EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Mahsun Kırmızıgül yapar da niçin film yapar?!..

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ksm 06, 2010 1:07 am    Mesaj konusu: Mahsun Kırmızıgül yapar da niçin film yapar?!.. Alıntıyla Cevap Gönder

HOCAEFENDİ ŞEHADETSİZ GİTTİ!
Fatma Sibel YÜKSEK
19.11.2010

Sonda söylenmesi bekleneni baştan söyleyelim:
Bu film düpedüz bir hıristiyanlık propogandasıdır.

Bazılarının haklı bir şekilde dikkat çektiği gibi bir "dinlerarası diyalog filmi" bile değildir. Anlaşılan o aşamayı geçmiş bulunuyoruz; New York'ta Beş Minare, açık bir hıristiyanlık propogandasıdır.

Dinlerarası diyalog, "Hepimiz aynı Tanrı'nın çocuklarıyız" şiarıyla Müslümanlığı, hıristiyanlığın içinde eritmeyi amaçlayan mega emperyalist bir projedir. Gelinen noktada, bu projenin önemli ölçüde başarılı olduğu, sıranın müslümanları hristiyanlaştırmaya geldiği anlaşılmaktadır...

Dikkat edilirse, AKP'ye ve Gülen cemaatine bağlı gazetelerin "sinema yazarları" dikkatleri filmin mesajlarından çok "Halk çocuğu Mahsun'u küçümseyen sanat elitleri" sorununa çekmeye çalışıyorlar.

Onlara göre milletin bağrından kopan ve bütün engellemelere karşın dişiyle tırnağıyla kazıyarak kendisini kanıtlayan Mahsun Kırmızıgül, yeni bir Yılmaz Güney efsanesi olarak parlamaktadır.

Bütün her şeyi ele geçirdikleri ve dünyanın sayılı zenginleri arasına girdikleri halde bu "eziklik" edebiyatından vazgeçmiyorlar. Rantı var çünkü; siyasette olduğu gibi sinemada, futbolda, edebiyatta da...

Oysa ne Mahsun Kırmızıgül ezik halk çocuğu, ne de onu küçümsemeye çalıştığı varsayolan "elitler" elittir...

New York'ta Beş Minare filminden anlaşıldığı üzere Mahsun Kırmızıgül'ün elinden tutanlar tutmuştur. Tarih, özellikle de bizim coğrafyamız, küresel elitler tarafından elinden tutulan "ezik halk çocukları" ile doludur. İngiltere Kraliçesi'nin elinden şövalye nişanı bile aldılar! Mahsun Kırmızgül'e de bir Oscar ödülünü çok görmesinler artık...

Bu film bir hıristiyanlık propogandasıdır;

Kafalarımıza "gerçek müslümanlığın timsali" olarak kazınmak istenen Hacı Gümüş tiplemesinin aile yaşamı ve savunduğu fikirler bakımından müslümanlıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Kırk yıllık karısı boynunda haçla gezmektedir ve Hacı Gümüş eşini bırakın Hak dinine davet etmeyi, bu durumu sürekli "Hepimizi aynı Allah yaratmadı mı" diyerek kutsayıp durmaktadır.

Hacı Gümüş'e göre bir Allah vardır, bir de insanlar. Dinler, özellikle müslümanlık yoktur. Herkes Allah'la kendince bir bağ kurmakta, buna da "din" denilmektedir. Oysa herkesin karısı boynunda haçla gezse, kızı kilisede nikah kıydırsa ne güzel olacaktır!

Haydi karısını Müslüman yapmayı başaramamış diyelim, kızını da müslüman yapamamıştır bizim Hacı...Zaten bu durumdan şikayetçi de değildir, bilakis o böyle mutludur. Torunlarının hangi soya mensup olacağını bile merak etmemekte ve bizlere de bu hibrit hayatın güzelliklerini anlatmaktadır.

(Kızı "jasmin"in hangi dini tercih ettiği tamamen muğlak bırakılmıştır. Hristiyan bir gençle evlenmesine ve kilisede nikah kıydırmasına bakılırsa annesinin dinine daha yakın durmaktadır).

Hacı Gümüş'ün sık sık tekrarladığı üzere hepimiz Allah tarfından yaratılmışızdır, ondan gelip ona gitmekyetizdir; o zaman ne önemi vardır hangi dine mensup olunduğunun? Önemli olan, "büyük buluşma" olduğuna göre geriye İsa Mesih'in gökten inip hepimizi hıristiyanlığın şemsiyesi altına davet etmesini beklemekten başka ne kalmıştır?

İslamiyetin kadın-erkek mahremiyeti bakımından kesin olarak yasakladığı davranışlar da Hocefendi'nin karısına ve kızına mübahtır nedense.

Örneğin, Hocaefendi'nin karısı, New York'lu müslüman lideri canlandıran Danny Glover ile sık sık sarmaş dolaş olmakta, hatta Hacı'nın İstanbul'da serbest bırakılması üzerine yanak yanağa öpüşebilmektedir!

Hayır, bizce bir sakıncası yok da "Hocaefendilik" mertebesine erişmiş bir muhteremin nikahlı karısı (hıristiyan bile olsa) kocasının gözü önünde yabancı bir erkekle sarılıp öpüşebilir mi?

Hacı Gümüş der ki:

"Öpüşür"

Niye?

Çünkü, hepimizi aynı Allah yarattı!

(..)
......................

Filmde, bağnazlığın ve önyargının ister hıristiyanlıktan, ister İslamiyet'ten gelsin "kötü bir şey" olduğu vurgulanmaktadır. Hıristiyanların, müslümanlar konusundaki ön yargılarının miladı 11 Eylül'dür nedense.. Bu olayla birlikte bütün müslümanların terörist olduğuna inanmaya başlamışlardır, yoksa tarihte hâşâ böyle bir bakış açıları vâki değildir.

Özünde iyi insanlardır aslında, Müslümanlara saygılıdırlar. Evet, 11 Eylül'le birlikte bir önyargı sahibi olmuşlardır ama bizimkiler gibi işi domuz bağı yapmaya kadar götürmemekte, en fazla camiye ayakkabı ile girme nezaketsizliğini göstermektedirler. Belki bu davranışı bile hoş görmek gerekebilir, ne de olsa camiyi basan FBI şefi, kardeşini İkiz Kuleler'de kaybetmiştir...

