EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İnsanlık tarihininin en büyük kötülük imparatorluğu: ABD

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Hzr 11, 2010 9:21 pm    Mesaj konusu: İnsanlık tarihininin en büyük kötülük imparatorluğu: ABD Alıntıyla Cevap Gönder

Roger Garaudy: "Dünya hiçbir zaman böylesi bir soykırıma şahit olmamıştı.“(*)



-“Batılılar 100 milyonu aşkın Amerikan yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından 300 yıl süren köle ticareti sırasında en az 100 milyon Afrikalıyı öldürerek bir başka akılalmaz soykırımı gerçekleştirdi. Afyon içmeyi reddeden Çinlilere savaş açtı ve koca Çin’e zorla afyon içirtip sömürdü. Şimdiki Laos, Kamboçya ve Vietnam adı verilen geniş bir kesimde Batı, sırf para kazanmak için insanlara zorla alkol içirtti ve içmeyenden de para alarak ahlâksızca sömürdü. Avrupalıların insanlığa ettiği kötülükler saymakla bitmez.“



-“Köleliği, bir dünya ekonomi sistemi haline gelen Avrupa, kapitalizmi meydana getirmiş ve onu 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar üç asır boyunca da dayatmıştır. Bazen köle ticaretinin birkaç milyon insanın Afrika’dan Amerika’ya götürülmesiyle sınırlı (!) kaldığı söylenir. Oysa bu, gemilerle sağ salim götürülen herbir köleye karşılık ortalama 10 insanın öldüğünü unutmak demektir. Rakama vurduğumuzda -ki bu asgarî rakamdır-, alınıp götürülen 10 milyon köleye karşılık 100 milyon insan yok edilmiş demektir. Dünya hiçbir zaman böylesi bir soykırıma şahit olmamıştı.“

* ROGER GARAUDY / Medeniyetler Diyaloğu

Kızılderili Katliamı (*)



Bartolome de Las Casas tarafından 1542'de İspanya Prensi II. Philip'e ithafen yazılan Kızılderili Katliamı, Amerika kıtasının nasıl ele geçirildiğini Eski Dünya'nın gözlerinin önüne sermiş ve birçok dile tercüme edilmiş çarpıcı bir tarihi eserdir.

"Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarladığını kendi gözlerimle gördüm. Bazen de insanların üzerine köpek saldıklarına, yerlilerin bu şekilde paramparça edildiğine, çok sayıda evi ve yerleşim merkezini yaktıklarına şahit oldum. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar..."

*Kızılderili Katliamı Bartolome de Las Casas
BABIALİ KÜLTÜR YAYINCILIĞI

Kötülük İmparatorluğu ABD'nin kumar ve fuhuş şehri Las Vegas 'Görülmemiş bir gazap ve dehşetle' tanıştı: En az 58 ölü, 500'den fazla yaralı
02 Ekim 2017



T24'ün haberine görew; ABD, tarihinin en büyük silahlı saldırısına hedef oldu; 58 ölü, 500'den fazla yaralı var.

Kötülük İmparatorluğu ABD'nin kumar ve fuhuş şehri Las Vegas'ta düzenlenen Route Müzik Festivali'nde bulunanların üzerine açılan ateş sonucu en az 58 kişi hayatını kaybetti, 500'den fazla kişi yaralandı. Saldırıyı, terör örgütü IŞİD üstlendi.

Eylemcinin40 bin kişinin bulunduğu konser alanına civarda bulunan bir otelin 32'nci katından ateş açtığı ifade edildi. Saldırganın, 64 yaşında Stephen Paddock adında ABD vatandaşı olduğu belirtildi. Polis, Paddock'un saldırıdan sonra intihar ettiğini belirledi. Reuters Haber Ajansı ise, "saldırganın aylar önce İslamiyet'i seçtiğini" iddia etti.

Trump'tan açıklama

ABD Başkanı Donald Trump, saldırıya ilişkin açıklamasında saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diledi. Birlik ve beraberlik çağrısı yapan Trump, konuşmasını "Tanrı Amerika'yı kutsasın" diyerek bitirdi.

Olaya ait olduğu belirtilen ve sosyal medyada yayınlanan videoda ağır silahla seri şekilde ateş açıldığı duyuluyor.

Polis, kenttekilere olay yerinden uzak durma çağrısı yaptı.

Las Vegas Havalimanı'nda uçuşlar durduruldu

Las Vegas havalimanına iniş yapacak ve buradan yapılacak uçuşların bir süreliğine durdurulduğu duyuruldu.

McCarran Uluslararası Havalimanı, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "LASairport'a ve buradan yapılacak uçuşlar, Las Vegas Strip'teki silahlı saldırı olayının üzerine geçici süreliğine durduruldu" denildi.

Ana Haber

Amerikalı komutan benim yanımda Şemdinli kaymakamına tokat attı
12 Ekim 2016

CNN Türk'te yayınlanan "Şirin Payzın ile Ne Oluyor?" programına konuk olan Yeni Şafak Gazetesi muhabiri Çetiner Çetin, ABD'li komutanın 1992'de Şemdinli kaymakamına tokat attığını belirterek "Benim yanımda Amerikalı komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı. Çok iyi hatırladığım bir olay..." dedi.

ABD'nin Irak politikası ile ilgili yorum yapan Çetin, 1990'lı yıllarda şahit olduğu olayı şöyle anlattı:

"İlk defa PKK'nın Kandil'e gidişi 1994'tür. Öyle 1980'ler değil. Şu anda lojistik geçiş kampları var. Öyle eğitim verdiği büyük kamplar yok. Bakın ben 1992'de yanımda olan bir olaydan bahsedeyim. Irak'tan Türkiye'ye gelen mülteciler vardı. O dönem babam da oradaki bütün kampların sorumlusuydu. Benim yanımda Amerikalı komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı. Çok iyi hatırladığım bir olay..."
İlk Kurşun

Kötülük İmparatorluğu'nun anladığı tek dil budur: ABD anakarasını küle ve karanlığa çevireceğiz"

15.09.2017



Halk sığınaklara çağrıldı

Geçen günlerde hidrojen bombası deneyen Kuzey Kore TSİ 01:10 sularında bir füze denemesi daha gerçekleştirdi. Türü ilk anda tespit edilemeyen füze başkent Pyongyang’ın Sunan bölgesinden doğuya doğru fırlatıldı. Japonya’da Hokkaido ve Tohoku bölgelerinde yaşayan vatandaşlara sığınaklara gitmeleri uyarısı yapıldı.

Güney Kore ve ABD orduları, füzeyle ilgili bilgilere ulaşmak için çalışma yürütüyor. ABD'den gelen son dakika bilgisine göre ise, Başkan Donald Trump, Beyaz saray'da askeri yetkililerden bilgi aldı. Kuzey Kore tarafından yapılan tehdit dolu açıklamada, "ABD anakarasını küle ve karanlığa çevireceğiz" ifadesi yer aldı.

Ana Haber

Kuzey Kore, ABD'nin Kudüs hamlesini değerlendirdi: Akıl hastası bunak şaşırtmadı
09.12.2017



Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, 'bunak' diye seslendiği ABD Başkanı Donald Trump'ın, İsrail'deki ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma kararını 'pervasız' ve 'aşağılık' bir hamle olarak nitelendirdi.

Kudüs tartışmasına katılan Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, Trump'ın Kudüs kararına karşı çıkarak "İsrail diye bir devlet var mı ki başkenti Kudüs olsun" dedi.
Kuzey Kore lideri, konuşmasında Trump'a bunak diye seslenerek Kudüs kararı 'pervasız' ve 'aşağılık ifadelerini kullandı.

'DÜNYA BARIŞINI KİMİN TEHDİT ETTİĞİNİ GÖSTERDİ'

AFP'nin aktardığına göre, Kuzey Kore Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden biri de, yaptığı açıklamada Kudüs gelişmesiyle ilgili şöyle konuştu:

"Akıl hastası bunağın (ABD Başkanı Donald Trump) Birleşmiş Milletler'de yer alan bir egemen devleti (Kuzey Kore) yok etme çağrısı yaptığını göz önünde bulundurarak, bu hamlesine de şaşırmadık."

