EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Unutturulan bir zaferimiz: Kutül Amare

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Nis 28, 2011 10:10 pm    Mesaj konusu: Unutturulan bir zaferimiz: Kutül Amare Alıntıyla Cevap Gönder

Bugün, Kutül Amare zaferinin yıldönümü
29 Nisan 2011

I.Dünya savaşında Çanakkale'den sonra ikinci büyük zafer olan Irak/Kutülamare zaferinin 95. yıldönümü...



29 Nisan 1916...Türkiye'nin NATO'ya üye olduğu 1952 yılına kadar, bu tarih Silahlı kuvvetlerde 'KUT bayramı' olarak kutlanmaktaydı. Çünkü bu tarihte Irak /Kutül Amare'de Halil paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri İngilizleri perişan etmiş ve Çanakkale zaferinin hemen ardından kazanılan bu zaferle düşmana büyük bir darbe daha vurulmuştu. İngiliz ordusunun generali Towshend dahil 13 bin İngiliz askerinin esir alındığı ve onbinlercesinin öldürüldüğü KUT zaferinin Halil paşanın vasiyeti çerçevesinde yeniden bayram olarak kutlanmasını diliyoruz.

Aşağıda 2007 yılında TRT için hazırladığımız 'Yakın tarihin tarihin izinde anılar ve duygular' isimli 13 bölümlük belgesel programın Irak/Kutül Amare bölümünün metnini KUT bayramının ve şehitlerimizin anısına ilginize sunuyoruz.
Ahmet Özcan



I.Dünya savaşında Irak cephesi ve KUTÜL AMARE ZAFERİ

Bağdat

Ne kadar uzaktık Dicle'den
Çok yakınında doğmuşken
Dicle ki aşağılarda köpüklerinden
Bir şehir doğurmuş Bağdat’tır bu senin ülken
Bağdat’tır bu kardeşim senin ülken
Ayın Dicle'ye düşüp toprağa yükselmesi yeniden
Ayna koparmak boyuna ayna koparmak güneşten
Açık ve seçik bir fetih kılıçla yarılan güneşten
Senin şehrin benim şehrim ve hepimizin şehri
Bir nehrin şehri ki bizi yıkamıştır ruh ve beden
İçimizde akmıştır gece ve gündüz demeden
Gövdesinde izler benekler taşır Kara Âmid kalesinden
Yaralar kaplan derisini cam gibi süsleyen
Gönül yaraları fizikötesinden

Ve bir şehir ki haber verir
Gök yaratılmadan önceki gökten
..
Görmedim Bağdat’ı ne kadar görmek istemişken
Bizi mahrum bırakmışlar birbirimizden
Kendimiz mahrum bırakmışızdır kendimizi kendimizden
Bağdat ki Kerbelâ şehitlerinin kanıdır harcı
İslâm Uygarlığının Başkenti
Harun Reşit barışı
İmam-i Âzam adaleti
Cüneyd'in gözleri
Geylâni'nin gönlü
Ve Halid'in zikri
Binbir gece ülkesi
Binbir gündüz gerçeği
Fuzuli'nin günü

Leyli vü Mecnun nefesi
Ve Hallac-ı Mansur'un kanıyla besli
Bir halk gidiyor burdan bilinmeyen bir yere
Hâtıralarını savurarak sıcak bir rüzgârın küllerine

Ve haberci diyor ki: n'oldu Bağdat
Nerde onu koruyan sur ve perde
İnsan ki yaşar eserde
İnsan nerde ve eser nerde

Devrilen her taş benim taşım
Yıkılan her ev benim
Benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum
Yıkılan benim

Ve haberci diyor ki: yıkılan benim
Taşta suda hurmada
Kuş boğazında
Otomobil tekerinde petrol zerresinde

Her zerrede ölen benim
Ölen Bağdat benim

Ve diyor ki haberci:
Yanan ay sönen gün benim
Çöken akşam gelen geceyim ben

Neden anlamadın bütün bunları sen
Ey Bağdat’ın altın anahtarını küle çeviren

Sezai Karakoç- ALINYAZISI SAATI 2


Babil’in, Ninova’nın mirascısı, Mezoptamya’nın merkezi, Fırat’la Dicle’nin düğün yeri… Irak.

Binbir gece masallarının şehri, Darus selam yani “barışın ve adaletin şehri” adıyla kurulmuş olan kadim kent… Bağdat…

O Bağdat ki, Sezai Karakoç’un şiiriyle;

“Kerbela şehitlerinin kanıdır harcı
Harunreşit barışı
İmam Azam adaleti
Cüneyd'in gözleri
Geylani'nin gönlü
Fuzuli'nin günü
Leyli vü Mecnun nefesi
Ve Hallac-ı Mansur'un kanıyla besli”…


Dördüncü Murat’ın fethiyle beraber Osmanlının en önemli eyaletlerinden biri olan, yirminci yüzyılın başlarına kadar bir Osmanlı kenti olan, şiirin ticaretin ve sanatın iç içe geçtiği görkemli şehir. …

Bugüne uzanan Bağdat’ın trajedisi, birinci dünya savaşında Osmanlının elinden çıkışıyla başlar.

Birinci dünya savaşında Irak cephesi, İngilizlerin Basra’yı işgaliyle açıldı. Hindistan yolunun güvenliği için Kızıldeniz ve Basra körfezini kontrol etmek isteyen İngilizler, Almanların açık denizlere ineceği korkusuyla bu işgali başlatmıştı.

