EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

12 Eylül Referandumu'nda Sandıktan “Evet” mi Çıktı

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Eyl 14, 2010 1:07 am    Mesaj konusu: 12 Eylül Referandumu'nda Sandıktan “Evet” mi Çıktı Alıntıyla Cevap Gönder

"12 Eylül Referandumu"nda Sandıktan “Evet” mi Çıktı?

Murad Salih



Referandumdan önceki yazımızda şöyle demiştik:

[Bir referandumda halk, iradesini kaç şekilde beyan edebilir?

A-) “Evet” diyerek (AB-D’nin en istediği ve en çok sevineceği durum)...

B-) “Hayır” diyerek (AB-D’nin beğenmese bile içine sindirebileceği durum)...

C-) “Boykot” ederek veya “geçersiz oy” kullanarak (AB-D’nin en istemediği, en çok kızacağı durum)...

AB-D medyasının “evetçi” ve “hayırcı” kesiminin ortak dayatmasına göre, halk bu referandumda üç değil iki şıklı bir tercihi kullanacak...

Üçüncü şık olan “boykot” veya “geçersiz oy”un hafızalardan özenle silinmeye çalışıldığını herhalde farketmişsinizdir..

Bu tavrı dillendiren BDP işi bozduğu için Kürtlere başka Türklere başka bir metod uygulanıyor...

Kürtlere BDP’nin “hayır” diyeceği her haberin/yorumun içinde, bir iki cümle ile zihinlere sinsice sokuşturulurken...

Türklere de “PKK’lı teröristler’in seçimi boykot edecekleri” telkin edilerek “boykotçu”ların PKK ile ittifak içinde gösterilebileceği şantajı yapılıyor... ]
(1)

Buna göre seçim sonuçlarına bakalım:

49 buçuk milyon seçmenin 38 milyon 300 bini sandık başına gitti.

Katılım oranı yaklaşık yüzde 77...

Yaklaşık 11 milyon seçmen, yani toplam seçmen sayısının yüzde 23’ü sandık başına gitmedi ...

Sandıkbaşına giden 38 milyon 300 bin seçmenin kullandığı oylardan 37 milyon 541 bin 793’ü geçerli sayıldı.

760 bin seçmen (Sandık başına gidenlerin yüzde 2’si) “geçersiz oy” kullandı...

Geçerli oyların yüzde 58’i “evet”, yüzde 42’si “hayır” dedi...

Görüldüğü gibi buradaki “evet” ve "hayır" oranlarının açıklamasında apaçık bir yanıltma var...

Toplam seçmen sayısının (49 milyon 500 bin) yüzde 58-42’si değil...

Sandıkbaşına gidenlerin (38 milyon 300 bin) yüzde 58-42’si de değil...

Yalnızca geçerli oyların (37 milyon 541 bin 793) yüzde 58-42’si...

Şöyle...

Toplam seçmen sayısı kaçtı?

49 milyon 500 bin...

Bunlardan kaçı “evet” oyu kullandı?

21,874,192’si...

Toplam seçmen sayısına oranı nedir bu “evet”lerin?

Yüzde 44.1...

Bu oran aynı zamanda AKP+SP+BBP’nin toplam oyuna tekabül ediyor... Ve dikkat edilirsse toplam seçmen sayısının azınlığını temsil ediyor...

Buna rağmen referandum sonucu halkın Anayasa değişikliğini kabul ettiği Başbakan tarafından açıklanıyor...

Üstüne üstlük...

Daha YSK tarafından resmî sonuçlar dahi açıkşlanmamışken; Obama, "eşbaşkanı" Erdoğan’ı telefonla arayarak tebrik ediyor...

Keza aynı saatlerde AB’den de sevinç çığlıkları yüklü tebrik mesajları yağıyor...

Erdoğan da sonuçları açıkladığı konuşmasında “Atlantik ötesi”ne ilginç bir selâm yolluyor: “Dünya’nın dört bir yanından Okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum. Ne yapayım buradan Okyanus ötesine mesajlar olduğuna göre bizim de bu mesaja bir karşılığımız olması lazım.”

Bu "Okyanus ötesindeki kardeşleri" kimlerse artık...

Eşbaşkanı Obama mıdır?

Kendisine ödül veren siyonist örgütler midir?..

Hem Obama, hem de bu siyonist örgütlerle her daim “hoşgörü ve diyalog” içinde çalışan ve onları itatı farz olan “otorite/ulul ül emr/Müm’minlerin emiri/halife” kabul eden “Pensilvanya imamı” mıdır?

Hepsi birden midir?

Bilmiyoruz, günahını almayalım...

Biz yine konumuza dönelim...


Seçmenlerin Kaçı “hayır” oyu kullandı?

15,878,206’sı...

Toplam seçmen sayısına oranı nedir bu “hayır”ların?


Yüzde 32...

Bu da; yüzde 20 CHP+Yüzde 15 MHP =yüzde 35 oyu nazara alınırsa... CHP+MHP oylarının yaklaşık yüzde 3’ünün “boykot”u tercih ettiklerini gösteriyor...

Yüzde 44 + yüzde 32=Yüzde 76...

Bu referandumu (sandık başına gitmeyerek veya geçersiz oy kullanarak boykot edenlerin toplam seçmen sayısına oranı ise 100-76= yüzde 24...

Halkın “boykot” iradesini kırmak için yapılan olağünüstü baskı, tehdit ve şantajara rağmen...

Toplam seçmen sayısının yaklaşık 4’de biri (yüzde 24) bu demokrasi müasameresine katılmayı reddediyor...

Ama...

Her ne hikmetse, halkın bu “irade beyanı” hesap dışı tutuluyor...

İşte “Halkın iradesi”nin sandıklar (seçim-referandum) yoluyla belirlendiğini iddia eden “demokrasi” böyle bir şey...

Şakirtlerin “Büyük Allah’ım ne güzel artık bizim ülkemize de demokrasi güneşi nihayet doğuyor” diyerek uzun uzun şükür secdelerine kapandıktan sonra, meydanlara çıkıp sabahlara kadar göbekler atıp, kolbastı oynadıkları referandum sonuçlarının hilesiz hurdasız açıklaması bu iken...

Bize gerçekmiş gibi açıklanan sonuçlar ne?

“Evet”ler yüzde 58...

“Hayır”lar yüzde 42...

“Boykot” yüzde 24...

Toplayın bakalım bu üç rakamı: Yüzde 124...

Bu hesapta bir yanlışlık yok mu?

Sonuç olarak...

AB-D medyasının “evetçi” ve “hayırcı” kesiminin ortak dayatmasıyla, bir medya terörü halinde, halka bu referandumda üç değil iki şıklı bir tercihi kullanacağı empoze edilmişken...

Toplam seçmen sayısının yüzde 25’i bu “toplu zihin kontrolü” uyglamalarına direnerek Üçüncü şık olan “Boykot” veya “geçersiz oy” şıkkını tercih ederek... Hem AB-D emperyalizmine hemde onun yerli işbirlikçilerine açıkça meydan okumuştur...

Bu çok önemli bir direniş oranıdır...

“Antiemperyalist cephe”nin bu dirençli kitle tabanın dayanarak hayata geçirililebileceğinin de göstergesidir...

Bu yüzde 25, sanıldığı/zihinlere dayatıldığı gibi PKK/BDP’den ibaret değildir...

Çünkü Türkiyedeki Kürtlerin toplam nüfusa oranı yüzde 8-9 civarındadır (2)...

Bu kürtlerin yaklaşık yüzde 3-4’ü Barzani_Talabani etkisyle AKP’yi desteklemektedir...

Yani...

Kürtler içinde PKK-BDP’yi destekleyen kesim (BDP’nin potansiyel oyuna göre), toplam nüfusunun yüzde 5’i civarındadır.

Dolayısıyle...

Yüzde 25’lik boykot oranı içindeki PKK-BDP etkisi ancak yüzde 5’lik bir dilime tekabül etmektedir... Kürtlerin Yüzde 3-4’ü ise Barzani-Talabani etkisiyle “evet” oyu vermişlerdir...

Sizce, kalan yüzde 20’lik “boykotçu” dilimin etnik kimliği ne olabilir?

Dipnotlar:
1-Bkz: Murad Salih, “Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!” http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2937

2- Bkz: Ali Haydar Can, “TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK TAHLİLLERİNDEKİ İKİ VAHİM YANLIŞ-2-“, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=712&sid=3e7b2adc73a72b676f7d0c857a02f407


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

KENDİNİZE BİR BAKIN!...
Banu AVAR
14.9.2010



Bu ne vaveyla!

‘Bittik, mahvolduk, bu millet adam olmaz!’ diyenler…’HAYIR’larını lütfedip, cevap alamamış olmaktan yakınanlar…

Merak ediyorum, bu şikayetlerle ortada dolaşanlar, ömürleri boyunca hangi Anadolu illerini, ilçelerini, köylerini gezdiler, kıyı kentlerin şirin kasabaları dışında nereleri gördüler, hangi uzak beldenin fakir fukarasıyla gönülbirliği yaptılar, kaç grevde, işten atılmada, zulme uğramada işçilerin yanında oldular, hangi varoşlara gidip, halkın arasına karıştılar ve ne dediğini dinlediler? Diyarbakır’da, Sinop’da, Adıyaman’da, Manisa’da yoksul köylüyle, kucaklaştılar mı?

Rize’de çay, fındık yürüyüşlerine, Zonguldak’ta madenci cenazelerine katıldılar mı?

Ankara’da Tekel işçilerinin çadırında oturdular mı?
Bu soruların sorulma zamanıdır…

Ey şikayetçi kardeşim, 12 eylül akşamından beri bu millete sayıp sövmektesin… Bunu yapmayanlara sözüm yok.

Ama bu milleti yerden yere çalan, Aziz Nesin’in hangi koşullardan kimler tarafından dayatılarak söylendiği malum sözünü dillerine pelesenk yapan sevgili kardeşim, şimdi bu YENİ DÖNEMEÇTE, suçlamayla durumu geçiştiremezsin..

Soruyorum: ACABA SAĞIR OLAN SEN MİSİN?

Bu millet 1940’ların karanlığını yaşadı.

Atatürk ilkelerinden adım adım uzaklaşışı bütün vehametiyle tattı.

Onun kurduğu her şey yavaşça kurutuldu.

Eksen, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir!’ den, ‘Avrupalı olmazsak adam olamayız!’a oturtuldu..

Atatürk’ün ölümüyle eğitim sistemimize yeniden Tanzimat rüzgarları hakim oldu. Yunan Latin kültürünü esas alan, bir eğitim uygulanmaya kondu.

Sabah akşam Yunan Latin kültürünün EVRENSELLİĞİ kafamıza sokuldu!

O arada demokrasinin tek ayağı kopartıldı. 46’da ‘izin verilen’ işçi sendikalarına sadece 6 ay katlanıldı. Demokrasi işçisiz olacaktı…

Bu Halk çabuk unutur mu?

Kısacası:

Burnu yukarda halka böcek gibi bakan birilerinin bugün geldiğimiz noktada hiç mi suçu yok?

NATO’ya ‘Aldılarmı da girmedik’ diyen anlayışın, İMF’ye koşarak kucak açanların ‘Batıyı kabe yapanların’, hiç mi suçu yok?

Alman ve Amerikan istihbaratına iş yapanların, ülkeye ırkçılık pompalayanların hiç mi suçu yok..

PanTürkizm ve Panislamizm tohumları ekenlerin hiç mi suçu yok…

Doğuda krom tesislerini kapatanların, petrol aramalarını durduranların hiç mi suçu yok? Halk bunları unutur mu sanıyorsunuz?

Apo’yu ipten çekip kurtaranları, ‘kürt raporunu’ en önce yazmakla övünenleri, 1980’den itibaren hızla yok edilen sanayiyi unutmadı..

HERŞEYE rağmen defalarca kendisine hayal kırıklığı yaşatanlara oy verdi.. Süreç ilerledikçe kredi tükendi.. Bugün sahte dindarlıkla, ‘kendisi gibi olmakla’ sadaka dağıtmakla gözünü boyayanlara da oy veriyor. Süreç ilerliyor… Karar günü gelecek…Kredi tükeniyor..Umarız geç olmaz…

Toplumların yaşamı insan ömründen uzun. 100 yıl bir toplum için bir an gibi…

3-5 ayda toplumun tüm hafızasının yenilenmesini bekleyenler, bu, mümkün değil.

Bugün Türkiye’deki muhalefet, geçmişle sıkı sıkıya bağ kurabilen bir hafızayla karşı karşıyadır.

En dayanıklı millet!

Bu hafıza sahipleri eğitimsiz olabilir. Ama geçmişte yapılan hataları yüreğinde hissetmektedir. O nedenle şaşkındır. AYRICA;
Bu millet yaklaşık 50 yıldır en üst düzey psikologlar ve toplum mühendislerince yürütülen bir savaşın muhatabıdır. Yürütülen savaşta tüm parti mensupları da yeralmışlardır. Yakın tarihi karıştıran bu gerçekle tüm çıplaklığıyla karşılaşır!

Bu millet, aç ve açıktadır ve buna rağmen bizim diğer TURUNCU darbe görmüş ülkelerde gördüğümüz robotlaşma, ve yozlaşmaya HENÜZ uğramamıştır.

Romanya’da, Macaristan’da Polonya’da savaş öncesi Irak’da, halk arasında dolaştığımızda, açıkça MANDA yönetimi isteyenlere sıkça rastlıyorduk.
Türkiye’de toplumun satın alınmış bir küçük kısmı dışında ya da aldatılmış küçük bir grup dışında bu sefilliğe rastlayamazsınız…

Üstelik, bu kadar kısa sürede bu kadar ağır bir yoksulluk ve işsizliğe mahkum edilen çok az sayıda millet vardır.

İşsizlik ve açlık ancak birebir yaşanınca anlaşılır. İşsiz ve aç toplumlarda inanılmaz oranlarda intihara rastlanır.

Türk milleti bütün bu ağır koşullara HERŞEYE RAĞMEN direnmektedir.
Küresel çete işsiz ve aç bıraktığı toplumlarda, psikolojik harbi kullanarak, UMUTSUZLUK üretir ve özellikle gençliğin direncini düşürür.

Etnik ve dinsel yapay karşıtlıklar üretmek ikinci adımdır. Çete içerdeki işbirlikçileriyle bu operasyonu medyayla ve eğitim mensuplarıyla yönetir.

Faşist yasalar getirir ve doğruları söyleyenleri, halkı uyandıranları bitirir…
Son darbeyi, ülkeleri küçük parçalara bölerek indirir.

Aydınlar ‘batılı’, halk nereli!

Bu süreçte ‘Aydınların’ sessiz ve HALKINDAN UZAK kalması sağlanacaktır. HALKLA arasında uçurum olan AYDIN, artık onu anlamayacak, ona ‘öncülük’ görevini yapamayacaktır.

Halk tanzimattan beri batı rüzgarına kapılmış ve Atatürk’ün ölümüyle yine aynı rüzgarı yakalamış ‘AYDIN’dan uzaklaşacaktır. Kendine yaklaşan, ‘kendinden gördüğü’ maskeli işbirlikçilere inanacaktır. Bunu defalarca yapacak sonunda acı gerçekle yüzyüze kalacaktır. Bu 1920’lerde işgal altındaki Türkiye’de birebir yaşanmıştır..

Fildişi kuleşindeki AYDIN ona ne kadar kızarsa, o daha çok maskeli cellata yaklaşacaktır…

Buradan çıkış ancak, kendi gücünün farkına vardığı ve halkının yanında saf tutabilen aydınlar SENTEZ üretebildiği zaman mümkün olacaktır.

Bu dertleşmemi bana son 24 saatte yüzleri aşan şikayetlerini iletenlere ithaf ediyorum…

BU MİLLETİ TANIYIN, onu DUYUN ve ANLAYIN! Aynı türküleri dinleyip zevk alabiliyor musunuz. Önce bunu bir tartın…Kendinize de bir bakın…

banuavar@superonline.com
www.banuavar.com.tr


MİLLET ‘EVET’ Mİ DEDİ?!
Banu AVAR
12 Eylül 2010



50 milyon seçmen vardı. Yüzde 58 EVET, Yüzde 42 HAYIR sonuçla bir oylama geride kaldı.
700 bin oy geçersiz sayıldı. (Bu noktaya dikkat). Ve halkın yüzde 23’ü oy kullanmadı.

Öncelikle;

Bu süreçte, milyarlarca liralık rüşvet, sadaka, yardım, iktidar partisi eliyle dağıtıldı. Tüm basın yayın araçlarında propaganda makinası EVET! diye bağırtıldı. Diyanet, cami imamları, EVET kampanyası yaptı. Tüm illerde Valilikler, ve kaymakamlıkların imkanları kullanıldı.,

TÜM BUNLARA KARŞIN, bu millet yüzde 42 oranında ‘HAYIR!’ dedi.

Yüzde 42’lik HAYIR, baskının ve propagandanın ve yayılan bilgi karmaşasının boyutu düşünüldüğünde, küçümsenecek bir rakam değildir.

‘Umutsuz’luk girdabına kolay düşenlere ve ‘gideceğim bu diyarlardan’ mealinde iletiler yollayan sevgili gençlere diyorum ki, işte hep yazıp çizdiğimiz ‘ecnebileşme’ budur!
Kaçmak, milleti ‘aptallıkla’ suçlamak, ‘3 kuruşa satılanlardan’ sözetmek , durumu görememektir. Kolayı seçmektir. Kendini rahatlatmaktır.

Zor olan ANLAMAKTIR…

Anlamamız gereken ilk mesele millet ÖZGÜR İRADESİYLE ‘EVET’ dememiştir.

Karnı aç, beyni aç bırakılmış olanlar, ne olduğunu bilmedikleri ve dillerinin bile dönmediği bir ‘referandum’un içinde yeralan 26 maddeye EVET basmışlardır. Anayasa değişiklikliğinin ülke yararına olacağına birileri tarafından; köydeki, mahalledeki imam, güvendiği arkadaş, aile ve aşiret reisi ve her gün ekranda gördükleri kuklalar tarafından İKNA edilmişlerdir.

İkinci mesele, bu İKNA’nın sebebidir. Bu millet uzun zamandır MUHALEFETE güvenmemektedir. Muhalefet yokluğu ve muhalefetin çeşitli kesimlerce, ‘güven vermez uzantıları’ EVET demelerine neden olmuştur.

CHP ve MHP gerçek muhalefet değildir. Ve halk aslında muhalefet etiketi altında duran partileri uzun zamandır MUHALEFET olarak görmemektedir.

‘Batı eksenindeyiz’ diyerek, ABD’ye göz kırparak, ‘AB’ye biz sizi sokacağız!’ diyerek, ‘kürt raporlarından’ sözederek, birbirinden beter işlere bulaşmış partilileri yüksek görevlere getirerek, Amerikan istihbaratı ile Soros’la görüşüp, Bilderberglerde ağırlanarak, yolsuzlukları kanıtlanmış belediye mensuplarını parti içinde tutarak, çarşaf ve başörtüsü söylemini ‘kullanarak’ ve ‘beyaz Türk’ burnu büyüklüğü içindeki öncü kadroları, aç sefil halkla temasa sokarak, bir noktaya varılamayacağı kanıtlanmıştır.

Önümüze bakalım!

