EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Andrei (Arsenyeviç) Tarkovsky

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Nis 20, 2011 11:09 pm    Mesaj konusu: Andrei (Arsenyeviç) Tarkovsky Alıntıyla Cevap Gönder

Sinemanın Elçisi Ya Da Acı Çeken Bir Kul Olarak Tarkovsky
Nis 19, 2011
Alper Gürkan



Geçen zamanla birlikte yaptığı işlerin ulaştığı doruklar nedeniyle ismi belirsiz bir sise ya da “kendisi,” imajı etrafındaki hale nedeniyle seçilemeyen birisine dönüşen “uzak”lardandır Tarkovsky: Cannes’dan tasdikli yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” filminde adı açıkca anılıp bir karakterin “Hani Tarkovsky gibi filmler yapacaktık?” deyişinde bir fikir dünyası açar ya da ona inat sevimsiz bir entelektüel sohbette duyulunca ismi yabancılığa gark eder herkesi. Oysa belki de sanat dünyasında onun kadar sahici, onun kadar samimi ve yürekten konuşan az isim olmuştur. Çünkü o, sanatı bir çok sanatçı ve entelektüelin aksine doğrudan tanrısal aşk ile irtibatlandırır ve bunu yaparken kendi eserlerini bir mabette tanrıya yakaran imanlıların yakarışı ile özdeşletirir durmadan.

Üstelik bu yakarışın mistik yönleri öylesine ağırdır ki psychedelic bir deneyimin eşiğindeki seyirci, ister istemez yüzünü Doğu’dan ayıramaz bu filmlerde. Fakat bu mistisizmle kastedilen ”dinsel” ya da “şer’i” mesajlar değildir: İşlediği karakter ister bir kilise sanatçısı isterse de uzay üssü sakini olsun fark etmez, kişisel olanın evrenselleştiği “büyük yakarıştır” bununla kastedilen. Çünkü sanatçı, ortaya koyduğu eserle doğrudan tanrının yaratımını hatırlarken; bunu alımlayanlar, tanrının doğrudan söylemeyip yaratarak söylediği sözleri ararlar durmadan ya da gayr-i ihtiyari de olsa bu sözlerle karşılaşırlar eserlerde.

Kendisi bunu o kadar zengin bir şekilde yapar ki “şiirsel sinema dili” diye nitelenen bir üslubun yaratıcılığıyla anılır sanatı ya da yakarışı. Filmlerinde yarattığı atmosfer ve karakterlerin bireysel yönelişleri belli bir ekolün izleyicisi değil “düşselleştirilmiş gerçeğin” çok başka libaslara bürünmüş hallerinden ibarettir daima. Kafka’nın sunduğu gerçekliği algılamak nasıl sıradışı bir deneyimle ve “hakikatin koridorlarındaki boğuntu”yla fark ediliyorsa, Camus’nün anlattıkları nasıl “gerçeğe olan yabancılığımız”ı hatırlatıyorsa ya da Beckett’ın sorguladığı anlamsız gerçeklik nasıl “yarattığımız bir dünyanın çok çok ötesinden” gibi görünüyorsa Tarkovsky’nin yarattığı gerçeklik de dalga dalga gelen bir rüya gibi hem bildiğimiz hem de ilk defa şahit olduğumuz bir dünyanın mesajlarını içeriyor.

Öyle ki her karakter; insanı apayrı sorularla ve başka başka Tarkovskylerle -başka varoluşlarla- karşılaştırırken, bu karşılaşmalar başka başka sorularla gelecekte de devam edecek bir şekilde bugüne dek sürekli olarak yeniden üretildi. Bazan çok farklı biçimlerde yorumlandığı da oldu elbette: “Düşünce geliştirmenin ve genel yaşam yasalarının gerçek dili” dediği bu dilin yerine kaba ve tutucu bazı tekniklerin sinemada yaygın olmasından ve “rüyaların somut yaşam fenomeni” oluşu gerçeğinden uzaklaşılarak perdenin, efekt ya da hilelerle doldurulmasından yakınması Arapça da biliyor olması hasebiyle, onun tasavvufla bağlantılı oluşu yorumlarını doğurmuştu. Ancak kendisi bu konuda herhangi bir beyanda bulunmamayı tercih ederek sessizliği seçmiş ve sanatı verenle alan arasına girmemişti hiçbir zaman. Bunu yapmak yerine sözcüklerle ifade edeceklerini hayatı üzerinden kaleme alarak yazdığı iki eserle (Mühürlenmiş Zaman, Zaman Zaman İçinde) anlatıp bir filozof ve şair de olduğunu belli etmişti.

Peki Kimdi Tarkovsky?

Andrei (Arsenyeviç) Tarkovsky, 1932′de Sovyet sınırları dahilindeki Beyaz Rusya’nın Zavrazhe şehrinde aktris bir anne ile şair bir babanın oğlu olarak doğdu. Ancak burada fazla durmadan henüz küçükken ailesiyle birlikte Moskova’ya taşındı.

1939 yılında şiir estetiği ve müzik konusunda kendisini eğiten babasının -başlayan 2.Dünya Savaşı nedeniyle- orduya katılması üzerine annesi ve kızkardeşiyle birlikte bir akrabalarının çiftlik evine taşındı: İleride senaryolarında ve çekim planlarında çokca kullandığı bilinen doğa görüntüleri burada zihnine kazınmaya başladı.

