EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Dünyevileşme

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 11, 2010 11:48 pm    Mesaj konusu: Dünyevileşme Alıntıyla Cevap Gönder

A. Baki AYTEMİZ: TESETTÜRÜN DEFİLESİ…
19 Ocak 2018



Çocuğunun yaşaması için gerekli olan ilacın parasını denkleştirebilmek için, nereden borç istesem, banka mı soysam, birini mi gasb etsem diye düşünen babadan, vücudunu satmayı düşünen anaya ve ilaç bulmak için başvurdukları yetkililerce dilenci muamelesine tabi tutulan mazlumlara…

Ekmek almak üzere bakkala giderken, “beni de götür baba!” demesine dayanamadığı çocuğunu elinden tutarak bakkala giden, bakkalda gördüğü 50 kuruşluk çikolatadan isteyen evladına, parasızlıktan bunu alamayan, alamayınca da yutkunan, gırtlağına şöyle sertçe bir şey takılır gibi olan, gözleri nemlenen baba, bu çaresizliği yaşamak yerine bin kere ölmeyi tercih eder hale gelmişken…

Aç insanlar kendini yakar veya yarın çocuklarına ne yedireceğini düşünen bir baba artık bu yüke dayanamayıp soyunurken…

İnsanlar çöpleri karıştırarak karınlarını doyurabilmenin çaresini ararken…

Birileri de çıkmış, iktidarın aç bıraktığı insanlar üzerinden temin ettikleri imkânlar ve lüks içinde, israf ve şatafatın baş döndürücü uçurumundan aşağı atlarken kendileriyle birlikte toplumu da felâkete sürüklemenin sınırsız sarhoşluğunda kendilerini kaybetmiş, tesettür defilesi yapmakta…

Tesettür, kapitalizmin, tüketim toplumunun bir oyuncağı, nesnesi değildir efendiler!

Bu açıdan bakarsanız, tesettürün defilesi de olmaz.

Tesettürü bir kere gayesinden saptırdınız mı, kapitalizmin bir nesnesi haline getirmeye kalktınız mı, bu işin en sonunda tesettürün pornosuna kadar vardığını da görürsünüz.

Kapitalizm nasıl ki her şeyi metalaştırıyorsa, tesettürü de metalaştırmaya yol açtığınızda, karşınıza bunlar da çıkar, çıkıyor da.

Oysa tesettür, aslî olarak metalaşmaya karşı olmaktır. Kadının metalaşmasına karşı olmaktır. Kadını hür kılmak içindir. Tesettür defilesi ile kadın kapitalizmin, tüketim toplumun bir oyuncağı, bir kurbanı hâline gelmekte, getirilmektedir.

Tesettür, köleliğin karşısında hürriyeti temsil eder dedik ya, buna tüketim toplumuna karşı olmak da dâhildir. Yani, zamanında verilen-verdiğimiz tesettür mücadelesi, sadece siyasî otoritenin kamusal alandaki kılık-kıyafet düzenlemesi ve kadın kılığı üzerinden kendi iktidarını içtimaî alanda sürdürmesine karşı verilmiş bir mücadele değildi. Tesettürlü bir kapitalist olmak için değildi kısacası. Tesettürü, bütün mânâsıyla hayata hâkim kılmak mücadelesiydi o. İşte, bir şey tam olmadığında, yarım oluşların nasıl o şeyin aslını yok edecek dereceye geldiğine dair en göze batan misallerden biri budur aslında; tesettürün, yarım olmuşların elinde tam ters bir mânâya bürünmesi ve hizmet ediyor oluşu.

Metalaşan, nesneleşen tesettür, gün geliyor onu metalaştıranları da metalaştırıyor ve teni kapalı ama ruhu olabilindiğince açık, ruhu her türlü ahlâksızlığın yatağı haline gelmiş bir belhüm adal profilini karşımıza çıkarıyor.

Bizzat yaşayarak görüyor ve anlıyoruz ki, metalaşmanın karşısında durabilmek de ancak Bütün Fikirle, Mutlak Fikre bağlılıkla mümkün. Bütün Fikrin bizden istediği ruh ve ahlâka bürünmeden, onun şekline saplanıp kalmak, Bütün Fikri bir şekil mevzuu olarak ele almak, Bütün Fikre en büyük hıyanet ki, Efendi Hazretleri bunlara, “Dini içten yıkan kâfir!” hükmünü basıyor.