Şimdi tarih 13 Eylül. 3 ay önce bıraktığımız yerde, satılan fabrikalar, her dört gençten birinin işsiz olduğu, nüfusun yüzde 14ünün de aç bilaç işsiz sokaklarda dolaştığı, her gün şehitler verdiğimiz ve ekranlarda ‘açılım’ın ve ‘özerkliğin’ tartışıldığı bir Türkiye vardı. 3 aydır, millete referandum tartışması dayatıldı. Şimdi başbakanın deyişiyle ‘BÜYÜK KAPI açıldı!’ ‘Tarihi eşikten geçmiş bulunuyoruz!’

Önümüzdeki birkaç ay içinde , Başbakan’ın teşekkür ettiği ‘Okyanus ötesi’ (sadece cemaat değil ama ABD yönetimi), Başkanlık sistemini ve federasyon anayasasını devreye sokacak. Böylece üniter devlete bir nokta koyma çalışmaları hız kazanacak.

İktidar eliyle yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada ‘Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü’ maddesi olmayacak.

Yargı, Yürütme ve yasama ile birlikte ABD- AKP arzularını yerine getirmekle mükellef olacağı bir sisteme sokulacak.

Önümüzdeki süreçte, ‘halkın psikolojisi’ ile ince ayar oynanarak Türkiye topraklarından çalınarak kurulacak bir kukla devlet fikri fiiliyata geçirilecek.
Ermenistan ve Patrikhane konusunda ABD’nin AB’nin istediği adımlar hayata geçirilecek.

Medyada daha büyük bir yandaş dalga ortalığı saracak .

Ve Silivri’den geride kalan muhalif aydınlar büyük risk altında olacak.


Tüm bu koşullarda Türk milletinin GERÇEK MUHALEFETE ihtiyacı vardır. Türk milleti, oy verdiklerine değil, oy vermediklerine bakmak lazımdır.

Bu millet varolan ‘muhalefeti’ desteklememekte, ya da ‘KERHEN’ desteklemektedir.

Muhalefete güvenemeyen bir millet yüzde 42 oyla bir Amerikan projesine HAYIR! diyorsa, GERÇEK MUHALEFET ortaya çıkabilse, tümüyle arkasında birleşecektir..

Halk GERÇEK MUHALEFET’i beklemektedir! Beklemeyi bırakıp, o muhalefeti kendi bağrından çıkarması gerektiğini, bilinçaltından fiiliyata geçirdiği gün, Türkiye bambaşka bir sabaha gözünü açacaktır.

Bunu belli bir zaman içinde beceremezse, ülke SEVR haritasında ve bu oylama sonuçlarını gösteren haritalarda yansıdığı gibi, üçe bölünmüş haliyle de kalmayacak, ABD’nin atadığı ‘krallar’ca yönetilen, şehir devletçiklere bölünerek yokoluşa gidecektir.

Kendini bilmezlerce söylendiği gibi ‘Atatürk ilkeleri’ toprağa gömülecek ‘EVRENSEL HUKUK’ teranesi kılıfında faşizm egemen olacaktır.

Ben Türk milletinin tarihte yaptığı gibi, BU AŞAMADA düşmanı şaşırtacağını biliyorum!

banuavar@superonline.com
www.banuavar.com.tr

Demek ki böyleymiş
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
14 Eylül 2010

Demek ki... Devlet Bahçeli ve ekibinden farklı düşünen ve etkisi gayet geniş bir “eski ülkücüler” olgusu varmış, onları yabana atmamak gerekirmiş.

Demek ki... Kürt burjuvazisi falan hikayeymiş... Diyarbakırlı işadamlarının evet diyeceklerini açıklamalarının etkisi sıfırmış. Bölgenin tek realitesi BDP imiş...

Demek ki... “Tayyip Baba” olgusu gidiyor, yerine “Başkan Baba” olgusu geliyormuş. Dost düşman herkes bu gerçekle yüzleşmesini bilmeliymiş.

Demek ki... Milletimiz hakikaten de gücü seviyormuş... Şehirlerin bütün duvarlarına “evet” afişi asıp olaya abanmak, halkımız üzerinde hiç de öyle aksi tesir yaratmıyormuş.

10 MİLYON KİŞİ HANGİ DELİĞE SAKLANDI?
Müyesser Yıldız
14.09.2010

Milliyetçi Yunus Hoca referandumdan önce gidip, 15 gün kaldığı memleketinden dönünce aradı ve şu gözlemini aktardı:

“Türkiye’yi Kürt kökenliler değil, Sünni Müslümanlar bölecek!..”

“Nasıl yani?” dememe kalmadan devam etti:

“Hepsi cemaatin kontrolüne girmiş!..”

Zaman grubunun etkili ve vazgeçilmez kalemlerinden olan Etyen Mahçupyan geçen yıl bu zamanlar, üstü üste kaleme aldığı yazılarda, “Artık Müslümanların, Türk kimliğine ihtiyacı kalmadığını” ve Türklerin “boyunduruğundan” kurtulma zamanının geldiğini anlatmıştı…

(..)

* * *

“Olan oldu, sonucu kabullenelim” diye ahkam kesenler, referandum sonucuna özde değil söze de saygı göstermemizi isteyenler, olanları “demokrasi” diye yutturmaya çalışanlar, “zevkini çıkaralım” halet-i ruhiyesinin ötesinde, göz göre göre bundan sonraki daha büyük gasplara zemin hazırlıyorlar.

Kusura bakmayın, ne sonucu kabulleniyor, ne saygı duyuyor, ne bu “demokrasi”ye inanıyorum!.. Perde arkasında neler olduğunu henüz bilmiyoruz, ama perde önündekiler yeter de artar;

Terör örgütü silahı dayamış, vatandaşın sandığa gitmesini engellemiş…

Doğu-Güneydoğu “dil ve din” seçeneklerine sıkıştırılmış…

Havadan 4 milyon seçmen gelmiş…

“Hayır” diyenlerin vergileri, çatır çatır “Evet” propagandasında kullanılmış…

Tüm medya iktidarın emrine sokulmuş…

Tehdit, baskı, şantaj, rüşvet gırla gitmiş…

8 yıl öncesine göre daha da yoksullaştırılıp, banka kredileri, kredi kartları, sağlık kartları ve erzak torbalarıyla rehin alınmış halk yığınları, “ya AKP, ya ekonomik kriz” korkusuna düşürülmüş…

Okyanus ötesi, okyanus berisi üzerimize abanmış…

Camiler “kışla” yapılmış…

Demokrasi, hür irade, sonuca saygı öyle mi?.. Erbakan bir zamanlar, “Bizden olmayanlar patates dinindendir” gibi bir laf etmişti.

Hoş geldiniz “Patates demokrasisi”ne!.. Elleriniz patlayana kadar alkışlayın, emi!..

Bu Anayasa sayesinde artık asker sabahın 05.00‘da kapımıza dayanmayacakmış… Polisin dayanmayacağının garantisi var mı?

* * *

28 Şubat’a karşı çıkarken, “milli” sandığım Erbakan Hoca’ya üzülmüştüm… Ey Hoca, hapis yatmama, borçlarını “taksitlendirme” uğruna bu referanduma destek vermek o “milliliğin” neresine sığdı?

Ey, “12 Eylül öncesinde bizi kullandılar” deyip, o günden bu yana sadece şahsi ikballerinin peşinde koşan, “Kızılderili olmam, ben şefsem, ülkücü hareket vardır, yoksa yoktur” anlayışıyla, “evet” masalarına kurularak, mevcut MHP yönetimini başarısız kılınmasıyla, kendilerine yer açılmasını bekleyen,
12 Eylül öncesi için hala ağız dolusu “gomünistlere” sövüp, Ulusalcılara hakaret eden sözde ülkücü-milliyetçiler, lütfen şu soruları cevaplandırır mısınız?

-Süleymaniye çuvalını geçirtenler ve Haburcularla yan yana gelmek Türk milliyetçiliğinin neresinde yazıyor?

-12 Eylül öncesindeki provokasyonlarda görev aldıklarını itiraf emiş, Bekaa vadisinden mezun olmuş, bugün de 2. Cumhuriyetin öncülüğünü yapan o eski “gomünistlerle” omuz omuza verip, aynı davayı savunmak nasıl bir duygu?

-Yakınlara devlette birkaç kadro… TRT’den program kapma… Yandaş medyanın ilgi ve iltifatlarına mazhar olma… Belki de milletvekilliği sözü… Bunların hangisidir size “Ey Türk titre ve kendine dön” ya da “Ülkücünün partisi olmaz” dedirten?

Ve okyanus ötesi; Dinlerarası diyalog, demokrasi adına Bartholomeos’la da Papa’yla da, ateistle de, 2. Cumhuriyetçilerle de sarmaş dolaşlık. Hepsini anlıyorum da öz çocuklarıyla, hayvanlarla cinsel ilişkiyi normal karşılayanlarla, sizi hangi “ulvi” amaç buluşturdu, işte onu anlayamıyorum!..

Kemal Kılıçdaroğlu “hayır” için çalıştı, ama oyunu kullanamadı… Siz, “mezardakilerin, çoluk çocuğun bile evet oyu vermesini” istediniz… Ama gelip, kendiniz oy kullanmadınız… Var mı bir farkınız?

* * *

(..)

10 milyon insan sandığa gitmemiş… PKK silahı ile durdurulan 2 milyonu düşelim, kimdir o 8 milyon?.. (..)

Moralimiz sonuçtan ziyade, bunlara bozuk. Ama silkinelim ve şunu düşünelim:

12 Eylül rejimi, sadece can korkusu ve silah tehdidiyle Anayasa’sını bu millete yüzde 91’le kabul ettirdi.

Bugün her türlü tehdit, korku, şantaj, baskı ve rüşvete rağmen sonuç, yüzde 58…

(..)

Odatv.com

REFERANDUMUN BİR KAYBEDENİ DAHA VAR

14.09.2010

Referandumun kaybedeninin MHP ve Devlet Bahçeli olduğu konusunda herkes hemfikir.
Kazananın AKP ve Tayyip Erdoğan olduğu konusunda da kimsenin pek farklı bir tespiti yok.
Ama...
Bu referandumunun bir kaybedeni daha var!
Kimse onu yazmıyor.
Kimse ondan bahsetmiyor.
Aslında o kişi verdiği demeçle ne demişti:
"Yeni Anayasa fırsatı kaçtı."
Tanıdınız değil mi:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül.
Peki, bırakalım referandum sonucu değişen Anayasa değişikliklerini, Başbakan Erdoğan "İkinci Balkon" konuşmasında ne dedi: "Hadi Burhan Bey yeni Anayasa değişikliği için kolları sıvayın."
Burhan Bey, Prof. Dr. Burhan Kuzu; TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı.
Peki, yeni Anayasa değişikliğiyle ne isteniyor:
Yarı Başkanlık Sistemi.
Şimdi başlıktaki soruyu bir daha yazalım:
Referandumunun gizli kaybedeni kim:
Abdullah Gül.
Çünkü biliniyor ki Gül ve AKP içindeki Gülcüler, Cumhurbaşkanlığı'nda 5 yıl daha kalmayı düşünüyorlardı.
Bunun olmayacağı artık gün gibi ortada.
Aslında Gül, Başbakan Erdoğan'ın Anayasa değişikliğiyle ne amaçladığı ilk bilenlerdendi. Bu nedenle "Yeni Anayasa fırsatı kaçtı" diye demeç vermişti.
Başbakan Erdoğan Anayasa değişikliğini yaptı.
Ve görünen o ki daha da yapacak.
Sonuç?
Referandumunun bir kaybedeni de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dür.

Odatv.com

Yandaş Olmayan Medyada Referandum Sonrası Yağcılık Yarışı
Açık İstihbarat
14.09.2010

Sandıktan "hayır" çıkması ihtimaline gözönüne alan "merkez medya" referanduma iki hafta kala "dengeli" haberler yapmaya çalıştı. Evet ve hayır cephelerinin nabzı "objektif" yansıtılmaya çalışıldı.

Ancak 12 Eylül akşamı sonuçlar açıklandığında, günlerdir zor zaptedilen "yağcılık" adeta zincirlerinden boşandı. Bazı gazeteler, 13 Eylül sabahı Tayyip Erdoğan'ı "Devlet Başkanı" ilan ettiler!

Referandum sonuçları, objektif gazeteciliği sürdürmekte daha fazla direnemeyeceği Mine Kırıkkanat olayıyla birlikte ortalığa saçılmış olan Vatan gazetesinde gözle görünür bir rahatlama yarattı.

Vatan, referandumdan hemen sonra "Neden hep o kazanıyor?" başlıklı bir yazı dizisi başlattığını duyurdu. Yazı dizisi bir günde hazırlanamayacağına göre referandum sonrası yürütülecek yayın politikası belli ki önceden belirlenmişti. Yazı dizisinin sürmanşetteki anonsuna Erdoğan'ın "en yakışıklı" fotoğrafını iliştirmek de ihmal edilmedi...

Bir diğer rahatlama ve zincirden boşalma Cumhuriyet gazetesinde göze çarptı. Bir süredir olaysız bir şekilde "taraf" çizgisine kayma çabası içinde olan Cumhuriyet, çareyi 12 Eylül karşıtlığı payesine sığınmakta buldu. Cumhuriyet, 14 Eylül 2010 tarihi itibarıyla

"Ülkenin geleceğini karartan darbe: 12 Eylül"

adlı bir yazı dizisi başlattığını duyurdu.

Belli ki Vatan gazetesinin yazı dizisi gibi bu dizi de önceden hazırlanmıştı ve "evet propogandasına açık destek gibi algılanır" kaygısıyla referandumdan önce yayımlanmamıştı. Referandum sonrası izlenecek çizgi önceden belirlendiğine göre "12 Eylül karşıtlığı" üzerinden "taraflaşmaya" geçişin önünde bir engel kalmamıştı...

Cumhuriyet'in 14 Eylül 2010 tarihli manşeti ise "Hesap versinler" oldu. Haberin spotunda,

"Sivil örgütler, partiler ve kişiler 12 Eylülcülerin yargılanması için suç duyurusu yağdırdı

" ibaresi dikkat çekti.

Cumhuriyet'in önceden "sivil örgüt" kavramı yerine "sivil kuruluş" kavramını tercih ettiğini ve "suç duyurusu yağdıranların" başında Yasemin Çongar'ın geldiğini hatırlatmadan geçmeyelim...

İşi "analizci yazarlığa" dökerek "yandaş" olmak ile "bertaraf" olmak arasında akıllıca bir denge kurduklarını düşünenlerden de 13 Eylül sabahı son tercihini yapanlar oldu.

Referandumdan on gün önce köşesinde,

"Yüzde 60 altında çıkan ‘evet’ sonucu, hükümet tarafından, içeriye ve dışarıya bir zafer olarak duyurulacak olsa da, 2011 genel seçimleri açısından alarm zillerini çaldırması gereken bir riske işaret edecek. Siyaset lisanıyla, bir Pirus Zaferi olacak"

yorumunu yapan Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin, 14 Eylül sabahına,

"Erdoğan Türkiye'nin ilk başkanı mı olacak?"

sorusuyla başladı.

Yetkin'in ortaya koyduğu mantığa göre on gün önce "yüzde 60'ın altında kalmaları halinde tek başına iktidar şansı yakalayamayacak olanlar", yüzde 58 ile birden bire "Türkiye'nin ilk başkanını seçebilecek" konuma geldiler!

Gazetesinin aynı günkü manşeti de çiçeği burnunda genel yayın yönetmeni Eyüp Can tarafından "Erdoğan başkanlığa koşuyor" şeklinde belirlenmişti...

Medya, her zaman olduğu gibi yine "rüzgârım var" diyene pervane koşturdu.

Daha üç ay önce "Büyük umut" olarak takdim ettikleri Kemal Kılıçdaroğlu'nu da "6 düğmede madara olan adam" ilan etmeyi unutmadan...


SON TURUNCU DARBE
Zahide UÇAR
14.09.2010
Biliyorum kırgınsınız, kendinizi ihanete uğramış hissediyorsunuz. Anlayamıyorsunuz.. Sevgili Nihat Genç yazısında ihanete uğramışlık duygusuyla “buraya kadar” diyor. Dayanabilir mi, susabilir mi Nihat Genç? Susamaz!.. Anadolu’nun sağlam bir parçasıdır Nihat Genç. Toprak ağlarken O’nun yüreği ağlamaz mı? Ağlar!.. Öyleyse susamaz. Bu toprağın çocuklarının bu toprağın insanlarına sitem etmeye, küsmeye hakkı vardır. O da şimdi bu hakkını kullanıyor sadece. Yoksa bilmez mi fırtınaların ağaçtaki çürük meyveleri temizlediğini, bilir.
Halk devlet deyince ne anlar? Halk için devlet çocuğunun okulunda öğretmen, hastanede hemşire-doktor, karakolda polis, kırsalda jandarma. Her bahar geldiğinde Köyün delik deşik olmuş stabilize yolu kumlansın diye elini eteğini öptüğü Köy Hizmetlerindeki müdür, şef. Gurbetçi olduğunda ulaşmakta beyaz saray misali zorlandığı konsolosluk… Askere gittiğinde dayak yediği, küfür işittiği ve terhis olduğunda işittiği küfürler nedeniyle “savaş çıkarsa ilk önce bu çavuşu, assubayı v.s. yi vururum” dediği komutandır devlet. Parası olmayan köylü, sıradan bir kasabalı, etiketi olmayan şehirli için devlet sevilecek bir şey değildir. Şimdi bu insanlardan devlete sahip çıkmasını istiyorsunuz. Benim köyüm Ankara’ya 4 saatlik yolda. Devletin bu köye hizmeti stabilize bir yol, 1980 sonrası gelen elektrik, 94 yılında bağlanan telefon… Birkaç kişi dışında devlette çalışan yok, devlete yükleri de yok. Anadolu insanı devletine sadıktır, çocuklarını askere davul zurnayla gönderir, vergisini verir, kıt kanaat geçinir. Milli gelirden en az payı alır ama borca ortaktır. Hademesinden en küçük memuruna kadar azarını işittiği kurumlardır halk için devlet. Birinci sınıf vatandaşların özel muamele gördüğü kurumlarda kendisine ikinci sınıf adam muamelesi yapan görevlilerdir devlet. Şimdi diyorsunuz ki, halk devlete niye sahip çıkmıyor?

Geçen gün bir haber okudum. Haberde oğlunun yemin törenine katılmak için gelen aile başörtülü diye içeri alınmıyor. Benim aklıma da Trabzonlu Cansız hoca geliyor. Hani hocalar ölen bir kadının “fahişe diye” namazını kılmazlar. Cansız Hoca'ya haber verilir. Durum izah edilir. Olay mahalline geldiğinde cenaze namazını kıldırmayan hocayla aralarında şu diyalog geçer:
- Bu kadının cenaze namazını niçin kıldırmıyorsun?
- Hocam bu kadın hayatında hep fuhuş yapmış. Böyle birisinin cenaze namazı kılınmaz.
- Ulan, üstte yatan pezevenklerin cenaze namazlarını kılıyorsunuz da altta yatanlarınkini niçin kılmıyorsunuz?
Bu kadıncağızın başörtüsü içinize çöreklenmiş Fetullahçılardan daha mı tehlikeli? Mümtaz Türk Basınının(!) ajan gazetecilerini akredite edip ağırlıyorsunuz? Evladını asker vermiş bir kadıncağız bu ajanlardan daha mı ajan? Fetullah’ın çetesi en mahrem yerlerinize giriyor ama Mehmed’in anası yemin törenine giremiyor. Zannedersiniz ki kadın Mata Hari(!).. Kasten, halkı askerlikten soğutmak için mi yapıyorsunuz bu saçmalıkları? Şimdi diyorsunuz ki; bu halk olanları niye görmüyor? Ben cevap vereyim; siz onları görmüş müydünüz?

