EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Gertrude Bell’in Hatıralarında Mezopotamya’nın İşgali

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Nis 04, 2011 10:53 pm    Mesaj konusu: Gertrude Bell’in Hatıralarında Mezopotamya’nın İşgali Alıntıyla Cevap Gönder

Sinan Tavukçu
Gertrude Bell’in Hatıralarında Mezopotamya’nın İşgali-I
4 Nisan 2011



Birinci Dünya Savaşı’nda Mezopotamya’yı işgal eden İngilizlerin kılavuzu Gertrude Bell adlı bir arkeolog-tarihçi idi. Gertrude Bell, bölge coğrafyası ve bu bölgede yaşayan halklar hakkındaki derin bilgisini İngiliz işgal kuvvetlerinin hizmetine sunmasının yanında, savaşın nihayetinde, Irak’ın komşu devletleri (Türkiye, İran, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez Devletleri) ile sınırlarını bizzat çizmek suretiyle, bölgenin kaderine mührünü vurmuştur.

Bu yazımızda, Gertrude Bell’in Irak’ın işgalinden Manda hükumetinin kurulduğu döneme kadar olan gözlem ve tespitlerini kaleme alarak İngiliz Parlementosu’na sunduğu 147 sayfalık bir resmi rapor bahse konu edilecektir. Söz konusu rapor, “Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi” adı altında, Vedii İlmen tarafından tercüme edilerek, 2004 yılında Yaba yayınları tarafından yayımlanmıştır.

Gertrude Bell Kimdir?

Kitaba geçmeden önce, Gertrude Bell’in hayatına kısaca göz atmakta fayda vardır. Gertrude Bell 14 Haziran 1868’de İngiltere’nin Durham County şehrinde dünyaya gelmiştir. Zengin ve soylu bir ailenin kızı olan Bell, orta öğrenimini özel eğitimle tamamladıktan sonra, Oxford Üniversitesi tarih bölümüne kayıt oldu. Okulu birincilikle bitiren Gertrude Bell, aynı zamanda Oxford Üniversitesinde Tarih eğitimi alan ilk bayan öğrenci olmuştu.

Okuldan mezun olduktan sonra seyahat etmeye karar veren Gertrude Bell, 1897-1898 ve 1902-1903 yıllarında olmak üzere iki kez dünya turuna çıktı. 1899 yılında Kudüs'e yaptığı ziyaretten sonra Araplara karşı büyük bir ilgi duymaya başladı. Bell Ortadoğu’da ilk yolculuğunu İstanbul'a yapmıştı. Daha sonra Tahran'a geçen Bell, burada büyükelçilik rezidansını bir "ana kamp" gibi kullanarak oradan Mısır'a, Ürdün'e, Suriye'ye geziler gerçekleştirdi. Bu seyahatler sırasında hem dilini geliştiriyor, hem de arkeolojik yerlerin bulunmasında ve korunmasında yerel yönetimlere yardımcı oluyordu. Gertrude Bell gittiği yerlerde gördüklerini günlüklerine yazıyor, çizdiği haritaları İngiliz Kraliyet Coğrafya Merkezi'ne gönderiyor, batılılara çöl hayatını anlatan yazılar yazıyordu. Araplar ona "Çölün Kızı" isini verdiler. Çok iyi Arapça, Farsça ve Türkçe bilen Bell, bu ziyaretlerde kadınlığını da kullanarak o zamanlar Osmanlı'nın kontrolünde olan Kudüs'te, Suriye'de ve Irak'ta yerel halk ve tüccarlarla güçlü dostluklar da kurmuştu.

1913'te İngiltere'ye döndüğünde artık herkes Gertrude Bell'i bir Ortadoğu uzmanı olarak tanıyordu. Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken İngiliz hükümeti bilgilerinden faydalanmak için Bell'i İngiliz istihbarat Servisi'ne davet etti. Ondan Suriye, Irak ve Arabistan hakkında öğrendiği her şeyi bir rapor haline getirip derhal yetkililere sunması istendi. Raporu 5 Eylül 1914’te, Kahire’deki askeri harekat dairesi şefinin aracılığıyla, Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’e iletildi. Gertrude Bell raporunda;

“Genel olarak Irak’ın Türkiye ile savaşmamızı istemediğini ve böyle bir durumda pasif kalmayı seçeceğini söyleyebilirim. Ama orada Türkler büyük bir olasılıkla dikkatlerini bizim korumamız altındaki Arap reislere çevireceklerdir. Buysa, gözünü Basralı Seyit Talip’e, Kuveyt Şeyhine ve güçlü bir önder olan Bin Suud’a çevirmis olan Arap Birliği yanlılarının kesinlikle hoşuna gitmeyecektir. Seyit Talip sahtekârın teki bizden hiçbir destek görmedi, ama tüccarlarımızla arası çok iyi. Kuveyt’in yaşaması bizden alacağı yardıma bağlı. Şeyh’de bunu çok iyi biliyor. Bin Suud bizden daha kesin bir onay almayıp tarafımızdan kabul görmeyi şiddetle arzuluyor; bir müttefik olarak onu denetlemek çok daha kolay olacaktır. Bana kalırsa Türkleri Körfezde adam akıllı bunaltabiliriz.” diyordu.

Raporu Londra’daki Savaş Dairesinde, Dışişleri Bakanlığında ve Kahire’deki Askeri İstihbarat Bürosunda dikkatle incelenmişti. Hükümet Osmanlı’ya karşı izleyeceği politikayı henüz kararlaştıramamışken, Gertrude Bell onlara Arapları örgütleyip Türklere karşı ayaklandırmayı teklif ediyordu.

Gertrude Bell, 1915'in Kasım ayında İngiliz İstihbaratına katıldı. Ortadoğu bölümünde çalışmaya başladı. Teşkilatta artık "Queen of Desert (Çöl Kraliçesi)" olarak tanınıyordu. İngiltere'nin bölgedeki çıkarları için çeşitli faaliyetlerde bulunan Bell, İngilizlerin Orta Doğu politikasının kurucusu ve planlayıcılarından birisi olmuştu.

1.Dünya Savaşı sırasında, Mezopotamya bölgesindeki Arap kabilelerini Türklere karşı kışkırtma ve İngiliz işgal kuvvetlerinin yanında yer almaya ikna etmek için faaliyetinde bulunan Bell, 1918 yılında Savaş Bakanlığı’nın sınırların açık seçik belirlenmesini kendisinden istemesi üzerine, Mezopotamya ve İran haritaları üzerinde çalışarak ilk defa Irak’ın hudut çizgilerini oluşturdu. 1919 yılında yapılan Paris Konferansı'na delege olarak katıldı ve buradaki müzakerelerde Lawrence'le birlikte, Irak devletinin sınırlarının belirlenmesi için çalıştı. Her ikisi, Paris konferansında tanıştıkları Mek­ke Şe­ri­fi Hü­se­yin’in oğ­lu Fay­sal’ın Irak için aradıkları yönetici olduğuna karar verdiler. 1921'deki Kahire Konferansı'nda Churchill'i de ikna ederek, 23 Ağustos 1921'de İngiltere'nin himayesinde Irak Kralı olmasını sağladılar.