On dokuz yaşında “Moskova Doğu Dilleri Enstitüsü”ne kaydoldu ve burada Arapça eğitimi aldı, fakat hastalanması üzerine bu eğitimini yarım bıraktı ve bir süre sonra -1954 yılında- yine Moskova’daki “VGIK Sovyet Film Enstitüsü”ne girdi. Burada 6 yıl boyunca -yönetmen Mikhail Ilych Romm’un ilgi ve kontrolü altında- sinema eğitimi aldı. Romm, sinema konusunda Tarkovsky’nin yeteneğinin gelişimi için ilk adımlarını atmasına yardım etti ve yol gösterdi.

1958 yılında henüz öğrenciyken ilk defa kamera arkasına geçerek “Kontsentrat” (The Concentrate-Konsantre) adlı kısa filmi çekti. Bundan sonra okul arkadaşı olan Vasily Shukskin ile birlikte Hemingway’dan uyarladıkları “Ubiitsy” (The Killers-Katiller)’i ve başka bir arkadaşı olan Andrei Mikhalkov Koncalovsky ile beraber “Katok i Skripka” (The Steamroller and the Violin-Silindir ve Keman) filmlerini çekti. “Katok i Skripka,” onun kafasında oluşturmaya başladığı sinema dilinin ipuçlarını da içeren bitirme ödeviydi aynı zamanda.

Okulu bitirdikten sonra çekimine başladığı zaman “İvan’ın İhtirasları” adını vermeyi düşündüğü ancak 1962′de tamamlayınca “Ivanovo detstvo” (Ivan’ın Çocukluğu) adını verdiği filmi ilk uzun metrajlı yapımı oldu. Bu filmle sinemaya oldukça başarılı bir giriş yaptı. Moskova’da aynı yıl gösterime giren ve “Venedik Film Festivali”nde -başka bir filmle beraber- “Altın Aslan Ödülü” ve “San Francisco Uluslararası Film Festivali En İyi Yönetmen” ödülünü kazanan “Ivanovo Detstvo”nun ilginç bir de çekim öyküsü vardı: Bu film, Mosfilm tarafından başka bir ekibe yaptırılmaya başlanmış ancak daha sonra yönetmen koltuğuna Tarkovsky oturtularak film tekrar en baştan çekilmişti. Kendisi de savaş yıllarında bir çocuk olan Tarkovsky, Sartre gibi bir filozoftan ve bir çok sinema eleştirmeninden müspet eleştiri aldığı bu filminde casusluk yapan bir çocuğun hikayesini işlemişti.

Uluslararası arenada kazandığı bu başarı ile dikkatleri üstüne çekti ve 1969′da tamamladığı ikinci uzun metrajlı filmi Andrei Rublyov (Andrey Rublev) Sovyet Film Depertmanı’nın sansürüne maruz kalmışsa da aynı yıl Cannes Film Festivali’nde tüm zorluklara rağmen -film, ödül almaması için kasıtlı olarak festivalin son günü sabah saat 4:00′de gösterilmişti- “Uluslararası Sinema Eleştirmenleri” ödülü olan FIPRESCI ödülünü kazandı, bunu, “Sinema Eleştirmenleri En İyi Yabancı Film” ve “Jussi Ödülleri En İyi Yabancı Film” (1973) ödülleri takip etti. Kötülüğün giderek arttığı bir dünyada güzeli yaratmak için sebeplerin de artacağını düşünerek yaptığı “Andrey Rublyov,” 1971 yılına kadar Sovyet yetkililerce yasaklanmış olarak kaldı ve Rusya’da ancak 1973 yılında gösterime girebildi. Bazı eleştirmenlerin bu filmi “Rusya’nın geçmişteki yaratıcılığı üstünden Sovyet halkalarına bir mesaj olduğunu” ileri sürdülerse de Tarkovsky verdiği bir mülakatta bunu olumlamasına rağmen amacının bu olmadığını belirtti: “Eğer Batı toplumu benim filmlerimde Rus halkına yönelik mesajlar buluyorsa, bu iki halk arasında halledilecek bir problemdir. Benim problemim değil. ” Demişti.

Bu film sansürle boğuşurken 1972′de “bilim-düşlem” diye nitelediği Solaris’i (Solyaris) bitirdi. Solaris, Stanislav Lem’in bilim-kurgu romanından uyarlayarak çekilmiş bir uzay filmiydi. Bazı eleştirmenler filmi, Stanley Kubrick’in 1969 yapımı “2001: A Space Odyssey” (2001: Bir Uzay Destanı) filmine bir cevap olarak değerlendirdiyse de kendisi bunu kabul etmedi. Film, Cannes Film Festivali’nde “FIPRESCI Ödülü” ile “Jüri Özel Ödülü”nü kazandı.

1974′te tamamladığı ve otobiyografik olarak değerlendirilen “Zerkalo” (The Mirror-Ayna) ise sansür nedeniyle batıda ancak bir yıl sonra gösterilebildi. “Zerkalo”yu seyreden eleştirmenlerin filmden hiçbir şey anlamadığını ama filmden sonra salonu temizleyen bir temizlikçi kadının yaptığı yorumdan çıkardığı neticeye göre Tarkovsky bu filmini aynı zamanda milli-otobiyografi olarak da değerlendirdi: Seyirciyi kendi deneyimleriyle bağdaştırmaya olanak vermediği için dramatik-kurgu sinemasını reddeden Tarkovsky’ye göre “Zerkalo,” sadece kendisinin değil tüm Rusların öyküsüydü. Ayna metaforundaki yansımadan hareketle orta yaşı aşmış bir adam üzerinden çocukluğuna ait anı kırıntıları, annesi ve savaşla ilgili bakışların bulunduğu ve yönetmeninin sadece gerçeği söylemekten başka bir amaca hizmet etmediği halde “hep bir güvensizlik ve hayal kırıklığı ile karşılaştığını” söylediği “Zerkalo,” yasaklanmak istendiyse de aynı yıl gösterildi. Fakat Cannes’a katılması devlet tarafından engellenmişti.

