendirmeyi yaptı: “AB macerası bitirilemiyor çünkü çok korkuluyor. Muhtarlar toplantısında birşeyi dillendirmek kadar kolay değil bu iş. Türkiye dış ticaretinin yüzde 65’ini AB ülkeleri ile yapıyor sonuçta. Yabancı sermaye girişinin önemli bir kısmı AB’den. Burada da bir rol dağılımı var. Cumhurbaşkanı AB’ye çatıyor. Başbakan, Şimşek, AB’nin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Üyelik bir başka mecra. İşin bir de iktisadi boyutu var. Bu daha çok iç politikaya oynanan bir oyun gibi duruyor şu aşamada.”
Kaynak: Sputnik

Erdoğan: ÖSO, ABD'nin 'birlikte kuralım' dediği bir örgüt
29.12.2016



Recep Tayyip Erdoğan, "Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) terör örgütü falan değil, hatta Amerika'nın başında 'birlikte kuralım' dediği bir örgüttür" dedi. Beştepe'de düzenlenen TÜBİTAK ödül töreninde konuşan Erdoğan, ÖSO'ya Türkiye'de terör örgütü denmesine tepki gösterdi. "Özgür Suriye Ordusu terör örgütü falan değil" diyen Erdoğan, söz konusu örgütü "Amerika'nın başında 'birlikte kuralım' dediği bir örgüttür. Ilımlı muhaliflerden oluşan direniş hareketidir" ifadeleriyle tanımladı.

Kaynak: Sputnik

Türkiye, bildiri ile birlikte bütün tezlerinden vazgeçiyor, stratejisinin çöktüğünü deklare etmiş oluyor...
23.12.2016

Türkiye, Rusya ve İran Ankara’daki suikasttan bir gün sonra Suriye için toplandı. Rusya Büyükelçisine suikast bile bir anlaşmayı da kapsayan bir araya gelmeyi ertelemeye neden olmadı.

Suriye krizinin sonlandırılması için siyasal sürecin yeniden başlatılmasına yönelik üzerinde anlaşmaya varılan önlemleri içeren bir de bildiri yayınlandı görüşmeler sonrasında.

ANLAŞILIYOR Kİ GÖRÜŞMELER ÇOKTAN BAŞLAMIŞ

Bildiride çok önemli ve güçlü maddeler de yer alıyor. Bu da aslında söz konusu üç devlet arasında muhtemelen epeyce bir süredir görüşmelerin yapıldığını ve adım adım mesafe alındığını gösteriyor. Yani Moskova’daki son toplantı bir final ve paraf toplantısı demek oluyor.

Bildiriyi kritik etmeden önce külliyen hatırlayalım:

MOSKOVA BİLDİRİSİ

1- İran, Rusya ve Türkiye, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.

2- İran, Rusya ve Türkiye, Suriye krizinin askeri bir çözümünün olmadığa inanıyor. BM’nin, bu krizin çözümünde BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 numaralı kararı ile uyumlu olarak önemli bir rolü olduğunu kabul ediyor. Bakanlar, Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun kararlarını da dikkate alıyor. Uluslararası toplumun tüm üyelerini bu belgelerde yer alan anlaşmaların uygulanması önündeki engellerin ortadan kaldırılması için dürüst bir biçimde işbirliği yapmaya çağırıyor.

3- İran, Rusya ve Türkiye, Halep’in doğusundaki sivillerin gönüllü bir biçimde tahliye edilmesine ve silahlı muhaliflerin organize bir biçimde çıkarılmasına izin veren ortak çabaları memnuniyetle karşılıyor. Bakanlar Fua, Kefraya, Zabadani ve Madaya’dan sivillerin kısmen tahliye edilmesini de memnuniyetle karşılıyor. Onlar (İran, Rusya ve Türkiye) bu sürecin kesintisiz ve güvenli bir biçimde tamamlanmasının garanti etmeyi kabul ederler. Bakanlar, Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Dünya Sağlık Örgütü’ne tahliyelerin gerçekleşmesine yardım ettikleri için minnettar

4- Bakanlar, ülke topraklarında ateşkes rejiminin genişletilmesi, insani yardımların engelsiz bir biçimde ulaştırılması ve sivillerin serbest dolaşımının önemi konusunda mutabıktır.

5- İran, Rusya ve Türkiye, Suriye hükümeti ve muhaliflerin üzerinde görüşme yaptıkları anlaşmanın hazırlanmasına yardımcı olmaya ve bu anlaşmanın garantörü olmaya hazır olduklarını belirtir. ‘Sahadaki’ durum üzerinde etkisi olan diğer tüm ülkeleri de aynı şekilde davranmaya davet eder.

6- Onlar (İran, Rusya ve Türkiye) bu anlaşmanın, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 numaralı kararı ile uyumlu olarak Suriye’deki siyasal sürecin yeniden başlaması için gereken itici gücün oluşmasına yardımcı olacağına emin.

7- Bakanlar, Kazakistan Devlet Başkanı’nın (Nursultan Nazarbayev) ilgili görüşmelerin (Suriyeli taraflar arasındaki barış görüşmeleri) Astana’da yapılması yönündeki nazik davetini not eder.

8- İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve El Nusra ile ortak mücadele ve silahlı muhalif grupları onlardan ayırmak konusundaki kararlılıklarını doğrular.

BİLDİRİNİN ÇIPLAK RÖNTGENİ

Bildirideki şu noktaların altını çizmek gerek:

-Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu.

-Suriye’de askeri çözümün dışlandığına vurgu.

-Suriye’de dikkate alınır muhalifler olduğunu kabule vurgu.

-Suriye rejimiyle silahlı da olsa muhalif grupların görüşmelerine vurgu, dolayısıyla Suriye rejiminin geçerliliğine vurgu.

-Rusya, Türkiye ve İran’ın rejimle muhalif unsurların görüşmelerinde, anlaşmalarında ve imzalanan bildirinin hayata geçmesinde garantör olduğuna dair vurgu.

-PYD-YPG’nin silahlı muhalif grup olarak kabul edildiğine vurgu.

-5.maddedeki ‘Sahadaki durum üzerinde etkisi olan diğer tüm ülkeleri de aynı şekilde davranmaya davet eder’ cümlesiyle ABD’ye de bildiriyi imzalayan üçlüyle beraber hareket etmeye yönelik vurgu.

TÜRKİYE AÇISINDAN BEŞ YIL SONRA MANZARA

Yukarıda not ettiğim satırlar bildirinin asıl özünü ortaya koyuyor.

Peki Türkiye açısından Suriye meselesinin en başından bu hafta imzalanan bildirinin özüne bakıldığında manzara nedir? Hiç! Kocaman bir hiç! Hatta geriye düşmemek için çırpınma! Türkiye, bildiri ile birlikte bütün tezlerinden vazgeçiyor, stratejisinin çöktüğünü deklare etmiş oluyor.

Suriye rejimi devam edecek… Yani, Şam’da namaz kılma rüyası gören AKP hükümeti sayesinde Türkiye alabildiğine aşağılanmış oldu, yazık, çok yazık! PYD-YPG ‘terörist’ti düne kadar, bildiriyle beraber “silahlı muhalif grup” oldu! Türkiye, Obama’yı Esad’ı devirme konusunda yeterince aktif olmamakla eleştiriyordu, şimdi ise Rusya ile paralel davranıp ABD’yi de bildiri çizgisine davet ediyor!

YANLIŞ YANLIŞ ÜSTÜNE

Neden böyle oldu? Hatalar zincirine de bir bakalım:

-AKP liderliği istikrar içinde hareket eden dış politikayı temelden sarstı ve istikrarsız ortamda Türkiye’yi tökezletti.

-AKP, ‘ılımlı İslam’ ihraç etmeye kalktı! Komşularda ve bölge ülkelerindeki selefi gruplara bile ilk başlarda müsamaha gösterdi ya da bu izlenimi verdi.

-AKP Türkiye’nin hiç başvurmadığı vekalet savaşına yöneldi, bunu da yüzüne gözüne bulaştırdı.

-Seküler bir dış politika çizgisini bir kenara bırakıp mezhepçi ve dar bir yaklaşımla düşmanlarını çoğalttı, dostlarını neredeyse sıfırladı; hayalci ‘komşularla sıfır sorun’ perpektifinden ‘tehlikeli yalnızlık’ ortamına savruldu.

-Komşu devletlerin rejimlerini ve devlet-hükümet başkanlarını doğprudan hedef alan çıkmaz bir yola girdi.

-AKP Hükümetleri ‘Çözüm süreci’ adı altında PKK’ya alan açtı, üstelik Irak’tan PKK’yı Kobani’ye geçirdi, yetmiyormuş gibi Türkiye’den PKK taraftarlarının ve militanlarının Suriye’nin kuzeyini ‘Kürdistanlaşmasına’ katkıda bulunmuş oldu.

-Suriye’yi istikrarsızlaştırarak 910 km’lik güney sınırımızı tehlikeye attı ve üstelik bütün sınırı kapsayacak şekilde ABD’nin hamiliğinde ‘Kürdistan’ oluşmasına katkıda bulunmış oldu (Şimdi pirincin taşı ayıklanacak, iki yaka arasına tampon kurulacak daha onca şehit pahasına; sonra da bildiri hayata geçer de ABD ikna edilebilirse bu bölge belki federal ya da konfederal şekilde Suriye rejimi içinde kalacak).

SORU ŞU: DEĞER MİYDİ?

Şimdi bir sorum var Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, zamanın Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Davutoğlu’na -Binali Yıldırım’ı ayırıyorum, çünkü Suriye pratiğine dahli yok-:

Değer miydi?

Son beş yılda Türkiye’nin iflahını kesecek, güneydeki sınır güvenliğimiz için Rusya, İran ve ABD’ye mecbur ve mahkum olacak adımları atmaya değer miydi?

Onca şehide değer miydi?

Türkiye’nin asimetrik savaşa maruz bırakılmasına ve onca kentte yüzlerce yurttaşımızın canlı bombalarla hayatını kaynbetmesine değer miydi?

3,5 milyon Suriyeli ‘misafir’ ile Türkiye’nin ekonomisini, sosyal dengelerini, birçok kentini bozmaya değer miydi?

Onca Suriyelinin engellemeden yol verilerek Ege Denizinde can vermesine değer miydi?

Türkiye’nin komşulara ve bölge ülkelerine ihracatını sabote etmeye etmeye değer miydi?

Dah pekçok şey sayılabilir…

Bir cevap verin, değer miydi?

Muzaffer Ayhan Kara

Odatv.com

CHP’li Yarayıcı: Hükümeti Suriye’de bulunan askerlerimizi derhal geri çekmeye çağırıyorum
23.12.2016



CHP Milletvekili Hilmi Yarayıcı, IŞİD'in rehin aldığı iki askeri yakarak öldürmesine ait olduğu iddia edilen video ile ilgili olarak, “Hükümeti yol yakınken El Bab başta olmak üzere Suriye’de bulunan askerlerimizi derhal geri çekmeye çağırıyorum” diye konuştu.

İnsanhaber’de yer alan habere göre, Yarayıcı TSK ve hükümete çağrı yaparak, "Suriye politikalarının mimarlarında azıcık vicdan, azıcık merhamet, azıcık dürüstlük kaldıysa bizlere anlatsınlar: Neler oluyor? Bu görüntüler gerçek mi? 2 askerimizin akıbeti nedir? Derhal hükümetimiz ve TSK bu konuda açıklama yapmalıdır. Halkımızın bu açıklamaya ihtiyacı var" dedi.

IŞİD ve El Nusra’ya karşı hükümeti defalarca uyardıklarını belirten Yarayıcı “Suriye politikaları konusunda hükümeti defalarca uyardık. Daha dün Meclis'te bunları ifade ettim ama hep kulaklarını tıkadılar. ” dedi.

‘2 ASKERİMİZİN AKIBETİ NEDİR?’

Yarayıcı, Davutoğlu’nun IŞİD için sarf ettiği ‘öfkeli çocuklar’ sözlerini hatırlatarak şunları söyledi:

“Daha dün El Bab'da ne yazıkki 16 askerimiz, bir dönem 'öfkeli çocuklar' diye meşrulaştırmaya çalıştıkları teröristlerce katledildi. Bahsedilen görüntüleri izlemedim, ama Suriye politikalarının mimarlarında azıcık vicdan, azıcık merhamet, azıcık dürüstlük kaldıysa bizlere anlatsınlar: Neler oluyor? Bu görüntüler gerçek mi? 2 askerimizin akıbeti nedir? Derhal hükümetimiz ve TSK bu konuda açıklama yapmalıdır. Halkımızın bu açıklamaya ihtiyacı var.”

'VAHŞETİ GİZLEMEK DOĞRU DEĞİL'

Yarayıcı şöyle devam etti:

“Biz bu görüntülerden dehşete düştük. Acıyı yüreğimizin en derininde yaşadık. Ancak iktidarın bu görüntüler üzerine açıklama yapmak yerine interneti yavaşlatma, bazı sitelere erişimi durdurma yoluna girmesi ancak ve ancak suçlarını gizleme çabasının bir sonucu olabilir. İnterneti yavaşlatarak haberi gizlemek doğru değildir. Vahşeti gizleme üzerinden iktidarınızı koruma duygunuzun insani yönü yoktur. Hiçbir makam ve mevki askerimizin canından değerli değildir. Böyle düşünen varsa iktidarı da, koltuğu da, makamı da, mevkisi de batsın. Unutmayın askerimizi bilmediği bir coğrafyada, bilmedikleri bir savaş konsepti içerisine sokanlar onların ölümlerinin birinci dereceden suçlusudur."

'ASKERLERİMİZ SURİYE'DEN DERHAL GERİ ÇEKİLMELİ'

"Moskova deklarasyonu sonrasında Askerimizin Suriye’de kalmaya devam etmesinin hiçbir geçerliliği kalmamıştır. El Bab’ı alsak ne olacak. Aldıktan sonra en kısa sürede Suriye yönetimine devredeceğimiz bir alan için askerimizi katlettirmenin ülke çıkarıyla, milli birliğimizle, Kürt sorununa çözümle bir ilgisi yoktur.Hükümeti yol yakınken El Bab başta olmak üzere Suriye’de bulunan askerlerimizi derhal geri çekmeye çağırıyorum.”
Haber 93

size=24]Aydın Engin: Erdoğan tükürdüğünü yaladı, iyi de oldu[/size]
22 Aralık 2016

Önceki gün Moskova’da Türkiye, İran ve Rusya dışişleri ve savunma bakanlarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Suriye’nin geleceğini belirleyecek kararların alındığı, ABD’nin yer almadığı çok önemli bir toplantıydı. 

Toplantı, Büyükelçi Karlov suikastının gölgesinde kaldı. Medyada önemi kadar geniş ve derinlemesine değerlendirilmedi. Oysa günlerce konuşulması, yazılması, yorumlanması gereken bir toplantıydı. 

Bu değerlendirme ve yorumlamaları uzmanları yapsın. 
Ama uzman olmayan ben, “Türkiye’nin son yıllardaki Suriye politikası tümüyle çöpe atıldı; dahası Türkiye’nin bugüne kadarki dış politikası da çok köklü bir değişime uğradı” denmesi gerektiği kanısındayım. 

Toplantının sonunda “Moskova Bildirisi” diye adlandırılan ve üç ülkenin m
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Arl 12, 2017 6:52 pm tarihinde değiştirildi, toplam 108 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 19, 2015 11:47 pm    Mesaj konusu: Değişen Suriye denkleminde kaybedenler Alıntıyla Cevap Gönder

Suriye için Putin-Erdoğan işbirliği: Esad'a direnen olursa ezilecek!
12.12.2017



Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da görüştü.

Marksist.org'un haberine göre; görüşmenin sonunda yapılan açıklamalarda, AKP'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın destekçisi Rusya'nın Suriye ile ilgili planlarını bütünüyle kabul ettiği bir kez daha ortaya çıktı.

Putin tarafından yapılan açıklamada "Ortadoğu meselesi ve Suriye meselesini de ele aldık. Ülkelerimiz sıkı işbirliği içerisindeler. Suriye topraklarının neredeyse tamamı teröristlerden kurtarılmış durumda. Herhangi bir direniş olursa gerekli karşılığı vereceğiz" denildi.

Ana Haber

ŞİYUK, ŞİYUKLULARINDIR!
Ahmet ÖLÇÜLÜ
27 Ocak 2017

Bugün Suriye’den mühim bir haber geldi… Haber şöyle:

“Askeri kaynaklardan alınan bilgilere göre; Fırat Nehri’nin doğusunda bulunan Şiyuk Köyü’nü DEAŞ’tan koruyacaklarını söyleyen PYD unsurlarına terk ederek Cerablus’a yerleşen Suriyeli siviller, bölgede DEAŞ tehdidinin kalmadığını ileri sürerek 25 Ocak 2017 günü saat 13.30’da köylerine geri dönmek istediklerini beyan etti. Sosyal medya üzerinden organize olan yaklaşık 100 köylü, Fırat Nehri üzerindeki köprünün batı ayağında toplandı. İçlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu köylüler, protestoya devam ederek daha önce PYD tarafından yıkılan Şiyuk Köprüsü’ne doğru yürüyüşe geçti.

siyuk_koyu_suriye_cerablusEllerindeki Türk ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayraklarıyla PYD karşıtı protestolarını sürdüren köylülere, saat 15.30 sıralarında köprünün doğu ayağındaki An Nasiriyah bölgesinde bulunan PYD unsurlarınca uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Açılan ateş sonucunda 7 kişi hayatını kaybederken, 3 kişi de yaralandı. Üzerlerine ateş açılması üzerine bölgeyi terk eden köylüler, Cerablus merkezine döndü. Yaralılar Cerablus’ta tedavi altına alındı.”

Tabi bu haberi, Erdoğan’ın, El Bab’da daha derine gidilmeyeceğini beyan etmiş olması yanında, TSK’nın geri çekileceğine dair muhtelif kaynaklardan gelen haberlerle beraber değerlendirmek gerekiyor.

Şöyle ki…

Fırat Kalkanı, ilk başta PYD-PKK’ya karşı ve tam bağımsız bir operasyon olarak iç kamuoyuna lanse edilmiş olmasına mukabil, ilerleyen zamanlarda anlaşıldı ki, Amerika ile ortaklaşa yapılan ve perde gerisinde Amerikalıların olduğu bir operasyondur ki, asıl hedef de PYD değil IŞİD’dir.

Bu yanlış yönlenme ile Türkiye’nin, esas tehdit unsuru olan PYD-PKK yerine IŞİD’le uğraşmakla, Büyük İsrail projesinin geçiş unsuru olan Kürdistan projesini desteklemesi sağlanmaktaydı. Tıpkı Türkiye adına Özal’ın Körfez Savaşı sonrasında kurulan Çekiç Güç’ü İncirlik’e konuşlandırarak yaptığı gibi.

Şimdi, hem Erdoğan’ın açıklaması hem de Şiyuk köylülerinin bu hamlesi bir politika değişikliğine işaret ediyor olabilir.

Olabilir diyoruz, çünkü bu konularda Beştepe yönetimine, Beştepe yönetiminin bir politikada kararlı ve ısrarlı bir şekilde sonuna kadar gidici kararlı tavrına şimdiye kadar şahit olamadık maalesef.

Şimdi, madem böyle bir hamleye girişildi ve neticesinde 3 Şiyuk köylüsü de vatanlarını işgal eden işgalcilere karşı yaptıkları bir gösteride vurularak şehid oldu, apaçık görülüyor ki bu hareketin arkasında bizim istihbarat vardır ve artık bu saatten sonra bu insanların sonuna kadar arkasında olunulmalı, her türlü destek verilmeli ve Şiyuk’un Şiyuklulara ait olduğunun tescillenmesi için Türkiye de elinden gelen desteği vermelidir.

İşler bu noktaya geldikten sonra bu destek verilmediği zaman, artık Türkiye’nin bölgede hiçbir inandırıcılığı ve güvenilirliği kalmayacak, bu hamlenin de basit ve şahsi iktidar hesapları için bölge insanının kullanılmasından ibaret bir hareket olduğu, Türkiye’nin bu konularda kendisine asla güvenilemeyecek bir partner olduğu, Ortadoğu’nun sokaklarında birbiriyle su tabancası ile oyun oynayan sümüklü çocuklara kadar bilinir bir durum olacaktır.

Şiyuk, Şiyuklularındır ve bu mânânın tescillenmesi işi de, bugün Kobani denilerek İsrail adına etnikçi bölücülerin hâkimiyeti altında Arap kimliğinden çıkarılıp İsrailci Kürdistan’ın parçası kılınmaya çalışılan Ayn el-Arap’ın bölücülere teslim edilmesi kabahatini işleyen Türkiye’ye düşmektedir ki, bu hamle, Ayn el-Arap’ın yeniden Araplara ait olduğunun tescillenmesi, bu yoldan da Kürdistan’ın doğmadan boğulması stratejisine bağlı aksiyonun da ilk adımını teşkil edecek bir plânlamaya göre ele alınması gerekir.

Bakalım, bu üç vatansever insanın şehid olmasıyla neticelenen hadise, bizim arzu ettiğimiz çapta büyük ve şümûllü bir stratejinin, dolayısıyla Türk milletinin beka meselesine kökünden neşter atıcı bir varoluş hamlesinin gereği olarak düşünülmüş ve bu yolda atılmış bir ilk adımın meyveleri midir, yoksa birçok önceki örnekte olduğu gibi, Kumandan Mirabeyoğlu’nun, “nasıl bitireceğini bilmeden rastgele başlamak” şeklinde tarif ettiği lakaytlık eseri işler cümlesinden midir?

Unutulmasın ki, bu tür işler, yarım yapılacağına, yarım bırakılacağına, hiç yapılmasa daha iyi olur.

Zira yarım oluşlar, tam oluşları engeller.

Beştepe, bu tür yarım oluş hamleleri ile Ortadoğu ve dünya üzerinde Türkiye’nin tarihinden gelen itibar ve güvenilirliğini bu güne kadar adeta bozuk para gibi harcadı.

Kaynak: Adımlar dergisi

Donald Trump': "Suriye konusunda çoğu kişiden farklı düşünüyorum"
12.11.2016

Başkan seçildikten sonra ilk röportajını Wall Street Journal gazetesine veren Trump, 'Suriyeli muhalifler' için "Destekliyoruz ama onların kim olduğunu bilmiyoruz" dedi.

Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni başkanı Donald Trump, yeni dönemde Washington'ın Suriye politikasının nasıl olacağına dair ilk kez ipucu verdi.

Wall Street Journal gazetesine konuşan Trump, yeni dönemde 'Suriyeli muhalifler'e desteğin kesilebileceğinin sinyalini vererek, “Suriye'de muhaliflere destek veriyoruz ama onların kim olduğunu bilmiyoruz" dedi.

Başkan seçildikten sonra ilk röportajını veren Trump, Suriye konusunda obama yönetiminin politikalarından uzaklaşabileceğinin sinyalini verdi.

"Suriye konusunda çoğu kişiden farklı düşünüyorum" diyen Trump, ABD'nin bölgede IŞİD'le mücadeleye odaklanması gerektiğini vurguladı. Bu noktada Rusya ve Suriye ile işbirliği sağlanabileceğine işaret etti.

“IŞİD'DEN KURTULMAMIZ GEREKİYOR”

"Suriye, IŞİD'le savaşıyor ve IŞİD'den kurtulmamız gerekiyor" diyen Trump, teröre karşı Esad rejimini desteklemenin en iyi yöntem olduğunu söyledi
Kaynak: BirGün

Esad: Teröristleri Türkiye’ye geri itmek ya da öldürmek zorundayız
14.10.2016



Türkiye’nin Suriye’deki eylemlerini ‘işgal’ olarak nitelendiren ve bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ifade eden Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Halep’teki teröristlerin Türkiye’ye geri itilmesi ya da öldürülmesi gerektiğini söyledi. Rusya’nın Komsomolskaya Pravda gazetesine konuşan Esad, Halep’in teröristlerden geri alınmasının diğer Suriye kentlerinin özgürleştirilmesi için ilk adım olacağını ifade etti. “Bu bölgeyi temiz tutmak ve teröristleri geldikleri yer olan Türkiye’ye itmek ya da öldürmek zorundasınız. Başka bir seçene yok” diyen Esad, şöyle devam etti: “Askeri ve stratejik açıdan, El Nusra’yı izole etmemiz mümkün değil. Ancak Halep’i almak, diğer şehirlere doğru ilerlemek ve onları da teröristlerden kurtarmak için başlama noktası olabilir. Halep bu yüzden önemli.”

‘ÖSO İLE IŞİD VE NUSRA ARASINDA BİR FARK YOK’

Özgür Suriye Ordusu ile IŞİD ve El Nusra arasında herhangi bir fark olmadığının altını çizen Esad, “Teröristler Suriye’ye ilk geldiğinde kimse El Nusra ya da IŞİD’den bahsetmiyordu. Onlara basitçe Özgür Suriye Ordusu deniyordu, hükümetin ve ordunun karşısındaydılar. Ancak gerçekte, biz ilk haftalardan insanların kafalarını kesmeye başladıklarını gördük. Bu, onların başından beri radikal bir grup olduğunu gösteriyor” diye konuştu. Suriye lideri, “ÖSO büyümeye başladığında, suçlarını saklamak imkansız hale geldi ve Batı da El Nusra’nın varlığını kabul etmek zorunda kaldı. Ancak aslında bu Özgür Suriye Ordusu, bu IŞİD. Aynı köklere sahipler ve bir yerden diğer yere hareket edip duruyorlar” dedi.

'SUUDİ ARABİSTAN, İRAN'DAN UZAKLAŞMAMIZ KARŞILIĞINDA DESTEK TEKLİF ETTİ'

Suudi Arabistan’ın İran’dan uzaklaşılması karşılığında Suriye’ye destek sözü verdiğini kaydeden Esad, “Eğer İran’dan uzaklaşırsak ve onlarla bütün ilişkimizi kestiğimizi açıklarsak bana yardım edeceklerini söylediler” dedi. Esad, Suudi Arabistan Suriye’deki krizi şantaj için kullanmak istediğini ifade etti.

'RUSYA'NIN DESTEĞİYLE TERÖRİSTLERİN ELİNDEKİ ALAN AZALDI'

Rusya’nın Suriye’deki dengenin değişmesine ve teröristlerin kontrolündeki alanların azaltılmasına yardımcı olduğunu kaydeden Suriyeli lider, “Öncede, sözde ABD müttefikleri burada aktifti ancak eylemleri yanıltıcıydı, hiçbir şey yapmadılar. İslam Devleti ve El Nusra ilerlemeye devam ediyordu ve çok sayıda militanları vardı. Türkiye’ye her gün daha fazla petrol ihraç ediyorlardı. Ancak Rusya’nın dahil olmasıyla birlikte kontrolleri altındaki alanlar azaldı” diye konuştu.

‘KÜRTLERİN ÇOĞU BAĞIMSIZLIK İSTEMİYOR’

Suriye’deki Kürtlerin büyük bir kısmının bağımsızlık istemediğini savunan Esad, “Tüm Kürtleri ve aynı zamanda Ermenileri, Çeçenleri, Türkleri, Arapları değerlendirmeden, sadece Kürtlerin bir kısmıyla konuşamayız. Kürtlerin büyük bir bölümü bağımsızlık istemiyor, sadece bazılarının bu talebi var” ifadelerini kullandı.

‘KÜRTLERE SİLAH YOLLADIK’

Suriye yönetiminin Kürtlerle diyalogu sürdürdüğünü aktaran Esad, “Görüşmelere devam ediyoruz. Onları IŞİD’e karşı savaşlarında destekledik, silah yolladık” dedi.

Kaynak: Sputnik

Kurtulmuş'tan Suriye itirafları: Suriye'de çözüm üretemedik, Türkiye'de bombalar patladı, Rusya ile gerildik
28.09.2016

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, Türkiye'nin Suriye'de kalıcı çözüm üretemediğini belirterek, "Suriye politikası bu şekilde bir çıkmaza girmiş olmasaydı İstanbul'da, Ankara'da, Gaziantep'te, Elazığ'da bombalar patlamayacaktı. Hatta Türkiye bölgedeki birtakım güçlerle, örneğin Rusya ile bir yıldır devam eden gerilimin içerisine girmeyecekti" dedi. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Basın İlan Kurumu'nun ‘Basın Hayatı' dergisine, Fethullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeler ile Fırat Kalkanı operasyonunu değerlendirdi. Vekalet savaşları üzerinden Suriye'nin, silahlı grupların elinde köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir bölündüğünü anımsatan Kurtulmuş, bölgesel ve bölge dışından birçok ülkenin, bu terör örgütleri ve silahlı gruplar vasıtasıyla Suriye politikasına müdahil olmaya başladığını anlattı.

‘ABD, RUSYA VE AVRUPA ÜLKELERİNİN BİLFİİL SAVAŞIN TARAFI HALİNE GELECEKLERİ BİR NOKTADAYIZ'

Kurtulmuş, vekalet savaşlarının ilanihaye sürdürülemeyeceğinin altını çizerek, "Çünkü bir müddet sonra bu silahlı grupları kullananlar, yani sahipleri savaşmaya başlar. İşin artık Suriye'de, örgütlerin arkasındaki güçlerin savaşabileceği bir noktaya geldiği uyarısını, iki yıldır yapmaya gayret ediyorduk ve uyarılarımızı yapıyorduk. Yani bundan sonra ABD, Rusya ve Avrupa ülkelerinin bilfiil savaşın tarafı haline gelecekleri bir noktadayız" görüşüne yer verdi.

‘ABD, 10 BİN KİLOMETRE ÖTEDEN BU İŞE MÜDAHİL OLUYOR'

Suriye meselesinin bir an önce çözüme kavuşması gerektiğini belirten Kurtulmuş, "ABD, 10 bin kilometre öteden bu işe müdahil oluyor, Avrupa ülkeleri de 4-5 bin kilometre öteden. Cerablus dediğiniz yer Türkiye'nin 2 kilometre, Kobani dediğiniz yerse 2-3 kilometre güneyi. Suriye ile 911 kilometre sınırımız var ve o sınırın öte tarafında olan her şey, Türkiye'yi birinci derecede etkiliyor" değerlendirmesinde bulundu.

‘SURİYE'DEKİ SİYASİ İSTİKRARSIZLIĞIN BEDELİNİ TÜRKİYE BİRE BİR ÖDÜYOR'

Türkiye'nin, Suruç katliamından bu yana IŞİD'in, PKK'nın ve bazı başka örgütlerin tehdidi altında olduğunu ve bir güvenlik sorunu yaşadığını anımsatan Kurtulmuş, şöyle devam etti: "Türkiye, bu güvenlik sorununu iki ölçekte yaşıyor. Birinci olarak, sınırımızın güneyinden Türkiye'ye taciz atışları yapılıyor. Burada çok sayıda vatandaşımız da hayatını kaybetti. Kilis füzelerle taciz edildi, halkımız büyük bir tedirginlik yaşadı. Ayrıca canlı bombalar ve bombalı araç saldırıları ile Türkiye'nin birçok şehrinde katliamlar yapıldı, İstanbul'da, Ankara'da, Elazığ'da ve en son Gaziantep'te çok ciddi şekilde katliamlar yapıldı. Bunların arkasında da DAEŞ ve PKK terör örgütlerinin olduğunu biliyoruz. Türkiye, Suriye sorununa müdahil olan diğer taraflardan farklı olarak Suriye'deki bu siyasi istikrarsızlığın bedelini bire bir ödeyen ülkelerin başında geliyor."

‘TÜRKİYE AÇISINDAN TAHAMMÜL EDİLEMEZ BİR NOKTAYA GELİNDİ'

Cerablus'taki gelişmelerin Türkiye açısından tahammül edilemez bir noktaya geldiğinin açık olduğuna değinen Kurtulmuş, başından beri koalisyon güçleri ve ABD ile olan mutabakatlarda Türkiye'nin, "Fırat'ın batısında hiçbir PYD unsurunun olmaması ve bu bölgede diğer terör örgütlerine müsamaha edilmemesi" konusunun altını çizdiğini belirtti.

‘OPERASYONLAR ULUSLARARASI HUKUKA UYGUN'

Türkiye'nin, Fırat Kalkanı operasyonuna ilişkin amacının sorulması üzerine Kurtulmuş, Türkiye'nin, IŞİD'e karşı Fırat Kalkanı operasyonu ile Cerablus'u emniyet altına aldığını bildirdi. Ayrıca Türkiye'nin sınırlarında, sınır güvenliğini artıracak tedbirlerini artırdığına dikkati çeken Kurtulmuş, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Böylece hem Türkiye için Suriye topraklarındaki gelişmelerin, güvenlik tehdidi oluşturmasının hem de Suriye politikamızın en önemli kırmızı çizgisi olan Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması bakımından, 911 kilometrelik alanın tek bir örgütün eline geçmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Her ikisi de Türkiye için hayati önemde konular. Bu iki konuda uluslararası camia ile müttefik olarak çalışmalar sürdürülerek bu operasyonlar yapılmaktadır ve Türkiye bu operasyonları tamamen uluslararası hukuka uygun bir şekilde sürdürmektedir."

‘SURİYE'DE HİÇ KİMSE TEK BAŞINA İSTEDİĞİ BİR ÇÖZÜMÜ DAYATAMAZ'

"Bizim gayretlerimiz Suriye'nin bütünlüğünü sağlayabilmek için yeterli mi? Rusya'nın, Amerika'nın, İran'ın, bölgedeki diğer aktörlerin hatta küresel aktörlerin bu anlamdaki hedeflerini önleyebilir mi?" sorusuna karşılık Kurtulmuş, şu ifadeleri kullandı: "Bugün Suriye'de barışa yaklaşma noktasında geçmiş döneme göre daha olumlu bir noktada olduğumuzun altını çizmek isterim. Amerika, Rusya dahil herkes anladı ki artık Suriye'de hiç kimse tek başına istediği bir çözümü dayatamaz. Suriye çok parçalı bir yapı haline gelmiştir ve Suriye'nin bir örgütler konfederasyonu haline gelmiş olmasının, uluslararası camiaya ödettiği bedel çok büyük olmuştur. Bu bedelin iki ayağı var, bunlardan biri göçmen sorunudur. Avrupa beş sene evvel böylesine göç krizi ile karşı karşıya değilken bugün Suriye kaynaklı göç krizi dalgasının altında boğulmaktadır. Bu göç kriziyle birlikte buna bağlı olarak gelişen aşırı sağ, faşist akımlarla da boğuşmaktadır. Avrupa siyasetinin çivisi çıkmıştır.

‘IŞİD BRÜKSEL'İ, İSTANBUL'U, WASHİNGTON'U, RUSYA'YI TEHDİT EDEN BİR UNSUR'

İkincisi, DAEŞ denilen uluslararası terör networkünü dünyanın başına bela etmiştir. DAEŞ sadece Musul'u, Kerkük'ü tehdit eden bir unsur olmaktan çıkmıştır. Artık Brüksel'i, İstanbul'u, Washington'u, Rusya'yı tehdit eden bir unsurdur. Şimdi artık uluslararası camianın vereceği bir karar var, ya Suriye'de herkes 'Burada benim dediğim olacak' dayatmasını sürdürecek ya da bundan vazgeçerek bir barış perspektifine sahip olacak. Suriye'de istikrarsızlık olmasaydı ne DAEŞ ne hendek siyaseti olacaktı."

‘SURİYE POLİTİKASI ÇIKMAZA GİRMİŞ OLMASAYDI BOMBALAR
PATLAMAYACAKTI'

Kurtulmuş, "Türkiye'nin Suriye politikası değişiyor mu?" sorusu üzerine, şunları kaydetti: "Maalesef Türkiye olarak da bizim tek başımıza orada bir çözüm üretme imkanımız yoktu, biz de kalıcı bir çözüm üretemedik. Dolayısıyla eğer Suriye'deki bu siyasi istikrarsızlık olmasaydı bugün DAEŞ diye bir örgüt olmayacaktı. Eğer Suriye'deki bu siyasi istikrarsızlık olmasaydı, Suriye'nin kuzeyinde neredeyse bölgenin tamamını kantonlar üzerinden ele geçirmiş olan PYD/YPG unsurları olmayacak, bugün Türkiye'de karşı karşıya kaldığımız hendek siyasetiyle, çukur siyasetiyle karşılaşılmayacak, birileri Türkiye'deki şehirleri işgal etme cesaretini ve niyetini kendinde bulamayacaktı. Suriye politikası bu şekilde bir çıkmaza girmiş olmasaydı İstanbul'da, Ankara'da, Gaziantep'te, Elazığ'da bombalar patlamayacaktı. Hatta Türkiye bölgedeki birtakım güçlerle, örneğin Rusya ile bir yıldır devam eden gerilimin içerisine girmeyecekti. Türkiye, İran ile birçok konuda anlaşmazlık yaşamayacaktı ve belki Fethullahçı Terör Örgütü, ortamın bu kadar rahat olduğunu görüp Türkiye'de bir darbe teşebbüsüne kalkışmayacaktı. Bütün günah Suriye'nindir demiyorum ama sonuçta Suriye ortaya bütün ülkeleri etkileyen fevkalade ciddi bir siyasi istikrarsızlık tablosu çıkardı. Türkiye 3.5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. 15 milyar dolara yakın para harcadı. Türkiye'nin bazı şehirlerinin sosyolojik yapısı değişti."
Kaynak: Sputnik

Cerablus: Buradan nereye?

Fatih Yaşlı
21.09.2016



“Stratejik Derinlik”in mimarı başbakanın azlinden sonra dış politikada radikal değişiklikler olacağı, bunun da en somut yansımasını Suriye’de bulacağı sıkça dile getirildi, hatta yeni başbakan bunu “dostlarımızı artırıp düşmanlarımızı azaltacağız” diye ifade etti. Sonrasında gelen Cerablus Operasyonunun meşruluğu ise “Suriye’nin toprak bütünlüğünü muhafaza etmek” söylemi üzerine kuruldu, “bizim kimsenin toprağında gözümüz yok” denildi.

Elbette ki bu sadece söylemden ibaretti ve dert Suriye’nin toprak bütünlüğü falan değildi. Eğer öyle olsaydı, Suriye’nin yıkımının baş sorumlusu ABD’nin de desteğiyle ve “ılımlı” cihatçılarla birlikte egemen bir devletin topraklarına uluslararası hukuku da hiçe sayarak girilmez, sınır kapatılır, cihatçılara destek kesilir ve doğrudan Şam yönetimiyle koordineli bir faaliyet yürütülürdü.

İşte tam da bu nedenle, yeni-Osmanlıcılık olarak adlandırdığımız dış politikada Davutoğlu sonrasında da “mutlak” bir değişiklikten söz etmemiz mümkün görünmüyor. Çünkü Suriye’ye yönelik şu hedefler halen masada: Kantonların birleşmesini engellemek, “ılımlı muhalifler”in kontrolünde bir “güvenli bölge” kurarak bunu yeni-Osmanlıcılığın emperyal vizyonuna uygun bir “lebensraum” (yaşam alanı) haline getirmek ve en nihayetinde Esad’ı devirmek.

Deyr ez Zor saldırısı sonrası ateşkesin bitmesi, vurulan “yardım” konvoyları, gidişatın nereye doğru olduğuna dair birer ipucu aslında
Cerablus Operasyonu tam da bu hedefler üzerine inşa edildi. YPG’nin merkezinde olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin Minbic’in alınmasından sonra ABD desteğiyle Cerablus’a yürüme ihtimali ve bunun neticesinde Afrin’den Cizire’ye kadar uzanan, Irak Kürdistan’ı ile de bitişik bir “Kürt koridoru”nun ortaya çıkacak olması Türkiye’yi harekete geçirdi ve IŞİD’in savaşmadan geri çekilmesi neticesinde fiili bir “güvenli bölge” nihayet kurulmuş oldu.

Peki bu operasyon kimilerinin iddia ettiği üzere, Rusya ve İran’la birlikte, ABD’den habersiz, ABD’ye rağmen ve ABD planlarını bozmak adına mı yapılmıştı? Bunun böyle olmadığını geçtiğimiz hafta bu köşede yayınlanan “Cerablus: Buraya nasıl gelindi” adlı yazımda kanıtlarıyla göstermiş, sürecin bir yılı aşkın bir zamandır ABD ile birlikte yürütüldüğünü söylemiştim. Dolayısıyla ABD’nin Cerablus’tan elbette ki haberi vardı; zaten sonrasında TSK da ABD özel kuvvetlerinin operasyona destek verdiğini açıkladı, Pentagon da operasyona “Asil Mızrak” adını verdiklerini duyurdu.

Peki bu, ABD ile işlerin “mükemmel” gittiği, her konuda anlaşıldığı anlamına mı geliyor? Elbette ki hayır. Ortada Minbic’te verilen sözlerin tutulmaması ve daha da önemlisi 15 Temmuz varken bu zaten söz konusu olamaz. Söz konusu olan şey ise şu: Emperyalizme bağımlı da olsa her devletin bir “göreli özerklik”i vardır ve iktidar şimdi, art arda yaptığı hamlelerle ABD’ye “senin Suriye’deki asıl partnerin benim, YPG’yi değil beni al” diyor. El Bab’a doğru ilerleyiş de Rakka pazarlıkları da, hatta yakın zamanda başlaması muhtemel Musul Operasyonuna dâhil olma çabası da hep bununla ilgili dolayısıyla. Yani ortada anti-emperyalizm, Avrasya eksenine kayma falan yok, emperyalizmle yeni bir denge düzeyinde buluşabilmek, “stratejik ortaklık” aşamasına yeniden dönebilmek için elindeki enstrümanları zorlayarak kullanma çabası var. Bunun doğal çıktısının ise birincisi iktidarın ömrünü uzatmak ve ikincisi “Kürt koridoru”nu engellemek olacağı düşünülüyor ve planlar da buna göre yapılıyor elbette.

Peki ABD ne yapıyor: ABD, Türkiye ve ÖSO saldırmasın diye YPG kontrolündeki Tel Abyad’a bayrak çekip Kobane’de hava üssünü faaliyete geçiriyor, Cerablus’ta Türkiye ve ÖSO’nun IŞID’e yönelik operasyonlarına destek veriyor, Deyr Ez Zor’da ise IŞİD’le göğüs göğüse çarpışan Suriye ordusunu vurup “yanlışlıkla” 62 Suriye askerini öldürüyor. Amaç ne? Amaç aynı anda farklı aktörlere “yatırım” yapmak, onları birbirleri üzerinden terbiye ederek kendi planları doğrultusunda kullanmak ve Suriye’deki savaşın hiç bitmemesini sağlamak. Bitmesin ki Suriye, Rusya ve İran bitimsiz bir savaşla zayıflarken, 38 milyar dolarlık askeri yardım yapacağı İsrail’in güvenliği ve ABD’nin bölgesel çıkarları korunabilsin. Yani emperyalizm en iyi bildiği işi yapıyor, bölerek, parçalayarak, ayrıştırarak planlarını hayata geçirmeye çalışıyor.

Tam da bu nedenle “nereye kadar gidilmesi gerekiyorsa gideceğiz” denilerek El Bab’a yürümek de, Rakka pazarlıkları da bataklığa doğru adım adım sürüklenmek anlamına geliyor, Suriye’nin güneyine doğru inildikçe bataklığın derinliği de artıyor. IŞİD’in kendisi için kutsal saydığı “Dabık” bölgesinin de yer aldığı El Bab’da şiddetli bir direniş gösterme ihtimali, Deyr ez Zor saldırısı sonrası ateşkesin bitmesi, vurulan “yardım” konvoyları, gidişatın nereye doğru olduğuna dair birer ipucu aslında.

Tüm bunların içeriye yansıması mı? Elbette ki kaçınılmaz ama o da başka bir yazının konusu olsun.
Kaynak: BirGün

Serhat Erkmen: 'Cerablus oyun değiştirecek bir hamle'
26 Ağu 2016



Stratejist Serhat Erkmen'e göre, Türkiye'nin Cerablus operasyonu sahadaki dengeleri ve oyunu değiştirecek bir hamle. Operasyon belli koşullar altında ve bazı riskler alınırsa güvenli bölge kurumasını da getirebilir. Operasyonun siyasi başarıya dönüşmesinin de şartları var.
Ayşe Karabat


Stratejist Serhat Erkmen’e göre Türkiye’nin Cerablus operasyonu, Suriye’deki dengeleri değiştirecek bir hamle, çünkü her şeyden önce ilk kez sahaya müdahale edebilecek olduğu halde, örtülü operasyonlar dışında etmemiş bir güç olan Türkiye artık sahada. Desteklediği Özgür Suriye Ordusu da uzun süren gerilemeden sonra taaruza geçti. Sonuçlar da kalıcı olabilir.

Erkmen’e göre, Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu’na bağlı güçlerin ilerlemesi, güvenli bölge kurulmasına neden olabilir ancak böyle bir güvenli bölge kurmak için bazı riskleri de göz önüne almak gerekiyor.

Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Erkmen, İran, Rusya, ABD gibi diğer aktörlerin de bazı pazarlıklar sonrasında güvenli bölgeye itiraz etmeyebileceğinin altını çiziyor. Onların da Kürt koridoru istemediğini PYD karşısındaki tutumlarının da ‘uzayınca buda, kuruyunca sula’ olduğunu söylüyor.

“ABD, YPG Fırat’ın doğusuna çekilsin derken yalnızca onlara değil, bize de sınır çizdi aslında” diyen Suriye uzmanına göre YPG’nin morali bozuk. Bu da ABD tarafından IŞİD’e karşı savaştırılmalarını zorlaştırabilir ama, “örtülü operasyonlar da misyonerlik faaliyeti değil.”

Erkmen, Cerablus operasyonunun siyasi başarıya dönüşmesi için hangi koşulların yerine gelmesi gerektiğini de anlattı.

Türkiye’nin Cerablus operasyonu, oyun değiştiren bir hamle mi?

Birkaç açıdan oyun değiştirici bir hamle. Bir kere sahaya müdahale edebilecek güçte ancak bugüne kadar sadece örtülü operasyonlar yoluyla müdahale etmiş bir bölge ülkesi doğrudan sahada. Suriye’de, Rusya’nın, İran’ın, Amerika’nın, başka devletlerin desteklediği grupları görüyorduk. İran doğrudan generallerini göndermeye başlayınca, dedik ki İran burada. Rusya uçaklarını gönderince, dedik artık Rusya da burada. Şimdi aynı şey Türkiye açısından da oldu. Türkiye’nin bu işin içinde başından beri olduğunu herkes biliyordu; ancak şimdi çok net bir şekilde kendi olanaklarıyla dahil oldu buraya. Üstelik sadece desteklediği bir grubu askeri olarak sahaya sürerek değil, kendisi doğrudan kendi unsurlarıyla birlikte dahil oldu. Dolayısıyla, bundan sonra orada, en azından Cerablus ve çevresinde, Özgür Suriye Ordusu ile çarpışacak, onunla çatışacak bir grubun karşısında sadece ÖSO yok; aynı zamanda Türkiye var. Bu anlamda bakıldığı zaman, aktörlerden birinin doğrudan sahaya inmesiyle sonuçlandı; bu bir. İkincisi, sahadaki güç dengesinde yeni bir değişiklik yarattı. Bu değişikliğin en önemli unsuru nedir? Uzun süreden beri, Halep’in kuzeyinde IŞİD’den, YPG’den, ya da bir takım cihatçı unsurlardan gördüğü baskı ve taarruzlar karşısında ÖSO savunma pozisyonundaydı. Bir ara ele geçirmiş olduğu toprakları parça parça verdi, küçücük bir alana sıkıştı. Şimdi ÖSO’nun uzun süreden sonra ilk defa bir taarruz evresiyle ilerlediğini ve kendisine alan açtığını gördük. Ve bu alanı, ilk etapta IŞİD’e ama galiba orta vadede de YPG’ye karşı açmaya başlayacak. Cerablus hamlesiyle birlikte uzun süreden sonra ilk kez ÖSO toprak kazanımı elde etti. Bazıları, bunun aslında bir güvenli bölgenin altyapısını oluşturduğunu söylüyorlar ki eğer bazı yerler alınırsa çok da mantıksız değil.

Tam onu soracaktım, güvenli bölge kurmaya kadar gider mi?

Şimdi güvenli bölge kurulabilir de, riskli. Cerablus Operasyonu’nun ilk evresini yaşıyoruz. Bir kere şunun farkına varmamız gerekiyor; müthiş bir zafer havasıyla başladı her şey. Gerçekten bir başarıdır, iyi planlanmış, iyi organize edilmiş bir operasyonla hiçbir askerimizin kanı dökülmeden, destek verdiğimiz gruplardan da çok az kayıpla Cerablus ve çevresi alındı. Cerablus ve çevresini kontrol altına aldıktan sonra iki yöne doğru ilerleme başladı. Bir, güneye, Membiç’in kuzeyiyle Cerablus’un güneyi arasında kalan köylere. Orada beklenmedik bir şekilde YPG de kuzeye doğru köylere hamle yapınca ÖSO’cularla YPG karşı karşıya geldi. Çatışmalar çıktı. Onun üzerine de Türk ordusu orayı topçu ateşine almaya başladı. İkinci hat, asıl gittiği hat, batıya, Çobanbey’e doğru. Çobanbey’e giden hat temelde Türkmen köylerinin bulunduğu, insanlarının büyük bir kısmının savaştan kaçtığı bir alan. Zaten bir güvenli bölge oluşacaksa o hattın, yani Türkiye sınırının tutulması şart. Orada şu anda IŞİD var. Ancak orası çok büyük çatışmalara sahne olacak bir bölge değil; bunu da görüyoruz. Ama asıl mesele, Çobanbey’in güneyinden itibaren, eğer orada bir güvenli bölge oluşturulacaksa ve 60 km gibi bir derinlik olacaksa – ki epey derin bir alan bu- Bab’ı ve Bab’ın kuzeyindeki, Bab’ın kendisini ve onun batısındaki bir takım alanları içeriyor. IŞİD’in savunma, direnme noktası Bab. Rakka’ya giden ana kapı olarak bakılıyor Bab’a. Ve orada ciddi bir yığınak ve savaşma kapasitesi var. Ve buna paralel olarak, aynı hat üzerinde Dabık var.

Meşhur Dabık... Önemi nedir Dabık’ın?

Sadece stratejik korunma açısından değil, taşıdığı sembolik, politik, psikolojik önemi de çok yüksek. O bölgelerde daha önce çok ciddi çatışmalar oldu, kolay bırakmak istemeyecekleri hatta bırakmamak için direnecekleri bir alandan bahsediyoruz. IŞİD’in ideolojisini de şekillendiren kıyametçi anlayışının ürünü olan ve nihai büyük savaşın gerçekleşeceğine inanılan yer orası. O anlamda bakıldığında, kutsallığı da var. Dolayısıyla, öyle kolay kolay vazgeçilecek bir yer değil. Aynı zamanda, stratejik anlamda da bakıldığında çevreye hakim bir bölge; tek Dabık Köyü ile bağlantılı düşünmeyin; mıntıkasını da düşünmek gerekiyor. Ve enteresan bir biçimde, tabii tarihin ironisi bu galiba, Mercidabık Savaşı’nın da beş yüzüncü yıl dönümü. Yani bu anlamda aslında sembolü de var olup bitenin. Hani o beş yüzüncü yılında yeniden Türkiye’nin desteklediği bir yapının eline geçmesinin politik anlamda söylemsel olarak da başka boyutlara doğru kullanılması mümkün olabilecektir.

Ve bu önemli bölge Dabık... Güvenli bölge kurulacaksa, risk unsuru?

Eğer bir güvenli bölge oluşturulması meselesi gündeme gelirse, Çobanbey’den güneye doğru – ki sınır hattının kontrol altında tutulabilmesi için muhtemelen öyle bir şeyi düşünüyorlardır- o zaman Dabık ve civarı, mıntıkası bağlamında bakıldığında bugün olduğundan daha şiddetli olaylar olabilir. Bu işin batı kısmı; bu anlamda riskli. Güneye doğru inildiğinde, Membiç’e, Membiç’ten YPG çekiliyor, bu doğru; Membiç’in çok çok büyük bir kısmı Araplar’dan, bir kısmı Türkmenler’den oluşan bir yer, tabii daha sonra demografi çok değişti onu da biliyoruz, ama Membiç’in içinde kalan güçlerin kimin tarafında olacağını şu anda bilmiyoruz. Yani, Membiç Arapları eğer ÖSO’ya katılma yönünde bir eğilim içinde olurlarsa, bunun bize göstereceği sonuç başka olacaktır; YPG ile ortak hareket etmek isterlerse, sonuç başka olacaktır. YPG’yi çok tercih edeceklerini sanmıyorum; IŞİD’den kurtulmak için kim kurtarıcıysa ona sarıldılar. Ama sonuçta uzun vadede aralarında çok ciddi farklılıklar olan bu yapıyla da ne kadar ileri giderler, o da ayrı bir mesele. Dolayısıyla, operasyonun ilk günlerinde hedef Cerablus’ken, Cerablus’un civarıyken, ve sınır hattının yakın bölgelerindeki göreli olarak hem menzilimizin içinde bulunması nedeniyle hem demografik yapısı nedeniyle bizim etkili olabildiğimiz alanlarken, çok daha kısa süre içerisinde hızlı bir başarı elde etmişken daha sonrası için elbette başarı vardır. Ama oralarda biraz daha uzun sürebilecek, belki belli sürelerde çatışmanın olabileceği, şiddetlenebilecek yerler karşımıza çıkacaktır. Bunu da unutmamamız gerekiyor. Bir son nokta, eğer ÖSO Bab civarına inmeye kalkarsa, karşılaşacağı tek şey IŞİD değil, hemen 10 km batısında neredeyse Esad’ın kontrol ettiği yerlere kadar varabilir, öyle bir bölgeye denk gelebiliriz ki – kavşağa- bir tarafında IŞİD bir tarafında Esad, bir tarafında ÖSO, belki bir tarafında da hani yaklaşma süreci itibariyle YPG, acayip bir kavşakla karşı karşıya kalabiliriz. Bu ihtimallerin hepsi var.

Diğer aktörlerin tutumu nedir güvenli bölge konusunda?

Diğer aktörlerin de ABD- Rusya, İran güvenli bölgeyi tam olarak kabul ettikleri şu an görmüyoruz. Ama karşılıklı al-verlerle bence mümkün. Eskisinden daha mümkün. Ama güvenli bölge oluşturmanın maliyeti yani çok daha büyük. Politik maliyeti, askeri maliyeti çok daha büyük. Hani öyle Cerablus'tan 2000 kişi girecek 3000 kişi Çobanbey'den gelecek, 5000 kişi ile o kadar büyük bir alanı kontrol edeceksiniz falan, yok öyle bir şey. Bunun için daha büyük bir finansal destek, daha büyük bir askeri destek ve çok daha büyük bir uluslararası desteğe ihtiyaç var. Dolayısıyla, belki adı güvenli bölge olmayabilir, bir fiili durum yaratılabilir ilk etapta.

Bu operasyonla ilgili diğer aktörlerin- yani Amerika, Rusya ve İran’ın güçlü bir karşı çıkışı yok. Ben bunu onay olarak algılıyorum. Yanılıyor muyum?

Elbette onay var. Rusların bilgisi olduğu çok net. Rusya ile herhangi bir şekilde koordine etmeden Türk Hava Kuvvetleri'nin Suriye hava sahası içerisinde bir operasyon icra etmesi mümkün olmazdı. Rusların itirazı olsaydı bunun askeri karşılığı olabileceği gibi politik karşılığı da olabilirdi. Rusya görmezden gelinebilecek bir açıklama ile işi kapattı. Amerika Birleşik Devletleri ile ne kadar koordine, soru işareti.

Sahi mi? Ama, resmi açıklamaya göre, koalisyon hava kuvvetleriyle yapıldığı yönünde...

Amerikalılar sonradan sekiz tane hedefi vurduklarını ilan ettiler, ama operasyon başladıktan önce mi sonra mı birlikte mi şimdi bunlar henüz açığa kavuşan şeyler değil. Politik destek verdiler mi? Verdiler. Yani YPG'ye yönelik yapmış olduğu açıklama net bir politik destekti. Yapmayabilirlerdi. Hatta operasyona katılan grupların sayısı Türkiye'de az söyleniyor, birkaç tanesinin ismi söylendi ama derlenip toparlanıp bakıldığında Amerikalıların eğitip de Suriye'nin kuzeyine soktuğu grupların bir kısmının da üç kişi, beş kişi, on kişi, her neyse, küçük gruplar halinde de olsa bu operasyon içinde yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bunlar da bize Amerikalıların onayı olduğunu söylüyor. İran'da birtakım çatlak sesler çıktı, algılamalar, açıklamalar çıktı ama İran'da öyle çok fazla çok büyük bir şey söylemedi. Suriye rejimi de “hava sahamızı, topraklarımızı ihlal ettiniz” dedi ama bunun normal karşılığı bu değil. Hepimiz bunu biliyoruz.

Bütün bu ülkelerin zımni onayının arkasında ne var? Ne düşünüyorlar? IŞİD temizlensin de kim temizlerse temizlensin diye mi?

Evet. Şu anda IŞİD ile sınırlı olması, temelde IŞİD'i hedef alması YPG'yi de belli bir sınırın ötesinde tutmasının ötesinde üstüne gitmemesi var. Ama mesela Mimbıç'tan YPG çıkarılır, efendime söyleyeyim, ondan sonra doğuya doğru başka bir hareket başlarsa onu bilmiyoruz. Yani şu anda ona ilişkin bir öngörümüz yok. En azından onların söylediğinden çıkarsayabileceğimiz büyük bir şey yok ama şunu söyleyebilirim. Bence Türkiye'nin Cerablus hamlesi sonucunda, yani şöyle düşünün, o bölgede, Cerablus, Mimbiç, Bab, Azaz'da bir kitlenme durumu oluşur. Herkes yerine oturdu. Bundan sonraki işin değişeceği yer Suriye değil, muhtemelen Irak olacak. Yani doğuya kayacak çatışmalar. Musul Operasyonu'nun da zamansal olarak da yakınlaştığını görüyoruz. Hamlelerin de yakınlaştığını görüyoruz. Belki bir ay sonra, belki kırk beş gün sonra hava şartlarına bağlı olarak, Irak'tan bir cephe açılıp, oradan bir baskı uygulanabileceğini görebiliriz.

Bu onay nereye kadar sürer?

Bunu şu anda söyleyemem. Ama tahminim ÖSO’nun Halep üzerinde doğrudan baskı oluşturabilecek, yeni bir cephe açabilecek, rejimi zora sokabilecek herhangi bir yere gelmesi durumunda Rusya, İran, Şam, "Hop" der. Amerikalılar açısından baktığınız zaman da YPG'yi Mimbıç'tan ittikten sonra yukarıya doğru, böyle kuzeydoğuya doğru, kaymaya başlayacak olursa iş onlar da orada "Hop" der. Mesela bakın Amerikalılar “Arap nüfusun çoğunluğu olan yerlerde ÖSO gelsin” demedi. “YPG, Fırat'ın doğusuna çekilecek” dedi. Bir sınır hattı çizdi aslında, YPG'ye de bize de. Amerikalıların derdi IŞİD üzerinde baskı oluşturmak, muhtemelen bu baskıyı, Rakka'ya doğrudan yapmayı planlıyorlar ama YPG de bu işe pek yanaşmıyor. Çünkü çok kötü biçiyor IŞİD. Ayn İsa'dan birkaç defa denedi YPG yani çok ağır kayıp verdiler.

Kürt koridoru konusundaki tutumu nedir bu ülkelerin?

Benim görebildiğim İran ve Rusya Kürt koridorunu desteklemiyorlar. Belki de bunun arkasındaki, çok erken konuşmak istemiyorum bazı şeyler için ama, belki biz iki üç ay sonra dört ay sonra Halep rejimin eline geçerse eğer, muhtemelen geçmesi için kritik günün dün olduğunu söyleyeceğiz. Neden? Şimdi ben yaklaşık iki hafta önce kadar bir yazı yazdım. Dedim ki aslında Rusya ile Türkiye arasında bir anlaşma olabilmesi mümkün. Bu anlaşma uygulaması zor fakat teoride mümkün olan bir anlaşma. Nedir bu anlaşma? “Halep koridorunu kapat, istediğini Cerablus'a yönlendir”. Türkiye üzerinden, değişik gruplardan Halep'e destek gitmezse oradaki muhalif grupların Halep'i kurtarma şansı azalır. “Senin derdin PKK. PKK'ya dön, adamını çek, sınırı kapat. Rejim Halep'i alıp kendisini güvence altına alsın, sen de IŞİD'i sınırdan uzaklaştır, PKK'yı baskı altına al, belli bir çerçeveye sok. Kazan-Kazan.” Ama hâlâ bu konuda çok temkinli konuşmaya çalışıyorum çünkü bu çok farklı bir anlama geliyor. O yüzden şunu söyleyebilirim: Rusya'nın, İran'ın Şam rejiminin Kürt koridoru oluşmasına destek verdiğini düşünmüyorum. Kürt koridoru için olası tek hat El Bab'ın kuzeyinden geçen Afrin'in de güneydoğusundan inen bir koridor. Orada birtakım köyler var. Demografik olarak Kürt. Yalnız iki tane önemli sorunları var: bir IŞİD'in en büyük kampı olan Kubbesi bu güzergahın ana noktasında duruyor, orası biraz zorlanırlar almakta, iki Türkiye bu şeklide yaklaşmaya devam ederse üçü bir araya gelecek. İyi, Kötü, Çirkin filminin son sahnesi gibi. Üç tane birbirine bakan silahşor düşünün aynı anda, hangisi daha önce silah çekecek diye birbirine bakan üç aktör: ÖSO, YPG, IŞİD. Bir de burada arkada bekleyen rejim var. Halep'i de alırsa ona dönecek, dolayısıyla teknik olarak Kürt koridorunun oluşması epey güçleşecek. Belki YPG’nin moralinin bozulmasının arkasında bu yatıyor ve benim merak ettiğim soru ne biliyor musunuz? Amerikalılar bu şekilde bir talimatla YPG'yi çekilmeye zorladıktan sonra nasıl tekrar IŞİD'in üstüne salacaklar bilmiyorum.

ABD Başkan Yardımcısı Biden, “Kürt koridoru yok, nokta”, demişti. Bu inandırıcı mı?

Zaten Mimbiç’i zor aldılar. Çok kayıp verdiler. Üstelik Mimbiç onların doğal kontrol alanında değil. Çevresinde bir takım Kürt köyleri var, bu doğru. Ama şehir merkezine bakarsanız, büyük bir kısmı Araplardan, ilçe merkezi de Türkmenlerden oluşuyor. Şimdi oradaki Arapların IŞİD’den kurtulmak için PYD’yi kucaklaması ile PYD’ye büyük bir samimiyet beslemesi arasında büyük bir fark var. Bir de hava desteği alan bir güç yoksa karşılarında IŞİD’in neler yapabileceğini gördük. Bence, orada Kürt koridorunun önünde hem pratikte hem de uluslararası destek anlamında bir kilitlenme ver ve bu Kürt koridoruna ciddi bir darbe vurdu gibi görünüyor.

Az önce sorduğunuz soruyu ben size sorayım, Amerika YPG’nin moralini bu kadar bozmuşsa, bundan sonra IŞİD’e karşı nasıl savaştırabilir?

Bilmiyorum, bu soru benim için büyük bir soru. Bunca zamandır besliyor, destek veriyor. Kissinger’ın Mala Mustafa Barzani’ye söylediği bir laf var: “Örtülü operasyonlar misyonerlik faaliyeti değildir.” Bu tarihe geçmiş bir söz. Bu anlamda bakıldığı zaman, YPG’nin bugün Amerika Birleşik Devletleri’ne uzun süre küskün kalabilme lüksü yok. Birden çok düşmanı var çünkü. Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğinin şu an kesileceğini falan söylemiyorum. Ama artık işine yaramayan bir aracını da sırf onları çok sevdiğinden, insaniyetinden, falan destekleyen bir yapısı yok. Dolayısıyla, evet küsebilirler, evet motivasyonları düşebilir ama belli yerlerde işbirlikleri devam etmek durumunda; aksi takdirde bu süre zarfında biriktirdikleri düşmanlarla yüz yüze geldiklerinde yalnız kalma tehlikesi onları bekliyor. Bir de bu tip yapıları besleyenlerin şöyle bir yaklaşımı vardır hep; uzayınca buda, kuruyunca sula.

Şam Yönetimi de egemenlik ihlâlimiz var dedi, ama çok da memnuniyetsizmiş gibi yüksek ses çıkarmadılar, yanılıyor muyum?

Doğru söylüyorsunuz. Şam için şu an için önemli olan şey bir tabii ki Şam, iki Halep, buraların güvence altına alınması, kontrol altına alınması. Şu anda çok sınırlı bir gücünün bulunduğu ve yaşamsal önemi olmayan yerler konusunda büyük bir kaynak tüketme niyetinde değiller; bu da görülüyor.

Sahada değişen bu durum, barış görüşmelerine nasıl yansır?

Askeri çatışmalar tam bir noktaya ulaşmadan tekrar öyle büyük bir diplomatik sürecin başlatılacağını, başlatılsa da başarıya ulaşacağını sanmıyorum. O tip görüşmelerin önemli bir kısmı hikaye. Yani haklısınız, teorik olarak baktığınızda sahada güçlenen muhalifler masaya yumruğunu vurabilirler de, yani o masaya vururken kimin yumruğunu masaya vurdukları da ayrı mesele. Kendileri arasında parçalandılar. Şimdi Cerablus operasyonuna katılanlar Katar’ın Suudi Arabistan’ın desteklediği gruplar değil.Katar, Suudi Arabistan falan da ya işte Türkiye’nin desteklediği gruplara da yer açalım masada, bana pek öyle görünmüyor. Şu aşamada birinci öncelikte değil zaten. Askeri denge sağlanmadan ya da askeri bir sonuca varılmadan bunun başarıya da ulaşabileceğini çok zannetmiyorum.

Askeri başarının siyasi başarıya dönüşmesi için ne olması lazım?

Şimdi askeri başarı bence daha teknik ve çatışmaya dayalı bir tabir. Siyasi başarıya dönüştüğü zaman bence gerçekten bir başarıdan bahsedebiliriz. Bu da nedir? Bir, Türkiye’nin kendisini IŞİD tehdidinden uzaklaştırması, gerçek anlamda. İki, Suriye’nin kuzeyinde PKK kontrolünde bir Kürt devleti kurulmasının kısa vadede ötelenmesi, uzun vadede ortadan kaldırılması. Üç, Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verebilecek diğer grupların veya parçalanmışlık durumunun ortaya çıkmasının engellenmesi, dördüncüsü de bunları yaparken Suriye’deki hem diplomatik hem siyasi anlamdaki masaya yeniden güçlü bir aktör olarak oturması. Epey zayiat vermişiz bu konuda. Müttefiklerimizle ya da rakiplerimizle onları ikna edebilecek kozlarla masaya oturabilmemiz. Ama sıralamasını, tam da bu sıralamayla başarıyı düşünebiliriz.
Kaynak: Al Jazeera

HDP'den Cerablus yorumu: Suriye politikasında belki de geri dönülemez en büyük yanlış
24.08.2016

HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, TSK'nın IŞİD'e yönelik Fırat Kalkanı operasyonu ile ilgili TBMM'nin şu ana kadar bilgilendirilmediğini söyledi.

Baluken, düzenlediği basın toplantısında, Fırat Kalkanı operasyonu ile Türkiye'nin Suriye'deki çatışmaların fiili tarafı haline getirildiğini savundu.

Bu kararı kimin ve nasıl verdiğini uzun uzun anlatmaya gerek olmadığını belirten Baluken, "Başka bir ülkenin egemenlik alanına girme gibi çok ciddi bir durumla ilgili konuşuyoruz ama TBMM'yi bilgilendirme noktasında en küçük bir gündem bile bu saate kadar dillendirilmemiştir. Bu karar, Erdoğan ve AKP'nin yanlış üstüne yanlış yaptığı Suriye politikasında belki de geri dönülemez en büyük yanlışıyla maalesef bölge halklarının önüne getirilmiştir" ifadesini kullandı.

‘ÇANKAYA KÖŞKÜ'NDE YAPILAN ÜÇLÜ ZİRVEDE BELLİ Kİ BU SAVAŞ KARARI TARTIŞIMIŞTIR'

Söz konusu operasyona CHP ve MHP'nin de ortak olduğunu ileri süren, Baluken şöyle devam etti:

"İki gün önce Çankaya Köşkü'nde yapılan üçlü zirvede belli ki bu savaş kararı tartışılmış ve ortaklaşılmıştır. Şu anda ortaya çıkan tablo maalesef üç liderin çılgın bir şekilde sarayın talimatı doğrultusunda ülkeyi geri dönülemez bir savaş sürecine sürüklemesiyle karşı karşıyayız.

Bu savaş kararı uluslararası hukuk nezdinde Türkiye'yi oldukça zora sokacak bir karardır. Bu karar Suriye'deki savaş ortamını daha şiddetli bir şekilde Türkiye'nin içerisine taşıyacaktır. Gelinen aşamada yanlış olarak tespit ettikleri birkaç yıllık Suriye politikasından ders alıp bir doğru politika belirleme durumu yoktur. Yanlışın üstüne yanlış ekleyerek yanlışı büyütme durumuyla karşı karşıyayız."

‘BIDEN'IN TÜRKİYE ZİYARETİNE DENK GELMESİ GİBİ DURMUYOR'

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Baluken, operasyonun, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Türkiye ziyaretine denk gelmesinin tesadüf gibi durmadığını savundu.

Türkiye'nin barışçıl temele dayalı bir politika geliştirmesi gerektiğini ifade eden Baluken, şunları kaydetti:

‘TÜRKİYE'NİN SURİYE POLİTİKASININ NASIL İFLAS ETTİĞİNE HEPİMİZ ŞAHİTLİK ETTİK'

"Türkiye'nin Suriye politikasının nasıl iflas ettiğine hepimiz şahitlik ettik. Belli ki aynı ısrarı hala sürdürüyorlar. ABD'ye mesaj vererek, Rusya'ya mesaj vererek, Avrupa ülkelerine mesaj vererek her türlü çılgınlıkları yapabileceğini, bölgedeki halkların iradelerini esas almadıklarını ortaya koyuyorlar. Bunu son derece sakıncalı ve tehlikeli görüyoruz."
Kaynak: Sputnik

Ertuğrul Özkök: Suriye politikası bir öğretim üyesinin Esed takıntısının eseriydi, çatır çatır çöktü
20 Ağustos 2016



"Numan Kurtulmuş'un o sözleri söylediği gün bakın Esad ne yaptı?"


Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş'un "Başımıza gelen birçok şey Suriye politikasından. Başkaları da öyle ama biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık” sözlerini eleştirdi. Özkök, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'nu kastederek, "Bir öğretim üyesinin, Ortadoğu’yu, yazdığı kitaba uydurma garabetinin, 'Bu bölgede her şey benden sorulur' hezeyanının sonucuydu. 'Ve olup biteni ona sormayan 'Esed'e duyduğu öfkenin, takıntının eseriydi. Çatır çatır çöktü..." dedi.

Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet gazetesinin bugünkü (20 Ağustos 2016) nüshasında yayımlanan "Hayır Numan Bey 'Esed' takıntısının bedelini ödüyoruz" başlıklı yazısı şöyle:

'BAŞIMIZA gelen birçok şey Suriye politikasının bir sonucu...'

Bunu söyleyen Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş...

***

Bazı internet siteleri bunu “itiraf” olarak görmüş...

Hayır bu bir itiraf değil, saptama...

Çünkü bu sözlerde Türkiye’nin Suriye politikasının yanlışlığına dair bir ifade yok.

***

Oysa bir illüzyondu Suriye politikamız, bir gençlik hülyasının eseriydi.

***

Bir öğretim üyesinin, Ortadoğu’yu, yazdığı kitaba uydurma garabetinin, “Bu bölgede her şey benden sorulur” hezeyanının sonucuydu.

***

Ve olup biteni ona sormayan “Esed”e duyduğu öfkenin, takıntının eseriydi.

***

Çatır çatır çöktü...

Ve hepimiz altında kaldık.

Tespitiniz doğru Sayın Kurtulmuş...

Eksik cümlenizi de ben tamamlayayım.

***

Madem bunlar “Esed” takıntısı yüzünden başımıza geldi...

Yapılacak ilk iş “Esed” takıntısından kurtulup Türkiye için en yararlı politika nedir, oraya dönmektir.

Numan Kurtulmuş'un o sözleri söylediği gün bakın Esad ne yaptı

NUMAN Kurtulmuş, bazı akademisyen ve aralarında Hürriyet’ten Murat Yetkin’in de bulunduğu bazı gazetecilere “Suriye politikamızın” değiştiğine dair işareti verdiği gün Suriye’den şu haber geldi.

Esad’a bağlı Suriye ordusuna ait uçaklar ilk defa YPG mevzilerini vurdu.

Beş yıldan beri Türkiye’ye verilen ilk olumlu mesaj bu. Diyor ki Esad:

Kardeşim sen Kürtlerin Suriye’de bir devlet kurmasından mı endişe ediyorsun?

Buyur bunu en iyi ben önlerim...

Bakmayın siz Ankara’nın durmadan “İçinde ılımlı Arapların da bulunduğunu” söylemesine...

Herkes bal gibi biliyor ki, Menbiç’i YPG’ye bağlı Kürtler geri aldı IŞİD’in elinden.

O nedenle Suriye uçaklarının YPG mevzilerini vurması Ankara için bir can simidi olabilir.

Halep'i kim alırsa 'Kurtarılmış' kim alırsa 'Düşmüş' sayacak

AB’den sorumlu Bakan Ömer Çelik, “Halep düşerse yeni mülteci akımı olabilir” diyor.

Kastettiği şu: Esad’a bağlı ordu Halep’i alırsa bakana göre şehir “düşmüş” sayılacak...

Peki kim alırsa “kurtarılmış” sayılacak?

Sakın bana “ılımlı muhalifler” demeyin...

Herkes biliyor ki Suriye’de ılımlı muhaliflerin esamisi okunmuyor.

Suriye ordusu yenilirse şehri ya IŞİD ya da eski adıyla El Nusra alacak...

Sizce hangisi Türkiye açısından daha iyi...

Önce buna karar verip sonra “Kurtarıldı” veya “Düştü” ifadelerini kullanmak devlet terminolojisine daha uygun düşmez mi.
Kaynak: T24

AKP'nin Suriye politikasının kaçınılmaz sonucunu Patrick Cockborn anlatıyor : Türkiye Suriye'de harekata başlayabilir
31 Ocak 2016



Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri Patrick Cockborn, Suriye'de dengelerin Esad yönetimi lehine değiştiğini ve Kürtlerin Türkiye sınırını ele geçirmek üzere olduğunu söyleyerek "Erdoğan yenilgidense müdahaleyi seçebilir" diyor:

"Türkiye'nin Suriye sınırında bir Rus savaş uçağını vurmasından bir ay önce Rus askeri istihbaratı Devlet Başkanı Vladimir Putin'i, Ankara'nın bu yönde bir planı olduğuna dair uyarmıştı.
"Yaşananları yakından izleyen diplomatlar, Putin'in istihbarat servisinin uyarısını dikkate almadığını ifade ediyor. Büyük ihtimalle Putin, Türkiye'nin Rusya'yı Suriye'de daha da kapsamlı bir askeri operasyona itmek istemeyeceğini düşündü.

"Ancak 24 Kasım'da bir Türk F-16'sı, Rus bombardıman uçağını vurdu ve bir pilotu da öldürdü. Olayda iyi planlanmış bir pusunun tüm izleri vardı.
"Türkiye Rus savaş uçağının Türk hava sahasını 17 saniye boyunca ihlal etmesine karşılık verildiğini söylüyordu. Ancak Türk savaş uçakları alçak irtifadan uçarak kendilerini gizlemek adına her şeyi yapmışlardı.
"Rus savaş uçağını düşürmek üzere özel bir göreve çıkmış gibi duruyorlardı.
"Kore savaşından bu yana ilk kez bir Rus savaş uçağı NATO'ya bağlı bir askeri güç tarafından düşürülmüş oldu.

"Bu olay önemliydi çünkü Türkiye'nin Suriye'de devam eden savaştaki pozisyonunu koruyabilmek için ne kadar ileri gidebileceğini gösterdi.

Savaş kritik aşamada

"Rus jetinin vurulması hala geçerliliğini koruyan bir durum çünkü o olaydan 2 ay sonra bugün kuzey Suriye'de Türkiye'nin çıkarları hava sahası ihlallerinden çok daha ciddi bir tehdit altında.

"Suriye savaşı kritik bir aşamaya geldi. Son bir yıl içerisinde Suriyeli Kürtler ve silahlı kolları YPG, Suriye - Türkiye sınırının yarısını ele geçirdi.

"Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) ana ikmal hattı olan Tel Abyad, geçen yıl Haziran ayında ele geçirilmişti. ABD'nin hava desteğiyle birlikte Kürtler birçok farklı noktada ilerleme kaydetti ve Dicle ile Fırat arasındaki Türkiye - Suriye sınırını tamamen kontrol altına aldı.

"YPG'nin Cerablus'un batısına doğru sadece 100 km daha ilerlemesi halinde hem IŞİD'in hem de diğer silahlı grupların ikmal hatlarını kesmesi olası.
"Türkiye, YPG'nin Fırat'ın batısına geçmesinin 'kırmızı çizgisi' olduğunu açıkça dile getirdi.

YPG Manbic'e yaklaştı

"Ancak YPG'nin de içinde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri Tişrin Barajı'nı ele geçirip IŞİD'in stratejik mevzisi Manbic'i tehdit etmeye başladığında Ankara harekete geçmedi.

"Şimdiyse Suriyeli Kürtler Halep'in kuzeyindeki stratejik bölgeyi ele geçirip Afrin'deki Kürt mevzileriyle bağlantıyı sağlama konusunu tartıyor.
"Gelecek birkaçö ay içerisinde yaşanacaklar, bölgede uzun vadeli kazananın kim olduğunu belirleyebilir.

"Rus şemsiyesi altında Esad güçleri birden fazla cephede ilerliyor.
"Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 5 yıldır devam ettirdiği Suriye muhalefetini destekleyerek Esad'ı devirme planı yenilgiyle burun buruna geldi.

"Suriye'ye asker gönderilmesine hem ABD hem de Rusya'dan gelecek sert tepki nedeniyle Türkiye bu tabloya bir oldu bittiyle yanıt verebilir.
"Ancak asker göndermemenin karşısındaki seçenek yenilgi ve aşağılanma olursa, Ankara harekatı tercih edebilir.

Erdoğan faktörü

"Fransız düzensiz savaş ve Ortadoğu uzmanı Gerard Challiand, geçen hafta Erbil'de konuşurken 'Eğer Türkiye'nin lideri Erdoğan olmasaydı, Türkler [Kuzey Suriye'ye] askeri müdahale yapmaz derdim. Ama lider Erdoğan olduğu için sanırım yapacaklar' demişti.

"Erdoğan'ın geöen yıl ilk genel seçimlerin ardından da yaptığı gibi işi ciddiye bindirmek gibi bir ünü var. Türkiye'deki Kürtler ile parçalı haldeki muhalefeti karşı karşıya getirip Kasım ayındaki seçimleri kazanmayı başarmıştı.
"Suriye'ye doğrudan askeri müdahalede bulunmak riskli. Ancak Challiand, bu müdahaleyi gerçekleştirecek askeri kapasiteye sahip ve Rusya tarafından da sindirilemez.

"Elbette bu müdahale kolay olmaz. Rusya'nın Suriye hava sahasında uçan jetleri ve karada da hava savunma sistemleri var. Ancak muhtemelen Putin'in aklında Suriye harekatının sınırlarına dair açık ve net çizgiler vardır.
"Avrupa'da yaşayan deneyimli bir Suriyeli Kürt siyasi hareketi lideri olan Ömer Şeyhmus, 'Suriyeli Kürtlerin anlaması gereken bir şey var: Rusya ya da Suriye ordusu onlar için Türkiye'yle savaşa girmez' diyor.

"PYD'nin kendi gücünü abartmaması gerektiği uyarısını yapan Şeyhmus, Erdoğan'ın tepkilerinin öngörülemez olduğunu da hatırlatıyor.
YPG'nin bir sonraki adımı ne olacak?

"Ancak diğer Kürt siyasi liderleri Türkiye'nin Suriye harekatını pek de olası görmüyor. Onlara göre bu tür bir harekat gerçekleştirilecek olsaydı, Rus savaş uçağının düşürülmesinden önce başlamış olurdu.

"Uçağın düşürülmesinin ardından Rusya'nın Suriye'deki hava gücünü artırdığı ve Türkiye'ye karşı da çok daha düşmanca bir tavır takınıp, Suriye ordusunun Lazkiye ve Halep yakınlarındaki harekatlarına tam destek verdiği hatırlatılıyor.
"Mevcut durumda Suriyeli Kürtler hala bir sonraki adımın ne olacağı konusunu düşünüyorlar. Oluşturdukları Rojava yarı devleti patlayıcı bir biçimde hızla büyüdü çünkü ABD'nin IŞİD'e karşı karada bir ortağa ihtiyacı vardı.

"Farklı zamanlarda hem Rusya hem de ABD Suriye Demokratik Güçleri'nin Manbic'e ilerleyişine destek verdi. Suriye'nin kaotik satranç tahtasında şu anda Kürtlerin ve Suriye ordusunun düşmanları aynı. Ancak mevcut avantajlı pozisyonlarının sadece savaşın sonuna kadar sürebileceğini de biliyorlar.
"Türkiye'den ciddi bir müdahale gelmediği takdirde Esad güçleri ile müttefiklerinin savaşı kazanmakta olduğu görülüyor. Rusya'nın, İran'ın ve Lübnan Hizbullahı'nın artan desteği ibreyi Esad'a çevirmiş durumda.

"Bölgenin üç Sünni gücü Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar'sa şu ana kadar muhalifleri destekleyerek Esad'ı devirme stratejisinde başarısız oldular.
"Bu stratejiye verilen desteğin daha ne kadar devam edebileceği de belirsiz. Suudi Arabistan bir yandan Yemen'deki savaşa saplanmış durumda. Diğer yandansa petrol fiyatlarının daha uzun süre 30 dolar seviyesinde kalma riski var.

"Katar'ın Suriye stratejisini kestirmek ise daha da zor. Bir Ortadoğu uzmanı 'Katar'ı hiçbir zaman çözemedik' diyor. Washington'dan bir diğer uzman ise 'Katar'ın dış politikası bir gösteriş projesi' diyor ve ülkenin yurtdışında marka değeri yüksek binaları satın alıp Dünya Kupası'na ev sahipliği yapma emellerini hatırlatıyor.

'Herkes kendisine fazla güvendi'

"Suriye ve Irak'ta genelde herkes kendi eline fazla güvendi. Yakalanan kısa süreli avantajlar, uzun vadeli başarı yanılgısına neden oldu.

"Bu 2003'te Irak'ı işgal eden ABD gibi bir süper güç için dahi geçerli, 2014'te hızla büyüyen IŞİD için de, 2016'ya girerken Suriyeli Kürtler için de.
"Şu ana kadar İran'ın görece daha avantajlı olmasının nedeni, temkinli ve adım adım politikalarını geliştirmeleri oldu.

"Suriye'deki gelişmeleri tersine çevirebilecek son bölgesel güç, doğrudan askeri müdahale kabiliyetine sahip olan Türkiye.

