EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ne Güzel Hukuk(!)

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Mar 03, 2008 12:33 am    Mesaj konusu: Ne Güzel Hukuk(!) Alıntıyla Cevap Gönder

DAĞ NEREDE?
Gökhan YAMANGÜL
29 Haziran 2017

– Yeni Türkiye! Huuu!..

“İleri demokrasi” geldi mi?

– Geldi, geldi.

– Ne getirdi?

– Kan, gözyaşı, mahpusluk.

– Kime, kime?

– Yan gözle bakana, gıkını çıkarana.

– Daha kime?

– Adalete.

– Adalet nerede?

– Ağır Ceza Mahkemesine çıktı.

– Ağır Ceza nerede?

– HSYK kesti.

– HSYK nerede?

– Anayasa Mahkemesine düştü.

– Anayasa Mahkemesi nerede?

– YSK içti.

– YSK nerede?

– Beştepe’nin ardına saklandı.

– Beştepe nerede?

– İşte, o şimdilik yerinde duruyor.

Etiketler:
DAĞ NEREDE? hayat İleri demokrasi sanat YAŞAM
Kaynak: adımlar dergisi

Karamollaoğlu: Olağanüstü hal, olağan hale gelirse bundan sonra hukuk yok demektir
14.01.2018



Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu hükümetin OHAL'i uzatmasını eleştirdi, "Hala 1,5 sene sonra neredeyse, olağanüstü hal ile idare ediliyoruz. Olağanüstü hal, olağan hale gelirse hapı yuttuk. Artık bundan sonra hukuk yok demektir" dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İzmir’de partisinin il teşkilatı tarafından düzenlenen Teşkilat Eğitimi programına katıldı. Kemalpaşa Dere Mesire Alanı Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleştirilen programa Saadet Partisi İzmir İl Başkanı Zekeriya Hazırbulan ve çok sayıda partili katıldı. Programda konuşan Karamollaoğlu, 2019’da yapılacak başkanlık seçimlerine hazırlandıklarını ve başarılı olacaklarına inandıklarını söyledi. Bu seçimde özellikle kadınlara büyük görevler düştüğünü ifade eden Karamollaoğlu, "Çalınmadık kapı bırakmayacaklar. Her alanda çalışan kadınlarımız var. Eksiksiz herkese ulaşacağız. Mesajımızı herkes alacak. Bizim üzerimizde her türlü çirkin oyunlar oynanabilir. Bunlar sizi hedefinizden vazgeçirmesin. Saldırılar artarsa hedefe yaklaşıyoruz demektir" dedi.

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ İLE HARİTALAR AMİREKA'DA ÇİZİLDİ

Karamollaoğlu, Ortadoğu'daki çatışma ortamına da değinerek, "İslam alemi darmadağın olmuş. Kendi sorunlarını çözememiş ve kendi içinde boğuşmalar yaşıyor. Son 120 yıllık tarihimizi hatırlamazsak, son 120 yıllık tarihimizi bilmezsek, bu hale nasıl düştük bunu anlamazsak problemleri aşamayız. Büyük Ortadoğu Projesi ile haritalar yeniden çizildi. Amerika’da çizildi. 11 Eylül’de ikiz kuleler yıkıldı, Pentagon’a saldırıldı. Enkazın altından Müslüman pasaportu çıkınca, ‘İntikam alacağız, haçlı seferi yapacağız’ dediler. Haçlı seferi ilan eden ABD bizim stratejik müttefikimiz olamaz. Bugün maalesef İslam alemi bunun bedelini ödüyor. Biz bunların önüne tek vücut olarak çıkmak durumundayız. Bunu yapacak tek görüş ise milli görüştür. Bizim batıdan farkımız hakkı üstün tutuma kararlığımızdır" diye konuştu.

Hukuka, adalete güvenin kalmadığını söyleyen Karamollaoğlu, "Bir mahkeme iki gazetecinin tutukluğu devam ederek yargılanmasına karar verdi. Aylardır tutuklu bu gazeteciler, onlar da Anayasa Mahkemesi'ne müracat ettiler. Anayasa Mahkemesi de bir karar aldı, bu mahkemenin kararını bozdu. Mahkeme dedi ki 'Ben seni dinlemiyorum'. Anayasada bir hüküm var, diyor ki 'Anasaya Mahkemesi'nin aldığı kararlara Cumhurbaşkanı, Meclis dahil kimse itiraz edemez, uygulamak mecburiyetindedir. Ama bir mahkeme diyor ki 'ben senin aldığın karara uymuyorum'. Anayasa Mahkemesi yanlış karar verebilir, mühim olanı kurala uymaktır. Yerel mahkeme de yanlış karar verir. Temyiz müessesi çalışmazsa adalet çalışmaz. Şu anda temyiz çalışmıyor. Onun için bireysel müracaat hakkını bu hükümet verdi insanlara. Onlar da gittiler, mahkeme de karar verdi 'serbest bırakılsınlar, yargılamaları böyle devam etsin' diye. Mahkeme de diyor ki 'ben buna uymam.' Böyle hukuk olur mu?" dedi.

"ARTIK BUNDAN SONRA HUKUK YOK DEMEKTİR"

Fetullahçı Terör Örgütü'nün 15 Temmuz'daki darbe girişiminde Türk milletinin kahramanlık gösterdiğini, darbe sonrasında ise iktidarın OHAL’i çok uzattığını belirten Karamollaoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

"İSTEMEDİĞİN BİR KARAR ALINDIĞI ZAMAN BAL GİBİ KARIŞIYORSUN"

"Elbette gerekir. Ama nereye kadar? 3 ay, 3 ayda toparlayamadın, hadi 6 ay. 6 ayda da toparlayamadın. Hadi bir 3 ay daha. Ama hala 1,5 sene sonra neredeyse, olağanüstü hal ile idare ediliyoruz. Olağanüstü hal, olağan hale gelirse hapı yuttuk. Artık bundan sonra hukuk yok demektir. Çünkü hukuk bir kişinin, hükümetin dudakları arasındadır. Anayasa çiğnenmeye başladığın an, olağanüstü hal falan bırak sen, devreye girmen lazım. Bir mahkeme güya Anayasa Mahkemes'inin ağzının payını verdi. Kim düzeltecek bunu? Hükümetin bunun karşısında bir şey yapması icap eder. 'Efendim ben adalete karışmam.' İstemediğin bir karar alındığı zaman bal gibi karışıyorsun. Anayasa çiğnendiği zaman niye girmiyorsun. Hukuk, adalet olmadan, hak üstün tutulmadan hiç bir ülkede, dünyada huzur olmaz. Hükümetin bir tedbir alması lazım. Kimsenin anayasa haklarının dışına çıkmaması icap eder. Biz hukukuna üstünlüğün en önemli mesele görüyoruz."
Karar

Habertürk yazarı Yılman: Oğlum, 'Anayasa Mahkemesi niye var?' diye sordu; 'Çayını iç' dedim
13 Ocak 2018



"Sizde benim oğlanın söylediklerine karşı bir cevap var mı bilemiyorum ama ben bulamadım"

Habertürk yazarı Sevilay Yılman, hukuk okuyan oğlu ile yaşadığı diyaloğu yazdı. Yılman, oğlunun Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Şahin Alpay ve Mehmet Altan hakkında verdiği hak ihlali kararını uygulamayan yerel mahkeme sürecini hakkında, "Anayasa Mahkemesi niye var?" diye sorduğunu, cevap veremediğini, “Hadi çayını iç oğlum!” dediğini söyledi.

"Sizde benim oğlanın söylediklerine karşı bir cevap var mı bilemiyorum ama ben bulamadım" diyen Yılman'ın "Şimdi sıra OHAL Komisyonu’nda" başlığıyla yayımlanan (13 Ocak 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Biliyorsunuz, zaman zaman yazıyorum. Oğlum Fransa’da okuyor, Hukuk Fakültesi’nde. Tatil için Türkiye’de. Hâl böyle olunca tabii vaktimin büyük çoğunluğu onunla geçiyor. Dün beraber geldik gazeteye. Hem ofisimi görsün istedim, hem de mesai arkadaşlarımla tanışsın. Neyse... Odamda oturduk bir süre. Önündeki sehpada tüm gazeteler. Ben bilgisayarda bakınırken bir şeylere, o da gazetelerin birinci sayfasındaki haberlere göz atmış. Ve hukuk öğrencisi olduğu için de tabii AYM’nin, yani Anayasa Mahkemesi’nin, FETÖ’den tutuklu Mehmet Altan ve Şahin Alpay’la ilgili verdiği tahliye kararının 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddi haberi dikkatini çekmiş.

İşim bitince dönüp bana sordu meseleyi. Ben de anlatmaya çalıştım. Ama tabii, eveleyip geveleyerek; çünkü gerçekten de olan bitenin nasıl anlatılabileceğini bilemedim. Dinledi dinledi ve sonra dönüp bana, ama yüzünü ekşiterek aynen şöyle dedi: “Bana diyorsun ki okulunu bitirince geleceksin ve eğitimin doğrultusunda hayatını burada kurgulayacaksın. Anneciğim, biliyorsun ben hukuk okuyorum. Geleyim gelmesine de okul bittikten sonra ben burada, bu hukuk karmaşasının içerisinde bu işi nasıl yapacağım? Bizim gördüğümüz hukukta, en yüksek mahkemenin verdiği kararın yerel bir mahkeme tarafından tanınmaması gibi bir olay yok! AYM niye var söyler misin bana lütfen? Ne için kurulmuş bu mahkeme?”

Doğruyu söyleyeyim mi? Sizde benim oğlanın söylediklerine karşı bir cevap var mı bilemiyorum ama ben bulamadım. Baktım öylece suratına ve sadece şunu diyebildim: “Hadi çayını iç oğlum!”

T24
ETİKETLER
sevilay yılman haber açıklama oğlu diyalog

Mehmet Altan hakkında şok karar!
19 Ocak 2018



İstanbul 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi, resmi gazetede yayınlanan Mehmet Altan kararını bir kez daha değerlendirerek, Altan'ın tutukluluğunun devamına hükmetti.

Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararının resmi gazetede yayınlanmasının ardından gazeteci Mehmet Altan’ın tutukluluğunu değerlendiren yerel mahkeme, bir kez daha tahliye talebini reddetti.
Kararda, “AYM kendisine kanunla çizilmiş yetkisini aşmıştır. Dosyada tutukluluk halinin devamını gerektirir olguların olup olmadığını takdir etme yetkisi mahkememize aittir” denildi.
İstanbul 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi, resmi gazetede yayınlanan Mehmet Altan kararını bir kez daha değerlendirerek, Altan'ın tutukluluğunun devamına hükmetti.
Kararda, “AYM kendisine kanunla çizilmiş yetkisini aşmıştır. Dosyada tutukluluk halinin devamını gerektirir olguların olup olmadığını takdir etme yetkisi mahkememize aittir. Ayrıca vermiş olduğu ihlal kararında tahliyeye yönelik bir hüküm bulunmamaktadır” denildi.

Kaynak. Patronlar Dünyası

Feyzioğlu’nun görüşü: Şahin Alpay ve Mehmet Altan’a tahliye zorunluydu
12/01/2018



Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, yazarlar Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın Anayasa Mahkemesi (AYM) kararına rağmen tahliye edilmemesini “AYM kararı bağlayıcıdır, ağır ceza tahliye etmek zorunda” sözleriyle yorumladı.

AYM, 11 Ocak’ta yazarlar Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın tutukluluğuna ilişkin hak ihlali kararı vererek tahliyelerin önünü açmıştı. Ancak Altan ve Alpay’ın yargılandıkları iki farklı ağır ceza mahkemesi, AYM’nin gerekçeli kararının ellerine ulaşmadığını gerekçe göstererek ikilinin tahliye talebini reddetmişti.

‘Tahliye zorunluydu’

Feyzioğlu’na Ülkücü Düşünce Derneği’nde (ÜLKÜ-DER) ‘Hukuk Devleti’ adıyla verdiği konferans sırasında Altan ve Alpay durumu soruldu.

Barolar birliği başkanı şunları söyledi: “Anayasa Mahkemesi’nin kararı bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi mahkemeyi bağlar, idareyi bağlar. Anayasa Mahkemesi kısa kararında, ‘Bu tutukluluklar temel hakları ihlal etmiştir, anayasaya aykırıdır’ demiştir. Şahin Alpay için 13’üncü ağır ceza mahkemesi, Mehmet Altan için 26’ncı ağır ceza mahkemesi ‘Gerekçeli kararı görüp öyle düşünelim’ demiştir. Bu iki mahkemenin de takdir yetkisi yoktur. İki mahkeme de kısa kararda ihlali gördükleri anda tahliye etmek zorundadırlar. Nitekim kararlarını ikiye bir vermişlerdir. Muhalif üyeler ‘Bizim takdir yetkimiz yoktu, yapamayız. Derhal tahliye etmek zorundayız’ demişlerdir.”

Bozdağ’a çattı

Feyzioğlu, Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın karara yönelik değerlendirmeleri hakkında da şunları kaydetti: “Hükümet sözcüsü Anayasa Mahkemesi için ‘Dosyayı bilmiyor’ demiştir. Hükümet sözcüsü dosyayı biliyor ama Anayasa Mahkemesi dosyayı bilmiyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararını eleştirecek durumda değilim. Çünkü gerekçeli kararı yayınlanmadı. Ama ağır ceza mahkemesinin Anayasa Mahkemesi’nin kısa kararına derhal uyması gerektiğini bilecek kadar lisans seviyesi hukuk biliyorum. Doktor, profesör seviyesi hukuk bilmenize gerek yok. Hükümet sözcüsünün bu bilgiden yoksun olmasını garipsiyorum.”

Barolar birliği başkanı, AYM’yi de “Anayasa Mahkemesi bu özgürlükçü yaklaşımını OHAL KHK’larına karşı kullansa iyi olur. Çünkü Anayasa Mahkemesi yarın sabah kalktığında bir OHAL KHK’sıyla altı aylığına tatile çıkartıldığını görebilir. Anayasa Mahkemesi ‘Ben OHAL KHK’larını inceleyemem’ dedi. 27 senelik mücevher değerindeki içtihadını çöpe attı” sözleriyle eleştirdi.
Diken

"UYAP'ı FETÖ'cülere kaptırdık" diyen Erdoğan'ın söyleyemediğini biz söyleyelim
10.01.2018

Sonuç olarak; Erdoğan bugün UYAP’ı FETÖ’cülere kaptırdıklarını söyledi. Birol Erdem’in ifadesinden anlıyoruz ki, UYAP en başından Fethullahçı oldukları bilinen isimlere teslim edilmişti...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Adalet Şûrası’nda yaptığı konuşmada kritik bir özeleştiride bulundu. Erdoğan “UYAP’ın kuruluşuna kadar cumhuriyet tarihinin en büyük reformunu gerçekleştirdik. Ama bir şeyi gerçekleştiremedik, UYAP gibi çok önemli bir teknolojiyi maalesef bu bir öz eleştiridir, FETÖ’cülere kaptırdık. Ve bu ağ, orayı kendi sinsi emelleri için çok acımasız kullandılar ve oradan da gerçekten de en büyük zulmü icra ettiler” dedi.

O İSMİN İFADESİ

Erdoğan’ın UYAP özeleştirisi akıllara Birol Erdem’in FETÖ suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra verdiği ifadeyi akıllara getirdi.

Önce Erdem’in kim olduğuyla başlayalım.

Erdem, uzun yıllar boyunca Ankara’da kritik görevlerde yer almış bir isim. 17 Aralık operasyonu döneminde HSYK üyesi de olan Erdem, eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yakınında yer almış bir bürokrat.

FETÖ’nün yargıyı ele geçirmeye başladı dönemlerde Birol Erdem, Adalet Bakanlığı’nda Personel Genel Müdürüydü. Yargının tepesinde oturan ve “ABİ” olarak kodlanan üç isimden biriydi.

Birol Erdem, Sadullah Ergin’in Adalet Bakanı olduğu dönemde önce Ahmet Kahraman’ın yerine Adalet Bakanlığı Müsteşarı olmuştu. Bekir Bozdağ göreve geldiğinde, Erdem’i görevden almıştı. Ahmet Davutoğlu Başbakan olduğunda ise Erdem’i Başbakanlığa aldırmıştı.

“BİR GÜN BENİ MİT MÜSTEŞAR YARDIMCISI ARADI…”

Devletin kritik noktalarında görev yapmış olan Erdem savcılık ifadesinde UYAP’la ilgili yaşanan bir krizi detaylarıyla anlatıyordu.

Söze “Özellikle Bilgi İşlem Dairesi Başkanının değiştirilmesine neden olan olayların bir kısmına değinmek istiyorum” diye başlayan Erdem ifadesinde “Bir gün beni MİT müsteşar yardımcısı aradı, ismini şu an hatırlamıyorum. Sizin bilgi işlem dairesiyle uzun süredir görüşme halindeyiz dedi. Bir türlü bize güvenlik soruşturmaları ile ilgili UYAP üzerinden sorgulama yapabilmek için gerekli olan yetkileri vermiyorlar. Bir türlü gerekli protokolleri yapamadık. İşi sürüncemede tutuyorlar dedi. Ben de ilgileneceğim dedim ve bilgi işlem başkanını çağırdım” dedi.

UYAP EMNİYETE SERBEST

Birol Erdem’in yanına çağırdığını söylediği kişi Mesut Orta’ydı. O dönem Bakanlık, Emniyet’le bir protokol imzalamış, Emniyet’in UYAP’a geniş yetkililerle erişmesine izin verilmişti. O dönem Emniyet’in kritik kadrolarının FETÖ’cü isimler tarafından işgal edildiği biliniyordu. Aynı Bakanlık, MİT’in talebini ise sürüncemede bırakıyordu.

GÖREVDEN ALDI

Erdem ifadesinin devamında MİT’le çıkan krizle ilgili bir toplantı yaptıklarını söylüyor, “Bilgi İşlem Başkanı ve yanında getirdiği yardımcısı devletin kurumları arasında bir ayrım yapıyor, devletin kurumlarını kendine yakın uzak şeklinde bir tanımlama içinde ve bu düşüncelerini de işine bir şekilde yansıtıyor” diyordu.

Bu krizin ardından Mesut Orta ve yardımcısı Muhittin Kırıcı görevden alındı.

Erdem, ifadeyi alan savcının "Görevden alınma tarihinde Mesut Orta ve Muhittin Kırıcı'nın Fethullah Gülen Cemaati mensubu olup olmadığını biliyor muydunuz" sorusuna ise şu yanıtı vermişti:

"Mesut Orta ve Muhittin Kırıcı'nın görevden alındığı tarihte Fethullah Gülen Cemaati mensubu olduklarını biliyordum. Bu kişilerle herhangi bir cemaat faaliyeti veya ortamında karşılaşmadım ancak bakanlıktaki diğer cemaat mensupları olduğunu bildiğim kişilerle irtibatları ve dayanışmalarından Fethullah Gülen Cemaati mensupları olduklarını anlamıştım."

FETHULLAHÇI OLDUKLARINI BİLİYORDU

Savcı bu cevap üzerine çok kritik bir soru sordu: "Mesut Orta'nın görevden alınma gerekçeleri arasında cemaat mensubu olmasını belirtmediniz. Buradan hareketle Mesut Orta UYAP'la ilgili MİT'in talebi doğrultusunda entegrasyonu sağlamış olsaydı cemaat mensubu olduğu gerekçesiyle yine de görevden alacak mıydınız?"

Birol Erdem'in bu soruya yanıtı ise büyük bir itiraf niteliğindeydi...

Erdem cevabında "2012 ve 2013 yılında kamuda cemaate yönelik herhangi bir tasfiye hareketi yoktu. Bu nedenle sırf bu gerekçeyle bir bürokratı görevden almak neredeyse mümkün değildi. Ben, Mesut Orta'nın cemaatçi olduğunu bildiğim için mesleki olarak da talimatlarıma aykırı hareket etmesini fırsat bilerek görevden alınmasını teklif ettim" demişti.

Sonuç olarak; Erdoğan bugün UYAP’ı FETÖ’cülere kaptırdıklarını söyledi. Birol Erdem’in ifadesinden anlıyoruz ki, UYAP en başından Fethullahçı oldukları bilinen isimlere teslim edilmişti. Görevden alınmaları ancak bir krizle gerçekleşti, Fethullahçı olmaları nedeniyle değil.

Ne diyordu Birol Erdem: “Sırf bu gerekçeyle bir bürokratı görevden almak neredeyse mümkün değildi.”
Odatv.com

'Adaleti siyasetin eline verirseniz'
06 Temmuz 2017



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ‘Adalet Yürüyüşü’nün 21. gününde yaptığı basın açıklamasında kararnameyle 780 hakim ve savcının görev yeri değiştirilmesinin siyasi otoritenin beklentilerine uygun yeni hâkim ve savcılara yer açılmak amacını taşıdığını belirtti.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Adalet Yürüyüşü’nün 21. gününe başlamadan önce basın açıklaması yaptı. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satırbaşları şöyle: Bu yürüyüşü biz ‘Adalet Yürüyüşü’ olarak andık. Adaletin ne kadar önemli olduğunu bütün vatandaşlarımıza anlatmak istedik. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu seçildi. Yeni göreve başladılar beş altı günlük görev süresi içerisinde bir kararnameyle 780 hâkim ve savcının yerini değiştirdiler. Niçin hangi otoriteyle, hangi gerekçeyle? Siyasi otoritenin beklentilerine uygun yeni hakimler görevlere başlasınlar diye. Adaleti siyasetin emrine verirseniz Türkiye’nin başı beladan kurtulmaz. Adaleti siyasetin eline verirseniz Türkiye’de demokrasi olmaz. Adaleti siyasetin emrine verirseniz insan hakları ihlalleri olur. Bütün bunları herkesin bilmesi lazım, özellikle ülkeyi yönetenlerin bilmesi lazım. Kendi adalet anlayışlarını topluma dayatmak değil evrensel adalet anlayışını hepimizin birlikte kabul etmesi lazım.

Başbağlar anması

5 Temmuz 1993 yılında bizim Cumhuriyet tarihimizin en büyük sivil katliâmlarından biri oldu. (Erzincan) Başbağlar’da 33 vatandaşımız terör örgütü mensupları tarafından katledildi. Sabah muhtarı aradım her yıl milletvekili arkadaşlarımız giderdi bu yıl il başkanı arkadaşlarımız gidecek. Umarız Türkiye bir daha böyle felâketlerle karşı karşıya kalmaz.” Zaman zaman soruyorlar ‘Zayıfladın mı?’ diye, kemerde bir ilik kazandım onu söyleyeyim, ama öyle 5 kilo vermedim. Öte yandan, Kortejin İstanbul’a yaklaşmasıyla birlikte güvenlik için alanda bulunan polislere yenileri eklendi, havadan helikopterle takip yapılmaya başlandı. D-100’ün İstanbul istikameti yürüyüş için trafiğe kapatıldı.
Yeni Asya

“Beni Cumhurbaşkanı Erdoğan görevlendirdi” diyen Dekan görevden alınınca böyle dedi: Hukuk bilmiyor, densiz
24.11.2017

Rize'de Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şaban Şimşek, görevden alınmasına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Tıp Fakültesi Dekanlığı görevinden alınan Prof. Dr. Şaban Şimşek, 53 Gazeteciler Derneği’nde basın mensupları ile bir araya gelerek görevinden alınmasına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Kendisinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından görevlendirildiğini belirten ve hiçbir gerekçe olmadan görevden alındığını anlatan Prof. Dr. Şimşek şunları söyledi:

"Bana 'Üniversitemize zarar vermeyelim istifa ederseniz bu sıkıntıları aşarız' diye sözlü ifadede bulundular. Ben de bunun gerekçe olamayacağını ortada somut bir durumun olmadığını ve beni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görevlendirdiğini, görevden alacak olan kişinin de onun olduğunu söyledim. 'Onun böyle bir direktifi var mı?' diye sorduk, 'Evet' dediler. Biz de 'Bu konu kendi tasarrufumuzdadır' diyerek oradan ayrıldık. Aradan 24 saat sonra rektör yazıları yazmış, YÖK’e gitmiş, aynı gün yazı yazılmış, ertesi gün Rize’ye ulaşmış ve bize tebliğ edilmiştir. Yani alelacele görevden alındık. Bu bir idari infazdır. Böyle kanunsuz, usule ve adaba uymayan bir şey olamaz. Kanunda yazan şey adaba uymuyorsa yapmamak lazım. Böyle bir idam gerçekleşti. Şimdi arkasını dolduramıyorlar. Böyle durumlarda atamalar üniversiteden üniversiteye atamalar olur. Biz buraya gelirken Cumhurbaşkanımızın isteği ile buraya geldim. Emir büyük yerden olunca İstanbul’dan görevimi bırakarak Rize’de hizmete başladım. Şimdi ise burada kalmamam için her şeyi yaptılar. Burada görev süremi bitirdiler. Mevzuatta böyle bir şey yokken bunu yaptılar. Maalesef ülkemizde maalesef böyle çekememezlik var. Görevime sonlandırma yapmışlar kanunlarda böyle bir şey yok. Ya hukuku bilmiyorlar ya da bizim rektörlük çok densiz. Uzman doktor olarak İstanbul’a döneceğiz. Ama yine dönemiyoruz. Hiçbir gerekçe olmadan görevden beni alıyorlar. Canı yürekten çalıştım ama yapılan bu durumu anlayamıyorum."

"CUMHURBAŞKANI ÇOK MUHABBETLİ DAVRANDI"

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz bölgedeki ziyaretlerinde kendisine muhabbetli davrandığını ardından ne olduğunu anlamadan görevine son verildiğini kaydeden Şimşek şöyle dedi:

"Bir ay önce Cumhurbaşkanımıza bu sorunları tek tek anlattım. Sonra 'Sizin verdiğiniz görevi layıkıyla yapamayacağım' dedim. Simülasyon merkezi 2 ay açılış vaziyetine gelecek. Bir de büyük projeniz olan sağlık külliyesi vardı. İki hafta önce Ankara’daydım. 'Eğer kalacaksam izzetle kalayım gideceksem de izzetle gideyim karar sizindir başım üstüne' dedim. Yani benim böle bir talebim oldu. Cumhurbaşkanımızın Rize ziyaretinde, kendisine bir takım şeyler söylediler. Geçimsizliği anlattılar o da ‘Ayrılsın o zaman’ demiş. Cumhurbaşkanımızı Rize’den uğurlarken çok muhabbetli davrandı. Hatta kendisine verilen notu başkalarına yönlendirirken benim notumu cebine koydu. Sonrasında böyle bir durum gerçekleşmesini anlayamıyorum" dedi.

13 ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğiyle RTEÜ'ye görevlendirilen Prof. Dr. Şaban Şimşek, RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Karaman ile yaşadığı öne sürülen çekişmelerin ardından geçtiğimiz gün görevden alınmıştı. Prof. Dr. Şimşek görevden alınmasını da sosyal medya hesabından paylaşımda bulunarak duyurmuştu.

Odatv.com

9 yaşındaki çocuk havuzda elektik akımına kapılarak hayatını kaybetti, 2 yıldır sorumlu belediye bulunamadı!
02 Eylül 2017



Konya'da 9 yaşındaki oğlunu süs havuzunda kaybeden baba 2 senedir hukuk mücadelesi veriyor

Konya'nın Beyşehir ilçesinde 4 çocuk babası Ali Yeni’nin 9 yaşındaki oğlu Muhammed Emin Yeni, 2 yıl önce Huğlu Mahalle Meydanı’ndaki süs havuzunun etrafından oynarken dengesini kaybedip suya düşünce, havuzdaki elektrik kaçağı nedeniyle akıma kapılıp yaşamını yitirdi. Oğlunun ölümüne neden olan havuzdan sorumlu belediyeyi bulmak için başlattığı hukuk mücadelesini 2 yıldır sürdürdüğünü belirten Ali Yeni, sorumluların tespit edilmemesine tepki gösterdi.

Oğlunun ölümünün ardından, havuzdaki elektrik kaçağı nedeniyle ihmal olduğunu düşünen baba Ali Yeni, havuzun sorumlularını bulmak için hukuki mücadele başlattı. İlk olarak havuzun Beyşehir Belediyesine mi, yoksa Büyükşehir Belediyesine mi ait olduğunu belirlenmek için çalışma yapıldı. Her iki belediye de sorumluluğu birbirinin üzerine attı. İçişleri Bakanlığı tarafından görevlendirilen müfettişlerin araştırması sonucu sorumluluğun Beyşehir Belediyesine ait olduğu belirlendi. Bunun üzerine Beyşehir Belediyesi de Danıştaya itirazda bulundu. Danıştaydan çıkacak kararı beklediğini belirten Ali Yeni, “Başıma gelenler, kendi çocuklarının başına gelse, adalet bu kadar gecikir miydi?” diye konuştu. (Konya/DHA)

T24
ETİKETLER
ali yeni muhammed emin yeni havuz konya ölüm dava belediye

Bu olay CeHaPe döneminde değil AKePe döneminde oldu: Polis Kur'an Kursu hocası hanımın eviini gece bastı, kapıyı kırarak içeriye girdi ve...
24.11.2017



Milli Gazete'nin haberine göre; Kapısı kırılarak evine girilerek tutuklanan Kur'an hocası Ayşan Orakçı yaşadıklarını anlattı

Diyarbakır 'da camide Kur'an-ı Kerim dersi verdiği için 2004 yılında hakkında açılan davanın mahkûmiyetle sonuçlanmasının ardından dün akşam koçbaşıyla evinin kapısı kırılarak gözaltına alınıp cezaevine konulan engelli Kur’an Kursu Hocası Ayşan Orakçı, bugün savcılığın infazını durdurması kararı üzerine tahliye edildi.

Merkez Bağlar ilçesinde bulunan E Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan Orakçı,Yaşadığı mağduriyet hakkında cezaevi önünde açıklamalarda bulundu. Orakçı, evine yapılan baskındaki tutuma tepki göstererek, olayın sorumlularının cezalandırılmasını istedi.

"POLİS BASKININDA BİRİLERİNİN CİNNET GEÇİREREK EVE SALDIRDIĞINI DÜŞÜNDÜM"

Polisin eve yaptığı baskını kâbus olarak niteleyen Orakçı, "Polislerin baskınında ben birilerinin cinnet geçirerek, eve saldırdığını düşündüm. Baskından önce çocuklarımın hep biri bir odada ders çalışıyordu. Baskın, çok kötü bir durumdu. Ben polislere böyle yaptıklarının çok saçma olduğunu, adresimin belli olduğunu ve neden böyle bir baskın yaptıklarını sordum. Polisler çok samimiyetsizdi ve sonradan adliyede de çok samimiyetsiz davranışları vardı. Onlara mağdur olduğumu ve bana ceza veren yargı mensuplarının cezaevinde olduğunu, bir kâğıda bakılarak bu şekilde mağdur edildiğimi anlattım. Onlar da beni alaya aldılar." dedi

"BİZ POLİSLERE NE KADAR ‘TAMAM’ DEDİKSE ONLAR BİZE BAĞIRIYORDU, ÇOK KORKUNÇ BİR DURUMDU"
Baskında art niyetin olduğuna işaret eden Orakçı, "Yıllar önce de evimize gelindi ama böyle gelinmedi. Yani çok kötü bir durumdu. Böyle bir şey yaşanmaz. Nasıl kapıyı çalmadılar? Polissiniz. Önce araştırma yapın, ‘Bu dairede kim yaşıyor’ diye. Komşularımız var, eş dostumuz var. Bunun niye yapıldığını hâlâ çözemedim. Çocuklarım da mağdur oldu.Bir de ben ne yapabilirim ki onlara? Böyle bir baskın yaptılar. Biz polislere ne kadar ‘tamam’ dedikse onlar bize bağırıyordu. Çok korkunç bir durumdu." ifadelerini kullandı.

Polisin kendisini rencide ettiğini söyleyen Orakçı, sözlerine şöyle devam etti:

"Biz ne kadar polislere karşı sakin davrandıysak onlar bize o kadar kaba davrandılar. İlk girdikleri zaman bizi rencide ettiler. İlk girdiklerinde biz ‘tamam, tamam’ diyoruz, onlar ise ‘Ellerini indir, yere yat , yere yat’ diyorlardı. Bizden onlara bir zarar gelmezdi. Adaletin gerçekten olmadığını dün hissettim. Kesinlikle adalet olsa böyle bir şey olamaz. "
Ana Haber

Cerattepe için eş zamanlı eylem
19.07.2017



Artvin Cerattepe'deki altın madenciliğine halka rağmen olur veren Danıştay kararı, pek çok ilde eş zamanlı olarak protesto edildi.

Artvin Sivil Toplum Kuruluşları ve Platformaları, Cerattepe'de madencilik faaliyetlerinin durdurulması istemiyle açılan çevre davasında Rize İdare Mahkemesi'nin, “Madencilik yapılabilir” yönündeki kararının Danıştay tarafından onaylanmasını protesto etti. Yapılan açıklamada, “Danıştay 14. Dairesinden 9 aydır hukuk, adalet ve yaşam hakkı için bir karar beklerken çıka çıka bir ucube çıkmıştır” denildi.

Artvin Cerattepe’deki madencilik faaliyetleri için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın, “ÇED Olumlu” raporunun yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açılan Türkiye'nin en büyük çevre davasında, Rize İdare Mahkemesi'nin, “Madencilik yapılabilir” yönündeki kararı Danıştay tarafından onaylandı. Cerattepe’nin Danıştay kararı ile uğradığı adaletsizliğe karşı bugün Artvin, Bursa, Kocaeli, Ankara, İzmir ve İstanbul’da basın açıklamaları yapıldı. Basın açıklamasının İstanbul ayağı, Artvin Sivil Toplum Kuruluşları ve Platformaları’nın çağrısıyla Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirildi.

‘YARGIYA GÜVEN AZALDI’

“Cerattepe için adalet” pankartının açıldığı açıklamada, “Talancı şirket, Artvin’i terk et”, “Maden yapma boşuna, yıkacağız başına”, “Artvin halkındır, halkın kalacak”, “Cerattepe geçilmez, Artvin halkı yenilmez” sloganları atıldı. Artvin Sivil Toplum Kuruluşları ve Platformları adına Abdullah Aydın’ın okuduğu açıklamada dava süreci anlatıldı.

Rize İdare Mahkemesi’nin daha önce madencilik yapılamayacağı yönünde verdiği kararı Danıştay 14. Dairesi’nin onayladığını, ancak kararı veren mahkeme heyetinin tenzili rütbe ile sürüldüğünü hatırlatan Aydın, “Sonraki dönemde Doğu Karadeniz’de yoğunlaşan maden ve HES projeleri nedeniyle açılan davalarda verilen kararlara bakıldığında yeni heyetin bu sorunları çözmek üzere atanmış/görevlendirilmiş bir mahkeme olduğu anlaşılmaktaydı. Bu dönem aynı zamanda yargıya güvenin azaldığının, ülkenin adaletten giderek uzaklaşıp bir karanlığa sürüklendiği bir dönemdir” dedi.

‘ADALET AÇISINDAN İÇLER ACISI BİR KARAR’

Aydın, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından ilan edilen OHAL ile yaşanan adaletsizliklerin yaşamın her alanına yayıldığını ifade etti. Aydın, “Kararnamelerle yönetilen ve bu yönetim şeklinden büyük keyif alınan, her türlü muhalefetin tarumar edildiği bir anlayışın adalet arayışının yerini aldığı bu dönemde çevre mücadelelerinin de önü kapatılmış, sağlıklı çevrede yaşama hakkı ile doğanın hakları da yok sayılmıştır. Referandum sürecinde demokrasinin güvencesi olan güçler ayrılığı da terk edilerek yargı bağımsızlığı yok edilmiş, hukukun üstünlüğünden söz edilmez olmuştur” diye konuştu.
“Danıştay 14. Dairesinden 9 aydır hukuk, adalet ve yaşam hakkı için bir karar beklerken çıka çıka bir ucube çıkmıştır” diyen Aydın Danıştay’ın kararını, hukuk ve adalet açısından içler acısı olarak değerlendirdi. Aydın, 25 sayfalık Danıştay kararında temyiz taleplerinin reddine ilişkin bir bölüm ve gerekçe bulunmadığını söyledi.

‘MÜCADELEMİZ ARTARAK SÜRECEK’

Cerattepe mücadelesinin 25 yıldır sürdüğünün altını çizen Aydın, maden projesi ile ilgili yasal haklarını kullanmaktan ve adalet aramaktan vazgeçmeyeceklerini belirtti. Aydın, “Danıştay kararından sonra Anayasa Mahkemesine başvuru haklarımızın yanı sıra proje alanının genişletilmesi ile ilgili açmış olduğumuz dava da halen devam etmektedir. 25 yıllık şanlı bir sivil direniş öyküsünü bir mahkemenin gerekçesiz ve şaibeli kararına bağlayacak değiliz. Artvin halkının vicdanında yer etmeyen ve adaletin zerresi bulunmayan bir kararı kabul etmediğimizi bütün dünyaya ilan ediyoruz. Yaşamı yok eden bu gözü dönmüş doğa katliamına karşı Artvin halkının mücadelesi artarak sürecektir” dedi.

artvin Danıştay Aydın adalet madencilik çevre hukuk rize İstanbul basın dava protesto ucube eylem altın ÇED Bursa Kocaeli Ankara İzmir
Birgün

Kürşat Bumin: Ahmet Altan'ın duruşmasını Dursun Çiçek'in de izlemesi bambaşka bir anlama sahip
26 Haziran 2017



"Ahmet Altan'ın savunmasını okumayan kalmasın, öğretici ve 'eğlendirici' bir savunma"

Yeni Şafak'taki köşesi 3 Temmuz 2013'te kapatılan Kürşat Bumin, "AKP ve Fethullah Gülen'i bitirme planı" olarak bilinen ve Taraf'ta yayımlanan "İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nın altında ıslak imzası bulunduğu iddiasıyla 4 yıl hapis yatan CHP İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek'in de, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak'la birlikte toplam 17 kişinin yargılandığı davayı izlemek üzere Altan'lar için adalet talebiyle mahkemeye gelmesinin önemli olduğunu savundu. "Duruşmayı yurt içi ve dışından izleyen pek çok kişi arasında Dursun Çiçek’in yer alması doğrusu bambaşka bir anlama sahipti" diyen Gazete Duvar yazarı Bumin, "Gizli tanık' hikayelerinden kamuoyunun yakinen tanıdığı Dursun Çiçek’in bir dönem yayın yönetmenliğini Ahmet Altan’ın üstlendiği Taraf gazetesinin de araya girdiği Ergenekon davasından 5 yıl hapis cezası çektiğini unutmayalım" diye yazdı.

İşte Ahmet Altan'ın savunmasının tam metni: http://t24.com.tr/haber/iste-ahmet-altanin-savunmasinin-tam-metni,409761

Kürşat Bumin'in Gazete Duvar'da bugün (26 Haziran 2017) yayımlanan "Yine 'gizli tanıklar' ve Ahmet Altan’ın yerinde savunması" başlıklı yazısı şöyle:

Çok yakın geçmişte “gizli tanıklar” hakkında epeyce yazı yayımlamıştım. Bu yazıların birinde Dr. Candaş Gürol’un bir yazısından hareketle bu “gizliler” meselesinin Avrupa Ceza Hukuku’nda nasıl değerlendirildiğine değinmiştim. Bu değerlendirme en başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları içinde yer alan şu görüşe de yer veriyordu: “…mahkûmiyet hükmü tek başına ismi saklı olan ve sanıkla dolaylı dahi olsa karşılıklılık ilişkisine girmemiş olan bir veya birkaç tanığın beyanlarına dayandırılmamalıdır.”

“Bundan doğal ne olabilir!” dediğinizi duyar gibiyim ama siz gelin de bu içtihadı “Türk Adalet Sistemi”ne anlatın…

Konumuza-sorunumuza ilişkin yazılardan bir diğeri de Diyarbakır’da Gülsüm Koç’a iki “gizli tanık” marifetiyle müebbet hapis cezası kesilen davayla ilgiliydi. Gülsüm Koç bir polis aracına silahlı saldırıda bulunmaktan dolayı yargılanmış, sonunda beraat etmiş ancak bu kez (“Devlet” bir kere peşine düşmeye görsün) “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünü bozmak” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bu davanın konumuzu doğrudan ilgilendiren faslına gelince: “Gerekçeli karar”ın açıklanmasıyla söz konusu kararın iki “gizli tanık”ın tanıklıklarını esas aldığı anlaşılıyordu. Bu “gizli tanık”lardan dosyada “Avcı” ve “Kanarya” olarak söz ediliyordu. Sormuştum o zaman: Merak ediyorum doğrusu; “gizli tanıklar”ın bu tuhaf isimlerle anılmasına kim karar veriyor acaba? “Gizli tanık”ların kendileri mi, yoksa savcı ya da mahkeme başkanı mı?

Uzatıyorum biliyorum ama “Avcı”nın bir otomobilin içinde gördüğü iki kadından birisinin Gülsüm olduğunu nasıl tespit ettiğine ilişkin sözleri de ibretlikti: “Genç olmam nedeniyle köşede caddeye doğru bakan kıza ayrıntılı olarak bir şekilde bakmıştım. Bu nedenle özelliklerini gördüm…”(!)

“Gizli tanık”lardan söz açıldığında “gizli tanık Efe”yi hatırlamadan olmaz. “İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası” çerçevesinde tanıklık yapan “Efe“ye sanık Dursun Çiçek‘in yönelttiği sorulara alınan cevaplar mesela: Çiçek”in “Beni net olarak hatırladığınızı söylüyorsunuz. Üzerimde ne renk elbise vardı?” sorusunu “Efe“, “Yeşil renkli bir elbise vardı” diyerek cevaplıyor. Çiçek‘in “Ben denizciyim” hatırlatması üzerine “Gizli Tanık“ın “Pardon, diğerleri yeşildi, sizde beyaz vardı” cevabına yöneldiği gözleniyor. Bitmedi, Çiçek bu elbisenin rengi konusunda “Efe“ye şu hatırlatmayı da yapıyor: “Denizciler beyaz giymez ocak ayında, siyah giyer.”

Bu çerçevede yazıda davanın iddianamesinin “Gizli Tanık Efe“ye ilişkin Cihaner‘in avukatı Turgut Kazan‘ın -o dönemde tabii ki- dile getirdiği bir iddiayı atlamayalım: Kazan’a göre, Cihaner‘in Yargıtay’da görülmekte olan davasında şikayetçi olarak adı geçen İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt‘un imzası ile Erzurum’da görülmekte olan davanın ”gizli tanıklar”ından ”Efe”nin imzası arasında büyük benzerlik bulunmaktadır.

(Kazan‘ın bu “iddiası”nın sonradan nasıl gerçek çıktığını hatırlıyorsunuzdur muhakkak.)

“Gizli tanıklar” meselesine niçin girdiğimi tahmin ediyorsunuzdur. Bu “kanaryalar” ile bir büyük dava duruşmasında Ahmet Altan’ın dirayetli savunması içinde de karşılaşıyoruz. Savunma (“tam metin”den okunduğunda) ülkedeki adalet sisteminin nasıl işlediğini iddianameden örneklerle güzel anlatıyor doğrusu. Altan’ın savunmanın hemen başında yaptığı şu değerlendirmeye bakın:

“İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor.”

Duruşmayı yurtiçi ve dışından izleyen pek çok kişi arasında Dursun Çiçek’in yer alması doğrusu bambaşka bir anlama sahipti. Biraz önce hatırlattığım “gizli tanık” hikayelerinden kamuoyunun yakinen tanıdığı Dursun Çiçek’in bir dönem yayın yönetmenliğini Ahmet Altan’ın üstlendiği Taraf gazetesinin de araya girdiği Ergenekon davasından 5 yıl hapis cezası çektiğini unutmayalım. Çiçek, “kin duygusu olmadığını”, “Altanlar için adalet talebiyle” duruşmaya geldiğini açıklıyordu. Ne güzel! Hikayesinin tamamını (mesela tek bir örnekle söyleyecek olursak: Yönetimi nasıl değişti, demirbaş yazarları nasıl malum köşelere savruldular, dışarıdan getirilen yeni yönetmeninin ömrü niçin kısacık oldu?) henüz bilmediğimiz bir gazetenin de bir biçimde katkısı olduğu bir mahkûmiyet sonrasında “kin tutmamak” ve “adaleti talep etmek”.

Ahmet Altan’ın uzun ve yoğun savunma metnini özetleyebilmek imkansız; açıp okumak gerekiyor. Ben burada bu metinden sadece bu zamana kadar sözünü ettiğimiz “gizli tanık” ile ilgili bölümleri kısaca aktarmaya çalışacağım:

Ahmet Altan (iddianameden bahisle) : “Girişin ardından Ahmet Keleş diye birinin tanıklığı geliyor. (…) Anladığım kadarıyla bu Ahmet Keleş, Gezi olaylarının bir komplo olduğunu ve ‘Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan’ın yazıları okunduğunda’ bunun daha net anlaşılacağını söylüyor. Burada küçük bir sorun var.

Gezi olayları sırasında ben Taraf Gazetesi’nden çoktan ayrılmıştım. Eve kapanmış roman yazıyordum.”

Yani: “Ben Taraf’tan 2012’de ayrılmışım, onlar hâlâ benim 2013’teki Gezi olayları kapsamında Taraf’taki yazılarımdan, yani olmayan yazılarımdan söz edip, bir de utanmadan bunu iddianameye yazıyorlar. Ben o dönemde Taraf’ta yazmıyordum ama yazsaydım kesinlikle Gezi’yi desteklerdim. Aynı tanık benim Uludere olayları sırasında “Devlet halkını bombaladı” diye manşet attığımı da söylemiş.

Bunun için tanığa gerek yok. O başlığı ben 2011’de attım, başlık gazetenin üstünde duruyor. Yargılandım, mahkûm oldum. Roboskî olaylarından dolayı mahkûm olan tek insan benim. Bombalayanlar, bombalama emrini verenler değil ben mahkûm oldum.

Ve, evet, bugün de aynen böyle düşünüyorum, devlet halkını bombaladı. Zavallı insanları öldürdü.”

Bir başka “gizli tanık” daha çıkıyor:

“Onun hemen altında Osman Bey isimli bir gizli tanığın sözleri yer alıyor. Osman Bey, Gezi sırasında Cemaat’ten insanların gizli hesaplardan hükümet aleyhtarı twitler attığını söylemiş. Hükümet aleyhtarı twit atmanın niye darbecilik suçu olduğunu anlamadım. Bunun benimle alakasını ise hiç anlamadım. Gizli ya da açık, ben hayatımda tek twit bile atmadım. Bu olayın benimle ya da bu iddianameyle ilişkisi ne? Anlayan beri gelsin.”

Ve nihayet üçüncü “gizli tanık”:

“Şimdi gizli bir tanık çıkıyor karşımıza, kod adı Söğüt. Pek de güzel, pek de zarif bir isim seçmişler.”

Ahmet Altan’ın savunmasını (tam metin) okumayan kalmasın derim. Öğretici ve sırasında (“gizli tanık” hikayelerinde olduğu gibi) “eğlendirici” bir savunma. Ama tabii ki şu gerçeği unutmadan: “Türk Adalet Sistemi” önünüze koyduğunuz savunmanın yazarını müebbet hapis cezasına mahkûm etmenin telaşı içinde.

Âdetten değildir, ben de biliyorum ama savunmaya ilişkin Ahmet Altan ve sevenlerinin hoşuna gitmeyeceğini tahmin ettiğim şu notu da düşeyim: Bu dirayetli savunmada “otokritik” izinden hiç mi hiç eser yok… Olmalıydı, çok daha iyi olurdu bence…

ETİKETLER
yeni Şafak gazetesi kürşat bumin akp fethullah gülen taraf gazetesi İrtica ile mücadele eylem planı dursun Çiçek ahmet altan mehmet altan nazlı ilıcak
T24

Kulis: Arınç ‘Avukatı olacağım’ diyerek ‘çok etkili’ bir yeri aradı, damat serbest kaldı
28/06/2017



Yeniçağ gazetesinin Ankara kulislerine yakın yazarı Ahmet Takan, AKP’nin ‘özgül ağırlığı’ Bülent Arınç’ın ‘FETÖ’den tutuklanıp tahliye edilen damadı için ‘çok etkili’ bir yeri aradığını ve “Eğer serbest bırakılmazsa avukatlığını bizzat ben üstleneceğim” dediğini öne sürdü.

‘FETÖ’ soruşturmasında gözaltına alınıp Ankara. 1. Sulh Ceza Hakimliği’nce tutuklanan Yeter, itiraz üzerine Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tahliye edilmişti.

Tahliyenin ardından konuşan Arınç, damadının ‘FETÖ’ ile hiçbir bağlantısının olmadığını savunmuştu.

‘Saray’ın etkili noktalarında paylaşıldı’

Takan, ‘Arınç’tan tehdit mi, yoksa tavsiye mi!..’ başlıklı bugünkü yazısında ‘Saray fısıltıları’nı aktaracağını yazdı.

Yeniçağ yazarı yazısına şöyle devam etti: “Peşinen belirteyim, bu iddiaya Arınç’ın cevap verip açıklık getirmesini beklerim. İddia o ki; Bülent Arınç, damadı FETÖ’den tutuklanıp cezaevine girdiğinde çok etkili bir yeri aradı. Ve, ‘Eğer damadım serbest bırakılmazsa avukatlığını bizzat ben üstleneceğim…’ dedi. Arınç’ın bu şok mesajı vakit geçirilmeden Saray’ın etkili noktalarında paylaşıldı. Vee, ardından da damat Ekrem Yeter, ‘ByLock bulunmadığı’ gerekçesiyle salıverildi. Ne kadar da ‘parsel parsel sattılar’ sürecini anımsatıyor, değil mi?..”

‘Gökçek aday olmayacak’

Takan, geçen ay Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uygun görmesi halinde bir dönem daha devam etmek istediğini söyleyen Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’le ilgili aldığı kulisi de paylaştı: “Yakın vakitte ‘Bir daha aday olmayacağım’ açıklaması yapacağı konuşuluyor.”
Diken

Hamile kadın ve bebeğini öldüren zanlının, engelli kıza istismardan da yargılandığı ortaya çıktı!
10 Temmuz 2017



Birol Karacal'ın, yargılandığı cinsel istismar davasının 8 yıldır devam ettiği bildirildi

Sakarya'nın Kaynarca İlçesi'nde, Suriyeli 9 aylık hamile kadın ve 11 aylık bebeğini arkadaşıyla birlikte hunharca öldürmekten tutuklanan Birol Karacal'ın, 2009 yılında engelli bir genç kızı kaçırarak cinsel istismarda bulunmaktan önce 15 yıl 10 ay hapis cezası aldığı, ancak itirazlar nedeniyle 3 kez yapılan yargılama nedeniyle 8 yıldır davanın Yargıtay aşamasında olduğu ortaya çıktı.

DHA’da yer alan habere göre, geçen hafta perşembe günü 9 aylık hamile Emani Al-Rahmun'u tecavüz edip öldüren, 11 aylık bebeğini boğan Birol Karacal ile Cemal Bal tutuklanarak Kocaeli F Tipi Cezaevi'ne konuldu. Soruşturma sırasında zanlılardan Birol Karacal'ın 4 Haziran 2009 tarihinde F.Y. adlı engelli kızı kaçırarak cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklandığı belirlendi.

Hakkında Sakarya 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'Hürriyeti tahdit' ve 'Basit cinsel istismar' suçlamasıyla dava açılan Birol Karacal'a mahkeme cinsel istismardan 8 yıl 4 ay, hürriyeti tahdit suçundan da 7 yıl 6 ay olmak üzere toplam 15 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası verdikten sonra dava Yargıtay'a gönderildi.

2 yıl cezaevinde kaldı

Yargıtay aşamasında Birol Karacal'ın avukatları karara itiraz edince Yargıtay 5'inci Ceza Dairesi, Sakarya 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararı bozarak yargılamanın yeniden yapılmasını istedi. Bu sırada 5 Haziran 2009 tarihinden beri Kocaeli F Tipi Cezaevi'nde yatan Birol Karacal 30 Haziran 2011 tarihinde tahliye edildi.

Sakarya 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde ikinci kez yapılan yargılamada mahkeme 8 Eylül 2012 tarihinde bu kez Birol Karacal'a 'Hürriyeti tahdit' suçundan 2 yıl 6 ay, 'basit cinsel istismar' suçundan 8 yıl 4 ay olmak üzere toplam 10 yıl 10 ay hapis cezası verdi.

Mahkemenin bu kararını Yargıtay 14'ncü Ceza Dairesi 'Hürriyeti tahdit' suçundan verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasını onarken, 'basit cinsel istismar' suçundan verilen cezayı ise sanık lehine bozdu. Bu bozma kararı sonrasında Sakarya 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde üçüncü kez yargılanan Birol Karacal, 2015 yılında karara çıkan davada bu kez de 'basit cinsel istismar' suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Bu suçtan da halen dosya Yargıtay'da bulunuyor.

ETİKETLER
birol karacal hamile cinsel istismar
T24

HSYK, Sümeyye Erdoğan'a suikast iddiasının sahte olduğunu ortaya çıkaran 2 savcı için dosya açtı
18 Ağustos 2015



Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) gazeteci Emre Uslu ile CHP’li Umut Oran ve Akif Hamzaçebi arasında geçtiği iddia edilen Sümeyye Erdoğan’a suikast konuşmalarının da yer aldığı, bir dizi Twitter yazışmasının sahte olduğunu ortaya çıkaran iki savcı hakkında dosya açtığı ortaya çıktı.

Hürriyet'ten Oya Armutçu'nun haberine göre; HSYK Basın Bürosu'nun, medyada çıkan haberler üzerine harekete geçtiği, iddiaların da açılan davaların da incelemeye alındığı belirlendi. HSYK kaynakları, Daire'nin toplanıp bir soruşturma kararı vermediğini, konunun rutin şekilde incelendiğini, bu inceleme sonucu soruşturma konusunda karar verileceğini bildirdi.

HSYK nasıl harekete geçti?

"Erdoğan'ı gördükçe aşık oldum" diyen iş adamı Ethem Sancak'a ait Akşam ve Güneş Gazetesi’nde gündeme gelen yazışmalar üzerine Oran ile Hamzaçebi böyle bir yazışma yapmadıklarını, kendilerine iftira atıldığını beyan ederek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu. Ankara savcılığı “görevsizlik” kararı ile dosyayı İstanbul Basın Savcılığı’na gönderilmişti. Soruşturma dosyalarına bakan Bakırköy Basın Savcısı Hüseyin Parlakkılıç, her iki gazeteye dört ayrı dava açarken, Savcı Mustafa Gökay da iki gazeteye “iftira” suçundan bir dava açtı. HSYK Basın Bürosu'nun da medyaya yansıyan haberler üzerine harekete geçip dosya açtığı bildirildi.
Cumhuriyet

Yakup Köse adalet arıyor
Emre Can Dağlıoğlu
12.01.2015



28 Şubat döneminde hakkında verilen idam cezası yaşı küçük olması gerekçesiyle 16 yıl 8 ay hapse çevrilen Yakup Köse, 2005 yılında tahliye olmasına rağmen, hakkında açılan davalardaki hukuksuzluk halen son bulmadı. 1996’da 14 yaşındayken “İBDA-C militanı” olduğu iddiasıyla tutuklanan ve 10 yıl hapis yatan Köse, 16 Aralık 2014’te tekrar tutuklanarak cezaevine konuldu. Gerekçesi ise 5 Ocak 2000’de Köse’nin bulunduğu Bandırma Cezaevi’ne yönelik yapılan Noel Baba Operasyonu.

Bandırma Cezaevi’ne yönelik yapılan operasyonun hedefinde Köse dâhil 33 kişi vardı. Tutuklu Hasan Meriç’in hayatını kaybettiği operasyonun ardından, söz konusu 32 kişiye, “isyan” ve “devlet malını tahrip” suçundan dava açılmış ve eski Türk Ceza Kanunu (TCK) uyarınca, tüm sanıklara isnat edilen suçun üst sınırında 6 yıl 8 ay hapis cezası verilmişti. TCK’nın değişmesinin ardından verilen cezalara yapılan itirazın ardından yürütülen yeniden yargılama ise adaletsizliği daha da derinleştirdi. Yeniden yargılama sonucunda, Köse’nin de dâhil olduğu 32 kişiye isyan suçundan 2 yıl 6 ay ve tahribat suçundan 10 yıl olmak üzere toplam 12 yıl 6 ay ceza verildi ve bir önceki cezanın sanıkların lehine olduğu gerekçesiyle 6 yıl 8 aylık cezalarının uygulanması hükmü verildi.

Yargıya göre, söz konusu cezanın gerekçesi olarak gösterilen isyanın gerekçesi, Metris Cezaevi’nde başlatıldığı iddia edilen isyana destek. Operasyonun gerekçesinin isyan olduğu konusunda hemfikir olan yargı organlarına göre, jandarmanın bir kişiyi öldürdüğü operasyon da meşru müdafaa. Köse’nin avukatı Abdullah Özbek, operasyonun olduğu gün, Köse’nin sevk edildiği hastaneden taburcu edilerek, koğuşuna gönderildiğini söylüyor. Yani Köse, kendisine isnat edilen suçları zorla işlemek zorunda bırakılmış.

Köse’nin devlet malını tahrip etmek suçundan aldığı 10 yıllık cezanın yasadaki üst sınırdan verildiğini belirten Özbek, bunun gerekçesi olarak Köse’nin operasyon sırasında silah kullanmasının gösterildiğini söylüyor. Fakat bu iddiayı doğrulayabilecek hiçbir kanıt şimdiye kadar mahkemeye sunulmamış. Operasyonun görüntülerinin Adalet Bakanlığı ve Jandarma’nın elinde olduğunu söyleyen Özbek, bu görüntülerin ısrarla ve bilerek mahkemeye gönderilmediği görüşünde. Köse’nin silah kullandığı iddiası, davanın zaman aşımından ötürü düşmesini de engelliyor. Zira Hayata Dönüş Operasyonu hakkında açılan benzer davalarda zaman aşımı süresi, usulünce 5 veya olağanüstü durumda 7,5 yıl olarak kabul edilirken, silah kullanımı olduğu iddiası, Köse’nin davasında zaman aşımı süresinin 15 yıla çıkmasına sebep oluyor.

Metris’te başlatıldığı iddia edilen isyanın davasında verilen cezalar hakkında Ağustos 2014’te Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği bozma kararına rağmen, Bandırma Cezaevi’ndeki operasyonun davasında hiçbir gelişme yaşanmadı. Bu davada suçlu bulunan bazı sanıkların Anayasa Mahkemesi’ne “adil yargılama hakkının ihlali” gerekçesiyle iptal istemiyle yaptıkları başvuru ise reddedildi. Avukat Özbek, Köse’nin davasının şu anda Adalet Bakanlığı’nda kanun yararına bozma yolunda olduğunu söylüyor. Daha önce benzer gerekçelerle Mirzabeyoğlu’nun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvuru reddedilmişti.

Bandırma Cezaevi’ne yönelik Noel Baba Operasyonu’nu, daha sonra Balyoz Davası’ndan 18 yıl ceza alan dönemin Bandırma Garnizon Komutanı Tuğgeneral Korcan Pulatsü yönetmiş ve bazı mahkûmların F tipi cezaevlerine nakli gerekçe gösterilmişti. Koğuştaki mescidi kaldırmaya çalışan jandarmaya karşı direnen mahkûmlar cezaevi çatısından molotof kokteyli ve biber gazı atılarak etkisiz hale getirilmiş, ardından da, G3 marka silahlar ile ateş açılmıştı. Mahkûmlardan Hasan Meriç birden fazla kurşun yarasıyla yaşanan olaylarda öldürülmüştü. 14 yaşında idam cezası alan Yakup Köse''nin cezaevinde bulunduğu ve kolunun askerler tarafından kırıldığı olaylarda mahkûmlar daha sonra zorla başka cezaevlerine dağıtılmıştı.
Kaynak: AGOS

Zere'den Mirzabeyoğlu'na kadar Ali Suat Ertosun klasiği
SİBEL ERASLAN
07 Kasım 2009

Güler Zere, ondört yıldır hapiste. Salih Mirzabeyoğlu, on yıldır hapiste. Leman Yurtsever henüz dışarıda...

Bu üç isim, üç ayrı hayat hikayesi ve niçin benim ajandamdadır derseniz... Ali Suat Ertosuna çıkıyor bütün yollar derim size...

Güler Zere, ondört yıldır hapiste. Salih Mirzabeyoğlu, on yıldır hapiste. Leman Yurtsever henüz dışarıda... Bu üç isim, üç ayrı hayat hikayesi ve niçin benim ajandamdadır derseniz... Ali Suat Ertosun’a çıkıyor bütün yollar derim size...

Ali Suat Ertosun, “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen cezaevi baskınlarında, hapishanelere isyan çıktı gerekçesiyle iş makinası sokarak, mahkumların kepçe aralarına sıkışmış kollarının bacaklarının bilahare çöplüklerden çıkartıldığı feci günlerin başrolündeki kilit ismi... Mahkumların “Brejnev” takma adıyla tanıdığı, kanuni bir cezalandırma yöntemi olarak algıladığı işkenceyi tüm soğukkanlılığı ile uygulatan meşhur bir kişi... Tabii bu mahkumların anlattığı bir meseledir, biz onların yalancısıyız...
Dahası, Karagümrük Çetesi olarak bilinen Nuriş Biraderleri, Sabancı suikastının tetikçisi Mustafa Duyar’ın devlet kontrolü ve güvenliği altında tutulduğu cezaevine naklettirmiş kişi olarak da geçmişti ismi... Mustafa Duyar konuşamadan infaz edilmişti. Tabii bu da Nuriş kardeşlerin anlattığı bir başka meseledir, biz onların yalancısıyız...
Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü görevini ifa ederken, bu tür üstün hizmetlerinden dolayı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den madalya almış... Terfisine terfi katılarak daha sonra da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmişti Ertosun. İşte bu kısmı, mahkumların anlattığı, bizim de yalancısı olduğumuz bir mesele değildir, el-hak; herkesin bildiği bir yükseliş öyküsüdür...
Güler Zere’yi, bana göre iki sokak ötedeki Mustafa Kemal mahallesinden tanıyorum. Siyah beyaz fotoğraflarının yapıştırılmış olduğu soluk duvarlardan, elektrik kofrasının üstüne asılmış posterinden, bir inşaatın önünde el arabasına astığı kadın entarileri, yün çorap, Doğu’da “tuman” diye tabir edilen içlikleri satan palabıyıklı ak saçlı bir dede var, işte o dedenin çerçisini açtığı gri kolonların üzerinden bakar haliyle tanırım Güler Zere’yi. Cezaevi koşullarının kötü olduğundan, işkenceden, tutuklu değil esirlerden söz eder posterinin hemen altındaki cümleler... Minibüsle geçtiğim bu mahallede hep inip, Güler Zere’nin arkadaşlarıyla konuşmak geçmiştir aklımdan. Buna çok cesaret edemem. Çünkü oğlumla birlikte bindiğimiz otobüsün camları atılan taşlarla tam bu sokaklarda patlatılmıştı. Elektrik faturası ödemeye gidiyorduk oysa, altı yaşlarındaki oğlumun saçları arasından camları ayıklarken ağlıyordum, oysa sakindi bizimkisi, bir pokemonun yolunu şaşırarak otobüs camına çarpmış olacağını falan zannediyordu... Mahallenin kurduğu barikatlar, yakılan lastikler, molotof kokteylleri de içinden geçilen bir çizgi film... Güler Zere’nin arkadaşlarıyla korkmadan konuşabilmek için belki bir çocuk gözünün safiyetine sahip olmak gerek...
Çocuk değilim, bu imkanı kaçırmışım ne yazık ki... Ama yeri hep savunmadan ve insan onurundan yana olan bir hukukçu olarak, yetişkinlere ve mesleğin gerektirdiği başka bir gözü hep açık tutmaya çabalayan biriyim. Nasıl bir gözdür bu? Mahkumların insan olarak ceza çektikleri esnada bile “insan onuru”nun gerektirdiği yaşama hakkını savunacak bir göz... Fena muamele ve işkencenin bir cezalandırma yöntemi olmadığını bilen bir göz.

Salih Mirzabeyoğlu’nu, kitaplarından, şiirlerinden, resimlerinden tanıyorum. Yanılmıyorsam on yıldır veya biraz daha fazla hapistedir. Fikir suçlusudur. Katıldığı hiçbir eylem, gösteri tedhiş faaliyeti yoktur, gözaltına alındığında suç delili olarak kurşun kalemlerine el konulmuştu. Kurşun ve kalem dünyanın en akıl almaz ikilisi olarak bir araya gelir. Çünkü dünyanın bütün yargıçlarının bildiği şeydir, bu iki zıt kelime yani kurşun ve kalem arasında bir nefeste yan yana gelebilecek bir sır saklıdır. Bir fikir ne zaman suç olur? İşte felsefenin polisiyeyle kıyasıya mücadele ettiği kapı önü: Kurşun ve kalem, kurşun kalem... Mirzabeyoğlu suçludur. Karl Marks ne kadar suçluysa, Ali Şeriati ne kadar suçluysa, o da o kadar suçludur diyebiliriz pekala. 1999’da Metris Cezaevi baskınında, 2000’de bir gecede tam 20 cezaevine birden yapılan baskınlarda, Mirzabeyoğlu da Güler Zere gibi şans eseri hayatta kalabilen mahkumlardandır... Tek kişilik hücresinde tam 150 gün işkence gördükten sonra kendini asacaktı haberleriyle bildik tanıdık onu...

Ajandamdaki üçüncü isim Leman Yurtsever, bir insan hakları aktivistidir. Kayıp anneleri, kadın işçilerin hakları ve toplumsal barış konulu pek çok ortamda, yan yana çalıştığımız bir feminist... Aynı görüşte olmamıza gerek yok aynı salonda çalışırken. Ki bu salon tüm Türkiye’dir. Nerede akan kan, akan gözyaşı varsa, nerede inleyen bir anne varsa, yanına gidip anlattıklarını dinlemekten geçen bir yaşama tecrübesidir Leman ile benim yollarımı kesiştiren... Leman Yurtsever’e Ankara 27. Asliye Ceza Mahkemesi’nden 3 ay 15 gün hapis ve 400 TL. adli para cezası kararı çıktı. Sebebi ise dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Gn.Md.’ü Ali Suat Ertosun’a “insan hakları utanç belgesi” göndermesi... Leman, “Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi”nin koordinatörlerinden... Kamu görevlisine hakaretten aldı bu cezayı. Kararı verenler “yoğun kasıt”tan bahsetmişler. Pekala benim bu yazım da “yoğun kasıt”a girer. Zor iş anlayacağınız yazmak ve konuşmak bu ülkede...

Kamuoyunda “F tipi Cezaevi” olarak bilinen vahim durum, hayata geçirilmesi tam 107 kişinin hayatına mal olmuş bir hukuk skandalıdır. Üstelik hücre tipi cezalandırmanın insan hak ve onuruna aykırı olduğunu savunan ve bu konuda girişimde bulunan herkesin “yasadışı” örgütlerle bir şekilde teması olduğu/olacağı sanrısı ile hareket edilmektedir. İşte, birbirinden ayrı bu üç ismi, benim ajandama yan yana yazdıran süreç de buradan besler kendini... Cezaevi koşullarının düzeltilmesini istemek, işkenceye, tecrit-izolasyon-hücre’ye hayır demek, potansiyel suçlu ilan edilmek demek...
Bakalım ölümcül hastalık hali en sonunda Köşk’e kadar çıkabilen Güler Zere, hapishaneden hastahaneye geçebilecek mi? Yoksa “dışarıda olsaydı kim bilir kimi vururdu?” sorusuyla tüm dışarıdakileri, ancak içeri atınca rahat edecek zihniyete teslim olacak mıyız?

Hukuk ve Adalet sadece sağduyu istemez, cesaret de ister. Cesaretse, korkmamak değildir, korktuğu anda bile sabırla durmayı gerektirir. Korkuyorum, ama sabırla durmak gerek... Birilerinin işkenceye ve hücreye hayır demesi, gözaltında tecavüze hayır demesi gerekiyor...

VAKİT GAZETESİ

HSYK'dan Ertosun'a Ergenekon soruşturması yok
14:30 - Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Üyesi Ali Suat Ertosun hakkında "soruşturma açılmasına" gerek görmedi. Ertosun, bazı basın organlarında, "tarafsızlığını kaybettiği, Kent Oteli'ndeki toplantılara katılarak kamuoyunda Ergenekon olarak adlandırılan silahlı terör örgütüyle bağlantılı olduğu ve yargılanması gerektiği" yönündeki iddialar üzerine 7 Ağustos 2009'da Yargıtay Birinci Başkanlığına dilekçe vererek, hakkında inceleme ve gerekirse soruşturma yapılmasını istemişti. 30.12.2009 ANKARA netgazete

Erhan Başyurt
Bugün Gazetesi
Yargılanması mümkün olmayan 3 kişi...

03 Ekim 2009 Cumartesi 13:42Bugün televizyonunda her Perşembe yayınlanan Perde Arkası programının bu haftaki konukları emekli Hâkim Albay Ahmet Cengiz Tangören ve Polis Akademisi öğretim görevlisi Doç. Dr. Önder Aytaç'dı.
Tangören, aydınların Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hakkında yaptıkları suç duyurusuyla ilgili çarpıcı bir değerlendirmede bulundu. İstanbul Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras, Oya Baydar, Baskın Oran, Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Sezgin Tanrıkulu ve Mithat Sancar gibi aydınlar ortak imzayla, Orgeneral Başbuğ hakkında "demokratik açılım" ile ilgili yaptığı açıklamalar nedeniyle suç duyurusunda bulundu.
Gerekçe, "Yapılan açıklamalar Askeri Ceza Kanunu'nun 148'inci Maddesi'nin C bendine aykırıdır" şeklinde.
Dilekçeden de anlaşılacağı gibi ortada "askeri ceza" kapsamında bir suçlama var.
Soruşturmayı askeri savcının yapması ve şayet bir dava açılacaksa da yargılamanın Askeri Mahkeme'de gerçekleşmesi gerekiyor.
Emekli Askeri Hâkim Tangören, aydınların suç duyurusundaki iki açmaza işaret etti.
Birincisi, askeri savcının soruşturma açması komutanının iznine bağlı. Adli Müşavir inceliyor, komutan izin veriyor. Savcı soruşturma açıyor.
Tangören, "Hiçbir askeri savcı gözü en kara dahi olsa Genelkurmay Başkanı hakkında soruşturma açamaz. Yapması için de şartlar elverişli değildir" diyor.
İkincisi, şayet mümkün olmadığı halde, bir soruşturma açılsa bile Genelkurmay Başkanı'nı "Askeri Ceza Kanunu"nu ihlalden yargılayabilecek bir mercii yok.
Tangören bu gerçeği şöyle izah ediyor:
"Türk Silahlı Kuvvetleri'nde en yüksek birim Genelkurmay Başkanlığı. Askeri mahkemeler, tugay, tümen, kolordu ve ordu komutanlıklarında nezdinde kuruluyor. Dolayısıyla kolordu komutanı nezdinde kurulan bir askeri mahkemedir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı nezdinde kurulan bir mahkemedir. Dolayısıyla Genelkurmay Başkanı, nezdinde kurulan bütün bu mahkemelerin amiri veya komutanı olur. Genelkurmay Başkanı'nı asker kişi sıfatıyla yargılayacak bir makam veya mahkeme yoktur. "
Benzer şekilde Genelkurmay Başkanı'ndan sonra gelen Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanlarının da görevde iken askeri bir suçtan yargılanması mümkün değil.
Askeri mahkemeler kuruluş ve yargılama usulü kanununa göre yargılanabilmeleri için en az 3 tane üst amirlerinin olması gerekiyor.
Başka bir deyişle aydınların başvurusu pek sonuç alınacak gibi değil.
Hatta işleme konulması bile mümkün gözükmüyor.

Soruların cevabı bu çocuğun gözlerinde
Zülfü Livaneli
Vatan
10 Temmuz 2009

Lütfen bu çocuğun gözlerine iyi bakın.

O size Türkiye’nin içinde bulunduğu kargaşayı, asker-sivil tartışmasını, adaleti, yargıyı, Kürt sorununu anlatacak. Bütün cevapları verecek.

Bir ilkokul çocuğu bütün sorunları nasıl anlatabilir bize demeyin. Anlatır; yaşamıyla ve ölümüyle anlatır.

Çocuğun adı Uğur.

Kızıltepe İlçesi’nde kamyon şoförlüğü yapan babası ve annesiyle bir akşam yemeğe oturacaktı. Babası “hadi Uğur gel şu valizi kamyona götürelim” dedi.

Anne sofrayı hazırlarken baba oğul ayaklarında terliklerle evden çıktılar. Kamyon kırk metre ilerideydi. Eşyaları bırakıp geri dönecek ve yemeklerini yiyeceklerdi. Baba o gece Mersin’e yük götürecekti.

Sofrayı hazırlayan anne birden evlerinin önünden kurşun sesleri geldiğini duydu. Korkudan hemen komşunun evine sığındı.

Ne olup bittiğini anlayamıyor, saklandığı yerde aklını kaçıracak gibi oluyordu.

Ateş sesleri kesilince dışarı çıktı, kocasının ve oğlunun cansız bedeniyle karşılaştı.

Kocasının vücudunda sekiz kurşun vardı, oğlu Uğur’un ise on üç.

Bu kurşunlardan dokuzu Uğur’un sırtındaydı.

İki eline ikişer kurşun saplanmıştı, sırtına ise dokuz kurşun.

TBMM raporuna göre; sırtındaki dokuz kurşun bir atış talimi yapar gibi sıraya dizilmişti, aynı hizadaydı.

Yine raporlara göre 50 cm’den daha yakın mesafeden ateş edilmişti.

Baba-oğulu polisler öldürmüştü.

Onlara ne oldu biliyor musunuz?

Beraat ettiler.

İlkokul çocuğu Uğur’a karşı meşru müdafaa halinde olduklarına hükmedildi.

Şimdi Uğur’un gözleri hepimize soruyor:

Bu mu adalet?

Bu mu insaf?

Beni niye öldürdünüz?

Babamı niye öldürdünüz?

Sivil yargı mı askeri yargı mı tartışmasının yapıldığı bu günlerde Uğur bize “Önce adalet!” diyor. “Hangi mahkeme olursa olsun, önce adalet!”

Biz ya bu adaleti sağlayacağız ya da mülkün temelinin göçüşünü hep beraber seyredeceğiz.

Bu tutumla ne Kürt sorunu çözülür bu memlekette, ne demokrasi yerleşir ne de topluma adalet duygusu yerleşir.

Uğur’un gözlerine bakın.

Bütün sorular ve bütün cevaplar orada.

Zülfü Livaneli - Vatan

Danıştay'dan Doğan'a Oh Dedirtecek Karar
31 Temmuz 2009

EPDK'nın, POAŞ ve iştiraki Erk Petrol Yatırımları A.Ş. aleyhine uyguladığı idari para cezalarının iptali talebiyle açılan davada; Doğan'a güzel haber..

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK), Petrol Ofisi A.Ş. (POAŞ) ve iştiraki Erk Petrol Yatırımları A.Ş. aleyhine uyguladığı idari para cezalarının iptali talebiyle açılan davada; Danıştay 13. Daresi Petrol Ofisi'ni haklı buldu.

13. Daire, EPDK'nın Petrol Ofisi ve Erk Petrol'a verdiği idari para cezasını iptal etti. EPDK 2006 yılında lisanssız bayilere satış yaptıkları gerekçesiyle akaryakıt şirketlerine toplam 1.6 milyar lira düzeyinde ceza vermişti.

Daha sonra bu cezalar 10'da 1'i oranında düşürülmüş, toplam ceza 160 milyon liraya inmişti. EPDK'nın söz konusu dosyada Petrol Ofisi'ne verdiği 499 milyon lira ceza 49.9 milyon liraya ve Erk Petrol'e verdiği 100.7 milyon lira ceza da 10 milyon liraya düşmüştü.

Böylece Danıştay, Petrol Ofisi ve Erk Petrol'e verilen yaklaşık 60 milyon lira cezayı iptal etti.
aktifhaber

10 Mahkum Öldü Ceza Alan Yok!
19 Aralık 2008
Ulucanlar Cezaevi’nde 10 mahkûmun öldürülmesiyle sonuçlanan operasyonla ilgili davada, jandarmalar ceza almadı. Sanıklara ceza verilmemesinin gerekçeleri.

Hayata Dönüş Operasyonu’nun 8. yıldönümünde, bu operasyonun provası olarak gösterilen ve 10 mahkûmun silahla vurularak öldürüldüğü Ulucanlar (Ankara Merkez Kapalı) Cezaevi operasyonuyla ilgili dava, tartışmalı bir kararla sonuçlandı. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında gazeteci-yazar Hrant Dink suikastında ihmali bulunduğu öne sürülen Albay Ali Öz’ün de bulunduğu, 161 jandarmaya ceza verilmesine yer olmadığına hükmetti. Karara, jandarmaların, yetkili merciin verdiği emri yerine getirmeleri ve görevlerini yapmaları gerekçe gösterildi.
Ulucanlar Cezaevi’ne 26 Eylül 1999’da düzenlenen operasyonda, 10 mahkûm ateşli silahlarla öldürüldü. Çok sayıda mahkûm silahla ya da darp sonucu yaralandı. Yaşamını yitiren bazı mahkûmlar, işkence izleri nedeniyle aileleri tarafından günlerce teşhis edilemedi.

Liste doğrulamadı
Ancak Ankara Başsavcılığı, olayla ilgili ilk davayı mahkûmlar hakkında açtı. İddianamede, 86 mahkûm hakkında, toplam 12 bin 130 yıla kadar hapis cezası istendi. 10 mahkûmdan 5’inin arkadaşları, 5’inin ise jandarma tarafından öldürüldüğü belirtildi. İddianame, davanın, cezaevindeki mahkûm listesi esas alınarak, kapsamlı bir soruşturma yürütülmeden açıldığını ortaya koydu. Savcılığın, operasyondan önce tahliye olmuş 2 mahkûm hakkında dava açtığı, kadın mahkûmlar arasında saydığı ve haklarında daha az ceza talebinde bulunduğu 2 mahkûmun ise, erkek olduğu açığa çıktı. Bu dava sürüyor.

Soruşturma izni yok
Başsavcılığın jandarmalar hakkında soruşturma açmak için başvurduğu Ankara Valiliği ise yargılama izni vermedi. Avukatların itiraz ettiği kararı, İdare Mahkemesi kaldırdı. Bu nedenle dava açan başsavcılık, olaydan bir yıl sonra hazırladığı iddianameyi, t
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Ekm 25, 2008 6:01 pm    Mesaj konusu: BA$SAVCIYA AGIR SUÇLAMA Alıntıyla Cevap Gönder

Cevap bekleyen soru, "Gece hayatının tanınmış simalarından Love Bar'ın işletmecisi Engin Temel'i ünlü bir işadamı mı öldürdü?"

09 Mart 2009 İstanbul Şişli'de, 8 Aralık 2008 günü gece hayatının tanınmış simalarından Love Bar'ın işletmecisi Engin Temel'in öldürülmesiyle ilgili yeni bir iddia gündeme geldi. Akşam gazetesinin gündeme getirdiği iddiaya göre; Engin ile ilişkisi olan bir işadamı araştırılıyor. Soruşturma, ikili arasında gerçekleşen 30 dakikalık telefon görüşmesine takıldı. Polis kayıtları istiyor, mahkeme ise özel hayatın ihlali gerekçesiyle soruşturmanın daha ileri gitmesine izin vermiyor.

TELEFONDA TARTIŞTILAR
Ekipler, Engin'in cinayetten bir gün önce saat 16.30'da yarım saatlik telefon görüşmesi yaptığını tespit etti. Telefondaki sesin kimliği belirlenemedi. Ancak Engin'le hararetli bir tartışma yaşadığı tespit edildi. Faili açığa çıkartacak ilk ipucu belkide bulunmuştu. Polis, görüşmeleri incelemek için Şişli Adliyesi'ne başvurdu. Ancak cevap olumsuzdu. Bu kez bir üst mahkemeye başvuruldu. Ancak oradan da 'özel hayatın gizliliği' nedeniyle telefon dökümlerinin incelenmesine izin çıkmadı.
Polis, genç işletmecinin bilgisayar çözümleri ve yeni bilgilerle bir kez daha mahkemeye başvurdu. Mahkeme yeni delilleri inceliyor. Eğer izin çıkarsa katil veya katillere ulaşmak için polisin eli rahatlamış olacak.

MADDİ YARDIM SAĞLADI
Arkadaşlarının iddiasına göre Engin'in ünlü bir işadamıyla ilişkisi vardı. Meçhul işadamı Engin'e maddi yardımlarda bulunuyordu. 6 ay süren ilişkide son dönemde kavgalar yaşandı. Gencin arkadaşlarına göre işadamı şüpheli listesinde ancak sorgulanmadı bile.

MAHKEME İZİN VERSİN
Engin Temel'in Malatya'da yaşayan babası Münir Temel, mahkemenin telefon dökümlerinin incelenmesine izin vermemesi karşısında şaşkın ve tepkili. Temel, hiçbir mahkemenin 'özel hayatı ihlal' gibi bir gerekçe ile inceleme talebini red edeceğine inanmadığını söyledi.

netgazete

10 GÜNDE EZBERLETTİLER
17 Aralık 2008 08:38

Üzeyir Garih'i öldürmekten mahkum olan Yener Yermez'e neler yapmışlar neler...
İşadamı Üzeyir Garih'i öldürmek suçundan müebbete mahkum olan Yener Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya, cinayetle ilgili olarak, Yeni Şafak'a konuştu. Yalçınkaya'ya göre, Yermez'i cinayet öncesi ve sonrasında gözlerini bağlayarak kaçıran kişiler, günlerce rolünü ezberlettiler. “Konuşursan seni ve aileni öldürürüz. Cezan bitince, 5 milyon dolar hesabında' dediler.
Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Üzeyir Garih'i öldürmek suçundan hüküm giyen Yener Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya, Yeni Şafak'a çok önemli açıklamalar yaptı. Yermez'in cinayetten hemen sonra gözleri bağlanarak bir yere götürüldüğünü viddia eden Yalçınkaya, 'Konuşursan öldürürüz. Cezanı yat çık 5 milyon dolar cebinde demişler. Sadece seslerini duymuş. Kim olduklarını bilmiyor' dedi.

ROLÜ EZBERLETİLDİ

Yalçınkaya, müvekili Yener Yermez'in anlattıklarını şöyle aktardı: 'Yermez, cinayetten on gün önce tanıştığı Meral adlı kadınla beraber gözleri bağlanmış bir şekilde kaçırılmış. Ve ona bu cinayetten bahsedilmiş. Cinayeti nasıl senaryo gereği işlediğini anlatacağının detayları verilmiş. Ve bu sorgu 3 gün sürmüş. 3 gün sonra Hasdal Kışlası'na döndüğünde, komutanları, hakkında 'firarda' diye rapor bile tutmamış.'

KİM BU MERAL?

Yalçınkaya, adı Meral olan ve bir daha hiç ortaya çıkmayan kadınla ilgili sırrın ise hâlâ çözülemediğini belirterek, 'Meral sır oldu. Olay günü Piyer Loti'de Yermez'le çay içmişler. Meral ona cep telefonu almış. Hatta bin 500 dolar vermiş. Yakalandığında üzerinden çıkan paralar bunlardı' dedi.

Dava yeniden açılsın talebi

Yener Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya, müvekkiliyle ilgili davada iadei mahkeme talebinde bulunup, yeniden yargılanma talep etmeye hazırlanıyor. 2001 yılında Eyüp Mezarlığı'nda öldürülen işadamı Üzeyir Garih ve ailesinin yakın dostu, Alarko Holding eski İthalat Koordinatörü Doğan Kasadolu'nun, "Cinayetin işlendiği gün, Garih'in torununu kelepçeleyip kaçırarak yüklü miktarda fidye alan polis kıyafetli kişiler aileyi suikastın üzerine gitmemeleri için tehdit etti" iddiasıyla birlikte son gelişmeler, Yener Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya'yı da harekete geçirdi. 7 yıl önce rafa kaldırdığı Yener Yermez dosyasını yeniden açan Mustafa Yalçınkaya, 30 yıllık avukatlık mesleğinde kendini sadece bu davada aciz hissettiğini kaydetti.

YENİDEN YARGILAMA İSTEYECEK

Üzeyir Garih'in 50 bin dolarlık saati ve içinde para bulunan cüzdanına dokunulmadan nasıl bir gasp cinayeti işlenebileceğine akıl sır erdiremediğini söyleyen Mustafa Yalçınkaya, Ergenekon davası kapsamında ortaya çıkan yeni deliller kapsamında iadei-mahkeme talebinde bulunacaklarını söyledi. Yalçınkaya, 'Müvekkilim de bunu istiyor. Suçsuzum diyor. Ama hâlâ korkuyor. Ailesi de korkuyor. Zaten sessiz telefonlar aldıkları için sürekli telefonlarını değiştiriyorlar' dedi.

'Ümit Sayın'la görüş' notu

Ergenekon davası kapsamında Adli Tıpçı Ümit Sayın'ın bilgisayarından öldürülen Üzeyir Garih'le igili bilgilerin çıkmasının davayı yeniden gündeme getirdiğini söyleyen Yalçınkaya, Yener Yermez'in kendisinden Ümit Sayın'la görüşmesini istediğini söyledi. Yalçınkaya, 'Müvekkilimi mahkum ettiren kan örneğinin raporu da kurumdan gelmişti. Son görüşmemde müvekkilim Yener Yermez, görüşme defterime kendi el yazısıyla Ümit Sayın bana 'bu olayın dini bir amaç için işlendiğini ve ifademin bu yönde verdiğim zaman bana burada yardımcı olacağını söylemiştir. Hatta o gün Galatasaray-Barcelona maçı oynanıyordu. Bana davana yardımcı olur Meral'i bulurum' dediğini yazdı' dedi. Yalçınkaya, Yermez'in kendisine görüş sırasında yazdığı notu Yeni Şafak'a verdi.

Cezaevinde üniversiteye hazırlanıyor

Avukat Yalçınkaya, “Yermez, hapse girdiğinde ilkokul mezunuydu. Şu an TCK'yla dolaşıyor. Bir hukukçu gibi oldu. Bu yıl üniversite sınavına girecek' dedi.

Haber: Gül Kireklo/Yenişafak

Adli Tıp Dayıyı Tecavüzcü Yaptı

08 Aralık 2008 20:31
Tartışmaların odağındaki Adli Tıp Kurumu'nun skandal raporları bitmek bilmiyor. Adli Tıp'ın hatası pahalıya mal oldu..

Adli Tıp Kurumu’nda rapor hatalarına bir yenisi daha eklendi. DNA testi sonrası 13 yaşındaki öz yeğenine tecavüzle suçlanan Volkan Y’yi yüzde 99,99 baba gösteren Adli Tıp Kurumu raporunun, diğer şüphelinin test sonucuyla karıştığı ortaya çıktı.

Adet görmesi geciken 13 yaşındaki D.R. 2007 yılı aralık ayında ailesi tarafından Eminönü Sağlık Merkezi’ne götürüldü. Hürriyet'in haberine göre testlerde genç kızın altı-yedi aylık hamile olduğu anlaşıldı. Baba Cemal R., kızı D.R.’nin evlerine sık sık gelip kalan dayısı Volkan Y.’nin adını verdiğini söyledi. D.R.’nin teyzeleri ise sık sık evde yatıya kalan Vedat Y.’nin adını verdiğini iddia ettiler. Bunun üzerine aile, 23 Ocak 2008’de savcılığa şikáyette bulundu.

D.R.’nin doğurduğu erkek bebekten alınan doku iki şüphelinin DNA örnekleri ile karşılaştırıldı. İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda yapılan DNA örneklerinin mukayeseli incelenmesi sonucunda şüphelilerden dayı Volkan Y.’nin yüzde 99,99 ihtimalle bebeğin babası olabileceği belirlendi. 6 Mayıs’ta tutuklanan Volkan Y. hakkında öz yeğeni D.R.’ye cinsel istismardan dava açıldı.

İsimleri karıştırıldı

Adli Tıp’taki vahim hata ise ısrarlı şekilde suçlamayı kabul etmeyen sanık Volkan Y.’nin avukatının tekrar DNA testi yapılmasını isteyince ortaya çıktı. 16 Ekim’de Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Kurulu Başkanlığı’nca düzenlenen raporda, 25 Mart’ta yapılan DNA incelemesinden elde edilen sonuçlarla yeni rapor arasında bir fark olmadığı, ancak Vedat Y. yerine dayı Volkan Y.’nin adının yazılarak farklı kodlandığının anlaşıldığı belirtildi. Volkan Y.’nin bebeğin babası olamayacağı ve Vedat Y.’nin ise yüzde 99,99 ihtimalle bebeğin biyolojik babası olabileceği ifade edildi. Volkan Y.’nin tahliyesine karar verildi. Vedat Y. hakkında ise yakalama kararı çıkartıldı.

Mağdur D.R. ise babasının arkadaşı Vedat Y.’nin bıçak tehdidiyle ırzına geçtiğini anlattı. D.R., korktuğu için Vedat Y.’nin kendisine tecavüz ettiğini haber veremediğini söyledi.
aktifhaber

Adli Tıp İstismarcıyı 'Üzmez'!
13 Aralık 2008 22:00

Hüseyin Üzmez raporuyla tartışma yaratan Adli Tıp Kurumu, yine tacizciyi aklayanr bir rapor hazırladı. Babası ve amcasının cinsel istismarına uğradı ama...

Hüseyin Üzmez raporuyla tartışma yaratan Adli Tıp Kurumu, yine tacizciyi aklayanr bir rapor hazırladı. İzmir’de babası ve amcasının cinsel istismarına uğrayan kızın ruh sağlığının bozulmadığına karar verildi

İzmir'de yaşayan 17 yaşındaki E.U., iddiaya göre öz babası H.U. ve amcası H.U.'nun cinsel istismarına uğradı. Olayla ilgili mahkemeye rapor gönderen İstanbul Adli Tıp Kurumu, genç kızın ruh sağlığının bozulmadığını bildirdi. Aynı genç kızın 2005 yılında Urla İlçesi'nde ‘Barbaros Çocuk Köyü’ olayında da mağdur olduğu ortaya çıktı.
Bursa'da Vakit Gazetesi Yazarı Hüseyin Üzmez'in 14 yaşındaki kıza cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklanması ve sonra Adli Tıp Kurumu'nun genç kızın ruh sağlığı bozulmadığına dair rapor vermesi üzerine, Türkiye'de rapor tartışması başlamıştı. Tartışmaları alevlendirecek bir olay da İzmir'de yaşandı.

İzmir’de yaşayan E.U., iddiaya göre iki yıl önce öz babası H.U. ve amcası H.U.'nun cinsel istismarına uğradı. Genç kızın şikayeti üzerine baba ve amca tutuklandı. Olayla ilgili soruşturmayı tamamlayan Cumhuriyet Savcısı genç kızın anlatımları üzerine baba ve amca hakkında ‘Cinsel İstismar’ suçundan 6'ncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açtı. Genç kızın anlatımlarının geniş şekilde yer aldığı iddianamede Cumhuriyet Savcısı, sanık baba ve amca hakkında ‘Çocuğun cinsel istismarı’ suçundan 8 yıla kadar hapis cezası istedi. Baba H.U. ve amca H.U., ifadelerinde E.U.'nun intikam dürtüleri için kendilerine iftira attığını söylediler. 5 ay tutuklu kalan amca ve baba tutuksuz yargılanmaz üzere tahliye edildi.

9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ile Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden alınan iki ayrı raporda genç kızın cinsel istismara uğradığı belirtildi. Mahkemeye geçtiğimiz haftalarda gelen İstanbul Adli Tıp Kurumu raporu ise tartışma yarattı. Adli Tıp Kurumu, babası ve amcası tarafından cinsel istismara uğradığı iddia edilen genç kız için ‘ruh sağlığı bozulmamıştır’ diye rapor gönderdi. İzmir Barosu adına davaya bakan avukat, E.U.'nun ikinci Üzmez vakasından daha ağır traji komik bir raporla karşı karşıya kaldığını belirtti. Bir genç kızın babası ve amcası tarafından cinsel istismara uğramasının ruhsal sağlığının bozmaması gibi bir durumun söz konusu olmayacağını iddia eden avukat, rapora itiraz edeceklerini belirtti. Duruşma ertelendi.


ÇOCUK KÖYÜ MAĞDURLARINDANDI

Olayın mağduru olan genç kızın 2005 yılında Urla İlçesi'ndeki Barbaros Çocuk Köyü'nde meydana gelen tecavüz mağdurlarından biri olduğu ortaya çıktı. E.U.'nun Barbaros Çocuk Köyü'ndeki skandalın ardından ailesiyle kalmaya başladığı ve bir yıl sonra da baba ve amcasının tacizine uğradığı öne sürüldü, psikolojisinin iyice bozulduğu belirtildi.
Urla ilçesinde sivil toplum örgütleri ve devletin desteğiyle kurulan Barbaros Çocuk Köyü'ndeki bazı çocuklara cinsel taciz ve tecavüz girişiminde bulunulduğu iddiası üzerine jandarma savcının talimatıyla harekete geçmişti. Operasyonda 25 kişi gözaltına alınmış, köy müdürü E.T. ile bakıcı annelerinde bulunduğu kişiler tutuklanmıştı. İddianamede 2000-2005 yılları arasında köyde kalan yaşları 6 ile 17 arasında değişin 16 kız ve erkek çocuğun taciz ve tecavüze uğradığı öne sürülmüştü. Yargılama sonunda köy müdürü E.T., ceza alırken, diğerleri beraat etmişti. Barbaros Çocuk Köyü daha sonra kapatılmıştı. Çocuklar çeşitli illere gönderilmişti.
aktifhaber

"MATBAAYI BASIN" SANSÜRÜ
25 Kasım 2008 08:00

Güneş Gazetesi'nde sansür. Başbakan'ın, Öcalan emriyle ilgili yazı, sansürlendi.

Güneş Gazetesi Yazarı Talat Atilla, “Başbakan: Öcalan’ın matbaasını basın!” başlıklı yazısı sansüre uğradı.

Talat Atilla, 2 gündür anonsları dönen ancak gazetesinde sansürlenen yazısını kendisine ait internet sitesinde yayına koydu.

Talat Atilla, Güneş Gazetesi'nde "Ankara Kulisi" başlıklı bir köşe yazıyor.

Talat Atilla Güneş Gazetesi'nde sansürlenen yazısını kendine ait internet sitesinde şöyle verdi:

AÇIKLIYORUZ! ÖCALAN SKANDALINI BAŞBAKAN BİTİRDİ: O MATBAAYI HEMEN BASIN!

Terörist Abdullah Öcalan’ın hapiste yazdığı “Kültür ve Sanat Devrimi” isimli kitap, piyasaya çıkmasına ramak kala son anda durduruldu. Buraya kadar gelişen olaylar basına yansıdı. Bu olayın bir de basına yansımayan bölümleri var ki, çok daha ilginç…

Direkten dönen o skandalın perde arkasını açıklıyorum:

“Kültür ve Sanat Devrimi” isimli kitabın terörist Abdullah Öcalan’a ait olduğu kesinleşince, Bakanlar Kurulu’nda “Ne yapacağız?” tartışması başladı.

Bakanlar Kurulu, öncelikle bu olay karşısında elini zayıflatan unsurları masaya yatırdı;

Çünkü, Telif Hakları Genel Müdürlüğü kanun gereği, eksiği olmayan bandrol başvurularını 10 gün içinde karşılamakla yükümlüydü ve Öcalan’ın yazdığı kitaplar dağıtıma hazır bir şekilde matbaada bekliyordu…

Kitabı basan yayınevi görünürde prosedürleri yerine getirmiş, zaman da daralmıştı…

Bakanlar Kurulu'nun toplantısı bu psikolojik ortamda başladı…

İlk sözü Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin aldı. Şahin; “Yasa gereği; cezalı ve tutuklular izin almadan böyle bir kitap yazamaz. Cezalı ve tutuklular izin almadıkları sürece ancak mahkemeye sundukları savunmaları basılı hale getirilebilir.” dedi.

Başbakan Erdoğan, “Bu kitabı hemen durdurmamız lazım.” dedi.

Başbakan’ın bu sözleri üzerine Bakanlar Kurulu’nun etkili bir üyesi “Sayın Başbakanım; bu kitaplar bizim elimizde değil. Kitaplar matbaada. Bu durum ayrı bir problem meydana getiriyor. Bu kitapların matbaadan istenmesi ve yazışmalar biraz vakit alabilir. Bu arada kitaplar gayri yasal yollardan piyasaya verilebilir. Böyle bir problem de var efendim…” dedi.

İşte bu sözlere Erdoğan sert cevap verdi; “Böyle şey olur mu yahu? Bir terörist cezaevinde kitap yazacak, biz de ‘Şöyle mi olur, böyle mi olur’ diye oturup vakit geçireceğiz. Gerekiyorsa o matbaayı basın, ama o kitapları durdurun. Hemen, hemen…” dedi.

Başbakan’ın bu cesur çıkışı Bakanlar Kurulu’na bomba gibi düştü. Herkes rahatlamıştı. Savcılıktan acil olarak izin çıkarıldı ve ilk kez piyasaya sürülmemiş bir kitap yapılan yıldırım baskınla ele geçirildi.
aktifhaber

Hizbullah'ı Yazan Muhabire Dava
25 Kasım 2008 15:25

Ergenekon'un sağ kolu Hizbullah'ın devletin aracını kullanmasını ve son vahşetlerini ortaya çıkartan muhabir hakkında 4.5 yıl hapis istemiyle dava açıldı.

Hizbullah'a Bu Koruma Neden?

Yasadışı Hizbullah operasyonu zanlısı Hüseyin O.’nun devlete ait araçla örgüt toplantılarına gittiğini yazan ve Davut Oral isimli kişinin domuz bağıyla öldürülmesine ilişkin olarak zanlı Mehmet Şerif O.’nun evinde ele geçirilen CD’deki “dehşet” görüntülerine ulaşan Milliyet muhabiri Tolga Şardan hakkında 4.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle soruşturma başlatıldı

Tolga Şardan Şardan dün Ankara Adliyesi’ne giderek, 18 Kasım tarihli Milliyet gazetesinde manşette yer alan “Resmi Plakalı Hizbullahçı” haberi ve aynı operasyona ilişkin www.milliyet.com.tr’de yayınlanan CD görüntülerine ilişkin soruşturma kapsamında ifade verdi.

Şardan, söz konusu haberleri kendisinin yaptığını, CD görüntülerini de Milliyet’in internet servisine kendisinin verdiğini söyledi. Şardan’a ifadesi sırasında haber ve görüntüleri kimden aldığı da soruldu, ancak Şardan, Basın Kanunu uyarınca haber ve bilgi kaynağını açıklayamayacağını söyledi.

İfade sırasında hazır bulunan Şardan’ın avukatı Ahmet Çörtoğlu da “Müvekkilimin amacı, hiçbir zaman gizliliği ihlal değildir. Gazeteci olarak görevini yapmıştır” dedi. Soruşturmanın “basın ve yayın yoluyla soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek” suçunu düzenleyen TCK’nın 285 / 3 maddesi uyarınca yürütüldüğü öğrenildi.

aktifhaber

Danıştay'dan MEB'e Durdurma!
08 Kasım 2008 20:21

Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı'nın özel eğitim kurumlarında "Atatürk Köşesi" oluşturulması zorunluluğunu kaldıran düzenlemenin yürütmesini durdurdu.

Danıştay 8. Dairesi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu yıl 8 Mart'ta yürürlüğe giren Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliği'nde, özel eğitim kurumlarında "Atatürk Köşesi" oluşturulması zorunluluğunu kaldıran düzenlemenin yürütmesini oybirliğiyle durdurdu.
Atatürkçü Düşünce Derneği, söz konusu düzenlemenin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.

Davayla ilgili ilk incelemesini tamamlayan Danıştay 8. Dairesi, söz konusu düzenlemenin yürütmesini oybirliğiyle durdurdu.

Dairenin kararında, özel eğitim kurumlarında "Atatürk Köşesi" olması zorunluluğunu öngören yönetmeliğin yürürlükten kaldırıldığı hatırlatılarak, şöyle denildi:

"Yerine, bu zorunluluğu devam ettirecek şekilde bir düzenlemeye yer verilmemek suretiyle hazırlanan dava konusu yönetmelikte; ilgili anayasa hükmüne, dayanağı olan yasalara ve Türk milli eğitiminin temel ilke ve kurallarına uyarlık görülmemiştir.

Her ne kadar davalı idarece okullarda 'Atatürk Köşesi' bulundurulmasına Özel Öğretim Kurumlarına Ait Standartlar Yönergesi'nde yer verildiği, ayrıca dava konusu yönetmeliğin 63. maddesinde de 'Bu yönetmelikte yer almayan hususlarda resmi benzeri kurumların ilgili mevzuat hükümleri uygulanır' düzenlemesine yer verilmek suretiyle bu uygulamanın devam ettirileceği öne sürülmüşse de daha önceki yönetmelikte yer alan ve yine yönetmelik normu olması gereken bir düzenlemenin, yönetmelik hükmü olmaktan çıkarılarak yönergeyle yapılmasına hukuken olanak bulunmadığı da açıktır."
aktifhaber

BAŞSAVCIYA AĞIR SUÇLAMA
25 Ekim 2008 06:59Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na Anayasa Mahkemesi'nden ağır suçlama.

Anayasa Mahkemesi: Başsavcı tahrifat yapmış

Anayasa Mahkemesi kararında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın kapatma istemine gösterdiği 400’ü aşkın kanıttan bir bölümünün gazete veya internetteki halinden farklılaştırıldığı, eksik ya da parçalı aktarıldığı vurgulandı

“Odak” yapan 30 eylem

AKP’nin “laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı haline geldiği”ne, ancak eylemlerin ağırlığının kapatma yerine Hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımını gerektirdiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi, AKP’ye yol haritası çizdiği gerekçeli kararında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’yı “tahrifat yapmak”la suçladı.
İddianamede, Yalçınkaya’nın kapatma istemine gösterdiği 400’ü aşkın kanıttan bir bölümünün gazete veya internetteki halinden farklılaştırıldığı, eksik ya da parçalı aktarıldığı vurgulanırken, AKP’nin odak sayılmasına türban, Kuran kursları ve imam hatiplerle ilgili 30 eylemin neden olduğu kaydedildi. Kararda “Dinsel duyguların siyasal mücadele aracı haline getirilmesi laiklikle bağdaşmaz” denildi.
Resmi Gazete’de yayımlanan gerekçeli kararda, Yalçınkaya’nın iddianamesinde yer alan 400’ü aşkın delilden sadece 30’unun değerlendirmeye esas alındığı belirtildi. Başsavcılığın gösterdiği diğer delillerin tasnif dışı bırakılmasının nedenleri şöyle açıklandı:
- Öznel yorumlardan oluşması ve iddianamede yer almayan kitapların esas alınarak düzenlenmesi. (Ergenekon sanıklarından Ergun Poyraz’ın Patlak Ampul kitabı vs.)
- Bir kısmının yalnızca belirli bir yayın politikası olan gazete veya internet sitelerinde yer aldığı, ses ve görüntü kaydıyla desteklenmediği, karşıt gazete ya da sitelerde yer almadığı.
- Bir kısmının parti tarafından kabul edilmediği.
- Bir kısmının gazete veya internet sitelerinde yer aldığından farklılaştırılmış biçimde iddianameye alındığı ya da eksik ve parçalı aktarılmış olduğu.
- Bir kısmının vaki olmadığı ya da sübut bulmadığı.
- Bir kısmının ifade özgürlüğü kapsamında olduğu.

Mahkeme, AKP’nin “odak” sayılmasına yol açan 30 eylemi de şöyle sıraladı:
- Erdoğan’ın 12 ayrı açıklaması:
1- Kişiler laik olmaz.
2- Laiklik din olursa, aynı anda Müslüman olunamaz.
3- Tommiks - Teksas okumaya kimse mani olmuyor, ama kendi kitabını öğrenmesine niye mani oluyoruz? Benim tezgâhımdan geçmiş olanların ülkeme ne zararı var ki? (Türban konusunda) tayming önemli.
4- Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım.
5- Başörtüsü sorununun Kopenhag kriterleriyle açıklanması nasıl olur, merak ediyorum.
6- Kızlarım başlarını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı.
7- Benim kızlarım ABD’de okuyor. Burada o özgürlük anlayışı var.
8- Eşim başörtülü, Başbakanlık Konutu’nda takabiliyor. Karşıda (Cumhurbaşkanlığı) takamıyor.
9- (Türban) konusunda söz söyleme hakkı din ulemasınındır.
10- Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar. Ölümün nerede ne zaman geleceği belli mi? (Danıştay 2. Daire’nin türban kararı için)
11- Velev ki siyasi simge...
12- (Cumhuriyet mitingleri için) Gerilim taraftarı olsam, o meydanlara 10 katını biz toplarız.
Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç:
1- “Devlet dini inançların yaşanmasını engelliyor” sözleri.
2- “Sivil, dindar, demokrat cumhurbaşkanı istiyorum” açıklaması.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik:
1- İmam hatip lisesi mezunlarının katsayı engelini aşmak için yasal değişiklik çalışması yapması.
2- (Erdoğan’ın ulema açıklaması için) “Hâkim, hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamaz” sözleri.
AKP kurucularından Cüneyd Zapsu:
1- “Korkulan ne şeriat? 700 sene Osmanlı şeriatla idare edilmiştir” sözleri.
2- “Türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar demekten farksızdır” açıklaması.
AKP Milletvekili İrfan Gündüz’ün “Türban konusunda Anayasa Mahkemesi fetva veren bir kurum mu” sözleri.
AKP Milletvekili Mehmet Çiçek’in “Türban tartışmasının çözümüne muhatap Din İşleri Yüksek Kurulu’dur” açıklaması.
AKP Milletvekili Abdullah Çalışkan’ın “Devrim ya kırmızıdır ya yeşildir. Ben yeşilden yanayım” sözleri.
Eski AKP milletvekili Resul Tosun’un “Oligarşik kurumların direnci toplumsal taleple kırılacaktır” sözleri.
- Danıştay 2. Daire’nin türban kararı konusunda AKP Milletvekili Selami Uzun’un “Ancak dehşet denebilir” sözleri.
- Aynı konuda AKP Milletvekili Hasan Kara’nın “Böyle bir karar infiale neden olur” açıklaması.
- Dinar Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı’nın ramazan ayında 8 camide teravih namazı kıldırması.
- Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın “Başörtülü bir kadın da belediye başkanı olabilmeli” açıklaması.
- MEB Merkezi Sınav Yönetmeliği’nden sınavlara başı açık gelinmesi koşulunun çıkarılması.
- MEB Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği’ne, imam hatiplilere çifte diploma verilmesi yolunun açılması.
- Alanya’da açık lise sınavlarına türbanla girilmesine izin veren müdürü rapor eden 3 öğretmen hakkında soruşturma açılması.
- Üniversitelerdeki türban yasağını kaldırmaya yönelik anayasa değişikliği.

12 isim yasaklanacaktı
Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılması kararı vermesi halinde, Başbakan Erdoğan, Arınç, Çelik, Gündüz, Çiçek, Çalışkan, Uzun, Kara, Zapsu, Tosun, Balaman ve Tarlacı’ya 5 yıl süreyle siyaset yasağı konulacaktı.

AKP’ye yol haritası
Kararda, bir oyla kapatılmaktan kurtulan AKP’ye şu uyarılarda bulunuldu:
- Laikliği reddeden düzenlemeler demokratik değildir.
- Siyasi partiler dinsel özgürlük talepleri konusunda politika geliştirebilir, ancak dinsel duyguları siyasal mücadele aracı haline getirerek ayrışmalara yol açmaları laiklikle bağdaşmaz.
- Dinsellik sadece siyasal mücadelede üstünlük sağlıyor diye siyasal alanda gerektiğinden fazla yer alamaz. Aksi durum, siyasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açar. Bu sakınca, iktidarı kullanan parti söz konusu olduğunda daha da artar.
- AKP başörtüsü yasağını, Kuran kurslarındaki yaş sınırını, imam hatiplerin katsayı sorunu konularındaki siyasal mücadeleyi laikliğe uygun yürütmemiştir. Ayrışma ve gerginlik yaratacak biçimde siyasetin temel sorunu haline getirilmiş, dinsel duyarlılıklar yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmıştır. Diğer sorunların siyasetin gündemine gelmesi güçleşmiştir.
- Ülkeyi tek başına yönetme sorumluluğu, sadece kendi tabanına yönelik kullanılamaz.
- Siyasal çözümlerin, mümkün olan en fazla uzlaşıyı sağlaması gereklidir.
- Basın özgürlüğü, demokratik siyasal iradenin ortaya çıkmasının güvencesidir.
- Çoğunluğun, azınlıkların özgürlüklerini korumayı kabullenmesi zorunludur.

Kapatma kriterleri
Karara göre, “odak” haline gelen partiler, “demokratik ilkelere aykırı bir amaç taşıması, şiddeti teşvik etmesi, özgürlükleri yok etme amacı taşıması, bu konularda açık ve yakın tehlike oluşturması” halinde kapatılacak.
Odak haline gelen partilere uygulanacak yaptırım belirlenirken şu kriterlere de bakılacak:
- Laikliğe aykırı eylemlerin toplumsal tahammülün ötesine taşıp taşmadığı.
- Çoğunluğa hâkim olabilecek aşırı endişe, kaygı ve belirsizlik.
- İdeolojik tercihlerin öncelik kazandığı kamu hizmeti anlayışı.
- Anayasal güvencesizlik yaratılması.
- Eylemlerin şiddet çağrısı içermese de tahrik, dayatma ve demokratik teamüllerle bağdaşmaz nitelikte olup olmaması.
- Eylemlerin düşünce özgürlüğü kapsamında olup olmadığı.
- Odaklaşmaya yol açan eylemlerin partinin temel politikasını belirleyecek ağırlıkta olup olmadığı.

Kurtaran içtihatlar
Kararda, AKP’nin “google iddianamesi” şeklinde eleştirdiği iddianameye yönelik tartışmalara nokta konuldu. Kapatma davalarında parti lehine olan delillerin de inceleneceği karar altına alınarak, AKP’ye kapatma yerine Hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımının uygulanmasının yolu açıldı. Böylece AKP’nin amaçları araştırılırken, AB ve kadın odaklı politikaları da göz önüne alındı. Kararla ortaya çıkan içtihatlar şöyle:
- Gazete ya da internetten haber ve yorum biçimindeki belgelerin tek başına kanıt niteliği yoktur.
- Bu haberler, farklı ve karşıt yayın organlarında aynı biçimde yer alıyor ve ifade sahibi ya da parti tarafından reddedilmiyorsa kanıt olarak değerlendirilir. Kuşkudan uzak kanıt yoksa ve beyanların doğruluğu parti savunmasından anlaşılamamışsa, haberler kanıt sayılmaz.
- Milletvekillerinin Meclis’teki beyan ve eylemlerinde demokratik düzeni ortadan kaldırma amacı açıkça saptanabiliyorsa, bu eylemler parti kapatma davalarında gözetilir.
- Parti kurulmadan önce yapılan eylemler, parti kapatma davasında gözetilmez.
- Kapatma davalarında sadece lehte değil, aleyhte deliller de değerlendirilir.
- Kanıtların “odak” kriteri sayılması için 11 üyeli mahkemenin en az 7 üyesince kabulü gerekir. (Bu nedenle çok sayıda delil 6 oyla tasnif dışı kaldı.)
aktifhaber

DTP'li Vekilin Evine Baskın

06 Kasım 2008 15:17Yasal dokunulmazlığı olan DTP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata'nın evinin arandığı belirtiliyor. DTP konuyla ilgili sert bir açıklama yaptı.

DTP Genel Merkezi'nden yapılan açıklamada, ''DTP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata'ın evinin aranmasıyla ilgili olarak sorumluların yargı karşısına çıkarılmaları'' istendi.

Yapılan yazılı açıklamada, Ata'ın evinin aranmasının ''hukuka ve yasalara aykırı bir işlem olduğu'' ileri sürülerek, ''bunun DTP'ye yönelik son dönemlerde artan baskı ve saldırıların bir parçası olduğu'' savunuldu.

Açıklamada, ''TBMM ve kamuoyu halkın iradesini temsil eden bir milletvekiline yönelik bu hukuk ve yasa dışı uygulama karşısında sessiz kalmamalıdır. Milletvekilimiz şahsında halkımıza yapılan bu antidemokratik uygulamayı kınıyor, sorumluların derhal yargı karşısına çıkarılmalarını bekliyoruz'' denildi.

DUVARI DELERİZ DEDİLER

Ata konuyla ilgili yaptığı basın açıklamasında, polisin "Elimizde arama emri var. Gerekirse duvarı deler yine evde arama yaparız" dediğini belirterek, aramanın hukuksuz, arama şeklinin ise tartışma konusu olduğunu söyledi. Valilik ise, aramanın gözaltına alınan bir kadının söz konusu evi adres göstermesinden kaynaklandığını açıkladı.
aktifhaber

Flaş! Mahkemeden Üzmez Kararı
06 Kasım 2008 14:2514
yaşındaki kıza cinsel tacizden suçlanıp sonra da serbest bırakılan Hüseyin Üzmez'in tahliyesine yapılan itirazı mahkeme bugün karara bağladı.

14 yaşındaki cinsel tacizle suçlanan ve küçük kızın ruh sağlığının bozulmadığı yönünde alınan rapor sayesinde cezaevinden çıkan Vakit Yazarı Hüseyin Üzmez’in tahliyesine yapılan itiraz reddedildi.

“Çocuğun cinsel istismarı” suçundan yargılandığı Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesince tahliye edilen yazar Hüseyin Üzmez (76) hakkında, yeniden tutuklanması istemiyle bir üst mahkemeye yapılan itiraz reddedildi.

Alınan bilgiye göre, davada, Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Üzmez'in cinsel istismarına maruz kaldığı iddia edilen B.Ç'nin avukatlığını üstlenen Rezzan Alyanak Reisli'nin tahliye kararına itirazını kabul etmedi.
aktifhaber

34 milyon CD ile birlikte yakalanan 'Porno Baronu' hapisten çıktı, ikinci kez 45 adamıyla ele geçti

10 Kasım 2008 Yarasa adı verilen operasyonda 32 adamıyla yakalanan ve 'Porno Baronu' olarak kayıtlara geçen D.D, cezaevinden çıktıktan kısa bir süre sonra bu kez 45 adamıyla yeniden gözaltına alındı. 34 milyon CD'nin ele geçirildiği yarasa operasyonuna 6 polis memuru, bir savcı ve bazı kamu görevlilerinin de adı karışmıştı.
Cezaevinden çıktıktan sonra faaliyetlerine kaldığı yerden devam ettiği tespit edilen Porno Baronu Davut D., polis tarafından yeniden gözaltına alındı. Fatih, Yusuf Paşa'da bir elektronikçi dükkanı ile iki ayrı depoya eş zamanlı operasyon düzenleyen Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri Davut D. ile 45 adamını gözaltına aldı. Özel Harekat polisinin desteğinde yapılan operasyonda bin adet hayvanlı ve işkence içerikli porno film CD'si ele geçirildi. Şüphelilerin kaldıkları yerlerdeki aramalarda, çoğaltılmak üzere hazırlanmış; bin adet tamamı porno içerikli master CD ele geçirildi. Baskın esnasında toplantı halinde oldukları belirtilen Davut D. ve adamları daha sonra sorgulanmak üzere emniyet müdürlüğüne getirildi.
Emniyette işlemleri tamamlanan ve aralarında Davut D.'nin de yer aldığı 41 şüpheli bugün Fatih Adliyesi'ne sevk edildi. Davut D. ve adamlarının haklarındaki suçlamaları kabul etmedikleri öğrenildi. Poliste sorgusu süren 4 şüphelinin de önümüzdeki günlerde adliyeye sevk edileceği bildirildi.
Geçtiğimiz Nisan ayında gerçekleştirilen ve 34 milyon CD'nin ele geçirildiği yarasa operasyonuna 6 polis memuru, bir savcı ve bazı kamu görevlilerinin adı karışmıştı. Teknik takibe takılan görüşmelerde Eminönü bölgesinde görevli polislerin şebekeye bilgi aktardıkları ve baskınları önceden bildirdikleri belirlenmişti. Davut D. ve diğer zanlılar, emniyetteki işlemlerinin ardından Fatih Adliyesi'ne sevk edildi.
Cumhuriyet savcısı tarafından sorgulanan şüphelilerden 42'si serbest bırakılırken, Davut D, Orhan A. ve Bekir Ç. sevk edildikleri nöbetçi mahkemece tutuklandı.
ADNAN SULAR
netgazete

"Terör zanlısı" çocukların yargılanması sürüyor



05 Haziran 2009 Aralarında 18 yaşından küçük 6 çocuğun da bulunduğu 3'ü tutuklu 7 sanığın, "terör örgütüne üye olmak", "patlayıcı madde taşımak" ve "mala zarar vermek" gibi suçlardan yargılanmasına devam edildi.
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuklu sanıklar Ali İlhan Bayar, G.B ve Y.A. katıldı.
Yaşları 18'den küçük çocukların sanık olarak yargılanmaları nedeniyle gizlilik kararı bulunan duruşmaya gazeteciler alınmadı.
İstanbul Cumhuriyet Savcıları Murat Yönder ve Emin Aydinç tarafından ayrı ayrı yazılan ve İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2 Mart 2009 tarihli kararıyla tek dosyada birleştirilen iddianamede, suç tarihleri itibariyle yaşları 18'den küçük tutuklu sanıklar G.B ve Y.A ile Ali İlhan Bayar, tutuksuz sanıklar R.Y, R.A, Y.T ve O.B'nin çeşitli suçlardan cezalandırılmaları talep ediliyor.
İddianamede, 23 Ekim 2008'de Ümraniye Sarıgazi'de terör örgütü PKK yandaşlarından maskeli 10-15 kişilik grubun izinsiz gösteri yaptığı, örgüt lehine sloganlar attığı ve bir markete molotofkokteyli attıktan sonra kaçtığı belirtiliyor.
Şüpheli olarak yakalanan 1993 doğumlu O.B'nin, "terör örgütü üyesi olmak", "örgütün faaliyeti çerçevesinde kasten mala zarar vermek" ve "patlayıcı madde atmak" suçlarından 8 yıl 3 ay ile 24 yıl arasında değişen hapisle cezalandırılması isteniyor.
İddianamede, "terör örgütü üyesi olmak", "patlayıcı madde atmak" ve "mala zarar vermek" gibi suçları işledikleri öne sürülen sanıklardan Ali İlhan Bayar'ın 17 yıl 8 ay ile 48 yıl arasında, G.B ve Y.A'nın 4 ile 9 yıl 9 ay arasında, R.Y, R.A ve Y.T'nin ise 8 yıl 2 ay ile 20 yıl 3 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmaları talep ediliyor.
Duruşmanın yapıldığı Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nin önünde toplanan "Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları" üyesi grup, 18 yaşından küçük çocukların Türkiye'de 1991'de çıkan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında yetişkinler gibi gözaltına alınıp yargılanmalarını protesto etti.
ÖDP Milletvekili Ufuk Uras'ın da katıldığı gösteride grup adına açıklama yapan sanatçı Derya Alabora, TMK nedeniyle binlerce çocuğun "yetişkin" gibi gözaltına alındığını, sorgulandığını, yargılandığını, hapsedildiğini ve 30 yılı aş an cezalar aldığını ifade etti.
Alabora, 12-18 yaş arası çocukların pedagojik destek alamadıklarını ve öğrenimlerine devam edemediklerini belirterek, bu durumun, Türkiye'nin imzaladığı BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Anayasa'nın 90. maddesine aykırı olduğunu savundu.
netgazete

24 Ekim 2009 11:34O
Pankart "Faili Meçhul" Kaldı

Ergenekon yargıçlarının araştırılmasını istediği 'ordu göreve' pankartı geçen yıl sessiz sedasız yargılanıp 'faili meçhul' kaldı.

Birinci Ergenekon Davası’nın 20 Ekim’deki duruşmasında, mahkemenin araştırılmasını istediği konulardan biri de, 2003 yılındaki ‘Cumhuriyete Saygı Mitingi’nde ‘ordu göreve’ yazılı pankartı açanlar arasındaki İÜ Araştırma Görevlisi Ali Emre Özsoy’un görevine ne zaman başladığı ve gö-revinin ne olduğuydu. Bu pankart ve miting, ikinci Ergenekon iddianamesine göre, ‘Sarıkız’ adlı darbe planının 12 aşamasından biriydi. Ancak, bir grup rektörün ‘Ergenekon’ kapsamında yargılanmalarının kanıtı sayılan o pankart, aslında geçen yıl sessiz sedasız ‘faili meçhuller’ arasına kaldırılmıştı. Türksolu Dergisi yazarı Özsoy ve 10 arkadaşı, ‘Askeri, kanunlara karşı itaatsizliğe teşvik’ten yargılandıkları davada, fotoğraflar ve kamera kayıtlarına rağmen, “Taşımadık” deyince beraat etti. Üstelik Ergenekon savcıları, davaların birleştirilmesini de istemedi.

Tarih, 25 Ekim 2003. Anıtkabir’e cüppeleriyle gelmiş rektörler, Atatürk’e bağlılıklarını tazeleyip Tandoğan Meydanı’ndaki ‘Cumhuriyete Saygı Miting’ne katıldı. Dönemin Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret Aras ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin çağrısıyla düzenlenen bu mitinge; başta Ankara, İstanbul, Bursa, Samsun ve Malatya olmak üzere, rektörlerini izleyen üniversiteliler akın etti. Dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz ve İÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu‘nun da katıldığı mitingde bir grup öğrenci, ‘ordu göreve’ pankartı açtı. Eylemcilerin uyarılara rağmen indirmediği o pankart, ‘darbe’ iddialarını konu alan Ergenekon davasının odağına yerleşti.

İkinci Ergenekon davası iddianamesine göre, ‘Sarıkız’ adlı darbe planı kapsamında, mitingden altı gün önce, 19 Ekim’de Jandarma Genel Komutanlığı’nda, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur başkanlığında rektörlerle toplantı yapıldı. İddiaya göre 15-20 rektör, askerlere “Kubilay olmaya hazırız” dedi, miting de planlandığı öne sürülen darbenin 12 adımından biriydi.

Peki o pankartı kim açmıştı? Bu sorunun yanıtı, Birinci Ergenekon iddianamesinde yer alıyor. Polis kayıtlarına göre pankartı açanlar ‘ırkçı’ Türksolu dergisi üyeleriydi. 25 Ekim’deki Show TV’nin görüntüleri ve ertesi gün basında yer alan fotoğrafa göre o kişiler İÜ araştırma görevlisi Ali Emre Özsoy, İÜ öğrencileri Özgür Billur, Dilek Bilgin, Okan Erkoy, Utku Umut Bulsun, İstanbul Bostanoğlu, Nur Arslan, Onur Güneş Ayas ile YTÜ öğrencileri Canbert Birgül ve Engin Girgin’di. Polis, iki isim daha saptadı.

Şüpheliler sessiz sedasız yargılandı. Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘Askeri, kanunlara karşı itaatsizliğe teşvik’ten beş yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Ancak dava, Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. 25. Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’nde 29 Nisan 2008’de görülen son duruşmada sanıklar, “O pankartı taşımadık” diye ifade verdi. Mahkeme, fotoğraf ve görüntülere rağmen, ‘kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından’ beraate karar verdi. Böylece ‘ordu göreve’ pankartı ‘faili meçhul’ bırakıldı.

Ergenekon savcıları da davanın kendi soruşturmalarıyla birleştirilmesini istemedi.
aktifhaber

Cem Uzan hakkındaki tutuklama kararı kaldırıldı

18 Aralık 2009 İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, "hileli iflas" suçundan yargılanan Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan'ın savunmasını n alınmasından vazgeçerek, hakkındaki gıyabi tutuklama kararını kaldırdı.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından 2003 yılında el konulan İmar Bankası'nın hileli iflasına neden oldukları öne sürülen Cem Uzan'ın da aralarında bulunduğu 48 sanık hakkında açılan davanın görülmesine, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edildi.
Duruşmaya, başka suçtan tutuklu sanıklar Mustafa Akar ve Tacettin Pak'ın da aralarında bulunduğu 2'si tutuklu 17 sanık katıldı.
Sanık Yüksel Tartan'ın avukatı Erdem Emir, müvekkilinin İmar Bankası'nda 1999 yılından önce çalıştığını belirterek, suçun zaman aşımına uğradığını söyledi.
İmar Bankası iflas dairesi vekilleri de suç tarihinin, ticaret mahkemesince iflas kararı verilen tarih olarak kabul edilmesini talep ederek, sanıkların buna göre cezalandırılmasını istediler.
TMSF vekili Abdülkadir Koçak da davanın zaman aşımı süresinin dolmadığını belirterek, sabit olan suçlar nedeniyle sanıkların cezalandırılmasını istedi. Koçak, fonun bankaya el koymasının ve tasfiye sürecinin iflas anlamına gelmeyeceğini kaydetti.
Sanıklar Nimet Hülya Taluğ ve Çiğdem Karakoç'un avukatı Mehmet Rahmi Kadıoğlu da iflas dairesi vekillerinin, suç tarihinin iflas kararı verilen tarih olarak emsal mahkeme kararında esas alındığı yönündeki iddiasının yerinde olmadığını söyleyerek, "Dosyaya sunulan mahkeme kararı, önceki TCK'nın yürürlükte olduğu bir dönemde verilmiştir. Yeni TCK'da suçun maddi unsurları belirgin bir şekilde gösterilmiştir. Suçun maddi unsurları yasada belirtilen eylemin gerçekleştirildiği tarihte işlenmiştir. Buna göre de davanın zaman aşımı süreleri dolmuştur" diye konuştu.
Savunması alınmayan sanıkların savunmalarının alınmasından, eylemlerinin gerçekleştiği tarih, suçun niteliği ve dosya kapsamına göre vazgeçilmesini hükmeden mahkeme heyeti, savunmasının alınmasından vazgeçilen sanık Cem Uzan hakkındaki tutuklama kararının kaldırılmasına oy birliğiyle karar vererek, duruşmayı erteledi.

netgazete

19 Ocak 2010
JİTEM davası duvara çarptı! Zamanaşımına az kaldı. 11 yıldır dosya geziyor...

Faili meçhullerle ilgili 11 sanığın yargılandığı dava 11 yılda 'görevsizlik' gerekçesiyle toplam 5 mahkeme arasında gidip geldi. Davanın zaman aşımından düşmesine 9 yıl süre kaldı

Diyarbakır'da görülen 11 sanıklı JİTEM davasında, 11 yıldır süren yargılamaya rağmen bir arpa boyu yol alınamadı. 1999'da İdil Savcısı tarafından hazırlanan dosyayla başlayan ağır aksak yargı sürecine 'görevsizlik' damgasını vurdu. Dava, 11 yılda 'görevsizlik' gerekçesiyle 5 mahkeme arasında gitti geldi.

Güneydoğu'da 1987-94 yılları arasında bazı emekli generallerin bilgisi dahilinde "Adam öldürmek", "araç bombalamak", "suikast", "adam kaçırıp infaz etmek" ve "fidye almak" suçlarından haklarında ömür boyu hapis istemiyle hazırlanan dosya DGM'ye gönderildi. DGM rütbeli askerlerle, diğerlerinin evraklarını birbirinden ayırdı. Sekiz askerin dosyası Genelkurmay'ın talebiyle Diyarbakır 7'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'na gönderildi.

PKK itirafçıları İbrahim Babat, Adil Timurtaş, Recep Tiril, Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Hayrettin Toka, Fethi Çetin ve Abdulkadir Aygan ile jandarma istihbarat elemanları Mehmet Zahir Karadeniz, Lokman Gündüz ve korucu Faysal Şanlı isimli 11 sanık hakkında ise "Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak", "adam öldürmek" suçlarından 3 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde dava açıldı. İki yılın sonunda, suçlamaların "terör suçu" kapsamında olmadığı gerekçesiyle dosya 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Mahkeme sanıkların suç işledikleri tarihte 'asker' olduklarını gerekçe göstererek, dosyayı 7'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'ne gönderdi.

Askeri mahkeme de sanıklardan bazılarının jandarma ile ilişkilerinin kesilmesi nedeniyle Ankara'daki Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderdi. 2009'da Uyuşmazlık Mahkemesi davaya 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin bakmasına hükmetti. Son olarak bu mahkemeye Genelkurmay ve Jandarma'dan gelen "JİTEM adında bir birim yoktur" yanıtının ardından dosya, işlenen suçların "Yasadışı silahlı örgüt" kapsamında olduğu gerekçesiyle, bir kez daha görevsizlik kararıyla Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Duruşma önümüzdeki günlerde yapılacak. Davanın zamanaşımı süresi ise 20 yıl.

Davanın müdahil avukatlarından Tahir Elçi, "Türkiye'deki adli sistemin, devlet içindeki örgütlü bu tür yapıları etkili şekilde soruşturamadığı bu davada ibretle ortaya çıkmıştır" dedi. İddianamede, 11 sanığın, dönemin generalleri ile Silopi JİTEM Grup Komutanı emekli Albay Arif Doğan, Veli Küçük, Yüzbaşı İsmail Hakkı Öztopal, Yüzbaşı Sinan Yaşar'ın bilgisi dahilinde yasadışı olaylarda kullanıldıkları belirtiliyor. Ayrıca Veli Küçük'ün İstihbarat Komutanlığı'na getirilmesi üzerine, PKK itirafçılarına asker kimliği çıkarılıp Grup Komutanlığı'nda görevlendirildiği iddiaları yer alıyor.

Kaynak: Sabah

"Ben Amerikalıyım ulaaan"
İstanbul'da İngilizce öğretmenliği yapan Amerikalı, Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nü birbirine kattı

12.02.2010 00:13
İstanbul'da İngilizce öğretmenliği yapan Amerikalı Jayson Edward Thomas (41), otomobinin trafik tescil işlemleri için geldiği Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nü birbirine kattı. Gişedeki camı kırması sonucu bir polis memurunun yüzünden yaralanmasına neden olan Amerikalı, gözaltına alındı.

Mustafa ŞEKEROĞLU/AHT

Olay, Gayrettepe'de bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü kompleksindeki Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'nde dün saat 16.00 sıralarında meydana geldi. Şişli'de özel bir kursta İngilizce öğretmenliği yapan Amerikalı Jayson Edward Thomas, ülkesinden getirdiği otomobilini, Türkiye'de yaşayan yabancılara tanınan misafir plaka uygulamasından yararlanarak Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'nde tescil ettirmek istedi. Gümrükten geçirdiği otomobilinin evrakı görevli polis memuruna uzatan Jayson Edward Thomas, evrakında eksik olduğu gerekçesiyle işlemlerinin yapılamayacağı cevabını aldı.

Bunun üzerine sinirlenen Jayson Edward Thomas iddiaya göre, "Ben Amerikalıyım, işlemlerimi yapmak zorundasınız" şeklinde İngilizce olarak bağırmaya başladı. Orada bulunan polis memurlarının yatıştırmaya çalıştığı Thomas, gişelerin camlarını indirerek dehşet saçtı. Etrafa saçılan cam kırıkları gişede bulunan polis memuru Halil Şen'e isabet etti. Alnı ve burnunda derin kesikler oluşan Halil Şen kanlar içerisinde kaldı. Ambulans beklenmeden bir ekip arabasıyla Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırılan Halil Şen tedavi altına alındı. Şen'e 7 gün iş göremez raporu verildi.

Birçok polisin bulunduğu binada zor zapt edilerek yakalanan Jayson Edward Thomas gözaltına alınarak Beşiktaş Polis Merkezi'ne götürüldü. Burada işlemleri yapılan Thomas, "Görevli memuru yaralamak ve devlet malına zarar vermek" suçlamasıyla İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi. Thomas tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Dava açılması durumunda, 2 yıldan fazla hapis istemiyle yargılanabilecek Amerikalı öğretmen, Yabancılar Şubesi'ne teslim edildi. Bu işlemin Dışişlerinin uygun görmesi halinde sınır dışı tedbirinin alınabilmesi için yapıldığı öğrenildi.

habertürk

Gerçeker ses kaydına ne dedi?

ANKARA- Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Yargıtay üyelerine ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarıyla ilgili, ''Konuyu tam açıklığa kavuşturmadan bir kanaat belirtmek doğru değil. Araştırdıktan, gerekli incelemeyi yaptıktan sonra konunun takipçisi olacağım'' dedi.

Gerçeker, Yargıtay'a gelişinde, gazetecilerin son günlerde basında yer alan ve Yargıtay üyelerine ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarına ilişkin sorularını yanıtladı.

Ses kayıtlarında yargıya müdahale anlamına gelecek ifadeler bulunduğunu ve buna ilişkin soruşturma ya da inceleme başlatılıp başlatılmayacağının sorulması üzerine Gerçeker, ''Bunları basından öğrendik. Takip ediyoruz, araştıracağız, nedir, ne değildir, bir bakacağız'' karşılığını verdi.

Konuya ilişkin bir görüşme yapmadığını belirten Gerçeker, Yargıtay üyelerine ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının da yasa dışı yollarla elde edildiğini, bu yüzden öncelikle bunların doğru ya da yanlış olduğunun tespit edilmesi için görüşmeler yapacağını söyledi.

20 Mayıs 2010 habertaraf

Kaşar peyniri 'yağmalayan' karı-kocaya hapis
11:50 - Adana'da bir marketten 5 kilogram kaşar peyniri yağmaladığı iddiasıyla yargılanan sanık 5 yıl 10 ay, eşi 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sanık Nayime Dinkçier maddi durumları iyi olmadığı için, ilköğretim okuluna giden çocuğuna tost yapmak için kaşar peyniri alamadığını söyledi. 10.06.2010 ADANA netgazete


Yargıda kaptı kaçtı
Nazlı ILICAK
nazli.ilicak@sabah.com.tr
22 Haziran 2010
Sabah


Son gelişmeleri "yargıda kaptı kaçtı oyunu" diye nitelendirebiliriz. 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ile İlhan Cihaner'i yargılayan Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi, birleştirme talebiyle, dosyayı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. CD kaydını ise, Yargıtay 11. Ceza Dairesi'ne ulaştırdı. Bu Daire, İlhan Cihaner'i "görevi ihmal, evrakta sahtecilik, imar yasağını delme" gibi iddialarla yargılıyordu; çünkü Cihaner'in görevi ile ilgili işlediği suçlar söz konusuydu. Cihaner, birinci sınıf savcıydı. Bu yüzden yargılama yetkisi Yargıtay'a aitti. Bu hususta tartışma yok.

İhtilâf, Ergenekon'la ilgili davada ortaya çıktı. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi, Cihaner'in görevine ilişkin bir suçunun söz konusu olmadığını, terör örgütü üyeliğinden dolayı, Yargıtay'da değil, yerel mahkemelerde yargılanacağını belirtti. Zaten, Yargıtay'da yargılansa dahi, yetki, 11. Ceza Dairesi'nde değil, 9. Ceza Dairesi'nde.

Ayrıca unutmayalım ki, 11. Ceza Dairesi, Cihaner'i göreviyle ilgili iddialardan yargılarken, temyiz mahkemesi sıfatını taşımıyor, Asliye Ceza Mahkemesi'nin yetkileriyle hareket ediyor. Herhangi bir Asliye Ceza Mahkemesi'nden farkı yok. O zaman nasıl dosyayı yerel mahkemelerden talep edebiliyor?

***

Peki bundan sonra ne olacak?

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin dosyası geri gönderilecek. (Bu dosya Albay Dursun Çiçek'in ve Bedrettin Dalan'ın yargılandığı, ıslak imzalı İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı kapsıyor.)

Erzurum'dan CD'si gelen dosyanın asker sanıkları hakkında ise, -daha önce ses kayıtlarında da belirtildiği gibi- görevsizlik kararı verilerek, konunun askeri mahkemeye intikali sağlanacak. Böylece 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ve diğer subaylar, askeri mahkemede yargılanacak.

Dosyanın esası, Erzurum'dan İstanbul 13. Ağır Ceza'ya intikal edince, acaba İstanbul'daki mahkeme nasıl bir karar verecek? İki ihtimal var: "İki dava İstanbul'da birleşir" derse, ortaya bir görev uyuşmazlığı çıkar. Bunu Yargıtay Ceza Genel Kurulu çözer. İkinci ihtimal, İstanbul 13. Ağır Ceza, "Dosyalar Yargıtay'da birleştirildiğinden, bu konuda karar vermeye yer yok" şeklinde bir değerlendirme yapabilir. Asliye Cezalık bir suç, Ağır Cezalık bir başka suçla birleştirildi. 9. Ceza Dairesi'nin bakması gereken bir davaya, birleştirme kararı verebilmek ve tahliyeleri sağlamak için Yargıtay 11. Ceza Dairesi el attı.

Şimdi Cihaner Erzincan'daki Başsavcılık görevine dönüyor. Zaten Saldıray Berk 3. Ordu Komutanlığı'nı hiç bırakmamıştı.

Çok garip bir hal içindeyiz vesselâm...

Copla işkence cinayetinde karar
29 Haziran 2010
Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde 19 Nisan 1992 tarihinde "Terör örgütü mensuplarına yardım ve yataklık yaptıkları" iddiasıyla gözaltına alınanlardan Abdülkadir Kurt'un "coplu tecavüze maruz kalarak öldürülmesi" hakkında 17 yıldır devam eden davada, o tarihte asteğmen olan 'rombo' lakaplı Salih Üner'in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.

Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'nde, 1992 yılında gözaltına alındıktan sonra copla işkence edilerek öldürülen Abdulkadir Kurt'a işkence yaptığı iddiasıyla yargılanan askerlerden, o tarihte asteğmen olarak görev yapan S.Ü.'nün ağırlaştırılmış ömürboyu hapis cezasıyla cezalandırılması istendi.

Bismil'de 19 Nisan 1992 tarihinde gözaltına alındıktan sonra copla işkence edilerek öldürüldüğü belirtilen Abdulkadir Kurt'a işkence yaparak öldürdükleri iddiasıyla haklarında dava açılan 15 askerin yargılanmalarına devam edildi. 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya, tutuksuz yargılanan sanıklar katılmadı.

Mahkemeye mütalaasını sunan savcı, 14 sanığın beraatını isterken, olayın olayın meydana geldiği dönemde asteğmen olarak görev yapan sanıklardan 'Rambo' lakaplı S.Ü.'nün 'Canavarca bir hisle, işkence yaparak adam öldürme' suçundan ağırlaştırılmış ömürboyu ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasını istedi. Tanık anlatımlarının tümünün cinayeti sanık S.Ü.'nün yaptığı yönünde olduğunu belirten savcı mütalaasında "Tüm deliller değerlendirildiğinde olayın yaşandığı dönemki koşullarda göz önüne alındığında aslında olayın tüm görevlilerce bilindiği ancak net söylenmediği" ifadelerine yer verdi.

Sanık ve mağdur avukatlarının ifadelerini alan mahkeme kararını açıklamak üzere duruşmayı erteledi.

Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde, 1992 yılında meydana gelen olayda, gözaltında coplu işkenceye uğayan Abdulkadir Kurt, hayatını kaybetmişti. Olaydan 15 yıl sonra, 15 asker hakkında dava açılmıştı. Adli Tıp Kurumu'ndan alınan raporda da, Kurt'un makatına cop sokularak meydana gelen iç ve dış kanama sonucu öldüğü belirtilmişti.
haberekolay

Kemal Türkler'in öldürülmesi davası yarına kaldı

Duruşma sonrası adliye bahçesinde basın açıklaması yapan Kemal T ürkler'in kızı Nilgün Soydan, şerefli ve onurlu bir babanın çocuğu olduğunu belirtti.
17:46 - DİSK Genel Başkanlarından Kemal Türkler'in öldürülmesine ilişkin davada, mahkeme başkanı sağlık sorunu nedeniyle mahkemeye gelmeyen sanık Ünal Osmanağaoğlu'nun raporunda tek tabip imzası olduğunu belirterek, tam teşekküllü bir hastanede duruşmada dinlenmesine engel bir rahatsızlığının olup olmadığı yönünde rapor alınması için duruşmayı yarına bıraktı. 20.07.2010 İSTANBUL netgazete

Hukuk Asker Sanıklara İşlemedi

08 Ağustos 2010
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, tartışmalı bir gerekçeyle 101 Balyoz sanığı hakkındaki yakalama kararını kaldırdı.
İşte savcının mütalaası: Hani çağrıldıklarında gelirlerdi? Telefonlarına bile ulaşılamadı


İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, tartışmalı bir gerekçeyle 101 Balyoz sanığı hakkındaki yakalama kararını kaldırdı. Mahkeme Savcısı Celal Kara'nın, mütalaasında yakalama kararının doğru olduğunu çarpıcı gerekçelerle sunduğu ortaya çıktı. Savcı, 'sanıkların kaçma şüphesi yok' iddialarına şöyle cevap veriyor: "Çağrıldığında gelecekleri belirtilen sanıklardan hiçbiri kendi iradesi ile gelmediği gibi telefonlarına bile ulaşılamadı."
'Balyoz' soruşturması ve yargı sürecinde ilginç gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Temmuz 2010'da Balyoz davasına ilişkin olarak 102 sanık hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermişti. Haklarında yakalama emri çıkarılan 102 sanık arasında, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ve Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu da yer alıyordu. Şüphelilerden emekli Albay Ahmet Şentürk, Afyonkarahisar'da bankamatikten para çekerken gözaltına alındı ve sorgusunun ardından tutuklandı. Diğer 101 sanığa ise bir türlü ulaşılamadı.

Sanık avukatları İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nden kararın geri alınması, aksi takdirde itiraz olarak değerlendirilmesi için üst mahkemeye gönderilmesi yönünde talepte bulundu. Dosya İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Mahkeme savcının mütalaasını vermesinin ardından önceki akşam dosyayı inceledi. Sanık avukatlarının taleplerini yerinde bularak, yakalama kararının kaldırılmasına karar verdi. Mahkeme kararında ilginç bir itirafta da bulundu. Kararda, "Uygulamada mahkememiz de dahil pek çok mahkeme İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yaptığı gibi tutuklamak amacıyla yakalama müzekkereleri de çıkarmıştır. Ancak bunlardan hiçbirisi itiraz konusu olmamıştır. Kaldı ki; yasaların yanlış ya da eksik uygulanması, bu işlemin sürekli yapılmış olması onu hukuka uygun hale getirmez." denildi.

İstanbul Adliyesi özel yetkili mahkemelerinde görevli Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın, mahkemeye sunduğu 8 sayfalık mütalaasında çarpıcı tespitlerde bulunduğu ortaya çıktı. Kara'nın, sanık avukatlarının talebinin reddi yönünde görüş bildirdiği öğrenildi. Savcı, sanık avukatlarının iddialarını tek tek çürüten mütalaasında çok önemli tespitlerde bundu. Kara, CMK'ya göre, mahkemenin yakalama kararında bir usulsüzlük bulunmadığını hatırlattı. CMK 98'e göre heyetçe verilmiş yakalama kararına itirazın hiçbir şekilde mümkün olmadığına ve kanuna göre sadece hakim kararına her zaman, mahkemeye ise kanun hükmünün izin verdiği takdirde itiraz edilebileceğine dikkat çekti.

Mahkeme yasal takdir hakkını kullandı

'Sanıklar çağrıldığında gelir' ifadesinin kısmen haklılık payı taşıdığının değerlendirilebileceğini ancak mahkemenin bu konuda yasal takdir hakkını 'yakalama' olarak kullandığını belirten Celal Kara'nın tespitleri ilginçti: "(...) Karar tarihinden sonra ortaya çıkan duruma bakıldığında da mahkemenin şüphesinin haklı çıktığının görülmekte olduğu, zira çağrıldığında gelecekleri belirtilen sanıklardan hiçbirinin kendi iradesi ile gelmediği gibi beyan ettikleri adreslerinde bulunmadıkları ve hiçbirinin telefonlarına da ulaşılamadığı, bu durumun kaçma şüphesinin eski tabirle kuvveden fiile çıktığını ve mahkemenin şüphesinin haklı nedenlere dayalı olduğunu göstermekte olduğu kanaatine varıldığından itirazların reddine karar verilsin."

Tutuklama koşulları oluştu

Savcı Celal Kara, mütalaasında önemli bir noktaya da dikkat çekti. Yakalama kararının sanıkların kaçak olduğundan değil, tutuklama koşulları bulunduğu için verildiğini vurguladı. Şu ifadeleri kullandı: "Eski TCK'da gıyabi tutuklama kuralı vardı, bu hüküm kaldırıldı ve tutuklama koşulları olduğunda tutuklamak amacıyla yakalama kararı verilmesi uygulaması getirildi. 1 Haziran 2005'ten beri de bu kural istisnasız ve duraksamaksızın uygulandı." dedi. 'Sanıkların kaçak konumda olmadığı ve dolayısıyla CMK 98/3 madde ve hükmün karara dayanak yapılamayacağına' ilişkin itirazlara da değinen savcı, "Tutuklama koşullarının bulunması halinde bu amaçla yakalama kararının çıkarılabileceğine ilişkin yıllardır süren ve bu kararların verildiği on binlerce dosyanın Yargıtay denetiminden de geçmesi suretiyle kesinleşmiş bir uygulama olması karşısında bu itirazın yerinde olmadığı anlaşılmaktadır." ifadelerini kullandı.

Emekli Cumhuriyet Başsavcısı Reşat Petek: O zaman tüm tutuklu sanıklar salıverilsin
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi kaçaklık şartlarının olmadığını belirten bir gerekçeye dayanmış ancak bu gerekçe Ceza Muhakemesi Kanunu'na uygun değildir. Şayet bu gerekçe doğru kabul edilirse Türkiye'deki tüm tutuklu sanıkların hemen bırakılması gerekir. Mahkeme, kararında CMK'yı yanlış yorumlamıştır. CMK'nın yürürlüğüne dair kanunun 5. maddesi, "Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle gıyabi tutuklamalar yakalama kararına dönüşür" deniliyor. Bu da eski kanundaki gıyabi tutuklama yerine, yakalama kararının uygulanacağını gösterir.

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şentop: Yakalama kararı neden yerine getirilmedi?
Yargılama süreci devam edecek. Davanın aslı kişilerin sanık olma durumu sürüyor. Yakalama konusunda 2 mahkeme arasında yorum farkı olsa da tutuklanma sebeplerinin oluştuğu konusunda aynı fikirde olduklarını görmekteyiz. 10. Ağır Ceza'nın vermiş olduğu yakalama kararı, 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararın saatine kadar hukuken geçerlidir. Bu kararın gereğini yerine getirmemek ayrıca soruşturma gerektirir. Burada yakalanması geçen kişileri yakalamayanlarla ilgili gerekli soruşturmalar yapılmalı.

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersan Şen: Yakalama kararına itiraz edilemez
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, yakalama kararı verdikten sonra bunun arkasında duracaktı. Yakalama kararı verdiğinde 'buna itiraz yolu açık değil' deyip kendisine yapılan 'yakalamanın kaldırılması' taleplerini esasa girmeden reddetmeliydi. Dosyayı da bir sonraki mahkemeye göndermemeliydi. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi CMK 94 yerine 98'den yakalama kararı çıkarılması şeklindeki teknik hatayı yakaladı. Bu şekilde yargı zarar gördü.

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Bilal Çalışır: Hukuk asker sanıklara farklı işletildi
Ben 11. Ağır Ceza Mahke-mesi'nin kararında yargı dışı unsurların devreye girdiğini düşünüyorum. Mahkemenin kararı ile kaçaklık özendirildi. Kaçarsanız daha çok hakkınız olur anlamında bir karardır bu. Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hukuka direnişini gördük. 15 gün boyunca sanıkları saklamak suretiyle yargıya direnildi. Maalesef asker kişiler için hukuk farklı işletildi. Balyoz'la ilgili karar veren hâkimler ve savcılar baskı altına alındı.

Hakimin paşa isyanı

11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin paşalara özel uygulama yapması Üye Hakim Metin Metin Özçelik'i isyan ettirdi...



İşte Özçelik'in itirazlarından bazıları: Biz dahil pekçok mahkeme aynı şekilde kararlar verdi... Yakalama kararına itiraz edilemez. 15 gündür aranmalarına rağmen adliyeye gelmedikleri için kaçma şüphesi var

Balyoz Darbe Planı'na davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 102 sanık hakkında verdiği ‘yakalama kararı'nı aralarında muvazzaf paşalarında bulunduğu 101 sanık için iptal eden 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararına şerh koyan üye hakim, paşalara yapılan ayrıcalığı gözler önüne serdi. Üye Hakim Metin Özçelik, “11. Ağır Ceza olarak daha önce birçok kez iddianameyi kabul edip istisnasız savcıdan müteala bile almadan birçok kişiyi tutukladık” dedi.

‘USULLERE AYKIRI' DENİLDİ

İstanbul 11. Ağır Ceza, 27'si muvazzaf general 101 Balyoz sanığı hakkındaki yakalama kararını “10. Ağır Ceza'nın kararı usullere aykırı” iddiasıyla oy çokluğuyla kaldırdı. Mahkeme Başkanı Şeref Akçay ve üye hakim Oktay Açar'ın kararına üye hakim Metin Özçelik muhalefet şerhi koydu.

BİZ DE AYNI KARARLARI VERDİK

• Uygulamada mahkememiz de dahil pek çok mahkeme 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yaptığı gibi tutuklamak amacıyla yakalama kararları da çıkarmıştır. Ancak bunların hiçbirisi itiraz konusu olmamıştır.

KARARLARA ÖRNEKLER GÖSTERDİ

• Şöyleki mahkememizde yargılaması yapılan 2009-293 esas sayılı, 2009-100 esas sayılı, 2010-122 esas sayılı, 2010-166 esas sayılı ve 2010-157 esas sayılı dava dosyalarıyla ilgili olarak kamu davası açılıp iddianame kabul edildikten sonra Cumhuriyet Savcısının görüşü alınmaksızın düzenlenen düzenlenen tensiplerde sanıklara tutuklama amacıyla yakalama kararı çıkarılmıştır.

15 GÜNDÜR NİYE GETİRİLMEDİLER?

Üye hakim Özçelik muhalefet şerhinde yakalamalara yapılan itirazların reddedilmesi gerektiği yönündeki görüşlerini şu unsurlara dayandırdı:

• Hakkında yakalama kararı olan 101 sanığın özgürlüğünün kısıtlanması ya da özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarından söz edilemez.

• Sanıkların tümünün kaçma tehlikesi var. Adli kontrol uygulaması yetersizdir.

• Yakalama kararlarına itiraz edilemez.

• Yakalama kararı çıktıktan sonra 15 gün içinde ne sanıklar geldi, ne de onlarla ilgili işlem yapması gerekenler işlem yaptı.

Hukuk paşalara işlemiyor

Emekli Cumhuriyet Başsavcısı Reşat Petek, hakkında yakalama kararı olan 102 Balyoz sanığının Merkez Komutanlığı tarafından adliyeye getirilmemesini sert bir dille eleştirildi. Petek “Mahkeme kararıyla suç işlediği mahkeme kararıyla ortaya konan ve hakkında yakalama kararı verilenler 15 gündür derdest edildi mi? Normal bir vatandaş için bir yakalama kararı olsaydı herhalde bir operasyon düzenlenir mahkemeye teslim edilirdi” dedi.

Petek “Emeklisi ile muvazzafı ile orduevinde barınak oluşturulmuş. Hukuk devletinde herkesin saygı göstermesi gereken mahkeme kararı infaz edilmiyor. Ondan sonra kamuoyu aptal zannedip bu millete diyorlar ki, yakalama kararı tebliğ edilmedi de onun için derdest edilmiyor. Yakalama kararı tebliğ edilmez güvenlik birimi tarafından infaz edilir. Peki siz bunun uygulandığını görüyor musunuz? Hayır. Uygulamayanlara bir hesap sorulabiliyor mu? Hayır” diye konuştu.

İstanbul Adliyesi koridorlarındaki ilginç ‘ret' iddiası

Balyoz sanıkları hakkındaki yakalama kararını oy çokluğuyla kaldıran İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ilginç gelişmeler yaşandığı iddia edildi. Reddi hakim taleplerini inceleyecek olan 11. Ağır Ceza'nın heyettinde son anda değişiklik yapıldığı, bir üye izne gönderilirken izindeki üyenin de iznini erken bitirerek görüşmeye katılmasının sağlandığı öne sürüldü.

Biri izne biri adliyeye

İstanbul Adliyesi koridorlarındaki iddiaya göre, itirazları görüyecek heyette Üye Hakim Bülent Akasma yer alıyordu ancak Mahkeme Başkanı Şeref Akçay, Akasma'yı izne gönderdi. Aynı mahkemenin izinde bulunan diğer üyesi Oktay Açar ise izinden erken çağrıldı ve yakalama kararına yapılan itirazlar görüşüldü. Ve Başkan Akçay ile Üye Hakim Açar'ın oylarıyla da Balyoz sanıkları hakkındaki yakalama kararı kaldırıldı.

Savcı itiraza ret istedi

11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin karar için günlerce mütealasını beklediği Savcı Celal Kara'nın mütealasında itirazın reddedilmesi gerekliliğini vurguladığı öğrenildi. Bir diğer dikkat çeken nokta ise 10. Ağır Ceza'nın yakalama kararını ve yapılan itirazlara reddi oy birliği ile verirken, 11. Ağır Ceza'nın yakalama karırını 2'ye 1 oy çokluğuyla alması oldu.
aktifhaber

ABD'li Ajan Serbest Bırakıldı

15 Ağustos 2010

PKK ile işbirliği yaparak ABD'ye bilgi sızdırma iddiasıyla Diyarbakır'da gözaltına alınan ABD vatandaşı Jake R. Hess serbest bırakıldı.
Edinilen bilgiye göre, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan ABD vatandaşı Jake R. Hess, emniyetteki sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi.

Hess'in avukatı Serkan Akbaş, KCK iddianamesinde adı geçtiği iddiasıyla gözaltına alınan müvekkilinin savcılıktaki işlemlerin ardından yabancılar şubesine sevk edildiğini belirterek, Hess'in sınır dışı edilmesine karar verildiğini söyledi.
aktifhaber

ABD'li Ajan Serbest Bırakıldı

15 Ağustos 2010

PKK ile işbirliği yaparak ABD'ye bilgi sızdırma iddiasıyla Diyarbakır'da gözaltına alınan ABD vatandaşı Jake R. Hess serbest bırakıldı.
Edinilen bilgiye göre, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan ABD vatandaşı Jake R. Hess, emniyetteki sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi.

Hess'in avukatı Serkan Akbaş, KCK iddianamesinde adı geçtiği iddiasıyla gözaltına alınan müvekkilinin savcılıktaki işlemlerin ardından yabancılar şubesine sevk edildiğini belirterek, Hess'in sınır dışı edilmesine karar verildiğini söyledi.
aktifhaber


Zamanaşımı (yargı) şimdi de Yüksekova çetesini kurtarıyor
Eser KARAKAŞ
ekarakas@stargazete.com
24 Ağustos 2010

(..)

Yargının genelinde ama en çok da yüksek yargıda büyük problemler var.

Anay


En son Ekim tarafından Prş May 20, 2010 9:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Arl 23, 2008 1:10 am    Mesaj konusu: FadIl Akgündüz Alıntıyla Cevap Gönder

Mahkeme Bakan’ın dediğini yaptı, rüşvete ‘bahşiş’ dedi
11/02/2009
Keçiören Tapu Dairesi’nde vatandaşlardan alınan paralar nedeniyle açılan davada Mahkeme bu ödemeleri ’rüşvet’ olarak kabul etmedi. Sanıklara görevi kötüye kullanmaktan verilen cezalar ertelendi. Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak, tapu görevlilerinin aldığı paraları bahşiş olarak nitelemişti.

Keçiören Tapu Dairesi’nde vatandaşlardan alınan paralar, rüşvet’ olarak değerlendirilmedi. Mahkeme, 14 tapu dairesi görevlisini rüşvetten değil görevi kötüye kullanmaktan mahkum etti. Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak, tapu görevlilerinin aldığı paraları bahşiş olarak nitelemişti. Hürriyet'in haberine göre 2008 Ocak ayında düzenlenen Parsel Operasyonu’na ilişkin dava bir yıl kadar sürdü. Vatandaşlardan para alırken polisin kurduğu gizli kameralara takılan tapu çalışanları, Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 20 Ocak’taki son duruşmasında haklarındaki suçlamaları kabul etmedi.

Rüşvet değilmiş

Mahkeme Başkanı İbrahim Kozan, aralarında kurum müdürü Ömer Gültekin’in de bulunduğu 14 kişinin ’rüşvet’ ve ’suç örgütü’ suçlamalarından beraatine karar verdi. Mahkeme Başkanı İbrahim Kozan, sanıkların memur suçu işlediğine karar vererek, Müdür Ömer Gültekin’in de aralarında bulunduğu 10 kişiye ’görevi kötüye kullanmak’ suçundan 1 yıl ile 2 yıl arasında değişen hapis cezaları verildiğini açıkladı. Heyet, cezaları alt sınırdan verdi ve cezaları erteledi. Dört sanık, bu suçtan da beraat etti.

Paralar iade edilecek

Mahkeme ayrıca, tapu çalışanlarına, vatandaşlardan para alarak ’görevi kötüye kullandığı’ için hapis ceza verilmesine rağmen, bu kişilerin ev aramalarında ele geçirilen ve ’suçtan elde edilen gelir’ olarak kayıtlara giren 4 bin 605 dolar (7 bin 500 TL) ve bin 335 euro (2 bin 800 TL), 7 bin 545 TL olmak üzere toplam 17 bin 845 liranın iade edilmesi kararını verdi.

137 yıl istenmişti

Savcı Abbas Özden, iddianamede tapu çalışanlarının örgütlü olarak rüşvet aldıklarını iddia ederek, 7 yıldan 136 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmalarını talep etmişti. Mahkeme, tapu çalışanlarının vatandaşlardan topladığı paraları ’rüşvet’ olarak kabul etseydi, tespit edilen her olaydan sanıklara ayrı ayrı 4-12 yıl arasında değişen hapis cezası verilecekti.

