EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Asil ruhlu insanlar olmak ve insan doğası hakkında

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Hzr 28, 2011 11:30 pm    Mesaj konusu: Asil ruhlu insanlar olmak ve insan doğası hakkında Alıntıyla Cevap Gönder

Unutulan idealizm ve 'Asil Ruhlu Adamlar/Kadınlar' olmak (1)
Selçuk Salih Caydi
28 HAZIRAN 2011



"Bu dünyanın ne olduğunu anlamak için en azından bir kez "ölmek" gerekir. Bu bir yasa olduğu için, en iyisi genç ölmektir -ki yeniden dirildiğinizde önünüzde, dirilip yaşayacağınız zamanınız olsun."
Giorgio Bassani adında bir yazar söylemiş bunu. -İyi söylemiş.

Asil ruhlu insan olmak demek, orijinalliği ve yüksek kültürü, toplumsal angajmana sahip mücadeleci bir ruhla birleştirmek demekti... Geçtiğimiz 20'inci yüzyılda kaldığı anlaşılan bu ideali kendine şiar edinenlerin, esasen onların büyük düşünürler olarak ortaya çıktıklarını ve ölümsüzleştiklerini görürsünüz. Sadece parası/rahatı peşinde koşan piyasa adamı/kadını olarak yücelmek, ölümsüzleşmek, mümkün değildir. 1990'lardaki 'Aydın ihaneti'nin boyutları, dünyada da yeniden konuşuluyor. Bu ihaneti artık aşmanın ve yeni destanlar yazmanın zamanı...

Günümüzün çok yönlü ve çok boyutlu sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi (vd.) sorunları ortadayken, herşeyi tersyüz edip keyfine bakan medyatik entelimtrak enterteyner tipi ile gidilecek bir yol kalmamıştır. Beyaz atlarına binip bu dünyadan gitmiş olan asil ruhları uyandırmanın, onları yeniden dünyaya çağırmanın vakti... Onların yolu, aynı zamanda ölümsüzlüğün de yoludur.

Hangi değerlere geri dönmek ve onlarda ısrarcı olmak gerekiyor?

Bunların başında, tek tek bireyleri ilgilendiren cinsinden insan haysiyeti, dürüstlük, özgürlük vs. gelmiyor. -Yüce idealleri yükseltmek ve onlar için mücadele etmek düşüncesi geliyor. Bu idealler sadece yeni bir düzen kurmakla özetlenebilecek sosyal hedefler değildir, çok daha geniş kapsamlı yenilikler olacaktır elbette. Tek amacı lüks bir tüketici olmaktan öte asil bir hayat var...

Ve bunun, Petrus'la kıyaslanamayacak kadar büyük bir yüce lezzete/hazza sahip olduğunu anlamak, öğrenmek, öğretmek ve o yüce hayatın dünyasını kurmak gerekiyor...

Kendimiz ve çocuklarımız için...

(devam edecek)
http://konstantiniye.blogspot.com/

Asil ruhlu insanlar olmak ve insan doğası hakkında (2)
Selçuk Salih Caydi
02 TEMMUZ 2011



Şimdi konunun mistik boyutuna derinlemesine dalmanın -henüz- alemi yok. Biz burada kısaca insanın neyin peşinde koşarak yüce mutluluğa yaklaşabileceği, asil bir ruha sahip olabileceği, bunun ön koşulunun ne olabileceğinden bahsedeceğiz. Elbette yollar çoktur. Mesela Spinoza'nın daha 24 yaşındayken anlamak şansına sahip olduğu üzere, hayat göstermiştir ki, kişinin hayatta başından geçen iyi veya kötü olayların (kader konusu başka yazıların konusudur), son tahlilde -asil bir ruh sahibi olmak konusunda- hiç önemi yoktur. Bütün mistik öğretiler, insanın hayatındaki bu üzüntüden-sevintiden bu bağımsızlaşmasını öğütler ve bunun kendince pratik yollarını uygular.

