EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kumandan Çakal Carlos: 'Açlık Grevindeyim!'

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Şub 08, 2011 12:23 am    Mesaj konusu: Kumandan Çakal Carlos: 'Açlık Grevindeyim!' Alıntıyla Cevap Gönder

Kumandan Çakal Carlos: “Açlık Grevindeyim!” (*)



(..)
Açlık grevindeyim. Dün geceden beri de sıcak içecekler içebiliyorum. Nihayet bana elektrikli su kaynatıcımı verdiler de bu sâyede çay kahve yapabiliyorum. Kendimi daha iyi hissediyorum bu yüzden.

Niçin açlık grevine girdim? Başka alternatifim kalmamıştı. Beni çok taciz ettiler, hâlâ da her vesileyle ediyorlar.

Dava dosyalarımı incelememi ve üzerinde çalışmamı da istemiyorlar. Bunu engelleyici müdahaleler yapıyorlar. Meselâ, bilgisayar problemi... Dvd’lerimde davamla ilgili dosyalar var, sadece dvd’lerde mevcud o dosyalar, ama bana bunları bile daha yeni teslim ettiler. Neymiş, dvd’leri inceleyeceklermiş. Size ne? Fakat, şimdi atıldığım bu hücrede bunlar üzerinde çalışamıyorum. Gerçekten berbat bir durum buradaki.

Aynı şekilde, beş kuruş para da ulaşmıyor bana. Venezüella Büyükelçiliği bana para gönderdiğini söylüyor, artık gelmesi lâzım ama, gelen giden yok. (..)

Cezaevindeki insanlar normalde fakirdir. Ben, bu insanlara nazaran en zenginlerden bile sayılabilirim. Ne var ki, başka bazı sebeblerle beş parasız bırakılıyorum. Bana gelen paralara el konuluyor. Bana dışarıdan para gönderilmesi de ayrıca engelleniyor. Avukatlarımın da paraya ihtiyacı var ama onlar da benzer engellemelerle karşılaşıyor. Aynı şekilde, bana para gelmemesi yüzünden, onlar da para alamıyor. Yetmiyormuş gibi, Venezüella bürokrasisi içine yuvalanmış Amerikan işbirlikçilerinin müdahaleleri yüzünden, bana ailem tarafından resmî olarak tek bir dolar daha gönderilemiyor. Tamam, Chavez, beni apaçık destekliyor ama, bürokrasi işleri eğitim ve tecrübe gerektirdiği için, tüm bunlar eski rejimin kadrolarının güdümünde kalıyor, çünkü devrimciler bürokrasiyi bilmiyor, böyle olunca karşı-devrimciler istedikleri numarayı çevirebiliyor, bana karşı türlü sabotaj yapabiliyor.
Üstelik, eşimin hesabındaki avukatlık ücretini çekmesine, hattâ o hesabtan avans çekmesine bile izin verilmiyor. Olan biten çok ama çok tuhaf.

(..)

Tamamdır, o hâlde bugün kendi durumumla ilgili konuşacağım.

İki gün önce beni idareden çağırdılar ve kaldığım Paris-La Sante cezaevinin müdiresi Sylvie Manaud-Benazeraf hanım ile bir görüşme yaptım. Benazeraf, Fas menşeli bir yahudi ismi. Aslı, “ibn al-sarraf”. Neyse, bu hanım, benim La Sante Cezaevi’ne ilk geldiğim 15 Ağustos 1994 tarihinde, henüz genç bir müdür yardımcısıydı. Bana uygulanan muamele çerçevesinde dile getirdiğim bazı hususlar oldu bu konuşmada.

Bir kere, benden aldıkları hemen hiçbir şeyi geri vermediler. Elektrikli su ısıtıcısını bile daha dün verdiler. Bir litre su alan küçük bir şey. Tecrit hücresindeyim malûm. Hava zaten çok soğuk. Bir de açlık grevindeyim. Lütfettiler!

İşin özü, beni duruşmada kendimi savunmaktan alıkoyacak tarzda, bunu sağlayacak tarzda müdahale niyetleri var. Bunu istiyorlar. Ayrıca istedikleri, şaşaalı bir mahkeme organize etmek ve oraya tüm büyük siyonist örgütleri toplayıp bu vesileyle propaganda yapmak... Benimse ağzımı hiç açmamamı arzu ediyorlar, hattâ mahkemeye gitmemi bile istemiyorlar. İlk gün gidip bir görüneyim, sonra gerisin geriye dönüp bir daha hiç gitmeyeyim; istedikleri bu.

Gideceğim tabiî! Bunu mahkeme başkanı Olivier Leurent’a da söyledim. Kendisi tanınmış bir insan değil, ancak avukatlarımın intibaı düzgün bir adam olduğu yönünde. Benim intibam da bu çerçevede. Açık açık konuşulabilir bir insan. 45 gün sürecek bu mahkemenin iyi geçmesini diliyor. Bana, “tarihî bir mahkemeye çıkacaksınız, herhangi bir problem istemiyoruz, Carlos!” dedi. Ben de, “şahıslarınıza dönük bir problem çıkartmam sözkonusu olamaz, bizim savaşımız emperyalist sisteme ve siyonizme karşı. Göreceksiniz ki bu mahkeme vesilesiyle bana yöneltilen tüm suçlamalar da yalnızca manipülasyondan ibaret” dedim. Bana revâ görülen muameleden dolayı da çok rahatsız oldu. Kendisiyle görüşmeye çorapsız gitmiştim, o soğukta ceketim de yoktu, çünkü cezaevi idaresi bana elbiselerimi vermiyordu.

