EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Türkiye'nin içtimaî/sosyal fotoğrafları

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> CEMİYET YANGIN YERİ
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Eyl 06, 2010 3:37 am    Mesaj konusu: Türkiye'nin içtimaî/sosyal fotoğrafları Alıntıyla Cevap Gönder

KHK'yla ihraç edilen Gergerlioğlu: İSG sınavına girdim, kazandım, “Bekle bakalım” diyor; KHK'lılar insafa kalmış
13 Ocak 2018



"Eskiden başörtülüye yapılınca ayağa kalkan İslamcilarimizin gıkı çıkmıyor, yazıklar olsun..!”

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile devlet memurluğundan ihraç edilen eski MAZLUM-DER Başkanı, aktivist ve T24 yazarı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, İşyeri Hekimliği ve İş Güvenliği Uzmanlığı Sınavı’nda (İSG) başarılı olmasına rağmen hakkındaki incelemenin sürdüğünü söyledi. KHK’yla ihraç edilenlere yönelik ayrımcı politikaların devam ettiğini savunan Gergerlioğlu, "Eskiden başörtülüye yapılınca ayağa kalkan İslamcilarimizin gıkı çıkmıyor, yazıklar olsun..!” dedi.

Kişisel Twitter hesabından, 11 Ocak’ta açıklanan İSG sonucunu yayınlayan Gergerlioğlu, şu açıklamada bulundu: “KHK'lılara zulüm devam ediyor. Sınava girdim kazandım, 'bekle bakalım' diyor, insafına kalmış, gecen sinav boyle sey yoktu, KHK’lı olmayan başarılılara onay veriliyor Eskiden başörtülüye yapılınca ayağa kalkan İslamcılarımızın gıkı çıkmıyor, yazıklar olsun..!”

View image on Twitter
View image on Twitter

Ö.Faruk Gergerlioğlu
@gergerliogluof
KHK lilara zulüm devam ediyor

Sınava girdim kazandım, 'bekle bakalım' diyor, insafına kalmış, gecen sinav boyle sey yoktu, KHKli olmayan basarililara onay veriliyor

Eskiden başörtülüye yapılınca ayağa kalkan islamcilarimizin gıkı çıkmıyor, yazıklar olsun..!
12:17 PM - Jan 13, 2018
12 12 Replies 158 158 Retweets 170 170 likes
Twitter Ads info and privacy

Gergerlioğlu’nun paylaştığı sonuç görüntüsünde, sınavda başarılı olduğu bilgisi yer alırken, sonrasında ise şöyle bir not düşüldüğü görüldü: "16 Aralık 2017 tarihli İSG sınavından başarılı oldunuz ancak bankaya bildirilmenizle ilgili işlemler yürütülmekte olan incelemenin tamamlanmasına müteakip sonuçlandırılacaktır."
T24

TUİK: Türkiye'de yüzde 22 yoksulluk sınırının altında, boşanmalar artıyor
05.05.2015

Sputnik News'in haberine göre; TÜİK rakamları, Türkiye'deki hanehalklarının yüzde 22'sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyor. Evdeki çocuk sayısı arttıkça yoksulluk uçurumu da büyüyor.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2013 ve 2014 yılı verilerine göre, Türkiye'deki hanehalklarının yüzde 22'si yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Bağımlı çocuğu olan hanehalklarının yoksulluk oranı yüzde 27,2 olarak hesaplanırken bu oran, bağımlı çocuğu olmayan hanehalklarının yoksulluk oranından 3,5 kat fazla.

İki yetişkin ve bir çocuklu evlerdeki yoksulluk oranı 2013'te yüzde 8. Çocuk sayısı ikiye çıktığında bu oran yüzde 15,6 oluyor. Aynı yıl iki yetişkin ve üç ya da daha fazla çocuklu evlerdeki yoksulluk oranı yüzde 49,6.

BOŞANMALAR ARTTI

TÜİK'in rakamlarına göre, boşanan çift sayısı 2014'te bir önceki yıla göre yüzde 4,5 artarak 130 bin 913 oldu. Boşanma hızının 2014 yılında en yüksek olduğu il binde 2,87 ile Antalya.

Antalya'yı binde 2,72 ile İzmir, binde 2,53 ile Muğla izledi. 2014'teki boşanmaların yüzde 39,6'sı evliliğin ilk beş yılında, yüzde 21,8'i ise evliliğin 6-10 yılı içinde oldu.

Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçlarına göre ise, 2013'te kendilerini en fazla ailelerinin mutlu ettiğini söyleyenlerin oranı yüzde 73,0 oldu. 2014'te bu oran yüzde 73,3'e yükseldi. Erkeklerin yüzde 77,3'ü 2014'te kendilerini en fazla ailelerinin mutlu ettiğini ifade ederken, bu oran kadınlar için yüzde 69,3.

KADINA ŞİDDETTEN ÇOCUKLAR DA ETKİLENİYOR

Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması 2014 sonuçları ise, eş veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel, cinsel şiddetine uğramış kadınların durumunu ortaya koydu.

Bu kadınların 6-14 yaşları arasındaki çocuklarında görülen bazı davranış sorunları incelendiğinde; şiddete maruz kalmış kadınların yüzde 30,6'sının çocuklarında, "Anneye veya diğer çocuklara saldırgan olma" davranışı görüldü. Bu oran şiddete maruz kalmamış kadınların çocuklarında yüzde 17,2.
Haber 93

Hakan Yavuz'un gözünden bir Türkiye fotoğrafı
Serdar Akinan

Geçtiğimiz günlerde Prof. Hakan Yavuz'la bir söyleşi yaptım...
Hakan Yavuz, birçok açıdan önemli bir sosyolog. Daha önce yaptığım söyleşilerdeki tespitleri oldukça ses getirdi.
Hanefi Avcı'nın kitabından sonra ve referandum öncesi yapılması itibarıyla ayrıca önemli... Prof. Yavuz'un önemli gördüğüm belli tespitlerini kısaca köşeme taşımaya
çalışacağım...
- Türkiye'de bir toplumun oluşması için gerekli olan asgari müşterekler erimiş. Daha ciddi anlamda benim görebildiğim kadarıyla Türkiye'de kimlik ve kişilik krizi çok ciddi bir şekilde derinleşmiş toplumun ortak bir zemini kalmamış...
- Türkiye'de postmodern feodal bir yapı var.
- AK PARTİ, siyaseti belediyecilik olarak algılayan yapıda. Özellikle tek bir kişiye, Başbakan'a dayanan bir yapıyla ideoloji ve bir kimlik üretmek mümkün değil.
- Cemaat bir anlamda Tanrı'nın mezar kazıcılığı rolüne büründü. Said-i Nursi'den gelen bir karakter inşa etme yerine Türkiye'yi ve kurumları nasıl kontrol edebiliriz düşüncesine girdiği için cemaat şu an korkulan bir şey haline geldi ve kaybetti.
- Bugün Türkiye'de bir koalisyon hükümeti var. Biri AKP diğeri cemaat.
- AK Parti'nin bürokrasisi ve eğitilmiş insan gücü olmadığı için cemaate dayandı. Cemaatin bürokratları hükümetin gücünden yararlanıp üst noktalara geldiği zaman biat noktaları Fethullah Hoca'dan Tayyip Erdoğan'a yöneldi. Burada kazanan Başbakan'ın kendisi oldu.
- Cemaat ve AKP arasında birinci fay hattı İran konusu, ikinci fay hattı Kürt sorunu, üçüncüsü de asker konusudur.
- BDP ve PKK çok keskin şekilde taleplerini sununca AKP, geri adım attı ve Kürt açılımı adeta bir kadavraya dönüştü. Cemaat orada yardımlarla ve eğitimle ilgilenerek bu konuda AK Parti'den daha başarılı oldu.
- Referandumun siyasi ve sosyolojik hatları Kılıçdaroğlu'nun liderliğini sınayacak. İkinci konu BDP'nin bölgeye ne kadar hakim olduğunu ortaya çıkaracak.
- Hanefi Avcı'nın sağ kökenli, muhafazakar ve Türkiye'de polis istihbaratının oluşmasının mimarlarından biri... Böyle bir kitap yazıyorsa bu cemaati deşifre ediyor ve cemaat için sonun başlangıcı haline geliyor. Birçok kişi için bir silkinme ve soğuk duş etkisi yarattı. Türkiye'de okundukça daha büyük tartışmalara sebep olacak. Cemaat deşifre oldu.
Prof. Hakan Yavuz'la yaptığım söyleşinin ana hatları kabaca böyle... Bu söyleşinin tamamını www.mizikacilar.com adresinden izleyebilirsiniz.
Akşam