İnsanın doğru yolda (yani asil bir ruh edinmek yolunda) otomatik pilota takılı vaziyette ilerleyebilmesi için önce, kendi doğasına (yani insan doğasına) sadık kalması gekir. İnsan doğasının temelinin en kestirmeden 'Ozgürlük' ile açıklanabileceğini söylemiştik. Biz, genç Spinoza örneğimize geri dönelim ve daha genç yaşta keşfettiği, asil ruhlu insan olmanın temel prensiplerini hangi insanî özelliklerle/kavramlarla izah ettiğine bakalım: Spinoza, bir insanın 'zenginlik', 'ün/şeref' ve 'zevk' peşinde koşarak asla huzuru ve mutluluğu bulamayacağını öğrenmiş. Amaç sadece zenginlik, ün/şeref ve zevk ise, bunların verdiği haz, kısadır ve geçicidir. Ve asla derin değildir.

Spinoza söylememiş olsa da, bu yolla asil bir ruha sahip olunamayacağı da açıktır. Nedenine nasılına gelmeden, asil ruhlu insanlara bakarak bu saptamanın doğruluğunu teyid etmek mümkün. Ün ve şan/şeref peşinde koşmak, amaç aslen buysa, her zaman büyük felaketlere neden olmuştur ve mutluluk getirmez. Ama yapılan belli şeylerin bir sonucu olarak ünlü olmak elbette bundan farklıdır. Zenginliğin mutluluk getiremeyeceği, getirmediği ise bu yazının şimdilik konusu olmamakla birlikte, konumuz olan 'Asil ruhlu insan olmak' amacının önünde somut bir engeldir. Ve Spinoza'nın, daha 1677 yılında bu engelin nasıl işlediğini görüp yazıya geçirmesi övgüyü hak eder. Ama oraya varmak için bir şeyin farkına varmıştır ve bunun için kendine şu soruyu sormuştur: "mutlu olmak ve huzurlu bir ruha sahip olmak için ne yapmalıyım, nasıl yaşamalıyım?"

Bu sorunun en önemli yanı, 'Doğru Soru' olmasıdır. (Bazı soruların sorulması bile yeterlidir) Spinoza, sadece bu soruyu sorunca bile kendini daha iyi hissettiğini anlamıştır. Ama daha o yaşta -bilinçli bir şekilde- zengin olmamaya karar vermesinin, ün peşinde koşmamaya karar vermesinin ve zevk-ü sefa peşinde koşmamaya karar vermesinin bir tek nedeni vardır: "Bunlar, insanın ruhsal özgürlüğünü kısıtlıyorlar."

İnsanın en önemli özelliği, ruhsal bir yaratık olması, düsünebilmesidir. Tanrı'nın insana bahşettiği en büyük armağandır -tabii insan kendi doğasına sadık kaldığı müddetçe (Yoksa bir lanete de dönüşebilir). İnsanı derin anlamda mutlu edecek bir hayat -Spinoza'ya göre- insanın bu benzersiz özelliğine yoğunlaşmış bir hayattır ve bu hayatı kısıtlayan en önemli faktörler, bu üç faktördür. Asil bir hayat, Spinoza'nın kıstasıyla sınırlı değildir elbette (yoksa "haydi toptan entel olalım!" derdik). Mesela düşünmek kadar, bir de 'Düşünmemek' yolu vardır ve Spinoza bundan hiç bahsetmez.

