EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Osmanlı'nın Özel Harekâ Birlikleri: AKINCILAR

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Arl 13, 2010 1:34 am    Mesaj konusu: Osmanlı'nın Özel Harekâ Birlikleri: AKINCILAR Alıntıyla Cevap Gönder

OSMANLI ARSLANLARI ''AKINCILAR''



Her biri en az üç yabancı dili, ana dili gibi konuşan; muhteşem cengaverlerdi akıncılar. Çok süratli ve seri hareket ederlerdi, silahı en iyi akıncılar kullanırdı o dönem. Canını pervasızca, yüzlerce kez ortaya atardı her akıncı eri. Bu yüzden akıncılara fedai denirdi, dalkılıç, serdengeçti, deli denirdi. Nasibi olanlar, ak sakal bırakıncaya kadar yaşar; kimiyse yirmi yaşlarında şehid olurdu.

İlk akıncı beyi Gazi Evrenos Bey'dir. Sonraları Mıhaloğulları, Tunahan Bey ve Malkoç Bey akıncıları vardı. Akıncı beyleri doğrudan doğruya padişahtan emir alırdı. Salâhiyetleri çoktu; ama sefere çıktıklarında geri dönmeme emri de alabilirlerdi. I. Murat'ın ilk akıncı beyi Gazi Evrenos Bey'e yazdığı mektubta Osmanlı'nın akıncılara verdiği değer ve Osmanlı ruhu açıkça yansır.

Akıncılar bir ülkeye girdi mi, nerdeler bilinmez olurdu. Nereden çıkacakları kestirilemezdi. Düşman iline girdiklerinde küçük küçük kollara bölünerek yollarına devam ederler; ayrılırken birbirlerine "Kızılelma'da buluşuruz" derlerdi. (Hammer, VI, 264, n.1) "Kızılelma" ise Türk'lerin erişilmesi müşkül bir mefkureleridir. Bu ifade; akıncıların bir daha buluşmak ümitlerinin ne kadar zayıf olduğunu, kendilerinin de bildiklerini gösterir. Ve ayrılırken bu sözü söyleyebilen asker, dünyanın en yüksek millî kültür ve şuûrunu almış askeridir. Ondan mükemmel bir asker yetiştirmek hiçbir akademinin haddi değildir ve her akademinin ideali, zaten böyle bir asker yetiştirebilmekten ibarettir. Ve bir askerin bu cümleyi söyleyebilmesi için, en az bin yıllık bir ıstıfâdan geçmesi lâzımdır.(Yılmaz Öztuna VIX 425)

Bu akıncıları kelle koltukta akına yollayan; fedai, serdengeçti yapan, Allah yolunda ölme şerefinin hayaliyle yaşatan; Allah aşkı değil de nedir? Akıncıyı evinden, ocağından çıkarıp ülkesinden kilometrelerce öteye taşıyan şey; her gün biraz daha fazla insana hidayeti ulaştırabilmek için, i'lay-ı kelimetullah için, Allah için cihad etmekti. Osmanlı'da herkes başkaları için, Allah için bir şeyler vakfederdi; kimi camii, kimi hastane, kimi bu kuruluşlara para getirecek işyerleri, kimi kervansaraylar kimiyse akıncılar gibi hayatlar.

Ekleyen: Kuvâ-yi İslamiyye | Osmanlı Aslanları

Akıncılar



Osmanlı Devletinin askeri teşkilatında, sınır bölgelerinde, düşman memleketlerine ani baskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari gruplarına verilen isim.
Akıncılar, bazılarının zannettikleri gibi yağma gayesiyle düşman içine giren ve hayatlarını talanla kazanan askeri bir birlik değildi. Akıncıların vazifeleri, akın yapmakla kalmayıp, aynı zamanda düşmanın durumunu, yolları ve kuvveti hakkında bilgi toplamak gibi istihbarat görevini de yerine getirirlerdi. Bu görevlerini esasa bağlayan kanunları vardı. Akıncılık, babadan oğula geçerdi ve yalnızca Türklere has askeri bir sınıftı. Bunlar, şimdiki askeri teşkilattaki komando birliklerine benzetilebilir.



Akıncılar, harp zamanında keşif kolu hizmetini görürlerdi. Düşman arazisini dolaşıp, orduya yol açarlar ve kurulması muhtemel pusuları, ani ve süratli hareketleri ile bozarlardı. Bundan başka ordunun yolu üzerindeki hububatı muhafaza, yerli halktan aldıkları esirler vasıtasıyla düşman hakkında haber toplamak ve köprü, geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da esas vazifeleri arasındaydı. Akıncılar, genellikle asıl ordudan 4-5 günlük mesafede önden giderler ve yukarıda yazılan vazifeleri yerine getirirlerdi. Bindikleri atlar da, akıncıların bu hızlı hayatlarına uygun, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi. Sefere çıkarlarken, yedekte 4-5 at götürürler ve yorulan atlarını konak yerlerinde bırakırlar, dönüşte, bıraktıkları atlara ganimetlerini yüklerlerdi.