Strugatsky kardeşlerin “Roadside Picnic” (Yol Kenarında Piknik) adlı eserinden sinemaya uyarladığı 1979 yapımı “Stalker”(İz Sürücü)’ı ilk versiyonu laboratuarda yanınca daha düşük bir bütçe ile tekrar çekti. Uzun ve yavaş planlarla dolu olarak Tarkovsky sinemasında bir olgunluk dönemi eseri olan Stalker, “Cannes Film Festivali Ekümenik Jüri Ödülü (1980)” ve “Fantasporto Festivali”(1983)’nde ödül kazanırken onun Sovyetler Birliğinde çektiği son film oldu. “Manevi değerleri için bir şövalye gibi savaş”tığını söylediği bir rehberin öncülüğünde biri yazar ve diğeri profesör iki kişinin Bölge (Zone)’ye yaptıkları yolculukla dışavurulan, insanın en büyük arzusunu tahhakkuk ettirmesi için ruhani ve düşsel bir içyolculuk filmiydi bu. Bölge; Stalker’ın “mutsuz insanları götürmek istediği ve onlara umut düşüncesini aşılamak istediği düşsel bir yerdir.” Ancak bu aynı zamanda “Stalker”ın zayıfın gücünü dile getiren pozisyonu nedeniyle bir “kaybeden” filmidir de.

“Mühürlenmiş Zaman”da geçmişi, “şimdiki an”dan daha gerçek diye niteleyen Tarkovsky, 1982 yılında İtalya’ya giderek dost edinememe ve insanlarla ilişki kuramama illetinden hareketle, yaşamın ve özgürlüğün imkansızlığına dair filmi “Nostalghia”yı çekti. “Cannes Film Festivali”nde “En İyi Yönetmen,” “FIPRESCI Ödülü,” “Ekümenik Jüri Ödülü” kazanan bu filmiyle kendi ülkesinde sanatına yapılan baskı nedeniyle yurtdışına giden bir sanatçının hasretini işledi.

Ölümünden bir yıl önce İsveç’te Ingmar Bergman’ın ekibiyle çektiği “Offret” (The Sacrifice-Kurban) son filmi oldu. Cannes Film Festivalinde üç ödül (FIPRESCI Ödülü, Jüri Özel Ödülü, Ekümenik Jüri Ödülü,) “Valladolid Uluslararası Film Festivali Golden Spike Ödülü” ve “BAFTA Ödülü (1988)”nü kazandı. “Offret”te Tarkovsky kişisel ve sanatsal tüm temalarını toplayarak biraraya getirdi ve bu yönden de bir zirve filmi olarak onun sinemaya en güzel vedası oldu.

28 Aralık 1986 tarihinde, Paris’te akciğer kanseri sebebiyle hayata veda ettikten sonra Tarkovsky’ye, SSCB yönetimi tarafından 1990 yılında “sinema sanatına olağanüstü katkısı, evrensel insani değerleri ve hümanist düşünceleri olumlayan yenilikçi filmleri” nedeniyle Lenin Ödülü ve “David di Donatello Ödülleri” kapsamında 1980 ve 1982 yıllarında iki ödül daha verildi.

Japon sinemasının büyük ismi Kurosawa onu olağanüstü ve hayret verici bulduğunu söylerken, sinema dünyasının büyük isimlerinden olan ve son filmine oldukça katkı sağlayan Ingmar Bergman, onu sinemanın en büyük yönetmeni olarak yad etti sonrasında: Düşleri en zor yolları aşarak, “ufacık bir hakikat kırıntısından hareketle” görünür kılmasında büyük bir gözlemcilik yeteneği görüyordu çünkü ve bu sinema için çok şey demekti Bergman’a göre.

Onun sinemada yapmak istedikleri belki bitmemişti ama kendi dilinin de dışında konuşmaya çalışmadı hiç. Belki bu yüzden “Spielberg” gibi kitle sineması yapabilseydi acı duyacağını belirten Tarkovsky, bunun yanısıra sinemayı da sanatı da -insanlığın son dört bin yıldaki uslanmazlığından ötürü- öğretici bir boyut olarak değerlendirmedi asla fakat buna rağmen özellikle Polonyalı usta yönetmen Krzysztof Kieslowski ile Türkiye sinemasının dünyada en çok taltif edilen büyük yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’a yaptığı etkiler başta olmak üzere sinemanın çok genç olan dilini yüksek ve ince bir mecraya soktu.

Klasik dramın, dramatik çatışmaları anlatmanın yegane yöntemi gibi sunulmasına tepki niteliği de taşıyan şiirsel üslubunu ve bununla yaptığı filmlerini; geçmişin, anıların renklendirilmesi ve düşselleştirilmesini çok daha etkileyici bir gerçeklik yaratımı olduğu fikrine dayandırıyordu o. Zaten bu gerçeklik de “güzel olan”a ulaşmanın biricik yoluydu onun için. Bulunduğu nokta bu sebeple asla tartışılamaz oldu ama bu noktadaki güzelliğin “tanrısallık”tan mı yoksa “beşerilik”ten mi olduğu hala daha tartışılmaya devam ediyor ve devam edecek gibi görünüyor…

[Okudum Yazdım sitesinde yayınlandı]

Etiketler: Kitap Tanıtımı, Sanat, Sinema, Tarkovsky, İnsan


Tarkovsky ve Dostoyevski’nin Tanrı Anlayışı
Burhan Özgen
Eylül 7, 2008



Tarkovsky’nin çok sadık bir Dostoyevski takipçisi olduğunu biliyoruz ve yaşamı boyunca bir Dostoyevski romanını filme çekme düşüncesi taşıdığını. Bunu neden yapmadığı ise ayrı bir muamma. Ulus Baker, Tarkovsky’nin buna cesaret edemediğini belirtiyor. Dostoyevski ile Tarkovsky’nin yakınlıkları ise tam da tanrının ölüm teması üzerinde birleşiyor gibi geliyor bana. Onlar bir Hıristiyan değildirler ama aydınlanmacı, kör ateistler de değildirler.

