EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Niçin felsefe? Nasıl felsefe?

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Oca 03, 2011 11:55 pm    Mesaj konusu: Niçin felsefe? Nasıl felsefe? Alıntıyla Cevap Gönder

Niçin felsefe? Nasıl felsefe?
Doç. Dr. Aliye Çınar
2 Ocak 2011

İnsanı, kültürel, tarihî, biyo-psikolojik, siyasî, hukukî ve ekonomik perspektiflerden ele almaya çalışan Sosyal Bilimler ya da İnsan ve Toplum Bilimleri için felsefenin hem temel hem de vizyon kazandırma işlevi olduğu tartışılamaz. Çünkü kavramsal düşünmenin zorunlu adresi felsefedir. Ancak felsefenin doğum hikâyesini, yani kavramsal düşüncenin nasıl başladığını tam olarak anlamadan; kavramların, dahası kuramların işleyişini ya da mekanizmasını çözümlemeden; toplumsal problemleri, sosyal teoriler içinde tutarlı ve kuşatıcı bir şekilde konumlayamayacağımız gibi; felsefî etkinlikte de çıraklık döneminden öteye geçmemiz çok kolay olmayacaktır. Sadece ifade ettiğimiz bu disiplinlere bağlı kalmadan da derinlikli tefekkür ve düşüncenin incelmesi için de felsefenin önemi inkâr edilemez.

Bilgelik (sophia) sevgisi (philo) olarak bilinen felsefenin ülkemizde bugün önemi, dünden daha derinden hissedilmektedir. Çünkü felsefenin gerekliliği kültürel katmanları anlamada, insanı kavramada ve sosyal teoriler üretmede inkâr edilemez. Niçin Felsefe? sorusuna bu açıklamalarla başlamamız şüphesiz tesadüf değildir. Çünkü amacımız, bir yandan, alışıla geldiği üzere felsefeyi, en kestirme biçimde, “insan doğal olarak” bilmek ister diyen Sokrates’in ifadesine tutuklu kılmaktan özgürleştirmektir. Zira bir çocuk da bazı şeyleri bilmek ister. Yine bir tamirci çırağı veya aşçı yamağının da bilmeye dair merakları vardır. O zaman Sokrates’in bu ifadesini, felsefeyi tanımlamada alışıldık bir ifade olarak monte etsek de, sanki bağlam konusunda bazı sorunları haber veriyor. Aslında bu sorun, bizim felsefe karşısındaki tavrımızı da oldukça belirginleştirmektedir.

Öte yandan felsefenin canlı, dinamik, otantik ve hararetli kültürlerden neşet edeceğinin de gösterilmesi gerekmektedir. Çünkü insanın doğal olarak düşünme temayülü felsefe için bir hareket noktası olursa, bu durumda fazla derinlere vurmayan ancak sıradan veya olağanın dışına biraz olsun çıkmakla felsefi düzlemin cidarlarının zorlanacağı varsayılır. Oysa bizi felsefenin doğum hikâyesinde bambaşka bir panorama beklemektedir.

Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız sorundan dolayı da, özellikle ülkemizde felsefenin üzerinden yükseldiği mirasa fazla önem verilmez. Böyle olunca da, felsefeyle ilk tanışanlar, “sanki yapılacak iş-güç kalmadı gibi, filozoflar oturup felsefe üretmiş” hissine kapılırlar. Çünkü her toplumun kendine has bir felsefesi olmakla birlikte, bilinen anlamıyla felsefeyle Grekler özdeşleştirilmiştir. Ancak Yunan toplumumun, kültürü, dili, dini, siyasi algısı, ekonomik düzeyi, eğitim seviyesi ve toplumsal organizasyonunu analiz etmeden, felsefenin doğumuna tanıklık etmek mümkün olamayacağı gibi, onun robot resmini veya eşgalini de belirlemek oldukça zordur.