Yeri gelmişken, dün saat 6’da, havanın iyice buz kestiği bir demde, bana Türk yapımı deri montumu getirdiler(..) Neyse, idareden bana bu montu iade etmelerini istiyordum kaç zamandır. Bana zaten vermeleri gerekiyordu, Poissy Cezaevi’nden buraya getirdiğim bir eşya neticede. Bu soğukta öleceğimden korktular sanıyorum. Normalde, ölmem kalmam umurlarında değil ama bu süreçte istemiyorlar.
Benimse ölmek gibi bir niyetim, bir dileğim yok. Daha uzun yıllar yaşamak istiyorum. Serbest bırakılıp ülkeme geri dönmek istiyorum. Sevgili eşim ve en iyi avukatım Isabelle Coutant ile balayına çıkmak istiyorum. Türkiye’ye gidip oradaki gönüldaşlarımı ziyaret etmek istiyorum. Bunları yapmak istiyorum, bu yüzden de daha çok yaşamak istiyorum. Ölmek istemediğim gibi, intihar etmeye de elbette niyetim yok.

Diğer taraftan, tabiî ki ölmeye de hazırım. Bu anlamda, yaşayan bir şehidim ben ve ölmekten de korkmuyorum, çünkü cennette Allah’a yakın bir yerde olacağımı biliyorum.

Şimdi, büyük şeylerin yanısıra ufak şeyler hakkında konuşuyor olmaktan dolayı hakikaten üzgünüm. Ne var ki, bu küçük şeyler vesilesiyle insanların burada içine düşürülmek istendiğim durumu anlamasını diliyorum. Olan bitenler cidden inanılmaz çünkü. Neredeyse 17 yıldan fazladır cezaevindeyim, gayri kanunî bu kadar çok saldırganlığa maruz bırakıldığım bir başka dönem hiç olmadı.

(..)

Benimle doğrudan savaşamıyorlar, asıl maksatlarını gelip yüzüme söyleyemiyorlar, neticede tam yedi yıl bu delikte, bu tecrit hücresinde yatmışlığım var önceden, sistem nasıl işler biliyorum, haklarımı ve bunları nasıl savunacağımı biliyorum, fakat direkt benimle yüzleşmek yerine, böyle arkamdan işler çevirip dolaylı yol ve bahanelerle beni taciz etmeye ve bunaltmaya çalışıyorlar.

Bir şey daha... Bana günlük Fransız gazetelerini de vermiyorlar, izin yokmuş! Daha önce, hem de 1996’dan beri cezaevinde her gün okuyabildiğim yayınlar. Öyle sol gazete ve dergiler de değil taleb ettiğim. Devrimci yönü olmayan, bildik burjuva gazeteleri, işte Le Monde, Le Figaro, Liberation, falan.

“Beyaz işkence” denilen türden bir işkenceye maruzum şu ân, tecrit işkencesidir bu. 10 yılımı bu şekilde tecritte geçirdim. Bu sene başından beri de ayrıca kötü muamelelere maruz bırakılıyorum. Hatırlayacaksınız, 1 Şubat’ta devlet başkanının muhafızları, yâni Cumhuriyet Muhafızları tarafından dövülmüştüm. O zaman da yine mahkemeye çıkarılacak ve konuşacaktım, ama cezaevine kadar gelip beni hiçbir gerekçe göstermeden dövdüler. Yıldırmaya ve susturmaya çalıştılar. Şimdi de 45 günlük bir mahkemeye çıkıyorum, onlar tam 45 gün boyunca propaganda yapacaklar ama ben ağzımı açıp hakikati dillendirmeyeceğim! Bunu istiyorlar.
Durum, müşkül ve çok berbat. Bana yapılanların, doğrudan cezaevi idaresiyle de alâkası yok. Talimat, çok daha yukarıdan geliyor.

Yine, tıraş olmama, tıraş takımlarımı almama bile izin vermiyorlar burada. Üç haftadır tırnaklarımı bile kesemiyorum, çünkü tırnak makasımı vermiyorlar. Hayâl edebiliyor musunuz?

Özetle, burada her fırsatta ve her bahaneyle taciz ediliyorum. Peki nasıl cevab verebilirim? Ancak bu şekilde, yâni açlık greviyle!

Artık genç bir insan değilim, yaşadığım sekiz yıllık uzun tecrit döneminin ortaya çıkardığı bir de şeker hastalığım var. Öyle bir tecrit yaşadım ki, tarihte belki benzeri görülmemiştir. İstisnâsız her gün ve gece, tam 16 kez, kaldığım hücrenin gözetleme deliği açılıp kapatılarak, yaşayıp yaşamadığım kontrol(!) ediliyor, güya böylece intihar etmemem sağlanıyordu(!).(..)

Evet, bu şekilde taciz ederek maneviyatımı, savaşma ruhumu, sömürülen insanlar adına emperyalizme ve siyonizme karşı verdiğimiz Filistin mücadelesinin haklılığına olan inancımı çökertmek istiyorlar. Bu suçlular, böyle davranıyor, çünkü ellerindeki tüm o devâsâ güce, paraya, atom bombalarına rağmen, bizden müthiş korkuyorlar. Bizse korkmuyoruz! Çünkü yaşayan şehidleriz ve kazanacak olan da biziz!

Allahü Ekber.

22 Ekim 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan

Dipnot:

* Kumandan Çakal Carlos ile A. Güven yılmaz’ın Dergimiz işin yaptığı bu ilginç röportajdan bir özet sunduk. Bu röportajın tamamını şu linkten okuyabilirsiniz: http://www.dergimiz.net/


Kumandan Çakal Carlos'a Fransız Cezaevinde İşkence

Büyük Devrimci Kumandan Çakal Carlos'u mahkemeye götürümek için yasadışı bir şekilde gelen Başkanlık Muhafızları, mahkemeye götürürken Carlosu darb etmiş kafasını duvarlara vurmuşlar ve üzerindeki elbiseleri çıkartıp sıfır derecede metal bir kutuya koyup mahkemeye zorla götürmüşler.