TOPLUMSAL MUTABAKATIN ÇÖKÜŞÜ
Uğur Salgar
06 Eylül 2010
Anayasa özünde bir toplum sözleşmesi veya ilk sözleşmedir. Yani devletin kuruluşunda halkı etrafında toplayan ve genel kabul gören hukuk-düzen metnidir... "Anayasa" kavramının özü bu iken, 12 Eylül'de sandıktan çıkan sonuç farketmeksizin, oranlar birbirine yakın olursa bir kaos ortamı yaşanmaz mı?

Referandumdan %51'e %49 "evet" çıktığını varsayalım...

Halkın yarısının onayladığı değişikliklerin diğer yarısı tarafından kabul görmemesi bu sözleşmenin feshi anlamına gelmez mi?

Böyle bir durum yaşandığı takdirde evetçiler ile hayırcılar arasında birbirlerini bağlayan mutabakat ortadan kalkar ve devlet yalnızca istediği sonucu elde eden safa aitmiş gibi görünmez mi?

Devletin temelde herkesin devleti olması gerekmez mi?

Sonuç %51'e %49 "hayır" da çıksa bu sorunlar yine yaşanacaktır...

Bu bir genel seçim oylaması değildir , egemen güç olan halkın her kesiminin ortak anlaşması belirlenmesidir...

Meclisteki partilerin birbirleriyle diyalog kurmaktan aciz olmaları ve referandum sürecinin çok yanlış yönetilmesi sebebiyle bugün adeta bıçak sırtındayız...

Bu nasıl bir ciddiyetsizlik, nasıl bir vurdumduymazlık anlam veremiyorum...

Bu tabloya baktıktan sonra referandumdan "evet" çıkması durumunda iktidarın yeni bir Anayasa metni için çalışmalara başlayacağını söylemesi beni daha da endişelendiriyor... 26 maddelik bir paket için böyle bir ayrışma içindeyken, kökten yeni bir Anayasa değişikliği sürecinde nasıl bir durumda oluruz bilemiyorum...

İktidarın hazırlayacağı yeni Anayasa dünyanın en demokratik Anayasa metni de olsa partilerin diyalog kuramamaları halinde referandumda "hayır" diyenler yine "hayır" diyecekler ve iktidarı faşistlikle suçlayacaklardır. Aynı şekilde "evet" cephesi ise karşıt görüşe tahammül edemeyecek ve statükocu yaftasını yapıştıracaktır...

Gemileri yakıyor olduğumuzun farkında ne zaman varacağız?

Devletin ve halkın çıkarlarından önce kendi çıkarlarını düşünen siyasi partiler, gerçek manada halkın temsilcileri olabilirler mi?

Vicdan ve birliktelik duygusunu yitirmiş bir toplum, toplum sözleşmesi yaralanmamış olsa bile ne kadar ileriye gidebilir?

Bu soruların tümü tehlikeyi görüp, hassasiyetini yitirmemiş olan her vatandaşın soracağı sorulardır...

Bir yol ayrımının eşiğindeymişiz gibi görünüyor...

Şimdi şapkamızı önümüze koyup ne yaptığımızı düşünecek miyiz, yoksa hırslarımızın kurbanı olup birbirimizi yemeye devam mı edeceğiz?

http://www.mizikacilar.com/

MUTSUZUM
Çağrı Öndeş
03 Eylül 2010

Mutsuzum, kör bir karanlığın içine bırakılmış kalplerimiz. Bu kör karanlığın içinde umutsuzca çırpınırken gerçeklere ulaşmak için, hayasızca karartıyorlar ekranları. Devlet içindeki çeteleri,devlet içinde başka odaklara " hizmet eden" çetelerin servis ettiği ses ve görüntü kayıtlarıyla ETÖ diye üstüne bastıra bastıra haber yapanların, aralarında kendi yandaşlarının da içinde olduğu KPSS ÖRGÜTÜ ile ilgili haber yapmamaları nasıl bir imansızlık örneğidir? Her kurumda çürük elmalar olur tezinden hareketle kendilerini savunurken,Genelkurmayı hedef tahtasına oturtup Türk ordusunu erinden orgeneraline kadar aşağılamak ne kadar da kolaydı oysa.

Mutsuzum, kardeş bilip kucak açtıklarınızın size sarılırken elindeki hançeri sırtınıza saplayıp, yüzündeki o " nurani" gülümsemeyle herşey demokrasi için demesi karşısında nutkunuzun tutulmasından başka hiç birşey yapamazken.

Mutsuzum.

Annemi kaybetmiş gibi, abim,kardeşim beni yarı yolda bırakmış gibi, baba ocağından ayrılmış gibi mutsuzum.

Başkalarının mutluluğu pahasına mutsuz edilen yüzbinlerin haklarını çiğnerken, " imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda 'Evet' oyu kullandırmak" gerektiğini beyan etmek,bunun için insanlara telkinde bulunmak, baskı yapmak, hatta evet vermezseniz böyle şöyle olur diye korku imparatorluğu kurmanın ve tüm bunları " demokrasi adına" yapmanın utancını taşımakla, 12 Eylül Diyarbakır cezaevinde yapılanların utancını taşımak arasında fazla bir fark olmasa gerek?

Artık demokrasi yok, referandum yok,üstünlerin hukuku; hukukun üstünlüğü yok, bitaraf olmak yok,bertaraf olmak yok.

Sadece vicdanım var ve o vicdan hayır diyor,bu kadar ırzına geçilmişken bütün firavunları putlarını yıkmak için hayır...

" Firavun İmanı" na hayır.

" Firavun Demokrasisi" ne hayır.

Mutsuzum.

İhanete uğramış gibi,çok özlemene ve sevmene rağmen bir daha kavuşamayacak gibi mutsuzum.

Sırtımızda bu ihanet, içimizde gerçekten hukukun,demokrasinin,eşitliğin, kardeşliğin özlemiyle aynen onların yaptığı gibi suçlayarak ilk ve son kez soruyorum:

Mutsuzluğunuz pahasına oturduğunuz,imanınızın bile 3 kuruşa satılığa çıkarıldığı o sözde demokrasinin nikah masasından " Evet" diyerek kalkacak kadar vicdansız mısınız?

http://www.mizikacilar.com

Çocukların Bisiklet Kavgası: 1 Ölü 1 Yaralı
07 Aralık 2010
Adana'da çocuklar arasında çıkan bisiklet kavgasında, bir çocuk bıçaklanarak öldürüldü, kardeşi yaralandı.
Alınan bilgiye göre, Akkapı Mahallesi Akkapı Parkı'nda G.G (13), kardeşi Ş.G (12) ile M.C (14) ve A.Y (15) arasında bisiklet yüzünden tartışma çıktı. Tartışmanın kısa sürede kavgaya dönüşmesi üzerine G.G ile kardeşi Ş.G bıçakla yaralandı.

