EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Süleyman Demirel

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Şub 22, 2008 7:16 pm    Mesaj konusu: Süleyman Demirel Alıntıyla Cevap Gönder

14 Ocak 2010
Çakıcı Savcıya Üç İsim Verdi
Alaattin Çakıcı Ergenekon'la ilgili ilginç değerlendirmeler yaptı. Çakıcı ETÖ'cü subaylara Demirel, Çiller ve Yılmaz'ın verdiği emirlerden bahsetti..

Yargılandığı Türkbank davasında söz isteyen Çakıcı, "Ergenekon'da yargılanan bazı subaylara Süleyman Demirel, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz emir verdi. Ergenekon savcıları bunun üzerine gitmeli. Çiller, Yılmaz ve çok sevmeme rağmen Demirel de Ergenekon'da yargılanmalı." dedi.
aktifhaber

ETÖ'nün Kaç Hücresi Çökertildi?
18 Nisan 2009

Orakoğlu’ndan Demirel’e ağır suçlama: Siyasi çıkarları için 28 Şubat sürecine bir kaç 28 Şubat süreci daha ekledi. Ergenekon'un henüz çökertilemeyen hücreleri?

Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu, Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanan Mehmet Haberal’a verdiği destek sebebiyle eleştirilen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ağır yüklendi.

DEMİREL 28 ŞUBAT SÜRECİNİ İSTESE BİTİREBİLİRDİ

”Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı darbe belgesi olan Batı Çalışma Grubu Belgesini Demirel’e ulaştırdığında harekete geçseydi 28 Şubat sürecini bitirebilirdi. Ancak Demirel, siyasi menfaatler uğruna bu döneme birkaç 28 Şubat süreci daha ekledi.”
28 Şubat sürecinde Emniyet istihbaratın patronu olan Orakoğlu, Batı Çalışma Grubu belgesini deşifre ettiği için yargılanmış ve beraat etmişti.

ETÖ’DE ÇÖZÜLME VAR

Demirel’in Mehmet Haberal ile ilgili tavrını da eleştiren Orakoğlu; “Savcılar çok önemli bilgilere sahip. Örgütün içinden bir takım insanlar onlara önemli bilgiler veriyor. Ancak bu tutumlar bu çözülme sürecini önlemeye yöneliktir.”

50’DEN FAZLA HÜCREDEN 4’Ü DEŞİFRE EDİLDİ

Ergenekon hücrelerinden şu ana kadar sadece dördünün deşifre edildiğini belirten tecrübeli istihbaratçı Orakoğlu, 50’den fazla hücrenin bulunduğunun da iddianameye yansıdığını vurguladı. Orakoğlu Savcılara ve kamuoyuna da çarpıcı bir uyarıda bulundu.

ORAKOĞLU: ÖNEMLİ GÖREVLERDE HALA ERGENEKON MENSUPLARI VAR

Orakoğlu, "Henüz devletin içinde deşifre edilmemiş, çok önemli makamlarda ve kritik yetkileri elinde tutan Ergenekon mensupları var. Bunlar süreci sulandırmak için yanlış bilgiler verebilirler" şeklinde konuştu.

aktifhaber

Demirel: "Bana 1 numara diyenler delidir"
15:45 - 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bir özel okul kampüsünün açılış törenine katıldı. Törene gelişinde gazetecilerin sorularını cevaplayan Demirel, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün "Ergenekon" soruşturması kapsamında verdiği ifadeye ilişkin olarak, "İfade yok ki, ifade alınması var. Soruşturma safhasında. 'Ne söylediğimi söylemem' diyor. O doğrudur" dedi. Bir gazetecinin, "Bazı basın yayın organlarında bir numara olduğunuz yönünde haberler var" sözlerine ise Demirel, gülerek "Delirmişler" karşılığını verdi. 28.04.2009 ANKARA netgazete

28 Mayıs 2008 Çarşamba
DEMİRELİN SURATINA POSTAL FIRLATTILAR...

Söyleşi için Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'ne(OMÜ) gelen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, kürsüye çıktığı sırada öğrencilerin protestosuyla karşılaştı.

9. Cumhurbaşkanı Sülayman Demirel, OMÜ Rektörlüğü'nün davetlisi olarak özel bir uçakla saat 10.30 sıralarında Samsun-Çarşamba Havaalanı'na geldi. Buradan karayoluyla OMÜ kampüsüne geçen Demirel, Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde yapılan söyleşiye katıldı. Salona girişte öğrencileri selamlayan Süleyman Demirel'e, OMÜ Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay tarafından üniversite hakkında bir sunum yapıldı
http://anadoluhaber.blogspot.com/2008/05/demirelin-suratina-postal-firlattilar.html

Çelik Demirel'e Savaş Açtı
16 Nisan 2009

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Mehmet Haberal'ı uğurlamak için havalimanına giden eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i ağır bir dille eleştirdi.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Gazeteci Ömer Şahin'in Kanal A'da hazırlayıp sunduğu "Görüş Farkı" programında gündemi değerlendirdi. Bakan Çelik, kabine revizyonu ve Mehmet Haberal'ı karşılamaya giden eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınan Prof.Dr. Mehmet Haberal'ı uğurlamak için havalimanının apronuna kadar giden eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i ağır bir dille eleştirdi.

DEMİREL'E YÜKLENDİ

Demirel'in Ergenekon'un arkasında durduğunu iddia eden Çelik, "Bunu siyasi hayatında kara bir leke olarak görüyorum" dedi. Bakan Çelik şunları söyledi:
"Defalarca darbelere maruz kalmış bir siyasetçi olarak, darbe kelimesinin bile kendisini rahatsız etmesi lazım. Keşke Sayın Demirel bu yaşına başına rağmen havaalanına kadar giderek gösterdiği enerjiyi kendisine muhtıra verildiği zaman kaçarak yapmasaydı. Demirel, demokrasi mücadelesi verseydi Türkiye bu noktada olmazdı."


ÇELİK'İN İKİNCİ HEDEFİ CİNDORUK

AK Parti'ye geçmeden önce DYP milletvekilliği yapan Hüseyin Çelik, Demirel'in yanı sıra Hüsamettin Cindoruk'a da eleştiri oklarını yöneltti.

Cindoruk'un yıllarca insanları kandırdığını ima eden Çelik, "Sayın Cindoruk'u dinlediğim zaman 'Aman Allah'ım' diyorum. Bu bizim tanıdığımız Cindoruk mu, yoksa zaten bu muydu diyorum. Demek ki insanların gözlerini iyi boyadılar. Hayretler içerisindeyim. Bir de Menderes'in avukatı falan dediler, öyle bir sey de yokmuş."
aktifhaber

Demirel için 'Siyasi münafik' dedi

Hasan Celal Güzel, Demirel'i yerden yere vurdu. 'Ona hakkımı helal etmiyorum' diyen Güzel, AK Parti'ye karşı başlatılan savaşın da CHP tarafından organize edildiğini savundu.
25 Mart 2008
Mersin Eğitim Bir Sen Mersin Şubesi'nin düzenlediği programa konuşmacı olarak katılan Eski Devlet Bakanı ve Gazeteci Hasan Celal Güzel, "Bir zamanın elinde Kur'an gönlünde iman geliyor nurlu Süleyman'ı şimdi başörtülü kızları Suudi Arabistan'a sürmeye kalkan ve türbanı şeriat alameti olarak tavsif eden bir garip vatandaş oldu. Buna "siyasetteki münafıklık" denir bana kalırsa. Onu asla affetmeyeceğim ve hakkımı da helal etmeyeceğim." dedi.

Mersin Suphi Öner Öğretmen evindeki Eğitim-Bir-Sen Mersin Şubesinin düzenlediği programa konuşmacı olarak katılan Devlet Eski Bakanlarından gazeteci yazar Hasan Celal Güzel'in gündeme ilişkin önemli açıklamalarıı:

"MECLİSİN YETKİLERİNİ GASP ETMİŞLERDİR."

Türkiye de demokrasi probleminin temelinde halkı hor görme yatar. insanlar hiçbir zaman millet iradesine dayanamazlar millete güvenemezler dolayısıyla politikaya da güvenmezler politik sisteme kapalıdırlar. O yüzden de mümkün olduğu kadar politikanın alanını hep daraltmışlardır.

Anayasa Mahkemesi ile yasama organını daraltmışlardır, meclisin yetkilerini gasp etmişlerdir ; Danıştay'la yürütmeyi çalışamaz hale getirmişlerdir, YÖK'le üniversiteyi adım attırmaz hale getirmişlerdir.Ve çok daha önemlisi zaman zaman da aslında bizim şanlı kahraman ordumuzu peygamber ocağı olarak gördüğümüz ordumuzu ne yazık ki normal görevinin dışına çıkarırlar ve bir kısım darbecilerin en büyük suçu işleyerek, bu millete en büyük zararı vererek, millet iradesine müdahalesine sebep olurlar. İşte Türkiye deki mekanizma bu! Ne yazık ki yüz seneden fazladır böyle devam ediyor.

"SİYASİ MÜNAFIKLIK"

Bir zamanın elinde kuran gönlünde iman geliyor nurlu Süleyman'ı şimdi başörtülü kızları Suudi Arabistan'a sürmeye kalkan ve türbanı şeriat alameti olarak tavsif eden bir garip vatandaş oldu. Buna "siyasetteki münafıklık" denir bana kalırsa! Onu asla affetmeyeceğim ve hakkımı da helal etmeyeceğim. Şahsımla ilgili bir şey yok ama ne yazık ki o bu büyük Türk Milletini kandırmıştır.Bu Müslüman imanlı saf temiz insanları peşinde sürüklemiştir ve sonra onlara en büyük ihaneti yapmıştır. İki defa şapkasını alıp gitmiş üçüncüsünde kafasına çavuş şapkası takarak militaristlerin bastonu olmuştur.

"Bu işi organize eden hep CHP olmuştur."

AK Partinin kapatılması konusundaki karara hiçbir şekilde sempati duymamakla beraber CHP nin başına gelse aynı celadetle şevle onlara da sahip çıkma ihitiyacı hissederdim.Ama hiçbir zaman CHP nin başına gelmemiştir. Çünkü bu işi organize eden hep CHP olmuştur.Bunun arkasında hukuk filan aramayın sakın .Hukukçular hiç gocunmasınlar bu bir hukuki değil siyasi ideolojik meseledir.Türkiye de 1950 de iktidarı elinden kaybeden tek partinin CHP si 1960 ta 27 Mayısçıları tahrik teşvik hatta organize ederek 27 mayıs darbesini yapmıştır.

"SİZİN OYLAR ÇÖP SEPETİNE"

O zamandan beri bütün darbelerde beş unsur önemlidir: Organizatör, teşvik, tahrik organizasyon CHP;iki burada kaba kuvvet , yoldan çıkarılmış silahlı kuvvetler, hepsini kastetmiyorum yani siyasete müdahale eden cuntacılar,darbeciler bu ana dayanılan kuvvet.Üç : sonradan alet edilen ve özellikle son zamanlardaki postmodern darbelerde ikame edilen savcılar ve hakimler özellikle yüksek yargı.

Dört: Kara cüppeliler nur içinde yatsın Menderes öyle dememiş ama ben demiş olmasını temenni ediyorum doğrusu ben diyorum çünkü bunlarda ne yazık ki laf kalabalığı halinde cübbelerini giyip sokağa çıkar ve bağırırlar. Ve 12 Eylül uzantısı YÖK içinde özellikle organize olmuşlardır.Beş: bütün bunların cazgırlığını yapan medya.İşte bu beş güç Türkiye deki jakoben oligarşinin anatomisidir.Hiç boş yere derin devlet filan aramayın altında her şey açık gün gibi açık ;peki ne oluyor? Alavere dalavere sizin oylar çöp sepetine oluyor. Siz istediğiniz kadar gidin oy verin milletin iradesi, milli hakimiyet hiçbir şekilde tesirli olamıyor. Bakıyorsunuz 7 tane atanmış bürokrat 70 milyonun iradesine ambargo koyuyor. Bunun adına siz nasıl demokrasi dersiniz.AK Partinin kapatılması da böyle bir hikayedir. Türkiye de 60'tan beri yargısal eylemciler yani yargısal aktivistler bunu hep yapmaktadır.

"Türk milletinin adalet hissine büyük leke sürmüşlerdir."

Türkiye de hukukun üstünlüğüne gerçekten inanıyoruz.Adalet ve hukuk bizim Allah'tan sonra baş koyacağımız en önemli merci olmalıdır. Ama ne yazık ki tuz kokmuştur. Ne yazık ki 27 mayıstan itibaren Yüksek Adalet divanı diye adı verilen aslında fevkalade alçak bir adalet divanı olan yassıada mahkemesiyle tuz kokmaya başlamıştır.Yassıda benzeri olağan üstü mahkemeler DGM lerin büyük kısmı değişik darbe dönemlerinde verdikleri kararlarla Türk yargısına adaletine ve Türk milletinin adalet hissine büyük leke sürmüşlerdir.

Eğer demokratik iradenizin farkındaysanız, eğer oy verirken sporuna değil de benim dediğim olsun diye oy vermişseniz bu millete birkaç tane omzu kalabalık darbecinin, orduyu kastetmiyorum tabi, birkaç tane üçkağıtçı medya mensubunun, birkaç tane jakoben kafalı jüristokrasi meraklısı yargıç ve hakimin ve kara cübbeli muhterislerin değil benim dediğim olsun diye yumruğunuzu sıkacaksınız ve bunun içinde her türlü demokratik faaliyeti hukuk dairesi içinde yapmayı göze alacaksınız.

KAYNAK: güneyport

'Askerleri kışkırtarak kışladan çıkaran odur'

Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, "Darbeci Demirel" başlığıyla kaleme aldığı bugünkü yazısında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 'her dönemde askeri kışkırtarak kışladan çıkarttığını' ifade etti.

BU ADAMLA TüKETTİĞİMİZ YILLARA YAZIK DEĞİL Mİ?
Demirel ile aralarında sessiz bir polemik sürdüğünü kaydeden Türköne, yazısının sonunda, “Geçmişte darbe planlayan bir adamın, bugün anayasa değişiklikleri için "Olmaz, bu anayasa (82 Anayasası) % 93 halk oyu ile kabul edildi" mazereti bulması normal mi? Peki Demirel'i siyasî yasaklı hale getiren de bu anayasa değil miydi? Daha acısı, hiçbir ilkesi, bağlılığı ve değeri olmayan, icap ettiğinde darbe planları bile yapan bu adamla tükettiğimiz yıllara yazık değil mi?” diye sordu.

Mümtaz`er Türköne
Bir darbe hikâyesi

ABD, arşivlerinde bulunan 1969-72 yıllarına ait gizli raporları açıkladı. Bu belgeler arasında Türkiye'de 1969 yılının Mayıs ayına tesadüf eden bir darbe teşebbüsüne ait istihbarat bilgileri dikkat çekti.

Gerçeğin gizli belgelerde saklandığını düşünenler için önemli bir kaynak. Ama gerçekte 1969 yılı Mayıs ayında olan şey bir darbe teşebbüsü değil, bir darbe tehdidi idi. Bütün ayrıntıları ile kamuoyunun önünde cereyan etmişti. Olayın canlı şahitleri ve failleri arasında, o gün başbakan sıfatını taşıyan Demirel de bulunuyordu. Demirel'in dünkü Milliyet'te Fikret Bila'nın köşesinde giriştiği savunma, olayın özünü gözden saklayan çarpıtmalarla dolu. Demirel, hafızamızın zayıflığına güvenerek geçmişi yeniden inşa ediyor. Ama ortada çok daha önemli bir şey duruyor. Bu darbe hikâyesi etrafında cereyan eden olaylar, bugüne dair çok önemli dersler ihtiva ediyor.