90’lı yıllarda İbda-c’ler, bunlara izin vermemek için mücadele etti, İslâm’ı bu şekilde istismar etmeye başlayanları cezalandırdı. Şimdilerde ise bunlar, en üst makamlarda ağırlanıyor, en üst makamlarca taltif ediliyor.

Aslında bu süreç bir yandan da iyi oluyor… O gün tesettürü şekilden ibaret bilenler de bizim mücadelemiz içerisinde kendilerine yer bulabiliyordu. Artık bugün bu mücadele, doğrudan ruh ve mânâya hitap eden, bunun idrakinde olanlarca veriliyor ki, gerçek insan soyu olma azmini taşıyan, çilesine talip olanlarla müsveddeleri de böylece ayrışıyor.

Muktedirler, gençliğin kendilerine niçin teveccüh etmediğini anlayabilecek mi acaba? Kapitalizmse, orada orijinali dururken, sendeki çakma… Ve bunlar, o mânâyı, kendi menfaatleri için bozuk para gibi harcarken, şimdi gençliği nasıl motive edeceklerini de bilmez hâldeler. Bizzat kendi ihanetleri, kendilerinin sonunu getiriyor.

(..)

A. Bâki AYTEMİZ

Kaynak: Adımlar Dergisi

Etiketler:
İslâm ihtilâl ve inkılâbı kapitalizm Tesettür TESETTÜR DEFİLE

Vekillere Boğaz'da paşa çiftliği: İstanbul Beykoz Korusu’ndaki Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ Abraham Paşa Çiftliği, milletvekilleri için 'sosyal tesis' oluyor
19 Ocak 2018



Vakıflar Genel Müdürlüğü, orman içindeki çiftliği ‘Biyoçeşitlilik, Geofit (yumrulu çiçekler) Merkezi’ olarak planlayan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki tahsisi kaldırdı.

Mevcut ve eski milletvekilleri ile aileleri, Ankara dışında sosyal tesis olarak İstanbul Konukevi, Florya Atatürk Köşkü, Beşiktaş Misafirhanesi ve Yalova Termal Tesisleri’ni kullanıyorlar.

AKP’nin hazırladığı bir teklif ise milletvekilleri ile eski vekillerin, kamuya ait tüm sosyal tesis ve imkânlardan yararlanmalarını öngörüyor. Bu teklif henüz yasalaşmayı beklerken, Meclis yönetimi ‘Abraham Paşa’ projesini uygulamaya koydu.

Meclis Başkanlık Divanı’nda yapılan sunuma göre, koruma altında bulunan 265 dönümlük Beykoz Fidanlığı içindeki Abraham Paşa Çiftliği Meclis’e tahsis edilecek. Bülent Sarıoğlu imzasıyla Hürriyet gazetesinde yayınlanan habere göre; Beykoz sahilinin kıyısında ve ormanın içinde bulunan arazinin büyük bölümü Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ olarak 1974’ten beri tescilli.
BİYOÇEŞİTLİLİK PARKI
Abraham Paşa Çiftliği’ndeki binalar, İstanbul İl Özel İdaresi’nce rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerine uygun olarak tadil edildi. Büyükşehir yasasıyla il özel idarelerinin kapatılmasının ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü, çiftliği Tarım Bakanlığı’na kiraladı. Bakanlık, Bitkisel Biyoçeşitlilik, Geofit Merkezi yapılmak üzere sosyal tesis, misafirhane, otel, seminer ve restoran olarak mekan planlamasını bitirdi.
Restorasyon işinin yüzde 95 oranında tamamlanmasının ardından devreye giren Meclis, kalan işleri milletvekillerinin kullanımına uygun olarak düzenleyecek. Otel ve sosyal tesiste Meclis personeli görevlendirilecek. Fidanlık içinde TBMM sosyal tesisi olarak kullanılacak bölümün 40 dönüme yakın olacağı öğrenildi. Çiftlik binalarına giden toprak yol genişletilerek asfaltla birleştirilecek. Çalışmalar için en az 10 milyon lira daha harcanacağı tahmin ediliyor.