Bakan ve Genel Müdür ’bahşiş’ demişti

Operasyon sonrası Tapu ve Kadastro Genel Müdür Vekili Mehmet Zeki Adlı, "Vatandaşın verdiği 15-20 milyon, rüşvet olarak yansıtılıyor, bizde insanlar evlenirken ya da ev alırken, böylesi mutlu anlarında bahşiş verir. Ev aldığı zaman onun mutluluğu içinde oradaki memura üç beş kuruş bahşiş bırakıyor" demişti. Benzer bir açıklama Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak’tan gelmişti. Özak, "Bahşiş ile rüşveti bir birine karıştırmamak lazım. Hukuki ve ahlaki olmayan her şeyin karşısındayız. Çok az da olsa, böyle sorunlar yaşayabiliriz. Ama bunu abartmamak lazım" değerlendirmesi yapmıştı
Radikal

POLİSE TAŞ ATAN ÇOCUĞA 3 YIL HAPİS
4 Şubat 2009
Adana’da Abdullah Öcalan lehine korsan gösteri yaparken polislere taş attığı iddia edilen 15 yaşındaki Y.G., 3 yıl 45 gün hapis cezasına mahkum edildi. Son iki ay içinde yargılanmaları tamamlanan 17 çocuk, 10 yıl 8 ay ile 8 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı
Barbaros Mahallesi’nde 1 Kasım 2008’de 40 kişilik bir grup, Abdullah Öcalan’ın cezaevinde dövüldüğü ve kötü muameleye tutulduğu iddiaları üzerine lastik yakıp, sloganlar attı. Gruptakiler kendilerine müdahale eden polisi taşlayıp kaçtı. Yaşanan kovalamacada Y.G. yakalandı.

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı, tutuklanan Y.G. hakkında, ‘Silahlı terör örgütü adına suç işlemek’ suçundan 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’ne dava açtı. 3 aydan 10 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Y.G. karar duruşmasında suçlamayı kabul etmedi.

“PLASTİK MERMİ ATILIYOR DİYE KAÇTIK”

Olay günü amcasının evine giderken yüzleri kapalı kişilerin eylem yaptığını gördüğünü belirten Y.G., “Polis bu kişilere müdahale edince bize doğru kaçmaya başladılar. Kaçanlar, ‘kaçın plastik mermi size de değebilir’ dediler ben de kaçtım. Polisler beni gösterici zannedip yakaladı. Kesinlikle olaylara karışmadım. Polislere karşı gelmedim, taş atmadım” diyerek tahliyesi ve beraatini istedi.

Mahkeme heyeti, Y.G.’yi ‘örgüt adına suç işlemek’ten 7.5 yıl hapis cezasına mahkum etti. Yaşının küçük olması ve duruşmadaki iyi hali nedeniyle cezası 3 yıl 45 gün hapis cezasına indirildi. Y.G. ayrıca, tutuklu bulunduğu süre göz önünde bulundurularak tahliye edildi.

17 ÇOCUK MAHKUM OLDU

Bu arada, Adana ve Gaziantep’te gösteri yapıp, polise taş attıkları iddia edilen, yaşları 15 ile 17 arasında değişen toplam 17 kişi geçen aralık ve ocak aylarında haklarında ‘PKK örgüt propagandası yapmak’, ‘örgüt üyesi olmak’ ve ‘polise taş atmak’ suçlarından Özel Yetkili Adana 6, 7 ve 8’inci Ağır Ceza Mahkemeleri’nce yargılandı. Mahkeme heyeti bunlardan F.S. (17) ve A.B. (17) 10’ar yıl 8’er ay; S.T. (17), B.T. (15), F.G. (16), M.A.A. (17), B.Y. (16), V.Ç. (17), Ö.Ç. (17) 8’er ay; A.T. (17) 4 yıl 10 ay; T.T. (16), A.B. (16), M.G. (16), S.T. (13), H.D. (17) ve A.T. (17) 4’er yıl 2’şer ay; M.M. (14) ise 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi.

6 KİŞİ YARGILANIYOR

Adana'nın Dağlıoğlu Mahallesi’nde 19 Ekim 2008’de korsan gösteri yapıp, ‘Biji serok Apo’, ‘Apo’ya uzanan eller kırılsın’, ‘Öcalansız dünyayı başınıza yıkarız’, ‘PKK halktır halk burada’ sloganları atarak polis memurlarına taş ve molotofkokteyli attığı iddia edile yaşları 13 ile 16 arasında değişen 6 kişik yakalandı.

Tutuklanan İ.G. (15), Ö.Ö. (15) ve M.O. (16) ile tutuksuz C.K. (14), İ.S. (13) ile S.Ö. (14) ise Özel Yetkili 7’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘PKK terör örgütü adına suç işlemek, Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulmasına iştirak, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulmasına iştirak, PKK örgütünün propagandasını yapmak’ suçlarından 21’er yıl 6’şar aya kadar hapis cezası istemiyle yargılamaları sürüyor.
Radikal

238 Bin Dosyaya Zaman Aşımı !
19 Ocak 2009
Ergenekon soruşturması kapsamında yeniden gündeme gelen faili meçhul cinayetlerle ilgili çarpıcı bilgiler ortaya çıkıyor.

Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre zaman aşımından dolayı faili meçhul 238 bin 695 dosya ortadan kaldırıldı.

Türkiye'de 2007 yılı itibariyle Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından faili meçhul olup da zaman aşımı sonuna kadar daimi aramaya alınan dosya sayısı 2 milyon 149 bin 984. 2006 yılından 2007 yılına devreden dosya sayısı ise 1 milyon 757 bin 962. Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre 2007 yılında 392 bin 22 dosya eklendi.

2007 yılında faili bulunup davası açılan dosya sayısı 8 bin 642 iken; yıl içinde zaman aşımı olduğu için ortadan kaldırılan dosya sayısı ise 238 bin 695. Ortadan kaldırılan dosya sayısı bakımından İstanbul birinci, Bursa ikinci, Ankara üçüncü, İzmir dördüncü, Adana beşinci, Antalya altıncı ve Eskişehir yedinci sırada geliyor.

2007 yılından 2008 yılına devreden dosya sayısı da 1 milyon 902 bin 647 oldu. Türkiye genelinde Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılıklarında faili meçhul olup da zaman aşımı sonuna kadar daimi aramaya alınan dosya sayısı 15 bin 280.

2007 yılında 958 dosya eklenirken; 2006 yılından 14 bin 322 dosya devretti. Yıl içinde faili bulunup dava açılan dosya sayısı 127, zaman aşımı olduğu için ortadan kaldırılan dosya sayısı da 298. 2008 yılına devreden dosya 14 bin 855. 2008 yılına devreden Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından faili meçhul olup da zaman aşımı sonuna kadar daimi aramaya alınan dosya sayısı bakımından İstanbul 864 bin 294 dosya ile birinci, İzmir 201 bin 160 dosya ile ikinci, Ankara 143 bin 991 dosya ile üçüncü, Antalya 86 bin 928 dosya ile dördüncü ve Adana 66 bin 166 dosya ile beşinci sırada geliyor.
Aktifhaber

Paşa Aramalarında İşin Aslı Bu
13 Ocak 2009
Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında paşaların gözaltına alınması ve evlerinin aranması ile ilgili bildiklerinizi unutun. İşin aslı işte bu...

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında 7 Ocak'ta yapılan son operasyonun ayrıntıları netleşmeye başladı.

Eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, eski Genelkurmay Adli Müşaviri emekli Tümgeneral Erdal Şenel ve Yarbay Mustafa Dönmez'in evlerinde yapılan aramanın 2,5 saatlik gecikmeyle gerçekleştiği öğrenildi. Alınan bilgilere göre, askerî lojmanlardaki aramalara polisin katılmasına izin verilmedi. Arama işlemi Ankara'da görevli bir savcı ve askerî savcının eşliğinde 10 dakikada tamamlandı. Ayrıca yapılan teknik takip sonucunda evinde arama yapıldığı sırada Yarbay Dönmez'in Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda olduğu belirlendi. Kimliği belirlenemeyen bir kişinin Dönmez'i telefonla arayarak, "Neredesin, polisler seni arıyor?" dediği, bu görüşmenin ardından Dönmez'in kayıplara karıştığı ileri sürüldü.

Yarbayın Sapanca'daki yazlık evinde polis tarafından yapılan aramada 22 el bombası ele geçirilmişti. Alınan bilgilere göre, Ergenekon soruşturması kapsamında gerçekleşen gözaltı ve aramalar için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 5 savcı görevlendirdi.

Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun evinde yapılan arama, savcı sayısının yeterli olmaması nedeniyle gecikti.

Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Tümgeneral Erdal Şenel ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Lojistik Merkezi'nde görevli Yarbay Mustafa Dönmez'e ait ikametlerde yapılan aramalarda ise ilginç olaylar yaşandı. Özel yetkili ağır ceza mahkemesi savcıları ile polis memurları, sabah 07.00 sularında şüphelilerin oturduğu askerî lojmanlara gitti. Ancak saat 09.30'a kadar Merkez Komutanlığı'ndan arama izni çıkmadı. Daha sonra polis ekiplerinin lojmanlara girişi engellenirken, sadece görevli savcıya arama imkanı tanındı. Bu işlem Merkez Komutanlığı'nda görevli askerler ve askerî savcı eşliğinde gerçekleşti. 10 dakika süren aramalarda hiçbir bulguya ulaşılamadığı rapor edildi. Sivil adreslerde yapılan aramalar ise yaklaşık 6 saat sürdü. Operasyon kapsamında hakkında yakalama emri bulunan Yarbay Mustafa Dönmez'in polis tarafından arandığı saatlerde görevli bulunduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda olduğu ortaya çıktı. Dönmez'i bir kişinin arayarak, "Neredesin, polisler seni arıyor?" demesi, Dönmez'in de "Tamam geliyorum." karşılığını vermesi teknik takip sırasında kayda alındı. Baz dökümlerinden Dönmez'in bu konuşmayı yaptığı sırada Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda olduğu saptandı. Görüşmenin ardından kayıplara karışan Yarbay Dönmez'den bir daha haber alınamadı.
aktifhaber

Danıştay Kuran Kursuna yardım yasak
23 Aralık 2008
Kuran Kursları ve öğrenci yurtlarına maddi yardımda bulunan Melih Gökçek'e 4 kişinin açtığı dava sonuçlandı. Danıştay'ın kararı şöyle:

Kuran kursları ve öğrenci yurtlarına maddi yardım yapmanın belediyelerin görev ve yetki alanında olmadığına karar veren Danıştay, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin bu yönde aldığı kararda kamu yararı bulunmadığına hükmetti.

Danıştay, kuruluşu, yönetimi ve denetlenmesi ayrı bir yönetmelikte düzenlenen Kuran kursları ve öğrenci yurtlarına maddi yardım yapmanın belediyelerin görev ve yetki alanında olmadığına karar vererek, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin bu yönde aldığı kararda kamu yararı bulunmadığına hükmetti.

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi, 11 Ekim 2006 tarihinde "Ankara il sınırları içinde bulunan ve milli eğitime destek amacıyla gönüllü kuruluşlarca açılmış, kar amacı gütmeyen öğrenci yurtları ve Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kuran kurslarına destek olmak üzere kış mevsiminde yakacak ve giyim yardımında bulunma" kararı almıştı.

Büyükşehir Belediye Meclisinin kararının, Büyükşehir Belediye Kanunu’na aykırı olduğunu öne süren 4 kişi, söz konusu kararın iptali istemiyle Ankara 14. İdare Mahkemesi’nde dava açmıştı. Mahkeme, "5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun ilgili maddesinde, dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile özürlülere yapılacak sosyal hizmet ve yardımların büyükşehir belediyesinin giderleri arasında sayıldığı, dava konusu işlemde kamu yararı hizmet gerekleriyle sosyal devlet ilkesine aykırılık görülmediği" gerekçesiyle davayı reddetmişti.

Davacıların temyiz istemini sonuçlandıran Danıştay 8. Dairesi, idare mahkemesi kararını oy birliğiyle bozdu.

Kararda, Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun, büyükşehir belediyesi yönetiminin hukuki statüsünü düzenlemek, hizmetlerin planlı, programlı, etkin, verimli ve uyum içinde yürütülmesini sağlamak amacıyla düzenlendiği anımsatıldı.

Kar amacı gütmeyen öğrenci yurtları ile Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı kuran kurslarının, bu yasa kapsamında olmadığına işaret edilen kararda, yasanın, büyükşehir belediyelerine dava konusu yurt ve kurslara destek olmak üzere yardım yapılmasına ilişkin herhangi bir görev ve yetki vermediği belirtildi.

Kararda, Büyükşehir Belediye Kanunu’nun 23. maddesinde, dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizlerle özürlülere yapılacak sosyal hizmet ve yardımların belediye giderleri arasında sayıldığı, ancak kuran kursları ile kar amacı gütmeyen öğrenci yurtlarının bu maddede öngörülen "yoksul, muhtaç, kimsesiz, ya da öksüz" kategorisinde değerlendirilemeyeceğinin kuşkusuz olduğu kaydedildi.

Kuran kurslarının kuruluşu, yönetilmesi, denetlenmesi konularının 2000 yılında çıkarılan Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde düzenlendiği anlatılan kararda, yönetmelik uyarınca, yurt ve pansiyonlarda yürütülen hizmetlerin devamı ve iyileştirilmesini sağlamak için hayırseverlerden ve mecburi olmaksızın maddi durumu elverişli olan öğrenci velilerinden makbuz karşılığı bağış alınabileceği belirtildi.

Kararda, şöyle denildi:

"Davalı idarenin, kendisine yasal olarak verilmiş yetki ve görevi yokken, kuruluşu, yönetilmesi ve denetlenmesi ayrı bir yönetmelikle düzenlenen kurs ve yurtlara yapacağı yardım için aldığı meclis kararında kamu yararı bulunmadığı gibi, yasal olarak giderleri arasında bulunmayan kuruluşlara yapılacak yardımın ’öğrenci sayısına ve ihtiyaca göre’ olarak soyut şekilde ifade edilmesi de işlemin sebep yönünden sakatlığı sonucunu doğurmaktadır. Bu durumda, idarelerin gelirlerini etkin, verimli ve rasyonel kullanmaları zorunluluğu karşısında, yasal olarak kendilerine verilen bir yetki veya görev olmaksızın, üstelik giderleri arasında da sayılmayan kuran kursları ve gönüllü kuruluşlarca açılmış kar amacı gütmeyen öğrenci yurtlarına yapılacak yardıma ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır."

Yerel mahkeme ilk kararında direnir ve bu kararda temyiz edilirse dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna gelecek.
aktifhaber

Jetkent Mağduru 105 kişinin isimleri belli
22 Aralık 2008
Rotahaber'ın 'Jetkent Mağdurları' haberi gündem oluşturdu. Fadıl Akgündüz'ün daire sattığı 480 aile seslerini duyurmaya başladı. 2001'de teslim edilmesi gereken evler ortada yok.
Paralar ödendi daireler ortada yok

Almanya’da binlerce gurbetçiyi dolandırdığı gerekçesiyle 4 yıl 2 ay hapse mahkûm edilen Fadıl Akgündüz hakkındaki suçlamalar 7.5 yıllık zamanaşımı süresi dolduğu için ortadan kalktı. Mahkeme ödediği 150 bin YTL kefaletin Akgündüz’e iadesine karar verdi.

Zaman aşımı piyangosu vuran Fadıl Akgündüz'ü daire sattığı kişilerden oluşan bir mağdur ordusu bekliyor. Jetpa Holding 1998'da Ankara Yenikent'de Jetkent 3 adını verdiği yerde 480 konut üretme kararı aldı. 1998'de başlanan inşaat sürerken dailer de adete su gibi satıldı. Gerek yurtdışı gerek yurtiçi olsun, gelen yoğun talep sonrası daireler kısa sürede satıldı. Daire sahipleri sabit fiyattan aldıkları dairelerin paralarını ödedi. Hızla süren inşaattan umutlu olan yüzlerce aile evlerine sahip olacağı günü beklemeye başladı. Jetpa daire sattığı müşterilerine dairelerin 2001 Haziran'ında teslim edileceği sözünü verdi. Ancak ne olduysa bu süreçte oldu.

2001'de Fadıl Akgündüz'ün borçlarından ötürü mallarına ihtiyadi tedbir kararı konuldu. 8 bloktan oluşan ve her blokta 60 dairenin yer aldığı Jetkent'te mahkemenin kararı sonsarı inşaat da yarıda kaldı, daire sahipleri de 2001'den bu yana dairelerine sahip olma mücadelesi veriyor.

Rotahaber'in önceki gün yayınladığı haber sonrası mağduriyetlerini dile getiren onlarca Jetkent Mağdurları, Başbakan'dan sorunlarına çözüm bulunması çağrısı yapıyor. Daire paralarını son kuruşlarını aktardıklarını öne süren mağdurlar, kendilerine bir açıklama yapmasını bekliyor.

Konutların bulunduğu bölge olan Ankara Yenikent Belediye Başkanı Emin Özer, yarıda kalmış inşaatların kötü bir görüntü oluşturduğunu aktardı. Özer bir süre önce Fadıl Akgündüz ile konuya ilişkin görüştüğünü, Akgündüz'ün mahkemenin kararının kalkmasını beklediklerini aktardı. Özer 480 ailenin ise yıllardır mağdur edildiğini aktardı.

Bu arada 480 kişinin daire aldığı Jetkent'te 105 kişinin ise tapulerını aldığı, geriye kalan 375 kişinin ise tapularını dahi hala verilmediği ortaya çıktı.
rotahaber

5 liralık gasba 3 yıl 8 ay hapis cezası!
29 Ocak 2009
Samsun'da arkadaşının 5 TL'sini gasbettiği iddiasıyla 10 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan sanık, 3 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Samsun 2. Ağır Ceza Mahkemesinde, Yenidoğan Mahallesi'nde arkadaşı Ahmet Arslan'ın (16) 5 TL'sini tehditle gasbettiği iddiasıyla tutuklanan Ramazan İspir'in (18) yargılanmasına devam edildi.

Hakkında 10 yıla kadar hapis cezası istenen sanık, suçlamaları kabul etmeyerek, ''Kendisinden zorla para almadım. Sadece kendisiyle birlikte parayla sigara ve cips aldık. Suçsuzum. Beraatimi istiyorum'' dedi.

Daha önceki ifadelerinde sanığın kendisini gasbettiğini belirterek şikayetçi olan mağdur Arslan ise bugünkü duruşmada, sanığa iftira attığını söyledi.

Arslan, ''Olay günü parayı birlikte harcadık. Annem parayı ne yaptığımı sorunca korktuğum için gasbedildiğini söyledim. Daha önceki verdiğim ifadeler asılsızdır. Öyle bir ifade verdiğim için pişmanım'' diye konuştu.

Mahkeme heyeti, sanığın suçunun sabit olduğuna kanaat getirerek, 3 yıl 8 ay 13 gün hapsine karar verdi.

Heyet, daha sonra, dosyanın Yargıtay aşamasını da göz önüne alarak sanığı tahliye etti. haber7

Emniyetin Yazısı Ortalığı Karıştırdı
30 Ocak 2009
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, JİTEM sanıkları ile ilgili Askeri Mahkemeye gönderdiği yazı ortalığı karıştırdı..

Emniyet, onlarca suçtan yargılanan 11 JİTEM sanığının tanık koruma programı dahilinde kimlikleri değiştilip estetik yaptırılarak devlet korumasına altına alındığını açıkladı.

Emekli bazı general ve rütbeli askerlerin bilgisi dahilinde JİTEM yapılanması içinde yer alıp adam öldürme, bombalama ve gasp gibi olaylara katıldıkları iddiasıyla 10 yıldır tutuksuz yargılanan 9’u PKK itirafçısı, 1’i korucu, 1’i de sivil istihbarat elemanı 11 sanıklı JİTEM davasında, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Askeri Mahkemeye gönderdiği yazı ortalığı karıştırdı.

Yazıda, adı geçen itirafçılardan 6’sının kimlik ve yüzlerinin değiştirildiği, şu anki nüfus kayıtlarıyla ilgili bilgi vermelerinin mümkün olamayacağı cevabını verdi. Mahkeme ise, itirafçıları halen ifadelerinin alınması için eski kimlik bilgileriyle arıyor.

Güneydoğu’da 1988-96 yılları arasında başta Veli Küçük olmak üzere bazı emekli generallerin bilgisi dahilinde ‘Adam öldürmek, araç bombalamak, suikast, adam kaçırıp infaz etmek, fidye almak’ gibi suçlardan haklarında ömür boyu hapis istemiyle dava açılan tutuksuz sanıklar PKK itirafçıları İbrahim Babat, Adil Timurtaş, Recep Tiril, Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Hayrettin Toka, Fethi Çetin ve Abdulkadir Aygan ile jandarma istihbarat elemanları Mehmet Zahir Karadeniz, Lokman Gündüz ve korucu Faysal Şanlı ile ilgili İçişleri Bakanlığı adına Emniyet Genel Müdürlüğü’nce 6 itirafçının kimlik bilgilerine ilişkin 7'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilen yazı, 10 yıldan beri itirafçıların boşuna yargılandıklarını ortaya koydu.

GİZLİLİĞE UYMAK ZORUNDAYIZ

Askeri Mahkeme, ifadelerinin alınması için haklarında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan 6 itirafçının 10 yıldan beri yakalanamaması, açık adreslerinin tespit edilememesi nedeniyle kimlik bilgilerinde bir değişiklik yapılıp yapılmadığını İçişleri Bakanlığı’na sordu. Bakanlık adına Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından askeri mahkemeye gönderilen yazıda, “Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, bir suçu söyletmek için işkence yapmak ve taammüden adam öldürmek suçlarından sanık Hacı-Fatım oğlu 1967 doğumlu Kemal Emlük, Haydar-Leyla oğlu 1960 doğumlu Fethi Çetin, Ömer-Hamdiye kızı 1963 doğumlu Saniye Emlük, Mehmet-Zeynep oğlu 1958 doğumlu Abdulkadir Aygan, Asef-Fatma oğlu 1958 doğumlu Hüseyin Tilki, Asef-Fatma oğlu 1953 doğumlu Ali Ozansoy’nin (Tilki) Türk Vatandaşlığından çıkarıldığına dair karar suretlerinin gönderilmesi mahkemenizce talep edilmiştir.

Ancak 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’nun 5'inci maddesinin 2'nci fıkrasında, ‘Alınacak tedbirlerin uygulanmasında İçişleri Bakanlığı ile ilgili diğer kurumlar gerekli her türlü gizlilik kurallarına uymak zorundadır’ denilmekte olup, ayrıca aynı kanunun 25'inci maddesinde ise, ‘Değiştirilen kimlik bilgileri hakkında hiçbir kurum-kuruluşa kayıt ve bilgi verilmez’ hükmü haizdir” deniliyor.

BÜYÜK PARALAR HARCANDI

Haklarında koruma tedbiri uygulanan 6 itirafçı ve aileleri için gerektiğinde kanun hükümleri doğrultusunda yüklü harcamalar yapıldığı, şahısların açık kimliklerinin deşifre edilmesi halinde devletçe uygulanan tedbirlerin de deşifre olacağı belirtilen yazıda şöyle deniliyor:

“Yani yaşantı ve kimliklerine adapte olmuş bu şahıslar hakkında yeniden koruma tedbirlerinin alınmasına neden olmaktadır. Bu noktada şahıslar ve aileleri için yeniden kimlik değişikliği, iş değişikliği ve gerekirse fizyolojik görünüm değişikliği yapılması cihetine gidilmekte, bu da sosyal yaşama adapte olmakta zaten zorlanmış olan bu şahısları tekrar yeni bir hayata başlatma zorunluluğunu ortaya çıkarmak suretiyle bu şahısların psikolojik olarak büyük sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır. Daha da önemlisi devletçe yapılan harcamaların çok büyük meblağlarda artmasına ve devlete olan güvenin azalmasına neden olmaktadır. Kimlik bilgileri talep edilen Kemal Emlük ile Saniye Emlük’ün 02.04.1993, Fethi Çetin 25.09.1992, Hüseyin Tilki ve Ali Ozansoy’un 23.11.1993 tarihinde alınan bakanlık oluruyla kimlik bilgileri değiştirilmiştir.”

AYGAN BİLGİLERİ DEŞİFRE ETTİ

Yazıda halen İsveç’te bulunan ve açıklamalarıyla emekli Albay Abdulkerim Kırca’nın intihar etmesine neden olduğu belirtilen Abdulkadir Aygan’ın ise, 1979 yılında Abuzer kod adını alarak PKK’ya katıldığı, Gaziantep, Siirt, Şanlıurfa ile Yunanistan, Suriye ve Irak ülkelerinde faaliyetlerde bulunduktan sonra 8 Haziran 1985’te Siirt’te silah ve techizatıyla güvenlik güçlerine teslim olduğu, yer göstermesi ve verdiği bilgiler üzerine 4 PKK’lının ölü, 12’sinin de sağ yakalanmasına yardımcı olduğu belirtilerek şöyle deniliyor:

“Şahıs pişmanlık yasasından yararlanarak 13 yıl 4 ay ağır hapis cezası almıştır. Ceza infaz yasasıyla 02.03.1990’da tahliye olmuş ve bakanlığımızca kendisine gerek maddi, gerekse iş kurma yardımında bulunulmuştur. 30.11.1993 tarihinde de alınan bakanlık oluruyla ailesiyle birlikte kimlik bilgileri değiştirilerek Aziz Turan adını almıştır. Ancak anılan kanun kapsamında değiştirilen kimlik bilgileri ve uygulanan koruma tedbirlerini deşifre etmesi, bu bilgilerin birçok basın-yayın organlarınca yayımlanması ve PKK terör örgütünün kontrolünde İsveç ülkesine gitmesi ve burada iltica talebinde bulunduğu anlaşıldığından 05.04.2006 tarihli bakanlık makamının oluruyla hakkındaki koruma tedbirleri kaldırılmıştır.”

Adı geçen İtirafçılarla ilgili dava dosyası halen 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor.
Bakanlık yazısında koruma altında oldukları belirtilen Kemal ve Saniye Emlük ise, geçtiğimiz günlerde intihar eden emekli albay Abdülkerim Kırca ile ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım'ın da aralarında bulunduğu 8 sanıklı başka bir JİTEM davasında yargılanıyor. (Radikal)

Sevgilisiyle Gazeteci Dövdü
11 Ocak 2010
Habertürk muhabiri Sedef Şenkal Demir. trafik magandası ve sevgilisinin saldırısına uğradı. Demir'i saçlarından tutup tekme tokat dövdüler...

Habertürk Muhabiri Sedef Şenkal Demir, trafikte yol verme yüzünden çıkan tartışmada Aydoğdu Şener adlı trafik magandasının saldırısına uğradı. Ultra Arslanlar Grubu'nun üyesi olan Şener, Demir'i birlikte saçlarından tutup otomobilinden çıkarttıktan sonra sevgilisiyle birlikte tekme tokat dövdü.

Trafik magandalarının son mağduru Ajans Habertürk Muhabiri Sedef Şenkal Demir oldu. Demir, geçtiğimiz Cuma akşamı oğlunu yüzme kursundan aldı.

Ardından da beraberinde bir yakını da bulunduğu halde özel otomobiyle evine doğru yola çıktı. Ancak Üsküdar Mahir İz Caddesi'ne geldiğinde, önünde park etmek için duran otomobili, sinyal vererek geçmek istedi. Bu sırada arkadan gelen 34 GV 1608 Hundai marka otomobili kullanan Aydoğdu Şener, art arda korna çaldı. Ardından da Demir'in otomobilinin yanına durarak camı açtı ve beraberinde kız arkadaşı olduğu halde küfürler savurmaya başladı. Demir ise tepkisiz kalıp, yoluna devam etti. Ancak Demir otomobiliyle Capitol Alış Veriş Merkezi'nin önündeki trafik ışıklarına geldiğinde sağ şeritte durdu. Şener de otomobiliyle peşinden gitti ve küfürler ile ağır hakaretlerini sürdürdü. Bu duruma tepki gösteen Demir'i saçlarından çekerek otomobilinden indirdi ve park halindeki bir otomobilin üzerine iterek, tekme tokat dövdü. Otomobilden inen sevgili de Demir'e tekme savurdu. İkili daha sonra kiralık olduğu öğrenilen otomobile binip kaçtı. Vücudunda kas zedelenmeleri olan Demir, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden aldığı darp raporuyla Doğancılar Polis Merkezi'ne giderek saldırgandan şikayetçi oldu.

Trafik magandası, bir medikal firmasında çalıştığı öğrenilen Aydoğdu Şener, Cumartesi sabahı sevgilisiyle birlikte gözaltına alınarak polis merkezine götürüldü. Şener, görgü tanıklarının anlatımlarına ve MOBESE kayıtlarına rağmen suçlamayı kabul etmedi. Şener ve sevgilisi, ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.
aktifhaber

Doğan'ın Villasında İrtica Brifingi
12 Şubat 2010
Çevik Bir, Erol Çakır, Hüseyin Eren ve Aydın Doğan... Tek bir amaçları var: 28 Şubat kararlarını dindar insanlar üzerinde en ağır şekilde nasıl uygularız...

1-28 Şubat'ın mimarlarından Org. Çevik Bir, Aydın Doğan'ın villasında, dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır'a, uygulanacak baskılar konusunda 4 saat brifing verdi.

2 - O dönemde Sultanbeyli'de terör estirmeye başlayan Kaymakam Hüseyin Eren hakkında, 52 suç duyurusu yapıldı. Ancak, Vali Çakır bunları sümenaltı etti.

3 - Sultanbeyli'de uygulanan baskı ve hukuksuzluklar gündeme getirilirken, kartel medyası Kaymakam Hüseyin Eren'i ‘kahraman' ilan etti.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin(ÇYDD) 2003 tarihli toplantısında, Sultanbeyli'de görev yaptığı dönemde demokratik ve hukuki olmayan yöntemleri kullandığını itiraf eden ve şimdilerde Bursa Vali Yardımcılığı görevine getirilen Hüseyin Eren ile ilgili çarpıcı gerçekler bir bir ortaya çıkıyor. 28 Şubat döneminde sözde başarıları ile laikçi çevrelerce yılın kaymakamı bile seçilen Hüseyin Eren hakkında rekor düzeyde suç duyurusu olduğu bildirildi. Yaptığımız kısa bir araştırmada, Eren hakkında cumhuriyet savcılığına 52 defa suç duyurusunda bulunulduğu, suç duyurularının tamamının o dönemde İstanbul'da mütedeyyin insanlara zulmeden Vali Erol Çakır tarafından soruşturma izni verilmeyerek engellendiği ifade edildi.

ÇEVİK BİR BRİFİNG VERMİŞTİ
Bilindiği gibi dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır 10 Mayıs 1998 yılında 1. Ordu Komutanı Org. Çevik Bir ile, medya patronu Aydın Doğan'ın Çamlıca'daki villasında dört saat görüşmüş, post modern darbenin mimarı Çevik Bir tarafından baskı ve yasakları nasıl uygulayacağı yönünde brifing almıştı. Erol Çakır bu tarihten sonra il genelinde adeta bir kıyım yapmış, binlerce başörtülü kamu personelini işten atmış, İmam Hatiplerde dahi başörtüsü takılmasını yasaklamıştı. Çakır, Küçükköy İmam Hatip Lisesi'nde başörtülü kız öğrencilerin üzerine panzer yürüterek ün salmıştı. Avrupa yakasında özellikle Fatih Çarşamba, Anadolu yakasında ise kaymakam Hüseyin Eren vasıtasıyla Sultanbeyli ilçesinde yaşayan vatandaşlar hedef alınmıştı.

İDARE MAHKEMESİ DE DAVA AÇMAYA GEREK GÖRMEMİŞ
Sultanbeyli Kaymakamı Hüseyin Eren tarafından işten atılan kamu personeli ve mülkleri yağmalanan vakıf yöneticilerinin suç duyuruları Erol Çakır tarafından soruşturma izni verilmeyerek engellenince, birçok mağdur bu defada idare mahkemesine başvurduğu, burada da hakim engeline takılan mağdurların başvurularının reddedildiği öğrenildi. Hüseyin Eren ise, o dönem basına verdiği demeçlerinde aleyhinde yapılan suç duyurularını reddeden İstanbul'daki idare mahkemesi yargıçları ile İstanbul Valiliğine şükran borçlu olduğuna değiniyor.

SULTANBEYLİ'DE EYLEM GÜNÜ
Yaşanan zulüm ve baskılara tepki gösteren sivil toplum kuruluşları bugün Sultanbeyli'de eylem yapacak. Mazlumder, Sultanbeyli Platformu, Darbe Savarlar Birliği, Adalet Platformu ve aralarında Sultanbeyli eski Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak'ın da bulunduğu çok sayıda kişi Cuma namazı sonrası Sultanbeyli Merkez Camii önünde bir araya gelerek 28 Şubat sürecinde Sultanbeyli'de yapılan hukuk dışı uygulamalar protesto edecekler. Protesto gösterisi saat 13.00'te başlayacak. Protesto gösterisi sonrasında Sultanbeyli Adliyesine gidilerek dönemin 2. Zırhlı Tugay Komutanı emekli Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu ve dönemin Sultanbeyli ilçe Kaymakamı Hüseyin Eren hakkında suç duyurusunda bulunulacak.
Kaynak: Vakit

Zamanaşımı (yargı) şimdi de Yüksekova çetesini kurtarıyor
Eser KARAKAŞ
stargazete.com
24 Ağustos 2010
(..)
Yargının genelinde ama en çok da yüksek yargıda büyük problemler var.

Anayasanın 90. maddesini ısrarla görmek istemeyen bizim yüksek yargı.

Bu nedenden de AİHM’de en çok mahkum olan ülke de bizim Türkiye.

Yüksek yargının fahiş ideolojik hataları nedeniyle AİHM’in hükmettiği tazminatları ödeyen ise sokaktaki vergi mükellefi; Sayın Güngör Uras’ın tabiriyle de Ayşe Teyze.

Yüksek yargının AİHM mahkumiyetleri başlı başına bir skandal.

Ama en azından bunun kadar önemli başka bir skandal da zamanaşımı nedeniyle klase edilen yani raflara kaldırılan çok ama çok önemli kriminel dosyalar.

Zamanaşımı nedeniyle raflara kalkan dosyaların bir bölümü de işin bir ucunda devletin bir kanadının, uğursuz bir kanadının bulunduğunu herkesin bildiği dosyalar.

16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi’nin önünde bir katliam gerçekleştirildi ve bu katliamın sorumluları bulunamadı; bombayı atıp kaçan kişilerin peşine takılmak isteyen polisleri yanlış yöne, göz göre göre yönlendiren kişi ise terfiler aldı, Trabzon Emniyet Müdürlüğü’ne kadar yükseldi, zanlılardan Mustafa Doğan’ın ifadesi bile alınamadı.

Dosyanın zaman aşımına uğramasına neden olan yargıçları da HSYK kurtardı; (..)ı.

16 Mart katliamının 12 Eylül uğursuz patikasında önemli bir kilometre taşı olduğu herkesin malumu.

Geçenlerde de DİSK eski Başkanı rahmetli Kemal Türkler’in cinayet davası, kızının canhıraş itirazları altında zamanaşımına kurban gitti.

Kemal Türkler de evinin önünde 12 Eylül darbesinden yaklaşık iki ay önce vurulmuş idi; bu cinayet de 12 Eylül yolunda başka bir kilometre taşı idi, fail bir türlü yakalanamadı ve dosya geçtiğimiz aylarda zamanaşımından rafa kaldırıldı.

Şimdi de yine yakın tarihin çok önemli başka bir dosyası, Yüksekova çetesi dosyası zamanaşımından rafa kaldırılıyor; bilindiği gibi Yüksekova çetesinin bir başka adı da üniformalılar çetesi.

Bir dava, üstelik bu kadar önemli bir siyasi dava nasıl zamanaşımına uğrar, doğrusu benim aklım ermiyor.

Muhtemelen HSYK’nın eriyordur zira bu zamanaşımı skandallarına bir itirazları yok; Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün ve bu dava sürecinde görev yapan yargıçların yerini değiştirmek için gösterdikleri gayretin binde birini bile bu üç meşum davanın zamanaşımına uğramaması için göstermediler.

(..)

Yüksekova çetesinin zamanaşımı 27 Ağustos 2010 günü, üç gün sonra doluyor; bakalım HSYK ne yapacak, nasıl bir açıklamada bulunacak?

Yargısız
Ahmet ALTAN

Devlete karşı işlenmiş suçlar diye bir fasıl vardı bizim ceza yasasında.

Ama, “devletin işlediği suçlar” diye bir fasıl yoktu.

Çünkü “devletin işlediği suçları engellemek” gibi bir amaç yoktu.
Tam tersine.

Koramiral Kıyat’ın, HaberTürk televizyonunda açıkladığı gibi, “cinayetlerin işlenmesi için bizzat devletin zirvesi emir vermişti” bir zamanlar.

Güneydoğu’da görev yapan birçok subay ve polis de bu emirlere sorgusuz sualsiz uymuş, binlerce insan sokaklarda vurulup öldürülmüştü.

“Devlet için adam öldürmeye” başlayan subaylarla polisler kısa zamanda birer “mafya elemanına” dönüştüler.

Bir yandan “devlet adına” deyip canlarının istediklerini öldürüyorlar, bir yandan da “bak seni de öldürürüz” diyerek haraç topluyorlar, bir yandan da uyuşturucu kaçakçılığına bulaşıyorlardı.

Kısa zamanda Güneydoğu, Kürtler için bir cehenneme, Türk görevliler için de bir “suç cennetine” dönüştü.

Devlet, kendi eliyle Güneydoğu’da “ölüm mangalarının” dolaştığı, “uyuşturucu kartellerinin” kurulduğu bir Latin Amerika “cumhuriyeti” oluşturdu.

Kürt halkı uzun tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşadı o dönemde.

Devlet ise toprağa gömülmüş bir ceset gibi çürümeye başladı.
Çürüme başladığı zaman çok hızlı yayılır.

Kaçınılmaz olarak yargı da bu çürümeden payını aldı.

Suçlular yakalanmıyor, eskaza yakalanırsa serbest bırakılıyordu.

Devletin ve yargının içindeki “dürüst” insanlar ise gidişattan fevkalade şikâyetçiydiler.

Jandarma Astsubay Hüseyin Oğuz, hayatını ortaya koyarak bu “suç çetelerinin” en beterlerinden biri olan Yüksekova Çetesi’ni ortaya
çıkardı.

Başında bir binbaşının bulunduğu çeteyle ilgili olarak, çete üyelerinden bir itirafçı da olup biten her şeyi anlattı.

Yüksekova Çetesi, on altı faili meçhul cinayetten sorumlu tutuluyordu.

Haraç, gasp, uyuşturucu, “yaptıkları” diğer işlerdi.

Yakalandılar.

Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ağır cezalara çarptırıldılar.

Yargıtay, cezaları bozdu.

Aynı günlerde “çete reisi” olmaktan yirmi beş yıl hapse mahkûm edilmiş olan binbaşı emekliye ayrıldı ve ortadan kayboldu.

Sonra, dava o mahkemeden bu mahkemeye dolaştırıldı.

Sonunda da “zamanaşımına” uğratılarak sanıkları cezalardan kurtarıldı.

Dün, zamanaşımının son günüydü ve biz bu haberi manşet yaptık.

Bu davanın “asla zamanaşımına uğrayamayacağını” söyleyen hukukçular var ama görünen o ki “yüksek yargı” onların bu iddialarını ciddiye almıyor.

Yüksekova Çetesi davası, buna benzer birçok davanın en ünlülerinden biri ama tek çete ve tek suç değil.

Ortada öldürülmüş binlerce insan var.

MHP eski Başkan Yardımcısı Şevket Yahnici’nin Neşe Düzel’e yıllarca önce söylediği gibi “polis arabalarının eskortluğunda kaçırılmış” tonlarca uyuşturucu var.

Devleti, devlet görevlilerini ve “devlet için işlenmiş suçları” kutsal ve dokunulmaz gören bir yargı var.

Yargı, hesap sormadığında, “devlet için suç işlenebileceğine” inandığında suçu önlemek, insanların hayatını güvenceye almak mümkün değil.

Unutmayın ki Şemdinli’de “kitapçı bombalayan” astsubaylar hakkında iddianame hazırlayıp, bunların “emir komuta zinciri içinde” yapıldığını söyleyen genç savcıyı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, o zamanki Kara Kuvvetleri Komutanı’nın “emriyle” görevden men etti.

Aynı kurul, bugün de Ergenekon davasını soruşturan savcıları görevlerinden almaya uğraşıyor.

Böyle bir “yüksek yargıya” sahip olduğunuzda Yüksekova Çetesi’nin üyelerini nasıl yakalayıp mahkûm edecek, yeni çetelerin kurulmasını nasıl önleyecek, Şemdinli’de astsubayların kitapçı bombalayıp insanları havaya uçurmasını nasıl durduracaksınız?

12 eylülde yapılacak Anayasa referandumunun en önemli maddelerinden biri, Şemdinli savcısını görevinden atan, Ergenekon’u ve “faili meçhulleri” araştıran savcıları yerlerinden kaydırmaya uğraşan HSYK’nın yapısını değiştirmek.

O yapı değişmeden, “devletin suç işlemesini” engellemek çok zor gözüküyor.
(..)
29 Ağustos 2010 Taraf

HSYK için hakimlerin zamanaşımcısı makbul
Ergun BABAHAN
29 Ağustos 2010

Kamu görevlilerinin kusuru, kastı veya ihmali olan ceza davaları birer ikişer zamanaşımına uğruyor.

Bu dosyalara şimdi de Yüksekova çetesi eklendi.

16 kişinin öldürülmesiyle ilgili olduğu belirtilen dava başarıyla kapatıldı.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile YARSAV bu konuda bir açıklama yapmaz herhalde.

Çünkü bugün görünen tabloda kimi davaların zamanaşımına uğramasından rahatsız görünmüyorlar.

Onları ilgilendiren ve rahatsız eden, zamanaşımına uğramayan davalar.

O nedenle Ergenekon veya Balyoz davalarına bakan hakim ve savcıların görevden alınmasına uğraşıyorlar.

O hakimleri görevden alıp kendi meşreplerinde birilerini getiremezlerse hukuk çiğnenmiş oluyor.

Davaların gündeme bakan, kabul eden hakim ve savcıları, onların hukuk düzeninden değil çünkü.

Hakim dediğin davayı uzatan, çürüten adamdır.

HSYK ve YARSAV bugüne kadar bu davalardan rahatsızlığını defalarca dile getirdi ancak Yüksekova veya 16 Mart katliamı davasının zamanaşımına uğramasından rahatsız olduklarını işitmedik.

Bir kere çıkıp bu davalardan mutsuz olduklarını söylemediler.

16 Mart davasına bakan yargıçlar hakkındaki suç duyurularını bile kapattılar.

1 Mayıs’ın, Kahramanmaraş’ın, Çorum’un aydınlanmamasından rahatsız olmadılar hiç.

Çünkü Türkiye’de yargının yapısı devleti, devlet adına hukuk dışına çıkanları koruma ve kollama üzerine kurulu.
(..)

Kaymakama, tuvalet yüzünden utandıran dayak
20 Eylül 2010
3 yıllık Kandıra Kaymakamı Hamza Erkal, geçtiğimiz cuma günü eşi ve iki çocuğuyla birlikte İstanbul'a geldi. Kaymakam Erkal daha sonra ailesiyle birlikte Eminönü'ndeki Tarihi Mısır Çarşısı'nı gezmeye gitti. Gün boyu ailesiyle alışveriş yapan Erkan, tuvalet ihtiyacını gidermek için Yeni Camii arkasındaki Altun Kafe'ye girdi. Eşi ve çocukları da kafenin tuvaletini kullandı. Çıkışta kafenin garsonlarından Hasip D., Kaymakam Erkal'dan tuvalet ücreti olarak 2 lira istedi. Gazete Habertürk'ün haberine göre; Erkal, garsona, "Tuvalet kafeteryanın. Umumi değil. Ücret talep etmeniz anlamsız ve yakışıksız" yanıtını verdi. Ardından da 2 lirayı ödedi. Ancak ödediği ücret karşılığında fiş talep etti. Bunun üzerine kafeteryanın işletmecisi Mehmet G. ile Erkal arasında sözlü tartışma başladı. Ardından Erkal, işyerinde bulunan Taner G. (23), Hasip D. (25), Nezir I. (30) ve Mehmet G.'nin (45) saldırısına uğradı. Eşi ile iki çocuğunun gözü önünde darp edilen Kaymakam Erkal'ın imdadına olay yerine gelen Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri yetişti.

SERBEST KALDILAR

Polis tarafından gözaltına alınan 4 saldırgan, Sirkeci Polis Merkezi'ne götürüldü. Daha sonra "kasten yaralama" suçundan adliyeye sevk edilen saldırganlar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.netgazete

Utanç davasında 5 tahliye çıktı
08 EKİM 2010
Siirt'te bir ilköğretim okulundaki 4 kız öğrenciye yönelik cinsel istismar davasının görülmesine devam edildi. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuklu 15 sanık katıldı. Duruşma sonrası bilgi veren Siirt Baro Başkanı M. Ali Özel, tutuklu 5 kişinin tahliyesine karar verildiğini belirtti. BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, Belediye Başkanı Selim Sadak ve Kurtalan Belediye Başkanı Necat Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu bir grup BDP'li ise partiden adliye sarayına kadar yürüdü. Adliye önünde açıklama yapan Ata, ''Çocuğunu, kadınını korumayan toplumun özgürlüğünden bahsedilemez'' dedi.
akşam

56 bin 812 tutuklu
Şamil TAYYAR
11 Ekim 2010

12 Haziran 2007 günü Ümraniye’deki bir gecekonduda başlayan Ergenekon sürecinde tam 40 ayı, başka bir ifadeyle 3 yıl 4 ayı geride bıraktık. Balyoz ve Erzincan’daki davayı da eklersek birbiriyle ilintili veya benzer içerikte 9 ayrı iddianame tanzim edildi. Ayrıca devam eden soruşturmalar var.

Yurt içinde ve yurt dışında Ergenekon sürecine yönelik eleştirilerin başında, tutukluluk süresi geliyor. Bugün bu mevzuu biraz açmak istiyorum. Aradan geçen 40 ay böyle bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.

Önce şu tespiti yapmalıyım. İlk günlerde “iddianamenin geciktiği” serzenişi vardı, bu yakarış zamanla “tutukluluk süresi” üzerinde yoğunlaştı. Buradaki temel kaygı, hukuki değil dava üzerinde psikolojik baskı kurmaktır. Bir nevi, kuşatma halidir.

Zira, uzun tutukluluk süresi, istisnai durumlar hariç hantal yargı sisteminin doğal sonucudur. Böyle bir tabloda, yılların stokladığı siyasi tasarrufların yanı sıra önüne gelen her dosyayı davaya dönüştüren, davaları gereksiz şekilde uzatan yargıçların da sorumluluğu vardır.

Niyetim, burada suçlu aramak değildir. Sorunun Ergenekon süreciyle hortlamadığını, yargının kronik sorunu olduğunu izah etmeye çalışıyorum. Şükür ki, Ergenekon’daki kimi “Beyaz Türkler” sayesinde yargının bu kötürüm hali sorgulanır oldu.

Bu da Ergenekon’un bir hayırlı kazanımıdır.

Çifte standart

30 Eylül 2010 itibariyle cezaevlerinde toplam 120 bin 360 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. Bunların 56 bin 812’i tutuklu. Tutuklular ikiye ayrılıyor. 35 bin 843 kişi hakkında henüz mahkeme kararı verilmemiş, 20 bin 969 kişi hakkında yerel mahkemede hüküm verilmiş ancak dosyaları Yargıtay’da.

Cezaevindeki her iki kişiden birinin tutuklu olduğu bir ülkede gerçek adaletten söz edilebilir mi? Elbette hayır. Ne var ki, Türkiye’nin bu kanayan yarası, Ergenekon sayesinde pansumana tabi tutuldu. Hep şöhretli isimleri andık ama 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’deki baskınla gözaltına alınan, daha sonra tutuklanan ve hala cezaevinde bulunan Mehmet Demirtaş’ı hatırlayan var mı?

Bombaların bulunduğu evin sahibi olan Demirtaş, tam 40 aydır içeride. Bombaların sahibi olduğu iddia edilen emekli astsubay Oktay Yıldırım’ın Kilis’teki erlerinden biridir. Şu anda cezaevinde en uzun süreli tutuklu bulunan sanıktır. Tüm sanıklara isnat edilen suçlar kategorik olarak ayrılsa alt sıralara düşer ama hala içeridedir.

Demirtaş ve onun gibilerin yargılandığı bir dava olsa, tutukluluk süresi, hiç kimsenin, daha doğrusu elit bürokrasi ve yandaşlarının dikkatini çekmezdi. Bakın, 56 bini aşkın tutuklu varken hangisinin sorunu medyaya malzeme oldu, hangi yargı derneği ayağa kalktı, hangi siyasetçi demeç verdi?

Elbette bu çifte standart, bu sorunu görmezlikten gelinmesine gerekçe oluşturamaz. Türkiye, bu kanayan yarasına çare bulmalıdır.

İstisnai olmalı

CMK’nın 102. maddesine göre; ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmeyen işlerde tutukluluk süresi 1 yılla sınırlıdır, mahkeme en çok 6 ay uzatabiliyor. Dolayısıyla tutukluluk süresi 1,5 yılı geçmiyor. Ağır ceza mahkemesinde görülen davalarda ise tutukluluk süresi en fazla 2 yıl, uzatma süresi ise 3 yıldır. Böylece ağır cezada tutukluluk süresi 5 yıla çıkarılabiliyor.

Bu düzenleme 17 Aralık 2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan CMK içinde yer aldı ama 31 Aralık 2010’da yürürlüğe giriyor. Altını çizmekte yarar var, bu hüküm yanlış yorumlanıyor, yılsonunda 2-3 yıldır tutuklu bulunanların resen tahliye olacakları söyleniyor ama doğru değildir. Yukarıda belirttiğim gibi, tutukluluk süresi 5 yıla kadar uzatılabiliyor. 5 yıldır içeride bulunan Ergenekon sanığı yoktur.

Tabi bu hüküm, istisnai durumlar için geçerlidir. Yasama ne tür kanun çıkarırsa çıkarsın asıl top hükümleri uygulayan yargıdadır. O nedenle, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül’ün şu sözlerini çok önemsiyorum: “Yargıçlarımız AİHM kararlarında ortaya konan kriterlere uydukları oranda ülkemizde tutuklamayla ilgili bu tür iddialar, tümüyle ortadan kalkmasa bile çok büyük oranda azalabilecektir.”

Haklıdır.

Tutukluluk süresi, adil yargılanma hakkının ihlaline dönüştürülmemelidir. 5 yılda karara bağlanamayacak bir davada sanıkları 5 yıl boyunca tutuklu bulundurmak adalet olmaz. Bu temel prensip, sadece Ergenekon sanıkları için değil cezaevlerindeki 56 bin 812 tutuklu için geçerli olmalıdır.

Üstün hukuk

Tahliye kararları ise statüye, üniformaya, postala, cüzdana, telefona göre şekillendirilmemelidir. İsnat edilen suçlar bakımından daha yukarıda olduğu halde General Çetin Doğan’ın serbestçe dolaştığı ve Prof. Dr. Mahmet Haberal’ın cezaevine bile konamadığı bir atmosferde; hakkındaki suçlama sadece Oktay Yıldırım’a ait olduğu iddia edilen bombaları evinde saklamak olan Mehmet Demirtaş’ı 40 ay içeride tutarsanız adalet duygusu incinir.

Buna “hukukun üstünlüğü” denmez, “üstünlerin hukuku” denir.

Kimlerin yararlanacağına bakmaksızın, yargı bu sorunu kendi içinde çözemiyorsa, siyaset kurumu sürece müdahale etmeli, 56 bin 812 tutuklunun hukukunu mercek altına almalı ve gerekiyorsa kanun çıkarmalıdır.

Bu arada yargı kendi iç hesaplaşmasını yapmalıdır. “Beni kuşatıyorlar” safsatasından kurtulup içindeki zehri kusmalıdır.

Çünkü canavar içinde...
Star

Sami Selçuk'tan Başörtü Çıkışı
Mehmet Acet
21 Ekim 2010



Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'tan başörtüsü konusunda çok çarpıcı bir açıklama geldi.

(..) Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Anayasa Mahkemesi ve AİHM'nin verdiği kararlarda türban yasağı olmadığını belirtti.

(..)

Son başörtüsü tartışmalarında ise CHP’nin tavırlarını yanlış bulduğunu söylüyor.

Aslında Sami Selçuk’u başka bir konu için aramıştım.

Ama konuşurken konu, O’nun sözleriyle bu alana, yani başörtüsü konusuna kaymış oldu.

Yeni, daha önce hiç duymadığım bir şey söyledi Sami Selçuk.

“Mahkeme kararlarının gerekçeli kısmı hiçbir zaman bağlayıcı değildir. Bağlayıcı olan hüküm fıkrasıdır” dedi.

Bu önemli bir cümle.

Neden önemli olduğunu biraz daha anlatınca siz de anlayacaksınız.

Malum, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının devamını isteyen çevrelerin temelde iki hukuki gerekçesi var.

Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda verdiği kararlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin meşhur Leyla Şahin davasında verdiği karar.

Yargıtay Eski Başkanı Sami Selçuk diyor ki: “Her iki kararda da, türbanı yasaklayan bir hüküm yok…!”


Önce AİHM kararının bir özetini çıkardı Selçuk.

Dedi ki: “AİHM’in verdiği karar şudur: Türban takmak kamu düzeninde bir tehlike yaratır mı yaratmaz mı bunu ben bilemem. Anayasa Mahkemesi böyle bir karar vermiş olabilir, bir ilkeye dayanarak. Buna hakkı vardır. Ama bu doğru mu yanlış mı buna ben karar veremem. Çünkü ben uzaktayım. Takdir yetkisi olaylara yakın olan mahkemelerin yetkisindedir.”.

Bu sözlerden de anlaşılıyor ki, aslında AİHM, Leyla Şahin davasında ‘yasaklayıcı’ bir hüküm vermemiştir. Bunun yerine bir anlamda topu Türkiye’ye atmış, “bu işi kendiniz çözün” demiştir.

İkinci konuya gelince.

AK Parti ve MHP’nin o meşhur 411 oyla meclisten geçirdiği 10 ve 42 inci maddelerin değiştirilmesini düzenleyen maddeler, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti biliyorsunuz.

Nitekim bugün bu yasağın kaldırılmasını istemeyenler, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ maddelerine atıf yaparak bu kararı aldığını ve bu konuda hiçbir şey yapılamayacağını söylüyorlar.

İşte tam da bu nokta da Sami Selçuk’un söylediği şey önemli hale geliyor.

Selçuk, Anayasa Mahkemesi’nin kararının gerekçeli bölümünde bu tür atıflar olsa da, ‘hüküm’ kısmında türbanla ilgili böyle bir yasaklamanın olmadığını vurguluyor.

“Mahkemelerin kararlarının gerekçe kesimi, bağlayıcı değildir. Bağlayıcı olan hüküm fıkrasıdır” ifadesi işte burada önemli hale geliyor.

Sami beyin son cümlesini siyasilerin dikkatine sunmak isterim.

“Hukuken üniversitelerde böyle bir yasak zaten yok, dolayısıyla yeni bir düzenlemeye de ihtiyaç bulunmuyor.”
Haber 7

Vuran dışarı, vurulan içeri!
Umur Talu
25 Ekim 2010

Uğur Kaymaz’ı hatırlar mısınız? Bu yıl 18’inde olacaktı. Tam 6 yıl önce öldürüldü.
12 yaşında, 13 polis kurşunuyla delik deşik edildi.
Babasının cesedi de yanı başında, evlerinin önünde, babanın uzun yola çıkacağı kamyonun dibinde yatıyordu.
Uğur’un ayağında terlikleri vardı. Bedeninde 13 kurşun.

***

O zaman Sabah’da üst üste yazılar yazdım.
“Küçük haber” diye uçabilecek 13 kurşun, başkalarının da ısrarlı takibiyle gündem oldu.
Mecburen işten geçici el çektirme, mecburen mahkeme oldu.
Unutmuyorum. Yazım üstüne, Jandarma Genel Komutanı adına “görevli” bir albay aramış, “oradaki yanlışlığı” teslim etmiş, Jandarma’nın değil polisin hatası olduğunu söylemişti.
Mahkemede “hata” bile bulunamadı.
Zaten acayip bir süreçti.
“Bölünmez bütünlük” halinde ülke ya. Yurdun her köşesi bir, her çocuğu “kanun önünde eşit” ya…
Nedense böyle davalar “yerinde” görülmüyor. Sadece “Güneydoğu” değil; Göktepe’ninki dâhil, “devlet memuru cinayet işlemez” davaları. Kamuoyunda önem kazanmış işkence davaları. “Güvenlik”gerekçesiyle!
Uğur’u vuranlar da göreve döndü zaten. Davalar Eskişehir’e alındı.
Böylece, mağdur ve maktul ailesi sürekli tacize uğradığı, yalnız kaldığı, kendini iyice “öteki” hissettiği,“güvenliği”nden endişe ettiği “adalet deplasmanı”na mahkûm edildi.
Bunun adı “adalet” oldu!
Sonunda “adalet” kararını verdi. 12 yaşında 13 kurşunlu (mahkemede 9’a indi) çocuğun, tabiri caizse,“bunu hak ettiğine” karar verildi.
Tamam, terazili abla!

***

Bitmedi.
Bir süre önce başka bir “Uğur davası” bitti.
Sanıklar, Uğur’un bir amcası başta, “Uğur’un posterini açarak mezarına küçük bir yürüyüş yapan, bir dakika saygı duruşunda bulunan, Kürtçe şarkı söyleyen, Uğur mezarda, katiller dışarıda sloganı atan”11 kişiydi.
“Adalet” dağıtıldı; 5’i beraat etti, amca başta, 6 kişi birer yıl hapse mahkûm oldu. “Terörle Mücadele Kanunu” gereği.

***

Elbet sizin de kendi düşünceniz, yorumunuz, tepkiniz, karşı tepkiniz vardır.
İnce çizgi şu:
“Terörle mücadele zorunluluğu” tamam da; 12 yaşında sırtından 13 mermi yemiş çocuğun ölü hakkını bile gözetmeyen bir hukuk şart mı?
Uğur öldürüldüğünde iktidar iki yıllıktı; şimdi 8 yıllık.
O zaman da adı “Adalet ve Kalkınma” idi. Şimdi de öyle! O sürede gelinen nokta bu mu:
“Ölüm ve öldürme”yi mazur görebilen mülayim adalet şefkati; unutmayan, protesto eden amcaya bile nasıl da sert!

***

16 Haziran 1998’di sanırım. Işık Yurtçu’nun ardından Gazeteci Ragıp Duran da “gazetecilik suçu”dan hapse giriyor, “vuran” biri de o sıra salınıyordu.
Milliyet’te “Vuran dışarı, Duran içeri” diye bir yazı yazmıştım.
Ragıp Cağaloğlu’ndan o sloganla uğurlanmıştı. (Ne günler: Yücel Sayman, Turgut Kazan, Şanar Yurdatapan, Nail Güreli, Ufuk Uras yan yana uğurluyordu. O gün 500 kişiyi bulan, Saray Cezaevi yoluna 15 araçlık konvoyla koyulan onca farklı düşüncede gazeteci de omuz omuzaydı!)
12 yıl önce işte: Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli, “Demokrasiyi hazmedemeyenler köşe başını tutmuş. Demokrasiye inanıyorlarsa düşünce özgürlüğü yasalarını çıkarsınlar. Basın özgürlüğü sadece gazetecilerin değil, tüm halkın özgürlüğü. Bu baskılardan yılmayacağız” demiş mesela.
Ragıp da “Diktatör eli (Evren) öpen bir Cemiyet başkanından (Burhan Felek), bugün öldürülen bir gazetecinin (Göktepe) davasını takip eden Cemiyet başkanına geldiğimiz için mutluyum” demiş.

***

Uğur’a adalet de, 12 Haziran 1998’deki Dipsiz Kuyu’nun, Ragıp’ın hapse uğurlandığı günün başlığı gibi işte:
Vuran dışarı, vurulan içeri!

Not: Uğur'un davası şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde görülüyor.
"İç hukuk tükendiği için."
habertürk

Şemdinli sanıkları sivil mahkemeye!
18 Şubat 2011
Askeri Yargıtay, 2005'de Şemdinli'deki kitap evinin bombalanması olayına karışan biri sivil iki askerin sivil mahkemede yargılanması gerektiği kararını verdi.

Şemdinli'de 9 Kasım 2005'te meydana gelen olayda Umut Kitabevi bombalanması sonucu 2 kişi hayatını kaybetmiş, ikisi astsubay biri itirafçı üç kişi tutuklanmıştı.
Bu olaydan sonra dönemin dönemin Karakuvvetleri Komutanı Başkanı Yaşar Büyükanıt hakkında Van Savcısı Ferhat Sarıkaya tarafından bir iddianame hazırlanmış fakat Sarıkaya'nın iddianamesi kabul edilmediği gibi meslekten de men edilmişti.

Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'i öncelikle çete kurma suçundan bir yıl 11 ay 10'ar gün hapse mahkûm etmiş, mahkeme, ardından sanıkları Mehmet Zahir Korkmaz'ı öldürmekten 25'er yıl, Seferi Yılmaz'ı öldürmeye teşebbüsten 12'şer yıl, Metin Korkmaz'ı yaralama suçundan 6'şar ay hapis cezasına çarptırmıştı.

İYİ ÇOCUKLAR: Dönemin Karakuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, eyleme karışan astsubaylar için "tanırım iyi çocuklardır" ifadesini kullanarak daha sonra sivil mahkemede kasten adam öldürmekten dolayı hapis cezası alan zanlılara referans olmuştu.

Daha sonra sanıkların temyiz başvrusu üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi görevsizlik kararı vererek dosyayı terör, örgüt ve devletin birliğini bozmaya yönelik eylem davalarına bakan Yargıtay 9. Daire'ye göndermişti. 9. Ceza Dairesi kararı eksik soruşturma gerekçesiyle bozarak sanıkların eylemini "terörle mücadele görevleri kapsamında" görmüş, yargılamanın askeri mahkemede yapılmasını istemişti.

Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, davayı askeri mahkemeye göndermeyince hâkim hakkında inceleme başlatılmış, 14 Aralık 2007 tarihinde, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmalarında, tutuklu astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş tahliye edilmişti.

BAYKAL'IN TAVRI: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal, Van Savcılığı'nın Şemdinli olaylarıyla ilgili hazırladığı iddianamede, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın suçlanmasını Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı "darbe girişimi" ve yargının bu girişime "alet edilmesi" olarak nitelendirmişti.

Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi de, bombalamanın ardından toplanan halkın üzerine ateş ederek bir kişiyi öldürmek ve beş kişiyi de yaralamaktan 68 gün tutuklu kalan uzman çavuş Tanju Çavuş'u, "tutuklu kaldığı süre, suçun vasıf mahiyeti, ceza miktarı ve sabit ikametgâhının bulunduğu" gerekçesiyle tahliye etmişti. Haber 7

Türk ve Ertosun TUFAN'ı Biliyordu

08 Nisan 2011
11 yıl sonra ortaya çıkan jandarmanın 'Tufan' adlı planıyla ilgili 'haberim yoktu' diyen dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün doğru söylemediği belgelendi.
Operasyonun Ümraniye ayağıyla ilgili tutanağa göre, Adalet Bakanlığı jandarmaya izin vermesi için Üsküdar Savcısı'na talimat gönderdi. Savcı, jandarma ve bakanlık yetkilileriyle kriptolu odada bir araya geldi.'Hayata Dönüş'ten 4 gün önce, hazırlıklardan haberdar olan Adalet Bakanlığı, mahkûmlarla görüşmeler tamamlanmadan müdahaleye izin verdi. Böylece mahkûmların direnişinden 3 ay önce yapılan planlar uygulamaya kondu.

'Hayata Dönüş' operasyonunun planı 'Tufan'ın 11 yıl sonra ortaya çıkması gözleri dönemin sivil ve askeri sorumlularına çevirdi. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve Cezaevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun sadece Bayrampaşa'da 12 kişinin ölümüne neden olan 'Tufan'dan haberdar olmadıklarını söyledi. Ancak ortaya çıkan yeni bir belge, bakanlığın jandarmaya operasyon izni için savcıya talimat verdiğini ortaya koydu. Ümraniye Cezaevi'ne müdahaleye izin veren savcılığın düzenlediği tutanak, Adalet Bakanlığı'nın 'Hayata Dönüş'ten 4 gün önce operasyon hazırlığından haberdar olduğunu gösterdi. Mahkûmlarla görüşmeler sürerken verilen operasyon izni, cezaevlerine baskın için 3 ay önce plan yapan jandarmanın hazırlıklarına sivil yöneticilerin de dahil olduğunu gösterdi.

BAKANLIK YETKİLİ GÖNDERDİ

Başta İstanbul olmak üzere bütün Türkiye'deki cezaevlerine 19 Aralık 2000'de yapılan 'Hayata Dönüş' operasyonunun Ümraniye ayağı için jandarmaya yetki veren savcının tutanağı, 'operasyon planından haberimiz yoktu' diyen dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün açıklamasına gölge düşürdü. Ümraniye Cezaevi Müdürü'ne teslim edilen tutanağa göre, dönemin Üsküdar Cumhuriyet Savcısı, İl Jandarma Komutanlığı'na çağrıldı ve kriptolu odada Adalet Bakanlığı yetkilileriyle görüştü.

İZİN VER, TALİMATI ANKARA'DAN

Tutanakta açıkça Adalet Bakanlığı yetkililerinin Ümraniye savcısına operasyon için gerekli izinlerin verilmesi için talimat verdiğine dair ifadelere de yer verildi. Operasyon saatinin 05:00 olarak belirtildiği belgede, tarih ile ilgili alanın boş bırakılarak daha sonra bildirileceği belirtildi. Üsküdar Savcısı, izin talebinin Adalet Bakanlığı'ndan geldiğini, ilgili belgeleri Ümraniye Cezaevi'nin 1 numaralı müdürüne teslim ettiğini de tutanağa açıkça yazdı.

GÖRÜŞMELERİN SONUCU BEKLENMEDİ

Ümraniye savcısının, İl Jandarma Komutanlığı'ndaki kriptolu odada hazırladığı tutanak üzerindeki tarihin 15 Aralık 2000 olması dikkat çekti. 19 Aralık 2000'de gerçekleştirilen operasyondan 4 gün öncesine ait tutanak, başta Bayrampaşa ve Ümraniye'deki muhkumlarla görüşmelerin sürdüğü sırada, hazırlıkların izin aşamasına geldiğini gözler önüne serdi. Ümraniye'ye operasyon izni için devreye giren Adalet Bakanlığı'nın diğerleri için de benzer yolu izleyip izlemediği bilinmiyor.

Hayata Dönüş Operasyonu'nda toplam 32 kişi hayatını kaybetmişti. Bayrampaşa'da 12, Ümraniye'de ise 6 kişi ölmüştü.

Planı abartılı buldu!

Jandarma'nın Bayrampaşa Cezaevi'ne yaptığı baskının planı 'Tufan'dan ilk kez önceki gün haberi olduğunu açıklayan Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk "Savcılar genel arama talebinde bulunmuştu. Ancak silahlı direniş olması durumunda Jandarma da müdahale etmiştir" diyerek kendini savundu. Türk, "Adalet bakanlığı cezaevlerinin sadece sahibidir, dış güvenlik jandarma tarafından sağlanır.

Bir genel arama şeklinde, Cumhuriyet Savcılığı tarafından istenen bir arama... Mukavemetle karşılaşıldığı için maalesef silahlı çatışmaya döndü ama anlaşılıyor ki jandarma hazırlık olarak bir takım şeyler, planlar hazırlamış. O planları şimdi görüyorum ama jandarma bu işle görevlidir, kendi sorumlulukları gereği hazırlık yapmışlar ama anlaşılıyor ki biraz ölçüyü aşmışlar" dedi.

Türk acziyetini itiraf ediyor

'Hayata Dönüş Operasyonu' sırasında Bayrampaşa Cezaevi Savcısı olan Necati Özdemir, Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve Cezaevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'un 'plandan haberimiz yoktu' açıklamasını doğru olmadığını söyledi. Açıklamaları "Bu bir acziyet itirafıdır" sözleriyle değerlendiren Özdemir şöyle konuştu: Bu plan askerin tek başına planlayabileceği, yapabileceği şeyler değil. Buna izin veren Adalet Bakanlığı. O günün genel müdürü de Ali Suat Ertosun. Bütün planlardan ortak çalışmayla hepsinin haberi olması gereken bir durum. Bu İçişleri Bakanlığı'nın, Adalet Bakanlığı'nın hatta Sağlık Bakanlığı'nın ve güvenlik kuvvetlerinin ortak bir operasyonu olarak ortak bir kararın planlaması olarak bu icra edilir." Cezaevlerine jandarmanın istediği şekilde giremeyeceğini belirten Özdemir, "Şimdi herkes ya haberim yok diyor ya da bir başkasının üzerine atmaya çalışıyor. Bu işten sıyrılmaya çalışılıyor. Bu soruşturma ve yargılama daha ileri gidecek. Operasyon kararının altında imzası olan herkesin başta Ertosun olmak üzere bakanların da yargılanması gerektiğini düşünüyorum" dedi.
Yeni Şafak/ Star

'Uyuşturucuya hayır'a 6 ay hapis cezası!
21 Austos 2011
Dev-Lis üyesi iki öğrenci, beş yıl önce bir lise duvarına sprey boya ile "Uyuşturucuya hayır! / Dev-Lis" yazdıkları için mahkeme tarafından 6 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Mersin'de Sosyalist Demokrasi Partisi'ne (SDP) bağlı Devrimci Liseliler'in (Dev-Lis) üyesi olan Çağdaş Doğan ve Hakan Serttaş beş yıl önce bir lise duvarına sprey boya ile "Uyuşturucuya hayır! / Dev-Lis" yazdı.

Gençlere Çocuk Mahkemesi’nde ‘kamu malına zarar’ iddiasıyla 4’er bin TL ceza verildi. Daha sonra mahkemenin sorusu üzerine emniyet 30 yıl önceki bilgilere dayanarak Dev-Lis adlı yasal öğrenci topluluğunun ‘terör örgütü’ olduğunu savundu.

Gençler her ne kadar “Uyuşturucuya karşı duyarlılık için yazdık” dediyse de mahkeme, Mahkeme duvardaki yazıyı, “Sanıkların uyuşturucu gibi toplumun duyarlı olduğu konuya dikkat çekmek amacıyla yazılama yaparken terör örgütünün imzasını atmak suretiyle toplumun örgüte yönelik fikir ve kanaatlerinde müspet bir imaj yaratma amaçlı propagandif faaliyet” diye değerlendirdi ve iki genci 6 ay 20 gün hapis cezası verdi.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bu kararı onaması üzerine, üniversiteye hazırlanan Çağdaş Doğan, 19 Ağustos’ta savcılığa teslim oldu ve Mersin Cezaevi’ne konuldu. Hakan Serttaş da öğrenci olarak bulunduğu Bursa’da savcılığa teslim oldu.
Radikal

Bıçaklı ve biber gazlı saldırganlar serbest kaldı
İzmir'de Bostanlı Pazar yerinde annesi Gül Fatma ile birlikte gözleme yapıp satan 8. sınıf öğrencisi Gülcan Kayman'a (14) bıçak ve biber gazıyla saldırdığı iddia edilen A.K eşi, D.K ve kardeşleri M.K, D.K serbest bırakıldı. 11.03.2012 İZMİR netgazete

10 Mahkum Öldü Ceza Alan Yok!
19 Aralık 2008
Ulucanlar Cezaevi’nde 10 mahkûmun öldürülmesiyle sonuçlanan operasyonla ilgili davada, jandarmalar ceza almadı. Sanıklara ceza verilmemesinin gerekçeleri.

Hayata Dönüş Operasyonu’nun 8. yıldönümünde, bu operasyonun provası olarak gösterilen ve 10 mahkûmun silahla vurularak öldürüldüğü Ulucanlar (Ankara Merkez Kapalı) Cezaevi operasyonuyla ilgili dava, tartışmalı bir kararla sonuçlandı. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında gazeteci-yazar Hrant Dink suikastında ihmali bulunduğu öne sürülen Albay Ali Öz’ün de bulunduğu, 161 jandarmaya ceza verilmesine yer olmadığına hükmetti. Karara, jandarmaların, yetkili merciin verdiği emri yerine getirmeleri ve görevlerini yapmaları gerekçe gösterildi.
Ulucanlar Cezaevi’ne 26 Eylül 1999’da düzenlenen operasyonda, 10 mahkûm ateşli silahlarla öldürüldü. Çok sayıda mahkûm silahla ya da darp sonucu yaralandı. Yaşamını yitiren bazı mahkûmlar, işkence izleri nedeniyle aileleri tarafından günlerce teşhis edilemedi.

Liste doğrulamadı
Ancak Ankara Başsavcılığı, olayla ilgili ilk davayı mahkûmlar hakkında açtı. İddianamede, 86 mahkûm hakkında, toplam 12 bin 130 yıla kadar hapis cezası istendi. 10 mahkûmdan 5’inin arkadaşları, 5’inin ise jandarma tarafından öldürüldüğü belirtildi. İddianame, davanın, cezaevindeki mahkûm listesi esas alınarak, kapsamlı bir soruşturma yürütülmeden açıldığını ortaya koydu. Savcılığın, operasyondan önce tahliye olmuş 2 mahkûm hakkında dava açtığı, kadın mahkûmlar arasında saydığı ve haklarında daha az ceza talebinde bulunduğu 2 mahkûmun ise, erkek olduğu açığa çıktı. Bu dava sürüyor.

Soruşturma izni yok
Başsavcılığın jandarmalar hakkında soruşturma açmak için başvurduğu Ankara Valiliği ise yargılama izni vermedi. Avukatların itiraz ettiği kararı, İdare Mahkemesi kaldırdı. Bu nedenle dava açan başsavcılık, olaydan bir yıl sonra hazırladığı iddianameyi, tartışma yaratan bir maddeye dayandırdı. Sanıkların eski TCK’nın 49. maddesinde yer alan ve suçlu bulunmalarının mümkün olmadığı “kanunun bir hükmünü veya infazı zaruri emri ifa” düzenlemesine göre yargılanmaları talep edildi.
Yargılama sürecinde mahkeme, hangi jandarmanın olay sırasında nerede olduğunun teşhisi için operasyona katılanların fotoğraflarını istedi. Mahkemeye, bazı jandarmaların çocukluk fotoğrafları, bazı jandarmaların ise yüzleri kapalı fotoğrafları gönderildi. Dosyadaki eksikler, 8 yılda tamamlandı.

Tünel ve silah iddiası
Karar, 24 Eylül 2008’de çıktı. Savcılık, ceza istemi olmadan yargılanan sanıkların tümünün beraatını istedi. Ancak mahkeme, ölüm ve yaralama sabit olduğu için beraat vermedi. Mahkeme, eski TCK’nın 49. maddesine göre, olayın “kanunun bir hükmünü veya infazı zaruri bir emri ifa sırasında” meydana geldiği için sanıklara ceza verilmesine yer olmadığına hükmetti. Böylece sanıklar “görevlerini yapmış” sayıldı.
Kararda, jandarma ve emniyetten cezaevinde tünel bulunduğu, mahkûmların aramalara karşı direnecekleri, koğuşlarında yakıcı ve kesici aletler ile silah bulundurdukları gibi istihbari bilgilerin geldiği belirtildi. İl Jandarma’nın, Ankara Valiliği’nin “olur”uyla cezaevinde arama yapmak istediği anlatılan kararda, aramaya silahla karşı konulduğu kaydedildi.

İtirafçı ifadesi
Bu bilgilere


En son Ekim tarafından Cum Şub 12, 2010 10:49 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Şub 20, 2009 11:10 pm    Mesaj konusu: HiZBULLAHÇI DiYE GÖZALTINA ALINAN !Ki$i SERBEST Alıntıyla Cevap Gönder

YARGIYA MÜDAHALENİN RESMİ BELGESİ
05 Mart 2009

Kışlalı dün "Asker işi Yargıyla bitirmeli" yazdı, bugün belgesi çıktı..

Askere en yakın kalem Mehmet Ali Kışlalı dün, yeni süreçte Askerin işi Yargı'yla bitirmesi gerektiğini şu satırlarla yazmıştı: "Türkiye’nin değişen koşulları içinde, TSK’nın üzerine titrediği laik temelli Cumhuriyet’in muhafaza edilmesinde, ön plandaki rolün şimdi yüksek yargıya düşmekte olduğu görülüyor. Olaylara bu açıdan bakınca da askerin ağırlığının yargının ardında yer alması rejime, günün koşullarına daha uygun, sağlıklı bir güvence ve yasallık sağlıyor."

Kışlalı dün bunları yazarken bugün, Askerin 28 Şubat'ta işi yargıyla nasıl bitirdiği, Yargıya Genelkurmay tarafından gönderilen "resmi emir belgeleriyle" ortaya çıktı.

İŞTE O BELGELERİN HABERİ

28 Şubat sürecinde postmodern darbenin aktörlerinin yargıyı yönlendirme çalışmalarının 'brifinglerle' sınırlı kalmadığı ortaya çıktı. Gazeteci Nazlı Ilıcak'ın 'Vesayet rejimine karşıyız', 'Yeter söz milletin' yazıları nedeniyle Genelkurmay Başkanlığı'nın Adalet Bakanlığı'na yaptığı suç duyurusunu dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in yakından takip ettiği anlaşıldı.

Zeytinburnu savcısının bilirkişi raporu doğrultusunda verdiği takipsizlik kararından rahatsız olan Çevik Bir, buna 'genelkurmay başkanı namına' 'gizli' ibareli bir yazıyla itiraz ediyor. Ilıcak'ın yazısının değerlendirilmesi için 'bilirkişiye gerek olmadığı'na dikkat çekilerek, dosyanın en yakın ağır ceza mahkemesine gönderilmesi 'rica' ediliyor.

Devlet prosedüründe emir kipi olarak bilinen 'rica'dan sonra dosya Eyüp Adliyesi'ne gönderiliyor. İtirazı değerlendiren Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi, savcılığın kararının yasa ve usule uygun olduğuna dikkat çekiyor ve kararı onuyor. Ancak 28 Şubatçılar bununla da yetinmiyor. Kesinleşmiş hüküm olmasına rağmen Ilıcak'ın aynı yazıları için Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne de suç duyurusunda bulunuyor. Hukukçulara göre Bir'in yazısı yargıya müdahale. Doç. Dr. Mustafa Şentop, "Muhatabın doğrudan talimat olarak algılayacağı bir üslup söz konusu." diyor. Ilıcak ise Paşa'nın gizli yazısını ilk kez duyduğunu belirterek şöyle devam ediyor: "Hakkımda yüzlerce dava açılmış tı. Diğer savcıların da aynı yönde davranmasını engellemek için böyle yapılmış."

Yıl 1997. 28 Şubat'tan hemen sonra. Yer Zeytinburnu Adliyesi. Bir savcı telefonda yükses sesle konuşuyor. Bu sırada odaya avukat Mustafa Yağmur giriyor. Savcı, telefondaki muhatabına 'Ne yaparlarsa yapsınlar, korkma. Hukuktan asla taviz verme...' diyor. Konuşma ilerledikçe daha da sertleşiyor. Avukat özel bir konuşma düşüncesiyle odadan çıkmaya çalışırken savcı, eliyle dur işareti yapıyor. Ahizeyi bıraktıktan sonra "Avukat bey, şahit ol. Eğer bana bir şey olursa sebebi Çevik Bir'dir." cümlesini kuruyor. İlk defa gördüğü savcının şahitlik talebiyle şoke olan avukat, duyduğu yeni sözler karşısında iyice şaşırıyor: "Telefonda genç bir hakimle görüşüyordum. Çevik Bir, hukuka aykırı olarak işlem yapmamızı istiyor. Gazeteciler hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Genelkurmay'dan olduğunu söyleyen bazı isimler arayıp Paşamın gönderdiği dosya ne oldu diye soruyor." Avukat Yağmur'un verdiği bilgiye göre adı geçen savcı, Azmi Ergezen. 12 yıl önce yaşadığı olayı hatırlayan Ergezen, 'telefondaki ifadelerini' doğruladı. Ama daha fazla konuşmak istemediğini bildirdi.

Dosya bilirkişiye gidiyor

Avukat Mustafa Yağmur, tanık olduğu konuşmayı anlatırken "Çevik Bir, Nazlı Ilıcak'ın cezalandırılması için savcılığa baskı yapıyormuş." dedi. Nazlı Ilıcak Akşam gazetesinde 'Vesayet rejimine karşıyız', 'Yeter söz milletin' başlıklı iki makale yayınlıyor. Genelkurmay Başkanlığı, "TSK'nın manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif ettiği" gerekçesiyle Ilıcak için Adalet Bakanlığı'na suç duyurusunda bulunuyor. TCK'nın 159. maddesinden hareketle 6 yıla kadar hapis cezası isteniyor. İlgili yazı kısa sürede Zeytinburnu Adliyesi'ne ulaşıyor. Savcılık, Ilıcak'ın yazılarını TCK'nın 159. maddesine muhalefet teşkil edip etmediğinin tespiti için, bilirkişiye gönderiyor. Bilirkişi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Yener Ünver. Ünver, raporunda 'Yazılar düşünce özgürlüğü kapsamında mütalaa edilmelidir' diyor. Savcılık da aynı yönde karar veriyor ve 'kovuşturmaya yer olmadığına' hükmediyor. Adalet Bakanlığı'na da bilgi veriliyor. Bakanlık, Zeytinburnu'ndan gelen bilgiyi 25 Ağustos'ta Genelkurmay Başkanlığı'na iletir. Resmî belgelere yansıyan ifadeler ve yapılan işlemlere bakınca 'takipsizlik kararı' Çevik Bir'in canını çok sıkmışa benziyor. 'Genelkurmay başkanı namına' İkinci Başkan Çevik Bir imzasıyla, Zeytinburnu Cumhuriyet Başsavcılığı'nı muhatap alan 'gizli' bir 'itiraz' yazısı çıkarılıyor. İlgili yazıda, Hakim Yarbay Akif Vurucu, bilirkişiye gerek olmadığına dikkat çekerek şöyle diyor: "Savcının hukuki bilgisi dahilinde olduğu açıkça ve kolayca anlaşıldığı halde bilirkişi tayin edilmesinin ve dinlenmesinin yasaya ve yerleşik uygulamaya açıkça aykırı olduğu görülmektedir."

Çevik Bir'in itirazı ise daha sert: "İtiraz yazısının suç dosyası ile birlikte incelenmek ve gereği yapılmak üzere en yakın ağır ceza mahkemesi başkanlığına gönderilmesini rica ederim." Aynı yazı bilgi için Adalet Bakanlığı'na da gönderilir. Devlet yazışma prosedürüne göre, 'rica' bir üst makamın, altında bulunanlara emir vermesi anlamını taşıyor. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakultesi'nden Doç. Dr Mustafa Şentop'a göre 'Ortada bir usul hatası var. Muhatabın doğrudan talimat olarak algılayacağı bir üslup söz konusu."

Çevik Bir'in 'Genelkurmay başkanı namına' itiraz etmesi ile ilgili görüşlerini sorduğumuz Nazlı Ilıcak 'bu bilgiyi ilk defa duyduğunu' söyledi. Savcılar üzerinde baskı olduğunu doğrulayan Ilıcak, "Baskının Adalet Bakanlığı üzerinden geldiğini tahmin ediyordum." dedi. Takipsizlik kararına, Çevik Bir'in neden müdahale ettiği sorusu için "Hakkımda yüzlerce dava açılmıştı. Diğer savcıların da aynı yönde değerlendirme yapmasını engellemek için" yorumunu yaptı.

Üst yargının brifing aldığı dönemde Genelkurmay'dan gelen 'emrin' yerine getirilmemesi çok zor. Zeytinburnu Savcılığı, dönemin Adalet Bakanlığı'nın bilgisi dahilinde olayı Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderir. İtirazı değerlendiren Ağır Ceza Mahkemesi, savcılığın kararının yasa ve usule uygun olduğuna dikkat çekiyor ve kararı onuyor. Savcının yaptığı işlemin doğru olduğu tespit ediliyor. Kesinleşmiş hüküm olduğu halde Nazlı Ilıcak aynı yazılar nedeniyle bu kez Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne şikâyet ediliyor. Ama daha önce verilmiş bir karar olduğu için buradan da istenen sonuç alınamıyor.

Haber: Ali Akkuş/Zaman
Vatandaşın Görüşü:
deli dumrul
bu çevik bir i28 Şubatakşamı Başbkana ana avrat küfür etmiş Ama suç erbakanda oldu Dışarı çıkp TV lerin karşısında içeride olanları anlatsaydı bak ne olurdu o zaman Ama hoca anlatmadığı gibi her şeyin çok iyi olduğunu anlattı Bunların çoluğu çocuğu Ordu evlerinde gününü gün ediyor Bankaları soydular devletei 45 Milyar dolar zarara soktular Ülke demokrasisi darbeler yüzünden 30 yıl geri gitti Dış yatırımlar gelmedi Haram olsun yedikleri
05 Mart 2009 Perşembe 08:24
cesur savcılarkamil k
Allahtan cesur savcılarımız var.her nekadar yargı brifinglerinde genelkurmayca TALİMATLANDIRILMIŞ OLMALARINA RAĞMEN o gün de bu günde cesurca doğruyu yapanlar çıktı.Çıkacakta inşaallah.
05 Mart 2009 Perşembe 08:47
HERŞEY ZATEN BİLİNİYORDUELİF
AĞALARA İTRAZ ETMİYECEKSİN. HÜKÜM BUYURURLARSA BOYNUNU UZATACAKSIN ONLAR KESECEK.HANİ SOKRATES GİBİ VERİLEN ZEHİRİ İÇ TELKİNLEWRİ VARDIYA
05 Mart 2009 Perşembe 09:15
normal bir durumella ella
sahip olduğunuz tek şey çekiçse, herkesi çivi olarak görmeye başlarsınız. Ama, bazıları da çivi olmayı hakediyor demek ki. siz, koyun olursanız ipi başınıza geçirip çekerler. Adalet Bakanlığı ve savcılıklarımız zamanında vereceklerdi tepkilerini. Brifinglere gidenlerin sonu, rica edilmek olur....normal bir sonuçtur bu olay. Birileri, birileri arına boşluk doldurmuş hepsi bu...
05 Mart 2009 Perşembe 09:16
GÖRÜRMÜYÜMÖZCAN
10-15 SENE ÖMRÜM KALDI.MİLİTARİST GÖLGENİN KALKTIĞI VESAYETSİZ BİR REJİMİ YAŞAYABİLECEKMİYİM.UMARIM EN AZINDAN ÇOCUKLARIM GÖRÜR.
05 Mart 2009 Perşembe 09:17
Ne var bunda?Vatandaş
Bu başlığı güya ironi yapmak için atmıştım... Bu yapılanları hukuki bulan hukukçu ("bozuntuları" dersem AH yorumu yayınlamıyor) ları, "ülkemin yetiştirdiği" güzide(!) hukukçular diyerek eleştirecektim... Ama bu kadar adice aşağılık ve kahredici bir durumu, hainliği mizahi bir üslupla bile olsa eleştirip, dolayısıyla "zımnen kabullenmek" bir Türk Vatandaşı olarak ağır geldi.
05 Mart 2009 Perşembe 09:26
deli dumrulTAYFUR OKAN
Utanmıyorsun değil mi yalan yanlış yazmaya?? , 28 şubat mgk'sında çevik bir yoktur. Nerede küfretmiş. İşkembeden atıp, bu yahudi yalanları ile MİLLETi kandırdınız. Sayın ERBAKAna küfredecek adam, çıkmadı malum yerden. Ama rte size ha bire küfrediyor. Ekranların karşısında partililere küfrettirmeyin beni diyor. Elazığ milletvekili ilçe başkanına ana avrat din iman gidiyor. . Bir de çevik biri aldınız danışman yaptınız kendinize. Zira siyonist lobilerle bağlantını
05 Mart 2009 Perşembe 09:38
şaşırmadımhaydar
orman kanunun ve geri kalmış zihniyetin egemen olduğu kurumları köhneleşmiş memlekette böyle acayiplikler olur. her kurum dökülüyor. avrupalılar nezaket gösterip böyle köhne bir memleketi muhatap alıyor. gidin işinize avrupa kim siz kim diyebilirlerdi.
05 Mart 2009 Perşembe 09:59
haydar haklızeynel
memleketin bütün kurumları haşat. ortalık hurdalığa dönmüş. al birini vur ötekine. birde güvenilir kurum anketi yapıyorlar. komik olmayın. ha güvenilir kişi anketi yapın. zekeriya öz açık farkla birinci olur herhalde.
05 Mart 2009 Perşembe 10:05
ne fark var?okuyan adam
o dönemde birçok antidemokratik işler yapılmış.asker yargıya baskı yapmış kimse sesini çıkartamamış.o yıllardan bu yana ne değişmiş peki?şimdi onlar tasviye edildi yerine yenileri geldi.yargıya medyaya baskı yapan toplumda korku ve sindirme harekatı başlatan yeni hükümetler kurumlar aldı yerini..ben millet iradesiyim önümde duranı yakarım diyen AKP zihniyetinin bunlardan ne farkı var..herhalde sevgili halkım böyle yönetilmekten zevk alıyor bunun başka bir açıklaması yook..
05 Mart 2009 Perşembe 10:29
Güzel Günler Göreceğiz...efeli
O yıllarda pek çoğumuzun olayların kaynağı ile ilgili öngörüleri vardı. İktidarın alaşağı edilebilmesinin, siyasete biçim verilebilmesinin sivil siyasetin başaramayacağı işin arkasında kurumsal bir silahlı gücün varlığıyla bu işlerin olabileceğinin bilincinde idik.AKP'yi iktidara getiren de bu biliçti aslında.O günlerdeki kirlenmelerin ortaya çıkması insanı hem sevindiriyor hem de üzüyor. Sevindiriyor çünkü; temizleniyoruz.Üzüyor çünkü;ülkemin en güzide kurumu kendi kendini yıpratıyor.
05 Mart 2009 Perşembe 10:42
yargidaki ergenekoncularErgenekonsavar
yargidaki ergenekoncular tek tek desifre edilmeden bu sorusturmanin yurutulmesi mumkun degil.
05 Mart 2009 Perşembe 10:53
ne denirbela okuyucu
"allah belalarını versin" denir.
05 Mart 2009 Perşembe 11:18
Hadi Ordan Be!Memati
Neymiş Cumhuriyetin Temelleri üzerine titriyorlarmış!Yeri geldimi darbe yapmaktan çekinmeyenler ülkeye ulu Önderin ölüm yılı 1938den sonra kaç çivi çaktılar?Breh breh vatan sevdalılarına bakın?Menderesi neden astınız?Özalı neden yok ettiniz?Eşref Paşayı neden yok ettiniz?Bize artık mavra sıkmayın!Biz ordumuzu dünyanın en güçlü ordusu görmek isteriz!Ama tüm enerjisini siyasete harcayan asker istemiyoruz.Milletin dinini milliyetini bir kenara bırakın.Bize teknoloji üretin sorun üretmeyin artık!!!
05 Mart 2009 Perşembe 11:58
Bağımsız Yargı Herkese lazımKaracabey
Yargıya güveniyoruz bunun devam etmesinin yolu da başta askeri baskı olmak üzere yargı bagımsızlığına gölge düşürecek uygulamalardan uzak durmakla olur
05 Mart 2009 Perşembe 11:59
???NOYAN
her şey biliniyorda ne yapılıyor?hiç birşey karadayı ya ne yapıldı?paşalara ne yapıldı? kısaca askere ne yapıyorsunuz?ne yapabilirsiniz?adamlar istediği gibi at oynatıyor bizde seçimde sandğa gidiyoruz kendimizi adam yerine koyuyoruz adamın hası onlarmış bu ülkede askerin sesini kesmediğiniz sürece bu ülke ilerlemez ancak bir savaş bu askeri temizler ama yine garibanın oğlu ölür onlara bişey olmaz allah belalarını versin inşl en kısa zamanda bir savaş olurda biter bu saltanat
05 Mart 2009 Perşembe 12:06
g.kurmayın hakim savcılara brifingini doğru bulmuyorum amaalif
şikayeti g.kurmay yapmışsa kararın tebliği gerekir ve tebliği izleyen 15 gün içerisinde itiraz haklarını kullanabilirler.haberin muhteviyatı bu. Lakin haberin kamuoyuna sunumu çok daha farklı. birgün gelir mağduru biz olabiliriz.bu sebeple dileğimiz şu olmalı; ADALET DAĞITICILARININ BAŞLARI HEP DİK OLSUN,HERKESE EŞİT DAVRANIP VİCDANLARINA GÖRE KARAR VERSİNLER VE BÖYLECE TOPLUMDAKİ HER KESİMİN BU MEMLEKETİN AYRILMAZ BİR PARÇASI OLDUĞUNU KİMSENİN KİMSEYE ÜSTÜNLÜĞÜNÜN OLAMAYACAĞINI HİSSETTİRSİNLER.
05 Mart 2009 Perşembe 12:15
daha büyükGören Göz
daha büyük görsem nolcak be. gözümün içine içine sokulan bu haber daha küçük olsa da görmek mecburiyetindeyim zaten. bu ülkede var olan gerçeklerin şimdi de belgeleri ortaya çıkmaya başladı. bir şey değişecek mi? umudum var.
05 Mart 2009 Perşembe 12:31
Çevik BİR NEREDEEEEE????TAYFUR OKAN
Hey akp'liler, het rte, hey Abdullah gül, hey savcı ÖZ size soruyorum? çevik bir NEREDEEEEE????
05 Mart 2009 Perşembe 12:48
Hukuka MüdaheleMaatonifi
Bebek katili yargılanırken, Genelkurmay neden sus-pus olmuştu? yargıya emir vermek şöyle dursun, 35000 vatandaş, bebek ve askerin katili hakkında yorum dahi yapıldığını hatırlamıyorum.
05 Mart 2009 Perşembe 12:59
yazılanları değilömer
Emir verenler yapıldığı sürece vermeye devam eder yetkileri olmasada siz emir verenleri aramayın bugün ortaya çıkan bu belgeleri soruşturma görevi olan savcıları arayın demokrasi diyen sahte demokratları arayın onlar nerede yoksa yeni bir ihtilallemi çıkacaklar ortaya
05 Mart 2009 Perşembe 13:04
Mızrak Çuvala SığmıyorVatan yahut Ergenekon
Yoruma gerek yok mızrak çuvala sığmıyor.1-) İ.H.KARADAYI (Encümen-i Daniş üyesi, Dostlar Meclisi üyesi) kulakların çınlıyor mu?2-) Mevcut sisteme göre her Genelkurmay Başkanı potansiyel bir numaradır. Askeri gücün başında bir numara oturuyorsa başbakanlar uyumamalıdır.3-) Vatan için darbe yapmak,vatan için hırsızlık yapmaktan farksızdır.4-)Darbecileri yargıç karşısına çıkarmak için suç duyurusunda bulunmak vatandaşlık görevimizdir."2,3 ve 4.md.ler Prof.Nevzat TARHAN'dan alıntıdır.
05 Mart 2009 Perşembe 13:24
işte çetelrin lider kadroları:Cihan Doğan
Bunlar kendilerini ne zannediyorlar? Bu paşaların bu memleketin hayrına hiçbir eserleri olmayacak? Doğru-dürüst görevleri yapmış olsalar, bu gün Türkiyede pkk diye bir şey olmazdı. Demek ki pkk'yı da bunlar yöneterek bu millete acılar çektirmekten zevk alıyorlar bu hainler. Bu Asil Milletin çocukları, sizin gibi komutanlardan ancak HİCAP duyar. Bunların yaptıkları asla yanlarına kar kalmamalı...
05 Mart 2009 Perşembe 16:17
minnetar olundoğrucu
bence cevik bire milli görüşçuleri berteraf edip taptığınız akp nin iktdar yolunun taşlarını döşemiştir amerikadan da madalyayı kapmıştır.bugün ise bayıldığınız partiye danışmanlık ve iş ortaklığı yapmaktadır.
05 Mart 2009 Perşembe 16:25
selamaliveli
zamanında dünyanın en güçlü askerî gücü durumunda olan Yeniçerilik, başıbozuk hale gelince, milletin ve hayat ve namusunu korumak adına kendisine teslim edilen silahı, milletin ve devletin başına musibet üstüne musibetler getirecek şekilde kullanmış, suistimal etmiş ve nihayet 1826’da yeniçeri kışlalarını topa tutarak yok etmekten başka başka çare kalmamıştı.. O kurum, evet bertaraf edilmişti, ama, zihniyeti hâlâ da hükümfermâ..
05 Mart 2009 Perşembe 16:57
BÜYÜKANIT PAŞA DİYORKİ ;HAKAN
DURUM VAHİM AMA ÜMİTSİZ DEĞİL ... DEMEKKİ ASKERİN VAR BİR PLANI...
05 Mart 2009 Perşembe 17:58
Hakan'amahmut enes
Kafanı Yorma ALLAHINda Bir Hesabı VaR...
05 Mart 2009 Perşembe 18:51
TÜRK HALKI DİYORKİTürkyılmaz
EGEMENKİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR MİLLET İRADESİNE BOYUN EĞMEKTİR ...BU MİLLET SABIRLIDIR... SABRIN SONU SELAMETTİR...
05 Mart 2009 Perşembe 20:30
ZAMANNUSRET
NOLDU BU GAZETEYE ANLIYAMADIM BUNDAN 6-7 YIL ÖNCE GERÇEKLERİ YAZMAYA GAYRET EDERDİ ŞİMDİ ASKERE VURMAYI SALŞDIRMAYI İFTİRA ATMAYI KENDİNE ŞİAR EDİNDİ ABD YE BU KADAR GÜVENMEYİN ZAMANCILAR VAKTİYLE NEMRUT VE FİRAVUN DEDELERİNİZDE ÇOK GÜVENMİŞLERDİ NOLDİİİ UNUTMAYIN ABD VE İSRAİLDEN BÜYÜK ALLAH VAR ASLINIZA DÖNÜN BİR AN ÖNCE MÜSLÜMANLIĞINIZI YİTİRMİŞ OLSANIZ BİLE TÖVBE EDİN TEKRAR DÖNÜN HİRİSTİYAN SEVDASIYLA YENİ DİNİNİZ ILIMLIYLA BİR YERE VARAMAZSINIZ
05 Mart 2009 Perşembe 21:21
YA BU ZAMAN GASTESİNUSRET
BU 28 ŞUBATTA ÇIKMIYORMUYDU YAZARLARIMI FARKLIYDI YOKSA HABERCİLİKMİ YAPMIYORLARDI NEDEN O ZAMAN ASKERİN ALEYHİNDE TEK SATIR YAZI YAZMADILAR POSTALLARMI DEĞİŞTİ ACABA O ZAMAN ASKER GÜÇLÜYDÜ ONUN POSTALI YALANDI ŞİMDİ TAYİP GÜÇLÜ ONUN KUNDURASIMI YALANIYOR ACEP
05 Mart 2009 Perşembe 21:25
uçmuşlarAÇILIM
Valla bu paşalar uzaydan gelmemi nedir. hepsi ekonomist,hepsi hukukcu hakim savcı avukat.hepsi psikoloğ,hepsi sosyoloğ,hepsi her konuda bilim adamı tek askerlikten anlamazlar.Valla böyle bir zihniyet dünya ülkelerinin birinde varsa açıklasın gülmemek elde değil.
05 Mart 2009 Perşembe 22:23

NUSRET'E KATKICUMHURİYET
28 Şubat Erbakan'a yapılmış bir darbe olup,ABD tarafından planlanlanmıştır.Asker'de alet edilmiştir.Başrollerde olan Çevik BİR tam bir ABD kuklası idi.'( şubatla ılımlı islamın yolu açıldı.Ilımlı islam bekletisi içind olanlar buna ses çıkarmadı.Olan Erbakan'a oldu malesef
05 Mart 2009 Perşembe 23:32
http://www.aktifhaber.com/news_view_comment.php?id=210949

'Sabıkalı' Karadayı'ya Savcı Lazım
01 Mart 2009

İnternete düşen 4. ses kaydında darbelerle ilgili flaş itiraflarda bulunan ve 'Sabıkalıyız yani, sicili bozuk bir adamım' diyen Karadayı için cesur savcı aranıyor.

Karadayı’nın darbelerdeki rolünü anlatarak darbeci geçmişini övdüğü ses kaydıyla ilgili hukukçular ‘Savcılar Karadayı için müebbet hapis istemiyle dava açmalı’ dedi.

ESKİ Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ve Türkiye’nin yaşadığı darbe ve darbe girişimlerine ışık tutan ses kasedi gündeme bomba gibi düştü. Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen konuşmaların TCK’nın 309 ve 311’nci maddelerine göre müebbet hapis cezası gerektiren suçlardan olduğunu vurgulayan hukukçular ‘Savcılar re’sen harekete geçmeli’ dedi.

DARBENİN CEZASI YASADA AÇIK

EMEKLİ Askeri Hakim Ümit Kardaş, ‘İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ses kaydında anlatılanları söyleyen kişi hakkında TCK’nın 309. maddesi ‘Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açılmalıdır. 28 Şubat ve 27 Nisan’da TBMM’nin yasama yetkisi engellenmiştir. Bunu gerçekleştirenler hakkında TCK’nın 311’inci maddesine göre yine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açılmalıdır’ dedi.

HAREKETE GEÇECEK SAVCI LAZIM

PROF. Dr. Hüseyin Hatemi ise Karadayı’ya ait olduğu belirtilen kayıttakı ‘Bütün darbelerde yer aldım’ sözü nedeniyle cumhuriyet savcılarının normal şartlarda harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Hatemi ‘Soruşturma açılması gerek ancak o soruşturmayı açacak savcı var mı bilmiyorum. Daha önce de 12 Eylül darbesi ile ilgili bir savcı iddianame hazırlamış ancak görevden alınmıştı. Bugün yine bir savcı Karadayı hakkında iddianame açsa onun da görevden alınmayacağının garantisi verilemez’ diye konuştu. Bugüne kadar sadece Sacit Kayasu, 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren hakkında iddianame hazırladı ama o da meslekten atıldı.
aktifhaber

İpekçi Cinayeti Davası Düştü
27 Şubat 2009

Milliyet Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin dava zamanaşımından düştü.

Yalçın Özbey'in Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin yargılandığı dava, 30 yıllık zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düştü. Mahkeme, Özbey hakkındaki yakalama kararını da kaldırdı.

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979 yılında öldürülmesine ilişkin olarak Yalçın Özbey ile cezaevinden yazdığı itiraf mektubuyla yıllar sonra davanın açılmasında etkili olan Yusuf Çelikkaya'nın yargılandığı dava, zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldı.

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın duruşmasına, sanık Yusuf Çelikkaya ile gıyabi tutuklu sanık Yalçın Özbey yakalanamadığı için katılmadı. Özbey'in avukatı Ergun Öztürk duruşmada hazır bulundu.

Savcı "zamanaşımı dolmadı" dedi

Mahkeme Başkanı Ümit Kaptan, sanık Özbey'in yakalanamadığını tutanağa yazdırdı. Savcı Fethi Türkmen, Yalçın Özbey kaçak olduğu için hakkında CMK 247 ve 248/5. maddeleri uyarınca tutuklama kararı verildiğini, dolayısıyla dava zamanaşımının durduğunu belirterek zamanaşımının dolmadığı kanaatinde olduğunu ifade etti.

Özbey'in avukatı Ergun Öztürk ise suç tarihinin 1 Şubat 1979 olduğunu belirterek TCK'ye göre davanın zamanaşımı süresinin dolduğunu savundu. Bu nedenle müvekkili hakkındaki davanın ortadan kaldırılmasını talep etti.

Yakalama kararı da kaldırıldı

Mahkeme heyeti, sanıklar Yalçın Özbey ile Yusuf Çelikkaya hakkında taammüden adam öldürmek ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar Yasası'na muhalefet suçundan dava açıldığını hatırlattı. Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nin 102/1 maddesi gereğince asli zamanaşımı süresinin 20 yıl, 104/2. maddesi gereğince uzatılmış zamanaşımı süresinin 30 yıl olduğunu belirtti. Mahkeme heyeti, davanın zamanaşımı nedeniyle TCK 102/1 ve 104/2 maddeleri gereğince ortadan kaldırılmasına karar verdi. Mahkeme ayrıca Özbey hakkında yakalama kararının kaldırılmasını da karara bağladı.

En az 20 yıl hapsi isteniyordu

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 24 Ekim 2000'de açılan davanın iddianamesinde, İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde yargılanan Yavuz Çaylan ile Mehmet Ali Ağca'nın yargılandıkları süre içerisinde Yalçın Özbey'in suça katıldığından bahsetmedikleri vurgulanıyordu.

23 Kasım 1979'da tutuklu bulunduğu cezaevinden firar ettikten sonra Papa 2. Jean Paul'a silahlı saldırı düzenlemekten tutuklanan Mehmet Ali Ağca'nın 1983'te Roma'da ifadesinin alındığı hatırlatılıyordu.

Ağca'nın bu ifadesinde, İpekçi'yi öldüren kişinin Yalçın Özbey olduğunu söylediği belirtiliyordu. Ağca'nın silahları temin eden Özbey'in cezaevinden firar ettikten sonra kendisini Taksim ve Kızıltoprak'ta sakladığını, yurtdışına çıkmasında yardımcı olduğunu, sahte pasaport ve kimlikler temin ettiğini anlattığı da iddianamede yer alıyordu. Yalçın Özbey'in firarda olması nedeniyle sorgulamasının yapılamadığı, istinabe yoluyla Belçika'da alınan ifadesinde ise sorulara yanıt vermediği ve suçlamaları reddettiği anlatılıyordu.

İddianamede, Ünye Kapalı Cezaevi'nde gasp ve hırsızlık suçlarından hükümlü bulunan Yusuf Çelikkaya'nın 4 Ocak 2000'de el yazısıyla yazdığı dilekçesinde, İpekçi'nin öldürülmesini Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan, Oral Çelik ile birlikte planladığı belirtiliyor ve sanık Yusuf Çelikkaya ile hakkında 6 Aralık 1983 tarihinde gıyabi tutuklama kararı çıkarılan Yalçın Özbey'in taammüden adam öldürmek suçuna katılmaktan dolayı 20 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası istemiyle yargılanmaları talep ediliyordu.
aktifhaber

Ergenekon'da Fikret Emek'e 1 yıl 8 ay hapis
26 Şubat 2009
Ergenekon davasının tutuklu sanığı Emekli Binbaşı Fikret Emek'e ilk ceza askeri mahkemeden çıktı.
Emek, 26 Haziran 2007'de, annesinin Eskişehir'deki evinde bulunan 10 el bombası, 11 kilo C-3 plastik patlayıcı ve TNT kalıpları nedeniyle 1 yıl 8 ay hapse mahkum oldu. Askeri malzemeyi izinsiz birlik dışına çıkartmatan mahkum olan Fikret Emek'in cezası, 5 yıl denetim kaydıyla ertelendi.
Fikret Emek'te ele geçirildiği açıklanan ve bazı askerî personelin fişlendiği iddia olunan yazılarda da şu ifadelerin bulunduğu açıklanmıştı:

"Tümg.Şevket Dingiloğlu-Sol ideolojik yaklaşım içinde, Alevilerle işbirliği içinde.
Tümg.Rasim Arslan-İdeolojik sol
Tümg.Volkan Tiryakiler-İdeolojik sol
Kur.Plt.Alb.Adnan Kul-İdeolojik Alevi.Örgütleyici ve idare eden pozisyonunda,Merzifonlu
Kur.Plt.Alb.Ali Kemal Cadoğlu-İdeolojik Alevi yaklaşımında, ekibin her koşulda ön plana çıkartır.
Kur.Alb.Metin Çankaya- İdeolojik sol olup, Alevilerle yakın işbirliği içinde.
Plt.Kur.Alb.Coşkun ince- İdeolojik sol ve Alevilerle yakın işbirliği içinde. Kendine yakın olanları her durum ve şartta özel olarak kayırmaktadır. 2.Ana Jet Üs.Hrk.K.olup siyasi emellerini gerçekleştirmek istemektedir.
Tümg.Mustafa Çotuksöken- Alevi dedesi olup bütün emeli Alevileri Hava Kuvetleri'ne hakim kılmak. Harp okulu'nu hedeflemektedir.
Tuğg.Atilla Özler- ideolojik Alevi tutumu içinde. Yandaşlarını gözeten ve koruyucu pozisyonda.alb.İsmet Çıngı'nın emrinde davranmaktadır.
Plt.Kur.Alb.Özdilek Öcalan-İdeolojik Alevi.Terörist başının akrabası olduğu iddiaları mevcut. Nüfus kayıt değişikliği yapılmış. oğlunun ismi Baran kzının ismi Berfin.Sık sık 'Türklerden nefret ediyorum' ibaresini kullanır.
Müh.Alb.Zeki Dikilitaş- Alevi olup EH projelerinde firma yanlısı tutum sergileyen, kendine ve amirlerine menfaat sağlayan biri.
Kur.Alb.Doğan Nebol-İdeolojik Alevi tutumu içinde yandaşlarını gözeten ve koruyucu niteliğinde
İs.Yzb.H.Cem Erol- Alkolik, ahlaksız. Alb.Nejat Ece'nin sırdaşı
Mu.Kd.Bçvş.İrfan Cımrın-Personele porno kaset satıyor
J.Kd.Üçvş.Aşırdede Çakır-Her gece bar pavyona gidiyor, fahişe kadınla
Top.Kd.Uçvş. Ekrem Sögüt- Kuzey ırak'tan tabanca alıp satıyor, mermi satıyor
Top.Kd.ütğm.Zeki Topay-operasyondan kaçar, çeşitli bahaneler uydurur.
P.Bnb.Birol Demir-Pislik birisi"
netgazete

GATA AFFININ ÖZETİ VE VİDEOSU
23 Şubat 2009
GATA Affının formülü nedir, nasıl yapılır... İşte özeti ve komedi videosu..

Ergenekon zanlısı paşaların birer birer GATA yoluyla, hapisten kurtulmaları Türk hukuk sistemine yeni bir tabir kazandırdı: "GATA Affı"

GATA Affının nasıl yapıldığıyla ilgili http://gataaffi.wordpress.com/ isimli bir internet sitesi yayına başladı. Sitede GATAKULLİ'nin ayrıntıları hem de komik bir video var.

İşte o metin ve o video:
http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=209239

Hapisten Yırtmaca

Bir kardiyoloji uzmanından kalp hastalıkları eğitimi alınır. Silivri Tutuk Evine gidilir. Avukat görüşme odasında müvekkile kalp spazmı pratikleri öğretilir. Müvekkilin artistik hareketleri sanatsal değer ifade etmese de hazırda bekleyen jandarma personelinin vazifesi için gün doğmuştur. Hapishane doktorunun yeterli olmadığından bahisle Haseki Devlet Hastanesine gitmek için müvekkil ambulansa bindirilir. Yüzlerce anjiyo ve bypass yapmış doktorlar uyarılır. “Her Türk asker doğar” denir. Ve böylece GATA ya sevk kağıdı temin edilir.

Müvekkil sade bir törenle GATA ya alınır. Baş hekimin talimatları doğrultusunda albaylar uzman hukukçulardan gerekli hukuki eğitimi alır. Askerin sürekli müşahede altında tutulması gerektiği, aksi taktirde olacaklardan sorumlu olunmayacağı bir rapor düzenlenir. Hukukçu uzmanların oluru alındıktan sonra heyetçe hazırlanan rapor başhekimce onaylanır.

Rapor alındıktan sonra Beşiktaş adliyesine gelinir. Baro odasının bilgisayarında matbu olan bir adet tahliye dilekçesi print edilir. Raporun üstüne dilekçe eklenir. Sonra Uyap bürosuna geçilir. Nöbetçi Mahkemenin kaçıncı mahkeme olduğu öğrenilir. Bizim mahkemelerin sırası değilse 12 ve 14. Ağır Ceza Mahkemelerinin nöbet tarihleri öğrenilip adliyeden ayrılınır.

Bizim Mahkemelerden birinin sırası geldiği gün sabah 08:00′da mesai başlangıcında havale için bekleyen Hakime dilekçe verilir. Havaleli dilekçe kaleme götürülür. Katibe hanıma tahliye müzekkeresi yazdırılır. Müzekkere savcılık kaleminden hapishaneye fakslanır. Müvekkilin tahliyesi üzerine Gata’da doktorlara teşekkür edilir. Bizim mahkemeler sağolsun denilir. Gerekli müşahedeyi askerimizin evinde yapması için gece karanlığında sevkiyat işlemi yapılır.

Not: Eğer mühim biriyseniz (terör örgütü zanlısı vs..), hastaneye sevk edilmeden once akredite basına nerede ne zaman nasıl haber yapılacagı talimatı verilir. Dilekceyi vermeden once İstanbul Barosu, Ankara Barosu ve İzmir Barosuna itibarlı insanların tutuklanamayacağına ve bunun cumhuriyetin rovanşı olduğuna dair basın açıklamaları yaptırılır.

Sevgili tutuklu yakınları; çok şakacıyız, ilginç esprilerimizle artık bizi dünya tanıyor. Ama bu sefer espri yapmıyoruz. Tüm bu yazılanlar uygulandı ve sonuç alındı. Siz de deneyin…
aktifhaber

Hizbullahçı diye gözaltına alınan 17 kişi serbest
İstanbul'da yasadışı terör örgütü Hizbullah'la ilişkili oldukları tespit edilen kişilere yönelik soruşturma kapsamında özel harekat timlerinin de katıldığı operasyonda 22 kişi gözaltına alınmıştı. Dün ve bugün mahkemeye sevkedilen zanlıların hepsi serbest bırakıldı 20.02.2009 İSTANBUL

Sen Misin JİT'çiyi Yakalayan
04 Mart 2009
ODTÜ'lü öğrenciler gizlice fotoğraflarını çeken Jandarma İstihbarat görevlisini deşifre etmişlerdi... Öğrenciler hapse atıldı..

ODTÜ’de gizlice resim çekerken yakalanan Jandarma istihbarat elemanı, çelişkili açıklamalar yapınca öğrencilerce rehin alınmıştı. 26 Şubat’ta gözaltına alınan 16 öğrenciden 5’i tutuklandı.

Jandarma istihbarat elemanı öğrencilerce rehin alındığında üzerinden sahte kimlik ve Ankara İl Jandarma Komutanlığına ait ‘Tekerlikli Araç Günlük ve Koruyucu Bakım Formu’ çıkmıştı.

ODTÜ merkez kafeteryada 19 Ocak günü fotoğraf çeken Jandarma istihbarat görevlisi S.Y.’yi yakalayarak linç etmek istelen öğrenciler tutuklandı. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri, 26 Şubat 2009 tarihinde yaptığı operasyonda çoğu ODTÜ’lü toplam 16 öğrenciyi gözaltına aldı. Ankara İl Jandarma komutanlığındaki sorgulama sırasında öğrencilere ODTÜ’de yakalanan ve 5 saat süreyle rehin tutulan kişiye yönelik sorular soruldu.

19 Ocak tarihinde yaşanan olayda uzman çavuş olduğu belirtilen S.Y.’nin üzerinde ‘Ankara Ticaret Odası üyesi Şehmus Çelik’ adına düzenlenmiş sahte kimlik çıkmıştı. Öğrencilerin ifadesini alan savcı, öğrencilerin fotoğrafını çeken kişinin Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12 Ocak 2009 tarihli kararıyla, ‘Azadiye Welat adlı gazetenin stant açma eylemini’ izlediğini ve bu kişinin bölücü faaliyetleri açığa çıkartmak amacıyla görevli olduğunu kaydetti.

Öğrenciler ise savunmalarında, adı geçen kişinin kamu görevlisi olduğunu bilmediklerini, şahsın kendilerine herhangi bir resmi kimlik beyan etmediğini söylediler. Savcı, öğrencilerin ‘Kamu görevlisinin görevini yapmasını engellemek’, ‘Hakaret’, ‘Yağma’ ‘kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma’ ve ‘mala zarar verme’ suçlarından tutuklanmasını istedi. 11. Ağır Ceza Mahkemesi de beş öğrenciyi tutuklarken, 8 öğrenciyi ise serbest bıraktı.
aktifhayat

ASKER İŞİ YARGIYLA BİTİRECEK
04 Mart 2009
TSK'ya en yakın kalem M. Ali Kışlalı, Ergenekon'dan Doğan Grubu'na kesilen cezaya kadar işin bu sefer TSK tarafından yargıyla bitirileceğini açıkça yazdı.

- Askerin yargıya olan güvenini gösteren değerlendirmesi Ergenekon araştırması sırasında iki emekli orgeneral önce gözaltına alınıp, sonra tutuklandıklarında ve Anayasa Mahkemesi kararlarında da sergilendi.

- Türkiye’nin değişen koşulları içinde, TSK’nın üzerine titrediği laik temelli Cumhuriyet’in muhafaza edilmesinde, ön plandaki rolün şimdi yüksek yargıya düşmekte olduğu görülüyor. Olaylara bu açıdan bakınca da askerin ağırlığının yargının ardında yer alması rejime, günün koşullarına daha uygun, sağlıklı bir güvence ve yasallık sağlıyor.

- Doğan Grubu üzerine salınmış görünen mali baskının eninde sonunda, beklediği neticeyi yaratamayacağını da düşünüyorum. Çünkü anlaşmazlık konusu son aşamasında yüksek yargıya ulaştığında, mevcut sistemin adil bir netice yaratacağına inanıyorum.

- TSK, yakın geçmişte olup bitenlerden aldığı derslerle, kendisinden beklenen rolü günün koşullarına uygun olarak, mevcut olanakları akıllıca kullanarak , rejimin diğer sağlam kurumlarıyla dayanışma içinde oynamaya devam edeceği kanısındayım.

M. Ali Kışlalı/Radikal

TSK ve Yargı

Genelkurmay’ın Kürtçe’nin TBMM’de kullanılmasıyla ilgili açıklamasında konunun yargının ilgi alanında olduğunu vurgulaması, ilk defa belirtilen bir görüş değil. Bundan dolayı da önemli.

Kanımca TSK, ülkenin anayasal rejiminin korunmasında ve kollanmasında üstlendiği misyonunun içinde, Yargı’nın rolüne verdiği önemi fırsat geldikçe vurguluyor.

Bu tavır geçen yıl seçimden sonra, AKP Anayasa değişiklikleri girişimiyle ciddi kaygılar yarattığında da takınılmıştı. Bu haklı yaklaşımın verdiği güvene dayalı olması gereken beklenti, AKP’nin karşı devrim olarak vasıflandırılabilecek girişimlerinden kaygı duyanlara pek anlamlı gelmemişti. Oysa yapılan ülkenin, rejimin korunmasında görev üstlenmiş kurumları arasında mevcut, iş bölümünden ileri geliyor gibiydi?

Askerin yargıya olan güvenini gösteren değerlendirmesi Ergenekon araştırması sırasında iki emekli orgeneral önce gözaltına alınıp, sonra tutuklandıklarında ve Anayasa Mahkemesi kararlarında da sergilendi. Oldum olası asker üslubuyla siyasetçi üslubunun çok farklı olduğu, iki kesimin bundan dolayı birbirini kolay anlayamadıkları düşünülür. Bu farklılıktan oluşan neticelerin her zaman ciddi gerekçeleri olmayabileceği de bilinir.

Ama sanıyorum son dönemde hem Milli Güvenlik Kurulu (MGK) içinde, hem de dışındaki başbaşa görüşmeler birçok konuya ışık tutmakta yararlı olmuştur.

Rahmetli Orgeneral Faruk Gürler’in, Genelkurmay Başkanı iken, MGK’nın bir danışma kurulu olduğunu hatırlattığımda; “Tavsiyede bulunur doğru. Ama Prezidyum da tavsiyede bulunur” diyerek, o zaman mevcut Sovyetler Birliği’ndeki mekanizmanın kesinliğine atıfta bulunduğunu biliyorum. Ancak o günlerden bu yana, işlevinda büyük değişiklikler olmakla birlikte, MGK ülkenin yaşamsal önemdeki güvenlik konularındaki önemli yerini kaybetmemiştir.

TRT içinden bir kanalın tamamıyla Kürtçe yayına tahsis edilmesinin, çeşitli açıdan yaratacağı neticelerin MGK içinde tartışılıp bilinen sonuca bağlandığını düşünüyorum. Askerin, benzer adımların üniter devlet ve ulusal devlet bütünlüğü içinde yer almasıyla ilgili inancının ne kadar sağlam temellere dayandığı da bilinince, AKP iktidarının yeni uygulamalar getirirken gereken önlemleri aldığından da kuşku duymuyorum.

Türkiye’nin değişen koşulları içinde, TSK’nın üzerine titrediği laik temelli Cumhuriyet’in muhafaza edilmesinde, ön plandaki rolün şimdi yüksek yargıya düşmekte olduğu görülüyor. Olaylara bu açıdan bakınca da askerin ağırlığının yargının ardında yer alması rejime, günün koşullarına daha uygun, sağlıklı bir güvence ve yasallık sağlıyor.

29 Mart seçimine doğru yaklaşırken, Erdoğan’ın 22 Temmuz seçimlerinde aldığı oyu artırmak için attığı adımlar kaygıya sebep olmakta. Fakat Doğan Grubu üzerine salınmış görünen mali baskının eninde sonunda, beklediği neticeyi yaratamayacağını da düşünüyorum.

Çünkü anlaşmazlık konusu son aşamasında yüksek yargıya ulaştığında, mevcut sistemin adil bir netice yaratacağına inanıyorum.

Genel seçimlerden bu yana yaşadıklarımız, laik temelli demokrasimiz ile Cumhuriyet’in yaşamasının sadece asker garantisinde olmadığını gösteriyor.
Bu dönemde yüksek yargı, anayasal rejimin savunulmasında başarıyla oynayabileceği bir rolün bilincini sergiliyor.

Bu gelişmede; laik demokratik rejim içinde cumhuriyet kazanımlarını muhafaza edecek geniş bir cephenin oluşmakta olduğunu da görülmekte.
TSK, yakın geçmişte olup bitenlerden aldığı derslerle, kendisinden beklenen rolü günün koşullarına uygun olarak, mevcut olanakları akıllıca kullanarak , rejimin diğer sağlam kurumlarıyla dayanışma içinde oynamaya devam edeceği kanısındayım.
aktifhaber

Mersinli çiftçi 7 saat gözaltında tutuldu
Başbakan Erdoğan'ın, AKP mitingi için Mersin'e geldiği gün çiftçi Kemal Öncel'in ''Bugün kritik gün'' diye, potansiyel suçlu olduğu iddiası ile Mezitli'deki kahvehaneden polisler tarafından alınıp, emniyet müdürlüğünde 7 saat süre ile tutulması, yankı uyandırdı. . 10.03.2009 MERSİN -
netgazete

İçki satan marketçiyi dövenlere 13'er yıl hapis
Ankara, Çankaya'da bir market sahibi ile çalışanını "içki sattıkları" gerekçesiyle dövdüğü iddia edilen 3 kişinin, 13'er yıla kadar hapis cezası talebiyle yargılanmasına başlandı. İddianamede, sanıklar hakkında "basit yaralama", "mala zarar verme", "tehdit" ve "hakaret" suçlarından 2 yıl 6'şar aydan 13'er yıla kadar hapis cezası talep ediliyor. 11.03.2009 ANKARA netgazete

Polis taşlamaya 11 yıl ceza
11.03.2009
Diyarbakır'da geçen yıl gerçekleştirilen izinsiz gösteride polise taş attıkları gerekçesiyle yargılanan 3 sanıktan biri 10 yıl, diğer ikisi ise 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.

DİYARBAKIR - Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki karar duruşmasında, tutuklu sanıklar F.A, T.Y ve F. G. hazır bulundu.

Sanıklar yaptıkları son savunmalarında, suçlamayı kabul etmeyerek, tahliyelerini talep etti. Sanıklardan F.A ayrıca mahkemeye, askerlik görevini yaparken birliğince kendisine verilen taktir belgesini de sundu.

TAŞ ATMAYA CEZA İSTEMİ
Savcı, mahkemeye sunduğu esas hakkındaki mütalaasında, sanıkların geçen yıl Nevruz etkinlikleri sırasında Siirt, Van, Hakkari ve Yüksekova'da meydana gelen olayları protesto etmek amacıyla terör örgütü PKK'nın çağrısı ve talimatı üzerine gerçekleştirilen basın açıklamasına katıldıklarını belirtti.

Basın açıklamasının ardından terör örgütü ve elebaşı lehine sloganların atıldığı kaydedilen mütalaada, sanıklarında içerisinde bulunduğu grubun polise taşlı saldırı eyleminde bulunduğu bildirildi.

KARAR AÇIKLANDI
Sanık avukatları, iddia makamının mütalaasına katılmadıklarını belirtti.

Mahkeme heyeti verdiği kısa bir aranın ardından, sanıklardan T.Y ve F.G'yi TCK'nın ''Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek'', 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ve ''Terör örgütünün propagandasını yapmak'' suçlarından 11'er yıl 3'er ay hapis cezasına çarptırdı.

Diğer sanık F.A ise TCK'nın ''Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek'' ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan 10 yıl 5 ay hapis cezasıyla cezalandırıldı.

AVUKATTAN KARARA TEPKİ
Sanık avukatlarından Serhat Eren, duruşma sonrası AA muhabirine yaptığı açıklamada, mahkemenin verdiği kararı temyiz edeceklerini belirterek, şunları söyledi:

''Mütalaada, sanıkların örgütün talimatı üzerine yapılan bir basın açıklamasına katıldıkları belirtilmiştir. Ancak o basın açıklaması DTP tarafından düzenlendi. Bu konuda birçok internet sitesinde haber bulunmaktadır. Dosyaya konulan internet sitelerin hiçbirinde örgütün bir talimatı yoktur. Hatta dava dosyasında adı geçen internet sitelerinden birine, basın açıklamasından 3 ay önce erişim yasağı uygulanmıştır.''
akşam

Gözaltına Alınan 3 Astsubay Kayıp
12 Mart 2009
Askeri savcıların gözaltına aldığı 3 astsubaydan haber alınamıyor...

Kayseri 2. Hava İkmal Bakım Merkezi'nde görev yapan 3 astsubayın askeri savcılar tarafından gözaltına alındığını duyuran avukatlar, müvekkilleriyle görüştürülmediklerini ve hayatlarından endişe ettiklerini açıkladı.

Kayseri Barosu Başkanı Ali Aydın, baroda düzenlediği basın toplantısında, 2. Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı'nda görevli 3 astsubayın gözaltına alındığı ve bu astsubayların avukatlarıyla görüşme yaptırıldığını açıkladı. Avukatların kendilerine müracaatta bulunduğunu dile getiren Aydın, baro olarak kendilerinin 2. Hava İkmal Bakim Merkez Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'na dilekçe verdiklerini açıkladı.

Astsubay Ali Balta'nın avukatı Mustafa Dokumacı, müvekkilinin neden gözaltına alındığını bilmediği gibi kendisinin de görüştürülmediğini açıkladı. Askeri savcıların hukuk dışı uygulamalar içerisinde olduğunu ileri süren Mustafa Dokumacı, "Müvekkilim Astsubay Ali Balta 6 günden beri gözaltında tutuluyor. Müvekkilimin 5 kez ifadesi alındıktan sonra benimle görüşmesine dün akşam izin verildi. İfade aşamasında müvekkilimle görüşmeme izin verilmedi. Askeri savcılık hukuk kurallarını uygulamıyor. Müvekkilime baskı yapıldığına inanıyorum. Müvekkilimin avukatı huzurunda vermediği ifadeler de gerçeği yansıtmıyor'' dedi.

Avukat Musa Öncel, müvekkili olan Astsubay Çavuş Orhan Güleç'in 7 günden beri gözaltında tutulduğunu ve hiçbir yetkilinin kendilerine neden gözaltına alındığı yönünde bilgi vermediğini aktardı. 'Müvekkilimizle görüşme isteğimiz defalarca kabul edilmedi' diyen Musa Öncel, "Konuyu ilgili kurumlara aktardıktan sonra müvekkilimle görüşebildik. Gözaltındaki müvekkilimin hayatından endişe duyarak Cumhuriyet savcılığına dilekçe verdim. Babasıyla görüştürülmediği gibi müvekkilimin oldukça yorgun, endişeli ve korku içerisinde olduğunu gördüm'' dedi.

Musa Öncel, 2. Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı'nda müvekkili ile görüşmek amacıyla gittiğinde, bekleme sırasında ilginç ifadeler duyduğunu anlatarak, "Bazı askeri yetkililerin, kendi aralarında konuşmalarını duydum. Şok oldum. Müvekkilimle ilgili olarak, 'Sizleri de asit kuyularına atarım. Yapmadığımız şey değil' tehditlerine şahit oldum" iddiasında bulundu.

Diğer gözaltındaki astsubayın avukata Vedat Örnek, diğer astsubaylarda olduğu gibi kendi müvekkilinin de ne için tutulduğunu bilmediklerini söyledi. Kişilerin aileleriyle de görüştürülmediğini aktaran Vedat Örnek, tanık konumunda ifadeleri alınan 2 bayana da manevi baskı yapıldığını ileri sürdü. Örnek, "Bu durum yargıdaki iki başlılıktan kaynaklanıyor. Hukuki süreç dışına çıkılan bu olayda ben de müvekkilimin hayatından endişe ederken, işlemediği suçların isnat edildiğini düşünmeye başladık" diye konuştu.
aktifhaber

Hastane masrafını ödeyemedi, 32 ay hapis yatacak
Sakarya'nın Serdivan ilçesinde polisler tarafından sokakta baygın bulunarak hastaneye kaldırılan Nihat Kumru, 156 liralık hastane masrafını ödemediği gerekçesiyle 2 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Kumru, kendi kimlik bilgileri yerine ağabeyi Fuat Kumru'nun (58) kimlik bilgilerini vererek hastaneden ayrıldı. Duruşmada ifade veren Kumru, polisler tarafından yarı baygın olarak bulunup hastaneye getirildiğini belirterek, "Hastaneden çıkarken benim yanımda kimliğim yoktu. Ben kendi ismimi söylememe rağmen hastanedeki görevli kişi yanlışlıkla ağabeyimin adını yazmış. Bu da borcun ödenmesi sırasında ortaya çıktı" dedi. 14.03.2009 SAKARYA
netgazete

Avukat, kadın müvekkilinin boşanma davasını 2 yıldır sonuçlandırmayan kadın hâkimi protesto için üç günlük açlık ve oturma eylemi başlattı
27 Mayıs 2009
Sirkeci Tekstil Firması'nın sahibi Suat Sirkeci ile 18 yıl önce görücü usulüyle evlenen 2 çocuk annesi Fatma Sirkeci, 7 yıl önce işadamının yasak aşk yaşamaya başlamasıyla yıkıldı. Uzun süre bu birlikteliğin geçici olduğunu düşünen Fatma Sirkeci, 2 yıl önce eşinin sevgilisinin, bir personeli olduğunu öğrendi ve soluğu mahkemede aldı. Avukat Ayşe Eren aracılığıyla İstanbul Aile Mahkemesi'ne boşanma davası açan Sirkeci, maddi ve manevi tazminat talep etti. Ayrıca kendisi ve iki çocuğu için aylık 15 bin TL nafaka bağlanmasını istedi.

KOCASI MALLARI KAÇIRDI
Bu süreçte işadamı, Fatma Sirkeci'nin iki çocuğuyla yaşadığı Ulus'taki daire ile diğer varlıklarını şirketi ve kardeşinin üzerine geçirdi. Sirkeci bunun üzerine mahkemeden evlilik sürecinde edinilen mallara tedbir konulmasını talep etti. Annenin çocuklarıyla daha iyi bir hayat sürmesi gerekçesiyle talep edilen tedbir, hâkim Ayten Sözen tarafından reddedildi. Suat Sirkeci'nin sevgilisiyle çekilen fotoğraflarının da delil olarak sunulduğu davada hâkim Sözen, nafaka bağlanması yönünde bir karar da vermedi. Aradan geçen süreye rağmen boşanma davası da sonuçlanmadı. Sabah gazetesinin haberine göre; avukat Ayşe Eren bu duruma tepkisini, Sirkeci'deki adliye binasının baro odasında oturma eylemi ve açlık grevi yaparak göstermeye karar verdi. Cüppesinin üzerine astığı yazı sayesinde sesini duyurmaya çalışan Avukat Eren, adaletin yerini bulmasını istediği için bu yolu seçtiğini belirtti. Eşinin her an kendisini evden çıkarabileceğini belirten Fatma Sirkeci ise "Hem aldatıldım hem de kendimi adalete anlatamadım" diyor. netgazete

İKİNCİ KAPATMADAN KURTULAMAZLAR
06 Haziran 2009
Yalçınkaya ve yabancı medya, 2. Kapatma davası konusunda pişti oldu..

Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, kapatma davalarıyla ilgili yaptığı dünkü konuşmasında "ekonomi"ye vurgu yapmıştı.

Yalçınkaya ''Muhafazakar partiler öne çıktıkça, ekonomik büyümeye daha çok vurgu yapılmak suretiyle, laikliğin gündemden düşürüldüğü görülmektedir'' demişti. Yalçınkaya bu ekonomi vurgusu dikkat çekerken, yabancı medya kuruluşları AKP'ye 2. kapatma davasıyla ilgili analizler yayınladılar. Analizlerde de "ekonomi" vurgusu ön plandaydı.

"İKİNCİDEN KURTULAMAZ EKONOMİ ÇÖKER"

AKP’nin ikinci bir kapatma davasıyla karşı karşıya olduğu yabancı medya tarafından dünyaya duyuruldu.

İngiliz Reuters haber ajansı, muhtemel ikinci kapatma davasının daha önce açılan ve Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilen birinci kapatma davasına nazaran başarıya ulaşma şansının daha çok olduğunu ve bu kez partinin kapatılabileceği yorumunda bulundu.

Ajans analizinde, ikinci davanın, siyasi istikrarsızlık korkusuyla Avrupa Birliği (AB) üyeliğine aday olan Türkiye’den yabancı yatırımcıların kaçışına neden olan geçen yılki ilk kapatma davasından daha ciddi bir şekilde ülke piyasasını vurabileceği tahminini öne sürdü. AKP’ye ikinci kapatma davası açılacağı yönünde iddiaların gazetelerde yoğunlaştığını belirten Reuters, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP’nin Almanya kaynaklı Deniz Feneri skandalıyla ilgili bağlantısının olup olmadığını araştırdığını öne sürdü.

Deniz Feneri bağlantısı
Reuters ajansı, Anayasa Profesörü Ergun Özbudun’un laik yargının birçok üyesinin AKP’nin kapatılmasını istediğini ve ikinci bir kapatma davasının sürpriz olmayacağını söylediğini aktardı. Özbudun’un, Deniz Feneri skandalıyla bağlantının kanıtlanması halinde AKP’nin kapatılabileceğini ifade ettiği kaydedildi. Birinci kaptama davasıyla ilgili bilgileri, piyasaya olan olumsuz etkisi ve borsanın düşüşünü de aktaran Reuters, Başsavcı Yalçınkaya’nın ikinci kapatma davasının dosyasıyla ilgili henüz resmi bir açıklama yapmadığını da belirtti.
aktifhaber

CHP'Yİ BAŞSAVCININ KIYAĞI KURTARDI
11 Ağustos 2009
Almanya'dan para yardımı aldığı belgelenen ve kesin kapatmayı gerektiren suçu, Yargıtay Başsavcısı böyle kapattı...
İlişkili HaberlerTüm HaberlerBaykal'dan Dokunulmazlık GarantisiCHP'nin Dilekçesindeki SkandalBaykal'a Gece Yarısı TelefonuBaykal'dan Ağır SuçlamaBaykal'dan 'Tuzak' Suçlaması

Müthiş iddia: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Almanya'dan para yardımı aldığı belgelenen CHP ile ilgili usül hatası yaptı.

Alman Dışişleri Bakanlığı'nın Friedrich Ebert Vakfı aracılığıyla Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) yaptığı 85 bin euroluk yardım hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan incelemede şok bir iddia daha gündeme geldi.

Alman makamları, incelemeyi yürüten ve belgenin gerçek olup olmadığını soran Türkiye'nin istinabe (hukuki yardım) talebini geri çevirdi. İki ülke arasındaki sözleşmelere rağmen Almanya'nın Türkiye'nin talebini reddetmesinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yaptığı usul hatasının etkili olduğu ifade edildi.

Hukuki mi ticari mi belirsizliği

Almanya Dışişleri Bakanlığı'nın 3 Aralık 2005 tarihli yardım yazısına istinaden başlatılan incelemede, Başsavcılık tarafından söz konusu inceleme ceza davası niteliğinde olmasına rağmen hukuki ve ticari bir dava gibi değerlendirilerek hukuki ve ticari konularda adli yardımlaşmayı düzenleyen ilgili sözleşme hükümlerine göre adli yardım talebi hazırladığı belirtildi. Talebe olumsuz yanıt veren Alman makamlarının ilişkilendirilen konunun hukuki ve ticari konu olmayıp kamu hukukundan doğan bir ilişki olduğunu ifade ederek, talebin yerine getirilemeyeceğini bildirdi.

“Kabul edilir bir durum değil”

Boğaziçi Avukatlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Hakan Çırak, "Böyle bir usul hatası kabul edilebilir şey değil. 'Savcı, kasten böyle bir hata yapmamıştır' demek çok güç" ifadesini kullandı. Alman Dışişleri Bakanlığı, Friedrich Ebert Vakfı üzerinden CHP'ye 2005 yılında 85 bin euroluk para transferi yapmıştı.

Türkiye'nin Anayasası'na aykırı bu aktarım üzerine 2008 yılında harekete geçen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Alman Dışişleri Bakanlığı'na, Türk Dışişleri Bakanlığı yoluyla bir başvuruda bulundu ve para transferini açık eden belgenin gerçek olup olmadığının araştırılmasını istedi.

Belgeler yeniden istenebilir

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın usul hatası yaparak Alman makamlara başvuruda bulunması, CHP'nin kasasına giren para hakkında açılan tahkikatı akim bıraktı. Başsavcılığın talebinin 'Cezai Konularda Adli Yardım Avrupa Sözleşmesi' hükümlerine uygun hazırlanacak cezai bir talep olarak gitmesi gerektiği vurgulandı.

Ancak, gayriresmi olarak gerçekliği ispatlanan belgenin sahih olduğu resmen doğrulanırsa, CHP'nin kapatılması yeniden gündeme gelecek. Öte yandan Alman merciilerden istenen bilgi ve belgelere ret kararı çıkmasının üstünden 4 ay geçmesine rağmen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı usuldeki hatayı gidererek yeni bir talepte bulunmadığı bildirildi.

Cezası kesin kapatma

Anayasa'nın 69. maddesinin 10. fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 101. maddesinin 1 fıkrasının (c) bendine göre, Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasi partiler temelli kapatılır" şeklinde net bir ifade yer alıyor. Siyasi partilere kapatma davası açma yetkisi, usul hatasına imza atan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nda bulunuyor.

Yargıtay Savcısı Ahmet Gündel, bu konuda Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın da bir ceza soruşturması başlatabileceğini vurguladı.

"Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nda soruşturma yoksa, Maliye Bakanlığı bu konuya araştırması için Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunabilir" diyen Gündel, "Belgenin Almanya'dan istenmesi işini Ankara Cumhuriyet Savcılığı da gerçekleştirebilir" görüşünü dile getirdi.

İşte reddetme gerekçesi

Parayı CHP'ye gönderen kişilerin belirlenmesi amacıyla Alman makamlara istinabe talebinde bulunan savcılık, Lahey Sözleşmesi'nin ilgili maddeleriyle Türkiye ile Almanya arasında özel hukuk kapsamında imzalanan ticaret ve medeni hukuk anlaşmalarına istinaden hukuki yardım talebinde bulunduğunu ifade etti. Ancak Alman Dışişleri Bakanlığı talebi reddetti ve bu kararına şunu gerekçe gösterdi:

"Berlin Eyaleti Adalet Bakanlığı'nca siyasi parti yasaklama davasıyla ilgili incelemelerin konu teşkil ettiği, böyle bir konuda vaki adli yardım talebinin 28 Mayıs 1929 tarihli iki ülke arasında hukuki ve ticari mevaddı adliyeye müteallik münasebatı mütekabiliyeye dair mukavelename ve 1970 tarihli Lahey Sözleşmesi çerçevesinde yerine getirilemeyeceği belirtilerek, adli yardım talebi reddedildi."

Kasıt yok demek çok zor

Mart 2009'da çıkan ret gerekçesini değerlendiren avukat Hakan Çırak, Alman makamlarından konuyla ilgili yardım talebinde bulunulurken skandal bir usul hatası yapıldığını söyledi. Almanya ve Türkiye arasında tesis edilen 'Özel Hukuk' sözleşmelerinin ticari ve medeni meseleleri kapsadığını anlatan avukat Çırak, şunları söyledi:

“Belgeler gönderilmedi”

"Almanya'yla aramızdaki sözleşmeler ticari ve medeni meseleleri kapsayan özel hukuk anlaşmalarıdır. Oysa parti kapatma davasıyla ilgili herhangi bir ülkeden yardım talep ediliyorsa, burada özel hukuk değil, uluslararası hukuk kuralları ve sözleşmeleri nazara verilmelidir. O nedenle konuyla ilgili belgeler Türkiye'ye gönderilmedi. Bu hataya mesleğe yeni adım atmış bir savcı düşse, belki anlaşılabilirdi. Ancak vahim usul hatasını yapan kişi, bir savcının gelebileceği en üst merciinin başında bulunuyor.”

“Bilerek yapmış olabilir”

“Bu nedenle bu hata kabul edilebilir, anlaşılabilir bir şey değil” diyen Çırak, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın bu hatayı bilerek yaptığı akla gelebilir. Zaten kasten yapılmamış demek bu durumda çok güç" diye konuştu.
Kaynak:Bugün

08 Ekim 2009
Apar Topar Gizlilik Kararı!
Ceylan'ın ölümünde 'can güvenliğim yok' diyerek olay yerine gitmeyen savcı, soruşturma için mahkemeden gizlilik kararı aldırttı, Ceylan'ın ailesini adeta fırçaladı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

14 yaşındaki Ceylan’ın ölümünü araştırmak için köye gidemeyen savcılık, soruşturma dosyasına mahkemeden gizlilik kararı aldırdı. Diyarbakır Lice’de askerî birlikten atıldığı öne sürülen patlayıcı sonucu ölen 14 yaşındaki Ceylan Önkol’la ilgili soruşturmaya, olaydan 10 gün sonra gizlilik yasağı geldi. “Can güvenliğim yok” diyerek olay yerine gitmeyen savcılığın “gizlilik” kararı tepki çekti. Kızlarının öldüğü olayla ilgili bilgiler veren Önkol ailesi ise Lice Cumhuriyet Savcısı Mustafa Kamil Çolak tarafından adeta fırçalandı. Aileye “TSK’da eğitim mi gördünüz? Bunun mayın olmadığını nereden biliyorsunuz” diyen Çolak hakkında DTP de “delilleri kararttığı” gerekçesiyle suç duyurusu yaptı

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde öldürülen 14 yaşındaki Ceylan Önkol cinayetiyle ilgili soruşturmayı yürüten Lice Cumhuriyet Savcı Mustafa Kamil Çolak, dosyadaki bilgi ve belgelerin “kamu güvenliği açısından sakıncalı” olduğu gerekçesiyle “gizlilik” kararı aldı.
Soruşturmayla ilgili gizlilik kararı alan savcı, olayda sorumluluğu bulunanlar yerine Önkol ailesini sorguya çekti. Patlamadan ancak üç gün sonra olay yerine giden Lice Savcısı Mustafa Kamil Çolak, kardeşinin ölümünün mayından kaynaklanmadığını söyleyen Ceylan’ın ağabeyi Rıfat Önkol’un yeniden ifadesini aldı.

Ağabeye mayın sorusu
Rıfat Önkol, savcının kendisine “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde eğitim mi gördün? Bunun mayın olmadığını nereden biliyorsun” biçiminde soru sorduğunu belirterek şunları anlattı: “Olay günü, yüzlerce insan oradaydı. Bu insanların can güvenliği vardı da, yekililerin mi can güvenliği yoktu? Mayının nasıl bir tahribat yarattığını biliyoruz. Olayın olduğu alanda 10 yıldan beri hayvan otlatıyoruz. Ve o alanı kullanıyoruz. Bu nedenle mayın olmadığını ifade ettim. Ben gördüklerimi, yaşadıklarımı söylüyorum. Kız kardeşimin elinde dara denen ağaç dallarının kesimi için kullanılan metal vardı. Bu alet de isabet alması sonucu eğilmiş. Orak halen evimizde duruyor. Delil olarak kullanılabilir.
Tüm bunların tutanaklara geçmemesi ve sadece bizim kamuoyuna aktardıklarımızı sorgulaması düşündürücüdür. Çevrede üç-dört karakol var. Sürekli izleniyor. Kimse askerlerden habersiz adım atamaz. Biz gerçek faillerin ortaya çıkmasını istiyoruz.”

Muhtarın cevabı
Yayla köyü muhtarı Abdulsamet Gencioğlu da savcı tarafından sorgulandığını söyledi. Gencioğlu, savcının “Mayın olmadığını nereden biliyorsunuz” sorusuna, “Mayın olsaydı ayağı kopardı, bomba olsaydı eli parçalanırdı. Ama Adlî Tıp’a gönderilseydi gerçek ortaya çıkardı” diye karşılık verdiğini kaydetti.

DTP’den savcıya suç duyurusu
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş ise soruşturmada suç delillerini kararttığı gerekçesiyle Lice Cumhuriyet Savcısı Mustafa Kamil Çolak hakkında suç duyurusunda bulundu. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na başvuran Demirtaş, Savcı Çolak hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını istedi.

Soruşturmaya yönelik kuşkular arttı

Serdar Çelebi (Avukat): Gizlilik kararı Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun 153. maddesinde düzenleniyor. Her dosya için ayrı bir gerekçe belirtilmez, sadece soruşturmanın amacının tehlikeye düşüyor olması halinde karar alınır. Başından itibaren soruşturmanın yürütülüşüne ilişkin kuşkularımız vardı. Şimdi bu karar kuşkularımızı arttırdı. Bu kararın ardından da genellikle soruşturma takipsizlikle sonuçlandırılıyor. Basın, dosyalar hakkındaki bilgileri genellikle avukatlardan alırlar. Biz dosyaya ulaşamayınca kamuoyu da konudan haberdar olamıyor.

Mehmet Emin Aktar (Diyarbakır Barosu Başkanı): Kamu güvenliği tehlikesi gösterilmiş. İşin doğrusu kamuoyunun kararını merakla beklediği bir soruşturmada gizlilik kararının alınmış olmasında kamu yararı değil, kamu zararı vardır. Savcılığın gizlilik kararı alması, bu olayı kamuoyunun gözünden kaçırma çabasıdır.

Engin Cirmen (Avukat): Bu karar yasaya uygundur ama hukuka aykırıdır. Bu karar hukukun genel ilkelerine aykırıdır. Bu karar alınınca bu dosyadan kimsenin haberi olmayacaktır ve büyük bir kuşku ortaya çıkacaktır.
aktifhaber

Otobüs durağında 5 kişinin ölümüne neden olan genç tahliye edildi
2 Ekim 2010
Bursa'da, otomobiliyle otobüs durağına girip 5 kişinin ölümüne sebep olan üniversite öğrencisi, 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Tutukluk süresi göz önüne alınan sanık, oy çokluğuyla tahliye edildi. Karara, maktul yakınları tepki gösterdi. habertaraf

Vekiller Ve Yargıçlara Sıkıyorsa Ceza Yaz!!
06 Ekim 2010
Binlerce trafik cezası iptal ediliyor ama vatandaş sevinmesin. İptal olan ceza sadece imtiyazlılar grubu için...
2 bin hakim ve savcı ile 550 milletvekiline kural ihlali yapsalar da trafik cezası kesilmeyecek. Mahkeme kararı gereğince, binlerce ceza da iptal ediliyor

Trafikte 12 bin 550 kişilik ‘’İmtiyazlılar grubu’’ oluştu. Bundan sonra 12 bin hakim ve savcı ile 550 milletvekiline kural ihlali yapsalar da trafik cezası kesilmeyecek. Mahkeme kararı gereğince, binlerce ceza da iptal edilecek.

Kırmızı ışık ihlali yapan CHP Milletvekili Kemal Anadol’a kesilen ceza Ankara 8. Asliye Hukuk mahkemesince dokunulmazlık gerekçesiyle iptal edilince vekiller için yeni düzenleme yapıldı. Hata yapan vekillere artık ceza kesilmeyecek, tutanak hazırlanacak.

Yargı mensupları ve milletvekillerine bugüne kadar kesilen ve ödenmeyen cezaların da iptal edileceği bildirildi. Düzenlenen ceza tutanaklarına itiraz nedeniyle mahkemelerce aleyhte sonuçlanan kararlardan doğan parasal miktar da, cezayı kesen polisten tahsil edilecek.

‘’PLAKAM YÜZÜNDEN CEZA YİYORUM’’

CHP Sinop Milletvekili Engin Altay, “06 CHP 70” plakalı özel aracına yazılan cezalardan bıktığını söyledi ve “Bana bir tane ceza yazılmış AKP’li plaka göstersinler özür dileyeceğim. Benim aracımın plakasını gören trafik polisi arkadan ceza yazıp gönderiyor’’ dedi.

AKP Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı ise kendisinin aracının AKP plakalı olduğunu ve ceza yediğini söyledi. AKP Bursa Milletvekili Mehmet Tunçak, Rize Milletvekili Lütfi Çırakoğlu ile Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoğlu da,”Hepimize geliyor” diyerek ceza yediklerini belirttiler.

Öte yandan Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemur, Afyon-Sandıklı yakınlarında 125 kilometre hız yaptığı gerekçesiyle plaka üzerinden trafik cezası aldı. Bunun mahkemeye başvuran Ertemur, cezasını iptal ettirdi. Mahkeme plakaya ceza yazılmaması ve ceza makbuzunun sürücüye imzalatılması gerektiğine karar verdi.
Kaynak: Gazeteport

85 can için 3,5 yıl hapis cezası
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Bingöl'de, 1 Mayıs 2003 tarihinde meydana gelen 6.4 büyüklüğündeki depremde yıkılan Çeltiksuyu Pansiyonlu İlköğretim Okulu (PİO) davasında, "taksirle ölüme neden olma" suçundan 3.5 yıl hapse mahkum edilen müteahhit Şeref Bozkuş ile 2.5 yıl hapis cezasına çarptırılan Mühendis İsmet Elhakan hakkında verilen yerel mahkeme kararını onadı. 07.10.2010 ANKARA netgazete

Haberal Davasında Skandal
02 Kasım 2010
Ergenekon davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'den ilginç açıklama....
Savcı Pekgüzel: Haberal ile ilgili rapor mahkemeden gizlenmiştir

Ergenekon davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel,İstanbulÜniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından sanık Mehmet Haberal'ın 2009 yılında ayakta tedavi görebileceğine ilişkin 5 uzman doktorun imzasıyla bir rapor düzenlendiğini, ancak bu raporun mahkemeden gizlendiğini belirtti. Savcı Pekgüzel, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülenErgenekondavasının bugünkü duruşması Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, tutuklu sanıklardan Mehmet Haberal hakkında Adli Tıp KurumuBaşkanlığı tarafından mahkemeye cevabi yazı gönderildiğini hatırlattı.

Pekgüzel, gönderilen yazı ile 16 Ekim 2009 tarihinde Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından tedavisinin ayakta yapılabileceğine ilişkin 5 uzman doktor tarafından bir rapor oluşturulduğunun anlaşıldığını ifade etti.

Bu raporun mahkemeye 28 Ekim 2010 tarihinde, savcılık makamına ise henüz ulaştığını belirten Pekgüzel, "Bu rapor mahkemenizden gizlenmiştir. Raporu gizleyen ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz." dedi.

Mahkeme heyetine başkanlık yapan hakim Hasan Hüseyin Özese de bu konudaki talebin, 5 Kasım 2010 Cuma günü yapılacak olan duruşmada değerlendirilmesine karar verdiklerini açıkladı. Özese, Arif Doğan'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği ifadelerin istenmesinin kararlaştırıldığını kaydederek duruşmayı 4 Kasım'a erteledi. aktifhaber

110 yıl önce bankadan çekilen ve ödenmeyen kredi varislerinden tahsil edilecek
27 Mayıs 2013

Giresun’un Espiye ilçesi Güzelyurt köyünden Bekir Ağa’nın yaklaşık 110 yıl önce bankadan çektiği kredi ödenmeyince 60’ın üzerindeki varislerinden tahsil edileceği belirtildi.

Bekir Ağa’nın üçüncü kuşak torunu olan Ömer Demir, 110 yıl sonra gelen icra karşısında ellerinde ne ev ne de toprak kaldığını söyledi.

Dedesinin babası tarafından yapılan borcun bugün karşılarına çıktığını belirten Demir “Köyümüzde kadastro çalışmaları tamamlanmış tapu işlemleri yapılacaktı. Bize bir tebligat gelerek yerlerimizin hacizli olduğu ve icra yolu ile satışa çıkarıldığı belirtildi. Yaptığımız müracaatlar sonucu dedemin babası tarafından dönemin bankasına borçlanılmış. Fakat nasıl borçlanıldığı konusunda fikrimiz yok. Bildiğimiz tek şey yerimizin banka tarafından haciz edildiği ve haciz yoluyla ihaleye çıkarıldığıdır. Köyümüzün yarısı satışa çıkarıldı. Çünkü önceden Bekir Ağa’ya ait olan araziler bugün 60 haneye bölündü. Köyümüzde 60 hanenin neredeyse evleri ve arazileri satışa çıkarılmış durumdadır” dedi. TRT

Suçsuzluğunu 27 Yıl Sonra Kanıtladı
29 Nisan 2008

ABD'nin Teksas eyaletinde 27 yıl hapis yatan mahkumun suçsuz olduğu DNA testiyle kanıtlandı.

Yargıç Mark Stoltz, 1981 yılında 21 yaşındaki kız arkadaşını öldürmekten suçlu bulunan James Lee Woodard'ın serbest bırakıldığı kısa duruşmada, 'Trajik hikayeniz konusunda söylecek söz bulamıyorum' yorumunu yaptı.

Şu anda 55 yaşında olan Woodard, Dallas'taki mahkeme salonunda yapılan duruşmada, serbest kalmasını sağlayan, hatalı mahkumiyetlerin tersine çevrilmesini için çalışan Masumiyet Projesi'ne teşekkür ederek, 'O olmasaydı bugün burada değil, hapiste çürüyor olacaktım' dedi.

ABD'nin Teksas eyaletinde daha önce 31 mahkumun masumiyetleri DNA testiyle kanıtlanmıştı.
aktifhaber

O KANIN HESABI
20 Ekim 2008
Cevheri Güven/Aktifhaber
Suçunu itiraf eden ve mahkeme tarafından 4 kez idama çarptırılan İbrahim Çiftçi'nin serbest bırakılması olayı tarihe geçen bir skandal olmasıyla beraber, Türkiye'de derin devletin adamlarına dokunulamayacağı yargısını devleti kilitleyecek noktaya getiren temel olaydı.

Talat Turhan'ın Bomba Davası kitabında ayrıntılarıyla anlattığı olayı her Türk vatandaşı bilmeli.

1978 yılında Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz, Derin Devlet'le ilk kez karşılaştı ve iğneyle kuyu kazarak Kontrgerilla/Derin Devlet'in uzantılarına ilişkin çok önemli deliller buldu.

Savcı Doğan Öz, 1978'in başında, Özel Harp Dairesi ile bağlantılı öğrencilerin meskeni Site Öğrenci Yurdu'na baskın düzenledi. Baskının nedeni bir cinayetti.

Savcı Öz, çoğu milliyetçi gençlerin derin yapılanma


En son Ekim tarafından Pts May 27, 2013 10:50 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Mar 15, 2009 7:54 pm    Mesaj konusu: ASiT KUYUSUNDA ÜÇ ASTSUBAY Alıntıyla Cevap Gönder

BİLGİN VE ÇAĞLAR'IN DAVASI ZAMANAŞIMINA UĞRADI
Pamukbank'tan Dinç Bilgin'in eski bankası Etibank ile Cavit Çağlar'ın eski bankası İnterbank'a kullandırılan karşılıklı kredilerle ilgili olarak yargılanan Bilgin ve Çağlar hakkındaki dava ise 7.5 yıllık zaman aşımı nedeniyle düştü. "Nitelikli dolandırıcılık"la suçlanan her iki işadamının da yurtdışı yasağı kaldırıldı. Dinç Bilgin'in ise zimmet suçundan yargılaması devam ediyor.
aktifhaber

Oğlunu öldüren polise verilen cezayı az buldu
İzmir'de "dur" ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle uyarı ateşi açılması sonucu Baran Tursun'un ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yargılanan polis memuru Oral Emre Atar'a 2 yıl 1 ay hapis cezası verilmesine yakınları ve avukatları tepki gösterdi. Mehmet Tursun, "Mahkemenin 2 yıl 1 ay ceza vermesi umurumuzda bile değil. 2 yıl değil 2 bin yıl da verse bizim için değişen bir şey olmayacaktı. Biz oğlumuzun katilinin peşini bırakmayacağız" diye konuştu. 20.05.2009 İZMİR netgazete

Baran Tursun'un babası, dâvâya zorla getirilecek
İzmir'de, "dur" ihtarına uymadığı gerekçesiyle polis tarafından açılan uyarı ateşi sonucunda yaşamını yitiren Baran Tursun'un babası Mehmet, annesi Berrin, kardeşi Şelale ve amcası Süleyman Tursun'un, "yargı görevini yapanı etkilemek" ve "görevlileri tehdit" suçlamasıyla yargılandıkları davaya devam edildi. Davaya, tutuksuz yargılanan sanıklar Mehmet Tursun, Berrin Tursun, Şelale Tursun ve Süleyman Tursun katılmazken, müştekiler Naci Kuru, Bülent Girgin ve Oral Emre Atar'ın avukatı Tolga Yurdakul hazır bulundu. Mahkeme, duruşmaya gelmeyen sanıkların bir sonraki duruşmada "zorla bulundurulmalarının sağlanmasına" karar verdi. 16.07.2009 İZMİR netgazete

Tutuklu Polis İlk Duruşmada Tahliye Oldu
14 Temmuz 2009
Yargılanan polis memuru, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Manisa'nın Salihli ilçesinde bir müzikhole yapılan baskın sırasında çeşitli yerlere esrar koyduğu iddiasıyla yargılanan polis memuru, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Salihli Ağır Ceza Mahkemesindeki davanın ilk duruşmasında, tutuklu S.Ç. de hazır bulundu.