"Suriye - Türkiye sınırı kademeli olarak kapanırken bu seçenek gözardı edilemez. Ancak bu olay dışında Suriye krizi o kadar uluslararası bir boyut kazandı ki, nihai noktayı ancak ABD ve Rusya koyabilecek duruma geldi."
Kaynak: BBCT

Halep’te Büyük Taarruz’un ayak sesleri
Akdoğan Özkan
25 Nisan 2016



Suriye’de 27 Şubat tarihinde yürürlüğe giren ateşkesin olanak tanıdığı iç savaşı sonlandırma çabaları, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye destekli Riyad Cephesi’nin geçtiğimiz hafta Cenevre III görüşmelerinden çekilmesi ile birlikte bir kez daha çökmüş oldu. Şimdi sırada sanırım “barış girişimleri” yerine Halep ilini merkeze alan çatışmaların yoğunlaştığı “savaş çabaları” olacak. Bir diğer deyişle, Büyük Halep Taarruzu’nun eli büyük ölçüde kulağında gözüküyor!

Teknolojik imkânlar sayesinde artık benim gibi “salon gazetecilerinin” de görebildiği üzere, şu an Halep şehrinin batısına rejim güçleri, doğusuna ise isyancılar hakim. Oysa ülkenin ticaret başkenti Halep’e tümüyle hakim olabilmek kritik öneme sahip. Pek çok siyasi gözlemcinin de dile getirdiği üzere, Halep’i alan ve başkent Şam’a hakim olan bu savaşı kazanacak.

Gerçi BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan De Mistura, Riyad Cephesi’nin müzakerelerden çekilmesine rağmen Cenevre görüşmelerinin bir şekilde yeniden başlayacağını umuyor, ama Suriye’de yaşayan ancak ülke yönetiminde herhangi bir görevleri olmayan ılımlı muhaliflerin oluşturduğu Hmeymim Grubu ile Riyad Cephesi arasındaki ihtilaflı konular giderilecek gibi de görülmüyor.

Zira Riyad Cephesi barışçıl bir çözüm için Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın görevinden ayrılmasını şart koşarken, Hmeymim Grubu’nun böyle bir koşulu bulunmuyor. Ulusal Eylem, Demokratik Eylem Cephesi ve Uluslararası Kızılay Komitesi gibi örgütler ile Suriyeli doktorlar, avukatlar, mühendisler ve gazetecilerin temsilcilerinin yer aldığı Hmeymim Grubu, Esad’ın seçimleri kazanırsa tanınması gerektiği, aksi takdirde ülkenin çatışan taraflar arasında bölüneceği düşüncesinde.

Diplomasi cephesinde ipler kopma noktasına gelirken, sahada olup bitenler de, önümüzdeki günlerde başlayacak olanın görüşmelerden ziyade çatışmalar olacağını teyit eder nitelikte.

Bu konudaki en büyük işaret, Halep kırsalındaki büyük hareketlilik. Gözlemciler, Rusya’nın son zamanlarda Halep şehri civarına top ve ağır silahlar yerleştirmeye başladığına dikkat çekiyorlar. Aslında bu bataryalar Suriye Ordu birliklerinin Palmira’ya yönelik operasyonları sebebiyle Humus ilinde bulunuyordu. Birliklerin Halep civarına kaydırılması, Suriye Ordu birlikleri ile müttefiklerinin olası bir Halep harekâtının ön hazırlığı olarak değerlendiriliyor.

Her ne kadar Rusya Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının önemli bir kısmı ateşkesle birlikte Suriye’den çekilmiş ise de, Putin’in Halep’e doğru bu askeri yığınağı belli ki ABD’yi endişelendirmiş. Zira Dışişleri Bakanı John Kerry, 22 Nisan’da New York Times gazetesi editörlerine “orada oturup onun rejimi destekleyen şeyler yapıp muhalefeti ezişini seyredecek değiliz. Bu konuda aptal değiliz,” deyiverdi. Ancak bu tip sözler genelde iç kamuoyuna yönelik içi boş “kararlılık” demeçleri. Yoksa Amerikalıların Ruslara rağmen bir şey yapacağı yok. Washington selametin Ruslarla birlikte bir şeyler yapmaktan geçtiğini gayet iyi biliyor.

Zaten, Kerry de, Ruslara “sen bu çizgiyi geçme, ben de şuradan ötesine geçmeyeyim, arada kim ne yaparsa yapsın” şeklinde, mutlak çizgilerin olduğu bir teklifte bulunduklarını ve bu konuda bu hafta ya da öbür hafta içinde sonuç almayı beklediklerini söylüyor. Aslında diplomasi lisanıyla edilen bu laflar bile yaklaşan fırtınanın habercisi sayılabilir.

Ateşkesin ve “barış görüşmelerinin” çökme noktasına gelmesinde çok da şaşılacak bir şey yok. Zira ateşkes, savaşan taraflara daha iyi silahlarla donanabilmeleri ve/veya vekiller arası saflaşmaların asillerin arzuladığı doğrultuda yapılması için tanınan bir fırsat işlevi gördü. Çatışmalarda yer alan hemen her kesim için ateşkes en azından soluklanma ve güçlerini takviye etme olanağı sağladı.

Yakın Doğu Haber Ajansının verdiği bilgilere bakılırsa, aralarında İslam Ordusu ile Ahrar’üş Şam’ın da bulunduğu 10 silahlı grup, ortak bir operasyon odası kurarak “Redd-i Mezalim” adını verdikleri bir savaşa koyulduklarını açıkladılar.

Takviye işini en organize yapan elbette ki Amerikalılar. Washington’un Ürdün’ün Akabe ve Türkiye’nin Mersin Ağalar limanları üzerinden isyancı gruplara silah sevkiyatı yapması zaten bilinmeyen bir şey değil.

Riyad Cephesi de 27 Şubat’ta ilan edilen ateşkesi kendisine bağlı grupları daha güçlü silahlarla donatma doğrultusunda bir fırsat olarak kullandı. Bu durum kimi yerlerde dengeleri değiştiren bir karakter dahi taşıdı. Ve böylece bazı Suriye uçaklarının omuzdan atılan taşınabilir hava savunma sistemleri (MANPADs) ile vurulduğunu gördük.

Sahadaki silah portföyünün zenginleşmesi ile, geçtiğimiz iki hafta içinde 3 Suriye savaş uçağı ile 1 Rus keşif uçağı düşürüldü. Gerçi bunlar ülkenin farklı kesimlerinde gerçekleşti ama Rusya ve müttefiklerini aynı stratejik coğrafyaya, Halep’e odaklanmaya ve bu şehrin silahlı isyancı gruplardan tamamen temizlenmesi gerektiğine ikna etmiş görünüyor.

@akdoganozkan
Kaynak: T24

Obama: "Batılı ülkelerin Suriye'ye kara birlikleri gönderip Esad rejimini devirmesi hata olur"
24 Nisan 2016



ABD Başkanı Barack Obama, Suriye'ye kara birliği gönderme seçeneğini dışladı.

Obama, BBC'ye yaptığı açıklamada, askeri çabaların tek başına Suriye'nin sorunlarını çözmeye yeterli olmayacağını belirterek, "ABD, İngiltere ya da Batılı ülkelerin Suriye'ye kara birlikleri gönderip Esad rejimini devirmesi hata olur" dedi.

Barack Obama, başkanlıktaki kalan dokuz aylık süresi içinde Irak Şam İslam Devleti'nin yenilgiye uğratılmayacağını da kabul etti, "Ancak yavaşça, faaliyet gösterdikleri alanı daraltabiliriz" dedi.

İngiltere'ye üç günlük bir ziyaret gerçekleştiren Obama, Suriye'ndeki "içler acısı ve çok karmaşık bir durumda" olduğunu söyledi ve sorunun basit bir çözümü olmadığını vurguladı.

ABD Başkanı, "Suriye'nin uzun vadeli sorunlarını çözmek için tek başına askeri çözüm - ve bizim kara birlikleri göndermemiz sonuç vermeyecek" diye konuştu.

Obama ABD öncülüğündeki koalisyonun "Rakka gibi yerlerde IŞİD'i hedef almaya devam edeceğini, ülkenin bu bölümlerini tecrit edeceklerini, Avrupa'ya yabancı savaşçı gönderen bu bölümlerini hapsedeceklerini" söyledi.

ABD Başkanı bunun için "uluslararası toplumun bir geçiş sürecinde uzlaşmaya varabilmeleri için Rusya, İran ve ılımlı muhalif gruplar dahil tüm taraflara baskı yapması gerekeceğini belirterek "Ama bu zor" dedi.

Mülakatta, "parlamentolarında Suriye'ye askeri operasyona onay vermeyip hala ABD'nin bir şeyler yapmasını isteyen ülkeleri" eleştiren Obama "İkisi birden olmaz" diye konuştu.

Suriye'de Mart 2011'de başlayan savaşta en az 250 bin kişi öldü, milyonlarca kişi evlerini terk etti.
Kaynak: BBCT

MEHMETÇİKLER SURİYE’DE NİYE ÖLÜYOR?
Sabahattin Önkibar
02.03.2017

Kürdistan bayrağını Türkiye’de göndere çektiyseniz Türk Ordusunun Suriye’de ne işi var?

Söyleyin Arap çölünde 70 Mehmedi neden şehit verdik?

Amacımız ABD’nin Kürt planını bozmak ise Kürdistan bayrağını İstanbul’da dalgalandırmak niçin?

Ulan Barzanistan federe devlet bile değil, sadece Kürt bölgesi, öyle iken onları devlet gibi selamlamak ihanet değil midir ki bunu bizden başka dünya’da yapan tek bir ülke yok.

Bir şey daha; on binlerce Suriyeli askerlik çağındaki genç, Türkiye’de fink atıp alem yaparken neden bizim çocuklarımız onların ülkesi için ölüyor?

Bu gidişle aklımı kaybedeceğim diye korkarım!

MİLLETTEN AL KAÇKINA VER!

İşçiye, memura, emekliye para yok ama Suriyeli kaçkına var.

Türkiye’deki Suriyelilere harcanan para nerede ise 30 milyar dolar.

Can veren biz, para veren biz, peki ne için?

Beyefendilerin ümmete hakim olma rüyası yani ihvancılık saplantıları için!

İlaveten halen Suriye’de devam eden askeri operasyon içinde yüzlerce milyon dolar harcandı.

Dramatik olan aylardır yazıyorum Suriye’de operasyon yapan Türk Ordusuna verilen siyasi hedef yok zira öyle olsa ABD Genelkurmay başkanı ile defalarca İncirlik’de buluşulup CIA ile masaya oturulur muydu?
Aydınlık
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Arl 12, 2017 6:39 pm tarihinde değiştirildi, toplam 24 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ksm 24, 2015 1:12 am    Mesaj konusu: Prof. Dr. Tim Anderson Esad'ın zaferi yakın Alıntıyla Cevap Gönder

“Camdan evde oturuyorsan komşunun evine taş atmayacaksın…” -2-
Oğuz Gürses

05.09.2012

Şam Emeviye Camii'nin minberi

“Komşularla sıfır sorun” diye bir hedef belirledin…

Güzel…

Buna uygun davranmaya başladın; vizeler kalktı, ticaret kolaylaştı… Şu… Bu…

İyi…

Bütün bunlar millî bir hedef ve buna uygun politikalar idi…

Ama…

Sen her açıdan kuyruğu dış güçlere kaptırmış bir iktidarsın…

Çünkü bu iktidarı kapalı kapılar ardında yaptığın anlaşmalarla sana bahşedenler…

Bunu hayırseverliklerinden yapmadılar…

Adamlarında var millî hesapları…

Onu sana çiğnetirler mi?

Çiğnetmezler…

Artık nerenizden kaptırdıysanız kuyruğunuzu….

“Yürü!” denilince yürüyor…

“Dur!” deyince duruyorsunuz…

Bak işte; tek tek yalatıp yutturdular “komşularla sıfır sorun” politikanızı…

Papaz olmadığınız bir tek komşunuz kalmadı…

N’oldu?

Suriye düşman…

Irak düşman…

İran düşman…

Rusya düşman…

Suriye’ye savaş durumuna gelmeniz sebebeiyle Çin ve Hindistan da oldu mu düşman…

***

Suriye’nin bölgedeki gerçek dostları Rusya, İran, Irak merkezî hükümeti, Lübnan (Hizbullah) ittifakı seni defalarca uyarmadı mı?

“Suriye’nin içişlerinden elini ayağını çek…” diye…

Çekebildin mi?

Hayır…

Suriye sınırını, Suriye’yi kana bulayan ABD/İsrail beslemesi çetelerin hem karagâhı, hem eğitim ve lojistik üssü, hem de saldırı için geçiş güzergâhı haline getirdin…

Yetmedi TSK’nın muharip unsurlarının ve zırhlı birliklerinin neredeyse tamamını Suriye sınırına kaydırdın…

Hatay’da yaşayan bir politikacı Murat Sökmenoğlu.. Bölgede 100 bin asker konuşlandırıldığını belirtiyor…

Sökmenoğlu tüm bölgenin Batılı istihbarat ajanlarıyla dolu olduğunu. Hatta Bölgedeki CIA ajanlarının akşamları kafayı çektikleri özel barlar bulunduğunu da söylüyor… Adres de veriyor…

Aynı şeyi bölge’nin AKP’li olmayan vekilleri ve bölge halkı da feryat figan dile getiriyor…

Türkiye topraklarında barınıp beslelenen silahlı isyancılar sırf “zalim Esad” imajını yerleştirmek için Suriye topraklarında sivil halkı çoluk çocuk ayırımı yapmadan vahşice katlediyorlar….

Sonra da bu katliam videolarını “Zalim Esad kendi halkını katlediyor” diye yerli ve yabancı haçlı-siyonist medyaya servis etmiyorlar mı?

***

90 günde 60 şehit…

Bu resmî rakam…

Bölgeden gelen haberler orada toprağa düşen evlâtlarımızın sayısının resmi açıklamalardan üç beş kat fazlası olduğunu gösteriyor…

Afyon şehitleri bu rakama dahil değil…

Peki, şehit sayısı niçin birden bire yükseldi?

PKK’yı Rusya mı, Suriye mi, Irak mı, yoksa İran mı, ABD mi, İsrail mi, İngiltere mi, Fransa mı destekliyor?..

Ne farkeder…

Sonuçta ölen bizim evlâdlarımız…

PKK’yı kim niçin destekliyor olursa olsun, bizim evlâtlarımız AKP’nin beceriksiz politikaları yüzünden toprağa düşmüyor mu?

Geçen yılın Ramazan ayında dizi dizi şehitler ocaklara ateş topu gibi düşerken; “Hele şu mübarek Ramazan ayı bir geçsin. Herkes görecek ne yapacağımızi" diye efelenmemişler miydi?

Ne oldu sonra?…

O günden buyana resmî rakamlara göre 300 şehit cenasesi daha gördük…

Hepsi bu…

***

Senin ne işin olur Suriye’nin iç işleri ile…

Irak Merkezi hükümetiyle niçin didişip duruyorsun?…

İran’la ne alıp veremediğin var?..

Lübnan’la niçin papaz oluyorsun…

Ya Rusya ile ne derdin var?

Birlerine taşeronluk etmiyorsanız, bu komşularla alıp veremediğinizin ne olduğunu anlatın da biz de anlayalım…

***

“Taşeron” deyince küplere biniyorlar ya, suçüstü yakalanmışlık psikolojisi ile…

Taşeron değilseniz…

Nesiniz?

Bizim size emanet ettiğimiz evlâtlarımız niçin her gün beşer onar toprağa düşüyor?

Ülkedeki bu kan deryasından öncelikle hükümet sorumlu olmayacak da kim olacak?

“PKK” demeyin sakın…

Bu ülkeyi PKK mı yönetiyor?

Bu ülkeyi kim yönetiyorsa ülkede dökülen kanın baş sorumlusu da odur…

10 yıldır bu kanı durduramayan AKP hükümeti derhal istifa etmelidir…

***

Yazı burada bitmişti ki…

Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü Konuşmasında “İnşaallah en kısa zamanda Şam’a girip Emevi Camii’nde Namaz kılacağız!” dediğini okudum…

Haydaaaa…

Bu söz bana hiç de yabancı gelmedi…

Ama nedir hemen çözemedim…

Yazıya noktayı koydum düşünüyorum…

Neden sonra buldum:

[“Beni Abbas’ın değirmeni döndüğü zaman, bayrak sahipleri atlarını Şam’da zeytin ağaçlarına bağladığı zaman ve bu ordu ile Allah’ın “Esheb ve ailesini” yok ettiği zaman, onlardan kaçacak ve saklanacak kimsenin kalmadığı zaman, Caferiler ve Abbasiler düştüğünde ,”Ciğer yiyen oğulları(Süfyani) Şam minberine oturduğunda , Berberi kavmi de Şam’a geldiği zaman , işte bu Mehdi’nin çıkış alametidir.”
(Naim Bin Hammad)]


“Süfyani Şam miberine oturduğunda…”

Şam’ın selatin (cuma) camii hangisi?

Emevî Camii…

Süfyani Emevî camiinin minberine nasıl oturabilir?..

Cuma namazına imamlık ederse…

Tayyip Erdoğan ne diyor?..

“İnşaallah en kısa zamanda Şam’a girip Emevi Camii’nde Namaz kılacağız.!”

Namaz kıldırmaya mı, yoksa Emevi camiinde namaz kıldıracak olan Süfyani’nin ardında “uydum hazır olan imama deyip” cemaat olmaya mı?

Onu söylemiyor…

İrfanımıza mı havale ediyor, yoksa Müslümanlar için bir sürpriz mi hazırlıyor…

Onu da ömrü olan görecek…

Şimdilik kesin olan şu: Tayyip Erdoğan Şam’a gidip Emevî Camii’nde namaz kılmaya pek hevesli…

Allah Allah…

Allah Allah…

Kâinatın Efendisi ne dediyse o, aynen oluyor…

Herkes safını seçerken dikkatli olsun…

Girdiğin fotoğraf karesinin ortasında Obama, onun sağında Perez, Solunda İngiltere Kraliçesi önde de çömelmiş olarak ciğer yiyen oğullarından İslâm Deccali Süfyâni varsa…

Geçmiş olsun…

Sizi kimse kurtaramaz…

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=6267#6267

Fransız İstihbarat yetkilisi: Fırat Kalkanı en çok ABD’ye kaybettirdi
8 Eyl, 2016



Eski Fransız İstihbarat Görevlisi Alan Rodier Fransız Haber Sitesi Atlantico’ya Suriye’deki gelişmeleri ve Putin ve Obama’nın Çin’deki G20 Zirvesi’ndeki görüşmelerini değerlendirdi. Türkiye’nin operasyonunun ABD’ye çok şaşırtıcı geldiğini ifade eden haberde Putin’in önceden uyarılmış olabileceği ve gelişmelerden haberdar olduğu bildirildi.
Eski İstihbarat Görevlisi Rodier, “Türkiye ‘Fırat Kalkanı’ operasyonuna başladığından beri Suriye’deki son gelişmelerde en büyük kaybı kaçınılmaz olarak Amerikalılar yaşadı” dedi. ABD’nin daha önce IŞİD ile mücadelenin bel kemiği olarak gördüğü Kürtlere karşı Ankara’yı desteklemek zorunda kaldığını açıklayan Rodier, “Suriyeli Kürtler bölgede şiddet yanlısı İslamcı radikallerle yüzleşmek için gerekli irade ve isteğe sahip olan tek grup olduğu halde Washington, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak uğruna onları kurban etmek zorunda kaldı” dedi.

Rodier aynı zamanda Putin’in Ankara’nın planlarından önceden haberdar edilmiş olabileceğini de belirterek “Putin’in operasyondan haberdar olmadığına bizi inandıramazsınız, bu muhteşem becerileri ve saldırganlığı kulaklarımıza kazınan Rus istihbarat servisine hakaret olurdu” diye konuştu.
Eski istihbarat görevlisi aynı zamanda Moskova ile Ankara arasında bir anlaşma yapılmış olabileceğini ve Türk havacıların çok güneye gitmekten ve uçak düşürülmesi olayından sonra hala Türk havacıları affetmeyen Rus pilotları rahatsız etmekten kaçındıklarını belirtti.

Suriye’deki gelişmeleri yorumlayan Alain Rodier Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye-Türkiye sınırının teröristlerden temizlenmesine sevinmesine rağmen bunun Ankara’nın kendini sınırın yakınındaki topraklarla sınırlaması anlamına gelmeyeceğini söyledi.

Rodier, “Türkiye’nin amacı sınırı boyunca, yani Rojava’da Suriye Kürdistanı’nın kurulması değil” diyerek daha çok Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Güçlerinin Rojava’nın dört kantonundan en batıda olan Afrin’e sadece birkaç yüz kilometre uzaklıkta olduğunu açıkladı.
Bu yoldaki en önemli noktanın daha çok Sünni Arapların yaşadığı, dolayısıyla Kürtlerin almak, Türklerin ise alınmasını engellemek zorunda olduğu El Bab olduğunu söyleyen Rodier, “Burada her iki tarafın da zamana karşı yarışına tanık oluyoruz ve bunun neye yol açacağını kimse bilemez” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beklenmeyen manevralarına herkesin alıştığını belirten Rodier yeni stratejik sürprizler olabileceğine dikkat çekti.
Suriye’nin bölünmesinin sözlü olarak lanetlense de gerçekler tarafından zorunlu hale getirildiğini belirten Rodier, sorunun Suriye’deki askeri sorunun tüm taraflarının ahlaki olarak kusursuz olmaktan uzak olması olduğunu söyledi.
ulusalkanal.com.tr

Semih İdiz: Türkiye kazanamayacağı bir mücadeleye girdi
24 Kasım 2015

Suriye denklemi Ankara için iyice karmaşık bir hal aldı. AKP iktidarının öngörüsüzlüğü yüzünden Türkiye, süper güçlerin kontrolündeki satranç tahtasının en zayıf halkası oldu. Hatalı politikaları sayesinde Ankara, Suriye’de kendisine güçlü rakipler yarattı.
Bugün Türkiye’nin sadece Rusya ile değil ABD ile de ciddi görüş ayrılıkları var. Ne Washington’u Suriye’deki Kürtleri silahlandırmaktan ne de Moskova’yı Esad’ı desteklemekten vazgeçirebildi. Bu konularda yaptığı “uyarıların” hepsi havada kaldı.
Şimdi aynı filmi Bayırbucak Türkmenleri konusunda göreceğiz. Başbakan Davutoğlu’nun, Rus savaş uçakları ile desteklenen Suriye ordusunun Türkmenlere karşı taarruzunu “sert bir dille” eleştirdiğini okuyoruz. Dışişleri’ne çağrılan Ankara’daki Rus Büyükelçisi’nden de “izahat” istenmiş.
Türkiye ayrıca konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne taşıyacakmış. Kulağa hoş geliyor ama bundan ne çıkmasını beklediği belli değil. Rusya’nın vetosu sayesinde konu büyük olasılıkla ya gündeme alınmayacak ya da alınacaksa bir sonuç çıkmayacak.
Rusya’nın Türkmenlere karşı operasyonları durmazsa ne yapabileceği de belli değil. Türkmenlerin ise Türkiye ve ABD’den acil olarak ne istediklerini Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa açıkladı. Uçaksavar gönderilmesini ve Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge ilan edilmesini istiyorlar. Uçaksavarları, Suriye ve Rus savaş uçaklarına karşı kullanmayı planlıyorlar. Ankara bunları gönderirse Moskova’yı askeri olarak karşısına alacak. Washington ise Rusya ile çatışma ve bunların yanlış ellere düşme riskini hesaba katarak göndermez.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de zaten, Suriye’deki askeri operasyonlarının Esad ile ilgisi olmadığını, tümüyle IŞİD odaklı olduğunu söylüyor. Bu arada Başkan Obama, G20 zirvesi sırasında, güvenli bölge fikrini desteklemediklerini açıkça söyledi.
Suriye’de “vekâleten” yürütülen “çok taraflı savaşta” Türkmenlere ve radikal bazı dinci gruplara hafif silahlar gönderenler arasında Türkiye’nin de olduğu söyleniyor. Batılı istihbarat kaynaklarına dayanan Batı basını bu grupların arasında ABD ile Rusya’nın “terör örgütü” listesindeki El Nusra’nın da olduğunu iddia ediyorlar.
Hükümete yakın Rus medyası ise, Türkmenlerin El Nusra bağlantılı olduğunu iddia ediyor ve Lazkiye’nin kuzeyinde IŞİD’in bulunmadığı bölgelerdeki operasyonların bu “terörist grupları” hedeflediğini yazıyor. Kısacası Moskova, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “terörist gruplar arasında fark gözetilemez” söylemini tersine çevirip Ankara’ya iade ediyor.
Rusya’nın amacını anlamak aslında zor değil. Suriye müzakerelerinin Viyana’da varılan mutabakat üzerinden başlaması öncesinde, Lazkiye’nin kuzeyinde Türkiye sınırına kadar olan bölgenin rejimin eline geçmesi için savaşıyor. Yani, Akdeniz sahillerine kadar geniş bir bölgenin Esad’ın kontrolüne girmesi için çalışıyor.
Bu arada, Türkiye’nin de Suriye sınırı boyunca, 98 kilometrelik bir alanı IŞİD’den arındırmak için ABD desteği ile nokta operasyonlar başlattığı belirtiliyor. Burada Türk askerlerini değil, Türkmenlerin kullanıldığı söyleniyor. Fakat bu operasyonlar Esad güçlerine karşı yapılmıyor. Öyle olsaydı ABD desteklemezdi, çünkü rejim ve Rusya ile açıkça çarpışır hale gelmek istemiyor.
Özetle, ne ABD’nin, ne de Rusya’nın Suriye’deki pozisyonu Ankara’ya uyuyor, çünkü üçünün hesapları çok farklı. Türkmenler, Kürtler, Esad, mülteciler derken Ankara’nın bu karmaşadan nasıl çıkacağı belli değil. Şu anda tek yapabildiği şey Rusya’yı dengeleyebilmek için ABD ile hareket etmekten ibaret.
Bunu yaparken de dümenin kimin elinde olduğu açık. Uzun lafın kısası, Türkiye kolay kazanamayacağı bir mücadelenin ortasına attı kendisini.
Cumhuriyet

Prof. Dr. Tim Anderson Esad'ın zaferi yakın
20 Eylül 2015

"Global Research" dergisi yazarı Prof. Dr. Tim Anderson, son makalesinde, devam eden ağır ekonomik baskılara ve akan kana rağmen Suriye hükümetinin tüm Ortadoğu'yu değiştirebilecek askeri ve stratejik bir zafere yakın olduğunu belirtti.

Suriye krizine ilişkin analizleriyle tanınan Tim Anderson, son olarak "Suriye neden kazanıyor? Ortadoğu'yu dönüştürecek stratejik bir zafere doğru mu ilerleniyor?" başlıklı bir makale kaleme aldı.

ABD'nin Suriye'de rejim değişikliği ve ülkeyi mezheplere göre bölme planlarının başarısız olduğunu belirten Anderson, bu başarısızlıkla, oğul George Bush tarafından ilan edilen 'itaatkar bir yeni Ortadoğu hayalinin' de ölümcül yara alacağını vurguladı.

'ÜÇ UNSUR SURİYE'Yİ ZAFERE GÖTÜRÜYOR'

Anderson'a göre Suriye'nin zaferi; mezhepsel örgütlerle mücadele eden ulusal orduya verilen halk desteği, kilit müttefiklerinden aldığı destek ve karşı safında yer alan uluslararası güçlerin parçalanmış olmasından doğan üçlü kombinasyonda gizli.

'DİRENİŞ EKSENİ GÜÇLENDİ'

Dış politika uzmanı, makalesine şu değerlendirmelerle devam etti:

"Ekonomik zorluklar şu anda da daha kötü halde ama Suriye halkının direnişini kırmadı. Hükümetin sağladığı temel gıdalar makul ve eğitim, sağlık, spor, kültür gibi hizmetler de veriliyor. Eski düşman devletler ve BM kurumları Suriye ile ilişkilerini sürdürüyor. İran ile imzalanan anlaşma sayesinde güvenlik durumunun geliştirilmesi ve diğer diplomatik adımlar da Direniş Ekseni'nin güçlendiğinin göstergesi."

'BATI MEDYASI GERÇEKLERİ GİZLEYİP YALAN HABER YAPIYOR'

Batı medyasını Suriye'deki krize ilişkin sürekli yalan haber yapmakla eleştiren Anderson, "NATO'nun İslamcı gruplara verdiği destek, Batı basınında gizleniyor. Bu grupların ilerlediği ilan edilirken, Suriye ordusunun savunma başarıları göz ardı ediliyor. Esasında Batı'nın arka çıktığı bu teröristler 2012'nin ortalarından bu yana gerçek bir stratejik ilerleme kaydetmedi" ifadelerini kullandı.

Temmuz 2015'te gerçekleştirdiği Suriye ziyaretine ilişkin izlenimlerini aktaran uzman, ordunun, nüfusun yoğun olduğu bölgelerin yüzde 90'ını kontrol altında tuttuğunu vurgulayarak bölgedeki duruma ilişkin şu 'üç gerçeği' sıraladı:

'ILIMLI MUHALİFLER HİÇBİR ZAMAN OLMADI'

"Birinci gerçek: Suriye'de hiçbir zaman 'ılımlı muhalifler' olmadı. Siyasi reform hareketinin yerini, 2011 yılının mart-nisan döneminde, Suudi Arabistan destekli İslami ayaklanma aldı. Krizin ilk aylarında Faruk Tugayı gibi kilit silahlı gruplar, Suudi Arabistan ile Katar tarafından desteklenen ve katliamlar gerçekleştiren, hastaneleri patlatan, soykırım sloganları kullanan, mezhepsel-etnik temizlik yapan aşırılıkçılardı. Suriyelileri şimdi bu grupların hepsini 'IŞİD'çi' ya da 'paralı asker' olarak tanımlıyor. Suriye'deki silahlı çatışma her zaman 'otoriter ama çoğulcu ve kapsayıcı devlet' ile 'büyük güçler için birer proxy ordusu gibi savaşan Suudi tarzi mezhepçi İslamcılar' arasında gerçekleşti.

'ŞAM'A YÜKLENEN TÜM KATLİAMLARI ÇETELER YAPTI'

İkinci gerçek: Suriye ordusu tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen neredeyse her katliamın asıl sorumlusu, Batı destekli çetelerdi. Bu, Batılı ülkelerin müdahalesini sağlamak için geliştirdikleri stratejinin bir parçasıydı. Kimyasal silah iddiaları da buna dahil.

'TERÖRİSTLER YOĞUN NÜFUSLU YERLERİ KONTROL ETMİYOR'

Üçüncü gerçek: Suriye'de büyük bölgelerde terörist varlığı bulunsa da, ne IŞİD ne de diğer silahlı gruplar ülkenin yoğun nüfuslu bölgelerini kontrol ediyor. IŞİD; Dera, İdlib ve Güney Humus'a saldırsa da Suriye'nin yoğun nüfuslu bölgeleri ordunun kontrolü altında."

'BİRÇOK ÜLKE ŞAM İLE İLİŞKİLERİNİ SÜRDÜRÜYOR'

Yaşanacakları fark eden bölge ülkelerinin Suriye ile ilişkilerini yeniden inşa etmeye başladığını ifade eden Tim Anderson'a göre ABD de kimyasal yalan yalanlarını sürdürmesine rağmen, Rusya ile yaşadığı anlaşmazlığın ardından 2013'ün sonlarındaki krizi tırmandırma iştahını kaybetmiş görünüyor.

Aynı şekilde Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır da Şam ile diplomatik ilişkilerini normalleştiriyor.

Anderson, Türkiye'nin Suriye tutumuna ilişkin ise şu değerlendirmeyi yaptı: "Erdoğan hükümeti, Türkiye'yi Müslüman Kardeşler bölgesinin başına yerleştirmeye çalıştı, ama müttefiklerini kaybetti. Türkiye, Suriye karşıtı ortakları ile sık sık anlaşmazlık yaşıyor ve ülke içinde de muhalefetle karşılaşıyor."

Prof. Dr. Tim Anderson makalesini şu tespitlerle noktaladı:

"Suriye kazanıyor, çünkü Suriye halkı ordularına mezhepsel provokasyonlar karşısında arka çıktı. Suriye'nin zaferinin çok geniş etkileri olacak. Washington'ın Afganistan'dan Irak ve Libya'ya kadar uzanan bölgedeki 'rejim değişikliği' trenine bir son verecek. Savaşın neden olduğu ölümler ve sefaletin dışında, daha güçlü bir 'Direniş Ekseni'nin ortaya çıktığını da görüyoruz."
Kaynak: Haberdar. Com

Hasan Cemal, Savaş isteyen Erdoğan'la, riskleri gören TSK'nın durumunu güzel özetlemiş: Ve Saray’daki Sultan’la Genelkurmay karşı karşıya!
28 Haziran 2015



Birinci soru:

Suriye’ye yönelik bir operasyon konusunda Erdoğan ve Davutoğlu’yla asker karşı karşıya mı geldi?..
Öyle anlaşılıyor.

İkinci soru:
Genelkurmay, Suriye tarafında bir güvenlik kuşağı oluşturulmasının bazı riskler taşıdığını mı düşünüyor?
Öyle anlaşılıyor.

Üçüncü soru:
Suriye topraklarına en kısa zamanda girilerek bir güvenlik kuşağı oluşturulması için, kapalı kapılar arkasında asıl bastıran taraf acaba Davutoğlu’ndan çok Erdoğan mı?
Öyle anlaşılıyor.

Dördüncü soru:
Dünkü Hürriyet’in manşetindeki 2 KAPI TALİMATI başlığını taşıyan haber daha çok askeri kaynaklara mı dayanmakta?
Öyle anlaşıyor.

Beşinci soru:
Asker ve sivil bürokrasi, muhtemel ‘operasyon’a ilişkin çalışmaları ağırdan mı aldı, erteleyici bir tutum mu benimsedi?
Öyle anlaşılıyor.

Hürriyet’in Ankara’daki diplomasi muhabiri Uğur Ergan’ın 2 KAPI TALİMATI başlıklı haberinin ilginç bölümleri şöyle:

Asker karşı çıktı, yazılı direktif istedi, ağırdan aldı

Suriye'ye girilerek bir güvenlik kuşağı oluşturulması için asıl bastıranın, Davutoğlu’ndan çok Erdoğan olduğu anlaşılıyor



Hürriyet’in güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesinden sonra Saray’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan bir dizi Suriye güvenlik toplantısında ortaya çıkan güvenlik riskleri konuşuldu.

Bölgede bir ‘Kürt devleti’ kurulması tehlikesiyle birlikte, Tel Abyad’ı kaybeden IŞİD’in Esad’ın desteği ile batıya yönelmesiyle ortaya çıkan güvenlik riskleri değerlendirildi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK’dan) tedbir alması istendi.
Ancak TSK, ortaya çıkacak risklere dikkat çekerek buna karşı çıktı.
Başbakan Davutoğlu ısrar edince TSK yazılı direktif istedi. Davutoğlu,TBMM’den 2014’te geçen tezkere, bu tezkere doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nda alınan kararları da dikkate alarak tedbir alınması talebini yazılı bir direktif olarak askere iletti.

ASKER: RİSKLER ÇOK FAZLA…

'Saray'daki Suriye toplantısında TSK’dan tedbir alması istendi. Ancak TSK karşı çıktı, yazılı direktif istedi, ağırdan aldı'

Ancak sivil ve askeri bürokrasi, ‘riskler taşıdığı’ gerekçesiyle operasyon içerecek tedbirleri öteledi ve çalışmalarını ağırdan aldı.
Bir yetkili, “Hükümet kesin emir verirse TSK, Cerablus’a girmemek için direnir mi?” sorusuna, “Hayır, ama tüm riski siyasi irade üstüne almış olur” dedi.
TSK, riskler ile çekincelere vurgu yapmaktan geri kalmadı.
Bunlar ana hatlarıyla şöyle:

Böyle bir operasyonun gerekçesi ne olacak?

'Sınırımızda Kürt devleti kurulacak diye başka bir ülke topraklarına giriyoruz’ diyemeyiz.

Suriye’deki gelişmelerde önemli aktörler olan başta ABD olmak üzere, Rusya ve İran ikna edilmeden böyle bir şeye girişmek Türkiye’yi bu ülkelerle de ciddi şekilde karşı karşıya getirir.

Sonuçta başka bir ülkenin toprağına girilecek.
Uluslararası hukuka uygun bir zemin hazırlanması için Esad rejimi ile de bir şekilde temasa geçilmesi şart.

Aksi durumda Türkiye komşu ülkenin toprağına tecavüz eden ülke konumuna düşebilir.

TSK bu bölgeye girdiğinde ilerleyeceği güzergâh boyunca aynı anda PYD, dolayısıyla PKK, IŞİD ve rejim güçlerinin hedefi olabilir.
Hatta PKK-PYD bağlamında ABD ile karşı karşıya kalınacağı da unutulmamalı.
Operasyon senaryoları bu ihtimaller göz önüne alınarak hazırlanmalı.

Askere göre yeni hükümet beklenmeli

Uğur Ergan’ın Hürriyet’in manşetindeki haberi herhangi bir yorum gerektirmiyor.

Özetle:

Asker - sivil bürokrasi, muhtemel bir Suriye operasyonu konusunda Saray’la karşı karşıya...

Dünkü manşet haberin içinde, Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek’in bir değerlendirmesine yer verilmişti.

Şu bölüm ilginçti:

Genelkurmay Başkanı Özel'in Mayıs ayında 15 günlük izne ayrılmasını Suriye gerilimine bağlayan spekülasyonlar yapılmıştı. Genelkurmay 'tıbbi bir operasyon' açıklaması yapmasına karşın, Özel'in neden emekli olacağı ağustos ayını beklemediği tartışma konusu olmuştu
Genelkurmay Başkanı Özel'in Mayıs ayında 15 günlük izne ayrılmasını Suriye gerilimine bağlayan spekülasyonlar yapılmıştı. Genelkurmay 'tıbbi bir operasyon' açıklaması yapmasına karşın, Özel'in neden emekli olacağı ağustos ayını beklemediği tartışma konusu olmuştuAsker kaynaklı haberlerde, 7 Haziran seçimlerinden sonra Ak Parti’nin tek başına iktidar olmadığı, yeni hükümetin de henüz kurulmadığı gibi detaylara dikkat çekiliyor.

TSK yönetimi, söz konusu direktif (Suriye operasyonuyla ilgili hükümet talimatı, HC) hayata geçirildiğinde, ortaya çıkacak olumsuzlukların ve risklerin siyasi sorumluluğu olacağını gerekçe gösteriyor ve bu sorumluluğun seçimden çıkan bir hükümet tarafından üstlenilmesini bekliyor.

Muhalefet, “Saray ve hükümet Türkiye’yi sıcak çatışmaya sokmak istiyor” iddiasını seçimden önce ortaya atmıştı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel de bu çerçevede hükümetin her istediğini yapmakla suçlanmıştı.

Dolayısıyla askerde, hükümetten gelen Suriye direktifine karşı mesafeli bir tavır sergilemediği takdirde, Suriye operasyonunun getireceği olumsuzlukların Orgeneral Özel’den sorulması endişesi de mevcut.

Son söz siyasal otoritenin ama...

Belki de uzun zamandır ilk kez, özellikle ‘askeri kaynaklar’dan basına dönük böylesine net değerlendirmelere tanık oluyoruz.

Bunu not etmekte yarar var.

Evet, bir yanda siyasal otorite…

Diğer yanda askeri bürokrasi…

Erdoğan’ın Türkiye’yi kanlı bir tuzağa çekebilecek ‘seçim oyunu’nun, Saray’la Genelkurmay'ı karşı karşıya getirdiği söylenebilir. Son söz elbette ‘siyasal otorite’nin…
Ama bu ‘son söz’ün her zaman doğru olduğu, olacağı savunulabilir mi?
Sanmıyorum.

Suriye planı için dört nokta

Erdoğan’ın Türkiye’yi kanlı bir tuzağa çekebilecek ‘seçim oyunu’nun, Saray’la Genelkurmay'ı karşı karşıya getirdiği söylenebilir

Ve dört noktanın üstünde bir daha durmak istiyorum:

(1) Suriye’ye dönük bir ‘askeri operasyon’un Türkiye’yi olmadık maceralara sürükleyeceği, bunun da hem iç barışı, hem bölgesel barışı olumsuz etkileyeceği bu köşede birçok kez vurgulandı.

(2) Böylesine kritik bir kararı, -eğer ille de alınacaksa- 7 Haziran seçimlerinden sonra kurulacak yeni hükümete bırakmak gerekir.

(3) Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye operasyon diye tutturması son derece tehlikeli bir ‘oyun’dur.

(4) Son olarak, Erdoğan’ın Türkiye’yi kanlı bir tuzağa çekebilecek ‘seçim oyunu’nun, Saray’la Genelkurmay karargâhını karşı karşıya getirmiş olduğu söylenebilir.
Kaynak: T24

Lavrov: Saddam ve Kaddafi'ye yapılanlar Esad'a da yapılmaya çalışılıyor
01.09.2015

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın tamamen meşru bir lider olduğunu söyledi. Lavrov, terörle mücadelenin ön koşulu olarak Esad'ın istifasını istemenin yıkıcı bir tutum olduğunu vurguladı.

Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Üniversitesi'nde (MGİMO) öğretim yılının ilk günü dolayısıyla bir konuşan yapan Lavrov, "Daha önce Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi örneklerinde olduğu gibi, Esad'ı gayrimeşru göstermeye ve onu koltuktan indirmeye çalışıyorlar. Batı'nın açıklamalarına rağmen Esad, tamamen meşru bir lider" dedi.

'ESAD'IN İSTİFASINI İSTEMEK YIKICI BİR TUTUM'

Terörle mücadelenin ön koşulu olarak Esad'ın istifasını istemenin yıkıcı bir tutum olduğunu vurgulayan Lavrov, "Ön koşulun geri çekilmesi halinde, son derece etkili bir çalışma yapabiliriz. Devlet Başkanı Vladimir Putin'in inisiyatifi bu doğrultuda" ifadelerini kullandı.
Sergey Pyatakov
Sputnik/

Putin: "Suriye'de Son söz Suriye halkının olacak"
21 Ekim 2015



Rusya'nın Suriye'de dengeleri değiştiren hava saldırılarının ardından Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad, Rusya'ya bir ziyaret gerçekleştirerek dünyayı şaşırttı. Hava saldırılarıyla, AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın planlarına ağır darbe indiren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, "Suriye'de Son söz Suriye halkının olacak" diyerek, AKP'nin, Esad'ı bu kez siyasi müzakerelerle devirme hevesini boşa çıkartabileceğinin işaretini verdi.

Esad'ın sürpriz ziyareti, Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov'un yaptığı bir açıklamayla ortaya çıktı. Sputnik Türkiye'nin haberine göre; Peskov, Suriye lideri Beşar Esad’ın dün akşam Rusya'nın başkenti Moskova’yı ziyaret ederek, Putin ile Rusya yönetiminin üst düzey yetkililerinin de katıldığı bir görüşme gerçekleştirdiğini söyledi.

Görüşmenin uzun sürdüğünü belirten Peskov, Esad’ın Putin’e ülkesindeki son durum ve Suriye ordusunun planlarına ilişkin bilgi verdiğini açıkladı. Peskov, liderlerin Rusya’nın düzenlediği hava operasyonlarının gidişatını, Suriye’de terörle mücadele sürecini ve ikili ilişkileri de ele aldığını aktardı.

"SON SÖZ KESİNLİKLE SURİYE HALKINDA"

Putin, görüşmede, Suriye krizinde uzun süreli çözüm elde edilmesinin ancak siyasi yollardan mümkün olduğunu vurguladı, "Son söz kesinlikle Suriye halkının olacak" dedi. Böylece, arkasında büyük bir halk desteği olan Esad'ın "bir geçiş hükümetinde geçici süreli cumhurbaşkanlığı" formülüyle devre dışı bırakma planı yapan batılı ülkeler ve AKP hükümetine mesaj gönderen Putin, davetine icabet ederek Moskova'ya gittiği için Esad'a teşekkür etti.

"SURİYE ÖNEMLİ SONUÇLAR ELDE EDİYOR"

Suriye'nin ciddi kayıplar vermesine rağmen terörle mücadele önemli sonuçlar elde ettiğini söyleyen Putin, şöyle devam etti:

"Suriye halkı, uluslararası terörizmle tek başına mücadele ediyor. Bu mücadelede ciddi kayıplar veriliyor ancak son dönemde son derece olumlu sonuçlar elde ediliyor."

"SİYASİ SÜRECE DE KATKI SUNACAĞIZ"

Ayrıca Putin, ülkesinin Suriye'ye sadece askeri destek vermeyeceğini, siyasi süreç sırasında da güçlü bir katkı sunacaklarını kaydetti. Putin, "Suriye, bizim için dost ülke. Şam'a siyasi destek, siyasi çözüm isteyen diğer küresel güçlerle ve bölge ülkeleriyle yakın işbirliği içinde verilecek" diye konuştu.

"RUSYA'YA DÖNMELERİNE İZİN VERMEYECEĞİZ"

Putin, eski SSCB ülkelerinden IŞİD saflarına katılan militanların Rusya'ya dönmelerine izin vermeyeceklerini de vurguladı. Militanların IŞİD saflarında savaş deneyimi kazandıklarına dikkat çekerek, bunların Rusya'ya giriş yapmalarına izin vermeyeceklerini belirtti.

"RUSYA İLE BİRLİKTE ZAFER KAZANACAĞIZ"

Diğer taraftan Esad, görüşmede, Suriye’nin birlik ve bağımsızlığının korunmasına gösterdiği yardımdan dolayı Rusya’ya teşekkür etti. Esad, “Rusya halkına, ülkemize gösterdiği yardımdan dolayı yeniden teşekkür ediyorum. Suriye’nin birliği ve bağımsızlığını desteklediğiniz için teşekkürler. Her şeyden önemlisi, tüm bunları uluslararası hukuk çerçevesinde yapıyorsunuz” dedi.

Rusya ile birlikte teröre karşı zafer kazanacaklarından umutlu olduğunu kaydeden Esad, “Terörizmi yeneceğiz ve Suriye’yi hep birlikte hem ekonomik hem siyasi açıdan yeniden inşa etmeye devam edeceğiz, herkesin barış içinde yaşadığı bir ülke haline getireceğiz” diye konuştu.

Rusya’nın, Suriye krizinin başlamasından bu yana attığı siyasi adımlar sayesinde daha trajik senaryoların önlediğini kaydeden Esad, Putin’in süreçteki rolüne özel vurgu yaparak, “Eğer sizin eylemleriniz, sizin kararlarınız olmasaydı, teröristler daha çok toprak ele geçirirdi, daha büyük bir bölgeye yayılırdı” dedi.

"SURİYE HALKI SİYASİ SÜRECE KATILMAK İSTİYOR"

Suriye’de siyasi çözüm sağlanmasının önündeki engelin terörizm olduğunu vurgulayan Esad, şunları söyledi:

“Teröristlere yapılan saldırılara dikkat çevirmemiz gerek. Çünkü öncelikle terörizmle mücadele etmek zorundayız. İkinci olarak da siyasi çözüme giden yolun önündeki gerçek engel terörizmdir. Ayrıca sadece Suriyeli yönetim kademeleri değil, tüm Suriye halkı ülkelerinin kaderinin belirlenmesi sürecine katılmak istiyor. Suriye halkının gelecekte ülkesinde görmek istediği şey, hepimizin ortak amacı olmalı.”

ESAD'DAN SİYASİ ADIM MESAJI

Siyasi çözüm konusunda da adım atmaya hazır olduğu mesajını veren Esad, askeri eylemleri, siyasi adımların izlemesi gerektiğini söyleyerek “Tabii ki, her tür askeri eylemin ileride siyasi adımları da öngördüğünü hepimiz anlıyoruz” diye konuştu.

Suriye Devlet Başkanlığı, Esad'ın, Rusya ziyaretinin ardından Şam'a döndüğünü açıkladı.

Esad geziyle; AKP, Suudi Arabistan ve Katar'ın iç savaş çıkartmasından bu yana, yani son 4 yıl içinde ilk kez yurt dışına çıkmış oldu. Rusya’nın 30 Eylül’den beri Suriye’de hava operasyonları düzenlediği dikkate alınınca, Putin ve Esad’ın Moskova’da bir araya gelmesi zamanlamasıyla da büyük önem taşıyor.

RUSYA'DAN ŞAM'A HEYET

Esad'ın dün sürpriz ziyaretinin ardından, Rusya'dan bir heyetin yarın Şam'a giderek Esad ile görüşeceği açıklandı.

RIA Novosti ajansının haberine göre; Rusya Federasyon Konseyi Savunma Komitesi üyesi Dimitri Sablin başkanlığındaki Rus parlamenter heyeti, yarın Suriye'nin başkenti Şam'a gidecek.

Ziyaret çerçevesinde Esad ve Suriyeli vekillerle bir araya geleceklerini belirten Sablin, Suriye'ye insani yardım da götürebileceklerini ifade etti.
Kaynak: Gazetecileronline

Mardin'de Suriyelilerin düğününde şarkı kavgası: 1 ölü, 2 yaralı
05.09.2015

Mardin'in Kızıltepe İlçesi'nde Suriyeli ailelerin yaptığı düğünde Kürtçe ve Arapça şarkı çalınması nedeniyle çıktığı belirtilen bıçaklı kavgada 21 yaşındaki Novaf Hüsso öldü, 2 kişi de yaralandı.

Kızıltepe'de Suriye'den göç eden ailelerin düğün töreninde iddiaya göre akraba oldukları belirtilen gruplar arasında salonda Kürtçe ve Arapça türküler çalınması yüzünden tartışma çıktı.

Tartışma düğün salonu dışına taşınıp, burada bıçakların da kullanıldığı kavgaya dönüştü. İddiaya göre, Abdo Şeyho, oğulları Mehmet Abdo ve Oğur Abdo yeğenleri olan Novaf Hüsso (21), İsmail Hüsso (21) ile Muhammet Hüsso'yu (21) çeşitli yerlerinden bıçaklayarak kendilerine ait 3 motosikleti de yakıp olay yerinden kaçtılar.

Olay yerine çağrılan ambulanslarla Kızıltepe Devlet Hastanesi'ne kaldırılan ve sağ kaburga altına aldığı darbeyle ağır yaralanan Novaf Hüsso yapılan tüm müdahaleye rağmen kurtarılamadı.

Çeşitli yerlerinden aldığı bıçak darbeleriyle ağır yaralanan İsmail Hüsso'nun hayati tehlikesi devam ederken, diğer yaralı Muhammet Hüsso'nun ise hayati tehlikesinin olmadığı öğrenildi.
Kaynak: Sputnik News

'Eğit-domalt"ın işbirlikçi Türkmen komutanı ve 21 militanı savaşamadan esir düştü
30 Tem 2015



El Cezire'nin haberine göre; Türkiye'de emperyalist ABD'nin 'eğit-domalt programı'na katılan Suriyeli Türkmen komutan Nedim Hasan ve ona bağlı 21 muhalif savaşçı Nusra Cephesi tarafından kaçırıldı.

Hasan ve 21 militanı dün öğle saatlerinde Halep'e bağlı Azez kasabasında kaçırıldı.

Birliğin serbest bırakılması için Nusra Cephesi ikna edilmeye çalışılıyor. Özgür Suriye Ordusu da müzakereler için devrede.

Al Jazeera Türk'ün bölgede konuştuğu muhalif komutanlar, Albay Nedim Hasan ve Suriyeli Türkmen gruplardan Şah Süleyman Tugayı Komutanı Ebul Hadi'nin Nusra Cephesi tarafından kaçırıldıktan sonra Şimmeyrin köyünde bulunan Nusra karargâhına götürülerek burada sorgulandıklarını bildirdi.
Nusra Cephesi olaya dair herhangi bir açıklama yapmadı.

ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyon uçakları IŞİD ile birlikte Halep ve İdlib'de bulunan Nusra Cephesi karargâhlarını düzenli olarak bombalıyor. Nusra Cephesi, El Kaide'nin Suriye kolu olarak savaşıyor.
Haber 93

Türkmenler değil cihatçılar vuruluyor
22 Kasım 2015

Aydınlık'tan Irmak Mete / Masum Gök'ün haberine göre; Suriye Milli Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Tarık Sulo Cevizci, Rusya ve Suriye’nin operasyon yaptığı bölgede yoğun bir sivil nüfus olmadığını söyledi.

Suriye Milli Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Tarık Sulo Cevizci, Rusya ve Suriye’nin operasyon yaptığı bölgede yoğun bir sivil nüfus olmadığını söyledi. Suriye Türkmenlerinden Avukat Ali Öztürkmen de “Türkmen sivil halkın büyük bölümü Suriye ordusunun kontrolünde olan bölgede yaşıyor. Diğer yerlerde de El Nusra gibi cihatçı gruplar var” dedi.

Aydınlık, Rusya ve Suriye’nin Bayırbucak’ta yaptığı operasyonu bölge kaynaklarına sordu. Suriye Milli Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Tarık Sulo Cevizci, 6 gün önce çatışmaların başladığını belirterek “Karadan Esad’ın birlikleri, havadan Rus jetleri Türkmen Dağı’nı dövüyorlar. Türkmen Dağı civarında 20’ye yakın köy var. O köylerde yoğun olmasa da yaşayan var. Esas nüfus 4 sene önce Türkiye’ye göç etti. Operasyonun ardından bir insan göçü ve ölümler yaşandı. Tespit edebildiğimiz 60’a yakın kişi hayatını kaybetti” diye konuştu.

LAZKİYE VE AKDENİZ YOLU KESİLECEK

Suriye ordusunun bölgenin stratejik tepelerinde kontrolü sağladığını söyleyen Cevizci, Türkmen Dağı’nın stratejik önemini şu sözlerle aktardı: “Esad bu bölgeyi devredışı bırakırsa muhaliflerin hem Lazkiye’ye, hem Akdeniz’e ulaşmasının önünü kesmiş olacak. O bölgede alan kazanması Esad’ın siyasi çözüm noktasında da elini güçlendirir. Kendi merkezi olan Lazkiye’deki tabanına da bir nefes aldırmış olacak. Çünkü muhaliflerle aradaki mesafe çok yakın olduğu için sürekli bir baskı vardı. İdlib uzun süredir Esad’a kan kaybettiriyor. Esad’ın bu aşamadan sonra muhalefeti sıkıştıracağı yer İdlib olacaktır.

Türkmen bölgesi ayrıca Rusya’nın Ortadoğu’da özellikle Suriye’de konuşlandırdığı güçlerine de yakın bir bölgedir. Buranın muhaliflerden temizlenmesiyle ciddi bir rahatlama yaşayacaklar. Orada üstünlük sağlayan kendi pozisyonunu daha da güçlendirmiş olacak.”

‘HALEP’TE, RAKKA’DA SES ÇIKARTMADILAR’

Suriye Türkmenlerinden Avukat Ali Öztürkmen de AKP hükümetine yakın Türk basınında çıkan “Türkmenler katlediliyor” haberlerini yalanladı.
Sivil halkın büyük bölümünün Suriye ordusunun kontrolündeki bölgede yaşadığını belirten Öztürkmen, “Diğer yerlerde de El Nusra gibi cihatçı gruplar var. Türkmen Tugayı olarak bahsettiğimiz tugaylar da bu bölgede değil. Bu bölgede sivil halkın sayısı çok az. Bana gelen bilgiye göre ölen kişi sayısı 15- 20 arasında” dedi. Avukat Öztürkmen, “Burada katliam yapılıyorsa tabii ki tepki gösterelim. Ama Halep’te, Rakka’da Türkmenler katledilirken kimse sokağa çıkmadı. Kimse tepki göstermedi. Şimdi ne olduysa herkes ‘Türkmenler katlediliyor’ demeye başladı. Bunu da bir düşünmek lazım” ifadelerini kullandı.
Haber 93

Erdoğan-Putin zirvesi: ‘Eski dostum Esad’ ile barışmaya doğru
Hakan Aksay
01 Ekim 2017



Zaten sıkça görüşen ve daha da sık telefonlaşan Türkiye ve Rusya liderleri Erdoğan ve Putin bu sefer nedenini açıklamadan Kasım’da planladıkları görüşmeyi öne çektiler. 28 Eylül’de Ankara’da düzenledikleri zirvede neler görüşüldüğünü ise, “oldukça yuvarlak açıklamalar” ile geçiştirerek ve gazetecilere soru sorma hakkı tanımayarak kamuoyu ile net biçimde paylaşmadılar.

Bu durumda bize, ilişkilerin genel gidişinden son zirveyle ilgili dile getirilenlerin satır aralarına kadar bir dizi faktörün analizine ve öngörülere dayalı değerlendirme yapmak kalıyor.

Zirve sonunda Erdoğan’ın daha geniş açtığı ilişkiler yelpazesindeki (ikili ticaret, enerji, turizm, IKBY referandumu, Suriye vs.) ana vurgu, Putin’in söze başlamasıyla yerine oturdu: Asıl mesele yine Suriye idi.

Konunun birçok ayrıntısı olduğuna kuşku yok. İlan edilen çatışmasızlık bölgelerinden dördüncüsü olan İdlib’te hangi önlemler alınacak, TSK’nın İdlib’e girmesinin Afrin’deki dengeleri radikal biçimde bozmaması için Moskova’nın “tavsiyeleri” nelerdir, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin Deyr ez Zor’a ve oradaki petrol kaynaklarına egemen olma ihtimalinden rahatsız olan Moskova, Şam ve Ankara ne tür karşı adımlar atabilir ve Suriye Kürtlerine karşı izlenecek tutum ne olmalıdır gibi...

(Bu arada bir Rus internet sitesi, 28 Eylül gece yarısında Suriye’de yönetim ile bazı muhalif güçler arasında ateşkese gidildiği, “Kaplanlar” adlı Şam’a bağlı özel birliklerin de Deyr ez Zor’a kaydırıldığı iddiasına yer verdi.)

Esad’la barışmak zor olsa da...

Konuya daha geniş açıdan bakmakta yarar var: 2011’den bu yana birçok aşamadan geçen, tam iki yıl önce (30 Eylül 2015’te) Rusya’nın askerî sahneye çıkmasıyla kaderi değişen Suriye’deki savaş sona yaklaşıyor (bazı uzmanlara göre gelecek yıl içinde tamamlanması ihtimali var). IŞİD’in kesin yenilgisine az kalmışla benziyor.

Rusya destekli Suriye silahlı kuvvetleri, ülkenin yaklaşık yüzde 90’ına hâkim olmuş durumda.

“Dostum Esad”, ardından “katil Esed”, şimdilerde “Esad” - ve yakın gelecekte muhtemelen “Sayın Esad” - hep ülkenin lideri...

Bu gerçeği kabul etmek, galiba Suriye savaşının son aşamasında ve savaş sonrasında masada ve sahada olmanın şartlarından biri.

Suriye’de Rusya ile birlikte ve onunla koordinasyon içinde attığı adımlarla ilerleyen Türkiye, artık “Esad mutlaka gitmeli” tezini dile getirmiyor.

Esad ise kısa süre önce isim vermeden “Geçmişte şu ya da bu şekilde hata yapmış olan pek çok bölgesel oyuncuyu affetmek gerektiğini” söyledi.

Acaba Ankara ve Şam, Moskova’nın arabuluculuğunda el sıkışmaya mı hazırlanıyor? Kapalı kapılar ardında görüşülen konulardan biri de bu “zorunlu barışma süreci” olmasın?

IKBY referandumuna yaklaşım farkı

Bugünlerde “havuz medyası” (ve tabii “havuz kenarındakiler”), Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) referandumu konusunda Ankara ile Moskova’nın aynı görüşte olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Gerçekten öyle mi? Her iki başkentin de “Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğu” yolundaki açıklamasıyla tüm konu özetlenebilir mi?

Irak yönetimiyle ilişkilerine özen gösteren Kremlin’in Iraklı Kürtlerle de yakın bağları var. Özellikle de enerji ticareti bağlamında.

Gazprom Neft, Lukoyl ve Rosneft gibi dev Rus şirketleri yıllardır bölgeye büyük ilgi gösteriyor. Kısa süre önce Rosneft’in Kuzey Irak’ta milyarlarca dolarlık yatırım yapacağı açıklandı.

Moskova bölgede herkesle iyi geçinmeye çalışıyor. Referandumun yapılmasından çok memnun olmuşa benzemese bile, ona karşı sesini yükseltmiyor.

Dahası Irak’ta da Suriye’de de Kürtlerin şu veya bu biçimde bir özerklik sahibi olması fikrine soğuk bakmıyor. (Astana Süreci’nin başında Rusya tarafından önerilen Suriye Anayasası Taslağı’nda Kürtlere özerklik fikri olduğunu hatırlayın.) Zaten Rusya Federasyonu’nun kendisi, savunma ve dış politikası merkeze bağlı özerk idari birimlerden oluşuyor.

Ayrıca Moskova, her iki ülkede de Washington’la sıkı ilişkiler içinde olan Kürtlerle bağlarını güçlendirme amacı taşıyor ve bu yolda ciddi avantajları olduğu kanısında (özellikle de Suriye’de, Esad’la Kürtlerin uzlaştırılması konusunun, büyük ölçüde kendi inisiyatifinde olduğunu düşünüyor.)

Bütün bunlar Kürt konusunda “büyük hassasiyetleri” olan Ankara’nın hoşuna gidecek yaklaşımlar değil. Dolayısıyla şu anda Türkiye ile Rusya arasındaki “yakın pozisyondayız” fotoğrafında yarın ciddi çatlaklar oluşması ihtimali var.

Ticaret ve turizm iyi de, Akkuyu sorunlu

Ankara’daki zirve sonrasında hem Erdoğan, hem de Putin iki ülke arasındaki ticaretin ve turizmin nasıl geliştiğini büyük bir memnuniyetle anlattılar. Rus lider, Ocak-Temmuz 2017 döneminde ikili ticaretin geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31,5 arttığını, Türkiye’ye gelen Rus turistlerin sayısının ise tam 11 katına çıkarak 2,5 milyona ulaştığını vurguladı. Bu gelişme elbette selamlanabilir; ancak buradaki ciddi yükseliş oranının aslında “uçak hadisesi” sonrasında kapatılan muslukların tekrar açılması sürecini yansıttığını unutmadan yorum yapmakta yarar var.

Zirve sonrasında Erdoğan’ın “alışkanlık gereği” artık iyice eskimiş ve içi boşalmış olan “100 milyar dolarlık karşılıklı ticaret” hedefini hatırlatması ise fazla anlam taşımıyordu. (2008’de 38 milyar dolara yükselmiş olan ikili ticaret hacmi, geçen yıl 16 milyar dolar civarındaydı.)

Bu arada “Rusya ile ticaret” deyince aklına yalnızca “domates” gelen Türkler ve Sayın Ekonomi Bakanı Namık Zeybekçi için ekleyelim: Zirvede “domates yasağı” kalkmadı, sadece “kalkacağı” yolunda vaatler tekrarlandı. Anlaşılan Ruslar bir süre sonra yasağı tümüyle olmasa da kısmen ve belki dönemsel olarak kaldıracaklar ve Türklerin de zafer çığlıkları atarak bayram yapması gerekecek.

Gelelim daha önemli konulara. Büyük enerji projelerinden Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı’nın 300 km’lik bölümünün döşendiğinin ve çalışmaların başarıyla sürdüğünün altı çizildi.

Ancak 2010’da anlaşması imzalanan ve son dönemde sürekli gündemde tutulan Akkuyu Nükleer Santrali Projesi’nin bir türlü hızlanamadığı ortadaydı. Ruslara verilmesi gereken izinlerin tamamlanamamasının yanı sıra, 22 milyar dolarlık projenin finans sorunlarının çözümü doğrultusunda da henüz adım atılamamış durumda. Yüzde 49’luk hisse Cengiz-Kolin-Kalyon Konsorsiyumu’na verilecek mi? Türk tarafı bunun için gerekli 8-10 milyar doları bulabilecek mi? Süresi 60, hatta 80 yıla kadar uzanan bu dev projede uzun vadeli adımlar atmak, bugünkü istikrarsızlık şartlarında nasıl mümkün olacak? Taraflar, bu zor sorulara birkaç ay içinde cevap bulmak zorunda.



S-400 konusunda ‘enteresan sessizlik’

Son aylarda Türkiye-Rusya ilişkilerindeki en ilgi çekici haberler, hiç kuşkusuz ki, S-400 füze savunma sistemiyle ilgiliydi. “Satın alırız”, “alamazsınız”, “anlaşma imzalandı”, “imzalanmadı”, “Türkiye’de de üreteceğiz”, “üretemezsiniz” vs. iddialar ve söylentiler ortalığı toz dumana karıştırmışken, Ankara Zirvesi sonrasında Putin ve Erdoğan’ın bu konuda tek kelime bile etmemesi çok enteresandı. Herhalde iki lider de bu konudan son derece rahatsız olan Batı’nın damarına basmak için bu kez de “sessiz kalma” taktiğini benimsemişti.

Anlaşmasının yapıldığı ve kaporanın bile verildiği söylenen bu önemli askerî ticaret olayı, ayrı bir yazıda incelenmeyi hak ediyor. Ancak bugün için – anlaşma yapılsa ve kapora verilse dahi – bu konunun olup bitmiş sayılacağını öne sürmenin erken olduğunu vurgulamakla yetinelim. Bir zamanlar uzun tartışmalardan sonra seçilen Çin hava savunma sistemi FD-2000 ile ilgili anlaşma yapılmış, ancak üç yıl sonra “pardon” denilerek projeden vazgeçilmişti.

Ve son olarak Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler kompleksinin hâlâ büyük ölçüde Suriye’deki askerî-siyasi işbirliğine bağlı olduğunun ve 24 Kasım 2015 öncesi güven ortamının tesis edilemediğinin altını çizdikten sonra, küçük bir ayrıntıyı ekleyerek yazıyı bitirelim:

“Uçak hadisesi” sonrası buluşmalarda Erdoğan’ın Putin'e “dostum” dediğini çok duyduk (28 Eylül’de de sekiz kez bu kelimeyi kullandı); ancak şimdi Putin de Erdoğan’a “dostum” diye seslendi.

Acaba neden?..

T24
ETİKETLER
hakan aksay erdoğan putin türkiye rusya esad suriye ıkby referandum s 400 ankara zirvesi akkuyu domates krizi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ekm 30, 2017 11:24 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Şub 25, 2016 12:30 am    Mesaj konusu: 'Suriye realitesi çok katmanlı. Birbiriyle çelişkili' Alıntıyla Cevap Gönder

Richard Falk: "Ben (Suriye’deki gibi) birbiriyle çelişkili bu kadar çok etkenin bir arada olduğu, bu kadar karmaşık başka bir çatışma daha görmedim"
19 Eki 2015

EF: El Cezire'den Semin Gümüşel Güner, Orta Doğu uzmanı Richard Falk'la kapsamlı bir röportaj gerçekleştirmiş, bu röportajın ilginç bölümlerinden bir seçme yaptık...

Suriye'de 2011'in Mart ayında başlayan rejim karşıtı gösteriler vekâlet savaşalarını da içine alan bir iç savaş hâlini aldı. Al Jazeera'ye konuşan Orta Doğu uzmanı Richard Falk, "Ben birbiriyle çelişkili bu kadar çok etkenin bir arada olduğu, bu kadar karmaşık başka bir çatışma daha görmedim" diyor.

Richard Falk'a göre bu yüzyılı devlet ve devlet-dışı aktörlerin, bölgesel ve uluslararası aktörlerin muhtelif şekillerdeki ilişkileri ile anabiliriz.
Türkiye tarihinin en korkunç terör saldırısını yaşadı, 102 kişi öldü. Suriye artık bir düğüm. Rusya Suriye’den yürüttüğü operasyonlarında Türk F-16’larını taciz ediyor. ABD, PYD’ye IŞİD’e karşı kullanması için silah aktarıyor. Türkiye bir ateşten çemberde. Bölgede yaşananları dünyanın önde gelen Orta Doğu uzmanlarından, Türkiye’yi de çok yakından takip eden Prof. Richard Falk ile konuştuk.


Semin Gümüşel Güner

(..)


Bu devlet dışı aktörler ne kadar etkili?

Devlet dışı aktörler, 21. yüzyılın yeni olgularından biri, bunun yeni teknolojiler ve sosyal medyayla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Çok geniş ve az maliyetli bir şekilde organize olmak için bir devlete ihtiyaç yok ve tüm toplumlar saldırıya açık. Kendini dünyaya tarihin en güçlü ülkesi olarak yansıtan ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırıları bunu gösterdi. Diğer yandan 1979’da İran Devrimi'nde çok donanımlı ve baskıcı Şah rejimine karşı bu kadar başarılı bir biçimde meydan okunabileceğini kimse beklemiyordu. Bir yanda tabandan gelen halk hareketleri, diğer yanda küçük bir grup insanın bir ülkenin tüm güvenlik ve istikrar yaklaşımlarını değiştirebildiği 11 Eylül… Bu gelişmeler uluslararası çatışmanın doğasını köklü biçimde değiştiriyor. Suriye’de Hizbullah, Esed tarafında savaşın dengesini en azından geçici biçimde değiştirdi. Sadece devletler devletlere karşı değil, Sünniler ve Şiiler arasındaki mezhepsel ayrılık, aşiretçilik Yemen, Libya ve Irak'ta yeniden belirleyici oluyor. Bu durum, 1. Dünya Savaşı sonrasında diplomasinin kötü idare edilmesinin ve aşiretçilik ile dinin istikrarlı bir toplum yaratmada önemli faktörler olarak sayılmamasının bir parçası. Bölge de bu gelişmelerin kötü sonuçlarını yaşıyor.

“Suriye realitesi çok katmanlı. Birbiriyle
çelişkili bu kadar çok etkenin bir arada
olduğu, bu kadar karmaşık başka bir
çatışma daha görmedim. Belki de
21.yüzyılın yeni gerçeği bu.”


IŞİD bölgede çok vahşi eylemleriyle öne çıkıyor, medyayı da çok iyi kullanıyorlar. IŞİD Orta Doğu’da neyi temsil ediyor?

IŞİD de El Kaide de acımasız ama IŞİD'in taktikleri daha modern. IŞİD, El Kaide'nin asla sahip olmadığı medya teknolojilerini çok komplike biçimde kullanıyor. Ama yine de çağdışı ve barbarca davranıyorlar. Ama burada başka bir soru daha sorulabilir: "İŞİD, sadece 2015’in ilk 6 ayında 100 kişinin başını uçuran Suudi Arabistan'dan daha mı barbar?" Yakınlarda monarşiye karşı bir gösteriye katılan 17’sindeki bir gencin halkın önünde çarmıha gerilmesine hükmettiler. Bu tür bir barbarlığa karşı hiçbir şey söylemiyoruz. Ve Suudi Arabistan BM’de İnsan Hakları Konseyi’ne seçildi. Yaşadığımız dünyada çok fazla tezat var. Terörizmle sadece devlet dışı örgütler ilişkili değil. İsrail'in Gazze halkına yaptıkları da devlet terörünün de bu resmin bir parçası olduğunu daha açık bir şekilde gösteriyor.

IŞİD hakkında çok ilginç bir iki nokta var. ABD Afganistan ve Irak'ta orduları eğitmek için milyarlar harcadı ama bu ordular işe yaramıyor. Peki, ama IŞİD bu kadar etkili bir askeri ve siyasi kapasiteyi birdenbire nasıl oluşturdu? Ayrıca IŞİD, ABD, Rusya ve Türkiye'nin elinde bulundurduğu ağır silahlarla yürüttüğü operasyonlara rağmen neden zayıflamıyor?

Bildiğimiz kadarıyla, Suudi Arabistan'ın IŞİD'in ortaya çıkışında başlarda finansman desteği oldu ve söylentilere göre IŞİD de bunun karşılığında S. Arabistan'ın doğrudan dahil olduğu hiçbir şeye saldırmama sözü verdi. Bu doğru mu? Bu tür bilgileri doğrulama şansımız yok. ABD'nin de Irak işgalinde mezhepçiliği taktik olarak kullanarak IŞİD'in yükselişine katkıda bulunduğu ortada. ABD, Irak'ta Sünni askeri liderleri bertaraf etti, aynı liderler daha sonra IŞİD'in komuta yapısını oluşturdu. IŞİD'in erken dönemlerinde, yani Batı'nın önceliği henüz hâlâ Esed'in devrilmesiyken ve Esed karşıtı muharip güçlerin en kabiliyetlileri IŞİD'deymiş gibi görünürken, Türkiye ve ABD'nin örgüte nasıl yaklaştığına dair çok fazla varsayım var. Bu da henüz kesin bir yorum yapılamayan, tartışmalı bir konu.

Rusya IŞİD’e yönelik olduğunu iddia ettiği operasyonla Suriye’de alenen varlık gösteriyor. Rus savaş uçakları Türk hava sahasını ihlal etti, Türk F-16’larını taciz etti. NATO, Türkiye ve Rusya arasında gergin mesajlar gitti geldi. Rusya ne yapmak istiyor?

Rusya’nın Suriye’deki dış politikasını anlamak için şunu görmek lazım. Rusya Soğuk Savaş sonrası az çok Orta Doğu’nun dışına itildi. Bugünün güçlü lideri Putin Rusya’nın SSCB gibi ciddiye alınmasına çabalıyor. Mesaj belki de şu: Eğer ikinci bir Soğuk Savaş istemiyorsanız, bizim çıkarlarımıza da saygı duymalısınız. Türkiye ile yaşanan gerginlik ise sadece bir vitrin, asıl hedef Batı’yla özellikle de ABD ile ilişkilerini yeniden düzenlemek. Fakat bu, tehlikeli bir oyun özellikle de Suriye’deki hassas durum, orada etkin olan devlet ya da devlet dışı bölgesel pek çok aktör ve bölgedeki askeri müdahalenin kötü mirası açısından...

Suriye bölünüyor mu?

Maalesef kahin değilim. Ancak bir deli size bu konuda net bir cevap verebilir. Çünkü 2015 sonu itibariyle Suriye realitesi geleceğe yönelik bir tahmin yapabilmek için çok karmaşık, çok katmanlı bir mesele. Ben birbiriyle çelişkili bu kadar çok etkenin bir arada olduğu, bu kadar karmaşık başka bir çatışma daha görmedim. Bu, bir ilk. Belki de 21.yüzyılın yeni gerçeği bu. Belki de bu yüzyılı devlet ve devlet-dışı aktörlerin, bölgesel ve uluslararası aktörlerin muhtelif şekillerdeki ilişkileri ile anacağız. Buradaki korkutucu çelişki, Esed’e yönelik muhalefet ve IŞİD’e saldırı arasında çünkü IŞİD de Şam rejimini devirmeye çalışıyor. Türkiye ve ABD de benzer çelişkiler arasına sıkışmış. Türkiye hem Esed rejiminden kurtulmak istiyor hem de Kürt hareketinin güçlenmesini istemiyor. Suriye’de en büyük ümit, ölümleri mümkün olduğunca güvenli bir şekilde durduracak ortak bir zemin bulmak adına en kısa sürede diplomatik bir sürecin başlamasında...

Diplomatik bir çözüm için umut var mı?

Bence Rusya ve ABD iki sonuca vardı: Politik taviz vermek ve IŞİD’in daha fazla yayılmasını önlemek, en iyisi.

Sizce Türkiye Suriye’deki gelişmeleri yanlış yorumladı mı?

Konuyla ilgili tüm siyasi liderler çatışmayı yanlış yorumladı ya da manipüle etti. Türkiye yalnız değildi. Sadece Türkiye Suriye’yle diğer ülkelere göre daha yakından ilgiliydi. Bölgede yaşanan olaylar öngörülemezdi.

Türkiye’nin Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye daha evvel Esed rejimine çok hızla yaklaşarak hatalı davrandı. Suriye ile ilişkileri, komşularla sıfır sorun politikasının simgesi olarak seçmek hiçbir zaman iyi bir fikir değildi. Esed’i de reformlar için ikna etmeye çalıştılar fakat Esed bu yolu seçmeyince, bu durum Davutoğlu ve Erdoğan açısından sıkıntı yarattı. Zira her ikisi de itibarlarını ortaya koymuştu. Ancak 2011’de Mübarek’in devrilmesinden hemen sonra Esed Dera’daki ayaklanmayı çok sert bir şekilde bastırdı. Bu kabul edilemezdi. AK Parti’nin tavrı ahlaki açıdan anlaşılır fakat ardından gelen politikalar için bir temel oluşturmamalıydı. Ankara Şam rejiminin kendi yönetimini tehdit edecek tehlikelere karşı koyma becerilerini yanlış hesapladı, hafife aldı. Yönetim, Esed’in Kaddafi örneğindeki gibi yalnız ve zayıf olduğunu, tabandan gelen ufak bir itkiyle hızla devrilebileceğini varsaydı. (..)

Türkiye’nin Suriye’de Rusya ve İran’ın rolünü hafife aldığını düşünüyor musunuz?

İran ve Rusya olmasa da, Suriye’de rejim değişikliğinin kolay olmayacağı belliydi. Bunlar Suriye’deki güç ilişkilerinin yanlış hesaplanışının bir yansımasıydı. Suriye’deki krizin ilerleyişine bakıldığında, Türkiye’nin yorumu güvenilmez ve pek de bilinçli değilmiş gibi bir görüntü çiziyordu. (..)
(..)

Türkiye’nin en büyük müttefiki ABD, Türkiye’nin savaştığı PKK ile askeri işbirliği yapıyor. En büyük komşusu Rusya, Türkiye’nin devirmeye çalıştığı Esed rejiminin arkasında tankıyla uçağıyla duruyor. Bu tablo önlenebilir miydi?

ABD'nin PKK'yla gerçekten aktif bir işbirliği içinde olduğundan pek emin değilim. NATO ve ABD, PKK'yı hâlâ bir terör örgütü olarak görüyor. ABD teröre karşı savaşıyor ama ısrarla terörist olarak tanımladığı örgütlerle örtülü ittifak yapıyor. Bölgedeki tüm siyasi aktörler, 21. yüzyılın yeni imzası dediğim bu kendiyle çelişen jeopolitik tutumlarda. Sömürgecilik sonrası bir dünyada yaşıyoruz ve bölgede olup bitenler üzerinde daha az merkezi kontrol var artık. Batı, bölgede Soğuk Savaş'ın sonuna kadar süren kontrol kapasitesini kaybetti. Soğuk Savaş sonrası bölgede Washington tarafından yeni bir siyasi yapı oluşturulmasının mümkün ve şart olduğu fikrinin başlıca sorumlusu ABD. Irak müdahalesinin başarısızlığı, bölge için yeni bir gelecek vizyonunun kısmen İsrail'in önceliklerine göre yürütüldüğünü de doğruladı. Bu yaklaşım, ABD dış politikasının itibarını derinden sarsan korkunç bir jeopolitik felaketin de sorumlusu. Irak savaşı, muhtemelen dolaylı bir şekilde IŞİD'in ortaya çıkmasına neden oldu.

Başbakan Davutoğlu’nun dış politika sicilini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Arap Baharı'na kadar olan dönemi ve sonrasını ayırmak gerekir. Davutoğlu diplomasisi Arap Baharı'na kadar olağanüstü başarılıydı ve kimsenin Arap Baharı'nı öngörmesi beklenemezdi. Davutoğlu'nun Arap Baharı'na verdiği tepki bana biraz erken görünmüştü. Mısır ve Tunus'ta yaşananların geri dönüşü olmayan bir dönüşüm olduğunu düşündü ve böyle hareket etti. Bölge siyasetini değiştirmede Arap gençlerinin üstlendiği rol ile ilgili son derece olumlu düşünüyordu. Davutoğlu'nun, hafife aldığı şey, bölgedeki devrim karşıtı güçlerin kuvvetiydi. Türkiye ilkeleri gereği Mısır'daki Sisi darbesine karşı çıktı. Oysa Mısır'da Müslüman Kardeşler'in iktidara gelmesi yüzünden büyük endişeye kapılan Suudi Arabistan liderliğindeki bölge ülkeleri, Sisi darbesini bir rahatlama duygusu ile memnuniyetle karşıladı. Bölge güçlerinin tutumu karşısında Türkiye kendisini bölgede daha izole bir durumda buldu.

Peki ya Cumhurbaşkanı Erdoğan?

Arap Baharı’nda ve sonrasında Erdoğan’ın bölgede ve dünyada en popüler lider olduğu unutulmamalı. 2011 baharında Mısır'a gittiğinde çok olumlu karşılandı. Her ne kadar Kahire Üniversitesi'ndeki konuşmasında laik bir siyaset benimsenmesi gerektiğini savunarak Müslüman Kardeşler'i kızdırdıysa da, Mübarek sonrası duruma ilişkin savunduğu yaklaşım için de asla takdir görmedi. Oysa bu yaklaşım benimsenseydi, Mısır için daha ılımlı ve daha az gerilimli bir gelecek sağlayabilirdi. Fakat şu çok önemli, kimse Arap Baharı'yla ortaya çıkan bu vahşi atı koşturmayı başaramadı. Davutoğlu da Erdoğan da başarılı olamadı.
(..)

Peki dış politikadaki en büyük başarı neydi?
Bence en etkileyici başarı, Türkiye'nin Soğuk Savaş pasifliğini kırıp, bölgesel, hatta küresel arenada bağımsız ve yapıcı bir rol üstlenmesi oldu. 2002'den 2011'e kadar Türkiye sadece bölgede değil, Afrika'da ve bir ölçüde Asya'daki bağımsız ülkelerin çoğu için en güvenilir, en izan sahibi, en güvenilir ülke haline geldi. Türkiye bu dönemde Brezilya'yla birlikte en bağımsız uluslararası rolü üstlendi. Bu, AK Parti’nin yürüttüğü proaktif politikaların bir sonucuydu. 2011'den sonra Türkiye'nin bu iddialı duruşuna ilişkin pozitif imaj sorgulanmaya, hatta itibarsızlaştırılmaya başladı.

“Türk dış politikasının 2002’den
bu yana en büyük hatası, Suriye
atına fazla erken binip,
attan hızlı inmek oldu.”


Neden?

Bence arka arkaya sekiz seçim kazanan AK Parti ve Erdoğan'ın aşırı güven içine girmesinin bir yan etkisi oldu. Erdoğan belki de kendisini durmadan eleştirip, AK Parti’nin ilk dönem başarıları için asla takdir etmeyen muhalefetten yorgun düştü. Talihsiz bir karşı çıkış içine girerek çoğunlukçu demokrasi denilen yöne kaydı; belli ki tüm bu seçimleri kazandığı için Türk halkından ülkeyi yönetme yetkisi aldığını haklı bir şekilde iddia edebileceğine ve atacağı her adımda kendisine çamur atmaya ve kuyusunu kazmaya kararlı hırçın muhalefeti görmezden gelebileceğine inandı. 2011 hem Arap Baharı hem de seçimler açısından bir dönüm noktasıydı. Bu iki büyük gelişmeyi hesaba katmadan bugünü anlamak imkansız.

“Türk dış politikasının en büyük hatası”

Türk dış politikasının 2002’den bu yana en büyük hatası ne oldu?

Suriye atına fazla erken binip, attan hızlı inmek.

(..)

Önümüzdeki yıl Sykes-Picot’nun 100.yılı. Orta Doğu’nun haritası yeniden mi çiziliyor?

Sykes – Picot anlaşmasının bölgedeki pek çok problemden sorumlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü koloniyal güçler için uygun politik topluluklar yarattılar ama bunlar bölgedeki etnik ve dini topluluklar için uygun değildi. Bugün devlet sistemi hâlâ güçlü. Bu parçalanmanın bölgede ilerlemesine izin verilirse, Asya, Afrika, Latin Amerika’da da benzer hareketler olabilir. İyi ya da kötü, bölgenin sınırlarını aşağı yukarı mevcut haliyle tutmak, jeopolitik çıkarlar açısından doğru. Mevcut sınırlar yetersiz olabilir ama mevcut bağımsız devletleri parçalamaya yönelik bilinçli çabaların yarattığı karışıklık daha kötü.

1.Dünya Savaşı ertesinde kurulan düzen çöküyor, Arap Baharı’ndan bu yana bunun sancılarını mı yaşıyoruz? Bölge nereye gidiyor?