Savaş yıllarında petrolün önemi ve sanayideki kullanım teknolojisinin gelişmesine paralel olarak İngiliz yönetimi içerisinde siyasi kanat, bölgenin işgalini sadece Hint yolu için değil, taşıdığı bu yeni zenginliğe el koyabilmek için de gerekli görmekteydi.

Irak’ın işgali bu nedenle 1. dünya savaşı ve sonrasında emperyalist paylaşım mücadelesinin ekonomik maksatlarındaki önemli değişimin de sahnesi olmuştur.

İşte bu kanlı sahnenin ilk perdesi, İngilizler’in Ekim 1914'te Bahreyn'i, Kasım 1914’te Fao yarımadasını işgal edip, ardından Bağdat’a bağlı önemli bir liman kenti olan Basra’yı ele geçirdikleri gün açılmıştır. Ortadoğu için karanlık ve kanlı bir geleceğin başlangıcıdır bu işgal.

Basra’nın işgali ve İngilizlerin Bağdat’a yaklaşması, İstanbul’da Bab-ı Ali yönetimi üzerinde bomba tesiri yapar. Çünkü Bağdat, askeri önemi bir yana İstanbul’un yakın doğudaki kardeşidir…

Bunun üzerine Enver Paşa, Trablus’ta beraber çalıştığı ve Batı Trakya’da örgütçülüğünü ispat eden Teşkilat-Mahsusa kurucularından Süleyman Askeri Bey’i göreve çağırdı.

Aralık 1914'te, Basra'yı geri almak amacıyla cephe komutanlığına atanan Süleyman askeri Bey, aşiretlerden ve gönüllülerden yararlanarak topladığı kuvvetle, İngilizlere taarruz eder.

Irak’taki birliklere ek olarak gönüllülerden oluşan Taburun adı, Osmanlı devleti’nin kurucusu Osman Bey’e izafeten Osmancık Taburudur.

Süleyman Askeri Bey, birlikleriyle beraber önce İran’ın Ehvaz Kasabası’na girerek düşmanın faydalanmasını önlemek için petrol boru hattını tahrip ettirdi.

Ocak 1915 tarihinde, Osmancık Taburu Dicle kıyısında keşif yapan İngiliz birlikleriyle karşılaştı. Çıkan çatışmada Süleyman Askeri Bey, ayağından yaralandı.

Süleyman Askeri, bu keşif birliğinin asıl birlikler olduğuna kanaat getirerek, Basra’nın geri alınmasına karar verdi… Bu karar bir kahramanlık trajedisinin başlamasına neden olacaktı.

Dicle kıyısında karşılaştığı İngiliz keşif birliğini asıl kuvvet sanan Süleyman Askeri Bey , aldığı yara nedeniyle sedyede olduğu halde, dokuz bin kişilik bir gücün başında Basra’ya doğru ilerlemeye başlar.

Nisan 1915 günü Şuaybe civarındaki Bercisiyye adlı bu ormanın etrafında İngilizlerle karşılaşırlar. Ve çatışma başlar.

Süleyman Askeri Bey, savaşı sedyede yönetmekte, adeta sedyede savaşmaktadır…

Yaşanan muhabere sonucunda Türk tarafı mevcudunun yarısı olan 4.500 kayıp verir. Bu çok ağır bir kayıptır…

Onurlu bir asker olan Süleyman Askeri Bey, yaşanan bozgunun suçlusu olarak kendisini görür. 14 Nisan 1914 günü tabancasıyla başına ateş ederek hayatına son verir.

Askeri’nin naaşı, yardımcısı olan Binbaşı Ali tarafından birliğe duyurulmadan Nahile’ye getirilir. Irak Genel Komutanı olan Askeri’nin cenazesi, bir çadır içinde yıkanır ve aynı çadırda büyük bir saygı ve üzüntü içinde gömülür.

Dönemin 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa, anılarında Askeri’nin şehadetini şöyle anlatır:

“Süleyman Askeri Bey bu hesapsız cesaretini, hayatına kendi eliyle son vermek suretiyle ödemiş ve mesuliyetini bizzat tayin etmiştir. Bu hazin netice, şerefli bir askerin takdir edilecek kahramanlık faciasıdır. Kendi hatası yüzünden görevindeki başarısızlığından dolayı başkalarının hitaplarına katlanmayı şerefine yakıştıramayan namuslu ve şerefli komutan, ölmeyi yaşamaya tercih etmiştir. “

Süleyman Nazif 1916 tarihli Harp Mecmuasının 9. sayısındaki yazısında Süleyman Askeri için şunları yazar:.

” Bazen tek bir adam koca bir orduya ruh olmak itibariyle başlı başına bir ordu olabilir. Bu nadir fakat vakidir. İşte Süleyman Askeri Bey o nadir olan vakalardan birini gerçekleştirdi. İngilizleri Korina kasabası önünde aylarca tutan kuvvet, Süleyman Askeri Bey'in şahsı pervasızlığı ve yine kendisinin seçmiş olduğu bir avuç kahramandı. Süleyman Askeri, Korina önünde ve gayet vahim surette iki bacağından yaralandı.. Fakat kahraman komutanlara yakışacak bir metanetle ta Basraya kadar gitti ve şehrin 15 kilometre yakınındaki Şuayyibe mevkii müstahkemine taarruz ettti. Süleyman Askeri beyce maksat hasıl olmuş, durdurulamayacağı ve yenilemeyeceği zan olunan düşmanın tevkifi, tehdit ve hatta mağlup olabileceği imkanı fiilen gösterilmiş idi. Süleyman Askeri vatanı için vatanından başka herşeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı idi".