Konuya bir başka açıdan baktığımız zaman, sözünü ettiğimiz bu soruya cevap bulmaya çalışırken, zımnen neden ülkemizden özgün düşünür çıkmadığının da imalarına işaret edilmiş olacaktır. Esasında sadece ülkemizin değil, küreselleşme olarak ifade ede geldiğimiz, farklılıkların gün geçtikçe azaldığı; ancak aynılaştırma projesinin hızla yayıldığı dünyamızda, özgünlük ve yaratıcı düşünce kısırlığının nedenlerine de inilmiş olacaktır. Bir başka ifadeyle, yaratıcı düşünce ortamlarının özelliklerine de temas edilmiş olacaktır. Böylece bu açmaya çalıştığımız kanallar, dolaylı olarak, ülkemizin ve dünyanın pek çok sorunu için ufuk açıcı kanalları zorlayacaktır.

Felsefenin başlangıcından ve gelişim serüvenine kadar bakıldığında şu görülecektir: Düşüncenin sürekli birbiriyle bazen çarpışarak, bazen kültürün ve felsefî düşünüşün doğasından kaynaklanan kümülatif (birikerek, katlanarak artan) özelliğiyle büyüyerek, bazen de kırılmalarla ve alınan mesafe üzerinde bir yeniden düşünüşle (refleksiyon), derinleşerek geliştiği dikkati çekmektedir. Düşünce tarihinin belirli dönemler içinde işlendiği veya ele alındığı hatırlanırsa, adeta her dönemin belirli sorunları öne çıkmıştır. Bu sorunlar ise, dönemin düşünürlerini bazen ortak paydada birleştirmiş, bazen de çok farklı anlatılar ortaya çıkmıştır. Belki de döneme ilişkin filozofları meşgul eden problemler adeta onların arketipini de örmüştür. Mesela Ortaçağ’da din ve felsefe uzlaşımı önemliyken, modern dönemde felsefenin, dini rasyonel olarak yorumlaması sayesinde, akli bir din anlayışı ön plandadır. Böylece Ortaçağ’da bilgi ve hikmeti birleştiren bilgelik ön plandayken; modern dönemde ise, bilim ve din birleştirilmek suretiyle, bilimin kutsanmasının ayak sesleri duyulacaktır. Böylece bazı dönemlerin sorunu, maddecilik ya da maddecilik karşıtlığı olarak belirginleşir. Yine bazı dönemlerde bilimcilik, bazen de varoluşun yani insan faktörünün vurgulandığı, varoluşçuluğun etkin olduğu dikkati çekmektedir.

Elbette bu geçişler birbirini etkilemektedir. Rasyonalizm o kadar etkin olup, adeta insan tek boyutlu varlık, yani akıl varlığı olarak resmedilince, bir tür akıl tutulması baş göstermiştir. Dolayısıyla rasyonalizm eleştirisi, modern zamanlarda varoluşçuluğu tetiklemiştir. Benzer durum ta İlkçağ’da da gözlemlenmiştir. İlkçağ düşüncesinde filozoflar fazlasıyla kozmolojiye (evren bilime/evrenin doğuşuna) odaklandıkları için, insan faktörünü neredeyse unutmuşlardır. Ne var ki Sokrates, “insan”, “değer” ve “anlam” sorunlarını ortaya atarak ya da hatırlatarak buna direnç göstermiştir.

Acaba tek tip bir felsefî algılayışa mesafeli durmanın önemini kabul etmekle birlikte, felsefeyle özdeş hale gelen, Yunanlıların hangi mirası veya özelliği Grek felsefesinin beşiği olmuştur?

Bu sorunun şüphesiz pek çok cevabı, hatta cevapların da birbiriyle ilgili veya bağlantılı çok farklı boyutları vardır. Her şeyden önce felsefenin üzerinden doğrulduğu, Yunan kültürünün, mitolojinin ve dininin devingenliği, canlılığı, gerilimi ve dinamikliği gözden kaçmamaktadır. Mitolojik bakımdan Tanrı ve insanlar arasındaki pek çok ilişki ve deneyim kuşkusuz felsefî düşünüşe de yansıyacaktır. Bunun için felsefeye girişin, mitolojiye girişten geçmesi zorunluluk gibi gözükmektedir. Bir toplumun kültürel kodlarını, belirli bir bütünlük içinde anlamaya başlamak için, söz konusu toplumun, insan ve tanrı tasavvurunun iyi anlaşılması gerekmektedir.