Mahkeme heyeti, suç vasfının değişmesi ihtimalini dikkate alarak, S.Ç'nin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına karar verdi.

Duruşma, tanıkların dinlenmesi için 6 Ekime ertelendi.

-OLAY-

Manisa'nın Salihli ilçesinde 1 Şubat 2007'de bir müzikhole polis memurlarınca baskın yapılmış, bu sırada polis memuru S.Ç'nin iş yerinin çeşitli yerlerine esrar koyduğu iddia edilmişti.

S.Ç, baskın sırasında iş yerinin çeşitli yerlerine esrar koyarken çekildiği öne sürülen güvenlik kamerası görüntülerinin ortaya çıkması üzerine, 5 Haziran 2009'da tutuklanmıştı.
aktifhaber

Şikayet için gittiği 'adliye'den çıkışta vuruldu
Antalya'da tehdit edildiği iddiasıyla şikayette bulunan Alparslan Yılmaz (23), adliyeden ayrıldıktan bir süre sonra karşılaştığı B.G. ile tartışmaya başladı. Tartışmanın büyümesi üzerinde B.G., silahla Yılmaz'ı göğüs ve boyun bölgesinden 3 kez vurdu. B.G. olay sonrası bir araçla kaçarken, Alparslan Yılmaz ambulansla hastaneye kaldırıldı. Saldırının Alparslan Yılmaz'ın "tehdit ediliyorum" diye şikayet dilekçesi vermesi yüzünden meydana geldiği ileri sürüldü. 05.06.2009 ANTALYA netgazete

ASKERİ YARGI HORTLADI
02 Nisan 2009
Taraf Muhabirine darbe dönemi gibi Karargah'ta hizaya getirme operasyonu

YİNE SIZDIRMA STRATEJİSİ YİNE ÖRTBAS

Taraf Gazetesi Muhabiri Mehmet Baransu, Askeri Savcılık tarafından Ankara’ya çağrılmıştı. Ancak işin içinden göründüğünden çok farklı şeyler çıktı.

Mehmet Baransu’ya gönderilen davet metninde yeralan ifadeler, Baransu’nun İki Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı’yla ilgili ortaya çıkardığı skandallarla ilgili bilgisine başvurulması şeklindeydi ancak olay çok farklı çıktı.

Bilgi vermek için Ankara’ya giden Baransu bir anda sanık durumuna düşürüldü hem de 1.5 yıla kadar hapis istemiyle.

Darbe döneminde gazetecilere yapılan baskıları hatırlatan olay şöyle gerçekleşti.

Taraf Gazetesi 12 Mart günü manşetten Hava Kuvvetleri Adli Müşaviri Ahmet Zeki Üçok ve Askeri Savcı Mehmet Çelik hakkında skandal bilgileri manşet yaptı.

Taraf’ın belgeleriyle çarşaf çarşaf verdiği haberde iki askeri savcının mal varlığında 3 yılda korkunç artış olduğu, iki askeri savcının evrakta sahtecilik yaptığı, ve İşçi Partisi’nin suçlandığı Karargah Evleri soruşturmasına İşçi Partili yöneticiyi bilirkişi olarak atamaları yeralıyordu.

Haberlerin hepsi belgeliydi. Mal varlıklarıyla ilgili dökümler, iki savcının düzenlediği sahte evraklar belgeleriyle birlikte Taraf’ta yeralıyordu.

Olay büyük deprem yaratmış, Genelkurmay konuyla ilgili sorulara kaçamak cevaplar vermişti. Ancak Sivil Yunak Savcılığı harekete geçmiş ve sahte evrakla ilgili işlem başlatmıştı.

Haber sonrası geçtiğimiz Pazartesi günü ilginç gelişmeler yaşandı. Mehmet Baransu, Askeri Savcılık tarafından Ankara’ya çağrıldı. Baransu’ya gönderilen davet mektubu üzerine konuya Aktifhaber de haberleştirmişti.

Ancak davet mektubundan Askeri Savcılığın, Taraf’ın ortaya çıkardığı skandallarla ilgili soruşturma başlattığı yorumu çıktığı için haberi de bu yönde vermiştik.

Ancak fahiş mal varlığı artışı ve evrakta sahtecilikle ilgili iki askeri savcı hakkında soruşturma başlatılmadığı, başlatılan soruşturmanın haberi yapan Mehmet Baransu hakkında olduğu ortaya çıktı.

Baransu Askeri Savcı’nın karşısına oturunca 4.5 aydan 1.5 yıla kadar mal beyanını açıklamak ve gizli belgeleri sızdırmak suçlamasıyla yargılandığını öğrendi.

Burun üzerine Baransu’nun savcılığa götürdüğü iki askeri savcı hakkındaki ek şok belgeleri vermekten vazgeçtiği öğrenildi.

Baransu’ya sözkonusu belgelerin doğruluğuyla ilgili ya da içeriğiyle ilgili soru sorulmadığı, nereden aldığı, kimden aldığı, belgeleri nasıl elde ettiği şeklinde bilgilerin sorulduğu öğrenildi.

Yani daha önce benzerini Dağılıca, Aktütün, Andıçlar, Fişlemeler gibi pek çok skandalda gördüğümüz gibi, Askeri Savcılık olayı “sızdırma” çerçevesinde ele alıyordu. Taraf Gazetesi’nin ortaya çıkardığı TSK eksenli skandalların bir yenisinin daha üzerinin örtülmesi sistemi işlerken, ilk kez Askeri Savcılık bir muhabiri direkt olarak hedef almış oldu.
aktifhaber

Karadayı Kasetlerinde İlk Karar
09 Nisan 2009
Org. Karadayı'nın darbe çağrısı yapan zincirleme ses kayıtları yargıya taşınmıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ilk kararı verdi...

Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın internette yayınlanan ses kayıtlarıyla ilgili görevsizlik kararı verdi.

Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili ifadelerin Karadayı'nın görev yaptığı dönemli ilgili olduğunu belirten savcılık, yetkinin askeri savcılığa ait olduğunu savundu.

Sivil toplum kuruluşlarının suç duyuruları üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hamze Keleş'in dosyaya bakmakla görevlendirdiği Cumhuriyet Savcısı Şemsettin Özcan, tartışılacak değerlendirmeler yaptı.

Özcan, Karadayı'nın konuşma ve eylemlerinin cebir-tehdit unsurları içermediğini, darbeye teşebbüs suçunun oluşmadığını savundu. Savcı, Karadayı'ya ait konuşmaların Asker Ceza Kanunu'nun 'askeri isyan' suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini öne sürdü. Suç duyurusunda, Karadayı'nın hükümeti ve yasamayı etkisiz hale getirmeye çalıştığı belirtilmişti. Cumhuriyet Başsavcılığı, emekli Oramiral Özden Örnek'in darbe günlükleriyle ilgili de görevsizlik kararı vererek, dosyayı Genelkurmay'a göndermişti. aktifhaber

9 çocuğa, 42 yıl hapis cezası
Adana'da PKK'ya üye oldukları ve örgüt propagandası yaptıkları iddiasıyla yargılanan 13-17 yaşları arasındaki 9 çocuğa toplam 42 yıl 6 ay hapis cezası verildiği belirtildi. İnsan Hakları Derneği Adana Şube Başkanı Ethem Açıkalın, çocukların; çocuk hakları sözleşmesine, uluslararası sözleşmelere ve Anayasa'ya aykırı olarak yargılandığını ileri sürdü. 18.03.2009 ADANA netgazete

Rüşvet operasyonunda adı geçen hakime tayin!
19 Mart 2009
İzmir'de "Yengeç" adlı rüşvet operasyonuna ilişkin iddianamede adı geçen hakimlerden F.C'nin savcı olarak başka ile tayin edildiği öğrenildi.
Alınan bilgiye göre tayin kararı, ağır ceza mahkemesi başkanı olan F.C'ye dün tebliğ edildi. F.C'nin savcı olarak görev yapacağı belirtildi.
Özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök'ün hazırladığı iddianamede, hakim F.C'nin bir avukattan "harçlık" adı altında para istediği, avukat S.K. ile de "gece gezmelerine" çıktığı öne sürülüyordu.
Tefecilik ve organize suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla yargılanan V.O.Ç'nin serbest bırakılmasının ardından başlatılan "Yengeç" adlı operasyonda, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı A.K. ile 8 avukatın da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alınmıştı.
Rüşvet karşılığı V.O.Ç'nin serbest bırakılmasını sağladıkları ve aracılık ettikleri iddiasıyla yakalanan zanlılardan, mahkeme başkanıyla birlikte 7 kişi tutuklanmıştı.
İlk operasyonun ardından aynı konuyla bağlantılı olarak, özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök'ün talimatıyla başlatılan "Yengeç-2" adlı operasyonda, önceki operasyonda "rüşvet"suçlamasıyla tutuklanan mahkeme başkanı A.K'nin kardeşi galerici H.K, İzmir Sanayi ve Ticaret İl eski müdürü, 14 avukat ve bir emniyet amiri gözaltına alınmıştı.
İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinde oluşturulan heyet tarafından, Cumhuriyet Savcısı Murat Gök'ün hazırladığı iddianame incelenmiş, iddianamede işlendi ği belirtilen suçların CMK 250. maddesiyle yetkilendirilmiş ağır ceza mahkemesinin görevi dahilinde olmadığı kanaatine varan heyet, iddianameyi İzmir'deki diğer ağır ceza mahkemelerinde değerlendirmek üzere göndermişti.
Görevi başındayken gözaltına alınıp tutuklanan hakim A.K. hakkındaki iddianame, Yargıtaya gönderilmişti.
Özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök, iddianamenin sonuç bölümünde, aralarında emekli hakim E.Y'nin bulunduğu 40 sanığın, "Rüşvet", "İrtikap", "Nitelikli dolandırıcılık", "Yargı görevini etkileme" gibi suçlardan 19 ile 119 yıl arasında değişen hapis cezasıyla cezalandırılmalarını istemişti. netgazete

ASİT KUYUSUNDA ÜÇ ASTSUBAY
15 Mart 2009
Kayseri'de önceki hafta sır olan kimsenin ulaşamadığı üç astsubayla ilgili çarpıcı bilgiler

Umur Talu/Sabah

Hakikaten Dedi Mi?

Kayseri 12. Hava Ulaştırma Üs Komutanlığı'ndan üçer yıllık üç astsubayın ayın 5'inde ifadelerine başvuruldu, muhtemelen ayın 7'sinden 11'ine kadar kentin öte yanındaki 2. Hava İkmal Komutanlığı'nda gözaltında tutuldular. Gözaltı sona erince de, "disiplin hapsi"nde oldukları söylendi. Belki suçlandıkları konu "ağır ve önemli"dir.
Ancak, biriyle bizzat konuştuğum avukatlar şunları söylüyor:
1. Günlerce avukatla görüştürülmediler.
2. Neyle suçlandıkları belirsiz veya açıklanmıyor.
3. Daha ziyade "şu şu şahısları tanıyor musun" diye sorgulanıyorlar.
4. Baskı altındalar.
5. Gözaltı süreleri bildirilmedi.
6. Dosya verilmedi. Gizli deniyor. Gizlilik kararı ortada yok.
7. Nerede tutuldukları dahi belirlenemiyor.
8. Disiplin hapsiyle ilgili dilekçe kabul edilmiyor.
9. Sanık mı tanık mı oldukları belli değil.
10. Bitkin, uykusuz, korku ve endişe içindeler.
Burası hukuk devleti ise, bu da hukuk, hak, insan hakları konusu.
Bir de şu var:
Hürriyet ve Milliyet'teki habere göre, sanık avukatlarından biri, görevli bir Albay'ın, sanıklara hitaben "Sizi de asit kuyularına atarız" dediğini duydu ve bu konuda suç duyurusu hazırlandı.
Şimdi sormak lazım:
Sizi de asit kuyularına atarız, dendi mi denmedi mi?
Dendi ise, bunu askerine bile diyebilen kişi hâlâ orada komutan mı?
Bunu söylemek bu kadar basit mi? Asit kuyusunda kafatası bulunan bir ülkede bunu yapabilmek kimileri için sıradan mı?
Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Hükümet, Yargı, Genelkurmay, medya...
Emrindeki üç astsubaya dahi "Sizi de asit kuyularına atarız" diyebilen birinin olup olmadığını merak etmeyecek mi? Olmuşsa bu laf öylece kalacak mı!
Gördüğünüz gibi...
Özgürlük ve hukuk meselesi sırf tanınmış insanların sorunu değil!
Gözaltı, tutukluluk, olumsuz şartlar sırf sanık generallerin sorunu değil!
Küçük insanı ezerek, sadece büyük insan savunarak büyük cumhuriyet, büyük demokrasi, büyük hukuk devleti olunmaz. Kısa ve alçak kalınır!

Astsubay'ın Babası Veryansın Etti
15 Mart 2009
Astsubay Ali Balta'nın babası Mesut Malta, memleketinden gelerek oğluyla görüşme imkanı buldu.

Kayseri 2. Hava İkmal Bakım Merkezi'nde görev yapan ve gözaltına alınan Astsubay Ali Balta'nın babası Mesut Malta, memleketinden gelerek oğluyla görüşme imkanı buldu.

2. Hava İkmal Bakım Merkezi'nde gözaltında tutulan oğluyla yaklaşık 20 dakika kadar görüşebilme imkanı bulduğunu belirten baba Balta, oğlunun durumundan hiç hoşnut olmadığını söyledi. Görüşme sırasında sorduğu sorulara oğlu Ali Balta'nın makul ve mantıklı cevaplar vermediğini; yaptığı hareket ve davranışlarında çok anormal olduğuna dikkat çeken baba Balta, "Oğlumun akıl sağlığından şüphe ediyorum. Yetkililere buradan sesleniyorum: Benim oğlumun sağlık durumu çok kötü. Bir an önce tedbir alınmasını istiyorum. Oğlumun bir an önce hastaneye kaldırılarak sağlık raporu alınmasını talep ediyorum." dedi.

Avukatının defalarca Kayseri'ye gelerek oğluyla görüşmek istemesine rağmen neden görüştürülmediğini oğluyla görüştükten sonra daha iyi anladığını ifade eden baba Balta, 2. Hava İkmal Bakım Merkezi nizamiyesinden çıkmasına rağmen aklının oğlunda kaldığını dile getirdi.

Görüşme sonrasında ayrılırken elini uzatmasına rağmen oğlunun elini uzatmadığını belirten baba Balta, "Ben vedalaşmak için elimi uzattığımda bana 'ne diyorsun' diye karşılık verdi. Ancak elimi öpmeyecek misin diye sorduktan sonra elimi öpmeye çalıştı. Ben memleketimize gidiyorum selam söylemeyecek misin diye sorduğumda hiçbir karşılık vermiyor. Oğlum müthiş derecede depresyon geçiriyor. Yetkililerden yardım istiyorum." diyerek çaresizliğini dile getirdi. aktifhaber

Ve Gökhan öldüğüyle kaldı
16 MART 2009
Silah pazarlığı sırasında postere sıkılan kurşunla can veren Gökhan Kaygusuz davasında sona gelindi. Bilirkişi olaya 'kaza' dedi. Silah satan emniyet müdürü 4.5 yıl, Gökhan'ı vuran galerici ise 3.5 yıl ceza aldı

Ankara'da 8 Temmuz 2007'de yaşanan bir ölüm şaşkınlık ve tepki yaratmıştı. O gün Emekli Emniyet Müdürü Kemal Özcan'ın silah satmak istediği galerici Mehmet Ergezer, duvardaki Galatasaray posterine deneme atışı yapmıştı. Ancak kartonpiyeri delip geçen kurşun, kıraathane kasasında oturan 33 yaşındaki Gökhan Kaygusuz'un sonu olmuştu. Emekli Emniyet Müdürü Özcan, olay sonrası savcılığa bile çıkmadan serbest bırakıldı. Galerici Ergezer ise sadece 28 gün hapis yattı.

YIKAN KARAR
İkili hakkında Sincan 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi'ne dava açıldı. 1,5 yıl süren yargılamanın ardından mahkeme iki mali müşavirin hazırladığı bilirkişi raporlarını da dikkate alarak, olayın 'kaza' olduğuna karar verdi. Kararda, 'Aldırmazlık içinde silah denemelerinden ibaret eylemlerinde, her iki sanık yönünden de bilinçli kazanın unsurlarının oluştuğu konusunda kesin bir vicdani kanaate ulaşılmıştır' denildi. Kemal Özcan'a 4.5 yıl, tetiği çeken Mehmet Ergezer'e ise 3.5 yıl hapis cezası verildi.

TAKSİRLE DEĞİL KASDİ EYLEM
Bu 'kaza' kararı Kaygusuz ailesini derinden sastı. Ailenin avukatı, Yargıtay'a temyiz başvurusunda bulundu, sanıkların olayı 'taksirle' değil, 'kasdi' olarak işlediğini belirtti. İtiraz dilekçesinde şu iddialar yer aldı: 'Bilirkişi raporu makine mühendisine hazırlatılmıştı. Ardından beğenilmemiş ve bu kez İstanbul'dan iki mali müşavire bilirkişi raporu hazırlatılmıştır. Söz konusu rapora itibar etmek mümkün değildir. Bu davanın görüleceği mahkemenin asliye ceza değil, ağır ceza mahkemesi olduğunu düşünüyoruz. Eğer maganda kurşunlarının önüne geçmek istiyorsak, cezaların caydırıcı olmasını sağlamalıyız.'
akşam

12 saat uçak bekleyen kadın, 1000 TL tazminat aldı
İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi, bilet aldığı uçakta bebekli yolcu sayısının aşıldığını gerekçe göstererek, yolcusunu havalimanında 12 saat bekleten hava yolu şirketinin, bin TL tazminat ödemesine hükmetti. Yolcu Neslihan Bağnu Özkan'ın avukatı Yücel Yumuşak, firmanın yolcunun biletini karşıladığını, ancak havalimanında 12 saati bulan bekleme nedeniyle rahatsızlanan çocuğun tedavi giderleri için müvekkiline ödeme yapılmadığını belirterek, kararı temyiz edeceklerini söyledi. 17.03.2009 İZMİR netgazete

Seçimlerde Başörtüsü Yasağı
21 Mart 2009
Son dakikada "TC kimli no" şartı getiren YSK, şimdi de "başörtüsü" yasağı getirdi. AKP ve CHP tepkili, MHP ise destekledi...

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), seçim öncesinde tartışılacak kararlara imza atıyor. Kimlik numarası şartıyla oy kullanmayı zorlaştıran YSK şimdi de siyasî partilerin sandık görevlilerine başörtüsü yasağı getirdi. Başkan Muammer Aydın'ın imzasını taşıyan genelgenin, partilerin sandık kurullarında görev alacak isimleri bildirmesinin ardından gelmesi dikkat çekilci bulunuyor.

Son dakika kararına siyasî partiler tepkili. Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, sandık görevlilerinin klasik memur olarak görülemeyeceğini vurgularken BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, partilerin zor durumda bırakıldığını söyledi. DP Genel Başkanı Süleyman Soylu, "Kurul, başından beri aldığı kararlarla seçimi etkilemeye çalışıyor. Bu, planlı programlı bir proje." dedi. CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ise, 'anlamsız bir karar' nitelemesinde bulundu. Çarşaf açılımının mimarı eski CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'in tepkisi de sert oldu: "YSK'nın bugüne kadar aldığı bütün kararlar yanlış. Tartışmalı uygulamalarla vatandaşlara çile çektiriyorlar."

Seçim Kanunu'nun 21. maddesine göre sandık kurulu bir başkan ile altı asıl ve altı yedek üyeden oluşuyor. Bu kurul asıl üyeleriyle toplanıyor. Siyasi partiler dışından getirilen asıl üyeler arasından bir başkan seçiliyor. Aynı yasanın 23. maddesine göre sandık kurulu üyeleri, o seçim çevresinde seçime katılan ve ilçede teşkilatı bulunan siyasi partilerden son milletvekilliği genel seçiminde o ilçede en çok oy almış olan 5 partinin bildirdiği üyelerden oluşuyor. YSK'nın il ve ilçe seçim kurullarına gönderdiği genelgede, sandık alanının 'kamusal alan' olduğu, sandık kurullarında görev alanların da 'hizmet veren' konumunda bulunduğu belirtildi. Sandık görevlilerinin, sınırları yasalarla ve yargı kararlarıyla çizilen kılık ve kıyafet ölçülerine uymaları gerektiği savunuldu. 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde YSK'nın böyle bir genelgesi bulunmazken, siyasi partiler adına sandık kurulunda görev alanlara kıyafet yasağı getiren herhangi bir kanun da bulunmuyor. Hukukçular, YSK'nın kanuna aykırı karar verdiğini belirtiyor. Konuyla ilgili görüşler şöyle:

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mehmet Turhan: YSK kamusal alanı kendine göre yorumlamış. İşgüzarlık yapmış. Bunlar devlet memuru değil, orası devlet dairesi değil. Bu mantıkla giderlerse kamusal alandır diye devletin hastanelerine de, belediye otobüslerine de yasak koyabilirler.

AKP: YENİ İCAT EDİLEN KANUNSUZ YASAK

Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu: YSK'nın bu kararı doğru bir yaklaşım değil. Siyasi partiler sivil kuruluşlardır. Sandık kurulunda çalışan insanları klasik bir memur konumunda görmek doğru değil. Kadınlar siyasi partilerde başörtülü olarak kurucu üye olabiliyor, Anayasa Mahkemesi'nin bu yönde bir kararı var. Yıllardır böyle bir yasak yoktu. Yasal dayanağı yok, neye göre yapılıyor bilmiyorum. YSK'nın, kararlarını seçime yakın tarihlerde açıklaması da doğru değil. Kararlar önceden verilmeli, siyasi partilerin ona göre hazırlık yapmaları sağlanmalı.

DP: PLANLI BİÇİMDE SEÇİM TAHRİK EDİLİYOR

DP Genel Başkanı Süleyman Soylu: Planlı programlı bir proje. Seçimi tahrik etmeye çalışıyorlar. YSK, aldığı kararlarla seçimi çığırından çıkardı.

CHP KARARI YANLIŞ BULDU

CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen: Anlamsız bir karar. Kamusal alanda ancak devletin görevlendirdiği kişiler bu yasağa uymak zorundadır. Yoksa sivil vatandaşlar istediği kıyafetle sandık başında görev yapabilir. Gözlemci olarak tabii ki gönderilecek. Kim ne karışır bu kişilere.

Eski CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin: YSK'nın bugüne kadar aldığı bütün kararlar yanlış. Tartışmalı uygulamalarla vatandaşa çile çektiriyorlar. Partilerin görevlendirdiği kişiler sivildir. Kamusal alan bu kişiler için geçerli değildir.

MHP ALINAN KARARI DOĞRU BULDU

MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı: Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa'ya göre seçimlerin sağlıklı, düzgün ve düzenli yapılmasının temininden sorumludur. Kurul, böyle bir karar almışsa buna itiraz söz konusu değildir.
aktifhaber

Dava 11 yıl bitmeyince, kendisini yakmaya kalktı

11 yıl önce Ahmet T. isimli polis memuru, kullandığı özel otomobil ile Soner U.'ya (39) çarptı. Kaza sonrası hukuk mücadelesi başlatan Soner U., bu sırada davaya bakan 3 avukatı hakkında da harç paralarını yatırmadıkları iddiasıyla şikayetçi oldu. Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde devam eden manevi tazminat davasının bugün de karara bağlanmaması üzerine çılgına dönen ve adliye girişine döktüğü benzini ateşleyen Soner U., elinde tutuğu çakmakla kendini yakacağını söyledi. Adliye önünde heyecana sebep olan vatandaş, yere düşürülerek etkisiz hale getirildi. 09.04.2009 BURSA netgazete

Ünlü spiker Jülide Ateş'i aylardır telefonla taciz eden Tokatlı şahıs, TRT stüdyolarında yakalandı

01 Nisan 2009 spikeri Jülide Ateş'i aylardır telefonla arayarak hakaret ve tehditlerde bulunduğu iddia edilen Abdurrahman A., ünlü sunucuyla görüşmek için Tokat Turhal'dan İstanbul'a gelince polis tarafından yakalandı. Ateş, kendisini görmek için TRT 2 binasına geldiğinde, yakalanan Abdurrahman A.'dan şikâyetçi oldu. Ünlü sunucu, TRT 2'de işe başladıktan sonra kurumun tüm hatlarından aynı kişi tarafından sürekli rahatsız edilmeye başlandığını; ayrıca hakaret ve tehdit edildiğini belirtti.

'İÇERİYE GİREMEDİM'
Sabah gazetesinin haberine göre; Ateş "Birkaç gün önce saat 11.30 sıralarında yine TRT'yi arayarak, kurumun Ulus'taki binasına geldiğini ve beni görmek istediğini arkadaşlarıma söylemiş. Arkadaşlarım da polis merkezini aramış ve gelen şahsı yakalamışlar" dedi. Tokat Turhal'da kömür ticareti ile uğraştığını ve Ateş ile tanışmak için İstanbul'a geldiğini ifade eden Abdurrahman A. ise "Ulus'ta bulunan TRT binasına giderken bir buket çiçek aldım. Ancak cesaret edip içeriye giremedim. Güvenlik görevlilerin sorusu üzerine kendilerine durumu anlatıp, çiçeği Jülide Ateş'e vermelerini söyledim. Jülide Hanım benimle konuşmak istemediğini, kendisini rahatsız ettiğimi söylemiş. Bunun üzerine polis çağırdılar" dedi. Psikolojik tedavi gördüğünü ve ilaç kullandığını netgazete

Tekme ile adam öldüren polise 5 yıl hapis cezası
İstanbul, Avcılar'da bir parkta tartıştığı Feyzullah Ete'nin ölümüne sebebiyet verdiği gerekçesiyle yargılanan polis memuru Ali Mutlu, 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuksuz yargılanan sanık polis memuru Mutlu ile avukatları Ali Çelik ve Halil İbrahim Koca, müşteki sanık Ali Yavuz Oturakçı katıldı. Feyzullah Ete'nin babası Fettullah ve annesi Hayriye Ete de şikayetçi olarak avukatları Murat Nas ile birlikte duruşmada hazır bulundu. 09.04.2009 İSTANBUL netgazete

12 Eylül darbesini yapan dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarına soruşturma yok

08 Nisan 2009 İstanbul Başsavcılığı, Ergenekon soruşturması kapsamında emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon hakkında ‘darbeye teşebbüs’ten dava açarken, Ankara Başsavcılığı, 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiren dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren ve dönemin kuvvet komutanları hakkında aynı suçlamayla soruşturma yapma yetkisi olmadığına karar verdi.

TAKİPSİZLİK KARARI
Milliyet gazetesinin haberine göre; Ankara Başsavcı Vekili Nuri Yiğit, Evren, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat Celasun hakkında “zorla darbeye teşebbüs ve darbe yapmak suretiyle anayasayı ihlal etmek” suçundan yürütülen soruşturmayı tamamlayarak takipsizlik kararı verdi.
Alpaslan Arslan ve Abdülhakim Özgen adlı kişilerin Evren hakkında suç duyurusunda bulunduğu belirtilen 25 Mart 2009 tarihli kararda, yasal imkânsızlıklar şöyle anlatıldı:

İTİRAZ HAKKI VAR
“2709 sayılı Anayasa’nın geçici 15. maddesinde, ‘12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak TBMM Başkanlık Divanı’nı oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyi’nin, bu konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanun’la görev yapan Danışma Meclisi’nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve yargı merciine başvurulamaz. Bu karar gereğince, başsavcılığımızın soruşturma yapma yetkisi bulunmadığından, kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.”
Bu arada suç duyurusunda bulunanların karara 15 gün içinde itiraz hakkı bulunuyor. netgazete

15'indeki kızla ilişkisini cep telefonuna kaydetti! Porno görüntülü şantaja 3 yıl 1 ay ceza aldı
13 Nisan 2009
Samsun'da, internette tanışıp arkadaş olduğu 15 yaşındaki lise öğrencisi kıza birlikte oldukları sırada cep telefonuna kaydettiği görüntülerle şantaj yaptığı iddia edilen genç, 3 yıl 1.5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, "Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve şantaj" suçundan hakkında dava açılan Bekir K.'nin yargılanması sona erdi. Mahkeme heyeti Bekir K.'yi "küçük yaşta kızla rızasıyla ilişkiye girmek" suçundan 1 yıl 15 gün, porno görüntülü şantaj yapmak suçundan da 2 yıl 1 ay olmak üzere toplam 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırdı. netgazete

Ali Balkaner de Tahliye Oldu
14 Nisan 2009
Yurtbank'ın eski sahibi Ali Avni Balkaner, tahliye oldu...

Yurtbank'ın eski sahibi Ali Avni Balkaner, ''zimmet'' suçundan yargılandığı davada, 16 yıl 8 ay hapis ve adli para cezasına çarptırıldı. Mahkeme, tutuklu kaldığı süre ve sağlık sorunlarını göz önünde bulundurarak Balkaner'in 1 milyon 500 bin TL kefaletle tahliye edilmesini kararlaştırdı.

İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, Balkaner ile avukatları İnci Batuk, Ahmet Cevdet Kaya ve Ali Rıza Dizdar katıldı. Duruşmada müdahil BDDK avukatı Demet Arslaner Keklikkıran ve TMSF avukatı Yeter Ünal da hazır bulundu.

Mahkemeye bazı belgeler sunan sanık avukatı Batuk, bankanın bazı işlemleri sebebiyle müvekkilinin 29 Eylül 2000'de kendi rızasıyla TMSF'ye ödeme teklifinde bulunduğunu, ancak bunun kabul edilmediğini ve değerlendirmeye dahi alınmadığını ileri sürdü.

Bu tavrın, müvekkilinin suç kastı ile hareket etmediğini ortaya koyduğunu savunan Batuk, bunun mahkeme heyeti tarafından dikkate alınmasını talep etti.

Sanık Balkaner ise Yurtbank'a el konulmadan önce bazı kişilerin kendisinden taleplerde bulunduğunu öne sürerek, şunları söyledi:

''Ben de bunları anlatmak üzere merhum Mehmet Gül aracılığıyla Devlet Bahçeli ile görüştüm. Daha sonra Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'e konuyu arz ettim. Kendileri, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söylediler. Fakat daha sonraki gelişmeler sonucunda bankama el koydular. Öncelikle bu el koyma hukuka aykırıdır. Çünkü iz bedel olarak gözüken miktarları ve değerleri hiç dikkate almadılar. O zaman da banka tabii ki zararda gözüktü. Oysa bankasından kendi menfaatine tek kuruş para almayan ve bankası dolu olan tek banka sahibi benim. Bankanın zararına karşılık teminat veren ilk kişi de benim. Verdiğim teminatlarla ilgili hiçbir inceleme de yapılmamıştır.''

''TMSF'nin bazı bilgileri saklaması nedeniyle mahkemede sanık olarak yargılandığını'' ileri süren Balkaner, bankasının içinin dolu olduğunu, ancak şimdi bankanın içinin boşaltılmaya başlandığını iddia etti.

Balkaner, TMSF'nin el koyduğu ''Asyapı'' adlı şirketine ait Bayramoğlu'ndaki arsaya TMSF tarafından 2005'te 15 milyon TL değer biçildiğini, ancak Emlak Bankası ile yaptığı protokolle söz konusu arsadan 650 milyon TL gelir elde edeceğini söyledi.

Emlak Bankası ile yaptığı protokol metnini mahkeme heyetine sunduktan sonra savunmasına devam eden Balkaner, Bakırköy'de 2 arsası bulunduğunu, borçlarını karşılayacak değerde olan bu iki arsaya ise TMSF tarafından hazırlanan dosyada yer verilmediğini vurguladı.

Balkaner, TMSF'ye borçlarını ödemek için çeşitli kez girişimlerde bulunduğunu, ancak herhangi bir cevap alamadığını sözlerine ekleyerek, tahliyesini talep etti.

KARAR

Duruşmaya verilen aranın ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, Balkaner'in, 2 Nisan 1999'da kendi şirketlerine 2 milyon dolar kredi kullandırarak haksız mal edindiğini, ancak eylemin Bankalar Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 23 Haziran 1999'dan önce işlenmiş olması sebebiyle kullandırılan kredinin toplam zimmet tutarına dahil edilmeyeceğini kaydetti.

Sanığın kendi şirketlerine 25 Ekim ve 16 Kasım 1999'da da kredi kullandırarak Yurtbank'ı zarara uğrattığına karar veren mahkeme heyeti, Balkaner'in bankaya 4 milyon 881 bin 950 TL ödemesini kararlaştırdı.

Sanığın zimmet suçunu işlediğine karar veren mahkeme heyeti, suçun işlenişindeki yöntem ve araçları, olayda sanığın haksız yarar sağladığını ve zararın büyüklüğünü dikkate alarak, Balkaner'e 16 yıl 8 ay hapis ve 66 bin 666 TL adli para cezası verdi.

Tutuklu kaldığı süre ve sağlık sorunlarını dikkate alarak Balkaner'in 1 milyon 500 bin TL kefaletle tahliye edilmesini kararlaştıran mahkeme heyeti, Balkaner'e yurt dışına çıkış yasağı da koydu. aktifhaber

Türk bayrağını indiren 2 DTP'liye 18 yıl hapis cezası
Demokratik Toplum Partisinin Diyarbakır'da 17 Temmuz 2008 tarihinde gerçekleştirdiği basın açıklamasının ardından yapılan izinsiz gösterilerde Bağlar ilçesindeki bir okulun direğindeki Türk Bayrağı bazı göstericiler tarafından indirilmek istenmişti. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya tutuklu sanıklar Yusuf Çetinkaya ile Resul S. (17) katıldı. Sanıklardan Çetinkaya, yaptığı son savunmada, atılı suçlamaları kabul etmeyerek, "benim Türk bayrağına karşı saygım vardır, herhangi bir şekilde saygısızlık yapmak gibi bir niyetim yoktur" dedi 17.04.2009 DİYARBAKIR netgazete

19 Nisan 2009
Hizbullah'ın askeri liderine af yolda

2004 yılında yakalanan Hizbullah"ın askeri kanat sorumlusu, 3 cinayet, 2 cinayete azmettirme ve 4 yaralama suçundan yargılanan Murat Nart'ın Topluma Kazandırma Yasası"ndan yararlanmasına karar verildi. Yargıtay kararı onaylarsa Nart seneye serbest kalacak

Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Hizbullah"ın askeri kanat lideri Murat Nart"ın Topluma Kazandırma Yasası"ndan faydalanmasına ve 9 yıl hapis cezasına çarptırılmasına karar verildi. 2004 yılında yakalanan Nart, söz konusu kararın Yargıtay tarafından onaylanması durumunda seneye serbest kalacak.

Kod adı Necat olan Murat Nart, 1991"de katıldığı Hizbullah için Diyarbakır"da çok syaıda cinayet işlediği, bir o kadarına da adı karıştı. Nart, zorla örgüte soktuğu ve örgütten birisiyle evlendirdiği kız kardeşinin itirafından sonra aranmaya başladı, 5 Şubat 2004"te, önceki sene çıkmış olan Topluma Kazandırma Yasası"ndan yararlanmak üzere teslim oldu. Nart çıkarıldığı mahkeme tarafından 3 cinayet, 2 azmettirme, 4 yaralama olayı, molotoflama, saldırı, örgüt üyeliği suçlarından müebbet hapis cezasına mahkum edildi.

Fakat Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi"nin Nart"ın aftan yararlanabileceğine hüküm getirmesi, Nart"ın müebbet hapis cezasının 9 yıla düşürülmesini sağladı. Bu durumda 6 yıl yatması gerekecek olan Nart, Yargıtay da affı onayladığı takdirde beş senedir hapiste olduğu için seneye serbest kalacak.
iyibilgi

Polis taşlayan üniversitelilerin 900 yıl hapsi istendi
Uludağ Üniversitesi'nde çıkan olaylarda güvenlik görevlilerini yaralayıp kamu malına zarar verdikleri iddiasıyla haklarında toplam 900 yıla kadar hapis talebiyle dava açılan 25 üniversite öğrencisinin yargılanmasına devam edildi. Şahitlerin dinlendiği davada, mahkeme teşhis için olay anında çekilen güvenlik kamerası görüntülerinin mahkemede izlenmesine karar vererek duruşmayı erteledi. 20.04.2009 BURSA netgazete

TV'den eş bulma hayali tecavüzle bitti

Çanakkale'de bir kadın eş bulma hayali ile katıldığı bir televizyondaki evlendirme programında tanıştığı kişi tarafından tecavüze uğradığı iddiası ile polise başvurdu.

03 Mayıs 2009

İddiaya göre bir evlilik programında Ş.B. (56) ile tanışan M.T. (55), kızı E.T.'yi (33) yanına alıp Ezine'ye geldi. Anne-kız, Ş.B.'nin tuttuğu evde kalmaya başladı. Koca adayı, bir süre eve uğramadı. 15 gün önce gelip, M.T.'ye tecavüz etti. M.T. soluğu Emniyet'te aldı. Gözaltına alınan Ş.B. savcılıkça serbest bırakıldı. haber7

Evlerindeki genç kızın ölümünden tututksuz yargılanıyorlar!
3 astsubaya, yurt dışına çıkış yasağı getirildi

15:00 - Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde, Ayşegül İzgi'nin (21) birlikte yaşadığı erkek arkadaşının evinde başına isabet eden tek kurşunla ölmesiyle ilgili gözaltına alınan astsubay A.Y, astsubay H.K. ile astsubay E.K, Çorlu Merkez Komutanlığındaki işlemlerinin ardından Çorlu Adliyesine sevk edildi. Çorlu Cumhuriyet Savcılığında ifadeleri alınan 3 astsubay, daha sonra tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edildi. Mahkeme, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktığı 3 astsubay hakkında yurt dışına çıkış yasağı getirdi. 03.05.2009 TEKİRDAĞ netgazete

İnsanlığının bedelini, cezaevine girerek ödedi!
Suçsuz yere hapsin tazminatına Yargıtay 'çok' dedi

Bursa'da, başına gelenler "Pardon" filminin konusuyla benzerlik gösteren Fatih Sultan Gürsel adlı gence bir "pardon" da Yargıtay'dan geldi. Cinayet suçlamasıyla 2 yıl hapis yattıktan sonra, 20 yaşında suçsuz olduğu anlaşılıp beraat eden genç hakkında verilen 29 bin TL'lik tazminat kararını, Yargıtay, avukat masraflarını fazla bulduğu için bozdu. Evlenme hayalleri kurarken kendini cezaevinde bulan Gürsel'e bir darbe de nişanlısından geldi. 20 yıl ceza alan nişanlısının katil olduğuna inanan genç kız nişanı atarken, "Bir katille yaşayamam. Sen katilsin" diyerek Gürsel'e en büyük mahkumiyeti verdi. 08.05.2009 BURSA netgazete

TRT spikeri Fulin Arıkan'ın iç çamaşırlı fotoğraflarını e-posta yoluyla yaydığı suçlamasıyla yargılanan eski eşi, delil yetersizliğinden beraat etti


09 Mayıs 2009 Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi, TRT spikeri Fulin Aırkan’ın iç çamaşırlı fotoğraflarını internet yoluyla yaydığı iddiasıyla 7 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan eski eşinin “delil yetersizliğinden” beraatine karar verdi.
Savcılık, Kaan Erler hakkında “Özel hayatın gizliliğini ihlal”, “Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri ifşa” ve “kişisel verileri hukuka aykırı şekilde kaydetme” iddiasıyla 7 yıla kadar hapis istemiyle dava açmıştı. Vatan gazetesinin haberine göre; Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde tarafların avukatlarının katılımıyla yapılan karar duruşmasında esas hakkındaki görüşünü açıklayan cumhuriyet savcısı Kaan Erler’in cezalandırılmasını talep etti. Avukatı ise suça ilişkin kanıt bulunmadığını savunarak, beraat kararı verilmesini istedi. Yargıç Yusuf Öztürk, Erler hakkında cezalandırılması için kamu davası açılmışsa da sanığın suçları işlediğine ilişkin aleyhine cezalandırılmasını gerektirir yeterli kanıt ve emare elde edilemediğinden “suçun sanık tarafından işlendiği sabit olmadığından” beraatine karar verildiğini açıkladı. Fulin Arıkan, “Fotoğaflar, boşandığım eşim Kaan Erler tarafından dağıtıldı. Fotoğraflar, evliyken oturduğumuz evin yatak odasında çekilmiş. Onun en ağır cezayı almasını istiyorum” demişti. netgazete

Engelli güzel felç oldu; sebep olana 2 bin TL ceza!
Ordu'da 2005 yılında denizde kafasını kuma çarpması sonucu felç kalan, katıldığı güzellik yarışmalarında önce Türkiye, daha sonra da "Dünya Engelliler Güzeli" seçilen Nergiz Demirarslan, Engelliler Haftası'nda mahkeme kapısındaydı. Mahkeme sanık S.Y.'yi, 17 Ağustos 2005 tarihinde Fatsa Belediye Plajı'nda Nergiz Demirarslan'ın kazara denizde sığ yerde kafasını kuma çarparak felç olmasına yol açtığı gerekçesiyle "taksirle yaralama" suçundan 2 bin TL para cezası ile cezalandırdı. Demirarslan, "Daha ağır bir ceza bekliyordum ama umduğum gibi olmadı. İnsan hayatının bu kadar basit olduğunu bilmiyordum" dedi. 13.05.2009 ORDU netgazete

Oha yani: Atatürk büstünü kıran inek sürgüne gitti!



13 Mayıs 2009 Malatya'nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Kadiruşağı köyünde bir inek, sahibinin elinden kaçarak ilköğretim okulunun bahçesindeki büstü kırınca, Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından soruşturma açıldı ve köylülerin ifadesi alındı. İneğin sahibi, ceza alma korkusuyla ineği İnekpınarı köyündeki bir yakınına verdi.
Kadiruşağı köyü sakinlerinden ve ineğin sahibi Gül Kılınç, kendilerine ait büyükbaş hayvanın neden olduğu bir kazanın ardından açılan soruşturma nedeniyle korktuklarını anlattı.
Soruşturma devam ederken ineği İnekpınarı köyünde ikamet eden bir yakınlarının yanına gönderdiklerini kaydetti.
Soruşturma kapsamında verdikleri ifadelerinde bir kasıt olmadığını söylediklerini, ancak yine de ceza almaktan endişe ettiklerini vurgulayan Kılınç, şöyle konuştu:
"Her gün yaptığı gibi otlaması için dışarı çıkardığım inek elimden kaçarak uzaklaştı. Yakalamak için peşinden gittiğim sırada okulun öğrencileri ineğin bahçedeki büstü kırdığını söyledi. Olaya çok üzüldük. Ardından büstün kırılması nedeniyle soruşturma başladığını duyduk. Köye gelerek ifadelerimizi aldılar. Neredeyse tüm köylünün ifadesi alındı. Kabahatli olan bir hayvandı. Kasıt olmadığını söylesek de köylüler bizim ceza alacağımızı söyledi. Bu nedenle korktuğumuz için soruşturmaya sebep olan inekten kurtulmaya karar verdik."
Büstü kıran ve ceza alınması ihtimaline neden olan inekten kurtulmak için çare düşündüklerini ifade eden Kılınç, eşi Mevlüt Kılıç'la ineği 'İnekpınarı'nda ikamet eden bir yakınlarına gönderdiklerini söyledi.
Yakınlarına ineği değerinin çok altında bir fiyata verdiklerini belirten Kılınç, "Başımıza açtığı bu kadar işten sonra onu burada tutamazdım. Soruşturmanın da sorumlusuydu" dedi.
netgazete

5 kişiyi öldürdü, 123 yıl ceza aldı, 39 yıl kaçtı
Kan davası sebebi ile babasını öldüren O.E.'yi, İstanbul'da yattığı cezaevinden tahliye olduğu sırada öldürdükten sonra kaçarken, arkasından ateş eden 2 kişiyi de silahla vurarak öldüren O.K. yakalandıktan sonra bir yıl İstanbul Sağmacılar cezaevinde kaldı. Zanlının, Malatya'da iki kişinin öldürülmesi olayına daha karıştığı bilgisi üzerine ifade vermek üzere jandarma nezaretinde Malatya'ya götürülürken yolda firar eden O.K. tam 39 yıl boyunca kaçmayı başardı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında 123 yıl hapis cezasıyla yakalama emri çıkartılan O.K., Karşıyaka ilçesinde yakalanarak gözaltına alındı. 21.05.2009 İZMİR netgazete

'Allah'ının Kanunları Geçmez'
22 Mayıs 2009
Mahkemede çarşaf kavgası... Fatih'te çarşaflı bir kadın, mahkeme salonundan kadın hakim tarafından kovuldu. İddia şöyle:

Çarşaflı bir kadın, hakkını aramak için gittiği mahkeme salonunda hakim tarafından kovuldu. Olay dün Fatih 1. İcra Ceza Mahkemesi'nde yaşandı. Mahkeme Başkanı Hakim Ayla Kara, boşandığı kocası hakkında açtığı tazminat davasının duruşmasına katılan Naciye Sönmez'in çarşaflı olduğunu görünce önce uyardı, ardından da çarşafını çıkarmasını istedi.

İddiaya göre hakim, çarşafını çıkarmaması durumunda duruşma yapmayacağını söyledi. Bunun üzerine şikayetçi olan Naciye Sönmez, peçesini açarak yüzünün görünmesini sağladı. Ancak bu da hakim Ayla Kaya'yı tatmin etmedi.

Hakim, "Böyle olmaz! Bütün çarşafını çıkaracaksın." diyerek Sönmez'i azarladı. Neye uğradığını şaşıran genç kadının, çarşafını çıkaramayacağını söylemesi üzerine hâkim Kaya, "Atatürk ilke ve kanunlarına göre seni böyle kabul edemem, yargılama başlayamaz." dedi.

Bunun üzerine Sönmez, "Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında böyle bir şey yok. Düşüncelerinizi uygulayabilmek için Atatürk'ün arkasına sığınmayın. Atatürk'ün hanımı çarşaflıydı, sizin gibi yapmıyordu." diyerek tepki gösterdi.

SENİN ALLAH'ININ KANUNLARI BURADA GEÇMEZ!

Davaya başlamayacağını yineleyen Ayla Kaya ise "Sizin Allah'ınız ve Allah'ınızın kanunları burada geçmez." diye bağırdı. Kaya, çarşaflı olduğu için ertelettiği duruşmanın tutanaklarını yazdırmaya başlayınca Sönmez, dışarıdaki insanlara "Bu rezalete şahit olun." diye bağırdı.

Bunun üzerine Hakim Kaya, "Terbiyesiz, ahlaksız, ukala." diyerek hakaret etti. Naciye Sönmez, gördüğü muamele karşısında adeta şoke olduğunu söyledi.

Türkiye Cumhuriyeti hâkimlerinin insanların kılık kıyafetine göre değil, önüne gelen dava dosyalarına göre yargılama yapması gerektiğini ifade etti.

Sönmez, "Davaya bakan hakim konuyu unuttu, yarım saat benim çarşafımla ilgilendi. Bir hakime yakışmayacak kelimeler söyledi. Örtünmem benim dinimin gereğidir." diye konuştu. Hakim Kaya ise bu konuda konuşmak istemediğini belirterek, basın mensuplarının sorularını yanıtsız bıraktı.
Kaynak: Zaman

İlaçları içeri alınmayan sara hastası hükümlü, cezaevine girdikten 11 saat sonra öldü
25 Mayıs 2009
Mersin’de geçen yılki Nevruz kutlamaları sırasında gözaltına alınan ve “yasadışı örgüt propagandası yapmak” suçundan 10 ay hapis cezasına çarptırılan Mustafa Elelçi (21), 18 Mayıs’ta Mersin E Tipi Cezaevi’ne konulduktan 11 saat sonra hayatını kaybetti. Milliyet gazetesinin haberine göre, sara hastası çocuklarının ilaçlarının cezaevine alınmadığını ve Elelçi’nin bu nedenle kriz geçirerek öldüğünü söyleyen ailesinin suç duyurusu üzerine soruşturma başlatıldı.

‘İlacını alamadı’

Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Mustafa Elelçi, geçen ay 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mersin Cumhuriyet Savcılığı, Mersin İHD ve Akdeniz Kaymakamlığı İnsan Hakları Kurulu’na başvurarak, oğlunun hastalığı nedeniyle cezasının ertelenmesi ya da para cezasına dönüştürülmesini isteyen Ayten Elelçi’nin girişimleri sonuç vermedi.

18 Mayıs’ta eve gelen polislere teslim olan Mustafa Elelçi, iddiaya göre, ağabeyi Abdulkadir Elelçi’nin uyarısına rağmen günde iki kez kullandığı ilacı alamadan cezaevine götürüldü. Cezaevi görevlileri de doktor raporu olmadan bu ilaçların içeri alınamayacağını belirtti. Elelçi, 19 Mayıs günü saat 03.00 sıralarında yatağında ölü bulundu.

Vücudunda herhangi bir darp ya da yara izi bulunmayan Elelçi’nin cenazesi, Adli Tıp Kurumu için numuneler alındıktan sonra ailesine teslim edildi. Oğlunun ölümü üzerine sinir krizi geçiren devlet memuru Sıtkı Elelçi, hastanede tedavi altına alındı. Beş gündür uyutulan babanın bir süre daha hastanede kalacağı belirtildi. netgazete

Okul Basan Çavuşa Ödül Gibi Ceza!
10 Temmuz 2009
Diyarbakır'da okul basarak oğlunu döven öğrenciyi sınıftan çıkararak tekme tokat döven uzman çavuşa bakın ne cezası verildi...

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 21 Mayıs’ta Diyarbakır Şehit Albay Güner Ekici İlköğretim Okulu’nu basarak oğlunun kavga ettiği öğrenciyi döven Jandarma Uzman Çavuş E.A’ya görev yeri terk cezası verildiğini açıkladı.

DTP Milletvekili Gültan Kışanak’ın soru önergesini yanıtlayan Bakan Atalay, ‘Sözkonusu personel görevli olduğu lojman nizamiyesinden olay mahalline geldiğinde çocuğunu okul kıyafeti yırtık, darp edilmiş görmüştür. Durum üzerine, yanına çocuğunu ve görgü tanığı olarak kapıda görevli erbaşı alarak şikayette bulunmak maksadıyla okul idaresine gitmiştir. Daha sonra çocuğunu muayene ve tedavi için hastaneye götürmüş ve 3 gün rapor verilmiştir. Müteakiben görev yerine dönerek konu hakkında amirlerini bilgilendirmiştir’ dedi. Atalay, öğrenci döven Jandarma Uzman Çavuş’un ifadesine ilişkin ise ‘İfadesinde, okul müdürüne şikayete giderken oğlunun kendisini döven öğrencilerden birisini göstermesi üzerine yaşanan kargaşada, öğrencinin kaçarken yüzünü duvara çarpması sonucu burnunun kanadığını beyan etmiştir’ dedi. Olaya karışan uzman erbaş ve diğer erbaş hakkında idari soruşturma açıldığını belirten Atalay olaya karışan sözleşmeli uzman erbaş ve diğer erbaş hakkında disiplin cezası verildiğini söyledi. aktifhaber

YALÇINKAYA'YI ŞİKAYET PAHALIYA PATLADI
29 Ocak 2010
DTP'nin kapatılması için dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya için suç duyurusunda bulunan Mersinli şair Oktay Avcu'ya Mersin 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 11 ay 20 gün hapis ve 5 yıl denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulma cezası verildi
"Kamu görevlisine görevinden dolayı alanen hakaret" suçundan ceza verilen Avcu, karara itiraz etti.

Mersin Adliyesi önünde kararla ilgili bir basın açıklaması yapan Avcu, Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması için kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya hakkında suç duyurusunda bulunan bir basın açıklaması yaptığını ve ardından suç duyurusunda bulunduğunu söyledi.

Açıklamasında savaş istemediğini dile getirdiğini ifade eden Avcu, daha sonra hakkında "Kamu görevlisine alanen hakaret" suçundan dava açıldığını kaydetti.

Mahkemenin salı günü verdiği kararda ise 11 ay 20 gün hapis ve 5 yıl denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulma cezası verildiğini anlatan Avcu, suçunun savaş istememeyi söylemek ve savaşa karşı çıkmak olduğunu öne sürdü. Verilen kararın sindirme ve susturma politikası olduğunu ifade eden Avcu, insan hakları ve demokrasiye de aykırı olduğunu söyledi.

Yalçınkaya hakkındaki iddialarını yineleyen Avcu şöyle devam etti: "Yalçınkaya düzenlediği iddianamelerle sadece terör örgütlerine hizmet etmiştir. Ülkede istikrarsızlıklara ve kaosa zemin hazırlamıştır. Halkı Türk-Kürt, laik-antilaik, alevi-sünni, türbansız- türbanlı gibi anlamsız kutuplara ayrılmasına olanak sağlamıştır." haber10

FOTOĞRAFTAKİ ADAMA BABA DİYEBİLİRSİN!

13 Şubat 2010
Ofisindeki duvara astığı babasının fotoğrafı Abdullah Öcalan'a benzetilince bürosu basılan ve hakkında 'terör örgütü propagandası yapmak' suçlamasıyla dava açılan Ankara Barosu Avukatlarından Levent Karakaş sonunda beraat etti
MESUT HASAN BENLİ

ANKARA - Karakaş’ın bürosu, babasının duvara asılı fotoğrafı Öcalan sanılınca terörle mücadele ekiplerince basılmıştı. Polisin bürodaki bilgisayarlarda yaptığı inceleme sonucunda Sekreter Gülşen Gök’ün bilgisayarında görüntü paylaşım sitelerindeki bazı Kürtçe kliplerin izlendiği tespiti yapılmıştı. Harddisk incelemesinde avukatın görüşmediği ablası Hacer Karakaş’ı bir etkinlikte ‘Özgürlüğün özgürlüğümüz’ yazılı dövizle gösteren fotoğraf bulunmuştu.

Polisler yaptıkları inceleme sonucunda, Levent Karakaş’ın duvarda asılı bulunan babası Hasan Karakaş’ın fotoğrafının Öcalan’a ait olduğu tespitini yaparak şu tutanağı tuttu: “Ofis olarak anılan odanın duvarında tahminen büyüklüğü 40x30 santimetre ebadında Atatürk portresinin bulunduğu, yine portrenin yanında 40x30 ebadında yasadışı PKK bölücü PKK/Kogra-Gel örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın siyah beyaz, gülümseyen elleri göğsünde oluşturulmuş halde, gömlekli ve bıyıklı resmin asılı olduğu tarafımızdan görülmüştür.”

Bilgisayarda çıkan görüntüler ve fotoğraf nedeniyle Levent Karakaş ve ablası Hacer Karakaş hakkında ‘terör örgütü propagandası’ yapmak suçlamasıyla dava açıldı. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada savcı Kubilay Taştan Levent Karakaş’ın beraatini isterken, Hacer Karakaş içinde ceza talep etti. Mahkeme, verilen aranın ardından oybirliği ile Levent Karakaş’ın beraatine karar verirken, Hacer Karakaş’ın hakkında herhangi bir karar vermeyerek dosyasını ayırdı.

Hacer Karakaş’ın avukatı da yaptığı savunmasında söz konusu olayda propaganda suçunun unsurunun oluşmadığını belirterek, “Çekilen bir fotoğraf nedeniyle müvekkil propaganda suçlamasıyla karşı karşıya. Mevcut olayda propaganda suçunun unsurları oluşmamıştır. Çünkü bir görüş yayma olayı söz konusu değildir” diye konuştu.

Avukat Karakaş, beraat kararını sevinçle karşıladığını belirterek şöyle konuştu: “Bu dava nedeniyle çevremde farklı yorumlar yapılmaya başlandı. İşlerim etkilendi. Haketmediğim bazı sıfat ve yakıştırmalarla karşı karşıya
Radikal

Polis Afyonkarahisar Adliyesi'ndeki hakim ve savcıları izinsiz dinliyormuş
15.12.2012

internethaber.com'un haberi:

Adliye'de 'Hakim ve Savcılar Dinlendi' İddiası



Afyonkarahisar Adliyesi'nde hakim ve savcıların garajlarında emniyete ait ortam dinleme aracı ile dinleme yapıldığına dair ortaya atılan iddialar üzerine soruşturma açıldığı bildirildi.

Afyonkarahisar'da geçtiğimiz günlerde mesai bitiminde hakim ve savcıların evlerine gitmek için adliye garajına girmek istedikleri esnada garaj kapısı açılınca, dışarıya hızla bir araç çıktığını gören hakim Mehmet Gülçek, durumdan şüphelenerek, olayı Cumhuriyet Başsavcılığı'na iletmişti. Başvuru üzerine harekete geçen Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı araştırmada, aracın emniyete ait ortam dinleme aracı olduğu tespit edilmişti. Yapılan tespit üzerine Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı'nın olayla ilgili sorumluların tespiti için dün soruşturma başlattığı bildirildi. Olayı 12 Aralık 2012'de 'adalet.org' adlı internet sitesinde de paylaşan hakim Mehmet Gülçek, yazısında şu ifadelere yer verdi:

"2011 yılı içerisinde HSYK Teftiş Kuruluna bağlı müfettişler tarafından adliyemiz de yaklaşık 5 ay süreyle teftiş yapıldı. Bu teftişin devamında 'sahte bir dilekçeyle' (Daha sonra bu dilekçenin, isim sahibinin iknası suretiyle gerçek hale getirildiği ifade edilmiştir.) şahsım da dahil olmak üzere sanırım 15 meslektaş hakkında soruşturma açıldı. Şahsım hakkımda ki iddia haricen aldığım bilgilere göre 'Duruşma günleri geç geldiğim için, duruşmaların benim yüzümden geç başladığı' şeklindeydi. Müfettişler, benimle ilgili sanırım 27 kişiyi dinlemişler ve gerçekte dinlenen kişi sayısı benim bilgilerime göre daha fazla olduğu halde, sadece bu kadarının beyanını resmi kayıtlara geçirmişler. Bu şikayetin asıl sahibi ve kaynağını, HSYK ve müfettişler bizzat bildiği halde, hakkında bugüne kadar en küçük bir araştırma ve işlem yapılmamıştır. Aksine sürekli başkaları hedef yapılmaya çalışılmıştır. Nihayetinde sanırım 8 yada 9 meslektaşa sarı zarf verilerek savunmaları istenilmiştir. Bu süreç devam ettiği için, şimdilik ayrıntılara girmeyi uygun bulmuyorum."

"ARACIN PLAKA KAYDI YOK"

Yine sonradan elde edilen harici duyum ve bilgilere göre, muhtemelen asgari 3 ay süre ile hakim ve Cumhuriyet Savcıları bakımından telefon ve ortam dinlemesi yapıldığı anlaşıldığını söyleyen Halim Gülçek, devam eden yazısında şu çarpıcı ifadelere yer verdi:

"Asıl gündeme getirmek istediğim husus 10 Aralık 2012 Pazartesi günü saat; 17.50 civarında adliyeden ayrılmak amacıyla eşimle birlikte adliyenin garaj kapısı önüne geldiğimiz de, otomatik kapının açılması için kumandaya bastım. Garajın içinden metalik bir çarpma sesi gelince, havalandırma boşluk kapaklarına üst kısımda ki açık park alanında bir aracın çarpmış olabileceğini düşündüm. Otomatik kapı yukarı doğru açılırken henüz tam olarak açılmadığı halde, teftiş döneminde garajda ortam dinlemesi yapan araca tıpatıp benzeyen, 03 EN ... plakalı muhtemelen Ford Connetc marka bir kamyonetin acele ve panik halde dışarı çıktığını fark ederek, ilk anda aracın tavan antenin de otomatik kapıya sürtecek şekilde acilen ve süratle çıkışının şaşkınlığını yaşadım. Hemen plakasını alarak şüpheli aracın araştırılmasını istedim. Gelen bilgiye göre aracın plakasının kayıtlı olmadığı ve istihbarat birimlerine ait olabileceği bildirildi. Daha sonra olayı Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcımız ile paylaştım. Dün itibariyle aldığım bilgiye göre kapalı garajın kapısı açılırken panik ve telaş halinde içeriden çıkan, sürücüsünün teşhis korkusuyla yüzümüze dahi bakmaya cesaret edemediği aracın Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Müdürlüğüne ait 'ortam dinleme' aracı olduğunu öğrendim."

"ARTIK DELİL TESPİTİ MÜMKÜN DEĞİL"

İlgili Müdürlüğün harici ve şifahi açıklamasına göre kapalı garajdan panik halinde çıkan istihbarat görevlisinin 'Adliye Katiplerinin içeri (garaja) girebileceği' endişesiyle panik halinde garajdan çıkış yaptığının söylenildiğini kaydeden Gülçek, "Bu gerekçe çocukların bile güleceği tamamen soyut ve uydurma bir gerekçedir. Eğer söz konusu araç derhal Adliyeye getirtilerek, suç delili olduğundan el konulmak suretiyle ortam dinleme cihazının kayıt belleğinde ki kayıtların kopyası çıkartılıp, imajı derhal alınsaydı gerçek durumun tespiti mümkün olabilirdi. Bu saatten sonra araçta ki kayıt cihazının bile sökülerek yada diskin değiştirilmesi mümkün olduğundan, artık delil tespitinin de mümkün olmadığını düşünüyorum.

Sorularım çok basit. Adli görevi bakımından mahkemelere ve Cumhuriyet Başsavcılığına bağlı olan, bir emniyet asayiş birimi hangi yetkiye dayalı olarak, kimden izin alarak ve ne amaçla bu dinlemeyi yapmaktadır? Hakimine ve Cumhuriyet Savcısına güvenmeyen devlet, emniyet mensuplarına yargı mensuplarından daha fazla nasıl güvenmektedir? Yada Türkiye Cumhuriyetinde bu hukuksuzluğun hesabını sorabilecek bir adli makam var mıdır ? Bu soruların muhatabı kimse buyursun cevabını versin. Veremiyorsa oturduğu makamı boşuna işgal etmesin. Hamasi nutuklar ve uydurma, düzmece gerekçeler bu saatten sonra beni kesinlikle ikna edemez. Çünkü olayın görgü tanığı bizzat benim. Belki bu işlerin üstü bir şekilde kapatılabilir. Ancak daha önce hesap verilmez sanılanlar, nasıl bugünün mağduru oldularsa, bugünün hukuk tanımazları da yarınlar da, mağdur ettiklerinden daha beter olacaktır" dedi.


En son Ekim tarafından Cmt Şub 13, 2010 9:47 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Hzr 06, 2009 7:55 pm    Mesaj konusu: Ez Vatandaşın Çocuğunu... Alıntıyla Cevap Gönder

Hakime "rüşvete teşebbüs"ten ödül gibi ceza

Rüşvet aldıkları ve rüşvete aracılık ettikleri öne sürülen kişilere yönelik düzenlenen ''Yengeç 2'' operasyonunun sanıklarından eski İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı hakim Asım Korkut, ''rüşvete teşebbüs'' suçundan yargılandığı Yargıtay 5. Ceza Dairesi'ndeki davada, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Alınan bilgiye göre, ''Yengeç 2'' operasyonu kapsamında Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nde haklarında ''rüşvete teşebbüs'' suçundan dava açılan Asım Korkut, marketçi yeğeni Mehmet Korkut ve avukat Ahmet Erpek'e 4'er yıl hapis cezası verildi.

Daha sonra suçun teşebbüste kaldığını belirtip sanıkları 1'er yıl hapis cezasına çarptıran Yargıtay 5. Ceza Dairesi, duruşmadaki iyi halini de göz önüne alarak 3 sanığı 10'ar ay hapisle cezalandırdı.

DAVANIN GEÇMİŞİ
Tefecilik ve organize suç örgütü elebaşı olduğu iddiasıyla yargılanan Vedat Orhan Çelenk'in serbest bırakılmasının ardından başlatılan ''Yengeç'' adlı operasyonda, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Asım Korkut ile 8 avukatın da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alınmıştı.

Rüşvet karşılığı Vedat Orhan Çelenk'in serbest bırakılmasını sağladıkları ve aracılık ettikleri iddiasıyla yakalanan zanlılardan, mahkeme başkanıyla birlikte 7 kişi tutuklanmıştı.

İlk operasyonun ardından aynı konuyla bağlantılı olarak, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök'ün talimatıyla başlatılan ''Yengeç 2'' adlı operasyonda, önceki operasyonda ''rüşvet'' suçlamasıyla tutuklanan mahkeme başkanı Asım Korkut'un kardeşi Hamza Korkut, eski İzmir Sanayi ve Ticaret İl Müdürü Ferruh Güneş, 14 avukat ve 1 emniyet amiri gözaltına alınmıştı.

İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde oluşturulan heyet tarafından Cumhuriyet Savcısı Gök'ün hazırladığı iddianame incelenmiş, iddianamede işlendiği belirtilen suçların CMK'nın 250. maddesiyle yetkilendirilmiş ağır ceza mahkemesinin görevi dahilinde olmadığı kanaatine varan heyet, iddianameyi İzmir'deki diğer ağır ceza mahkemelerinde değerlendirmek üzere göndermişti.

Görevi başındayken gözaltına alınıp tutuklanan hakim Asım Korkut hakkındaki iddianameyse, birinci derecede hakim olduğu ve kendisini yargılamaya yetkili kurum Yargıtay olduğu için Yargıtay'a gönderilmişti.

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök, iddianamenin sonuç bölümünde, aralarında emekli hakim Erdem Yandımata'nın da bulunduğu 40 sanık için ''Rüşvet'', ''İrtikap'', ''Nitelikli dolandırıcılık'', ''Yargı görevini etkileme'' gibi suçlardan 19 ile 119 yıl arasında değişen hapis cezası istemişti.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin 10 Nisanda, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı duruşmada, ilk operasyonda tutuklanan eski İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Asım Korkut ile avukat Ahmet Erpek ve Mehmet Korkut'un tahliyesine karar verilmişti.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Asım Korkut ile avukat Ahmet Erpek ve Mehmet Korkut'un ''tefecilik suçlaması'' nedeniyle cezaevinde bulunan bir tutuklunun tahliyesinin sağlanmasında ''rüşvet aldığı'' iddiasıyla 1 yıl 4 aydan, 4 yıl 6 aya kadar hapisle cezalandırılmalarını talep etmişti.

haber101

25 Haziran 2009 16:39
''Hakim duruşmaya sarhoş girdi. Sanıklarla birlikte mağdurun da tutuklanmasına karar verdi''

İzmir'de nöbetçi hakimin alkollü olduğunu öne süren 6 avukat, soruşturma açılması için tutanak tutarak Adli Yargı Komisyonuna başvurdu.

İzmir Barosu Başkanı Özdemir Sökmen, nöbetçi hakim İ.E'nin sorgu sırasında alkollü olduğunun avukatlarca anlaşıldığını, avukatların da tutanak düzenleyerek hakimden şikayetçi olduğunu belirtti.

Adını açıklamak istemeyen bir kadın avukat, yaşadıkları olayı anlatırken şu iddialarda bulundu: “Olay günü benim müvekkilim de 6 kişiyle birlikte adliyeye sevk edilmişti. Duruşmaya çıkmadan önce birileri ‘Hakim bir yukarı çıkıyor, bir aşağı iniyor. Yalpalıyor, alkolü kaçırdı’ diye dalga geçtiler. Buna inanmak istemedim. Duruşma girdiğimde söylenenlerin gerçekten doğru olduğunu gördüm. İçerdeki zanlılara geldikleri suçla alakasız sorular soruyor, verdikleri ifadelerini kendi kafasına göre yazdırıyor, özellikle bayan avukatlara ‘sizi nerden tanıyorum avukat hanım, hangi okuldan mezunsunuz?’ gibi sorular sorup, alkolün etkisiyle kahkahalar atıyordu. Duruşmanın sağ salim bitmesini beklerken, alkolün etkisiyle olsa gerek duruşmada zanlılar ile birlikte mağdurun da tutuklanmasına karar verdi. Avukatların bir üst mahkemeye itirazları üzerine mağdur 3 gün sonra serbest kalabildi.”

aktifhaber

Ez Vatandaşın Çocuğunu...
06 Haziran 2009 10:59

Bürokratik zulüm... Önce Diyarbakır'da uzman çavuş oğluyla kavga eden öğrenciyi dövdü. Sonra Eskişehir'de polis pisuvar misillemesi yaptı. Şimdi de hakim...
İlgili Haberler
Bu Da Zorba Polis... Zorba Uzman Çavuş Okul Bastı

Başakşehir'de küçük yaştaki iki çocuğun kavgası karakolda noktalandı. Çocuklardan bir tanesinin babası hakim çıkınca, diğer çocuk ve annesi, hakimin emri ile polis merkezine götürülerek ifade için saatlerce burada bekletildi. Annesi ile karakola getirilen minik Hümeyra'nın korkusu yüzüne yansıdı. Üzücü olaya şahit olan Başakşehirliler, yaşananlara tepki gösterdi.

Olay Başakşehir 2. Etap'ta meydana geldi. Siteye ait parkta oynayan 2 çocuk kısa süreli kavga etti. Kavga eden çocuklardan Hümeyra Erol(5)'un annesi Ayten Erol, çocukların yanına gelerek ayırmak istedi. Minik Hümeyra ile kavga eden diğer çocuğun hakim olan babası E.D. balkon camından devreye girince Hümeyra ve annesinin başına gelmeyen kalmadı.

Küçükçekmece Adliyesi'nde görevli olduğu öğrenilen Hakim E.D., çocuğunun kavga ettiğini görünce bulunduğu dairenin penceresinden, lojmanların kapısında bekleyen görevli polis memuruna seslenerek, minik Hümeyra ve annesini gözaltına almasını emretti. Polis memuru da emri yerine getirerek minik Hümeyra ile annesini beklediği kulübenin içine aldı. Nöbetçi polis, durumu karakola bildirdi. Karakoldan ekip gelinceye kadar bırakılmayan anne ile çocuğu, yaklaşık 1 saatlik gözetimin ardından 2 ekip aracıyla Başakşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Ekip aracına binmek istemeyen minik Hümeyra, buna rağmen annesi ile birlikte polis merkezine götürüldü. İfade vermeleri içen saatlerce karakolda bekletilen anne ile çocuğu, yaklaşık 4 saat sonra serbest bırakıldı.

Olayı duyduktan sonra karakola gelen minik Hümeyra'nın babası Cuma Erol, "Lojmanlarda oturan hakimin çocuğu benim çocuğu dövmüş. Çocuk ile annesini oradaki nöbetçi kulübesine almış polisler. Daha sonra karakola getirmişler. Hakim de eşini göndermiş karakola. Sarhoşmuş diyorlar. Çocuk ile annesi saatlerdir ifade vermeyi bekliyor. Çocuğumun psikolojisi bozuldu." şeklinde konuştu.

Miniklerin basit bir kavgasından dolayı saatlerdir karakolda olduklarını ifade eden Ayten Erol ise, "Çocuklar tartışmışlar. Diğer çocuğun babası pencereden polislere seslenerek, 'tutuklayın bunları' dedi. Bizi nöbetçi kulübesine aldılar. 1 saat beklettiler. Polis araçları geldi. Çocukla birlikte karakola getirdiler. Diğer çocuğun babası, hakaretler ediyor, küfürler ediyordu." şeklinde konuştu.

Yaklaşık 4 saatlik ifadenin ardından çocuk ile annesi serbest bırakıldı
aktifhaber

Gençliği hapiste geçti, 23 bin TL tazminat alacak

06 Haziran 2009 Bursa'da, cinayet suçundan boş yere 2 yıl hapis yattığı için 29 bin TL tazminat ödenmesine hükmedilen gence bir "Pardon" da mahkemeden geldi. Yargıtay'ın avukat masraflarını fazla bulması üzerine yenilenen yargılamada, yerel mahkeme bu kez de mağdur gence 23 bin TL ödenmesine karar verdi.
Edinilen bilgiye göre, 6 yıl önce İznik ilçesinde bekçilik yapan arkadaşı Cemil Kıran'ı yaralı bir şekilde bulan Fatih Sultan Gürsel, yardım etmek istedi. Yaralı arkadaşını bekçiliğini yaptığı kum ocağına bırakıp, 'Lütfen bunu hastaneye götürün, durumu ciddi' diyen genç, gönül rahatlığı içinde evinin yolunu tuttu. İş yerindeki arkadaşları tarafından hastaneye kaldırılan Kıran, 3 gün sonra hayatını kaybetti. Ölüm döşeğindeki Kıran'ın son sözünde 'Fatih' ismini sayıklaması ise polisin dikkatini çekti.
Ayrıca Gürsel, Kıran'ı yaralı bir şekilde hastaneye götürdüğü için cinayetin bir numaralı şüphelisi oldu. Talihsiz genç, her ne kadar suçsuz olduğunu anlatıp sadece yaralı arkadaşına iyilik yaptığını söylese de insanlığının bedelini cezaevine girerek ödedi.
Ömrünün baharında henüz 18 yaşındayken cezaeviyle tanışan Gürsel, katil olmadığının anlaşılacağı günün ümidiyle yaşadı. Fakat durumu gün geçtikçe daha da kötüleşti. Zira tutuklu olarak yargılandığı 4. Ağır Ceza Mahkemesi, sanık Gürsel'i "kasten adam öldürmek" suçundan önce 24 yıl, ardından da iyi hali sebebiyle 4 yıl indirim yaparak 20 yıl hapis cezasına çarptırdı. Evlenme hayalleri kurarken kendini cezaevinde bulan Fatih Sultan Gürsel'e bir darbe de nişanlısından geldi. 20 yıl ceza alan nişanlısının katil olduğuna inanan genç kız nişanı atarken, "Bir katille yaşayamam. Sen katilsin" diyerek Gürsel'e en büyük mahkumiyeti verdi.
Tüm umutları tükenen genç, yaşanan onca üzücü olaydan sonra ilk defa Yargıtay'dan gelen bozma ilamına gülebildi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin yerel mahkemenin kararını, 'Dosyada eksiklikler var' diyerek bozması üzerine yeniden yargılanan Gürsel'in suçsuz olduğu anlaşıldı. Ömrünün en güzel yılları cezaevinde tükenen genç, 2 yıl 3 gün esaretin ardından suçsuz olduğu gerekçesiyle beraat etti.
Sevincini buruk bir şekilde yaşayan genç, avukatı İrfan Koçak ile birlikte cezaevindeki kabus dolu günlerinin bedelini alabilmek için kolları sıvadı. Gürsel, cezaevine tükenen 2 yılı için Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ne 25 bin YTL'si maddi 25 bin YTL'si de manevi olmak üzere toplam 50 bin YTL'lik tazminat davası açtı. Mahkeme yapılan yargılama sonucunda Gürsel'e Hazine'nin 15 bin YTL'si manevi, 14 bin 269 YTL'si de manevi olmak üzere toplam 29 bin 269 YTL tazminat ödenmesine karar verdi.
Başrollerini Ferhan Şensoy'un oynadığı "Pardon" filmine konu olan olayları yaşayan Fatih Sultan Gürsel, parasını almak için gelecek onama kararını beklerken ikinci bir "Pardon" da Yargıtay'dan geldi. Tazminatı fazla bulan Hazine avukatlarının temyize başvurması üzerine parasını alamayan Gürsel, kararın kesinleşmesini beklemeye koyuldu. 2 yıl boyunca Yargıtay'dan gelecek onama kararını bekleyen genç, avukatlık ücreti yüzünden kararın bozulması üzerine şoke oldu. Zira, yerel mahkemenin kararını değerlendiren Yargıtay 1. Ceza Dairesi, dava masrafı olarak Fatih Sultan Gürsel'in avukatlarına ödediği 6 bin 750 TL'lik ücreti fazla buldu. Bunun yerine avukat masrafı olarak 900 TL verilmesi gerektiğini vurgulayan Yargıtay, kararı bozdu.
Fatih Sultan Gürsel, bugün 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar hakim karşısına çıktı. Yargıtay'ın bozma ilamına uyan yerel mahkeme, bu kez Gürsel'e 23 bin 419 TL ödenmesine karar verdi. Kararı değerlendiren davacı Fatih Sultan Gürsel, "Kapı komşumu yaralı halde gördüm. Onu öyle bırakmak yerine alıp hastaneye götürdüm. Tanığı olduğum bir olayın birden bire sanığı oldum. Cinayet suçundan 20 yıl hapis verilirken Yargıtay bunu bozdu. 2 yıl cezaevinde yattıktan sonra da suçsuz olduğum anlaşıldı ve beraat ettim.
Tazminat davası açtım ve Yargıtay verilen 29 bin TL'yi avukat ücretlerini fazla bularak bozdu" dedi.
Ömrünün en güzel yıllarını cezaevinde geçirdiğini ifade eden Görsel, "Çok şey kaybettim, gençliğim gitti. Fiziksel anlamda değiştim. Hiç işlemediğim suçtan dolayı nişanlımı kaybettim. Hayatım değişti. Düşünün, sokakta oynayan bir çocuğu cinayet işledin diye tutup cezaevine koyuyorsunuz. İnsanların cezaevine girmesi bu kadar kolay olmamalı. Önemli olan paranın az ya da çok olması değil. Devletin hatasını anlayıp bunun bedelini ödemesidir" diye konuştu.
Gürsel'in avukatı İrfan Koçak ise, mahkemenin Yargıtay'ın bozma ilamına uyduğunu kaydederek, "Önce 29 bin TL'ye hükmeden mahkeme, bu kez de rakamı 23 bin TL'ye düşürdü. Müvekkilim bir an önce paraya kavuşmak istiyor. Bu yüzden kararı temyiz etmeyeceğiz ama Hazine avukatlarının buna itiraz etmesi bekleniyor" dedi

netgazete

HABERAL "BİZİM" MAHKEMEDE
07 Haziran 2009 10:56

Haberal, yarın Mukades Eruygur'un 'Bizden' dediği 12. Ağır Ceza'dan salıverilebilir.
İlişkili HaberlerTüm Haberler
Milliyet'te Ergenekon HaberleriTutuklanan Hastanelik OluyorGATAKULLİ'ye Gerek YokmuşHaberal'a Suikast Şüphesi'Paşa Gazetesi' İçin Verilen Emir

Ergenekon Terör Örgütü davasının sanıklarından emekli Orgeneral Şener Eruygur'un eşi Mukaddes Eruygur'un “bizden” dediği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, yarın bir başka Ergenekon davası sanığı olan Mehmet Haberal'ın tahliye talebini değerlendirecek.

Tutuklama kararının ardından bir gün bile hapishanede yatmadan hastaneye kapağı atan Mehmet Haberal, tam 50 gündür İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü'nde tutuluyor. Avukatlarının tutuksuz yargılanma talebini değerlendirecek olan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Şener Eruygur'un eşi Mukaddes Eruygur'un “bizden” dediği mahkeme olması dikkat çekiyor. Bu durum, “Tolun'u tahliye eden hakim Haberal'ı da tahliye edecek mi?” sorularını akla getirdi. Bilindiği gibi Mahkeme Başkanı Nejat Ede, daha önce Hurşit Tolon için tahliye kararı vermişti.

HEPSİ DE 12'DEN VURMUŞ!

Ergenekon tutuklusu Hurşit Tolon'u “delil yetersizliği” gerekçesi ile tahliye eden mahkemenin dosyası bir hayli kabarık. Ergenekon davası kapsamında tutuklanan ve daha sonra sağlık durumunun kötü olduğu gerekçesi ile tahliye edilen Şener Eruygur'un eşinin, skandal bant kaydında ‘Bizden' diye bahsettiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, daha önce de verdiği pek çok ‘skandal' kararla gündeme gelmişti. Eruygur, tahliye olduktan sonra Kadıköy'de bir cafede gezerken görülmüştü.

“12 VE 14. MAHKEMELER BİZDEN”

Mukaddes Eruygur'un itirafları, sadece Eruygur'un değil, Ergenekon sanığı Tolon'un da salıverilmesinin arka planını gözler önüne sermişti. Mukaddes Eruygur, eşinin tahliye edilmesi olayını anlatırken, İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerini kastederek, “12 ve 14. Mahkemeler bizden” diye konuşmuştu. Mukaddes Eruygur'un ‘Bizden' dediği 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Org. Hurşit Tolon'u tahliye eden mahkemeydi.

TARTIŞMALI KARARLARI

Aynı mahkemenin önceki yıllarda uyuşturucu kaçakçısı Mehmet Ali Yılmaz'ın suçunu, teşekkülden çıkarıp bireysel kaçakçılık suçuna dönüştürdüğü, bu konunun Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından hazırlanan 400 sayfalık raporda anlatıldığı ortaya çıkmıştı. Mahkemenin ayrıca, ‘Patroniçe' diye tanınan Diyarbakırlı bir uyuşturucu imalatçısını da tahliye ettiği belirtiliyor.


aktifhaber

Hakim Ve Savcıyı Birbirine Düşürdü
08 Haziran 2009 10:05

Sungurlu savcısı, suçluluğu ‘maruf’ TİKKO liderini ananlara dava açtı. Mahkeme ise bakın ne yaptı?...

Sungurlu savcısı, suçluluğu ‘maruf’ TİKKO liderini ananlara dava açtı. Mahkeme, 1973’de ölen şahsın ‘suçluluğunu maruf olmaz’ diyerek davayı reddetti

LÜTFİ KAPLAN ANKARA

Çorum’un Sungurlu İlçesi’nde mahkeme ile savcı arasında, 1970’lerin devrimci liderlerinden TKP/ML-TİKKO’nun kurucusu İbrahim Kaypakkaya’nın (İbo) suçlu olup olmadığı tartışması yaşandı. Savcının, İbrahim Kaypakkaya’nın ölüm yıldönümü etkinliklerine katılan zanlılarla ilgili ‘suçu ve suçluyu övme’ iddiasıyla hazırladığı iddianame, Sulh Ceza Mahkemesi’nce kabul edilmedi. Mahkeme, Kaypakkaya’nın suçlu olduğunun delillerle kanıtlanması gerektiğine vurgu yaparak, iddianameyi iade etti.

SULH CEZA MAHKEMESİ REDDETTİ

Devrinci 78’liler Federasyonu Başkanı Ruşen Sümbüloğlu, eski SHP Milletvekili Salman Kaya’nın da bulunduğu bir grup, 18 Mayıs 2008 tarihinde İbrahim Kaypakkaya’yı mezarı başında anma törenine katıldı. Sungurlu Cumhuriyet Savcılığı törende konuşma yapan Sümbüloğlu, Kaya, Avukat Ömer Öneren, Siyasetçi Mehmet Şirin Karademir ve Sibel Çelik hakkında ‘suçu ve suçluyu övme’ suçundan Sungurlu Sulh Ceza Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme ‘sanıkların övdüğü suçun açıkça belirtilmesi’ gerektiğini ve ‘övüldüğü iddia edilen kişinin suçlu olduğunun delillerle belgelendirilmesi gerektiğini belirterek iddianameyi reddetti.

36 YIL GEÇTİ MARUF OLGU OLAMAZ

Karara itiraz eden Savcılık, Kaypakkaya’nın suçluluğunun ‘maruf (herkesçe bilinen) olgu’ olduğunu savundu. Mahkeme ise övüldüğü iddia edilen Kaypakkaya’nın 1973’te öldüğünü hatırlatarak ‘suçluluğunun maruf bir olgu’ olmadığını kaydetti ve itirazı da redetti. Bunun üzerine savcı bir üst mahkeme olan Sungurlu Asliye Ceza Mahkemesi’ne başvurdu. Savcıyı haklı bulan mahkeme, iddianameye kabul etti.

Kaypakkaya kimdir?

1949 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesinin Karaya Köyü’nde doğdu. Mart 1968’de Çapa Fikir Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul’daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek’in başını çektiği kanatta yer aldı. 1972 yılına kadar burada çalıştı. Bu tarihte Doğu Perinçek ve çevresinin revizyonist ve oportünist olduklarını iddia eden Kaypakkaya, TKP/ML-TİKKO’yu kurdu. İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır’da girdiği bir çatışmadan 5 gün sonra yaralı yakalandı. Gözaltına alındıktan sonra 18 Mayıs 1973’te öldü. Ölüm sebebi kayıtlara intihar olarak geçti.
aktifhaber

BİZ ERGENEKON HASTASIYIZ
11 Haziran 2009 10:29

Bu ses kaydı diğerlerinden çok farklı. Koyu muhabbette herşeyi itiraf ediyorlar.

İnternetteki ortam dinlemelerine bir yenisi eklendi. Bu seferki dinlemede, GATA'da tartışmalı biçimde yatmakta olan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve eşi Muzaffer Ersöz'ün sohbeti yeralıyor.

İkili espirili diyaloglarla aslında hasta olmadıklarını, kendi hastalıklarının "Ergenekon hastalığı" olduğunu anlatıyor.

Söz konusu video, Dailymotion isimli internet video paylaşım sitesine kondu. Muzaffer Ersöz geçtiğimiz günlerde intihar girişiminde bulunmuş ve midesi yıkanarak yoğun bakıma alınmıştı. Muzaffer Ersöz, eşinin kendisini Ulvia Salamova isimli kadınla aldattığı gerekçesiyle intihara kalkışmıştı. Ailenin kızları da anne ve babasının bu yüzden boşanacağını doğrulamıştı.

Ersöz çifti ayrıca Mukaddes Eruygur'un "12 ve 14. mahkemeler bizdenmiş" sözleri ve bu nedenle Savcı Zekeriya Öz'ün, sorgulamasına da atıfta bulunarak, "mahkemelerin ayrıştığını ve Bayan Eruygur'un sözlerinin doğru olduğunu, kendilerinin de böyle düşündüklerini" söylüyorlar...

İŞTE O SES KAYDI VE DEŞİFRESİ

BAYAN ERSÖZ: Üroloji doktoru Bülent Bey geldi. Açık kapalı konusunu konuştuk. Oda hocamla konuşacağım falan dedi. Dedim bak “sen bizim kardeşimizsin, bizim açık veya kapalı zamana ihtiyacımız var. Açıkça söylüyorum dedim. Olay bu belli. Bizim zamana ihtiyacımız var yardımcı olun” dedim. “Zamanı uzatın” dedim. Ne deyim. Düşman değildir herhalde. Yunan askeri. Şu an bizimle aynı kaderi, her an herkesin başına gelebilecek kaderi paylaşan insanlar. Yani gizli olup arkadan bir şey çevirmektense açık olup bizim zamana ihtiyacımız var demek bana doğal geliyor. Yani doğru mu? Ve kimden yardım isteyeceğim. Kim bana yardım edecek. İçimizde biz bizeyiz. Biz bizeyiz diye sesleri çıkmıyor.
LEVENT ERSÖZ: “Niye hasta oldunuz”dedi “hasta olur mu insan ?” Falan dedi Fulya Hanım dedi ki “biz normal hasta değiliz biz başka türlü hastayız.” (Gülüşmeler…)
BAYAN ERSÖZ: ERGENEKON Hastasıyız (Gülüşmeler…).
LEVENT ERSÖZ: Öyle deyince adam da şaşırdı ne diyeceğini.
BAYAN ERSÖZ: Böyle diyor güzel hoş bir hanımın yanında güleryüzlü hastalanılır mı? Diyor. Ahhh dedim biz Ergenekon hastasıyız (gülüşmeler…) Ne desin yazık ondan sonra gelmiş. Sevgiye ihtiyacı var dedim. Bunun üzerine geldi Levent’i öptü (kahkahalar..). Ben de onun üzerine diyor ki dişliler yapılacaksa yapalım (gülüşmeler…).
LEVENT ERSÖZ: Camdan atacaklar seni bu gidişle…

BAYAN ERSÖZ : O kadar uzun değil canımmm. Bir an dayanamadım yani ne var bunda. Ameliyat olursa uzar uzar. En az üç ay.
LEVENT ERSÖZ: Hanımefendi konuştum diyor gazetede.
BAYAN ERSÖZ : E diyebilirrrr. Haklıııı. Niye demesin. Bende söylerim. Öyle bir ayrım oldu ki senin mahkemen benim mahkemem oldu. Bu mantıklı. Aksini iddia etsin AKP.
LEVENT ERSÖZ: Hayır canım doğru zaten.
BAYAN ERSÖZ : Ben de olsam söylerim.
LEVENT ERSÖZ: Yalan olan bir şey değil ki.
BAYAN ERSÖZ : Beni de çağırsın Zekeriya Öz bende söylerim.
LEVENT ERSÖZ: Yalan değil doğru zaten.
BAYAN ERSÖZ: Ben hiç korkmuyorum onlardan. Her an beni çağırabilir. Benim için hiç problem değil. İstedikleri gibi cevap veririm. Önce onlar bana şunu anlatsın. Zaten önce ben ona soracağım. Beni çağırdığı zaman. Sen bana Ergenekon’u önce bir açıkla. Ben bir türlü anlamadım. İnan ki bana anlatacaktır (Gülüşmeler…).
LEVENT ERSÖZ: O adli müşavir olan Erdal Şener Paşa. Yani öyle bir ifade kullanmış ki. Ben demiş artık ikna oldum. Ergenekon diye bir terör örgütü var demiş ve onun üzerine savcı da etkin pişmanlık hali diyerek, serbest bırakılmasını istemiş. Anlatmasa da kabul etmiş ya, böyle bir terör örgütü var diye bana destek sağlamış.
BAYAN ERSÖZ: Hadi yaaa.
LEVENT ERSÖZ: Onun üzerine onu bıraktılar.
BAYAN ERSÖZ: Osman Paşa. Geçenlerde bir şeyi var onun. Açık oturuma çıktı pazar günü. Atatürk’ün diyor orayı da kazacaklar diyor. Oradan da bomba çıkacak, bir orası kaldı. Anıtkabir kaldı kazmadıkları diyor. Şerefsizler dedi.
BAYAN ERSÖZ: Ben de bir numarayı Atatürk olarak teklif ediyorum bir numara, Onu da herhalde, Onu da alırlar içeri.
aktifhaber

Baran Tursun'un babası: 2 yıl 1 ay ceza bizi şok etti

15 Haziran 2009 İzmir'de polisin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle açılan ateş sonucu hayatını kaybeden Baran Tursun'un davasında sanık polis memuru O.E.A.'ya 2 yıl 1 ay ceza verilmesiyle ilgili olarak açıklama yapan baba Mehmet Tursun, "Sanık polise 2 yıl 1 ay ceza verilmesi bizi şok etti, gerekçeli kararı görünce daha fazla şok olduk" dedi.
Yargı görevini yapanı etkilemek iddiasıyla haklarında Karşıyaka 5. Asliye Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın duruşmasına katılan Tursun ailesi, ellerine geçen gerekçeli karara ilişkin basın açıklaması yaptı. Oğlu Baran Tursun'un ölümüyle ilgili gerçekleştirilen davada sanık polis memuruna 2 yıl 1 ay hapis cezası verildiğini hatırlatan Mehmet Tursun, "Sanık polise 2 yıl 1 ay ceza verilmesi bizi şok etti, gerekçeli kararı görünce daha fazla şok olduk" dedi. Kararda mahkemenin, sanık ve tanık polislerin tüm iddia ve raporlarını kabul etmediğini savunan baba Tursun, kendi rapor ve iddialarının kabul edilmesine rağmen sanık polise 2 yıl 1 ay ceza verildiğini söyledi. Mehmet Tursun, gerekçeli kararda sanık polisin ayakta, kolu yere paralel bir şekildeyken kaçmakta olan aracın arkasından aracı durdurmak amacıyla bir el ateş ettiği sonucuna varıldığını ve kurşunun bir yerden sekmediği, sanığın düşerken ya da yere doğru ateş etmediği, sanığın düştüğü sırada tabancasının istemi dışında ateş almasının söz konusu olmadığının kabul edildiğini söyledi. Tursun, açıklamasında ayrıca kendilerine dava boyunca destek veren sivil toplum kuruluşlarına da teşekkür etti. netgazete

Davutpaşa'daki patlama ile ilgili protesto

Zeytinburnu Davutpaşa'da 31 Ocak 2008'de meydana gelen patlamada yakınlarını kaybedenlerin yakınları, olayla ilgili halen dava açılmamasını protesto etti.

20 Haziran 2009 13:27

Taksim Meydanı'ndaki Tramvay Durağı'nda bir araya gelen ve ''Davutpaşa'yı unutmadık, unutturmayacağız'', ''Sorumlular yargılansın. Adalet istiyoruz'', ''Bir daha Davutpaşalar olmasın'' yazılı dövizler ve pankart taşıyan grup adına açıklamayı, patlamada, endüstri mühendisi olan eşini kaybeden Arzu Cesur yaptı.

Cesur, ''21 yakınımızı toprağa verdiğimizden, 117 kardeşimiz yaralandığından bu yana tam 1,5 yıl geçti. Biz geride kalanlar için yoklukların acısı her dakika kendini hissettirerek devam ediyor'' dedi.

Herkes tarafından nedeni, niçini, önlenebilirliği bilinen bir felaketi yaşadıklarını ifade eden Cesur, ''yasaların görev ve yetki verdiği kurumların görevlerini yapmaları halinde'' bu acıyı yaşamayacaklarını dile getirdi.

Arzu Cesur, 15 aile olarak Ankara'ya gittiklerini, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan yetkililere dosya sunduklarını, TBMM'de temsil edilen siyasi partileri ziyaret ederek bilgi verdiklerini anlatarak, amaçlarının, davanın zaman aşımına uğratılmasından duydukları endişeyi iletmek olduğunu bildirdi.

Adalet ve adil yargılama taleplerini sürdüreceklerini belirten Cesur, şunları kaydetti:

''Yetkililerin yetkilerini davayı sürüncemede bırakmak için kullanmasına izin vermeyeceğiz. 17 ay geçmesine rağmen ortada açılmış bir ceza davası yoktur. Üstelik Cumhuriyet Savcılığı tarafından görevlendirilen bilirkişi heyeti raporunu 2008 yılının 4. ayında teslim etti. Fakat kurumların ihmalkar tutumları nedeniyle 9 ay yazışmalar sürdü. Nihayet BEDAŞ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Zeytinburnu Belediyesi, ilgili görevlileri bildirdi. Görevini gereği gibi yapmamanın, görevi ihmal etmenin faturasını 21 canımız, 117 yaralı ödedi.''
haber7

2004'te öldürülen baba-oğulun ailesi AİHM'ye gitti

14:45 - 2004 yılında Mardin'in Kızıltepe ilçesinde alınan bir ihbar üzerine bir eve düzenlenen operasyonda Ahmet Kaymaz(31) ve oğlu Uğur Kaymaz'ın(12) öldürülmesiyle ilgili olarak yargılanan polisler nefsi müdafaadan beraat ederken Kaymaz ailesi davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı. Polislerin beraat kararı Yargıtay tarafından onanmıştı. 20.06.2009 MARDİN netgazete

Fotomodeli döven iş yeri sahibine 3 ay hapis cezası
22:00 - İzmir'in Bayraklı ilçesinde 2007 yılının Mayıs ayında kulüp işletmecisi A.Z'nin birlikte olma teklifine olumsuz yanıt verdiği için dövüldüğünü ileri süren Başak Can, polise başvurmuş, zanlı hakkında kasten yaralama suçundan dava açılmıştı. Davanın karar duruşmasında mahkeme , "kasten adam yaralama" suçunu işlediği gerekçesiyle A.Z.'ye önce 4 ay hapis cezasına çarptırdı. Sanığın duruşmalardaki iyi halini dikkate alınarak, bu cezada 1/6 oranında indirime gidilerek, sanığa 3 ay 10 gün hapis cezası verildi. Mahkeme heyeti bu cezayı da 2 bin TL para cezasına çevirdi. 24.06.2009 İZMİR netgazete

27 YILDIR DEVAM EDEN DAVADA 'KARAR'

25 Haziran 2009 18:45
Yasa dışı Dev-Yol örgütünün 27 yıldır devam eden davasının temyiz duruşması Yargıtay'da yapıldı. Karar, 9 Temmuzda açıklanacak.
Sanık ve dosya sayısının fazlalığı, bazı mahkeme kararlarının bozulması nedeniyle 1982'den bu yana süren davanın Yargıtay 11. Ceza Dairesince görülen temyiz duruşması, katılımın yoğun olması nedeniyle Yargıtay Genel Kurul Salonunda yapıldı.

Duruşmaya, 21 sanıktan Nuri Özdemir, Yaşar Kanbur, Cahit Akçam, Erdoğan Genç, Hasan Ertürk, Yusuf Yıldırım, Mehmet Hassoy, Hilmi İzmirli, Celal Mut, Ahmet Akın Dirik, Atalay Dede, Hıdır Adıyaman, Turhan Yalçın Bürkev ve avukatları katıldı.

Duruşmayı eski ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, KESK Genel Başkanı Sami Evren ve eski KESK Başkanı İsmail Hakkı Tombul ile çok sayıda sanık yakını izledi.

Sanıklardan 11'inin avukatı Mehdi Bektaş, dava dosyalarının askeri yargıdan adli yargıya geçmesinin ardından birçok belgenin kaybolduğunu ileri sürdü.


Hukuka, yasaya ve gerçeğe uygun kararlar alınmasını dilediklerini ifade eden Bektaş, eksik belge ve bilgiye dayalı olarak karar verilemeyeceğini, bu sebeple yerel mahkemenin kararını öncelikle usul yönünden bozulmasını istediklerini ifade etti. Her bir sanığa atılı suçun belirlenerek ona göre savunma yapılması gerektiğini söyleyen Bektaş, yerel mahkemenin kararının sağlıklı olmadığını ve bozulmasını istediklerini anlattı.

Bazı sanıkların avukatı Şanal Saruhan da sanıkların adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini söyledi. AB uyum yasaları çerçevesinde birçok yasada değişiklik yapıldığını anımsatan Saruhan, sanıkların emniyetteki gözaltı sürelerinin 90 gün olduğunu, bugün 24 saatlik sorgunun bile tartışıldığını belirtti.

Saruhan'ın, davanın başlangıç tarihinin 18 Ekim 1982 olduğunu hatırlatması üzerine, 11. Ceza Dairesi Başkanı Ersan Ülker, Saruhan'a avukatlığa ne zaman başladığını sordu. Saruhan da 1978 yılında mesleğe başladığını, bu dava boyunca diğer sanıklar gibi kendisinin de çocuk sahibi olduğunu ve çocuklarını erişkin hale getirdiğini anlattı.

Davanın ''olağanüstü bir durumun ürünü'' olduğunu savunan Saruhan, 1982 yılındaki ilk duruşmanın hakiminin duruşmaya ''vicdanımın sesini dinleyeceğim'' diyerek başladığını söyledi.

Saruhan, müvekkillerinin işkence gördüklerine şahit olduğunu, sanıkların işkence altında hangi tutanaklara imza attıklarını bilmediklerini, savunma hazırlıkları için çalışamadıklarını ifade etti.

Yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle bazı sanıkların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurduğunu söyleyen Saruhan, bu konuda AHİM'in Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum ettiğini hatırlattı.

Saruhan, davada geçen süre içinde bazı klasörlerin eksildiğini, kaybolduğunu belirterek, ''Eğer Yargıtay'dan beraat kararı çıkmazsa adaletin vicdanı sızlayacaktır. O zaman adalet o gözleri kapalı kadın değil, gözleri açık görmektedir. Yeni bir onama kararı çıkarsa vicdanımız sızlayacaktır. Türkiye'nin hala adil yargılamada yol katedemediğine ilişkin olumsuz bir tablo ortaya çıkacaktır'' diye konuştu. Saruhan, sanıklar hakkında yerel mahkemenin verdiği kararın bozulmasını istedi.

SANIKLARIN SAVUNMASI

Duruşmada sanıklara da sırayla diyecekleri soruldu. Sanık Nuri Özdemir, 27 yıldır defalarca savunma yaptığını, her savunmasında da ''sorguda gördüğü işkenceler nedeniyle'' psikolojisinin bozulduğunu söyledi.

Emniyette işkence altında imzalattırılan kendisinin görmediği ifadeler nedeniyle sanık konumunda olduğunu savunan Özdemir, yıllardır yaptığı her savunmada kendini ''Filistin askısında ya da elektrik alırken hissettiğini'' anlattı.

Özdemir, ''Yapmadığım işlerden dolayı Hitler faşistlerinden daha kötü koşullarda sorgulandım. İşkence ile görmediğim belgelere imza attırıldım. Ben burada neyi savunacağım? Verilen kararlarla tarih yaratılır. Ama herkes tarih yaratamaz. O fırsat şu an sizin elinizde. vereceğiniz kararla ya işkencecileri ya da bizi aklayacaksınız'' dedi.

Sanık Cahit Akçam da 27 yıldır mahkemede söylediklerini bugün tekrar etmenin kendisi için üzüntü verici olduğunu dile getirerek, ''Bu sürece kadar söylediklerimiz asla dikkate alınmadı. Eğer dikkate alınsaydı bu dava bu noktaya gelmezdi'' diye konuştu.

Akçam, 12 Eylül dönemiyle ilgili bir belgesel çektiğini belirterek, 1982 yılında görülen ilk duruşmanın başkanı ''Vicdanımın sesini dinleyeceğim'' diyen Ekrem Çelenk ve başka birçok kişiyle belgesel için röportaj yaptığını anlattı. Belgeselin bu yıl 12 Eylül'de gösterileceğini söyleyen Akçam, üyeleri de belgeseli izlemeye çağırdı.

Gördüğü işkenceleri de anlatan Akçam, ''Bu ülke, darbeler ve darbecilerle hesaplaşacaksa darbecilerin 30 yıl önce yargılamaya başladıklarını yargılamaktan vazgeçmelidir'' diye konuştu.

Sanık Erdoğan Genç, adil yargılanmadıklarını, işkence altına tutanaklara imza attırıldığını, işkence izlerini hala vücudunda taşıdığını belirterek, ''Gerekirse izleri hemen açar gösteririm'' dedi.

Duruşmaya katılan diğer sanıklar da işkence altında ifade verdiklerini, adil yargılanmadıklarını, dosyalarında eksiklikler bulunduğunu savunarak, beraatlarına karar verilmesini talep etti.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 9 Temmuz Perşembe günü temyiz istemine ilişkin kararını açıklayacak.

UFUK URAS'IN AÇIKLAMASI

Bağımsız İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, duruşmadan ayrılırken gazetecilere yaptığı açıklamada, Anayasa'nın geçici 15. maddesine ilişkin değişiklikle ilgili neredeyse mutabakata varılacağını belirterek, ''Bunun tartışıldığı bu günde, darbecilerin yargılanması yerine devrimcilerin yargılanması kabul edilemez bir şey'' dedi. Davanın başlangıcından bu yana 30 yıl geçtiğini, yargılananların bazılarının hayatını kaybettiğini söyleyen Uras, ''Bizim bugün darbecileri yargılamamız lazım'' diye konuştu.

KESK Başkanı Sami Evren de ''Darbecilerin yargılanmasının tartışıldığı bu günde bu davanın görülmesi üzüntü vericidir. TBMM'de Anayasanın 15. maddesi değiştirilirse bu dava tersine dönecektir. Bu davanın beraatla sonuçlanması ve Anayasanın 15. maddesinin kaldırılıp, Kenan Evren'in yargılanması gereklidir'' şeklinde konuştu.

Duruşmaya, hakkında dava açıldıktan 2 yıl sonra doğan oğluyla birlikte gelen sanıklardan Cahit Akçam da gazetecilere yaptığı açıklamada, davanın ''işkenceyle malul'' bir dava olduğunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla da kabul edildiğini ifade etti. Davanın, ''darbeler ve darbecilerle hesaplaştığını'' söyleyen bir ülkenin ayıbı olduğunu savunan Akçam, karardan umutlu olduklarını kaydetti.

DAVANIN GEÇMİŞİ

Ankara 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde, 574 sanıkla 18 Ekim 1982 tarihinde başlayan ana Dev-Yol davasında, birleştirilen dosyalarla sanık sayısı 723'e çıkmıştı.

Sıkıyönetim Mahkemesi, 17 Temmuz 1989'da, 7 kişi hakkında idam, 39 kişi hakkında ömür boyu, 346 kişi hakkında 2 ile 20 yıl arasında değişen ağır hapis cezaları vermişti.

Kararın bozulması ve sıkıyönetim mahkemelerinin kaldırılmasının ardından Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden ikinci yargılamada, idam cezası istemiyle yargılanan 22 sanıktan 2'si idam, 20'si müebbet hapis cezasına mahkum olmuştu.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 28 Mayıs 2004'te, müebbet hapis cezasına çarptırılan 20 sanık hakkında verilen kararı, idam cezası üzerine kurulduğu gerekçesiyle bozmuştu. Bozma gerekçesinde, kararın kaldırılan idam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası üzerine kurulması gerektiği belirtilmişti.

Davayı tekrar görüşen Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi 2006 yılında, 20 sanık hakkında müebbet ağır hapis, 2 sanığı da 16 yıl 8'er ay hapis cezasına çarptırmıştı. Bu karar da Yargıtay tarafından bozulmuştu

haber10

Star yazarı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, bir köşe yazısından dolayı kendisini şikâyet eden hâkimin mahkemesinde yargılanıyor

28 Haziran 2009 - Star gazetesindeki köşesinde Agos gazetesi Yazı İşleri Müdürü Arat Dink'e TCK'nın 301. maddesi uyarınca verilen ceza kararının içeriğini eleştiren yazısı nedeniyle “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan yargılanan yazar Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'ın avukatı Raşit Sarıkaya, müvekkilinin şikâyetçi hâkimin mahkemesinde yargılanmasına tepki gösterdi.

Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Hakkı Yalçınkaya, 22 Ocak 2008 günü Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı başvuruda Star gazetesi köşe yazarı Prof. Erdoğan'ın 8 Kasım 2007 günü yazdığı “301 zihniyeti” başlıklı yazısından şikâyetçi oldu.

Yalçınkaya, “Mustafa Erdoğan eyleminde mahkemeye hakaret etmiş ve henüz temyiz incelemesinde olması nedeniyle karar eleştirilmiş ve davanın yürütülmesi sırasında adil yargıyı etkilemeye teşebbüs etmiştir” dedi.

Erdoğan'ın avukatı Sarıkaya, müvekkilinin yargılamasının Hâkim Yalçınkaya'nın görev yaptığı mahkemede gerçekleştirildiğini belirterek, “Adil yargılamayı etkilemekle suçlanan müvekkilim için böyle bir ortamda yapılan yargılama adil olabilir mi? Davanın başka bir adliyeye nakledilmesini talep ediyoruz. Müvekkilim suçsuz” diye konuştu.

netgazete

Polis müdürüne 10 ay ceza
< Önceki HaberSonraki Haber >
Yazdır

Arkadaşına Gönder

Yorum Yaz

Arşive Ekle

Haberi Paylaş
Facebook

Mixx

Delicious

Stumble Upon

Twitter

Friend Feed
Google

Digg

Yahoo

Reddit

myspace
Türkiye Haberleri Tümü

Denizli'de hayalleri yıldızlara değen bir öğretmen

Restoran 'Bahane', içkiye yasak şahane!
Ehliyetsiz sürücüye polis dayağı
Bütün arkadaşları öldü, o kurtuldu
Mercimekli Köyü'nde Michael Jackson için cenaze namazı
Akkız inek üçüz doğurdu 28/06/2009

Erzurum Emniyet Müdür Yardımcısı iken rüşvet almakla suçlanan polis şefi 10 ay hapis cezasına çarptırıldı

ERZURUM Emniyet Müdür Yardımcısı iken, rüşvet aldığı iddiasıyla hakkında dava açılan Ensar Balcı, ‘görevi kötüye kullanmaktan’ 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Halen Eskişehir Polis Eğitim Merkezinde Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Ensar Balcı’nın cezası mahkeme tarafından ertelendi.
İkinci Sınıf Emniyet Müdürü Ensar Balcı hakkında 2003 yılında Erzurum’da Emniyet Müdür Yardımcısı görevinde iken, ‘genelev patronu N.N.’den rüşvet aldığı’ iddiasıyla Erzurum 1’inci Ağır Ceza Mahkemesinde 5 yıl hapis cezası istemiyle dava açıldı. Yaklaşık 6 yıl kadar süren davayla ilgili 18 Haziran’da yapılan son duruşmada Balcı’nın savunmasını yapan Avukat Gıyasettin Kaya, müvekkilinin uzun yıllardır devam eden dava nedeniyle terfi edemediğini belirtti. Avukat Kaya, “Mahkeme dosyasında müvekkilimin rüşvet aldığına dair hiçbir delil bulunmamaktadır. Mağduriyetinin giderilmesi için müvekilimin beraatini talep ediyorum” dedi.
Cumhuriyet Savcısı da, Balcı’nın rüşvet almaktan değil, görevini kötüye kullanmak suçundan cezalandırılmasını istedi. Mahkeme heyeti savcının görüşünü dikkate alarak Ensar Balcı’yı ‘görevini kötüye kullanmaktan’ 10 ay hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme, daha sonra bu cezayı erteledi. Dosya Yargıtay’a gönderildi.

Radikal

29 yıllık Kemal Türkler davası, araç yok diye tehir!
16:25 - Yargıtay tarafından ikinci kez bozulan DİSK Genel Başkanlarından Kemal Türkler'in 22 temmuz 1980 yılında öldürülmesine ilişkin davanın görülmesine devam edildi. Sanık Ünal Osmanağaoğlu, personel ve araç yokluğu sebebiyle, tutuklu bulunduğu Bandırma M Tipi Cezaevi'nden Bakırköy Adliyesi'ne getirilmezken, Türkler Ailesi'nin avukatları davanın zaman aşımına uğratılmak istendiğini ifade etti. Duruşma, sanığın bir dahaki celsede hazır bulundurulması için yazı yazılmasının ardından, 30 Temmuz'a ertelendi. 02.07.2009 İSTANBUL
netgazete

27 yıllık Dev-Yol davası yeniden görülecek
13:35 - Sanık ve dosya sayısının fazlalığı, daha önce verilen yerel mahkeme kararlarının bozulması nedeniyle 1982'den bu yana süren davada, Yargıtay 11. Ceza Dairesi temyiz istemine ilişkin kararını bugün açıkladı. Sanıkların savunma haklarının kısıtlanmasını yasaya aykırı bulan Daire, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin, 21 sanık hakkında verdiği mahkumiyet kararlarını bozdu. 09.07.2009 ANKARA netgazete

Hırsızlık iddiası bir hayatı böyle kararttı

İki çcocuğunun yanında hırsız damgası yiyerek tutuklandı. Kocası terk etti. 45 gün sonra beraat etti ve cezaevinden çıktı. Dava açtı kazandı. Ancak hayatı karardı.

12 Temmuz 2009 08:41

Marketten hırsızlık yaptığı iddiasıyla cezaevine gönderilen Sibel Bahçeci, 45 gün sonra 'suçsuz' denilerek serbest bırakıldı. Ancak onuru ayaklar altına alındı, tazminat davası açıp 1100 TL kazandı.

Adana'da iki kızıyla birlikte yaşayan Sibel Bahçeci, geçen yıl 9 Nisan'da kardeşi, kardeşinin arkadaşı ve çocuklarıyla birlikte Merkez Park'ta piknik yaparken polis tarafından gözaltına alındı.

Emniyet Müdürlüğü'ne götürülen kadın, bir marketten bazı ürünlerin çalınmasıyla ilgili şüpheli olduğunu öğrendi. Emniyetteki sorgunun ardından Bahçeci, kardeşi Mehmet Ünlütaşkıran ve kardeşinin arkadaşı Ferdi Parlaktan ile sevk edildikleri mahkemece tutuklandı. Bahçeci ve diğer tutuklular, 45 gün cezaevinde yattıktan sonra 12. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından delil yetersizliğinden beraat etti.

"Beraat etmem, yaşadığım sıkıntıları gidermedi" diyen Bahçeci şöyle devam etti: "Polisin gözaltına aldığı sırada yanımda bulunan iki kızım, olayın ve annelerinin 'hırsız damgası' yemesinin şokunu uzun süre üzerlerinden atamadı." Hırsızlık suçlamasıyla 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Bahçeci, suçsuzluğu mahkeme kararıyla kesinleşince avukatı aracılığıyla dava açtığını dile getirdi.

MASUM OLDUĞUM ISPATLANDI

Bahçeci, “1100 lira maddi ve manevi tazminat davasını kazandım ancak hırsızlık iddiası hayatımı kararttı" dedi. Bahçeci, "Kazandığım tazminatın miktarı benim için hiç önemli değil. Önemli olan suçsuzluğumu belgelemiş olmam" diye konuştu.

Etiketler: market hırsızlık iddiası suçsuz hırsız damgası kadın haksız tutuklama

Bugün

7 teröristi mağarada öldürüp teslim oldu, beraat etti
15:30 - Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde bir mağarada terör örgütü PKK mensubu 7 teröristi öldürdükten sonra teslim olan ve yargılandığı mahkemede "meşru savunma" şartlarından yararlanarak beraat eden örgüt mensubu Galip Enyüce ile ilgili gerekçeli karar tamamlandı. Kararda, sanığın kendisini koruma içgüdüsüyle ateşin geldiği yere doğru ateş ettiği ve çıkan çatışmada terör örgütünün 7 üyesinin öldüğü belirtilerek, bu nedenle kasten adam öldürme suçunu "meşru savunma şartları çerçevesinde gerçekleştirdiği" kanaatine varılarak beraatına karar verildi. 14.07.2009 DİYARBAKIR - netgazete

Profesör, kızının katilini bulamayanlara isyan etti
12:35 - Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Memduh Serin, üniversite öğrencisi kızının öldüğü trafik kazasından dolayı 7 yıl hapse mahkum olan genç hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılmasına rağmen yakalanamamasına tepki gösterdi ve Adalet ile İçişleri Bakanlıklarına 387 gündür kaçak olan gencin bütün adreslerini vererek gereğinin yapılmasını istedi. 22.07.2009 ANKARA netgazete

Ertosun'un Bitirdiği Savcı Konuştu
01 Ağustos 2009 12:20

Anarşinin kol gezdiği Bayrampaşa Cezaevi'nde sükuneti sağlamasına rağmen Ali Suat Ertosun'un ihracına neden olduğu Özdemir'den çarpıcı iddialar...


Eski Bayrampaşa Cezaevi Savcısı Necati Özdemir, meslekten ihracına Ali Suat Ertosun'un neden olduğunu iddia etti. Özdemir PKK'nın silah bırakma teklifini Çevik Bir'in reddedişini de anlattı.

Eski Bayrampaşa Cezaevi Savcısı Necati Özdemir, 32 kişinin hayatını kaybettiği Hayata Dönüş operasyonları zemininin cezaevleri üzerinden karanlık oyunlar düzenleyen derin güçler tarafından organize edildiğini iddia etti.

Özdemir, "Bir şekilde bu şartlar hazırlandı. Ergin kardeşler ve Alaaddin Çakıcı Kartal Cezaevi'ne konuldu. Orada bir birine kırdırmak istendi. Bayrampaşa Cezaevi'nde 4-5 kişi idarenin koridorlarında öldürüldü. Diğer cezaevlerinde benzer olaylar yaşandı. Adım adım operasyona hazırlık süreci başladı." dedi.

Meslekten ihracına sebep olan soruşturmaları dönemin Adalet Bakanlığı Başmüfettişi Ali Suat Ertosun'un yürüttüğünü söyleyen Özdemir, "O gün Necati Özdemir'i bitiren güç, bugün Zekeriya Öz'ü bitirmek istiyor." ifadesini kullandı.

Türkiye'nin cezaevlerindeki anarşi olaylarıyla sarsıldığı yıllarda dönemin hükümeti tarafından Bayrampaşa'ya atanan Necati Özdemir, kısa süre içinde cezaevi içinde sükuneti sağlamıştı.

Devletin birçok kademesinin "Hâkim değiliz, Bayrampaşa Cezaevi'ne giremiyoruz" açıklamalarını yaptığı ve operasyon başlatmaya karar verdiği bir dönemde Bayrampaşa Cezaevi'nde göreve başlamıştı. Yaklaşık 1,5 sene görevde kaldığı Bayrampaşa Cezaevi'nde mahkûmlarla kurduğu diyaloglar sayesinde çok sayıda sorunu çözmüş ve cezaevinin kapılarını basına açmıştı.

Ardından hakkında 'yetkilerinin elinden alınması' kararı çıkarılmış ve dönemin Adalet Bakanlığı Başmüfettişi Ali Suat Ertosun tarafından soruşturmaya tabi tutulmuştu. Özdemir hakkında yapılan soruşturmalardan bir sorun çıkmamış ancak, soruşturmanın üzerinden yaklaşık 4 sene geçtikten sonra HSYK'nın kararıyla meslekten ve avukatlıktan ihraç edilmişti.

Cihan'ın sorularını cevaplayan eski Savcı Necati Özdemir, HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun'un düzenlediği basın toplantısında "Hayata Dönüş operasyonları o dönemde daha fazla kan akmasını engelledi." sözlerini yorumladı.

Göreve geldiğinde yaptığı çalışmalarla kısa süre içinde Bayrampaşa Cezaevi'nde sükûneti sağladığına anlatan Özdemir, "Benim Bayrampaşa'da göreve gelmemle birlikte birçok şey tersine döndü. Kum saati tersine döndü. Hazırlanmış olan planlar uygulanamadı. 1 hafta sonra aynı kararlılıkla operasyonu yapmak için cezaevine geldiler ve ben izin vermedim. 'Cezaevine sokmam' dedim, sokmadım. 'Bunu yapabilmek için ya beni burada öldürürsünüz ya da yetkimi kaldırırsınız' dedim. Gece saat 3-4'e kadar her anlamda birçok yetkili ile birlikteydik. Operasyon yapılamadı. " şeklinde konuştu.

"OPERASYONUN ŞARTLARI ADIM ADIM HAZIRLANDI"

Mahkûmlarla kurduğu diyalogdan ve cezaevlerine operasyon şartlarını ortadan kaldırılmasından sistemin içinde bulunan karanlık güçlerin büyük rahatsızlık duyduğunu belirten Özdemir, "İnsanların serbest yaşamlarında özgür bir şekilde yaşamazken, orada burada öldürülürken, devletin 'giremiyoruz' dediği yerde, her türlü kötülüğün kaynağı olarak gösterilen yerde güzel şeyler oldu.

'Biz cezaevinde arama yapamıyoruz' diyorlardı. Biz kameralarla arama yaptık. Sabancı suikastıyla ilgili soruşturma yapılamıyordu. 2 sanık yurt dışında. 'Ercan Kartal içeride. Cezaevine giremiyoruz' bahanesiyle soruşturma yapılmıyordu. Ben görüştüm tutukluyla, ifadeye götürdüm, bomba gibi patladı, bu da rahatsızlık uyandırdı. Sabancı suikastının çözülmesini istemeyenler aynı derin güç nezdinde rahatsızlık yarattı. "

Operasyon sürecinin ise adım adım hazırlandığına dikkat çeken Özdemir, "Benim görevden ayrılmamın hemen ardından operasyon yapamazlardı. Bunu kamuoyuna anlatamazlardı. Şartlarının hazırlanması gerekiyordu. Bir şekilde bu şartlar hazırlandı. Ergin kardeşler ve Alaaddin Çakıcı Kartal Cezaevi'ne konuldu. Orada birbirine kırdırmak istendi. Bayrampaşa Cezaevi'nde 4-5 kişi idarenin koridorlarında öldürüldü. Diğer cezaevlerinde benzer olaylar yaşandı. Adım adım operasyona hazırlık süreci başladı. F tiplerinin yapılması önemli bir argüman olarak toplumun karşısına konuldu. Bunlarla kamuoyuna hazırlandı ve arkasından bu operasyonun düğmesine basıldı." ifadelerini kullandı.

Ergenekon'un o dönemdeki derin gücün devamı olduğuna işaret eden Özdemir, "Operasyonların yapılma şartlarını o derin güç organize etti. Bu gün için tabiî ki bunların bir kısmı tasfiye olmuştur. Ergenekon soruşturması kapsamında da bir sürü eyler gördük. Ergenekon bu derin gücün devamıdır. "

"O GÜN NECATİ ÖZDEMİR'İ BİTİREN DERİN GÜÇ BU GÜN ZEKERİYA ÖZ'Ü BİTİRMEK İSTİYOR"

Cezaevinden ayrıldıktan sonra mahkumlarla veda konuşması yaptığını belirten Özdemir, bu konuşmada ifade ettiği sözlerin çarpıtılarak basına yansıtıldığını belirtti. Özdemir, tüm ısrarlarına rağmen Ertosun'un konuşmasının ses kayıtlarını incelemeden gazetelerin küpürlerine göre dosya hazırladığını savundu. Ali Suat Ertosun'un o dönemde görevden ihracını isteyen güçler tarafından seçilmiş birisi olduğunu iddia eden Özdemir, Ertosun'un soruşturmada delilleri karartarak suç işlediğini öne sürdü.

Soruşturmalar sırasında Ertosun'un cezaevinde adeta 'terör' estirdiğini öne süren Özdemir, "Delileri karartarak, suç işledi. Gazetelerden ve basın kuruluşlardan ses ve görüntü dökümlerini getirmedi. İhracım için dosya hazırladı, cezaevinde tam anlamıyla bir terör estirdi.

Benim lehime ifade verecek ne kadar namuslu çocuk varsa hepsini yıldırdı. Takdirname verdiğim veya teklifi bakanlıkta bulunan herkesi cezalandırdı. İstediği kişiden istediği modda ifadeler aldı. Necati Özdemir'i bitirmek isteyen derin güç, bu gün de Zekeriya Öz'ü bitirmek istiyor." ifadelerini kullandı.

"Ertosun'un seçilmiş birisi olduğunu düşünüyorum." diyen Özdemir, "Eğer seçilmiş biri olmasaydı Necati Özdemir'e takdirname verirdi. Beni soruşturmaya alan kurul üyeleri daha sonra Neşter operasyonunda gözaltına alındılar. Meslekten istifa etmek zorunda bıraktılar." şeklinde konuştu.

"ERTOSUN İSTİFA ETMELİDİR"

HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un Ergenekon sanığı Ergin Aydın'la görüştüğü fotoğraflarla ilgili 'Aile yakınım' açıklamasını değerlendiren Özdemir şunları söyledi: "Onu da çok sıradanlaştırıyor. Bir HSYK üyesi bir bakan rastgele işler yapamaz, rastgele yaşayamaz, rastgele ilişki kuramaz . Gerektiğinde babası ile bile konuşamaz. Bunlara dikkat etmek durumundadır. Artık bu insanlar kendileri olmaktan çıkmıştır. Başka bir şeyi temsil ediyorlar. Hepimizin vefa duyguları var, borçları var. Vefa başka bir şey, görev başka bir şey. Bir hâkim, savcı yargılaması devam eden birisiyle görüşürse meslekten çıkarılır. Sayın Ertosun da o mesleğin vakarını, görev yaptığı kurulun vakarını düşünerek yapacağı en iyi şey istifa etmek ve savcıların korkulu rüyası olmaktan çıkmalıdır."

Bayrampaşa Cezaevi'nde yatan PKK terör örgütü üyelerinin ve dışarıdan kendisiyle temas kuran üst düzey PKK'lıların 'Biz silah bırakmak istiyoruz. Bu iş artık halk savaşına doğru gidiyor. Bunun da ne Kürt halkına, ne Türk halkına ne de bu devlete bir yararı olur. Herkes zarar görür. Bu işi ancak sen çözersin" diyerek kendisinden istekte bulunduğunu söyleyen Özdemir, konuyu görüşmek için dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'yı aradığını, yurt dışına gideceği için kendisini Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'e yönlendirdiğini söyledi.

"BİZ ASKERİZ. ÖLMEK ÖLDÜRMEK İÇİN VARIZ, GEREKİRSE 10 MİLYON İNSAN ÖLÜR"

Çevik Bir ile Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Çetin Sanver'in de beraberlerinde yer aldığı bir görüşme yaptıklarını söyleyen Özdemir, PKK'nın silah bırakma teklifini Çevik Bir'e ilettiğini belirtti. Özdemir, "Şart olarak şu söylendi; Eğer bunda samimiyseler çıksınlar, 'Biz özür diliyoruz, pişman olduk. Askerden özür diliyoruz, Genelkurmay'dan özür diliyoruz. Türklerden özür diliyoruz. Bu savaşı pişman olarak bırakıyoruz. desinler' dedi. Ben de 'Hasan Sabbah'tan bu yana bunu söyleyerek silah bırakan bir örgüt var mı dünyada?' dedim. 'Hayır', 'Peki bunlar bunu der mi?', 'demezler', 'Peki niye istiyoruz böyle bir şeyi?" sözlerini kullandı.

Yaklaşık 2,5 saat süren görüşmede bunun tarihi bir fırsat olduğu konusunda ısrar ettiğini aktaran Özdemir, "O arada şunu söyledim; 'Peki bu savaş gerilla savaşından sokağa dönerse -1997 yılında konuşuyoruz- halk savaşına dönerse ne kadar sürer bu halde?' '20 yıl sürer' dediler. 'Peki kaç milyon insan ölür?', '10 milyon ölebilir' dediler ve ben ayağa kalktım büyük tepki gösterdim. 'Kim ölüyor paşam, nasıl ölüyor! Kimin halkı ölüyor.' Sakin olarak şunu söylediler; 'Savcı bey kızma, biz askeriz, ölmek ve öldürmek için yetiştik. Bu bizim mesleğimiz. Biz işin siyasetinde ve ölü sayısında olmayız.' cevabını verdi." diye konuştu.

Genelkurmay'ın aynı yıllarda 28 Şubat sürecini organize etmekle uğraştığı için Kürt sorunu ile ilgilenmediğini ileri süren Özdemir, "O günlerde işleri vardı. 28 Şubat'la uğraşıyorlardı. Daha önemli işler vardı. Türk insanını yeniden yapılandırma modelleri, insanların üniversitelere girememesiyle ilgili hazırlıklar, başı örtülü olarak üniversitelere hiç girilememesiyle ilgili hazırlıklar, karanlık örgütler kurarak insanları öldürülmesi ile ilgili, Susurluk'la meşguldü, kimi kurtaralım kim yatsın hesapları vardı." iddiasında bulundu.

Özdemir, "Konuyu neden siyasi iktidara götürmediniz?" sorusuna ise şu cevabı verdi: "Adalet Bakanı Şevket Kazan Bey'le görüşme talebim oldu. Ancak tayin için geldiğimi zannederek görüşmeyi kabul etmedi. Ayrıca o gün bunu çözmeye muktedir bir siyasi iktidar yoktu. Kendi varlığını ortadan kaldıracak deklarasyonu hükümete yazdırdılar MGK'da sonuç olarak."
aktifhaber

Polisi Şikayet Edene Tazminat
04 Ağustos 2009 08:43
Polisi haksız yere şikâyet eden, tazminat ödeyecek.... Yargıtay, polisi haksız yere şikâyet eden vatandaşı tazminat ödemeye mahkûm etti.

Kötü muamele sebebiyle hakkında suç duyurusunda bulunulan Komiser Enver Başar, ceza almamasına rağmen sırf soruşturma geçirdiği için emniyetin yurtdışı sınavlarına alınmadı. Mağdur olan komiser, hak arayışına girdi ve kendisi hakkında asılsız suç duyurusunda bulunan kişiyi 2 bin TL tazminat ödemeye mahkum ettirdi.

Yargıtay, polis hakkında 'işkence ve kötü muamele' iddiasıyla asılsız şikayette bulunanları tazminat davasıyla karşı karşıya bırakacak önemli bir karar aldı. Ceza almamasına rağmen soruşturma geçirdiği gerekçesiyle emniyetin yurtdışı sınavlarına alınmayan Komiser Enver Başar, giriştiği hak arayışı mücadelesini kazandı. Başar, kendisi hakkında asılsız suç duyurusunda bulunan M.Ç.'yi 2 bin TL tazminata mahkum ettirdi. Dava, M.Ç.'nin sonuca itirazı ile Yargıtay'a taşındı. İtirazı inceleyen yüksek mahkeme de temyiz talebini reddetti. Böylece, haksız yere suçlanan bir devlet memuru, kaybettiği hakları için açtığı tazminat davasını en üst yargı merciinden de onaylatmış oldu.

Halen görev yapan ve sık sık benzer şikâyetler yüzünden hukukî yollara başvurmak zorunda kalan polis memurları için önem taşıyan yargı kararları serüveni şöyle başladı: Enver Başar, Altındağ İlçe Emniyet Müdürlüğü Solmaz Kılıçtepe Karakolu'nda 12 Nisan 2006'da grup amiri olarak görev yaptığı sırada 04.00 sularında M.Ç. isimli vatandaş alkollü şekilde karakola geldi. İddiaya göre, şahıs buradakileri ve çevreyi rahatsız etti. Tüm iyi niyetli yaklaşımlara rağmen olay çıkarmaya çalışarak gitmemekte direndi. Karakoldaki memurlara da hakaret eden alkollü kişi hakkında polis, sarhoşluk ve çevreyi rahatsız ettiği gerekçesiyle Kabahatler Kanunu'na göre para cezası kesti.

Durumu yargıya taşıyan M.Ç. adliyedeki duruşmaya çıkarılır çıkarılmaz karakolda görevli Komiser Enver Başar hakkında görevi kötüye kullanmak ve darp iddiasıyla şikâyetçi oldu. Cumhuriyet Savcılığı şikâyeti soruşturmaya gerek duymadı. Ankara Valiliği'nce açılan soruşturma sonucunda ise disiplin yönünden herhangi kovuşturmaya gerek duyulmadığı rapor edildi. Hakkında gerek adlî gerek idarî yönden herhangi bir cezaya gerek duyulmamasına rağmen idarî soruşturma geçirmesi bile Enver Başar'a pahalıya mal oldu. Başar, şikâyet sebebiyle hakkında soruşturma yürütüldüğü için Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Yurtdışı Misyon Koruma Sınavı'na başvuramadı. Hak arayışına giren Başar, M.Ç. hakkında Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne 7 bin YTL maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açtı. Başar dava dilekçesinde yurtdışı hizmetine giden komiser arkadaşlarının kendisinden en az 3 bin TL fazla maaş aldığını, maddî ve manevî açıdan büyük zarara uğradığını ileri sürdü.

Asliye Hukuk Mahkemesi bilirkişi olarak 4. sınıf emniyet müdürü Cengiz Gün'ü atadı. Gün'ün raporu komiser Enver Başar'ın mağduriyetini gözler önüne serdi. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, M.Ç.'yi 2 bin TL tazminat ile mahkeme masraflarını ödemeye mahkûm etti. M.Ç. bunun üzerine davayı Yargıtay'a taşıdı. Davanın Yargıtay aşaması da geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Yargıtay kararın dayandığı kanıtlarla yasal sebeplerin, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmediğini belirterek temyiz itirazını yerinde bulmadı.
aktifhaber

Sincan'da Yargı Skandalı

09 Ağustos 2009 09:30

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında Sincan Adliyesi’nde incelemelerde bulunan Adalet Bakanlığı müfettişleri bir skandalı ortaya çıkardı..

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında Sincan Adliyesi’nde incelemelerde bulunan Adalet Bakanlığı müfettişleri bir skandalı ortaya çıkardı. Hakim Osman Kaçmaz’ın ‘uyuşturucu rant kavgası nedeniyle işlenen bir cinayetle ilgili soruşturmada tutuklanarak cezaevine konulan Ergenenekon sanığı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın yeğeni Alev Haberal’ı görgü tanığı ifadeleri ve savcılığın mütaalasına rağmen beraat ettirdiği belirlendi.

CİNAYETİN NEDENİ UYUŞTURUCU RANTI

Ferdi Arıkan’ın (27) Etimesgut’ta sokak ortasında öldürülmesinin ardından polis soruşturma başlattı. Cinayetin sebebinin uyuşturucu rantı kavgası olduğu belirlenince devreye Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri girdi. ‘Silgi’ adı verilen operasyonla 20 Eylül 2008 tarihinde Ferdi Arıkan’ı öldüren tabancanın tetiğini çeken Savaş Yağmurlu ile cinayetin talimatını verdiği iddiasıyla Alev Haberal ve sevgilisi Yener Cengiz ile birlikte 2 adamı gözaltına alındı.

“ALEV HABERAL ‘ATEŞ ET’ DEDİ”

Daha önce ‘uyuşturucu’ ve ‘ihaleye fesat karıştırmak’ suçlarından sabıkası olan Alev Haberal ile arkadaşları çıkarıldıkları Sincan nöbetçi mahkemesi tarafından tutuklandı. Görgü tanıkları, polis ve savcılık ifadelerinde “Alev ateş et dedi” şeklinde beyanlarda bulundu. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı sanık Savaş Yağmurlu’nun ‘cinayet’ suçundan Alev Haberal’ın ise ‘azmettirme’ ve ‘cinayete iştirak’ suçundan cezalandırılmalarını istedi.

SAVCI KARARA İTİRAZ ETTİ

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Alev Haberal hakkında Hakim Osman Kaçmaz ilk celsede tutuksuz yargılama, sonra da beraat verdi. Kaçmaz’ın kararına itiraz eden savcılık makamı itiraz ederek dosyayı Yargıtay’a taşıdı. Öte yandan soruşturmayı yürüten Organize Polisi, Nuray Zeliha Kaya isimli bir kişinin Sincan Adliyesi’nde rüşvet ilişkileri içine girdiğini belirledi. ‘Yargı görevini yapanı etkileme’ suçundan gözaltına alınan Kaya’nın Alev Haberal ve sevgilisi Yener Cengiz için Sincan Adliyesi’nde görüşmeler yaptığı ileri sürüldü.

KAÇMAZ’IN HER KARARI BÖYLEYSE!

Mahkeme kararını okumadı mı ?

Sincan 1. Ağır Ceza Başkanı Kaçmaz’ın Telekomünikasyon İletişim Başkanı (TİB) Fethi Şimşek hakkında verdiği ‘yargılanmalı’ kararı da skandal çıktı. Olay şöyle gelişti: Yerel seçimler öncesinde Facebook’ta ‘Kemal Kılıçtaroğlu PKK’lıdır’ isimli bir grup oluşturuldu. Kılıçdaroğlu’nun avukatı CHP’li Şahin Mengü, Facebook’taki bu gruba erişimin engellenmesi için Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne müracaat etti.

MAHKEME KARARI YANLIŞ YAZDI

Davayı 16 Şubat’ta karara bağlayan 19. Asliye Hukuk, söz konusu grubun erişiminin engellenebileceğine hükmetti, ancak hüküm 2009-10 sayılı kararda yanlış yazıldı. Kararda “www.facebook.com’daki ‘Kemal Kılıçtaroğlu PKK’lıdır’ adlı gruba erişimin engellenmesinin geçici ihtiyati tedbir yoluyla ENGELLENMESİNE” denildi.

KAĞITTAKİ KARARI UYGULADI  AMA!

19. Asliye Hukuk, “gruba erişimin engellenmesinin engellenmesine” diyerek “gruba erişimin engellenmesi, verilen kararla engellemiş” oldu. Karar TİB’e gitti ve TİB de mahkeme kararına uyarak herhangi bir engelleme yapmadı. Kılıçdaroğlu’nun avukatları TİB Başkanı Fethi Şimşek’in mahkeme kararını uygulamadığını öne sürerek Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne müracaat etti. Mahkeme Başkanı Kaçmaz da, 19. Asliye Hukuk’un verdiği kararı uygulamadı diye Şimşek hakkında ‘yargılama’ kararı verdi.

STAR

Savcıyı Oyalayıp İMHA Yapmışlar
11 Ağustos 2009 10:53

Kışladaki Ergenekon imhası dinlemeye takıldı. Polis ve savcıları kapıda oyalayan askerlerin imha için yaptıkları yoğun telefon trafiği iddianameye şöyle girdi:


Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Üsteğmen Muhammed Sankaya'nın, operasyondan çok kısa bir süre önce odasındaki laptop ve belgeleri dışarı çıkardığı tesbit edildi. Sarıkaya vearkadaşlarının belge kaçırma operasyonu bütün ayrıntılarıyla dinlemeye takıldı.

Kapıda beklettiler

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların talebi doğrultusunda Üsteğmen Muhammed Sarıkaya hakkında 6 Ocak 2()09'da arama ve yakalama kararı çıkarıldı.

Karar gereği polis, Sankaya'nın Ankara'daki Güvercinlik Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı Operasyon Tabur Komutanlığında bulunan odası ve askeriye içerisindeki diğer adreslerinde 7 Ocak 2009'da arama yapmak istedi.

Ancak nizamiye kapısına cumhuriyet savcısıyla birlikte gelen emniyet görevlilerine daha önceki operasyonlarda örneği görülmemiş bir muamele yapıldı.

Savcı ve aramayı gerçekleştirecek polisler, uzun bir süre kapıda bekletildi. Ardından polisler içeri alınmadı. Cumhuriyet savcısı ise merkez komutanlığındaki görevli askerler eşliğinde içeri alındı.

Tüm konuşmalar kayda girdi

Savcı ve polisler nizamiyede beklerken, komutanlıkta ilginç bir telefon trafiği yaşanıyor. Teknik takibe takılan konuşmalara göre askerî yetkililer, Üsteğmen Muhammed Sarıkaya'yı telefonla arayıp, laptopu başta olmak üzere askerî belgeleri ve yasak belgeleri imha etmelerini istiyorlar.

Savcının arama yapmaya başladığı saatlerde ilk önce Sarıkaya'yı bir asker arkadaşı arıyor. Üsteğmen Noyan Pamukçu, o sırada yurtdışı görevine çıkmak için askerî hastanede rapor almak için bekleyen Sarıkaya'ya hakkında arama kararı olduğunu ve acele gelmesini istiyor.

Çabuk gel, durum ciddi

İkili arasında 7 Ocak 2009 günü saat 10.56'da geçen konuşmada Pamukçu, "Kardeşim bi acele son sürat misafirhaneye gel. Sen gel şimdi anlatamam. Rapordan daha önemli. Sana bir mesaj atacağım, çabuk gel bırak raporu, dışarıda görüşecem..." diyerek Sarıkaya'yı uyarıyor.

Pamukçu bu telefon konuşmasıyla da yetinmeyip, görüşmeden iki dakika sonra saat 10:58'de hakkında arama kararı olan Sarıkaya'ya bir de kısa mesaj gönderiyor: "Bir hâkim senin hakkında arama yapıyormuş odanda. Bilgisayarında birşeyler var mı? Durum ciddi, telefonunu kullanma, başka birinden 05005 434 7... ara beni."

Loptopu dışarı çıkar

Bu uyarıdan sonra ll:08'de başka bir asker arkadaşı Ramazan Bulut, 0505 350.... telefonundan Sarıkaya'yı arıyor ve laptopu başta olmak üzere, askerî yayın ya da yasak yayınlan beş dakika içerisinde imha etmesini, gerekirse laptopunu başkasının arabasına bırakmayı öneriyor.

Ramazan Bulut telefonda şöyle diyor: "Ne olduğunu sorma tamam mı? Bu odana git. Laptop gibi, tamam mı? Ya da askerî yayın gibi, ya da yasak yayın gibi. Ne varsa 5 dakika içerisinde tamam mı... Onları git tahliye et ve tabura gel... Odana git oradan.. Laptopunu al çıkar... Gerekirse başkasının arabasına bırak hemen alaya gel... ilk önce odana git, kendine ait laptopu bir kere oradan çıkar askerî yayın hiçbir şey kalmasın. Hemen tabura gel, burada bir olay var gelince görüşelim."

Sankaya'nın arkadaşı Ramazan Bulut, arkadaşını uyardıktan sonra bu sefer arama için gelen cumhuriyet savcısını karşılıyor. Bulut'un savcıyı karşıladığı tutanaklara da geçti.

Soruşturma başlatıldı

Aramayla ilgili tutulan tutanakta yaşanan ilginçlikler bununla da sınırlı değil. Hastanede olan Sankaya'nın arama sırasında odada bulunduğu ve bilgisayarında herhangi bir eşyanın ele geçirilmediği de tutanaklara yazıldı.

Ancak hakkında teknik takip bulunan Sankaya'nın odada bulunmadığı da telefon kayıtlarıyla tesbit edildi.

Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcılarından Mehmet Murat Yönder, 23 Şubat 2009'da "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme" suçlamasıyla Sarıkaya, Bulut ve Pamukçu hakkında soruşturma açtı.

Daha sonra görevsizlik kararı veren Yönder, tüm delillerle birlikte gereğini
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ağu 12, 2009 7:37 pm    Mesaj konusu: 'Ortak düşman Amerika'dır'a 'yasadışı örgüt' davası Alıntıyla Cevap Gönder

Başbuğ kendi soruşturma emrini verecek
20 AĞUSTOS 2009

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, 'belge' hakkında 'Anayasayı ihlal' iddiasıyla yapılan suç duyurusuyla ilgili kararı yine kendi verecek

Mazlum-Der'İn haziranda Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği'ne Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ve Albay Dursun Çiçek hakkında yaptığı suç duyurusunda ilginç bir gelişme yaşandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Başbuğ hakkındaki soruşturmaya 'görevsizlik' vererek dosyayı Genelkurmay Adli Müşavirliği'ne gönderdi.
Müşavirliğin rapor düzenleyeceği ve bu raporu da Orgeneral İlker Başbuğ'a sunacağı öğrenildi. Müşavirlik, Başbuğ'dan soruşturma izni isteyecek. Başbuğ'un da rapora göre 'Soruşturma emri' vermesi veya vermemesi bekleniyor. Başbuğ'un soruşturma emri vermesi halinde kendisi hakkında Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından soruşturma açılacak.
Mazlum - Der Genel Başkan Yardımcısı Emrullah Beytar, AKŞAM'ın sorusu üzerine, 'Darbe günlükleriyle ilgili komutanların yargılanması için AİHM'e gittik. Müşavirliğin kararına göre bu konuyu da AİHM'e götürebiliriz' dedi.

Z. Kıvanç EL / ANKARA
Akşam

BASKINDAN ÖNCE DELİLLERİ TAŞIDIM
23 Ağustos 2009 08:55Albay B.Y.'den itiraf gibi ifade: Polisten önce askerlerle evi Tuğamiral E.Ö'nün şifahi emriyle arama yaptık...


Ergenekon sanığı binbaşı Çolakoğlu’nun evinin polisten önce asker tarafından temizlenmesi için talimat verildiği ortaya çıktı. Albay B.Y, “Arama faaliyetini Tuğamiral E.Ö’nün şifahi emriyle yaptık” dedi

Ergenekon’un Deniz Kuvvetleri’ndeki yapılanmasından sorumlu olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan Deniz Binbaşı Erbay Çolakoğlu’nun ev ve ofisinden bir takım belgelerin emir üzerine kaçırıldığı iddiası ‘resmi’ ifadeyle kanıtlandı. Çolakoğlu’nun görev arkadaşı albay B.Y., askeri savcılığa verdiği ifadesinde arama kararından bir gün önce ‘Şüpheli’ Çolakoğlu’nun ofisinden bir çanta dolusu belge aldığını şu sözlerle itiraf etti: “6 Ocak 2009’da Tuğamiral E.Ö.’nün şifahi emriyle tüm birliği kapsayacak şekilde arama faaliyeti icraa edildi. Bu sırada Erbay Çolakoğlu’nun çekmecesindeki disk ve evrakları çantaya koydum. Ertesi gün Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan aramaya katıldım. 8 Ocak’ta da Çolakoğlu’nun belgelerini Tuğamiral E.Ö.’ye teslim ettim.”

POLİS FOÇA’DA ELİ BOŞ DÖNDÜ

Üçüncü iddianamenin 39. delil klasöründe tutuklu sanık Çolakoğlu hakkındaki soruşturma safhalarının detayları yer aldı. Buna göre, 6 Ocak 2009’da İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla İzmir Foça’da ikamet eden Çolakoğlu’nun evinin aranması ve gözaltına alınması için talimat verildi. 7 Ocak 2009’da Çolakoğlunun evine giden İzmir polisine, kendi bölgeleri olduğu gerekçesiyle izin vermeyen askeri yetkililer, arama işlemini gerçekleştirdi. Bunun üzerine soruşturma başlatan Ergenekon savcıları, olay mahallinin askeri bölge olması nedeniyle ‘görevsizlik’ kararı vererek dosyayı Güney Deniz Saha Komutanlığı Savcılığı’na yolladı. Kararda şu ifadeler dikkat çekti:

ÖLÜM LİSTELERİ ARAŞTIRILSIN

“Şüpheli suç delili niteliğindeki belgeleri ve bilgisayarını arkadaşları L.G. ve B.Y. vasıtasıyla gizlemiştir. Bu belgelerin Ergenekon’un Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda hücre yapılanmasına ilişkin bilgiler içerdiği, ayrıca Erbay Çolakoğlu’nun Veli Küçük ile dostluklarını gösteren belgeler olduğu, yine bu evraklar içinde bazı kişilerin öldürülmesi gerektiğini anlatan ölüm listesinin bulunduğu...”

İTİRAFA RAĞMEN TAKİPSİZLİK

Soruşturmayı kısa sürede tamamlayan askeri savcılık, albay B.Y.’nin itirafına rağmen ‘takipsizlik’ kararı verdi. Şüpheli Albay B.Y.’nin klasörlere giren itirafı şöyle: “6 Ocak 2009’da Tuğamiral E.Ö.’nün şifahi emri ile tüm birliği kapsayacak şekilde arama faaliyeti icra edildi. Çolakoğlu’nun çekmecesinde ve kullandığı mahallerde çok sayıda yoğun diskin bulunduğunu gördüm. Yoğun disk ve sair evrakı bir çantaya koydum. Tutanakla imza altına aldum . Ertesi gün Çolakoğlu’nun evinin aranacağı söylendi. Arama işlemine emir doğrultusunda nezaret ettim. 8 Ocak’ta resmi arama kararından önceki gün aldığım belgeleri Tuğamiral E.Ö.’nün talimatıyla üsteğmen H.S.’ye teslim ettim. 22 Ocak’ta yine Tuğamiral E.Ö.’nin talimatıyla belgeleri, Çolakoğlu’na teslim ettim.”

İhbar mektubu olayı aydınlatmıştı

Ergenekon operasyonun 9. dalgasında Çolakoğlu’nun evini basan polis ei boş dönmüş, sonradan gelen bir ihbar mektubu olayı aydınlatmıştı. Sözkonusu ihbar mektubunda Çolakoğlu’nun ofisinin Alb. L.G. ve B.Y. tarafından temizlendiği ve toplanan belgelerin Tuğamiral E.Ö. ile Tümamiral H. S.’ye verildiği anlatılmıştı. Hakkında ‘takipsizlik’ kararı verilen Albay B.Y.’nin itiraflarının ihbar mektubunu doğrular nitelikte olduğu görüldü.
aktifhaber

“Ortak düşman Amerika’dır” a “yasadışı örgüt" davası

“yasadışı örgüt Sivas’ta 15 ay önce ABD, AB ve AKP karşıtı protestolara katılan ve “Ortak düşman Amerika’dır” başlıklı karikatür sergisi açmaya hazırlandıkları sırada gözaltına alınan 13 üniversite öğrencisi hakkında “yasadışı örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla dava açıldı. Cezmi Ersöz’ün “Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak”, Nihat Behram’ın “Darağacında Üç Fidan”, Montaigne’in “Denemeler”i suç delili sayıldı.

Geçen yıl AKP, ABD ve AB karşıtı eylemlere katılan ‘Sıvas Gençlik Derneği Girişimi’ üyesi gençler için yıllarca hapis cezası istenecek.

Cumhuriyet Üniversitesi’nde okuyan “Sıvas Gençlik Derneği Girişimi” üyesi öğrenciler, 15 ay önce ABD, Avrupa Birliği ve AKP karşıtı protestolara katılmışlar ve bir karikatür sergisi açmaya hazırlandıkları sırada gözaltına alınmışlardı. Mahkemeye çıkartılan öğrencilerden beşi tutuklanmış ve bir yılı aşkın süre dosyaları “gizli” kalmıştı.

Sonunda iddianameyle haklarında dava açıldı. Beşi tutuklu 13 öğrenci haklarında düzenlenen iddianameyle “yasadışı örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak”la suçlanıyorlar.

23 Mayıs 2008 günü Sıvas Eğitim-Sen binasında, “Ortak düşman Amerika’dır” başlıklı karikatür sergisi açmak isteyen öğrencilerden 29’u, polisin sabaha karşı gerçekleştirdiği ev ve yurt baskınları sonucunda gözaltına alındılar. Mahkemeye çıkartılan tüm öğrenciler salıverildi. Ancak serbest bırakılan öğrencilerden beşini polis birkaç saat sonra yeniden gözaltına aldı. Tekrar mahkemeye çıkartılan Sıvas Cumhuriyet Üniversitesi öğrencileri Erbil Çınar, İbrahim Karadaş, İlker Ekiz, Mustafa Doğan ve Ali Ekber Kalender bu kez tutuklanarak cezaevine konuldular.

DOSYA ‘GİZLİ’ KALDI

Halkın Hukuk Bürosu avukatları, dosyanın tam bir yılı aşkın süre boyunca “gizli” kaldığını, dosyadan belge alınmasının gizlilik kararıyla önlendiğini belirterek, bu süre zarfında hem öğrencilerin, hem de öğrenci ailelerinin perişan olduğunu vurguladılar. Avukatlar, üçü mühendislik, biri biyoloji biri de mermer teknikleri öğrencisi olan sanıkların, tutuklanma nedenlerini ve neyle suçlandıklarını bilemedikleri gibi eğitim hayatlarının da sekteye uğradığını ifade ettiler.

Bu mağduriyetler sürdüğü sırada yaklaşık bir buçuk yıl sonra 160 sayfalık iddianame ile dava açılabildi. Tutuklu beş öğrenci dışında Ezgi Osan, Mustafa Kaya, Selma Doygacı, Biran Tanrıverdi, Emre Özkaya, Osman Minik, Uğur Aydın ve Hasan Varol Sığırcı da tutuksuz yargılanacak.

Yaşları 21 ile 25 arasında değişen 13 öğrenci, “yasadışı örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” gibi iddialarla yargılanacaklar. Türk Ceza Kanunu’nda örgüt üyeliği ve bunun propagandasını yapma suçlarının cezasının üst sınırı yaklaşık 20 yıl hapis cezası olarak gösteriliyor.

Kaynak: Alper Turgut-Cumhuriyet

SİNCAN HAKİMİ'Nİ YAKAN DİYALOG
18 Ağustos 2009 06:37

''Dinleniyorum'' diyen Hakim Kaçmaz hakkında başlatılan incelemenin asıl nedenine ulaşıldı
İlişkili HaberlerTüm HaberlerKöşk De Sincan Da Hatalı"Türkiye'den Anlayış Bekliyoruz"Sincan Valisi'nden Türkiye'ye Çağrı196 Uygur Türk'ü İdam Edildi Vur Emrini Wang Verdi


'Dinleniyorum' diyen Hakim Osman Kaçmaz hakkında başlatılan incelemenin asıl nedenine ulaşıldı. Kaçmaz', Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın yeğenini beraat ettirirken çetenin ayarladığı sabıkalı şahidini dikkate aldığı ortaya çıktı. Davaya müdahale de dinlemeye takıldı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın yargılanabileceği yönünde karar veren Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, başlattığı soruşturmanın nedenine Yeni Şafak gazetesi ulaştı. Yasadışı dinlendiğini iddia eden Osman Kaçmaz'ı, cinayete karışan Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın yeğeni Alev Haberal'a beraat kararı verdiği davayı yönlendiren çetenin dinlemeye takılan konuşmaları yaktı.

HABERAL'IN AKRABASINA BERAAT

Ankara Emniyet Müdürlüğü Organize Büro Amirliği ekipleri, liderliğini amatör boksör Hamdi O.'nun yaptığı çeteyi 'Silgi' operasyonu ile çökertti, 44 kişiyi gözaltına aldı. Polis, çete elemanlarının Ferdi Arıkan isimli kişinin Etimesgut'ta sokak ortasında öldürülmesi olayına karıştığını da tespit etti. Çete üyelerinden Savaş Yağmurlu'nun tetiği çektiği, Yener Cengiz ve sevgilisi Alev Haberal'ın da azmettirdiği belirlendi. Cinayete azmettirmekten tutuklanan Haberal ve sevgilisi hakkında Hakim Osman Kaçmaz, 9 suçtan sabıkalı Aydın Kırgözler'in tanıklığını dikkate alarak önce tahliye ardından beraat kararı verdi.

SAVCIYA 10 MİLYAR RÜŞVET

Polisin yaptığı teknik takipte çete üyelerinden Zafer Ç'nin mahkeme kararından bir gün sonra Hamdi O'yu arayarak, "He aynı benim dediğim gibi gardaş, 15 yılı patlattı. O şahit vardı ya, Aydın, gelmesiydi bunlar yanmıştı. O savcıya verilen 10 milyar vardı ya. Caner'i Ankara'ya çağırdı. 10 milyarını aldı. Savcıyla görüştüm ayağı yaptı. Savcıyı tanıyabilir kardeşim" dediği belirlendi. Hamdi O'nun da Zafer Ç'ye, "Hep düşündüğümüz gibi, dediğimiz gibi, bunlar dosyayı açtılar incelediler baktılar şöyle olursa böyle olur. Evet şahit gelmese bunlar daha hala ceza aldılardı la dua etsin o şahit geldi" dediği tespit edildi.

CİNAYETİN TANIĞI YALANCI ÇIKTI

Soruşturmayı derinleştiren polis, Sincan 1. Ağır Ceza Hakimi Osman Kaçmaz'ın Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın akrabası Alev Haberal hakkında beraat kararı verdiği davada şahitlik yapan Aydın Kırgözler'in de olay yerinde bulunmadığını, yalancı şahitlik yaptığını tespit etti. Kırgözler, olayla ilgili gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı. Kırgözler'in hırsızlık dahil 9 suçtan sabıkası bulunuyor. Sincan Adliyesi'nde incelemelerde bulunan Adalet Bakanlığı müfettişlerinin ise bu skandalı tespit ettiği öğrenildi. 5 ayda sonuçlanan cinayet davasında çetenin, tetiği çeken Savaş Yağmurlu'nun eşi Filiz Yağmurlu'ya Sincan'da bir ev aldıkları, yine Yağmurlu'nun sevgilisi Aslı Pevlivanlıoğlu'na da yaklaşık 3 bin TL para verdikleri de polis tarafından tespit edildi.


Dosyayı Osman'a veriyor

Sincan 1. Ağır Ceza Hakimi Osman Kaçmaz'ın Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın yeğeni Alev Haberal hakkında beraat kararı vermesinden bir gün sonra, 28 Aralık 2007'de, çete üyeleri Zafer Ç ile Hamdi O. arasında geçen görüşme şöyle:

ZAFER: 15 sene yedi abi. Şahidi getirdim. Ula akşam saat sekiz buçukta savcıyla yemeği yiyon, sabah nasıl dosyayı Osman'a veriyo da inceliyo bunu. Sana söyledim. Savcı çıkarttı ayağı yapıyo, daha ben adama 300 milyon verdim, evine bıraktım, onu daha niye verdin diyo.

HAMDİ: Hiç ya onlar dua etsinler yatıp kalkıp da sana.

ZAFER: Abi gene ya gene şeyapacaklar... Savcı abileri kurtardı bunları işte... Bak o şahidin ifadesi karı kız olayından çıkarttı esrar olayına soktu biliyor musun.

HAMDİ: La her zaman diyom bunları da bunlar inanıyorlar bana ne biliyim ya bunlar kafa çalışmıyor başka şeye.

ZAFER: Tabi ya bunun yapacağı bir iş vardı. Araba vardı sekiz liralık bir araba vardı. O arabayı alacaktı. Bunlar neye aldandı biliyon mu? Avukatın 10 milyarı biz savcıyı verip hallediyoz deyince, anam dedi bu bunu çıkarttı bu savaşı da beş sene yatırır dedi. Arkadaş o savcı çıkarmadı ki bunları. Sunları çıkartan Cahit aslında. O bebeye verilecekti o para

HAMDİ: Şahit olmasa töbe çıkamazdı.

ZAFER: Tabi. Savcı ne dedi savcı olay mahallinde olduğundan silaha dedi alev verdiğinden dolayı dedi bak ya olay esrar olayına karı kız olayından çıkıyor esrar olayına giriyor.
aktifhaber

Muğla'da ev alan 6 İngiliz aile dolandırıldı
20:55 - Muğla'nın Ula ilçesine bağlı Gökova beldesinde yazlık villa alan 6 İngiliz aile, parasını ödedikleri evlerin tapusunu alamadı. Parayı ödedikleri şirketin bir bankaya olan borcu nedeniyle evler icra kanalıyla satışa çıkarıldı. İngiliz aileler haklarını aramak için tüm resmi makamlara başvururken sonuç alamadıklarını iddia etti. Konuyu çözebilmesi için bir avukat tuttuklarını dile getiren İngiliz Young, "Avukata 10 bin sterlin (25 bin TL) ödedik. Ancak işimizi yapmadan davadan çekildi. Daha sonra da bu kişinin şirket yetkilisinin bir tanıdığı olduğu ortaya çıktı. Hakkımızı aramak isterken de mağdur duruma düştük. Artık dava açacak param da kalmadı" dedi. 18.08.2009 MUĞLA netgazete

Dönmez'den Çıkan 6 Yıllık Sır
23 Ağustos 2009 11:59

Bursa'da 6 yıl önce ortadan kaybolan Handan Çakal'ın katil zanlılarına ait belgeler Ergenekon tutuklusu Dönmez'in evinde bulundu.

Ergenekon davasının 3. iddianamesinin ek klasörlerinde tutuklu sanıklardan Yarbay Mustafa Dönmez'in evinden, Bursa'da 6 yıl önce aniden ortadan kaybolan ve cesedi bulunamayan 19 yaşındaki Hediye Handan Çakal cinayetiyle ilgili belgeler çıktı.

Belgeler, genç kızı öldürdükleri iddiasıyla yargılanan Onur Doğanyiğit ve arkadaşı Turan Gümüş hakkında detaylı bilgileri içeriyor. İddianameye göre Doğanyiğit'in avukatı, müvekkiline mahkumiyet kararı verilmemesi için Yarbay Dönmez'den yardım istedi.

Tüyler ürperten itiraf

Annesiyle birlikte oturan Hediye Handan Çakal, 22 Mayıs 2003'te dershaneden kütüphaneye ders çalışmak için gitti ve bir daha kendisinden haber alınamadı. Genç kızın kaybolmasından 2 yıl sonra şüpheli Turan Gümüş, İstanbul'da hırsızlık suçundan yakalandı.

Turan Gümüş (47), gözaltındayken bir ihbarda bulunacağını söyledi. İki yıldır gözüne uyku girmediğini ve bir cinayetin tanığı olduğunu öne süren Gümüş, arabaya aldıkları genç kıza tecavüz ettikten sonra arkadaşı Onur Doğanyiğit'in boğarak bir uçurumdan attığını söyledi. Arkadaşının ihbarı üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2 kişi hakkında adam öldürmek suçundan dava açıldı.