Kaynak: Patronlar Dünyası
Etiketler:
İstanbul Beykoz Korusu Abraham Paşa Çiftliği milletvekilleri için sosyal tesis

Helâl sana Coca Cola!
Tayfun Atay
14 Ağustos 2017



“Coca Cola” markasını “Rabia” simgesi ile buluşturan Tayyip Erdoğan görüntüsü, bize “Yeni Türkiye”nin dinbazlıkla malûl halipürmelâlini bin kelimeye bedel bir netlikle resmediyor.

Dil gibi çağrışımın da kemiği yok olsa gerek ki bu görüntü beni 11 yıl öncesine, bir AVM açılışında dua eden “Donald Duck” ve “Mickey Mouse” (Miki Fare) temsillerine götürdü!..

Bir dolu davetlinin arasında, belli ki çocuklar için “güzellik” olsun diye iki Walt Disney şaheserinin kılığına girmiş animatörler, AVM önünde kurban kesilirken imamın okuduğu duaya ellerini semaya açmış halde eşlik etmekteydiler. Ardından Fatiha okuyup “nurlanmış” ellerini yüzlerine sürmeyi bekleyerek...

Şimdi “Miki’nin duası”ndan “Kola’nın Rabia’sı”na vasıl olmuş bulunuyoruz!..

***
AKP Türkiye’sinin alâmetifarikası, daha önce de yazdık, sırtını yere getiremediği kapitalizmi hidayete erdirmeye kendince hevesli bir “post-İslamcılık”tır.

Emin olun, hiçbir şeyi İslâm için yapmıyorlar.

Her şeyi “ikbal” için, iktidar için, kendilerini, yakınlarını, yedi sülalelerini ihya için yapıyorlar.

Yaptıklarının adını hanidir “dinbazlık” koyuyoruz.

Dinbazlık, dini manen değil maddeten, ruhani ve ahlâki değil dünyevi ve “nefsani”, yani menfaatperest amaçlarla işlerliğe sokmanın, işlerlikte tutmanın ve işlerlikte “tüketme”nin kavramsal karşılığı...

Ve dinbazlıkla kendi “dünyalık”larını korumaya, battıkları suçları bastırmaya ve “dini-bütün”lükleri iktidarla bozulup, içten içe çürüyüp kokuştuğu için de zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar.

***
Yıllarca “Coca Cola”yı “Bâtıl”ın iksiri, Batı sömürgeciliğinin, yani (“Coca-Colanization” tabiri eşliğinde) “Kolonizasyon”un bir “zehir”i sayıp reddeden;

Ama Müslümanların da kola içme alışkanlığından kopamadığını görüp “helâl kola”lar (Mekke Kola, Zemzem Kola, Kıble Kola, Kristal Kola, vb.) imal eden;

Ve işte nihayetinde Miki Fare’yi hidayete erdirmek gibi Coca Cola’yı da Rabia ile “mübarek"leştiren bir müflis maceranın hazan mevsimindeler!..

***
Rabia işaretini ABD emperyalizminin, yani “Coca-Colanization”un işbirlikçisi General Sisi’nin Mısır’da devirdiği İslamcı Mursi ile dayanışma adına ve sözüm ona “Bâtıl”a karşı “Hakk”tan (daha doğrusu “sûret-i hak”tan) yana görüntü vermek için devşirdiler.

Ve onu bu topraklarda kendilerine muhalif, laik, sol, Kürt, Türk, Alevi herkese karşı nefret ve şiddet üreterek kullanıma soktular.

Şimdi onu ABD’nin ve küresel kapitalizmin bir numaralı nişanesi “Coca Cola”nın bu topraklarda bir temsilciliğinin açılışında adeta aksesuarlaştırarak gözümüze sokuyorlar.

11 yıl önce AVM açılışında ellerini açmış dua eden “Miki Fare” ve “Donald Amca” görüntüsü, din adına sevimli bir komediydi.

Bugün Anadolu’nun ortasında bir “Coca Cola” şubesinin açılışında arkasını bu Amerikan şurubunun logosuna dayamış şekilde eliyle Rabia dörtlemesi yapan iktidar görüntüsü ise din adına iç kıyıcı bir trajedi.

Cumhuriyet

Ertuğrul Özkök, cinsel hayat üzerine yapılan bir araştırmayı ve muhafazakar kesimin evlilik dışı ilişkiye bakışını ele aldı
16 Ağustos 2017

Bugünkü yazısında iktidar eliyle toplumun muhafazakarlaştırılamaycağını savunan Ertuğrul Özkök, buna gerekçe olarak da Cinsel Sağlık Enstitüsü'nün açıkladığı 'aldatma oranları'nı gösterdi.