Artık anlayın; halka rağmen diyen anlayış hüsrana uğramaya mahkumdur!

Hepimiz şapkayı önümüze koyup düşüneceğiz. Ülke için kendi halkımızı tehlike olarak görmek yerine yabancı istihbaratlar için çalışan gazeteci, siyasetçi, danışman, öğretim görevlisi, hukukçuları tehlike olarak belirleyeceğiz.

Oğlunun yemin törenine gelen o anne bir Türk anasıdır, bu ülkeye bir zarar veremez ama okuluyla, yurduyla, dershanesiyle milli eğitimi teslim alan Fetullah’ın çetelerinin ne kadar zarar verdiği ortadadır. Üniversiteleri makale yayınlayamayan, çeviri ile doçent, profesör olan kadrolarla doldurmak bu ülkeyi 3. sınıf bir devlet yapar. Üniversiteler büyük oranda mason kadroların kontrolünde iken şimdi F tipi kadrolara dönüştü. Yani değişen bir durum yok, ikisi de küresel sermayenin yeminli maşaları. İşte tehlike budur!

Devletin parasını ihale çetelerine çarçur ettirmediği için müdürlükten aldırıp sürdüren, yerine de müteahhitden kadın isteyecek kadar düşen adamı müdür olarak atayan vekil, sistemi çökerttiği, halkın kurumlara olan güven ve saygısını sarstığı için daha tehlikelidir.

Ne güzel, bir Türk anası örtüsü için yemin törenine alınmayacak ama askerinin başına çuval geçirildiğinde sesini çıkaramayan “HAVET” ci cıvık paşa Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselecek öyle mi? “Kıbrıs stratejik değildir” diyen Atilla Kıyat da cabası…

Şimdi herkes soruyor; halk niye ihanet etti? Soros’a, PKK’ya, küresel sermayeye evet dediğini bilmiyor mu?
Maalesef bilmiyor. Halk 70 yıldır kendine ihanet eden kurumlardan intikam aldığını sanıyor. Recep Tayyip Efendiyle de iktidara geldiğini düşünüyor.

Evet, 80 yıldır sağ iktidarlar bu ülkeyi yönetti, halk da hep onlara oy verdi. O zaman sağ iktidarları niye devletten sorumlu tutmayıp solu cezalandırdı?
Halk, iktidar olan sağ iktidarlar olsa bile devlet kadrolarının sol ya da beyaz Türklerin elinde olduğunu düşünüyordu? RTE halkın yumuşak karnını iyi bildiği için “yargı beyaz Türkler”in tekelinde diye halka mesaj yolladı. Halkta bir karşılığı olduğunu çok iyi biliyordu.

Muhalefet ve tatlı su solcuları maalesef bu durumu anlayamadı. Türkçeyi bile konuşmaktan aciz aydınların da zaten böyle bir analiz yapabilmesi mümkün değildir.

Şaibeli de olsa %58 olan evet ten sonra TÜSİAD cılar bertaraf olursa ben bile alkışlarım. Neden mi?
2001 krizi, ekonomik tedbirler alınıyor, kurumlara tasarruf tedbirleri nedeniyle ödenek bile verilmiyor ama KOÇ’ların zorlamasıyla devlet Tofaştan yüklü miktarda araç alıyor. Yıllardır devlete para satarlar ama kendilerine işadamı derler. Ülkenin bölünme sürecinde bölenlerle paralarına para katma anlaşması yapan, bilerek yediği ekmeğe ihanet eden bu kaymak tabaka BERTARAF olursa hiç umurum olmaz. Her ihanetin bir bedeli vardır. Ülkenin bölünmesi için kimi BAAS modeli önerdi, kimi boğazların Türkiye’nin kontrolünden çıkmasını... Bartelemeos’un elini öpüp ekümen olması için verilen destek de cabası.
Bütün bu kepazeliklere ses çıkarmayıp milletin yumuşak karnıyla uğraşırsanız, saha dışında kalmanız kaçınılmazdır. Artık bu gerçeği anlamalıyız, anlamak da zorundayız.

Peki ne olacak? Bedel ödeyeceğiz ama ülkemizi bütün safralardan temizleyerek yeniden kuracağız. Bu sefer halk cumhuriyetin ne olduğunu bilerek kendi kuracak ve kıymetini bilecektir.

Bizler yazdık, konuştuk, anlattık. Onlar bilgi olarak duydular ama yeterince inandırıcı olamadık. Bir ülke parçalanırsa, etnik boğazlaşma olursa ne olur Yugoslavya’dan biraz biliyorlar. İşgalin ne olduğunu Irak işgalinde gördüler. Buna yakın bilme denir ama uyanış için yeterli olmaz. Anayasaya evet diyerek uygulamalı öğrenmeye talip oldular. Uygulama sesleri geldiğinde, canlarının yandığı gün Recep Efendi’nin de yandığı gündür.

Elek kuruldu dostlar… Her görüşün, her inancın, her fikrin sahtesi elenecek, asıl olanlar söz sahibi olacak.
Türkiye örtülü işgalden açık işgale dönüşen bu süreci daha fazla sürdüremez. Halk bunu görecektir. Jampink gibi, dip yaptığınız an aslında en yükseğe fırlayacağınız andır.

Bakın, bütün ajanlar, öncü işgal güçleri açık oldu. Ordu’nun iç ve dış savaş gücünü gördük. Polisi tanıyoruz, hakimi-savcıyı tanıyoruz. Kim aydın, kim karanlık biliyoruz. Öyleyse ne yapacağımızı da biliyoruz.
Bu seçim sürecinden din söylemi olup ta yüz akı ile çıkan Haydar Baş ve partisi oldu. Bir de Süleymancılar hayır oyu verdi. Birçok tarikat şeyhi ise umreye gidenlere geri dönüp oy kullanın diyecek kadar şuurunu kaybetti. Osmanlının son 150 yılına siyasal İslam hakim oldu, cumhuriyet Türkiye’sinde RTE ile siyasal İslam zirve yaptı. Tarikat ve cemaatlerin bu paniği bize askere gitmemek, vergi vermemek için Hacı Bayram Veli’ye mürit olanları hatırlattı. Sanmasınlar ki Hacı Bayram Veli nin sınav çadırı kurulmayacak. O çadır kurulduğunda gerçek sayınız da ortaya çıkacaktır. Sonra marş marş askere… Ha, vergiyi de cezalı ödeyeceksiniz tabii… Hangi yalan ilelebet sürmüş ki?

Bu gün küresel sermaye kazandı görünüyor. Bu gün Soros’un Turuncu darbesi gerçekleşti gibi görünüyor. Başaramayacaklar, buna inanın! Aynı halk indirecek onları karton tahtlarından. Ve bizler yanlışlarımızın bedelini ödeyerek (bu kaçınılmaz) ülkemizi yeni baştan kuracağız. Birlik beraberlik içinde, safralarını atmış, yaralarımızı iyileştirmiş olarak yeniden başlayacağız.

Umutsuzluğa kapılmayın;
Daha yeni başlıyoruz…

http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=504&B=son-turuncu-darbe

Asıl kazanan BDP oldu...
Mehmet Ali Birand
14 Eylül 2010

Bu referandumu zafere dönüştüren kişi Erdoğan olduysa, sonuçlara bakıldığında, diğer kazananın da BDP olduğunu görüyoruz.
Boykot kararını kendi bölgesinde çok açık şekilde kabul ettirdi. Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, PKK tehdidinin etki yaptığı, baskı ve şantaj nedeniyle insanların korktukları söylensin, rakamlara baktığınızda ortada bir gerçek görüyorsunuz. O gerçek de, Kürt kökenli vatandaşlarımızın büyük bir bölümünün BDP’nin istediği şekilde hareket ettiğidir. Daha doğrusu, BDP-PKK koalisyonunun bir güç gösterisi yaptığını ve buraların kendilerinden sorulması gerektiğini ortaya koyduklarını söyleyebiliriz.
Şimdiye kadar, başta iktidar tarafından olmak üzere, BDP sürekli ötelendi, diyalog kurulmadı ve devlete biat etmeleri istendi.
Şimdi bakıyoruz ki, ne Kürt sorunu, ne de PKK sorunu, BDP muhatap alınmadan çözülemeyecek.
Ne kadar tepki gösterirseniz gösterin, ancak eninde sonunda BDP’nin kapısını çalmak zorundayız.
Erdoğan’ın bu sonuçları incelerken herhalde ilk olarak ele alacağı konu, Kürt Açılımı'nı yeniden harekete geçirmek ise, bunun BDP ile diyalog kurularak gerçekleştirilmesi olacaktır.
Güneydoğu’da yaşananlar, bu ülkenin kanayan yarasıdır. Ne Anayasa değişikliği, ne de seçimler böylesine önemli değildir. Belki seçimlere kadar pek önemli bir gelişme yaşanamayabilir, ancak seçimlerden sonra ilk iş yeni bir Açılım ve Diyalog arayışına girilmesi olmalıdır. (..)
MİLLİYET

'Sessiz bir devrim gerçekleşiyor'

Dış basında referandumla ilgili farklı yorumlar yapılıyor. Guardian: 'Sessiz ama demokratik bir devrim gerçekleşiyor', Financial Times: 'Erdoğan yargıyı da kendi adamlarıyla doldurursa, Türk demokrasisi için hayra alamet olmaz', Times: 'İslamcı kökenli hükümete büyük destek'...
14 Eylül 2010

Türkiye'deki anayasa değişikliği referandumunun sonuçları dünya basınında geniş yer bulmaya devam ediyor.

YÜRÜTME DAHA DA GÜÇLENDİ
Financial Times, Türkiye'deki anayasa değişikliğini başyazısında değerlendirdi. Reformların memnuniyet verici olduğunu belirten gazete, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısı ile ilgili değişiklikler konusunda ise bazı kaygılarını dile getiriyor. Bu kaygının laiklikle ilgili olmadığının altını çizen gazete şöyle devam ediyor: "Asıl kaygı, değişikliklerin zaten bir hayli güçlü olan yürütmeyi daha da güçlendirirken bazı devlet organlarını zayıflatması. Geçmişte hükümetlerin elllerindeki gücü nasıl kullandığını ordu denetlerdi. Ancak şimdi doğru bir şekilde ordu zayıflatıldı.

DAHA GÜÇLÜ KONTROL MEKANİZMALARI GEREKİYOR
Dolayısıyla artık daha güçlü demokratik kontrol mekanizmalarına ihtiyaç var. Bu rolü genelde basın ve yargının üstlenmesi beklenir. Ancak Doğan Medya Grubu'na 2009'da siyasi güdülerle kestiği 2,5 milyar dolarlık cezada da görüldğü gibi AKP'nin basın özgürlüğü karnesi zayıf. Erdoğan'ın partisi bir de yargıyı kendi adamlarıyla doldurma yoluna giderse Türk demokrasisi için hayra alamet olmaz." Financial Times anayasa referandumuna dünya sayfalarında da yer verdi ve Başbakan Erdoğan'ın söz verdiği yeni anayasa konusunda nasıl bir strateji izleyebileceğini analiz etti. Dikkat çeken satırlar şöyle: "Erdoğan'ın önündeki seçeneklerden biri, Pazar gecesi söz verdiği gibi, reformlar konusunda geniş bir uzlaşı arayışına girmek. İkincisi ise partisinin seçim bildirgesinden alacağı maddeleri değişiklik önerileri olarak sunmak ve sadece kendi partisinin seçmenine seslenmek.

ESAS AMAÇ BAŞKANLIK MI?
Bu türden bir insiyatif muhalefet için tam bir kabus olur. Zira yargı reformunun, Erdoğan'ın gizli İslamcı gündemini gerçekleştirmesine olanak tanıyacağını düşünüyorlar. Zaten şimdiden yeni anayasının asıl amacının Erdoğan'ı Amerikan tarzı bir başkanlığa taşımak olduğundan şüpheleniyorlar.

AKP ise Türkiye'nin laik kurumlarının altını oymak gibi bir niyeti olmadığını beyan ediyor. Ama yine de 2001 seçim kampanyasını hazırlarken, referandumun bölge bölge ortaya çıkardığı tabloyu dikkate alacak gibi görünüyor."

GUARDIAN

Guardian gazetesi, haberi "Geçmişi baskı ve askeri darbelerle dolu bir ülkede sessiz bir devrim gerçekleşiyor. Üstelik bu devrim kansız ve demokratik bir şekilde hayata geçiyor." şeklinde duyururken, Financial Times, "Değişiklikler zaten bir hayli güçlü olan yürütmeyi daha da güçlendirdi. Erdoğan yargıyı da kendi adamlarıyla doldurursa, Türk demokrasisi için hayra alamet olmaz" diyor.

Times gazetesi ise referandumla ilgili yorumunda, "Referandum sonucu Erdoğan'ın İslamcı kökenli hükümetine büyük bir destek anlamına geliyor” ifadesini kullanıyor.

KANSIZ VE DEMOKRATİK BİR DEVRİM
Guardian konuya başyazısında yer verdi. Değişikliklerin İslamcı bir gündemden ziyade insan haklarını öne aldığını belirten gazete, yine de ülke içinde bu yöndeki kaygıların devam ettiğini vurguluyor.

Guardian Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetini icraatları ile değerlendirmek gerektiğini savunuyor ve icraata ilişkin şu bilançoyu çıkarıyor: "Geçmişi baskı ve askeri darbelerle dolu bir ülkede sessiz bir devrim gerçekleşiyor. Üstelik bu devrim kansız ve demokratik bir şekilde hayata geçiyor. İktidarın, 1960'tan beri dört hükümeti deviren generaller ve yargıçların elinde toplandığı sistem demokratik bir uzlaşı ile değiştiriliyor.

BU POLİTİKALAR ALKIŞLANMALI
Türkiye'nin dış politikası da, AB sonsuza kadar kapıda bekletse bile, büyük mesafe kat ediyor. Rusya ve İran gibi geleneksel rakipleri, onun bölgedeki uzlaştırıcı rolünden övgüyle söz ediyor.

Ayrıca Türkiye Mavi Marmara olayının ardından, bir yandan Gazze'de hapsolmuş Filistinlilerin davasına destek olurken bir yandan da İsrail ile ilişkilerini sürdürmesini bildi. Türkiye attığı her adımla, hem demokratik standartları ve ekonomi yönetimiyle Avrupa'ya yaklaşıyor, hem de Ortadoğu'daki bağlarını güçlendiriyor. Bu alkışlanmalı."

İSLAMCI HÜKÜMETE BÜYÜK DESTEK
Times gazetesi başyazısında anayasa değişikliğini Türkiye'nin sağlıklı bir demokrasi olarak geleceği açısından önemli bir adım olarak nitelendirdi. Ancak bazı kaygıları var.

"Referandum sonucu Erdoğan'ın İslamcı kökenli hükümetine büyük bir destek anlamına geliyor. Türkiye'nin Avrupa ve ABD'deki müttefikleri için sorun da burada başlıyor.

AK Parti'nin dini hassasiyetleri Türkiye'yi görülmemiş bir refah dönemine sokmasına engel olmadı. Ancak İran ile ilişkileri ve İsrail ile zıtlaşması dışarıda kaygı yaratırken, ülke içinde de sinsi bir İslamcılıktan yakınılıyor.

AB TÜRKİYE'Yİ CESARETLENDİREBİLİR
Türkiye bu hafta daha güçlü bir demokrasi olma yönünde önemli bir adım attı. Avrupa Birliği'nin değişiklikleri memnuniyetle karşıladığını açıklaması da doğruydu. Ancak Brüksel daha fazlasını yapabilir.

Türkiye'ye üyelik şansını şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde sunarak, bu kutuplaşmış ülkenin Doğu'ya olduğu kadar Batı'ya doğru da yürümesini de cesaretlendirebilir." milliyet

MHP'de Kriz Büyüyor

14 Eylül 2010
Referandumda 'hayır' kampanyası yürüten ve tabanını büyük ölçüde kaybeden MHP'de tartışma büyüyor...
Referandumda 'hayır' kampanyası yürüten ve tabanını büyük ölçüde kaybeden MHP'de tartışma sürüyor. Ülkücü camianın önde gelen isimleri, MHP kadrosunun milleti temsil etmediği için böyle bir sonuçla karşılaştığını savunuyor. Genel görüş, MHP'nin yanlış bir strateji yürüttüğü ama ülkücülerin bu hataya düşmediği şeklinde.

Anayasa paketinin, halkın yüzde 58'lik desteğiyle kabul edilmesinde ülkücü taban önemli rol oynadı. Camianın önemli isimleri, hayır kampanyasına rağmen milliyetçi kesimin kalelerinden 'evet' oylarının yükselmesini MHP'nin, tabandan kopuk hareket ettiğinin belgesi olarak değerlendiriyor. Ülkü Ocakları'nın Kurucu Genel Başkanı Ramiz Ongun, "Halkla kavga eden bir siyasî anlayış, MHP ile tabanı arasında ciddi uçurumlar oluşturdu." diyor. Eski MHP Gençlik Kolları Başkanı Ömer Özkan, geçmişte yaşanan sıkıntıları bilmeyenlerin 'hayır' cephesinde yer aldıklarını belirtiyor. Eski MHP Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu ise Devlet Bahçeli'yi istifaya davet ediyor.


Türkiye, referandum sonucu darbe anayasasının değiştirilmesini yüzde 58 oy oranıyla kabul etti. Darbenin mağdurları arasında ülkücüler de bulunuyordu. Ancak MHP yönetimi, referandumda darbe anayasasının değiştirilmesine karşı 'hayır' kampanyası yürüttü. Buna rağmen milliyetçi kesimin kalesi sayılan bölgelerden 'evet' oyları yükseldi. Ülkücü camianın önde gelen isimleri, bu durumu MHP yönetiminin tabandan kopuk hareket ettiğinin belgesi olarak değerlendiriyor.

Darbe anayasasına ülkücülerin gerekli cevabı verdiğini aktaran Ülkü Ocakları'nın kurucu Genel Başkanı Ramiz Ongun, MHP kadrosunun milleti temsil etmediği görüşünde. Ongun, "Halkla kavga eden bir siyasi anlayış, MHP ile tabanı arasında ciddi uçurumlar oluşturdu." diyor. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan ve işkence gören arkadaşları için hukuki mücadele başlatacaklarını ifade eden Ongun, referandum sonuçlarını 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle hesaplaşma olarak değerlendiriyor. MHP yönetiminin referandum sürecinde kaybeden taraf olduğunu ifade eden Ongun, sosyalist, ulusalcı ve CHP söylemleri ile hareket eden Devlet Bahçeli'nin, milliyetçi muhafazakâr tabanla arasında uçurum bulunduğunu, tabanına inemeyen parti yönetiminin tasfiye edilmesinin şart olduğunu belirtiyor.

Ülkücü kuruluşlar davasında idam talebiyle yargılanan İrfan Sönmez, 12 Eylül 2010 itibarıyla halkın yönetimi ele aldığını, asker ve yargı üzerinde etkisi olan CHP iktidarına son verdiğini savunuyor. MHP'nin, muhafazakâr ve milliyetçi tabanına rağmen CHP ile aynı safta yer almasının sonucunu sandıkta gördüğünü söyleyen Sönmez, "MHP yönetimi büyük hata yaptı, ülkücü taban ise referandumda demokrasiye sahip çıktı." ifadesini kullanıyor. MHP'de tasfiye sürecinin başlayacağına inandığını anlatıyor. Bahçeli'nin referandum öncesi başlattığı kara propagandanın tutmadığını ve bunlara milletin artık itibar etmediğini savunuyor.