Tarkovsky örneği, özellikle de ahlak tartışması bağlamında bence oldukça önemli. Tarkovsky örneği, özellikle de ahlak tartışması bağlamında bence oldukça önemli. Ancak Tarkovsky’nin dindar bir Hıristiyan olduğu, açıkçası bir Tarkovsky izleyicisi olarak benim katılmadığım bir saptama. Gerek filmlerinde gerekse de mühürlenmiş zaman eserinde buna dair bir emareye rastlamadığımı söylemeliyim. Ancak Tarkovsky’nin dindar bir Hıristiyan olduğu, açıkçası bir Tarkovsky izleyicisi olarak benim katılmadığım bir saptama. Gerek filmlerinde gerekse de mühürlenmiş zaman eserinde buna dair bir emareye rastlamadığımı söylemeliyim. Ancak Tarkovsky’nin çok sadık bir Dostoyevski takipçisi olduğunu biliyoruz ve yaşamı boyunca bir Dostoyevski romanını filme çekme düşüncesi taşıdığını. Bunu neden yapmadığı ise ayrı bir muamma. Ulus Baker, Tarkovsky’nin buna cesaret edemediğini belirtiyor. Dostoyevski ile Tarkovsky’nin yakınlıkları ise tam da tanrının ölüm teması üzerinde birleşiyor gibi geliyor bana. Onlar bir Hıristiyan değildirler ama aydınlanmacı, kör ateistler de değildirler. Çünkü tanrının ölümü ile birlikte ortaya ciddi bir sosyolojik, felsefi ve etik problemin çıktığını çok iyi bilmekteydiler. Dostoyevski’nin trajik formülü; “Tanrı yoksa herşey mubah” Tanrı yoksa tüm “kötülükler” serbest öyleyse. Tanrının olmadığı bir dünya Dostoyevski’ye göre tüm kötülüklerin de yeryüzüne boca edildiği bir dünya olabilir ancak. Bu yüzden tanrının olmadığı bir dünyada tüm ahlaki kodları yeniden düşünmek gerekecektir. Öldürme, suç ve ceza, vicdan, acımasızlık, iyilik, kötülük, merhamet… Tüm bunlar tanrının olmadığı bir dünyada neyi ifade eder. Dahası bunların bir anlamı kalmakta mıdır? Dostoyevski, romanlarında bunları bir filozof gibi tartışmaktadır. Ve bana göre bir romancı olmanın yanında büyük bir filozoftur da Dostoyevski. Onun yaşadığı 19. yüzyılda Rus siyaseti, felsefesi kendini romanla ifade etmektedir. Ve bunu en iyi yapan da Dostoyevski’dir. Bunun bir başka yönü ise modernleşmenin ve aydınlanmanın da tartışılmasıdır. Dostoyevski, batı aydınlanmasının, hümanizminin tanrısız yeni insaninin daha başından çokmuş bir proje olduğunu göstermiştir. Aydınlanma ne sefaleti ortadan kaldırabilmiştir ne suçu ne de adaletsizliği. Tam tersine aydınlanma ideali başka türlü “zalim” bir insanin icadını gerçekleştirmiştir. İdealist insan Dostoyevski’ye göre “zalimdir”.

Tarkovsky ise Dostoyevski’yle benzer sorunsalları sinema üslubuyla ortaya koyar. O da Dostoyevski gibi tanrının olmayışının sosyolojik ve etik sonuçlarını sorunsallaştırır. Kahramanlar genellikle melankoliktir, umutsuzdur. Bir kaybetmişlik ruhu taşırlar. Dahası yeni anlamlar, umutlar üretme peşindedirler. Stalker filmindeki profesör, yazar ve iz sürücü çokmuş bir dünya içinde yeni bir dünya arayışı içerisindedirler. Bu yüzden büyük riskler altında “bölgeye” yolculuk ederler. Profesör, ya da başka bir ifade ile bilim, insanı mutlu etmemektedir. Yazar ünü, şöhreti anlamsız bulmaktadır ve gittikçe yaşamdan kopmuştur. İz sürücü ya da sıradan insan sezgileriyle hareket etmektedir. Ve aslında bu filmde, profesöre, yazara nazaran daha olumlu bir karakterdir. Bu karakter aynı zamanda pozitivizmin sıradan insani ne denli mutsuz kıldığının da bir göstergesidir. Stalker’in bir yerinde profesör “tanrısız, mutsuz ve ruhsuz evler” der. Bu cümle belki de bilimin insan maneviyatı hakkında ne denli kör ve çaresiz kaldığına dair bir açıklamadır.