1. Dünya Savaşı sonrasında dayatılıp kurulan bölge düzeni daha önce görülmemiş bir sınavdan geçiyor. Soğuk Savaş sırasında da bir sürü iç devrim ve darbe yaşandı, ama hiçbiri bu denli karmaşık değildi ve bu tür vekalet savaşları yoktu. Birçok ülkede zenginliğin üst sınıflar ile nüfusun geri kalanı arasında son derece adaletsiz bir şekilde dağılmasına neden olan ekonomik küreselleşme de bu resmin bir parçası. Böyle bir yapıyı değiştirmek, kökten bir dönüşüm hareketinin başarıya ulaşmasına bağlı. Bu denli adaletsiz bir ekonomik yapı varken bu ülkelere Batı'nın liberal demokrasisini getirebileceğinizi düşünmek büyük hayalperestlik. Jeopolitik açıdan birçok yanlış hesap yapıldı. Irak'ta Saddam Hüseyin'in devrilmesinin Batı için önemli bir siyasi zafer yaratacağı düşünülürken, siyasi zaferin sahibi İran oldu, ülke de kaosa sürüklendi. Mısır da Batı tarzı seküler demokrasi yerine Mübarek döneminden bile kötü bir otokrasiyi yaşıyor. Bölge ülkelerinin önündeki seçenekler, kaos ve otokratik devletler. Radikal bir meydan okuma ikinci bir Arap Baharı'na yol açmadığı müddetçe, bölge için bu korkunç kaos-otoriter düzen ikileminden çıkış yok gibi görünüyor. İnsanlar yüz yıllık tiranlığı bir yıllık kaosa tercih eder.

“Arap Baharı'ndan beri insanların
tarihte rol oynayabilecekleri,
tarih yazabilecekleri düşüncesi var.”


Arap Baharı sona erdi mi? Arap Baharı Orta Doğu’yu nasıl değiştirdi?

Arap Baharı ile başlayan süreç henüz bitmedi. Arap Baharı'nı 1979'daki İran Devrimi ile kıyaslamak gerekiyor. Tahran'daki yönetim, devrim yapmak için bürokrasiyi dönüştürmeleri gerektiğini anlamıştı. Mısır'da sadece liderlerden ve yakın çevrelerinden kurtulmak yeterli olmadı. Mısır hareketi, ulusal silahlı kuvvetlere güvenerek, eski hükümet seçkinlerine bel bağlayarak istediklerini elde edemeyeceklerini anlamadı. Bu siyasi açıdan trajik bir hesap hatasıydı. Ama Arap Baharı'nın bazı derin sonuçları oldu. İnsanların siyasi öznelliğini değiştirdi. Daha önce insanların yapacaklarıyla siyaseti değiştirebileceği yönünde bir inanç yoktu ama artık insanların tarihte rol oynayabilecekleri, tarih yazabilecekleri düşüncesi var. Artık tarih tabandan da yazılabiliyor. Arap Baharı'nın ikinci aşamasında ise, Sisi darbesinin izole bir askeri olgu olmadığı, halk desteği ile şartlarının oluştuğu açık. Belki bu destek tepeden manipüle edilip düzenlendi ama sanki tabandan yetki almış gibi bir görüntü sergilendi. Üçüncü unsur ise neoliberal dış güçlerin manipülasyonu ve bunun ekonomik küreselleşmeyle olan ilişkisi ile siyasi değişimden son derece rahatsız olan İsrail ve ABD'yle bağlantılı jeopolitik güçler.

Arap Baharı’nın kazananı kim?

Sürecin geçici galibi, Arap Baharı öncesi otokrasileri geri getiren devrim karşıtı güçler ve monarşiler. Körfez monarşileri ve Fas fırtınayı gayet iyi atlattı. Bu hükümetler makyaj niteliğinde küçük değişiklikler yapsa da büyük değişimler olmadı.

Arap Baharı’nda Batı ve özelde ABD sürecin arkasında durmadı. Bugün Sisi ‘yi Mursi’ye tercih ettiler. Neden korktular?

Arap Baharı'nın ilk dönemlerinde ABD’den epey destek olduğunu düşünüyorum. Ancak Mısır'daki hareketin aslında çok daha radikal olduğu ve Batı'nın ekonomik ve stratejik menfaatlerini tehdit edici politikalara gideceği, statükonun değiştirileceği yönünde bir korku vardı. Ayrıca Müslüman hareketlerinin güçlenerek bölgede bir İran daha yaratmasından endişe ediliyordu. Peşinen karşı çıkılmadı ama güçlü biçimde yanında da yer alınmadı.

Demokrasi, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi Amerikan değerlerine ne oldu?

ABD’nin bölgeye ilişkin politikası "jeopolitikanın üstünlüğü" dediğim şeyi yansıtıyor. ABD ve Batı, Suudi Arabistan'la nispeten mutlu bir şekilde yaşayabiliyorsa, herkesle yaşayabilir.

Ama Mursi’yi istemediler.

Evet. ABD, çıkarlarıyla uyumlu gördüğü her şeyle yaşayabilir, ancak Amerikan hükümeti, değerleriyle uyum konusunda o kadar da ısrarlı değil. Değerler uluslar için vitrin süsüdür, gerçek politikaları çıkarlar belirler.

Filistin – İsrail arasında yine gergin günler yaşanıyor. Ekim başından bu yana 45 kişi öldü. Bu yaşananları ‘3.İntifada’ olarak değerlendirenler var. Bu mümkün mü?

Kesinlikle mümkün. Belki de bugünlerde bunun ilk safhasına tanıklık ediyoruz. Filistinliler, özellikle de gençlerde büyük bir bıkkınlık ve çaresizlik var. Direnişi tek umut olarak gören Filistinli gençlerin sayısı artıyor. İnsanlar Filistin Yönetimi'nden ve yarı işbirlikçi Abbas tarzı liderlikten hayal kırıklığına uğradı. Eğer 3. İntifada, yani sürekli ve geniş çaplı bir tür halk direnişi olursa çok kan akar. Çünkü mevcut İsrail yönetimi aşırı sağ görüşlü ve vahşi. İsrail, Direniş ne yaparsa 100 misliyle karşılık verecektir. Öte yandan Filistinliler pasif kalırsa, İsrail kısa bir süre sonra çatışmanın bittiğini ilan edecek ve Batı Şeria'nın tümünü ya da büyük bölümünü ilhak ederek büyük İsrail'i kurmak isteyecektir.

RİCHARD FALK KİMDİR?

Princeton Üniversitesi'nde kırk yıldan uzun bir süre hukuk ve uluslararası ilişkiler dersi verdi. 2007'de kaleme aldığı bir makalede İsrail'in Filistin halkına yönelik politikalarını toplu cezalandırma olarak nitelendirince, Tel Aviv tarafından İsrail'e ve işgal altındaki Filistin topraklarına girişi yasaklandı. 2008-2014 yıllarında BM Filistin İnsan Hakları Raportörü olarak görev yaptı. Akademisyenliğin yanında yazar ve editör olarak birçok esere imza attı. Falk, Arap Baharı’ndan sonra gelişen karşı devrim hareketlerini tahmin eden az sayıdaki isimden biriydi. Son kitabı, Arap Baharı'ndan Sonra: Kaos ve Karşı Devrim’de de Arap Baharı’nı ve sonrasında yaşananları analiz ediyor.
Kaynak: Al Jazeera

Beşar Esad Esad: Suriye-Rusya-İran-Irak ittifakı başarılı olmazsa bütün bölge çöker
04.10.2015

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ülkesi ile Rusya-İran ve Irak'ın oluşturduğu ittifakın mutlaka başarılı olması gerektiğini de söyledi. Esad, aksi takdirde bölgenin bir yıkımla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

İran'ın Khaber Televizyonu'na konuşan Suriye lideri Esad, Rusya’nın askeri operasyonunun Ortadoğu’nun yok olmaktan kurtarılması için hayati önem taşıdığını söyledi.

Batılı ve Arap ülkelerin Suriye’de ve Irakta sürdürdüğü hava saldırılarının faydalı olmadığını ve bu operasyonların terörü yaygınlaştırdığını söyleyen Esad, Suriye, Rusya, Irak ve İran’ın ittifakıyla gerçek sonuçların alınabileceğini belirtti. Bu ittifakın mutlaka başarılı olması gerektiğini vurgulayan Esad, aksi takdirde bölgenin bir yıkımla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

Rusya ve Suriye uçaklarının hava saldırılarının IŞİD’e karşı mücadelede bir yıldan fazladır operasyonlar düzenleyen ABD öncülüğündeki koalisyondan çok daha başarılı olduğunu vurgulayan Suriye lideri , “Terörizme destek olan ülkeler terörle mücadele edemezler. Koalisyonda gördüğümüz gerçek bu. Bu yüzden 1 yıldan fazladır sonuç alamadılar. Aksine, terörizm coğrafi olarak yayıldı ve daha fazla kişiyi saflarına kattı” dedi.
Esad, Rusya'nın özellikle ülkede süregelen kriz ile bağlantılı olarak, Suriye'ye asla herhangi bir şey empoze etmeye çalışmadığını belirtti.

Rusya, Suriye, İran ve Irak Suriye'de güvenlik ve istihbarat paylaşımı işbirliğini geçtiğimiz hafta kabul etti ve IŞİD'le mücadele çabalarını koordine etmek Bağdat'ta bir bilgi merkezi kurdu.

Erdoğan: Rusya'nın Türkiye'ye rağmen attığı adımlar bizi üzüyor
Esad, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun ülkesine tavsiyede bulunma hakkı olmadığını savundu. "Erdoğan ve Davutoğlu, dünyada da kimseye tavsiyede bulunamazlar. Hakikat budur. Bu kadar basit ve net" dedi.

Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan'ın Batılı ülkelerin gündemine göre hareket ettiklerini savunan Esad, Suriye'deki sorunun kendisine yönelik eleştirilerle kişiselleştirilmek istendiğini söyledi. Esad, "ABD ve müttefikleri, Erdoğan ve Davutoğlu hükümeti teröristler desteklerken, onların Türkiye sınırından silah ve parayla geçmesine izin verirken, Suriye ve Irak'ta terörizmle-IŞİD'le nasıl mücadele edebilir?" ifadelerini kullandı.

Türkiye, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan'ı "Suriye'ye teröristler göndermekle" suçlayan Esad, uluslararası toplumun bu ülkelere baskı yapmasını istedi. Esad, "Eğer bu yapılırsa, sorun olmayacaktır. Suriye'deki sorunun çözümü hiç de karmaşık değil. Zira bu ülkeler Suriye halkına düşman. Zaten ülkemizdeki sorunun nedeni de onlar" dedi.
Kaynak: http://tr.sputniknews.com

Çocuk doktoru Savan Günay yazdı: Ölüyü hortlattınız...
09/07/2015



Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Savan Günay'ın Suriye sınırından geçen sığınmacılar ve çocukları ile ilgili yazısı sosyal medyada paylaşım rekoru kırıyor. Doktor Günay'ın iddiasına göre Türkiye önümüzdeki süreçte çok sıkıntılı sağlık sorunları yaşayacak.
İşte Dr. Savan Günay'ın 3 000000 kişi tarafından okunan ve paylaşılan yaızı paylaşım rekoru kıran yazısı;


Bir çocuk doktoru olarak...
Size söylüyorum...

Ülkeye 4,5 milyon Suriyeli doğurgan çift almakla beraber 1 milyon 800 bin aşısız…
Bazı kaynaklarda 2 milyon Suriye uyruklu çocuk aldınız...

Ülkemin son 30 yılda emek emek, ilmik ilmik
Yapılan demografik aşı haritasını değiştirdiniz...

30 yıldır görülmeyen kızamık hastalığını hortlattınız...
Türk çocukları 30 sene sonra kızamık geçirir oldu...

İlk olarak batı Şeria ve Gazze’den kontrolsüz geçiş suretiyle...
El ayak ağız hastalığı hortladığında bakanlığı uyarmıştım...
O dönemim Sağlık Bakanı kısa bir çalışma başlatmıştı...
Sonra Suriye faciası ile olay kontrolsüz bir hale geldi ve Ülkenin aşı politikasının ruhuna el Fatiha okudunuz..

Yine 30 yılda sıklığı 1000 de 2 ye düşen suçiçeği hastalığını %100 de 4 e fırlattınız...

Eredike ettiğimiz (yani sıfırladığımız) el ayak ağız hastalığını 10000 (on binde 1 görülürken) %2 görülür hale getirdiniz…

Ölüyü hortlattınız...

Bunlar korkunç rakamlardır...

Bu sektörde çalışanlar iyi bilir…

Sınır kapılarında aşı yapmak 1,5 milyon çocuk geldikten sonra aklınıza geldi...
Önünüze geleni ülkeye aldınız..

Almayın demiyorum...

Ama kontrollü alınız…

Böylece aşılanmış çocuklar ve aşılanmamış çocuklarla, aşılanmış olanlarında immün (bağışıklık)sistemi bozuldu.

Size söylüyorum…
Sayın Sağlık bakanı…

Biz 50 yıl bu hastalıklarla tekrar mücadele edeceğiz...
Kim için?
Ne için?
Ne adına?

Benim çocuklarımın bahar yaşadığı bu iklime, kontrolsüz
2 milyon aşısız çocuk sokarak…
Ülkeyi 50 yıl öncesine götürdünüz...
Bunun acı faturasını Türk çocukları daha sonraki yıllarda ödeyecek...

Ya siz ne ödeyeceksiniz !!!
Ben ülkemin meftunu, aşığıyım…
Gerçek budur ve halkım bilmelidir...

Dr. Savan Günay
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı
Kaynak: http://savangunay.com/haber_detay.asp?haberID=113

Fehim Taştekin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e verdiği Suriye brifinginde yaşananları anlattı
09 Nisan 2016



Gazeteci Fehim Taştekin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e verdiği Suriye brifinginde yaşananları Rudaw'a anlattı. Taştekin "Benim Suriye’deki durumla ilgili analizlerime hak verdi. Hükümetin Suriye politikasını enine boyuna eleştirdim, nerelerde hata yapıldığını sıraladım, itiraz etmeden dinledi. Kendisinin de defalarca hem Recep Tayyip Erdoğan hem de Ahmet Davutoğlu’na ikazlarda bulunduğunu ama sözünün dinlenmediğini söyledi" ifadelerini kullandı.

Kuzey Irak'taki Barzani yönetimine yakın Rudaw'a konuşan Taştekin, "kitabınızda Ağustos 2015’te son Suriye gezinizden sonra Abdullah Gül’e bir brifing verdiğininizi belirtmişsiniz. Abdullah Gül, Türkiye’nin mevcut Suriye politikasından hoşnut muydu? O dönem Başbakan olsaydı o da aynı politikayı izler miydi" sorusuna şöyle yanıt verdi: "Gül ile iki saat süren bir sohbetim oldu. Talep kendisinden geldi. Benim Suriye’deki durumla ilgili analizlerime hak verdi. Hükümetin Suriye politikasını enine boyuna eleştirdim, nerelerde hata yapıldığını sıraladım, itiraz etmeden dinledi. Kendisinin de defalarca hem Recep Tayyip Erdoğan hem de Ahmet Davutoğlu’na ikazlarda bulunduğunu ama sözünün dinlenmediğini söyledi. Gül’ün yaklaşımı farklıydı. Tabii bana hak verdiği konularda gerek dava arkadaşlarının gerek dışardaki müttefiklerinin baskıları karşısında ne kadar direnç gösterebilirdi bilmiyorum. Gül yumuşak tabiatta bir lider, Erdoğan gibi dayatmacı değil."

Taştekin söyleşinin devamında şunları söyledi:

Acaba Türkiye eski Suriye politikasından vaz mı geçti?

Kafa yapısı değişmedi. Ama defalarca duvara tosladılar. Artık iki yıl öncesi gibi “Ortadoğu’da her gelişmeye biz yön veririz, süreçleri biz yönetiriz” diyecek halde değiller. Seslerini kısmaktan başka şansları yok. Aksi halde çok komik duruma düşebiliyorlar.

En son dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD dönüşünde, Obama’ya “Kuzey Suriye’de olanlara seyirci kalmayacaklarnı söylediğini” açıkladı. Türkiye’nin Suriye’ye girme ihtimali ne kadar sizce?

Türkiye, Suriye’ye giremez. Bunun için aklını yitirmiş olması gerekir. 2012’den beri Kürtleri tehdit ediyorlar. Yaptıkları IŞİD, Nusra ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı bazı grupları kullanarak Kürtlerin elde ettiği kazanımları yıkmaya çalışmak oldu. Bir vekâlet savaşı da Kürtlere karşı verildi. Bir de top atışlarıyla Kürtleri ilan edilen kırmızı çizgilerde durdurma çabası var.

Bunların dışında Suriye’ye doğrudan askerlerini sokarak bir savaşa girmesi kolay değil. Girerse hem Kürtler ve müttefikleri hem Suriye ordusu hem de Rusya ile savaşı göze alması gerekir. Sanırım Rusya düşürülen uçağın intikamını almak için Türkiye’nin karadan ya da havadan Suriye’ye girmesini dört gözle bekliyor. Rusya’nın NATO toprakları dışında yapacağı bir misillemeyi Türkiye’nin müttefiklerin de üzerlerine almayacağını sanıyorum.

Suriye konusuna hakim birisiniz. Sizce federal sistem Suriye için kalıcı bir çözüm oluşturur mu?

Federal sistemin ne kadar işlevsel olduğuna bağlı. Rojava’da umut veriyor. Bu Kürtlerin birçok şeyi içselleştirmiş olmasına, toplumsal örgütlülüğüne ve askeri disiplinine bağlı bir durum. Aynı şeyi Arap bölgelerinde görmüyoruz. Ama fikir olarak Kürtlerin hayata geçirdiği model Suriye’yi rahatlatacak bir modeldir. Tabii oldukça zor. Suriye sıkı bir ulus devlet mantalitesine sahip. Bu elbiseyi yırtıp atması ciddi bir devrim olur. Merkeziyetçi yapıyı ademimerkeziyetçi bir yapıya dönüştürmek dünyanın en zor işi. Aynı direnci Türkiye’de de görüyoruz.

Söz konusu federal sistemde IŞİD’in Rakka merkezli bir federal bölgesi olabilir mi?

Hayır olamaz. Buna ne uluslararası sistem ne yerel aktörler ne de Suriye yönetimi izin verir.

PYD’nin Moskova’da, YPG’nin Prag’da temsilcilik açması, politikalarına nasıl bir güzergah çizebilir?

Kürtler çok boyutlu bir yol izliyor. Prag ya da Brüksel’de büroların açılması Batı’ya yönelimi gösteriyor. Moskova’da temsilciliğin açılması ise küresel bir güce yaslanma ihtiyacına denk geliyor. Rusya’nın desteğini almak hem uluslararası platformlarda, hem de Şam üzerinde Kürtler namına bir etkiye sahip olmak demektir. Amerika ile ittifakın Şam üzerindeki etkisi ters yönlü. Bunu dengeleyen faktör Rusya ile ittifaktır. Her iki güçle birlikte hareket etme yeteneği sürdürülebilirse bundan Kürtler kazançlı çıkar.

Sizce ileride ABD Rojava ve Güney Kürdistan’ın birleştirmeye çalışır mı?

Kısa vadede böyle bir şeyin olması zor. ABD istese de bunu yapamaz. Bir kere Kürtlerini bunu istemesi lazım. İki yakadaki hakim anlayış birbirine taban tabana zıt. Şu anda Rojava’ya uygulanan ambargoda en can yakıcı olan Güney Kürdistan’dan gelen ambargodur. Önce Kürtlerin kendi birliğini sağlaması gerekiyor. Sonra bölgesel güçlerin iradelerini aşmaya ve uluslararası toplumun desteğini almaya sıra gelir. Daha alınması gereken çok yol var.

Suriye’deki Kürt toplumun en belirleyci yönleri ve hedeflerine varmak için ne tür avantajlara sahipler?

Kürtlerin bir davası var. Bu dava bir çıkış yapmak için olabilecek en uygun koşullara sahip. Savaş ve IŞİD tehdidi Kürtlerin kendi sözlerini söyleme ve farklılıklarını gösterme imkanı da verdi. IŞİD ile mücadele Kürtlere meşruiyet kazandırdı. Ellerindeki model onların şu an en güçlü silahı.

Üçüncü yol stratejisi Kürtlere kazandırdı. Tabii elde ettikleri siyasi mevzileri kalıcı kılmak için yerelde farklı halklarla geliştirdikleri birlikte yaşama felsefesinden kesinlikle sapmamaları ve uluslararası alanda olabildikçe akıllı ilişkiler geliştirmeleri gerekiyor. Kürtler kendilerini silahla dayatmaya kalkışırsa, kaybeder. Çünkü o zaman ittifak kurdukları halklar bir şekilde çözülür ve başka ittifak ilişkileri ve çıkar savaşları devreye girer.
Kaynak: Cumhuriyet

Mehmet Yuva: BAL PETEĞİNE AYI ÇAĞRILMAZ
16. 09.2915

“Biz geldik. Kardeşim Esad ile oturduk, konuştuk, müzakere ettik. İki ülkeyi dost ve kardeş yaptık. Her alanda işbirliği antlaşmaları yaptık. Şimdi benim Antepli kardeşim cebine pasaportu koyuyor Şam’a Halep’e gidiyor. Suriyeli kardeşim pasaportu cebine koyuyor Antep’e geliyor. Soruyorum: Kim kazandı? Gazi Antep kazandı di mi? Esad kardeşim kazandı di mi? Korkuların tehditlerin ne kadar boş olduğu ortaya çıktı di mi? Düşman politikaların yarar değil zarar verdiği ortaya çıktı di mi?” diyordu. “Di mi” dedikçe alanı doldurmuş kalabalık gür sesle “evet” diye onay veriyordu.

Dün itibariyle, Suriye hükümeti Rusya ile ülkenin petrol ve doğalgaz imkânlarını ortaya çıkarma, mevcut olanları kullanma ve onarıma ihtiyaç duyulan kuyuların modernize edilmesi hususlarını görüşmeye başladı. Başbakan Vail Halaki, ardından Suriye Petrol Bakanı Süleyman Abbas, Rus Stroy Trans Gas şirketinin dış projeler müdürü Uygur Kazak ve ona refakat eden heyeti ağırladı. Suriye Başbakanı bu sahada başlayacak olan işbirliğinin iki ülke arasında mevcut olan tarihi ve stratejik siyasi-askeri işbirliğini taçlandıracağını söyledi. Rus Stroy Trans Gas şirketi Dünya ölçeğinde bir petrol ve doğalgaz şirketi. 2005’te projelendirilen ve Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Türkiye’yi bağlayacak dostluk şebekesinin mimarı.
Tarih bilgisi olan bilir; Suriye, kendisine kurulan kumpaslara, işgal tehditlerine ve terör savaşı kışkırtıcılığına rağmen, bal peteğine ayı çağırmazdı. Denge unsuruydu. Her kesime ve devlete eşit mesafede idi. Genç Esad “di mi kardeş” ile ayı, eşek, kartal ve filden uzak bir üçüncü bölgesel kuvvet yaratmak istedi. İzin vermediler. Kim sorumlu sormalıyız, di mi kardeş?
(Devamı Aydınlık gazetesinde..)

Nusra Cephesi, Eğit Domalt işbirlikçisi 30. Tümen'in karargâhını yıktı: En az 20 ölü
31 Tem 2015

El Cezire'nin haberine göre; Suriye'de Nusra Cephesi, ABD'nin eğit-domalt programında yer alan 30. Tümen'e saldırdı; En az 20 militan öldü, 18'i yaralandı.

Saldırının ardından ABD öncülüğündeki haçlı koalisyon uçakları Nusra Cephesi karargâhını bombaladı, örgütün en az 20 üyesi öldü.

Örgütten, "Amerikan projesine karşı uyarıyoruz" açıklaması geldi.

Nusra Cephesi bu sabah saatlerinde eğit-donat birliği içerisinde yer alan ve aralarında Türkmenlerin de bulunduğu yedi muhalif grubun bir araya gelerek oluşturduğu 30. Tümen'in karargâhına saldırdı. Halep’e bağlı Azez ilçesinin Malikiye köyünde bulunan karargâha önce havan toplarıyla saldıran Nusra Cephesi daha sonra karargâhın çevresini kuşattı. Yaşanan çatışmada 30. Tümen’den en az 20 asker öldü, 18 asker de yaralandı.

Saldırıdan hemen sonra ABD koalisyonu uçakları, hem 30. Tümen'e saldıran Nusra Cephesi üyelerini hem de bölgedeki Nusra Cephesi karargâhlarına yönelik yoğun hava bombardımanı düzenledi. Hava operasyonlarında Nusra Cephesi'nin en az 20 üyesi öldü, çok sayıda yaralı var.

ABD'nin Türkiye'de eğittiği 30. Tümen'in komutanı Nedim Hasan ve 29 militanı da dün Nusra Cephesi tarafından kaçırılmıştı. Kaçırılanlar halen Nusra Cephesi'nin elinde bulunuyor.

Nusra Cephesi'nden uyarı

Nusra Cephesi, internette yayınladığı açıklamada, “30. Tümen askerlerini Amerikan projesine karşı uyarıyoruz. Suriye’deki Sünni halk ve bizler, fedakârlıklarımızın altın tepside ABD’ye sunulmasına izin vermeyeceğiz” dedi.

Açıklamada, ABD’nin hava saldırılarında ölü ve yaralılar olduğu da doğrulandı.

ABD öncülüğünde oluşturulan haçlı koalisyon uçakları IŞİD ile birlikte Halep ve İdlib'de bulunan Nusra Cephesi karargâhlarını düzenli olarak bombalıyor.
Haber 93

Gazeteci Mehmet SERİM Suriye'deki son durumu değerlendiriyor: Suriye'de oyun bitti
02-10-2015



YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, Rusya’nın askeri operasyonlarının Suriye'deki tüm süreçlere yönelik etkilerini değerlendiriyiyor:

Şimdi artık gerçeklerle yüzleşme zamanı. (İstisnalar hariç) Suriye dışında olanlar için Suriye’de yaşananlar video oyunundan farksızdı. Suriye’ye karşı savaşan devletlerin ve bizatihi bazı Suriyelilerin yarattığı bu oyun herkes için bitmek üzere.

“Ebu Ali” Putin jetlerini Suriye’ye göndermekle aynı anda çok kuşun vurulacağı bir süreci de başlatmış oluyor.

Teneke çalmaya devam

Rusya’nın Suriye’de operasyonlara başlaması yaptığı bombardımanlardan daha çok ses getirdi.

Dünya medyası çok şaşırmış gibi yapıp Rusya’nın Suriye’de ‘muhaliflerin’ mevzilerini bombalamaya başladığını duyurdu.

Ajansların bu önemli gelişmeyi duyurması yadırganamaz elbette; ancak haberlerin verilme şekli 5 yıldır devam eden savaşın taktiklerinden biri doğrultusunda oldu.

Hastalıklı Batı medyası sanki 5 yıldır dolaylı ya da doğrudan silahlı grupları destekleyenler ve dolayısıyla savaşanlar kendi ülkeleri değilmiş gibi; aynı süre(c) içinde diplomatik ya da askeri alanlarda Suriye’ye yardım eden Rusya’nın savaşa dahil olduğunu yazdı.

Amaç gürültü kopartarak Rusya’nın ‘uluslararası hukuku çiğnediği, katil bir diktatörü desteklediği, İŞİD’e karşı savaşıyormuş gibi yapıp özgürlük savaşçılarını ve sivilleri hedef aldığı’ algısını yaratmak.

Diğer yandan bu haberler ile Batı toplumlarını aptal yerine koyup sanki savaşa ilk defa bir yabancı güç müdahil oluyormuş havası oluşturmak.

Yıllardır ‘muhaliflere destek’ adı altında yapılan ‘Suriye’nin içişlerine doğrudan müdahaleyi’ bir kenara bırakalım, yaklaşık 2 yıldır Suriye topraklarını bombalayanlar da kendileri değil sanki.

Batı medyasının bu türden ‘teneke çalmalarına’ alıştık artık. Bizi şaşırtan ülke yönettiğini iddia edenlerin sahadaki gerçeği görmek istememeleri ve kendi yarattıkları yanılsamanın içinde debelenip durmaları.

Müdahale kaçınılmazdı

Sürecin Rus müdahalesine kadar varması kaçınılmaz bir durumdu. Süreç içinde görüldü ki Batı kullandığı tüm enstrümanlara rağmen Esad’ı alt edebilecek güce sahip değil.

Buna karşılık Esad da kesin bir başarı elde edemedi denilebilir; ancak dikkat edilmesi gerek nokta şudur: Esad saldıran değil, savunan taraf. Bu durumda saldırganlar amacına ulaşamadı. Evet Suriye ağır yaralıdır; ancak hala ayaktadır ve savaşmayı sürdürüyor.

Putin’in müdahalesindeki asıl sebep de burada yatıyor. Dünyanın en güçlü ve en zengin ondan fazla ülkesi bitmez tükenmez bir şekilde Suriye’ye militan ve silah göndermeye devam ediyor. Bunun sonu yok. Suriye daha uzun yıllar bu sele karşı duramazdı. Bunu durdurmanın tek yolu bu ülkeler seviyesinde bir müdahaleydi ve Rusya bunun için var Suriye’de.

Rusya daha önce yaptığı askeri anlaşmalar çerçevesinde Suriye’ye uçak ya da nitelikli silahlar ve bunları kullanacak personelini sessiz bir şekilde de gönderebilir, çıkacak gürültüye bir şekilde karşı koyabilirdi.

Ancak Putin Rusya’nın savaşa müdahalesini ‘resmen’ ilan etti. Bu noktaya da dikkat etmek lazım. Bu, Artık Rusya, İran ve Suriye üçlüsünün Batı’nın saldırılarına aynı şekilde karşılık vereceğinin ilanıdır.

Bu nedenle bu savaş önümüzdeki birkaç ay içinde daha da şiddetlenecek; çünkü Rusya’nın bu hamlesine karşılık olumluymuş gibi açıklamalar yapan ABD diğer yandan, desteklediği örgütler vasıtası ile karşılık vermeyi sürdürecek. Zira ‘Esad’ın geleceği’ konusu halen temel sorun olmayı sürdürüyor.

Diğer yandan Suudi Arabistan, Katar ve AKP Rusya’nın bu hamlesinden hiç hoşlanmadıklarını ilan ettiler bile. Çünkü bu hamle bu üçlünün doğrudan müdahalesine de büyük darbe vuracak.

Neden şimdi?

Yaklaşık 5 yıl önce Suriye’ye açılan savaşı ABD, AKP, İngiltere, Fransa, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail; tarafsız olması gereken BM sekreteri, AB, Arap Birliği birlikte yürüttüler.

Rusya ve onunla birlikte hareket eden İran ve Çin, BRICS ülkelerinin Suriye’ye desteği ise ‘sınırlı’ kaldı.

Ancak zaman gösterdi ki Esad’ın halk desteğinin devam etmesinin, İŞİD ve diğerlerinin Suriye halkının geçmişini ve geleceğini çalmasının ve insanlık için yarattıkları tehlikenin Batı için bir önemi yok. Onlar kendilerinden uzak topraklarda yürüttükleri bu ahlaksız savaşı sürdürme niyetindeler.

Halk savaşın bitmesini istiyor

Bugün Suriye; altyapısı çökmüş, şehirleri yıkılmış, toplumu hastalıklı, ekonomisi çökmek üzere olan bir ülkedir.

Bunun ister muhalif ister yandaş olsun halk içinde yarattığı tek bir istek var: Bir an önce tekfirci terörün bitirilmesi ve ağır yaralı ülkenin hızla ölüme sürüklenmesinin önüne geçilmesi.

Kim kimi koruyor?

Esad’ın Rusya ya da İran’a teslim olduğunu; Rusya ve İran’ın Suriye’yi koruduğunu savunanların bu görüşü gerçeği tam olarak yansıtmıyor.

Bu üç ülke arasındaki ilişki birinin diğerini koruması şeklinde değil ortak bir savaşın yürütüldüğü kader birliğidir. Suriye için İran’ın yardımı ne kadar önemliyse İran için Suriye’nin ‘direniş eksenine’ katkısı o derece önemlidir; Rusya’nın yardımı Suriye için ne kadar önemliyse Suriye’nin dik durarak Rusya’nın bölgede yenilmesini önlemesi o derece önemlidir.

Siz bakmayın Rusya’nın Esad’ı koruduğu iddialarına; Esad da savaştan kaçmayarak Putin’i korumuş ve süreç içinde ‘Rus ayısını’ uyandırmıştır.

Suriye’de köklü değişim şart

Putin’in Suriye’ye sadece askeri ile gireceğini düşünenler yanılıyor. Bazı kaynaklar terör örgütlerinin yanı sıra Suriye’yi kemiren birtakım sorunlara da el atılacak.

Yolsuzluk, rüşvet, halk savunma birliklerinin durumu, ülkenin imarı, emniyet birimleri içinde yeni yapılanma, ‘yıkıcı olmayan’ muhaliflerin siyasi sürece katılması, yeni anayasa, şeffaf seçimler gibi konular Rusya’nın müdahalesine daha sonra entegre edilmek üzere plana dahil edilmiş durumda. bu palanların bir kısmı İran’ın planları ile de uyuşuyor.

Bu nedenle Rusya’nın müdahalesi birkaç yerin vurulmasından ibaret görülemez.

Esad da bugüne kadar reformları istediği gibi hayata geçiremediğinin farkında. Elindeki kadroların da bu konudaki yetersizliğini görüyor. Muhtemelen Suriye’de asıl devrimi bizzat Esad yapacak gelecekte. Aksi halde aynı sürecin kısa sürede tekrar yaşanacağını kendisi de biliyor çünkü.

Ordu yeniden ilerlemeye başlayabilir

Rusya’nın yöneldiği ilk hedefler İŞİD’in adının daha çok anıldığı bölgeler değil, Humus, İdlib, Lazkiye kırsalları gibi yerler oldu.

İdlib aylar önce Fetih Ordusu’nun eline geçmiş ve ardından Suriye ordusu büyük yığınak yaparak İdlib’i geri almak için hazırlıklarını tamamlamıştı; ancak harekete geçilmemişti.

Rusya’nın vurduğu bölgeler İdlib’in güneyinde kalıyor. Suriye ordusu muhtemelen Rusların hava desteği ve militanların lojistik üslerini yok etmesiyle birlikte kuzeye doğru ilerleyecek.

Diğer bölgelerdeki İŞİD ve Nusra mevzilerine ise sıranın daha sonra geleceği belirtiliyor.

Rusya başarısız olabilir mi?

Bu hamlesi ile bugüne kadar Suriye konusunda stratejik kararlar alamayıp taktiklerle günü kurtarmaya çalışan Batı ve Körfez’e meydan okuyan Putin başarısız olması halinde karizmasının çizileceğini iyi biliyor.

Bu nedenle Ruslar bu hamle ve sonrasını en ince ayrıntısına kadar hesaplamış olmalılar.

Çünkü Putin bu hamlesi ile sadece Suriye’deki silahlı grupları değil, Batı’nın ve Körfez’in başkentlerini de bombalıyor.

Bu başkentlerin Putin’in bu hamlesine karşı koyma refleksi ilk günden belli oldu.

Şimdi herkes savaşı daha da şiddetlendirecek hamlelere hazırlanıyor. Ancak uzatmaları oynanan bu savaşın galibi belli. Bundan sonra oyunun kuralları değişti. Şimdi gerçeğe dönme zamanı.
http://www.ydh.com.tr/HD14191_suriye-de-oyun-bitti.html

Ali Türkmani: Türkmendağı’nda Sivil Türkmenler değil Nusra vuruldu
23.11.2015

Sutnik News'in haberiene göre; Suriye’de ticaret meslek örgütlerinde yöneticilik yapan Ali Türkmani, Suriye ordusunun Rusya’nın hava desteğiyle Bayır Bucak bölgesinde yürüttüğü operasyonlarda sivillerin zarar gördüğü iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi. El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra’nın vurulduğunu kaydeden Türkmani, Türkmenler de Suriye vatandaşı ve devlet onları korumak zorunda” dedi.

Suriye Türkmenlerinden olan Ali Türkmani, Bayır Bucak’taki operasyonlarda terör örgütlerinin hedef alındığını, bölgede ağırlıklı olarak El Nusra’nın bulunduğunu kaydetti. Bayır Bucak bölgesindeki terör örgütleri militanlarının yurt dışından geldiğini söyleyen Türkmani “İçlerinde Türkmenler de olabilir ancak bu terör örgütlerini çoğunlukla dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kişiler oluşturuyor. Operasyonda terör örgütleri hedef alınıyor. Nusra ve diğer terör örgütleri vuruldu” dedi.

‘SİVİLLER HEDEF ALINMADI’

Türkmani, Sputnik’in “Suriye ordusunun Bayır Bucak’taki operasyonunda sivillerin zarar gördüğü belirtiliyor. Siz zarar gören sivillerle karşılaştınız mı ya da bu yönde herhangi bir duyum aldınız mı” şeklindeki sorusu üzerine “Siviller kesinlikle hedef alınmıyor. Bu yönde duyum da almadım. Yanlış medya haberleri nedeniyle böyle aktarılıyor. Oradaki Türkmenlerin büyük çoğunluğu devletin yanında ve devlet onları koruyor” dedi.

'UÇAĞIN VURDUĞU YER NUSRA’YA AİT’

Bölgede yaşayanların operasyonlara ilişkin görgü tanıklıklarını da aktaran Türkmani, “Sadece bir uçak çıkmış. Vurduğu yer Nusra’ya ait. Köylerde onun dışında bir şey olmamış. Bölgeden gelen haberler az ancak ben zarar gören sivile denk gelmedim ve bu yönde hiçbir duyum yok” ifadelerini kullandı.

Türkmani, “Türkmenler Suriye vatandaşı ve devlet onları korumak zorunda. Operasyonlar da onları korumak için yapılıyor. Türkmenler, Suriye ordusunun operasyonlarını destekliyor. Devlet istediği yere, tüm Suriye coğrafyasına ulaşabilir. Belki yaralanan birkaç kişi olmuş olabilir ama bu da normaldir. Her ülkeden gelmiş yabancıların katıldığı terör örgütleriyle savaşılıyor” dedi.

Suriye ordusu, Türkiye sınırına 5 kilometre mesafedeki, Lazkiye’nin kuzey kırsalının stratejik Kızıldağı noktasında kontrolü tekrar ele geçirdi. Ordu böylelikle, Türkiye sınırına 500 metre mesafeye kadar olan Suriye topraklarında atış üstünlüğü sağlamış oldu. Suriye ordusunun son operasyonunda mücadele ettiği grupların başında El Kaide’nin kolu olan El Nusra geliyor. Bölgede cihatçı gruplara yakınlığıyla bilinen haber kaynakları da El Nusra’nın bölgede olduğunu doğrulayan haber ve fotoğrafları servis etti. Ancak El Nusra, Bayır Bucak bölgesine, ordunun son operasyonlarını püskürtmek üzere yeni gelmiş değil. El Nusra militanları uzun bir süredir bu bölgede ve Kesab saldırısı ile Alevilerin katledildiği saldırılarda Türkmen cihatçı gruplarla birlikte hareket ettiler.

Suriye Ordusu, Rus savaş uçaklarının hava desteğiyle Lazkiye'de stratejik öneme sahip olan Türkmen Dağı'nın tamamını ele geçirdi.

Suriye Ordusu, 4 gündür devam eden çatışmaların ardından, Lazkiye kentinin kuzeydoğusunda yer alan Türkmen Dağı bölgesini El Fetih Ordusu'nun elinden aldı.

Türkmen Dağı'ndaki yüksek Zahi tepesinde Suriye Ulusal bayrağı göndere çekildi.
Dagameşle ve Şems kasabasını dün ele geçiren Suriye Ordusu, bugün de bölgenin çevresindeki 15 köyü aldı.

EL NUSRA'NIN BOMBA YÜKLÜ ARAÇLARINA EL KONULDU

Öte yandan Suriye Ordusu, Türkmen Dağı bölgesinde terör örgütü El Nusra'ya ait bomba yüklü 3 aracı da ele geçirdi.

Suriye Ordusu, Rus savaş uçaklarının yoğun hava desteğiyle 4 gün önce Lazkiye kırsalında Bayırbucak çevresinde büyük bir kara harekatı başlatmıştı.

TÜRKMENDAĞI VE BAYIR BUCAK NERESİ?

Türkmendağı Hatay Yayladağı’nın tam karşısına düşüyor. Bayır Bucak olarak anılan yerin Bayır bölgesi, Türkmendağı tepelerinin doğusunu oluşturuyor. Bucak bölgesi ise bu bölgenin batısını oluşturuyor ve Ermeni kasabası Kesab’ın da batısında kalıyor. Türkmen bölgesinin giriş kapısı olan Kesab, cihatçı grupların 21 Mart 2013’te başlattıkları ve ‘Enfal’ yani ‘Ganimetler’ adını verdikleri saldırıların hedefi olmuştu. Kasabaya saldıran gruplar arasında El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra ve Bayır Bucak Türkmen Cephesi de bulunuyordu.

Saldırıların başlamasından iki gün sonra TSK, Suriye savaş uçağını vurdu ve uçak Kesab’a düştü. Niğde’deki IŞİD saldırısının dava dosyasına giren telefon görüşmelerine göre Bayır Bucak Türkmen Cephesi Komutanı, Kesab saldırısı sırasında vurulmasını istedikleri noktaları AKP delegesi aracılığıyla Ankara’ya bildirdi ve Türkiye buna göre top atışı yaptı.
Haber 93

Assange: ABD, Esad'ı yıkma kararını 2006'da aldı; Eşbaşkan bundan haberdardı, 'Kardeşim Esad' numaraydı
23-11-2015



ABC Gazetesi'nden İrfan Taştemur'un haberine göre; Wikileaks kurucusu Assange: ABD, Esad'ı yıkma kararını 2006'da aldı! Wikileaks'in elde ettiği belgelere göre 'Suriye rejimi içinde paranoya yaratarak korku salmak ve bunun sonucunda da rejimin sertleşmesini sağlamak' hedeflendi...

Wikileaks'in kurucusu Julian Assange, ABD'nin Suriye'de Esad rejimini devirme kararını Bush'un iktidarda olduğu 2006 yılında aldığını açıkladı. Wikileaks'in elde edip Assange'ın açıkladığı bu plana göre ABD, Irak'ı işgalinden 3 yıl sonra Suriye hükümetini devirmeyi planladı.

Geçtiğimiz hafta Londra'da ünlü sosyal bilimci Zizek ile AB'de Alman hegemonyasına isyan ederek istifa eden Yunan Maliye eski bakanı Varoufakis'in katıldığı bir panel düzenlendi. “Avrupa öldü, Yaşasın Avrupa” temalı panelin bir aşamasında Wikileaks gizli belgelerini ortaya çıkaran ve şu anda Londra'daki Ekvador Büyükelçiliği'nde kaçak yaşayan Avustralya vatandaşı Julian Assange da TV internet bağlantısı ile katıldı.

Assange'ın Wikileaks belgelerine dayandırdığı iddiasına göre, ABD Esad rejimini devirme kararını 2006 yılında, Bush iktidardayken ve Irak'ın işgalinden 3 yıl sonra aldı. Bu hedefe ulaşmak içinse, “Suriye rejimi içinde paranoya yaratarak korku salmak ve bunun sonucunda da rejimin sertleşmesini sağlamak” amaçlanmış.

Yaratılan bu atmosfer nedeniyle de “yabancı sermayenin gelmesinin engellenmesi planlanmış”. Daha sonra 2010 yılına gelindiğinde de Irak üzerinden ülkeye teröristler sızdırılmaya başlandı ve Esad rejimi de bunun engellenmesi için yardım çağrısında bulundu.

'BOP EŞBAŞKANIYIM'

Hatırlanacağı üzere 2002 yılında zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ABD'nin B. adlı bir projesi olduğunu açıklamış ve proje sonucunda Fas'tan İran'a kadar 22 ülkenin sınırlarının değişeceği ilan edilmişti. Bunun üzerine Abdullah Gül de bölgede rejimlerin değişeceğini ve demokrasi geleceğini iddia etmişti. Hatta Vatan gazetesine verdiği söyleşide bu konuda daha sonraki Dışişleri Bakanı Colin Powel ile yapılan gizli bir anlaşmadan bahsetmişti.

Bu gelişmelere daha sonra Tayyip Erdoğan da katılmış ve kamuoyu önünde tam 36 defa kendisinin BOP'ta Eşbaşkan olarak görev yaptığını ilan etmişti. 2011 yılında başlayan Arap Baharı eylemlerini takiben RTE aniden Suriye ile aşırı derecede yakınlaşma politikası başlatmış, vizeler karşılıklı olarak kaldırılmış, ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapılmış ve onlarca yeni anlaşmaya imza atılmıştı.

Bu arada AKP hükümeti 500 km'lik Suriye sınırı boyunca konuşlandırılmış bulunan mayınların temizlenmesi kararı almış ve hatta bunun için İsraİl ile anlaşmıştı. Özellikle Davutoğlu aracılığı ile Esad'a demokratik düzene geçmesi için çağrılar başlamıştı. Esad bu konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda bu çağrıların esas olarak ABD tarafından yapıldığını ve Türk hükümetinin aracı olarak kullanıldığını açıklamıştı.

'KARDEŞİM ESAD' HEDEF ŞAŞIRTMAYDI

Assange'ın yaptığı açıklamalara göre Erdoğan ve AKP hükümeti daha 2006 yılından itibaren ABD'nin Suriye politikasını biliyordu ve Esad ile yapılan “dostluk ve kardeşlik gösterileri” hedef şaşırtma idi. Milyonlarca Suriyelinin Türkiye'yegeçeceği, silah ve teröristlerin dış kamuoyunda artık net bir şekilde kabul edildiği üzere Türkiye üzerinden sağlanacağı varsayılarak mayınların temizlenmesinin bile bugünlere hazırlık olduğu anlaşılıyor.
Hbaer 93


Hava saldırısı Suriye ordusunu vurdu: 4 ölü, 13 yaralı
7 Ara 2015



Suriye'nin doğusunda, (IŞ)İD'in kontrolünde bulunan Deyrizor kentine düzenlenen bir hava saldırısında 4 Suriye askeri öldü, 13 asker yaralandı. Şam yönetiminin suçladığı ABD'den, "Saldırıyı biz düzenlemedik" açıklaması geldi.

Şam yönetimi, saldırıdan ABD öncülüğündeki koalisyonu suçladı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne, ABD'yi şikâyet eden bir nota gönderdi. ABD'den ise "Saldırıyı biz düzenlemedik" açıklaması geldi.

Reuters, "Saldırının, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerince düzenlediği sanılıyor" ifadesini kullanmıştı. Kent daha önce de koalisyon uçakları tarafından havadan vurulmuştu.

Deyrizor'un büyük bölümü, IŞİD'in kontrolünde bulunuyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, saldırıda Ayyaş kasabasında bulunan Seka askeri kampının vurulduğunu duyurdu.

Kaynak: Al Jazeera

Kusturica: Rusya ordusu Suriye'yi kurtaracak
07.01.2016

Sırp yönetmen ve müzisyen Emir Kusturica, uluslararası ilişkilerdeki mevcut durum çerçevesinde, sadece Rusya'nın düzeni sağlayabileceğini ve Suriye'deki krizi çözebileceğini söyledi.

Kusturica, Ukrayna'da yayın yapan PolitNavigator internet sitesine verdiği demeçte, Moskova yönetiminin Suriye krizini Mayıs ayına kadar çözeceğini belirtti.
Krizin sona ermesinin ardından Suriye halkının sandığa giderek ülke yönetimini Devlet Başkanı Beşar Esad'a veya başka bir isme vereceğini kaydeden Kusturica, "Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin onların safında olduğu için Suriye hükümeti çok şanslı. Rusya ordusu, Suriye'yi kurtaracak" diye konuştu. Sözlerini "Basit şekilde açıklayacak olursak, S-400 füze savunma sistemlerine ya sahipsinizdir ya da sahip değilsinizdir" şeklinde sürdüren Sırp yönetmen, S-400'lerin Suriye'deki krizinin çözümünde oynayacağı belirleyici role vurgu yaptı.

'KEŞKE PUTİN GİBİ BİRİ 1990'LARDA GÖREVDE OLSAYDI'

Öte yandan Kusturica, "1990'larda Yugoslav Savaşları başladığında Putin gibi birinin Rusya'yı yönetmesini isterdim" ifadelerini kullandı.

Ünlü Sırp müzisyene göre, eğer Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Yugoslavya parçalanmaya başladığında görevde olsaydı, Yugoslavya halkları ülkelerinin bölünmesi veya tek ülke olarak birlikte yaşamayı sürdürme konusunda tercih yapmak için gerçek bir fırsata sahip olurdu.
Sputnik News

'ABD'ye göre Esad en az Mart 2017'ye dek görevde'
06.01.2016



Amerikan Associates Press haber ajansı, ABD yönetiminin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Mart 2017'den önce görevden ayrılmasını beklemediğini bildirdi.

Ajansa sızan ve Suriye kriziyle ilgilenen Amerikalı yetkililer için hazırlanan belgede, Esad'ın ve "yakın çevresinin" 14 ay sonra görevlerinden ayrılmaları öngörülüyor.

Suriye'de geçiş süreci bu şekilde tamamlanırsa, ABD Başkanı Barack Obama Ocak 2017'de görevi halefini devrettiğinde, Esad hala iki ay daha Suriye Devlet Başkanı olacak.

Associated Press özel haberinde, oysa Obama'nın Esad'a 2012'de görevden ayılması çağrısında bulunduğuna dikkat çekti.

BM planına dayanıyor

Söz konusu takvim ise Birleşmiş Milletler'in de onayladığı barış planına dayanıyor.

İlk kez Kasım ayında Viyana'daki uluslararası konferansta gündeme gelen plana göre Suriye'de Mayıs ayında meclis feshedilecek.

Ülkede Ağustos 2017'de hem başkanlık seçimi hem de genel seçim yapılacak.
Suriye'yi o döneme dek geçici bir yönetim idare edecek.

BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, Suriye'de hükümet ile muhalifler arasındaki barış görüşmelerinin 25 Ocak'ta Cenevre'de başlamasını istemişti.
Ancak Suudi Arabistan ile İran arasındaki son gerginliğin bu takvimi nasıl etkileyeceği bilinmiyor.

Associated Press ajansı ise haberinde Suriyeli muhaliflerin Esad'ın bir an önce görevi bırakmasını istediklerini; Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ABD'nin müttefiklerinin Washington'un tutumunu "ihanet" olarak görebilecekleri yorumunda bulundu.
Kaynak: BBCT

Ruslar Suriye'de BOP yanlısı Ceyş el İslam'ın karagâhını vurdu: Örgütün lider kadrosu öldü
25 Ara 2015

El Cezire'nin haberine göre; Suriye'deki en büyük BOP yanlısı silahlı gruplardan Ceyş el İslam'ın lideri Zehran Alluş, Şam kırsalındaki bir hava saldırısında öldü. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Alluş ile birlikte Ceyş el İslam'ın 5 komutanının daha Doğu Guta'ya düzenlenen saldırıda öldüğünü duyurdu.

Suriye'de BOP yanlısı en önemli silahlı gruplardan Ceyş el İslam'ın lideri 44 yaşındaki Zehran Alluş, Şam'da muhaliflerin kontrolündeki bölgeye düzenlenen Rus hava saldırısında öldü. Reuters'a konuşan iki muhalif kaynak, hava saldırısının Ceyş el İslam'ın ana karargâhını hedef aldığını, Alluş'un da bu saldırıda öldüğünü söyledi. Anadolu Ajansı da Şam'ın Doğu Guta bölgesindeki kaynaklardan aldığı bilgiye dayandırdığı haberinde, saldırının Merce el Sultan semtinde Alluş'un örgütün üst düzey komutanları ile toplantı yaptığı karargaha düzenlendiğini belirtti. Rusya'nın resmi haber ajansı Ria'nın uluslararası kanalı Sputnik de saldırıyı Rus savaş uçaklarının düzenlediğini duyurdu. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de Ceyş el İslam'a yönelik saldırıyı doğruladı. Gözlemevi'nin Başkanı Rami Abdürrahman "Ceyş el İslam'ın liderleri ve birçok üyesi öldü. Grubun lideri Zehran Alluş ile birlikte 5 komutan daha Doğu Guta'daya düzenlenen saldırıda öldürüldü" açıklamasını yaptı.
Haber 93
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ağu 18, 2017 9:01 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ağu 18, 2016 10:54 pm    Mesaj konusu: Putin yetkiyi alır almaz Suriye'de tetiğe bastı Alıntıyla Cevap Gönder

Robert Fisk'ten Putin Erdoğan görüşmesiyle ilgili çok ilginç yorum: Sultan'ın Çar'ı ziyaret etmesi
11.08.2016

Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, kaleme aldığı makalede çarpıcı iddialarda bulundu.

İngiliz The Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, kaleme aldığı makalede çarpıcı iddialarda bulundu. Gazeteci Fisk, “Putin, Erdoğan'a bizzat mesaj göndererek Türk ordusu içerisinde gerçekleşen iletişimden öğrendikleri darbeyi haber vermişti, bu konuşmalara Suriye, Lazkiye'de bulunan üslerindeki telsizci askeri teknisyenler tanık olmuşlardı” diye yazdı.

İŞTE O MAKALENİN TÜRKÇESİNİ ARA BAŞLIK KOYARAK YAYIMLIYORUZ:

St Petersburg'un krallara layık salonunda Sultan'ın Çar'ı ziyaret etmesi. Ve Şam'ın Halifesi Suriye'den bu anı izlerken Baas Partisi'nin politikasının kıymetine bir kez daha kanaat getirecek. Politikası ne mi? Beklemek. Beklemek. Ve beklemek.

Türkiye'nin Suriye'de mevcut gücü -kendi Pakistan'ı – Körfez Arap parasının ve silahlarının sivil savaşa akmasının rolü gibi, IŞİD, el-Kaide (ya da el-Nusra Cephesi el-Fetih el-Şam, ya da her ne ise) – Türkiye'nin gizemli darbesine kadar Şam açısından karşı konulamaz bir tehdit gibi görünüyordu, şimdi ise ordusu iğdiş edilmiş, ve Sultan Erdoğan ülkesini NATO'dan çıkarıp Rusya'ya sığınmak için St Petersburg'a koşuyor.

Ve tüm bunlar Suriye'de bulunan asi grupların Türkiye ile aralarındaki koridoru tekrar açabilmek için Halep'te rejimin askerlerini çepeçevre sarmaladıkları vakitte gerçekleşiyor.

Rus birlikleri ise Türkiye'nin sınırlarına 30 mil güneyinde Halep'i ele geçirmeye çalışan aynı asileri günlük rutinle bombalıyorlar, bu esnada Çar Putin Türkiye'den gelecek herhangi bir roketle helikopterlerinin düşürülmesine daha fazla hoş görecek durumda değil.

Eğer NATO ve AB sadık müttefikleri Sultan Erdoğan'ın Esad rejimini yıkmaktaki ya da Avrupa'ya akan mültecilerin önünü kesmeye devam etmek konusunda iş birliğine devam edeceğini düşünüyorlarsa – ya da ABD jetlerinin İncirlik'ten havalanmalarını hoş görmeye devam edeceğini – bu konuyu tekrar düşünebilirler.

Mazisi Osmanlı'nın Avrupa'nın hasta adamı olarak Steplere çıkınca nasıl temiz hava aldığını idrak ettiğini gösteren yaltaklanan açıklamalarının sadece Rus versiyonlarını okumalısınız.

“Ziyaret bana ikili ilişkilerde bir dönüm noktası gibi görünüyor, temiz bir sayfayla yeni bir başlangıç,” dedi Sultan, “ve ben şahsen, tüm kalbimle ve Türk halkı adına, Başkan Putin'i ve tüm Rusları selamlıyorum.”

Bu Rus televizyonunun sizin için verdiğiydi. Rus haber ajansı Tass'dan alınmış, Sultan'ın Putin'i “dostum Vladimir” diye tanımladığı ve “iki ülkenin birlikte halen pek çok şey yapabileceklerini” vaad ettiği konuşmasından.

“RUSYA, İRAN, ARAPLAR HABER VERDİ”

Şimdilik Çar-Sultan işlerini bir kenara bırakalım. Erdoğan'ın Rusya'ya yaptığı ziyaret darbeden sonra yaptığı ilk ziyaret olma özelliğini koruyor, ve darbe ise farklı tür bir darbeydi.

Burada Tass'ın verdiği Erdoğan açıklamalarından farklı bir şey var: “Suriye'de yaşanan kriz Rusya olmadan çözülemez. Suriye krizini ancak Rusya ile işbirliği yaparak çözebiliriz.”

Ve Beşar Esad'la da işbirliğine gidilecek mi? Bu düşünce bir zamanlar aile dostu oldukları Esad'ın kalbini ısıtıyor olmalı. Eğer önce Rusya'nın uçağını düşürüyor ve ardından Putin'i “dostum” diyerek kucaklayabiliyorsanız, neden Erdoğan aynı şeyi Esad'la da yapamasın?

Bu aynı zamanda Hillary Clinton ve Donald Trump'ın kafalarını kurcalayan bir sorudur elbette. Çar ve şimdilerde övünç içinde olan Sultan hakkında aynı görüşe sahipler, bununla yaşamaya alışmaları gerekebilir.

St Petersburg tiyatrosunun potansiyel kaybedenleri listesi oldukça kabarık. İlk olarak, IŞİD ve el-Kaide/Nusra/El-Fetih el-Şam, ve Suriye'de bulunan rejime karşı savaşan tüm İslamcı birlikler, sığındıkları en güvenli liman bir anda en büyük düşmanları ile işbirliği kuruyor, yani Rus hava kuvvetlerinin sahibiyle. Bir de Suudiler ve Katar var, İran, Suriye ve Lübnan'da bulunan Şia ile Alevileri devirmek isteyen Sünni savaşçılara para ve silah gönderen milyarderler.

Ve tüm ötekilerden daha fazla belki de Çar'ın sarayında yapılan görüşmenin ardından kendi hayatından endişelenen muhtemelen: Türk ordusu. Erdoğan'ın darbeye karşı uyarılmasında Rusya ve elbette İran'ın istihbaratının rolü oldu.

Bir zamanlar KGB'nin patronu olan Putin, Erdoğan'a bizzat mesaj göndererek Türk ordusu içerisinde gerekleşen iletişimden öğrendikleri darbeyi haber vermişti, bu konuşmalara Suriye, Lazkiye'de bulunan üslerindeki telsizci askeri teknisyenler tanık olmuşlardı.

İran - Türkiye'nin Suriye'de savaşan Sünni düşmanlarından uzaklaşmasını mutluluk ile karşılayan – Erdoğan'ı darbeye karşı uyarmışlardı, Araplar da öyle.

Çok uzak değil, yakın zamana kadar Hillary de Putin'le meseleleri “sıfırlamak” istiyordu. Şimdi Erdoğan bunu muazzam şekilde gerçekleştirdi.

Terör kelimesi günümüzde artık ABD'de uydurulmuş bir şey gibi kullanılıyor. Aslında, bu terimin Moskova'da ilk defa yaygın şekilde kullanılması Fransız Devrimi'nden sonra gözlenmiş, Çar'ı devirmek için sağa sola bomba atanları tanımlamak için kullanılmıştı, “terörist.”

Sultan ve Çar zirvesinin ardından iletişimimizde “terörist” sözcüğünü kullanırken dikkatli olalım. Büyük St Petersburg Birliği teröre karşılar. Terör, terör, terör. Bu sözleri Rusya'nın ağzından işitmeye başlarsanız, anlayın ki Suriye'de bir şeyler değişmeye doğru gidiyor.

Kaynak: Robert Fisk – Independent
Çeviri: Şıvan Okçuoğlu
Odatv.com

Putin yetkiyi alır almaz Suriye'de tetiğe bastı: Şimdilik hedefte (IŞ)İD var ama sonrası Armageddon gibi
30 Eylül 2015



Cumhuriyet'in haberine göre; Rusya Devlet Başkanı Vladamir Putin, parlamentotan askeri birlikleri sınır otesinde kullanma yetkisini alır almaz tetiğe bastı.

Rus uçakları Humus yakınlarındaki hedefleri vurdu.

Rusya parlamentosunun Devlet Başkanı Vladimir Putin’e Rusya silahlı kuvvetlerini sınırötesinde kullanma yetkisi verdiği haberlerinden saatler sonra, Rusya Savunma Bakanlığı, Rus savaş uçaklarının Suriye'de IŞİD hedeflerini bombaladığını açıkladı.

Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, düzenlenen hava operasyonunda IŞİD'e ait mevzi, araç, cephanelik, iletişim merkezleri ile yakıt ve silah depolarının vurulduğunu söyledi.

Konaşenkov gazetecilere yaptığı açıklamalarda, "Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in kararıyla Rusya Hava Kuvvetleri uçakları bugün Suriye Arap Cumhuriyetleri topraklarında IŞİD'e nokta atışlarına başladı" ifadelerini kullandı.

AFP'ye konuşan bir Suriyeli güvenlik kaynağı, Rus jetlerinin rejim güçlerine ait savaş uçaklarıyla birlikte Hama, Humus ve Lazkiye'de hava saldırıları düzenlediğini belirtti.

PUTİN'DEN İLK AÇIKLAMA

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin operasyonla ilgili açıklama yaptı. Putin "Esad'a destek havadan verilecek, kara operasyonu olmayacak." dedi.

AMERİKA: BİLGİ VERİLDİ

ABD'li yetkililer, Suriye'de Rus savaş uçaklarının ilk kez hava operasyonu gereçekleştirdiğini ve operasyon öncesinde Rusya'nın Amerika'ya bilgi verdiğini açıkladı. ABD'li yetkili, hava operasyonlarıyla ilgili bilgilerin netleşmediğini, bu nedenle operasyonların sayısı ya da kullanılan uçakların tipi gibi ayrıntıları henüz bilmediklerini söyledi.

RUSYA: BİLGİ VERMEDİK

Kremlin'den yapılan açıklama: Suriye operasyonu öncesi ABD’ye bilgi vermedik

BAĞDAT İSTİHBARAT PAYLAŞIM MERKEZİ OPERASYON ÜSSÜ

Rusya’nın Bağdat merkezli Rusya, Irak, İran ve Suriye’nin dahil olduğu istihbarat paylaşım merkezi hava operasyonlarının koordinasyonunda kullanıldı. Merkez IŞİD militanlarının sayısı, silahları ve hareketleri konusunda temel veriler merkezden sağlandı.

Rusya, Suriye, Irak ve İran’ın dahil olduğu Bağdat istihbarat paylaşım merkezi 3’er aylık dönemlerle yönetim değişimi olacak.

'ESAD, PUTİN'DEN YARDIM RİCA ETTİ'

Kremlin İdaresi Başkanı Sergey İvanov, milletvekillerin yurtdışında Rus Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılma teklifini onayladığını bildirdi. İvanov gazetecilere yaptığı açıklamada, "Federasyon Konseyi Devlet Başkanı'nın çağrısını destekledi. 162 kişi 'Evet' dedi, karşı gelen veya çekimser olan olmadı" ifadesini kullandı.

Sergey İvanov, Suriye lideri Esad'ın Putin'e askeri yardımda bulunmasını rica ettiğini belirtti. İvanov, "Bu sebepten dolayı Suriye Cumhurbaşkanı'nın bizim ülkemizin devlet başkanına askeri yardımda bulunmasını rica ettiğini bildirmek istiyorum. Terörle mücadele edilmesi gerek, güçlerimizi birleştirmemiz gerek, fakat aynı zamanda uluslararası kurallara uyulması gerek" dedi.

Putin yetkiyi alır almaz Suriye'de tetiğe bastı: Şimdilik hedefte (IŞ)İD var ama sonrası Armageddon gibi; çünkü Putin'in aldığı yetki sadece Suriye ve (IŞ)İD'le sınırlı değil; aksine sınırsız. Yani Putin bu yetki tezkeresiyle Rusya dışında her yeri vurabilir. Birileri Ankara'daki savaş lobisine durumu acilen anlatsa hepimiz için iyi olur.

Son Dakika: Muhalif Gözlemevi SOHR :'' #Lazkiye Türkmen&Kürt Dağları ve #Hama Mansoura bölgesine savaş uçaklarının bombardımanı başladı.''
Rus Su-30 Savaş Jeti öğlen saatlerinde Telbise'de terör karargahını bombaladı.ÖSO'nun #Humus lideri Iyad al-Deek bombardımanda öldü.

VİDEO - Rusya Hava Kuvvetleri bugün #Humus kuzey kırsalı Al-Lataminah'ta El-Nusra hedeflerini vuruyor.https://www.youtube.com/watch?t=34&v=MkKQrp86vWg …

VİDEO - An itibariyle Rus Savaş Jetleri #Suriye semalarında , terörist hedeflere 2.Dalga gece operasyonu başladı.https://www.youtube.com/watch… …

Son Dakika l Rusya Hava Kuvvetleri #Humus kırsalında El-Nusra hedeflerine 2.Dalga hava saldırılarını başlattı.

#Rusya Savunma Bakanlığı bugün yapılan hava saldırılarının görüntülerini yayınladı. http://youtu.be/PyZa68ec-r0

AA'ya konuşan cihatçılar: Rusya ÖSO karargahını da vurdu, uçakların tahrip gücü çok yüksek

El Cezire son dakika: Rusya’nın Suriye topraklarındaki hava saldırıları devam ederken diplomatik alanda da Moskova üzerinde, hava saldırılarını sadece IŞİD hedefleriyle sınırlı tutması için baskılar artıyor. Rusya ise aralarında hiç IŞİD varlığının olmadığı İdlib gibi bölgelerdeki ılımlı muhalif unsurları vurmaya devam ediyor. Rusya Savunma Bakanlığı Suriye'de yürüttüğü operasyona savaş gemilerinin de katılacağını duyurdu. (2.10.2015)

Haber 93

ABD'den AKP'ye bir ters köşe golü daha: John Kerry: Suriye'nin bütünlüğü ve laikliği konusunda Rusya ile anlaştık
29 Eylül 2015



SoL'un haberine göre; ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye konusunda Rusya ile temel ilkelerde anlaştıklarını söyledi. Temel ilkelerden kast edilenin Suriye'nin birleşik kalması ve laik olması olduğu belirtiliyor.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye konusunda Rusya ile temel ilkelerde anlaştıklarını söyledi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile kısa zaman içerisinde görüşeceklerini söyleyen Kerry, Suriye için çözümde anlaşılması gerektiğini belirtti.

Reuters'in haberine göre ABD ve Rusya, Suriye'nin bütünlüğü ve laik kalması gerektiği konusunda anlaşırken, IŞİD'in temizlenmesi gerektiği konusunda da uzlaşıldı. Ayrıca "yönetilen bir geçiş" olması gerektiği belirtildi, ancak "geçiş"ten kast edilenin ne olduğu açıklanmadı.

Kerry, Obama ve Putin arasındaki görüşme hakkında konuşarak görüşmenin "yapıcı" ve "çok medeni" olduğunu bildirdi.
Haber93

Bir onlar eksikti şimdi bela tatamlandı: ABD özel kuvvetleri Suriye'de
16.09.2015

ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri, özel harekat kuvvetlerinin ilk kez Suriye'ye girerek IŞİD'e karşı savaşta PYD'ye yardım ettiğini açıkladı.

Amerikan NBC News kanalı, Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberde, ABD'nin özel harekat kuvvetlerinin IŞİD'e karşı savaşta PYD'ye yardım etmek için ilk kez Suriye'ye girdiklerini belirtti.

Savunma Bakanlığı kaynakları, haberi ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin'in Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi'nde verdiğini ifade etti.

Austin'in konuyla ilgili detay vermediğini belirten kaynaklar, ABD kara birliklerinin bölgede daha çok yardım ve danışma görevinde bulunduklarını, direkt olarak çatışmalara girmediklerini ve çatışma alanlarından uzak, güvenli bölgelerde pozisyon aldıklarını belirtti.

http://tr.sputniknews.com/ortadogu/20150916/1017781586.html#ixzz3lxszKXDo

AKP'den 'istikrar' umanlara müjde Abdülkadir Selvi'den geldi: 'Türkiye Suriye'de savaşa giriyor'
9 Kasım 2015



AKP'ye yakın Yeni Şafak gazetesinin yazarı Abdülkadir Selvi, Suriye'de yakında çok büyük bir savaş çıkacağını ve Türkiye'nin de bu savaşa gireceğini yazdı.

"Suriye'de yakında çok büyük bir savaş patlayacak. Türkiye ve ABD IŞİD'e karşı büyük operasyon için anlaştı. Türkiye bu kez savaşta aktif olarak rol alacak." Bu iddianın sahibi AKP'ye yakın gazeteci Abdülkadir Selvi.

'Büyük operasyon geliyor' diyen Selvi, Türkiye'nin ABD ile birlikte IŞİD savaşında yer alacağını ileri sürdü.

Selvi'nin iddiları şöyle: "Türkiye, IŞİD'e yönelik operasyonlara katıldı. Ama bu kez farklı olacak.Türkiye ile ABD, IŞİD'e karşı ortak operasyon yürütecek. Kara birliği olarak yer almayacağız. Biz ve ABD, havadan IŞİD hedeflerini vuracak. Karadan ise Hür Suriye Ordusu ile birlikte Arap ve Türkmen birlikler girecek. Ama kara operasyonunda cihadist örgütler yer almayacak."
Haber 93

Rusya şah çekti, AKP mat olma yolunda
Vecih Cuzdan
01 Ekim 2015

Putin, Erdoğan'ın Şam Emevi Camii hayallerini, 23 Eylül'deki Moskova Camii açılışında suya düşürdü

“Esad giderse tüm sorunların çözüleceğini savunan düşünce, bizim için bir ütopya” diyen Rusya, doğru kartları oynayarak Suriye’de sahaya indi. Erdoğan ve AKP’nin Şam’da namaz kılma hayalleri Moskova’da yerle bir oldu

Rusya, Suriye savaşına yönelik son diplomasi ve askeri hamleleriyle “oyun değiştirici aktör” vasfını fazlasıyla hak ediyor. Dört buçuk yılda 300 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, 5 milyonu ülke dışında, 7 milyonu ülke içinde olmak üzere yaklaşık 12 milyon kişinin de evlerini terk etmek zorunda kaldığı bu savaş, artık tüm tarafların kartlarını açıktan oynadığı bir döneme evrildi.

Moskova yönetiminin, Lazkiye’de bir hava üssü kurarak sahaya indiği askeri hamlesiyle IŞİD’e karşı yeni bir uluslararası koalisyon kurma ve Suriye’deki krize siyasi çözüm için tarafları biraraya getirme şeklindeki diplomatik hamlesi, 28 Eylül’deki Birleşmiş Milletler (BM) 70. Dönem Genel Kurulu başlamadan karşılık buldu.

Her ne kadar Rusya’nın askeri hamlesi, Batı nazarında “kaygı verici” şeklinde lanse edilse de, diplomasi atağı hem ABD hem de birçok Avrupa ülkesinin açık veya örtük desteklediği, ancak kayıtsız kalmadığı bir hava yarattı. Körfez monarşileri ise uluslararası haber ajanslarına ismini açıklamak istemeyen yetkilileri aracılığıyla, “Rusya’nın Suriye’deki varlığından rahatsızız” demenin ötesine geçemediler. Ayrıca Suudi Arabistan’ın sessiz kalması, Moskova’nın siyasi çözüm planına razı geldiği şeklinde yorumlanabilir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Barack Obama arasında 28 Eylül’de gerçekleşen görüşme sonrası tarafların Suriye konusunda temelde anlaştıklarının açıklanması bu sebeple sürpriz olmadı. 29 Eylül’de “birleşik ve seküler bir Suriye” konusunda tarafların mutabık olduğunu açıklayan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Rusya’yla Suriye konusunda temel ilkelerde anlaştık, ancak sonuca dair görüş ayrılıklarımız devam ediyor. Zaman, birlik olup Suriye krizinden çıkış yolu bulma zamanıdır” dedi.

Erdoğan’ı U dönüşü: Esad’lı geçiş süreci

Tüm bu tablo karşısında söylediğiyle yaptığı tutmayan tek ülke Türkiye oldu. AKP’nin bu süreçteki temaslarına göz atmakta fayda var:

Erdoğan 16 Eylül’de, “Bakın hâlâ bazı ülkeler uçaklar gönderiyor Suriye’ye. Ama Tayyip Erdoğan bunu söylediği zaman Türkiye’nin büyükelçisi çağrılıyor” sözleriyle Moskova’ya sitem etti.

17 Eylül’de ise Türkiye’nin kaygılarını dile getirmek için Rusya’ya giden Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’u dinlemekle yetindi. “Esad giderse tüm sorunların çözüleceğini savunan düşünce, bizim için bir ütopya” diyerek AKP’nin Suriye politikasını hükümsüz ilan eden Lavrov, Sinirlioğlu’nu şu sözlerle uğurladı: “Esad, Suriye’nin başkomutanı konumunda ve Şam yönetimi terör tehditleri ile mücadele ediyor. Ayrıca Suriye ordusu, kara operasyonlarında çok daha iyi becerilere sahip. Bu nedenle, IŞİD ile mücadelede Suriye ordusu görmezden gelinemez.”

Sinirlioğlu’nun yediği ayarın üzerinden bir hafta geçmeden 23 Eylül’de Moskova’ya giderek Putin ile birlikte cami açan Erdoğan, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin artmasına dikkat çektiği ikili görüşmede Suriye’yi unuttu.

24 Eylül’de Ankara’da konuşan Erdoğan, Moskova’dan eli boş dönmeyi kabullenememiş olacak ki, “Rusya’nın henüz Suriye’ye bakışında doğrusu bir netlik göremedim” dedi. Esad’ın Suriye’nin yüzde 15’inde “butik bir ülke” kurmak istediğini de öne sürerek “Nusayri devleti” iddiasını bir kez daha yineleyen Erdoğan, sonunda tarihe geçen o tuhaf cümleyi geveledi: “Esed’siz bu sürecin olması veya geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir ama asıl olması gereken muhalefetin, bir defa Esed’le zaten bir Suriye geleceğini kimse görmüyor.”

Erdoğan’ın bu söylemi Suriye politikasındaki “U dönüşü”nü açığa vururken, Ahmet Davutoğlu hiçbir şey değişmemiş gibi poz kesmeye devam etti ve 28 Eylül’deki BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta “Esad’lı bir çözümün yürümeyeceğine karar verdik ve şu anda da kanaatimizi koruyoruz” dedi.

Davutoğlu hala bir ihtimal diyerek, Batı’ya tampon/güvenli adı altında kabul ettiremediği Suriye işgal planını, mülteci sorunu üzerinden “Cerablus/Azez arası boşalsa 100’er bin kişilik üç şehir kurabiliriz” diyerek pazarlamaya çalışıyor.

AKP mat olma yolunda

Davutoğlu, cihatçı çeteler için Türkiye-Suriye sınırında tampon bölge hayalleri kura dursun, Rusya bunu suya düşürecek askeri adımları çoktan attı. Lübnan merkezli El Ahbar gazetesi, 22 Eylül’de, Rusya, İran, Suriye, Irak ve Lübnan Hizbullahı’nın ortak bir operasyon merkezi kurduğunu yazdı. Ayrıca Rus askeri ve diplomatik kaynaklar, dört ülkenin Bağdat’ta bir istihbarat merkezi oluşturulacağını da duyurdu.

Kuveyt’te yayımlanan El Rey gazetesi ise 4+1 ülkelerinin görev paylaşımı yaptığını yazdı. Rusya Lazkiye, Hama ve Halep’te güvenliği tahkim etmenin yanı sıra İdlip, Cisr eş-Şuğur ve Halep kırsalında operasyonlara hava desteği sağlayacak. İran ise askeri uzmanlarıyla Şam’dan Dera, Kuneytire ve Golan’a uzanan cepheden sorumlu olacak. Ayrıca İran’ın T-72 ve T-55 tankları göndererek zırhlı birlik kurmasına yardımcı olduğu Hizbullah ise Nusra Cephesi ve IŞİD’e karşı daha aktif olacak.

Putin, 28 Eylül’deki BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında “Suriye’de Esad hükümeti ve Kürt milisler dışında hiç kimse IŞİD’le gerçek anlamda mücadele etmiyor” diyerek sahadaki asli unsurları işaret etti.

Eğit-donat kartı elinde patlayan ABD, Yemen’de Vietnam’ı yaşayan Körfez monarşileri ve mülteci kriziyle baş edemeyen Avrupa’nın elinde pek fazla seçenek yok. Batı ve onun Körfez’deki işbirlikçileri Rusya ile Suriye ve Irak özelinde, “teröre karşı savaş” genelinde ortaklaşacağa benziyor.

“Esad gitti gidecek”, “Şam Emevi Camii’nde namaz kılacağız”, “Güneyimizde bir Kürt devletine izin vermeyiz” söylemleri bir bir tarihe karışarak Suriye politikasında yapayalnız kalan ve Kürtler karşısında nafile bir savaş yürüten AKP mat olma yolunda ilerliyor.
Kaynak: Sendika Org

Etiketler: AB ABD ABD Başkanı Barack Obama Ahmet Davutoğlu AKP Arupa Birliği Azez Birleşmiş Milletler BM Cerablus cihatçı çeteler editor güvenli bölge Halep Hizbullah Irak Şam İslam devleti İran IŞİD Lazkiye Moskova Camii Moskova yönetimi Nusra Cephesi PYD Rojava Rus hava üssü Rusya Şam Emevi Camii Şam yönetimi Suriye Suriye ordusu suriye savaşı Suriyeli muhalifler tampon bölge Tayyip Erdoğan Türkiye YPG

Esad: Türkiye Esma’ya Suriye’den kaçması karşılığında koruma teklif etti
8 Aralık 2016

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Halep'te ordunun muhaliflere karşı zaferinin, beş yıllık iç savaşının sonuna doğru "büyük bir adım" olacağını söyledi. Esad, Katar ve Türkiye'nin Esma Esad'a koruma teklif ettiğini öne sürdü.

Suriye’de yayın yapan El Vatan gazetesine konuşan Esad, “Halep’in bizim için bir kazanç olacağı doğrudur. Ama gerçekçi olalım. Bu, Suriye’deki savaşın bitmesi anlamına gelmiyor. Fakat sona doğru büyük bir adım olacak” dedi.

Suriye’nin başka bölgelerinde faaliyet gösteren muhaliflerden “terörist” olarak bahseden Esad, “Halep’i bitirsek bile, onlara karşı savaşımız sürecek” şeklinde konuştu.
Esad, rejim güçlerinin Halep’teki ilerleyişi devam ederken, muhaliflerden sivillerin tahliyesi için gelen ateşkes çağrısını da kesin bir dille reddetti.

TÜRKİYE VE KATAR ESMA ESAD’A KORUMA TEKLİF ETTİ

Esad, eşi Esma Esad'ın Rossiaya 24 televizyonuna verdiği bir mülakat sırasında üstü kapalı söz ettiği ‘kaçma teklifi' hakkındaki bir soruya yanıt verdi.

Esad, Katar ve Türkiye’nin Esma Esad’a Suriye’den kaçması için telifte bulunduğunu öne sürdü. Esad şöyle konuştu:

“Krizin başında iki ülke Suriye kriziyle ilgili endişelerini açıkça iletti, Katar ve Türkiye. Bu teklifi doğrudan Esma'ya ilettiler. Tabii ki şimdi ortaya çıkıp reddedebilirler ama işin doğrusu bu. Yıllar sonra başka teklifler de yapıldı. Amerikalılar dolaylı yoldan Devlet Başkanı'na gelecek seçimlerde aday olmayacağını açıklaması karşılığında yasal dokunulmazlık ve beraberinde istediği herkesi, ekibi ve destekçilerini, götürmeyi bile önerdi.”

HALEP’TE NELER OLUYOR?

Doğu Halep dün rejim cephesi açısından önemli gelişmelere sahne oldu.
Şehrin ‘Eski Kent’ olarak anılan tarihi bölgesi muhaliflerden tamamıyla temizlendi.

On binlerce sivilin muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerde sıkıştığı tahmin ediliyor.

Bölgede aylarca süren bombardıman ardından hastanelerin çalışmadığı ve gıda sıkıntısının bulunduğu belirtiliyor.
Sözcü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ağu 18, 2017 9:05 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ağu 22, 2016 3:52 am    Mesaj konusu: Medvedev'den Suriye uyarısı: Dünya savaşı çıkabilir Alıntıyla Cevap Gönder

Galip Dalay (*) AKP'nin Suriye politikasının her yönüyle çöküşünü irdelemiş: Suriye politikasında revizyon ihtiyacı
11 Şub 2016



"Türkiye'nin Suriye politikası ile bu politikasını gerçekleştirmeyi düşündüğü/umduğu enstrümanlar arasındaki makas artık kapatılması güç bir şekilde açılmış durumdadır. Türkiye, Suriye'de ya siyasetini ya da enstrümanlarını revize etmek durumundadır."

Halep Kuşatması, Suriye krizinde yeni bir evreye işaret ediyor. Türkiye’nin bugüne kadar izlediği Suriye politikasında kullandığı metotlarda önemli bir değişime gitmediği müddetçe bu yeni evreye sonuç alıcı anlamlı bir müdahalede bulunması olası gözükmüyor. Dolayısıyla Halep krizi, Türkiye’yi izlediği Suriye siyaseti ile bunu gerçekleştirmek için takip ettiği metotları ve bu ikisi arasındaki uyuşmazlığı ivedilikle gözden geçirmeye davet ediyor veya zorluyor.

Türkiye'nin Suriye politikasının ana hatlarını kabaca üç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, Suriye'nin geleceğinde Esed'e yer yok. İkincisi, Suriye'nin toprak bütünlüğü korunmalı ve Suriye krizi devam ederken, Suriye'nin idari ve siyasal yapısında herhangi bir tasarrufta bulunulmamalı. Daha doğrudan bir ifadeyle, PYD'nin Suriye'nin Kürt bölgesinde oluşturmaya çalıştığı fiili durum engellenmelidir. Üçüncüsü, Suriye, bölge ülkeleri için yeni bir satranç tahtasına dönüşmemelidir. Başka bir ifadeyle, Suriye, İran'ın uydu devletine dönüşmemelidir. Suriye iç savaşının uzun bir döneme yayılması sonucunda radikalizmde geometrik bir artış olması hasebiyle, radikal unsurlar ile bir koalisyon dahilinde mücadele de başka bir başlık olarak bu önceliklere eklendi.

Bu politikasını gerçekleştirmek için Türkiye önce ABD'nin öncülüğünde bir askeri müdahale ile Suriye krizinde sonuç almayı denedi. Bu gerçekleşmeyince, ABD ile ortak "eğit-donat" programları ile Suriyeli muhaliflerin savaşma kapasitelerini arttırma, sahada rejimi mağlup etme imkanlarını sağlamaya çalıştı. Bunun yanı sıra, hem Suriyeli mülteci dalgasının Türkiye üzerindeki baskısını azaltma, hem de muhalif güçlere hava takviyesi sağlama amacıyla tampon bölge ve uçuşa yasak bölgelerin ilan edilmesi için ciddi bir mesai harcadı. Batı ayağına paralel olarak da Türkiye muhalif cepheyi destekleyen Suudi Arabistan, Katar gibi bölge ülkeleriyle yakın bir işbirliği geliştirdi. Fakat bu bölge ülkeleri ne muhaliflere sahada ihtiyaç duydukları ağır silahları verebildiler ne de sahada sonuç alabilecek bir girişimde bulunabildiler.

Suriye'de gelinen durum, murat edilen bu politik hedeflerin neredeyse hiçbirinin elde edilemediğini gösteriyor. Esed rejimi gittikçe daha kalıcı bir hal alıyor. Esed yönetimindeki bir Suriye'nin İran ve Rusya’nın uydu devletine dönüşeceği ortadadır. Suriye fiili olarak rejim, muhalifler, DAİŞ ve PYD'nin denetimindeki dört egemenlik alanına bölünmüş durumdadır. Son olarak ılımlı muhalefet radikal gruplara zemin kaybediyor. Halep Kuşatması bu sürecin hem boyutunu hem de hızını arttırma potansiyeline sahip.