Bıçakçıoğlu: Bahçeli'nin görevi bırakmasını bekliyorum

Referandumda sivil ihtilalin gerçekleştiğini söyleyen eski MHP Gençlik Kolları Başkanı Ömer Özkan da kaybeden tarafın MHP ve CHP olduğu düşüncesinde. Halkın statüko ve vesayeti sandığa gömdüğünü ifade eden Özkan, "Sonradan olma MHP'liler yaşanan sıkıntıları bilmedikleri için hayır cephesinde yer almış olabilirler." değerlendirmesinde bulunuyor. Eski MHP Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu'nun değerlendirmesi ise çok daha sert. Referandum sonuçlarını 'tabanın MHP yönetimine büyük bir tokadı' olarak niteleyen Bıçakçıoğlu, "Ben Sayın Devlet Bahçeli'nin görevi bırakmasını bekliyorum." diyor. MHP yönetiminin stratejik hata yaptığını kaydeden Bıçakçıoğlu, MHP'nin ülkücü hareketin temel ideolojisi olan Türk-İslam ülküsünden saptığını ve gerçek mecrasından çıktığını ifade ediyor. Bıçakçıoğlu, isyanlarının buna olduğunu, yoksa MHP ile bir sorunlarının bulunmadığını vurguluyor. 12 Eylül döneminde 9 yıl cezaevinde yatmış, işkencelerde 18 dişi kırılmış bir ülkücü olarak partisinin hâlâ MHP olduğunun altını çizen Bıçakçıoğlu, "Şu bir gerçek ki MHP ismi olmadan Sayın Bahçeli gidip başka parti kursa yüzde 1 dahi oy alamaz." şeklinde konuşuyor.

Şandır'a göre MHP başarılı

MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır ise referandumda MHP'nin kalelerinin yıkıldığı yorumlarına katılmıyor. "MHP bu referandum kampanyasında başarılı olmuştur." diyen Şandır, MHP'nin 'hayır' gerekçelerini halkımızın yüzde 42'si paylaşmış ve MHP doğrultusunda oy vermiştir. Bu sonuç çok değerlidir." açıklaması yapıyor. Şandır, referandumda yüzde 58'lik evet oylarının içinde farklı hassasiyetler ve beklentilerle hareket eden toplum kesimleri olduğunu belirterek, "Yüzde 58'lik evet oyu gökkuşağı koalisyonudur." değerlendirmesinde bulunuyor.
aktifhaber


REFERANDUMDA ORTAYA ÇIKAN BİR SORU YANITINI ARIYOR



15.09.2010

(..)

Peki, Alevilik olabilir mi?

Çünkü...

% 75 “Evet” diyen Malatya’da Arguvan % 71 ile, Hekimhan % 54 ile,
% 79 “Evet” diyen Maraş’ta Nurhak % 56 ile,
% 92 “Evet” diyen Muş’ta, Varto % 79 ile,
% 77 “Evet” diyen Sivas’ta Divriği % 64 ile, İmranlı % 69 ile,
% 65 “Evet” diyen Tokat’ta Almus % 53 ile,
% 58 “Evet” diyen Amasya’da Gümüşhacıköy % 57 ile,
% 55 “Evet” diyen Ardahan’da, Damal % 93 ile,
% 63 “Evet” diyen Ordu’da Gürgentepe % 53 ile,
% 67 “Evet” diyen Nevşehir’de Hacıbektaş % 67 ile “Hayır” demiştir.

Buralar Alevi'dir.

Misafir - Türk Hakanı
Tunceli'nin belediye başkanı neden BDP'den. Türkiye Cumhuriyetini çok seven aleviler, neden ayrılıkçı bir partinin temsilcisine oy verir.
2010-09-16 01:34:00
Misafir - Tatari
"%42 içinde nice sunni oyları var"... Sayın yazar muhtemelen alevi kökenli olsa gerek ki , sunni ( ehli sunnet) kökenli "nice" seçmenlerinde hayır oyları verdiğini yazıyor. 1.Temeli yoksul köylülüğe dyanan alevilik apartmana taşınınca da kalıyor mu hala. Yoksa folklorik bir öğe mi sadece 2. Bu %42 oydan biz gibi nice :) sunniyi çıkartınca geriye kalan alevilerin % kaçı son 1 yıl içinde gördüye çıkıp cem etmişlerdir?... 3. Bilecik ve Eskişehir ne zaman alevi oldu da hayır oyu verdi ha baba erenler??? Üstelik en azından şimdilik her iki ilimize de deniz getirilemediği için kıyı kenti de değillerdir. Eee bilin bakalım o zaman biz niye refarandumda hayır dedik?
2010-09-16 01:13:18

Misafir - cagin
Valla bu akp, bi de "Ak Alevi" kavramı üretti hatırlatırım. Örnek mi? Reha Çamuroğlu. Ne diyor; "Ben kendimi önce Türk, sonra elhamdülillah müslüman ve alevi olarak tanımlarım.". Bi de "Camiye gitmem; ama ezan sesi olmayan bir dünya istemem. Ramazan'da oruç tutmam; ama Ramazan'sız bir Türkiye istemem..". Bi de iftara katılmayı reddeden dedeler için"terbiyesizlik yapmasınlar" demiştir... Kim??? ÇAMUROĞLU... Fazla söze ne hacet.

Misafir - USTURA
Balıkesir Edremit'e bağlı 9 Alevi köyü var. Bu köylerde Hayır oranı yüzde 90'ların üzerinde. Benim köyümde Alevi ve yüzde 96 Hayır çıktı. Gerçekten üzerinde araştırma yapılması gereken bir konu.

Odatv.com


laşılsın

SP Genel Başkanı Kurtulmuş: 28 Şubat ve 27 Nisan ile de hesaplaşılsın



15 Eylül 2010 Anadolu Haber

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, referandumun bir siyasi sonucunun bulunmadığını belirterek başarı ve zaferin milletin olduğunu söyledi. Referandumdan çıkan oyların paylaştırılmasını doğru bulmadığını vurgulayan Kurtulmuş, payın milletin olduğunu, partilerinin ise referandumun yapılmasına büyük katkısı olduğunu ifade etti. Kurtulmuş, sadece 80 darbesiyle değil 28 Şubat ve 27 Nisan ile de hesaplaşılmasını istedi.

Parti genel merkezinde basın toplantısı düzenleyen Kurtulmuş, milletin yanlış siyasi polemiklere rağmen demokrasiden yana olduğunu ortaya koyduğunu kaydetti. Referandumda vesayetçi sisteme karşı olunduğunun gösterildiğini dile getiren Kurtulmuş, milletin egemenliğinin öneminin anlaşıldığını belirtti. Bütün öngörülerinde haklı çıktıklarını savunan Kurtulmuş, iktidar ve muhalefet parti genel başkanlarının kampanya döneminde yaşananlardan rahatsız olduklarını dile getirmelerinin sevindirici olduğunu ifade etti. Nitelikli çoğunlukla evet çıkmasının güzel olacağını anlatan Kurtulmuş, bu değişikliğin son değil başlangıç olduğuna dikkat çekerek tartışmaların referandum sonuçları üzerinden yapılmasının ise Türkiye'ye vakit kaybettireceğini dile getirdi.

13 Eylül'de Türkiye'de siyasi ve hukuki bir dönemin başladığını vurgulayan Kurtulmuş, diyalog zeminlerinin her zaman açık tutulması gerektiğini belirterek siyasetin tutarlı, kararlı ve şeffaf olması gerektiğini kaydetti. Yeni anayasa değişikliği için çok geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerektiğinin altını çizen Kurtulmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)'nin Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması, İç Hizmet Kanunu 35. maddenin kaldırılması konularında artık hiçbir mazeretin kalmadığını ifade etti.

"28 ŞUBAT İLE DE HESAPLAŞILSIN"

Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkilerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurgulayan Kurtulmuş, referandum sonuçlarıyla milletin "iktidara artık düzenleme yapmamak için bir mazeretinin kalmadığı, muhalefete ise statükonun yanında durmayın mesajı"nı verdiğini belirtti.

Bundan sonra asıl sorulması gerekenin yeni anayasanın nasıl ve kim tarafından yapılacağı konusunu olduğunu dile getiren Kurtulmuş, "Seçilmiş Anayasa Meclisi"nin gündeme gelmesi gerektiğini savundu. Başbakanın referandumdan sonra yaptığı konuşmanın demokrasiye katkı sunduğunu dile getiren Kurtulmuş, fakat anayasa çalışmaları için Burhan Kuzu'ya talimat vermesine tepki gösterdi. Anayasanın hiçbir partinin olamayacağını vurgulayan Kurtulmuş, değişikliğin 2011 genel seçimler sonrasına bırakılmasının talihsizlik olacağını söyledi.

12 Eylül'de yapılan referandumda sadece 80 darbesiyle değil 28 Şubat ve 27 Nisan ile de hesaplaşılması gerektiğini vurgulayan Kurtulmuş, geçmişle tam bir hesaplaşmanın yapılması gerektiğinin altını çizdi. Yeni Anayasa değişiklik çalışmalarında üzerlerine düşen görevi karşılıksız yerine getirmeye hazır olduklarını anlatan Kurtulmuş, mutabakat ve diyalog zemininin sürekli açık tutulması gerektiğini belirtti. Silahların ve terörün gölgesinde siyasetin olamayacağını vurgulayan Kurtulmuş, Kürt sorununun çözülmesini de istedi.

Referandum sonuçları...
SALIH SELÇUK
15 EYLÜL ÇARŞAMBA

Bu konudaki "tartışmalar" devam ediyor!..

En komiği, bunun bir AKP zaferi gibi pazarlanmasıdır!..

Olan şudur:

1. Askeri vesayet rejimi anlayışı bitmiştir... (Bunu daha önce burada belirtmiştik)

2. AKP mezarlıkta ıslık çalarak, korkusunu, geçici bir moral üstünlüğe çevirmiştir!..

3. Kılıçdaroğlu'nun -CHP'siz, tek başına bile- Erdoğan'a meydan okuyabildiği görülmüştür...
(CHP, adeta 'Yok' hükmünde... Söylediği hiçbirşey de bulunmuyor. Buna rağmen, oylarını artırıyor!.. -Böyle bir durum var! Ve, CHP'nin tüm beceriksizliğine rağmen bu gerçek artık medya numaralarıyla gizlenemez.)

Şimdi asıl maç başlamıştır ve bu maç AKP'nin yenilgisiyle değil, felaketiyle sonuçlanacaktır...

Çünkü AKP'nin korkusunun kaynağı, sanal bir korku değil -gerçek bir korkudur. Yanında koca bir orduyla gezen, arabasından indiğinde etrafta kuş uçurtmayan Başbakan, korkmakta yerden Göğe kadar haklıdır!..
(O korku, "Hayır oyu bile kullanamayan muhalefet lideri" benzeri, medyatik gözbayıcılık numaralarıyla ortadan kaldırılabilecek birşey değildir maalesef -çünkü o korkunun muhalefetle alakası yoktur. Ve korku, Türkiye'de hiç muhalefet olmasa, gene de bakidir!..)

Durum, sadece "duygusal"dır -yani ekonomiktir!..

Sürdürülemez "iktidar Rantı ekonomisi" öyle cazip ki!.. İktidar, sadece kendi yandaşlarına kamu malını öyle peşkeş çekiyor ki... Bu sürdürülemez bir durumdur ve olayın son perdesi açılmıştır...

Tek Adam, gücünü, yandaşlarını sürekli daha fazla rantla beslemesine ve besleyeceği ihtimaline borçludur...

Halk referandumda, bu neoliberal vahşi ekonomiyi ve para kazanma ihtimalini/umudunu ve yürümekte olan düzenin"vaad ettiği" görece istikrarı seçmiştir... "Evet" oyu Erdoğan'a değil, bu "ihtimal" düzenine verilmiştir...
Yeni anayasa değişiklikleri ile mahkemeler, ihalelerdeki haksızlıklar karşısında kamu davası açamıyor... Bunun anlamı, Türkiye'nin tüm kamu malının yandaşlar arasında pay edilmesi ihtimalidir...
(Bu sayede Tayyip Erdoğan Başkan olmak istiyor)

Yani ülkede "yiyecek" şeyler babında, geriye kalanın en son kısmını da -aynı sistem içinde- vahşice dağıtarak (dağıtma vaadiyle) bir süre daha yaşayabilmeyi, bu süre zarfında da dokunulmaz bir pozisyona sığınıp kendini kurtarmayı ummaktadır...

Yapabilir mi?!.. Yaşayabilir mi?!..

E Zor!..

Daha önce sorulması gereken soru şu: Dağıtırsa, Türkiye'nin devlet gelirleri iyice azalacağından, ülkenin bütününü kuşatan/kucaklayan 'Bütün Türkiye' Anlayışı daha da zayıflayacaktır ve iyice belirginleşen 'Üç parçalı Türkiye' resmi pekişecektir -yani AKP Batı Anadolu'da seçimlerde daha da az oy alacak, Orta Anadolu'da daha çok oy alacaktır. Güney-Doğu Anadolu'da da PKK'nın siyasi gücü artacaktır. Referandumun sonucu, maalesef bu olasılığı güçlendirmiştir...

Bu gidişata, ekonomik krize karşı rant ekonomisine bel bağlayan halk karar vermiş görünüyor...

Bu kararda CHP'nin de sorumluluğu vardır. Vesayetçi dönemin sona erdiğini kabul eder görünmekle birlikte, yeni dönem için hiçbir alternatif sunamayan ölü bir parti görünümünde... Bu görüntünün gerçek olduğunu da görmek gerekiyor. CHP'de fikirsel/düşünsel çalışma yapıp plan-program geliştiren, tartışan -biriki yeni grupçuk dışında- hiçbirşey yok henüz. Baykal'ın öldürdüğü düşünmek/tartışmak ve komisyonlar kurmak geleneği, CHP binalarının kasvetli kahvehaneler haline gelmesine yol açmıştır ve CHP'lerde fikirsel anlamda çalışanlar, çaycılarla sınırlanmıştır!.. Baykal'ın gittiği günden bu yana henüz hiç bir yeni atılım belirtisi de yoktor -ve Kılıçdaroğlu'nun sadece dürüstlüğüyle başarılı olması kolay değildir...
(Ama buna rağmen mümkündür!..)

Şu andaki sürdürülemez AKP sistemi, ilk krizde darmadağın olabilir...

Ve sistem devam ettikçe, Hükümete karşı sahillerden ve Güneydoğudan yükselen tepki sertleşecektir...

Şu anda seçimi boykot edenler de sayıldığında, Referandumda "Evet" diyenlerin oranı yüzde 42'dir... Böyle bir sonuçla Anayasa değişikliği yapılmasını kabul etmeyenlerin ve buna sessiz kalanların oranı Türkiye genelinde yüzde 58'dir...

Yani Tayyip Erdoğan daha çok ıslıklanacaktır, daha çok yuhalanacaktır ve koruma ordusunu daha da büyütecektir!..

Bir Amerikalı dostun deyimiyle: "Türkiye'de, AKP rejimini asla ve kat'a kabul etmeyecek yüzde otuzluk bir kitle var ve bu kitle, Türkiye'nin dünyadaki modern yüzünü temsil ediyor. Bu kitle, devlet bütçesinin oluşturulmasında haala önemli bir rol oynamakla kalmayıp, Türkiye'nin bir numaralı lüks tüketici kesimini oluşturuyor ve Türkiye'nin dünyaya en kolay açılabilen, dünyanın nitelikli/entelektüel kesimine en iyi intibak etmiş esas eğitimli elit kesimini oluşturuyor. Bu azınlıkla uzlaşmayan bir iktidar, uzlaşmadığı sürece asla tüm Türkiye'nin iktidarı olamaz ve kalite erozyonuna uğrar."

Bunun anlamı, eğitimli kesimlerini tamamen dışlayıp, ülkenin sadece cahilleri ve vasatlarına dayanan bir iktidarın, çok vahim hatalar yapıp başta kendine büyük zararlar vermesidir...

Mesela çölcül vasat adamlarla diplomasi yapıp dış politikada iflas etmesi olayı, buna örnektir!..

(Türkiye'nin dış politikası ve son bir yıldaki başarısızlıklarının "stratejik derinliği", Türk tarihinde benzersizdir ve gelecekte 'aptallık örneği' olarak okullarda okutulmalıdır. Türkiye Ortadoğu'da dengeleyici pozisyonu tamamen kaybetmekle kalmamış, hiç bir kazancı olmayan bir şekilde İsrail ve ABD'yle papaz olmuştur. Şimdi yakında İHH'nın terörist örgüt ilan edilmesi, ABD'nin Ermeni soykırımını kabul etmesi ve benzeri bir çok "konu" bunları izleyecektir!..)

Vasatlar ülkesi, daha böyle çok duvarlara toslar!..

Sahiller, iktidar çevrelerinden nefret ediyor, ondan giderek daha da uzaklaşıyor. Ve buralarda eksik olan iktidar gücünün boşluğunu dolduracak sürpriz talepleri olabilecektir...

Verdikleri vergilerinin kültürsüz cahil cühela taraftar hırsız tayfasına akıtılmasına sadece direnmekle kalmayacaklardır, bu direnişi dünyaya da taşacaklardır (yani Fazıl Say'ların artacağını, buna karşın artık dinlenmeyen detone/vasat Sezen Aksu'ların azalacağını ve belediye salonlarında "yemekli" konserler vereceğini şimdiden söyleyebiliriz!..). Türkiye'nin yeni, yiyici cemaatçi vasatlar devleti ve basketbolculara altın dağıtan Arap şeyhi taklidi politikacıları, dünyada komedi filmlerine, romanlara, mizah dergilerine, konu olacaktır ve tabii heryerde olmadık sorunlarla ve zorluklarla karşılaşacaktır... (Evrenlerden nefret ediliyordu, Tayyiplerle dalga geçilecektir -ki gayet iyidir!..)

Buradaki en yanıltıcı yan, gelecek seçimlerde AKP'nin otomatikman seçimleri kazanacağı iddiaları!..

Bunun için AKP'nin önümüzdeki dönemde, yaşanması mümkün yeni bir ekonomik kriz dalgasını atlatması gerekecektir!.. -ki bunun çok zor olacağını belirtmek gerek... Yani rantla beslenen yandaşlar sürüsü, Erdoğan Başkan olacak diye daha nereye kadar doyurulabilir?!.. Bugünün koşullarında, kriz olmasa bile, bunu sürdürmek, ne kadar mümkün?!..

Kriz olursa -ki bu daha büyük bir ihtimal- herşey çok hızlı gelişebilir...

Yani bu ülkede tek bir Allah'ın kulu bile muhalefet etmese, hergün gazeteler Erdoğan'ın faziletlerinden bahsetse, gene de sistem çökebilir.
(Bu çöküşü, sotoda bekleyen İstanbul depremi de tetikleyebilir veya pekiştirebilir...)

Yani, Erdoğan'ı Başkan yapan halk, birden Erdoğansız, hatta -bildik- Türkiye'siz kalabilir!..

Türkiye'nin ekonomisi hiç de güçlü falan değil...

Birçok ekonomiden daha kırılgan...

