EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

ABDULLAH DAĞISTANİ HAZRETLERİ

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TASAVVUF
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Şub 15, 2011 8:25 pm    Mesaj konusu: ABDULLAH DAĞISTANİ HAZRETLERİ Alıntıyla Cevap Gönder

ABDULLAH DAĞISTANİ HAZRETLERİ


[Kaddesallahu Sırrıhulaziz – Allah O’nun aziz sırrını kutsasın ]
[Dağıstan, 1891 - Şam, 1973]

Bu sayfayı okuduktan sonra websayfamızdaki "Su Üstüne Yazı Yazmak" sayfamızı da okumanızı özellikle tavsiye ederiz.

BİR “RUH AVCISI”NIN PORTRESİ


Sen yüreğimden ayrılmaz bir parçasın.

Gözlerime hiç uyku girmez ;

Çünkü Sen göz kapaklarımla gözlerim arasındasın.

Ruhun deruni kelamı gibi, aşkın bir yanımdır...

Soluğum olmasan, soluyamam ;

Bütün duygularım içinde dolaşır bulmaktayım Seni...

Ebu’l Hasan Sumnan



“Suya Yazılan Yazı” başlığı ile yayınlanan yazımızda(*)macerasını özetlediğimiz Muhyiddin Şekûr’a hitaben söylenen “Abdullah Dağıstani bir ruh avcısıdır.Seni ezelde görmüş ve kendisi için seçmiş.”(**) ibaresinden ilhamla bu yazının başlığını belirledim.

Muhyiddin Şekûr’un kitabını okuyana kadar sadece ismini bildiğim bir veli olan Abdullah Dağıstani hakkında merakım o günden sonra çok ziyadeleşti. Zaten kitabı okuyan herkeste aynı duygunun oluştuğunu sanırım.Ancak benim açımdan bu merakı derinleştiren daha başka bir çok faktör sözkonusu idi.

Tam da o günlerde yeni tanıştığım internet üzerinde surf yaparken bir gün ansızın İngiltere’den yayınlanan bir web sitesinde Abdullah Dağıstani ile yüzyüze geldim. Web sayfasındaki nurani resminden ruhumun derinliklerine baktığını hissettiğim bu Allah Adamı’nın hayat hikayesini İngilizce metinden su içer gibi okudum. Okudukça hayret ve hayranlığım arttı. Metinde anlatılan bir “mağara halveti” vardı ki hayretimi doruğa çıkardı. Çünkü belki iki yıl önce Yalova yakınındaki Güneyköy’ün girişindeki bir yamaca gizlenmiş, içine inildiğinde insana ürperti veren genişçe bir kuyu görünümündeki bu mağarayı -o mağarada yaşanan manevi maceralardan habersiz olarak- sathi bir ilgi ile ziyaret etmiştik.

Muhyiddin Şekûr’un menkıbesi ardından Abdullah Dağıstani’nin hayat hikayesine ilişkin Türkiye’de hiç bilinmeyen heyecan verici ayrıntılara ulaştıktan sonra bu bilgilerin bende mahfuz kalmasına gönlüm razı olmadı.En azından “Su Üzerine Yazı Yazmak” kitabını okuyanların da bu ayrıntılardan haberdar olmağa hakları vardır düşüncesiyle internetten aldığım metnin bazı yerlerini (***) çok kısaltarak özetlemek istiyorum.

***

Abdullah Dağıstani, Hicri 1309, Miladi 1891’de Dağıstan’da gelenekten hekim olan bir aileye doğdu. Babası bir hekim , ağabeyi de Rus ordusunda general rütbeli bir cerrahtı. Manevi yolda bir Nakşbendiyye mürşidi olan dayısı Şerafeddin Dağıstanî (****) tarafından küçüklüğünden itibaren özel bir özen gösterilerek eğitildi ve ruhi yönden yetiştirildi..

Şerafeddin Dağıstanî, kız kardeşinin Abdullah’a hamileliği sırasında ona şöyle dedi: “Şimdi karnında taşıdığın yavrunun kalb gözü açıktır. O, aynı anda hem Allah’la hem de halkla olabilme yeteneğini mükemmel olarak sergileyecektir . Doğum yaptığın zaman ona “Abdullah” adını verin. Çünkü o, kulluk sırrını taşıyabilen biri olacak. Tarikatı Arab ülkelerine yeniden yayacak, halefleri ise yolun sırrını Batı ülkelerine ve Uzakdoğu‘ya yayacak. O’na özel dikkat göstermelisiniz. Yedi yaşına geldiği zaman, ruhi yönden yetiştirmem ve manevi korumam altında yaşaması için O’nu bana vermelisiniz.”

Rebi-ul Evvel ayının 12. Perşembe gecesi, annesi Emine oğlunu doğurdu. Adını dayısının işaret ettiği üzere Abdullah koydular. Yedi yaşından itibaren dayısı Şerafeddin Dağıstanî’nin yanında kalıyordu. Çocuk yaşlarında iken Kur’an-ı Hakim’i ezberden okuyordu. Şeriat sınırlarını muhafaza etmekte son derece titizdi. Daha gençliğinde Fatiha suresini okuyarak hastaları tedavide ün kazanmıştı. Bir çok hastalıklar sebebiyle, çok insanlar ona getirilirdi. Böyle tedavi, sonsuz yeteneklerinden biriydi.