Türkiye’nin Suriye politikası neden istenilen sonucu vermedi?

Türkiye'nin Suriye politikasının istenilen sonucu vermemesinin en temel nedenlerinden birisini, Türkiye'nin tek başına sahadaki realiteyi değiştirebilecek birincil derecede bir aktör olmaması oluşturmaktadır. Türkiye, müdahil bir aktördür; ama tek başına sonuç tayin edici bir aktör değildir. Türkiye’nin Suriye politikasının başarısı önemli ölçüde içinde bulunduğu kampın ve bunun öncülüğünü yapan ABD'nin tutumuna bağlıdır. ABD ise ısrarla Suriye krizinde liderlik üstlenmemekte ve inisiyatifi Rusya'ya bırakmış durumdadır.

Rejim ile muhalifleri destekleyen blokların stratejilerine baktığımızda, Türkiye'nin içinde bulunduğu blok siyasi tonu yoğun, askeri tonu düşük (hatta neredeyse yok) bir siyaset izliyor. Buna karşın, rejimin içinde olduğu ittifak ise askeri tonu yoğun, siyasi tonu düşük bir siyaset izliyor. Bu ikinci yaklaşım daha etkin. Suriye krizinde öne sürülen askeri çözüm ve siyasi çözüm seçenekleri aslında suni seçeneklerdir. Askeri olarak bir taraf kazandığı zaman bu aynı zamanda siyasi bir kazanım ve çözüm de demektir.

Şüphesiz, siyasi çözüm aynı zamanda sosyolojik çözüm demek değildir. Kalıcı bir siyasal çözüm ancak sağlam bir toplumsal meşruiyet ile mümkündür. Fakat bu tartışma artık Suriye denklemi için lüks bir tartışma olarak kalıyor. Önümüzdeki kısa ve orta dönemde Suriye meselesinde askeri çözüm siyasi çözümü baskılayacak. Cenevrevari görüşmeler de normatif bir düzleme değil, sahadaki realite üzerine bina edilecek, dolayısıyla askeri olana siyasal çerçeve kazandıracak.

‘Askeri çözüm uzun vadede tutmaz’ diyenler haklı olmakla birlikte bir noktayı gözden kaçırıyorlar. Bu yargı önemli ölçüde Suriye’nin savaş öncesi demografik okuması üzerine inşa ediliyor ki, Türkiye de uzun süre böyle bir okumaya sahipti. Suriye'de başkaldırının ana merkezini oluşturan Sünni Arapların çoğunluğu oluşturduğu, dolayısıyla çoğunluğun rızasının hilafına ortaya konulan bir çözüm reçetesinin de kalıcı olmayacağı varsayılıyor. Bu bakış açısı, Suriye'de yaşanan demografik değişimi dikkate almıyor.

Her üç Cenevre dönemine ait iç ve dış göç rakamları Suriye’de demografik değişimin ne boyutta ve ne hızda yaşandığını açık bir şekilde ortaya koyuyor. 2012’de Cenevre I'e gidilirken Suriye'den göç edenlerin sayısı toplamda 100 binin biraz üzerindeydi. 2014’te Cenevre II'ye giderken ülke dışına çıkan Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon, ülke içinde evlerini terk eden mülteci sayısı ise 6,5 milyonu geçmişti. Cenevre III'e gidilirken ise ülke dışına kaçan Suriyeli mülteci sayısı 6 milyon civarındaydı. Ülke içindeki mülteci sayısı ise 7 milyon 600 bin rakamına ulaşmış durumdaydı.

2011 öncesi Suriye nüfusunun 22 milyon civarında olduğu dikkate alınırsa, Suriye nüfusunun yüzde 25'inden fazlasının ülkeyi terk ettiği, yüzde 60-65 oranında ise yerlerinden edildiği ortadadır. Ve eğer çatışmalar mevcut seyrinde biraz daha devam ederse bu oranlarda dramatik dönüşümlerin yaşanmaya devam edeceği aşikardır. Suriye'nin sosyal dokusunun bütün unsurlarının göç ettiğini kabul etmekle beraber, göç edenlerin ezici çoğunluğunu Sünni Arapların oluşturduğu ortadadır. Bu bağlamda, Suriye devrimi öncesi kullanılan çoğunluk, azınlık kavramlarının bir değişim yaşadığı ve artık eski halleriyle kullanılamayacakları bir vâkıadır. Böylesi bir arka plan sahadaki sosyolojik gerçeklik (çoğunluk - azınlık kavramları) üzerine inşa edilen siyasal tasavvurların altının boşaldığını gösteriyor. Artık ‘sosyoloji bizden yana’ söylemi her geçen gün daha az bir anlam taşıyor çünkü o sosyolojinin nasıl değiştiğini, kalanın da neye dönüştüğünü veya dönüşeceğini (radikalizm cezbesini) bilmiyoruz.

Türkiye’nin seçenekleri

Peki, bu denklemde Türkiye'nin opsiyonları nelerdir? Müdahale etmeme, kısmi bir müdahale veya tam bir müdahale olmak üzere üç opsiyonu bulunuyor.

Son iki seçenek üç şekilde gerçekleştirilebilir. ABD'nin aktif desteğiyle; ABD'nin pasif desteği fakat Suudi Arabistan baştan olmak üzere Körfez ülkelerinin aktif desteğiyle; ya da ABD'nin desteğinden mahrum bir şekilde Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri ile askeri işbirliği halinde bir müdahalede bulunmak suretiyle.

ABD'li senaryolar, Türkiye'nin en arzuladığı opsiyonlar olmakla birlikte gerçekleşme ihtimali en düşük senaryolar gibi gözüküyorlar. Suudi Arabistan, hali hazırda Yemen'de savaşıyor ve aynı anda iki cephede askeri olarak mücadele etmesi şüpheli bir aktördür. Bu nedenle Suudi Arabistan'ın Türkiye'ye sunacağı askeri destek sınırlı bir destek olacaktır. Buna karşın, Suudi Arabistan, finansal, diplomatik ve bölgesel bir destek getirebilir. Bu durumda, Türkiye'nin operasyonel olarak tek başına merkezinde olduğu, fakat bölgesel desteğe mazhar olan, sınırlı veya kapsamlı müdahalelerde bulunulması, göreceli olarak daha mümkün bir senaryo olarak beliriyor.

Burada da Türkiye’nin Rusya, İran, rejim, Hizbullah komplikasyonlarını nasıl aşacağı sorusu karşımıza çıkıyor. Ayrıca son iki opsiyondan herhangi birini uygulamaya koyması halinde Türkiye, NATO’nun güvenlik şemsiyesinden mahrum kalacaktır. Maalesef, Türkiye’nin elinde uygulamaya koyabileceği ağrısız bir seçim mevcut değil.

Türkiye, uzun bir süredir devam eden, fakat son Halep kuşatmasının daha da kristalleştirdiği bir ikilem ile karşı karşıya: Suriye'de ya enstrümanlarını değiştirecek ya da politikasını.

Türkiye'nin Suriye politikası ile bu politikasını gerçekleştirmeyi düşündüğü/umduğu enstrümanlar arasındaki makas artık kapatılması güç bir şekilde açılmış durumdadır. Türkiye'nin sahada direkt olarak oyuna müdahil olmasının önündeki en büyük engel olarak Rusya'nın sahada bulunmasının yarattığı tehdit ve riskler gösteriliyor. Şüphesiz, Rusya ve İran’ın sahada bulunması ve ağır güç (hard power) kullanmaktan imtina etmemeleri, Türkiye'yi kestirilmesi güç birçok maliyet ile karşı karşıya bırakıyor.
Bu açıdan bakıldığında şu anda mevzubahis olan, Türkiye'nin Suriye denkleminin büyük ölçüde dışında kalmasıyla sahip olduğu bütün siyasal iddialarının altının boşalmasıdır. Böylesi bir arka planın varlığında başvurulacak 'stratejik sabır siyaseti', Türkiye’nin bölgesel izolasyonunun taşlarının hızlıca döşenmesine, bölgesel vizyonunun altının tamamıyla oyulmasına yol açabilir.

* Yazar Hakkında:Galip Dalay, Al Jazeera Studies Center (AJCS) Türkiye ve Kürt Çalışmaları Kıdemli Araştırmacısı ve Al Sharq Forum Araştırma Direktörü. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. London School of Economics and Political Science'tan (LSE) yüksek lisans derecesi aldı. Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Siyaset Araştırmacısı ve Insight Turkey Kitap Değerlendirmeleri Editörü olarak görev yaptı. SWP (German Institute for International Affairs) için raporlar hazırladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktorasını sürdüren Dalay, 'GMF on Turkey' serisinin yazarlarından olup Huffington Post sitesinde blog kaleme alıyor.
Kaynak: Al Jazeera

Medvedev'den Suriye uyarısı: Dünya savaşı çıkabilir
Sputnik/ Dmitry Astakhov
RUSYA
11.02.2016

Rusya Başbakanı Dmitriy Medvedev, Suriye konusunda uzlaşı sağlanamazsa yeni bir dünya savaşı çıkabileceği uyarısında bulundu. Suriye'deki istikrarsızlıktan ABD, Suudi Arabistan ve bazı Avrupa ülkelerini sorumlu tutan Medvedev, "Yeni bir dünya savaşı başlatmak yerine tüm taraflar görüşme masasına oturtulmalı" dedi.

Alman Handelsblatt gazetesine konuşan Rusya Başbakanı Dmitriy Medvedev, yeni bir dünya savaşı başlatmaktansa, tüm güçlerin Suriye'deki savaşı sona erdirmek için müzakere masasına oturması gerektiğini kaydetti.

‘BÖYLE BİR SAVAŞI ÇABUK KAZANMAK MÜMKÜN DEĞİL'

Yarın yayımlanması planlanan habere göre; olası bir kara operasyonlarının, savaşın tüm bileşenlerini içereceğini söyleyen Medvedev, "Bu yüzden de Amerikalılar ve Arap ortaklarımız kalıcı bir savaş isteyip istemedikleri konusunda iyi düşünmeli. Eğer bu savaşı kolayca kazanabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar, hele de herkesin birbiriyle savaştığı Arap coğrafyasında" dedi.

Medvedev, "Yeni bir dünya savaşı başlatmak yerine; tüm taraflar, acımasız önlemler de dahil edilerek görüşme masasına oturtulmalı" diye ekledi.

‘RUSYA VE ABD ATEŞKES İÇİN BASKI UYGULAMALI'

Dmitriy Medvedev, Rusya ve ABD'nin ateşkesi garanti altına almak için çatışmanın tüm taraflarına baskı uygulaması gerektiğini söyledi.

Suriye'deki istikrarsızlıktan ABD, Suudi Arabistan ve bazı Avrupa ülkelerini sorumlu tutan Rusya Başbakanı, "Belki, Esad demokrasi örneği değil ancak orada acımasız kampanyayı başlatmak yerine bu ülkede seçimlerin yapılmasını teşvik etmek gerekirdi. Siyasilere yönelik farklı değerlendirmemiz olabilir ancak bu, ülkeyi işgal etmek veya ülkeyi içinden yakmak için bir bahane olamaz. Ülkeyi iç savaş sardı. Şiiler Sünnilerle, Sünniler diğerleriyle, Dürzî, Hıristiyan, Aleviler ile bozuştu. Bunun kime yararı var?" yorumunda bulundu.

"Orada yaşananlar sorunu yaratmanın ne kadar kolay, çözmenin ise ne kadar zor olduğunu gösteriyor" diyen Medvedev, "Bir anda mevkidaşlarımız, Esad'ın kötü davrandığına karar verdi. Dış politikada böyle bir terime yer varsa eğer. Kimleri kastettiğimiz doğrudan söyleyeceğim. ABD'li ortaklarımızı, bazı Avrupalı ortaklarımızı ve örneğin Suudi Arabistan dahil Arap ortaklarımızı kastediyorum" diye ekledi.

'KARA OPERASYONUNA KATILMAYACAĞIZ'

Suriye'de Rus askeri uzmanların bulunduğunu ancak Rus ordusunun bu ülkede kara operasyonuna katılmayacağını kaydeden Medvedev, "Biz kara operasyonuna katılmak istemiyoruz, orada sadece uzmanlarımız var" dedi.

Rus hava operasyonunun kısıtlı olduğunu ifade eden Başbakan, "Elbette zaman sınırı var" diye konuştu.
Kaynak: Sputnik News

Rusya çok net: Suriye Hükümeti ve BMGK izni olmadan Suriye topraklarına karadan girilrse bunu savaş ilanı sayarız
11/02/2016



Rus interfaks ajansına verdiği röportajda, Suriye krizine ilişkin açıklamalarda bulunan Siro Molotov, IŞİD karşıtı koalisyonun, Suriye-Türkiye sınırını korumak için Suriye topraklarında 45 kilometrelik "güvenli bölge" oluşturma girişimlerini kabul etmediklerini belirtti.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Siro Molotov: "ABD'nin kurduğu Koalisyon üyelerinin, Suriye Hükümeti ve BMGK izni olmadan Suriye topraklarına asker göndermesini, doğrudan savaş ilanı olarak görürüz." dedi.
Haber 93

İflas etmiş Suriye politikası ve AKP
Özcan YENİÇERİ
23.09.2015



Suriye'den Türkiye'ye iki milyonu aşkın göçmen geldi. Bu aşırı ve kontrolsüz göçün Türkiye'de yarattığı ailevi, ahlaki ve insani sorunlar geleceğe miras kalacak kadar büyüktür. Dahası Türkiye bu göçmenler için 7.6 milyar dolar harcama yapmıştır. Türkiye'nin Orta Doğu'ya Suriye üzerinden TIR'larla yaptığı kara ticareti durmuş ve Türk girişimcilerin Suriye'deki yatırımları da tasfiye edilmiştir.

Kaldırılamaz ağırlıkta olan sosyal ve ekonomik maliyet bir yana aynı zamanda Suriye, Türkiye için bir güvenlik sorunu halini almıştır. PKK'nın ilan ettirdiği kantonlar, Bayır Bucak Türkmenleri'nin içine düşürüldüğü durum, kontrol edilemeyen 911 kilometrelik sınır, artan kaçakçılık, taşınan Süleyman Şah Türbesi ve DAEŞ'in Türkiye'yi Pakistanlaştırma stratejisi büyük tehdittir.

Bütün bu maliyete katlanmanın karşılığında AKP'nin Suriye'yi "Eset'den" kurtarma ihtimali de yoktur. Suriye'de Türkiye için en tehlikeli durum Suriye merkez yönetiminin çökmesi ve ülkenin parçalanmasıdır. Kuzeyde oluşan ve oluşacak olan PKK kantonları, eninde sonunda Türkiye sınırlarındaki uzantılarıyla birleşmek için harekete geçecektir. Suriye'nin üçe ya da beşe bölünmesi yalnızca İsrail'in, PKK/PYD'nin ve ABD'nin çıkarlarına hizmet edecektir.

AKP kurmayları, Suriye'de rejimin Mısır ve Libya'da olduğu gibi üç ay içinde çökeceğini ve "Emevi Camii'nde namaz kılacaklarını" hesap etmişlerdi, hesap tutmadı. ÖSO'nun kısa sürede duruma vaziyet edeceğini düşünüyorlardı, düşündükleri gibi olmadı. Suriye'den Türkiye'ye göçün yüz bini geçmesini kırmızı çizgi olarak nitelemişlerdi, göçmen iki milyonu aştı çizgiler alt üst oldu. Her öngörüsü yanlış çıkan bir iktidarla Türkiye karşı karşıyadır.

Bu arada Suriye ile ilgili dikkatten kaçmayan vahim gelişmeler de yaşanıyor. Türkiye'nin ABD ile İncirlik konusunda yaptığı anlaşmaya İran ve Rusya karşı hamlelerle cevap vermiştir.

İran, PKK'lı teröristleri Türkiye'ye karşı harekete geçirmiş, önlerindeki engelleri kaldırmış ve teröristlere eyleme geçmesi için alan açmıştır. Böylece Türkiye'ye 'sınırların dışını değil içini kontrol altına al' mesajını vermiştir. İran sınırlarının dışında Şia'nın olduğu her yerde hem askeri hem de kültürel bir güç olarak var. Suriye'de İran birliklerinin çatışmalara katıldığı da sır değil.

Rusya'nın da Suriye'nin birçok yerinde istihbarat üsleri ve radarları var. Suriyeli subayları Rusya eğitiyor. Suriye'nin silah ihtiyacını büyük oranda Rusya karşılıyor. Rusya'nın Tartus Deniz Üssü'nü, kıyıya çok yakın olan havalimanının hemen karşısına taşıyacağı öne sürülüyor. Rusya İncirlik Üssü'ne yaklaşık 185 km. uzaklığa askeri gücü ile tamamen yerleşiyor.

Öyle anlaşılıyor ki Putin, Esad'a olan desteğini artırarak devam ettirecek. Söylenenlerin aksine Putin, Esad'sız Suriye düşünmüyor. Erdoğan da Esad'lı Suriye düşünemiyor.

Türkiye en azından tıpkı ABD gibi, Rusya gibi, Almanya ya da Fransa gibi kapı komşusu olan Suriye'yle akılcı, gerçekçi ve her şart altında sürdürülebilir bir ilişki kurmak zorundadır.

"Esad katildir. Halkına karşı cinayet işlemiştir. Kimyasal silah kullanmıştır" bütün bunların hepsi doğru olabilir. Ancak Esad, AKP'nin değil Suriye halkının sorunudur. Kaldı ki uluslararası ilişkilerde haklı olmanın da bir zamanı vardır. 'Ahlaken doğru olanı yapıyoruz, varsın siyaseten yanlış olsun' kimse diyemez! Çünkü iktidarın yanlışının bedelini halk ödüyor.

Bunca gelişmeye rağmen AKP, Suriye konusundaki kör stratejisinden geri adım atmıyor. Olan, Türkiye ve Suriye halkına oluyor.

AKP yürüttüğü sığ, ferasetsiz ve yüzeysel Suriye politikasıyla bölgenin sorunlarını Türkiye'ye ithal etmiştir. Bu durumun uzun vadede üreteceği sonuçları şimdiden kestirmek bile mümkün değildir.

AKP'nin iflas etmiş Suriye politikasında ısrar etmesinin maliyetini Türk halkı ödüyor. İktidarın kör stratejisine artık yeter demenin zamanıdır!
Kaynak: Yeni Çağ

Cengiz Çandar Suriye'deki son durumu güzel özetlemiş: "Suriye puzzle'ı" ya da yakın gelecek pusulası...
05/11/2015



Amerika'nın Suriye'de YPG'den uzaklaşması; kendisini "askeri açmaz" içine sokmak ve dolayısıyla zaten içine girmiş bulunduğu "siyasi ve diplomatik açmaz"dan hiç çıkamayacak hale gelmesi demek.

Suriye’ye ilişkin gerek askeri, gerek siyasi, gerek diplomatik gelişmeler, işin içinden çıkılmaz, tam bir “kaos” görüntüsü vermeye devam ediyorlar.
Geçen hafta sonuna doğru “beş ülke”, ABD, Rusya, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan Viyana’da biraraya gelmişlerdi. Toplantıya söz konusu beş ülkenin dışişleri bakanları katılmış ve New York Times, “Suriye Barış Görüşmelerini Yeniden Başlatmak ve Ateşkes Arayışı için Anlaşmaya Varıldı” başlığını kullanan geniş bir haberle “gelişme”yi duyurmuştu.

Aslında başlığa bakmak ile yetinilmeyip, haber okunduğu vakit, elle tutulur somut bir anlaşma ortada gözükmüyordu. Bir ölçüde “dostlar alışverişte görsün” manzarası ortaya çıkmıştı. Suriye, “bildiğimiz” durumundaydı. Suriye toprakları üzerinde “vekalet usûlü savaş”ı yürüten büyük güçler ve temel bölgesel aktörlerin, birbirlerinden farklı pozisyonları arasında bir yakınlaşma sağlanmamıştı.

Gerçi, toplantıya katılan Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, Türk basınının bir bölümünden başka hiçbir yerde yer almayan açıklamasında, Viyana’da herkesin Başşar Esad’ın görevinin başında kalmaması konusunda mutabık olduğunu söylemişti ama Rusya ve İran’ın “Esad’sız bir geçiş hükümeti” konusunda ABD, S. Arabistan ve Türkiye ile uzlaştığına ilişkin hiçbir işaret söz konusu değildi.

Suriye’ye ilişkin yaşanmakta olan ve durumun daha da kötüleşmesi ihtimalini içeren “kaos”a ilişkin dikkat çeken dünkü yazısında Washington Post’un etkili köşe yazarı David Ignatius, “vekalet usûlü savaş”ın daha da büyüyüp genişleyebileceğini öne sürüyor ve bunun gerekçelerini sıralıyordu.
David Ignatius’un kaynaklarının Amerikan karar vericisi olduğu iyi biliniyor ve bu nedenle bu tür yazıları önemseniyor. Son yazısında işaret ettiği noktaları izleyelim:

“Savaşın kafa karıştırıcı görüntüsüne bakalım: Amerika, İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı en güçlü partnerinin YPG olarak bilinen Suriye Kürt gücü olduğuna karar verdi. Ama, NATO müttefikimiz konumundaki Türkiye, YPG’nin, bir Kürt terörist grupla ilişkili olduğunu iddia ediyor. Bu konu ne şekilde çözülecek? Henüz bir cevabı yok.
Bu arada Rusya, Suriye Cumhurbaşkanı Başşar Esad’a sadık güçlerin yanında yer alarak İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı savaştığını iddia ediyor. Ama, Rus savaş uçakları ABD, Türkiye ve Ürdün tarafından desteklenmekte olan İslamcı isyancı grupları bombalıyorlar ve bu güçler sert biçimde karşı koyuyorlar. İsyancılar (rejim karşıtları) Amerikan yapımı anti-tank füzeleri kullanarak elde ettikleri başarılarla övünen videoları yayınlıyorlar. Savaş ürkütücü biçimde Rusya’nın Afganistan’daki savaşının rüşeym halini andırıyor. Nereye doğru gidiyor? Orada da bir cevap yok.
Suudi Arabistan ve İran, (birbirlerine karşı) dört yıldır Suriye’de bir vekalet usûlü savaş yürütüyorlar. Ama bu, (Suriye’ye dair) tüm ihtilafların en zehirlisi olabilir zira Ortadoğu’yu kavuran Sünni-Şii mezhep çatışması cehennemini besliyor…
Bu vekalet usûlü savaş, dış güçlerin ihtilafı çözümlemek için diplomatik görüşmeler yaptığı bir sırada, niçin onunla eş zamanlı biçimde tırmanıyor? Amerika, Rusya, İran, Türkiye ve Suuid Arabistan, hepsinin taraftar olduklarını ilân ettikleri siyasi geçiş döneminin nasıl olabileceğini araştırmak için geçen hafta Viyana’ya temsilcilerini gönderdiler. Toplantı umut verici olmadı. Hiçbir Suriyeli taraf katılmadı ve (toplantıya katılan) dış güçler arasında, geçişin nasıl olması gerektiğine dair keskin biçimde görüş ayrılığı başgösterdi.
‘Hem savaş hem konuş’ Ortadoğu’da kendisini sürekli tekrarlayan bir döngüdür. Öyleyse, son askeri tırmanmayı diplomatik görüşmeler için bir başlangıç noktası olarak anlayabiliriz. Taraflar, ciddi müzakerelere başlamadan önce mümkün olduğu kadar çok toprak ele geçirmeye ve pazarlık konumunu güçlendirmeye çalışıyor olabilirler. Durum buysa, şanslı sayılabiliriz. Ama hem Esad ve hem de karşıtları bugüne dek uzlaşmaya ne kadar kapalılarsa, bugün de öyle gözüküyorlar. Türkiye, sınırlarının dibinde artan bu Amerikan rolü hakkında acaba ve özellikle kimi zaman Kürdofobik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kesin zaferinden sonra, ne düşünüyor olabilirler? Pentagon yetkilileri, Türklerin güveninin tazelenmesi gerektiğini, zira Amerika’nın, yapılan silah ve cephane yardımının, Türkiye’nin terörist bir grup olarak gördüğü PKK’nın eline geçmemesi için, şimdi YPG’nin 25,000 savaşçısı üzerinde için, daha fazla gözetim sağlayabileceğini söylüyorlar. Bu, akla uygun bir argüman ama bu argümanı Ankara’nın kabul etmesi gerekiyor.”

Peki, Amerika, YPG üzerinde Amerikan silahlarının PKK eline geçmemesi için “daha etkili bir denetim ve gözetim”i nasıl sağlayacak?
Başkan Barack Obama, 50 kişilik bir “Amerikan özel kuvveti”nin Suriye’ye IŞİD’e karşı mücadele için ABD’nin müttefiklerine yani başta YPG’ye destek olmaya gönderildiklerini açıkladı. Sayı büyük değil ama Obama’nın “Amerikan üniforması”nı Ortadoğu topraklarından uzak tutmak kararlılığı politikasında büyük ve yeni bir adım.

Amerika’nın Suriye sahasında IŞİD’e karşı bulduğu en güvenilir müttefik YPG haline geldi. NATO müttefiki Türkiye nezdinde IŞİD, DHKPC, PKK ve PYD olarak sıralanan “teröristler kokteyli”nin Suriyeli Kürt unsuru.
Amerika, PYD ve YPG ile Suriye sahasında yakın işbirliğinden vazgeçmezse, içine girilen “siyasi ve diplomatik açmaz”dan çıkılması pek mümkün görünmüyor.

Vazgeçerse, bu kez, IŞİD’e karşı karadaki en etkili “direniş gücü”nden ve bir anlamda IŞİD’le “savaşmaktan vazgeçmiş” ve Suriye sahası üzerindeki nüfuzu, neredeyse tümüyle Rusya ve İran’a bırakmış olacak.
Yani, Amerika’nın Suriye’de YPG’den uzaklaşması; kendisini “askeri açmaz” içine sokmak ve dolayısıyla zaten içine girmiş bulunduğu “siyasi ve diplomatik açmaz”dan hiç çıkamayacak hale gelmesi demek.

Bu arada, YPG’nin, Suriye’ye geçirilecek Barzani’nin peşmergeleri üzerinden “sulandırılması” imkânları deneniyor. Zaten, Ankara’nın tercihi, Suriye Kürt hareketinin, hiç değilse, Barzani kontrolü altına alınması.

Bir süredir, Erbil’den yola çıkartılan çeşitli “heyetler” bu yöndeki “öneri”leri sunmak ve bunların geçerliliğini “test etmek” veya bu konuda “arayış”ta bulunmak için Rojava’ya gidiyorlar.

YPG’nin bunlara ilişkin tavrı, “Buyursunlar gelsinler ama komuta tek olacak. 1990’larda Irak Kürtleri arasında yaşanmış olan ‘iç savaş’a burada zemin hazırlamanın gereği yok. Bizim komutamız altında olmak kaydıyla gelebilirler” şeklinde olarak özetlenebilir.

Dolayısıyla, “o konu” çözülmüş değil. YPG’nin Amerika ile “sahada ittifakı” sürdükçe, Amerika’nın da Suriye sahasında YPG’ye “ihtiyacı” devam ettikçe; Suriye Kürtlerini Barzani kontrolü altına almak mümkün de, gerçekçi de gözükmüyor.

Washington, YPG’yi terketmiş değilken, YPG ile (burayı PYD diye de okuyabilirsiniz) Moskova arasında yeni ufuklar açılıyor.
Suriye üzerinden bakarak, yakın gelecekte önünüzü görmek istiyorsanız, “Suriye puzzle”ını bu parçalarıyla görmek zorundasınız.
Kaynak: radikal

Esad: Savaşın Suriye'ye maliyeti 200 milyar dolardan fazla
30 Mart 2016


Rus haber ajansı Ria'ya konuşan Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Suriye'de beş yıldır süren çatışmaların ülkeye maliyetinin 200 milyar dolardan fazla olduğunu söyledi.

Esad, ülkede 5 yıldır devam eden iç savaş nedeniyle altyapının büyük hasar gördüğünü, yeniden yapılanmanın uzun yıllar alacağını söyledi.
Esad, Suriye ordusunun askeri kazanımlarının ülkedeki çatışmaların sonlanması amacını taşıyan bir siyasi anlaşmaya varılmasını hızlandıracağını da belirtti.

Suriye ordusu 27 Mart'ta tarihi Palmira kentini IŞİD'in (Irak Şam İslam Devleti) elinden geri almıştı.

Esad, 'ordunun bu tür başarılarının ülkedeki çatışmaları bitirecek bir siyasi anlaşmaya ivme kazandıracağını' çünkü bu başarılarla, bir anlaşmaya varılmasını engellemek suçladığı 'uluslararası muhaliflerin pozisyonunu zayıflattıklarını' belirtti.

Palmira IŞİD'le savaşta dönüm noktası mı?

Suriye lideri, ülkedeki iç savaşı sonlandırmaya yönelik olarak BM öncülüğünde gerçekleştirilen görüşlmelere yaklaşımlarının 'esnek' olmaya devam edeceğini söyledi.

Esad şunları ekledi: "Bununla birlikte aynı zamanda, bu zaferlerin bir anlaşmaya engel olan güçler ve uluslar üzerinde de etkisi olacaktır; çünkü başta Suudi Arabistan, Türkiye, Fransa ve İngiltere olmak üzere bu devletler, görüşmeler sırasında kendi şartlarını zorla kabul ettirmek için savaş alanında bizim yenilmemiz üzerine bahis oynamaktadırlar."

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'nin içişlerine karışmadığı takdirde Türkiye ile ilişkilerinin iyi olacağını' belirtti.

Rus Ria haber ajansı, Esad'la yapılan röportajın ikinci bölümünü de yayımladı.

Esad, "Türk ordusu, Türk değil Erdoğan'ın ordusudur, şu anda Suriye'de savaşıyor" dedi ve ekledi:

"Türk halkı Suriye'ye karşı değil, Suriye'ye karşı düşman değil. Erdoğan (Suriye'nin içişlerine) karışmazsa ilişkilerimiz iyi olacaktır."

Beşar Esad, Suriye halkının istemesi durumunda ülkede erken seçimlere gidebileceğini söyledi.

Esad, ülke çapında doğrudan Cumhurbaşkanlığı seçimi yapmanın Cumhurbaşkanı'nı parlamento üzerinden seçmekten daha iyi olduğunu ekledi.

'Silah bırakan militanlarla birlikte çalışmaya hazırım' mesajı

Suriye lideri, "Rusya, Şam ve İran'la birlikte teröre karşı savaşmaya hazır militanları, kendilerine çekerek uzlaşmayı hızlandırmanın önemli olduğunu da" belirtti.

"Suriye'de daha fazla kan dökülmesini önlemek için silahlarını bırakmak isteyen militanları kabul etmeye hazır olduğunu" aktaran Esad, "Birlemiş Milletler barış gücünün Suriye'ye getirmeninse akıl dışı ve imkansız olacağını" söyledi.

Esad, "Bu gerçekçi değil çünkü bu tür güçler kural gereği uluslararası anlaşmalar temelinde hareket eder. Bu tür anlaşmalar bazı ülkelerden onay almalıdır. Hangi ülkeler? Bu vakada başka ülkeler yoktur. Sadece Suriye yönetimi vardır."

Rusya'nın Suriye ordusuna hava operasyonlarına destek vermesi yaklaşık beş yıldır süren iç savaşta ordunun kazanımlarını artırmıştı.

Suriye'de Rusya ve ABD'nin aracılığıyla 27 Şubat'ta ateşkes ilan edilmişti.
Cenevre'deki görüşmelere 24 Mart'ta, Nisan'da yeniden başlamak üzere ara verilmişti.
Kaynak: BBCT

Patrick Cockburn: 'Türkiye'nin Suriye politikası tam bir fiyasko'
29 Ekim 2015



Independent gazetesi yazarı Patrick Cockburn, "Türkiye kendi mahvetmek üzere mi?" başlıklı yazısında, Ankara'nın Suriye politikasını "tam bir fiyasko" olarak niteliyor.

Yazı şöyle:

"Rus uçakları son iki gün içinde, İslamcı militanlara karşı 712 sortiyle 118 hava saldırısı gerçekleştirdi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri ise son dört gün içinde bir saldırı düzenledi."

"Rusya'nın hava saldırıları, Suriye'nin doğusunda Suriyeli Kürtlere yardıma ve IŞİD'in kontrolündeki petrol tesislerini hedef almaya odaklanan ABD öncülüğündeki koalisyonununkinden çok daha yoğun."

"Suriye'deki savaştan etkilenen ülkeler, savaşın niteliğinin değişmekte olduğunu görüyorlar ve yeni stratejiler arıyorlar. ABD, hava saldırılarının sayısını artıracağını IŞİD liderlerini hedef almak için özel güçlerini sınırlı ölçüde devreye sokabileceğini söylüyor. ABD'nin sorunu yaklaşık 25 bin kişilik bir güç olan Halk Koruma Birlikleri YPG'nin dışında, ülkede saldırı düzenlenecek hedeflerin koordinatlarını verecek bir etkili bir ortağının olmaması."

"Rusya, Suriye ordusuna hava desteği sağlıyor. Suriye ordusu, Kürtler gibi ülkenin bir köşesinde değil, en büyük askeri güç olarak her yerde."
"Türkiye Suriye'de çıkarlarına aykırı olan iki gelişmeye karşılık verecek etkili bir yol arıyor. Bunlardan biri Rusya'nın 30 Eylül'de Beşar Esad'a destek için Suriye'de hava saldırılarına başlaması. Bu gelişme Türkiye'nin Suriye lideri Beşar Esad'ın iktidardan uzaklaştırılması politikasını daha az gerçekçi kılıyor. Ayrıca Rusya'nın varlığı Türkiye'nin doğrudan bir askeri müdahalesini daha riskli hale getiriyor."

"Türkiye'de tüm dikkatler Pazar günkü seçimlerde. Geçen hafta, YPG'nin Haziran'da IŞİD'den aldığı Tel Abyad'da bir çatışma çıktı. Türk ordusu Kürt milislere makineli tüfeklerle ateş açtı. Yaralanan olmadı ancak Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türk ordusunun YPG'yi hedef aldığını doğruladı. Seçimlerde büyük bir rol oynamasa da Türkiye'nin Suriye'deki savaşa yönelik politikası tam bir fiyasko. Türkiye'nin amacı Esad ve rejiminden kurtulmaktı. İkisi de hala yerinde. Daha da ciddisi, Ankara, 2011'de başlangıçtaki niyeti ne olursa olsun dört yıl sonra Suriye nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan Kürtlerin ülkenin kuzey doğusunda, Türkiye sınırı boyunca uzanan, Rojava adını verdikleri fiili bir devlet kuracaklarını düşünmemişti. Dahası, bu küçük devlet Türkiye'nin 1984'ten beri savaş halinde olduğu PKK'nın Suriye kolu PYD'nin denetiminde."

Cerablus uyarısı

"2011'de başlayan ayaklanmalar Arap dünyasında istikrarsız rejimleri devirirken, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP, Batı'da övgüyle karşılanan ılımlı İslamcı hükümetlerinin her yerde yeni rejimlere model olacağını hayal etmişti. Ama bu olmadı ve Türkiye bugün Suriyeli Kürtlerin ABD'nin hava koruması altında güney sınırına doğru yayıldığına tanık oluyor. Davutoğlu, IŞİD'in elindeki Türkiye'yle son sınır geçişi olan Cerablus'u ele geçirip Kürt bölgesi Afrin'e bağlamaya çalışmamaları konusunda YPG'yi uyardı."

"Bu Türkiye için ciddi bir tehdit. Suriye'ye erişimi ve buradaki gelişmeleri etkileme kapasitesi daha sınırlı hale geliyor. Kadir Has Üniversitesi'nden Prof. Serhat Güvenç, bunun gerçekleşmesi halinde Türkiye'nin Sünni Arap Orta Doğu'dan izole olacağını söylüyor. Türk ordusunun sınır ötesi müdahaleyle YPG’nin Afrin'e gitmesini engelleyebilir. Ancak Güvenç bunun için belki de 35 bin asker gerekeceğini belirtiyor. Buna Rusya ve ABD karşı çıkabilir."
"Türkiye NATO üyesi ve Suriye konusunda Suudi Arabistan, Katar ve Sünni Körfez ülkeleriyle birlikte hareket ediyor. Ama iki komşusu Rusya ve İran'la arası giderek kötüye gidiyor Suriye politikası konusunda ABD'yle arasında ciddi ayrılıklar var. Suriyeli Kürtlerle bir çatışma, Türk ordusuyla Kürt azınlığı arasındaki savaşı tırmandırabilir. Az sayıda Türk seçmen Türkiye'nin Suriye politikasının başarısızlığının farkında ya da bunu önemsiyor ancak bu durum şimdiden hayatlarında vahim sonuçlar doğurmaya başladı."
Kaynak: BBCT

Çin: Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını destekliyoruz
01 Nisan 2016



Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yapılan açıklamada, Suriye'nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün desteklendiği söylendi.

Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hong Lei, Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını desteklediklerini söyledi.

Çin'in konumunun "Suriye'nin bağımsızlığının, egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması" olduğunu söyleyen Hong Lei, Suriye meselesinde tüm tarafların çatışmayı azaltmasını ve "diyalog yoluyla" uzlaşıya varmasını istediklerini söyledi.

Çin sözcüsü, Suriye'de yapıcı rol oynamak için delege görevlendirdiklerini de açıkladı.
Kaynak: SoL

ABD’li oyuncu Clooney’den ‘Beyaz Miğferler’
20.12.2016

ABD’li oyuncu George Clooney’nin, eski bir İngiliz askeri tarafından kurulan ve Fetih el Şam adını alan El Nusra’yla işbirliği içerisinde olan White Helmets’i (Beyaz Miğferler) konu alan bir film çekeceği iddia edildi. Guardian’da yer alan haberde, ilk kurgusal filmine kaynak olarak Netflix’in eylül ayında yayınladığı ‘The White Helmets’ belgeselini kullanacağı ifade edilen Clooney’nin yapımcı ortağı Grant Heslov ile birlikte filmin senaryosunu yazacak bir isim arayışında olduğu kaydedildi. ABD ve İngiliz hükümetleri, Suriye ordusu ve Rusya’nın uyguladığı ‘vahşetle’ ilgili olarak yayınladığı sahte videolarla bilinen ve George Soros'la bağlantısı bulunan Beyaz Miğferler’e milyonlarca dolar para aktardıklarını kabul etmişti. ‘Yardım kuruluşu' adı altında faaliyet gösteren Beyaz Miğferler'in üyeleri, El Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi'ne mensup cihatçılarla birlikte ellerinde silahla kutlama yaparken, terör örgütünün infazını izleyip ardından öldürülen kişinin cesedini kaldırırken görüntülenmişti.

Bir yardım kuruluşu, Batı'dan aktarılan milyonlarca dolar

Suriye'de yıllardır devam eden savaşın en önemli ayaklarından birini yardım kuruluşları oluşturuyor. El Nusra ile bağlantısını gizleyemeyen bir 'yardım kuruluşu' olan Beyaz Miğferler, Batı hükümetlerinden neden milyonlarca dolar yardım alıyor?

Konaşenkov: Bu suçlamalar Kirby için kara leke olarak kalacak

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, kısa süre önce yaptığı bir basın toplantısında Suriye'nin Halep kentinde 5 hastane ve 1 mobil kliniğin Rusya tarafından vurulduğunu iddia etti.

Russia Today (RT) muhabirinin, nerede ve hangi hastanelerin vurulduğu konusunda bilgi istemesi üzerine elinde somut bilgi olmadığı anlaşılan Kirby, RT ile diğer basın kuruluşlarını aynı kefeye koyamayacağını söyleyerek soruya yanıt vermeyi reddetti. Kirby'nin iddiaları hakkında açıklama yapan Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, hastane ve okulların bombalandığına dair iddiaların radikal Beyaz Miğferler örgütü tarafından ortaya atıldığını belirterek, bunun Kirby'nin biyografisine kara bir leke olarak yazılacağını söyledi.

'SAHTE KURTARMA VİDEOLARI'

Konaşenkov'un bahsettiği Beyaz Miğferler (White Helmets), adını Fetih el-Şam Cephesi olarak değiştiren, El Kaide'nin Suriye kolu El Nusra Cephesi'yle yaptığı işbirliğiyle biliniyor. Beyaz Miğferler'in insan kurtarma videolarının çoğunun sahte olduğu da bugüne kadar defalarca açığa çıktı. Örneğin dün yayımlanan görüntü, kuruluşun bu sahte videoları nasıl hazırladığını gözler önüne seriyor. Söz konusu videoda Beyaz Miğferler'den iki kişi, bir yaralıyı enkaz altından 'kurtarırken' görülüyor. Bir süre hiç hareket etmeyen bu iki kişi, başlama talimatının gelmesi ve eş zamanlı olarak duyulan çığlık sesleriyle 'göçük altında kalan sivili kurtarıyor.'

ABD VE İNGİLTERE'DEN MİLYONLARCA DOLAR

Batı hükümetleri tarafından fonlanan, spekülatör George Soros'la bağlantısı bulunan Beyaz Miğferler'in kurucusu ise eski İngiliz subayı James Le Mesurier. Beyaz Miğferler'in maddi kaynakları arasında, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a karşı Batı müdahalesini savunan ve spekülatör George Soros'la bağlantılı olan Purpose Inc. bulunuyor. Purpose'un kurucularından biri, yine Soros bağlantılı Avaaz'ın da kurulmasında rol üstlenen Jeremy Heimans.

ABD ve İngiliz hükümetleri, bu kuruluşa milyonlarca dolar para aktardıklarını kısa bir süre önce itiraf etmek durumunda kaldılar. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, 27 Nisan'da yaptığı basın toplantısında, Washington'ın örgüte 23 milyon dolar aktardığını kabul etti. İngiliz hükümetinin ise 2013 yılından bu yana desteklediği Beyaz Miğferler'e 2016 yılı Mart ayı sonuna dek kamuoyuna yansıdığı kadarıyla 18.7 milyon sterlinlik yardımda bulunduğu ortaya çıktı. Fransa da kuruluşa para aktaran ülkeler arasında.

‘SİLAHLI GRUPLARI FİNANSE ETMEKTE KULLANILAN TABELA ÖRGÜT'

Suriye'de 5 yıldan bu yana süren savaşın en büyük parçalarından biri Batı, Türkiye ve Körfez destekli sivil toplum kuruluşları oldu.

Ortadoğu uzmanı Hasan Sivri'ye göre Beyaz Miğferler, Batı için özellikle Suriye'nin kuzeyindeki silahlı grupları finanse etmekte kullanılan tabela örgütlerden biri. Sivri "Nasıl ki Özgür Suriye Ordusu bu şekilde uzun bir süre diğer cihatçı radikalleri saklamak için kullanıldıysa, şu an Özgür Suriye Ordusu ömrünü tamamladıktan sonra bu tür sivil savunma gücü adı verdikleri grupları kullanıyorlar" diyor ve ekliyor: "Beyaz Miğferler, Batı'da ve Batı'nın ana akımın medyasında, son 6 yıldır olduğu gibi Suriye'ye karşı propagandada kullanılıyor ve aynı zamanda bir tabela örgütü. Özgür Suriye Ordusu'nun tamamlamış olduğu o görevi, sivil savunma gücü dedikleri bu Beyaz Miğferler ele geçirmiş."

‘SAHAYA YANSIYAN YARDIM YOK'

Çeşitli Batı ülkelerinin para aktardığı grubun liderinin üst düzey görüşmeler yaptığını belirten Hasan Sivri, yapılan bağışların sivil savunma alanında sahaya yansımadığına dikkat çekiyor:

"Grubun lideri hem Fransa'da hem İngiltere'de üst düzey görüşmeler yapıyor ve büyük paralar aktarılıyor. Fakat para aktarılan bu örgütün, sahaya yardımları yansıttığını görmüyoruz. Ancak silahlı grupların bir şekilde finanse edildiğini ve savaşın sürdürüldüğünü görüyoruz. Zaten yıllardır bu silahlı grupları Suriye ordusuna karşı kullanarak kanlı savaşın daha da uzamasına neden olan emperyalist güçlerin, Batılı güçlerin sivil savunma gücünü ya da Suriye'deki herhangi bir sivil inisiyatifi finanse etmek gibi bir derdi olmadı açıkçası. Bunun etkilerini görürdük sahada."

CİHATÇILARIN ZOR GÜNLERİNDE ORTAYA ÇIKAN ‘KAHRAMANLIKLAR'

‘Yardım kuruluşu' adı altında faaliyet gösteren Beyaz Miğferler'in üyeleri, El Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi'ne mensup cihatçılarla birlikte ellerinde silahla kutlama yaparken, terör örgütünün infazını izleyip ardından öldürülen kişinin cesedini kaldırırken görüntülenmişlerdi. Kuruluşun en sık yaptığı işlerden biri ise özellikle cihatçıların, örneğin Rusya ya da Suriye'nin bombardımanları, askeri başarı elde ettikleri ve dolayısıyla cihatçı grupların zor durumda kaldıkları dönemlere sıklıkla denk gelen, sahte 'çocuk kurtarma' görüntüleri üretmeleri. Enkaz altından elinde en sevdiği oyuncağını tutarken çıkarılan ve hiçbir yara, beresi olmayan kız çocuğu videosu gibi sahte olduğuna dair bariz kanıtlar bulunan görüntüler hem Batı medyası hem de hükümetleri tarafından büyük bir propaganda malzemesi haline getiriliyor.

Hasan Sivri, Batı'nın bu tür sivil savunma güçlerini öne çıkardığı zamanlara denk gelen katliamlarda kuruluşun bir şekilde yer aldığına dikkat çekiyor ve ‘direniş medyasının' Beyaz Miğferler'in cihatçılarla olan bağlarına ilişkin çok sayıda haber ve görüntü yayımladığını anımsatıyor. Sivri'nin aktardığı örneklerden biri, İdlib'in cihatçılar tarafından ele geçirildiği günlerden:

"Özellikle İdlib'in düşürüldüğü zamanlarda Nusra Cephesi'nin bayraklarını ellerine alarak İdlib'in kent merkezinde o bayrakları sallandırdıklarını gördük, sivil savunma gücü dedikleri Beyaz Migferler'in. Aynı zamanda bu tür önde görünen sivil savunma güçlerinin Batı'nın ana akım medyasında propaganda için kullanılan fotoğraflardaki insanların, bir diğer fotoğrafta ellerinde silah tuttuklarını ve savaştıklarını gördük."

ÇİN PROVOKASYONU VE YİNE BEYAZ MİĞFERLER

ABD ve İngiltere yönetimlerinin Beyaz Miğferler gibi bir kuruluşa neden milyonlarca dolar para ödediği sorusunun yanıtı yalnızca Suriye'yi değil, Çin'i de kapsıyor.  Asia Times'ta Eylül 2016'da yayımlanan bir haber bu açıdan oldukça çarpıcı. Habere göre Washington Suriye'de, Çin'e karşı saldırılar gerçekleştirmeyi planlayan örgütleri de silahlandırıyor ve destekliyor. Asia Times, Suriye'de bulunan Türkistan İslami Partisi üyesi Uygur bir cihatçının, Kırgızistan'daki Çin elçiliğine düzenlediği saldırının El Nusra Cephesi tarafından finanse edildiği ve Türkiye'de hazırlanıldığı bilgisi veriliyor.

Yani Suriye aynı zamanda Çin karşıtı örgütlerin de üssü haline getiriliyor. El Nusra'yla birlikte çalışan Beyaz Miğferler'in de videolarında Çin'i hedef aldığı belirtilen haberde, bu kuruluşa ait bir videoda "Esad, Rusya, İran, Çin, bunlar Allah'tan güçlü mü diye sorulduğu, ardından 2 Suriyeli askerin Türkistan İslami Partisi üyelerince infaz edildiği aktarılıyor.

Beyaz Miğferler, özellikle İdlib kentinde El Nusra cihatçılarıyla birlikte hareket ediyor. Nisan 2015'te Türkistan İslami Partisi, Ahrar'uş Şam, El Nusra Cephesi ve diğer ÖSO gruplarının katıldığı Fetih Ordusu'nun, İdlib'i aldığını hatırlatan Asian Times, kentin Türkistan İslami Partisi için bir üs haline geldiğini ve ABD'nin "ılımlı" cihatçılarla yaptığı işbirliği nedeniyle El Kaide kolu olan El Nusra'nın bombalanmasına karşı çıktığını ifade ediyor
Sputnik

Esad'dan Erdoğan için ağır sözler: Psikolojik sorunlu, pervasız ve anormal!
09 Aralık 2016



Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için ağır ifadeler kullanarak, Türk siyaseti Erdoğan gibi anormal ve psikolojik olarak rahatsız birisi tarafından yürütüldüğü müddetçe her olasılığa hazır olmalıyız" dedi. Esad, "Türkiye'deki akılcı insanların Erdoğan'ı Suriye'ye karşı olan aptalca ve pervasızca ilgisinden vazgeçmesi için ikna edebileceğini düşünüyoruz" ifadesini kullandı.

Sol Haber'de yer alan çeviriye göre, El Vatan'a konuşan Esad, Türkiye'nin Suriye'deki askeri operasyonlarının Ankara ile askeri bir karşı karşıya gelişe neden olup olmayacağını ilişkin bir soruya, "Psikolojik olarak rahatsız bir kişiyle uğraştığında, burada mantığa yer yoktur" cevabını verdi. "Mantığın Türkiye ile Suriye arasında iyi ilişkilerin olması gerektiğini" söylediğini, ancak Suriye'nin Türk müdahalesine karşı kendi topraklarını koruma hakkı olduğunu kaydetti.

Rusya'nın Erdoğan'ı "ikna etme" umudunu korumasına rağmen Erdoğan hakkında kişisel bilgilerinin de olduğunu öne süren Esad, "Erdoğan siyasi bir insan değil, daha çok, sapkın dinci anlamında ideolojik birisi" görüşünü savundu.

Bu tip insanların "inatçı" olduğunu ve gerçekleri okuyamadığını ileri süren Esad, Rusya ile Türkiye'nin ilişkilerinin bozulduğunda Erdoğan'a içeriden de baskı geldiğini tahmin ettiğini ifade etti. Esad, Erdoğan'ın Müslüman Kardeşler örgütü ile bağlantılı olduğu iddiasını da tekrarladı.

El Vatan'da yer alan söyleşinin İngilizce orjinal metni için tıklayın: https://syrianfreepress.wordpress.com/2016/12/08/al-assad-al-watan/

T24
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 20, 2017 9:27 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Eyl 21, 2016 11:10 pm    Mesaj konusu: Değişen Suriye denkleminde kaybedenler Alıntıyla Cevap Gönder

"ABD, eski başarısız Suriye politikasından vazgeçti"
10 Temmuz 2017

Şam Üniversitesi öğretim görevlisi Bassam Abu Abdullah, “Esad'ın kalıp kalmamasına Suriye halkı karar verecek” değerlendirmesinde bulundu

Suriye’nin güneybatısında ateşkesin sağlanması yönünde Rusya ile ABD arasında sağlanan anlaşmayı değerlendiren Şam Üniversitesi öğretim görevlisi Bassam Abu Abdullah, Washington’un politikasını değiştirmesinin bir manevra veya Rusya’ya taviz olmadığını belirtti.

Sputnik'e konuşan Abdullah, "ABD'nin Suriye'deki yeni stratejisi, eski politikasının başarısız olduğunu kabul etmesi anlamına geliyor. Politikayı değişmezlerse durumun daha da kötüleşeceğini anladılar" dedi.

ABD'nin teröristlere silah ve para yardımı politikasının verimsizliğini gösterdiğini belirten Abdullah, "ABD'nin Suriye hükümetine alternatif olsun diye ülke dışında kurduğu muhalefet de beklentileri karşılamadı. Militanların savaş alanındaki mağlubiyetleri Batı'nın Suriye'deki stratejisini değiştirmesinin belirleyici faktörü oldu. Bu, Suriye halkının direnci ve dünyada güç dengesinin değişmesi sayesinde mümkün oldu. Moskova ve Pekin'in politik gücünün büyüdüğünü görüyoruz" yorumunda bulundu.

“Esad'ın kalıp kalmamasına Suriye halkı karar verecek”

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın görevinde kalıp kalmamasına Suriye halkının karar vereceğini kaydeden Abdullah, "Bu, bağımsızlık meselesidir. Bu noktada, dış müdahaleye yer verilmemeli" diye konuştu.

Fransa'nın da yeni bölgesel politikasını değerlendiren Abdullah, eski Fransız liderler Jacques Chirac, Sarkozy ve Hollande'ın izlediği dış politikasının Fransa ekonomisini vurduğunu, ayrıca Ortadoğu'daki etkinin kaybedildiğini söyledi. Uzman, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un bu nedenle Suriye'deki politikada değişiklik kararı aldığını belirtti.

“Suriye ordusu, İsrail'in planlarını bozdu”

Abdullah ayrıca Suriye ordusunun ülkenin güney sınırlarına yoğunlaşmasının İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki etkisini genişletme planlarını bozduğunu dile getirdi.

Suriye'deki siyasi süreçte kaydedilen ilerlemenin büyük ölçüde Moskova'nın çabaları sayesinde mümkün olduğunu kaydeden uzman, "Rusya'nın baş rol oynadığını söyleyebiliriz çünkü gerilimi azaltma bölgelerinin oluşumu onun fikriydi. Üstelik bu girişimi Suriye hükümetiyle görüştü. Bu da Rusya ile Suriye arasındaki güvenin olduğunun kanıtı" ifadelerini kullandı.
T24

CHP'li Yılmaz: Türkiye, Esad saplantısından kurtulamadığı için...
10.05.2017



CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz, ABD'nin YPG'ye silah verme kararının kabul edilemez olduğunu belirterek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Washington ziyaretini erteleme çağrısında bulundu. Yılmaz, Türkiye'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a yönelik politikası nedeniyle 'Suriye tablosunda bir çıkış yolu bulamadığını' savundu.

Yılmaz, ABD'nin, Ankara'nın PKK'nın Suriye uzantısı olarak nitelendirdiği YPG'ye silah yardımında bulunmasının 'son deree yanlış bir adım olduğunu' ifade etti.

'NATO MÜTTEFİKİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIMDA BULUNMASI…'

Yılmaz, şöyle konuştu: "Türkiye'nin NATO müttefiki ABD'nin, Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü bir yapıya silah yardımı yapacağını açıklaması ve bunu da Rakka operasyonu çerçevesinde ileri sürmesi son derece yanlış bir adımdır."
Yılmaz, bu girişimin iki ülke arasındaki dostluğu ve güveni sarstığını sözlerine ekledi.

'HEYETİN TEMASLARI SONUCU OLUMLU BİR HAVA ÇIKACAKMIŞ GİBİ ALGI YARATILDIKTAN SONRA…'

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyareti öncesi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın bu ülkeye gittiğini anımsatan Yılmaz, "Heyetin temasları sonucu olumlu bir hava çıkacakmış gibi bir algı yaratıldıktan hemen sonra bu tür sert adımın gelmesi Sayın Cumhurbaşkanının ziyaretini ertelemesi için yeterlidir. Sayın Cumhurbaşkanı, ABD ziyaretini derhal ertelemelidir" dedi.

Ziyaretin ertelenmemesinin 'bu mesajı almıyorum' anlamına geleceğini de vurgulayan Yılmaz, bunun da ülkenin itibarını zedeleyeceğini savundu.

'TÜRKİYE, SURİYE'DE TEK KAYBEDEN KONUMUNA GELDİ'

Bu noktaya nasıl gelindiğinin iyi irdelenmesi gerektiğinin altını çizen Öztürk Yılmaz, şöyle devam etti: "Suriye'de rejim değişikliği yapılmasına dönük AK Parti'nin önayak olması. ABD'nin gazına gelmesi… Gelinen noktada ise Türkiye, Suriye'de tek kaybeden konumuna geldi. ABD'de Irak'ta, akabinde ise Suriye konusunda artık Türkiye'den ziyade bölgede kendi eğittiği ve bize hasmane güçlerle birlikte hareket etmeyi tercih ediyor. Bu da Türkiye-ABD arasındaki ayrılığı iyice keskinleştiriyor."

Hükümetin Suriye'de gelinen noktayı önceden öngörmesi gerektiğini ancak bunu başaramadığını ileri süren Yılmaz, bütün uyarılarına rağmen de bu hatadan dönülmediğini savundu.

'ESAD'I DEVİRMEK İSTİYORLARDI, HEPSİ SESSİZ SEDASIZ VAZGEÇTİLER'

Türkiye'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad konusunu saplantı haline getirdiğini söyleyen Yılmaz, şunları kaydetti: "Halbuki ABD de Esad'ı devirmek istiyordu, Avrupa ülkeleri de. Hepsi bir süre sonra uyanıklık yapıp bu işten sessiz sedasız vazgeçtiler ve kendi çıkarlarına yöneldiler. Türkiye, bu saplantıdan kurtulamadığı için Suriye tablosunda bir çıkış yolu arama konusunda başarısız oluyor. Mesela Sincar operasyonu yapılırken ABD neden eleştirdi? Halbuki Esad'la bir bağ olsa bu eleştirilmezdi. ABD eleştirse bile bunun bir anlamı kalmazdı. Bizim şimdi Suriye'nin toprak bütünlüğüne dönük bir plan çerçevesinde çalışmamız lazım. Suriye konusunda bütün aktörlerin yüzlerindeki maske düşmüştür. Artık bundan sonra oyunu pragmatik kurallar çerçevesinde oynamak lazım ve ön yargıyı bir siyaset haline sokmamak gerekir."

ABD'nin biran önce bu tutumundan geri adım atması gerektiğini belirten Yılmaz, YPG'ye silah yardımının uzun vadede ABD'ye de fayda sağlamayacağını vurguladı.
Sputnik

Suriye ordusu Halep’te zafer ilan etti
12.12.2016

Suriye ordusu, kentin doğusundaki militanları da püskürtmesinin ardından Halep’te resmi olarak zafer ilan etti.

Şeyh Said Mahallesi’nin geri alınmasının ardından Suriye ordusu ve yerel güçler, belirgin bir ilerleme kaydederken militanların kentin küçük bir bölgesine sıkıştırıldığı kaydedildi.

Suriye ordusunun kuşatmasındaki militanlar, durumlarının ‘inanılmaz derecede zor’ olduğunu söyledi. Kentteki birçok ‘muhalif’ de sosyal medya üzerinden yaptıkları açıklamalarda Suriye ordusunun ilerleyişine devam ettiğini belirterek ‘veda’ mesajları paylaştı.

‘TESLİM OLACAKLAR YA DA ÖLECEKLER’

Ordunun militanlardan geri aldığı Şeyh Said Mahallesi’nde gazetecilere konuşan güvenlik komitesinin direktörü Zayid el Salih, geride kalan isyancıların ‘teslim olmak ya da ölmek’ten başka şanslarının bulunmadığını söyledi.

ESAD’DAN ORDUYA TEBRİK

Suriye resmi televizyonu SANA’nın haberine göre, Devlet Başkanı Beşar Esad da Halep zaferinin ardından Suriye ordusunu başarılarından dolayı tebrik etti.

KENTTE KUTLAMALAR BAŞLADI

Öte yandan zaferin yerel televizyon kanallarında ilan edilmesinin ardından Halepliler sokakları doldurdu. Kutlamalara başlayan Halepliler, Suriye Devlet Başkanı Esad ve ordu lehinde sloganlar atarken, kentin birçok yerinde de havaya ateş edildi
Kaynak: Sputnik

Robert Fisk: Erdoğan, Esad ile barışmaya hazırlanıyor
22 Ağustos 2016



Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan\'ın Rusya\'ya yaptığı ziyaretin ardından, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile olan eski dostluğunu yenilemeye hazırlandığını yazdı.

Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Gaziantep saldırısı ve Türkiye-Rusya ilişkileriyle ilgili makalesinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile olan eski dostluğunu yenileyeceğini yazıyor.

Deneyimli Orta Doğu muhabirine göre Türkiye Cumhurbaşkanı, Rusya'ya yaptığı ziyaretin ardından, Esad'la "yeniden dostluk kurmaya" daha yakın.

Fisk'in "Türkiye'nin düşmanlarından oluşan kara listesi büyürken, Erdoğan Suriye'de Putin ile birlikte hareket etmeye hazırlanıyor" başlığını taşıyan makalesi, "Sultan, Şam Aslanı ile eski dostluğunu yenilemeyi düşünüyor olabilir mi? Emin olun, düşünüyor" ifadesiyle başlıyor.

Gaziantep'te 51 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı hatırlatan Fisk, hükümetin katliama tepkisinin, Erdoğan'ın yabancı düşmanlar listesindeki önceliklerini de gösterdiğini belirtiyor:

"Cumartesi akşamı yaşanan saldırıdan hızla IŞİD sorumlu tutuldu. Ama ardından Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye'yi hedef alan 'terör örgütleri' listesini genişletti: PKK, IŞİD ve Erdoğan'ın darbe girişiminin arkasında olmakla suçladığı sürgündeki, tuhaf din adamı Fethullah Gülen ile destekçileri.

Bu, bir düğünde yaşanan katliam için oldukça uzun bir liste. Ve tüm bu 'teröristlerin', darbe girişiminin ardından bizzat lime lime olmuş olan polis gücü ve ordu tarafından yenilgiye uğratılmak zorunda olduğunu varsaymalıyız."

"Türkiye'nin kara listesi kendi içinde gariplikler barındırıyor. Türkiye PKK'yı IŞİD'le aynı kara listeye koyuyor. Aynı zamanda Suriye'nin kuzeyinde IŞİD ile savaşan YPG'yi de, PKK ile eş tutuyor. Aynı YPG, ABD'nin havadan desteğiyle IŞİD'e karşı savaşıyor.

Daha da ilginci şu; listede Erdoğan'ın son 4 yıldır yok etmeye çalıştığı Esad yönetimi yok."

Fisk'e göre bunun en büyük nedeni, Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri normalleştirme adımı atmış olması ve Erdoğan'ın iki hafta önce yaptığı Rusya ziyareti...

"Suriye rejiminin Gaziantep'teki saldırıyla doğrudan ilişkisi olduğuna çok az sayıda Türk inanacaktır. Ancak St. Petersburg'a Çar Vladimir'i görmeye gittikten sonra Sultan Erdoğan, düşmanlarının sayısını azaltması gerektiğinin farkına varmış gibi görünüyor.

"Ankara ile Şam'ın - iki tarafın da güvendiği kişiler aracılığıyla- gizlice görüştüğüne dair haberler ise Türkiye'deki Suriyeli muhalifleri paniğe sürüklüyor.

"Şu açık ki Erdoğan'ın yeni Rusya sevgisinin bir bedeli var. Çar, Esad'a olan sevgisini ve ordusuyla destek verdiği [Esad] hükümetinin yıkılması girişiminde Türkiye'nin oynadığı rolü gündeme getirmiştir. Sultan bu yüzden Şam Aslanı ile olan eski dostluğunu yenilemeye çalışıyor olabilir mi? Bundan emin olun."

Fisk, makalesinde şu benzetmeyi de yapıyor:

"Erdoğan, Gaziantep saldırısıyla ilgili kimi suçlarsa suçlasın, artık normal hale gelen bu vahşetin, kendi vermiş olduğu Suriye Savaşı'na dahil olma kararının doğrudan sonucu olduğunu görmek zorunda.

IŞİD ile 'masa altından yaşadığı yakınlaşan', Kürtlerle savaşı yeniden başlatan ve eski ortağı- yeni ezeli düşmanı Gülen tarafından planlanan darbe girişiminden sağ çıkan Erdoğan'ın yönettiği Türkiye, Pakistan'ın 1980'lerin başlarında Afganistan'a en çok mücahit gönderen ülke olduğu zamanlardaki haline her geçen gün biraz daha fazla benziyor.

"Savaş sona erse bile Suriye'nin bir daha asla eski Suriye olmayacağı söyleniyor. Ama gerçek şu ki Türkiye de bir daha eski Türkiye olamayacak.

"O gün geldiğinde Türkiye'nin cumhurbaşkanının kim olduğunu görmek ilginç olacak."
T24

Suriyeli eski büyükelçi: Normalleşme için ilk adım Türkiye'den gelmeli
Mahmut Hamsici
BBC Türkçe
1 Haziran 2016



Kabalan, Suriye'deki çatışmaların başladığı 2011 yılında Suriye'nin Ankara Büyükelçiliği görevini yürütüyordu.

Suriye'nin eski Ankara büyükelçisi Nidal Kabalan, iki ülkenin ve bölgenin çıkarları için Ankara ve Şam arasında ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söyledi. Kabalan'a göre bunun yolu ise Türkiye'nin Suriye politikasını değiştirmesinden geçiyor.

Şam'dan telefonla BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Kabalan, "Türkiye'nin sınırlarını kontrol etmesi ve teröristlere yardımı kesmesi durumunda" Şam'ın Ankara'yla ilişkileri düzeltmeye hazır olduğunu belirtti.

Kabalan, "iki ülke arasındaki dolaylı görüşmelerin varlığının kendisini şaşırtmayacağını" kaydetti.

Suriye'nin kuzeyindeki Rojava Federasyonu ilanına tepki gösteren eski diplomat, "savaş sonunda özerklik dahil her konunun müzakere edilebileceğini ancak ülkenin bölünmesine izin verilmeyeceğini" söyledi.
Kabalan, PYD-YPG'yi kastederek, "Amerika ve Amerikalılarla birlikte hareket edenlerin bölgede geleceğinin olmadığı" yorumunu yaptı.

'Cezayir'de görüşme' iddiaları

Bir süredir kamuoyunda, Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin değişebileceğine dair çeşitli iddialar ortaya atılıyor.

Cezayir'de yayım yapan internet haber sitesi Al Watan, Nisan ayı ortasında, Türkiye ve Suriyeli yetkililerin Cezayir'in arabulucuğunda bu ülkede bir araya geldiğini iddia etti.

Sitenin iddiasına göre Türkiye, ilişkilerdeki gerilimi azaltmak için Suriye ile ilişkiye geçmek ve Suriye'nin kuzeyindeki fiili Kürt yönetimini tartışmak istemişti.

Mayıs ayının son haftasında Vatan Partisi'nden bir heyet Suriye'de görüşmeler yaptı.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ve eski Ankara büyükelçisi Nidal Kabalan.
Heyetin başında parti yöneticisi, eski Genelkurmay İstihbarat başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin'in bulunması, heyetin beş üyesinden üçünün asker kökenli olması dikkat çekti.

Heyet, Türkiye'ye dönüşünde yaptığı açıklamada, görüştükleri Suriyeli yetkililerin Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmek istediklerini söylediklerini belirtti.

Yıldırım: Düşmanlarımızın sayısını azaltacağız

Geçen hafta, Başbakan Binali Yıldırım 65. Hükümet'in programını açıklarken, "Düşmanlarımızın sayısını azaltıp dostlarımızın sayısını artıracağız" dedi.

Bazı uzmanlar bunun Suriye ile ilgili olabileceği yorumunu yapıyor.

Son dönemde hükümete yakın gazetelerde Türkiye'nin Suriye politikasını değiştirmesi gerektiğine dair yazılan köşe yazıları da dikkat çekiyor.

Son olarak Yeni Şafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül 30 Mayıs'ta, Türkiye'nin Suriye politikasında değişikliğin "muhtemel, hatta zorunlu olduğunu" yazdı.

Ancak Karagül yazısında şunu da vurguladı:

"Değişiklik, geri adım anlamına gelmiyor".

Bütün bu gelişme, açıklama ve iddialar, "Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler değişecek mi?" sorusunu gündeme getiriyor.

'Şam ve Ankara dolaylı olarak görüşüyorsa, şaşırmam'

Bu konularla ilgili BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Suriye'nin eski Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan öncelikle, aracılarla görüşme olasılığına işaret ediyor.

Şam merkezli düşünce kuruluşu "Suriye, Stratejik Türkiye Çalışmaları Merkezi"nin başkanı da olan Kabalan bu konuda şu yorumu yapıyor:

"Kişisel olarak Türkiye ve Suriye arasında, en azından üst düzeyde, doğrudan bir görüşme yapılmış olabileceğine dair şüpheliyim.

"(Alt düzeyde) Görüşmeler gerçekleştirilmiş olabilir. Buna dair bir kanıtım yok ancak bazı tür mesajların bazı aracılar tarafından Türkiye ile Suriye arasında aktarılmış olması beni şaşırtmaz.

"Ancak bunun (doğrudan görüşmelerin) hem Türkiye hem de Suriye'nin çıkarına olduğunu düşünüyorum."

'İki ülkenin birbirine ihtiyacı var'

Peki, Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin iyileşmesi mümkün mü?
Kabalan bu soruyu yanıtlarken, "bunun sadece mümkün değil gerekli olduğunu da" belirtiyor:

"Türkiye bu savaştan siyasi, ekonomik ve sosyal olarak zarar gördü. Türkiye, AB ve Arap dünyası içinde Türk hükümetini, Suriye'de akan kanı durdurmada pozitif bir rol oynamaya çağıran sesler yükseliyor. AK Parti içinde de bu sesler var.

"Terörizme karşı birleşik bir cephe kurmanın insanlığın yararına olduğunu düşünüyorum.

"İnanıyoruz ki, Türkiye'nin teröristleri Suriye'ye, kendi sınırından sokmaya son vermeden, Suriye'deki akan kan bertaraf edilemez.

Kabalan, Türkiye'nin adım atması durumunda Suriye'nin de buna karşılık vereceğini savunuyor:

"Eğer Türkiye samimi olarak Suriye'ye yönelik tutumunu değiştirir, pozitif bir rol oynar ve yeni bir sayfa açarsa, inanıyorum ki Suriye yönetimi, tüm dargınlıklara rağmen böyle bir şeyi hoş karşılayacaktır.

Eski büyükelçi, "Suriye'nin Türkiye'yle mümkün olduğu kadar iyi ilişkiye sahip olmak istediğini" belirtiyor.

'İlk adım Türkiye'den gelmeli, sınır kontrol edilmeli'

Ancak hâlihazırda, Türkiye ve Suriye'nin, Suriye'deki iç savaşa ve yönetim karşıtı silahlı gruplara yaklaşımı ortadayken ilişkilerin iyileşmesini konuşmak ne kadar gerçekçi?

"İlişkilerin normalleşmesi için Suriye'nin Türkiye'den beklentisi ne?" sorusunu cevaplandırırken Kabalan, "temel şartın teröristlere desteğin kesilmesi olduğunu" söylüyor ve ekliyor:

Suriye'de beş yıl önce başlayan çatışmalarda bugüne kadar yaklaşık 270 binden fazla kişi yaşamını yitirdi.

"Türkiye'nin atması gereken ilk somut adım, bugün de devam eden, sınırlarındaki terörist akışını durdurmaktır."

Türkiye, silahlı muhalif grupları büyük oranda "terörist" kategorisinde değerlendirmiyor.

İç savaşın başından bu yana da Ankara, Suriye'deki yönetim karşıtlarını destekleyen bir siyaset yürütüyor.

Türkiye'nin Suriye'yle, ülkenin kuzeyinde Rojava Federasyonu ilanına dair süreçle ilgili iletişim kurmak istediği de, resmi olarak doğrulanmamış iddialar arasında.

Suriye ordusu ve PYD bir yandan sahada, ağırlıklı olarak farklı alanlarda, IŞİD gibi ortak düşmanlara karşı savaşıyor.

Diğer yandansa Şam'dan dönem dönem federasyon çizgisini eleştiren açıklamalar yapıyor.

Kabalan, "Suriye yönetiminin, ülkenin kuzeyinde nasıl bir yönetimin olacağı kararının savaş sonrasında verileceğini, her konunun tartışılabileceğini ancak ülkenin bölünmesine izin verilmeyeceğini" belirtiyor:

"Suriye hiçbir azınlığa devlet içinde devlet sahibi olmaya izin veremeyecektir. Bu, ülkeyi parçalamak demektir. Ülkeyi kantonlara ayırmak kabul edilemez."
'Federasyonu kabul etmiyoruz ama tartışılabilir'

"Bu arada Suriye'nin kuzey ve kuzey doğusunda Kürtler çoğunluk değildir. Araplardır çoğunluk. Bu bölgedeki herhangi bir tür özerklik, federasyon sadece Kürtlerin kararı olamaz."

Bununla birlikte Kabalan savaşın bitmesi ardından federalizm dahil her konunun tartışılabileceğini söylüyor:

Kabalan, Suriye'nin kuzeyinde fiili olarak ilan edilen kantonların ülkenin bölünmesinin önünü açacağını savunuyor. Bununla birlikte savaştan sonra özerklik dahil her konunun tartışılabileceğini belirtiyor.

"Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi savaş sonra erdiğinde, terör bittiğinde, federasyon düşüncesi dahil her şeyi tartışmak istiyoruz. Bu, federasyonu kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor. Ancak bunu Suriye içinde, Suriyelilerle tartışmak istiyoruz.

"Ülkenin bir bölümündeki bir tür özerklik ancak Suriyeliler tarafından tartışılır. Ancak ilkesel olarak, ülkeyi kantonlara bölmek, bütün ülkeyi parçalamanın ilk adımıdır."

'Irak'ın kuzeyinde olan Suriye'de olamaz'

PYD'nin açıklamalarında ülkenin bölünmesinin savunulmamasıyla ilgili Kabalan, "Kelimelerle oynuyorlar" diyor ve ekliyor:

"Suriye, Irak'ın kuzeyinde olanın Suriye'de de olmasına izin vermeyecektir. Bu, İsrail ve Amerika'nın yıllardır savaşla yapamadığının Suriyelilerin eliyle yapılması olacaktır.

Bununla birlikte Kabalan, bölgede Kürtlere bir tür özerkliğin tartışılabileceğini söylüyor:

"Kürtlerin genel olarak kendi devletlerini kurmak için çabaladığı açık. Bazen silahlı mücadeleyle, bazen siyasetle…Türkiye, İran, Irak ve Suriye, aralarındaki en sert anlaşmazlıkların ve hatta çatışmaların olduğu dönemlerde dahi, bağımsız bir Kürt devletinin çıkarlarına aykırı olduğuna dair bir uzlaşma içindeydi.

"Bana göre, bu dört ülke, bölünme olmadan Kürtlere bir tür özerlik vermeyi kabul edebilirler. Kişisel olarak, Kürtlerin kaygılarının azaltılması için böyle

Değişen Suriye denkleminde kaybedenler: Rüzgar eken fırtına biçer
Hamide Yiğit
03 Ekim 2015



“Türkiye Suriye’ye ihraç ettiği savaşın geri dönüş ile karşı karşıyadır. Suriye’de ektiğini şimdi biçme zamanı. Türkiye’de özgürce dolaşan silahlı savaşçıların Türkiye’den Suriye’ye gidişi olduğu gibi dönüşü de olacaktır”

Suriye savaşında güç dengelerinin değiştiği bugünlerde en çok konuşulan konu, Erdoğan’ın düne kadar “Esed’i meşru görmüyorum, ne şimdi ne de Suriye’nin geleceğinde O’nun bir yeri olduğunu kabul etmiyorum” tekerlemesinden, tarihe geçecek olan meşhur “Suriye’de geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir” gevelemesine nasıl geldiğidir.

Erdoğan’ın Moskova’ya gerçekleştirdiği bir ziyaretle aniden Suriye politikasını değiştirmesinin basit bir açıklaması olmalı diye düşünenler olduğu gibi, bunu derin ve karmaşık bulanlar da vardır. Oysa rahatlıkla söylenebilecek tek şey, Erdoğan’ın Suriye politikasının iflas ettiğini kabul etmeyip Türkiye’de sergilediği o kibirli halinin Moskova’da beş para etmediğini anlamasıdır. Çıkışta, öğretmeninden azar işiten bir öğrenci pozisyonunu andıran haliyle kameralara sadece geveledi denilebilir. AKP’nin bütün gücüyle yüklendiği Suriye savaşında elde sıfır bile bırakmayıp eksilere düştüğü bir dönemde Erdoğan’ın bu ani dönüşünün sebepleri ne olabilir? Biriken birçok sebep olabileceği gibi bu “çark etme” için ileri sürülen genel kanaatler şu yöndedir:

Yalnız kalma korkusu

Birincisi; Erdoğan’a rol verip “önden buyur” diyen bütün tarafların Suriye politikasında değişikliğe gittikleri bir süreçte AKP’nin kendi eliyle yarattığı ve kontrol edilemez boyuta getirdiği cihatçı terörle baş başa kalacağı endişesi önemli bir sebeptir. Çünkü Erdoğan, Suriye’ye karşı cihatçı gruplara sınırsız destek verirken bu projenin yarım kalacağını ve Türkiye topraklarını mesken edinen onca cihatçı birikimin kendi elinde patlayacağını hesap edemedi. Sadece bu “mücahitlerin” Suriye yönetimini devirip “iktidarcıklar” kuracaklarını ve bu iktidarcıkları da kendisinin belirlemeye devam edeceğini hesapladı. AKP açısından yeni Osmanlıcılık hayalleri yıkıma uğradıkça, asgari düzeyde de olsa illaki gerçekleştirme hırsından dolayı bu cihatçı gruplarla kurulan ilişkinin kontrolsüzlüğü de başlı başına bir sorun haline gelmiş durumdadır. Bu yüzden bütün bunların faturasını en ağır ödeyecek olan ülkenin Türkiye olduğu açıktır. Erdoğan bu faturanın ağırlığını tek başına taşıma riskiyle karşı karşıya kalacağını bildiği için müttefikleriyle yükü paylaşma umudunu yitirmemek adına “Esad’lı çözüm” korosuna cebren dahil oldu denilebilir.

İkinci olarak, Almanya’dan başlayan ve Fransa’yla devam eden; “geçiş sürecinde Esad çözümün bir parçası olmalıdır” biçiminde tezahür eden Suriye politikasındaki dümen kırmanın Erdoğan üzerinde yarattığı hayal kırıklığı ve çaresizlik hali etkendir. AKP elbette ki bu durumda tek başına “Esed’le zinhar olmaz” inadını sürdüremezdi. Belli olan şu ki, bugüne kadar gözünü karartıp hesapsızca Suriye bataklığına daldığı gibi, yine aynı hesapsızlık ve gözü karalıkla; “ben Esed’i yıkıp Emevi Camii’nde namaz kılana kadar durmam!” diyemeyecek kadar yalnızlaşmıştı. Bu durumda Erdoğan’a tek şey düşer, o da tez zamanda çark etmektir…

Bu çark etmenin yalnız kalma korkusundan mı, yoksa Suriye karşıtı küresel ittifakın “birlikte yürüdük, birlikte mola veririz” mutabakatından mı kaynaklandığı konusu irdelenmeye muhtaçtır. Ancak özellikle Arap basınında ağırlık kazanan görüş, Erdoğan’ın kendi eliyle yarattığı tehlikeyle baş başa kalma korkusu ve eninde sonunda ödemek zorunda kalacağı ağır bedeller konusunun ağır bastığı yönündedir.

Putin ne dedi de Erdoğan’ın dili dolandı?

Bu arada Putin’in Erdoğan’ı hangi argümanlarla “ikna ettiği” ve çıkışta ahkam kesen lider pozisyonuyla birlikte Türkçesini de unutturan hangi yaşanmışlığın o cümleleri kurdurduğu merak konusudur. Buna dair ağırlık kazanan bir ihtimal, Putin’in doğalgaz kozu olabilir. Bu konuda Rusya’nın Türkiye’yi adeta cezalandırdığı Güney Akım projesindeki ataklarını hatırlayalım.

Rusya, 2006 yılında güney istikametinde en iyi ortak ve müşteri ilan ettiği Türkiye’yi 2010 yılında Güney Akım transit doğalgaz boru hattını projesinde bir çırpıda çizmişti. Türkiye yerine Bulgaristan-Sırbistan hattını tercih ettiğini ilan eden Rusya bu hamleyle, ABD’nin kendisine karşı geliştirdiği NABUCCO projesinde oynadığı rolden dolayı Türkiye’yi adeta cezalandırmıştı. Ancak daha sonra bu proje fazla maliyetli olduğu gerekçesiyle iptal edildi. Lakin Rusya’nın geçmişteki bu restinden anlaşıldığı üzere Türkiye’yi cezalandırma yöntemlerini uygulayan bir ülke olarak bu günlerde yine doğalgaz boru hattı restini çekmiş olma ihtimali göz ardı edilemez. Zira şu anda Rusya’nın Türkiye ile Mavi Akım-2 projesi devam etmektedir. Putin Güney Akım Boru Hattı Projesi’ni bir çırpıda bitirip, bunun yerine Türkiye’ye uzanacak 63 milyar metreküplük yeni bir boru hattı olan Mavi Akım-2 projesini açıklarken, aynı şok edici hamlelerini sürdürmüş oldu. Güney Akım’ın yerine inşa edilecek ve Rusya’dan başlayıp Türkiye’nin Yunanistan sınırında son bulacak olan bu projeyle Rusya, hem Türkiye üzerinden Avrupa’ya mesaj verdi, hem de deyim yerindeyse AKP’yi pohpohladı. Nitekim AKP tarafından bu proje; “Türkiye’nin AB içinde stratejik önemini arttıran bir hamle” olarak sunuldu. Geçtiğimiz yıl Putin’in Ankara ziyaretiyle gündeme gelen bu proje hala ortada durmaktadır ve bir restleşme konusu haline gelmiş olabilir. Zira Rusya gazına yüzde 60 oranında bağımlı olan Türkiye için Rusya’nın doğalgaz restinin her konuda caydırıcı etkisi olabileceği ihtimali göz ardı edilemez.

Cihatçılarla baş başa kalıp mahkemeye düşmek

Üçüncü konu da Türkiye’nin cihatçılara verdiği destek ve Çeçen cihatçılar sorunudur. Türkiye’nin başta ABD olmak üzere, adı “Suriye dostları grubu” olan ittifakın bilgisi dahilinde sınırlarını cihatçılara açtığı biliniyor. Ancak elini ateşe sürmeyip uzaktan savaşı yöneten bu müttefiklerin, kendini Suriye ateşinin içine atan Türkiye’yi her an bir başına bırakabileceklerini daha önce gösterdiler. Nitekim ABD ve Batı’nın IŞİD’i “bütün dünya için en büyük tehdit” olarak ilan etmeleriyle birlikte Türkiye’nin cihatçılara verdiği destek dış basında yer almaya başladı. ABD basını Türkiye’nin cihatçılara verdiği silah ve lojistik destekleri gündem yaparak konuyu, neredeyse “uluslararası mahkemelerde yargılanmasını” talep edecek boyutlara taşıdı. Nitekim Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından, Türkiye hakkında inceleme başlatılması adımı bundan sonra geldi.

Her ne kadar Türkiye’nin cihatçılara verdiği destek biliniyor olsa da, arkasında bilgi-belge bırakmadığını düşünen Türkiye, bütün suçlamaları kulak arkası ederek bu desteği devam ettirdi ve hala aynı düzeyde sürdürüyor. Silah dolusu TIR’larla ilgili belgelerin ciddi sıkıntıya yol açacağı bilindiği için olağanüstü bir çabayla herhangi bir delil oluşturulmasını engellemek için aleni müdahalede bulunulması bundandır. Lakin Erdoğan’ın aklına gelmeyen şey, Rusya’nın elinde deliller olabileceğidir. Hatırlayalım; Suriye’ye askeri müdahalenin gerekçesi olarak Birleşmiş Milletler’e (BM) getirilen Doğu Guta kimyasal saldırısıyla ilgili argümanları anında çürütüp geri püskürten Rusya’dır. Rusya’nın BM’ye sunduğu deliller ışığında bu kimyasal saldırıyı muhaliflerin gerçekleştirdiğine dair “kanaatler” güçlendi. Nitekim sonradan böyle olduğu da ortaya çıktı. Basına yansıyanlardan anlaşıldığı kadarıyla kimyasal saldırıyla ilgili Rusya tarafından BM’ye sunulan somut deliller, cihatçı hareketlerine dair uydudan çekilmiş fotoğraflardır. Türkiye sınırlarındaki silah ve cihatçı transferine dönük hareketliliğe ait uydu görüntülerinin Putin’in elinde olduğunu tahmin etmek zor değildir. Türkiye aleyhindeki bu deliller, Putin’in kozu olabilir.