Yollar çoklu ve farklı olsa da, çoğunluğu modern Batı konteksinde yaşayan günüm sözel insanı için Spinoza elbette iyi bir örnek sayılabilir. İnsan yukarıdaki soruyu sorup, mümkün olduğunca 'doğru' yaşamaya çalışırken ve ilkelere, dini kurallara, ananelerine vs. dayandırdığı yaşam biçimiyle o yüksek huzuru ararken bir konuyu es geçer. Bu konu 'Özgürlük'tür. İşte bu, insana asil ruhlu olmanın kapılarını açan faktördür aynı zamanda. Özgürlükçü olmayan, özgür olmayan, asil olamaz. Hayvanat bahçesindeki kaplanla özgür kaplan asla aynı şey değildir. Bu konu, aynı zamanda, insanın insan olma mücadelesidir. Yani evcil insan mı olunacak yoksa özgür insan mı olunacak. Bu soru, bilmemkaçbin yıldan beri, sonucu kapitalizmle son bulmakta olan bir durumu da açıklar. Ve insanoğlu korku bokuna zalimlerine biatı ve evcilliği seçmişse, ölümün bir son olmadığını anlatan dinler/inançlar da korkunun ecele faydası olmadığını anlatıp durmuşlardır. İnsan mutlaka ölecektir. Ama asıl konu şudur: İnsan, yaşadığı sürece nasıl ve hangi bilinç/ruh halinde yaşayacak? Zenginlik, ün ve zevk ile kısıtladığı hayatında, asil bir ruhtan bi-haber mi yaşayacaktır? Bu, korkakların ve cahillerin (yani kendini, insan doğasını tanımayanların) yoludur. Onlar, bazı yüce duyguları ve o duygular içinde kalarak yaşamanın yüceliğini hayal bile edemeden öleceklerdir. Ve anlık zevklerini, sevinçlerini, başarılarını "herşey!" sanarak ömürlerini noktalayacaklardır. Şimdi, bu kısıtlılığa 'hayır' demenin ve bu kısıtlılığı her anlamda ortadan kaldırmanın ve özgürlüğün kapılarını yavaş yavaş açmanın zamanıdır. (Kapitalizme ve ücretli "iş" köleliğine karşı olmak falan, ancak bu kontekste anlamlıdır)

Spinoza, kendince 'doğru' yaşayabilmek için, özgürlüğün önemini ve insanın özgür düşünebilmesini engelleyen faktörleri keşfettikten sonra, iki şeyin etkisinden korunmaya özen gösterir?: 1. Paranın etkisinden. 2. İnancı bir kurallar biçimine indirgeyip özgürlükçü özünden soyutlayan kilisenin etkisinden.

Bugün bu iki konu iyi anlaşılsa -sadece o bile- insanın kendi doğasına sıkı sıkıya yeniden tutunması için iyi bir başlangıç olabilir.
Ama asil ruhlu bir insan olmak, işte asıl bu değindiğimiz önkoşulların içselleştirildiği yerde başlıyor ve şu demek oluyor: Bütün bunları sadece kendisi için istemekle yetinmemek. Asil ruhlu insan, bunların üzerine bir de mücadeleci ruh eklendiği zaman olunuyor...

"Ben belli praliklari uygulayıp kendi evimde mutlu/mesut olayım, her koyun kendi bacağından asılsın" diyerek olmaz. Diğerlerinin mutsuzluğuna ve acısına sirt çevirerek asil ruhlu insanlar olunmaz. Spinoza'nın sınanmış bulgularıNdan yola çıkarak, mesela pahalı arabalarda gezen entelektüel olmaz (ben hiç görmedim. Öyle arabalara binince de aptallaşıyorlar). Kendini tamamen zevke veren de olmaz (sanatçılık da bu olaya dahildir. Dağıtan bozulur. Örnekleri çoktur). Aklı-fikri zengin olmakta gezinen bir tek asil ruhlu adam yoktur. Gezinen, zaten yukarılarda barınamaz, aşağılarda kum havuzunda boşa kürek sallar.

http://konstantiniye.blogspot.com/



Demokratik toplumun asilleri ve adaletsizliğin insan ruhundaki somut izleri hakkında (3)
Selçuk Salih Caydi
16 TEMMUZ 2011