İngiliz Ajanı Arabistanlı Lawrence, Süleyman Askeri’nin şehadetini öğrendiğinde Mekke’de Şerif Hüseyin’in yanında yakında başlatacağı isyanın planlarını hazırlıyordu. Lawrence, “Bilgeliğin yedi direği” adlı eserinde Süleyman Askeri’nin ölümüyle ilgili şöyle der:

“Osmanlı Türkleri içinde devletlerinin hayat ve varlığının kritik bir safhaya girdiğini hissedenler yok değildi. Ben çölde görev yaptığım sırada ve hiç ümit edilmeyen yer ve şartlarda bunlara rastladım. Onlar, devletlerinin mevcudiyetini devam ettirebilmek için fevkalade fedakarlıklara ihtiyaç olduğunu hissetmenin bilinciyle her şeyi yapmışlardır. İmparatorluğu oluşturan unsurlar ise her ne pahasına olursa olsun ayrılık davasındaydılar... İntihar ettiği haberi bize geldiği zaman Mekke’de Şerif Hüseyin’in sarayındaydım. Hüseyin Paşa, bana “Bunlar böyle ölmesini de bilirler” dedi.”

Basra’nın işgalinden sonra Türk kuvvetleri Basra’yı tekrar almak, İngilizler ise Bağdat’ı ele geçirmek amacıyla Irak’taki kuvvetlerin sayısını artırmaya başladılar.

Bu bölgedeki Türk kuvvetlerinin başında Nurettin Paşa bulunuyordu. İngiliz kuvvetlerine ise General Townshend komuta ediyordu.

Tarihler 22 Kasım 1915’i gösterirken İngilizler, Bağdat’ın güneyinde bulunan Selman-ı Pak’ta savunma için bekleyen Türk kuvvetlerine bir taarruz harekatı başlatır. Bu emsali ancak Çanakkale’de görülen şiddette bir saldırıdır. Ancak 45’inci Tümenin başında, Cephe Komutanı Albay Nurettin Bey’le aynı rütbede olan Enver Paşanın amcası Halil Bey vardı. İngilizlerin cephe hattını yarma yolundaki çabası başarıya ulaşmak üzereydi. Albay Halil, ihtiyat kuvveti olarak beklettiği 5 taburuna şu emri verdi:

“Ateşle beraber süngü hücumuna kalkılacak ve düşman, sağ tarafından vurulacaktır. Çarpışma ölene kadardır.”

5 taburun dalga dalga saldırısı İngilizleri şaşırtır. Ağır kayıplar verirler ve Kutülamare’ye çekilirler.



Türk kuvvetleri Kutülamare’yi kuşatır. Kut Kuşatması’nın tüm yetkisi Albay Halil Bey’e verilir. Albay Halil Bey beş ay sürecek kuşatma boyunca İngilizler’e nefes bile aldırmaz. Bir defasında General Aylmer komutasındaki iki tümen 21 Ocak 1916 günü sabahı, Dicle nehrinden gambotların da destek atışları altında Türk birliğine saldırır. Halil Bey’in de elinde silahı en ön safta çarpıştığı bu savaşta, İngilizler yaklaşık 8 bin ölü verip geri çekilir…

10 Mart 1916’da Halil Bey, General Townsheand’e bir mektup yazarak teslim olmalarını ister. Ancak bu mektuptan bir gün sonra İngilizler yine hücuma kalkar. Bu da Türkler tarafından geri püskürtülür.

14 Nisan’da bu sefer İngiliz Generali Goring, Türk cephesini önden yarmak için taarruza geçer. Ancak bu taarruzda binlerce İngiliz’in ölümüyle sonuçlanır.

General Townshend, çaresiz durumundan kurtulmak için en iyi bildiği yöntemi kullanmaya karar verir. Halil Paşa’ya 1 milyon İngiliz sterlini rüşvet teklif eder.

Halil Paşa şöyle cevaplar;

“Bu teklifi başka şartlar altında yapsaydın sana cevabım silahımdan çıkan kurşun olacaktı.”

Halil Paşa, bu tekliften sonra taarruz hazırlıkları yaptırırken, bir başka İngiliz subayın daha kendisiyle görüşmek istediği haberi gelir. Bir süre sonra Lawrence karşısındadır.

Lawrence, yeni bir mektup getirdiğini söyler. Halil Paşa açıp okur, aynı teklif bu sefer 2 milyon sterline yükseltilmiş, ancak bu sefer, “Bu parayı Türk hükümeti adına çekebilirsiniz.” denmektedir. Halil Paşa’nın Generale gönderdiği cevap aynı olur..



O gece Kut’tan büyük infilak sesleri duyulur. İngiliz General Townshend, tüm cephanesini imha ettirmektedir. Patlamalar kesilince Halil Paşa, Alay Komutanı Albay Nazmi’ye şehre girmesini emreder. Ve Kut’taki İngiliz güçleri teslim olur.

