EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kanuni Sultan Süleyman Han

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Oca 09, 2011 9:30 pm    Mesaj konusu: Kanuni Sultan Süleyman Han Alıntıyla Cevap Gönder

Kanuni Sultan Süleyman (1495 - 1566)



Kanûnî Sultan Süleyman 27 Nisan 1495 Pazartesi günü Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Hafsa Hatun Osmanlı ya da Çerkezdir. Kanûnî Sultan Süleyman yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallıydı.

Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun'dan (Yavuz Sultan Selim'in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul'a, dedesi Sultan İkinci Bayezid'in yanına gönderildi. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.

15 yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliğine tayin edildi (1509). Yavuz Sultan Selim'in 1512 de tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul'da kalarak babasına vekalet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.

Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. İş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Zigetvar kuşatmasını idare ederken, 7 Eylül 1566 yılında 71 yaşında vefat etti.

Kendisine "Kanûnî" denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman adaleti seven bir padişahtı. Mısır'dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır. Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, "Arslan öldü, yerine kuzu geçti" diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.

İÇ İSYANLAR
Kanûnî Sultan Süleyman, padişahlığının ilk yıllarında bazı iç isyanlarla uğraştı. Mısır'ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim'in Şam Valisi olarak atadığı Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı isyan bunlardan ilkidir. Amacı Memlük devletini yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli, 1521 yılının Ocak ayında Dulkadiroğullarından Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratılarak yakalandı ve idam edildi. Kanûnî Sultan Süleyman, sonraki yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safevilerin desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun (1527) isyanlarıyla uğraştı. Çıkan tüm bu isyanlar Osmanlı kuvvetleri tarafından başarıyla bastırıldı.

BELGRAD'IN FETHİ
Kanûnî Sultan Süleyman tahta çıktığında Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen İmparatorluğu (Almanya) idi. Almanya İmparatoru Şarlken Macaristan'a hakim olmak için Macar kralı ile yakın akrabalık ilişkileri kurmuştu. Macar Kralı İkinci Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu. Fatih Sultan Mehmed, Avrupa'da düzenlediği seferlerde Sırbistan'ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan'ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda İstanbul'a gönderilen bazı Belgradlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi. Belgrad'ın fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk fethidir. Belgrad, bundan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya açılan en büyük kapısı oldu. Bu sebeple Belgrad'a "Darü'l-cihad" denildi.

ŞARLKEN ve AVRUPA
Alman İmparatoru Şarlken'in amacı tüm Avrupa'da hakimiyet sağlamaktı. Şarlken, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva'yı esir aldı. Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî'ye bir mektup yazarak yardım istedi. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis'e giderek Şarlken'in donanmasını yendi. Hem Fransa'yı hem de Fransuva'yı kurtardı.

MOHAÇ SAVAŞI
Şarlken'in büyük bir tehlike olmaya başladığını gören Kanûnî Sultan Süleyman, Fransuva'nın da ısrarı üzerine Şarlken'e karşı savaş açmaya karar verdi. Osmanlı ordusu Tuna nehrini geçerek Macaristan'a girdi. 29 Ağustos 1526'da Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaşta Macar ordusu iki saatte dağıldı. Mohaç Savaşı parlak ve şanlı bir zaferle neticelendi. Budin (Budapeşte) alındı. Macaristan, Osmanlı Devletine bağlı bir krallık haline geldi ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.

VİYANA KUŞATMASI
Macaristan'ın Türkler tarafından fethi Avusturya ile Türkleri karşı karşıya getirdi. Mohaç Savaşı'ndan sonra Macaristan bir tampon bölge haline gelmişti. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemiyordu. Ferdinand, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımadı ve Budin'e girdi. Karşı sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Budin'i geri aldı. Savaşmayı göze alamayan Ferdinand ve Şarlken Avusturya'nın başkenti Viyana'ya kaçtılar ve Viyana kuşatıldı (26 Eylül 1529). Kış mevsimi yaklaştığı için 16 Ekim günü kuşatma kaldırıldı. Osmanlı Devleti, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmiş ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemiştir. Macaristan üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Ferdinand, Kanûnî'ye bir elçi göndererek Macaristan'ın kendisine verilmesini istedi. Buna karşılık vergi vermeyi kabul ediyordu. Bu talebi karşısında olumsuz cevap alan Ferdinand Budin'i kuşattı.

MACARİSTAN SEFERLERİ
Kanûnî Sultan Süleyman, bunun üzerine Almanya seferine çıktı. Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı kuvvetleri, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da bir çok kasaba, şehir ve kale fethedildi. Avusturya, yapılan bu savaşlar sonunda harap ve bitkin bir hale geldi. Bunun üzerine Ferdinand barış istedi. İmzalanan İstanbul Antlaşması ile Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabaları sonuçsuz kaldı (22 Temmuz 1533). Ferdinand'ın Macaristan üzerinde ki emellerinden vazgeçmeye niyeti yoktu. Jan Zapolya ölmüş, yerine oğlu Sigismund geçmişti. Bundan istifade eden Ferdinand Budin'i kuşattı. Bunun üzerine 1540 yılında Kanûnî tekrardan Macaristan seferine çıktı ve çok güçlü bir orduyla birlikte Budin'e girdi. Sigismund'u Erdel Beyliği'ne atadı ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirdi. Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı. Avusturya'nın elinde sadece kuzey Macaristan kaldı. Kanûnî döneminin önemli siyasi olaylarından olan Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanûnî'nin ölümüne kadar devam etti.

ZİGETVAR KALESİ
Anadolu'daki iç isyanlarla ve Doğu'da İran Devleti ile uğraşan Kanûnî Sultan Süleyman, 1566'da son seferine yine Macaristan üzerine çıktı. Zigetvar kalesi kuşatıldı, ancak kuşatma devam ederken Kanûnî Sultan Süleyman vefat etti. Osmanlı Devletini zaferden zafere taşıyan Kanûnî Sultan Süleyman'ın ölüm haberine rağmen kale fethedildi (7 Eylül 1566).

KAPİTÜLASYONLAR
İlk defa 1352 yılında Cenevizlilere verilen Kapitülasyonlar, darülharb kabul edilen yabancı ülke tüccarına Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkı veriyordu. Ancak Osmanlı Devleti ticaret imtiyazlarını siyasi ve diplomatik menfaatleri çerçevesinde kullanarak ittifak yapacağı devletlere vermişti. 1535 yılında Fransa ile dostluk havası içerisinde iken Fransızların hazırladığı Kapitülasyon taslağı Osmanlı padişahınca tasdik edilmemişti. Bu taslağa göre eşit şartlar ve mütekabiliyet esası getiriliyordu. Halbuki Osmanlı Devleti padişahın tek taraflı yemini "Ahdi" ile verildiğinden Ahidname diye adlandırılmıştı ve her padişah değiştiğinde yenilenmesi gerekiyordu. İlk Fransız Kapitülasyonu, Kıbrıs seferi öncesinde 1569 yılında verildi. Katolik dünyasına ve Papa ambargosuna karşı ittifak sağlamak için Protestan olan İngiltere'ye 1580'de, Hollanda'ya 1612'de Kapitülasyonlar verildi.