Çeçen cihatçılar meselesi

Bir diğeri de Çeçen cihatçıların Türkiye topraklarında eğitilip silahlandırılarak Suriye cihadına gönderilmesi meselesidir. Rusya ve Çin’in yakından izledikleri Uygur Türkleri, Çeçen, Özbek, Tacik vb. cihatçılardan dolayı AKP’yi suçlayacak bilgi ve belge topladıkları tahmin ediliyor. Örneğin Çin, Uygur Türklerine sahte pasaport düzenleyen 10 TC vatandaşını tutukladığında, Türkiye’yi bu açıdan takibe aldığının mesajını vermiş oldu. Özellikle Doğu Türkistan İslam Partisi konusunda Çin’in kendisiyle doğrudan ilişkisi olan bir cihatçı örgütlenmeyi de izliyordu. Arap basınında Rusya ve Çin’in başını ağrıtacak bu grup için; “Erdoğan’ın Angimasyunları” (ölüm mangaları) başlıkları atıldı. Hatırlanacağı üzere Fetih Ordusu’nun Cisril Şuğur’u ele geçirmesinde ortaya çıkan ve özellikle Türkiye’deki İslamcı medya tarafından öne çıkarılan Doğu Türkistan İslam Partisi, gündem oldu. Bundan sonra dikkatler, Çin’den başlayıp, Rusya’nın arka bahçesinden toplanan Çeçen, Tacik, Özbek ve Uygur cihatçılarına yöneldi. Kendi ülkeleri için potansiyel tehdit haline gelen bu cihatçı gruplardan dolayı hem Rusya hem de Çin’i harekete geçirici bir sebep olarak AKP’nin bu “düşmanca” tutumu gösterilebilir. Belki de Ruya’nın elindeki delillerle uluslararası mahkemelerde Erdoğan’ın yargılanmasına karşı garanti vermiş olabileceği de akla gelmiyor değil.

Rusya’nın AKP eliyle büyütülen bu potansiyel ile ilgili ciddi kaygıları olduğu açıktır. Ve her ne kadar Çin, “Suriye’nin içişlerine müdahale etmeyi düşünmüyoruz” dese de, Suriye’de büyütülen ve kendisi için tehdit haline gelebileceği açık olan cihatçı Uygur Türkleri sorunu, öyle ya da böyle mutlak surette çözülmesi gereken bir problem olarak önünde duruyor. Doğrudan olmasa bile, Çin’in cihatçıların Suriye’den geri dönüşlerine dair bir hamle hazırlığı mutlaka vardır. Gidişata göre Çin’in bu sebepten dolayı Suriye sahasına fiili müdahalesi de beklenebilir.

Rusya sahaya inerken ABD’yi kendi silahıyla vurdu: IŞİD’e karşı savaş…

ABD Suriye ve Irak’a fiil müdahalenin gerekçesi olarak IŞİD’i öne çıkarırken, çok abartılı ve aslında pek kimseye samimi gelmeyen bir söylem kullandı; “IŞİD bütün dünya için en büyük tehdittir ve derhal durdurulmalıdır!” Ama ABD’nin gerçekten IŞİD’i yok etmek ya da durdurmak gibi bir programı olmadığı bilinen bir şeydir. Bunun böyle olduğunun göstergeleri nelerdir diye bakacak olursak; Birincisi, IŞİD’in ABD işgali altındaki Irak topraklarında doğduğu, Suriye’ye Nusra Cephesi koluyla girdiği ve başta Nusra Cephesi olmak üzere adı ne olursa olsun Suriye’deki cihatçı grupların hemen hepsinin IŞİD gibi El Kaide ve Müslüman Kardeşler’in bağrından çıktıkları gerçeği ortadayken, ABD ve müttefikleri IŞİD’i durdurmak için kılını kıpırdatmadılar ve bir canavara dönüşmesini adeta beklediler.

İkincisi; ABD sözde IŞİD’e karşı koalisyon oluşturdu. Ama bu koalisyon, başından itibaren Suriye’nin üzerine IŞİD ve yavrusu Nusra Cephesi gibi El Kaideci unsurları destekleyenlerden oluşturuldu. Yani “IŞİD ve türevlerini var edenlerin IŞİD’e karşı savaşı” söz konusudur. Elbette ki bu koalisyonun IŞİD’i bitirmek gibi bir hedefi olmadığı açıktır. Nitekim 40’a yakın ülkenin güç birliği ile sözde IŞİD’e karşı yürütülen savaş bir yılını tamamladı, ama IŞİD ne ortadan kalktı ne de geriletildi. Ve hala aynı koalisyon tarafından sürekli olarak IŞİD tehlikesi dile getirilmektedir. Özellikle ABD’nin 9 ay sonra açıkladığı IŞİD’e karşı savaşın maliyeti tablosundan bunu daha net görebiliyoruz. Beyaz Saray’ın açıkladığı rakamlara göre IŞİD’e karşı 9 ayda yapılan hava operasyonlarının günlük maliyeti 5 milyon dolardır ve bu süre boyunca 6 bin 200 hava operasyonu gerçekleşmiştir. Eğer bomboş çölleri bombalamadılarsa, her operasyonda en az bir hedef vurulmuş olsa, IŞİD’in en az 6 bin mevzisini kaybetmiş olması lazımdı ki, bu gidişle IŞİD şimdiye kadar bitirilmese bile, en azından hala en büyük tehdit olarak ABD’nin diline dolayamayacağı kadar geriletilmiş olurdu. Ama ABD medyasının da rapor ettiğine bakılırsa bu süre içerisinde Pentagon’un açıkladığı “IŞİD’e karşı başarılar” hanesinde sadece üç şey yer almıştır. Birincisi Irak ordusuna verilen destekle Irak’ta vurulan IŞİD hedefleri, ikincisi YPG’ye verilen destekle “Kobane’nin IŞİD’ten kurtarılması” ve üçüncüsü de sözde IŞİD’in kasası olan Ebu Seyyaf’ın öldürülerek karısının tutuklanması!… IŞİD’i bitirmeye niyet eden ve bunu fazlaca abartarak propaganda eden ABD için bu “başarılar” her şeyi açıklıyor. ABD IŞİD’i sadece gerekçe olarak öne sürüyor ve Rusya da tam olarak ABD’nin bu gerekçesini eline alıp büktü ve ABD’ye karşı kullandı; “Madem ki IŞİD’i bitirmek istiyorsunuz, hem ben de varım, hem de bu iş Esad’sız olmaz!..” tavrını koyarak, fiilen Suriye sahasına bu gerekçeyle indi.

Her ülkenin kendine göre “IŞİD’e karşı savaş” formatı farklıdır

Batı ülkelerinin sırayla Esad’lı çözüm ve IŞİD’e karşı mücadele açıklamaları oldu. Bu ülkelerin her biri IŞİD’e karşı savaş şablonunu kendi içerikleriyle doldurmaktadır. Bu yüzden özellikle Batı için “Esad’ın muhatap alınması” noktasına varan tutum alışların arkasındaki kendi gerekçeleri, “acilen” siyasi çözüm sürecine geçilmesi taleplerini beraberinde getirdi. Baştan söyleyelim ki, Batı için bu süreç gerçek anlamda aciliyet gerektirmektedir, çünkü mülteci krizinden dolayı içine düştükleri kaygı düzeyi, acil önlem almayı gerektirecek kadar yüksektir. Her şeyden önce artan mülteci krizinin yine Suriye’ye müdahalenin bir gerekçesi haline getirildiğinin ve bu krizi araçsallaştıranların başında Türkiye’nin yer aldığının altını çizelim. Türkiye hep ısrarla dile getirdiği Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge konusunda da mülteci kartını öne sürdü. Başbakan Başdanışmanı Dr. Murtaza Yetiş, mülteci sorunun çözümü için şunları söyledi: “Türkiye’nin baştan beri bahsettiği gibi içeride güvenli bölge oluşturmamız gerekir… Orada yaşanabilir alanlar oluşturmak suretiyle yeni yaşam alanlarının oluşturulması gerekir.”[1] Keza Davutoğlu da “güvenli bölgede, her biri 100’er bin mülteciyi barındıracak 4 kent kurma” hayallerini sundu. Burada mültecilerin dramı üzerinden birtakım hesaplar yapıldığı ve planlı bir şekilde AB ülkelerine doğru mültecilerin yönlendirildiği şüphesi de vardır. AKP’nin bu insanlık dramı üzerinden Esad üzerinde baskıyı arttırmayı hedeflediğini, kapılarına dayanan mülteci krizinden dolayı AB ülkelerinin de “mülteci sorunu Esad giderse çözülür” yönündeki baskılarını arttırdığını gözlemledik. Ancak bilerek ve isteyerek yaratılan bu krizin ters teptiğini görüyoruz.

Batı için mülteci krizinin yarattığı bambaşka kaygılar vardır. AB ülkelerinin mültecilerin yaratacağı sosyal ve ekonomik krizin yanı sıra, mülteci adı altında cihatçı akışından son derece kaygı duydukları açıktır. Bir zamanlar Türkiye, sınırlarını cihatçı geçişlerine açık tuttuğu için kendisine yönelen eleştirilere karşı “sınırdan geçenlerin hacı mı cihatçı mı olduğunu biz bilemeyiz” savunması yapmıştı. Ama gerçekten sınırlar denetlenmek istenseydi, hacı ile cihatçı ayırt edilemez değildir. Fakat Avrupa için bu mülteci akınında geçiş yapanların “mülteci mi cihatçı mı” olduğunun ayırt edilmesi o kadar kolay değildir. Nitekim daha birkaç ay önce Libya’dan Avrupa ülkelerine “mülteci kılığında el Kaidecilerin yoğun geçiş yaptıklarına” dair bilgiler basında yer almıştı. Libya hükümetine güvenlik danışmanlığı yapan Abdül Beşit Harun, IŞİD militanlarının göçmen tekneleri üzerinde hakimiyet kurduklarını, “örgütün aynı zamanda militanlarını Avrupa ülkelerine sokmak için de kaçak göçmen teknelerini kullandığını”[2] söyledi. Bunun üzerine AB de mültecilerin denizin ortasında vurulacaklarını açıkladı. “Fransa, İngiltere, İspanya ve Litvanya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) sunmaya hazırlandığı taslak, İtalya komutasında 10 AB ülkesinin askeri bir ittifak hazırlayarak, Libya’dan kalkan göçmen teknelerinin önceden tespit edilip vurulmasını öngörüyordu.”[3] Libya cihatçılarının Batı’ya geri dönüşlerinden kaygılı olan Avrupa ülkeleri, şimdi de yoğun olarak Suriye’den mülteci akınıyla birlikte “cihatçı mültecilerin” olabileceği kaygısına kapılmış durumdadır. Bunun için acilen siyasi çözüm ve mülteci sorununa da acil çözüm atağı için harekete geçtiler.

ABD’nin IŞİD’e karşı savaşının anlamı ise, “sol gösterip sağ vurmak” gibi bir şeydir; asıl hedefi IŞİD değil, Suriye yönetimidir. Niyet, IŞİD’i bahane edip silahlı muhalifleri hem daha çok silahlandırmak, hem de ortada bir “IŞİD tehdidi” olduğu gerekçesiyle “muhalif grupları” aleni destekleyerek Suriye yönetiminin üzerine salmaktır. Eğit donat projeleri de bu kurguyla geliştirildi. Bunun gayet farkında olan ve Suriye üzerinden kendi çıkarlarına dönük yürütülen bu savaşa Rusya tam zamanında müdahale etti denilebilir.

Öte yandan Rusya’nın Suriye savaşına dahil olmasının en fazla ABD’yi ve Türkiye’yi kaygılandırdığını görmekteyiz. Çünkü ABD çok iyi biliyor ki Rusya’nın hedefinde sadece IŞİD değil, IŞİD ve türevi olan bütün silahlı gruplar olacaktı. Nitekim Rusya’nın hava operasyonları ilk gün Humus’un kuzeyini hedef aldı, sonra bunu Hama, İdlib ve Halep izledi. Yani ilk hedef Nusra cephesi’nin başını çektiği Fetih ordusu oldu. Bu Fetih ordusu bileşenleri içinde Çeçen cihatçıların olduğu biliniyor. İkinci günü IŞİD hedeflerini vurdu. Ama “Rusya’nın IŞİD’i hedef almadığı” yönünde ABD’den sesler yükselmeye başladı. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Rusya’nın Suriye’de muhtemelen IŞİD güçlerinin bulunmadığı alanlara hava saldırısı yapmış göründüğünü söyledi. Sonra “bir yetkili” Rusya’nın IŞİD’i değil, ÖSO’yu vurduğunu söyledi, ardından “Tevhid ve Cihad” grubunun hedef alındığı dillendirildi. Kafkasya’dan Suriye’ye gelen cihatçılardan oluşan “Çeyşul Muhacirin ve el-Ensar grubu” ile çoğunluğunu Tacik ve Özbek cihatçıların oluşturduğu “Tevhid ve Cihad” grubu’nun Fetih ordusu içinde olduğu ve Rusya uçaklarının hedefindeki Hama-Humus-İdlib-Halep bölgesinde bulundukları doğrudur. Ama aslında IŞİD hedef aldığında da bu durumun ABD’yi yine memnun etmeyeceği ve hatta sadece kaygılandıracağı açıktır. Zira Halep’in doğusundaki Kveyris hava alanı IŞİD’den arındırıldı, ardından Haseke ve Rakka’da IŞİD’e ağır kayıplar verdirildi. Ama ABD “memnuniyetini” açıklamadı!..

Ve Türkiye… Başı en fazla belada olan ülke…

Bütün Ortadoğu halkları Suriye’de yaktığı ateşten dolayı Türkiye’den, başı en fazla belada olan ülke olarak söz ediyorlar. Iraklı siyasi analist Jassem al-Musawi daha IŞİD’in Suriye’de göründüğü ilk günlerde 13 Mayıs 2013’te Irak’ta katıldığı bir televizyon programında Türkiye için şunları söylemişti: “Erdoğan büyük bir felaketin içine girdi ve terörist gruplar için coğrafi ortamlar yaratmakla halkını da kendi felaketinin içine soktu. Şimdi kendi evine bu çatışmaların taşınacağı kaygısıyla yaşayacak. İstihbaratçıları da artık Suriye’den daha çok kendi ülkelerinde teröre karşı istihbarat toplamakla meşgul olacaklar.”[4]

Lübnan Üniversitesinden Muhammed Nureddin’e göre Türkiye’nin çark etmesindeki birinci sebep, Suriye’de yükselen terörün Türkiye için ciddi bir tehdit yaratmaya başlayacağı gerçeğinin açığa çıkmış olmasıdır. Erdoğan’ın Moskova’da Putin’le görüştükten sonra Esad’lı çözüme nasıl ikna olduğu konusunu irdeleyen birçok Arap analistten biri olan Muhammed Nureddin, “Eğer Türkiye, Suriye’nin savaşına bu kadar dahil olup silahlı muhalifleri desteklemeseydi, sınırlarında ne bir kurşun sesi duyardı, ne bir mülteciyle uğraşırdı ne de eknomisinden bir liralık kayıp yaşardı” değerlendirmesini yapıyor ve şimdi terörü hasat etme zamanı dediği Türkiye için şunları söylüyor: “Türkiye Suriye’ye ihraç ettiği savaşın geri dönüş ile karşı karşıyadır. Suriye’de ektiğini şimdi biçme zamanı. Türkiye’de özgürce dolaşan silahlı savaşçıların Türkiye’den Suriye’ye gidişi olduğu gibi dönüşü de olacaktır.”[5]

Erdoğan’ın Suriye politikasının iflası ve bu hesapsız politikanın Türkiye’ye geri dönüşünün bir felaket olacağı bütün Arapların dilindedir. Rusya’nın Suriye sahasına girmesinden önce de AKP’nin başta Hatay olmak üzere sınır kentlerde var ettiği cihatçı merkezler ile sınır hattı boyunca emirliğini kuran Nusra ve ittifakındaki cihatçıların her an patlamaya hazır bir bomba olarak durdukları zaten biliniyor. Suriye ordusu tarafından her sıkıştırıldıklarında yönelecekleri coğrafyanın Türkiye toprakları olduğu da açıktır. Ancak şu an Rusya’nın Suriye ordusuyla birlikte hava operasyonları başlattıkları ilk iki günde Hatay sınırındaki İdlib’te cihatçıların karargahlarını taşımaya başladıkları duyuruldu. Şu an bile hezimete uğrayarak geri çekilmeye başlayan bu “komşu” cihatçılar, hava destekli kara harekatının başlamasıyla birlikte, çekilecekleri herhangi bir yer olmadığı için ilk sığınacakları bölgenin Hatay olma ihtimali yüksektir. Zira Keseb saldırısında benzerine tanık olmuştuk. Suriye ordusunun operasyonu karşısında çözülen binlerce cihatçının soluğu Hatay-Yayladağı’nda aldıklarını hatırlarsak, şimdi de benzer bir akışın İdlib’ten Hatay’a olmayacağını kimse söyleyemez.

Uzun zamandır kapıda bekleyen bu tehlikenin müsebbibi olan Erdoğan, Suriye bataklığını unutturmak ve felaketin görünür hale gelmesini ötelemek için pervasızca kendi savaş konseptini hayta geçirdi ve özellikle Kürt halkına karşı topyekun savaşını başlattı. Ama Erdoğan’ın yeni Osmanlıcı hayalleri uğruna faciaya dönüşen Suriye politikasının faturasının bu ülke halkalarına ağır geleceği ve belki de Türkiye’nin artık Suriyeleşeceği ihtimali dikkate alınmalıdır. Bu noktada elbette ki kılavuz Suriye halklarının direnişi olacaktır. Putin’in dile getirdiği ama aslında herkesin bildiği, kimilerinin bilip de sustuğu bir gerçeğin altını çizelim ki, IŞİD’e karşı direnen Suriye ordusu ve YPG’dir. Bu direnişlerin de tarihsel bir önemi olduğu ortadadır.

Son olarak, Suriye’de Rusya hamlesi şimdilik ABD ittifakını mat etmiş durumdadır. Öyle görünüyor ki, Obama’nın buna karşı kısa vadede hamle yapacak mecali yoktur. Çünkü Rusya’nın zamanlaması da önemlidir. Bu zamanlama, ABD öncülüğündeki koalisyonun çözülmeye başlamasıyla doğrudan ilintilidir. Suriye’ye karşı 62 ülke ile başlayan ortaklık, şu anda uluslararası koalisyonda 40 ülke ile devam etmektedir. Arap analistlere göre bu da yakında parçalanacak gibi duruyor. Koalisyondaki çoğunluk çekilmek istiyor, geriye kalanlar ise bu ittifakı süresiz uzatmak niyetinde değil. Geriye BOP’un eş başkanı Erdoğan kalıyor ki, O da Putin’e sadece “üzüntülerini” iletebilir!..

Dipnotlar:

[1] Yeni şafak, 28 Eylül 2015. http://www.yenisafak.com/hayat/avrupa-medeniyeti-algisi-coktu-2312156

[2] Bkz. Sabah, 18 Mayıs 2015. http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/05/18/isid-gocmen-kiliginda-avrupaya-siziyor

[3] Bkz Haber Türk, 11 Mayıs 2015. http://www.haberturk.com/dunya/haber/1076835-ab-ulkeleri-gocmen-teknelerini-vuracak

Suriye'deki ABD kara kuvveti YPG, TC'nin Kırmızı çizgilerini eze eze Menbic'e doğru ilerlerken, BBCT'den Rengin Arslan bölgdeki son durumu değerlendirmiş: 'Dünyanın en sıcak noktası': Menbic
03.06.2016



Kimileri Suriye’nin ve bölgenin anahtarı olarak nitelenecek derecedeki önemini, kimileri ise IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti) Avrupa’ya açılan kapısının kapanmak üzere olduğunu vurguluyor.

Fakat hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Suriye’nin en hararetli bölgesi şu an Türkiye’den bir saat, IŞİD’in karargâhı Rakka’dan ise iki saat uzaklıktaki Menbic.

ABD Menbic operasyonuna hava harekatlarıyla destek veriyor.

İki gün önce başlatılan ve dün ilan edilen askeri harekat, uluslararası koalisyonun hava desteği ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve bu yıl oluşturulan Menbic Askeri Meclisi tarafından yürütülüyor.

Bu güçlerin Menbic’in etrafındaki köyleri almaya başladığı ve kent merkezine harekatın da çok sürmeden sonuçlanabileceği bekleniyor.

Menbic, Suriye'deki silahlı Kürt güçlerinin kontrolü altında bulunan Cerablus'un güneyinde yer alıyor.

Menbic Askeri Meclisi'nde hangi milletin ağırlığının ne kadar olduğu konusunda birbirinden farklı açıklamalar ve bilgiler olsa da, bölge halklarının bir araya gelmesiyle oluşturulan bir meclis olduğu herkesin üzerinde uzlaştığı bir husus.

Savaş öncesinde 100 bin kişilik nüfusuyla görece küçük sayılabilecek Halep’e bağlı bu şehirde Araplar başta olmak üzere Kürtler, Türkmenler ve Çerkesler yaşıyordu.

IŞİD’in Avrupa’ya açılan kapısı

Bölge Suriye’deki savaşın başlamasının hemen ardından çoğunluğu cihatçı bütün örgütlerin hakimiyet savaşı verdiği bir nokta oldu. Önce Özgür Suriye Ordusu, sonra Nusra Cephesi, Ahrar'uş Şam ve en sonunda IŞİD.

Menbic'e ilerleyen Suriye Demokratik Güçleri, ABD'den silah ve mühimmat desteği alıyor. ABD'li özel harekat birlikleriyse harekata danışmanlık yapıyor.
Bu bölgenin anahtar olarak nitelendirilmesinin arkasındaki sebeplerden biri Menbic’in, IŞİD’in Avrupa’ya açılan kapısı olarak görülmesi.

Zira IŞİD, Rakka ve Deyr ez Zor’a militan akışını buradan sağlıyor.

'Dünyanın en sıcak noktası'

Suriye’nin Sünni iç bölgelerine hakim olmak isteyenlerin yolunun mutlaka Menbic’ten geçmesi gerektiğini söyleyen analist Metin Gürcan da bu küçük yerleşim yerine hakim olanın, bölgede söz sahibi olacağını vurguluyor.

Gürcan, “Türkiye’yi Suriye’ye bağlayan stratejik önemde bir bölge. O bölgeye hakim olan Suriye’ye, Suriye’ye hakim olan da, bölgenin geleceğine çok ciddi anlamda söz sahibi olacak. Bu anlamda bu bir varoluş sınavı. Belki küçücük bir yer ama dünyanın en sıcak noktası” diyor.

Türkiye için neden önemli?

Peki burada Türkiye ne kadar söz sahibi?

Bu yılın başından bu yana Menbic Türkiye ile ABD arasında yürütülen görüşmelerdeki öncelikli başlıklardan biri olmuştu.

Türkiye, Menbic cebi olarak anılan bölgede, savaştan kaçan Suriyeliler için güvenli bir bölge oluşturmak istediğini kamuoyu önünde de dile getirmişti.

Türkiye'nin Menbic harekatını şimdilik uzaktan takip ettiği belirtiliyor.
Halep’teki çatışmalardan kaçan on binlerce Suriyelinin buraya yerleştirilmesi için çabalar Ankara’da konuşuluyordu.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da o dönem yaptığı bir açıklamada, "Bizim esas amacımız bu 98 kilometrelik Menbic bölgesini DAEŞ’ten (IŞİD) temizlemek. Bu gerçekleştirildikten sonra güvenli bölge zaten kendiliğinden oluşur" demişti.

Türkiye’nin bu istediği yerine gelmediği gibi, 'kırmızı çizgi olarak' sıklıkla nitelenen Fırat’ın batısı da Kürtlerden azade kalmadı.

Ankara, Suriye’nin kuzeyindeki silahlı Kürtlerin örgütü YPG’yi, PKK’nın bir uzantısı olarak görüyor ve 'terörist bir örgüt' olarak nitelediği PKK ve YPG arasında hiçbir fark görmediğini sıklıkla yineliyor.

Şu an Ankara’nın bu bölge üstündeki istekleri yerine gelmemiş olsa da, sınırın 30 kilometre ilerisindeki bu hareketlilik sakin bir tonda takip ediliyor.

Erdoğan: 450 kadar YPG’li var denildi

Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Kenya ziyaretinde yaptığı açıklamada, “Şu anda Suriye Demokratik Güçleri olarak ifade edilen bu güçlerin içerisinde yaklaşık 450 kadar YPG’li var bunun dışında 2 bin 500 civarında Araplardan var. Yani toplamda yaklaşık 3 bin kişi bu operasyonun içerisinde yer alıyor ve söylenen de şudur; YPG burada Menbic’de daha çok lojistik bir güç teşkil edecek, asıl gücü Araplar oluşturacak.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD'li yetkililerin açıklamalarına atıfla Menbic harekatına katılanların büyük çoğunluğunun Arap güçlerden oluştuğunu ifade etmişti.

Dolayısıyla hükümetin ve devlet kademelerinin bu operasyon ile ilgili tepkisel bir çizgi izlemediği söylenebilir.

Türkiye’nin eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen de, “Ankara’nın ABD’ye doğrudan karşı çıkarak bu harekatı dolaylı veya doğrudan engellemeye kalkışması da olası ve mümkün değil” diye yorumluyor durumu.

Selcen aynı zamanda genel görünümü şöyle değerlendiriyor:

“Ankara’nın Azez ve Cerablus’un SDG eline geçmediği ve iki yerleşim birimi arasında 15 km derinlikli bir şeridin SDG denetimi dışında kalmasına mevcut koşullarda kabulleneceğini düşünürüm. Ancak bu senaryonun dahi geçerliliği kısa sürede tartışmalı hale gelebilir.

“Özetle, Türkiye’nin Suriye’deki Kürt Akraba Topluluklarına, bunlar kendilerini hangi siyasi ve/veya silahlı oluşum üzerinden temsil ederse etsin, yaklaşımı değişmedikçe obüs menzili olan 30 km ötesinde ve şimdilik IŞİD denetimindeki 98 km şerit dışında pek bir etkinliğinin olamayacağı açık."

'Sahada YPG ağırlığı var'

Ancak, Türkiye’de oluşan genel algının ve yapılan açıklamanın tersine sahadaki ağırlığın YPG’de olduğu yönünde bilgiler aktaranlar da var.

Gürcan, “Sahada YPG’nin net ağırlığı var. Buna makyajlı YPG diyorum. O işin omurgasını oturtan, takım düzeyinde omurga YPG. Sünni Araplar biraz daha komuta durumunda. Sünni Arap aşiret reisini o mıntıkanın komutanı olarak atıyorlar ama asıl takımlar, icracı birlik YPG’den oluşuyor” diyor.

Bazı yorumcular ve çatışma bölgelerinden bilgi verenler, Menbic harekatının omurgasında açıklamaların aksine YPG'nin olduğunu söylüyor.

Peki bundan sonra ne olacak?

Eski başkonsolos Aydın Selcen, “Kısa vadede, SDG’nin halen 10 kilometreden fazla yaklaştığı Münbiç’i IŞİD’den kurtarmasını, ayrıca batıdan da Mare üzerinden El Bab’a bir koridor açarak Kobani - Afrin kantonları arasındaki kara bağlantısını kurmasını beklemek yanlış olmaz.

“Yine kısa vadede IŞİD’in, Türkiye açısından Suriye içinde belki en stratejik önemi haiz yer olan Azez’e taarruzunun da varacağı sonucu yakından izlemek gerekir” diyor.

Etrafındaki köylerin alınmaya başlandığı Menbic’te olanlar Türkiye’nin sıcak gündeminin bir parçası olmaya bu yaz boyunca da devam edecek gibi görünüyor.
Kaynak BBCT

Doğu Perinçek: Esad'la görüşüp Dışişleri'ne bilgi veriyoruz, terörist ihraç edilmezse dost olmaya hazır!
16 Haziran 2016



Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, partisinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'la yaptığı görüşmeler hakkında Dışişleri'ne bilgi verdiğini duyurdu. Perinçek, Esad’ın terörist ihraç edilmezse Türkiye’yle dost olmaya hazır olduğunu savundu. Reuters’ta Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulmasını engellemeye çalışma konusundaki kararlılığı nedeniyle, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın pozisyonu konusundaki tutumunu yumuşatabileceğini yazmıştı.

“Parti heyeti bu yıl pek çok kez Şam’da üst düzey temaslarda bulundu”

Perinçek, Habertürk gazetesinden Özcan Tikit'in "Hükümet için Esad'la görüştüğünüz konuşuluyor, doğru mu?" sorusuna yanıt vermeden önce, Genelkurmay İstihbarat Dairesi'nden emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin'in başkanlığındaki bir parti heyetinin bu yıl pek çok kez Şam'da üst düzey temaslarda bulunduğunu aktardı.

“İki ülkenin yakınlaşması gerek”

Kendisinin de şubatta Suriye Devlet Başkanı Esad'la 2.5 saat görüştüğünü anımsatan Perinçek, "Verimli geçti" dediği görüşmelerin amacını da "Türkiye'nin bütünlüğü ve bağımsızlığı için iki ülkenin yakınlaşması gerektiğine inanıyoruz" sözleriyle açıkladı.

“Dışişleri Bakanlığı’na gidip anlatıyorlar”

"Hükümetin, Vatan Partisi'nin bu ziyaretleriyle bir ilgisi var mıydı?" sorusuna ise Perinçek, "Ziyaret sonrası arkadaşlarımız Dışişleri Bakanlığı'na gidip yaptıkları görüşmeleri anlatıyorlar" yanıtını verdi.

Türkiye’nin PYD ve ABD’yle yaşadığı krize Esad nasıl bakıyor?

Peki, "Türkiye'nin PYD ve ABD'yle yaşadığı krize Esad nasıl bakıyor?" sorusuna ise Perinçek "Esad ABD'yi Suriye'yi bölmek isteyen düşman, PYD'yi de onun piyonu olarak görüyor. Esad terörist ihraç edilmezse Türkiye'yle dost olmaya hazır olduğunu söyledi" şeklinde yanıt verdi.

“Kurtulmuş ‘zaruretten düzelecek’ demedi mi?”

"Ankara-Şam ilişkisi düzelir mi, ne zaman düzelir?" konusunda ise, Perinçek şunu söyledi:

"Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da ‘Zaruretten düzelecek' demedi mi? Suriye'yle ilişkimiz zorunlu olarak düzelecek ama hızlı olmalıyız."
T24

Obama-Erdoğan görüşmesinin yeni şartı
14/07/2016
AMBERİN ZAMAN

Son dönemde yerel ve yabancı gözlemcilerin üzerinde en fazla kafa yorduğu konu Ankara’nın dış politikada sergilediği ‘U dönüşü’.

Nitekim Başbakan Binali Yıldırım İsrail ve Rusya ile ilişkilerdeki yumuşamanın ardından sırada Mısır ve Suriye’nin bulunduğunu müjdeledi.

Mısır’la ilişkilerin düzelmesi ihtimal dahilinde.

Suriye’ye gelince…

Değişimin kriteri belli

Türkiye’nin Esad rejimiyle Cezayir üzerinden dolaylı temaslarda bulunduğu öne sürülüyor. Nitekim Ankara’nın Suriyeli Kürtlerin giderek güçlenmesi karşısında istese de istemese de Esad rejimiyle barışmaya hazır olduğu kanaati hayli yaygın. Zaten Rusya’yla barışabilmek için Türkiye’nin bir şekilde Suriye politikasını değiştirmeye hazır olduğunu göstermesi gerekiyordu. Ne de olsa iki ülke Suriye yüzünden birbirine düşman kesilmişti.

Peki Suriye politikasında değişimin kriteri ne?

Cevabı net: Türkiye’nin muhaliflere verdiği desteği geri çekmesi gerekiyor. Aksi takdirde Şam neden Türkiye’yle barışıp Ankara’yla birlikte Kürtlere karşı cephe alsın?

Hangi muhalifler?

Buradaki esas mesele hangi muhaliflerden söz ettiğimiz. Bir tarafta sözde ılımlı muhalifler var. Bunların arasında CIA’nin eğittiği bir takım birlikler var. Diğer tarafta ise Ahrar uş Şam ve El Nusra Cephesi gibi cihatçı gruplar var.

2012’de kurulan El Nusra, El Kaide’nin Suriye kolu ve halihazırda IŞİD’den sonra Suriye’deki muhalifler arasındaki en etkin güç sayılıyor. Esad rejimine karşı en sert mücadeleyi El Nusra yürütüyor.

Örgütün 9 bin civarında militanı olduğu tahmin ediliyor. Bunların arasında birçok Çeçen olduğu biliniyor. Dolayısıyla örgüt Rusya için açık ve yakın tehdit teşkil ediyor.

Türkiye ve Suudi Arabistan’la birlikte Esad’ı devirmenin öncülüğünü yapan Katar’ın ilk günden beri El Nusra’ya para ve silah sağladığı ve bunu da Türkiye üzerinden yaptığı öne sürülüyor. El Nusra’nın Türkiye ve Katar’ın desteklediği Fetih Ordusu’nda yer aldığı sır değil.

Bünyesinde Ahrar uş Şam’ı da barındıran Fetih Ordusu Mart 2015’te Hatay’ın karşısında bulunan İdlib kenti ve kırsalını ele geçirmişti. Operasyonun Türkiye’nin sağladığı lojistik yardımla gerçekleştiği ileri sürülmüş ve Esad ilk kez ciddi anlamda devrilme tehlikesi yaşamıştı. Bunun üzerine Rusya devreye girip rejimi son anda kurtarmıştı.

Çıbanbaşı: Ankara’nın Suriye politikası

Rusya ve Türkiye başta ekonomik çıkarlar olmak üzere pragmatik nedenlerden ötürü aralarındaki husumeti bir kenara itmiş görünse de Ankara’nın Suriye politikası çıbanbaşı gibi duruyor. ABD seçimlerinden önce bu politikada radikal bir değişiklik ihtimali hayli zayıf. Ankara yeni ABD başkanının Suriye politikası anlaşılana kadar statükoyu bir şekilde sürdürecektir.

Tüm bunların Obama-Erdoğan görüşmesiyle ilgisine gelince…

Erdoğan nabız yokluyor

Washington’da güvenilir resmi kaynaklardan edindiğim bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan sonbaharda Washington’da Obama’yla tam teşekküllü resmi bir görüşme yapmak istiyor ve bunun için nabız yokluyor.

Resmi olarak başvurulduğunu henüz teyit edemedim. Ama en ufak şüpheniz olmasın ki U dönüş furyasının nedenlerinden biri Erdoğan’ın uluslararası camiada, özellikle de Washington’da imajını rehabilite etme, yeniden eski itibarlı günlerine dönme arzusu. Batılı başkentlerde ‘diktatörler ligi’nde anılmaktan feci halde sıkılan Erdoğan belli ki Obama tarafından istediği formatta kabul edilirse arzusuna kavuşacağına inanıyor.

Peki Obama Erdoğan’ı talebini ne diyecek? Görüştüğüm resmi ABD’li kaynakların yanıtı şöyle oldu: “Bu, El Nusra konusundaki tavrına bağlı.”

Göz ardı edilen hassasiyet

Hepimiz Türkiye’nin IŞİD’le mücadeledeki isteksiz tavrına odaklanmışken Washington’ın El Nusra hassasiyetini göz ardı ettik. Oysa 2012’den beri Washington Türkiye’nin El Nusra’yla ilişkilerinden en az Rusya kadar rahatsız.

Öyle ki Washington, Erdoğan’ın Mayıs 2013’te Obama’yla Beyaz Saray’da yaptığı son zirve öncesinde El Nusra konusunda Ankara’yı uyarmıştı. Tıpkı IŞİD konusunda olduğu gibi Türkiye’nin El Nusra’yla ilgili müsamahakar tavrından duyulan rahatsızlık dile getirilmiş, örgüte karşı harekete geçilmesi talep edilmişti. Uyarıların basına yansımasının akabinde 52 kişinin can verdiği Reyhanlı saldırısı gerçekleşmişti. Saldırıyı El Nursa üstlenmiş, Türkiye’ye gözdağı vermişti.

Kafa karıştıran tablo

ABD’nin baskılarıyla El Nusra’yı 2013’te terör listesine alan Ankara, iddiaya göre 2014’te bu kez Katar’ın baskısıyla örgütü liste dışında bıraktı. Eleştiriler karşısında Dışişleri Bakanlığı’nın, “El Nusra’yı liste dışında bırakmamız söz konusu değil. BM’nin yeni düzenlemesine uyduk” mealindeki açıklaması ise tatmin edici bulunmadı.

HDP Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’a göre ABD’nin tüm telkinlerine rağmen Türkiye’nin El Nusra’yla ilişkisi sürüyor.

Diken’e konuşan Toğrul, “IŞİD’in Türkiye sınırından süpürülmesi halinde El Nusra YPG’ye karşı yedek güç olarak el altında tutulmak isteniyor” dedi. Benzer bir iddia PYD Eş Başkanı Salih Müslim tarafından da dile getirildi.

Bu iddiaları ispatlamak mümkün değil. Fakat ‘Inca News’ ve ‘Islah Haber’ gibi El Nusra’ya sempatiyle yaklaşan medya siteleri ve Twitter hesaplarının Türkiye’de henüz yasaklanmamış olması gerçekten ilginç.

Buna karşın Türkiye El Nusra’ya karşı mücadele ettiğini savunuyor. Hatta Hürriyet’e konuşan bir Türk yetkilisine göre geçen kasım ayında Türkiye ve Rusya IŞİD ve El Nusra’ya karşı ortak mücadele kararı aldı, hatta bu anlaşmaya ABD’yi de katmak istediler ancak Rusya’nın 30 Eylül’de Suriye’ye müdahalesiyle birlikte anlaşma bozuldu. Aynı haberde bu anlaşmanın canlandırılmak istendiğinden söz ediliyor.

Görüştüğüm ABD’li kaynaklar böyle bir anlaşmadan haberleri olmadığını söyledi. Erdoğan-Obama görüşmesinin ön koşullarından biri El Nusra’yla mücadele olduğuna göre, örgütü yeniden ismiyle, tek başına, bağımsız olarak, tıpkı ABD Dışişleri Bakanlığı’nın listesinde olduğu gibi terör listesine dahil etmek, herhalde çok daha inandırıcı bir tavır olur.

Tabii El Nusra’nın tepkisi ne olur o da ayrı mesele.

Suriye politikasının faturası kabardıkça kabarıyor.

Kaynak:Diken

Türkiye sınırında cihatçı kuşağı oluşuyor
HÜSEYİN ŞİMŞEK
14.12.2016



Halep’in tamamına yakın kısmı Suriye Hükümeti tarafından geri alındı. Halep’teki son gelişmeleri ve Halep’ten ayrılan cihatçı yapılanmaların bölgeye etkilerini gazeteci Hediye Levent ve HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy BirGün’e değerlendirdi.

Halep’in Suriye Hükümeti tarafından cihatçılardan tamamen alınmak üzere olmasının Suriye iç savaşının önemli dönüm noktası olduğunu ifade eden gazeteci Hediye Levent, “Halep konumu itibariyle Türkiye sınırından itibaren bütün Suriye'ye açılıyor. Bu açıdan Halep'i alan tarafın Şam'a kadar düz arazide ilerlemesi ve çok büyük bir alanda baskı kurması mümkün. Bu açıdan büyük öneme sahip” dedi.

Büyük tehlike kapıda

Halep’teki cihatçı grupların akıbetinin ne olacağı sorusunu da yanıtlayan Levent, “Bu grupların Türkiye sınırından Şam ve güney sınırına kadar bağlantıları, lojistik hatları eskisi kadar rahat kullanılamayacak. Bu durum Halep içindeki ve çevresindeki silahlı grupların, ülke içindeki unsurları ile bağını zayıflatan bir faktör. Suriye içindeki çeşitli bölgelerde şimdiye kadar yapılan uzlaşmalarda cihatçılar istekleri doğrultusunda aileleri ile birlikte Türkiye, Lübnan gibi ülkelere gönderilirdi. Suriye’de kalanlar ise İdlib’e giderdi ancak bu kez İdlib’e gitmek istemediler. Bu ilginç bir gelişme.” diye konuştu.

Türkiye sınırı hedef olacak

Bölgede bulunan Levent, İdlib’in El Kaide uzantılı örgütlerin kontrolünde olduğunu hatırlattı. Militanların Halep’ten İdlib’e geçişlerinin Türkiye’nin sınırında cihatçı bir kuşağın oluşacağı anlamını taşıdığını belirten Levent, şunları söyledi:

“Cihatçı gruplar geçtiğimiz hafta Halep'te bir ateşkes yapılması için çağrı yaptı. Çağrıda ilginç bir şekilde ‘İdlip artık güvenli değil. Hava saldırısı gibi riskler var. Tahliyeler Halep'in kuzeyine yapılsın’ ifadeleri bulunuyordu. Bu çağrı doğrudan karşılık bulmadı. Fırat Kalkanı operasyonu da sürüyor. Halep içinin, güney batı ve doğu kırsallarının büyük ölçüde Suriye Ordusu’nun kontrolünde olması bu bölgelerdeki silahlı grupları Halep'in kuzeyine itiyor. İdlip'te zaten büyük bir yığılma var. Ülkenin kuzey sınırında Haseke'den Kobani'ye kadar YPG ve Suriye Demokratik Güçleri etkili. Operasyonun gidişatını nasıl etkiler, bu gruplar TSK ve desteklediği gruplar için tehdit oluşturur mu henüz bilinmez ancak Türkiye sınırında bir cihatçı kuşağı oluşuyor. Er ya da geç, İdlib de Rusya ve Suriye Ordusu’nun hedefi olacak.”

‘Türkiye desteklediği unsurları sattı’

Halep’in tamamına yakınının Suriye Hükümeti’nin eline geçmesinin, cihatçı unsurlar tarafından tepkiyle karşılanabileceğini belirten HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy da Türkiye’nin, El Bab’a girebilmek için Rusya ve Esad ile yaptığı pazarlıklar sonucu daha önce Halep’te desteklediği unsurları “sattığı”nın görüldüğünü söyledi.

El Bab’a karşılık Halep’ten desteğin çekildiğinin ortada olduğunu ifade eden Özsoy, şu ifadeleri kullandı:

“Halep'teki cihatçıların satılması, önümüzdeki dönemde Türkiye için iki ayrı sıkıntının ortaya çıkabileceği gerçeğini ortaya koyuyor. İlk sıkıntı, oradan çıkartılacak insanların, özellikle orada savaş yürütenlerin nereye gideceği konusu. Bir kısmının Türkiye’ye yakın olan sınırlara ve Türkiye’ye girebileceği ihtimaller dahilinde. İkinci sıkıntıyı ise o unsurların Türkiye’ye karşı tavrı oluşturacak. Türkiye tarafından terk edildiğini, pazarlık sonucu satıldığını düşünen kesimler orada olacaktır. O unsurlarda Türkiye için yeni güvenlik problemleri demektir. Türkiye, sürekli olarak oradan Menbiç’e ve Rakka’ya gireceğini söylüyor. Bu durum o kadar kolay değil. El Bab’ı alarak Kürt koridorunu kapatmak istiyorlar. Türkiye’nin stratejisinin sebeplerini bu hedef, direkt açıklıyor.
Kaynak:BirGün

Suriye'de binlerce Filistinli ordu saflarında savaşıyor
29-11-2016



Suriye, Ürdün’den sonra dünyada en çok Filistinli mülteciyi bünyesinde barındıran ülke. Suriye'de binlerce Filistinli militan, Suriye ordusu saflarından savaşıyor.

1948 savaşı sonrası Suriye’ye sığınan sayıları yaklaşık 600 bin olan Filistinli mülteciler, seçme seçilme hariç tüm Suriyelilerin sahip olduğu haklara sahip.

Savaşın başlamasıyla birlikte kendilerini 70 yıldır misafir eden bu ülkeye borçlarını ödemek için çok sayıda Filistinli, Suriye hükümetinin yanında yer alarak savaşa katıldı.

Suriye ordusunun yanında savaşan Filistinli gruplardan Kudüs Tugayı, Halep’te bulunan Neyrab kampındaki Filistin mülteciler tarafından kurulmuşdu. Bu kampta kalan Filistinlilerin, kampı korumak için silahlanması ile Kudüs Tugayı’nın kuruluşu ilan etti.  

Halep dışında ise uzun yıllara dayanan devrimci mücadele geleneği ile tanınan, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) başta olmak üzere, Fetih-İntifada milisleri gibi Filistinli gruplar. Suriye ordusunun yanında savaşıyor.

Halep savaşında Kudüs Tugayı, yaklaşık 3 bin militanıyla, Hizbullah birlikleri ile eşgüdümlü hareket ederek, kentin özgürleştirilmesinde büyük rol oynuyor.
İlerihaber

KUMANDAN CARLOS: MUSTAFA TLASS’IN ÖLÜM HABERİNİN HATIRLATTIKLARI
6 Temmuz 2017

Bu hafta, Mustafa Tlass’ın birkaç gün önce Paris’te hayatını kaybetmesi vesilesiyle konuşmak istiyorum. Kendisi ölmeden evvel politik hayatını Fransa’da devam ettiriyordu. Fransa’nın güneyinde bir villada yaşıyordu ve çok da zengindi. Fransa’da tanınan bir sima olan kızı, onu hiçbir zaman yalnız bırakmadı. İki de oğlu var. Biri, önemli bir Suriyeli iş adamı ve Araplar başta olmak üzere birçok iş adamıyla yakın münasebetleri var. Diğeriyse 2012’ye kadar Suriye ordusunda görev yapan, Esad’a çok yakın bir generaldi. Yani, Fransa’nın Tlass’ı ağırlamak ve hayatını Fransa’nın güneyinde sürdürmesini sağlamak için pek çok sebebi vardı. Bunlardan bir diğeri de onun iyi ve etkili bir lider olmasıydı. Suriye’de iç savaşın başlamasından birkaç yıl sonra Fransa’ya geldi ve burada hayatını kaybetti.

Enteresan bir adamdı Tlass… Hafız Es
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Tem 12, 2017 3:31 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Mar 27, 2017 10:37 pm    Mesaj konusu: 'Yeni operasyonlar, değişik düşmanlar yaratır' Alıntıyla Cevap Gönder

Emekli Büyükelçi Uluç Özülker: Yeni operasyonlar, değişik düşmanlar yaratır; çok cana mal olur
07 Ekim 2017



"Diplomaside empati yapmak lazım, üsluba dikkat etmek lazım"

Emekli büyükelçi Uluç Özülker, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından İdlib'e yönelik başlatılan operasyonla ilgili olarak kullandığı "Bu konuda yeni inisiyatifler almaya devam edeceğiz" ifadesine tepki gösterdi. Özülker, "Bu operasyonların her biri çok cana mal olur, çok değişik düşmanların yaratılmasına neden olur" dedi.

ÖSO tarafından başlatılan operasyona Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) henüz katılmadığını belirten Erdoğan, "Operasyona Rusya havadan, TSK sınır içinden destek veriyor" demişti.

CNN Türk canlı yayınında konuşan Özülker'in açıklamaları şöyle:

"Ben barışçı bir insanım, Türkiye Cumhuriyeti'nin de barışçı bir politika izlemesi gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla savaş bir yere götürmez. Ama ihtiyaç olduğu kaçınılmaz hale geldiği zaman kendi çıkarlarımızı korumak için savaşa girmek gerekir. Bizim aklımızda yatan hep Membiç tarafıydı. Hemen bunun yanında bulunan bölge bizim yarattığımız güvenli bölgedir. Afrin de güvenceye alındığında bu iş biter. Fırat'ın doğusuna getirilmesi gerekiyordu PYD'nin, Suriye Ordusu'nu araya tampon soktular. Rusya da ABD ile girip bizim yolumuzu kesti. Afrin bitirildiği gün bu operasyonlar, Fırat'ın doğusuna kadar bu güvenceyi artırırsak rahatlama noktasına geleceğimizi düşünüyorum. Bu operasyonların her biri çok cana mal olur, çok değişik düşmanların yaratılmasına neden olur. Başkalarına da kabul ettirerek yola çıkmak gerekir. Diplomaside empati yapmak lazım, üsluba dikkat etmek lazım. 'Bir gece ansızın gelebiliriz' demek gibi hukuka aykırı olarak yapılan her şeyin gözetilmesi gerekir."

T24
ETİKETLER
İdlib operasyon tayyip erdoğan uluç Özülker tsk Öso düşman can kaybı haber

Ertuğrul Özkök'ten 'İbrahim Karagül' yorumu: "Bu sözler A330 uçağındaki ilk Suriye çatlağıydı"
18 Ağustos 2017



Hürriyet yazar Ertuğrul Özkök, "Nihai kararlar almak, nihai pozisyonlar belirlemek zorundayız. Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanısıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız" diyen Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'ün "saf değiştirdiğini" savundu. Karagül'ün A330 uçağında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a 2 yılda 10 yurt dışı gezisinde eşlik ettiğini hatırlatan Özkök, "Ben 5 yıldır bunu yazıyorum. 'Aklın yolu' bu defa A330 uçağının içinden gösteriliyor" ifadesini kullandı.

İbrahim Karagül...
İbrahim Karagül...Karagül, dün (18 Ağustos 2017) yayımlanan yazısında Karagül, ABD'nin Suriye'de Kürt Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) yaptığı silah yardımının "Türkiye'ye yönelik ciddi bir tehdit" olduğunu savunmuş; "Nihai kararlar almak, nihai pozisyonlar belirlemek zorundayız. Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanısıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız" demişti.

Ertuğrul Özkök'ün "A330’daki ‘sağlam adamımız’ neden birden saf değiştirdi" başlığıyla yayımlanan ( 18 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Dün Türkiye’nin Suriye politikası ile ilgili çok ilginç bir gelişme oldu.

*

Türkiye’nin bugüne kadar sürdürdüğü Suriye politikasını en tavizsiz biçimde savunan iktidar yanlısı biri dün saf değiştirdi.

Üstelik saf değiştiren kişi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın A330 uçağının kadrosundan birisi...

Bu konuya gireceğim, ama önce bu “A330’daki sağlam adamımız” denilen bu kişi hakkında biraz bilgi vereyim.

*

Türkiye gazetesi yazarı Fatih Selek bu yılın mayıs ayında “Makam uçağındaki gazeteciler” başlığı altında güzel bir inceleme yazısı yayınladı.

Eylül 2014’ten Mayıs 2017’ye kadar Cumhurbaşkanı’nın uçağının içinden çekilmiş 26 fotoğraf üzerinde bir inceleme yapıp, A330’a hangi gazeteden kaç gazetecinin kaçar defa davet edildiğinin listesini çıkardı.

*

Cumhurbaşkanı’nın dış gezilerine en çok davet edilen gazetecilerden biri Yeni Şafak gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim Karagül...

İki yıl içinde 10 dış gezide A330 uçağında Cumhurbaşkanı’nın yanındaymış...

*

İbrahim Karagül, Türkiye’nin tam bir fiyasko ile biten Suriye politikasının en sıkı savunucularından biriydi.

İşte o Karagül dün yayınlanan makalesinde Suriye politikasının artık değişmesi gerektiğini yazdı.

*

Hem de öyle bir şey söyledi ki...

Bu sözler A330 uçağındaki ilk Suriye çatlağıydı.

Bakın dün neler yazdı.

A330’'da u dönüşü: 'Esed takıntısından çıkmalıyız'

A330 uçağının müdavimlerinden İbrahim Karagül bakın neler yazıyor:

*

- Mezhep politikası bitti: “Bütün bölgeyi harabeye çevirme potansiyeli taşıyan mezhep krizinden bir an önce kurtulmanın yollarını bulmalıyız.”

*

- Terörle mücadele sloganı çöktü: "Hâlâ ‘terörle mücadele’ gibi soyut, anlamsız, bir karşılığı olmayan gerçeklikten uzak cümlelerle konuşulmasını anlamak mümkün değildir. Artık ‘terörle mücadele’ diye bir kavram yoktur.”

*

- ‘Esed'i indirme politikası çöktü: “Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız.”

*

- Suriye'yi bölme politikası iflas etti:

“Suriye’yi bir bütün olarak tutacak adımlar atmaktan, ülkenin ABD işgaline teslim edilmemesinden, parçalandığı anda Türkiye’nin parçalanma sürecinin başlatılacağından söz ediyorum.”

*

- Hamaset dönemi kapandı: “Buna şiddetle karşı çıkanların, boş hamaset dışında Türkiye’ye önerdiği hiçbir çözüm yolu yoktur!”

*

Dibe vuran Suriye politikası ile ilgili bu radikal dönüş tavsiyesini yazan ben değilim.

Ben 5 yıldır bunu yazıyorum.

“Aklın yolu” bu defa A330 uçağının içinden gösteriliyor....

A330’a binme rekoru kimde

Ali Adakoğlu (Milat): 16, Selçuk Tepeli (Habertürk): 14, Serdar Karagöz (Daily Sabah): 14, Turgay Güler (Güneş): 13, Murat Kelkitlioğlu (Akşam): 13, İbrahim Karagül (Yeni Şafak): 10, Ekrem Kızıltaş (Takvim): 9, Erdal Şafak (Sabah): 9, İsmail Kapan (Türkiye): 9, Hakan Çelik (Posta): 8, Ergün Diler (Takvim): 8, Vahap Munyar (Hürriyet): 7, Nihal Bengisu Karaca (Habertürk): 7, Halime Gökçe (Star): 7, Fikret Bilâ (Hürriyet): 6, Nuri Elibol (Türkiye): 6, Akif Beki (Hürriyet): 6, Mustafa Kartoğlu (Star): 5, Verda Özer (Hürriyet): 5, Nuh Albayrak (Star): 4, Nagehan Alçı (Milliyet): 4

Türkiye İdlib'de çok fena sıkıştı

Sınırımızın hemen ötesine bu defa El Kaide yerleşti

Bu Türkiye açısından çok kötü bir durum.

*

- Bu bölgeyi Amerikalılar Nusra ve El Kaide’den kurtarırsa, o bölgeye Kürtler ve PYD yerleşecek.

*

- Yok, Ruslar kurtarırsa, bu oraya Esad güçlerinin yerleşmesi anlamına gelecek.

*

Her ikisi de Türkiye’nin Suriye politikasının iflası anlamına geliyor.

Erol Olçok yaşasaydı acaba Erdoğan'a ne tavsiye ederdi

Yaşasaydı rahmetli Erol Olçok’a şunu sorardım:

“Bu işin uzmanı olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamusal iletişimini nasıl buluyorsunuz?”

*

Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’na yüklenirken, “Bizim Suriye’ye gizlice silah gönderdiğimizi söyleyip uluslararası mahkemelerde yargılatmak istiyor” sözleri...

*

Şundan eminim.

Eğer Erol Olçok hayatta olsaydı kesinlikle şunu söylerdi:

“Sayın Cumhurbaşkanı lütfen bunu siz dillendirmeyin...”

*

Ben iletişim sosyoloğuyum...

O nedenle şunu söyleyebilirim.

Cumhurbaşkanı bu strateji ile söz konusu iddiayı uluslararası dolaşıma kendisi sokuyor...

Yani FETÖ’nün yapmak istediğine alet oluyor.

*

O nedenle bu stratejinin bir kere daha düşünülmesinde yarar var.

T24

Trump ve Putin anlaştı: CIA Suriye'deki muhalif çetelere desteği kesti
20.07.2017

ABD, Suriye’de, Suriye ordusuyla savaşan muhalif gruplara yönelik CIA destek programına son veriyor.ABD, Suriye’de, Suriye ordusuyla savaşan muhalif gruplara yönelik CIA destek programına son veriyor. Kararda Suriye konusundaki ABD-Rusya yakınlaşmasının rol oynadığı tahmin ediliyor.Oda TV'nin haberine göre Washington Post gazetesi, Amerikan dış istihbarat örgütü CIA'in Suriye'deki Esad rejimi ile savaşan muhaliflere yaptığı silah yardımlarına son verileceğini bildirdi.

Gazetenin Amerikan hükümet çevrelerine dayandırdığı haberinde “Esad karşıtlarını desteklemek amacıyla başlatılan gizli operasyonun etkisinin sınırlı kaldığı ve özellikle Rusya'nın Esad rejimini desteklemek amacıyla savaşa müdahale etmesinden sonra bu etkinin azaldığı” belirtildi.

DW Türkçe’de yer alan habere göre; ABD Başkanı Donald Trump'ın bir ay önce CIA Başkanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond McMaster ile görüştükten sonra yardım operasyonuna son verilmesini kararlaştırdığı da haberde yer aldı. Beyaz Saray ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA konuyla ilgili açıklama yapmadı.

Gazetenin haberle ilgili değerlendirmesine göre Trump'ın muhaliflere yapılan yardımlara karşı çıkmasında "Rusya ile yeni işbirliği yollarının aranması" etkili oldu. Trump'ın, ABD'nin Esad'ın liderlikten uzaklaştırılmasını istemediği ya da bunun başarılamayacağını idrak ettiği noktasından hareket etmiş olabileceği de Washington Post'un haberinde dile getirildi.

İKİLİ GÖRÜŞMEDE KARAR ALINDI

CIA'nın destek programını sona erdirme kararı öncesinde Suriye'nin güneybatısında ateşkes ilan edilmesi için ABD ile Rusya arasında anlaşmaya varılmıştı. Ateşkes iki hafta önce Hamburg'da yapılan G-20 zirvesi sırasında Rusya ve ABD devlet başkanları arasındaki ilk ikili görüşme sırasında kararlaştırılmıştı.

Suriye'deki muhalif grupların desteklenmesine 2013 yılında Trump'un selefi Barack Obama karar vermişti. Destek programı çerçevesinde muhalif grupların binlerce mensubu eğitilmiş ve silahlandırılmıştı. ABD'nin bu gruplara verdiği desteğin zamanla zayıfladığı gözlemlenmişti.

ABD, aynı zamanda hükümet kuvvetlerinin de düşmanı olan Suriye'deki terör milisi IŞİD ile mücadeleye öncelik vermeye başlamış, Halep'in Suriye ordusu tarafından alınması da muhalif grupların öneminin azalmasına yol açmıştı.
Kaynak: YeniÇağ

'CIA'in Suriyeli muhaliflere yönelik kararı, ABD ile Türkiye arasındaki ihtilafın yansıması olabilir'
21.07.2017



Lübnan merkezli Carnegie Ortadoğu Merkezi uzmanlarından Yezid Sayigh, Trump'ın, CIA tarafından Suriye ordusuna karşı savaşan muhaliflere eğitim ve silah temin eden programı bitirmesine yönelik kararının Rusya’ya yapılan bir imtiyaz ya da ABD ile Türkiye arasındaki ihtilafların bir yansıması olabileceğini ileri sürdü.
Sputnik'e konuşan Sayigh, "Bu (karar) Rusya'ya yapılan imtiyaz olabilir. Ancak bu adımın Suriye'nin güneyinde faaliyet gösteren ve Ürdün üzerinden ABD'den destek alan 'Devrimci Komandolar Ordusu' gibi gruplara yapılan yardımı etkileyip etkilemeyeceği belli değil. Bunun kuzeydeki Demokratik Suriye Güçlerine (DSG) yapılan yardımları da etkileyeceğini düşünmüyorum" ifadelerini kullandı.

Sayigh şöyle devam etti: "Hakkında konuştuğumuz CIA programı kapsamında muhtemelen Suriye'nin kuzeybatısında yer alan İdlib bölgesindeki ve Halep'in batısındaki muhaliflere yardım sağlanıyor. Söz konusu yardımlar fiilen geçtiğimiz şubatta bir süreliğine durdurulmuştu. Muhtemelen ABD, buradaki muhalifler ile savaşmaya daha meyilli olan İslami grupların arasındaki ilişkilerden rahatsız oldu… Türkiye de bu bölgedeki süreçlere çekilmiş durumda, dolayısıyla ABD'nin muhalifler ile ilgili politikasında gözlenen değişiklikler, diğer konularda Türkiye ile devam eden ihtilafların bir yansıması olabilir."
Sputnik

ABD kabul etti: Suriye’de kaybettik
22 Haz, 2017



Washington yönetiminin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, Suudi Kralı Salman Bin Abdülaziz’in oğullarından Türki Bin Salman’ın sahibi olduğu Şark-ül Avsat gazetesinden İbrahim Hamidi’ye konuştu.

ABD’nin Suriye’de yaptığı stratejik hatalardan, PKK’nın Suriye kolu YPG’ye desteğine kadar bir çok konuda itiraf niteliğinde açıklamalara imza atan Ford, Suriye ordusunun şu an avantajlı durumda olduğunu belirterek, ABD’li yetkililerin kendi stratejilerini boşa çıkaran bir dizi gelişmeyi öngöremediğini vurguladı.

RUSYA-İRAN-HİZBULLAH FAKTÖRÜ

Ford, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2017’ye kadar nasıl olup da iktidarda kalabildiğine dair bir soruya da şöyle cevap verdi:
“Biz ordunun zayıflayacağını, yıpratma savaşında savunma hatlarının açılacağını ve bazı askerlerin orduyu terk edeceğini düşünüyorduk. 2013’te Esad’ın gideceğini tahmin ediyorduk. Fakat Kusayr savaşı başladı ve Hizbullah da bu noktada savaşa dahil oldu. 2013 sonlarında Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) tüm organları çöktü. Ahrar Şam ve Nusra şekillendi. ÖSO güneyde hiçbir ilerleme kaydedemiyordu. (Suriye savaşına) büyük bir durgunluk hakim oldu.”

Bu durgunlukta Esad’ın başkent Şam’ı, Suriye’nin Akdeniz’deki sahil şeridini, Humus ve Hama gibi kentleri korumayı tercih edeceğini; doğuya geçerek Halep’e yönelik bir hamle gerçekleştirmeyeceğini düşünüyorduk diyen Ford sözlerine şöyle devam etti:

“Aslında biz bölünmenin kesin olduğunu düşünüyorduk. Fakat 2014 ve 2015’te Suriye’ye sayısız İranlı ve Hizbullah savaşçısının gireceğini ve Rusya’nın da hava gücü göndereceğini tahmin edememiştik” dedi.

‘ESAD KAZANDI’

Ford, Şarku’l Avsat gazetesine verdiği mülakatta ayrıca ABD’nin Suriye savaşı konusunda bir dizi değerlendirme hatası yaptığını belirtti. Söz konusu durgunluk sürecinin Suriye Ordusu lehine sonuçlanacağını öngöremediklerini de itiraf eden Ford, Suriye ve Cumhurbaşkanı Esad’ın geleceğine ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı:

“Esad kazandı… O bir zafer kazandı veya buna inanıyor. Muhtemelen 10 yılda ülkenin tamamını alacak. Hiç kimse de rejimi yargılamıyor. Belki Esad hiçbir zaman Paris’e veya Londra’ya gitmeyecek; ama hiç kimse de rejim yetkililerini Lahey’e götürmek için Şam’a gidemeyecek. Hiç kimse…”

ABD, SURİYE’DEN ÇEKİLECEK

Suriye’nin geleceği hakkındaki değerlendirmelerine devam eden Ford, Suriye Ordusunun ülkenin güneybatısında, Ürdün sınırında bulunan Dera’yı almasının biraz zaman alacağını belirterek, “Er ya da geç İdlib ve Kamışlı’da kontrolü sağlar” dedi.

Konuşmasında, ABD’nin Lübnan ve Irak’tan çekildiği gibi Suriye’den de çekileceği öngörüsünde bulunan eski Büyükelçi bu öngörüsünü şu şekilde temellendirdi:

“ABD, çok yakında İran’ın gerginliğe başvuracağını anlayacak. ABD’nin orada bu gerginliğe karşılık verecek askeri gücü yok. ABD, (Suriye’den) çekilecek. Tıpkı 1983’te Beyrut’tan ve daha sonra da Irak’tan çekildiğimiz gibi.”

KÜRTLER, ABD’YE GÜVENMENİN BEDELİNİ AĞIR ÖDEYECEK

Suriye’deki Kürt grupların durumuna da değinen Ford, ABD’nin Kürtleri geçici ve taktik sebeplerle kullandığını belirterek “Kürtler, Washington’a güvendikleri için ağır bedel ödeyecek. Amerikan ordusu onları Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı savunmayacak. Kürtlere karşı yaptığımız sadece siyasi olarak aptalca değil aynı zamanda ahlaksızca bir yanlış” dedi.
ABD’nin güneydeki Tanf’ta konuşlu müttefiklerini Suriye ordusuna karşı koruduğunun hatırlatılması üzerine Ford, “Bunu neden yaptılar? Esad’ın politik bir sonuca ulaşmasını engellemek için” dedi.

BİLGİ ABD’Lİ YETKİLİLERDEN

Şarku’l Avsat gazetesinin Arapça servisinde yer alan röportaja göre, ABD’nin Kürtleri yalnızca Rakka’yı IŞİD’den kurtarmak için kullandığını belirten Ford, sözlerini şöyle sürdürdü:
“ABD, Saddam döneminde yıllarca Kürtleri kullandı. ABD’nin PYD ve YPG’ye, Henry Kissinger’in Iraklı Kürtlere davrandığından farklı şekilde mi davranacağını düşünüyorsunuz? Bunu, bana ABD’li yetkililer söyledi.”
Ford ayrıca, ABD’nin gelecekte, Suriye’deki Kürt bölgesini bağımsız bir bölge olarak savunmayacağını da sözlerine ekledi.

OYUN BİTTİ

ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’ın nüfuzunu kırmaya çalıştığını belirten Ford, “Trump’ın nihai hedefi nedir?” şeklindeki bir soruyu da şu şekilde yanıtladı:

“O (Trump), İran’ın nüfuzunu kırmak istiyor. Bunu birkaç hafta önce bir danışmanından duydum. Fakat şunu bilmiyor ki oyun bitti. Artık çok geç.

İlk Kurşun

BM AKP'yi yalanladı: Halep'ten 50 bin kişi çıkacak, 40 bini ordu bölgesine geçecek
15.12.2016



BM Suriye Özel Temsilcisi Mistura,Halep'ten hâlâ 50 bin kişinin tahliye edilmeyi beklediğini, bunların 40 bininin ordu kontrolündeki bölgeye, 10 bininin ise İdlib'e gireceğini söyledi.

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura Halep tahliyeleri hakkında konuştu.

Reuters'in haberine göre Mistura, Doğu Halep'te hâlâ 50 bin kişinin tahliye edilmeyi beklediğini, bunların 40 bininin ordu kontrolündeki Batı Halep'e gideceğini söyledi.

Kalan 10 bin kişinin içinde sayıları 1,500 ila 5,000 arasında değişen cihatçılar ve onların aileleri olduğunu belirten Mistura, bunların da İdlib'e geçeceğini kaydetti.

Mistura, "siyasi bir anlaşma ya da ateşkes olmadan, İdlib bir sonraki Halep olacak" dedi.

Mistura'nın açıklamalarıyla, AKP hükümetinin Halep'ten "80 bin ila 100 bin kişi bekliyoruz" sözleri yalanlanmış oldu.

Kaynak: Sol haber portalı

Suriye'de fırtına kopacak, Türkiye'yi hafife almayın!
27.03.2017


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu Masası Başkanı Serhat Erkmen, bugünlerde durgunlaşan Suriye’deki savaşın önümüzdeki günlerde Türkiye’nin Hatay sınırındaki İdlib’de yoğunlaşacağını öne sürdü.

Salim Yavaşoğlu / Yeniçağ

İşte Erkmen’in bölge ile çarpıcı değerlendirmelerin satırbaşları:

Hiçbir aktörün şu andaki pozisyonundan memnun olduğunu düşünmüyorum. Planlarını hayata geçirmeye çalışıyorlar ama birinin hamlesi diğerini engelliyor. Büyük güçler doğuya yoğunlaştığı için daha az dikkat çeken İdlib bölgesi var. Ama bence İdlib’de olan bitenler sahada ne olabileceğine dair önemli bir gösterge. Eski Nusra’ya bağlı gruplarla diğer muhalif gruplar İdlib’de kendi aralarında bir hesaplaşma yaşıyorlar. Ya yan yana yaşamayı öğrenecekler ya da bir taraf galip çıkacak buradan. Şu anda çatışmalar devam ettiği için hangisinin olabileceğini söyleyemiyoruz. İdlib önemli çünkü nihayetinde Rusya Doğu Akdeniz’deki varlığını güvence altına almak istiyorsa, Suriye rejimi üzerindeki tehdidi ilelebet ortadan kaldırmak istiyorsa, Batılılar da El Kaide’nin Avrupa’ya en yakın parçasını kontrol altında tutmak istiyorlarsa İdlib’de ne olup biteceğiyle ilgilenmek zorundalar.

ABD ve Rusya’nın korumasında bir PKK-PYD var. Bu stratejik bir sorun ve kısa vadede çözülebilecek gibi de görünmüyor.

Türkiye, Fırat Kalkanı Operasyonu sırasında bazı kazanımlar elde etti. IŞİD tehdidini uzaklaştırdı. PYD’nin iki bölgesi arasında bir bağ kurulmasını engelledi. Ancak Fırat’ın batısında PKK- PYD varlığına izin vermeyeceğini söylemişti ama bugün yalnızca PKKPYD yok, ABD ve Rusya’nın korumasında bir PKK-PYD var. Bu stratejik bir sorun ve kısa vadede çözülebilecek gibi de görünmüyor.Şam’ı ve Halep merkezi kontrol altına aldıktan sonra, ortadan kaldırılma tehlikesiyle artık karşı karşıya olmayan bir rejim var. Korumak zorunda olduğu daha stratejik alanlar varken, örneğin Şam’ın doğusu, Suriye ordusu çok büyük bir çaba sarf etmeden Fırat Nehri’ne tekrar ulaştı. Bu bir kazanım gibi duruyor ama uzun vadede bu bölgeleri ne kadar elinde tutabileceği soru işareti. Çünkü böylesine geniş bir alanı kontrol edebilecek çapta bir gücü yok. İnsan kaynağı açısından dışarıdan gelen desteğe bağlı. İran’ın sağladığı insan gücünün uzun bir süre devam etmesigerekiyor.

Ruslar da yardım ediyor ama Rusların insan kaynağı dar. Ruslar stratejik bölgelerin ele geçirilmesinde temel bir rol oynuyor ve uluslararası meşruluk sağlıyor. Bundan iki yıl önce, “Rejim, askeri zafer kazansa da iktidarda kalamaz” deniyordu. Şimdi artık bunu duymuyoruz.Ama burada önemli olan şey şu: Gün geçtikçe daha geniş alanlara, güneye iniyor. Bunun avantajı ve dezavantajı var.

PKK-PYD’nin en önemli kazanımı ABD’nin desteğini net bir biçimde arkasına alması. Üstelik bunu yaparken Rusya’nın desteği de devam ediyor. İkincisi Türkiye’nin doğrudan müdahalesine karşı bir kalkan sağladı. Afrin ve Kobani’yi birleştirmeye çalışıyordu bu olmadı, denilebilir. Ya da tersi; rejim bölgesinden Afrin ve Kobani’yi birleştirdi de denilebilir. Her ikisinin de bir miktar doğruluk payı var çünkü Afrin ve Kobani arasındaki fiziki bağ koparıldı fakat rejim üzerinden bir geçiş hattı da var. Ama burada önemli olan şey şu: Gün geçtikçe daha geniş alanlara, güneye iniyor.

Bunun avantajı ve dezavantajı var. Olası avantajı şu: Bu bölge önemli ve zengin tarım arazilerine sahip. Uzun vadede burayı kontrol altında tutulabilirse, eğer kurabilirse, kurmayı planladığı yapıyı besleyebilecek bir alt yapı sağlayabilecek. Diğer taraftan kontrol edebileceğinin çok ötesinde bir coğrafyada genişliyor. Kontrol sağlayabilmek için sürekli bölge halkından insan silah altına alıyor. Saflarına kattığı ve eğitim verdiğini ileri sürdüğü insanların yaş ortalaması epey düşmüş durumda. Bu yerel huzursuzluk yaratıyor.Ayrıca genişledikçe, büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşan kantonal yapıdan, Kürtlerin ancak sayısal olarak denge sağlayabileceği farklı bir birime dönüşmesi ihtimali var.Herkesin askeri oldu bitti ile sonuç yaratmak istediği bir atmosferde Türkiye de kendi gücüyle bir oldu bitti yaratabileceğini gösterdi.

Kürt -Arap dengesinin gözetildiği bir yapının YPG tarafından istendiğini sanmıyorum. Eğer böyle bir planları olsaydı, ilk genişleme döneminde insanları yerlerinden sürmezlerdi. YPG ile Türkiye arasındaki ilişkilerin daha yumuşak bir hale gelmesini söyleyenler var ama bu bana çok gerçekçi gelmiyor. Türkiye ile PYD arasındaki meselelerin kaynağı Suriye’de olup bitenler değil. IŞİD’i yok etmenin asıl amaç olduğu bugün için söylenebilir. ABD bugün Suriye’nin toprak bütünlüğü, diyor olabilir ama Rakka operasyonundan sonra, “Burada gri bir alan oluşacak,radikal selefiler buralarda güçlenecek.Bunun önüne geçmek için Arapları da entegre etmek lazım. Arap aşiretlerini entegre etmenin yolu onlarla işbirliği yapabilecek demokratik olduğu söylenen diğer birimlerle ilişkiye sokmak” gibi bir şey ile karşı karşıya kalacağız. Daha önceki Ortadoğu tecrübeleri de bunu söylüyor. Bir kere Fırat Kalkanı’nı tamamen boş bir çaba, bir bataklık olarak nitelendirmek, olup biteni anlamamak. Fırat Kalkanı başladıktan sonra sahada ciddi bir değişim yaşandı. Her şeyi bir tarafa koyacak olursanız, PYD’nin kontrol ettiği iki alanın doğrudan birleşmesini engellemek bile bir vâkıa. İkincisi herkesin askeri oldu bitti ile sonuç yaratmak istediği bir atmosferde Türkiye de kendi gücüyle bir oldu bitti yaratabileceğini gösterdi. “Bizim burada pasif kalacağımızı düşünmeyin, belli şartları oluşturunca biz burada bildiğimizi yapmaya devam ederiz” imajı oluşturuldu. Bunu da bedel ödeyerek yaptı ama bu sonsuz bir manevra alanı elbette değil.

Ama şurası bir gerçek, bölgede faaliyet gösteren aktörler arasında uluslararası desteği en zor alan aktör biziz.Türkiye benim gördüğüm iki şey yapıyor şimdi. Birincisi diplomatik pazarlıklardan vazgeçmiş değil. Israrla ABD’yi başka bir yolun daha olduğuna inandırabilmek için elinden, kolundan masaya çekmeye çalışıyor. Bunun dışında da bence hazırlık yapıyor. Bugünlerde Fırat Kalkanı’nın durmuş olması, Rakka operasyonunun belli açılardan ilerliyor olması, sahadaki dengenin daha sonra başka bir açıdan şekil almayacağı anlamına gelmiyor.Türkiye gerektiği zaman sahada daha fazla kullanabilmek için yerel personel eğitimi anlamında hazırlık yapıyor. YPG’ye hem diplomatik, hem askeri anlamda mesaj gönderiyor. Kuzey Irak’ta Sincar’da KDP ve PKK arasında yaşanan çatışma bu dengenin dışında değil. Şu an çok zayıf gözükse, hatta bazı çevreler tarafından alay konusu edilse bile, geçmişte benzerleri yapılmış olsa bile, bazı Arap aşiretleri bir araya getiriliyor. Türkiye’nin bir şey yapmadığı bir dönem değil yani bu, yaptıklarının çok öne çıkmadığı bir dönem. İleride ne yapabilir Türkiye? Şu ortaya çıktı ki, sahada iki şeyin önemi var.

Uygun zamanda oldu bitti yaratabilmek ve bu şekilde ulaştığınız neticeyi uluslararası destekle sürdürmek. Bundan sonraki şey bence Türkiye’nin bu iki aracı nasıl kullanabileceğine bağlı ama şurası bir gerçek, bölgede faaliyet gösteren aktörler arasında uluslararası desteği en zor alan aktör biziz.Bir olasılık da ABD ve Rusya kendi aralarında Suriye’yi etki alanlarına bölme konusunda daha net bir uzlaşmaya gidecekler Kilitlenme var. Eğer güçler birbirine bu şekilde çok daha yakın ufak tefek sürtüşmelere devam ederlerse burada iki olasılık var: Ya bir kıvılcım çıkacak ve hiçbirimizin beklemediği inanılmaz bir çatışma dinamiğine gireceğiz. Bu Türkiye ile YPG arasında ya da Türkiye ile rejim arasında olabilir.ABD ve Rusya kendi aralarında alışamazlarsa ki bu bence düşük bir olasılık, rejim ile YPG arasında bir çatışma çıkabilir. Bir olasılık da ABD ve Rusya kendi aralarında Suriye’yi etki alanlarına bölme konusunda daha net bir uzlaşmaya gidecekler ve bu uzlaşmada Rusya İdlib’i, ABD Rakka’yı alacak. Herkes kendi önceliğini kendi aracıyla ve aracısıyla çözme yoluna gidecek. Biz eş zamanlı olarak ikisinin kendi önceliklerini nasıl çözmeye başladıklarını göreceğiz ve Türkiye olarak öncelik sıralaması yapmak zorunda kalacağız.

Suriye’nin tamamında bir kontrol sağlamak istiyorlarsa bunun tek başına rejimle başarılabileceğini düşünmüyorlar.

Rus dış politikası ve stratejik hedefleri konusunda net ve büyük cümleler kurabilecek durumda değilim. Ama sahada Rusların neler yapıp, neler yapmadığına bakarak sonuca gitmeye çalışırsam şunları görüyorum. Ruslar eğer uzun vadede Suriye’nin tamamında bir kontrol sağlamak istiyorlarsa bunun tek başına rejimle başarılabileceğini düşünmüyorlar.Rejime entegre edebilecekleri ya da rejimin varlığına tehdit teşkil etmeyecek bir bölgenin, bir yapının oluşmasına çok uzak değiller gibi duruyor. Bu şey ne kadar Amerikancı olursa Rusya için o kadar sorunlu olacaktır. Geçtiğimiz haftalarda Moskova’da farklı Kürt grupların katılımıyla gerçekleşen toplantı, Rusya’nın olaya sadece Rakka değil, kolektif anlamda Ortadoğu’ya yeni bir Kürt politikası ile bakmaya başladığının daha doğrusu Soğuk Savaş’ın belli bir döneminde yürütmeye çalıştığı politikaya dönmeye çalışmasının işareti olarak okunabilir.Bence, “Benim isteğimin dışında bir dış güçle ortaklaşa hareket etmeniz size bir şey kazandırabilir ama Suriye’de masanın efendisi benim. Masaya oturmak istiyorsanız benimle de uzlaşmak zorundasınız” mesajı veriyor.Atacağınız küçük adımlar büyük stratejik planınıza hizmet ediyorsa bedel ödersiniz.Eğer ABD ve Rusya kendi aralarında Suriye’yi etki alanlarına bölme konusunda anlaştılarsa ABD’nin Rakka operasyonuna başladığı dö- nemde Rusya da İdlib operasyonuna başlar. O durumda muhtemelen Türkiye’ye Rusya’dan gelecek baskı ABD’den gelecek baskıyı aratacaktır. Çünkü Ruslar İdlib’de başarılı olmak için Türkiye’nin çok net desteğini arıyorlar. Orası çok açık. ABD’nin Rakka operasyonunun başarısı da Türkiye’nin yapacakları ile bağlantılı.Tüm risklerine rağmen stratejik anlamda saçma da gelebilir ama Türkiye eğer ABD ve YPG Rakka’ya yönelirken kendi stratejik hedefleri doğrultusunda önemli gördüğü Membic ve Tel Abyad gibi yerleri YPG’nin elinden almaya kalkarsa o zaman karşımıza bambaşka bir tablo ortaya çıkar. Bu yapılır mı? Çok düşük olasılık. Teknik olarak mümkün mü? Zor ama mümkün. Bunun uluslararası bir götürüsü olur mu, bir miktar olacağı kesin. Öte taraftan baktığınızda bu Türkiye’nin buradaki stratejik planlamasının ne olacağıyla alâkalı. Atacağınız küçük adımlar büyük stratejik planınıza hizmet ediyorsa bedel ödersinizKaynak: Suriye'de fırtına kopacak, Türkiye'yi hafife almayın!
Yeni Çağ

Yaşlı: Halep, Suriye savaşının bitmesi anlamına gelmiyor
15 Aralık 2016



Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Fatih Yaşlı, Halep’teki gelişmeleri Evrensel'e değerlendirdi.

Suriye’nin kalbi olan Halep, bu ülkeye yönelik yıkım siyaseti izleyen güçler açısından en stratejik şehir konumundaydı, buraya çok ciddi bir askeri yığınak yapılmış, düşmemesi için her türlü destek verilmişti. Dolayısıyla bu “kalp-şehir”in cihatçılardan kurtarılması bütün bir savaşın seyrini değiştirecek nitelikte. Halep’in alınmasıyla birlikte Suriye ve müttefiklerinin eli diğer cephelerde daha da rahatlayacak. Cihatçılar bir iki kentte sıkışıp kalacaklar ve savaş yeteneklerini giderek kaybedecekler. Bu aynı zamanda rejimi bir dış müdahaleyle değiştirmeye yönelik hayallerin de büyük ölçüde geçerliliğini yitirmesini anlamına gelecek.

Az önce anlatmaya çalıştığım üzere, Halep’in alınması Suriye ve müttefiklerinin bir zaferi.

Dolayısıyla kazananlar Suriye, Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah’ı. Kaybedenler ise ABD, Avrupa ülkeleri, İsrail, Suudi Arabistan, Katar ve elbette ki yeni-Osmanlı Türkiye’si. Ancak Halep muharebesinin tamamlanması Suriye savaşının bitmesi anlamına gelmiyor. Sıraladığım güçlerin yenilgiyi kolay kolay kabul etmeyeceklerini ve hem askeri hem de ekonomik ve siyasi yeni stratejilerle Suriye siyasetlerini devam ettireceklerini tahmin edebiliriz.

BATI KARŞISINDA RUSYA’YA YAKLAŞMA SİYASETİ

Türkiye’nin yeni-Osmanlıcı dış politikası Ortadoğu’daki bütün yatırımını Suriye’ye yapmıştı. Suriye’de rejim değiştirilecek, merkezinde İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) bulunduğu bir İslamcılar koalisyonu iktidara gelecek, Suriye de fiilen yeni-Osmanlı’nın topraklarına dahil olmuş olacaktı. Bu plan aynı zamanda Tunus’ta ve Mısır’daki İhvan iktidarlarını da gözetiyor, yeni-Osmanlı’nın İhvan kuşağı rejimlerinin hegemonik gücü olacağı hayal ediliyordu.

Ancak yaşanan gelişmeler bu hayalleri berhava etti. Özellikle Rusya’nın geçen yıl sahaya doğrudan inmesi ve hemen ardından Rus uçağının düşürülmesiyle birlikte Rusya, Türkiye’yi Suriye başlığında inanılmaz bir şekilde sıkıştırmaya başladı. 15 Temmuz darbe girişimine Batının ve Rusya’nın yaklaşımı, AKP iktidarını hızla Rusya’ya yaklaştırdı. Halep’i de bu denklem içerisine yerleştirmek gerekiyor.