Özkök'ün muhafazakar mahalleyi kızdıracak satırları şöyle:

Cinsel Sağlık Enstitüsü önceki gün, kadın erkek ilişkilerinde “aldatma” olarak bilinen üçüncü bir kişiyle ilişkinin tarifini yaptı.

Derneğin başkanı Cem Keçe, aynı zamanda Türkiye’de bu erkek ve kadın oranını açıkladı.

*

Yani Türkiye’de erkeklerin ve kadınların yüzde kaçı “hayatında en az bir kere evlilik veya beraberlik dışı bir ilişki” yaşamış.

İsterseniz daha da açık yazayım.

Türk erkeklerinin ve kadınlarının yüzde kaçı eşini aldatıyor...

Şimdi sıkı durun...

*

Türkiye’de erkeklerin yüzde 58’i karısını veya partnerini aldatıyor...

*

Ya kadınlar?

Yine sıkı durun.

Evli kadınların da yüzde 40’ı kocasını veya partnerini aldatıyor...

*

Bu rakam 2000’li yılların başında erkeklerde yüzde 25, kadınlarda yüzde 11 civarındaydı.

Dünyadaki ve Türkiye’deki seviyesi de birbirine çok yakındı. Şimdi dünyada da Türkiye’de de yükseliyor.

Ve size şunu söyleyeyim.

Türkiye, eşini veya partnerini aldatma oranı konusunda dünyanın en yüksek oranlı ülkeleri arasında yer alıyor.

*

Şimdi geliyorum yazının başındaki soruya:

“Alnı secdeye değenler” arasında bu oran nedir?

Türkiye'nin yüzde 70'i gerçek muhafazakar mı

Soru şu:

Bu aldatma oranı içinde muhafazakâr erkek ve kadınların oranı nedir?

Türkiye’de yapılan araştırmalara cevap verenlere bakarsanız...

- Toplumun yüzde 70’i muhafazakâr.

- Kadınların yüzde 50’den fazlası başörtüsü takıyor...

Hiç şüpheniz olmasın ki, toplumun her kesimi aldatma oranından üzerine düşen payı alıyor. Zaten gazetelerin üçüncü sayfalarına bakarsanız bunu çıplak gözle de görebilirsiniz.

- AKP 15 yıldır iktidarda.

- Her mahalleye neredeyse üç cami düşer hale geldi.

- Kuran kursları patladı.

- Okullar hızla imam hatipleştiriliyor.

- Televizyonlarda magazin programları tesettüre büründürüldü..

Sonuç ortada...

Son 5 yıldır ısrarla yazıyorum.

Türkiye’de muhafazakârlığın geleceği yok...

Bugünkü manzara AKP otoriterleşmesinin getirdiği bir takiyeden ibarettir.

‘Alnı secdeye değen’ kavramının çöküşü

- “Alnı secdeye değen” kavramı...

FETÖ’cülerin her türlü kumpası, devlete sızma girişimi için kılıf haline getirildi.

- “Alnı secdeye değen” kavramı, Türkiye’de İslam âlimi geçinen bazıları için “Yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvasının gerekçesi haline getirildi.

- “Alnı secdeye değen” kavramı işe alınmada, liyakatten daha önemli bir özgeçmiş haline getirildi.

Aldatan erkek ve kadınlar içinde alnı secdeye değenlerin oranı nedir?

Yazının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/alni-secdeye-degen-erkeklerin-yuzde-kaci-esini-aldatiyor-40551402

Dünyevileşme
Başar Başaran
9 Ağustos 2011



Hayatın devamı kendisine tabi kılınmış bir organ olan kalp, hemen bütün dillerde aşkın ve cesaretin kaynağı olarak tarif edilir. Ölüm ile hayat arasında uçuşup duran bu ince perdenin insanlığın ortak zihninde böyle bir telmihi haiz olması boşuna değildir. Çünkü varlığın ölümsüz hafızası, unutmamamız gereken bir gerçeği bize bilgece yalınlığıyla fısıldamaktadır; hayat aşka ve cesarete bağlıdır. Bugün çoğumuz aşksız ve korkak yaşantılarımızın kıyısında durmuş, zamanın eriyip gidişine bakarken, aslında yok olduğumuzun farkında bile değiliz. Oysa varoluşumuza dair hakikatlerin pek çoğu, bizim için işte bu kadar açık ve yakındır. Cesur ve âşık değilsek ölmüşüz demektir. Üstelik öz acılarımızla aramıza giren gündelik, bize kendi yasımızı tutmak şansını dahi vermez. Ne kendimize ne de başkalarına ağlayacak halimiz kalmıştır. Unutarak azalarız.