Açıklamda, ABD'nin hamlesinin 'dünya barışını ve küresel güvenliği kimin tehdit ettiğinin bir kez daha ortaya çıkardığı' belirtilirken, 'meşru haklarını kazanmak için mücadele eden Filistin ve Arap halklarını destekleyecek ve dayanışma içerisinde olacağız' ifadesi kullanıldı.
Sputnik

ABD’nin İslam dünyası için yeni tuzağı!
04 Eylül 2017



Müslüman dünyasında çok ilginç ve dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. ABD, İngiltere ve İsrail, İslam dünyasını istediği kıvama getirmek için yeni bir oyunu sahneye koyuyor. Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ikilisi Yemen’de askeri olarak rezil oldu. Coğrafi avantajlara ve bariz askeri üstünlüğe rağmen istedikleri sonucu alamadılar. Üstelik Batı dünyası ve Mısır gibi önemli Arap ülkeleri de arkalarında durdu. Irak ve Suriye’de de gelişmeler hem bu ikilinin hem de Batı ve İsrail’in aleyhine seyrediyor. Şimdi bu gelişmeleri tersine çevirmek için Batı’nın hazırladığı “İrtibat ve Yumuşama Stratejisi” devreye sokuluyor. Bu strateji ilk meyvelerini toplamaya başladı. Irak’a çengel atıldı. Yemen’de ittifak halinde olan İran’ın desteklediği Husi-Salih ittifakında çatlaklar yaratıldı.

SUUDİ ARABİSTAN HÂLÂ ANLAŞILMADIYSA

Suudi Arabistan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında önceliği iç siyasi istikrara verdi. Ancak 1962’den sonra Arap dünyasında şahlanan milliyetçilik rüzgârları monarşileri devirmeye başlayınca, alarm zilleri çalmaya başladı. Suudi Krallığı bu maksatla Vahhabi inancını İslam dünyasına yaymayı ve bu şekilde milliyetçiliği frenlemeyi hedefledi. Bu amaca hizmet etmek üzere karargâhı Mekke’de olan hükümet dışı kuruluşlardan oluşan “Dünya İslam Ligini (Muslim World Leage)” kurdu. Milyarlarca doları gözden çıkardı.

1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Suudiler, Cemal Abdül Nasır’ın (1918-1970) antiemperyalist duruşunun karşısına, yeni bir jargonla “Müslüman Dayanışması ve Cihat” söylemi ile çıktı. 1969 yılında Filistin davasını desteklemek örtüsü ile İslam İşbirliği Konferansı’nın (Bugünkü 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı) kuruluşuna öncülük etti. Asıl amaç Suudi hanedanının varlığını devam ettirebileceği bir ortam yaratmaktı. Vahhabiliği ihraç etme politikası 1972’den sonra hızlandı. Bütün dünyada cami inşa etmek ve İslam Kültür Merkezleri (Vahhabi-Selefi merkezler olarak anlaşılmalı!) açmak için para muslukları sonuna kadar açıldı.
Öte yandan uzun süreç içinde Suudilerin samimiyeti konusunda Müslüman âleminde ciddi şüpheler oluşmaya başladı. Suudiler güvenlik meselelerini bütünüyle Batı’ya devretmişti. Her attıkları adım ABD ve İsrail ile uyum içindeydi. Batı’nın kucağında İslam savunuculuğu yapmak fazla inandırıcı gelmiyordu. ABD derin devleti Obama’ya rağmen, ikiz kulelerin vurulmasından Suudi Arabistan’ı sorumlu tutunca, hanedan yaşamak için ABD’ye iyice yapıştı. Yeni Başkan Trump, haraç almak da dâhil, Suudilerin ipini eline aldı. Bölgeyi ateşe atacak Sünni NATO kurma girişimini, Katar’ı da yanına çekerek Türkiye bozdu. Şimdiki planlar, ABD, İngiltere ve İsrail’in bölge planlarını boşa çıkarma potansiyeli olan iki ülkeyi hedef alıyor: İran ve Türkiye!

TAKTİK HAMLELER

Batı’nın yazdığı yeni senaryoda başrol oyuncusu Suudi Arabistan! Bu ülke bugünlerde Vahhabilik ihracına, İran’ın Şiiliği yayma çabalarını dengeleme girişimi olarak meşruiyet kazandırmak istiyor. Irak’ta, İran’ın etkisini azaltmak için Nasır’a özenerek “Arap Milliyetçiliği” kozunu kullanıyor. Arap milliyetçiliği ve İran-Irak Şiiliği arasındaki yapısal farklılıklardan faydalanarak Irak-İran arasında husumet çıkarıyor. Dengesiz ve tutarsız bir çizgisi olan Iraklı Şii lider Mukteda El Sadr, beklenmedik şekilde Suudi Arabistan’da ağırlandı. Dönüşünde Suudi Arabistan’ı “Baba” olarak tanımlayan Sadr, taraftarlarına “Suudiler aleyhine slogan atmayı” yasakladı! Irak ile Suudi Arabistan arasındaki 27 yıldır kapalı olan Arar sınır kapısı açıldı. Suudi-BAE ikilisi Irak’ın yeniden imarı için para musluklarını açmayı taahhüt ediyor.

Bu yeni planın öncelikli hedefi İran ve Türkiye, dolaylı hedefi Rusya ve Çin’dir. Dünyada Arap milliyetçiliğine en uzak ülke Suudi Arabistan’dır. Antiemperyalist kökleri olan Arap milliyetçiliği Batı ve İsrail’in kâbusudur. Tuzağa düşülürse, Irak ve Suriye bu şer cephesinin denetimine girer. Türkiye ve İran için hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Türkiye, bu girişimin İran’ı hedef aldığı rehavetine kapılırsa fena halde yanılır. Asıl hedef kendisidir. Şimdiden bu sinsi hamleyi boşa çıkaracak devlet girişimleri başlatılmalıdır.
İlk Kurşun

ABD 'Görülmemiş bir gazap ve dehşetle'-Kuzey Kore'den önce- tanıştı
13 Ağustos 2017



Trump daha birkaç gün önce Kuzey Kore’yi, “Görülmemiş bir gazap ve dehşetle'karşılaşmakla” tehdit ediyordu ki Amerika’dan gelen haberler gazap ve dehşeti bizzat Amerika’nın yaşamaya başladığını gösterdi.



Geçtiğimiz ay Klu-Klux-Klan’cıların gösteri yaptığı Amerika’nın Virginia eyaletinde bu defa gösteriler çatışmaya döndü.



“Sağı Birleştirin” isimli protesto, Amerikan İç Savaşı sırasında, köleliği savunan güney eyaletlerinin komutanı olan General Robert E. Lee’nin Charlottesville şehrindeki üniversite kampüsünde bulunan heykelinin kaldırılması planına karşı başladı.



Cuma gecesi büyük bir kitle, heykelin kaldırılmasına engel olabilmek adına kampüs içerisinde ellerinde meşalelerle yürürken, “Yahudiler yerimize geçemeyecek”, “Kan ve toprak”, “Tek halk, tek ulus, göçe son” sloganları atıldı.







Cumartesi günü ise kitle, ‘Sağı Birleştirin’ yürüyüşü için bir araya geldi. Bu gösteri, ırkçılık karşıtları tarafından protesto edildi. İki grup arasında çatışmalar yaşandı.











Irkçı gruplar silah ve askeri kıyafetlerle sokağa inerek gövde gösterisi yaptı…



Gündüz saatlerinde eylemleri bastırmak isteyen polisleri taşıyan bir helikopterin düşmesi sonucunda iki polis hayatını kaybetti. Akşam saatlerinde ise “Sağı Birleştirin” yürüyüşçülerini protesto eden kitlenin üstüne araç sürülmesi sonucunda bir sivil can verdi, 34’ü de yaralandı. Yaralılardan beşinin durumu kritik, dördü ağır…





Şehirde olağanüstü hâl ilan edilmiş durumda.







Ateş ve dehşete teslim olan ve buna karşı OHAL ilân edilen ülkenin diğer şehirlerinde ise başka grupların, bu yaşananları protesto etmek üzere sokaklara dökülmeye başladığı haberleri geliyor.

Adımlar Haber

ABD kabul etti: Suriye’de kaybettik
22 Haz, 2017



Washington yönetiminin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, Suudi Kralı Salman Bin Abdülaziz’in oğullarından Türki Bin Salman’ın sahibi olduğu Şark-ül Avsat gazetesinden İbrahim Hamidi’ye konuştu.

ABD’nin Suriye’de yaptığı stratejik hatalardan, PKK’nın Suriye kolu YPG’ye desteğine kadar bir çok konuda itiraf niteliğinde açıklamalara imza atan Ford, Suriye ordusunun şu an avantajlı durumda olduğunu belirterek, ABD’li yetkililerin kendi stratejilerini boşa çıkaran bir dizi gelişmeyi öngöremediğini vurguladı.

RUSYA-İRAN-HİZBULLAH FAKTÖRÜ

Ford, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2017’ye kadar nasıl olup da iktidarda kalabildiğine dair bir soruya da şöyle cevap verdi:
“Biz ordunun zayıflayacağını, yıpratma savaşında savunma hatlarının açılacağını ve bazı askerlerin orduyu terk edeceğini düşünüyorduk. 2013’te Esad’ın gideceğini tahmin ediyorduk. Fakat Kusayr savaşı başladı ve Hizbullah da bu noktada savaşa dahil oldu. 2013 sonlarında Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) tüm organları çöktü. Ahrar Şam ve Nusra şekillendi. ÖSO güneyde hiçbir ilerleme kaydedemiyordu. (Suriye savaşına) büyük bir durgunluk hakim oldu.”