Cari açığı da tehlikeli sularda dolaşıyor...

Seçime kadar sürecek dönemde sıcak paraya daha da muhtaç olacağı için, ilk krizde Yunanistan'dan beter olabilir -ki "neoliberal istikrar"ı çok seven rantsever halkın ayılması için bu gerekiyordur belki de!..

http://konstantiniye.blogspot.com/2010/09/sorunlarn-cozumunde-toplumun.html

Yoksul "evet"çiler ve yoksullaşmış "hayır"cılar!
Haşmet BABAOĞLU

Türkiye siyasetinin gidişatını anlamak ve geleceğe yönelik olarak değerlendirmek için "laiklik, devlet, demokratikleşme, hayat tarzı, bürokratik vesayet, çağdaşlık, halk iradesi" gibi kavramların çevresinde dönüp durmak yeterli mi?
Hayır!
Toplumsal kesimlerin statü ve gelir paylaşımına bakmak gerekir.
Ama o noktada popüler kültürün önümüze çıkarttığı bir engeli aşmak zorundayız.
Nedir o, söyleyeyim...
Böyle bir "analiz" e kalkıştığımızda derhal zenginlerin ve statü sahiplerinin tercihlerine bakıyoruz.
Zenginin malı ve hali tavrı züğürdün çenesini yorar misali bir durum! Bir kere dedikodusu bol, heyecan verici ve pek medyatik!

***

Örnek vereyim...
AK Parti'yi destekleyen toplumsal tabakalar denilince akla hemen cipli, villalı dindar burjuvazi veya dünyanın öteki ucuna ihracat yapan orta Anadolu KOBİ'leri geliyor.
Onların karşı cephesine de kıyı şehirlerinin geleneksel burjuvazisi ve yüksek bürokratlar ile statü sahibi okumuşlar konuldu mu...
Bu dar bakışa "analiz" denip yan gelip yatılıyor!
Oysa siyasi "söz"le toplumsal zeminin nerede buluştuğunu görmek için ilk yapılacak iş dar gelirli geniş kesimlere bakmaktır.
Seçim sonuçlarını "okumak" isteyenlerin kafasına dank etmesi ve nedenlerini ciddi biçimde değerlendirmesi gereken gerçek şu ki...
Emekçi kesimler, kent yoksulları ve göç yoksulları başından beri AK Parti politikalarına destek veriyor.
Alın size referandum'daki İstanbul!
Referandum'da "Evet" oyları Bağcılar'da %70, Esenler'de %74, Sultangazi'de %69, Gaziosmanpaşa'da%62 oranında çoğunluktaydı.

***

Gelelim medyanın gözden kaçırdığı (belki de görmezden gelmek istediği) madalyonun öteki yüzüne...
"Hayır"cıların da çoğunluğu "ekmek elden, su gölden, statü gökten" yaşayan insanlardan oluşmuyor!
Onların hayat tarzları ve kültürel seçimleri uzaktan bakanları yanıltıyor ama 90'ların ortasından beri devamlı yoksullaşıyorlar! Orta sınıftan aşağılara doğru hızla düşüyorlar. Her kriz onları biraz daha umutsuz ve öfkeli yapıyor.
Mühendisler artık kıt kanaat geçiniyor; öğretmenlerin maaşları kirayı bile zor çıkartıyor; bankacılar işten çıkartılma endişesiyle yaşıyor. Turizmciler deseniz, kışl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Eyl 21, 2014 12:13 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 16, 2010 10:52 pm    Mesaj konusu: Referandum sonuçlandı; Sırada Ne Var? Alıntıyla Cevap Gönder

Referandum sonuçlandı; Sırada Ne Var?
-1-


Murad Salih



Referandum Sonuçlarını değerlendirmeye devam edelim...

Önceki değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi (1) 12 Eylül’de Referanduma sunulan anayasa değişiklikleri toplam seçmen sayısının yüzde 44’ünün “evet” oyuyla kabul edildi...

Toplam seçmen sayısının yüzde 32’sinin “hayır” oyu kullanması durumu değiştiremediği gibi, bu “demokrasi hilesinin” meşrulaşmasını sağladı...

Referandumdan önce bu duruma şöyle dikkat çekmiştik:

[Türkiyede’ki seçim sonuçlarına baktığınızda yüzde 20 ile 30 arasındaki bir seçmen kitlesi (ki bu aşağı yukarı Türkiyede tek başına iktidar olma oranı), Ya sandığa gitmiyor veya cezadan kaçmak için sandığa gidiyor ama geçersiz oy kullanıyor...

CHP ve MHP, AB-D’nin referandum dayatmasını gerçekten boşluğa düşürmek isteselerdi; boykot tavrı alarak yüzde 20-30’luk boykotçu kitlenin üzerine yüzde 35-40 civarında kendi oylarını ilave ederek bunu rahatlıkla yapabilirlerdi... ]
(2)

Dikkat çektik çekmesine ya...

Oyun tam bu noktada kurulmuş, dayatmanın merkez üssü tam bu noktaya kurulmuştu...

Oyunun baş oyuncusu AKP “demokrasi kahramanı süpermen” pozlarında “evet”e abanırken...

Oyunun kötü karakter oyuncusu (tecavüzcü Coşkun gibi) CHP “hayır”a yükleniyor...

İki arada bir derede kalan MHP ise CHP’ye kuyruk olarak (tecavüzcü Coşkun’un avanesi gibi) hayatının hatasını yapıyordu...

BDP-PKK çizgisi ise kendileri için en faydalı/makul/gerekli bir tutum olan “boykot”u benimseyip kararlarının arkasında bütün baskılara rağmen durarak, hem bu kirli AB-D oyununun bir aktörü olmadıklarını (bağımsız bir politika izlediklerini) gösteriyor, hem dayandıkları kitleyi kolaylıkla kontrol edebilecek durumda oldukları için düşündüklerinden daha iyi bir sonuç alabiliyor, hem de Kürt meselesinde gerçek muhatabın kim olduğunu içeriye ve dışarıya göstermiş olarak; bu referandumun en kârlısı durumuna geliyorlardı...

Zaten bu referandumun iki galibi var; biri AKP-AB-D, diğeri BDP-PKK...
İki mağlubu yazmamıza gerek var mı?

Aynı yazıda hesabı şöyle detaylandırmıştık:

[Hesap ortada...

Toplam seçmenlerin yüzde 20-30'luk kesin kararlı, demokrasiye red/boykot cephesi...

Yüzde 35-40'lık CHP-MHP oyu...

Yüzde 5’lik BDP oyları toplandığında...

Yüzde 60-75’lik bir seçmen kitlesinin sandık başına gitmediği veya gidip de geçersiz oy kullandığı...

Yani sadece AKP ve AB-D’nin arkasında durdıuğu bir referandumun meşruiyetini hiç kimse iddia edemezdi....]
(3)

Sonuç nasıl gerçekleşti?

Toplam seçmenlerin yüzde 44’ü “evet”...

Yüzde 32’si “hayır”...

Yüzde 24’ü “boykot”+”geçersiz oy”...

Yani CHP ve MHP de “boykot”u tercih etselerdi...

Ama BDP-PKK ile aynı çizgide durmak?...

Riskli tabii...

Ama bir CHP’li için MHP ile aynı politik çizgide durmanın...

Veya bir MHP’li için CHP ile aynı siyaseti paylaşmanın hiç mi riski yok?..

Sırf bu risk yüzünden hem CHP’den hem de MHP’den “Evet” veya “Boykot”a kayanlar olmamış mıdır?

Bu riski bertraf etmenin çaresi de vardı...

O yazımızda onu da gösterdik: “Geçersiz oy”...

Seçmenlerini sandık başına yollar ve onlardan “geçersiz oy” kullanmalarını istiyebilirler böylece 700 bin küsur geçersiz oy kullanan seçmeni de rahatlıkla kendi hanelerine yazabilirlerdi...

Yapamadılar...

Yapamadıkları için, şimdi çok ağır bedeller ödeyecekler (hem CHP, hem MHP)...

Aynı yazıda bunu da şöyle belirtmiştik:

[Bu sadece bir anayasa referandumu değil...

Malûmunuz, AB-D emperyalizminin arkasındaki “Yahudi aklı”, az para-maliyet ile çok iş çıkarma üzerinde çok marifetlidir...

Referandumdan “evet” sonucu çıkarsa ki; öyle veya böyle çıkacaktır...

Bu sonuçla sadece Anayasa’nın bir kaç maddesi değişmeyecek, bu sonuçlar özellikle CHP ve MHP’de ve “boykot” kararının arkasında kararlılıkla duramazsa BDP ve PKK’da çok önemli çatlaklar, bölünmeler ve tasfiyeler yaşanmasına da sebep olacak gibi görünmektedir...

Bunun emareleri hem MHP’de, hem de CHP’de açıkça görülmeye başlandı bile...]
(3)

Oyunun birinci perdesi bitti...

Sıra ikinci perdede...

Bu perde, hem CHP hem MHP’yi önce iç kargaşalara, sonra da büyük ölçekli çatışma ve bölünmelere sürükleyecek gibi görünüyor...

Referandumun üzerinden henüz 4 gün geçti...

Ama her iki partideki öncü depremler başladı bile...

Asıl fay kırılmasının da çok uzakta olmadığı bu sarsıntılardan anlaşılabiliyor...

Yani Oyun sadece Anayasayı değiştirmek üzerime kurulu değil...

Anayasa ile başlayarak geniş bir “mıntıka temizliği”ni de öngörüyor...

İlk süpürülecekler arasında da TSK, Yargı, CHP ve MHP var...

Peki...

Türkiye bu kumpastan kurtulabilir mi?

CHP (ve onun kuyruğuna takılmış Alevîler, ulusalcılar, TSK üst yönetimi, Yüksek Mahkemelere hakim çoğunluk) 86 yıldır sürdürdükleri halkın, etnik ve dinî çoğunluğuna ve o çoğunluğun değerlerine ve hayat tarzına olan düşmanlıklarını sürdürdükçe...

MHP iki arada bir derede şaşkın şaşkın durmaya devam ettikçe

AKP de, CHP ve yukarıda saydığımız yandaşlarının karşısında bugünkü söylemi/üslûbu sürdürdükçe...

Bu iş zor...

Bu referandumun mağlupları...

Yok tatile gidenler geri dönmemişlerdi de... (Kadıköy’ün Çankaya’nın “hayır”ları İzmir’den daha fazla... Tatilden dönmeyen, dönemeyen mazeretleri sadece komik)...

AKP makarna, pirinç kömür dağıttıydı, İftar çadırları kurduydu da... (Eee madem öyle oluyor... İzmir, Edirne, Kadıköy, Maltepe , Çankaya, Şişli gibi bir sürü belediye ellerinizde siz de yapaydınız ya... elleriniz armut mu topluyordu? Onun yerine ne yaptınız?..İzmir Belediyeniz başörtülü kız öğrencilere indirimli öğrenci kartı vemiyor... CHP örgütü Edirne’de AKP’nin Ramazanda fakir fukaraya dağıttığı ramazan kolilerine mani oluyor... Avcılar belediyeniz tesettürlü müslüman hanımları rahibeye benzeten aptalca afişler bastırıyor... Sempatizanlarınız Çeşmede tessettür mayosuyla denize giren hanım öğretmen ve çocuklarına saldırıyor.... TSK, askere alırken annen tesettürlümü diye sormadığı er ve erbaş ve yedek subaylarla, askeri lojmanlarda oturan personelinin ziyarete gelen gelen tesettürlü analarına, kız kardeşlerine ve tesettürlü hısım ve akrabasına “düşman askeri” muamelesi yapmaya devam ediyorken)

Gibi mazeretlerin ancak züğürt tesellisi katagorisinde değerlendirilebileceğini anlamadıkça bu işin bu kişi ve kurumlarla olma ihtimali sıfıra yakın...

Türkiye’deki bütün cemaat, cemiyet, grup, örgüt ve kurumlarda bu gidişten samimi olarak endişe duyan, rahatsız olan ve çözüm arayan değerli insanların varolduğunu biliyoruz, görüyoruz...

Şimdilk bunların sayısının çok az olduğunu da...

Ama asla ümitsiz değiliz..

Milletçe uçuruma düşmekle, kanat takarak bu uçurumu aşmak seçeneğinden birini seçme durumunda olduğumuz bu tarihi günlerde...

Uçuruma düşmek istemiyorsak yapacağımız ilk iş...

Mensubu olduğumuz milleti ve o milletin bağlı olduğu temel değerleri doğru anlamaktır...

Bunun başlangıcıysa...

Bu milleti oluşturan halkın demografik (etnik ve dinî) yapısını, her türlü abartma ve dezenformasyondan arınmış olarak, doğru kavramaktır...

Dipnotlar:
1-) Murad Salih, "12 Eylül Referandumu"nda Sandıktan “Evet” mi Çıktı?, http://millibirlikruhu.blogspot.com/

2-) Murad Salih, “Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!”, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2937

3-) Agy.

(Devam edecek)
Bu yazı dizisinin diğer bölümlerini okumak için lütfen tuklayın: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3129

Yoksul "evet"çiler ve yoksullaşmış "hayır"cılar!
Haşmet BABAOĞLU

Türkiye siyasetinin gidişatını anlamak ve geleceğe yönelik olarak değerlendirmek için "laiklik, devlet, demokratikleşme, hayat tarzı, bürokratik vesayet, çağdaşlık, halk iradesi" gibi kavramların çevresinde dönüp durmak yeterli mi?
Hayır!
Toplumsal kesimlerin statü ve gelir paylaşımına bakmak gerekir.
Ama o noktada popüler kültürün önümüze çıkarttığı bir engeli aşmak zorundayız.
Nedir o, söyleyeyim...
Böyle bir "analiz" e kalkıştığımızda derhal zenginlerin ve statü sahiplerinin tercihlerine bakıyoruz.
Zenginin malı ve hali tavrı züğürdün çenesini yorar misali bir durum! Bir kere dedikodusu bol, heyecan verici ve pek medyatik!

***

Örnek vereyim...
AK Parti'yi destekleyen toplumsal tabakalar denilince akla hemen cipli, villalı dindar burjuvazi veya dünyanın öteki ucuna ihracat yapan orta Anadolu KOBİ'leri geliyor.
Onların karşı cephesine de kıyı şehirlerinin geleneksel burjuvazisi ve yüksek bürokratlar ile statü sahibi okumuşlar konuldu mu...
Bu dar bakışa "analiz" denip yan gelip yatılıyor!
Oysa siyasi "söz"le toplumsal zeminin nerede buluştuğunu görmek için ilk yapılacak iş dar gelirli geniş kesimlere bakmaktır.
Seçim sonuçlarını "okumak" isteyenlerin kafasına dank etmesi ve nedenlerini ciddi biçimde değerlendirmesi gereken gerçek şu ki...
Emekçi kesimler, kent yoksulları ve göç yoksulları başından beri AK Parti politikalarına destek veriyor.
Alın size referandum'daki İstanbul!
Referandum'da "Evet" oyları Bağcılar'da %70, Esenler'de %74, Sultangazi'de %69, Gaziosmanpaşa'da%62 oranında çoğunluktaydı.

***

Gelelim medyanın gözden kaçırdığı (belki de görmezden gelmek istediği) madalyonun öteki yüzüne...
"Hayır"cıların da çoğunluğu "ekmek elden, su gölden, statü gökten" yaşayan insanlardan oluşmuyor!
Onların hayat tarzları ve kültürel seçimleri uzaktan bakanları yanıltıyor ama 90'ların ortasından beri devamlı yoksullaşıyorlar! Orta sınıftan aşağılara doğru hızla düşüyorlar. Her kriz onları biraz daha umutsuz ve öfkeli yapıyor.
Mühendisler artık kıt kanaat geçiniyor; öğretmenlerin maaşları kirayı bile zor çıkartıyor; bankacılar işten çıkartılma endişesiyle yaşıyor. Turizmciler deseniz, kışları ya işsiz ya tatsız!

(..)

17 Eylül 2010 Sabah

İşte kutsal ittifak
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
18 Eylül 2010

DÜNKÜ “Bir başka açıdan yüzde 58” başlıklı yazımda “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük Sünni muhafazakâr İttifakı”ndan söz etmiştim.

Bugün işi biraz daha somutlaştırıyorum...

Bakın, kimler kimlerle bir araya geldi:
* * *
- “Milli Görüşçüler” ile “Fethullah Hoca Cemaati” hiç anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Akıncılar” ile “Büyük Birlikçiler” hiç anlaşamazlardı, bir araya geldiler.
- “İskenderpaşa” ile “İsmailağa” pek anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Nurcular” ile “Süleymancılar” anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Vakit” ile “Zaman” anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Radikal İslamcılar” ile “ılımlı İslamcılar” hiç anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Türk İslam sentezcileri” ile “Müslüman solcular” hiç anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Mazlum-Der” ile “Neo-Osmanlıcılar” hiç anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “Geleneksel dindarlar” ile “modern İslamcılar” pek anlaşamazdı, bir araya geldiler.
- “İslamcı burjuvazi” ile “genç İslamcılar” pek anlaşamazdı, bir araya geldiler.

Hürriyet

Tansel Çölaşan, referandumda 'evet' oyu kullanan yüzde 58'lik kesimi ihanetle suçladı
19 Eylül 2010
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı ve Danıştay eski Başsavcısı Tansel Çölaşan, referandumda 'evet' oyu kullanan yüzde 58'lik kesimi ihanetle suçladı.
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Hatay Şubesi tarafından organize edilen "Türkiye nereye gidiyor" konulu panaleDanıştayeski BaşsavcısıTansel Çölaşanve eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu katıldı.

Panelde konuşan Çölaşan referandumda yüzde 42'lik dilimin dışındakileri gaflet dalalet ve ihanet içinde olmakla itham etti. Referandumda oy kullanan vatandaşları bilinçli oy kullanan ve kullanmayanlar olarak ikiye ayıran Çölaşan, "O oylar bilinçli ise ne ala. Bilinçli olmayan yani yüzde 42'lik dilimin dışında olan oylar bana göre, gaflet, delalet ve ihanet içindedirler." dedi. haber10

Cahil Evet Okumuş Hayır Mı Dedi?
21 Eylül 2010
Prof. Ömer Çaha, TÜİK rakamları ile referandum sonuçlarını birlikte analiz edince ‘Okumuş CHP’ye cahil AK Parti’ye oy verdi’ önyargısının doğru olmadığını ortaya çıkardığını söyledi.
Fatih Üniversitesi’nden Prof. Ömer Çaha, “eğitimliler ‘hayır’, cahiller ‘evet’ dedi” tezinin temeli olmayan bir önyargı olduğunu ortaya çıkardı. Çaha, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Türkiye’nin en gelişmiş 10 ilinin sosyo ekonomik verileri ve referandum sonuçlarını birlikte değerlendirdiği çalışmasında AK Parti’ye oy verenler ile CHP’ye oy verenler arasında eğitim, sosyal ve kültürel olarak hiçbir fark olmadığını belirledi. Çaha, seçmenler arasındaki esas farkın “Cuma namazı”, “oruç” ve “içki içme” gibi yaşam şekillerinde olduğunu söyledi. CHP’ye oy veren seçmenin yüzde 50’si içki içerken, bu oran AK Partili seçmende yüzde 15 düzeyinde.