Dolayısıyla Dostoyevski’nin de Tarkovsky’nin de anti pozitivist karakterler ürettiklerini söyleyebiliriz. Ancak bunun Hıristiyan dindarlığı perspektifinde olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Anderi Rublevde Tarkovsky ortaçağa ve Hıristiyan kilisesine klasik aydınlanmacı-pozitivist bakışın çok ötesinde bir tür doğu bilgeliği perspektifiyle baktığını söylemek mümkün… Tarkovsky doğu felsefelerinden çok beslendiğini kitabında da belirtmektedir. Onun, batının etikasını bir tür doğu bilgeliğiyle yakınlaştırarak, bati kültüründe eksik gördüğü “maneviyatı” bununla güçlendirmeye çalıştığını söyleyebiliriz belki. Bunun coğrafyasının da ancak Rusya olabileceğini düşünmekteydi..

Bence, modernliğin, pozitivizmin sancılarını hala yoğun olarak yaşayan bizlerin de Tarkovsky’den, Dostoyevski’den öğreneceğimiz çok şeyler var…

http://www.koalakultur.com/?p=477

‘tek önemli şey zaman içinde zaman bulmak..’ – ANDREI TARKOVSKY

‘sanatçı mutlak hakikate galip gelmek için uğraşıp didinen bir varlıktır.. sanatçı bu hakikate karşı , kusursuz ve bütün bir şey yarattığı her sanat eserinde galip gelir..’ (1973)

‘yaşamlarımız hep yanlış.. bir bireyin topluma ihtiyacı yoktur , bireye ihtiyacı olan toplumdur.. toplum bir savunma mekanizması , bir çeşit oto korunmadır.. birey , sürüde yaşayan hayvan gibi değil , kendi yalnızlığında doğaya , hayvanlara ve bitkilere yakın , onlarla ilişki halinde yaşamalıdır..’ (1977)

‘insan bunca uzun zamandır var olmasına rağmen hala daha en önemli şey olan varlığının anlamı konusunda emin değildi , şaşırtıcı olan budur işte..’ (1978)

‘tek önemli şey zaman içinde zaman bulmak.. bu muazzam zor , yapılmak zorunda..’ (1985)


Zaman zaman içinde , günlükler , ANDREI TARKOVSKY , Çeviri : SEDA KERVANOĞLU , +1 yayıncılık..

http://www.aylakadamiz.com/

BİR SİNEASTIN PORTRESİ: TARKOVSKİ İLE FİLMLERİ ÜZERİNE



“İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan,
hayat ile olan saf ilişkisini yitirir.
Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun, filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir.”
Andrei TARKOVSKİ

……………………………
IVAN’IN ÇOCUKLUĞU (IVANOVA DESTYO) – 1962

- Nereden aklınıza geldi ilk filminiz “İvan’ın Çocukluğu” nun konusu?

- TARKOVSKİ: Biraz tuhaf bir hikayesi var bu filmin. Mosfilm stüdyoları filmin yapımına başka bir ekiple başlamıştı. Filmin yarısından fazlası bu ekiple çekildi, paranın yarısı harcandı ama sonuç öylesine kötüydü ki, yapımcı firma filmin çekimini durdurmak zorunda kaldı ve yeni bir yönetmen aramaya başladı. Önce isim yapmış yönetmenlere başvuruldu, sonra daha az tanınmışlara. Hepsi de bu yarım filmi devralmayı reddetti. Bana gelince VGIK Sinema Okulu’ndan yeni mezun olmuş, diploma filmim ” Le Rouleau Compresseur et le Violon” u bitirmeye çalışıyordum. Öneriyi kabul etmeden önce bir çok şart ileri sürdüm. Senaryoyu yeniden yazmak, bunun için de senaryonun esinlendiği Vladimir Bogolomov’un hikayesini yeniden okumak istiyordum. Daha önce çekilen ve hepsi bir metreyi geçmeyen kısmın hiç çekilmemiş gibi kabul edilmesini ve her şeye sıfırdan başlamak için tüm oyuncularla, teknik ekibin degiştirilmesini istedim. Bana ” Tamam ama paranın da yarısını alacaksınız ” denildi. Ben de “Eğer bana beyaz kart verirseniz yarım bütçeyle de çalışırım” diye cevap verdim ve film böylece çekildi.

- O halde konu seçimini bir yana bırakırsak “İvan’ın Çocukluğu” tamamıyla Andrei Tarkovski’den doğdu.

- TARKOVSKİ: Evet

- Ama bu konu aynı zaman da size de çok yakın.Genç İvan savaş yıllarında sizinle aynı yaşta.

- TARKOVSKİ: Benim çocukluğum savaşı bir yetişkin ve bir savaşçı olarak yaşayan İvan’ınkinden çok farklı. Buna rağmen benim yaşıtlarımda oldukça güç bir dönem yaşadılar. Andrei Tarkovski ile İvan’ı birbirine bağlayan şey yalnızca İvan’la bu kuşağın tüm genç Rusları arasındaki yaşanmış acıyı anımsatmaktan ibaret.

- Film, 1962 yılında Venedik’te gösterildiği zaman, savaş üzerine derin bir refleksiyon olarak algılandı.

- TARKOVSKİ: Film iyi karşılandı ama eleştiri düzeyinde tamamen anlaşılmaz olarak kaldı. Herkes, tarihi, hikayeyi filmin karekterlerini yorumladı. Oysa ki söz konusu olan, daha çok, genç bir yönetmenin ilk yapıtıydı. Yani tarih görüşümün değil, dünya görüşümün anlaşılabileceği şiirsel bir eserdi söz konusu olan. Mesela Sartre, filmi İtalyan solundan gelen eleştirilere karşı coşkuyla savundu, ama tamamen felsefi bir açıdan. Bu benim için geçerli bir savunma değildi. İdeolojik değil sanatsal bir savunma arıyordum. Bir filozof değil sanatçıyım. Ayrıca bu savunma tamamen gereksizdi. Filmi kendi öz felsefi değerleri ile yorumlamaya girişiyordu ve ben, sanatçı Andrei Tarkovski, bir kenara konmuştum. Sanki yalnızca Sartre’dan konuşuluyordu, sanatçıdan değil.

