EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Suudî Zorbalar 1400 yıllık İslam mirasını yok ediyor

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ağu 15, 2010 2:36 am    Mesaj konusu: Suudî Zorbalar 1400 yıllık İslam mirasını yok ediyor Alıntıyla Cevap Gönder

Ömer Sağlam'dan ilginç bir analiz: Kâbe’de yaşanan vinç kazası değil, Allah’ın cezasıdır!
Eyl 14, 2015



Yazılı ve görsel medya, Kâbe’de yaşanan vinç kazasında ölenlere rahmet dileyenlerin mesajlarıyla yıkılıyor. Ölenler için herkes rahmet dileme yarışına girmiş. Başbakan da öyle. 12 Eylül günü yapılan kongrede konuşmasına Kâbe’de meydana gelen vinç kazasında ölenler için rahmet dileyerek ve “El-Fatiha” deyip, salondaki kırk bin kişiye “Fatiha” okutarak başladı. Allah, okudukları Fatiha’yı kabul etsin. Bizde aynı şeyi yapıyoruz. Başta 7 Türk vatandaşı olmak üzere; Kâbe’de meydana gelen vinç kazasında ölen 107 Müslüman’a Allah’tan rahmet, yaralanan 238 kişiye acil şifalar diliyoruz.

Evet ama yetmez! O vincin neden ve nasıl devrildiğini, orada ne eşi olduğunu ve yüzlerce milyon hacı adayının, adeta bir vinç tarlasını andıran inşaat alanına neden sokulduğunu sorgulamadan, sadece rahmet dilemekle yetinilemez. Böyle bir tutum, Müslüman’a yakışan bir tutum değildir. Müslüman sorgulayıcı olmak zorundadır. Müslüman aklını çalıştırmak mecburiyetindedir. Çünkü Allah böyle emretmektedir Kur’an’da. Bu sebeple İslam Dünyası, çeyrek asırdır bir türlü bitmeyen rant amaçlı bu inşaatları, Türkler ise bu kapsamda yerle bir edilen ecdat yadigârı eserlerin akıbetini Suudi yönetiminden sormadıkça bu türlü ölümlerin arkası gelmez kardeşim.

Ben ilk defa 1990 yılında gittim Suudi Arabistan’a. Ta o zamanda vardı Mekke’deki Mescid-i Haram ile Medine’deki Mescid-i Nebevi’deki inşat çalışmaları. Yani tam çeyrek asırdır devam ediyor rant amaçlı bu çalışmalar.

Hacda hemen her sene bir katliam yaşanır; ancak Müslümanlar bunu asla sorgulamazlar. Bazen tünel faciası olur, bazen şeytan taşlama alanında izdiham yaşanır, bazen de metaf alanında (Tavaf yapılan bölge) toplu ölümler olur, sonra bedeviler birkaç kepçe, birkaç kamyon getirir, tıpkı bir çöp yığını gibi insan cesetlerini kepçelerle kamyonlara yükler ve çölün bilinmeyen bir tarafına götürür ve açmış olduğu çukurlara topluca gömer! Ölenlerin akrabaları ise bu olayları sorgulamak yerine, yakınlarının Peygamber’in kabrine yakın bir yere defnedildiğini ve mesafe yakınlığı sebebiyle Peygamber’in şefaatinden daha çabuk nasiplenmek suretiyle mutlaka cennete gideceğini düşünerek sevinir ve olayın akıbetini ve sorumlusunu bir türlü araştırma gereği duymazlar.

Akıl ve yakîn var kardeşim; bizim mezarlıklar her sene alabildiğine dolup taşarken ve bu arada sürekli genişletilirken, yeni yeni mezarlık alanları ihdas edilirken Mekke’deki “Cennet’ül Muallâ” ve Medine’deki “Cennet’ül Bâki” isimli mezarlıklar bir türlü genişlemez. Şu halde sizin direk cennete uçtuğunu sandığınız akrabalarınızın nereye defnedildiğinden haberiniz var mı? Neden hiç düşünmez ve hiç sorgulamazsınız bu konuyu?

Oysa Hac döneminde özellikle Mekke’de yaşananlar, büyük bir insan hakları ve Suudilerin beceriksizliği, ihmali ve çoğu kere de maksatlı tutumları sebebiyle insanların en birincil hakkı olan yaşam hakkının ellerinden alınması sorunudur. Dolayısıyla; bu tür olaylarda ölenlerin yakınları mutlaka konuyu uluslararası hukuk kurumlarına götürerek aşağılık petrol şeyhlerini tazminat ödemeye mahkûm ettirmelidirler. Aksi takdirde orada ölenlerin geride bıraktıkları miraslarının, murislere helal olup olmayacağı da tartışmalı hale gelir. Lütfen bırakınız çevrenizde din adına laf söyleyen cahil cühela din adamlarının olayları örtbas eder tarzdaki telkin ve tavsiyelerini de, ölen yakınlarınızın haklarına sahip çıkınız!

1990 yılında Mina bölgesinde bulunan El-Muaysem tünelinde yaşanan ve içlerinde 450 (447) civarında Türk hacı adayının da bulunduğu binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan faciayı yakından biliyorum; çünkü o sırada ben de oradaydım. Tünel geliş gidişli olunca, gelenlerle gidenler tam ortada karşılaşmış ve arkadaki kalabalıklar yüzünden geri çıkmak mümkün olmayınca, insanlar birbirlerini çiğneyerek ölümlerine sebep olmuşlardır. Sonra da beceriksiz Suudi yönetimi, kepçe ve kamyonlarla gelip, ölenlerin cesetlerini adeta alıp çöle döküp gelmiştir! DNA testi ve otopsi gibi medeni dünyaya has cenaze iş ve işlemleri hak getire! Benzer facialar sonraki yıllarda da yaşanmıştır. Bu faciaların hemen tamamı, Suudi yönetiminin çoğu kere bilinçli olarak almayı ihmal ettiği küçük tedbirler yüzündendir!

1990 yılında vuku bulan bu olayın üstüne gidilmeyince, sonraki yıllarda da bu türlü pisipisine ölümler devam edip gitti. Bu sene de vinç devrildi hacı adaylarının üstüne!

O sebeple sadece “Allah rahmet eylesin” diyerek Müslümanlar görevlerini yapmış olmazlar/olamazlar. En küçük bir inşaatın girişine bile “İNŞAATA GİRMEK TEHLİKELİ VE YASAKTIR” ve “BARETSİZ GİRİLMEZ” gibi yazılar yazan bir ülkenin insanları, çeyrek asırdır adeta bir vinç tarlası olan Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Nebevi’ye akrabalarını göndermekten asla çekinmezler. Üstelik bırakın baret giydirmeyi, üzerindeki elbiselerin de çıkartılacağını bile bile yapar bütün bunları. Çünkü hac, günlük elbiseyle değil, iki parça bezden oluşan ve “İHRAM” denilen bir nevi kefenle yapılır. Hayır hayır, haccın kefenle yapılmasına değildir itirazım, çeyrek yüzyıldır inşaat alanında milyonlarca kişinin hac yapmak zorunda bırakılmasınadır.

Bu alana reklam verKaş ve Kirpikleri Uzadı!Kirpik ve Kaşlarında Seyreklik Sorunu Yaşıyordu, Çözümünü Buldu!KasKirpikSerumu.comÜnlü Bilim Adamı KeşfettiGeliştirdiği Formül İle Kaş Ve Kirpikleri Kısa Sürede Gürleştirdi.KasKirpikSerumu.comKaşları Nasıl Gürleşti?Seyrek Kaşlarını Gürleştirmek İçin Bu Yöntemi Denedi!KasKirpikSerumu.comÜnlü Bilim Adamı KeşfettiGeliştirdiği Formül Sayesinde Bayanların Kaş Ve Kirpik Sorununu Çözdü!KasKirpikSerumu.com
Özetle; Müslümanlar, malını mülkünü satmak ve bütçelerinden önemli bir miktarı ayırmak suretiyle böyle riskli bir alanda ibadet etmek için can atarlar. Bir anlamda ölüme koşa koşa giderler.

Peki; Müslümanları bunca riski göze alarak hacca gitmeye iten sebep ne olabilir? Elbette birinci sebep Allah’ın bu konudaki emridir. Çünkü hac yapmak., İslam’ın şartlarından birisidir. Müslüman olan ve hali vakti yerinde olan her Müslüman, ömründe bir kere de olsa hac yapmak durumundadır. Gelin görün ki; hac simsarlarının ve topladığı hacı adayı miktarına bağlı olarak ücretsiz hacca gitmekle yetinmeyip, üstüne bir de hac organizasyonu yapan kurum ve şirketlerden ilave para kazanma düşüncesinde olan sözüm ona din adamlarının yapmış oldukları propaganda ve bu düşüncedeki Diyanet’in tutumu, özellikle günahkâr Müslümanları adeta cezbetmektedir. Çünkü din adamları, hacca gidip Arafat yaylasında bir gün konaklayan Müslüman’ın anasından doğmuş gibi günahsız olduğunu pompalarlar sürekli olarak.

Tamam da kardeşim, siz önce hac mekânlarını uygun hale getirin/getirilmesi için Suudi makamları üzerinde baskı kurun, arkasından yapın bu türlü propagandalarınızı! Ancak siz bunun da kolayını buldunuz: Size göre; hac ne kadar zahmetli bir ortamda yapılırsa ecri ve sevabı da o denli yüksektir değil mi? O sebeple siz, bu aziz milletin fertlerini 1998 yılına kadar yerlerde yatırdınız klimasız evlerde. Uyduruk bir pike vererek savuşturdunuz garipleri. Bazen de 50-55 derece sıcakta uyku tulumu verdiniz bu milletin evlatlarına. O garipler de cennete gitme ümidiyle hiç sorup sorgulamadılar sizin bu insanlık dışı işlemlerinizi ve eylemlerinizi.

Şimdi bazı aymazlar ve yobazlar çıkıp, beni BOP’çu ilan edeceklerdir, bundan adım gibi eminim; ancak itiraf ediyorum ki; BOP projesinin tek beğendiğim yanı, Mekke ve Medine’yi içine alacak biçimde bir “KUTSAL İSLAM DEVLETİ” nin öngörülmüş olmasıdır. Ben de yıllardır savunurum, Mekke ve Medine’nin Suudilerin keyfi yönetiminden alınarak tıpkı bugünkü Vatikan’a benzer bir yapılanma içinde, Suudilerden bağımsız bir yönetime kavuşturulması ve İslam Dünyası tarafından ortaklaşa yönetilmesi gerektiğini. Benim önerim, Harameyn de denilen bu bölgenin eski adı İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) olan İİT (İslam İşbirliği Teşkilatı) tarafından yönetilmesidir. Müslümanlar olarak siz kendi iradenizle bunları düşünüp, yapmazsanız/yapamazsanız, gün gelir elin gâvuru kendi kafasına göre işte böyle dayatmada bulunur size. Siz de kuzu kuzu kabul edersiniz bu türlü dayatmaları.

Son söz olarak demek istiyoruz ki; geçtiğimiz gün Kâbe’de yaşanan hadise, öyle sıradan bir vinç kazası değil, tam anlamıyla Allah’ın bir cezasıdır. Bu ceza hem hac parasıyla satın almış olduğu uçaklarla Müslüman Yemen’i bombalayan, Filistin’e arkasını dönen, Suriye’deki iç savaşı tahrik eden, bunun yanında kutsal mekânların çevresini Hilton, Sheraton ve InterContinental gibi batılı sermayeyi temsil eden oteller zincirine tahsis ederek, bu sermaye tarafından yapılan devasa oteller sayesinde Kâbe’yi adeta devler ülkesindeki cüce pozisyonuna düşürmek suretiyle bir anlamda Allah ile büyüklük yarışına giren Suudi yönetimine, hem de bütün bunlara seyirci kalan İslam Dünyası’na verilmiş bir cezadır. Biz, geçtiğimiz Cuma günü Kâbe’de yaşanan olayı böyle okuyoruz…
Kaynak: http://www.turkishnews.com/content/2015/09/14/kabede-yasanan-vinc-kazasi-degil-allahin-cezasidir/

Suudî Zorbalar Kabe’yi vinçlerle çevirdi bugün o vinçlerden biri hacıların üstüne düştü:En az 65 ölü, 150 yaralı
11 Eylül 2015



Suudî Zorbalar inşaat bahanesiyle, hac mevsiminde Kabe’yi vinçlerle çevirdi. Bugün,o vinçlerden birine yıldırım düştü ve vinç tavaf alanına devrildi, en az 65 kişi öldü, 150 kişli yaralandı.