Bir süre sonra Halil Paşa da şehre girip, İngiliz komutanın makamına çıkar. General silahı ile kılıcını masasının üzerine koymuştur…

General Townshend anılarında Halil Paşa’nın şu konuşmasını kaydeder:

“General, uzun zaman şan ve şerefle taşıdığınız silahlarınız yine sahibine aittir. Onları alınız.Üzülmeyiniz Plevne Kumandanı Gazi Osman Paşa ne muamele gördüyse siz de aynısını göreceksiniz.” (Charles Townshend, ‘Irak seferi ve esaret’ kitabından)

Hali Paşa, İngilizlerin Irak’taki Osmanlı esirlerini bin bir eziyetlerle Hindistan’a götürdüklerini bilmekte ve General Townshend’e bu şekilde davranarak adeta insanlık ders vermektedir.

Tarihe Kut ül Amare zaferi olarak geçen ve yaklaşık 5 ay süren kuşatmanın ardından, 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 İngiliz askeri esir alınmıştı. İngilizler 40 bin kayıp verirken Osmanlı birliklerinde ise 25 bin askerimiz şehit olmuştu.

Halil paşa kut zaferi üzerine 29 nisan 1916 tarihli günlük ordu emrinde şu tarihi notları düşüyordu:

“ORDUMA

Arslanlar!..

- Bugün Türkler’e şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında sühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.

- Bize ikiyüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.

- İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.

- Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Sühedamız, hayatı ulviyatta, semevatta kızıl kanlarla uçuşurken, gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar.”

Mirliva Halil
Altıncı Ordu Komutanı
29 / nisan / 1916- Bağdat


(Taylan Sorgun, “Halil Paşa; İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş” kitabından)

İngilizlere Göre ise Kut yenilgisi "1842’deki Kabil bozgunundan beri İngiliz ordusunun yaşadığı en aşağılayıcı hezimet"ti.

Birinci dünya savaşında Irak cephesi, Kut ul Amare zaferi gibi bir destanın yanında ölümsüz dostlukların, yiğitlik hikâyelerinin, nice kahramanların unutulmayacak öyküleriyle de doludur. Süleyman Askeri bey, Halil Paşa ve daha binlerce isimsiz kahraman askerimizin yanında, tarihimiz içinde özel bir yeri olan kahramanlar da vardı.

Bunlardan biri “şeyhlerin şeyhi” lakaplı Uceymi Sadun paşaydı.

Uceymi paşa, Irak’ın işgaline karşı direnişlerin olduğu her bölgede çöllerden bir rüzgarla ortaya çıkar düşmana bir hışımla saldırır, oradan diğer bir çatışma alanına atını sürerdi.

Uceymi Sadun Paşa, bütün Arap yarımadasında, özellikle Irak’ta asalet, cesaret ve servetleriyle ün salmış büyük bir Arap ailesinin oğluydu.

Uceymi Paşa’nın Irak cephesindeki mücadelesi adeta efsaneleşmişti.

İngilizlerin Kut işgali sırasında Trabzonlu Binbaşı Adil Bey’in komutasındaki Türk kuvvetleri sıkışıp kalmıştı. İngilizlerin tam ortasındaydılar. Karargahla irtibatları kesilmişti.

Çaresizlik içinde savaşa savaşa ölmeyi bekliyorlardı.

İşte tam bu esnada beklenmedik bir şey oldu. Birkaç yüz kişiden oluşan birliğin başında, sade kıyafetleriyle bir çöl şahinini andıran bir savaşçı İngiliz kuşatmasını yararak onları kurtardı.

Bu şahlanan atın binicisi Uceymi Sadun Paşa idi. Tam zamanında yetişmiş ve düşman ateşi altındaki Türk birliğini kurtarmıştı. Düşman süvarileri Uceymi Sadun Paşa’nın bu hücumu karşısında şaşkın bir vaziyette geri çekilmişti.

Uceymi Sadun Paşa, Irak’ın bir ucundan öbür ucuna at koşturuyor, İngilizlerin ileri karakollarına düzenlediği baskınlar, Irak’ın her yerinde ses getiriyordu.

Uceymi’nin direnişi karşısında İngilizler, ünlü casusları Lawrence’i devreye soktular…

Lawrence, bazı Arap aşiretlere verdiği rüşveti Uceymi’ye de teklif edecekti. Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ı Şeyh Uceymi’yle irtibat kurması için görevlendirdi.

Emir Abdullah, kendisine verilen bu görevi, “Uceymi Sadun Paşa’nın böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini biliyorum. Abes olur!” diye reddetmek istedi. Ancak, babasının ısrarıyla temasa geçti.

Uceymi Sadun Paşa, Abdullah’ın gönderdiği elçiye insanlığa ders niteliğinde bir cevap verdi:

“O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım.”

İngilizler Türklere ihaneti karşılığında ona Irak Krallığı’nı teklif etmiş ama şeyh Uceymi bu teklifi sert bir şekilde reddetmekle kalmamış, savaş boyunca Irak cephesinde, savaştan sonra da Urfa’da milli mücadeleye katılarak işgalciler için yaman bir düşman olmuştu.

Birlikleriyle Anadolu’ya çekilen Uceymi, yolda konakladığı Musul’da gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. Musul’a İngiliz bayrağı çekilmişti.

Uceymi paşa, Musul’a kadar çekildikleri tarihlerde, Musul’daki birliklerde İngiliz bayrağını görünce Atatürk’e bir telgraf yollar. “ Biz buralarda savaşı kaybetmedik ki, niye İngiliz bayrağı asılı” diye.