EĞİTİMSİZ SEÇMEN DE ‘HAYIR’ DEDİ

İzmir, Ankara, Eskişehir, Bursa, Kocaeli, İstanbul, Çanakkale, Denizli, Isparta ve Muğla’nın eğitim düzeylerini referandumda verilen oy oranları ile karşılaştıran Çaha, “oy oranı/eğitim düzeyi” ilişkisini şöyle anlattı: “CHP’nin kalesi haline gelen İzmir nüfusunun yüzde 6’sı okuma yazma bilmiyor, yüzde 41’i ilkokul, yüzde 5’i ortaokul, yüzde 19’u lise, yüzde 10’u üniversite mezunu. Bu veriler yüksek oranda hayır oyu çıkan Çanakkale, Edirne ve Muğla için de aşağı yukarı aynı.

Buna benzer bir tabloyu AK Parti’nin kalesi olarak kabul gören ve yüzde 78 ‘evet’ çıkan Konya’da da görüyoruz. Okuma yazma bilmeyenler Konya nüfusunun yüzde 6’sını, ilkokul mezunları 49’unu, ortaokul mezunları yüzde 4’ünü, lise mezunları yüzde 13’ünü, üniversite mezunları ise yüzde 7’sini oluşturmakta. ‘Evet’ oylarının yüzde 60’lar düzeyinde çıktığı ve AK Parti’nin üstüste seçim kazandığı Kayseri, Kocaeli ve Sakarya illerinin eğitim düzeyi Konya’ya göre biraz daha yüksek.

ROMANLAR HEP CHP’YE OY VERDİ

Bu verilerle yapılan analizde ‘hayır’ oylarının yüksek eğitimlilerden geldiği tezinin doğru olmadığı anlaşılır. ‘Hayır’ oylarının oranı İzmir’de yüzde 64 düzeyindedir. Tüm üniversite mezunları ile lise mezunlarının hayır yönünde oy kullandığını varsaysak bile bu yönde oy kullanan seçmenin yüzde 35’i ilkokul ve altında bir eğitim düzeyine sahiptir. CHP öteden beri Edirne’de yaşayan yüksek miktardaki Roman vatandaşların oyunu silme almaktadır. Roman vatandaşların genel olarak düşük eğitime sahip olduğu bir gerçektir. Bugün üniversite mezunu ile yüksek lisans veya doktorasını tamamlayan nüfusun toplam nüfus içindeki oranı yüzde 7.2 düzeyinde. Bu basit veri bile CHP’li seçmenin yüksek eğitimli seçmen kitlesinden oluştuğu tezini çürütmektedir.”

ARADAKİ FAY HATTI İÇKİ İÇMEK

CHP ile AK Parti seçmeninin birbirinden yaşam şekilleriyle ayrıldığını belirten Prof. Çaha şunları söyledi:

“Sinema ve tiyatroya gitmekle sigara içme konusunda CHP’li seçmenle AK Partili seçmen arasında anlamlı bir farklılık yoktur. İki parti seçmeni de yaklaşık olarak benzer düzeyde sinema ve tiyatroya gitmekte ve sigara içmektedir. CHP’li seçmenle AK Partili seçmen arasındaki esas farklılık ‘Cuma namazı’, ‘beş vakit namaz’, ‘Ramazan’da oruç’ ve ‘içki içme’ alışkanlıklarında yatıyor. İki parti arasındaki fay hattı içki. AK Parti’ye oy verenler genel olarak namaz ve oruç konusunda yüksek hassasiyet sergilerken, CHP’li seçmen daha düşük bir eğilim göstermektedir. İçki konusunda ise tersi bir durum söz konusu. Araştırmamıza göre CHP’ye oy veren seçmenin yüzde 50’si düzenli veya arada bir içki içerken, bu oran AK Partili seçmende yüzde 15 düzeyindedir.”

Önyargının asıl kaynağı ‘bidon kafa’ ve ‘göbeğini kaşıyan adam’ tanımıdır

Prof. Ömer Çaha, “Cahil AK Parti’ye, okumuş CHP’ye oy verir” tezinin bir önyargı haline geleduğini söyledi. Çaha bunun herhangi bir bilimsel ya da basit araştırmaya bile dayanmadan kendini merkez olarak gören medya organlarında sıkça yer aldığı için kalıplaştığını belirtti. Bunda AK Parti seçmenine hakaret içeren ‘Bidon kafalı’ ya da ‘Göbeğini kaşıyan adam’ ifadelerinin sıkça kullanılmasının çok etkili olduğunu belirten Prof. Çaha, “Bu konuda bir ezber kalıp var. Birçok insan Ege ve Akdeniz eğitim yönünden çok ileri gibi düşünüyor. Bu cahil/okumuş argümanını kullananlar zahmet edip verilere bakmıyor” dedi. Türkiye’de çevre ve merkez anlayışlarının yanlış olması nedeniyle böyle bir önyargı olduğunu belirten Çaha, şöyle konuştu:

“Kendine merkez diyen medya, toplumun gidişatını okumayan, genel eğilimi okumakta güçlük çeken bir medya yapılanması.Medyada ve akademik dünyada kalıplaşmış önyargılar var. Bu önyargılar da çok rağbet görüyor. Cahil ve okumuş seçmen de o medya ve akademik çevre anlaşıyının ürünü.”

‘Biz ta dededen CHP’liyiz’ diyen seçmen, İtalyan akademisyeni çok şaşırttı

İtalyan akademisyen Yard. Doç. Dr. Michelangelo Guida’yla 2009 Yerel Seçimleri’nde İstanbul’un ilçeleri Kadıköy, Küçükçekmece ve Üsküdar’da seçimlerden önce saha araştırması yaparak kampanyaları izlediklerini, seçimden sonra da 3 bin kişi ile anket çalışması yaptıklarını söyledi. Çaha, “O araştırmaya göre yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve gelir bakımından CHP ile AK Parti seçmeni arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur” dedi. 20’li yaşlarının başında CHP’li olduğunu söyleyen bir seçmenin İtalyan meslektaşıyla yaşadığı olaya ilişkin anıyı da anlatan Çaha, “Seçmene ‘Eğiliminiz hangi parti’ diye sorduk, ‘Biz dededen CHP’liyiz’ dedi. İtalyan meslektaşım bu yanıt karşısında ağzı açık kaldı, büyük şaşkınlık yaşadığını, bir partiye dededen itibaren nasıl aidiyet duyulduğunu anlamadığını söyledi. CHP’ye oy verenler büyük oranda yaşadıkları ilin tercihine ve çevrelerine göre oy verirken, AK Parti’ye oy verenler lidere, icraata ve hizmete göre oy veriyor” dedi.

Kaynak: Star


''KONUŞMA'' -3-
Yüce SEL
22.09.2010



"...görünüşte 'farklı' kelimelerle aynı anlamı savunduklarını farkında bile olmadan 'anlaşamayanlar'la, görünüşte 'aynı' kelimeleri kullanarak aslında farklı anlamları savunduklarını farkında bile olmadan 'anlaşanları' görmüş müydünüz?"

Yeraltı Sohbetleri
...

Bıraktığım yerden devam etmeden önce izninizle dışarda olup-bitenler üzerine bir kaç söz söylemek isterim. Evet, sağlam duruyorsunuz, fakat bazılarınızın halini beğenmedim. Çay arası vermeden önce böyle değillerdi. Hüzünle gölgelenmiş yüzler görüyorum. Rengi atmış yüzler, terkedilmiş dolu dolu gözler...

-İhanet etti!

-Kimmiş o?

-Halk!

-Anlayamadım.

-Halk ihanet etti, hem de yüzde 58'le!

-Kimlere?

-Yol gösterenlere.

-İyi düşündünüz mü? Durumun anlamına en uygun kelimenin, onu adlandırırken kullandığınız "ihanet" sözcüğü olduğuna gerçekten emin misiniz?

-Eminim.

-O kadar emin olmayın. Yüzde 58 evet oranının anlamı ihanet oluyorsa, Irak'a yönelik gerek 91, gerekse 2003 Saldırıları sırasında yazdıkları yazılarda, saldırıların maksadının tek bir ülkeyle sınırlı olmayıp, bütün bölgeyi, dolayısıyla Türkiye'nin bütünlüğünü de tehdit ettiğini tespit ettikten hemen sonra, bu tespitin mantiki sonucu olarak, Türkiye'nin söz konusu saldırılara karşı savaşan Irak'ın yanında yer alması, onunla müttefik olması için kalemlerini seferber etmeleri gerekirken, üstelik böyle davranmak Amerikan saldırılarına karşı yüzde 80'lerde 90'larda seyreden bir millet iradesinin mevcut olduğu şartlarda yerine getirilmesi hiçte zor olmayan bir milli görevken, tam tersi bir tutumla "Saldırılara karşıyız ama Irak Devletini de desteklemiyoruz" diyerek sırtlarını dönen ve Irak'a ambargo yılları boyunca tamamen peşmerge bozgunculuğunun dümen suyunda bol bol "canavar BAAS, baskıcı devlet aygıtı, açık toplum, tarihle yüzleşme, demokratikleşme" edebiyatıyla bugünlere gelinmesinde büyük sorumluluk sahibi olan şekil demokratı yol göstericilerin bu tutumunu nasıl adlandırmalı peki?

-?

-Ya da yüzde 58'lik oran, yol gösterenlerin ruh sağlığını alt-üst edip Türk milletine küsmelerine yetecek kadar büyükte, aynı milletin her iki saldırıda Irak'ın yanında yer alma hissiyatının ifadesi olarak, Amerikan Propaganda Makinesinin onca çabasına rağmen, o sıralarda yüzde 80, yüzde 90 seviyesinde seyretmiş bir oran, bölge çapında bir kurtuluş savaşı heyecanı duymalarına yetmeyecek kadar küçük müydü?

-?

-"Yüzde 58, sandıktan çıkmış bir sonuçken, yüzde 80, yüzde 90 ise, sadece bir tahmin" diye itirazda bulunmanın alemi yoktur, zira bölgemize saldıran düşmanın politika tayin etmek üzere kendi araştırma şirketlerine yaptırmış olduğu kamuoyu araştırmalarından elde edilmiş bir rakamdan bahsediyorum.

Türk Milletinin Irak'la birlikte kurtuluş savaşı hissiyatını ortaya koyduğu o günlerde, şekil demokratları, maalesef hiç hicap duymadan "Belki ABD Irak'a demokrasi getirir, getirmese de en kötü demokrasi en iyi diktatörlükten bile çok daha iyidir" diyerek "it dalaşı" olarak niteledikleri Irak'ın vatan savunmasına sırtlarını döndüler, saldırganın yanında yer aldılar.

-Ben öyle nitelemedim!

-Nitelemediniz ama "Irak'ı savunmak, Türkiye'yi savunmaktır" da demediniz..."BAAS diktatörlüğüyle işbirliği yapmak mı? Allah yazdıysa bozsun" deyip duruyordunuz yazılarınızda.

-Öyle şeyler yazmadım!

-Sormak lazım; demokrasi ilkesi, AB-D'nin güya bir diktatörlüğü devirip demokrasi kurarken başka diktatörlerle, mesela Mısır diktatörü Mübarek gibi diktatörlerle işbirliği yapmasına imkan tanıyor da, aslında Türkiye'nin bütünlüğünü parçalayacak bir saldırıya karşı yapılmak durumunda bulunan bir vatan savunması, aynı saldırıya karşı koyan bir diktatörle güç birliği yapmaya niçin imkan tanımasın ya da bu güçbirliği demokrasi ilkesine niçin aykırı olsun?

İstiklal Savaşımızı verirken güçbirliği yapıp, yardım kabul ettiğimiz Sovyetler Birliği', "baskıcı" proletarya diktatatörlüğü değil miydi ?

Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, eğer demokrasi ilkesi denen şey, vatanı savunurken, bir diktatörlükle güçbirliği yapılmasını ruhuna tecavüz olarak görüyorsa, o taktirde ona, bir devlete saldırıp yıkmanın bahanesi olarak dillere düştüğünde, o devletin yerine yerleştirilmeye çalışılan kukla idareciğin örtüsü olarak şeklen kullanılmak üzere götürüldüğünde, tecavüze niye sesini çıkarmadığını sormak hakkımızdır.

Arkadaşlar, işin ruhu şu ki, demokrasi, götürülebilir bir nesne değildir.

İlke deyince, İslam bağlamında ifade olundukları için, genel-evrensel oldukları hemen kavranamayan iki ilkeyi hatırlatayım; dinlerken, bir yandan düşünürsünüz.

1-"İslamda idare şekli yok, idare ruhu vardır"

Bu ilkeye, sanki başka idareler şekilden ibarettir, mutlaka ruhsuzdur anlamında işaret edildiği zannedilir, fakat öyle değildir. Cümlede iki anlam bulunuyor: "İdare şekli yok, idare ruhu vardır; bir idare ruhunun müspetliği veya ideal noktaya yakınlığıysa, İslam ölçülerine yakınlığıyla orantılıdır". O halde, nasıl ki ahlaksız nitelemesi mutlak anlamda ahlak yoksunluğu değil, yanlış veya eksik ahlak demekse, İslamla alakası ne olursa olsun, bir idare istese bile ruhsuz olamaz; en "ruhsuz" idare şeklinde bile, şekle esas teşkil edip yürüten bir idare ruhu mevcut.

Bu, ruh esastır ilkesi...

2- Anlamını Halife Hz.Ömer'in kelimesi kelimesine aynı olmasa da "Yamuk bir iş yaparsam, n'aparsınız, öyle durup seyir mi edersiniz?" sorusuna verilen "Seni şu eğri kılıçlarımızla öyle bir düzeltiriz ki" cevabında bulan ilke.

Bu da, kılıç ilkesi...

Üçüncü bir ilkeyle beraber, bunlar bir bütündür, ayrılamazlar.

Eksik anlama olmasın, yüzde 58'i, yüzde 42 içindeki şekil demokratı yol göstericilerin varlığına bir tepki olarak açıklamıyorum, "şekil demokratı yol göstericiler sadece 'hayır' tarafında vardır"da demiyorum; aksine, bu yol göstericiler, yüzde 58 içinde de en az yüzde 42 içinde olduğu kadar mevcut. Bunların niye "evet" veya "hayır" tutumu aldıklarını açıklarken gösterdikleri sebeplerin farklılığı görünüştedir; mesela Cumhuriyet gazetesiyle, Vakit Gazetesi tam bağımsızlık düşmanlığında ortak bir aynılığın dil planında birbirine muhtaç iki farklı görünüşüdür.

Hangi tarafa yol gösteriyor olurlarsa olsunlar, bu şekil demokratlarını biraz sıkıştıracak olursanız, ülkemizin "1919 Şartları"nda bulunduğunu kabul ederler, ancak gerisini getirmezler. Milli Kurtuluş Mücadelesine yol göstermek yerine, tam bağımsızlıkcı tarafa tıpkı tarihte olduğu gibi Büyük Zafer'den sonra katılmak üzere, "1919 Şartları"ndayız lafına çakılı kalıp, birbirlerine karşı "demokrasi mücadelesi" vermeyi tercih ederler.

Zira, turuncu renkli darbeler hariç "her çeşit darbeye karşı olan" bu efendiler, işbirlikçi bozgunculuk hareketleri hariç "her çeşit şiddete de karşıdırlar" ve vermeye mecbur olduğumuz Milli Kurtuluş Savaşı bunlara göre maalesef o karşı oldukları "her çeşit şiddet" kategorisine girmektedir.

Şimdi izninizle biraz da çay arasında yan odada okuduğum referandum sonucuyla ilgili sınırlı sayıdaki yazı ve yorumlar üzerinde durayım

Okuduğum yazı ve yorumları, hadiseye nasıl bir ruh haliyla bakıp anlamlandırdıklarına göre üçe ayırmam mümkün;

1- Sitemkarlar... Sitemlerini "halk ihanet etti" demeye, dolayısıyla "Bu halk bana layık değil" imasına kadar vardıranlar.

2- Kesimler arası psikolojik duvarları buzlaştırıp, yükseltenler.

3- Mevcut yönetimi menfi misal olarak BAAS yönetimine benzetenler.

Dostoyevski olabilir, derinlemesine hissedip, düşünmesini bilen bir başka yazar olabilir, belki de yanılıyorum, böyle bir yazar yoktur, her neyse, yazarın kahramanlarından biri, şahit olduğu bir timsah katliamını anlatır. Fakat öyle bir anlatır ki, o satırları okurken, kahramanın o katliamı acı duyma pahasına seyretmekle ne büyük bir fedakarlık yaptığına inanmaya başlarsınız. Timsahlar, avcılar tarafından vahşice katlolunurlarken, onları seyretme fedakarlığında bulunan bu yufka yürekli tarafından seyrolundukları için adeta şanslıdırlar. Sanki timsah katliamı, bu yufka yüreklinin ne kadar yufka yürekli olduğunu hissetmesine ve de bu gerçeği dünyaya haykırarak "paylaşmasına" yaradığı için bir anlam ifade eder. Farkına varırsınız ki, yufka yürekli, insanlıktan onun bu fedakarlığını hayranlıkla takdir etmesini beklemektedir.

Sitemkar yazıların, sitelere yazılan yorumların bazıları, işte bu timsah katliamını, insanlığa dünyanın en güzel üzülüp acı çeken adamı olduğunu göstermesine yarayacak bir fırsat olarak seyreden adamı hatırlatıyor. Sonucu üzücü olan bir referandumla, timsah katliamı arasındaki benzerlik, hadise planında değil, şahit olanların anlatırken içinde bulundukları ruh halinde. Referandumun sonucu belli olur olmaz o üzüntüyle kaleme alınan bu sitem yazılarının, "Bu ülkeyi en çok ben seviyorum, bu ülkeyi benim kadar kimse sevemez, o yüzden bu sonuca hiç kimse benim kadar kahrolamaz" benzeri cümlelerinde, sanki içten içe kendisini kendi kahır aynasında seyreden bir kibir ve küçümseme seziliyor.

Hiç şüphesiz bu kategoriye uyan çok daha aşırı örnekler olabilir, okuduklarım içinde N.Genç, O.Eğin gibi yol göstericilerin referandum sonucuna yaklaşımları böyle.

Seyrederken veya sırtınızı dönüp küserken ne kadar içten kahrolursanız olun, bir faydası yoktur. Sevdiğinin namusu tehlikedeyken sadece kahrolduklarını anlatmakla görevlerini yaptıklarını sananlar kendilerini aldatırlar.

Ve bu da üçüncü ilke, bütün ilkelerin anası, aşkın sadakat ilkesi;

Seviyorsan bırakmayacaksın...

Kesimler arası bölünmeye hizmet eden yaklaşımaysa, M.İdil'in yazısını misal göstermek mümkün. Referandum sonucunu konu alan bir yazının yanıbaşında Sıvas Madımak otelini yanarken gösteren resimlerin bir işi olmaması gerekir.

Yeri gelmişken aynı yazarın bir başka yanlışına kısaca dikkat çekeyim. IRA örneğinde olduğu gibi, devletlerin terör örgütleriyle masaya oturabileceğini söyleyen İngiliz yönetiminde danışmanlık yapmış birisine, "teröristle pazarlık edilmez" diye bitireceğiniz bir yazıyla karşılık verecek olsanız, izah maksadıyla sözü Taliban'la NATO'nun masaya oturmasına getirdiğiniz taktirde, Talibanın NATO'ya karşı vatan savunması yaptığını kabul eden birisi olarak bu düşüncenizi nasıl ifadeye dökersiniz?