Giriş

Asil ruhlu insanlar olmak dizimize devam ediyoruz.
Biraz daha somut ve günümüz gerçeklerinden yola çıkarak, demokraside tam yerine oturmamış bir kavramdan bahsetmek istiyoruz:
Demokratik elitler...
Kapitalizmin/demokrasinin, elitizme karşı olduğunu ve bu haliyle vasatlaşmayı da körükleyen bir yana sahip olduğunu, bu özelliğini kapıp koyverince, tıpkı emme-basma tulumba gibi, düşük kaliteli insanları yukarıya taşıdığını da biliyoruz (Bunun mekaniği hakkında burada daha önce yazdık). Demokraside "herkes eşittir" ve elit diye birşey yoktur. Bu asıl ilkedir. Mesela herkes seçme-seçilme hakkına sahiptir (hatta baştaki çoban isterse odunu bile aday gösterip seçtirebilir! Ama biz burada alaturka demokrasi oyunlarından değil, işleyen/benimsenmiş evrensel demokrasiden bahsediyoruz).
Ve tabii insanlar eşit değildir! Hiç eşit olmamışlardır ve olmayacaklardır...
(Bu doğal eşitsizliğin, haysiyetli bir şekilde ifadesi önemli.)
İnsanlar, farklı yeteneklere veya yeteneksizliklere sahiptirler ve bundan daha doğal birşey olamaz. Doğal olmayan, insanların bu farklılıklarını şerefle/haysiyetle taşımaları önünde sistemin koyduğu (kültürel homojenleştirici vd.) engeller ve insanların para kriteri üzerinden (insan kalitesine üzerinden değil) değerlendirilmeleridir.
Bir asiller sınıfının olması, Fransız İhtilali kökenli tüm anti-eliter (Burjuva) önyargılara rağmen, demokrasiyi etkilemiyor. Büyük Britanya buna örnektir. (Eski usul feodal aslalet titrlerini falan burada savunacak değiliz elbette). Konuşulması gereken, yeni bir 'Entelektüel Elit' kavramıdır.
("Entelektüel" lafını, şimdilik "daha kolay" ve bilinen "sıfatlar"dan biri olduğu için kullanıyoruz! Sözünü etmeye çalıştığımız insan tipinin geniş adı/anlamı, belki 'Asil Ruhlu İnsanlar' gibi birşey olabilir.) 'Elit' derken, birtakım kibirli, şişinen kurbağa türünden insanlardan falan bahsetmiyoruz elbette. Asil ruhlu insanların payeye ihtiyacı olmaz. Burada bahsettiğimiz, belli bir sosyal fonksiyonu olabileceği için, konuşurken belki kullanabileceğimiz bazı sıfatlar taşıyan yeni tür 'Ruhsal Elitler' veya 'Yeni Entelektüeller'dir.