08 ubat 2011
Anadolu Haber

-"Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı...

-... Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı..."


İşte Çakal Carlos'un, Av. Güven Yılmaz ile yaptığı Tele-Röportaj.

Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, “iyiyim, ya siz?” diyor.)

Ben pek iyi değilim. Fransız devlet başkanlığı muhafızları tarafından saldırıya uğradım. Fransa devlet başkanlığı sarayı muhafızları tarafından yâni. Geçen Salı günü [1 Şubat 2011] cezaevine gelip beni dövdüler, yumrukladılar. Çok tuhaf, çok garib, değil mi? Bununla ilgili konuşacağım bugün.

Fransa’da hükümet ve resmî kurumlar, kendilerinde tüm dünyaya müdahale etme hakkı görürler. Türkiye de, en favori hedeflerinden biridir kuşkusuz. Evet, Türkiye’deki durum ideal olmayabilir. Farklılıklar hoş karşılanmayabilir, bu nevî insanlara iyi muamele edilmeyebilir, polis barbarca davranabilir, hükümete bağlı servisler veya bunların ajanları tarafından işkence ve suikastler yapılabilir, vesaire. Özellikle geçmişte böyle de olmuştur. Ancak, Fransa’nın durumu hiç de Türkiye’den daha iyi değil.

Kaldı ki Türkiye, dünyaya ders vermeye yeltenmiyor. Asla böyle birşey yapmadı ve yapmıyor. Fakat herşeye rağmen, geçmişte insan hakları ihlalleri bakımından kötü örnek olarak gösterilen bu ülke, yakın gelecekte hem komşusu ülkeler hem de dünyanın kalanı için bu defa olumlu bir örnek olarak gösterilecektir.

Söylemek istediğim şey şudur: Ben 61 yaşında bir adamım, yaşlı bir fedaîyim, zamanında komünist olarak fiilî mücadele vermiş artık yaşlı bir insanım. Ve, geçtiğimiz Salı günü Paris’teki tarihî Adalet Sarayı’na ifade vermek üzere götürüldüm. Ama bakınız nasıl:

İlgili hâkime ifade vereceğim hususu, 24 Aralık 2010 günü bana tebliğ edildi. Bilâhare avukatlarımın da haberdar edildiği ve ifade vereceğim gün orada hazır bulunup beni beklediği bir hâdise.

Neyse, Salı günü saat 12.30 gibi, kaldığım cezaevinde aşağıya indim. Giyiniktim tabiî. Öğle vakti olmasına rağmen hava çok soğuktu, üstelik sıfırın altında bir soğukluk sözkonusuydu ki, Fransa’da, Paris bölgesinde çok da sık rastlanan bir sıcaklık derecesi değildir.

Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı. Tam olarak kim olduklarını, jandarmaya mı yoksa başka bir birliğe mi mensub olduklarını o ân bilmiyordum. Cezaevi muhafızı falan değillerdi. Çok tuhaftılar. Savaş pilotlarının giydiklerine benzer ünüformalar giydiklerini bile söyleyebilirim.

Sonra öğrendim tabiî kim olduklarını, Başkanlık Sarayı’nı korumaktan sorumlu Cumhuriyet Muhafızlarındandılar.

Herneyse... Bu özel muhafızlar, cezaevinden çıkartmadan önce beni küçük bir odaya soktular. Beni hedefleyen bir düşmanlık havası seziyordum artık. Güvenlik gerekçesiyle çırılçıplak bırakıldım, sadece kelepçeler vardı üzerimde. Neticede bir mahkumum, hâlâ cezaevindeyim, tüm bunlar gereksiz ama bunu da yaptılar. İşte bahsettiğim o acaib ünüformalı ve çok genç muhafızlardan bir tanesi, o esnâda bana karşı saldırganca davranmaya başladı. Dediğim gibi, o ân tamamen çıplağım. Bağırarak şöyle dedi bana: “Giyinebilirsin ama sana şu elbiseni vermeyeceğiz, bu elbiseni vermeyeceğiz, kemerini vermeyeceğiz,” falan. Hem de öyle bir dille söylüyor ki, insanda biraz saygı olur değil mi? Oğlum bile değil, torunum olacak yaşta üstelik. Bunun üzerine ben de, “Artık yeter, bu komedi nedir, zaten çırılçıplağım, üstüne üstlük kelepçeliyim” dedim ve giyinmeye başladım. O soğukta giymeme izin verdikleri tek şey, sadece bir tişört ve altıma da bir külot! Bu arada, diğer giysilerimi alıp o küçük odanın dışına götürdüler. Şimdi bunu niçin yapıyor ve öbür elbiselerimi dışarıya götürüyorlar?

Kelepçelerimden de bahsetmeliyim. O küçük odada ellerimi bir de arkadan ve ters biçimde kelepçelediler. Öyle bir kelepçelediler ki, kelepçenin sol elime isabet eden tarafı, tamamen etimin içine girecek şiddette ve ziyadesiyle acıtıcı şekilde sıkıydı.

Neyse, beni odanın dışına ittiler ve cezaevi dışına gitmekte kullanılan koridora çıktık. Orada bazı gardiyanlar ve cezaevi memurlar da vardı. Olan bitenler karşısında onlar da şaşırdılar, şok oldular. Beni odadan çıkaran muhafız, tutup beni itti ve kafamı duvara vurdu. Ben de ona “Fransız ordusunun çocuğusun, giydiğin ünüformaya saygılı olmalısın ve elleri arkadan kelepçeli bir mahkuma karşı böyle korkakça davranmamalısın!” tarzında bir cevab verdim, rahatsız edici sözlerdi belki ama doğruydu neticede. Bunun üzerine yine üzerime saldırdı ve duvara fırlattı beni, kafama arkaya itmeye çalışarak -artık sayısını hatırlayamıyorum- defalarca yumrukladı. Bir yandan vururken bir yandan da kafasını iyice yaklaştırarak çok alçak bir sesle ve üç defa şunu fısıldadı: “Obama, Obama, Obama!” Amerikan başkanının ismi yâni. Ben böyle dövülürken, başlarındaki komutan da kulağındaki kulaklıkla birileriyle konuşuyor ve talimat alıyordu.