Doğduğu günlerde ( 19. yüzyıl sonları ) Dağıstan, Rusya’nın şiddetli baskıları ve Rus işgal ordularının korkunç zulümleri altındaydı. Köyün manevi lideri olan dayısı ve ünlü bir hekim olan babası, Dağıstan’dan, Türkiye’ye hicret etmeği düşünmeğe başlamışlardı. Bu hicretin manevi açıdan o zaman uygun olup olmadığı konusunda Abdullah’ın fikrini de sormuşlardı. Abdullah Dağıstani, bu vakayı daha sonra şöyle dile getirmiştir: “ O gece ben yatsı namazını kıldım, sonra abdestimi tazeleyip iki rekat namaz daha kıldım. Sonra, şeyhim olan dayım vasıtasıyla Peygamber Aleyhisselâm’a rabıta ederek tefekküre daldım. Peygamber(a.s.)’in bana doğru geldiğini gördüm. Peygamber Aleyhisselâm bana şöyle dedi: “Ey oğlum! Dayına ve köydeki koruculara söyle: Vakit kaybetmeden hemen Türkiye’ye göç etsinler.” Sonra ben, Peygamber (a.s.)’ı, beni kucaklarken ve O’nun kucağında kendimi kaybettiğimi idrâk ettim. Kendimi Kudüs’te Beyt-ül Makdis’in kubbesinden yukarı yükselirken gördüm. Bu yükselişte, Peygamber Aleyhisselâm, Miraç’a çıktığı zaman gördüğü gerçekleri kalbime aktardı. Bütün bu çeşitli bilgiler, ışıklı sözler olarak kalbime geldi ki, bunlar yeşil renk olarak başlıyor ve mora dönüşüyordu ; kalbime dökülen anlamlar ölçülemez miktardaydı. (...)”

Sonra dayımın omuzlarımdan beni sarstığını hissettim. Şöyle diyordu: “Ey oğlum, sabah namazını kılma vaktidir.”Dayımın arkasında ben ve üçyüzden fazla köylü sabah namazını cemaatle birlikte kıldık. Namazdan sonra dayım ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Yeğenime göç hususunda istihare yapmasını söyledim” Herkes merakla neler görüp işittiğimi söylememi bekliyordu. Dayım hemen şöyle devam etti: “Peygamber (a.s.), hepimizin Türkiye’ye gitmesine izin verdi.”

“Köyde bulunan herkes göç hazırlığına başladı. Dağıstan’dan Türkiye’ye doğru yolculuğa başladık. Bu öyle bir yolculuktu ki, hem en ufak bir kışkırtma olmadan adam öldüren Rus askerleri, hem de yol eşkıyaları tarafından önümüze çıkarılan bir çok tehlikelerle karşılaştık. Türkiye sınırına yakın bir orman içinde seyahat ederken, ormanın sınırdaki Rus askerleri tarafından kuşatıldığını biliyorduk. Fecr vaktiydi, dayım şöyle dedi: “Sabah namazımızı kılacağız ve namazdan sonra ormanı geçeceğiz.” Sabah namazını kıldık ve tekrar hareket ettik. Sonra Şeyh Şerafeddin Dağıstani, hepimize : “Durun!” dedi. Bir bardak su istedi. Birisi ona bir bardak su verdi. Yasin Suresi’nden 9.ayeti okudu: “Biz de onların önünde ve arkalarında birer engel oluşturduk ve görünmeyecek şekilde üzerlerini örttük.” Sonra dayım 12.surenin 64.ayetini de okudu: “Allah en iyi koruyandır, O merhametlilerin en merhametlisidir.” O, bu ayetleri okurken, herkes kalbini dolduran bir güven hissetti ve bütün göçmenlerin titrediğini gördüm. Allah o anda kalb gözümü açarak bana bir görüş nasib etti ve böylece Rus askerlerinin her taraftan bizi sardığını ve kuş uçurtmayacak şekilde , hareket eden her şeye ateş etmekte olduklarını gördüm. Daha sonra da aralarından geçip gittiğimizi ve kurtulduğumuzu idrâk ettim. Ormanı geçiyorduk ve Ruslar bizim ve hayvanlarımızın ayak seslerini bile duymadılar. Sınırın Türkiye tarafına geçinceye kadar, bizi hiçbir şekilde farketmediler. Güven içinde sınırı geçtik.”

Şeyh Şerafeddin okumasını bitirince, vizyon kayboldu. Daha önce getirilen suyu üzerimize serpti ve şöyle dedi: “- Şimdi harekete geçin, fakat hiç arkanıza bakmayın !...” Biz hareket ederken, her tarafta Rus askerlerini görebiliyorduk. Buna karşılık sanki biz görünmez olmuştuk. Ormanın içinden 20 mil kadar gittik. Bu gidiş sabahtan yatsı namazına kadar sürdü. Namaz kılma molası dışında hiçbir yerde durmadık ve biz hiç kimse tarafından görülmüyorduk. Rus ordusunun insanlara, kuşlara, hayvanlara ve hareket eden her şeye kurşun attıklarını işitiyorduk. Fakat biz, hiç kimse tarafından görülmeden ve vurulmadan geçip gittik. Ormandan çıkarak Türkiye’ye girdik.