Akıncı birlikleri, şu şekilde tanzim edilmişlerdi: On akıncıya “onbaşı”, yüz akıncıya “subaşı”, bin akıncıya da “binbaşı” kumanda ederdi. Bu kumanda zincirini, bütün kuvvetlerin başında olan “Akıncı Beyi” tamamlardı. Rütbeleri sancak beyi derecesinde olan akıncı beyleri, fevkalade yetkilere sahip olup, doğrudan doğruya sultandan emir alırlardı.

Bir harekâtın akın ismini alabilmesi için, o sefere akıncı beyinin katılması gerekirdi; aksi takdirde bu harekâta akın denmezdi.

Akıncılar, merkezi bir tarzda idare olunmayıp, serhat boylarında ocaklar halinde teşkilatlanırlardı. Her mıntıkanın kumandanı ayrıydı ve akıncılar mensubu oldukları kumandanların sülale isimleriyle anılırlardı. Bunların en meşhurları Malkoçoğlu akıncıları, Turhanlı akıncıları, Mihalli akıncılarıydı. Bunların bulundukları mıntıkalar da şunlardı: Malkoçoğlu Silistre’de; Turhanlı Mora’da; Mihalli ise Sofya ve Semendre bölgelerindeydi. Osmanlı Devletinde ilk akıncı beyi Evrenos Beydir. Saydığımız akıncı aileleri ise daha sonraki akınlarda meşhur olmuşlardır.

Akıncıların devlet tarafından isimleri, eşkalleri ve içlerinde timara sahip olanların listelerini havi (içeren) defterler tutulurdu. Defterler, iki nüsha olarak tanzim edilir; biri merkezdeki Defterhane’de diğeri ise akıncıların bulundukları eyalet veya sancak kadılıklarında muhafaza edilir, bu yolla herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akını müteakip, şehid ve malul olanların yerine çevik, iyi süvari ve kuvvetli gençler akıncı kaydedilirlerdi. Akıncı kanunu üzere öncelikle babası akıncı olanlar tercih edilirdi. Ayrıca akıncı kaydedilenlerin kefil göstermeleri mecburiydi.

Akıncılara tahsis edilen belirli bir maaş yoktu; elde ettikleri ganimetin 1/5’ini (Pençik resmi olarak) verdikten sonra, kalanla geçimlerini temin ederlerdi. Bazılarının ise timarları vardı (Bkz. Timar). Sefere çıkarlarken, düşman hududuna kadar yetecek yiyecek verilir, daha sonrasını kılıçlarıyla temin ederlerdi. Akıncılar arasında “Timarlı” ve “Tavcılar” grubu bulunurdu ki, bunlar kıdemli ve seferde yararlılık gösteren kimselerdi. Tavcılar aynı zamanda kazalarda çerilerin başıydılar. Sefer emri bunlara gelir; bu kişiler de emri altında olanları toplayıp akına katılırlardı.

Osmanlı Devletindeki akıncıların sayısı kesin olarak ortaya konulmamakla beraber, 15. asır ortalarına kadar sayılarının 40.000 olduğunu tarih kitapları yazmaktadır. Birinci Kosova Savaşında, akıncı mevcudunun 20.000 olduğu kayıtlıdır. 1559’daki bir yoklamaya göre ise, Turhanlı akıncılarının sayısı 7000 civarında görülüyor. Kanuni Sultan Süleyman Hanın Budin ve Avusturya seferlerinde, Mihalli akıncılarının sayısı, devrin tarih kitaplarına 50.000 olarak geçmiştir.

Osmanlı ordusunun öncü kuvveti olan akıncılar, 1595 senesinde, Sadrazam Sinan Paşa'nın Eflak seferindeki mağlubiyetine kadar güçlerini korumuşlardır. Bu sefer dönüşünde akıncılar, Tuna üzerindeki uzun bir köprüyü geçmekte iken, Eflak Voyvodasının yoğun top ateşi açtırması ile, tahta köprünün çökmesi üzerine, Tuna sularına gömüldüler. Karşıya geçemeyen bir kaç bin akıncı ise, düşman kılıçları altında şehid oldular. Böylece Türk akıncı ocağı, bir daha altından kalkamayacağı büyük bir darbe yedi. Nitekim, bu seferden sonraki kayıtlara göre akıncıların sayısı 3000’e inmiştir. Vaziyet bu duruma gelince, hükümet yeni tedbirler almak mecburiyetinde kalmış ve kalelerdeki “Serhat Kulu” teşkilatı takviye edilerek, hudutların korunması bu teşkilata verilmiş, diğer taraftan da Kırım Hanlarının atlılarından faydalanma yoluna gidilmiştir.

Akıncı kanununa göre, eğer bir akıncı beyi bir şehir fethederse, buradaki gayrimenkuller padişaha (devlete) ait olur; beylere de bu bölgenin köyleri, timar olarak dağıtılırdı. Umumiyetle Akıncı beyleri de timarlardan elde ettikleri gelirleri, hayır müesseseleri kurarak buralara vakfederlerdi.

Akıncıların kullandıkları silahlar da, süratle hareket etmelerine mani olmayacak şekildeydi. En çok kullandıkları silahlar, kılıç, kalkan, pala, mızrak ve bozdoğan denilen başı yuvarlak kısa saplı bir cins topuzdu. Akıncıların zırh kullananlarının sayısı oldukça azdı.