- Sartre’ın film üzerine yaptığı yorum – Savaşın canavarlar, sonunda yiyip bitireceği kahramanlar ürettiği – sizin yorumunuzla aynı değil mi?

- TARKOVSKİ: Karşı çıktığım yorum değil. Bu görüşe tamamen katılıyorum. Savaş kurban kahramanlar üretir. Savaşın kazananı olmaz. Bir savaşı kazandığımız anda onu aynı zamanda kaybederiz. Karşı çıktığım yorum değil, polemiğin çerçevesi. Düşünceler ve değerler öne çıkarılmış, sanatçı ve sanatı unutulmuş.

ANDREİ RUBLEV, 1966

- Nasıl doğdu “Andrei Rublev”?

- TARKOVSKİ: Bir alşam Konçalovski ve diğer bir dostumla masa başında tartışıyorduk. Bu dostumuz “Niçin Rublev üzerine bir film yapmıyoruz? Ben oyuncuyum, Roublev rolunu de pekala oynayabilirim. Eski Rusya, ikonlar çok güzel bir konu olur” diye önerdi. İşin başında, bu fikir bana gerçekleştirilemez, hatta berbat, benim dünyamdan çok uzak gibi göründü. Bununla birlikte ertesi gün filmi yapmaya karar vermiştim. Andrei Konçalovski ile çalışmaya başladık. Ne mutlu ki, Roublev’in yaşamı üzerine çok az şey biliyorduk. Bu bize büyük bir eylem özgürlüğü tanıdı.

- Vladimir’in çantasından, Çan’ın yapımına kadar bütün epizodlar sizin tarafınızdan mı seçilip tasarlandı?

- TARKOVSKİ: Bütün bunlar uyduruldu. Ama bu yeniden yaratımdan önce varolan tüm belgeler tarandı. Bir anlamda Andrei Rublev’in yaşamını elimmizdeki tarihi belgelerin ışığında yeniden keşfettik.

- Böylece son derece kişisel bir film oldu…

- TARKOVSKİ: Kişisel olmayan bir film yapılabileceğine inanmıyorum.

- Filmin ana sorunu, hastalanan sanatçının yaratımdan vazgeçmesi, bir Tarkovski düşüncesi mi?

- TARKOVSKİ: Elbette, aslında bir kaç ikon dışında Rouublev üzerine hiç bir belgemiz yoktu. Ama Roublev’in kariyerinde bir boşluk, yaratımsız geçen önemli bir dönem olduğu biliniyor. Bu dönemi bir reddiye olarak yorumladım. Ama mesela, Roublev’in bu dönemde Venedik’te olduğunu ispatlayan bir başka yorum çıkarsa ne şaşırırım ne de şok olurum. Belki de Vladimir Katedral’inin yıkılması onu hiç sarsmadı. Ben bir Roublev yarattım ama başka yorumları da kabul ederim.

- Andrei Roublev kötülüğe maruz kalan bir dunyada sanatın meşruiyeti üzerine bir film. Kötülük sürekli iş başındayken güzeli yaratma tutkusu niye?

- TARKOVSKİ: Kötülük ne kadar artarsa güzeli yaratma nedenide bir o kadar artacak. Şüphesiz daha güç olacak, ama daha da gerekli.

- Tabi bunun alelade bir sanat olmaması koşuluyla.

- TARKOVSKİ: Ne demek alelade bir sanat olmaması?

- Tanrının dünya projesi ile uygun düşen sanat.

- TARKOVSKİ: İnsan varolduğu sürece yaratma eğilimi de var olacaktır. İnsan kendini insan olarak hissettiği sürece bir şeyler yaratmaya girişecektir. İşte onu yaratıcısına bağlayan şey burada. Nedir yaratım? Neye yarar sanat? Bu sorgulamanın cevabı şu formülde yatıyor: Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor. İnsan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir. Bu umudu dile getirmeyen, manevi temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur, bunlar ancak parlak birer entellektüel analiz olabilirler. Picassonun tüm eserleri bu entellektüel analiz üzerine kurulmuştur. Picasso dünyayı kendi analizi, kendi entellektüel yeniden yapılanması adına boyar. Adının tüm prestijine rağmen itiraf etmeliyim ki sanata hiçbir zaman ulaşamadığını düşünüyorum.

- Dünyanın bir anlamı olduğunu öne süren sanattan başka sanat yok mu sizce?

- TARKOVSKİ: Tekrarlıyorum, sanat bir yakarma, bir dua biçimidir ve insan yalnızca duasıyla yaşar.

- Birçok insan “Andrei Roublev”de bugünün Sovyetler Birliği’ne, Rusya’nın geçmişte ki manevi yaratıcılığını yeniden bulabilmesi için gönderilen mesajlar olduğunu düşünüyor.

- TARKOVSKİ: Bu mümkün ama benim problemim değil. Bugünün Rusya’sına mesaj göndermiyorum. Zaten hiçbir Rusa hiçbir şey söylemek istemiyorum artık. “Halkıma demek isterim ki… Bütün dünyaya derim ki…” türünden peygambervari erdemler artık beni ilgilendirmiyor. Ben bir peygamber değilim. Tanrının şair olma olanağını, bir katedraldeki inananlardan farklı bir biçimde, yakarma olanağını verdiği bir insanım. Bundan başka ne bir şey söyleyebilirim ne de söylemek istiyorum. Eğer Batı toplumu benim fimlerimde Rus halkına yönelik mesajlar buluyorsa, bu iki halk arasında halledilecek bir problemdir. Benim problemim değil. Benim bir tek kaygım var; Çalışmak, sadece çalışmak.