Önce Şeyh Şerafeddin’in bir sene önce temin ettiği evin bulunduğu yer olan Bursa’ya geldik. Daha sonra da Dağıstan göçmenleri için Osmanlı Sultanı’nın tahsis ettiği Reşadiye’ye - bugünkü adıyla Güneyköy - taşındık. Reşadiye köyü, Marmara sahilinde, Yalova’ya 30 mil, Bursa’ya 50 mil, uzakta kurulmuştu. Şeyh , önce bir cami, sonra da evini inşa etti. Herkes evlerini kurmak için bizzat çalıştı. Annem ve babam da dayım Şeyh Şerafeddin’in evinin bitişiğine evimizi inşa ettiler.

Ben onüç yaşıma bastığım zaman, (miladi 1904) babam ölmüş, annem yalnız kalmış ve ben, annemi ve ailemizi geçindirmek için çalışmak zorunda kalmıştım. On beş yaşıma bastığımda dayım Şeyh Şerafeddin, bana “ Oğlum, şimdi sen yetiştin, ergenleştin; artık evlenmen gerek.” dedi. On beş gibi genç bir yaşda evlendim ; eşim ve annemle birlikte yaşıyorduk.”

İLK UZUN HALVETİ NDEKİ EĞİTİMİ:

Şeyh Şerafeddin Dağıstani, yeğeni Abdullah’ı yoğun bir ruh disiplini içinde yetiştirdi ve eğitdi ; yoğun zikirler talim ettirdi. Evlendirdikten altı ay sonra O’na uzun bir halveti emretti. Şeyh Abdullah bu halvetini şöyle anlatır: “ Ben daha altı aylık yeni evliyken şeyhim bana halvete çekilmemi emretti. Annem bu durumdan çok huzursuz olmuştu ve , şikayet etmek için kardeşi olan Şeyhime gitti. Eşim de bu emirden hoşnudsuz olmuştu fakat benim kalbim asla şikayet etmiyordu. Aksine, halvete girmeyi arzu ettiğim için kalbim tamamen hoşnuddu. İnzivaya çekildim. Annem ağlıyor ve şöyle söylüyordu: “Senden başka kimsem yok. Kardeşin hala Rusya’da, baban da bu dünyadan göçüp gitti.” “Anneme acıdım, fakat bu halvet, Şeyh’imin emriydi ve direkt olarak Peygamber Aleyhisselâm’ın işareti ile emredilmişti. Köyümüzün karşı yamaçlarındaki bir mağarada bulunan halvet yerimde her gün altı kez soğuk su ile abdest almam gerekiyordu. Bütün günlük ibadetlerime ilaveten virdimi yerine getirmem emriyle halvete girdim. Bu rutin ibadetlere ilaveten, Kur’an-ı Hakim’den her gün yedi ila onbeş cüz okumam, belirli bir sayıda Allah ism-i celalini zikretmem ve Peygamber Aleyhisselam’a salâvat getirmem gerekiyordu.

Keza diğer bir çok manevi uygulamalar da vardı. Bunların hepsi de, bir noktada yoğunlaşarak vecd haline geçmem için yapılacaktı. Ben yamaçları karla kaplı, yüksek bir dağın üstündeki ağaçların ortasında gizlenmiş bulunan bir mağaradaydım. Bana gündelik ihtiyaçlarımın teminiyle görevlendirilen bir kişi , günde yedi zeytin tanesi , iki ons ( takriben 60 gram ) ekmek getiriyordu. On beş buçuk yaşımda ilk halvetime çekilmiştim ve halvete başlarken oldukça şişman bir insandım. Halvetlerim tamamlanıp çıktığım zaman 100 pound ( takriben 46 kilogram) ağırlığa düşecek kadar zayıflamıştım. O mağaradaki halvetlerim boyunca bana açılan manevi deneyim sonuçları ve görüntüleri , sözle anlatılmaz bir nitelikteydi.”

Şeyh Abdullah’ın bu özel planlanmış halvet hayatı aralıklarla yirmiiki yaşına kadar sürdü. Son halvetten çıktığında askere gidebilirdi. Nihayet 1. Dünya Savaşı cephelerinde çarpışmak üzere askere gitti.