Bu durgunlukta Esad’ın başkent Şam’ı, Suriye’nin Akdeniz’deki sahil şeridini, Humus ve Hama gibi kentleri korumayı tercih edeceğini; doğuya geçerek Halep’e yönelik bir hamle gerçekleştirmeyeceğini düşünüyorduk diyen Ford sözlerine şöyle devam etti:

“Aslında biz bölünmenin kesin olduğunu düşünüyorduk. Fakat 2014 ve 2015’te Suriye’ye sayısız İranlı ve Hizbullah savaşçısının gireceğini ve Rusya’nın da hava gücü göndereceğini tahmin edememiştik” dedi.

‘ESAD KAZANDI’

Ford, Şarku’l Avsat gazetesine verdiği mülakatta ayrıca ABD’nin Suriye savaşı konusunda bir dizi değerlendirme hatası yaptığını belirtti. Söz konusu durgunluk sürecinin Suriye Ordusu lehine sonuçlanacağını öngöremediklerini de itiraf eden Ford, Suriye ve Cumhurbaşkanı Esad’ın geleceğine ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı:

“Esad kazandı… O bir zafer kazandı veya buna inanıyor. Muhtemelen 10 yılda ülkenin tamamını alacak. Hiç kimse de rejimi yargılamıyor. Belki Esad hiçbir zaman Paris’e veya Londra’ya gitmeyecek; ama hiç kimse de rejim yetkililerini Lahey’e götürmek için Şam’a gidemeyecek. Hiç kimse…”

ABD, SURİYE’DEN ÇEKİLECEK

Suriye’nin geleceği hakkındaki değerlendirmelerine devam eden Ford, Suriye Ordusunun ülkenin güneybatısında, Ürdün sınırında bulunan Dera’yı almasının biraz zaman alacağını belirterek, “Er ya da geç İdlib ve Kamışlı’da kontrolü sağlar” dedi.

Konuşmasında, ABD’nin Lübnan ve Irak’tan çekildiği gibi Suriye’den de çekileceği öngörüsünde bulunan eski Büyükelçi bu öngörüsünü şu şekilde temellendirdi:

“ABD, çok yakında İran’ın gerginliğe başvuracağını anlayacak. ABD’nin orada bu gerginliğe karşılık verecek askeri gücü yok. ABD, (Suriye’den) çekilecek. Tıpkı 1983’te Beyrut’tan ve daha sonra da Irak’tan çekildiğimiz gibi.”

KÜRTLER, ABD’YE GÜVENMENİN BEDELİNİ AĞIR ÖDEYECEK

Suriye’deki Kürt grupların durumuna da değinen Ford, ABD’nin Kürtleri geçici ve taktik sebeplerle kullandığını belirterek “Kürtler, Washington’a güvendikleri için ağır bedel ödeyecek. Amerikan ordusu onları Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı savunmayacak. Kürtlere karşı yaptığımız sadece siyasi olarak aptalca değil aynı zamanda ahlaksızca bir yanlış” dedi.
ABD’nin güneydeki Tanf’ta konuşlu müttefiklerini Suriye ordusuna karşı koruduğunun hatırlatılması üzerine Ford, “Bunu neden yaptılar? Esad’ın politik bir sonuca ulaşmasını engellemek için” dedi.

BİLGİ ABD’Lİ YETKİLİLERDEN

Şarku’l Avsat gazetesinin Arapça servisinde yer alan röportaja göre, ABD’nin Kürtleri yalnızca Rakka’yı IŞİD’den kurtarmak için kullandığını belirten Ford, sözlerini şöyle sürdürdü:
“ABD, Saddam döneminde yıllarca Kürtleri kullandı. ABD’nin PYD ve YPG’ye, Henry Kissinger’in Iraklı Kürtlere davrandığından farklı şekilde mi davranacağını düşünüyorsunuz? Bunu, bana ABD’li yetkililer söyledi.”
Ford ayrıca, ABD’nin gelecekte, Suriye’deki Kürt bölgesini bağımsız bir bölge olarak savunmayacağını da sözlerine ekledi.

OYUN BİTTİ

ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’ın nüfuzunu kırmaya çalıştığını belirten Ford, “Trump’ın nihai hedefi nedir?” şeklindeki bir soruyu da şu şekilde yanıtladı:

“O (Trump), İran’ın nüfuzunu kırmak istiyor. Bunu birkaç hafta önce bir danışmanından duydum. Fakat şunu bilmiyor ki oyun bitti. Artık çok geç. Obama, Trump hükümetine bu hedefi gerçekleştirmesi için
İlk Kurşun

ABD Rakka ve Musul'da fosfor bombası kullanıyor
10 Haziran 2017



ABD'nin saygın gazetelerinden Washington Post, ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon güçlerinin son dönemde Rakka ve Musul'da en az iki kez 'beyaz fosfor bombası' kullandığını bildirdi.

Washington Post gazetesi, insan hakları derneklerinin paylaştığı videolarına dayandırdığı haberde ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı koalisyona ait savaş uçaklarının son dönemlerde Musul ve Rakka'da en az iki kez beyaz fosforlu bomba kullandığını açıkladı.

Rakka'da son olarak dün gece kullanıldığı bildirilen bu bombanın halkta büyük paniğe yol açtığı bildirildi.

Sözkonusu habere göre beyaz fosfor bombası patladığında içindeki kimyasal hava ile reaksiyona girerek kalın beyaz bir bulut oluşturuyor. İnsana değdiği zaman ise kemikleri bile yakarak ölüme sebep oluyor.

Operasyonlarda Ramazan'ın ilk gününden bugüne 400’den fazla sivilin öldüğü iddia edildi.

ABD’nin saldırılarında başta yasaklı fosfor bombaları olmak üzere seyir füzelerinin kullanıldığı bildirildi.
Yurt gazetesi

ABD’den Rakka’da sivil katliamı!
15 Haz, 2017



Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun terör örgütü IŞİD kontrolündeki Rakka’ya düzenlediği hava saldırılarında 300 sivilin hayatını kaybettiğini açıkladı.
BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Sergio Pinheiro ile Komisyon üyesi Karen Koning Abuzayd, BM Cenevre Ofisi’nde ortak basın toplantısı düzenledi.
Suriye’deki sivillerin durumunu genel olarak ‘oldukça kritik’ şeklinde değerlendiren Pinheiro, “Bazen, (Rakka’da) IŞİD’in kontrolünde yaşayan bir sivil toplum olduğu gerçeğinin insanlar tarafından unutulduğu izlenimini ediniyoruz.” dedi.
Pinheiro, Suriye’de şiddetin azaldığı bölgelere yönelik insani yardım ulaştırma konusunda büyük hayal kırıklığı yaşadıklarını vurguladı.
SİVİLLER AÇISINDAN SARSICI
Rakka’da koalisyon hava saldırılarının yoğunlaştığına dikkat çeken Pinheiro, söz konusu saldırıları “aşırı” bulduğunu kaydetti.
Pinheiro, basın toplantısından önce BM Cenevre Ofisi’nde devam eden BM İnsan Hakları Konseyinin 35. oturumunda yaptığı konuşmada da Rakka’ya düzenlenen hava saldırılarının siviller açısından “sarsıcı” olduğunu söyledi.
Pinheiro, 4-5 Mayıs’ta Astana toplantısında “çatışmasızlık bölgeleri” oluşturulmasını öngören Rusya, Türkiye ve İran’ın imzaladığı muhtırayı da “çok olumlu bir adım” olarak nitelendirdi.
“HAVA SALDIRILARINDA 300 SİVİL ÖLDÜ”
Rakka’daki sivil kayıplara ilişkin soru üzerine Komisyon üyesi Abuzayd, komisyon olarak sadece koalisyonun hava saldırılarını kayıt aldıklarını söyledi.
Abuzayd, “(Hava saldırıları sonucu) Sadece Mansoura köyünde 200 olmak üzere toplam 300 sivil öldü.” dedi.
İlk Kurşun

ABD Musul'da katlettiği yüzden fazla sivil Müslüman için 'olacak o kadar, biz IŞID'la mücadele ediyoruz' dedi
29 Mayıs 2017



BBCT'nin haberi:

ABD: IŞİD'le mücadelede sivil ölümleri hayatın bir gerçeği

ABD, geçen hafta Musul'da en az 105 sivil öldüğünü kabul etmişti

ABD Savunma Bakanı James Mattis, Suriye ve Irak'ta IŞİD'le mücadele hız kazanırken, sivil ölümlerinin "hayatın bir gerçeği" olarak düşünülmesi gerektiğini söyledi.

James Mattis, bölgede masumların ölmesini engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını ama sivil ölümlerinin, "böyle bir durumda hayatın bir gerçekliği" olduğunu açıkladı.