Gerçek hikâye şöyle: 27 Mayıs sonrasında CHP lideri İsmet İnönü, sandıktan aradığını bulamıyor. Bir koalisyon hükümetinin başbakanlığı ile yetiniyor. 1965 seçimlerinde ise Adalet Partisi ezip geçiyor. Ekim 1969'da yine seçimler var ve kurt politikacı İnönü, AP'yi zayıf düşürecek bir proje üzerinde çalışıyor. AP'nin zayıf noktası eski Demokrat Partililer. DP'liler, 61 Anayasası'na göre siyasî haklarından mahrumlar. Bu yüzden AP'nin çatısı altında bulunamıyorlar. Bu durum, Demirel'e eski kurt politikacılar karşısında da bir koruma sağlıyor. Kısaca DP'lilerin siyasî yasaklı olmalarından en çok memnun olan, onların mirasını yemekle meşgul olan Demirel. İnönü, giriştiği manevra ile Demirel'in başına çorap örmeyi ve seçimlerde AP'yi ortadan ikiye bölmeyi planlıyor. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile görüşerek, "demokrasi adına" başta Celal Bayar olmak üzere, Demokrat Partililerin siyasî haklarının iadesi için bir anayasa değişikliğinin önünü açıyor. Böylelikle CHP'nin inisiyatifi ile DP'lilerin haklarının iadesi için Meclis, anayasayı değiştirmeye girişiyor. Meclis'te neredeyse oybirliği ile değişiklik kabul ediliyor ve söz hakkı Senato'ya geçiyor.

Senato'yu kilitleyen ve anayasa değişikliğinin geçmesini engelleyen kişi ise tahmin edileceği üzere Demirel. Dün Fikret Bila'ya verdiği bilgiler arasında Senato'yu nasıl çalıştırmadığı ve değişikliği nasıl engellediğine dair detayların tamamı doğru. Asıl soru şu: Demirel darbeyi mi engelliyor, yoksa DP'lilerin karşısına rakip olarak çıkmalarını mı? Soru bu şekilde sorulunca, sağlam bir muhakemenin önü açılıyor. Mayıs 1969 darbesini planlayan adam aslında Süleyman Demirel'den başkası değil. İnönü ile Demirel arasındaki politik savaşı, askerleri devreye sokan Demirel kazanıyor.

Durumun askerî cephesi, 1969 yılına ait gazetelerde ve tabii ABD istihbarat raporlarında yer aldığı gibi kamuoyu önünde gerçekleşiyor. 19 Mayıs törenleri öncesinde tanklar sokağa çıkıyor ve gövde gösterisinde bulunuyor. TİP başta olmak üzere sol örgütler, siyasî hakların iadesine şiddetle karşı çıkıp mitingler düzenliyor. Demirel, sonrasında silahlı eylemlere girişecek olan sol örgütlerin de desteğini alarak, tankların himayesinde DP'lilerin siyasî haklarına kavuşmalarını engellemiş oluyor. Sonra da "darbeyi önledim" diyerek timsah gözyaşları döküyor.

özetleyelim: İnönü'nün manevrası olarak DP'lilerin haklarının iadesi için anayasa değişikliğine girişiliyor. Demirel'in zaten sallantıda olan koltuğunu devirecek bu gelişmeyi istemediği halde önlemiş görünmesi için, darbe tehdidi ve sol örgütlerin nümayişleri devreye giriyor. Bu manzara karşısında "Tam anlamıyla kabile geleneklerinin egemen olduğu ilkel bir toplumda siyaset, ancak böyle yapılabilir" hükmü eksik kalacaktır. 1969 yılından alınan bu kesit, başka şeyler hakkında da önemli ipuçları veriyor.

1969 yılı, yakın tarihimizin en kritik yılı. Toplumun ve siyasetin dengeleri bu yıl içinde yerle bir oluyor ve Türkiye, kendisini 1980'lere kadar toparlayamıyor. Yaygın şiddet olaylarının başlaması, Türkiye'nin yönetilemeyen bir ülke haline gelmesi ve ordu içinde cunta savaşlarının alevlenmesi bu yıl içinde vuku buluyor. Türkiye önündeki 20 yılı, 1969 içinde harcayıp tüketiyor. Harcanmış nesillerin ve heba edilen 20 yılın arkasında ise işte bu basit politik hesaplar ve manevralar duruyor.

Mümtaz`er Türköne
Darbeci Demirel

Demirel ile aramızda sessiz bir polemik sürüyor. 1969-72 yılına ait ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleri arasında "1969 darbesi" (ben buna "darbe tehdidi" diyorum) hakkında bazı bilgiler yer almıştı.

Demirel, Fikret Bila'nın köşesinden olayın doğru olduğunu ve kendisinin "kahramanca" darbeyi önlediğini iddia etmişti. (Hasan Celal Güzel, bu kahramanlığı gemiyi yakarım diyen kaptanla, gemiyi kurtaran fedakâr hanım arasındaki ilişkiye benzetti) 1969 yılının Mayıs ayında tankların caddelere çıktığı ve kuvvet komutanlarının cumhurbaşkanı ile birlikte bir muhtıra verdiği doğru. çarpıtma ancak bu kadar olur. Demirel, darbeyi önleyen kişi değil, doğrudan doğruya bu darbe tehdidinin birinci elden mimarı. Askerleri kışkırtan, kışladan dışarı çıkartan Demirel'den başkası değil. Demirel, söylediklerime dün, yine Fikret Bila'nın köşesinden cevap verdi.

Kısaca tekrarlayayım. Her şey dört dörtlük kamuoyunun önünde cereyan ediyor. 16 Mayıs'ta kuvvet komutanları çankaya Köşkü'nde toplantı yapıyor. Gelişmelerin hepsi, o günün gazetelerinde en ince ayrıntısına kadar yer alıyor. Meselâ küçük bir ayrıntı: Gazeteciler Demirel'e çankaya toplantısında komutanların bir muhtıra hazırlayıp hazırlamadıklarını soruyorlar. Demirel'in etekleri zil çalarak verdiği cevabı, Demirel'in tarzı içinde bir yere yerleştirelim: "Siz nereden öğrendiniz?"

Vurguladığım gibi, olay gizli belgelerde aranacak bir konu değil, benim yaptığım gibi Mayıs 1969 tarihli gazeteleri tarayan biri, bu muhtıranın ve darbe tehdidinin bütün safahatını ve üstelik ne için yapıldığını öğrenecektir. Muhtıra'nın perde arkasındaki mimarı Demirel'dir, askerleri kışkırtıp kışladan çıkartan da odur. Mesele AP ile CHP arasında, DP'lilerin siyasî yasaklarının kaldırılması üzerinden yürüyen bir taktik savaşı. Ekim ayında seçim olacaktır, DP'lilerin affı AP listelerinin eski DP'lilerle dolması, seçim sonrasında da Demirel'in parti üzerindeki kontrolünü kaybetmesi demektir. Ama sonuçta Demirel'i mirasını yediği siyasî geleneğe ihanetle suçlamak çok hafif kalacak. Demirel, bu ihanet için askerleri kışkırtıyor ve resmen bir darbe senaryosu üzerinde çalışıyor.

Demirel "Baktık askerler arabayı devirecekler, kanunu Senato'dan geçirmedik." diyor ve seçimden sonra "Ben yeni hükümeti kurmadan, o kanunu Senato'dan geçirdim." diye ekliyor. Demirel'e sorulacak soru şu: Beş ayda Türkiye'de ne değişti ki, mayıs ayında işi darbeye kadar götüren askerler aynı yılın ekim ayında anayasa değişikliğinin geçmesine seslerini bile çıkartmıyorlar? Cevap basit: DP'lilerin partiyi ele geçirme tehlikesi artık geçmiştir ve Demirel'in politik hesapları dışında değişen hiçbir şey yoktur?

Türkiye'nin yakın geçmişi kördüğümlerle dolu bir yumak değil. İpin ucunu bir yerden yakaladığınız zaman her şey çorap söküğü gibi önünüze dökülüyor. 1969 Mayıs darbesi ile bugünün gündemini oluşturan anayasa değişikliklerine geçiyoruz. Sorun: "Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerini içerik yönünden denetleyebilir mi?" 1969 yılında askerlerin engellediği, sonra ekim ayında tamamlanan siyasî aflara ilişkin anayasa değişikliği için açılan iptal davasında Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar, bugün tartışılan "geçmişteki tek örnek"ten başkası değil. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İşçi Partisi'nin açtığı dava üzerine, bu anayasa değişikliklerini iptal ediyor. Ama o karar içinde de bugün için çok önemli bir ayrıntı var. Dava, hem şekil hem de içerik açısından açılıyor. Mahkeme, ilk incelemesinde anayasa değişikliklerinin içerik açısından da inceleneceğine dair bir iddiaya yer veriyor; ama iptal kararı şekil açısından veriliyor. Kısaca, anayasa değişikliklerinin esastan iptaline dair geçmişte bir emsal yok.

Gelelim Demirel'e. Geçmişte darbe planlayan bir adamın, bugün anayasa değişiklikleri için "Olmaz, bu anayasa (82 Anayasası) % 93 halk oyu ile kabul edildi" mazereti bulması normal mi? Peki Demirel'i siyasî yasaklı hale getiren de bu anayasa değil miydi? Daha acısı, hiçbir ilkesi, bağlılığı ve değeri olmayan, icap ettiğinde darbe planları bile yapan bu adamla tükettiğimiz yıllara yazık değil mi?

Merak edenler için ekleyelim. DP'lilerin siyasî haklarını iade etme şerefi, Demirel'e değil, 1974 yılında Bülent Ecevit'e aittir.
Zaman

Demirel'in 367 Kumpası
27 Nisan 2009
27 Nisan 2007'deki muhtırayı hazırlayan günlere ilişkin önemli ayrıntılar. Demirel'in DYP'li yöneticileri çağırıp 'Meclis'e girmeyin' diye uyardığı ortaya çıktı.

Dönemin DYP milletvekili Ümmet Kandoğan, önceleri 'girelim' düşüncesinde olan yöneticilerin Demirel ile görüştükten sonra 'girmeyelim' düşüncesini savunduklarını söyledi. Eski DYP lideri Mehmet Ağar ve birçok yöneticinin bu şekilde fikir değiştirdiğini belirten Kandoğan, "Parti olarak girme düşüncesindeydik. Ancak Demirel'in Ağar üzerinde çok yoğun baskısı vardı. 23 Nisan 2007 günü törenlerden döndük, Demirel Ağar'ı telefonla aradı. Meclis'e girmemeleri gerektiğini söylüyordu. Demirel, o akşam ise Ağar'ı Güniz Sokak'taki evine çağırdı. Ertesi günden itibaren Ağar net bir dille 'girmeyelim' diyordu. Aynı şekilde birçok Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi Demirel'le görüştü ve fikirleri değişti." dedi.

DYP ve Anavatan'ın cumhurbaşkanlığı oylamasına katılmayarak milletin gözündeki itibarını yitirdiğini belirten Kandoğan, iki partide de önceleri var olan 'girelim' düşüncesinin zamanla değişmesinin altında ciddi dış baskılar olduğunu düşünüyor. Kandoğan, oylama öncesindeki son günleri şöyle anlattı: "25 Nisan günü GİK toplantısı yaptık. Ağar bana, 'Lütfen toplantıda görüş beyan etme.' dedi. Diğer üyeleri girme noktasında ikna etmemden korkuyordu. 26 Nisan günü Ağar ve 7 genel başkan yardımcısıyla toplantı yaptık. 'En azından parti kararı almayalım, isteyen girsin.' dedim. Ağar bunu da kabul etmedi. O gün YÖK Başkanı'na bir suikast girişimi olmuştu, tamamen provokasyondu. Bu olay girmeme konusunda ciddi etki yaptı. Ağar ve Mumcu'ya Silahlı Kuvvetler üzerinden de çok ciddi baskılar geldi."

DYP milletvekili olarak cumhurbaşkanlığı seçimi oylamasına girmemesi konusunda Mehmet Ağar'ın da kendisine çok baskı yaptığını belirten Kandoğan, oylamaya birkaç saat kala Ağar'la 'boğaz boğaza kavga ettiklerini' bildirdi. Kandoğan, "Ağar, Meclis'te basın toplantısı yaptı 'girmeyeceğiz' diye. Ben ayağa kalktım, 'gireceğim' dedim. Sonra birlikte Ağar'ın odasına gittik. Ağar'la boğaz boğaza yarım saat kavga ettik. Ağar sapsarı kesildi, yüzünden terler akıyordu. Ben 'girelim, girmezsek parti biter' diyorum. O ise 'girme' diyordu. Yanımızda parti yönetiminden 6 arkadaşımız vardı. Oylamaya 5 dakika kala odadan ayrıldım, diğer arkadaşlar koluma girdi 'gitme' dediler, beni engellemeye çalıştılar." diye konuştu.

Bildiri, demokrasi bilincini artırdı
Emre AKÖZ

27 Nisan bildirisi, demokratik açıdan vahim ve tam bir skandaldır; ama Türkiye'ye fazla bir şey kaybettirmemiştir. Kararsız birçok insan, 22 Temmuz'da sandığa "inadına AK Parti!" diyerek gitti. Galip gelen demokrasi oldu. Bildiri, demokratik süreçlere zarar vermesine rağmen, demokrasi bilincini artırdı. O bildiriyi yayınlayanlar ise TSK tarihine ne yazık ki kara bir sayfa ekledi. O dönemde bildiriye destek verenlerin, bugün birer 'Ergenekon dostu' olması, tesadüf değil tabii ki! Normal bir demokraside, Genelkurmay başkanı anında görevden alınır. Ancak bizimki tuhaf bir ülke: Cumhurbaşkanı Sezer bildiriden memnundu! O şartlarda hükümet en doğru işi yaptı. Her 'höt' diyene, 'peki' dersen, muktedir olamazsın.

27 Nisan süreci 'darbeler tarihi'ni bitirdi

HASAN CELAL GÜZEL

Gece yarısı yayınlanan e-muhtıra tamamen antidemokratikti. 21. yüzyılda böyle bir dayatma Türkiye'ye yakışmadı. Halk demokratik tepkisini gösterdi; AK Parti'nin oyları ciddi oranda arttı. Ardından Ergenekon soruşturması başladı ve yeni süreç, darbeler tarihini bitirdi. 27 Nisan'a kadarki bütün darbelerde ne yazık ki hükümetler sessiz kalmıştı. İlk defa Erdoğan hükümeti bu muhtıraya karşı son derece sert, demokratik ve hukukî bir tepki gösterdi. Bunu gerçekten çok takdir ettim.

Halk, oyunu 22 Temmuz'da sandıkta bozdu

Nazlı ILICAK

Bildiri, Türkiye'de alışık olduğumuz 'askerin siyasete müdahalesinin' tipik bir örneğiydi. Yayınlanan metin, sadece, cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili değildi. Bu tür darbeler, Türkiye'ye çok şey kaybettirdi. Siyasetin alanı daraldı; değerli politikacılar saf dışı bırakıldı. Aydınların bir bölümü, seçim sandığına güvenini yitirdi ve ufacık bir bunalımda, çözümü askerin müdahalesinde görmek âdet haline geldi. Ancak halk sandıkta bu oyunu bozdu. Askerin siyasete müdahalesini hoş karşılamadığını 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti'ye verdiği oylarla gösterdi. Siyasete müdahalenin ters sonuçlar doğurduğu görüldü. Bu da toplum mühendisleri üzerinde caydırıcı etki yaptı.

Süreçten, müdahaleyi yapanlar zararlı çıktı

MEHMET ŞANDIR

Bazı çevrelerin işbirlikçi tavırları, o günkü müdahalenin zararını büyütmüştür. Bu müdahaleden kârlı çıktığını düşünenler, toplamda zarar ettiklerini görmüşlerdir. Millet, kendi geleceğine, kendi özgür iradesiyle karar vermelidir. 27 Nisan e-muhtırası, milletin korkularını artırmıştır. Bu sebeple biz, sebebi ne olursa olsun, sahibi kim olursa olsun milletin kendi geleceğine kendi özgür iradesiyle karar vermesini etkileyecek her tavrı, her müdahaleyi demokrasimize karşı, milletimize karşı bir yanlışlık olarak görmekteyiz.