Kapitülasyonlarda ticaret yapma hakkının yanı sıra, tüccarın hakları, gümrük vergileri, mahkeme usülleri, yol izinleri, emniyetlerine dair hususlar detaylı olarak belirtildi. Osmanlı devleti zayıfladıkça Kapitülasyon verilen devletlerde giderek çoğaldı ve bunu bir baskı aracı haline getirdiler. Birinci Dünya Savaşı'nın ilanı ile birlikte 1914 yılında tüm protestolara rağmen Kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştır.

OSMANLI ve SAFEVİLER
Kanûnî Sultan Süleyman Avrupa'da başarılar kazanırken, Anadolu'da iç isyanlar baş göstermiş, İran'da ise yıkılan Akkoyunlu devletinin yerine kurulan Safevi Devleti, doğuda Osmanlı İmparatorluğu için ciddi tehlike olmaya devam etmişti. Kanûnî Sultan Süleyman, Avrupa'da İstanbul Antlaşmasıyla geçici de olsa barışı sağladıktan sonra, İran üzerine ilk seferine çıktı. Safevi Devletinin izlediği düşmanca politikalar ve Anadolu'da yaşayan Şiileri kışkırtmaları bu seferin düzenlenmesine neden oldu. Tebriz, Azerbaycan ve Hamedan istila edildi. Irakeyn seferiyle de Bağdat alındı(1534).

Kanûnî'nin Avusturya'ya sefer düzenlemesinden yararlanmak isteyen Safevi Şahı Tahmasb, kardeşinin Osmanlılara sığınmasını da bahane ederek, Tebriz, Nahçıvan ve Van'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Kanûnî Sultan Süleyman ikinci defa İran seferine karar verdi. Çıkılan İran Seferinden Van ve Tebriz geri alınarak dönüldü (1548). Safeviler 1553 tekrar saldırıya geçtiler. Doğu Anadolu'da ilerleyen düşman kuvvetleri Muş'a kadar gelip Erzurum'u kuşattılar. Kanûnî Sultan Süleyman üçüncü İran seferine çıktı. Revan, Nahçıvan ve Karabağ alındı. Zor duruma düşen Şah Tahmasb'ın isteği üzerine barış yapıldı ve Amasya Antlaşması imzalandı(1555).

Bu antlaşmayla, Yavuz döneminden beri süren İran sorunu çözüme kavuştu. Doğu Anadolu, Tebriz ve Bağdat Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Amasya Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu ve İran arasındaki ilk resmi antlaşmadır. Ayrıca İslam dünyasında yapılan ilk din barışı özelliği de taşımaktadır.

RODOS'UN FETHİ
Avrupalılar Akdeniz'deki Rodos, Kıbrıs, Girit, Malta gibi adalara hakim olmuşlar, açık denizlerde keşifler yapmışlar ve denizlerde güçlerini arttırmışlardı. Kanûnî döneminde denizciliğe önem verildi ve büyük başarılar elde edildi. Kanûnî döneminde Rodos adası, Sen Jan şövalyelerinin elindeydi. Şövalyeler korsanlık yapıyor, Türk donanmasına zarar veriyorlardı. 1522 yılında düzenlenen seferle Rodos fethedildi.

CEZAYİR'İN OSMANLIYA KATILIŞI
Cezayir 1516'da Baba Oruç ve kardeşi Hızır Reis(Barbaros) tarafından İspanyollardan alınmıştı. 1518'de Barbaros, Cezayir'in hükümdarı olmuştu. Daha önce Yavuz bu iki denizcinin kendisinden yardım istemesi üzerine onlara iki kadırga ve levent vermişti. Kanûnî, Barbaros Hayreddin Paşa'yı İstanbul'a çağırdı ve Kaptan-ı Deryalığa getirdi(1533). Böylece, Cezayir Osmanlı topraklarına katıldı. Barbaros Ege denizinde Venediklilerin elinde bulunan adaları aldı.

PREVEZE DENİZ ZAFERİ
Osmanlıların Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hakim olmaları Avrupa'yı telaşlandırmıştı. Ayrıca devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik ve Cenevizlilerden başka Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemilerde bulunuyordu. Haçlı donanması 602, Osmanlı donanması ise sadece 122 parçaydı. Preveze körfezinde 27 Eylül 1538'de yapılan savaşta Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti. Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda Akdeniz bir Türk Gölü haline geldi.

TRABLUSGARB'IN ALINMASI
Şarlken, Trablusgarb'ı aldıktan sonra buraya Sen Jan Şövalyelerini yerleştirmişti. Barbaros'un Preveze Deniz Zaferini kazanması ve Venediklilerin Osmanlılarla barış imzalamaları Şarlken ve Papa'yı kızdırmıştı. Hazırlanan Haçlı donanması Cezayir'e saldırdı ancak Osmanlı donanması karşısında bozguna uğradı(1541). Barbaros'un yetiştirdiği Turgut Reis Trablusgarb'ı karadan ve denizden kuşatarak aldı. Ayrıca bu seferle Bingazi de Osmanlı ülkesine katıldı (1551).

CERBE SAVAŞI
Turgut Reis'in İspanyollar'ın elinde bulunan Cerbe adasını kuşatması üzerine Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması İspanyollara yardıma geldi. Yapılan Cerbe Deniz Savaşında büyük bir zafer kazanıldı. Cerbe Osmanlılara geçti (1559).

MALTA SEFERİ
Rodos'un fethinden sonra Malta'ya yerleştirilen Sen Jan şövalyeleri Osmanlı için bir tehlike oluşturuyordu. Trablus ve Cezayirin güvenliği için Malta'nın alınması gerekiyordu. Yapılan kuşatma sırasında Turgut Reis şehit oldu. Malta alınamadı(1565).

HİNT SEFERLERİ
Coğrafi keşiflerden sonra sömürge arayışları başlamış, Portekiz ve İspanya pek çok sömürge elde etmişlerdi. Portekizliler Kızıldeniz ve Hint ticaret yollarına hakim olmaya çalışıyorlardı. Ümit Burnunun bulunması, Osmanlıların baharat ticaretine de büyük darbe vurmuştu. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bu sebeplerden ötürü, dört kez Hint deniz seferi düzenlendi. Ancak Osmanlı donanmasının okyanus şartlarına uygun olmaması yüzünden bu seferlerden hiçbirisinde tam başarı sağlanamadı. 1551 yılında düzenlenen İkinci Hint Seferinde Osmanlı donanmasının başında Piri Reis vardı. Türk Denizcilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Piri Reis, bu sefer sırasında Maskat'ı almış ve Portekiz donanmasını büyük bir bozguna uğratmıştı. Ancak, Portekizlilerin Basra Körfezini kapatacaklarını düşünerek, donanmayı Basra'da bırakıp ganimetlerle geri döndüğü için Piri Reis Mısır'da idam edilmiştir. Ancak yine de Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan'ın bazı kısımları Osmanlı topraklarına katıldı. Arap yarımadası tamamen Osmanlı denetimine girdi. Kızıldeniz yabancı güçlere kapatılarak Osmanlı egemenliği sağlandı.

İMAR ÇALIŞMALARI (MİMARİ)
Kanûnî Sultan Süleyman 46 yıl saltanatta kaldı. Babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 km kareye çıkardı. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde imar faaliyetleri devam etti ve ilk iş olarak babası Yavuz Sultan Selim tarafından temelleri atılan İstanbul Sultan Selim Camii'ni tamamladı. Bunun dışında yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır; Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi, Afyon Sincanlı Sinan Paşa Camii, Bozöyük Kasım Paşa Camii.