Hristiyanların en kötüsü mavi gözlü FBI şefi gibi olurken, Batman'da yakalanan Hizbullah liderini canlandıran oyuncunun tipine baktığımızda; bizim müslümanlarda tipsizlik, cehalet ve kötülüğün haddi hesabı olmadığını görürüz (!)

İşte bu tipsiz ve de cani insanlar sayesindedir ki hıristiyan dostlarımız İslamiyet hakkında yanlış kanaatler edinmektedir. Oysa herkes, Hacı Gümüş gibi birer çantada keklik, birer kucakta karpuz, birer "our boys" olsa nasıl da mutlu olacağızdır!

Bu filmi çekenlere göre 11 Eylül'den doğan küçük bir önyargı dışında hıristiyanlığın hiç bir kusuru yoktur. Buna mukabil, Müslümanların arasında gani gani sapkın, terörist, cani kol gezmektedir. Zaten Irak'ta filan öldürülenler de bunlardır canım, yoksa namazında niyazında müslümanlar değil..

Filmin pek övünülen görselliğini Hollyood'tan ünlü bir görüntü yönetmeninin ücret mukabili gerçekleştirdiğini öğrenmiş olduk. Helikopterle gökdelenler üzerinden yapılan çekimler, Polis Akademisi yemin töreninde binlerce kişinin aynı anda topuk selamı vermesi, Ali Sürmeli'nin yaptırdığı zikir ayinleri vs. gibi sahneler "görkemliydi" ama yine de klasik Amerikan filmi sahneleriydi. Hizbullah evlerine yapılan baskın sahneleri de başarılıydı.

Türk sinema ve tiyatrosununn bütün tecrübeli oyuncuları seferber edildiğine göre oyunculuğun da başarılı olduğunu söylemeliyiz. Hacı Gümüş'ün daha ilk cümlesinde suçsuzluğuna iknâ olup "yavşamaya" başlayan Mustafa Sandal da, asosyal Türk Polisi tiplemesi Mahsun Kırmızıgül de oyunculuk mesleğinden gelmemelerine rağmen iyiydiler.

Hacı Gümüş'ün Bitlis'teki anasını canlandıran Suna Selen'in yüzündeki botoks ve operasyonla kaldırılmış kaşları, iyi oyunculuğa gölge düşürdü.

"Bilindiği gibi AB uyum yasaları çerçevesinde ülkemizde artık işkence yapılmıyor olup insan hakları alanında önemli adımlar atılmıştır" gibi replikler ise tek kelimeyle utanç vericiydi. Neredeyse, "AB'den sorumlu Devlet Bakanımız Egemen Bağış, gecesini gündüzüne katarak çalışıyor olup, kendisini en yakın zamanda Dışişleri Bakanlığı koltuğunda görmek en büyük arzumuzdur" bile diyeceklerdi...

FBI'ın elinden operasyonla terör şüphelisi alabilecek kadar organize bir gücün başında bulunan şahsın sadece, "Buban gurban olsun sağa yavrıııımmm" deyip ağlayan sıradan bir "baba yüreği" olduğuna inanmamız da istenmiştir ki bu konuda "Aptal olduğumuza ilişkin vardır bir bildikleri" demekten başka bir yorum yapamıyoruz...

Film boyunca yanlış anlamalara meydan verebilecek bütün durumlar düzeltildi. Örneğin Fırat gibi dindar bir aileden gelen bir polis, normalde Hacı Gümüş'ten bu derece nefret edebilir miydi? Tabii ki edemezdi ve nitekim bu nefretin sebebinin bir yanlış anlaşılma olduğu ortaya çıktı. Mahsun, babasını Hacı Gümüş'ün öldürmediğine hemencecik iknâ oldu ve Hacı'nın "eceli" modundan, Hacı'nın bodyguard'ı moduna geçiverdi...

Mantık çelişkileri hayli vardı. Örneğin, polis Fırat'ın babası 1973 yılında öldürüldüğünde Hacı Gümüş, en fazla 13 yaşlarında bir çocuktur. Dolayısıyla, Fırat'tan en fazla on-on iki yaş büyük olabilir. 1973'te 12 yaşında olduğuna göre 1961 doğumlu demektir. Oysa Hacı Gümüş Fırat'a "oğlum" şeklinde hitap edebilmektedir. Haluk Bilginer'in oynadığı Hacı ayrıca en az 60 yaşlarında bir adamdır.

Yanyana hücrelere konulan Hacı Gümüş ile "Deccal" olarak yakalanan Hizbullah lideri arasındaki fark; veresiye veren bakkal ile peşin alan bakkal arasındaki farkı resmeden esnaf afişi gibiydi. Bak Ali Bak. İşte Gerçek Müslüman...Ali Bak Ali. İşte Pis ve Terörist Müslüman!

Filmin en önemli sahnesi, Hacı Gümüş'ün polis Fırat'ın dedesi tarafından öldürüldüğü sahnedir. Ölmeden önce geçmişteki menfur olayla yüzleşmeye ve de karısını ve kızını (nedense) polis maaşından başka geliri olmayan (üstelik yeni tanıdığı -ve de üstelik -karısı ve kızının hiç de böyle bir ihtiyacı yokken) Fırat'a emanet etmeye vakit bulan Hacı, şehadet getirmeyi aklına getirmemiştir.

"Nasıl olsa aynı Allah'a gitmiyor muyuz"

diye düşündüğünden ölmeden önce şehadet getirmeyi gereksiz buldu belki de...

Açıkİstihbarat

Etiketler : New York'ta Beş Minare, Diyalog, Hıristiyanlık Propagandası, AKP, Fetullah Gülen, ABD

Yalan marketing
Ali Atıf BİR
aabir@bugun.com.tr
7 Kasım 2010

Cuma gecesi Masun Kırmızıgül'ün dillere destan (!!!) "New York'ta Beş Minare" filmini izledim.

Çok kötü bir film. Ne Türk Sineması ne Amerikan Sineması, Türk-Amerikan yapımı. Tam anlamıyla Mahsun Kırmızıgül'ün kafa karışıklığının eseri bir film.

Tek alkışlanacak yanı var o da Kırmızıgül'ün büyük düşünmesi ve başarılı yapımcı yetenekleri. Kolay değil Amerikalar'a gitmek, o anlaşmaları yapmak, o çekimleri yapmak, uygun fiyatlı da olsa yabancı oyuncuları ikna etmek, finansmanı bulmak. Bu konuya bir şey demiyorum, alkışlıyorum.