Turan Gümüş, mahkemede de genç kızı öldürdüklerini tekrarladı. Ancak Onur Doğanyiğit, arkadaşının iftira attığını öne sürdü. Cesedin bulunması için iki zanlıya, gösterdikleri yerlerde tatbikat yaptırıldı. Ancak Çakal'ın cesedi, Sakarya Pamukova ile Bilecik Osmaneli'nde aranmasına rağmen bulunamadı.

Yargıtay kararı bozdu

Genç kızın cesedinin bulunamaması ve başka hiçbir delil olmaması nedeniyle 8.5 aydır tutuklu yargılanan Onur Doğanyiğit beraat etti. İtirafçıyken sanık durumuna düşen Turan Gümüş de 20 yıla çarptırıldı. Gümüş'ün avukatı, dosyayı temyiz etti.

Turan Gümüş'ün ikrarının suçu kanıtlamadığını belirten Yargıtay kararında, genç kızın öldüğünün kesin olarak tespiti için cesedin aranmasına devam edilmesine ve sanık Turan Gümüş'ün yer göstermesine göre civarda oturanların ifadelerinin alınması gerektiğine karar verdi. Yargıtay'ın dosyayı bozması üzerine yerel mahkeme, Turan Gümüş'ün tahliyesine karar verdi.

Sanık ifadeleri evinde

Ergenekon 3. iddianamesinin ek klasörlerinde tutuklu Yarbay Mustafa Dönmez'in Ankara'daki lojman evinde Hediye Handan Çakal'la ilgili bazı belgeler çıktığı yer aldı. Yarbay'dan, Doğanyiğit'in işlediği suçlar ile mahkeme ifadelerinin yanı sıra, Doğanyiğit'in avukatı Faik Tümer Öktem'in, Dönmez'e hitaben yazdığı 25 Nisan 2005 tarihli mektupta bulundu.

Dava neden hala sürüyor?

6 yıldır genç kızın ne cesedine, ne de yaşadığına ilişkin bir ipucuna rastlandı. Kızının bulunması için Başbakan Erdoğan'a mektup yazan anne Fatma Çakal, halen devam eden davadan bir sonuç çıkmamasına tepki gösterdi. Fatma Çakal, "Kızımın öldürüldüğüne inanmak istemiyorum. Kızım öldürülmüş olsa birileri cezaevine girer. Ama ne cezaevine giren var ne de ortada kızımın mezarı başında dua edebileceğim bir cesedi var. Kızımın döneceği günü bekliyorum. En çok da bu davanın devam etmesi zoruma gidiyor. Katil olduğunu söyleyenler serbestse bu dava niye devam ediyor anlamıyorum" dedi.

Facebook'ta grup kurdular

Facebook'ta “Handan Çakal'ı Unutmadık, Unutturmayalım” adlıyla oluşturulan grupta, genç kızla ilgili çeşitli yorumlar yapıldı. İşte onlardan biri: "Handan 23 Mayıs 2003 günü dershaneye gitmek için evinden çıktı, 5 sene oldu daha dönmedi. Ne bir telefon ne bir haber.

Onunla ilgili çeşitli dedikodular çeşitli varsayımlar ortaya atıldı. Turan Gümüş, rüyasında gördüğü Handan’ın vicdan azabına dayanamayıp, işledikleri cinayeti itiraf etti ama tarif ettiği yerde 61 kişiden oluşan arama ekibinin yaptığı aramada bir kadına ait parçalanmış bir gömlek, cetvel ve kitap konulan klasör bulundu. Yapılan incelemede bulunan eşyaların ona ait olmadığı ortaya çıktı."
saktifhaber

Örgüt delili: Grup Yorum bileti!
01/09/2009 08:34

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Samsun ve Rize'de Grup Yorum konseri düzenlemek isteyen Karadeniz Özgürlükleri Derneği üyesi beşi tutuklu toplam dokuz kişi hakkında 'örgüt üyeliği' ve 'örgüt propagandası' suçlamasıyla açtığı davada ilginç delillere yer verdi.

Dava dosyasında ünlü müzik grubu Grup Yorum’un ‘konser biletleri’ve ‘konser afişleri’ örgüt üyeliğine ve örgüt propagandası yapma suçuna delil olarak sunuldu. Ayrıca, 10 yıl önce başka yayınlar için alınan alınan toplatma kararları da ilk baskıları 1997 ve 1998 yılında yapılan iki kitap için kanıt oldu. Avukat Evrim Deniz Karatana, savcılığın müvekkillerini suçlu bulmak için delil ürettiğini ileri sürdü.
Karadeniz Özgürlükler Derneği üyeleri, Rize’de 22 Mayıs 2009 tarihinde, Samsun’da ise 24 Mayıs 2009 tarihinde Grup Yorum Konseri düzenlemek istedi. Dernek üyeleri Valilikçe yasaklanmayan konserin tanıtımı için çalışmalara başladı. Konser tarihi yaklaşırken Samsun Emniyeti 3 Nisan tarihinde Dernek üyeleri hakkında ‘teknik takip’ kararı aldı ve izlemeye başladı. Polis, konser tarihlerinde önce düzenlediği operasyonda dokuz dernek üyesini gözaltına aldı. Dernek üyelerinin evlerinde aramalar yapıldı. Dernek üyeleri çıkarılan mahkeme tarafından 5’i için tutuklanırken dördü de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Yasadışı ‘DHKP/C örgüt üyesi ve örgüt propagandası yapmak’ suçlamasıyla dernek üyeleri hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

Özgürce satılıyor ama...
Savcılık dosyada, dernek üyelerinin örgüt üyesi olduğunu kanıtlamak için ilginç delillere yer verdi. Dava dosyasındaki belgelere göre, her türlü kasedi ve CD’si serbestçe satılan ünlü müzik grubu Grup Yorum’un ‘DHKP/C silahlı terör örgütüne iltisaklı (bağlantılı)’ olduğu iddia edildi. Grup Yorum’un vereceği konserlerin afişleri ve biletleri de dava dosyasında delil olarak yer aldı.
Savcılık, dernek üyelerinin örgüt üyeliğini kanıtlamak için trajikomik delillere de yer verdi. Savcılık ilk baskısı 1999 yılında yapılan ‘Bağımsızlık Demokrasi ve Sosyalizm Mücadelesi Gençlik-2’ isimli kitap ile yine ilk baskısı 1997 yılında yapılan ‘Direniş Ölüm ve Yaşam II. Devrim Kuşağının Kahramanları’ isimli kitapları yasak yayın olarak dosyada yer verdi. Savcılığın, bu kitapların yasak olduğuna ilişkin kanıtını ise İstanbul DGM’nin bundan 10 yıl önce 3 Mart 1988 ve 24 Eylül 1987 tarihindeki toplatma kararları oluşturdu.

Delil üretiliyor
Sanıkların avukatı Evrim Deniz Karatana, savcılığın özensiz davranarak müvekkilleri hakkında delil üretmeye çalıştığını söyledi. Avukat Karatana, “Savcılık, başka kitaplar için verilen toplatma kararlarını bu yayınlar için uyguladığını tahmin ediyoruz. Savcılık müvekkillerimiz suçlu bulmak için delil üretmiştir” dedi.
Sanıklar 28 Ağustos’ta 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıktı. İlk duruşmada sanıklar örgüt üyeliği suçlamaları ret ederken, sanık avukatlarından Özgür Yılmaz, müvekkilleri hakkında suç teşkil edecek bir delilin bulunmadığını savundu. Yılmaz, “Olmayan suça şahsiyet kazandırılıyor. Soruşturmanın, Grup Yorum konseriyle ilgili olarak, zorlama şekilde yapıldığı inancındayım” diye konuştu.
radikal

Polis taşlayan 2 gence toplam 21 yıl 8 ay hapis!
14:15 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi sırasında Şırnak'ın Cizre ilçesinde yapı lan izinsiz gösterilere katıldıkları ve polise taş attıkları gerekçesiyle tutuklanan sanıklardan 20 yaşındaki Mehmet Selim Bağana 11 yıl 3 ay, 18 yaşındaki Osman Acu da 10 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. 03.09.2009 DİYARBAKIR netgazete

Şamil Tayyar
Star Gazetesi
Maşallah, al gülüm ver gülüm
09 Eylül 2009

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, her ne kadar okumasa da kayda geçti. Dedi ki, “Yandaş yargı yaratılmasın.”

Böyle bir kaygıya gerek yok, zaten var. Ama kime yandaş? Bugün Ergenekon’un, CHP’nin ve Ulusalcıların yargıdaki istilasını kim inkar edebilir? Ergenekon sıralarında ve sanık telefonlarında dilden düşmeyen CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün yüksek yargıdaki gücünü nereden aldığını düşünüyorsunuz?

Ergenekon sanığı Engin Aydın’ın örümcek ağı gibi sarmış yargıdaki kollarını, HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun ve Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’ın şanlı direnişini nasıl izah etmek gerekir? Ya YARSAV Başkanına ne demeli? Nerede Ergenekon baskını, o orada...

Onun için yargıda reforma ihtiyaç var. Yandaş olmasın, muhalif de olmasın. Yargı, muhalefet partisi gibi hareket etmez.

Ayrıca, “yargı bağımsızlığı safsatasını” artık herkes bıraksın. Yargı bağımsız olmaz, tarafsız olur, erkler ayrılığı, otonom olarak tarif edilemez. Anayasanın 138. maddesi çok açıktır, “Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar” der.

Yani, karar verirken, hiç kimse müdahale edemez. Tercüme edersek; Engin Aydın ve Şahin Mengü ile herhangi bir siyasi arasında hiç fark yoktur. Kim müdahale ederse, Anayasal suç işler.

Siz istediğiniz hakime telefon açıp sözüm ona arkadaş hatırına karar çıkarttıracaksınız, postal sesiyle hakim ve savcıları kıyacaksınız, parmak işaretiyle Genelkurmay Karargahı’na koşup talimat alacaksınız, sonra Adalet Bakanı ve Müsteşarının HSYK’da olmasını içinize sindiremeyeceksiniz.

Gerçeker diyor ki; “Demokrasi bilincimiz Avrupa düzeyinde değil.” Bir lafı daha var; “Parlamentoda liderler sözsahibi, üyeler bu parlamentodan seçilirse siyasallaşır.”

Hem halka hem onun temsilcilerine ağır hakaret...

Yakından tanıyanlar bilir; Gerçeker, aslında makul biridir, militan değildir, diyalogdan yanadır. Adli yıl açılış konuşması ise şahsında temeyyüz etmiş fikri olgunlukla terstir.

Bir nevi, seçim konuşması gibi...

Siyasiler de seçim meydanında ucu açık konuşurlar, nabza göre şerbet verirler ya, aynen öyle...

Temmuz ayında HSYK üyelerinin şanlı direnişinin bir ayağında yatan gerçek de seçim kaygısını barındırır.

Hadise şudur; Yargıtay üyelerini HSYK belirler, HSYK üyelerini de (3 üye) Yargıtay belirler. Aynı durum Danıştay için geçerlidir. Danıştay üyelerini HSYK seçer, HSYK üyelerini (2 üye) Danıştay seçer.

Neden başka metotlara itibar etsinler? Al gülüm ver gülüm...

Zaten yakında Yargıtay’a 25 üye, Danıştay’a 3 üye seçilecek. HSYK’nın iş yükü, hayli fazla.
Engin Aydın’ın kulakları çınlasın.

Genelkurmay’a koşarken ne yapıyordunuz?

Yargıtay ve Danıştay’ın neden HSYK’ya dokundurtmak istemediğini gördük. Gülüm düzeninin bozulmasını istemiyorlar.

Tamam, Adalet Bakanı ve Müsteşarı HSYK’da olmasın, HSYK’ya parlamento üye göndermesin. Şu soruya cevap verin; hakimi, hakimden kim koruyacak? Son HSYK toplantısını hatırlayın. Hakim ve savcıların hukukunu siyasiler savunurken, hakim kökenli üyeler, bıraksalar meslektaşlarını doğrayacaktı.

Böyle bir garabet, herhalde bize mahsus olsa gerek.

Ortada “bilinçsizlik hali” varsa, kaynağı toplum veya parlamento mu, yoksa bizatihi yargının kendisi mi? Soruna iyi niyetle yaklaşıyorsak, evrensel hukuk normlarının egemen olduğu yargı bilinci oluşuncaya kadar, bakan ve müsteşara katlanın.

Bakın, Fransa’da kurul başkanı Cumhurbaşkanı, yanında Adalet Bakanı da var. Kurulun 12 üyesini, meslektaşları seçiyor. Bir de Danıştay üyesini ekleyin. Cumhurbaşkanı, Senato Başkanı ve Meclis Başkanının atadığı 3 üye ile birlikte kurulun üye sayısı 18’e çıkıyor.

İtalya’da kurul başkanlığı görevini Devlet Başkanı yürütüyor. Başkanla birlikte 27 üyelik kurula, meslektaşlarının oylarıyla seçilen 16 hakim- savcı, meclisin seçtiği 8 üye ile Yargıtay Başkanı ve Başsavcı katılıyor.

İspanya’da kurul başkanı, Yargıtay Başkanı. Ancak, kalan 20 üyenin (12’si hakim, 8’i avukat) tamamı kongre ve senato tarafından belirleniyor, atamayı kral yapıyor.

Ayrıca, Avrupa’da oluşmuş çok önemli içtihatlar var. Avrupa Hakimleri Danışma Konseyi 10/2007 sayılı Toplumun Hizmetinde Yargı Konseyi Görüşü: “Yargı kurulları, hâkimlerin görevlerini yürütme ve yasama erklerinden bağımsız ve kontrollerine tabi olmadan ve aynı ölçüde, yargı içinde gelecek yersiz baskılara maruz kalmadan görev yapmasına imkan tanımak için yargıyı bağımsız şekilde yönetmelidir.”

Bundan güzel tarif olur mu? Kısacası, erkler ayrılığı tamam, yargı içinden gelecek yersiz baskılara karşı da tedbir alın diyor.

İşte, 2007 tarihli Venedik Komisyonu Adli Atamalar Raporu’ndan bir satır: “Yargının kendi içine kapanık bir görüntü vermesinin negatif etkilerini kaldırmak adına; bir yanda yargı bağımsızlığı ve kendi mensuplarınca idare edilme ile diğer yanda yargının hesap verebilirliği arasında bir denge kurulmalıdır.”

Yargıçların Statüsü Hakkında Avrupa Şartı’na bakalım: “Hakimlerin seçimi, atanması, tayini, kariyer ilerlemesi ve meslekten ayrılması kararını alacak organın (kurul) üyelerinin en az yarısı bizzat kendi meslektaşları tarafından ve en geniş temsili garanti eden bir usulle seçilmiş hâkimlerden oluşması öngörülmektedir.”

İyi güzel de biz Avrupalılar kadar bilinçli değiliz, Meclis’te de lider hegomonyası var, olmaz...

Çevik Bir talimatıyla Genelkurmay Karargahı’na koşarken aklınız nerdeydi? Teğmen komutuyla hizaya girenlerin topluma ve meclise laf söylemeye hakkı var mı?

Lafım meclisten dışarı; önce beyninizdeki statükonun klipslerini sökün, atın, özgürleşin. Göreceksiniz o zaman, Adalet Bakanı da Müsteşar da hikaye gelir size...

28 yıllık 'Dev-Sol' davasında 8 kişiye müebbet hapis
12:25 - Adana Sıkıyönetim Mahkemesinde, "yasa dışı Devrimci Yol Örgütünü kurmak, sevk ve idare etmek, örgüt adına faaliyetlerde bulunmak, örgüte yardım etmek, adam öldürmek" gibi suçlardan 1981'de yargılanmaya başlanan, ancak haklarındaki kararlar Yargıtayca bozulan 11 sanıktan 8'i, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak" suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Suç tarihinde yaşı küçük olan bir sanık aynı suç nedeniyle 16 yıl 8 ay hapse mahkum edildi. Bir sanık hakkındaki dava zaman aşımı nedeniyle düşerken, bir sanığın dosyası tefrik edildi. 09.09.2009 ANKARA
netgazete

HEP'li Vedat Aydın'ın dosyası tam 18 yıl sonra geldi
01:15 - Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, 18 yıl önce cesedi Elazığ'ın Maden ilçesi yakı nlarında bulunan kapatılan Halkın Emek Partisi'nin (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın cinayetiyle ilgili dosyayı, "Yetkisizlik" kararı vererek, Diyarbakır'a gönderdi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bir süre önce bölgede işlenen 70'e yakın faili meçhul olayla ilgili olarak, İsveç'ten iadesi istenen itirafçı Abdulkadir Aygan'a iletilmek üzere sorular hazırlamıştı. İsveç Adalet Bakanlığına gönderilen dosyada, arasında yazar Musa Anter'in öldürülmesi olayının yanı sıra Vedat Aydın cinayetiyle ilgili sorular da yer alıyor. 17.09.2009 DİYARBAKIR netgazete

Aydın Menderes: İmralı'daki üç idam cinayettir
16:15 - 1960 İhtilâli ile asılan Başbakan Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes, “27 Mayıs sonrasında Yassıada, vicdanların unutamayacağı bir işkence dönemi ve İmralı’daki üç idam ise doğrudan doğruya darağacı kullanılmak suretiyle işlenmiş birer cinayettir” dedi. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarının 48. yılı dolayısıyla yayınladığı açıklamada Aydın Menderes, Demokrat Parti’nin iktidarı döneminde siyasi amaçla bir darağacı kurulmadığını, yargısız infazın görülmediğini, faili meçhul cinayet işlenmediğini ifade ederek, “Doğu ve Güneydoğu’da en basit eşkıya eylemlerine bile neredeyse rastlanmamıştır.” dedi. 16.09.2009 ANKARA netgazete

Pitbul köpek 7 yaşındaki çocuğu 15 metre sürükledi

18 Eylül 2009 Kayseri'de Pitbul cinsi bir köpek, saldırdığı 7 yaşındaki çocuğu omuzundan yaraladı.
Kocasinan ilçesi Argıncık Alsancak Mahallesi'nde Zafer Koçtaş'a ait Pitbul cinsi köpek, 7 yaşındaki Oğuzhan İşleyen'e saldırdı.
Köpek tarafından 15 metre sürüklenen çocuğu, demirci atölyesinde çalışan Ahmet Kocaaslan (18) kurtardı.
Baba Cafer İşleyen tarafından Kayseri Devlet Hastanesine getirilen Oğuzhan'ın omuzuna 5 dikiş atıldı, kuduz aşısı yapıldı.
Köpek sahibi Zafer Koçtaş ise karakolda ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.
Oğuzhan İşleyen, köpek sahibini suçlayarak "sahibi bilerek köpeği saldı. Köpek beni ısırınca müdahale etmedi. Sonra beni hastaneye götüreceğine, k öpeğini alıp parka götürdü" dedi.
Baba Cafer İşleyen, oğlunun köpeğin saldırısından sonra çevredekiler ve Ahmet Kocaaslan tarafından kurtarıldığını, köpek sahibinin ise olaya seyirci kaldığını iddia etti. İşleyen, şöyle konuştu:
"Halen sahibinin yanında olan köpeğin, buradan alınıp müşahede altında tutulmasını istiyorum. Bu köpek daha önce de çocuklara saldırdı, bir kediyi parçalayıp öldürdü. Yerde yaralı haldeki çocuğu bırakıp giden, olaya seyirci kalan köpek sahibinden de davacıyım."
netgazete

22 Eylül 2009 10:10
Yargıtay'dan Tartışılacak Karar

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, tartışma yaratacak bir karara imza attı. Siirt'te kalabalığa kurşun sıkıp bir kişinin ölümüne neden olan askere ceza yok...


Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK), tartışma yaratacak bir karara imza attı. Kurul, Siirt’te, askeri araca taş atan kalabalığa, tam otomatik silahla yedi kurşun sıkan ve bir kişinin ölümüne neden olan uzman çavuşa ceza verilemeyeceğine hükmetti. Kurul, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, “havaya ateş etmeliydi” kararına karşılık olarak “bölgenin özellikleri” gerekçesini öne sürdü.

Siirt’te 2005’te içinde iki jandarma erinin de bulunduğu askeri bir jiple Jandarma Özel Harekât Tabur Komutanlığı’ndan ayrılan uzman çavuş G.Y., il merkezinde basın açıklaması yapan 150-200 kişilik bir grupla polis arasında çıkan çatışmanın ortasında kaldı. Kalabalığın bir bölümü G.Y.’nin kullandığı cipe de taş attı ve iki asker hafif yaralandı.

YARSAV’lı savcı

G.Y., uyarılara rağmen saldırı sürünce MP5 tipi silahını aracın yan camından çıkarıp ateşledi. Tek defada kalabalığa doğru 7 kurşun sıkan G.Y.’nin açtığı ateş sonucu Abdullah Aydan yaşamını yitirdi. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi, açılan davada G.Y.’nin beraatine hükmetti. Temyiz üzerine karar Yargıtay’a geldi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı adına tebliğname hazırlayan YARSAV Başkanı ve Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, beraat kararının bozularak G.Y.’nin cezalandırılmasını istedi.

Eminağaoğlu, ölen Aydan’ın saldırgan kalabalığın arasında olmadığını, yol kenarında durduğunu belirtti. Eminağaoğlu, Aydan’ın durduğu yerde bulunan bir arabanın üzerindeki üç adet kurşun deliğinin yerinin, G.Y.’nin ayaklara ya da havaya doğru değil, öldürücü biçimde ateş ettiğini kanıtladığını belirtti.

Eminağaoğlu, G.Y.’ye taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan hapis cezası verilmesini istedi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi tebliğnameyi yerinde bulmazken beraat kararını onadı.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bu karara da itiraz etti. Yine Eminağaoğlu’nun hazırladığı dilekçede, itiraz gerekçeleri şöyle sıralandı:
“Sanık, ateş etmeden önce silahı seri atış konumundan çıkartmadı. Tek seferde 7 atış yaptı. Atış kalabalıkla ilgisi olmayan araçların arkasında bekleyen kişinin ölümünden anlaşılacağı üzere paralel biçimde yapıldı. Jandarma aracı kalabalık tarafından çevrelenmiş değildir. 150-200 kişi olduğu söylenen, ancak, hakkında soruşturma açılan kişi sayısının 37 olmasından dolayı, daha az oldukları anlaşılan kalabalık, aracı çevrelemeden taşlı saldırıda bulundu. Sanık, ateş etmeden önce kalabalığa gerekli uyarıyı yapmadı. Sanık, silah kullanma yetkisini yasaya aykırı biçimde uygulamış, yasal savunma sınırlarını aşmıştır. Sanığın görev icabı, korku, heyecan ve telaşa kapılmadan silah koşullarına uyması gereklidir.”

‘Sınır aşıldı’ ama

Ancak, kurul 18 Mart 2009’da aldığı kararla bu itirazı reddedip dairenin kararını onadı. Geçen hafta yazılarak taraflara tebliğ edilen gerekçeli kararda, “Kürdistan faşizme mezar olacak”, “Burası Kürdistan Türkiye değil” sloganları atan kalabalığın, askeri araca ciddi biçimde zarar verdiği, iki askerin yaralandığı, bu eyleme karşılık savunma hakkı doğan G.Y.’nin gerçekleştirdiği savunmanın, saldırı ile orantılı olmadığı belirtildi. Bu durumda, ancak, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan dolayı sınırın aşılmasının “cezasızlık nedeni” olabileceği belirtildi.

İçtihat olacak

Siirt’in uzun yıllardır terör olaylarının yaşandığı Güneydoğu’da bulunduğuna dikkat çekilen kararda şöyle denildi:

“Ölüme yönelik sözlerle de desteklenen fiili saldırının ağırlığı, uyarılara karşı artarak devam etmesi ile bölgenin özellikleri bütün olarak göz önüne alındığında, yasal savunmada sınırın mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aşıldığının kabulü gereklidir.”

Yerel savcılık, yerel mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin “Ölen kişi, saldırganlar arasında değildi” tespitine rağmen kurul kararını, ölen kişinin saldırganlar arasında bulunduğu yorumuna dayandırdı.

Yargıtay’ın içtihat niteliğindeki bu kararına göre, kalabalığın silah ya da bıçağa sahip olmadığı, taşlı saldırıda bulunduğu olaylarda, benzer bir korku ve telaş yaşayan güvenlik görevlisinin açtığı öldürücü ateş, ceza nedeni sayılmayacak.

Şamil Tayyar
İnceldiği yerden kopsun

Ergenekon harmanına dalınca sırtım dirgen izleriyle doldu. Yetmedi; ailem, çocuklarım tarifsiz acılar çektiler.

Tuncay Özkan, sahibi olduğu Kanaltürk’te günlerce aşağılık yayınlar yaptı. Bana etmediği hakareti ve küfrü bırakmadı. Eşime dahi dil uzattı. Yanı başında oturan Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya, “ayıptır” diyemedi.

Kanaltürk’ün internet sitesinde sinkaflı küfürler birbirini izledi. Ne şahsım kaldı, ne eşim, ne çocuklarım, ne yakınlarım...

Uğur Dündar’ın eşi için ayağa kalkanlar, aşağılık oyunu, kah gülerek, kah ellerini ovuşturarak izlediler.

Dava açtım. Mahkeme, küfürler için bin 250 lira takdir etti. Bu rakam, alt limitti. Küfürler bu kadar aleni olmasa, ceza bile vermeyeceklerdi.

O günleri zor atlattım. Bir ucu Gavurdağı’na diğer ucu Trabzon’a uzanan aile yakınlarım infiale kapıldı. Kanaltürk’ü kana bulamalarından korktum, günlerce uykusuz kaldım.

Bunca ağır hakaret ve küfre rağmen, Tuncay Özkan’ın eşi veya sevgilisiyle ilgili ima yollu bile olsa tek satır yazmadım. Kavgamı delikanlıca verdim, ama o, belden aşağı vurdu.

Sekreterle ceza verdiler

CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, Habertürk’teki bir yorumuma tepki göstermek için aradığında bana küfür edip telefonu kapattı, sonra sicil amiri olduğu sekreterini tanık gösterip hakkımda dava açtı. Hakim, iki tanığımı yalancı ilan etti, sekretere inandı, hiçbir maddi delil aramadı, 1 yıl ceza verdi.

Yargıtay, bu kararı onarsa, isteyen milletvekili sekreterini tanık göstererek, istediği gazeteciyi hapse attırabilir.

Ergenekoncuların dostu CHP’li Şahin Mengü, Kanaltürk’te şahsım için ağzına geleni söyledi, dava açtım, yerel mahkemede kazandım, ama garabet gerekçeyle Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararı bozdu.

Can Ataklı, Ergenekonculara “Kaçırın Şamil Tayyar’ı, alın elindeki bilgileri” diyerek tüyo verdi. Suç duyurusunda bulundum. Savcı, dava açmak için zorunlu 60 günlük süreyi bekledikten sonra zaman aşımından takipsizlik verdi. Yapması gereken, 60 gün içinde Can Ataklı’nın ifadesini almaktı.

Hakkımdaki suç duyurularına adeta atlarcasına sahiplenen Savcı Ali Çakır, ifade almaya bile gerek duymadan patır patır dava açtı. Soruşturma safhasında savunma hakkı tanımadılar. Birinden de 1 yıl 3 ay hapis cezası aldım.

Bu karar hukuk tarihine “kara leke” olarak geçti. İlk kez bir iddianamenin haber yapılması, cezalandırıldı.

Yargı kuşatması

Tercüman gazetesi, sürmanşette fotoğrafımı yayınlayarak terör örgütüne hedef gösterdi. Yine suç duyurusunda bulundum. Savcı, terörle mücadelede kamu görevlisi olmadığım gerekçesiyle reddetti.

Oysa, Tuncay Özkan, aynı gerekçeyle hakkımda suç duyurusunda bulunduğu zaman savcı hemen dava açtı. Tuncay’ın kamu görevlisi olup olmadığını bakmadı.

Üstelik, iddianameyi kabul eden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, kararı şahsıma resmi olarak tebliği etmediği için 7 gün içinde itiraz hakkımı kullanamadım. Mahkeme ayrıca, görevsizlik verip dosyayı İstanbul’a gönderdi. Madem işin değildi, neden iddianameyi kabul ettin?

İşçi Partisi, Operasyon Ergenekon kitabımla ilgili suç duyurusunda bulundu. Savcı, takipsizlik verdi. Bu kez karşıma Sincan Hakimi Osman Kaçmaz çıktı, takipsizlik kararını bozdu.

Kitapla ilgili yargılamam devam ediyor. Dava savcısı mütalaasında cezalandırılmamı istedi. Gerekçe olarak gösterdiği kitaptaki bölümlerin neredeyse tamamına yakını, davayla ilgili değildi.

Malatya misyonerler davasıyla ilgili belgeler, Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi üyelerinin telefon konuşmaları, Muzaffer Tekin’in Danıştay sorgusundaki ifadeleri, Ergenekon soruşturması kapsamında değerlendirildi.

Maksat, ceza vermek...

Jandarma evimi bastı

Mahkeme tebligatları bile Kandil’e operasyon gibi yapıldı. Bir gece saat 21.00 sularında jandarma evimi bastı. Ellerinde ağır silahlar, binayı çevrelediler, bir kaçı bahçe demirlerinden atlayarak kapıya dayandılar.

Tesadüfen, o gece, Kadir Çelik’in Objektif programı için İstanbul’dayım. Çelik ve programın diğer konuğu emekli Astsubay Hüseyin Oğuz, olaya tanıktır.

Eşim, heyecanla arayınca haberdar oldum. Ertesi gün davam varmış, saat 09.00’da falanca mahkemede olmam gerekiyormuş. Hemen jandarma üsteğmeni aradım, özür dilemezlerse canlı yayında baskını anlatacağımı söyledim.

Özür dilediler, ertesi gün çaya davet ettiler. Gitmedim.

Çocuklarımı okullarında taciz ettiler. Ağlayarak geldikleri günleri hiç unutamam. Tehdit ve küfür dolu telefonlar, elektronik postalar...

Sadece şahsıma ve aileme küfür için internet siteleri kuruldu. Sözlük adı altında yalan, dolan, iftira ve küfürlerle sayfalar açıldı.

Yaşadıklarımızın bir kısmını yazdık, bir kısmını sineye gömdük. Aile efradının infiale kapılma riskini düşünerek, hukuka inanarak...

Olmadı.

30’u aşan davada 100 yıla yakın hapis cezası istendi, tazminat talepleri eski parayla 1 trilyonu buldu.

Adalet aradım

Yargı, hak arama çabalarımın önüne yüksek bariyerler dikti. Hukukun bittiği yerde, kendi adaletimi aradım.

“Namussuz ve şerefsiz” diyen ahlaksıza “lan” dedim. Küfre sütun açmaya yeltenen zata “dalaksız” diye seslendim. MHP’li vekilin hakaretleri karşısında “alın şu adamı başımdan” diye serzenişte bulundum. Beni düelloya davet ederken “onun bunun gazetecisi” diyen emekli paşaya, kendi lisanından “onun bunun generali” lafını çaktım.

Ne hikmetse; Metin Ataç Paşa gibi beyaz kıyafetler içinde helikopterden inmediğim halde, bana “evliya” muamelesi yaptılar. Hazreti Yusuf sabrı, İmamı Azam bilgeliği, Mevlana hoşgörüsü, Yunus Emre olgunluğu beklediler.

Oysa basit ve sıradan bir Anadolu insanıydım. Etten kemikten yaratılmış, zaafları, duyguları ve nefsi olan biri...

Bana taşıyamayacağım kadar ağırlık yüklediler. Küfür, hakaret ve iftiralara boynunu eğ, haksızlıklara direnme...

Evet...

Belki “Kamil” değildim, ama Şamil olduğumu unuttular.

Ne diyordu Mehmet Akif; Yumuşak başlıyım amma kim demiş uysal koyunum/ Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum/ Kanayan bir yara gördüm mü kanar ta ciğerim/ Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim/ Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım/ Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.

Hapis cezası vermişler, 5 yıl denetime almışlar, kimin umurunda? Hayatından vazgeçmiş adam için ne ifade eder?

Madem öyle, sözüm odur; inceldiği yerden kopsun...

Star gazetesii

Diyarbakır'da bir garip faili meçhul ölüm
28 Eylül 2009

Diyarbakır Lice'de hayvanlarını otlatan 14 yaşındaki Ceylan uzaktan açılan bir ateş sonucu hayatını kaybetti. Savcı otopsiye gitmedi kızın ağabeyi ise olay yeri yakınındaki jandarma karakolunu hedef gösterdi.
Diyarbakır'ın Lice ilçesi Ecemiş köyü yakınlarında hayvanlarını otlatan 14 yaşındaki Ceylan Önkol, uzaktan ateşlenen bir silaha hedef oldu. Patlamanın etkisiyle parçalanan çocuk olay yerinde hayatını kaybetti.

Köyün karşısında askeri birlik olduğunu belirten Ceylan'ın ağabeyi Refaat Önkol, kardeşinin, jandarma karakolundan açılan ateş sonucu öldüğünü savundu.

Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Ecemiş köyünde oturan ilköğretim öğrencisi Ceylan Önkol, ailesine ait hayvanları otlatmaya götürdü. Saat 11.30 sularında faili meçhul bir silahın hedefi oldu.

Patlama sesi üzerine bölgeye koşan köylüler, Ceylan'ın parçalanmış cesediyle karşılaştı. Durumu güvenlik güçlerine bildirdiklerini anlatan köylüler, keşif ve otopsi için savcıyı çağırdıklarını, ancak olumsuz cevap aldıklarını kaydetti. Önkol ailesinin mensupları, "Savcı, 'ben gelemem, siz cesedi Abalı karakoluna getirin' dedi. Biz de mecburen götürdük." iddiasında bulundu. Ceylan'ın cesedi başında gözyaşı döken aile üyeleri ve köylülerin feryatları yürek dağladı.
haber7

Hani bir Türk dünyaya bedeldi? Kuşadası'ndaki patlamada yaralanan İngilizler'e Türkler'in 3 katı tazminat ödenecek

02 Ekim 2009 - Aydın’ın Kuşadası ilçesinde 16 Temmuz 2005 günü PKK’nın bir minibüste patlattığı bomba sonucu aralarında bir İngiliz ve bir İrlanda vatandaşının da bulunduğu 5 kişi hayatını kaybetmişti. Saldırıda ölen İngiliz vatandaşı 21 yaşındaki Helen Bennett’in yanı sıra kardeşi Adam Megaron (20), nişanlısı Stephen Stable (28), teyzesi Toni Punshon (45), teyzesinin arkadaşı Michael Aspinall (44) ve kuzeni Sam Punshon (18) yaralanmıştı. Aile, yaralananların organlarında kalıcı hasarlar meydana geldiği için bir daha iş göremeyecekleri ve hayatlarının geri kalan kısmında bakıma ihtiyaç duyacakları gerekçesiyle İngiliz makamlarına tazminat talebiyle başvurdu.

‘Gidin saldıranlardan isteyin’

Ancak İngiliz makamları saldırının “ülke dışında gerçekleşmesini” gerekçe göstererek tazminat talebinin kabul etmedi. Hatta İngiliz yetkililer “Gidin saldırıyı düzenleyenden isteyin” önerisinde bulundu. Bunun üzerine Bennett’in annesi Sharon Holden, davayı Türkiye’ye taşıdı. Geçen yıl yapılan başvurunun ardından Aydın İdari Mahkemesi, 17 Temmuz 2009’da aldığı kararla Türkiye’nin 1 milyon 100 bin sterlin (yaklaşık 2 milyon 600 bin TL) tazminat ödemesine karar verdi.

Londra saldırıları örneği

Karar geçen hafta taraflara tebliğ edildi. Vatan gazetesinin haberine göre; davayı İngiliz Aile adına izleyen Ersoy Bilgehan Hukuk Bürosu’ndan avukat Gülistan Baltacı süreci şöyle anlattı: “Dışişleri Bakanlığı, 7 Temmuz 2005 tarihinde Londra’da meydana gelen terör saldırılarında yaralanan Türklere istenen tazminatın ödendiğini hatırlatarak, ’karşılıklılık ilkesi’ gereği istenen miktarın verilmesi yönünde görüş bildirdi. Mahkemenin bilirkişi heyeti de bu miktarı onayladı. Dava süreci oldukça hızlı işleyerek bir yılda tamamlandı. Davalı taraf olan Aydın Valiliği’nin bir aylık temyize gitme hakkı var.”

Bakanlık temyiz edecek

İçişleri Bakanlığı ve Aydın Valiliği yetkilileri ise ise kararın yargıda olduğunu, kesinleşmediğini söyledi. Yetkililer, “Bölge İdare Mahkemesi’nin kararı Aydın Valiliği’ne dün ulaştı ve İçişleri Bakanlığı kararı temyiz etmeyi kararlaştırdı. Yargı süreci devam ettiğinden valilik tarafından şu ana kadar herhangi bir tazminat ödemesi de yapılmadı” dedi. Davalı taraf Aydın Valiliği olduğu için tazminatın İçişleri Bakanlığı bütçesinden ödenmesi bekleniyor.

Tazminat nasıl hesaplandı?

Tazminatlar yaralananların yaşı ve sakatlanma oranı göz önünde tutularak hesaplandı. Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti, çalışma yaşını kadınlar için 60, erkekler için 65 olarak kabul ederek yaralıların bundan sonra eğitim göremeyecek ve çalışamayacak olmalarının yaratacağı maddi zararı hesapladı. Bu nedenle yaşı küçük olan yaralılar için ödenecek tazminat miktarı daha yüksek oldu.

‘Kendi ülkemiz bize sırt çevirdi, Türklere çok teşekkür ederiz’

Saldırıda ölen Bennett’in annesi Holden, karar sonrası hem üzgün hem de mutluydu: “Ağlasam mı gülsem mi bilmiyorum. Helen’i geri getirmek için her kuruşumu feda edebilirim ama bu mümkün değil. Bu para, özellikle kardeşi Adam ve kuzeni Sam için çok yardımcı olacak. Kendi hükümetimiz bize sırt çevirdi. Türk hükümeti kendi ülkemin yapması gerekeni yaptı.” Ailenin İngiltere’deki avukatı Jill Greenfield de “İngiliz hükümetinden sadece merhamet gördük. Ama merhamet faturaları ödemeye yetmiyor. Şimdi bu aile mortgage borçlarını ve faturalarını ödeyebilecek. Türk hükümetine teşekkür ediyoruz” dedi.

Minibüsteki canlı bomba beş kişiyi öldürmüştü

Kuşadası’nda 16 Temmuz 2005’de bir minibüste canlı bomba eylemi ile meydana gelen patlamada 4 kişi öldü, 5’i İngiliz 13 kişi de yaralandı. Deniz Tutum, Eda Okyay, Ufuk Yücedemir ve İrlanda uyruklu Tana Whalen, olay yerinde yaşamını yitirdi. Yaralılardan İngiliz turist ailenin kızı Helen hastanede hayatını kaybedince ölü sayısı 5’e yükseldi. Yaralılardan 5’i de İngiltere’den turist olarak gelen Bennett Ailesi’ndendi.

ÖLENLERİN TAZMİNATLARI YARGIDA

Saldırının ardından Aydın Valiliği, bir komisyon oluşturarak ölenlerin ailelerine 17-24 bin TL teklif etti. İngilizler gibi Türk aileler de bu rakam karşılığında uzlaşmayı kabul etmedi ve dava açtı. Dava sonucunda mahkeme faiziyle birlikte 21 yaşındaki Deniz Tutum’un ailesine 81.672 TL, 23 yaşındaki Ufuk Yücedemir’in ailesine 81.777, yine 23 yaşında olan Eda Okyay’ın ailesine de 81.672 TL tazminat ödenmesine hükmetti. Ancak İçişleri Bakanlığı bu tutarları da temyiz ettiği için tazminat kararı kesinleşmedi ve ödeme yapılmadı.

İNGİLİZ AİLE’YE NE KADAR TAZMİNAT ÖDENECEK?

Yaralılar Doğum tarihi Sakatlık Oranı (%) Tazminat (TL) Faizi (TL) Toplam (TL)

Sam Punshon (Kuzen) 1991 57.1 464.645 95.484 560.129

Adam Megaron (Kardeş) 1989 46.12 375.935 77.254 453.189

Stephen Stable (Nişanlı) 1981 76.85 704.446 144.763 849.209

Michael Aspinall (Arkadaş) 1955 91.23 374.061 76.869 450.930

Toni Punshon (Teyze) 1964 62.93 219.070 45.018 264.088

Helen Bennett (Öldü) 1984 50.880 10.445 61.325

netgazete

04 Ekim 2009
5 yıl Sonra Şoke Eden Karar
Mardin'de 95 yılında gözaltında kaybolan 4 kişiyle ilgili çıkan karar herkesi şaşkına çevirdi
Hizni Bilmen, Abdülkadir Demir, Mehmet Emin Atuğ ve Şükrü Demir. Bundan tam 14 yıl önce Midyat'ta gözaltına alındılar ve o günden sonra bir daha izlerine rastlanmadı. Şahısların yakınları kayıp olayını ancak yıllar sonra yargıya intikal ettirebildi. Aileler Midyat Cumhuriyet Savcılığı'na verdikleri dilekçede yakınlarının akıbetini sordu ve onların bulunmasını istedi.
Midyat Cumhuriyet Savcılığı ise başvurudan tam 5 yıl sonra aileleri şok eden bir karar verdi. Şahısların nüfus kayıtlarında sağ gözüktüğü ve mezar ya da cesede rastlanmadığı için araştırmayı gerektirecek bir durumun olmadığına karar verildi.

Kamu adına kovuşturmaya yer olmadığının belirtilmesi aileleri şaşırttı ve kararı bir üst mahkemeye taşıdılar. Ancak aileler, faili meçhullerle ilgili bölgede son zamanlarda yaşanan gelişmelere rağmen eskisini aratmayan yeni bir kararla karşılaştı.

Ailelere yeni delillerin elde edilmediği, dolayısıyla soruşturmanın yeniden açılmasının gerekmediği belirtildi. Aileler şimdi İnsan Hakları Derneği Mardin Şubesi'nden yardım istiyor. Çünkü "madem ölmediler, o halde kayıplarımızı bulun" diyorlar. Uzmanlar ise savcılığın son günlerde yaşanan onca gelişmeye rağmen şahısların kaybolduğunu dahi kabul etmemesi ve olayın üstünü kapatma çabasına anlam veremiyor.
aktifhaber

Anafor davasında 29 kişi tahliye edildi
03 Ekim 2009

İzmir'de liderliğini Ahmet Tekin Baykal'ın yaptığı iddia edilen organize suç örgütüne yönelik gerçekleştirilen Anafor operasyonu davasının ilk duruşmasında 29 kişi tahliye edildi.
Aralarında organize suç örgütünün lideri olduğu iddia edilen Ahmet Tekin Baykal'ın da bulunduğu 10 kişinin tutukluluk halinin devamına karar verildi. Karar açıklanmadan önce duruşma salonunda kendini iyi hissetmeyen Baykal için, adliyeye 112 ekipleri çağrıldı.

İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Anafor operasyonu kapsamında 43'ü (4'ü başka davalardan) tutuklu 176 sanığın yargılandığı davanın 28 Eylül'de başlayan ve 5 gün boyunca devam eden ilk duruşması gece 01.30'de tamamlandı. Son gün sanık savunmalarının tamamlanmasının ardından avukatların tahliyelerine ilişkin savunmaları alındı. Savunmaların tamamlanmasının ardından kararın açıklanması için duruşmaya yaklaşık 2 saat ara verildi.

Mahkeme heyeti daha sonra salona dönerek kararını açıkladı. Sanıklar Ahmet Tekin Baykal, Maksut Tuğlu, Fikret Şahin, Barış Ören, Şeref Yıldız, Serkan Gül, Okan Ocak, Barış Vural, Zafer Yalçın ve Yıldıran Baran'ın tutukluluk halinin devamına, yaklaşık 14 aydır tutuklu bununan, emekli emniyet müdürü Haluk Ercan, Orhan Bozan, Özcan Demir, Recai Öngön, Fikret Tezdavranan, Celal Kızıl, Nusret Varhan, İbrahim Melik Çeker, Atalay Emre Kocatoros, Fikret Bekiroğlu, Metin Günay, Ümit Uğur, Orhan Sarıca, İsmail Büyüktaş, Erhan Çağır, Mehmet Başak, Tarkan Şencan, Yalçın Şahin, Tamer Manavcı, Ömer Dalkaç, Esfal Pala, Mustafa Kocaoğlu, Derya Fırat Yiğit, Mustafa Karpuz, Erkan Ümit Şakrak, Resul Günaydın, Mehmet Baki Kutlu, İsmail Akova ve Bülent Yüksel'in ise tahliyelerine karar verildi. Duruşmayı izleyenler, uzun süredir tutuklu bulunan yakınlarının tahliye kararını öğrenince büyük sevinç yaşadı.

haber7

04 Ekim 2009 11:12
Cem Uzan'ın Akıl Almaz Yöntemi

Ceza almasından sonra yurtdışına kaçan Cem Uzan'ın, bu davayı zaman aşımına uğratmak için her yola başvurduğu ortaya çıktı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerCem Uzan'a Hapis Yolu GöründüAjanlar Uzan'ın Yüzünü Güldürdü10 Yıla Kadar Hapis İsteniyorLibananco Davasında Uzan'a ŞokCem Uzan Yeniden Medyaya Giriyor


Cem Uzan'ın, yurtdışına kaçmasına neden olduğu belirtilen ‘kontör kartı dolandırıcılığı' davasında, ‘zaman aşımı'ndan yararlanmak için akıl almaz yöntemler uygulandığı ortaya çıktı. Uzanlara ait İmar Bankası'nın içinin boşaltıldığı ve 7 milyar liralık mevduatın gizlendiğinin ortaya çıkması sonrasında grup şirketlerine Temmuz 2003'te Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konulmuş, TMSF'ye geçen Uzan şirketi Telsim'in kontör kartları, Cem Uzan'ın evinin bahçesindeki havuzda (19 Şubat 2004) bulunmuştu. Bu olaydan sonra da Cem Uzan hakkında dava açılmıştı.

Edinilen bilgilere göre bu dava, TMSF avukatları ile Cem Uzan ve avukatları arasında tam bir zaman yarışı şeklinde geçti. Kontör dolandırıcılığı davasında hakkında 5 yıl hapis istemiyle yargılanan Cem Uzan, mahkemeyi oyalamak ve zaman aşımından kurtulma taktiği izledi. Suç tarihi 26 Ağustos 2003 olan dava bu taktikler sonucu 6 yıl sonuçlanamadı. TMSF avukatlarının yoğun uğraşıyla 7.5 yıllık zaman aşımının dolmasına 1.5 yıl kala sonuçlanabildi ve Cem Uzan'la aynı davada yargılanan diğer kişilere 3.5'ar yıl hapis cezası verildi.

Dava öncesinde karar tarihini geciktirmeye çalışan Cem Uzan'ın davayı ‘zaman aşımı'na uğratma çabaları karar verildikten sonra da devam etti. Kararın tebligatını geciktirmeye çalıştı. 3.5 yıl hapis cezası kararının tebligatının yapıldığına ilişkin ‘ek', dosyadan anlaşılmayan bir şekilde kayboldu.

Bilirkişi uzatması

Davanın görüldüğü Küçükçekmece 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde duruşmalar başladığında Uzan tarafının ilk taktiği, havuzda bulunan kontörlerin değerinin saptanması için bilirkişi atanması oldu. Mahkeme bu talebi kabul etti. Bu konunun zaman alacağını farkeden TMSF avukatları devreye girerek piyasada fiyatları zaten belli olan kontörler için böyle bir tespit için bilirkişi atanmasının gereksiz olduğu konusunda mahkemeyi ikna etti, bilirkişi atanmasından vazgeçildi.

Heyet değişikliği

Arkasından, zaman aşımıyla sonuçlanan davaların birçoğunda rastlanan avukat ve heyet değişikliği problemi ortaya çıktı. Uzan tarafı avukat değiştirdi ve yeni avukat her seferinde dosya için zaman talebinde bulundu. Hakim değişikliği de davanın sonuçlanmasını geciktirdi.
TMSF avuktalarının yoğun çabasıyla davada geçtiğimiz haziran ayında dosyanın tamamlanması aşamasına gelindi ve heyet, 15 Haziran 2009 günkü duruşmada kararını açıkladı. Cem Uzan 3.5 yıl hapis cezası aldı.

Adli tatilden 1 gün gönce

Mahkemenin kararını açıklamasından sonra hukuken kararın yazımı gerekiyordu. Bu işlemin yaklaşmakta olan adli tatile takılması olasılığı vardı. TMSF avukatları bir kez daha devreye girerek, kararın tatilin başlamasından bir gün önce (29 Temmuz 2009) yazımını sağladı. Ancak gerekçeli kararın tebliğatı adli tatil süresince askıya alındı. Tebligat eylül ayına kaldı.

TMSF takibe aldı

Kararın, Cem Uzan ve diğer sanıklara tebligatını özel olarak takibe alan TMSF avukatları şaşırtıcı bir durumla karşılaştı. Dosyayı inceleyen TMSF avukatları kararın Cem Uzan dışındaki kişilere 2 Eylül günü tebliğ edildiğini tespit etti. Kararın Cem Uzan dışındaki tüm sanıklara tebliğ edilirken, iddianamenin bir numaralı sanığına tebliğ edilmemiş olmasına anlam veremeyen avukatlar konuyu araştırdı.

Dosyadaki evrak kaybolmuş

Dosyada kararın Cem Uzan'a tebliğ edildiğine dair evrak ekini göremeyen avukatlar durumu araştırmaya başladı. Yapılan araştırmada kararın aslında Cem Uzan'a tebliğ edildiği, ancak tebligat ekinin dosyada bulunmadığı saptandı. Avukatlar dosyada tebligat ekinin olmadığını ortaya çıkarınca PTT'de araştırma başlatıldı. PTT'deki kayıtlarından Küçükçekmece 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 3.5 yıllık hapis kararının tebliğ edildiğini belirleyen avukatlar, tebligatın yapıldığına ilişkin kaydın fotokopisini mahkemeye verdi. Mahkeme de geçen hafta başında dosyayı onanmak üzere Yargıtay'a gönderdi.

Taktik tutmadı, kaçtı

TMSF avukatlarının girişimiyle zaman aşımından yararlanma girişimi şimdilik tutmayan Cem Uzan, hapis cezası tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Dava Yargıtay'da Şubat 2010'da görülecek. Onaylanması halinde Cem Uzan'ın hapse girmesi gerekecekti. Ancak avukatlarıyla yaptığı değerlendirmede, hapse girerse, 10'larca milyarlık tahkim davalarını takip edemeyeceğini düşünen Cem Uzan, ailesiyle birlikte yurtdışına kaçtı.

Karar onaylanmazsa...

Bu davada zaman aşımı suç tarihinden başlayarak 7.5 yıl olarak hesaplanıyor. Suç tarihi olan 26 Ağustos 2003'ten sonraki 7.5 yıl, 26 Şubat 2010'da doluyor. Yargıtay kararı bu tarihten önce verilmezse zaman aşımından kurtulma olasılığı hâlâ var. Ayrıca Yargıtay, mahkeme kararını bozarsa yeni bir süreç başlayacak. Bu kez dosyasının zaman aşımı süresi hukuken 10 yıla çıkacak. Bu süre içinde dosyanın yerel mahkemede tekrar görülmesi ve Yargıtay'da onaylanması gerekecek. 10 yıllık süre de 26 Ağustos 2012'de doluyor.



Havuzda 58 milyon liralık kontör

Cem Uzan'ın yurtdışına kaçmasına neden olan kontör davası, İstanbul- Çubuklu'da bulunan villasındaki havuzun içinde 58 milyon liralık kontör kartının bulunmasıyla başlamıştı. Kartlar 19 Şubat 2004'teki operasyonda ele geçirilmiş, araştırmalarda 26 Ağustos 2003'te gizlendiği belirlenmişti. Küçükçekmece Savcılığı'nın yaptığı soruşturma üzerine Cem Uzan ve ilgili kişiler hakkında ‘dolandırıcılık' iddiasıyla 5 yıl hapis istemiyle Ocak 2005'te dava açılmıştı. Küçükçekmece 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde açılan dava Haziran 2009'da sonuçlandı. Cem Uzan, kontörleri çalınmaktan korumak için sakladığını söylemişti.

aktifhaber

05 Ekim 2009
Ali Karahasanoğlu/Vakit
6 Vergi’nin tılsımı ne?

İstanbul 6 nolu Vergi Mahkemesi’nin tılsımı ne?
Tılsım ne ki; Doğan Medya Grubu’nun vergi ile ilgili davalarının çok büyük bir çoğunluğu, mıknatıs gibi bir çekim etkisi altında kalıyor ve bu mahkemeye geliyor?
Şöyle bir internette gezindim.
Doğan Medya Grubu’nun açtığı vergi davalarının hangi mahkemelere düştüğünü araştırdım.
Bazı avukat arkadaşlara sordum.
Resmi kurumların internet sitelerinden bilgi topladım.
Sonuç şu:
Doğan Medya Grubu’na bağlı şirketlerin İstanbul Vergi Mahkemelerinde son 1 yıl içinde açtıkları davaların çok büyük bir çoğunluğu 6. Vergi Mahkemesi’ne düşmüş.
Birkaç tanesi de 1 ve 2. Vergi Mahkemelerine düşmüş.
Bunların dışındaki mahkemelere hemen hemen düşen dosya yok gibi..
Hemen soracaksınız.. “Kaç tane vergi mahkemesi var ki? 6 tane vergi mahkemesi varsa, zaten 3 tanesini saydın, illa hepsine dava düşecek diye bir zorunluluk mu var?” itirazında bulunabilirsiniz.
O zaman, İstanbul’daki vergi mahkemesi sayısını verelim..
İstanbul’daki vergi mahkemesi sayısı tam 11.
Yani, vergi mahkemesine hitaben herhangi bir dava dilekçesi hazırladığınızda, zorunlu olarak UYAP’a kayıt yapılıyor.. Bir anlamda bilgisayar kurası çekiliyor. Kura ile dava dosyası mahkemelerden birisine düşüyor.
Bir dava açtığınızda, o davanın mahkemelerden herhangi birisine düşme ihtimali, 11’de 1 ihtimal..
Ama ne hikmetse, Doğan’ın davalarının yarıya yakını 6. Vergi Mahkemesi’ne düşüyor.
Bunda bir insan unsurunun etkisi var mı, yok mu bilemiyorum...
Bunu UYAP yetkilileri cevaplandırabilir.
Bir de, davaları açan avukat arkadaşlar.
Cevap verirlerse, açıklamalarını buradan duyurmak bizim vazifemiz.
Vermezlerse de, biz yetkililere hatırlatmış olalım.
Aylarca süren incelemelerden sonra, binlerce safyalık raporlar hazırlanıyor. Sonra ihbarnameler, cezalar.. En sonunda gelinen nokta, mahkeme..
Bu açıdan; davaların hep belli mahkemelere düşmesi merak konusu olacak bir durum.. Ve burada bir ilginçlik var mı, yok mu, mutlaka incelenmesi gerekli bir konu..
Ve bu araştırmayı yaparken, ek bir bilgiye daha ulaştım.
Doğan Grubu, işine gelen bazı davaların tüm aşamalarını halka duyuruyorsa da, kendisi ile ilgili katrilyonluk davalarda bile, ne hikmetse pek ketum davranıyor.
Gidip bir yerden araştırma yapacak değiller. Muhabirlerini görevlendirip, araştırma yaptıracak değiller.
Avukatlarına gelmiş olmalı bu bilgi.. Ama avukatlarındaki bir bilgiyi kamuoyu ile paylaşmıyorlar..
Ne hikmetse?!.
Nedir o bilgi?
Doğan Grubu’nun, Mart ayında kendilerine kesilen 1 katrilyona yakın vergi ve ceza işlemi için açtığı davaların 10 Kasım’da duruşmaları olduğu bilgisi..
Öğrenebildiğim kadarı ile, 6 davanın birden duruşması 10 Kasım’a verilmiş.
Ve bir anlamda, 10 Kasım günü, İstanbul 6. Vergi Mahkemesi’nde, 1 katrilyona yakın vergi ve ceza tahakkuku ile ilgili ihtilafın düğümü çözülecek.
Ve diğer katrilyonluk vergi ve cezaların davalarında da, bu karar kısmen örnek olacak.
Doğan Grubu, kendisine tahakkuk ettirilen vergiyi de, kesilen cezaları da, ayrıntıları ile açıklamadı. Dava dilekçesi hazırlayıp mahkemeye verdi.
Dava dilekçesinde nelere dayandı, onu da açıklamadı.
Bakalım, duruşma günü neler yaşanacak. Muhabirlerin duruşmayı izlemeleri mümkün olabilecek mi?
Ve en önemlisi, Maliye cenahının; kendilerini engelleyen gizlilik kuralı gereği açıklamadıkları, Doğan Grubu’nun ise yaptıkları usûlsüzlüklerin kamuoyunca bilinmemesi için gizledikleri bilgiler, aleni duruşmada ne kadar ortaya serilecek?..
Önce 6’nın tılsımını araştırmaya devam edelim. Sonrasında da 10 Kasım’ı bekleyelim.
Onlar 3 liralık bir ihtilafı bile, dizi yapıp uzun uzun yayınlarken; kendilerinin 1 katrilyonluk vergi davasını kamuoyundan gizlemeye çalışsalar da, biz o davaları takip edeceğiz.
Takip edip, size aktaracağız!

Cem Uzan'a gıyabi tutuklama talebi reddedildi
07 Ekim 2009 İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF), "dosyadaki delillerin henüz toplanmamış olması, sanığın delil karartma ihtimalinin bulunması, kaçma şüphesi olması ve zimmet suçundan yargılanması" nedeniyle Cem Uzan hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılması talebini uygun görmedi. netgazete

Kopan ayağın 'manevi' değeri, 3 bin TL
09:40 - TCDD’de manevra memuru olarak çalışırken, sağ ayağını kaybeden Abuzer Daş’ın kuruma açtığı dava sonuçlandı ve idare kopan ayağın değeri olarak 3 bin TL ‘manevi’ tazminata çaptırıldı. Daş, kararı eleştirerek, “Bu manevi üzüntünün karşılığı sadece 3 bin TL mi?” diye konuştu. Mahkeme, ‘manevi’ tazminatın, manevi tatmin aracı olduğunu, bu tazminatın verilebilmesi için kişinin fiziki yapısının zedelenmiş, yaşama ve kazanma gücünün azalmış ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş veya şeref ve haysiyetin rencide edilmiş bulunmasının gerektiğini’ kaydetti. 10.10.2009 ANKARA netgazete

Tefeciye olan borcu için kaçırılan adam, akıl almaz işkencelere maruz kaldı, dövülerek hadım edildi

11 Ekim 2009 PTefeciye 350 TL borçlanan 3 çocuk babası H.S.'nin başına gelmeyen kalmadı. Kaçırıldı, işkenceyle hadım edildi. Tefeci yakalandı, 6 ay tutuklu kalıp serbest bırakıldı. Yargıtay, kararı bozdu ama saldırgan 1 yıldır bulunamıyor. Eşi tarafından da terk edilen H.S. bu duruma isyan ediyor. Akşam gazetesinden Mustafa Kozak’ın haberine göre; Kabus, H.S.'nin 2005'te, tefeci Z.A.'dan borç almasıyla başladı. İddiaya göre H.S. borcu ödeyemedi, küfür edince de Z.A.


En son Ekim tarafından Pzr Şub 14, 2010 7:18 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Ekm 22, 2009 12:58 am    Mesaj konusu: Yaşasın adalet Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Kekeç
Biri bunu bana izah etsin!

Hukuk, kanun, içtihad, yargı kararı, şu bu... Bunlara aklım ermez. Hukukçu değilim. Anayasadan çakmam. Yasaların neye istinat ettiğini bilmem...

Bildiğim şudur:

Danıştay, “1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun ilgili maddeleri gereği yükseköğretim kurumlarına ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin nasıl gireceği Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yükseköğretim Kurulu tarafından saptanır” demiş mi?

Demiş.

Bu kararı, 2005 yılında Ankara Aydınlıkevler Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi İlknur Öztürk’ün katsayı düzenlemesinin iptali için açtığı davada

almış mı?

Almış.

Hukuktan anlamayan halimle soruyorum:

Zamanında bunları demiş bulunan Danıştay, nasıl oluyor da, YÖK’ün yeni katsayı düzenlemesini “geçersiz” sayıyor?

Biri bunu bana izah etsin!

İlgili kanunda bir değişiklik olmuş mu ki, ortaya birbirinden farklı iki karar çıkıyor.

Hayır, kanunda herhangi bir değişiklik olmamış.

Ülke aynı, kanun aynı, üniversite aynı, yargı aynı, YÖK

aynı...

Her şey aynı ama Danıştay daha önce “Bu bizim işimiz

değil, YÖK’e gidin” dediği bir konuda “yürütmeyi durdurma kararı” alıyor.

Bu kararını da, Yükseköğretim Kanunu’na dayandırıyor. Yeni katsayı uygulaması ilgili kanunun 45. maddesine aykırıymış.

Nasıl yani?

Baştan alalım ve tane tane gidelim: Üniversiteye girişlerde, 1983’ten 1999’a kadar, “eşit

puan” sistemi uygulanıyordu. Aynı kanun yürürlükteydi.

Danıştay, bu uygulamada “kanuna aykırılık” bulmadı.

Neden bulsundu? Lise eğitimini tamamlayan her öğrencinin yüksek öğrenim kurumlarından yararlanma hakkı vardı ve eşitlik ilkesini bozup liseleri tefrik etmek hukukun temel ilkelerine aykırıydı.

Konu, ayrıca Danıştay’ı ilgilendirmiyordu.

28 Şubat’çılar geldi, işi bozdu. “Eşit puan sistemini” ortadan kaldırdı. Meslek liselerine “negatif ayrımcılık” uyguladı. Hukuka, cari yasalara, insan haklarına, her bir şeye aykırı olan “sistem” 10 yıl boyunca

yürürlükte kaldı.

Danıştay buna da ses

çıkarmadı.

Evet, kanun dışıydı...

Evet, hukuka aykırıydı...

Evet, apaçık insan hakları ihlaliydi.

Danıştay’ın tam da burada devreye girip, “Ne oluyoruz efendiler?” demesi gerekirdi, ama bunu demedi.

Şunu dedi: “Bu benim işim değil. Daha önceki uygulamaya da ses çıkarmamıştım. Buna da ses çıkarmıyorum. Çünkü ilgili yasa bu konuda YÖK’ü yetkili kılıyor. Siz derdinizi YÖK’e anlatın.”

Madem kanun YÖK’ü yetkili kılmıştı, önceki YÖK yönetimlerin bozduğu şeyi, yeni YÖK yönetimi tamir etti ve 1983’ten 1999’a kadar, 16 yıl boyunca uygulanan eski “eşitlikçi sistem”e döndü.

Böylece hak yerini buldu.

Fakat, bu kez “yetkisiz” yetkili Danıştay devreye girdi ve “kanuna aykırı” olduğu gerekçesiyle “eşitlikçi” sistemi ortadan kaldırdı.

Benim anlayamadığım husus şu:

Kanun değişmediğine göre, 16 yıl boyunca güzel güzel uygulanan sistem, nasıl oluyor da birden “kanun aykırı” hale gelebiliyor?

Biri bunu bana izah etsin.

Kıymetli Danıştay hâkimlerinden de şunun izahını istiyorum:

Hani katsayı düzenlemesi

sizin işiniz değildi? Yasa YÖK’ü yetkili kılmıştı ve derdimizi YÖK’e anlatmalıydık...

Ne oldu da bunu “kendi işiniz” bellediniz?

Hakikaten ne oldu?

Star

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Adli Tıp'ın soğumuş hali

Otoriter bürokratik sistemler etik ve insani olanı, bünyelerinde sindirerek otoriterleşirler.
Soğuk mantığını kullanarak vicdanı kıpırdamayan sistem, insanı hayatını dışlayarak kendini üretir.
Tıpkı Güler Zere'nin Adli Tıp'tan dört aydır beklenen raporunun ancak dün akşam çıkması gibi.
Derinleşen ve uzayan bu kayıtsızlığa karşın ölüm, cehennemi bir yangın gibi Güler Zere'yi sardı.
İnsanın "acı çekene yardıma" itebilen ve "acı çekmesine" neden olmaktan kaçınmasını sağlayan ahlaki duygular, hayatta tınmadı.
Katı bürokratik zihniyetin Güler Zere'yi " ideolojik dışlaması", onu adeta infaza götürüyor.
Acıya ve acı çekene karşı duyarsızlık, Adli Tıp'ın standart tavrı olarak yerleşiyor.
Adli Tıp'ın ev ödevi Güler Zere'nin raporu savsaklanırken, kurumun üzerindeki karanlık da arttı.
Yaşam hakkı gibi huzurlu ölüm hakkı, yine hasta, çaresiz ve korunmasız olandan zalimce esirgeniyor.
Güler Zere, 7 ay önce damak kanserine yakalandı, 14 yıldır cezaevindeydi, 3 ameliyat geçirdi.
Damağı alındı ama hastalık yayıldı, sağlık koşulları uygun olmadığı için kemoterapi tedavisi alamadı.
40 kiloya düşen Güler Zere, yemek yiyemiyor, serumla beslenemiyor ve konuşamıyor.
Avukatı artık gözlerinin görmediğini ve kulaklarının duymadığını söyledi.
12 Ekim'de son ameliyatından sonra, günlerce yoğun bakımda ayağında kelepçeyle yattı...
Türk Tabipler Birliği Danışma Kurulu, "hastalığın geri dönülmez bir aşamaya girdiğini ve beklenen yaşam süresinin çok kısa" olduğunu bildirerek, Zere'nin serbest bırakılması gerektiğini belirtmişti..
Hastalığının ölümcül evresine giren Zere'ye "huzur ve veda hakkının" tanınması için Cumhurbaşkanı'nın af yetkisini kullanması istendi.
Dört ay önce Çukurova Üniversitesi Adli Tıp raporunda "Zere'nin ağır özürlü sayıldığı, yaşamının risk altında olduğunu" yazılı idi.
Bunun üzerine Zere, 14 saatlik yolculukla Adana'dan İstanbul'a getirilerek İstanbul Adli Tıp Genel Kurulu'nda beş dakika sürdüğü belirtilen muayeneden geçirildi.
Daha önce "işkenceyi saklamak" suçundan dört defa meslekten men cezası almış Nuri Birgen'in başkanlığını yaptığı Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu'nun raporu, Zere'nin Balcalı Hastanesi'nin "mahkum koğuşunda" tedavi olabileceğini bildirdi.
Fakat Adli Tıp'ın bu kararı veren kurulunda onkolog ve kulak-burun-boğaz uzmanı yoktu.
Zere'nin avukatları bu karara itiraz ettiler.
Aradan dört ay geçti, Zere'nin hastalığı ilerledi ve durumu çok ağırlaştı.
CHP milletvekili ve Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Ahmet Ersin, bu hafta Adana'da Zere'yi ziyaret ettikten sonra "Artık tedavi söz konusu değil, acılarını dindirmeye çalışıyorlar, çok zamanı kalmadığını düşünüyorum ama bu duruma kimse seyirci kalamaz" dedi.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi, Güler Zere'yle ilgili kararını dört aydır veremeyen İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurul üyelerine suç duyurusunda bulundu.
ÇHD, Adli Tıp'ın 42 üyesine "öldürmeye teşebbüs, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal" suçlarından dava açtı..
Zere'ye yönelik hasta hakları ihlali sürüyor, huzurla veda hakkı tanınmıyor.
Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu Başkanı'nın siciline bu defa da "açıktan işkence suçu" ekleniyor!
Bürokratik ideolojik zihniyet yine "insanı" mekanik çarkında öğütüyor.
Adli Tıp'ın hazırladığı bu rapor, artık solmuş ölü bir rapor değil mi?
Yaşamaya kastı olan "donuk ruhsuz ifadeler" de Zere için bir anlam taşımayacak.
Akşam

Serdar Akinan
Yaşasın adalet

Vedat Yenerer'i bilir misiniz? Cumhuriyet gazetesinde, 32.Gün'de... Birçok haber merkezinde çalıştı.
Afganistan'da, Irak'ta, Çeçenistan'da, Bosna'da... Gidip haber yapmadığı cephe kalmadı. Kurşun yağmuru altında haber yaptığını bilen bilir. Bir cuma sabahı 25 tane polis evini bastı.
Bu savaşlardan hatıra diye getirdiği boş kovanları, deden kalma eski bir tüfeği aldılar. Hakim karşısına tam dört gün sonra çıkabildi.
Dört gün...
Vedat, savcıların, 'güçlü şüphe' gerekçesi ile 'terör örgütü üyesi olmak' ve 'vahim nitelikte silah' bulundurmak suçlarından tutuklanarak cezaevine konuldu. Gazetelar ve televizyonlar aylarca 'Terörist Vedat Yenerer' diye yayın yaptı.
Her bir suçuna 100'er sene hapis istendi.
Vedat Yenerer, tam 11 ay bir gün sonra serbest bırakıldı.
Adli Tıp, o 'vahim nitelikte silah'a 'ateşli silah bile değildir' diye bir değil iki kez rapor verdi.
Adli Tıp Kurumu'nun iki kez rapor vermesi pek görülen bir şey değildir.
Nedeni ise çok hoş!..
Hoş, zira, hakimler, 'Polis raporuyla bu kadar tezat olamaz. Herhalde raporlar karıştı' diyerek bir kez daha 'vahim nitelikte silah'ı yolladılar ve rapor aynen geldi... 'Bu ateşli bir silah olarak değerlendirilemez.'
Neyse mahkeme safahatı sürüyor. Kararın ne çıkacağını elbette bilemeyiz. Ancak Türkiye'de hukukun usulü ve sürati hakkında iki kelam etmemizde mahsur olmasa gerek.
Nedeni de şu:
PKK'nın silahlı propagandayı benimsemiş bir örgüt olduğu konusunda bir şüphe olabilir mi?
Bu örgütün 'bir numarası' yakalandı diye biliyorum.
Hatta yargılandı ve ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldı.
İmralı Adası'nda da cezasını çekiyor. Yani, TC açısından, kanunlar açısından 'terör' devam ediyor.
Yargıtay, öyle bir içtihat yarattı ki, bu içtihattan ötürü, polise taş atan çocuklar, 25-30 yılla yargılanıyor ve hepsi tutuklu...
Yıllar içinde on binlerce insan öldü...
Şimdi 34 kişi geldi mi?
Geldi.
Bu arkadaşlardan beşi terör örgütü üyesi mi?
Üyesi...
Mesela örgütün iki numarası Murat Karayılan'ın onları uğurlama görüntüleri yayınlandı mı?
Yayınlandı.
Şimdi anlamadığım şu?
Lütfen savcılarımız ve hakimlerimiz, yüce Türk adaletinin ortak yüksek vicdanı ve aklı beni mazur görsün ama...
Ergenekon'da sabaha karşı evlerinden alınan akademisyenler, gazeteciler, işadamları 'ne ile suçlandığını bilmeden' savcı karşısına çıkmak için günlerce bekletilirken, hakim karşısına günler sonra çıkartılırken... Hala ne ile suçlandıkları bilmeden veya savunma haklarını kullanmak için aylarca cezaevinde yatarken... Bu kanlı terör örgütünün kasası hastanede beş kuruşsuz ölürken...
Habur'da ayaklarına giden 'özel yetkili savcılar' tarafından karşılanan ve 'teslim olmaya gelmedim' demelerine karşın jet hızıyla serbest bırakılan 'terör örgütü üyesi' olduğu aklen ve vicdanen sabit bu insanlar bu gece evlerine gidip huzur içinde uyuyacaklar.
Bu ülkede, ne o 'taş atan' çocukların anaları rahat uyumalı...
Ne de, aylarca 'Ergenekon terör örgütü üyesi' damgası ile gezen ve şimdi teker teker serbest bırakılan insanlar...
Ne de bizler...

akşam Gazetesi

Adaleti yürüyerek arayacak

Konya'da meydana gelen ve kızının ölümüyle sonuçlanan trafik kazasında, sürücüye yeterli cezanın verilmediğini öne süren Şahin Güner, İzmir'in Seferihisar ilçesinden Ankara'ya yürüyüş başlattı.
Seferihisar'da çobanlık yaptığını belirten Şahin Güner, Kemalpaşa ilçesinde gazetecilere yaptığı açıklamada, Konya'da, kızı Damla Güner'in (21) bulunduğu motosiklete kırmızı ışıkta geçen bir aracın çarptığını hatırlattı.

Konya Numune Hastanesinde 5 gün yattıktan sonra beyin ölümü gerçekleşen kızının organlarını bağışladıklarını belirten Güner, şöyle dedi:

''Konya Seydişehir Ağır Ceza Mahkemesi, kazaya neden olan aracın sürücüsüne 2 yıl 4 ay hapis cezası verdi. Bunu da para cezasına çevirerek 24 aya böldü. Bir can taksitle olur mu? Bu durumu protesto için Adalet Bakanlığı önüne siyah çelenk bırakacağım. Adalet Bakanı'mızdan yardım bekliyorum. Dosyamızın acil incelenmesini istiyorum. Dosya yeniden incelendikten sonra bana 'haksızsın' desinler, bu davamdan vazgeçeceğim. Biz yandık başka anne babalar yanmasın.''
Akşam

Adli Tıp'ta uzman doktor skandalı

DHKP-C üyeliğinden yattığı hapishanede kansere yakalandığı için af tartışmalarına yol açan Zere için Adli Tıp iki farklı rapor verdi.

Adli Tıp Kurumu, Hüseyin Üzmez ve Münevver Karabulut dosyalarında olduğu gibi yine tartışmalı bir rapora imza attı. Damak kanserine yakalanan Güler Zere'yi, af başvuruları üzerine muayene eden 3. İhtisas Kurulu'nda, KBB (kulak burun boğaz) ve onkoloji (kanser) doktoru olmadığı ortaya çıktı.

Zere'ye, 5 dakikalık muayenenin ardından "Tedavisi hastanede yapılabilir" raporu verildiği öğrenildi. Yaklaşık 14 yıldır cezaevinde olan Güler Zere, 22 Haziran'da Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı'nda muayene edildi.

Zere'ye, "yaşamının ağır risk altında olduğu, cezaevi koşullarında tedavi edilemeyeceği, iyileşinceye kadar cezasının ertelenmesinin uygun olacağı" yönünde rapor verildi. Güler Zere'nin dosyası daha sonra İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Zere de, 6 Temmuz'da, 28 saat süren bir yolculukla Adana'dan İstanbul'a getirildi.

3. İhtisas Kurulu; onkolog ve KBB doktoru olmadan yaptığı muayenede, "Tedavisi hastanenin mahkum koğuşunda yapılabilir" raporu verdi.

İki rapor arasındaki çelişki üzerine, Zere'nin avukatları dosyayı Adli Tıp Genel Kurulu'na götürdü. Fakat Genel Kurul, kararı yine 3. İhtisas Kurulu'na bıraktı.

UMUDU TÜKENMİŞ
Güler Zere'nin avukatları ise 3. İhtisas Kurulu üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Elbistan Cumhuriyet Savcılığı'na başvurduklarını anlatan Avukat Taylan Tanay, "Onkoloji ve KBB doktoru olmadan, 5 dakikalık muayeneyle nasıl böyle bir karar verilir? Bu olay Aziz Nesin hikayelerine benziyor. Göz göre göre bir insanı öldürüyorlar. Kendisi 40 kiloya düştü. Artık sadece damar yoluyla beslenebiliyor. 3. kez ameliyat oldu. Boynunda hızla üreyen kanser hücreleri tespit edildi. Yaşama umudu tükendi" diye konuştu.

'SEVK YAPILMALIYDI'
İsminin açıklanmasını istemeyen bir genel kurul üyesi ise, "3. İhtisas Kurulu'nda hastalıkla ilgili uzmanlar bulundurulmak zorundaydı. Kurumda yoksa, üniversiteden doktor istenmeliydi. Ya da hasta, hastaneye sevk edilmeliydi. Zere'nin ameliyatlarıyla ilgili raporları değerlendirecek KBB uzmanı ve onkoloğa ihtiyaç vardı. Bunların ikisi de maalesef bulundurulmamış. Kanserli hastaya genel cerrah, ortopedist veya adli tıp uzmanı teşhis koyamaz" dedi.

Sabıkalı kurul
3. İhtisas Kurulu, Uz. Dr. Nur Birgen, Uz Dr. Şadi Çağdır, Uz. Dr. Koray Kaptanoğlu, Prof. Dr. Can Ö. Gökdoğan (Genel Cerrah), Opr. Dr. M. Oktan Aktürk (Ortape ve Trovmatoloji uzmanı) ve Prof. Dr. Erbil Gözükırmızı'dan (Nöroloji Uzmanı) oluşuyordu. Çağdaş Hukukçular Derneği'nin hakkında "tasarlayarak öldürmeye girişim"den suç duyurusunda bulunduğu Nur Birgen'in, birçok tartışmalı raporda imzası var. (Erhan ÖZTÜRK/Sabah)

"Davayı etlemek için yargıçla yattım"
31 EKİM 2009,
'Irk ayrımcılığı' davasından kurtulabilmek için yargıçlarla birlikte olduğunu söyledi.

İngiltere’de bir hukuk firmasında avukat olan Lizzie Wiseman, meslektaşı Hint asıllı Aisha Bijlani tarafından kendisine açılan 33 milyon poundluk “ırk ayrımcılığı” davasından kurtulabilmek için yargıçlarla birlikte olduğunu söyledi.

Wisemann gibi kişilerin kendisine Hint asıllı olduğu için dava vermediklerini iddia ederek kurumu mahkemeye şikayet etmiş, Wiseman’ı da yargıçlarla birlikte olmakla suçlamıştı. 4 çocuk annesi Lizzie Wiseman ise Yüksek Mahkeme Hakimi Justin Fenwick, ve yardımcı yargıç Roger Stewart ile kararlarını etkilemek için yattığını kabul etti.
Akşam

Ölümlü kazadan, başkomisere 27 bin TL ceza
17:00 - Boğaziçi Köprüsü'nde 2005 yılında otomobiliyle yaptığı kazada araçtaki Yeliz Telli'nin ölümüne, 2 kişinin de yaralanmasına neden olduğu gerekçesiyle yargılanan Başkomiser Ebubekir Temür'e verdiği 2.5 yıllık hapis cezasını, 27 bin 300 TL adli para cezasına çevirdi. 03.11.2009 İSTANBUL netgazete

BİLİRKİŞİDEN VİCDANLARI SIZLATAN RAPOR
4 Kasım 2009 17:59

Rögar çukuruna düşerek ölen 5 yaşındaki Dilara Dumrul davasında anne kusurlu bulundu: Kızının elini sıkıca tutmamış, bastığı yeri kontrol etmemiş!
Bahçelievler'de annesiyle sokakta yürürken, kapağı açık unutulan rögar çukuruna düşerek ölen 5 yaşındaki Dilara Dumrul davasında hazırlanan ikinci bilirkişi raporunda anne de, "Çocuğunun elini sıkıca tutmadığı ve çocuğunun bastığı yerleri dikkatlice kontrol etmediği için kusurlu" bulundu. İlk bilirkişi raporunda annenin kusur oranı tayin edilememişti. Yine ilk bilirkişi raporunda 2. dereceden kusurlu bulunan MVM şirketi sorumlu müdürü, proje sorumlusu ve şantiye şefi olan Erol Balcı ikinci bilirkişi raporunda 1. dereceden kusurlu görüldü.

İş sağlığı ve güvenliği uzmanı üç kişiden oluşan bir heyetin hazırladığı bilirkişi raporunda kusur oranları şu şekilde belirtildi:

-Önlemlerin alınması ve sürekliliğinin sağlanması işi asıl yüklenici firma olan MVM şirketinin sorumluluğundadır. Şantiyede yapılan işlerin yürütümünden sorumlu ve aynı zamanda proje sorumlusu Erol Balcı birinci dereceden kusurludur. (Erol Balcı önceki raporda ikinci derecede kusurlu bulunmuştu)

-Rögar baca ağızlarının kontrolü konusunda özel olarak bir görevlendirme yapılmaması, bu konudaki boşluk sözü konusu denetim işlerinin tesadüflere kalmasına yol açmıştır. Bu konulardaki yetersizliğin sorumlusu olan Güntek firması yetkilisi Ömer Adnan kaya birinci dereceden kusurlu bulunmuştur.

-İş sağlığı ve güvenliği kurul başkanı olan ve şantiyede bulunan sorunların tespitinden sonra takibi konusunda yapılması gerekenlerle ilgili yeterli çalışma yapmayan Bilal Şahin 2. dereceden kusurludur.

-Şirket yönetim kurulu üyesi olması dışında işyeri güvenliği açısından özel olarak yüklendiği bir sorumluluğunun bulunmaması sebebiyle sanıklardan Osman Şahin'e bir kusur atfedilebilmesi mümkün değildir.

-Taşeron Güntek firması adına şantiye şefi konumunda bulunan tekniker Yunus Naci Ozanlı iş sağlığı ve güvenliği yönünden şantiye şefliği yapacak yeterliliğin bulunması söz konusu değildir. Bu haliyle kendisine bir kusur atfedilebilmesi mümkün değildir.

-Güntek teknikeri kendisine rögar baca ağızlarının korunması ile ilgili olarak özel bir görev verilmeyen İbrahim Hakkı Kızıl'a da bir kusur atfedilemeyeceği saptanmıştır.

-Riskleri gördükleri durumda not tutup bunu iletme dışında başkaca bir şey yapmamış olan sanıklar Mehmet Erbaş ve Ali Albayrak da üçüncü dereden kusurlu bulunmuştur.

ANNE DE KUSURLU

Raporda son olarak ölen Dilara'nın annesi kusurlu bulundu. Anne Edibe Songül Edibe Dumrul'un inşaat alanı içinde yürürken, çocuğunun elini sıkıca tutması ve aynı zamanda da çocuığun yürüyüp bastığı yerleri dikkatlice kontrol etmesi gerektiğinin belirtildiği raporda, olay yerinde bir inşaat alanı olması ve buradaki ristlerin normal yaşamda karşılaşılanlardan daha fazla ve daha yoğun bir halde bulunması gerçeği gözetildiğinde anne Edibe Dumrul'un sorumluğunun ancak üçüncü deredecen olabileceği belirtildi.

TÜRKİYE GÖZYAŞLARINA BOĞULMUŞTU

28 Şubat 2007 günü meydana gelen olayda Dilara, annesinin elinden kayarak Tavukçu deresinin ıslah çalışmaları sırasında 18. Sokak Aska Blokları'nın önünde, kapağı açık unutulan rögardan kanalizasyona düştü. Dilara Dumrul, bir anda akan suda kayboldu. Dilara'nın "Anne beni kurtar" çığlıkları karşısında çaresiz kalan anne, kızının sinir krizleri geçirdi. Dilara'nın cansız bedeni ise, 3 kilometre uzaktaki başka bir çukurdan çıkarıldı. Dilara'nın cansız bedenini kucağına alan baba Muhterem Dumrul'un son bir ümitle, "Ambulans çağırın, belki yaşıyordur." diye bağırması tüm herkesi gözyaşlarına boğmuştu.

Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşmasında baba Muhterem Dumrul MVM şirketinden manevi tazminat aldıklarını, şirket yöneticileri ile helalleştiklerini ve cezai davadan vazgeçtiklerini, şikayetçi olmadıklarını belirterek, maddi tazminat haklarının saklı kalmasına ilişkin dilekçesini mahkemeye sunmuştu.

Duruşmada sanık MVM şirketi sahibi Bilal Şahin mahkemeye verdiği yazılı savunmasında "Acılı aileye manevi tazminat ödenmiş ve iş bu davada şikayetçi olmamışlardır" diyerek, bilirkişinin raporuna itiraz etmişti. Ailenin şikayetinden vazgeçmesi üzerine tutuklu sanıklar Yunus Naci Ozanlı ve Ömer Adnan Kaya'nın tahliyesine karar verilmiş, mahkeme de üç uzmandan oluşan ikinci bir bilirkişi raporu hazırlanmasına karar vermişti.

Radikal

Şehit Yakınlarının Ceza Tepkisi
Şehit yakınları, Elazığ'da dört askerin şehit olmasına sebep olan Teğmen Mehmet Tümer'e verilen cezayı az bularak sert tepki gösterdiler..

Elazığ'ın Karakoçan ilçesi Düztepe mevkiinde 17 Ağustos 2009 günü İbrahim Yaman isimli askerin eline pimi çekilmiş el bombası vermesi sonucu dört askerin ölümüne neden olan Piyade Teğmen Mehmet Tümer'e 9 yıl 2 ay hapis cezası verilmesi şehit ailelerini üzdü.

Yavrularına kıyan bir insanın bu kadar az ceza almasına tepki gösteren aileler, haklarını sonuna kadar arayacaklarını söyledi.

Duruşmanın bitiminden sonra konuşan Şehit İbrahim Öztürk'ün Avukatı Özgür Murat Büyük, karardan memnun olmadıklarını belirterek, "Biz daha ağır bir ceza bekliyorduk, sonuç itibarıyla dört insan bize göre kasıtlı davranış yüzünden öldü. Bilinçli taksir yok. Mahkeme bilinçli taksirin olduğuna karar verdi. Mahkeme önce 8 yıl, sonra 11 yıla çıkardı. Daha sonra iyi hali nedeniyle 9 yıla düşürdü. Biz bu kararı temyiz ettik. Kararın bozulması için elimizden geleni yapacağız." dedi.

Kararı duyduğunda içinin yandığını duygulu cümlelerle ifade eden şehit İbrahim Yaman'ın annesi Nermiye Yaman, "Gittiğim yerde de beni teskin edecek bir şey bulamadım. Şu an çok sinirliyim. Bizim yavrularımız bu kadar ucuz mu? Eğer ömür boyu hapis yatarsa benim vicdanım o zaman yerine gelir. Şu an içim yanıyor, ben ömür boyu ceza bekliyordum. Ben onun da eline bomba verilmesini bekliyordum." şeklinde konuştu.

Adalete ve devlete olan güvenlerinin sarsıldığını söyleyen şehit Musa Bulut'un babası Sinan Bulut, "Biz kendimizi savunamıyoruz. Devlete güveniyoruz. Ama güvenimiz sarsıldı. Karara itiraz edip temyize gideceğiz. Bu işin sonuna kadar gideceğiz. Biz ömür boyu ceza istiyorduk." ifadesini kullandı.

8. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde görülen duruşmada Müdahil Avukatı Özgür Büyük, esasa ilişkin talebini okudu. Talebin ardından askeri savcı tutuklu Mehmet Tümer'in iddianameye göre cezalandırılmasını istedi. Daha sonra Tanık Avukatı Behiç Cantürk esas hakkında savunmasını yazılı olarak hâkime sundu. Hâkimin yazılı açıklamayı okumasının ardından Mehmet Tümer'e söz hakkı verdi.

Mehmet Tümer, İbrahim Yaman'ın eline el bombasını vermesinin ceza amaçlı olmadığını, el bombasını eğitim amaçlı verdiğini söyledi. Olayın olduğu sıralarda kavga eden iki askerden dolayı dikkatini başka meseleye verdiğini kaydeden Tümer, "Eğitimimi tamamlayamadım. Kesinlikle isteyeceğim bir olay değildi, tahliyemi talep ediyorum.'' dedi.

Teğmenin sözlerinin dinlenilmesinin ardından mahkemeye karar için 2 saat ara verildi. Verilen ara sonrası mahkeme Piyade Teğmen Mehmet Tümer'i bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebep olmaktan dolayı önce 11 yıl, daha sonra sanığın sabıka kaydının olmamasından dolayı 9 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırdı.
aktifhaber

AMAÇ MUHALEFETİ SUSTURMAK MI
Yeni RTÜK yasası
25.11.2009 16:24

Bugün medyaya yansıyan en önemli haberlerden birisi RTÜK’e yayın yasağı yetkisi verilmesiyle ilgili yeni kanun tasarısı taslağıydı. Şu an ki yasaya göre bu yetki sadece Başbakan’da ya da Başbakan’ın görevlendirdiği bakanda bulunuyordu. Şu an ki yasadaki ilgili maddede “Millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hâllerde yahut kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendireceği Bakan, geçici yayın yasağı getirebilir” deniyor, ilgili maddeye yapılan bir eklemeyle yayın durdurma yetkisi artık RTÜK’e de verilmiş oluyor. Bu maddeye çok önemli bir ekleme daha yapılıyor; “Ayrıca gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile toplumu infiale sevk edecek yayınların yapılması durumunda, Üst Kurulca yayının geçici olarak durdurulmasına karar verilebilir". Eğer bu kanun tasarısı yasalaşırsa, RTÜK artık Başbakan’ın iznine gerek duymadan gerekli gördüğü televizyon yayınını durdurabilecek. Peki, bu yasa değişikliğinin nedeni ne?

Bu kanun tasarısı yasalaşırsa, RTÜK’ün ve tabi dolaylı olarak da hükümetin hoşuna gitmeyecek yayınlar istenildiği gibi durdurulabilir. Şu an ki yasada geçerli olan “Yargı kararları saklı kalmak kaydıyla yayınlar önceden denetlenemez ve durdurulamaz. Ancak, milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde ise Başbakan veya görevlendireceği bakan yayını durdurabilir.” Metnindeki yayın durdurabilme yetkisine atık RTÜK’te sahip olmuş olacak. Şimdi RTÜK “Milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde” diyerek; Başbakan’a veya AKP iktidarına yakın kişilerin ses kayıtlarının yayınlanmasını durdurabilir. Mesela bu kanun tasarısı yasalaşırsa Ulusal Kanal ve diğer muhalif kanallar bundan sonra hükümet aleyhine ses kaydı yayınlayamaz. Eğer yayınlamaya kalkarlarsa RTÜK olaya anında el koyar ve kanalların yayınlarını durdurabilir. Belki de AKP iktidarı hem yurt içinden hem de yurt dışından yükselen “Hükümet Baskıcı” söylemlerinden kurtulmaya çalışıyordur. Çünkü bu yasa sayesinde yayınları durduran makamın adı Başbakanlık değil RTÜK olacak. Bildiğimiz gibi RTÜK sadece AKP’li üyelerden oluşmuyor, bu kurumun içinde CHP’li ve MHP’li üyeler de var. Bu da demek oluyor ki, bundan sonra yapılan “anında yayın durdurma” kararları için kimse hükümeti suçlayamayacak.
Bu değişiklik aynı zamanda Türkiye’nin ileriki günlerde çok ama çok zor günlerden geçeceğinin bir işaretidir. Hükümetin “Açılım” adı altında gerçekleştirmeye çalıştığı girişim Türk toplumu tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Çünkü Hükümetin “Açılım”ı halk tarafından PKK’yla masaya oturma gibi hissedildi. Halk olup biteni “Yandaş” medyanın yayınlarından, Habur’da yaşanan PKK şovundan ve DTP’nin sert politikalarından izledi. Yazılanlar, çizilenler ve söylenenler Türkiye’nin bölünmeye doğru gittiğini, teröristlerle masaya oturulacağını ve artık şehitlerden çok teröristlere değer verildiği izlenimine kapıldı. Halk bu yapılanları şehitlerine saygısızlık olarak algıladı ve karşı çıktı. Hükümet de bu tepkiyi görünce “Açılım”ı bir süreliğine askıya aldı. Ancak yeni RTÜK yasası sayesinde bu konu ile ilgili haberler durdurulabilecek.

Hükümet gördüğü tepkiler nedeniyle şu an için “Açılım”ı askıya aldı ama ileriki günlerde Hükümetin çok zorlanacağı başka gündemler var. Bunlardan en önemlisi Afganistan’a gönderilecek askerler. Bir diğeri ise Türk Askeri’nin Kıbrıs’tan çekilmesi… Bu iki konu Hükümet’i “Açılım”dan daha çok zorlayacak. Bu iki gündem maddesi şimdiye kadar görülmemiş tepkilere neden olacak. Eğer, Afganistan’a gönderilen askerlerimizden bir tanesi bile Türk Bayrağı’na sarılı tabutta gelirse ve bunun haberi duyulursa hükümetin durumu zorlaşacak. Çünkü Afganistan’da şehit olan askerimiz bir başkasının savaşında ve bir başkası için kanını dökmüş olacak. Hele ki bu bir başkası Türk toplumunun hiç sevmediği Amerika olunca, gösterilen tepkiler şimdiye kadar hiç görülmemiş şekilde büyük olacak. Vatandaşın vereceği bu tepkilerde en büyük etken ise medya olacak. İşte tam burada RTÜK’e yayın durdurma yetkisi veren kanun tasarısının önemi ortaya çıkıyor. Hükümet, ileride yaşanacak bu tepkileri kontrol altına almak hatta duyurmamak için RTÜK’ü kullanacak. Muhalif televizyon kanalları çok sıkı takip edilecek ve Hükümeti zora sokabilecek yayınlar için “Milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde” diyerek muhalif televizyon kanalları susturulacak. Aynı durum Kıbrıs’tan asker çekme konularında da uygulanacak çünkü Türk Askeri’nin Kıbrıs’tan çekilmesi de halk tarafından hiç hoş karşılanmayacak…

Sonuç olarak; ilgili yasada yapılan bu değişiklik, ileriki günlerde Türkiye’nin çok sıcak gündemi olacağını gösteriyor. Tabi bu yazdıklarım bir öngörü. Neler olup biteceğini, haklı mı haksız mı olduğumuzu hep birlikte göreceğiz.

Onur Almışlar
Odatv.com

27 Kasım 2009 14:08
Bizde Bu Ülkenin Çocuğuyuz
Meslek Liseli öğrenciler kararı verenlere, sizin çocuklarınız meslek lisesinde okusaydı, bu kararı yine verebilir miydiniz? dedi.

İstanbul Barosu'nun müracaatı üzerine Danıştay'ın, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK)'nun katsayı düzenlemesini iptal etmesi, meslek liselerinde okuyan yüz binlerce öğrenciyi hayal kırıklığına uğrattı. "Biz de bu ülkenin çocuklarıyız, öğrencileriyiz." diyen meslek lisesiler, kararı verenlerin haksız bir uygulamanın altına imza attığı görüşünde birleşiyor. İstanbul Barosu ve Danıştay üyelerine, "Sizin çocuklarınız meslek lisesinde okusaydı, bu kararı yine verebilir miydiniz?" diye soran öğrenciler, eşitsizliğin bir an önce giderilmesini istiyor.

Meslek liselerinde okuyan ve gelecekle ilgili güzel hayaller kuran binlerce öğrenci, dün Danıştay'ın katsayı engelini geri getirmesiyle hayal kırıklığına uğradı. İzmir Atatürk Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Makine Bölümü son sınıf öğrencisi Ekrem Erdinç, kararla birlikte morali bozulan öğrencilerden yalnızca biri. Bölümünün birincisi olan Erdinç, Harp Okulu'na gitmek istediğini belirterek, "Bu kararla kazanma şansım kalmadı. Kendi bölümünün öğretmenliği dışında, dört yıllık fakültelere de giremem." dedi. Düz liselilerden eksiği değil, tersine fazlası olduğunu vurgulayan Erdinç, "Müfredat farkımız yok. Hem meslek hem kültür dersleri görüyoruz. Acaba Danıştay üyelerinin çocukları da meslek lisesinde okusaydı bu kararı yine verebilirler miydi?" şeklinde konuştu.

Konservatuar ya da makine mühendisliği okumayı çok istediğini söyleyen Emre Kızıltoprak da katsayı adaletsizliğinin geri getirildiğini öğrenince şok yaşadığının altını çizerek, "Biz de bu ülkenin çocuklarıyız. Yazık bize." dedi.

Okulun başarılı öğrencilerinden Ulaş Gökgöz ise iptal kararıyla birlikte moral çöküntüsüne uğradığını ifade etti. Dün okula giderken uçak gövde motor mühendisliği kazanmayı hayal eden Gökgöz, bugün sıfırdan plan yapmak zorunda kalmasının kendisini çok üzdüğünü dile getirdi. Kararla birlikte, üniversitede istemediği bir bölümü okumak zorunda kalacağının altını çizen Gökgöz, "Önümüzü açsınlar." diyerek seslerinin duyulmasını istedi.

Eve gittiğinde bir arkadaşının gönderdiği mesajla Danıştay'ın kararından haberdar olan Özer Taran da, "Bizi yine kısıtladılar, önümüze engel koydular." diye konuştu. Gazetecilikle ilgili bir fakültede okumak istediğini kaydeden Taran, "Kararı duyunca çöktüm. Ya bu adaletsizliği düzelterek eşitlik versinler ya da meslek liselerine kapatsınlar." dedi.

Teknik lise bölümünde okuyan ve okul üçüncüsü olan Tarık Aslan ise tarih ya da coğrafya öğretmenliğini kazanmayı istediğini, bu kararla birlikte hayallerinin yıkıldığını belirtti. Aslan, "Üniversitede tek girebileceğim yer, makine öğretmenliği. Onun da mezun olduktan sonra atama kontenjanı bulunmuyor. Düz liselilerle aynı dersleri görüyoruz, onlar iyi yere giriyor, biz giremiyoruz. Bir an önce önümüzü açsınlar." diyerek. meslek liselerini ve buralarda okuyanları görüp tanıyabilmeleri için iptal başvurusunu yapanları ve kararı verenleri davet etti. Meslek liseliler, Türkiye'de her şeyin açılımının yapıldığını, ülkenin işleyen fabrikaları olan meslek liselerininse önünün tıkandığını sözlerine ekledi.
aktifhaber

04 Aralık 2009 16:58
Bu Karar Anneyi İsyan Ettirdi
Üç ay önce kamyonetiyle çarptığı iki kardeşin ölümüne sebep olan kişiye verilen ceza çocukların annesini isyan ettirdi...

Yalova'nın Çınarcık İlçesi'ne bağlı Teşvikiye Beldesi'nde, 3 ay önce 6 yaşındaki Ecem ve 14 yaşındaki ağabeyi Erkan Düz'e çarparak ölümlerine neden olan kamyonetin sürücüsü 25 yaşındaki Murat G.'nin 24 bin TL kefaletle tahliye edilmesine çocukların annesi Emine Düz, isyan etti.

Düz, “Bu adamla aynı ortamda olmaya dayanamıyorum. Tahammülüm kalmadı artık. 24 bin TL vererek serbest kaldı. Mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim” dedi.
aktifhaber

SAKINCALI ÇOBAN ŞAŞKIN!..

14 Aralık 2009 12:07

Anayasa Mahkemesi’nin siyasi yasak getirdiği DTP’lilerden Şırnaklı çoban Abdullah İsnaç: Hakkımda dava olduğunu dahi bilmezken televizyonda adımı duydum. DTP’de sadece üyelik yapıyordum
Şırnaklı çoban Abdullah İsnaç Anayasa Mahkemesi’nin DTP’ye yönelik kapatma davası kapsamında kendisine getirilen siyaset yapma yasağının şaşkınlığını yaşıyor. Şırnak Belediyesi bünyesinde bir taşeron firmaya bağlı olarak çalışan ve sokaktaki başıboş inekleri toplamakla görevli İsnaç, kararı televizyondan duymuş.

Televizyondan öğrendi

Taraf’a konuşan Şırnaklı Abdullah İsnaç Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın kapatma kararını açıklarken siyasi yasak getirilenler arasında ikinci olarak İsnaç’ın ismini okudu. Şırnak’ta yaşayan herkes gibi davadan çıkacak sonucu büyük bir merakla bekleyen Abdullah İsnaç da o sırada televizyon başındaydı.

Kılıç’ın açıklamasında sıra siyaset yapma yasağı getirilen partililerin isimlerine geldiğinde Şırnaklı belediye işçisi İsnaç büyük bir şok yaşadı. Kapatma davası iddianamesinin 78. sayfasında ismi ‘terör örgütü propagandası yaptığı’ iddiası ile anılan Abdullah İsnaç, bu suçlamayla hakkında Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açıldığı belirtilen davadan da haberdar değil.

“Televizyonda izeldim. 37 kişinin ismi geçiyor. İkinci sırada isminin okunmasına çok şaşırdım” diyen İsnaç, DTP’nin yöneticiliğini hiç yapmamış. Sadece üyeliği bulunuyor. DTP’ye karşı takınılan tavrı kabul etmediğini söyleyen Abdullah İsnaç, “İnsanları birbirine zorla düşman yapıyorlar. Bu kanla bu nefretle hiçbir yere varamayız. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz hiçbir farkımız yok, hepimiz insanız. Bu vatanın evlatlarıyız” diye konuştu. Şu an hakkında açılmış herhangi bir dava olup olmadığını da bilmediğini ifade eden İsnaç şöyle konuştu: “Şu an 600 TL maaşla Şırnak Belediyesi’nde geçici işçiyim. Daha önce başıboş inekleri topluyorduk. Şimdilik parke taşı döşüyoruz. Yollarda oluşan çukurları onarıyoruz. DTP’de de sadece üyelik yapıyorum. Onun dışında hiçbir görevim yok. Birlikte hasta ve taziye ziyaretlerinde bulunuyoruz. Mahallelerde kavgalı olanları barıştırıyoruz. Biz barıştan yanayız. Kanla hiçbir yere varamayız. Biz daima barış istiyoruz. Umudumuz var. İnşallah bir gün barış gelir. İnsanlar bu ülkede birlik beraberlik içinde yaşarlar.”

taraf

SİLAHLI SERBEST, VURULAN TUTUKLANDI

16 Aralık 2009 10:07
Dolapdere'deki olaylarda silah çeken üç kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken olaylarda vurulan ve onu hastaneye götüren bir kişi tutuklandı
İSMAİL SAYMAZ

Dolapdere’de, DTP’lilere tabanca doğrulturken fotoğrafları çekilen üç saldırgan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken; o esnada açılan bir ateşle ayağından vurulduğu ileri sürülen DTP sempatizanı Şevket A. ile onu hastaneye götüren Nuredin D., yine fotoğrafa dayanılarak ‘terör örgütüne üye olmak ve mala zarar’dan tutuklandı.

Avukatları Hasari Yenice’nin verdiği bilgiye göre, iki DTP’linin tutuklanmasına ‘kanıt’ gösterilen iki fotoğraf şöyle: Şevket A.’nın DTP önündeki basın açıklamasına katılan kitlenin içindeyken, Nuredin D.’nin ise Şevket A.’yı hastaneye kaldırırken çekilmiş görüntüleri...

Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatması sonrası DTP İstanbul İl Örgütü, 13 Aralık’ta Tarlabaşı’ndaki binası önünde protesto açıklaması yaptı. Eyleme, aralarında 39 yaşındaki esnaf Şevket A. ile 18 yaşındaki işçi Nuredin D.’nin de bulunduğu değişik ilçelerden partililer katıldı. Partililer açıklama sonrası evlerine dönmek üzere Dolapdere’ye yöneldi. DTP’lilerin iddiasına göre, Romanların oturduğu Dilbaz Sokak’ta toplanan grup kendilerine silahla saldırdı. Dilbazlılara göreyse saldıran taraf, DTP’lilerdi.

Tanışmıyorlardı

Şevket A.’nın savcılık ve mahkeme ifadelerine göre, evine gitmek üzere kitleyle Dolapdere’ye indi. Bu sırada silah sesi duydu, bacağında ağrı hissetti. Yaklaşık 80-100 metre ileride, eli silahlı erkek şahsı gördü. Yaralandığını anlayınca, yanından geçen, öncesinde hiç tanımadığı Nurettin D.’den yardım istedi.

Nuredin D. de aynı makamlarda verdiği belirtilen ifadesine göre ara sokaklardan ellerinde tüfekler ve bıçaklar olan grup üzerlerine yürüyordu. Birden silah patladı. Şevket A. yerde yaralı yatıyordu.

Nuredin D., Şevket A.’yi araca bindirerek Haseki Hastanesi’ne götürdü. Bu sırada polis, onları gözaltına aldı. Avukatları Yenice’nin iddiasına göre Şevket A., ayağındaki mermi çıkarılmadığı ve tedavisi bitmediği halde doktorun oluruyla hastaneden çıkarılıp sorguya götürüldü.

İki kişi ‘terör örgütü üyeliği ve kamu malına zarar vermek’ten savcılığa çıkarıldı. İfadelerinde, ‘kanıt’ olarak iki fotoğraf gösterildi. O iki fotoğraf şunlardı: Şevket A.’nın DTP önündeki açıklamada sırasında kitle içindeyken, Nureddin D.’nin de Şevket A.’yı hastaneye götürmek üzere araca bindirirken çekilmiş anları...

Şüpheliler fotoğraflarıı kabul ederken, diğer suçlamaları reddetti. Fakat bu ‘kanıtlara’ dayanılarak tutuklandılar. Tutuklanmayı gerektirecek ‘kanıt’ bulunmadığını savunan Avukat Yenice, şöyle devam etti: “Fotoğraflar dışında ne parmak izi, ne de mala zarar verirken ya da taş atarken video kaydı var. Hukuk eliyle ayrımcılık yapıldı. Kendisi yaralı olduğu halde, vuranlar bırakıldı. Hukuki değerlendirmesini bile yapamıyorum. Neden tutuklandılar, anlamadık.” Bu iki kişinin tutuklandığı saatlerde, DTP’lilere silah doğrulTan üç saldırgan, ‘Panik yaratacak şekilde silah kullanmak’tan tutuksuz yargılanmak üzere bırakılmıştı.

radikal

21 Aralık 2009 15:45
İhmal Var Ceza Yok
33 er olayında Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nun 10 yıl önce verdiği kararda ihmaller tek tek sıralanıyor. Ancak hiçbir yetkiliye ceza verilmemesi dikkat çekici...

Ergenekon soruşturması kapsamına alınan 1993’te Bingöl’de 33 silahsız askerin şehit edilmesiyle ilgili davada Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 10 yıl önce verdiği kararda ağır ihmallerin tek tek anlatıldığı ortaya çıktı. Bu karara rağmen olayla ilgili hiçbir askerin ceza almaması ise dikkat çekti.

Bingöl’de 33 erin şehit edilmesiyle ilgili yapılan soruşturma sonunda 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi’nde dava açıldı. Askeri Mahkeme, Elazığ İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Hüseyin Yılmaz ve Bingöl İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Özcan Yarat’ı “büyük zararlar veren emre itaatsizlik suçunu” işledikleri gerekçesiyle 1,5 yıl hapis cezasına mahkum etti. Askeri Mahkeme, diğer sanıkların ise beraatine karar verdi.

Bu kararın temyiz incelemesini Askerî Yargıtay 4. Dairesi yaptı. Askeri Mahkeme’nin beraat eden sanıklar hakkındaki kararını onayan Daire, iki albayı hapse mahkum etmesine ilişkin kararı ise bozdu. Daire, iki albayın suçsuz olduğu gerekçesiyle beraat etmeleri gerektiğine hükmetti. Bu karara Askerî Başsavcılık itiraz etti. Başsavcılığın itirazını Askerî Yargıtay Daireler Kurulu görüştü. Kurul, iki albay hakkındaki hapis cezasını bozdu. Kurul, iki sanığa “büyük zararlar veren emre itaatsizlik suçu” yerine daha hafif cezalar öngören “görevi ihmal” suçundan ceza verilmesini istedi. Bunun üzerine dosya tekrar Askeri Mahkemeye gönderildi. Ancak Askeri Mahkeme 1999’da, iki sanığın da beraatine karar verdi. Böylece 33 askerin öldürülmesi olayı ile ilgili ceza alan hiçbir asker olmadı.

Askeri Yargıtay kararında 33 asker olayı

Askeri Yargıtay’ın 9 sayfalık karar metninde ise olayın meydana geliş şekli detaylarıyla yer aldı. Kararda, PKK’lıların Bingöl ve çevresindeki yollarda eylem yapacaklarının jandarma tarafından 4 gün önceden bilindiği anlatıldı:

“İl Jandarma Komutanlığı’na gelen istihbarat raporlarında 1993 yılı yaz döneminden itibaren terör örgütü tarafından stratejik bir konumda olan Bingöl ili ve çevre illere bağlantıları bulunan karayollarında yoğun eylemler planlandığı, amaçlarının bu yolların üzerinde kontrolü ele geçirmek olduğu...”

“Tedbir alınmadı”

Kararda birliklerine sevki yapılan silahsız askerlerin korunması için gereken tedbirlerin alınmadığına ilişkin şu çarpıcı satırlar yer aldı: “İmkanlarına göre eskort vererek ya da araçların içine silahlı personel de yerleştirmek suretiyle bunları gidecekleri yere sevk ettirmesi gerekirken ilave hiç bir tedbir almadığı, bu hususta kendisine bağlı ast birliklerine de herhangi bir emir vermediği, dolayısıyla da yolun teröristlerce kesilip büyük bir katliama sebebiyet verilmesine yol açıldığı kanaatine varılmıştır.”

“Zırhlı araç talebi reddedildi”

Kararda askerlerin korunması için zırhlı araç talep edilmesine rağmen bu talebin de kabul edilmediği de şöyle belirtildi: “Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı’nın 17.3.1993 tarihli mesaj emri ile yol emniyeti için ’açık ve zırhlı koruması olmayan araç gönderilmemesi’emri üzerine, İl Jandarma Komutanı Albay Özcan Yarat tarafından Bingöl İl Güvenlik Komutanlığı’ndan zırhlı araç isteğinde ve yol emniyeti için önerilerde bulunulduğu, bu isteğe, İl Güvenlik Komutanlığı tarafından olumsuz yanıt verildiği...”

Kaynak: Vatan

31 Aralık 2009 13:20
Yargıda Al Gülüm Ver Gülüm
Yargıtay HSYK üyesi Ertosun'un aklarken, Sincan hakimi Osman Kaçmaz da adaşı Osman Paksüt'ü sevindirecek bir karara imza attı...

Başkanlığını Osman Kaçmaz'ın yaptığı Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün dinlenildiği iddialarına yönelik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ilgililer hakkında verilen "takipsizlik" kararını kaldırdı.

Paksüt, Ankara'da kendilerini bir aracın takip ettiği ve izinsiz dinlendikleri iddiasıyla emniyet görevlileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu.

Başsavcılık ise, Paksüt'ün dinlendiği ve izlendiği hususunda yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle "kovuşturmaya yer olmadığına" karar vermişti.

Başsavcılığın takipsizlik kararına yapılan itirazı Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi karara bağladı.

Mahkeme, Paksüt'ün dinlenildiği iddialarına yönelik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ilgililer hakkında verdiği "kovuşturmaya yer olmadığı" kararını kaldırdı.
aktifhaber

Polis taşlayan kız çocuğuna 13 yıl hapis

28 Ocak 2010, 00:07 Anadolu Haber

Batman'da yasa dışı gösteriye katıldığı ve polise taş attığı gerekçesiyle 3 aydan beri tutuklu bulunan B.S. (15), yargılandığı ilk duruşmada 13 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Kızın ailesi karara tepkili..

Tahliye umuduyla hakim karşısına çıkan B.S., 7 yıl 9 aya indirilen cezasını çekmek üzere cezaevine gönderildi.

Aydınkonak Mahallesi'nde oturan Sayaca ailesi, kızları B.'nin suçsuz olduğunu ve haksız yere tutuklandığını belirterek adalet istediklerini ifade etti.

15 yaşındaki bir çocuk için 7 yıl cezanın çok ağır olduğunu belirten dayı İzzettin Çağrı, "Berivan büyük bir adaletsizlik sonucu ilk celsede çocukluk durumuna, yaşına bakılmadan hemen kodese atıldı, cezası kesildi. Maalesef binlerce çocuk, bugüne kadar bu şekilde zindanlara atıldı. B.S. da bunlardan biri. Eğer hâlâ kalplerinde zerre kadar adalete inançları varsa, yetkili ve buna sebebiyet verenlere bir çağrıda bulunuyoruz. Çocukların bu şekilde geleceklerini karartmasınlar ve gençleri heba etmesinler yazık günah diyorum." diye konuştu.

Ablasını çok özlediğini belirten Dilan ise serbest bırakılmasını istedi.

Kızı B.'ye gözaltı sırasında işkence yapıldığını iddia eden anne Meryem Sayaca da, "Kızım ne yapmış? Suçsuz sebepsiz. 15 yaşındaki biri niye cezaevine gönderiliyor? Sağ olduğum müddetçe ben bunları unutmayacağım. Kızım, bir yürüyüş sonrası caddede buldukları ayakkabının kendisine ait olduğu gerekçesi ile gözaltına alındı. Kızımın herhangi bir suçu ve günahı yoktur. Bizler bu haksızlığa karşı İHD'ye de başvurduk. Başbakan'a sesleniyorum, 15 yaşındaki bir kızın ne günahı olabilir? Kızım 15 yaşında olmasına rağmen gözaltına alındığında onun gözünü korkutarak her şeyi kabul ettirdiler. Kızımla cezaevinde görüştüğümde cezaevi koşullarının çok kötü şartlarda olduğunu söylüyor. Cezaevine suçsuz yere atılmayı hazmedemiyor. Bizim hayatımız karardı, kızımı özlüyorum." şeklinde konuştu.

Batman Barosu Başkanı Avukat Yusuf Tanrıseven ise 15 yaşındaki bir çocuğun sadece yasadışı bir gösteriye katıldığı iddiasıyla 3 ayrı suçtan dolayı cezalandırılmasının doğru olmadığını ileri sürerek, "Maalesef yeni ceza kanununda işlenen her fiilden dolayı ayrı ayrı mahkumiyet verilmekte. Çocuk yargılamaları usulünün acilen değiştirilmesi gerekiyor." ifadesini kullandı.

31 Ocak 2010
Sahte İstihbarat Subayı Tutuklandı
Kendilerini askeri istihbarat görevlisi olarak tanıtıp emeklileri dolandıran bir uzman çavuş tutuklandı.

Balıkesir'in Edremit ve Burhaniye ilçeleriyle İzmir ve İzmit'te kendilerini askeri istihbarat görevlisi olarak tanıtıp emeklileri dolandırdıkları iddia edilen ikisi uzman çavuş 8 kişiden biri tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Edremit Jandarma Komutanlığı ekiplerinin, yaklaşık bir ay önce başlatılan çalışmanın ardından dün Balıkesir, Mardin, İzmir ve İzmit'te eş zamanlı düzenlediği operasyonda H.K., T.S., H.K., H.Ç., M.D., A.D., F.T. ve H.K. gözaltına alınıp jandarmadaki sorgularının ardından adliyeye sevk edilmişti.

Emekliliği yaklaşan vatandaşları tespit edip, kendilerini istihbarat subayı ve MİT subayı olarak tanıtıp emeklilik işlemlerini bir an önce tamamlama vaadiyle dolandırdığı iddia edilen zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda, 3 kuru sıkı tabanca, resmi kurum ve kuruluşlara ait mühür, kaşe, askerî kıyafetler, iki klasör içinde 150 adet sahte evrak, 200 adet sahte asker ve MİT kimliği ile sahte kartvizitler ele geçirilmişti.

Piyasadan yaklaşık 100 bin TL haksız kazanç elde ettikleri belirlenen zanlılar, ifadelerinin tamamlanmasının ardından "çıkar sağlamak amacıyla sahte belge düzenleme ve nitelikli dolandırıcılık" suçundan adliyeye sevk edilmişti. Zanlıların sorguları akşam geç saatlere kadar sürdü. Hakim karşında tek tek ifade veren 8 zanlıdan 7'si tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalırken, bir kişi tutuklanarak Burhaniye Cezaevi'ne gönderildi. Olayla ilgili iki kişinin daha arandığı öğrenildi.
aktifhaber

01 Şubat 2010 00:33
Yine At Eti Kesimi!
Adana'da bu kez 4 at kestiği belirlenen 1 kişi yakalandı, 3 kişi ise kaçtı.

Adana Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ndeki hastalar ile Çukurova Üniversitesi'ndeki Fevzi Çakmak Öğrenci Yurdunda kalan öğrencilere verilen yemeklerde at ve eşek eti çıkmasıyla gündeme gelen Adana'da bu kez 4 at kestiği belirlenen 1 kişi yakalandı, 3 kişi ise kaçtı. Atları kesip Ankara'ya giden bir araca teslim ettiğini söyleyen zanlı serbest bırakıldı.

Adana'nın Yüreğir İlçesi Koza Mahallesi kanal kenarında dün akşam saat 22.00'de asayiş kontrolü yapan polisler, bir at arabasındaki 4 kişiden şüphelendi. Polisleri görünce kaçmaya başlayan şüpheliler arabanın üzerindeki 4 at kafası ile kemikleri sulama kanalına attı. Zanlılar at arabasından inip kaçmaya başlarken, polis at kasabı Abdulkadir Bayar'ı (32) yakaladı. Diğer 3 kişi ise kaçtı.

"AT ETLERİNİ ANKARA'YA GÖNDERDİM"

Sulama kanalında 4 at kafası ile kemikler, atların kesildiği Koza Mahallesi Domuz Çiftliği yakınlarında ise kesilen atlara ait sakatatlar ile bağırsaklar bulundu. Üzerindeki giysiler kanlar içinde olan ve Osmaniye'de kasaplık yaptığı belirtilen Abdulkadir Bayar, polisteki ifadesinde, kestikleri 4 atın etini bir kamyonete yüklediklerini, etlerin bu kamyonetle Ankara'ya götürüldüğünü iddia etti. At etlerinin kilosu 5 liradan Ankara'daki bazı yemekçilik şirketlerine satıldığı öne sürüldü. Polis, Ankara güzergahlarında yaptıkları kontrollerde at eti taşıyan kamyonetin izine rastlayamadı.

SERBEST KALDI

Bu arada, at kasabı Bayar'a Yüreğir Zabıta Müdürlüğü ekiplerince encümende görüşülmek üzere tutanak tutuldu. Daha önce de at ve eşek kesip etlerini satmak suçundan sabıkası bulunduğu öne sürülen Bayar, Cumhuriyet Savcısının talimatıyla evrakları daha sonra savcılığa intikal ettirilmek üzere serbest bırakıldı. At arabacı olduğunu belirten Bayar'ın, el konulan atı ve arabasını geri almak için Zabıta Müdürlüğü'ne başvurduğu belirtildi. Olayla ilgili 3 kişi aranıyor.
aktifhaber

3 kişinin ölümüne sebep olan Başkan serbest
16:20 - Doğuştan yürüme engelli olan Antalya'nın Korkuteli İlçesi Küçükköy Beldesi Belediye Başkanı Murat Yıldız'ın özel donanımlı otomobili ile şerit ihlali yaparak, 3 kişinin ölümüne, 7 kişinin yaralanmasına sebep olmasına karşın, çıkartıldığı mahkemece serbest bırakılması ölenlerin yakınlarını isyan ettirdi. 13.02.2010 ANTALYA
netgazete

Okuyamadığı pankarttan 7 yıl hapis cezası aldı

Siirt'te kapatılan DTP'nin Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirdiği basın açıklaması sırasında, kendisine verilen ve okuma yazması olmadığı için üzerinde ne yazıldığını bilmediği pankartı taşıyan 49 yaşındaki 6 çocuklu Vesile Tadik, ilk duruşmada 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.



Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada, tutuksuz yargılanan sanık Vesile Tadik ve avukatı Şakir Demir hazır bulundu.

Türkçe bilmediği için duruşmada tercüman aracılığıyla Kürtçe savunma yapan sanık Tadik, Kurtalan DTP İlçe Başkanlığınca gerçekleştirilen basın açıklamasına katıldığını belirterek, ''Ben bu açıklama sırasında kadınların bulunduğu grubun içerisindeydim. Burada bana bir pankart verdiler. Benim okumam yazmam yoktur. Bu nedenle pankartta ne yazdığını bilmeden yanımdaki diğer kadınlarla birlikte açtım'' dedi.

Mahkeme heyeti, verdiği kısa bir aranın ardından sanık Tadik'i, TCK'nın ''terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme'' suçundan 6 yıl 3 ay, Terörle Mücadele Kanunu'ndaki ''terör örgütünün propagandasını yapma'' suçundan da 1 yıl olmak üzere toplam 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırdı.

-AVUKAT DEMİR'İN AÇIKLAMASI-

Sanık Tadik'in avukatı Şakir Demir, yaptığı açıklamada, benzer olaylarda mahkemeler arasında farklı kararların çıktığını ifade ederek, ''Bu da mahkemeler arasında çelişki olduğunu gösterir. Duruşmada benim söylemem gerekenleri savcı söyledi. Savcı mütalaasında, sanığın cinsiyeti, yaşı ve eğitim durumunu göz önünde bulundurarak, örgüt adına hareket etmesinin imkansız olduğunu belirtmiş, sadece propagandadan yargılanmasını talep etmişti. Ancak mahkeme, iki ayrı suçtan ceza verdi'' dedi.

9 Mart 2010 - 14:24:27
habertaraf

24/03/2010 - 20:36:48
GDO rüşveti dağıtıldı savcılık ilgilenmedi!

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, ABD Sermaye Piyasası Kurulu’nun GDO’lu ürünler konusunda Türkiye’de rüşvet dağıtıldığını belirlediğini, buna rağmen savcılığın ‘takipsizlik’ kararı verdiğini söyledi. Karara itiraz ettiklerini belirten Kılıçdaroğlu,
karar örneklerini dağıttı.
GDO’lu ürünler için rüşvet iddiası
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, ABD Sermaye Piyasası Kurulu’nun GDO’lu ürünler konusunda Türkiye’de rüşvet dağıtıldığını tespit ettiğini ileri sürerek, buna rağmen savcılığın “takipsizlik” kararı verdiğini söyledi. Kılıçdaroğlu, düzenlediği basın toplantısında, söz konusu şirketin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı memurlarına 43 bin dolar rüşvet dağıttığının saptadığını kaydetti. Olayın Türkiye’de gazetelere yansıması üzerine bir sivil toplum kuruluşunun suç duyurusunda bulunduğunu anlatan Kıçıldaroğlu, konuyu soruşturan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verdiğini bildirdi. Savcılığın kararına gerekli itirazın yapıldığını kaydeden
Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:
Türkiye açısından dramatik
“Gelinen aşama gerçekten de gerek Savcılık gerek Bakanlık açısından ve dolayısıyla Türkiye açısından son derece dramatiktir. Türkiye’de rüşvet dağıtacaksınız, rüşvet dağıttığınız Amerika’da saptanacak. Rüşvet dağıtanlar, Türkiye’de rüşvet dağıttıklarını kabul edip tüm cezaları itirazsız ödeyecekler, ancak Türkiye’de rüşvet dağıtıcılar ile rüşvet alanlar aklanacak... Bir üçüncü dünya ülkesinde bile bu tablo yaşanmaz.” Savcılık, Tarım ve Köyişleri ile Dışişleri bakanlıklarının tutumunu eleştiren Kılıçdaroğlu, rüşvet alanların sorgulanması ve mahkum olmasını, rüşvetin kader olarak algılanmamasını istediklerini kaydetti. Kılıçdaroğlu, “Niçin AKP yargıyı kuşatmak istiyor? Temelinde bu tür olayları sürekli kılmak, sıradan kılmak yatıyor” görüşünü dile getirdi. Büyükelçiliğin konuyu takip etmemesini de eleştiren Kılıçdaoğlu, “Dışişleri Bakanlığı kendi kabuğuna çekilip oturacak mı?” diye sordu. Kılıçdağroğlu, rüşvetin ortaklarının ABD’de de mutlaka yargılanmasını, doğrunun ortaya çıkmasını istediklerini belirtti. CHP’li Kılıçdaroğlu, ABD Sermaye Piyasası Kurulu ile Ankara Cumhuriyet Savcılığının karar örneklerini basın mensuplarına dağıttı.
Yeni Çağ

1950'de açılan dava hâlâ sonuçlanmadı

27 Mart 2010 - Samsun'da 50 yıldır süren hukuk mücadelesinde devlet ve vatandaşlar bir arpa boyu yol alamadı. 1950 yıllında başlayan arazi tahsisleri 1967 yılında mahkemeye taşındı, karşılıklı açılan davalar ise 2010 yılında halen sonuçlanmadı.
Alınan bilgiye göre, Çarşamba ilçesine bağlı Çınarlık beldesindeki Yalı Mahallesi'nde 1933 yılından bu yana ikamet eden vatandaşlar, 2 nesildir mahkemelerle uğraşıyorlar. 614 hane ve 3 bine yakın nüfusu bulunan Çarşamba ilçesi Çınarlık beldesi Yalı Mahallesi'nde vatandaşlar, 1950 yılında arazilerdeki yerleşim işleminin devlet tarafından yapılmasından bu yana mücadelelerini sürdürüyorlar. 1959 yılında tespit komisyonunun vergiye bağladığı mahalle sakinleri devlete arazilerin ücretini öderken, 1965 yılında tapulama komisyonu bölgede inceleme yaparak parsel numaralarını belirleyip, 3 bin 25 dönüm araziyi isme göre 60 kişiye böldü. O yıllarda devlete ait olan TİGEM Gelemen Tarım Çiftliği'nin, arazilerin kendilerine ait olduğu yönünde itirazda bulunup tapu işlemi yapılamayacağı yönünde mahkemeye başvurması sonucu tahsisler askıya alındı. Yine o dönemde Ordu'nun Aybastı ilçesinde bir vatandaş, Yalı Mahallesi'ndeki arazilerin 551 dönümünün otlakiye tapularının olduğu gerekçesiyle kendisine ait olduğu yönünde ikinci davayı açtı. Devletin açtığı dava 11 yıl sonra 1978 yılında TİGEM Gelemen Tarım Çiftliği'nin lehine sonuçlandı. Diğer talepler reddedildi. Temyiz süreci sonrasında kararlar bozuldu, 1984 yılında köylüler tapularının verilmesi ve arazilerin kendilerine ait olduğu gerekçesiyle itirazda bulundular. Aybastılı aile de arazilerin kendisine ait olduğu gerekçesiyle davasını sürdürdü. 1996 yılın açılan çok sayıda davalar varken, mahkeme Aybastılı aile lehine sonuçlandı ve arazilerin tahsisi yapıldı. Yalı Mahallesi sakinleri ve devlet yine itirazda bulundu ve karar bozuldu. 2008 yılında açılan dava ile TİGEM, Çevre ve Ormanı Müdürlüğü, hazine, vatandaşlar adına Çınarlık Belediye tüzel kişiliği ve Aybastılı ailesinin hak davaları yeniden başladı. Dava süreci devam ederken ise 1994 yılında 1 milyon 400 bin TL bedelle bin 850 dönüm arazi istimlak edilip Samsun-Çarşamba Havaalanı yapıldı. Para ise bankaya yatırılıp o günden bu yana banka faiziyle birlikte işliyor. Davayı kazanan, yüklü miktarda parayı da almaya hak kazanacak.
Çınarlık Belediye Başkanı Nihat Soğuk, babasının 1960'lı yıllarda Çınarlık köyünde muhtarlık yaptığını, dava sürecini o dönemde takip ettiğini, kendisinin belediye başkanı olduktan sonra ikinci nesil olarak davayı Çınarlık Belediyesi tüzel kişiliği adına takip görevi üstelendiğini söyledi. Davanın bu kadar uzamasının memnun edici olmadığını ifade eden Soğuk, uzun yıllar süren davanın artık sonuçlanması ve hak sahiplerinin belirlenmesi gerektiğini vurguladı.
55 yıldır köyde yaşayan muhtar Recep Akman, kendilerinin arazilerde hak sahibi olduklarını, sadece tapularını istediklerini, ama 60 yıldır mahkemelerin sonuçlanmadığını ve bir neticeye ulaşılamadığını söyledi. 72 yıldır köyde yaşayan Ahmet Güner, devletin arazinin, Aybastılı ailenin ise 551 dönümlük arazinin kendisinin olduğunu öne sürdüğünü ama kendilerinin 1933 yılından bu yana aynı yerde ikamet ettiklerini hatırlattı. Kendisinin ikinci nesil olduğunu, artık davalarını üçüncü nesil olan çocuklarına devredeceğini dile getiren Mustafa Turan, bir netice beklediklerini, işin içinde yüklü miktarda para ve değerli araziler olduğu için mağdur olduklarını öne sürdü.
netgazete

2 Nisan 2010 10:11
Haberal Davaya Göre Hasta
Ergenekon davasında ‘Ağır hastayım’ diye ifade vermeyen Haberal, kendisinin şikayetçi olduğu davalarda hastalık mastalık dinlemeden gidip ifade vermiş.

Tutuklandığı günden bu yana yaklaşık 10 aydır hastanede yatan ve “Silahlı Terör Örgütü yöneticisi” suçlamasıyla yargılandığı Ergenekon davasında sanık olarak ifade vermek için ‘ağır hasta’ olduğu gerekçesiyle mahkemeye gitmeyen Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, kendisinin şikayetçi olduğu davalarda savcılara ifade verdiği ortaya çıktı. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” iddiasıyla star gazetesi Ankara Haber Müdürü Cevheri Güven’e açılan davada, Haberal’ın avukatı Efsun Ünal, müvekkilinin bu davadan ötürü 30 Mart’ta ifade verdiğini söyledi.

2 GÜN ÖNCE SAVCIYA İFADE VERDİ

Ergenekon’da “ifade veremeyecek kadar hasta olduğu” gerekçesiyle mahkemeye gitmeyen Mehmet Haberal, şikayetçi sıfatı taşıdığı davada ifade vermesi kafaları karıştırdı. Davanın dünkü ilk duruşmasında Cevheri Güven’in ifadesi tamamlandıktan sonra hakim, Haberal’ın avukatına müvekkilinin ifadesinin alınıp alınmadığını sordu. Haberal’ın avukatı müvekkilinin 30 Mart 2010 günü ifadesinin alındığını bildirdi. Hakimin sözkonusu beyanı tutanağa geçirmesi üzerine avukatı “Yanlış anlama olmasın kendisi hastanede olduğu için vekili aracılığıyla ifadesi alındı” dedi

Kaynak: Star

İsmet Berkan
Radikal Gazetesi
Bu adalete kim neden güvensin?
06 Nisan 2010 Salı 09:38
Yüksek yargı organları, onların başındaki koca koca yüksek yargıçlar, siyasetçi gibi doğrudan kamuoyuna veya parlametoya çağrıda bulunup yüksek politika yapacaklarına, meslekleri olan hukukçuluğun seviyesini buralara indireceklerine, keşke İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
art arda verdiği kararlar üzerinde kafa yorsalar.

Bu mahkemenin bir nöbetçi hâkim üyesi, daha geçen hafta, kamuoyunca da yakından takip edilen bir suç soruşturması olan Balyoz darbe planlarıyla ilgili soruşturmada daha önce tutuklanmış olan bir grup şüpheliyi, daha yargılama yapılmamışken neredeyse beraat ettirir gibi tahliye etti.

Kararı veren, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ağır ceza hâkimi, hem de ‘özel yetkili ağır ceza mahkemesi hâkimi.’ Eh, İstanbul’da görev yaptığına göre, kürsü hâkimliği mesleğinde gelinebilecek en yüksek düzeylerden birine gelmiş bir hâkimden, yani Türk yargı sistemi için ‘üst düzey’ denmesi gereken bir hâkimden söz ediyoruz.

Hâkimin tahliye gerekçeleri alışılmışın dışında hayli uzundu.

Ama savcılar bu hâkimin verdiği karara itiraz ettiler. Hem de nerede itiraz ettiler:

Hâkimin de bir parçası olduğu 12. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz ettiler.

Şüpheliler aynı şüpheli. Dosya aynı dosya.

Varsa deliller, ifadeler vs. de aynı. Daha önce tahliyeye bir hâkim tek başına karar vermişti, bu kez üç kişilik heyet toplandı (o hâkim yoktu heyette) ve birkaç gün önce tahliyesine karar verilen ve dolayısıyla cezaevinden salıverilen şüphelilerin yeniden tutuklanmasına oybirliğiyle, yani üç hâkimin birden imzasıyla karar verdi.

***

Bir an için Balyoz soruşturmasını, tutuklanan, sonra salıverilen, sonra yeniden tutuklanmalarına karar verilen kişilerin kimliklerini vs. her şeyi unutun, anlattığın olayın soyut bir düşünsel deney olduğunu varsayın.
Böyle bir varsayımda bulunduğumuzda bile, Shakespeare’in ölümsüz oyununda söylendiği gibi, ‘Danimarka Krallığı’nda kokuşmuş bir şeyler var.’

Çünkü, şüpheliler aynı şüpheliler. Atılı suç aynı. Dosya aynı. Deliller aynı. Mahkeme aynı. Ve birbirine taban tabana zıt iki karar.

Daha dün, yargıçların ideolojik tarafsızlığı derken bunu kastediyordum.
Elbette hukuk matematik değil, tam bir keskinlikten söz edilemez ama kendisine saygısı bulunan her yargı sistemi, benzer durumlarda benzer kararlar vermeye çalışır. Bu, adalet duygusunu yerleştirmek için gerekli bir şeydir. Bir cinayete idam, benzer biçimde işlenmiş başka bir cinayete beş yıl ceza, her yerde adalet duygusunu incitir.

İstanbul’da yaşanan şey de tam olarak budur. Adalet duygusu incindi.
İdeolojik yargı; bazı suçları görmezden gelme veya suç yaratma, hangi yönde işleyecek olursa olsun, ortaya bir adalet falan çıkarmaz.

Yargısı ideolojik koşullanmalarla hareket eden bir ülkede Anayasa veya yasalarda ne yazıyor olursa olsun, hukuk devleti de gerçekleştirilemez.
Yargı mensuplarının ideolojik olarak yaslanabileceği tek zemin, insan haklarıyla ilgili evrensel bildirgelerdir; çünkü ellerindeki hukukun temeli odur.

Bu konuda yazılabilecek çok şey var ama belki dilimizi ısırıp susmalıyız, yargı mensuplarının kendileri yargıyı, dolayısıyla adalet duygusunu yeterince yıpratıyorlar zaten.

Bir ülkede isminde ‘adalet’ kelimesi geçen bu kadar partinin neden var olduğunu ve bu partilerin neden her seferinde iktidar olduğunu kimse hiç merak etmeyecek mi sahiden?

Etiketler hsyk yarsav savcı hakim ergenekon tc yargıtay ceza teftiş adalet bakanlığı KOÇUM ÖMER

Savaş Gemisine Şok Baskın
22 Aralık 2010
NATO görevinden dönen Edremit adlı gemide ihbar üzerine arama yapıldı. Ele geçen malzemeler ise şok etkisi yarattı.
NATO görevinin ardından mayıs ayında Türkiye'ye dönen "Edremit" isimli savaş gemisinde ele geçirilen 5 bin paket kaçak sigara ve 300 şişe viski ile ilgili soruşturmada skandal karar çıktı. Askeri savcılık 'kaçakçılık yapıldığı tespit edilemedi' diyerek dosyayı kapattı.

Hepsi içiciymiş

Balıkesir'de bulunan Erdek Deniz Üs Komutanlığı'na bağlı TCG Edremit gemisi mayıs ayında İspanya'daki NATO görevinden dönerken polise kaçakçılık ihbarı yapıldı. Polisin durumu askeri savcılığa bildirmesinin ardından Erdek Askeri Limanı'na demirleyen gemiye baskın düzenlendi. Yapılan aramada savaş gemisinin özel bölmelerinde 5 bin paket sigara ve 300 şişe alkollü içki bulundu. Olayın ardından Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı kaçakçılık soruşturması başlattı. Ancak ele geçirilen kaçak mallardan çok daha fazlasının askeri savcıdan gizlendiği, içki ve sigara getirenlerin malzemelerinin kendilerine dağıtıldığı öne sürüldü. Edremit Savaş Gemisi personeli tarafından hediyelik eşya kapsamı dışında getirilen içki ve sigaraların 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu ile 4458 sayılı Gümrük Kanunu'na aykırılık teşkil ettiği tespit edildi. Ancak yapılan arama sonucunda sigara ve alkollü içkilerin kaçakçılık yapmak maksadıyla getirildiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı bildirildi.

Kovuşturmaya gerek yok

Skandal olayla ilgili kamu davası açılmazken 23 Kasım'da askeri savcılık tarafından kovuşturmaya gerek olmadığına hükmedildi. Dosyanın, Mayın Filosu Komutanlığı'na gönderilmesine karar verildi. Baskın ve soruşturma sürecinde geçen 6 ayda askeri savcıya bazı amiraller tarafından 'olayın üstüne fazla gitmemesi' için uyarı yapıldığı iddia edildi.

Gemi mürettebatının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yüzer Birlikler Standart Kuruluş ve Kurallar Yönergesi'ne göre kişi başı en fazla 20 paket sigara ve 2 şişe alkollü içkiyi gümrüksüz getirme hakkı bulunurken Edremit'te bunun yaklaşık 10 kat aşıldığı belirlendi. Tüm personelin toplamda gümrüksüz en fazla 60 şişe içki ve 600 paket sigara getirme hakkının bulunduğu kaydedildi. 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na göre sivil ya da askeri görevlilerin bu miktarda malı yurda sokmaya çalışmaları gümrüğü yanıltarak ürün ithal etmek anlamına geliyor. Bu durumda kaçak getirilen mallara ve gemiye el konulmasını öngörülüyor.

LİMANDA ŞOK BASKIN

Balıkesir İl Emniyet Müdürlüğü'ne gelen bir ihbar üzerine 7 Mayıs'ta İspanya'daki NATO görevinden dönen Edremit gemisinde arama yapılmıştı. İhbarcı 100 bin kaçak sigaranın Türkiye'ye sokularak piyasaya sürüleceğini öne sürmüştü. Polis, hemen durumu savcılığa bildirmiş, konu askeri savcılığa iletilmişti. Edremit adlı savaş gemisi Erdek'teki askeri limana yanaştıktan sonra Sahil Güvenlik Komutanlığı ekipleri askeri savcının gözetiminde arama yapmıştı. Geminin zulalarında 5 bin paket sigara ve 300 şişe viski ele geçirilmişti. aktifhaber

Devletin 8.2 milyon zarar'a uğratıldığı Roche davasına zaman aşımı


En son Ekim tarafından Sal Nis 06, 2010 10:34 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Şub 14, 2010 7:20 pm    Mesaj konusu: 50 Bin Sanığa Zaman Aşımından Af Alıntıyla Cevap Gönder

CHP: Abdullah Gül tehlikeye işaret etmiştir
29 Aralık 2017

"Türkiye’nin hangi tahammülsüz noktaya geldiğini görüyoruz"

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, OHAL kararnamesiyle çıkarılan 696 nolu KHK’yı eleştiren 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e destek verdi. Tezcan, "Sayın Gül, sorumlu bir devlet adamı ifadesi ile tehlikeye işaret etmiştir" dedi.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün KHK’ya ilişkin olarak yaptığı açıklamaya Tezcan, “Sayın Gül, sorumlu bir devlet adamı ifadesi ile tehlikeye işaret etmiştir. AK Parti iktidarının sayın Gül’ün itirazlarına yönelik koro halinde kurmaylarının söylediklerine baktığınızda Türkiye’nin hangi tahammülsüz noktaya geldiğini görüyoruz. İktidardan düşme korkusu, milleti korkutarak iktidarını sürdürme sevdasına dönüşmüştür. O sevdanın onlara da hayrı yoktur” yorumunu yaptı.
T24

14 Şubat 2010
50 Bin Sanığa Zaman Aşımından Af !
Dava dosyalarında boğulan yargıda düşündürücü tablo. 50 bin sanığın yargılandığı 14 bin 809 dava zaman aşımından düştü.

Yargının iş yükünün vahim sonucu... Yargıtay'da 2009'da incelenen dosyaların yaklaşık 15 bininin düşürülmesine karar verildi. Böylece 50 bin sanığın davası ortadan kalktı.

Mahkeme salonlarında yığılmış dosya fotoğraflarıyla hafızalarda yer edinen ve hâkim başına düşen bini aşkın dava sayısıyla özetlenebilen yargının iş yükü, acı bir sonucu gözler önüne serdi. Yargıtay geçen yıl incelediği ve yaklaşık 50 bin sanığı kapsayan 14 bin 809 davanın zamanaşımına uğradığını tespit etti ve bu nedenle düşürme kararı verdi.

1 MİLYON 7 BİN DOSYA!
Yargıtay Başkanlığı, ceza ve hukuk daireleri ile başsavcılığın "iş durumu" çizelgesini çıkardı. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in, adli yıl açılış törenindeki konuşmasında da yakındığı iş yükünün vahameti rakamlarla bir kez daha ortaya çıktı. Bu çizelgeye göre, sadece geçen yıl Yargıtay'a 644 bin 320 yeni dosya geldi. Bir önceki yıldan kalan 362 bin 703 dosyayla bu sayı bir milyon 7 bin 23'e ulaştı. Ceza dairelerinde 522 bin 272 dosya birikirken, hukuk dairelerinde bu sayı 484 bin 751'i buldu. En fazla dosya; yaralama, trafik kazaları, elektrik ve su hırsızlığı gibi davaların temyiz başvurularını karara bağlayan 2'nci Ceza Dairesi'nde toplandı. Bu dairenin geçen yılki dosya sayısı 80 bin 286 oldu. Bu daireyi, hırsızlık ve gasp davalarının ağırlıklı olarak geldiği 6'ncı Ceza Dairesi izledi. Bu dairenin önünde de 76 bin 341 dosya yığıldı. Üçüncü sırayı da 72 bin 559 dosyayla, iş ve sendika davalarının temyiz incelemesinin yapıldığı 9'uncu Hukuk Dairesi aldı. Bu dosyaların tümünün karara bağlanabilmesi için hiç tatil yapmadan yılın her günü çalışılsa da yetmiyor. Örneğin 2'nci Ceza Dairesi'nin günde 220, 6'ncı Ceza Dairesi'nin ise 209 dosyayı hükme bağlaması gerekiyordu. Yargıtay geçen yıl incelediği dosyalardan 14 bin 809'unun zamanaşımına uğradığını tespit etti. Zamanaşımı süresinin bir bölümü yerel mahkemelerde bir bölümü de Yargıtay'da geçen bu dosyalardaki sanık sayısı çizelgede açıkça yer almadı. Ancak Yargıtay yetkilileri, bu dosyaların yaklaşık 50 bin sanığı içerdiğini belirttiler. En fazla zamanaşımına uğrayan dosya, ağırlıklı olarak kaçakçılık ve fikri hakların ihlali davalarına bakan 7. Ceza Dairesi'nden çıktı. Bu daire, sanık sayısı yaklaşık 10 bini bulan 3 bin 588 dosyada "davanın zamanaşımına uğramış olması nedeniyle ortadan kaldırılmasına" karar verdi. Zamanaşımından düşürme kararı veren 2'nci sıradaki daire ise 2'nci Ceza Dairesi oldu. Bu daire de "2 bin 379 dosya zamanaşımından düştü" tespitini yaptı. Üst düzey bürokratların davaları ile tehdit, şantaj ve hakaret suçlarının temyiz incelemesini yapan 4'üncü Ceza Dairesi'nin ise bin 844 dosyası zamanaşımına uğradı. Yine bu dosyalardaki zamanaşımı süresinin bir bölümü yerel mahkemelerde bir bölümü Yargıtay'da geçti.
aktifhaber

16 Şubat 2010
Polise Taş Atanlara 11'er Yıl Hapis
Erdoğan'ın 18 Ekim 2008 tarihindeki Diyarbakır gezisi sırasında yapılan yasadışı gösterilere katıldıkları ve polise taş attıkları gerekçesiyle yargılanan 5 sanık, 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Diyarbakır'da polise taş atan 5 kişiye 11'er yıl hapis

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 18 Ekim 2008 tarihindeki Diyarbakır gezisi sırasında yapılan yasadışı gösterilere katıldıkları ve polise taş attıkları gerekçesiyle yargılanan 5 sanık, 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada tutuklu sanıklar Nail Çınar ve Abdulmenaf Aslan ile avukatları hazır bulundu. Tutuksuz yargılanan Halil Kaya, Vedat Kaya ve Ferdi Tantekin ise duruşmaya katılmadı. Müvekkilleriyle ilgili suçlamaları kabul etmeyen avukatlar, dosyanın suç unsurunu oluşturan delillerden yoksun olduğunu savundu. Avukatlar, "Dosyada tek delil kolluk görevlilerinin beyanlarıdır, o da gerçeğe aykırıdır. Ayrıca dosyada tek eylem olmasına rağmen müvekkillerimize birden fazla suç isnat ediliyor. Müvekkillerimizin beraatını talep ediyoruz." dedi. Son sözleri sorulan tutuklu sanıklar Nail Çınar ve Abdulmenaf Aslan da suçsuz olduklarını belirtti. Sanıklar, olaylara katılmadıkları gibi güvenlik kuvvetlerine de taş atmadıklarını söyleyerek beraatlarını istedi.

Duruşmaya kısa bir ara veren mahkeme heyeti, ardından kararını açıkladı. Mahkeme, tutuklu sanıklar Nail Çınar ve Abdulmenaf Aslan ile tutuksuz sanıklar Halil Kaya, Vedat Kaya ve Ferdi Tantekin'i, TCK'nın 'terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek' suçunu içeren 314/2. maddesi uyarınca 6 yıl 3 ay, Terörle Mücadele Kanunu'nun 'terör örgütünün propagandasını yapmak' suçundan 10 ay ve Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 33/c maddesinde yer alan 'dağılma sırasında silah veya araçlarla mukavemet etmek' suçundan da 4 yıl 2 ay olmak üzere toplam 11'er yıl 3'er ay hapis cezasına çarptırdı
aktifhaber

16 Şubat 2010 07:42
BUNLAR RESMEN YARGI VESAYETİ

Danıştay'ın verdiği son karar, 'yargı vesayeti' tartışmasını beraberinde getirdi. İşte bazı uygulamalar

Aynı yargı organının aynı konuda birbiriyle çelişen kararlara imza atması, tereddütleri artıran faktörlerin başında geliyor. Bunun son örneği Danıştay'da yaşandı. Danıştay, 28 Şubat sürecinin olağanüstü şartlarında meslek liselilerin üniversiteye girişini zorlaştırmak için yapılan katsayı düzenlemesine karşı açılan davaları "Bu iş YÖK'ün yetkisinde" diyerek reddetmişti. Ancak YÖK, katsayıyı kaldırınca bu defa tavır değişikliğine gitti. Yüksek yargının yetki ve sınırlarını aşan kararları katsayıyla da sınırlı değil. Anayasa Mahkemesi'nin 367 şartı ve Meclis'ten mutabakatla geçen eğitim özgürlüğüyle ilgili düzenlemeyi iptal etmesi, bunların başında geliyor. Ekonomi, eğitim, sağlık alanlarında bakanlık ve belediyeler gibi kamu kurumlarının yaptığı pek çok reform da Danıştay'dan dönüyor. Son iki yılda verilen kararların sadece 4'ü iktidarın lehine çıktı, 51 karar icraatları durdurmaya yönelikti. Anayasa Mahkemesi de 2002'den bu yana yapılan 151 başvurudan 56'sında yürütmeyi durdurdu. 47 dava halen devam ediyor. Yüksek Mahkeme, anayasa değişikliklerini şekil yerine esas denetimiyle iptal ederken, Danıştay idarenin işlemlerini yerindelik denetimine tabi tutuyor. Hukukçular, ortaya çıkan tabloyu, "Yüksek yargı yürütmenin yerine geçti. Türkiye hâkimler devletine doğru gidiyor." sözleriyle eleştiriyor.

Anayasa Mahke-mesi'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleyen 367 kararı, 'yargının yetki gasbıyla yasamaya müdahalesi' olarak kayıtlara geçti. 27 Nisan 2007 tarihindeki seçime kadar 184 olarak uygulanan toplantı yeter sayısının '367' olduğunu iddia eden CHP, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Yüksek Mahkeme, CHP'nin talebine uydu; Anayasa'nın 96. ve 102. maddelerine aykırı bir şekilde Abdullah Gül'ün en yüksek oyu aldığı birinci turu, 1 Mayıs 2007'de iptal etti. Kararın ardından Meclis kilitlendi. Erken seçim kararı alındı. Seçimin ardından düzenleme yapılarak referanduma gidildi. Toplantı yeter sayısı 184 olarak tescillendi.

BAŞÖRTÜSÜ KARARINDA MECLİS MUTABAKATI YOK SAYILDI

Anayasa Mahkemesi'nin, 9 Şubat 2008'de Meclis'ten 411 milletvekilinin oyuyla geçen ve üniversitelerde eğitim özgürlüğünün önünü açan Anayasa dağişikliğiyle ilgili kararı da 'yargıçlar devleti' yorumlarını güçlendirdi. Mahkeme, 5 Haziran 2008'deki oturumunda Anayasa'nın 148. maddesindeki "anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler." hükmüne rağmen düzenlemeyi iptal etti. Mahkemenin iptal kararı, hukukçular tarafından sert dille eleştirildi. Hukukçular, yetki gasbıyla Meclis iradesinin yok sayıldığının ve Anayasa'nın işlevsiz hale getirildiğinin altını çizdi.

DANIŞTAY, BELEDİYELER KANUNU'NDA ANAYASA MAHKEMESİ'Nİ BY-PASS ETTİ

İdari işlemlerin kanunlara uygunluğu yerine, yerindelik denetimi yapan Danıştay, zaman zaman Anayasa Mahkemesi gibi hareket ederek, Anayasa'ya uygunluk denetimi yoluna bile gidiyor. Nüfusu 2 binin altındaki belde belediyelerin kapanmasıyla ilgili karar, bunun tipik bir örneği. Anayasa Mahkemesi'nin nüfusu 2 binin altındaki belde belediyelerinin kapanmasını öngören kanunu Anayasa'ya uygun bulan kararını Danıştay adeta by-pass etti. İçişleri Bakanlığı'nın genelgesinin denetlendiği davada, yürürlük tarihi farklı belirlendiği gerekçesiyle düzenleme iptal edildi ve belediyeler 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi kapanmaktan kurtuldu. Danıştay'ın bazı kararları şöyle:

Danıştay 5. Dairesi, HSYK kararıyla Ankara cumhuriyet savcısı yapılınca emekliye ayrılan Turgut'un açtığı davada Anayasa'ya aykırı şekilde göreve iade kararı verdi. Bu kararla HSYK'nın 4 üyesinin oyuyla Ali Suat Ertosun'un müfettiş arkadaşı 63 yaşındaki Turgut yeniden müfettişliğe döndü.

Danıştay 2. Dairesi, 8 Şubat 2006'da verdiği kararda Aytaç Kılınç isimli anaokulu öğretmeninin okula gidiş-gelişlerde başörtüsü taktığı için Gölbaşı Bayrak Garnizonu Anaokulu'na müdür olarak atanmasının sakıncalı olduğuna hükmetti. Dairenin bu kararıyla başörtüsü yasağını sokağa taşıdığı yorumları yapıldı.

Danıştay 8. Dairesi, Anayasa Mahke-mesi'nin üniversitelerde eğitim özgürlüğünün yolunu açan anayasa değişikliğini iptal kararı henüz çıkmadan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın, Anayasa değişikliği sonrası uygulama yapılabilmesi için ayrıca bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç bulunmadığına' ilişkin rektörlüklere gönderdiği yazıyı 'genelge' olarak kabul ederek, yürütmesini durdurdu. Hükümetin Doğu'da doktor açığını kapatmak için çıkardığı zorunlu görevlendirmeye ilişkin genelgenin yürütmesi dururuldu.

PETKİM'İN SATIŞINI DURDURDU

Danıştay, Petkim'in yüzde 51 oranındaki kamu hissesinin Socar-Turcas-Injaz Ortak Girişim Grubu'na satışının yürütmesini durdurdu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Petkim'in özelleştirilmesine karşı Petrol-İş Sendikası'nın yaptığı "yürütmenin durdurulması ve ihale şartnamesinin reddi" yönündeki başvuruyu reddeden Danıştay 13. Dairesi'nin kararına yapılan itirazı kabul etti. Böylece, Petkim'in özelleştirilmesine ilişkin yürütmenin durdurulması talebi kabul edilmiş oldu.

Danıştay, Yargıçlar ve Savcılar Birli-ği'nin eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun açtığı pek çok davada Anayasa, Hakimler ve Savcılar Kanunu ile CMK'daki yetkilerini kullanan adalet müfettişlerinin hakim kararıyla yaptıkları dinlemelere ilişkin yönetmeliği iptal etti.

İGDAŞ ÖZELLEŞTİRMESİ DE DANIŞTAY'A TAKILDI

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu'nun aldığı İstanbul Gaz Dağıtım Sanayii ve Ticaret AŞ'nin (İGDAŞ) özelleştirilmesi kararı Danıştay'dan döndü. 2010 yılının ilk günlerinde verilen bu karardan sonra, Büyükşehir Belediyesi'nin eli kolu bağlandı.

Aynı tarihte bir özelleştirme durdurma kararı da Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'ye karşı alındı. Danıştay, Türkşeker'e ait Kastamonu, Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba şeker fabrikalarının özelleştirilmesine yönelik ihale ilanı ve şartnamesinin yürütmesini durdurdu.

İETT ARAZİSİNİN SATIŞINA MÜDAHALE

Bir başka tartışmalı belediye kararına müdahale de İETT arazisiyle ilgili yaşandı. Önemli bir gelir getirecek olan İETT arazisi üzerinde yapılacak Dubai Kuleleri Projesi'ne onay vermeyen Danıştay, imar değişikliğinde 'kamu yararı ve hukuka uygunluk bulunmadığı'na hükmetti. Belediye böylece satıştan beklediği 1 milyar 156 milyon dolar gelirden mahrum kalmış oldu.

Ocak 2010'daki Danıştay kararında ise Türk Eczacıları Birliği'ne (TEB) isyan bayrağını açtırdı. Danıştay, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) eczanelerle tek tek sözleşme yapmasını iptal etti.

METROBÜS ZAMMI DANIŞTAY'DAN DÖNDÜ

Belediyelerin toplu taşıma araçlarıyla ilgili aldığı kararlar da Danıştay'dan döndü. İstanbul 10. İdare Mahkemesi, metrobüs ücretlerine yapılan zam kararını durdurdu. Böylece hat üzerindeki 2 TL'lik yolculuk yeniden 1,5 TL oldu. Ankara Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi'nin 24.12.2004 tarihinde toplu taşıma araçlarına yaptığı yüzde 50 zam kararı da açılan aleyhte dava üzerine Danıştay 8. İdaresi tarafından bozuldu.

ALKOLLÜ İÇKİLERİN REKLAMININ ÖNÜNÜ AÇTI

Danıştay'ın Aralık 2009 tarihinde verdiği kararla reklamlarda alkollü içkinin kültürel ve ortak değerlerle ilişkilendirilmesini yasaklayan tebliğ hükümlerinin yürütmesini durdurdu. 13. Daire, aldığı başka bir kararla da sigara paketlerinin üzerinde yer alacak uyarı yüzeyini yüzde 65'ten yüzde 40'a düşürdü. Buna göre sigara paketleri üzerindeki uyarı yazı ve resimleri Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (TAPDK) kararının aksine çok daha küçük bir şekilde yer almasına imkan sağladı.

İşte Danıştay kararlarından bazıları

Nüfusu 2 binin altındaki belediyelerin kapanmasıyla ilgili düzenlemeyi, yetkisini aşarak 'Anayasa'ya uygun değil.' deyip iptal etti.

YÖK'ün, üniversitelerdeki eğitim özgürlüğüyle ilgili rektörlere gönderdiği yazıyı 'genelge' sayıp yü- rütmesini durdurdu.

Doğu'da doktor açığını kapatmak için çıkarılan zorunlu görevlendirmeye ilişkin genelgeyi iptal etti.

İETT arazisinin satışını durdurdu. Kararla birlikte belediye, 1 milyar 156 milyon dolarlık gelirden oldu.

Alkol reklamları ve sigara paketlerindeki uyarı resimleriyle ilgili tebliği durdurdu. Karar, sigara ve alkol şirketlerini sevindirdi.

PETKİM, İGDAŞ ve Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ ile il- gili alınan özelleştirme kararlarını iptal etti.

İstanbul ve Ankara'da belediyelerin toplu taşımayla ilgili kararları da Danıştay'dan döndü. Metrobüs zammı iptal edildi.

Yargı, siyasî aktör gibi davranıyor

Prof. Dr. Serap Yazıcı (Anayasa hukukçusu):

Hukuk devleti, yargı organının da tüm yetkilerini ancak hukukun sınırları içinde kullanmasını gerektirir. Ne var ki Türkiye'de yargı adeta siyasî bir aktör gibi davranmakta, hukukun sınırlarını aşan kararlar vermektedir. Yargı organları öylesine bağımsız ki Anayasa'nın bile üzerinde kararlar alabilmektedir.

Türkiye'de hukuk devleti kültürü yanlış olarak yerleşmiştir. Anayasa'mızın 2. maddesinde de yer alan bu ilke, devletin üç temel organının hukuka uygun davranmakla yükümlü olduklarını ifade eder. Türkiye'de ise devlet seçkinleri hukuk devletinin sadece yasama ve yürütme organlarını sınırlayan bir ilke olduğuna inanmaktadır. Bu çevrelere göre, yargı gerektiğinde hukukun sınırlarını aşan kararlar verebilecektir. Bu tür kararlar meşru telakki edilebilir. Oysa hukuk devleti, yargı organının da tüm yetkilerini ancak hukukun sınırları içinde kullanmasını gerektirmektedir. Ne var ki Türkiye'de çeşitli siyasi sorunların çözümünde yargı adeta siyasi bir aktör gibi davranmakta, hukukun sınırlarını aşan kararlar vermekte ve yargının bu tutumu, bazı çevrelerce meşru görülmektedir. Bu nedenle Türkiye'de yargı organları öylesine bağımsızdır ki anayasanın da üzerinde kararlar verebilmektedir. Bu tür kararlara gerek Anayasa Mahkemesi gerekse Danıştay'ın içtihatlarında rastlanmaktadır. Bu nedenle Türkiye'de her şeyden önce yargı kararlarının hukukun sınırları içinde kalması gerektiği fikrinin yerleşmesi gerekir.

Milletin egemenlik yetkisini kullanıyorlar

Ekrem Serim (Yargıtay Onursal Üyesi):

Bir vesayet görüntüsü var. Bilhassa Danıştay'ın kararlarında... Konu, hukukî denetimden ziyade idarî denetim şekline dönüştü. Anayasa değişikliklerine rağmen yorum yoluyla istedikleri kararı alıyorlar. Milletin egemenlik yetkisi, Meclis'ten çok Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın elinde görünüyor.