Devrim, aşkı ve cesareti içinde taşımasıyla hayatın bir eşidir. Kuşkusuz burada ne aşkın bir şeklinden, ne de devrimci cesaretin tek tarifinden söz etmekteyiz. Bu, insanın her türlü sevme ve hayatı değiştirme kapasitesine yönelik bir vurgudur. Zira kadük kalmış varoluşumuzun adını ancak böyle koyabiliriz. İçinde yaşadığımız zamanı rehin alan kapitalist medeniyet, sözünü ettiğimiz kapasitelerin de kaynağı olan insan maneviyatının düşmanıdır. Çünkü bireyin önce ve sadece kendi menfaatini aramasını vaaz eden ‘iktisadi rasyonellik’ ile bağdaşmayan her duygusal tavır sistemin genişlemesine engel olmaktadır. Düzen bu sebeple insandan her alanda ‘dünyevileşme’’sini talep eder.

Kişinin kendisinden çıkıp ihtida etmesi istenen dünya, kapitalizmin kendi kabullerine göre tasarladığı ‘’Yeni Dünya’’dır. Burada açgözlü bir rekabetin şehveti varlığın tüm pırıltısına galabe çalar. Öyle ki, insan plastikleşmediği sürece buna uyum gösteremez. Kendi bildiği ne varsa unutmalı ve yeni koşullara uygun bir ruhsallığa geçmelidir. Bu Marx’ın ‘’ Katı olan herşey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor’’ diye tarif ettiği zamandır. Aşklar, sevgiler, arkadaşlıklar, dinler, ideolojiler, meslekler, sanat, hülasa insanın dünya ile kurduğu bütün ilişkiler dünyevileşmektedir.

Düzenin bu keskin buyruğunu yerine getiremeyen her insan acı çekmeye, yapılarsa değişmeye, olmuyorsa yıkılmaya mahkûmdur. Hiç kimse piyasanın ötesinde kabullere göre eylemini belirleyemez. Dolayısıyla içerisinde idealizm barındıran her varoluş, kendisini, gözün gördüğü faydaya yönelmenin kestirmeciliği ile takas etmek zorundadır. Şifa dağıtan bir hekim ameliyat başına para alan bir doktora, öğrencileri için çırpınan bir hoca özel ders veren öğretmene dönüşür, dönüştürülür. Örnekler sayısızdır. Düzen aşkın olan ne varsa tahrip eder. Her şey kendisine içkin olmalıdır. İkna karabasan gibi üzerimize çökmüştür.

PİYASA AKLIMIZ, KALBİMİZ VE DİLİMİZ ARASINA BİR KOMİSER GİBİ KURULUR

Dünyevileşmenin tahribatı insanların fikir üretme kabiliyetlerini öldürmüştür. Kendi kaygısından gerisine bigâne kalmış insanın kişisel menfaat hesaplarından çıkarak, ‘ortak bir iyi’ için tezler üretmesi, dahası bunun bedelini ödemeye katlanması sık rastlanılan bir durum olmaktan çıkmıştır. Kol kola barikatlarda duran gençlerin toplam adaletsizliğe oranı marjinal seviyeye inmiş, düzen ile organik bağlar kurmaya direnen namuslu aydınlar azalmıştır. Herkes bir alanda ‘’istihdam’’ edilebilir olmuştur. Akademi, siyaset, sanat ve sokak dikenlerinden arındırılmıştır. Şimdi dünyanın bir alternatif üretme krizinden geçmesi zihnin üzerinde baskılanan öğrenilmiş bir rasyonellik yüzündendir. O yüzden insanlığın yeni bir sözden çok paçasını düzenden kurtarmış yeni bir akla ihtiyacı vardır. Bu pratiğin yokluğu bizi yeni bir ortaçağın kucağına atmıştır. Cevapsız kalmak bir karanlıksa sorusuz kalmak zulmettir. Bugün insanlığın elinden sorular dahi düşmüş görünmektedir