Konferans sonrasında yeni bir devlet ilan edilmişti ama yeni ülkenin siyasi sınırları henüz çizilmemişti. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın isteği üzerine Gertrude Bell, İran, Türkiye, Suriye, Kuveyt ve Mezopotamya haritalarını inceleyerek, büyük bir dikkatle sınırları çekti. Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerini Irak topraklarına katmak için özen gösterdi. Gertrude Bell, sadece harita çizmekle kalmamış, ülkeyi kimin yöneteceğini, hükümet şeklini, yasalarını ve anayasal tercihlerini de belirlemede etkili olmuştu. Ortadoğu’nun bugünkü sınırları onun marifetiyle biçimlendirilmişti. Ona takılan "Irak'ın Taçsız Kraliçesi" ismi, yeni Irak Devletinin gerçek yöneticisinin kim olduğunu veciz biçimde açıklamaktadır.

Irak’ın İngilizler himayesinde bir devlet halini almasıyla, kendisinin siyasi kariyerinin sonuna geldiğini hisseden Gertrude Bell, gerçek mesleği olan arkeolojiye döndü. Irak’ın ilk eski eserler genel müdürlüğüne tayin edilerek, üç yıl bu görevde bulundu. Bağdat’ta 1923’te bir müze kumaya başladı. Daha sonra tamamlanan Bağdat Müzesi’nin başına geçti.

Yapayalnız bir hayat yaşayan Bell, 12 Temmuz 1926’da, 58 yaşındayken aşırı dozda uyku ilacı alarak intihar etti. Bağdat’ta gömüldü. Gertrude Bell arkasında, anne babasına yazdığı 1600 mektup, seyahatleri sırasında tuttuğu 16 günlük bırakmıştır. 1900-1918 tarihlerinde çekmiş olduğu 7000 fotoğraflık arşivi, Ortadoğu’nun tarihi bakımından eşsiz belgelerdir.

Gertrude Bell’in Gözüyle Irak’ın İşgali

Gertrude Bell’in “Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi” adlı raporunda, 1915-1920 döneminde İngiliz işgal yönetiminin Mezopotamya’da yaşadıkları canlı bir şahidin gözüyle anlatılmaktadır. Gertrude Bell’in Osmanlı yönetiminin adli ve idari sistemi, vergi sistemi, toprak düzeni hakkında sahip olduğu ayrıntılı bilgiler hayranlık vericidir. Bell aşiretlerin yapısı, birbirleriyle ilişkileri, sunni-şii inançlarıyla ilgili olarak da fevkalade malûmata sahiptir.

Gertrude Bell hatıralarına, İngiltere’nin Bağdat temsilcisi J.G. Lorimer’in “Political Diary” dergisinin 1910 Mart sayısına yazmış olduğu makalede yer alan Mezopotamya’daki Osmanlı yönetimine dair görüşlerinden söz ederek başlar. Lorimer’e göre; Osmanlı yönetimi hiçbir bakımdan Irak’a uygun değildir, İstanbul’un Batı Türkiye için ince hesaplanmış kanunlarının Irak’a yeterli olması ve yerli yöneticilerle uygulanması mümkün değildir. Irak, Osmanlı imparatorluğu’na bağlı bir parça değil, eklentidir. Türklerin Mezopotamya’da başarısız olduklarını anlamaları gerekir.

Gertrude Bell’in Osmanlı Devleti ve Mezopotamya’ya bakışı, J.G. Lorimer’in yukarıda açıkladığı fikirlerinin tesirinde şekillenmiştir. O, Bağdat’a gelmeden önce, Türkiye’nin bu kadar kırtasiyeci, memurlarının bu kadar kör ve düşüncesiz olduğuna ve Türk egemenliğinin ne kadar az fiziksel güce dayandığına dair bir düşüncesi olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte, Türk sivil yönetiminin gerçekleşmesi imkânsız görevlerini yakınmadan ve inatla kanun maddesine göre uygulamasına ve iskelet ordunun düzeni kurmakta direnmesine hayranlık duymaktadır.

Bell, 1908 yılından itibaren iktidarı ele geçiren İttihad ve Terakki yönetiminin eski yönetimin kötülüklerini abarttığını, gerçekleşmeyecek vaadlerde bulunduklarını, özgürlük ve eşitlik söylemlerinin Araplar ve Kürtler arasında yankı bulduğunu, Mezopotamya halkının yerel özerklik taleplerini körüklediğini belirtmektedir. Ona göre, İttihad ve Terakki yönetiminde, Mezopotamya kentleri olan Basra, Bağdat ve Musul’da karışıklıklar son haddine varmıştı. Geçmiş yıllarda İngiliz konsolosluk yetkilileri, İngiltere’nin ülkenin kontrolünü eline geçirerek dayanılmaz karışıklığa son vermesi konusundaki yerel zenginlerin ve aşiret beylerinin can sıkıcı isteklerine alışmışlardı.

Hindistan yolunun güvenliği için Kızıldeniz ve Basra körfezini kontrol etmek isteyen İngiltere, Almanların açık denizlere ineceğinden korkuyordu. Basra Körfezi’ndeki İngiliz deniz çıkarları Hint Hükûmeti bakımından çok önemliydi. Getrude Bell hatıratında bu durumu, körfezde kendilerine kaçınamayacakları sorumluluklar yüklediği, sözleriyle ifade ediyordu. İngiltere, Maskat sultanıyla, Körfez şeyhleriyle ve Bahreyn adasıyla ilişkiler kurmuş, körfez kıyılarında hüküm süren aşiret liderleriyle menfaatlerini birleştirmişti. 1913’te denize kadar yerleri ele geçiren Necd hâkimi İbn-i Suud İngilizlerin kendisini tanımlarını ve desteklemelerini istiyordu. Bell, Osmanlı tecavüzünden hep korkan Kuveyt şeyhine koruma güvencesi verdiklerini, Arap olduğu halde İran uyruğundan olan Muhammara şeyhinin hem sultana hem de şaha karşı olan durumunu desteklemek için kendilerinden yardım istediğini açıklıyordu. Gertrude Bell hatıralarında;

“29 Ekim 1914’te Osmanlı’ya savaş ilan ettiğimizde bu bağlaşıklıklar çok değer kazandı. Körfez’deki başkanlara Osmanlı’yla olan kopmanın nedenini anlatmak birinci derecede önemli olmuştu. Buna dayanarak Majesteleri hükûmetinin temsilcisi 31 Ekim’de, Körfez başkanlarına bir açıklama yayınlayarak Türkiye’nin Almanların zorlamasıyla savaşa kendi zararına girdiğini ve artık Osmanlı’nın varlığının korunmasının imkânsızlığını anlattı. İngiltere’nin koruyuculuğu altına girmiş başkanlara, İngiltere’nin hiçbir eyleminin onların özgürlüklerini ve dinini tehdit etmeyeceğine dair güvence verildi. Onlardan istenilen ise, bölgelerindeki düzenin ve sükûnetin korunması ve tebaalarından akılsızların İngiliz çıkarlarını bozacak eylemlere kalkışmalarını önlemek olacaktır. Bu yolu tutarak onları saran belalardan daha güçlü ve özgür çıkacaklardır. 1 Kasım’da, Irak’taki kutsal yerleri konu edinen daha geniş açıklamalı ikinci bir bildirge yayınlandı.