SOLARİS, 1972

- Solaris gezegeninde Kelvin otuz yıl önce ölmüş karısına kavuşuyor. Bu, gerçekleşmesi imkansız bir olay aracılığıyla Tarkovski tarafından anlatılan tek aşk hikayesi mi?

- TARKOVSKİ: Aşk hikayesi filmin yalnızca bir yönü. Belki de Kelvin’in Solaris’te bir tek amacı var: Başkasına duyulan aşkın yaşamak için vazgeçilmez olduğunu göstermek. Aşksız bir insan, insan değildir.

- Ama başında bir bilim-kurgu hikayesine benzeyen bu macera aslında tinsel bir macera.

- TARKOVSKİ: Daha çok bir insanın başına vicdanen gelmiş bir macera. Stanislav Lem’in romanından esinlenerek bu filmi yapmak istedim. Gerçek bir uzay yolculuğu yapmadan… Şüphesiz gerçek bir uzay yolculuğu yapmak daha ilginç olacaktı, Ama Lem aynı fikirde değildi.

- Bu evren, daha sonra Stalker Zonu, bir çile metaforu değil mi? Yani yalnızca tek bir arzuya sahip olduğumuz bir yer: Kendini değiştirmek.

- TARKOVSKİ: Hayatın çilesiz olsa bile bu tanımı ortaya çıkardığını düşünüyorum; Değişmek. İnsan hayatı yalnızca bu değişimi hedefliyor. Çile bize daha çok, sakin olmak, acılarımızı dindirmek için gerekli.


- Fransızlar için “Ayna” Proust’un, belleğin dünyasını çağrıştırıyor.

- TARKOVSKİ: Proust için zaman zamandan öte bir şey. Bir Rus içinse bu bir problem değil. Proust için daha çok yayılmak, açılmak sözkonusu. Biz Ruslarsa kendimizi korumak zorundayız. Rusya’da çocukluk anıları, geçmişle hesaplaşmak, pişmanlık üzerine yoğunlaşmış çok güçlü bir edebiyat geleneği vardır.

- “Ayna”da bu gelenekten mi?

- TARKOVSKİ: Evet, zaten bu film Rus seyircisi arasında birçok tartışmaya yol açtı. Bir gün filmin gösteriminden sonra, halka açık olarak düzenlenen tartışma iyice uzamıştı. Gece yarısından sonra salonu temizlemekle görevli temizlikçi kadın geldi ve artık salonu boşaltmamızı istedi. Filmi daha önce görmüştü ve tartışmanın niye bu kadar uzun sürdüğünü anlamıyordu. Bize, ” Aslında herşey çok basit: Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Birden başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini afettirmek ister” dedi. Bu basit kadınn herşeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramıştı. Ruslar içinde bulundukları zamanı yaşarlar. Edebiyat da yalnızca bu zamanla yapılır ve basit insanlar bunu çok iyi anlar. “Ayna” bu anlamda biraz da Rusların öyküsüdür. Pişmanlıklarının öyküsü. Salondaki eleştirmenler filmden hiçbirşey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu.

STALKER, 1979

- Kimdir Stalker, bu gizemli karakter?

- TARKOVSKİ: Film, manevi değerleri için bir şövalye gibi savaşan bir insanı anlatıyor. Filmin kahramanı Stalker, edebiyatın “idealist” tipleri olarak bildiğimiz Don Kişot ya da Prens Mişkin ile aynı yörüngeye oturur. Ve idealist oldukları için gerçek hayattaki tüm savaşları kaybederler.

- İsa türünden karakterlerden bahsedilebilir mi?

- TARKOVSKİ: Benim için zayıfın gücünü dile getiren karakterler. Film bu sayede insanın kendi yarattığı güce bağımlılığını da anlatıyor. Güç sonunda insanı yok ediyor ve zayıflık tek güç olarak kalıyor.

- Zayıfın bu gücünü duyması için insanın ne yapması gerekiyor?

- TARKOVSKİ: Önemli olan bu değil. Bir inanç adamının eylemleri düşünülmüş ve akıllıca olmak bir yana son derece absürd olabilir. “Gülünç”, “Yersiz” eylemler maneviyatın yüksek bir şeklidir.

- Karşılıksız, nedensiz yapılan eylemler bir anlamda.

- TARKOVSKİ: Evet ama bununla beraber bu eylemler nedensizlik adına değil, kurulu haliyle varolan ve hiçbir şekilde manevi insanı üretemeyecek dünyayı aşmak için gerçekleştirilir. Önemli olan ve Stalker’in bütün seyrini yöneten, onu bayağılığa düşmeden gülünç, hatta aptal kılan ama kendi öz tekilliğini, öz maneviyatını ortaya çıkaran, bu güçtür.

- Stalker Zonu, bu inanışın mekanı mı?

- TARKOVSKİ: Bana sıklıkla sorulan sorulardan biri de bu zonun neyi anlattığı. Buna verecek tek bir cevap var; Böyle bir zon yok. Stalker’in kendisi yaratıyor bu zonu. Mutsuz insanları oraya götürmek ve onlara umut düşüncesi aşılamak için yaratıyor. Dilek odaları da aynı şekilde Stalker’in yaratımları.

- Neden söz ediyor “Nostalghia”?