Zamanın ticari ruhu içimizdeki ve dışımızdaki her şeyi metalaştırır. Bununla sulh içinde yaşamanın yegane yolu sathileşmektir. İnsan gördüğüne değil gösterilene inanıp, duyduğunu değil kulağına fısıldananı yaparak boynundaki zinciri gevşetmeye çalışır. O yüzden derinlere bakacak cesareti yoktur. Yeni Dünya’nın insanı kendi dehlizlerinde kaybolmaktan korkmaktadır. Çünkü düzen kaybolanı kaybeden saymaktadır. O halde varlığın peşine düşmek düzenin safrası olmayı göze almaktır. İnsan hep yüzeyde olmak durumundadır. Bu bakımdan duyguların asılları ile değil yansımaları ile yetinecektir. Bugün tüm hislerimizin yüzeysel ve geçici olmaları bundandır. Zamanın içinde sürükleniyor olduğumuzun dışında hiçbir duygudan emin olamayız. Sevindiğimize üzülmemiz, üzüldüğümüzü unutmamız an meselesi olmuştur. Bir türlü kendimize yoğunlaşamayız. Kendi ruhumuzun yansımaları sanki biz yaklaştıkça kaybolan ve değişen imajlar olmuştur. Pazarın kalabalığında kendi kendimizi kaybeder, bize verilen ile idare ederiz.

Burada kişinin kendisiyle kurduğu artık dolaylı bir ilişkidir. İnsan ile iç dünyası arasına piyasa girmiştir. İçimizde ortaya çıkan her duygu kendisini önce pazarın diline göre belirleyip, orada onaylatıp, bize öyle dönmektedir. Böylece biz isyanı da, biadı da, sevgiyi de, nefreti de, marketten öğrendiğimiz halleri ile yaşarız. Kalbimizi ve vicdanımızı nasıl kullanacağımız bizim keyfiyetimizde değildir. Bu hassasiyetleri bir yerlerden ediniriz. Çarşı, kuralları ve onay mekanizmaları ile aklımız, kalbimiz ve dilimizin arasına bir komiser gibi kurulur. Adeta altıncı bir duyu organı diğerlerinin hepsini bastırmaktadır.

LYS BİRİNCİSİ İLE ELİF SHAFAK AYNIDIR

O bakımdan kapitalist moderniteye doğru yolculuk, toplumlarda topyekûn bir sathileşme sürecini beraberinde getirmiştir. Bu tünele girenler bir daha eskisi gibi şiir yazamamış, türkü yakamamış, resim çizememişlerdir. Özü ile rabıtasını kaybeden insan kendi duygularının kırıntılarına razı olmak durumunda kalmıştır. Piyasanın cevaz verdiği maneviyatın doğurduğu sanat da kısır ve dünyevi olmuştur.

Sistem ilhamı zapt eylemiş, endüstrinin gereklerine göre söyletmeyi becermiştir. Sanatkârın doğuştan uyumsuzluğunu türlü yönlendirmelerle kendisi adına bir ahenge çevirmiştir. Böylece kitleselleşen sanatsal faaliyetlerin üreticileri de, satıcıları da, alıcıları da aynı dünyeviliğin saç ayakları olmuştur. İnsanlar, kendi ehlileşmiş duygusallıklarını zorlamayan bu ürünlerle iyi geçinip artık olmayan bir sanatın imajıyla vakit geçirmektedir. Bu elbette bir oburluktur ve bir obur ne yediğini her zaman o kadar da önemsememektedir.