Ne olup bittiğini anladım tabiî. Bunlar, psikolojik savaş çerçevesinde, “zehirleme” denilen ve kişiyi zihnî karmaşaya, şoka sokmayı hedefleyen işler. Eğer bir hâdiseye dahil veya şâhid olan birisini yoketmek, öldürmek, ortadan kaldırmak istiyorsanız, bunu böylece yaparsınız. Fakat bir kişiye yaşadıklarını söyletmek istiyorsanız, onu psikolojik olarak buna hazırlarsınız, şok etmeye ve mâneviyatını bozmaya çalışıp kafasını allak bullak edersiniz; psikolojik savaş icabı böyle yapmak zorundasınız. Bu bakımdan, “Obama, Obama, Obama!” değil de, “Castro, Castro, Castro!” yahud “Chavez, Chavez, Chavez!” de diyebilirlerdi. Hattâ, “ça, ça, ça!” veya “rumba, rumba, rumba!” demeleri de mümkündü. Bu, amacı dolayısıyla, hiç de saçmasapan bir iş değildir. Yoksa, amacı gözönünde tutulmazsa, tek başına “Obama” muhabbeti tam anlamıyla saçmalık tabiî.

Başıma gelenlere oradaki herkes, yâni normal cezaevi görevlileri de şâhid oldu, doğrusu tam anlamıyla da şok oldular. Hâliyle, “Obama, Obama, Obama!” sözünü sadece ben duydum. Psikolojik savaş nedir, bu çerçevede neler yapılır genel olarak bilirim. Bu açıdan, hâdiseyi hemen çözdüm. Emin olduğum diğer bir şey de, bunun önceden plânlanmış ve organize edilmiş bir eylem olduğudur.

Bilâhare, gelenlerin Cumhuriyet Muhafızı olduklarını da öğrendim. Peki Cumhuriyet Muhafızlarının benimle ne işi olabilir ki? Beni Paris’e götürmek üzere niçin başkaları değil de onlar geliyor? Kaldığım cezaevinin kendi görevlileri varken üstelik? Ki bu olan bitenden cezaevi gardiyanlarının memnun kalmadığı besbelliydi. Zaten genelde hepsiyle iyi ilişkilerim vardır. Nihayetinde kibar bir insanım. Yanlış bir şey sözkonusu olduğunda bazen sert konuşmak zorunda kalsam dahi, gardiyanlarla münasebetlerim çoğunlukla sıcaktır. Hiçbir şiddet ve patırtıya yolaçmaksızın, etrafta rahatça dolaşırım. Nitekim, gardiyanların cezaevi sâkinlerine yahud cezaevi sâkinlerinin gardiyanlara saldırmasını hiç de doğru bulmam. Unutmamamız gereken şey, düşmanımızın fakir gardiyanlar değil, onların yukarıdaki patronları olduğudur. İşlerini yaptıkları ve bizi rahatsız etmedikleri müddetçe, mesele yoktur elbette.

Neyse, sözünü ettiğim hâdise akabinde normal gardiyanlar etrafta belirince, mahut muhafızlar bana saldırmayı bıraktılar.

Yarı çıplak vaziyette ve sıcaklığın sıfırın altında olduğu böyle bir soğuk havada, küçük bir kamyon diyebileceğim özel bir araca sokularak Paris’e doğru yola çıkarıldım. Beni bu araçta bulunan her tarafı metal bir kutuya soktular ki, ellerim arkada olduğu hâlde ve oturamayacak şekilde bir köşesine kıvrılmak zorunda bırakıldım. Havanın dışarıdaki soğuğu yetmiyormuş gibi, bir de içerideki klimayı en soğuk derecesine getirdiler. Kasden yapılan birşey tabiî.

Beni o dondurucu soğukta 60 km ötedeki Paris’e götürdüler ama direkt değil de yan yollardan giderek. Birkaç saniyede bir âniden sağa sola saparak, bazen geri geri giderek ve üstelik âdet olduğu üzere herhangi bir siren de çalmadan. Bu sırada cehennemi andıran bir ortamda, kafam o çok küçük metal kutunun duvarlarına çarparak, ellerim arkadan kelepçeli ve üstelik etimi kanatır şiddette sıkılı vaziyette, sırtım ağrıyarak, vücudum sıkışıp kıvrılmış bir hâlde, işte böylesine berbat bir durumda yarım saat yolculuk ettim. Hâdisenin sıcaklığı içinde hemen hissedemesem de, yolculuğun sonunda fecî biçimde dövülmüş bir hâle getirildim. Adrenalinimin yükselişi ve düşüşü hasebiyle, Salı günü gerçekleşen bu hâdisenin asıl sonuçlarını aradan bir iki gün geçtikten sonra şimdi daha fazla hissediyorum. Belli bölgeler daha fazla olmak üzere hemen her tarafım çok fena ağrıyor şu ân.

Nihayet, Adalet Sarayı’na vardık. Burası da yazın bile güneş görmeyen ve her zaman soğuk olan bir yer yine. Orada bizi Adalet Sarayı’nın gardiyanları karşıladı. Mahkemeye getirilen mahkumların duruşma veya ifade vermek için beklerken birkaç saat kalacakları küçük bir cezaevine benzer bir bölüm vardır ki, bizi karşılayan gardiyanlar da işte bu gelen mahkumlardan sorumludurlar. Beni gören oradaki gardiyanlar da aynı şoku yaşadılar. Hattâ Venezüella’nın komşusu Karayibler’den gardiyanlar vardı gide gele tanışık olduğumuz. O ve diğer gardiyanlar hemen yanıma gelip, “Carlos, neler oldu böyle, lütfen gel, hemen giydirelim seni!” falan diye yardımcı olmaya çalıştılar ama nasıl giyinebilirdim ki? Ellerim arkadan kelepçeli ne de olsa.