MİMAR SİNAN
Osmanlı imparatorluğunun en parlak devrinin büyük mimarı ve dünya çapında bir sanatkar olan Mimar Sinan, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bir çok eserler verdi. Bunlardan en önemlileri şunlardır; Halep Hüsrev Paşa Camii, İstanbul Haseki Külliyesi, İstanbul Şehzade Camii ve Medresesi, Üsküdar Mihrimah Camii, İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi, Silivri Kapı İbrahim Paşa Camii, İstanbul Rüstem Paşa Camii, İstanbul Sinan Paşa Camii, Topkapı Kara Ahmet Paşa Camii ve Külliyesi, Fındıklı Molla Çelebi Camii, Babaeski Semiz Ali Paşa Camii, Büyükçekmece Kanûnî Sultan Süleyman Külliyesi ve Köprüsü, Süleymaniye Tekkesi. Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur: "Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sihhat gibi. Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır, Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi".
Kaynak: http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=416

BATI 'MUHTEŞEM' DEDİ BİZ 'KANUNİ' DEDİK
09 Ocak 2011

46 yıllık saltanatı süresince Osmanlı sınırlarını iki katı genişleten, Doğu'dan Batı'ya pek çok sefer düzenleyen ve ömrü Zigetvar Kalesi'ni fethettiği esnada son bulan 'Muhteşem Süleyman' gerçekte nasıl biriydi?

Konunun uzmanları, 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinde anlatılanların gerçekleri çarpıttığını söylüyor. Çok merak edilen soruları uzmanlara sorduk. İşte gerçek

'Muhteşem Süleyman'..

Kanuni'nin üç eşi vardı

'Kanuni' kitabının yazarı tarihçi Okay Tiryakioğlu: Osmanlı İmparatorluğu'nun 10. padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman, 27 Nisan 1494'te Trabzon'da doğdu. Babası ondan önce İmparatorluğu yöneten Yavuz Sultan Selim, dedesi ise II. Bayezid. Şair, sanatkar ve aynı zamanda alim bir şahsiyet olarak bilinen Kanuni, bir yandan devletin halk arasında en muteber nesne olduğunu söylerken, diğer taraftan da hiçbir devletin insan sağlığı kadar önemli olamayacağını vurgulamıştır. Onun sergilediği bu anlayış, Osmanlı devlet idaresinin de ipuçlarını verir. Batılılar, babası Yavuz Sultan Selim ölünce "Arslan öldü yerine kuzu geldi" demişlerdir. Oysa Kanuni, Belgrad'a dayandığında hepsi şaşkınlığa uğramıştı. O günlerde Avrupa ilk kez siyasi birliğini kazanmıştı ki, bu defa Kanuni karşılarına dikilmişti. Kanuni ima edildiği gibi onlarca kadınla birlikte olmadı. Sadece üç eşi ve toplam 13 çocuğu vardı.

Osmanlı sınırlarını iki katına çıkardı



'Osmanlı'nın Kayıp Atlası' kitabının yazarı tarihçi Mustafa Armağan: Ekim 1520 ile 6 Eylül 1566 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nu yöneten Kanuni, babasından aldığı 6.5 milyon kilometrekarelik ülke sınırını, 46 yıllık padişahlığında iki katına çıkardı. Belgrat, Rodos, Mohaç, Bağdat, Tebriz, Boğdan, Preveze, Macaristan ve Zigetvar'ın tamamını alan Kanuni, Estergon ve Safevi topraklarının da bir kısmını imparatorluk topraklarına katarak sınırları toplamda 14.8 milyon kilometrekareye ulaştırdı.

Batı 'Muhteşem' dedi biz 'Kanuni' dedik

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları (İSAM) Vakfı Başkanı, İslam Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın: Osmanlı Devleti, İslam hukukunu uygulayan bir devletti. Osmanlı, devlet başkanına da bu anlamda yetkiler verdi. İslam hukukunda her alan ayrıntılı biçimde düzenlenmediği için padişahlar önce ferman sonra da kanunla bunları düzenlemek istedi. İşte Sultan Süleyman'ın en büyük özelliği bu dönemde Osmanlı'yı bir 'kanun devleti' haline getirmiş olmasıdır. Özellikle ceza ve arazi düzenlemelerinde tüm dünyada ses getiren ciddi kanunlar çıkarmıştır. Askeri alanda yaptığı çalışmalar ve devlet adamlığındaki başarıları nedeniyle Batı, ona 'Muhteşem Süleyman' dedi; bizler ise 'Kanuni' sıfatını vermekle yetindik.

İmanı kuvvetliydi ibadete düşkündü

'Bilinmeyen Osmanlı' kitabının yazarı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz: Kanuni Sultan Süleyman tarih, edebiyat ve dini bilgilerin yanında askeri alanda da yoğun bir eğitim dönemi geçirdi. Şebinkarahisar, Kefe ve Manisa'da valilik yaptı. Kanuni'yi, Venedik elçisi Bartelemeo Contari şöyle tanımlıyor: "Çalışmaya düşkün; bütün insanlar onun hükümdarlığında iyilik ümit ediyor." İmanı kuvvetli bir alimdi. Divan Edebiyatı'nın en fazla gazel yazan şairi rekoru hâlâ Kanuni'de. Ondan bize 2 bin 779 adet gazel ulaştı. Çok az uyuyan, geceleri ibadetle geçiren, gündüzleri meydanlarda olan bir padişah... Ölümü de savaş meydanında olmuştur.

Bilim ve sanat onun döneminde zirve yaptı

'Kayıtdışı Tarihimiz' kitabının yazarı tarihçi-yazar Yavuz Bahadıroğlu: Onun döneminde ülke sınırları öyle bir noktaya ulaştı ki, Osmanlı İmparatorluğu dünyada 20 milyon kilometrekareye dolaylı olarak hükmeder hale geldi. Tahttaki henüz birinci yılında sefere çıkmaya başladı, ömrü de bir fetih sırasında son buldu. Osmanlı'yı Osmanlı yapan seçkin isimlerin çoğu onun döneminde yetişti: Piri Mehmed Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Kemalpaşazade, Ebussuud Efendi, Barbaros Hayrettin, Nişancızade Mustafa, Mimar Sinan, Karahisari, Matrakçı Nasuh, Behram Ağa, Fuzuli, Baki...
Star/Bugün

Kanunî Nuh'un gemisini aramış mıydı?
Mustafa ARMAĞAN
23 Ocak 2011

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir görüşmemizde imkân bulabilseydi "Stratejik Derinlik"ten sonra bir de "Tarihî Derinlik" kitabı yazmak istediğini söylemişti.

Sayın Davutoğlu eminim yazacağı kitapta Kanuni Sultan Süleyman'dan da sık sık bahsedecektir. Mesela kendi Sadrazamı ve damadı Lütfi Paşa, Kanuni'nin "Uçar bir kadırgası vardı ki", der, "Nuh'un gemisinden idi tahtası". Bu, Osmanlı'daki "tarihî derinliğin" Kanuni'nin dünyasına yansıması değil midir?

Yorulmak bilmeyen o ateşîn ruhun nasıl yatak odasından çıkmayan bir sefihe dönüştürüldüğünü görüyoruz. Necip Fazıl'ın deyişiyle, insanın maymundan geldiğini bir türlü ispatlayamadılar ama bir filden nasıl fare çıkabileceğini mahut diziyle görmüş olduk.