CBS televizyonuna konuşan Savunma Bakanı ayrıca, mücadelenin yıpratma taktiklerinden, "imha taktiklerine" dönüştüğünü ifade etti.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Suriye'de sivil ölümlerinin son dört haftada ABD liderliğindeki koalisyonun IŞİD operasyonlarını başlattığı 2014'ten bu yana zirveyi gördüğünü duyurmuştu.

Gözlemevi, 23 Nisan ile 23 Mayıs arasında 36'sı kadın ve 44'ü çocuk olmak üzere, 225 sivilin öldüğünü açıklamıştı.

'Trump Pentagon'un yetkilerini artırdı'

Koalisyonun Suriye hükümetinin rızası olmadan gerçekleştirdiği hava saldırıları, sivil ölümleri gerekçesiyle uzun süredir Şam'ın yanında, Suriye'nin mütteffikleri Moskova ile Tahran tarafından eleştiriliyordu.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Ocak ayında göreve gelmesinden bu yana Suriye ve Irak'taki operasyonlar sonrası sivil ölümlerde keskin bir artış oldu.

Mattis, Trump'ın Pentagon'a IŞİD karşıtı askeri operasyonlar için daha geniş yönetimsel yetkiler verdiğini de belirtti.

Şam yakınlarında bir mezarlıkta kaybettikleri yakınlarını ziyaret eden iki çocuk
Şam yakınlarında bir mezarlıkta kaybettikleri yakınlarını ziyaret eden iki çocuk

Trump'ın seçim kampanyasında, IŞİD'le mücadele dış politikalara ilişkin vaatlerin merkezindeydi.

Yedi yılda 500 bin ölüm

Mart ayında ABD, Suriye'nin Halep kentindeki bir camiye hava saldırısı sonucu 300 sivilin ölümüne neden olmakla suçlanmıştı. Irak'ta IŞİD'in kontrolündeki Musul kentinde de iki farklı olay sonrası aynı suçlamaların hedefi olmuştu.

ABD geçen hafta Musul'daki hava saldırılarından birinde, en az 105 Iraklı sivilin öldüğünü kabul etmişti.

Birleşmiş Milletler (BM) yedinci yılındaki Suriye iç savaşının şu ana kadar yaklaşık 500 bin kişiyi öldürdüğünü söylüyor.
Haber 93

Ahmet ÖLÇÜLÜ: AMERİKALILARDAN AMERİKA SALDIRISINA TEPKİ: “ABD EMPERYALİZMİ BİR NUMARALI TERÖRİSTTİR”

Amerika’nın Suriye’yi hedef alan Haçlı füze saldırısı Chicago’da protesto edildi.

Savaş karşıtlarının gösterisi kentte protestoların merkezi durumundaki Trump Tower önünde gerçekleşti.

“Başka savaş istemiyoruz”, “ABD Suriye’den elini çek” ve “Dünyadaki bütün çocukların barışa ihtiyacı var” yazılı pankartlar açan yüzlerce gösterici, sloganlar atarak füze saldırısının emrini veren Başkan Trump’a tepki gösterdi.

Polisin yoğun güvenlik önlemi sırasında atılan “Trump daha fazla savaş diyor, biz savaşa hayır diyoruz”, “Savaşa, emperyalizme ve Trump’ın yalanlarına son”, “ABD’nin derhal Suriye’den el çekmesini istiyoruz” ve “ABD emperyalizmi bir numaralı teröristtir” sloganları dikkati çekti.

Protestocu kalabalığa hitap eden konuşmacılar Esed rejiminin kimyasal silah saldırısında hayatını kaybeden çocuklardan etkilendiğini açıklayan Trump’a inanmadıklarını belirterek, ortada başka nedenler olduğunu belirtti.

Milli Gazete’nin verdiği bu haberden sonra gelelim düşmanı tanımak ve düşmana karşı koyma meselesine…

Amerikan vatandaşları kendi devletleri hakkında açıkça şu tesbiti yapmışlar:

“ABD emperyalizmi bir numaralı teröristtir”…

Peki Türkiye’de durum nedir?

Türkiye ve Türkiye gibi ahalisi Müslüman veya değil ama Amerikan düşmanı olmakla birlikte, yöneticileri Amerika ile işbirlikçi olan ülkelerde?

Bu tip kimi ülkelerde yöneticilerin açıktan emperyalizm-Haçlı işbirliği yaptığına şahit oluyoruz.

Kimilerinde de örtülü ki bunda da sebep halkın tepkisini çekmekten korktukları için. Nihayetinde demokratik görünümlü bu ülkelerde iktidarlar, koltuklarda kalabilmek ve yemeye devam edebilmek için halka hoş görünmek zorundalar, ihaneti perdelemek mecburiyetindeler.

İşte bu perdeleme gayretinin ifadesi olarak, Türkiye gibi ülkelerde, yapılan iş hayır-hasenat meselesi gibi gösterilmeye çalışılıyor. Yani aslında Haçlılara karşılar ama işte böyle “doğru” yaptıklarında destek veriyorlar, onlar da kimi zaman insanlığın vicdanını dinliyor.

Tabı bunun aldatmaca olduğunu yukarıdaki haberde mezkur olduğu üzere bizzat Amerikan vatandaşları haykırmış…

Bir de bu işbirlikçi yöneticilere yalakalık-köpeklik yapanlar var.

Bunların vazifesi de herkesten çok Haçlı-Amerikan düşmanı gözükmek ve efendilerini de mümkün olduğu kadar böyle göstermek.

Şimdi bunlar, bağlı oldukları Beştepe bahçelerinden Amerika’ya havlayıp duruyorlar. Tabi Amerika da bunların bu havlamalarından korkuyor filan değil. Nasıl olsa tasmalarını tutan eller kendisine hizmet ediyor. Bunların Amerika’ya havlıyor olması, efendileri ile Amerika arasındaki işbirliğini perdelemesi açısından da faydalı bir şey haddizatında.

Emperyalizmin işbirlikçisi efendilerinin önlerine koyduğu yaldan beslenip efendilerinin de efendisi Amerika havlamak üzere beslendiklerinin farkındalar mı acaba?

Mesela, adam acayip anti-emperyalist filan ama lider diye sarıldığı Haçlı-Yahudi köpeği Barzani… (Kumandan’ın dediği üzere, “köpekler birbirine benzer”, birini söylemek, diğerlerini ifadeye yeter.)

Güya anti-emperyalist, Amerika’ya, Haçlılara düşman ama, Haçlı işbirlikçisi kendi efendisine karşı süt dökmüş kediden farksız bu yalaka kahramanlar, Anadolu tabiriyle, “somun pehlivanı” olmaktan başka bir şey değiller.

Bunlar, Yeniçeri ruhiyatının tekâmül etmiş hali; dışarıda gerçek düşmana karşı gerçekten fiilî bir tavır gösteremezler ama içeride kendi saltanatlarına, hak ve hakikat adına karşı gelen biri karşısında ise aslan kesilirler.

Gerçek anti-emperyalizm ile sahtesi arasındaki fark, emperyalizmi bir bütün olarak ele alabilmekte kendini ortaya koyar. Bütün politikaları ve o politikaların neticeleriyle beraber emperyalizme karşı olmak, emperyalizmin işbirlikçilerine de karşı çıkabilmek.

Asıl ve esas olan da emperyalizmin işbirlikçilerine karşı çıkabilmede.

Amerika zaten uzakta ve Amerika adına burada Amerikan politikalarını yürütenler ise işbirlikçiler.

Bu işbirlikçileri hedef almadan, Amerika’ya havlamanın getirisi ise, oldukça tartışılır.
Kaynak: Adımlar dergisi

Amerikan halkı: Bu savaş halkın değil!
ÖMÜR ŞAHİN KEYİF
09.04.2017



Savaş karşıtı Amerikalılar, ülkelerinin Suriye’ye saldırısını protesto etmek için sokaklardaydı. Beyaz Saray önündeki eylemciler BirGün’e konuştu

Bu savaş halkın değil!

ABD’nin Suriye’ye saldırısı sonrası, ülkelerinin emperyalist savaşlarına karşı çıkan Amerikalılar, 35 farklı kentte aynı anda eylemdeydi. Beyaz Saray’ın önü ise cuma günü gerçekleşen eylemin buluşma noktalarındandı… Gündem Suriye’deki savaş olsa da ABD’nin kirli savaşlar tarihi eylemcilerin dilinden düşmüyor. Bush döneminde, Irak’ta kitle imha silahları olduğuna dair, daha sonra yalanlanacak olan iddiaların ardından gelen işgal herkesin aklında. Tarihin Suriye’de tekrar etmesinden endişe ediyorlar. Irak Savaşı sonrası bölgede IŞİD’in doğuşu; Libya ve Yemen gibi paramparça edilen bölgelerin cihatçılara sığınak oluşu, uyarıların arasında.