Gerçekten bir vesayet görüntüsü var. Bilhassa Danıştay'ın kararlarında... Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliği kararında da yaşandı. Gördüğüm kadarıyla Danıştay, idarenin takdirini ilgilendiren konularda devamlı denetim yapıyor. Türkiye'de bu şekilde iki idari merci ortaya çıkıyor. Hukuki denetimden ziyade idari denetim şekline dönüşmüş vaziyette. İdarenin takdirine karışması bir bakıma kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırı düşüyor. Önlenmesi çok zor. Ancak yüksek yargının içtihat değiştirmesiyle düzelecektir. Bu anlamda bilimsel çevrelerin eleştirileri dikkate alınmalıdır. Katsayı kararında YÖK takdir hakkını kullanıyor. YÖK, yetkili bir makam olarak yapıyor. Yetki aşımı yok. Ama Danıştay, 28 Şubat süreci başladıktan sonra o zamanki YÖK yönetiminin meslek liselerinin normal fakültelere girmesini engellemek için getirdiği katsayıyı hukuka uygun görüyor. İstanbul Barosu'nun bu davada menfaati var mı; yok. İdari yargı mevzuatında menfaati olanların dava açacağı belirtilmiş. Ama yorum yoluyla baronun davası kabul ediliyor. Yorum konusunda mutlak yetkiye sahipler. Siz buna ne yapabilirsiniz? Meclis'in anayasa değişikliklerine rağmen yorum yoluyla istedikleri kararı alıyorlar. Şu andaki görünüş, milletin egemenlik yetkisinin TBMM'den daha çok Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın elinde gibi.

Yargı 'kuvvetler ayrılığı' ilkesini ihlal ediyor

Sinan Kılıçkaya (Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı):

Yargı, yetkisini aşan ve idarenin takdir yetkisini ortadan kaldıran kararlarıyla kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ediyor. Bu, Anayasa'ya aykırıdır. Bu kararlar yargıya olan güveni de ciddi şekilde zedelemektedir. Yargı, kararlarını siyasî, ideolojik yaklaşımlardan uzak, hukukun temel prensiplerinin içerisinde vermeli.

Yargının idarenin takdir yetkisini ortadan kaldıran, yetkisini aşan kararlarıyla her şeyden önce kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor. Bu, anayasaya aykırıdır. Bu kararlar yargıya olan güveni de ciddi şekilde zedelemektedir. Yargı, kararlarını verirken siyasi ideolojik yaklaşımlardan uzak, objektif, hukukun temel prensiplerinin içerisinde karar vermelidir. Hukuk sistemimiz, anayasal düzenimiz, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalıdır. Yasama, yürütme ve yargı birbirlerinin yetki alanına müdahale etmemelidir. Danıştay'ın son kararı hukukî değildir. Çünkü 'meslek liseliler üniversiteye girmesin' demek ne kadar hukukiyse bu karar da o kadar hukukîdir. Çünkü bu kararın fiilî sonucu 'meslek liseliler üniversiteye girmesin' demektir. Anayasa Mahkemesi'nin 367, anayasa değişikliği ve siyasi parti kapatma davalarında verdiği kararlar da yasamanın yetki alanına müdahaledir.

CHP, 151 kez Anayasa Mahkemesi'ne gitti

Anayasa Mahkemesi'nin yargı vesayeti eleştirisine yol açan kararları CHP'nin açtığı davalar sonucunda ortaya çıktı. CHP, Meclis'te iktidara karşı yürüttüğü muhalefeti Anayasa Mahkemesi zemininde de sürdürüyor. Anayasa Mahkemesi'ne anayasa ve yasa değişikliklerinin iptali için Meclis tarihinde görülmemiş şekilde dava açan CHP, açılan davaların önemli bir bölümünde istediğini aldı. CHP, AK Parti'nin tek başına iktidar olduğu 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana toplam 151 yürürlüğü durdurma ve iptal davası açtı. Anayasa Mahkemesi, CHP'nin 22. ve 23. dönem yasama faaliyetine ilişkin açtığı 56 davada yürürlüğü durdurma ve iptal kararı verdi. Mahkeme 3 davada kısmen ret kısmen iptal kararı verirken, 3 davada ise karar verilmesine yer olmadığı kararı verdi. Yüksek Mahkeme, 34 davayı reddetti. 47 dava devam ediyor. Anayasa Mahkemesi, 367 kararı ile üniversitelerde eğitim özgürlüğü getiren anayasa değişikliğinin iptali gibi siyasi davalarda Anayasa'ya aykırı şekilde CHP'nin talebi doğrultusunda karar verdi. Danıştay'ın son iki yıla ait seçilmiş kararlardaki rakamlar da çok çarpıcı. Verilen kararların yalnızca 4'ü iktidar lehine olurken 51'i AK Parti hükümetinin icraatlarını durdurmaya yönelik.
Kaynak: Zaman

ÇEBER'İ ÖLDÜREN POLİSLER SUÇSUZMUŞ!
22 Şubat 2010
Engin Çeber'in cezaevinde işkenceden ölümüyle ilgili polis memurları hakkındaki idari soruşturma tamamlandı. Hazırlanan rapora göre; cezaya gerek yok, ancak polisler eğitilmeli.
İSTANBUL - Engin Çeber ve arkadaşlarına işkence yapmaktan haklarında dava açılan polis memurlarıyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı rapor tamamlandı.

İdari raporda, soruşturmada adı geçen ve ifadeleri alınan 33 polis memuru hakkında "Ceza verilmesine gerek yok" deniyor. Ama "eğitimin gerekliliği" üzerinde duruluyor.

Sözkonusu polis memurları, gözaltındakilere fiziki müdahale, kelepçe takma-çıkarma, sakinleştirme ve öfke kontrölü gibi konularda eğitim alacak.

Ntv

25 Şubat 2010
Çolakkadı'dan Paşa Açıklaması
Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, Balyoz' darbe planı soruşturması kapsamında ifadeleri alınıp serbest bırakılan paşalar için açıklama yaptı..
Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, "daha önce de paşaları sorguladık, herhangi bir kaçma ve delil karartma şüpheleri olmadığı için serbest bıraktık" dedi..aktifhaber

01 Mart 2010
Cihaner Tahliyenin Yolunu Buldu
Ergenekon terör örgütü üyeliğinden halen tutuklu bulunan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, tahliye için bakın ne yapacak...

Ergenekon terör örgütü üyeliğinden halen tutuklu bulunan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in, reddi hakim talebinde bulunabilmek için arama ve tutuklama kararını veren hakimler hakkında tazminat davası açacağı öne sürüldü.

Cihaner'in bu yolla tahliye taleplerini reddeden hakimlerle arasında 'husumet' doğduğu gerekçesiyle redd-i hakim talebinde bulunacağı belirtildi.

Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in Ergenekon terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklanmasının ardından Erzurum-Erzincan-Ankara hattında hukuk tarihinde görülmeyen gelişmeler yaşanıyor. HSYK'nın Başsavcı Cihaner'i gözaltına alınması kararını veren 4 savcının yetkisini kaldırmasının ardından, Erzurum Başsavcılığı'na 3 özel yetkili savcı atandı. Yeni atanan Başsavcı Vekili Taner Aksakal, Cihaner'in adresinin sabit olduğunu gerekçe göstererek, avukatların talebi doğrultusunda tahliye talebinde bulundu. Ancak özel yetkili Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi, Cihaner hakkındaki delil durumu ve yüklenen suçun tutukluluğunun devamını gerektirdiğini belirterek tahliye taleplerini reddetti. Cihaner'in avukatları Erzurum'un bir üst mahkemesi olan özel yetkili Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'ne itiraz etti. Diyarbakır'daki mahkeme de itirazları reddetti. Bütün bu girişimlerden sonuç alamayan Cihaner'e bir HSYK üyesi ile YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan'ın hukuk desteği vererek, hakimin reddini sağlayabilmek için manevi tazminat davası açması yönünde akıl verdikleri iddia edildi. Verilen taktiğe göre Cihaner, önce davasına bakan mahkeme heyetinin gerek arama kararı gerekse tutuklama kararının hukuka aykırı olduğu ve kararda hukuk ihlalleri yaşandığı gerekçesiyle mahkeme heyeti aleyhine manevi tazminat davası açacak.

HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun ve YARSAV Başkanı Ülker ikilisinin geliştirdikleri iddia edilen taktiğe göre, Cihaner şu stratejiyi izleyecek: Önce davasına bakan mahkeme heyetinin gerek arama gerekse tutuklama kararının hukuka aykırı olduğu ve kararda hukuk ihlalleri yaşandığı gerekçesiyle mahkeme heyeti aleyhine manevi tazminat davası açacak.

Bu dava açıldıktan sonra Cihaner, söz konusu Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi heyeti ile aralarında husumet bulunduğunu iddia ederek reddi hakim talebinde bulunacak. Sonrasında da uygun bir hakimin atanması için HSYK devreye girecek. Hukukta ceza davası hakimi kendisiyle husumeti olan birinin davasına bakamıyor. Bu davadan, öncelikle çekilmesi bekleniyor. Çekilmezse hakkında reddi hakim müracaatı yapılıyor. Bu reddi hakim talebi üzerine bir ilgili mahkeme bir karar veriyor. Karara itiraz da yapılabiliyor.
aktifhaber

01 Mart 2010
Tarkan Serbest Bırakıldı
İstanbul'da düzenlenen uyuşturucu operasyonunda gözaltına alınan şarkıcı Tarkan, adliyedeki sorgusunun ardından serbest bırakıldı.
İstanbul'da düzenlenen uyuşturucu operasyonunda gözaltına alınan şarkıcı Tarkan, adliyedeki sorgusunun ardından serbest bırakıldı. Tarkan, savcıya verdiği ifadede pişman olduğunu, ancak arkadaşlarına uyuşturucu temin etmediğini söyledi.

Tevetoğlu, bu sabah Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne hakim ve savcıların giriş yaptığı kapıdan alındı. Tarkan'ın ellerinin kelepçelenmediği görüldü.

Yüzünü kapatarak basın mensuplarının görüntü almasını engellemeye çalışan Tevetoğlu, basın mensuplarının sorularına da yanıt vermedi.

Şarkıcı Tarkan Tevetoğlu, sağlık kontrolünün ardından savcılık katına çıkarıldı.

Sorgusu 45 dakika sürdü

Tarkan'ın sorgusu saat 14.00 sıralarında başladı ve yaklaşık 45 dakika sürdü. Tarkan 2,5 sayfalık ifade verdi.

Savcının uyuşturucu madde içip içmediği sorduğu Tarkan'ın uyuşturucu madde kullandığını belirterek, "Pişmanım" dediği ifade edildi.

Tarkan'ın, savcının, "Arkadaşlarına uyuşturucu temin ettin mi" sorusuna ise, "Temin etmedim" yanıtını verdiği öğrenildi.

Tarkan'ın polis sorgusunda ise, uyuşturucu kullanmaya 6 yıl önce başladığını ve tedavi olmak istediğini söylediği iddia edildi.

Tarkan adliyedeki sorgusunun ardından serbest bırakıldı.

Evinde uyuşturucu bulundu

İstanbul Narkotik polisi 4 gün önce Tarkan'ın İstanbul Ömerli'deki çiftliğine baskın yapmış, aramada bir miktar uyuşturucu ele geçirilmişti.

Teknik takibe takıldığı belirtilen şarkıcı uyuşturucu madde temin etmekle suçlanıyor.

Soruşturma kapsamında gözaltında bulunanlar arasında bir işadamı ile eski bir milletvekilinin oğlu da var.

Bu kişiler de uyuşturucu kullanmak, temin etmek ve uyuşturucu satmakla suçlanıyor.
aktifhaber

04 Mart 2010 18:11
GİZLİ TANIKLAR ANKARA'DA
Erzincan Davası'nın kayıp gizli tanıkları Munzur ve iki akrabası Ankara'da ortaya çıktı. Ankara'da Munzuru kumpasa alan kim, tezgah ne?

Erzincan’da yürütülen Ergenekon soruşturmasının gizli tanıkları uzun süre ortadan kaybolmuşlardı. Mahkemeye sunulan ve kabul edilen iddianamede gizli tanıkların baskı altında oldukları ve biran önce dinlenmeleri gerektiği HSYK tarafından yeni atanan savcılar tarafından belirtilmişti.

Günlerdir ulaşılamayan gizli tanıklar Ankara’da ortaya çıktı. Gizli tanık “Munzur” ve yine kendi gibi gizli tanık olan iki akrabası Ankara’da. İlhan Cihaner’e yakın isimler tarafından Ankara’ya getirilen gizli tanıkların bazı CHP’lilerle görüştürüleceği öğrenildi.

Gizli tanıklar daha önce CHP’li Ahmet Ersin’le Erzincan’da Eriza Otel’de görüştürülmüşlerdi. Önce olayı reddeden CHP’li Ersin daha sonra görüşmeyi doğrulamış ancak davayla ilgili değil gizli tanıklardan birinin boşanma işlemleriyle ilgili görüştüğünü iddia etmişti.

Son olarak gizli tanıklardan birinin kendisine önerilen 80 bin TL rüşveti anlattığı hem iddianameye hem de gazetelere yansımıştı. Gizli tanıkların Ankara’ya getirilmesinde peşin 50 bin TL ödendiği ve yoğun baskı yapıldığı iddia ediliyor.

Gizli tanıkların CHP’lilerle yapılan toplantıdan sonra bazı yüksek yargı mensuplarıyla görüştürülecekleri ve ardından Star TV başta olmak üzere bazı medya organlarına çıkartılacakları öğrenildi.

Gizli tanıkların resmi ifadelerinde, kendilerinin daha önce Ankara’ya götürülmek istendiği bunun için Paradise Pastanesi sahibi Abdullah Erdoğan’ın aracı olduğu ve üst düzey Yargı mensuplarıyla görüştürülecekleri belirtilmişti.
Kaynak: www.sonsayfa.com

06 Mart 2010
CHP-RADİKAL- MUNZUR KOLKOLA
Gizli Tanık Munzur’un CHP milletvekili Radikal Gazetesi muhabiriyle çok gizli temasının şok fotoğrafları…

Sonsayfa gazetelerin yapamadığını başardı...

Gizli Tanık, Munzur ve iki akrabasının 4 Mart’ta Ankara’ya getirilip bazı temaslarda bulunacakları yönündeki haberler doğrulandı.

CHP Milletvekili Erol Tınaztepe, Gizli Tanıklarla Ankara’da görüştüğünü Radikal Gazetesi’nden Mesut Hasan Benli’ye doğruladı.

CHP’li Tınaztepe, “gizli tanıklar Ankara’ya gezmeye gelmiş ben de öyle görüştüm” gibi bir açıklama yapsa da olayın boyutları oldukça farklı görünüyor. CHP’li Ahmet Ersin de gizli tanıklarla Erzincan’daki görüşmesini, önce gizlemiş, arkasından reddetmiş ve en son “eşinden boşanacakmış onu görüştük” gibi benzer bir gerekçeyle açıklamaya çalışmıştı.

GÖRÜŞMELERİ CHP AYARLIYOR

Gizli Tanıkların Ankara’da üst düzey yargı mensupları ve gazetecilerle görüşmelerini, Erzincan/Ankara hattında adeta mekik dokuyan CHP’li Vekillerin organize ettiği iddia edildi.

Bugün Radikal Gazetesi’nde Mesut Hasan Benli imzalı bir haber yayınlandı. “Gizli Tanıklar İfadelerini Değiştirecek” başlığıyla verilen haberde gizli tanıklarla ilgili önemli ayrıntılar vardı. Haberdeki, “Cihaner’in yakını olduğu öne süren bir kişi tarafından Ankara’ya getirilen gizli tanıklar arasında ‘Munzur’ kodlu kişi de var.” Cümlesi oldukça dikkat çekici.

Radikal Muhabiri Benli, Ankara’ya getirilen gizli tanıkların Cihaner’in bir yakını tarafından getirildiğini iddia ediyor. Ancak haberinde gizli tanıklarla ilgili “ifadelerini değiştirecekler” cümlelerini ise CHP’li Tınaztepe’ye dayandırıyor. Haberi Tınaztepe’nin gizli tanıklarla görüşmeleriyle ilgili bilgi almış gibi yazan muhabir, sık sık Tınaztepe’ye atıfta bulunuyor.

RADİKAL MUHABİRİ BİZZAT GÖRÜŞTÜ

Ancak olayın böyle olmadığı ortaya çıktı. CHP’li vekillerin koordine ettiği gizli tanıkların ziyaret trafiğinde Radikal Gazetesi Muhabiri de yüz yüze görüştürüldü. Üstelik casus filmlerini aratmayacak mekanlar ve yöntemler seçildi.

Radikal Gazetesi Muhabiri, haberinde “Cihaner’in yakını” olarak belirttiği Davut Konıg’le görüştü. Görüşme Ankara Şehirler Terminali (AŞTİ)’ndeki kuytu bir bölümde gerçekleşti. Daha çok evsiz ve yolda kalmış insanların uyumak için kullandığı bölümde Radikal Muhabiri ile “gizli” görüşme ayarlandı.

AŞTİ’ye Davut Konıg ve gizli tanık Munzur beraber gelirken, daha sonra ayrıldılar. Radikal Muhabiri ile Konıg sözkonusu kuytuda bir araya geldi. Konıg, Munzur ile muhabir arasında adeta mekik dokudu. Munzur’un muhabirin sorularına direkt cevap vermesi engellenirken, Konıg kontrolünde kontrollü cevaplar verildi.

Radikal muhabirinin gerçekleştirdiği görüşme sonrası yazdığı haberi bizzat aldığı bu ayrıntılara dayandırmayıp CHP’li vekile dayandırması daha da ilginç bulundu.

RADİKAL EN BAŞINDAN İŞİN İÇİNDE

Radikal Gazetesi en başından beri Erzincan olayının göbeğinde yer alıyor. Radikal Ankara Temsilcisi Murat Yetkin, uzun süre Erzincan’da kurumlar arası çatışma tezini işlemiş ve olayın içine MİT’i de sokmaya çalışmıştı. O günlerde anlaşılamayan bu tutum, çok sonra soruşturmaya Org. Saldıray Berk’in de adı karışınca anlaşılır hale gelmiş ve Murat Yetkin’in Karargah’ın istediği doğrultusunda Erzincan olayına böylesine ısrarla yönlendiği iddia edilmişti.

Radikal aynı zamanda hem manşetinden hem de İsmet Berkan’ın köşesinden olayı sıcak tutmuş ve Erzincan konusunda gerçek dava yani ERGENEKON-BERK-CİHANER bağlantısı ortaya çıkmadan “İsmailağa Cemaatine dokunan yandı” önkabulü oluşturmaya çalışmıştı.

Radikal’in ısrarlı yayınlarına rağmen MİT olayın içine girmemiş ve sözkonusu personelinin hukuk önüne çıkmasını yasal çerçevede izlemişti. Ancak Berk konusunda askeri konvoy yürütmeye varan tepkiler ve Org. Başbuğ’un savaş gemisi üzerinde meydan okuması gibi olaylar yaşanmış ve Berk defalarca çağrılmasına rağmen ifadeye gitmemişti.

Tüm bu olaylarda medyayı belli biçimde yönlendiren Radikal Gazetesi Ankara Bürosu sonunda direkt olarak Gizli Tanıklar boyutunda olaya girdi. Radikal Muhabiri Mesut Hasan Benli’nin casus filmlerindeki gibi kuytuda gizli tanıkları kaçıran ve Ankara’ya getiren Pavyoncu Davut Konıg’le temasları oldukça tartışılacağa benziyor.

Davut Konıg’ın, CHP'li Ersin'le Erzincan'da gizli tanıkların buluşturulması olayını ayarlayan Paradise Pastanesi sahipleri Erdoğan kardeşlerle geçmişten beri beraber çalıştıkları belirtiliyor.

Davut KONIG, Erzincan'da Paradise Pastanesi karşısında bulunan "Atlantik Restoran", Erzincan terminalindeki "Uğurcan Petrol İstasyonu" ve Jandarma bölgesinde yer alan Işıkpınar Köyünde bulunan Kervansaray Gazinosu'nun sahibi ve çevresinde “Pavyoncu Davut” diye biliniyor.

Davut KONIG'ın, çevresinde "Tarkan" olarak bilinen ve Erdoğan kardeşlerin çevresinden Ayhan Akgün isimli mekan sahibi kişinin adamı olarak nam yaptığı Erzincan'da yaygın olarak biliniyor. Davut Konıg'ın hırsızlık, adam öldürmeye teşebbüs, çıkar amaçlı suçlardan sabıkası bulunuyor.

Gizli Tanıkları ifadelerini değiştirmeleri konusunda yönlendirdiği iddia edilen Paradise Pastanesi Sahibi Abdullah ve Erdal Erdoğan kardeşlerin yönlendirmesiyle manipülatif haberler yaptığı konusunda çeşitli gazeteciler daha önce de eleştirilmişlerdi.

Gizli tanıklardan birinin kendisine önerilen 80 bin TL rüşveti anlattığı hem iddianameye hem de gazetelere yansımıştı. Gizli tanıkların Ankara’ya getirilmesinde peşin 50 bin TL ödendiği, CHP’li vekiller aracılığıyla, bazı YARSAV üyeleri, yüksek yargı mensupları ve Ankara – İstanbul hattında bazı medya haber müdürleri ile görüştürülmeye çalışıldıkları iddialar arasında iken, bahse konu gizli görüşmeler ve bugüne kadar Radikal Gazetesinin davaya ilişkin haber ve köşe yazılarında izlediği çizgi bunları doğruluyor.

İŞTE GİZLİ TANIK MUNZUR VE DAVUT KONIG İLE RADİKAL MUHABİRİNİN FOTOĞRAFLARI


Üçü bir karede muhteşem kumpas!!!!
Kaynak Sonsayfa

05 Mart 2010
DİKKAT ÇOK "GİZLİ" OPERASYON
Erzincan Dosyası'nın gizli tanıklarının Ankara'ya getirilmesinden sonra İstanbul'a da gönderildikleri ortaya çıktı. İşte çarpıcı trafik...

GİZLİ TANIKLAR ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLAR
Cihaner Soruşturmasının kilit isimlerinden Gizli tanık Munzur ve 2 akrabasının, CHP’li bazı milletvekilleri ve Cihaner’in Erzincan’daki yakın çevresinden PARADİSE Pastanesi sahipleri Abdullah Erdoğan ve Erdal Erdoğan organizesinde Erzincan – Ankara – İstanbul hattında, bazı yüksek yargı ve basın kuruluşları ile temaslarda bulundukları ortaya çıktı.
CHP’li Ahmet Ersin Gizli Tanıklarla Görüştü
Gizli tanık Munzur geçtiğimiz haftalarda Paradise Pastanesi sahipleri Abdullah Erdoğan ve Erdal Erdoğan organizesinde CHP Milletvekili Ahmet Ersin ile ERİZA Otel’de görüştürülmüştü. Erdoğan kardeşlerin Cihaner’in Erzincan’da yakın çevresinden oldukları biliniyor.
Görüşmeyi önce inkar eden CHP’li Ahmet Ersin, daha sonra bir tv programında görüşmeyi itiraf etmiş, ancak davayla ilgili değil gizli tanıklardan birinin boşanma işlemleriyle ilgili olduğunu ifade etmişti. Gizli tanıkların bu buluşma sonrasında, Erdal Erdoğan ve Erzincan Jandarma personeli eşliğinde götürüldükleri Erzincan adliyesinde ifade verdikleri ortaya çıkmıştı.
HSYK Başkan V. Kadir Özbek’le mi görüşecekler?
Cihaner’in tutuklanması sonrasında bir süre ortadan kaybolan, Erzincan - Ankara - İstanbul hattında yoğun bir trafik yaşadıkları ileri sürülen gizli tanıklara, ifadelerini geri çekmeleri ve savcı ŞANAL aleyhine ifade vermeleri karşılığında 80.000 TL teklif edildiği ve bunun 50.000 TL’sinin peşin verildiği öne sürüldü.
Ve gizli tanıklar Başkent’te. Gizli tanıkların son olarak Paradise Pastanesi sahiplerinden Erdal Erdoğan tarafından dün (04.03.2010) Ankara’ya getirildikleri ortaya çıktı. Erdal Erdoğan ve CHP’li bazı milletvekilleri organizesinde gizli tanıkların HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek ve bazı YARSAV yargı mensupları ile temas kuracakları, ardından bazı televizyon kanallarında haber programlarına çıkarılacakları öğrenildi.
Gizli tanıkların resmi ifadelerinde, kendilerinin daha önce Ankara'ya götürülmek istendiği, bunun için Paradise Pastanesi sahibi Abdullah Erdoğan’ın aracı olduğu ve üst düzey yargı mensuplarıyla görüştürüleceklerini belirtilmişti. Yine gizli tanıklardan birisi, CHP milletvekili Ahmet Ersin’in kendilerini Star Tv’de (Uğur Dündar) ana haber bültenine çıkaracağını söylediğine ifadesinde yer vermişti.
Gizli tanıkların Ankara - İstanbul arasında mekik dokudukları kaydedildi. Kamuoyu yaşanan bu gelişmeler sonrasında, gizli tanıkların Ankara ve İstanbul’da hangi yargı mensupları ve gazeteciler ile temas kurdukları merakla bekliyor.
aktifhaber

08 Mart 2010
GİZLİ TANIKLARA MEKTUPLU TEHDİT
Ergenekon'un Erzincan ayağında ilginç gelişmeler yaşanıyor. Tanıklar sanıkların önüne atılıyor.
14 sanıklı iddianamede ifadeleri yer alan gizli tanıklar da büyük baskı altında. Üç tanığın 3 gün önce Ankara'ya kaçırıldığı fotoğraflarla belgelenmişti. Diğer tanıklara ise 'ölüm tehditleri' içeren mektupların gönderildiği öğrenildi. Mektuplarda 'ifadenizi değiştirmezseniz sizi ve ailenizi ortadan kaldırırız' şeklinde cümlelerin yer aldığı belirtiliyor. Alınan bilgilere göre, söz konusu mektuplar savcılıkta.

"HEPİNİZİ ÖLDÜRÜRÜZ"
Ergenekon'un Erzincan ayağında ilginç gelişmeler yaşanıyor. Delil karartma amacıyla yoğun bir çalışma yürütülüyor. Tüm bu iddiaların göbeğinde CHP'nin ve bazı medya organlarının olması durumu daha da vahim hale getiriyor. Başında milletvekili Ahmet Ersin'in bulunduğu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) heyeti daha önce Erzincan'a gelip gizli tanık Munzur'la görüşmüştü. Jandarma istihbarat elemanlarının koordine ettiği görüşmede gizli tanığa, tutuklanan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner hakkındaki ifadelerini değiştirmesi yönünde baskı yapıldığı iddia edilmişti. Buluşmayı ilk başta yalanlayan Ahmet Ersin, daha sonra gizli tanıkla yaptığı görüşmeyi itiraf etmek zorunda kalmıştı. Ardından üç gizli tanık gizli bir operasyonla Ankara'ya götürüldü. Bu organizasyonda da yine Cumhuriyet Halk Partisi'nin aktif rol aldığı ortaya çıktı. CHP Milletvekili Erol Tınastepe, bir gazetede çıkan habere göre gizli tanıklarla Ankara'da görüştüğünü kabul etti. Ankara'ya götürülen gizli tanıklara ciddi meblağlarda para teklif edildiği belirtiliyor. 50 bin TL'nin de peşin verildiği iddia ediliyor. İfadelerini değiştirmeleri yönünde beyan vermeleri durumunda 200 bin TL'nin daha ödeneceğinin vaat edildiği belirtiliyor.

Erzurum Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede ifadeleri bulunan gizli tanıkların tamamı büyük baskı altında. Sürekli tehdit ediliyorlar. En son bazı gizli tanıklara 'ölüm tehditleri' içeren mektupların gönderildiği belirlendi. Tanıkları ve ailelerini hedef alan mektuplarda 'ifadenizi değiştirmezseniz sizi ve ailenizi ortadan kaldırırız' ifadelerinin yer aldığı öğrenildi. Tanıklar, kendilerine ulaşan mektupları savcılığa bildirdi.

Erzincan Ergenekon Soruşturması'nın gizli tanıklarından Fırat'ın Erzurum savcılarına verdiği ifadede iddia ettikleri bir bir uygulanıyor. Fırat, "Jandarmalarca Erzincan Adliyesi'ne götürüldük. Pastane sahibi E.E. sürekli yanımızdaydı. Bize 'Sizi CHP milletvekilleri ile görüştüreceğim. Ankara'da yüksek hâkimlerle, başsavcıyla görüştüreceğim. 'Erzurum'da baskı altında ifade verdik' diyeceksiniz. Yeniden ifade vereceksiniz." demişti.

SAVCI UYARMIŞTI: BÜYÜK BASKI VAR

İddianameyi hazırlayan özel yetkili Erzurum cumhuriyet savcısı da gizli tanıklara baskı olduğu ve acilen dinlenmeleri gerektiği uyarısında bulunmuştu: "Gizli tanıklar üzerindeki ifadelerini değiştirmelerine yönelik baskılar devam ettiğinden, (...) yargılamanın selameti açısından büyük önem arzetmesi nedeniyle mahkemenizce bu tanıkların en kısa sürede dinlenmesi gerektiği düşünülmüştür."
Kaynak: Zaman

11 Mart 2010
GİZLİ TANIĞA SKANDAL TEKLİF
Gizli tanıkların ifadelerinin değiştirilmesi için çok özel bir operasyon yürütüldüğü ortaya çıktı. Önce jandarma devreye girdi. Ardından CHP'liler. Paralar havada uçuştu.

Gizli tanıkların ifadelerinin değiştirilmesi için çok özel bir operasyon yürütüldüğü ortaya çıktı. Tanıklar önce gizlice Jandarma'ya götürüldü. Ardından bir eve kapatılmaya çalışıldı. Teklif edilen rakam 2 milyardan 80 milyara kadar çıktı. Aracıların CHP milletvekili Ahmet Ersin ve Ankara'da 'başkanım' diye hitap edilen biriyle irtibat halinde olduğu belirlendi.

Erzincan iddianamesinin ek klasörlerinde gizli tanıkların ifadelerini değiştirmeleri için yapılan teklifler deşifre edildi. İkinci kez ifadeye çağrılan gizli tanık Fırat, kendilerine ifadelerini değiştirmeleri karşılığında Yargıtay'daki en büyük hâkimlerle, hatta Abdurrahman Yalçınkaya ve Hasan Gerçeker ile görüştürülme vaadinde bulunulduğunu açıkladı. Gizli tanık Fırat, önceki gün polisin arama yaptığı Erzincan'daki Paradise Pastanesi'nin sahibi H.E.'nin oğlu E.E.'nin kendisine, "Sizi milletvekilleri ile Ahmet Ersin'le görüştüreceğim, onlar seni Yargıtay'daki en büyük hâkimlerle görüştürecekler, siz Ankara'ya gidin, ben gelip bizzat kendi elimle sizi Abdurrahman Yalçınkaya'nın yanına çıkaracağım, Hasan Gerçeker ile görüştüreceğim. 'Erzurum'da vermiş olduğumuz ifadeleri baskı altında verdik' diyerek yeniden ifade verin." dediğini ileri sürdü. Fırat, E.E'nin kendisini kullandığını hissettiği için ifadesini değiştirmediğini belirtti.

Ek klasörlerdeki 14. dosyada gizli tanık Fırat'ın çarpıcı itirafları yer alıyor. Fırat, 18 Şubat'ta E.E'nin gizli tanıklar Y, Munzur ve kendisiyle bir görüşme yaptığını, bu görüşmede ifadeleri değiştirmeleri karşılığında 2'şer bin lira verileceğini söylediğini kaydediyor. Fırat, E.'nin kendisine, şöyle dediğini aktarıyor: "X sensin, diğer arkadaşlarıma Y ve Munzur sensin şeklinde seslenip, bizim arkamız çok kuvvetli, milletvekilleri ile Saldıray Paşa ile doğrudan görüşüyorum, gerekirse sizi de görüştüreceğim, ifadenizi değiştirin, yarın dükkâna uğrayın 2'şer bin lira alın, ben sizin temsilcinizim, İl Jandarmaya gidince benim gelmemi isteyin."

Fırat, bir süre sonra beyaz renkli eski model bir Opel araba ile yanlarına 3 kişinin geldiğini, bu kişilerin kendilerini Jandarma görevlisi olarak tanıttıklarını aktarıyor. 11 yıldır Jandarma ile görüştüğü halde bu şahısları tanımadığını belirten Fırat, içlerinden uzun boylu olanın kendisine "Ömer, bu olaylar senin yüzünden oldu. Başsavcı ile görüşürken telefonunu kapatmışsın, telefonunu 35 defa polis aradı." dediğini anlatıyor. Söz konusu şahıs eklemiş: "Daha sonra '156'yı arayın, kendinizi ihbar edin, bizim can güvenliğimiz yok, deyin gelip sizi alsınlar." Fırat, "Bunun üzerine Serkan telefonla 156'yı aradı, 15 dakika sonra resmi Jandarma aracı geldi." şeklinde konuşuyor. Gizli tanık, kendi aracıyla jandarmayı takip ettiğini, polis kontrolüne takılmamak için çevre yolundan gittiklerini dile getiriyor.

Jandarma komutanlığına geldiklerinde avukat istediklerini anlatan gizli tanık Fırat, gelen iki avukatın İlhan Cihaner'in avukatı olduğunu "Biz sizin avukatlığınızı yapamayız." diyerek komutanlıktan ayrıldığını söylüyor. Jandarma komutanlığında 2-3 saat geçirdiklerini belirten Fırat, yanlarına gelen E.E'nin cep telefonundan milletvekili Ahmet Ersin'i ve Başkan diye adlandırdığı kişiyi arayarak "Tanıkları alıp yanına geleceğim." dediğini ileri sürüyor. Jandarma'da ifadeleri alınmadan Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildiğini anlatan Fırat, kendilerini getiren Necip Binbaşı, iki avukat ve üç savcının savcılık odasında görüştüğünü, 4 saat sonra savcıların kendilerine "Sizin ifadenizi biz alamayız. İlhan Cihaner'in düştüğü duruma düşmek istemeyiz, istiyorsanız ifadenizi müfettişe verin." dediklerini anlattı. Kendilerini deşifre eden kişiden şikâyetçi olduğunu söyleyince yazıcıdan bir ifade çıkarıldığını söyleyen Fırat, ifadeyi okuyup imzaladığını belirtti.

'Ahmet Ersin seninle özel olarak görüşmek istiyor'

Gizli tanık Fırat, Erzincan Adliyesi'ndeki ilk ifadesinden bir gün sonra E. E'nin dört kez yanına geldiğini ve aynı teklifi tekrarladığını söylüyor. E., Fırat'a şu teklifte bulunmuş: "Arkadaşlarınla görüş, Eriza Otel'de milletvekilleri sizi bekliyorlar, görüşecekler. Ahmet Ersin seninle özel olarak görüşmek istiyor." Fırat, kendisine yapılan teklifi kabul etmediğini, ancak aynı günün sonunda E.'nin kendisine bir taksici göndererek çağırttığını itiraf ediyor. Taksici Fırat'a, E.'nin kendileri için bir ev tuttuğunu, bu evde bir hafta kalacaklarını ve kimseyle görüştürülmeyeceklerini, daha sonra basın ve milletvekillerinin geleceğini ve bilgi vereceklerini söylemiş. Gizli tanık Fırat, E.'nin kendilerine "Siz eşeksiniz, kafanız çalışmıyor. Üstünüzdeki elbiselerin haline bakın, gizli tanıksınız, devlet size ne verdi?" dediğini aktarıyor. Ancak bu evde öldürülebilecekleri korkusuyla teklifi reddetmişler.

İfadelerini değiştirmeleri için teklif edilen 2 milyarın 80 milyara çıkarıldığını ileri süren Fırat, şöyle devam ediyor: "Birkaç gün önce E. E.'nin Paradise isimli işyerine gittim. Burada siyah bir çanta getirdi, içinde 80 milyar olduğunu söyledi. 'Bu parayı al, ifadenizi değiştirin.' dedi. Beni bu yollara sevk eden E.E.'den ayrıca şikâyetçiyim."
Kaynak: Zaman

14 Mart 2010
Birbirlerini Yalanladılar
Gizli tanıkla buluşma deşifre olunca CHP'li Ahmet Ersin ve İlhan Cihaner'in avukatı Hamit Sekman yollarını ayırdı.

Biri CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin. Diğeri Erzincan Ergenekon'unun 2 numaralı tutuklu sanığı İlhan Cihaner'in avukatı Hamit Sekman. İkisi de skandal görüşmenin yapıldığı mekanda görüntülendiler. Ama ikisi de farklı şeyler anlatıyor.

CHP İzmir Milletvekili Ersin, gizli tanıkla buluşması deşifre olunca kendini böyle savundu. Oysa kamera kayıtlarına göre sonradan gelen gizli tanık değil, içinde 80 bin lira olduğu iddia edilen çantayla Ersin geliyor. Ve gizli tanık Munzur'la tanışıyor. Yani söylenenler daha başından tutarlı değil.

GİZLİ TANIK OLDUĞUNU BİLMİYORDUM...

Ahmet Ersin başka bir açıklamasında "Gizli tanık olduğunu bilmiyordum" diyordu. Ancak o toplantıda Cihaner'in avukatı, gazeteciler ve terör polisinin bastığı pastanenin sahibi de vardı. Ersin'in dediği gibi o görüntü bir rastlantıdan öte, randevulu bir buuluşmayı hatırlatıyordu. Zaten Sekman da "Ben değil Ersin görüştü" diyordu.

Ersin buluşmayı normal bir vaka gibi sunarken Hamit Sekman, bu iş yargıya müdahaledir dedi.

Avukatın son sözleri daha da vahimdi. Sekman, CHP'nin tutumu "kaygı verici" dedi.
aktifhaber

18 Mart 2010
"Darbeciler Yargılanamaz"
Vural Savaş, 15. maddenin kaldırılması durumunda 12 Eylül'cülerin yargılanamayacağını savundu. Bakın neden...

Savaş, Anayasa paketine eklenen geçici 15. maddenin kaldırılmasına yönelik teklifi değerlendirirken, söz konusu maddenin kaldırılması durumunda darbecilere yönelik herhangi bir işlem yapılamayacağını ileri sürdü.

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Anayasa değişikliği paketine eklenen ve 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmasına olanak sağlayan değişikliğini değerlendirdi. 12 Eylül darbecilerinin yargılanması gerektiğini vurgulayan Savaş, bunun mevcut yasalara göre mümkün olamayacağını dile getirdi. Savaş, şöyle konuştu:

"Hukukun genel ilkesi şudur; gerek usul yasalarında gerek ceza yasalarında suçun işlendiği tarihte sanık lehine verilen hükümler, sonradan yasa yada Anayasa değişikliği yapıldığında sanık aleyhine bir durum yaratmaz. Mesela idam cezası kaldırıldı. Herhangi bir tarihte suç işleyen bir kişiyi mahkemede yargılar. Cezaya çarptırılır. Fakat, daha sonra idam cezası Anayasaya yeniden konsa dahi bu kişinin gerekse bile cezası idama çevrilemez. Sanığın lehine olan usul ve ceza kuralları, yapılacak yasal düzenlemelerle sanık aleyhine işleyecek şekilde uygulanamaz. Bu da 12 Eylül dönemindeki darbecilerin yargılanamayacağına işaret eder. Herhangi bir soruşturma yada kovuşturma açılamaz. Ama keşke ceza alsalardı. Ben cezalandırılmalarını isterim. Ne yazık ki Anayasa ile cezasız bırakılan eylemler, Anayasa değişikliği yapılsa dahi cezalandırılabilir bir duruma getirilemez. Bu her zaman böyledir."
aktifhaber

Berivan'ın kızkardeşine yazdığı mektup...
Salih Selçuk

Taş attığı iddiasıyla 7 yıl 9 ay hapse mahkum,
15 yaşında bir kız...
Berivan Sayaca, İstanbul'dan Diyarbakır'a ziyaret için geldi. Şehirde otobüsle bir yakınına giderken otobüs bir gösteri grubunun yakınında mecburen durunca indi ve o sırada gelen polis saldırısında paniğe kapılıp kaçtı. Taş atanlardan sanılıp tutuklandı, dövüldü, burun kemiği kırıldı. Bir hücrede kaldı. Onun ziyaretine gelen bir yetkili, kendine isnat edilen suçları kabul ederse kurtulacağını söyledi, o da güvenip kabul etti...
Şimdi suçsuz yere 15 yaşında hapiste...

(Taş atsa bile bu kadar ağır cezalandırılması insanlık dışı olurdu.)

Diyarbakır ceza evindeki iki küçük kızdan biri O. Geceleri korkuyor ve mümkünse ışıklar açıkken uyuyor. Berivan, iki yıl okula gitmesine rağmen okuma-yazmayı kendi kendine çok iyi öğrendi. Gitar çalmayı da öğrendi. Gitarlı, blucinli bir fotorafı var: Uzun siyah saçlı, güler yüzlü, güzel bir kız O.

Berivan'ın mektubu:

(Diyarbakır E tipi kapalı ceza evi, 9.2.2010 -Görülmüştür.)

Canım kardeşim nasılsınız umarım iyisinizdir. Beni soracak olursanız ben iyiyim, beni merak etmeyin, yakında Batman'a gelecem, Batman'a geldiğimde benim görüşüme gelin tamam? Dayılarım nasıllar, benden selam söyle dayılarıma, dayımlar bana niye mektup yazmıyorlar, canım kardeşim üzülmeyin bi bakarsın en kısa zamanda yanınızda olurum, bir bilsen sizi ne kadar çok özlüyorum, sizi çok özledim kardeşim, abilerime adresimi ver bana mektup yazsınlar, abilerime de çok selam söyle, inşallah en kısa zamanda yanınızda olurum, eskisi gibi beraber oluruz, sen okula gidiyorsun değil mi? Oku sen, okulu bırakma seni çok seviyorum kardeşim. Annem nasıl, annemi üzmeyin, annem benim için herşeyden değerli. Sizi, annemi babamı o kadar çok özlüyorum ki, keşke yanınızda olsaydım hiç ayrılmasaydık hep beraber olsaydık canım kardeşim, anneme iyi bakın kendinize iyi bakın. E ne var ne yok, köydekiler nasıllar, iyiler mi? Benden herkese selam söyleyin hepinizi çok seviyorum, benim hiç bi suçum yok, ben çıkacam burdan, eskisi gibi beraber olacaz ve hiç ayrılmıycaz, sizi çok özlüyorum. Revşanlara söyleyin, bana mektup yazsınlar, mektubunuzu bekliyorum, dayıma verin mektubu o yollasın, hepinize yazıyorum. Biliyor musun abilerimi rüyamda gördüm bakıyordum, abilerim gerçek sandım, bi baktım rüyaymış. Yine yazarım sana kardeşim.
Benim için hep dua edin, inşallah en kısa zamanda yanınızda olurum, cezamı kabul etmeseler çıkacam inşallah kabul etmezler, benim hiç suçum olmadığı halde bu kadar ceza verdiler, eğer kabul etmezlerse cezamı çıkacam. Kendinize çok iyi bakın, kendinizi üzmeyin, anneme de iyi bakın, anneme söyleyin kendini üzmesin ağlamasın, beni de merak etmeyin Allah'a emanet olun, annemi benim için öpün, hepinizi öpüyorum, seni çok seviyorum, annemi üzmeyin.
Berivan
(Mektubun kenarlarına çiçek resimleri yapmış. İlişikte mektuba yapıştırılmış, kendi çizdiği bir güvercin resmi. Güvercin, dikenli teller ve demir parmaklıklar arasından bakıyor. Güvercin resminin kenarlarından notlar...)
Seni herşeyden çok seviyorum anneciğim.
Birgün özgürlük bana da gelecek.
Çooook seviyorum.
('y' harfinin kuyruğu özellikle uzatılmış!)


Taş atan çocukları ağır şekilde insafsızca cezalandıran yasa AKP iktidarı tarafından çıkarıldı.
Yasa mutlaka kaldırılmalı...
Berivan DERHAL serbest bırakılmalı...

http://konstantiniye.blogspot.com/

İyi değerlendirme
Ahmet ALTAN
8 Nisan 2010

Bu laflar ne laflar hey Allahım.

Balyoz soruşturmasında 25 generali gözaltına almak için karar veren savcıları görevlerinden çeken Başsavcı, bağımsızlığıyla övünüyor önce.

“Bana kimse emir vermedi, veremez.”

Arkasından bu kararı tek başına aldığını açıklayıp nedenini de söylüyor.

“Gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf... Bunların yirmi beşi general rütbesinde... Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçların iyi değerlendirilmesi gerekir.”

Başsavcı, generallerin gözaltına alınmasını “iyi” değerlendirmiş ve operasyonu durdurmuş.

Peki, neye göre değerlendirmiş bunu?

Yargının önemli bir parçası olduğuna göre “hukuka ve yasalara” göre değerlendirmiş olmalı.

Peki, bizim hukukumuzda “25 general gözaltına alınırken iyi değerlendirilmeli” diye bir madde var mı?

Şike skandalında “yirmi beş futbolcu” gözaltına alınırken Başsavcı “iyi değerlendirme” yapıyor mu yoksa yasanın emirlerine mi uyuyor?

Gözaltına alınması gerektiğinde “başsavcının ve savcıların” mutlaka “iyi değerlendirme” yapması gereken insanlar kimler?

Hangi meslek grubu, “bizim yirmi beşimizi de alamazlar, iyi değerlendirme yapmaları gerekir” gibi bir güvenceye sahiptir bu ülkede?

O yirmi beş kişi “muvazzaf generaller” olmasaydı başsavcı gene de “iyi değerlendirme” yapacak mıydı?

Niye emekli generalleri gözaltına alırken “iyi değerlendirme” yapmadılar?

Hukukumuz, “emekli generalleri gözaltına alabiliriz ama görevde bulunan generalleri gözaltına almadan önce iyi değerlendirip vazgeçelim” mi diyor?

Ne oldu Anayasa’nın “eşitlik” ilkesine?

Eşitlik ilkesine aykırı davranmak, zanlılara “mesleklerine ve görevlerine” göre davranmak hukuka uygun mu?

Peki, başsavcı bu kararı ve bu açıklamasıyla Anayasa’nın eşitlik ilkesini çiğnemiş olmuyor mu?

Çiğnemiş oluyor.

Anayasa’yı çiğnemek suç mu?

Suç.

Başsavcı operasyonu durdururken “iyi değerlendirdiğini” sanıyor ama bence fevkalade “kötü değerlendirmiş” ve açıkça suç işlemiş.

Bu suçu da itiraf etmiş.

Böyle giderse, bugün “yargı sisteminin” içinde bir yere sahip olan epeyce insanı ilerde “sanık sandalyesinde” göreceğiz.

Çünkü bu ülkede kimin yargılanacağını “hukuk dışı değerlendirmelere” göre değil “hukuki değerlendirmelere” göre yapan hukukçular da var.

Hukukun ölçüsü hukuktur.

O ölçü de, zanlıların “mesleklerine” göre değişmez.

Generallerin gözaltına alınması söz konusu olduğunda duran başsavcı, başka hangi mesleklerin gözaltı kararları karşısında soruşturmayı durduruyor?

Yirmi beş fırıncı gözaltına alınacak olsa “durumu iyi değerlendirecek” miydi?

Yirmi beş işçi gözaltına alınabilir mi mesela?

Yirmi beş doktor, eczacı, mühendis gözaltına alınır mı?

Adalet simgesinin gözlerinin bağlı olmasının nedeni böylesine açıkken, o “gözlerdeki bağ” bütün hukukçulara “hukuk dışındaki hiçbir ölçüyle değerlendirme yapmayacaksınız” diye emrederken bizim savcı neden “gözlerini açıyor”, generalleri görüyor ve operasyonu durduruyor?

Belli ki yargının bazı üyelerine göre bu ülkedeki herkes sorgulanabilir, gözaltına alınabilir ama generaller sorgulanamaz, gözaltına alınamaz.

Niye?

Başsavcı bu “niye” sorusunun cevabını da verebilecek mi?

Bize, neden söz konusu generaller olduğunda “iyi değerlendirdiğini” ama başka mesleklerden olanların durumunu “kötü değerlendirdiğini” açıklayabilecek mi?

On yedi bin faili meçhul cinayetin gerçekleştiği bir ülke burası, o “cinayetleri” işleyenlerin yakalanmaması ve yargılanmaması da bazı “iyi değerlendirmelerin” sonucu mu?

O “iyi değerlendirmeler” sonucunda mı birçok işkenceci paçasını yargıdan kurtardı?

O “iyi değerlendirmeler” mi “muhtıracıların ve darbecilerin” hesap vermesini engelledi?

O “iyi değerlendirmeler” mi 28 Şubatçılarla 27 Nisancıların serbestçe dolaşmasına yol açtı?

Tabii bu değerlendirmeleri “iyi” bulanlar var aramızda.

Bunun “yargı bağımsızlığı” olduğunu iddia ediyorlar.

“Generaller söz konusu olunca iyi değerlendirme yapan” anlayışa “bağımsız yargı” diyenleri tanımak isterseniz, anayasa tartışmalarına bakın, “yargı sistemi değişmesin” diye bağıranlar onlar.

Bağımsızlık onların kafasında da “generallere dokunmamak” anlamına geliyor, onun için bugünkü düzeni bu kadar çok sevip savunuyorlar.
Taraf

Ömrünün baharından 2 yılı hapiste geçti: 23 bin TL
Bursa'da, cinayet suçundan boş yere 2 yıl hapis yattığı için verilen 29 bin lira tazminatı fazla bulan Yargıtay, ikinci kez yapılan yargılamada verilen 23 bin lirayı onadı. Henüz 18 yaşındayken cezaeviyle tanışan Fatih Sultan Gürsel, "Çok şey kaybettim, gençliğim gitti. Fiziksel anlamda değiştim. Hiç işlemediğim suçtan dolayı nişanlımı kaybettim. Hayatım değişti. İnsanların cezaevine girmesi bu kadar kolay olmamalı" dedi. 13.04.2010 BURSA netgazete

Etiketler: kanun hukuk hakim savcı adliye Cumhuriyet Başsavcılığı Vedat Aydın Dev-Sol davası Yetkisizlik avukat Çevik Bir Genelkurmay Karargahı
Sıkıyönetim Mahkemesi Venedik Komisyonu Adli Atamalar Raporu İmralı'daki üç idam Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu Hasan Polatkan Aydın Menderes 27 Mayıs Yassıada

20 Nisan 2010
Bilgin'in Dosyasını Kim Bekletti?
Dinç Bilgin'in dosyasını gören SPK yetkilileri şok oldu! Bakın Bilgin'in dosyasına neler olmuş, neler?

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Dinç Bilgin’in Medya Holding AŞ’sinde önem vukuatlı hadise tespit ederek, yönetim kurulu kararlarında imzası bulunan 8 kişi hakkında, 8,07 2005 tarihinde rapor düzenleyip, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş.

Aradan 4.5 yıl geçtikten sonra Cumhuriyet Savcısı Zihni Doğan’ın 08.10.2009 tarihli “Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı” ellerine geçince şok olmuşlar. Savcı Doğan, müsnet suçtan dolayı tüm şüpheliler hakkında zamanaşımı ve bir kısım şüphelilerin suçu işlemediği nedeniyle bu kararı vermiş.

SPK, kararı veren savcılıkla ilgili ve ilintili 3 ayrı mahkemeye, 22.12.2009 tebliğ tarihli dilekçesiyle, takipsizlik kararına itirazını yaptı. Ancak SPK neticeyi henüz çözebilmiş değil.

Maddi ve somut olayları ortaya koyarak karara itiraz eden SPK, “Kamu davasının zamanaşımı nedeniyle takipsizlik verilmesi hukuka aykırıdır” ibareleriyle itirazını, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bağlı bulunduğu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na, en yakın Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na ve sunulmak üzere Ankara Nöbetçi Ağı Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na yaptı.

SPK, Medya Holding yönetim kurulu karalarından imzası olan Dinç Bilgin, Önay Şevket Bilgin, Birol Kaplan, Ali Cüneyt Ortan, Selim Gülmen, Clifforda Holmes Polley, Mustafa Dinçer ve Selim Erbay hakkında Tük Ticaret Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve SPK’nın bazı maddeleri kapsamında suç durusunda bulun muştu. SPK vekili avukatlar, itiraz dilekçesinin son bölümünde de takipsizlik kararının kaldırılarak, şüpheliler hakkında eşitli kanunlar muvacehesinde kamu davsı açılmasına karar verilmesini talep ediyor.

İtiraz dilekçesinde kısa süre önce gündeme getirdiğim A-Tel Muhabbet Kart mevzuu da var. Gazetede yazımın yayınlandığı gün önemli bir isim arayarak, A-Tel için şirketin kuruluş günlerinde Dinç Bilgin’in Finansbank’tan kredi kullandığı, ama ödeme yapmadığı için A-Tel’in hesapları rehin edilerek, kredinin tahsil edildiğinin atını çizdi. Ve ekledi; “A-Tel’li TMSF kesinlikle Bilgin’e iade etmemelidir. Çünkü A-Tel onun cebinden çıkan paralarla kurulmadı.”

SPK’nın itiraz dilekçesinde de A-Tel konus şöyle yer alıyor;
“Holding’in tesislerini kiralayan şirketler tarafından TMSFye yapılan ödemelerle, 18.10.2004 tarihinde TMSF’ye devredilen A-Tel unvanlı şirketin yüzde 25 hissesinin holding aktifinde kayıtlı enflasyona göre düzeltilmiş değeri olan 25.336.336 TL(yeni TL) tutarın holdingin TMSF’ye olan kredi borçlarından mahsup edilmediği ve bunlara ilişkin alacak takiplerinin yapılmadığı tespit edilmiştir.”

Bilgin Dosyasını Kim Bekletti?

SPK’nın suç duyurusunun ardından dosya 4.5 yıl boyunca Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bekletilmiş. 4.5 yıl sonra 2009/36790 numaralı soruşturma dosyası açılmış. Ama soruşturmanın seyri hakkında SPK’ya hiçbir bilgi verilmemiş. Sonra da zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş.

Şu soruların cevaplanması gerekir;

Dosya niçin ve kimler tarafından bekletilmiştir?

SPK mevzuatına göre dosyanın zamanaşımına uğramadığı ileri sürülmektedir. Ancak Cumhuriyet Savcılığı’nın SPK mevzuatını göz ardı ederek zamanaşımında ısrar etmesinin sebebi nedir?

Zamanaşımı kararını verme işi mahkemenindir. Dolayısıyla Cumhuriyet Savcısı’nın dava açması ve mahkemenin buna göre karar vermesi gerekirken bu niçin yapılmamıştır?

Dosyadan sorumlu olan SPK bu durum karşısında adım atmak için ne beklemektedir?

Bakalım SPK/Bilgin/Savcılık tartışmalarından nasıl bir netice çıkacak?
Kaynak:Habertürk

22 Nisan 2010
Evine Hırsız Girdi 10 Yıl Yed
İkiz çocuklarından birini çalmak için evine hırsız giren Mehmet Atakul, 10 yıl
ADANA'da, ikiz çocuklarından birini çalmak isteyen 46 yaşındaki Mustafa Çakmak'ı bıçaklayan, kaçmak için 2'nci kattan atlamasıyla da ölümüne neden olduğu iddia edilen 30 yaşındaki Mehmet Atakul, 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı, eşi 38 yaşındaki Yasemin Atakul'un ise beraatına karar verildi.

5 Ağustos 2009’da meydana gelen olayda, iddiaya göre Mustafa Çakmak, saat 03.00 sıralarında Hanedan Mahallesi’nde Atakul Ailesi'nin kiracı olarak oturduğu eve girdi. Yasemin ve Mehmet Atakul çiftinin, havanın sıcak oluşu nedeniyle, 2 yaşındaki kızları Gülten ve olay tarihinde 1.5 aylık olan ikizleri Mustafa ve Ramazan Atakul ile birlikte balkonda yattığı evde, ikizlerden Ramazan ağladı. Bebeğe mama hazırlayıp, odaya geçtiği sırada diğer ikiz bebeği alan Mustafa Çakmak ile karşılaşan Yasemin Atakul, çığlık atarak eşinden yardım istedi. Gürültüye uyanan Mehmet Atakul, eşinin verdiği bıçakla, yatak odasına saklanan Çakmak'ı bıçakladı. Yaralanan Çakmak, kaçmak için 2'nci kattaki evin balkonundan atlayınca yaşamını yitirdi. Gözaltına alınan Atakul çifti, çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı, çift hakkında ‘kasten adam öldürme’ suçundan ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Adana 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Atakul çifti, bugün karar duruşmasına çıktı. Mehmet Atakul, yaşadığı dehşet anlarını şöyle anlattı:

“Eşime bıçak getirmesini ve polisi aramasını söyledim. Bıçağı elime alarak hırsıza dışarı çıkmasını söyledim. Bunu fark eden hırsız birden dolaptan çıkarak pencereye doğru kaçtı, dizini vurduğu camı kırdı ve pencereyi açtı. Aşağıya atlamakta tereddüt edince elimdeki bıçağı salladım sanırım kalçasına isabet etti. Sonra aşağı atladı bir daha da kalkamadı. Yaralandığını görünce ambulansı çağırdım.”

Yasemin Atakul ise bebeğinin ağlamasıyla kardeşini kurtardığını dile getirdi. Hırsızın kucağında bebeğini gördüğünde şoke olduğunu anlatan Yasemin Atakul, “Gece bebek huysuzlanınca karınlarını doyurmak için kalktım. Benimle karşılaştığında hırsız bana sürekli sus diyordu. Çok korktum. Çocuğumu sıkıca tutmuştu. Kocama seslenince Mustafa’yı bir anda kanepeye fırlattı. Kocam içeri geldi, benden bıçak ve polise haber vermemi istedi. Adamla göz göze geldiğim anı hala unutamıyorum. Eşimin evde olmadığı bir zamanda olsaydı ne yapardım bilmiyorum. Allah yüzümüze baktı. Bebeği alıp satacak mıydı yoksa, organ mafyasına mı verecekti anlayamadık. Ama Mustafam ağlamasaydı belki de bebeklerim şimdi olmayacaktı” diye konuştu.
aktifhaber

27 Nisan 2010
Türban Takmak Suç Değil, Ama yasağa devam
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan hakkında yürütülen soruşturma karara bağlandı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan hakkında, ''kamu alanı sayılan yerlerde türban takarak, Anayasa'ya, Türk Ceza Kanunu'na, İnkılap kanunlarına, Anayasa Mahkemesi kararları ile AİHM kararlarına aykırı hareket ettikleri'' iddiasıyla yürütülen soruşturmada, ''kovuşturmaya yer olmadığına'' karar verildi.

Alınan bilgiye göre, Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Nuri Yiğit tarafından verilen ''takipsizlik'' kararında, uzun yıllar Almanya'da yaşayan ve 1999 yılından bu yana Avrupa Türkiye Cumhuriyeti Kadınları Derneğinin başkanlığını yapan Sultan Atıcı'nın, Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunduğu anımsatıldı.

Kararda, suç duyurusu dilekçesinde, ''Türk kadınını temsil görevine sahip kişiler olan Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan'ın, kamu alanı sayılan yurt dışı görüşmelere ve yurt içinde Anayasa ve yasalar ile belirtilen resmi günlere, dinsel kıyafet olan ve siyasi simge niteliği bulunan türban ile katılarak suç işledikleri'' iddiasında bulunulduğu aktarıldı.

''Bir fiilin suç oluşturabilmesi için Türk Ceza Kanunu'nda ya da özel ceza kanunlarında suç olarak tanımlanması ve müeyyidesinin bulunması gerektiği'' belirtilen kararda, ''iddia e
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Nis 30, 2010 10:04 am    Mesaj konusu: 'TECAVÜZÜ PROTESTO EDENE GÖZALTI' Alıntıyla Cevap Gönder

'TECAVÜZÜ PROTESTO EDENE GÖZALTI'



30 Nisan 2010 12:04
Siirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifi dün Meslek Yüksekokulu (MYO) önünde bir basın açıklaması yaparak, kentte yaşanan tecavüz ve cinsel istismar olaylarını ve devletin bunların üstünü örtmeye çalışmasını protesto etti. Eylem sonrası bir basın açıklaması yapan Barış Ataman üniversite çıkışında sivil polisler tarafından gözaltına alınarak sorgulandı
Dün (28 Nisan) Siirt Üniversitesi’nde bir araya gelen yaklaşık 200 üniversiteli “Kadınlardan ve çocuklardan elinizi çekin” yazılı pankart açarak bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ellerinde “Güvenli bir gelecek istiyoruz”, “Sorumlular derhal yargılansın”, “Kız kardeşlerimize dokundurtmayacağız” yazılı dövizler taşıyan öğrenciler Siirt Valisi'nin açıklamalarını protesto eden sloganlar atarak üniversite çıkışına doğru yürüdüler. Yürüyüş sırasında öğretim görevlileri ve öğrenciler de eyleme alkışlarla destek oldular.

Öğrenciler yürüyüşün ardından üniversitenin önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Barış Ataman Siirt Valisi’nin "Bölücülük ve eylem yapmasınlar, fuhuş yapsınlar" sözlerini kınayarak Vali Necati Şentürk'ü istifaya çağırdı. Siirt’te yaşanan tecavüzlerin ortaya çıkmasının ardından savcılık tarafından gizlilik kararı alınmasını da eleştiren üniversiteliler “Polisler, cemaat şeyhi, asker, AKP milletvekilinin yeğeni ve daha birçok kişi bu insanlık dışı eyleme katıldığı için mi gizlilik kararı alındı?” diye sordular. Yaşananları açığa çıkaran rehberlik öğretmenine teşekkür eden üniversiteliler "Tüm zanlılar sorgulanıp cezalandırılana kadar bu olayın peşini bırakmayacağız" dediler.

Eylem sonrası gözaltı

Eylem ve basın açıklamasının bitmesinin ardından, basın açıklamasını okuyan Barış Ataman iki sivil polis tarafından üniversite çıkışında zorla polis aracına bindirilerek gözaltına alındı. Kendisine “çocuklara tecavüz eden kişilerin isimlerini açıkladığı” için gözaltına alındığı söylenen Ataman'a karakolda Öğrenci Kolektifleri hakkında sorular soruldu.

Ataman'ın gözaltına alınmasını protesto eden arkadaşları ise “Dışarıda suçlular ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar, bu olayları protesto edenler ise karakollara götürülüyor.” sözleriyle tepkilerini dile getirdiler.

sendika.org

Dede mirası yayla evleri için 138 kişiye 6 ay hapis!
15:40 - Rize, Çamlıhemşin'de 138 yaylacı, yaylada kaçak yapı yaptıkları ve kullandıkları iddiasıyla açılan davada 6'şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Başsavcılığın; yayla evlerinin bugünkü mirasçılarından birer kişi hakkında dava açıldığını, mahkemenin davalılara hapis cezası verdiğini ifade eden Şenvuya Köyü Muhtarı Atilla Güneri, "Dava her hane için birer kişi hakkında açıldı. Ama her hane 8-10 kişiye miras kalmış. Dolayısıyla aslında yüzlerce kişiyi ilgilendiriyor" dedi. 04.05.2010 RİZE netgazete

06 Mayıs 2010
Vakit Gazetesi'ne Şok Ceza
''Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke'' başlıklı köşe yazısı nedeniyle Vakit Gazetesi'ne rekor ceza geldi.

Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davanın karar duruşmasına, davacı generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile davalı Nuri Aykon'un avukatı Hacı Ali Özhan ve eski RTÜK üyesi Mehmet Doğan'ın avukatı Eda Değirmenci katıldı.

Yargıç Adem Albayrak, avukat Yazıcıoğlu'nun, Türk Telekom yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulması talebiyle mahkemeye dilekçe sunduğunu kaydetti.

Avukat Yazıcıoğlu, dilekçesindeki hususların dikkate alınması gerektiğini belirterek, ayrıca Nuri Aykon'un avukatı Özhan'ın mahkemeye sunduğu dilekçenin de gerçeği yansıtmadığını ileri sürdü.

Avukat Özhan ise, ''2. Ergenekon davasının iddianamesinde, Vakit Gazetesi'ne karşı alınacak tedbirler başlığıyla hazırlanan bir takım hususların yer aldığını'' ifade ederek, bu konunun şu anda mahkemede görülmekte olan davayı etkileyecek bir konu olduğunu öne sürdü.

Özhan, ''Davacıların emir komuta zinciri içinde ve üst makamların emirleriyle dava açtıklarını'' iddia ederek, ''Kişi, bir başkasının isteğiyle dava açarsa davanın reddi gerekir'' dedi.

Avukat Özhan, aynı konudaki Bakırköy 16. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen ceza dosyasının da beklenmesi gerektiğini belirtti.

Yargıç Albayrak, ara kararında, avukat Özhan'ın dilekçesinde talep ettiği hususların reddini ve avukat Yazıcıoğlu'nun, Türk Telekom yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulması şeklindeki talebi konusunda da karar verilmesine yer olmadığını kararlaştırdı.

Avukat Yazıcıoğlu, daha önceki beyanlarını tekrarlayarak, davanın kabulüne karar verilmesini istedi.

Avukat Özhan da dava konusu yazının, bir eleştiri yazısı olduğunu, hakaret kabul edilse bile Aytaç Yalman ve Çetin Doğan ile ilgili bir yazı olduğu belirterek, diğer davacıların aktif husumet ehliyetlerinin bulunmadığını kaydetti. Özhan, davanın reddine karar verilmesini talep etti.

Avukat Değirmenci ise müvekkili Mehmet Doğan yönünden davanın reddine karar verilmesini talep etti.

Yargıç Adem Albayrak, Mehmet Doğan yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verildiğini açıkladı.

Albayrak, diğer davalılar Harun Aksoy ve Nuri Aykon yönünden davanın kabul edildiğini belirterek, her bir davacı için 2 bin TL olmak üzere toplam 624 bin TL manevi tazminatın, 25 Ağustos 2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verdi.

-DAVA KONUSU-

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un da aralarında bulunduğu 312 general, Asım Yenihaber imzasıyla yayımlanan ''Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke'' başlıklı köşe yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla Anadolu'da Vakit Gazetesi ve eski RTÜK üyesi Mehmet Doğan aleyhinde 624 bin TL'lik manevi tazminat davası açmıştı.

Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, her bir davacı için 2 bin TL olmak üzere toplam 624 bin TL'nin, Nuri Aykon, Harun Aksoy ve Mehmet Doğan'dan (Asım Yenihaber) müştereken tahsiline karar vermişti.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise yerel mahkemenin bu kararını, eksik inceleme gerekçesiyle bozmuştu.
aktifhaber


07 Mayıs 2010
, 'görevi kötüye kullanma' ve 'hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal etme' suçlarından Yargıtay'da yargılandığı davada ilginç gerekçelerle beraat etti



Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, 'görevi kötüye kullanma' ve 'hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal etme' suçlarından Yargıtay'da yargılandığı davada ilginç gerekçelerle beraat etti.

Kaçmaz'ın 'görevinin gereğini yerine getirmediğini' kabul eden Yargıtay cumhuriyet savcısı, 'kamu mağduriyeti oluşmadığı için' beraat talep etti. Mahkeme de talebe uydu.

Osman Kaçmaz'ın, 'görevi kötüye kullanma' ve 'hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal' suçlarından yargılanmasına Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nde devam edildi. Yargıtay Genel Kurul Salonu'nda yapılan 3. duruşmaya, Osman Kaçmaz ve avukatı Baykal Doğan katıldı. Duruşmayı eski YARSAV Başkanı ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Sincan Adliyesi'nde görevli bazı hakimler ile Osman Kaçmaz'ın oğlu da izledi.

Yargıtay cumhuriyet savcısı esas hakkındaki görüşünde '16 Ekim 2008'de görevinden izin alarak ayrıldığı ve izin dönüşü 17 Ekim 2008'de mesai saatleri içinde göreve başlaması gerekirken, İstanbul Havalimanı'nda bulunduğu sırada Sincan Mahkemesi'ndeki görevlileri aradığı aktarıldı. Göreve dönmüş gibi göreve başlama yazısı yazdırdığı şeklindeki eyleminde, Kaçmaz'ın görev gereklerine aykırı hareket ettiğinin anlaşıldığı belirtildi. Esas hakkındaki görüşte, ancak bu eylem sonucunda herhangi bir mağduriyetin söz konusu olmadığı, kamu zararının oluşmadığı ve hukuk düzeni içerisinde bireylere haksız kazanç sağlandığına dair bir tespit yapılmadığı vurgulanarak, Osman Kaçmaz'ın bu eylemiyle ilgili beraatına karar verilmesi istendi.

Osman Kaçmaz'ın, görev yaptığı sırada 14 Ocak 2009'da Kandıra Cumhuriyet Başsavcısı ile yaptığı telefon görüşmesinde, 'Okyanus' operasyonu kapsamında Konya Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Özdemir'in mahkeme kararıyla dinlendiği bilgisinin, Özdemir'e iletilmesi gerektiğini söylediğinin iddia edildiği hatırlatıldı.

Esas hakkındaki görüşte, Mehmet Özdemir hakkında 'Okyanus' operasyonuyla ilgili dava açılmadığı ve Özdemir ile ilgili herhangi bir mahkeme kararı bulunmadığı belirtildi. Kaçmaz'ın, Özdemir'e mahkeme kararının bildirilmesini istediği tarihte Okyanus operasyonu çerçevesinde herhangi bir ihbar yapıldığına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle Kaçmaz'ın bu suçtan da beraatına karar verilmesi talep edildi.

Esas hakkındaki savunmasını yapan Osman Kaçmaz ise "Ben cadı değilim, burası da engizisyon mahkemesi değil, yüce Türk milleti adına mutlak adaletin tecelli ettiği yerdir. Beni yakamayacaklar. Ben yüce Türk milletinden aldığım güç ve yetkiyle adalet savaşı vermekteyim." dedi.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Kaçmaz'ın beraatine karar verdi. Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin kararında, Kaçmaz'ın, Kandıra Cumhuriyet Başsavcısı'nı telefonla arayıp, Konya Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Özdemir'in dinlendiğini söyleyerek, 'soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği' iddiasıyla hakkında kamu davası açıldığı belirtildi. Kararda, Özdemir hakkında verilmiş herhangi bir dinleme kararı bulunmadığı anlaşıldığından, Kaçmaz'ın bu suçtan beraatına hükmedildiği ifade edildi. Dairenin kararında ayrıca, Kaçmaz'ın, göreve gelmeden görevinin başındaymış gibi UYAP aracılığıyla göreve başlama yazısı yazdırmasının görev gereklerine aykırı olduğunun kabul edildiği belirtildi. Kararda, ancak kamu zararı, haksız kazanç sağlama veya herhangi bir mağduriyet oluşmadığı göz önüne alınarak Kaçmaz'ın bu suçtan da beraatına karar verildiği açıklandı.

Kararın açıklanmasının ardından Kaçmaz, duruşmayı izleyenlerle birlikte Yargıtay'dan alkışlarla ayrıldı. Kaçmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, beraat ettiğini hatırlatarak, bunun bir 'dönüm noktası' olduğunu söyledi. Kaçmaz, "Adalet Bakanlığı'nın kurmuş olduğu tuzağa yüce yargıçlar düşmediler. Bu bir dönüm noktası. Bundan sonra hukuksuz sorgulamaların olmayacağını düşünüyorum. Sadece Berlin'de hakimler yok, Ankara'da da görmüş olduğunuz hakimler var." dedi. aktifhaber

Gazeteciye 166 yıl hapis cezası

DİYARBAKIR- Azadiya Welat Gazetesinin 103 sayısında yayımlanan haberlerden dolayı yargılanan eski Yazı İşleri Müdürü ve İmtiyaz Sahibi Vedat Kurşun, 166 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen karar duruşmasında, tutuklu sanık Vedat Kurşun ve avukatları hazır bulundu.

Sanık avukatı Serhat Eren savunmasında, dava dosyasının haber yayma hakkı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.

Avukat Meral Danış Beştaş da davanın düşünce suçu kapsamında ele alınması gerektiğini ifade ederek, ''Bir kişi dağa çıksa 10 yıl kalıp gelse 6 yıl 3 ay hapis cezası alır. Eyleme katılmışsa bu ceza 36 yıl olur. Müvekkilime haberlerden dolayı istenen 525 yıl insanda adalet duygusunu paramparça eder'' diye savunma yaptı.

Mahkeme verdiği kısa bir aranın ardından sanık Kurşun'u gazetenin Ağustos 2006 ile Haziran 2008 tarihleri arasındaki yayınlarında 103 kez terör örgütünün propagandasının yapıldığı gerekçesiyle 1'er yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırdı. Heyet, sanığın ''Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek'' suçundan da 12 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasını kararlaştırdı.

Kurşun, ''Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek'' ve 103 kez ''terör örgütünün propagandasını yapmak'' suçlarından toplam 166 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 13 Mayıs 2010 habertaraf

Müdürüne "Sen" dedi, 8 ay yedi

ESKİŞEHİR- Müdür'e 'sen yazacaksın' diyen hademe, 8 ay hapse mahkum oldu.

Eskişehir'de Mehmet Sait A. isimli hizmetli, okul müdürü Ramiz Öztuna'ya "Sevk'i sen yazacaksın" dediği gerekçesiyle yargılandığı davada, "Müdürün onur, şeref ve saygınlığı"na hakaret ettiği gerekçesiyle 8 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı. Hizmetlinin sabıkasının olmaması ve iyi hali nedeniyle ceza ertelendi. Ayrıca hizmetli görev yerinden alınarak Satılmış Köyü İlköğretim Okulu'na gönderildi. İddiaya göre 30 Ekim 2008 tarihinde Mehmetçik Lisesi Müdürü Ramiz Öztuna, içinde doğalgaz kontrol ve bakımının da yer aldığı bir görevlendirme yazısı hazırlayarak, makamına çağırdığı Hizmetli Mehmet Sait A.'ya imzalatmak istedi. Hizmetli Mehmet Sait A. ise 'işin ehli olmadığını' belirterek görevlendirme yazısını imzalamadı. Bunun üzerine müdür ile hizmetli arasında sözlü tartışma çıktı. Tartışma devam ederken depresyona giren Hizmetli A., hastaneye gitmek için müdürden sevk kağıdı istedi. Müdür Öztuna ise sevki müdür yardımcısından almasını istedi. Hademe Mehmet Sait A., müdür'e "Müdür buradayken ben gidip yardımcısından sevk almam. Bu iş böyle olmaz. Sevk kağıdını siz vereceksiniz." diye bağırdı. Yaşanan tartışma üzerine müdürün odasına gelen okuldaki görevliler, ikiliyi ayırdı. Yaşananlar üzerine Müdür Ramiz Öztuna, tartışma sırasında kendine "Lan" diyerek hakaret edip, şahsiyetini küçük düşürdüğü gerekçesiyle hademe Mehmet Sait A. hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu ve sanığın şahsına hakaret ettiği, saygınlığını zedelediği gerekçesiyle cezalandırılmasını istedi. Eskişehir 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nde tutuksuz yargılanan Mehmet Sait A. ise hakkındaki iddiaları kabul etmeyerek beraatını istedi. Mehmet Sait A., "Ben müdür beyle bilmediğim bir görevi üstüme almamak ve sevk kağıdını yazmadığı için tartıştım. Kimseye küfür ve hakaret etmedim. Ben böyle bir ifade kullandığımı da hatırlamıyorum. Psikolojik rahatsızlığım var. Bunun için ilaç kullanıyorum." dedi. Dosyayı inceleyen mahkeme heyeti, "Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ettiği, müdürün şeref, onur ve saygınlığını" rencide ettiği gerekçesiyle sanık Mehmet Sait A.'nın 8 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verdi. Mahkeme, sanığın sabıkası olmadığı ve iyi hali nedeniyle hapis cezasını 5 yıl süreyle erteledi. Denetimli Serbestlik kapsamına alınan hizmetli, 5 yıl içerisinde her hangi bir suç işlemesi halinde mevcut kesilen cezayı da çekecek. Hademe'nin görev yeri de değiştirildi. Mehmetçik Lisesi'nden alınan Mehmet Sait A., Satılmış Köyü İlköğretim Okulu'na gönderildi.

13 Mayıs habertaraf

17 Mayıs 2010 07:55
CİHANER İÇİN HUKUK BÖYLE ÇİĞNENİYOR
Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in yargılandığı Ergenekon davasına yüksek yargıdan gelen müdahale, hukukçuları ayağa kaldırdı.

İki davanın aynı mahkemede görülmesi usulen mümkün değil

Özgür Solak (Hukuki Araştırmalar Derneği Başkanı): Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Cihaner ile ilgili davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakıyor. Bu yönüyle yargılamasının ve yargılama yetkisinin Erzurum veya İstanbul Ağır Ceza mahkemeleriyle herhangi bir farkı yok. Yani söz konusu yargılamalar bakımından Yargıtay bir üst mahkeme değil. 11. Ceza Dairesi'nin, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin birleştirme kararı neticesinde bir panik hali yaşadığı görülüyor. Oysaki, Cihaner ile ilgili evrakta sahtecilik suçu nedeniyle 11. Daire'de görülen dava ile terör örgütüne üyelik suçu nedeniyle Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın aynı mahkemede görülmesi usulen mümkün değil. Yargılama usulleri farklı olduğu gibi, CMK 250. madde kapsamındaki suçlarda yargılama yetkisinin özel yetkili ağır ceza mahkemelerine ait olduğu açıkça düzenlenmiştir. Yüksek yargı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı anlaşılan kurtarma operasyonunun şifreleri, önceki gün internete düşen ses kaydında gizli.

Taraflar reddihâkim talebinde bulunabilir

Süleyman Gürkök (Anadolu Hukukçular Derneği (AHUDER) Başkanı): Yargıtay üyesinin internete düşen ses kayıtları doğruysa hukuk ciddi zarar görür. Yargıtay soruşturma açmalı ve olayı sonuçlandırmalıdır. Bu tür bir ses kaydı varsa, doğru ise bu hukuk adına faciadır. Tarafsızlık kaybolmuştur. Hukuki boyutta ise üyelerin bu tür etkilemeye girmeleri de kanunlara aykırıdır. Bu süreçten sonra davadaki taraflar ve hatta savcı bile reddihakim isteyebilir. Yüksek yargıdaki kişilerin yüksek nitelikleri olmalıdır. Yoksa bu durum ciddi sıkıntılar verir.

Yargıtay'ın kararı hukukî değil siyasîdir

Prof. Dr. Hakan Hakeri (Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi): Yargıtay, Cihaner'in 'görevi kötüye kullanma' ile ilgili suçtan dolayı yargılama yeri Yargıtay olduğu için bu dosyaya bakıyor. Yani Yargıtay'ın bu davada Erzurum'daki mahkemeden farkı yok. Dolayısıyla Yargıtay'ın ilgili dairesi bu davada Erzurum'daki mahkemeye 'Bana bu dosyayı gönder' diyemez. Olsa olsa 'Bunu birleştirmek uygundur, bu kararı alıyorum' diyebilir. Erzurum da eğer uygun görürse dosyayı verir, görmezse de vermez. Yargıtay'ın bu kararı hatalıdır. Ses kayıtlarını ben de dinledim. Buradan anlaşılıyor ki Yargıtay'ın ilgili dairesinin birleştirme kararı hukuki değil, siyasi bir karardır.

Bu tutum tarafsızlığa gölge düşürür

Turgay Balaban (Eskişehir Hukuksal Bakış Derneği başkanı avukatı): Yargıtay'ın İlhan Cihaner ilgili tavrı şık deği. Bu uygulama zihinlerde yargının adamına göre muamele yaptığı algısını doğurur. Ayrıca hukukun herkese eşit uygulanması asıl kuralının bu olayda işlemediğini gösterir. Oysa hukukun üstünlüğü ancak hukukçuların kanunları kendilerine de tatbik etmesiyle sağlanabilir. Ayrıca yargılamayı yapan Yargıtay hâkiminin sanık İlhan Cihaner (evet, anlat bakalım İlhan) şeklindeki hitap tarzı da tarafsızlığa gölge düşürmektedir. Ne tür müdahaleler olursa olsun millet her şeyin farkında. Millet adına yargılama yapan yüksek mahkeme, bu davada büyük bir imtihan ile karşı karşıya bulunuyor.

Karar mahkemeler üzerinde baskı yapıyor

Abdüssamet Kahya (Sivas Ülfet Hukukçular Derneği Başkanı): 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dava dosyası, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki İrtica ile Mücadele Eylem Planı dosyası ile birleştirilmiştir. Yargıtay 11. C.D. tarafından birleştirme kararı beklenmeden dosya asıllarının özel kurye ile gönderilmesinin istenmesi hukuka aykırıdır. Bu durum internete düşen ses kaydı ve karar birlikte değerlendirildiğinde Cihaner'i kurtarma planı şüphesini doğurmaktadır. Dosyaların Yargıtay'da birleştirilmesi hukuken mümkün değildir. Yargıtay'ın kararı, mahkemeler üzerinde baskı oluşturmaktadır.

Kaynak: Zaman

21 Mayıs 2010 06:08
Şengün'e "Tahliye Et" Baskısı
Yargıtay 8. Daire Üyesi Aktan’a ait olduğu iddia edilen son ses kaydında Mahkeme Başkanı Şengün’e yapılan “Emin Gürses’i tahliye et” baskısı anlatılıyor.

Yargıtay 8. Daire Üyesi Hamdi Yaver Aktan’a ait olduğu iddia edilen son ses kaydında Mahkeme Başkanı Şengün’e yapılan “Emin Gürses’i tahliye et” baskısı anlatılıyor. Şengün iddiaları reddetti

Yargıtay üyeleri arasında geçen ve Erzincan Ergenekon davasının üzerinin örtülmesi tüm sanıklarının da tahliye edilmesiyle ilgili konuşmalar yüksek yargıyı sarsmaya başladı. Ergenekon iddianamesinde “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü’nün yüksek bürokrasiden eleman kazanma toplantısı” olarak nitelenen Kent Otel Toplantıları’nın müdavimlerinden olduğu ortaya çıkan Yargıtay 8. Daire Üyesi Hamdi Yaver Aktan’ın başrolde olduğu ses kayıtlarında konuşulanlar hukukçular tarafından “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçu kapsamında değerlendiriliyor.

Aktan’ın üçüncü ses kaydında ise “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü” iddiasıyla sürdürülen yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün’e tutuklu sanıkların tahliye edilmesi için yapılan baskı anlatılıyor. Yargıtay Üyesi Aktan’a ait olduğu iddia edilen kişi Başkan Şengün’e tutuklu sanık Emin Gürses’i tahliye etmesini söylediğini anlatıyor. Aktan ses kaydında şu şok itiraflarda bulunuyor: “Emin Bey çıktı mı? Çıktı. Söyledik burada Köksal’a, ne tutuyorsun bu adamı.”

BAŞKAN SÜREKLİ TAHLİYE İSTİYOR

Emin Gürses’le tahliye olduktan sonra da görüştüğünü anlatan Aktan şöyle konuşuyor: “Tahliye olduktan sonra Rizeli bir bakkaldan telefon numarası aldım oraya girdim, telefon kullanmıyormuş ama eski kabadayılığı yok. Attılar içeriye çıkardılar diyor. 3 tane de kitap yazdım yayınlasınlar dedim hocam onu. Gene atarlar dedi. Sende dedim, laik bir çocuksun, insansın dedim, boş ver dedim, böyle şeyler olur.”

“Ergenekon Silahlı Terör Örgütü üyesi olmak” suçundan tutuklu yargılanan Doç. Dr. Emin Gürses, geçtiğimiz Ocak ayında tahliye edilmişti. Ergenekon Mahkemesi’nin başkanlığını yapan Köksal Şengün, son dönemde 30’dan fazla tutuklu sanığın tahliye edilmesini istemesiyle dikkat çekmişti.
aktifhaber

Pazar faresi 3 genç kız cüzdan çalarken yakalandı
16:30 - Samsun İlkadım ilçesinde semt pazarında bir bayanın çantasından cüzdanını çaldıkları iddia edilen sabıkalı yankesicilik zanlısı G,Ö. (17), D.G. (15) ve Y.Ö. (14), ekiplerin takibi sonucu yakalanarak gözaltına alındı. Çocuk Şube Müdürlüğü'ne teslim edilen yankesicilik zanlısı kızlar, Samsun Adliyesi'ne sevk edildi. Savcıya ifade veren G.Ö., D.G. ve Y.Ö. serbest bırakıldı. netgazete

İncirlik'te fuhuş skandalı

Adana'da, fuhuş yaptırıldığı iddia edilen masaj salonunu takibe alan polis, vali yardımcısından ve emniyet amirine uzanan şok etkisi yaratan bağlantılarla karşılaştı.

Yener EKİNCİ'nin haberi
Adana İncirlik'te bulunan Villa Class isimli güzellik ve masaj salonunda fuhuş yapıldığı ihbarını alan ahlak polisi, savcılık izniyle telefonları teknik takibe aldı. Takip sonucu, masaj salonunun bir vali yardımcısı ve bazı polislerle irtibatlı olduğu ortaya çıktı. Salona baskın düzenleyen polis ekipleri, kardeş olan S.T. ve S.T. isimli işletmeci kadınlarla S.D. ve K.D. adlı karı-koca çalışanı gözaltına aldı. El konulan bilgisayarlarda yapılan incelemede, MSN kayıtlarından yola çıkılarak, işletmeci kadınların, bazı polislerle ilişki kurdukları öne sürüldü. Bu polisler arasında, bir dönem ABD'nin İncirlik Üssü'nde görevli polislere verilen pizza partisinde de yer alan İncirlik Polis Merkezi Amiri Emniyet Amiri K.Ö. ve polis memuru M.C. olduğu iddia edildi. 'Fuhuş amaçlı çete kurmak'la suçlanan şüpheliler, iddiaları kabul etmedi. Emniyet amiri K.Ö. görevden alınarak Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü emrine verildi. Kayıtlardan, masaj salonunun müdavimleri arasında, Adana Valiliği'nde görevli Vali Yardımcısı N.G.'nin de bulunduğunun ortaya çıkması, polisi şok etti. İddialara göre salonun işletmecilerinden S.T.'yi telefonla arayan vali yardımcısı N.G., 'Benim çocukların kırtasiye malzemesine ihtiyacı var. Biraz kırtasiye parası gönder' demiş. Bazı emniyet yetkililerinin iddiasına göre, N.G., masaj salonunda hem masaj yaptırıyor, hem de mekandan polisi uzak tutmak adına işletmecilerden para alıyordu. Adliye sevk edilen zanlılar, savcılıkça ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Cumhuriyet savcısı, fuhuş amaçlı çete kurulduğuna dair geçerli kanıtlar bulunmadığı gerekçesiyle davaya gerek görmedi. Ancak 3 devlet memuru hakkında idari yönden soruşturma başlatıldı. Vali İlhan Atış, soruşturmayla ilgili bilgi veremeyeceğini belirterek, 'Soruşturmadan çıkan sonucu açıklayabilirim. Şu an incelemeler devam ediyor' dedi.

AKŞAM

İlk duruşmada 5 tahliye!
Siirt'te bir ilköğretim okulundaki dört kız öğrenciye yönelik cinsel istismar iddiasıyla ilgili davanın ilk duruşmasında tutuklu 19 sanıktan 5'i tahliye edildi
02 Haziran 2010 Çarşamba, 18:26:40

Siirt Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya 19'u tutuklu toplam 35 sanık ile cinsel istismara uğradığı iddia edilen kızlardan ikisi katıldı.

Davada gizlilik kararı bulunduğu gerekçesiyle duruşma salonuna avukatlardan başka kimse alınmadı.

Sanıklar, ifadelerinde suçsuz olduklarını söyledi.

Mahkeme heyeti, sanıklardan 5'inin tahliyesine karar vererek duruşmayı 29 Temmuz 2010 tarihine erteledi.

İddianamede, sanıklar hakkında 3 ile 15 yıl arasında hapis cezası isteniyor.

Duruşmanın ardından gazetecilere açıklama yapan Siirt Baro Başkanı M. Ali Özel, ilk duruşmada sanıkların savunmasının alındığını ifade ederek, ''35 kişi savunmasını yaptı. Duruşmada mağdurlardan sadece ikisi hazır edildi. Dava boyunca dosyadaki gizlilik kararı sürecek'' dedi. habertürk

61 YAŞINDAKİ KADINA TERÖR CEZASI

9 Haziran 2010
İzmir'deki mitinglerde terör örgütü lehinde sloganlar attırıp, konuşma yaptığı öne sürülen 61 yaşındaki kadına, ''terör örgütüne üye olmak'' suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya tutuksuz yargılanan Sultani Acıbuca (61) gelmedi. Acıbuca'nın avukatı Nezahat Paşa Bayraktar, müvekkiline isnat edilen eylemlerin suç olduğu kanaatinde olmadıklarını öne sürerek, şöyle dedi:

''Bu konuşmalar suç olduğu kabul edilse bile müvekkilimizin örgüt üyesi olarak değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Müvekkilin yaptığı öne sürülen konuşmaların tamamı şiddeti reddeder niteliktedir. Müvekkilim 61 yaşında, 8 çocuklu, okuma yazma ve Türkçe bilmeyen birisidir. Yapılan çeviriler de hatalıdır. Kürtçe bilmeyen bir polis tarafından çevrilmiştir.''

Yargılama sonunda mahkeme heyeti, ''silahlı terör örgütü üyesi olmak'' suçundan sanığı önce 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırdı. Terörle Mücadele Kanununun 5. maddesi gereğince bu cezayı yarı oranında artıran mahkeme heyeti, sanığa 7 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Sanığın yargılama sürecindeki olumlu tutumunu dikkate alan mahkeme heyeti, bu cezada 6'da 1 oranında indirime gitti ve sanığı 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırdı.

İzmir'de Sultani Acıbuca'nın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Hrant Dink'in öldürülüşünü protesto gösterisi gibi çeşitli toplumsal gösterilerde, terör örgütü ve örgütün elebaşı Abdullah Öcalan lehinde sloganlar attırıp konuşma yaptığı öne sürülmüştü. haber10

Adalet Bakanlığı, 16 Mart katliamının zamanaşımına uğramasına neden olan hâkimlere soruşturma açtı

09 Haziran 2010 Çarşamba 14:20

ANKARA - - Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde atılan bomba sonucu yedi sol görüşlü öğrencinin yaşamını kaybettiği katliam sonrasında açılan kamu davasını zamanaşımına uğratan Cumhuriyet savcıları ve hâkimler hakkında soruşturma açıldığını kaydetti. Ergin, söz konusu savcı ve hâkimlerin, disiplin yönünden gereğinin yapılması için HSYK'ya sevk edildiğini belirtti.

Radikal gazetesinin haberine göre; BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, kamuoyunda 16 Mart davası olarak bilinen saldırıyı Meclis gündemine taşıdı. Halis, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği yazılı soru önergesinde, olayla ilgili 1988 yılında açılan davanın zamanaşımına uğradığını anımsatarak, "Olayın aydınlatılması için bir girişiminiz var mı?" diye sordu.

KUSURLU BULDUK

Önergeyi Başbakan Erdoğan adına yanıtlayan Adalet Bakanı Ergin, Cumuriyet savcıları ve hâkimlerin görevleriyle ilgili düzenlemeleri anımsatarak şu bilgileri verdi: "16 Mart 1978 tarihinde meydana gelen 'bomba atıp silahla tarayarak tasarlamak suretiyle yedi öğrenciyi öldürmek ve tasarlayarak adam öldürmeye kalkışmak' suçunun sanıkları hakkındaki İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1995/128 esasına kayden açılan kamu davasını, 30 yıllık süre içerisinde sonuçlandırmayarak zamanaşımına uğramasına sebebiyet veren ilgili Cumhuriyet savcısı ve hâkimler hakkında; Bakanlığımızca soruşturma başlatılarak, kusurlu görülen Cumhuriyet savcısı ve hâkimler için disiplin yönünden gereğinin tayin ve takdiri için soruşturma evrakı 24/02/2009 tarihli 'olur'la Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 87. maddesi uyarınca HSYK'ya tevdi edilmiştir."

7 ÖĞRENCİ ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ

16 Mart 1978 tarihinde İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde üniversiteden çıkan bir grup solcu öğrenci üzerine bomba atılmış ve 7 öğrenci hayatı kaybederken, 50 öğrenci yaralanmıştı. Katliamı gerçekleştirenlerin yargılanması için 1988'de bir dava açılmış, ancak dava delil yetersizliğinden düşmüştü. Deliller yeniden toparlandıktan sonra 1995'te konuyla ilgili ikinci dava açılmıştı.
İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi davayı zamanaşımı gerekçesiyle geçtiğimiz günlerde ortadan kaldırmıştı. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, zamanaşımı gerçekleştiği dönemde Adalet Bakanı'ydı ve 16 Mart katilama tanık olduğunu ve zamanaşımının kendisini üzdüğünü ifade etmişti. netgazete

ERGENEKON'DA "AŞK" OYUNU

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün ile HSYK Başkanvekili Kadir Özbek teknik takibe takıldı. Ve...
Ergenekon'un son dalgasında mahkeme başkanı Köksal Şengün'ün de dinlemeye takıldığı ortaya çıktı.

İddia: Savcı sorguda 'bir kadın avukatın Şengün ile ilişkisi olduğunu ve onu davayı bırakmaya ikna etmeye çalıştığını öne sürerek sorular sordu.

Dört avukatın tutuklandığı ve eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın gözaltına alındığı son Ergenekon dalgasında, davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek de teknik takibe takıldı. İddiaya göre, sorgu tutanaklarında, son dalgada tutuklanan avukat Tülay Bekar’ın, Oktay’ın yönlendirmesi sonucu ‘kadınlık ve cinselliğini kullanarak’ Şengün üzerinde hakimiyet kurduğu, davadan ayrılması veya Yargıtay üyeliğine terfi ederek çekilmesi, yahut kimi sanıkları tahliye etmesi yönünde etkilemeye çalıştığı’ savunuldu. Ergenekon’un yüksek yargıyı da etkilemeye yönelik faaliyetleri kapsamında, Şengün’ün yanı sıra İstanbul 10 ve 14. ağır ceza mahkemesi başkanları Zafer Başkurt ve Erkan Canak’ın Kadir Özbek’le buluşmalarının izlendiği savunuldu.

İhbarla başladı

Oktay’ın gözaltına alındığı ve avukat Ali Hadi Emre, Kudbettin Kaya, Mehmet Cengiz ile Tülay Bekar’ın tutuklandığı son Ergenekon dalgası, iddiaya göre, 24 Şubat 2009’da polise ait 155 İhbar Hattı’na gelen ihbarla başladı. İhbarda; ‘İşçi Partili (İP) sanıkların avukatı Cengiz, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Canfer Balçık ve Tülay isimli avukatın Ergenekon Davası’nı lehlerine çevirmek için hâkim ve savcıları etkilemeye yönelik çalışma yaptıkları, ekibin Doğu Perinçek ve Veli Küçük’e bağlı çalıştıkları’ savunuluyordu.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, teknik takip başlattı. Takipten yola çıkan savcılık; avukat Tülay Bekar’la bağlantılı olarak, eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ve avukat Ali Hadi Emre ile avukat Kudbettin Kaya’yı soruşturmaya kattı. Her ne kadar soruşturma, Perinçek-Küçük merkezli başlatılsa da süreç içerisinde bütün seyir değişti. Bu arada, Canfer Balçık’ın cemiyet başkanı değil, emekli asker olduğu anlaşıldı. İddiaya göre Ergenekon; Oktay, Bekar, Emre ve Kaya aracılığıyla Yargıtay’ı, HSYK’yı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün’ü ve Beşiktaş’taki İstanbul 10 ve 14. ağır ceza mahkemesi başkanlarını etki altına almaya çalışıyordu. Savcılık, “Avukat Bekar’ın kadınlık ve cinselliğini kullanarak Şengün’le irtibat sağladığı ve zaman içerisinde ilişkisini geliştirerek, üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştığı, davayı etkilemeye çalıştığı ve yönlendirmeye yönelik faaliyetler yürüttüğü, bu faaliyetleri Oktay’ın yönlendirmeleri sonucu gerçekleştirdiği”ni iddia etti ve avukat Tülay Bekar’ın telefonlarını dinlemeye aldı. Böylece Bekar’ın Şengün’le yaptıkları, özel hayata dair görüşmeler dosyaya girdi.

Telefon konuşmaları soruldu

İddiaya göre Bekar, Şengün’ü Ergenekon Davası’nı bırakıp emekli olması için etkilemeye çalışıyordu. Bekar’ın telefonda Şengün’e, “Sen şu davayı gönder, gönderdikten sonra bir hafta tatile gidelim”, “Artık bırak o davanı da bana gel”, “Sen git emekli ol, lütfen emekli ol, ne olur emekli ol” dediği öne sürüldü. Şengün’ün özel hayatına dair bu görüşmelerin diğer sanıklara soru olarak da yöneltildiği iddia edildi. Hakim Şengün’e davadan ayrılması için Yargıtay üyeliğine seçilmesi ve bazı sanıkları tahliye etmesi yönünde tavsiyede bulunulduğu ve baskı yapıldığı da iddia edildi

Özbek’e teknik takip

Şengün’ün 10 Eylül 2009’da saat 16.30’da HSYK Başkanvekili Özbek’le makamında yaptığı görüşme teknik takibe takıldı. Savcıya göre görüşmeden sonra Oktay ve Şengün, Tülay Bekar’ın Ankara’daki ofisinde buluşup, ‘durum değerlendirmesi’ yaptı. İddiaya göre, 2 Ağustos 2009’da Bekar’ın İstanbul’daki ofisinde Oktay, Bekar ve Şengün, bu amaçla buluştu. Buluşmada Şengün’e, ‘davadan çekilmesi ya da emekli olması için ikna çalışması yapıldı. Yine iddiaya göre, aynı amaçla 16 Eylül 2009’da saat 19.00’da Şengün ve Oktay, İstanbul Florya’daki bir restoranda buluştu.

Hâkimler polis kamerasında

Ergenekon’un son dalgasıyla ilgili bir diğer iddia ise Ergenekon örgütünün Beşiktaş’taki adliyedeki hâkimleri etkilemeye çalıştığıydı. Beşiktaş adliyesindeki İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Zafer Başkurt ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Erkan Canak’ın 30 Mayıs ve 14 Ekim 2009’da Ankara’da bir restoranda Kadir Özbek ve Seyfi Oktay ile görüştüğü belirtilerek görüşmeye ait görüntülerin sorgu tutanağına eklendiği öne sürüldü. Fotoğraflar arasında Özbek’in de kareleri vardı. Zanlı avukat Kudbettin Kaya’nın görüşme için “Canak ve Başkurt’un mesleki sorunları için Seyfi Oktay aracılığıyla yapıldı” dediği ileri sürüldü. Sorguda Özbek ile ilgili çok sayıda sorunun yöneltildiği iddia edildi.

Avukata yargıyı etkileme davası

Ergenekon davasındaki sanık avukatlarının tutuklanmasına yönelik tepkiler sürerken tutuklu sanık Sevgi Erenerol’un avukatı Vural Ergül hakkında, ‘Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçundan soruşturma yürütüldüğü ve şüpheli olarak ifadesinin alınması için savcılığa çağrıldığı öğrenildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı suç duyurusu üzerine, avukat Vural Ergül hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 288. maddesinde düzenlenen ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçundan soruşturma başlatıldı.

Soruşturma kapsamında, avukat Ergül’ün şüpheli olarak ifadesinin alınması için savcılığa çağırıldığı belirtildi.

Şengün uzun süredir tahliye istiyor

Son ‘Ergenekon’ dalgasında, Ergenekon tarafından davadan çekilmesi için baskı altına alındığı öne sürülen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün, aslında sanıkların en çok güven duyduğu heyet üyesi olarak biliniyor. Şengün, Ergenekon davasının ikinci gününde avukat Yaşar Ağsu’nun “Dinleniyoruz!” itirazı üzerine “Hâkimin dinlenmediğini kim iddia ediyor” demişti.

Son olarak, Yargıtay hâkimi Hamdi Yaver Aktan’a ait olduğu iddia edilen bir telefon kaydında Aktan’ın, eski tutuklu sanık Emin Gürses için “Söyledik, burada Köksal’a, ne tutuyorsun bu adamı” dediği ileri sürülmüştü. Ancak Şengün, bu kayda karşılık, “Benim böyle bir görüşmem yok. Bana kimse talimat veremez” demiş ve şunları söylemişti: “Kimseyle kavgam yok, ama bana kimse gözdağı veremez. Bırakın mahkeme işini yapsın gereğini yapsın.”

Şengün, 2. Ergenekon Davası’nda, tutuklu 38 sanıktan, aralarında Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Mehmet Haberal’ın bulunduğu 25, 1. Ergenekon Davası’nda da 12 sanığın tahliyesi yönünde görüş bildiriyor. Ancak heyetteki iki hâkimin kararıyla tahliye gerçekleşmiyor Şengün ayrıca, ‘Islak İmza’ iddiasıyla ilgili iddianamenin onaylandığı gün Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasına itiraz etmiş, dört sanığın da tahliyesini istemişti.

Kaynak: Radikal

Tarihte Böyle Bir Uygulama Yok

Yargıtay'ın İlhan Cihaner'in 'görevi kötüye kullanmak'tan yargılandığı davada verdiği karar hukukçuların tepkisine sebep oldu.
Fotokopiden dava birleştirmenin hukuk tarihinde örneği yok

Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin İlhan Cihaner'in 'görevi kötüye kullanmak'tan yargılandığı davada verdiği karar hukukçuların tepkisine sebep oldu. Yargıtay'ın yetkisini aştığını aktaran hukukçular, CD'ler üzerinden verilmesi planlanan bir birleştirme kararının hukuk devletinin temellerini sarsacağını belirtiyor.

Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'i 'görevi ihmal'den yargılayan Yargıtay'ın, diğer dava dosyasını görmeden, CD'lere bakarak davaların birleştirilmesini görüşme kararına tepki yağıyor. Erzurum'da 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın 'terör örgütü üyeliği' suçlamasıyla görüldüğüne dikkat çeken hukukçular, 11. Ceza Dairesi'nin Anayasa'ya açıkça aykırı hareket ettiği konusunda birleşiyor. Yargıtay'ın yerel mahkemedeki bir davayı isteyemeyeceğinin altı çizilirken, söz konusu uygulamanın hukuk tarihinde örneğinin bulunmadığına vurgu yapılıyor. CD'lerin fotokopi sayılması sebebiyle bunlar üzerinden birleştirme yapılmasının ciddi sorunlar doğuracağına işaret ediliyor. Hukukçular, işlem yapıldıktan sonra belgenin aslı ile fotokopisi arasında fark çıkması durumunda büyük sıkıntı yaşanacağına dikkat çekiyor. Daha önce iki Yargıtay üyesinin internete düşen ses kaydında 'Cihaner davalarının Yargıtay'da birleştirilip tahliye edileceği' şeklindeki ses kayıtlarını hatırlatan emekli Askeri Hakim Faik Tarımcıoğlu ise skandal konuşma ile yapılanların örtüşmesinin kuşku oluşturduğunu söylüyor

Yargıtay 11. Ceza Dairesi, önceki gün gördüğü duruşmada Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'Ergenekon terör örgütüne üye olmak' suçlamasıyla yargılandığı dava dosyasına ilişkin ilginç bir karara imza attı. Başkanlığını daha önce internete düşen ses kayıtlarıyla gündeme gelen Ersan Ülker'in yaptığı 11. Ceza Dairesi, İlhan Cihaner ve avukatı Turgut Kazan'ın talebi doğrultusunda, ellerinde bulunan CD'leri inceledikten sonra, söz konusu dava ile Yargıtay'daki davanın birleştirilmesini değerlendirmeye karar verdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nden gönderilen 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' davasının dosyasının da incelenmesine devam edilmesine karar verildiğini açıklayan Ersan Ülker, her iki dava dosyası üzerindeki incelemeler tamamlandıktan sonra Yargıtay'daki dava dosyası ile Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dava dosyasının birleştirilmesi yönündeki taleplerin karara bağlanmasına oybirliğiyle karar verildiğini söyledi.

Yargıtay'ın söz konusu kararı hukukçuların tepkisine sebep oldu. Emekli Askerî Yargıç Faik Tarımcıoğlu, Yargıtay'ın kararının hukuki olmadığını söyledi. Tarımcıoğlu, "Yargıtay'ın müdahalesinde siyasi bir hava ve koku var." ifadesini kullanıyor. Doç. Dr. Mustafa Şentop ise "Yargıtay 11. Ceza Dairesi 'görevle ilgili' suçlarla ilgilidir. Oysa Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava 'terör örgütüne üye olmak suçu'. Dolayısıyla Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin davayı kendisinde birleştirmesi mümkün değildir." şeklinde konuşuyor.

Müşteki avukatı olan ve davaya müdahil olma talebinde bulunan Hatip Dursun, Yargıtay'ın CD'ler ile birleştirme kararı vermesinin hukuki olmadığını söylüyor. Daha önce Yargıtay'a dilekçe vererek, davanın 11. Ceza Dairesi'nden alınması talebinde bulunduklarını hatırlatan Dursun, Daire'nin aldığı kararların kendisini şaşırtmadığını söyledi. Daire'nin hukuki olmayan bir süreç içerisine girdiğini kaydeden Dursun, "Yargıtay Cihaner'in görevi ile ilgili konulara bakabilir. Eğer Cihaner iddia edilen terör örgütü üyeliği davasından beraat ederse o zaman Yargıtay'a gidilir. Bu süreç işletilmeden doğrudan emrivakilerle hukuk işletilemez. Bazı güçlerin devreye girerek hukukun dışına çıkılmasına asla izin vermeyeceğiz. Yargıtay ısrarla hakkı olmadığı halde 'dosyayı bana gönderin ben bakacağım' diyor. Bu istek hukuki değildir." diyor.

Yargıtay'ın vereceği her karar, şaibeli olacaktır

Doç. Dr. Mustafa Şentop: Yargıtay 11. Ceza Dairesi 'görevle ilgili' suçlarla ilgilidir. Oysa Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava 'terör örgütüne üye olmak suçu'. Dolayısıyla Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin davayı kendisinde birleştirmesi mümkün değildir. Kaldı ki Cihaner burada tek fail değil, 10'dan fazla sanık var. Hepsini Yargıtay'da birleştirmiş olacak. Bu bakımdan birleştirme yapmasının usul hukukuna göre hiç mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca daha önce telefon görüşmelerinde ismi geçen hâkimlerin buradan etik olarak çekilmesi gerekirdi. Sıradan bir mahkemeden değil, Yargıtay'dan bahsediyoruz. Seyfi Oktay ile ilgili iddialar da var. Bunlar ortaya çıktıktan sonra Yargıtay'ın 11. Ceza Dairesi'nde adı geçen hâkimlerin etik olarak bu davadan çekilmesi gerekir. Vereceği kararların hepsi bu tür şaibelerin gölgesinde kalacaktır.

CD'ler üzerinden birleştirme yapılamaz

Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Sinan Kılıçkaya: Yargıtay görevi kötüye kullanmakla ilgili davada, yerel mahkeme gibidir. Dolayısıyla Erzurum mahkemesine 'o davayı bana gönder, ben birleştireceğim' şeklinde talimat vermesi söz konusu olmaz. Birleştirilmesini gerektiren bir durum yoktur. İki dava da ayrıdır. Özel yetkili bir mahkemedeki bir dava olağan alelade bir mahkemede bakılamaz. Özel yetkili mahkeme görevi kötüye kullanmak suçunu değerlendirerek karara bağladığı zaman görevsiz bir konuya girmiş olmaz. Ama Yargıtay, özel yetkili bir mahkemenin konusuna girerse özel yetkili mahkemenin yetkisini ortadan kaldırır. Dolayısıyla kanuna açıkça aykırılık olur. CD'yi görüp birleştirme kararı verilmesi ise söz konusu olmaz. Dosyanın tamamının görülmesi lazım. CD üzerinden karar vermek demek, hukuku hiçe saymak demektir.

Yargıtay'ın müdahalesi, hukukî zorlamadır

Emekli Askerî Yargıç Faik Tarımcıoğlu: İnternete düşen ses kayıtları ile yapılmak istenen işlemin örtüşmesi kamuoyunda şüphe oluşmasına neden oluyor. Objektif hukukçular yapılmak istenen bu işleme hep şüphe ile bakacaklardır. İddia edilen çete kurmak gibi ağır suçlarda davaya bakacak merciler yerel mahkemelerdir. Ona Yargıtay bakamaz. Yargıtay bakacağını söyleyip de fiilen işin içine girerse ihsas-ı reyde bulunmuş olur. Hukuken bu çok yanlıştır. Kabul edilemez. İki davayı CD'ler üzerinden birleştirecekse bu sadece görevle ilgili olan bölümüdür. Diğerine bakamaz. Birleştirme kararı alınırsa bu tali bir dava ile ana davanın birleştirilmesi gibidir. O tali davaya bakacak merci ana davaya bakarsa bu hukukun ihlali anlamına gelir. Anayasa'nın görev tayin eden ana hükümlerine aykırıdır. Hukukun kendisine aykırıdır. Hâkim teminatı denen bir şey varsa. Bu hâkim teminatında daha önceden görevlendirilecek mahkemeler ve hâkimler bellidir. Mahal mahkemesinde yargılanması gereken bir kişi sırf başka sebeplerle veya siyasi sebeplerle Yargıtay'da yargılanırsa bu durum hâkim teminatına aykırıdır. Böyle bir karar yargının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerine de gölge düşürür. Bu hukuki zorlamadır. Bu gibi zorlamalar kamuoyunda da soru işaretlerinin oluşmasına yol açar. Zaten Erzurum'daki davanın dosyaları ister istemez kendi önlerine gelecek. Yargıtay'ın müdahalesinde siyasi bir hava ve koku var.

Türkiye'nin en büyük sorunu yargı

Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun: Yargının herkese eşit mesafede duran bir organ olmaktan çıkıp, herkesin kendi yargısı üzerinden işlerini halletmeye çalıştığı bir algı ortaya çıkıyor. Yargıtay 11. Ceza Dairesi ile Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki çekişme birtakım işaretler barındırıyor. Birincisi, mahkemeler arasındaki ilişkinin hukuk devletindeki gibi olmadığını gösteriyor. Normal bir hukuk devletinde mahkemeler birbirlerine maddi gerçeğin ortaya çıkması için yardımcı olur. Burada bu işin bir türlü ilerlemediğini görüyoruz. Bu çok ciddi bir sıkıntı. Mahkemeler arasındaki bu ilişki HSYK ve Yargıtay'ın müdahil olması, çıkacak karara yönelik şüpheyi artırır. Buradan çıkacak karar, insanların gerçekten adil yargılandığına yönelik algı doğurmayacak. Türkiye, de yargının en büyük sıkıntısı bu. Yargı makamlarına insanlar güven duymuyorsa ve yargı makamları da insanlardaki güvensizliği perçinleyen adımlar içindeyse o zaman yargıda ciddi sorun var demektir. Türkiye'nin şu an en önemli sorunu yargı sorunudur. Belgenin aslı varken, fotokopi üzerinden davanın yürütülmesi son derece ilginç. Yargının çelişmesi durumu var. Fotokopiler üzerinden yargılama yapıldı diyelim. Belgenin aslı arasında fark olduğu anlaşıldığında durum ne olacak?

Karar, hukuk tarihinde bir ilk olacak

Prof. Dr. Ahmet Gökçen: Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin ilk derece mahkemesi olarak baktığı dava asliye cezalık bir davadır. Bir asliye ceza mahkemesinin ağır cezada görülen davaya müdahale etmesi nasıl ki hukuka aykırı ise birleştirme kararı da hukuki değildir. Yargıtay'daki bir mahkeme yerel mahkemede görülen davayı, ileride bana gelecek diye elinden alabilir mi? Alamaz. Böyle bir uygulamanın hukuk tarihinde örneği yok. Öncelikle Yargıtay'ın böyle bir birleştirme yapılabilmesi için davaya bakmakta olan mahkemenin yani Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nden birleştirme yönünde bir talepte bulunması gerekirdi. Mahkeme dosyayı göndermemişken Asli Ceza Mahkemesi olarak davaya bakan Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin kendiliğinden ben bunu aldım, birleştireceğim deme yetkisi yoktur. Ayrıca bunun Yargıtay'ın baktığı dava ile ilişkisi yok bir kere. 'Görevi kötüye kullanma' davası asliye ceza mahkemesinin bakacağı bir davadır dolayısıyla Yargıtay burada bir üst mahkeme konumunda değil, yaptığı iş asliye ceza mahkemesinin yaptığı bir iştir. 11. Ceza Dairesi'nin asli ceza mahkemesi sıfatıyla baktığı bir davada ağır cezalık bir işe müdahale etmesinin hukuki bir dayanağı yoktur. 11. Ceza Dairesi'nin bu yönde bir karar vereceğine ihtimal vermiyorum. aktifhaber

UZAN'LARA ZAMAN AŞIMI MÜJDESİ

14 Haziran 2010

Kemal ve Yavuz Uzan'ın, 'Vergi Usul Kanunu'na muhalefet etmek' suçundan yargılandığı davanın, zaman aşımı süresi dolduğundan, ortadan kaldırılmasına karar verildi.
İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada Cumhuriyet Savcısı Orhan Erbay, sanıklar Kemal ve Yavuz Uzan'ın da aralarında bulunduğu 14 kişi hakkında ''Vergi Usul Kanunu'na muhalefet etmek'' suçundan dava açıldığını hatırlatarak, suç tarihinin 1999-2003 yılları arası olduğunu ve sanıklar hakkında 8 Nisan 2005 tarihinde gıyabi tutuklama kararı çıkarıldığını kaydetti.

Diğer sanıklar açısından 14 Eylül 2009 tarihinde davanın karara bağlandığını, bazıları hakkında mahkumiyet hükmü verildiğini belirten savcı Erbay, Kemal ve Yavuz Uzan hakkındaki dosyanın ise firarda olmaları nedeniyle ayrıldığını ifade etti.

Gıyabi tutuklama kararı dışında zaman aşımını kesen başka işlem bulunmadığını ve zaman aşımı süresinin de dolduğunu belirten savcı Erbay, sanıklar hakkındaki davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini istedi.

Mahkeme heyeti, savcının görüşü doğrultusunda 5 yıllık zaman aşımı süresi dolduğundan sanıklar hakkındaki davanın ortadan kaldırılmasına karar verdi.

Kemal ve Yavuz Uzan'ın yakalanamadıkları için dosyalarının ayrıldığı davada, sanıklardan Hilmi Başaran, Yeşim Öztürk ve Mustafa Akar, 2000 ile 2003 yılları arasında ''sahte belge düzenleyerek vergi kaybına sebebiyet vermek'' suçundan 4 yıl 4,5'ar ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Diğer sanıklar Ethem Alev, Erol Hürbaş, Nurettin Sivlim, Nuray Özel, Gürol Demirkol, Birol Çilingir, Yaşar Avni Güral ve Fikri Akyüz'ün beraatına, 2005'te vefat eden Sadık Karagöz hakkındaki davanın düşürülmesine karar verilmişti.

Zaman

Davadan Çekilmezsen Rezil Ederiz
16 Haziran 2010
Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın, mahkeme kararıyla dinlenen telefon konuşmaları, Ergenekon davasına bakan Hâkim Köksal Şengün'e kurulan tuzağı deşifre etti.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ü şantaj ve tehditle baskı altına alan Ergenekon şüphelisi avukat Tülay Bekar, Şengün'den ısrarla davadan çekilmesini istiyor. Bekar'ı yönlendiren Oktay, mevcut durumu şöyle anlatıyor: "Onu bağladık, bir bakıma bağlandı. Yetmiyor adamın gücü, yetmiyor."

Ergenekon'un son dalgasında gözaltına alınan eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın telefon kayıtları, Silivri'de devam eden davaya müdahaleyi gözler önüne serdi. Seyfi Oktay'ın yönlendirdiği Ergenekon şüphelisi avukatlar Tülay Bekar ve Ali Hadi Emre'nin dinlemeye takılan konuşmaları, davaya bakan Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün nasıl tuzağa düşürüldüğünü gösteriyor. Mahkeme kararıyla yapılan kayıtlara göre, Hâkim Şengün adeta ablukaya alınmış. Avukat Tülay Bekar, kadınlığını da kullanarak Şengün üzerinde tehdit ve şantajla hakimiyet kurmuş. Sürekli olarak safların değiştiği telkininde bulunan Tülay Bekar, ağustos 2009'da yaptığı bir konuşmada Şengün'ü açıkça tehdit ediyor. "Herkes aleyhine konuşuyor artık. Sen adını söylemeye utanacak hale geleceksin yakında." diyor. Seyfi Oktay'ın yönlendirdiği avukat ekibiyle görüşmeler yapan Bekar, alınan kararlar doğrultusunda Köksal Şengün'den ısrarla davadan çekilmesini istiyor. Ergenekon Hâkimi'nin emeklilik taleplerini reddetmesi üzerine ise Yargıtay'a üyelik formülü üzerinde duruluyor. Bunun için Oktay devreye girerek, Şengün'ü HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek ile görüştürüyor. Ancak Şengün, bu şekilde seçilmesinin yanlış anlaşılacağı gerekçesiyle bundan vazgeçiyor.

Seyfi Oktay, Ergenekon davasında tahliye edilmesini istediği isimleri ya avukat Bekar'ı kullanarak Şengün'e iletiyor ya da düzenlediği yemekli toplantılarda bizzat kendisi iletiyor. Oktay'ın Bekar'a "Hiç olmazsa Haberal'ı bıraksa." sözü sanıkların tahliyesi için başkan Şengün'e kurulan tezgahı ortaya koyuyor.

Hakim Şengün üzerindeki planlar, iki safhada uygulamaya konuluyor. Telefon konuşmalarından avukat Bekar'ın önce Şengün'ü emekli etmeye zorladığı anlaşılıyor. Şengün'ün emekli olma taleplerini reddetmesi üzerine, Yargıtay'a üye seçilme formülü üzerinde duruluyor. Bunun için eski Adalet Bakanı Oktay devreye girerek, Şengün'ü Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkan Vekili Kadir Özbek ile görüştürüyor. Ancak Şengün'ün bu şekilde seçiminin yanlış anlaşılacağı gerekçesiyle bu formülden de vazgeçiliyor.

Oktay'ın avukatlardan oluşan ekibinin Şengün'e Ergenekon iddianamelerinin kabulü yönünde oy kullanmasından da rahatsız olduğu görülüyor. Avukat Bekar, bu rahatsızlığı Şengün'e doğrudan iletiyor. Bekar, bir görüşmede Şengün'e Seyfi Oktay'ın "Birinin böyle savaş vermesi lazım. İddianameyi niçin kabul etti?" mesajını iletiyor. Şengün ise "Herkes rahat rahat konuşuyor." tepkisi veriyor.

Dinleme kayıtlarında, Bekar, Şengün'e emekli olması halinde sahip çıkacakları güvencesini veriyor. Şengün'ün "Emekli olsam ne yapacam?" sözleri üzerine Bekar, "Biz seve seve kapımızı açarız sana." diyor. Bekar pek çok konuşmasında Ergenekon davası dosyasından uzaklaşmasını, aksi takdirde kendisiyle görüşmeyeceğini söylüyor. Bekar, "İyi gidiyor işlerim. Seni yanıma alabilirim, çalıştırabilirim sanıyorum maaşını ödeyebilecek pozisyona gelebilirim... Büro senin olsun, yeter ki sen gel. İstanbul büroya otur böyle ya paşa gibi otur çalış yeter ki sen gel." ifadelerini kullanıyor.

Şengün'ün emekli olmaya yanaşmaması üzerine avukat Bekar, dosyayı Ankara'daki Danıştay davasıyla birleştirmesini istiyor. Bekar'ın "Gönder şu dosyayı da gitsin. Gönder ya Allah rızası için gönder de kurtul. Artık bırak o davanı da gel..." ifadeleriyle Şengün'ü baskı altına alıyor.

Avukat, Başkan Şengün'den ıskarla emekli olup Ankara'ya gelmesini istiyor. Bu talebi o kadar çok tekrarlıyor ki, bir ara Başkan, "Nedir, ne biliyorsun, emekli niye olayım' diye soruyor.

Avukat Bekar, Şengün'ü davadan ayrılması için İstanbul'da görevli hakim ve savcıların Emniyet'in verdiği iftarda çekilen fotoğraflarla da tehdit ediyor. Fotoğrafların "Pazarlık" ifadesiyle Hürriyet gazetesinde yayımlanacağını söyleyen Bekar, "Ondan sonra sanıkların sana güveni kalmayacak." diyor. Avukat Bekar, fotoğraf konusunu eski bakan Seyfi Oktay'la da değerlendiriyor. Oktay, "Bence o lehte bişey hiç şey yapmayın, daha rahat hareket ederler." cevabı veriyor. Daha sonra aynı fotoğrafların Odatv. isimli internet sitesinde yayınlanmasıyla ilgili Seyfi Oktay ile Tülay Bekar arasında görüşmeler geçiyor.

Tülay Bekar, talimatları Seyfi Oktay'dan alıyor

Avukat Tülay Bekar, Hâkim Şen-gün ile yaptığı görüşmeleri ayrın-tılı olarak Oktay'a aktarıyor. Aldı-ğı talimatlar doğrultusunda da ka- dınlık gücünü kullanarak Mahkeme Başkanı üzerinde baskı yapıyor. İşte kayıtlardaki bazı cümleler:

Tülay Bekar: Sen önce şu dosyayı at kafandan da ben de rahat edeyim. Yoksa görüşmeyeceğim seninle.

Tülay Bekar: Yani emekli ol, ondan sonra basın açıklaması yap, yeri yerinden oynat. Nasıl mutlu olurum.

Tülay Bekar: Resmen istihbaratla tanıştım tanışalı gün yüzü görmedim.

Seyfi Oktay: Yani hiç olmazsa bu şey, Haberal'ı falan bir bıraksa çok iyi olur.

Tülay Bekar: İstihbaratla tanıştım tanışalı gün yüzü görmedim

13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün'ün, Avukat Bekar ile 30 Temmuz 2009'da yaptığı konuşma ilginç ifadeler içeriyor. Bekar söz konusu konuşmada istihbaratçılarla bağlantısını itiraf ediyor.

Bekar: Seyfo seninle görüşmek istiyordu. Pazartesinden önce.

Şengün: Sen olmadan konuşmam kimseyle.

Bekar: Seyfi Oktay'la görüşeceksin. Ben ona (Yargıtay'a) üye seçilmek istediğini söylemiştim. Başka türlü başının beladan kurtulmasına imkân yok gibi geldi bana.

Şengün: Dolayısıyla başkaları da daha rahat mı hareket eder hı.

Bekar: Pazar günü kahvaltı yapalım eğer müsaitseniz. Seyfi Bey Didim'den gelecek. Ben de Ankara'dan geleceğim. Pazar günü sizinle kahvaltı yapmak isteriz.

Şengün: Onsuz olmaz mı?...Sen iyi misin şimdi?

Bekar: Tatile gitmek istiyorum ama borçlarım var gidemiyorum. Yargıtay üyesi seçil de ben kurtulayım. Yazık değil mi şu Ali Suat Ertosun mudur nedir? Yani hadi öpüyorum seni.

Şengün: Ya kendini kurtarınca dur önce bir kendini kurtar.

Bekar: Hep bu çevrem onlardan oluşuyor ama ne yapayım bunalıma girdim. Keşke bu davalara girmeseydim. Resmen istihbaratla tanıştım tanışalı gün yüzü görmedim. Ne kadar rahat hareket ediyordum, telefonda rahat konuşuyordum.

Avukat Tülay Bekar'ın 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün üzerinde kurduğu baskı eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile Avukat Ali Hadi Emre arasında geçen konuşmalarda da yer alıyor. Oktay, 3 Eylül 2009 tarihli telefon görüşmesinde Şengün için "Adamı bağlamak için çok sıkıntı çekiyoruz." diyor. Söz konusu görüşme şöyle:

Ali Hadi Emre: İyi işte onu abi. Artık bir an önce o işi yapın. Ya yani biz de sıkıntı çekiyoruz vallahi. Yani bir an önce bi görüşme yapın diyorum. Ben de sıkıntı çekiyorum. Milleti şey yapmakta.

Seyfi Oktay: Ya bunda sıkıntılı ne olacak ki. Adamı bağlamak için bir sürü çaba sarf ediyoruz yani.

Emre: Evet evet. Ya ben ben sizin açınızdan şey değil tabi ben onda hiç bi tereddüt yok. Ben de biliyorum. Şey de, bu tarafa da her şeyi konuşamıyorsun anlatamıyorsun böyle o onun sıkıntısı var işte. Siz yani o zaman görüşeceksiniz gidince onunla değil mi şeyi.

Oktay: O meşhur başkanla birlikte olma durumu olabilir bu akşam.

Emre: O konu netleşse iyi olur yani, çok sıkıntı çekiyorum ben.

Oktay: Bu ara sabretsinler bu ara bir sonuca bağlanacak o. Onu bağladık bağladık yani hani bir bakıma bağlandı.. Yetmiyor adamın gücü yetmiyor yoksa o açıdan bağlandı o iş.

Telefon dökümleri Adalet Bakanlığı'na gönderildi

"Ergenekon" soruşturması dosyasında telefon dinleme kayıtlarından oluşan iletişim tespit tutanaklarının, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün'ün şüpheli avukatlar ve eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile konuşmalarının da bu tutanaklarda yer alması nedeniyle Adalet Bakanlığı'na resen gönderildiği bildirildi. Alınan bilgiye göre, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından sorgulandıktan sonra Nöbetçi 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 5 Haziran'da tutuklanan ve itiraz üzerine aynı mahkemenin heyetince 11 Haziran'da serbest bırakılan avukatlar İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz, Ali Hadi Emre, Tülay Bekar ve Kutbedtin Kaya'yla ilgili soruşturma tutanaklarında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün'ün de ismi geçmişti. Soruşturma dosyasında, Şengün'ün eski bakan Oktay ve bazı avukatlarla telefon görüşmelerinin kayıt örneklerine yer verilmişti. Soruşturma dosyasına yansıyan iletişim tespit tutanaklarının usul gereği resen Adalet Bakanlığı'na gönderildiği, Şengün'le ilgili işlemin Adalet Bakanlığı'nın inisiyatifinde olduğu belirtildi. Bu uygulamanın rutin olduğu, Savcı Öz'ün Köksal Şengün'ü bakanlığa şikâyet etmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı ifade edildi.

Kaynak: Zaman

'Artık Ağzına Sahip Ol Gürbüz'

18 Haziran 2010
Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ve Gürbüz Çapan arasında geçen telefon konuşmaları Ergenekon'un yargıdaki şoke eden bağlantısını ortaya çıkardı.
Ergenekon soruşturmasında 'çıkar amaçlı suç örgütüne üye olmaktan' bir süre tutuklu yargılanan Gürbüz Çapan'ın tahliyesi ile ilgili şok detaylar ortaya çıktı.

Ergenekon davasında 'yargıyı etkilemek' suçlamasıyla tutuklanan Adalet eski Bakanı Seyfi Oktay'ın, Çapan'ın tahliyesi için Ergenekon davası Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün ile görüşerek tahliyede 'söz sahibi' olduğu zanlıların telefon kayıtlarına yansıdı.

Tahliye sonrasında Oktay ile görüşen Gürbüz Çapan'ın şu sözleri ise yargıdaki Ergenekon bağlantısını bir kez daha gözler önüne serdi: "Seyfi abiye uğradım elini öptüm ve teşekkürümü sundum."

GAYRET EDİYOR

Ergenekon'da yargıyı etkilemek suçuyla yargılanan Avukat Ali Hadi Emre, Çapan'ın tutuklu olduğu 20 Ekim 2009'da Çapan'ın kardeşi Zeki Çapan ile bir telefon konuşması yapıyor. Dava ile ilgili detayları soran Emre'ye, Çapan'ın kardeşi, "Mahkeme başkanı muhalefet şerhi yazmış bırakılmasını istiyorum diye, öbür diğer üyeler 2 kişi adam dediğini yapmamışlar" diyor. Ardından Emre, "Onlarda da çatlak oluştu ya" diyor. Bu görüşme sonrasında aynı gün Seyfi Oktay'ı arayan Emre, duruşmanın ayın 26'sına bırakıldığını aktarıyor. Oktay, Yargıtay üyeliği vaadi verilen Ergenekon Hakimi Şengün olduğu tahmin edilen kişiye atıfta bulunarak, "O gayret ediyor seçimden evvel olsun diye. Sözü de öyle. Net olarak söylenen söz öyle" diyor.

AĞZINA SAHİP OL!

Çapan'ın tahliye edildiği 23 Ocak 2010 günü yeniden Emre ile konuşan Oktay, Çapan'ın tahliye edildiğini söylüyor. Oktay, "Senin adamın tahliye olmuş Gürbüz. Onu da görüştük adam bir şeyi yoktur falan dedi. Haberi oldu mu onun öyle" diyor. Emre ise "Oldu oldu söyledim kendisine gelince görüştürürüm seni" diye yanıtlıyor. Aynı gün, tahliye olan Çapan'ı arayan Ali Hadi Emre, "Artık ağzına sahip ol. Görüyorsun başına gelenleri. Bi bi şey konuşuyorsun içeri girip çıkıyorsun alışkanlık edindin bak, biraz akıllı ol bundan sonra tamam mı?" diye nasihat veriyor. Çapan da, "Ya ne dedik kardeşim kime ne dedik ya. Yakında bu sefer de ticari gireceğiz içeri" diyor.

BU SEFER İLGİSİZ KALMADIK

Bunun üzerine Emre, "Çare tükenmez, bak Seyfi abi yanımda, istiyor seni" diyerek telefonu Oktay'a veriyor. Oktay'ın 'geçmiş olsun' dileklerinin ardından Çapan, "Seyfi abi, çok sağolasın ilginden dolayı da teşekkür ediyorum. Zahmet etmişsin saygımı, minnetimi kabul edin ellerinden öpüyorum" diyor. Oktay da "Sağol, bu sefer ilgisiz kalmadık canım. Yanaklarından öpüyorum" şeklinde konuşuyor.

ÇARE TÜKENMEZ

Ergenekon soruşturması kapsamında 2008 yılında tutuklanan eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, geçtiğimiz Ocak ayında tahliye olduktan bir gün sonra 'yargıyı etkilemek' suçundan gözalltına alınan avukat Ali Hadi Emre'yi aradı. 23 Ocak tarihli görüşmede şüpheli Emre, tahliye olan Çapan'a "Geçmiş olsun. Artık ağzına sahip ol ağzına bak görüyorsun başına gelenleri" dedi. Çapan, bu sözler üzerine "Ya ne dedik kardeşim kime ne dedik ya" karşılığını verdi. Şüpheli Emre ise "Bi bi şey konuşuyorsun içeri girip çıkıyorsun alışkanlık edindin bak, biraz akıllı ol bundan sonra tamam mı" dedi. Teknik takibe takılan konuşmada Çapan, konuşmasında serbest kalması için çalışan eski Adalet Bakanı Oktay'ı dinlemeye karşı tedbirli davranmayarak telefonda rahat konuştuğu için aramadığını, Ankara'ya ziyaretine gittiğini anlattı: "Gittim gittim, ziyarete gittim şeye, Ankara ya he, yani gittim teşekkür ettim de, ama şey, Adam telefondan şey gibi, açık radyo" Çapan'ın şüpheli Emre ile 02 Nisan 2010 tarihli telefon görüşmesi de teknik takibe takıldı. Çapan, bu görüşmede de yine şüpheli Oktay'ın yanına gittiğini ve teşekkürlerini sunduğunu şöyle anlattı: "Seyfi abiye uğradım gittim elini öptüm teşekkürümü sundum... yani şeyi anlattım çok sağ ol çok memnun olduğunu söyledim filan"


Bu sefer ilgisiz kalmadık canım

Çapan 23 Ocak tarihli görüşmede şüpheli Emre'nin yanında bulunan eski Adalet Bakanı Oktay'la da konuştu. Şüpheli Emre, "Bak Seyfi abi yanımda, istiyor seni ona veriyorum" diyerek telefonu Oktay'a verdi. Gürbüz Çapan, görüşmesinde tahliyesi için devreye giren şüpheli Oktay'a bolca teşekkür etti. Çapan ile 'abi' diye hitap ettiği Oktay arasında geçen konuşma şöyle:

OKTAY: Geçmiş olsun

ÇAPAN: Sağol Seyfi abi, çok teşekkür ederim. Çok sağolasın ilginden dolayı da teşekkür ediyorum

OKTAY: Sağol, bu sefer ilgisiz kalmadık canım

ÇAPAN: "Biliyorum biliyorum haberini aldım, çok sağolun

OKTAY: Geçmiş olsun çok geçmiş olsun

ÇAPAN: Zahmet etmişsin çok teşekkür ederim

OKTAY: Rica ederim nasılısınız ne var ne yok

ÇAPAN: Yani saygımı minnetimi kabul edin

OKTAY: Estağfurullah estağfurullah, yanaklarından öpüyorum geçmiş olsun, Görüşürüz.

ÇAPAN: Çok sağol seyfi abi, çok teşekkürler ellerinizden öpüyorum.

SAYENİZDE YAV

Ergenekon sanığı Çapan, cezaevinden çıktığı gün teşekkürlerini sunmak için avukat Ali Hadi Emre'yi aradı. Çapan, görüşmede "He, yani sayenizde yav" diyerek tahliyesi için devreye giren şüpheliye minnettarlığını dile getirdi.




Danıştay'a da el atmışlar

Seyfi Oktay'ın yönlendirdiği şüphelilerin, Danıştay davasına da müdahale girişiminde bulundukları ortaya çıktı. Davanın sanıklarına özel olarak avukat ayarlandığı tespit edildi.

Ergenekon soruşturması kapsamında 'yargıyı etkilemek' suçundan gözaltına alınan eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın yönlendirdiği şüphelilerin, Danıştay'a saldırı davasına da el attıkları ortaya çıktı. Şüphelilerin Danıştay davası sanıklarına İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın'ın özel ilgisiyle avukat seçtiği belirlendi. İşçi Partili Avukat Mehmet Cengiz'in Danıştay baskını ve Cumhuriyet'e bombalı saldırıda tetikçi Alparslan Arslan'ın emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'le bağlantısını itiraf eden Osman Yıldırım için 'Osman'ı bitirelim' ifadesi de teknik takibe takıldı.

AVUKAT ZEYNEP KÜÇÜK DE DEVREDE

Şüphelilerin telefon görüşmelerinden avukat ayarlanan Danıştay sanıklarının kendi aralarında kavga ettikleri de tespit edildi. Şüpheli Avukat Cengiz ile Ergenekon sanığı Veli Küçük'ün

avukat kızı olduğu tahmin edilen Zeynep Küçük arasında geçen 26 Ağustos 2009'daki telefon görüşmesi:

Zeynep: İyi haberler mi vereceksiniz.

Mehmet: Nerden bildiniz

Zeynep: Öyle tahmin ettim

Mehmet: Şimdi Baro Başkanı aradı. 3 Kişiyi görevlendirmiş, Yani isim söylerdi, şu şunun için, şu şunun için dedi, dedim öyle yapmayın, zaten pazartesine kaldı bu, ben size yarın bu sanıkları 3 guruba ayırayım, bildireyim, sonra bu 3 kişiye dağıtın dedim. Çünkü biliyorsun adamlar kavga edip duruyorlar ikisi aynı avukat olmaz.

Zeynep: Yarın konuşuruz ben onları biliyorum yani

Mehmet: Tamam yarın üçe ayrılalım bunları bildirelim, o 3 kişi pazartesi gelecek, onlarla da konuşmuş, o iki kişiyle tamam demişler.

Zeynep: Ay çok iyi olmuş vallaha harika bir iş oldu ha, yarın o zaman orda şey yaparız o ayarlamayı yaparız.

Mehmet: Siz şimdiden düşünün nasıl yapacağız.

Zeynep: Tamam ben şimdi tekrar ifadelere falan bi bakayım, bunları bozulmaya isteyenler istemeyenleri bir ayırayım.

Savcılar 100 soruya cevap aradı

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan eski Adalet Bakanı Mehmet Seyfi Oktay savcıların daveti ile dün Ankara Adliyesi'nde sorgulandı. Eski Bakan Oktay'a, Ergenekon örgütünün yargıdaki oluşumu ve devam eden davaya yönelik etkileme girişimleri hakkında 100'den fazla soru soruldu.

DOKTORU SORGUDA HAZIR BULUNDU

Seyfi Oktay, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca sürdürülen soruşturma kapsamında, talimatla ifade vermek için dün sabah 09:30' da Ankara Adliyesi'ne geldi. Yanında, avukatının yanı sıra eşi ve yakınları bulunan Oktay'ın ifadesi, terör ve organize suçlara ilişkin soruşturmalara bakan Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hamza
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Hzr 19, 2010 10:12 pm    Mesaj konusu: Doğan ve 14 Şüpheli Serbest Alıntıyla Cevap Gönder

Hâkim ve savcıların dinleme kayıtları imha edilmiş!
Fatih Altaylı
fatihaltayli@haberturk.com
03 Eylül 2010

DÜN “Beni dinlemeyen yılan bin yaşasın” diye yazıp, dinlenen ama dinlenmeleri sonucunda bir suç unsuruna rastlanmayan vatandaşların dinleme kayıtlarının imha edilip edilmediğini sormuştum.
Öyle ya, bu kayıtların nasıl imha edileceği ve dinlenen kişiye dinlendiği hakkında nasıl bilgi verileceği yasayla belirlenmiş durumda.
Ancak şimdiye kadar, “Dinlendiniz. Suça rastlanmadı. Kayıtlarınızı imha ediyoruz” tebligatı alan kimse yok.
Durumu eleştirmiş, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in de bu konuda bir bilgisi olmadığını söylemiştim.
Bugün Adalet Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi.
“CMK’nın ‘Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi’ kenar başlıklı 137. maddesi uyarınca hâkim kararıyla dinlenen kişiler hakkında takipsizlik kararı verilmesi halinde dinleme kayıtlarının imha edilmesi gerekmektedir. Ayrıca soruşturmanın bitmesinden itibaren 15 gün içinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dinlemenin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında telefonu dinlenen kişiye yazılı olarak bilgi verilmesi zorunluluğu vardır. Ancak Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yapılan soruşturmalar sebebiyle ilgililere bilgi verilip verilmemesi için Adalet Bakanlığı’nın izni veya talebine gerek olmadığı için bu konuda Bakanlığımızda bilgi bulunmamaktadır. Telefon dinleme kayıtlarının imha edilmesine veya ilgilisine tebliğine ilişkin bilgiler Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından arşivlenmektedir.”
Bu arada bir de “İmha” bilgisi eklemişler. 2005 yılından bu yana hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilen 57 hâkim ve savcı hakkında dinleme kayıtları imha edilmiş ve kendilerine bilgi verilmiş.
Bu da çok garip.
Hâkim ve savcılar dinlenince onlara bilgi veriliyor. Vatandaşa ise böyle bir şey yapılmıyor.
Bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine pek uymuyor gibime geldi.
habertürk

Doğan ve 14 Şüpheli Serbest

19 Haziran 2010
Balyoz soruşturması kapsamında tutuklu 14 sanık, İstanbul ‘nöbetçi hakim’ Yılmaz Alp'in sürpriz kararıyla tahliye edildi.
Aralarında eski 1. Ordu Komutanı Çetin Do-ğan'ın da bulunduğu, Balyoz soruşturmasının 14 sanığı tahliye edildi.

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan 5 emekli asker Silivri Cezaevi'nden, diğer 9 muvazzaf subay ise tutuklu bulundukları Hasdal Askeri Cezaevi'nden tahliye edildi. Bu karar ile Balyoz'da ikinci kez topluca tahliye çıkmış oldu. Nöbetçi 9. Ağır Ceza Mahkemesi üye hakimi Yılmaz Alp, tahliye taleplerini değerlendirip 14 zanlının serbest bırakılmasına karar verdi. Önceki toplu tahliye kararı ise hakim Oktay Kuban tarafından verilmiş, 19 kişi serbest bırakılmıştı. Çetin Doğan, cezaevi çıkışında basın mensuplarının sorularını cevapladı. Konuşmasında "Bu Balyoz birilerinin başına düşecek." diyen Doğan, Balyoz soruşturmasının bir tertipten ibaret olduğunu iddia etti
aktifhaber

İsrail ordusu soruşturma(!)yı tamamladı



TEL AVİV- İsrail ordusu soruşturmasını tamamladı: Askerler uygun davrandı, istihbarat eksikliği vardı.

İsrail ordusu, 31 Mayıs'ta Gazze'ye yardım götüren gemilere düzenlenen ve 9 Türk'ün hayatını kaybettiği saldırıya ilişkin iç soruşturmasını tamamladı. İsrail radyosunda yer alan habere göre, soruşturma raporunda toplu bir savunma beklemedikleri için İsrailli komandoların gösterdikleri tepkinin uygun olduğu savunuluyor. Ancak istihbarat eksikliği olduğu kabul ediliyor.

İsrail ordusu içinde gerçekleştirilen soruşturmaya göre operasyonu gerçekleştiren birliğin yeterince hazırlıklı olmadığı belirtiliyor. Ayrıca yeterli istihbarata sahip olunmadığı ve Türk bayraklı gemilere müdahalede komando birliğinin gerektiği gibi kullanılmadığı aktarılıyor.

Hazırlanan rapora göre İsrail askerlerine karşı gösterilen toplu savunma hesaba katılmadığından, askerlerin o an şartlara göre davrandığı kaydediliyor. İsrail radyosuna konuşan bir ordu yetkilisi, "Askerler tören elbiselerini giymek istedi, yolcularla konuşma yoluyla iletişim kuracaklarını bekliyorlardı ve bu bir hataydı." dedi. Aynı yetkili, askerlerin yaşanan gelişmelerin gereğince davrandıklarını savundu.

Soruşturma kapsamında sorgulanan askerlerin de "gemide bulunanların bir saldırı hazırlığı içerisinde olduklarına" dair istihbaratları olmadığı kaydediliyor. Raporda sonuç olarak ise gemilere operasyonun, ancak gemidekiler suyla ıslatılıp ve sis bombası atılarak etkisiz hale getirildikten sonra düzenlenmiş olması gerektiği vurgulanıyor. Raporda ayrıca gemiye gerçekleştirilen ve "Sky Winds 7" (Gökyüzü Kanatları) adı verilen operasyonun, standart operasyon prosedürlerine göre gerçekleştiği savunuluyor.

Radyoya konuşan bir başka askeri yetkili de "Bil'in'de olduğu gibi bir direnişle karşılaşmayı beklediklerini; ama bunun bir parkta yürümek gibi olacağına dair bir his olmadığını" söyledi. Aynı yetkili, her ihtimale karşı hazırlık yapılmadığı için de operasyonun daha fazla bir zihinsel hazırlık gerektirdiğine dair genel bir kabul olduğunu aktardı.

Operasyona katılan üst düzey bir askeri komutan ise Haaretz'a açıklamasında "Hazırlıklarda ve istihbarat toplamadaki en büyük hata, onlarca gösterici ile uğraşmak zorunda kalacak olmamızı bilmememizdi." dedi. İsrailli komutan, gemide yaşananlar için ise "Bu sonradan kötüleşen düzensizce bir davranış değildi. Bu planlı bir terörist saldırıydı." ifadelerini kullandı.

Operasyona katılan bir başka İsrailli komutan ise "Hala her sabah saat 3'te uyanıyorum ve kendime soruyorum: Lanet olsun, nasıl oldu da daha fazla şey bilemedik." diye akatrdı.

20 Haziran 2010 habertaraf

Yargıtay Yargı'yı Takmıyor
28 Haziran 2010

Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’i tahliye eden Yargıtay’ın, daha önce ‘fotokopi belge üzerinden birleştirme olmaz’ kararı verdiği ortaya çıktı.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve diğer Ergenekon sanıklarını fotokopi belgeler üzerinden salıvermesinin, daha önceki benzer kararlarıyla çeliştiği ortaya çıktı. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tutuklanan Başsavcısı İlhan Cihaner’i “görevi kötüye kullanma, evrakta sahtecilik ve imar kirliliğine neden olmak” suçlamasıyla yargılayan Yargıtay 11. Ceza Dairesi, iki hafta önce ilginç bir karara imza atmıştı. Yetki alanı “görevi kötüye kullanmak” olan daire, hâkim ve savcı olmayan diğer Ergenekon sanıklarını da dosyanın aslını beklemeden tahliye etmişti.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bu kararı hem Ceza Genel Kurulu’nun hem de Yargıtay Ceza Daireleri’nin birçok kararıyla çelişiyor. Yargıtay’da fotokopi belgeler üzerinden dosyaların görüşülmeyeceği yönünde sayısız karar var. İşte o kararlardan bazı örnekler:

Hiçbir aşamada kullanılamaz

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 14 Ekim 2008 tarihinde eski Yargıtay Üyesi ve HSYK Başkan Vekili Ergün Güryel’in oğlu avukat Cenk Güryel’in, “örgüt kurma” suçundan yargılandığı davada fotokopi üzerinden davanın görülmeyeceğini belirtip, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin sanıklar aleyhine vermiş olduğu kararı bozdu. 14.10 2008 tarihli kararda bozma gerekçesi olarak şu gösterildi: “Fotokopi belgeler açıklanan kurallar çerçevesinde usulünce onaylattırılarak güvenilirliği sağlanmadan ve iletişimin tesbitine ilişkin Ankara DGM Başsavcılığı’nın istem yazıları ile bu yazılara dayanılarak verilen iletişimin dinlenmesi kararlarının asılları ya da yöntemince onaylanmış fotokopi ya da suretleri getirtilmeden bunlara dayanılarak derlenen dinleme kayıtlarının değerlendirilmesi bu kayıtlara kanıt değeri yüklenerek sübuta ya da ademi sübuta dayanak tutulması aynı şekilde sair onaysız fotokopi belgelerin kanıt sayılıp sayılmayacağının değerlendirme konusu yapılması hukuken olanaklı değildir. Benzer nitelikte değerlendirme Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.10.2007 gün ve 217-210 ile 191- 209, 06.02.2007 gün ve 250-25, 04.07.2006 gün ve 127-180 sayılı kararlarında da yapılmış uygulama süreklilik kazanmıştır. Bu itibarla, yerel mahkeme direnme kararının esasa girilmeden ve diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.” Yargıtay Ceza Kurulu 2008 yılında verdiği bu kararla fotokopi belgelerin yargılamanın hiçbir aşamasında kullanılmayacağına karar verdi.

Onaylı örnek olmadan...

Benzer bir karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 12 Temmuz 2006 ve 7 Temmuz 2005 tarihinde verildi. Ölümle sonuçlanan bir trafik kazasında sürücünün ehliyetinin onaylı örneği alınmadan fotokopi üzerinden beş yıl ceza verilmesini bozdu. Kararın bozma gerekçesi aynen şöyleydi: “Sanığın suç tarihi itibarıyla geçerli sürücü belgesi olup olmadığı araştırılıp, onaylı örneği celp edilmeden fotokopi belgeye dayanılarak geri alınmasına karar verilmesi, kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden bozulmasına 12 Temmuz 2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Aynı Daire 7 Temmuz 2005 tarihinde de benzer bir olayla ilgili aynı kararı vermişti.

Hükme esas alınamaz

Yargıtay 7. Ceza Dairesi de 9 Mart 2004 tarihinde fotokopi üzerinden karar verilemeyeceği yönünde bir karar almış. Yem fabrikasında görevli bir kişinin yasada belirtilen normlara aykırı yem ürettiği gerekçesiyle hakkında açılan davayı analiz raporunun fotokopi olması gerekçesiyle bozdu. Kararda bozma gerekçesi olarak şu bilgilere yer verildi: “Analiz raporu ve bunun tebliğine dair tutanağın onaysız fotokopi olduğu gözetilmeden hükme esas alınması, temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün isteme uygun olarak (bozulmasına), 9.3.2004 günü oybirliğiyle karar verildi

Kaynak: Mehmet Baransu / Taraf

"16 Zanlınyı Seyfi Oktay Salıverdi"

Başbağlar katliamından sonra 16 zanlının yakalandığını ancak dönemin Adalet Bakanı, Ergenekon şüphelisi Seyfi Oktay'ın talimatı ile salıverildiği iddia ediliyor...
01 Temmuz 2010
Erzincan Başbağlar Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği Başkanı Mehmet Aydın, Başbağlar katliamından sonra 16 zanlının yakalandığını ancak dönemin Adalet Bakanı, Ergenekon şüphelisi Seyfi Oktay'ın talimatı ile serbest bırakıldıklarını ileri sürdü.

Erzincan Başbağlar Köyü'nde yaşanan katliamda hayatını kaybeden 33 kişi, 17. yıldönümünde düzenlenecek çeşitli etkinliklerle anılacak. Başbağlar Köyü Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği'nin düzenleyeceği ilk anma toplantısı 3 Temmuz'da Fatih Camii'nin duvarlarına katliamdan görüntülerin yer aldığı bir fotoğraf sergisi ve basın açıklaması ile başlayacak. 5 Temmuz'da ise katliamın yaşandığı Başbağlar Köyü'nde anma töreni düzenlenecek.

17 YILDIR ADALET BEKLİYORUZ

Erzincan Başbağlar Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği Başkanı Mehmet Aydın, 17 senedir katillerin yakalanarak adalete teslim edilmesini beklediklerini söyledi. Katillerin bulunmadan Başbağlar katliamının aydınlatılamayacağını belirten Aydın, 'Biz köy yaşanan feci katlimada 33 şehit verdik, Köyümüzü hayvanlarımızla birlikte yakarak taş üzerinde taş bırakmadılar' dedi.

Aydın, olaydan sonra yakalanan 16 zanlının delil yetersizliği gerekçesi ile dönemin Adalet Bakanı, Ergenekon şüphelisi Seyfi Oktay ve SHP Milletvekili Mustafa Kul'un devreye girmesiyle serbest bırakıldığını ileri sürdü. Aydın şunları söyledi: 'Sivas'ta Madımak Oteli'nin yakılmasından sonra Alevi-Sünni çatışması çıkarmayı amaçlayan olayla ilgili 16 zanlı yakalandı. Ancak dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın müdahalesi sonucu zanlılar serbest sırakıldı. Aradan 17 yıl geçmesbine rağmen bugün yine katilleri arıyorlar. O gün hayatını kaybedenlerin çocukları bugün bizlere 'Benim babamın kattilleri nerede?" diye soruyorlar."

Kaynak: Yeni Şafak

HSYK'da Kardeş Kurtarma Operasyonu
06 Temmuz 2010

HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in, adı sahte ilaç ve reçete yolsuzluğuna karışan kurul üyesi Musa Tekin'in kardeşini polis ve adliyeden kurtardığı ortaya çıktı.
İhbar dilekçesiyle harekete geçen Adalet Bakanlığı müfettişlerinin tespitlerine göre, eczanesinde 2 milyon TL'lik sahte kupür ele geçirilen kardeş Bülent Tekin, gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra elini kolunu sallayarak Emniyet'ten çıktı. Aynı operasyonda tutuklanan matbaa sahibi ve iki çalışanı ise ceza aldı.

Adalet Bakanlığı'na ulaşan bir şikâyet dilekçesi, gözleri Ergenekon soruşturmasının hakim ve savcılarına müdahale girişimleriyle gündeme gelen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) çevirdi. Dilekçede HSYK Asil Üyesi Musa Tekin'in adı sahte ilaç ve reçete yolsuzluğuna karışan kardeşi Bülent Tekin'i, yargılanmaktan HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in kurtardığı iddiası yeraldı. Dilekçe üze-rine harekete geçen Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, Özbek'in, Ankara Emniyeti ve soruşturmayı yürüten savcıyı arayarak Tekin'i serbest bıraktırdığını tespit ettiği ileri sürüldü.

MATBAA SAHİPLERİ ELE VERDİ

Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri bir ihbarı değerlendirerek 2006 yılında Keçiören Kazım Karabekir Caddesi'nde bulunan bir matbaaya baskın düzenledi. Matbaada çok sayıda ilaç kutusu ve sahte kupür ele geçiren mali polis, soruşturmayı derinleştirdi. Emniyet güçleri, gözaltına alınan matbaa sahibi ve iki çalışanın verdiği bilgiler doğrultusunda Keçiören'de bir eczaneye daha baskın düzenlendi.

Baskında piyasa değeri 2 milyon TL tutarında sahte ilaç kutuları ve kupür ele geçirildi. Bunun üzerine eczane sahibi Bülent Tekin gözaltına alındı.

ÖZBEK'TEN EMNİYET'E TELEFON

İddialara göre, sorgulanmak üzere Mali Büro Amirliği'ne getirilen Bülent Tekin'in kim olduğu kısa süre sonra HSYK Başkanı Kadir Özbek'in İl Emniyet Müdürlüğü'ne telefon açması üzerine öğrenildi. Gözaltına alınan Bülent Tekin'in HSYK üyesi Musa Tekin'in kardeşi olduğunu söyleyen Özbek, konu hakkında bilgi aldıktan sonra soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı'nın ismini aldı.

3 KİŞİ CEZA ALDI TEKİN KURTULDU

Cumhuriyet Savcısı ise, Bülent Tekin'in ifadesini kendisinin alacağını söyleyerek emniyetten serbest bırakılmasını istedi. Bu gelişme üzerine serbest bırakılan Tekin elini kolunu sallaya sallaya emniyetten ayrıldı. Matbaa sahibi ve 2 çalışan ise 2 gün gözaltında kaldıktan sonra, elleri kelepçeli adliyeye sevk edildi. Nöbetçi mahkemenin kararıyla tutuklanan matbaa sahibi ve 2 çalışanı, yaklaşık iki ay cezaevinde kaldı. Şüpheliler mahkemece, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yargılama sonunda bu 3 kişi çeşitli cezalara çarptırıldı. Bülent Tekin ise bu olaydan hiç bir ceza almayarak kurtuldu.

Savcıya sicil numarasını sordu

HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner Ergenekon kapsamında gözaltına alınırken de devreye girdiği ortaya çıkmıştı. Özbek'in, gözaltı işlemi sırasında, odada bulunan savcıları arayıp sicil numalarını sorduğu tespit edilmişti. Gözaltı sırasında Cihaner'le konuştuğu kamera kayıtlarına giren Özbek kendisini "Durum hakkında bilgi aldım" diye savunmuştu. Ancak, Cihaner'le bir gün önce telefonla konuşan Özbek'in, operasyondan haberi olduğu belirlenmişti. Cihaner gözaltına alındıktan sonra, soruşturmayı yürüten savcılar HSYK tarafından değiştirilmişti.

Yenişafak

72'lik nine, kaçak elektrikten hapis yatacak

18:45 - Bitlis'in Tatvan ilçesinde yaşayan 72 yaşındaki Fidan Uğur'a, "kaçak elektrik kullanarak evinin önünü aydınlattığı" iddiasıyla açılan davada, 23 ay hapis cezası verildi. Van Gölü Elektrik Dağıtım A.Ş (VEDAŞ) yetkilileri, 10 Ekim 2009 günü, Fidan Uğur'un Tatvan Yeşilmezra mahallesinde bulunan evindeki incelemelerde, dağıtımın sağlandığı direkten sokak aydınlatması için kaçak hat tespit etti. 06.07.2010 TATVAN netgazete

Yargı Batıkçıyı Böyle Kurtarmış!

11 Eylül 2010
Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında açılan davaların acilen sonuçlanmasını isteyen yüksek yargı üyeleri, batık banka patronlarının davalarının zamanaşımından düşmesine seyirci kaldı.
Hortumcular böyle kurtarılmış!


Yüksek yargı üyeleri, Ergenekon soruşturmasını yürüten hakim ve savcılarına şahin, batık banka patronlarını kurtaran hakim ve savcılara ise kuzular. Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında açılan davaların acilen sonuçlanmasını isteyen yüksek yargı üyeleri, batık banka patronlarının davalarının zamanaşımından düşmesine seyirci kaldı.

Erol Aksoy, Cavit Çağlar, Murat Demirel, Zafer Mutlu, Cem Uzan, Engin Civan gibi batıkçıların davaları zamanaşımından düşürüldü

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, “Yargı kimsenin arka bahçesi olmayacaktır” diyen Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'e, zamanaşımından davası düşen sanıkları hatırlatması, gözleri 7.5 senede sonuçlanmayan davaları akla getirdi.

Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında açılan davaların acilen sonuçlanmasını isteyen yüksek yargı üyeleri, batık banka patronlarının davalarının zamanaşımından düşmesine seyirci kalıyor.

ÇETE DAVALARININ HEMEN SONUÇLANMASINI İSTİYORLAR!

3 sene önce başlayan Ergenekon soruşturmasında haftanın 4 günü yapılan duruşmaları görmezden gelen yargı üyeleri; devleti trilyonlarca lira zarara uğratan banka patronlarının davalarını 7.5 sene içinde çözemeyen hakim ve savcıları hiç eleştirmedi!

Batık banka patronlarına açılan davalarda, delillere ulaşılamadı, bilirkişiler raporları aylarca süren zamanda hazırlandı, yargılanması süren batık bankacının dava dosyası ancak dava zamanaşımına uğradıktan sonra bulunabildi (!). Batık banka davalarına bakan ve zamanaşımına uğratmayan İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mustafa Akın, HSYK tarafından görevinden alındı.
7.5 sene yargılanan ancak zamanaşımından kurtulan batık banka patronları şunlar:

BATIK BANKACI EROL AKSOY KURTARILDI
Devlete 1.9 milyar dolarlık borç takan batık banka patronlarından Erol Aksoy, zamanaşımıyla davası düşen kişilerden... İktisat Bankası'nın Çukurova Grubu'na satılması sırasında kredi müşterisi bazı firmaların “işlemleri kayıtdışı bırakarak ve gerçek mahiyetlerine uygun düşmeyen muhasebeleştirme” suçunu işledikleri iddiasıyla bankanın eski sahibi Erol Aksoy ve 5 banka yetkilisinin yargılandığı dava zamanaşımıyla ortadan kaldırıldı.

Erol Aksoy'un avukatlarının davayı sürüncemede bırakmak için yaptıkları reddi hakim talebi daha önce reddedilmiş ve sanıklar mahkûm olmuşlardı. Reddi hakim dilekçesinin reddinin yanlış olduğu yönündeki Yargıtay 7. Ceza Dairesi kararı ile Aksoy ve arkadaşları kurtulmuş oldu. Dosyanın zamanaşımına uğrayacağını göre göre verilen bozma kararı sayesinde Erol Aksoy 2.5 yıllık hapis cezasını yatmadı. Cumhuriyet Savcısı Selamettin Celep, sanıkların eylem tarihinin 31 Aralık 1999 olduğunu ifade ederek, davanın zamanaşımına uğradığını belirtti. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi de 17 Ekim 2007 tarihinde zamanaşımı iddiasını kanuna uygun kabul ederek, sanıklar hakkındaki davayı ortadan kaldırdı. Erol Aksoy, devlete borcu olmasına rağmen Bodrum'da tatilini yapıyor, sefa sürüyor.