Kadim İslâm mirasını vahşi bir betonlaşma ile yok eden Suudî zorbalara İslâm dünyasından hiç ses çıkarılmamasının bir bedelimidir bilmiyoruz ama, Sendika Org'un konuyla ilgili yorumuna kulak vermek gerekir:

Katliamın asıl gösterdiği ise hacdan elde edilen milyon dolarların önlemlere harcanmadığı oldu

Suudi Arabistan’ın din üzerinden geliştirdiği hac turizmi ve rant politikaları, Kabe’deki tavaf alanında göz göre göre katliama yol açtı. Mekke kentinde iki günden beri devam eden sağanak yağış kentte onlarca ev, işyeri, cadde ve sokaklarda su baskınlarına yol açarken, akşam saatlerinde Kabe’deki tavaf alanının kenarındaki vinçlerden birine yıldırım düştü.

Yıldırım düşmesi sonucu devrilen vinç, tavaf alanının içinde ibadetlerini yerine getiren insanların üzerine devrildi.

Yaşanan olayda ilk belirlemelere göre 62 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi yaralandı. Yaralılar yakın bölgelerdeki hastanelerde tedavi altına alındı. Tavaf alanı ise ölenler ve yaralananlar nedeniyle kana bulandı.

Milyon dolarlık kâr var, önlem yok

Kabe’de yaşanan olay, yıldırım düşmesi sebebiyle bir “doğal afet” olarak dillendirilse de özünde Suudi Arabistan yönetiminin hac turizmindeki rant politikalarının bir sonucu oldu.

Hac turizmi ile sermaye, ulaşım, otel, gıda, tekstil gibi pek çok sektörde milyon dolarlar kazanırken, hac turizminde bugüne dek emek sömürüsü ve iş cinayetleri yoğun yaşandı.

Dört yıl önce başlayan Kabe’yi genişletme çalışmaları kapsamında ise bölgeye onlarca vinç dikildi. Ancak vinç kazası, bu çalışmalar kapsamında ne işçi sağlığı ve güvenliğinin sağlandığını ne de yağmur ve yıldırım gibi doğa olaylarına karşı gerekli önlemin alındığını gözler önüne serdi.

Sendika.Org

Suudî Zorbalar Peygamberimizin doğduğu evi de yıkacaklar
13.11.2014

NTV'nin haberine göre; İngiliz Independent gazetesi, Suudi yönetiminin yıl sonuna kadar Mekke'de Peygamberimizin doğduğu binayı yıkarak, yerine dev bir kraliyet sarayını inşa edeceğini iddia etti. Habere göre, 500 yıllık Osmanlı sütunları da geçen hafta yıkıldı.

İngiliz Independent gazetesi, Müslümanlar için en kutsal yer olan Mekke'nin de yıkım tehdidi altında olduğunu yazdı.

Gazete, Suudi yönetiminin dev bir kraliyet sarayını, Kabe'nin içinde bulunduğu Mescid-i Harem'i genişletme projesi kapsamında inşa edeceğini belirtti.

Genişletme projesi çerçevesinde şimdiye kadar yüzlerce tarihi eser yok edildi.

ABD merkezli Gulf Enstitüsü, lüks oteller, apartmanlar ve alışveriş merkezleri inşa edilebilmesi için Mekke'deki bin yıllık tarihi eserlerin yüzde 95'i'nin yok edildiğine dikkat çekti.

Geçen hafta Hazreti Muhammed'ın Mirac'a çıkışını simgeleyen 500 yıllık Osmanlı Sütunları'nın da yıkıldığı belirtiliyor.

Suudi Arabistan'da yıkıma tepkili olanların ise, cezalandırılacakları korkusuyla konuşmadıkları ifade ediliyor. Suudi yönetimi, Mescid-i Harem'in kapasitesinin artırılması için yıkımın gerekli olduğunu savunuyor.
Haber 93



Kabe’yi ne zaman yıkacaklar
04-05-2013
Mehmet Serim




YDH-Yakındoğu Haber Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, son dönemde müslümanlarca kutsal kabul edilen mekanlara yönelik saldırıları ve bu eylemlerin güncel siyasi hedeflerini yorumladı.

Suud hanedanının “aile dini” olan vahhabilik daha peygamber hayatta iken başlatılan tahribatı kendisine misyon edinmiş, manevi, ilmi herhangi bir değer ortaya koymamış, petro-dolar gücünü diğer İslam ülkelerine dayatmış ve bazılarının yöneticileri tarafından kabul görmüş, yüceltilmiş bir akım.

Günümüzde İslam dünyasının kutsallarına ve birliğine zarar veren Suudi vahhabiliği, Suudi rejimin kurulmasından daha eskiye uzanan düşünsel temellere sahip.

Ancak son dönemde İslam dünyasının kutsallarını hedef alan eylemlerdeki artış ve bunun siyasi hedefleri, konunun güncel örneklerle sınırlı tutulmasını zorunlu kılıyor.

Kabe turizmi

Onlarca yıldır peygamber döneminden kalan eserler Suudilerin eli ile tek tek yok ediliyor. Peygamber ve onu anımsatacak ne varsa yeryüzünden siliniyor.



Şimdilik Kabe’ye dokunamıyorlar: Birincisi tepkiden çekindikleri için. İkinci ve daha önemli sebebi “para bastığı” için.

Kabe için şimdilik başka taktikler uyguluyorlar. Etrafına rezidanslar inşa edip, Kabe’yi “gömüyorlar.” Bir yandan Hz. Ebu Zerr’i* edebi bir figüre dönüştüren diğer yandan “yeryüzünün nimetleri benim için değil miydi, cenneti bekleyemem” anlayışı ile hareket eden ne kadar Karun varsa bu rezidanslardan yer edinmek için yarışıyor.

Vahhabilerin İslam tarihine saldırılarının kısa bir listesi

Vahhabiler 1800’de Mekke’ye girdiklerinde ilk yaptıkları iş Peygamber döneminden kalma yapıları yerle bir etmek oldu. Peygamber’in mezarı ise talan edildi.

1925’te Medine’de bulunan ve içinde yatanlardan dolayı “Cennetu’l Baki” adı verilen mezarlıktaki bütün mezarlar Kral Abdülaziz bin Suud’un emri ile yıkıldı.

Cennetu’l Baki adı peygamberin yakınlarının buraya defnedilmesinden geliyor. Bu mezarlığa ilk olarak “Osman bin Mezun” defnedilmiş ve bizzat Peygamber’in emri ile buraya ağaçlar dikilmişti. (adının buradan geldiği de söyleniyor)

Peygamber’in oğlu İbrahim de bu mezarlığa defnedildi. Peygamberin halaları Safiye, Atike, Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed, 3. Halife Osman ve Enes bin Malik de buraya defnedildiler.

Kral aynı yıl peygamberin dedesi ve ataları, eşi, annesinin mezarlarının bulunduğu Mekke’deki Cennetu’l- Mualla mezarlığını yıktırdı.

Hz. Havva’nın Cidde’deki mezarı, Hz. Muhammed’in babası Abdullah’ın Medine’deki mezarı, Hz. Fatıma’nın Medine’deki mezarı, Medine’deki Selman el-Farisi Camii, Peygamber’in hicretten sonra Medine’de yaşadığı ev, 6. İmam Hz. Caferu’s Sadık’ın Medine’deki evi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in doğdukları, Hz. Ali’nin evi de vahhabiler tarafından yerle bir edildi.

Bu liste daha da uzatılabilir.

Bunlara kim dur diyecek?

Bu vahşi akımın İslam’a vurduğu fikirsel darbeyi bir kenara bırakalım, bugün de aynı icraatları devam ettirdiğini görüyoruz.

Libya’da, Mali’de birçok İslam eserini yok eden Vandallar sürüsü şimdi de Suriye’ye el atmış durumdalar.

Vahhabi terörist - nebbaşlar en son geçtiğimiz günlerde sahabeden Hicr bin Adiyy’in Şam – Adra’da bulunan türbesini tahrip edip, cesedi bilinmeyen bir yere götürdüler.

Bu vahhabilerin Suriye’deki ilk ve son icraatı değil.

Daha önce de Rakka’da Ammar bin Yasir’in türbesinin karşısına geçip top atışı ile türbeyi “Allahu Ekber” çığlıkları arasında yerle bir etmişlerdi.

Şam’daki Seyyide Zeyneb türbesine de iki kez saldırı girişiminde bulunup bomba patlattılar. Bu nedenle tüm Müslümanlar tarafından kutsanan bu mekan uzun bir zamandır kapalı.

Şimdi de “Suriye ordusu çekilmez ise Hz. Zeyneb ve Hz. Rukiyye’nin türbelerine yeni saldırılar düzenleyip naaşlarını çalmak ile tehdit ediyorlar.

Bu teröristler kutsallara saldırırken Sünni, Alevi, Hıristiyan ayrımı da yapmıyorlar.

Minaresini “Suriye ordusu kutsallarımıza saldırıyor” görüntüsü vermek için yıktıkları onlarca caminin yanı sıra Halep’teki Emevi camisini tamamıyla harap ettiler, en sonunda minaresini de bombaladılar.

Osmanlıyı geri getirme hayali ile yanıp tutuşanlar daha önce de tarihi Halep çarşısını yakıp yıkmışlardı. Osmanlıdan kalma avizeler ve onlarca eserin bulunduğu çarşı şimdi harap vaziyette.

Tarihi Halep kalesi, kiliseler, camiler, türbeler, Humus’taki Şövalyeler Kalesi, Lazkiye’deki Selahaddin Kalesi, Busra’daki dünyanın tümü ile ayakta kalabilen tek sağlam antik tiyatrosu, Palmyra harabeleri ve müzesi bu vahşilerin kurbanı oldu. Kimisi tamamen tahrip edildi, kimisi kısmen. Kimisinden bütün eserler çalındı.

Tıpkı Maarrat el-Numan’da yaptıkları gibi: Koskoca mozaiği çalıp götürdüler, İslam tarihinin en büyük şairlerinden Ebu ala el-Maarri’nin heykelini kırdılar.

Camileri silah deposu olarak kullandıklarını ancak içeriden açılan ateşe karşılık buralara ateş açıldığı zaman “Müslümanlara saldırıyorlar” iki yüzlülüğünü saymamıştık, bunu da ekleyelim.