Eylemdekilerin pek çoğu, Irak Savaşı öncesi de meydanları dolduran milyonların arasında yer almış. Eylemin çağrıcısı olan savaş karşıtı çatı örgütü Answer (Yanıt) Koalisyonu, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından kurulmuş, koalisyon o dönemde geniş kitleleri buluşturan Irak’ta savaşa karşı eylemlerin çağrıcılığını yapmış.

Suç işliyorlar

Örgütün Ulusal Direktörü Brian Becker’la ayaküstü sohbetimiz önceki işgalleri anarak başlıyor: “İnanıyoruz ki ABD, Irak’ı işgal ettiğinde büyük bir suç işledi. Libya’yı bombalamaları suçtu. Suriye’de terörist milisleri desteklemeleri suçtu. Suriye’ye yönelik bombardıman yasa dışıdır. ABD anayasasının ihlalidir. Ne Trump yönetiminin ne de herhangi bir yönetimin Suriye’yi bombalamaya hakkı yoktur. ABD teknik olarak Suriye’yle barış içinde. Elbette Amerikan halkının bir bölümü bu politikalara karşı çıkmaya devam edecek.”

Medya propaganda aracı

Medyanın savaş dönemlerinde oynadığı rolü şöyle alatıyor Becker: “Medya bu olayda da çoğunlukla yaptığı şekilde yankı odası olarak işlev görüyor. Irak Savaşı’nın başında, ABD medyası ‘bu iyi bir savaş’ dedi. Daha sonra ‘kötü’ demeye başladılar. ABD Libya’yı bombalamaya başladığında, medya bunun ‘sivilleri korumak için yapıldığını’ söylüyordu. ABD ordusu ne zaman Ortadoğu’ya savaşa girse medya propaganda merkezi olarak işlev görür”

Trump içerideki sorunları bertaraf etmeye çalışıyor

Son kamuoyu yoklamalarında, halkın Donald Trump’a destek oranının yüzde 35’lere kadar düştüğü açıklanmıştı. Ekibinden isimlerin Rusya’yla uygunsuz ilişkileri olduğu iddialarının araştırıldığı soruşturmalar, Trump’ı köşeye sıkıştırdı. Becker’a göre, başı içerideki sorunlarla dertte olan Trump, bu sorunları bertaraf etmenin yolunu dışarıda aradı.

Türkiye için ‘fırsat’

Becker, saldırılara destek açıklaması yapan Türkiye’nin de durumdan bir fırsat çıkarma peşinde olduğunu ileri sürüyor: “Türk hükümeti, Trump yönetiminin Suriye’yi bombalamasını Washington’la arayı düzeltmek için bir fırsat olarak görüyor.”

Ellerini Ortadoğu’dan çek

Becker’la sohbetimize, eylemcilerin seyyar sahnedeki konuşmaları eşlik ediyor. 60 yaşlarında bir kadın, ağlamaklı, haykırıyor: “Biz Ortadoğu’nun anneleriyiz. ABD ellerini Ortadoğu’dan çek. Kendi ülkenin çocuklarını besle. Kendi çocuklarının gıda yardımlarını, sağlık hizmetlerini ellerinden alma. Bizi ise rahat bırak…” Konuşması sonrası sohbet ederken öğreniyoruz, İranlı ekonomist Simin Royasiyan, 50 yıldır ABD’de yaşıyor; ancak sık sık İran’a gelip gidiyor, bölgedeki gelişmeleri takip ediyor. “Suriye hükümetinin kimyasal silah kullandığına dair bir BM soruşturması olmadığına” dikkat çeken Royasiyan, “Hükümet, kimyasal silah kullanmış olsa bile, buna savaşla karşılık verilemez. İzlenmesi gereken yasal yollar var, konu BM’ye sevk edilmeli” diyor.

Trump yönetiminin bir sonraki hamlesinin İran’a müdahale olmasından endişe ettiğini belirten Royasiyan, “ABD hükümeti kendi buyruğuna girmeyen hükümetlere müdahale etmek istiyor” şeklinde konuşuyor.

Kimse Suriye halkı adına karar veremez

22 yaşındaki tıp öğrencisi Moe Abdulhak'ın Suriye kökenli bir Amerikalı. Abdulhak’ın ailesi Şam’dan geliyor. "Savaş bir soykırımdır" diyen Abdulhak, ne olursa olsun Suriye'ye ABD hükümetinin müdahalesinin daha çok savaş ve kan getireceğine ve askeri müdahalenin çözüm olmayacağına inanıyor.

Adı emperyalizm

64 yaşındaki bilgisayar programcısı William Waugh ise saldırıların sürmesi durumunda eylemlere katılmaya devam edeceğini ifade ediyor. Çünkü Waugh’a göre, bu savaş halkın değil, ülkedeki en zengin yüzde 1’inin çıkarları için yapılıyor.” ABD’in Suriye hedeflerini vurmasının bir savunma değil, saldırı niteliği taşıdığının altını çizen Waugh, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu ABD dışında yaşayanların siyasi kaderlerini belirleme hakkında müdahale. Bu saldırı daha çok insana zarar ve acı verecek. Bu savaş yasa dışıdır. Bunun adı emperyalizmdir.”
BirGün

ABD, Afganistan'da nükleer olmayan en büyük bombayı Müslümanları katletmek için kullandı!
13 Nisan 2017



T24'ün haberine göre; Pentagon, ordunun Afganistan'da cephaneliğinde bulunan ve nükleer olmayan en büyük bombayı Afganistan'da Müslümanları katletmek için kullandığını duyurdu.

Pentagon, 'tüm bombaların anası' olarak tanınan GBU-43 bombasını ülkenin doğusundaki Nangarhar bölgesinde, geniş bir IŞİD'li gruba karşı kullandığını duyurdu.

MOAB nedir? (Massive Ordnance Air Blast)

Bu bomba geleneksel silahlar içinde şimdiye dek yapılmış en yüksek oranda patlayıcı içeren bir bombadır. Moab Amerika yapımıdır ve en büyük uydu tarafından yönetilmektedir. Ayrıca hava unsurları tarafından kullanılabilmektedir. 10 metreden daha uzun olan bu en büyük bomba 10 tondan fazla H-6 patlayıcısı taşımaktadır. Test edilirken mini bir nükleer patlama yapıldı sanılmıştır. Çünkü gerek patlama gücü gerekse patlama sonrası oluşan mantar bulutu bunu andırmaktadır. Büyük ve yok edilmesi gereken hedefler için tasarlanmıştır. Bu bomba ilk defa 11 mart 2003 tarihinde yani geliştirilmeye başlanmasından 9 ay sonra test edildi. C-130 kargo uçağı vasıtasıyla paraşütlü bir sistem tarafından atılır. Bu bomba patladığı zaman o kadar şiddetli bir basınç açığa çıkarır ki uzakta bile olsanız iç organlarınız zarar görüp duyma kaybı oluşma olasılığınız çok yüksektir. Moab en etkili bomba olmasına rağmen taşınması zor olması ve çok yüksek bir menzilinin olmaması onun dezavantajlarındandır.
Haber93

ABD’nin Afganistan’a attığı ‘tüm bombaların anası’ sivilleri vurdu
17.07.2017



ABD’nin ‘tüm bombaların anasını’ attığı Afganistan’ın Nangarhar ilindeki Açin ilçesinin sağlık memurlarından biri, bu saldırının ardından bölge sakinlerinde deri ve göz hastalıklarının önemli ölçüde arttığını bildirdi.
İsminin açıklanmasını istemeyen kaynak, Sputnik'e açıklamasında, bölge insanlarında tespit edilen belirtilerin radyasyona işaret ettiğini belirterek, "Bu radyasyona, bombanın içindeki uranyum yol açmış olabilir" dedi.

Kaynak, "Bombanın atıldığı yerde, 1 kilometre yarıçapında olan bir bölgede, daha önce burada sürekli olarak otlayan hayvanların tümü hemen öldü. Daha uzakta yaşayan hayvanlar da daha geç tarihlerde öldü. İnsanlarda deri ve göz hastalıkları arttı, sindirim sistemi ile ilgili sorunlar ortaya çıktı. Bölge sakinlerinde tespit edilen belirtiler çok tehlikeli ve ölüme yol açan feci sonuçları olabilir. Kanser, düşükler, anemi, deri hastalığı, tüm bunlar daha sonra insanlarda görülebilir. Bombanın gücü o kadar büyüktü ki yakında yaşayan sakinlerin yüzde 90'ı psikolojik travma aldı" ifadelerini kullandı.
Patlamanın ikinci gününde hastanelere başvuran vatandaş sayısının katlanarak arttığını söyleyen kaynak, "Patlama günü de yaklaşık 60 erkek, 70-80 kadın ve çok sayıda çocuk, gözlerinde kaşıntı ve kızarıklık nedeniyle hastanelere başvurmuştu" dedi.