Kaynak: http://www.os-ar.com/modules.php?name=Encyclopedia&op=content&tid=501978

Akıncılar Kimlerdir?



Akıncılar, yağma gâyesiyle düşman içine giren ve talanla hayatlarını geçiren bir topluluk değildi. Onlar, kendilerine kılıç çekmeyene kılıç çekmez; 'aman' dileyene dokunmazlardı. Serhat topraklarında yaşayan akıncıların pek çoğu, Avrupa ve Balkan dillerini bilen, aynı zamanda bilgili ve kültürlü insanlardı.

Akıncılar, baştan neyi kabul ettiklerini çok iyi biliyor, ölümle kol kola hayatlarını devam ettiriyor ve bunu sırf Allah rızasını kazanmak uğruna yapıyorlardı. Akıncılar, gönüllerindeki aşk ve heyecanla kendilerini devletin milletin ve dinlerinin bekâsına adamış, gerektiğinde canını vermekten çekinmeyen Hak fedaileriydi. Gönlünde bu aşk ve heyecanı tutuşturabilen insan bu uğurda ölmeyi cana minnet bilir.

Akıncıların vazifesi, başlarındaki beylerin önderliğinde sınır muhafazasına çalışmaktır. Yani bugün sınır boylarını koruyan Jandarma Komandolar gibi görev yaparlardı. Akıncılar, bulundukları toprakları korumakla birlikte gelebilecek saldırılara ve tehditlere karşı caydırıcı bir güç konumundaydılar. Avrupalıların sonraki asırlarda kurduğu özel komando birliklerini akıncılardan ilhâm alarak oluşturduğuna dâir rivayetler vardır.

Akıncılığın temelinin Osman Gazi döneminde, Köse Mihal tarafından atıldığı söylenir. Orhan Gazi zamanında daimî piyade ve süvari askerlerinin teşkiline kadar hep akıncılar kullanılmıştır. Osmanlı uç beyliği'nin kısa sürede devlet hâline gelmesi de, akıncılar sayesinde olmuştur. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurulmasında Evrenos Beyin büyük emeği olmuştur.
GÖNDEREN AKINCI BEYI
http://yuzde100osmanli.blogspot.com/

TÜRKLER’İN ÖNCÜ KUVVETİ: AKINCILAR
İbrahim REFİK
12.12.2010

AKINCILAR

Akıncı öncüdür. Bir savaşta ordudan dört-beş gün önde giderek keşif hizmeti görür. Düşman topraklarındaki araziyi hallac ederek orduya yol açar ve bu suretle düşmanın pusu kurmasına mani olur. Düşmanı maddî ve manevî şekilde yıpratır, güç kaynaklarını, ekonomisini hırpalar. Düşman ordusunu uğraştırıp, halka korku vererek paniğe düşürür ve mukavemet gücünü kırar, Esirler alıp gerekli mahrem bilgileri toplar. Nehirlerin geçitlerini tayin edip, köprü kurarak ordunun fasılasız akışını temin eder.

Bu esâtirî kahramanlar Osman Gazi’nin yoldaşları maruf kumandanların çocuklarıdır. Yani devlet kurucularının neslindendir. Genellikle babadan oğula geçen bir meslek şeklinde devam eder. Akıncı Ocağına alınacak kişilere Akıncı Beyi karar verir. Divan bu işe karışmaz. Akıncı Ocağı Beyleri, fevkalâde selahiyetlerle yüklü, doğrudan Padişah’tan emir alan kimselerdir. Rütbeleri de Sancak Beyi derecesindedir.

Akıncı ocakları serhad boylarının belirli yerlerinde bulunur. Bunların akın yapacakları yerler de kendi aralarında taksim edilmiştir. Her birinin karargâhı belirli bir şehirdedir; ya Estergon’da, ya Silistre’de ya da benzeri bir yerde… Her ocağın başında irsî şekilde bir bey bulunur. Bu beyler ya Malkoçoğlu, ya Mihaloğlu, ya Turhanoğlu, ya Evranosoğlu veya buna benzer devletin Söğüt’de kuruculuğunu yapmış ilk Osmanlılardan inmiş beylerdir.

Bütün akıncıların isimlerini, eşkâlini ve tımarlı olanların da dirliklerini gösteren muntazam defterleri vardır. Bunların bir nüshası devlet merkezinde ve defterhane hazinesinde, öbürü şer’i mahkemelerde saklanırdı. Ölenlerin veya sakat kalanların yahut da akına gidemeyecek kadar kocayanların yerine oğulları geçer, bu olmazsa gönüllü olan yakın akrabalar tercih olunurdu. Yine ihtiyaç hasıl olursa Aydın, Saruhan, Menteşe yörelerinden gözü-pek, iyi binici ve silahşor Anadolu çocukları-itibarlı kefil gösterilmek şartıyla- ocağa alınırlardı.
Akıncıların ekserisi Avrupa ve Balkan dillerini bilir, birçoğu bir veya birkaç dili anadili gibi konuşurdu: Macarca, Almanca, Sırpça, Yunanca, Latince, İtalyanca ve daha başkaları… Bundan dolayı Divan-ı Hûmayun’un gizli haber alma teşkilatını, ekseriye akıncılar ve leventler meydana getirirdi.