Adalet meselesi

Kapitalizmin, 'Yüksek Kültür' denen şeyin nasıl altını oyduğundan bahsetmiştik. Bunun somut nedenleri de vardır, ama şimdi, insanın doğal çeşitliliğinin ortak bir payda altında toplanması ve demokrasinin o istikamette genişletilebilmesi için tam da o ortak paydayı konuşmalıyız.
Ortak payda, insan haysiyetidir...
(Ama sistemin modern kriterleri ötesine uzanan, şartsız bir 'İnsan Haysiyeti')
Ancak herkesin -tüm yeteneklerine ve yeteneksizliklerine rağmen- farklılıkları ile birlikte diğerleriyle eşit olması, insan haysiyeti üzerinden gerçekleşebilecek bir şeydir. Bu en temel prensibe can veren de 'Adalet' kavramıdır. Şimdi kısaca haysiyet ve adalet ilişkisine bakabiliriz.
Sokrates'in de bilmemkaç bin yıl önce keşfettiği üzere adalet, çok somut sonuçları olan, insan ruhu ile ilgili bir olaydır ve bazılarının sandığı gibi, "adil görünüp adaletsizlik yaparak" yani adilmiş gibi yapılarak sürüdürülemeyecek birşeydir, çünkü adalet çok somut bir şeydir ve doğrudan insan ruhuyla ilgili bir durumdur.
Bugün Türkiye'de, adaletin eşit işlemesi talepleri çerçevesinde sık sık kullanılan bir vecize var: "Adalet herkese lazımdır" deniyor. "Bugün bana yarın sana" düzmantığının başka bir türü olan bu sözde, adil olunMAması halinde ne olacağını anlatan bir yan yok. Ama adil olmaMAnın çok somut bir sonucu vardır. Bunu Sokrates, "Adalet, elle tutulur somut sonuçları olan bir şeydir" diye ifade ediyor ve konuyu daha geniş bir açıdan tartışabilmek için devleti tartışmayı öneriyor.
En iyi devlet, bütün vatandaşlarının (farklılıklarıyla) haysiyetli bir yaşam sürmelerini garanti altına alan devlettir.
Haysiyetli bir insan, önce adil bir insandır. Yani haksızlık/hukuksuzluk yapmayan, (yaptığı haksızlığı/hukuksuzluğu kanununa uydurmayan) insandır. Sokrates'e göre haysiyetli insan, bu nedenle gerçek anlamda cesurdur, çünkü adil olmak, aynı zamanda o insanın geliştirdiği bir kalitesine de işaret eder: İyi ile kötüyü birbirinden ayırmak kabiliyeti.
Devreye, 'İyilik' kavramı da girmektedir. Sokrates'e göre "En büyük kötülük, adil olmadığı halde adil görünmektir."
Sahiden adil olmanın somut sonuçları nelerdir?
Bunu anlamak için galiba en iyisi, adil olmamanın insan ruhuna nasıl etkidiğine kısaca bakmakta fayda var.
İnsanoğlunun bu dünyadaki amacı, derin bir mutluluğu yakalamaktır. (Malum olduğu üzere, mutluluğun nerede arandığı, aynı zamanda bir insani kalite meselesidir)
Adaletsizliğin (yani kendine Müslüman "Adalet"in) insana sunduğu şeylere bakalım: Kendine herşeyi mübah gördüğün (diğerlerine yasakladığın) bir tür dizginsiz yaşam. Dizginsizlik, hangi şekilde olursa olsun mutlaka korkuyu destekler. Bu nedenle tüm diktatörler, inanamayacağınız kadar korkaktır. Mesela Stalin'in "Bana komplo mu kuruyorlar" vesvesesiyle, Bolşevik partinin önderlerinin çoğunu öldürttüğü, Gulaglara/hapislere doldurttuğu biliniyor. İşin garip tarafı, bu adaletsiz (kendine Müslüman) tavır, yerleştikçe daha çok korku üretir -diktatör için. Stalin'in o korkusunun nisbeten azaldığı dönem, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara karşı direnişin yükseldiği ve Stalin'in kendi yoldaşlarına (ve muhaliflarine) daha adil davranmak zorunda kaldığı dönemdir. 'Korku' ve 'Adaletsizlik yapan kişi' ilişkisi, matematik denklemi kadar kesindir. Ayrıca, adaletsizliğin olduğu yerde, cehalet de vardır. Sokrates'in de değindiği bu durum, adaletsizliğin/korkunun bir sonucu, ruhsal özgürlüğün kısıtlanmasıyla ilgili bir durumdur. Sadece biat edip önderini alkışlayan bir kalabalığın ruhsal özgürlüğü yoktur ve böyle bir çevreden ne sanat ne kültür ne de fikir çıkar. (Çıkan şey sadece vasatizm olabilir.)
Hayatının amacı yüksek bir tür ruhsal harmoni edinmek ve o harmoni içinde yaşamak olduğuna göre (bunun çeşitli şekillerde ifadesi olduğuna göre), toplumu kısıtlayan adaletsizlik, insanoğlunun özgür doğasına aykırıdır. İnsanın özgür doğasının kısa tarifi de, sürekli daha iyiyi (ve daha güzeli) arayan bir atmosferde yaşamakla ilgilidir -yani yüce mutluluğa yaklaşmanın en üst (entelektüel) biçimi, bu arayıştır.
Adaletsizlik faktörü, ruhsal özgürlüğün doğasına aykırıdır.
Sokrates şöyle özetliyor:
"Birisi, hak etmediği halde altın sikke alarak ve kendini kötü yanlarına teslim ederek bir yarar elde edebilir mi? Hayır. En mutlu hayat, adil olan hayattır."
Ama insan haysiyetinin garanti altına alındığı bir toplumda, adalet zaten işliyor demektir. Ve adalet, mutlaka gerçek anlamda evrensel bir adalet olmak zorundadır -kanunsal değil. Bu şartlar altında, şu özelliklerin gelişip sağlamlaştığı görülür: İyilik, Bilgelik (entelektüalizm ve akıl da buna dahildir), Ölçülülük (mütevazilik), özgür bir ruhun sağladığı Yaratıcılık ve Cesaret.
Böyle değerlerin sağlamlaştığı bir toplumda, sahtelik zor barınır. Sokrates'in deyimiyle, "Eşler birbirini aldatmaz, birbirine sadık olurlar, annelerini-babalarını ihmal etmezler, Tanrı'ya saygısızlık etmezler."
Çünkü makul olan yan, makul olmayan yanı dizginleyecektir.
Dizginleyecektir, çünkü dizginlediği takdirde derin mutluluğunun kalıcı olacağını, bozulmayacağını, bir matematik denklemi kesinliğiyle bilecektir.