Bugün Kanuni'nin sadece bir tek seferinden bile ne cevherler edinilebileceğini göstereceğim.

Genç Süleyman 25 yaşında tahta çıktığında kendine iki hedef koymuştu. Büyük dedesi Fatih, sadece 2 seferinden eli boş dönmüştü: Belgrad (1456) ve Rodos (1480) seferleri. Onun başaramadıklarını başarmak için yola çıkacak ve ilk amacına tahta oturduğu yıl ulaşacaktı.

1522 yılının Haziran'ında görkemli bir donanma Rodos'a çıkarma yaparken, kendisi karadan Marmaris'e ilerleyecek ve Ramazan'ın 4'ünde oruç ağız adaya ayak basacaktı. İlginçtir, "Şeytan Kulesi"yle meşhur adaya padişahı "Yeşil Melek" adlı bir gemi götürüyordu.

Peki kimdi düşman? Selahaddin-i Eyyubi Kudüs'ü geri alınca Kıbrıs'a kaçan iki Hıristiyan askerî tarikatı vardı. Bunlardan birisi, Tapınak (Templar) Şövalyeleri tarikatıydı, diğeri Hospitaller ya da St. John Şövalyeleri tarikatı. Kurulma amaçları, Kudüs'ü yeniden fethetmekti.

Hospitaller Şövalyeleri Kudüs'ten kaçınca önce Kıbrıs'ta mekân tutmuşlar, 1309 yılında ise Rodos'a egemen olmuşlardı. Hatta bir ara İzmir'i de ele geçirmişlerdi. Onları İzmir'den söküp atmak, o sırada Anadolu'da bulunan Timur'a nasip olacaktı.

1312'de Tapınak Şövalyeleri tarikatı Papalık tarafından yasaklandı, malı mülkü de Rodoslu kardeşlerine kaldı. Böylece Kanuni'nin 2. seferini düzenlediği Rodos adası, yeraltına çekilen Tapınakçıların da sığınaklarından biriydi. İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman, İspanyol, Portekizli seçkin savaşçılar Akdeniz'de korsanlık yapıyor, rehineler alıyor, ticarete giriyor, ciddi bir para trafiğini yönlendiriyor, hatta bankerlik yapıyorlardı.

Nitekim Cem Sultan da vaktiyle onlara elini verip kolunu kaptıranlardan olmuştu. Kendisini Selanik'e çıkarmaları için anlaşmışlardı ama onlar götürüp Fransa Kralı'na, ardından Papa'ya kiralamışlar, bir yandan da kardeşi Sultan Bayezid'den her yıl yüklü bir meblağ koparmışlardı.

Bu sırada Bizans'tan Topkapı Sarayı'na intikal eden ve Hz. Yahya'nın eli olduğuna inanılan bir kemiği de istemişler, Bayezid de vermek zorunda kalmıştı. Ne var ki, Kanuni bunu unutmamış, dedesinin verdiği "emaneti", şövalyelerin komutanıyla pazarlık yaparken istemişse de alamamıştı. Bugün Topkapı Sarayı'nda bulunan bu el, muhtemelen Rodos'tan Kıbrıs'a gitmiş, III. Murad zamanında orada bir kilisede bulunmuş, bir asırlık aradan sonra yeniden İstanbul'a getirilmişti. (Macarlar, Mohaç'ın kaybedildiği 29 Ağustos günü için takvime baktıklarında o günün Hz. Yahya'nın başının kesildiği gün olduğunu dehşetle görmüşlerdi!)

Kanuni genç yaşında kral atayacak kadar güçlü bir hükümdardı. Minyatürde Macar Kralı tacını Kanuni'ye teslim ediyor.

Kanuni Rodos'u almak için tam 6 ay uğraşmıştı, gerekirse kışı da bu Akdeniz adasında geçirmeye hazırdı. Binlerce şehit verilmişti, daha da verilebilirdi. Akdeniz'in ortasındaki bu fesat yuvası ne pahasına olursa olsun temizlenmeliydi. Yalnız fesat yuvası mı? Aynı zamanda büyücülük, gizli ilimler ve Papa'nın bile tahammül edemediği kimi sapkın inançlar da yaşıyordu orada. Bir kaynakta şehrin surlarına konulan aynalardan bahsedilir. Bunlar neyin nesiydi? Öte yandan şövalyelerin başındaki Villiers de L'Isle-Adam'ın unvanı, Üstad-ı Azam'dı, yani Büyük Usta. Bu, Masonların 33 dereceli Üstadlarına verdikleri unvanın aynısıydı.

Gerçi Masonlukla bağlarını inkâr edegelmişlerdi. Zaten Fransız devriminden önce bildiğimiz manada serbest Masonluk (Farmasonluk) da yoktu. Tarikat mensupları arasında Masonik ritüel ve idealler bir sır gibi gizleniyordu. Nitekim Rodos'tan kovulup da Malta'ya gittiklerinde orada Masonluğu kuranlar da Kanuni'nin yendiği şövalyeler olmamış mıydı?

6 aylık bir kuşatmadan sonra Kanuni'den kurtuluş olmadığını anlayan Şövalyeler teslim olmaya karar verdi. 20 Aralık'ta anlaşma imzalandı. 1.500 kadar Müslüman esir serbest bırakılacak, buna mukabil şövalyeler eşya ve silahlarını yanlarına alarak 10-12 gün içinde adayı terk edecekler, halktan isteyenler kalacak, kimsenin dinine karışılmayacaktı vs.

L'Isle-Adam anlaşmayı imzaladıktan sonra Kanuni'yi ziyaret etmek istedi. Ancak o sırada Divan-ı Hümayun toplanmıştı, kapının önünde yağmur altında bir hayli bekledi, ıslandı. Toplantı bittikten sonra sırtına bir hilat giydirilerek ("gala" kelimesinin nasıl "hil'at"ten geldiğini bir gün anlatırım nasipse) huzura sokuldu. Avrupa tarihleri Üstad-ı Azam'ın, padişahın ayaklarına kapanmak istediğini yazar. 27 yaşındaki Kanuni, babası yaşındaki şövalyeyi kolundan tutarak ayağa kaldırmış ve elini öpmesine izin vermiş, yanındakilere de onu bu yaşında evinden barkından uzaklaştırdığı için "yüreğinin sızladığını" söylemiştir.

Rodos seferindeki ilginçliklere şununla son verelim: Hıristiyan St. John Şövalyeleri tam Noel günü (1 Ocak) adayı terk etmişler ve Müslümanlar da aynı gün şehre girmişlerdi. Nasıl girdikleri bence daha önemli. "Hıristiyanları bile kendilerine hayran bıraktıran bir sessizlik içinde" diyor Romanyalı tarihçi Jorga ve ekliyor: "Sanki savaşçı değil de en katı disiplin altında yetişmiş Fransisken keşişlerdi."

Nuh'un gemisinin peşinde olan Kanuni'nin tarihî derinliği üzerinde düşünmeye değmez mi sizce de?
Zaman

Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan'daki türbesi bulundu
10 Ara 2015



TİKA ve Macar bilim adamlarının işbirliği ile, 1566'da Zigetvar kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği türbe bulundu. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bunun “Arkeoloji dünyasında son dönemlerdeki büyük buluşlardan biri” olarak tanımladı.