Mustafa Kemal, Şeyh Uceymi’ye şöyle bir telgraf gönderir:

“ İslam aleminin iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin ayrılması iki tarafta da zafiyetlere sebep oldu. şanlı bir halde buna karşı el ele vererek hürriyet ve istiklal uğrunda mücahede eylemek bizler için farzdır. Düşmana karşı yapmış olduğunuz mücadelede sizin her zaman destekçiniz olup yanınızdayım.“

Iraktaki 150 bin dönüm toprağını bırakarak 1920’de Mardin’e gelen Uceymi Paşa, Genelkurmaya başvurarak, Kurtuluş Savaşı’nda adamlarıyla birlikte Fransızlara karşı mücadele eder. Urfa’nın kurtuluşunda aktif rol oynar.

İngilizler, kendilerine ağır kayıplar verdiren Uceymi Paşa’yı cezalandırmak için Ankara Hükümetinden ister. Ancak Mustafa Kemal Paşa, kendisini İngilizlere vermez.

Atatürk, Cumhuriyet kurulduktan sonra Uceymi Paşa’yı unutmaz. Kendisi ve akrabaları için Şanlıurfa‘da 14 köyün bağışlanmasını TBMM’den ister. Teklif kabul edilir. Uceymi Paşa’nın akrabalarından çoğu Irak’a geri dönünce, Paşa kendisine ve yanında kalan akrabalarına bir köyün yeteceğini söyler. Bu köy, Urfa merkeze bağlı Germüş Köyü’dür…

Uceymi Paşa, Urfa’da evlenir. Kızı Mübine ve oğulları İsa ve Abbas bu evlilikten doğar. Soyadı kanunundan sonra Sümer soyadını alır. 1958 de ankaraya yerleşir. 1960 ta burada vefat eder.

Osmanlı’ya daima bağlı kalan yüreği onu buraya kadar getirirken Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tüm acı ve sevinçlerimize ortak olur.

Çöllerin özgür savaşçısı Uceym, ebedi istirahatgah olarakta bu hür vatan toprağının başkentini seçmiştir.

Uceymi paşa, İngilizlere karşı verdiği bu büyük mücadele ile tarihe kaydedildi. Öyle ki İngilizler Uceymi paşayı yıllar sonra bile unutmadılar. Ve 1943’te ikinci dünya savaşı sırasında Adana’ya gelen İngiltere Başbakanı Winston Churcill, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşmesi sırasında Uceymi Paşa’nın kendilerine teslim edilmesini istemişti. İnönü bu teklifi reddetmiştir.

Irak cephesinde Uceymi Sadun Paşa gibi bir çok yerli aşiret ve aile İngilizlere karşı Osmanlı safında yer almıştı.Irak halkı, savaş boyunca Şii ulema, Sünni alimler, Kürt aşiret beyleri, Arap kabile reisleriyle hemen hemen bir bütün olarak Türklerin safında savaştılar.

Irak'taki Şii Uleması Birinci dünya savaşı boyunca İngilizlere karşı Osmanlı Devleti'nin yanında yer aldı.

Öte yandan Irak’ın kuzeyinde Teşkilat-ı Mahsusa’dan Hilmi Musallimi liderliğinde “Ekrad Piyade Süvari Mücahidini” adıyla Kürt gönüllü birliği kuruldu. Bu güçler Türklerle birlikte düşmana karşı savaşın sonuna kadar birlikte hareket etti.

İngilizlere karşı bu direnişler, Türk ordusu çekildikten sonrada sürdü. Andadolu’daki Milli mücadeleye paralel olarak Irakta da İngiliz işgal güçlerine karşı milli mücadele başlatıldı.

1920'de İngiliz işgaline karşı "Irak Devrimi" olarak nitelenen bu mücadelenin önde gelen liderleri ulema idi. Ayaklanmaya Kürtler ve Türkmenler de büyük destek verdi. Direniş merkezlerinden birisi Telafer'di. İngilizleri çok zor durumda bırakan direnişte, Ankara Hükümeti'nin talimatı ile Teşkilat-ı Mahsusa’dan "Özdemir" kod adlı Ali Şefik Bey ‘in büyük payı vardı.

Özdemir Bey'in milisleri, hava kuvvetleriyle desteklenen İngilizlere karşı başarılı bir direniş sürdürüyordu. Birçok kasabada kontrolü ele geçirdiler. Başta Revandiz olmak üzere bazı kazalara kaymakam bile atandı.. İngilizler, Türkiye ile birlikte hareket eden Irak köylerini havadan bombalayarak cezalandırdı. Binlerce kişi, bombardımanlarda can verdi..

Ankara Hükümeti, Lozan'da görüşmelerin uzayacağı gerekçesiyle, bölgeye yapılacak büyük bir askeri harekatı askıya almıştı.

Özdemir Bey'in Nisan 1923'te İran'a çekilişinden sonra İngilizler Kuzey Irak'ta kontrolü tam olarak ele geçirdiler. O dönemde Musul'da görev yapan İngiliz subayı C. J Edmons, "Kürtler, Türkler ve Araplar" isimli kitabında Özdemir Bey'in faaliyetlerinden söz ederek, Musul'un İngilizler tarafından işgal edilmesi gerektiğini belirtiyordu. Edmons, “Musul ele geçirilmezse İngilizlerin Bağdat'ta ve Irak'ta tutunmasının imkansız hale geleceğini” de kaydediyordu.

Türkiye’nin, Musul Meselesi'nin İngiltere ile ikili görüşmelerle çözümlenmesini kabul etmesiyle yeni bir süreç başladı. Musul, Lozan'da çözümlenmedi. 1926'da, deyim yerindeyse masa başında İngilizler tarafından fiilen el konuldu.