İyi ile kötü arasında

Adil olanın edindiği en önemli yetenek, iyi ile kötü arasında ayrım yapabilmek yeteneğidir. Adilmiş gibi yapan, bu ayrımı sadece teorik aşamada bilebilir ve seçimde mutlaka yanılır. Sahiden adil olanın yanılma payı çok daha düşüktür. Peki neden iyi olanı kötüden ayırma yeteneğine sahip olmalıyız? O kalıcı derin mutluluğa yaklaşmak ve mutluluk içinde yaşamak için. Kötü, mutlaka derin bir mutsuzluğu ve tatminsizliği de beraberinde getirir. Haksız yere edinilen, sonunda mutlaka zehire dönüşür. Şimdi böyle şeylerin çok daha ekstrem/kesin bir şekilde hissedilebileceği bir zaman kalitesinde yaşıyoruz ve adalet, hem daha iyinin peşinde özgürce koşabilmek için gereklidir, hem de bu yolla daha yüksek bir ruh edinmenin ilk şartıdır. Kısacası, 'Asil Ruhlu İnsan' olmak için herkesin kendi yolunda -çeşitlilikler içinde- yürüyebilmesi gerekir ve bu durum, -iyi anlamda- bulaşıcıdır, yani başkalarını da iyi anşamda etkiler, onları da bu yolda destekler!
Şimdilik 'Asil Ruhlu İnsan' diye adlandırabileceğimiz insanların elitliği, diğer insanların da kendi yollarında ilerlemelerinin bir güvencesi olmak, örneği olmak anlamındadır. Onlar elittir, çünkü bir hayat tarzını -ruhsal anlamda- genel bir matris olarak diğerlerine göstermeye yardımcı olurlar, örnek insanlar olurlar. Bu temel paydanın üzerindeki tüm çeşitliliklerin haysiyetli birlikteliği, gerçek eşitliktir ve yeni demokrasinin derin anlamını destekler.
O halde geleceğin demokrasisinde elitler, yüksek bir kültürü, inancı, sanatı temsil eden özgür ruhlu olanlardır (-yani Asil Ruhlu olanlardır). Onlar, adil olmanın insan ve toplum için hayati önemini ve anlamını iyi bilirler.

http://konstantiniye.blogspot.com/

Klasik entelektüalizmin sonu ve yeni entelektüalizm hakkında kısa not
Selçuk Salih Caydi
17 TEMMUZ 2011