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

Fahreddin Paşa Savundu, Biz Seyrediyoruz
Muaz Ergün
16 Şubat 2013



İslam Coğrafyası adeta bir enkaz haline getirilmiş. Bir yanda emperyalist akınlar, iç çatışmalar diğer yanda bizzat bu coğrafyanın mukimleri tarafından girişilen yıkımlar. Binlerce yıllık tarih tamamen bir harabe, bir moloz yığınına dönüşmüş. Tarih yakılan, yıkılan, yok edilen bir medeniyetin döl yatağı. Camiler, türbeler, medreseler, hanlar, hamamlar, kütüphaneler, evler, barklar… Kadim medeniyet adına bütün izler birer birer silinip gidiyor. İslam Coğrafyasında sanki yıkımdan başka hiçbir şey olmamış gibi. Geriye yalnızca bu yıkımlardan izler kalacak. Herhalde artık kimse hatırlamaz olacak buralarda yaşanılan altın çağları. Kimse bilmeyecek sokaklarda huzurun gezdiğini, medreselerde büyük âlimlerin ilim tedris ettiğini, çeşmelerden bengisuların aktığını, uzun çöl gecelerinde ayın lacivert bir şarkıya daldığını, en güzel düşlerin mağripli akşamlarda görüldüğünü, Nil’in yemyeşil bir bereketi akıttığını, dağların yağmalanmamış masallar ülkesi olduğunu…

Baştanbaşa bir yıkım. Geri dönüşü olmayan, geriye dönüşün izlerinin olmadığı… Bizim de bir tarihimiz var mıydı diye sorulacak acı bir soru!.. Evet, yıkılan, yağmalanan bir medeniyet… Bu yıkımdan hem mimarimiz, sanatımız, kültürümüz hem de büyük adamlarımız payını alıyor. Alçak gönüllüğün, adanmışlığın, tevazuun, merhametin, aşkın ve isyanın sembolü büyük adamlarımız… Onları da artık bilmez olduk ya da hatırlamak istemiyoruz.

Bir yandan silahlarla, bombalarla yıkılıyor yurdumuz. Diğer yandan buldozerlerle, dev inşaat makineleriyle tarihimiz ve tarihe ilişkin olanlar. Sonu gelmez bir kazanma hırsıyla hırpalanıyor coğrafyanın yüreği. Düşman kanla yıkıyor bütün diyarlarımızı. İçimizdeki hırsına, şeytanına teslim olanlar daha fazlasına sahip olmanın yıkıcılığıyla. Sınır tanımaz bir küstahlıkla, hoyrat bir anlayışla yağmalanıyor coğrafyanın bütün kadim değerleri. Kim neyi götürürse kendini kahraman zannediyor. Kendini zeki… Bazen düşman bile yapmıyor bizim bize yaptığımızı. Kendini efendi sananların yıkımı, yıkıntısı…

Bize yukarıdakileri hatırlatan olguların en başında son zamanlarda Mekke’de, Medine’de, Kâbe-i Muazzama etrafında yapılan değişiklikler geliyor. Zaten öbür türlü yıkıma, talana bir nevi alıştık. Coğrafyamızda her gün bir yerde kandan oluklar akıyor. Her şey yağmalanıyor. Mekke, Medine… Bu imanın beşiği şehirler, Kâbe ve etrafı asli kimliğinden arındırılarak adeta bir tatil beldesine dönüştürülmekte, dev otellerden dolayı görünemez hale getirilmekte. Bütün insanların eşit olduğunun, kimsenin kimseden üstün olmadığının bütün yeryüzüne ilanı olan Hac ibadeti bile neredeyse bir reklama, prestij nesnesine dönüştürülmüş. O kutlu beldeler zenginliğin, şatafatın göstergeleriyle doldurulmakta. Aynı zamanda buralardaki tarihi yapılar sudan sebeplerle yıkılmakta, yok edilmekte. Özellikle Osmanlı’dan kalan yadigârlar… Bu mütevazı yapıların yerine kibir kuleleri dikilmekte. Göğe ağan isyan bulutları gibi… Ben Mekke’yle, Medine’yle ilgili bu tür haber duyduğumda aklıma Fahreddin Paşa ve Medine Müdafaası geliyor. Gözlerim dolarak bakıyorum o zor yıllara. Aklın, muhayyilenin anlamakta zorluk çektiği mücadeleye. Ancak ve ancak imanla, karşılıksız bir sevdayla anlatılabilecek bir durumdur bu. Ağlayarak yad ediyorum Peygamber-i Zişan’a olan derin sevginin, muhabbetin ikliminde gerçekleşen Fahreddin Paşa’nın muhteşem destanını.

Hicaz-ı Şerif bütün Müslümanlar için bir toprak parçasından, yeryüzünün herhangi bir coğrafyası olmaktan daha büyük değere sahiptir. Orada Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi bütün yeryüzünün elması mesabesinde iki kutlu şehir var. Biri İslam’ın doğuşuna yataklık eden, inancın Hira’sını bağrında taşıyan, derin tefekkürün ışığında insanlığın aydınlığa erişme çağrısının dört bir yanda çınladığı Mekke. Diğeri Nebiler Nebisi’nin arı duru çağrısının bütün yeryüzüne yayıldığı, İslam’ın gayri insani bütün otoriteleri, iktidarları yerle bir ettiği, insanlığa felah reçetesinin sunulduğu Medine.

Tarih boyunca bütün Müslüman Devletler tarafından özel bir statüye sahip olmuştur Hicaz. Önemine binaen titizlikle korunmuş ve asli yapısı bozulmadan imar edilmiş. Özellikle Osmanlı Devleti zamanında burası tamamen özerk bir yapıya sahip olmuş. Hicaz halkından vergi alınmamış ve halk askerlikten muaf tutulmuş. Hatta bütün Hicaz’da Osmanlı Padişah adına hutbe okutulurken bu mukaddes yerlere saygıdan ve Peygamber soyuna hürmetten dolayı padişah adına hutbe okutulmamış, hiçbir kaleye Osmanlı Bayrağı asılmamış. Bugün ise bütün Ümmet-i Muhammed’in ortak mirası olan bu yerler belli bir zümrenin tekeline bırakılmış ve adeta yok edilir gibi. Yağmalanır gibi. Tarihten, maziden, çileden geriye hiçbir şey bırakılmamacasına…

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti yıkılış sürecinde Avrupa’daki, Balkanlar’daki, Ortadoğu’daki topraklarını yitirdi. Osmanlı’nın Ortadoğu’dan, Arap Yarımadasından çekilişi bir trajedinin, acının, gözyaşının tarihidir. Çekilirken cephelerde verilen mücadeleler ise hepimizin yüz akı. Vatan sevgisinden, İslam diyarını küffara çiğnetmemekten başka sermayeleri olmayan büyük adanmışların yazdıkları, örgütledikleri büyük direnişler… Yokluklarla, yoksunluklarla dolu mücadelenin parmak ısırtan destanı. Medine Müdafaası tam da böyledir. İngilizlerin yönlendirmesi ve cesaretlendirmesiyle Medine’yi ele geçirip krallık kurmak için isyan eden Şerif Hüseyin’e karşı 1916 yılında 4. Ordu Komutanı olarak Medine’ye gönderilen Fahreddin Paşa’nın gerçekleştirdiği Medine Müdafaası akıllardan çıkacak gibi değildir. Zaten akıllardan çıkmaması gerekir.

Lawrence’nin “Çöl Kaplanı” lakabını taktığı Fahreddin Paşa iki yıl yedi ay gibi uzun bir süre her türlü yokluğa, sıkıntıya, hastalığa, açlığa göğüs gererek Medine’yi müdafaa etti. 1918 yılında Mondros Mütarekesinin imzalanmasına rağmen silahlarını bırakmadı. Harem-i Şerif’i bedevilerin yağmasından korumak için canhıraş bir gayretle mücadele etti.

Bir yandan açlık, diğer yandan hastalıklar, bıkkınlıklar, ihanetler… Ellerinde doğru düzgün silah ve cephaneleri yok. Yardımın geleceği demiryolu Lawrence tarafından havaya uçurulmuş. Hiçbir şekilde destek de gelmiyor. Bir de çölün kendine özgü şartları. Gölgede bile insanın beynini kaynatan sıcaklık, arada bir yağan dolu, sinek, sıtma, çöl rüzgârı… Bütün bu çetin şartlara rağmen Paşa’nın ve askerlerinin Yüreklerinde Resul-ü Ekrem’e karşı sonsuz muhabbet. Yüreklerinde sonsuz iman… Bu halde aylarca savundular Ravza-i Mutahhara’yı. Aylarca Ümmet-i Muhammed’in namusu için vuruştular.

Açlığın had safhaya vardığı bir zamanda Fahreddin Paşa hayatta kalmak için çekirge yemenin faydalarını anlatan bir tamim yayınlar. Askerleriyle birlikte çekirge yiyerek ayakta kalırlar. Her şeye rağmen, bütün umutsuzluğa karşın aşağıdaki manifestoyu yayınlar: “..Ey Nâs!.. Malumunuz olsun ki, şecî kahraman askerim bütün İslamın teyid-i manevisiyle Hilafetin gözbebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son neferine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce, müslümanca azm-û cezm etmiştir. Bu asker, Medine’nin enkazı altında ve nihayet ‘Ravza-yı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten mensuc kızıl bir kefende görülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet ‘Mescid-i Saadet’ minarelerinden ve yeşil kubbesinden Osmanlılığın Albayrağı alınamayacaktır…”

Zor şartlarda İngilizlere ve Şerif Hüseyin’e karşı destansı bir mücadele veren Fahreddin Paşa askerlerinin birçoğunun hastalanması, ölmesi, subaylarının teslim olması için bakı yapmaları ve Halife’nin emriyle teslim olur ama silahını İngilizlere teslim etmez. Ravza-i Mutahhara’ya emanet eder. Böylelikle asırlarca süren Osmanlı Hadimiyeti sona erer.

Medine Müdafii Fahreddin Paşa düşmanlarının bile önünde eğildiği muhteşem bir kahramanlık göstermiştir. Bugün Türk askerine Mehmetçik denilmesine sebep olan şey Medine Müdafaasıdır. Maalesef yıllar boyu bu miras çok hor kullanıldı Türkiye’de. Ordu kendini var kılan bütün tarihiyle, milletiyle, milletinin değerleriyle kavga etti. Askeriye üzerine oturduğu tarihsel mirası hoyratça savurup durdu yıllar boyu.

Fahreddin Paşa ve askerlerinin Medine’den ayrılışı çok hazindir. Hasta, yaralı askerler birbirinden destek alarak son defa Harem-i Şerif’i gözyaşları içinde ziyaret ederler. Peygamberimizin kabrine yüzlerini sürerek dua ede ede veda ederler Medine-i Münevvere’ye. Kendilerini yurtlarına döner ama gönüllerini orada bırakırlar. Bu tablo karşısında Osmanlı askerine diş bileyen Araplar bile hüngür hüngür ağlarlar.

Muhterem Fahreddin Paşa ve askerleri her türlü yokluğa, yoksunluğa rağmen Ravza-ı Mutahhara’yı, Kâbe’yi savunmuşlardı. Biz Kâbe’yi kapitalist mantıktan, yağmacı kar anlayışından, kutsalı pazarlama hastalığından koruyamıyoruz. İnancın beşiği topraklar insanoğlunun hırsının, gösteriş şehvetinin şerrinden kirleniyor. O kutlu beldeler kirleniyor dünyevi hırs ve menfaatten…

Evet, bugün Mekke, Medine tarihsel kimliğinden arındırılma tehlikesiyle karşı karşıya. Kabe-i Muazzama’nın etrafını genişletme bahanesiyle revakları kaldırılan, kalesi yıkılan Osmanlı böyle korumuştu Harem-i Şerif’i düşmana karşı. Canlarını, mallarını, çoluk çocuklarını hiçe sayarak aylarca aç, susuz korumuşlardı bu kutlu beldeleri. Osmanlı revaklarının yıkılması yerine göğe inat gibi yükselen kibir kulelerinin yıkılması gerekir. Kapitalizmin sembolü otellerin. Mesela Hilton’un, Zemzem Towers’in…

www.dunyabizim.com

Suud'un Vehhabi zorbaları Hz. Hatice'nin evini tuvalet yaptı
22 Ocak 2013



Aktüel'den Birol Biçer'in haberi;

Hz. Hatice'nin evini tuvalet yaptılar

Dünyanın en yüksek emlak piyasasının bulunduğu yerlerin başında Monaco geliyor. Kumarhaneleriyle ünlü küçük prenslikte emlak fiyatları metrekaresi 43 bin dolara kadar varıyor.