Bu güvencelerle Körfez’deki aşiret liderleri tatmin oldular. Bütün savaş süresince onlardan bir düşmanlık görmedik. Şeyh Muhammara, Kuveyt şeyhi ve Necd hâkimi gibi liderlerin sarsılmaz dostluğu hem İngiltere hem de Arap amacı bakımından, önceden kestirilemeyecek kadar değerli oldu.”

Gertrude Bell Jön Türk yönetiminin, Osmanlı’nın Mezopotamya’daki geleneksel gevşek yönetimine karşın, katı merkeziyetçi uygulamalara yönelmesinin, ana dil olarak Türkçeyi dayatan yaklaşımlarının Araplar arasında hoşnutsuzluğu körüklediğini, 1908 ihtilalinin vaadleriyle ortaya çıkan etnik ve siyasi örgütlenmelerin yasak edilmesi nedeniyle, bu örgütlerin yeraltına çekildiklerini fark etmişti. Osmanlı Devleti ile savaşmakta olan İngiltere’nin, Türklere karşı Arap milliyetçilerinden müttefikler olarak istifade edebileceğini düşünüyordu. Gertrude, bir Arap isyanı ile, körfezde Türklerin işinin güçleşeceğine inanıyordu. Askeri istihbarat doğru Arapları bulabilirse, Türklere karşı güçlü bir isyan başlatabilirdi. Padişahın etkili halifelik kozuna karşı, Hazreti Muhammed’in soyundan gelen ve Mekke’nin muhafızı olan Şerif Hüseyin’in desteklenmesi ve dini bir lider olarak Arap Birliği’nin başına getirilmesini düşünüyordu. Onun projesine göre Şerif Hüseyin’in İngilizlerin desteğiyle Türklere saldırması sağlanacak, bu yardıma karşılık olarak, kendisine savaştan sonra bir Arap Krallığı vaad edilecekti.

Hint-İngiliz kuvvetleri 15 Ekim 1914'te ilk önce Bahreyn'i işgal ettikten sonra, 6 Kasım 1914’te Şat-ül Arab ağzındaki Fao Kalesi’ni alarak bölgede savaşa girdiler. Halife’nin cihat çağrısına icabet eden Necef ve Kerbela’daki şii müçtehidler Muhammara şeyhini İngilizlere karşı çıkmaya ve cihada katılmaya davet ettiler. Ancak Şeyh, İran tebaası olduğu gerekçesiyle bu çağrıyı reddetti. Şii kuvvetler Şat-ül Arab’da İngiliz ordusuyla savaştılarsa da mağlup oldular.

Fao kalesinin alınmasından sonra İngiliz Baş Siyasi yetkilisi Sir Percy Cox yayımladığı bildiride, “Herkes bilsin ki, ırmak kıyılarında yerleşik Araplar dostça davrandıkça, Türk güçlerinin yerleşmesine izin vermedikçe, silahlı gezmedikçe korkacakları bir şey yoktur. Ne onlara, ne taşınmazlarına bir saldırı olmayacaktır.” sözleriyle, hem tehdit, hem de taahhütte bulunuyordu.

İngilizler Basra’yı ele geçirdikten sonra, Zübeyir şehrine girdiler. Zübeyir şeyhi İbrahim İngiliz siyasi yetkililerinin gözü kulağı gibi davranıyordu. Sir Percy Cox yayımladığı yeni bir bildiride, “Bu bölgede Türk yönetimi kalmamıştır. Bundan böyle İngiliz bayrağı altında özgürlükle, adaletle din ve din dışı işlerinizi çözebileceksiniz. Zafer kazanmış birliklerime kesin emir verdim. Görevlerini halkı dikkate alarak ve dostça yapacaklardır. Siz de onlara aynı anlayışı gösterin.”

Daha sonra 9 Aralık ’ta Kurna işgal edildi. Gerek Kurna, gerekse Basra ile Kurna arasındaki Hartha şeyhi İngiliz hükûmetinin hizmetine girmişlerdi. 1 Ocak 1915 ’ta Basralı altı zengin, İngiliz Kralına gönderdikleri telgrafta, kendilerini İngiliz bayrağı altına koyan durumu protesto etmişlerdi. Bell’e göre, 1915 baharında İngiliz bayrağının varlığı ciddi olarak tehdit altındaydı. Necef’in en büyük müçtehidinin oğlu Muhammed Kazım Yazdı’nın cihat çağrısıyla toplanan Şammar aşireti, Sadun Paşa komutasındaki Araplar, bazı aşiret askerleri ile, 1.000 kişilik Kürt ordusu ve 6.000 civarındaki Türk Birliği Süleyman Askeri komutasında toplanarak Şu’ayba’da İngilizlerle savaştılar. Savaşı Türkler kaybetti ve yenilgiyi hazmedemeyen yaralı Süleyman Askeri Bey intihar etti. Çekilen Türk askerleri, Ali Bey (Çetinkaya), komutasında, Nasıriye’de İngilizlere karşı girdikleri savaşta zafer kazandılar. Ancak, daha sonra üstün İngiliz kuvvetleri karşısında çekilmek zorunda kaldılar. Şu’ayba saldırısının tekrarını önlemek isteyen İngilizler Amara ve Nasıriye’yi de ele geçirerek Basra’nın tamamını kontrol altına aldılar. Bütün işgal boyunca, Basra, Bağdat ve Musul bölgelerinde yaşayan aşiretlerin duruma göre pozisyon alan politikalarına karşı, Uceymî Sadun Paşa Osmanlıları terk etmemiş ve sadakatini sürdürmüştü. İngilizlerin ona Irak tahtını vaad etmeleri bile onu çizgisinden vazgeçirememişti. Gertrude Bell, Uceymî Sadun Paşa’nın kendilerine yanaşmaması ve Türklerle olan dostluk ve işbirliğini sürdürmesi sebebiyle, hatıratının başından sonuna kadar ondan nefretle bahsetmektedir.