Entelektüalizm, kapitalist topluma özgü bir kalite.
Türkiye dahil olmak üzere, ulus-devletin çalkantılar/savaşlar/devrimler sonucu kurulduğu her yerde, entelektüeller merkezi rol oynamışlardır.
Milli devrimlerde entelektüeller önemli bir rol oynadılar. Özellikle sosyalist ülkelerde (sosyalist) entelektüellerin rolü abartılmıştır, hatta entelektüeller tanrılaştırılmışlardır.
(Marx, Engels, Lenin ve diğer marangoz "uslalar!")
Entelektüelizmin özü, rasyonel eleştiri kültürünüydü ve bunun -esasen Sol- ifadesiydi.
Entelektüalizmin bugün de yaşayan iki farklı temel türü olduğunu biliyoruz. bunlardan ilki, bugün yaygın olan Batılı Entelektüel anlayıştır ve eleştirel Entelektüel bağımsızdır ve devleti DE eleştirir.
Doğulu Entelektüel, devlete konuşur ve devlete destek olan bir bakışa sahiptir.
Entelektüalizmin geleceğinden bahsederken, şimdi çok daha başka bir açıdan bakıp, yeni bir boyutun eklenmekte olduğunu görüyoruz.
Entelektüalizmin sistemi eleştiri kültürünü terkedip, neo-liberal dönemde kapitalizme/muktedire yamanan bir anlayışı benimsenmenmesi, onun insanlığa ihanetiydi.
Doğulu Entelektüel diyebileceğimiz çevre ise "Entelektüel" bile denemeyecek bir teknokratlar kesimi haline geldikten sonra, devlet/hükümet memuru olup intihar etmiştir.
Entelektüalizmin yaşamakta olan kesimi, toplumu eleştiren bir çizgide ilerliyor ve esasen kapitalist toplumu eleştiriyor. Entelektüalizmin ilk ortaya çıkış noktası da buydu aslında.
Entelektüalizmin en büyük sorunu, artık etkili olmamasıdır. Bir zamanlar devrimler başlatan entelektüeller, toplumu harekete geçirebilecek ölçüde etkileyemiyorlar. Bu, aynı zamanda 'Küçük Burjuvazinin devreden çıkışı'dır.
Entelektüalizmi yok eden ve inandırıcılığını dinamitleyen olay, 11 Eylül 2001 olayıdır. Sistemi ve toplumu eleştirerek işlevini yerine getirmesi beklenen entelektüeller ABD'nin maymunu Bush'u ve Troçkist neo-muhafazakarları destekleyerek bitmişlerdir. Türkiye'dekiler de aynı yolun yolcusu olarak Troçkist Troçkist, Müslüman neo-muhafazakarları desteklediler!
Tek başına bu olay bile, entelektüalizmin muktediri destekleyerek yaşayamadığını kanıtlamıştır.
Klasik Entelektüalizmin altını oyan diğer konu, bu tavrın da bir sonucu olarak klasik zıtlıkların ortadan kalkmasıdır. (Sol-Sağ, Doğu-Batı vs.)
Entelektüalizmin krizi, aslında kapitalizmin kriziyle ve ruhunu yitirmesiyle (yani Beyinölümü!) ile ilgili bir durumdur. Neoliberal devirde başlamıştır ve 2001'den sonra tam rengini göstermiştir. Şimdi, 2008'de başlayan yeni Postkapitalist çağla beraber, yeni bir entelektüalizmden bahsedebiliriz.
Yeni entelektüel, eğer "Entelektüel" adında ısrar edilecekse, rasyonel ve eleştirel olmayı esas ilke edinmekle birlikte, irrasyonel kalitelere de açılabilmali, gereğinde devlete de konuşabilmelidir (Yalakalığın hiç lüzumu yok ama!)
Yeni entelektüel, kadınsı değerleri önemseyen, De Bono'nun gündeme getirdiği gibi çok yönlü ve değişik türlerde düşünebilen, sezgisel düşünme (yani düşünmeme) yöntemlerini kullanabilen, kapitalizm ötesi bir entelektüel olacaktır. Kapitalizmin içinden yola çıkan bir kafile için yolun başında en iyi entelektüel türü, entelektüalizmin hakkını -eskisi gibi- veren, ama düşünme tarzını yeni türlerle destekleyen entelektüel olacak gibi görünüyor (-ki şimdi olan da biraz bu).
Yolun devamında, ve sonunda (2024 yılı sonrasında) bu kafilenin nasıl bir şekil alacağını hep birlikte görüp şaşırabiliriz...
Hani derler ya:
Her şey, olacağına varır...

http://konstantiniye.blogspot.com/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com