CAVİT ÇAĞLAR VE OĞLU DA KURTARILDI

Cavit Çağlar ve oğlu Mustafa Çağlar, zamanaşımından kurtulan bankacılardan... Yargıtay 7. Ceza Dairesi, Etibank Davası'nda işadamı Cavit Çağlar hakkındaki 3 yıl 1 ay 15 günlük, oğlu Mustafa Çağlar hakkındaki 1 yıl 6 ay 22 günlük hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin hükmü bozarak, suç tarihlerinin 7 Ocak 1999 ve 3 Mart 1999 olduğuna dikkati çekerek, sanıkların lehine olan eski Türk Ceza Kanunu uyarınca zamanaşımı süresinin dolduğuna hükmetti ve Cavit Çağlar ile Mustafa Çağlar hakkındaki davaların ortadan kaldırılmasına karar verdi.

MURAT DEMİREL'İN DOSYASI ZAMANAŞIMINDAN SONRA BULUNDU
Egebank'ın eski sahibi Murat Demirel'in “bankacılık kanununa muhalefet” ettiği için 1 yıl hapis ve 1 milyon 520 bin lira para cezasına çarptırıldığı dava dosyası ancak dava zamanaşımına uğradıktan sonra bulunabildi.

ZAFER MUTLU DA KURTULDU
Etibank'ın eski yöneticilerinden Zafer Mutlu'nun da aralarında bulunduğu bankanın 7 eski yöneticisi hakkında “Bankalar Kanunu'na muhalefet” suçundan açılan dava, zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırıldı. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, hakim suç tarihleri olan 1999 ile 2001 yıllarından bu yana 7.5 yıldan fazla süre geçtiğini belirterek, zamanaşımı sebebiyle davanın ortadan kaldırılmasına karar verdi. Sanıklar bankayı hortumlamakla suçlanıyordu.

CEM UZAN DA ZAMANAŞIMINDAN YARARLANDI

Yurtdışında firarda olan Genç Parti (GP) Genel Başkanı Cem Uzan hakkında, Çukurova Elektrik A.Ş.'yi, 29 milyon dolar zarara uğrattığı gerekçesiyle 7.5 yıla kadar hapis cezası talebiyle açılan dava süresinde bitirilemeyince, ‘zamanaşımı' sebebiyle ortadan kaldırıldı. Uzan ile birlikte 5 şirket yöneticisi de ceza almaktan kurtuldu.

ENGİN CİVAN'IN DAVASI DA DÜŞTÜ
Emlak Bankası'nın eski Genel Müdürü Engin Civan'ın, Sultan Havayolları'na verilen bir krediye ilişkin firmanın mevduat hesabındaki blokeyi çözerek bankanın zarara uğramasına sebep olduğu iddiasıyla yargılandığı dava, zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırıldı. Civan hakkındaki iddianame, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 26 Ekim 1992 tarihinde hazırlanmıştı.

“KİM ZAMANAŞIMINDAN KURTARILMAYA VESİLE OLUYOR?”

Başbakan Erdoğan, “Yargı kimsenin arka bahçesi olmayacaktır” diyen Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'e cevap vermişti. Erdoğan, “Yargıtay Başkanı'nın konuşmasını bir tehdit gibi mi algıladınız?” sorusu üzerine şunları söyledi: “Tabii. Geleceğe yönelik böyle bir şey söylüyor. Şimdi zamanaşımından kurtulanlar var. Niye zamanaşımından kurtuluyorlar? Kim zamanaşımından kurtulmaya vesile oluyor? Niye zamanında bunları incelemiyorsunuz, niye süratle bunları bitirmiyorsunuz? Niye ağırlaştırıyorsunuz? Ağırlaştırma işini bitir.”

BATIKÇILARI MAHKÛM EDEN HAKİMİN GÖREV YERİ DEĞİŞTİRİLDİ!
7.5 sene sürede karar veren hakim ve savcıları görevden almayan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) banka davalarını büyük bir hızla karara bağlayan ve bankacılara ağır cezalar veren İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mustafa Akın'ın görev yerini değiştirmişti. Dinç Bilgin, Hayyam Garipoğlu, Ali Avni Balkaner, Mahmut Ceylan gibi birçok bankacıya ağır hapis ve para cezaları veren Akın, 2007 yılı başında görevinden alındı.

Akın görevde kaldığı 3 yıl içinde Etibank, Sümerbank, İmar Bankası, Adabank gibi birçok batık bankaya ilişkin davaları karara bağladı. Mustafa Akın, Kentbank ve İktisat Bankası davalarına bakıyordu. Mustafa Akın, görevden alındığı için Kentbank ve İktisat Bankası davalarını sonuçlandıramadı. Mustafa Süzer'in baş sanık olarak yargılandığı Kentbank davası hala devam ediyor.

VAKİT

Cihaner'in Gizli Buluşması
24 Eylül 2010
Ergenekon davasından yargılanan ve bir katakulli ile serbest bırakılan İlhan Cihaner'in davasının temyizine bakacak Yargıtay üyesi ile yapmış olduğu gizli toplantı...
Cihaner’in tahliye olduktan bir ay sonra, davasının temyizine bakacak olan Yargıtay 8. Daire üyeleriyle Yargıtay binasında bir toplantı yaptığı ortaya çıktı. Toplantının içeriği merak konusu oldu

• Erzincan Ergenekon sanığı Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Yargıtay 11.Ceza Dairesi tarafından tahliye edildikten bir ay sonra, Yargıtay üyeleriyle üstelik de Yargıtay binasında bir toplantı yaptığı ortaya çıktı. Cihaner’le toplantı yapan Yargıtay üyelerinin tamamının Cihaner’in davasının gitmesi muhtemel Yargıtay Ceza Genel Kurulu üyesi olmaları dikkat çekti.

İlhan Cihaner’in, günlerce internette ve medyada tahliye planı deşifre edilmesine rağmen tahliye edildikten yaklaşık bir ay sonra YARSAV Yönetiminde yer alan 14. Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Leyla Köksal ile birlikte Yargıtay 8. Ceza Dairesi’ni ziyaret etti.

İHSAS-I REYDE BULUNDULAR

15 Temmuz günü saat 16.00 sularında gerçekleşen ziyaret sırasında Yargıtay 8.Ceza Dairesi müzakere salonunda bu dairenin üyeleriyle bir toplantı yapıldığı ileri sürüldü. Bu toplantıya, 8. Daire üyeleri Hamdi Yaver Aktan, Haydar Metiner, Nuray Duranoğlu, Ali Cengiz Özbek ve Necla Üçkardeşler’in katıldığı öne sürüldü. Toplantıda nelerin konuşulduğu ise merak ediliyor. Cihaner’in aynı gün, Yargıtay 1. Ceza Dairesi üyesi Salih Zeki İskender ile de bir araya geldiği ifade edildi. Toplantıya katılan Yargıtay 8.Ceza Dairesi üyeleri aynı zamanda dava sürecindeki nihai kararı verecek olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun da üyesi konumunda. Bu üyelerin sanık İlhan Cihaner’le toplantı yaparak, ihsası reyde bulundukları konuşuluyor.

Hep başrolde

İlhan Cihaner’in yargılaması sırasında, internet sitesine düşen ses kayıtlarında Hamdi Yaver Aktan başrolde olmuştu. Aktan, İlhan Cihaner dosyasının fotokopi belgeler üzerinden Yargıtay 11. Ceza Dairesi’ndeki dava ile birleştirilmesi için 11. Ceza Başkanı Ersan Ülker’le görüştüğünü ve Cihaner davasını Ankara’ya alıp üzerini örtmesi karşılığında Yargıtay Başkanlığı teklif ettiğini söylemişti.

Kaynak: Star

Cihaner Planı Tıkır Tıkır İşliyor
29 Eylül 2010
Anayasa'yı açıkça ihlal eden Ceza Genel Kurulu, İlhan Cihaner'in ağır ceza mahkemesinde yargılandığı 'terör' davasının Yargıtay'a alınmasına onay verdi.

Dosyaların aslını görmeden Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'i tahliye eden Yargıtay, hukuk tarihine geçen bir skandala daha imza attı. Dün toplanan Ceza Genel Kurulu, Cihaner'in Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Ergenekon terör örgütü üyesi olmakla yargılandığı davayı Anayasa ve yasalara aykırı bir şekilde Yargıtay'a aldı. Ceza Genel Kurulu, Cihaner'in terör davası ile 'görevi kötüye kullanmak ve evrakta sahtecilik' iddialarıyla Yargıtay'da yargılandığı davayı fotokopi üzerinden birleştiren 11. Ceza Dairesi'nin kararını hukuka uygun buldu. 6 yüksek yargıcın karşı oyuna rağmen 18 oyla alınan bu kararla, sahtecilik suçlarına bakan 11. Ceza Dairesi, Anayasa'nın 138 ve 154. maddeleri ile CMK'nın 250., Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 93. maddelerine aykırı şekilde bir terör örgütü davasında yargılama yapacak. Bu, Yargıtay'ın görev bölümü içinde kendi iç hukukunu da çiğnediği anlamına geliyor. 11. Ceza Dairesi'nin muvafakat almadan verdiği birleştirme kararını da onadığı için mahkemelerin bundan sonra hukuksuz şekilde birleştirme yapmasının da önü açıldı. Alınan kararı 'skandal' olarak değerlendiren hukukçular ise internete düşen ses kaydındaki planın bire bir uygulandığına dikkat çekiyor. Cihaner'in birleştirme kararından önce Ceza Genel Kurulu Başkanı İhsan Akçin'i ziyaret ettiği iddialarının doğrulandığını belirten hukuk çevreleri, söz konusu ses kaydında ismi geçen yüksek yargıçların görevden alınmasını istedi.

"Dosya birleştirdikten sonra önce tüm sanıklar tahliye edilecek. Sonra biraz uzatıp dosya kapatılacak. Burada süreci biraz uzatmamız gerekiyor. (Erzurum göndermiyorum) derse ne yapacaksınız? Fotokopi bile gönderse birleştirme kararı ver. Fotokopi bile olsa ben olsam birleştiririm, basarım tahliyeyi."

Yargıtay 8. Dairesi Üyesi Hamdi Yaver Aktan'a ait olduğu ileri sürülen ve yalanlanmayan bu ses kaydı, 18 Mayıs 2010'da internet sitelerine düştü. Aktan ve bir başka Yargıtay üyesi Fatih Arkan arasında geçtiği iddia edilen görüşme, 'terör örgütüne üyelikle' suçlanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve arkadaşlarının nasıl kurtarılacağını da gözler önüne seriyordu. Plan aynen uygulandı. Başkanlığını Ersan Ülker'in yaptığı Yargıtay 11. Ceza Dairesi beklenen tahliye kararını 18 Haziran 2010'da verdi. Daire, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'Ergenekon terör örgütüne üye olmak' suçlamasıyla aralarında İlhan Cihaner ve Saldıray Berk'in de bulunduğu sanıkların yargılandığı dava dosyası ile Yargıtay 11. Ceza Dairesi'ndeki dava dosyası arasında 'şahsi ve fiili irtibat' bulunduğu gerekçesiyle, her iki dava dosyasının Yargıtay 11. Ceza Dairesi'ndeki dava dosyasında birleştirilmesine oybirliğiyle hükmetti. Ergenekon ana davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' davası ve Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki 'Ergenekon terör örgütüne üye olma' suçu kapsamında görülen davanın birleştirilerek İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmesi yönünde karar almıştı.

6 üye karşı oy kullandı

Mahkemenin kararının ardından Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 'aradaki olumlu görev uyuşmazlığının çözümü için' dosyaların Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na iletilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine karar verdi. Bu arada, önceki gün internete yüksek yargı üyelerine ait olduğu ileri sürülen ses kayıtları düştü. Kayıtlarda yine İlhan Cihaner'i Yargıtay'da kurtarma planının ayrıntıları vardı. Ve nihayet Yargıtay Ceza Genel Kurulu dünkü toplantısında, Erzurum mahkemesindeki 'terör örgütüne üye olma' suçu kapsamında görülen davanın Cihaner'in Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nde görülen davayla birleştirilerek Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nde görülmesine karar verdi. Edinilen bilgilere göre, görüşmelerde öncelikle Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin CD üzerinden verdiği birleştirme kararının geçerli olup olmadığı konuşuldu. 18 Yargıtay üyesi CD üzerinden birleştirmenin geçerli olduğu, 6 üye ise geçersiz olduğu yönünde oy kullandı. Azınlıkta kalan 6 üye, CMK 250. maddeye göre Cihaner'in işlediği terör örgütü üyeliği suçlarının görev suçu olmadığını, 'kişisel suç' kapsamında olduğunu, bu suçlarda yargılama yerinin Yargıtay değil özel yetkili mahkemeler olduğunu savundu. Bu üyeler, Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin dosyanın aslını görmeden CD üzerinden verdiği birleştirme kararının hukuka aykırı olduğunu, buna onay verilmesi durumunda yargıda tehlikeli bir yolun açılacağını belirtti. Söz konusu üyeler, ilk derece mahkemelerinde Yargıtay'ın üst mahkeme olduğuna dair mevzuatta bir hüküm bulunmadığına dikkat çekti.

Kanun maddeleri tek tek çiğneniyor

Yargıtay'ın kararı Anayasa, Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Yargıtay Kanunu'na uygun değil. Cihaner'i görev suçuyla yargılayan Yargıtay, ilk derece mahkemeleriyle eşit konumda. Kurul, "Yargıtay, kanunla gösterilen belli davalara bakar." diyen Anayasa'nın 154. maddesi ile "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." hükmünü içeren 138. maddesine aykırı bir karar almış oldu.

CMK'nın 250. maddesine göre terör suçu işleyenler özel yetkili mahkemelerde yargılanıyor. Başsavcı Cihaner'in, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 93.maddesine göre de özel yetkili mahkemede yargılanması gerekiyor. Ceza Genel Kurulu, Yargıtay 11. Ceza Dairesi'ni davaya bakmakla görevlendirerek Yargıtay Kanunu'na da aykırı davrandı. Kanun, Yargıtay'ı kişisel suç kapsamındaki terör suçlarına bakmakla görevlendirmiyor. Yargıtay, sadece birinci sınıf hâkim ve savcılar ile yüksek yargı üyelerini görevlerinden dolayı yargılayabilir.

Kurtarma planı adım adım uygulandı

Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin skandal 'birleştirme' kararının ardından İlhan Cihaner'in de aralarında bulunduğu 10 sanık tahliye edilmişti. Cihaner'i kurtarma planı mayıs ayında internete düşen ses kayıtlarında ayrıntılı olarak deşifre edilmişti. Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin verdiği karar, Yargıtay Üyesi Hamdi Yaver Aktan'a ait olduğu ileri sürülen ses kaydını da tam olarak doğruladı. İşte yaşanan süreç:

14 Mayıs 2010: İnternete düşen ses kayıtlarında Yargıtay Üyesi Hamdi Yaver Aktan olduğu iddia edilen kişi ile kimliği belirsiz bir şahıs, Erzincan davası sanıklarından 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ve İlhan Cihaner'in yargıdan nasıl kaçırılacağı hakkında konuşuyor. Kayıtta, Erzurum'da görülen 'terör örgütü üyeliği' davasının Yargıtay'daki evrakta sahtecilik davası ile birleştirilmesi planlanıyor.

18 Mayıs 2010: İnternete düşen ikinci ses kaydının Hamdi Yaver Aktan ile bir diğer Yargıtay Üyesi Fatih Arkan arasında geçtiği ileri sürülüyor. İşte o ses kaydından planın ayrıntıları: "Ersan Ülker'e dedim bunu yaparsan Yargıtay başkanısın. Erzurum dosyayı göndermeyiverirse ne yapacağız? Fotokopi bile gönderse birleştirme kararı verip esası kapatıp dosyayı gönder kardeşim. Fotokopiyi bile gönderse burası cesaretli ise ben olsam birleştiririm, basarım tahliyeyi."

11 Haziran 2010: Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'Ergenekon terör örgütüne üye olmak' iddiasıyla yargılandığı dava dosyasının aslı yerine CD üzerinden incelenmesine ve davaların birleştirilmesinin değerlendirilmesine karar verdi.

18 Haziran 2010: Yargıtay 11. Ceza Dairesi, İlhan Cihaner'in 'Ergenekon terör örgütüne üye olmak' suçlamasıyla yargılandığı dava ile 'görevi kötüye kullanma, evrakta sahtecilik' iddialarıyla Yargıtay'da yargılandığı davanın birleştirilmesine karar verdi. Sanıkların tamamı tahliye edildi.

27 Eylül 2010: İnternete düşen yeni ses kayıtları yüksek yargıda görevli hakimlerin İlhan Cihaner'i aklamak için yoğun bir mesai harcadıklarını ortaya koydu. Plana göre, Cihaner Yargıtay'da aklanacaktı.

28 Eylül 2010: Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'Ergenekon terör örgütüne üye olma' suçu kapsamında görülen davanın Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nde görülmesine karar verdi.

Karar, tam bir hukuk skandalı

Eski Cumhuriyet Savcısı Gültekin Avcı: Yargılama süreci baştan beri şaibeli. Kamuoyuna yansıyan ve yalanlanmayan ses kayıtlarını dikkate aldığımızda bırakın şaibeyi, yer değiştirme cezasını gerektirecek, meslekten ihracın bir altındaki cezayı gerektirecek ciddi bir ceza alması gereken kişiler söz konusu. İlhan Cihaner'i kurtarma operasyonu artık iddialardan öte bir gerçeklik taşıyor. Son olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun kararı tam bir skandaldır. Zira gerekçeye baktığımızda CMK'nın 10. ve 16. maddesi yani birleştirmeyle ilgili hükümleri zikredilmiş. Birleştirmenin nasıl yapılacağıyla ilgili genel umdeleri gösterir. Yargıtay'ın hangi dairesinin görevli olacağıyla ilgili hüküm arz etmez.

Diğer sanıklar nasıl yargılanacak?

Eski Sivas Baro Başkanı Mustafa Coşkun: İlhan Cihaner, 'terör örgütü üyeliği' ve 'görevi kötüye kullanma' ile 'imar kirliliğine neden olma' gibi iddialarla suçlanıyor. Özellikle terör örgütü suçlamasıyla ilgili davanın, diğer terör örgütü davalarıyla birlikte ve aynı mahkemede görülmesi lazım. Sadece 'görevi kötüye kullanma' suçlaması, Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin görev alanına girmektedir. Gelinen noktada Cihaner'in 'terör örgütü üyeliği' suçlamasıyla hakkında açılan davadan sağlıklı bir netice çıkması mümkün gözükmüyor. Dava sonunda da adil bir sonuç beklemek imkânsız hale gelmiştir.

Mahkemelerin yetkisi gasp edildi

EMEKLİ SAVCI SACİT KAYASU: Hakim ve savcıların yargılama usullerini belirleyen 2802 sayısı kanunla belirlenmiş durumda. Bu kanunda 1. sınıfa ayrılmış hakimlerin nasıl yargılanacağı açık bir şekilde belirtiliyor. Sadece şahsi suçlardan yargılandığında Yargıtay yetkili olur. Diğer durumlarda ağır ceza mahkemeleri yetkilidir. Yargıtay resmen yerel mahkemelerin elindeki yetkiyi gasp etti. Daha vahim bir durum ise bundan önce ortaya çıkan ses kayıtlarındaki planın aynen uygulanmış olması. Bu süreç normal bir hukuki sürece benzemiyor. Ses kayıtları ortaya çıkıyor ve kasetlerdeki planın aynısı uygulanıyor.

Yargıçlar görevden alınmalıydı

Hukukçular Derneği Başkanı Cahit Özkan: İnternete düşen ses kayıtları, Cihaner'in skandal tahliye kararının nasıl verildiği, davaya nasıl hukuksuzca müdahale edildiğini ortaya koymaktadır. Söz konusu yargıçların öncelikle haklarında yapılacak yargılamanın sonuna kadar görevden el çektirilmeleri gerekmektedir. İddia edilen ses kayıtlarına konu eylemleri hakkında soruşturma başlatılmalı ve yargılama yapılmalıdır. Mahkum olmaları halinde ihraçlarına karar verilmelidir. Adı geçen yüksek yargı mensuplarının ortaya çıkan ses kayıtları, anayasa ve yasalara, hukuka ve Yargıtay'ın kendi kararlarına açıkça aykırı. Hukuksuz kararların nasıl organize edildiği ses kayıtlarıyla deşifre olmuştur.

Ceza Genel Kurulu yetkisizdir

Emekli Yargıtay Savcısı Ahmet Gündel: Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun böyle bir uyuşmazlığa bakmaya kanunen bir yetkisi yoktur. Bu, birleştirmeden kaynaklanan bir uyuşmazlıktır. Birleştirme kararları görevle ya da yetki ile ilgili bir karar değildir. Fakat birleştirmeyle ilgili olumlu ya da olumsuz uyuşmazlıkta kanun herhangi itiraz yollarını göstermemiştir. Bu da mahkemenin verdiği bir karara itiraz edilebilmesi için bunun kanunda açık bir şekilde gösterilmesini gerektirir. Kanunda da bu konu ile ilgili açık itiraza yer verilmemiştir. Bu nedenle bu uyuşmazlığın Ceza Genel Kurulu'na götürülmesi yasalarımıza uygun değildir.

Hukuk yine yok sayıldı

Emekli Askeri Yargıç Faik Tarımcıoğlu: Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun aldığı bu karar benim hukuk anlayışıma uymuyor. Cihaner'i yargılamada normal mahkemeler yetkilidir. Çünkü suçlamalar ve isnatlar birbirinden çok farklı. Yargıtay görev suçundan dolayı görülen davalara bakabilir. Hukuk bazen yok sayılıyor. Mesela 367 kararı. Ama Anayasa Mahkemesi'ne gitseniz neden böyle bir karar verdiniz deseniz, bir dolu gerekçe sunar. Ama bu gerekçelerin hiçbiri kabul edilemez. Cihaner davasında da böyle. Yargılamanın Yargıtay'da yapılmasını gerektiren gerekçeler de kabul edilemez durumdadır. aktifhaber

Ceylansız bir yıl geçti, hâlâ failler ortada yok
14:50 - Anma için Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı Demirlibağ köyüne giden AK Parti Ankara Milletvekili Zeynep Dağı, Saadet Partisi GİK Üyesi Yazar Emine Uçak Erdoğan, Dünya Demokrasi Hareketi Genel Başkanı Bayram Zilan, Genel Sekreter Tahsin Topçu ve beraberindeki heyet, aileyle görüştükten sonra Ceylan Önkol'un mezarının başına giderek dualar etti. 29.09.2010 DİYARBAKIR netgazete

Bu Zulme Dur Demenin Vakti Gelmedi mi?
03 Ekim 2010,
Anadolu Haber

Bitlisin Tatvan ilçesinde Okula başörtülü gitmek isteyen ilköğretim öğrencilerini okula almayan okul müdürü,başörtülü çocukları okula almamam yönünde, emniyet birimlerince tehdit edildim dedi

Bitlis'in Tatvan ilçesinde Okula başörtülü gitmek isteyen ilköğretim öğrencilerini okula almayan okul müdürü, “başörtülü çocukları okula almamam yönünde, emniyet birimlerince tehdit edildim” dedi. Kızını başörtülü olarak okula almayan idarecilerle yaşadıklarını anlatan veli Medeni Akgün, olayı basına taşıdıktan sonra okul müdürünün kendisine “çocuklarını getir okula alacam” dediğini, birkaç gün okula başörtülü gittikten sonra çocukları tekrar okula almaktan vaz geçtiklerini söyledi. Tüm ısrarlarına rağmen çocuklarını okula almadıklarını ifade eden Akgün “Müdür Bey ve orada bulunan mahalle muhtarı İstihbarattan kendilerine tehdit geldiğini söylüyor. Hatta mahalle muhtarını aramışlar ve ' Muhtar! Senin, mahallende neler olduğundan haberin yok mu? Diyerek gözdağı verdiklerini bizzat bana söylediler” dedi.

Çocukları Alırım Ama…

Gülcan ve Zerda Akgün kardeşlerin velisi Medeni Akgün Okul müdürüne kurallar çerçevesinde davranması gerektiğini, bu durumda suç işlediğini söylediğini belirterek, “Müdür Bey'e, 'yarın (29.09.2010) noter ve polis eşliğinde kızımı okula getireceğim. Siz o durumda da almayın ki ben bunu resmileştireyim ve mahkemede sunabilecek bir delilim olsun. Siz de mahkemede çocukları okula almayışınızın sebebini söylersiniz' dediğim de müdür bey bana 'yarın böyle bir durumla beni karşı karşıya bırakırsanız çocuğu alırım ancak bir sonraki gün yine kapının önüne koyarım' dediğini belirtti.

Kızımdan Dolayı da Bana 975 TL Para Cezası Geldi

Daha önce de bu sıkıntıyı büyük kızı Gülcan için yaşadıklarını söyleyen baba Medeni Akgün, “Evlatlarının hem eğitimden mahrum edilmesinin hem de bu hukuksuzluğun kendilerinden kaynaklanıyormuş gibi hareket edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtti.

Akgün “Bundan 2 yıl önce kızım Gülcan Akgün'de 2. sınıfa geçtiğin de başörtüsüyle gitmek istedi. Biz de isteğini kırmadık ve kızımın başörtülü gitmesini istedik. Ancak o zaman da kızım Gülcan okula alınmadı ve eğitimi 2. sınıfta kesildi. Tüm çabalarımıza rağmen çocuğumu okula almadılar. Geçen hafta bana kızımı okula göndermediğim gerekçesiyle 975 TL para cezası gelmiş. Ben bu adaletsizliği kabul edemiyorum. Günlerce okul önüne kızımı götürdüğüm halde hem kızımı almadılar. Hem de suçu bana isnat edercesine para cezası kestiler” dedi.

Başka Mağduriyetler de Var

Tatvan'da mağdur olanın sadece kendisi olmadığını belirten Medeni Akgün Daha önce de buna benzer bir mağduriyete şahit olduğunu belirterek eğer önü alınmazsa bu tür keyfi uygulamalardan mağdur olacak ailelerin sayısının giderek artacağını dile getirdi. Akgün “Dumlupınar İlköğretim Okulu'nda okuyan İzzettin Çötlü isimli bir tanıdığımın da kız çocuğu aynı şekilde, çocuğun başörtülü olması bahane gösterilerek okula alınmadı. Çocuğun başörtülü okuması talebine karşı, çocuğu okula almamakla birlikte, aileye çocuğun devamsızlığı bahane gösterilerek 975 TL para cezası geldiğini ifade etti.

Bu Güne Kadar Bu Okulda Böyle Bir Sorun Yaşanmadı!

Konuyla ilgili olarak kendisiyle görüştüğümüz Okul Müdürü Sabri Orak, bu güne kadar kendi okullarında böyle bir olaya şahit olmadıklarını sözü edilen velinin de devamsızlıktan dolayı kendisine gelen para cezasını ödememek için böyle bir bahanenin altına sığındığını iddia etti. Ancak tanımadığını söylediği Medeni Akgün hakkında “Ben onun hareketlerinden hiç hoşlanmamıştım. Tavırlarından bu işin içinde başka bir niyet olduğunu sezdim” şeklinde niyet okuyuculuğu dikkat çekti. Çocukların okula gelmesi durumunda derse alınacağını belirten Orak'ın bir haftalık tanışıklık sürecinden sonra tekrardan kız çocuklarını okula almaması ve noteri kabul etmemesi kafalarda soru işareti bıraktı.

Bu Zulme Dur Demenin Vakti Gelmedi mi?

Mağduriyetlerinin bir an önce giderilmesini talep eden Medeni Akgün “Başbakan ve Cumhurbaşkanımıza sesleniyorum. Bizi en iyi siz anlarsınız. Sizin de çocuklarınız bu sıkıntıları yaşamadılar mı? Bu zulme bir dur demenin vakti gelmedi mi? Ermeniler gelip kiliselerde rahat rahat ayin yapıp gidiyor. Bunun güvencesini sağlıyorsunuz da, bizim kız çocuklarımızın inançları gereği rahatça okullarına gitmelerini neden sağlamıyorsunuz? Bunu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum” diye konuştu

Behçet Oktay'ın Ölümünde 6 Şok Gerçek

09 Ekim 2010
Özel Harekat Dairesi eski Başkanı Behçet Oktay'ın kayıtlara 'intihar' diye giren ölümünde 6 bilinmeyen şok gerçek.
Özel Harekat Dairesi eski Başkanı Behçet Oktay'ın kayıtlara 'intihar' diye giren ölümünde 6 bilinmeyen şok gerçeğe Habertürk ulaştı... Oktay'ın ölümünün ardından savcı olay yerine gitmeden yazışmalara dayanarak ölümü 'intihar' olarak kayda geçti.

Savcı, Oktay'ın ölümünün araç içinde gerçekleştiğini bildirirken, olay yeri fotoğraflarında polis müdürünün cesedi araç dışında görüntülendi...Polisin kamera kayıtları eksik çıktı. 25 dakikada gerçekleştirilen ön otopsi raporuna darp izleri ile morluklar yazılmadı. Oktay'ın kullandığı 2 cep telefonu aranılan ve aranan tüm numaralar silinmiş olarak ailesine teslim edildi.

Tek kurşunla intihar ettiği açıklanan Oktay'ın silahından bir mermi ateşlendi,ikincisi ise ateşlenmek istendi. Ancak hep aynı tür mermi kullandığı bilinmesine rağmen iki merminin farklı olduğu belirlendi. Barut izi bırakma özelliği zayıf "toplu tabanca"yla gerçekleştirildiği öne sürülen intiharın ardından Behçet Oktay'ın her iki eli ile hırkasında barut izi bulundu... Makam odasındaki içerisinde özel notlar ile evrakların bulunduğu kasanın anahtarı ise kayboldu...

Ailesinin hukuki girişimleri ve Habertürk'ün gündeme getirdiği kaburgasında kırıklar ile darp izleri bulunduğu yönündeki Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporun ardından yeniden açılan ve genişletilerek yürütülmesine karar verilen Behçet Oktay'ın ölümüyle ilgili dosyada 17 tespit yer alıyor. Bunlardan 6'sı ise şok edici bilgileri içeriyor. İkinci kez iki ayrı dosyayla yürütülen soruşturmada mahkeme "Olay yerine gelen ambulans personelinin ifadesinin alınmasına" ve "Adli Tıp Kurumu'ndan yeniden görüş alınması için soruşturmanın genişletilmesine" kararı vermişti. İşte bu karar üzerine yeniden açılan soruşturmada Habertürkt'ün ulaştığı yanıtlanmayan şok gerçekler...

İŞTE OKTAY'IN ÖLÜMÜNÜ ŞÜPHELİ YAPAN BULGULAR VE DELİLLER

1-Olay yeri incelemesi 30 dakika sürdü. Olay yeri inceleme ekibi çıplak elle delil topladı. Olay yerinde uzman polisler dışında çok sayıda polisin gezdiği tespit edildi. Olay yerinde tutanağa geçirilen bazı delillerin, video ve görüntü kaydının yapılmadığı belirlendi.
2-Çevre sakinlerinin olayı görmüş olabileceği ihtimali dikkate alınmadı ve ifadelerine başvurulmadı.
3-Behçet Oktay solaktı. Sağ eliyle silahı ateşlediği ve kulak hizasından giren mermi çekirdeğiyle hayatını kaybettiği belirtildi. Ancak sağ ve sol elinde yapılan svap(barut izi) incelemesinde elinin üst kısmında barut(atış artığı) bulundu. Solak olmasına rağmen sağ elinde çıkan barut izinin nasıl oluştuğu konusunda sorulara yanıt veren incelemeye ait herhangi bir tutanak dosyaya girmedi.
4-Olay yerindeki tek tanık Halil Kesici'ydi. Oktay'ın ilişkisi olduğu söylenen kadının kardeşi olan Kesici'nin ifadesi olaydan 6 saat sonra alındı. İfadesinde silahın ateşlenme anını görmediğini, uzakta olduğunu anlattı. Ancak sağ ve sol el içinde barut izi tespit edildi. Kriminal tespitlere göre; Kesici'nin elinde bulunan barut artığı, ateşlenen silaha yakın olduğu konusunda bir şüphe işareti olarak ele alınması gerekirken, sabıkalı Kesici'nin parmak izi bile alınmadı. Davetle gittiği savcılıkta ifade verip, serbest kaldı.
5-Kriminal raporlarına göre; Oktay'ı öldüren silah "toplu" tabanca. Bu silah bilimsel araştırmalara göre atış artığı yani barut izi bırakma özelliği en zayıf olan silah. Ancak olay yerindeki Kesici'nin iki eli içinde, maktül Behçet Oktay'ın da her iki elinin üstü ile hırkasının sağ kolunda barut izine rastlandı. Bu da silahla ilgili şüpheleri artırdı. Barut izinin nasıl oluştuğu yada oluşabileceği yönünde ayrıntılı bir inceleme yapılmadı.
6-Oktay'ın ölümüne neden olan silah üzerinde, parmak izi, kan, doku, kıl örneği gibi hassas incelemeler yapılmadı.
7-Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığı'nın yaptığı "Tabanca Fişek ve Kovan Tetkik" başlıklı ekspertiz raporuna göre; 38 kalibrelik tabancanın mermi topundan bir mermi çıktı, bir mermi ise ateşlenmek istendi. Ailesine göre; Behçet Oktay meslek hayatı boyunca hiç birbirinden farklı mermi kullanmadı. Ekpertiz raporuna göre teşlenen farklı mermi Oktay'ı öldürmüş, yine farklı olan diğer mermi ise "ateşlenmek istenmiş ancak tabancada kalmış." Bu soru işareti de araştırılmadı.
8-Behçet Oktay'ın intihar ettiğini gören hiçbir tanık olmadığı ortaya çıktı.
9-Oktay'ın hastanede yapılan otopsisi sonucunda düzenlenen "Ölü Muayene Tutanağı"nda vücudunda bulunan darp ve ekimoz izleri yer almadı. Oktay'ın ölüm sebebi olarak intihar olaylarında ölüm sebebi sayılan "Bitişik atış" dikkate alındı. Atış mesafesi intihar şeklinde değerlendirildi ve dosya kapatıldı.
10-Olay yerinden özel eşyaları kayboldu. Cüzdanı, iki cep telefonu ile birlikte çok özel notları ve evrakların olduğu makam odasındaki kasasının anahtarının alındığı anlaşıldı. Makam odasındaki kasasının olaydan sonra açıldığı ileri sürüldü.
11-Oktay'ın kullandığı iki adet cep telefonu, cüzdanı ile özel eşyalarının olay yerinde delil olarak kayda girmesi gerekiyordu ancak kim tarafından alındığına dair soruşturma dosyasında bir tutanak bulunmadı. Kanlı kol saati ile iki cep telefonu olaydan önce aradığı ve kendisini arayan numaralar silinmiş halde ailesine teslim edildi. Oktay'ın kiminle görüştüğünü gösteren görüşme kayıtları ve telefonunun sinyal bilgileri araştırılmadı. Özel eşyalar, Özel Harekatçı polislerce ailesine verilince bu eşyaların(Cüzdan, anahtarlık, cep telefonları, kol saati) dosyanın deliller arasına girmediği anlaşıldı.
12-Aracının üzerinde 9 parmak izi bulundu. Bunlar fotoğraflandı ancak parmak izlerinin kim ya da kimlere ait olduğu tespit edilemedi.
13-Olay yeri incelemesini yapan polislerin toplu silahı kayıt altına aldığı görüntülerin kesildiği ve eksik olduğu iddia edildi.
14-Savcı Hüseyin Yalçın, Oktay'ın ölümüyle ilgili yazışmalarında 'aracının içinde öldüğünü' kayıtlara geçirince savcının olay yerine gitmediği anlaşıldı.
15-Ölüm olayının gerçekleştiği saat dilimi tahmini olarak dosyada yer aldı.
16-Oktay'ın kişisel durumu, ruh haliyle ilgili ailesinin üyelerinden bilgi talebinde bulunulmadı.
17-Oktay'ın kaldırıldığı Gazi Hastanesi Başhekimliği; Behçet Oktay'ın hastaneye getirildiğinde hayati fonksiyonlarının durduğunu ancak yine de müdahale edildiğini belirtirken, savcılık kayıtlarında polis müdürünün hastaneye getirildiğinde yaralı olduğu yer aldı. Oktay'ın kaburgasındaki kırıkların hayata döndürmek için verilen elektroşok-kalp masajı sırasında meydana geldiği ileri sürüldü. Ancak kırık sayısının çokluğu nedeniyle bunun mümkün olmadığı iddia edildi. Soruşturma dosyası yeniden açıldıktan sonra, Oktay'a yapılan tıbbi müdahale yapan ambulansta görevli sağlık ekibinin ifadesi 6 ayda alınabildi.

6 AY GEÇTİ ADLİ TIP RAPORU GELMEDİ

Mahkeme Adli Tıp Raporu'ndaki "Kokain, kaburga kırıkları ve ekimoz izleri ile birlikte yeniden değerlendirme yapmaları için dosyayı Adli Tip Kurumu'na gönderdi. Her ay bir kez toplanan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan 6 aydır beklenen yanıt gelmedi.

GERÇEĞİN ORTAYA ÇIKMASINI İSTİYORUZ
KARDEŞİ ŞULE OKTAY: SAVCI 5 GÜNDE DOSYAYI KAPATTI

Oktay Ailesi, soruşturma dosyasını daha önce kapatan Savcı Hüseyin Yalçın'ı Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'na şikayet etti. Şikayet dilekçesinde çarpıcı iddialar yer aldı.

Oktay'ın kardeşi Şule Oktay, soruşturmada bir çok ayrıntının üzerine gidilmediğini belirterek, "Savcılık olayın ilk anından itibaren eldeki şüphe yaratan delil ve bulguların üzerine gitmek yerine, olayın intihar olduğunu kabul etti. Savcı olay yerine hiç gitmedi. Başından itibaren aracının içinde öldüğünü kabul etti. Oysa savcının kendi dosyasında olay yeri inceleme fotoğrafları bile ölümün aracın dışında olduğunu gösteriyor. Savcılık aylarca soruşturma yaptığını söylüyor.

30 dakikalık otopsi sonunda darp izlerini bile kayıtlara geçirilmemiş. Savcının yaptığı tek işlem o gece ağabeyimle yemek yiyenlerin ifadesini almaktan ibaret. Sanki soruşturma intiharı teyit etmek için yapılmış. 5 günlük soruşturmadan sonra 1,5 ay Adli Tıp Raporu'nu bekleyip dosyayı kapattı" dedi. Dosyanın sadece sağlık personelinin ifadesi ve Adli Tıp görüşü yönünden genişletildiğine dikkat çeken kardeş Oktay sözlerini şöyle sürdürdü: "Yanıt bekleyen bir çok soru var.

Ölen kişi bu ülkenin üstün cesaret ve feragat madalyasına sahip, özel bir polistir. Ancak biz bu olayda polisin başka bir yüzüyle karşılaştık. Yüzümüze kapatılan kapıların açılmasını ve adaletin işlemesini bekliyoruz. Ağabeyim ölümüyle ilgili korkunç bir direnç var. Bu olay intiharsa çekinecek ne var? Kamera kayıtları, telefon dökümleri araştırılsın. Hükümet bu işin çözülmesini istemeyenlerin üzerine gitmelidir. Demokratikleşmeden bahsedilen, 'hiçbir şey gizli kapaklı kalmasın' denilen bir ortamda bizim hakkımızın da aranmasını istiyoruz"

SIR ÖLÜMÜN KÜNYESİ

Özel Harekat Dairesi'nin başındaki Behçet Oktay 24 Şubat 2009 gecesi, Çankaya'da bir gazino-restoranda aralarında milletvekili, emniyet müdürleri, polislerin de bulunduğu bir grupla yemek yedi. Geceyarısından sonra Ankara Dikmen'de kara saplanan aracının yanında intihar ettiği açıklandı. Soruşturma dosyası intihar denilerek kapatıldı. 2 ay sonra Adli Tıp Raporu'ndan kaburgasında 12 kırık, kanında kokain olduğu yönünde rapor gelince aile mahkemeye başvurdu. Mahkeme de soruşturmanın genişletilmesi kararı verdi.

aktifhaber

Asıl suçlular gözden kaçmasın!
27 Ekim 2010
Mehmet Yakup YILMAZ
mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr

TÜRKİYE’nin basın özgürlüğü ile ilgili olarak yerlerde süründüğü ortada. Birçok gazeteci sadece haber yazdıkları için hapiste, onların belki on misli sayıda gazeteci de hapis cezası tehdidi ile yargılanıyor.
Kendimizi kandırmayalım, yargılanan gazetecilerin önemli bölümü, fikir suçları ile ilgili olarak değil, “hazırlık soruşturmasının gizliliği” ilkesine aykırı davrandıkları için mahkeme kapılarındalar.
Özellikle Ergenekon davası ile başlayan bir durum bu.
Sanıkları peşin olarak mahkûm etmeyi hedefleyen, doğruluğu henüz mahkemede kanıtlanmamış iddialar ile ilgili yayınlar bunlar.
Gazetecilikte 35. yılıma yaklaşıyorum.
Bu süre içinde öğrendiğim şeylerden biri de şu: Eğer savcı ya da soruşturmayı yürüten polis bu konuda “işbirliği” yapmadığı sürece hazırlık soruşturması ile ilgili bilgilere ulaşabilmenin olanağı yoktur.
Savcı ya da polis bunu şunun için yaparlar: Davadan tam olarak emin değillerdir, kamuoyunda sanıklar aleyhine bir hava yaratmak isterler ve ellerindeki gizli kalması gereken bilgileri gazetecilere verirler.
Eline bir “haber” geçmiş gazetecinin bunu saklaması diye bir şey söz konusu olmadığı için de bunlar, cezaları göze alarak yayımlanır.
Yani esasen soruşturmanın gizliliğini ihlal ettikleri için yargılanması gerekenler, bu bilgileri gazetecilere el altından verenler olmalıdır.
Şu anda bu konuyla ilgili mahkûmiyet kararı almış gazeteciler var. Yargılanması devam edenler var.
Ama bununla ilgili olarak yargılanan ne bir polis var ne de bir savcı.
Haklarında açılmış soruşturmalar sonuçlanıp, yargılama izni verilen birisi de yok!
Yeni HSYK göreve başladı ve söylediklerine göre artık Türkiye bir “hukuk devleti” de olacakmış!
Ne kadar iyi! İşe, gizli kalması gereken bilgileri sızdıran yargı görevlilerinden başlamalarını öneririm.

Görevi Kötüye Kullanan Memura İndirim
02 Kasım 2010

Görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine uygulanan hapis cezalarında indirime gidilmesini öngören kanun teklifi kabul edildi.
TBMM Adalet Komisyonu, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak'ın, görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine uygulanan hapis cezalarında indirime gidilmesini öngören kanun teklifini kabul etti.

Teklifin tümü üzerinde konuşan CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in komisyon toplantısına katılmamasını eleştirerek, ''Bu, bunun vahim bir yasal düzenleme olduğunu gösteriyor'' dedi.

Köktürk, düzenlemenin bu suçtan hüküm giyen RTÜK Üyesi Zahid Akman ile hakkında aynı doğrultuda incelemeler bulunan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgisinin olup olmadığını sordu.

İsim vermeden Gökçek ile Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu arasında geçtiği iddia edilen ve internette yayımlanan telefon konuşmalarını anımsatan Köktürk, ''Bunun kişiye özel olmayan soyut bir düzenleme olduğuna insanları ikna edebilir misiniz? Bu, çok yanlış. Parlamentoya yakışmıyor. Ülkenin soyulmasına çanak tutacak bir yasal düzenlemeyi gündeme getirebiliyorsunuz. Türkiye'de yolsuzluk hızla artarken bunu özendirecek, cezasız bırakacak bir düzenleme ile karşımıza gelebiliyorsunuz'' diye konuştu.

''TEKLİFİ SAVUNAMIYOR''-
CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk de Bakan Ergin'in toplantıya katılmamasını eleştirerek, ''Bu, cesaretsizlik. Çünkü, teklifi savunamıyor. Niye katılmıyor? Desteği yoksa gelsin söylesin. Kamuoyunun tepkisini biliyor. Bu yüzden gelip sahip çıkamıyor'' dedi.

Teklifin yolsuzlukla mücadeleyi zaafa uğratacağını iddia eden Öztürk, ''Düzenleme yaparken toplumun vicdanını sızlatmamak lazım. Düzenleme toplumun vicdanını sızlatan bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin çok ahlaklı bir düzenleme olduğuna inanmıyorum. Oy birliğiyle reddedilsin'' diye konuştu.

CHP Ordu Milletvekili Rahmi Güner, teklifin kabul edilmesi durumunda caydırıcılığının ortadan kalkacağını, suç işleyenlere prim verileceğini savundu.

MHP Kırşehir Milletvekili Metin Çobanoğlu da Bakan Ergin'in toplantıya katılmamasını eleştirdi. Teklifin reddedilmesini isteyen Çobanoğlu, ''Bu, yolsuzluğu, hırsızlığı teşvik edecek bir tekliftir. Bu suçu işleyenleri hapsetmek mümkün olmayacak. Yetim hakkı yiyenleri cezadan kurtaracak'' dedi.

Gökçek ile Kuzu arasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmasına da değinen Çobanoğlu, ''Bu konuşma biliniyorken teklifin getirilmesinin manidar olduğunu'' kaydetti.

Çobanoğlu, teklifin geri çekilmesini istedi.

-''TİYATRO OYNAMAYALIM''-
CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, teklifin ''yangından mal kaçırılır gibi getirildiğini'' öne sürerek, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kalktığını, her şeyin yürütmeye bağlandığını öne sürdü. Dibek, ''Başbakan hegemonyası var'' görüşünü dile getirdi.

''Maydanoz olsun diye kazanç yerine menfaat kriterinin getirildiğini'' belirten Dibek, ''Buna, Maydanoz, Gökçek-Kuzu Kanunu da denebilir. Utanıyorum. Tiyatro oynamayalım'' diye konuştu.

Teklif sahibi olarak konuşan Veysi Kaynak, teklif ile yolsuzluğu önlemede daha kapsayıcı bir tanımın getirildiğini söyledi.

Gökçek-Kuzu görüşmesinin 2004 yılında yapıldığının iddia edildiğini belirten Kaynak, ''Konuşma olduğunda ben milletvekili değildim'' dedi.

AK Parti Kastamonu Milletvekili ve Komisyon Başkanvekili Hakkı Köylü, mevcut düzenlemeyle de yargılananlar hakkındaki cezanın paraya çevrilmesi, hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasının mümkün olduğunu söyledi ve ''Bu, hakimin takdirine bağlı'' dedi.

-MUHALEFET TOPLANTIYI TERK ETTİ-
CHP'li milletvekilleri ile MHP'li Çobanoğlu, teklifin maddelerine geçilmesinin ardından komisyon toplantısını terk etti.

Daha sonra oylanan teklif kabul edildi.

Teklifle TCK'nın ''görevi kötüye kullanma'' başlıklı 257. maddesinde değişikliğe gidiliyor.

Maddedeki ''kazanç'' kelimesi yerine, ''menfaat'' kelimesi getirilerek suçun kapsamı genişletiliyor.

Teklife göre, ayrıca, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisine uygulanan hapis cezasının alt sınırı 1 yıldan 6 aya, üst sınırı da 3 yıldan 2 yıla indiriliyor.

Görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisine verilen hapis cezasının alt sınırı 6 aydan 3 aya, üst sınırı 2 yıldan 1 yıla düşürülüyor.

Teklif, ''İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden, kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi ise 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezasına çarptırılır'' hükmünü içeriyor. aktifhaber

İşte Haberel 'a Ait Saklanan Rapor
09 Kasım 2010
‘Ani ölüm riski altında’ diye tahliyesi istenen Ergenekon sanığının ‘ayakta tedavisi uygun’ raporuna Taraf ulaştı
Taraf, “Ani ölüm riski altında olduğu” gerekçesiyle tahliye kararı vermeyen dokuz hakimi tazminat ödemeye mahkum eden Ergenekon sanığı Mehmet Haberal’ın sağlık raporuna ulaştı. Yaklaşık bir yıl önce hazırlanan raporda, Haberal’ın taburcu edilmesi isteniyor.

16 Ekim 2009’da verilen raporda İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zerrin Yiğit, Kurul üyeleri olarak Prof. Dr. Cengiz Çeliker, Prof. Dr. Vedat Sansoy, Prof. Dr. Tevfik Gürmen ve Dr. Cengizhan Türkoğlu’nun imzası bulunuyor.

İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Müdürlüğü’ne yollanan karar yazısında şu ifadeler yeralıyor: “Enstitümüzün B. Servisinde 304 numaralı odada yatmakta olan hasta Mehmet Haberal’ın sağlık durumu değerlendirilmiş ve tıbbi tedavisine ayaktan devam edilerek, bir ay sonra kontrole gelmek üzere taburcu edilmesine karar verilmiştir.”

Savcıdan suç duyurusu

Ancak rapora rağmen Haberal, cezaevi yerine hastanede yatmaya devam ediyor. Heyet raporunun Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Mustafa Adagül’ün ihmalkarlığı sonucu hapishaneye gönderilmediği öne sürülürken, iddialar arasında cezaevindeki yetkililerinde bu işte parmağı olabileceği şüphesi üzerinde duruluyor.

Yargıtay tarafından onan tazminat davası dosyasında İstanbul Kardiyoloji Enstitüsü tarafından verilen 16 Ekim 2009 tarihli raporun yer almadığı belirtilmişti.

Sağlık raporunun mahkemeden gizlendiğini belirten Ergenekon Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, raporu gizleyen ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep etmişti.

Dokuz hakimi tazminata mahkum eden Yargıtay 4. Dairesi’nin gerekçeli kararında Haberal’ın “Ani ölüm riski altında olduğu” ve “Bilim adamı kimliği” sebebiyle tahliye edilmesi gerektiğini savunmuştu. Bu karar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından da onaylanmıştı.

Kaynak:Taraf

Kemal
21 Kasım 2010 Pazar 20:13
BÜYÜK ÇÖKÜŞ! Herkes Seyrediyor!

Ey Cumhurbaşkanım! Ey Başbakanım! Ey Bakanlarım! Ey AYM, Ey Yargıtay, Ey Danıştay, Ey Türkiye Barolar Birliği ve baro Başkanlarım! Ey Parti Liderlerim; STK görevlilerim! ŞU AN YARGITAY'ın önünde tam BİR MİLYON DOSYA BEKLİYOR! Neden bekliyor, bekletiliyor; sormayacak mısınız? PKK'lı, DHKP-C'li diye bir sanık; tam 14 YILDIR YARGILANMAYI bekliyor! Şu an cezaevlerinde kalan 100 bin mahkumun yarısı TUTUKLU! Bu nasıl HUKUK, ADALET? Her yıl 35 bin dosya ZAMAN AŞIMINA uğruyor! 35 bin dosya! aktifhaber


Yargıtay üyeleri için tutuklama yasak mı?
Ali İhsan KARAHASANOĞLU
29 Kasım 2010

İddia şu: Dünya Ticaret Merkezi, sahibi olduğu fuar alanını tahliye ettirebilmek için, dava açmış. Bu dava kapsamında, Ankara’daki bazı avukatları, Yargıtay’da görevli bir daire başkanı ve emekli başkanına para vermişler. “Para vermişler” diyorum, çünkü bunun hukuki karşılığı çok net belli değil.

Bu paranın hukuki tanımlaması; “rüşvet” olabilir. “İrtikap” olabilir.. “Hukuki yardım” olabilir.

Hangisi olduğunu, yargılama sonucu ortaya çıkaracak.

Ama dikkatimizi çeken husus, gerek Dünya Ticaret Merkezi yetkililerinden, gerek bu davayı takip eden avukatlardan bir çok kişi tutuklandığı halde, olayın Yargıtay ayağının bir aydır sürüncemede bırakıldığı..

Evet, Yargıtay eski daire başkanlarından birisi tutuklandı ama, aslında o da emekli üyelerden birisi idi.

Para alışverişinin yapıldığı zaman diliminde görevde olan daire başkanı için, henüz bir gelişme yok!

Olayın bir tarafı olmakla suçlanan onlarca kişi cezaevinde..

Olayın diğer tarafı olduğu ileri sürülen kişi ise korunmaya devam ediliyor!

Yargıtay Başkanı, ilk günlerde “Konudan haberimiz var.Takip ediyoruz” diyordu.

Bir hafta sonra, “Savcılıktan evrakların gelmesini bekliyoruz” açıklaması geldi..

Onun da üzerinden üç hafta geçti, yine ortada bir sonuç yok.

Oysa olaya en hassas yaklaşan tarafın , Yargıtay olması gerekmez mi?

Hukuki itilaflarda en uzman kişiler onların elinde.

Davalara son noktayı koyanlar onlar.

Türkiye’nin her tarafından gelen on binlerce dosyanın nihai kararını veren onlar.

Ama kendi içlerinden birisini yargılamak gerektiğinde, işi bilmezliğe vuruyorlar!

“Savcılıktan evraklar gelmedi henüz” diyorlar.

Sanki evrakları almak, istedikten sonra 15 dakikalık iş değilmiş gibi..

Yollarsın mübaşiri..

Verirsin eline iki satırlık tezkereyi..

On dakikada çekilir fotokopiler, tasdiklenir, gönderilir size..

Yargıtay ile savcılığın arasındaki mesafe de, yürüyerek dahi 10 dakika zaten..

Ne bekleniyor acaba?

Klasik bir “adamını koruma” olayı mı bu?

Yargıtay, yıllarca daire başkanlığı yapmış bir üyesini korumak için mi işi zamana yayıyor böyle?..

Yoksa daha derin ilişkiler mi var?

“Bir tane üyemizi feda edersek, bunun gerisi gelir.. Bir kişiyi soruşturursak, benzer suçlamaların hepsinde, aynı uygulamayı yapmamız gerekir. Zinciri kıramayız. Bugüne kadar koruduğumuz üyelerimizi, bundan sonra da korumaya devam etmeliyiz” mantığı mı hakim?

Sırada, Ergenekon sanıkları ile görüşen üyeler olduğu için mi direnç sürdürülüyor?..

“Davalar hakkında nasıl karar verileceği”, “Dosya gelmez ise, fotokopi üzerinden karar verilmesi gerektiği”, “tutuklamanın nasıl kaldırılacağı”, “Yargıtay Başkanlığı adaylarının hangi davalarda, hangi kararları verirlerse şanslı hale gelecekleri” sohbetlerinin failleri sırada beklediği için mi, rüşvet verdiği ileri sürülenler tutuklanıyor da, rüşvet aldığı ileri sürülen Yargıtay Daire Başkanı, hala tutuklanmıyor?!?

YargıtayBaşkanı Hasan Gerçeker, neyi bekliyor acaba?

Üç hafta önce beklediğini söylediği dosya hâlâ mı gelmedi önlerine?

O dosyanın daha aylarca önlerine gelmeme ihtimali var mı acaba?

Daha önemlisi, kendi içindeki bir ihtilafı çözemeyen, soruşturamayan, üzerine gid
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Arl 02, 2010 1:58 am    Mesaj konusu: Kemal Türkler davası zamanaşımı nedeniyle düştü Alıntıyla Cevap Gönder

AKP’nin (A)daleti: Cübbeli Ahmet Hoca İçeri, Şike Mafyası Dışarı -1-
Murad salih
12.12.2011



AKP’yi aslında...

A(B-D’ci) K(apitalist) P(arti) diye açmak da mümkün ve duruma da çok uygun ama...

Kendileri bunun A(dalet) ve K(alkınma) P(artisi) olduğunu iddia ediyorlar...

En iyisi bu iddianın doğru/haklı ve pratikte görünene uygun olup olmadığına bakmak...

Konumuz AKP’nin (A)daleti olduğuna göre.... Burada sözün uzayacağı açık...

Öyleyse önce (K)alkınma üzerinde kısaca duralım...

AKP’nin “(K)alkınma”sının ne olduğunu Nihal Kemaloğlu’ndan görelim:

[Birkaç yıl içinde pahalı otoyollarla çevrilmiş, rantlı tüp tünellerle delik deşik, beton köprülerle boğazlanmış, binlerce HES projesiyle çöplüğe dönmüş, ormanları satılmış, suyu ticarileşmiş, kurak ve çorak Türkiye, kapitalist kalkınma hırsıyla ödeşmiş olur herhalde!
Binlerce yıllık Anadolu uygarlık tarihi de 'kalkınmamızın' çimentolanmış ya da barajlanmış zeminleri olarak bize istediğimiz mekanik desteği sağlayacaktır.
Doğa, kültür ve tarihi varlıkların tek menkul sahibiymiş gibi, sermayeye katmak/satmakta sakınca görmeyen iktidarın kesin kararlılığını Başbakan açıkladı.
Geçen hafta sonunda Boğaz Karayolu Tüneli'nin temel atma töreninde konuşan Başbakan 'Bundan sonra hiçbir engeli tanımıyoruz ve bunun için her türlü bedeli ödemeye hazırız' demişti.
Başbakan'ın bu hiddetli çıkışıyla temelini attığı 1 milyar 100 milyon dolara çıkacak 25 yıl işletilecek yap-işlet-devret tüp tünel projesinin İstanbul'a katacağı ulaşım, çevre sorunları ve tarihi yarımadadaki tahribata itirazları peşinen dışlıyordu.
Şehir Planlamacıları Odası ve İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası projenin sorunlarının kamuoyundan gizlendiğini temel atılmasının 'hukuk ve bilim tanımazlık' olduğunu ve yasal zeminde mücadele edeceklerini söylediler.
Toplu taşıma ve insanı değil 'otomobili' önceleyen tüp tünel, imar plansız, ÇED raporsuz, İstanbul'un ulaşımını kitleyecek güzergahı, İstanbul siluetini tahrip edici projesiyle de kalmıyor.
Firmaya yıllık 25 milyon otomobil geçişi garantisi verildiğini ama bunun mümkün olmadığını söyleyen uzmanlar aradaki farkın kamuya yani bizlere fatura edileceğini söylüyorlar.
Muhakkak ki hukuksuz, kurulsuz, ÇED'siz, 'yap-işlet devret' projelerinin bitiminde Başbakan'ın bir bedel ödemesi söz konusu değildir.
Geriye dönüşsüz kaybedilmiş tarihi miras, doğal kaynaklar, çevre/hava/su kirliliği gelecek kuşaklara bırakılan çimento ve çelik yığınları çok ağır bedel olacaktır. ]
(1)

Aziz Civan’ın şu tespitleri ise Nihal Kemaloğlu’nun tespitlerini tanamlayıcı unsurlar taşıyor:

[Bir aile düşünün.. Üç beş çocuğu olan bir aile..

Evin reisi en büyük çocuğunu çok seviyor. Onun başarılı olması için elinden gelen gayreti gösteriyor. Kazancının neredeyse tamamını ona harcıyor.
En büyük çocuk da babasından aldığı bu destekle fabrikatör oluyor. Başı dara düşünce, babasının mülklerini teminat olarak göstererek krediler çekiyor. Hasıl-ı kelam: Sefasını sürüyor…

Fabrikatörün bir küçük kardeşi üniversite okumak ister ama babasından kendisine maddi manevi bir hayır yoktur. Ağabeyinin ise zerre miktarı faydası yoktur. Kendisi de, ekonomik şartları yetersiz kaldığı için okuyamamış, eğitimini tamamlayamamıştır.

Bir küçüğü ise, hem okumakta hem çalışmaktadır.
Diğer kardeş de ayakkabı boyacısıdır.

Fabrikatör ağabey akşamları eve geldiğinde, kardeşlerinin zor durumunu umursamaksızın, sadece babası ile ticaretten ve paradan muhabbetler yapmaktadır. Babası da, her defasında bu en büyük oğlunu tebrik etmekte, onu sürekli desteklemekte ve onu ödüllendirmektedir. Ufak evlatlarını ise gündeme bile almadan, onların sıkıntısını, eğitimini, ahlakını ve geleceğini ortada bırakmıştır.

Sormak istiyorum:
Bu ailenin, aylık geliri 10 Bin lira olsa ne olur, 20 Bin lira olsa ne olur?
Babanın destekleyerek zenginleştirdiği büyük evladın, unutulmaya yüz tutmuş diğer çocuklara faydası olmadıktan sonra, bu ağabey ihracatçı olsa ne olur, ithalatçı olsa ne olur. Evin ufak evlatları, açlık ve geçim derdine düşmüşken, büyük evlat, babasının adına çekmiş olduğu kredilerle sefa sürmesi nasıl bir tablodur sizce?

***
İşte bizim hükümetin anlattığı hikayeler de bu tablodan daha öteye gitmiyor.
Türkiye’nin ekonomisi büyüme rekorları kırıyormuş!
Hangi esnafın AKP iktidara geldikten sonra, gelirlerinde artış olmuş? Bunu soran yok.

Başbakan’ın büyüme dediği, belirli milyonerlerin kasasındaki büyüme.. Hükümet bu milyonerleri destekliyor. Onlara dolaylı-dolaysız finansal kaynak sağlıyor. Neymiş? Küresel dünya, küresel ekonomi imiş..]
(2)

Bu da her iki yazıyı doğrular mahiyette yeni bir haber:

[Türkiye'nin milyonerlere 1 yılda 9 bin 755 milyoner daha eklendi

Milyonerlerin hesaplarında tuttukları mevduat 50.4 milyar lira artış gösterdi. Türk bankacılık sisteminde ekim ayı itibarıyla 675.3 milyarı aşan mevduatın yüzde 47'sinin milyoner hesaplarında tutulduğu belirlendi.

SON 1 YILDA 50.4 MİLYAR LİRA

Son bir yılda milyonerlerin hesabında tutulan mevduat 50.4 milyar lira arttı. Milyoner mudi sayısına 9 bin 755 kişi daha katıldı. Yurtiçi ve yurtdışı yerleşiklerden oluşan 43 bin 11 milyoner mudi hesabında, toplam 317.6 milyar bulunurken, 51.1 milyon mudinin 10 bin liraya kadar olan hesaplarda tuttuğu mevduat tutarı 31.9 milyarla sınırlı kaldı. Türkiye'de toplam mevduatın 649.2 milyarı yurtiçi yerleşiklerde, 26 milyarı ise yurtdışı yerleşiklerde bulunuyor.

YÜZDE 23 ORANINDA ARTIŞ

Ekim itibarıyla, yurtiçi yerleşiklere ait mevduat hesaplarının yüzde 46.6'sını 1 milyon liranın üzerindeki hesaplar oluşturdu. Yurtiçinde yerleşiklerin bu mevduat hesaplarında tuttuğu para geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 18 oranında artışla 302.6 milyar lira olurken, 1 milyon lira üzeri hesaba sahip olan mudi sayısı ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 28.5 artışla 41 bin 540 oldu. Yurtiçinde bulunan milyoner sayısı son bir yıl içinde 9 bin 222 kişi arttı. Yurtiçinde yerleşik milyonerlerin hesaplarında tuttuğu mevduat 2010 yılı sonuna göre yüzde 7.4 oranında, 20 milyar 971 milyon TL tutarında artış gösterdi. Mudi sayısının yüzde 23 oranında artış gösterdiği 10 aylık dönemde, milyonerler arasına 7 bin 783 kişi daha eklendi.

Böylece Ekim itibariyle yurtiçi ve yurtdışı milyonerlerin sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 29.3 artışla 43 bin 11 oldu. Son bir yılda milyoner mudilerin sayısı yaklaşık 9 bin 755 kişi, mevduatları ise 50 milyar 440.5 milyon lira artış gösterdi.]
(3)

Bu haber kısaca şunu söylüyor...

Ekim 2011 itibariyle Türk bankacılık sisteminde türkiye’de yerleşik şahısların toplam mevduatı yaklaşık 650 Milyar Tl (Rakamın büyüklüğünü anlamak için ABD dolarına çevirelim: Yaklaşık 430 Milyar dolar).

Bu mevduatın yaklaşık yarısı ( 302.6 milyar tl) 41.500 kişiye ait... Bu ülkenin kaymağını yediği anlaşılan bu 41.500 kişiya toplam mevduattan düşen pay, ortalama olarak kelle başı 5 milyon dolardan fazla...

Toplam mevduatın yaklaşık 32 milyar TL’lik bölümü ise tam tamına 51.1 milyon kişiye ait... Ortalama kişi başına yaklaşık 600 Tl (yaklaşık 400 ABD doları) düşüyor.

Bankada hesabı olan milyonerlerle, bankada hesabı olan diğer 51.1 milyon kişi arasında ortalama farkı 12.500 kat...

Türkiyenin nüfusu yaklaşık 73 milyon kişi olduğuna göre, yaklaşık 22 milyon kişinin bankalarda tek kuruşu bile yok..

Tablo bu...

Bu tablonun İktisadî dille ifadesi “gelir dağılımındaki adaletsizlik”...

Bu öyle bir adaletsizlik ki; iktisadî kesimler arasındaki gelir dağılımında uçurumlar oluşturmuş...

AKP işte buna “(K)alkınma” diyor...

Bu kalkınma filan değil düpedüz yağma...

Zaten Kapitalizmin/neoliberalizmin temeli yağma...

Kapitalizm, zenginlerin orta, dargelirli ve yoksulların el emeği, göznuru ve alınterini insafsızca sömürmesi, yağmalaması, kişisel servetine eklemesi ve bu kişisel serveti durduğu yerde durmadan arttıracak banka/faiz/borsa/spekülasyon gibi soygun araçlarına sahip olması demek...

Böyle bir düzende 1 milyonerin ortaya çıkması demek yosullar ordusuna binlerce yeni kişinin daha katılmasıyla eş anlamlı...

AKP’nin “(K)alkınma”sı bir yılda tam 9.222 yeni milyoner türertmiş... Yani milyonlarla ifade edilebilen yoksul kitleye onbinlerce yeni yoksul daha katılmış 1 yılda...

Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in:

[Allah'ın bir pulunu bekleye dursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul,
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa,]


Dediği durumdan bile çok daha vahim değil mi bu tablo?..

“ (K)alkınma” sı böyle olan bir partinin “(A)dalet"i kimbilir nasıldır?

Dipnotlar:
1- Nihal Kemaloğlu, “Biz kalkındık ya siz!” , 05 Mart 2011, Akşam yazının tamamı için: http://www.aksam.com.tr/biz-kalkindik-ya-siz-1371y.html
2- Aziz CİVAN, “AKP’den büyüme masalları”, 30/04/2011, haberalemi, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3141
3- 11.12.2011 http://medyaline.com/

(Devam Edecek)

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=5917#5917

26 yıldır süren Kemal Türkler davası zamanaşımı nedeniyle düştü
01 Aralık 2010

DİSK genel başkanlarından Kemal Türkler'in öldürülmesine ilişkin Ünal Osmanağaoğlu'nun yargılandığı dava, zaman aşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırıldı.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, başka bir suçtan tutuklu bulunan sanık Ünal Osmanağaoğlu ile Kemal Türkler'in eşi Hatice Sebahat Türkler, kızları Yasemin Türkler Akpınar, Nilgün Soydan ile taraf avukatları hazır bulundu. Duruşmaya, Türkler'in torunu Burç Akpınar da annesi ve teyzesi adına müdahil avukatı olarak katıldı.

Duruşmada kararı açıklayan mahkeme heyeti, davanın zaman aşımı süresinin dolduğunu belirterek, ortadan kaldırılmasına hükmettiklerini bildirdi. Salonda dinleyici olarak bulunanlar karara tepki gösterirken, bir kişinin de ''Kemal Türkler aramızda yaşıyor'' diye bağırdı.

Mahkeme heyeti başkanın isteği üzerine duruşma salonunu boşaltmaya çalışan polisler ile dinleyiciler arasında kısa süreli arbede yaşandı.

"SÜLEYMAN ÇELEBİ KASITLI OLARAK ZAMANAŞIMINA TAŞINDI"
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Kemal Türkler'in öldürülmesine ilişkin davada verilen karara ilişkin, ''Dava, kasıtlı olarak zamanaşımına taşınmıştır'' dedi.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmanın ardından gazetecilere açıklama yapan Çelebi, DİSK genel başkanlarından Kemal Türkler'in öldürülmesine ilişkin Ünal Osmanağaoğlu'nun yargılandığı davanın, zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırılması kararını değerlendirdi.

Çelebi, ''Dava, kasıtlı olarak zaman aşımına taşınmıştır. Zamanaşımına uğratılması, bu katilin katil kimliğini bizim açımızdan ortadan kaldırmıyor. Hukuken de kalkmış değildir'' diye konuştu.

Hukukçuların, bu sürecin devamına ilişkin her türlü itirazlarını gerek Yargıtay sürecinde, gerekse uluslararası mahkeme nezdinde sonuna kadar devam ettireceğini vurgulayan Çelebi, şöyle devam etti:

''Bir kez daha buradan ilan ediyorum. Kemal Türkler davası bizim açımızdan katilleri belli olan davadır. Bu kararları verenler huzur içerisindeler ise, rahat uyuyacaklarsa, ne kadar uyuyacaklarını kendi vicdanlarına bırakacağız. Bizim açımızdan vicdani olarak aklanmış değildir. Bizim açımızdan hukuken aklanmış değildir. Diğerleri beyhude çabalardır. Diğer kararlar bizim açımızdan geçerliliği olan vicdani kararlar değildir.''

DAVANIN GEÇMİŞİ
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, DİSK genel başkanlarından Kemal Türkler'in, 22 Temmuz 1980 tarihinde evinin önünde otomobiline binmek üzereyken Ünal Osmanağaoğlu ile arkadaşları Aydın Eryılmaz, Abdülsamet Karakuş ve İsmet Koçak tarafından öldürüldüğü, koruma polisi Ali Bilsev'in de yaralandığı ifade ediliyordu.

İddianamede, bu olaya ilişkin, Osmanağaoğlu'nun suç ortakları hakkında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde kamu davası açıldığı, İstanbul ilinde sıkıyönetimin kalkması nedeniyle sanık hakkındaki dosyanın ayrılarak, genel hükümler uyarınca suç yeri sorumluluk alanı olarak Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildiği kaydediliyordu.

''Suçun, DGM'nin kuruluşu hakkındaki kanunun geçici 1. maddesi gereğince, kanunun yürürlüğe girdiği 1 Mayıs 1984'ten önce işlenmesi nedeniyle Osmanağaoğlu'nun DGM'de yargılanmasının mümkün olmadığı'' vurgulanan iddianamede, sanığın, TCK'nın 149/2. maddesi uyarınca ''ahaliyi ayaklandırarak birbirini öldürmeye sebebiyet vermek'' suçundan cezalandırılması talep ediliyordu.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 14 Nisan 2003 tarihli duruşmasında, sanık Osmanağaoğlu'nun beraatına karar verilmişti.

Dosyanın temyize gittiği Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Abdülsamet Karakuş, Aydın Eryılmaz, Celal Adan, İsmet Koçak ve İsmail Aydın Esi'ye ait dava dosyalarının akıbeti ve kesinleşip kesinleşmediği konusu dosya kapsamı ile anlaşılamadığı gerekçesiyle bu hususun yeniden araştırılıp denetime olanak verecek şekilde gerekli bilgi ve belgeler getirtilip dosya içine konulduktan sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği belirtilerek, eksik soruşturma gerekçesiyle kararı bozmuştu.

Bozma kararının ardından davayı tekrar görüşen Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında Kemal Türkler'in öldürülmesi olayı ile biten suç nedeniyle 765 sayılı TCK'nın 149/2. maddesine muhalefet suçundan dava açılan sanık Ünal Osmanağaoğlu'nun, ''bu suçu işlediği hususunda mahkumiyetine yeterli ve kati deliller bulunamadığı''ndan beraatına hükmetmişti.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise ''Kemal Türkler'in Merter'deki evinin önünde öldürülmesi eyleminde Ünal Osmanağaoğlu'nun eylem yerinin belirlenmesi, keşif yapılması, planlama aşamasında görev alması ve olay sırasında silahla ateş ederek, suça asli maddi fail olarak katıldığının anlaşıldığı''na işaret ederek, Osmanağaoğlu hakkında verilen beraat kararını oy birliğiyle bozmuştu.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, yeniden yaptığı yargılamada, 30 Temmuz 2009 tarihinde beraat hükmünde direnme kararı aldı. Direnme kararını inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu, hükmün bozulmasına karar vermişti.

KEMAL TÜRKLER KİMDİR?
Kemal Türkler (1926, Denizli - 22 Temmuz 1980, İstanbul), DİSK`in kurucusu ve ilk genel başkanı.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu lideri, işçi sınıfının önemli kişilerinden Kemal Türkler, 1926 yılında Denizli’de, yoksul bir ailenin ilk çocuğu olarak doğdu. Yoksullukla geçen bir ilkokul çağından sonra, genç yaşta hayatını terzi çırağı olarak çalışmaya başladı. Daha sonra gömlek ustalığı, ayakkabıcı çıraklığı gibi çeşitli işlerde çalıştı. Bu dönemde, işçi haklarıyla ilgili fikirleri şekillendi.

1944 yılında liseden mezun olan Türkler, yedek subay olarak askerliğini yaptı ve 1946 yılında tamamladı. Denizli'nin Tavasilçesinde bir yıl devlet memuru olarak görev yaptı. 1947 yılında İstanbul Hukuk Fakültesine kaydoldu. Bu dönemde hayatını Bakırköy Emayetaş fabrikasında işçilik yaparak kazandı. Sendikal yaşamı da bu iş sayesinde başladı.

1949 yılında Türkler'in ailesi babasının sağlık sorunu dolayısıyla İstanbul'a taşındı. Türkler Hukuk Fakültesinden 3. sınıfta ayrılmak zorunda kaldı ve 1953 yılına kadar gömlek terzisi olarak çalıştı, ve satıcılık gibi işler de yaptı.

13 eylül 1953’de Türkiye Maden-İş Sendikasının Bakırköy yönetim kurulu üyeliğine seçildi. 19 Mart 1954 tarihinde yapılan Genel Kurul’da Maden-İş Sendikasının Sekreterliğine getirildi. Yine aynı yıl, sağlık sorunları nedeniyle genel başkanlık görevinden ayrılan Yusuf Sıdal’ın görevini üstlendi.

Böylece 1958 yılında Türkiye Maden İş Sendikası Türkiye genelinde örgütlenmeye başladı.

1958 yılında Kemal Türkler eşi Sabahat Türkler ile evlendi ve 1959 yılında Yasemin, 1961 yılında Nilgün adlı çocukları dünyaya geldi.

Bu dönemde Türkiye'de 1960 Devrimi’nin getirdiği hak ve özgürlükler, sendikal çalışmaları hızlandırdı. 9 Ekim 1960 Türkiye Maden İş Sendikası, Milletlerarası Maden İşçileri Sendikaları Federasyonu’na üye oldu.

Kemal Türkler 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi kurucuları arasında yer aldı.

Kemal Türkler, 15 Temmuz 1966’da diğer bazı sendikacılarla birlikte Sendikalararası Dayanışma Anlaşmas (SA-DA)verilen bir karara imza attı. Bunun sonucunda, MADEN-İŞ, BASIN-İŞ, LASTİK-İŞ, GIDA-İŞ15 Ocak 1967’de Türk-İş’ten ayrılıp [Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu]nu(DİSK)kurdular. Bu tarihte Maden-İş sendikasından Kemal Türkler, Lastik-İş sendikasından Rıza Kuas, Maden İşçilerinden Mehmet Alpdündar, Basın-İş’ten İbrahim Güzelce, Gıda-İş’ten Kemal Nebioğlu, DİSK yönetim kuruluna seçildi.[kaynak belirtilmeli]

DİSK'in sendikalar aleyhine olan bazı maddeleri protesto ettiği 15-16 Haziran 1970 Kemal Türkler ve arkadaşları da tutuklandı. Bu dönemde sendikalar protesto amaçlı greve devam ederken, toplu sözleşme çalışmaları sonuçsuz kaldı.

Daha sonra, DİSK, Devlet Güvenlik Yasası tasarısına karşı 16 Eylül 1976’da genel yas ilan ederek, örgütlü bir genel grev başlattı. Kemal Türkler bu kez de tutuklandı.

Disk’in 6. Genel Kurul’unda 26 Aralık 1977 Kemal Türkler, DİSK genel başkanlığını kaybetti.

1978 yılında İstanbul Taksim'deki 1 Mayıs kutlamalarında Maden-İş başkanı olarak yürüdü. 19 Aralık 1979’da yapılan Maden-İş sendikasının, 23. Genel Kurulunda, Enternasyonal Marşı’nın okunması nedeniyle tutuklandı.

22 Temmuz 1980'de evinin önünde vurularak öldürüldü.
habertürk

Karakolda Ölüme 41 bin TL Tazminat
22 Aralık 2010
Karakolun nezarethanesinde intihar eden Özgür Ü'nün ailesine, 41 bin lira tazminat ödenmesine karar verildi.
Balıkesir İdare Mahkemesi, Edremit ilçesinde 9 yıl önce gözaltında tutulduğu karakolun nezarethanesinde intihar eden lise öğrencisi Özgür Ü'nün ailesine, İçişleri Bakanlığı tarafından 41 bin lira tazminat ödenmesine karar verdi.

Edremit'te lise öğrencisi Özgür Ü'nün, karıştığı iddia edilen bazı olaylardan dolayı aranırken, babası Osman Ü. tarafından teslim edildiği karakolun nezarethanesinde ölü bulunmasıyla ilgili ailesinin İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı tazminat davası sonuçlandı.

Baba Osman Ü'nün, daha önce 20 bin lirası maddi, 20 bin lirası manevi olmak üzere 40 bin lira tazminat istemiyle açtığı dava kapsamında Balıkesir İdare Mahkemesi, 2005 yılında İçişleri Bakanlığının 11 bin lirası maddi, 20 bin lirası da manevi olmak üzere aileye 31 bin lira tazminat ödemesine karar vermişti.
İçişleri Bakanlığınca yapılan itiraz üzerine Danıştay 10. Dairesi, yerel mahkemenin verdiği kararı, tazminat tutarını az bularak bozmasının ardından dava yeniden Balıkesir İdare Mahkemesinde görüldü.

Mahkeme, idarenin gözetim ve denetim görevini yapmadığı, hizmetin kötü işlemesi suretiyle hizmet kusuru bulunduğunun açık olduğuna kanaat getirerek, daha önce ödenmesine karar verilen 31 bin liralık maddi ve manevi tazminatın dışında hakkaniyet gereği takdiren 10 bin lira daha manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

OLAY
Lise öğrencisi Özgür Ü, bir kadına sarkıntılık ettiği iddiasıyla aranırken, babası Osman Ü. tarafından 23 Ağustos 2001'de polise teslim edilmişti.

Özgür Ü, Edremit Emniyet Müdürlüğünde gözaltındayken ölü bulunmuş, yetkililer gencin, nezarethanede bulunan battaniyenin kenarındaki çevirme bandını söktükten sonra ip haline getirip kendisini kalorifer borusuna asarak intihar ettiğini açıklamıştı.

Buna karşın baba Osman Ü, oğlunun ölümünde polislerin ihmali olduğunu öne sürerek, olay günü görevli polis memurları hakkında ceza, İçişleri Bakanlığı aleyhine ise tazminat davası açmıştı.

Özgür Ü'nün nezarethanede ölü bulunmasıyla ilgili açılan ceza davasında sanık polis memurlarından 5'i beraat etmiş, 2'si hakkında verilen 3'er aylık hapis ve 474'er liralık para cezaları ertelenmişti. aktifhaber

30 yıl sonra işkence raporu istediler
24.12.2010

12 Eylül döneminde gördüğü işkenceler için dönemin yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulanan şair-yazar Yılmaz Odabaşı’ndan 30 yıl önce işkence görüp görmediğine dair rapor istendi.

Yılmaz Odabaşı, Diyarbakır Cezaevi’nde gördüğü işkencelerin yanında 12 Eylül dönemindeki diğer tutukluluk ve şiddet gördüğü olaylar nedeniyle Kenan Evren, dönemin 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Kemal Yamak ve bulunduğu cezaevinde 18-20 insanın işkenceyle ölmesine neden olan Cezaevi İç Güvenlik Amiri Esat Oktay Yıldıran ve dönemin askeri mahkeme heyeti başkanı Yüzbaşı Avni Emirler hakkında suç duyurusunda bulundu.
SAVCI FARKLI OLAYA BAKTI
Ancak savcılığın bu olaylar yerine 1979’da jandarma tarafından gözaltına alınıp falakaya yatırıldığı dosya üzerinden işlem yaptığını belirten Odabaşı, “Önceki gün jandarmalar evime gelerek, ‘Savcı bize yazı gönderdi ifadeni almamızı istiyor’ dedi. Üstelik 30 yıl önce işkence gördüğüm için devlet hastanesine giderek muayene olmam ve rapor almam gerekiyor” dedi. İki gün içinde muayene olacağını ifade eden Odabaşı, savcının farklı dosya üstünden işlem yapmasına da itiraz edeceğini sözlerine ekledi.

Olayı değerlendiren Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı, Adli Tıp Uzmanı Şebnem Korur Fincancı, “30 yıl sonra bile bazı işkence izlerine rastlanabiliyor. Ama tabi bu tür davalarda aradan 30 yıl geçtikten sonra tamamen bu işi hekime devretmek de doğru bir hareket değil. Hekimlerin bu gibi durumlarda çok ciddi uzmanlık gerektiren, ayrıntılı araştırmalar yapması gerekiyor” dedi.
gazeteport


CMK 102 ile serbest kaldı
31 Aralık 2010
Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesince, Bingöl'ün Solhan ilçesinde 5 yıl önce 5 kişinin öldürüldüğü, 13 kişinin yaralandığı silahlı kavgaya ilişkin 90 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılan Mahmut Karadağ, bugünden itibaren yürürlüğe giren tutukluluk sürelerini kısaltan Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 102. maddesi uyarınca tahliye edildi.

Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin, bugün tahliyesine karar verildiği Gümüşhane E Tipi Kapalı Cezaevi'nde kalan Mahmut Karadağ'ın oğlu Behçet Karadağ, araçla cezaevine alındı. Bir süre sonra, Mahmut Karadağ'ın da içinde bulunduğu otomobil, cezaevinden çıkarak, hızla uzaklaştı. Araca, güvenlik gerekçesiyle bir jandarma aracının eskortluk ettiği gözlendi. aktifhaber

Albay Aldatılan Kocayı Mahvetti
30 Aralık 2010
Hem karısı tarafından bir albayla aldatıldı, hem hapse mahkum edildi, hem de aldatan eşe nafaka ödeyecek. Aldatan değil aldatılan mahkum edildi... İşte bu kadar da olmaz dedirten haber:
Karara itiraz edince 5 gün de hapse atıldı

“Eşlerin özel ve gizli alanları vardır” diyen mahkeme, aldatma görüntülerini delil saymadı. Hakim, çocuğun velayetini aldatan anneye verdi, baba karara itiraz edince hapse girdi

5 yıldızlı otel aşçısı S.Ö, kendisini Genelkurmay Başsavcılığı eski savcılarından emekli Albay Zekeriya Duran ile 3 yıl boyunca aldatan ve görüntüleri halen internette olan eşi Ş.Ö’den sonunda boşandı. Yaklaşık bir buçuk yıl süren davada S.Ö’nün başına gelmeyen kalmadı. Ankara 8. Aile Mahkemesi, dava “zina” kapsamında açılmasına rağmen çifti “şiddetli geçimsizlik” ve “aile birliğinin temelden sarsılması” kapsamında boşadı.

‘EŞLERİN GİZLİ ÖZEL ALANI VARDIR’

Mahkeme buna gerekçe olarak da “Eşlerin sadakat yükümlülüğü kapsamındaki evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir” dedi. Bu nedenle internet görüntülerinin delil olarak kullanılamayacağını belirten Mahkeme “Eş olsalar bile bireylerin birlerine karşı da bağımsız, özel ve gizli alanları vardır. Eş olmak tıpkı vücut bütünlüğünde olduğu gibi, manevi dünyada da özel olandan, sadece kişiye ait olandan vazgeçmek anlamına gelmez” değerlendirmesi yaptı.

ALDATILAN KOCAYI BİTİREN KARAR

8. Aile Mahkemesi’nin verdiği ikinci karar ise aldatılan eş S.Ö.’yü yıktı. Mahkeme, çiftin kızlarının velayetini, aldatma görüntüleri hala internette dolaşan anne Ş.Ö.’ye verdi. Duruşmada bu karara tepki gösteren S.Ö, “Kızımı böyle utanç verici bir şey yaşayan bir insana nasıl verirsiniz” dedi. Hakim Eray Karınca ise S.Ö’yü “mahkeme düzenini bozmaktan 5 gün hapis cezasına” çarptırdı. Daha önce eşini aldattığı ileri sürülen S.Ö’ye ayda 300 TL nafaka verilmesini kararlaştıran mahkeme, karar duruşmasında tedbir nafakasını kaldırdı ancak daha önce ödenmeyen nafaka S.Ö’yü icralık yaptı. S.Ö’nün maaşından yapılan haciz sonucu 2 bin 642 TL tahsil edildi.

‘Çubuklu bana baskı yaptı’

S.Ö. Başbakanlık’a gönderdiği şikayet dilekçesinde, Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu’nun istediği ile 8 Temmuz 2009’da makamına gittiğini belirterek “Hıfzı Paşa, müstehcen CD’nin kendisine 1 ay önce geldiğini, kadını tanımadıkları için ve şikayetçisi olmadığı için bir şey yapmadıklarını söyledi. Ayrıca zinanın suç olmadığını, kadının iffetli olmasından dolayı İç Hizmet Kanunu, mevzuata göre bir şey yapamayacaklarını söyledi. Bazı yasadışı örgütlerin ve özellikle Fethullahçıların TSK ile uğraştığını, bu olayın da onların komplosu olduğunu, kesinlikle komploculara alet olmamamı, basına bilgi vermememi, TSK’yı yıpratmamamı, kimseyle bu konu hakkında konuşmamamı, askeriyeden başka birileri çağırırsa kesinlikle gitmememi söyledi” dedi.

Beni niye hapse attı?

Aldatılan eş S.Ö., kendisini 5 gün hapis cezasına çarptıran Hakim Eray Kaynarca hakkında Başbakanlığa yaptığı şikayette “Hakim Eray Karınca bana ‘artistlik yapma, kes sesini’ demesi üzerine ben de, ‘porno CD’leri olanları görmezlikten geliyorsunuz, onlara artist demiyorsunuz, bir de bana mı artist diyorsunuz? Ben zina yapmışım gibi davranamazsınız bana’ demem üzerine hakimin emriyle polis tarafından gözaltına alınarak nezarete götürüldüm” dedi.

S.Ö., evliliğini yıktığı gerekçesiyle emekli Albay Zekeriya Duran hakkında Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtı. 17. Asliye, boşanma davasına bakan 8. Aile Mahkemesi’nin delil saymadığı aynı görüntüleri delil olarak kabul etti. Görüntüleri bilirkişiye inceletti, Duran ile Ş.Ö’nün 3 yıllık telefon trafiğini de TİB’den isteyerek dosyaya koydu.

Kaynak: Star

Evinde Cephanelik Bulundu Mahkeme Serbest Bıraktı
31 Ocak 2011
Mardin’in Savur ilçesinde silah kaçakçılığı yaptığı belirlenen bir kişinin evinde yapılan operasyonda çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirildi.
Mardin’in Savur ilçesinde silah kaçakçılığı yaptığı belirlenen bir kişinin evinde yapılan operasyonda çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirildi. Mahkemeye çıkarılan zanlı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Mardin Valiliği'nden konuyla ilgili yapılan açıklamada, Mardin merkeze bağlı Savur ilçesinde silah kaçakçılığı yaptığı belirlenen adrese jandarma tarafından operasyon yapıldığı belirtildi.

Operasyonda kaçak yollardan getirildiği belirtilen kaçak silah ve mühimmat ele geçirildi. Düzenlenen operasyonda, 12 adet 9 milimetre çapında tabanca, 4 adet 6,35 milimetre çapında kuru sıkı tabanca, 10 adet av tüfeği, 1 adet havalı tüfek ve bu silahlara ait 147 adet tabanca fişeği, 236 adet av tüfeği fişeği, 48 adet tabanca şarjörü ile silah ve mühimmat imalatında kullanılan 9 adet tabanca üst kapağı, 1 adet tüfek mekanizması, 13 adet tüfek dipçiği, 2 adet kabza ve tetik tertibatı, 26 adet tabanca kabzası, 4bin 065 gram barut, 29 adet kapsül, 143 adet kovan, 1 adet numaratör ve 5 adet tabanca namlusu ele geçirildiği belirtildi. aktifhaber

SEHVEN
SERDAR AKİNAN
29 Ocak 2011

Devlet nedir? Vatan nedir? Yurttaş nedir? Yasa nedir? Hepsinin bir anlamı var değil mi?

Bizler, bu ülke toprakları üzerinde, anayasasında tarifi yapılan kurallar ve kurumlarla bir arada yaşayan yurttaşlarız. Yasalar bu sistemi ayakta tutan metinlerdir. Ama tek bir duygunun paydaşlığı zedelenirse sistem çatırdamaya başlar. Adalet duygusu...
Toplumun çok ciddi bir kısmı adalete olan inancını kaybetti.
Ergenekon sürecinde birilerinin manipülasyonu yavaş yavaş ortaya dökülmeye başlıyor.

1. Ergenekon Davası'nın tutuklu sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin cep telefonuna Hizbut Tahrir örgütü ile ilişkilendirilen 139 kişinin telefon kaydı onu sorgulayan polisler tarafından iliştirildi...

2. Şantaj ve askeri casusluk soruşturmasının bir numaralı şüphelisi Emekli Albay İbrahim Sezer'in telefon görüşmelerinin dökümlerine Rus ajanı ve kadın satıcısı olduğu öne sürülen Vika isimli bir kadının adı eklendi...

3. Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramalar sırasında içinde ne olduğu kimse tarafından bilinmeyen 4 CD'nin kendilerine ait olmadığını belirten askerler CD'lerle ilgili el koyma tutanağını imzalamadı...

4. Meşhur 'Kafes Eylem Planı'' davasının sanığı Levent Bektaş'ın imzalarının sahte olduğu ispatlandı...

5. Cumhuriyet savcılarına gönderilen 6 sayfalık raporda Balyoz darbe planındaki 'Çarşaf, Suga, Oraj ve Sakal'' planlarının gerçek olmadığı yönünde kuvvetli deliller bulunduğu belirtildi...

Bu liste uzayıp gidiyor... Ve gidecek...
Fakat asıl düşündürücü olan bu listeye eklenen her bir yeni iddianın toplumun adalet duygusunu erozyona uğratıyor olmasıdır.

O adalet duygusu ki giderek bir parti devleti halini alan siyasal yapının otoriterleşme eğilimiyle birleşmektedir.

Açılan son sandık bize ne gösterdi? Toplumun ikiye bölünmüş olduğunu...
Şimdi medya marifetiyle gerçeklik algımızla oynandığı ortaya çıkıyor.
Bir insan gözaltına alınıyor ve suçla ilişkilendirilerek hapse atılıyorsa, medya bu adamı yargılanmadan suçlu ilan ediyorsa...

Aylar ve aylar sonra bu davada resmi görevlilerin delil ürettiği, sahte imzalar attığı, bilişim suçları işlediği tek tek ortaya çıkmaya başlıyorsa...
Bu insanın kasten suçlandığı resmen ortaya çıkıyorsa...
Kamunun önüne çıkıp 'sehven'' diyemezsiniz...
Şaka değil... Türkiye'de rejim değişiyor...
Ve toplumun yarısı buna ikna değil...
Üstüne üstlük bu rejimi hile ile değiştirme ihalesini alanlar bir de bu işi ellerine yüzlerine bulaştırmışlarsa...
Eh, interneti de karartamıyorsan... Biraz sıkıntı var demektir...
http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=173

Altı skandal tahliye daha
26 Şubat 2011

Sakarya'da TEKEL'e ait 5,5 ton sigara yüklü TIR'ı kaçırarak 3 kişiyi öldürdükleri gerekçesiyle ömür boyu hapis ve 72'şer yıl hapis cezaları alan 6 sanık, dosya Yargıtay'da onanmadığı için Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)'nun 102. maddesi gereğince serbest bırakıldı.

22 Aralık 2004 de TEM Otoyolu Alancuma TIR parkında TEKEL'e ait TIR'ın içindeki sigaraları gasp ederek şoförler Ufuk Tuna ve Mehmet Akkoç'u araçla birlikte yakarak öldüren ardından da borç karşılığı tehditle köstebek olarak kullandıkları iddia edilen TEKEL çalışanı Emrah Demir'i öldürüp cesedini yaktıkları iddiasıyla tutuklu olarak yargılanan 6 sanık, CMK'nın 102. maddesinden tahliye edildi.
'Gasp' ve 'gasp suçunu gizlemek amacıyla 3 kişiyi öldürmek' suçlarından Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan İlyas Tatay, Cengiz Bayrak, İsmail Ozan Tatay, Hasret Ünsal, Muharrem Gülten ve Hacı Tatay, hakkında 2006 yılında çeşitli cezalar verildi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin davayı bozması üzerine yeniden yapılan yargılama sonucunda Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen sene davayı yeniden karara bağladı. Sanıklardan Cengiz Bayrak, İlyas Tatay ve Hasret Ünsal ayrı ayrı 3'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 13'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hacı Tatay, İsmail Ozan Tatay ve Muharrem Gülten'in de ayrı ayrı 72'şer yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Dava dosyası Yargıtay'dan ikinci kez bozularak yeniden yerel mahkemeye gönderildi. Davanın görülmesine yerel mahkemede devam edilirken, sanık avukatları, CMK'nın 102. maddesi gereği tutukluluk süresinin 5 yılı geçemeyeceğini belirterek sanıkların tahliyelerini istedi. Tahliye taleplerini değerlendiren Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların yaklaşık 6 yıldır tutuklu bulunmalarından dolayı tahliyelerinde yasal zorunluluk bulunduğunu belirterek 6 sanığın tahliyesine karar verdi. haber10

Bir "Bakıcı Dehşeti" İddiası Daha

Darp nedeniyle hastaneye kaldırılarak yaşamını yitiren iki yaşındaki İrem'in anne ve babası, çocuklarını, bakıcının öldürdüğünü iddia etti.

21.03.2011

Özlem Turunç ve Sedat Gümüş, 2 buçuk yıl önce evlendiler ve bir çocukları oldu. Ancak çift, geçimsizlik sebebi ile ayrılmak için mahkemeye gitti.
Mahkeme, çifti boşadı ve kızları İremsu’nun velayetini anne Özlem Turunç’a verdi. Baba Sedat Gümüş’e ise kızını haftada bir gün görme hakkı verildi.

Annenin iddiasına göre baba, 45 gün önce aldığı kızını anneye getirmedi ve kayıplara karıştı.

Anne Özlem Turunç, "Burada olduğunu bilmiyordum, hep köylerinde aradım. Getirmeseydi, kaçırmasaydı şimdi yanımda olurdu. Birşey olmazdı, iyi olurdu, yaşıyor olurdu şimdi" dedi.

Baba Sedat Gümüş ise çocuğuna daha iyi bakacağını düşünmüştü.

Sedat Gümüş, "Ben Antalya’da çalıştığım için Antalya’ya getirdim çocuğumu. Daha iyi bakmak için, daha iyi gelecek sağlamak için" diye konuştu.

Eski Bir Arkadaşına Emanet Etti
Çocuğunu bakması için eski bir arkadaşına emanet eden Baba Gümüş, hastaneden gelen telefonla şaşkına döndü.

Sedat Gümüş, pazartesi günü doktorun kendisini arayıp kızının komada olduğunu söylediğini belirtti. Anne ve baba şimdi bakıcı aileden şikayetçi.

"Yüzü ve Alnı Mosmordu"
Baba Sedat Gümüş, "Bebeğin yüzü mosmor, alnı mosmor. Daha iki yaşında bir bebek. Allahı’ndan bulsunlar. Adaletimize güveniyoruz. Gereken cezayı vereceğine inanıyoruz" dedi.

"Doktor Darp Edildiğini Söyledi"

Anne Özlem Turunç ise "Banyo kazası dediler ilk önce. Doktor darp edildiğini söyledi. Doktor, beyninin en önemli yerine darbe geldiğini söyledi. Şikayetçiyim, sonuna kadar şikayetçiyim. Bebeğimi öldürdüler. Ben düşünemiyorum. İki yaşında bir bebeğe böyle vurulur mu?" şeklinde konuştu.

Bakıcı Şimdilik Serbest
Bakıcı kadın ise, savcılıktaki ifadesinin ardından çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Düğümü, adli tıptan gelecek raporun çözmesi bekleniyor. TRT

Pardon filmi Sivas'ta gerçek oldu
9 Nisan 2011

Sivas'ın Divriği ilçesinde 83 yaşındaki eşini 17 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü gerekçesiyle 17 aydır cezaevinde tutuklu bulunan 85 yaşındaki Yusuf Yardımcı, gerçek zanlının yakalanmasıyla tahliye edildi.


Alınan bilgiye göre, Zele Hatun Mahallesi Mevsim Sokak'ta yaşayan 83 yaşındaki Elmas Yardımcı'nın, 17 Kasım 2009 tarihinde evinde 17 yerinden bıçaklanarak öldürülmesi olayıyla ilgili tutuklanan 85 yaşındaki eşi Yusuf Yardımcı, Sivas Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ekiplerinin olayı aydınlatıp, gerçek zanlı Ferhat T'yi (26) Bursa'da yakalayarak adalete teslim etmesi üzerine, 17 aydır tutuklu bulunduğu Sivas E Tipi Kapalı Cezaevi'nden tahliye edildi.

Gerçek zanlı Ferhat T'nin, Sivas E Tipi Kapalı Cezaevine teslim edildiği saatlerde cezaevinden tahliye edilen Yusuf Yardımcı, gidecek yeri olmadığı için gazetecilerin yardımıyla bir otelde kaldı.

-KANLI ELBİSESİNİ ÇAMAŞIR MAKİNESİNE ATINCA, CEZAEVİNE GİRDİ-

Yusuf Yardımcı, cinayet günü evde yerde kanlar içerisinde bulduğu eşinin üzerine olayın acısıyla kapanınca, pantolonuna kan bulaşmıştı.

Cumhuriyet Savcısının karşısına temiz elbiseyle çıkmak düşüncesiyle, bu kanlı elbisesini çamaşır makinesine atınca cinayetin zanlısı olarak 17 ay önce tutuklanan ve ''eşe karşı kasten adam öldürme'' suçundan hakkında müebbet hapis istemiyle dava açılan Yusuf Yardımcı, ''içlerinden birinin telaşı yüzünden yanlışlıkla hapse atılan ve bir anda hayatları alt üst olan üç yakın arkadaşın hikayesinin'' anlatıldığı ''Pardon'' filmindeki gibi suçsuz yere cezaevinde yattı.

Yargılama süreci devam eden ve 4 Haziran 2011'de hakim karşısına çıkmayı bekleyen Yardımcı, olayın zanlısı olduğu tespit edilen Ferhat T'nin tutuklanmasının hemen ardından cezaevinden tahliye edildi.

-''YOK YERE 17 AY CEZAEVİNDE YATTIM''-

Yardımcı, cezaevi çıkışı AA kamerasına yaptığı açıklamada, ''17 aydır yok yere yattım. Suçum yoktu, suçum olsa bırakırlar mıydı? Tutukluydum ben, hükümlü değildim'' dedi.

Hayatında daha önceden ne şahit olarak, ne de şüpheli olarak karakola ve savcılığa hiç gitmediğini anlatan Yardımcı, suçsuz olduğu halde 17 aydır mağdur olduğunu, bu mağduriyeti ile ilgili gerekli başvuruları yapma konusunda avukatıyla görüşeceğini söyledi.

Olay günü eşini evinin salonunda yerde kanlar içerisinde bulduğunu anlatan Yardımcı, ''Hafif yüzünde kan vardı. Kanın aktığının farkında değildim, üzerine kapanınca dizlerim kan olmuş. Komşuya haber verdim, daha sonra polisler ve savcı geldi. Sadece dizimde kan vardı, elimde, ayağımda kan yoktu'' dedi.

Olayın ardından Cumhuriyet Savcısına ve emniyet yetkililerine ''eşimi ben öldürmedim'' dediğini, ancak dizindeki kan lekesi ve elbiselerini çamaşır makinesine atması nedeniyle tutuklandığını ifade eden Yardımcı, ''Çok kurnaz katiller ki, hiçbir iz bırakmamışlar'' diye konuştu.

-ZANLININ AİLESİNİ 17 BİN LİRA BORÇ VERMİŞ-

Kendisinin ilçede besicilik ve büyükbaş hayvan ticaretiyle uğraştığını belirten Yardımcı, zanlının kendisini tamınamdığını ancak dedesi ve babası ile alışverişi olduğunu, hayvan alım-satım işlerinde kefil olduğu aileye 17 bin lira da borç verdiğini kaydetti.

Olaydan bir gün önce de zanlının ailesinin yeni satın aldığı araç için bin lira istediğini, bayram öncesi harçlığı olmadığı için bu talebi reddettiğini anlatan Yardımcı, ertesi gün icradaki parasını almak için çarşıya indiğini, parasını alıp eve geldiğinde eşinin cesediyle karşılaştığını söyledi.

Cezaevi günlerinin çok zor geçtiğini ifade eden Yardımcı, ''Ben cezaevinde 'bu işin faili değilim, az yatarım, çok yatırım, bu iş çorap söküğü gibi sökülür, gerçek meydana çıkar, ama erken, ama geç çıkarım' dedim'' ifadelerini kullandı.

İlk eşinden 1 kızı, 1 de oğlu bulunan, hayatında 4 kez evlenen Yardımcı, son eşi Elmas Yardımcı'nın öldürülmesine çok üzüldüğünü belirterek, ''O acı unutulmuyor'' ifadelerini kullandı.

Eşinin kolundaki 4 bilezik için öldürüldüğünü ifade eden Yardımcı, eşini de önceden hırsızların dikkatini çekeceği konusunda uyardığını, bileziklerinden 2'sini sakladığını, 4'ünü ise koluna taktığını söyledi.

-AVUKAT KORKMAZ-

Yardımcı'nın avukatı Abdullah Korkmaz ise olayın ardından pantolonunun diz kapağı ve iç çamaşırları kanlı olan müvekkili Yusuf Yardımcı'nın, ''savcı beyin karşısına temiz elbiseyle çıkma'' düşüncesiyle kanlı çamaşırlarını çamaşır makinesine attığını, bu şüpheyle de tutuklandığını söyledi.

Yargılama sürecinde ''tanık'' olan Ferhat T'nin olay günü nerede olduğunun tespiti için GSM operatörlerine müzekkere yazıldığını, yaklaşık 1 ay önce de Divriği'deki baz istasyonlarından sinyal dökümlerine ilişkin tutanakların geldiğini anlatan Korkmaz, olay günü Bursa'da olduğunu belirten Ferhat T'nin, baz istasyonlarının sinyal dökümlerine göre Divriği'de olduğunun tespit edildiğini söyledi.

Bu çelişki nedeniyle Cumhuriyet Savcısı'nın talebi üzerine, Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatıyla Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı'na Ferhat T. ile ilgili suç duyurusunda bulunulduğunu ifade eden Korkmaz, olayın zanlısı olduğu tespit edilen Ferhat T'nin Bursa'da yakalandığını kaydetti.

-HAZİRAN'DAKİ DURUŞMADA BERAAT BEKLİYOR-

Müvekkilinin Haziran ayındaki duruşmada beraatını beklediğini anlatan Korkmaz, duruşmadan önce tahliye edilmesinin sevindirici olduğunu belirterek, ''Müvekkilim suçsuz olduğu halde, şüphe üzerine 17 ay tutuklu kalmıştır. Bu nedenle mağdur olmuştur. Adalet geç olsa da tecelli etmiş olduğundan mutluluk duyuyorum'' dedi. Yardımcı'nın torunu Murat Yardımcı da ''Adalet yerini buldu'' ifadelerini kullandı. haber10

5 liralık diş macun çaldı, 5 yıl hapsi istendi
16:35 - Adana'da, bir marketin rafından, farklı günlerde 14 adet diş macunu ç aldığı güvenlik kamerası görüntüleriyle tespit edilen 19 yaşında ki İ.Ç.G.'nin, 5 yıl hapis cezası istendi. Hırsızlık olayının gece gerçekleşmesi nedeniyle verilecek cezada 3'te 1 oranında artırım yapılması da talep edildi. 09.04.2011 ADANA netgazete

Yurt Çocuğuna Kızgın Çatal Cezası

Adana'da devlet korumasındaki çocukların villa konforunda yaşamalarını sağlamak amacıyla geçen yıl hizmete giren Adana Sevgi Evleri Çocuk Yuvası ve Kı...
ADANA'da devlet korumasındaki çocukların villa konforunda yaşamalarını sağlamak amacıyla geçen yıl hizmete giren Adana Sevgi Evleri Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurdu'nda görevli 2 bakıcı annenin, yaramazlık yapan 12 yaşındaki bir erkek çocuğunun vücuduna kızgın çatal bastırarak cezalandırdığı ortaya çıktı.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı merkez Seyhan İlçesi Yeşiloba Mahallesi'nde 21 villa tipi evden oluşan 210 çocuk kapasiteli Adana Sevgi Evleri Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurdu'nda görevli bir personel, bakıcı anneler Meral K. ve Kadriye D.'nin yaramazlık yapan 12 yaşındaki erkek çocuğun vücudunun çeşitli yerlerine bastırarak cezalandırdığını öne sürerek Adana Valiliği'ne ihbarda bulundu. İhbarı değerlendiren Valilik, başlatılan soruşturma ardından taşeron kadroda çalışan bakıcı anneler Meral K. ve Kadriye D.'nin görevlerine son verip, haklarında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na "kötü muamele" iddiasıyla suç duyurusunda yaptı. İki bakıcı anne tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
aktifhaber

10 Yıldır Mahkeme Bile Belirlenemedi

Küçük Selim, hastanede yapılan bir hata sonucu felç oldu. Davaya hangi mahkemenin bakacağına 10 yıldır karar verilemedi.

25.04.2011

Selim Y., 12 Eylül 2001’de henüz 7 yaşında iken boğaz ağrısı ve iltihabı şikayetiyle SSK hastanesine götürüldü.
Acil servis doktoru N.V, antibiyotik yapılmasına karar verdi. İlaç hemşire S.K tarafından tatbik edildi. İlacın üzerinde “damara vurulmaz” uyarısı bulunmasına rağmen hemşire S.K., iğneyi siyatik sinirine zerk etti.

Bu ilaçla küçük Selim felç oldu. Aile sorumlular hakkında önce Kartal Asliye Hukuk Mahkemesi’nde toplam 75 bin TL’lik maddi ve manevi tazminat davası açtı.

Mahkemenin 17.7.2002 tarihli kararında çocuğun babasının SSK’lı olduğu ve davanın Borçlar Kanunu uyarınca iş mahkemelerinde görülmesi kararı verildi. Bu karar Yargıtay tarafından da onanınca dosya Kartal 2. İş Mahkemesi’ne gönderildi.

İş Mahkemesi, Adli Tıp raporu doğrultusunda sorumluları 37 bin TL maddi, 25 bin TL de manevi tazminata mahkum etti. Ancak Yargıtay 21.Hukuk Dairesi, davaya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin bakması gerektiğini belirterek, yerel mahkeme kararını bozdu.

Dosya bu sefer Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderildi. Kartal 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2008 ‘de 37 bin TL maddi, 15 bin TL manevi tazminat cezasına hükmetti. Sağlık Bakanlığı’nın itirazı üzerine dosya üçüncü kez Yargıtay’a geldi.

Yargıtay 4.Hukuk Dairesi, Selim’in, hizmet kusuru nedeniyle davanın idari yargıda açılmasını istedi. Yargıtay kararına yerel mahkeme direnince dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun gündemine geldi.

Kurul da idari yargıya gidilmesi gerektiğini belirtti. 10 yıldır hukuk savaşı verilen Selim için her şey silbaştan başlayacak. TRT

CHP'li Gürsel Tekin İçin Süre Doluyor

CHP’li Tekin’in Kadıköy 3. Ağır Ceza’dan aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezası 478 gündür Yargıtay’da. Tebliğname 12 Haziran’a kadar geciktirilirse Tekin dokunulmazlık zırhına bürünerek hapisten kurtulacak.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in milletvekili olmasının önündeki en büyük engel olan Yargıtay’daki “resmi belgede sahtecilik” dosyası için zaman durdu. Dosyadaki bazı belgelerin kaybolması ve yerine konması ile uzayan süreç, tebliğname engeline takıldı. Temyiz sürecinin işleyebilmesi için Tekin’e ulaşması gereken tebliğnamenin yapılamadığı ortaya çıktı. 12 Haziran’a kadar tebliğname geciktirilirse Tekin dokunulmazlık kazanacak.

2 yıl 6 ay hapse mahkum oldu
Tekin’in resmi evrakta sahtecilik suçlamasıyla aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla ilgili Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde bulunan dosya, bir türlü temyiz incelemesine tabi tutulamıyor. Dosya Yargıtay Başsavcılığı’ndayken önce içindeki en önemli belgelerden, “iddianame, nüfus ve sabıka kaydı, Tekin’in savunmasını içeren savunma zaptı, duruşma tutanakları, gerekçeli karar, bilirkişi yemin zaptı” kayboldu. Kaybolan belgelerin ikmali için yerel mahkeme ile yapılan yazışmalar nedeniyle 478 gün geçti. Tekin’in dosyası şimdi de tebliğname engeline takıldı. CMK uyarınca Yargıtay Başsavcılığı’nın dava dosyası için “bozma” veya “onama” istekli görüşünün taraflara iletilmesi gerekiyor. Temyiz incelemesi tebliğnamenin taraflara ulaşmasından 7 gün sonra başlıyor. Yargıtay Başsavcılığı’nın görüşünün Tekin’in eline ulaştırılamadığı belirlendi. Tebliğname 12 Haziran’dan sonra ulaşırsa, milletvekili olacağından alacağı cezadan da kurtulmuş olacak.

Ceza onanırsa adaylığı düşecek
Gürsel Tekin, resmi belgede sahtecilik suçundan aldığı cezanın Yargıtay 11. Ceza tarafından onanması halinde, işlediği suç “yüz kızartıcı” olduğu için adaylığı düşecek. Cezaevine de girmesi gündeme gelecek olan Tekin’in, siyasi hayatının bitmesi mümkün. Ancak karar 12 Haziran’dan önce çıkmazsa Tekin, milletvekili dokunulmazlığı kazanacağından hapis tehlikesini de atlatmış olacak.

Görevi kötüye kullanmak ve sahtecilik
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Kadıköy Belediye Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Belediye encümeninin 10 Mart 2005’de Suadiye Moviplex Sinema Salonu’nun yapımında ruhsata aykırı ilave bulunduğu için yıkım ve para cezasını dikkate almamakla suçlandı. Gürsel Tekin’in, karara rağmen 26 Mayıs 2006’da sayı numarası da vermeden binaya ruhsat vermesi yargıya taşındı. Gürsel Tekin’in, görev kötüye kullanmak suçlamasıyla yargılandığı Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki dosyası, ‘evrakta sahtecilik’ içerdiği gerekçesiyle mahkeme tarafından Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.

Mahkemeden 3 yılda karar çıktı
Gürsel Tekin’in Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davası 3 yıl sürdü. Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Gürsel Tekin’i 24 Aralık 2009’da “Resmi Evrakta Sahtecilik” ve “Görevi Kötüye Kullanmak” suçlarından 2 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum etti. İtiraz hakkını kullanan Gürsel Tekin dosyayı temyize götürdü. Yargıtay Başsavcılığı’na giden dosyadan esrarengiz bir şekilde belge kayboldu. Bunun üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesi dosyayı, eksik belgenin tamamlanması için Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Tekin’in dosyasının tamamlanarak, Yargıtay 11. Ceza Dairesi’ne gelmesi 478 gün sürdü. Dosya 23 Mart 2011 tarihinde daireye ulaşabildi.

Star

Samastland!
Nihal Bengisu Karaca
27 Mays 2011



(..)

Siz bu satırları okurken Yakup Köse adlı bir vatandaş, açıldığını tam 12 yıl sonra öğrendiği bir davadan dolayı sessiz sedasız, yargılanıyor olacak.

28 Şubat döneminde, ismini bile bilmediği bir örgüte (İBDA-C'ye) mensup olduğu ileri sürülerek içeri alındığında sadece 14 yaşındaydı. İmam hatip lisesi öğrencisiydi. Samast'ı balla börekle besleyen sistem, Yakup Köse'nin idamını istedi. 14 yaşında olduğunu söylemiştim değil mi?

10 yıl içerde yattı. Bu arada kaldığı Bandırma Cezaevi'nde başından bir de "Hayata Dönüş Operasyonu" geçti. Tarafı olmadığı, kimin ne olduğunu, ne ile mücadele ettiğini bile tam olarak bilmediği olaylar cezaevini sardığında, devletin görevlileri molotofkokteyllerini mahkûmların üzerine fırlattığında yaralandı. Jandarma kolunu kırdı. Hastaneye götürdüler. Tedaviden sonra cezaevi de değişti, Eskişehir tabutluklarına nakledildi.

Yıllar sonra, 2 Mayıs 2011 'de, bir cesaret geldi üzerine. Çocukluğunu çalanlardan, 28 Şubat'çılardan davacı olmak istedi. "Belki devlet, bana yaptıklarından dolayı özür diler, hele bir soralım, hele bir isteyelim."

Bir de ne görsün Yakup? Özür dilemesi gereken devlet, 12 yıldır Yakup'u gizli gizli yargılıyor olmasın mı? Hem de kolunu kırıp yaraladıkları o günden dolayı. Hayata Dönüş Operasyonu günü, hani, asıl adı "Tufan" olan... İki ay sonra tadilat yaparken Yakup ve arkadaşlarının bulunduğu odada duvarın içinde kesici ve delici alet bulunmuş... Gerekçe bu.

Yakup Köse'nin 18 yıl daha cezaevinde kalması isteniyor şimdi. 12 yıl boyunca yargıladıkları Yakup'a, şehri ve ikametgâhı belli olmasına rağmen tek bir bilgi notu, böyle bir dava olduğuna dair herhangi bir belge göndermemiş olan, dolayısıyla bir savunması varsa onu da dinlememiş olan devlet, bugün muhtemelen bir de karar çıkacak olan duruşmanın celbini göndermeyi başarmış.

Tam da artık bu ülkede bir şeylerin değiştiğine inanmaya başlarken, tam da artık devletin kırık kollar koleksiyonu yapan ihtiyar bir psikopat olmaktan çıktığını düşünüp, esirgeyen, koruyan, adalet tesis eden bir yapıya dönüştüğünü zannettiği günlerde... Hiçbir şeyin değişmediğini anlıyor Yakup, kabûs devam etmekte.

İşlediği suçla ismini mumyalaştıranların; marka olmak için patent endüstrisine başvuran katillerin ülkesinde, iki kız babası normal bir vatandaş gibi yaşamak isteyen Yakup'un yakasından bir türlü düşmüyor devlet. Yara sarmaya hiç niyeti yok. Kim çaktıysa omurgasını "Benden sonra Tufan" deyip gitmiş sanki. Böyle bir nizamda 28 Şubat'lar biter mi, operasyonlar diner mi, varın ona da siz karar verin.

habertürk

Danıştay Çocukları ve gençleri alkolden korumak için çıkarılan yönetmeliği iptal etti: Her türlü alkollü içki her yerde ve herkese satılabilecek!
25 Mays 2011
Bu konudaki NtvMsnbc'nin haberi şöyle:

Danıştay, bakkal ve marketlerdeki alkol satışının durdurulmasını iptal etti. Karara göre, gençlerin katıldığı etkinliklerde de alkol satılabilecek.

Danıştay, kamuoyunda tartışma çıkaran alkol yönetmeliğiyle ilgili iki konuda yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Danıştay 13. Dairesi, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun 7 Ocak 2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Tütün Mamülleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin, ''Hacmi 20 cl ve altında bulunan ambalajlardaki alkollü içkilerin bakkal ve marketlerde satılamayacağı'' ve ''Çocukları ve gençleri hedef alan veya bu kişilerin ilgi alanına giren etkinliklerde alkollü içki satılamayacağına'' ilişkin hükümlerinin yürütmesini durdurdu.
Bu düzenleme ile davalı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun hacmi 20 cl ve daha düşük hacimli olan ambalajlı ürünlerin fiyatlarının çok düşük ve ulaşılabilirliğinin kolay olması nedeniyle çocukların ve gençlerin korunmasının amaçlandığını belirttiği ifade edilen kararda, ''Bu belirtilmekte ise de ilgili Kanunda alkollü içkilerin 20 cl ve altındaki hacimde ambalajlı olarak piyasaya sunulması yasaklanmadığından, ayrıca bunun alkollü içkinin kullanımını teşvik edici ve özendirici bir yönü bulunduğu konusunda, hukuken kabul edilebilir bir gerekçeye dayanılmadığından, anılan kuralda hukuka uyarlık görülmemiştir'' denildi.
Yönetmeliğin, 24. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendindeki, ''Çocukları ve gençleri hedef alan veya bu kişilerin ilgi alanına giren etkinlikler ile bu nevi etkinliklerin tanıtımında ve etkinliğin gerçekleştirileceği mekanlarda, alkollü içki markaları veya alkollü içki markalarını çağrıştıracak nitelikteki unsurlar kullanılamaz ve bu etkinliklerde satış ve sunum yapılamaz'' hükmünün de yürütmesi durduruldu.

İYİ Kİ ABD'DE BÖYLE DANIŞTAY YOK DA; BELEDİYE GENÇLERİ ALKOLİZM BATAĞINA DÜŞMEKTEN KURTARMAK İÇİN ÇALIŞABİLİYOR:

ABD'de kamusal alanda alkole ceza yağmuru
7 Haziran 2011

Yaz aylarının gelmesiyle New York polisi de kamusal alanlarda ve parklarda alkollü içki içen New Yorkluların peşine düştü. Uygulamalar ise bizde olsa yer yerinden oynar.

Yaz aylarının gelmesiyle New York polisi de kamusal alanlarda ve parklarda alkollü içki içen New Yorkluların peşine düştü. Kaldırımlar, parklar dahil bütün kamusal alanlarda alkollü içki içişinin yasak olduğu şehirde her yıl on binlerce kişi bu yasağı çiğnediği için para cezasına çarptırılıyor. Bira dahil tüm alkollü içkilerin açıktan ve görünür şekilde taşınması (içilmiyorsa bile) da cezalandırılıyor. Şehirde açık alanda alkollü içki içmenin ya da şişesini açıktan taşımanın cezası 100 dolar. Suç tekrarında, cezanın türü de değişiyor.

New Yorkluların sağlığına yönelik keskin uygulamalarıyla bilinen Belediye Başkanı Michael Bloomberg, 2008 yılından beri sadece alkollü içki yasağını ihlal edenleri tespit için özel polis grupları görevlendiriyor. Bu polisler, yasağın en fazla ihlal edildiği dünyaca ünlü Central Park ve diğer kamuya açık park ve alanlarda sivil olarak dolaşarak yasağı ihlal edenleri tespit edip ceza kesiyor.

2008 yılında 137 bin 142 kişiye ceza yazılırken 2010 yılında 153 bin 303 New Yorkluya açık alanda alkol tükettikleri için polislerce ceza yazıldı.

New York’ta bakkalarda sadece bira satılmasına izin verilirken, diğer alkollü içkilerin ‘liquor store’ denilen dükkanlar dışında satışı kesinlikle yasak. Bu dükkanlar da gece yarısı ile sabah 9:00 saatleri arasında satış yapamıyor. Pazar günleri ise sadece öğle12:00 ile akşam 9:00 saatleri arasında açık olabiliyorlar. Şehirde 21 yaşından küçüklerin barlara girişi ve gençlere alkol satışı kesinlikle yasak. Bu yasağı ihlal eden sadece dükkan sahibi değil satışı yapan kasiyer de cezalandırılıyor.

New York Belediyesi alkolle savaşında son olarak geçen hafta New York Eyalet Kongresine başvurarak, genel olarak ‘alcopop’ olarak adlandırılan ve yüzde 10 civarı ve altı alkollendirilmiş Smirnoff, Hard Lemonade gibi içeceklerin de bakkalarda satışının yasaklanmasını istedi. Yasağın gelecek yıl başlaması öngörülüyor.

haber7

Tekin'in Bulunamayan Dosyasının Sırrı
11 Haziran 2011

CHP'li Gürsel Tekin'in siyasi hayatına son verecek belgenin, Yargıtay'da avukatı ve onun katibi tarafından fotokopi çektirme bahanesiyle alındığı ortaya çıktı.
CHP’li Gürsel Tekin’i cezaevine gönderecek ve ömür boyu siyaset yasağı getirecek belgeler Yargıtay’daki dosyadan avukatı ve onun katibi tarafından “Fotokopi çekeceğiz” bahanesiyle alınmış...

12 Haziran Genel Seçimleri’ne bir gün kala CHP’yi sarsacak skandal bir gelişme ortaya çıktı. Gürsel Tekin’in milletvekilliğinin önündeki en büyük engel olan “Resmi belgede sahtecilik” dosyasının Tekin’in avukatı Ö. A’nın kâtibi D.B. tarafından fotokopi çektirilmek suretiyle Yargıtay’dan çalındığı iddia edildi. Avukat Ö.A. savcılığa çağrılırken kâtip D.B. için savcı zorla getirilme talimatı verdi. Tekin’in avukatı Ö.A. için ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyası hazırlıyor.

AVUKAT İFADEYE ÇAĞRILDI
CHP’li Gürsel Tekin’in “Resmi evrakta sahtecilik” suçlamasıyla yerelmahkemeden aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla ilgili, Yargıtay 11. CezaDairesi’nde bulunan dosyasında bazı belgelerin kaybolması üzerine başlatılan soruşturmada ilginç ayrıntılar ortaya çıktı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu Savcısı Murat Demir, Tekin’in avukatı Ö. A’nın kâtibi D.B. tarafından dosyaların fotokopi çektirilmek suretiyle Yargıtay’dan çalındığı iddiası üzerine soruşturmayı derinleştirdi. Soruşturma kapsamında Tekin’in avukatı Ö.A. ifade vermek üzere çağrılırken, Ö.A’nın kâtibi D.B. için de zorla getirilme talimatı verildi.

Ancak D.B. polisin 2 kez operasyon yapmasına rağmen bulunamadı. Bu arada, isimbenzerliği nedeniyle Ankara Barosu’na kayıtlı Ö.A. isimli bir avukat ifade verdi. Avukat serbest bırakılırken Tekin’in avukatının kayıtlı bulunduğu İstanbul Barosu’na ifade için yazı gönderildi. Avukatların başsavcı ya da başsavcı vekilleri tarafından sorgulanabileceği dikkate alınarak Tekin’in avukatının dosyası diğer şüphelilerden ayrılacak. Bu arada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda görevli 4 katibin de soruşturulduğu öğrenildi.

Şamil Tayyar için Yargıtay jet gibi
CHP’li Gürsel Tekin’in dosyasını 2 yıldır bekleten Yargıtay, AK PartiMilletvekili adayı Gazeteci Şamil Tayyar için ise jet hızıyla çalıştı. Pazartesi günü büyük ihtimallemilletvekili olması beklenen Tayyar’ın yazdığı yazıdan dolayı aldığı 15 aylık hapis cezasını onadı. Cezası dünmesai saatine yetiştirilen Tayyar, kararlarıyla çok tartışılan HakimOktay Kuban’ın Balyoz sanıklarını serbest bırakabileceğini yazmıştı. Kuban, Tayyar’ın yazdığı gibi 19 Balyoz sanığını toplu halde serbest bıraktı.

“Görmedik, duymadık, bilmiyoruz”
CHP’li Gürsel Tekin’in resmi evrakta sahtecilik suçlamasıyla aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla ilgili Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde bulunan dosya, bir türlü temyiz incelemesine tabi tutulamıyor. Dosya Yargıtay Başsavcılığı’ndayken önce içindeki en önemli belgelerden olan “iddianame, nüfus ve sabıka kaydı, Tekin’in savunmasını içeren savunma zaptı, duruşma tutanakları, gerekçeli karar, bilirkişi yemin zaptı” kayboldu.

Kaybolan bu belgelerin ikmali için yerel mahkeme ile yapılan yazışmalar nedeniyle aradan 2 yıl geçti. Bu kapsamda Yargıtay 11. Ceza Dairesi kalem personelinin ifadesine de başvuruldu. Personel ifadelerinde, eksik evrakları görmediklerini, duymadıklarını ve herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını ifade etti.

Bugün

Aydın Doğan Rapora Rağmen Beraat Etti

07 Temmuz 2011

Aydın Doğan ve kızının da aralarında bulunduğu 4 kişinin yargılandığı davada, bilirkişi raporuna rağmen beraat kararı çıktı...
Aydın Doğan ve kızı Hanzade Doğan Boyner'in de aralarında bulunduğu 4 kişinin, “Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet ettikleri” iddiasıyla yargılandıkları davada beraatlerine karar verildi.

Doğan Grubu'nun 1997-2007 arasında yurtdışından kağıt ithalatını off-shore kurumlar üzerinden yüksek fiyatla yaptığı ve bu yüksek fiyatlar nedeniyle Hürriyet ve Doğan Gazetecilik'in zarar gördüğü iddia ediliyordu. Aydın Doğan kızı Hanzade Vasfiye Doğan Boyner, Ali Rıza Temuroğlu ve İmre Barmanberk ile birlikte İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde “2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa Muhalefet”ten yargılanıyordu.

BİLİRKİŞİ RAPORUNA RAĞMEN ,

Mahkeme davayı dün sonuçlandırdı ve sanıkların beraatına karar verdi. Mahkemenin medya patronu Aydın Doğan ile ilgili dünkü beraat kararını bilirkişi raporuna rağmen aldığı ortaya çıktı. Bilirkişi raporunda konunun uzmanlarının davacı SPK'nın tespitleri doğrultusunda görüş bildirdiği öğrenildi.

SPK'NIN ŞOK SUÇLAMALARI

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın SPK'nın suç duyurusu üzerine yaptığı soruşturma neticesinde hazırladığı 2009/23414 Esas sayılı iddianamede, Doğan ve arkadaşları ile ilgili şu suçlamada bulunuluyordu:

“Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. (Hürriyet) ve Doğan Gazetecilik A.Ş.'nin (Doğan Gazetecilik) ihtiyacı olan gazete kağıdı ve baskı malzemeleri ithalatı işlemlerinin, sözkonusu işlemlere fiili olarak herhangi bir katkısı bulunmayan ve Doğan Ailesinin sahibi olduğu/kontrolünde olan Eurozone Trading Limited, Sortal Trading Company Limited ve Shawcliff Trading Limited unvanlı şirketler üzerinden gerçekleştirilmesi suretiyle hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören Hürriyet ve Doğan Gazetecilik aleyhine bahse konu şirketlere haksız olarak menfaat sağlanmasında sorumluluğu bulunan ilgili şirket yöneticileri Aydın Doğan, İmre Barmanberk, Hanzade Vasfiye Doğan Boyner ve Ali Rıza Temuroğlu hakkında SPK'nın 47/A-6 maddesinde 15. maddeye atfen tanımlanan suçun unsurlarının gerçekleşmiş olması dolayısıyla, aynı kanunun 49 hükümleri uyarınca soruşturma ve kavuşturma yapılması talep ediliyor. Savunma için başvuran şüpheli Aydın Doğan ve arkadaşları ile vekilleri olayda suç unsuru oluşmadığı yönünde 3 ayrı hukuki mütalaa sunmuştu.

TİCARİ TEAMÜLLERLE ÖRTÜŞMÜYOR

İddia ve savunma makamlarının çelişmesi üzerine mahkeme bilirkişiye başvurdu. Mahkemece belirlenen bilirkişiler Ticaret Hukuku Profesörü Tekin Memiş, Ceza Hukukçusu Doç. Dr. A. Caner Yenidünya ile Mali Bilirkişi Sezai Dumanoğlu iddialara ilişkin raporlarını tamamlayarak, mahkemeye sundular. Yeni Akit'in ulaştığı 17 Mayıs 2011 tarihli bilirkişi raporunda Ticaret Hukuku Profesörü Tekin Memiş ile Ceza Hukukçusu Doç. Dr. A. Caner Yenidünya, SPK'nın tespit ve değerlendirmelerine hak veriyor. Aydın Doğan ve arkadaşlarının eylemlerinin suç teşkil ettiğinin belirtildiği raporlarda, grup bünyesinde yurtdışından kağıt ithalatı yapmak üzere kurulan bir dış ticaret firması bulunmasına rağmen araya yurt dışında kurulu ve aile fertlerine ait off shore şirketlerin de konulmasının ticari teamüller ile örtüşmediği vurgulanıyor.

İŞTE O BİLİRKİŞİ RAPORU

SPK ve Maliye Bakanlığı Gelirler Kontrolörleri'nce yapılan incelemeler neticesinde, Aydın Doğan ve aile fertleri tarafından yurtdışında kurulan off-shore şirketlerin gazete kağıdı ithalat sürecine herhangi bir katkılarının bulunmadığı, bu süreç ile ilgili tüm maliyetlere Doğan Dış Ticaret (DDT) firmasının katlandığı, gazete kağıdı ve baskı malzemesi ithalatı ile ilgili tüm operasyonel işlemlerin DDT Genel Müdürü Şener Mustaoğlu ve DDT personeli tarafından gerçekleştirildiği, DDT adına off-shore şirketler tarafından düzenlenmiş gibi gösterilen faturaların gerçekte DDT personeli tarafından DDT'nin merkezinde düzenlendiği konularının somut delillerle ortaya konulduğu vurgulanan bilirkişi görüşünde, örtülü kazanç aktarımı suçunun unsurlarının oluştuğu belirtiliyor.
aktifhaber

Allah adına yemine hapis

Konya Çumra'da İbrahim Çelik ile Pınar Çelik arasında devam eden bir davada şahitlik yapmak üzere mahkemeye gelen Konya Selçuk Üniversitesi Kimya Bölümü 3. sınıf öğrencisi Emrah Akdemir, yemin konusunda hakim İsmail Akay ile tartışınca kendini bir anda cezaevinde buldu.

10 Temmuz 2011
Anadolu Haber

“BEN ALLAH'TAN BAŞKASI ADINA YEMİN ETMEM”

Olay önceki gün 15.00 sularında Çumra Asliye Ceza Mahkemesi dava salonunda yaşandı. Davanın taraflarından İbrahim Çelik'in tanıdığı olan üniversite öğrencisi Emrah Akdemir, davada şahitlik yapmak üzere mahkemeye geldi. Davanın hakimi İsmail Akay, Emrah Akdemir'e “Konuyla ilgili olarak yalan söylemeyeceğine namusun ve şerefin üzerine yemin eder misin” şeklinde soru yöneltti. Üniversite öğrencisi Akdemir de hakim Akay'a, “Ben dini inancım gereği sadece Allah'ı şahit tutarım” cevabını verdi. Bu cevaba sinirlenen Akay'ın, Emrah Akdemir'e “Siz ne biçim insanlarsınız, anlamakta zorlanıyorum” dediği iddia edildi. Akdemir'in Allah'ın adına yemin edebileceği konusundaki ısrarı üzerine, hakimin sadece şahitliği geri çevirmesi gerekirken, adliye polisini duruşma salonuna çağırdığı öğrenildi.

ŞAHİTLİĞE GELDİ, KENDİNİ CEZAEVİNDE BULDU!

Duruşma salonuna gelen adliye polislerine talimat veren hakim Akay, Akdemir'i gözaltına aldırdı. Akdemir'in daha sonra tutuklanarak Konya E Tipi Cezaevi'ne gönderildiği öğrenildi. Bir davada sadece şahitlik yapmak üzere mahkemeye gelen Emrah Akdemir tutuklanmanın şokunu yaşarken, geceyi cezaevinde gecirdi...

Öte yandan görülen duruşmanın tarihi 21 Eylül'e ertelendi.

VAKİT

Kendisini kaçıran nişanlısını boğan kız tutuklandı
Erzurum'da D.C. (17), 5 aylık nişanlısı K.A. tarafından kaçırıldı ve Ormanlı köyüne getirildi. İddiaya göre K.A., zorla genç kızla birlikte olmak istedi. Karşı koyan D.C., nişanlısı tarafından darp edildi. Ertesi gün kandırdığı nişanlısının el ve ayaklarını bağlayan D.C., kemerini boğazına geçirdiği K.A.'yı boğarak öldürdü. Gözaltına alınan ve Şenkaya İlçesi'nde çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanan D. C., cezaevine gönderildi. 18.07.2011 ERZURUM netgazete

‘Kendi anayasası’nı yapan gençlere 2.5 yıl hapis
21/07/2011

Yeni anayasa tartışmalarının yoğunlaştığı 2007 yılında Halk Anayasası Taslağı isimli bir kitapçık hazırlayan gençlere özel yetkili mahkeme ceza yağdırdı.
Radikal Gazetesi’nden Mesut Hasan Benli’nin haberine göre hazırlanan anayasa kitapçığı nedeniyle mahkeme, ‘terör örgütü propagandası yapmak’tan her birine ayrı ayrı 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi.
2007 yılında yeni anayasa
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Mar 06, 2012 1:36 am    Mesaj konusu: Tutukluyu vuran polis serbest Alıntıyla Cevap Gönder

Tecavüz sanıklarının yakınları tahliyeleri kutladı: "Adalet sen bizim her şeyimizsin"
19.09.2012

Zonguldak'ta 14 yaşındaki S.B.'ye tecavüz ettikleri iddiasıyla tutuklu yargılanan 4 sanığın ilk duruşmada tahliye olması üzerine, adliye önünde bekleyen tutuklu yakınları "Adalet sen bizim her şeyimizsin" diye slogan attı.
Geçtiğimiz temmuz ayında yaklaşık 1.5 yıldır kaldığı Ereğli Kız Yetiştirme Yurdu'ndan kaçan ve bir süre sonra Zonguldak'ta şehir merkezinde polis tarafından bulunan S.B., yaklaşık 2 yıl önce, henüz yurda yerleşmeden, evlerinin üst katında oturan üvey amcası 28 yaşındaki S.S.'nin kendisine tecavüz ettiğini anlattı. Bunun ardından okulundan soğuduğunu ve derslerden kaçtığını belirten S.B., bir süre sonra tanıştığı 23 yaşındaki S.Ç., 19 yaşındaki T.K. ve 18 yaşındaki B.K.'nın da aynı şekilde kendisine tecavüz ettiklerini söyledi. Gözaltına alınıp tutuklanan 4 sanık hakkında 'çocuğun nitelikli cinsel istismarı', 'cebir, tehdit ve hile kullanarak kişi hürriyetini yoksun kılma' suçlarından dava açıldı.

Sanıklar, Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde dün görülen duruşmada ilk kez hakim karşısına çıktı. Tutuklu sanıklar, suçlamayı kabul etmedi. Mahkeme heyeti, mevcut delil durumu, suçun vasfı ve niteliğini gözönüne alarak sanıkların tahliyesine karar verdi.

Duruşma salonuna alınmayan ve adliye önünde bekleyen sanık yakınları, tahliye kararı üzerine "Adalet sen bizim her şeyimizsin", "Yaşasın adalet" sloganları attı.
Kaynak: İktisadi Aklın Eleştirisi

Tutukluyu vuran polis serbest
05.03.2012

Aydın'da adliyeden kaçmaya çalışan tutuklunun "dur" ihtarına uymaması sonucu ateş edilerek öldürülmesi olayıyla ilgili adliyeye sevk edilen polis memuru serbest bırakıldı.

Emniyetteki işlemlerinin ardından sağlık kontrolünden geçirilen polis memuru Murat S, çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Olayda yaşamını yitiren Mahir Demirkaya'nın (23) dayısı İskender Avcı, avukatları aracılığıyla yarın karara itiraz edeceklerini söyledi.

Asker firarisi olduğu, hakkında "şantaj ve tehdit" suçlamasıyla tutuklama kararı bulunan Mahir Demirkaya, polis ekiplerinin takibi sonucu Pınarbaşı mevkisinde gözaltına alınmış, emniyet müdürlüğündeki işlemlerin ardından nöbetçi mahkemeye sevk edilen zanlı tutuklanmıştı.

Polislerin gözetimindeyken adliyenin bahçesinde bekleyen ailesiyle vedalaşmak isteyen zanlı kaçmış, zanlıyı yakalamaya çalışan polis memuru, kovalamaca sırasında adliye yakınındaki caddede "dur" ihtarına uymayan Demirkaya'ya ateş etmiş, başına ve ayağına kurşun isabet eden Demirkaya ağır yaralı olarak kaldırıldığı Aydın Devlet Hastanesi'nde yaşamını yitirmişti.
cnntürk

Başörtülü Kızın Babasına 6 Ay hapis Onandı..!
20.03.2012

Haklı ve mağdur olanlar haksız ve suçlu ilan edilirken; hak ihlali yapan ve yasaları çiğneyenler haklı ve mağdur görülmüşlerdir" denilen basın açıklamasında, "Yetkililerin; Anayasanın MADDE 42 de belirtilen "Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz", MADDE 24 de belirtilen " Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir", MADDE 10 da belirtilen " Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" Ve MADDE 40 ta belirtilen "Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir" diye açıklanan hak ve hürriyetleri ihlal ettikleri, kanunları çiğnedikleri belirtildi.

Kızını Günlerce Okul Kapısına Götüren Veli mi, Öğrenciyi Okula Almayanlar mı Suçlu?

TCK 265/1. maddesi gereği Mehmet Polat'a verilen cezanın haksız ve hukuk dışı olduğu vurgulanan açıklamada, esasen kamu görevlisinin öğrenciyi okula almama ve dışarı çıkarmasının anayasal bir suç olduğu ifade edildi.
Başörtülü Kızın Babasına 6 Ay hapis Onandı..!

Kaynak: http://www.facebook.com/photo.php?fbid=369216923112194&set=a.369216593112227.93507.150543188312903&type=1&theater

Bekaroğlu: Zehir zıkkım olsun
12.04.2012
Kapatılan Fazilet Partisi’nin milletvekili ve yöneticilerinden, HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu, Deniz Feneri iddianamesine, “Bu dava yargıya müdahale örneği olarak akıllara kazındı” diye tepki verdi.

Bekaroğlu, davaya ilişkin görüşlerini twitter üzerinden takipçileriyle şöyle paylaştı: “Deniz Feneri davası dolu dizgin ilerliyor! Önce savcılar görevden alındı, sonra zanlılar tahliye edildi, daha sonra savcılara dava açıldı. Yeni savcılar, ‘örgüt ve nitelikli dolandırıcılık yok’ dedi, sanıklara evrakta sahtecilik ve emniyeti suistimalden dava açıldı. Zahid Akman ve arkadaşları hakkında 3 yıl 9 aydan 14 yıl 6 aya kadar hapis isteniyor. Sonuç ne olursa olsun bu dava tarihe geçmeye aday. Dava ‘yargıya müdahale’ örneği olarak akıllara kazındı.”

“Bu sizin sorumluluğunuz” diye mesaj atan takipçisine, “Bu işin benim ve bizimle bir ilgisi yok; insanların topladığı paralarla kurulan Kanal 7’yi birileri sahiplendi” diye karşılık veren Bekaroğlu, “CHP’ye vagon oluyorsunuz” diyen bir başka takipçisine de, “Öyle mi? Deniz Feneri dediğimizde CHP’ye vagon oluyoruz öyle mi; milletin malına sahip çıkmak CHP’nin işi, biz susalım, öyle mi?” itirazında bulundu. Bekaroğlu, “1994’ten bu yana iktidar imkanlarını kullanarak haksız yere kim bir kuruş almışsa zehir zıkkım olsun” mesajı da attı.

Deniz Feneri davası düşebilir

CHP’nin savcı kökenli milletvekili Ali Özgündüz, Deniz Feneri davasının bu iddianameyle düşebileceğini savundu. Özgündüz, “Savcılar değişince demek ki suç da değişiyor. Hizmet nedeniyle emniyeti suistimal deniliyor. Korkarım ki duruşma aşamasında bu iş hizmet nedeniyle emniyeti suistimalden de çıkacak, normal basit emniyeti suiistimale dönüşecek. Bu da şikâyete bağlı suçtur, şikâyet yokluğundan da dava düşebilir” dedi.

Vural: Vicdanlar rahat mı?

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural da iddianameyi, “Deniz Feneri davasının savcılarına yönelik girişimlerin amacı anlaşılmıştır. Amaç, şüpheliler hakkında suç vasfının değiştirilmesinin sağlanmasıdır. Vicdanlar rahat mı acaba? Hükümet, elini bu davadan çek” diye eleştirdi.
gazetevatan

Dedesinin Masumiyetini 143 Yıl Sonra İspatladı
19 Kasım 2012



Tercümanın hatalı çevirisi yüzünden hayatlarından oldular.

Kanada'nın British Colombia eyalet hükümeti, 143 yıl önce asılarak idam edilen iki kızılderilinin masum olduklarını kabul ederek ailesine ve kabilesine resmi pişmanlığını iletti.
British Colombia'nın yerli kabilelerinden Hesquiaht'a mensup Victor Amos, 143 yıl önce asılan atalarının masumiyetinin, nesilden nesile anlatılarak canlı tutulduğunu ve anılarının yaşatıldığını söyledi.
Aborjin İlişkileri ve Uzlaşma Bakanı İda Chong, 1869 yılında Vancouver Adası sahiline vuran ve batmak üzere olan bir geminin kaptanı ve eşini öldürmekle suçlanıp asılan iki kişinin, yargılama sırasında tercümanın hatalı çevirisi yüzünden hayatlarından olduklarını açıkladı.
Açıklamasının özür dilemek değil, sadece ''pişmanlık'' olduğunu söyleyen Bakan İda Chong, buna gerekçe olarak da eyaletin 1871 yılında kurulmuş olmasını gösterdi.
Hesquiaht başta olmak üzere diğer yerli kabilelerin baskısı üzerine tarihçiler ve uzmanlar tarafından incelenen döneme ait dosyalar, sanılanın aksine batmakta olan gemiden kimsenin sağ kurtulamadığını, asılan kişilerin de tercümanın hatalı çevirisi nedeniyle kendilerini anlatamadıklarını ortaya çıkardığı belirtiliyor. Eyalet hükümetinin kararı, yerli halk arasında büyük sevincine yol açtı.
TRT

Pınar Selek'e mahkumiyet ve yakalama kararı
24 OCAK 2013



Mısır Çarşısı'nda 7 kişinin hayatını kaybettiği ve 127 kişinin yaralandığı patlamayla ilgili davanın görüldüğü mahkeme, hakkında daha önce beraat kararı verdiği sosyolog Pınar Selek'i müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Haklarındaki hüküm Yargıtay tarafından bozulan sosyolog Pınar Selek'in de aralarında bulunduğu 5 sanığın yargılandığı dava İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden görüldü.

Pınar Selek'in avukatları müvekkillerinin iki kez beraat ettiğini belirterek, savunma yapmadı. Avukatlar, son sözlerini de söylemedi.
Oy çokluğu ile alınan kararda mahkeme, karara gerekçe olarak Adli Tıp raporunu gösterdi.

Pınar Selek'in babası Alp Selek, kararı temyiz edeceklerini söyledi.
Dava sürecinde neler oldu?

Pınar Selek, 1998 yılında Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamanın sorumlusu olarak tutuklandı.

Ümraniye Cezaevi’nde tutukluyken, Mısır Çarşısı patlamasıyla ilişkilendirildiğini öğrendi. Bu suçlamanın temel dayanağı ise sanıklardan Abdülmecit Öztürk’ün polis ifadesinde “bombayı, Pınar Selek ile birlikte koyduk” demesiydi.
22 Aralık 1998’de Öztürk ve Selek bomba koymak suçlamasıyla hakim karşısına çıktı. Öztürk ve başka iddialar nedeniyle tutuklanan diğer sanıklar, "ağır işkence gördüklerini, Selek’i tanımadıklarını" açıkladı.

Bilirkişi raporları alındı. Her raporda patlamanın bomba sonucu meydana gelmediği ifade edildi. Mahkemenin tayin ettiği üç uzman profesörün raporunda da, patlamanın bomba değil tüp gaz kaçağından olduğu, 21 Aralık 2000’de tescil edildi.

Mahkeme 22 Aralık 2000’de Pınar Selek’in tahliyesine, 8 Ağustos 2006’da Pınar Selek’in beraatına karar verdi. Bu, ilk beraat kararıydı. Yargıtay 9. Dairesi’nin “hüküm kurulmadığı” gerekçesiyle kararı usulden bozmasıyla, yeni bir süreç başladı.

Dava yeniden görüldü. Patlamanın neden kaynaklandığının belirlenemediği görüşünü tekrarlayan mahkeme beraat kararında direndi. Dosya ikinci kez Yargıtay’a gönderildi.

Yargıtay ikinci kez "Sanıklar müebbet istemiyle yeniden yargılansın" dedi. Selek'in avukatlarının talebi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz edince dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda değerlendirildi. Ceza Kurulu, 9. Daire’nin kararını onayladı ve dosya yeniden İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.

Mahkeme bu kez kararında direnmedi. Duruşma savcısı Nuri Ahmet Saraç'a görüşü soruldu. Savcı iki sanığın müebbet hapsini istedi ama Yargıtay’ın bozma kararı karşısında şoke olduğunu söyledi.

Mahkeme heyeti, daha önce verilen kararın usüle aykırı olduğu gerekçesiyle beraat kararından vazgeçildiğini açıkladı.

13 Aralık 2012'deki duruşmada söz alan sanık avukatları reddi hakim talebinde bulunmuştu.
BBCT

ÇHD'li avukata, avukat odasında dayak!
01.02.2013



DHKP-C operasyonu kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan ÇHD'li avukatlar yaşadıklarını kendilerini ziyaret eden CHP heyetine anlattılar...

İSTANBUL - Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekilleri Veli Ağbaba, Özgür Özel ve Nurettin Demir’den oluşan “Cezaevleri İnceleme Komisyonu”, CHP Gençlik Kolları Başkanı Emre Doğan ile birlikte 29 Ocak’ta Çağdaş Hukukçular Derneği yönetici ve üyelerine yönelik yapılan operasyonda tutuklanan avukatları ziyaret etti.
Bakırköy Kadın Tutukevi’nde kalan avukatlar Naciye Demir, Nazan Betül Kozaağaçlı, Ebru Timtik, Şükriye Erden ve Barkın Timtik ile Kandıra F Tipi’nde kalan Güçlü Sevimli, Taylan Tanay, Günay Dağ, Selçuk Kozaağaçlı’yı ziyaret eden CHP heyetinin tuttuğu notlara göre avukatlar, iddia edildiği gibi, bürolarında “11 çelik kapı” bulunmadığını belirtti. Avukat Taylan Tanay ve arkadaşları, emniyette avukat görüşme odasında polisler tarafından dövüldüklerini kaydetti. Avukatlar heyete şu bilgileri verdi:

“ÇELİK KAPI YOK”

Taylan Tanay: Çelik kapı yok. Kapı anahtarlı olmadığı halde kırarak girdiler. Savcı 1 saat sonra geldi. Kapının kilitli olmadığını gösterdim. Derneğin üye listesini aldılar. ÇHD’nin işçi hakları broşürü, ‘görülmüştür’ damgalı cezaevi mektuplarını aldılar. Kentsel dönüşüm dosyalarını, Hrant Dink dosyasını aldılar. Emniyette 15 polis üzerime çıkıp parmak izimi zorla aldı ve dövdüler. Bu şiddeti izlemeye gelen polisler bile vardı. Avukat görüşme odasına attılar. Odada da dövdüler. Polisin kamuoyunda işkenceci olarak gösterilmeye çalışıldığını ama 2004’ten beri işkence yapmadıklarını söylediler. Bizi işkenceci gibi gösteriyorlar dediler. Savcılıkta ÇHD’nin eylemleriyle suçladılar. Engin Çeber, Güler Zere gibi 30’a yakın olaya ilişkin basın açıklamaları için suçladılar. “30 açıklama yetiyorsa Türkiye’deki her örgütle ilgili suçlayabilirsiniz dedim. “30’a yakın İBDA-C, Ergenekon, Oda Tv basın açıklamasına katıldım. Onlardan da suçlanabilirim” dedim. Daha önce 20 Temmuz 2012’de resmi dinleme yapıldı. DHKP-C ile ilgili takipsizlik kararı verildi. “İşçi eylemlerini yönlendiriyorsun” diyorlar. DİSK’in avukatıyım. “Dursun Karataş’ın cenazesine niye katıldın” diye sordular. Karataş’ın avukatıyım. Ailesi vekalet verdi, her şeyini cenazesini, mezarını, imamını her şeyini ben yaptım. ÇHD’yi 12 Eylül bile basmadı. Bu dönem 12 Eylül’den daha kötü bir dönem ve bununla herkese mesaj veriliyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’yle görüştük. Af Örgütü ile görüştük. Rapor verdik. Şimdi buradayız. 2010’da üç kez Adalet Bakanı ile görüştük. 2007’de bomba taşımışsam niye görüştü? Ayşenur Bahçekapılı’nın bizleri sadece ismen tanıdığını söylemesine çok üzüldük. Hala üyemiz ve kendisi ile 2006’da 50-60 kez görüştük. Başbakan, ÇHD üyesi olarak tanıttı Bahçekapılı’yı. Bizi tanımamasına şaşırdım.

“AMİR ZİYARET ETTİ”

Tanay ayrıca, emniyette tutulduğu sırada yanına gelen sivil giyimli bir amirle yaşadığı diyalogu da anlatarak şunları söyledi: Amir –o gelince herkes ayağa kalktığı için amir olduğunu biliyorum- sivil halde koltuğa oturdu. Seni görmeye geldim, bizi sürekli işkencecilikle suçluyorsunuz. ‘İşkence nedir, tartışmaya geldim’ diye müstehzi bir ifadeyle güldü. ‘Geçen programa çıkmıştın, Söz Sizde’ye katıldın. Bize işkenceci, onursuz dedin. Seni görmeye geldim” dedi. Programda, ‘Polis kötü muamele yapmak istemiyor da şartlar onu zorluyorsa kimse polislik yapmak zorunda değil, dışarıda birçok farklı mesleği onuru ile yapan kişi var’ dediğim için onlara onursuz dediğimi çıkartmış ve bunun üzerine bana ‘Polisi incitiyorsun. Özel olarak seni görmeye geldim’ dedi.

‘BOĞAZIMI SIKARAK TÜKÜRÜK ÖRNEĞİ ALDILAR’

CHP heyeti ile görüşen diğer avukatların anlattıkları ise şöyle:

Avukat Naciye Demir: Emniyette yerde sürüklendim. Gözaltı süresince hiç su verilmedi, tuvalete günde bir kez çıkarıldım. Pasaportumda parmak izim olduğunu söylememe rağmen 3-4 kişi beni yatırdı, üzerime çıktılar zorla kolumu bükerek parmak izi aldılar. Bundan dolayı ellerim ve ayaklarım şiş ve sakat. Tükürük örneği almak için 5-6 kişi zorla boğazımı sıkarak örnek aldılar. Sorgumda, müvekkillerime dosya gizlilik kararı bulunan soruşturmalarda neden susma hakkını kullandırdığımı sordular. Örgüt baskısıyla susma hakkı kullandırdığım söylendi. Bir arkadaşımla konuşmamda telefonda sıkılıp “Off” demişim, niye “Off” dedin diye sordular. Hepsi yasal 43 basın açıklamasına neden katıldığımı sordular. Bu 43 rakamı eksiktir, ben 100’lerce basın açıklamasına katılmışımdır. Basın açıklamalarındaki resimlerimi suç kanıtı olarak gösterdiler. 1 Mayıs’ta tertip komitesinin talebiyle görev almam soruldu. Yine 1 Mayıs 2011’de üzerinde ÇHD yazan kırmızı önlüğü neden giydiğimi de sordular.

‘BİZİM ÜZERİMİZDE YARGI HAKLARI YOK’

Selçuk Kozaağaçlı: Emniyette ellerimi kollarımı bağlayarak, üzerime çullanarak parmak izi aldılar. Ayrıca hukuka aykırı şekilde tükürük, saç ve kan örneği aldılar. Doktoru uyarmama rağmen hukuka aykırı şekilde zorla kan ve saç aldılar. Türk hukukunda en ağır şarta bağlanmış işlemlerinden birisi DNA almaktır. Bu bir hukuksuzluktur. Bizler bu mahkemeleri tanımıyoruz. Bizim üzerimizde yargı hakları yok. Cuma sabahı olayı Suriye’de duydum. Pazar sabahı geldim. Avukatlığımız ve ÇHD’nin faaliyetlerinden dolayı alındığımızı düşünüyorum.

‘MAHİR ÇAYAN VE MAO KİTAPLARINI ALDILAR’

Nazan Betül Kozaağaçlı: Evdeki aramada Mahir Çayan’ın eserlerini, eşimin baro ajandasını, Mao’nun seçme eserlerini, cezaevinden görülmüştür mühürlü “Vızgelir” mizah dergisini aldılar. Emniyette zorla arama yapıldı. Parmak izimi 3-4 kişi üstüme oturarak zorla aldılar. Polislerin şiddetiyle ağzımız zorla açarak, hekimin önünde ağzıma bilmediğim bir alet sokarak zorla tükürük aldılar. Polis kin doluydu adeta bunu fırsat bilerek intikam alıyordu. Savcılıkta şunlar soruldu: Katıldığımız basın açıklamaları. Adliyenin önünde yapmış olduğumuz Engin Çeber basın açıklaması. 2000 yılında Ulucanlar Cezaevi önündeki basın açıklaması.

‘MİSAFİRLERİM TUTUKLANDI’

Ebru Timtik: Sabah 04.00’te kapımı bir kez çaldılar. Bir dakika sürdü sürmedi, kapıyı hemen kırdılar. İki misafirimiz vardı. Erdem Hanoğlu ve Kamile Kasır misafirdi, bizim yüzümüzden tutukladılar. Asansörle değil, merdivenden kafamıza vura vura indirdiler. Banyomuzda 7-8 ay önce kayıt cihazı bulduk. Parmak izi ve tükürük alınırken zor kullandılar ve şiddet uyguladılar, bunu kameraya aldılar. Tükürük alınırken burnumu tuttular, bilincimi yitirdim. Zeynel Öztürk’ün ve bir imamın ölüm emrini vermek, ajanlık gibi haberler bizi üzdü.

‘HATIRA TOPA DELİL DENİLDİ’

Şükriye Erden: Ajandalarımı, çocukların müzik ve film CD’lerini aldılar. Parmak izi, tükürük alınırken şiddet uyguladılar hastane bahçesinde bile şiddet uyguladılar, tuvalete çıkarmadılar ve su vermediler. F Tipi filminin galasında bizlere verilen haberleşme “top”ları kanıt olarak alındı. 2010-2012 yılında gözaltına alınan müvekkillerime susma hakkını niye kullandırdığım soruldu.

Barkın Timtik: Emniyette şiddete uğradım, zorla parmak izi, tükürük örneği alındı. Gitsin büromuza baksınlar 11 kapı ve kozmik oda var mı?
Güçlü Sevimli: ÇHD’nin açıklamalarındaki resimlerimizi sordular. 1 Mayıs, 8 Mart, 16 Mart, 2 Temmuz Sivas mitingine katılıp katılmadığımı sordular. ÇHD’nin karar defterini ve üye listesini aldılar.

Günay Dağ: Parmak izi ve tükürük örneği alınırken zor kullanıldı ve şiddet gördüm.

Üniversite öğrencisi Mert Toka

“OĞLUMU KAFASINI DUVARLARA VURARAK DARP ETTİLER”

Yine DHKP/C operasyonu kapsamında tutuklanarak İzmir 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne konan üniversite öğrencisi Mert Toka’nın ayakkabılarını çıkarmadığı gerekçesiyle 20-25 gardiyan tarafından dövüldüğü, başının duvara ve kalorifere vurulduğu iddia edildi.

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde okuyan Mert Toka, geçen 18 Ocak’ta DHKP/C’ye yönelik operasyonda tutuklanarak İzmir Kırklar 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne konmuştu. Annesi Aylin Dolar 21 Ocak’ta ziyaretine gittiği oğlunun dövülmüş halde karşısına çıktığını açıkladı. Anne Aylin Dolar şunları söyledi:

“Oğlumun yüzü mosmordu, gözleri şişmişti. Dudağından kan geliyordu. Ne olduğunu sordum; ayakkabı kontrolü sırasında darp edildiğini söyledi. Diğer arkadaşlarının arasından alınıp havalandırma boşluğuna çıkarıldığını, 20-25 gardiyanın dayağına maruz kaldığını anlattı. Havalandırmada kafasını kalorifere ve duvara vurduklarını söyledi. Çocuğu yere yatırmışlar. Tekmelemiş, üzerinde tepinmişler. Daha sonra tekrar hücreye almışlar.”

25 Ocak’ta İzmir Cumhuriyet Savcılığı’na giderek suç duyurusunda bulunan anne Dolar, 30 Ocak’ta bir kez daha ziyaret ettiği oğlunun, “Müdür beni çağırdı, ‘Burada kurallar böyle, uyman gerekiyor’ dediğini söyledi. Ayakkabılarını çıkarmalarını istediklerini, ‘Onursuz aramayı reddediyoruz’ şeklinde slogan attıkları için haklarında tutanak tutulduğunu anlattı. Ayrıca geceleri baskın şeklinde sayımlar yapılıyormuş” dedi.

Radikal/İsmail Saymaz

Devletin 8.2 milyon zarar'a uğratıldığı Roche davasına zaman aşımı
13 Nisan 2013

Roche yöneticileri ile SSK bürokratlarının bulunduğu 18 kişinin devlete yüksek fiyatla ilaç satmakla suçlandığı davada 7 sanık beraat, 11 sanık ise zaman aşımıyla kurtuldu

‘Roche skandalı’ 2004 yılında patlak vermişti. Firma yetkilileri ile bazı bürokratların, devlete yüksek fiyatla ilaç satarak, yaklaşık 8 milyon TL zarara uğrattığı iddia edilmiş, İstanbul Başsavcılığı, aralarında Roche yöneticileri ve üst düzey bürokratların da bulunduğu 18 kişi hakkında dava açmıştı.
8.2 milyon zarar

Dava, 10 Haziran 2006’da İstanbul 10. Ağır Ceza’da görülmeye başlandı. 18 sanık ‘çete üyesi olmak’, ‘görevi kötüye kullanmak’ ve ‘ihaleye fesat karıştırmak’ suçlarından yargılandı. Sanıklar hakkında 6 ile 26 yıl arasında hapis cezaları talep edildi. Dava 2 yıl sürdü ve 28 Mart 2008 tarihinde karar çıktı. Devleti 8.2 milyon TL zarara uğrattıkları iddiasıyla Roche eski Genel Müdürü Faruk Yöneyman’ın da aralarında bulunduğu 18 sanıklı davada ‘örgüt’ suçlarından beraat kararı verildi. Mahkeme, ‘ihaleye fesat karıştırmak ve görevi kötüye kullanmak’ suçlarına ilişkin ise görevsizlik kararı vererek, dosyayı Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Beraat kararı Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından, deliller eksik incelendiği gerekçesiyle bozuldu. Yeniden başlayan yargılamada geçen hafta karar çıktı.