Adana Devlet Hastanesine kaldırılan yaralılardan G.G, müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Kardeşi ise tedavi altına alındı. aktifhaber

Kaynar suyu, 2 çocuğunun babasının üzerine döktü
10:55 - Tokat'ın Reşadiye ilçesinde bir kadın, çıkan tartışma sonucu birlikte yaşadığı kişiyi üzerine kaynar su dökerek yaktı. Vücudunun yanıklar oluşan Hasan Y, Reşadiye Devlet Hastanesindeki ilk müdahalenin ardından önce Tokat Devlet Hastanesine buradan da Samsun'a sevk edildi. Olayın ardından evden ayrılan genç kadın, polis tarafından sokakta bulundu. 09.12.2010 REŞADİYE netgazete

Eskişehir'de Tüyler Ürperten Cinayet

http://www.aktifhaber.com/eskisehirde-tuyler-urperten-cinayet-201889h.jpg
Eskişehir'de içki masasında başlayan tartışma, kanlı bitti! Önce bıçakladılar sonra kafasına çekiç vurdular, daha sonrada boğazına çatal ve kaşık sapladılar...
Eskişehir'de 45 yaşındaki Mehmet Kaya'yı içki aleminde önce bıçakladıkları, daha sonra kafasına çekiçle vurdukları, bağırmasın diye boğazına çatal kaşık sapladıkları ve daha sonra da elektrik kablosuyla boğarak öldürdükleri iddiasıyla 2'si kadın 4 kişi gözaltına alındı.

Geçen pazar günü saat 14.30 sıralarında merkeze bağlı Karadere Köyü yakınlarındaki çöplükte, vatandaşlar kafası ve bacakları hayvanlar tarafından parçalanarak kopartılmış, battaniyeye sarılı bir erkek cesedi gördü ve durumu jandarmaya bildirdi. İhbar üzerine olay yerine gelen jandarma ekipleri, yaptıkları araştırmada kopan kafayı cesedin 50 metre ilerisindeki tarlada buldu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Hastanesi morguna kaldırılan cesedin yapılan otopsisinde kafatasında çökme ve sırtında da çok sayıda bıçak darbesi olduğu belirlendi.
Eskişehir İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin kayıp kişiler üzerinde yaptığı araştırma sonucunda cesedin, 22 Kasım 2010 tarihinde yakınlarının polise kayıp müracaatı yaptığı Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'ndeki (OSB) bir fabrikada işçi olarak çalışan Mehmet Kaya olduğu belirlendi.
Jandarma ekipleri, evli ve çocuğu olmayan Mehmet Kaya'nın bir bankaya ait kredi kartıyla 4 bin 500 TL para çeken Kenan Acet (24), Emrah Ertürk (19), Zeynep Şen (19) ve K.A.'yı (17), ATM'nin güvenlik kamerası görüntülerinden belirledi. 4 şüpheli, jandarmalar tarafından yakalanıp gözaltına alındı. aktifhaber

Otomobiliyle Duvara Çarpti Sorumlu Tuttuğu Eşini Öldürdü
09 Ocak 2011
Kahramanmaraş'ta evinin bahçesindeki otomobilini geri viteste caddeye çıkarırken bahçe duvarına çarpan işçi Ayhan Çakır, kendisini yanlış yönlendirmek...
Kahramanmaraş'ta evinin bahçesindeki otomobilini geri viteste caddeye çıkarırken bahçe duvarına çarpan işçi Ayhan Çakır, kendisini yanlış yönlendirmekle suçlayıp, tartıştığı eşi Ayşe Çakır'ı av tüfeğiyle öldürdü, kızı Fatma Çakır'ı yaraladı. aktifhaber

Başkanla Görüşmek İçin Başına Silah Dayadı

12 Ocak 2011
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile görüşmesine izin verilmediğini ileri süren bir kişi, başına silah dayadı.
Polisler tarafından ikna edilen şahıs, bir belediye otobüsünün altında kalarak ayağını kaybeden oğlu için açtığı davada kazandığı paranın bir kısmını alan avukatının, belediyenin avukatıyla bölüştüğünü iddia etti.

Olay, dün (11 Ocak) saat 21.00 sıralarında, Büyükşehir Belediyesi girişinde meydana geldi. Telefon satıcısı olduğu öğrenilen Hilmi F. (40), güvenlik görevlilerine Başkan Kocaoğlu ile görüşmek istediğini söyledi. İçeriye girmesine izin verilmeyince, belinden çıkardığı tabancayı başına dayadı. Kısa sürede olay yerine gelen polis ekipleri tarafından ikna edilen Hilmi F. karakola götürüldü. Hilmi F.'nin oğlu T.F.'nin, 14 yıl önce meydana gelen kazada belediye otobüsünün altında kalarak bir ayağını kaybettiği, belediyeye dava açarak 287 bin lira tazminat kazandıkları belirtildi. Hilmi F.'nin, bu paranın 150 bin lirasını avukatının aldığını ve belediyenin avukatıyla parayı bölüştüğünü iddia ettiği bildirildi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. aktifhaber

Cinnet kültürü yaygınlaşırken....
Gazeteboyut Başyazı
nfazilkurt@gmail.com
29.03.2011

Okuyacağınız yazı, her hadisede kusur aramaya hevesli bir kişinin olumsuz bakışından kaynaklanmıyor. Bilakis, gördükleri karşısında, “Keşke görmez olaydım!” diyen bir gözlemcinin hayıflanarak yazdıkları ile karşı karşıyasınız. Peki nedir bu hayıflanılacak olan? Eminim ki bu yazıyı kaleme alan kişi kadar sizleri de derinden sarsan ve dehşete düşüren bir toplumsal yarılmadır bizleri yaralayan, karamsarlığa iten.

Son günlerde yazılı ve görsel medyayı takip edenlerin kanını donduran olaylara tanık olmaktayız. Annesini öldüren gencin soğukkanlı itiraflarından, özürlü kızının canına kıyan babaya kadar geniş bir yelpazede çeşitlenen bu dehşet olaylarına son eklenenler ise tam bir sapmanın habercisi.

Önce, Kayseri’de 3 yıl önce kaybolan üç çocuğun başlarına gelenler sökün etti medyada. Ardından satır satır ve öfkelenerek katilin itiraflarını okuduk, dinledik. Ve dün gerçekleşen çocuk katli. Bir üvey annenin dokuz yaşında bir yavrucağızı öldürüp parçalaması. Aman Yarabbi! Biz nerede yaşıyormuşuz meğerse! Milli ve manevi değerlerimizden, halkımızın mayasının temizliğinden söz ederken, orada burada pıtrak gibi canavarlar yetişmekteymiş de, haberimiz yokmuş.

Elbette halkımızın büyük kısmı hala değerleri doğrultusunda yaşamaya gayret etmekte. Fakat, dehşete düşüren hadiselerin topluca gerçekleşmesi zaten mümkün değildir. O ancak, Batılı korku filmlerinde olur. Bu tür sapmaların azı bile, alarm zillerinin çalması, köklü bir muhasebeye girişmek için yeterlidir. Soru da basittir aslında: Biz nerede hata yapıyoruz/ yaptık?

Bu olaylar ancak, parçalanmış, birbirinden kopuk yaşayan, değer yargılarının etkisi azalmış ve her kesimde maddiyatın manevi dokuya baskın çıktığı toplumlarda gerçekleşir. Denetimsiz yaygınlaşan medya etkinliği ve bilinçsiz kullanılan internet ortamı, değerlerin yıkılması ve insani hassasiyetlerin tahribatı açısından ne kadar büyük tehlike içerdiğini yaşayarak görüyoruz.