Tarihçi Babinger akıncıların haber alma gücü ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: “Akıncılar dünyaca korkulan bir teşekküldü. Hayrete şayan derecede iyi düzenlenmiş bir gizli hizmet şebekesinin kolları. Osmanlı İmparatorluğu’nun dışında dahi dal budak salmıştı. Bilhassa Sultan Fatih’in İtalya’da malik olduğu haber alma teşkilâtı çeşitli İtalyan devletlerinin en yüksek çevresine kadar nüfuz etme imkânını bulmuştu.”

Akıncılar, sefer zamanlarında onarlı teşkilat halinde bulunurlardı. On kişiye “Onbaşı, yüz kişiye “Yüzbaşı”, bin kişiye “Binbaşı” kumanda ederdi. Hepsi birden ise Akıncı Bey’ine bağlı idiler. Düşman topraklarında belirli yerlere geldiklerinde küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederlerdi. Her birliğin kolaçan edeceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılır, dönüşte birlikler, yine belirli yerlerde fakat evvelce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşirler ve birkaç birleşmeden sonra Akıncı beyinin nezaretinde Osmanlı topraklarına dönerlerdi. Bu durum, düşman ülkesini dehşet içinde bırakır, nerede ve ne zaman bulundukları ve bulunacakları hakkında yüzlerce şayia çıkardı.

Evliya Çelebi, kendine has tatlı üslubuyla akıncıları şöyle anlatır: “Gaazîleri daima kılıcı belinde, tüfengi elinde adamlar olup, şeb-ü rûz (gece gündüz) silahları ile yatarlar. Hatta gusl eder (yıkanır) iken ve namaz kılar iken bile â’lât-ı silahları yanlarında amade dururlar… Kuşakları ekseriya “zünnâr” tâ’bir eyledikleri kınbend kuşakdır… Bir esir bulunca, onunla bağlarlar: bir kuyudan su çekseler kuşağı ile çekerler. Nice gaazî-ler, esir oldukdan sonra, kuşağını kemend edip düşman kal’alarından firar etmişlerdir…. Yoldaşlarını esaretten kurtarmak için her fedakarlığı yaparlar. Bir Alman zabiti: “Hây gidi Türkler hây. kendi adamlarını nice kurtarmıya gelirler, amma biz olsak, bizi kimse kurtarmayıp kürekde ölürüz” der”.

Akıncıların silahları pala, mızrak, kılıç, kalkan ve atların eğerine takılan başı topuzlu bozdoğandır. Bazıları hafif zırh giyer, başlarına da kızıl börk takarlardı. Peçevî’nin anlattığına göre; ”börklerinin üstüne kendilerine görkemli bir görünüş kazandıran kurt başı vardı”. Ayrıca akıncılar kartal kanadı da takınır. Subaylar leopar ve kaplan postu giyerlerdi.

Bunların yiyecek işleri de kendileri gibi hafifti: atlarının eğerlerine asılı birer küçük kuşhane ile işlerini görürlerdi. Çok zaman bu tencerede pirinç, kavurma veya koyun pastırması kavurarak yerlerdi.

Akın sırasında bir ata binerler, yedeklerinde dört-beş at daha getirirlerdi. Bu atları da, Avrupa içlerine kelle koltukta kanatlandıklarında sıra ile binmek ve dönüşte ganimet malını taşımak için kullanırlardı.

Akıncı beyi, seferden önce Padişah’tan veya Serdar’dan geri dönmeme emri de alabilirdi. Yahya Kemâl’in:

“Dünyaya veda etdik atıldık doludizgin
En son koşumuzdur bu asırlarca bilinsin
Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden
Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden”

dediği gibi akıncılık teslimiyeti ve canını fedaya and içmişlerin mesleğiydi.

Fatih Sultan Mehmed, son yıllarında 25 kadar devletle birden tek başına savaşa girdiğinde akıncılardan çok faydalanmıştır. Venedik, Macaristan. Polonya ve Almanya gibi Osmanlı ile savaş durumunda bulunan Avrupa devletleri, akıncılarla yıldırıldı. Bu akınların ehemmiyeti hakkında bir fikir edinebilmek için, büyük akıncı beylerinden Mihaloğlu Gazi Alaaddin Ali Paşanın hayatı boyunca Tuna’yı kuzeye doğru tam 330 defa geçtiğini hatırlamak kâfidir. Ali Paşa, bu akınlardan birinde Macar kralının kızını esir almıştı. Mehtap hanım adını alan bu prenses, Ali Paşa ile evlendi ve Gazi Hasan Bey, Gazi Ahmed Bey, Gazi Mehmed Bey, Gazi Hızır Bey, Gazi Kara Mustafa Bey adlarındaki beş ünlü akıncı beyi, bu izdivaçtan doğdu. Bu beş kardeş de, Kanunî’nin ilk yıllarındaki çeşitli akınlarda şehit olmuşlar ve hiç biri yatağında ölmemiştir.

Ali Paşanın yaptığı bu akınların çapını değerlendirmek için sadece 1473 Macaristan akınının sonuçlarını görmek yeterlidir; Varadin şehrinin zapt edildiği bu akında 18.000 akıncı, 60.000 esir ve 900.000 baş hayvanla geri döndü. Bu rakamlar, düşmanın iktisadî gücünün, sonuç bakımından da savaş kabiliyetinin ne derece kemirildiğini açıkça gösterir”.