Kaynak: Zaman

BİR LAFINI DAHA YEDİ
16 Mayıs 2009

Sürekli "Siyaset üstüyüm" diyen Demirel'in bu lafı da bitti. İşte gizli yaptığı faaliyet...

Demokrat Parti'deki (DP) Olağanüstü kongre öncesi eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den sürpriz telefon...

DP’nin bugün yapılacak olağanüstü kongresi öncesinde Çankaya Köşkü’nden indiği günden beri “Ben siyaset üstüyüm" diyen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bizzat devreye girdi.

Demirel, olağanüstü kongrede oy kullanacak delegeleri telefonla arayarak Cindoruk’a oy istedi. Demirel, delegeleri arayıp, “Gözlerinden öptüm" diye söze başlayıp, “Memleketimiz, ülkemiz için bu işi halledelim" dedi. Demirel’in yanı sıra kongrede Cindoruk’un yanında eski Genel Başkan Mehmet Ağar’a yakınlığı ile bilinen isimler de yer alıyor. Cindoruk, kongreden önce akşam bir otelde delegelere resepsiyon verdi.

Haber: Seda Şimşek/Bugün

Koca Reis, Cindoruk'u ve Demirel'i Mahfetti
16 Mayıs 2009

Merkez sağın duayen isimlerinden Koca Reis lakaplı Bilgiç, Hüsamettin Cindoruk'un darbecilerden nasıl icabet aldığını ve işbirliği yaptığını anlattı.

Eski Adalet Partili ve DYP'li Sadettin Bilgiç, Demokrat Parti (DP) liderliğine soyunan Hüsamettin Cindoruk'a ağır eleştirilerde bulundu. Merkez sağın duayen isimlerinden Koca Reis lakaplı Bilgiç, Cindoruk'un hiçbir zaman demokrat olmadığını, hem 28 Şubat'ta hem de 367 krizinde gerçek kimliğini gösterdiğini belirtiyor.

Demirel ve Cindoruk'un sandıklarından DP'ye oy çıkmamasına şaşırmadığını ifade eden Bilgiç, bugünkü kongreyle ilgili tarihi bir uyarı yapıyor: "Cindoruk kazanırsa Demokrat Parti, CHP'nin payandası olur. Eğer Hüsamettin lider olursa yüzde 3 oy bile alamazlar. Delegeyi kazansalar bile milletin desteğini alamazlar. Parti tamamıyla tasfiye olur."

Sadettin Bilgiç, Demirel'in ilk kez AP genel başkanı olduğu 1964 kongresinde lider adaylarındandı. Kazanmasına kesin gözüyle bakılırken hiç kimsenin tanımadığı Süleyman Demirel koltuğu kapmıştı. Bilgiç, sürp-riz sonuç konusunda şu analizi yapıyor: "Demirel 1964 Adalet Partisi genel başkanlığına aday olurken Cemal Gürsel ve Milli Birlik Komitesi üyelerinden icazet aldı. 'Ben Demokrat Partilileri uyuturum. Beni destekleyin' dedi. Darbecilerin desteğiyle lider oldu. Ondan sonra da sözünü tuttu."

Cindoruk ile Demirel arasında politikanın dışında özel bir ilişkinin bulunduğunu düşünüyor. Aynı misyonun gereği olarak Cindoruk'un Demirel'in desteğiyle DP genel başkanlığına aday olduğu görüşünde. Ancak ikilinin artık DP'nin üzerinden ellerini çekmesini istiyor: "Bu beyefendiler 28 Şubat'ta DYP'yi içeriden parçalayıp darbecilere hizmet ettiler. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde de 367'yi savundular. Ergenekon davasına karşılar. İktidara karşı askerî müdahaleyi davet eden kadroyla beraberler. Bunların DP ile uzak yakın alakaları yok. Bütün bunlara rağmen kalkıp memleketi kurtarmaya soyunmalarını anlamıyorum."
aktifhaber

Demirel Hakkında Şok İddialar!
27 Mayıs 2009
Süleyman Demirel'in yakın çalışma arkadaşlarından eski DYP Milletvekili İsmail Hakkı Amasyalı, Demirel ve Hüsamettin Cindoruk ile ilgili çarpıcı iddialarda bulundu.

Süleyman Demirel'in, 2006 yılı Kadir gecesi arifesinde 28 Şubat darbesinin temsilcilerine bir otelin teras katında şarapların da içildiği bir yemek verdiğini anlatan Amasyalı, Demirel'in aynı akşam İstanbul Sanayi Odası'ndaki iftara katıldığını iddia etti. Amasyalı, "Bu yemekte bulunanlar arasında 28 Şubat darbesinin temsilcisi eski bir ordu komutanı, cumhurbaşkanı seçimi öncesi verilecek muhtıranın içeriğini bir brifingle Demirel'e ve o masada bulunanlara sunmuştur." dedi.

Darbe çağrısı yapıldığı iddia edilen Darıca toplantılarıyla ismi gündeme gelen İsmail Hakkı Amasyalı, yazılı bir açıklama yaparak geçmişte yaşanan bazı olaylarla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Amasyalı, Demirel ve Cindoruk'u istedikleri bir televizyon kanalında canlı yayında tartışmaya davet etti.

Aydın Menderes'le konuştuktan ve bazı konuları teyit ettirdikten sonra bu açıklamaları yaptığını anlatan Amasyalı, Demirel'in generallerle, Mason Locası üyeleriyle, bazı gazetecilerle, medya patronlarıyla yaptığı toplantılara dikkat çekti. Süleyman Demirel'in 2002 yılında tek başına iktidar olan AK Parti'yi ve parlamentoda oluşan siyasi partileri içine sindiremeyip, "Hükümeti yıkalım" diye yola çıkanlara destek vermekten geri kalmadığını savunan Amasyalı, "Bugün Ergenekon soruşturması ile büyük bir kavram kargaşası yaşayan insanların dikkatinden uzak tutulmaya çalışan faaliyetlerin boyutları sorumluları gündem dışında tutulmaya çalışılmaktadır." dedi.

İsmail Hakkı Amasyalı, Süleyman Demirel ile ilgili şu iddialarda bulundu: "Her vesile ile Kur'an'dan ayetler, Peygamberden hadisler okuyarak manalar vermek sureti ile inançlar üzerinden siyaset yapan Demirel, halkın iradesi ile oluşan parlamentoyu demokrasi dışı yöntemlerle tasfiyeye çalışan 28 Şubat darbesinin temsilcilerine 27 Nisan 2007 tarihinden öncesine rastlayan Ramazan Günü Kadir Gecesi arifesinde İstanbul'da bir otelin teras katında kırmızı ve beyaz şarapların ikram edildiği öğlen yemeği vermiştir.

Bu yemekte bulunanlar arasında 28 Şubat darbesinin temsilcisi eski bir ordu komutanı, cumhurbaşkanı seçimi öncesi verilecek muhtıranın içeriğini bir brifingle Demirel'e ve o masada bulunanlara sunmuştur. Aynı gün akşamı da İstanbul Sanayi Odası'nda Kur'an ve dualarla iftar programına iştirak edilmiştir. Muhtıranın meydana getirmesi muhtemel sonuçlarının değerlendirildiği bu toplantının bir kısmında bulunan biri olarak sorumluluğum gereği, durum tarafımdan T.C. Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun delaleti ile arz edilmiştir.

Aynı gün ana muhalefet lideri CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, Meclis'teki odasında ziyaret edilerek görüşme içeriği şifai aktarıldığı gibi yazılı metin halinde takdim edilmiştir."

DEMİREL VE CİNDORUK'A HODRİ MEYDAN

İsmail Hakkı Amasyalı, Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruk ile ilgili şu iddiaları dile getirdi: "İhtilallerin, siyasi entrikaların tahrip ettiği demokratik, parlamenter sistemimizin yeniden tanzim edilmesi için ortaya çıkan genç idealist kadrolar, merhum Turgut Özal başkanlığında 1983 yılında Sayın Demirel'e müracaat ederek ittifak talebinde bulunmuşlardır.

Bu talep Demirel tarafından reddedildiği gibi AP içerisinde yer almış tecrübeli devlet adamlarının Turgut Özal hareketi içerisinde yer almasına da izin verilmemiştir. 1983 yılında tek başına iktidara gelen, siyaseti yeniden tanzim etmeye çalışan iktidar ve parlamento 'Bir bilen' ismi altında Demirel tarafından parlamento dışı oluşan muhalefet marifeti ile parçalanmaya çalışılmıştır. Bugün inançlı insanlara aba altından sopa gösteren Cindoruk, DP iktidarında başörtülülerin azalacağını, partinin hedefleri arasında yer aldığını kamuoyu ile paylaşmaktadır."

"Devlet ile hiçbir ilişkisi olmayan, siyasi bir beklenti içerisinde de bulunmayan ancak sorumluluğum gereği yukarıdaki tespitlerimin kısa bir bölümünü kamuoyu adına paylaşmayı uygun gördüm." diyen Amasyalı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sayın Demirel ve Cindoruk televizyon kanalları ve gazete binalarını gezerek endişe ve tespitlerini kamuoyu ile tek taraflı paylaşabilirler.

Bu cesareti gösterirken yakın tarihe tanıklık edenlerin henüz hayatta olduklarını bir an unutmuş da olabilirler. Kendilerine bir çağrıda bulunmak istiyorum. Yukarıdaki tespitleri somut delilleri ile birlikte istedikleri bir televizyon kanalında tartışılmasının bu suretle kamuoyunun sağlıklı bilgilere sahip olacağını ümit ederim."
aktifhaber

'DEVLET, POLİTİKA İCABI ADAM ÖLDÜRÜR'

25 Temmuz 2009
Siyasetçiler, Süleyman Demirel'in daha önce de "Devlet rutin dışına çıkar." dediğini hatırlatarak 20 bin faili meçhule dikkat çekti.
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren'in yargılanması ve 'devletin nasıl adam öldüreceğine' ilişkin açıklamalarıyla şaşırttı.

"Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir. Darbecilere referandumda yüzde 92 oy veren bu halk değil mi?" diyen Demirel'e tepki yağdı. Önceki gün Mısır'ın milli günü münasebetiyle düzenlenen resepsiyona katılan 9. Cumhurbaşkanı'na, Şemdinli'ye bağlı Derecik beldesi Ormancık köyünden alınan 12 köy korucusunun 1994 yılında öldürülüp gömüldüğü iddia edilen Derecik Taburu'ndaki kazılar soruldu. Eski milletvekili Esat Canan'ın "Demirel, bana 'devlet adam öldürmez' dedi." şeklindeki açıklaması hatırlatıldı. Demirel, "Ne diyecektim? 'Devlet, adam öldürür mü?' diyecektim. Bugün de devletin öldürdüğü ispatlanmış değil. Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir." karşılığını verdi. Demirel, "Darbeciler ve Kenan Evren yargılanmalı mı?" sorusu üzerine de "12 Eylül'ün muhatabı benim. Partiler kapatıldı, birçok zorlu süreçten geçildi. Darbecilere referandumda yüzde 92 oy veren bu halk değil mi? Şu anda kullanılan anayasa, o dönemin anayasası değil mi? O halde ne konuşuyorsunuz?" dedi.

Eski CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan, Demirel'in sözlerinin bugün hâlâ yaşanan acıların sebebini en iyi şekilde ortaya koyduğunu belirtti. "Böyle bir politika var ise Demirel de bu politikanın tepesinde mi bulunmaktadır?" diye sordu. Dünyada hiçbir ülkenin kendi insanını öldürmeye dönük bir politika yürütemeyeceğini belirten Canan, "Demirel'in bu açıklaması, devletin adam öldürdüğünün itirafıdır. Çok vahim bir şey de söylüyor; devletin adam öldürme politikasının var olduğunu anlatıyor." ifadelerini kullandı. Canan, şöyle devam etti: "Anlaşılıyor ki, 90'lı yıllarda böyle bir politika yürürlüğe koyulmuş. Bizzat Demirel tarafından söyleniyor. Devletin 'adam öldürme' politikası varsa, tepesindeki isim de Demirel miydi? Demek ki, geçmişte Türkiye adam öldürme zihniyetiyle yönetilmiş. Devletlerin 'kendi insanı öldürme' politikası olamaz." Eski Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, Demirel'in daha önce de 'Devlet bazen rutin dışına çıkar' dediğini hatırlattı. Elkatmış, "Susurluk'ta da, Kutlu Savaş'ın raporlarında da devletin adam öldürdüğü net bir şekilde gözüküyor. İnkarla sorun çözülmüyor. Ortaya çıkarılırsa, devlet o zaman şüpheden kurtulur. Demirel bunları bilmez olur mu? Ortada 20 bin faili meçhul var. 12 Eylül'ün referandumuna halkın hangi şartlarda oy verdiğini en iyi kendisi bilir. Bir an evvel onlardan kurtulalım diye kerhen verdi." dedi. Eski Bakan Hasan Celal Güzel, insanı demokratik değil zorba bir devletin öldüreceğinin altını çizdi. Güzel, hukukun üstünlüğünün mutlaka sağlanması gerektiğini vurguladı. Güzel, milletin 82 Anayasası'na Evren'i sevdiği için oy vermediğine de işaret etti. Halkın tek amacının darbecilerden kurtulmak olduğunu savunurken, "Demirel bunu öğrenememiş mi? Yazıklar olsun öğrenemediyse." ifadesini kullandı. Saadet Partili Şeref Malkoç, Demirel'i 'hukuk devleti olmanın gereğini unutmak'la suçladı. Bu sözleri duyduğu için ülke adına üzüldüğünü vurguladı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Atila Kaya ise vatandaşın darbe anayasasına destek vermesinin sebeplerini şöyle sıraladı: "Birincisi, bir an önce başımızdan çekip gitmeleri için. Halk askerî rejimin devam etmesinden korktu. İkincisi, 'hayır' propagandası yasaktı. Sadece 12 Eylül darbecileri değil, ne kadar darbe heveslisi varsa hepsinin milletin huzurunda hesap vermesi lazım."
Zaman

O TOPLANTIDA 3 MEDYA YÖNETİCİSİ
29 Mayıs 2009
Amasyalı, Demirel'in e-muhtıra toplantısıyla ilgili yeni çarpıcı bilgiler verdi...

Amasyalı: Demirel'in muhtırayla ilgili toplantısına 3 medya yöneticisi de katıldı

Eski DYP Milletvekili İsmail Amasyalı'nın, '27 Nisan 2007'deki e-muhtıra hakkında, yayımlanmadan aylar önce Süleyman Demirel'e bilgi verildi' yönündeki açıklaması Ankara'da büyük ses getirdi. Amasyalı, 'İstanbul'daki muhtıra toplantısı'yla ilgili yeni ayrıntılar verdi.

Amasyalı, bir otelin teras katında 2006 yılı Kasım'ında verilen yemekte Marmara Grubu Vakfı Başkanı Akkan Suver, emekli Org. Necdet Timur, Süleyman Demirel ve doktoru Aylin Cesur, eski bakan ve eski mason Türkiye Meşrik-i Azamı Şahap Kocatopçu, bir haber kanalının yönetim kurulu başkanı ve büyük bir medya grubunun yönetim kurulu üyelerinin bulunduğunu söyledi.