Ama filme film demek için bin şahit gerekiyor. Gerçekten çok kötü ve hâlâ nasıl bazıları bu filmi yere göğe sığdıramıyor anlamıyorum. Bunun adı yalan marketing! "Aman bir şey demeyelim de çocuk parasını çıkarsın, emeğe saygı duyalım çabası." İyi de sinema izleyicisinin bir hafta sonu var ve onu en iyi şekilde, en iyi filmi izleyerek geçirmek istiyor. Filmi beğenmezsen, yapımcıya da zarar vermek istemezsen yazmazsın, çizmezsin, filme gitmek için özendirmezsin.

Ama beğenmeyip, ki sinemadan anlayanın bu filme gidin demesi mümkün değil, o filmi yere göğe sığdıramıyorsan yalan marketing yapıyorsun demektir. Bu okura, izleyiciye ihanettir. İnsanların zamanını ve parasını da çalmaktır.

Belki senin için 10 lira 15 lira büyük para olmayabilir ama dört kişilik bir ailenin hafta sonu eğlencesi için büyük paradır. Biraz sorumluluk lütfen. Okurunuzu kandırmayın. Filmle ilgili eleştirimi yarın köşemde okuyabilirsiniz.

DIKKATIMI ÇEKENLER / 5 KASIM CUMA 2010
SALIH SELÇUK
Mahsun Kırmızıgül yapar da niçin film yapar?!..

Evet... Neden?!..

Bugün bir hata yapıp "New York'ta beş minare" beri gel Fethullah beri gel...
diye devam edecek bir Bitlis -pardon New York- yok o da değil, bir Mahzun filmi seyrettim...



Diyaloglar bir felaket...

Deccal lafının havada kalması bir yana, Fethullah tipi birini aşırı cilalaması ve İslamcısından polisine, oradan Ülkücüsüne militarist bir Türkiye resmi çizmesi bile yarım yamalak...

Senaryo üzerinde daha çok çalışılması gerekiyormuş -aceleye getirilmiş.

FBI ajanları, ucuz İtalyan çizgi filmlerinden bile daha az inandırıcı... FBI'ın acaip adamları, Camiye girip namaz kılanları "kalkın lan" diye rahatsız edecek kadar Amerika gerçeğinden uzaklar...

Zırt-pırt kart veriyorlar!..

Yolda çarptığı adama bile kartını veren FBI ajanları!..

Çok güldüm!..
(Cart!.. hemen kartını uzatıyor falan!..)

Bence o senaryodan bir çizgi roman olur belki, ama film olmaz...

(Ağlama sahnelerinde durmadan güldüğüm halde kimse beni uyarmadığına göre, galiba filimi diğer seyirciler de pek cidiye almadılar diyelim!..)

Ama zikir sahneleri çok iyiydi mesela...

Mustafa Sandal ve Kırmızıgül dışındaki Türk oyuncular da iyidi. Amerikalılar, iş olsun torba dolsun diye oynamışlar -belli- ki haksız da sayılmazlar...
(Bu filme bu kadar oyunculuk!..)

Görüntüler falan iyi ama içerik ve zırt-pırt "mesajlar" gülünç!..

Bu filmin bir de alkışladığım bir yanı var:

Bu film Türkleri, -tıpkı Hintliler ve onlardan önce Çinliler gibi- popüler global kültür yapabilecekleri konusunda cesaretlendiriyor...

Yani bundan sonra, çok daha büyük yatırımlarla -tüm dünyada gösterilebilecek- çok daha iyi Türk piyasa filmleri yapılabilecektir...
(Haberler göre bu filmi, sadece 5 ülkedeki Türkler görecek o kadar)

Mahsun Kırmızıgül, o katır-kutur haliyle de olsa piyasa sinemacılarına, dünyaya doğru bir kapı açmış...

Bu nedenle onu alkışlıyoruz...

Ama sadece bu nedenle...

http://konstantiniye.blogspot.com/

Olmamış Hacı

04/11/2010

Mahsun Kırmızıgül'ün 'New York'ta Beş Minare'si, 'Acıların Çocuğu' küçük Emrah filmleriyle Hollywood polisiyesi arasında, kısacık bir öykünün uzamış da uzamış hikayesi?

BERRİN KARAKAŞ

Mahsun Kırmızıgül’ün New York’ta Beş Minare’ filminin Kanyon’daki galası hayli kalabalıktı. Sinan Çetin,Yılmaz Erdoğan ve arkadaşları, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve korumaları, Nurseli İdiz, Özcan Deniz, Issız Adam Cemal Hünal, Orhan Gencebay, filmin başrol oyuncusu Haluk Bilginer ve daha çok pek çok ünlünün katıldığı galada Türk basınının değerli temsilcileri de tekmili birden takım elbiseleri ile hazır ve nazırdılar. Mahsun Kırmızıgül’ün galada özellikle siyah giyinilmesi isteği, mavimsi ceket sahibi Fehmi Koru haricinde genelde yerine getirilmişti. Basın camiasından pek çok ünlü bir araya gelince “Sen yandaşsın git orada dur” tadında espriler de yapılıyordu ahali arasında. Filmi izledikten, Kırmızıgül’ün hoşgörü mesaj bombardımanına maruz kaldıktan sonra “Acaba utanmışlar mıdır bu yandaş olmak ve olmamak şakalarından?” diye düşünüyor insan. Lakin öyle görünüyordu ki mesajlar bir kulaktan girdi, diğer kulaktan filmin aksiyon sahneleri hızınca çıktı gitti. Film çıkışı yanıma yanaşan yüzde 42’nin temsilcisi bir beyefendi ve eşi, filmin ‘Güneşi Gördüm’ kadar tutmayacağını belirtenler arasına katıldıktan sonra, “Yüzde 58 beğenir ama” diye görüşlerini beyan ettiler mesela. Tam o sırada Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in görüşlerini alıyordum. Bakan “Güzel” dedi ama biraz düşünceliydi bunu söylerken. “Emin değil gibisiniz” tespitimden sonra “mahalli düzeyde” ile başlayan bir cümle kurdu lakin devamını getiremeden koruma ordusunun arasına karıştı. Yüzde 42 çifti ile mahalli düzeyden ne kast ettiğini tartıştık ama çözemedik.