Yılmaz Öztuna’ da akıncıların Avrupa’daki tesirleriyle alâkalı enteresan bilgiler verir: “Akıncının Orta Avrupa vicdan ve muhayyilesinde bıraktığı tesir, müthiş ve efsanevidir. Akıncılardan korunmak için Avrupalılar hususî dualar okurlar. Bu “akıncı duaları” Avrupa şiirinde ayrı bir tür teşkil eder. 1930 yılında bile Avusturya’da ağlayan çocukları “sus, Türkler geliyor!” cümlesiyle korkutmak adeti devam ediyordu.

Viyana’daki St.Stephan katedralinin çan kulesinde 1534′de ihdas edilmiş. Osmanlı akmalarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyanalı’lara haber vermekle görevli bir memuriyet, ancak 1956′da Viyana Belediye meclisince ”artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından ve bu görevin lüzumu olmadığı için “ilga olunmuştur.”

DELİLER

Hudud ve hududa yakın yerlerde bulunup serhad kulu denilen kuvvetler arasında, iri yarı, şecaat ve cesaretleriyle eşsiz ve akıncılara benzeyen bir hafif atlı sınıfı daha vardı ki, harikulade cesaretlerinden dolayı bunlara “Deli” adı verilmiştir. Bazı tarihlerde bunlara “delil”den galat olarak deli denildiği yazılmış ise de ekser tarihçilere göre pervasızca hasma saldırmaları, gözlerini budaktan esirgemeyerek hayatını önemsemeyişleri kendilerine bu lakabın verilmesine sebep olmuştur.

Bu Delibaşı sınıfı; “Kalpaklarımız Emir el Mü’minin Hazreti Ömer (ra)’in çizmesinin koncuğudur, ocağımız da O’na mensubdur” diyerek ocaklarının pirini Hz. Ömer kabul ederlerdi. Deliler, fevkalâde cesaret ve atılganlıkları ve korkunç kıyafetleriyle hasımlarına tufan kesilip daima galip gelirlerdi. Bunlarda esas âkide ve iman, başa yazılanın mutlaka zuhura geleceği kanaati olduğu için hiçbir tehlikeden kaçınmazlardı.

Deli askeri sınıfı 1689′da ihdas edilen Müslüman olmuş gençlerden teşekkül etmiş olup ve tamamıyla Rumeli halkındandı. Akıncıların silahları bunlarda da vardı. Başlarında benekli kurt derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir başlık bulunurdu. Şalvarları, kurt veya ayı derisinden olup tüyleri dışarıda idi. Ayaklarında, burunları sivri, arkasında uzun serhadlik denilen mahmuzları olan çizmeler giyerlerdi. Atları da çok hızlı ve dayanıklıydı. Hizmet ettikleri sınır beyinden veya Beylerbeyinden aylık alırlardı. Delilerin elli-altmış kişisi bir bayrak sayılır, böyle birkaç bayraktan oluşan birliğe delibaşı komuta ederdi. Eğitimini bitiren adaylar, yeminli bir merasimle deli başlığı giyip, ağa çırağı olur. yeminini tutmayıp, kanunlara ve törelere uymayanların başlığı alınıp, ocaktan atılırlardı.

Sir Adolphas Slade, 1828-29 Osmanlı-Rus savaşı’nda görmüş olduğu delileri şöyle anlatır: “Kelefçe meydan muharebesinde Türk süvarisini gördüm. Deli denilen Türk akıncı süvarileri “Allah Allah” diye bağırarak atlarını Ruslar’ın üzerine sürdüler. Kale düzeni halini almış Rus birlikleri, bu taaruza tahammül edemeyip dağıldı.İki saat süren bu taaruzda Türk süvarisi, âdeta spor yapıyor gibiydi. Rus piyade birliklerinin acziyle eğleniyor, Türk piyadeleri ise muharebeye karışmayıp âdeta seyrediyordu..

Deliler atlarına çok hakimdirler. Günlerinin çoğu at üstünde geçerdi. Eğitimleri sert ve çok disiplinlidir. Atlarını daima muharebe sahasının şartlarına göre terbiye ederler. Eğitimde atını alevlere bürünmüş fıçılara, silah ateşine, domuz ayaklarına doğru sürer ve düz duvardan aşırırlar. Onun için bunların atlan muharebe meydanına girince ürkmez. Deliler, atlarını sürmedeki maharetleri kadar dört nala giderken nişan almaları ve vurmaları ile de meşhurdurlar. Çok keskin nişancıdırlar ve cirit atmada üzerlerine yoktur. Hiçbir süvari bunlarla teke tek dövüşemez, mağlup olur.