ÇANAKKALE SAVAŞI’NDA YARALANMASI:

Abdullah Dağıstani şunları söyledi: “Halvetten çıktıktan sonra annemi sadece bir veya iki hafta gördüm. Beni asker olarak Çanakkale’de “Seferberlik” denilen savaşa götürdüler. Düşmanlar tarafından yoğun bir taarruz başlatılmıştı, takriben yüz kadarımız bir siperi savunmak için ateş hattında kalmıştık. Ben, uzak bir mesafeden, bir ipliği bile vurabilecek kadar mükemmel bir nişancıydım. Sayıca bulunduğumuz mevkii savunmaya muktedir değildik ve şiddetli saldırı altındaydık. Bir merminin kalbime saplandığını hissettim ve ölümcül bir şekilde yaralanarak yere düştüm. Ölüm hali denecek bir şekilde yerde uzanırken Peygamber Aleyhisselâm’ın bana doğru geldiğini gördüm. Bana ruhumun vücudumdan nasıl ayrıldığını gösteren bir hal yaşadım. Ruhumun parmaklarımdan başlayarak tek tek her hücremden nasıl çıktığını gördüm. Hayat geri çekilirken vücudumda ne kadar hücre olduğunu, her hücrenin fonksiyonunu, her hücredeki her hastalığın nasıl iyileşeceğini görebildim. Her hücrenin nasıl zikrettiğini işittim.

Ruhum bedenimden uzaklaşırken, bir insanın ölürken neler hissedeceğini bizzat görerek öğrendim. Ölümün çeşitli durumları gözümün önüne getirildi. Bu ölüm ahvalini seyirden hoşlanıyordum. Bu haller benim, şu Kur’an-ı Hakim ayetinin sırrını anlamamı sağladı : “Kendilerine bir musibet geldiğinde “biz Allah’a aidiz ve elbette ona döneceğiz” derler.” (2:156)

Ruhum bedenimden ayrılırken, son nefesimi verinceye kadar o görünümün devam ettiğini gördüm. Bununla beraber o deneyimi yaşarken ruh olarak canlıydım ve bu tecrübe beni , ölüm halinin sırrını anlamağa muktedir kıldı.

Manevi hallere ait görünümler kaybolduğu zaman savaş alanında ölü gibi halimi ve yaralı olanlara bakan doktorları farkettim. Sonra onlardan biri beni işaret ederek şöyle dedi: “Şu yaşıyor, şu yaşıyor! “ Konuşacak veya hareket edecek gücüm yoktu ve vücudumun yedi gündür orada bulunduğunu idrâk ettim.

Beni askeri hastaneye götürdüler, sağlığım yerine gelinceye ve tam olarak iyileşinceye kadar tedavi ettiler. Sonra beni terhis ederek tekrar köyümüze gönderdiler.

MÜRŞİDİ ŞEYH ŞERAFEDDİN 'İN VASİYETİ VE TÜRKİYE’DEN AYRILIŞI :

1936 yılında Şeyh Şerafeddin Dağıstani , öleceği zamanı önceden belirterek hayatının son günlerinde vasiyetini yeğeni Abdullah’a bildirdi. Vasiyetinde şu tavsiyelerde bulundu: “ Ben öldükten sonra, senin Türkiye’den ayrılman için bir vesile çıkacak. Bu vesileyle harşılaştığında tereddüt etme; çünkü senin görevin, bundan sonra Türkiye dışındadır.” Şerafeddin Dağıstani öldükten sonra Türkiye’ye şeyhin bir çok müridinin olduğu Mısır’dan Kral Faruk’un başsağlığı dileklerini iletmek için bir heyet geldi. Heyetle beraber gelen veliahdlerden biri Abdullah Dağıstani’nin kızlarından birisine ilgi duydu ve O’nunla evlenmek ve ailesiyle beraber ülkesine götürmek istedi. Şeyh Abdullah Dağıstani bunun Türkiye’den ayrılması için ortaya çıkan vesile olduğunu hissetti. Zira Şeyh Şerafeddin Dağıstani bunu önceden ima etmişti. Abdullah Dağıstani bu olayı şöyle anlatmıştı:

“Mısır’a gittik ve bir süre kızımla birlikte kaldık. Sonra şeyhimin nasihatini tutarak işaret ettiği Şam’a doğru yöneldim. Karım ve kızımla birlikte İskenderiye’den gemiye binip Lazkıye’ye , oradan da Haleb’e gittik. Haleb’e indiğimiz zaman cebimde sadece 10 sent değerinde, 10 kuruş vardı ve hiçbir maddi varlığım yoktu. Karım ve kızımla birlikte akşam namazını kılmak için gittiğimiz camide bir adam bana yaklaştı ve “Ey şeyh, lütfen benim misafirim olun.” dedi. Bizi götürüp evinde misafir etti. Ben, bunun şeyhin kerametlerinden biri olduğunu düşündüm ve orada Allah bize bir kapı açtı.

Abdullah Dağıstani bir süre Haleb’de kaldı. Oradan Humus’a taşındı. Humus’da Peygamberin bir sahabesi olan Halid bin Velid’in türbe ve camisini ziyaret etti. Kısa bir süre Humus’da kaldıktan sonra Şam’a geçti. Peygamber soyundan bir veli olan Sadeddin Cibavi’nin türbesi yanındaki Madan denilen bir muhitte oturdu. Orada Nakşbendiyye tarikatının bir dalının ilk zaviyesini kurulmuştu ve daha sonra oradan Dağıstan’a kadar uzanmıştı. Nakşbendiyye tarikatının altın silsilesi Şam’dan, Kafkasya’ya, Hindistan’a, Bağdat’a, Buhara’ya kadar yayılmış, şimdi ise Şeyh Abdullah Dağıstani vasıtasıyla Dağıstan-Yalova üzerinden tekrar Şam’a dönmüştü.