Musul’un elden çıkışı Ortadoğu’daki petrolün kanlı tarihinde ayrı bir sayfa olarak tarihe geçecekti.

Bu arada İngilizlerin askeri ve siyasi kanadı arasındaki görüş ayrılıkları Mondros’ ateşkes anlaşmasından sonra Lozan barış görüşmelerinde de sürüyordu. Askeri kanat, bölgenin Hindistan yolunun güvenliği açısından bütün olarak kalmasından yanaydı. Örneğin Kutul Amare’de Türkler tarafından esir alınıp İstanbul Büyükada’da tutulan ve Lozan’da arabulucu misyonuyla yer alan General Townshend, Arapların özerk bir şekilde yine Türkiye’nin egemenliğinde kalması gerektiğini savunuyordu.

Hatta Townshend 1922 yılında Hakimiyet-i Milliye Gazetesine verdiği bir demeçte "Musul Irak'ta değil, Anadolu'dadır" demekteydi.

Öte yandan petrolün yeni güç kaynağı olduğunu fark eden İngiliz siyasetçileri ve sanayicileri ise Ortadoğu’da küçük Arap devletleri kurarak Türkleri bölgeden uzak tutmak istiyordu.

İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour'un İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe'a yazdığı özel talimat mektubunda şu direktifler vardı:

“Mezopotamya, Suriye ve Arabistan'da tarafımızdan işgal altında bulundurulan ülkelerin Osmanlı egemenliğine yeniden dönmemesi siyasetimizin "değişmez bir parçasıdır" Bu nedenle Mısır ve Hindistan'daki Müslüman uyruklarımızın Türklerin "tamamen yenildiklerini" anlamalarını "özellikle" istiyoruz. Bu İslamlığa, Turancılığa ve genel olarak İslam'ın siyasi gücüne "öldürücü bir darbe" indirecektir.”

Sonuçta, 20. yüzyılın petrole bağlı yeni güç dengeleri kazandı ve bütün Ortadoğu parçalandı.

Şerif Hüseyin ve diğer ayrılıkçı Arap liderleri, savaş boyunca kendilerine vaat edilen bağımsız Büyük Arap Devleti’nin bir kandırmaca olduğunun farkına vardılar.

Ama, Basra, Bağdat, Musul, Kerkük gibi şehirler Anadolu’dan uzak düşmenin hasretini ve acısını hiç dindiremedi…

Süleyman Askeri’nin, Halil Paşa’nın, Uceymi Sadun’un, Özdemir Bey’in Irak’ı ise Dicle ve Fırat’ın Anadolu’dan akıttığı suyla bu hatıraları hala bağrında besliyor.

Kut’ül Amare’de, Şuaybe’de, Telafer’de toprağa düşen şehitlerimiz ise, vatan ve onur için ölümsüzlüğe kavuşmanın huzuru içinde yatıyorlar…

Kaynak haber10



1. DÜNYA SAVAŞINDA IRAK CEPHESİ:
OSMANLI ORDUSUNUN KUTÜLAMARE’DE İNGİLİZ GENERAL TOWNSEND VE ORDUSUNU TÜMÜYLE ESİR ALIŞI…


Türk'ün Unutulan Bayramı : 92. Yılında Kut
(Biz de İngilizlere Çuval Geçirmiştik)
Açık İstihbarat
29.04.2008

29 Nisan 1916'da, Mirliva Halil Paşa komutasındaki Altıncı Ordu, General Townshend komutasındaki İngiliz birliklerini, kuşatma altında tuttuğu Kut şehrine girerek teslim aldı.

Halil Paşa tarafından 29 Nisan 1916 tarihinde Altıncı Türk Ordusu'na günlük emir olarak yayınlanan aşağıda metinde bu gün, Halil Paşa tarafından "Kut Bayramı" olarak ilan edilmiştir.

Tarihçi Orhan Koloğlu, İngilizlerin Kut yenilgisini "1842'deki Kabil bozgunundan beri İngiliz ordusunun yaşadığı en aşağılayıcı hezimet" olarak gördüklerini yazar.

Türk Milleti'nin kahramanlıklarla dolu tarihinde unutturulmak istenen bir olay olan Kut Bayramı'nı Türk milletinin hafızasına sunuyor, bu günün anısını Türk ordusunun başına 'çuval geçirtenlere' ayrıca ithaf ediyoruz...

KUT'A GİRİŞ

" Kır bir atın üzerinde şık üniformalı, kelebek gözlüklü, dimdik duran Albay'ın komutasındaki sağlam, dayanıklı, pis haki üniformalı, sırtları çantalı, bin kilometre yürümekten postalları parçalanmış Türk askerleri, trampetlerin ritmine uygun bir yürüyüşle şehre girdiler.

Araplar alkışlıyor ve albayın çizmelerini öpmeye çalışıyorlardı. Ama onları itti…

İngiliz subayları teker teker kılıçlarını teslim ettiler, o da başıyla selamlayarak alıyor ve ellerini sıkıyordu.

General Townshend'in kılıcını Halil Paşa özel olarak gelerek aldı ve kendisine iade etti.

Townshend ondan bir lütuf istedi. Köpeği Spotun nehre atılmasını, yüzerek İngiliz ordusuna erişip İngiltere'ye gönderilebileceğini söyledi. Halil Paşa ciddiyetle kabul etti.