Cihatçıların teslim olmasının ardından başlayan tahliye işlemlerinde Rusya-Türkiye anlaşmasının oynadığı role baktığımızda bunun kolaylıkla görebiliyoruz. Batı karşısında Rusya’ya yaklaşma siyaseti ile birlikte yeni-Osmanlı’nın Suriye siyasetindeki ciddi kırılmanın devamını önümüzdeki günlerde de göreceğimizi düşünüyorum.

SİVİL KATLİAMINDAN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL

Halep hiçbir zaman, örneğin bir Rakka ya da İdlip olmadı, yani cihatçı güçlerin kitlesel tabanının en az olduğu kentlerden biriydi Halep. Dolayısıyla Suriye ordusunun kente girmesine direnen ya da doğrudan hedef alınan bir toplum yok Halep’te. Bilakis, halkın ezici çoğunluğu kentin kurtarılmasının sevincini yaşıyor.

Ayrıca savaşın başından beri devam eden ve Suriye’de bir mezhep savaşı yaşandığı yönündeki iddialar yalan olduğu için, Halep’te bir mezhep katliamından, Sünnilere yönelik sistematik bir katliamdan söz etmek de mümkün değil. Suriye’yi yıkmaya yönelik siyaset, günlerdir birtakım katliam iddiaları ortaya atıyor, ama “bağımsız” diyebileceğimiz hiçbir kaynaktan bunlar doğrulanmış değil.

Hava bombardımanlarında kuşkusuz ki siviller yaşamını yitirmiştir ama dediğim gibi Halep’te sosyolojik ya da demografik yapıyı değiştirmeye yönelik mezhep temelli bir sistematik katliamdan söz etmek hiçbir şekilde gerçeklikle örtüşmüyor.
Evransel

KUMANDAN CARLOS: MUSTAFA TLASS’IN ÖLÜM HABERİNİN HATIRLATTIKLARI
6 Temmuz 2017

Bu hafta, Mustafa Tlass’ın birkaç gün önce Paris’te hayatını kaybetmesi vesilesiyle konuşmak istiyorum. Kendisi ölmeden evvel politik hayatını Fransa’da devam ettiriyordu. Fransa’nın güneyinde bir villada yaşıyordu ve çok da zengindi. Fransa’da tanınan bir sima olan kızı, onu hiçbir zaman yalnız bırakmadı. İki de oğlu var. Biri, önemli bir Suriyeli iş adamı ve Araplar başta olmak üzere birçok iş adamıyla yakın münasebetleri var. Diğeriyse 2012’ye kadar Suriye ordusunda görev yapan, Esad’a çok yakın bir generaldi. Yani, Fransa’nın Tlass’ı ağırlamak ve hayatını Fransa’nın güneyinde sürdürmesini sağlamak için pek çok sebebi vardı. Bunlardan bir diğeri de onun iyi ve etkili bir lider olmasıydı. Suriye’de iç savaşın başlamasından birkaç yıl sonra Fransa’ya geldi ve burada hayatını kaybetti.

Enteresan bir adamdı Tlass… Hafız Esad’ın en yakınındaki isimlerden biriydi ve Baas rejiminde bir hayli yüksek bir otoriteydi. Biliyorsunuz ki Baasçılar pek inançlı değildir; o ise inançlı bir insandı. Çoğunluğu Nusayrilerden müteşekkil rejimde yer alan en önemli Sünnî isimdi ve kendisine çok fazla saygı duyuluyordu. Osmanlı döneminden beri tanınan bir ailenin mensubuydu. Akıllı birisi olan kızı vasıtasıyla Suriye’nin kuzeyinden yola çıktı ve önce kendisine saygı duyulan Güney Lübnan’a, oradan da Fransa’ya uçtu.

Ayrıca birçok şeyi de toplayıp saklıyordu. Her yerde yasaklı olan Nazi kitapları da dâhil birçok kitap ve başka şeyi evinin alt katında biriktiriyordu. Kendisiyle tanışmışlığım da vardır. Bir keresinde onunla evinde görüşmüştük. Evin alt katı ağzına kadar kitap doluydu. Bana Hindistanlı, Müslüman orijinli İngiliz bir yazarın kitabını göstererek, “bu adamın öldürülmesi lâzım, yapabilir misin?” diye sordu. “Şeytan Ayetleri” isimli bu kitabın yazarı Salman Rüşdi’ydi. Peygamber Efendimiz hakkında ağza alınmayacak iftiraların yazılı olduğu bu kitap, birçok Müslüman ülkesinde yasaklı. Bu sapkın, Hıristiyan Demokratlar tarafından kontrol edilen bir tipti. Tlass, bana özel bir tabanca vererek “bu silahla öldürülmeli” dedi ve ekledi; “Bu adam çok fecî bir şekilde öldürülmeli.” Silah, sadece Alman Özel Kuvvetleri’nde bulunan bir silahtı. Bunu kendisi yapabilirdi fakat niçin yapmadı, bilmiyorum. Gerçekten enteresan bir adamdı Mustafa… Baas Partisi’nin Suriye ordusundaki ilk üyelerinden biri ve gerçekten iyi bir adamdır. Bazıları onun hâin olduğunu söyler; fakat kesinlikle değildi. O, özel bir insandı.

Mustafa Tlass’ın ölüm haberini alınca aklıma bunlar geldi; ve bana 1991’de Irak’ta ve şu anda tüm İslâm dünyasında yaşananları tekrar hatırlattı. Amerika’nın orada bir çeşit Roma taktiği uygulaması, Irak’a müdahalesi ve ardından başlayan Irak direnişi… Milletlerarası hukuka göre bağımsız devletlerin kendini yönetme iradesine sahip olması gerekir. Oysa emperyalistler, hukuku Amerika Birleşik Devletleri ve Amerikan şirketlerinin menfaatine göre işletiliyor. Şirketlerin Basra’ya yerleşmesini ve orada yaşananları biliyoruz. Daha önce Britanya tarafından sömürülen topraklar, bugün Amerika tarafından sömürülüyor. İzzet İbrahim el Duri ile Kuveyt Başbakanı Riyad’da görüşeceklerdi. Saddam Hüseyin, Amerikalıların ona vermiş olduğu sözlere ve onu Kuveyt işgali için cesaretlendirmesine inandı. Kuveyt sebebiyle çıkan savaşta neler yaşandığını biliyoruz. Irak’ı teslim aldılar. Araplar arasındaki ihtilâf ve mücadele her zaman emperyalistlerin işine yaradı. Dün Saddam’ın karşısında saf tutanların bugün ne hâlde olduklarını da görüyoruz. Aslında Müslümanların başına gelenlerin sebebi, Müslüman gibi görünenlerin yaptıklarıdır.

Bugün Suriye’ye dönersek, yine benzer şeylerin yaşandığını görürüz. Suriye’de yaşananlarda Suudilerin büyük bir etkisi var. Suudi Arabistan, orada savaşanlara Amerikan dolarıyla maaş ödüyor. Bu da tamamıyla emperyalistlerin işine geliyor. Net olarak söylüyorum, bunlar, ibadetlerini yapıyor gibi görünseler, Hacc’a dahî gitseler de Müslüman değiller. Eğer öyle olmuş olsaydı, samimi olsalardı, bugün savaşılması ve bombalanması gereken asıl düşmanın İsrail olduğunu görür ve ona göre hareket ederlerdi… Bunun yerine İsrail’e roket atanların önünü kesmeye çalışıyor. Tlass, bunu defalarca dile getirerek, Suudların Yahudi olduğunu açık açık söyledi. Vahhabilerin yapmış olduklarının bedeli Irak’ta, Suriye’de ödendi ve hâlâ ödeniyor. Amerika’nın başını çektiği emperyalistler uçaklarla her gün bomba yağdırıyorlar. Üstelik bu bombalarla sivilleri katlediyorlar. Fakat unutmasınlar ki; ne yaparlarsa yapsınlar, yarın bir gün Tel Aviv’e düşecek roketleri durduramayacaklar.

Allahu Ekber

Kaynak: adımlar dergisi

Esad: Suriye, teröristlere destek veren ülkelerle ticaret yapmayacak
14 Ara, 2016



Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suriye’nin teröristlere destek veren ülkelerle ticaret yapmayacağını söyledi.

Rus televizyonu RT’ye konuşan Esad, çatışmaların sona ermesinin ardından Suriye ekonomisinin dost ülkelerin desteğiyle hızlıca gelişeceğini ifade etti. Esad, Suriye’yi bekleyen ekonomik gelişmelerle ilgili olarak şu açıklamalarda bulundu:

“Bu süreç hem biz hem de yer alacak yabancı şirketler için çok karlı olacak. Şunu da basit ve açık bir şekilde söyleyebilirim: Suriye halkı, Suriyelilere karşı tutum takınan, ülkenin toprak bütünlüğüne karşı çıkan ya da teröristleri destekleyen ülkelerden gelen şirketleri kabul etmeyecek.”

Ticari işbirliğinde önceliğin Suriye’nin dostu Rusya, Çin ve İran gibi ülkelere verileceğini kaydeden Esad, ‘en azından Suriye’nin karşısında yer almayan ya da ahlaki ilkeler doğrultusunda tarafsız tutum izleyen’ ülkelerle ilişkilerin de değerlendirileceğini belirtti.
Kaynak: İlk Kurşun

Halep’in özgürleştirilmesi ABD ve müttefikleri için büyük darbe’
14.12.2016



Güney Amerika medyası için Ortadoğu muhabirliği yapan Arjantinli gazeteci Leandro Albani, Halep’in Suriye ordusu tarafından geri alınmasının 4 yıldır ülkede faaliyet gösteren tüm terörist gruplar ve ABD ile müttefikleri için büyük darbe anlamına geldiğini belirtti.

Washington’un özellikle son aylarda birbirinden kopuk terörist grupların yeniden gruplanabilmesi için mümkün olan her şey yaptığını kaydeden Albani, “ABD’nin tek hedefi, bu grupların yeniden silahlanmasıydı” dedi.

Suriye hükümeti ve ordusunun, savaşın başından bu yana teröristlere ve ABD’ye en büyük darbeyi indirdiğini söyleyen Arjantinli gazeteci, Halep’teki durumla ilgili olarak şunları aktardı:

“Halep’te daha önce terörist grupların kontrolünde olan mahallelerde bu gruplar sivil halk için hiçbir şey yapmadı. Kontrol ettikleri mahallelerde hırsızlık, sivillere yönelik cinayetler yaşanıyordu ve siviller canlı kalkan olarak kullanılıyordu. Kentin nasıl yeniden inşa edileceğine bakmamız lazım. Birçok terörist kaçtı ama bazıları Halep’te faaliyetini sürdürüyor.”

‘SURİYE VE RUSYA YENİ SALDIRILARA HAZIR OLMALI’

Benzer durumun ülkenin kuzey bölgelerde de yaşandığını belirten Albani, “Kürt birlikler neredeyse tüm bölgeleri kurtardı ama bazı terörist grupların üyeleri saldırılara ve katliamlara devam ediyor. Suriye ordusu ve Rusya yeni terörist saldırılara hazır olmalı” diye konuştu.

Suriye hükümetinin son 1 yılda isyancı grupları silah bırakmaya ve yeniden sivil topluma katılmaya ikna etmek için birçok anlaşma imzaladığını bildiren Güney Amerikalı muhabir, “Washington ve müttefiklerinin insani tekliflerine gelince bunlar hep zayıftı ve bazı teklifler, Beyaz Kasklar gibi sözde insani olan ama aslında isyancıları destekleyen sivil toplum örgütü ve grupların bölgeye gönderilmesini öngörüyordu” yorumunda bulundu.

‘TERÖRİSTLER DİYALOG KURACAK DURUMDA DEĞİLLER’

“Her halükarda Halep ve Suriye genelinde ateşkes uzun sürmeyecek, çünkü terörist gruplar onu asla kabul etmeyecek, çünkü diyalog kuracak durumda değiller” diyen Albani, “Uzlaşı ve ülkenin onarımı planları en iyi Rusya’nın müdahalesiyle işliyor” diye ekledi.
Sputnik

Karagül: Şam yönetimine karşı takıntımızdan vazgeçmeliyiz

17.08.2017



Karagül: Şam yönetimine karşı takıntımızdan vazgeçmeliyiz
Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, bugünkü köşe yazısında hükümetin Suriye’deki tavrını yeniden belirlemesi gerektiğini yazdı. Karagül, "Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanısıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız" ifadelerini kullandı.

Karagül, bölgede yaşanan son gelişmelerle birlikte Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail’in başını çektiği, Muhammed Dahlan gibi operasyonel tetikçilerin kullanıldığı bir koalisyon oluştuğunu kaydetti.

Oluşan söz konusu “eksen”in birinci hedefinin İran, ikinci hedefinin ise Türkiye olduğunu belirten Karagül, "İran Irak’tan, Türkiye Suriye’den sıkıştırılıyor" dedi. Karagül'ün yazısından ilgili bölüm şu şekilde:

"PKK üzerinden ABD gücü kullanılıyor, PKK üzerinden Türkiye bu güçle vuruluyor. Nihai kararlar almak, nihai pozisyonlar belirlemek zorundayız. Suriye’de durduğumuz yeri yeniden tanımlamak durumundayız. Bağdat’la ilişkileri güçlendirmenin yanısıra, Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız.

Burada basit bir Esed savunuculuğu yapmıyorum. Daha derin, daha kapsamlı bir şeyden söz ediyorum. Suriye’yi bir bütün olarak tutacak adımlar atmaktan, ülkenin ABD işgaline teslim edilmemesinden, parçalandığı anda Türkiye’nin parçalanma sürecinin başlatılacağından söz ediyorum. Buna şiddetle karşı çıkanların, boş hamaset dışında Türkiye’ye önerdiği hiçbir çözüm yolu yoktur!"

Kaynak: Birgün

Esad muhalifi 7 yıl sonra hatamı anladım deyip Şam’a döndü
14 Ağustos 2017



Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) kaynaklarından edinilen bilgilere göre etkili üyelerden Bessam Melik, Suriye hükümeti tarafına geçti. SMDK’dan da istifa eden Melik, Türkiye’yi terk etti ve ülkesi Suriye’ye döndü.

Melik, konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada Körfez ülkeleri, ABD, Körfez ülkeleri ve Batı’nın Suriye’ye komplosunu 7 yıl sonra anladığını belirterek bu komplonun Suriye’yi parçalamaya dayalı olduğunu vurguladı.

Suriye’deki çatışmalar ilk başladığında 2011’in sonlarına doğru Şam’dan kaçıp Türkiye’ye geçen Melik, Demokratik Kitle’yi kurmuştu.

Melik, ülkesinden ayrılmadan önce Şam Ticaret Odası yöneticiliğini yapıyordu.

(Sputnik)

Suriye savaşını tek kurşun atmadan Çin kazanıyor
Akdoğan Özkan
04 Eylül 2017



2011 yılı başından 2017 başına kadar Suriye GSYİH’nın ülkedeki savaştan ötürü uğradığı kayıplar, Dünya Bankası rakamlarıyla kümülatif olarak 226 milyar dolar olarak gösteriliyor. Şam yönetiminin elindeki resmi rakamlar da bundan çok farklı değil. Devlet Başkanı Beşar Esad daha birkaç ay önce, altı yıllık savaştan dolayı ülkesinin uğradığı zararın 200 milyar dolar civarında olduğunu söylemişti. Bu da demektir ki, savaştan ötürü Suriye’nin 2010 yılındaki GSYİH’nın bile 3 -4 katına denk gelen bir zararı söz konusu.

Buradan hareketle sanırım şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Şam yönetimi müttefiklerinin de desteğiyle Suriye savaşını cephede kazanmış olacak belki. Ama silahlar sustuğunda bu savaşın 200 milyar doların üzerine çıkan faturasını ödeyebilmesi, yaraları tek başına onarabilmesi imkânsız görünüyor.

Okulundan hastanesine, yolundan termik santraline, 6 yıllık savaş boyunca altyapısı büyük ölçüde yerle bir olmuş, sosyal hizmetleri durma noktasına gelmiş, toplumsal dokusu da bozulmuş bir ülkeyi Şam yönetiminin tek başına yeniden inşa edip, bayındır hale getirmesi mümkün olamayacak.

Peki bu para, bu yatırımlar nereden gelecek? Bir diğer deyişle, Suriye’yi kim veya kimler yeniden inşa edecek?

Suriye’yi kimler yeniden inşa edecek?

Geçen hafta, Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye’nin şansı olmadığını yazmıştık. Bu hafta da dilerseniz, kimlerin şansı olduğuna yönelik biraz fikir egzersizi yapalım.

RUSYA: Şam yönetiminin en büyük müttefiki olan Rusya’nın düşen petrol fiyatları nedeniyle ve günde 3 milyon doları bulan savaş masraflarının da katkısıyla kasasının eskisi gibi sağlam olmadığını biliyoruz. Ruslar müttefik olmanın avantajıyla yola koyulacak olsalar da, en büyük yatırım sahibi olmaları zor.

KÖRFEZ ÜLKELERİ: Petrol fiyatlarındaki gerileme nedeniyle bütçe projeksiyonları tıpkı Rusya gibi altüst olan Körfez ülkelerinin de -birtakım roller üstlenseler dahi- Suriye’de en büyük yatırımcı rolüne soyunmaları çok mümkün görünmüyor.

ABD: Bu savaşın elverdiği şartların da sayesinde, Suudi Arabistan gibi “müttefiklerine” bir batında 110 milyar dolarlık silah satışı yapan ABD’nin ise “Suriye’nin yeniden inşası” gibi asli bir derdi zaten yok.

AB: Avrupa Birliği’ne gelince… Savaş boyunca Suriye’ye pek de dostça yaklaşmamış ve meseleye daha ziyade, “Şam yönetimi ülkenin yeniden inşası aşamasında nasılsa bize muhtaç olacak, o vakit ülkede arzu ettiğimiz tarzda bir yönetimin kurulması için gerekli ne taviz varsa kopartırız,” diye bakan Avrupa ülkelerinin şansı ne olur, şimdilik muamma!

ÇİN: Gözlemcilere bakılırsa Suriye’nin yeniden inşasında BRICS ülkeleri önemli rol oynayacak ama en büyük rolü üstlenecek olan ülkelerin belki de başında Çin geliyor!

17 -26 Ağustos tarihleri arasında Suriye başkentinde gerçekleştirilen ve Çin’in de büyükelçilik düzeyinde katıldığı “Uluslararası Şam Fuarı” bu gerçeğin ipuçlarını vermesi bakımından önemli bir gösterge oldu. Ancak iki ülke ilişkilerinde hissedilen hareketlilik bu fuarın da öncesine gidiyor. Bundan yaklaşık 1,5 - 2 ay önce (9 Temmuz 2017 tarihinde) Çin başkenti Beijing’de “Suriye Günü” adı verilen bir etkinlik düzenlendi. Beijing’deki Suriye Büyükelçiliği’nin de desteğini alan Çin-Arap Mübadele Derneği tarafından gerçekleştirilen etkinliğe özellikle yatırım ve inşaat alanlarında faaliyet gösteren Çin firmalarından 1000 kadar temsilci katıldı. Ülkedeki yatırım alanlarının neler olduğuna işaret eden sunumların da yapıldığı etkinlikte konuşan Suriye’nin Beijing Büyükelçisi İmad Mustafa, hükümetinin yatırım ve inşaat alanındaki fırsatlar anlamında önceliği Çin şirketlerine vereceğini vurgulayarak, bu şirketlerin savaştan sonra ülkenin yeniden inşasında büyük bir rol üstlenmelerini beklediklerini kaydetti.

Siftah 150 Çin şirketiyle geldi

Şam yönetiminin bu beklentisi karşılıksız kalmayacak gibi görünüyor. Zira aynı etkinlikte bir “siftah” da yapıldı. Çin-Arap Mübadele Derneği Başkan Vekili Kin Yong’un açıklamasına bakılırsa, Çin şirketleri Suriye’de bir sanayi parkının oluşturulmasına yönelik olarak 2 milyar dolarlık yatırım yapma hazırlığındalar. Yong’a göre, proje şu aşamada 150 civarında Çin şirketini bir araya getiriyor.

Tabii proje böylesine büyük olunca hukuki çerçevesi de ayrı bir hazırlığı gerekli kılıyor. Suriye Büyükelçiliği, Çin-Arap Mübadele Derneği ve Beijing merkezli Şijing hukuk firması 4 Temmuz 2017 tarihinde bir anlaşma imzalayarak, Suriye’nin yeniden inşasına yönelik hukuki ve teknik konuları çözmek, Çin şirketlerine ihtiyaç duyacakları yatırım ortamının kolaylaştırılmasını sağlayıcı yasal destek vermek gibi konularda çalışacak özel bir komisyon kurmuş.

“Uluslararası Şam Fuarı”na resmi düzeyde katılan 23 ülkeden biri olan Çin, Suriye ile ilişkilerini 2011 yılında başlayan savaş ile birlikte geliştirme yoluna gitmiş bir ülke değil. İlişkiler eskiye dayanıyor. Suriye, 1956’da Mısır ile birlikte Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk Arap ülkelerinden biri olmuştu. İki ülkenin ticaret hacmi yılların seyri içinde artmış ve Çin Suriye’nin en büyük ticari partneri haline gelmişti. Öyle ki, Şam savaşın hemen öncesinde Çin’den büyük kısmı iletişim ve elektronik teknolojileri ile ağır sanayi mamullerine dayanan 2,4 milyar dolarlık ithalat yapıyordu. Bu rakam ülkenin en büyük stratejik müttefiki görülen Rusya’dan yapılan ticaretten de büyüktü.

Çin’in Suriye’de petrol arama çalışmalarını da içeren milyar dolarlık petrol yatırımları da bulunuyor. Çin Milli Petrol Şirketi, Suriye’nin Hayan petrol sahasında faaliyet gösteren ülkenin en büyük iki petrol şirketinde de hisse sahibi. Çin’in bu alana yönelik yatırımları savaş nedeniyle sekteye uğramış olsa da, işgal altındaki petrol sahaları IŞİD’in elinden kurtarıldıkça, Şam – Beijing işbirliğinin eski günlerine dönme umudu da artıyor.

Çin Suriye’ye BM Güvenlik Konseyi’nde de destek vermiş bir ülke. Konsey’de Suriye’ye yönelik yaptırımlar uygulanması yönündeki karar tasarılarını Rusya ile birlikte veto eden Çin’in bu desteği Suriye yönetimi için çok kıymetli. Ancak destek sadece diplomatik düzeyde kalmıyor. Gerçi Beijing yönetimi Suriye Savaşı’nda Şam yönetimi safında savaşmak üzere askeri birlik göndermiş değil. Ancak Çin’in resmi İngilizce yayın organı Global Times’ın da teyit ettiği üzere, Beijing yönetimi bu ülkeye makineli silahlar, uzun namlulu keskin nişancı tüfekleri ile roket bataryaları gibi askeri teçhizat sağlıyor. Bu sebeple de Çin’in Suriye’de teçhizat eğitimi vermek üzere çok sayıda askeri danışmanı ve eğitim amaçlı askeri personeli bulunuyor.

'Tek Kuşak Tek Yol' projesi

Unutmamak gerekir ki, Suriye tarihi İpek Yolu’nun önemli kavşaklarından olan Palmira ve Halep gibi kentlere ve Akdeniz’e çıkışa sahip bir ülke. Bu nedenle de, Çin tarafından bu tarihi rotaya referansla geliştirilen “Tek Kuşak, Tek Yol” projesinde de jeo-stratejik kıymetiyle rol sahibi olması beklenen bir ülke Suriye.

Daha önce de bu sütunlarda yazdığım gibi, Çin, izlediği bu “Tek Kuşak Tek Yol” stratejisi kapsamında, Güneydoğu Asya ve Orta Asya üzerinden Avrupa'ya ulaşacak bir yeni İpek Yolu’nun inşasını hayal ediyor. Yeni dünyanın merkezi olma iddiasındaki Çin’in özellikle odaklandığı yüksek hızlı kıtasal demiryolu şebekesinin (yeni Demir İpek Yolu) iddiası, yakın bir tarihte Asya ve Avrupa’daki 40 ülkeyi ve dünya nüfusunun yüzde 75’ini birbirine bağlamak.

Bu kuşağın ana güzergâhındaki trenler en az 320 km/saat hıza sahip olacak, bu sayede Şangay’dan Berlin’e artık 15 değil 2 günde gidilecek. Söz konusu Yeni İpek Yolu Avrupa’ya bir yandan Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyinden bağlanacak iken bir yandan da bir ticaret yolu Suriye üzerinden Akdeniz’e açılacak.

Çin Çağdaş Uluslararası İlişkiler Enstitüleri’nde görev yapan araştırmacılardan Çen Fengying’e şu sözleri söyleten Suriye’nin işte bu strateji kapsamında oynaması düşünülen rolü:

“Suriye İpek Yolu üzerinde yer alan bir ülke. Eğer bu ülkede durum yeniden normale dönerse, ‘Tek Kuşak Tek Yol’ projesi çerçevesinde Suriye ekonomisinin çeşitli sektörlerine yatırım yapabileceğiz.”

Velhasıl Suriye topraklarında Şam yönetiminin düşmanlarına silah atan belki tek bir Çinli asker yok. Ama Suriye Savaşı’nı Çin (de) kazanacak gibi görünüyor!
T24

Günter Meyer: Suriye’deki savaşın baş sorumlusu ABD’dir
22 Ara, 2016
Nazlı Kösem/Almanya



Batı medyası, Halep’te yaşanan gelişmelerle ilgili Rusya’yı sorumlu tutarken, Ortadoğu Uzmanı ve Mainz Üniversitesi’ne bağlı Arap Dünyası Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Günter Meyer, Alman devlet kanalı ZDF’e verdiği röportajda, Suriye’de ki savaşın başsorumlusu ABD’dir dedi.

‘BAŞ SORUMLU AMERİKA’DIR’

Dünya, Suriye konusunda nerede hata yaptı sorusu üzerine Meyer, ‘Dünya, Suriye konusu çok yanlış yaptı. Fakat kimin yanlış yaptığını da belirtmeliyiz. Bu konuda baş sorumlu ABD’dir. NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı emekli Orgeneral Wesley Clark’a göre ABD hükümeti 11 Eylül 2001’de ABD tarafından düşman kabul edilen yedi ülkede rejim değişimini gerçekleştirmek üzere plan yaptı. Bu ülkelerin arasında Irak, Libya ve Suriye de var’ dedi.

‘BU PLANI ÜNLÜ GAZETECİ SEYMOUR HERSH 2007 YILINDA AÇIĞA ÇIKARDI’

Meyer, ‘ABD bu ülkelerde hedefine ulaşabilmesi için 2005’de koşulları oluşturmaya başladı. Esad rejimine karşı sayısız propaganda kampanyaları yürütüldü. İsrail ve Sudi Arabistan ile teröristlerden oluşan bir ordunun oluşması için maddi destek ve eğitim verildi. Bu ordu, Şam ve Tahran’da hükümetleri devirebilmek için kullanılacaktı. Bu planı ünlü gazeteci Seymour Hersh 2007 yılında açığa çıkardı’ dedi.

'BATI, ÖZELLİKLE CİHATÇILARA SİLAH İHRAÇ ETTİ VE EĞİTTİ’

ABD’nin, Suriye’de ki teröristleri eğittiğini belirten Meyer, ‘Batı, özellikle ABD, cihatçılara silah ihraç etti ve kısmen eğitti. Materyal ve personel yönde lojistiği Türkiye üzerinden gerçekleştirildi. Maddi desteğin büyük kısmı Suudi Arabistan ve Katardan sağlandı. Suriye’de radikal-islamcı bir hükümet inşa edilmesi için Suudiler selefi radikal grupları destekledi. Bu çerçevede 2012 yılında Halep’in işgal edilmesi cihatçılar için büyük bir adımdı’ ifadelerini kullandı.

‘TERÖR HÜKÜMETİNİ, ESAD REJİMİNE TERCİH EDENLER…’

Öte yandan Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin gerekliğini vurgulayan Meyer, ‘Eylül 2015’te Rusya Suriye’ye müdahale etmeseydi, Halep bugün tamamen cihatçıların elinde olacaktı. Esad rejimi de yıkılmış olabilirdi. Böylece Esad karşıtları ABD’nin yönetiminde hükümeti düşürme hedeflerine ulaşacak, Suriye’de güç, radikal islamcı grupların, yani El-Kaide’ye bağlı El-Nusra cephesinin ve ABD yönetimi altında yürüyen uluslararası İttifakın savaştığı IŞİD’in elinde olacaktı. Böyle bir terör hükümetini, Esad rejimine tercih edenler, Putin’i buna engel olduğuyla ilgili suçlayabilir’ dedi.

‘SURİYE’DE SÜNNİLER, ESAD’I DESTEKLEMEYE DEVAM EDİYOR’

Esad’sız Suriye düşünülemez mi sorusu üzerine Meyer ‘Şu an Esad’ın sorumluluğunu taşıyabilecek ve Suriye’nin mevcut devlet düzeni’ni sürdürebilecek kimse yok. Suriye toplumunun yarısının Esad’ı desteklediğini söyleyebiliriz. Bu yalnızca, radikal sünni bir rejimde özgür yaşam hakkı olmayan dini azınlıklar, yani Hristiyanlar, Aleviler ve Şiiler için söylenemez. Suriye’de Sünniler, özellikle Kentlerde yaşayan orta sınıf, Esad’ı desteklemeye devam ediyor’ dedi.

‘ABD ILIMLI MUHALİFLERİ DESTEKLEDİĞİNİ VURGULUYOR…’

Ilımlı Muhalifler konusuna da değinen Meyer, ‘ABD ılımlı muhalifleri desteklediğini vurguluyor. Ilımlı muhalif grupların Suriye’de bir önemi kalmadı. ABD tarafından silahla donatılan ve eğitilen grupların büyük kısmı radikal cihatçı gruplara dahil oldu çünkü o gruplarda aldıkları maaş daha fazla’ dedi.

‘AMERİKA’NIN ÖNCELİĞİ ESAD’I DEVİRMEK’

‘ABD 2003’da gerçekleştirdiği uluslararası hukuka aykırı Irak işgaliyle IŞİD’in yapılanması için koşullar oluşturdu’ diyen Meyer, ‘ABD istihbarat örgütü Defense İtelligence Agency eski yöneticisi Michael Flynn’in açıklamalarına göre ‘İslam devletine genişletilmesi için verilen destek ABD hükümetinin bilinçli politikasıydı’’ ifadelerini kullandı. Terör örgütlerinin oluşturduğu tehlikenin 2012 yılında da bilindiğini ve hususi görmezden gelindiğini vurgulayan Meyer, buna sebep olarak Amerika’nın önceliğinin Esad’ı devirmek olduğunu belirtti.

‘SURİYE’DE EN GÜÇLÜ DURUMDA OLAN ESAD’DI’

Rusya ile ortak çözüm sorusu üzerine Meyer, ‘Geçmişte yürürlüğe sokulan tüm diplomatik girişimler başarısız oldu. Bunun en önemli sebeplerinden biri Batı’nın, siyasi anlamda Suriye’de hiçbir dayanağı olmamasına rağmen yurt dışında yaşayan Suriyeli muhalefeti referans almasıydı. Bu sırada Esad, Suriye çapında bir diyalog kurmaktan yanaydı. Bu konu yakın geçmişte ABD’nin Dışişleri Bakanı Kerry ile Rus Dışişleri Bakanı Lavrov arasında pazarlık konusu olmuştu. Suriye çapında kurulan diyalog barış için bir şans olabilirdi. Fakat Esad’ın şartlarının yerine getirilmeliydi çünkü askeri başarılarının ardından Suriye’de en güçlü durumda olan Esad’dı’ dedi.

‘KAZANAN ESAD OLDU’

Avrupa’nın Suriye’de yaptığı hatalara değinen Meyer, ‘AB’nin Suriye’de insani yardım konusunda yaptığı en büyük hata, Suriye’ye karşı yaptırımlarıydı. Sonuç olarak ülkenin durumu özellikle tıp alanda ciddi anlamda kötüleşti’.
Geleceğe yönelik Suriye’de istikrarı temin edebilmek için ne yapmalı ve Batı’nın rolü sorularını cevaplayan Meyer, ‘Mevcut durumda en güçlü etkiye sahip olan ABD, kendi hükümet değişikliği sebebiyle hareket edemez durumda. Ayrıca Trump, ABD tarafından şu ana kadar izlenen siyaseti sürdürmeyeceğini açıkladı. Trump, hedefinin IŞİD ve benzer terör örgütlerine karşı mücadeleyi büyütmek olduğunu belirtti. Bu konu’da onu destekleyen herkesle işbirliği yapmaya hazır olduğunu söyledi. Bu da Şam için, en büyük düşmanının geri adım attığı ve hatta teröristlere karşı işbirliği yapabileceği anlamına geliyor. Bu durumda kazanan Esad oluyor. Belirsiz olan tek soru, Trump’ın seçim döneminde verdiği sözlerini tutup tutmayacağı.’ dedi.

‘ALMANYA’NIN SURİYE’DE Kİ OLAYLARA ETKİSİ YOK’

‘Avrupa’nın, yani önemli askeri aktörleri İngiltere ve Fransa’nın rolü ikincil’ diyen Meyer, ‘Kararlar Washington’da alınıyor. Almanya ise Suriye’de yalnızca hava keşfi için yardımcı konumunda. Fiili anlamda Almanya’nın Suriye’de ki olaylara, insani yardım ve mülteci konusu dışında, etkisi yok.’ dedi.

‘ABD ÇÖZÜMÜN ÖNÜNDE ENGEL’

Meyer, Suriye’de ki mevcut durumu iyileştirmek için iki seçenek olduğunu belirtiyor. Meyer, ‘Suriye geri kazanılana kadar Esad’a askeri destek sağlamak ve Halep’te ki durumun konsolide edilmesinin ardından teröristler tarafından işgal altında olan diğer kentlere, İdlib ve Şam’ın Güneyi’ne odaklanmak’ gerektiğini belirtiyor. İkinci seçeneğin ‘Suriye çapında diyalog kurmaya çalışarak barışçıl çözüm aramak’ olduğunu vurgulayan Meyer, ABD’nin ‘ılımlı muhaliflere’ yeniden silah ihraç ederek bu çözüm önerilerine engel teşkil ettiğini söyledi.
İlk Kurşun

İngiltere’nin eski Genelkurmay Başkanı David Richards: Maalesef ‘Suriye Savaşı’nı kaybettik
17 Ara, 2016



İngiltere Genelkurmay eski Başkanı David Richards, ‘Batılı ülkeler Suriye savaşında kaybettiğini itiraf etmelidir’ dedi.

İNGİLİZ GENERAL: BATI, SURİYE SAVAŞINDA KAYBETTİ

General Richards Cuma günü BBC radyosuna verdiği röportajda şunları söyledi: ‘Maalesef Suriye savaşında kaybettik gibi görünüyor ama bu barışı kaybettiğimiz anlamına gelmiyor. Bizim açık bir strateji belirlememiz gerekiyor. Ben batı ülkelerinin politikacılarının ve liderlerinin bu konuya odaklanması gerektiğine inanıyorum. Batı ülkelerinde açık bir strateji eksiği bulunmaktadır ama buna karşılık olarak Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad, bu stratejiye sahiptir. Bu iki cumhurbaşkanının çok zeki bir şekilde batı liderlerine üstünlüğü vardır.’

‘BEŞŞAR ESAD’I DESTEKLEMEYİ DÜŞÜNMEYE BAŞLAYIN DEDİM’

2012 ve 2013 yıllarında Suriye’ye askeri müdahale önerisinde bulunan İngiltere Genelkurmay eski Başkanı sözlerine şunları ekledi: ‘Batı ülkeleri ya Beşşar Esad hükümetini devirmek için ya da buna alternatif olarak onun rejimini desteklemek için müdahalede bulunmalıydı. Biz herkes tarafından güvenilen bir stratejiyi gündeme getirdik ve bunun bir yıl uygulanması gerektiğini vurguladık ama onlar bize bu kadar zamanları olmadığını söylediler ve bu yüzden bu plan yeteri kadar iyi değildi. Bende tamam öyleyse, o zaman Beşşar Esad’ı desteklemeyi düşünmeye başlayın dedim. Bu ise diğer bütün senaryolardan daha kötü olacaktı.’

‘BU SAVAŞ EN KISA ZAMANDA SONLANDIRILMALI’

General Richards, Suriye’deki mevcut durumu dikkate alarak, bütün taraflardan en kısa zamanda bu savaşı sonlandırmalarını istedi.
İlk Kurşun

Suriye'de AKP'nin Batağa sürüklediği 'İslamcılar!
22.12.2016



Birgün'ün haberinden:

Halep’ten cihatçıların temizlenmesi ve sonrasında gelen büyükelçi suikastının ardından Rusya ile Suriye konusunda masaya oturmak zorunda kalan AKP hükümeti “Moskova deklarasyonu” ile adeta savaşın başladığı noktaya geri döndü. Suriye’deki rejimi devirmek adına yıllardır her türlü yola başvuran, (..)cihatçıları destekleyen yeni Osmanlıcılar bir anda “Suriye’nin çok dinli, çok etnik gruplu, mezhepçi olmayan, demokratik ve seküler karakterini tanıyacaklarını” kabul etmeye başladılar.

Hükümetin “U dönüşü”nü yandaşlar da takip etti. Rusya Büyükelçisi’nin öldürülmesinin ardından geçmişte Rus uçağının düşürülmesini ateşli bir şekilde savunan, Suriye’ye girilmesi çağrısında bulunan, Halep’te cihatçıların temizlenmesinin ardından Rusya ve İran Büyükelçiliklerinin önüne protesto çağrısı yapan isimler çark etti. En dikkat çeken isimler ise cihatçılara verdiği destekle bilinen gazeteci Fatih Tezcan ile hükümetin yılmaz savunucusu Rasim ozan Kütahyalı oldu. Tezcan sosyal medya üzerinden ‘özeleştiri’ yaptı. Tezcan, Rus uçağının düşürülmesinden sonra “Yeniden Osmanlı dedik millet yüzde 49.5 verdi. Rus uçağı düşürüyoruz. Yeniden Osmanlı olsak millet yüzde 70 verse Tel Aviv üstünde zeplinle gezeriz” diye tweet atmıştı. Elçinin öldürülmesinden sonra şunu yazdı: “Rus uçağını kim vurduysa Rus Büyükelçiyi de o vurdurmuştur.” Tezcan’ın bu çark edişi çok konuşuldu. Tezcan daha sonra “Müstehak bize. Neden müstehak, o da şimdilik bize kalsın. Dersimizi aldık. Eyvallah” diye yazdı.

Davutoğlu’na yüklendi

Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı da "FETÖ Rus Büyükelçiyi öldürdü. Tıpkı geçen yıl Rus uçağını indirdiği gibi. Aynı hain operasyonun başka bir yüzünü yaşadık. Neyse ki bu sefer 'Rus Büyükelçisi'nin indirilme talimatını ben verdim' diyecek sorumsuzlukta ve güç kompleksinde bir yönetici yok Türkiye'de" görüşünü savundu. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Rus uçağının düşürülmesine ilişkin olarak, "Gerekli talimatları Genelkurmay'a bizzat tarafımdan verilmiştir" demişti.

Geriye enkaz kaldı

Hükümet ve İslamcılar çark etse de olan Suriye ve Türkiye’ye oldu. Suriye’ye rejim ihraç etme sevdasından geriye enkaz kaldı.

1) Suriye parçalara ayrıldı. Batılı ülkeler ile taşeronlarının etnik ve mezhepsel kışkırtmaları sonucu Mart 2011'de başlayan iç savaş sonucu ülkede IŞİD gibi radikal İslamcı örgütler türedi. Savaşta yüzbinlerce insan hayatını kaybetti.

2) Milyonlarca Suriyeli yurtlarını terk ederek mülteci konumuna düştü. ‘Ilımlısı’ndan radikaline Selefi anlayış, kendine benzemeyen ne varsa imha etti.

3) Şiddet sadece Suriye ile sınırlı kalmadı. Cihatçılar dünyayı da kana buladı. Avrupa’da da katliamlar gerçekleştirildi. Yüzlerce insan bu saldırılarda yaşamını yitirdi.

4) Suriye savaşı Türkiye’yi de vurdu. Sınırı aşıp gelen cihatçılar, şehirlerde bombalar patlatarak ölüm saçtı.

5) Suriye, Kürt sorununa da başka bir boyut kazandırdı. Müzakerelerin olumsuz sonuçlanmasının bir nedeni de, savaşın yarattığı ‘fırsatlardı’. Çözümsüzlük nedeniyle şiddet doruğa tırmandı.

6) Ülke fiili olarak savaşın içine sürüklendi. TSK’nın başlttığı Fırat Kalkanı Harekâtı’nda, bugüne kadar 25 asker yaşamını yitirdi, onlarcası da yaralandı.

7) Suriye üzerinden ekilen düşmanlık tohumlarının yol açtığı mezhepçilik ve etnik boğazlaşma tehlikesi Türkiye ile bölgenin en büyük sorunu oldu.
Haber 93

IŞİD ABD desteğiyle Rakka'ya saldıran Kürt milislerden 600'den fazlasını öldürmüş
31 Ekim 2017



T24'ün haberine göre; 600'den fazla Kürt milisin ölürken, yalnızca 1 ABD'linin öldüğü açıklandı.

ABD Savunma Bakanı James Mattis, Suriye'nin Rakka kentini IŞİD militanlarından kurtarma operasyonu sırasında 1 ABD askerinin ve 600'den fazla Kürt milisin hayatını kaybettiğini söyledi.

Sputnik’in haberine göre Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin desteğiyle Rakka'nın militanlardan tamamen kurtarıldığını duyurmuştu.

Suriye Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili ise, ABD'nin ve koalisyon güçlerinin Rakka'nın IŞİD'den kurtarıldığına yönelik açıklamalarının “Uluslararası toplumun dikkatini sözde koalisyonun ve destekçilerinin Rakka'da işledikleri suçlardan başka yöne çekmek amacıyla söylenen yalan” olduğunu belirtmişti.

Öte yandan Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, koalisyonun kenti yeryüzünden silerek zafer kazandığını açıklamıştı.
Ana Haber

Fatma Sibel GÜRCİHAN:: Halep Gerçeği, Reis Putin'
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ekm 31, 2017 9:54 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ekm 12, 2017 6:36 pm    Mesaj konusu: Afrin’de Türk ordusunu kanlı bir çatışma ortamı bekliyor Alıntıyla Cevap Gönder

İlker Başbuğ: Sınırlarımıza Şam yönetimi gelmelidir!
20 Oca, 2018



Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ: TSK Afrin harekatını başarıyla yapar. Esad ile işbirliği yapılmalı ve sınırımıza Şam yönetimi gelmelidir
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ Ulusal Kanal’da Baki Özilhan’ın sunduğu “Sansürsüz Sohbet” programına konuk oldu. Başbuğ programda Afrin harekatına ilişkin açıklamalarda bulundu. İlker Başbuğ’un Afrin açıklamaları şu şekilde: Afrin meselesini iyi anlamak lazım. Afrin dağlarında PKK’lılar var. PKK’lılar buradan Amanos ve Hatay tarafına geçiş yapabiliyorlar. Bu bölge PKK’lıların üssü durumunda. Türkiye’nin İdlib harekatının asıl sebebi Afrin’e harekat diye düşünüldü. Afrin harekatı sonucunda teröristlerin Türkiye’ye geçişleri engellenir. Kürt koridorunun önüne geçilir. Türkiye bu harekatı yapmakta kararlı görünüyor. Afrin harekatı için hava sahasının açılması ve hava operasyonları çok önemli ama Rusya hava sahasını açmasa dahi Türkiye Afrin’e girecek kararlılıkta görünüyor. Afrin harekatınının başında bulunan Metin Temel Paşa benim yanımda binbaşı olarak çalışan çok yetenekli bir arkadaşımızdır.

TÜRKİYE SINIRINA ŞAM GELMELİ!

Suriye ile işbirliği konusunda da açıklamalarda bulunan Başbuğ, “PKK/PYD’yi bitirmek, terörü temizlemek ve sınır güvenliğimizi sağlamak için Türkiye’nin Suriye ile işbirliği yapması gerekmektedir. Türkiye’nin sınırına Şam yönetimi gelmelidir. Sihirli cümle, Esad ile anlaşmaktır” ifadelerini kullandı.
Başbuğ, Suriye’deki sorunların ÖSO ile değil merkezi ve yasal Suriye hükümetiyle birlikte hareket edilerek çözülebileceğini belirtti.
“İç kaleyi sağlam tutmak ve beraberliğimizi sağlamak zorundayız” diyen Başbuğ, TSK’da emir-komuta düzenini yeniden sağlamak gerektiğini belirterek “TSK’da açılan 15 Temmuz yaralarını sarmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Aydınlık

Rus uzman: Afrin’de Türk ordusunu kanlı bir çatışma ortamı bekliyor olacak
17/01/2018



Rusya Stratejik ve Teknolojik Analiz Merkezi Direktörü Ruslan Puhov, Türkiye’nin Afrin’e ‘muhtemel’ operasyonuyla ilgili olarak, “Türk ordusunu ‘basit bir gezinti’ değil, kanlı bir çatışma ortamı bekliyor olacak” dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ilk olarak 13 Ocak’ta Afrin’e yapılacak operasyonun sinyalini “Bir haftaya kalmaz” diyerek vermişti. Bu sözlerin ardından sınıra yoğun askeri sevkiyat başlarken Erdoğan önceki gün operasyonun her an başlayabileceğini söylemişti.

Sputnik’in aktardığına göre, Kommersant gazetesine konuşan Puhov, Kürtlerin arkasında ABD’nin bulunduğuna dikkat çekerek, “Suriye krizi boyunca ABD, Kürtlere silah, zırhlı araç, topçu silahı ve havan mermileri verdi. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinde kapsamlı çatışmalar yaşanması halinde Türk ordusunu ‘basit bir gezinti’ değil, kanlı bir çatışma ortamı bekliyor olacak” diye konuştu,

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi Genel Direktörü Andrey Kortunov da Moskova’nın bu duruma müdahil olma olasılığının düşük olduğunu söyledi.

Kortunov şöyle devam etti: “Türkiye’nin Suriyeli Kürtlere yönelik operasyonu, Ankara’nın Soçi’deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ni kapsayan barış sürecinden çıkmasına neden olabilir. Bunun sonucunda da, daha önce birkaç kez ertelenen kongre iptal edilebilir ya da Kürtler olmayacağı için anlamını yitirebilir.”

‘Dış aktörlerin elinde koz yok’

Türkiye’deki terör eylemlerinin yeniden başlaması da dahil olmak üzere Ankara için büyük riskler bulunmasına rağmen Suriyeli Kürtlere yönelik operasyonun büyük oranda karara bağlandığını belirten Rus uzmanlara göre “Erdoğan’ın kararı anlık değil, YPG’ye karşı izlediği tutarlı ve sert politikanın devamı niteliğinde. Bununla birlikte dış aktörlerin elinde Ankara’yı operasyondan vazgeçirmek için koz bulunmuyor.”
Diken

"ABD'nin 30 bin kişilik ordu kurma kararı, Türkiye için en kötü senaryo"
16 Ocak 2018



"Türkiye açısından en kötü senaryonun hayata geçmesi yönünde ileri bir adım atıldığını söyleyebiliriz"

ABD’nin 30 bin kişilik ordu kurma kararını, Türkiye için ‘en kötü senaryo’ diye yorumlayan Doç. Dr. Ahmet Kasım Han ‘‘Türkiye’nin Afrin söylemleri İdlib’deki sıkışmışlıkla bağlantılı” diyor. Han Birgün'den Can Uğur'a konuştu.

Uğur'un haberine göre, İdlib’de geçen hafta Suriye yönetiminin bölgedeki ilerleyişi ile birlikte tansiyon yükselirken önceki gün ABD’nin PYD’nin içerisinde olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin de katılacağı 30 bin kişilik ordu kuracağı ve Türkiye sınırına konuşlandıracağı açıklaması tabloyu daha karışık bir hale getirdi. NATO üyesi Türkiye’nin ABD ile YPG güçlerinin desteklenmesi konusundaki anlaşmazlığı ‘ordu kurulacak’ anlaşmasıyla birlikte daha da derinleşti. Öte yandan ise Rusya ve İran’la olan ilişkiler de İdlib’e yönelik Suriye yönetiminin ilerleyişi noktasında gerilmiş durumda. Bu iki denge arasında sıkışmış durumda olan Türkiye’de ise Afrin’e yönelik askeri sevkıyat yapılırken müdahalenin ‘an meselesi’ olduğu Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından dile getirildi. Bu kısa sürede meydana gelen baş döndürücü gelişmelerin kısa-orta ve uzun vadede nereye tekabül edeceği merak konusu. Ortadoğu Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Kasım Han, İdlib’deki gelişmeler ile Afrin’deki gelişmelerin birbirine bağlı olduğunu ifade etti. ‘İdlib’de dengenin bozulması Afrin’e yönelik adımların hızlanması sonucunu doğurdu’ diyen Doç..Dr. Han ABD’nin 30 bin kişilik ordu hamlesini şöyle açıkladı: ABD’nin bu adımı açıkça ‘otonom bir siyasal yapı’ kurma girişimi olarak yorumlanabilir. Eğer ABD’liler bu amaçla söz konusu adımı atmıyorlarsa “yaptıklarının sonuçlarına ilişkin düşünme yeteneklerini tümüyle kaybetmişler” demektir.

Türkiye açısından bu adımın ne anlama geldiğini sorduğumuz Doç. Dr. Han tabloyu şu ifadelerle yorumladı: Türkiye açısından en kötü senaryonun hayata geçmesi yönünde ileri bir adım atıldığını söyleyebiliriz. İlgili hamle bu anlama geliyor. Türkiye’nin şöyle bir pozisyonu var, istisnalar bir yana, toplumda, genelinde Kürt siyasi grupların devletleşme hamleleri, özelinde Kuzey Suriye’de meydana gelen gelişmeler yoğun olarak ulusal ‘beka’ya yönelik tehdit kavramı çerçevesinde değerlendiriliyor. Bu ‘ortak tehdit’ algısı iktidarı, bölgedeki söz konusu grupların otonomilerini genişletme hamlelerinin hepsini karşılamak durumunda bırakıyor. Bunun iç siyasetle ilgili tarafı da var. Bugün AKP’nin kurduğu, ‘yerli ve milli’ olarak adlandırılan blok neredeyse tüm bileşenleriyle, en sağından en soluna, bu alanda hassas ve sert reflekslere sahip. Bu iktidarın adım atmasını zorunlu kılan bir baskı yaratıyor.

İç politik denge


İktidarın tepkilerini iç politikayı da dikkate alarak yapılandırdığını belirten Han, şunları söyledi: Türkiye seçim sathı mailine girmiş durumda. Girilecek seçimde kural yüzde 50’nin üzerinde oy almak. Bu kadar ‘ortak tehdit algısı’ma konu bir meselede böyle bir seçim sürecinde pasif kalmanın iktidar adına ciddi bir risk olduğunu görmek gerekiyor ve bu riskin alınması kolay değil. Yine iktidar partisinin bu kadar yoğun biçimde sıkıştırıldığı bir dönemde bir meselede daha sıkıştırılmayı isteyeceğini düşünmüyorum.

İdlib-Afrin denklemi

“İdlib ile Afrin arasında bir bağlantı var mı” sorusunu yönelttiğimizde ise Han şöyle devam etti: İdlib’te umduğu dengenin kurulamamış olması Türkiye’nin Afrin’le ilgili daha uygun şartları bekleme hevesini köreltmiş durumda. Türkiye Afrin meselesinde niye bekliyordu? Çünkü İdlib’de bir uzlaşma vardı. ve bu uzlaşmanın Afrin’e ilişkin daha elverişli bir ortam yaratması bekleniyordu. Ancak Suriye rejimi ve müttefikleri İdlib’le ilgili harekete geçtiği andan itibaren bu denge bozuldu. İdlib’de olup bitenle Afrin’de olup bitecek olanlar arasındaki bağlantı koptu. Türkiye için dengeyi sürdürme ihtimali de hızla ortadan kalkıyor. Ankara’nın bu yüzden en yakın zamanda harekete geçmeyi düşünüyor olması kuvvetli bir olasılık. Çünkü harekete geçmezse Afrin’de bir daha harekete geçmesi için gerekli koşulları bulamayabilir. Böyle bir tablo var karşımızda. Hem ulusal hem de uluslararası planda ciddi bir maliyet de yüklenmiş olur.

Şimdi ne olacak?

Ahmet Kasım Han’a göre var olan gelişmeleri iyi analiz etmek ve yeni bir denge kurmak gerekiyor. Han sözlerini şu ifadelerle noktaladı:

Bunun hazır bir formülü yok. Asgari olarak yapılması gereken şey bölgede özne olan taraflardan birisi ile iyi ilişkiler geliştirmeli ve yeni bir denge hattı kurmalıdır. Ancak bugün gelinen koşullarda kendi çizgilerinden ciddi taviz vermeden bunu yapmanın çok mümkün olduğunu söylemek de oldukça zor.

T24
ETİKETLER
İdlib abd ordu suriye türkiye erdoğan rusya esad rejimi

Mustafa Karaalioğlu: Esad da kazandı ve biz kaybettik
24/11/2017



Adını da koyalım: Görünen o ki Rusya ve İran kazandı, bu iki ülkeyle birlikte Esad da kazandı ve biz kaybettik.

Öncelikle Esad iş başında kalıyor. Yani, Türkiye’nin en ateşli düşmanı sayılabilecek bir lider koltuğunda oturmaya devam edecek ve üstelik ‘zafer kazanmış’ olmanın verdiği bir özgüvenle…

İkincisi… Esad kadar ve Esad’dan da eskiye dayanan bir öfkeyle Türkiye’nin ateşli düşmanı olan PKK, PYD/YPG markasıyla sınırımızda olmaya devam edecek ve Rusya’nın pek gizlemeye gerek görmediği şekilde yeni Suriye’de rol alacak. İster federasyon olsun, ister üniter fark etmez YPG’nin rolünün otonom bir karakter taşıyacağı besbellidir. Onlar da Suriye’nin kurtuluşu ve IŞİD’in temizlenmesinde rol almış olmanın avantajıyla en az Esad kadar özgüven taşıyorlar.

Suriye’de gelinen aşamada barış yine sağlanamayacak ama Türkiye’nin tezleri bırakın uygulamayı, konuşulamaz hale getirecek. Olup biten budur…

Mustafa Karaalioğlu’nun yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-karaalioglu/biri-bile-olamazdi-simdi-ikisine-de-mi-evet-diyecegiz-5528

Ali Sirmen: Tersine dönen Suriye politikası tepeden tırnağa yanlış çıkmıştır
25/11/2017



Bütün bunlar büyük yıkıma yol açtıktan sonra, Soçi’de varılan nokta şudur:

Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte Suriye’nin Esad yönetimi altında toprak bütünlüğünü garanti ederken, bir zamanlar büyük bir yanlış sonucu lideri göründüğü Sünni cepheden kopmuş, Şiilere destek veren Moskova ve Tahran’ın yanına savrulmuştur.

Zaman içinde kendisinin gidici olduğu görülen Davutoğlu’nun gidiciliğini ‘muştuladığı’ Esad, kalıcığını pekiştirmiş ve Ankara’nın bu konudaki desteği de tescillenmiştir.

Kısacası, tümüyle tersine dönen Suriye politikası tepeden tırnağa yanlış çıkmıştır.

Keşke, zamanında ‘monşerler!’ dinlenmiş olsalardı da bu büyük ve çok pahalı yanlışlar yapılmasaydı.

Ali Sirmen’in yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/873336/_Monser__ler_uyarmislardi.html

"Zaman kimin haklı olduğunu Erdoğan'a bir kez daha ispatladı"
24 Kasım 2017



"Atatürk Hatay meselesini bile, Suriye'nin gururunu incitmeden barış yoluyla çözümledi"

Sözcü yazarı Soner Yalçın, "Atatürk Suriye yönetimiyle hep çok yakın oldu. Nasıl olmasın? Suriye'yi yönetenlerin hemen hepsi Türkiye'de yetişmişti" dedi. "Atatürk Hatay meselesini bile, Suriye'nin gururunu incitmeden barış yoluyla çözümledi. Zamanla…" diyen Yalçın, "Mezhepsel dış politika izleyerek hata üstüne hata yapmaya başladı.
Zaman kimin haklı olduğunu Erdoğan'a bir kez daha ispatladı" dedi.

Yalçın'ın "Erdoğan’ın meziyeti" başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Akıllı insana hatasını göster, sana teşekkür eder.
Cahil insana hatasını göster, sana hakaret eder.
Erdoğan'ın Suriye politikasında hatalı olduğunu her yazdığımda, kimi yandaşların atmadıkları çirkeflik kalmadı.
Bugün…
Erdoğan, Suriye konusunda hatasını anlamıştır; düzeltme yolundadır.
Hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır! Bu sebeple…
Erdoğan'ın Astana ile başlayıp Soçi ile devam eden Suriye müzakerelerindeki olumlu tavrı, hatasından ders çıkardığını; yılanın başının ABD emperyalizmi olduğunu kavramaya başladığını gösteriyor.
Bu olumlu diplomatik adımları görmeyip, öfkeyle sürekli Erdoğan'ın Suriye hatasından söz edersek kendimizi-ülkemizi cezalandırmış oluruz.
Bunun kime yararı olur?
Böylesine kötümser bir dış politika anlayışı olabilir mi? Her somut gelişme yeni somut tahlillere yol açmalıdır.
Biz, savaştan değil barıştan yana olma kararlılığımızı ısrarla sürdürmek zorundayız. Erdoğan bizim savunduğumuz çizgiye geldiyse yerimizden niye memnun olmayalım! Bundan mutlu olmamız gerekir. Çünkü:

Mevzubahis olan Türkiye'dir…
Mevzubahis olan Suriye'dir…
Mevzubahis olan “yurtta sulh dünyada sulh” anlayışıdır…
Suriye'de kardeş kanının dökülmesinin önüne geçen, ülkenin toprak bütünlüğünü savunan her somut diplomatik girişimi desteklemeliyiz.
Hele bakınız:
Suriye bizim komşumuz değildir.
Suriye bizim akrabamızdır…

T24

Fatih Altaylı: 'ABD'nin babana attığı kazığı unutma' derim hep
12 Kasım 2017



"Putin ile Trump, Suriye’nin tek parça olması konusunda uzlaşmışlar"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, ABD ve Rusya'nın, ortak bir bildiri imzalayarak, Suriye krizinde askeri bir çözümün olmadığını duyurmasını değerlendirdi. Rusya'nın, Suriye'nin geleceğinde söz sahibi olacak YPG ile de masaya oturacağını belirten Altaylı, "Barzani’nin ABD’ye güvenerek gaza geldiği her dönemde ben, “ABD’nin babana attığı kazığı unutma” dedim hep ve haklı çıktım. Bu bölgede 'büyüklerin' taşeronluğuna soyunup yatağa giren herkesin de bunu unutmaması lazım" ifadesini kullandı.

Fatih Altaylı'nın "Bu kulaklar neler duydu bu gözler neler gördü!" başlığıyla yayımlanan (12 Kasım 2017) yazısının ilgili kısmı şöyle:

İyi mi kötü mü?

Putin ile Trump, Suriye’nin tek parça olması konusunda uzlaşmışlar.

Böyle okuyunca haber iyi gibi görünüyor.

Ancak detaylar ilginç.

Rusya, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacak tüm gruplarla masaya oturacağını açıklıyor.

Bu gruplar arasında elbette ki YPG/PKK da yer alıyor.

Hani şu silah verdiği için ABD’ye çok öfkeli olduğumuz YPG/PKK.

Tabii şunu da asla unutmamak lazım.

Barzani’nin ABD’ye güvenerek gaza geldiği her dönemde ben, “ABD’nin babana attığı kazığı unutma” dedim hep ve haklı çıktım.

Bu bölgede “büyüklerin” taşeronluğuna soyunup yatağa giren herkesin de bunu unutmaması lazım.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı abd türkiye suriye rusya vladimir putin donald trump ypg pkk

Bondarev: Suriye’deki kriz neredeyse bitti, ABD’nin yeni silahlı krizlere ihtiyacı var
09.11.2017

Rusya Federasyon Konseyi Savunma Komitesi Başkanı Viktor Bondarev, ABD Kongresi’nin onayladığı yeni bütçe taslağıyla ilgili “Suriye’deki kriz neredeyse bitti, ABD’nin dünyada yeni silahlı krizlere ihtiyacı var, özellikle de Rusya sınırlarındaki bölgelerde” ifadelerini kullandı.

ABD Kongresi’nin onayladığı yeni bütçe taslağına göre, Avrupa'da Rusya'ya karşı koymak için 4.6 milyar dolar ayrılacak. Kiev'e ise Ukrayna'ya ölümcül silah sevkiyatını öngören savunma alanında destek girişimi çerçevesinde 350 milyon dolarlık askeri yardım yapılacak.

Sputnik'in haberine göre, Bondarev “Bu bütçe artışına aynı şekilde karşılık vermeyeceğiz, yani bütçemizi arttırmayacağız. Bizim bütçemiz ülkenin savunma ihtiyacını tam olarak karşılıyor” dedi.

ABD’nin bütçesinin tamamen Rusya’yı hedef aldığının açık olduğunu belirten Bondarev şöyle devam etti: “Komşularımızı besleme politikası da yeni değil. Ukrayna’ya ölümcül silah sevkiyatının finanse edilmesi ve gerçekte kesinlikle olmayan Rusya saldırganlığından Baltık ülkelerinin korunması bu politikanın göstergesi. ABD bunu on yıldan fazla bir süredir yapıyor. Suriye’deki kriz neredeyse tamamen bitti. ABD’nin zayıflayan doların akışını sağlaması için yeni bir askeri operasyon tiyatrosuna ihtiyacı var. Washington, dünyada yeni silahlı krizlere ihtiyaç duyuyor, özellikle de bizim sınırlarımızdaki bölgelerde.”

ABD Rusya kriz Suriye Ukrayna Avrupa dolar Sputnik operasyon
Birgün

Gölge CIA Stratfor: Suriye’de savaş bitti
29 Eki, 2017



ABD’nin ‘Ortadoğu’yu parçalama’ planının Suriye’de çöktüğünü, gölge CIA olarak bilinen Stratfor ilan etti. Kurum ‘Suriye’de savaş sonuçlandı’ dedi.

YUNUS SONER-DEHA DURSUN

Gölge CIA olarak da nitelendirilen Amerikan araştırma kuruluşu Stratfor, 25 Ekim’de yayımladığı bir raporda ‘Suriye’de savaş sonuçlandı’ tespitinde bulundu. Charles Glass tarafından kaleme alınan raporda “6 buçuk yıl süren savaş sonrasında, ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından desteklenen ayaklanmacılar Esad’ı devirmeyi başaramadı. En başarılı şey, başarının kendisidir. Esad’ın direnci düşmanlarını, kendisinin gitmeyeceğini kabul etmeye zorladı” denildi.

CIA’DAN SURİYE İSTİHBARATINA TELEFONLAR

Rapora göre başta ABD olmak üzere herkes bu gerçeği kabul etmeye başladı. Washington yönetimi artık “rejim değişikliğinden” bahsetmiyor. Glass’ın ifadesine göre CİA Direktörü Mike Pompeo geçen Ocak ayında Suriye askeri istihbarat başkanı Ali Memlük’ü telefonla aradı ve kaybolan bir Amerikalı gazeteci için yardım talebinde bulundu. Pompeo, Memlük’ten ayrıca, ABD için tehdit oluşturabilecek cihatçı gruplar hakkında bilgi de talep etti. Stratfor raporuna göre İngiltere de Şam’a diplomasi amaçlı görevliler göndermeye başladı. 2012’de elçiliklerini kapatan AB ülkeleri de düzenli olarak diplomatik heyetlerini gönderiyor. Glass, başta ayaklanmayı destekleyen Mısır’ın bugün Esad’ın yanında yer aldığını, Irak’ın Suriye’ye askeri yardım gönderdiğini belirterek “CİA’nın topraklarında isyancılara eğitim vermesine izin veren Ürdün bile Şam ile ilişkilerin yakında olumlu bir dönemece gireceğini söylüyor” diye yazdı.

DIŞARDA KALANLAR: TÜRKİYE VE SUUDİ ARABİSTAN

Stratfor’a göre Esad varlığıyla henüz yüzleşmeyen iki ülke, Türkiye ve Suudi Arabistan. Ancak Glass, bu iki ülkenin Suriye’nin yakın müttefiki Rusya ile ittifak haline girdiğini belirtiyor. Suriye’de koşulların normalleşmesine geniş yer veren yazıda, Türkiye’nin S 400 füzeleri üzerinden NATO ile karşı karşıya geldiği vurgulanıyor, ardından İdlib Harekatı ele alınıyor. Yazar Glass’a göre bir ihtimal, Türkiye’nin İdlib üzerinden PYD’yi kuşatması. Başka yorumlara göre Türkiye, cihatçı grupların Suriye dışına çıkmasını engellemek için bunları İdlib’de yok etme stratejisini benimsedi.

İDLİB VE SURİYE KÜRDİSTANI ESAD’A KARŞI MEVZİ

Glass’ın ele aldığı diğer senaryo ise Türkiye’nin İdlib’i, Esad’ı sıkıştırmak amacıyla üs haline getirmesi. Glass, “ABD Suriye Kürdistan’ını Suriye ordusuna saldırılar için mevzi olarak kullanabilir, yıllar önce Honduras’ta Contra’ları Nikaragua’ya karşı kullandığı gibi” diyor. Glass yazısını şu ifadelerle sonlandırıyor: “Cihatçıların Esad güçlerini zayıflatmak için yaşamaya devam etmesi ya da ülkeden kovulması Washington’un vereceği bir karara bağlı. Bu karar iki yönde de olabilir. Esad savaşı kazandı, ama bu, savaşın bittiği anlamına gelmiyor.”

Aydınlık

Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a: Söyleyeceklerimi anlayacak kıratta değilsin ama şu 5 soruya cevap vermeyi dene
13 Ekim 2017



"Dostu Esad olanın, nasıl oldu da bir süre sonra düşman Esed oldu?"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu "Söyleyeceklerimi anlayacak kıratta değilsin ama aşağıdaki 5 soruya cevap vermeyi dene" diyerek , Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a, 5 soru yöneltti.

Kişisel Twitter hesabından paylaşımda bulunan CHP lideri sorlarını şöyle sıraladı:

1) Durup duruken Türkiye'yi Suriye bataklığının bir parçası haline kim getirdi?

2) Dostu Esad olanın, nasıl oldu da bir süre sonra düşmanı Esed oldu?

3) Kimin zamanında Suriye'deki kendi topraklarımızdan Süleyman Şah Türbesi'nin kaçırmak zorunda kaldık?

4) Suriye'ye girecek ve 24 saatte Şam'daki Emevi Camii'nde namaz kılacaktık. Nasıl oldu da tam tersi gerçekleşti ve 4 milyon Suriyeli Türkiye'ye girdi?

5) Türk askerinin İdlib'e girme ve Esad'ın yanında yer alma stratejisi kime ait? Bu kimin yanlış stratejisinin çöktüğünü gösteriyor?

T24
ETİKETLER
kemal kılıçdaroğlu recep tayyip erdoğa

Fatma Sibel GÜRCİHAN:: Halep Gerçeği, Reis Putin'in dizi dibinde uysalca sustu
15 Aralık 2016



Dün gece Suriye ordusunun Halep'te kontrolü ele aldığı kesinleşince Tayyip Erdoğan'a yıllardır büyülenmiş gibi bağlı olan kitlede ciddi bir kırılma yaşandı.
Son dakikaya kadar satıldıklarını kabul etmek istemediler, "Vardır Reis'in bir bildiği, Halep'i teslim etmez" diye düşündüler ancak Beşar Esad'ın Halep'e bizzat gidip askerleri ile kucaklaşmasının görüntüleri gelmeye başlayınca cenahta büyük bir vaveylâ koptu.

Kaynağı belli olmayan, en ucube işkence görüntüleri paylaşıp ağlamaktan sabaha kadar uyuyamadılar.

Sosyal medya dün gece kan ağladı.

Reis'ten talimat gelmeyince abdest bile alamayan bu gürûh, adeta darmadağın oldu.

Kimisi "Rus Büyükelçiliği'nin önüne yatalım" derken, kimisi "Halep'e gidip kendimizi patlatalım" teklifinde bulundu.

Sabahın 05'ine kadar twitterde yazışan Reisçileri takip ettim.

Aralarında Tayyip Erdoğan'a karşı çok ciddi bir güvensizlik yaşayanlar var.
Bazılarınız bunun temelsiz ve geçici olduğunu düşünebilirsiniz ama burada anahtar bir kelime var: Ümmet.

Onlar şimdiye kadar Tayyip Erdoğan'ın ne yaptıysa ümmetin selameti için yaptığına inandılar.

Zaten Suriye'ye de sünnileri şiilerin elinden kurtrmak için girmemiş miydik?
Türk kanı, Kürt kanı, Alevi, işçi, öğrenci, gazeteci vs. kanı dökülebilirdi ama Reis, ümmetin saç teline zarar gelse dünyayı yakardı.

Öyle inanıyorlardı..

Kendilerine göre Suriye ordusu dün gece Halep'te çocukları kesip kadınlara tecavüz ederken (ki doğru bilgi değil, aksine halk kutlama yapıyor) Reis Putin'in dizi dibinde uysalca sustu...

Şimdi içlerinde birden fazla beyin hücresi taşıyanlar şu soruyu da soracak: "Peki Reis neden sustu?"

Biz yardımcı olalım: Sustu çünkü korkuları onu Putin'in ve İsrail'in kucağına atmıştı.

Yıllarca kapısında beklediği Atlantik devletleri tarafından terk edildiğini görünce can havliyle Putin'e sığındı.

Yargılanmaktan ve suçlarının ortaya çıkmasından korkuyordu, gidecek yeri kalmamıştı.

Ne millet, ne devlet, ne ümmet.

Kendisinden, servetinden ve ailesinden başka önceliği yoktu..

Onun bu zaafını iyi bilen Putin kartlarını akıllıca oynadı.

Ve henüz Mavi Marmara'nın şokunu atlatamayan Ak yiğitler, bir de Halep'le sarsıldılar.

Bu daha başlangıç, Çok daha ağır gerçeklere hazır olun.

Hani Fethullah için artık "Meğer o bir şeytanmış, bilememişiz" diyorsunuz ya..
Aynısını başkaları için de söyleyeceksiniz.
Kaynak: Cumhuriyet

KUMANDAN CARLOS: BEŞİR CEMAYEL SUİKASTİ VE LÜBNAN
27 Ekim 2017



Dün Lübnan ile alâkalı bir takım haberler gördüm. Bundan 35 sene önce gerçekleştirilen Beşir Cemayel suikastiyle alâkalı bir haber. Hıristiyan Ketaib Partisi’nin ve Falanjist milislerin lideri olan Cemayel, 1982 yılında devlet başkanı seçilip aynı yıl bir suikast sonucu öldürülmüştü ve suikasti gerçekleştirmekle suçlanan iki kişiye 35 yıl sonra idam cezası verildi.

Bu hadise 1982’de gerçekleşti. İsrail’in baskısı sebebiyle Lübnan’a iltica edenleri hedef alan Falanjistler, bu suikasti bahane ederek yine İsrail’den aldıkları destekle Sabra ve Şatilla katliamını yaptılar. Yine FKÖ’nün Lübnan’dan çıkarılması için de bu fırsatı değerlendirerek Lübnan’ın güneyini işgal etti. Daha sonra da çok uzun bir süre oradan çıkmadı.

Beşir’in kardeşi Emin Cemayel, el Fetih ile yakın ilişkiler geliştirmişti. Bir takım gizli görüşmeler olmuştu. Üzerinden çok uzun seneler geçmiş olması sebebiyle görüşmelerde konuşulan şeyleri hatırlamıyorum. Beşir Cemayel öldürülmeden evvel haftada bir kere Beyrut’taki Lübnan askerî ofisini ziyaret ederdi. Ailesi de Beyrut’taydı, çocuklarından birisi ise Fransa’daydı. Beşir, İsrail’in desteğiyle parlamento tarafından başkan seçildikten sonra suikaste uğradı. Malûm Lübnan’da çok uzun süre savaş hâli devam etti; Lübnan savaşı uluslararası bir boyut kazandı. Bu savaşta İsrail ile Suriye sık sık karşı karşıya geldi. Suikast ile suçlananlardan birisi yakalanamadı, diğerinin ise yakalandıktan sonra suikasti gerçekleştirdiğini kabul ettiği söylendi. O da Suriye’nin askerî müdahalesi sonrasında serbest bırakıldı, sonra ise ortadan kayboldu. Hadisenin üzerinden geçen 35 yılın ardından, cezaevinde dahî olmayan iki kişinin gıyabında idam hükmü verildi. Bu tamamıyla sembolik bir karar.

Soru şu; bu ve bundan sonra Lübnan’da yapılan suikastlerin arkasında gerçekte kimler var? Lübnan çok uzun süre uluslararası bir mücadele sahası olmuştur. Ülkede istihbarat örgütleri birçok faaliyet yürütmüş, tabiî olarak bölgedeki aktörler de bu istihbarat servisleriyle ilişkiler kurmuştur. Hıristiyanlar arasında milliyetçiler olduğu gibi İsrail istihbarat servisi ile de ilişkisi olan birçok hain türemiştir. Müslüman siyasî hareketlerin birçoğu Kahire tarafından kontrol ediliyordu. Suriye ise Lübnan siyasetinde her zaman önemli bir aktör oldu. Bilhassa, Suriye’nin Baas’tan sonra en büyük ikinci partisi konumundaki, gayesi bereketli hilâlde büyük Suriye devletinin kurulması olan Suriye Nasyonal Sosyalist Partisi çok aktifti. Tabiî ki, senelerce Suriye ve Lübnan’da hâkim olan Fransa’nın bölgede söz sahibi olmak için neler yaptığını biliyoruz. Bugüne kadar birçok meseleden bahsettim, Stalin’den, Latin Amerika’dan, Avrupa’dan, Asya’dan, emperyalizm ve Siyonizm’den; şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki, çok hareketli geçirdiğim hayatım boyunca, Arap ülkelerindeki sosyal açıdan korkunç tablodan daha kötüsüyle dünyanın hiçbir yerinde karşılaşmadım. İşte Lübnan, bu korkunç sosyal tablonun küçük bir prototipidir. Dolayısıyla böyle bir ortamda gerçekleştirilen siyasî suikastlerin kim tarafından yapıldığını kestirmek oldukça güçtür.

Bu bölgede senelerce bulundum ve barış için emperyalistlerle ve Siyonistlerle mücadele ettim. Elbette bu mücadelede tek değildim, yanımda birçok insan vardı. Ben ve bu insanlar, terörist ve illegal faaliyetler yürüten insanlar olarak anıldık. Hıristiyan olsun, Müslüman olsun birçok haine denk geldim. Bunlar vasıtasıyla operasyonlar yapıldı. Cemayel suikasti de bu operasyonlardan birisi. Cemayel’in Lübnan Kuvvetleri milislerinin Lübnan’ın kurtuluşu için mücadele ettiği de bir yalandır. Bu oluşum, istihbarat servislerini savunan faaliyetlerde bulunmuştur. Latin Amerika’da da işletilen bir model üzerine kurulmuştur. Filistin davasına Müslümanlardan daha çok faydası olan Hıristiyanlar olduğu gibi, hainler de vardı.

Her neyse Cemayel suikastinin arkasında Suriye’nin olduğu iddia edilmiştir. Zira daha sonra Hariri suikasti başta olmak üzere Lübnan’da gerçekleşen birçok suikastin arkasında Suriye’nin olduğu söylenmiştir. İşin enteresan tarafı, bu suikastlerin ardından en zararlı çıkan da hep Suriye olmuştur. Aradan geçen 35 yılın ardından ne değişti de, mevzu bahis iki kişinin suçluluğu ispatlandı ve haklarında gıyaben idam cezası verildi. Bu gerçekten çok enteresan ve çok komik bir mevzu…

Şu anda iktidarda olan Beyrut hükümetinin vatansever bir hükümet olduğunu, şu anda Başbakan olan Refik Hariri’nin bir hain olmadığını ve cesur bir adam olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Michel Avd, Lübnan vatanseveri Marunî Hıristiyanlarındandır. Mahkemenin bu kararı niçin aldığını gerçekten bilmiyorum, ama gelecek günlerde bunun geç kalan adalet mi yoksa başka bir şey mi olduğu ortaya çıkacaktır.

Bugün dünyada adaletsizlik ve sosyal problemler hiç olmadığı kadar fazlalaşmış durumda. Birçok insan hiçbir şeyle alâkası olmamasına rağmen öldürülüyor. Siyonist ve emperyalist ittifak, dünyanın her yerinde bir takım yeni hesaplar yapıyor; vatansever insanlar da buna karşı direniyor. İnanıyorum ki, planlarını gerçekleştirmede başarılı olamayacaklar.

Allahû Ekber!

IlichRamirez Sanchez
Tercüme: Faruk Hanedar
Kaynak:Adımlar dergisi

Ahmet Takan: Davutoğlu, Esad görüşmesinde bağırdı ve salondan çıkarıldı
29 Ekim 2017



Dışişleri Bakanı iken Ahmet Davutoğlu’nun Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile yaptığı görüşmede öfkelenip "istifa edeceksin" diye bağırdığı ve daha sonra Esad tarafından salondan çıkarıldıkları iddiası gündeme bomba gibi düştü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski danışmanı Ahmet Takan, bugünkü yazısında çok çarpıcı iddialara yer verdi.

DİĞER FOTOĞRAFLAR

ABD 'nin Suriye ve Esad üzerinde baskılarını arttırdığı bir zamanda Dışişleri Bakanı olarak Esad’la bir ziyaret gerçekleştiren Ahmet Davutoğlu’nun görüşmesinde yaşananları aktaran Takan, Davutoğlu’na da seslenerek yazdıklarına cevap beklediğini ifade etti.

İşte Ahmet Takan’ın “Davutoğlu masaya yumruğunu neden vurdu?” başlıklı yazısı

Öncelikle şu tespiti yapayım:

Türkiye'nin Ortadoğu bataklığına gömülmesinin ve son 15 yıldaki tüm dış politika başarısızlıklarının 1 numaralı sorumlusu, azledilen Başbakan unvanına sahip Ahmet Davutoğlu'dur. Stratejik çukurluğun eser sahibinden sonra diğerlerinin sorumluluk dereceleri o günkü bulundukları pozisyon ve konjonktüre göre değişir.

Hatırlar mısınız?..

Suriye'de ilk iç karışıklığın başlatıldığı 2011 yılında Dışişleri Bakanı sıfatıyla Ahmet Davutoğlu Suriye'ye gitmiş Esad ile görüşmüştü. Uzun saatler süren o gergin toplantı sadece Türkiye'de değil tüm dünyada merakla takip edilmişti. Hem toplantının hemen sonrasında hem de daha sonraki günlerde medyaya içerik ile ilgili çok farklı bilgiler yansımıştı. Şu Pazar günü sizleri Google efendinin arşivine başvurma zahmetinden kurtarıp 9 Ağustos 2011 tarihli görüşmeden bazı hatırlatmalar da bulunalım:

Davutoğlu, görüşmede, Esad'ın askeri operasyonları durdurması ve reformlara hız vermesi yönünde Başbakan R. Erdoğan'ın mesajını iletmişti. Bu kritik görüşmenin saatlerce sürmesi, Suriye'de tansiyonun düşürülmesi ve istikrarın yeniden tahsisi için bir yol haritası ya da takvimle ilgili detayların ele alındığı yorumlarının yapılmasına neden olmuştu.

Esad, Davutoğlu'na "terörist grupların peşini bırakmayacağız" demişti.

Esad, Suriye'nin uygulamakta olduğu kapsamlı reform sürecini tamamlamada ısrarlı ve kararlı olduğunu ifade ederek, bu bağlamda dost ve kardeş ülkelerden yardım almaya açık olduğunu söylemişti.

ABD'nin Suriye ve Esad üzerinde baskılarını arttırdığı dönemde Ahmet Davutoğlu yaptığı ziyaretin arkasından Türkiye'de bir özel televizyonda canlı yayında şunları söylemişti;

"Biz Suriye'de bütün alternatifi deneyerek bugünlere geldik ama bu sancılı sürecin çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Artık bu süreci yıllarla ifade etmek yerine aylar veya haftalarla ifade etmek gerekir."

Yani, nevi sahsına münhasır bir şekilde Ahmet Davutoğlu Esad'ın ipinin çekildiğini söylüyordu!.. Ne oldu?.. Esad, hala yerli yerinde oturuyor...

Peki, o görüşmeden bugüne kadar dışarıya sızmayan gizli kalan pazarlıklarda Esad ile Davutoğlu arasında nasıl bir diyalog geçmişti?.. Heyette olan ve olup bitenlere şahitlik etmiş bir dostum anlattı:

"Esad, 'bana 4 ay müsaade edin içerdeki karışıklıkları bitireyim ondan sonra istediğiniz demokratik reformları yapayım' dedi. Ahmet Davutoğlu sinirlerine hakim olamadı, masaya yumruğunu vurarak, istifa edeceksiniz' diye bağırdı. Oda bir anda buz gibi oldu. Esad, 'istifa etmiyorum' diyerek toplantıyı bitirdi. Bizi odadan dışarı çıkardı."

***

Ahmet Davutoğlu'nun, Abdullah Gül'ün Başbakanlığı döneminde Suriye'ye yapılan ilk ziyaret ve daha sonrasındaki rolleri ve daha o günlerde odada buz gibi hava estiren sözleri... 1 Mart tezkeresinde yürüttüğü sinsi diplomasi ve gizli görevleri... Masasının yanı başında rahle-i tedrisattan geçenler ve onların daha sonra bu devletin başına nasıl bela oldukları... Başbakanlığı döneminde, yüreklerimizde büyük yara açan Süleyman Şah Türbesinin kaçırılışı ve Türkiye'nin ilk toprak kaybında yaptığı gizli pazarlıklar ve hiçbirimizin içine sinmeyecek aldığı destekler... Musul Başkonsolosluğumuzun işgali ve sonrasında yapılan kirli pazarlıklar... Son günlerde Erdoğan'a ve partisine bağlılık açıklamaları yaparken, su yolu haline çevirdiği İstanbul 'daki Abdullah Gül'ün ofisinde ve bir "stratejik merkez"de katıldığı gizli toplantılar... Elbette, bu yalan dünyanın mahkemelerinde ortaya çıkmazsa gerçek dünyada yüce Yaradanın mutlak mahkemesinde ortaya çıkacak..

Sayın Davutoğlu, bu satırlara da bir açıklama gönderirseniz çok sevineceğim. Ne diyeceğinizi çok merak ediyorum. Benimle, avukatınız aracılığıyla değil de birbirimizin gözlerinin içine bakarak mahkemede yüzleşmeye yüreğiniz var mı?.. Hüseyin Avni Karslıoğlu da sizin şahidiniz olsun, ben tek başıma geleceğim!..

Millî Gazete

El Bab'ta şehit olan ast subayları, Pentagon bağlantılı ÖSO'cular infaz etmiş
08 Kasım 2017



Yeni Şafak'ın haberine göre; 29 Kasım 2016’da Suriye’nin el Bab kentinde iki Türk astsubayının kaçırılarak şehit edilmesiyle ilgili ilginç bir iddia ortaya çıktı.

Türkiye’nin 24 Ağustos’ta terör tehdidine karşı Suriye ’nin Cerablus bölgesinden başlattığı ‘ Fırat Kalkanı Harekatı’ 213 gün sürdü.

PKK’nın Irak’tan başlayarak Türkiye sınırı boyunca uzanacak terör koridoruna büyük darbe vuran harekâtın en kritik noktası Bab’ta Türk üsleri vuruldu ve farklı sabotajlar tertiplenerek Mehmetçiğin ilerleyişi durdurulmak istendi.