Kısacası Yunan dini ve mitolojisi anlaşılmadan Aristo ve Platon’un düşüncelerini dahası Sokrates’in itirazlarını kavramamız mümkün değildir. Hatta Yunanlıların insan profilini tragedyalarda ve sanatta nasıl temsil ettiklerini de bilmeden, onların insan denen varlığın evrimini ve yazgısını da anlamak tam oalrak mümkün değildir. Daha sonra adeta düşüncenin kaynama noktası diyebileceğimiz kavramların doğum hikâyelerine ulaşılabilir.

Greklerde Tanrı Zeus’un Tanrı olmakla birlikte, insanlarla ortak bir kadere sahip olması, hatta bazı dönemlerde insanların arasına inebilmesi, dahası nispeten daha alt seviyedeki bir Tanrı olan Promethous’un insan soyundan biriyle evlenmesi Tanrı ve insan arasındaki ontolojik bakımdan yakınlığın kaynağıdır. Çünkü burada arada aşılması imkânsız mesafeler yoktur. Dolayısıyla felsefî formülasyonda evrenin matematiksel bir mimari yapı olarak konumlanması; bu yapının içinde insan ve Tanrı’nın ortak bağ ekseninde keyfiyet açısından yakınlaştırılmasının ve sadece kemiyet açısından farklılaştırılmasının kökleri mitolojik örgüye dayanmaktadır.

Yunanlılarda kültürel ve toplumsal hayatın ahlaki normları konuşulurken, çoğu zaman alışılmış bir değer olarak “hırsızlığın” bir cesaret göstergesi olarak gösterildiği dikkati çeker. Burada ahlak ve hırsızlık kelimelerinin çelişik durumu dikkati çekerken, bunun nedeni de şüphesiz söz konusu kültürün mitolojik örgüsünde yatmaktadır. Çünkü Zeus’dan ateşi çalan bir alt basamaktaki tanrı (tanrılar hiyerarşisi var!) böylece ahlaksız olarak değil, sadece cesurluğun bir sembolü olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla da hırsızlığın cesaret göstergesi olarak görülmesinin nedeni veya referansı hırsızlık yapabilen/çalabilen tanrı anlatısıdır.

İşaret etmeye çalıştığımız boşlukları doldurmayı hedefleyen ve köklere götürmeyi amaçlayan Felsefeye Giriş –Mitolojiden Kuramlara- (Emin Yayınları, 2010 Bursa) kitabı bu gayeyle kaleme alındı. Elektra tragedyasından Kral Oidipus tragedyasına ve Arsitoteles’in Poetikasına kadar Yunanlıların sanatta insanı serilmeyişi ve insanın ruhsal gelişi ve büyümesinin/iyileşmesinin mahiyeti sorguladı. Elbette bütün bunların canlı dinamik kaynağı ola Yunan mitolojisi incelendi. Varlık-Bilgi-Değer bütünlüğünün zorunluluğunu gerekli gören çalışmamız bu üç bölümde özgün bir felsefeye giriş kitabı olmayı istedi. Felsefenin problemlerini tek tek ele anan Felsefeye Giriş, aynı zamanda Yunalı ve modern tip insan profilinin sonuçları olan ahlak, siyaset, estetik, epistemoloji, ontoloji ve din felsefesinin zımnen de bir tür eleştirisini yaptı. Kısacası Felsefeye Giriş, felsefe yaparak felsefeyi tanıtmayı vaat ediyor.

Ülkemizde eleştirel düşüncenin, kavramsal bilincin ve sosyal bilimler teorisi üretmenin imkânı için toplumsal muhayyileden, Dede korkut masallarına, divan edebiyatındaki kavuşmayı reddeden aşk anlatısına ve Yunus Emre’nin kafa ve gönül ahengi anlatısına varıncaya kadar düşüncenin köklerle temas etmesi zorunlu görünmektedir. Daha sonra da düşüncenin, ufuk genişlemesi içinde yeni fikirler üretmesinin zorunluluğu kedini hissettirecektir. Ancak böyle olunca sathilik ve yapaylıktan kurtulmanın önü açılacaktır. Şimdide düşüncenin bir taşım taşması için tavan ve taban sınırlarında cidarları zorlayan tefekküre ihtiyaç vardır…!

Aliye Çınar
Felsefeye Giriş –Mitolojiden Kuramlara- Emin Yayınları, Bursa 2010.

Haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com