Demirel'in 28 Şubatçılarla zaman zaman beraber olduğunu belirten Amasyalı, bu konuda şahit olduğu hadiseleri açıklamak istediğini kaydetti. Ardından önceki gün yazılı açıklamasında dile getirdiği toplantıyı anlattı. Bilgilendirmeyi emekli Orgeneral Necdet Timur'un yaptığını belirten Amasyalı, şöyle devam etti: "Necdet Timur, hükümete yönelik bir muhtıra verileceğini, bu muhtıra öncesinde bir nabız yoklanacağını ancak bu muhtıranın bir risk içerdiği, meydana gelebilecekler Sayın Demirel'e aktarıldı. Sayın Cumhurbaşkanı'na da bunun sonunda bir görev tevdi edileceği ifade edildi. Bu ya cumhurbaşkanlığı görevi olacaktı ya da kurucu meclis başkanlığı olacaktı. Duyduklarımın sorumluluğu ile hemen Ankara'ya giderek durumu Başbakan Erdoğan'a iletmesi için Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'a bildirdim."

Amasyalı, söz konusu yemekten kısa süre önce de 28 Şubatçılarla bir başka toplantıda buluştuğunu öne sürdü. Amasyalı, "Sayın Demirel, ortopedi kongresi için Cemal Reşit Rey'e geldi. Demirel'in ortopedi ile ne alakası olabilir? Ama öğreniyorum ki; oradaki bir odada yemek tertip edilmiş. Orada eski genelkurmay başkanları Karadayı, Kıvrıkoğlu ile Çevik Bir, Atilla Ateş, Necdet Timur var. 28 Şubatçı komutanlar oradaydı." dedi.

DYP'li eski vekil, toplantılardan haberdar olan Erdoğan'ın konuyu dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e sorduğunu bildirdi. Amasyalı'nın Akkan Suver'den aktardığına göre Erdoğan, Özkök'e "28 Şubatçılar faaliyetlerini devam ettiriyor." demiş. Özkök de, "Bunlar emekli, ben ne yapabilirim ki?" karşılığını vermiş. Amasyalı, Erdoğan'ın makamına çağırdığı Suver'i de "Siz ne yapıyorsunuz?" diye fırçaladığını vurguladı.

DYP'li eski vekil, muhtıranın meydana getireceği muhtemel sonuçların değerlendirildiği toplantıyla ilgili CHP lideri Deniz Baykal'a da bilgi verdiğini söyledi. Amasyalı, "Anlattıklarımı dinleyince dehşet içinde kaldı. 'Türkiye bunlardan çok sıkıntı çekmiştir.' dedi." ifadelerini kullandı.

ALİ COŞKUN GÖRÜŞMEYİ DOĞRULADI

Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, İsmail Amasyalı'yla görüştüklerini doğruladı. Coşkun, "Yeni oluşumlarla ilgili toplantılar yapıldığını, çok önemli bir konuyu Başbakan'a iletmek istediğini söyledi. Ben de Başbakan Erdoğan'a, Amasyalı'nın randevu talep ettiğini söyledim. O da 'Bakarız.' dedi. Daha sonra görüşüp görüşmediklerini bilmiyorum." dedi.

Marmara Grubu Başkanı Akkan Suver ise söz konusu yemeğin Ramazan ayında gerçekleşmediğini öne sürdü. Muhtırayla ilgili herhangi bir şeyin konuşulmadığını iddia eden Suver, yemekte o yılki toplumsal sorumluluk ödülünün kime verileceğinin konuşulduğunu öne sürdü.
aktifhaber

Oral Çalışlar/Radikal

Demirel'in temsil ettiği 'öldüren devlet'

Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine başvurarak “devlet adam öldürüyor” diyen ve duruma müdahalesini isteyen Hakkâri Milletvekili Esat Canan’a “devlet adam öldürmez” cevabını verdiğini kabul etti. Bu tutumunu da şu sözlerle savundu: “Ne diyecektim? ‘Devlet, adam öldürür mü?’ diyecektim. Bugün de devletin öldürdüğü ispatlanmış değil. Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir.”
Süleyman Demirel, bu sözleriyle ne demek istiyor? “Devlet bir siyasetin gereği olarak adam öldürürse bu cinayet kapsamında değerlendirilemez. Ancak başka türlü adam öldürülürse buna cinayet denir” gibi bir şey mi söylemek istiyor? Anlaşıldığı kadarıyla, Demirel, geleneksel kavramları ve geleneksel hukuku tamamen altüst eden bir tanımlama girişiminde bulunuyor.
Sorulması gereken soru şu: “Sayın Demirel sizin Cumhurbaşkanlığınız döneminde binlerce faili meçhul cinayet işlendi ve devlet güçleri eliyle yargısız infazlar gerçekleştirildi. Bunlar devlet kararıyla mı oldu, yoksa bazı devlet görevlilerinin bireysel kararlarıyla mı?”
Demirel buna cevap vermiyor. Vermesi de mümkün değil. Çünkü o dönemin Başbakanı Tansu Çiller, “Elimde PKK’ya yardım eden işadamlarının listesi var, hesabını soracağız” anlamına gelen sözler söylemişti. Çiller’in bu sözlerinin ardından, bazı Kürt işadamları, bazı Kürt avukatlar kaçırıldılar ve cesetleri dağlara tepelere atıldı. Bunlar, Ankara ve İstanbul gibi merkezlerde herkesin gözü önünde gerçekleştirildi.
Güneydoğu’da, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak gibi illerde ise daha büyük çapta cinayetler işlendi. Şimdi Demirel’e bazı şeyleri yeniden sormak gerekiyor:
Tansu Çiller’in elindeki listeden sizin haberiniz var mıydı? Çiller böyle bir açıklama yaptığında, “Ver bakalım şu listede kimlerin adı var?”dedi mi? Yoksa Çiller’in sözünü ettiği liste sizin başkanlık yaptığınız Milli Güvenlik Kurulu’nda mı konuşuldu? O dönem işlenen cinayetlerin, Demirel’in değerlendirmesine göre “devlet kararı” niteliği taşıdıkları söylenebilir mi? O dönemin sorumlularından Mehmet Ağar, “Ne yaptıysam devletin kararıyla yaptım, fazla üstüme gelirseniz bu kararların nasıl alındığını açıklarım” imasında bulunurken Demirel ve Çiller yönetimini mi kastediyordu?
***
Süleyman Demirel, son 40 yılımıza damgasını vuran ‘işler’in en önemli karakutusudur. Ergenekon davasından hoşlanmadığını ifade etmesi bu bağlamda tabii ki son derece normaldir. Demirel, Ergenekon davasının mecrasında yürüdükçe kendisinin sorumlu olduğu dönemlere doğru da ilerleyebileceğinden korkuyor. Anlaşıldığı kadarıyla, bunları da hesaba katarak, “devlet bazı hallerde adam öldürür” anlamına gelecek değerlendirmelerde bulunarak, bir dönem yaşananlara meşruiyet sağlamaya çalışıyor.
Süleyman Demirel’in siyasi yolculuğunda bugün geldiği nokta, Türkiye’de sağda siyaset yapan herkesin etüt etmesi gereken bir ders konusu gibi.
Süleyman Demirel, 27 Mayıs 1960 darbesiyle devrilen ve darbeciler tarafından idam edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının mirasına sahip çıkarak, bir anlamda sivil siyasetin temsilcisi olarak siyasi yaşamına başlamıştı. O dönemin anti-komünizm esaslı sağ siyasetleri , Demirel’in kısa sürede militarist statüko ile ittifak yapmayı seçmesini beraberinde getirdi. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi kendi iktidarına karşı gerçekleşmesine rağmen, darbeye adapte olmasını bildi ve Deniz Gezmişlerin idamında darbecilerin baş destekçisi olarak ortaya çıktı.
Onun siyasi tarihine Denizlerin idamıyla kan bulaştı. “Devlet adam öldürür” derken bu tür uygulamaları da kastettiği düşünülebilir. Demirel, demokrasiyi hiçbir zaman içine tam olarak sindirmeyen bir siyasetçiydi. Her askeri darbe onun daha fazla derin devletle işbirliği yapmasını beraberinde getirdi. Seçimlerin ortaya çıkardığı bir siyasetçi olduğu halde, siyasi meşruiyeti savunmak yerine, militarizmle uzlaşmayı yeğledi. Güneydoğu’yu, Türkiye’yi kana bulayan militarist tercihlerin payandalığını yaparak, başladığı yerden çok farklı yerlere geldi. Darbeler onun iktidarını hedef aldıkça, o yeni duruma adapte olmayı başarıyordu.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, kendisinin siyasetimizin son 45 yılına damgasını en çok vuran isimlerden birisi haline gelmiş olması, elbette ki şaşırtıcı görünmüyor.
Birlikte siyaset yaptığı Aydın Menderes’in onun hakkında yaptığı çarpıcı bir değerlendirmeyi aynen aktarıyorum: “Bugün kim demokrasiyi, hukuk devletinin gereklerini ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu savunmuyorsa o kişilerin geçmişleri ne olursa olsun, hangi kesimlerde bulunmuş olurlarsa olsunlar, kişiliklerinin bir yeri demek ki hep CHP’li kalmış. Aslına rücu etmişler.”
haber10

Hasan Cemal
Nazmiye Hanım, 12 Eylül’de Demirel’e “Teslim olma, direnişe geç!” dedi mi?

Sevgili Yavuz Donat’ın kitabı elimde. “Cumhuriyet’in Kara Kutusu, Süleyman Demirel anlatıyor.” Bazı satırların altını çiziyorum:

“Demirel’in yasaklı dönemiydi...

Bir gün bir şey sorduk:

- Efendim... 12 Eylül gecesi... İhtilal olunca Nazmiye Hanım’ın size “Demirel, teslim olma... Direnişe geç!” dediği doğru mu?

Demirel doğru demedi.

Ama yanlış da demedi.

Sadece şöyle konuştu:

- Kime karşı direneceğim?.. Kendi askerime karşı mı?.. Neyle direneceğim?.. Kendi askerime karşı benim bir askeri gücüm mü var?.. Siyaset uzun soluklu bir iştir. O an düşündüğüm şey şuydu... Bu işin ne zaman normalleşmeye döneceği...” (s. 39)

Demirel böyle diyor Yavuz’a.

* * *

27 Mayıs’ın acısını çekmiş Demirel... 12 Mart’ta darbeyi yiyerek iktidardan devrilmiş... Eleştirilmiş bazı çevrelerde, “Şapkayı alıp kaçtı!” diye...

Sonra 12 Eylül’de bir darbe daha. Askeri darbe haberi Güniz Sokağa ulaştığında Nazmiye Hanımefendi, “Demirel, teslim olma, direnişe geç!” dedi mi, demedi?

Bilemiyorum.

Ama Demirel direnmedi.

Başkan Allende‘yi anımsıyorum. 1973 yılı Eylül ayında General Pinochet Darbesi yapıldığında, Başkanlık Sarayı’nda elinde silah ölene kadar direnmişti.

Yunanistan’ı hatırlıyorum.

1967’de iktidara el koyan Albaylar Cuntası’nın tüm liderleri 1974 sonrası hapsi boylamışlardı. Yunan Anayasası, demokrasiye uygun olarak yeni baştan yazılmıştı. Askerin seçimle gelen sivil otoriteye bağlılığı yalnız kâğıt üstüne yazılmamış, aynı zamanda kurumsallaştırılmıştı. Geçen yaz Albaylar Cuntası’nın son darbeci generali yaş ve hastalık dolayısıyla hapishaneden salınırken, açık bir mektupla Yunan parlamentosundan bir kez daha özür dilemek zorunda bırakılmıştı.

Arjantin’i anımsıyorum.

1970’lerin darbecilerinden hesap soruldu Arjantin’de. Hatta darbeciler şu günlerde yine yargı önünde.

Çünkü bazı cuntacı generallerin yakın geçmişte affedilmesine ilişkin karar yüksek mahkeme tarafından iptal edildi.

Bizde bunlar oldu mu?

Hiç biri olmadı.

Direnen lider çıkmadı.

Ne 27 Mayıs’ta, ne 12 Mart’ta, ne de 12 Eylül’de.

Bunlara Demirel’in de içinde Cumhurbaşkanı olarak rol almış olduğu 28 Şubat post-modern darbesini de ekleyebilirsiniz elbette...

12 Mart 1971’de kendisini bir muhtırayla iktidardan deviren darbeci generallerin hükümetine destek veren de Demirel’di.

O darbecilerin otoriter anayasasına destek veren de Demirel’di.

O darbecilerin idam sehpasına gönderdiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezasını parlamentoda onaylayan da Demirel’di.

12 Mart darbecilerinin mahkemelerinde bu idam cezalarını veren yargıçları ve Ziverbey Köşkü işkencehanesinden sorumlu paşaları partisinden milletvekili yapan da Demirel’di.

Bakın, ben de 12 Mart yıllarında ‘taraf’tım. Demirel’i devirmeye uğraşan ‘cuntacı bir tarafta’ydım.

Ama sonra özeleştirimi yaptım.

Hatalarımı kitapta yazdım.

Demokrasi tarafına döndüm.

Ya siz?..

Bizde ne yazık ki cuntacılardan hesap sorulmadı.

12 Eylül Anayasası’nın geçici 15. maddesi hâlâ yerli yerinde duruyor. 12 Eylül askeri yönetiminin bütün icraatı, karar ve uygulamaları hakkında bugün bile herhangi bir dava açmak mümkün değildir.

Kaç yıl geçti aradan. 12 Eylül’ün darbesini yemiş bütün liderler teker teker başbakan da oldular, Cumhurbaşkanı da.

Demirel, Ecevit, Erbakan...

Ama anlaşılan o ki, hiç kimsenin aklına geçici 15.madde gelmedi bile.

12 Eylül Anayasası’nın o kadar maddesi değiştirildi, ama buna el sürülmedi.

* * *

Yavuz Donat’ın kitabındaki şu satırlar da ilginç:

“Demirel’e 12 Eylül sürecinde sorduk:

- Kenan Paşa parti kurar mı?

Demirel:

- Hayır, o hatayı yapmaz.

- Ya yaparsa...

- Siyasetçi Kenan Evren çok tartışılır. Ve bu tartışmaların altından kalkamaz. Öyle bir laf ederiz ki...

- Mesela?

- Sorarım... 13 Eylül günü duran kan, 11 Eylül günü neden akıyordu?.. Siz 11 Eylül 1980 tarihinde Antalya Tapu Müdürü mü idiniz?..” (s. 44)

Süleyman Demirel böyle diyor Yavuz Donat’a.

* * *

Demirel’den çok ağır bir suçlama bu.

Devrin Genelkurmay Başkanı’na Evren’e diyor ki, darbe yapmak için kan akmasına göz yumdunuz. Demek istiyor ki, durdurabileceğiniz kanı, darbe yapmak için durdurmadınız.

Bundan daha ağır ne olabilir ki? Ama bunun hesabını sormuyor Demirel. Başbakan oluyor 1991’de. Cumhurbaşkanı oluyor 1993’te. Hesap sormuyor!

Evren, parti kurup aktif siyasete soyunmadığı için sormamış oluyor. Evren, Genelkurmay Başkanı. Evren, darbe lideri. Evren, Cumhurbaşkanı.

Parti kurmasa ne olacak ki?

Evren, siyasetin daniskasını yapmış. Türkiye’yi bazı açılardan bugün hâlâ cenderesinde tutan otoriter bir sistemin kurucusudur.

Ama Demirel, ne demokrasinin kolunu kanadını kıran bütün bu düzenlemelerin, ne de ‘akan kan’ın hesabını soruyor Evren’den...

Peki, ne yapıyor Demirel?

Kendisi Cumhurbaşkanı olunca Kenan Evren’i Çankaya Köşkü’ne davet edip ağırlıyor.

Lafı uzatmak yersiz.

Demirel’in, Başbakan Erdoğan’a yanıtı, daha doğrusu Erdoğan’ın “Bir askeri müdahale halinde ben şapkamı alıp gitmem, gereğini yaparım, müdahaleyi yapanları emekliye sevkederim” sözüne, dünkü Milliyet’in manşetinde, sevgili Güneri Cıvaoğlu’nun köşesinden verdiği yanıt inandırıcılıktan uzak...