‘Sabit delil yok’

Mahkeme 7 sanık hakkında beraat kararı verdi. Beraat verilenler arasında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ile suçlanan Roche eski Genel Müdürü Faruk Yöneyman, Roche çalışanı Gökhan Demir, Roche Pazarlama Bölümü eski sorumlusu Ümit Ceylan, Roche Kanser İlaçları eski Satış Müdürü Tahir Ünsal, Beşer Ecza Deposu eski Genel Müdürü Ahmet Sarıbay, Beşer Ecza Deposu eski yöneticisi Burak Mehmet Sarıbay’ın örgüt kurmak suçunu işlediğine dair sabit delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildi.

SSK’cılara zaman aşımı

Mahkeme örgüte yardım ile suçlanan SSK eski Sağlık İşleri Genel Müdürü Orhan Canpolat, SSK eski Sağlık İşleri Daire Başkanı Hülya Özdemir, SSK eski Sağlık İşleri Genel Müdürü Servet Rüştü Karahan, SSK Yönetim Kurulu eski Başkanvekili Sait Ersoy, SSK eski Başkan Vekili Nazmi Güleyüpoğlu ile altı bürokrat hakkındaki suçlamanın ise zaman aşımına uğradığını bildirdi.

Fiyat oyunu

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş tarafından yürütülen soruşturmada, Roche firmasının ithal ettiği Neupogen ve Kiytrill isimli ilaçların pahalı bir şekilde Sağlık Bakanlığı’na satıldığı öne sürülmüştü. Yapılan fiyatlandırmayla ilgili ilaç formlarında eksik ve yanlış beyanda bulunulduğu ifade edilen iddianamede, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürü Mahmut Tokaç ile bazı bürokratlar, Roche’un bildirdiği fiyatların uygunluğunu kontrol etmeden onayladığı iddia edilmişti.

Doktorlara oto lastiği verdiler

Roche ilaç şirketinin kanser ve diyaliz hastalarında kullanılan Neorecormon adlı ilacı aynı tarihlerde Beşer Ecza Deposu’na 88, devlet hastanelerine 171, SSK hastanelerine 230, Emekli Sandığı’na 348 liradan (o dönemde milyon TL idi) sattığını ortaya koyan faturalar Temmuz 2004’te VATAN tarafından ortaya çıkarıldı. Sağlık Bakanlığı ve Başbakanlık Teftiş Kurulu harekete geçti. Polis, Roche’a baskın yaparak çuvallar dolusu belgeye el koydu ve çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Roche yetkililerinin doktorlara otomobil lastiğinden Venedik’te gondol gezisinekadar çok çeşitli rüşvetler verdikleri de belgelenmişti.
Vatan

İçişleri Bakanlığı: Eyleme katılan gösterici ölürse tazminat hakkı olmaz
22 Mayıs 2013



İçişleri Bakanlığı, 2011 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın protesto edildiği Hopa olaylarında Metin Lokumcu'nun hayatını kaybetmesiyle ilgili skandal bir savunma yaptı. Bakanlığın savunmasında, eyleme katılan bir protestocunun zarar görmesi, hatta ölmesi halinde tazminat talep edilemeyeceği savunuldu.
İçişleri Bakanlığı'ndan Metin Lokumcu davasında skandal bir savunma geldi.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 2011 yılında Hopa'da düzenlediği seçim mitingi sırasında polisin müdahalesi sonucu hayatını kaybeden Metin Lokum'cuyla ilgili davada İçişleri Bakanlığı savunma yaptı.

Ailenin açtığı tazminat davasında,Bakanlık avukatı Ahmet Saraç, eyleme katılan bir protestocunun zarar görmesi, hatta ölmesi halinde tazminat talep edilemeyeceği savunuldu.

Hem devletin kamu düzenini bozmak için eylemde bulunulup, hem de yaralanınca ya da vefat edince devletten tazminat talebinde bulunulması, hukuk sisteminin koruduğu bir hak olmamalıdır.

Savunmada, polis müdahalesiyle hayatını kaybeden Lokumcu ailesinin, "kendi kusuruna dayanarak hak elde etmeye çalıştığı" iddia edildi.

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/bakanliktan-sok-savunma-h11379.html

'Andıç'a Takipsizlik kararı
23 ARALIK 2009
Çevik Bir hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 1998'de hazırlanan ''Andıç'' başlıklı belge nedeniyle, eski Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan'ın suç duyurusu üzerine yürütülen soruşturmaya ilişkin takipsizlik kararında, ''Andıç'' başlıklı ''Güçlü Eylem Planı'' belgesinin, Nisan 1998'de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığınca, komuta katına verilmek üzere düzenlendiği belirtildi.
Andıç'ın, Genelkurmay Başkanlığı İç İstihbarat Şube Müdürlüğünce hazırlandığı, İstihbarat Başkanlığınca onay için dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Bir'e sunulduğu anlatılan kararda, ''Andıç'ta, doğrudan doğruya Birdal ve İHD'ye yönelik herhangi bir suça azmettirici ifadenin bulunmadığı'' bildirildi.
Kararda, belgenin çizelgesinde HADEP, İHD, Fazilet Partisi, aşırı sol örgütler, GKK, siyasiler, belediye başkanları, iş adamları, gazeteciler, PKK-uyuşturucu ilişkisi, PKK'nın finans kaynakları vs. gibi hususların faaliyet alanı olarak belirlendiği belirtildi.
İHD'ye yönelik faaliyet olarak ''Maksat'' kısmında, ''Kapatılmasını sağlamak'' notunun bulunduğuna işaret edilen kararda, ''Ayrıca bu derneğin PKK güdümünde olduğu konusunu da ortaya koyarak, sağladığı desteği açıklamak ve kapatılmasını sağlamak, İHD'nin kapatılması için Dernekler Kanununa aykırı faaliyet gösterdiği konusunda İçişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunmak gerektiği belirtilmiştir (İHD ve Akın Birdal'ın PKK ile işbirliğini ortaya çıkarmaya yönelik istihbarat isteğinde bulunulması)'' ifadeleri kullanıldı.
Andıç'ın, içerik olarak, özellikle bölücü silahlı PKK terör örgütüne karşı yürütülen çalışmalarla ilgili kurumsal bir belge olduğu ifade edilen kararda, Birdal'ın 12 Mayıs 1998'de İHD Genel Merkezinde silahlı saldırıya uğramasının ardından başlatılan soruşturma sonucunda, Cengiz Ersever, Semih Tufan Gülaltay ve diğer 15 sanık hakkında dava açıldığı, yargılama sonucunda bazı sanıklar hakkında mahkumiyet, bazıları hakkında beraat kararı verildiği anımsatıldı.
Buna ilişkin mahkeme kararının incelenmesiyle, saldırının, bir kısım sanıklarca kurulduğu anlaşılan Türk İntikam Tugayı (TİT) isimli örgütçe gerçekleştirildiği belirtilen kararda, dosya kapsamına göre eylemin Andıç belgesiyle bir bağlantısının olmadığı kaydedildi.
Kararda, ''Belgeyi, bulunduğu görevi gereği onayladığı anlaşılan şüpheli Çevik Bir tarafından, bu suçu işlemeleri konusunda sanıkların azmettirilmesinin söz konusu olmadığı'' ifadelerine yer verildi.
Birdal'ın yaralanması olayıyla ilgili Yargıtay denetiminden geçen kesin hüküm bulunduğu hatırlatılan kararda, aynı suçla ilgili yeni bir durumun ortaya çıkması halinde başvurulacak yasal yolun CMK'da açıklandığı bildirildi.
Kararda, bu nedenlerle şüpheli Bir hakkında, suçlamalar doğrultusunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği kaydedildi.
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ise yazılı açıklama yaparak, karara itiraz edeceklerini belirtti.
akşam

Babaya yumruğa bin 500 TL ceza
30 ARALIK 2009
SİVAS'ta babasına yumruk atan genç bin 500 TL para cezasına çarptırıldı. Çoban Hacı Mehmet M., 21 yaşındaki oğlu Sinan M. hakkında kendisine yumruk attığı gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Cumhuriyet Üniversitesi öğrencisi Sinan M., yargılama sonunda 'kasten adam yaralama' suçundan bin 500 lira para cezasına çarptırıldı.
Akşam

Cavit Çağlar'a hapis cezası verildi ceza ertelendi
36 sanığın yargılandığı İnterbank davasında karar çıktı. Eski Bakan Cavit Çağlar 1 yıl 9 ay hapis cezası aldı
24 Şubat 2010
Bursa'da paravan şirketler kurarak kapatılan İnterbank'ın içini boşalttıkları iddia edilen ve aralarında eski Devlet Bakanı Cavit Çağlar'ın da bulunduğu 36 kişinin davasında karar çıktı.
Daha önce Yargıtay'ın iki kez bozduğu dava kapsamında Cavit Çağlar, oğlu Mustafa Çağlar, yeğeni Şenol Şankaya 1'er yıl 9'ar ay hapis ve 208 bin lira para cezasına çarptırıldı. Mahkeme, sanıklar hakkında, "hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına" karar verdi. Bu durumda Çağlar ve diğer sanıklar, 5 yıl içinde kasıtlı başka bir suç işlemezlerse cezaları düşecek.
habertürk

Sen misin Erdoğan'ı protesto eden!
24 MART 2010
Başbakan Erdoğan'a karşı pankart açmak 10 aydan başlıyor!

Erdoğan'ı katıldığı tören sonrasında pankart açarak protesto eden Ramazan Kandöken'in cezası belli oldu. İstanbul'da 2008 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı katıldığı tören sonrasında pankart açarak protesto eden Ramazan Kandöken, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesindeki duruşmaya katılan tutuksuz sanık Ramazan Kandöken, demokratik tepkisini gösterdiğini ve hakaret amacı olmadığını savunarak, eyleminin düşünce özgürlüğü kapsamına girdiğini öne sürdü.

Sanık hakkındaki kararını açıklayan mahkeme hakimi, 1 yıl hapse çarptırdığı Kandöken'in cezasını, mahkemedeki iyi halini göz önünde bulundurarak 10 aya indirdi. Hakim, söz konusu hükmün açıklanmasını geri bırakarak, sanık hakkında 5 yıl boyunca denetimli serbestlik uygulanmasına karar verdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı 2008 yılında İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ile katıldığı törenin ardından pankart açarak protesto etikten sonra gözaltına alınan Kandöken hakkında "devlet büyüklerine hakaret" suçundan dava açılmıştı.
Akşam

1 Mart 2010
Mahkemede Ödenek Skandalı
Adana'da korsan gösterilerde gözaltına alınıp tutuklanan 15 yaşındaki 2 çocuk, ödenek ve araç yokluğu nedeniyle yargılandıkları mahkemeye getirilemedi
Adana Gülbahçesi Mahallesi'inde 14 Aralık 2009'da DTP'nin kapatılmasını protesto etmek için düzenlenen korsan gösteride polise taş attığı iddia edilen Y.D. ve 26 Aralık 2009'da korsan gösteriye katıldığı öne sürülen A.A. çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı. Haklarında ''bölücü örgüt adına eylem yapmak'' suçundan Adana 6'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde ayrı ayrı dava açılıp yargılanan her iki çocuk da duruşmalarına jandarma tarafından bulundukları Nevşehir ve Kırşehir Cezaevleri'nden ödenek ve araç yokluğu nedeniyle getirilmedi. Mahkeme heyeti, sanık çocukların ödenek ve araç yokluğundan getirilemediğini tutanağa geçirip Y.D.'nin duruşmasını 15 Nisan'a, A.A.'nınkini ise 4 Mayıs'a erteledi. Her iki sanığın bir sonraki duruşma hazır edilmesi de ilgili cezaevlerine yazı yazılarak istendi.

Her iki çocuğun da avukatı olan Tugay Bek, çocukların ödenek yokluğu nedeniyle mahkemeye getirilmemesini skandal olarak yor

Yol, davadan 2.5 yıl önce bitti

03 Kasım 2009 Karadeniz Sahil Yolu'nun Rize'nin Fındıklı İlçesi Aksu Geçişi'nin iptaline yönelik çevreciler tarafından 2001 yılında başlatılan hukuk süreci, yol tamamlanıp hizmete açıldıktan 2.5 yıl sonra çevrecilerin lehine sonuçlandı.
Çevreciler ve Aksu Köyü sakinleri tarafından Karadeniz Sahil Yolu'nun Rize'nin Fındıklı İlçesi Aksu Geçişi'nde sahilin yol edileceği gerekçesiyle yol güzergahının güneye taşınması yönünde 2001 yılında başlatılan hukuksal süreç aradan geçen 8 yıl ve yolun bitirilip hizmete açılmasından 2.5 yıl sonra Danıştay 6. Dairesi tarafından çevrecilerin lehinde karara bağlandı.
Yargı sürecinde ilk olarak Trabzon Bölge İdare Mahkemesi, 19 Nisan 2002 tarihinde 'kıyı kanunu ile ilgili hükümlere dayanılarak bölgede herhangi bir imar yapılamayacağı yönünde' karar vererek proje ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Mahkeme kararına rağmen çalışmalar devam edince bu kez 28 Temmuz 2002 tarihinde Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu yolun geçeceği bölgeyi 3. derece SİT alanı ilan etti. Aynı kurul 8 Ekim 2004 tarihinde Karayolları'nın ilgili projesini onayladı. Bu
karar yeniden Trabzon Bölge İdare Mahkemesi tarafından 15 Kasım 2005 tarihinde iptal edildi. Yargı süreci farklı mahkemelerin verdiği farklı kararlarla sekiz yıl boyunca sürerken, proje ile ilgili verilen bir çok durdurma kararına rağmen yolda çalışmalar devam etti ve yol 2.5 yıl önce tamamlanarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından hizmete açıldı.
Danıştay 6. Dairesi'nde devam eden dava yol hizmete girdikten 2.5 yıl sonra sonuçlandı. Danıştay 6. Dairesi, Musa Kazım Özçelik, Zeliha Eren, Orhan Sarı, Hakan Sarı ve Bahattin Sarı tarafından açılan, Avukat Yakup Şekip Okumuşoğlu'nun vekili olduğu davayla ilgili karar verdi. Mahkeme, Karadeniz Sahil Yolu'nun Fındıklı şehir geçişine ilişkin kısmında şehircilik ilkelerine, planlanan esaslarına, kamu yararına ve mevzuata uyarlık bulunmadığı sonucuna vardı. Mahkeme ayrıca dava konusu işlemin iptaline,
yargılama masraflarının ise davalı idareden alınmasına karar kıldı.
ADALET YERİNİ BULDU
Konuyla ilgili açıklama yapan davacılardan Aksu Köyü Muhtarı Musa Kazım Özçiçek, karar gereği yolun trafiğe kapatılmasını isteyerek aksi takdirde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuracaklarını söyledi. 2001'den beri mücadelesini verdiği Karadeniz Sahil Yolu için sonunda adaletin yerini bulduğunu anlatan Özçiçek, şunları söyledi: "Fakat bizi yönetenler hukuk ve adaleti hiçe sayıp birilerine rant kazandıranlar artık hukuk karşısında hesap verecektir. Bu hukuk kararından sonra yetkilileri bir an önce
göreve davet ediyorum. Yolu trafiğe kesmek mecburiyetindedirler. Kesmedikleri takdirde bu konuya duyarsız kalanlar hakkında hukuksal tüm yetkileri kullanacağız."
Mahkeme kararının elinde olduğunu anlatan Özçiçek, şöyle konuştu: "Kendilerine de tebligat gitmiştir. 2001'den beri bizi hüngür hüngür ağlatanlar şimdi kendileri ağlayacaktır. Artık bizim konuşma zamanımız gelmiştir. Bizi susturdular. Hukukçum yok oldu. Karadeniz, Karadeniz olmaktan çıkmıştır. Eğer yol kesilmezse konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyacağız. Bir Türk vatandaşı olarak davamızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşımaya da utanıyoruz. Sesimize kulak versinler oraya gitmeyelim.
Aldıkları denizimizi bize iade etsinler."
Dava Avukatı Yakup Şekip Okumuşoğlu ise açıklamasında, "Bütün çabalarımıza rağmen kıyı yolu burada olursa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne giderek hukuk dışı uygulamalarından dolayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden de davacı olacağız" diye konuştu.
Öte yandan, yolun trafiğe kapatılması halinde yol yeşil alana çevrilerek düzenlenecek. Parka davanın ilk avukatlarından olan ve uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Avukat Cihan Eren'in isminin verileceği belirtildi.
netgazete

Mitinge gidenlere kilo atan pazarcıya 7 yıl hapis!
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, ellerinde Türk bayrakları ile Abdi İpekçi Parkı'ndaki bir mitinge giden 3 vatandaşa, pazar kilosu atıp yaraladıkları, sözleri ile de "Atatürk'e ve Türk bayrağına hakaret ettikleri" iddiasıyla 3 kişi hakkında, 2 yıldan 7 yıl 6 aya kadar hapis talebi ile dava açtı. İiddianamede, "Yenişehir Pazarı" olarak bilinen semt pazarında esnaf olan Metin Yıldız, Selim Bakan ve Salim Yıldız için, "Atatürk'e hakaret" suçundan 1'er yıldan 3'er yıla kadar, "Türk bayrağını alenen aşağılamak" suçundan da 1'er yıldan 3'er yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep edildi. 28.11.2009 ANKARA netgazete

Mason Davasında Beklenen Karar
Mason locasının üç eski yöneticisi hakkında açılan davada karar çıktı.
10 Aralık 2009
Mason locasının üç eski yöneticisi hakkında açılan davada karar çıktı. Dün açıklanması beklenen karar, davaya bakan savcının evine hırsız girdiği için ertelenmişti.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği'nin 3 eski yöneticisi, ''görevi kötüye kullanmak'' suçundan yargılandıkları davada beraat etti.

Beyoğlu 5. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Kaya Paşakay, Ali Sait Sevgener ve Ahmet Koray Darga katıldı.

Duruşmada esas hakkındaki görüşüna açıklayan Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Aslan, tüm dosya kapsamına göre Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği yöneticisi oldukları bildirilen sanıklara verilen dernek parasının usulüne uygun bir şekilde harcanmadığı ve yapılan harcamaların usule aykırı olduğunun tespit edildiğini bildirdi.

Bunun üzerine tanzim edilen özet iş raporu ve tüm dosya kapsamında sanıkların hizmetleri nedeniyle kendilerine verilen dernek parasını usule aykırı harcadıklarını ifade eden Aslan, bu nedenle sanıkların TCK'nın ''görevi kötüye kullanmak'' suçunu düzenleyen 155/2 maddesi uyarınca ayrı ayrı 4'er kez cezalandırılmasını istedi.

Savcılık görüşüne karşı diyecekleri sorulan sanık avukatlarından Köksal Bayraktar, savcının görüşüne katılamadığını belirterek, müvekkillerinin beraatını talep etti.

Duruşmada son savunması sorulan sanık Kaya Paşakay, harcamaların dernek tüzüğünün 25. ve büyük locanın 28. maddesine uygun olarak yapıldığını ileri sürerek, ağırlama giderlerinin her zaman yapıldığını ve yeni yönetim kurulu başkanının da aynı harcamanın her yönetim kurulu tarafından yapıldığını, kendilerinin de aynı şekilde davrandıklarını bildirdiğini söyledi.

Paşakay, kendisinin herhangi bir suiistimal düşüncesi ve kastının olmadığını ifade ederek, beraatına karar verilmesini istedi.

Sanık Ali Sait Sevgener de 18 yıldan beri bu derneğin üyesi olduğunu ve yönetim kurulunda çalıştığını anlatarak, yapılan harcamaların yönetim kurulu kararlarına dayandığını bildirdi.

Ahmet Koray Darga da derneğin 35 yıllık üyesi olduğunu ifade ederek, hiçbir zaman dernek adına suistimal yapmaya yeltenmediğini savundu.

Davayı karara bağlayan Hakim Ferit Altın, sanıklara atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunamadığı kanaatine vararak, 3 sanığın beraatına karar verdi
aktifhaber

O Hakim Gül'e Bunu Niye Yaptı?
27 Şubat 2009
Cumhurbaşkanı Gül aleyhine "rektör ataması" kararı veren, 15. Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Cengiz Aydemir'le ilgili ortaya şok bilgiler çıktı...

Gül'ün rektör atamasını durduran 15. Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Cengiz Aydemir ile ilgili HSYK gündeminde dosyalar var. Mahkeme başkanının daha önce iki kez soruşturma geçirdiği belirtiliyor. Önümüzdeki günler de Aydemir'in ceza alması ya da meslekten ihracına neden olacak iddiaların kurul gündeminde görüşülmesi muhtemel. İşte bu noktada 15. İdare Mahkemesi'nin 'ön alarak' Gül'ün rektör atamasını durdurduğu ifade ediliyor. Mealen ' Ben Cumhurbaşkanı Gül'e muhalefet ettiğim için HSYK gündemine alındım ve başıma bunlar geliyor' lobisi yapılıyor.

Adem Yavuz Arslan/Bugün
Gül'e defansın arkasındaki ilginç gerekçe

Not düşmek ve bir ayrıntıya dikkat çekmek için gündemin gerisinde kalan bir konuya dönmekte fayda var. Malum Abdullah Gül, DEÜ Rektörlüğü'ne ağustos ayında Prof. Dr. Mehmet Füzün'ü atamıştı. Fakat itiraz üzerine Ankara 15. Bölge İdare Mahkemesi konuyu gündemine aldı ve aralık ayında ilginç bir karar verdi. 'Gül, Füzün'ü rektör atayamaz' şeklindeki karar yeni bir tartışmayı da tetiklemiş oldu. Gerekçe ise 'yarı zamanlı çalışan akademisyenler rektör atanamaz' şeklinde özetlenebilir.

Kamuoyunda 'Gül usulsüz atamalar mı yapıyor'? tartışmaları başlamışken Çankaya Köşkü, Ankara Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz etti. Mahkeme dosyayı inceleyip rektör atamanın kanunlara uygun olduğuna hükmetti. Peki ama basit bir hukuki prosedür olarak görülebilecek bir konu neden krize döndü? Aralarında Kemal Alemdaroğlu gibi çok sayıda öğretim üyesi aynı statüde iken rektör atandı ama hiçbiri mahkemelik olmamıştı.

Yargı çevrelerinde bu konuda ilginç kulisler var. İddialara göre Gül'ün rektör atamasını durduran 15. Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Cengiz Aydemir ile ilgili HSYK gündeminde dosyalar var. Mahkeme başkanının daha önce iki kez soruşturma geçirdiği belirtiliyor. Önümüzdeki günler de Aydemir'in ceza alması ya da meslekten ihracına neden olacak iddiaların kurul gündeminde görüşülmesi muhtemel. İşte bu noktada 15. İdare Mahkemesi'nin 'ön alarak' Gül'ün rektör atamasını durdurduğu ifade ediliyor.

Mealen ' Ben Cumhurbaşkanı Gül'e muhalefet ettiğim için HSYK gündemine alındım ve başıma bunlar geliyor' lobisi yapılıyor. Hatırlatmakta fayda var 11 bin hakim ve savcı ile ilgili nihai kararlar HSYK tarafından alınıyor ve kararlara itiraz yolu kapalı. Cengiz Aydemir ile ilgili iddiaların detaylarını dosya gizli olduğu için bilmiyoruz ama sızanlar ilginç.
aktifhaber

1.5 milyon lira kefaleti ödedi, Balkaner serbest
istanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi, Yurtbank'ın eski sahibi Ali Avni Balkaner'i 14 Nisan günü "zimmet" suçundan 16 yıl 8 ay hapis ve 66 bin 666 lira para cezasına çarptırmıştı. Ancak mahkeme, Balkaner'in tutuklu kaldığı süreyi, sabit ikametgah sahibi olması ve ileri sürülen sağlık nedenlerini de göz önüne alarak 1 milyon 500 bin lira kefalet yatırılması karşılığında tahliyesine karar vermişti. Balkaner'in avukatları dün defterdarlığa kefalet ücretini yatırarak makbuzu İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sundular. Mahkeme, kefaletin ödendiğine dair yazıyı cezaevine gönderdi. Balkaner yaklaşık 4 yıldır cezaevinde bulunuyordu. 20.04.2009 İSTANBUL netgazete

Çalıştığı bankada, 236 bin YTL zimmetine geçiren güvenlik görevlisini ağabeyi yakalattı, salıverildi
Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde polis ekipleri, 3 gün önce banka yetkililerince, telefon bankacılığı ve elektronik sistemle müşterileri Ö.K'nin hesabından 44 bin YTL, N.K'nin hesabından 17 bin YTL, M.M.A'nın hesabından da 11 bin YTL'yi havale etmek suretiyle zimmetine geçirdiği tespit edilen A.S. ile ilgili soruşturmayı derinleştirdi. A.S.'nin 2005'ten itibaren toplam 13 müşterinin hesabından benzer yöntemle 236 bin YTL'yi zimmetine geçirdiği belirlendi. Ağabeyinin isteği üzerine banka şubesine giden A.S., polis ekiplerince yakalanarak Ereğli'ye gönderildi. Emniyetten adliyeye sevk edilen A.S., mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 25.12.2008 EREĞLİ -netgazete

Antalya'daki bir ilköğretim okulunda sınıfındaki kız öğrencileri taciz ettiği iddia edilen öğretmen M.G, çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
12 Ocak 2009

Varsak'taki bir ilköğretim okulunda görev yaptığı sınıftaki kız öğrencileri taciz ettiği iddiasıyla hakkında İl Milli Eğitim Müdürlüğünce inceleme başlatılan ve Devlet Memurları Kanunu'nun 137 ve 138. maddeleri gereğince soruşturma tamamlanıncaya kadar açığa alınan 4. sınıf öğretmeni M.G, Antalya Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alındı.
Emniyetteki sorgulamasının tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edilen öğretmen, çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Haber7

Adalet Bakanlığı, polisin vurduğu gencin ailesiyle, aileye destek veren 6 kişi hakkında açılan dava için izin verdi
05 Kasım 2008
İzmir'de "Dur" ihtarına uymadığı gerekçesiyle açılan ateş sonucunda hayatını kaybeden Baran Tursun'un ailesi ile aralarında İHD İzmir Şubesi üyelerinin de bulunduğu aileye destek veren 6 kişi hakkında TCK'nın 301. maddesinden açılan dava için Adalet Bakanlığının izin verdiği bildirildi.
Tursun ailesinin avukatlarından Ömer Ayebe yaptığı açıklamada, Baran Tursun'un babası Mehmet Tursun, annesi Berrin Tursun ve kız kardeşi Şelale Tursun ile aralarında İHD İzmir Şubesi üyelerinin bulunduğu 6 sanık için TCK'nın 301. maddesinden açılan davada yargılamanın yasadaki değişiklik nedeniyle durdurulduğunu hatırlattı.
Adalet Bakanlığının dava için izni verdiğini belirten Ayebe, "Adalet Bakanlığının izniyle yargılamanın önünde engel kalmadı. Dava yeniden görülmeye başlanacak" dedi.
Baba Mehmet Tursun ise Adalet Bakanlığının verdiği iznin kendileri için "mahkumiyet" anlamına gelmediğini kaydederek, "Yaşadığımız acı nedeniyle söylediğim sözler yüzünden dava açıldı. Suç işlediğimize inanmıyorum. Kendimizi savunacağız" diye konuştu.

Karşıyaka ilçesi Bayraklı semtinde 25 Kasım 2007'de polis ekiplerinin "Dur" ihtarına uymadığı iddiasıyle vurdukları Baran Tursun yönetimindeki 35 AL 9207 plakalı araç, ağaçlara ve elektrik direğine çarpmıştı. EÜ Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılan ve başının arka kısmında kurşun yarası tespit edilen Tursun, bir süre yaşam destek ünitesine bağlı tutulduktan sonra hayatını kaybetmişti.
Kovalamaca sırasında uyarı ateşi açtığı iddiasıyla gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanan polis memuru Oral Emre Atar, ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
İlk duruşmada, Tursun'un kardeşi Şelale Tursun, yanında getirdiği yumurtaları sanık Oral Emre Atar'a atmıştı. Baba Mehmet Tursun ise dava görülürken duruşma salonundan ayrılarak, Karşıyaka Adalet Sarayı önü nde basın mensuplarına açıklamalar yapmıştı. Cebinden çıkardığı kalemi kıran Tursun, "Mahkemede figüran olmak istemiyoruz. Adalete güvenmiyoruz" şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
Cumhuriyet Savcısı Erol Bingöl, açıklamaları nedeniyle toplam 9 sanı k hakkında TCK'nın 301 ve 277. maddelerinden dava açmış, yargılama yasadaki değ işiklik nedeniyle Adalet Bakanlığından izin çıkıncaya kadar durdurulmuştu.
sıradışı forum

Çalıştığı bankada, 236 bin YTL zimmetine geçiren güvenlik görevlisini ağabeyi yakalattı, salıverildi

Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde polis ekipleri, 3 gün önce banka yetkililerince, telefon bankacılığı ve elektronik sistemle müşterileri Ö.K'nin hesabından 44 bin YTL, N.K'nin hesabından 17 bin YTL, M.M.A'nın hesabından da 11 bin YTL'yi havale etmek suretiyle zimmetine geçirdiği tespit edilen A.S. ile ilgili soruşturmayı derinleştirdi. A.S.'nin 2005'ten itibaren toplam 13 müşterinin hesabından benzer yöntemle 236 bin YTL'yi zimmetine geçirdiği belirlendi. Ağabeyinin isteği üzerine banka şubesine giden A.S., polis ekiplerince yakalanarak Ereğli'ye gönderildi. Emniyetten adliyeye sevk edilen A.S., mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 25.12.2008 EREĞLİ -netgazete

YARGITAY'DAN ÇETEYE ZAMANAŞIMI KIYAĞI
27 Nisan 2008

Aralarında binbaşı, üsteğmen, korucu, PKK itirafçısı, özel harekatçı, belediye yöneticisi bulunan derin çete zamanaşımından bir güzel aklandı.

Çete kurmak, gasp, faili meçhul cinayet, bombalama ve haraç iddialarını içeren Yüksekova Çetesi davası, zamanaşımı iki yıl öne çekildiği için düştü.

Bir albay, bir binbaşı, bir üsteğmen, korucular, PKK itirafçısı ve yerel yöneticilerin de aralarında bulunduğu 13 sanık, ceza almaktan kurtuldu. Davanın 12 yıllık serüveni ise ilginç gelişmelerle dolu. 1996'da başlayan yargılama, itirafçı Kahraman Bilgiç'in Susurluk Komisyonu tutanaklarına da giren ifadeleri üzerine başladı. Diyarbakır DGM, sanıklar hakkında 3 ile 30 yıl arasında değişen cezalar verdi. Ancak Yargıtay kararı bozarak dosyayı geri gönderdi. Bu kez davaya Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi baktı. 2003'te sanıklar yeniden hapse mahkum edildi. Ancak Yargıtay ikinci kez bozdu. Üçüncü yargılamada ısrarından vazgeçen yerel mahkeme, sanıkların tümünü beraat ettirdi. İtiraz eden davacı avukatları, temyize gitti. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, bu sefer davayı zamanaşımından düşürdü ve bunu taraflara bildirmedi. Yargıtay'ın internet sitesinde araştırma yaparken sonucu tesadüfen öğrenen Avukat Yaşar Altürk, zamanaşımının 15 yıldan 13'e indirildiğini görünce şoke oldu. Kararın hukuka aykırı olduğunu savunan Altürk, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na itiraz dilekçesi sundu. Şimdi neticeyi bekliyor.

Yüksekova Çetesi, 1996 yılında ortaya çıkarıldı. İtirafçı Kahraman Bilgiç'in verdiği ifadeler üzerine çeteye dava açıldı. Yapılan yargılamada, Albay Hamdi Poyraz, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Üsteğmen Bülent Yetüt, Korucubaşı Kemal Ölmez, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç, Özel Harekâtçı polis Enver Çırak ile bazı belediye yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 13 sanık hakkında mahkûmiyet kararları çıktı. Ancak yerel mahkemelerin verdiği cezalar, Yargıtay tarafından bozularak dosya geri gönderildi. Yargıtay'ın 2005'te verdiği bozma kararından sonra dosya, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden görüşüldü, 18 Kasım 2005'te beraat kararı çıktı. Bu defa davacı taraf dosyayı temyize götürdü. Daha önceki mahkûmiyet kararlarını bozan Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 18 Kasım 2007 tarihli kararında davayı zamanaşımından düşürdü. Ancak, karar ilgili taraflara bildirilmedi. Davacı Abdurrahman Düşünmez'in avukatı Yaşar Altürk, Yargıtay'ın internet sitesinden araştırınca kararın çıktığını öğrendi. Dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na götüren Altürk, verdiği dilekçede dava konusu suç isnadı açısından zamanaşımı süresinin en az 15 yıl olduğunu ifade ederek, bu sürenin 2 yıl sonra dolacağını belirtti. Altürk, sanıklar hakkında Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat kararının da bozulmasını talep etti.

Avukat Yaşar Altürk, Yargıtay'ın zamanaşımı kararı hakkında şunları dile getirdi: "En basitinden çetenin işlediği yağma fiilinden bile bu davanın zamanaşımına uğramasına en az 2 yıl var. Davaya konu olan yağma fiilinin gerçekleştiği tarih 27.8.1995. Yani bu durumda bile zamanaşımı ancak 27.8.2010 tarihinde gerçekleşecek. Kaldı ki Yüksekova Çetesi, 9 faili meçhul cinayetten yargılanıyor. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu'nun zamanaşımını düzenleyen 66/1 maddesinin d fıkrasına göre, 5 yıldan 20 yıla kadar hapis cezalarında zamanaşımı süresi 15 yıl olarak belirlenmiş. Sanıklar müebbet hapis talepleriyle yargılandı bu davada. Bu kararın hukuk ve usulle ilgisi yok."
Türk Ceza Kanunu'na göre dava zamanaşımı süreleri

Madde 66 - (1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda 30 yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda 25 yıl,
c) 20 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda 20 yıl,
d) 5 yıldan fazla ve 20 yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda 15 yıl,
e) 5 yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda 8 yıl geçmesiyle düşer.
aktifhaber

Tecavüz zanlsı öğretmen mahkemede
24 Ekim 2008
İzmir'in Aliağa ilçesinde öğrencisine tecavüz ettiği iddiasıyla hakim karşısına çıkan öğretmen, sevk edildiği mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
haber7

Arkadaşlık teklifini kabul etmeyen kızın iç çamaşırlarını çaldı, dağıtmakla tehdit etti
22 Ekim 2008
Alınan bilgiye göre, iş yeri sahibi H.F. (24), çalışanlarından İ.İ'ye (18) arkadaşlık teklifinde bulundu. Genç kızın teklifi kabul etmeyip işten ayrılması üzerine H.F, kimsenin olmadığı sırada evine girdiği İ.İ'nin iç çamaşırlarını çalarak kaçtı.
Bir süre sonra genç kızı arayan H.F, "arkadaşlık teklifini kabul etmemesi halinde çamaşırları arkadaşlarına dağıtacağını" söyleyerek İ.İ'yi tehdit etti.

Kızın şikayetiyle H.F'yi gözaltına alan polis, zanlının evinde genç kıza ait çamaşırları buldu.
H.F, emniyetteki işlemlerinin ardından çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı netgazete

Kuddusi Okkır'ın Ölümü Soruşturulmayacak
05 Eylül 2008

Adalet Bakanlığı: "Kuddusi Okkır'ın ölümünü soruşturmaya gerek yok"

"Ergenekon" soruşturması kapsamında tutuklu bulunduğu cezaevinden tahliyesinin ardından hayatını kaybeden Kuddusi Okkır'ın ölümüne ilişkin hazırlanan raporda, soruşturmayı yürüten 2 savcı ile Okkır'ı tahliye etmeyen mahkeme üyeleri hakkında soruşturma yapılmasına gerek olmadığına yer verildi.
Kuddusi Okkır'ın ölümüyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan 3 sayfalık rapor, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığına gönderildi.

Raporda, "Ergenekon" soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcıları Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın ile İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve 3 üye hakimin de Okkır'ın oğlu Oytun Okkır tarafından yapılan tahliye talebini reddettikleri hatırlatıldı.

"Bu kişilerin görevlerini doğru ve tarafsız yapamayacakları kanısının uyandırılmasına ilişkin iddiaların incelendiği" de vurgulanan raporda, incelemede, Okkır'ın bozulan sağlık durumuyla ilgili düzenlenmiş tüm raporların anında soruşturma dosyasına aktarılmadığının görüldüğü belirtildi.

Okkır'ın tutukluluk durumunun her ay düzenli olarak incelendiği ve yasalarda hastalık halinin tutukluluğun kaldırılması sebebi olarak düzenlenmediği belirtilen raporda, ileri sürülen iddiaların sübuta ermediği kanaatine varıldığından adı geçen ilgililer hakkında soruşturma yapılmasına gerek olmadığı belirtildi.
aktifhaber

Ne Güzel Hukuk: 50 Milyar Doları Çalan Bankacılar Serbestçe Gezerken 1 YTL İçin Üç Genç Kız Tutuklandı
02 Mart 2008
Okul arkadaşlarından zorla 1 YTL aldıkları iddia edilen beş kız öğrenciden üçü tutuklandı.
Olay, geçen yıl Gaziemir'de bir parkta meydana geldi. Gaziemir Kipa Lisesi öğrencisi beş kız öğrenci, iddiaya göre kız arkadaşlarının birinden zorla 1 YTL aldı. Mağdur öğrenci, S.E., Z.B, Ş.B., E.A. ve H.Ö.'yü okul yönetimine şikâyet etti. Gözaltına alınan öğrenciler hakkında, yağma ve yağmaya teşebbüs suçlarından dava açıldı. İzmir 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ilk duruşmada 19 yaşındaki S.E., 18 yaşındaki Z.B., ve H.Ö. tutukladı.
aktifhaber

Cem Uzan Yine Kurtuldu
25 Nisan 2008
Cem Uzan, 7,5 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davadan tıpkı diğerlerinde olduğu gibi yine kurtuldu. SPK itiraz etti ama...

Genç Parti (GP) Genel Başkanı Cem Uzan hakkında, Çukurova Elektrik AŞ'yi, 29 milyon dolar zarara uğrattığı gerekçesiyle 7,5 yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan dava zaman aşımına uğradı.

Dava süreci uzadığı için Uzan ile birlikte 5 şirket yöneticisi de ceza almaktan kurtulmuş oldu. Mahkemenin iki ay önce verdiği karar henüz Sermaye Piyasası Kurulu'na (SPK) ulaşmadı. Edinilen bilgilere göre SPK yetkilileri kararın kendilerine ulaşmasının ardından temyize gidecek.

SPK Cem Uzan hakkında, sonradan devletin el koyduğu ÇEAŞ'ın yönetim kurulu başkanı olduğu dönemde, Uzan ve yönetim kurulu üyelerine Rumeli AŞ'ye 29 milyon dolar kazanç aktarımı yaparak ÇEAŞ'ı zarara uğrattıkları' gerekçesiyle 2 Nisan 2001'de Adana Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Cumhuriyet savcısı, bu suç duyurusuna 28 Aralık 2001'de takipsizlik kararı verdi. Ancak, SPK karara itiraz ederek, Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurdu.

Dosyayı inceleyen Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi, 6 Aralık 2003 tarihli kararında belgelerin Adana Cumhuriyet Savcılığı'nca değerlendirilip, dava açılması yönünde karar verdi. Soruşturmayı yürüten dönemin Adana cumhuriyet savcısı, Uzan ile birlikte ÇEAŞ'ın diğer yönetim kurulu üyeleri Çağdaş Ergin, Ethem Alev, Ahmet Tatar, Atilla Pamukçu ve Tacettin Pak hakkında 2004 yılında dava açtı.

Cumhuriyet savcısınca, 'Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet, emniyeti suiistimal' suçlarından 7,5'ar yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaları istenen Uzan ve 5 şirket yöneticisi hakkında yaklaşık 5 yıldır süren davada yargılama işlemleri bitmediği için ve suç tarihi 16 Aralık 1998 olması nedeniyle, 'zaman aşımı' kararı verildi. Böylece Uzan ve diğer sanıkların suçlamaları kabul etmediği dava ortadan kalkmış oldu. Bu arada Uzan ailesinin Adana Ağır ve Asliye Ceza mahkemelerinde bazı davaları devam ediyor. Baba Kemal Uzan ve oğlu Hakan Uzan bu davalardan aranıyor. Suç tarihi 2001 ve önceki yıllara ait diğer davalarda da karar verilmezse 'zaman aşımı' yaklaşmış oluyor.
Aktifhaber

DTP’li Öldürmek Suç Değil Mi?
02 Ekim 2008

‘Her şehit için DTP’li öldürülmeli’ denilen köşe yazısını ‘fikir özgürlüğü’ olarak değerlendiren Başsavcılığı’n kararını mahkeme ‘isabetli’ buldu.

Bolu 2. Komando Tugayı’nda vatani görevini yapan 13 askerin 7 Ekim 2007’de şehit düşmesinin ardından Bolu Express gazetesindeki köşesinde “Türk, işte karşında düşmanın” başlıklı bir yazı kaleme alan I.E., terörle mücadeleyi anlattı. I.E., yazısının devamında DTP milletvekillerinin, DTP yöneticilerinin ve DTP’li belediye başkanlarının isimlerini tek tek sıraladı. I.E., yazısında şu ifadelere yer verdi:

“Yüce Türk Ulusu, işte karşında düşmanın. ‘PKK bölücü terör örgütüdür onun mensupları da vatan hainidir’ demedikten sonra bunların topu Türk düşmanı olarak bundan sonra ‘sivil yurtsever’ unsurların hedefi olacaktır. Kahpece pusu kuran, dağdaki teröristin peşinde koşmaktansa üç-beş mikrobu temizleyip bundan sonra ‘Bir bizden beş sizden tamam mı, devam mı?’ demek gerekir. Bunu yapacak ve diyebilecek yurtsever unsurlar da çıkar elbet. Toplumun arzusu, yoğun olarak bu yöndedir. Bundan böyle şehit edilen her güvenlik görevlisine karşın, bunlardan birinin aynı kaderi paylaması toplumun çoğunluğunun isteği haline gelmiştir. Artık kangren olmuş uzuv veya uzuvların kesilip atılma zamanı gelip geçmiştir.”

‘Düşünce özgürlüğü’ sayıldı

Milliyet'in haberine göre DTP Diyarbakır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, yazının yayımlanmasının ardından avukatı Duran aracılığıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcılığın, ifade alıp duyuruyu karara bağlamak dışında araştırma gerektirmeyen soruşturması altı ay sürdü.

Savcılık, soruşturma da sonunda yazıyı hukuka uygun bularak takipsizlik kararı verdi. Kararda, yazının düşünce özgürlüğü kapsamında olduğu vurgulandı.

Mahkeme de uydu

Duran, takipsizlik kararının kaldırılarak dava açılması için Düzce Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurdu.

Dilekçede, yazının halkın bütününde suç işlemeye alenen tahrik eylemini oluşturduğu ifade edilerek şöyle denildi:

“İçinde açıkça infaza ve öldürmeye davet ve tahrik ifadeleri taşıyan bir yazının, savcı tarafından aklanmış olması kamu vicdanını ve toplumun adalet duygusunu derin biçimde yaralamıştır. Savcılığın takipsizlik kararına karşı verilen genel tepki ‘bu da suç değilse suç ne’ biçimindedir. ”

‘Karar isabetli’

Mahkeme de savcılığın isabetli bir karar verdiğine işaret ederek itirazı reddetti. Mahkemenin kararında, savcılığın verdiği kararda isabetsizlik bulunmadığı vurgulandı.

Duran da kararı AİHM’ye taşımaya karar verdi. Bu tip kesinleşen kararlara karşı Adalet Bakanlığı’nın “kanun yararına bozma” hakkı bulunuyor. Ancak bakanlık bu yola başvurmazsa iç hukuk yolları tamamen tükenmiş oluyor. Bu durumda savcılığın kesinleşen kararına göre, AİHM aksi bir karar verene kadar DTP’lilerin öldürülmesi için çağrı yaparak isim listesi yayımlamak suç sayılmayacak.
Radikal

HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU” NA BERAAT
16 Eylül 2008
Çanakkale E-Tipi Cezaevi'nde, 8 yıl önce yapılan “Hayata Dönüş Operasyonu” ile ilgili olarak
563 güvenlik görevlisi hakkında açılan davada beraat kararı çıktı.
Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın bugünkü duruşmasında, o dönemde cezaevinde kalan “Hükümlüler Sultan Sarı, Fahri Sarı ve İlker Babacan'ı faili belli olmayacak şekilde öldürdükleri ve 83 hükümlüyü yaraladıkları” iddiasıyla açılan kamu davasında yargılanan 563 güvenlik görevlisi hakkında, sanıkların bu suçları işlediğine dair mahkumiyetlerine yeter, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verildi.

2000 yılının aralık ayında, Türkiye'deki 21 cezaevinde aynı anda başlatılan operasyon çerçevesinde, Çanakkale E Tipi Cezaevi'nde yapılan operasyon sırasında, 4 hükümlü hayatını kaybetmişti. Bu operasyonun ardından olaylara karıştıkları iddia edilen kişiler hakkında dava açılmıştı.

Hükümet Yargı Kararını Bekleyecek
15 Eylül 2008
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Acaristanbul villalarıyla ilgili yargı kararını bekleyeceklerini söyledi.

Eroğlu, İNTES tarafından Sheraton Otelinde verilen iftar yemeği öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin, "Beykoz Belediyesi Acaristanbul villalarına yeniden ruhsat verdi. Dava açmıştınız. Yeni tavrınız ne olacak?" sorusuna Eroğlu, "Yargının kararına saygılıyız. Kararı bekleyeceğiz" yanıtını verdi.

Belediyenin ruhsat vermesini nasıl karşıladığının sorulması üzerine Eroğlu, "Kendi görüşleri. O konuda bir şey söyleyemem. Kendi takdirleri. Kanaatimiz, yargı süreci devam edecek. Zaten yönetmelikler ve hükümler çok açık. Biz de adaletin tecellisini bekliyoruz" diye konuştu.

Eroğlu, belediye başkanı ile görüşüp görüşmediğine yönelik soru üzerine, yoğun programı nedeniyle görüşmediği cevabını verdi.
aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 12, 2018 10:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Tem 30, 2017 10:07 pm    Mesaj konusu: 'Günün birinde asgari adalet kavramı hüküm sürerse...' Alıntıyla Cevap Gönder

Yılmaz Özdil: 'Hukuku guguk yapmayın' diye yalvardık, 'bumerang gibi size döner' diye uyardık!
24 Kasım 2017



"Sanık Rıza tanık oldu"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla Mart 2016'dan bu yana tutuklu bulunan Türkiye ve İran vatandaşı Reza Zarrab hakkında, "Sanık Rıza tanık oldu" dedi. Özdil, "Hukuku guguk yapmayın diye yalvarırken, bumerang gibi size geri döner diye uyarırken bunu anlatmaya çalışıyorduk maalesef" dedi.

Özdil'in "Sanık Rıza tanık oldu" başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Başbakanımız Binali bey konuştu, “Rıza Sarraf sanık olarak açılan davada tanık yapıldı, adalet bunun neresinde, bu yapılan insan hakları ihlalidir” dedi.

*

İyi ama…

*

Ergenekon davasında…
PKK tanık yapılmadı mı?
Sanık tanık yapılınca, TSK sanık olmamış mıydı?

*

Danıştay saldırısı davasında müebbete çarptırılan sanık, Ergenekon davasında hem tanık, hem gizli tanık yapılmadı mı?

*

Deniz Feneri davasında…
Sanıklar tanık yapılmadı mı?
Sanıklar tanık yapılınca, savcılar sanık yapılmamış mıydı?

*

Sanıklar tanık yapılınca, sanık yapılan savcı… “Zekat hırsızlarını koruma altına alan bir güç var, ben bu güce ‘hırsızların imparatoru' diyorum, hem altında yeralan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor, Anayasa'ya göre hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor, soruşturma savcılarını görevden aldırıyor, delilleri yok ediyor, zekat hırsızlarını da kamuoyuna masum maskesiyle pompalıyor, her şey apaçık ortada, hani halk arasında tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der” dememiş miydi?

*

Hrant Dink davasında…
Hrant'ı öldüren tetikçi sanık, tanık yapılmadı mı?

*

Ali İsmail Korkmaz davasında…
Sanık polis, tanık yapılmadı mı?

*

Fetocular tanık…
Sözcü sanık yapılmadı mı?

*

Şimdi ne diyor nalıncı keseri Binali bey…
“Sanığın tanık yapılması insan hakları ihlalidir” diyor!

*

Hukuku guguk yapmayın diye yalvarırken, bumerang gibi size geri döner diye uyarırken bunu anlatmaya çalışıyorduk maalesef.

*

Kendinizi mahvettiniz, doğrusu hiç umurumuzda değil de…
Yazık ettiniz Türkiye'ye.

T24
ETİKETLER
sanık tanık reza zarrab hukuk

Eski AKP milletvekilinden gazeteciye: Hukuk da, mahkeme de benim!
14 Eylül 2017



Eski AKP milletvekili Ali İnci, “Benim hakkımda yazı yazma, seni kötü ederim” sözleriyle gazeteci Orhan Topçu’nun üzerine yürüdü

Eski AKP milletvekili ve Sakarya Kent Konseyi Başkanı Ali İnci, bir toplantı sonrasında gazeteciye “Hendek’te hukuk da, mahkeme de, belediye de benim” ifadeleriyle tepki gösterdi.

Sakarya'nın Hendek İlçesi'ne getirilmesi düşünülen yarı açık cezaeviyle ilgili Hendek Belediyesi Meclis Toplantı Salonu’nda bir toplantı yapıldı.

Bizim Sakarya Gazetesi’nin haberine göre; toplantıya Hendek Belediye Başkanı İrfan Püsküllü, AKP ilçe başkanı Alİ Kemal Sofu, MHP ilçe başkanı Turgut Babaoğlu, belediye meclis üyeleri, yurttaşlar ile eski AKP milletvekilli ve eski Hendek Belediye Başkanı olan Sakarya Kent Konseyi Başkanı Ali İnci katıldı.

Toplantı sonrasında ise meclis toplantı salonu koridorlarında bir saldırı yaşandı. Gazeteci Orhan Topçu’nun üzerine yürüyerek, fiziki saldırıda bulunan Ali İnci “Benim hakkımda yazı yazma, seni kötü ederim” sözleriyle Orhan Topçu’yu tehdit etti. Bunun üzerine Topçu, “Ne yapacaksınız beni dövdürtecek misiniz? Siz bir siyasetçisiniz ve ben sizin hakkınızda yazmaya devam edeceğim. Yazılarımla ilgili bir sıkıntınız var ise hukuki yollara başvurun. Susarsam, dilsiz şeytanım. Susmayacağım” sözleriyle İnci’ye karşılık verdi.

Bu sözler sonrasında İnci, “Hendek’te hukuk da mahkeme de belediye de benim” diyerek yeniden Orhan Topçu’nun üzerine yürüdü. Saldırıyı, araya girenler önledi.

T24
ETİKETLER
sakarya gazeteci akp ali inci devlet benim

Avukatlardan 'İktidar yargıda örgütlenmeyi bıraksın' çağrısı
07 Eylül 2017



"Yargımız bağımsız da değildir, tarafsız da değildir"

İstanbul Çağlayan'daki ‘Adalet nöbeti’ne devam eden avukatlar, 'İktidar yargıda örgütlenmeyi bıraksın' çağrısı yaptı.

Avukatlar 23’ncü haftada ‘Adalet nöbeti’ne devam etti. Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının serbest bırakılması için her perşembe günü İstanbul’da bulunan Çağlayan Adliyesi’nde nöbet tutup basın açıklaması yapan avukatlar bu hafta da nöbetlerine devam etti. Avukatlar, adliye binası içinde bulunan Themis heykelleri önünde bir süre ‘adalet nöbeti’ tuttuktan sonra adliye önünde konuya ilişkin basın açıklaması yaptı. Avukatların toplandığı bölüme çevik kuvvet polisleri de geldi.

"Yargımız bağımsız ve tarafsız değil..."

Adliyesi binasının C Blok kapısında basın açıklaması yapan avukatlar OHAL’i ve KHK’ları eleştirerek, Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının yargılandığı davanın 2’nci duruşmasında Silivri’de olacaklarını söylerek, “Siyasal iktidar yargıda örgütlenmekten vazgeçmeli. Toplumun adalet inancının yüzde yüzde 30’lara bile varmadığı bir düzlem, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının olup olmadığının en temel göstergesidir. Yargımız bağımsız da değildir, tarafsız da değildir" dedi.

T24
ETİKETLER
çağlayan adliyesi hukukçu adalet nöbeti avukat cumhuriyet gazetesi


"Günün birinde asgari adalet kavramı hüküm sürerse, Cumhuriyet davasını tertip edenler yargılanacaktır"
Ümit Kıvanç*
30 Temmuz 2017



"Köşemize çekilme şansımız olmadığını her an hatırlamak ve hatırlatmak düşüyor bizlere"

Pınar Öğünç, “Cumhuriyet Duruşmasından Çizilmemiş Mahkeme Resimleri” serisinin “Floresan adaleti, cezaevi kapıları, Turhan Abi’nin kitapları” başlıklı üçüncü bölümünde, “Günler içinde hukukçu, gazeteciçok kişiyle bu ara karara ve davanın gidişatı üzerine sohbet ettik adliye koridorlarında,” diye yazdı. “Ne olabilirdi? Duyduklarımın çoğu, içinden çok az hukuk geçen ‘tahmin’ cümleleriydi. İç siyaset kimi nereye götürüyor, dış siyaset, uluslararası camia neyi ne kadar zorlayabilir, bilmem kimin paşa gönlü ne çeker, filankesin gıcığı kimedir… Böyle dava mı konuşulur? Hukuk bilmediklerinden boş boş cümleler kurdular haliyle. Ya da işte biz hepimiz hukuksuzlukta mahsur kalmıştık.” (Dizinin ilk bölümü şurada, ikincisi de şurada.)

Cumhuriyet davası pek çok yönden tarihe geçecek. Bunların başında şüphesiz Ahmet’in (Şık), resmî statü bakımından “savunma” demek gereken “İtham ediyorum!” konuşması gelecek. Ahmet, duruşmada savcının, “İddianamedeki suçlamalara değinmediniz” sözlerini, “İddianamenin üzerinde pek durmadım. Bence siz de pek kaale almayın,” diye cevapladı.

İşte, “hukuksuzlukta mahsur kalma” tam da böyle bir hal. Çünkü Ahmet burada sadece tavır koymadı; nesnel ölçülerle tartışılabilecek bir gerçeği dile getirdi. Cumhuriyet davasını tarihî kılacak olan ikinci -belki de esas- özellik bu: Aslında varolmayan bir dava bu. Dava, hukukî bir kavramdır. Oysa karşımızdaki hadisenin hukukla alâkası yok.


Peki ne?

Maddeleştirmeye çalışarak cevaplayalım:

1. Bir ülkenin iktidar sahipleri,

2. şu veya bu nedenle (aşağıda açıklanacak) hoşlanmadıkları birilerini,

3. ülke tarih içerisinde -ne yazık ki!- belirli bir gelişim aşamasına erişmiş bulunduğundan,

a.) bir meydanda başlarını kestirtemedikleri,

b.) bir binaya doldurup yaktıramadıkları

c.) bir minibüse doldurup, uzak bir Kürt köyünden çıkmış dağları dolanan ıssız yolda topluca ortadan kaldıramadıkları

d.) veya devletin denizaşırı diyardaki toprağına kalebent olarak gönderemedikleri için,

4. bir davanın şüphelileri damgası vurarak topluyor, hapse atıyor

5. ve

a.) hapiste daha uzun süre tutabilmek

b.) aynı zamanda başkalarına gözdağı vermek,

c.) böylelikle ülkenin manevî ortamını bütünüyle hakimiyetleri altına almak için,

6. bir dava düzeneği içerisinde yargılıyorlar.

Devam etmeden, 2. maddede yeralan, iktidar sahiplerinin “hoşlanmama sebepleri”ne açıklık getireyim. Bu, yukarıdaki 5. maddenin c fıkrasında değinilen genel şartın açımlanması olacaktır. İşbu fıkraya göre, tek elde toplanması için ülkenin iyi kötü mevcut bütün kurumlarının lağv veya iğdiş edildiği otorite -iktidar-, etraftaki her türlü çatlak sesten rahatsız olmakta, bu huzursuzluk, elindeki kuvvetin arttıkça artmasına rağmen çatlak seslerin yok olmayışıyla, bütün iç organları saran ve sarsan, katlanılmaz bir illete, aynı esnada bir paranoya haline dönüşmektedir. İşbu sebepten ötürü, çıkan çatlak sesin kuvveti, tesir kabiliyeti, kıymeti harbiyesi, Cumhuriyet’in tirajı filan mühim değildir, önemli olan herhangi bir çatlak ses çıkabiliyor olmasının getirdiği huzursuzluk ve mutlakiyet kaybıdır. Cumhuriyet davası, mevcut mutlakiyet kaybına karşı tedip-bastırma, müstakbel mutlakiyet kayıplarına karşı da tedbir, bir nevi “önleyici savaş” (Bush doktrini!) hamlesi olarak tasarlandı ve yürütülüyor.

Bir dönem hemen tek takıntısı “Fethullahçılar” olan, bu teşkilat hakkında en çok yazıp çizmiş bulunan ve gelin görün ki, şimdi bu örgüte yardımla suçlanarak yargılanan Hikmet Çetinkaya’nın avukatı Burak Oder, “Yapılmak istenen,” dedi, “bir zan yaratmak kaygısıdır. Bunlar suç isnadı değil. Sanık yaratmak amacı taşıyor, ‘sanmak’ fiilinden geliyor. Suçlu sanılsınlar… 0850 ile başlayan bir tele pazarlama numarası nedeniyle aranmış, bu var iddianamede. Konuşma da 10 saniye sürmüş. Buradan bir zan yaratılıyor.”

“Zan yaratma” etkeni, azımsanmayacak, küçümsenmeyecek bir mücadele aracıdır, iktidarların elinde. Hele Türkiye’de. (Büyükada’da baskınla gözaltına alınan ve eziyet çektirilen arkadaşlarımızın ajan-casus olduğuna inanan veya ihtimal veren yakınlarımız var!)

İddianamenin hukuken yokluğu üzerine

Avukat Alp Selek, “Olağanüstü tüm durumlarda vekillik görevimi yerine getirdim,” diye hatırlattı ve şöyle dedi: “Ama ilk kez böyle iddianame gördüm. Böyle yoktan suç yaratan iddianame hayatta görmedim. Böyle sualler sorulmasını hâlâ anlamıyorum. Bu tür sualler bu davanın bir amacının olduğunu gösterir. Savcılığın olmayan delillerle suçlama yapması kabul edilebilir bir şey değil.”

Avukat Fehim Demir’e bakılırsa, savcılık sadece olmayan delillerle suçlama yapmakla yetinmemiş, özensizliğin yanısıra, açıkça artniyetli de davranmış: “Ahmet Şık’ın çok eski yazıları koyulmuş, darbeden haberi varmış süsü verilmek istenmiş. (…) Kuvvetli şüphe dediğiniz şey zayıf bir şüphe bile içermiyor, hukuk normlarında. Sanıklar yalvarıyorlar, ‘bana suçumu verin’ diye, biz de yalvarıyoruz: ‘gerekçeyi verin’.”

Bu yazıyı tarihe kayıt düşme maksadıyla kaleme alıyorum, değerli okurlar. Bu yüzden, muhtemelen kimilerinizin şu ana kadar öğrenmiş olduğu bazı olguları tekrarlıyor olacağım. Duruşmada ortaya dökülen bazı gerçekler, iddianamenin “uydurulmuş hakikat”inin parçaları ve avukatların çeşitli sözleri, konu edeceğimiz skandal nümûneleri arasında yeralacak.

KADRİ GÜRSEL-BYLOCK • Kadri hakkında, kendisinin herhangi bir şekilde suçlanmasına, herhangi bir davada yargılanmasına, hele tutuklanmasına yolaçabilecek herhangi bir delil, şüphe vs. yok. Suçlandığı şey, ByLock kullananla telefon görüşmesi yapmak. Bu, dünyanın hiçbir hukukunda hiçbir şekilde suçlama, yargılama, hele tutuklama gerekçesi yapılabilir bir şey değil. Birisi telefonuna ByLockyükleyip hepimizi arayabilir, sonra da ihbar edebilir, bitti. Avukat Alp Selek’in sözleriyle, “[Herkesin] her telefon geldiğinde savcılığa başvurarak ‘bana şu telefonlar geldi, ByLok’çu olup olmadığını bilmiyorum, yarın başıma ne geleceğini bilmiyorum’ demesi lazım. Böyle bir suçlama olamaz.”

Basit fakat yürek hoplatıcı olması gereken bir gerçeği avukat (CHP genel başkan yardımcısı) Sezgin Tanrıkulu dile getirdi: “Bu gerekçeyle bütün bakanlar, AKP, vs tutuklanabilir.”

Biliyoruz ki, ByLock kullanan onlarca yüzlerce kişiyle onlarca yüzlerce telefon görüşmesi yaptıkları için, eğer bu tutuklamayı gerektirir suçsa hukuken tutuklanmaları gerekmesine rağmen tutuklanamazlar, zira Fethullah Gülen örgütünün marifetlerinden Tayyip Erdoğan ve AKP dışında herkes sorumlu, yalnız onlar değil! Avukat Ergin Cinmen şöyle dedi: “Merak ediyorum, Bekir Bozdağ ve Tayyip Erdoğan’ı FETÖ’nün reisi olan Gülen bugüne kadar kaç kez aramıştır.”

Bu çelişki, sadece Kadri’nin suçlanamazlığını değil, iktidar tarafından zora dayanarak işletilen çifte standartın bizzat hukuk sistemini iptal ettiğini ortaya koyuyor.

VAKIF SENEDİ - YAYIN POLİTİKASI • Cumhuriyet mensupları, biliyorsunuz, “gazetenin yayın politikasını değiştirmek” gibi bir garabetle itham ediliyorlar. Tanrıkulu’nun iddianameden aktardığı ifadeyle, “Cumhuriyet Vakfı Anayasası olarak tabir edilen Vakıf senedi üzerindeki illiyetleri”, tutukluluğun devamına gerekçe yapıldı. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in yayın politikasını belirlediği varsayılan “Vakıf Senedi’nden ayrılma çerçevesinde yardım suçunun hareket noktası oluştuğu”na hükmediyor savcı. Sıradan insan dilinde şu anlama geliyor: “Bu şüpheliler Vakıf Senedi’ne bağlıyken bir noktada bundan koparak terör örgütlerine yardım olacak şekilde yayın politikasını değiştirmişler”.

Yayın politikası değişikliği gibi bir iddianın kanıtlanması başlıbaşına inceleme, dolayısıyla uzmanlık işi. Bunun yapılmadığını belirtmeye gerek yok. Yapılsa da bir gazetecilik okulunda, meslekî enstitüde, olay incelemesi olarak, ders olarak, ne bileyim tecrübe olarak yapılır. Böyle bir suç yok ki dünya hukuk literatürünün hiçbir yerinde!

Burada maksadın ne olduğunu hepimiz biliyoruz ve bu da bizi “hukuksuzlukta mahsur” bırakan şeyler arasında: Cumhuriyet’e “Niye meselâ Sözcü gibi değilsiniz?” diye hesap soruluyor. Kim soruyor? Kim sorabilir böyle hesabı? Okurlar. Kendini gazetenin çizgisi kabul ettiği tutuma yakın hisseden herkes. Alacakları cevaba göre tatmin olurlar veya gazeteden yüz çevirirler. Başka kim sorar? Bütün basını, yazan, çizen, konuşan herkesi ve kamuoyuna fikir-izlenim-yorum-duygu sunan her birimi kendi etrafında seferber etmek isteyen Teşkilat-ı Mahsusa devleti. Konunun hukukla, mahkemeyle alâkası yok.

Cumhuriyet Vakfı, muhtemelen “buradan para-pul mevzularında da açıklar buluruz” iştahıyla, soruşturma savcısının epey ilgisini çekmiş belli ki; Vakıf’la ilgili uyduruk suçlamalar oradan dolanıyor, buradan dolanıyor, sürekli ortaya geliyor.

Musa Kart’ın avukatı Uğur Yetimoğlu şöyle örnekledi: “Gazete sahibi şirkete vakfın ödünç para vermesi suç sayılmış. Vakıf senedinde amaçlar kısmında ‘Cumhuriyet gazetesini yaşatmak’ vardır. Bu açıdan, buödünç parada nasıl bir sorun olabilir? Vakıf yönetiminde olmak da seçilmek de suç değildir.”

BASİT GERÇEK: ŞÜPHELİ O SIRADA ORADA DEĞİL • Hukuken kurulamayacakken kurulmuş olan Cumhuriyet davasının, genel olarak hukuk kavramı ve hakikatle çelişirliğinin yanısıra taşıdığı bir özellik de iddianamenin kendi kendisiyle çelişen, üstünkörü unsurları.

Avukat Fehim Demir, “Okunmaya ve incelemeye alınmayacak kadar çok sayıda belgenin içinde işe yarar hiçbir şey yoktur,” [ ] diyor. “Attığı tweet’ler, yazdığı yazılar, sorduğu sorular tarihsel bir sıralamaya bile koyulmadan iddianamede yer almış.”

Kadri’nin avukatı İbrahim Koyuncu, müvekkilinin vakıf yönetiminde herhangi bir görevi olmadığını, iddianamede kendisine yönelik somut suçlama olmadığını anlattı ki, bu zaten avukat anlatmasa da kolayca tesbit edilebilir bir durum. Koyuncu, iddianamede 2013 sonrasına ilişkin usûlsüzlüklerden sözedildiğine, ancak bu tarihte Kadri’nin Cumhuriyet’te değil Milliyet’te çalıştığına da işaret etti.

Bu da hiçbir şeyi değiştirmedi. Avukat nihayet, “Biz buraya Norveç’ten gelmedik,” dedi. “Bugün buradan adalet fışkırsın demiyoruz, bunun olmayacağını biliyoruz, ama hiç değilse bir kırıntı bekliyoruz.”

BASİT GERÇEK: NEDEN ŞİMDİ? • Cumhuriyet davasındaki en süflî konulardan biri, boyuna haberler ve başlıklarıyla uğraşmış iddianame yüzünden davanın açıkça gazetecilik mesleğinin, faaliyetinin yargılandığı bir garabete dönüşmesi oldu. “Şu başlığı niye attınız, şu haberi niye verdiniz?”in örneklerini burada sayıp dökmeyeyim. Bunları sorgulamaya polis veya savcının ne kadar hakkı-yetkisi olduğu yasalarda belli, fakat şu anda herhangi bir yasanın geçerli olup olmadığını hiçbirimiz bilmiyoruz. “Hukuksuzlukta mahsur”uz.

Dolayısıyla duruşma sırasında suçlanan meslektaşlarımız ve avukatlarının sık sık dile getirdiği basın yasası gereklerinin bütünüyle geçersiz muamelesi görmesi, davanın sahici bir dava olmadığına ilişkin apayrı kanıt. Mevcut yasaları kısmen var kısmen yok sayan bir dava kurulamaz ki!

Avukat Can Atalay, “2015 yılı haberleri için neden iki sene bekleniyor?” diye sordu. “Başsavcılık görevini ihmal mi etmiş yoksa açık ve yakın bir tehlike yok mu?”
Avukat Tora Pekin, “Savcılar gazeteciliği bilmediği gibi Basın Kanunu’nu da bilmiyor,” diye açıkladı mahkeme heyetine. “Eğer bilselerdi, hakkında dava açma süresi geçmiş ve düşme kararı verilmiş haber için yeniden soruşturma açmazlardı.” Pekin’in dikkati çektiği dört aylık sürenin, yasada yeralmasına rağmen Cumhuriyet iddianamesini kaleme alanlar için hükmü olmamıştı. Yasayı takmayan iddianame, yasayı takmayan iddianameyi kabul eden mahkeme, bu açıkça gösterilmesine rağmen oralı olmayan mahkeme heyeti de davanın özellikleri arasındadır.

TOPLUCA YÜRÜTÜLEN PROPAGANDA FAALİYETİ OLARAK “DAVA” • Son yıllarda, süren davalar hakkında önceden verilen haberlere alıştık. Birtakım iktidar tetikçileri, kimin alınacağını, kimin bırakılacağını duyuruveriyorlar. Savcıların metinlerinde yeralan ifadeler mahkemelerden önce gazetelerde, televizyonlarda karşımıza çıkıveriyor. Bunlar elbette, çoğu muhalifleri yıldırma, süpürme, devre dışı bırakma amacı güden sözkonusu davaların, aynı zamanda, iktidar odağınca örgütlenen farklı kuvvetler tarafından koordinasyon içerisinde hep birlikte yürütülen propaganda seferberlikleri olduğunu ortaya koyuyor.
Ahmet Şık’ın avukatı Can Atalay şöyle anlattı: “Savcı bize sorgu bittikten sonra, ‘Şöyle bir haber var, cevap vermek ister misiniz?’ dedi. Ahmet Şık, ‘Siz mi soruyorsunuz, Nazif Karaman mı?’ dedi. Ahmet Şık gözaltına alındığı gün Sabah’ta Nazif Karaman'ın haberinde ‘Ahmet Şık’a şu soru sorulacak’ diye yazıyor ve savcı o soruyu soruyor.”

Avukat Tora Pekin duruşmada, “Soruşturma belgeleri sistematik olarak Adliye’den sızdırılıyor,” dedi, durumu şöyle tasvir etti: “O dosya savcıların namusudur, sorumluluğundadır. Biri bunu verirse o savcıların dünyayı ayağa kaldırmaları gerekirdi, ses çıkmadı. İddianameyi savcının kendisi sızdırmışsa sesçıkartmaz. Görünüşe göre bir suç var ve buna isyan etmeyen koskoca bir Adliye var.”

Pekin, “Kamuoyunun tutuklamalara inandırılması için bire bin katıp haber yapılması” mekanizmasını anlatıyordu şüphesiz.

TUTMA-BIRAKMA ÖLÇÜTLERİ • Yazıya Pınar’ın izlenimlerinden bir pasajla girdim, çünkü aslında tam orada sözettiği şeyi yazmayı planlamıştım. İçeride, Adliye’de bir davanın ara kararı bekleniyor, biz, dışarıdaki insanlar, tecrübeli gazeteciler, tecrübeli sanıklar, ister istemez ‘ne olur’ tahminleri yapıyorduk… ve kimse hukuktan, yasadan, hangi maddeye göre mahkemenin nasıl karar verebileceğinden filan bahsetmiyor; kimimiz, “Ahmet’i bırakmazlar, çok bozulmuşlardır,” diyor, kimimiz, “Erdoğan’ın Kadri’ye muhtemel kişisel gıcığından” dem vuruyor, kimimiz, “Cumhuriyet’ten, Vakıf’la makıfla örgüt çıkarma iddiasını sürdürmek için Akın Atalay’ı tutarlar” diye akıl yürütüyordu; hep beraber, “bunca yaygaradan sonra hepsini bırakamazlar” diyor, baş sallıyorduk.

Belki de hukukî bir “şey” olma pozundaki Cumhuriyet davasını şimdilik böylece özetlemek yeterli sayılabilirdi. Saymayalım, zira tarihe kayıt düşüyoruz.
Kadri Gürsel’in 45 yıllık arkadaşı Ruşen Çakır, Medyascope’ta, “Kadri’nin tutukluluğunun sürmesi maalesef beklediğimiz bir şey,” diye dile getirdi düşüncesini, “çünkü dünya çapında tanınıyor.”

Belki bu bahsi yukarıdaki “propaganda seferberliği” faslıyla birlikte ele alabilirdik. Çünkü Cumhuriyetdavasında suçlananın, tutuklananın, bırakılanın uğradığı muamelenin hukukla, hakikatle en ufak alâkası olmadığını dolaylı yoldan gösteriyor. İktidarın yalnız ülkeye gelen ve hoşa gitmeyen yabancılara değil kendi vatandaşlarına da uyguladığı “rehine politikası”nın en çarpıcı örneklerinden, Cumhuriyet tutuklamaları. Burada da “dünyaca” en çok bilinen isimler, Kadri Gürsel ile Ahmet Şık. Kadri, uluslararası gazetecilik camiasında yalnız saygınlığı, ilişkileri değil, görevleri, sıfatları olan bir isim. Ahmet de, en azından İmamın Ordusu macerasından beri uluslararası gazetecilik âleminde bilinen, saygı gören bir meslektaşımız. Rehinenin ağırlığı olmalı!

Avukat Bahri Bayram Belen, “…onlar da biliyor, biz de biliyoruz ki,” dedi mahkeme heyetini kastederek, “bu davada bu iddianamenin bütün dayanaksızlıklarına karşın, hepsinin tahliye kararını verebilmek öyle kolay bir şey değildi.”

Niye? Sorunun cevabı bizi yine hukuksuzluk hücresine hapsedecek. Akın Atalay, yurtdışından hakkındaki yakalama kararını bilmesine rağmen dönmüştü. “Kaçma şüphesiyle” tutuklu yargılanıyor! Bu yetmiyormuş gibi, tahliye edilenler arasında değil. Niye? Bu sorunun cevabının hukukî ölçütlerle verilemeyişi, yoğunlaştırılmış özet işte.

ZULME KATKI ARAYIŞLARI • Avukat Köksal Bayraktar, “Müvekkilim,” diye anlattı, “evinde kahvesini içip gazetesini okurken bir haber geliyor. ‘Cumhuriyet’e baskın’ diye, müvekkilim koşup gidiyor. O esnada müvekkilimin evine gelip basıyorlar ve evin her köşesi aranıp tüm özel eşyalar çuvallara doldurulup götürülüyor. Bunlar söylenmedi, ama mahkeme heyetine sunmak zorundayım. Müvekkilim aylardır tutuklu, ben ona kitaplar götürdüm, almadılar. Bilgisayar yok, kitap yok, bir gazeteci için en büyük cezalandırmadır, ama anlamlandırmak zor.”

Zor, yine de anlamlandırabiliyoruz. Burada apaçık, zulmü olabildiğince artırma kaygısı, çabası var. Son dönemin hemen bütün davalarında, soruşturmalarında devlet görevlilerinde görülen bu ihtirasın sebebinin, meselâ 12 Eylül’deki gibi, kısa süre öncesinin can korkusundan kaynaklanan bir intikam hırsı olamayacağı çok açık. Cumhuriyet mensupları hangi hakime, savcıya, polise, gardiyana fiilî tehdit yaratmış? Bu “failini bir türlü tatmin edemeyen zulüm dozu” meselesi, Türk-İslâmcı ideolojinin bünyesi ve tesirleri bâbında ayrıca ele alınmayı gerektiriyor. Burada sadece “Cumhuriyetdavası”nın ilave bir özelliği olarak zikredip geçiyorum.

Zulmü gözler önünde, gizlemeye gerek duymaksızın artırma politikasının -evet, bu bir politika- bir de basit, kaba hedefi var, haliyle: gözdağı. İkna faaliyetindeki başarı dereceleri ve “kapsama alanları” sonuna dayanmış, daha fazla yükselmesi-genişlemesi ihtimali bulunmayan iktidarlar için giderek daha değerli hale gelen araç.

* * *
Sonuç olarak: Hiç değilse sevdiğim saydığım bir kısım insanın, ömürlerinden dokuz ay gasp edildikten sonra, hapisten -umuyorum ki sadece “şimdilik” değil- kurtulmuş olmasından duyduğum sevinç, muktedir haksızlığın ömürlerinden çalmaya devam edeceği meslektaşlarım için duyduğum üzüntü ve endişeye bulanıyor. Eminim yalnız değilim. Bu karışık duygular içindeki insanlar olarak, tarihe kayıt düşmenin yanısıra, adaletsizliği içimize sindirip köşemize çekilme şansımız olmadığını da her an hatırlamak ve hatırlatmak düşüyor bizlere.

Günün birinde bu ülkede asgarî hukuk düzeni kurulur, asgarî adalet kavramı hüküm sürerse, Cumhuriyet davasını tertip ve bu komploya iştirak edenler yargılanacaktır. Böyle bir yargılama olmazsa, bileceğiz ki, hak, hukuk, adalet de henüz tesis edilmemiştir.
* Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır
T24

"Mahkeme 'Sen hakikat anlatıcısı olarak çok yükseldin Ahmet Şık, düş hapishaneye' mi demek istedi?"
14 Eylül 2017



"Bizler gazetecileriz, bir adımız da Prometheus!.."
Aydın Engin*

Başlığa bakıp mitoloji üstüne bir Tırmık beklemeyin. Sizi bilmem, ama benim aklım fikrim bizim Cumhuriyet davasında. Aklım fikrim o davada çünkü bugünün Türkiye’sini en iyi yansıtan aynalardan biri o dava.
Şimdi yazının başlığına dönelim.
Üç gün önce, pazartesi günü 14 saat 40 dakikalık duruşma maratonunda Cumhuriyet’in avukatlarından Fikret İlkiz bence hukuk literatürüne geçecek bir savunma ile Ahmet Şık arkadaşımın durumunu sergiledi. Yanılmıyorsam salondaki izleyiciler, sanık iskemlesindeki bizler ve... Ve evet yargıçlar ve hatta savcı soluklarını tutarak dinlediler.
İlkiz, “hitabet sanatı”nın inceliklerini hünerle kullanarak, Ahmet Şık’ın Gülen Cemaati örgütlenmesinin içyüzünü sergilediği için Cemaat yargıç, savcı ve polislerinin tezgâhı ile hapse tıkıldığını anlattı.

Ardından o davadan beraat ettiğini, ancak bu kez de AKP yargısının Ahmet Şık’ı “FETÖ ve DHKP-C örgütlerine üye olmamakla birlikte...” diye başlayan mavallarla yeniden Silivri’ye yolladıklarını sergiledi ve AKP iktidarı ve polis ve savcı ve bağımsız (bağımsız?) yargı’nın sebep ne olursa olsun ya da sebep olsa da olmasa da Ahmet Şık arkadaşımın özgürlüğünü çalmaya kararlı olduğunu kanıtladı.
Sözlerini mitologyadan Sisyphos’un öyküsünü aktararak noktaladı.
Olympos’un egemeni Zeus tarafından koca bir kayayı tepeye kadar iterek çıkarmaya mahkûm edilen Sisyphos’un tepeye vardığında kayanın yeniden aşağı yuvarlandığını, sil baştan kayayı tepeye çıkarmak zorunda kalışını hatırlattı ve iktidarın Ahmet Şık’ı bir bahane bulup hatta bahane bile bulmaya gerek görmeksizin hapise tıkmasıyla Sisyphos’un cezası arasında çarpıcı ve anlamlı bir paralellik kurdu.
Cuk oturdu...
Herkes bu adaletsizliği ve zulmü iliklerinde hissetti.
Yargıçlar da...
Sonra...
Sonra mahkeme başkanı Sisyphos’a karşı “Ama bir de İkarus var” deyiverdi.
İkarus... Hani kapatıldığı kaleden pencereye konan kuşların tüylerinden kanatlar yapıp, o kanatları balmumu ile bedenine yapıştırıp göklere ve özgürlüğe havalanan, ancak kızgın güneşe çok yaklaştığı için eriyen balmumları yüzünden yere çakılan İkarus...
Acep Mahkeme Başkanı “Sen hakikat anlatıcısı olarak çok yükseldin Ahmet Şık. Düş bakalım hapishaneye” mi demek istemişti?
Bilmem. Niyet okumak bizim mesleğin alanına girmiyor.
Ancak Sisyphos’a karşı mademki İkarus kondu önümüze, bizim de sözümüz var: Prometheus!..
Tanrıların (egemenlerin, iktidarların) tekelindeki ateşi çalıp insanlığa armağan eden Prometheus...
Ateş, ışık demek.
Biz Ahmet Şıkgillerin yaptığımız da bu zaten. Kapalı kapılar ardında dönen dolapları, kirli, bazen kanlı hesapları, yolsuzlukları, hırsızlıkları, haksızlıkları Prometheus cesareti ve hüneri ve zekâsıyla bulup çıkarıp ve insanlığa, halklara ulaştırmak...
Azız.
Kimimiz haber için alanlarda, kimimiz yazıişleri masasında, kimimiz hapiste, kimimiz işsiz...
Olsun.
Bilen bilmeyen, gören görmeyen duysun, öğrensin.
Biz sahici gazeteciler, mesleğin ak adına kara sürmeyen, halkın gerçekleri bilme hakkını ete kemiğe büründüren ve işleri sadece bu olan bizler, ne Sisyphos’uz ne İkarus.
Bizler gazetecileriz.
Bir adımız da Prometheus!..

*Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.

Mehmet Altan: Darbeyi bilmek suçsa Fuat Uğur neden soruşturmada yok; 'can alanlar'la yargılanmam garip!
19 Eylül 2017



"Mahkemelere, yargıya ve yargı bürokrasisine hâlâ güvenmek istiyorum"

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan akademisyen Mehmet Altan, kardeşi Ahmet Altan ve meslektaşı Nazlı Ilıcak ile birlikte yargılandığı davanın ikinci duruşmasında savunma yaptı. Türkiye yazarı Fuat Uğur'un 2 ve 21 Nisan 2016'da yazdığı iki yazıda TSK içindeki cemaatçi askerlerin darbe girişimi hazırlığında olduğunu söylediğini hatırlatan Altan, "Uğur neden soruşturmadan azade? Savcı, darbeyi bildiğimizi” neden ispat etmiyor, somut kanıt, belge göstermiyor? Gösteremez, çünkü böyle bir vakıa söz konusu değil. Darbeyi konuştuğumuz da koca bir yalan, bir algı operasyonu gayreti" dedi.

"İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) darbeciler tarafından basılması, silah kullanılması, insanların şehit edilmesi, bu davanın iddianamesi de sizin mahkemeniz tarafından kabul edildi" hatırlatmasında bulunan Altan, sözlerine şöyle devam etti:

"Silahlı darbecilerin, insanların şehit edilmesinin söz konusu edildiği bir davada 'can alanlar' ile aynı suçtan yargılanmam, size garip gelmiyor mu?"

Mehmet Altan'ın "Hukuk mu, düşman hukuku mu?" başlıklı savunma metni şöyle:

Savcılık tarafından Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmayan, yani suç olmayan bir “suçlamayla” gözaltına alınmam, devamında böylesine bir hukuksal skandalın bir Sulh Ceza Hâkimliği tarafından onaylanması bir yılı aşan tutukluluğumun niteliğinin hukukla hiçbir ilgisi olmadığını başlangıç itibariyle zaten ispatlıyor. O skandal süreç, 12 günlük gözaltı sonrası 22 Eylül 2016’da algı operasyonu için yayımlanan asılsız ve yalan bir gazete haberinde yazılı cümleyle tutuklanmam; Sulh Ceza Hâkiminin haberdeki bu cümleyi aynen alarak tutuklama gerekçesi yapması, bu süreci daha da pekiştirmiş, somutlaştırmış, belgelemiştir.

Sekiz aylık tutukluluk sonunda nihayet ortaya çıkan iddianame ise Ceza Genel Kurulunun açık ve sarih kararına aykırı olarak “varsayıma” dayalı, ispat edilmemiş, tek cümlelik bir iddia üzerine bina edilmiş bir utanç belgesidir. Beni şaşırtan, sadece bu iddianamenin mahkemece kabulü olmadı. Dört saatlik bir savunma sonrasında mahkemenin ara kararı ve onu takip eden dosya incelemelerindeki Sulh Ceza Hâkimliklerinden aldığım özensiz, CMK’ya aykırı, birbirinin aynı matbu cevaplarla tutukluluğuma devam kararı verilmesi ve sonrası benzeri kararlar oldu. Hukukun firarda olduğunu fiilen yaşayarak görmeme rağmen, ben hukuk varmış gibi, hukuksal vahamet üzerinden hukukun asla kabul etmediği, etmeyeceği ama benim fiilen mağduru olduğum bir iki ağır usulsüzlük içeren noktayı yeniden anımsatmak istiyorum.

Sayın Heyet,

Darbeyi nasıl biliyoruz, bunun hiçbir kanıtı yok. İspatı yok. Ayrıca “darbeyi bilmek suç mu?” Suç değil. Bu sorunun cevabını, Yargıtay 16. Ceza Dairesi çok yeni ve 15 Temmuz Darbe dosyası kararı ile cevaplıyor. 2017/1443 esas ve 2017/4758 karar sayılı kararında açıkladığı “Fiilin işleneceği konusundaki bilginin iştirak bakımından önemi yoktur... Doktrinde de aynı görüş savunulmuştur. Failin fiil hakkındaki bilgisi iştirak iradesini sağlamaya yeterli değildir. Olsa olsa bildiğini ihbar etmemekten doğan sorumluluk veya hazırlık hareketlerine katılma nedeniyle suçlar tahakkuk edebilir” kabulü ile zayıf, desteksiz, çelimsiz iddianame tamamen çökmüştür.

Çünkü iddianamenin çıkış noktası televizyon programındaki konuşmalara göre darbeyi bildiğimizdir, savcıya göre darbe olabileceğini söylüyor isek darbeciler ile iştirak hâlimiz vardır. Yoksa darbe olabileceğini nasıl söyleriz? Hukuktan ayrılmanın ağır neticeleri olacağını 1990 yılından beri darbeleri yazan, anlatan 40 yıllık hoca ve bir yazar, bir gazeteci düşünemez, öngöremez öyle mi? Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı da hukuk gibi yok sayıldı diyelim, darbeyi bilmek suç ise, darbe olacağını çok önceden, 2 Nisan 2016 tarihinde ısrarla yazan Fuat Uğur neden soruşturmadan azade? Savcı, “darbeyi bildiğimizi” neden ispat etmiyor, somut kanıt, belge göstermiyor? Gösteremez, çünkü böyle bir vakıa söz konusu değil. Darbeyi konuştuğumuz da koca bir yalan, bir algı operasyonu gayreti.

“Darbeyi biliyorlardı” uydurmacası, savcının ve iddianamenin bütün kurgusuna ve hukuksuzluğuna bina etmeye çalıştığı çürük, geçersiz, batak bir zemin. Varsayıma, tahmine dayanılarak, yalan söyleyerek, uydurarak insanlara zulüm edilebilir mi, insanların yaşamlarıyla oynanabilir mi? Tabiî ki hayır. Ceza Genel Kurulu’nun 19/4/1993 tarihli kararı “varsayımlara, tahminlere dayanılarak sonuca ulaşması, ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır” der. Her perşembe günü düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında, gazetecilik, yorumculuk yaparak haftanın önemli olaylarını değerlendirdiğimiz bir televizyon programındaki, iddianamede büyük harflerle yazılıp altı çizilmiş üç cümle nedeniyle, hükümeti, anayasayı, parlamentoyu ortadan kaldırmaya giriştiğim iddiasıyla üç kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum. İnanılmaz ama maalesef böyle.

İddianamenin 189. sayfasının sonundaki uzun ve zayıf ifadeli cümle tüm bu suçlamanın hukuk ve akıl dışı zorlama kurgusunu oluşturuyor. Bu cümleye dikkatle baktığımızda hukukun nasıl katledildiğini de ânında görüyoruz. Bu cümleyi okumadan önce, şunu da vurgulamak isterim; 14 Temmuz 2016 Perşembe günkü televizyon programının üç temel konusu var. Birincisi, Meral Akşener’in topladığı MHP Genel Kurulu ve bunun seçim yılı olan 2019 yılına kadarki siyasete ve parlamentoya olan etkileri, ikincisi program günü 29770 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair” 6722 sayılı kanun ve Ahmet Altan’ın o tarihte yeni yayımlanan “Ölmek Kolaydır Sevmekten” adlı İttihat ve Terakki dönemini de kapsayan son romanı.

Resmî Gazete’de o sabah yayımlanan kanun, askeriyeye EMASYA yetkileri veriyor. Programda konuşulanların içeriğini de bu temel üç konu çerçevesinde “fiili durum” yaratarak anayasal düzenden uzaklaşmanın yaratacağı mahsurlar oluşturuyor. Üstelik defalarca 2019 seçimleri vurgusu yapılıyor. Bu iddianamenin 187. sayfasına göz atan herkes bunu rahatlıkla görür, görüyor. Gene 185. sayfada, “50 AKP’li Milletvekili biz Akşener’le parti kuruyoruz dese…” ifadeleri var. Burada, “darbe” nerede? Ne darbesi? Ama savcı hiçbir alakası olmayan programdan her hukukçuyu, bırakın hukuk okumayı, makul bir mantık yürütme yetisine sahip herkesi hayrete düşürecek gerçek ve hukuk dışı sonuçlara varıyor. Daha doğrusu vardığını sanıyor. Hukuk açısından ise bu tarihî bir skandal olarak anılacak bir belge. O muhteşem cümlenin başlangıcı şöyle: “… bildikleri darbe girişimine…”

Üst mahkeme içtihatları yargı sistemini bağlıyor mu, bağlamıyor mu? Bağladığına inanmak isterim. Savcının, hüküm cümleleri devam ediyor: “Maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine gündemine sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos sisteminin bulunduğuna…” Burada bir dakika duralım. Programda bu iddianın tam tersi seslendiriliyor. Konuşulanlar ortada; hukuktan ayrılmanın, anayasal düzen var iken “fiili durum” yaratmanın, EMASYA örneğinde olduğu gibi “hukuk devletinin” temel prensiplerinden uzaklaşmanın meşru düzeni bozacağı ısrarla ve defalarca vurgulanıyor, siyaset uyarılıyor. Programdaki bir cümlemi hatırlatarak bunu daha bir somut şekilde ispat edeyim: “… hukuk dışı bir anlayışla suç işleyerek, bir devleti ele geçirmeye kalkacağını sanmak... Eğer o devlet var olmaya devam edecekse, bu bir gaflettir... Çünkü devleti ele geçirmeye kalktığım vakit; bir metabolizmayı yok etmek istiyorsun. ... Bunları yok edemezsin. Edersen, o zaman zaten devlet ve toplum yok olur” Hem askerî hem sivil darbeciliğe böylesine kökten bir reddiye, nasıl “darbecilik” olarak algılanabilir? Ağır bir kötü niyet için; hukuk dışı bir görevli için bile bunu iddia etmek çok zor. Sayın Heyet, size de sormak isterim, öyle değil mi? Ve o uzun karışık cümlenin akıl almaz, son bölümüne geldim: “…Ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçlı gerçekleştirilen kalkışma suçlarını hareket unsurunun alt unsuru olan ‘cebir’ terimin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle iştirak ettikleri, asli fail oldukları anlaşılmıştır.”

Müsaadenizle, “vay, vay, vay” demek istiyorum. Televizyon programındaki “düşünce ve ifade özgürlüğünden” “cebir kullanan” darbeciliğe gelmek çok maharetli, deneyimli sihirbazlar için bile kolay değilken, bizim iddianamede gerçekleşebiliyor. Ama ben bu hazin komediye gene hukuk üzerinden devam etmek istiyorum. Düşüncelerinden hoşlanmayan, eleştirisel düşünceye sahip unsurları, “terör suçlusu” olarak mağdur etmenin tek bir yolu da bu sihirbazlık. Çünkü bu kanıtsız ve hukuksuz zemini olmayan garip senaryo sonunda savcı benim TCK 309, 311 ve 312 maddelerinden yargılanmamı istiyor. Bu maddeler ne? “Cebir ve şiddet kullanılarak” anayasayı, meclisi, hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek.” “Cebir ve şiddet kullanılarak” evet cebir ve şiddet kullanılarak, madde hiçbir yoruma, hukuksal atraksiyona izin vermeden “cebir ve şiddet kullanılarak” şartını arıyor. Sadece bu mu? Ayrıca “teşebbüs” edilmesi şartını da aramakta. 309, 311 ve 312 maddelerle suçlanmak için “cebir ve şiddet kullanmak” hem de “teşebbüs etmek” şartı var. TV programlarındaki yorumlar demiyor. Cebir nerede? Şiddet nerede? Teşebbüs nerede? Bu çok abartılı, çok hukuksuz, hatta çok izansız bir durum değil mi? Üstelik “Anayasamızda güvence altına alınmış olan ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında kullanılan hakların anayasayı ihlal suçu kapsamında değerlendirilemeyeceğinin daha açık biçimde vurgulanması ve bu bakımdan ortaya çıkabilecek tereddütlerin giderilmesi için” 2007 yılında 309, 311, 312 “tehdit” ibaresi “şiddet” ile değiştirilmiştir. Yasanın değişiklik önerisini, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek yapmış, AKP ve CHP oy birliği ile maddeyi değiştirmiştir. Yukarıdaki tırnak içindeki bölüm de, yasa değişikliğinin gerekçesidir. Peki, nasıl oluyor da ben bir yılı aşkın zamandır olmayacak biçimde hürriyetimden yoksun bırakılıyorum?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin darbeciler tarafından basılması, silah kullanılması, insanların şehit edilmesi, bu davanın iddianamesi de sizin mahkemeniz tarafından kabul edildi. Silahlı darbecilerin, insanların şehit edilmesinin söz konusu edildiği bir davada “can alanlar” ile aynı suçtan yargılanmam, size garip gelmiyor mu? Son derece açık olan TCK maddelerine karşın “cebir ve şiddet”in darbe suçunun unsuru olduğu 16. Ceza Dairesinin az evvel bildirdiğim çok yeni kararında bir kez daha izah edilmiştir. Kararda “Kanunun aradığı cebrilikten maksadın fiziki/maddi cebir olduğu açıktır” kabulü kadar, “Manevi cebir kavramı, me’haz kanun bakımından Faşizmin, Türk Ceza Hukuku yönünden ise meşru siyasi iktidarın yargılanmasına gerekçe arayan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra o gün iktidarda olanları yargılamak amacıyla kurulan Yüksek Adalet Divanı’nın eseridir” görüş ve kabulü, “Bu bakımdan devletin varlığını tehlikelere ve fiili karşıt hareketlere karşı himayesi bir zaruretin icabıdır ve devlete devlet vasfını veren iktidar unsuru bu himayenin en önemli parçasını teşkil etmektedir.

Fakat bu himaye demokrasilerde hiçbir zaman fikrin cezalandırılmasına hak vermez” kabulü yeterince açık değil midir? İki köşe yazısı ve bir TV konuşması ile darbeci yapılan ve bir yıldır özgürlüğü gasp edilen birisi olarak, beni yargılayan mahkeme heyetine sormak isterim, biliyorum itiraz edeceksiniz ama sormak hakkım; Hukuk, kanun ve 15 Temmuz darbe suçları için yol haritasını çıkaran yüksek mahkeme içtihatları bağlayıcı mı değil mi? Eğer bağlayıcı ise derhal özgürlüğümü bana vermelisiniz. Karar sizin Sayın Mahkeme Heyeti. Bu karar sizin kararınız olacak. “Hiyerarşik bağlılık ve örgütsel emir- komuta zinciri” unsuru yok, zaten mevcudiyeti söz konusu edilemez, ispatı yok ama fantezist varsayım, uydurma kurgu, darbecilik suçlaması var. Üstelik, tüm bu hukuksal gerekçeler ortada iken, TV programının 314/2 maddesinin tatbiki ile “eylem ve fikir birliği” içinde olmadığım, üyesi de bulunmadığım “teokratik bir devlet” peşindeki bir terör örgütü ile nasıl ilişkilendiriliyorum, o da anlaşılır gibi değil. “Süreklilik unsurunun” yokluğu ortada ve iddianame tarafından da belirtilmiş iken, TCK madde 220/6 ve 314, oradan hareketle 309, 311, 312 nasıl söz konusu edilebilir? Bu hukuken mümkün mü? Ben bunların iddianamenin kabulünde mahkemece veya ilk duruşma sonunda sayın savcı tarafından seslendirilmesini ve düzeltilmesini isterdim. Hâlbuki, 23 Haziran tarihli ara kararda ve aylık dosya üzerinden yapılan değerlendirmelerde tam tersi söz konusu oldu. Anımsatmak isterim: “… Üzerlerine atılı suçun vasfı ve mahiyeti” “… Sanıkların üzerine atılı suçun tutuklama sebeplerine karine olarak varsayıldığı...” “CMK 100/3-a.11 ait bendinde sayılan Katolog suç oluşu...” … “sanıklara isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezaların alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması …” gibi bizlerin bir yıldır ezberlediği matbu gerekçeler yerine, TV programındaki üç kısa ve suç olmayan cümle için “şiddet ve cebir,” ayrıca da “fiili teşebbüs” aranan “ağırlaştırılmış müebbet” istenip istenmeyeceğinin tetkiki daha adil olmaz mıydı?

Yasalar böylesine ortada iken, hukuk otoritelerinin görüşleri belli iken, yasaların gerekçeleri açıkken, insanların hürriyetlerinin bu kadar kolayca gasp edilmesi, şayet hukuk var ise, çok riskli değil mi? Üstelik, 23 Haziran’dan bugüne kadar hapishanede geçirilen 2017 yazı sonrasında yaşanabilecek, örneğin sağlıkla ilgili tatsız, telafisi mümkün olmayan sonuçlardan kim sorumlu olacaktır? Televizyon programı yorumundan “cebir ve şiddet kullanarak” darbe yapmak, anayasa, hükümet ve parlamentoyu fiilen cebir kullanarak ortadan kaldırma suçu çıkaran ve buna sessiz kalan hukukçular mı? Etrafa korku salarak hukuku yok edenler mi? Kim? Sayın Heyet, ara karar ve dosya üzerinden tetkiklerde, ısrarla söylenen iki gerekçeye de kısaca değinmek isterim. Bunlardan biri “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir müşahhas deliller” iddiasıdır. İkincisi ise “kaçma şüphesidir...”

Sayın Heyet,

Öncelikle, bir yılı aşkındır birbirinin aynı matbu kayıtlara yazılarak tutukluluğumun devamına neden olan ve hiçbir hukuksal açıklamaya tabi kılınmayan “müşahhas deliller” tamlamasını mahkemenin ara kararı ve gene mahkemenizin rutin olarak yaptığı aylık incelemelerde görünce, bu “müşahhas delilleri” TV programındaki birkaç cümlelik yorumları nedeniyle tutuklanmış, gene o programdaki üç kısa cümle nedeniyle üç kez ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılması istenen biri olarak çok merak ettim. Gene de iddianamede “delil” olarak gösterilen ve hiçbiri suç kapsamına girmeyen “iddiaları” da yeniden kısaca anımsatmak babında cevaplamak ve bir kez daha çürütmek isterim. 247 sayfalık iddianamede bana ayrılan iki sayfa vardır, bu iki sayfanın bir tanesi ise benim yazımdır. İddianamenin 215. sayfasından, Nurettin Veren’in 24.10.2016 tarihli ifadesinde bana yöneltilen Alaeddin Kaya vasıtasıyla Fetullah Gülen “sık sık” görüştüğüm yalanı gene iddianamenin birkaç sayfa öncesinde, daha netleştirerek söyleyeyim üç sayfa öncesinde, sayfa 212’de bizzat savcılık tarafından çürütülmektedir. Alaeddin Kaya ile 28.09.2008 yılında bir kez görüştüğüm bir şema üzerinde gösterilmektedir. Bu somut kanıt tanığın da ne kadar güvenilir olduğunun göstergesidir. Üstelik o sırada Alaeddin Kaya benim başyazarlığını yaptığım Star Gazetesi’nin ve 24TV’nin sahibi olduğunu beyan etmektedir. İkametimde yazılan altı adet 1 dolar tespiti de aynı şekilde gene iddia cümlesi içerisinde anlamsızlaşmaktadır. İddianamede “beş adet 1 doların” çalışma odamdaki masamın çekmecesinde seyahate giderken kullandığım dövizlerle bir arada bulunduğu vurgulanmaktadır. Bugün sizin de gözlerinizle göreceğiniz gibi, yırtık, tedavülden kalkmış, koridordaki vestiyerde kullanılmayan yıpranmış bir kadın çantasında eski seyahatlerden unutulmuş, F serisi 1 dolara beyhude bir anlam yükleme çabası görülmektedir. Ancak bu iddianamenin özelliği zaten budur.

Ayrı bir yerde, özel olarak muhafaza edilmesi söz konusu değil, odamdaki küçük miktardaki dövizler gibi, eski, yırtık, tedavülden kalmış bir seyahat bakiyesi olduğu aşikârdır. Ayrıca bu algı operasyonuna yönelik suçlama çabası iddianamenin önceki sayfalarında gene iddianame tarafından ıskartaya çıkarılmaktadır. Birincisi, ben örgüt üyesi olmadığıma göre, F serisi 1 doları neden, niçin, hangi maksatla saklayacağım. Anlamı ne olacak? Doğrusu, bir iddianame daha ciddi olmak zorunda değil midir? İkincisi, 15 Temmuz sonrası 1 dolar bulundurmak suç aleti silah bulundurmaktan daha tehlikeli bir hâle gelmişti. Gizli saklı bir işim olsa, ben 1 dolarları neden tutayım? Bunları savunmamda da uzun uzun anlattım. İddianamenin kendi mantığına bakılınca da bu 1 doların, iddianameye sanki bir anlam içeriyormuş gibi yazılmasının manası bulunmamaktadır.

Çünkü, FETÖ örgütünde, iddianamenin anlatımına göre, F serisi 1 dolarların örgüt üyesi öğrencilere dağıtıldığı söylenmektedir. Bu tespite rağmen, seyahat artığı yırtık 1 dolardan delil diye söz etmek abesle iştigal değil midir? Mağdur edilmenin en tatsız tarafı, suç olmayan, yersiz, manasız, anlamsız suçlamalara cevap vermek durumunda kalmak. Bu 1$ vesilesiyle, bir suç duyurusunda bulunacağım. Bu yırtık, çok eski seyahatlerden kalma, tedavülden kalkmış, bu 1 dolar, iddianame savcısı tarafından medyaya, soruşturmanın gizliliği prensibi çiğnenerek servis edilmiştir. Ayrıca, 1 dolar videosu, ilgili memurun parmağıyla yırtık kapatılarak çekilmiştir. Bu konuda suç duyurusunda bulunmak istiyorum. Amaç gerçeği mi bulmak, tutarlı düşünce unsurlarına yönelik algı operasyonu mu yaratmak, insanları andıçlamak mı? Sayın Mahkeme, Bir üçüncü iddia, AKABE Eğitim ve Kültür Merkezi’nde konferans verdiğim hâlde soruşturmaya uğramış olmam.

Böyle bir suç iddiası gördünüz mü? Ama gene de mantıksız, anlamsız, hukuksuz tüm iddiaları olduğu gibi bu iddiayı da yanıtlayarak manasızlığını sergilemek istiyorum. AKABE Vakfı’nın Gülen Cemaati ile düşmanlık derecesinde bir hasımlığı olduğunu bu iddianamedeki “suçlama” sayesinde öğrendim. Bu nedenle, burada bu konferansı vermem özerk, bağımsız bir düşünce insanı olduğumu tek başına ispatlamaya yeter. Ama bununla yetinmeyeceğim. Kudüs Ordusu Terör Örgütü davasına bakan hâkimler benim hukuk dışı usullerle dinlenmeme olanak veren hâkimlerdir. Kendilerine dava açtım, bunlar dosyada var. Sonra da Fetö’cülükten mahkûm olduklarını gördüm. Dördüncü suçlama ise yedi yıl önce yazdığım “Balyozun Anlamı” başlıklı yazımdır. Yazı “demokrasinin ve hukuk devletinin” anlamını vurgulamaktadır. Hiçbir takibata uğramamıştır. Üstelik Balyoz davası hâlâ yargı aşamasındadır. İddianame bunu kendisi beyan etmektedir. Başbakan Binali Yıldırım da her fırsatta Balyoz’a vurgu yapmaktadır. İddianame savcısına başbakanın çok yeni yaptığı açıklamayı göndermeye hazırım. Gene, bir beşinci konu da gene 20 Temmuz 2016 tarihli bir diğer yazımdır. Bu yazının nasıl doğrulandığına ait birçok kanıtı savunmamda da anlattım. Bu yazıyla da ilgili hiçbir soruşturma söz konusu olmamıştır. Düşüncelerin, yorumların, yazıların suç iddialarına malzeme edilmesi, terör unsuru gibi sunulması, Türkiye adına üzücüdür. Dönemin de nasıl bir dönem olduğunun ispatıdır. Düşünce unsurlarına zulüm etmek, düşünce ve ifade özgürlüğünü yok etmek için, bu insanları terörist ve darbeci olarak sunmak, hiç kimseye hayrı dokunmayacak, utanç verici çabalardır.

Son olarak da HTS kayıtları iddianameye malzeme yapılmıştır. 26/7/2006 ila 16/12/2015 yılları arasında dokuz yıllık bir zaman diliminde, binlerce konuşma arasında dokuz kişi ile konuşma, Anayasa’nın haberleşme özgürlüğünü hiçe sayarak bir suç işlenmiş gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Buna rağmen, bu iddiaya da cevap vererek, ne kadar boş bir iddianameyle hürriyetimden yoksun bırakıldığımı bir kez daha göstermek isterim. Bu dokuz kişinin birine (Halit Esender) 2009 yılında iki kere mesaj attığımı, bir diğerini 2010’da bir kez aradığımı [Muhamet Günay], bir üçüncüsünü 2010 ve 2012 yıllarında üç kez aradığımı [Ali Bayram] söylemek isterim. Bir dördüncüsü [Hidayet Karaca] 2009 yılında iki kez beni aramış. Bir beşincisi [Önder Aytaç] yazdığı yazılarını duyurmak için mesajlar atmış, yazı yazmayı bırakınca 2008’den sonra mesaj göndermemiş. Bir altıncısı [Alaeddin Kaya] biri 2008, diğeri 2009’da iki kez aramış. Bir yedincisi, [Cemal Uşak] dokuz yıl içinde yedi kez aramış. En son 2013 yılında bir kez kasım ayında aramış. Sekizinci ve dokuzuncu kişilerle de, biraz daha fazla konuşma ve mesaj atma söz konusu. [Harun Tokalı ve Mustafa Yeşil]

En son aranmam 28 Ocak 2014’te olmuş. Sonra ise bir telefonlaşma söz konusu olmamış. İddianame savcısı, sonuncusu 15 Temmuz 2016 tarihinden 2,5 yıl önce yapılmış yasal telefon görüşmelerinden nasıl “darbecilerle irtibat” çıkarabilir? Mahkemeler bu akıl dışı kurguları nasıl ciddiye alabilir ve ben bir yıldır bu tür gariplikler nedeniyle hapishanede nasıl tutulabilirim? Şunu da ilave edeyim, bu şahısların hepsi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin denetimindeki meşru kuruluşlarında çalışan, medyada faaliyet gösteren, yöneticilik yapan kişiler. Üstelik, bu sürekli ve sıkı olmayan telefonlaşma sürecinde adlî bir takibat altında değiller, aksine özellikle siyasal iktidar nezdinde itibar sahibiler. Sormak isterim; bunlar mıdır beni cezaevinde tutmak için gerekçe sayılan “müşahhas deliller”? Sayın Mahkeme, Bir de son olarak, âdeta rastgele gözaltı ertesi her resmî evraka ilave edilen, mahkemenin de ara kararında ve dosya üzerinde tetkiklerinde esirgemediği “sanıkların isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezaların alt üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması” kalıbı var.

Zaten, maddelerin açıkça “şiddet ve cebir” ayrıca “fiili teşebbüs” aramasına rağmen, haftanın olaylarını yorumlayan rutin bir televizyon programından hiçbir kanıta dayanmadan “darbecilik” imal etmek ve 309, 311, 312. maddeler üzerinden ağırlaştırılmış müebbet istemek, üstelik de 220/6’ya yollama yapmanın tek nedeni de belli ki yakışıksız bir “suç tanımı” tarikiyle “kaçma şüphesi” üzerinden bizleri hapishanede tutmak amaçlanıyor. Yoksa, “süreklilik,” “fikir ve eylem birliği,” “hiyerarşik bağlılık” ve “örgütsel komuta zinciri”nin olmadığı, unsurlarının ispatının da söz konusu edilmediği bir iddianamede, nasıl böyle bir “suç vasfı” çıkarılabilir? Hukuksal olarak skandal bir iddianame ile karşı karşıya olmamıza rağmen, sanki ciddi bir hukuksal örgü, delil ve ispat varmış gibi “kaçma şüphesinin” söz konusu edilip durması, bütün bu sürecin bir parçası olarak belki anlaşılabilir ama ciddi bir yargılama için fazla anlaşılmaz değil midir? Ayrıca ilk savunmamda da belirttiğim gibi, gözaltına alınmam, tutuklanmam, bir yıldır hapiste olmam, yargı dışı odakların işaretleriyle gelişti. Örneğin, tutuklanacağım ilk kez “Başkentçi” adlı Twitter hesabından 17 Temmuz 2016 tarihinde duyuruldu. Hayatımda gayrimeşru hiçbir işin içinde bulunmadım. Kılım kıpırdamaz, ne kaçması? Bu hukuk dışı sürecin mağduru olarak bu hukuksuzluktan ben de demokrasiyi savunduğum için nasibimi alıyorum. Bana yapılan hukuk dışı müdahalenin gün ışığına çıkarılması ve ardındakilerin bulunması için Başkentçi hesabının kime ait olduğunun ve bu haberin arkasında kimin olduğunun bulunması için mahkemenin harekete geçmesini, en azından suç duyurusu yapmasını talep ediyorum. Aynı talebim, 23 Ağustos 2016 tarihli Sabah Gazetesi’ndeki “darbeyi konuştuğumuza” dair algı operasyonu amaçlı yalan haber için de geçerli. Bu asılsız haber ve arkasındaki bizi cezalandırmak isteyen irade hâlâ aşılamadı. Üstelik, Sulh Ceza Hâkimi beni bu haberdeki cümleyle tutukladı. Zaman geçtikçe nasıl bir hukuk skandalı yaşadığımız daha çok berraklaşıyor. Son olarak, benim gibi suçlanan birçok sanığın tutuksuz olarak yargılandığını, kiminin de tahliye edildiğini hatırlatmak isterim. O hâlde, ortada keyfi bir tutum mu var? Amaç bireysel olarak zulüm etmek ise, bu hukukun dışında bir durum, ona bir şey diyemem. Ama ben mahkemelere, yargıya ve yargı bürokrasisine hâlâ güvenmek istiyorum. Adil, yansız, bağımsız, objektif ve hukuktan yana olduklarına inanmak istiyorum. Gerisi kararlara imza atanların bileceği iş.

T24
ETİKETLER
mehmet altan tsk darbe girişimi

Başsavcının kardeşi için 'hızlı adalet'; 'FETÖ' iddiasıyla açığa alınan öğretmen, görevine iade edildi
09 Ekim 2017



Büyük Ata Ortaokulu yetkilileri başsavcının kardeşinin görevine döndüğünü doğruladı

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça başta olmak üzere KHK ile işinden edilen birçok öğretmen 'adalet' beklerken, 'FETÖ' iddiasıyla açığa alınan başsavcının eğitimci kardeşi sessiz sedasız göreve iade edildi.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ihraç edilen ve açığa alınan binlerce öğretmen “adalet” beklerken İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın FETÖ üyeliği iddiasıyla açığa alınan kardeşi öğretmen İlhan Fidan, sessiz sedasız görevine iade edildi. 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla ilgili İstanbul’da yürütülen soruşturmaların başındaki isim olan Başsavcı İrfan Fidan’ın öğretmen kardeşi İlhan Fidan’ın da FETÖ soruşturmaları kapsamında açığa alındığını ilk olarak Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık ortaya çıkarmıştı. 26 Ekim 2016’da yayımlanan haberin ardından önce Cumhuriyet yöneticilerine operasyon yapılmış, bir süre sonra da Ahmet Şık tutuklanmıştı.

Ahmet Şık yazmıştı

Haberde, Ordu’nun Fatsa ilçesindeki Büyük Ata Ortaokulu’nda 10 yıldan uzun süredir din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği yapan İlhan Fidan’ın, “FETÖ ağabeyi” olduğu iddiasıyla 1 Eylül’deki kanun hükmünde kararname (KHK) ile açığa alındığı duyuruldu. Buna göre İlhan Fidan’ın çevresindeki öğretmenleri cemaatin sohbet toplantılarına götürmeye çalıştığı, Fatsa ve köylerindeki öğretmenlerden sorumlu “ağabeyi” konumunda olduğu belirtildi. Gülen Cemaati ve AKP’nin ortak olduğu dönemde, 2 Haziran 2012’de gerçekleştirilen, 10’uncu Türkçe Olimpiyatları’nın Ordu’daki etkinliklerinin organizasyonunda rol aldı. Fidan, FETÖ irtibatı nedeniyle kapatılan Aktif Sen’in Ordu ve Fatsa teşkilatlarının örgütlenmesinde görev yaptı.

Okul doğruladı: Görevde

Bu süreçte soruşturması tamamlanan İlhan Fidan’ın görevine iade edildiği öğrenildi. Büyük Ata Ortaokulu yetkilileri de Fidan’ın görevine döndüğünü doğrularken, okulun sitesinde öğretmenler bölümünde adı yer aldı. İlhan Fidan, soruşturma sonucu görevine dönebilen şanslı öğretmenlerden. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı yaklaşık 33 bin öğretmen, bir yılı aşkın zamandır adalet bekliyor. OHAL Komisyonu, yaklaşık 100 bin dosya arasında bu öğretmenlerin durumunu da görüşecek. FETÖ ile irtibatı olmayan öğretmenlerin ne zaman göreve döneceği meşhul. Diğer yandan MEB’e bağlı yaklaşık 10 bin öğretmenin de açıkta. Bu öğretmenler hakkında FETÖ araştırması yapılıyor

T24
ETİKETLER
başsavcı haber kardeşi fetö göreve iade

"Bu öykü ve gelen tahliye 'yargının hükümetin kontrolüne girdiği' eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek"
15 Ekim 2017



"Ortada Nazife Kayacı için iyi, ama hükümet için tartışmalı bir adım var"

HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Erzurum ziyareti sırasında ağaca çıkarak eşinin suçsuzluğunu anlatan, Nazife Kayacı'nın hikâyesini değerlendirdi. Karaca, Erdoğan'ın "Baktıralım" sözlerini hatırlatarak, "Zira ne kadar masum ve gözlerimizi şaşırtan bir mutlu son olsa da, maalesef bu öykü ve akabinde gelen tahliye 'yargının hükümetin kontrolüne girdiği' eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek teşkil ediyor" ifadesini kullandı.

Karaca'nın "Bir Haşdi Şabi vardı zulmeti dilimizden düşmeyen!" başlığıyla (15 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle.

Haftanın en güzel mutlu son hikâyesini Nazife Kayacı yazdı. FETÖ’den tutuklu yarbay eşinin suçsuzluğunu anlatmak için CumhurbaşkanıErdoğan’ın açılış yapacağı alana gidip başarılı bir plan yapan Nazife Kayacı. Daha önce ilettiği mektuba cevap gelmeyince yapacak başka hiçbir şey kalmadığını düşünerek korumaları atlatıp Erdoğan’ın oturacağı koltuğun yanındaki ağaca çıkan ve oradan Cumhurbaşkanı’na, “Yanınıza gelmek istiyorum” diye haykıran Nazife Kayacı.

Neyse ki, Cumhurbaşkanı Nazife Hanım’ın getirilmesi talimatını veriyor ve kadın kolları yara bere içinde Erdoğan’ın yanına giderek eşinin masum olduğunu anlatıp serbest bırakılması için yardım istiyor. Nazife Hanım’ın ağaca tırmanırken zedelenen kollarına bakıp “Kızım sen ne yaptın?”diyen Cumhurbaşkanı, bu canhıraş masumiyet savunması karşısında haliyle “Baktıralım” diyor. Nitekim ilgilenmiş olsa gerek, Nazife Kayacı’nın eşi 109’uncu Topçu Alayı 1’inci Topçu Tabur Komutanı Yarbay Ramazan Kayacı tahliye edildi.

Andersen masallarına benzer bir öykü böylece mutlu sonuna kavuşmuş oldu. Ama yanılmayalım: Ortada Nazife Kayacı için iyi, peri masalları için iyi, ama hükümet için tartışmalı bir adım var.

Neden mi?

Zira ne kadar masum ve gözlerimizi şaşırtan bir mutlu son olsa da, maalesef bu öykü ve akabinde gelen tahliye “yargının hükümetin kontrolüne girdiği” eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan bu masalla, eşinin ya da oğlunun haksız yere cezaevinde olduğunu düşünen tutuklu yakınlarına şöyle bir mesaj gitmiş oluyor:“Ağaca çıkın, suya atlayın, bir şeyler yapın, dikkat çekin, ki tutuklu yakınınızın masum olduğuna inanılsın.” Bu mesajı alanlar aynı mutlu sona kavuşmak amacıyla benzer hareketler gerçekleştirirse sonuç acaba nasıl olur? Aynı mutlu sonla ödüllendirilirlerse yargılama faaliyetine ne gerek kalır?

Andersen’in yoksul köylüleri, kimsesiz kadınları krallar karşısında eşitlemek için perilerden destek aldığı masalları, ders, mutluluk ya da ibret verseler de aslına yetersiz bir adalet sistemine ışık tutarlar. Modern hukuk devleti, dağıtmakla yükümlü olduğu adaletin mikyası konusunda peri masallarının istisnai olarak bahşettiği hayırlı kısmetlerin miktarıyla yetinemez.

T24
ETİKETLER
tartışmalı haber açıklama hukuk erdoğan

Dink Davası! Yüzbaşı H.P. Albay Ali Öz'ü suçladı
26 Eylül 2008
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesi olayında istihbarat yönünden ihmalleri olduğu iddia edilen iki jandarma görevlisinin yargılanmasına Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde devam edildi.
Davada Trabzon İl Jandarma Alay Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Yüzbaşı H.P. tanık olarak ifade verdi. Yüzbaşı H.P., duruşmadaki ifadesinde 2004 yılının Ağustos ayından beri Trabzon İl Jandarma Komutanlığı KOM Şube Müdürü olarak görev yaptığını hatırlatarak şöyle konuştu: "2006 yılının Temmuz ayında istihbarat şube müdürlüğü tarafından verilen günlük istihbarat brifinginde istihbarat Şube Müdürü M.Y. her zamanki gibi sunumu yapmak için söz aldı. İl Jandarma Komutanı Ali Öz'e istihbarat görevlileri V.Ş. ve O.Ş. Pelitli'de güvenlik görevlisi olarak çalışan Coşkun İ.'nin kendilerine bilgi aktardığını İstanbul'da bulunan Ermeni Gazeteci Hrank Dink'i Yasin Hayal'in öldürmeyi planladığını ve bu plan kapsamında Coşkun İ.'ye silah temin etmesi konusunda 500 YTL verdiği konusunda bilgi aldıklarını söyledi. Ali Öz de 'bu konuyu burada görüşmeyelim, sonra görüşürüz' dedi. Ben de bu konuyu toplantıda görüşmemeleri nedeniyle kendi aralarında özel bir çalışma yapacaklarını düşündüm."
İl Jandarma Alay Komutanlığı'nda her sabah brifing yapıldığını anlatan H.P., "Bu brifinglere Asayiş Şube Müdürü A.O.Ç. ve KOM Müdürü olarak ben devamlı katılırdık. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla bu toplantılara katılmamız Albay Ali Öz'ü rahatsız ettiği için katılmam engellendi" iddiasında bulundu. Alay Komutanı Ali Öz'ün basında çıkan olaylar konusunda oldukça hassas olduğunu anlatan Yüzbaşı H.P., ifadesinde şunları söyledi: "Bu konuda bir örnek verebilirim. Arazide bir şahsın kaybolması olayında bu olay basında çıkabilir diyerek kendisi başında bulunarak komando bölüğünü de alarak günlerce kayıp şahsı aradığını biliyorum. Bende oluşan kanaat, bu olay jandarma komutanı Ali Öz'ün istihbari bilgiyi ihmal veya önemsememesi değildir. Bu bende şüphe uyandırmaktadır. Ben alayın 4. kıdemli konumunda bir insanım. Jandarma Genel Komutanlığı'nda bir müfettiş, mülkiyeden iki müfettiş geldi. Soruşturma yaptılar. A.O.Ç. binbaşım ve benim ile görüşmediler. Bize hiçbirşey sorulmadı. Sebebini bilmiyorum ancak Ali Öz'ün yönlendirmesi olduğunu düşünüyorum."
H.P. ifadesinde bir gün Ali Öz'ün odasına imza için gittiğini anlatarak sözlerine şöyle devam etti: "Birisiyle sohbet ediyordu. Sohbet sırasında Coşkun İ. için 'Sıkıysa mahkemede konuşsun, başına neler geleceğini görür' dedi ve benim içeri girmemle konuşmasına son verdi. Ayrıca Trabzon'un ileri gelenlerini Coşkun İ.'nin ifadesinden vazgeçmesi konusunda aracı kıldığını duymuştum."
Sözkonusu müfettişler gelmeden önce görev sonuç raporlarının değiştirildiğini de iddia eden yüzbaşı H.P. sözlerini şöyle sürdürdü: "Okan Şimşek bana müfettiş geleceği için görev sonuç raporlarını değiştirdiklerini ve kendisine Ali Öz ile Metin Yıldız'ın emir verdiğini söyledi. Ayrıca önceki raporları iptal edip yenilerini dolduruyorlardı. Eski raporlarda masanın üzerindeydi. Metin bey koridorlarda dolaştığı için ben de fazla içeride kalamadım, dışarıya çıktım. Yeni düzenlenen raporlarda ve eski raporlarda ne yazdığını tam bilmiyorum fakat raporların değiştirildiğini biliyorum. Daha sonra ben Okan Şimşek ile görüştüğümde Okan Şimşek eski raporların Metin Yıldız tarafından imha edildiğini yeni raporların Ali Öz tarafından alınarak Ali Öz'ün bizzat kendi kasasına konulduğunu söyledi."
Okan Şimşek'in tayini çıktıktan sonra görüştüğünde niçin süreleri dolmadan tayin isteyip gittiklerini sorduğunu anlatan yüzbaşı H.P., şunları söyledi: "O da bu olay çıktıktan sonra Ali Öz'ün kendilerinden hem tayin istedikleri hem de istihbarat bölümünden ayrılmak istedikleri şeklinde zorla dilekçe aldığını eğer bu dilekçeyi vermezlerse oda hapsi vereceği yönünde tehdit etmiş. Ayrıca bu dilekçeleri genel komutanlığın istediğini söylemiş. Benim bu dilekçeden alınması yönündeki düşüncem, Ali Öz'ün Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'ndaki süresi dolmuştu. Kendisinden sonra sanıkların arkada kalıp gerçekleri anlatmasını önlemekti."
Mahkeme başkanı, sanıklar hakkında açılan dava mahkemenin görev alanını aştığından görevsizlik kararı alırken, dosyayı Trabzon Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne göndermeye karar verdi.
Dink Ailesi avukatlarından Bahri Bayram Belen, adliye çıkışı basın mensuplarına yaptığı açıklamada, tanık beyanlarının cinayet olayında jandarma görevlilerinin ihmali olduğunu doğruladığını sözlerine ekledi.

BELEN: -"MAHKEMENİN DAVAYI AĞIR CEZA MAHKEMESİNE GÖNDERMESİNİ BİZ DE İSTİYORDUK. ANCAK DAVA, TRABZON DEĞİL, İSTANBUL AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE GÖRÜLMESİ LAZIM"
Hrant Dink'in avukatı Bahri Belen, mahkemenin davayı ağır ceza mahkemesine göndermesini kendilerinin de istediğini, ancak davanın Trabzon değil, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gerektiğini söyledi. Davanın başladığı dönemden itibaren kendilerinin isteğinin de davanan ağır ceza mahkemesine alınması yönünde olduğunu ifade eden Belen, "Burada basit bir ihmal, görevi kötüye kullanma yok. Sonucu ölümle biten eylemde, kasti bir eylem gibi nitelenebilecek bir ihmal var. O da işte yeni Ceza Kanunu'nun 83. maddesi çerçevesinde, kasti bir eylem gibi nitelenebilir. Madde 'yasalarda, yönetmeliklerde, sözleşmelerde, ulusalüstü sözleşmelerde emredici olan hükümlerin göz ardı edilmesi, bunların yerine getirilmemesi nedeniyle bir ölümün meydana gelmesi durumu, kasti davranış gibi değerlendirilir' diyor" Mahkeme, bütün bunları dikkate alarak, bu eylemin ağır cezalık bir eylem olduğuna karar verdi" dedi. Mahkemenin davayı Ağır Ceza Mahkemesine göndermesinin kendilerinin de isteği olduğunu ifade eden Belen, "Ancak, davanın Trabzon'da değil, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi lazım" dedi.
netgaqzete

Der Spiegel: Büyükada davasındaki tahliyelerin nedeni Schröder-Erdoğan gizli görüşmesi
26 Ekim 2017



"Türk hükümeti verdiği sözleri yerine getirdi, diğer tutukluların serbest bırakılması için çalışmaları sürdürmemiz gerekiyor"

Türkiye'de tutuklanan aralarında Alman vatandaşı Peter Steudtner'in de bulunduğu Büyükada davasındaki tahliyelerde, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile buluşmasının belirleyici rol oynadığı ortaya çıktı. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, görüşmeyi teyit ederek, “Gerhard Schröder’e arabuluculuk ça
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ksm 24, 2017 9:01 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Ksm 24, 2017 9:27 pm    Mesaj konusu: Terörist değil, öğretmenim... Alıntıyla Cevap Gönder

SEMİH VESİLESİYLE YARGI, SİYASET, MEDYA ÜÇGENİNDE ADALET
Av. Mehmet TIĞLI
2 Aralık 2017



Semih Özakça beraat etti, onunla birlikte tutuklanan Nuriye Gülmen de tahliye oldu bu gün.

Peki öncesinde ne oldu?

Masumiyet karinesi asıl iken, savunması dahi alınmadan suçlu ilan edildi, ögretmenlikten atıldı…

Hakkı talep etmek kutsal, hak ve mesuliyet iken hakkını aradı diye jop yedi, gaz yedi, tutuklandı, hakkı için aç kaldı, dalga geçildi, siyasetin en üstünden terorist olarak damgalandı, rencide edildi, susturuldu, medyada çarşaf çarşaf terorist olarak afişe edildi.

Her türlü iftiraya mikrofon uzatılırken, kendisine “yahu kardeşim senin derdin ne” diye söz hakkı veren olmadı…

Hal böyle iken görsel ve yazılı medya siyasetin bildiri bülteni gibi davranarak hukuksuzluğa iştirak etti.

Medyanın görevi basına servis edilen bilgiyi haberlestirmek degildir.

Bu haber de değil, bir bülten, bir bildiridir.

“Basın bilgi almaz! Bilgiyi araştırır, bulur, toplar ve sunar“

Eksik ya da hatalarla dolu bir yargımız var…

Medya ve siyasetin müdehalesi ile hepten çalışamaz duruma geliyor yargı. Çalışsa da yapılan bu müdehalelerle sonradan telafisi imkansız onarılmaz yaralar açan kararlar çıkıyor. Bozulan psikolojiler, oluşan mağduriyetler, kişinin ve yakınlarının hayatından çalınan yıllar, yara alan vicdanlar, haksız kararlar neticesinde milletin cebinden çıkan tazminatlar…

Daha karar kesinleşmedi… Sonuçta karar onanabilir ya da bozulabilir. Ama bırakın önce yargı doğru ya da hatalı kararını versin. O zaman tartışalım siyasetiyle, medyasıyla, hukukçusuyla karar doğru mu yanlış mı diye… Doğru olan budur…

Lakin mahkemelerden önce, medya ve siyaset hükmü veriyor; İddia ediyor, yargılıyor ve infaz ediyor…

Ve bunun bedelini topyekûn millet ödüyor…

Av. Mehmet TIĞLI – 01.12.2017

Adımlar Dergisi

Etiketler:
ADIMLAR DERGİSİ beraat hukuk Medya Nuriye Gülmen Semih Özakça siyaset tahliye yargı

Açlık grevindeki Nuriye Gülmen: İyi ki varız, iyi ki beraberiz
03/12/2017



Yargılandığı davada ceza verilip tahliye edilen açlık grevindeki akademisyen Nuriye Gülmen, evine geldikten sonra destekçilerine mesaj verdi.

OHAL KHK’sıyla ihraç edilmelerinin ardından başladıkları açlık grevini sürdüren Gülmen ve öğretmen Semih Özakça 23 Mayıs’ta tutuklanmıştı.

Özakça, 20 Ekim’deki üçüncü duruşmada tahliye edilirken, önceki günkü karar duruşmasında beraat etmiş, Gülmen de ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla suçlu bulunmasının ardından tahliye edilmişti.

Tek şart iade

İki eğitimci de halihazırda işlerine dönebilmek için OHAL Komisyonu’na başvurmuş durumda. Ancak komisyondan henüz karar çıkmadı.

OHAL Komisyonu’ndan Gülmen ve Özakça için işe iade kararı çıkıp çıkmayacağı da kestirilemiyor.

Gülmen ve Özakça ise açlık grevlerini işe iade edilene kadar sürdürmekte kararlı. Özakça, “Suçsuzluğum kanıtlandığına göre işime derhal döndürülmek istiyorum” derken, Gülmen bu konuda bir şey söylemedi.

Ancak Gülmen’in ailesi, akademisyenin açlık grevini işe iade edilene kadar sürdüreceğini kaydetti.

Gülmen’den mesaj var

Gülmen, aylar sonra evine gelmesinin ardından Twitter hesabından bir de video paylaştı.

Gülmen şunları söyledi: “Herkese merhabalar. Ben artık dışarıdayım bildiğiniz gibi, tahliye oldum ve siz beni çok güzel karşıladınız. Çok teşekkür ederim ‘hoşgeldin’ mesajlarınız için. Teşekkür çok kuru bir sözcük her seferinde söylüyorum ama iyi ki varız, iyi ki beraberiz, iyi ki el eleyiz, sizleri çok seviyorum.”

Sağlık durumları ciddi

İkilinin sağlık durumu ise ciddiyetini koruyor.

Gülmen’in doktoru, akademisyen için “Her geçen günün aleyhine işlediğini” söyledi. Özakça ise durumunu şu sözlerle özetledi: “Hücre hücre eriyorum.”
Diken

366 gündür "İşimizi geri istiyoruz" diyen Semih Özakça: Terörist değil, öğretmenim
24 Kasım 2017



"İki çapulcuyu sindiremediler"

Geçen yıl 23 Kasım’da “İşimi geri istiyorum” eylemine başlayan Semih Özakça, bir yılı doldurdu. Özakça, “Umutlu bir yıl geçti. O nedenle biz kazandık diyorum. İşimizi de eninde sonunda alacağız” diye konuştu. “Terörist değil, öğretmenim” diyen Özakça, öğrencileriyle beraber eğlenmeyi özlediğini söyledi.

Geçen yıl 24 Kasım Öğretmenler Günü’nden bir gün önce “İşimi geri istiyorum” diyerek Yüksel Caddesi’nde eyleme başlayan Semih Özakça, eyleminin birinci yılını geride bıraktı. Sıvı ve B1 vitamini alarak açlığa devam ederken 86 kilodan 48 kiloya düşen Özakça’nın zayıflamış görüntüsüne rağmen dik durma çabası dikkat çekti.

Geçen yıl 23 Kasım’da eyleme başlayan Özakça, eyleme başlamadan öncesinin daha sıkıntılı bir süreç olduğunu belirterek, “Bir söz söylemiyorsunuz. Benim bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bana karşı yapılan bir haksızlık vardı. Hırs ve öfke vardı, geceleri uyuyamıyordum. Kitap okuyamıyordum çünkü hayatta karşılığı olan şeyler okumak istiyordum. O kitapta bir mücadele varsa ben onu yapmadığımda bu bana sıkıntı veriyordu” dedi. Gözaltına alınacağını bildiği halde eyleme başladığını söyleyen Özakça, “En mutlu günlerimden biriydi. Biz direnişe bir haksızlığa karşı durmak için başladık. Onursuzluk dayatılıyordu. Onursuzluk bir duruma karşı aldığınız tavırla belli olur. Ekmeğini savunamayan bir insan onurunu savunabilir mi? Ekmeğim, işim elimden alınmış ve benim kıstasım ekmeğini savunmaktı” diyerek eyleme başlama amacını aktardı.

Başka seçenek yok

Eylemin boyutlanarak devam ettiğini ve sevgi, fedakarlık, bedel ödeme azminin ortaya çıktığını vurgulayan Özakça, şunları kaydetti:

“Bunun bu kadar olabileceğini tahmin edemezdim. Herkesin karamsar olduğu bir durum var. Ben oradaki aydınlığı gördüm. Biz insanlara umudu verdik. İlk günümüzden bugüne daha umutlu bir yıl geçmiş. Daha umutluyuz, daha güzel duygularla birbirimize sarılıyoruz. O nedenle biz kazandık diyorum her zaman. İşimizi de eninde sonunda alacağız. Çünkü ekmek mücadelesi tarihin bir mücadelesidir. Halk olarak bu mücadeleyi verdiğimizde kazanmaktan başka seçeneğimiz yok. Ben böyle bakıyorum tarihe.”

Rahatsız ettik

İktidar tarafından sürekli hale getirilen “terörist” nitelemelerine karşı Özakça, şunları söyledi:

“Temel nedeni biz rahatsızlık verdik. İktidara sıkıntı verdik. ‘İşleri elinden alınmış iki çapulcu eğitimci... Kim ki onlar? İşlerini elinden alırız olur biter.’ Böyle baktıkları kişilerdik sonuçta. Bizi sindirmeye çalıştılar, tutuklanma tehditleri ve gözaltılarla bir sürü şey yaptılar ama biz işimizi istemeye devam ettik. Açlık grevinin ilk 60 gününde etki yaratmadığı için bizi önemsemediler. Daha sonra bir anda patladı. Ben de anlamadım. ‘Ne oluyor’ dedik. Gerçekten daha sonra bu sıkıntı yaratmaya başladı. O sıkıntıdan dolayı tutuklandık. Eylemimizi çok açık bir çağrıyla yaptık. Ben darbe yapmadım, kimseyi öldürmedim, ‘talimatı ben verdim’ diye bir beyanım olmadı, hırsızlık yapmadım. Çok zor şartlarda fedakarlıklarla çalışıyordum. Çalıştığım ilçede tek atılan bendim. ‘Sadece ben miyim diğerleri nerede’ demiyorum. 29 Ekim’de sadece ben atıldım. Benim aklıma şu geliyor. Burada kıstas neydi? Tehlikeli olan ben miydim?”

En son Meclis’te yedik

Basın açıklaması için milletvekilleriyle birlikte gittikleri Meclis’te son yemeklerini yediklerini belirten Özakça, “Türkiye’nin yönetildiği yer olan Meclis çıkışında gözaltına alındık. Madem o kadar terörist insanlardık içeri niye soktun” diye sordu. Özakça, gülerek “Milletvekileri, Vişneli Tayfır tatlısını önermişlerdi. Çok beğenmiştim. Meclis Başkanı geçen hafta menüden çıkarmış” dedi.

Örgüt talimatı demek boş

Haklarında açılan davada geçen 4 duruşmayı değerlendiren Özakça, “Hak, hukuk, adalet ve bir işleyiş yok. Devletin bir oturaklılığı olur. Yani seni tongaya düşürmeye çalışmaz ama böyle bir şey yok. O kadar oyun var ki” diyerek “örgüt talimatı” iddilarına şu yanıtı verdi:

“Açlık grevine 11 Mart’ta başlayacağımızı ilan etmiştik. Meclis çıkışı gözaltına alınınca 9 Mart’ta başladık. Ne ben Nuriye Abla’nın açlık grevine başladığını biliyordum ne de Nuriye Abla benimkini biliyordu. 9 Mart’ta gözaltına alınınca duyurduğumuz tarihten önce birbirimizden habersiz başladık. Örgüt talimatı demek çok boş şeyler aslında. 2 Mayıs ve 22 Mayıs tarihleri arası Yüksel’deki basın açıklamaları, kendi söylediğim şarkı ile suçlandık. Şu an onlardan beraatimiz isteniyor ama biz onlardan tutuklanmıştık. Savcı 2911’den (toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu) savcı beraatimizi istiyor. Örgüt talimatıyla yapılan eylem diyordu, tutmayınca vazgeçti. Eylem kalabalıklaştığında hem yandaş medya hem iktidar tarafından ‘bunlar terörist’ diye karalama kampanyası başladı. En çok uyguladıkları yöntem. Dosyanın içeriği Yüksel Caddesi eylemleri örgüt talimatıyken şimdi açlık grevi talimat oldu.”

"İnsanlara umut oluyoruz"

Semih Özakça, yorgun olmasına rağmen “İnsanlara umut oluyoruz” diyerek Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Özakça ile kendisi gibi açlık grevinde olan eşi Esra Özakça ve annesi Sultan Özakça ilgileniyor. Özakça, çabuk yorulduğu için ziyaretçilerle konuştuktan sonra yatarak dinleniyor ve ayaklarında sürekli sıcak su torbası tutuluyor. Hastalık kapmaması için ziyaretine gelenlere maske ve dezenfektan veriliyor. Özakça, zayıflamış vücuduna karşı yüzünden gülümseme eksik olmuyor.

"Ne yapacaklarını bilmez durumdalar"

İçişleri Bakanlığı’nın Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’ya özel olara hazırladığı “Bir terör örgütünün bitmeyen senaryosu” kitapçığı hakkında Özakça gülerek, “Ben buna ‘kes kopyala yapıştır hükümet’ diyorum. Bizim en son davamızda bir dördüncü kişi eklendi sanık olarak. Savcı, kes kopyala yapıştır yaptığı için. Hiçbir ciddiyet yok. Tamamen bir hınçla saldırıp bitirme üzerine, pervasızlıkla bu direnişi bitirme çalışmaları ama direniş bitmiyor o yüzden ne yapacaklarını bilmez durumdalar. Burada açlık grevi yargılanıyor” yanıtını verdi. Kararın baştan verildiğini belirten Özakça “Burada ceza verseler de halk gözünde hiçbir hükmü yok” ifadelerini kullandı. Özakça, bu kadar çok saldırıya karşı açlık grevini bırakmayacağını belirterek işe geri dönme taleplerini yineledi.

"Öğrencilerimle eğlenmeyi özledim"

Öğretmenlik yaparken en çok öğrencileriyle eğlenmeyi sevdiğini söyleyen Özakça, “Özellikle dışarıda beraber oynadığımız oyunlar. Onların eğlendeğini görmeyi özledim. 27 öğrencim birer birer gözlerimin önüne geliyor” diye konuştu.

Ailesiyle eylem tartışan militan!

“Örgüt talimatı” iddialarına eşini yalnız bırakmayan Esra Özakça da yanıt verdi. Esra Özakça, “Bu kadar süre örgüt dediği için aç kalıyormuşuz... Oysa neler düşündük. Mesala annemle konuşuyoruz. ‘Açlık grevi yöntemi var ama sağlığı için zor ve tehlikeli diyoruz.’ Nuriye Gülmen’in babası Şaban Şaban Gülmen’in “Örgüt üyesi biri, ‘baba ben açlık grevi yapacağım ne diyorsun’ der mi” ifadelerini anımsatan Özakça, “Bu nasıl bir algı yönlendirmesi? Bu kadar militan ama ailesiyle açlık grevini tartışıyor” diye tepki gösterdi.

T34
ETİKETLER
semih özakça açlık grevi nuriye gülmen 260 gündür açlık grevindeler açlık grevi özakça gülmen terörist değilim öğretmenler günü İki çapulcuyu sindiremediler

Der Spiegel: Büyükada davasındaki tahliyelerin nedeni Schröder-Erdoğan gizli görüşmesi
26 Ekim 2017



"Türk hükümeti verdiği sözleri yerine getirdi, diğer tutukluların serbest bırakılması için çalışmaları sürdürmemiz gerekiyor"

Türkiye'de tutuklanan aralarında Alman vatandaşı Peter Steudtner'in de bulunduğu Büyükada davasındaki tahliyelerde, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile buluşmasının belirleyici rol oynadığı ortaya çıktı. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, görüşmeyi teyit ederek, “Gerhard Schröder’e arabuluculuk çalışması için çok müteşekkirim" dedi.

Der Spiegel dergisi, Schröder'in Dışişleri Bakanı Gabriel'in ricası üzerine Türkiye'ye giderek Erdoğan ile buluştuğunu yazdı. Gabriel'in Schröder'le bağlantıyı Başbakan Angela Merkel'in bilgisi dahilinde kurduğunu aktaran Der Spiegel, Merkel'in bizzat Schröder ile de konuyu görüştüğünü bildirdi.

"Deniz Yücel, Meşale Tolu ve Peter Steudtner'in serbest bırakılması istendi"

Az sayıda kişinin haberdar olduğu arabuluculuk girişiminin Almanya'da 24 Eylül'de yapılan seçimlerden bir hafta sonra gerçekleştiği, Schröder'in Erdoğan'ı ziyaret ederek Türkiye'de tutuklu gazeteci Deniz Yücel ile Alman vatandaşları Meşale Tolu ve Peter Steudtner'in serbest bırakılmasını istediği kaydedildi.

Spiegel'in "güvenilir" kaynaklara dayandırdığı haberinde, Dışişleri Bakanı Gabriel'in Türkiye ile Almanya arasında yaşanan krize çözüm bulmak için aylardır uğraş verdiği, ancak kamuoyu önünde karşılıklı suçlamaların dozunun iyice artması nedeniyle bu gizli misyon için Schröder'i devreye soktuğu belirtiliyor.

"Türk tarafı yargı sürecine kamuoyu önünde müdahil olmak istemedi"

Schröder-Erdoğan görüşmesinin başarılı geçtiği ve görüşmede "iki ülke dışişleri bakanlarının bir çözüm bulmak için çalışmaya devam etmesi" kararı alındığı kaydediliyor. En hızlı tahliyenin Steudtner vakasında mümkün olduğunu belirten Spiegel, Türk tarafının "yürüyen yargı sürecine kamuoyu önünde müdahil olmak istemediğini" ve bunu koşul olarak öne sürdüğünü de iddia etti.

Schröder'in Merkel'e Erdoğan ile "özel kişi" olarak değil, tüm Alman hükümeti adına görüşme isteğinde bulunduğu ve ancak bu şekilde Erdoğan'a karşı gerekli otoriteye sahip olabileceğini söylediği, Merkel'in buna onay verdiği de aktarılıyor.

Gabriel: Schröder'e müteşekkirim

Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Schröder'e verilen gizli görevi Spiegel'e teyit ederek, "Gerhard Schröder'e arabuluculuk çalışması için çok müteşekkirim. Bu, gerilimin düşürülmesi yönünde ilk işaret. Çünkü Türk hükümeti verdiği tüm sözleri yerine getirdi. Şimdi diğer tutukluların serbest bırakılması için çalışmaları sürdürmemiz gerekiyor" dedi.

Schröder'in bürosundan yapılan açıklamada ise, Schröder'in Steudtner'in serbest bırakılmasından memnuniyet duyduğu, başka bir yorumda bulunulmayacağı belirtildi.

Ne olmuştu?

5 Temmuz'da Büyükada'da bir otelde düzenlenen insan hakları seminerine katıldıkları için tutuklanan 8 insan hakları aktivisti hakkında savcılık tarafından "terör örgütüne üyelik" ve "terör örgütüne yardım" suçlamasıyla 15 yıl hapis cezası talep edilmişti. 46 yaşındaki bilişim uzmanı Steudtner, duruşmadaki savunmasında hakkındaki tüm suçlamaları reddetmiş, iddianamede yer alan örgütlerin bazılarının ismini bile bilmediğini belirterek serbest bırakılmayı talep etmişti. Dün görülen davada, tutuklu sanıkların tümünün tahliyesine karar verilmişti.

Deutsche Welle Türkçe

Ahmet Turan Alkan gemileri yaktı: "Öyle mahkemeler vardır ki orada sanık mahallinde oturmak yargıç sırasında oturmaktan daha evladır."
08 Aralık 2017



Zaman gazetesinin eski yönetici ve yazarlarından oluşan 22'si tutuklu 31 sanığın yargılanması sürüyor. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi karşısındaki binada yapılan duruşmaya, 22'si tutuklu 28 sanık ile taraf avukatları ve izleyiciler katıldı.
Duruşmada ifade verenler içinde Ahmet Turan Alkan'ın yaptığı çıkış dikkat çekici oldu. Sivri kalemi ile hatırlanan Ahmet Turan Alkan, diklenerek verdiği ifadesinde bakın neler söyledi;

BU BİR HIRS VE HINÇ DAVASI :

Bir insanın ömründen cebren gaspedilen 500 gün asla hafife alınamaz. Bu dava bir intikam hırsının, bir siyasi hıncın eseri. Biz bu hırs ve hıncın saikiyle sanık olarak ifade veriyoruz. Bu kadar hafif ve ciddiye alınamayacak ithamlarla sıradan bir insanın hayatından 500 gün çalmak bu kadar kolay mı? Cevap veriyorum; evet, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde bu iş bu kadar kolay. Benim hayatımla, şerefimle, meslekî onurumla oynamak bu kadar ucuz mu? Evet, burada öyle.

KAYYUM GELENE KADAR ZAMAN'IN YAZARIYDIM :

Her çıkan "Ben aslında gazeteye yazı yazmayacaktım, önünden geçerken herhalde yazar gibi göründüm" gibi ifadeler veriyor. Ben 20 yıldır yazdım. Zaman gazetesinin yazarıyım. Kayyum gelinceye kadar da yazdım. İnandığım şeyleri yazdım. Ne Erdoğan'a ne Gülen'e angajmanım yoktur. Bununla onur duyuyorum.

BENİ KAFAYI OYNATMAMI BEKLİYORLAR:

Bu tavrım benim evlatlarıma torunlarıma bırakacağım en manidar mirastır çünkü hapisten sağ çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum. Belki malumatınız yok, bize 500 gündür ağır tecrit uygulanıyor. Bize vatan haini muamelesi yapılıyor, bu resmî bir tutum. Şunu yapmamı istiyor; içerde akıl sağlığımı kaybedeyim. Benim kafayı oynatmamı bekleyen devletime dargınım, küskünüm.
ÖYLE BİR DAMGA YEDİK Kİ... : En iyi örnek biziz, Zaman gazetesi yazarları sahipsiz. Kimse bize sahip çıkamıyor, öyle bir damga yedik ki FETÖ'cü diye. Diyorlar ki AİHM bilmem ne kadar tazminat verecekmiş. Ne yapayım ben tazminatı? Bir hafta öncesine kadar uğruna nota verilecek derecede makbul olan Reza kadar hukukum yokmuş devletin nazarında.

DENGELER DEĞİŞTİĞİ AN BİZ SERBEST KALACAĞIZ:

Bu zorlama dosyanın ömrü bizi buraya tıkan iradenin ikbaline bağlı. Dengeler değiştiği anda biz serbest kalacağız. Çünkü zaten suçlu değiliz. Biz şu anda konu mankeniyiz. Bunu kimse doğru dürüst ifade etmiyor, arkadaşlarıma biraz da bu yüzden öfkeliyim. Sizden merhamet beklemiyorum. Sadece somut kanunları hayata geçirebilirseniz başka ihsan istemem. Sanki bu salonun üstünde büyük ağabeyin tehditkar bakışları geziniyor. Bir gazeteci büyüğümüzün sözleriyle bitirmek istiyorum: "Öyle mahkemeler vardır ki orada sanık mahallinde oturmak yargıç sırasında oturmaktan daha evladır."

Haberhergün

AKP'de belediye başkanları adam kaçırdı, milletvekili polisi aradı
14 Aralık 2017



"Üzgünüm, mektup Erol Kaya'nın önünde duruyor"

AKP'li Yunusemre Belediye Başkanı Mehmet Çerçi ve Saruhanlı Belediye Başkanı Hüseyin Yaralı, Saruhanlı Belediyesi Kırsal Hizmetler Müdürü Suat Diktaş'ı silah zoruyla kaçırtıp iki saat sorguya çekti.

Diktaş, başından geçenleri AKP Yerel Yönetimler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erol Kaya'ya gönderdiği mektupta anlattı.

Sözcü'den Veli Toprak'ın haberine göre mektupta, olay detaylarıyla yer aldı. Diktaş, CHP'li milletvekilleri ve belediye başkan yardımcılarıyla ilgili sorguya çekildiğini söyledi. Diktaş, “Görüştüğüm parti büyükleri ‘Bekle, hiçbir şey yapma' dedi. Genel merkezin vereceği kararı bekliyorum" ifadelerini kullandı. Diktaş olayı şöyle anlattı:

"Sen kimlerin adamısın"

“30 Ekim 2017 günü saat 11.00 civarında Yunusemre Belediyesi'ne ait kreşe gittiğim esnada Belediye Başkanı Mehmet Çerçi de geldi. Beni takip eden Mehmet Öcal ve gri takım elbiseli bir şahıs, ayrıca silahını gördüğüm koruma Volkan tarafından aracımın önü kesilerek araçtan indirildim. ‘Mehmet Çerçi sizi çağırıyor' dediler. 10-15 kişiden oluşan silahlı adamlarıyla beni kreşin yanında kameraların olmadığı alana götürdüler. Sonra ‘Saruhanlı Belediye Başkanı Hüseyin Yaralı'yı arayın o da gelsin' diye talimat verdi. Beni Yunusemre Belediyesi'ne ait OSB'de bir binaya götürdüler. İki belediye başkanı iki saat savcı gibi ifademi baskıyla aldı. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya için ‘Rüşvet alıyor mu?' diye sordular. ‘Ankara, İstanbul'a evrak göndermişsin, Özgür Özel ve danışmanıyla görüşmüşsün. MİT misin, Ankara'da kimlerin adamısın?' gibi sorular sordular. Sonra Milletvekilimiz Metin Külünk, vali ve emniyet müdürünü arayıp kaçırıldığımı söylemiş. Polis tarafından emniyete götürüldüm."

Mektupta adı geçen AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk de ‘üzüntülü' olduğunu belirtti ve “Mektup Erol Kaya beyin önünde duruyor” demekle yetindi.

T24
ETİKETLER
akp belediye başkanı metin külünk adam kaçırma

"Türkiye’de büyük adliye sarayları, devasa duruşma salonları var ama içlerinde adalet yok”
Hülya Karabağlı
15 Aralık 2017



CHP’li Aldan: İktidar, ülkede cezaevi yapmaya yetişemiyor

CHP Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, “Bugün büyük adliye sarayları, kampüs hâlinde cezaevleri ve devasa duruşma salonları vardır, lakin bu binaların içinde adalet yoktur. O derme çatma adliyelerde ve o zorlu koşullarda dağıtılan adaletten bugün eser kalmamıştır” dedi.

Adalet Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak Genel Kurul'da konuşan CHP’li Aldan, “Bugünkü Türkiye'de en ağır silah, ağızdan çıkan ve hoşa gitmeyen söz olmuştur. Bugünün yargısında vicdanı bir tarafa bırakmış, ön yargılı, empati yapmaktan uzak, kibirli ve sonradan görme iktidar destekli azınlık dışında kimsenin güvencesi yoktur. Bu güvensiz ortama yargı mensupları da dâhildir” ifadelerini kullandı.

“Yargıda görev yapacak hâkim, savcıların yarısı ya bir yıllıktır ya da bir buçuk"

Bakanlığa ayrılan ödeneğin yüzde 40.6’sının bütçenin yarısının cezaevlerine gittiğine dikkat çeken Aldan, 15 Temmuz sonrası ihraç edilenlerle birlikte, adliyelerde kalan hâkim, savcı sayısının 10 bin olduğunu söyledi. Yakın zamanda sayının 20 bin olmasının beklendiğini belirterek, “Şu anda yargıda görev yapacak hâkim, savcıların yarısı ya bir yıllıktır ya da büyük bir bölümü de en fazla bir buçuk yıllıktır” açıklaması yaptı. CHP’li Aldan’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşma, Meclis tutanaklarına şöyle yansıdı:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2018 yılı tahminî kurum toplam bütçe büyüklüğü 844 milyar lira, Adalet Bakanlığı bütçesi ise 13 milyar lira olarak öngörülüyor yani Adalet Bakanlığına ayrılan pay sadece yüzde 1,62'dir oysa cumhuriyetin kuruluş yıllarında Bakanlığa ayrılan pay oldukça yüksekti. Örneğin, 1924'te o zorlu koşullarda Adalet Bakanlığı bütçe oranı yüzde 3,5'tu; 1932'de yüzde 3,94; 1934'te ise yüzde 4'tü. Bu açıdan, Adalet Bakanlığına ayrılan ödeneğin yetersiz olduğunu söyleyebiliriz.

"Cezaevi yaparak toplumsal barışı sağlayan, suç oranını düşüren bir ülke yoktur"

Peki "Bu ödenekler nereye harcanıyor?" dersek geçen yılki ödeneğin yüzde 40,6'sı cezaevleri için harcanmış yani neredeyse bütçenin yarısı mahpushanelere gitmiş. Cezaevleri tıka basa dolu, hükümlü ve tutuklular sırayla uyumak zorunda kalıyorlar. İktidar, ülkede cezaevi yapmaya yetişemiyor. Nitekim, 2018 yılında 38 yeni cezaevinin daha hizmete gireceği Komisyon görüşmeleri sırasında önemli işmiş gibi anlatılmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde, sürekli cezaevi yaparak toplumsal barışı sağlayan, çağdaşlaşan ve her şeyden öte suç oranını düşüren bir ülke yoktur. Aslında suç, bir sonuçtur. Bireyi suça iten nedenleri ortaya çıkarıp çözüm üretmek yerine bireyi zorla terbiye ederek toplumsal huzuru sağlamaya çalışmak çağ dışı bir yaklaşımdır. Bu açıdan aklı başında iktidarların çıkış yolu, cezaevi yerine üreten, istihdam sağlayan, vatandaşlarına gelecek kaygısı yaşatmayan işletmeler açmak olmalıdır. Keza, toplumsal kutuplaşma ve bu gerilimden kaynaklı konsolide topluluklar üzerinden siyasi çıkış yolları aramak yerine uzlaşı kültürünü geliştirmeye çaba gösterilmeli, ötekileştirme anlayışından ve iktidar devletinin yarattığı kahramanlık ya da mağduriyet gündemi üzerinden ortak tutum dayatmalarından vazgeçilmelidir. Ülkeye egemen olan anlayış değil, toplumun ortak değerleri esas alınmalıdır.

"Öte yandan, Adalet Bakanlığı'nın faaliyetleriyle ilgili övme söz konusu olduğunda ya yargı reformu paketlerinden ya inşaat çalışmalarından söz edilir. Yargı reformu paketleri aslında bir önceki yasayı değiştirmekten ibarettir ve özünde bunlar birer reform değildir, tamamıyla iş bilmemenin sonucu olan yansımalardır.

"Adliyelerde adaletten eser kalmamıştır"

"Değerli arkadaşlarım, yeni adliye binaları yapıldığına ilişkin söylemlere gelince; 2002 yılından bu yana ülkede gelişmişliği sadece müteahhitlik hizmeti sanan anlayışın bakış açısı sonucu, hükûmet konağının alt katındaki derme çatma, toz içindeki adliyelerden görkemli adliye saraylarına geçildiğini çoğu yerde görmek mümkündür. Bugün büyük adliye sarayları, kampüs hâlinde cezaevleri ve devasa duruşma salonları vardır, lakin bu binaların içinde adalet yoktur. O derme çatma adliyelerde ve o zorlu koşullarda dağıtılan adaletten bugün eser kalmamıştır. Memlekette sadece mutlu azınlık yeni yargıdan memnundur, zira onların adliyelik işleri yoktur çünkü yargı mensupları onların cebine girene değil de muhaliflerin ağzından çıkacak sözcüğe odaklı durumdadırlar. Bugünkü Türkiye'de en ağır silah, ağızdan çıkan ve hoşa gitmeyen söz olmuştur. Bugünün yargısında vicdanı bir tarafa bırakmış, ön yargılı, empati yapmaktan uzak, kibirli ve sonradan görme iktidar destekli azınlık dışında kimsenin güvencesi yoktur. Bu güvensiz ortama yargı mensupları da dâhildir. Onlar da hukuk devleti ilkesinin rafa kaldırıldığı, hukukun üstünlüğünün önemsenmediği ve nihayet yargı bağımsızlığının olmadığı ortamda çaresizdirler. Bu anlamda, bir kısmı yürütmenin yörüngesinde rol almayı tercih etmişlerdir, önemli bir bölümü ise olan biteni kaydederek zorlu koşullarda ilkesel davranmaya çalışmaktadırlar.

"Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz sonrası ihraç edilenlerle birlikte, adliyelerde kalan hâkim, savcı sayısı 10 bindir. Şu anda sayı 15.600'e yükselmiştir, yakın zamanda sayının 20 bin olması beklenmektedir. Bu da şu anlama gelir: Şu anda yargıda görev yapacak hâkim, savcıların yarısı ya bir yıllıktır ya da büyük bir bölümü de en fazla bir buçuk yıllıktır. Adliyelerdeki yargılamalar ne yazık ki maskaralık hâline dönüşmüştür. Bu genç arkadaşlarımıza bu kadar yük yüklenmemelidir, Adalet Akademisi üzerine düşen görevi yapmalı ve bunların eğitim üzerinde durmalıdır.

Değerli milletvekilleri, adliyelerde yazı işleri müdürleri ve zabıt kâtipleri var. Bunlar gerçekten çok ağır yük yüklenen insanlardır. Yaptıkları görevler meşakkatlidir, riskli görevlerdir ve buna karşılık da emeklerinin karşılığını alamamaktadırlar, iş yerlerinde ezilmektedirler. Keza, risk tazminatı, yargı ödeneği tazminatlarından yoksundurlar. Her şeyden öte, cezaevlerindeki personele yönelik olarak bir ayrım yapılarak adliye yazı işleri müdürleri ile mevcut zabıt kâtiplerinin arasında ek gösterge konusunda bir ayrım yapılmıştır. Bu ayrım derhâl giderilmeli, onların ek göstergeleri de en az 3000'e çıkarılmalıdır."