Ancak son dönemlerde Müslümanların kıblesi Kabe'nin bulunduğu Mekke şehrinde metrekaresi 200 bin dolara kadar çıkan emlak fiyatları Monaco'ya rahmet okutturacak cinsten. Her karışı son peygamber ve sahabesinin izlerine, İslam'ın doğuşu ve gelişimine şahitlik etmiş Mekke'de öyle hummalı bir mega-yapılaşma hüküm sürüyor ki son yılların gözde şehirleri Dubai ve Abu Dabi'deki şatafatı dahi gölgede bırakacak gibi görünüyor.

Hz. Hatice'nin evi tuvalet oldu

İslam dünyasının kalbi Kabe'nin 600 metre yakınında yükselen ve 30 kilometre mesafeden görülebilen, Londra'daki Big Ben'i bile gölgede bırakan dünyanın en büyük saat kulesi Abraj el-Beyt ve Kabe'nin etrafını çevreleyen lüks oteller ve alışveriş merkezlerinden kurulu gösterişli projeleri artık duymayan kalmadı.

2011 yılında sona eren ve 15 milyar dolara mal olan bu projenin yerindeliği çok tartışılsa da sadece tartışıldığıyla kaldı. Kabe'ye tepeden bakan ve bütünlüğü içerisinde onu haritada küçük bir nokta gibi bırakan dev kompleks 1781 yılında Osmanlılar tarafından Mekke'yi korumak için inşa edilen Ecyad Kalesi yıkılarak yapılmıştı.

Ecyad Kalesi Suudiler tarafından 2002 yılında yıkılırken ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada teessüflere neden olmuş ancak bu tarihi ve kültürel miras yıkımına karşı yükselen seslere "Devlet otoritemizin kararına kimse karışamaz" cevabı veren Suudi Dışişleri Bakanı'na karşı hiçbir etkisi olmamıştı.
Mekke toprakları üzerinde milyonlarca ziyaretçiyi ağırlamak üzere birbiri ardına yükseltilen dev projeler birbirini izlerken İslam'ın ilk günlerinden bugüne dek ayakta kalmayı başarabilmiş sembolik ve kültürel değerlerinin çok ötesinde pek çok varlık da onlara yer açabilmek için göz kırpılmadan yerle bir ediliyor.

Örneğin Hz. Muhammed'in eşi Hz. Hatice'nin evi umumi tuvaletlere yer açmak için rahatlıkla feda edilmiş durumda. Peygamber'in büyük dostu ve halifelerinin birincisi Hz. Ebu Bekir'in evinin yerinde ise Hilton Oteli yükseliyor. Yine Hz. Peygamber'in torunlarının evlerinin yerinde bugün Kral'a ait saraylardan biri yer alıyor. Bunlar sadece kültürel miras olmakla kalmayıp dini açıdan da önemli sembolik değeri bulunan ama rant uğruna feda edilen sayısız mahalden ancak birkaçı.

Bu yıkıma cılız itirazlar sadece dışarıdan değil, Suudi Arabistan'ın içinden de geliyor. Örneğin 30 yıldır bu şekilde yok edilen tarihi ve dini yerlere fazlasıyla şahitlik etmiş olan Cidde Hac Araştırma Merkezi "Mübarek şehrin; kültürel varlığı, kültürü, kimliği ve doğal çevresi olmayan bir makineye dönüştürüldüğü"nü düşünüyor.

Suudi rejiminin Vehhabi anlayışını payanda yaparak gerçekleştirdiği bu dev yapılaşmaya karşı dağlar bile dayanamıyor ve bir bir ortadan kayboluyorlar. Ecyad Kalesi yıkılırken tıraşlanarak dümdüz edilen üzerinde kurulduğu tepe bunlardan yalnızca biri.

Kabe civarı ve Mekke topraklarında mantar gibi yükselmeye devam eden dev ve lüks projeler bu kadarla sınırlı olmadığı gibi hem tarihi hem de dini kültürel değerlerin yıkımı da salt Osmanlı yadigarı Ecyad Kalesi'yle sınırlı kalmıyor.

Mekke'de ilk kuleleri hızla yükselen bir başka milyarlık proje de Cebel-i Ömer tesisleri. 100 bin kişiyi ağırlamak üzere tasarlanan bu büyük proje de 26 lüks otel, 4 bin mağaza ve 500 restoranı içeriyor. Dev apartman bloklarından oluşan bu yapının da kimi noktalarda 200 metre yüksekliğe ulaşması planlanıyor. Bunu takip eden bir başka proje ise El Şamiye muhitinde yükseliyor. 10 milyar dolarlık yatırım bedeline ulaşan ve tamamlanması an meselesi olan bu yapı kümesi de 400 bin metrekarelik bir cami eklentisi. Böylelikle Kabe'nin etrafını çevreleyen Mescid-i Haram'a 1 milyon 200 bin kişi için ibadet alanı sağlanmış olacak. Mescid-i Haram'ın Kuzey bölgesinde eklenti olarak yapılan bu ibadet alanının mal olduğu bedelse sadece 10 milyar dolarla sınırlı değil. Zira bu bölge şehrin en tarihi bölümü içerisinde yer alıyor ve ek kompleksin yapımı bu bölgedeki tarihi ve sembolik ne varsa yok edilmesi anlamına geliyor.

Vehhabilik kültürel değer dinlemiyor

Mekke'nin Doğu tepeleri üzerinde yapımı devam eden bir başka projeninse büyük ihtimalle Hz. Muhammed'in doğduğu semti yok edeceği öngörülüyor.

Bu öngörüde bulunansa Londra'da İslami kültürel varlıkları korumak üzere kurulmuş olan İslam Mirası Araştırma Vakfı başkanı İrfan El-Alevi. El Alevi'ye göre dev projeler uğruna dini sembolik yerlerin tahrip edilmesi kesinlikle kazara olan bir şey değil tam tersine Suudi Arabistan rejimi tarafından resmen benimsenen "Vehhabilik anlayışı tarafından teşvik ediliyor". İslam'ın ve Kur'an'ın oldukça sert ve yüzeysel bir yorumuna dayanan Vehhabilik anlayışı Muhammed Bin Abdülvehhab tarafından 18'inci yüzyılda geliştirildi. O dönemde Suud ailesi tarafından korunan ve aileye damat olarak alınan Bin Abdülvehhab'ın, Vehhabi görüşü o tarihten itibaren Suudi iktidarının da resmi mezhebi olarak benimsendi. Türbe, kabir ziyaretlerini şirk sayan görüşe göre, tarihi ya da kültürel varlıklara özel bir değer atfedilmesi dinen sakıncalı. Bu anlayışa göre böylelikle sembolik ve tarihi varlıkların kutsallaştırılmasının, tabulaştırılmasının önüne geçilmiş oluyor. Ancak işin ironik tarafı aynı görüşü resmi mezhep olarak benimseyen Suud yönetiminin İslam'ın ilk yıllarının doğal müzesi niteliğindeki yapı ve coğrafyayı dümdüz ederken, kendi hanedanlarının beşiği niteliğindeki Dariya'nın Unesco'nun dünya mirası listesine alınması için büyük baskı ve ısrarlarda bulunması.

Mekke'de devam eden ve tarihi sembolik ne kadar yapı ve mahal varsa dümdüz eden uygulamaları üzüntüyle seyredenlere göre Mekke'yi "bir tür Disneyland" haline getiren bu yapılaşma bir başka açıdan İslam tarihinin bir müzesi olarak "Mekke'nin yok edilmesi" anlamına da geliyor. Son olarak Kabe'nin etrafını saran açık alanının genişleterek saate 130 bin kişinin ziyaretini sağlamak üzere başlayan çalışmaların Mimar Sinan tarafından tasarlanan kısımları yok edebilecek olması ya da Abbasi döneminden kalan sütunların itirazlara rağmen yıkılmış olması da bu pervasızlığın bir başka örneği.

Ancak bu tarih ve kültür yıkımının Mekke tam bir ticaret ve lüks şehir haline getirilirken durdurulması pek de mümkün görünmüyor. Çünkü artan taleplerle beraber şehrin gelecek yıllarda ziyaretçi kapasitesinin giderek artırılması kaçınılmaz. Mekke'ye yakın Cidde şehri havaalanı yılda 80 milyon yolcuyu ağırlayacak şekilde genişletilmeye başlandı bile. Hac ve Umre ziyaretçileri yoğunluklu yılda 12 milyon kişiyi ağırlayan Mekke'nin 2015'te bu kapasitesi 17 milyon kişiye çıkarılması planlanıyor.

Medine de tehdit altında

Madalyonun bir yanında Hac ve Umre ziyaretçilerinin artışıyla ihtiyaca cevap verme arayışı, öte yanda Mekke'yi lüks bir ticaret merkezi haline getirme çalışmaları... Madalyonun diğer yüzündeyse ortadan kaldırılmasında hiçbir sakınca görülmeyen ve buldozerlerle rahatlıkla dümdüz edilen tarihi, kültürel ve sembolik yerler... Ancak bu yıkımın mağduru sadece Mekke değil. İslam dini açısından en az onun kadar önemli olan Medine için de aynı tahribat söz konusu. Hac ve Umre ziyaretçilerinin bir diğer uğrak noktası olan ve Hz. Peygamber'in medfun bulunduğu Medine'nin de aynı hoyratlıktan nasıl muzdarip olduğunu Suudi Arabistanlı gazeteci Eşref İhsan El Fakih blogunda oldukça net dile getiriyor. El Fakih'e göre 30-40 yıldır hacılar için altyapı çalışması ya da sembolik yerlerin tabulaştırılmasının önüne geçilmesi bahanesi altında yapılan yıkımlar karşısında Hicaz bölgesi halkı kendi kimliklerinin silinmeye çalışıldığı yönünde bir komployla karşı karşıya olduğunu düşünüyor. El Fakih'e göre Mekke'deki modern yapılaşma ve onun getirdiği kültürel tahribat Medine'de de aynen yaşanıyor. Örneğin Hz. Muhammed'in vefatından sonra Müslümanların toplandığı ve ilk halifeyi seçtikleri Beni Saide Gölgeliği artık yok. Uhud Savaşı'na sahne olan Uhud Dağı yol genişletme çalışmalarının tehdidi altında dümdüz edileceği günü bekliyor. Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber'in dua ettiği yerlerde kurulan yedi caminin yıkılması gerçekleştirilecek projelerin tehdidi altında. Dördüncü Halife Hz. Osman'ın Medinelilere su getirmek için satın aldığı su kuyuları unutulmaya terk edilmiş durumda. Kısacası El Fakih'e göre Ümeyyeoğulları, Abbasiler, Fatımiler, Memluklar ve Osmanlılar dönemlerinde korunması uygun görülen İslam tarihine ait varlıkların hepsi bugün Medine'de de yok olma tehlikesi altında.
Bu anlamda Medine'yi tehdit eden projelerden biri ise Mescid-i Nebevi'nin genişletilmesi projesi. Temeli kral tarafından geçen yıl atılan proje bitirildiğinde Medine'nin de herhangi bir Batı şehrinden farklı olmayacağı tartışılıyor. Pek çoklarına göre tüm bu çalışmalar "Mekke ve Medine'yi İslami tarih ve kimliğinden koparıyor". İslam'ın iki kutsal şehrinin karşı karşıya kaldığı tehlikeye dair pek çok görüş ileri sürülüyor ancak belki de bu tehlikenin niteliğini en iyi "Paris Hilton'un Mekke'deki alışveriş merkezlerinden birinde kendi mağazasını açacağını duyurması" haberi açıklıyor.

Kaynak: Aktüel

Independent: Mekke, Vegas'a dönüşüyor
24 Eylül 2011



Suudi yönetiminin Mekke'de inşa etmeyi planladığı yüzlerce yeni otele ve dini mekanların yok olması tehdidine İngiliz gazetesinden de tepki geldi

Suudi Arabistanlı yetkililerin Mekke şehrinde Kabe yakınlarına 500 adet yeni otel inşası için verdiği lisans ve kutsal şehrin değişen çehresi İngiliz Independent gazetesinde eleştirildi.