Böylesi şiddet olaylarının yaygınlaşması, karşılaşılan her türlü caniliğin kanıksanması gibi bir sonuç doğuruyor. Yaşanan cinneti daha vahim kılan, bu örnekler karşısında toplumun şaşırma refleksini yitirmesi. İşte bu, cinnetin onaylanmasına kadar varacak bir duyarsızlığın ilk adımıdır. Bundan 20 yıl önce her gün insanlar ölüyor diye darbe yapılan bir ülke iken, bugün ölümleri dizi takip eder gibi izliyoruz.

Ahlak, son tahlilde bir değerler toplamıdır. Konuşanı kalmayan dil ne kadar dil ise, toplumun işleyişini belirlemeyen değerler topluluğu da o kadar ahlaktır. Sanal dünyaların dipsiz ve yapay tabiatına terk edilen bir topluluğun varacağı yerin cinnet hali olması hiç de şaşırtıcı değildir. Hele de hedefi olmayan, eğitimin diploma almaya indirgendiği, nesillerin ahlak kaygısına binaen tanımlanmadığı toplumlarda, nihai bir çözülüş ve çöküş kaçınılmazdır.

Topluma yön veren liderlerin birbirlerini boğazlayacakmışçasına yürüttükleri siyasi kavgalar, manevi değerleri geri plana iten maddiyatçı dünya tasavvuru, ahlaka en çok vurgu yapan dindarların kendi hayatlarını örnek kılmak yerine maddiyatçı bir anlayışı benimsemeleri, geleceğe daha kaygılı bakmamıza yol açmaktadır. Toplumsal yapının her alanında olduğu gibi ahlak meselesinde de köklü bir anlayış değişikliğine gidilmesi, bizi Batılı toplumlardan ayıran özelliklerimizin genç kuşaklara hatırlatılması ve eğitimin “verimli vatandaş” yetiştiren bir sistem olarak görülmekten çıkarılması şarttır.

Birkaç ay evvel Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Ne yazık ki gençlerimizin bir Kızıl Elması, bir hedefi yok” diye yakınıyordu. Kendisini hala sivil toplum örgütü temsilcisi zanneden bu bakanımıza, gençlik ve eğitim sorununu Milli Eğitim Bakanıyla konuşmasını tavsiye etmekten başka çaremiz yok. Belki o zaman, bu şiddet sarmalının neden yaygınlaştığı ve nasıl önlenebileceği konusunda başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere devlet idarecileri harekete geçer.

Toplumsal cinnet kültürünün bu kadar yaygınlaşması umarız ki, Başbakanın Arena stadından üç dakika yuhalanmasını bir hafta tartışan pek çok yetkilimiz için önemli bir konudur. Eğer öyle değilse, durum gittikçe vahimleşecek demektir.

http://www.gazeteboyut.com/Yazar/Gazeteboyut-Basyazi/Cinnet-kulturu-yayginlasirken.php



BAKSAK GÖRECEĞİZ
EREN EĞİLMEZ
07 Mayıs 2011

Borç yiğidin tutuşan paçasıdır. Devletler gibi insanlar da borçlandırılarak ele geçirilmektedir. Sistemin istikrar talebi ile borçlu bir halkın istikrar talebi üst üste gelip örtüşmüştür. Nasıl borçlu bir devlete istikrarsızlık tehdidi söküyorsa aynı tehdit borçlu insanlara da aynı şekilde sökmektedir.

“Herşey daha kötü olur” şantajı halkın başına dayanmış bir namlu gibi dururken halk da bu şartlarda kılını kıpırdatmamayı çıkarına uygun bulmaktadır.

Elinde hep küçük rakamlar toplanan vatandaş, oyunu lehime çevirecek kozlara sahip değilim diyerek el almaz oynamakta ve sürekli altına girmeye mecbur kalmaktadır.

Olağanlaşan çaresizlik

Vatandaş ensesinden tutulmuş bir kedi misali etkisizleştirilirken sistemin menfaatle yağlanmış çarkları da hızla dönmektedir.

Toplum istikrar tsunamisinin yarattığı girdabın içine düşmüş, koşulları insani olmaktan iyice çıkmış bir bataklığın dibine doğru sürüklenmektedir.

Her türlü rüşvet toplumsallaşırken her türlü dilencilik de olağanlaşıp meşrulaşmıştır.

Halkın çaresizliği ve muhtaçlığı öylesine olağanlaşmıştır ki; halkın oylarına talip partiler seçim meydanlarında ve TV reklamlarında, açılan avuçları nasıl dolduracaklarını anlatmaktadır.

Açlıktan ölen çocuklar, sedye bulunamadığı için hastane koridorlarında yerde sürünen yaşlı hastalar, güvenlik kamerası kayıtlarından derlenmiş soygun haberleri ve daha nicesi…

Hepsi yoksul bir halkın kendi başına kalışının ve kendi göbeğini kendi kesişinin dramatik örnekleridir.

Halkın bazı kesimlerinin geçim kaynaklarıyla kurdukları eşitsiz ilişki, toplumun dünya yıkılsa umursamayacağı bir yaşam biçimini benimsemesine neden olmaktadır.

Eğitim sisteminden rahatsız olan bir öğretmen, çalıştığı okulun vakıf yöneticilerini ya da dershanenin sahiplerini ürkütmemek adına susar.

Haberden habere koşarken gerçekte neler olduğuna tanık olan muhabir, medya patronunu karşısına almamak için oto sansür uygular.

Hayati tehlikesi olan ama parası olmayan insanları acil servisin kapısından çeviren doktor, hastane yönetimini kızdırmamak için yalnızca Hipokrat yeminini değil insani vasıflarını da bir kenara bırakır.

Kimisi asgari ücretle kimisi kayıt dışı bir şekilde çalıştırılan 21. yüzyılın kölelerini ve köle bile olma hakkı elinden alınmış işsizlerini ise anlatmaya gerek yok. Onlar tepelerine çoktan yıkılmış olan dünyalarının enkazında hayatta kalmaya çalışıyorken dünya yıkılsa umursamazlar tabi…

Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Herkes kendine ya da çevresine baksa göreceği manzara aşağı yukarı böyledir.

Nefes alıp verdiği her günü mutsuzluk içinde yaşayan, hayatta önüne koyduğu birçok hedefe ulaşma umudunu yitiren, kaliteli ve zevk alınarak yaşanmış bir ömür geçiremeden son nefesine doğru hızla ilerleyen milyonlarca insandan söz ediyoruz.

Bu insanların büyük bir kısmı akıl ve ruh sağlığını korumak için bilerek ya da bilmeyerek her türlü savunma mekanizmasını işletmektedir.

Gururu kırılan insanlık sıkıntılarıyla yüzleşmemek için hem sorunlarıyla hem de sorunları yaratan sorumlularla bilinçli bir şekilde karşı karşıya gelmemeye çalışmaktadır.

Toplumun hali, canı yanan bir çocuğun gözünden akan yaşa rağmen “acımadı ki” demesi gibidir.

Onlar kurda kuzu, kuzuya kurt olurlar

Halkın bazı kesimleri, kendisi gibi mutsuz olan ama kendisinden farklı olarak son bir gayretle bu mutsuzluğa sebep olanlarla hesaplaşmaya kalkan her kişiye ve örgüte nefretle bakmaktadır.

Hakkının peşine düşenlerin yanında olarak alacağı risk ile hakkını çalanın yanında olarak bertaraf edeceği risk arasında çıkarcı bir muhasebe yapıp o gün için “yırtabilmenin” yollarını aramaktadır.

Bu tipoloji küçük hesaplara itibar eden ezik bir kişiliktir.

Bu kişilik yeri geldiğinde güçlünün yanında durur, yeri geldiğinde de sanki yaşamıyormuşçasına kendi kuytusuna saklanır. Ne kadar “kurnaz” olduğunu kendince böyle gösterir.