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansının (TİKA) ve Macar bilim adamlarının çalışmaları sonucunda, 1566'da Zigetvar kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği yer bulundu.

Türbenin yerinin tespit edildiği, TİKA tarafından düzenlenen basın toplantısıyla duyuruldu. Basın toplantısında konuşan Türkiye'nin Budapeşte Büyükelçisi Şakir Fakılı, Macaristan Hükümeti'nin yanı sıra TİKA, Macar ve Türk bilim insanlarının projeye büyük destek verdiğini, elde edilen sonuçların Türk ve Macar halklarını birbirine daha da yaklaştıracağını söyledi.

TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Dr. Mahmut Çevik de yapılan araştırmalar neticesinde çok önemli bulgulara ulaşıldığını belirterek, "Muhteşem tarihimizin güçlü sultanı Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının defnedildiği türbeyi araştırma çalışmaları 2012'den beri devam ediyordu. Çok ciddi arşiv ve bilimsel araştırmalar neticesinde bugün önemli bulgulara ulaştık. Bu önemli bulguların elde edilmesi konusunda her türlü desteği veren Macar hükümeti ve bilim adamlarına müteşekkir olduğumuzu belirtmek istiyorum" dedi.

İlk ipucu Evliya Çelebi’den

Araştırmayı yürüten ekibin başındaki Peç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Norbert Pap, Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının gömülü olduğu yerin araştırılması konusunun 2010'da gündeme geldiğini ve bu kapsamda atılan adımlar neticesinde 2012'de TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam'ın destekleriyle anlaşmanın imzalandığını belirtti.

Araştırmalarda hem Türk hem de Macar kaynakların kullanıldığını söyleyen Pap, "1664 yılında Macaristan'ı ziyaret eden Evliya Çelebi bu alanda türbe, cami ve Osmanlı yerleşkesinin olduğunu belirtiyor. Aynı yıllarda bir Macar soylu bölgede yer alan eserleri resmetmiş. Biz bu iki bilgiyi baz alarak yaptığımız bilimsel çalışmalar neticesinde Zigetvar'da, Üzüm Tepesi adı verilen alanda Osmanlı dönemine ait yerleşkenin yanı sıra Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının defnedildiği alanı da tespit ettik" ifadelerini kullandı.

"Macaristan'da ilk Osmanlı yerleşkesi"

Araştırmaya Türkiye'den destek veren ODTÜ Mimarlık Tarihi Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Ali Uzay Peker ise Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının gömüldüğü türbenin nerede olduğu konusunda tartışmaların bulunduğunu ve Macar araştırmacıların başlattığı çalışmalara destek verdiklerini söyledi.

ODTÜ Mimarlık Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ali Uzay Peker
Evliya Çelebi'nin belirttiği yerde Kanuni'nin türbesinin tespit edildiğini belirten Peker, "Yapılan araştırmalar neticesinde Zigetvar şehrinde, Evliya Çelebi'nin, Kale-i Türbe adıyla bahsettiği alanda Kanuni türbesinin de yer aldığı Osmanlı-Türk yerleşkesi ortaya çıkarıldı. Kazıların devam ettiği alanda elde edilen ilk bilgilere göre cami kalıntıları bulundu. Çalışmalar ilerledikçe bölgede türbe ve caminin yanı sıra dergâh, imaret ve palanka dediğimiz kalenin dışında daha sonra oluşan bir Osmanlı kasabası niteliğindeki, içinde han ve hamamların da bulunduğu yapılar ortaya çıkarılacaktır" diye konuştu.
Kazı çalışmaları ile Macaristan'da ilk defa Osmanlı yerleşkesi ortaya çıkarıldığını ve bunun Türk-Macar ilişkilerine büyük katkı sağlayacağını belirten Peker, şunları kaydetti:
"Daha önceki araştırmalarda Osmanlı dönemine ait çeşitli eserler bulunmuştu ama ilk defa bir bütün olarak Osmanlı yerleşkesi ortaya çıkarıldı. Bu olay Türk-Macar ilişkileri açısından önemli bir gelişmedir. Bulunan kalıntılar yüzde 99 Kanuni'nin iç organlarının defnedildiği türbedir diyebiliriz. Nisan ayında devam edecek olan çalışmalar sonrasında tam olarak yerleşkeleri açıklayabileceğiz."
Kazılarda elde edilen bulguların Kanuni'nin türbesinin bulunduğunu desteklediğini belirten Peker, "Kazılarda ortaya çıkartılan altıgen formların 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinde ve camilerde yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz. Kazılarda bulunan altıgen formlar buranın sultani bir yapı olduğunu da kanıtlıyor. Cami ve türbe yan yana yapılmış. Yapılan ilk kazıda minarenin bulunamaması buranın türbe olduğunu gösteriyor. Bu aşamada Kanuni'nin türbesinin yerini bulduk diyebiliriz" ifadelerini kullandı.

Ölümü gizlendi
Zigetvar Kalesi’nin kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman'ın ölüm haberi askerler arasında moral bozukluğu yaratmaması için gizlendi. Cesedi bozulmasın diye iç organları çıkartılarak otağının bulunduğu yere gömüldü. Bedeni ise muhasaradan sonra İstanbul’a getirilerek Süleymaniye Camii avlusundaki bugünkü yerine gömüldü.
Kanuni'nin ölümünden sonra tahta geçen 2. Selim, babasının iç organlarının gömülü olduğu yere türbe, etrafına da külliye yaptırdı. 150 yıl kadar kalan bu yapılar daha sonra Zigetvar Kalesi'ni işgal eden Habsburg askerleri tarafından yıkıldı. Daha sonra Macarlar tarafından bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek" ismi konuldu. Türbenin üzerine yapıldığı tahmin edilen kilisenin adına da Turbek Kilisesi denildi.
Kaynak: El cezire

Kanuni doğduğu kentte anıldı
27 Nisan 2011
Trabzon'da dünyaya gelen ve çocukluk yıllarını bu şehirde geçiren Kanuni Sultan Süleyman, doğumunun 516. yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anıldı.

Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı'nca düzenlenen etkinlikler kapsamında, Uzun Sokak'tan Ortahisar Mahallesi'ndeki Kanuni Evi önünde kadar 'Kanuni Yürüyüşü' yapıldı. Trabzon Belediyesi Mehter Takımı öncülüğündeki yürüyüşe Trabzon Valisi Recep Kızılcık, Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, Emniyet Müdürü Feridun Boz, Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ali Baki ile temsili Kanuni Sultan Süleyman, diğer yetkililer ve öğrenciler katıldı. Yürüyüş boyunca temsili Kanuni ve Mehter Takımı vatandaşların yoğun ilgisini çekti.

Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, Kanuni Evi önündeki törende yaptığı konuşmada, hukukun üstünlüğü, demokrasi, temel hak ve hürriyetler ile eşitliğin ön planda olduğu bir günümüz dünyasında Kanuni Sultan Süleyman'ı daha iyi anlaşılması gerektiğine dikkat çekti. Belediye Başkanı Gümrükçüoğlu ile Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı Başkanı Ali Baki ise konuşmalarında bir televizyonda Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatının anlatıldığı iddia edilen diziye tepki gösterdi.