Ve belki asıl acı olan şey, ki farkında değildim, ben tüm bu hengâmede oradan oraya sürüklenirken külodumun kenarından tenasül uzvum çıkmış ve Adalet Sarayı’na getirildiğimde tenasül uzvum sallanarak o soğukta yürütülüp durmuşum! Farkettiğimdeyse, -ellerim arkadan kelepçeli olduğundan- kendim yapamayacağım için gardiyanlara söyledim onu içeri sokmalarını ama, onlar da dokunmak istemediklerinden yalnızca pantolonumla üzerini dışarıdan kapayıp içeriye sokmaya çalıştılar ve başardılar.

Kelimenin tam anlamıyla inanılmaz bir durumdu ve sanki bir Charlie Chaplin filmi oynatılıyordu orada. Yerin altındaki bu kısımdan çok uzun bir yürüyüşle o soğuk Adalet Sarayı’nın üçüncü veya dördüncü katına, yâni son katına kadar götürüldüm ve ifade vereceğim yere vardım. Hâkimin tabiî bunlarla ilgisi yok, o da çok şaşırdı ve şok oldu. Avukatlarımdan ikisi, eşim Isabelle Coutant-Peyre ve bir diğer avukat daha orada beni bekliyordu. Sağ bileğim nisbeten iyiydi ancak sol bileğimde sıkı kelepçeden dolayı uzunluğuna yarım santim derinliğinde bir kesik oluşmuştu.

İfade vermeye başlamadan önce nihayet orada giyinebildim ve sorgu başlamadan önce de maruz kaldığım tüm bu kanundışı uygulamayı hâkim önünde tutanakla kayıd altına aldık, ben ve hâkim imzaladık. Oraya nasıl getirildiğim, ne hâlde getirildiğim, bileğimin ve darbelere maruz kalan vücudumun durumu üzerinde konuştuk ve bunları zabta geçirdik.

Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı. Muhafızlar beni döverken, başlarındaki bu komutan kulaklığı marifetiyle üstleriyle konuşuyordu ama o patırtı arasında ve üstelik kodlanmış kelimeler kullandığı için neler konuştuğunu anlayamadım tabiî ki. Bir diğer ifadeyle, tek bir askerin kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdiği bir saldırı değildir bu.

Bu arada, cezaevi kliniğinin doktoruyla da görüştüm ve muayene edip vücudumdaki hasarla ilgili bir rapor verdi bana.

Şimdi bu saldırı hakkında hukukî işlemlere de başlayacağız ve dava açacağız. Yalnızca aldığı emirleri uygulayan o zavallı asker aleyhine değil, asıl ona bu emirleri verenler aleyhine. Hiç şübhem yok ki, uğradığım bu saldırıdan Venezüella da sorumludur. Şayet Venezüella bürokrasisinden bir ışık almamış olmasalardı, bu kadar pervasız biçimde ve şâhidler önünde böylesine bir cüretle saldıramazlardı. Venezüella’daki herkesin bilmesi gereken ve asla üstü örtülemeyecek bir hâdisedir bu. Başkan Chavez’in de tüm bu olan bitenlerden haberdar edilmesi gerekiyor.

Sizlerden ricam, oradaki Venezüella Büyükelçiliği’ni durumum hakkında bilgilendirmeniz ve Fransız Büyükelçisine de sadece avukatlarım tarafından değil, sağdan veya soldan, cumhuriyetçi veya İslâmcı, her kesimden şahsiyetler tarafından imzalanmış bir protesto deklarasyonu teslim etmeniz ve şunu sormanızdır: Bir siyasî mahkuma, bir fedaî kumandanına nasıl olup da cezaevinde böyle saldırıda bulunabiliyorsunuz? Böyle bir saldırı Fransa’da yalnızca benim başıma gelmiş ve bundan sonra da gelebilecek bir şey değildir. Bu bakımdan hassasiyetle üzerinde durulmalıdır.

5 Şubat 2011

İngilizceden Tercüme: Hayreddin Soykan

Çakal Carlos'un Avukatlarından Basın Açıklaması!
08 Şubat 2011



Fransa'da cezaevinde bulunan Çakal Carlos'a Fransız Devlet Başkanlığı Muhafızları tarafından işkence uygulanması Türkiye'de basın açıklaması ile kınanacak.. Bu konuda yapılan açıklama şöyle:

Akılalmaz Barbarlık: Fransız Devlet Başkanlığı Muhafızlarından Carlos’a İşkence!



Fransa Poissy Cezaevi’nde yapılan işkenceyi protesto etmek amacıyla Carlos'un avukatları ve bir kısm sivil toplum örgütleri tarafından 10 Şubat 2011 Perşembe günü saat 11.00 de Taksimde bulunan Fransa Başkonsolosluğu önünde basın açıklaması yapılacaktır.

Tüm Basın Mensuplarına ve Kamuoyuna Saygı ile arz olunur.

Haber1001


Kumandan Çakal Carlos'a destek eylemi

Kumandan Çakal Carlos olarak bilinen İlıch Ramirez Sanchez'in tutuklu bulunduğu Fransa'nın Poissy Cezaevi'nde kötü muameleye uğradığını açıklayan avukatları, Mazlum-Der İstanbul Şubesi ile basın açıklaması düzenledi.