"Taliban ile NATO arasında bir görüşmeye oturulması durumunda, buradaki terörist grup sizce hangisi? Ülkesini savunmaya çalışan; Taliban mı, NATO mu? Taliban hep bir terör örgütü olarak yansıtıldı. İyi ama, ülkenin asıl sahibi NATO mu da, görüşmeyi kabul edecek kesim NATO oluyor?"

Böyle ifade edecek olursanız, ne ala. Yazara ait olan bu ifadeyi, iki cümlesinden çıkardığım kelimeleri yerine koyarak bir daha görelim;

"Taliban ile NATO arasında bir görüşmeye oturulması durumunda, buradaki terörist grup sizce hangisi? Ülkesini savunmaya çalışan; gerici, bağnaz, acımasız Taliban mı, NATO mu? Taliban hep bir terör örgütü olarak yansıtıldı ve haklı gerekçelerle öyle de kaldı. İyi ama, ülkenin asıl sahibi NATO mu da, görüşmeyi kabul edecek kesim NATO oluyor?"

"gerici, bağnaz, acımasız"

"...ve haklı gerekçelerle öyle de kaldı"

Ülkesini savunduğunu, dolayısıyla istiklal savaşı verdiğini kabul ettiği bir hareketin, aynı zamanda gerici, bağnaz ve acımasız olduğuna inanabilirsiniz, fakat bu menfi sıfatları, tam da o hareketin vatan savunması yaptığını tespit ettiğiniz cümlenin içine yerleştirir ve arkasından haklı gerekçelerle terör örgütü olduğunu ilave ederseniz, şüphe doğar.

Güneydoğuyu kasten "Terörizm ama istiklal savaşı" mı? Yoksa İstiklal Savaşı korkusuyla "her çeşit şiddete karşıyız", o halde "İstiklal savaşları maalesef terörizmdir" mi?

S.Önkibar'ın yaptığı gibi, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin dönemindeki BAAS yönetimini menfi kabul edip, idare ruhu yabancılaşmış mevcut yönetimi o yönetime benzetmek hakikatle bağdaşmaz. Millici, tam bağımsızlık yanlısı, demokrasiyi bir şekil sorunu olarak görmeyen o BAAS yönetiminin önce Allahın sonra milletin olan mülkü özelleştirme kod adlı operasyonla yağmaya açan Türkiye'deki yönetimle ne alakası var?

Bir sahne... Mesela bu gece Tayyip Erdoğan TRT ekranından, "Mensubu olmakla gurur duyduğum Türk Milleti!" diye seslense;

"Türk Silahlı Kuvvetlerini NATO'nun askeri kanadından çekiyorum, AB üyeliği başvurusunu donduruyorum, özelleştirme kod adlı yağmalama operasyonuna son veriyor, bütün stratejik sektörleri millileştiriyorum.

Irak'ın kuzeyindeki kukla yapılanmayı tanımıyorum. Silivri Toplama Kampında esir tutulan vatanseverlerin derhal serbest bırakılmasını emrediyorum.

Başta İncirlik işgal üssü olmak üzere bütün üslerin tahliye edilmesi için 72 saat, vatanımızın Güneydoğusundaki etnikçi Celali bozgunculuğuna teslim olmaları için 24 saat süre tanıyorum.

Merkezi otoritenin bilgisi ve onayı olmadan, yabancı ülke kuruluşlarıyla anlaşmalar imzalayıp, projeler yürüten bütün sefil toplum örgütleri, liberal çapulcu medya kuruluşları, kaba softa ham yobaz yuvaları ve fuhuş yerleri kapatılmıştır.

Siyasi faaliyetler işbirlikçi ilişkilerden tamamen arınmış olmak şartıyla serbesttir" diye devam etse ve sözlerini;

"Kanun ve nizam hakimiyeti esastır. Bunu sağlamak üzere, yeniden fetih hareketi başlamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleriyle tam bir işbirliği halinde seferberlik ilan ediyorum. Bu kararlar şu andan itibaren yürürlüğe girmiştir. Yaşasın Vatan, Yaşasın Türk Milleti" diye bağlasa...

Şekil demokratlarının bir kısmı hiç şüpheniz olmasın, "Evet, bu kararlar halkın zararına değil ama anti-demokratik yoldan alındıkları için tabiiki kötüdür" deyip, "Halkın gözünü boyamak için halkın yararına kararlar alarak halka rağmen halkçılık yapan darbe yönetimine kanmayalım" yollu çağrılarda bulunmak üzere hemen "Demokratik Muhalefet ve Müdahale Platformu" adıyla örgütlenip, muhalefete başlarlar.

Hatta bazıları şimdi yaptıkları üzere, NATO'ya, BM'ye "2003 yılında barbar BAAS yönetimine karşı yaptığımız Gül Devrimine benzer bir devrimle, Kemalist-Saddamist kirli darbe yönetimine haddini bildirmek için Anadolu ve Trakyaya birlikte müdahale edip barış için savaşalım" çağrısında bulunurlar.

İçlerinden birinin aylar önce ettiği bir laf; "ABD, Türkiye’yi bir Saddam Rejimi, bir Nazi Rejimi gibi görüyor ve bu rejimii topyekün tasfiye edip KESİN BİR ZAFER istiyor"

Atlantik İttifakının saldırısına uğrayana kadar Irak ülkesine en müreffeh dönemini yaşatan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin yönetimini Nazi rejimine benzetebilen bu kafadaki adamların yeni kuşak tarafından anti-emperyalist sanılmaları, böyle lap-lup laflarla hizmet ettikleri peşmerge bozgunculuğu tarafından keskin Türk milliyetçileri diye adlandırılmaları yok mu!... Fakat bunların Türk Milliyetçisi olarak sunulup, öyle sandırılmaları da bir oyundur arkadaşlar. Yine mi siz?... Evet, buyrun?

-Aylar önce bir tartışma programında, Ümit Özdağ'ın söyledikleri aklıma geldi. Önce sağına soluna bakındı, sonra yanındakine dönüp, sesini alçaltarak şu anlamda bir şeyler söyledi; "PKK'nın eylemleri devam ederse, bir şey değil, Türk halkı istiklal savaşı verecek. işte o zaman felaket olur!"

-Zihnen peşmergeleşmenin tipik bir örneği... Buyrun oturun.

-Bir şey daha... Bu söylediğiniz zihnen peşmergeleştirme operasyonunda kullanılan önemli konulardan Halepçenin iç yüzünü anlatan, Amerikan Propaganda Makinesiyle peşmerge propagandistlerinin uydurduğu iftiraları gözler önüne seren bir kaç belge adı vermek istiyorum. Meşru Irak yönetimine hiç bir surette olumlu bakmayan, bazıları Amerikan yönetiminde görev almış insanlarca yapılmış bu araştırmaları bilen arkadaşlar vardır.

Stephen C. Pelletiere. NY Times, A Glimpse of the Past: A War Crime or on Act of War?

Jude Wanniski, Saddam Hussein Did Not Commit Genocide.

Jude Wanniski, What Happened at Halabja?

Carlton Meyer: Saddam Never Gassed His Own People.

Ghali Hassan: What Do Fallujah and Halabja Have in Common.

Benzerlerini Ermeni propagandistlerin Türk Milletine attığı iftiralarla ilgili araştırmaları, sanırım www.uruknet.com adresinde bulabilirsiniz.

-Teşekkür ediyorum... Şimdi ara vermeden önce dinleyin;

"30 Ağustos 2010 günü Hak ve Eşitlik Partisinin Muğla ve Antalya mitinglerinden Ankara'ya dönmekte olan seçim otobüsü Afyon'un İscehisar ilçesinde mola vermiştir. Durulan yerde parti marşı çalındığı için iki polis tarafından uyarı yapılmış ve partililer müziği kesmiştir. Arkadan bir trafik polisi gelmiş ve 72.maddeyi ihlal ettiniz diye 62 TL ceza kesmiştir. Buraya kadar her şey normaldir, yasal prosedürde tamamlanmıştır. Yetkiyi suistimal, tarafsızlık ilkesi ihlali, görevi kötüye kullanma, bir siyasi partiye hasmane davranış ve tavırlar bundan sonra başlamıştır.

Polisler emniyet müdüründen talimat aldıklarını belirterek parti otobüsünü İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün önüne çektirmişlerdir. Buraya gelindiğinde İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün üstündeki lojmanların pencerelerinin birinden sonradan İlçe Emniyet Müdürü ve adı Mustafa Yiğit olduğu tespit edilen atletli, yarı çıplak bir zat 'izinsiz ilçeme giremezsiniz' diye tehditler yağdırmıştır. Daha da vahimi '30 Ağustos Zafer Bayramı' nedeniyle parti otobüsünün önüne asılı olan Türk bayrağını 'SÖKÜN' diye talimat vermiştir. Partililerin 'Burası Afyon toprağı, bu zafer burada kazanıldı. Bugün 30 Ağustos, bayrak sizi neden rahatsız ediyor' demelerine rağmen bu zat 'Bayrağı sadece devlet kurumları takabilir' diyerek, polis marifetiyle Türk Bayrağını otobüsün önünden söktürmüştür. Pencereden yarı çıplak haliyle aşağıdaki polislere 'Bunları buradan gönderin, ilçede iftar da yapmasınlar' diye hezeyanlarını sürdürmüştür. İş bununla da bitmemiş, köy kurnazlığı ve entrikalarla 'Otobüsü bağlayın, anahtarlarını alın' hokkabazlığına kadar gitmiştir. Yedikleri haltın sonucunun nereye varacağını biraz kestirdiklarinde de suçunu örtbas için savcıyı bile İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne çağırmışlardır.

Bütün bu olup bitenlerden ve ilçeden ayrıldıktan sonra parti sorumluları beni arayarak durumu rapor etmişlerdir. İlçe Kaymakamı olan ve adının Yaşar Güneş olduğu öğrenilen zat'dan bilgi almak istediğimde ise, bu şahsında aklınca bir takım teknikler kullanarak benimle görüşmekten kaçtığını tespit ettim.

1. İlçede olup biten her şeyden hukuken ve idareten sorumlu olan İscehisar Kaymakamı Yaşar Güneş ve İlçe Emniyet Müdürü Mustafa Yiğit hakkında parti avukatlarınca hukuki işlem başlatılmıştır.

2. Bu iki şahıs hakkında işlem yapılmak ve sonucunun Parti Genel Merkezine bildirilmesiyle ilgili İçişleri Bakanlığı'na resmi yazı yazılmıştır.

İçişleri Bakanlığı idareten, mahkeme hukuken işlemleri yürütecek ve bir sonuca varacaktır.

Siz ki 30 Ağustos 2010 günü Türk Bayrağını hem de Afyon'da parti otobüsünden söktürme gaflet ve aymazlığını yaptınız, Hak ve Eşitlik Partisi'nin amblem, fors, Genel Başkan resmi ile alnında 'YAŞASIN VATAN, YAŞASIN TÜRK MİLLETİ' yazan otobüsünü emniyetin önünde suçlu gibi sergilediniz, bunun siyaseten hesabını vereceksiniz.

Ne zaman mı? 2011 Genel Seçimlerinden hemen sonra ve ilk sırada...

YAŞASIN VATAN, YAŞASIN TÜRK MİLLETİ!"

Hak ve Eşitlik Partisi'nin 30 Ağustos Büyük Taarruz'un yıldönümünde karşılaştıkları düşmanca bir tutumla ilgili basın açıklamasıydı.

Bu partinin Genel Başkanı Osman Pamukoğlu kimdir? Başkalarının demeçleri, siz aramasanız dahi hemen her yerde karşınıza çıkarken, bu partinin faaliyetleri hakkında haberler, mensuplarının konuşmaları niçin aynı sıklıkta karşınıza çıkmaz? Bozguncuların demeçlerini çarşaf çarşaf yayınlayan medya, bu Partiye niçin ambargo uygular?

Çünkü Osman Pamukoğlu, Güneydoğudaki etnik bozgunculukla mücadelede Türk Milletine önemli hizmetlerde bulunmuş vatanperver bir Türk askeridir de ondan. Sizin parmağınız deminden beri havada, evet?

-Kılıç ilkesi dediniz. Sonra sadakat girdi işin içine... Yani nasıl?

-Hay, hay arzedeyim: Yeri gelmişse, sandığı sağlamca yerine koymak üzere, kılıç esastır.

-Ama ne kadarlığına esastır.

-Onu ulemaya soracaksınız, ulemanın hakikisine...

http://www.buyukasya.net/Content.aspx?haberID=532&B=konusma-3-
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 23, 2010 12:42 am    Mesaj konusu: Ana(t)asa değişiklik paketi... Alıntıyla Cevap Gönder

Ana(t)asa değişiklik paketi...
Ayşe Büşra ERKEÇ
a.b.erkec@gmail.com
23 Eylül 2010

Anayasa değişikliği gündemin birinci sıralarına oturtuldu, şimdi şişirilen bu balonun ne zaman patlatılacağını merakla bekliyorum. Karşı çıkmamın nedenleri pek çok. Aynalardan geçerken perde arkasındaki sırrı görmek ve vakıf olmak gerek. Güdümlü medyanın yansıttığı akımları olduğu gibi kabul eden bir uslubum olmadı hiç. Koyun olmaktan Allah'a sığınırım. Kurumlar ABD kontrolüne alınırken, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvurulara açık hale getirilmesi hırsızlara, arsızlara ve hainlere kaçış yolunu kolaylaştırırken, sendikal haklar ve memura sözlşeme hakkı adı altında asıl amaç; Türkiye'nin yeni bir kaos ve kargaşa sürecine dahil edilmesi kaygılarımı artırmaya devam ediyor.

ABD Büyükelçisi James Jeffrey Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin’e yaptığı açıklamalarla AKP’nin referandumuna destek vermişti. Bu açıklamalardan sonra Atlantik ülkelerinin AKP hükümeti ve referandumla ilgili tavırları netleşmişti. Hoş, ABD yetkilileri neredeyse 1 aydır AKP’yi ve Anayasa değişikliklerini desteklediklerini beyan etmekteydi zaten. “Anayasa değişikliklerinin şurası burası eksikmiş, ama desteklenmesi gerekirmiş” sözleri bu desteğin bahanesiydi. Referanduma “evet” demenin AKP iktidarını desteklemek anlamına geldiğini bugün çocuklar bile bilmekteydi. Daha doğrusu, sözde Anayasa değişikliğinin, AKP iktidarını yenileyerek sürdürmek amacıyla gündeme getirildiği ise kesindi.

Madem her şey güllük gülistanlık, o halde ABD ve İngiltere’nin büyükelçiliklerinde görevli hukuk danışmanları Adalet Bakanlığında ne arıyordu?

Tarih 14 Temmuz Çarşamba. Adalet Bakanlığının, Ankara’da Konya Yolu üzerindeki Gazi Ek Binasının bahçesinde bir hareketlilik göze çarpıyordu.

Yabancı kişileri taşıyan bir minibüs 12:20’de nizamiyeden giriyor, doğrudan Teftiş Kurulu Başkanlığı’na çıkılıyor, onları Teftiş Kurulu Başkanı Ahmet Can karşılıyordu.

Teftiş Kurulu Şube Müdürü Mesut Güngör, ABD ve İngiltere Büyükelçiliklerinde görevlilerin birlikte yürütülen bir proje nedeniyle kurula geldiklerini açıklıyordu. Projenin adı: "Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet Personelinin Performanslarının Ölçümünde Yeni Kriterlerin Tespiti." Proje kapsamında ABD ve İngiltere büyükelçiliklerinde görevli hukukçuların katılımıyla bir toplantı yapılıyordu. Toplantıya Ahmet Can, bazı bakanlık bürokratlarının yanı sıra sekiz Amerikalı ve İngiliz görevli katılıyordu. Projede ABD Adalet Bakanlığı Hukuk Danışmanı Mike Lang da yer alıyordu. Yani Türk yargı sistemindeki disiplin ve terfi işlemleri artık ABD ve İngiltere’ye göre şekilleniyor, daha doğrusu onların kontrolüne geçiyordu!

Bu anayasa değişiklik paketine niye kuşkuyla bakıyorduk?

1- Demokratikleşme kılıfı adı altında Federatif Kürdistan’a ve PKK-BDP’nin özerklik ilanına hukuki ve resmi dayanak hazırlayan ve Türkiye’nin bölünmesine kolaylık sağlayan, çok sinsi ve tehlikeli maddeler içerdiği için AKP’nin bu anayasa değişiklik paketinden bir hayır beklemiyorduk.

Sıklıkla bölgede bulunduğumuz; Elazığ, Bingöl, Tunceli, Muş, Diyarbakır ve Van gibi illerimizle irtibat halinde olduğumuz için yakinen biliyorduk.

Sivil ve siyasi PKK olan BDP görünüşte referandumda “Hayır” diyecekmiş gibi rol takınsa ve AKP’nin işini kolaylaştırmaya çalışsa da içten içe yöre halkının “EVET” demesi için yoğun bir gayret içinde olduğunu görüyorduk.

Zaten Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in Tunceli’de:

a- Özerk (Demokratik Federatif) Kürdistan istemesi

b- Bağımsız Kürdistan parlamentosundan bahsetmesi

c- PKK renkleri olan, sarı, kırmızı ve yeşil boyalı Kürdistan bayrağını dillendirmesinin

Referandum sonrası şeytani heves ve hedeflerin habercisi olmasından endişe ediyorduk. Zaten PKK eşkıya başlarından Murat Karayılan’ın “ateşkes hususunda iktidarla Öcalan anlaştı” itirafları da kaygılarımızı haklı çıkarıyordu.

2- “Türkiye vatandaşlığı” gibi, dünyanın başka hiçbir ülkesinde bulunmayan; Millet mayamızı parçalayıcı ve devlet kimyamızı ayrıştırıcı hüküm ve ifadelerle, milli birlik ve dirliğimiz dinamitlendiği için Referanduma kuşkuyla bakıyorduk. BDP Milletvekili Hasip Kaplan’ın: “Türkler Kürtler kardeştir; Bizi bölen kalleştir” sloganından gıcık alması acaba neyin göstergesiydi?

BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın: “Özerklik bizim temel stratejimiz ve hedefimizdir. AKP de bunu çok iyi bilmekte, ama bilmezlikten gelmektedir. Çünkü; “Türkiye’nin özerk bölgelere ayrılmasını öngören AB uyum yasalarını imzaladıkları belgelerle sabittir” sözleri ise, bu referandumun ülkemizi hangi badirelere sürükleyeceğinin işaretiydi. Bu arada PKK’nın Güneydoğudaki imam ve muhtarlara “artık bizden talimat alacaksınız” baskıları da, AKP zihniyetinin PKK’yı nasıl şımarttığının bir alametiydi.

3- Türkiye’mizi Haçlı AB’nin bir eyaleti ve Büyük İsrail’in (BOP) bir vilayeti yapma yolundaki tüm anayasal engellerin ortadan kaldırıldığı ve egemenlimizin Brüksel’e devri amaçlandığı için, bu talimatla yapılmış düzenlemelere güvenmiyorduk.

4- Varlığımızın, bağımsızlık ve bekamızın garantisi olan TSK’nın, artık tamamen etkisiz, yetkisiz ve tepkisiz konuma sokulması; Milletimizin kendi askerine güven ve saygınlık duygusunun yıpratılıp yıkılması; Ordumuzun itimat ve itibarının sarsılması doğrultusunda adımlar atıldığı ve bunlar Haçlı ve Siyonist mihraklar ve yerli münafıklarca ve alçakça alkışlandığı için bu “ana-tasa” paketine şüpheyle bakıyorduk.