Kısa bir süre sonra, Abdullah Dağıstani’nin Şam’da oluşturduğu zaviyeye gelenler kalabalıklaşmağa başladı. Bir süre sonra Şam’ın kenarında bulunan ve en yüksek noktası olan Kasiyun Dağı’na taşınması için manevi bir emir aldı. Orada inşa edilen evinden tüm şehri görebiliyordu. Bu ev ve bitişiğindeki mescid bugün hâlâ ayakta durmaktadır. Bu mescid ölümünden sonra O’nun türbesi olmuştur. Mescidin temellerini inşa ederlerken yakaza halinde bir görüntü gördü. Bu vizyonda Şah-ı Nakşbend Bahaüddin Buhari ve İmam-ı Rabbani Ahmed Faruk Sirhindi , Peygamber Aleyhisselâm’la birlikte mescidin şeklini belirleyerek temel taşlarını dikti ve duvarlarının yerini işaretlediler. Vizyon kaybolduğunda, zatların belirlediği işaretler yerli yerinde duruyordu.



Abdullah Dağıstani (K.S.) Şam'da müridan ile...

Abdullah Dağıstani , halvet yapması için, bir çok kez, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’den emir aldı. Hayatı boyunca yirminin üzerinde halvete girdi. Bu halvetlerinden bazıları Şam’da, bazıları Ürdün’de, bazıları da Bağdat’ta, Şeyh Abd’ul-Kadir Geylani’nin türbesinde , çoğunlukla da Medine-i Münevvere’de yapıldı.

BEKA ALEMİNE GÖÇÜŞÜ :

Abdullah Dağıstani’nin yaşadığı sürece manevi halini yaşatan pek çok olağanüstü olay gözlemlendi. O’nun hayatı bütünüyle insanlara yararlı faaliyetlerle doludur. Daima güler yüzlü ve asla insanlara kızmayan bir huya sahipti. Evinde herkese açık sofrasından misafir hiç eksik olmazdı. Geceleri uyuduğu nadiren görüldü. Gün boyunca sürekli ziyaretçi kabulü ile meşgul olur, geceleri de özel odasına çekilip teheccüd namazı kılar, Kur’an-ı Kerim okur ; özel zikrini yapar ve “Delail’ül-Hayrat” kitabından Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e salavat-ı şerife okurdu. Gece yarısından şafak sökünceye kadar ibadeti devam ederdi. Elinden geldiği kadar yoksullara yardım eder ve bir çok evsizleri mescidinde barındırırdı. İnsanlara bıkmadan hizmet ederdi.



1973 yılına gelindiğinde şöyle söyledi: “Peygamber (s.a.v.) beni çağırıyor. Gidip O’na kavuşmalıyım. Ancak bana “Gözlerinden ameliyat oluncaya kadar bana gelme”. dedi. Bu sözleriyle sol gözündeki ileri derecedeki myopi kusurunu kastediyordu.Göz ameliyatı gerçekleştikten sonra, yemek yemeyi tamamen kesti. Birşeyler yemesi için yalvaranlara : “Ben nihai halvetimdeyim, zira Peygamber (s.a.v.) beni çağırıyor” diye ricaları reddetti. Sadece suya batırarak kuru ekmek yiyordu. Bir müridi son günlerini şöyle anlatmıştır: “Bir gün Abdullah Dağıstani “Artık gidip Peygamberim(s.a.v.)’e kavuşmak istiyorum. Allah ve Rasûl’ü beni çağırıyor.” dedi. Sonra vasiyetnamesini yazdı ve şöyle dedi: “Önümüzdeki Pazar günü dünyadan göçüp gideceğim.” Bu tarih 30 Eylül 1973, Ramazanın 4. günüydü. Hicri 1393 yılıydı.

Ölümüne tanık olan bir müridi o günü şöyle anlatıyor: “Dünyadan göçeceğini söylediği Pazar günü saat 10.00 da bizimle beraber odasında oturuyordu. Bana, “Nabzımı say” dedi. Nabzını saydım. Kalbi çok çarpıyor, nabzı dakikada yüzellinin üzerinde atıyordu. Sonra, “Ey oğlum, bu anlar hayatımın son saniyeleridir. Bu sırada yanımda ailemden başka kimsenin bulunmasını istemiyorum. Herkes buradan çıkıp, toplantı salonuna gitsin” dedi. Zaten odanın içinde on kişi idik. O anda iki doktor geldi, biri benim kardeşim, diğeri de onun bir arkadaşıydı. Hep birlikte dışarı çıktık. Beklemeğe başladık.