Kendisi gibi olmayıp itiraz edenlere ise büyük bir kibirle hakaret eder.

Onları kandırılmış ve kendini kullandıran insanlar olarak yaftalar ve itiraz edenler itirazlarının bedellerini öderken hem “yırtmış” olmanın hem de haklı çıkmanın “gururunu” yaşar.

Haber bültenlerinin “öfkeli kalabalık linç etmek istedi” cümlesindeki kalabalığın içinde yer alır ve orada yiğitleşir çünkü sindiği köşelerden ancak ardına gizlenebilecek bir sırt bulduğunda çıkabilir.

Yerdekini tekmeleyecek kadar cesur, ayaktakine diklenemeyecek kadar korkaktır.

“Orada ben olacaktım ki…”

Siyasetle hiç ilgilenmez ama her sorulduğunda da bir siyaset bilimci gibi konusunun uzmanı kesiliverir. Ülkeyi O’na verseler iki günde herşeyi halleder.

Parti bayrağı ve kaşkolünü seçimden seçime sandıktan çıkarır. Örgütlenmez ama parti tutar, liderini sever. Siyasete tribünden bakar ve kuponunu sandıkta iddialı görünen 3 büyüklerden birine oynar.

Bazen “Türkiye seninle gurur duyuyor” bazen de “sandığa gömdük” diyerek gururlanır ve kendinin de oyunun içinde olduğunu sanır. Oysa katılmayı değil seyretmeyi sever.

“Orada ben olacaktım ki…” cümlesi hayatını özetler. Hiç orada olmadığını kendi ağzıyla itiraf eder.

Değişmeyen tek şey statüko

Türkiye demokrasisinde seçim oltası işte bu çaresizlik deryasına atılmakta ve oylar seçim vaadi denilen yemlerle avlanmaktadır.

Oysa ülkenin en statükocu kesimi aslında ne herhangi bir devlet kurumu ne de siyasi bir adrestir; Türkiye’nin en statükocu kesimi toplumun tam da kendisidir.

Toplumun değişmez statükosu, “biz bilmeyiz büyüklerimiz bilir” klişesidir. Peki ya büyükler de bilmiyorsa? O zaman da Allah bilir…

İçlerinden biri de çıkıp “biliriz ama korkarız” demez, o derece de “onur”una düşkündür herkes…

Sorunları dile getirenler, sıkıntılara çözüm isteyenler fitne ve fesat çıkarıp birlik ve beraberliğimize kastedenlerdir. Eğer değişim lazımsa bir lider gelir ve kimseye gerek kalmadan memleket için lazım geleni yapıverir.

Gelen becerirse Allah razı olur, beceremezse belasını verir, içeri atılırsa kurtarır, ipe çekilirse de rahmet eyler ve hayat devam eder.

Türkiye’de adına değişim denilen şey aslında en başa dönüştür.

Ağızlara sakız olan “değişim” söyleminin de siyasetinin de içi boştur.

Biz de gündemde olan “değişim” gerçek bir değişim değil, eskinin “zamanın ruhu”na uygun olarak yeniden canlandırılmasıdır. Kısacası değişim denilen şey statükonun restorasyonudur.

Bu restorasyonunun “değişim” adı altında pazarlanıyor olması hem satıcıların hem de alıcıların işine gelmektedir. Toplum “değişim”in hazzını yaşarken kolektif iktidar da statükonun yeni formunu oturtmaya çalışmaktadır.

Halkın önemli çoğunluğu ülkesinde gerçekte neler olduğunu takip edemeyecek kadar yorgun düşürülmüştür. Toplum yıllar evvel sürülüp atıldığı bir hayattan göç edip kendisine yeni bir düzen kurmuştur.

O nedenle milletin bugünkü halinin sebebi ne “bidon kafalı” olması ne de “göbeğini kaşıyan adam olması” ile ilgilidir ve hiçbir halk asla aptal değildir.

Ne zaman “sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aşsa” ayağa kalkmış olan halk karşısında şiddet, baskı ve tehdit bulmuştur.

Toplum radyoda okunan bildiriler ve gece yarısı baskınlarıyla defalarca kez darp edilmiştir. Halk bunca şiddetin karşısında tek başına dayanamayacağını görmüş ve sinmeyi en “akıllı” çözüm olarak bellemiştir.

Asıl aptallık yalnız ve örgütsüz kalmış bir halkın sistemin örgütlediği parti, vakıf, dernek ve cemaatlerin kucağına düşmesine şaşırmaktır.

Türkiye’de toplumun yararına her ne olacaksa bu halkla olacaktır ve halk ancak sistemle arasındaki “suni denge” kırıldığında kendini bulacak, var olduğunun farkına varacaktır.

Evet, Türkiye’de gerçekten de küresel çarka uyumlu bir değişim olmaktadır. Konunun asıl sorunlu boyutu ise, bu küresel çarka uyum için toplumun rızası sağlanmıştır.

Oysa bir önceki yazının sonunda belirttiğim nokta hayatidir.

“Küresel kontrgerilla savaşı başlatıldı” cümlesi, adına değişim denilen geçişin yönüne işaret etmektedir ve asıl hedefte olan ise rızası alınmış olan bu halkın ta kendisidir.

Toplum ateşin ortasında kalmış bir akrep gibidir ve bir kuşak daha kendini sokmak üzeredir…

Bir sonraki yazı aslında neye razı edildiğimiz üzerinedir. Belki ne gördüklerimiz ne de bildiklerimiz gerçektir …

Oysa dikkatli baksak hem göreceğiz hem de bileceğiz.

Eren Eğilmez

Bu yazının 1. Bölümü için:

www.mizikacilar.com/

'Hızır acil' dayak!
25 Haziran 2011
Yol isteyen ambulans şöförünü durduran trafik magandası yol vermek yerine ambulans şöförünü darp etti - AHT

Bursa'da kalp krizi geçiren hastayı hastaneye yetiştirmek için yol isteyen ambulans şöförünü durduran trafik magandası yol vermek yerine ambulans şöförünü darp etti.

Olay, Bursa'nın Yıldırım ilçesinde yaşandı. Gürsu ilçesinde dün gece aniden rahatsızlanan Veli Çağrıtekin'in (50) yakınları 112 Acil servisini arayarak yardım talep etti. Olay yerine giden Mehmet Yılmaz idaresindeki 16 YC 232 plakalı ambulans hastayı alarak Şevket Yılmaz Hastanesi'ne doğru yola çıktı. Saat 04.00 sıralarında Şevket Yılmaz Hastanesi kavşağına gelen ambulans sürücüsü önüne geçmeye çalışan 16 Z 3666 plakalı otomobilin sürücüsünü siren ile ikaz etti. İddiaya göre buna sinirlenen otomobil sürücüsü ambulansı takip ederek bir süre sonra önünü kesti. Ambulanstan indirdiği Yılmaz'ı darp eden adı belirlenemeyen otomobil sürücüsü olay yerinden kaçtı. Ne olduğunu anlamadan saldırıya uğradığını dile getiren Mehmet Yılmaz, "Otomobil sürücüsü ambulansta hastanın yanındaki yakınlarına da hakaretler ederek saldırdı. Bize tehditler savurarak hiçbir şey olmamış gibi olay yerinden uzaklaştı. Biz de cep telefonu ile aracının plakasını aldık ve polise verdik, şikayetçiyim" dedi. habertürk