"Zenginler için Mekke: İslam'ın en kutsal mekanı Vegas'a dönüşüyor" başlıklı haberde, Mekke'de inşa edilmesi planlanan 500 otel hakkında bilgi veriliyor, bu otellerden birinin 5 bin odaya sahip olacağı aktarılıyor.

Ülkede neredeyse kimsenin memnun olmadığı, ancak korku nedeniyle sesini çıkaramadığı projenin, Suud ailesi için "zenginliği ortaya seren bir beton ve çelik metropolü" yaratma hayali olduğu ifade ediliyor.

Sadece Türkiye ve İran'ın kutsal kentte yapılan bu değişime tepki gösterdiği belirtilen haberde, çok sayıda tarihi ve dini öneme sahip yapının otel inşaatları adına yok edileceği belirtiliyor.

"YAĞMACILIK"

Haberde, Mekke ve Medine'de yaşayan müslümanların, "zengin müslümanlara yönelik lüks otellere" tepkisine dikkat çekilirken, herkesin eşit olması gereken bu kutsal mekanlarda dahi paranın öne çıkmasından duyulan rahatsızlık aktarılıyor.

Yeni otellerin hizmete girmesinin ardından hac ve umre sezonları gelirlerinin gelecek yıllarda 27 milyar doları aşacağını kaydediliyor. Tarihçiler ve arkeologlar ise, otellerin inşaatları sırasında yok edilecek mekanlara dikkat çekerek, olayı "yağmacılık" olarak niteliyor.

İslam Mirası Araştırma Vakfı yönetim kurulu başkanı Dr İrfan el-Alevi ""Hiç kimse bu kültürel yağmayı kınamak için ayağa kalkacak cesarete sahip değil" derken, şimdiye kadar Mekke ve Medine'de 500'e yakın tarihi ve dini mekanın kaybedildiğini ifade ediyor.

HZ. HAMZA'NIN EVİ DE YIKILACAK

Ülkenin önde gelen mimarlarından ve İslam mimarisi uzmanı Sami Angavi de, planlanan inşaatların "Allah'ın evinin kutsallığına ve Mekke'nin doğasına tamamen aykırı" olduğunu belirtiyor. "Mekke ve Medine tarihsel olarak neredeyse bitti" diyen Angavi, " artık gökdelenler dışında bir şey göremiyorum" diyor.

Angavi'yi en fazla endişelendiren ise, Kabe etrafında yapılması planlanan genişletme projesi ve bu kapsamda yıkılacak olan dini öneme sahip mekanlar. Bunlar arasında Peygamber Efendimiz'in doğduğu ev, amcası Hz. Hamza'nın büyüdüğü ev ile Osmanlı ve Abbasi dönemine ait yapılar bulunuyor.

Vahhabi Suudi yönetiminin dini mekanları ziyareti "şirk" olarak nitelediklerine ve yıkılmasını teşvik ettiklerine vurgu yapılan haberde, yıkılma tehdidi altındaki bazı yapılar şöyle listeleniyor:

Beyt-ül Mevlid

Vahabiler 1920'lerde Mekke'nin yönetimini ele geçirdiğinde Peygamber Efendimiz'in doğduğu evin üstündeki kubbeyi yıkmıştı. Yeni proje ise evin tamamen yıkılmasından endişe ediliyor.

Osmanlı ve Abbasi sütunları

Kâbe-i Muazza'nın etrafındaki genişlemenin bir parçası olarak yıkım için planlananlar arasında, tarihi 17. yüzyıla kadar uzanan ve bu kutsal mekanın ayakta kalan en eski bölümleri olan sütunlar da yer alıyor. Bu sütunların her birinin üzerinde farklı sahabelerin isimleri yazılı... Osmanlı Mekke'si artık hızla yok oluyor.

El Mescid-i Nebevi

Uzun yıllar boyunca, bazı Vahhabi din adamları, Medine'de Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in kabirlerinin bulunduğu cami üzerinde oturan 15. yüzyıl yapımı yeşil kubbenin yıkılması gerektiğini savunuyor. Suudi Arabistan Baş Müftüsü Abdülaziz El Şeyh tarafından onaylanan 2007 yılına ait bir broşürde "yeşil kubbe yıkılmalı ve Peygamber Mescidindeki üç mezar düzleştirilmeli" ifadesi yer aldı.

Nur Dağı

Peygamber Efendimiz'in ilk Kur'an âyetlerini aldığı Hira Mağarası'nın bulunduğu Mekke dışındaki bu dağa gösterilen ilgi de Suudi din adamlarını rahatsız ediyor. Hacıların orada toplanmasını engellemk için daha çıkılan basamaklarını yıkılması, hatta dağın tamamen yok edilmesi tartışılıyor.
dunyabulteni.net

Mekke'ye 22 gökdelen daha yapılacak
06 Kasım 2010
Mekke'de Kabe'nin yakınında bulunan Zemzem Towers'ın arka kısmına 22 gökdelen yapılması için proje hazırlandı. Gökdelenlerden 8'inin yapılacağı bölgeye Türk Mahallesi adının verilmesi düşünülüyor.
Harem-i Şerif'in bitişiğinde yer alan Suudi Arabistan Krallığı binasının bir kısmının yıkılarak Zemzem Towers kulelerine taşınması planlanıyor.

Zemzem Towers'ın idare, işletme ve tanıtımını yürüten Ravza Şirketinin Danışmanı Nazım Karaman, Zemzem Towers'ın devam eden inşaatı ile yeni projeler hakkında Türk gazetecilere bilgi verdi.

Zemzem Towers adıyla bilinen ve 7 kuleden oluşan gökdelenlerin Kral Abdülaziz Harameyn Şerifeyn Vakfı tarafından yaptırıldığını belirten Karaman, bu kulelerin gerçek isminin Beyt kuleleri anlamına gelen "Abracl Beyt" olduğunu söyledi.
[img]http://www.haber10.com/images/media/gallery/4759bdf9-8fc7-e011-884c-a4badb3e28d6.jp[/img]g
Osmanlı döneminde Kâbe'nin korunması amacıyla inşa edilen Ecyad Kalesi yerine aynı amaçla Zemzem Towers kulelerinin yaptırıldığını savunan Karaman, en yüksek kule olan 111 katlı Beyt Oteli'nin üst kısmında saat bulunduğunu, bu saatin alt katına Kral Abdülaziz'in makamının taşınacağını bildirdi.
Saat kulesinden daha alçak olan ve Merve, Safa, Hacer, Zemzem, Sara, Makam isimli kulelerin üst katlarına ise Krallık emirlerinin yerleşeceğini belirten Karaman, kulelere yerleşme nedeniyle Harem-i Şerif'in çevre duvarına bitişik olan Suudi Arabistan Krallık Binası'nda boşalan bazı bölümlerin yıkılacağını kaydetti.

Nazım Karaman, Kâbe manzaralı Zemzem Towers'ın arka kısmına 22 gökdelen yapılması için proje hazırlandığını bildirdi.
Gökdelenlerin yapılacağı alandaki arazilerle ilgili işlemlerin tamamlanmasının ardından inşaata başlanacağını anlatan Karaman, Kâbe'ye yakın bölgede yapılması planlanan 8 gökdelenin bulunduğu alana Türk Mahallesi isminin verilmesinin ve bu gökdelenlerin Türk hacı adaylarına hizmet vermesinin düşünüldüğünü kaydetti.
Zemzem Towers'ın 8 bin yatak kapasiteli olduğunu anımsatan Karaman, yapılması planlanan 22 gökdelenin 27 bin yatak kapasiteli olacağını bildirdi. netgazete

Kâbe-i muazzama'nın gökdelenden görünüşü

14:10 - Müslüman Dünyası'nın kalbi, milyarlarca müslümanın namaza dururken yüzünü döndüğü Kâbe-i muazzama'nın son fotoğraflarını görüyorsunuz. NASA'nın uzaya fırlattığı bir uydudan çekilmiş olduğu intibaını uyandıran bu kareler, belki inanmayacaksınız, ama, Mekke-i mükerreme'yi kuşatan gökdelenlerin birinden çekildi. Suudîler tarafından yıkılan Osmanlı kalesi El Ecyad'ın yerine kurulan otellerde kalanlar, pencerelerinden Kâbe-i muazzama'yı görebilmek için, kendi ayak uçlarına bakmak zorunda kalıyor 05.09.2010 MEKKE netgazete

Mekke

Lasvegas

Mekke

Lasvegas

Mekke

Lasvegas

Kabe manzaralı içki sofrası
25-05-2011

THY dergisinde ilginç reklam

BeyazTV`de canlı yayına katılan Hulki Cevizoğlu, Türk Hava Yolları`na ait Skylife dergisinde yer alan bir reklamda fotoğrafında Kâbe`ye karşı şarap servisi fotoğrafı yer aldığını kaydetti.

Skylife dergisinde yer alan ve Kâbe ile şarabın aynı karede teşhir edildiği lüks otel reklamında yer alan içeceğin şarap olduğunu iddia eden Hulki Cevizoğlu, Türk Hava Yolları`nın bu yayınla büyük bir skandala imza attığını dile getirdi.
haber5

Hazreti Hadice’nin türbesini işte böyle yıkıp dümdüz ettiler
Murat Bardakçı
8/15/2011
habertürk

HAZRETİ Muhammed’i bizzat görmüş ve onun yanında bulunmuş olanlara “sahabe” denir. Dualarda ve dini sohbetlerde sahabenin çok sık bahsi geçer. Bu kişilerin ölümlerinden sonra nereye ve nasıl defnedildiklerini, türbelerinin bugün bilinip bilinmediğini acaba hiç merak ettiniz mi?

DEFALARCA YIKTILAR

Mekke’deki sahabiler, Kâbe’nin birkaç kilometre ötesindeki bir mezarlığa defnedilirlerdi. “Cennetu’l-Muallâ” denilen bu yer İslâmiyet öncesi dönemlerden beri Mekkeliler tarafından mezarlık olarak kullanılırdı. Hazreti Muhammed’in dedesi, amcası ve ilk eşi Hazreti Hadice buraya defnedilmişti ve Mekke’nin fethinden sonra ölen sahabilerin türbeleri de buradaydı. 17. asırda yaşayan Evliya Çelebi Cennetu’l-Muallâ’dan bahsederken burada yetmiş beş adet kubbeli türbenin bulunduğunu, ama Hazreti Muhammed’in dedesiyle amcasının türbelerinin üzerinde kubbe olmadığını ancak yerlerinin bilindiğini yazıyordu. Hazreti Hadice’nin kabrinin tam yeri, 14. yüzyıla kadar bilinmiyordu. Kabrin yeri, bir Mekkeli’nin 1329’da gördüğü bir rüyayla belirlendi ve 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından üzerine kubbeli bir türbe yapıldı, ayrıca aylıklı bir de türbedar gönderildi. Cennetu’lMuallâ’daki son restorasyonu 1879’da zamanın hükümdarı Abdülhamid yaptırdı. Başta Hazreti Hadice’ninki olmak üzere türbeler baştan aşağı elden geçirildi.

HALK MEZARLIĞI OLDU

Ve konunun en acı tarafı: Mekke’nin Türk hâkimiyetinden çıkması, Cennetu’l-Muallâ’nın da sonu oldu. Arap yarımadasını ele geçiren ve bugünkü Saudi hanedanının kurucusu olan Abdülaziz bin Saud, 1925’te Cennetu’l-Muallâ’daki bütün türbelerin yıktırılmasını ve mezar taşlarının kaldırılmasını emretti. Abdülaziz’in bağlı olduğu Vehhabi mezhebine göre mezarların yerlerinin belli olmaması gerekiyordu. Cennetu’l-Muallâ’da kimin nerede gömülü olduğunun unutulması ve artık bilinmemesi için elden gelen herşey yapıldı. Hazreti Muhammed’in akrabalarıyla sahabilerinin türbeleri kazmalarla dümdüz edildi, arazinin altı üstüne getirildi ve Cennetu’l-Muallâ herkesin defnedilebildiği sıradan bir halk mezarlığına çevrildi.