Saldırının şahitlerinden biri olan Abdül Kadir, hayvanların dışında patlama bölgesinde bulunan yerli sakinlerin de ölmüş olabileceğini belirterek, "Bomba, akşam saat 9.00 civarında atıldı. Yangın öyle güçlüydü ki uzaktan çok iyi görünüyordu. Sanki dağın tümü yanıyordu. Evimin, bombanın atıldığı yere 20 kilometre uzakta olmasına rağmen tüm pencere camlarımız ve komşu evlerindeki camlar kırıldı. Yakındaki tüm bitki ve hayvanlar öldü. Muhtemelen yerel sakinler arasında da ölüler var. Kimse bombanın atılacağını önceden bildirmedi" diye anlattı.
Sputnik

Amerika kurtarıcı olarak görülemez
08.04.2017



Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Suriye'de yaşanan gelişmeleri değerlendirdi, "Yazıktır günahtır Amerika kurtarıcı olarak görülemez. Amerika kana doymaz, onlarla birlikte olursak bu vebale biz de ortak oluruz." dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Suriye'de yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi.

TV5'te 'Gündem Özel' programına telefonla bağlanan Temel Karamollaoğlu, önemli açıklamalarda bulundu.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun açıklamalarından satır başları şu şekilde:

- Kimyasal saldırıyı şiddetle kınıyoruz ama Amerika'nın saldırısı kimyasal saldırıya ilişkin bir tepki değildir. Amerika'nın bambaşka amaçları var. Türkiye bu noktada çok dikkatli olmalı.

- Amerika ve İsrail'in Ortadoğu'da planları var. Amerika, Türkiye'nin Lozan'daki sınırlarını tanımayan tek ülkedir. İsrail ise Arz-ı Mev'ud hayalleriyle yaşamakta,

- Yaşanan her şeye İsrail'i göz önünde bulundurarak bakmalıyız. Ortadoğu'da dengeleri değiştirecek bir olay yaşanıyorsa İsrail'in bunda kesinlikle parmağı vardır.

- Amerika'nın Türkiye'nin dostu olmadığını unutmamalıyız.

- Yaşananlara bakarsak hedefte Türkiye vardır. Irak'ın işgali sürecimde Erbakan Hoca'nın dediği gibi Irak'tan sonra sıra Suriye'ye gelecek. Sonrasında ise sıra Türkiye'ye gelecek. "Ortadoğu'da yaşananlar Türkiye'yi etkilemez" şeklinde düşünmemeliyiz.

- Ortadoğuda yaşananlardan zarar görecek ülkelerin bir araya gelmesi gerek. Bu nedenle Türkiye ile İran bir an evvel bir araya gelmelidir.

- Amerika'nın başında İslam düşmanı ve dengesiz biri var. Göreve gelir gelmez Müslümanları düşman ilan etmişti. O nedenle Amerika'yı mazlum Suriye halkının dostu olarak görmek çok yanlıştır.

- Amerika'nın tek derdi İsrail'e hizmet etmektir.

- Kimyasal silahları kim kullanırsa kullansın cezalandırılmalıdır. Fakat Irak'taki süreci unutmamak gerekir, Irak’a müdahele edilirken Amerika Dışışleri Bakanı Irak’ta kitle imha silahları var demişti ancak savaştan sonra bakıldı ki Irak ta böyle bir şey yokmuş. Bugün de benzer bir senaryo gündemde olabilir.

- Tekraren belirtmek gerekir; asıl hedef Türkiyedir.

- Tüm İslam ülkelerini parçalamak istiyorlar. Amerika’nın İslam dünyasına ilişkin haritaları ortada. Bu haritalar ortadayken kimse komplo kurduğumuzu iddia etmesin, bu haritalar Pentagon'da yayınlandı. Biz biliyoruz ki bu haritaların sebebi İsrail'in menfaatleridir.

- Esad’ın yaptıkları tasvip edilemez ama Esad bahane edilrerek bir katliama kalkışmak tüm Müslümanları hedef almak demektir. Hükümet Irak sürecinde düştüğü hataya tektrar düşmemeli, şayet aynı hataya düşülürse Irak'ın bölündüğü gibi Suriye'de bölünecek sonra da sıra Türkiye'ye gelecek.

- Yazıktır günahtır Amerika kurtarıcı olarak görülemez. Amerika kana doymaz, onlarla birlikte olursak bu vebale biz de ortak oluruz.

- Türkiye bugünkü tavrından vazgeçmeli, Amerika'nın yanında yer almamalı, Müslüman ülkeleri bir araya getirmeli, Müslüman ülkeleri bir araya gelirse Suriye meselesi çözülür.

- Biz kendi problemimizi kendimiz çözmeliyiz, en azından Batı’nın hedeflerini boşa çıkarmalıyız.

- İsrail’le dostluk kurmaya kalkıyoruz. Bu gaflettir, bu ne demektir? Hükümetteki arkadaşlar bir dönem bizimle oldu, hocamız senelerce Siyonizmi anlattı, lütfen Erbakan hocanın anlattıklarını hatırlasınlar kendilerini gözden geçirsinler.
Yön haber

Amerikan saldırıları, kararımızın milyon kere doğru olduğunu ortaya koydu"
08.04.2017



ABD'nin Suriye'ye hava saldırısı, füze denemeleri nedeniyle Washington'la daimi gerilim yaşayan Kuzey Kore'nin tepkisini çekti. Açıklamada, "Amerikan saldırıları, nükleer silah geliştirme kararımızın milyon kere doğru olduğunu ortaya koydu" denildi.
Batı dünyasında ABD’nin Suriye’ye düzenlediği hava saldırısından ‘ders alması’ gerektiği yorumları yapılan Kuzey Kore’den gözdağı geldi.

Kuzey Kore Dışişleri Bakanlığı, Amerikan saldırısını ‘affedilemez bir saldırganlık’ eylemi diye niteledi.

Devlet televizyonu KCNA’dan yayınlanan açıklamada, “Suriye’ye yönelik Amerikan füze saldırıları egemen bir devlete karşı affedilemez bir saldırganlık eylemidir ve bunu güçlü bir biçimde kınıyoruz” denildi.

Açıklamada, “Amerikan saldırıları, nükleer silah geliştirme kararımızın milyon kere doğru olduğunu ortaya koydu” sözleri dikkat çekti.

Pyonyang’ın açıklamasında, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’a desteklerinden ötürü teşekkür ettiği de belirtildi.
Yön haber

TRUMP, KİMLERİ RAHATSIZ EDİYOR?
Av. Mehmet TIĞLI
31 Ocak 2017



Trump “Reyis”, hâli vakti yerinde olanları ürkütüyor…

Amerika’nın çapulcuları ayaklanmış… Önce kadınlar üç beş pankartla yürüdü, şimdi de “müslümanlar kardeşimizdir” diyen çapulcular yürüyor… “Reyis! Bunların hakkından anca biber gazı ve tomalar gelir; ver gazı!”

CNN Türk’te kanserli bir Sudanlı çocuğun vize alamadığından dolayı tedavisinin yarım kaldığının, Yemenli bir gencin vize uygulaması nedeni ile üniversiteye gidemeyeceğinin haberlerini yapılarak olay dramatize ediliyor. CNN sanki Müslümanları ve bölge insanımızı düşünürmüş gibi. Bush, Clinton, Obama gibi küreselciler yüzünden Suriye, Irak, Libya’da ve İslam Coğrafyası’nın diğer topraklarında hayatı kararan bebelere, kadınlara, gençlere hiç bu kadar ağlamadınız… Ne şehirler harab oldu, ne halklar soykırıma uğradı, ne yuvalar söndü… Hiç görmediniz!..

Trump’ı silah ve savaş baronlarının aksine bizzat Amerika’nın yerli çocukları seçti. Küreselcilerin İslam topraklarında açtığı savaştan bıkan gerçek Amerikan vatanseverleri ve ulusalcı-milliyetçi Amerikan derin devleti seçti. Hem de sermayenin ve medyanın tüm karalamalarına, aşağılamalarına rağmen. “Reyis” sadece Twetter’da yürütebildi seçim kampanyasını.

Seçilmeden önce de yazdık bunları: Trump, Yahudi ve Avrupa güvenliği için Amerika’nın çocuklarının savaşa itilmesinin hatalı olduğunu söyleyerek iktidara geldi. Açılan savaşlarda Amerikan halkı bedel öderken medya ve savaş baronları kârlarına kâr eklediler ve bu Amerikan halkına işsizlik ve güvenlik problemi olarak döndü.

Trump, “sınırlarımızı belirleyelim, çitlerimizi çekelim, içimizdeki yaraları saralım, insanlara aş, iş verelim” vaadi ile seçildi. Ve şu ân Amerikan devletine sızmış küreselci çete ve onların sokaklara döktükleri çapulcular direnç gösteriyor.