İngilizler Basra’yı işgal ettikten sonra, kalıcılıklarını göstermek üzere, yeni bir yönetim kurmaya giriştiler. Ancak bu çok güç bir işti. İşgal edilmiş bölgelerde sivil yönetim kurmaktaki ilk güçlük, birkaç Arap memur dışında bütün Türk memurların son belgeleri ve kayıtları alarak kaçmış olmalarıydı. Tapu kayıtları dışında işe yarar belge bırakmamışlardı. Bell içinde bulundukları durumu;

“Düşman güçlerinin bu kadar yakında bulunuşu halkta bir güvensizlik duygusu yaratıyordu. Dolayısıyla da bize yardımda ve vergileri ödemede çekingen davranıyorlardı. Türklerin ayrılmadan önce zorla aldıkları vergiler dolayısıyla yönetim bir karışıklığa düştü. Bir taraftan Bağdat’la, diğer taraftan Hindistan ve Avrupa’yla ticaretin durması ve buna ek olarak kötü bir hurma mevsimi geçirilmesi halkı parasız ve kredisiz bıraktı. Sivil adaletin yönetimi askıda kaldı. Borç ve kiraların tahsili uzlaşma dışında imkânsızdı. Bu nedenle geçici bir gelir ve mali yönetim kurmak gerekiyordu. Sonunda halkın alışmış olduğu Türk yönetimini korumak, anacak yolsuzlukları kaldırmak ve randımanı yükseltmek gerektiğine karar verildi.” sözleriyle ifade ediyordu.

Az sayıda memurla bu iş yapılmaya çalışıldı. Türkçe tutulmakta olan kayıtlar ve belgeler Arapçaya çevrilmeye başlandı. Bütün bu ekonomik ve idari olumsuzluklara rağmen, hemen Basra dışında bulunan Türk ordusunun olumsuz propagandasını etkisiz kılmak için, Basra’da çarşılar dolu hale getirilmiş, sokaklarda güvenlik tesis edilmişti. İngiliz işgal sisteminde İngiliz askeri yetkililerin gümrükler dışında, parasal ve gelir konularında düzenleme yetkileri bulunmuyordu. Düzen kurmak için Hindistan’dan Gelirler Genel Müdürü Henry Dobbs getirildi. Amara ve Nasıriye’ye askeri valiler ve onların altına siyasal memurlar ve gelir yönetimi için yardımcı siyasal memurlar atandı. Yardımcı siyasal memurlar Baş Siyasal Memura bağlıydı. İngilizler hakimiyetlerini tescil ettirmek üzere, Osmanlı lirası yerine Hindistan’dan getirdikleri Hint rupisini tedavüle soktular.

İngilizler Osmanlı vergi ve gelir sisteminde değişiklikler yaptılar. Vakıf ve gümrükleri ayrı birimler olarak yapılandırdılar. İngilizler vakıfların gelirini bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya başladılar. Osmanlı idaresi döneminde birkaç türlü vakıf idaresi vardı. Bunlar maksadına uygun olarak yönetilmemiş, mahalli vakıf heyetleri merkeze yaranmak için, toplanan gelirin büyük bir kısmını İstanbul’daki Evkaf Nezareti’ne (Vakıflar Bakanlığı’na) aktarmışlardı. Kuruluş gayesine uygun olarak, sunni camii personelinin maaşlarına, var olan camilerin ve vakfa ait binaların tamirlerine ve vakıflardaki memurların maaşlarına harcanması gereken gelirler bu amaca sarf edilmemişti. Bu aksaklığı gören İngilizler, vakıf gelirlerini amacına uygun kullanarak yerli halkın sempatisini kazanmayı başardılar. İngilizler toplanan vakıf gelirlerinden hem personel maaşlarını ödemeye başladılar, hem de metruk hale gelen camii ve vakıf binalarını onardılar.

Ağustos 1915’te, Osmanlı yargılama sistemini kaldırıp, “Hint Özel Ceza Kanunu” nu uygulamaya koydular. Kırsal kesimde “Aşiret Uzlaşma yasası” uygulanmaya başlandı. Buna göre, bir uzlaşmazlık çıktığında siyasal memur işi aşiret geleneğine göre seçilmiş şeyhlerin veya hakemlerin olduğu bir meclise gönderiyordu. Kararları siyasal memurlar onaylıyordu. Eğitim dilini Arapça, ikinci dili İngilizce olarak belirlediler. İlkokul öğretmeni ihtiyacını karşılama işini Basra’daki Amerikan Misyon Okulu’na verdiler ve parasal yardım yaptılar. Yerli hristiyan okullarına da eğitimlerini İngilizce yapmak şartıyla para yardımı yaptılar. Şa’bana aşiretinden alınan kişiler koruma görevlisi olarak istihdam edildiler. İngiliz çavuşların eğittiği Şa’banalar zamanla Dicle kıyılarındaki karakollara yerleştirildiler. İngilizler Basra’da kurdukları bir devlet basımevinde basılan Arapça ve Farsça günlük gazete ile Türk karşıtı haberler yayımlamaya başladılar. Gertrude Bell, “Tıbbi hizmetler, adalet yönetiminde birlik, iltizamın yavaş kaldırılması, vergi adaleti, cami ve köyün imarı ile birlikte aşiretlerin hoş tutulması yoluyla Türk ve Alman propagandası etkili olarak karşılandı.” sözleriyle, yapılan faaliyetlerin propaganda boyutunu dile getiriyordu.

Irak’ta Bağdat ve Basra gibi büyük kentlerin dışında aşiret düzeni sürmekteydi. Bu aşiretler bazen gevşek guruplar veya konfederasyon durumunda, bazen rasgele müttefiklik ilişkileri kurarak yaşıyorlardı. Hemen hepsi arasında yılardır devam etmekte olan kan davaları mevcuttu. Mezopotamya’daki aşiret halkları içinde bedevi ile yerleşik toprak işleyen arasındaki her aşama görülebilmekteydi. Basra’dan Kurna’ya kadar aşiret düzeni hemen hemen kalkmışken, Kurna’dan Bağdat’a kadar Dicle kıyılarında Abul Muhammed, Ben-i Lam, Ben-i Rabia gibi önemli aşiretler yaşıyordu. Fırat boyunca Sa’dun aşiretinin yönettiği Muntafik aşiretleri bulunuyordu.

İngilizler Dicle üzerinden yürüttükleri işgalde fazla bir direnişle karşılaşmadılar ve Amara bölgesini ele geçirdiler, zorlanmadan aşiretleri itaatleri altına aldılar. Dicle boyundaki aşiretler İngilizlerle anlaşarak onlar namına Türk ordusuna karşı nehrin güvenliğini sağlarken, işgal ordusunun ihtiyacı olan iş gücünü de karşılıyorlardı. İngilizler bu aşiretlerden kendileriyle işbirliği yapacak olanları seçiyor ve onlara para yardımı, vergi avantajları sağlıyorlardı.