DİP NOT

Bu yazının büyük bir bölümü, bu köşede çıkan 27 Aralık 2005 tarihli yazımdan alıntıdır. HC
milliyet

Cengiz Çandar
Kaçıp giden şapka; idama kalkan parmak

Başbakan Tayyip Erdoğan, mealen, “askeri darbe endişesi” duyup duymadığına ilişkin olarak Pazar günü TRT’de yayınlanan programda kendisine sorulan bir soruya “Bu hissin içinde olmadım. Bundan önce de olduğu gibi de kalkıp bırakıp gitmem. Gereğini yaparım” dedikten birkaç saat sonra aynı konuda şunları söylemişti:

“Bu ülke demokrasiye yönelik müdahale ve tehditlerle karşı karşıya kaldı. Ve bazıları vicdanı hiç sızlamadan bu ülkeye bunlara teslim etti. Fötr şapkalarını alıp kaçanları bu ülkede çok gördük.”

Gönderme yaptığının Süleyman Demirel olduğunu cümle âlem biliyor. Nitekim Süleyman Demirel, vakit geçirmeden Radikal’de Murat Yetkin’e, Milliyet’te de Güneri Cıvaoğlu’na yetiştirdiği cevaplarda “demokrasi havariliği”nden vazgeçmiyor. “Şapkasını alıp gitmesi”ni, yani askeri müdahale karşısında eğilmesini parlamentoyu açık tutmak için yaptığı bir “feragat” halinde takdim ediyor.

Murat Yetkin’e “Başbakan’ın şapka diyerek beni kast ettiği şüphe götürmez. Bu göndermeyi yapan muhterem Başbakan dünkü güneşle bugünkü çamaşırı kurutmaya çalışıyor. Şapka, 63 yıllık çok partili hayatımızdaki buhranlar birine tekabül eder; o da 12 Mart 1971 muhtırasıdır… Muhtıra diyor ki, hükümet istifa etsin, parlamentodan tarafsız isimlerle hükümet kurulsun… O günkü koşullar içinde yapılacak şey, en zararla bu işi bitirmekti. Biz zarar gördük, ama milleti kurumlarla karşı karşıya getirmedik, parlamentoyu kurtardık. Zamanın getirdiği şartlar başkadır. Bizim yaptığımız dışında bir şeyi o koşullarda kimse yapamazdı…” diyor.

Güneri Cıvaoğlu’na da benzer sözlerle meramını anlatmış: “’Şapkayı alıp gitmek’ sözü 12 Mart 1971 muhtırasıyla siyasete girdi. Haksızlık ediliyor. O gün tek hedefimiz parlamentoyu açık tutmaktı, bunu da sağladık. Bu nedenledir ki 2 yıl sonra ben gene Başbakan oldum… Erdoğan bu konuları ayrıntı bilmeden konuşuyor…”

Biz biliyoruz. Tüm ayrıntılarıyla. O dönemi yaşadık. 12 Mart 1971 muhtırasının sillesini ağır sonuçlarıyla biz yaşadık. Ayrıntılarını biliyoruz.

Ayrıntı olmayan, “işin esasını” da hiç unutmadık. Süleyman Demirel’in kurtardığı, açık tuttuğu o parlamento, Cumhuriyet tarihimizin en büyük cinayetlerinden birine imza attı: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf İnan’ın askeri mahkemeden, sıkıyönetim mahkemesinden çıkan idam kararlarını onayladı.

25 yaşında tek bir kişinin kanına girmemiş, canını almamış üç insanın vicdansızca ipe gönderilmesini önlemek için, ülke içinde-dışında müthiş bir kampanya yürütülmüştü. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkında verilen idam kararının infazı ancak parlamento onayı ile mümkündü. Ve parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran Süleyman Demirel’in partisinden kalkan parmaklarla daha 25 yaşında, üç fidan gibi insan darağacına gönderildiler.

*** *** ***

Süleyman Demirel, “parlamentoyu açık tutması” sayesinde 2 yıl sonra tekrar Başbakan olduğunu hatırlatırken, “Muhtırayı verenlerden Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler’i tüm tehdit ve baskılara rağmen parlamento cumhurbaşkanı seçmedi” diye “demokrasi namına” bir övünç payı çıkartıyor.

Doğru. Faruk Gürler’i “tüm baskı ve tehditlere rağmen” o parlamento cumhurbaşkanı seçmezken, bu, Süleyman Demirel kumandasındaki büyük ölçüde Adalet Partisi’nin direnci sayesinde ve Bülent Ecevit’i destekleyen CHP’lilerin o dirence katılmalarıyla mümkün olmuştu.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararları TBMM onayı için geldiğinde, İsmet İnönü dahil tüm CHP’liler buna karşıydılar. Süleyman Demirel, bir yıl sonra Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı seçtirilmesi konusunda “tüm baskı ve tehditlere rağmen” karşı koymayı bilirken, niçin benzeri bir direnç ortaya koymadı?

Bunun cevabını kendi akıl yürütmesiyle, daha önce yaptığı gibi, “zamanın getirdiği şartlar başkadır” sözleriyle kestirip atarak kolaylıkla verebilir. Yani 1972 yılında “zamanın şartları” 25 yaşında üç gencecik insanın ipe gönderilmesini önleyemez ama 1973 yılında öyle “zamanın şartları söz konusudur ki, “tüm baskı ve tehditlere rağmen” Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı seçtirmez ve sanki bir “demokrasi efsanesi” oluşturmuş gibi bugün şişinirsiniz.

Süleyman Demirel işte budur. Türkiye’nin demokrasi serüvenine muazzam tahribat yapmış bir tarihi şahsiyet. Yaklaşık yarım yüzyıldır siyaset sahnesinde. Şapkasını kaç kez alıp, sonra başbakanlığa geri döndüğünün sayısını unuttuk. Cumhurbaşkanlığı da yaptı. Cumhurbaşkanlığı sırasında “son askeri müdahale”ye, 28 Şubat Postmodern Darbesi’ne riyaset etti.

28 Şubat Süreci’nde perde arkasından oynadığı role ilişkin yandaş çevrelerinin gerekçesi aynıydı: Parlamentoyu açık tutmak. O açık parlamento ise milletvekili pazarlarının, askeri baskı altında entrikalarla hükümetlerin bozulup yapıldığı bir siyaset agorası idi. Daha önce “açık kalması” için üzerinde titrediği parlamento da, onun orkestra şefliğinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ipe göndermek gibi bir “tarihi işlev” görmüştü.

Askeri müdahaleler karşısında “şapkasını alıp gitmek” şöhretinin sahibi Süleyman Demirel’in açık tuttuğu parlamento dönemleri yaptığı anayasa değişiklikleriyle, MGK’ya verilen rol ile Türkiye’de 27 Mayıs’la birlikte önü açılan “askeri vesayet rejimi”nin yerleşmesine ve kurumsallaşmasına zemin oluşturmuştur.

Türkiye’de bugün halâ “askeri vesayet rejimi”nden kurtulmak için çırpınıyor. Türkiye’de halâ çok güçlü tortuları bulunan “askeri vesayet rejimi”nin yerleşmesinde –paradoksal biçimde- “arslan payı” Süleyman Demirel damgası taşıyan dönemlere aittir.

***

Süleyman Demirel’in “tarihi değerlendirme” anlamında haklı olduğu bir yön var. 12 Mart 1971 muhtırasından söz ederken “Ondan 11 yıl önce 27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri tabanından gelen bir hareketle, seçilmiş Meclis, seçilmiş hükümet ortadan kaldırılmıştır. Anayasa çiğneniyor bahanesiyle Anayasa ortadan kaldırılmıştır. Yeniden seçim olup 1965’te biz yüzde 53 oyla iktidara geldiğimizde zor bir dönemdi; devletle toplum arasında ayrılık fazlaydı. 1969’da yeniden iktidar olduk, ona rağmen muhtıra geldi” diyor.

Doğru söylüyor. Aynen dediği gibi oldu. O da 12 Mart 1971’den başlayarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bu kez, “tavanı”ndan gelen hareketlere ilişkin “teslimiyetçi” politikayı benimsedi.

Başka türlü yapabilir miydi? Başka türlü davranabilir miydi?

Bilmiyoruz. Gerçekleşmemiş bir tarih üzerinde konuşulmaz. Anlamsız olur. Ancak, eğer Süleyman Demirel, “şapkasını alıp gitmek” yerine “direnseydi” Türkiye’nin ve demokrasinin kaderi mutlaka bugünkünden farklı olurdu. Tarih başka türlü yazılmış olurdu.

Demokrasiyi ilkesel olarak savunan bir liderin Türkiye’ye katkısı bambaşka olurdu. Süleyman Demirel, o kişi değildi, hiç olmadı.
Referans

06 Ocak 2010
DEMİREL'DEN MASONİK TEHDİT
Ergenekon savcılarının sorularından rahatsız olan Demirel mosonlara has simgelerle tehdit etti...

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Milliyet'ten Fikret Bila'ya konuştu.....

Savcıların, Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına’ya yönelttikleri sorulardan bazıları da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le ilgiliydi. Fırtına'nın verdiği cevaplar sonrası cevap sırası Demirel'e geçti...

Demirel'in cevap cümleleri arasında geçen, masonlar arasında anlamıyla bilinen ve yaygın olarak kullanılan deyim olan " dikili taşı yıkmak istiyorlarsa, o dikili taş başlarına geçer.” cümlesinin derin anlamını tercüme etmeye yardımcı olalım ......

Masonların önem verdikleri sembollerden biri de, Eski Mısır mimarisinin önemli unsurlarından biri olan "obelisk"tir. Üzerlerinde Eski Mısır'ın hiyeroglif yazıları kazınmış olan obeliskler, asırlar boyu toprak altında gizli kaldıktan sonra 19. yüzyılda gün ışığına çıkarılmış ve daha sonra da New York, Londra ve Paris gibi Batılı kentlere taşınmışlardır. Bunlardan biriside Sultanahmet meydanında bulunan "dikilitaş"tır. Obelisklerin en büyüğünün gönderildiği ülke ise ABD'dir ve bu işi masonlar organize etmişlerdir. Çünkü obeliskler ve üzerlerinde taşıdıkları Eski Mısır figürleri, masonlarca kendi sembolleri olarak kabul edilmektedir.

Mimar Sinan dergisinde, New York'taki 21 metre boyundaki büyük obelisk için şu yorum yapılır:

"Mimari avadanlığın sembolik kullanılışında en canlı misal 1878 yılında Mısır Hidîvi İsmail tarafından ABD'ne hediye edilen ve adına Kleopatra iğnesi denilen anıttır. Bu anıt bugün New-York'taki Central Park'ta bulunmaktadır. Üzeri masonik amblemlerle doludur. Anıt aslında Heliopolis'te Güneş-Tanrı adına kurulmuş olan ve bir inisiasyon merkezi olan tapınağın girişine MÖ 1500 yıllarında dikilmiş bulunmakta idi."

Anlaşılan Demirel masonik literatüre çok yatkın......

Fikret Bila/Milliyet
Demirel: Türkiye cadı kazanına döndü

Basına yansıyan haberlere göre, savcıların eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına’ya yönelttikleri sorulardan bazıları da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le ilgiliydi. Savcıların, emekli Org. Fırtına’ya, “Sarıkız kod adlı plandan ve bu plan çerçevesinde yürütülen çalışmalardan Demirel’in haberi var mıydı? Mustafa Özkan sizin yanınıza gelmeden neden Demirel’e uğramasının sebebi nedir? Bu şahıs, Süleyman Demirel’den size ne mesaj getirdi?” biçiminde sorular yönelttikleri kamuoyuna yansıdı. Fırtına’nın da belirtilen görüşler hakkında “Bilgi sahibi değilim” yanıtını verdiği de haberlerde yer aldı.
9. Cumhurbaşkanı Demirel’le, dün bu konuyu konuştum. Demirel, savcıların gündeme getirdiği konularla ilgili olarak şu değerlendirmeleri yaptı:

‘Cadı kazanı’
“Türkiye cadı kazanına döndü. At izi it izine karıştı. Neyin önemli neyin önemsiz olduğu da birbirine karışmış durumda. Her gün ortaya yeni bir şey atılıyor. Ne aranıyor, ne amaçla aranıyor, anlayabilmiş değilim. Kumandanların sorgulanması sırasında benim adım geçiyor. Üçüncü şahıslar arasında geçiyor. Bu benim dışımda bir olay.”

‘50 kişi görüş sorar’
9. Cumhurbaşkanı Demirel, komutanların Mustafa Özkan aracılığıyla kendisinden görüş aldıkları iddiasına ise şu karşılığı verdi:
“Şimdi ben buna ne diyeyim? Benden günde 15 ile 50 kişi arasında görüş soran, görüş alan olur. Ben düşünceleri görüşleri gizli, saklı olan biri değilim ki? Düşüncelerim, görüşlerim ortada. Daha yine yılbaşı vesilesiyle görüşlerimi ortaya koydum. Görüşlerimi isteyen o beyanımda okur, öğrenir. Benim düşüncelerim belli.”

‘Ben de söylemezsem’
Demirel, vatandaşların her gün kendisini ziyaret ettiğini, görüşlerini öğrenmek istediklerini anımsattıktan sonra şöyle devam etti:
“Yılbaşı vesilesiyle yaptığım açıklamada görüşlerimi çok açık bir şekilde kamuoyuyla paylaşmıştım. Eğer ben görüşlerimi söyleyemeyecek durumdaysam, kimse söylemez. Sorgu sualle bana bir şeyler bulaştırmak isteniyorsa, bana bulaşmaz, kendilerine bulaşır. Eğer Türkiye’de dikili taşı yıkmak istiyorlarsa, o dikili taş başlarına geçer.”

‘Sarıkız ve Demirel’
Demirel, Türkiye’de hadise ihdas edilmeye çalıştığını belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Türkiye’de hadise ihdas etmek, olay çıkarmak için kaşımalar yapılıyor. Bu doğru bir yol değildir. ‘Sarıkız ve Demirel’ diye bir olay orta yerde. Benim gördüğüm, yap
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 01, 2010 1:49 am    Mesaj konusu: Demirel'in sokağında 28 Şubat protestosu! Alıntıyla Cevap Gönder

Mehmet Barlas
"28 Şubat ruhu" "1946 ruhu"nun yerine geçebilir mi?
9 Ocak 2011 P

Vizyon yoksunu ve kısa vadeli hesaplarla yarını hiç hesap etmeyen siyasetin, merkez-sağ yelpazenin büyük koalisyonunu nasıl yok ettiğini görmek isteyenler bugünkü Demokrat Parti'yi mutlaka incelemelidirler.

Yakın siyasi tarihimizin en büyülü sloganlarından biri "1946 Ruhu" değil miydi?

O ruh önce Demokrat Parti'yi 1950'de, sonra Adalet Partisi'ni 1965'te ve en son olarak da DYP'yi 1991'de iktidara taşımıştı.

Ne var ki "1946 Ruhu", 1997'de "28 Şubat Ruhu"na dönüşüverdi.

Bireyi inançlarıyla, gelenekleriyle devlet karşısında eşit kılmayı amaçlayan, halkı bürokratik oligarşinin hegemonyasından kurtarmayı ilke olarak benimseyen 1946 Ruhu'nun son mirasçıları, kendilerini inkâr ettiler.

Derin devletle özdeşleştiler.

Bir post-modern darbenin vurucu gücü rolüne soyunup, kendi partileri olan DYP'yi parçaladılar.

Atanmış bir hükümete takoz olmayı yeğ tuttular.

İşte çağdaş uygarlık

Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat darbesinin ruhunu "İşte çağdaş uygarlık" diyerek Beethoven'in 9'uncu Senfonisi'nde aradılar.

Sonuç ortada...

Hem Demokrat Parti'yi yok ettiler, hem de Özal'ın ANAP'ını buharlaştırdılar.