MEDİNE DE YIKILDI

Aynı rezalet ve ayıp Medine’de de yaşandı ve Saudi hanedanının kurucusu olan Abdülâziz bin Saud, Medine’yi ele geçirmesinden hemen sonra, 1926’da, çok sayıda sahabinin defnedildiği Cennetu’lBâkî mezarlığını da yerle bir etti. Cennetu’l-Bâkî’de tek bir türbe ve mezar taşı bırakmadı, hepsini yıktırdı ve araziyi sıradan bir mezarlık haline getirdi. Şimdi Mekke dönüşü Medine’ye geçen hemen bütün hacıların mutlaka ziyaret ettiği Cennetu’l-Bâkî, bugün bir köşesinde süs niyetine birkaç kırık taşın olduğu ama her yeri apartmanlarla ve geniş caddelerle çevrili bir alandan ibaret...

Kaynak: http://edirnesarayi.blogcu.com/
-
İslam mirası yok mu ediliyor?
04 Kasım 2012



İslam dininin kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi ziyaret eden kişi sayısı yılda 12 milyona çıkarken Suudi Arabistan yönetiminin artan talebi karşılamak için yaptığı inşaatlar ve projeler, İslam mirası açısından endişe yaratıyor

İngiltere’de basılan Daily Telegraph gazetesine göre, son olarak Mekke’de Hz. Muhammed’in eşlerinden birinin evi umumi tuvalet inşa etmek için yıkıldı. Washington merkezli Gulf Institute’a göre son 20 yılda Mekke ve Medine’de 1000 yıllık binaların yüzde 95’i yıkıldı. Independent gazetesinden Jerome Taylor’ın haberine göre de bu ay Medine’de başlatılacak olan genişletme projesi 7. yüzyıldan kalan üç caminin yıkılmasına neden olacak. Taylor’a göre, Hz. Muhammed’in kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi batıya doğru genişletilecek. Bu nedenle Mescid-i Nebevi’nin hemen batısındaki Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kabirlerini barındıran iki cami taşınmak zorunda kalacak.

[img]Kraldan Mekke’ye gökdelen[/img]

Taylor, Suudi Arabistan yönetiminin henüz camileri taşıyıp taşımama konusunda açıklama yapmadığını belirtti. İslami Mirası Araştırma Vakfı’ndan Dr. İrfan el-Alavi Independent’a yaptığı açıklamada “Mekke’nin genişlemeye ihtiyacı olduğunu kimse inkar etmiyor, ancak yetkililerin seçtiği yol endişe veriyor.
Genişletmeyi tarihi İslami alanları koruyarak yapmanın yolları var ama bunun yerine hepsini yıkmak istiyorlar” dedi. Telegraph gazetesi yazarı Damian Thompson da “Suudiler İslam mirasını yıkıyor, Müslüman dünyası neden susuyor” diye sordu.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın geçen yıl onayladığı Kâbe’yi genişletme projesiyle de tartışma başlamıştı. Üç yıl sürecek projeyle aynı anda 770 bin kişinin tavaf edebildiği 356 bin metrekarelik Kâbe’nin kapasitesi 1.2 milyar kişinin aynı anda tavaf edebileceği 456 bin metrekarelik bir alana çıkartılacak. Ancak proje nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a hazırlatılan ve 1590 yılında Mimar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen Osmanlı revakları ve kubbeleri de alanın 20 metre genişlemesi dolayısıyla yıkılmak zorunda kalacak. Kral Abdullah’ın Mekke’ye gökdelen inşa etme planı olduğu da konuşuluyor.

Kaynak: http://gundem.milliyet.com.tr/

Etiketler: haber, haberler, Kâbe, İslam, Mekke, Proje, sultan, Kalacak, Müslüman, İngiltere, Washington, Mimar Sinan, Hz. Muhammed, Kral Abdullah, Suudi Arabistan, Sultan Süleyman,

Mekke’ye Giden Yolda Yıkılan Osmanlı Revakları
Ömür Çelikdönmez
11 Şubat 2013

Yıl 1937… "Ortadoğu’nun batı emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz!"

Müslümanların kutsal mekânı Mekke'de geçtiğimiz yıllarda başlatılan yenileme çalışmaları kapsamında, Osmanlı'nın Kâbe'deki tavaf alanının etrafında yaptırdığı revakların yıkılacağı gündeme bomba gibi düştü. Suudi Arabistan'da Harem'i genişletme projesi kapsamında Kâbe’nin tavaf alanında başlatılan düzenleme çalışmaları aralıksız sürdürülüyor. Mekke'de, Kâbe’nin etrafındaki Osmanlı mirası revaklar yıkılıyor. Bu arada İsrail’in Kudüs’te; Mescid-i Aksa’nın altında bulunduğu iddia edilen Hz Süleyman mabedinin kalıntılarını ortaya çıkarmak için sözde arkeolojik hafriyatı devam ettirdiği medyada tam gaz yer alıyor. Mescid-i Haram’da örtbas edilen Mescid-i Aksa söz konusu olunca ön plana çıkarılan bu mukaddes mekânlara yönelik yıkımlar, ister istemez insanın aklını karıştırıyor. Kabe’deki yıkım bölgesinin genişletilerek Hz. Muhammed'in doğduğu evi de kapsayacağı iddia ediliyor. 10 yıl içerisinde tamamlanması öngörülen proje kapsamında planlarını Mimar Sinan'ın yaptığı revak adı verilen 500 küçük kubbe yıkılarak tavaf alanının genişletilmesinin hedeflendiği anlaşılıyor. El Kaide’nin efsanevi lideri Usame Bin Ladin’in ailesinin sahip olduğu Bin Ladin Şirketler Grubu, bölgedeki 7 bin binanın yıkılmasını ve 12 şeritli yol yapımını da kapsayan 14 milyar dolarlık yıkım ve onarım projesini yürütmektedir. Bin Ladin denilince akla yıkım gelmesi ironik bir durum arz ediyor nedense.

Hicretin on yedinci ve yirmi altıncı yıllarında etraftaki evler yıktırılarak Kâbe'nin avlusu genişletilmiştir. Avlunun etrafı da duvarla çevrilip, duvarın iç kısmına da ağaç direklerin üstüne damlı revaklar yapılmıştır. Daha sonrada benzeri uygulamalara rastlanılmaktadır. Mescid-i Haram'ın tam ortasındaki Kabe'nin yüksekliğini aşmayan revakların Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış planlarını Mimar Sinan'ın hazırladığı biliniyor. Kanuni'nin emriyle Sinan'ın hazırladığı planlar 1590 yılında Mimar Mehmed Ağa tarafından uygulanabilmiştir. Kâbe’nin avlusu genişletilmiş revaklardaki sütunlar yenilenmiş, yenileri eklenmiştir. Tahta kemerler taş ve tuğlaya çevrilerek üzerlerine Türk (Osmanlı) üslubunda beş yüz küçük kubbe yapılmıştır. Her Hac mevsiminde milyonlarca müminin bir araya geldiği mahşeri içtimaın gerçekleştirildiği kutsal mekânda, zaman zaman ihtiyaç duyulduğunda bu tür operasyonlara, popüler tabirle çevre düzenlemesine (peyzaj) gidildiği tarihen sabittir. Hacı Bektaş Veli’nin “Ateş nardadır sacda değildir/Keramet hırkada taçda değildir/Ne arar isen kendinde ara/Kudüs’te Mekke’de hacda değildir” dizeleriyle içtihat yapan (!) Türkiye yönetiminin, diplomatik krize yol açabilecek bir tepkisinin kamuoyuna yansımadığından, revakların yıkılması konusunda Suudilere bu tasarruflarında icazet verdikleri anlaşılmaktadır.

Kur’an mahlûk mudur tartışmasının yaşandığı coğrafyada, günümüzde yaşananlar daha anlaşılabilir bir rota takip ediyor. Allah ve Kur’an mefhumu dışında, hiçbir şeye kutsallık atfetmeyen bir din anlayışının dominant olduğu topraklarda, sahabe mezarlarının dahi yerle bir edildiği dönem yaşandı. İmam İbni Teymiyye’den mülhem mezhep uygulamasının, tarihi kutsala yani dini algının oluşmasıyla ortaya çıkan tarihi/kültürel, maddi ve manevi fenomenlere meydan okuyan bu tutum, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında stratejik açıdan konjüktürel olarak farklı değerlendirilmiştir. İngilizlerle bir olup Osmanlı’nın defterini düren Şerif Hüseyin’den sonra Arabistan’da yönetimi ele geçiren Suud ailesi, Türkiye Cumhuriyetinin örtülü desteğini almıştır. Bu yıllarda Suud Krallığının Hilafeti üstlenme girişimi olmamış, tam aksine Mısır Kralının böyle bir teşebbüsü yine Suudilerin desteği ile geçiştirilmiştir.

1730'larda ortaya çıkan Vehhabi hareketi 1745'te Suud ailesi tarafından benimsenmiş, 1902'de Kuveyt'te sürgünde bulunan Abdülaziz bin Suud, Riyad'a dönerek yeniden siyasal birlik arayışlarını sürdürmüştür. Aynı yıllarda Osmanlı devleti bu fiili durum karşısında bir çözüm olarak Abdülaziz'in babası Abdurrahman'ı Riyad kaymakamı tayin etmişti. Balkan savaşının sürdüğü sıralarda Osmanlı askerlerinin bölgede azaltılmasını fırsat bilen Necit emîri ve Vahhabi imamı olan Abdülaziz b Suud, idari merkez olan Hasa/Ahsa'yı (1913) daha sonrada, 1921-1926 arasında Ha'il, Mekke, Cidde ve Asir'i ele geçirerek topraklarını genişletmiş, 1926'da Hicaz kralı, 1932'de Suudi Arabistan kralı ilan edilmiştir. Aynı yıl Suudi Arabistan’ı resmen tanıyan ilk devlet Türkiye Cumhuriyeti, ilk kutlama mesajını çeken kişi de Gazi Mustafa Kemal olmuştur. Neden acaba?

Avusturyalı Musevi kökenli bir aileden gelen Leopold Weiss, Frankfurter Zeitung gazetesinin muhabiri göreviyle geldiği Ortadoğu’da, İslam’la müşerref olarak Muhammed Esed ismini almıştır. Onun hidayete erişinin adeta günlüğü olan Mekke’ye Giden Yol isimli hatıratında, Fransızlar tarafından Suriye’den sürgün edilen Şeyh Senusi ile sohbetleri ve dönemin cihat hareketleri ile ilgili bilgileri okumak mümkündür. Şeyh Senusi’yi Suriye halkını Fransızlara karşı örgütlemekle vazifelendiren Ankara Hükümetinin, sonraki yıllarda Kuzey Afrika’da mukavemet teşkilatının belkemiği olacak Senusi direnişini evvelinden öngördüğü anlaşılmaktadır.

Bu yazılanlar ışığında aşağıya alıntılanan konuşma metni, geçmişte ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Müslüman ülkelere bakış açısını ortaya koymaktadır. Ayrıca ulus devlet modelinin tartışmaya açıldığı bu süreçte, cumhuriyet kadrolarının, hangi gerekçelerle kendilerini kamufle ettikleri daha iyi anlaşılacaktır. Mustafa Kemal’in ağzından İslam ülkelerini ve kutsal toprakları işgale yeltenenlere verilen bu cevap, tarihi metin olarak Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’nde araştırmacıları beklemektedir. Aslının bir kopyası arşivimde mevcuttur.

Atatürk’ün 27 Temmuz 1937 yılında TBMM’de yaptığı konuşma:

“Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık.

Fakat, kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için islamiyetin mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız.

Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz.

Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyete lakayt olmakla itham edildik.

Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu, yani Mukaddes Toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız.

Cetlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün Allahın inayetiyle kuvvetliyiz.

Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp, icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.”[1]

[1] Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi,27.7.1937 tr.ve 438-A sayı

omurcelikdonmez@hotmail.com
haber10

Kabe'nin çevresini bu hale getirdiler
16.09.2016 21:18

Müslüman Dünyası'nın en kutsal mekanı olan Kabe çevresinin getirildiği son durum tepki çekiyor. Suud yönetimi tarafından devasa otellerle çevrilen kutsal mekanın son görüntüsü TRT paylaştı.Müslümanların kutsal mekanı, hac vazifesinin en önemli noktası olan Kabe'nin çevresi Suud yönetimi tarafından gökdelenlerle çevrildi. TRT Avaz, kutsal mekanın son fotoğrafınısosyal medya hesaplarından paylaştı.Görüntüde Kabe'nin devasa binaların arasında güçlükle seçilebildiği görülüyor.İşte Kabe'nin son hali!Kaynak: Kabe'nin çevresini bu hale getirdiler:



Kaynak: Yeni Çağ

Vicdansızlar susarken vicdanı olan konuşuyor: "Şehirlerimiz çirkinleşiyor"
31 Temmuz 2017



Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal, Batılıların çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ettiğini ve tarihi muhafaza ettiklerini belirterek "Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi? Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin" dedi.

Aydın Ünal'ın "Şehirlerimiz çirkinleşiyor" başlığıyla yayımlanan (31 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Batılıların güzel şehirleri var. Londra, Nev York, Vaşington, Paris, Viyana, Roma ve diğer nice Batı şehrine gıptayla bakıyor, iç geçiriyoruz. Tarihi eserleri muntazaman muhafaza ediyorlar. Şehirlerin içine park yapmıyor, adeta parkların içine şehir yapıyorlar. Çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ediyorlar.

Yollar, kaldırımlar, tabelalar, binalar insanı, gözü, ruhu yormuyor.

Batı medeniyetinin olduğu gibi Batı şehirlerinin de temelinde Latin Amerika,

Afrika ve Orta Doğu’nun kanı var. Başka dünyalardan, kan akıtarak sömürdükleri zenginliklerle güzel şehirler inşa ettiler. Ama bu kadar mı? Mesele sadece para mı?

Mesele sadece para olsaydı, son derece zengin Arap ülkelerinde de güzel şehirler olurdu, ama yok.

Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi?

Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin. Mekke Kabe’nin etrafına inşa edilmişti; şimdi ise “şu Kabe olmasa 3 gökdelen daha dikerdik” der gibi küçük bir “ayrıntı”olarak kaldı Kabe.

Şehir, insan yapısı olduğu kadar, insanı da “taş ile toprak arasında” inşa eder.

Çirkin şehirler, çirkin nesiller yetiştirir; çirkin nesiller ise şehirleri daha da çirkinleştirir.

Şehirlerimiz, yeni bir medeniyet inşa edecek muhayyileden, yeni bir medeniyeti kuracak nesiller yetiştirmekten gittikçe uzaklaşıyor.

Olur olmadık yerlerden ucube binalar yükseliyor. Rant odaklı planlarla, plan tadilatlarıyla, imar düzenlemeleriyle şehirlerimiz vahşice katlediliyor. Gecekondular yıkılıyor, yerine çok katlı gecekondular

dikiliyor. Yollar eziyete, kaldırımlar işkenceye dönüşüyor. Karmaşa, keşmekeş, gürültü, çukur, trafik, korna, toz ve duman arasında şehir gittikçe sıkan, boğan bir cendere oluyor.

Rant bir türlü doymuyor. Toprağı yutma

iştihası bir türlü son bulmuyor.

Osmanlı, Selçuklu eserlerinin hemen yanında çirkin binalar, rant alanları yapılmış. Tarihi eserler, rantın önündeki en büyük engele dönüşmüş. Çoğu şehrimizde türbelerin, kalelerin, hatta camilerin taşları gecekonduların inşasında kullanılmış.

Belediye başkanlarımız çokça yurt dışına temaslarda bulunmaya giderler. Gitsinler. Son derece gerekli. Ancak, Londra’da Hyde Park’a, Paris’te Lüksemburg Bahçeleri’ne, ya da Nev York’ta Central Park’a giden belediye başkanlarımız acaba ne düşünürler? Şehrin ortasındaki devasa parklara, yeşil alanlara bakıp, “buraya ne güzel AVM yaparım” mı derler, yoksa “bizim niye böyle parklarımız yok” diye hayıflanırlar mı?

Şehirler, sahiplerinin aynı zamanda Amel Defterleri’dir. Güzel şehir de çirkin şehir de, öldükten sonra bile insanın, insanlığın arkasından gelir.

3 kuruş dünyalık için milimetrekareyi bile ranta çevirip şehri cehennemleştiren, hak yiyen, hukuk çiğneyen, muhtemeldir ki cehennem ateşinden kurtulamaz.

Bize en başta, paraya, ranta tapan değil; Allah’a iman eden, şehir inşa etmenin insan ve medeniyet inşa etmek olduğu sorumluluğunu müdrik mimarlar, mühendisler, şehir planlamacıları, müteahhitler ve böyle belediye başkanları lazım.

Evinin önünü, sokağını, mahallesini güzelleştiremeyen insan, dünyayı hiç güzelleştiremez.

Filistin’in ya da Kudüs’ün toprağını sloganlaştırırken, şehirlerimizde yağmurun akacağı toprak bırakmadık. Kendimizi, şehirlerimizi kurtarabilsek, Filistin de kurtulur, Kudüs de...

T24
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Tem 31, 2017 11:42 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Eyl 14, 2015 11:29 pm    Mesaj konusu: İslam’a Karşı Suudi Savaşı, İnsanlığa Karşı Siyonist Savaşı[ Alıntıyla Cevap Gönder

İslam’a Karşı Suudi Savaşı, İnsanlığa Karşı Siyonist Savaşı
30 Mart 2013
Kevin Barrett
Press TV



Suudilerin İslam mirasına karşı savaşı Siyonistler tarafından mı düzenleniyor? Bazıları Suudi hanedan ailesinin sapkın Siyonist “dönme”lerden -Siyonist sahte peygamber Sabetay Sevi’nin gizli takipçilerinden- geldiğini iddia ediyor. Eğer bu iddialar doğruysa bu, Suudi prenslerinin meşhur kumar alemlerini açıklamalıdır. Suudilerin neden Rothschild temelli Yeni Dünya Düzeni’ni desteklediklerini de...



Son haberlere göre, Mekke'deki Mescid-i Haram'ın son kalan tarihi kısımları da yıkıldı (Mescid-i Haram, bütün Müslümanların namazda yüzlerini döndükleri Kâbe'yi de içine alan bölgedir.)

London Independent gazetesine göre Suudiler, Hazreti Muhammed'in (s.a.a.) Kudüs'e ve oradan da semaya yaptığı mucizevi Miraç yolculuğuna başladığı noktayı gösteren kolonu yıktılar. Suudi dini polisinin yıkımı kutladığına dair haberler var!

Miraç'ın anısını Kudüs'te taşıyan yer, Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra'dır. Bu alan da tehdit altındadır. İşgal altındaki Kudüs'teki İslam Vakfı konseyi başkanı Abdülazim Selheb, bu yılın başlarında, dünya çapından gelen tepkilere rağmen bu alanın altındaki İsrail kazılarının devam ettiğini ve bunların da temelleri zayıflattığını söyledi.

Neden Suudiler ve İsrailliler birlikte, Miraç'la ilişkili iki yapıyı yıkmaya çalışıyor?

İsrailli Siyonistlerin açık nedenleri var. Öncelikle, yaklaşık 1,300 yıl boyunca Müslüman bir ülke ve İslami tarzda yönetilen kutsal bir toprak olan Filistin'in İslami mirasını silmek istiyorlar. 1948'de Müslüman, Hristiyan ve hatta çok sayıda Yahudi Filistinliyi katleden ve sürgün eden Siyonistler, sistematik olarak Filistin tarihini ve mirasını köklerinden söküp yok ediyor ve ırkçı yerleşimci sömürgeleri için zemini temizliyor.



Fakat Kubbetü's-Sahra'yla birlikte Mescid-i Aksa, sadece tarihi bir bina değil. Dünyadaki en büyük ve kesinlikle en önemli İslami mimari eseri. Her ne kadar Müslümanlar Mekke'deki Kâbe'ye dönerek namaz kılıyor ve haccı da bu şehirde yapıyorlarsa da, İslam'ın peygamberliğin sonu statüsünü – takipçilerinin İslami idare altında korunması gereken önceki vahiyleri birleştiren ve ilga eden, insanlığın tek gerçek evrensel inancı statüsünü – sembolize eden, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dır.

Hazreti Muhammed'in (s.a.a) göğe çıktığı alan üzerinde inşa edilmiş olan Mescid-i Aksa, İslam'ın ruhaniliğini ve evrenselliğini simgeler. Peygamber, miraç sırasında Musa ve İsa gibi, kendisinden önceki peygamberlerle karşılaşmıştır. Miraç gibi Kubbetü's-sahra da, önceki peygamberleri şereflendiren ve takipçilerini koruyan evrensel bir inanç olarak İslam'ın statüsünü sembolize eder. Siyonistlerin ve Vahhabilerin kabul edilemez bulduğu anlaşılan şey işte bu sembolizm, yani tek ve gerçek Allah inancı altında dini hoşgörü ve birlik sembolizmidir.

Siyonistler, Mescid-i Aksa'yı yıkıp onun yerine, bir asır önce Filistin'i işgal etmelerinden bu yana döktükleri kanı kurban olarak sunacakları, eski Yahudi tapınağının bir benzerini yapmayı tasarlıyorlar. Her ne kadar Siyonistler Hristiyanlar ve Müslümanlarla aynı Allah'a ibadet ettiklerini iddia etseler de, Siyonistlerin büyük bölümü ateisttir; kalanların çoğu da evrensel yaratıcı ve adaletin tarafsız dağıtıcısından ziyade Siyonist halkın bir ırksal idolü olan bir ilaha inanıyor gibi görünüyorlar. (Filistin üzerindeki bütün iddiaları da 3 bin yıllık varsayılan bir emlak tapusuna dayanıyor!) Bu Siyonistler için İslam'ın hoşgörüsü ve evrenselliği lanetli bir şey. Mescid-i Aksa'dan ve onun simgelediği her şeyden nefret etmelerine şaşırmamak gerekir.

Suudi Vahhabiler ise, hoşgörüyü, evrenselliği ve ruhaniliği, neredeyse Siyonistlerin yaptığı kadar hakir görüyorlar. “Tekfirci” Vahhabiler, bütün gayrimüslimleri ve beraberinde bir çok Müslümanı, meşru bir şekilde kanı akıtabilecek aşağılık “kafirler” olarak görüyorlar. Pratikte ise gayrimüslimlerin en kötülerini onurlandırıp önlerinde eğildikleri gibi, Krallığın devasa petrol zenginliğinin anahtarlarını onların eline verecek kadar ileri gidiyorlar.

Rothschilds'in – İsrail'in kurucu ailesinin – hâkim olduğu Batılı faiz temelli bankacılık sistemi, 1970'den beri Suudi petrol parasıyla desteklendi. O yıl Henry Kissinger yönetiminde Rothschild Merkez Bankası doları altın standardından çıkardı ve Suudi destekli petro-dolar haline getirdi.

Suudiler, Hazreti Muhammed'in (s.a.a.) miraca çıktığı noktayı gösteren sütunu yıkmak suretiyle, İslam'ın hoşgörülü, kapsayıcı, ruhani, evrensel niteliklerini reddetmede Siyonistlere katılıyorlar. İslam'ın tüm tarihini ve kültürünü – ve meselelere tam olarak kendileri gibi bakmayan insanları – yok etmeyi düşleyen, karakteristik olarak katı ve dar zihniyetli Vahhabi “ortodoksluğunu” ifade ediyorlar.