Hafiyesi Mahsun

Bir Mahsun Kırmızıgül filmi ‘New York’ta Beş Minare’ camide, aralarında polis memuru ‘Hafiyesi Mahsun’un da bulunduğu müminlerin çevrelediği hoca sahnesiyle başladı. Hemen ardından hiç gecikmeden büyük Türk bayrakları ve Atatürk posteri fonunda Türk polisi ordusunu gördük. Mahsun Kırmızıgül, ‘Güneşi Gördüm’ filminde olduğu gibi bu filmde de mesaj manyağı yapıyor seyirciyi. Farkına varamadığımız memleket gerçekleriyle de tanıştırıyor bizi film. Mesela AB yasalarıyla birlikte memleketimizde işkencenin son bulduğunu duyuyoruz Mustafa Sandal’ın oynadığı acar polis Acar Aydın’dan. İsminden de anlaşılacağı gibi aydın bir polis Acar Aydın; İngilizce biliyor. Mesai arkadaşı Mahsun Kırmızıgül’ün oynadığı Fırat Baran ise adından da anlaşılacağı üzere Mezopotamya’dan, Bitlisli. İngilizce değil Kürtçe biliyor. AB yasalarına rağmen yöntemlerini amirlerinin de tasvip etmediği sert bir polis. Sağlam yumruk atıyor, küvette adam boğmaya yelteniyor ama konuşturuyor… 11 Eylül olayında abisini kaybetmiş, önyargılı olmaktan rahatsız Amerikan polisinin yöntemleriyle bizimkilerinin karşılaştırılması da filmin ana temalarından biriydi sanırız.
Matrix efektiyle siyah çarşaflarından sıyrılan adamların İstanbul’da yaptıkları baskın sonrasında “Kuşlar kafeste’ operasyon başlasın” emriyle başlayan operasyonun devamı niteliğinde Acar Aydın ve Fırat Baran iki günlüğüne Amerika’ya, cihad peşinde neçe canlara kıymış Hacı’yı yakalamaya giderler. FBI’ın da dahil olduğu operasyonla tam namazın ortasında kelepçelenir Hacı. Haluk Bilginer’in oynadığı Hacı, filmin Amerikalı oyuncularından Gina Berschon ile evli. Karısının boynundaki haçı gören Acar, anında bu adamın katil olamayacağını anlıyor. Fırat Baran ise finale doğru açığa çıkan hain planının peşinde ikna olmaya direniyor, Müslüman Hacı ile Hristiyan karısı arasındaki ilişki, filmin alınacak mesajlar listesinde bir numara. Fırat Baran’ın Bitlis’teki dedesiyle telefonda konuşurken gördüğümüz ‘Din Kültürü’ kitabı okuyan torun, Kürtçe bilen Amerikan polisi gibi “zorlu” mesajlardan öte, “Dinde zorlama yoktur”, “Hz Muhammed iki ay savaşmıştır” gibi anlamakta zorlanmayacağımız mesajlar çoğunlukta. Mahsun Kırmızıgül ‘Güneşi Gördüm’ü kastederek “Bu film daha iyi bir film oldu.” dese de, çıkışta kulak misafiri olduğumuz kadarıyla ‘Güneşi Gördüm’ kadar tutmayabilir ‘New York’ta Beş Minare’. Mahsun Kırmızıgül Hacı yerine Fethullah Gülen’in hikayesini anlatsaydı ortaya sanki daha iyi bir iş çıkardı.

Biraz da gezelim

New York’ta kendilerini misafir eden Hacı’yı Türkiye’de de Acar Aydın ve Fırat Baran misafir ediyorlar. Hep birlikte Bitlis’e gidiyorlar. Elbette bir turistin görmesi gereken yerleri görüyoruz bu sayede. Sufiler dönüyor, İstanbul yaşıyor... Bitlis yollarında koyunlar, İstanbul’da Ayasofya şeklinde “gezelim görelim” kısmından sonra filmin finali “Sürprizz!” diye üzerimize atlıyor ve üzüyor bizi bu kanlı final. Seyredecek olanları düşünerek ayrıntılara çok girmeyelim. Cehaletten kaçan Hacı’nın sonunu da cehalet getiriyor demekle yetinelim. Kanyon’da, 9. salonda filmi tek başına seyreden Haluk Bilginer, sonunu getirmeden çıkıyor filmden. Yanımda oturan Cemal Hünal çok beğenmiş olacak ki coşkuyla alkışlıyor.
Radikal

Çakmanın Çakması Newyorkta Beş Mİnare...
06 Kasım 2010 Cumartesi
Sevda Türküsev
sevda_turkusev@yahoo.com

Çakma Bir Türk Filmiydi…
Alem Buysa Kral Mahsun Kırmızıgül…
Newyorkta Beş Minare filmi o kadar abartıldı ki ve ayrıca konusu din içerikli olduğu için filmi izlemeye gittim. Fakta maalesef büyük bir hayal kırıklığına uğradım, filmin hikayesi bu kadar mı basit, bu kadar mı boş, bu kadar mı havada kalmış olur?
Mahsun Kırmızıgül bu hikayeyi yazarken kimseye danışmamış mı? Bir bilenden fikir almamış mı? Film resmen bir çok Amerikan filminden toplama sahnelerin yazılan hikayeye uyarlanmasından ibaret…
Çakma Amerikan Filmi demek yanlış olmaz…
Hatta çakmanın çakması bile diyebilirsiniz…

Hıristiyan toplumu üzerinde ki Müslümanların terörist oldukları düşüncelerini değiştirme ve dinler arası kardeşliği aşılama Allah’ın tek olduğuna dikkat çekme amaçlı bir hikaye yazılmaya çalışılmış. Fakat bu konular bu filmdeki hikaye ile anlatılacak kadar basit değil…
"Ayrıca İslam da terör olmaz, içinde terör olan bir şey islam olamaz" mesajını vermek için bu kadar para harcamaya gerek yoktu... Bunu zaten herkes biliyor sadece işlerine gelmediği için söylemiyorlar o kadar...
Hollywood aktörleri ve tecrübeli Türk aktörlerinin bu basit hikaye içinde ki oyunculuklarını tebrik etmek lazım. Fakat hikaye o kadar kötü ve basit ki bu tecrübeli aktörlerin oyunculukları bile filmi kurtaramamış.
Hacı Gümüş karakterinin çok iyi bir Müslüman olmasına rağmen karısının Hıristiyan olması, kızının bir kilisede bir Hıristiyan ile evlenmesinin dinlerin kardeşliğini anlatmak için kullanılması…
Töre cinayetlerinin ve cinayetlerde çocukların kullanılmasının…