'Eğlence olsun' diye 7 kurşun, 3 yaralı
31/07/2011

Eskişehir'de, eğlence olsun diye, yoldan geçen 3 kişiyi, apartmanın 7. katından dürbünlü havalı tüfekle ateş ederek yaraladığı iddia edilen 3 zanlıdan 2'si, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
Hayriye Mahallesi Sakarya 1. Caddesi’nde yolda yürüyen Aylin Y. (32), Senem A, (58) ile Zeki Y’yi (31), havalı tüfekle vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralandıkları iddia edilen şüpheliler, Kadir K. (23), Ali Deniz A. (22) ile üniversite öğrencisi Meltem Ş. (21) emniyetteki ifadelerinin ardından adliyeye sevk edildi. Radikal

Peki mutlu muyuz?
Aslı Aydıntaşbaş
26 Ağustos 2011



Aslında gezegenin en neşeli yerlerinden birinde yaşıyor olmamız lazım. Türkiye 21'inci yüzyılin yükselen güçlerinden. Zaman bizim zamanımız. Amerikalılar "dubble dip" denen uzatmalı ekonomik krize sürüklenirken, Avrupa maddi ve manevi iflasın eşiğindeyken, yanıbaşımızda Arap halkları, bizlerin yarım asırdır sahip olduğu hakları elde etmek için canlarını feda ederken, tuzumuzun kuru olması lazım. Sahi ya! Ekonomi iyi kötü yolunda. Demokraside eksiklikler var ama isteyene sokağa çıkıp bağırmak serbest. Adaletsizlik diz boyu ama hâlâ kıyıda köşede vicdan sahibi yargıç, savcı, gazeteci, siyasetçi var. Dernek kuruyor, muhalefet yapabiliyorsunuz. İnternet serbest, en kötüsünden twitter var! İklim güzel; hava ne çok sıcak ne de soğuk. Geçen kış balık boldu; muhtemelen bu kış da öyle olur. Süpermarketler şahane; yeni açılan klimalı AVM’ler daha da güzel.

Hele diziler! Yeni sezonda anlamsız diyaloglarla çeke çeke iki saate uzatılmış o televizyon dizilerini iple çekiyor halkımız!
Dedim ya; Türklerin mutlu olmak için çok sebebi var.

Ama mutlu değiliz. Değiliz çünkü iç barışını sağlayamamış, rövanş arzusundan arınamamış, asabi, kaba, maneviyata yönelik tüm şaşaalı şovlara karşın materyalizmin hüküm sürdüğü bir yer burası. Eğlence yerlerini saymazsanız ben sokakta gülen, neşeli, mutlu insan görmüyorum pek; siz görüyor musunuz? Trafikte, çarşıda, alışverişte insanlar çatık kaşlı, patlamaya hazır bomba gibi. Her gün rastlıyorum: Koskoca adamlar, kadınlar derdini anlatamıyor, kelimelerle sorun çözemiyor, bunalıp bağırıp çağırmaya başlıyor. Evlerin dışında da huzur yok, içinde de. Kocaları tarafından itilip kakılan anneler, çocuklarını eziyor. (Ece Temelkuran ne güzel anlattı geçenlerde.) Babaları tarafından zamanında dövülen koskoca adamlar, şimdi kodaman olmuş etrafa asabiyet saçıyor.

Gerçi memlekette huzurdan, vicdandan, namustan nasibini almış yeterince insan var; ama onlar da bezmiş köşelerinde oturuyor.

Bu mu yani 21. yüzyılın yükselen gücü?

10 gündür tatildeyim. Geçenlerde bir dosttan email gelmiş. Yıllar önce sol davalardan hapse girip çıktıktan sonra yurtdışına kaçan bir Kürt. Açıkça da belirteyim yazan PKK sempatizanı. Geri dönemiyor. “Sevgili arkadaşım” diye başlıyor mektubu. Günlerdir uyumadığından, Kandil'e yönelik operasyonu tedirginlikle izlediğinden söz ediyor. “Sadece tatilde olduğun için değil hayata dair güzel şeyler yazmak isterdim. Ancak yaşadıklarımız bunların önüne geçti.
Bombardıman 7. gününü geride bıraktı. Sana yazdığım şu saatlerde halen sürüyor. Orada arkadaşlarım, tanıdıklarım, tanımadıklarım var… Burada rahat ve güvende olmak beni utandırıyor.”

Emaili alınca durup bir düşündüm. Kim bilir kaç kişi var Kandil’e yönelik hava operasyonunu aynı burukluk, aynı tedirginlikle izleyen? Bir ülke düşünün ki, bir bölümü “Yaşasın!” diye haykırıyor, ama o dağların hemen eteğinde, ötesinde, berisinde oturanlar “Eyvah! Onlar benim arkadaşım, akrabam, çocuğum” diye için için ağlıyor.

Türkbükü’nde, Antalya'da, Alaçatı'da birileri havalı sahillerde denize girerken, Batman'da, Mardin'de yaşayanlar gün ortasında tepelerinden geçen F-16’ları kaygıyla izliyor; Antalya’da,Trabzon'da gözü yaşlı anneler askerdeki evlatlarını bekliyor. Normal mi bu kadar bölünmüş olmak?

Bununla da bitmiyor. Bir ülke düşünün ki, generallerini, subaylarını hapse atmış, Genelkurmay Başkanı’nın her hareketini hafiye gibi izliyor. Memleketin bir bölümü “Yaşasın demokrasi!” naraları atıyor, kalanı bu kasetler, imzasız Word dokümanları ve gizli tanıklarla gelen linç karşısında sessizce isyan ediyor.

Bir ülke düşünün, onlarca gazetecisi hapiste, ama kimsenin vicdanı sızlamıyor.Yurtdışında ne zaman Türklere rastlasam, hafif utanıyorum. Yüksek sesle bağıra bağıra konuşuyorlar ama tek dertleri alışveriş. “Bu çanta öbür tarafta 20 euro değil miydi” diyorlar. Ama kitap diyen, sergi diyen, müze diyen yok.

Şaşırmıyorum.

Bir ülke düşünün, para her şeyin önüne geçmiş; her başarı parayla ölçülüyor.

Allah aşkına böyle bir yerde mutluluk olur mu?
Kaynak: Milliyet

Para kavgasında babasını kesti
Ağrı'da para tartışmasından kan çıktı. Naif B. (51) yolda beraber yürüdüğü eşi G.B. ile para yüzünden tartıştı.
30 Ağustos 2011
Daha sonra oğlu Y.B. (21) de babasıyla tartıştı. Tartışmanın büyümesi üzerine Y.B. önce babasını karnından bıçakladı, sonra da yere yatırıp boğazını kesti. Baba olay yerinde ölürken zanlı oğul polise teslim oldu.
Akşam

Linç Edilmekten Son Anda Kurtuldu
06 Eylül 2011
Bitlis'te çocuklarının velayetini almak isteyen anne, adliye çıkışı eşinin yakınlarının saldırısına uğradı. Eşinin ailesinin kendisi hakkında ölüm kararı verdiğini iddia eden kadını linç girişiminden polisler kurtardı.

Demet Toprak, 14 yaşında evlendirildiği amcasının oğlundan şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açtı. İddiaya göre, boşanma talebi üzerine aile meclisi toplandı, genç kadın hakkında ölüm kararı alındı.
Demet Toprak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in talimatıyla, koruma altına alındı. Boşanma davası sonuçlanmadan eşi Metin Toprak iş kazasında hayatını kaybetti.
Eşinin ailesi tarafından sürekli tehdit edildiğini iddia eden Demet Toprak, 9 ve 5 yaşındaki çocuklarının velayetini almak için dava açtı.
Davanın ilk duruşmasından sonra, adliye önünde eşinin yakınlarının saldırısına uğrayan kadını polis güçlükle kurtardı.
Şiddete maruz kalan kadın zırhlı bir araca bindirilerek olay yerinden uzaklaştırıldı.
Polis saldırıya karıştıkları gerekçesiyle 4 kişiyi gözaltına aldı.
TRT

Şiddete uğradığı gerekçesiyle 8 bin 908 kadına polis koruması verildi
07 Mart 2013



Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre, Şubat ayı sonu itibariyle,"Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" kapsamında 64 bin 136 önleyici tedbir kararı alındı.