Son fırsat Cumhurbaşkanı seçiminde TBMM'de bulunmalarıydı.

Ama o fırsatı da kaçırdılar.

Sanki geçmişte yaptıkları unutulmuş gibi...

Ve sanki son söylemleri ile "Derin CHP Ruhu"nun kopyası oldukları görülmezmiş gibi...

Demokrat Parti'nin başına kendilerinden sonra gelecek isimleri belirlemeye çalışıyorlar.

Tansu Çiller'i de "Göreve" davet ettikleri basın haberlerine yansıdı.

Tansu Çiller'in arkadaşımız Erhan Öztürk'e yaptığı açıklamalar, bu traji-komik tabloyu açık ve seçik ortaya koyduğu için önemlidir.

Çiller'in açıklamaları

Ne diyor Çiller?

"- Bana 'Gel ama mevcut siyaseti sürdür' mesajı veriyorlar.

Mevcut siyaset başarılı ise değişikliğe ne gerek var? Kamuoyunda ve parti tabanında, 'davet ettik' diyorlar. Ardından 'şaka yaptım' şeklinde bir ifade kullanılıyor. Sonra 'benim adayım başkası' şeklinde açıklama yapılıyor. Eski bir Başbakan'a, eski bir genel başkana davet böyle oluyorsa, o zaman samimiyette zaaf aranır. Bu sanal bir davettir. Partinin seçim başarısını hedefleyen davet böyle yapılmaz.

Bunlar seçim yolunda iki ateş arasında bırakmaktır. Bana, 'Başarısız olmak ve bölmek için gel' deniliyor. Bunu kabul etmem, edemem. Bu bir davetten ziyade yıpratma çabasıdır."

Çiller'in açıklamalarındaki en çarpıcı gözlem de, "28 Şubat Ruhu"nu temsil edenlerin "CHP'nin söylemleriyle hareket eden bir merkez sağ"ı temsil ettiklerinin vurgulanmasıdır.

CHP söylemli merkez sağ

Şöyle diyor Çiller: "- 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a kadar hep mağdur olmuş bir geleneğin mensuplarıyız.

Darbelerin mağduru olmuşuz. Milli irade tecelli etmemiş. 28 Şubat'ta da böyle oldu. Demokrat Parti'yi farklı bir platforma koyduğunuz zaman tabanınızdan kopuyorsunuz. Sağ seçmen nerede? Bunun cevabını vermemiz lazım. Büyük bölümü AK Parti'ye, çok az kısmı CHP'ye oy veriyor. Bu tabanın hepsi bu partilerde olmaktan mutlu mu? Değil. CHP'nin söylemleriyle hareket eden bir merkezsağ kendi tabanıyla ve milletiyle bütünleşemez."

Sabah

İhsan Dağı
Zaman Gazetesi
Kim bu Demirel?
12 Mart 2010

Zor bir soru sorduğumun farkındayım. Ancak bu sorunun cevabını vermeden de siyasetin yakın tarihinde birçok şeyi açıklamak mümkün değil.

Dün Milliyet'ten Serpil Yılmaz'a konuşmuş. 'AK Parti'ye oylar MHP'den gitmedi; DP ve Anavatan'dan gitti... Cumhuriyet rejimi tehlikede değildir', vs... Açıkçası beni artık ne söylediği değil 'kimliği' ilgilendiriyor. Kim bu adam? Darbe mağduru bir demokrat mı? Yoksa merkez sağa yerleştirilen bir 'Truva atı' mı?

Cihad Baban, Politika Galerisi isimli kitabında Cemal Gürsel'den bir anekdot anlatıyor. Gürsel sıradan bir adam değil; 27 Mayısçıların başındaki general, cumhurbaşkanı. 1960'ta kurulan yarı demokratik 'vesayet rejimi'nin mimarlarından.

İşte bu Gürsel'in Demirel hakkında söyledikleri çok önemli. 1964 yılında Ragıp Gümüşpala'nın ölümü üzerine AP, yeni genel başkanını seçecek. Gürsel anlatıyor Cihad Baban'a: 'Bak Adalet Partisi kongresini yapacak... Eğer Demirel AP'nin başına gelebilirse bütün dertleri hallederiz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum... Bir muvaffak olursam rahat edeceğim. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez, demokratlara alet olmaz. Dünya görmüş. O zaman göreceksin, Adalet Partisi yola girecek. Benim gözüm arkada kalmayacak.'

Bunun üzerine Cihad Baban soruyor: 'Siz kendisini yakından tanır mısınız?' Gürsel'in cevabı; 'Burada boş oturuyor değilim ya... Amerika'da tahsil etmiş. Laik, lisan bilir bir insan AP'nin başına geçerse, artık memleket kurtulur. Demirel'in Atatürkçülüğünden hiç şüphe etmiyorum.' (s. 277)

İşte 1960 darbesinin başındaki Gürsel böyle diyor. Demirel, Kasım 1964'te muhafazakârların adayı Sadettin Bilgiç'i yenerek AP'nin genel başkanı oluyor. İyi de neden Demirel'i görmek istiyorlar AP'nin başında? Bunun bir sebebi olmalı. 1950'lerde üst üste üç seçimde tek başına iktidar olan bir partiye karşı darbe yapıp, başbakanını asanlar, bu partinin devamı olacak siyasi örgütlenmeleri ve tabanını boş mu bırakacaklardı?

Tabii ki hayır, çünkü bu, darbeciler için bir 'varlık ve kişisel güvenlik meselesiydi' de. Böylece 1964'te yeni bir dönem başladı; vesayet rejiminin yerleştiği, toplumsallaştığı, adeta meşrulaştığı bir dönem. Demirel'in AP'si merkez sağ/DP tabanını elinde tutuyor, askerî vesayet rejiminin hakimleri de AP'yi.

Anlaşılan 'indirebileceklerini' çıkarıyorlardı merkez sağın tepesine. İki defa Demirel'i darbeyle indirdiler. İleri gittikçe durdurdular onu, ayar verdiler. DP çizgisinin başında onun yerinde başka birisi olsaydı belki de kolay olmayacaktı bütün bu darbeler, ayarlar, vesayeti içselleştirmeler. Şapkasını alıp gidecek bir lider arıyorlardı merkez sağın başına. Demirel'de buldukları buydu.

Vesayeti kuranlar, bunun ancak DP çizgisini devam ettiren siyasi partiye nüfuz ederek sürdürülebileceğini biliyorlardı. 1961 seçimleri göstermişti ki en avantajlı şartlarda bile CHP ve İsmet İnönü halkın oylarını alarak iktidara gelemeyecek. O halde asıl, merkez sağı kontrol etmeliydiler. Tepede kontrolü Demirel sağladı. Bir yandan 'eskilere' geçit vermezken, öte yandan da tabanı en az üçe böldü; demokratları, muhafazakârları ve milliyetçileri partiden kopardı. Zaten taban Kıbrıs sorunu ve komünizm tehlikesi üzerinden 'milliyetçi/devletçi' bir denetime alınmıştı.
(..)
Cevap aradığımız soru şu: Demirel, merkez sağın içine yerleştirilen bir Truva atı mıydı? Benim için Demirel, 1960'ta kurulan askerî vesayet rejimini merkez sağ, muhafazakâr, dindar tabana çaktırmadan satan adamdır.

Demirel'in sokağında 28 Şubat protestosu!
14:39 - Mazlum-Der, 28 Şubat sürecini 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in evinin bulunduğu Ankara Güniz Sokak'ta protesto etti. Grup, Demirel ve dönemin askeri ve sivil bürokratlarının yargılanmasını isteyerek, olanın olduğuyla kalmaması gerektiğini söyledi, açıklamanın ardından grup olaysız dağıldı. 28.02.2010 ANKARA netgazete

23 Mart 2010 00:01
Demirel Çay Diye Viskileri Götürmüş!

Gazeteci ve yazar Burhan Ayeri, Akşam gazetesinden Gülay Altan'a Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve gazeteci Nazlı Ilıcak hakkında samimi açıklamalarda bulundu.

İşte Ayeri'nin o açıklamaları:

SİYASET USTALIK İSTER, DEMİREL BİR USTAYDI
Süleyman Demirel'in seçim otobüsü bir şenlikti. Genelde Bartın'dan başlardı seçim gezisine. Otobüsün penceresinden sol kolunu sarkıtırdı. Yol boyunca çekmezdi, öpenler, asılanlar, ısıranlar. Artık kolu neredeyse yerinden çıkacak, yine de camdan içeri çekmezdi. Belli bir saatten sonra, Şener diye bir yardımcısı vardı, o kolonyayla masaj yapar, parmakları yavaş yavaş normale dönmeye başlardı. Demirel'in bu özelliğini gören Kenan Evren de aynı şeyi yapmak istedi. Yalova'da kolunu camdan çıkardı, koluna ilk yapışan çıkardı bileğini yerinden. Doğru GATA'ya... Mesut Yılmaz da taklit etmeye kalktı. Onun da kolu omuzdan çıktı. Yani siyaset bir ustalık gerektiriyor. Süleyman Demirel, diyelim ki Van'da konuşuyor, meydanda herkese isim isim seslenir. O nasıl beyindir? Şimdi muhalefet birleşsin, Cumhurbaşkanlığına aday göstersin, o yaşta seçilmezse yüzüme tükür!

Bir de Demirel, hep 'benim soğuk çayımı getirin' diye bağırırdı. Peçeteye sarılmış plastik bir bardak, içerken insanlara yaklaşmazdı da. Ben onun çay olduğunu hiç düşünmedim. Bana göre o kesin viskiydi, dopingini alırdı.

Kaynak:Akşam

Demirel'in Nazmiye'yi Öldürme Planı

Bu ses kaydı gündeme bomba gibi düşecek. Ortaya çıkan ses kaydına göre, Demirel, Haberal'la bir olup eşi Nazmiye Hanım'ı öldürmek istedi.
Ergenekonculara verdiği destekle dikkat çeken Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, ETÖ üyeliğinden yargılanan Başkent Üniversitesi sahibi Prof. Dr. Mehmet Haberal ile birlikte eşi Nazmiye Hanımı öldürme planları yaptığı iddia ediliyor. Bu şok iddianın sahibi Demirel ailesinin hizmetçisi. Dailymotion'a düşen şok ses kaydında, Demirel ile Haberal'ın Nazmiye Hanım'a neler yaptıkları anlatılıyor. Ses kaydındaki kişinin Demirel'lerin hizmetçisi M. Göktürk olduğu iddia ediliyor. Hizmetçi Göktürk olduğu ileri sürülen kişi, Süleyman Demirel'in Haberal ile birlikte eşi Nazmiye Demirel'i öldürmek için ne planlar yaptıklarını anlatıyor bir bir…

ŞOK OLACAKSINIZ
İşte dailymotion'dan alıntıladığımız ses kaydının dökümü (Demirel'lerin Hizmetçisi M. Göktürk olduğu iddia edilen kişi)


VERİLEN İLACIN İÇİNDE UYUŞTURUCU MADDE VAR
Mehmet Haberal'ın hastanesinden bize hemşire geldi Mehmet Haberal'lan hemşire gönderdi gündüzüne (gündüz), geceye ben kalıyodum, gündüzüne de o bakıyordu hani ben işle meşgul oluyordum o baktı. O kadın (hastanaden gelen) nöbetçi kaldı Cuma günleri nöbetçi kalıyordu, kalınca ilacı o virdi, hemşire verdi biz nee bilek. 3 tanesini birden veriyorlar. 3 tanesini birden verirmiş oğul bi de nediyim bu kadın inceleyip desinki sabahlan bana söyledi ilaçları sen mi veriyon dedi, he ben veriyom sabahnan da veriyoz haliylen, öyle deyince o da dedi içinde uyuşturucu ilaç var, uyuşturuyor dedi. Ben anlamadım, ne biliyim ben.

VERİLECEK İLAÇLARI 1 AY TOPLADIK, VERMEDİK
O arada Nazmiye'nin kardeşine söyledi. Nazmiye'nin kardeşine söyleyince, Nazmiye'nin kardeşi didik didik etti, siz toplayın dedi.
Bir ay toplandı ilaç, verilen ilaç, üçer dörder, üçer dörder üçer dörder hani onlar bize veriy ya, biz de vermiyok hani ben bilmediğim için.
Ben o kadına ilaç verene kadar, doktor kalıyordu.

1 AY İLACI KULLANMAYINCA NAZMİYE HANIM AYAĞA KALKTI
Doktor kendi icirecek elimizden alıp içiriyor. Biz bilmiyok ya. O alıyordu ilacı geri kalan ilaclari ben içiriyodum, böyle böyle bir ay ilacın süresi olunca kadın deppeden ayağa kalkıverdi.

İçeri muayeneye girdiler, akşam namazındaydı içeri muayeneye girdi aşağıdan geldi içeri girdi.

Yatıyordu, ayıktıydı da biz bildirmedik birden ayıkmadı. (Nazmiye), Demirel'in sesini duydu içeri girdi Nazmiye yatıyor mu diyi, sesini duyunca sanki o öğretmiş gibi onlar odaya gidinceye kadar direkmen kapının üstüne geldi.

NAZMİYE AYAĞA KALKINCA, DOKTOR “BU NASIL OLUR” DEYİP KAFASINI DUVARLARA VURDU
Demirel diye bir bağırış bağırdı. Demirel koştu geldi, karı koştu geldi. Karı şöyle etti, nasıl olurda ayıkabilir, vallaha çıldırdık bak, bu nasıl olur kafalarını duvarlara vuruyor bu nasıl olurda ayılır. Biz de dedik ki "Ayılttık!".

Nerden geliyon dedi Demirel'e sen, kiminen geziyon dedi, kiminen gittin dedi. Doktoru karşısında görünce sen neye geziyon daha burda saat kaç dedi kadın. Ay bu gitti, nasıl gittiğini bilemedi Demirel'in doktoru gitti.

DEMİREL SABAHA KADAR YATAMADI P…
Demirel sabaha kadar yatamadı pezevenk... bu karı ayıktı diyi.
Yatmazdı, yatardı böyle eletirdim yatırırdım. Kadın yatağına gendi çıkmaya başladı gendi kalmaya başladı. Ayakyoluna beni tuvalete götürim diyene yok deyi. Vicdanım kabul etmedi.

-Ne kadar zamandır ilaç tedavisi uyguladılar?

NAZMİYE AYIKACAĞI ZAMAN İLAÇ VERİLDİ, HASTA EDİLDİ
Benim vardığımda kadın sersem idi, demek ki benden önce olmuş o. Sonra 8 ay filan mı oldu kadın (Nazmiye) yatalak oldu. Kadın 2,5 seneye yakın komada yattı. Hep yattı böyle, ayıkacağı zaman veriliyi ayıkacağı zaman veriliy

-O süre zarfında şey yapan tedavi takibini yapan Haberal mı ?

DOKTORLAR BAŞKENT HASTANESİNDEN GELİYORDU
Haberal ! 5 tane doktor geliyordu. O zaman hep Başkent hastanesinden geliyorlardı. Uuuu sözümüz ona kuyruğu sıkıştı mı da hemen Haberal başımızda damlıyordu.

-Doktorlar, normal ekip tedavi ile alakalı farklı birşey söyleyeceği zaman mı Haberal geliyordu ?

DEMİREL SIKIŞINCA HABERAL'I ÇAĞIRIYORDU
He , bi mücadele oldu muydu hemen Haberal'a demirlicaz. Demirel gel al hemen pat başımıza diktiydi

-Akrabaları ile Nazmiye hanımın akrabaları ile Haberal'ın şeyi nasıldı?

Görüşmezlerdi, görmezlerdi Haberal'ı.

-Sormuyorlar mı bacımızın durumu nasıl?

Ali (Nazmiye'nin kardeşi) soruyor, niye böyle oluyor diye , O ondan değil diyiy o şeyden diyor Alzeymır hastası ya ,ondan ileri geliyor, o ilaçtan değil diyiy (Diyen Haberal) .