Yüzyılın başına Tanpınar gibi, Haşim gibi sayısız mücevher ile parıldayarak giren bir toplumun sonunda Elif Shafak’a fit olması, işte böyle bir yolculuğun menzilidir. Artık kimsenin derinlerde kaybolmaya niyeti yoktur. Hayata incelikli sorular sormanın riskini kimse almak istemez. Kapitalizm öncesinde sorulmuş olanların zararsız yorumları üzerinden evcil bir sanat devşirmek herkes için en iyisi görünmektedir. Böylece insanoğlunun kadim felsefi kazanımları ‘yeni dünya’da bütün derinliklerinden soyutlanarak paraya tahvil edilebilen birer sanatsal üretim tekniğine indirgenmiştir. Fikri ve ruhsal hazineler, insanlığın her gelenin üzerine bir şey koyarak biriktirdiği toplam varlığı olmaktan çıkmış, istilacı bir neslin yağmasının nesnesi olmuştur. Mevlana denilince akla, Abdülbaki Gölpınarlı değil de Elif Shafak’ın geldiği bir çağ böylesi bir acarlığın yüceltildiği, teşvik edildiği çağdır. Demek ne tasavvufun ne de sanatın bugünkü manası, hırslı bir yazarın, astronomik paralarla köpürtülen reklam kampanyalarıyla tanıtılmasına mani teşkil etmektedir. İnsan hem ‘sufi’ hem de ‘Bussines man’ olabilmektedir. Bunu pek az insan garipsemektedir. Öyleyse sistemin dünyevileşme talebi hakkıyla karşılanmış demektir. LYS sınavının bu yılki birincisinin bir gazetenin anketindeki,’Kendiniz olmasınız ne olurdunuz?’ sorusuna verdiği yanıt, ‘Derviş olurdum’ olmaktadır. Hem sınavda birinci olacak kadar kurumsal ve sürekli bir hırs, hem de bir dervişin dünyadan bir şey talep etmeyen tok gözlülüğü aynı bünyede barınmaktadır. Elbette bir sözde diğeri özdedir. İşte bu çocukla Shafak aynıdır. O bakımdan Shafak, istisnai bir örnek değil bizatihi zamanın ruhudur.

Musiki ve şiir, nesir ve resim…Ne varsa.teslim olmuştur. Bu dekadan bir dünyadır ve ona entegre olmak sadece elindekinden, avucundakinden vazgeçerek mümkündür.

Tükenişin nasıl şaşmaz ve doğrusal olduğunu her günün bir öncekini, her gelenin gideni aratmasında görebiliriz. Adeta sesimiz her an biraz daha kısılmaktadır. İnsan olmanın içerdiği mana açık bir saldırı altındadır. Adeta kendi içinde ürettiği bir hücre olarak kapitalizm tüm insanlığı öldürmektedir. Bu bağlamda insanlığın varoluşu kanserle savaşmaktadır. Bu hastalığın kesin sebebinin bir türlü anlaşılamamış olmasından kaynaklanan gizemine böyle bir teşbih üzerinden yaklaştığımızda; ‘Acaba bu hakikatin tesadüfî bir ortaya çıkışı olabilir mi?’ diye düşünebiliriz. Bilinmez. Ancak insanlık bir tek insanmış gibi ele alınırsa çektiği acıların ve mutsuzluğun benzerliği ortaya çıkar. Kötü günlere denk geldiğimizi açıktır. Kendi kendimize el olmamanın savaşını sürgit vererek uyanık kalmaya çalışmaktan başka çaremiz yoktur.

Birgün

Mutluluk profesörü eşiyle intihar etti!
11 Ekim 2010
Mutluluk ve umut üzerine 20'den fazla kitap yazmış olan 63 yaşındaki Choi Yoon-Hee'in Seul'ün kuzeyindeki bir motelde kocasıyla birlikte intihar etti.

Mutluluk ve umut üzerine 20'den fazla kitap yazmış olan 63 yaşındaki Choi Yoon-Hee'in Seul'ün kuzeyindeki bir motelde kendini asarak intihar etti. 72 yaşındaki kocasının Choi Yoon-Hee'nin intiharına yardım ettiği, sonra da kendi canına kıydığı sanılıyor.

'Mutluluk profesörünün' son yıllarda sağlık sorunları yaşadığı belirtiliyor. Choi, bıraktığı intihar notunda, "İki yıl önce vücudumda ters bir şeylerin olduğunu hissettim. Zor zamanlar geçirdi, akciğer ve kalp hastalıklarıyla uğraştım" diyor.

Bir sayfalık intihar notunda daha önce de intihara kalkıştığını, ama hep kocası tarafından kurtarıldığını söyleyen Choi, "Artık acıya katlanamayacağım ve kocam da yalnız ölmeme izin vermiyor...O yüzden bu dünyayı birlikte terk ediyoruz. Bana güvenen ve beni seven insanlardan özür diliyorum" diyor. İntihar, Choi'nin kitaplarının ve televizyon programlarının sıkı takipçisi olan hayranlarını şok etti.

İhtihar oranlarının çok yüksek olduğu Güney Kore'de 2008'de her 100 bin kadından 18.7'si intihar etti
Milliyet
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com