Bab-Dane bölgesinde 29 Kasım günü 2 Türk astsubayı kaçırıldı. Olayın gerçekleştiği gün Türk askerlerinin tercümanlığını yapan Muhammed H.’isimli Suriyeli tercüman, kaçırılma olayında ABD -Pentagon bağlantılı bir ÖSO tugayının parmağı bulunduğunu söyledi.

Suriye’nin kuzeyindeki bir Türkmen köyünde doğup büyüyen Muhammed H., yaralı kurtulduğu olayı ‘önceden hazırlanmış bir tuzak’ diye niteleyerek şu bilgileri paylaştı: “Olay günü sabah saatlerinde Kıvanç Kaşıkçı (24) ve Muhammed Duran Keskin (28) adlı komutanlar beni arayarak muhalif bir Arapla görüşeceklerini ve benim de bu görüşmede tercümanlık yapmam gerektiğini söylediler. Ardından beni aldılar. Sonra görüşecekleri kişiyi de yanlarına aldılar ve hep birlikte Kifre bölgesinde yer alan Türk üssüne gittik. Giderken bir ÖSO grubundan silahlı kişilerin bulunduğu pikap bize korumalık yaptı. İdlib’den gelen şahısla benim çevirmenliğim eşliğinde üste görüşen Astsubay Kaşıkçı ve Duran’la birlikte saat 13.00 sularında yeniden gittiğimiz güzergahtan dönüş için yola çıktık.”

KORUMA GRUBU DÖNÜŞTE YOKTU

“Kifre’ye giderken bize eşlik eden ve bölgede görev yapan ÖSO tugayına mensup askerler dönüşte bizimle gelmedi. (Bu tugay bölgede Pentagon ile bağlantılı 3 gruptan biri) Kısa bir süre gittik ve Dane köyü kırsalına geldik. Sadece bir bağ evinin olduğu alana geldiğimiz sıra yanımızdan geçen ve üzerinde iki kişinin olduğu bir motorsiklet bizi geçer geçmez ateş açmaya başladı. O an ileride bulunan zeytin ağaçları içerisinden 2 kişi daha çıkarak bize ateş etmeye başladılar. Saldırganlar ÖSO kıyafeti giymişlerdi. Kıvanç komutan, ‘Bizi tanımadılar, bunlar ÖSO’ diye bağırdı ve araçtan indi. O sırada Muhammed komutanın vurulduğunu gördüm. Silahlar aracın arka koltuğundaydı. Yalnızca otomatik tüfeklerden biri Kıvanç komutanın yanındaydı. Ancak aralıksız ateş açmaya devam edildiği için silahları almaya zaman bulamadık. Üçümüz de ön koltukta oturuyorduk.”

200 METREDEKİ O GRUP

“Araçtan inerek boş olan bağ evine girdik. Evin arka tarafındaki duvarların bir kısmı daha önce yıkılmıştı. Kıvanç komutan ‘burada kalırsak sağ bırakmazlar, zeytin ağaçlarına doğru koşalım’ dedi. Birlikte evdek çıkarak zeytin ağaçlarına doğru koşmaya başladık. Birkaç dakika sonra komutanı kaybettim. Ben ayağımdan yaralandım ancak en yakındaki kontrol noktasına ulaşmayı başardım. Ateş durunca Türk üssünü arayıp bize saldırıldığını söyledim. Bülent Albayrak binbaşı bize 200 metre uzaklıktaki Pentagon grubuna haber verdi. Ancak 15 dakika süren silah seslerine rağmen kimse olaya müdahele etmedi. Saldırıyı haber alan Binbaşı Albayrak’ın talimatına rağmen o noktadan hiçbir asker olay mahalline gelmedi.”

‘TERCÜMANI SAĞ BIRAKMAYIN’

“Ben Pentagon bağlantılı grubun kontrol noktasına geldiğimde telsizden, ‘o tercüman sağ kalmamalı’ anonsu yapıldı ve ben bunu duydum. Ancak Bülent Albayrak komutan, grubun liderini arayarak, ‘ben bölgeye geliyorum, tercüman ben gelinceye kadar kimseyle konuşmayacak ve kimse kendisine dokunmayacak’ diye kesin talimat verdiği için bana herhangi bir müdahalede bulunamadılar. Bülent Binbaşı olay bölgesine gitti ancak Muhammed Duran ve Kıvanç komutanlar kaçırılmıştı.”

PENTAGON’UN EMRİNDELER

“Bize ilk saldırı, motorsikletteki teröristler tarafından yapıldı. Bu motorsikletler Pentagon bağlantılı grubun kontrol noktası tarafından geldiler. Yaşadıklarımızı Türk komutanlara tüm detaylarıyla anlattım. Bir süre beni yanlarına alarak korudular ve sonrasında tüm ÖSO gruplarına kesin talimat verildi. Kesintisiz dakikalarca devam eden silah seslerine rağmen hiç bir müdahelede bulunmayan grubun komutanı defalarca beni istedi ancak ben Türk subaylara, ‘beni onlara göndermeyin’ dedim, böylece hayatta kaldım.”

Ana Haber

Aydın Engin: Erdoğan tükürdüğünü yaladı, iyi de oldu
22 Aralık 2016

Önceki gün Moskova’da Türkiye, İran ve Rusya dışişleri ve savunma bakanlarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Suriye’nin geleceğini belirleyecek kararların alındığı, ABD’nin yer almadığı çok önemli bir toplantıydı. 

Toplantı, Büyükelçi Karlov suikastının gölgesinde kaldı. Medyada önemi kadar geniş ve derinlemesine değerlendirilmedi. Oysa günlerce konuşulması, yazılması, yorumlanması gereken bir toplantıydı. 

Bu değerlendirme ve yorumlamaları uzmanları yapsın. 
Ama uzman olmayan ben, “Türkiye’nin son yıllardaki Suriye politikası tümüyle çöpe atıldı; dahası Türkiye’nin bugüne kadarki dış politikası da çok köklü bir değişime uğradı” denmesi gerektiği kanısındayım. 

Toplantının sonunda “Moskova Bildirisi” diye adlandırılan ve üç ülkenin mutabık kaldığının altının birkaç kez çizildiği bir açıklamadan kilit bir paragraf aktaracağım: 

“Rusya, İran ve Türkiye, Suriye hükümeti ile muhalefeti arasında barış anlaşmasına varılması için çalışmaya ve bu anlaşmaya garantörlük etmeye hazır. Üç ülke, Suriye’de önceliğin Esad hükümetini devirmek değil, terörle mücadele olduğunda mutabık.” 

Şimdi de üç hafta kadar önce Türkiye’nin Suriye politikasının mimarı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından yine kilit bir paragrafı hatırlatacağım: 

“Biz sabır, sabır, sabır dedik, en sonunda dayanamadık ve Suriye’ye Özgür Suriye Ordusu ile beraber girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? ..... Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil.” 

Art arda aktardığım iki paragraf birbiriyle taban tabana zıt. 
Diplomasi dilinde bu çapta bir çelişkiye, böylesi bir keskin dönüşe ne denir bilemem. Onu da uzmanlara bırakayım. Ancak benim dilimde (sanırım sizin de dilinizde) buna bal gibi “tükürdüğünü yalamak” denir. 
Bitmedi... 

Bir hatırlatma daha. 

Altı ay önce, 21 Haziran 2016’daTayyip Erdoğan, Suriye’de kol gezen örgütlerle ilgili yüksek fikirlerini açıklarken şöyle buyurdu: 

“Eğer DAEŞ’e karşı olanlar terör örgütü değilse o zaman El Nusra’ya niye terör örgütü diyorsunuz? El Nusra da DAEŞ’e karşı çok ciddi mücadele veriyor.” 

Bu cümle bir ek, bir açıklama gerektirmeyecek kadar açık.
Öyleyse şimdi de önceki gün açıklanan Moskova Bildirisi’nden bir kısa parfgraf aktarayım:

“...Üç ülke hem IŞİD ve El Nusra’ya karşı savaşta hem de diğer silahlı muhalefet gruplarını bu terör örgütlerinden ayrıştırmada işbirliği kararlılığını teyit eder...” 

Eee? 

Bu da tükürdüğünü yalamak değilse 
nedir?

***

Siyasal çizgisini sadece ve sadece “Erdoğan karşıtlığı” üstüne kuranlar, kullandığım “tükürdüğünü yalamak” deyiminden muhalif bir anlam süzebilirler; “Ohhh, tükürdüğünü işte böyle yalatırlar adama” gibi cümleler kurabilirler. 

Yanlış olur. 

Hangi nedenlerle, hangi siyasi tercihlerle olursa olsun, iktidarın, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığında kazananı olmayacak bir savaşın içine sürükleyecek sorumsuz bir siyasi tercihten çıkarıp, rejimi ne kadar berbat olursa olsun bir komşu ülkenin egemenliğini kabul etmesi ve politikasını bu doğrultuda düzeltmesi iyidir; savaştan değil barıştan yana saf tutanlar için bir kazanımdır...

***

Ancaaaak... 
AKP iktidarı bu yeni yönelimiyle bir başka siyasal yörüngeye girdiğini de ilan etmiş oluyor. 
Putin Rusya’sı, Mollalar’ın İran’ı ve Erdoğan’ın Türkiye’si el ele... 
(..)
Cumhuriyet

"Suriyeli Kürtler, ABD'nin kendilerini terk etmesinden korkuyor"
15 Aralık 2017



AFP'ye göre ABD'nin bölgeden çekileceğine yönelik endişeler Suriye Kürtlerini Rusya'nın yörüngesine sokuyor olabilir

Fransız haber ajansı AFP'ye konuşan Suriye Kürtleri, Türkiye ve Şam rejimi karşısında yalnız bırakılmaktan korktuklarını söyledi. Ajansa göre ABD'nin bölgeden çekileceğine yönelik endişeler Suriye Kürtlerini Rusya'nın yörüngesine sokuyor olabilir.

Haber AFP'nin Kamışlı'daki muhabiri Delil Suleyman'ın imzasını taşıyor. Haberde, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün büyük darbe aldığı Suriye'nin kuzeyinde, Kürt grupların en büyük destekçileri ABD'nin onları 'yüzüstü bırakacağından' endişe ettikleri belirtiliyor.

AFP'deki haberde, Suriye Kürtlerinin IŞİD'e karşı yürütülen mücadelenin önemli aktörlerinden olduklarına dikkat çekiliyor ve ABD'nin Türkiye'nin sert tepkisine rağmen Kürt Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) silah desteğini sürdürdüğü hatırlatılıyor. Türkiye YPG'yi PKK'nın bir uzantısı olarak görüyor.

"IŞİD'in zayıflatılması ile dengeler değişecek"

Suriye'de Kürt yetkililerin son 4 yılda kurumsal yapılar oluşturduklarını kaydeden AFP'ye göre bölgede IŞİD'in zayıflatılması ile dengeler değişecek. Yıllar süren zorlu operasyonlar sonucu IŞİD şimdi Suriye topraklarının ancak yüzde 5'inde tutunabiliyor.

"Kürtler, siyasi kazanımlarını kaybetmekten kaygı duyuyor"

YPG'nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) ABD'nin desteğiyle IŞİD'in "fiili başkenti" Rakka'yı geri alması, AFP'ye göre Suriye'de Kürtlerin en büyük zaferi. Rakka'nın geri alınmasından haftalar sonra ise ABD Suriye'de yaklaşık 2000 kişiden oluşan askeri gücünün bir bölümünü geri çekmişti. AFP'ye göre Suriye Kürtleri şimdi ABD'nin bu ortaklıktan uzaklaşması sonucu siyasi kazanımlarını kaybetmekten kaygı duyuyor.

"İşleri bitince bizi tamamen unutacaklar"

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke iline bağlı Kamışlı ilçesi, bu kazanımlar açısından kilit bölgelerden olarak görülüyor. Kamışlı, Kürt güçlerin fiili olarak ilan ettiği özerk bölge içerisinde yer alıyor. AFP'ye konuşan 37 yaşındaki Rafea İsmail, arabasından kadın aksesuarları satarak ekmeğini kazanıyor. İsmail, "Amerika bizi uzun süre piyon gibi kullandı. Şimdi korkuyoruz. İşleri bitince bizi tamamen unutacaklar" diyor.

45 yaşındaki yabancı dil öğretmeni Naval Farzand ise Rakka'yı IŞİD'den Kürtlerin kurtardığını, bu yüzden "ABD'nin onları terk edip Türkiye'ye yaklaşmaması gerektiğini" söylüyor.

"Kürt halkına yönelik bir tehdit, Türkiye"

YPG'nin kadın birliği YPJ'den (Kadın Savunma Birlikleri) Nesrin Abdullah de cihatçı grupların işinin bitmediğini belirtiyor. Deyrizor kentinin doğusundaki IŞİD savaşçılarının uyuyan hücrelerden saldırılar düzenlendiğini ifade eden Abdullah, "Koalisyon güçlerinin burada kalarak güvenliği ve istikrarı sağlaması önemli. Çünkü IŞİD tehdidi sürüyor" diyor. Abdullah'a göre, "Kürt halkına yönelik bir tehdit de, Türkiye".

"ABD, Kürtler'e sırtını dönerse, bu Türkiye'ye en büyük hediye olur"

30 yaşındaki İngilizce öğretmeni Nada Abbas ise "ABD, IŞİD'e karşı savaş bitince Kürtler'e sırtını dönerse, bu Türkiye'ye en büyük hediye olur" yorumunda bulunuyor. Abbas, "Geçmişte olduğu gibi bize saldırırlar. Türkiye tehdidi hiç bir zaman bitmeyecek" ifadelerini kullanıyor.

"Suriyeli Kürtler için, Erdoğan Esad'dan daha tehlikeli"

Türkiye'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'dan daha tehlikeli olduğu görüşünü dile getiren Yeni Amerikan Güvenlik Merkezi isimli düşünce kuruluşndan Nicholas Heras, sözlerini şöyle sürdürüyor: "(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan açık açık söyledi: ABD yoldan çekilirse hepsini PKK gibi gördüğü Kürtleri vurmaya niyetli."

T24
ETİKETLER
suriye kürtler pyd abd esad erdoğan türkiye

ERDOĞAN’IN TERÖRİST SUÇLAMASINA SURİYE’DEN CEVAP
28 Aralık 2017

Tunus’a gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında Tunus Devlet Başkanı Beji Kaid Es-Sebsi ile ortak basın toplantısı düzenleyen Erdoğan, “Suriye‘de Esed’le yürümek kesinlikle mümkün değildir. Ne için? 1 milyona yakın vatandaşını öldürmüş olan bir Suriye’nin başkanıyla nasıl olacak da geleceği kucaklayacağız? Suriye‘nin halkı böyle birisini başında görmek ister mi? Çünkü Esed, kesinlikle açık ve net söylüyorum, devlet terörü estirmiş aslında bir teröristtir.” dedi.

Erdoğan’ın bu ithamına karşı Suriye’den cevap gecikmedi.

Suriye‘nin resmi yayın organı SANA’ya konuşan Suriye Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “Türkiye rejimi başkanı Recep Tayip Erdoğan, Suriye ve halkına karşı işlediği katliam ve vahşetleri örtbas etmek amacıyla Türkiye halkı ve kamuoyunu kandırmaya ve asılsız iddialarda bulunmaya devam ediyor” dedi.

AKP’nin cihatçı örgütlere destek vermeye devam ettiğini ileri süren yetkili, Erdoğan için, “Bu yalan dolanları ve vaazlarının artık hiç kimse tarafından inandırıcı olmadığı gibi ona karşı bir kınama niteliği sayıldığını, bunak politikaları neticesinde düştüğü panik ve gerginliği de yansıtıyor” diye konuştu.

Erdoğan’ın Türkiye’yi büyük bir cezaevine dönüştürdüğünü ve basının yanı sıra kamu özgürlüğünü despotça engellediğini belirten Suriye Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “Türkiye’de farklı görüşe sahip herkes yok edilmeye çalışılıyor” ifadesini kullandı.

Erdoğan‘ın yıllardır Suriye’de radikal terör örgütlerini destekleyerek Suriye’de masum kanların akıtılmasının temel sorumlusu olduğunu iddia eden Suriyeli yetkili, “Erdoğan başkalarına karşı izlediği bu yıkıcı ve kanlı politikaların er ya da geç kendisine döneceğini ve daha büyük acılar yaşayacağını idrak etmesi gerekir” dedi.

Adımlar HABER

Etiketler:
AKP Amerika beştepe BOP Dış politika erdoğan esad gündem haber siyaset suriye Suriye Dışişleri Bakanlığı tayyip erdoğan Terörist Tunus türkiye

Moskova: Erdoğan'ın Esad'a yönelik iddialarının yasal zemini yok
28 Aralık 2017



Cumhurbaşkanı, Suriye Devlet Başkanı Esad için "devlet terörü estirmiş bir teröristtir" ifadelerini kullanmıştı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la ilgili olarak kullandığı “devlet terörü estirmiş bir teröristtir” ifadelerine Rusya’dan yorum geldi. Erdoğan’ın açıklamalarının yasal zemini olmadığını belirten Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova, “Böyle değerlendirmelerin herhangi bir yasal temeli yok, bu açıklamalar asılsız” dedi.

Basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadeleriyle ilgili bir soruyu yanıtlayan Zaharova, şu cevabı verdi: "Türkiye Cumhurbaşkanı'nın Suriye Devlet Başkanı (Beşar) Esad için 'terörist' demesine gelirsek, Suriye, hükümet temsilcileri BM'de bulunan bir ülke, bu temsilciler BM Güvenlik Konseyi'nde Suriye hükümetini temsil ediyor. Dolayısıyla bunun (Erdoğan'ın açıklaması) herhangi bir hukuki temeli yok. Bunun için herhangi ek bir değerlendirme ya da argümana da gerek yok."

"Suriye'de Esed'le yürümek kesinlikle mümkün değildir"

Tunus'ta mevkidaşı El-Baci Kaid es-Sibsi ile bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Suriye'de Esed'le yürümek kesinlikle mümkün değildir. Ne için? 1 milyona yakın vatandaşını öldürmüş olan bir Suriye'nin başkanıyla nasıl olacak da geleceği kucaklayacağız? Suriye'nin halkı böyle birisini başında görmek ister mi?” ifadelerini kullanmıştı. Cumhurbaşkanı, Suriye Devlet Başkanı için "Devlet terörü estirmiş bir teröristtir” nitelendirmesinde de bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından sonra Suriye Dışişleri Bakanlığı da Erdoğan’ı her türlü terörist gruba sınırsız destek" sağlamakla suçlamıştı. Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Erdoğan'ın paranoyası ve geçmişe dair illüzyonlarının eski imparatorluğun ortadan kalktığın özgür dünyanın halklarının ulusal kararlarını kendisinin aldığı, egemenliğini koruduğu” belirtilmiş ve Cumhurbaşkanı'nın kendi işlerine karışmasına izin verilmeyeceği kaydedilmişti.

T24
ETİKETLER
rusya türkiye suriye mariya zaharova recep tayyip erdoğan beşar esad suriye

Perinçek: Erdoğan, Kudüs’te İsrail’in karşısında, fakat Suriye’de İsrail’in yanında. Bu tutarsızlığa kim itibar edecek?
29 Aralık 2017



"Erdoğan bilgi, birikim ve devlet adamlığı niteliklerinden yoksundur"

Doğu Perinçek, bugünkü (29 Aralık 2017) köşesinde, Erdoğan'ı eleştirerek, "Tayyip Erdoğan iktidarı, vatan savaşını başarıyla yönetecek bilgi, birikim ve devlet adamlığı niteliklerinden yoksundur. Savaşı yönetemiyorlar, Türkiye’yi de yönetemiyorlar" dedi.

Doğu Perinçek'in Aydınlık'taki yazısının ilgili bölümü ( 29 Aralık 2017) şöyle:

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, PYD’yi “vatan haini” ilan etti ve Suriye Ordusu, Fırat’ın batısını denetim altına aldıktan sonra Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD’nin üzerine yöneldi. Bölücü terör örgütü, Suriye ile Türkiye’nin birlikte hareket ettikleri korkusuyla telaşa kapıldı.

ABD güdümlü PKK/PYD bölücülüğünü Türkiye ve Suriye’nin ortak eylemiyle temizlemek için tarihî bir olanak doğdu. Suriye’yle işbirliği aynı zamanda Lübnan, Irak, İran ve Rusya’yla işbirliğidir. Zaten şu anda dünyanın önünü açan olay budur. Batı Asya devletlerinin eylem birliği, ABD’nin planlarını bozdu.

Bu tarihî fırsata Tayyip Erdoğan yönetiminin verdiği yanıt, tarihî gaflet olmuştur. Önce Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından İbrahim Kalın’ın “Esad yönetimi meşru değildir” açıklaması geldi. Arkasından Tayyip Erdoğan’ın kendisi, devlet adamı diliyle bağdaşmayan bir üslupla, Suriye Devlet Başkanını “devlet terörü estirmiş bir terörist” olmakla suçladı.

Terörü bitirmek, vatan bütünlüğünü ve huzuru sağlamak, Türkiye’nin birinci sorunudur. Tayyip Erdoğan, istediği kadar “Bir gece ansızın gelebiliriz” türünden açıklamalarda bulunsun, Suriye Devletiyle ve Ordusuyla ortak harekâtın dinamitlenmesi, aslında bu iddianın ciddiye alınmamasına yol açmıştır. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki ABD güdümlü terörü temizleme kararlılığı ağır yara almıştır.

Aslında bu olayı gerçeklik zemininde tartışmanın pek önemi yok. Çünkü bugün sorun, Bölücü Teröre karşı Türkiye-Suriye işbirliği olanağını değerlendirmektir. Ne var ki gerçeğe de değinelim. Beşar Esad, beş yılı aşan bir süredir ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin güdümündeki teröre karşı kahramanca savaşıyor. Bugün dünyada teröre karşı mücadelenin kahramanı, Beşar Esad’dır. Suriye’ye terör ihraç edenlerin Suriye Devlet Başkanını “terörist” ilan etmesi, bir tek ABD, İsrail ve Suudi Arabistan yönetimleri tarafından alkışlanıyor. Zaten bu suçlamayı piyasaya sürenler onlardır.

Suriye Devlet Başkanına gerçekleri ayak altına alarak terörist suçlaması yöneltmenin çok ağır sonuçları bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

Bu açıklama önce şaşkınlık yarattı. Çünkü Tayyip Erdoğan, daha Soçi dönüşünde, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütlerinin etkisiz hale getirilmesi için Suriye ile işbirliği işaretleri vermişti. Suriye topraklarındaki PKK ve PYD’nin temizlenmesi, öncelikle Suriye’nin sorunuydu. Bu saptama, hem Suriye’nin teşviki hem de işbirliği anlamına geliyordu.

Suriye-Türkiye işbirliği geliyor korkusuyla Bölücü Terör Örgütü paniğe kapılmıştı. Tayyip Erdoğan’ın açıklaması, PKK/PYD’ye can suyu gibi geldi. Yayınlarına, sitelerine, açıklamalarına bakınız, birden moral ve cesaret buldular. Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanını suçlayan açıklamasıyla en başta ABD ve İsrail’i ve özellikle de PKK/PYD’yi sevindirdi.

Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından sonra ABD ve İsrail, Batı Asya ülkelerinin birliğini bozmak için büyük bir fırsat ele geçirmiş oldular.

Dünyada herkes, Beşar Esad yönetiminin iktidarını daha da sağlamlaştırdığını görmekte ve ona göre siyaset belirlemektedir. Beşar Esad, bugün 2010 yılı öncesinden çok daha kuvvetlidir. Zafer kazanmıştır. Şimdi halkına daha çok dayanmaktadır. Suriye Devleti ile Ordusu savaş içinde Beşar Esad’ın önderliğinde sımsıkı birleşmiştir. Artık Suriye’nin birliğini ancak Beşar Esad’ın önderliği sağlar. Suriye’de PKK/PYD’nin hakkından gelecek yönetim, Beşar Esad yönetimidir, yoksa ABD güdümündeki sözde İslamcı Münafık kardeşler değildir. Beşar Esad yönetimi yıkılacak olsa, Suriye parçalanır ve kuzeyinde PKK/PYD devleti kurulur ve resmileşir. ABD’nin planı buydu. Ancak başarılı olamadılar. Hele bundan sonra başarılı olma şansları hiç bulunmuyor.

Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanına “terörist” suçlaması yöneltmesi, Beşar Esad’dan çok Tayyip Erdoğan’ın durumunu sarsmıştır. Tayyip Erdoğan yönetimine İran’ın, Irak’ın, Rusya’nın ve Çin’in güveni yoktu, şimdi bu güvensizlik daha ağır boyutlardadır. Bu satırların yazıldığı sırada, Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, Tayyip Erdoğan’ın Beşar Esad’a yönelik açıklamasının “Hukuki bir temele oturmadığını” belirtti. Nâzik bir dil, devlet dili de diyebiliriz. “Dostum Beşar Esad” diyemeyen, “Dostum Putin” de diyemez. Devlet yönetmek için en azından bu denklemleri bilmek tanımak gerekir. Büyük zahmetlerle kazandığımız dostlukları, Tayyip Erdoğan sorumsuzca ve hoyratça darbeliyor. Kaybeden kuşkusuz kendisi. Ancak Türkiye de kaybediyor. Suriye ile işbirliğinin reddedilmesi, Batı Asya’da oluşan ittifakın zedelenmesi, uluslararası güven kaybı, sonuç olarak Mehmetçiğin daha çok bedeller ödemesi, ekonomik krizin derinleşmesi, ülke içinde huzurun gecikmesi anlamına geliyor.

Ekonomi penceresinden bakarsak, Suriye Devlet Başkanına “terörist” suçlaması yönelten Tayyip Erdoğan yönetimi, Türkiye’nin birinci ve ikinci ticaret ortakları olan Rusya ve Çin ile işbirliği olanaklarını da baltalamıştır. Dört trilyon dolar yedeği bulunan Çin ile işbirliği yoluyla Türkiye bir üretim üssü haline getirilebilir. Şimdi Türkiye’ye kim güvenecektir? Eğer Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez Şeyhliklerine avuç açacaksa, ekonominin bu siyasetle kurtarılması olanağı bulunmuyor.

Trump’ın İsrail’deki ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, dünyada büyük tepki yarattı. Türkiye de, oluşan bu uluslararası cephede etkin ve saygın bir konum kazandı. Ancak şu anda Suriye’ye karşı alınan tavır, bu itibara ağır darbe indirmiştir. Tayyip Erdoğan, Kudüs’te İsrail’in karşısında, fakat Suriye’de İsrail’in yanında. Bu tutarsızlığa kim itibar edecek? Bu bocalama, ABD emperyalizmine ve İsrail’e karşı oluşan uluslararası iklimde nasıl değerlendirilmektedir? Bu soruların yanıtlarını herkes biliyor.

Tayyip Erdoğan’ın o iki cümlesi, 2015 yılı sonlarında Rus uçağının düşürülmesi kadar ağır sonuçlar doğurmuştur. Bu kez durumu, uçağı FETÖ’nün düşürdüğünü anlatarak düzeltme olanağı da bulunmuyor. Çünkü Beşar Esad’a terörist suçlaması, Tayyip Erdoğan’ın ağzından döküldü.

AKP iktidarı, ikide bir bu tür kışkırtmalarda bulunuyor. Yarın hangi uçağı düşürecek, hangi dostumuzun üzerine bomba atacak, belli değil. O nedenle kimseye güven vermiyor. Hele bugünkü gibi savaş koşullarında, bu tür bir hükümete sahip olmak, Türkiye için ciddî tehlike oluşturmaktadır.

Türkiye’deki iktidar sahipleri, mahalle kavgasındaki çocukların bile yapmayacakları strateji ve taktik hataları yapıyorlar. Bugün Türkiye’yi yönetmek, Vatan Savaşını yönetmektir. İşte şu son açıklamaları göstermektedir ki Tayyip Erdoğan iktidarı, vatan savaşını başarıyla yönetecek bilgi, birikim ve devlet adamlığı niteliklerinden yoksundur. Savaşı yönetemiyorlar, Türkiye’yi de yönetemiyorlar.

Ana Haber
ETİKETLER
doğu perinçek tayyip erdoğan

Erdoğan'ı kızdıran Fransız gazeteciden dikkat çeken paylaşım
7 Ocak 2018



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron’la gerçekleştirdiği görüşme sonrasında düzenlenen basın açıklamasında tartışma yaşadığı Fransız gazeteci konuştu.

Erdoğan’a, "Terörle mücadelede size güvenilir mi? Neden Suriye'ye silah gönderdiniz? Türkiye'nin selefi grupları desteklemesi için ne diyorsunuz?” sorusunu yönelten ve “Sen FETÖ ağzıyla konuşuyorsun” cevabını alan France 2 muhabiri Laurent Richard, Türkiye’deki gazetecilerin artık soramadığı soruları yönelttiğini söyledi.

Kişisel Twitter hesabından Erdoğan’a sorduğu sorunun yer aldığı videoyu paylaşan Richard, “Bugün sadece Türk gazetecilerin artık soramadığı soruları sormaya çalıştım” dedi.

Erdoğan'dan Fransız gazeteciye: FETÖ ağzıyla konuşuyorsun...

Erdoğan ile Richard arasında geçen diyalog şöyleydi:

Richard: Terörle mücadelede size güvenilir mi? Neden Suriye'ye silah gönderdiniz? Türkiye'nin selefi grupları desteklemesi için ne diyorsunuz?
Erdoğan: Suriye’ye kim silah gönderdi?
Richard: MİT'e ait TIR'larda silahlar bulundu.
Erdoğan: Sen FETÖ ağzıyla konuşuyorsun?
Richard: Ben gazeteci gibi konuşuyorum
Erdoğan: O operasyonu yapanlar şu anda içeride. Onlar FETÖ'nün savcılarıydı. Onlar hapisteler şu anda. Operasyon yaptılar. İstihbarat teşkilatlarının bu tür operasyonlarına yönelik kamyonlarla silah taşıma gibi yetkileri vardır. Sen bana bu soruyu soruyorsun da. ABD'nin 4 bin TIR gönderdiği silahları niye sormuyorsun? Bunları da araştırsaydın gazetecisin ya. 4 bin TIR. Bunları yazın. Sorularınızı sorarken başkasıyla ağzıyla konuşmayın. Bunları yutacak biri yok karşınızda. FETÖ ağzıyla konuşmamayı da lütfen öğrenin.
Gazeteci: Yani cevabınız hayır.
Macron: Benim cevabım evet olabilir. Çünkü iyi bir işbirliği içindeyiz.

Patronlar dünyası

İzvestiya: Suriyeli Kürtler, Afrin operasyonuna karşı koymaya hazır
17.01.2018



Türkiye'nin Afrin'e girme kararı alması halinde Demokratik Suriye Güçleri'nin (DSG) Türk ordusunun hamlelerine karşı koymaya hazır olduğu belirtildi.

Rus İzvestiya gazetesine konuşan Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) eski Eşbaşkanı Salih Müslim, Türk ordusunun Suriye'nin Halep kentine bağlı Afrin'e girmesi durumunda DSG'nin bu bölgeyi savunacağını söyledi. Müslim, "Kendimizi korumaktan başka seçeneğimiz yok. Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan her an her şey beklenebilir. Kendimizi ve bölgedeki sivilleri korumaya hazırız. Yeni bir savaşın söz konusu olup olmayacağını bilmiyorum. Bizim için tek seçeneğin, bize yönelik saldırıları püskürtmek olduğunu belirtiyorum. DSG buna hazır" ifadelerini kullandı.

'TÜRKİYE'NİN SURİYE'DEKİ VARLIĞI YASALARA AYKIRI'

Suriye yönetimi de, Türkiye'nin olası operasyonuna negatif yaklaşıyor ve bunu ülkenin egemenliğine yönelik bir darbe olarak görüyor.

İzvestiya'nın sorularını yanıtlayan Suriye Savunma Bakanlığı yetkilisi Samir Süleyman, "Suriye topraklarındaki her türlü Türk varlığı yasalara aykırı. Bu saldırıdan başka bir şey değil" diye konuştu.

'SURİYE ORDUSU KARŞI KOYMAYA HAZIR'

Baas Partisi vekili Saci Taama ise konuyla ilgili şunları söyledi: "Suriye, bu oluşumlara karşı koyma hakkını saklı tutuyor. Ordumuz, bunlara karşı askeri eylemlerde bulunmaya hazır. Ancak bu konudaki kararı hükümet alacak."
Erdoğan "Önümüzdeki günlerde inşallah, Fırat Kalkanı Harekatı ile ilk adımını attığımız güney sınırımızı terörden arındırma operasyonunu Afrin'le devam ettireceğiz. Bu süreçte müttefiklerden beklentimiz, aramızdaki köklü ilişkinin ruhuna uygun davranmalarıdır. Model ortaklık, dostluk ve stratejik müttefiklik gibi kavramların ne kadar gerçek ne kadar sahte olduğu ayan beyan ortaya çıkacaktır" demişti.
Sputnik

Pentagon ve IŞİD karşıtı koalisyon, Afrin konusundaki tutumunu açıkladı: "Afrin operasyon alanımız değil"
16 Ocak 2018



ABD Savunma Bakanlığı ve IŞİD karşıtı koalisyondan yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin operasyon başlatmaya hazırlandığını duyurduğu Afrin’in ‘sorumluluk alanı dahilinde olmadığı’ belirtildi. Pentagon Sözcüsü Binbaşı Adrian Rankine Galloway, Afrin’deki Kürt güçlerinin ‘IŞİD’le mücadele operasyonlarının bir parçası olarak kabul edilmediğini’ söylerken; ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyonun sözcüsü Albay Ryan Dillon, “Afrin operasyon alanımız değil” dedi.

Anadolu Ajansı muhabirine konuşan Pentagon sözcüsü Galloway, Afrin'de bulunan PYD güçlerine ilişkin, "Onları IŞİD mücadele operasyonlarımızın parçası olarak kabul etmiyoruz. Onları desteklemiyoruz ve onlarla hiçbir işimiz yok" ifadelerini kullandı.

"Desteklediğimiz gruplar özellikle IŞİD karşıtı operasyonlara katılan gruplardır”

ABD'nin Afrin'de destek veya eğitim vermediğini kaydeden Galloway, “Suriye Demokratik Güçleri alanlarının dışındaki unsurlar, bizden herhangi bir eğitim-tavsiye-destek almıyor. Desteklediğimiz gruplar özellikle IŞİD karşıtı operasyonlara katılan gruplardır” diye konuştu. Galloway tüm tarafları, gerginliği tırmandıran adımlardan kaçınmaya teşvik ettiklerini de sözlerine ekledi.

"Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz"

Bir diğer Pentagon Sözcüsü Eric Pahon da "Şu anda eğitilen (Sınır) Güvenlik Gücü ile ilgili Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz ve NATO müttefikimiz Türkiye ile düzenli yakın iletişimimiz var" ifadelerini kullandı. "Sınır Güvenliği Gücü" konusunda görüşme olup olmadığına ilişkin soruyu da yanıtlayan Pahon, "ABD hükümet yetkilileri ile Türk mevkidaşları arasında devam eden görüşmelerin konusu tam da bu konu" dedi.

"Afrin operasyon alanımız değil"

ABD öncülüğündeki koalisyonun sözcüsü Dillon da AA’ya yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Afrin'e muhtemel bir operasyonunda, PYD güçlerini destekleyip desteklemeyeceklerine yönelik soruya, "Afrin operasyon alanımız değil. Başta Ebu Kemal'in kuzeyi ve Fırat Nehri'nin doğu yakasındaki alanlar olmak üzere, Orta Fırat Vadisi boyunca kalan ceplerde IŞİD'i yenmek üzere ortaklarımıza destek veriyoruz." yanıtını verdi.

T24
ETİKETLER
afrin suriye türkiye pentagon abd savunma bakanlığı

Suriye: Afrin'e yönelik operasyon, saldırı olarak değerlendirilecek; Türk uçaklarını yok etmey
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Oca 20, 2018 10:51 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Oca 17, 2018 9:34 pm    Mesaj konusu: Mehmet Ali Güller: ‘Türkiye Afrin’e girebilir ama...' Alıntıyla Cevap Gönder

Prof. Emre Bağce: Afrin Türkiye ve Suriye'ye sunuldu, ama buna karşılık...
22 Ocak 2018



Bağce, 'Zeytin Dalı' harekâtını değerlendirdi

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde görevli öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Bağce, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Afrin'e yönelik düzenlediği "Zeytin Dalı" harekâtıyla ilgili olarak "Afrin Türkiye’ye ve Suriye’ye sunuldu, ama buna karşılık Fırat’ın doğusundaki ABD -PYD/PKK üstelik 50 bin kişilik ağır silahlarla donatılmış ve eğitilmiş ordusuna ve işgaline meşruiyet kazandırabilir, esas tehlike budur" dedi.

TIKLAYIN - Operasyonda 3. gün | TSK, ÖSO'yla birlikte 11 noktayı YPG'den aldı

Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı'nın, Bağce'nin değerlendirmelerine de yer verdiği, "PKK koridoru’... ABD’nin öncelikli hedefi Türkiye mi?" başlıklı yazısı şöyle:

Rusya izin verdi ve Afrin’e operasyon başladı. Dikkat edin, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı Moskova’ya gittiler. Haritalar üzerinde tartıştılar, Türkiye’nin hedefleri üzerinde bilgi alışverişi sonucu Moskova izin verdi. Kim bilir belki de Beştepe’den bir sözlü mesaj da götürdüler. Bu görüşme önemli, içeriğini değil sonuçlarını biliyoruz. Ama Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde durulduğu kesin. Nitekim, hükümet bu konuyu önemle vurguluyor.
Aslında Afrin Operasyonu, Suriye ve Rusya’nın da işine geliyor. Onlara da yarıyor. İznin temelinde bu var. Çünkü ABD’nin Suriye’yi PKK güçleriyle bölme operasyonunun batı kanadındaki parçası olan Afrin’i ABD ve PKK/PYD’den “kurtarmak” işini TSK üstlendi. Suriye ve Rusya için yeme de yanında yat.
Bu anlamdan bakarsanız, Türkiye’ye bir “vekâlet” üstlenmiş bile diyebilirsiniz. Ama Türkiye’nin, içeride yıllardır kanlı savaş verdiği, iç güvenlik tehdidi olarak ilan ettiği PKK ile 900 km boyunca “sınırdaş” olmasına yol açacak “Afrin Bölgesi”nin Ankara için ayrı bir önem taşıdığı açık. Operasyon, “kuşatılmışlık” endişesi yaratmıştır. PKK’nin, içeride sürdürdüğü “iç savaş”a, Suriye’deki egemen pozisyonundan alacağı güçle sınır boyunca hız kazandırması, şüphesiz ki ciddi bir “güvenlik sorunu” yaratıyor. PKK’ye hoş bakanların, yazar çizerken bu konuyu es geçmeleri şüphesiz ki doğaldır. PKK ile bir “barış”, “anlaşma” yapılmış değil ki?!
Es geçilen başka bir nokta, Suriye’nin “bütünlüğü”dür. ABD ve ABD severlerin de bu bütünlüğü es geçmeleri doğaldır. ABD’nin Suriye’yi parçalamak politikasını görmemek ya körlük veya daha doğrusu ABD politikasının uzantısı olmaktan kaynaklanır. Bunlara göre ABD masum bir şekilde orada duruyor, gel dersen gelir, git dersen gider. Ehh, PKK’ye de yardımcı olması kötü müdür!?
Bu bağlamda operasyonu yürütenler, konuyu “beka meselesi” olarak görmekte ve ABD’nin Türkiye’yi de parçalamayı hedeflediğini söylemektedir.

Ülkeyi ancak biz parçalarız

Çok çok uzun vadeyi bilemem, ama ne yakın ne de orta vadede, “Bizi parçalayacaklar” gerekçesinde bir haklılık payı göremiyorum. Bu ya büyük bir sanal korkunun ya da günlük politikanın bahanesi olabilir. Evet, PKK özellikle Güneydoğu’yu hedeflemiştir, düşüncesine ve eylemine göre burası “onun”dur.
Ama ABD’nin bir “PKK yönetiminde Kürt bölgesi” kuruyor olmasının temel gerekçesi ve hedefi Türkiye değil, esas İran’dır. Bunu planlarında, açıklamalarında görüyoruz. PKK/PYD’yi İran’a karşı kullanmak planları içindedir. Bunun temel taşlarını döşüyor. Fakat, bu dinamizmin, PKK’nin “savaş içinde” olduğu Türkiye’ye güçlü bir yan etkisi olacağı da kesindir. PKK çok güçlü bir “yurt”, üstelik ABD korumasında, kazanmış olacaktır. Bu durum çok ileride istenildiği gibi kullanılabilir!
Buna rağmen, Türkiye “parçalanabilirliği” en az ülkelerden biridir. Bunu ne ABD becerebilir ne PKK. Bunu ancak biz kendimiz becerebiliriz! İktidarın iç politikalarıyla!
ABD, Ortadoğu’yu sürekli karıştırıcılığının da bir aracını yaratmaktadır. Buradan kazancı, İslam dünyasını sürekli bir parçalanmışlık içinde tutmak ve daha sonra yazacağım, savaş sanayiine sürekli bir pazar yaratmaktır. 2016 dünya silah satışı 1.7 trilyon dolardır. Trump 400 milyar dolara yakın silah satmıştır Suudi Arabistan ve Katar’a.

‘Al oyna, kullan’

Afrin’in, ABD’nin bu aşamada kolayca vazgeçebileceği bir bölge olduğunu gördük. Afrin’de PKK konuşlanmasının, ABD için bir “deneme” amacı taşıdığı görülüyor. ABD’nin esas konuşlandığı yer Fırat’ın doğusudur. Afrin üçüncü derecede önemdedir. Kent savaşını girilirse eğer, orada kayıpların çok can sıkıcı olacağı açık olmasına rağmen, Afrin’i ABD’nin kolay gözden çıkarmasına bir neden aramalı mıyız?
Prof. Emre Bağce, özetle, Afrin Türkiye’ye ve Suriye’ye sunuldu, ama buna karşılık Fırat’ın doğusundaki ABD
-PYD/PKK üstelik 50 bin kişilik ağır silahlarla donatılmış ve eğitilmiş ordusuna ve işgaline meşruiyet kazandırabilir, esas tehlike budur, demektedir.
Yani, “Bu zafer sana yeter, al oyna, iç siyasette kullan; bak Akdeniz’e uzanmıyor kuşak”...
Üç konu daha var: “Afrin iç siyaset ve seçimler..” “Suriye topraklarında gözümüz yok..” “Ve savaş sanayii...”
Ama yazıyı şöyle bitireyim: Suriye’nin parçalanmasına yardımcı olanların ve kör ve yararcı işgalci politikalarının şimdi “bütünleme” yapmaları mümkün mü?
Bakalım...

T24
ETİKETLER
emre bağce afrin zeytin dalı harekatı tsk Öso

‘Türkiye Afrin’e girebilir ama, Şam’la anlaşmadan hayırlı sonuç çıkmaz’
15.01.2018
Ceyda Karan



Mehmet Ali Güller’e göre Türkiye Afrin’e girecekse bunun yolu belli: Şam ile anlaşmak. AK Parti’nin buna direnmesinin ‘başka bi ajandanın varlığına işaret’ olduğunu belirten Güller, “AKP hükümeti Suriye’den koparılmış bir toprak parçası hedefliyor. ABD burada YPG’nin egemenliğini düşünürken AKP coğrafyayı kendine istiyor” dedi.

ABD yönetiminin Suriye'nin kuzeyinde YPG'nin asli unsurunu oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri'nden (DSG) oluşacak 30 bin kişilik Sınır Koruma Gücü kuracağını duyurması, Türkiye'nin bölgede yeni harekatını gündeme taşıdı. Ankara, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ağzından bir hafta içinde harekete geçeceğini duyurdu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) bölgede desteklediği gruplarla birlikte hareket ederek Afrin'e gireceği iddiaları konuşuluyor.

Afrin'e olası operasyon ve gelişmeleri ABC internet sitesinin yazarı dış politika analisti gazeteci yazar Mehmet Ali Güller ile konuştuk.

‘ŞAM'LA ANLAŞMAMAK BAŞKA BİR AJANDANIN VARLIĞINA İŞARET'

Mehmet Ali Güller'e göre Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde Kürt koridorunu engelleme girişimine atıf yaparken, burada sorgulanması gerekenin Şam ile bir türlü anlaşamamak olduğu görüşünde. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘ABD ile bölge politikalarında yeniden birlikte çalışmak arzusunu' dile getiren mesajına dikkat çeken Güller, şu değerlendirmede bulundu:

"Türkiye'nin hükümet yetkililerinin, başta Erdoğan olmak üzere temel hedefi eğer Suriye'nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan bir koridoru engellemekse ortaya bir soru çıkıyor. AKP hükümeti o zaman Şam ile niye anlaşmıyor? Bu sorunun yanıtı bizi zaman zaman hükümetin ‘yeniden ABD ile bölgesel politikaları yürütebiliriz' çıkışlarının ne anlama geldiğinin cevabına götürecek. Türkiye'nin eğer temel hedefi bu olsaydı şimdiye kadar çoktan Suriye ile anlaşması gerekirdi ama ısrarla anlaşmaması hatta daha geçen günlerde yeniden (Suriye Devlet Başkanı Beşar) Esad'ı terörist ilan ederek Esad ile yola devam edilemeyeceğini söyleyen açıklamaları başla bir ajandanın olduğu sonucunu çıkarıyor."

‘ERDOĞAN AÇIKÇA KUZEY SURİYE, MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEDİ DEDİ'

Diğer yandan Türkiye'nin Suriye için ‘gizli ajandasının' da bulunmadığına dikkat çeken Güller, Cumhurbaşkanı'nın son açıklamalarından birisinde kullandığı ‘Kuzey Suriye' ve ‘Misak-ı Milli' vurgularına dikkat çekerek Ankara'nın ısrarla Şam ile anlaşmak istememesinin sebeplerini şöyle izah etti:

"Aslında bu konuda gizli bir ajanda da yok. Erdoğan çok açık söylüyor. Daha yeni 11 Ocak 2018 günü Erdoğan açık açık ‘Kuzey Suriye Misak-ı Milli sınırları içindedir' dedi. Suriye'nin kuzeyine yerine Kuzey Suriye lafını kullanmak hem ABD'nin hem PYD'nin hem de İsrail'in kullandığı bir tanımlama biçimi. Dahası bu coğrafyanın Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu söylemek aslında orayı ele geçirme niyetini ortaya koymaktır. Zaten en başından beri bu var. En başından beri AKP'nin iki hedefi vardı. Birincisi Suriye'nin kuzeyini ele geçirmekti. İkincisi de Şam'da bir İhvan rejimi kurmak ve bun sonrasında bunla beraber Tunus, Mısır ile uzanan bir İhvan ülkeleri ağı oluşturulacaktı. Bunların hiçbiri olmadı, hepsi hayale dönüştü. Kuzey Suriye'yi Misak-ı Milli sınırları içerisinde ilan edip, Halep'i 82. il ilan etmek de hayal ama bu hayal iç politikada iktidarı konsolide etmenin bir aracı olarak görüldüğü için kullanılmaya devam ediyor. Şimdi böyle bir hedef olduğu içi Ankara ısrarla Şam ile anlaşmayı kabul etmiyor. Oysa ki mevcut politikalarda Astana süreci ile İran ve Rusya ile girilmiş olan ittifaklar ve bu ittifakın kendisi temel olarak Suriye'nin birliği, bütünlüğü gibi kavramlar üzerinden meseleyi götürülüyor fakat buna rağmen dönüp dolaşıp Erdoğan'ın Şam ile anlaşmak yerine Esad'ı terörist ilan etmesi işte bu 82.il Halep hayali stratejisiyle ilgili. Bu hayal hala sürüyor."

‘ABD İLE TÜRKİYE SURİYE'DE HEDEFİ BÖLMEK KONUSUNDA ÖRTÜŞÜYOR'

Güller'e göre Suriye politikasında ABD ile Türkiye'nin hedefleri son tahlilde örtüşüyor:

"ABD stratejisinin özü de şu: ABD YPG'ye dayanarak Suriye'nin kuzeyinde bir başka egemenlik coğrafyası kurmak istiyor. Buna ABD koridoru diyorum ben. Şimdi Kuzey Suriye'de hem ABD hem Türliye daha doğrusu AKP hükümeti Suriye'den koparılmış bir toprak parçası hedefliyor. Burada fark ne? İkisi de Suriye'yi parçalamak bölmek noktasında örtüşüyor ama fark ABD burada YPG'nin egemenliğini düşünürken AKP coğrafyayı kendine istiyor. Fark bu. Örtüşme noktası üzerinden zaman zaman sizin de başta hatırlattığınız gibi yeniden bölge politikaları ABD ile yürütmek istiyoruz tyüründeki çıkışmalar bu örtüşme nedeniyle oluyor. Zaten bu örtüşme üzerinden AKP hükümeti ABD'ye ya PKK ya biz, onları mı seçeceksiniz bizi mi şeklinde pazarlıklar yapıyor. Çünkü temel hedef Suriye'yi parçalama üzerinden niyetler eşit duruma gelmiş duruma. Ama burada şu var: ABD açısından bu 40 yıllık bir stratejik hedef. Yani Basra'dan doğu akdenize uzanan bir enerji koridoru kurmayı ABD planladığı bunun için iki kere Irak'ı işgal ettiği, 6 yıldır da Suriye'yi karıştırdığı için kendi stratejisini AKP'ninkine uygun görmüyor. Akp eğer en başında olduğu gibi bir zamanlar Salih Müslim'i kırmızı halılarla Ankara'da karşılayıp, biz özerkliğinize karışmayız noktasında kalsaydı zaten aralarında bir sıkıntı olmayacaktı. Şimdi sıkıntının dayanağı Rusya'nın Türkiye'ye bir alan açmasını fırsat bilerek AKP hükümeti burada çeşitli noktalarda hakimiyet kurup hem bunu içeride politikalarının tezahürü olarak içerideki durumunu güçlü hale getirmenin bir aracı olarak hem de masada yeniden olabilmenin aracı olarak kullanmaya çalışıyor."

‘RUSYA TÜRKİYE'YE ABD STRATEJİSİNİ GÖZÖNÜNDE TUTARAK YAKLAŞIYOR'

Rusya Federasyonu'nun Türkiye'nin stratejisini gördüğünü belirten Güller, Moskova'nın Suriye'nin bütünlüğünü içeren stratejisi için Türkiye'yi ABD kampından uzaklaştırma hedefi güttüğü görüşünü dile getirdi:

"Moskova burada çok pratik bir şekilde şuna bakıyor: Türkiye'yi bu gizli ajandasına rağmen ne kadar ABD politikalarından, kampından Suriye'de uzaklaştırırsak bu Suriye'nin bütünlüğü, esasen kendi stratejisinin uygulanmasının önünü açacak. Rusya bunu gördüğü için gizli ajandayı çok da yürütemeyeceği de görüyor. Sahada son tahlilde Rusya'nın çarpışacağı stratejisi AKP'nin Kuzey Suriye'yi ele geçirme stratejisi değil. O başından beri hayal. Esasında Rusyanın karşı karşıya geleceği strateji ABD stratejisi olacağı için Türkiye'yi o kampın içerisinden uzaklaştırmak, tarafsızlaştırmak, yer yer kendi yanına çekmek Moskova'nın haliyle işine geliyor."

‘RUSYA 'KÜRTLERİ ABD DENETİMİNDEN ÇIKARTABİLİRSEK NE ALA' DİYOR'

ABD'nin Irak işgali sırasında 150 bin askerlik varlığına rağmen ülkenin kuzeyini Irak'tan kopartmayı başaramadığını, Suriye'de 5 bin özel askeri ve istihbaratçısı ile başarı şansının az olduğuna dikkat çeken Güller, Rusya'nın da siyasetini bu hakikatler üzerine inşa ettiğini belirtti. Güller'e göre Moskova, Suriye krizinde önemli kazanımlar elde eden Kürtleri, ülkenin toprak bütünlüğü içerisinde sürece katmayı hedefliyor:

"Şimdi şöyle: Irak'taki tabloyu gördük. Henüz ABD 150bin kendi askeri varken bu coğrafyada istediği şekilde Irak'tan Kuzey Irak'ı koparamadı. Şimdi henüz ABD askeri varken bunu yapamayan ABD'nin üstelik ekonomik olarak inişe geçtiği, asker bulundurmasının da önünde pek çok engel olduğu bir süreçte kendi 5 bin özel askerine, istihbaratçısına dayanarak YPG'ye Suriye'den koparılacak bir alan inşa etmesi teknik olarak mümkün değil. Bunun olmadığını göreceğiz, tersine Suriye kendi ordusuyla kuzeye doğru bir taarruz başlattı yavaş yavaş otorite boşluğuyla PYD'nin fırsat bilip egemenlik kurduğu alanlarda egemenliği tekrar ele almaya başladı. Şimdi Rusya şöyle bakıyor: çeşitli Rus yetkililerin yaptığı açıklamaların toplamına bakarsak: Rus stratejisi diyor ki: Kürtler Suriye krizi boyunca önemli kazanımlar elde ettiler ve bu kaznaımları toptan reddetmek bu saatten sonra mümkün değil. Kürtlerin bu kazanımlarını biz Suriye'nin toprak bütünlüğü içinde koruyan bir anlayışla, Kürtleri ABD denetimden çıkarabilirsek ne ala diyor Rusya. Bunun için de Suriye ordusunun bir yandan kuzeye doğru taarruza başlamadı ama bir yandan da Kürtlerin dahil edildiği Suriye ulusal diyalog kongresiyle yeni bir noktaya doğru, barış sürecine doğru çevirmek Rusya'nın uygulamaya çalıştığı strateji."

‘KÜRTLER ABD'NİN PEŞİNDE TARİHİ HATA YAPIYOR'

Güller'e göre Suriye Kürtleri ise kendilerine daha büyük vaatlerde bulunan ABD'nin peşinden giderek taihi bir hata yapıyorlar. Yaşananların halklar arasında konulmuş büyük düşmanlıklar olarak not edeceğine dikkat çeken Güller, şu ikazlarda bulundu:

"Suriye'nin toprak bütünlüğü içerisindeki kısmi bir özerkliği bu açıklamasıyla TEV-DEM kabul etmediğini göstermiş oluyor. Çünkü kendisine ABD daha büyük bir vaatte bulunuyor ve o vaadin peşinde olacağını ilan etmiş oluyor ama tarihi hata yapıyorlar. Çünkü ABD'nin bunu inşa etme şansı yok. Bunun olmadığını görüyoruz. Bölgede hiçbir halka ABD'nin askeri olmak yakışmıyor. ABD'nin askeri olarak götürülen bir ‘özgürlük mücadelesinden' özgürlük değil, sürünmek çıkar. Şu olur tarih bunları halklar arasına konulmuş büyük düşmanlıklar olarak ‘maalesef' not eder. Buradan ABD'nin istediği, emperyalistlerin istediği halkların karşı karşıya gelebileceği süreçler doğabilir. Bu nedenle Kürt örgütlerinin şunu dikkate alması gerekir. Son 40 yılın özeti olarak ABD defalarca Kürtleri satmıştır. Hala bundan ders çıkarmamak halklara yapılabilecek en büyük ihanet olacaktır. Çünkü şu açık altı yıldır Suriye'yi parçalayamadılar ve bu saatten sonra hiç parçalamayacaklar. Hal böyleyken ABD adına Kürt örgütlerinin —buna pek çok Kürt'ün de karşı olduğunu biliyoruz- Suriye'yi parçalamaya çalışmak en sonunda gelip Kürtleri ABD'nin oyunları içerisinde diğer halklarla karşı karşıya getirecektir ve esas kaybedende Kürtler olacaktır. Yol yakınken Kürtlerin kazanımları Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siuyasal birliğ içerisinde koruyan bir çözüm noktasına yani eksiklikleriyle birlikte Rusya'nın savunmaya çalıştığı strateji içerisinde yol almakta Kürtler açısından yarar var."

‘AFRİN'E GİRİLECEKSE BUNUN KOLAY YOLU BELLİ'

Güller'e göre Türkiye Afrin'e girebilir ancak Suriye'de olumlu bir sonuç elde edebilmek için Şam yönetimi ile anlaşması gerekiyor. Aksi halde Rusya ve İran ile sağlanan ilerleme de ortadan kalkabilir:

"Netice itibariyle biz bölgedeki politikaları devlet aklıyla yapma noktasından çoktan çıktığımız için bir ‘olmaz'ın da olabileceğini biliyoruz. Türkiye, Afrin'e girebilir. Ama burada problem şu: Eğer Türkiye Şam ile anlaşmadan, Suriye'nin onayını almadan Afrin'e girerse buradan Türkiye adına hayırlı bir sonuç çıkmaz. Bundan tam tersine Suriye ile düşmanlığın daha derinleştiği komşularla barışın daha da dinamitlendiği bir başka sonuç çıkar. Eğer Türkiye gerçekten burada ABD'nin kurmaya çalıştığı orduyu lağvetmek ya da ABD'nin kurmaya çalıştığı terör koridorunu bozmak için Afrin'e girecekse bunun kolay yolu bellidir. Şam ile oturur anlaşırsınız, Şam bunu meşruiyet içerisinde görür hatta bir yandan Şam bir yandan Türkiye sıkıştırırsınız ve meseleyi çözersiniz. Şimdi Türkiye bunu neden yapmıyor? En başa dönüyoruz. Yani başka bir amaç olduğu için Şam ile anlaşmaya direndiği için, Afrin meselesinin hedefi iyi anlatılsa, yani ‘şu maksatla yapıyoruz' denilse bile o maksatla olmadığı için ve bunu Rusya da gördüğü için belli bir noktadan sonra itiraz edeceklerdir ve bu aslında son bir buçuk yıldır yapılmaya çalışılan birçok iyi işi bozacaktır. Nedir o iyi işler? Türkiye İran ve Rusya ile normalleşti Suriye'de, Astana süreci geliştirdi, bu çeşitli gözlemci noktaları oluşturarak Suriye'deki cihadistlerin etkisini kırmış oldu. Bütün bu birbuçuk yıllık emeği de ortadan kaldırabilecek. O yüzden Türkiye'nin bir anca önce buralarda ifade etmekten kaçınacağımız kelimelerle dış politika yapmak yerine hızla Suriye ile ittifak konusunda öne çıkacak açıklamaları yapması gerekiyor."

‘YOL YAKINKEN AKP'NİN HAMLE YAPMASI GEREK'

Güller, Suriye'nin 2018'de toprak bütünlüğünü koruyarak egemenlik alanını artırmasına tanıklık edeceği öngörüsünde bulunurken, çözüm seçeneklerini de şöyle dile getirdi:

"Rusya'da benim gördüğüm artık tek denklem şu: yani ya o ya bu diye bir denklem yok. Suriye hangi adımlar atılırsa atılsın 2018'i biz Suriye'nin kendi toprak bütünlüğü koruma noktasında egemenlik alanlarını daha da arttırdığı bir yıl olarak göreceğiz. Bütün kuvvetler, herkes bu gerçeğe göre konumlanmak zorunda. Bu gerçeğin karşısında planlar yapanların hiçbir şansı olmayacak. Halep, Halep'in kırsalları, egemenlik alanları oluşturuldu. Şimdi İdlib'de de aynısının yapıldığını görüyoruz. Bu daha da genişleyecek. Daha yukarıya doğru ilerleyecek. Bunun karşısında AKP'nin çeşitli politikaları da, PYD'nin ve ABD'nin çeşitli politikaları da hüsrana uğrayacaktır. Yol yakınken AKP hükümetinin bir Ankara-Şam anlaşması yaparak bu normal olan sürece dahil olması ve ileride daha da kangrenleşecek komşularla düşmanlığın oluşmaması noktasında hamle yapması gerekiyor. Bunun dışındaki seçeneklerin hiçbiri çözüm seçeneği değildir."
Sputnik

CHP’li Toprak: ABD, TSK destekli ÖSO üzerinden İran’ı geriletme planını devreye sokuyor
18.01.2018



CHP'li Toprak, ÖSO’nun, ABD’ye davet edildiğini, İran ve Hizbullah’a karşı Suriye’de savaşması için müzakere yapıldığını savunarak, “ABD, Suriye’de bir yandan Kürt ordusu kurarken, diğer yandan TSK destekli Sünni ÖSO üzerinden, İran’ı geriletme planını devreye sokuyor. Türkiye-İsrail-Suudi Arabistan ittifakını hazırlıyor” dedi.

Erdoğan Toprak, yaptığı yazılı değerlendirmede, iktidarın ABD'ye yönelik sert açıklamalarına karşın, Washington'da Türkiye'nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yöneticileriyle, ABD arasında kapalı kapılar ardında bazı pazarlıklar yürütüldüğünü öne sürdü.

Toprak, şu görüşleri dile getirdi:

"ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield'in ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nde Trump yönetiminin, Suriye'deki askeri varlığını ‘açık uçlu' olarak nitelendirmesi, Irak ve Suriye'den çekilmeme kararı aldığını açıklaması, dikkat çekicidir. Daha da önemlisi ABD yönetiminin, Türkiye tarafından eğitilen ve donatılan ÖSO'nun bazı üst düzey yöneticilerini davet ederek, Suriye'de İran'ın nüfuzunun geriletilmesi, İran destekli Lübnan Hizbullahıyla mücadele edilmesi ve Soçi Konferansı'nın engellenmesi için, işbirliği mutabakatına varılmış olmasıdır. Fırat Kalkanı Harekâtı'na da ÖSO çatısı altında katılan gruplardan Mutasım Tugayı'nın Siyasi Büro Şefi Mustafa Secari, ABD medyasına yaptığı açıklamalarda verdiği mesajlarda, ‘Washington'daki varlığımız bölgemizdeki terörist milislerin denetimini sona erdirmeyi sağlamakla kalmayacak, topraklarımız üzerindeki İran mevcudiyetinin sonunun başlangıcı olacak. Soçi'deki ihanet konferansı girişimini de başarısızlığa uğratacak!' demektedir.

ÖSO ÜZERİNDEN ABD İLE PAZARLIK YÜRÜTÜLMEKTEDİR

Cumhurbaşkanının Afrin operasyonunun ÖSO ile birlikte yürütüleceğini açıkladığı hatırlandığında, ÖSO'nun ABD'deki bu temaslarından hükümetin, MİT ve Genelkurmay'ın, Dışişlerinin bilgisinin olmadığı düşünülemez. AKP iktidarı, iç kamuoyuna ABD'ye karşı sert açıklamalar yaparken, anlaşılan diğer yandan da ÖSO üzerinden, ABD ile bir pazarlık yürütülmektedir. Bu pazarlığın Halep'in kuzeyinde, Türkiye — Suriye arasında bir tampon bölge oluşumunu kapsadığı ifade edilmektedir.

İKTİDAR MECLİS'İ ŞEFFAF BİR ŞEKİLDE BİLGİLENDİRMEK ZORUNDA

ABD'nin bu süreçte Sarraf Davası, Halkbank'a yaptırım, S-400 alımına yönelik ambargo şantajlarını devreye sokması, anlamlıdır. Unutulmamalıdır ki, güçlü diplomasi için güçlü ekonomi, tartışmasız şekilde vazgeçilmezdir ve temel ilkedir. İktidar, gerçekleri ve gizli pazarlıkları açıklamak, ülkemizin bu kritik sürecinde, Meclis'i şeffaf bir şekilde bilgilendirmek zorundadır."
Sputnik

‘ABD ya PYD yerine başka bir gücü destekleyecek ya da Türkiye'yle doğrudan çatışmaya girecek'
17.01.2018



Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan bu yana ABD'ye yönelik liderlik düzeyinde en sert sözleri sarf ettiği' açıklaması Türkiye ve ABD'nin Suriye'de çatışma ihtimalini gündeme getirdi. Uzmanlara göre, ABD, ya PYD'ye yönelik desteğini kesip bölgede yükselen yeni bir gücün peşine düşecek ya da taraflar çatışmaya girecek.
ÖSO komutanlarından Efrini, son 2 gündür El Bab çevresinde bir çok köyü alarak Afrin'den Kobani yönüne 12 kilometre kalacak şekilde yaklaştıklarını söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde oluşturma niyetinde olduğu ‘sınır güvenlik güçlerini' yok etme yönünde kararlı oldukları vurgusu yaparak ABD'ye, NATO tarihinde görülmemiş yükselikte bir tonda uyarıda bulundu. Erdoğan, Washington'ı "Kurduğun 30 bin kişilik ordu orada seni tam anlamıyla temsil edemeyecek ve stratejik ortağının karşısında da rezil olacaksın. Bizim tüm müttefiklerimize söylediğimiz şudur: Teröristlerle aramızda durmayın. Katil sürüleri ile aramıza girmeyin. Ortaya çıkabilecek, istenmeyen hadiselerden biz sorumlu olmayız. Terör örgütünün üstlerindeki bayraklarınızı siz kendiniz indirin ki, biz size teslim etmek zorunda kalmayalım. Teröristlerle birlikte olanları toprağa gömmek mecburiyetinde olmayalım" sözleriyle hedef aldı. Türkiye'nin en kısa zamanda Afrin ve Menbiç'e yönelik operasyon gerçekleştireceğine işaret eden Erdoğan "TSK, en kısa sürede Afrin ve Münbiç meselesini halledecektir. Harekat her an başlayabilir. Ardından da sıra diğer bölgelere gelecektir. Tek bir terörist bırakmayana kadar bu operasyonlar sürecek" diye konuştu.

‘KIBRIS BARIŞ HAREKATI SÜRECİNDEN BU YANA EN SERT SÖZLER'

Erdoğan'ın sözleri Türkiye'nin, Kıbrıs Barış Harekâtı'na giden süreçten bu yana liderlik seviyesinde ABD'ye yönelik sarf edilen söylemlerin en serti olması itibarıyla önemli. Zira, Bülent Ecevit'in başbakanlık döneminde Türkiye'nin adadaki Türk toplumu korumak ve adayı Yunanistan'a bağlama amacı taşıyan "enosis" politikasını engellemek amacıyla başlattığı harekâta giden süreçten bu yana iki ülke bu denli sert bir şekilde karşı karşıya gelmemişti. Erdoğan'ın açıklamalarını önemli kılan bir diğer nokta ise, Türkiye ve ABD'nin sahada doğrudan karşı karşıya gelme ihtimalinin hızla artması oldu. Zira ABD'nin bir diğer NATO ülkesi olan Türkiye'nin sınırında ‘sınır güvenlik gücü' oluşturma kararı ve söz konusu güçlerin Türkiye'nin PKK ile doğrudan bağlantılı olduğu gerekçesiyle "terör örgütü" olarak adlandırdığı YPG'yi de barındıran Demokratik Suriye Güçleri'nden oluşuyor olması, Türkiye ve YPG'ye silah desteği verdiği gerekçesiyle bir süredir gerginlik yaşadığı ABD'nin ilk defa askeri olarak karşı karşıya gelmesine yol açabilir. Peki, Erdoğan'ın açıklamalarını nasıl değerlendirmek lazım?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘Bayrağınızı size iade etmek zorunda kalmayalım' minvalindeki açıklamasını, iki ülke gücünün birbirinin karşısında bulunmaması gerektiğine dair bir tavsiye niteliği taşıdığına işaret eden Dış Politika Uzmanı Özdemir Akbal, Sputnik'e yaptığı değerlendirmesinde "ABD, özellikle son iki yılda, siyasi parti olduğu çok tartışmalı olan eline silah alması itibarıyla ‘terör örgütü' olarak adlandırabilecek PYD'nin askeri kanadı YPG'nin yoğun olarak destekliyor. Ellerinde Amerikan bayrağı olan ve kollarında YPG peçi taşıyan Amerikan askerlerinin yürütmekte oldukları faaliyetleri, basın yayın kuruluşları aracılığıyla takip ediyoruz. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu açıklaması yerinde ve doğru açıklama. Ve bu açıklama, Kıbrıs Barış Harekatı'ndan bu yana en sert ifadeleri barındırıyor" ifadelerini kullandı.

‘RUSYA'NIN TUTUMU BELİRLEYİCİ OLACAK'

Amacın PYD'nin Akdeniz'e ulaşmasının engellenmesi olduğuna ancak süreçte pek çok pürüz bulunduğuna işaret eden Akbal "Terör örgütü PYD'nin Akdeniz'e ulaşmasının engellenmesi hedefleniyor. Ancak iş şu noktada düğümleniyor. ABD, PYD'ye terör örgütü olarak destek veriyor. Hatta IŞİD ile mücadele özel temsilcisi Brett McGurk, ‘Rakka Ulusal Konseyi' ifadesiyle başlayan de-facto bir oluşum için politik bazı aşamaların katedildiğini gözlemlenmiş olacak ki PYD'ye askeri desteği ortaya çıkartıyor. Rusya ise, ABD kadar yoğun olmasa da, YPG'ye destek veriyor. Bu yüzden muhtemel operasyonun Rusya tarafından nasıl karşılanacağı önemli. Biliyorsunuz, Soçi'de ay sonunda gerçekleştirilecek toplantıda Astana süreci gözden geçirilecek ve Astana da bir şekilde Cenevre'yle bağlı. Eğer bu noktada Türkiye ve ABD'nin düştüğüne benzer bir ihtilafa Rusya ve Türkiye de düşerse doğacak sonuç olumsuz olabilir. Bu noktada Rusya Federasyonu'nun tutumu önemli" dedi.

Akbal "Şu an Türkiye obüs atışları yapıyor ancak askeri gücün sahaya inmesi ve Afrin'de harekata girişmesi bambaşka bir durum oluşturacak. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘muhaliflerle birlikte operasyon yapılacağına' işaret etti. Ancak bu noktada ‘muhalif' tanımının da Rusya ve Türkiye tarafından ortaklaşa yapılması gerekiyor. Dolayısıyla ABD-Türkiye arasındaki ihtilaf değerlendirilirken; Türkiye ve Rusya arasındaki olası bir ihtilaf da hesaba katılmalı. Taraflar, diplomatik ve politik düzeyde bu olası ihtilafları çözmeli. Sonuçta Türkiye Afrin harekatını ABD ve Rusya'yı çok fazla karşısına almayacak şekilde, muhaliflerin Esad'a karşı güç elde edeceği bir durumu ortaya çıkartacak ve YPG' ye karşı maksimum fayda sağlayacak şekilde gerçekleştirmeyi hedefliyor" dedi.

‘PYD KARŞI KOYAMAZSA ABD HEMEN DESTEKLEYECEK YENİ BİR GÜÇ ARAYIŞINA GİRER'

Sürece ilişkin bir diğer soru işareti ise, Suriye'nin kuzeyindeki YPG yapılanmasına dönük operasyonun yöntemiydi. Bu sorunun yanıtını da olası bir Afrin operasyonunun 'Suriyeli muhalif gruplarla yapılacağını' söyleyen Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan verdi. Peki Erdoğan'ın önce Afrin ve sonrasında da diğer bölgelerde "tek bir terörist kalmayıncaya dek" yürüteceğini söylediği operasyon, Türkiye ve ABD'nin sahada askeri olarak karşı karşıya getirir mi? Akbal'a göre bu çok olası bir ihtimal değil; zira uzman "PYD, olası bir operasyonda Türkiye destekli güçlere karşı koyamazsa; ABD, PYD'nin arkasında durmaya devam etmek yerine destekleyecek yeni bir gücün peşine düşer" diyor:

"ABD'nin politikalarını yakından takip eden biri olarak ben Amerika'nın son derece pragmatist bir yaklaşım içinde olduğunu; PYD'nin güç kaybettiği ve karşı koyma gücünde olmadığını anlarsa bölgede destekleyeceği yeni gücün kim olduğunun peşine düşeceğine inanıyorum. ABD'nin herhangi bir grubu desteklemesi o grubu sevmesiyle ilgili değil; o, en çok çıkarı hangi grup veya devletle maksimum fayda sağlayacağına bakar. Yani ABD, aslında pragmatizmin vücut bulmuş şeklidir. Eğer bu muhtemel operasyonda YPG güçlerinin ortadan kalkması sonucunu doğurursa, ABD, PYD'nin yeniden ayağa kaldırılmasıyla uğraşmak yerine iş birliği yapacağı yeni bir gücün peşine düşecektir. Dolasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Amerikan askeri güçlerinin karşı karşıya geleceğini zannetmiyorum."

PYD'YE YÖNELİK OLASI OPERASYON SENARYOLARI NELER?

Konuya ilişkin bir başka yorum ise Suriye uzmanı Oytun Orhan'dan geldi. Orhan'a göre, ABD'nin 30 bin kişilik ‘sınır güvenlik güçleri' kurma kararı Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde gerçekleştireceği operasyonlar kapsamında ABD ile dolaylı veya doğrudan karşı karşıya gelmesi ihtimalini masada tutuyor.

Afrin'e yönelik operasyonla ilgili iki olasılık olduğuna işaret eden Orhan "Afrin'deki operasyona ilişkin Rusya'yla koordinasyon sağlandıysa Afrin'de daha geniş alanları kontrol etmeye dönük ve TSK'nın kara unsurlarının da kullanıldığı daha büyük çaplı bir operasyon hedeflenebilir. Ancak eğer Rusya, Türkiye'nin hava operasyonları konusunda yeşil ışık yakmaz ve Türkiye'ye destek vermezse; Türkiye çok fazla risk almadan, sınır ötesinden YPG hedeflerini vurur ve Afrin'in çevresindeki Tel Rifat gibi Arap yerleşimlere yönelik sınırlı kara harekatı gerçekleştirebilir. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Tel Rifat'a doğru ilerlerken Türkiye de top atışları ve istihbarat paylaşımıyla ÖSO'ya destek olabilir. Bu da Afrin'i biraz daha izole edecektir ama böyle olursa Afrin'in tamamının kontrol altına alınması oldukça zor olur" ifadelerini kullandı.

Operasyonun diğer bölgelere sıçraması durumunda ABD ve Türkiye'nin sahada karşı karşıya gelebileceğine işaret eden Orhan "ABD'nin YPG aracılığıyla kurdurmak üzere olduğu Kuzey Suriye ordusu meselesi, ABD ve Türkiye'nin dolaylı veya kimi zaman doğrudan karşı karşıya gelme riskini beraberinde getiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Sıranın diğer YPG bölgelerine de geleceğini ve Amerikan unsurlarının da bu bölgelerden çekilmesi' gerektiğini söyledi. Erdoğan'ın da belirttiği üzere ABD ve Türkiye'nin karşı karşıya gelme riski var. Zira Türkiye'nin bu Kuzey Suriye ordusu şeklinde bir yapılanmayı kabul edeceğini düşünmüyorum. Türkiye'nin ileriki dönemde Fırat'ın doğusuna yönelik de olası askeri angajmanları söz konusu olabilir" diye ekledi.
Sputnik

Suriye: Afrin'e yönelik operasyon, saldırı olarak değerlendirilecek; Türk uçaklarını yok etmeye hazırız
18 Ocak 2018



"Suriye hava sahasını ihlal edecek Türk hava güçleri, gezintide olduklarını düşünmemeli"

Türkiye’nin Afrin operasyonu planlarını değerlendiren Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad, herhangi bir askeri operasyonun ‘saldırı eylemi’ olarak değerlendirileceğini söyledi. Mikdad, Türk savaş uçaklarının saldırıya geçmesi halinde Suriye hava savunmasının hedeflerini yok etmeye hazır olduğunu ifade etti.

Sputnik Türkiye’nin Suriye devlet televizyonu SANA’dan aktardığı habere göre, Suriye Dışişleri Bakanlığı’nda gazetecilere konuşan Mikdad, "Türk yönetimini uyarıyoruz. Eğer Afrin bölgesinde herhangi bir askeri operasyona girişirlerse bu Türk ordusu tarafından yapılmış bir saldırı eylemi olarak değerlendirilecek" dedi.

"Suriye hava sahasını ihlal edecek Türk hava güçleri, gezintide olduklarını düşünmemeli"

Türkiye'nin olası bir askeri operasyonunun Suriye'nin egemenliğinin ihlali anlamına geldiğini vurgulayan Mikdad, bunun da uluslararası kanun ve kararlara tamamen açık bir ihlal teşkil edeceğine dikkat çekti.

"Eğer Türk savaş uçakları bir saldırıya girişirse Suriye hava savunması herhangi bir Türk uçağı hedefini yok etmeye hazır" ifadelerini kullanan Mikdad, Suriye hava güçlerinin tam gücünü geri kazandığını belirterek, şöyle devam etti:

"Suriye'ye herhangi bir saldırıda bulunacak ya da Suriye hava sahasını ihlal edecek Türk hava güçlerinin gezintide oldukları düşüncesine kapılmamaları gerekiyor.”

Dışişleri Mevlüt Çavuşoğlu, bugün yaptığı açıklamada ilk olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrin’e operasyon duyurusunu yinelemiş ve olası müdahalenin Rusya'yla koordineli yapılması gerektiğini ifade ederek "Hava sahasını kullanmak için Rusya ve İran'la görüşüyoruz" demişti. Çavuşoğlu, ‘aynı zamanda Fırat'ın doğusunda da tehditlere karşı adım atılacağını’ sözlerine eklemişti.

T24
ETİKETLER
suriye faysal mikdad afrin operasyonu

Doğu Perinçek'ten Erdoğan'a; 'ya istifa et ya da...'
19 Ocak 2018



Afrin operasyonu öncesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a çağrıda bulunan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, "Sayın Cumhurbaşkanı zaman yitirmeden, derhal Suriye ile işbirliğine gitmelidir. Eğer işbirliğine yönelmiyorsa, cumhurbaşkanlığından istifa etmelidir" ifadelerini kullandı.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, partisinin Genel Merkezi'nde düzenlediği basın açıklamasıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a çağrıda bulundu.

Aydınlık'ın haberine göre, Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdad'ın, "Eğer Türk savaş uçakları bir saldırıya girişirse, Suriye hava savunması herhangi bir Türk uçağını yok etmeye hazırdır" açıklamasını hatırlatan Perniçek, şu ifadeleri kullandı:

"Bilindiği gibi Suriye'nin Lazkiye kentinde Rusya'nın konuşlandırdığı S-400 hava savunma bataryaları bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye hükümetinin 'Türk uçaklarını düşürürüz' açıklamasına şu yanıtı verdi: 'Bu operasyon, terör örgütlerine karşı yapılan, Türkiye için tehdit oluşturan bir oluşumun engellenmesi içindir. Burada bizim Suriye'nin toprak bütünlüğünü hedef alma amacımız yok.'

Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü hedef almıyor. Güzel! Türkiye, güvenliğini tehdit eden PYD/PKK terör örgütüne karşı harekâtta bulunacaktır. Bu da güzel!

'TÜRK UÇAKLARINI SURİYE'NİN HEDEFİ HALİNE GETİRMENİN ANLAMI NEDİR?'

Bu koşullarda Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye ile işbirliği yoluna gitmemekte diretmesinin anlamı nedir? Harekâtın yapılacağı toprak, Suriye toprağıdır.

Harekât, Suriye'yi de hedef alan PYD/PKK terör örgütüne karşıdır. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, PYD terör örgütünün 'vatan haini' olduğunu ilan etmiştir. Suriye Ordusu, PYD'ye karşı bombardımana başlamıştır. Bu koşullarda Suriye ile işbirliği yapmak varken, Türk uçaklarını Suriye'nin hedefi haline getirmenin anlamı nedir?

Türk Ordusu, ABD uçaklarıyla korunan, ABD'nin verdiği 4900 TIR silahla donatılmış PYD terör örgütünü tasfiye etmek için harekâta geçiyor. Karşıda ABD gibi dünya ölçeğinde ciddi bir güç var.

'ERDOĞAN YÖNETİMİNİN SURİYE DOSTLUĞUNU ELİNİN TERSİYLE İTMESİNİN ANLAMI NEDİR?'

Türkiye, harekât hedefini Afrin'in ötesinde Menbiç'teki ve Fırat'ın doğusundaki terör örgütlerini temizleme olarak açıklamıştır. Harekât yapılacak Kuzey Suriye coğrafyasında aynı zamanda ABD üsleri ve birlikleri bulunmaktadır.

Türkiye'nin ABD ile cephe cepheye geldiği bu kritik koşullarda, Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye dostluğunu elinin tersiyle itmesinin anlamı nedir?

ABD cephesi yanında bir de Suriye'ye karşı cephe açmanın mantığı nedir?

'RUSYA, İRAN VE IRAK'IN GÜVENİNİ SARSMANIN ANLAMI NEDİR?'

ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak kabul etmesi üzerine, ABD ve İsrail'e karşı bölge ölçeğinde ve dünya ölçeğinde çok geniş bir işbirliği oluşmuşken, şimdi Tayyip Erdoğan yönetimi, İslam ülkelerini ve bütün dünyayı karşıya itmektedir?

ABD ve İsrail'i sevindirmenin anlamı nedir?

Tayyip Erdoğan yönetimi, Türkiye'nin geleceğiyle oynayan tutumuyla Türk milleti içinde güvensizlik yaratmaktadır.

Türkiye'nin iç cephesini sarsmanın anlamı nedir?

'ERDOĞAN YÖNETİMİ DOSTLARI KAYBETMEKTE, DÜŞMANLARI SEVİNDİRMEKTEDİR'

Askeri harekâtımızın mümkün olduğu kadar az kayıpla ve en büyük başarıyla sonuçlandırması için en etkin siyaset, Suriye ile askerî harekât dahil her alanda işbirliğidir.

Oysa Tayyip Erdoğan yönetimi bırakalım işbirliğini, Suriye'ye haber vermek, Suriye'den davet istemek gibi devlet kurallarının gereği olan yöntemleri bile kenara iterek dostları kaybetmekte, düşmanları sevindirmektedir.

Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye'ye karşı tavrını akılla, hesapla, kurmaylıkla, savaş yönetme yeteneğiyle, devlet adamlığıyla, Türk askerlik ve devlet yönetme geleneğiyle açıklama olanağı bulunmuyor.

Bırakalım devlet yöneticiliğini bugün Türkiye'de ilkokul birinci sınıf öğrencilerini toplasanız ve sorsanız, tek bir çocuk bile Suriye ile işbirliğini reddeden tutumu doğru bulmayacaktır.

'SURİYE'YE KARŞI KİBİRİN BEDELİNİ MEHMETÇİĞE ÖDETMENİN SORUMLULUĞU'

Nitekim bu tavır, hemen etkisini göstermiştir. Tayyip Erdoğan'ın Suriye ile kapışmaya girmesi üzerine, ABD yelkenleri indirmişken birden yeniden cesaret bulmuştur. ABD Sözcüsü, Heather Nauert dün saat 23.00'te, 'Türkiye'nin Afrin'i işgal etmekten ve şiddet kullanmaktan vazgeçmesini' ihtar etmiştir.

Tayyip Erdoğan yönetimi, Suriye'ye karşı kibirli tavrını Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ödetmek gibi ağır bir sorumluluk içindedir.

Türkiye, haklı bir harekât kararı vermiştir. Bu haklı harekâtın en az kayıpla, en hızlı biçimde, en büyük başarıya ulaşması, Türkiye'nin geleceği açısından hayatî önemdedir. Suriye ile işbirliği bu açıdan vazgeçilmez değerdedir ve kibire feda edilemez.

Türkiye'nin vatan savaşını başarıya götürecek birikim ve yetenekte bir yönetime ihtiyacı vardır. Hiç kimse, hele devlet yöneticileri, Türk Ordusunu gereksiz tehditlerle karşı karşıya bırakan uygulamalarda diretemez.

Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, zaman yitirmeden, derhal Suriye ile işbirliğine gitmelidir. Eğer işbirliğine yönelmiyorsa, Cumhurbaşkanlığından istifa etmelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Türk milleti önünde derhal karar vermeye çağırıyoruz: Ya Suriye ile işbirliğine gidiniz, ya da istifa ediniz!"