Az sonra kızının içeride “Babam öldü! , Babam öldü! ” diye ağladığını işittik. Hepimiz odaya koşarak girdik ve büyük şeyhin hareket etmediğini gördük. Doktor kardeşim hızla nabzını tuttu ve kan basıncını kontrol etti, fakat hiçbir şey hissedilmiyordu. Nabız durmuş, tansiyon ise alınmıyordu. Kardeşim çarpılmış bir halde acil ilaçlarla bir enjektör almak için arabasına koştu. Tekrar aynı hızla odaya döndü, kalbi çalıştırmak için getirdiği ilacı şeyhin kalbine bir şırınga yaparak vermek isterken diğer doktor, “Ne yapıyorsun? Şeyh en az yedi dakika önce ölmüş bulunuyor. Aptallığı bırak ! ” dedi. Fakat kardeşim kimseyi dinleyecek halde değildi. Elindeki enjeksiyon iğnesiyle ısrar ederek ilerliyordu. Bu sırada Şeyh gözlerini açtı ve Türkçe “Bırak” dedi. Bunun anlamı “Dur” demekti.

Herkes şok oldu. Daha önce ölmüş bir kişinin konuştuğu hiç işitilmemişti. Bu olayı bütün hayatım boyunca hiç unutmayacağım.”

“Ölüm haberi, bir kasırga gibi, Şam, Haleb, Ürdün ve Beyrut’u dolaştı. O’nu son bir kez daha görmek için insanlar her taraftan akın akın geliyordu. O’nu yıkadık, mübarek vücudundan sadece çok güzel bir koku çıkıyordu. Cenaze namazını kılmak ve aynı gün defnetmek için O’nu hazırladık. Cenaze merasimine Şam’ın bütün alimleri iştirak etti. Cenaze namazına yüzbinlerce kişi katıldı. Cenazeye gelen insanların konvoyu evinden cenaze namazının kılındığı Muhyiddin ibn Arabî Camii’ne kadar uzanmıştı.”

“Cenaze namazından sonra evine döndüğümüz zaman, tabutun, hiç kimsenin gayreti olmadan cemaatin başları üzerinde adeta uçarak, gömüleceği kendi mescidine gittiğini gördük. Bizim Muhyiddin ibn Arabi Camii’nden yürüyerek Şeyh’in mescidine gidişimiz üç saat sürdü. Normal yürüyüşle bu mesafe yirmi dakika sürmektedir, fakat sokaktaki kalabalıktan dolayı üç saat sürmüştü.”

“Ramazan ayı idi, herkes oruç tutuyordu. Uzaktaki bazı sevdiği kişilerin ulaşabilmesi için defin işlemi kısa süre ertelendi. Yakın müridleri, ahaliye eğer istiyorlarsa gidebileceklerini söyledi. Bir müddet sonra, insanların çoğu ayrılmıştı. Mescidinde sadece Şeyh’in çok samimi müntesibleri kalmıştı. Akşam namazı vaktinden az önce kendi dergahının mescidinde toprağa verildi.Rahmetullahi aleyh.."



Abdullah Dağıstani [K.s.]in Şam'da Qasiyyun Dağı yamaçlarındaki türbesinden ...

...............

“Su Üzerine Yazı Yazmak” kitabını okuduktan sonra bu yazıyı okuyan okurlara eseri –en azından giriş ve Türkiye seyahatini içeren bölümleri- tekrar okumalarını tavsiye ediyorum. Sanıyorum benim kadar heyecanlanacaklar ve ölümünden yıllar sonra da manevi tasarrufunun devam ettiğine şahid oldukları Abdullah Dağıstani (k.s.)’nun ruhu için üç İhlas ile bir Fatiha göndereceklerdir.

Dünya çok küçük be kardeşim, Vesselam...

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

(*)Yeni Şafak, 31.12.1998

(**)Su Üzerine Yazı Yazmak,s.208-209. Muhyiddin Şekûr , İnsan Yayınları.

(***) web adresi: http://www.naqshbandi.org

(****) Şeyh Şerafeddin Dağıstanî: Dağıstan, 1875 – Yalova ( Güneyköy ), 1936.

Türbesi halen Yalova- Güneyköy’de ziyaretgâhtır.

Bu yazı 1999 yılında Gündüz gazetesinde yayınlanmıştır...

http://www.sufism.20m.com/abdullah.htm


Abdullah Dağıstanî'ye göre Türkiye ve Mehdi a.s. Zuhuru

Nakşbendi Şeyhi Abdullah Dağıstanî'ye göre Mehdi a.s. Zuhuru öncesinde ortaya çıkması Beklenen ve Türkiye'nin geleceğini yakından ilgilendiren Olaylar

Büyük şeyh Abdullah Dağıstaninin geleceğe dair haberleri

Büyükşeyh Abdullah Dağıstani, Allah'ın rahmeti üzerine olsun, bir çok olayı önceden haber verdi. Bunlardan bazıları olup bitti bazılarını ise hala bekliyoruz.

1966 da buyurdu ki, “ Gelecek yıl israilliler ile araplar arasında bir savaş olacak, Araplar bozguna uğatılacaklar” İsrailliler ile araplar arasında vuku bulacak olan bir başka savaşı daha haber verdi. Ahirete teşrif etmeden kısa bir süre önce buyurdu ki,” İsrailliler ile araplar arasında bir ay içinde büyük bir savaş olacak” bu olup bitti. (1973) Ekim'in üçünde, vefatından üç gün sonra, araplar ve israilliler başka bir savaşa girdi.