10 ubat 2011
Bahadır Serhad

Taksim'deki Fransa'nın İstanbul Başkonsolosluğu önünde saat 11.00'de düzenlenen açıklamada Carlos için özgürlük istenilen dövizler taşındı.Kalabalık grup, "Gönüldaş Carlos yalnız değildir", "İşkenceci Sarkozy hesap verecek" , "Carlos'a özgürlük" sloganları attı

"Mazlum –Der, İHH, İnsan Hakları Derneği ve Çağdaş Avukatlar Derneği'de bize destek veriyorlar" diyen Carlos'un avukatlarından Hasan Ölçer, açıklamasında şunları söyledi:

"Emperyalizm ve Siyonizm'e karşı verilen onurlu mücadelenin sembol isimlerinden biri Carlos, bu mücadelesi nedeniyle, 1994 yılında, CIA, MOSSAD ve Fransa Gizli Servisi'nin gerçekleştirdiği yasadışı bir operasyonla Fransa'ya teslim edildi. 17 yıldır hukuksuz şekilde, Fransa zindanlarında tutuluyor.

Ülkesi Venezuela'ya iadesini engellemek için, delilsiz, mesnetsiz suçlamalarla sürekli hakkında dava açılmaktadır. Bu nedenle, beş kere beraat etmiş olduğu bir suçlama ile ilgili yeni davanın duruşması için, 1 Şubat'ta cezaevinde, koridorda ilerlerken eli arkadan ters kelepçelenip, bir odaya alındı. Diğer gardiyan ve görevlilerin gözü önünde bu uygulamayı yapanların, Başkanlık Sarayı'nı korumaktan sorumlu üniformalı Cumhuriyet Muhafızları olduğu öğrenildi. Üst arama bahanesi ile elinde kelepçeler kalacak şekilde çırılçıplak soyuldu. Kafası ve vücudu duvarlara çarpılmak suretiyle, darp edildi. Soğuk kış şartlarına rağmen, üzerinde yalnızca tişort ve külot giymesine izin verilerek odadan çıkartıldı. Bu muhafızlardan biri kulağına eğilerek, Obama, Obama diye psikolojik baskı altında almaya çalıştı. Daha sonra araca konulan müvekkil, ayrı bir işkence metodu ile 60 km'lik yolu katetmek zorunda bırakıldı. Üzerinde sadece tişort ve külot olduğu halde, adliye içine sokulmuş, bu duruma oradaki görevliler de şahit olmuşlardır. Bu olanlar, mahkeme hakimi ve Carlos tarafından düzenlenen bir tutanakla imza altına alınmıştır.

Bu hukuksuz ve ahlaksız tutumun Fransa hükümetinin bilgi ve direktifinde olduğunu anlaşılmaktadır. Emperyalizm ve Siyonizm'in piyonluğunu yapan Fransa'nın yetkilileri bilmelidirler ki Güney Amerika'dan, Türkistan'a , Filistin'den Moro'ya kadar dünyanın her yerinde Carlos'un milyonlarca seveni, takipçisi, yoldaşı ve gönüldaşı vardır. Bu insanlar dünyanın her tarafından gelişmeleri büyük bir dikkatle takip ederek, Carlos'un yalnız olmadığını bütün dünyaya haykırmaktadır. Fransa Devleti, bu saldırıya maruz kalan Carlos'tan, ailesinden, ve tüm dünya insanından özür dilemeli, saldırı emrini verenler başta olmak üzere, işkenceyi fiilen gerçekleştiren şahısların cezalandırılmasını en kısa sürede sağlamalıdır."

KUMANDAN ÇAKAL CARLOS KİMDİR?

İlıch Ramirez Sanchez (Çakal Carlos), 25 Mart 1949 yılında Venezuella'nın Caracas şehrinde dünyaya geldi. 1966 yılında annesi ve kardeşleriyle birlikte Londra'ya gidip, İngiltere'de üniversite eğitimi gördü. Uzun bir dönem Marksist gençlik örgütlenmelerinin içinde yer alan Carlos, 1975 yılında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) kamplarında eğitilerek İsrail'e karşı savaşmaya başladı. Daha sonraki yıllar İsrail hükümetine karşı verdiği mücadeleyi Batı'nın büyük şehirlerine taşıyan Carlos, İsraille ilişkisi olan birçok banka, dernek, gazete ve elçiliğe bombalı saldırıda bulundu. 1980 yılında dünyanın en çok aranan adamı olarak ilan edilen Carlos, CIA, Mossad, Interpol ve Fransız istihbaratını birçok kez atlattı. Carlos, özellikle yakalanmamaktaki başarısı ve zekası ile dünya medyasının gündeminden hiç düşmedi. "Binbirsurat" olarak da tanınan Carlos, özellikle Viyana'daki OPEC toplantısında, aralarında 10 petrol bakanının da bulunduğu 70 kişiyi rehin alması ve olay sonrası rehineleri Cezayir'e kaçırması herkesi şaşırttı. Daha sonraki yıllar özellikle Fransa'ya yönelik eylemler gerçekleştirmeye başlayan Carlos, 25 yıllık bir kovalamacanın ardından 1994 yılında Fransız ve Sudan istihbarat örgütlerinin ortaklaşa düzenledikleri bir operasyonla yakalandı. Fransız mahkemeleri tarafından 3 yıl yargılanan Carlos, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
anadoluhaber

Çakal'ın avukatları Gönüldaş Carlos'u Anlattı
Çakal Carlos'un Türkiye'de dört avukatı olduğunu biliyor muydunuz? Hasan Ölçer ve Güven Yılmaz, her cumartesi yaptıkları telefon görüşmelerini ve 'Gönüldaş Carlos'u anlattı.