Dizideki karakter ve konuların gerçeği yansıtmadığına vurgu yapan Vakıf Başkanı Baki, "Bu dizinin tamamen kurgudan ibaret olduğu ve tarihi gerçeklerle hiçbir ilgisinin bulunmadığına inanıyorum. Arabesk mantığı ile kaleme alınmış ve sahnelenmiştir. Verilmek istenen mesajda hiçbir muhteşemlik olmadığı gibi o tablodan da muhteşemliğe ait hiçbir sonuç çıkmaz." ifadelerini kullandı.
haber10

Kanuni Sultan Süleyman Han Döneminde Sivas'ın Bütçesi

Onuncu Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) döneminde Sivas vilayetimizin bütçesi 20 milyon altındı. Buna karşılık yine aynı dönemde Fransa Birleşik krallığı'nın bütçesi 4 milyon altın ve Birleşik İngiltere Krallığı'nın bütçesi 3,5 milyon altındı.
haber1001

FRANSIZ DONANMASININ REHİN ALINMASI

1553 yılında Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasında İstanbul antlaşması imzalanmıştı. Fransızlar Türk yardımına karşılık 300 bin altın tazminat ödemeyi kabul etmişlerdi. Ancak bu borçlarını ödeyinceye kadar, Fransız donanması, Osmanlıların elinde rehin olarak kalacaktı.

Kral İkinci Henri, antlaşmadan önce Kanunî Sultan Süleyman Hâna gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

“Şimdiki durumda, Fransa’nın hiçbir şeyi kalmamıştır. Padişah hazretlerinden başka hiçbir yerden de ümidi yoktur. Ancak bundan evvel de birçok defalar padişah hazretlerinin yardımları görülmüştür. Eğer biraz para ve mal yardımı yapılırsa, Fransa bundan ebediyyen minnettar kalacak ve Türk cömertliği bir defa daha dünyaya nam salacaktır. Bu yardım, cihan padişahı hazretleri için hiç derecesindedir...”

Pek çok Fransız tarihçisi, bu rehin anlaşmasını kendileri için küçük düşürücü bir olay sayarak, yazmaktan kaçınmışlardır.

Osmanli Hanedan Vakfi

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir



O Kudretli Osmanlı İmparatorluğunun 10. Padişahı Yavuz Sultan Selimin Oğlu Adaletin Padişahı Yoksulun Dostu Kafirin Korkulu Rüyası 46 Senelik Saltanatı Boyunca Akdenizi Bir Türk Gölü Haline Getirmiş Avrupaya Akıncılarıyla Birlikte Avrupanın Kalbine İnmiş Viyana Kapılarına Kadar Gelmiş Bu Sürede Sadece Ve 2 Sene Sarayında Kalmış Son Nefesini Bile At Üstüne Vermiştir..!

Osmanli Hanedan Vakfi

448 yıllık sır açığa çıktı
08.05.2014

Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının Macaristan'ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi'nin bahçesinde gömülü olduğunun tespit edildiğini söyledi.

Sempozyumun ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının nereye gömüldüğü konusunda net bilgilere ulaştıklarını söyledi. Yaklaşık 1.5 yıldır Balkanlardaki Türk eserlerinin değerlendirilmesi konusunda bir çalışma yürüttüklerini ifade eden Prof. Dr. İbrahimgil, şunları söyledi: "Balkanlardaki Türk eserlerinin değerlendirmesi üzerine bir çalışmamız var. Yaklaşık 1.5 yıldır Ankara’da Başbakanlık ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki belgeler inceleniyor. Bunlar yapılırken, hiç beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık. Belgelerin vakfiyeleri okunurken, Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının Zigetvar da defnedildiği yer olarak tespit ettik. Bunu Sokullu Paşa’nın vakfiyesinde belgelere dayanarak söyleyebiliriz. Macaristan'ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi'nin yanındaki hanikahta gömüldüğü tespit edildi. Ancak detaylı açıklama daha sonra üst resmi makamlardan gelecek. Sokullu Mehmet Paşa’nın vakfiyesiyle Selaniki tarihinde çok net olarak belirtiyor. Zigetvar kazı çalışması yapılacak ve ardından türbe haline geleceğini düşünüyorum" dedi.
Gazeteport
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Arl 10, 2015 8:27 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Oca 18, 2011 11:52 pm    Mesaj konusu: Kanûnî’nin Pîrleri veya ‘İhtişâm’ın Manevî Yüzü Alıntıyla Cevap Gönder

Dr. Hayati Bice
Kanûnî’nin Pîrleri veya ‘İhtişâm’ın Manevî Yüzü
18 Ocak 2011



Onlar ne uydururlarsa uydursunlar, ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet Kanûnî gibi Osmanlı sultanlarını hataları ile birlikte âdetâ bir evliyâ olarak sevmeğe devam edecektir.

Geçtiğimiz iki hafta boyunca bir TV kanalında yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin körüklediği ilgi ile hemen her yayın organının bir yerinden tutup kendince tarif ettiği Kanûnî Sultan Süleyman’ın manevî ilgileri konusu karanlıkta kaldı. Bu dizi ve yorumlarda ortaya çıkan Kanûnî Sultan Süleyman portresinin gözleri bağlanarak elleriyle temas ettikleri fili tarif etmeleri istenen dervişlerin fil tarifinden pek de farkı olmadığı söylenebilir.

“Harem” odaklı olarak kurgulanan dizide, yapım ekibi ve senaristinden -ortaya koydukları eserden hareketle- Kanûnî Sultan Süleyman döneminin maneviyat iklimini şekillendiren mürşidleri konusunda bir şey beklemek ne kadar yersiz ise, bu konuda birçok programa konuk edilen veya yazan tarihçilerin de konuya teğet geçmeleri o kadar ilginçtir.

Osmanlı Geleneğinin Maneviyat Cephesi

Kurucusu Osman Gazi’nin mürşidi –ve kayınpederi- Şeyh Edebalı’dan başlayarak Osmanlı geleneğinde maddi gücü temsil eden sultan ile maneviyatı temsil eden mürşidler arasındaki ilişkiyi dile getiren o kadar çok kaynak vardır ki tamamından söz etmeğe başlansa bir kitap hacminde bir makale yazmak gerekecektir. Sadece ders kitaplarında bile yer bulmuş olan Yıldırım Bayezid ile Emir Sultan, Fatih Sultan Mehmed ile Ak Şemseddin arasındaki ilişkiye işaret etmek bu konuda yeterli bir fikir verecektir. Bursa’dan Konya’ya, Kastamonu’dan Hacıbektaş’a nerede bir evliya türbesi var ise orada bir Osmanlı Sultanı’nın elinin uzanması ile gerçekleştirilmiş bir imar faaliyetine tanık olmamız Osmanlı erkinin maneviyat büyükleri ile olan ilişkisinin büyük bir saygıyı dile getiren ifade eden somut kanıtları olarak hâlâ ayaktadır.