İngilizler, Fırat boyunca aynı rahat ilerleme imkânını bulamadılar. İngiliz kuvvetleri 3 Haziran 1915 tarihinde Kutü’l-Amara’yı, Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye’yi işgal etmiş, Türk birlikleri Bağdat’ın hemen güneyindeki Selmanpâk mevziine çekilmişlerdi. Nasıriye civarında bulunan Türk kuvvetleri ile Uceymi Sadun Paşa’nın saldırıları İngilizlere rahat hareket etme imkânını vermiyor, Fırat çevresindeki aşiretler İngilizlere itaat etmemekte direniyorlardı. İngilizler 21-22 Kasım 1915’te Selmanpâk mevziine taarruz ettiler. 23 Kasım 1915’de 51 nci Türk Tümeninin kuzeyden yaptığı karşı taarruz üzerine İngiliz kuvvetleri, 4.000 kişi zayiat vererek Kutü’l-Ammare’ye çekilmek zorunda kaldılar. Türk kuvvetleri takviye birliklerinin gelmesiyle, İngiliz işgali altındaki Kut şehrini 5 ay boyunca kuşattılar. Bu kuşatmaya dayanamayan General Townshend, 12 general, 481 subay ve 7 bini Hintli 13 bin 300 İngiliz askeri ile birlikte, 29 Nisan 1916’da Halil Paşa komutasındaki Türk ordusuna teslim oldu. Halil Paşa zafer sonrası ordusuna yayınladığı 29 Nisan 1916 tarihli bildirisinde;

“Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve on bin neferini şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut’da 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.”

demek suretiyle zaferin büyüklüğünü ilan ediyordu.

(Devam edecek)

Not: Tarih Bilinci Tarih ve Kültür Dergisi’nin Ortadoğu Özel Sayısı ( Sayı: 13-14) ‘ndan alınmıştır.

sinantavukcu@yahoo.com.tr
haber10

Sinan Tavukçu
Gertrude Bell’in Hatıralarında Mezopotamya’nın İşgali-II
12 Nisan 2011



İşgaller sırasında İngilizlere biat eden aşiretler Kut’ül Amara savaşından sonra tekrar Türklerden tarafa dönmüşlerdi. İngilizler Nasıriye bölgesinde, vergi toplamadan imar faaliyetlerine ağırlık vermek suretiyle halkın sempatisini kazanmaya çalışıyor, aşiretlere yumuşak davranarak propaganda yapıyorlardı. Bell hatıratında, ”Bütün sınır aşiretlerine para verdiğimiz halde Uceymi’yi, adamları zaman zaman bir avuç kişiye indiği halde yerinden edemedik” diyordu.

Ancak kazanılan bu tarihi zafere rağmen savaşın genelinde mağlup olan Türk ordusu, takviye edilen İngilizlerin bölgeyi Şubat 1917’de işgal etmesine engel olamadı. Irak’ın güneyine 1914 sonlarında çıkarma yapan İngilizler, Bağdat’ı ancak 1917 yılının Mart ayında ele geçirebilmişlerdi. İşgal kuvvetleri komutanı General Maude, Bağdat halkına bir bildiri yayınlayarak, Bağdat halkının İngiltere ile ittifak ilişkisine giren Hicaz ve Körfez Araplarını örnek almalarını istedi. Söz konusu bildiride şu ifadeler yer alıyordu:

“Hicaz’da Araplar, Türkleri ve Almanları kovmuşlar ve Şerif Hüseyin’i kralları ilan etmişlerdir. Kralları onları özgürlük içerisinde yönetmektedir ve Türklere ve Almanlara karşı savaşan ülkelerin müttefikidirler. Evet, soylu Araplar Necd’in, Kuveyt ve Asir’in beyleridir. Birçok soylu Arap, özgürlük için yabancı yöneticilerin, yani Türklerin ellerinde yok olmuşlardır. İngiltere’nin ve müttefiki olan büyük devletlerin niyeti, Arapların boş yere ölmediklerini göstermektir. İngiliz halkının ve müttefiklerinin isteği ve umudu, Arap soyunun dünya halkları arasında yine eski büyüklüğü ve ününe kavuşması ve kendini onlarla birlik ve uyumla bağlamasıdır.

“Ey Bağdat halkı!

26 kuşaktır yabancı zalimlerin yönetimi altında acı çektiniz. Sizlerin uyumsuzluklarınızdan yararlanabilmeleri için bir Arap aşiretini bir başkasına karşı kullandılar. Ben sizi soylularınız, yaşlılarınız ve temsilcileriniz vasıtasıyla işlerinizin yönetimine, İngiliz ordusuna eşlik eden, İngiltere’nin siyasal temsilcileriyle işbirliği yaparak katılmaya davet için emir aldım. Böylece Kuzeydeki, Doğudaki, Batıdaki, Güneydeki akrabalarınızla birleşerek özsoyunuzun isteklerini yerine getirin.”

Bağdat ileri gelenleri ve çevredeki küçük aşiretlerin şeyhleri yeni düzenin kalıcılığına inanmazken, Kerbela ve Necef uleması İngiliz Kralına telgraf çekerek Bağdat’ın işgalinden dolayı kutlamışlardı. Ancak aşiretler direnmeye devam ediyordu. Bell, Bağdat işgal edildikten sonra yaşananları şöyle anlatmaktadır:

“Bağdat düştükten sonra altı ay, Samarra’ya kadar Dicle hattını, Diyala’dan Bakuba’ya, Fırat’ta ise, Hindiya Barajı’ndan Felluce’yi tutuyorduk. Aşiretlerden ani direnme gördük. Yalnız kalan subaylar ve askerleri öldürüyorlar, kamplara, kalelere saldırılıyordu. Bu askeri bir harekattan ziyade bir karşı koymaydı. Türklerin yaptığı propaganda dolayısıyla geri dönmeyeceklerine kimse inanmıyordu. Bağdat’ta bile Türkler dönünce ne olacağına dair bir kuşku vardı.”

Bell, kendilerine en bağlı dostlarının bile kararsızlık geçirdiğini veya düşmanla temaslarını kesmediğini, dostça mektuplaştıklarını yazıyordu.

Fırat üzerinde İngilizler için asıl problem aşiretler değil, Kerbela ve Necef kentleriydi. Bu kentlerin yönetimi İngilizler tarafından yerel şeyhlere verilmiş ve bu şeyhler Ov”(z) fonundan desteklenmişlerdi. Ancak bir süre sonra, İngiliz yönetimine bağlı bu şeyhler arasında çekişme, çatışmaya dönüşmüştü. Gertrude Bell’in hatıratında bahsettiği Ov”(z) fonu, İngilizlerin müslüman parasıyla, müslümanları satın aldığı enteresan bir fondu. Bell hatıralarında bu fonun hikâyesini şöyle anlatmaktadır:

“Bizim Necef-Kerbela müçtehidleriyle ilişkimiz savaştan çok önce başlamıştı. 1849’dan beri Hint Hükûmeti’nin her iki kentle de Ov”(z) vasiyeti dolayısıyla ilişkisi vardı. Ov”(z) kralı Qazi’üddin Haydar her iki kentteki ihtiyaçlı kimselere verilmek üzere, bütün hayati ihtiyaçları eklendikten sonra 1.200.000 Rupi’yi bulan bir parayı vasiyet etmişti. Doğu Hindistan Kumpanyası’nın sorumluluklarını verâseten üzerine alan Hint Hükûmeti, kendini emanetçi olarak buldu. Paranın dağıtılması birçok zorluğa neden oldu, ama 1910 yılında bir uzlaşmaya varıldı. Müçtehidlerin yardım derneklerine ve her kentte bir kişi olmak üzere diğer saygıdeğer kişilere, Bağdat’taki yerleşik İngiliz yetkilisi parayı dağıtıyordu.”