NAZMİYENİN KARDEŞİ İLAÇLARI BAŞKA DOKTORLARA GÖTÜRDÜ
Ali, Nazmiye'nin kardeşi o ilaçları başka yerlere götürdü başka doktorlara götürdü.

DOKTOR “BU İLAÇLAR SİNİRLERİ ÖLDÜRÜR” DEMİŞ
Götürünce demişler bu ilaç devamlı uyutur, sinirleri öldürür demiş, ondan ayıkamıyor. Neyse aldık topladık bi poşete koydu aldı evine götürdü.
Sen ne zaman bıraktın işi?

Geçen sene 7.ay da bıraktım, oğlunun düğününde. Düğün yapıyorum izin istedim, o da hadi uğurlar olsun dedi. Oyle değil işte şey açığa çıkınca.
Ben zaten ondan önce Demirel'den önce 7 sene doktorda çalıştım.
Sonra sen Demirel'e geçtin.
Sonra ordan Demirel'lere geçtim. Ben Demirel'in doktorunda çalıştım.
Doktorun kocası ne iş yapıyor?

O da doktor.
Çolukları çocukları yok mu onların?
Yok ,Çocuk yapar mı? Demirel'in götünde gezecem diye cocuk mu yapar !
Kaç kişi çalışıyordunuz siz orda?
Pek çoğuduk. 35 tane polisimiz vardı. İçerde 5 kişi çalışırdık, herkesin görevi ayrıydı. Her saat biri olurdu. Dolaşılırdı.
Diğerlerinin de senin gibi, gozlemleri var mıydı, paylaştığın?

Olmaz mı. Okumuşluğum olmadığı için Kasım gece saat 11'e kadar kalırdı.
Demirel'in çayını verirdi, yemekten sonra çayını, kahvesini, meyvasını verirdi. Sonra izin ister çıkardı.
Beraber karıyı yatırırdık altını bezlerdik, oğlanlan ikimiz. Arabaylan götürür yatağına korduk. Yatağına yerleştimi tek ben kalırdım.
Orda çalışan diğerlerinin de senin gibi gözlemi var mı?
Var var hepisinin var.

DOKTOR BENİM ÜZERİME ATMAYA ÇALIŞTI
Yanlış ilaç vermeyi, hani okuması yazması yok deyip senin üstüne yıkmaları nasıl oldu ?
Herkes açığa çıkınca , doktor Orospu, Nihat'a Nihat hanım demiş, başka ilaç vermiş benim o ilacı vermedim demiş kendi bilmediğinden yanlışlığınlan vermiş o ilacı.
Şu hani siz ilaçları tuttuk tuttuk diyorsunuz ondan sonraki durumda mı?
He..ilkin 3 tane verirmiş , sonra dedi ki Nazmiye'nin gardaşı, ne üçünden bahsediyon getiriyim de avucunla gör getirdi getirdi Demirel'e göstertti.

SÜLEYMAN DEMİREL, SÜLALESİYLE BİRBİRİNE GİRDİLER
Birbirlerine girdiler, Demirel'len. Demirel'le bıçak bıçağa kulak kulak geldiler, kaynıylan ikisi.

RESMEN KARDEŞİNİ ÖLDÜRÜYORDU. SÜLALE AYAKLANDI
Tabi canım adam resmen kardeşini öldürüyor demektir.
Tabii benim kardeşimi öldürüyon diyi. Bütün sülale ayaklandı.
Nasıl temizlediler ortalığı?

KARDEŞİ GÖTÜRECEKTİ, DEMİREL “MEDYA BENİ REZİL İDER” DEDİ, BIRAKMADI. ÇALIŞANLARI 3 AYDA TEK TEK SEPETLEDİ
Bişey yapamadı kardeşi götüreceği idi Demirel vermedi ! Medya beni rezil ider dedi. Tek tek tek tek 3 ay arasında hepimizi sıfırladılar.

Şeyleri ne demiş dedin sen, havaalanına gidince ?

DEMİREL HABERAL'A “ARKANDAYIM, HİC KORKMA SANA KİMSE BİŞEY YAPAMAZ” DEDİ
Ardındayım demiş Mehmet Haberal'a , hic korkma sana kimse bişey yapamaz, senin ardındayım! Ardında olacam bide sana dayanacağım. Benim vicdanım görmesin de..İnan yani, ben görmeyeyim de
İş içinde iş oyun içinde oyun kendi hanımına bile rahatlıkla adam şey yapabiliyorsa düşün yani Kendi hanımına değil mi? Senelerce bir yastığa baş koymuşsun.

Kaynak: Habervaktim

Nazmiye Demirel'in Kardeşi Konuştu
09 Temmuz 2010
Süleyman Demirel'in eşi Nazmiye Demirel'in kardeşi Ali Şener, "Süleyman Demirel ve Haberal'ın Nazmiye Demirel'i öldürme planı" iddialarıyla ilgili önemli açıklamalar yaptı
Nazmiye Demirel'in kardeşi konuştu!



Nazmiye Demirel'in kardeşi Ali Şener, bakıcı M. Göktürk'ün kardeşi(Nazmiye Hanım) Başkent Hastanesi doktorları tarafından tedavi edildiği dönemde bakıcılığını yaptığını doğrularken, “Nazmiye Hanım bir dönem ayağa kalkamıyordu. Ama şimdi evde ve Hacettepe'den bir doktor ilgileniyor. Durumu da çok iyi. Bu bakıcıyı Haberal'ın hastanesinden tanıyorum. Anlattıkları tevatür bana göre. Nazmiye Hanım'ın hastalığı sağlığında değişkenlikler oluşturabiliyor” dedi.

Ali Şener, gazetecilerin “İnternet sitelerine düşen bir ses kaydında, Nazmiye Hanım'ın bakıcısı olduğu iddia edilen M. Göktürk, çok ilginç iddialarda bulunuyor. Nazmiye Hanım'ın doktorlar tarafından aslında öldürülmek istendiğini ileri sürüyor. ‘Bir ay ilacını vermedik ayağa kalktı' diyor. Nazmiye Hanım'ın böyle bir bakıcısı var mı?” şeklindeki sorusuna “Şu anda öyle bir bakıcı yok. 3-4 sene evveldi o. Başkent Hastanesi'nden doktorların tedavi ettiği dönemden tanıyorum” cevabını verdi.

Ali Şener, bakıcı Göktürk'ün iddialarıyla ilgili ise “Önemsemeyin bunları. Tevatürdür onlar. Kafasında oluşturduğu hayallerdir. Nazmiye Hanım'ın hastalığı zor bir hastalık. Değişkenlikler gösteren bir hastalık, öyle sanmış olabilir” dedi. Nazmiye Hanım'ın şu an evinde olduğunu, sağlığının yerinde olduğunu söyleyen Ali Şener, “Alzheimer hastası. Bazen çok uyuyor bazen öyle olmuyor. Belli olmuyor durumu yani” diye konuştu. Nazmiye Hanım'ın Haberal'ın getirdiği doktorlar tarafından ilk zamanlar tedavi edildiğini, daha sonra ise Hacettepe Hastanesi'nde tedavisine devam edildiğini anlatan Ali Şener, şöyle devam etti: “İlgili doktor arkadaşlarını getirdi, baktı ama Haberal'ın uzmanlık alanı farklı. Daha sonra Hacettepe'den çok iyi bir doktor ilgilendi. Şimdi kimseye muhtaç değil. Kendi işini kendisi yapıyor. Durumu iyi şuan. Bir dönem ayağa kalkamadığı oldu. Ama bu hastalığından kaynaklanıyor.”
Habervaktim

Aygan Demirel İçin Ne Dedi?
07 Ekim 2010
Doğu ve Güneydoğu'da 1990'lı yıllarda gerçekleştirilen faili meçhullerin kilit ismi PKK itirafçısı ve JİTEM mensubu Abdülkadir Aygan ifade verdi.
Doğu ve Güneydoğu'da 1990'lı yıllarda aralarında gazeteci Musa Anter cinayetinin de bulunduğu faili meçhullerin kilit ismi PKK itirafçısı ve JİTEM mensubu Abdülkadir Aygan, 'siyasi sığınmacı' olarak yaşadığı İsveç'te ilk kez savcılara ifade verdi.

İlk ifadesinin alınmasının ardından Cihan Haber Ajansı'na konuşan Aygan, "Yıllardır Türk savcılarına yaptığım çağrı nihayet yankı buldu ve kendileri gelmese de soruları geldi." dedi. Aygan, "Demirel'den Çiller'e kadar birçok isim hakkında açıklamalar yapacağım, onlar dikkate alınmazsa, fırsat verilmezse bu işe razı olmam." ifadelerini kullandı.

Aygan'ın, iki Diyarbakır özel yetkili cumhuriyet savcısının İsveç Adalet Bakanlığı aracılığı ile gönderdiği 70 sorudan 27'sini cevapladığı öğrenildi. Faili meçhullerin kilit ismi, "Soruşturmanın selameti açısından detaylara girmem doğru olmaz. Henüz soruşturma bitmedi. Başka bir gün yine devam edeceğiz." şeklinde konuştu.

Aygan, "İsveç makamlarının bana yöneltmesi istenilen soruları iki kategoride değerlendirmek gerekir. Bir, Diyarbakır'da devam eden faili meçhuller ve JİTEM davasına ışık tutabilecek, davanın sağlıklı sonuçlanması için yöneltilen sorular. İki, tuzak sorular... PKK basınında ve benzeri yerlerde benim ağzımdan yayınlanan ve tek tek olayları irdeleyen sorular. Cevaplamam halinde, hakkımda şimdiye kadar iadem için herhangi bir somut delil bulamayan savcıların eline koz verecek sorular..." şeklinde konuştu.

KENDİMİ RİSKE ATARAK 5 SAAT İFADE VERDİM

İfadesi sırasında üzerine düşeni yaptığını, üzücü durumları hatırladıkça gözyaşlarına hâkim olamadığını belirten Aygan, "Uzunca soru listesine 5 saat içerisinde bilgim dahilinde cevaplar verdim. Şu an hiçbir mecburiyetim yok iken, kendimi riske atarak faili meçhuller ve JİTEM hakkında yöneltilen sorulara cevap verdim. Beni asıl üzen; kendisini 'Kürt halkının temsilcileri' olarak tanımlayan PKK ve onun güdümündeki BDP'den bu konuda hiçbir ses çıkmamış olmasıdır." diye konuştu.

Faili meçhulleri yaptıran sistemin başaktörlerinin yargılanmasını isteyen Aygan, "Birkaç figüranı, itirafçıyı, sivil memuru veya uzman çavuşu yargılayıp cezalandırmakla adaleti yerine getirmiş sayılmayacağımızı bilmelidirler." ifadesini kullandı.
aktifhaber

Demirel hakkında suç duyurusu
3 Aralık 2010

MAZLUMDER, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hakkında suç duyurusunda bulundu...


İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Özbekistan'da tutuklu bulunduğu cezaevinde hayatını kaybeden Askarov Zayniddin Abdurrasuloviç'in yargı kararına rağmen Özbekistan'a iadesi konusunda sorumluluğu bulunduğunu öne sürdüğü 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile 56. Hükümet üyeleri hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Sultanahmet'teki İstanbul Adliyesine gelen MAZLUMDER üyeleri, suç duyurusu dilekçesini savcılığa verdi.

Dilekçede, Özbekistan vatandaşı olan Askarov Zayniddin Abdurrasuloviç'in ülkesinde yaşanan işkence, zulüm ve baskı ortamından kaçarak, 1998 yılında Türkiye'ye sığındığı anlatıldı.

Özbekistan'ın rejim muhalifi ''Demokratik Erk Partisi'' üyesi olduğu ve Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov'a suikast girişiminde bulunduğu gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden iadesi istenen Abdurrasuloviç'in gözaltına alındığı belirtilen dilekçede, Abdurrasuloviç hakkında 12 Mart 1999 tarihinde Bakanlar Kurulu'nun onayı ile Dışişleri Bakanlığı tarafından ''Özbekistan'a iadesi'' istemiyle dava açıldığı ve 15 Mart 1999 tarihinde Fatih 5. Asliye Ceza Mahkemesice iadesine karar verildiği hatırlatıldı.

MAZLUMDER'in 11 Mart 1999 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) müracaat etmesi üzerine ''tedbiren Türkiye, anılan kişileri yargılamanın sonucuna kadar iade etmemeli'' kararına vardığı ifade edilen dilekçede, dönemin hükümetinin mahkeme ile yapılan yazışmalarda Özbekistan ile olan ilişkilerini zedelemek pahasına da olsa ''tedbir kararına uyacağını'' beyan ettiğini anlatıldı.

Dilekçede, şöyle denildi:

''Ancak, AİHM kararına ve hükümetin olumlu beyanına rağmen Özbek tutuklular Rustam Mamatkulov ile Askarov Zayniddin Abdurrasuloviç, 19 Mart 1999 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla 26 Nisan 1999 akşamı bulundukları cezaevinden alınarak gece saat 01.00'de uçakla Özbekistan'a iade edilmişlerdir. İade işlemiyle dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de bizzat özel olarak ilgilendiği bilinmektedir. İadenin ardından Özbek vatandaşlar Özbekistan'da cezaevine konularak tecrit edilmiş alanlarda kötü muamelelere, işkenceye, adil olmayan bir yargılamaya ve yaşam hakkına yönelik ağır ihlallere maruz kalmışlardır. O tarihte Türk hükümeti, sözde Özbek vatandaşlarla ilgili işkence, kötü muamele ve benzeri uygulamalara karşı güvenliklerine dair Özbekistan'dan güvence aldıklarını belirtmişlerdir. Ancak süreç bütün güvencelerin ya alınmadığını veya alınmış olsa bile sözde kaldığını göstermiştir.''

MAZLUMDER'in konuya ilişkin AİHM'de açtığı davada Türkiye'nin 25 bin Avro tazminat ödemeye mahkum edildiği kaydedilen dilekçede, Askarov Zayniddin Abdurrasuloviç'in geçen ay cezasının bitmesine 5 ay kala işkence edilerek öldürüldüğü öne sürüldü.

Ölüm sebebi olarak kalp yetmezliğinin açıklandığı belirtilen dilekçede, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile 56. Hükümet'in üyeleri hakkında ''yargı kararının hilafına hareket'' ile ''görevi kötüye kullanmak'' suçundan yasal işlem yapılması istendi. haber10

Demirel'den 'Vur' Kararnamesi
12 Aralık 2010

Eylül darbesinin başında bulunan Kenan Evren ile Süleyman Demirel arasında 1988’de yapılan tarihi bir diyalog gün yüzüne çıktı. İşte ilginç detaylar...
13 Mayıs 1988’de Çankaya Köşkü’nde gerçekleşen görüşmenin tutanaklarında, Demirel’in Evren’e yönelik eleştirileri dikkati çekiyor. Demirel, görüşmenin ardından Arcayürek’e de “ufunetimi (cerahat) boşalttım diyor

Eylül darbesinin başında bulunan 7. CUmhurbaşkanı Kenan Evren ile 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel arasında 1988’de yapılan tarihi bir diyalog gün yüzüne çıktı. Gazeteci - yazar Cüneyt Arcayürek’in Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “”11 Cumhurbaşkanı” dizisinin dünkü bölümünde, o dönem cumhurbaşkanı olan Evren ile Çankaya’da biraraya gelen dönemin DYP lideri Demirel’in 13 Mayıs 1988’de Çankaya Köşkü’nde gerçekleşen görüşmenin tutanaklarına yer veriliyor. Demirel, görüşmenin ardından Arcayürek’e de “ufunetimi (cerahat) boşalttım) diyor.
İşte o diyaloğun bir bölümü:
E: Sizinle Trabzon konuşması üzerinde durmak istiyorum. Bu zamana kadar 12 Eylül’ü sizinle hiç konuşmadım. Aslında bu konu üzerinde durmak da istemiyorum. Ancak bize sataşma oldu.
D: Tarih doğruyu yazmaz ki. Çünkü Türkiye’de devirler kendilerinden evvelki devirler üzerine mürekkep dökerler. İstense de, istenmese de 12 Eylül konuşulacaktır.
Hükümet sıkıyönetim ilan eder. Meclis bunu tasdik eder. Görev Silahlı Kuvvetler’indir... Fitneyi tesirsiz hale getirirler ve mesele ortadan kalkar. Böyle demeniz lazımdı... Görevleri yapacak olan Silahlı Kuvvetler’dir... Denen şudur: ‘Sıkıyönetim tesirli olamadı. Başarılı olamadı ve netice alamadı...’ Siz aynen şöyle dediniz: ‘Sıkıyönetim başarılı olamadı...’ Bu söz sizindir.”
E: Evet benimdir. Hatta ben başarılı olmadığı için kaldıralım dedim.
D: Kaldırsak görevi kim yapacaktı? Devletin ikinci bir ordusu yok ki... Sıkıyönetim yokken anarşi daha azdı... İkide bir ‘Kanun çıkmadı, yetki yoktu’ diyorsunuz. Sıkıyönetim 26 Aralık 1978 tarihinde ilan edilmişti. Sizin yetki talebiniz, kanun talebiniz, bunu ısrar ile talebiniz, 12 ay sonra, biz hükümet kurduktan sonradır... Kaldı ki, ben sizin bütün taleplerinizi yerine getirdim.