‘Muhteşem Yüzyıl’ın ‘Muhteşem Pîrleri’

Kanûnî Sultan Süleyman döneminde yaşamış olan evliyaullahın isimlerini evliyâ hayatlarının derlendiği Şakâyık-ı Numâniyye, Sefînetü’l-Evliyâ gibi Tabakât kitaplarından (1) izlemek mümkündür. Bunlar arasında arkalarında bıraktıkları manevî mirasın bugüne kadar taşınması ile tanınan Sünbül Sinan Efendi, Merkez Muslihiddin Efendi ve bu yazıda - Kanûnî Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olarak kayıtlara girmesi nedeniyle- özellikle vurgulamak istediğim Beşiktaşlı Yahyâ Efendi isimlerini anmak gerekir. Kanûnî dönemi İstanbul’unun en yaygın tarikatı olan Halvetiyye tarikatının önde gelen isimleri olan Sünbül Sinan Efendi ve halefi Merkez Muslihiddin Efendi’nin cenaze törenine ilişkin kayıtlar Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu pîrleri ile ilgisinin kanıtlarını sunmaktadır. Sünbül Sinân hazretleri, Kanunî’nin tahta oturuşunun 9. yılında 1529 senesinde ve seksen yaşlarında vefat edince cenâzesi Fâtih Câmiine getirildi ve Kanûnî’nin Şeyhülislâmlarından Ahmed Şemseddin ibn Kemâl Paşa'nın imâmetinde kılınan cenaze namazına binlerce İstanbullu yanında devlet erkânı da katıldı. Cenaze namazı sonrasında İstanbul’daki irşad faaliyetini sürdürdüğü Kocamustafapaşa’daki dergâhı ortasında kazılan kabri üzerinde yaptırılan türbesi halen de İstanbul’un önemli ziyaretgâhlarından birisi olarak bilinir. Sünbül Sinan’ın halefi Merkez Muslihiddin Efendi, kaynaklarda bizzat Kanûnî Sultan Süleyman’ın desteği ile yaptırılan dergâhında irşad faaliyetini sürdürdükten sonra 1551 yılında vefat eder. Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi tarafından gasledilen cenazesinin getirildiği Fâtih Câmiinde, “Dünyâda riyâsız bir kimse olarak sadece bu Zât’ı görmüştük” diyen Ebussuûd Efendi tarafından o zamana kadar misli görülmemiş bir kalabalık cemaat ile cenâze namazı kılındı. Cemaatin kalabalıklığı yüzünden, uzunca bir sürede, Topkapı surları dışında Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesi ‘Hafsa Sultan hayrâtı’ olarak yaptırdığı tekkedeki kabrine ulaştırılabilen bedeni Ebussuûd Efendi eliyle defnedilir. İstanbul’da hayatı adeta durduran bu cenaze törenlerine katılan devlet erkânı başında Kanûnî Sultan Süleyman’ın yer aldığını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Kanûnî ve Beşiktaşlı Yahyâ Efendi

Kanûnî’nin süt kardeşi olarak kayıtlara geçen Beşiktaşlı Yahyâ Efendi arasındaki ilişkide kökleri tâa çocukluk günlerine kadar uzanan bir dostluk saklıdır. Rivayetlere göre Trabzon’da aynı hafta doğan ve salihâ bir hanım olması ile tanınan Yahyâ Efendi’nin annesinden ortaklaşa süt emdikleri kaydedilen Yahyâ Efendi’ye Kanûnî –ondan birkaç gün sonra dünyaya gözlerini açtığı için- “ağabey” derdi. Bu rivayetler ötesinde bazı kayıtlar Yahyâ Efendi’nin devlet yönetimi ile ilgili bazı konularda da “Cihan Sultanı” Kanûnî’ye müdâhil olabildiğini göstermektedir.(2) Yahyâ Efendi’nin Hızır a.s. ile Kanûnî’yi bir araya getirdiği hakkındaki menkıbe de bütün Türk coğrafyasındaki tasavvufî çevrelere ve kitaplara yayılacak kadar şöhret kazanmıştır. (3)

Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin Kırgınlığı ve Sonrası

İddialara ve daha önemlisi halkın genel kanaatine göre Hürrem Sultan’ın telkinleriyle Şehzade Mustafa’nın babası tarafından verilen emir ile boğdurulmasından sonra bir de annesi Mâh-ı Devrân hatun saray dışına çıkartılınca Yahyâ Efendi, Kanûnî Sultan Süleyman ile olan yakınlığına güvenerek, Mâh-ı Devrân Gülbahar Hatun’u tekrar saraya alması, şefkat ve merhamet etmesi isteğinde bulunan bir mektup yazar. Bu isteğine olumlu yanıt alamayan Yahyâ Efendi bütün resmî görevlerini terk eder. Medresedeki görevinden ise 1553 yılında azlolunur ve günlük elli akçe ile emekli edilince de kendi isteği ile Beşiktaş’ta kendi mülkü olan bağında inzivaya çekilir.

Kanûnî’nin, malûm TV dizisi sayesinde herkesin ismini öğrendiği eşi Hürrem’in 1558’deki vefatı sonrasındaki ömrünü, son 8 yıllık hayatını dervişâne bir sâdelikle yaşayarak geçirdiği rivayet edilir. Bu dönemde Kanûnî ile bir Kadirî-Nakşî dervişi olan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi arasında bir şeyh-mürid ilişkisi yaşayıp yaşamadığı meçhuldür. Bazı kaynaklara göre üveysi bir mürşid olan Yahyâ Efendi’ye intisâb ile seyr ü sülûk yapan Sultan Süleyman sufiyâne şiirler de kaleme almıştır. Manevi müşahadelere göre Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin Kanûnî ile baş başa sohbete çekilerek kendisine “Lafzâ-i Celâl” zikrini tarif ettiği oda, bugünkü Yahyâ Efendi dergâhında mescid giriş kapısının sol yanındaki kapı ile girilen koridorun sonundaki odadır. Bu oda ile ilgili bir diğer rivayet Yahyâ Efendi ile Hızır a.s. sohbetlerinin de burada yapıldığı hakkında olup günümüze kadar ulaşmıştır.

‘Muhteşem Yüzyıl’ın Âkıbeti

İlk iki bölümünün içerik analizine göre gösterim süresinin %90’ı “kadın” ve “harem” sahneleri ile doldurulan malûm TV dizisinin sonraki bölümlerinde senarist Meral Okay ile tarih danışmanı Erhan Afyoncu bir şekilde Yahyâ Efendi’yi de kamera önüne, sahneye çıkarırlar mı?, yahut, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin ömrü ne kadar sürecektir?; bilemem. Fakat bildiğim bir şey var ki, onlar ne uydururlarsa uydursunlar, ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet Kanûnî gibi Osmanlı sultanlarını hataları ile birlikte âdetâ bir evliyâ olarak sevmeğe devam edecektir.

Beşiktaş’taki dergâhındaki türbesini her gün yüzlerce ziyaretçinin himmet dilekleri ile ziyaret ettiği Yahyâ Efendi, maneviyat dünyasındaki icraatını yapmağa devam edecek; üveysiyyet yolu ile halen de sürdürdüğü irşadı ise -Allahu a’lem- kıyamet sabahına dek sürecek… (4)

(*)Dr. Hayati Bice

Araştırmacı-Yazar

atahayati@gmail.com

---------------------------------------------------------

(1) Taşköprülüzâde, Şakâiku’n Nu’maniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye; Osmanlı Bilginleri adı ile İz Yayınları arasında günümüz Türkçesi ile yayınlandı. İz yayıncılık İstanbul-2007. Hüseyin Vassâf’ın Sefînetü’l-Evliyâ kitabı ise önce Seha Neşriyat, yakınlarda ise Kitabevi Yayınları arasında günümüz okuruna sunuldu.