Sadece “Generalleri hesaba çektiği ve askeri hizaya getirdiği” gerekçesiyle, bu referandumda AKP’ye “Evet” diyeceklerin büyük bir yekûn teşkil ettiği dikkate alınırsa; Bu aziz milletin Dini ve ahlaki değerlerine hor bakan, hatta irtica bahanesiyle bunlara savaş açan rütbelilerin de, artık kendine gelmesi, gerçekleri görmesi ve din istismarcılarına fırsat vermemesi gerektiğini de hatırlatmak istiyorduk.

5- Gariban vatandaşlarımızın ve özellikle mağdur ve mazlumların her türlü haklarının sağlanıp korunması için değil; AKP'nin kendi korkularını bastırmak, kendi koltuklarını korumak, işledikleri ağır suçların sorumluluğundan kurtulmak ve hesap vermekten kaçmak üzere bazı düzenlemeler yaptığı, ama halkımızı istismar edip aldatmaya, avutup oyalamaya çalıştığını sezdiğimiz için karşı çıkıyorduk.

Gerçekten yargı bağımsızlığı ve adaletin sağlanması için değil, din düşmanlığına kılıf yapılan laiklik anlayışının ve despotik kafaların tasfiye edilip, yerine AB aşığı ve ABD uşağı demokratik dinci takımının getirilmesinin, yani yargı sisteminde atların değiştirilmesi ve toplumun havasının indirilmesinin amaçlandığını fark ediyorduk.

6- a) AKP, 12 Eylül’le hesaplaşmak hamaseti yaptığı halde, bütün darbelere gerekçe yapılan, TSK İç Hizmet Kanunuyla ilgili 35. maddeye hiç değinilmediği için.

b) Zamanaşımı nedeniyle zaten yargılanamayacakları bilindiği, ama asıl 28 Şubat darbecilerinin sorgulanması gerektiği halde, nedense onların üzerine gidilecek ciddiyet ve cesaret gösterilmediği için.

Deniz Baykal’a yapılan vefasızlık ve komploları kastederek, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu, liderine ihanet ve nankörlükle suçlayan Recep T. Erdoğan’ın, kendilerinin Erbakan Hoca’ya, Milli Görüş davasına ve yıllarca sırtında yüceldikleri camiasına yaptıklarını hiç hatırlamaması ve yüzleri kızarmadan başkalarını ihanetle suçlaması, bunların pişkinlik ayarını sergilediği için.

c) Ve daha da endişe verici olan; İsrail’den ABD’ye, yerli masonik-dinsiz çevrelerden AB’ye kadar tüm dış güçlerin ve işbirlikçilerin ortaklaşa hücum etmelerinden: “ülkemiz ve devletimiz için tarihi ve milli bir müdahale yaptıkları” anlaşılan Kenan Paşa ve ekibine yönelik bu ucuz kahramanlık gösterilerinin ciddi ve gerçekçi bir yanı bulunmadığı için.

Çünkü 12 Eylül 1980 öncesi şartları hazırlayan ve ülkemizi parçalanma noktasına yaklaştıran odakların, bugün başka rollerde figüranlığını yapan AKP’den Milli, haysiyetli ve cesaretli bir değişim ve girişim beklemenin safdillik olduğuna inandığımız için bu referandumun yapay ve yararsız bir gündem oluşturduğunu düşünüyorduk.

Kenan Evren Paşa kendisine AKP’nin Anayasa değişiklik paketini soran yavuz Donat’a (Bak: 22 Temmuz 2010 Sabah sh: 25) “Zamanı gelince ve şartlar değişince bu anayasanın değişeceğini daha önce söyledik. Çünkü anayasa kutsal kitap (Allah’ın kelamı) değil… Kur’an-ı Kerim mi ki, asla bozulup değişmesin...”

“Sarsılan devlet otoritesini sağlamak, ülkeyi parçalanmaktan korumak, azgınlaşan anarşi ve terör belasından kurtulmak için öyle bir müdahale kaçınılmaz hale gelmişti.”

Sözlerindeki samimiyet ve seviye ile Recep T. Erdoğan ve ekibinin şımarıkca ortaya koyduğu tavrını kıyaslıyorduk!..

Kaldı ki, AKP özünde bir 28 Şubat projesi olduğu gibi 12 Eylül'e de aslında sahip çıkan bir parti olduğunu yer yer göstermiştir. Bunun en çarpıcı fotoğrafı kuşkusuz 'devletin zirvesinin' katılımıyla uğurlanan İhsan Doğramacı'nın cenaze törenidir.

Başbakan'ın Doğramacı'nın cenazesine katılması sadece bir devlet protokolü gereği değildir. AKP'yle Doğramacı'nın gönül bağı da bilinmektedir. Dikkat edin, devletin pek çok önemli ödülü AKP iktidarı boyunca hep İhsan Doğramacı'ya verilmiştir. Bir başka iddiaya göreyse AKP, Erdoğan ve Gül'ün katılımıyla Doğramacı'nın Bilkent'teki evinde kuruluvermiştir.

12 Eylül'den hesap sormaya niyetli bir iktidarın İhsan Doğramacı'yı bu kadar bağrına basması ilginçtir.

Zira Doğramacı 12 Eylül'ün en az Kenan Evren kadar organik bir parçası, askeri darbenin simgelerinden birisidir.

7- Bütün Milli varlıklarımız, sanayi kuruluşlarımız, fabrikalarımız, limanlarımız ve ormanlık alanlarımız, çoğu yabancılara olmak üzere satıldığı,

Ziraat ve hayvancılığımızın körletilip, ülkemizin dışarıdan et ve hububat ithalatına mecbur bırakıldığı,

Dış borçların, Osmanlı’yı iflasa sürükleyen “Duyun-u Umumiye” boyutlarını aştığı ve üstelik alınan borçların gelir hanesine kaydedilip, sonrada hiç utanmadan “bakınız fert başına Milli gelir artıyor” diye toplum kandırıldığı için bu anayasa değişiklik teklifini eleştiriyorduk.

Hatırlayınız Tarım Bakanlığınca yaptırılan denetimler sonucu, bebek maması üreten üç firmanın paketlerinde, çocuklar için oldukça tehlikeli olan aşırı miktarda kurşun bulunmuş ve bunlar Bakanlığın resmi internet sitesinde yayınlanmıştı. AKP iktidarı bu firmaları açıklamak ve cezalandırmak yerine, görevleri gereği bu sonuçları siteye yazan memurlara soruşturma açmıştı. Onun içindir ki bana göre böyle bir iktidara güvenmek ve desteklemek, Allah’tan belasını istemekle eş anlamlıydı.

8- AKP’nin, ahlaki hayatımızın ve aile yapımızın hızla yozlaşmasına, milli benliğimizden ve manevi değerlerimizden kopulup uzaklaşılmasına fırsat ve ruhsat vermesi ve dolaylı teşvik etmesi, üstelik bütün bu tahribatlarını, dindarlık kılıfı altında yürütmesi ve daha da beteri halkımızdaki duyarlılık gayretinin törpülenip, toplumun nemelazımcı ve eyyamcı bir vurdumduymazlığa iletilmesi nedeniyle referandumu yararsız ve hayırsız buluyordum.

9- Milletimizin çağdaş ve özgün ihtiyaçlarını karşılamak, temel haklarını ve inançlarını garantiye almak, gerçek bir demokrasiye ve örnek bir laikliğe zemin hazırlamak üzere:

Böylesi pansuman ve palyatif yamalarla değil, köklü çözümler üretecek bir ameliyatla,
Kısmi ve geçici değil, kalıcı ve kapsayıcı bir anlayışla,
Batı taklitçisi ve kopyacı değil, milli ve yerli bir yaklaşımla,
Ön yargılar ve kaygılarla değil, tamamen ilmi, insani amaçlarla yeni ve adil bir anayasa yapılmasını istediğimiz için bu paketin “tarihi bir devrim ve değişim” olarak sunulmasını ve savunulmasını asla kabul etmiyorum.

10- Siyonist Yahudi Lobilerine bağımlı, ABD ve İsrail’e kiralık medya şövalyeleri AKP iktidarını ayakta tutmak üzere korkunç bir beyin yıkama faaliyeti yürütüyordu. Hatta öyle ki, Şamil Tayyarlar, Mustafa Ünallar, henüz Yüksek Askeri Şura Toplanmadan, kimlerin terfi ve emekli edileceklerinin kararlarını bile verebiliyordu. Ama Recep T. Erdoğan hükümetinin kurusıkı tehditler savurduğu İsrail’le Mavi Marmara katliamı öncesinden daha sıkı fıkı ilişkiler kurduğunu ise, bunlar halkımızdan özenle gizliyordu.

Anadolu Ajansı’nın geçtiği haberlere bir göz atalım:

Haber 1: “İsrail donanmasının 31 Mayıstaki Mavi Marmara gemisine baskınından sonra kısa süre aksayan teknik destek hizmeti normale döndü. İsrail önce 2 kişilik heyeti, ardından, önceki Heron sisteminin bakımı ve idamesi için gereken 4 uzmanı Türkiye’ye gönderdi. İsrailli uzmanlar halen Türkiye’de çalışmalarını sürdürüyorlar. Ayrıca Heronların nihai kabul çalışmaları için de kalabalık bir İsrail heyeti Ağustos ayının ilk yarısında Türkiye’de olacak.” (21 Temmuz 2010)

Haber 2: İsrail, 31 Mayıs’ta Gazze yardım gemilerinden Mavi Marmara’ya düzenlenen operasyon ve operasyonda 9 Türk’ün ölmesinin ardından, Türkiye’den yükselen tepkiler üzerine, vatandaşlarına yaptığı “Türkiye’ye seyahate gitmekten kaçınmaları” uyarısını kaldırdı. İsrail Başbakanlığı bünyesindeki Terörle Mücadele Birimi’nden yapılan açıklamada, Türkiye’de İsrail karşıtı protestoların görülmemesi ve durumun sakin olması nedeniyle, seyahat uyarısının kaldırıldığı belirtildi. (21 Temmuz 2010)

Haber 3: “Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol, İsrail’e geri döndü.” (21 Temmuz 2010)

İşte bütün bunlar şüphelerimi artırıyor.

Referandumdan evet çıkarsa, ardından gizli paket Meclise taşınmaya ve egemenliğimiz AB'ye aktarılmaya hazırlanıyordu! Şimdi ise bu çalışmaların hız kazandığı kanaatindeyim.

AKP, yüksek yargıyı ele geçirdikten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin rejimini değiştirmeyi hedefleyen Anayasa değişikliğinin önünü açma amacında. Bu amaç için hazırlanan paket yedekte bekletiliyor. Paketi Cemil Çiçek'in Adalet Bakanı olduğu 2005 yılı başında, bakanlığa bağlı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü hazırladı. Paket, Cemil Çiçek'in de açıkça belirttiği gibi milli egemenliğin Avrupa Birliği'ne devrini içeriyor. Egemenliğin kullanımı, yasama, yürütme ve yargının AB'ye uyumu, AB hukukunun üstünlüğü, yabancıların hakları gibi temel hükümlerde yapılması düşünülen pakette Anayasa’nın 10 maddesinde değişiklik öngörülüyor. Pakette yapılması planlanan değişiklikler şöyle:

AKP'nin Anayasa'nın "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" denilen 6'ncı maddesinde, bu egemenliğin nasıl kullanılacağına ilişkin hüküm, "Egemenliğin kullanılması, AB üyeliğinin gerektirdiği haller dışında hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz..." şeklinde değiştiriliyor. Anayasa'nın "Yasama Yetkisi"ni düzenleyen 7'nci maddesinde de değişiklik öngörülüyor. Mevcut madde şöyle: "Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez." AKP'nin esas paketinde, "bu yetki devredilemez" hükmü çıkarılıp, yerine "AB üyeliğinin gerektirdiği haller dışında bu yetkinin kullanılması devredilemez" hükmü yer alıyor. Anayasa'nın Mahkemelerin Bağımsızlığını düzenleyen 138'inci maddesinde yer alan "hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler" denilen 1'inci fıkrasına "...AB müktesebatı dahil" hükmü getiriliyordu.

Açılım diye Milli Birliğimiz parçalanıyordu!

“Kamuoyu bu işlere yönelmişken, 'TESEV'in Raporu' açıklandı. Deterjan tröstünün Türkiye Temsilcisi Can Paker'in George Soros destekli kuruluşu, 'Üçgen'in son halkasını oluşturdu. Paker'in iyi para alan 17 sağlam! Hukukçuya hazırlattığı manifesto ilginç. Türk sözcüğünün Anayasa'dan ve tüm yasalardan çıkarılması talep ediliyor. En önemli istekleri Emine Ayna'yı bile sollamakta. 'Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri' dahi çıkarılıp, çöpe gönderilecek. Hatta ilköğretim okullarında okunan 'Türküm, Doğruyum, Çalışkanım' söylevi müfredattan atılacak. Bölücülerin, eylemleri için eğitim yeri olan Besta Dereler Mevkii'ni sular altında bırakacak Hasan Keyf bölgesindeki baraj yapımından vazgeçilecek. 'Paker ve Takımı'na saygılarımızı sunmaya hazırlanırken, Hakkâri’den yeni şehit haberleri geldi. Uzundere Beldesi Kavuşak Köyü Hantepe'deki birliğe saldırı gerçekleştirilmişti. 'Sakine Ana'nın gerilla', Can Paker'in 'Özgürlük Savaşçısı' dedikleri yine azmıştı. Hem de, TSK'nın saat 11.00'de yapacağı açıklamayı bekleme gereği duymadan. İnsanın aklına, 'Bu bildiriden nasılsa haberleri vardı' demek geliyor.

İşin medya boyutunu biraz daha deşmekte yarar var. Ajansların bölgedeki muhabirlerinin ağzından 'Bölücü' lafı duymuyoruz. Örgüt'ü kullanıyorlar. İstanbul'dan haber yapsın diye yollanan entel-dantellerin yerellerden farkı yok. Hatta 'Ölü evi ağlayıcıları'nı hatırlatıyorlar. Gazetecilerin cemiyetleri Leyla Zana'nın basın müşavirine 'Yılın Gazetecisi Ödülü' veriyor. Kandil propagandaları 'En başarılı röportaj' ilan ediliyor.

PKK'nın mayınları 'Birilerinin kardeşi Berlusconi'nin ülkesi İtalya' dahil AB ülkelerinden sağlanıyor. Nihai teslimat 'Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun ağabeyi Mesut Barzani'den. Akademisyen, ekran yorumcusu, köşe yazarı 'Vatan haini'. Kimileri hala 'Açılım' diye diye Türkiye'yi parçalamaya sürüklüyor.

Önce Ordu adım adım etkisizleştirildi. 'Bu askerle mi terörle mücadele edilecek?' sorularının ardı arkası kesilmiyor. Sevr'in hortlatılmaya çalışıldığını fark etmemek için görme engelli olmak yetmez. İçeriden ve dışarıdan ortak yönetilen saldırıyla karşı karşıyayız. Hedef önce Federasyon, sonra unufak etmek” diyenler haksız mı?

Türkiye’nin parçalanmasını Sabataistler istiyor!

Üstelik koyu Kemalist ve Ergenekon Laikçisi Cumhuriyet Gazetesi de, Osman Baydemir’e hak veriyor ve Ali Sirmen; Kürt sorununun çözümü için, Türkiye’nin özerk bölgelere ayrılması teklifine “helal olsun!” diye alkış tutuyor.

Bundan gaza gelen Hürriyet’in Ertuğrul özkök’ü ise: “Türkiye’nin ayrı ayrı başkanları olan federatif bir yönetime geçmesini” önermek küstahlığına cesaret ediyor.

Yani, ülkemizin bölünmesini ve Büyük İsrail’in kolay yutacağı lokmalar haline getirilmesini asıl isteyen Sabataist (Gizli Yahudi Dönmezi) hainlerdi; AKP ve PKK ise taşeronluk yapmaya devam ediyor.

“Ey Millet, artık anlayın ve uyanın! Bu ülkede sabataist cuntanın ve Mason Localarının gizli saltanatı yıkılmadan, hiçbir sorun halledilemeyecek ve sonunda Türkiye çözülecektir..!” Feryadımız işte bu endişelerden kaynaklanıyor.

Ancak, her şeye rağmen, bu ülkenin sahipsiz olmadığını, Allah’ın bu planları, hainlerin başına dolayacağını, Kutlu bir elin, Milletimizin aleyhine hazırlanan tuzakları, onların aleyhine kullanacağını, zalimlerin pişmanlık ve perişanlık duyacağı sonuçları, kendi elleriyle hazırlayacağını biliyor ve Rabbimize güveniyoruz. Bu nedenle referandumdan “Evet”te çıksa, “Hayır” da çıksa, bu neticenin milli hedefler doğrultusunda kullanılacağı gelişmeleri bekliyordum.

Hesaplardan büyük bir hesap kurulu her zaman vardır. Bu ihtimal dahilinde vatan ve millet bütünlüğü için çalışmaya devam eden cesur yüreklere Allah zeval vermesin!

Habertaraf

Yüzde 100 katılıma BDP’liler suç duyurusunda bulundu
06 Ekim 2010
BDP'liler, köylülülerin bir çoğu şehir dışında olduğu halde referandumda yüzde 100 katılım olduğunu söylediler.
Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesinde Barış ve Demokrasi Partisi ilçe başkanlığı, 12 eylül pazar günü yapılan halk oylamasında 34 köydeki yaklaşık 5 bin vatandaş için "Evet" dedikleri gerekçesiyle Viranşehir Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Savcılık konuyla ilgili soruşturma başlattı.

Viranşehir Cumhuriyet Savcılığı'na gelen Barış ve Demokrasi Partisi ilçe başkanı Adem Kapat ve bazı BDP'liler, anayasa değişikliği referandumunda Viranşehir merkeze bağlı 34 köydeki yaklaşık 5 bin köylünün hepsinin nasıl "Evet" dediği gerekçesiyle sandık görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundu.

"KÖYLÜLER PAMUK VE FINDIK TOPLAMAK İÇİN UZAKTAYDI!"

BDP İlçe Başkanı Adem Kapat'ın Cumhuriyet Başsavcılığı'na, altında Viranşehir Belediye Başkan Vekili ve bazı BDP yöneticilerinin de imzasının bulunduğu dilekçe ile yaptığı suç duyurusundaki beyanında, "Viranşehir ilçe merkezinde referanduma katılım yüzde 40 civarlarındadır. Köylerde katılım ise yüzde 100 olmuştur. Halbuki kırsal kesimde oturan köylülerin çoğu pamuk ve fındık toplamak için şehir dışına gitmişlerdir. Yüzde 100 olması bu yüzden imkansızdır. Bizim yaptığımız araştırmalara göre bazı köylerde seçmenlerin tamamı oy kullanmış ve bu sandıklardan "Evet" oyu çıkmıştır. Bunun mümkün olmadığını düşündüğümüzden bu köyleri tespit ettik. Dilekçemde 34 adet sandık belirtilmiştir. Ben ve dilekçede imzası olan şahsılar, 12 seçimde usulsüzlük yapan sandık kurulu üyeleri ve oy kullananlardan şikayetçiyiz. Ayrıca bu durum ile ilgili ilçe seçim kurulu başkanlığına itiraz etmedik. Seçimin sonucunu önemsemediğimizden dolayı itiraz etmedik. Köylülerimiz eğitimsiz olduğundan geçersiz oyların çok olması gerekirdi" ifadeleri yer aldı. haber1001
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com