Bu şehirlerde şeyhler arasında iktidar mücadelesinin sebep olduğu karışıklıklar devam ederken, İngilizler Kerbela’yı yöneten Kammuna ailesinin Türklere, Fırat üzerinden levazım temin ettiğini öğrenmişti. Türkler Fırat boyundaki aşiretlere yoğun propaganda yapıyor, Irak Bâb-ı Âli’ye tekrar bağlandığında özerklik vereceklerini taahhüt ediyorlardı. Bu sevkiyatı önlemek ve Kerbela’yı kontrol altında tutmak için bir İngiliz subayı Siyasi Yardımcı Memur olarak şehre atandı. Şeyhlerin harçlıkları kesildi.

İngilizler Fırat nehrini kontrol altına almak için Aniza konfederasyonu ile bir anlaşma yaptılar. Aniza konfederasyonuna, verilen para karşılığında, Türklere karşı sınırı koruma ve çölden malların geçmesini önleme görevi verilmişti. 250.000 nüfuslu Aniza konfederasyonu 1917-1918 yıllarında sadakatle bu görevi yerine getirdi.

İngilizler Bağdat’ı alır almaz Kürt aşiretleriyle de ilişkiye geçtiler. Hemavend ve Caf aşiretleriyle temas kurdular. Bell İngiliz destekçisi bu aşiretlerin Cihat fetvasına karşı çıkmalarını şu sözlerle anlatmaktadır:

“Türk propagandasının başarı kazanmaması (Kürtlerin) dinsel önderleri yüzündendi. Hep birlikte Cihad’a karşı çıktılar ve bunun Türklerin büyüme istekleri olduğunu ve onların Kürtler’in ırsi düşmanları olduklarını söylediler.”

Gertrude Bell Bağdat’ı aldıktan sonra Hanikin bölgesindeki Kürtlerden, bölgeyi İngilizlerin idaresi altına almaları için yoğun bir talep geldiğini iddia etmektedir. Bell hatıratında bu talebi şu sözlerle anlatmaktadır:

“1917 Mart’ında Bağdat’a girdiğimizde, Hanikin çevresindeki Kürtler o yöndeki Türk sınırına kadar sorumluluğu almamız gerektiğini düşündüler ve bundan çok hoşlandılar. Kürt aşiretleri kendilerini bir ırk olarak kabul ettirmenin ve meşrutiyette düşündükleri Kürt özerkliğinin canlandırılması sırasının geldiğini ve bizim Bağdat açıklamamızda ırklara karşı tutumumuz ve isteklerimizin Türklerinkinden ayrı olduğunu gördüler. Diyala’ya kadar ilerlememiz ve Türklerin ırmağın batısına çekilmesiyle Kifri bölgesindeki Kürtler bizim bütün Hanikin bölgesini gecikmeden işgal edeceğimizi sanarak, Osmanlı güçlerinin işgalindeki yerleri boşaltıp, onlara levazım vermediler…”

Ancak İngilizlerin henüz Kürt bölgesini işgal projesi yoktu. Hanikin’in lideri Mustafa Baclan’a İngiltere adına orada düzeni kurma izni verildi. Nisan ayında Ruslar bu bölgeyi işgal ettiler. İngiltere’nin müttefiki olduğu ve İngiltere’nin rızası ile bölgeyi işgal ettiği bilinen Ruslara karşı bölge halkı herhangi bir direniş göstermedi. Ancak Rus ordusu şehirde terör estirip yağma yapınca, Mustafa Baclan bölgeye bir İngiliz Siyasi Memur atanmasını talep etti. Böyle bir düzen kurulur ve yağma sona erdirilirse, Kürtler Rusları beslemek için ellerinden geleni yapacaklarını taahhüt ettiler. Ancak, müttefiki Rusya ile sürtüşmek istemeyen İngiltere bu tekliflere sıcak bakmadı. Haziran sonunda Ruslar Hanikin’i boşaltmışlardı ama, İngilizlerin müttefikinin sebep olduğu bu durum Güney Kürdistan’daki aşiretlerin İngilizlere karşı soğumasına neden olmuştu.

Ruslar çekildikten sonraki dönemde İngilizler, Davudi ve Talabani aşiret liderleriyle de temas kurmuş, onların İngiliz işgaline karşı savaşan Türklerin istediği desteği ve levazımı vermediklerini öğrenmiş ve İngilizler yardımlarına yetişebildikçe de vermeyecekleri taahhüdünü almışlardı.

1917 sonbaharında Türklerin Gazze’de yenilmesi, Mezopotamya’da bir Türk-Alman müdahalesi ihtimalini ortadan kaldırmıştı. İngilizler Aralık 1917’de Hanikin’i ele geçirip, 1918 Mayıs’nda Kifri, Tuz ve Kerkük’e girdiler. Bölgeyi yakından tanıyan ve akıcı Kürtçe konuşan Binbaşı Soane’yi bölgeye siyasi memur olarak atadılar. Şeyh Mahmut Barzani Kerkük’e İngiliz yönetimini temsîlen yönetici olarak atandı. Ancak, İran’a yaptıkları harekât dolayısıyla, İngilizler Kerkük’ü boşaltılmak zorunda kaldılar. Geri gelen Türkler, İngiliz temsilciliğine son verdikleri Şeyh Mahmut’u geri Süleymaniye’ye gönderdiler. Ancak, İngilizler 25 Ekim’de dönüp, Kerkük’ü tekrar işgal ettiler ve 8 Kasım 1918’de Ali İhsan Sabis Paşa’nın savunduğu Musul’u ele geçirdiler. 1916 yılında imzalanan Sykes-Picot anlaşmasında göre, Musul’un Fransızlara bırakılması kararlaştırılmıştı. Ancak, Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim devrimi ile 1916’daki şartların değiştiğini öne süren İngilizler, Musul’u Fransızlara vermekten vazgeçtiler. Sykes-Picot anlaşmasını öğrendiği tarihten itibaren, Mezopotamya’nın Fransızlarla paylaşılmasına tepki gösteren Gertrude Bell bu sonuçtan memnun olmuştu.

Gertrude Bell hatıralarında İngilizlerin Kürdistan projesi ile ilgili olarak şu açıklamada bulunuyordu:

“Ateşkesten hemen sonra Süleymaniye’yi ele geçirince daha Kürt sorunu bilinmiyor ve öngörülmüyordu. Ertesi yıl bu konu tam olarak gelişti. Kürtlerin ulusal umutları Kasım ayında General Şerif Paşa tarafından ileri sürüldü. Ocak’ta da bir Kürt Bağımsızlık Komitesi Mısır’da kuruldu ve bize bir Kürt devleti kurulmasında yardımcı olmamız için başvurdular.”