Suudilerin İslam mirasına karşı savaşı Siyonistler tarafından mı düzenleniyor?

Bazıları Suudi hanedan ailesinin sapkın Siyonist “dönme”lerden – Siyonist sahte peygamber Sabetay Sevi'nin toplum içinde İslam'ı kabul eden, fakat özel alanda ahlaksız eğlenceler ve başka nefret edilesi şeyler düzenleyen gizli takipçilerinden – geldiğini iddia ediyor. Eğer bu iddialar doğruysa bu, Suudi prenslerinin meşhur kumar alemlerini açıklamalıdır. Suudilerin neden Rothschild-temelli Yeni Dünya Düzeni'ni desteklediklerini açıklamalıdır. Ve Suudilerin neden, Siyonistler gibi, İslam'ın tarihini ve geleneğini – özellikle de İslam'ın ruhani evrenselliğini sembolize eden Miraç anıtları gibi unsurları – buldozerle temizlediğini açıklamalıdır.

Müslümanların mirasının bu şekilde yıkılması, Siyonist Yeni Dünya Düzeni'nin herkesin mirasını yok etme girişiminin parçasıdır. Örneğin ABD'nin geleneksel kimliği, kitlesel göçe kapıları açan, geleneksel Amerikan kimliğine ve ahlakına karşı medya savaşı açan, Amerikan dövizinin ve ekonomisinin doğasını değiştiren, Amerikan orta sınıfına karşı savaş başlatan ve 11 Eylül darbesiyle sonuçlanacak bir dizi eylemle ABD Anayasası'nın yıkan Rothschild-finansmanlı Siyonist lobi tarafından sistematik olarak tahrip edilmiştir.

Bazıları, Yeni Dünya Düzeni'nin yolunun üzerindeki en büyük iki engelin İslam ümmeti ve Amerikan orta sınıfı olduğuna inanıyor. Neden? Çünkü Müslümanlar geleneksel değerlerine sıkı sıkı tutunuyor, Siyonizm'e karşı çıkıyor ve faizden tiksiniyor; Amerikan orta sınıfı ise dünyada yaklaşan global diktatörlüğü durdurabilecek kadar eğitimi, ekonomik gücü ve özgür kalma azmi olan tek tutarlı grup.

Amerikan ve Müslüman halkları, Siyonistlere ve onların Suudi vekillerine karşı birleşmeli ve bulundukları yerde Yeni Dünya Düzeni'ni durdurmalıdır. Bu birleşik cephenin önündeki en büyük engel ne yazık ki, 11 Eylül 2001'deki psikolojik operasyonun iyi planlanmış sonucu olan, Amerikan halkındaki İslamofobidir. (..)
Çev: Selim Sezer
medyasafak.com

Vahhabi-Kapitalist Tarih Katliamı
2 Nisan 2013



McMekke: Suudi Arabistan’da Din Adamları Ve İş Adamları Arasındaki Garip İttifak

“THE NEW REPUBLIC” GAZETESI EDITÖRÜ VE YAZARI ZVIKA KRIEGER’IN SUUDI ARABSITAN’DAKI HIZLI KAPITALISTLEŞMENIN IÇ DINAMIKLERINDEN BAHSETTIĞI 19 MART 2013 TARIHLI YAZISINI SIZLERLE PAYLAŞIYORUZ. KAPITALIST YAYILMANIN VAHHABI YÖNETIMIN DINI PRATIKLERI DAHILINDE KENDISINE EDINDIĞI YER VE OLUŞAN ŞER ITTIFAKINA DAIR ÇARPICI BIR ÖZET.

MCMEKKE: SUUDI ARABISTAN’DA DIN ADAMLARI VE İŞ ADAMLARI ARASINDAKI GARIP İTTIFAK

“The Independent” gazetesinde yer alan bir rapora göre, Suudi hükümeti Mescid-i Haram’ın en eski bölümlerinden bir kısmını yıkıyor. Yıkımın fotoğrafları da rapora eklenmiş. Mescid-i Haram İslam dünyasının en önemli dini mekanlarından biri; tüm Müslümanlar namaz esnasında yüzünü ona dönüyorlar. Yıkılan bölümler Mescid-i Haram’ın Osmanlı ve Abbasi dönemlerinden kalan ve birkaç yüzyıldan daha yaşlı olan son bölümleri. Rapora göre “Yıkılan sütunlardan bir tanesi Müslümanların inancına göre Muhammed’in kanatlı bir atla bir gecede Kudüs’e ve oradan da Cennet’e yaptığı kutsal yolculuğa başladığı yeri gösterdiği sanılıyor.”
Suudi hükümeti bu yıkımın Mescid-i Haram yerleşiminin her sene artan hacı miktarını kaldıracak şekilde genişletilmesi için yapıldığını iddia etse de, Vahhabi din adamlarından oluşan teokratik hükümetin İslam için kutsal sayılan alanları bu şekilde sebepsiz yere yıkması garip görünüyor. Birkaç sene önce İslam’ın en kutsal şehrinin gittikçe ticarileşmesi ile ilgili “The New Republic”’e yaptığım bir haber dolayısıyla Mekke’yi ziyaret ettiğimde karşıma çıkan bir çelişkiydi bu:
Krallığın en büyük kredi sağlayıcılarından biri olan Suudi İngiliz Bankası (SAAB)’nın raporuna göre, önümüzdeki dört sene boyunca yerel ve yabancı şirketler tarafından Mekke’deki inşaat ve altyapıya yapılacak yatırımın 30 milyar dolar civarında olması bekleniyor. 2009’da tamamlandıklarında dünyadaki en büyük yapılardan biri olacak olan 60 katlı toplam 2000 otel odasından oluşan yedi gökdelenden müteşekkil 6 milyar dolarlık Abraj Al Bait kuleleri; 1500 kişilik bir kongre merkezi; iki helikopter limanı; Starbucks, Body Shop, Kate Moss’un konuk tasarımcı olduğu İngiliz giyim mağazaları zinciri Topshop ve Tiffany & Co.’nun da içinde olduğu 130 civarında yeni gökdelen yapılması düşünülüyor. Hacca gidenlerin yol üstünde kozmetik marketi MAC, parfümcü VaVaVoom ve Claire’s Acessories dükkanlarına uğrama fırsatları var. H&M ve Cartier de yol üstünde. “Tek eksiklik Filene’s Basement”.[1]
Mekke’de ticarete duyulan ilginin yoğunlaşması şaşırtıcı değil: 2008’de yaklaşık 2.4 milyon hacı Mekke’yi ziyarete geldi; bazı tahminlere göre bu sayı önümüzdeki günlerde 20 milyona çıkabilir. Müteahhitler ve tüccarlar, tarihi alanların yüceltilmesini bir çeşit putperestlik olarak gören ve buraların yıkılmasına sevinen Vahhabi din adamlarıyla alışılmadık bir ittifak kurdular.
Krallığın en yüksek dini otoritesi olan Şeyh Abdülaziz bin Baz, halka çokça reklam edilen 1994 tarihli fetvasında “Binaları ve tarihi alanları yüceltmek caiz değildir,” diyor. “Bu şirke girer. … Dolayısıyla bu tip etkinlikleri engellemek ve diğerlerini bunlara karşı uyarmak gerekir.”
Londra’daki İslam Mirası Araştırma Vakfı genel müdürü İrfan el-Alavi’ye göre, geçen sene Suudi Arabistan büyük müftüsü Abdülaziz el-Şeyh’in icazetiyle İslam İşleri Bakanlığı tarafından basılan ve Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer Bin Hattab’ın gömülü olduğu Peygamber Mescidi’ne yollanan bir bildiride “Kubbe-i Hadra yıkılmalı ve üç mezar yıkılarak düzleştirilmelidir” denmiştir. Bu hassasiyet sonraları Mekke’deki Mescid-i Haram’da 35 yılı aşkın süredir vaaz veren Suudi Arabistan’ın en tanınmış Vahhabi din adamlarından Muhammed ibn el Useymin’in bir konuşmasına yansıyacaktır, el-Alavi’nin kaydını bulduğu bu konuşmada Ibn El-Useymin “Bir gün umarız Hz. Muhammed’in Kubbe-i Hadra’sını yıkmaya muktedir olacağız” demektedir.
Bu şer ittifakı şu anlama geliyor; bir avuç arkeolog, tarih koruyucusu ve yabancı sivil toplum örgütleri dışında bu alanların yıkılmasını engellemeye çalışan hiç kimse yok. Ticari ve dini çıkar ortaklığının son kurbanı, Mescid-i Haram’daki son yıkımlar:
Mekke’deki Hac Araştırmaları Merkezi’nin kurucusu ve eski yöneticisi olan Sami Angavi Mekke’deki tarihi alanların yıkılmasına karşı sesini en çok duyuran isim. Angavi’nin tahminlerine göre [2008 itibariyle] Mekke ve Medine’de 300’ün üzerinde antik alan çoktan yok edildi. Bunlardan bir tanesi Mekke Hilton Oteli’ne yer açmak için düzlenerek yıkılan ilk halife Hz. Ebu Bekir’in evi. (Hilton sözcülerinden Ivor McBurney “Suudi Arabistan’ın din turizmi iş kolundan faydalanabileceğimiz bu muazzam fırsatı fark ettik.” diyor.)
Amerika Yüksek İslam Konseyi ve Kanada Müslüman Meclisi gibi grupların protestolarına rağmen Suudi otoriteler yüzlerce antik yapının yıkımına onay verdi. Bunlar arasında Abraj Al Bait Kuleleri’ne yer açmak için yıkılarak düzlenen on sekizinci yüz yıla ait önemli bir Osmanlı kalesi de vardı. Türk dış işleri bakanı bu yıkımı “kültürel soykırım” olarak yorumladı. Hz. Muhammed’e ait eski bir ev de yerine bir umumi tuvalet tesisi kurulmak üzere yıkıldı. Hz. Ebu Bekir’e ait bir camiinin yerinde şimdilerde bir ATM makinesi var. Hz. Muhammed’in tarihi savaşları Uhud ve Bedir’in gerçekleştiği alanlar otopark alanı haline getirilmek için asfaltlandı. Mekke’deki geri kalan tarihi dini alanlar bir elin parmaklarını geçmiyor ve gelecek hac mevsimini çıkaramayabilirler. Angawi’ye göre “Allah’ın evine yapılan bu saygısızlıklar akıl almaz bir düzeyde.”
Washington merkezli Körfez Enstitüsü’ne göre Mekke’deki 1000 yıllık tarihe sahip yapıların yüzde 95’i yalnızca son yirmi yıl içinde yıkılmış. Suudi Arabistan krallığının haccla ilgili inşaat projelerinin tamamının başındaki Belediye ve Köy İşleri bakanlığındaki bakan yardımcısı Habib Zain El Abidin’e Mekke’deki tarihi alanların yıkımı ile ilgili sorular sorduğumda, bu alanların tarihi önemini çok da önemsemediği görülüyordu. Kendisi için daha önemli olan şeyler vardı; “Hacc, Mekke ve Medine’yi görmek için iyi bir fırsat, biraz alışveriş yap, bunu bir tatil haline getir.”
Zvika Krieger
[1] Ç.n.: Massachusetts merkezli alışveriş mağazaları zinciri.
http://www.emekveadalet.org/arsivler/8375

Kaynak: http://www.turkiyetime.com/2013/04/vahhabi-kapitalist-tarih-katliam_2.html

'Hz.Muhammed'in doğduğu ev yıkılıyor' iddiası!
13.11.2014

Suudi Arabistan'da yönetimin İslam peygamberi Hazreti Muhammed'in doğduğu ev olarak bilinen binayı yıkacağı iddia edildi. İddianın yer aldığı haberde Osmanlılardan kalma 500 yıllık sütunların da yıkıldığı belirtildi.
Rota Haber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com