Ali Sürmeli karakterinin Fethullah Gülen Hoca benzetmesi ve cemaatin temiz olduğunun ima edilmesi…
MHP de filmde nasibini almış yani, filmde onlarda sınavdan geçmiş ve temize çıkmışlar…
Filmde güya Fırat ( MAKSUN K.) karakteri üzerinden gizem yaratılmaya çalışılmış olsa da Film arasında tüm seyirciler olayı çözmüştü. Hacı Gümüş ile Fırat arasında bir kin bağlantısı olduğunu seyirci anladığı gibi birde “ Hacı Fırat’ın ya babası çıkacak ya da kanlısı çıkacak” yorumunu yapacak kadar kötü bir oyunculuktu.
Klasik bir Türk filmi…

En büyük fiyasko ise; Hacı Gümüşün annesinin dişlerini komple porselen olmasıydı. Hem ne porselen, belli ki iyi bir hekimin elinden çıkmış dişlerdi. Acaba Bitlis de kaç tane köylü gariban teyzenin dişleri bu kadar düzgün ve mükemmeldir. Karakteri oynayan sanatçı hakkını vermiş ama bir yönetmen bu kadar güvendiği özendiği bir filmde böyle detaylara dikkat etmeliydi. Makyaj mucizesi diye bir şey var öyle değil mi?
En öneli konulardan birisi ise, bu hikayede ki bu basit geçişler basit oyunculuk Türk Polisi içinde güzel bir mesaj vermemektedir. Türk polisi bu filmden kendine pay çıkarmasa iyi olur diyorum…
Daha bir sürü saçmalık…

Filmin Galasına giden sanatçılar filmi beğendiklerini söylüyorlar ama eminim ki çoğu beğenmemiştir. Bu gün Mahsun’a yarın kendilerine olacağı için olumsuz bir şey söylememeleri gayet normal.
Kısacası film, görsel olarak iyi ama konu????
Bu fil mi şöyle de tanımlayabiliriz: Kanal D de yayımlanan “ Arka Sokaklar” dizisinin Newyorkta çekilmiş versiyonu diyebiliriz…
Evet, filmi şişirdiler millet belli ki gidecek, omuzları düşük Mahsun da cüzdanını şişirmiş olacak…

www.sevdaturkusev.com


Ali Atıf Bir
Mahsun Mahsun olmalı Scorcese değil...
8 Kasım 2010
Mahsun Kırmızıgül "gişe" filmi yapmak istiyor. Filmleri çok izlensin istiyor. Bunda bir sorunumuz yok.
Kırmızıgül'ün aynı zamanda da "mesaj kaygısı" var. Bunda da bir sorunumuz yok.
New York'ta Beş Minare'deki mesaj bombardımanını sevenler de "önyargıyla deccal sayılanlarla, gerçek deccallar" arasındaki farkı dramatik bir şekilde ortaya koyduğu için filmdeki arızaları görmeyenler de çıkacaktır.

Eleştirilerim Mahsun Kırmızıgül sinemasına... Beyaz Melek'le tavana çıkan, Güneşi Gördüm'le orta yolu bulan ama New York'ta Beş Minare ile dibe vuran Kırmızıgül sinemasına...

Anımsarsanız Güneşi Gördüm'de Mahsun Kırmızıgül'e "şans vermek" gerektiğini ve iyi işler beklediğimi yazmıştım. Ama beni son filmiyle hayal kırıklığına uğrattı.

Kırmızıgül Hollywood filmi yapmak istemiş, bir Polanski, bir Coppola, bir Scorcese olmak istemiş... Ama Amerikan sinemasının klişelerini birbiri ardına ekleyinci araya da birkaç din öğesi, dini tören görüntüsü konunca Levinson ya da Jackson da olunmuyor. Öyküyü anlatırken bir orijinallik gerekiyor. Bir tarz gerekiyor. Her şeyden önce öyküyü doğru senaryolaştırmak gerekiyor.

Kırmızıgül şu sorulara yanıt verebilir mi? FBI elinden kaçan adamın ailesini hemen dinlemeyecek kadar aciz mi? FBI Hacı Gümüş'ün dünyada izini süremeyecek kadar "bilgi ağından" yoksun mu? Türk polisi ve Hacı Gümüş, New York'ta deniz kenarını mesken tutarken FBI'ın onlardan haberdar olmaması biraz abuk değil mi?

Hacı Gümüş gerçeği sorguda anlatıyor da niye Fırat koca Emniyet Müdürü'ne bu gerçeği söylemiyor. Sadece "o değilmiş"le yetiniliyor? Aynı şekilde Fırat dedesine "o değilmiş" deyip işin gerçeğini anlatmıyor? Fırat gerçeği anlatıp dedesini ikna edemez miydi?

Ya diğer deccal... Filmin sonuna kadar neredeydi? Niye polisin onun peşine düştüğünü göremedik. Bir anda niye arkadaşları Fırat'tan şüphelenip dosyasına daldılar?

Mahsun Kırmızıgül'e önerim Polanski'nin son filmi Ghostwriter'ı izlemesi. İzleyici hatasız senaryoyla nasıl şaşırtılır, nasıl film insanları sıkmadan orijinal bir tarzla kurgulanır bir kere daha görse iyi olur...

Kırmızıgül'ün tek ya da iki kişilik sahnelerdeki tasarımlarında sorun yok. Ancak üçten fazla kişinin olduğu sahnelerde bir "müsamere" havası seziliyor hâlâ... Filmdeki diğer bir sorun da Hacı Gümüş'ün Türkçe'yi Bitlis şivesi ile konuşup İngilizce'yi arı-duru Türkçe aksanıyla konuşması...

Didaktik mesaj bombardımanını ise hiç eleştirmiyorum. Çünkü belli ki Kırmızıgül daha çok "Kurtlar Vadisi" dizisini anımsatan bu "kör gözüm parmağına" tarzını aşamayacak...

Filmin iyi yönünü bulmak isteyenler "New York görüntülerine bayıldık" diyorlar. Eğer New York görmek istiyorsanız Sex and the City izleyin. Oradaki görüntüler çok daha hayatın içinde ve çok daha az klişe!..

Özetle Kırmızıgül'ün son işi de bana diyor ki öncelikle mutlaka oyunculuğu ve senaristliği bırakması lazım... Yönetmenlik de bir kere daha deneme yapabilir. Yapımcılık ise mutlaka yapması, bırakmaması gereken iş...