13 ubat 2011
Anadolu Haber

Öyle bir isim ki, artık ‘Çakal’ dediğinizde, Carlos’u peşinden geliyor. Ilich Ramirez Sanchez kimine göre efsanevi bir devrimci, kimine göre terörizmin kitabını yazan adam.
İlk anda şaşırtıcı geliyor. Fransa’da Poissy Cezaevi’nde müebbet hapis cezasını çeken Çakal Carlos her cumartesi, bahçedeki telefon kulübesinden Türkiye’yi, buradaki dört avukatından birini arıyor. O hafta dünya gündeminde ne varsa o konuşuluyor, bazen sorular yanıtlanıyor. Hiçbir şey olmazsa ‘Fransa’da Çingene hakları’ gibi bir başlığı kendi seçip anlatıyor. Öyle bir hafıza ki Mısır’ı anlatmaya başladığında firavunlara uzanıyor, 1500’lerdeki hadiseyi günüyle ayıyla söylüyor.

Bu dört avukatın kendisini cezaevinde ziyaret etmişliği de var. “Ecevit’i çok severdim, F tipine alet olmasaydı” diye yorum da yapıyor, Venezüella’nın başkenti Caracas’ın ‘kara kaş’tan geldiği efsanesini anlatıyor. Laz fıkralarının tercüme edilmişliği bile var.
Hâlâ süren davaları var Çakal Carlos’un. Bir avukatıyla zaten evlendi ama dünya üzerindeki gönüllü avukatlarının sayısı bilinmiyor. Geçen hafta duruşmaya giderken yaşadığı kötü muameleyi avukatları Hasan Ölçer ve Güven Yılmaz kamuoyuna duyurdu. Taksim’de bunun için bir eylem de yapıldı. Kendileri şu an cezaevinde olan İBDA-C’nin lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun da avukatları.
Bu, Çakal Carlos’un ‘Gönüldaş Carlos’a dönüşme hikâyesi biraz da… Onlara göre zaten hep öyleydi.

Nasıl Çakal Carlos’un avukatı oldunuz?
Hasan Ölçer: Fazıl Durgun, Carlos’la daha önce görüşmeler yapmış, mülakatlarında Carlos’un ismini andığı bir gazeteci arkadaşımız; aynı zamanda müvekkilimiz. Onun vasıtasıyla oldu.
Güven Yılmaz: Biz aynı zamanda Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarıyız. Kendisinin de Carlos’la ilişki kurulması yönünde bir arzusu vardı. Carlos’un Türkiye’yi iyi takip ettiğini biliyorduk zaten.
Hasan Ö.: Diğer iki avukat da bizim çevremizdendir zaten. İlk kez 2005’te Carlos’u ziyarete de gittik. Ben daha sonra iki-kez daha gittim. Önce mektuplaşmaya başladık, 2007’den sonra da telefonlaşmalar başladı. 2008’den sonra sadece avukatlarla görüşmeye izin verdiler zaten.

Carlos’un Türkiye’de avukatı olmasının ona ne faydası var? Sonuçta mahkemede savunma gibi bir durumunuz olmadı...
Hasan Ö.: Yok, mahkemede savunmadık, ama bu hadisedeki gibi, avukatı olmamız, yaşadığı kötü muamelenin kamuoyuyla paylaşılması şansını doğurdu. ‘Söz Çakal Carlos’ta’ gibi yayınların haklarıyla ulaşıyoruz. Ayrıca değişik ülkelerde takibatlar da söz konusu olabilir ileride.

Ama ticari bir ilişki yok aranızda. Güven Y.: Kesinlikle… Avukatları arasında eşinden sonra en periyodik görüşmeyi biz yapıyor olabiliriz. Eminim, şu hadise Fransa’da duyulmamıştır.

70’lerde, 80’lerde sizin için nasıl bir figürdü? Hasan Ö.: Ben 50 yaşındayım, Güven Bey 46. Bizim gençliğimizde Carlos ulaşılamaz, efsane bir adamdı. Yeni yetişen gençlik pek tanımıyor olabilir ama özellikle Filistin davasında çok ciddi eylemleri olduğu için Türkiye’de hep sempatiyle izlenen bir şahıs oldu. Tabii ki onun avukatlığını yapmak gurur verici bir hadise.

Eşinize dostunuza anlatır mısınız?
Hasan Ö.: Yakın çevremiz zaten bilir. Bazı çevrelerde hiç anlam ifade etmeyebilir, bazı çevrelerde büyük teveccüh gösterilebilir. Ama bilenin gözünde, avukat olarak bizim için prestijli bir durum olduğunu söyleyebilirim.
Güven Y.: Gençliğimizden beri anti emperyalist, antisiyonist bir tavır takındığımızdan bizim için bir idol. İslami bir kökenden geliyor olsak da Che Guevara da idol bizim için. Şimdi cumartesileri aradığında kalabalık bir yerdeysek ben izin isteyip kalkıyorum. Bilen arkadaşlar çok normal bir şekilde “Carlos’la konuşacak” diyor. Şaşıran, “Kim, Roberto Carlos mu” diyen çıkıyor. Cumartesileri Carlos’a göre ayarlıyorum. Her fikrine katılmasanız bile bence dinlenmesi gereken çok önemli bir insan.

Yapılan eylemde pankartlarda ‘Gönüldaş Carlos’ yazıyordu. ‘Çakal’ artık ‘gönüldaş’ mı oldu? ‘Çakal’ demek istemiyorsunuz galiba.
Güven Y.: Yok, biz ‘Çakal’ diyemiyoruz. Ama insanlara bahsederken, tanıştırırken, akla Roberto Carlos gelmesin diye Çakal Carlos diyoruz. Artık dünyada üzerine oturmuş, bunu çıkarması da zor.