Deli birlikleri 100 yarda (91 metre ) gibi kısa bir mesafede baskın tarzında taarruz eden nadir dünya süvarilerinden biridir. Bu kabiliyetin engebeli arazide ne kadar ehemmiyet taşıdığı aşikârdır. Nitekim Kelefçe muharebesinden sonra Rus süvari subaylarıyla konuştum; Türk süvarileri karşısında niçin aciz kaldıklarını sordum. Arazinin Rusya’da bile alışmadıkları derecede engebeli olduğunu, atların böyle arazide hareket edemediklerini, meşhur Kazak süvarilerinin bile bunlara yetişemediğini söylediler. Gördüğüm Türk süvarileri muharebe meydanında ellerindeki mızrakları havaya atıp tekrar tutarak atlarını dört nala sürüyorlar ve yörük atları üzerinde, uçan kuş sürüleri gibi ovaya akıyorlardı. Dolu dizgin at süren bu gözü pek insanların bazen kalpakları başlarından uçuyor, cepkenlerinin yenleri yaprak gibi açılıyor, yağız atlarının kuyrukları rüzgarda dalgalanıyor ve ölüme göz kırpmadan ilerliyorlardı. Derken Rus süvarileri ile mızraklaşma başlıyor, ölüyor veya öldürüyorlardı. Bu akın birden bir hengame halini alıyor, dalgalanıyor, karışıyor, naralar yeri göğü inletiyordu. Süratle dönüyorlardı. Fakat ricat taktikleri çok şaşırtıcıydı; öylesine ki, kendilerine tevcih edilmiş Rus toplarını hayal kırıklığına uğratıyorlardı.
Açıkta Türk süvarisini karşılayamayacağını anlayan Ruslar, bu defa müstahkem tabyaların arkasına sinerek Türk süvarisini beklemeye ve onları müstahkem siperlerin önünde kırmaya karar verdiler. Türk süvarisi bu defa da taarruza geçmekten çekinmedi. Ölümden zerrece korkuları olmadıkları aşikârdı. Rus siperlerine doğru yaklaştılar. Siperlere az kala atlarını dizginleyip bir an siperlerin ardındaki Rus Kazak süvarilerine hakaretler savurup, onları kızdırarak siperlerinden çıkartmak istiyorlardı. Siperlerin önünde bir an kalıp çekiliyorlardı. Çekilirken de kafalarını atlarının altına soktukları için isabet almıyorlardı. Âdeta şehir meydanında cirit oynuyorlardı. Bu yaptıkları artık süvariliğe bile sığar şey değildi, tam manasıyla at cambazlığı idi.”


Kaynak: YenidenErgenekon

KAYNAKLAR:
l.Nuri Paşa. Mustafa; Netayic ül-Vukuat III-IV cild Türk Tarihi Kurumu Yay. Ankara/1988.
2.Öztuna. Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi IX cild Ötüken Yay. İstanbul/1983.
3.Purgstall, Baron Joseph Von Hammer; Osmanlı Tarihi I. cild İkra-Okusan Yay. İstanbul/1989.
4.Sertoğlu. Mithat; Osmanlı Tarih Lügati Enderun Kitabevi İstanbul-1986.
5.And. Metin; “XVI.yy’da Eyalet Askerleri ve Deliler” Hayat Tarih Mecmuası. Mayıs 1970, sayı: 4.
6.Öztuna, Yılmaz; “Türk Akıncıları ve Akıncı Ocağının Sönmesi” Hayal Tarih Mecmuası. Haziran 1978. sayı;5.
7.Yakıtal, Emin; -Yakın Çağda “Deli” veya “Deli”ler Türk Dünyası Tarih Dergisi. Temmuz 87. sayı: 7.
8.Yeşim. Ragıp Şevki; “Akıncılar” Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1968, sayı: 4
9. “Tarihî Dinamikler” Sızıntı Dergisi. Ağustos 1989 sayı: 127.

ordu millet


AKINCI OCAĞININ SÖNMESİ (KÖPRÜ FACİASI)
Yılmaz ÖZTUNA

XVI. asır sonlarında Türklerin “Eflak” dedikleri Güney Romanya’nın Voyvodası Mihai, devlete isyan etti. Sadrazam Sinan paşa 100.000 kişilik bir orduyla Romanya’ya girdi. Türk ordusu karşısında ezilmek istemeyen Mihai Türkler ilerledikçe geri çekiliyordu. Sinan Paşa Romen isyanını bastırdığını sanarak geri dönmeye başladı. Bu sırada Satırcı Mehmed Paşa’yı sadece 2.000 askerle Bükreş’te bırakmıştı.

Sadrazam’ın bütün harekâtını casusları aracılığı ile günü gününe, hatta saati saatine haber alan asi voyvoda Mihai, Sinan Paşa Targovişte (Targoviste) şehrinden ayrılır ayrılmaz Eflâk’a girdi. Türk ordusunu icabında kaçabilmek için 24 saatlik mesafeden takip ediyordu.19 Ekim 1595 günü Mihai, Targovişte ulaştı ve şehre girdi. Şehri savunan 3500 Türk’ten Ali Paşa, Koçu bey ve diğer yüksek rütbeli subaylar esir edilerek hafif ateşte çevrile çevrile kızdırıldıktan sonra Mihai ve maiyeti tarafından büyük bir iştahla yenildiler. Diğer Türkler kazığa oturtuldu. Bu suretle kazıklı voyvodadan bir buçuk yüzyıl sonra Romenlerin yamyamlıkta bir nebze geriye gitmedikleri anlaşıldı. Esasen hepsi vahşi yapılı olan balkan kavimlerini bu gibi alışkanlıklardan alıkoyan Türk idaresiydi. (Hortlak ve vampir hikâyelerinin bütün dünyaya Transilvanya denilen Romanya’dan yayılması bir tesadüf değildir.)