Esaret İngilizler içindi, köpekler için değil…

Ama her yerde bu kadar nazik değillerdi. Erlerden biri parçalanmış postallarını İngiliz subayınınkini çalarak değiştirmeye kalkışınca derhal bir Türk subayı müdahale etti.

Potin iade edildi. Türk subayı askerin suratını tokatlamaya başladı. Asker hazırolda duruyor ve her tokattan sonra selam veriyordu. "

(Russel Braddon- Orhan Koloğlu çevirisi)


Halil Paşa'nın günlük ordu emri:

ORDUMA

Arslanlar,

1- Bugün Türkler'e şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında sühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.

2- Bize ikiyüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah'a hamdü şükür eylerim. Allah'ın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devleti'nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.

3- Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve on bin neferini şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut'da 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.

4- Şu iki farka bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.

5- İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale'de, ikinci vakayı burada görüyoruz.

6- Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tekemmül eden vaziyeti harbiyemiz karşısında muvaffakiyeti atiyemizin parlak bir başlangıcıdır.

7- Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Sühedamız, hayatı ulyatta, semevatta kızıl kanlarla pervaz ederken, gazilerimiz de atideki zaferlerimizle nigehban olsunlar.

Mirliva Halil
Altıncı Ordu Komutanı
24 / 04 / 1916

Kutü’l-Amare zaferi neden unutturuldu?
MUSTAFA ARMAĞAN
19 Ekim 2014



II. Dünya Savaşı’nın ardından İngiliz-Amerikan yörüngesine girdiğimiz 1945-46’lar Türkiye açısından keskin bir kırılma noktasıdır.
Elimde İngiltere’nin propaganda amacıyla bastırıp dağıttığı “Cephe” dergisinin Nisan 1946 tarihli kapağı... Manşet: “Muavenet muhribi donanmaya katıldı.” İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan önce sipariş ettiğimiz ve muhtemelen parasını da ödediğimiz muhriplerimizden birini kullanıp eskittikten sonra törenle teslim ediyordu! Tıpkı ilk Dünya Savaşı’ndan önce sipariş verdiğimiz iki zırhlımıza el koyduğu gibi, gasp alışkanlığını devam ettirmiş ve yapımı bittiği halde muhriplerimizi teslim etmemiş, şimdi savaşı kazandıktan sonra teslim ediyordu.

Bu, Türkiye’nin İngiliz hakimiyetine geçişinin töreni de sayılabilir. Nitekim ardından İngilizcenin yaygınlaştırılmasının yanı sıra silahlı kuvvetlerimizde ABD ile ortak restorasyonu İngiltere tarafından gerçekleşecekti. İşte tam bu sıralarda ordumuzda 1916 yılından beri devam edegelen bir tören de sessiz sedasız kaldırılıyordu.

O tarihe kadar Türk ordusunda her yıl ‘Kut Günü’ kutlamaları yapılır, o gün İngiltere’yi, tarihinde uğradığı en utanç verici yenilgi olan Kutü’l-Amare zaferinde nasıl da yendiğimiz anlatılır, günün mana ve ehemmiyeti üzerinde heyecanla durulurdu. Ancak devir değişmişti; artık İngilizleri kızdırmaya gelmezdi. Nitekim bizi savaşa sokma çabalarına karşı ‘Ben Mehmetçiği diri diri fırına attırmam’ diye direnen Mareşal Fevzi Çakmak bile Londra’nın baskısıyla İnönü tarafından görevinden alınıp emekliye sevk edilmişti. Yani işin şakası yoktu.

İşte Kutü’l-Amare zaferi askeriye gibi dar bir çevrede bile olsa coşkuyla kutlanırken böyle böyle unutuldu ve zaferin 100. yılının eli kulağındayken hatırlanır gibi oldu. Velhasıl Türkiye gerçekten tarihiyle barışacaksa ‘Kut Günü’nün hatırlanması şart.



1931 yılında liseler için yazdırılan “Tarih” kitaplarının 3. cildinde Kutü’l-Amare zaferi üç satırda geçiştirilir, YÖK’ün tam 8 akademisyene yazdırdığı(!) “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 1/1” (1989) adlı kitaptaysa ister inanın ister inanmayın beş (5) kelimelik değeri yoktur Kut zaferinin. Neden? Savaşı Mustafa Kemal Paşa veya çevresinden biri değil de, tarihten silinmek istenen Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa kazanmıştır da ondan. “Tarih III” (1931) adlı kitapta da zaten “…3000 silahlı Türk, 12000 kişilik bir İngiliz kuvvetini esir aldı” denilmekte, zaferin kahramanına karşı görülmemiş bir kelime cimriliği yapılmaktadır. (Aynı kitapta Kazım Karabekir Kars’ı aldığında “Mehmetçik aldı” denilmesi kuraldı, İnönü ise kazanmadığı savaşın “dâhi kahramanı” ilan edilmekteydi.)

Özetle Kutü’l-Amare zaferi öksüz girdiği Cumhuriyet döneminde 1945’e kadar iyi kötü kutlanmış ama sonradan İngilizlerle iyi ilişkiler uğruna unutulmuşlar mezarlığındaki kahramanlıklarımızın arasına defnedilmiştir.

Neden unutuldu?

29 Nisan 1916 günü Kutü’l-Amare’ye sıkışmış bulunan General Townshend komutasındaki 13 bin kişilik İngiliz tümeni 143 günlük bir kuşatmadan sonra Osmanlı kuvvetlerine kayıtsız ve şartsız teslim oluyordu. Bu, Majestelerinin ordusunun o zamana kadar uğramış olduğu en büyük “yüz karası”ydı.