Çekirgelik

"Dalkavukluk aptalların yemeğidir." (Shakspeare)

BUGÜN

Mahsun`un filmindeki Hocaefendi kim
13 Kasm 2010
Muharrem Bayraktar

Dünkü yazımızda New York’ta beş minare filminde, Amerika’da yaşayan hocaefendinin kızını ‘büyük bir coşku içinde’ bir Hıristiyan delikanlı ile evlendirdiğini yazmıştık. Bu süreç aslında Urfa’da başladı. Sosyoloji profesörü bir Hıristiyan olan Lester Kurtz, Müslüman Meryem ile evlendirilmişti.

Zaman gazetesi 15 Nisan 2000 tarihli sayısında “Bu bir devrim” manşetiyle verdiği bu habere ‘diyalogdan düğüne’ alt başlığını atmış ve haberi şöyle duyurmuştu: “Sosyoloji profesörü Hıristiyan Lester Kurtz ile gazeteci Meryem Kurtz’un nikahları Urfa’da İbrahim Camii’nde müftü, haham ve papazın huzurunda kıyıldı.”

Zaman’ın ‘Bu bir devrim’ diye duyurduğu haber, Kuranın, Müslüman kadınların Hıristiyan erkeklerle evlendirilmesini yasaklayan (Mümtehine 10, Bakara 221) ayetlerin emrine karşı bir devrimdi kuşkusuz.

Devrim, adı üstünde geleneksel bir uygulamayı, anlayışı ‘deviren, değiştiren’ faaliyet demekti.

İşte o devrimin bir benzerini New York’ta Beş Minare filminde rol alan hocaefendi ile devreye soktular. Karısı Hıristiyan olan hocaefendi, kızını ‘bu diyalog sürecinin’ doğal sonucu olarak ‘bir Hıristiyanla’ evlendirmekte beis görmüyordu.

Sizi biraz daha geriye getirelim ve bu sütunda yıllar önce yazdığım bir yazıya uzanalım:

“İki yıl evvel bir TV kanalında konuk olan Mehmet Aydın, sunucunun sorusu üzerine şu cevabı veriyordu: ‘Avrupa Birliği ile ilişkilerde bazı esneklikler göstermemiz lazım. Avrupa Birliği’ne gireceksek, ona göre düzenlemeler yapmamız şart (...) Kur’an’da Mümtehine Suresi 10. Ayette diyor ki; ‘Bu kadınlar, o inkârcılara helâl değildir.’ Avrupa Birliği’ne girecekseniz bu ayeti Batılılara izah edemezsiniz. Mü’min kadının, Hıristiyan erkekle evlenemeyeceğini söyleyen bir ayet, Batıda sıkıntı doğurur. Bunu gidermek lazım.” (23 Nisan 2000 – Samanyolu TV).

Mehmet Aydın, lafı ağzında eveleyip geveleyip dururken asıl meramı şuydu:
“AB’ye gireceğiz. Her yönden Avrupa’yla uyum içinde olmamız gerek; siyasi, hukuki, ekonomik vs. Peki Kur’an’da AB’ye uygun olmayan, Avrupa insanının kolektif şuuruna aykırı olan ayetleri nasıl uyumlu hale getireceğiz?” Aydın, örnek olarak Mü’min kadınların, Hıristiyan erkeklerle evlenemeyeceğini emreden ayeti veriyor ve bu konudaki ‘sancısını’ ifade ediyordu.
O gün bugün düşünüyorum.

Mehmet Aydın ve avanesi, Avrupa Birliği’ne girmek için ne gibi dinsel reformlara imza atacaklar?

Mümtehine Süresi 10. Ayette, “Mü’min kadın – müşrik erkek” nikâhını yasaklayan hükme nasıl bir formül bulacaklar” (18.11.2002, Yeni Mesaj)

Newyork’ta Beş Minare filmi işte bu sürecin son halkalarından biri. Zaman gazetesi, Samanyolu TV, Mehmet Aydın, Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki hocafendi ve diğer diyalog taşeronları bu yola taş döşeye döşeye bu günlere geldik.

Ama iyi bilsinler ki, bu millet gâvura kız vermez.

Ne kadar ‘film çevirirseler çevirsinler’ bu topraklar artık bu filmleri, bu senaryoları kaldırmaz.

Yeni Mesaj

MAHSUN'A GÜNEŞİ GÖRMEK, NEW YORK'A MİNARE DİKMEK, AKP'YE KÜRT AÇILIMI YAPMAK, GÜNAH ÇIKARTMAK HELAL; KILIÇDAROĞLU'NA BİR KABİR ZİYARETİ YAPMAK HARAM!



Yandaş medya, son 3-4 yıldır "dünya değişiyor, Türkiye'nin gittiği yön aha burası, herkeş oraya gidecek" diye beynimizi iskiyor. Kürt açılımından faili meçhul cinayetlere, Ahmet Kaya'ya çatal bıçak atan popçu oğlanlardan Diyarbakır Cezaevi işkencesine kadar her şeye ve herkese ifşaat yaptırıp günah çıkarttırıyor.

Kılıçdaroğlu, Ahmet Kaya'nın (Yılmaz Güney'in) mezarına gidip karanfil bırakınca ("BDP ittifakı" muhal farzı üzerinden) "hainlerle işbirliği" çizgisine çekiliyor.

Yahu göbek atıp sevinsenize yandaş medyacılar! İşte CHP de tam da istediğiniz gibi (kendisi için doğru veya yanlış ama yıllardır verdiğiniz akıl doğrultusunda) açılımdan açılıma koşuyor. Daha ne istiyorsunuz ki! Maksat kafa karıştırmak ve ideolojik betonlaşma tehlikesi yaşayan CHP tabanını kırılmaya uğratmak... Bunca çabaya ne hacet, Deniz Baykal (ve rot balansçı Önder Sav) bunu gayet güzel yapıyor zaten!

Çok değil 10 yıl önce şimdi yere göğe sığdıramadığınız "Kürt Mahsun", Ahmet Kaya'nın linç edildiği toplantıda şehvetle 10. Yıl marşı okuyor, suya tirit "hepimiz kardeşiz" türküleri çığırıyordu. Bakma şimdilerde konjonktürü ardına alarak güneşi görüp ta 'niyork'lara minare diktiğine...
http://odatvninatladigihaberler.blogspot.com/

"New York’ta Beş Minare" üstüne…
Serdar AYDIN
serdaraydin01@hotmail.com
24 Kasım 2010

Adana Metropol sinemasında gösterime girdiği ilk gün izlediğim ama araya Kurban Bayramı girince yazmayı ertelediğim tespitlerim şunlar;

Minarelerimiz genellikle iki şerefelidir, göğe uzanan işaret parmaklarımızın iki boğumlu (şerefeli) olması gibi. Öyle olunca da yazımın omurgası da ortaya çıktı.
New York’ta beş minare, hepside iki şerefeli…
Şerefelerden ezan okunur, duyuru ve gözlem yapılır.
Bakın her şerefeye bir gözlemimi sizler için yazdım.