Yurt genelinde şiddete uğradığı gerekçesiyle 8 bin 908 kadına polis koruması verildi.

En fazla polis korumasının verildiği kent Adana ilk sırada yer alırken, sadece bir önleyici tedbir kararın alındığı Bingöl ise en son sırada yer aldı.

Önleyici tedbir kararının alındığı iller sıralamasında ise İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya ilk dörtte yer alıyor.

Öte yandan, Jandarma Genel Komutanlığı, şiddet mağduru kadınların korunması ve sorunlarını kolluk güçlerine rahatça anlatmaları amacıyla kadrosundaki sözleşmeli kadın astsubay sayısını kademeli olarak artırıyor.

Jandarma Okullar Komutanlığında 1 yıl süreyle eğitim gören kadın astsubaylar, aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddet mağduru kadınların korunması konusunda da uygulamalı eğitimden geçiriliyor.

Jandarma teşkilatı, görevde olan 376 kadın astsubayın yanı sıra bu yıl üniversite mezunu 40 kadın astsubayı daha bünyesine kattı.

Gelecek yıl ise 80 sözleşmeli kadın astsubay daha alınacağı bildirildi.
TRT

Diyarbakır'da Temizlikçinin Vurduğu Hemşire Öldü
23 Ağustos 2013

Diyarbakır'da temizlik görevlisi 60 yaşındaki Şehmus Yıldız, iddiaya göre ilişki teklifini kabul etmeyen aynı yerde görevli hemşire 29 yaşındaki Özlem Gözükmez'i başından vurarak ağır yaraladıktan sonra, bir yakının boşanma davasında tanıklık yaptığı gerekçesiyle 6'ncı Noter'de çalışan katip 40 yaşındaki Özlem Akdağ'ı başına ateş ederek öldürdü. Noterin kapısında aynı silahı intihara kalkışan Şehmus Yıldız ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
http://www.haberler.com/

İşadamı Mustafa Süzer'in kardeşi Hüseyin Cahit Süzer intihar etti
03 Şubat 2015
Bahçeşehir'deki ofisinde intihar eden işadamı Mustafa Süzer'in kardeşi Hüseyin Cahit Süzer'in cenazesi incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu'na kaldırıldı. Sekreteri tarafından ofisinde ölü bulunan Süzer'in kendi el yazısıyla yazılmış bir intihar notu bıraktığı öğrenildi.
Süzer Holding Onursal Başkanı Mustafa Süzer'in kardeşi Hüseyin Cahit Süzer (52), Bahçeşehir Defne Evleri'ndeki ofisinde intihar etti. Olay yerine gelen savcının incelemesinin ardından Süzer'in cenazesi otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu'na kaldırıldı.
Habertürk
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Oca 13, 2018 11:25 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Şub 18, 2012 10:01 pm    Mesaj konusu: Evsizler: Bize dört mevsim kış Alıntıyla Cevap Gönder

Evsizler: Bize dört mevsim kış
Meltem Yılmaz/Cumhuriyet
12 Aralık 2013



Yılın ilk kar yağışı, nerede bittiği zorlukla kestirilen uzun bir masada yan yana dizilmiş, önlerindeki yemeğe kaşık daldıran 150 adam için zor zamanların başlangıcıydı. Her biri birbirinden aç, yorgun ve mutsuz bu insanlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Zeytinburnu’ndaki Spor Kompleksi’nde bir araya getirdiği evsizlerden başkası değil. Yer yer yırtık ve lekeli t- shirt’üyle etrafa şaşkın gözlerle bakan tiner bağımlısı çocuk da, “Sarıgül bana ‘sen büyük adamsın’ dedi, çıkardı para verdi” sözleriyle arkadaşlarına hava atan orta yaşlı alkolik adam da, yıllar önce yuvası dağılan akıl hastası yaşlı amca da bugün aynı masadaydı çünkü kader ortaktı: Yılın ilk karı yağmıştı.

İstanbul sokaklarının farklı köşelerinde yaşayan evsizler için oluşturulan merkezlerden birindeyim. Kapıların açılmasıyla birlikte yüzüme çarpan, buradaki hiçbir şeyin başka bir yerdekine benzemediği hissi: Ortama hakim olan sessizlik, ölümüne bir kavganın aniden son bulmasıyla havada asılı kalan sessizlik gibi. Atmosfer, havanın nefes alışverişlerle ısınmış hali. Renkler, gerçekte öyle oldukları için değil, oradaki insanlarla zıtlık oluşturduğu için çok parlak. 2 bin metrekarelik salon florasan ışıklarla aydınlatılmış, sağdaki duvara devasa Türk Bayrağı ve Atatürk posterleri asılı, tek tip kıyafet giymiş insanlar yan yana yemek yiyor. Yalnızca uzun bir masa ve sedye tipi yataklar var, çünkü yalnızca en temel ihtiyaçların var olduğu ve insanların donmamak için bir arada bulunduğu bir mekandan söz ediyoruz.

Kısa bir tura koyuluyorum, banyo, depo, giyinme odasından geçtikten sonra, kadınlar için oluşturulmuş ayrı bir bölüme varıyorum. Şimdilik iki kadın var, beyaz plastik sandalyelere oturmuş usul usul etrafa bakıyorlar. “Merhaba” diyorum ama selamım sanki onlara çarpıp bana geri dönüyor, yüzlerindeki ifade donuk ve beklentisiz.

Burada konuştuğum görevli, evsizlerin genellikle zabıta aracılığıyla getirildiğini anlatıyor: “İçeri girişleri yapılır yapılmaz eski kıyafetlerini çöpe atıyoruz, tıraş ve banyo yaptırıp yeni kıyafetler veriyoruz. Sonra da yemek yiyorlar, günde 3 öğün yemek mevcut. Gece ise kendilerine sağlanan yataklarda uyuyorlar. İstedikleri kadar, isterlerse kış boyunca burada kalabiliyorlar.”

Kışın en sert günlerinde bile en kalabalık haliyle 500 kişiyi barındırabilen bu kompleks, evsizlere kapılarını açtığı 11 Aralık günü sorunsuzdu, peki böyle devam edebilecek miydi?

Yıllarını buralarda geçirmiş, “kıdemli” bir evsiz ile sohbet ediyoruz. O, ışıklar ve kapılar kapandıktan sonra her şeyin değiştiğini söylüyor: “Buralarda tinercisi de, akıl hastası da, normal insanı da bir arada kalıyor. Bu nedenle geceleri çok kavgalar oluyor, kimi zaman ölümle bile sonuçlanıyor. Kendi halinde, zararsız insanlar burada olmaktan çok korkuyor ama başka çareleri de yok. Bir de personelin davranışından şikayet oluyor, evsizlere insan muamelesi yapılmadığı herkesin söylediği bir şey… Çünkü çoğu yerde personel uzman değil, eski evsizleri görevli yapıyorlar, onlar da bilinçsiz…”

Bir başka evsiz, “kışın sokakta donup medyaya malzeme olmayalım diye bizi buralara topluyorlar. Öyle olmasa havanın bu kadar soğumasını beklemezlerdi” diyor. Ve şöyle devam ediyor: “Belediyeler aslında 50 bini aşan yerlerde evsizlere bakmakla yükümlü. Ama bunu yapan belediye yok denecek kadar az. Türkiye sözde sosyal devlet, hiç alakası yok, olsa biz bilirdik.”