(2) “Bir gün Yahyâ Efendi, görev yaptığı medreseye gitmek için yola çıkmıştı. Yolda atının yularını tanıdığı bir papaz tuttu ve “Ey Yahyâ Efendi! Sana bir sorum var. Ölen kalan kim bilinmeden ölmüş bir gayr-i müslimden devlet haraç istiyor? Her sene yeni defter tutulmayıp, eski defter üzere vergi gidiyor. Bu nasıl iştir? Bu şekilde hareket dîninizde var mıdır?” dedi. Yahyâ Efendi bunları duyunca; “Hayır. Dînimizde ölmüş bir gayr-i müslim vatandaştan haraç alınmaz. Sonra çok fakir kazandığıyla güç geçinen kimseden ve çok yaşlı olanlardan da haraç alınmaz. Bunlar affolunmuşlardır. Sultânımız ona muhtaç değildir.” dedi. O zaman papaz; “Yahyâ Efendi şunu iyi bil ki, ölen kimsenin bile haracını isteyip, her yıl alırlar. Ne olur bunu Sultan Süleymân Han’a arzedin, haber verin…” dedi.

Bunları işiten Yahyâ Efendi celâllendi ve din gayreti ile medreseye vardı. Hemen kâğıt-kalem istedi ve Sultan Süleymân Hana hitâben; “Ey cihân sultanı Süleymân Han! Şimdi sana saltanat haram oldu. Zulmün ölen kişilere kadar uzandı demek. Bu mudur din gayreti? Halbuki böyle bir zulmü senin ecdâdın yapmamıştı. Bak, müminleri bir kâfir ilzâm ediyor, susturuyor, çâresiz bırakıyor.” diye yazdı. Sonra bu mektubu Sultan’a gönderdi. Mektup, Kanûnî’nin eline ulaşıp okudu. Tahtından indi ve bir adamını Yahyâ Efendi’ye göndererek dergâhına geleceğini bildirdi. Çok geçmeden saltanat kayığına binip Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına vardı. Selâm verip “Ağabey! Bu mektup da nedir? Bunu bize siz mi gönderdiniz? Nedir suçumuz? Bize bunu beyân edip açıklayınız? Biz de işin hakîkatını bilelim. Saltanat bana neden haram oldu? Kime zulmeyledim?” diye sordu.

Yahyâ Efendi hazretleri ona; “Pâdişâhım! Bu ne iştir? Haraç defterlerini her sene niçin yenilemezsiniz? Ölmüş olan gayr-i müslimlerden memurlarınız hâlâ haraç toplarlar. Böyle ele geçen mal hiç helal olur mu? Yediğin, giydiğin haram olunca, elbetteki saltanat da sana haram olmuş demektir.” dedi.

Hayretler içinde kalan Kanûnî; “Allah biliyor ki, bu söylediklerinizden zerrece haberim yoktur.” dedi.

Yahyâ Efendi de; “O halde bu gaflet nedir? Yarın Allah’ın huzûrunda buna vereceğin cevap ne olur? Memurların gayr-i müslim malı alırlar. Bu kâfir hakkı, kul hakkı olur. Er-geç Allah’ın huzûruna çıkacaksın. Yakanı kâfirin eline vereceksin. Netîcede korkarım cehennem ateşine atılırsın. Cihân pâdişâhının kâfirle birlikte hesâba gelmesi lâyık mıdır? Bu mudur din gayreti? Kullara zarar verene, inletip ağlatana Allah’ın rızâsı yoktur. Sana yolların en hayırlısı gösterilmişken, buna Rasûlullah efendimiz hiç rızâ gösterir mi? Yaptırdığın iş yanlıştır. Niçin adâletle işlerini görmezsin? Dîninin bildirdiği yola gitmezsin? Şunu iyi bil ki, ey cihân pâdişâhı! Şöhret zînetinin hepsi bu dünyâda kalır. Eğer adâletle bir iş yaptıysan, sana kalacak odur.” buyurdu.

Kanûnî Sultan Süleymân Han bu sözleri işitince ağladı ve yanındaki vezîrine emredip; “Her sene evleri teker teker sayın. Gayr-i müslimlerden ölen kalanları yazın. Haraç hesâbını iyi tutun. Hazîneye haram para getirmeyin. Şunu iyi bilin ki, buna kesinlikle rızâm yoktur.” diye ferman etti.

Sonra da Yahyâ Efendi hazretlerine dönüp; “Sen bizim doğru yolu gösteren rehberimizsin. Gaflet uykusundan bizi uyandırdın. Bu sebeple Allah senden râzı olsun.” dedi.

Yahyâ Efendi de ona; “Ey cihân pâdişâhı! Tevbe edin ki, Allah affetsin. Bir daha gaflette kalıp zulüm etmeyiniz. Doğru yolu bırakıp eğri yola gitmeyiniz.” buyurdu.

Kanûnî ise Yahyâ Efendi’ye: “Ağabey! Şimdi artık bizim tahta geçmemize izin var mıdır?” diye sordu.

Yahyâ Efendi, Kanûnî’nin elinden tutup “Evet şimdi tahtına rahatça çıkabilirsin.” buyurdu.

(3) Kanûnî Sultan Süleyman, Yahyâ Efendinin Hz. Hızır’la sık sık görüştüğünü bildiğinden bir gün kendisine “Beni Hz. Hızır’la görüştürür müsün?” diye sorar. Yahyâ Efendi sadece, “Nasib” der. Bir gün Yahyâ Efendi ve Kanûnî tebdil-i kıyafet gezintiye çıkarlar. Kayıkçının birine takılıp, boğaza açılırlar. Tekneye Salı Pazarı’ndan boylu poslu, tertipli, temiz yüzlü, insan güzeli bir genç biner. Yanlarına ilişir ve Yahyâ Efendi ile muhabbete başlar. Genç ile Yahyâ Efendi arasındaki bu ledünnî sohbetten pek de bir şey anlamayan Kanûnî, dalgınlıkla, elini suya sokar, dalgaların etkisiyle değerli yüzüğünü denize düşürür. Sandaldakilere belli etmez ama yüzüğünün gittiğine çok üzülür. Kayık tam Kuruçeşme iskelesine yaklaşırken genç elini suya daldırır ve denizden çıkarttığı yüzüğü alıp Sultan Süleyman’ın avucuna bırakır. Kanûnî şaşkın bakışlarla bir sandaldan inip kayıplara karışan gencin ardından bir avucuna bırakılan yüzüğe bakar Yahyâ Efendi ile Kanûnî’ye der ki:

-Hadi bakalım gözün aydın. Aradığını gördün; yitirdiğini buldun işte…”

-Kimi gördüm?

-Hızır Aleyhisselam’ı.

-Hani nerede?

-Bir saattir sandalda yanımızdaydı.

-Yoksa o genç Hızır mıydı?

-Ta kendisiydi… Yüzüğünü bulunca da anlayamadın mı?

(4)Yahyâ Efendi Türbesi, 1569 yılında (Kanûnî’den 3 yıl sonra) vefat eden Yahyâ Efendi’nin kabri üzerine Sultan II. Selim talimatı ile Mimar Sinan tarafından inşa edildi. Eğer bu yazıyı okuyanlardan o üveysi irşaddan nasib almak isteyen olursa mescidin ön tarafındaki yer alan, Cumhuriyet dönemindeki son postnişin Abdulhayy Öztoprak Efendi’nin kabrini de ziyaret etseler ne iyi olur…

Kaynak: Haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com