Bir keresinde büyükşeyhin kızı, Mediha, kocası ile birlikte Beyrut'da bir ev almayı düşünüyordu ama büyükşeyh olmaz dedi. Kızı ısrar etti, yinede olmaz buyurdu. Kızı ısrara devam etti ama büyükşeyh kızgın olarak dedi ki:” Beyrut'da kan dökülecek. Her hane o kan dökümünden etkilenecek ve hiçkimse onun tesirinden kaçamayacak.” Mübarek 1972 de bundan bahsetti, 1975 de ise meydana gelmeye başladı. Mübarek vefatında önce anlattı ki; “sizi Lübnanın kuzeyinde Trablusşam'da görüyorum” Bu mübareğin Beyrut'dan uzağa gitmemiz tavsiyesi erkanı idi.

Bununla ilgili bir başka meselede ise mübarek anlattı” John G. Bennett benimle tanışıp şehadeti kabul ettiği zaman ne yapması gerektiğini sordu. Ben de şehadetini gizli tutmasını söyledim. O suretle anavatanı İngiltere de bir çok insanı şehadeti kabul etmesi için getirebiliyordu ve onları maneviyatla ilgilendiriyordu.

Dedi ki: “İngiltereyi islama girerken görüyorum”. Avrupada bir kraliyet ailesinin damarlarındaki kanın arap olmasından dolayı islamı destekliyeceğini haber verdi. Bu (kanı arap olmasından dolayı) onları maneviyata çekecek, içlerinde bir çok inanca ilgi hissi uyandıracak ve onları(sonunda) ilahi huzura doğru (islama) götürecek.

Buyurdu ki;
Çin, Mehdi as ve İsa as zamanında en büyük evliyalardan biri olacak bir zatın otoritesi altındadır. Onun adı Abdur Ra'uf al-Yemeni'dir. Onun etkisi vesilesiyle Çin, batı ile nükleer silahlarını kulllanmama anlaşması imzalayacak. Çin birçok farklı küçük ülkelere bölünecek. Uzak doğuda problemler olacak Kore yarımadasında, ve bir süper güç o çatışmayı durdurmak için müdahale edecek.

“Tüm dünyayı petrol kaynaklarının kesilecek olması korkusuna sokacak arap olmayan bir ortadoğu ülkesi -İran- körfez bölgesine saldıracak”.

Dedi ki.” Kahire sular altında kalacak.” Sonra Ruslar Assuan barajını inşaa edecekler. Baraj devasa miktarda suyu tutuyor(barındırıyor) ve son zamanlarda barajın sağlam olmayan, aşınıyor olan alttan destek temelleri içerdiği(olduğu)öğrenildi(keşfedildi). Buyudurdu ki “Kıbrıs sular altında kalacak ve Bursanın yanında olan Olimpus dağı (Uludağ) patlayacak. Onun altında iki element var. Gaz (petrol)ve ateş, bunlar bu zamana kadar ayrışık (temassız) biçimde tutuldu ve evliyalar bu elementlerin birleşmemesi için her zaman dua ediyorlar. Onun patlamasından yüzlerce ve binlerce insan ağır yaralanacak ve evsiz barksız kalacak.

“Büyük bir ateşin ortaya çıkacağı ve dünyanın geri kalanını kapsayacağı Körfez bölgesinde bir savaş olacak”.

“Almanya ve İngiltere tüm Avrupa'ya yön verecek(yönlendirecek). Almanyada insanları maneviyat da yükseltecek ve eğitecek, Mehdi as ve İsa as tarafından görevlendirilen bir veli var. O veli gizli ama onların içerisinde (halkın arasında)...”

“Arapların siyaset yaklaşımında büyük bir değişiklik olacak ve güçlü bir rejim (yönetim şekli) daha iyi bir hükümet şekline değişecek”

Vefat etmeden önce en yakın müridleriyle özel bir görüşmede buyurdu ki:”Barış olacak, Amerika , israil ve arapların arasındaki savaşı bitiren barış konuşmalarını yönlendiren tek ülke olacak. Bu olacak. Bunun alameti komünizmin çökmesi ve rus imparatorluğunun çok sayıda parçaya bölünmesidir. Dünyada ABD hariç hiçbir güç olmayacak. Arap hükümetlerin çoğu Amerikalılara dönecek (işbirliği babında). Çatışmalar (savaşlar) yatışacak. Araplar ve israilliler barış içinde yaşayacak. Yavaş yavaş dünyadaki her savaş sona erecek ve her yerde barış olacak. Amerika yönetecek bunu. Ve herkes mutlu olacak ve hiçkimse bir daha yeniden bir savaşın vuku bulacağını beklemeyecek (zannetmeyecek)...


Birdenbire, barışın ortasında , Türkiye’ye komşu ülkelerden biri tarafından bir saldırı gerçekleştirilecek ve yakın bir ülke tarafından Türkiye'nin işgalinin takip edeceği bir savaş başlayacak.

Bu ABD nin Türkiye'deki üslerini tehdit edecek ve daha büyük bir savaşın ortaya çıkmasına neden olacak.