General Townshend, tıpkı iki asır önce Deli Petro’nun Baltacı Mehmed Paşa tarafından Prut nehri bataklığına sıkıştırıldığı gibi Dicle nehrinin üç tarafı suyla çevrili bir kıstağına sıkıştırılmıştı, üstelik önünde kademe kademe sıralanan İngiliz ve Osmanlı siperleri çıkış (huruç) yapmayı imkânsızlaştırmıştı. Açlıktan günde 8 İngiliz, 28 Hindu askeri ölüyordu. Gıda yardımı getiren uçaklar ise çuvalları İngiliz siperlerine atıyor ama Dicle nehrindeki balıklara güzel bir ziyafet çekiyorlardı.

Açlıktan atlarını kesip yemeye başlamıştı İngilizler. Ancak Hindli askerlerini at eti yemeye bir türlü razı edemiyorlardı. Bir kısmı Müslüman, diğerleri Sih vs. mezhebindeydiler. “Bu hayvanların etini yemektense ölürüz” diyorlardı. Bunun üzerine Townshend radyo aracılığıyla o askerlerin Hindistan’daki dinî reisleriyle görüştü. At etinin “kuşatma eti” olarak yenilebileceğine dair fetva istedi. Güç bela geldi fetva ama yine de isteksiz yiyorlar, bu yüzden patır patır yere düşerek ölüyorlardı.

İki tümen yardımınıza geliyor deniliyordu ama Mehmetçik önünde bir türlü ilerleyemiyorlardı. Ümitler tükenmiş, erzak tükenmiş, takat tükenmişti. Nöbet değiştirirken bile düşüp ölenlere rastlanıyordu.

Öte yandan Türklerin de kuşatmayı kaldırmaya niyetleri hiç mi hiç yoktu. Zayiatları ağırdı. 30 bin asker savaş dışı kalmıştı. Elinde kala kala 13 bin aç askeri kalmıştı General’in. Hastalıklar almış yürümüştü. Sonunda teslim olmaya karar verdi.

İlginçtir, Townshend “Mezopotamya Seferim” adlı hatıratında kendisini Plevne’deki Gazi Osman Paşa ile kıyaslıyordu. 26 Nisan günü Halil Paşa ile buluştu. Yedekte tek bir peksimet yoktu diye yazdı defterine. Kayıtsız şartsız teslim olmalarında ısrar ediyordu Halil Paşa. Hatıratında açıklamaktan utandığı teslim şartlarında neler olduğunu iki gün sonra yazdığı bir mektupta şöyle dile getirmişti: 40 topunu sağlam olarak Osmanlı’ya teslim etmek ve ordusuyla birlikte serbest bırakılması karşılığında tam 1 milyon sterlin ödemek…

Tabii ki bu zaferi satma teklifi Osmanlı tarafında kabul görmeyecekti. İngilizler bu onursuzluğu yaşamamak için çırpınıyorlardı ama nafile.

General Townshend’in Halil Paşa’ya kılıcını teslim anı bir Türk ressamı tarafından böyle resmedilmiş.

Neden unutturuldu?

Nihayet 29 Nisan günü “toplarımı ve telsiz teçhizatım dahil mühimmat vs. bütün tesisatımı tahrip ettim” diyor ve şöyle devam ediyordu kariyerine kahraman olarak başlayan ama Kutü’l-Amare yenilgisi yüzünden unutulup giden General Townshend:

“Halil Paşa beni ziyaret etti, ona kılıcımla tabancalarımı teslim ettim. Almayı reddetti, “Bunlar şimdiye kadar sizindi, bundan sonra da öyle olacak” dedi (Mezopotamya Seferim, 2012, s. 596).

Teslim olmuştu General. Şerefli bir misafir gibi önce Heybeliada, sonra Büyükada’da ağırlandı. Hatta yanındaki köpeğini cephede unutmuştu. İstedi, köpeği özel bir kurye ile kendisine ulaştırıldı. Esir askerleri ise çölde uzun ve çetin bir yolculuğa çıkacaklardı.

Aldığımız esirlerin tam listesi şöyle: 5 General, 272 İngiliz, 204 Hind subayı (toplam 476 subay), 2592 İngiliz, 6988 Hind vs. er (toplam 9580 er), silahsız 3248 kişi, ceman yekûn 13.309 esir (bunların 1306’sı hasta ve yaralıydı).

Yenilginin üzeri örtülecek gibi değildi. İngilizler savaşın ortasında utanç verici bir şekilde armut gibi teslim olmuşlardı Türklere. Yoksa Çanakkale’nin artçı depremleri mi geliyor? paniğinin Savaş Bakanlığı’nın bacasını sarmış olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Nitekim Londra’da bir soruşturma komisyonu kurulacak, yenilginin sorumlusu araştırılacaktı. Tarihlerindeki en utandırıcı sahneyi yaşayan İngilizler ertesi yıl Bağdat’ı almalarına rağmen bu uğursuz günü unutmadılar ve hakkında onlarca kitap yazdılar. (Bizde kaç kitap olduğunu merak eden var mıdır?) Unutmadılar ama unutturdular!

Şimdi anladınız değil mi İngilizlerin askeriyede 1945’e kadar kutlanmakta olan ‘Kut Günü’nü neden yasaklattıklarını.

http://www.zaman.com.tr/mobile_detail.action?newsId=2251504
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com