Yurt Gazetesi
Anahtar Kelimeler:AfrinAfrin OperasyonuDoğu PerinçekErdoğanCumhurbaşkanı

Fehmi Koru'dan 'Afrin ve Mümbiç' uyarısı: Saddam'ın nasıl faka bastırıldığı akıldan çıkarılmamalı
19 Ocak 2018



"ABD'nin bölgemize askeri müdahalesine kapı aralayan olayı hatırlıyor musunuz?"
Fehmi Koru*

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) son toplantısında Afrin’e askeri müdahale konusunu görüştü; toplantıya ait fotoğraflarda katılımcıların önünde açık tutulan haritalar kapsamlı bir müdahale hazırlığının yapıldığına işaret ediyor.

Fotoğrafın bir mesaj olsun diye basınla paylaşıldığını düşünebiliriz.

MİT Müsteşarı ile Genelkurmay Başkanı dünden beri Moskova’dalar.

‘Sınır gücü’ ismi yanlışmış

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Vancouver’da ABD’li mevkidaşı Rex Tillerson’a Türkiye’nin kararlılığını iyi aktarmış olmalı ki, bir gün öncesine kadar sınırlarımızın hemen karşısında sayıları 30 bine varacak bir ‘sınır gücü’ kurulması için Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ortak bir çalışma yürüttüklerini ilân etmiş olan ABD, bunun Türkiye’yi rahatsız edecek bir girişim sayılmayacağını, ‘sınır gücü’ denilmesinin ise hatadan kaynaklandığını açıkladı.

‘Sınır Gücü’ ismi o gücü kurmakta olan Amerikan komutanlığından bir albay tarafından duyurulmuştu.

“Hata yaptı” denilen kişi o albay işte..

İsminin öyle veya böyle olmasını önemseyenlerdenseniz sınır-ötesi ordu oluşturulması sorununa bitmiş gözüyle bakabilirsiniz; ancak Tillerson’un ve bakanlığının konuya ilişkin açıklamaları, ABD’nin, sınırlarımızın ötesinde, eğitimlerini Amerikalı kurmayların verdiği, binlerce TIR’la taşınmış hafif-ağır Amerikan menşeli silâhlarla donatılmış yerel bir ordu kurmakta olduğu bilgisini pekiştiriyor.

Neden yapıyor bunu ABD?

Öne sürülen gerekçe, IŞİD/DEAŞ faaliyetlerini sınırlamak; bozguna uğratılan örgütten kaçanların bir daha tehdit oluşturmayacak hale sokulması…

İnandırıcı gelmiyor bu gerekçe.

Gerekçesi ve ismi ne olursa olsun, böyle bir ordu oluşturulması, işte gördük, Türkiye’yi rahatsız ediyor.

Beni rahatsız eden ise bundan bir adım ötesi: Afrin ve Menbiç’te güvenliğini tehdit edebilecek oluşumlara tahammül etmeyeceğini aylar öncesinden dosta-düşmana duyurmuş olan Türkiye’yi askeri bir müdahaleye sürükleyebilecek biçimde çelişkili açıklamalar geliyor ABD’li sözcülerden…

“Gel, gel” biçiminde de yorumlanabilecek çelişkide açıklamalar…

Amerika’nın işmarlarına dikkat

ABD’nin bölgemize askeri müdahalesine kapı aralayan olayı hatırlıyor musunuz?

Hayır, 11 Eylül (2001) saldırıları değil, ondan önceki… 1990 yılında Kuveyt’in Saddam Hüseyin’in başında bulunduğu Irak tarafından işgal edilmesi olayını?

Irak’ın Kuveyt’le sınır sorunları yaşadığı biliniyor ve Saddam Hüseyin her fırsatta bunu dünya gündemine taşıyordu. 1990 yılına gelindiğinde, Irak, komşusu Kuveyt’in, kendilerine ait olan petrolü yasaklanmış yöntemlerle çıkarıp sattığı iddiasını seslendirmeye başlamıştı.

Sonunda Saddam’ın Kuveyt’i işgal kararı verip askerlerini komşu ülkeye göndermesine kadar varacak ihtilâfta en büyük pay, ABD’nin Kuveyt konusunda verdiği çelişkili mesajlar olmuştu.

Şubat 1990.. ABD DIB Müsteşar Yardımcısı Kelly ile ABD Bağdat BE Gillespie Saddam’la görüşüyor..

Önce ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Gillespie, 25 Temmuz (1990) tarihinde görüştüğü Saddam Hüseyin’e, muhatabının “Kuveyt’e ne yaparsan yap, bu bizi ilgilendirmez” olarak anladığı sözler sarf etti.

Şöyle oldu: Saddam ülkesinin ABD’nin gönlünü hoş tutmak için başlattığı İran’la savaşı sırasında (1980-1988) Şatt-ül Arab’ın bütününün stratejik öneminin öne çıktığını, oysa Şatt-ül Arab’ı Kuveyt’le paylaşmalarının sıkıntıya yol açtığını aktardı Büyükelçi Gillespie’ye; ondan aynen şu cevabı aldı: “Sizin Kuveyt’le olan ihtilafınız, daha doğrusu Arapların Araplar ile ihtilafları bizi ilgilendirmiyor; (ABD Dışişleri Bakanı James) Baker’ın bana talimatı, Kuveyt konusunun Amerika’yı ilgilendirmediğidir.”

Aynı günlerde, Kongre’nin Uluslararası İlişkiler Komitesi önüne çıkan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu’dan sorumlu müsteşar yardımcısı John Kelly de, kendisine yöneltilen “Irak tarafından işgal edildiği taktirde Kuveyt’in yardımına koşmamızı gerektirecek bir ikili savunma anlaşmamız var mı?” sorusuna, “Hayır, yok” cevabını verecekti.

Saddam bu açıklamaları ‘yeşil ışık’ saydı ve Kuveyt’e 2 Ağustos (1990) günü askerlerini gönderdi.

ABD’nin Bağdat BE April Gillespie..

Gillespie-Saddam görüşmesinde konuşulanları işgalin başlamasından bir ay sonra öğrenen İngiliz gazeteciler, Amerikan Büyükelçisi’ne, “Doğru mu? Bu saldırıyı siz mi teşvik ettiniz, ne diyeceksiniz?” sorusunu yönelttiler. Aldıkları cevap şu oldu: “Başkaları gibi ben de Iraklıların Kuveyt’in bütününü işgal edeceğini düşünmemiştim.”

Bütününü işgal edeceğini düşünmemiş…

Irak güçleri Kuveyt’i işgal etti, ama ABD ile hemen oluşturduğu koalisyon güçleri, BM’yi de yanlarına alarak, Saddam’ı geri çekilmeye zorladı.

Amerikan askerleri, onbinlercesi, o günlerde bölgeye ayak bastı.

Kuveyt’i işgalden kurtarma bahanesiyle…

O ilk hamlede Saddam’ı devirmedi ABD, bunu rahatlıkla yapabilecekken yapmadı; ancak 10 yıl kadar sonra (2003), bu defa 11 Eylül’ü bahane ederek, Irak’ı işgal etti.

Ne demek istiyorum?

Demek istediğim açık: Afrin ve Menbiç konusunda karar verirken yalnızca mesajların düz anlamlarına bakmamak, yetkili ağızlardan çıkan çelişkili açıklamaları doğru okuyup yorumlamak ve bunu yaparken de Saddam’ın nasıl faka bastırıldığını akıldan hiç çıkarmamak gerekiyor.

NOT: Yazının girişindeki fotoğraf Moskova’da yapılan görüşmelerden.

*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.


ETİKETLER
fehmi koru mümbiç afrin haber saddam fehmi koru abd saddam mgk askeri müdahale

Rus uzmanlar Ankara’nın başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı ile ilgili değerlendirmelerde bulundu
21.01.2018



Rus uzmanlar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye'nin kuzeybatısındaki Afrin bölgesinde PYD/PKK ve IŞİD’e mensup teröristleri etkisiz hale getirmek için başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı’na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Rusya hükümetine ait Finans Üniversitesi'nin Siyasi Bilimler Departmanı'ndan Doçent Gevorg Mirzayan, Russia Today'e (RT) verdiği demeçte Ankara'nın ayrı Kürt anklavlarının (bir ülkenin kendi sınırları içerisinde kalan fakat kendi yönetiminde olmayan bir coğrafi alan) varlığını güvenliği için tehdit olarak değerlendirdiğini belirtti.

'ERDOĞAN İÇİN BAŞKA ALTERNATİF KALMIYOR'

Mirzayan, "Elbette ki bu operasyon Ankara'nın çıkarına, zira Türk yönetimi Kürtleri Türkiye'nin ulusal güvenliği için doğrudan tehdit olarak değerlendiriyor" ifadelerini kullandı.
ABD'nin Kürtlere destek vermeye başlayarak Ankara'yı harekete geçmesi için kışkırttığını söyleyen Mirzayan, "ABD Kürtlere silah tedarik etmeye başladı, ardından da Kürt milis gücünden, kendilerinin ifadesiyle ‘Güvenlik Gücü' kurmaya yeltendi. Bu durumda (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan'ın elinde, sorunu güç kullanarak çözmeye çalışmaktan başka bir alternatif kalmıyor, o da bu alternatifi uygulamaya çalışıyor" diye konuştu.

TAMPON BÖLGE

RT'ye konuşan Ortadoğu uzmanı Ammar Vakkaf ise Türkiye'nin şu anki eylemleriyle Suriye sınırında, kendi topraklarında yaşayan Suriyeli sığınmacıları yerleştirebilmek amacıyla tampon bölge oluşturmaya çalıştığını söyledi.
Vakkaf, "Türkiye Suriye'nin kuzeybatısında, kendi sınırıyla komşu olacak bir tampon bölge oluşturmak istiyor. Muhtemelen uzun vadede Ankara, Suriye yönetiminin iznini almadan oraya sığınmacıları yerleştirmeye çalışacak. ABD'nin bu bölgedeki Kürt oluşumları yoğun bir şekilde silahlandırmasının Türkiye'yi çok rahatsız ettiği ve Ankara'nın bunu bir tehdit olarak değerlendirdiği ortada" ifadelerini kullandı.

'AFRİN KAZANILIRSA TÜRKİYE BÜYÜK BİR GÜVENLİK BÖLGESİ OLUŞTURUR'

Moskova merkezli Yenilikçi Gelişim Enstitüsü İslam Araştırmaları Merkezi Başkanı Kirill Semyonov, Afrin'i kazanmanın, Suriye'deki etki bölgesinde diğer aktörlerin bir adım gerisinde olan Türkiye için çok önemli olduğunu savundu.
RT'ye konuşan Semyonov, "ABD, Demokratik Suriye Güçleri'nin (DSG) sayesinde oldukça geniş topraklara sahip oldu. İran Şam'da (Suriye Devlet Başkanı Beşar) Esad'ın üzerinde etki sahibi. Haritaya bakıldığında Afrin'in, İdlib bölgesini ve Fırat Kalkanı Harekâtı'nın yapıldığı bölgenin birleştirilmesi için çok uygun. Yani Afrin kazanılırsa Türkiye sınırında oldukça büyük bir güvenlik bölgesi oluşur. Sonrasındaysa Türkiye, istikrarlı bir bölge birleşimi yaparak Suriye'deki görevini tamamladığını açıklayabilir" ifadelerini kullandı.
Sputnik

Esad: Afrin harekatı, Türkiye'nin teröristleri destekleme politikasına dayanıyor
21.01.2018

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Türkiye'nin düzenlediği Afrin harekatının Ankara'nın teröristleri destekleme politikasına dayandığını savundu.

Esad, Türkiye'nin Afrin hamlesinin Suriye krizinin başından yürüttüğü terörizmi destekleme politikasından ayrı olmadığını söyledi. Suriye resmi haber ajansı SANA'nın aktardığına göre Esad, İran Stratejik Dış İlişkiler Konseyi'nden heyetle Şam'da bir araya geldi.
Esad, görüşmede "Türkiye'nin Afrin'e düzenlediği sert saldırı, Türk yönetiminin Suriye krizinin ilk gününden bu yana izlediği ve temelde terörü ve terör örgütlerini desteklemek üzerine inşa edilen politikasından ayrı tutulamaz" ifadelerini kullandı.

Suriye hükümeti, Suriye'nin ayrılmaz bir parçası olarak nitelediği Afrin'e yönelik harekatı kınamıştı.

Sputnik

Independent yazarı: Esad, Türklerin Suriye topraklarına girmesinden hoşlanmıyor olabilir, ama...
22 Ocak 2018



"Zeytin Dalı Harekâtı Suriyeli Kürtlerin siyasi geleceğini belirsiz hale getiriyor"

İngiltere merkezli haber sitesi Independent'ın Orta Doğu muhabiri Patrick Cockburn, Türkiye'nin Afrin'e yönelik olarak başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı'nın, Suriyeli Kürtlerin siyasi geleceğini belirsiz hale getirdiğini yazıyor:

"Suriyeli Kürtlerin Rojava olarak adlandırdığı yarı bağımsız bölgenin geleceği pamuk ipliğine bağlı. ABD 2014'te Kobani IŞİD kuşatması altındayken Kürtlerin yanında durdu.

"Bölgesel aktörler, 'IŞİD yenilgiye uğratıldıktan sonra ABD Kürtlere desteğe devam edip Türkiye'yi öfkelendirecek mi yoksa askeri danışmanlarını Suriye'den çekip YPG'yi kaderiyle baş başa mı bırakacak?' konusunu merak ediyordu.

"ABD hiçbir zaman Afrin'de askeri varlığı olmadığını, o bölgenin Rusya'nın denetim alanına girdiğini, Afrin'de Rus askeri danışmanların bulunduğunu söyledi. Ancak ne olursa olsun, Afrin'in düşmesi, ABD'nin Kürtleri savunmak istemediğinin ya da savunacak durumda olmadığının bir sinyali olacak algılanacaktır. Mevcut krizi yaratan da ABD'nin Suriye'nin kuzeyindeki durumu hafife alması oldu.

"Bu ayın başlarında ABD, büyük kısmını YPG'nin oluşturduğu 30.000 kişilik bir sınır güvenlik gücü oluşturulacağını açıkladı. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson açıklamanın Türkiye tarafından yanlış anlaşıldığını söyledi. Ancak Türkler, ABD'nin Suriye politikasının Kürt yanlısı bir biçimde şekillendiğini görerek hayal kırıklığına uğramıştı.

"Tillerson Türkiye ile ilişkileri toparlamaya çalışırken, ABD'nin öngörülebilir gelecekte Suriye'de 2.000 askeri danışman tutmaya devam edeceğini söyleyerek daha büyük bir krizin önünü açtı.

'Kürtler ABD'ye yakınlaşınca Rusya operasyona yeşil ışık yaktı'

"ABD askeri danışmanlarının ülkede tutulma amacı IŞİD'in yeniden güç kazanmasını önlemek ve belki de daha önemlisi Beşar Esad ile İran'ın pozisyonunu zayıflatmaktı.

"Tillerson her neyi amaçlamış olursa olsun, sözleri Suriyeli Kürtlere uzun vadeli bir askeri garanti mahiyeti taşıyordu.

"Bu uzun vadeli garanti Erdoğan'ı çileden çıkardı, Kürtlerin ABD ile tam bir işbirliği içine girdiğini düşünen Rusya , Suriye ve İran'ı kızdırdı.

"Son kriz öncesinde Kürtler Rusya ve ABD arasında bir denge politikası güderek, sürekli Esad'ın düşmanı olarak kalmayacakları mesajını vermeye çalışıyorlardı.

"Rusya 200.000 nüfuslu Afrin'de güvenliğin sağlanmasına destek veriyordu. Afrin'de birliklerini bulunduruyor, Suriye'deki hava gücü ve hava savunma sistemleri sayesinde Moskova'nın izni olmadan Türkiye'den gelebilecek askeri adımları önlüyordu.

"Ancak Kürtlerin ABD'ye yakınlaşması üzerine Moskova'nın, Türklere Afrin'de düzenlenecek bir operasyona karşı çıkılmayacağı güvencesini verdiği ifade ediliyor.

Bu sayede Türkiye Afrin'de hava gücünü kullanabildi.

'Afrin izole ve savunması zor'

"Her şeye rağmen YPG oldukça etkin bir silahlı güç ve Türk ordusuna ya da müttefiki olan muhaliflere ağır kayıplar verdirebilecek kapasitede.

"Suriyeli Kürtler için daha genel olan sorun ise kendi topraklarının dışında kalan geniş bir alanı kontrol ediyor olmaları.

"ABD politikasını benimseyerek Deyr ez Zor'un doğusundaki petrol sahaları gibi ekonomik açıdan stratejik önemi bulunan bölgeleri ele geçirdiler. Şimdi Esad bu bölgeleri geri istiyor.

"Esad, Türk askerlerinin Suriye topraklarına girmesinden hoşlanmıyor olabilir. Fakat eğer Türkiye'nin harekâtı Kürtlere ABD'ye sırtlarını dayamayacaklarını gösterirse, Esad da bu durumdan çıkar elde edebilir.

Zeytin Dalı Harekatı'nın ikinci gününde neler yaşandı?
5 soruda Türkiye'nin Afrin'e yönelik Zeytin Dalı Harekatı
Zeytin Dalı Harekatı: Türkiye'yi Afrin'de ne bekliyor?

"Suriye'deki Kürtlerin fazla seçeneği yok. Etrafları düşmanlar tarafından sarılı. IŞİD'e karşı artık Kürtlere ihtiyaç duyulmuyor çünkü IŞİD zaten yenilgiye uğratılmış durumda.

"IŞİD ile savaşı yarı bağımsız devletçiklerini kurmak için kullanan Iraklı Kürtlerin hesapsızca referanduma gidip tüm kazanımlarını nasıl bir anda yitirdiklerine şahit oldular.

"YPG güçleri Peşmerge'ye kıyasla daha organize. Fakat Afrin'nin Rojava'nın kalanıyla bağlantısı bulunmuyor ve savunması da zor. Afrin'in kaybedilmesi Suriyeli Kürtler için nihai bir yenilgi olmaz ama yeni gelişmelerin bir habercisi haline gelebilir."

T24
ETİKETLER
ypg afrin suriye independent ingiltere patrick corkburn

Fehmi Koru: Akla her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz günlerden geçiyoruz!
22 Ocak 2018



"Hem dışarıda hem içeride savaş devletler için riski büyütür"
Fehmi Koru*

Türkiye’nin Suriye sınırını güvenli kılma amacıyla başlattığı Afrin’e karşı ‘Zeytin Dalı Operasyonu’ daha ilk günden geniş çaplı bir destek gördü.

Yalnızca medyadan gördüğü destek bile daha önceki benzer durumlarda karşılaşılan değişik tepkilerden hayli farklı; medyaya neredeyse tek bir dil hakim…

Ancak daha önemlisi siyasetin operasyona verdiği geniş destek:

MHP, operasyon kararını alan AK Parti’den daha istekli olduğunu belli ediyor.

CHP de destek çıkmakta hiç tereddüt göstermedi; genel başkan Kemal KılıçdaroğluAlmanya’dan, parti sözcüleri de Ankara’dan operasyonu desteklediklerini açıkladılar.

HDP’den itiraz sesi çıktı çıkmasına, ama hem HDP’nin Meclis grubunun yarısı cezaevinde, hem de bu parti mensuplarına ‘olağan şüpheliler’ gözüyle bakıldığı için HDP’nin itirazının kıymet-i harbiyesi sıfır derecesinde.

İYİ Parti? Meral Akşener de ‘Zeytin Dalı’na olumlu bakıyor. Şu mesaj ona ait:



Saadet Partisi’nin desteği şartlı. Genel başkan Temel Karamollaoğlu, operasyonun barış ve huzuru tesis ederek en kısa zamanda bitmesinden yana. Amerika, İsrail ve Fransa’nın işini kolaylaştırmamak için operasyonu ‘ırk ve mezhep’ temelli yürütmemek de Karamollaoğlu’nun bir başka temennisi. Genel hava içerisinde SP de operasyona karşı sayılmaz.

Medya destekçi, siyaset genel hatlarıyla destek çıkıyor…

Herhalde bunu iyi ve olumlu bir durum saymamız gerekiyor.

Rabia (4) oldu Hamis (5)

‘Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ dizinine bu görüntüye bakarak bir de ‘tek ses’özelliğini ekleyebiliriz.

Ekleyebiliriz, ancak bunu olumlu sayabilir miyiz?

Belli bir oranda elbette olumlu, ancak belli bir oranda.

Savaşlar devletler için en nazik dönemlerdir. İşin nezaketi insan canının değerinden kaynaklanıyor. Günümüz savaşlarında beşeri unsur eski savaşlardaki kadar fazlaca devrede değil; göğüs göğüse vuruşmalar neredeyse yok gibi. Büyük çapta teknoloji kullanılıyor. Ancak yine de iki taraflı insan kayıpları söz konusu olabiliyor.

Şehidler söz konusu olunca da akan sular duruyor.

Durmalı da.

Ancak yine de çağdaş devlet muhalif sesleri de değerlendirmelidir.

Çağdaş olmayan devletlerin dünyamızın başına açtığı rahneler tarih kitapları sayfalarında çoktan yerlerini aldı.

Geçen yüzyılda yaşanan iki dünya savaşında 60 milyon kadar insan hayatını kaybetti. O savaşları başlatan kararları az sayıda insan aldı ve hiçbir itirazı da dinlemedi o insanlar. İtiraz etmeye kalkışanlara bir çok ülkede ‘vatan haini’ muamelesi yapıldığını da biliyoruz.

Örnekler ABD’den, çünkü…

ABD, 2. Dünya Savaşı’nda, işi, çoktan kendi vatandaşı olmuş bazı azınlık mensuplarını (sözgelimi Japonları) ‘potansiyel suçlu’ olarak görüp toplama kamplarına tıkmaya kadar vardırdı.

Örneği ABD’den vermem bu ülkenin günümüzde neredeyse ‘çağdaşlık’ standardı sayılması yüzünden.

Oysa, ABD’de, 1960’lı yılların başında da, Soğuk Savaş’ın en soğuk günlerinde, tek ses arayışı, dönemin basınının kendi kendini sansürlemesi yüzünden, Küba’ya düzenlenen bir askeri operasyonun başarısızlığına yol açmıştı.

Başkan John F. Kennedy, şu günlerde bizim sinemalarda da gösterilen ‘The Post’ filminin kahramanları Washington Post gazetesinin sahip ve yöneticilerine ‘‘Operasyona sahip çıkın’’ telkininde bulunmuş, onlar da susmayı tercih etmişlerdi.

Sonradan, yalnızca gazete yönetmeni Ben Bradley ile sahibi Katherine Graham değil, Kennedy de, ‘‘Keşke susulmasaydı’’ pişmanlığını yaşamışlardı.

Susmasaydılar itiraz edecekler ve belki ülkelerine bozgun yaşatmayacaklardı.

‘The Post’ filminde anlatılan sonraki yıllardaki direniş o bozgundan çıkarılan ders sayesinde yaşanabildi.

Mehmetçiğe elbette sahip çıkılmalı, ancak git gide daha da karmaşıklaşan dünyamızda Mehmetçiğin zarar görmesini engellemeye yarayacak bir fikir özgürlüğü alanı da bulunmalı.

İki cepheli savaş riski büyütür

Bir de şu: Dışarıda askeri operasyon yürüten bir devletin içeride kendisini güvende hissetmesi de gerekir. Hem dışarıda uluslararası boyutları da bulunan riskli bir askeri operasyon yürüteceksin, hem de içeride geniş kitlelerle boğuşmayı göze alacaksın. Bu pek sağlıklı bir davranış sayılamaz.

İçeride rahat ve huzuru tesis edecek bir dil ve üsluba ihtiyaç duyulan bir zaman dilimidir savaşlar…

Özellikle de muhalefet askeri operasyonu iktidar kadar benimsemişken…

Hem dışarıda hem içeride savaş devletler için riski büyütür.

Akla her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz günlerden geçiyoruz.

Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.

T24
ETİKETLER
fehmi koru iyi parti merak akşener savaş devlet risk akıl zeytin dalı operasyonu harekat suriye afrin

Bu savaşın sonucu; bundan önceki tüm savaşlar gibi hiç de iyi olmayacak!
Serhat İNCİRLİ
22 Ocak 2018



Türkiye savaşta...

Bir taraftan Türk Ordusu savaşıyor, öte taraftan medya savaşıyor...

Türk medyası tam bir propaganda savaşı sürdürüyor...

Hangi haberin doğru, hangisinin abartılı olduğunu anlamak imkansız...

Haliyle bölgedeki öteki kaynaklara da bakıyoruz...

İki taraf da propaganda yapıyor.

Kürt haber ajansları ile Türk haber kaynakları arasında 180 derece fark var...

Birinin “beyaz” diye yazdığına, öteki taraf “siyah” diyor...

Ne olduğunu tam anlamıyla analiz edebilmek için üç – beş gün geçmesi gerekecek.

-*-*-

Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım’a göre, 400- 450 bin dolayında nüfusun yaşadığı Afrin'de "8-10 bin teröristin bulunduğu tahmin ediliyor"...

Kürt kaynakları nüfusu bir milyon olarak veriyor...

Türk ordusu mensupları, çok iyi bliyoruz ki, Dünya’nın en iyileri arasında... Hatta belki de en iyisi...

Her ne kadar yaklaşık bir buçuk yıl önceki darbe girişimi ile çok ciddi hasara uğramış olsa da, Türk ordusunun çok ciddi bir gücü olduğunu inkar etmek aynı ciddiyette aptallık olur...

Örneğin aynı anda 72 uçakla saldırmak, çok ürkütücü büyüklükte bir gücü analtıyor...

Peki karşıdaki gücü küçümsemek doğru mu?

Savaşta “küçümsemek” olmaz....

Sonuçta insanlar ölür ve kazanan da yoktur...

-*-*-

Bu savaşın da kazananı olmaz...

Türkiye, orada kalmayacak...

Çok güçlü bir ordusu var evet; ama oraları, başkalarının ülkesi...

Türkiye’nin derdi, bölgede “Kürt gücü” olmaması...

Türkiye, bölgedeki YPG’yi, PKK ile bir tutuyor. Ve bu güçlerin sınırda olmasını istemiyor. O bölgede olası bir “devletçik” yaratılmasını kabul etmiyor...

Bu durum, önüümüzdeki süreçte, “bağımsız KKTC” iddiasına, türkiye’nin güçlü katkı koymasına da engel olabilir.

-*-*-

PKK, Afrin bölgesinde yok...

Ama PKK üst yönetiminin açıklamaları, “her an oraya gidebiliriz, tıpkı Kobani’ye gittiğimiz gibi” şeklinde.

-*-*-

Türkiye’den yapılan resmi açıklamalarda, savaşın YPG ve PKK’ye karşı olduğu, Kürt halkına karşı olmadığı söyleniyor...

PKK ve YPG de benzer açıklamaları yapıyor ve “savaş Türk halkı ile değildir, Türkiye’yi yöneten AKP ve MHP iledir” deniyor...

Kürt tarafından yapılan bazı açıklamalarda, Rusya’nın Türkiye’ye açık izin verdiği de iddia ediliyor.

Tüm taraflar, Amerika’nın kışkırttığından da emin...

Amerika kışkırttı, Rusya aradan çekildi; Türkiye vuruyor.

Amerika ve Rusya asıl kazanan taraf olabilir; aman dikkat!

Çok karışık bir iş!

-*-*-

Elbette ki Türkiye’nin zarar görmemesi en büyük dileğim; Türk ordusunun da başka halkların da insan zayiaatı vermemesi de en büyük dileğim ama evet çok karışık bir iş; karmakarışık bir bölge! Ve çok insan öleceği muhakkak!

-*-*-

Türkiye, Irak ve Suriye’deki bazı “Kürt yerleşim yerlerinde”, eylemler yapıldı, yapılıyor...

Benzer eylemler, Avrupa’nın bir çok başkentine de yansıdı...

Gerginlik artacak.

Türkiye’nin çıkarına olmayan gelişmeler bunlar...

Ve haliyle Türk ekonomisin doğrudan veya dolayı etkileyebilecek gelişmeler olacak.

Turizm en başta...

Ve yabancı yatırımlar...

TL, daha da ciddi değer kaybetmeye başlayabilir.

Bunun en büyük kazığını da biz yeriz; akıldan çıkarmayalım!

-*-*-

Türkiye’nin KKTC’de, Ercan Havaalanı ile Girne Sahili ve Alayköy ile Girne Sahili arasında kalan bir bölge büyüklüğündeki alanı temizleyip kontrol altına alması bekleniyor.

Yapılan açıklamalar, bu büyüklükte bir alanın, PKK YPG’den temizlenmesi anlamına geliyor...

Süre mi?

Net bir süre yok!

“Direnişe, savaşın büyüklüğüne bağlı olacak bir gelişme” diyenler çoğunlukta...

-*-*-

Peki Dünya ne diyor?

Suriye, Türkiye’nin hareketini kabul etmiyor ve “vahşi saldırı” olarak niteliyor.

Bir değeri var mı?

Yok!

Rusya?

Rusya, bölgedeki askerlerini başka bir yere çekti.

İran?

İran, “durdurun” diye cılız bir açıklama yaptı.

Fransa da “durdurun” dedi.

Ötekiler Pazartesi sabah uyanıncaya kadar ne olur, yine birlikte göreceğiz.

Ama bu savaşı, YPG’yi silahlandırarak, “30 bin kişilik sınır ordusu kuruyoruz” diyerek kışkırtan Amerika,

“PKK teröristtir” diye açıklama yaptı.

Aynı Amerika, “bizim askerlerimiz bölgede IŞİD’e karşı bir operasyona katılmamıştır” dedi...

Bahçelerde maydanoz, gel bize bazı bazı, ne alaka!

Kışkırttılar, Türkiye’yi savaşa çektiler, şimdi izliyorlar!

-*-*-

Savaş iyi bir şey değildir.

Türkiye’nin sahada kazanma şansı çok yüksek ama ekonomide kaybetme riski korkunç büyüklükte...

Ayrıca, Kürt ayaklanmasına dönebilme riski taşıyan bu savaşın sonucunda, çok daha ciddi “kavgalar” veya “savaşlar” ya da bölünmeler de görülebilir...

Kısacası, sanki sıra Türkiye’ye geldi!

Umarım yanılırım!

İnşallah yanılırım!

Bu savaşın sonucu; bundan önceki tüm savaşlar gibi hiç de iyi olmayacak!

Kıbrıs Postası

Akşener’den Erdoğan’a: Esad’la ‘aşağıdan diplomasi’ değil, açıktan müzakere yapılsın
24/01/2018



İYİ Parti lideri Meral Akşener, Afrin operasyonu ile ilgili, “Esad yönetimi ile bir yandan kavgalı görüntü verip, aşağıdan diplomasi yapmanın doğru olmadığına, açıktan bir müzakere başlatılması gerektiğine inanıyoruz” dedi.

Partisinin genel merkezinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Akşener, devam eden ‘Zeytin Dalı Harekatı’na ilişkin sorular üzerine şöyle konuştu: “Afrin Operasyonu yapılmadan önceki süreçte hataları yanlışları uyarı niteliğinde paylaştık. Bugün itibariyle ordumuz, Mehmetçiğimiz bizim gibi kadınların doğurduğu çocuklar orada mücadele ediyor. An itibariyle elbette ki ordumuzun yanındayız. Burada bir sorun yok. Ama bugünü getiren şartlar konusunda da hükümetin bir öz eleştiri yapması gerektiğine inanıyoruz. Suriye meselesine şahıslar üzerinden bir bakış açısıyla Ortadoğu’nun bataklığına çekilen bir Türkiye var. Türkiye’nin bu hale getirilmesinden sorumlu bir iktidar var. Diğer yandan Suriye’nin toprak bütünlüğünü kabul ederek oradayız biz. Resmi ağızlardan yapılan açıklamaya göre ‘İşgal etmeyeceğiz, döneceğiz’ deniyor. Dolayısıyla derhal Esad yönetimi ile bir yandan kavgalı görüntü verip, aşağıdan diplomasi yapmanın doğru olmadığına, açıktan bir müzakere başlatılması gerektiğine inanıyoruz.”
Kaynak: Diken

Akif Beki: Propaganda savaşları Afrin harekatında sonucu belirlemeyecek
26/01/2018



ABD ile medya üzerinden gireceğimiz söz düelloları ya da propaganda savaşları, Afrin harekatında sonucu belirlemeyecek.

Sonucu tayin ede
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 26, 2018 10:52 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Oca 22, 2018 11:27 pm    Mesaj konusu: Levent Gültekin: Savaş taraftarlarına bir çift sorum var Alıntıyla Cevap Gönder

Levent Gültekin: Savaş taraftarlarına bir çift sorum var
21/01/2018



Öncelikle şunu belirteyim: İslamcısı, ulusalcısı, milliyetçisi, iktidarı ve muhalefetiyle toplumun büyük bir kısmının ‘Yürüyelim arkadaşlar’ marşını söylediği bir ortamda, “Durun, nereye yürüyorsunuz, ne yapıyorsunuz?” demek kolay bir şey değil.

Çünkü “Bir dakika, ne yapıyorsunuz?” diyenin ‘vatan haini’ denerek linç edildiği bir ortamda, bir insanın ağzını açıp bir şeyler yazması, söylemesi için hakikaten deli olması lazım.

Sorun sadece linç edilmek de değil. İktidarın hamasetle bütün ülkeyi teslim aldığı böyle bir ortamda farklı bir şey söylemenin pek bir yararı da yok. Çünkü kimsenin farklı bir söze kulak verecek hali yok.

Fakat bütün hakaretlere, bütün insaf ve vicdan dışı saldırılara, ‘Yazmanın, konuşmanın hiçbir yararı yok’ duygusunun yarattığı ağır baskıya rağmen yazmaktan, söylemekten de geri duramıyorum.

Çünkü bu ülkenin bir evladı olarak sorumluluk duygusu taşıyorum. “Ne haliniz varsa görün!” deyip arkamı dönüp gidemiyorum.

İktidarların, yanlış politikalarının faturasını, yoksul insanların çocuklarına ödetmesini kabullenemiyorum.

Gidemediğim, ruhumu koparamadığım bu ülkenin daha iyi ve yaşanabilir olması için çabalamaktan başka bir seçeneğimin olmadığını düşünüyorum.

Bu nedenle iktidarın yarattığı korkuya teslim olup savaşla barış getireceğini, huzurlu bir yaşam kuracağını sananlara yöneltmek istediğim, benim de zihnimi kemiren sorular var.

Türkiye Afrin’e adına ‘Zeytin Dalı’ dediği bir savaş ya da operasyon başlattı.

“Ortadoğu’nun cehenneme döndüğü bu dönemde ülkeyi savaşa sokmak o cehenneme girmektir” diye itiraz ettiğimizde “Ne yani sınırımızdaki terör devletine göz mü yumalım?”, “ABD’nin kurduğu tuzakları görmezden mi gelelim?” türü itirazlar geliyor.

ABD’nin sınırımıza kamyonlarca silah sevkiyatı, Türkiye’nin gözünün içine bakarak Türkiye’nin düşman gördüğü PKK’nın yan kuruluşu YPG’yi güçlendirme çabaları, farklı ülkelerin Türkiye aleyhine hesapları ve adımları bu ülkenin her bir evladı gibi elbette beni de endişelendiriyor.

Fakat “Savaş tek yol, başka seçeneğimiz yok” diyen iktidarın kayığına binmeyi de ne aklım kabul ediyor ne de gönlüm.

Neden mi?

Anlatayım.

Bugün yapılanların ne kadar doğru, ne kadar ülke yararına olduğunu anlamak için biraz geriden başlayalım.

Bugünkü duruma nasıl geldik?

Irak işgalinden sonra ABD gözünü Suriye’ye dikmişti.

Fakat Türkiye’yi ve dünyayı ikna edemiyordu.

2005 yılında Bush’la yaptığı görüşmede Erdoğan, “Yapmayın, Suriye’de Esad’dan daha iyi bir lider bulamayız” diye ABD’ye direnmişti.

Çünkü bundan en büyük zararı Türkiye görecekti.

2011’de Suriye karıştı veya karıştırıldı.

Bir de baktık ki Suriye’nin parçalanmasının felaket getireceğini söyleyen Türkiye, Suriye’deki savaşı kışkırtan, göstericilere destek veren, hatta ABD’yle birlikte muhaliflere silah, cephane gönderen ülkelerin en ön safında.

Ülkedeki aklıselim sahibi herkes “Suriye parçalanırsa bundan en büyük zararı Türkiye görür” diyerek yazdı, uyardı.

Fakat iktidar hiçbir uyarıyı dinlemedi.

Dinlemekle kalmadı aynen bugün yaptığı gibi bu tür uyarıları yapanlara “Vatan haini” dedi.

Ülkesini zerre kadar seven herkes Suriye politikasının Türkiye’nin başına iş açacağını görüyordu.

Bu kadar basit bir gerçeği görememiş veyahut iktidarda kalmayı öncelik edindiği için görmek istememiş ABD ve İsrail’in kayığına atlamış insanların bugün “Tek seçeneğimiz savaş” demelerine inanmak, tek dertlerinin, tek önceliklerinin Türkiye olduğunu düşünmek… Bana çok tuhaf geliyor. Size gelmiyor mu? Gelmiyorsa niçin gelmiyor?

Oradan bir Kürt devleti çıkacağını bile bile Suriye’yi parçala, ortaya Kürt devleti çıkınca da “Bizim için çok tehlikeli!” diye feveran et.

Bir tuhaflık yok mu sizce de?

Diyelim ki yanıldılar. Diyelim ki bu kadar açık bir gerçeği öngöremediler.

Peki şu anda Türkiye Suriye’de tam olarak ne istiyor?

Suriye’nin bütünlüğünü mü yoksa bölünmesini mi istiyor? Hangisi Türkiye’nin menfaatine?

Lafta “Suriye’nin bütünlüğünden yanayız” diyorlar, değil mi?

Peki öyleyse “Rejim İdlib’e yürüyor orayı ele geçirecek” diye feveran etmelerini neyle açıklayacağız? Suriye’nin bütünlük kurma çabalarından niye endişe duyuyorlar?

Ya da Suriye’yi bölmeye çalışan ÖSO denen yağmacıları desteklemeyi neyle izah edeceğiz?

Hem “Suriye bölünmesin, Kürt devleti kurulmasın” deyip hem de Esad’ın ülkede kontrolü sağlamasından rahatsız olmak… Hangi ruh halinin, hangi amacın ürünüdür sizce?

Bunun üzerine düşünmemiz gerekmiyor mu?

Bunca çelişki, bunca tuhaflık, bunca ‘yanılma’ ortada dururken “Savaş bizim tek seçeneğimiz” diyen iktidarın arkasına dizilmek, ona inanıp savaşın barış, huzur getireceğine sanmak vatanseverlik oluyor öyle mi?

İçeride toplumu korkuyla yönetmek, istediği her şeyi yapabilmek için OHAL’i fırsat gören bir iktidarın savaş kararını ülke lehine bir adım olarak görmek, iktidarın yanlışlarına ortak olmaktan başka bir şey değil.

Vatanseverlik aklını, sağduyusunu kaybetmiş, iktidarda kalmayı öncelik haline getirmiş bir iktidarın peşine takılmayı değil, daha önceki yaptıklarına bakarak şimdiki yaptıklarından endişe duymayı gerektirir.

Vatanseverlik sonuca bakarak tutum belirlemeyi değil, o sonucu neyin ortaya çıkardığı üzerinde düşünmeyi gerektirir.

Çünkü yangını çıkaranın o yangını söndüreceğini düşünmek pek akıllıca bir iş değil.

Lafı dolandırmadan söyleyeyim: İktidarın önceliği ne yazık ki Türkiye değil.

Korkuya teslim olmuş, bu korkuyla ne yaptığını bilmez haldeki, birinci önceliği iktidarda kalmak olan insanların Türkiye lehine bir iş yapmaları neredeyse imkansız.

Peki ne yapalım?

ABD’nin, PKK’nın kolu YPG’ye kamyonlarca silah sevkiyatından endişe duymayalım mı?

Ya da PKK’nın sınırımızda bir devlete kavuşmasını umursamayalım mı?

Türkiye, yaklaşık 40 yıldır ‘bölünme’ korkusuyla yaşıyor.

Çatışmayla, savaşla, bu korkuya sebep olan sorunu çözeceğini sanıyor.

Bunun için on binlerce evladını toprağa verdi. Milyarlarca lirasını bomba olarak dağa taşa attı. Buna rağmen 40 yıldır bir arpa boyu yol almadı. Tam tersine, sorun daha da derinleşti.

Öncelikle bu korkudan kurtulmamız, hiçbir sonuç getirmeyen çatışmacı politikalardan vazgeçmemiz gerekiyor.

Önce içeride huzuru, barışı tesis etmemiz, toplumsal bütünlüğü sağlamamız, sonra da sınırın öte yanında kim olursa olsun onlarla diyaloğa, dostluğa dayalı ilişki geliştirmemiz gerekiyor.

Düşmanlık politikalarıyla ülkemize de bölgemize de huzur getiremeyiz. Bugüne kadar getiremedik de.

Düşmanlık politikaları komşumuz, akrabamız olan insanları ABD, İsrail ve Rusya gibi devletlerin oyuncağı olmaya zorluyor.

Oturup konuşarak anlaşacağımız, uzlaşacağımız insanları kendimize düşman yaparak onları ‘büyük güçler’in kucağına itmek pek akıllıca bir politika değil.

“Filan devletin şöyle hesapları var.” “Falan devlet Türkiye’ye şöyle tuzaklar kuruyor.”

Eğer böyle tuzaklar, aleyhimize hesaplar varsa tüm bunlarla ancak içeride toplumsal bütünlüğünü sağlamış, kurumlarıyla, kanunlarıyla demokrasisiyle güçlü bir devlet olursak baş edebiliriz.

Hukuku yok eden, toplumsal barışa dinamit koyan, kurumları birer birer işlevsiz hale getiren, ülkeye büyük zarar veren OHAL’i kendi iktidarı için fırsat gören bir yönetimle ne güçlü toplum ne de güçlü devlet olabiliriz.

Uyguladığı yanlış politikalarla içeride devleti zayıflatan, yıkıma sürükleyen iktidar, “Dışarıdan devletimize saldırı var, savaşmalıyız” diye hepimizi onun yanında durmaya zorluyor.

Bütün bunları düşünmeden savaşa taraftar olmak, iktidarın yaydığı korkuya teslim olmak, başta muhalefet partileri olmak üzere hepimiz için büyük bir utançtır.

Ülke sevgisi, elbette duyguyla ama daha ziyade akılla, mantıkla hareket etmeyi gerektirir. Hamasetten, hezeyandan, galeyandan uzak durmayı gerektirir.

Sırf seçim kazanmak, iktidarda kalmak için ülkeyi her geçen gün biraz daha kemiren OHAL’i sürdür. Bir devletin temel direği sayılan hukuku yok et. Özgürlükleri kısıtla. Kurumları birer birer işlevsiz hale getir. Daha fazla oy için toplumsal bütünlüğü boz, kutuplaşmayı kışkırt.

Bütün bunlarla ülke hastalansın, bitap düşsün sonra da kalk, “Benim yanımda durmazsanız vatan hainisiniz” de.

Bunu söyleyenlere söyleyecek tek bir sözüm var: Hadi ordan! Ülkeyi bu hale getirenlere bel bağlayacak kadar aklımı kaybetmedim.
Diken

New York Times'tan Afrin yorumu: ABD'nin eli zayıflayacak
23 Ocak 2018
Çeviri: İnan Ketenciler



New York Times haberinde "Türklerin saldırısı, iki NATO müttefiki arasındaki ilişkilerde çıkarların sahada çatıştığı, tehlikeli bir aşamaya geçildiğine işaret ediyor" ifadeleri kulanıldı

Amerikan New York Times gazetesi bugünkü sayısında, Türkiye'nin Suriye'deki Zeytin Dalı Harekâtı'na yer verdi. Haberde, "ABD Başkanı Donald Trump geçen eylüldeki Birleşmiş Milletler (BM) toplantısında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bir dost gibi kucaklayarak 'Daha önce olmadığı kadar' yakınız dedi. Beş ay sonra, Türkiye, ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta ABD’nin en yakın müttefiki olan Suriyeli Kürtlere karşı topyekün bir saldırı düzenliyor" dendi.

Mark Landler ve Carlotta Gall imzasıyla yayımlanan haberde, şu ifadelere yer verildi:

"ABD’nin itirazları, ancak görünüşe göre Rusların rızasıyla başlayan Türklerin saldırısı, iki NATO müttefiki arasındaki ilişkilerde çıkarların sahada çatıştığı, tehlikeli bir aşamaya geçildiğine işaret ediyor.

Bu, tamamen İslamcı militanları ortadan kaldırmaya odaklanan ABD’nin Suriye’de elinin ne kadar zayıfladığını ortaya koyuyor."

"Türkiye'nin güvenlik endişeleri kabul edildi"

Haberde, "Türk birlikleri Pazartesi günü kuzeydoğu Suriye’deki Afrin’de ilerlerken, Beyaz Saray Türkiye’yi IŞİD’e karşı yürütülen savaştan gözünü ayırmaması gerektiği konusunda uyardı. Ancak Türkiye’ye yapılan bu çıkış duruverdi ve Suriyeli Kürtleri terörist ve toprak bütünlüğüne bir tehdit olarak gören Türkiye’nin güvenlik endişeleri kabul edildi" görüşü dile getirildi.

"Beyaz Saray yol arıyor"

"IŞİD’e karşı Kürtleri sahada partneri olarak kullanan ABD’nin içsel çelişkisi, ancak IŞİD bir tehdit olarak kaldığı sürece görmezden gelinebilir. Ancak şimdi militanlar çekilirken, Beyaz Saray Türklerle daha da yabancılaşmadan Kürt savaşçılarla ilişkileri yürütmenin bir yolunu arıyor" denen haberde "Trump yönetiminin yanıtı IŞİD’in yeniden dirilmesine karşı Kürtlerin Suriye’nin kuzeydoğusundaki bir sınır gücü oluşturmasına yardım etmek oldu. Ancak bu, gelecekte anavatanlarına yönelik bir direnişe zemin hazırlandığını düşünen Türkleri kızdırdı" yorumu yapıldı.

Daha önce FBI’ın kontrterörizm dairesinde ajan olarak çalışan ve şimdi Sufan Grubu’nun başında olan Ali Sufan New York Times'a yaptığı açıklamada, “ABD, Suriye’de çok ince bir denge tutturmaya çalıştı. Suriye’deki savaş alanı küçüldükçe, o dengeyi sürdürmek imkansıza yakın hale geldi” dedi.

Habere göre Sufan, ABD’nin ya Kürt savaşçılara olan desteğini dramatik bir şekilde azaltacağını (ki bu Suriye ve Irak’ta istikrarlı olarak ABD’yi destekleyen ve yardım eden gruplara yönelik bir başka ABD ihaneti olarak görülebilir), NATO ortağı Türkiye’yle direkt ya da dolaylı olarak bir çatışma riskini göze alacağını söyledi.

"ABD yönetimi, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Savunma Bakanı Jim Mattis ve Beyaz Saray Basın Sözcüsü Sarah Huckabee Sanders’ın açıklamalarıyla bu iki senaryoyu da bertaraf etmeyi denedi" ifadelerine yer verilen haberde "Bay Tillerson, Türkiye’nin 'sınırı geçen teröristler hakkında meşru endişelerini' kabul ederken, Bay Pattis IŞİD’e karşı hava görevlerinde ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanmasına izin verdiği için Türkiye’den övgüyle söz etti. Bayan Sanders, Türkiye’yi 'askeri eylem ve söylemlerini sınırlaması' ve operasyonun alan ve süresinin sınırlı tutulması konusunda uyardı" dendi.

Haberde, "Ancak Suriye’de birçok kez olduğu gibi ABD seyirci kalıyormuş gibi göründü. ABD geri çekildikçe Rusya vakumu doldurarak tesirini artırdı ve Türkiye’yle olan ilişkilerini iyileştirdi. Rus yetkililer inkar etse de, Ankara’da Türkiye hükümetinin saldırıyı başlatmak için Rusya’dan yeşil ışık alındığı farz ediliyor. Erdoğan, pazartesi günü operasyon konusunda Rusya’yla anlaşmaya vardıklarını söyledi" yorumu yapıldı.

New York Times: Erdoğan için hayati önemde

New York Times'ın haberinde "Bu yıl ya da 2019’da yapılacak seçimler için milliyetçilerin oylarını almak isteyen Erdoğan için Afrin operasyonu politik olarak hayati önemde. Erdoğan, PKK’nın müttefiki olarak gördüğü Suriyeli Kürt militanlara destek verdiği için ABD’yi eleştirdi. Pazartesi ABD’yi hedefleyen Erdoğan, 'Bizim kimsenin topraklarında gözümüz yok' dedi. Başkanlık Sarayı’nda bir grup işadamına seslenen Erdoğan, 'Operasyon hedeflerine ulaşınca sona erecek” dedi. Erdoğan şunları söyledi: “Bazıları diyor ki süre belli olmalı. Bunu diyen de Amerika. Ben de soruyorum Afganistan'da süre belli mi? Ne zaman iş biterse bizim orada durmaya da zaten merakımız yok çekilmesini de biliriz. Bunun için birilerinden icazet almak gibi bir derdimiz de yok." yorumu yapıldı.

Analistlerin Rusya’nın Zeytin Dalı Harekatı'nı 'kutsamak' için iyi gerekçeleri olduğu yorumunda bulunduğunu yazan New York Times'ın haberinde "Bu ABD’yle müttefikleri arasında uyuşmazlık tohumu ekmek ya da daha geniş anlamda bölgedeki diplomatik nüfuzunu artırma ihtimalini yaratıyor. Analistler ayrıca Moskova’nın bu müsamahasına karşılık, Ankara’nın rejime karşı ittifak yaptığı İdlib’deki muhaliflere yönelik Rusya ve Suriye saldırılarına göz yumduğu yorumunu yapıyor" dendi.

New York Times'ın haberinin devamında şu ifadelere yer verildi:

ABD, Erdoğan’a yeniden güven vermek için bazı adımlar attı. Rakka’yı IŞİD’in elinden almak için yapılan operasyon biterken, Kürtlere ağır silah sağlamayı durdurdu. Ama yönetim yetkilileri, militanları etkili olduğu için Kürtlerle ilişkilerini sürdürmeye kararlı olduklarını söyledi.

Son haftalarda üst düzey Amerikan yetkilileri Kuzey Suriye’de güvenliği yeniden tesis etmek için sivil savaş öncesindeki demografiyi yansıtan yerel güvenlik güçleri kurulmasının gerekliliğinden söz etti. Bu savaş sırasında bölgeden kaçan binlerce Arabın geri dönmesi anlamına geliyor.

Öngörülebilir bir glecek için Suriye’de ABD birliklerinin kalacağını söyleyen Tillerson, geçen hafta yaptığı açıklamada bu stratejinin ana hatlarını çizdi.

Tillerson, “Suriye’de tarihin kendini tekrar etmesine izin veremeyiz” dedi. Tillerson şunları söyledi: “IŞİD’in şu anda bir ayağı mezarda ve Suriye’de askeri varlık bulundurarak IŞİD’in tamamen kaybetmesi başarılacak, ki bu yakında olmalı.”

Ancak bu sözleri eleştirenler, yönetimin bu stratejiyi hayata geçirmek için diplomatik gücü, siyasi isteklilik ya da askeri varlık oalrak gücünün bulunup bulunmadığını sorguladı. Şu an bile, ABD yönetiminin birçok açıklamasının hâlâ dar bir şekilde IŞİD’le savaşmaya odaklandığını ve Rusya, İran ve Esad’a karşı Türkiye ile ABD’nin ortak çıkarlarını hesaba katmadığı eleştirileri yapıldı.

Bazı analistler, ABD’nin Türk hükümetine Suriyeli kürtlerle olan ittifaklarının IŞİD’le savaştan daha uzun süreceğini daha iyi bir şekilde anlatması gerektiğini söylüyor.

ABD’nin Türkiye ve Irak eski Büyükelçisi James F. Jeffrey, “Türklere Kürtlerin IŞİD’i yenmek için geçici ve taktiksel hareket ettiğimizi söyledik” diyor ve ekliyor: “Şimdi onlara İran’ı frenlemek için de ihtiyacımız var.”

Jeffrey, ABD yönetiminin Türklere karmaşık mesajlar göndermesinin Erdoğan’ı kızdırdığını ve Suriye Kürtleriyle PKK arasındaki bağlara göz yummasını imkansız hale getirdiğini söyledi.

Jeffrey şunları söyledi: “Bunun tüm amacı politik bir çözümü zorlamak için Suriye’de kalacağımızı söyleyerek Ruslarla Suriyelileri ayırmaktı. Yaptığımız farklı açıklamalarda bu mesajı Türklere iletmekte yetersiz göründük.”

Şu ana kadar Türkiye’nin operasyonları Halep’in 25 mil kuzeyinde ve Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgelerinden 75 mil uzaklıktaki Afrin’deki hedeflerle sınırlı görünüyor. Bu bölgeler, ABD’nin daha az ilgilendiği bölgeler…

Yakın Doğu Çalışmaları Washington Enstitüsü’nde çalışan Suriye Uzmanı Andrew J. Tabler’a göre asıl soru “Türkiye bu bölgenin kontrolünü ele geçirdiğinde başka bölgeler için bastıracak mı?” Bu Türkiye’yi Kürtlerin ana kuvvetleriyle ve hatta potansiyel olarak Amerikan birlikleriyle de karşı karşıya getirebilir.

T24
ETİKETLER
afrin new york times zeytin dalı abd türkiye rusya

Yılmaz Özdil: Geri zekâlı basınımız 'hümanist' manşetler atıyor, mayınlara gerek olmadığını anlatıyordu!
26 Ocak 2018



"Organik tarım harekatı!"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'nin Kuzeybatısında bulunan Afrin'e yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı'nı manşetine taşıyan gazeteleri eleştirdi. Özdil, "Gerizekalı basınımız 'hümanist' manşetler atıyor, Suriye'yle kardeş olduğumuzu, artık mayınlara gerek olmadığını anlatıyordu" dedi.

"Mayınlardan temizlenerek 'cillop' hale getirilen sınırımıza, duvar örüyoruz…" diyen Özdil, şu ifadeyi kullandı:

"Duvar yetmediği için, 30 kilometre derinliğinde güvenli alan yaratabilmek için ordumuzla Suriye'ye girmek zorunda kaldık. O nedenle zeytin deniyor sanırım. Organik tarım harekatı yani!"

Yılmaz Özdil'in "Organik Zeytin" başlığıyla (26 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Asrın liderimizin pek sevdiği ve sık sık kullandığı bi laf var: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.

*

“İnsan hafızasının kusuru unutkanlıktır” manasına gelir, unutmamak gerekir. * Hatırlayın… 2009. Durup dururken, aniden, Suriye sınırındaki topraklarımız gündeme gelmişti, illa “sınırdaki mayınları temizleyeceğiz, en geç üç yıl içinde temizlememiz lazım” demeye başlamışlardı.

*

Merak etmiştik haliyle… “Günler torbaya mı girdi birader, bu ne acele, yangından mal mı kaçırıyorsunuz, niye en geç üç yıl içinde mesela, altı yıl içinde temizlesek olmuyor mu?” diye sormuştuk. “Ottawa Sözleşmesi'ne imza attık, üç yıl içinde mutlaka temizlememiz lazım” cevabını vermişlerdi.

*

E gene merak etmiştik haliyle… “Bu ne biçim Ottawa şekerim, niye illa Suriye sınırını temizlememiz gerekiyor da, mesela neden İran sınırını, Yunan sınırını temizlememiz gerekmiyor, Suriye sınırındakiler mayın da İran sınırındakiler karpuz mu?” diye sormuştuk. Pek sinirlenmişlerdi, bu meseleyi kurcalayanlara “faşist, militarist, postal yalayıcı, savaş yanlısı” filan demişlerdi.

*

Sonra? Mayın temizleme ihalesini İsrail'e vermeye çalıştıkları ortaya çıktı. Bu defa “biz temizlesek olmaz mı, niye İsrail?” diye sormuştuk. Daha fena sinirlenmişlerdi, “paranın dini milleti olmaz” diye akıl öğretmişlerdi, “ırkçı” damgası yapıştırmışlardı.

*

Sonra? Mayından temizlenen bölgenin 44 yıllığına İsrail firmasına kiralanacağı ortaya çıktı. Makul bir soru daha sormuştuk, “evinizi temizlemeye gelen gündelikçi kadına, 44 yıllığına kullansın diye oturma odanızı veriyor musunuz, İsrail temizleyecekse, temizlesin defolsun gitsin, toprağımızı niye veriyorsunuz?” demiştik. Hepimizi keriz zannettikleri için, kerizlere layık bir cevap vermişlerdi, “hiç para ödemeyeceğiz, adam masraf yapacak, masrafının karşılığında orada organik tarım yapacak, hepimiz kazanacağız, win win” demişlerdi.

*

O dönemde Suriye'de fol yok yumurta yoktu. İç savaş henüz başlamamıştı.

*

Sayın ahalimizin Amerikan tezgahından haberi yoktu. İpten kazıktan kurtulmuş köktendinci teröristlerin sınırımızı yolgeçen hanına çevireceği… Cahil cühela dört milyon Suriyelinin, kimlik kontrolü bile yapılmadan, elini kolunu sallaya sallaya o sınırdan Türkiye'ye gireceği… Sayın ahalimize söylenmiyordu.

*

Gerizekalı basınımız “hümanist” manşetler atıyor, Suriye'yle kardeş olduğumuzu, artık mayınlara gerek olmadığını anlatıyordu.

*

Netice kardeşim?

*

Mayınlardan temizlenerek “cillop” hale getirilen sınırımıza, duvar örüyoruz… Duvar yetmediği için, 30 kilometre derinliğinde güvenli alan yaratabilmek için ordumuzla Suriye'ye girmek zorunda kaldık.

*

O nedenle zeytin deniyor sanırım. Organik tarım harekatı yani!

T24
ETİKETLER
yılmaz özdil afrin tsk zeytin dalı harekatı haber basın manşet eleştiri organik tarım harekatı

Akif Beki: Propaganda savaşları Afrin harekatında sonucu belirlemeyecek
26/01/2018



ABD ile medya üzerinden gireceğimiz söz düelloları ya da propaganda savaşları, Afrin harekatında sonucu belirlemeyecek.

Sonucu tayin edecek olan, Rus bölgesinde Rusya destekli YPG’ye karşı silah, teknoloji, savaşma azmi ve iradesi ile moral motivasyon üstünlüğümüzdür.


Uydurma ve dezenformasyonla mücadele, savaşın ihmale gelmeyecek bir parçası, önemsizleştiriyor değilim.

Ama silahlar konuşmaya başladığında, son söz artık silahlarındır.

Güç dengesinde ağır basan propaganda rüzgarları değil, bozguna uğratan gizli teknolojilerle hazırlıksız yakalayan sürprizlerdir.

Silahlar çekildiğinde söz üstünlüğü, yerini silah üstünlüğüne bırakır.

Propaganda meydanında yenmek, medyada üstün gelmek sahada galebe çalmaya yetmediğine göre, üstünde bu kadar durmaya değmez.

Akif Beki’nin yazısının devamı için: http://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/var-mi-medyada-kazanilmis-bir-savas-6049

AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı Yakış: Türkiye'nin Esad ve PYD ile işbirliği yapması gerekiyordu
Hülya Karabağlı
26 Ocak 2018



"Askeri başarı sorunu kökünden çözmeye yetmeyebilir"


AKP döneminin ilk Dışişleri Bakanı ve partinin kurucularından Yaşar Yakış, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısında gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı’nın başarılı bir şekilde sonuçlanması halinde bile Kuzey Suriye’deki Kürt varlığından kaynaklanan sorunların ortadan kalkmayacağını söyledi.

Türkiye’nin en başından itibaren yapması gerekenin, ‘Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve PYD ile işbirliği yapmak, yöre nüfusunun etnik terkibinin değiştirilmemesi konusunda uluslararası kamuoyunun desteğini alarak bir çözüm üretmek’ olduğunu ifade eden Yakış, askeri başarının sorunu kökten çözmeye yetmeyebileceği yorumunda bulundu.

"Esad, Türkiye'yi rahatsız edecek bir yapı oluşturabilir"

Türkiye’nin Afrin’de gerçekleştirdiği operasyonun gerekli hale geldiğini kaydeden Yakış, "Ama Türkiye bu operasyonu askeri açıdan başarılı biçimde sonuçlandırsa dahi Kuzey Suriye'deki Kürt varlığından kaynaklanan sorunlarımız ortadan kalkacak değildir” dedi. "Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduğunu açıklamıştır” hatırlatmasında bulunan eski diplomat, şöyle devam etti:

"Bu politikası icabı, oradaki PYD baskısını ortadan kaldırdıktan sonra, yönetimi oradaki etnik yapıya daha uygun bir ekibe devredecek ve Suriye'den çekilecektir. Ondan sonra nasıl bir gelişme olacağını kestiremeyiz. Beşar Esad muhtemelen orada Türkiye'yi rahatsız edecek bir yapı oluşturabilir.

"Askeri başarı sorunu kökünden çözmeye yetmeyebilir"

Bu nedenle Türkiye'nin en başından beri yapacağı şey, Beşar Esad'la ve PYD ile işbirliği yapmak ve yöre nüfusunun etnik terkibinin değiştirilmemesi konusunda uluslararası kamuoyunun desteğini alarak bir çözüm üretmek idi. Bu yapılamadığı için yüzbinlerce Suriyeli can verdi. Ülke büyük fiziki, manevi ve ahlaki tahribata uğradı. Halen bile izlenmesi gereken yol budur. Askeri başarı sorunu kökünden çözmeye yetmeyebilir."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında 2 ayın ardından gerçekleşen telefon görüşmesi sonrasında Türk ve ABD’li taraflar arasında yapılan açıklamalar arasında çelişkiler bulunmasını da değerlendiren Yakış, şunları söyledi:

"Devlet Başkanları arasında yapılan her görüşmenin tam metin (verbatim) olarak kamuoyu ile paylaşılması yolunda bir uygulama yok. O görüşme sırasında, taraflar, ele alınan konuları kamuoyuna nasıl yansıtacakları hususunu da ele alıp, bürokratlarını ortak bir metin ortaya çıkarmak için görevlendirebilirler. Bu görüşme sırasında bunun yapılmadığı anlaşılmaktadır.

"Bir taraf mecbur kalırsa görüşmenin metnini yayınlar, diğer taraf zor duruma düşebilir"

Böyle bir durumda, taraflardan her biri kendisinin önem verdiği hususları ön plana çıkaran bir açıklama yapar. Ancak bunu yaparken de taraflardan herhangi birinin dile getirmediği hususu sanki dile getirmiş gibi yansıtmaması gerekir. Çünkü öteki taraf, mecbur kalırsa görüşmenin orijinal metnini yayınlar ve eksik, yahut saptırılmış açıklama yapan tarafı zor duruma düşürebilir.

Türkiye ile ABD'nin, bu görüşmede ele alınan konulardan hangisinin daha olduğu hususunu farklı değerlendirdikleri anlaşılmaktadır. Böyle farklar olduğu yolunda izlenim doğması, bazen gerçekte böyle bir farkın mevcut olmasından daha fazla olumsuz etki yapabilir. Yani 'şüyuu vukuundan beter' olabilir. Bu nedenle, şeffaflık her zaman en doğru politikadır."

T24
ETİKETLER
yaşar yakış akp ak parti kurucu ilk dışişleri bakanı pyd esad afrin operasyon zeytin dalı harekatı

Erdoğan: Ulan ahlaksız sen sıcak yatağında yatarken, o ÖSO'lar benim mehmedimle beraber!
27 Ocak 2018



Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Grup Başkanvekili Engin Altay'a tepki gösterdi

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’nda olduğu gibi Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında da birlikte hareket ettiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerine destek verdi.

ÖSO'nun ağırlıklı olarak El Kaide uzantılı cihatçı örgütlerden toparlanan bir birlik olduğunu” söyleyen CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’a da tepki gösteren Erdoğan "Kendini bilmez bazı terbiyesizler var ya, terörist diye ifade ettiği ÖSO’lar var ya, ulan ahlaksız sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO’lar benim mehmedimle beraber, senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar" dedi.
T24

Yeni Şafak: Buradan Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağlanıyor
28.01.2018



CHP'nin insa edildiği süreçten bu yana denetlenmesi için defalarca girişimde bulunduğu ve her seferinde AKP Hükümeti'nden olumsuz yanıt aldığı Kürecik Radar Üssü'nün Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağladığı iddia edildi. İddianın sahibi ise yandaş Yeni Şakaf gazetesi. CHP'li Ağababa ise, "Eğer AKP iktidarı gerçekten ABD'ye karşı bir şey yapacaksa Kürecik'i kapatsın" dedi.

Aralık 2011'de Malatya Kürecik'te kurulan NATO Radar Üssü, üssün kurulacağının açıklandığı andan itibaren tartışmaların odağında oldu. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba olmak üzere CHP'li vekiller pek çok kez Kürecik Radar Üssü'ne girmek ve incelemede bulunmnak istediler. Ancak her defasında Milli Savunma Bakanlığı'ndan olumsuz yanıt aldılar.

ABD YÖNETİMİNDEN NATO'YA GEÇTİ

CHP'nin Kürecik için izin istediği Milli Savunma Bakanlığı, üssün yönetiminin NATO'da olduğunu ve Brüksel'den izin alınması gerektiğini bildirdi. CHP'nin NATO'ya yaptığı başvuruya gelen yanıtta ise üssün komutasının ABD'de olduğu bildirildi. CHP'nin bu konudaki itirazları üzerine Mayıs 2012'de dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın talimatı ile üssün yönetimi NATO'ya devredildi.

CHP'LİLER DEFALARCA BAŞVURDU AMA ÜSSE ALINMADI?

2012 yılında Dünya Emekçi Kadınlar günü etkinlikleri kapsamında Malatya’ya gelen dönemin CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan ile milletvekilleri Sabahat Akkiraz, Ayşe Nedret Akova, Ayşe Eser Danışoğlu, Hülya Güven, Sedef Küçük, Sena Kaleli, Melda Onur, Binnaz Toprak, Dilek Akagün Yılmaz ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba Kürecik’te kurulan Radar Savunma Üssü’ne gitti.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, milletvekilleri olarak kurulan üsse ziyaret etmek istediklerini bunun için de Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazdıklarını ifade ederek, "Genelkurmay bize, ’Yetkimiz yok, Dışişleri Bakanlığı’na yazın’ dediler. Cevap Milli Savunma Bakanlığı’ndan geldi; ’Yetkimiz yok’ dediler izin vermediler. İzni kimden alacağız? Buraya girmek için ABD’den mi, Pentegon’dan mı izin alacağız?" dedi.

Ağbaba, "Küçük bir üsse girmek için koskocaman TBMM’nin iradesini yok saydılar" diyerek hükümeti eleştirdi. Ağbaba, "Radar üssünün kumandasını ABD’ye teslim eden AKP, Meclis’in kumandasını kime teslim etti? Siz ne yaparsanız yapın conileri bu topraklardan kovacağız" diye konuştu.



YENİ ŞAFAK: "ÜSTEN PKK'YA İSTİHBARAT VERİLİYOR"

CHP'nin yıllardır kuruluş amacını ve konumunu tartıştığı ancak AKP'nin vekillerin bu konuda soru önergelerine ve üssü denetleme taleplerine olumsuz yanıt vermesine kayıtsız olan yandaş medya, Zeytin Dalı Harekatı'nın ardından aralarında Kürecik'in de olduğu ABD üslerinin PKK/PYD'ye anlık istihbarat verdiğini gündeme getirdi.

Yeni Şafak gazetesinin bugünkü haberinde, "ABD’nin, TSK ve ÖSO tarafından çepeçevre kuşatılıp Afrin’e sıkıştırılan PKK’ya, bölgeyi kontrol eden Kisecik Radar Üssü’nden anlık istihbarat sağladığı, örgüte koordinatlar verdiği belirtiliyor. Terör örgütü, İHA istihbaratı bilgileriyle, Türkiye’den havalanan her uçaktan, bu uçağın vuracağı noktalardan ve atılan her füzeden haberdar ediliyor. Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinin de bu amaçla kullanıldığına dair ciddi şüpheler var." ifadelerine yer verildi.

Haberde şu ifadelere yer verildi:

ABD TÜM VERİLERİ GÖRÜYOR

NATO ağında bulunan radar verileri üzerinden Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının her hareketini görebilen ABD ordusu, bu araçların vurabileceği muhtemel noktalara ilişkin verileri PKK’ya servis ediyor. ‘Sahibinden’ aldığı istihbaratı değerlendiren teröristler ise gelen bilgiler doğrultusunda tedbir alıp mevzileniyor. Afrin’e yönelik hava taarruzunda uçak, İHA ve hatta füzeleri ilk olarak tespit edebilecek radar, Hatay-İskenderun’daki Arsuz beldesinin Kisecik köyünde bulunuyor. 2004 yılında Amanos dağlarının zirvesinde kurulan Kisecik Radar Üssü bir NATO tesisi. Dolayısıyla ABD, radarın tüm olanaklarından faydalanıyor.

KİSECİK, KEL DAĞI, KÜRECİK

Kisecik’e ek olarak Hatay-Yayladağı’nda sınırın sıfır noktasındaki Kel Dağı’nda da bir radar üssü bulunuyor. Kel Dağı ve Kisecik’teki üslerde konuşlu radar sistemleri en az 400 kilometrelik bir yarıçaptaki her hava hareketini takip edebiliyor. Yani ABD, neredeyse Suriye’nin tamamını NATO şemsiyesi altında kurduğu üslerden gözlüyor. Kisecik ve Kel Dağı’ndan başka Malatya’daki Kürecik radarı ise hepsinden daha gelişmiş özellikte. 1000 kilometrelik yarıçapta gökyüzünü tarayan radarın kapsama alanına Suriye, Irak ve İran, hatta Kıbrıs da giriyor. Türkiye’nin hava ağı ve toplanan istihbarat bilgileri NATO’nun güneydoğu sınırlarını kapsadığı için açık durumda. Türkiye istediğinde ve özellikle milli bir harekât icra edildiğinde bazı bilgileri gizleyebiliyor. Ancak bu gizlemenin ne derece başarılı olduğu meçhul. ABD’nin, bu önlemlere rağmen radar bilgilerini kullanarak elde ettiği kritik verileri PKK’ya aktarmakta olduğu kaydediliyor.

CHP'Lİ AĞBABA: AKP SAMİMİYSE KÜRECİK ÜSSÜNÜ KAPATSIN



CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, konuyla ilgili olarak cumhuriyet.com.tr'ye şunları söyledi:

"Burası Amerika tarafından kurulan ve Amerika'nın kontrolünde olan bir üs. Bunu da cümle alem biliyor. Burası İran ve Suriye'ye karşı İsrail'i korumaya yönelik bir üs olarak inşa edildi. Burası için ne kadar NATO üssü dense de, NATO'ya devri sonradan yapıldı. Buradan kime istihbarat verilip verilmediğini Türkiye kontrol etmiyor. Türkiye'nin burada bir hakimiyeti yok. YPG'ye PKK'ya istihbarat veriyor mu; veriyor olabilir. İsrail'e nasıl veriyorsa buralara da veriyor olabilir. Ama hükümetin buradaki samimiyetini sorgulamak lazım. Hükümet burayı kapatamaz da, kapatma girişiminde bulunamaz da. Biz başından beri söylüyoruz. Eğer Amerika'ya bir tavır alınacaksa ilk yapılacak şey Kürecik'teki üssü kapatmaktır. Tamamen iç kamuoyuna yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanıyor burayı."

Dönemin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone arasında imzalanan bir mutabakat metni ile Kürecik Üssü'nün yapıldığını hatırlatan Veli Ağbaba "Bu üssün yapılması ile ilgili anlaşma da Meclis'e getirilmedi. Çok gizli kapaklı bir anlaşmaydı ve bir ayıp saklar gibi yapılmış bi anlaşmaydı" dedi.

Cumhuriyet

"Eğer haber doğruysa Kürecik'in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey"
29 Ocak 2018



Ahmet Hakan: "Niye Kürecik'i kapatmıyorsun ey Kılıçdaroğlu” diye bir başlık atacak mı?"

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Yeni Şafak gazetesinin pazar günkü manşetinde yer alan "ABD'den PKK'ya anlık istihbarat" başlıklı haberini yazdı. Hakan, "Yeni Şafak manşet atmış. Diyor ki manşette: ABD'den, PKK’ya anlık istihbarat veriyor" dedi. "Verilen istihbaratın adresi: Kürecik Radar Üssü" olduğunu belirten Hakan, "Yeni Şafak’ın bu manşeti doğruysa... Kürecik’in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey" yorumunda bulundu.

Hakan'ın (29 Ocak 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Yeni Şafak manşet atmış.

Diyor ki manşette:

- ABD, PKK’ya anlık istihbarat veriyor.

- Verilen istihbaratın adresi: Kürecik Radar Üssü.

Yeni Şafak’ın bu manşeti doğruysa...

Kürecik’in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey.

Yeni Şafak bakalım yarın...

“Niye Kürecik’i kapatmıyorsun ey Kılıcdaroğlu” diye bir başlık atacak mı?

T24
ETİKETLER
ahmet hakan yeni Şafak manşet kürecik kürecik radar Üssü

Fehim Taştekin: Zeytin Dalı'na katılan milisler, uyumsuz, dağınık ve başıbozuk bir koalisyon
29 Ocak 2018



"El Kaideciler, selefi cihatçılar, 'ılımlı' selefiler, siyasal İslamcılar, kendilerini hâlâ devrimci diyen ÖSO kalıntıları..."


Gazeteci Fehim Taştekin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Afrin’e yönelik düzenlediği operasyonda birlikte hareket ettiği Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) yazdı. Taştekin, "Zeytin Dalı’nın gölgesinde yürüyen milis güçleri eski El Kaideciler, selefi cihatçılar, ‘ılımlı’ selefiler, siyasal İslamcılar, ılımlı İslamcılar, kendilerini hâlâ devrimci diyen ÖSO kalıntıları, savaş ağaları, fırsatçılar, macera arayanlar, paralı askerler ve MİT’in yönlendirdiği çevrelerden oluşuyor. Birinin adı şeriatçıya, diğerinin adı gaspçıya çıkmış birbiriyle uyumsuz, dağınık ve başıbozuk bir koalisyon" dedi. Taştekin "Dün Suriye’de rejimi değiştirme adına desteklenen bu örgütler bugün PYD-YPG’ye karşı savaşta öne sürülen kara unsurları olarak meşrulaştırılıyor, hatta halk nezdinde kahramanlaştırılıyor" yorumunda bulundu.

Taştekin'in Gazete Duvar'da "Erdoğan’ın kefil olduğu ‘Milli Ordu" başlığıyla yayımlanan (29 Ocak 2018) yazısı şöyle:

Geçmişte El Kaide (Nusra Cephesi) ile aynı cephelerde yer almış olan bu gruplar, Fırat Kalkanı’nın kontrol ettiği alanlarda da birbiriyle çok da müttefik olamadı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye sahnesinde TSK’ye müttefik yaptığı gruplardan emin. Üstün körü ‘Özgür Suriye Ordusu’ (ÖSO) diye anılan bu gruplara “Suriye’nin gerçek sahipleri” diyecek kadar değer atfediyor. Suriye ordusunu “gerçek işgalci” olarak niteleyip “teröristlerden kurtardıkları bölgeleri bu gruplara bırakmaktan” bahsediyor.

“Bu operasyonu Allah’ın izniyle ÖSO ile birlikte kazanacağız” diyecek kadar onlardan emin. Bütün uyarılara rağmen tahliye edilmediği için Musul Başkonsolosluğu’nda IŞİD’in eline rehine bırakılan eski başkonsolos ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz’a, “Ulan ahlaksız, sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO’lar benim Mehmedim’le beraber senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar” diyecek kadar onlara kefil.

Erdoğan’ın Şam yolunda büyük umutlar bağladığı ortaklarına sahip çıkması anlaşılır. Çünkü başa bela birliktelikler, bilgiler ve sırlar içeriyor. Zeytin Dalı Harekâtı ile birlikte de bu gruplara laf etmek neredeyse vatan hainliğine eşdeğer hale geldi!

TSK’nin kimlerle birlikte yürüdüğünü bilmekten, bunları açık açık konuşmaktan ve bunların ülkeye ne getireceğini tartışmaktan bizi alıkoyan nedir? Bu ülkenin başına örülen çorapları konuşmak neden ihanet olsun? TSK ve MİT’in koordinasyonuyla Zeytin Dalı Harekâtı’na katılan ya da destek olan çok sayıda örgüt var. Öne çıkan örgüt veya koalisyonlardan bazıları şöyle:

Cephet el Şamiyye, Feylak el Şam, Ahrar el Şam, Hamza Bölüğü, Ceyş el Nasır, Nureddin Zenki Tugayları, Sukur el Cebel, Semerkand Tugayı, Muntasır Billah Tugayı, Sultan Murat Tümeni, Fatih Sultan Mehmet Tugayı vs.

Kim bunlar? Daha önce bir kısmının köken ve yapısına defalarca dikkat çektim. Mesela Türkiye’nin yakın çalıştığı örgütlerin başında gelen Ahrar el Şam, Usame bin Ladin’in Suriye’deki adamı Ebu Halid el Suri gibi El Kaide kadroları tarafından kuruldu. Bu örgütlerden bazıları da 1970 ve 1980’lerde şiddet eylemleriyle zihinlere kazınmış olan Suriye Müslüman Kardeşler teşkilatı ile bağlantılı.

Afrin’e yönelik harekâtta Cinderes ve Seman Dağı cephelerinde öne çıkan Nureddin Zenki başlangıçta CIA’in yardımına mazhar olmuşken El Kaide’nin Suriye uzantısı Nusra Cephesi ile birlikte Heyet Tahrir el Şam’ın teşekkülünde yer aldı. Nureddin Zenki, geçen temmuzda Heyet Tahrir el Şam’ın Ahrar el Şam’ı İdlib’den söküp atan saldırılarında rahatsız olup tekrar bağımsız kaldı. Bu örgüt 12 yaşındaki Filistinli mülteci Abdullah Taysir el İsa’nın kafasının kesildiği görüntüyle gündeme gelmişti.

Afrin’i güneyden kuşatan hamleye destek olduğu söylenen Türkistan İslam Partisi de (TİP) Taliban ve El Kaide bağlantılı bir örgüt. Uygurların kurduğu bu örgüt cihatçıların cihatçılarla savaşı sırasında tercihini Tahrir el Şam’dan yana yapmıştı.

Lafın kısası Zeytin Dalı’nın gölgesinde yürüyen milis güçleri eski El Kaideciler, selefi cihatçılar, ‘ılımlı’ selefiler, siyasal İslamcılar, ılımlı İslamcılar, kendilerini hâlâ devrimci diyen ÖSO kalıntıları, savaş ağaları, fırsatçılar, macera arayanlar, paralı askerler ve MİT’in yönlendirdiği çevrelerden oluşuyor. Birinin adı şeriatçıya, diğerinin adı gaspçıya çıkmış birbiriyle uyumsuz, dağınık ve başıbozuk bir koalisyon.

Türkiye hükümeti, Suriye yönetiminin ‘terörist’ saydığı bu grupları, başından beri, “zalim bir rejime karşı savaşan devrimciler” olarak selamlıyor.

Fırat Kalkanı Harekâtı’yla birlikte bu gruplardan bir kısmı Türkiye’nin kendi özel gündemine göre yeniden dizayn edildi. Özel gündemde birincil hedef Kürtlerin liderliğindeki ‘demokratik özerklik’.

Anadolu Ajansı’na göre TSK, Fırat Kalkanı’nın ilk safhası tamamlanınca 29 Mart 2017’den itibaren Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde kurulan kamplarda bazı grupları eğitti ve donattı. Kamplarda ÖSO mensuplarına birebir muharebe eğitimi verildi; havan, roketatar, orta ve hafif makinalı silahların kullanımı öğretildi. Sonra 30 Aralık 2017’de 30 örgütün katılımıyla üç kolordu şeklinde ‘Suriye Milli Ordusu’ ilan edildi. Sınırdaki ‘Havar Kilis Operasyon Odası’ndan yönlendirilen bu gruplar ‘Milli Ordu’ adını kullansa da bunlara ne ‘ordu’ denebilir ne de ‘milli bir güç’.

Geçmişte El Kaide (Nusra Cephesi) ile aynı cephelerde yer almış olan bu gruplar, Fırat Kalkanı’nın kontrol ettiği alanlarda da birbiriyle çok da müttefik olamadı. Bu gruplar sıklıkla birbiriyle çatıştı. Çatışma nedeni yolsuzluk, hırsızlık, istismar suçlamalarıydı. Özünde ise rant kavgası ve rekabet var.

Sözün gelişi Nureddin Zenki Tugayları Kasım 2016’da Halep’in doğusunda Festakim ile çatıştı. Yine Kasım 2016’da Öncüpınar Sınır Kapısı’nda Cephet el Şamiyye ile Sultan Murad birbirine girdi. Aynı kavganın devamı olarak bu kez Nureddin Zenki ve Ahrar el Şam Azez civarında Cephet el Şamiyye ile çatıştı. Nisan 2017’de Ahrar el Şam Kabasin’de Ahfad Selahaddin’e saldırdı. Aynı dönemde Cephet el Şamiyye ile Sultan Süleyman Şah Halep’in kuzeyinde birbirine girdi. Cephet el Şamiyye’ye karşı kavga kısa sürede Sultan Murad, Hamza Bölüğü ve Sukur el Cebel’i de içine aldı. Mayıs 2017’de Cerablus’ta kavga Sultan Murad ve Feylak el Şam ikilisi ile Ahrar el Şarkiya arasındaydı. Aynı dönemde Azez’de Cephet el Şamiyye ile Feylak el Şam çatıştı. Mayıs 2017’de Cephet el Şamiyye, Hamza Bölüğü ve Sultan Murad üçlüsü Azez ve El Rai’de Fursan Tugayı’na savaş açtı. Haziran 2017’de Sultan Murad Azez’de Ahrar el Şam’a karşı büyük bir cephe açtı. İki tarafın müttefikleri de savaşa dahil oldu. Temmuzda TSK’nin Afrin’e saldırı planını reddeden Ahfad Selahaddin diğer ortaklara hedef oldu. Örgütün lideri yakalandı, işkenceden geçirildi ve Türkiye’ye teslim edildi.

Bu grupların birçoğunun sicili etnik ve mezhebi temizlik, sivil katliamı, işkence, infaz, adam kaçırma, hırsızlık, yağma, kötü muamele ve istismar suçlarıyla dolu. Alevi düşmanlığı hepsinde ortak. PYD-YPG karşıtlığıyla nükseden Kürt düşmanlığı da yaygın. Hıristiyanlar da bu grupların elinden az çekmedi. En son Eli Kino’nun Ezidileri geçen yaz mezhepçi düşmanlığın kurbanı oldu.

Suriye krizi boyunca hükümetiyle, askeriyle, istihbaratıyla, bürokrasisiyle ve sivil unsurlarıyla Türkiye bu örgütlerin kurulması, eğitilmesi ve donatılmasında rol aldı. Dün Suriye’de rejimi değiştirme adına desteklenen bu örgütler bugün PYD-YPG’ye karşı savaşta öne sürülen kara unsurları olarak meşrulaştırılıyor, hatta halk nezdinde kahramanlaştırılıyor.

Bu, sadece Suriye’ye yapılmış bir kötülük olarak kalmayacak, Türkiye’yi de uzun süre uğraştıracak, yoracak, hatta vuracak bir bumerang olarak tarihe geçecektir. Şimdi bunu görmek ve söylemek neden ihanet olsun!

T24
ETİKETLER
fehim taştekin Öso Örgüt erdoğan Şam esad
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3
3. sayfa (Toplam 3 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com