Bu mutat görüşmelerinizin dökümü her hafta Baran dergisinde yer alıyor. Onun dışında da kendisiyle ilgili haberler, yapılıyorsa söyleşiler daha çok İslami basında yer alıyor. Çakal Carlos, küresel bir devrimci figürüyken, özellikle son yıllarda sadece İslami cenahın idolü mü oldu?
Güven Y.: Aslında hep İslami idoldü. 1975’te Müslüman oldu. Basınla ilgili söylediğiniz kısmına katılmıyorum. İslamcı dediğiniz basında bir tane Carlos haberi göremezsiniz bugün. Nereden baktığınıza bağlı, o camianın gözünde Carlos teröristtir. Sol kesimin neden çok yanaşmadığını bilmiyorum. Ama bu son olayda İnsan Hakları Derneği’ni de, Çağdaş Hukukçular’ı da aradık. Fiili olarak eylemde bulunmasalar da, anında cevap verip açıklamanın altına imza attılar. Carlos, Marksist bir gelenekten geliyor, bu tartışılamaz. KGB’nin içinde yetiştiğini açıkça söylüyor. ‘Nasıl Marksist anlayıştan gelen biri böyle olabilir’ fikri şu an Türkiye’de Müslümanlar arasında çok oturmadı. Önemli olan fikirdir. Bırakın halkı, aydın Müslümanım diyenlerin yüzde 70’i Carlos’un Müslüman olduğunu, davasını bilmez.
Hasan Ö.: Geçen gün bir avukat arkadaşım “Carlos Müslümanmış. Peki bizim anladığımız anlamda Müslüman mı?” diye sordu. Dini vecibelerini yerine getiriyor mu diye merak ediyor. Kardeşim, namaz kılıyor da olabilir, kılmayabilir de. Oruç tutar ya da tutmaz. Amerika’nın kucağına oturmuş, beş vakit namaz kılan insanlar var. Bizim insanlara bakış kriterimiz bu değildir.

Kaldı ki, galiba içki içiyor. Oruç tutmuyor ama sahurdan iftara kadar puroya ara veriyormuş.
Hasan Ö.: Şeker hastası olduğu için tutamıyor. Oruç tutamayan birinin böyle yapması muhteşem bir yaklaşım bence.
Carlos, Müslüman olmasaydı yine avukatlığını yapmaya gönüllü olur muydunuz?
Hasan Ö.: Gayet tabii. Carlos’un Müslüman olduğu son 5-10 senedir biliniyor. Bizim için efsane olması Müslümanlığından kaynaklanmıyor yani.
Güven Y.: Che Guevara yaşasaydı, “Ben size vekâlet veriyorum” deseydi, o da bizim için şeref olurdu.

Bu son ‘Carlos’ filmini izlediniz mi?
Güven Y.: Evet, ama kendisi filmi hiç tasvip etmiyor. Hatta Fransa’da gösterilmemesi için uğraşmıştı. Her erkekte olduğundan biraz daha fazla güzelliğe karşı bir sevgisi var. Yanlış anlamayın, şehevi bir anlamda değil. Konuşurken “Türkiye’nin kadınları çok güzel” de demiştir. Ama bu onun kılığında, kıyafetinde de olan, güzelliğe karşı ilgisinden kaynaklanıyor. “Beni çok şehvet düşkünü göstermişler. Müslüman olmayan devrimciler karşısında küçük düşürecek bir pozisyon değil, böyle yaparak Müslüman halkların gözünde beni küçük düşürmeye çalışıyorlar” demişti zaten.


Kulağa üç kez Obama...
Son görüşmede Carlos, 1 Şubat’ta ifade vermeye götürülürken uğradığı muameleyi anlatmış. Çırılçıplak soyulduğundan, sıkı kelepçelerinden, Cumhuriyet Muhafızları’nın düşmanca tavırlarından söz etmiş:
“Bir yandan vururken bir yandan kafasını iyice yaklaştırarak çok alçak bir sesle ve üç defa şunu fısıldadı: ‘Obama, Obama, Obama!’ Bir kişiye yaşadıklarını söyletmek istiyorsanız, onu psikolojik olarak buna hazırlarsınız, şok etmeye ve maneviyatını bozmaya çalışıp kafasını allak bullak edersiniz; psikolojik savaş icabı böyle yapmak zorundasınız. Bu bakımdan, ‘Obama, Obama, Obama!’ değil de, ‘Castro, Castro, Castro!’ yahut ‘Chavez, Chavez, Chavez!’ de diyebilirlerdi. Hatta, ‘ça, ça, ça!’ veya ‘rumba, rumba, rumba!’ demeleri de mümkündü. Bu, amacı dolayısıyla, hiç de saçma sapan bir iş değildir. Amacı göz önünde tutulmazsa, tek başına ‘Obama” muhabbeti tam anlamıyla saçmalık tabii.’


Çakal Carlos kimdir?
1949 Venezüella’da doğdu. Babası, çocuklarına Lenin, Vladimir ve İlich isimlerini veren Leninist bir avukattı.
1968 Ailesi Sorbonne’da okumasını isterken o Moskova’yı tercih etti.
1970 Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gönüllüsü oldu, Ürdün’de eğitim aldı. Bu tarihten sonra Yahudi işadamlarına düzenlenen suikastlarda, İsrail’le ilişkisi olan birçok banka, dernek, gazete ve elçiliğin bombalanmasında aktif rol üstlendi.
1975 Altı kişilik bir ekiple Viyana’daki OPEC toplantısında, aralarında 10 petrol bakanının da bulunduğu 60 kişiyi rehin alarak Cezayir’e kaçırdı. Aynı yıl Müslüman olarak ismini Salim Muhammed olarak değiştirdi. Suriyeli, Lübnanlı ve Alman militanlardan oluşan kendi silahlı mücadele örgütünü kurdu. Yakalanana dek Avrupa ve Ortadoğu’da mekik dokuyarak onlarca eyleme imza attı.
1994 Sudan’da yakalandı. Ömür boyu hapse mahkûm edildi.
2001 Avukatı Isabelle Coutant-Peyre ile üçüncü evliliğini yaptı.
2003 ‘Devrimci İslam’ adlı kitabı çıktı.


Radikal
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com