Bölgeye siyasi temsilci olarak atanan Binbaşı Noel bölgede geçici bir hükûmet kurup, Şeyh Mahmut Barzani’yi bölge valisi olarak atadı. Her aşiret lideri kendi aşiretini İngiliz hükûmeti adına yönetiyor ve kendisini hükûmet memuru olarak görüyordu. Bell’e göre aslında her şeyi İngiliz subayları yönetiyordu. 1 Aralık 1918’de Süleymaniye’ye gelen Siyasi Genel Müdür Albay Wilson, Güney Kürdistan’ın ileri gelen 60 aşiret lideri ve İran’dan gelen Sena, Sakız ve Avraman aşiret liderleriyle bir toplantı yapmıştı. Toplantı sonrası yayımlanan bildiride “Savaş yapmaktaki niyetlerinin, doğu halklarını Türk baskısından kurtarmak ve özgür olmalarında onlara yardım etmek olduğunu açıklayan İngiltere Kraliyet Hükûmeti’nden, Kürt halkının temsilcileri olan aşiret liderleri, kendilerinin de İngiliz koruması altına alınmaları ve birlikten doğacak yararlardan yoksun kalmamak için Irak’a bağlanmayı istediler. Kürt halkının İngiliz korumasında barış içerisinde uygarlık yolunda ilerlemesine yardımcı olacak bir temsilci gönderilmesini, Mezopotamya’nın Siyasal Genel Müdürü’nden istediler. Eğer İngiltere Kraliyet Hükûmeti yardım eder ve korursa, İngiliz Kraliyet Hükûmeti’nin buyruklarına ve öğütlerine uyacaklarını açıklarlar.”

deniliyordu.

İngilizler bildiride, Kürt aşiretlerinden, bölgeyi İngiliz hükûmeti adına yöneten Şeyh Mahmut Barzani’nin önderliğini kabul etmelerini istiyordu. Şeyh Mahmut yönetimine girmek istemeyen Kifri ve Kerkük halkının yaşadığı Kerkük bölgesi özerk bölge haline getirildi. Bir süre sonra, Süleymaniye’ye siyasal memur olarak atanan Binbaşı Soane’nin kendisinin hâkimiyetini sınırlama girişimine karşı çıkan Şeyh Mahmut Barzani, İngilizlere karşı isyan ederek Türk tarafı ile de irtibat kurdu. Ayaklanma İngilizler tarafından bastırıldı ve Şeyh esir alındı.

İngilizler Musul’un işgalinden sonra Türkiye Kürtleri ile de ilişkiye girdiler. Bu işle Binbaşı Noel görevlendirilmişti. Bu arada Gertrude Bell’e göre, 6.Türk Ordusu’na kumanda etmekte olan Ali İhsan Paşa ve bazı İttihat ve Terakki mensupları, İngiliz işgaline karşı Kürt aşiretlerini silahlandırıyordu. Pan İslamist propaganda güçlü bir tesir gösteriyordu. Bu arada, İzmir’in İngilizlerin teşviki ile Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, İngilizlerin Türkiye Kürtleri ile olan ilişkilerini zora sokmuştu. Zira Kürtler, yaşadıkları bölgeden çıkarttıkları ve mallarına el koydukları Ermenilerin, Sevr antlaşması hükümlerine göre, geri dönmesinden ve mallarını geri almalarından korkuyorlardı. İngilizler Kürtler üzerindeki nüfuzlarını kaybetmemek için, Binbaşı Noel’in 23 Haziran’da Kürtlere yayımladığı bir bildiri ile, barış konferansında Kürtlerin hakkının korunacağını, Ermeniler’e yaptıkları katliama Türklerin teşvikinin sebep olduğunu bildiklerini, genel bir af ilan edileceğini, Kürt ve Ermeni halkının barıştırılacağını açıkladılar.

1920 yılında, Amadiye, Akra ve Revanduz’da da İngilizlere karşı isyanlar çıktı. İngilizler kendilerine karşı yapılan her silahlı mücadelenin arkasında Ali İhsan Sabis Paşa’yı görüyorlardı.

18-26 Nisan 1920’de toplanan San Remo Konferansı’nda alınan karar uyarınca, İngilizler 3 Mayıs 1920’de Mezopotamya’nın İngiliz mandası altına girdiğini açıkladılar. San-Remo Konferansı’nda, Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi, özerk bir Kürdistan'ın kurulması, Irak topraklarının İngiltere'nin mandasına girmesi kararlaştırılmıştı. Teşkil edilen bu (A) tipi manda idaresine göre, söz konusu ülkelerin bağımsız sayılması, ancak kendini idare edebilecek siyasi olgunluğa erişinceye kadar bir manda otoritesi altında kalmaları öngörülüyordu. İngiltere Kraliyet hükûmetine bırakılan Mezopotamya mandası, bu devlet olgunlaşıp, kendi ayakları üstünde durabildiği vakit kalkacaktı. Kraliyet hükumeti, Sir Percy Cox’u İngiliz Baştemsilcisi olarak Irak’a atadı. Ona var olan askeri yönetimi bitirme ve bir Arap başkanlığında Devlet Meclisini ve Mezopotamya halkının seçeceği Yasama Meclisini oluşturma, Yasama Meclisine danışarak bir anayasa hazırlama görevi verildi.

Ancak, Irak milliyetçileri Manda yönetimine tepki gösterdiler. Onlar derhal, Suriye modelinde tam bağımsız bir devlet istiyorlardı. Haziran 1920’de Rumeysa’de İngilizler’e karşı başlatılan direniş, 4 Temmuz’dan itibaren genel bir ayaklanmaya dönüşüp, Irak’ın birçok bölgesine sıçradı. Olayları bastırmak üzere İngilizlerin aldığı önlemler sonuçsuz kaldı. Rumeysa direnişi 20 Temmuz’da bastırıldı. Türkmenlerin yoğun yaşadığı Hanekin ve Kızlarbat’ta başlayan ayaklanmalar 14 Ağustos’a kadar sürdü. İngiliz kışlasına yapılan baskın ile harekete başlayan Telaferliler, İngiliz subay ve askerlerini öldürdüler. Telafer’e giren İngilizler, kentin boşaltıldığını görünce, buradaki evlerin bir kısmını top ateşleriyle yıktılar.

Milliyetçiler İngilizlere karşı, şii ve suni halkları İslami bir cephe içerisinde toparlama yoluna gittiler. Şiiler sunilerin mevlitlerine katılırken, suniler de Şiilerin Hz. Hüseyin’in şehadeti ile ilgili taziye törenlerine katılıyor, birlik sergiliyorlardı. Bütün bu toplantılardan sonra, idarecinin Müslüman olması gerektiği ve vatanseverlik üzerine siyasi konuşmalar yapılıyordu. Şii kesimin liderliğini Mirza Muhammed Taki’nin oğlu Mirza Muhammed Rıza yönetiyor ve İngiliz karşıtı eylemlerin merkezinde bulunuyordu. Gönderdiği mektuplarda İngiliz yönetiminde çalışmanın şeriata aykırı olduğunu yazıyor, anayasal düzende bir İslam devletinin kurulması için birleşik bir eylem yapmanın zamanı geldiğini bildiriyordu. İngilizler onu tutukladılar. Daha sonra, İranlıların ricası üzerine Tahran’a gönderdiler.