1.ŞEREFE: Film muhteşem görüntülere, olağanüstü fragmanlarına, müthiş çekimlerine rağmen ‘’ruhsuz bir hikâyeyi’’ işliyor.
***
2.ŞEREFE: Film; Mahsun Kırmızıgül keşke senaryo yazmaya değil, yazılmış senaryoyu çekmeye yoğunlaşsa dedirtiyor. Çünki gördüm ki benim gibi birçok izleyici ve eleştirmenin hem fikir olduğu konu, senaryonun çok kötü olduğu!
***
3.ŞEREFE: Filmde canlandırılan Camide toplu zikir yapan tarikatlar! Ülkesinin polisi ile ölesiye silahlı çatışmaya giren müritler! Ve muhbirlerin kafasını kılıçla kesen sakallı mücahitler! Asla Türkiye gerçeğine parmak basmıyor. Bu tip cemaat yapılanmaları başka başka ülkelerden devşirilmiş.(Irak-Çeçenistan-Pakistan-Afganistan)
***
4.ŞEREFE: Filmde verilmeye çalışılan görkemli ibadet ve çatışma sahneleri Türkiyeli Müslüman olgusunu temsil etmediği gibi (birçok Avrupa ülkesinde de gösterimde olduğu için) yanlış Müslüman algılamasına yol açma tehlikesi taşıyor.
***
5.ŞEREFE: Filmin tüm mesajı bir hapishane sahnesine ve son final sahnesine sığmayacak kadar yoğun işlenmiş ama hep etrafından dolaşılmış hissi veriyor. Ayrıca diyaloglarda kullanılan bazı mesajların internette dolanan maillerden aparılmış olması filme olan güveninizi sarsıyor.(doğum-ezan, ölüm-namaz mevzu)
***
6.ŞEREFE: Hacı Gümüş karakteri Haluk Bilginer’in olağanüstü performansına rağmen sorunlu olarak duruyor beyaz perdede. Çünkü 25 yıldır Amerika’da yaşadığı halde hala Bitlis şivesi ile konuşması film boyunca zihninizde gıcırdıyor.
***
7.ŞEREFE: Karısının Hıristiyan oluşu (ve kalışı ve haç kolyesi), kızının İslam’la hiç tanışıklık taşımayan görüntüsü, bu kadar da olmaz dedirtiyor. Hele kızının nikâhın hem kilisede hem camide kıyıldığı kısım tam bir felaket!
***
8.ŞEREFE: Filmin Amerika yakasındaki öyküsünün ve sahnelerinin birbirleri ile bağlantılarındaki zayıflık hemen seziliyor. Aksiyon sahnelerindeki patlamalar bu eksikliği örtemiyor. Mahsun oynamaktan çok çekmeye konsantre olduğundan herhalde oyunculukta Mustafa Sandal’ın çok gerisinde kalıyor.
***
9.ŞEREFE: Diğer iki filminin senaryosu ve kurgusu daha sağlamdı. Mesajı daha yalın ve sıcaktı. Bu filminin ise görsel efektleri, reklâm ve tanıtımı daha gösterişli ama mesajı bulanık netlik ayarı bozuk.
***
10.ŞEREFE: Film ile ilgili ‘’bu bir sipariş filmdir’’ eleştirilerini ciddiye alıyorum. Olabilir. Hoşgörü ve diyalog çabalarının geleceği nokta umarım ‘’Takkeli Hacının, Haç Kolyeli karısı ’’ ile kızına ‘’Kilise ve Camide’’ çifte nikâh kıymak olmaz!

***
Ben Mahsun Kırmızıgül’ün sinema kumaşının ses sanatçılığından daha klâs olduğuna inananlardanım. Piyasaya uymaz, güncel gündemlerde sörf yapmazsa daha kalıcı filmler yapacaktır. Yeter ki eldeki ile yetinmesin.
İyi senaryolara sırtını dayasın.
Beyaz Melek’te yaşlılarımızı işlemişti.
Güneşi Gördüm’de Terörün mağdurlarını…
Bu filmde ise töre ile dindarları işlemek istemiş ama olmamış.
Beni bağışlasın ama bu konuda Ahmet Hakan gibi düşünüyorum.
Film gerçekten olmamış.
Bir parmak bala bu kadar keçi boynuzu çiğnenmez ki…
Bir de unutmadan;
Hiçbir reklâm üründen daha değerli değildir.

habertaraf

New York'ta 25 tutarsızlık, 55 sıkıntı
Mutlu Tönbekici
23 Kasım 2010

Ön yargılarımızdan arınıp gittik filme kankiyle. Nerede?

Fatih “Historia” (nereden bulurlar bu acayip isimleri?) Alışveriş Merkezi'nde. Bir pazar akşamı, gitmek istediğimiz seansa biletler çoktan tükenmiş, 21:30'a ancak bulabiliyoruz. Önce alışveriş sonra film ikilisi (mecburen) yerine getiriliyor. (Bkz: “Kadınları bir alışveriş merkezine kredi kartıyla asla bırakmayacaksın”)

(..)

Filmin bir yerinde Hacı (Haluk Bilginer) ve Fırat (Mahsun Kırmızıgül) Kur'an'dan cinayet işlemekle ilgili ayeti hem Türkçe hem Arapça aynı anda okuyorlar. Arkamdaki örtülü hanım sessiz bir “ya Allah” çekiyor.

“New York'da 5 Minare” herhalde şimdiye kadar gördüğüm en güzel çekilmiş en berbat senaryolu film. Bu kategoride açık ara birinci olur. Yazık ki film festivallerinde böyle bir kategori yok. Acil konulmalı zira Mahsun Ağbi belli ki durmayacak.

Bu kadar para, bu kadar emek, bu kadar gaz neden senaryo için DE harcanmaz diye düşünüp durduk şimdi ismini veremeyeceğim kankimle. Neden ortada başarılı bir sürü senarist varken (bkz: dizi senaristleri) bu kadar bağlantısız, kopuk, adamı aptal yerine koyan bir senaryo çekilir? Neden? Veya madem şimdi Kürtçe “in” (bkz: filimin 1 sahnesi) o vakit şöyle diyeyim: Ji bo çi ha, ji bo çi?