- TARKOVSKİ: Yaşamanın imkansızlığından, özgürlüğün olmadığından. Eğer aşka sınır koyarsak insan tamamen şekilsiz bir hale gelir; aynı şekilde eğer manevi yaşama sınır koyarsak insan büyük bir sarsıntı geçirir. Bazıları bunu diğerlerinden daha güçlü hisseder; dünyayı aşk eksikliğinden kurtarmak için kendilerini tamamen bir başkasına adarlar. Bir kurban gibi. Bu aşka, içinde yaşadığımız dünya tarafından sınırlar konulduğunu gördüğü zaman insan acı çekmeye başlar. “Nosthalgia” nın kahramanı, dost olmanın imkansızlığından, dünyayla dostluk içinde olamamanın olanaksızlığından acı çeker. Bununla birlikte kendisi kadar acı çeken bir dost bulur: Deli Domenico.

- Bu acı mı Nostalji?

- TARKOVSKİ: Nostalji bütün bir duygudur. Diğer bir değişle, kendi ülkemizde, yakınlarımızın yanında, mutlu bir aileye rağmen nostalji duyabiliriz. Çünkü ruhumuzun kısıtlandığını hisseder, onu istediğimiz gibi geliştiremeyeceğimizi anlarız. Nostalji, dünya önündeki bu güçsüzlüktür. Maneviyatını başkalarına iletememenin acısıdır. “Nostalghia” nın kahramanını hasta düşüren illet, dost edinememenin, insanlarla iletişim kuramamanın acısıdır. Bu karakter, maneviyatın özgürce yaşanabilmesi için “sınırların kaldırılması gerektiğini” söyler. Daha genel olarak modern yaşama uyum sağlayamamış karakteri yüzünden acı çeker. Dünyanın sefaleti karşısında mutlu olamaz. Bu toplumsal sefaleti üzerine alır, ama aynı zamanda dünya ile arasına bir mesafe koyarak yaşamak ister. Onun sorunu tamamen merhametinden gelir. Bu merhamet duygusunun canlı örneği olmayı başaramaz. Diğer insanlarla birlikte acı çekmek ister, ama bunu da tam anlamıyla başaramaz.

- Kahramanınıza acıların üstesinden gelebilmesi için verebileceğiniz bir reçeteniz var mı?

- TARKOVSKİ: Köklerine, kaynaklarına inanması gerek. Nereden geldiğini, nereye gittiğini, ne için yaşadığını bilmesi, yani sürekli olarak yaratıcısına bağımlılığını hissetmesi gerekir. Aksi takdirde, eğer Tanrı düşüncesi aşılırsa, insan hayvana döner. İnsanı hayvandan ayıran özellik, bağımlılık duygusu, kendini bağımlı hissetme özgürlüğüdür. Bu duygu maneviyat yoludur. İnsanın talihi, maneviyata giden bu yolu durmaksızın geliştirmesindedir. Bağımlılık insanın tek şansıdır. Zira yaratandaki bu niyet, bu mütevazi bilinç, bir üstün yaratığın yaratıcısı olmaktan başka bir şey değildir. Bu inanç, dünyayı kurtarabilme gücüne sahiptir. Köle yaşamını yerine getirmek gerekir. Bu ilişki son derece basittir. Anne-baba-çocuk ilişkisine benzer. Bir başkasının otoritesini tanımak gerekir. Bu saygı, bu kölelik, insana kendini tanıma, kendi içini görme gücünü verir. Bu, ortodoks rituellere göre yakarma diye adlandırdığımız, ama aynı zamanda benim sinema eserimin de aldığı biçimdir. Bununla birlikte, kendimi henüz bu yakarma idealini gerçekleştirmekten uzakta sayıyorum.

- Tanrı’ya inancınızla sanata inancınız böyle mi birleşiyor?

- TARKOVSKİ: Sanat yaratma kapasitesidir. Yaratıcının aynadaki yansısıdır. Biz sanatçılar bu jesti tekrarlamaktan, taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanat, yaradana benzediğimiz belirli bir andır. Bu yüzden yaradandan bağımsız bir sanata asla inanmadım. Tanrı’sız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı’ya yöneltebilirse ne mutlu bana. Yaşamım esas anlamını bulacak: Hizmet etmek. Ama bunu asla başkalarına empoze etmeye kalkışmayacağım. Hizmet etmek fethetmek demek değildir.

- Sanatın amacı nasıl yalnızca hizmet etmek olabilir?

- TARKOVSKİ: İşte gizem burada. Yaratılışın gizemi gibi. Bir ikonun önünde çöktüğünüz zaman Tanrı’ya aşkınızı söylemek için tam yerinde kelimeler bulursunuz, ama bu kelimeler gizli, gizemli kalır. Aynı şekilde bir sanatçı, öyküsünü, karakterlerini bulduğu zaman dua-eserini yapar, yaratımında Tanrı’yla hem fikir olur ve tam yerinde sözcükleri bulur. İşte burada sanat bir hediye şeklini alır. Sanat yalnızca bir hediye olduğu zaman “hizmet edebilir”.

- Filmleriniz böylece Tanrı için aşk eylemleri oluyor.

- TARKOVSKİ: Buna gerçekten inanmak isterim. Bunu yapmaya çalıştım. Benim için ideal, bu “hediye” yi sürekli vermek olacak. Bu anlamda Bach, Tanrı’ya gerçekten sunulabilecek tek hediye.

iktibas: “Les mardis du cinema”, France Culture
Röportajı Yapan: Laurence Cosse, 7 Ocak 1986
Fransızca’dan Çeviren: Güven Güner, Eylül 1993, İstanbul

ADIMLAR Dergsisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com