Büyük bir çatışma ve bunun neticesinde derin bir ayrışma olacağı kesin. Trump sözünde durur ve vaatlerini yerine getirirse, Amerika kabuğuna çekilecek ve İngiliz Tarihçi Arnold Toynbee’nin kehaneti ile “kovboyların at koşturduğu bir tarım ülkesi” olacaktır.

Trump, olur da sözünde duramaz ise, Amerikan devletinin içine edecektir kuşkusuz. Aynı bizdekinin yaptığı gibi… Ne ordu bırakacak, ne yargı ve ne de CIA-FBI… ve dahi ne de toplumda birlik… Her şey darma duman olacak…

Her halükarda, hani hep derler ya; hiç bir şey eskisi gibi olmayacak…

Türkiye’ye bak, Amerika’yı tahlil et… Yanılmazsın.

Adımlar dergisi

Rusya’yı Suriye'de 'yıkımla' suçlayan CIA Başkanı’na sert yanıt: ABD, yakılıp yıkılmış bir yeryüzünden başka ne bıraktı?
04.01.2017

ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Direktörü John Brennan'ın Rusya'nın Suriye'de 'yakıp yıkma taktiği' uyguladığı yönündeki iddialarının mesnetsiz olduğunu ifade eden Rus siyasetçi Klintseviç, CIA yöneticisine “ABD, yakılıp yıkılmış bir yeryüzünden başka ne bıraktı?" sorusunu yöneltti. RİA Novosti'ye konuşan Rusya parlamentosunun üst kanadı Federasyon Konseyi Savunma ve Güvenlik Komisyonu Başkan Yardımcısı Frants Klintseviç, "Brennan, Rusya'nın Suriye'de yakıp yıkma taktiği uyguladığına ilişkin tek bir kanıt dahi sunmadı. Brennan'ın sözleri, Moskova'nın ABD'deki seçim kampanyası sırasında siber saldırılar düzenlediğine dair suçlamalar gibi mesnetsiz" dedi.

'ABD, JAPONYA'YA ATOM BOMBASI ATTI, DRESDEN'İ YERLE BİR ATTI'

CIA Direktörü’nün Rusya'yı yapmakla suçladığı eylemlerin bizzat ABD tarafından gerçekleştirildiğine dikkat çeken Klintseviç, ABD'nin 2. Dünya Savaşı'nda Japonya'ya atom bombası attığını, Dresden'i yerle bir ettiğini ve Irak'ı işgal ettiğini anımsatarak, "ABD, yakılıp yıkılmış bir yeryüzünden başka ne bıraktı?" diye sordu.
Sputnik

Türker Ertürk'ten ABD başkanlık seçimiyle ilgili ilginç bir analiz: ALEA IACTA EST
14 Kas, 2016



Geçtiğimiz hafta, ABD’de “Başkanlık Seçimleri” yapıldı ve tüm dünyanın yakından takip ettiği bu seçimleri, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump kazandı. Tüm dünyayı yakından ilgilendiriyordu, çünkü ABD hala süper güçtü, dünyanın siyasi, ekonomik ve askeri ağırlık merkezi doğuya doğru kayıyorsa olsa da hala tek küresel güçtü. Ayrıca ABD; yer yer karşı çıkışlar olsa da, Roma İmparatorluğu gibi, yer küreye hala siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik değerlerini ihraç eden güçlü bir yapıya sahipti. Aksi olsa; bu seçimlerle Amerika dışında kimse ilgilenmezdi!

Donald Trump ve Hillary Clinton arasındaki seçim yarışı ve kampanyalar, geçmiş dönemde tanık olduğumuz seçim yarışlarına hiç benzemiyordu. Özellikle; Trump’ın yürüttüğü kampanya sırasında Meksika, Hispanikler, Müslümanlar, NATO, Rusya, İran ve Suriye hakkında söyledikleri çok sıra dışıydı.

Hillary, Daha Fazla Savaş Demekti

Seçimlerden önce yazdık, anlattık ve tercihimizi ortaya koyduk; Hillary Clinton’ın daha fazla savaş demek olduğunu, kazanırsa Suriye’ye müdahale edileceğini, arkasında küresel nükleer savaşı bile göze almaya hazır Neocon’ların ve savaş lobilerinin olduğunu, kazanmasının PKK, PYD ve Gülen Cemaati’ne destek anlamına geldiğini söyledik.

Esasında bizim yaptığımız; kötünün iyisini seçmekti! Başka seçeneği olmayan Amerikan halkı da aynı şeyi yaptı ve kendisine sunulan seçenekler içinde en iyisini seçti. Halbuki; yerleşik güçler ve ana akım medya, halkı Hillary’i seçmesi için yönlendirdi ve zorladı, ama ters tepti. Tüm kamuoyu araştırma şirketleri seçim sonucu hakkında yanıldı, ya da yönlendirmek için Hillary’i önde gösterdiler.

Kapital-Finans Hillary’e Destek Verdi

Seçim yarışı sırasında; popülizm, kutuplaşma, karşıtlık, belden aşağıya vuruşlar dahil, her şey vardı. Siyahlar, İslam kimliği ile var olanlar, göçmenler, Hispanikler, Yahudi Cemaati, Neocon’lar, küresel emperyalist sistemin yönetim merkezi konumunda olan Kapital-Finans, Hillary’ye destek verdi. Gülen Cemaati; Hillary’e açık desteğinin yanında, seçim kampanyasına yüklü miktarlarda bağışlar bile yaptı. Kendilerini ABD’nin sahibi olarak gören beyaz ve Hristiyan çoğunluksa, Trump’ı destekledi.

ABD’de geniş halk kitleleri, durumlarından memnun değil. Ekonomi kötü, işsizlik artıyor, sosyal devlet yok denebilir. Paran yoksa; sağlık hizmeti yok, ölürsün Amerika’da! Ülke kaynakları dünya jandarmalığına gidiyor ama, bunun katma değeri halka dönmüyor.

Siyah, Kadın, Çekik Gözlü

Amerika’daki seçim sonuçlarından anlayacağınız; halk küresel emperyalist çeteye dur dedi! Hillary seçilseydi, kötü olacaktı! Peki, “Trump seçildi, iyi olacak” diyebilir miyiz? Demek için hem erken, hem zor, ayrıca belirsizlikler çok!

Amerika’yı bir kişiyi yönetmiyor ve yönetmesine de müsaade edilmez. Obama geldiğinde tüm dünya sevindi; siyah olması ve Müslüman geçmişi ile barış getireceği sanıldı. Halbuki; bu görüntü vitrindi. Aynı düşünce ile bu sefer de kadın düşünüldü. Daha sonra da çekik gözlü planlıyorlardı. Ama vitrinde kim olursa olsun; ABD’nin rotası hep aynı kalacaktı.

Her Yerde Varlar!

ABD’de derin bir devlet var. En az 50 senelik vizyonu olan, küresel planları var. Bu planları yapan, Amerika’nın en üst düzey üniversitelerinden üst düzey akademik kariyerle eğitim almış insanlarını çalıştıran, 50 bin kişilik ve 100 bin kişilik kurumları var. Başkanlar değişse de derin devletin hiç değişmeyen “Zbigniew Brezezinski” gibi isimleri var.

Evet, seçimleri Neocon’lar kaybetmişti ama; seçilen Donald Trump’ın da arkasında Neocon’ları temsil eden isimler var. Aynen Gülen Cemaati gibi; her partinin, her kurumun içinde varlar, Ateistlerin bile! Zaten, bu aklı onlara Neocon’lar vermişti!

Zarlar Atıldı, Ok Yaydan Çıktı

Demem o ki; Trump’la beraber zaman içinde üslup ve strateji değişebilir ama nihai hedefler değişmez. Eğer bu hedefleri değiştirmeye kalkarsa; çok zorlanır, çok ısrar ederse ABD’nin 35. Başkanı John F. Kennedy’nin akıbetine uğrayabilir. Çünkü durum; Jül Sezar’ın Galya seferi sonrasında Roma’ya geri dönerken, M.Ö.49’da Rubico Nehri’ni geçerken söylediği Latince “Alea Iacta Est” sözünde olduğu gibidir. Yani; Amerika için zarlar atılmış ve ok yaydan çıkmıştır.

Trump’la beraber değişen üslup ve strateji paralelinde; ABD’nin Rusya, İran ve Suriye politikası da değişecektir. Bu; uzun dönemdir Brezezinski’nin, Çin’in üstesinden gelebilmek için yapılmasını istediği, stratejik işbirliği girişimidir. IŞİD’le çok ciddi mücadele edilecek ve Ortadoğu’da Obama’dan farklı olarak; Siyasal İslam desteklenmeyecek ve laik politikalara öncelik verilecektir. Bunun anlamı; bugün ülkemizin iktidarını gayri anayasal ve gayri hukuki biçimde fiili olarak elinde tutan ve Siyasal İslamcı ajandası olan gücü iyi şeylerin beklemediğidir.