Bu yeryüzünde korkunç bir savaşa ve felakete yol açacak.

Savaşın gidişatı sırasında, evlad-ı Resulün (Hz. Muhammed'in) 40. Nesli olan Mehdi a.s. gelecek ve İsa a.s. dönecek.

Onun görevi adaleti, barışı , ve maneviyatı geri getirmek ve zorbalık, korku ve anarşi ye galip gelmek olacakdır.

Sevgi , mutluluk ve huzur (barış) Allah'ın iradesi ile, Mehdi ve İsa a.s. ın gücüyle, bu dünyayı dolduracak.




KAYNAK: Naqshbandi Sufi Way ; Hisham Kabbani; s.370-373 ; KAZI Publications; Chicago-1995.

===========================================

ORIGINALLY

Grandshaykh Abdullah ad-Daghestani's Predictions

Grandshaykh `Abdullah ad-Daghestani (q), Naqeeb al-Ummah, may Allah bless his soul, predicted many events, some of which have come to pass and some of which we still await.

He said in 1966, "Next year there will be a war between the Israelis and the Arabs. The Arabs will be defeated." He predicted that another war between Israel and the Arabs would occur. Shortly before he passed away he said, "There will be a big war within one month between the Israelis and Arabs." This came to pass. On the third of October, three days after his passing, the Arabs and Israel entered another war.

One time Grandshaykh's daughter, Madiha, was considering buying a house with her husband in Beirut and Grandshaykh said, "No." She insisted, but still he said, "No." She continued to insist but he was adamant and said: "Beirut is going to be full of bloodshed. Every house is going to be affected by that bloodshed and no one will escape its touch." He mentioned this in 1972, and it began to happen in 1975. He told us before he passed away, "I see you in Tripoli, in the north of Lebanon." This was his way of suggesting that we move away from Beirut.

On a related matter he said, "When John Bennett met me and confirmed his shahada, he asked what he could do. I told him to keep his shahada secret. Thereby he was able to bring many people in his homeland of England to take shahada, and to interest them in spirituality."

He said, "I see England entering Islam." He predicted that a royal family in Europe is going to support Islam, because in their bloodline is the blood of Arabs. "This will draw them into spirituality and arouse in them an interest in many faiths, and draw them towards the Divine Presence."

He said,

"China is under the authority of a great saint, who will be one of the greatest saints in the time of Mahdi and Jesus . His name is `Abdur Ra'uf al-Yamani. Through his influence China will sign an agreement with the West not to use its nuclear weapons. China will split into many different small countries. There will be problems in the Far East, in the Korean Peninsula, and a great power would intervene to stop that conflict."

"A non-Arab Middle Eastern country will attack the Persian Gulf area, which will put the whole world into fear that the source of petroleum will be cut off."

He said, "Cairo is going to sink underwater." Later the Russians built the Aswan Dam; it contains an enormous amount of water and has recently been found to contain loose underpinnings which are eroding. He said, "Cyprus will sink underwater, and Mount Olympus, near Bursa, will erupt. Under it are two elements, gas and fire, which have until now been kept separate, and saints have always prayed that these elements would not combine. From its explosion, hundreds of thousands of people will be wounded and become homeless."

"There will be a war in the Gulf Area where a huge fire will arise and involve the rest of the world."

"Germany and England will lead the whole of Europe. In Germany there is a saint, assigned by Mahdi (as) and Jesus(as), who is to raise and train the people in spirituality. That saint is hidden, but he is among them."

"There will be a big change in the approach of Arabs to politics, and one powerful regime is going to change to a better way of government."

Before he passed away, in a private meeting with some of his closest murids, he said, "There will be peace, and America will be the one leading the talks for peace, which will end the war between the Arabs and Israel. This is going to happen. The sign of it is the collapse of Communism and the splitting of the Russian Empire into many parts. There will be no power in this world, except for America. Most Arab governments will turn to the Americans. The conflict will completely quiet down, and Arabs and Israelis will live in peace. Slowly every conflict on the earth will be put to an end, and everywhere there will be peace. America will lead that. Everyone will be happy and no one will expect war to ever occur again.

Suddenly, in the midst of peace, an attack will be made on Turkey from a neighboring country and a war will start, followed by an invasion of Turkey by a close neighboring country.

This will threaten the U.S. bases in Turkey and will cause a greater battle to ensue.

This will result in a great disaster on earth and a horrible war.

During the course of the war, Mahdi (as) will come forth and Jesus (as) will return.

His purpose will be to bring spirituality, peace and justice and to overcome tyranny, fear and terror. Love and happiness and peace will fill this earth, with the power of Mahdi (as) and Jesus (as), by the Will of Allah Almighty."

The Secret of the Golden Chain was passed to Shaykh Muhammad Nazim `Adil al-Qubrusi ar-Rabbani an-Naqshbandi al-Haqqani (q).

SOURCE: Naqshbandi Sufi Way by Hisham Kabbani; pp.370-373 ; KAZI Publications; Chicago-1995.

http://www.sufiforum.com/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TASAVVUF Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com