Manda şartları altında İngilizlerin silah kullanamayacak olması ve Mezopotamya’dan İngiliz ordusunun çekilmiş bulunması isyanı teşvik ediyordu. Bağdat ve Kerbela’dan gelen yoğun propaganda Şamiye’den Divaniye’ye yayılıyor, sunniler Yusuf Suvaydi ve şiiler Seyit Muhammed Sadr’ın peşinden gidiyordu. Samava ve Rumeysa’ da ayaklanmalar meydana gelmişti. Bell kendileri için zor olan bu durumu şöyle anlatıyordu:

“Hilla’dan gönderilen küçük bir birlik, Rumeysa’yı kurtaramadan geri döndü. Ancak 20 Temmuz’da ciddi bir birlik direnişi kırarak kente girdi. Aşiretler siperlere iyice girmişlerdi. Yöntemleri, Türk askeri yöntemlerine benziyordu. Bu da, Bağdat ve Deyr-i Zor’dan gelen eski Türk ve Arap subaylarınca komuta edildiklerini gösteriyordu. Her gün gecikmek, oradaki durumu daha güçleştiriyordu.”

Duleym ve Aniza aşiretleri sonuna kadar İngilizlere bağlı kalmış, diğer bütün aşiretler isyan etmişti. Askeri bakımdan zayıflığı ortaya çıkan İngilizlerin siyasi memurları işgal edilen her yerde esir düşüyordu. İngiliz üstünlüğü halk nazarında bitmişti.

Bir yandan isyanlar devam ederken, Sir Percy Cox, 1 Ekim 1920’de Bağdat’a geldi. Daha önce İngilizlerle anlaşan Şerif Hüseyin, bir Arap devleti kurulmasını ve bu devlet krallığına da oğlu Emir Faysal’ın getirilmesini istiyordu. İngiliz Sömürge Bakanlığı da, Fransızların 1920 Temmuzunda Suriye Krallığından uzaklaştırdıkları Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın Irak’a Kral olmasını istiyordu. Yapılan halk oylamasında Kerkük, Musul, Erbil ve Süleymaniye halkı Emir Faysal’ın aleyhinde oy kulandı. İngiliz manda yönetimi, hileli bir seçimle Emir Faysal’a 28 Ağustos 1921’de törenle taç giydirmeyi başardı.

Sonuç:

Gertrude Bell’in “Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetim Raporu” nda, Türklerin tebaalarını yönetmede yetersiz ve beceriksiz olduğu, halbuki İngiliz idaresinin, işgal edilen ülke halklarına adalet, kalkınma ve yerel halklara yönetime katılma hakkını sağlayan bir yönetim getireceği iddiası temel tez olarak işlenmiştir. Bu yüce amacın gerçekleşmesi için işgal edilen ülke halkının tek yapması gereken şey, İngilizlere kayıtsız şartsız itaatten ibarettir.

Bu kitabın yazılış amacı, Birinci Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Barış Konferansı'nda, İngiltere’nin gündeme getirdiği “manda sistemi” ne argüman temin etmekten ibarettir. Söz konusu manda sistemine göre, mağlup olan merkezi devletlerden ayrılacak ülkelerin yönetimi Milletler Cemiyeti'ne bırakılacaktı. Henüz "bağımsız olma" yeteneğine sahip sayılmayan milletler, Milletler Cemiyeti tarafından bu "yeteneğe" erişinceye kadar eğitilecekti. Ancak kurum bu işi kendisi yapmayacak ve "büyük" bir devleti görevlendirecekti. Bu devlet, Milletler Cemiyeti'nin vekili olarak, söz konusu milleti yönetecekti. Milletler Cemiyeti Misâkı'nın 22. Maddesi mandaya ilişkin hususları düzenliyordu. Manda sistemi halkın gelişme derecesine, ülkenin coğrafi durumuna, iktisâdi şartlarına bağlı olarak üç gruba ayrılmıştı. (A) grubu manda, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılacak topraklar için düşünülmüştü. Bu gruba bağımsızlık tanınıyor, ancak geçici olarak mandater bir devlet tarafından yönetilmesi öngörülüyordu. Kendisini yönetmekten aciz Irak için (!) seçilen mandater, İngiltere Krallığı’ydı.

Hindistan yolunu ve Mezopotamya’daki petrol alanlarını Alman işgaline karşı korumak ve kendi hâkimiyeti altında tutmak için savaşan İngilizler, bu hedeflerini, kendisini yönetme yeteneğine sahip olmayan işgali altındaki halklara, bu yeteneğe kavuşturulana kadar ağabeylik yapma vazifesi altında gizlemişlerdi.

Ancak, “Wilson Prensipleri” olarak bilinen ABD Başkanı T.W.Wilson’un 14 maddelik programı İngilizlerin Mezopotamya projelerine darbe vurmuştu. Bu programın 12. maddesi Osmanlı Devleti ile ilgiliydi. 12’inci maddede “Boğazların milletlerarası bir idarenin teminatı altında bütün milletlerin ticaret ve ulaşımına açık bulundurulması, İmparatorluğun Türklerle meskûn kesimlerine tam bir hükümranlık hakkı tanınması, ancak Türk hâkimiyetinde bulunan diğer milliyetlere de yaşama ve kolayca gelişme imkânının güvence altına alınması, yani muhtariyet tanınması.” öngörülmüştü.

Bu prensipler, İngiliz Mandater sistemine ciddi darbe vuracak ve işgal altındaki eski Osmanlı tebaası halklarda, bağımsız devlet talebinin bu prensipler çerçevesinde savunulmasına yol açacaktı. Nitekim Gertrude Bell “Wilson Prensipleri” konusundaki sıkıntısını şu cümlelerle ifade etmektedir. “11 Ekim 1919’da resmi gazetelerde yayımlanan Başkan Wilson ‘un adıyla anılan ilkelerden 14’nün yayımlanması ile yerli halkın aklına yeni bir şey girdi.”

İngilizlerin entrika ile tahta geçirdikleri Kral Faysal yönetimine karşı Irak’ın muhtelif bölgelerinde meydana gelen ayaklanma ve direnişler, İngilizlere bu ülkede rahat oyun kuramayacaklarının işaretini vermişti. Netice olarak,1914 yılında İngiliz kibiri ile başlayan işgal, İngilizlerin burnunun sürtülmesiyle nihayetlenecekti.

Yararlanılan Kaynaklar:

BELL, Gertrude; Mezopotomya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi, Yaba Yayınları, 2004.

WALLACHE, Janet; Çöl Kraliçesi, Can Yayınları, İstanbul, 2003.

Not: Tarih Bilinci Tarih ve Kültür Dergisi’nin Ortadoğu Özel Sayısı ( Sayı: 13-14) ‘ndan alınmıştır.

sinantavukcu@yahoo.com.tr
haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com