Bu facia olurken, gafil Sinan Paşa, Tuna’nın kuzey kıyısına erişmiş Yerköğü (Giurgiu ) kalesine gelmişti. Yerköyü’nün karşısında, Tuna’nın öbür kıyısındaki Rusçuk’a geçecekti. Önce kendisi ve maiyeti Tuna’yı geçerek Ruscuk’a erişti. Ordunun ve ağırlıkların geçmesi 3 gün 3 gece sürecekti. Ordunun ardını korumakla görevli akıncı sınıfı, en son geçecek ve onlarda geçince köprü yıkılacaktı. Türk askeri, bilhassa akıncılar, büyük ölçüde ganimet almıştı.
İktidarını her zaman için servetine borçlu olan Sinan Paşa, bu ganimetten beşte bir devlet payı, bilhassa serdar payını kaçırmamak için köprübaşlarına tahsildarlar koydu. Savaş alanında bulunan bir ordudan ganimet payının o zamana kadar bu şekilde toplandığı görülmüş şey değildi! Sinan paşanın icadıydı. Tahsildar köprüden geçen her askerin eşyasını yoklayıp, hazine ve serdar payını aldıktan sonra salıveriyorlardı.
Asi voyvoda Mihai’nin 70.000 kişiyle gittikçe yaklaştığı biliniyordu. Bu durumda ordunun Tuna’nın iki yakasında ikiye ayrılmasının çok tehlikeli olduğu, bir kaç defa Sinan Paşa’ya hatırlatıldı. Ancak ihtiyar sadrazam bu sözlere kulak asmadı. Mihai Türk ordusu geçince ye kadar, harekete başlamadı. Akıncılar hariç bütün ordu geçince, top ateşi açtırdı. Akıncıların can vermeden silâhlarını teslim etmemelerinin ocaklarının geleneği olduğunu bilen Voyvoda yüzlerce metrelik köprü üzerinden akıncıları Tuna’ya dökmek istiyordu. Düşman toplarının sesi duyulunca Sinan Paşa ganimet toplamaktan vazgeçtiğini bildirdi. Ancak bu emir çok geç verilmişti. Bir kaç isabet alan tahta köprü çöktü. Binlerce akıncı sonbahar coşkunluğuyla kaynayan “kanlı Tuna deryasının” dalgalarına gömüldü. Henüz geçemeyen birkaç bin akıncı da düşman kılıçları altında can verdi.” Bu suretle akıncı ocağının büyük kısmı karşı kıyıda olup hepsi kılıçtan geçirildi ve hiç kurtulan olmadı bir kısmı da Tuna’nın coşkulu sularında can verdi.
O tarihte akıncı kökü kesildi ve bir daha kendisini toparlayamayarak gitgide önemini yitirdi. Bu suretle XVI. asrın son yıllarında Türk akıncı ocağı, bir daha altından kalkamayacağı bir darbe yedi. XVII. asırda Akıncılık artık geçen iki yüzyıldaki önemini kaybetmişti.
Bu faciada büyük sorumluluk Sinan Paşadadır. Diğer sorumsuzluklarına rahmet okutan, bu son marifetinde fazla üzüntü göstermeyen Paşa’nın tek endişesi köprü faciasının iktidardan düşmesine sebep verip vermeyeceğiydi. Ordu, “yaptığın rezaleti gör!” diye sadrazam’ın aleyhinde gösteri yaptıysa da seksenlik ihtiyar, buna da aldırmadı. Subaylar Sadrazam’dan izin alma ya lüzum bile duymadan birlikleriyle, kışlamak üzere, şuraya buraya dağıldılar.

Köprü Faciasına Dair Gravür

8 kasım 1595’te Sinan Paşa Ruscuk’tan ayrıldı. Ruscuk-İstanbul yolunda tek düşüncesi sebep olduğu yıkımları ne şekilde açıklayacağı, iktidarda nasıl kalabileceği ve muhaliflerini nasıl korkutacağı veya satın alacağı idi. Ancak daha İstanbul’a varmadan yolda azledildi.
Sebep olduğu faciaların onda biri kadar suç işleyen paşaların hayatlarını koruyamadıkları XVI. yüzyılda Sinan Paşa Malkara’daki malikânesine çekildi. Tek endişesi beşinci defa nasıl sadrazam olacağı düşüncesiydi. Bu inanılmaz işte oldu. Sinan Paşa’nın halefi olan Lala Mehmed Paşa, ancak 9 günlük bir sadrazamlıktan sonra öldü. Sinan Paşa gene sadaret makamına çağrıldı. 4 ay 5 gün sonra, bu görevde iken seksen küsur yaşında öldü ve bu şekilde uzun siyasi hayatını kapattı.

“Türk Akıncıları ve Akıncı Ocağının Sönmesi”
Hayat Tarih Mecmuası. Haziran 1978. sayı;5.
http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=901&B=akinci-ocaginin-sonmesi-kopru-faciasi

GERİLLA KİMDİR? Eklenme Tarihi: 27 Ocak 2018 Cumartesi
Eklenme Saati: 16:59
Okunma Sayısı: 270

Levent Akıncı: GERİLLA KİMDİR?
27 Ocak 2018



Tarihte gerilla-çete harbi dendiğinde bu işin pîri olarak elbette ki İSLÂM gâzileri görülür.