Güzel uçak çekimleri, güzel patlamalar, yakışıklı oyuncular var diye (kimdir mesela o ülkücüyü oynayan yağız delikanlı? Pek yahşiymiş. Var mı tanıyan, eden?) “ay işte güzel güzel seyrettik, aksiyon aksiyondur, hem de yerli malı” demek zorunda mıyım? Ben o kadar görmemiş miyim?

Bir kez daha anladım ki Hıncal Uluç kesinlikle sağlam bir anti referansım. Onu daha dikkatli izlemeliyim. Zira şimdi gugıllayınca gördüm ki filmi beğenmiş! Dahası beğenmeyenlere de ayar vermiş! H.U. ile bugüne kadar tek bir konuda aynı şeyi düşünmemiş olmamız da acayip değil midir? (Bkz: “Doğru yoldasın kızım, devam et”)

Fakat bu senaryoyu sen ben yazıp götürseydik yemin ederim “tutarsız, amatör, bağlantısız, mantık hatalarıyla dolu, yeniden yazılmalı” diye Mahsun Kırmızıgül de Hıncal Uluç da suratımıza atardı. (Bkz: “He walla..”)

Peki o zaman Hıncal Bey cevap versin: Bir polis teşkilatı nasıl oluyor da bir elemanının kan davası yüzünden 10 yıl boyunca maymun edilebiliyor? Hiç mi “dabıl çek” diye bir şey yoktur koca Türk Polis teşkilatında? Hadi diyelim yediler, peki o vakit aynı zaaf dolu teşkilat nasıl oluyor da bir video bant sayesinde Türk El Kaidesi'ni yarım gün içinde çökertebiliyor? Bunu yapabilen, 10 yıl boyunca neden armut topluyor? Hamamcılardan, hemşirelerden sonra komiserleri de istiyoruz film “pirotesto” ederken. Bu sefer destekleyeceğim üstelik!

Madem baş karakterimiz “Hacı”.. Yahu adam hakkında adam gibi bir geçmiş öğrenme hakkımız yok mudur? Bitlis'ten çıkıp nasıl Amerika'ya gitmiş, Kürt aksanına rağmen nasıl öyle temiz bir WASP İngilizcesi öğrenmiş, nasıl zengin olmuş, neden ultra seksi bir Hristiyan abla ile evlenmiş, o ulta seksi abla kimdir, Müslüman cemaat niye o kadar seviyor bu adamı, gücü nereden geliyor? Bilmiyoruz. (..)

Vatan

“Eşdinsel” Dedikleri Bu Olsa Gerek…
Afşin Selim
Perşembe, 30 Aralık

New York’ta Beş Minare adlı filmi geç de olsa seyrettim. Besbelli ki emek verilmiş, o ayrı… Kırmızıgül’ün sinemamız açısından kazanım olması da!

Filmin ayrıntısına girmeyeceğim, fakat “eşdinsel” sahneleri rahatsız edici buldum açıkçası…

Film, şu şekilde özetlenmiş:

“Kırmızı bültenle aranan ve ismi fenomene dönüşen radikal dinci bir örgütün lideri Deccal kod adlı suçlunun Amerika’da yakalandığı bilgisi gelir. Teşkilatın en başarılı iki polisi Amerika’ya suçluyu teslim almaya giderler. Bundan sonrası kolay gibi görünür ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. İstanbul, New York, Bitlis üçgeninde geçen hikâye, yakın dönemin Türkiye’sini sorgularken, 11 Eylül sonrası Amerika ve dünyanın İslâm ile olan paranoyasının altını çizecektir.”

Yânisi şu: “Radikal bir dinci” olan Deccal’a kızıp, “radikal bir dinci” olmayan Hacı’ya sığınmak pekâlâ mümkün!

Hacı?

Karısı, kızı, damadı Hıristiyan, ama kendisini tebliğe adamış “Bodyguard”lı Müslüman bir tip… Meselâ kızı, gündüz kilise nikâhı, akşam imam nikâhı kıyacağız diyor da, bu durumu sırıta sırata kabulleniveriyor.

Güya hoşgörü abidesi ya hani…

Hıristiyanlarla “aynı Allah’a inanmaktan” bahsediyor sıkça.

“Dinlerin” müşterek kabulleri kabulümdür, fakat “aynı Allah’a inanmak” iddiasıyla “yok birbirimizden farkımız” indirgemeciliğini, gerçekçi bir yaklaşım olarak görmüyorum.

Necip Fazıl’ın ifadesiyle: Kartalla karganın diyaloğu… Hem de her birinin ne yediği ve ne ile beslendiği malûmken, kargayı kılavuz edineceğiniz öyle mi?

Amelde Hanefî, itikatta Matûrîdi ekolüne mensup olan Türk’ün, dinamik ve fakat bid’atsız din şuuru, hırpalanmaya devam ededursun… İster istemez sorguluyor insan: Allah’a “oğul” koşup, yeryüzünün son peygamberinin peygamberliğini tanımayanlarla, gerçekten de, aynı Allah’a mı inanmış oluyoruz acaba? Burada, ayrı dinlere inanan insanların diyalogsuzlaşması gerektiğini vurguluyorum değilim… Mesele başka!

Filmi seyredenler fark etmiştir herhalde: Bir yanda Türk’ten devşirilmiş “eşdinsel” Hacı, bir diğer yanda hikmetsiz kaba softa, ham yobaz… İkisi arasında, tercihe zorlanıyor seyirci: Ya oradansın, ya buradan…

“İslâm hoşgörü dini” öyle olmasına öyle de, bu hoşgörü Hacı’nın hımbıllığıyla alâkalandırılmamalı…

Filmde, tamamlayıcı olan son din İslâm’ı dinlerden bir din olarak idrak etmenin çarpıklığı nüksediyor aslında: Müslümanlığın temel kıstası, Müslümanlardan olmayanlara her hâlükârda zulmetmek… “Hüküm Allah’ındır” diyerek kendini o hükmün tek icracısı gibi görmek! Miş gibi…

Bu kadar insanın, mesele din meselesi olsa bile, idrak itibariyle farklılığı tezahür ediyor diye, ne yapalım, vaz mı geçelim, yeryüzünün son peygamberinin tebliğ ettiği son dinden?

“Allahsız Müslümanlığın” aşksızlığından ve zevksizliğinden dolayı, bir nevî oruç bozacak halimiz yok… En kötü ihtimalle; Müslümanlardan, Müslümanlığa kaçabilmek mümkün!

http://www.haberiniz.com/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com