T24
ETİKETLER
ömer süha aldan adalet bakanlığı bütçe cezaevi

"Erdoğan 'ishal' gerekçesiyle duruşmaya gelmedi, dosyası yeniden açılmalı"
15 Aralık 2017



"O dosyalar yeniden raflardan inmeli"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde hakkında ihaleye fesat karıştırma, Akbil yolsuzluğu gibi suçlamalarla soruşturulmasını hatırlatan dönemin Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu “İshal' mazereti nedeniyle duruşmaya gidemediğini hatırlıyorum, o dönem kapanan dosyalar yeniden açılmalı" dedi.

Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde belediyeye bağlı Belediye İktisadi Teşekküleri'ni (BİT) soruşturan dönemin Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, "O dosyalar yeniden raflardan inmeli" diyor.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde hakkında ihaleye fesat karıştırma, Akbil yolsuzluğu gibi suçlamalarla soruşturuluyordu. İşlendiği iddia edilen suçların çıkar amaçlı örgüt çerçevesinde işlendiği yolunda dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi soruşturma başlatmıştı. Büyükşehir belediye başkanlarının işlediği suçlar ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturuluyordu. Soruşturmayı yürüten savcılardan biri de Ömer Faruk Eminağaoğlu’ydu.

Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, "Toplumsal" haber sitesinden Çiydem Dağdeviren'in sorularını yanıtladı.

Eminağaoğlu'nun konu hakkındaki sözleri şöyle:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda Erdoğan, belediyeye bağlı BİT dediğimiz Belediye İktisadi Teşekküleri, belediye şirketleri üzerinden yapılan ihaleler ve kamuoyuna akbil ve diğer ihaleye fesat karıştırma gibi başlıklarla yansıyan o konularla birçok soruşturma açıldı. Ayrıca bu suçların bir çıkar amaçlı örgüt çerçevesinde işlendiği yolunda da o zamanki İstanbul DGM soruşturma açmıştı. DGM Başsavcılığı, Büyükşehir belediye başkanlarının o zaman suçlarını Yargıtay Başsavcılığı soruşturuyordu. Bende Yargıtay savcısı olarak o suçlama yargılamasına bakıyordum. Ve Erdoğan hakkında bu konuda belediye başkanlığı dönemine yönelik olarak yaptığımız yürüttüğümüz soruşturmalar vardı. Bu soruşturmalar devam ederken, DGM başsavcılığındaki soruşturmalar bir taraftan sürerken, bizdeki soruşturmaların bir kısmı o dönemde Rahşan Affı diye nitelendirilen yasa kapsamında kaldı. Diğer soruşturmalar ise daha sonra Erdoğan Milletvekili seçilince dokunulmazlık nedeniyle dokunulmazlık sürecini bekledi. Bugün Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğu için 2014 yılında, o dosyaların yeniden açılması lazım. Ama adli merciler hiçbir şekilde o dosyaları açma yoluna gitmiyor. Cumhurbaşkanı milletvekili dokunulmazlığına sahip değil.

1994-1999 arasını kapsayan soruşturmaların bugün tekrar açılması gerekiyor. O süre soruşturulması milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle soruşturmaya engeldi. Milletvekili dokunulmazlığı 2003-2014 yılları arasında başladı. O dönem arasında hiçbir şekilde dosyaya dokunulmazlığı kaldırılmadığı için el sürülemedi, ama 2014’de artık dokunulmazlık bittiği için, sorumsuzlukta 2014 ve sonrasını kapsadığı için o dosyaların inmesi lazım.

‘İshal' diye duruşmaya gelmedi

Bugün malvarlıkları tekrar gündemde, Büyükşehir Belediye başkanları, belediye başkanları seçimle göreve gelen kişiler göreve başladıklarında göreve başladıklarında mal beyanı veriyor. Öte yandan parti başkanları da mal beyanı veriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi 2001 yılında kurulduğunda partinin bütün evrakı Yargıtay’da partiler sicil bürosu olduğu için ben büronun da sorumlusu idim. Sicil bürosuna gelmişti. Erdoğan’ın hem kamuoyunda da yer alan bilgilerden de hareketle hem büyükşehir belediye başkanı olarak vermiş olduğu mal bildirimini, hem de parti genel başkanı olarak vermiş olduğu mal bildirimini inceledim. İncelediğimde iki mal bildirimi arasında ortaya çıkan farklılık nedeniyle bunun bir adli soruşturmaya konu edinme zorunluluğundan hareketle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına oluşturduğum dosyayı ilettim. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da bilirkişi raporu ile Erdoğan hakkında haksız yere mal edinmekten kamu davası açtı. Ancak açılan o dava sırasında Erdoğan duruşmaya “İshal” mazereti nedeniyle gidemeyeceğine ilişkin rapor alarak duruşmaya gidemediğini hatırlıyorum. O yargılama sürecinde de yeni bir bilirkişi raporu alarak haksız mal edinme yoktur şeklinde bir bilirkişi raporu. Dava açılmadan önce vardır, dava açıldıktan sonra yoktur şeklinde iki çelişkili rapor varsa normalde mahkemenin bu çelişkiyi gidermesi için üçüncü bir rapor alarak, her iki rapordaki durumları karşılaştırıp değerlendirecek rapora göre hüküm vermesi gerekirken mahkeme Erdoğan’ın beraatine karar verdi. O karar dava açan savcılarca da temyiz edilmedi, Ankara başsavcılığınca da temyiz edilmedi… Şu yazıda o dava sürecinde yer alan (oda tv ishal haberi) kimlerin nasıl yükseldiği tek tek yer alıyor. O dönemin Ankara Başsavcısı bilahare Adalet Bakanı bile oldu. Kararı temyiz etmeyen kişi. Bugünde Cumhurbaşkanı genel sekreteri. Tabi bunlar ister istemez üzerinde soru işareti barındırıyor. Bu dosyalar neden gerçek anlamda adil bir yargılamaya tabii tutulmadı. Eğer kişi kuşkusuz haksız ithamlara maruz kalmamalı ancak ortada soruşturma ve yargılanmayı gerektirecek bir dosya varsa da yargıdan kaçınılmamalı. Bu dosya bu soru işaretleri ile arşive kaldırıldı.

T24
ETİKETLER
erdoğan istanbul belediye ishal haber açıklama

Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder duruşmasından; hiç böylesini görmedim, inanın!
Tuğçe Tatari
15 Aralık 2017



Dün HDP'nin tutuklu eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in yargılandığı duruşmayı izlemek üzere Çağlayan Adliyesi'ndeydim.
Devletin HDP'ye karşı değişen tavrını -değişimden önceki hâliyle de yaşamış biri olarak- bir kere daha gözlemleme fırsatı yakalamış oldum.
Yıllardır sayısız siyasi dava takip ediyoruz,
Şüphesiz ki önemli bir bölümü haksız, hukuksuz çoğu adaletin katli.
Ancak dün izlediğim duruşma klasik bir hukuksuzlukla anlatılamayacak, daha ziyade Türkiye'de hukuk sistemin ne hâle geldiğini gizlisi saklısı kalmayana kadar gözler önüne seren acıklı bir tabloydu.

Utandım
Ve öfkelendim.
En iyisi baştan alalım...
Demirtaş ve Önder 2013 İstanbul Nevroz'unda yaptıkları konuşmalar nedeniyle 'terör örgütü propagandası yapmak'tan 1 ila 5 yıl arası hapis cezası istemiyle yargılanıyorlar.
Duruşma Çağlayan'da görülecekti.
Demirtaş getirilmediği duruşmaya video aktarım sistemi SEGBİS'le cezaevinden bağlanmayı reddedecek ve o yüzden savunma da yapmayacak, Sırrı Süreyya Önder ise hâkim karşısında savunmasını yapacaktı.
Şöyle söylemeliyim; uzun zamandır gördüğüm en düşük katılımlı duruşmaydı.
Tabii devletin değişen tavrını bildiğimiz gibi Türkiye entelijansiyasının da prim kazanamayacağı, günün modası olamayan siyasi adaletsizlikleri görmezden gelmek gibi bir alışkanlığı olduğunu da gayet iyi biliriz.
Şükür ki şundan sadece kısa bir süre önce HDP'li siyasetçilerle aynı masaya oturmak için yarıştıklarını, yan yana görünmek için öldüklerini, davalarını ve kavgalarını kendi davaları sayıp büyük bir tutkuyla sahiplendiklerini görmüş gözlere sahibiz.
Konumuz kesinlikle bu olmamakla birlikte aslında hep dönüp dolaşıp aynı yerde kitlenmekte:
Aydın dediğimiz kesim -birkaç istisnayı ayrı tutarak konuşuyorum- bu manada hep çok sorunlu oldu. Kürt meselesi revaçta olduğu günlerde, barış süreci dört nala yol alıyormuş sanılırken bu insanlarla beraber olabilmek çok önemliydi!
Birkaç Kürtçe kelime öğrenip yan yana poz vermek için deliriyordu koca kadınlar, koca adamlar.
Zaten dikkat edin ya aşırı benimseme, deliye dönmüş gibi o çevrelerin içinde kendine yer edinme telaşı, hırsı...Kendinden başka kimseyi de orada istemeyecek kadar büyük, kıskanç birer âşıklar ya da konjonktürle kaybolanpopülerlikle beraber kendileri de yoklar, toz bulutu olmaktalar!
Oysa her şey aynı.
Konular da kişiler de.
Neyse meselemize geri döneyim...
Duruşmada neredeyse kimse yoktu!
Ve bir heyet vardı ki o ne heyet.
İnsan izlerken mahcubiyet hissediyor.
Bir ağır ceza mahkemesi düşünün ki...
Avukatlar sırayla söz almak isterken "Hepiniz konuşmayın, aynı şeyi söylemeyecek misiniz nasıl olsa? Bir sözcü belirleyin o da bir seferde kısaca anlatsın" tavrı sergiliyor.
Sıklıkla "Ama hadi çok uzun oldu" denilerek avukatların sözleri kesiliyor.
Ve ara karar için duruşmaya ara vermek isteniyor.
Sırrı Süreyya Önder karar aşaması öncesi kendisinin dinlenmesini istiyor, "Söyleyeceklerim tam da alacağınız kararla ilişkili" diyor ama "Gerek yok" yanıtını alıyor.
Hiç böylesini görmedim, inanın!
Dava ne kadar siyasi olursa olsun, hâkimler savunma hakkına saygıyı mümkün mertebe elden bırakmaz-dı-...
Karar aslında adeta hissettirilse de heyet bunu ne izleyiciye, ne yargılanana böyle belli edemez -di-...
Adaletsizlik ne kadar hissedilse de heyet histen öteye gidecek tek bir belirti, tek bir kanıt ortaya bırakmaz, bırakamaz -dı-...
Ara kısa sürdü.
Geri döndük yerlerimize.
Hemen savcı mütalaasını okudu.
Herhalde heyetin bir yemek sözü filan var, alelacele duruşma bitsin istiyor.
Sırrı Süreyya Önder söz aldı, bu durumu eleştirerek başladı sözlerine ve "Takdir edersiniz ki sabahtan beri çalışıyoruz. Tek işimiz siz değilsiniz" yanıtı geldi.
Savunmasına devam ederken hâkim söz kesip "Toparlayabilir miyiz Sırrı Bey" dedi,
"Zaten hâlihazırda iki sayfa konuştunuz da..."
Bu tutumlar karşısında avukatlar reddi hâkim talep ettiler.
Onların bu talebi heyeti çok şaşırttı.
Doğrusu beni de heyetin şaşırması şaşırttı.
Davranışları bu derece dikkat çeken bir mahkeme sıklıkla ret talebiyle karşılaşıyordur, diye düşünüyor insan ama hayır çoğunluk 'kaderine razı gelmeyi' tercih ediyor demek!
Fakat bu dönemde hâkimler aslında tek ve en önemli şeyi gözden kaçırıyor, o da şu; bugün yürütülen davaları izleyen gazeteciler yok, duruşmalarda yaşananları yazanlar da yok evet ama tarih sahnesine en küçük detaylar dahi yazılıyor. Ve tarih sahnesi sırası gelen için perdelerini açmasıyla tanınıyor. Bu geçmişte de hep böyle oldu. Üstelik çok da eskiden söz etmiyorum.
Hukuk kuralları kalın çerçeveleriyle net ve belirgindir. Siyasi görüşler ne olursa olsun heyetler tarafsız görünmeli, güven hissi oluşturmalıdır. Bunu yapamayacağına inandığı dosyaları da kendi insiyatifiyle geri çevirmelidir!
Her vatandaşın kendini savunma hakkı vardır. Bunlar artık demokrasinin, hukukun 101'i dir.. Bizler de 101 düzeyine razı hâldeyiz!

T24
ETİKETLER
selahattin demirtaş hdp sırrı süreyya Önder mahkeme başkanı adliye

İlhan Cihaner'den Hüseyin Çapkın'ın yorumu
21 Aralık 2017



CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, Eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın tahliyesini eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın “kefilim” demesinin ardından tahliye edilmesini 'kirli pazarlık' olarak yorumladı. Cihaner, "Kirli pazarlık daha çok AKP ve Cemaatin sorumluluğunun kesiştiği, örtüştüğü kişi ve alanlarda oluyor. Ne olduğunu bilemeyiz. Çapkın’ın emriyle hareket etmiş birçok polis memuru tutukluyken, Çapkın niye dışarıda? İkisinden birisi yanlış. Hukuk kuralları bu kadar çifte standartlı olursa bizim de bunları sorma hakkımız vardır” dedi.

Evrensel'den Birkan Bulut'un eski Cumhuriyet Başsavcısı aynı zamanda CHP Milletvekili İlhan Cihaner, Eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın, eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın “kefilim” demesinin ardından tahliye edilmesini ‘kirli pazarlık’ olarak yorumladı. Çapkın’ın, kumpas olduğu sabit olan Ergenekon, Balyoz, KCK basın gibi tuzak davaların tamamında İstanbul Emniyet Müdürü olduğunu hatırlatan Cihaner o süreçte görev alan daha alt kademedeki polisler bile tutukluyken, bu operasyonların başında, belirleyici konumdaki Çapkın’ın tahliye edilmesi kirli pazarlıktır” ifadesini kullandı. Konu hakkında konuşan Cihaner, kefaletle serbestliğin ceza hukukunda yeri olmadığını, eğer böyle bir durumda “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için Türkiye’nin en makbul insanları kefil oldular ama aylarca tahliye edilmediler” hatırlatması yaptı.

‘FETÖ’nün mülkiye yapılanmasına yönelik davada, Eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın önceki durulmada tanık olarak dinlenmiş Mehmet Ağar, Çapkın için “kefilim” demişti.

Makamı ‘FETÖ’cü savcı ve polislerce basılıp, tutuklanan dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Ağar’ın “kefaleti” sonrasında gelen tahliyeye ilişkin konuştu. Çapkın’ın tahliyesi için “Prensip olarak delilleri karartma ve kaçma şüphesi yoksa esas yargılama yönünden tutuksuz olması gerektiğini düşünüyorum” diyen Cihaner, tanıkların beş duyu organıyla algıladığını, bilgi ve görgüsünü aktarması gerektiğini, tanıklıkta kefalet diye bir müessesenin olmadığını kaydetti.

Ağar’ın “kefalet”i belirleyici ise; kabul edilemeyeceğini ifade eden Cihaner, “Öyleyse Ağar’dan daha makbul tanıklar bulalım. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için Türkiye’nin en makbul insanları kefil oldular ama aylarca tahliye edilmediler” dedi. Cihaner, böyle bir şeyin ceza hukukunda yeri olmadığını dile getirdi.

KUMPAS DAVALARINDA EMNİYETİN BAŞINDAYDI

Hüseyin Çapkın’ın kumpas olduğu sabit olan Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, Odatv, KCK basın gibi tuzak davaların tamamında İstanbul Emniyet Müdürü olduğunu söyleyen Cihaner, bu davalar kapsamında birçok hukuksuz telefon dinlemesinin yapıldığını hatırlattı. Cihaner, “Biliyoruz ki o kadar kritik bir dönemde kumpasların yürütücüsü konumundaki emniyet birimlerinin başında Fethullahçı olmayan birisinin bulunmasına izin verilmezdi. O süreçte görev alan daha alt kademedeki polisler bile tutukluyken, bu operasyonların başında, belirleyici konumdaki Çapkın’ın tahliye olmasını yargı/iktidarın içine girdiği kirli pazarlık” olarak değerlendirdi.

GEZİ'DE TUZAK KURDULAR

Gezi Parkı eylemlerinin insanların hayatını kaybedeceği noktaya gelmesinin sorumlularından birinin de Hüseyin Çapkın olduğunu ifade eden Cihaner, “Biz Gezi eylemlerinin başladığı gece parktaydık. Emniyet müdürüne, valiye ulaşmaya çalıştık ama telefonlarımıza çıkmadılar. Belki bu kadar olumsuzluğun yaşanmadığı bir süreç olacaktı. Ancak gençlere tuzak kurdular, çadırlar ateşe verildi” dedi.

ÇAPKIN DIŞARIDA, ŞIK İÇERİDE

Hüseyin Çapkın kimin olursa olsun bir “kefaletle” salıverilirken, Fethullahçı yapılanmayla kavga eden, Türkiye için yarattığı sonuçları gösterenlerin tutuklanmasına tepki gösteren Cihaner, “Çapkın tutukluyken Ahmet Şık’ın içeride olması burada kirli bir pazarlık söz konusu olduğunu gösteriyor” dedi.

'KİRLİ BİR PAZARLIK'

“Kirli pazarlık” ifadesine ilişkin Cihaner, şöyle konuştu: “Bu tarz tutuklama ve beklenmedik tahliyelerle ilgili bir deneyimimiz var. Özellikle biraz zaman geçtikten sonra ortaya çıkıyor. Hukuk içinde anlamlandıramadığımız bir karar verildiyse bunun arkasında başka bir şey vardır. Benzerini yargıda ve bürokraside de gördük. Asıl belirleyici konumda olanlara ilişilmiyor. Kirli pazarlık daha çok AKP ve Cemaatin sorumluluğunun kesiştiği, örtüştüğü kişi ve alanlarda oluyor. İşte adalet bakanlığı, milli eğitim vs. AKP li sorumluları açıklaması riski olabilir, Konuşmasından korkuluyor olabilir, geçmiş ilişkiler, bir şeyler bilmesi... Ne olduğunu bilemeyiz. Çapkın’ın emriyle hareket etmiş birçok polis memuru tutukluyken, Çapkın niye dışarıda? İkisinden birisi yanlış. Hukuk kuralları bu kadar çifte standartlı olursa bizim de bunları sorma hakkımız vardır.”

TAHLİYE ÇIKIŞINDA AĞAR'A TEŞEKKÜR

3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanan Hüseyin Çapkın’ın tahliye kararında Ağar’ın mahkemedeki “kefilim” çıkışının etki ettiği belirtiliyor. Çapkın tahliyenin ardından Bir gazetecinin “Sayın Mehmet Ağar mahkemeye geldi” demesi üzerine “Teşekkür ederim, o mahkemenin işi, teşekkür ederim” şeklinde karşılık verdi. “Mehmet Ağar mı kefil oldu?” şeklindeki soruya ise Çapkın, “Kefalet yok bu işte. Sağ olsun, herkes ne biliyorsa onu söylediler. Herkes, kim ne biliyorsa öyle söylediler. Teşekkür ederim” yanıtı verdi.
Yurt Gazetesi

HDP Sözcüsü: Tek tip kıyafet uygulaması provokasyondur
Hülya Karabağlı
24 Aralık 2017



"Guantanamo insanlığın yüz karasıdır, örnek gösterilemez"

- A +
Hülya Karabağlı
HABER
16:13


inPaylaşın

HDP Sözcüsü ve Kars Milletvekili Ayhan Bilgen, Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile "Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar" nedeniyle cezaevinde hükümlü ve tutuklu bulunanlara getirilen tek tip kıyafet uygulamasını eleştirdi. Uygulamayı provokasyon olarak nitelendiren Bilgen, “Yargılanan insanların kıyafetle tanımlanması aslında bir tescillemedir. Baştan hüküm vermedir, mahkum etmektir” ifadesini kullandı.

Türkiye’nin geçmişte tek tip kıyafet uygulamasından dolayı yaşadığı gerilimlere dikkat çeken HDP Sözcüsü Bilgen, “Bunu yeniden gündemleştirmek Türkiye’yi bir kez daha provokasyonun içerisine çekmektir” diye konuştu.

HDP Sözcüsü Ayhan BilgenAKP iktidarının, parlamento gurubu, parti yönetimi ve bakanların da bunu savunabilecek durumda olmadığını ifade eden Bilgen, “Ama bir emri vaki ile hangi niyete hizmet edeceği bilinmeyen bir yaklaşımla dayatılmaktadır bu tutum. Bundan sonra yaşanacaklar konusunda ve yaşanacak gerilimlerin de sorumlusu o tavrı ısrarla sergileyenlerdir” değerlendirmesini yaptı.

Bilgen, tek tip kıyafet uygulamasının Guantanamo'da yaşam tarzı olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a, "Guantanamo insanlığın yüz karasıdır. Hiç kimse için de emsal olamaz, hiç kimse için örnek gösterilecek bir durum olamaz" dedi. "Amerikan yönetimi Guantanamo için özür dilemek zorunda kalmıştır" diyen Bilgen, "Bir taraftan Amerikan karşıtlığı yapıp öbür taraftan Amerika’nın n kötü uygulamalarını referans almak siyasi etik açısından kabul edilebilir bur durum değildir" diye konuştu.

HDP sözcüsü Bilgen’in T24'e değerlendirmeleri şöyle:

“Türkiye’yi artık KHK’larla yönetmek bir rejimin karakterine dönüştü”

Türkiye’yi artık KHK’larla yönetmek bir rejimin karakterine dönüştü. Ortaya çıkardığı tüm ekonomik riskler ve toplumsal barışı tehdit eden duruma rağmen Türkiye’nin uluslararası arenada konumunu zora sokan sonuçlarına rağmen hala bunda inat ediliyor. Bu da başka türlü yönetememe alışkanlığının bir sonucudur. Parlamentodan geçirilebilecek, uzlaşılarak kanunlaştırılabilecek düzenlemeleri bile taşeron da bütün partiler olumlu yaklaşıyor. Bunu tercih etmek yerine bunu KHK ile yapmak onu meşrulaştırmayacağı gibi Olağanüstü hali de hiç kimseye şirin göstermeye yetmeyecektir.

“Şeker Kurumunun 15 Temmuz darbesiyle ne gibi bir ilgisi kurulabilir”

Özellikle Şeker Kurumu düzenlemesi gibi olağanüstü halin ilan nedeni ile hiçbir ilişkisi olmadığı için açıkça bir hukuk ihlalidir. Şeker Kurumunun 15 Temmuz darbesiyle nasıl bir ilişkisi kurulabilir.

“Guantanamo hiç kimse için örnek gösterilemez”

Tek tip konusunda Cumhurbaşkanının Guantanamo benzetmeleri her şeyi teşhir etmeye yetiyor. Guantanamo insanlığın yüz karasıdır. Hiç kimse için de emsal olamaz, hiç kimse için örnek gösterilecek bir durum olamaz. Hukukun evrensel ilkeleri vardır. Amerikan yönetimi Guantanamo için özür dilemek zorunda kalmıştır. Bir taraftan Amerikan karşıtlığı yapıp öbür taraftan Amerika’nın n kötü uygulamalarını referans almak siyasi etik açısından kabul edilebilir bur durum değildir.

“Tek tipi güncelleştirmek Türkiye’yi provokasyonun içerisine çekmektir”

Tek tip uygulama bir provokasyondur, suçlulukları kesinleşmiş değildir, yargılanan insanların kıyafetle tanımlanması aslında bir tescillemedir baştan hüküm vermedir, mahkum etmektir. Türkiye’nin geçmişteki kıyafet uygulamaları nedeniyle yaşadığı gerilimleri çok iyi biliyoruz. Bunu yeniden gündemleştirmek Türkiye’yi bir kez daha provokasyonun içerisine e çekmektir.

Ben eminim ki; AKP iktidarı da bunu savunabilecek bir durumda değil. Parlamento gurubu, parti yönetimi de bakanları da bunu savunabilecek durumda değil. Ama bir emri vaki ile hangi niyete hizmet edeceği bilinmeyen bir yaklaşımla dayatılmaktadır bu tutum. Bundan sonra yaşanacaklar konusunda ve yaşanacak gerilimlerin d sorumlusu o tavrı ısrarla sergileyenlerdir.

Yine KHK’da özellikle toplumsal olaylarla Türkiye’nin geleceğine kara bir leke olarak düşecek muhtemel linç ya da toplumsal gerilim olaylarıyla ilgili yorumlanacak bir maddenin olması son derece spekülatif bir durumdur. Suç tarifini bir KHK ile yapmaya kalkmak ya da buradan bir korunma mekanizması geliştirmeye kalkışmak Anayasanın fiilen askıya alınmasıdır. Böyle bir şeyi asla kabul edilemez. Hala Anayasa yürürlükteyse OHAL Anayasayı kaldırmıyorsa KHK’lar Anayasanın üzerinde değilse bu durumda bunun açıklanması gerekir.

KHK’nin tek tip düzenlemesi

OHAL kapsamında, "Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar" nedeniyle cezaevinde hükümlü ve tutuklu bulunanlar, duruşmalara badem kurusu ve gri renkte tulum giyerek getirilecek. Bu kapsamda, Türk Ceza Kanununun "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı beşinci bölümünde yer alan suçlardan hükümlü ve tutuklu bulunanlar için bu madde hükmü uygulanacak.

"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs" ile "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs", "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs", "Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı" suçlarını işleyenler badem kurusu renginde tutulum giyecek.

T24
ETİKETLER
hdp ayhan bilgen tek tip kıyafet uygulaması provokasyon haber khk 696 sayılı khk guantanamo insanlığın yüz karası tepki

Yusuf Nazım: Kürt’ün tokat yemiş ezikliği
23 Aralık 2017



Bir kentin intihar çığlıklarını yazıyordum.

Gazeteler şöyle geçiyordu haberi:

“Terör şüphelisi, emniyetin üçüncü katından atlayarak intihar etti.”

Şüpheliler, artık intihar etmeye başlamıştı bu ülkede...

Kuşkusuz, başka şüpheliler de vardı.

Diğer şüpheliler… Örneğin aç olanlar!

Onlar açlardı ve apartman çatılarına çıkıp aşağıya atlamaya çalışıyorlardı…

Ya da işsizlerdi!

“Çocuklarıma ekmek götüremiyorum” diyor, üzerine benzin dökerek meydanlarda uluorta kendini yakmaya başlıyorlardı…

Körpe çocuklar ölüyorlardı şehirlerin en işlek caddelerinde; onlar da şüpheli olmalıydılar…

Zırhlı araçların arka tamponlarında, ya da ön kaportalarında bir kan lekesi olarak kalıyordu izleri.

Ülke çıldırıyor muydu ne?

Yoksa bu ülkeyi çıldırtıyorlar mıydı?

Geçenlerde şöyle buyurmuştu bir bakan:

“Örgüt, yakalanırsanız intihar edin diye talimatlar veriyor.”

Ve onlar yakalandıklarında, ilk fırsatta intihar etmeye çalışıyorlardı…

Bu yazıyı yazamadım, yarım kaldı.

Nedeni, bir fotoğraftı.

* * *

12 Eylül Darbe günleriydi.

Öğrencisi olduğum Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe Kampüsü, şehirden uzakta, yüksekçe bir tepenin üzerinde kuruludur.

Mevcut demokrasiyi askıya alan darbecilerin yönetimindeki asker, her şeyin hâkimidir.

12 Eylül, ülkede bir fırtına gibi esmiş, gürlemiş, kasıp kavurmuştur ortalığı. Üniversiteler büyük bir kuşatma altındadır. Her tarafta asker vardır.

Nizamiyelerin girişinde, bölümlerin kapısında, ana yollarda, tali yollarda, yemekhane kapılarında, katlarda, dersliklerin kapısında, amfilerde...

Darbe yönetiminin öğretim üyelerine sakal kesme, öğrencilere kravat takma gibi saçma zorunlulukları uyguladığı günlerdir.

Darbecilerin kontrolündeki asker, her şeye hâkim olmanın adeta tadını çıkarmaktadır. Sıkı bir disiplin uygulamaktadırlar. Onlar için düzen demek, tek sese biat etmek, toplumu tek tipleştirmek, hizaya getirmek demektir.

Bunu üniversitede de yaparlar. Yemekhanelerde, duraklarda, ya da başka yerlerdeki kuyrukların bile tek sıra halinde olmasına özel bir önem gösterirler. Bir gün sakalını kesmeyen hocaya, başka bir gün kravatsız gelen öğrenciye postasını koyar, fırçasını çekerler…

Kışları soğuk olur Beytepe’nin.

O yıllarda, ücretsiz öğrenci servisleri vardır üniversitelerin. Saatinden önce duraklarda kuyruk oluşturur, servislerin gelmesini beklerdik. Son derslerden çıkar, servis kuyruğunda, koltuk altlarımızda kitaplarımızla ikili, üçlü, dörtlü gruplar halinde sohbetler ederdik. Çevremizde, bizleri hizada tutmaktan sorumlu askerler eksik olmazdı.

Yine böyle soğuk bir günde, servis aracı kuyruğunda sohbet ediyorduk. Tam arkamdan “şırraaak!” diye bir ses duydum!

Arkamı döndüğümde, yüzü kıpkırmızı olmuş öğrenciyi gördüm. Koltuğunun altındaki kitaplar yerlere savrulmuştu.

Gençti. Yağız bir delikanlıydı. İlk tepkisi, şöyle bir yekinip karşı çıkmak oldu. Ağzını açmaya fırsat bulamadan karşısındaki rütbesiz askerden okkalı bir şamar daha yedi!

Genç arkadaş öfkesinden titredi, yüzüne kan hücum etti; elini kaldıracak, bir şey diyecek, karşı çıkacak oldu…

Bir tokat daha yedi askerden!

“Tek sıra ol!” diye ünledi asker.

Delikanlı, sessizce başını iki yana salladı, çaresizce boyun eğdi. Askerin buyruğunu yerine getirdi, savrulmuş olan kitaplarını topladı, sıraya girdi. Araç bekleyen öğrenci kuyruğu bir anda ip gibi oluvermişti…

Malum, darbe yıllarıydı. Darbeciler üstünlüklerini tüm topluma kabul ettirdiği günler.

Karşı çıkılamazdı.

Elini kaldırmak, ya da bir söz söylemek demek, kendini bir anda darbecilerin cezaevlerinde bulmak demekti. O sıralar cezaevine girmek işkence demekti, üniversiteden uzaklaşmak, belki birkaç dönem kaybetmek demekti.

Bunu bildiği için genç bir şey diyemedi, karşı çıkamadı. Hiç kimse de bir şey yapamadı…

O gün, rütbesiz bir erden sebepsiz yere yediği üç tokadın acısını, eminim ki hayat boyu içinde taşımıştır o arkadaş.

Benimse yıllar yılı, yağız bir delikanlının tokat yemiş ezikliğiydi aklımdan hiç çıkmayacak olan.

* * *

Dedim ya, bir kentin intihar çığlıklarını yazıyordum.

Açları, işsizleri, çocuklarına ekmek götüremeyenleri, terör şüphelilerini…

Ama yazamadım, yarım kaldı.

Nedeni ise bir fotoğraftı.

Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, evinin yıkılmasına itiraz eden Mehmet Dağ’ın fotoğrafıydı bu.

Evinin yıkılmasına itiraz ederek tartıştığı polisten eşinin yanında tokadı yemişti.

Üstelik polis yalnızca tokatlamakla kalmamış, evini boşaltması için Dağ’a 24 saat süre vermişti…

Aradan bir tam gün geçti bile. Birkaç iş makinesi çalışmış, Mehmet Dağ’ın ocağını dağıtmış, evini yerle yeksan etmiş midir bilmem.

Benimse o fotoğrafta kaldı aklım.

Mehmet Dağ’ın fotoğrafını görünce, yeniden darbe günlerine gittim.

Genç bir delikanlının, aklımdan hiç çıkmayan, kan seğirtmiş yüzündeki çaresizliğini anımsadım.

Yüreğim, 12 Eylül 1980 yılının Beytepe Kampüsü’nde, bir kış günü, otobüs durağında beklerken olduğu gibi, bir kez daha acıdı.

Uzun uzun baktım fotoğrafa.

Bazı mahalleleri kökünden kazınmış Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, gidecek yeri, sığınacak kapısı olmayan insanları anımsadım.

Derinden derine, bir kez daha yoksunluğun, acının, hüznün ağırlığı kanadı içime.

Bizden ırak bir coğrafyada, öteki olmanın çaresizliğiyle sızladı yüreğim.

Kürt'ün tokat yemiş ezikliğiydi gördüğüm, o fotoğrafta.

ETİKETLER
kürt darbe 12 eylül yıkım asker

"KHK'ya göre işkencecilere, hırsızlara, tecavüzcülere, rüşvetçilere 'tek tip' yok, mahkemeye kravatlı gelebilirler"
24 Aralık 2017



İki yeni KHK, bugün Resmi Gazete'de yayımlandı

Eski HDP Şırnak Milletvekili, avukat Hasip Kaplan yeni kanun hükmünde kararname (KHK) ile birlikte getirilen "tek tip kıyafet" uygulamasına tepki gösterdi. Kaplan, sosyal medya hesabında "KHK'ya göre, işkenceciler, hırsızlar, tecavüzcüler, ihaleye fesat karıştıranlar, rüşvetçiler sahtekarlar, kaçakçılar, katiller insanlığa karşı savaş suçları işleyenlere tek tip yok, Mahkemelere kravatlı takım elbiseli gelebilirler" paylaşımında bulundu.

Eski Anavatan Partisi Genel Başkanı Nesrin Nas da, bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala'nın da duruşmalara "tek tip" kıyafetle getirileceğini vurguladı. Nas, sosyal medya hesabında şunları yazdı:

"Tecavüzden, çocuk tacizinden, aklı sıra 'namus' deyip kızını, karısını, sevgilisini katletmekten sanık olanlar havalı şekilde duruşmalara gelecek ve kravatlarından dolayı 'iyi hâl' indirimi alacaklar. Ama Murat Sabuncu, Osman Kavala’ya kravat yasak."

Olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan iki yeni kanun hükmünde kararname (KHK) bugün (24 Aralık 2017) Resmi Gazete'de yayımlandı. 695 ve 696 sayılı KHK'lar ile, "anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar" nedeniyle cezaevinde tutuklu bulunanların duruşmalara badem kurusu ve gri renginde tulum giyerek getirilmesi zorunlu kılındı.

Yeni KHK'yı değerlendiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, şunları söyledi:

"KHK ile alakalı olarak en önemlisi tek tip elbise meselesi. Örneğin bayanlarla ilgili bir inisiyatif var. Fakat, burada zannediyorum şöyle bir şey anlaşılıyor. Cezaevine girdiği anda tek tip elbise giymeye başlayacak sanıyorlar. Hayır, yalnızca duruşmada giyecekler. Öyle kravatlı, havalı bir şekilde gelemeyecekler. Bu mağdurların da talebi, Türkiye'ye mahsus da değil bu. Dünyanın değişik yerlerinde uygulanıyor. Guantanamo'da bu yaşam tarzı haline dönüştü. Hatta orada ayaklarına zincirler takılıyor. Türkiye'de bu var mı? Yok."

T24
ETİKETLER
mahkeme khk tulum tek tip kıyafet darbe

12 Eylül'de 'tek tip kıyafet'e maruz kalan MHP'li vekil: Hem içeridekiler hem toplum teslim alınmak isteniyor
25 Aralık 2017



“Hukuk devleti anlayışının konduğu tabuta son bir çivi çakıldı"

12 Eylül döneminde cezaevinde kalan ve 9. Kolordu Askeri Cezaevi’nde iken yaklaşık 1 yıl tek tip kıyafet giydiklerini belirten MHP İstanbul Milletvekili Atila Kaya, pazar sabahı yayınlanan son KHK ile getirilen ‘tek tip kıyafet’ uygulamasıyla hem cezaevindekilerin hem toplumun genelinin teslim alınmasının amaçlandığını söyledi.

Gazete Duvar’dan Nergis Demirkaya’ya yaptığı açıklamada, Ülkücülerin 12 Eylül döneminde tek tip kıyafet uygulamasına ‘ilk başta büyük bir tepki göstermediğini’ belirterek, "Ama tek tip elbiseyi ilk giydiğimiz zaman yarattığı psikoloji çok derin oldu. Kendi ölçümüzde bir direncimiz, direnişimiz vardı. Cezaevi uygulamaları, sorgulama sırasına işkencelere karşı belli ölçülerde bir direniş sürecinden gelmiştik. Ama o elbiseyi giydiğim zaman tüm bedenimi sanki teslim alınmış gibi bir duygu kapladı” dedi.

“İnsanları kişiliksizleştirmek, bedenine, düşüncesine yabancılaştırma amacı güdülüyor"

Getirilen tek tip kıyafet uygulamasını “12 Eylül’e dönüş” olarak nitelendiren Kaya, şöyle devam etti:

"Bununla asıl yapılmak istenen hem cezaevinde yatan insanları hem de toplumu teslim almak. Zaten dışarıda topluma bir deli gömleği giydirilmiş. Cezaevlerinde de bunun en sert uygulamalarını yaparak, tek tip kıyafetle insanları kişiliksizleştirmek, kendi bedenine, düşüncesine, inancına yabancılaştırmak amacı güdülüyor. Bir işkence yöntemi olarak kendinize yabancılaştırmak, sizi teslim almak hedefleniyor. Cezaevi üzerinden de topluma ders verilmek isteniyor, “Bakın bunlardan ibret alın aklınızı başınıza toplayın” mesajıdır bu.

Atila KAYA
@AtilaKaya_MHP
Ülkenin KHK'larla yönetilmesi, sanki 'Hukukun Üstünlüğü'ne uygunmuş gibi; KHK hükümlerindeki içeriğin 'Hukukun Üstünlüğü'ne uygunluğunu tartışıyoruz. 'Kuvvetler Ayrılığı'nın gündelik hayatın ne derece içinde olduğunu örneklemesinin dışında bir anlamı yok!
2:44 PM - Dec 24, 2017
24 24 Replies 177 177 Retweets 704 704 likes
Twitter Ads info and privacy
“Ceza almamış bir kişiye nasıl suçlu gibi davranılabilir? KHK’lardan anladığım kadarıyla terör ve darbe suçluları tek tip kıyafet giyecek. Bu küçük yaşta çocuklara istismar suçu işleyenlere uygulanmayacak. Tek tip kıyafeti savunurken, “Bunu toplum istiyor” diyorlar. Peki toplum diğerini istemiyor mu?

“Hukuk devleti anlayışının konduğu tabuta son bir çivi çakıldı"

“Bir süredir Anayasa ve hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşıyorduk. Yeni 2 KHK, Anayasanın üstünlüğü, hukuk devleti anlayışının konulduğu tabuta son bir çivi çakmak anlamına geliyor. Hukuk askıya alınmış. Dolayısıyla içerik tartışmasının anlamı yok. Bu KHK’ların kendisi ne kadar hukuka uygun ki biz içeriklerinin hukuka uygunluklarını tartışalım. OHAL şartlarında Türkiye’de hukuk askıya alınmıştır. Sözde bir Anayasa var ama bizzat Anayasa ona uymakla yükümlü olanlarca her gün ihlal ediliyor.”

T24
ETİKETLER
atila kaya mhp tek tip khk

Turgut Kazan, 12 Eylül'ü hatırlattı: 'Tek tip'i dayatanlar utanç içerisinde, bu yanlıştan dönün!
24 Aralık 2017



"Taşeronun olağanüstü hâlle bir ilgisi yok, bu yasama organının yetkilerini almaktır"

Eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, 696 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) ile getirilen "tek tip kıyafet" uygulamasına tepki gösterdi. "Bunu bir Kenan Evren uygulamasında gördük bir de şimdi görüyoruz. Kenan Evren uygulamasında bunu uygulayanların hepsi büyük bir utanç içerisinde" diyen Kazan, Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) çağrı yaparak "Bu yanlıştan dönün" ifadesini kullandı.

Gazete Duvar'dan Hacı Bişkin'e konuşan Kazan, şunları söyledi:

“Cezaevindeki insanların ne giyeceği sorunu cumhurbaşkanının sorunu değildir. Dünyanın hiçbir yerinde de örneği gösterilemez. Tek tipin gerekçesinde ‘havalı gelme’ deniliyor. Yargılanan insanların masumiyet karinesi uyarınca suçsuz olabileceği düşünülerek yargılanması gerek. Havalı gelmesi demek kravat takması demek. Bu onun en doğal hakkı. Bize hukuk derslerinde tutukluların kendi giysilerini giyme hakkı öğretildi. Yargılama aşamasındaki tutuklular için böyle bir şey düşünülemez. Bunu bir Kenan Evren uygulamasında gördük bir de şimdi görüyoruz. Kenan Evren uygulamasında bunu uygulayanların hepsi büyük bir utanç içerisinde. Ben Orhan Apaydın’ın, Ali Sirmen’in, Erdal Atabek’in, Barış Derneği Başkanı Mahmut Dikerdem’in o elbiselerle kelepçeli olarak binbaşılar tarafından cemselerden indirildiğini gördüm. O binbaşılar bile utanıyordu. 695 ve 696 sayılı kararnamelerle Anayasa Mahkemesi’nin yanlış kararları nedeniyle kötüye kullanıldığını görüyoruz. Bir çeşit yasama organının görevlerinin devralındığı Anayasa’ya aykırı bir biçimde uygulamaların hayata geçirildiği gibi hukuka aykırı durumlarla karşı karşıyayız. Tek tip elbise de bu durumlardan bir tanesi. Çünkü olağanüstü hal kararnamesi ancak olağanüstü halin gerektirdiği düzenlemeler yapılabilir. Burada da toplantı, temel hakların kullanılması gibi durumlar olur. Ama taşeronun olağanüstü halle ilgili bir ilgisi yoktur. Bu yasama organının yetkilerini almaktır. Türkiye bu koşullarda seçime gidecektir ve asla hiç kimsenin güven duymayacağı bir seçim süreci gerçekleşecek. Bu keyfi yönetime son demek için Anayasa Mahkemesi yanlış içtihadından vazgeçmesi gerekir.”

T24
ETİKETLER
turgut kazan khk tek tip kıyafet uygulaması avukat tayyip erdoğan

Aydın Engin: Demek bundan böyle bir sanığın nasıl bir savunma yapacağına yargıçlar karar verecek
27 Aralık 2017



"Ne hürriyetimizi kaybederiz, ne haysiyetimizi"
Aydın Engin*

Dört arkadaşımızı jandarmalar eşliğinde, elleri kelepçeli yine Silivri’ye yolcu ettik. Bir sonraki duruşma 9 Mart’ta. 9 Mart’a 2.5 (iki buçuk) ay var.
Dahası var. Bir sonraki duruşma nedense ve ne hesapla ise yine o kara ünlü Silivri’deki duruşma salonunda görülecek. Dahanın da dahası, duruşma salonunda yer alacak avukat sayısı da kısıtlandı; sanık başına üç avukat.
Bütün bunlardan sonra Cumhuriyet’in tutuklu ve tutuksuz sanıkları, salonu silme sıvama dolduran destekçiler, savunma görevini üstlenen Türkiye’nin en iyi hukukçuları öfkeleri taşkın, yürekleri yaralı, umutları kırık, dirençleri zayıflamış olarak mı duruşma salonunu terk ettiler?
Güldürmeyin beni!..
Dimdik çıkıldı o salondan. Dirençler bilenmiş, öfkeler aklın buyruğunda, özgürlük ve demokrasiyi savunma kararlılığında çıkıldı.

***

Şu çok aşınmış medya diliyle
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Arl 27, 2017 10:15 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Arl 21, 2017 12:01 am    Mesaj konusu: '15 Temmuz'dan sonra partilileri hâkim ve savcı yaptılar!' Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon'un ilk hâkimi Şengün: 15 Temmuz'dan sonra partilileri hâkim ve savcı yaptılar!
İnan Ketenciler
20 Aralık 2017



“Tutuklu gazetecilere ister istemez ceza verecekler”

Ergenekon soruşturması, 12 Temmuz 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombasının bulunduğunun ihbar edilmesinin ardından başladı. 2008’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, "Davanın avukatıyım" diyen dönemin ana muhalefet lideri Deniz Baykal ile tartışırken “Ben bu davanın savcısıyım” sözleriyle desteklediği hukuki süreç, 17-25 Aralık operasyonlarının ardından bu sefer hükümet kanadı tarafından “milli orduya kumpas” söylemiyle tam tersine çevrildi.

Aradan geçen 10 yılın ardından bugün gelinen noktada Ergenekon davası çöktü, davaya bakan 8 eski hâkim ve savcı hakkında "FETÖ üyeliği", “görevi kötüye kullanma", “görevi ihmal", "hürriyeti tahdit", "resmi belgede sahtecilik", "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme", "bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme" gibi suçlardan 3 yıl ile 600 yıl arasında değişen hapis cezaları talep ediliyor.

Davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 3 yıl başkanlık eden Köksal Şengün, 13 Temmuz 2011’de, bugün "Fethullahçı Terör Örgütü-FETÖ" olarak suçlanan Gülen cemaatinin ele geçirdiği iddia edilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından disiplin cezasına çarptırılarak Bolu’ya atandı. Dava sürecinde tutuklu yargılananlar için tahliye yönünde oy kullanmasıyla bilinen Köksal Şengün, 21 Ağustos 2013’te emekli olarak 40 yıl süren meslek hayatına nokta koydu.

O dönem HSYK hakkında eleştirileriyle de gündeme gelen Köksal Şengün, 16 Nisan'da yapılan anayasa değişikliği referandumunun ardından Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) adını alan kurulu geçmişle kıyaslarken “Al birini vur ötekine” yorumunu yapıyor. Yargının siyasetten de etkilenerek tutuklu yargılamaları esas aldığı yorumlarına katılan Şengün, kendisinin 48 yaşında ağır ceza hâkimi olduğunu söylerken, yargıdaki ihraçlar sonrası ağır ceza mahkemelerindeki hâkimlerin yaş ortalamasının da düştüğü hatırlatıldığında “Orada yeni bir hâkimin olması biraz zor. Hem onu zor duruma sokar, manevi bir külfetin altına sokar, hem de sonuç nasıl olursa olsun, toplumu tatmin etmez. Deneyim şart” diyor.

Sulh ceza hâkimlerinin özellikle seçildiğini öne süren Köksal Şengün “Bugün sulh ceza hâkimleri dediğin, ağır ceza reislerinden daha etkili” görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:

“Bu hukukla Türkiye bir yere varamaz. Bir yere kadar hukuku getirirsin, sonra aşağı doğru götürürsün. Bu devletin sonu olur. Sürdürülemez. Kişiye özel sistem olur mu? Talimatlı sistem olur mu?”

"Darbe girişimi" ve "FETÖ'ye yardım" gibi iddialarla gazeteci, akademisyen ve milletvekillerinin yargılandığı davalardaki uzun tutukluluk sürelerini de eleştiren Köksal Şengün, mahkemelerin karar aşamasında “ister istemez” ceza verecekleri görüşünde. Yargıdaki mevcut durumun sürdürülemeyeceğini vurgulayan Şengün, hükümeti eleştirirken “Onlar da korkudan yapıyor. Ne yaptıkları belli değil. Bunlarla bir yere varamazlar. Kendileri de biliyor bunu” diyor.

Köksal Şengün, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kamuda yaşanan ihraç sürecinin sonrasında yargıda yapılan hâkim ve savcı atamalarıyla ilgili şu çarpıcı iddiada bulunuyor:

“Bir yığın kişiyi çıkarıp yeni hâkim ve savcılar aldılar. Bunların çoğunu avukatlıktan gelme diye aldılar. Kimi aldılar? Bir partinin il genel meclisi üyesini, bir partinin başkan yardımcısını, belediye başkan vekilini. Bunlar hep avukat tabii, avukat olmazsa olmaz. Ve bunların hepsinin kökeninde siyaset var. Siyaseti bıraktılar, hâkim ve savcı oldular.”

Köksal Şengün’ün T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

- 15 Temmuz darbe girişiminin sonrasında yargıda yaşanan ihraçların ardından İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerdeki bazı ağır ceza mahkemelerinde yaş ortalaması 25-30’lara düştü. Bu durum daha önce nasıldı, genç yaşta ağır ceza mahkemelerinde görevlendirilen hâkimler için ne dersiniz? Ağır ceza mahkemelerinde tecrübe açısından teamül neydi? Ağır ceza mahkemesi yargılaması ne demektir?

Teamül bu değildi kesinlikle. Ağır ceza, en ağır cezayı veren mahkemelerdir. İdam kaldırıldı ama, ağır ceza idama varan cezalar verilen bir mahkeme. Orada yeni bir hâkimin olması biraz zor. Hem onu zor duruma sokar ve manevi bir külfetin altına sokar, hem de sonuç nasıl olursa olsun, toplumu tatmin etmez. Deneyim şart.

- Baskı altında kalmadan karar vermek zor mu olur tecrübesiz hâkimlikte?

Zor. Olanları görüyoruz. Baskı olmaz mı? Güven duygusu, belli bir zaman geçtikten sonra kazanılır.

- Yargıda hâkimlik kariyerinin yol haritası nedir, hangi noktalarda görev yaptıktan sonra ağır ceza hâkimi olunur?

Bizde beş bölge var. Beşinci bölgeden başlarsınız, dörde, üçe, ikiye, ondan sonra bire çıkarsınız. İkinci bölgedekilerden bazılarında ağır ceza hâkimi vardır. İkinci bölgede olup ağır ceza mahkemesi olan birçok vilayet vardır. Ama orada bile en azından bir on, on beş senelik bir hâkimlik tecrübesi söz konusu. Ağır ceza hâkiminin yaşının 40’ın üzerinde olması lazım bana göre. Hatta daha da yüksek olması lazım. Ben 48 yaşında ağır ceza hâkimliğine geçtim. Tüm basamakları tek tek atladım. Şimdiki sistemde maalesef adam beşinci bölgeden hemen İstanbul’a gelmiş. Üç beş yıllık hâkimler bunlar, o külfetin altına sokup eziyorsunuz o çocuğu. Ondan çok şey bekleyemezsiniz.

- Haziran 2014’te yapılan değişiklikle sulh ceza mahkemeleri yerine sulh ceza hâkimlikleri kuruldu. Sulh ceza hâkimliklerinin kararları sürekli tartışma konusu oldu. Sulh ceza hâkimlerince tutuklama kararı veriliyor, tutuklananların mahkemeye çıkmaları ayları bulabiliyor. Bu eleştiriler hakkındaki görüşleriniz ne?

Çok değişik bir sistem oldu. Ben 25 sene DGM’de çalıştım. İstanbul’da 24 yıl çalıştım. Yanlış bir şey. Kişi niye tutuklansın, hâkim önüne çıkıp kendini savunabilmeli. Siz cezaevine atarak kişiyi peşinen cezalandırıyorsunuz. Savunmasını almadan adamı cezalandırmış oluyorsunuz. Çıkıyor, ilk celsede tahliye oluyor. Ne diyeceksiniz buna? Niye 1 sene yatırdınız onu? Cevabı yok bunun. Hukukta bilerek yanlış olmaz. Bile bile yanlış yapıyorlar.

“Devletin sonu olur, sürdürülemez”

- Anayasa hukuku profesörü Kemal Gözler, sulh ceza hâkimlikleriyle ilgili olarak, suç işlediği iddia edilen kişilerin tabii hâkim ilkesine aykırı olarak, atanmış hâkimler karşısına çıkarıldıklarında, bu kişilerin tutuklanma ihtimallerinin, masum olsalar bile, çok yüksek olduğunu söylemişti. Bu eleştiri hakkındaki yorumunuz ne?

Asıl olan tabii hâkim. Bunlar özellikle seçilmiş, getirilmiş. Sulh ceza hâkimleri dediğin, ağır ceza reislerinden daha etkili. Sulh cezalar bizim zamanımızda sadece hakaretlere, basit suçlara bakan bir mahkeme türüydü. Ayrıca tutuklamaların, tahliye taleplerinin karara bağlandığı yerlerdi. Ama her kararı denetime tabiydi. Böyle olmaz. Hukuku yanlış uyguluyorlar. Bu hukukla Türkiye bir yere varamaz. Bir yere kadar hukuku getirirsin, sonra aşağı doğru götürürsün. Bu devletin sonu olur. Sürdürülemez. Kişiye özel sistem olur mu? Talimatlı sistem olur mu?

- Kişiye özel sistemi açar mısınız?

Bir yığın kişiyi çıkarıp yeni hâkim ve savcılar aldılar. Bunların çoğunu avukatlıktan gelme diye aldılar. Kimi aldılar? Bir partinin il genel meclisi üyesini, bir partinin başkan yardımcısını, belediye başkan vekilini. Bunlar hep avukat tabii, avukat olmazsa olmaz. Ve bunların hepsinin kökeninde siyaset var. Siyaseti bıraktılar, hâkim ve savcı oldular. Şimdi yeni yeni meslekten almaya başladılar ama alma şekilleri de değişik. Neleri araştırıyorlar belli değil. Adam gidiyor 100 alıyor, sözlüde almıyorlar adamı. Bir sebep de göstermiyorlar. Ne oldu, niye almıyorsun çocuğu, en başarılı aday işte.

“Partililer hâkim ve savcı oldu”

- Partililerin alındığı dönem hangisi, 15 Temmuz sonrası mı?

Evet, o dönem çok boşalma olmuştu. Aldıkları kişilerin birçoğu öyle. Hem de alınan kişiler çok tehlikeli yerlere, ana yerlere getirdiler. Sulh ceza hâkimi yaptılar. Çoğu sulh ceza hâkimi oldu. Çoğu ağır cezalarda çalıştırıldı. İstanbul’da 23, 24, 25 ve 26. Ağır Ceza mahkemeleri siyasi davalarla görevli. Çoğu oralara atandı maalesef.

- Diğer yandan 15 Temmuz öncesinde de yargıda cemaat yapılanması yok muydu?

Vardı tabii, olmaz mı? Yargıtay’a bir anda 140-160 kişi aldılar. 15 Temmuz öncesinde de onlar vardı.

“Gazetecilere mecburen ceza verecekler”

- Cumhuriyet gazetesinden Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık, yazarlar Ahmet Altan, Mehmet Altan, Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak gibi birçok isim bir yılı aşkın süredir tutuklular. Bu kadar uzun tutukluluk süreleri göz önüne alınınca bu yargılamalardan beraat beklenebilir mi?

Başka bir şey bulacaksınız ona. Adamı 1 yıl yatırdıktan sonra ne diyeceksin? “Hadi çık!” dediğinizde bir sebebiniz olacak. İster istemez ceza verecekler. İstemese de ceza vermek durumunda kalacaklar.

- Peki ortada suç yoksa?

Bunu anlamak çok zor. Tahlilini yapmak, ayrıştırmak zor.

"Kaçma şüphesi olanların hepsini kaçırdın"

- Bugün kürsüde olsaydınız, Cumhuriyet ya da Altan kardeşler veya tutuklu milletvekillerinin davalarında delilleri karartma ya da kaçma şüphesi olduğunu düşünür müydünüz? Sizce mahkeme heyetleri neden tutuksuz yargılama kararları vermiyor?

Niye kaçacağını düşüneceğim? Ergenekon’da bir subay Yeni Zelanda’dan kalkıp geldi. Kaçma şüphesiyle tutuklandı. Böyle bir sistem olur mu? Olmaz bu. Kaçma şüphesi olanların hepsini kaçırdın.

- Tutuklu yargılama konusunda usul hukukunun esasları nedir? Hâkimler ve mahkemeler CMK uyarınca hangi koşullarda tutuklama ve tutuklu yargılama yapmalıdır?

Tutukluluk esas değil. Yargılama tutuksuz yapılır. Esası odur. Kendilerine göre kaçma göçme sebepleri üretiyorlar. Gerçeği de var tabii, kaçacak biri olur. Yabancıdır, yurt dışına çıkar. Ama onları da engelleyecek kıstaslarınız var. Yurt dışına çıkış yasağı koyarsınız. Bir adam öldürme fiilinde bile "tutuklanabilir" diyor sana yasa. Siyasi dava bunlar. Bu adamları niçin tutuklu yargılıyorsunuz? Yargılamasını yap tabii. Eğer bir suç isnat ediyorsanız yargılamasını yapın ama illa cezaevinde yatırmanın anlamı yok. Bir nevi gözdağından başka bir şey değil. Başka türlü izah edemiyorum. Onun için kimse konuşmuyor. 8O – 90 hukuk fakültesi var. Hepsinin dekanı var, profesörü var, doçenti var. Hukuk hocası. Hani bir tane var mı, görüyor musunuz? Televizyonlar birkaç kişinin eline kaldı. Hangi televizyonu açsan aynı kişileri görürsün. Bu mudur hukuk, bu kadar mıdır hukuk? Çıksınlar, konuşsunlar. Yok. Herkes kendinden korkuyor. Çıkıp ters bir şey söylediği ana hukuk fakültesine almazlar. Alıyorlar görevden. Bu sistem bir yere gitmez, bir yere varmaz. Kimseye de bir şey kazandırmaz. Siyasiler böyle yapıyorlar ama cezalarını da kendileri görecekler.

- Ama iktidar öyle düşünmüyor gibi, bir şekilde sürdürüyorlar.

Onlar da korkudan yapıyor. Ne yaptıkları belli değil. Bunlarla bir yere varamazlar. Kendileri de biliyor bunu.

- Peki nereye varır? Sonuçta ortada da fiili bir durum var.

Maalesef var. Kendilerini korumak için çareler arıyorlar. Hâlâ arıyorlar, bulamıyorlar. Yok. Yalandan, eksikten, yanlıştan bina kurarsanız çökmeye mahkûmdur. Her gün bir tarafına bir yama yaparsanız bir taraf sökülür, bir yama daha. Nereye kadar gider? Bu sistem sonunda çöker. Vatandaş bunu anlamalı. Bu toplumun bu kadar mı muhasebesi yok? Anlamıyorum bunu.

“Ahmet Şık’a FETÖ’cü derseniz gülerler”

- Cumhuriyet gazetesi geçmiş 30 yıl boyunca Gülen cemaatine karşı yayınlarıyla da biliniyor. Ahmet Şık’ın cemaat yapılanması hakkındaki kitapları malum. Cumhuriyet gazetesi ve Ahmet Şık ile ‘FETÖ’ arasında bağlantı kurulması hakkında bir hukukçu gözüyle görüşünüz ne?

Olmaz. Gülünç bir şey. Adamların FETÖ’ye karşı tavırları ortadayken, neler yaptıkları ortadayken siz gelip de Ahmet Şık’a bu şekilde bir yakıştırma yaparsanız olmaz. Gülerler size. Ama maalesef nasıl bir toplumda yaşıyoruz bilmiyorum. Bunu izah edemiyoruz bir türlü. Toplum bunu anlamak zorunda. Ama bugün ama yarın mutlaka anlayacak. Yapılanların yanlış olduğunu, ters tarafa gittiğini, kötüye gittiğini anlayacak bu toplum. Niye diyor adam “Üniversiteyi okuyan istemiyorum” diye. (Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, 20 Mart 2016’da okuma oranı arttıkça kendisine afakanlar bastığını söylemiş ve cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini belirtmişti. Arı, ülkeyi ayakta tutacak olanların okumamış cahil halk olduğunu söylemişti – T24) “En makbul adam okumayan adamdır” diyor. Bu adam üniversitede hoca. Bunlar olur mu? Biliyor ki okumuş kesimden oy alamıyor. Almadığını biliyor, çok güzel anketler yapıyorlar. O işte ustalar. Öyle yaparsan insanları toprağa mahkûm edersin.

- Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak, 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce yaptıkları televizyon programı gerekçe gösterilerek “darbeyi önceden bildikleri” iddiasıyla tutuklandı. Darbe girişimi suçunun somut unsurları neler?

Darbe girişimi suçunun somut unsuru, darbe girişimi için bazı faaliyetlerde bulunmaktır. Onlar faaliyetlerde nerede bulundular? Nasıl bir faaliyette bulundular. Televizyon programı açık, ortada. Dinledik o konuşmaları. O konuşmalardan darbeye yandaşlık olmaz.

“Özensiz, pespaye”

- Taraf gazetesi yöneticilerinin 'Balyoz darbe planı' haberleri için 52 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle yargılandıkları davanın iddianamesinde “sanık Can Dündar” ifadesinin geçtiği anlaşılınca mahkeme başkanı, iddianame hazırlanırken kopyala yapıştır yönteminin kullanıldığını kabul etmişti. Bu kamuoyunda, yargılamanın özensizce yapıldığının göstergelerinden biri olarak yorumlanmıştı. İddianamelerde kopyala yapıştır yönteminin kullanılması bize adli süreçlerle ilgili bize bir şey anlatıyor mu?

Çok özensiz. Başka türlü altından kalkamaz ki.

- Böyle bir teamül mü var?

Hayır, böyle bir teamül olur mu? O kadar özensiz ki, pespaye duruma düşmüş. İnsanı bu kadar ağır cezalarla suçlamak kolay bir şey değil. Böyle şey olur mu? Yan baktı, şu kadar ceza. Tersinden baktı, şu kadar ceza. İnsanlar düşüncelerini söyleyecek. Bunları hemen torbaya atıp da “Bunlar budur” diye bir mana çıkarmak olmaz. Yanlış. İnsan düşünecek. İnsan bu. Düşüncesini açıklamayan insan olur mu? Bizi öyle yapmaya çalışıyorlar. Ha düşüncenizi açıklarsınız, hep bir tarafa doğru verirseniz olur. İstediğiniz gibi açıklayın ama onların istediği tarafta açıklarsanız hiçbir şey yok.

“Adamı 2 yıl yatırıp ‘Hadi git’ diyeceksin, böyle şey olur mu?”

- Yargının siyasetten etkilenerek tutuklu yargılamaları esas aldığı yorumlarıyla ilgili görüşünüz ne?

Tabii, olmaz mı. Çok yanlış bir şey. İnsanları mağdur edersiniz. Şimdi bir adamı yargılayacaksınız, iki sene yatmış adam. Adamı beraat ettireceksiniz veya ceza vereceksiniz, Yargıtay bozar onu. Olanlar ortada. Sonra ne yapacaksınız adama? "Al sana 100 lira, 2 yılın karşılığı, hadi git” diyeceksin adama. Böyle şey olur mu? Bunun karşılığı bu mudur? O cezaevinde bir gün geçirebilir mi insan? Biz bayramda, seyranda bazen giderdik de, onlara belli etmeden kaçmak için, bir an evvel çıkmak için can atardık. O parmaklıkları gördükten sonra. Parmaklık, parmaklık, parmaklık, bir kapı, iki kapı, beş kapı. Psikolojik olarak da etkilenirsiniz. Bizde de öyle oldu. Bu insanlar yıllarca böyle oturdu. 5-6 sene hapis yatan insanlar var.

- İktidarın ve muhalefetin bu davalara yaklaşım tarzını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidarın tavrı hep tek taraflı oldu. Öyle bir ülke oldu ki Türkiye, hepimiz taraf olduk. Böyle bir birliktelik nasıl yaşayacaksınız bir ülkede? Birinin ak dediğine öbürü kara diyor. Hiçbir konuda birleşme var mı? Bir Kudüs olayında herkes parmak kaldırdı, tamam. Başka hangi olayda bir araya gelindi? Bu işte herkesin bir katkısı var ama ana katkı devletin, devleti idare edenlerin. O göz ardı edilemez. Bizi bu durumlara getirenler onlar. Meclis’e bomba attıran onlar, o hâle getirdiler adamları.

“Sözde kura çekilmişti, bence Ergenekon davası bize verildi”

- Daha önce Ergenekon davalarına istemeden baktığınızı söylemiştiniz. Neden öyle düşünmüştünüz? Sizi o noktaya hangi olaylar, süreçler getirmişti?

Bu davanın bize verildiğini düşünüyorum. Sözde kura çekilmişti ama ben bize verildiğini düşünüyorum.

- Diğer iki hâkimden dolayı mı?

Ne söyleyeyim size. Bir hâkim hakkında konuşmak istemem. Ama maalesef yapılanlar da ortada. Ama biz hâkimliği böyle yapmadık. 40 yıllık hâkimliğim var ama hiç böyle bir ortam olmadı.

- Ara karar alma aşamasında neler yaşanıyordu?

Söylüyorsunuz, sanığın konumunu, yapısını. Adam paşa, adam profesör, üniversitenin rektörü. Bunu kaçacak diye oraya koyarsanız olmaz bu. “Tutukluluğunun devamına” diyorsun buna. Niçin diyorsun? Sonra bunlar ellerine tabanca, tüfek, bomba alıp bir yerlere atmadılar. Hiçbirinin böyle bir eylemi yok. Siyasi suçlarda dikkat edeceksin. İnsanları cezaevinde yatırmakla olmaz o iş. Cezaevinde yatırmak bir nevi gözdağıdır, başka bir şey değil.

- Ama Ergenekon’da yargılananlar arasında tartışmalı isimler de vardı.

Ayrı konu. Hepsi için söylemiyorum ama tartışmalı isimler bile olsa ki o isimler tartışıldıkları suçlamalardan, iddia olunan eylemlerinden yargılama yapılmıyordu. Hiçbir madde yok.

- Cumhuriyet davasında mahkeme heyeti başkanı, avukatlara “Bu avukatlar, sanıklar ve bizlerin zorunlu bir yol arkadaşlığıdır. Olmasaydı da olurdu diyebiliriz” demişti. Bu sözleri nasıl okumak gerek?

“Avukatın burada ne işi var, gereksiz” demeye getiriyor.

- Dolayısıyla “Ortada suç yok” mu diyor?

Hayır, tersine yorumluyor. Ters yola itiyor diyor. “Lüzumsuz bir gelişmedir” diyor.

“Al HSYK’yı vur HSK’ya”

- 2010 referandumu sonrası Gülenci yapılanma HSYK’da çoğunluğu ele geçirmekle suçlanıyordu, sizin de kurulla ilgili eleştirileriniz olmuştu. Bugünkü HSK yapılanması hakkındaki düşünceleriniz neler?

Al birini vur ötekine. Hiçbir farkı yok.

“Örgüt adına da yapsa ölüyor bu adam”

- Ergenekon ve diğer yargılamalarda yaşanan mağduriyetlerle, bugünkü yargılamalarda yaşanan mağduriyetler arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar var?

Mağduriyet, mağduriyettir. İkisinde de siyaset var. İkisinde de tabanca, tüfek, bomba atmak yok. Sadece söz var. Yazılı konuşmalar var. İkisinde de bu şekilde uzun tutukluluk olmamalı.

- Ergenekon davası döneminde özellikle hasta tutuklulara yönelik tahliye yönünde oy kullandığınız biliniyor. Yakın zamanda Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın uzun tutukluluklar sonrası tahliyeleri söz konusu oldu. Hasta tutukluların bugünkü durumları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yanlış, o şekilde tutulmaları yanlış. Onlara başka şeyler atfediyorlar, örgüt adına yapıyor diyorlar. İnsan ölüyor. Örgüt adına da yapsa ölüyor bu adam. Adam kanser olmuş. Cezaevinde ölecek, cezaevinde tedavisini yapma şansınız yok. Bırakın dışarıda tedavi olsun. Ona göre tedbir koy. Çok tedbir var. Haftada bir polisten sorarsın, yurt dışı yasağı koyarsın, imza attırırsın.

“Kimse Cumhurbaşkanı’nın karşısına çıkıp ‘Sen ne yapıyorsun?’ demiyor”

- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili verdiği tahliye kararı sonrası “Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” demiş, yerel mahkemelere karara direnme çağrısı yapmıştı. Anayasa Mahkemesi’nin daha sonra verdiği birçok karar tartışma konusu oldu. AYM’nin iktidar baskısı altında olduğu iddialarına katılıyor musunuz?

Başka türlü olur mu? Devletin cumhurbaşkanı bu şekilde beyanatta bulunuyor. Demek ki bir yere güveniyor da böyle bir beyanatta bulunuyor. Kimse karşısına çıkıp, “Hey, sen ne yapıyorsun? Anayasa Mahkemesi’ne sen böyle nasıl cevap verirsin” demiyor. Bir şey dememenin sebebi suskunluk değil, bir şeyleri kabuldür.

“Bakanlar dâhil herkes yargılanmalıydı”

- Reza Zarrab’ın ABD’de yargılanmasıyla ilgili olarak Milliyet yazarı Mehmet Tezkan, “Bu 4 bin 500’ü aşkın atılan hâkim ve savcılarla mı yargılayacaktık? İyi ki o zaman bunu yapmamışız” dedi. Bu yöndeki görüşler katılıyor musunuz?

Ne zaman yargılayacaktınız Zarrab’ı? Adamlar kaçmadan önce yargılayacaktınız. Ortaya bir şeyler çıktı. Bakanlar dahil yargılayacaksınız. Suç isnat ediyorsanız. Yargılamada o kişiler yanlışlar yapabilir, taraf tutabilir. Onlar o zaman düşünülecek şeyler. Şimdiden adamların neler yapacağını, nasıl davranacaklarını, mahkemeyi nasıl yönlendireceklerini kestirmek zor bir şey. Ama tabii mutlaka o adamlar kaçtığına göre, o hâkimler hakkında bu kadar suçlama olduğuna göre, o adamlar mutlaka orada da bir şey yapabilirdi düşüncesi hakim olabilir.

- Türkiye’de yargıdan umudunuz var mı? Böylesine tartışmalara konu olan bir yargıda yargılanmak ister miydiniz? Kendinizi hukuk güvencesi içinde hisseder miydiniz?

Biraz zor, bu şartlarda. Bu şartlarda biraz zor.

“Askeri hâkimler daha objektifti”

- 2014 yılında yine T24’e verdiğiniz söyleşide, DGM’lerde görev yaptığınız dönemde askeri hâkimlerin de yer aldığı heyetlerin daha objektif karar verdiğini savunarak, “Bugünleri gördükten sonra geriye baktığımda o zamanlar daha rahat çalıştık gibi geliyor. Böyle sert şeyler yapmadık” demiştiniz. Aynı eleştiriyi bugünkü yargılama süreçleri için de yapar mısınız?

Askeri hâkimler daha objektif davrandı onlarla beraber çalıştığım sürede. Gördüğüm kadarıyla. Bu kadar sert değillerdi. Hukuku öne almadan yargılama yapamazsınız.

“Detaylarını inceleyebilseydim, iddianameyi alıp savcının kafasına vururdum”

- Aynı söyleşide, Ergenekon davasının iddianamesiyle ilgili olarak “Okuduk desek yalan söyleriz. Şimdi olsa gerekli incelemeyi yaptığım için birçok yönden o iddianameyi geri çevirirdim. Ama o zaman kabul etmek zorundaydık. Çünkü geri çevirmek için sebepleri öne sürmek gerekiyordu” demiştiniz. Neden kabul etmek zorundaydınız?

Kabul etmemek için sebepleriniz olacak. Onları bulup, diyeceksiniz ki savcıya “Al bu iddianameni şunları şunları ekle, bunlar eksik.” Savcı iddianameyi ikinci kez gönderirse size kabul etmeme şansınız yok. Bir kezdir o. Onun için çok ince eleyip sık dokumak lazım iade etmek için iddianameyi. Şimdi düşünün, 500-600 klasör dosya. İki bin sayfa iddianame. Süreniz 15 gün. 15 günde bu kadar şeyi nasıl inceleyeceksiniz? O zaman eksik gördüğünüz bir iki basit şeyi yollarsınız. Ne olur o, size 15 gün daha süre kazandırır, iddianame düzeltilir hemen geri gönderilir. Esasa yönelik bir şey elde edemezsiniz. Mecburen kabul etmek durumunda kalıyorsun. Zaman içinde evrakları, dosyaları incelediğimde o kadar şey görüyorsunuz ki, onları o zaman görebilsek alıp savcının kafasına vurursun. “Sen ne diyorsun. Hayali şeyler yazıyorsun da hani bunların dayanağı? Bir dünya ceza istiyorsun, hepsi dayanaktan yoksun” diyebilirdik o zaman ama olmadı.

- O dönemde iktidardan hükümete yakın medyaya kadar birçok kesim “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” görüşündeydi ama rüzgâr birkaç yılda tersine döndü. Benzer durum önümüzdeki yıllarda da gerçekleşir mi?

Yaşanmasın. Türk insanı bundan çekiyor görüyoruz. İlla bunlar çekti, karşı taraf da çeksin diye bir olayın içine girmemek lazım. Suçluysa gayet tabii. Kim suç işlediyse çekecek ama kısasa kısas uyguladığınızda olmaz. Hukukta bu yok. Ama bu demek değildir ki yapanlar yanlış yaptıysa, eksik yaptıysa yanlarına kâr kalsın.

T24
ETİKETLER
köksal Şengün ergenekon hakim savcı hsk hsyk anayasa referandum kumpas devlet ahmet altan mehmet altan nazlı ilıcak

Terazi doğru tartmadığında, ‘geriye kalan’ kanaatlerimizdir…
MURAT SEVİNÇ
20/12/2017

TV’deki işkence propagandasını eleştiren son yazının ardından, kimi eş dosttan anlamlı bulduğum bir eleştiri geldi. Yazının sonunda yaptığım ‘karşılaştırmanın ölçüsü’ne dair. Üç beş yıl önceki yargılama faaliyetleri esnasında ‘delil üreterek’ berbat işler yapanların, bir yandan da kendi iddianamelerini yazdıklarını dile getirmiştim. Bugün akıl almaz işler yapanlar gibi.

Buna mukabil karşılaştırmamda söz konusu olan yalnızca o günün ‘yargılamalar’ı değildi. Kimi Cemaat mensuplarının, farklı alanlarda neden oldukları mağduriyetleri, haksızlıkları da içeriyordu.

Hâl böyleyken başta ‘yargı’ konusu olmak üzere, ‘mağduriyet’ ve ‘bence yargı’ konularını biraz daha açmam gerekiyor.

Cemaat/cemaatler konusunda çalışmış biri değilim. Okumalarım, bir iki kitap, gazete yazı ve haberlerinden ibaret. Kalanı, yıllar boyu gözlemlerden, duyulanlardan, tanık olunanlardan. Dolayısıyla herhangi bir cemaatin yapısı konusunda uzun uzadıya çözümleme yapamam. Bilebildiğim şey, siyasal İslam’ın holdingleşmeye başladığı 80’li yıllardan bugüne çok bilinçli bir ‘faaliyet’ içinde oldukları, kadrolaşmada tek sorumlunun AKP olmadığı, ancak AKP döneminde zirveye tırmandıkları. Herkesin bildiği gerçekler.

Bir başka gözlem de, örgütlenmenin çok sayıda halkadan oluştuğu. Kimi faaliyetleri organize ederken, kimisi yalnızca sempatizan, yurtlarında kalmış, okullarına gitmiş, gazetelerini okumuş ya da oradan bulduğu torpille işe girmiş. Haliyle tüm mensuplarını/meraklılarını aynı kefeye koymak zırva olduğu gibi, 15 Temmuz’da köprü bombalayan ile kamu kurumunda şoförlük yapmış ya da vaaz videosu seyretmiş insana aynı/benzer muamele yapmak, haklarında aynı terminolojiyi kullanmak, izan ve hukuk dışı. Üstelik herhangi bir cemaatin ‘sempatizan’ı olmak suç değil. Aksi halde halihazırdaki cemaat ve tarikatların sempatizanlarının nereye konulacağı da bir sorun olur.

Ezcümle, aynı yolun yolcusu olan, dini kisve içindeki çıkar/ihale ‘kurumlar’ı bunlar. İçlerinden biri ve kuşkusuz uzun yıllar en ‘muteber’ kabul edileni fazla güçlendi, iktidarla belli bir tarihten sonra muhtelif gerekçelerle papaz oldu ve ‘görünen o ki’ hayli örgütlü bir kesim mensubu silaha başvurarak yasal olanı devirmeye kalktı.

‘Görünen o ki’, ifadesini kullanıyor olmamın nedeni, darbeyle ilişkili oldukları iddia edilenlerin de, henüz yargılanıyor oluşları. ‘Ben’ Fethullahçıların/Cemaat’in (güncel adıyla FETÖ) yediği herzelerden emin olabilirim, ancak ‘ben’ yargı organı değilim ve ‘benim’ emin oluşum, ‘benim’ dışımda hiç kimseyi, hele ki yargı organlarını ilgilendirmez. Nitekim yazının konusu da bu: ‘Bence yargı’ düzeninin yol açtığı adaletsizlik.

Aşağıda ‘yargı’ konusuna dönmek üzere, önce tek sorunun yargılamaların vahametine dair bir ‘karşılaştırma’ olmadığını bir kez daha yinelemek isterim. Şöyle ki:

Yıllarca tanık olduklarımız, yalnızca delil üretmek ve saçma sapan iddianamelerden ibaret değildi. Bürokrasinin ve ticaretin her hücresine nüfuz etmeye çalışan bir örgütlenmeden söz ediyoruz. Nüfuz ederken ayak kaydırmaktan çekinmeyen, insanları itibarsızlaştırmaya çalışan bir örgütlenme. Gidin Ankara’ya, herhangi bir bakanlığa girip aklı başında bir orta/üst düzey bürokrat bulun, size yıllar içinde tanık olduklarını anlatsın. Burada hemen şu anda aklıma gelen örneklerden yalnızca bir ikisini vermek istiyorum. Diplomasiye, akademiye ve yargıya dair:

İlki diplomasiden. Dışişleri’nin son yıllarında sınav sistemini değiştirdiler ve ilk elemeyi test sınavına dönüştürdüler. SBF’yi bitiren ve hakikaten çalışkan olduğunu bildiğim çocukların büyük kısmı o test sınavını geçemedi. Bazen sınav sonrası sohbet ettiğimizde, bazı soruların konusunu yaşamlarında ilk kez duyduklarını söylüyorlardı. Yalan olmasın, benim de fikrim yoktu! O yıllarda sınavı kazanan herkesin Cemaat mensubu olma ihtimali yok kuşkusuz. Hak ederek giren çok insan vardır. Fakat, giriş sınavı yabancı dil çeviriyle yapılan bir bakanlığa alınanlar, ilk kez o dönemde ‘dil kursu’na gönderildi! Ve ilk kez, Dışişleri’ne alınan meslek memurları, eski memurlara ‘monşer’ demeye başladı. Durumun vahametini anlayın diye yazıyorum bunları. O yıllarda dışişleri bakanı olan zat, bugün ortalıkta gülümseyerek dolaşıyor.

İkinci örnek akademiden olsun. Üniversitede durum neydi dersiniz? Pek çok üniversitenin rektörü nasıl seçiliyordu sizce? Kadrolar nasıl çıkıyordu, hangi ölçütlerle? Jüriler nasıl oluşturuluyordu? Üniversite olduğu iddia edilen kurumların halini ayrı bir yazıda ele alacağım için şimdilik uzatmayacağım. Rektör seçimine ilişkin tek bir örnek: Tanıdığım, niteliğinden kuşku duyulamayacak bir öğretim üyesi hekim, gönüllü gittiği bir taşra üniversitesinde, orayı biraz daha üniversiteye benzetmek için rektör adayı olmak istemişti. Bu kararını sevinerek destekleyen meslektaşları olmuş. Seçimden yaklaşık bir yıl önce o üniversiteye başka bir şehirden bir öğretim üyesi gelmiş. Gelen öğretim üyesi doçentmiş. Hızla profesör olmuş! Hadi tahmin edin; evet, rektör adayı olup seçimi açık farkla kazanmış. Cemaatçilerin yoğun desteğiyle. Yakınımın fakültesindeki bir meslektaşı, seçimden önce, ‘Abi kusura bakma,’ diyerek göstermiş cemaatine sadakatini! Belli ki o rektör işini biliyormuş ama; zira hâlâ rektör. Oy verenlerin bir kısmı ise cezaevinde. Böyle bir çıkar örgütlenmesinden, adaletsizlik ve iş bilirlikten söz ediyorum.

Türkiye gibi bir ülkede, ortalıkta bu kadar çok profesör oluşu size de garip gelmiyor mu? Nasıl oluyor ki acep? TV’de, cümle kurmaktan aciz adamları seyrediyorsunuz değil mi? Canım profesör olmak için cümle kurmak şart mı!

Sonuncusu yargıdan. İş görme yöntemleri hakkında daha açık fikir vermek için. 2010 dalavereci anayasa değişikliği üzerinden yaklaşık bir yıl geçmişti. Anadolu’da hakimlik yapan bir arkadaşım aradı. Halkoylamasında ‘Evet’ oyu vermişti. Bu oyu, daha çoğulcu bir yargı özlemiyle verdiğinden hiç kuşkum yok. Arkadaşım, değişiklik ardından yargının HSYK eliyle tümüyle Cemaat’in etkisine girdiğini söyledikten sonra, dertlendi: “Çok eleştirdiğim ulusalcı yargı yalnızca haksız biçimde ihraç ediyordu, ama başka bir şey yapmıyordu. Bunlar cebime esrar koyarsa hiç şaşırmam!”

Örnekler can sıkacak kadar çok. Dediğim gibi, deneyimli ve ‘ekşi yememiş’ bir bürokrat bulun, uzun uzun anlatsın! Söylemek istediğim, karşı karşıya olunan örgütlenmenin vahameti ve nerelere, hangi yöntemlerle sızdığı, pervasızlığı.

Peki, 15 Temmuz sonrası işe girmelerde ‘liyakat’ mı esas alınıyor dersiniz! Güldürmeyin.

Tabii haklı olarak hemen şu tepkiyi verecek çoğu okur: “Canım tek başına mı yaptılar?” Eh sorun da bu zaten. Ve öyle bir sorun ki, üç kuruşluk adalet duygusu olan her yurttaşı çileden çıkarıyor. Şu anda gücü elinde tutan irili ufaklı idarecilerin ve havuz medyası sakinlerinin ‘halis zeytinyağı’ konumunda oluşu hakikaten akıl alır gibi değil. Giderek gerçeklik duygusunu kaybediyoruz tanık olduklarımız karşısında.

Gelelim yargılama ve mağduriyetlerin ‘karşılaştırılması’na.

Bir önceki yazıda altını çizmeye çalıştığım sorun, o dönemin yargı faciasının, bugün içerik değiştirerek devam ediyor oluşuydu. Elbette muhatap olan insan sayısı karşılaştırılamayacak ölçüde çok. Buna mukabil, ‘adaletin doğru dağıtılmaması’ hastalığı sürüyor.

Ergenekon yargılaması esnasında ‘torba’daki isimlerden bir kısmının darbe planlayıcısı olabileceğini, bir kısmının ise muhalifleri ezmek hedefi nedeniyle eziyet gördüğünü düşünüyordum. Hâlâ aynı kanıdayım. O davalardaki birileri katil kılıklı, yazar çizeri hedef gösteren heriflerdi. Bugünkü yargılamalardaki sanıkların bir kısmının türlü yasa dışılıkların içinde olduğunu; buna karşın işinden edilmiş on binlerce insanın bir darbe girişiminde rol almış olamayacağını düşünüyorum. Aksi yönde bir iddia akıl dışı olur. Daha da Türkçesi: Yıllar önce Ergenekon’da yargılananların belki tümü darbeciydi. Belki hiç biri değildi. Bugün de aynı şey geçerli.

Sorun şu ki, askıdaki anayasasında ‘hukuk devleti’ yazan bir devlette, benim, sizlerin suç ya da suçsuzluktan kuşku duyuyor ya da duymuyor oluşumuzun bir değeri yok. Olmamalı. Savcı değiliz, hakim değiliz, temyiz organı değiliz. Benim, bizlerin kanaatleri beni ve bizleri ilgilendirir. Yargının işi suç isnadını, deliller ışığında değerlendirip karar vermektir. Karar, ulusal ve uluslararası hukuk tarafından benimsenmiş ‘adil yargılama’ ilkelerine uygun olmak zorundadır.

Bu yapılmadığında geriye kalan bir yargılama faaliyeti değil, ‘düşman ceza hukuku’ rezaletidir. Geriye kalan, benim, bizlerin kanaatleridir. Geriye kalan ‘bence’ yargı düzenidir. Geriye kalan, mülkün temelini oymaktır, yok etmektir. Geriye kalan, bir sonraki yargı rezaletine çok sevinecek on binlerce yeni mağdur yurttaş, yüzbinlerce yeni aile ferdi biriktirmektir. Geriye kalan daha çok kin ve daha çok öfkedir. Geriye kalan, dün adil olmayan yargıdan şikâyet edenlerin, bugün örneğin Altan kardeşlerin aynı zihniyetle karşı karşı kalışına sevinmeleridir. Geriye kalan, sıradan bir memur işten atılır ve ailesiyle birlikte perişan edilirken kimi ‘sorumlu’ idarecilerin sırıtan yüz ifadeleridir. Geriye kalan, bir bankayı açanların değil, o bankaya para yatıranların eziyet gördüğü yüzsüzlük düzenidir.

Adil yargılamayı savunmak da, diğer pek çok anayasal ilke açısından olduğu gibi ‘hamileliğe’ benzer. Az adil, çeyrek adil karar olmaz. İddia, savunma ve yargılama ayaklarından oluşan süreç ‘adil’ olmazsa, yargılama faaliyeti çöptür. Başka hiç bir şey değil.

Türkiye’de birileri, hazzetmedikleri kim var kim yok, yok olsun istiyor. On binlerce insan sorgusuz sualsiz işinden edildi, binlercesi içeri atıldı. Ardından, başta AİHM olmak üzere dostlar alışverişte görsün bir komisyon kuruldu. Temel niteliği ‘karar vermeye başlamamak’ olan bir komisyon. Ne böyle bir OHAL, ne böyle OHAL KHK’leri ‘mümkün’dür, ne de böylesi bir yargılama faaliyeti. Adil olmayan uygulamalar dün nasıl çöktüyse, yarın da öyle çökecek. Bugün sevinenler yarının mağduru olacak, ‘Bence suçlu’ yargı düzeninde.

Hukuka aykırılığın, ilkesizliğin, toptancılığın ve bu ölçüde bir hoyratlığın, toplum ortalamasını daha da acımasız ve ahlaksız hale getirmek, daha çok acı vermek dışında bir işlevi yok…

Diken

Aydın Engin: Demek bundan böyle bir sanığın nasıl bir savunma yapacağına yargıçlar karar verecek
27 Aralık 2017



"Ne hürriyetimizi kaybederiz, ne haysiyetimizi"
Aydın Engin*

Dört arkadaşımızı jandarmalar eşliğinde, elleri kelepçeli yine Silivri’ye yolcu ettik. Bir sonraki duruşma 9 Mart’ta. 9 Mart’a 2.5 (iki buçuk) ay var.
Dahası var. Bir sonraki duruşma nedense ve ne hesapla ise yine o kara ünlü Silivri’deki duruşma salonunda görülecek. Dahanın da dahası, duruşma salonunda yer alacak avukat sayısı da kısıtlandı; sanık başına üç avukat.
Bütün bunlardan sonra Cumhuriyet’in tutuklu ve tutuksuz sanıkları, salonu silme sıvama dolduran destekçiler, savunma görevini üstlenen Türkiye’nin en iyi hukukçuları öfkeleri taşkın, yürekleri yaralı, umutları kırık, dirençleri zayıflamış olarak mı duruşma salonunu terk ettiler?
Güldürmeyin beni!..
Dimdik çıkıldı o salondan. Dirençler bilenmiş, öfkeler aklın buyruğunda, özgürlük ve demokrasiyi savunma kararlılığında çıkıldı.

***

Şu çok aşınmış medya diliyle söyleyeceğim. Yargı, pazartesi günü “bir ilke imza attı”: Tepeden tırnağa, baştan sona siyasi bir davada siyasi savunmayı yasakladı.
Başımın püsküllü belası ve yeri her daim başımın üstünde olan Ahmet Şık kardeşimin (“Ahmet Şık oğlum” deseydim daha mı doğru olurdu?) iki saati aşkın sürebileceğini baştan belirttiği savunmasının daha 6. dakikasında “...İktidar güdümünde bir yargı var. AKP ve siyasal iktidarı...” diye başlayan bir cümlesini mahkeme başkanı kükreyerek yarıda bıraktı:

- Burada sana siyasal savunma yaptırmam...
Breh breh breh!..
Demek bundan böyle bir sanığın nasıl bir savunma yapabileceğine yargıçlar karar verecek.
Bundan böyle anlaşılan ancak şöyle bir savunma çizgisine izin verecekler:
- Sayın yargıçlar, sizlerden daha da sayın soruşturma savcısının iddianamesinde bana yöneltilen suçları valla billa bilerek işlemedim. Bundan sonra asla öyle yazılar yazmayacak, öyle haberler yayımlamayacak, ülkenin başına devlet kuşu gibi konmuş Başkan’ın canını sıkmayacak, uslu, hükümetine, yargı erkinin tercihlerine sımsıkı uyacak biri olacağım. N’oooolur beni bu defalık beraat ettirin. Bundan sonra iki gözüm önüme aksın ki, ekmek Kuran çarpsın ki hem yerli, hem milli, hem hükümetin, hem devletinbuyruklarına sımsıkı bağlı bir gazeteci olacağım. Savunmam bundan ibarettir sayın mahkeme heyeti. Beni dinleme lütfunda bulunduğunuz için teşekkür ederim...
***

“Reina cankırımı” diye adlandırılan IŞİD davası da aynı ağır ceza mahkemesinin yargıçlarınca yürütülüyor. Bizim duruşmadan birkaç gün önce, “cihatçı” olduğunu açıkça ifade edenleri de tahliye ettiler. Gerekçe pek manidardı: “Kişisel halleri, delil durumu, sabit ikametgâhları bulunması veölçülülük ilkesi”...
Karar çok yerinde. Bizim takıma tahliye kararı verilmemesi de pek yerinde. Malum Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Emre İper evsiz barksız, sokaklarda dolanan serseri takımından, duruşmadaki halleri tahliyeleri halinde kamu güvenliğini şiddetle bozacak kadar kötü, haklarındaki deliller pek kesin (Mesela Cumhuriyet’in yayın çizgisini savcıdan izin almadan değiştirmek filan gibi), 14 aydır içeride olmaları ölçülülük ilkesine uymayacak kadar az falan filan...

***

Boşverin.
Bizler mesleğimizi en ağır baskılar altında sürdürmeye alışkınız. Cumhuriyet böylesi baskılara karşı şerbetli.
İşimiz olup biteni, hele hele kapalı kapılar ardından dönen dolapları elimiz titremeden, duraksamadan haberleştirmek, ödevimizin “halkın haber alma hakkını savunmak” olduğunu unutmamak...
Ama içeride, ama dışarıda...
Söylenecek olanı da zaten Akın Atalay duruşma salonunda söyledi:
Tutuklu olmak değildir ömrümüzün en feci işi
Müşkül odur ki hürriyetini ve haysiyetini kaybeder kişi
Bilen bilsin, bilmeyen öğrensin: Ne hürriyetimizi kaybederiz, ne haysiyetimizi.
Ama içeride, ama dışarıda...

*Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
ahmet şık cumhuriyet aydın engin savunma mahkeme

Baro başkanları olağanüstü toplandı: 696 sayılı KHK derhal geri çekilmeli!
27 Aralık 2017



TBB Başkanı Feyzioğlu, "OHAL derhal kaldırılmalıdır. 696 sayılı KHK derhal geri çekilmelidir. Tatilde olan TBMM derhal toplanmalıdır" dedi

Baro başkanları Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) çağrısıyla 17 aydır devam eden OHAL ile 695 ve 696 sayılı KHK'ları görüşmek üzere Ankara’da olağanüstü toplandı.

Türkiye Barolar Birliği 36'ncı Olağanüstü Baro Başkanları toplantısı sonrası Metin Feyzioğlu, Baro Başkanları ile birlikte ortak basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan Feyzioğlu, OHAL'ın derhal kaldırılması gerektiğini söyledi. OHAL'in terörle ve darbeye kalkışanlarla mücadele amacının dışında, olağan bir yönetim biçimi olarak kullanılmaya başlandığını söyleyen Feyzioğlu, “696 sayılı KHK derhal geri çekilmesi ve tatilde olan TBMM derhal toplanması” çağrısı yaptı.

Fevzioğlu "Devletin ilgili kurumlarının elinde, OHAL olmaksızın da terörle mücadele etmeye yetecek güç ve yetkiler vardır. Türkiye Barolar Birliği ve Barolarımız hukuk çerçevesinde terörle mücadele edilmesini her zaman desteklemiştir. Ancak OHAL bu haliyle, terörle mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. Çünkü Türkiye’nin demokratik görüntüsüne ağır zarar vermektedir. Bu da, terör örgütlerinin özellikle dış ülkelerde meşruiyet kazanma girişimlerini kolaylaştırmaktadır. Türkiye’nin yatırım yapılamayacak bir ülke olarak görünmesine neden olmaktadır. Savunma hakkını sınırlayarak yargılama sürecinde suçlu ve suçsuzun birbirinden ayrılmasını zorlaştırmaktadır. Masumları mağdur etmektedir. Gerçek suçluların masumların arkasına saklanmasına imkan sağlamaktadır. Bugüne kadar OHAL ile ilgisi olmayan binlerce düzenleme, OHAL KHK’ları yoluyla yapılmıştır. Üstelik bunların önemli bir kısmının KHK ile düzenlenmesini Anayasamız yasaklamıştır. Bunlar aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır. Mevcut uygulamada hangi konuların kanunla, hangilerinin KHK ile düzenleneceğine Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu karar vermektedir. Oysa bu konuda esas alınabilecek tek irade ve tek belirleyici anayasadır. Bu durum, TBMM’nin yetkilerinin fiilen elinden alınması anlamına gelmektedir" dedi.

"Ucu açık bir ceza ve tazminat sorumsuzluğu getirilmiştir"

Konuşmasında, "Bir tek hükmü bile OHAL’le ilgili olmayan 696 sayılı KHK ile milli irade bir kez daha yok sayılmıştır" diyen Feyzioğlu, şöyle devam etti:

"Bu süreç sonunda verilecek hükümlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce hak ihlali olarak yorumlanacağı da açıktır. Gerek 696 sayılı KHK’da, gerek önceki KHK’larda Anayasa’ya aykırı yüzlerce düzenleme vardır. Mesela tek tip elbise düzenlemesi ile sanıkların peşin olarak suçluluğunun kabul edildiği görüntüsü verilmektedir. Savunma hakkı ağır şekilde ihlal edilmektedir. Türkiye’deki yargılamaların dünyada; önyargılı, suçsuzluk karinesini yok sayan ve usulen yapılan yargılamalar olarak görülmesine sebep olunmaktadır. Bu apaçık Anayasa ihlallerinden bile daha vahim olanı, 696 sayılı KHK’nın insanların yaşamlarını tehlikeye atan bir sorumsuzluk maddesi içermesidir.

696 sayılı KHK, sadece 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin bastırılmasına katılan sivil vatandaşlarımıza yönelik ve yalnızca kanunla TBMM tarafından düzenlenebilecek bir genel af veya sorumsuzluk getirmekle kalmamıştır. Geleceğe yönelik olarak da sivil vatandaşlarca suç işleme özgürlüğü olarak anlaşılabilecek mutlak bir ceza ve tazminat sorumsuzluğu getirmiştir. Böyle bir düzenleme kanunla dahi yapılamaz. Her ne kadar bazı yetkililerin açıklamaları, KHK’nın ilgili maddesinin sadece 15 ve 16 Temmuz 2016’yı kapsama niyetiyle yazıldığı şeklinde olsa da, madde metni böyle değildir. Geleceğe yönelik ve ucu açık bir ceza ve tazminat sorumsuzluğu getirilmiştir.

Darbe teşebbüsünün devamı niteliğindeki eylemler ne demektir? Kim, neye göre bunu tespit edecektir? Barışçıl bir protesto eylemini 15 Temmuz’un devamı niteliğinde diye yorumlayıp temel haklarını kullanan insanlara saldıran, öldüren, darp eden gruplar olur ise, bu suçlular, bu maddenin kendilerine bu hakkı verdiğini sanacaklardır."

'16 Temmuz 2016'yı kapsıyorsa, bu tarih açıkça madde metnine yazılmalıdır'

Yetkililerin açıklamalarına göre yapılmak istenen bu değilse bile, KHK’da yazılmış olanın bu olduğunu ifade eden Feyzioğlu, "Dinamitin fitilini yakmak kolay, söndürmesi çok zor hatta bazen imkansızdır. Vatandaşlarımız huzursuzdur. Kardeş kavgasına zemin hazırlayan bu vahim madde acilen geri çekilmelidir. Ancak derhal ve bir ilk adım olarak; maddenin savunmasını yapanlarca iddia edildiği gibi uygulama kapsamı en son 16 Temmuz 2016’yı kapsıyorsa, bu tarih açıkça madde metnine yazılmalıdır. Böylece maddenin geleceğe yönelik bir suç işleme sorumsuzluğu olarak anlaşılan anlatımı ortadan kaldırılmalıdır. Yetkili makamların sözlü beyanları kuşkusuz bağlayıcı değildir. Kaldı ki sosyal medya mesaj ve yorumları okunduğunda, sokakta konuşulanlar dinlendiğinde azımsanmayacak sayıda kişinin bu maddenin kendilerine bu hakkı verdiğini sandıkları görülecektir. Çok büyük kitlenin ise huzursuzluğa ve güvensizliğe sevk edildiği anlaşılacaktır. Bu sosyal gerçeklik dahi, maddenin kapsamına ilişkin düzeltme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Milli bir konuda inatlaşmak, tüm topluma ve ülkemize geri dönülmez zararlar verir. Aziz vatandaşlarımızın canlarının, temel hak ve hürriyetlerinin zarar görmemesi Türkiye Barolar Birliğinin ve Barolarımızın tek dileğidir. Bunu talep etmek de hepimizin asli görevidir" dedi.

'TBMM derhal toplanmalı'

Feyzioğlu, OHAL'ın derhal kaldırılması gerektiğini sözlerine ekleyerek şunları söyledi:

"696 Sayılı KHK derhal geri çekilmelidir. Tatilde olan Türkiye Büyük Millet Meclisi derhal toplanmalıdır. Konuyu, milli bir mesele olarak ele almalıdır. Anayasa Mahkemesi 26 yıllık içtihadını hatırlamalı, hukuk devletine sahip çıkmalı ve OHAL ile ilgili hiçbir hüküm içermeyen bu KHK’yı derhal incelemelidir. Türk milletinin doğru bilgilendirildiği taktirde sağduyusunun galip geleceğine güveniyoruz. Milletimizin, hukukun evrenselleşmiş kurallarının sağladığı güven içerisinde birlik ve beraberlik halinde, huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi adına sürecin takipçisi olacağımızı, halkımızı kimseden çekinmeden bilgilendirmeye devam edeceğimizi vatandaşlarımıza taahhüt ediyoruz."

T24
ETİKETLER
metin feyzioğlu türkiye barolar birliği baro ankara khk 696 sayılı khk cezasızlık

Mahçupyan: İktidar bu KHK'yı işleteceği bir gelecek tasavvur ediyor, AK Parti'nin bu sorumsuzluğa "Dur" demesi gerek
28 Aralık 2017



"Sonunda fatura AK Parti’ye ve dindar muhafazakarlara çıkar"

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun fahri danışmanlığını da yapan Karar yazarı Etyen Mahçupyan Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkartılan ve kamuoyunun tepkisini çeken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi (KHK) yorumladı. Mahçupyan, "İktidar bu maddeyi işleteceği bir gelecek tasavvur etmektedir" ifadesini kullanarak, "AK Parti’nin ve AK Partililerin bu sorumsuzluğa ‘dur’ demesi gerekiyor" dedi.

Mahçupyan'ın "Dönülmez akşamın ufkunda" başlığıyla (28 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Son çıkan 696 sayılı KHK ile ilgili tartışmalara noktayı bizzat Başbakan koydu. “Bu konuşmaların hepsi boş konuşmalardır” dedi ve şöyle devam etti: “Buna karşı çıkmak demek vatandaşlarımıza ‘Niye bu darbeye karşı çıktınız’ demektir. Burada bu darbe ve darbeyle birlikte meydana gelen terör olaylarına karşı kamu görevlileri, polis, hakim, savcı, jandarma, asker, vatansever askerler darbeye karışmayan bunların darbecilere karşı koymak için yaptığı fiillerden dolayı sorumlu tutulmaması yönünde bir düzenleme yapıldı ve bu düzenleme Meclise de geldi, Mecliste görüşüldü CHP de bu konuda Meclisteydi ve kabul edildi.”

***

Başbakan iki şey söylüyor, biri yanıltıcı, diğeri tehlikeli. Yanıltıcı olan bu düzenlemenin Meclis’te tartışılıp kabul edildiği... Çünkü Meclis’te kabul edilen madde, 8 Kasım 2016’da çıkan 6755 sayılı olağanüstü hal kapsamındaki tedbirleri içeren düzenlemeydi. Diğer deyişle 15 Temmuz darbesinin bastırılmasında ‘görev alan’ kişilere ilişkin olan madde. Oysa şimdi hükümet ‘görev almamış olan’ yani kendi inisiyatifiyle darbeye karşı çıkmış olanlara da dokunulmazlık getiriyor. Niyetin halisane olduğu konusunda kuşku yok. O gece sokaklara çıkıp direnen insanların muhtemel hak ihlallerine müsamahalı bakmaya herkes hazır.

Ancak Başbakan tehlikeli bir şey de söylüyor. Söz konusu tehlikeyi görmek açısından Bahçeli’nin değerlendirmesini de hesaba katalım: “FETÖ ve istilacılara vatanı dar edenlerin cezai sorumlulukları doğsun mu isteniyor? Bu soruya evet diyenler var ise bize göre vatan hainidir, FETÖ’nün uyanmış ve harekete geçmiş kripto koludur.” Kısacası hem Başbakan hem iktidar ortağı MHP’nin lideri bu KHK’nın 121. Maddesine karşı çıkmanın darbeye destek vermek anlamına geleceğini öne sürmüş oluyorlar.

Şimdi herhangi bir vatandaş 121. Madde yanlıştır dese, bir savcı da onu darbecilik, FETÖ’cülük ve vatana ihanetle suçlayabilir. Eğer bir hakim FETÖ’nün halen darbe arayışında olduğunu, dolayısıyla bugünün söz ve eylemlerinin de 15 Temmuz’un ‘devamı’ niteliğinde ele alınması gerektiğini düşünüyorsa, o vatandaşın 121. Maddeye karşı çıkışı ‘darbeciliği’ destekleyen bir fiil olarak değerlendirilebilir. Akla uzak gibi gözükebilir ama şu an ortalıkta olan bütün iddianameler bu türden muhakemeler ve çıkarsamalarla dolu. Ayrıca eğer birileri söz konusu vatandaşı darp etse ya da öldürse, yaptığı eylem ‘darbeyi engellemeye yönelik’ bir iyi niyet duygusallığı olarak ele alınabilir…

Mesele şu ki, çıkarılan kararnamede yukarıdaki yorumu engelleyecek hiçbir sınırlama yok. 15 Temmuz’un ‘devamından’ ne anlaşıldığı belli olmadığı için, gelecekte yaşanabilecek olan bazı olayların da cezadan muaf olması mümkün hale geliyor. AK Parti sözcüsünün durumu kurtarma gayreti havada kalıyor, çünkü 2016 tarihli düzenlemede bile 16 Temmuz lafı yok. Diğer deyişle bu düzenleme zaman açısından herhangi bir sınır getirmiyor. Buna kullanılan ifadelerin muğlaklığını eklediğinizde, ileride kendinden menkul ‘masum’ vatandaş gruplarının ‘darbe engelleme’ misyonu ile neler yapabileceğini tahmin etmek zor olmamalı.

***

Gelelim işin siyasi tarafına… Türkiye’de bir yasal düzenlemenin nasıl yapılacağını bilen kadrolar ve buna uygun sağlam bir gelenek var. Eğer karşımıza bu şekilde yazılmış bir madde çıkıyorsa, bunun bütün sakıncalar bilinmesine rağmen ‘bilerek’ yazıldığına hükmetmemiz gerçekçi olur. Hele sonrasında iktidar ortağından Başbakan’a resmi ve gayrı resmi iktidar temsilcileri tarafından bir sahiplenme varsa, kısacası çok kolay şekilde değişmesi mümkün bir düzenlemenin ille de belirsiz ve muğlak kalması isteniyorsa, bunun siyaseten tek bir yorumu olabilir: İktidar bu maddeyi işleteceği bir gelecek tasavvur etmektedir.

AK Parti’nin ve AK Partililerin bu sorumsuzluğa ‘dur’ demesi gerekiyor. Çünkü istismara böylesine açık düzenlemeler siyaset ‘çakallarının’ iştahını kabartır. Siz isteseniz de istemeseniz de bu imkanı kullanırlar… Sonunda da fatura AK Parti’ye ve dindar muhafazakarlara çıkar…

T24
ETİKETLER
mahçupyan haber açıklama iktidar khk

Tutuklanmadı: Zihinsel engelli öğrencileri istismardan öğretmene 15 yıl hapis
09/01/2018

İzmir’deki Bornova Halk Eğitim Merkezi’nde sistematik olarak zihinsel engelli öğrencileri istismar etmekten suçlu bulunan öğretmen tutuklanmadı.

İddianameye göre merkezde eğitim gören zihinsel engelli 23 yaşındaki Özlem N., evlerindeki muhabbet kuşlarının gagalarıyla birbirleriyle oynadıklarını görünce annesine “Ben de öğretmen Yalçın K.’yla böyle öpüşüyorum” dedi.

Anne durumu diğer öğretmenlere bildirdi. Öğretmenler Yalçın K.’yı takip etmeye başladı. Daha sonra Yalçın K. hakkında erkek ve kadın öğrencilerin cinsel organlarına dokunduğu, masaj yaptırarak istismar ettiği, bir öğrenciye de dokunup “Kalçan güzelmiş” dediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuldu.

‘Yalan söyleyemezler’

Savcı, mağdurların tamamen zihinsel engelli olduğunu, kendilerini tam olarak ifade edemediklerini ancak sosyal hizmetler uzmanı ve avukat huzurunda alınan ifadelerinin, kurstaki diğer öğretmenlerin tuttukları tutanakla benzer özellikler gösterdiğini, şüpheli tarafından dudaklarından öpüldüklerini, şüphelinin cinsel organlarına dokunduğunun mağdurlar tarafından beyan edildiğini kaydetti.

İddianamede şüphelinin her ne kadar suçu kabul etmese de tanık ifadeleri, mağdurların anlatımları, mağdurların zihinsel engelli olup kurgulama yetenekleri bulunmayan, hayatı gördüğü gibi kopyalayan ve yalan söyleme yetileri bulunmayan mağdurların beyanları göz önüne alınarak öğretmene ‘beden ve ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan mağdurlara cinsel saldırı’ suçundan dört kez üç yıldan 7,5 yıla kadar hapis cezası istendi.

Suçlu bulundu

Dava İzmir 29’uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlarken tutuklu olan öğretmen salıverildi. Tutuksuz yargılanan öğretmen suçlamaları kabul etmezken olay nedeniyle çok yıprandığını söyledi.

Yargılama sonucunda mahkeme, öğretmeni suçlu bularak toplamda 15 yıl üç ay hapis cezasına çarptırdı ancak tutuklamadı.

Karar Yargıtay tarafından onanırsa sanık Yalçın K. cezasını çekmek için tutuklanacak.
Diken

"Adalet" nutukla gelmiyor
Yalçın Doğan
11 Ocak 2018

“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki, Allah adil olanları sever”.

Bir başka cümle:

“Devleti yönetenlerin birinci vazifesi adaleti sağlamaktır”.

Bir başka cümle:

“Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarına baktığımızda hepsinin adalet temelli olarak ortaya çıktığını görürüz.”

Bir başka cümle:

“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görürüz.”

Bir başka cümle:

“Geciken adalet, adalet değildir.”

Bir başka cümle:

“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır.”

Türkiye’de bu cümlelerin altına imza atmayacak tek kişi yok.

Bu cümleler hukuk ansiklopedilerinde ya da adalet üzerine yazılmış pratik ve felsefi değerdeki kitaplardan alınmış değil.

Bu cümleler dün Tayyip Erdoğan’ın Saray’da düzenelenen “Adalet Şurası"ndaki konuşmasından aktarmalar.

İnanmak güç ama, ta kendisi, doğrudan kendisine ait sözler.

Geciken adalet

“Geciken adalet adalet değildir” diyor.

Peki, aylardır yargı önüne çıkmadan, iddianamesi bile yazılmadan hapis yatan insanlar için adalet gecikmiş değil mi? Bu durumda olan binlerce insan var.

Bu felaket durumu çözmek için kendisinin de söylediği gibi, adında “Adalet” olan, kendi partisi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ne yapıyor? AKP hükümeti, Adalet Bakanlığı ve bürokrasisi ne yapıyor?

“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır” diyor.

Hapishanelerde aylardır yargılanmayı bekleyen, yargılanma sırasında ise, hukuk kurallarının yerine getirilmediğini Erdoğan görmüyor mu?

“Adalet” için kritik davalarda yargıçlar ve savcılar sürekli olarak neden değiştiriliyor?

Bu değişikliklerle “adaleti” sağlamak mümkün olabilir mi?

Madem öyle düşünüyor ve söylüyor, o zaman yargıyı neden kendisine bağlamış bulunuyor? Birilerine bağlanmış bir yargıdan hangi “adaletin” sağlanmasını bekliyor?

Madem, “dinimiz” böyle bir sorumluluk yüklemiş, o zaman “dinin gereğini” yerine getirmesi gerek.

Eğer getirdiğine inanıyorsa, o zaman farklı konularda “adalet istiyoruz” çığlıklarını duymuyor mu? Duyuyor ise, bu çığlıklarda “acaba küçük de olsa, bir gerçek payı var mı” diye, hiç zahmet edip, sormaya, araştırmaya gerek görmüyor mu?

Adalet ve Ütopya

“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görüyoruz” diyor.

Ülkenin her köşesinden “adalet çığlıkları” yükseliyorsa, kendisinin “adaletle davrandığını” mı düşünüyor?

Madem “hayırla yad edilmek” istiyor, gerçekten “adil” davrandığına mı inanıyor?

Madem, “Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarının temelinde adalet var”, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi arayışı yok mu ki, “adalet” bugün bu ölçüde bir ütopyaya dönüşüyor?

Bir yandan “dinin” gereği, diğer yandan “demokrasinin ve özgürlüklerin” gereği ki çok doğru, o zaman özellikle son üç, dört yıldır ortaya çıkan onca “adaletsiz” durumları nasıl izah ediyor?

Binlerce insanın sorgusuz sualsiz işlerinden atılması, kimilerinin neredeyse açlığa mahkum edilmesi, hapse atılması ile “adaletin” sağlanmış olduğuna mı inanıyor?

Hani o komisyon?

Çok pratik bir soru:

OHAL kararnameleriyle işlerinden atılan binlerce insanın durumunu yeniden incelemek amacıyla bir komisyon kuruluyor.

Öyle bir komisyon kuruluyorsa, başlı başına kurulması bile, “adaletsizliklerin” yapılmış olabileceği gerçeğini göstermiyor mu?

Kaldı ki, o komisyon neden bir türlü düzgün çalışmıyor? Çalışmıyorsa, “adalet” yeniden yerine nasıl gelecek?

“Adalet” gecikiyor. Hani, “geciken adalet adalet değildir” diyor ya, nerede o “adalet”?

Hayat doğrulamıyor

Erdoğan’ın dün söyledikleri yüzde bin doğru, her kelimesi doğru.

Ya uygulama? Ya hayatın gerçekleri?

Söyledikleri ile taban tabana zıt.

Söylediklerini uygulasın, farklı kavramlardan örnekler verdiğine göre, onların gereklerini yerine getirsin. Demokrasiden örnekler verdiğine göre, demokrasinin gereklerini yerine getirsin.

Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz aylarda Ankara’dan İstanbul’a “adalet için” yürüyor, Türkiye aylarca ve hala “hak, hukuk, adalet” çığlıkları atıyor.

Bunları hiç mi duymuyor ve sadece “kitabi” konuşarak, nutuk atmakla yetiniyor.

Ancak, dünkü gibi o nutuklarla “adalet” yerine gelmiyor.

T24
ETİKETLER
yalçın doğan tayyip erdoğan adalet

OHAL KHK’larının denetimden kaçırılması - 1
Cevher İLHAN
12 Ocak 2018

15 Temmuz Hâdisesinin ardından, ihbarcılığı özendirip, suç ve cezâyı geriye doğru işleten, yargısız infaz yapan ve “suçun şahsiliği” ile “mâsumiyet karinesi”ni berhava eden OHAL KHK’ları Meclis ve yargı denetiminden kaçırılıyor.
Bu vetirede 111 bin kamu görevlisinin gizli “istihbarat raporları”yla ihrâçlarına ek olarak İçişleri Bakanı’nın, sadece “2017’de 48 bin 305 kişi tutuklanmış, gözaltı sayısı ise üç katıdır” açıklaması, OHAL’in haksızlık ve hukuksuzluğa teşne halini bir defa daha ortaya koyuyor.

Öncelikle Anayasanın 121. maddesine aykırı olarak, kış lastiği uygulamasından rektör atamalarına, yüksek yargıya üye atamalarından taşeron düzenlenmesine kadar “olağanüstü halin gerekli kıldığı konular”ın dışında birçok konuda istimaliyle çıkarılan 30 OHAL KHK’sinden ancak beşi Meclis onayından geçti.

MECLİS VE YARGI DENETİM DIŞI…

Aslında Anayasa Mahkemesi’nin “görev ve yetkileri”ne dair 148. maddesindeki “AYM, kanunların, kanun hükmünde kararnâmelerin Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler” açık ibâresine ve “Resmî Gazete’de yayınlandıkları gün Meclis’in onayına sunulup İçtüzük gereğince bir ay içinde Genel Kurul’da oylanması” hükmüne rağmen, iktidarın, MİT’ten mervi gizli isnatlarla yüz binlerin hakkını ve hukukunu yargısız gasbeden KHK’ları inadına Meclis’e getirmeyip “kanunlaştırmamak”la AYM’den/yargıdan da kaçırması, tam bir OHAL istismarı.

Gerçi bu süreçte AYM’nin, hukuk ve yargı dışı resen “suç” icâd eden MGK’yı referans göstererek önceki hukuk temelli kararlarından dönmesi, zorlamalı tevillerle “OHAL ilânını gerekli kılan konular”ın dışındaki KHK’ları dahi “görüşemeyeceğini ve denetleyemeyeceğini” bildirmesi, hukukîlikten uzak politik konjonktüre endeksli bir kırılmayı ele veriyor.

Daha önce âdil yargılama ve uzun tutuklulukları “hak ihlâli” sayarak “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarını boşa çıkarıp yüzlerce sanığın tahliyesinin önünü açan AYM’nin, OHAL sürecinde en son Yargıtay’ın “kesin delil olmak”tan çıkardığı ByLock”u “devletin güvenlik kurumları”na atıfla ”tek başına örgüt üyeliğine delil” sayması, âdil yargılama hakkını berhava eden işlem ve tasarruflara, uzun tutukluluklara âdeta haklılık vermesi, düşülen yaman çelişkiyi açığa çıkarıyor.

Keza resmî rakamlarla henüz yargılamaları bitmemiş, hatta büyük bir kısmı başlamamış 6 bin 800’ü “FETÖ’cü”, 51 bin 700 sanığın “tek tip kıyafet” giydirilerek duruşmalara getirilmesiyle Türkiye’nin uluslararası arenada hukukun hiçe sayıldığı “hibrit-melez demokrasi”nin ötesinde “hukuksuz otoriter devlet” durumuna düşürülmesine bigâne!

BEDELİNİ MÂSUM VATANDAŞLAR ÖDÜYOR

OHAL sürecinde -12.10.2016 toplantısında- (668 ve 669 sayılı) iki OHAL KHK’sındaki bazı hususların iptali taleplerine “yetkisizlik” izharında bulunan AYM, önceki kararlarında OHAL KHK’larını incelemeye alarak Anayasanın açık hükümlerine aykırı bulup iptal etmiş.

Anayasanın 121. maddesiyle çıkarılan ve 148. maddesi ile AYM’nin denetimi dışına çıkartılan OHAL KHK’larını, yine Anayasanın “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ve kullanılması”yla ilgili maddelerinde açıkça belirtilen, “temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulmayacağı; sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı”, “suç ve cezânın geriye doğru yürütülemeyeceği, suçluluğu mahkeme kararı ile tesbit edilinceye kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı” esaslarının ihlâli olarak görüp reddetmiş.

Özetle, AYM’nin Anayasanın açık hükmüne rağmen KHK’ları “denetleyememe”yi mezkur maddedeki “OHAL istisnası”na dayandırması, önceki kararlarıyla nakzedilmekte.

Ne yazık ki, herkesten önce hukukun üstünlüğü prensibini gözetmesi gereken AYM’nin, 15 Temmuz sonrası yargısız, hukuksuz OHAL uygulamalarını ve KHK’larını “denetim dışı”nda tutmasıyla “hukuk devleti” esası hiçe sayılıyor.

Dahası, “yargıyı yürütmeye endeksleyen”, hiçbir delil ve mahkûmiyet kararı olmadan yüz binlerce mâsumun peşinen “teröristlik”le suçlanıp cezâlandırılmalarıyla hak ve hürriyetleri heder eden, toplumda yaygın mağduriyetlere sebebiyet veren hukuksuz emrivakilere seyirci kalınıyor.

Ve hukuktan dönüşle meydana gelen karmaşanın ağır bedelini yüz binlerce mâsum ödüyor.
Yeni Asya

Ağır Ceza mı, İstiklal Mahkemesi mi?
Kâzım GÜLEÇYÜZ
14 Ocak 2018

15 yılı aşkın bir süre önce, 28 Şubat kaynaklı mağduriyetlerin üzerinde yükselerek iktidar olanların, “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” vaadleriyle, “güçlü olanın haklı olduğu değil, haklı olanın güçlü olduğu bir dünya” söylemleriyle ve en son Adalet Şûrâsında Kur’an’dan, hadislerden, İslam tarihinden “adalet dersleri”yle yönetmeye devam ettikleri ülkemizde hukuk ve adaletin içler acısı hali ortada.
Lâfa gelince mangalda kül bırakmazken, icraatta söylediklerinin tam tersini yapmayı ısrar ve inatla sürdüren bir ikiyüzlülük.

Dinimizin de emri olan evrensel hukuk değer ve kriterlerinin tamamı ayaklar altında: Masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsîliği, âdil yargılama, savunma hakkı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı...

15 asır önce Kur’an’da ve Veda Hutbesinde vurgulanan, sonraki asırlarda insanlığın zorlu mücadelelerle ortaya koyduğu tecrübe birikiminin ortak akılla tanzimi neticesi ortaya çıkan uluslararası insan hakları belgelerinde ve bunlara uygun anayasalarda sıralanan tüm hak ve özgürlükler hoyratça gasp ediliyor.

Mahkeme kararları iktidarın hoşuna giderse icra ediliyor; aksi takdirde uygulanmasına geçit verilmiyor. AYM’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay’la ilgili kararında olduğu gibi.

AYM bireysel başvuru kapsamında değerlendirdiği davada hak ihlâli tesbit ediyor ve başvuran gazetecilerin tahliyesine karar veriyor; ama buna rağmen ilgili ağır ceza mahkemeleri tutukluluğa devamda inat ediyor. Anayasanın “AYM kararları herkesi bağlar” şeklindeki açık hükmüne rağmen.

Hemen devreye giren Hükümet Sözcüsü, Saray danışmanları, Başbakan “Dosyaya hâkim olan, bidayet mahkemesidir; AYM kendisini onun yerine koyarak hüküm bina edemez” diyerek ahkâm kesiyorlar.

AYM işin esasına bakmayacaksa bireysel başvurunun ne anlamı kalıyor? Dahası, iktidarın bu mantığına göre temyize de gerek yok. Aynen istiklal mahkemelerinin yaptığı gibi kararı ver ve infaz et. Öyle mi?!!

Biri de “AYM kamu vicdanını dikkate almalı” buyurmuş. Bunların vicdan tarifi de hukukta olduğu gibi, zulümlere arka çıkıp mağduriyetleri “görmeyen” bir tanım! Kafa bu...

***

- Siyasî iktidarın ve güdümündeki mahkemelerin Anayasa Mahkemesine yetki ve görev sınırı çizip ayar verdiği bir tablo: Hukuk devletinde nasıl çağ atladığımızın son örneği. İstikamet bu alanda da 30’lu yılların modeli. Millî irade, ileri demokrasi ve hukukun üstünlüğü sloganlarıyla!
Yeni Asya

O KANIN HESABI
20 Ekim 2008
Cevheri Güven/Aktifhaber
Suçunu itiraf eden ve mahkeme tarafından 4 kez idama çarptırılan İbrahim Çiftçi'nin serbest bırakılması olayı tarihe geçen bir skandal olmasıyla beraber, Türkiye'de derin devletin adamlarına dokunulamayacağı yargısını devleti kilitleyecek noktaya getiren temel olaydı.

Talat Turhan'ın Bomba Davası kitabında ayrıntılarıyla anlattığı olayı her Türk vatandaşı bilmeli.

1978 yılında Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz, Derin Devlet'le ilk kez karşılaştı ve iğneyle kuyu kazarak Kontrgerilla/Derin Devlet'in uzantılarına ilişkin çok önemli deliller buldu.

Savcı Doğan Öz, 1978'in başında, Özel Harp Dairesi ile bağlantılı öğrencilerin meskeni Site Öğrenci Yurdu'na baskın düzenledi. Baskının nedeni bir cinayetti.

Savcı Öz, çoğu milliyetçi gençlerin derin yapılanma tarafından cinayet, bombalama ve kaos için nasıl kullanıldıklarını tespit etmişti.

Ve yaptığı sabırlı ama derin araştırmalar sonucunda vardığı kesin yargı şuydu: "Kontrgerilla Genelkurmay Harp Dairesi'ne bağlıdır"

TARİHE GEÇEN OLAY

Savcı Öz iddiasını delillendirip, olgunlaştırdıktan sonra 80 öncesi dönemin terör eylemlerine ve zayıf devlet otoritesine rağmen gözünü budaktan esirgemedi.

Öldürüleceğini belki de bile bile derin yapılanmayı yok etmek için harekete geçti. Ancak, 24 Mart 1978'de öldürüldü.

Katil bir görgü tanığının teşhisi sonrasında yakalanan Ülkücü kimliğiyle bilinen İbrahim Çiftçi'ydi ve sorgulama sonucunda suçunu itiraf etti.

Bu arada 12 Eylül darbesi oldu ve sonrasında Savcı Öz suikastine Ankara 1 No'lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi bakmaya başladı. Mahkeme Çiftçi'ye aleni deliller karşısında idam cezası verdi.

Ancak bir anda derin bir el devreye girdi. Askeri Yargıtay; görgü tanığı, itiraf, suç delillerini görmezden geldi ve ipe sapa gelmez gerekçelerle idam kararını bozdu.

Mahkeme kararında direndi, Askeri Yargıtay tekrar bozdu. Bu gel git tam 4 kez yaşandı. Dört kez idam verildi ve hepsi bozuldu. Ve sonunda mahkeme pes edip, hukuk tarihine geçecek yazıyla karar verdi:

Askeri Yargıtay mahkemeyi by-pass ederek Çiftçi'nin beraatına karar verince, bu karar üzerine, Ankara 1 No'lu Askeri Mahkemesi, 25 Haziran 1985'te derin devlet ve hukuk tarihine geçen şu kararı vermek zorunda kaldı:

"Sanık İbrahim Çiftçi'nin maktul Doğan Öz'ü taammüden ö
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Oca 14, 2018 11:00 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 29, 2017 10:48 pm    Mesaj konusu: 'Son KHK 'partili yargı'yı pekiştirdi' Alıntıyla Cevap Gönder

Yargıçlar Sendikası Başkanı: Son KHK 'partili yargı'yı pekiştirdi, yargıç karar alırken eli titriyor!



"Tek tip ile masumiyet karinesi yok edilmiş olur"

Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan, 24 Aralık'ta olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan 696 sayılı kanun hükmünde kararnameyi (KHK) değerlendirdi. 696 sayılı KHK'nın iktidarın 'partili yargı' oluşturmaya dönük son hamlesi olduğunu söyleyen Pehlivan, Yargı can çekişiyor, yargıç ve savcı vereceği kararlarda, önündeki dosyalarda eli titriyor" dedi.

Pehlivan, "İktidarın takibinde olan dosyalarda siyasi dosyalarda, kimi iktidarın istediği doğrultusunda karar vermekte hiç bir beis görmeyip, iktidar yargısı algısının pekişmesine çanak tutarken, kimileri ise içinde korku galip geliyor, hukuka uygun karar verip, siyasi iktidarın hedefine oturmamak için rapor alarak duruşmaya çıkmama yolunu kullanıyorlar" diye konuştu.

Evrensel'den Çağrı Sarı'nın haberine göre 2010’da anayasa değişikliği yapılarak HSYK’nin yapısının değiştirilmesi ile başlayan yargı depreminin son KHK ile sürdüğüne işaret eden Pehlivan, “Bu düzenleme ile yargıda denetim altına alınacak bir genel kurul oluşturulmak mı isteniyor” sorusuna dikkat çekti.

Yapılan düzenlemenin “partili yargı algısı”nı pekiştirdiğini söyleyen Pehlivan, adil yargılama yapmak isteyen yargı üyelerinin iktidar baskısı nedeniyle dosya almaktan korktuğunu, hatta rapor alarak duruşmalara katılmadığını söyledi. ‘Tek tip kıyafet’ için ise Ayşe Sarısu Pehlivan, mahkemeye getirilen sanığın masumiyet karinesinin yok edildiğini savundu. Tutukluların baştan suçlu olduğunun kabul edilmesinin yargılamayı yapanlar üzerinde de etkisi olacağına işaret eden Pehlivan, KHK’lerin iptal edilip OHAL’in derhal kaldırılması gerektiğini söyledi.

Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan, kendisine yöneltilen soruları şöyle yanıtladı:

696 sayılı KHK Yargıtay ve Danıştaya ilişkin önemli düzenlemelere yer aldı. Örneğin Yargıtaya 100 yeni üye atanacak. Bu durum, OHAL ile beraber iş yükünün artması ile ilişkilendiriliyor? Düzenleme neyi içeriyor? Neden böyle bir düzenleme yapıldı?

Son KHK ile Yargıtaya 100, Danıştaya 16 yeni üye kadrosu verildi. Aslında 16 ay kadar önce Yargıtayda 3 ceza, 3 de hukuk dairesi kapatılmıştı. Biliyorsunuzdur belki 2010’dan önce Yargıtay başkanının Yargıtaydaki iş yükü nedeniyle, üye sayısının arttırılması talebi, o zaman ki HSYK’nin yapısı ve üyeleri nedeniyle, seçilecek kişilerin siyasi iktidarın nüfuz edemeyeceği kişiler olacağı düşüncesiyle kabul görmemişti. 2010’da Anayasa değişikliği yapılarak HSYK’nin yapısının değiştirilmesi ile, 250 olan üye sayısı 387’ye, 2014 deki HSYK seçimi sonrasında da yine arttırılarak 516 ya çıkarıldı. 2016 da ‘cemaat tasfiyesi’ de denilerek 300’e indirildi, daha sonra istinaf mahkemelerinin faaliyete geçirilmesiyle istinaf mahkemelerinin güçlendirileceği, dolayısıyla bu sayının daha da düşürüleceği söylenirken, Yargıtay daire başkanlıkları ve Danıştay başkanının seçiminde Yargıtay Divanının, siyasi iktidarın, istediği kişilerin seçiminde direnç göstermesi nedeniyle, önce zemin oluşturmak için, başkanlar konuşturuldu ve iş yükünün çokluğundan bahsettirildi. Sonrasında da KHK ile üye sayısı artırıldı. Danıştayda, Yargıtaya göre oranlama yapıldığında daha fazla dosya temyiz incelemesine alınmışken, Danıştaya verilen kadro üye sayısı 16’da bırakıldı. Bu da kendi içinde çelişki barındırıyor. Yüksek yargı üyelerine tedavi ayrıcalığı da getirildi. 2006 yılında maaş iyileştirmeleri sırasında Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yerel mahkemelerden çok farklı bir statüye kavuşturulmasına karşı çıkanların bir kısmı şimdi Yargıtay ve Danıştay üyesi . Bu konuda şimdi ne düşünüyorlar merak ediyoruz. Memnun mudurlar? Seslerini, sözlerini duymak istiyoruz . Kısacası yargıda deprem sürüyor 2010 ve devamındaki artçıları devam ediyor.

Yargıtayda hukuk ve ceza genel kurullarında sabit üyelik getirilmektedir. Burada şunu açıklamak gerekir: Yerel mahkemeler verdikleri kararlarda direndikleri anda, bu kararın ve Yargıtayın kararının denetimini Yargıtay Genel Kurulu yapmaktadır. Burada sabit üyelik getirildiğinde bir fayda sağlamayacağı gibi, bilakis daireler ile genel kurul arasında iletişimi kopacaktır. Bu arada şeytanın avukatlığını yapmak gerekirse denetim altına alınacak bir genel kurul oluşturulmak mı isteniyor diye de sorulabilir. Açıkçası partili yargı algısı bu düzenleme ile pekiştirilmektedir.

"Hukuk devleti ilkesindeki 'belirlilik' ilkesine aykırı"

KHK’de en çok tartışılan maddelerden biri sivillere verilecek yargı muafiyeti yani 121. madde. Bu maddenin sokaklarda paramiliter güçler oluşturacağına dair endişeler ve uyarılar söz konusu. Üstelik maddenin yoruma açık olduğu da belirtiliyor. Ne diyorsunuz?

Türk Ceza Kanunu’nda muadil düzenlemeler varken KHK ile çerçevesi çizilmeden 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün bastırılmasına katılan herkesi kapsar şekilde kriminal, idari ve hukuki sorumsuzluk içeren yargı muafiyeti sağlayacak bir düzenlemeye gidilmesi hukuk devleti ilkesindeki hakim olan “belirlilik” ilkesine aykırıdır. Ayrıca bu konudaki düzenleme kamuoyunda iç çatışma potansiyeli taşıdığı tartışmalarını da ateşlemiştir. Genel af olarak değerlendirileceğine dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. İşte KHK’nin sakıncalarından birisi de budur, içeride hazırlanır, tartışılmaz, dolayısıyla farklı yorumlara yol açacak dil kullanıldığında da farklı yorumlar yapılacaktır.

"Tek tip ile masumiyet karinesi yok edilmiş olur"

Tek tip mevzusu insan hakları boyutuyla epey tartışıldı. Adil yargılamayı nasıl etkiler? Siz de hakim olarak çeşitli eylemlerle karşılaşabilirsiniz...

Düşman ceza hukuku tanımlaması hukukçuların kullandığı ve sevmedikleri bir tanımdır. Evrensel hukuk açısından da kabul edilemez. Ancak hak ve özgürlükler, insan hakları konusunda sınıfta kalmış bazı ülkelerde uygulanmaktadır. Bizde de uygulanmak istenmiş açlık grevleri yapılmış ve uygulanması durdurulmuştur. Toplumuna yabancılaşma, ötekileştirme iktidarın devamını sağlama, gücü kaybetmeme gibi çeşitli iç hesaplarla kolayca terörist suçlamasına maruz bırakılan korkunun hakim kılındığı iklimde, bu uygulama insanı bir uygulama olmayıp adil yargılanma açısından çok ciddi bir geriye gidiş sağlar. Masumiyet karinesi yok edilmiş olur. Duruşmaya bu şekilde getirilen tutukluların baştan suçlu olduğunun kabul edilmesinin sağlanması hedeflenmiştir. Yargılamayı yapanlar üzerindeki etkisi de bu yönde olacaktır. Eğer biz çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak isteyen bir ülke olma isteğimizi sürdürüyorsak, Avrupa ülkeleri tarafından bu şekilde kabul edilmiş bir ülke olmak istiyorsak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek tip kıyafet uygulaması nedeniyle aleyhimize kararlar vereceğini de bilmemiz ve ihlal kararı verilmesine neden olacak düzenlemelerden vazgeçmemiz gerekir.

"KHK’lar iptal edilsin"

Şu ana kadar çıkan KHK’ler hep eleştiri konusuydu. Fakat, 696 sayılı KHK’ye çok büyük bir tepki var. Bu son KHK’yi nasıl okumak lazım?

696 sayılı KHK’de, daha önceki KHK’lerde olduğu gibi olağanüstü hal ile ilgisi olmayan yasalarla düzenlemesi gereken konular tartışılmadan düzenlenmekte, parlamenter sistem devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Dileğimiz, çocuklarımıza, eşit yurttaşların hukuk güvenliği içerisinde olacakları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve Anayasamızın güvencesinde bir gelecek bırakmaktır. Bunun için de olağan üstü hal uygulamasının derhal sonlandırılması, TBMM etkin bir şekilde devreye sokulması gerekmektedir.

"Yargı karanlık odada kara kedi aramaya mahkum ediliyor"

16 Nisan referandumuyla Anayasa’yı değiştirirken, tek adam rejimini inşa edeceği eleştirileri getiriliyordu. Uzun süredir yargı ‘siyasallaşıyor’ deniliyor kimi kararlarda bunun izlerini de görüyoruz. 16 Nisan’dan bu yana sizin gözlemleriniz neler?

16 Nisan anayasa referandumundan önce sendikamızın kurumsal açıklaması ile sendika üyelerimizin bu konuda basında yer alan pek çok demeçleri vardı, tam da işaret ettiğimiz gibi yargının siyasallaştırılacağı endişesini taşıdığımızı söyledik. Ancak bu söylemlerimiz dikkate alınmadığı gibi, pek çoğumuz da soruşturmaya uğradık. Genel olarak toplumun her kesiminde yaşanılan her şey biz yargı mensuplarının da yaşadıklarıdır. Korkunun hakim olduğu bir iklimde çalışmaya devam ediyoruz . Kurumsal sorunların üzeri örtülmeye çalışıldıkça, sorunlar görmezden gelindikçe hiçbir sorun çözülemeyecektir. Hepimizin gözleri önünde gerçekleşmesine rağmen korkuyla veya sahip olduğu konforun bozulacağı endişesiyle 3 maymunu oynayan suskunluk içinde yaşayan sessiz bir çoğunluk olduğunu görüyoruz. İyiler ve kötülerin olduğunu biliyoruz. İyilik ve kötülüğü her dönemde gördük. Hiç bu kadar erdem yoksunu kötüleri görmedik. Erdem kötülerin ruhuna hitap etmez sadece iyileri yoklar. Kötüler aslında kötü olduklarını bilirler ancak bunu daha da kötü olmak için kullanırlar. Kötüler karanlık ve korku ikliminde kendilerini bekleyen sonları geciktirmek için sürekli olarak bu iklimin, bu iklimi sürdürmenin çaresini ararlar kötülüklerini kendilerine gösteren ayna tutanları kendileri gibi olmayanları suçlamaya devam ederler. Bunu yaparken de o döneme ait kullanışlı sözcükleri kullanırlar bunlar PKK’lı , Ergenekoncu , Balyozcu ve FETÖ’cü gibi sözcüklerdir. Bu sözcükleri ne kadar çok kullanırsak gerçek terörü de teröristi de gerçekten tespit etmek ve cezalandırmak mümkün olamayacaktır. İşte yargı tam da bu ortamda karanlık odada kara kedi aramaya mahkum edilmektedir.

Örneklendirebilir misiniz?

Sokaktaki insanın dahi telefonla konuşurken “Dinleniyoruz, konuşmalarımıza dikkat edelim’’ gibi hezeyanlar yaşadığı, bu hezeyanların nihayetinde kısmen de olsa gerçekleştiği bir toplumdayız . Örneğin “cephe” sözcüğünü telefon konuşmasında kullandığı iddiası ile hakkında soruşturma açılan ve tutuklanan mühendis olduğunu okuduk. Cephenin inşaat mühendisliği terimi olması ve bir mühendisin bu sözcüğü kullanmasının doğal olmasına rağmen çok kolay bir şekilde ‘terörist’ damgası vurulabiliyor. Gerçek bir yargılamayla suçlu ve suçsuz ortaya çıkacaktır. Ama bu arada yaşadıklarınız ya da yaşayamadıklarınız bunlar telafi edilebilecek midir?

Yargı üyeleri bir kararı alırken neler yaşıyor?

Yargı can çekişiyor, yargıç ve savcı vereceği kararlarda, önündeki dosyalarda eli titriyor. İktidarın takibinde olan dosyalarda siyasi dosyalarda, kimi iktidarın istediği doğrultusunda karar vermekte hiç bir beis görmeyip, iktidar yargısı algısının pekişmesine çanak tutarken, kimileri ise içinde korku galip geliyor, hukuka uygun karar verip, siyasi iktidarın hedefine oturmamak için rapor alarak duruşmaya çıkmama yolunu kullanıyorlar.

T24
ETİKETLER
ayşe sarısu pehlivanyargıçlar sendikası khk yargıç eli titriyor haber

Uymak zorundasınız
14 Ocak 2018



AYM’nin Alpay ve Altan için verdiği tahliye kararı sonrası ilgili Ağır Ceza Mahkemelerinin sergilediği direnişe hukukçulardan tepki
AYM’nin kararı AİHM’in kararı gibidir

Özgürlük Araştırmaları Derneği kurucusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, “Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl tesBit kararı ilgili ilk derece veya üst derece mahkemeleri tarafından tartışma konusu yapılamaz” dedi.

“Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset” kitabının yazarı ve Özgürlük Araştırmaları Derneği kurucusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, “Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl tespit kararı ilgili ilk derece veya üst derece mahkemeleri tarafından tartışma konusu yapılamaz, sadece gereği yerine getirilir” dedi.

Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Facebook sayfasından yaptığı açıklamada “İşe yarayacağından emin olduğumdan değil de sırf tarihe kayıt düşmek için yazıyorum” diyerek şu açıklamayı yaptı:

Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl tespit kararı ilgili ilk derece veya üst derece mahkemeleri tarafından tartışma konusu yapılamaz, sadece gereği yerine getirilir. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru üzerine verdiği bir ihlâl tespit kararına diğer mahkemelerin gerekçe göstererek uymamaları diye bir şey söz konusu olamaz. Böyle bir karar ‘temyiz’e gidilmesi üzerine üst derece mahkemesinin verdiği bir ‘bozma’ kararı değildir ki, dava mahkemesi kendi kararında ısrar edebilsin veya ‘dirensin’.

Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl tespit kararı ilgili mahkemenin kararının açıkça anayasaya ve hukuka aykırı olduğunu tespit eden ve gereği ancak ihlâlin derhal kaldırılması yoluyla yerine getirilebilecek olan bir karardır. Bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bireysel başvuru üzerine verdiği kararlar gibidir; bunlar gerekçe gösterilerek veya başka bir şekilde etkisiz kılınamazlar, bunların ancak gereği yerine getirilir ve hak ihlâli giderilir.

Ömer Şenöz - İstanbul

***

Kararı hukukçular yorumladı

BU KARAR BAĞLAYICIDIR

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu:

Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında ‘tutukluluk hak ihlalidir’ dedi. Bu tutukluluğun, temel hakları hukuka aykırı olarak ihlal ettiğine dair bir karardır. Bu karar bağlayıcıdır. Derhâl tahliye kararı verilmelidir.

AYM’YE HÜCUM ETMEK YANLIŞ

Ceza Hukukçusu Âdem Sözüer:

AYM içtihatları ‘tutuklamalarda kuvvetle suç şüphesinin ortaya konması gerekir, aksi durum hak ihlâlidir’ der. Tutukluluk tedbirdir. Sona ermesi beraat değildir. Gerekçeyi görmek gerekir.

TAHLİYEYE DİRENİLMEMELİ

Eski Anayasa Raportörü Osman Can:

AYM’nin gerekçesini görmeden tahliye talebinin reddi teknik olarak tartışılsa bile gerçeklerin ve hüküm fıkrasının kesinliği karşısında mahkemenin tahliyeye direnmesi yanlıştır.

Hukuk Devletiyle Bağdaşmayan Bir Şey

Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, 10. Ankara Barosu Uluslararası Hukuk Kurultayı’nda yaptığı konuşmada gazeteci Mehmet Altan ve Şahin Alpay için AYM’nin hak ihlali kararı vermesine karşın yerel mahkemenin bu karara uymamasını eleştirdi.

Türmen, “Bu karar kesindir, bu kararın uygulanması gerekir. Bu karar uygulanmıyorsa eğer, hukuk devletiyle bağdaşmayan bir şey. Hele siyasetçinin çıkıp bu karar yanlıştır demesi büsbütün hukuk devletiyle bağdaşmayan bir şey. Kararın uygulanmaması adil yargılama hakkını ihlâl eder. Özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları ayrı bir ihlâl nedeni. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. ve 6. maddesinin ihlali. Bunların hiçbir tutar tarafı yok. Hukuk devletinde bunlar olmaz. Niye Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanındı? O zaman tanınmasaydı. Tamamen çok temel bir mesele. Hukuk devleti var mı yok mu Türkiye’de? Bununla ilgili bir sorunla karşı karşıyayız” diye konuştu.
Yeni Asya

O KANIN HESABI
20 Ekim 2008
Cevheri Güven/Aktifhaber
Suçunu itiraf eden ve mahkeme tarafından 4 kez idama çarptırılan İbrahim Çiftçi'nin serbest bırakılması olayı tarihe geçen bir skandal olmasıyla beraber, Türkiye'de derin devletin adamlarına dokunulamayacağı yargısını devleti kilitleyecek noktaya getiren temel olaydı.

Talat Turhan'ın Bomba Davası kitabında ayrıntılarıyla anlattığı olayı her Türk vatandaşı bilmeli.

1978 yılında Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz, Derin Devlet'le ilk kez karşılaştı ve iğneyle kuyu kazarak Kontrgerilla/Derin Devlet'in uzantılarına ilişkin çok önemli deliller buldu.

Savcı Doğan Öz, 1978'in başında, Özel Harp Dairesi ile bağlantılı öğrencilerin meskeni Site Öğrenci Yurdu'na baskın düzenledi. Baskının nedeni bir cinayetti.

Savcı Öz, çoğu milliyetçi gençlerin derin yapılanma tarafından cinayet, bombalama ve kaos için nasıl kullanıldıklarını tespit etmişti.

Ve yaptığı sabırlı ama derin araştırmalar sonucunda vardığı kesin yargı şuydu: "Kontrgerilla Genelkurmay Harp Dairesi'ne bağlıdır"

TARİHE GEÇEN OLAY

Savcı Öz iddiasını delillendirip, olgunlaştırdıktan sonra 80 öncesi dönemin terör eylemlerine ve zayıf devlet otoritesine rağmen gözünü budaktan esirgemedi.

Öldürüleceğini belki de bile bile derin yapılanmayı yok etmek için harekete geçti. Ancak, 24 Mart 1978'de öldürüldü.

Katil bir görgü tanığının teşhisi sonrasında yakalanan Ülkücü kimliğiyle bilinen İbrahim Çiftçi'ydi ve sorgulama sonucunda suçunu itiraf etti.

Bu arada 12 Eylül darbesi oldu ve sonrasında Savcı Öz suikastine Ankara 1 No'lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi bakmaya başladı. Mahkeme Çiftçi'ye aleni deliller karşısında idam cezası verdi.

Ancak bir anda derin bir el devreye girdi. Askeri Yargıtay; görgü tanığı, itiraf, suç delillerini görmezden geldi ve ipe sapa gelmez gerekçelerle idam kararını bozdu.

Mahkeme kararında direndi, Askeri Yargıtay tekrar bozdu. Bu gel git tam 4 kez yaşandı. Dört kez idam verildi ve hepsi bozuldu. Ve sonunda mahkeme pes edip, hukuk tarihine geçecek yazıyla karar verdi:

Askeri Yargıtay mahkemeyi by-pass ederek Çiftçi'nin beraatına karar verince, bu karar üzerine, Ankara 1 No'lu Askeri Mahkemesi, 25 Haziran 1985'te derin devlet ve hukuk tarihine geçen şu kararı vermek zorunda kaldı:

"Sanık İbrahim Çiftçi'nin maktul Doğan Öz'ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüş, ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan sanık İbrahim Çiftçi hakkındaki 7/8'lik oy çoğunluğuna dayanan bozma ilamına uyularak, sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi'nin beraatına karar verilmiştir."

Bu vicdansız, adalete tecavüz eden karar karşısında hiçbir şey yapamayan merhum Savcı Öz'ün çaresiz karısının gözlerinden yaş değil kan akıyordu.
aktifhaber

ETHEM KÖYLÜ 26 ŞUBAT'TA "BİR DERGI DAĞITTI 23 YILDIR HAPİSTE"
15 Ocak 2018



28 Şubat’ta idam cezası alan Ethem Köylü, 23 yıldır cezaevinde. Kardeşleri “Bayilerde bile satılan bir dergiyi dağıtmaktan suçlanıyor. Yeniden yargılanmasını istiyoruz” dedi.

28 Şubat döneminde idam cezası alan ve 23 yıldır hapiste olan Ethem Köylü’nün kardeşleri adalet bekliyor. Bolu Cezaevi’nde yatan Köylü için kardeşleri, “Gazete bayisinde bile satılan bir dergiyi dağıtması üzerinden yola çıkarak örgüt adına finans sağlamakla suçladılar. 28 Şubat arifesinde ilk ceza alanlardandı ama ortada suç yok, ispat yok, delil yok. Biz tahliyesini beklerken müebbet cezası aldı. Yeniden yargılanmasını istiyoruz” dedi.

İDAMDAN MÜEBBET HAPSE…
Ethem Köylü’nün kardeşleri Hülya Alkan (36), Mustafa Köylü (46) ve Huriye Şişmanoğlu (50) 23 yıldır yaşadıklarını anlattı. Mustafa Köylü, “1995’te 25 yaşında gözaltına alındı. 15 gün hiç haber alamadık. O dönem karakola götürürken kayıt bile almıyorlardı. Ethem ilk önce idam aldı sonra cezasını müebbete çevirdiler. 28 Şubat arifesinde ilk ceza alanlardandı ama ortada suç yok, ispat yok, delil yok. O dönem nişanlıydı ama evlenmediler. Kardeşim haksızlık karşısında susmazdı. 28 Şubat öncesinde İslami olarak haksızlık karşısında dururdu. Bu yüzden 28 Şubat zihniyetinin hedefi oldular. Kardeşimi gazete bayiinde bile satılan bir dergi olan Taraf dergisini dağıtması üzerinden yola çıkarak örgüt adına finans sağlamakla suçladılar” dedi.



‘YARGILAYANLAR FETÖ FİRARİSİ’
Ethem Köylü’nün kızkardeşi Hülya Alkan ise “28 Şubat döneminde çok fazla şey yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Başörtüsü yüzünden İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’nü ikinci sınıfta bıraktım. Eşim Aydın Alkan da 9 yıl hapis yattı ve 2004’te serbest kaldı. Biz onların dosyaları boş olduğu için tahliyelerini bekliyorduk mahkemeye gittiğimizde. 28 Şubat’a o zaman gereken tepkiyi veremedik halk olarak ve bunun çözümsüzlüğünü hâlâ yaşıyoruz. Kardeşlerimi yargılayanların bir kısmı şimdi FETÖ’den ya yurtdışında firari durumda ya da cezaevinde. Çevik Bir gibi insanların verdiği kararlar hâlâ uygulanıyor. 23 yıldır adalet bekliyoruz” şeklinde konuştu.

ANNEM BABAM GÖZLERİ AÇIK VEFAT ETTİ
Ethem Köylü’nün ablası Huriye Şişmanoğlu, şunları söyledi: “28 Şubat’la hesaplaşmadan 15 Temmuz’la hesaplaşamayız. 28 Şubat da 17-25 Aralık gibi 15 Temmuz’un geçmişini oluşturuyor. FETÖ lideri hakkında benim kardeşlerim, o zaman bile “vatan haini, samimi Müslüman değil” derlerdi. Bizi en çok üzen anne-babamızın serbest kaldığını görmemesi oldu. Annem babam hep umut ederek yaşadılar. Oğullarının serbest kaldığını göremeden 2001’de babamızı, 2015 temmuzda da annemizi kaybettik. Gözleri açık vefat ettiler. Biz en azından yeniden yargılanacağı günü bekliyoruz.”

ASLIŞAH SARITAŞ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/yasam/2018/01/15/bir-dergi-dagitti-23-yildir-hapiste

“YENİDEN YARGILAMA İSTİYORUZ”
15 Ocak 2018



Bombalı eylem planladığı iddiasıyla 28 Şubat sürecinde müebbet hapis alan İlhan Doğan’ın ailesi: Onu yargılayan FETÖ’cüler şimdi tutuklu veya firarda. Düzmece suçlamayla 18 yıldır hapis yatıyor.

FETÖ’cü savcı ve hâkimlerin 28 Şubat sürecinde aldığı kararlar bugün bile aileleri ayırmaya devam ediyor. İBDA-C üyesi olduğu ve 2001’de yılbaşı gecesi İstanbul Meryem Ana Rum Kilisesi ile Taksim’deki bazı eğlence mekânlarını bombalamayı planladığı gerekçesiyle 8 yıl tutuklu yargılanıp sonra da müebbet alan İlhan Doğan’ın (40) mahkeme savcısı firari Celal Kara, mahkeme başkanı şu an tutuklu olan Metin Özçelik, mahkeme üyeleri ise meslekten ihraç edilen Mehmet Ekinci ve açığa alınan Birol Bilen’di. Mahkemenin oğullarını, 28 Şubat’ta başörtüsü gösterilerine katıldığı için hedefe oturttuğunu, düzmece suçlarla da müebbete mahkûm ettiğini savunan Nimet (58) ve Hasan (68) Doğan çiftinin tek arzusu, oğullarının yeniden yargılanması… İşte Doğan çiftinin anlattıkları: “Çocuğumuz masum. Yeniden yargılanma yapılırsa bu ortaya çıkacak. Tarafsız bir yargı istiyoruz. Onu suçlular yargıladı. Oğlumuz 22 yaşında hapse girdi. Giderken 6 aylık bir çocuğu vardı şimdi 18 yaşında. 15 Temmuz darbesine direnenler gibi bizim çocuklarımız da 28 Şubat’a direndi. Bu yüzden de başına bunlar geldi. Benim oğlumun mahkemesindeki savcı Almanya’ya firar etti. Bu kararın bir geçerliliği olmamalı. 4 hâkim değişti. Değişen hâkimler tutuklu. Gecikmiş olsa da adalet gelsin istiyoruz. FETÖ’nün aldığı kararın yeniden incelenmesini istiyoruz.”

BEBEĞİ 18 YAŞINA GELDİ

20 yaşında 6 aylık çocuğuyla bir başına kalan Ayşe Doğan ise hislerini şöyle anlattı: “Benim eşim evden işe, işten eve giden bir adamdı. 18 senedir oğlumu manevi olarak yalnız büyüttüm. Kimi kime şikâyet edecektik o dönem. Eşimin mahkemesinde 8 yıl karar vermediler. Sonra da müebbet kararı çıktı. Kararı alanlar şimdi ya hapiste ya da firari.”

DAVAYA FETÖ’NÜN YARGI AYAĞI BAKTI

İlhan Doğan’ın avukatı Hamza Uçan: “Doğan’ın davasının görüldüğü mahkemenin başkanı Metin Özçelik, Tahşiye kumpasından tutuklu FETÖ’cüleri usulsüz tahliye edeceği sırada ihraç edildi ve şu an tutuklu. Mahkeme üyelerinden Mehmet Ekinci şike soruşturmasında aktif rol aldı ve meslekten ihraç edildi. Diğer üye Birol Bilen ise 15 Temmuz sonrası önce açığa alındı sonra tutuklandı. Savcı Celal Kara da 17-25 Aralık’ın savcısıydı ve şu anda firarda.”

28 Şubat mağdurunun ailesi: 28 Şubat sürecinde 20 yaşında iken 6 aylık çocuğuyla bir başına kalan Ayşe Doğan, 18 yıldır oğlunu yalnız başına büyüttü. Doğan, “Eşimin mahkemesinde 8 yıl karar vermediler. Sonra da müebbet kararı çıktı. Kararı alanlar şimdi ya hapiste ya da firari” diye isyan etti.

ASLIŞAH SARITAŞ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/14/yeniden-yargilama-istiyoruz

“TEK İSTEĞİM ÖLMEDEN ÖNCE BİR GECE OĞLUMA SARILIP UYUMAK”
15 Ocak 2018



Cihat Özbolat, 28 şubat sürecinde FETÖ kumpasıyla Sabancı Center’ın yanındaki araziye bomba koymakla suçlandı. Emniyet’in ‘bomba yok’ raporuna rağmen müebbet hapis verilen Özbolat’ın ailesi yeniden yargılama istiyor.

28 Şubat sürecinde FETÖ’cü savcı ve hakimlerin olduğu mahkemelerin kararları aileleri yıllarca sevdiklerinden ayırdı. Müebbet cezası alan Cihat Özbolat (45) 23 yıldır cezaevinde. Suçu, Sabancı Center’ın yanındaki araziye bomba koymak. Ancak iddiaya göre; emniyet kayıtlarında o bölgede herhangi bir bombalama eylemi yok.

FİRARİ ÖZ’ÜN İŞİ ÇIKTI!

Özbolat’ın mahkemelerinde Özbolat’a idam isteyen savcı, firari FETÖ’cü Zekeriya Öz’dü. Mahkeme başkanı ise FETÖ elebaşısı hakkındaki tutuklama kararını kaldıran Şerafettin İste. Birahaneye taş atması üzerinden yola çıkılan ve Sabancı Center’ın yanındaki arsayı bombalama suçundan ceza verilen Özbolat’ın annesi Hediye Özbolat, oğlunun hayali bir suçlamayla 23 yıldır hapis yattığını savunuyor.

OĞLUMU FETÖ İÇERİ ALDI

Anne Özbolat “79 yaşındayım ve ölmeden önce tek isteğim bir gece oğluma sarılıp uyumak. Önce Allah’tan sonra Cumhurbaşkanı’ndan yardım istiyorum. Hayırlısıyla çıktığını görmek istiyorum. Ben her an o gelecek diye ümit ediyorum. Cihat babasını kaybettikten bir yıl sonra 20 yaşında gözaltına alındı ve müebbet hapis cezası var. Benim oğlumu terör suçundan içeri alan FETÖ. Benim oğlum Milli Gençlik Vakfı’na giderdi. Müslüman bir çocuktu. ‘Onu birahaneye taş attı’ diye içeri aldılar ama olmayan, yapmadığı suçları işkencelerle kabul ettirdiler. ‘Bana burada yapılan işkenceleri anlatmaya haya ederim’ diyordu ve anlatmıyordu. Ona işkence yapanlar aynısını görsünler. 23 yıl oldu. 7 cezaevi değiştirdi ömrüm onun peşinde yollarda geçti. İnşallah bir cezaevi daha değiştirmeden çıkar” diye konuştu.



ŞAHİTLER BİLE REDDETTİ
Kardeşinin mahkemesinin detaylarını anlatan ve onunla birlikte gözaltına alınan ağabey Özer Özbolat da “Aralık 1995’te Aralık işyerimizden bizi 30-40 çalışanımızı, 13 yaşındaki çırağımızı bile Cihat’la beraber gözaltına aldı. Bizi bir gün içinde bıraktılar. Bizi sorgulayan polis, Fetullah Gülen propagandası yaptı. Benim kardeşime yönelttikleri suçları şahitler bile reddetti. Yargıtay delil yetersizliğinden ilk kararı bozdu. Bunun üzerine karakolun bile gerçekleşmediği dediği olaydan idam cezası verdiler. Kardeşimi 5 kişilik grubun, yaşı büyük olduğu için, lideri gösterdiler. O 5 kişiden biri de 15 Temmuz şehidi Halil Kantarcı. O da 15 yaşında bir çocuktu. Onlara 15 gün boyunca işkence ettiler. Benim kardeşim FETÖ’nün mahkemelerinden çıkan bu karara karşı şimdi sadece yeniden yargılanma istiyor. Af istemiyor, sadece dürüst bir mahkeme tarafından yargılanmak istiyor” diye konuştu.

MEYHANE SALDIRISI DA YALAN!
Avukat Hamza Uçan da Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü söz konusu tarihlerde hiçbir bombalı eylemin gerçekleşmediği bilgisini dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na sundu. 20 Şubat 2001’deki resmi yazıda ‘Levent Karakol Amirliği’nin kayıtlarının tetkikinde belirtilen tarih ve yerde böyle bir olayın olmadığı anlaşılmıştır” denildi.Meyhaneye saldırı ve örgüt adına haraç toplama gibi iddialar meyhane sahipleri tarafından yalanlanmıştı. Ancak mahkeme heyeti, meyhane sahiplerinin ifadelerini de görmezden geldi” dedi.

ASLIŞAH SARITAŞ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/13/tek-istegim-olmeden-once-bir-gece-ogluma-sarilip-uyumak

ÇOCUKLAR BABALARI OLMADAN BÜYÜDÜ
17 Ocak 2018



Müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 23 yıldır cezaevinde olan İsmail Uysal (47) ve ailesi de 28 Şubat sürecinde yargılananlardan biri. Annesi İsmet Uysal (83) “Biz çocuğumuzun suçsuz olduğundan o kadar emindik ki avukat bile tutmadık ama ona müebbet cezası verdiler. En ağır cezayı bizim çocuklarımız yaşadı” dedi. Aile yeniden yargılama talep ediyor.

23 YILDIR HAPİSTE
?İsmail Uysal’ın kendi kuruyemişçi dükkânından gözaltına alındığını söyleyen enişte Turgut Ağüzüm (51) “İsmail ile Ethem’i (Köylü) dükkandan gelip aldılar. Ne bir eylem ne de başka bir şey. Evlerimiz dükkânlarımız arandı. Bayide satılan dergiler bile suç unsuru gibiydi. İşlemediği gasp, bombalama eylemlerini işkenceyle üzerlerine yıktılar. İsmail içeri alındığı 1995’te 24 yaşındaydı. 15 Temmuz’da şehit olan Halil Kantarcı ile aynı suçtan yatıyorlar. İsmail, Halil’in vasisiydi. Kardeşlerimizin bu kadar uzun süre içeride kalmaları 15 Temmuz hainlerinin bir planı” dedi. Anne İsmet Uysal ise oğlunun 23 yıldır suçsuz yere hapiste olduğunu söyleyerek, “Babası 2004’te vefat etti. Cenazesine bile gelemedi. Evliydi, iki çocuğu vardı. Eşi hamileydi. Şimdi en küçük oğlu 23 yaşında. O giderken üç yaşında olan çocuğundan torunu oldu” dedi.

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/16/cocuklar-babalari-olmadan-buyudu
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com