Davud Aleyhisselâm’ın, sapan ile koca dev Calut’un gözünü kör edip öldürmesindeki gibi bir güç dengesizliğine muvafık olarak, çok defa bir avuç İslâm gazisi kâh vur-kaç taktikleri kâh istişhâdî taarruzlar, yani fedâ eylemleri ile tarihe mührünü vurmuştur.

Ashab Radıyallahuanhum Veraduanh’dan Hz. Ebû Cendel (r.a.) ve çetesi bilinen ilk gerilla hareketidir. Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Halid (r.a.) da bir çok harekâtı kumanda etmiş ve nice kalabalıklar arasına dalıp döne döne harb etmişlerdir… Onlara Kerrâr ve Esedullah ve Seyfullah denmiştir…

“İbrahimin Milleti” üzere bir “Tevhîd Ümmeti”

Tevellüdde kulağına, içinde şehadet kelimeleri, tevhîd ve tekbîr olan “ezân” okunup, kabre defninde de “Alâ Millet-i Resulillah” denilen kurt şahsiyetli, “İbrahim tek başına bir ümmetti” beyânı ve “Fefirrû İlallah” hükmünce, asla sıradan ve sürüden olmayıp, hak yolda icabında yalnız kurt kalmasını bilen ve ancak kendisi gibi kurt karakterliler ile bir sürü teşkil eden, asla kula kul olmayan, asla köpekleşmeyen adamlar…

Atlantik’ten Hind ve Pasifik’e, Atlaslar’dan Altaylar’a, Habeş ve Yemen’den Kafkaslar ve Balkanlar’a, Endülüs’den, Pireneler’den Tanrı Dağları’na “Kızılelma” yolunda cennete kanatlanan nice kahraman ile doludur tarihimiz…

Ve bu harplerin bir kısmı büyük meydan ve deniz muharebeleri iken, birçoğu da çete savaşlarıdır…

“İnfirû hifâfen ve sigâlen” hükmünde geçen, “gerek ağırlıklı gerek hafif olarak sefere, Allah yolunda cihada çıkın” emri gereği asırlarca her daim sefer ve akın yapmış şerefli ecdadımız. Bazen ağır yüklü ve dev ordularla, bazen hafif birlikler, Akıncı çeteler şeklinde…

Akıncılar ve Leventler, ister meydan muharebelerinde ister çete akınlarında ve şehadet taarruzlarında; sömürgeci, emperyalist, zalim küffara dünyayı dar etmiştir. Mazlumlara ümit zalimlere kâbus olmuştur…

Bu arada, hemen ekleyelim, Kızılelma; ilây-ı kelimetullah ve nizâm-ı âlem için, yani Arz’da hiç bir tağut kalmasın, sadece Allah Teâlâ’ya ibadet edilsin, Şeriat-ı Muhammedî hâkim olsun diye Halife Sultan’ın atının gideceği nihai ve aslında nâmütenâhi serhadlerdir…

Akıncılar ve Deliler hakkında gerek yerli, gerek yabancı sayısız mühim kaynak vardır. Hammer Tarihi veya Evliya Çelebi (r.h.) Seyahatnâmesi gibi… At sırtında ve seferde, akında da, hazerde mukim iken de, hatta yatarken veya helâya, gusle vs girince dahi techîzâtını, silahlarını yanından ayırmayan deli fedailer idi. Deniz Akıncısı da diyebileceğimiz Leventler için ise Barbaros Hayreddin Gâzî (r.h.)nin Gazavât’ı en muhteşem ve birincil kaynaktır. Ve Kızılelma için; Peç’li İbrahim Efendi (r.h.) tarafından yazılan Târih-i Peçevî çok esrarlı ve muhteşem bilgiler verir. Meraklılarını oralara havale ederiz.

İktidarda üç kıta yedi derya hükümdarı, Hak’kın, Şeriat-ı Muhammedî’nin hizmetkârı, Halife Sultan Süleyman Gâzî (r.h.), serhadlerde Akıncı Bali Bey ve Akıncı Hüsrev Bey gibi gâziler, Kaptan-ı Deryâ’lıkta Barbaros Hayruddin Gâzî (r.h.), Şeyhülislamlıkta Ebû Suud (r.h.) gibi Ehli Sünnet ulema, sadarette Sokullu Mehmed Paşa gibi gâzâ ehli ve âkil erler olan bir HİLAFET Devleti nasip olur yine inşallah.

Levent Akıncı – Psikolojik Danışman-Tarihçi

Kaynak: Adımlar dergisi
Etiketler:
Akıncılar ve Leventler Altaylar Atlantik Balkanlar Davud Aleyhisselâm Endülüs Esedullah GERİLLA Habeş Hind ve Pasifik Atlaslar Hz. Ali Hz. Ebû Cendel Hz. Halid İbrahimin Milleti İSLÂM gâzileri Kafkaslar Kerrâr Kızılelma Pireneler Seyfullah Tanrı Dağları Tevhîd Ümmeti yemen
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com