SİZE VUR YETKİSİ VERDİK
E: Hayır, bizim istediğimiz kanunlar çıkmadı.
D: ...Esasen, mevcut yetkileri kullanmadığınızdan şikâyet vardı. Yeni yetkilere ne lüzum var itirazları vardı... Cinayet işleyenin yakasına yapışmak niye yeni yetki gerektiriyordu? Kaldı ki, biz size ‘şu adamları vurun’ diye kararname bile verdik. Hem siz, 12 Eylül’den sonra mevcut kanun ve yetkilere ne ekleyerek anarşiyi durdurdunuz?
E: Çok kanun çıkardık.
D: ...6.000 kişi öldürülmüştür. Bu 6.000 kişinin katillerine, geçen 8 sene zarfında ne yapılmıştır?
E: Biz astık.
D: Astığınız 26 kişidir. Herhalde 6.000 kişiyi 26 kişi öldürmedi. Önemli olan olay, 12 Eylül öncesinin bugün korku, istismar ve kötüleme vasıtası yapılması değil, bundan ders almaktır. Devleti işletecek tedbirleri bulmaktır. Bu tedbirler yine yok ortada.
D: Benim maksadım o değil! Benim maksadım 12 Eylül’e takılıp kalmak da değil... Benim maksadım, işleyen devleti bulmaktır. Niye Fransız Anayasası’nın 16. maddesi gibi bir maddeyi bu anayasaya (1982)koymadınız?
E: Düşündük ama Meclis’in feshedilmesi partili cumhurbaşkanları tarafından suistimal edilir diye koymadık.
D: Milli Müdafaa Caddesi’nin bir tarafında Meclis, öbür tarafında Genelkurmay... Meclis ‘Acaba askerler ne zaman gelip bizi buradan çıkaracaklar’ korkusu içinde... Genelkurmay ‘ne zaman meclisi kapatsak’ düşüncesi ve palın içinde. Bu senaryo ortadan kalkmadıkça devlet de işlemez, rejim de işlemez... Benim hassasiyetimin sebebi budur. Umarım sizi üzmedim.

12 Mayıs 1980’de yayınlanan bir Bakanlar Kurulu kararıyla, “idam ve hapis cezasını gerektiren suçlardan sanık olan” kişilere teslim olmaları için 19 gün süre verildi. Bu sürede teslim olmayanlara “teslim ol” ihtarından sonra veya silah kullanmaları halinde güvenlik kuvvetlerinin ihtara gerek olmaksızın “vur emri” uygulayacakları düzenlemesi getirildi.

İDAM TARTIŞMASI

Demirel: 6 bin kişiyi öldürenlere 8 yıl boyunca ne yaptınız?
Evren: Biz astık
Demirel: Astığınız 26 kişidir. Herhalde 6.000 kişiyi 26 kişi öldürmedi

Demirel’in, ikili görüşmede Evren’e yönelttiği sorulardan biri “neden Fransız Anayasası’nın 16. maddesi gibi bir maddeyi 1982 Anayasası’na koymadınız” diye oldu. Evren’in buna cevabı ise olumsuzdu. İşte Fransız Anayasası’nın tartışılan o maddesine göre, Cumhuriyet’in kurumları, ulusun bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ya da uluslararası anlaşmaların uygulanması ciddi ve acil bir şekilde tehdit altında olduğunda ve anayasal düzeyde yetkili makamların düzenli işleyişi kesintiye uğradığında, Cumhurbaşkanı, Başbakan, meclis başkanları ve anayasal kurula resmi olarak danıştıktan sonra “koşulların gerektirdiği önlemleri” alabiliyorlar.

SİYASET YASAĞI
12 Eylül 1980 askeri darbesi, dönemin Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel’in, başbakanlığı döneminde yapıldı. Demirel, darbeden sonra 7 yıl süreyle siyasi yasaklı olarak kaldı. 6 Eylül 1987’de yapılan referandumda aralarında Demirel, Bülent Ecevit, Alpaslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’ın da bulunduğu siyasetçilerin siyasi yasağa kalktı. Demirel, 24 Eylül 1987’de yapılan DYP’nin büyük kongresinde genel başkan seçildi. Demirel, 29 Kasım 1987’de yapılan genel seçimlerde de Isparta Milletvekili olarak parlamentoya girdi.

VUR KARARI NEYDİ?
12 Mayıs 1980’de yayınlanan bir Bakanlar Kurulu kararıyla, “idam ve hapis cezasını gerektiren suçlardan sanık olan” kişilere teslim olmaları için 19 gün süre verildi. Bu sürede teslim olmayanlara “teslim ol” ihtarından sonra veya silah kullanmaları halinde güvenlik kuvvetlerinin ihtara gerek olmaksızın “vur emri” uygulayacakları düzenlemesi getirildi. aktifhaber

Salih Tuna/ Yeni Şafak
Seni toprak kabul edecek mi acaba?
04 Mart 2011

Erbakan'ın cenazesine kimin katılmasını istemezdin diye sorsalardı hiç düşünmeden "Demirel" derdim.

Şükür ki şükür dileğim oldu.

Bahçeli'den Sakık'a, Çiller'den Baykal'a kadar herkes vardı; bir o yoktu.

Cenaze namazı kılmak diye bir zorunluluk yokmuş da, başka bir tören yapılsaymış katılırmış da, estek köstek...

Halbuki herkese nasip olan (Hoca'nın 60 yıllık "arkadaşı" olduğu halde) ona nasip olmadı, haberi yok!

Hem hangi yüzle cenazeye katılacaktı?

Mesela, Sakık BDP'yi temsilen, 1. Ordu Komutanı Hayri Kıvrıkoğlu da TSK'yı temsilen katılmıştı; o neyi temsilen katılacaktı?

28 Şubat'ı mı?

Öyle ya, koca ülkede 28 Şubat'ı uluorta savunan bir o kaldı.

TSK bile cenazeye gönderdiği çelenk ve yayımladığı taziye mesajıyla, Erbakan'a 28 Şubat'ta yapılanları tasvip etmediğini dermeyan etti.

O hâlâ 28 Şubat'ı savunuyor!

Ertuğrul Beyciğimin dünkü yazısından öğrendiğimize göre o meş'um süreçte bir anormallik görmüyor: "O gün devlet işlemiştir. Devlet normal işledi diye bu konuyu seneler sonra gündeme getirmenin manasını anlamıyorum..."

Devlet normal işledi ha?

Hay ben senin garnizon balanslı devletini yiyim, e mi.

Bir de kolpa atıyor: "Böyle yaparsanız bundan sonra da devleti işletemezsiniz..."

Devleti "işletmek" istiyorsanız ağzınızı açmayın; 28 Şubat'ı sorgulamayın demeye getiriyor.

Bunları bir zamanların "Konuşan Türkiye" sloganının mimarı söylüyor; başımıza kaynar suları boca etsek yeridir!

Hep söylerim: O konuştu cumhurbaşkanı oldu, millet konuştu 28 Şubat.

Ertuğrul Beyciğim, "Senin 'devlet normal işledi' dediğin 'o güne' millet 'postmodern darbe' diyor" yollu pas atınca hazretin ses tonu değişmiş:

"O gün alınan kararlar bugün de hâlâ caridir. Madem postmodern darbe, önce o kararları değiştirsinler..."

Doğrusunu isterseniz, hepten haksız sayılmaz.

Darbeydi, Ergenekon'du diyerek Nedim Şener gibilerini gözaltına al, 28 Şubat generallerinin "postmodern darbe" tesmiye ettiği süreci tevil eden zat-ı muhteremin "görüşlerini" bile alma!

Merhum Erbakan'ın defninin üzerinden daha 48 saat geçmeden ettiği şu lafa bakın:

"Şakır şakır imzaladı..."

Bu ifade size "Paşa paşa imzaladı" manşetini hatırlatmıyor mu?

Sincan'da tankları yürüt; birinci tehdidin "irtica" olduğunu söyle, Erbakan ve partisini "irtica"nın odağıymış gibi göstererek PKK'dan daha tehlikeli ilan et...

Sekiz sütuna "Demirel'den Hoca'ya çok sert mektup" manşetleri çek; 5'li çete meydanlara doluşsun...

Gözü dönmüş "bir" general "Biz bu ülkeyi 10 milyon devraldık" diyerek, gerekirse 50 milyonu gözden çıkardığını ihsas etsin.

Ve, "Gerekirse silah bile kullanırız" manşetleri arzı endam etsin...

Cumhuriyet savcılarına "Muhtıra gibi brifing" verilsin; "Rektörler uyardı" manşetleri kotarılsın...

Psikolojik savaşın ifadesi o manşetleri bir Allah'ın günü eksik etme:

"Laiklik uyarısı" (ABD Dışişleri Bakanı Albright'ın ağzından)

"Ya uy ya çekil"

"Erbakan Vermiyor"

"Hoca ateşle oynuyor"

Demem o ki; iç ve dış güçler bir olup Erbakan'ın üzerine çullanın, sonra da "Şakır şakır imzaladı" deyin.

"El insaf" demeyeceğim. "İnsaf" nihayetinde insanî bir haslettir...

Ertuğrul Beyciğim mahut yazısına "O gün şakır şakır imzaladılar" başlığını seçmiş.

O günlerde şakır şakır "darbesevicilik" yaptığını hatırlatsak ne fayda!

"Utanmak" da insanlara mahsus bir haslettir.

Neyse, geçelim.

O değil de, Sabra Şatilla kasabı Ariel Şaron niye "ölemiyor" yahu?

Hayır yani, 2006'da beyin kanaması geçirdi, o günden bu güne bilinci kapalı vaziyette "yaşıyor." Geçenlerde bir haber vardı; bir dokunmuşlar gözlerini açmış mı ne?

Eskiler kimi zaman kimi zalimler için "Seni toprak kabul edecek mi acaba?" derlerdi.

Toprak kabul etmiyor mu yoksa?



Demirel'den "CHP'YE OY VERİN" Emri

Süleyman Demirel'in kendisini ziyarete gelenlere 'CHP'ye oy verin' şeklinde çağrıda bulunduğu iddia ediliyor.

DEMİREL 'CHP'YE GİDİN' DİYOR

Dinçerler ve Kocabıyık, CHP'nin Mehmet Haberal, Sinan Aygün gibi Ergenekon sanıklarının yanı sıra merkez sağ kökenli bazı isimleri aday göstermesinde eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in rolü olduğu görüşünde. Dışarıdan "gizli bir el" ve "Demirel" in siyaset mühendisliği yürüttüğünü savunan Kocabıyık, eski Cumhurbaşkanı Demirel ve DP eski başkanı Hüsamettin Cindoruk'un açıkça CHP'ye çalıştığını da söyledi: "Ömrü boyunca solun rakibi olduğunu söyleyen Demirel ile Cindoruk CHP'ye destek veriyor. Demirel, yanına giden herkese 'CHP'ye gidin' diyor"
aktifhaber



Özal'ı sinirlendirmek de "icraat programı"ndaydı - Mehmet Barlas
Eski Bakan Ekrem Pakdemirli "Özal'ın Mirası" kitabında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı nasıl sinirlendirdiğini anlatıyor.
Pakdemirli bu olayı daha geniş biçimde de Star gazetesi muhabirine şöyle anlatmış:
"- Rahmetli Yusuf Özal söyledi bana. Turgut Özal'ın kardeşi Yusuf Özal görüşme esnasında Turgut Bey'in yanındaymış. Turgut Bey Orta Asya'dan geldikten hemen sonra Demirel'i arıyor, ona 'Ekonomi ile ilgilenen teknik elemanlarını bana gönder, ekonomide bazı işler iyi gitmiyor, onları gözden geçirelim' diyor. Demirel, Özal'ın bu önerisine karşı 'Sen ekonomiyi bırak, arkadaşlar seni vatana ihanetten Yüce Divan'a gönderiyorlar sen ona bak' diye cevap veriyor.

De Bakey'in uyarısı
- Yusuf Özal ağabeyinin mosmor olduğunu söylerken diyordu ki 'Felç olmasından, o an abime bir şey olmasından çok korktum. Çünkü ağabeyimi o güne kadar bu şekilde mosmor vaziyette görmedim.' Yusuf 'Ağabeyimi Süleyman Demirel öldürdü, o sıkıntı ertesi gün (17 Nisan 1993) adamın ölümüne sebep oldu' diyordu.
- Yusuf şöyle başka şeyler de söylüyordu: 'Çünkü o günlerde Demirel, ağabeyimin kalp ameliyatını yapan De Bakey'le konuştu. De Bakey 'Cumhurbaşkanını strese sokmayın. Çünkü sağlığı çok iyi değil, fazla stres onun erken ölümüne yol açar' demiş. Ondan sonra Süleyman Bey tenkitlerini ve hicivlerini fazlalaştırıyor."
Pakdemirli'nin anlattıklarına fazla şaşırmadım açıkçası.
O dönemde "Özal'ı sinirlendirmek" Demirel hükümetinin temel icraatı arasındaydı.


Başka sinirlendirmeler
Mesela "Karadeniz Ekonomik Zirvesi"ne katılmak için 25 Haziran 1992 sabahı Cumhurbaşkanı Özal, Çırağan Sarayı'na gelirken, dönemin Devlet Bakanı Cavit Çağlar Başbakan Demirel'e "Cumhurbaşkanını sinirlendireyim mi" diye soruyor ve "Yap da görelim" diye cevap alıyor.
Özal kendi projesi olan bu Zirve'ye katılmak üzere toplantı salonuna girerken Cavit Çağlar onun yanına geliyor, "Sayın Cumhurbaşkanı, bu zirveye katılabilirsiniz ama unutmayın ki imza yetkiniz yok" diyor ona.
Bu sözleri duyan Özal mosmor oluyor ve zirveye katılmaktan vazgeçip Okluk'taki tatil mekânına dönüyor.
Ben Özal'ın anılarını yazmak üzere 1991 yazında Okluk'a gittiğimde de onu çok sinirli bulmuştum. Meğer benden önce gelen dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'dan ekonomi ile ilgili bilgiler isteyince ondan "Bizim işlerimize müdahale etmeyin" doğrultusunda bir cevap almış.
Acaba Özal'ın bu sinirlendirilmesi sırasında dönemin Maliye Bakanı Pakdemirli de Mesut Yılmaz'la birlikte miydi?

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2013/04/16/ozali-sinirlendirmek-de-icraat-programindaydi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com