Sokaklarda yaşayanlar

Bugün yalnızca İstanbul’da 10 bin, Türkiye genelinde ise 100 bin kadar evsiz insan var. Metro istasyonları, otobüs durakları, park banları, hastane acilleri, boş inşaatlar ve ATM alanları onların yaşam alanları. Zeytinburnu Spor Kompleksi’nden sonra, Taksim’e çıkıyoruz. Genç bir evsiz, zabıta ve polisin kendisini kaldığı yerlerden sürekli göndermeye çalıştığını söylüyor, etrafa tehdit oluşturduğu gerekçesiyle. Çok zor bir hayatı var elbette: “Isınma ayrı dert, barınma ayrı dert, temizlik ayrı dert. Çoğu yerde tuvalet bile yok. Gece kaldığımız yerler soğuk, deliksiz bir uyku mümkün değil. Kışın güneş yüzünü gösterirse parka gidiyorum, onun dışında ATM’lerde kalmaya çalışıyorum.”

Sonuç olarak, bugün Türkiye’de evsiz insanlara yönelik üç aşamalı bir çözüm planına acilen ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkıyor: Yaz- kış barınabilecekleri alanlar, psikolojik tedavi, meslek edindirme kursları. Aksi takdirde, Türkiye’de sayıları her geçen gün artan bu evsiz insanlar, ya soğuktan öldüklerinde ya da suç işlediklerinde hatırlanmaya devam edecek.

Bin Liraya Kahvaltı Eden, 1 Lira için Katil Olanı Anlar mı?
Mustafa Mutlu
17.02.2012

Tekirdağ‘ın Marmara Ereğlisi‘ne bağlı Yeniçiftlik beldesindeki restoranda, 40 liralık hesaba itiraz eden 3 müşteri ile garsonlar arasında çıkan tartışma, bıçaklı kavgaya dönüştü. Arbede sırasında müşterilerden Zeki Arı‘nın bıçakladığı 17 yaşındaki garson Emre Caymaz öldü, üç garson ve piyanist ağır yaralandı.

***


Bayrampaşa‘da altı çocuk babası börek ustası Cemal Atar, 100 liralık alacağını istediği için patronu Cevat Yıldız tarafından 15 yerinden bıçaklanarak öldürüldü.

***


Beykent Üniversitesi Grafik Bölümü son sınıf öğrencisi manken ve oyuncu Tolga Taş, alacağı yüzünden tartıştığı arkadaşı tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Taş, Arka Sokaklar ve Küçük Kadınlar dizilerinde rol almıştı.

***


Antalya‘da gittiği barda üç bira için istenen 120 liralık hesaba itiraz eden 28 yaşındaki Serkan Elma, bar önünde tabancayla başından vurulup kalbinden bıçaklanarak öldürüldü.

***


Pendik‘te oturan Harun Yiğit (39), üç aylık kira borcunu (1600 lira) ödemediği ev sahibi Abdullah Fidan (62) tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

***


İstanbul Atatürk Havalimanı Taksiciler Kooperatifi şoförlerinden Taner Ş, kendisine 17 bin lira borcu olan yakın arkadaşı Aykut Kale‘yi kalbinden vurarak öldürdü.

***


Yozgat‘ta iki kişi, Mustafa Atılgan adlı şahsı cebindeki 30 lirayı vermediği için öldürdü.

***


Çanakkale‘de tefecilere borcu olan Serkan Sevinç, dört aylık hamile eşini ve 2 yaşındaki oğlunu bıçakla öldürdükten sonra intihar etti.

***


Eve gelen 380 liralık elektrik faturası yüzünden cinnet geçiren Abdullah B. (52), eşini ve oğlunu silahla ateş ederek yaralayıp, kızını da tabanca kabzasıyla darp ettikten sonra intihar etti. Olay, Bornova‘da meydana geldi.

***


Yine Bornova‘da, çevresine olan 10 bin lira borcu nedeniyle bunalıma giren Ömer Çallı, parktaki bir ağaca bağladığı iple intihar etti.

***


İzmit‘in Terzibayırı Mahallesi‘nde ikamet eden evli ve iki çocuk babası Saadettin Öziş (56), maddi sıkıntılar yüzünden intihar etti. Evinin merdiven boşluğunda tavana bağladığı ara kablo ile kendini asan Öziş, kurtarılamadı.

***


İzmit Kadıköy Mahallesi Bahri Çakır Sokak‘ta babası Selahattin Ulman ile birlikte yaşayan 31 yaşındaki kuaför Barış Ulman, kredi borcunu ödeyemeyince intihar etti.

***


Mersin‘in Yenişehir ilçesine bağlı Gökçebelen Köyü’nde yaşayan Ahmet Kuzucuoğlu (24), dolandırıcılara 30 bin lira kaptırınca intihar etti.

***


Sarıyer-Beşiktaş hattı minibüs şoförlerinden Ahmet Aydın, 15 bin liralık kredi borcunu ödeyemeyince denize atlayarak intihar etti. Aydın, evli ve iki çocuk babasıydı.

***


Eskişehir‘de 3 kişi, cep telefonu ve 70 lira parası için 27 yaşındaki Gökhan D‘yi kalça ve bacaklarından 16 kez bıçakladı.

***


Ağrı‘nın Doğubayazıt ilçesinde banka şubesini kurusıkı tabanca tehdidi ile soyan ve bin lirayı alıp kaçan bir kişi, polis tarafından yakalandı.

***


Antalya‘da, market sahibi bedensel engelli 37 yaşındaki Yüksel Dikmen, 5 liralık alışveriş yapıp 4 lira teklif eden 20‘li yaşlardaki gence olumsuz yanıt verince döner bıçağıyla yaralandı.

***


Beş tutuklunun diri diri yanarak öldüğü cezaevi ring aracının yanma nedeni belli oldu: Neden, 500 liralık rutin bakımının ödenek yokluğu yüzünden yapılmaması!

***


Yukarıdaki adli olayların hepsi son bir yılda meydana geldi...

Üstelik bunlar; binlerce olaydan sadece birkaçı!

Gördüğünüz gibi bu ülkenin vatandaşları üç kuruş için ölüyor, öldürüyor, yaralıyor, yaralanıyor, intihar ediyor, hırsızlık yapıyor...

On binlercesi de fuhuş batağına düşüyor; kendi bedenlerini ya da kızlarını, karılarını satıyor!

Ve böyle bir ülkede...

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, bakanlığının yaptığı çalışmaları anlatmak için TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu‘nun üyelerine kahvaltı veriyor.

Ama... Meclis lokantasında değil; iktidara yakın bir iş adamına ait lüks otelde!

Yirmi kişinin katıldığı kahvaltı için otele 19 bin 470 lira ödeniyor...

Yani; adam başına bin lira!

Alt tarafı kahvaltı:

En kralı Bağdat Caddesi‘nin en şık restoranlarında bile 70 lira!

Çünkü... Alt tarafı ekmek, peynir, zeytin, tereyağı, reçel, bal, salam, sucuk, börek... Bir de portakal suyu!

Ama parayı veren devlet olunca, hesap kişi başına bin lira...

Üstelik bu tür “davetler” o kadar sıradanlaştı ki; son altı yılda, “temsil, tanıtma ve ağırlama gideri” başlığı altında devletin kasasından 594 milyon 190 bin lira harcandı.

***


Millet 1 lira için döner bıçağıyla adam öldürmeye kalkışıyor...

Devlet, 500 liralık araç bakım parası vermediği için beş tutuklu cayır cayır yanıyor...

Vekil bin liraya kahvaltı ediyor!

Yazının nasıl biteceğini tahmin ettiniz değil mi?

“Yiyin efendiler yiyin...”

Kaynak: Vatan Gazetesi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> CEMİYET YANGIN YERİ Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com