KAYNAK:İLK KURŞUN

CIA'dan itiraf niteliğinde açıklama!
04 Aralık 2017

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Başkanı Mike Pompeo, Kaliforniya'da düzenlenen Reagan Ulusal Savunma Forumu'nda Ortadoğu'da neler planladıklarını itiraf eden bir konuşma yaptı.

İSRAİL VE SUUDİ ARABİSTAN ORTAKLIĞI

Pompeo, Suudi Arabistan, İsrail ve bazı Körfez ülkerinin "terörizmle mücadelede" birlikte çalıştıklarını vurguladı. Pompeo bu işbirliğinin Körfez bölgesini ve Ortadoğu'yu "daha güvenli" hale getireceğini savundu.

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Başkanı Mike Pompeo'nun bu açıklaması geçen hafta içinde ABD'nin Ortadoğu'da yeniden bir dizaynın peşinde olduğu tezini de güçlendirdi.

Bu teze göre Amerika , Suudi Arabistan üzerinden yeni bir savaş başlatacak ancak bunu bu kez açıktan değil perde arkasından yapacak.

Haber Fedai
Etiketler : israil, Suudi Arabistan, Mike Pompeo

Ergün Diler: Çin seddi
2 Ara, 2017



Amerika Birleşik Devletleri’nde işler iyice karışık. Nasıl içinden çıkacaklar bilemiyorum. Taraflar kılıçlarını çekmiş, birbirlerinin üzerine yürüyor. Buradan bakınca olayların anlaşılmadığını görüyorum.
Biraz detaya inmek şart oldu… FBI eski Başkanı Mueller FETO’NUN KAÇIRILMASI HİKAYESİNDEN dolayı Mike Flynn’in yakasına yapıştı.
Mike çok akıllı ve tecrübeli biri.
Ancak FBI söylediklerinin YALAN olduğunu öne sürdü. “YA DOĞRUYU AÇIKLA YA DA ÖMÜR
BOYU HAPİS” teklifini yaptı…
Mueller’in arkasındaki güç FLYNN üzerinden TRUMP’a yürümekte.
BAŞKAN’ın dengesini bozup ipleri PENTAGON’a verme niyetinde… Aynı güç RIZA SARRAF olayının da tam içinde… Rıza olayının startını başka bir güç verse de bunlar işin içine girip yönetimi ele geçirdi…
“İçeride Trump’ı yola getirir, Türkiye’de de Erdoğan’ı tasfiye ederiz” mottosuyla yürüyorlar! Trump için ikinci seçenek kenara atılmak!
KAFALARINDA BU VAR !
Mueller’in arkasındaki güç sanki bir adım daha attı! CIA Direktörü POMPEO’nun DIŞİŞLERİ BAKANI OLACAĞINI neredeyse 40 gün önce yazdım. Şimdi konuşulan bu! Peki Tillerson neden gidiyor? Bunu anlarsak kavgayı da ekipleri de çözeriz!
Tillerson daha göreve gelmeden bir dostum bana olacakları aktardı!
“Tillerson ABD’nin DIŞİŞLERİ Bakanı olacak. Tillerson’un önemli bir misyonu var. Ortadoğu’daki bütün petrol yataklarını Rothschild ailesine bağlayacak.
Başta ARAMCO olmak üzere tek çatı kuracak…” Trump’ın kabinesinde Rothschild ile çalışmış Steve Mnuchin ve Wilbur Ross gibi önemli isimler vardı. Bir denge sözkonusuydu. Bu denge yaklaşık 1 yıl sürdü! Tillerson’un gidecek olması AİLENİN yani Rothschildler’in bir adım geri itilmesidir…
Ve önemlidir!
Yeni Bakan olacağı söylenen Pompeo, Trump’a değer verse de sonuçta ASKERDİR ve PENTAGON’a bağlıdır…
Ve kendi ekseninde kalacaktır.
Burada önemli olan CIA’nın PENTAGON’a geçiyor olmasıdır! Yani TRUMP’ı içeride savunacak hiçbir makamın kalmamasıdır!
Ve tehlike budur! Eğer Trump bu ekibin istediği yörüngeye girmezse çatışma büyüyecektir…
Hangi saatte bakarsanız bakın ABD’de hamle üzerine hamle görüyorsunuz! Amerikan iç dengelerindeki sarsıntı, Washington’daki gerginliği tüm takım elbiselilerin yüzüne yansıtıyor! Çok kişi gergin! Konuşulan en önemli konu POMPEO’nun yerine kimin geleceği! Şu sıralarda en güçlü aday TOM COTTON!
Büyük ihtimal Cotton gelecek gibi.
Ama başka isimler de konuşulmakta.
Kesin karar verilmiş değil. Ama bir dostum 2 ay önce bu ismi iletti.
“Bu gelecek ve neler olacak iyi izle” dedi…
Eğer Tom Cotton, beklendiği gibi CIA’daki 1 NO’lu koltuğa oturursa 2018 yılında yaşanacakları şöyle sıralayabiliriz? Bunu Amerikalılar söylüyor!
Pentagon, İran’a askeri operasyon düzenleyecek…
Pentagon, Kuzey Kore’yi vuracak.
CIA, Lübnan, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Filistin, Ürdün, İsrail’de iktidarları değiştirmek için hamle yapacak!
Libya merkezli başlayacak kaos Ortadoğu’da yeni bir yangın çıkaracak.
Irak ve Suriye bölünecek…
Bu maddelerin altına imza atanlardan biri de çok kişinin yakından tanıdığı eski CIA ajanı NED PRICE!
Etkili bir isim olan Price “ABD Dışişleri Bakanlığı’na Pompeo’nun, CIA’ye ise Cotton’un gelmesiyle birlikte Ortadoğu’da yeni dönem başlar” dedi.
Peki bu iki isim kimdi?
Yani POMPEO ve Cotton! CIA’dan çok kişi bu ikilinin uzmanlık alanlarının İRAN olduğunu söylüyor! İhtisasları bu!
Bu ikili birkaç yıl görevde kalırsa İRAN’ın hedef olma ihtimali yüzde 99… İran’a yapılacak operasyondan sonra bölgenin yani Türkiye, Irak ve Suriye’nin nasıl etkileneceği konuşuluyor.
Haritalar üzerinde bunu konuşan çok! Bu topraklar Washington’da CAFE’lerde paylaştırılamayacak kadar kutsaldır!
Bunu anlamaları zaman alsa da anlayacaklar! ‘İki isim yeni görevlerine geldi’ diye koca ORTADOĞU’ya 10 bin km. öteden ayar verilemez!
Öğrenecekler!
Neyse… Pompeo operasyonel anlamda, Cotton ise terör finansmanı alanında uzman! Cotton’un birçok Müslüman ülke hakkında hazırladığı rapor var. Tabii hepsi kendi çıkarlarını sonsuza kadar yaşatmak için!
Tillerson’ın göreve veda etmesinin başlıca nedenlerinden biri Trump hakkındaki hakaret dolu açıklamaları.
Washington’da birçok yerde katıldığı davetlerde Trump’ın akli dengesinin yerinde olmadığını söylemeye başladı.
Pentagon’la Trump arasındaki bazı anlaşmazlıkları fırsata çevirmek isteyen Tillerson önemli bir detayı atladı. Hızlı davrandı. Radara yakalandı. Unuttuğu şuydu: Pentagon, Beyaz Saray’a gönderdiği birini hemen görevden almaz. Çünkü Trump da biliyor ki, Pentagon Beyaz Saray’dan daha güçlü. O nedenle Trump’ın karizmatik güçlü özelliklerinin bitirilmesini şimdilik istemeyen Pentagon, Tillerson’ın üzerini çizdi.
Hem de bir daha Amerikan siyasetinin hiçbir kademesinde yer alamayacak şekilde…
Gelelim Cotton’a…
Muhtemel yeni CIA Başkanı’na…
Cotton, Amerika Birleşik Devletleri’nin İran ambargosunun merkezinde yer alan bir kişi. Onun raporlarıyla İran’a karşı ambargo başladı. CIA için çok genç biri olmasına rağmen Cotton, silah şirketlerinin de desteğini aldı.
Bu destek şu anda çok güçlü.
Olağanüstü bir terslik olmazsa bu isim gelecek. Çünkü 2018 planlarında BAŞKAN olarak o görülüyor!
Pompeo, Tillerson’un gittiği yerleri önceden ziyaret etti.
Gereken adımları attı. Tillerson geldi üzerinden geçti!
Bu görev onun için yabancı değil yani…
Cotton’un CIA direktörlüğünde hatalar yapma ihtimali de aslında çok fazla. Pompeo’nun ekibi yardım için sırada! Planların uygulanması için de el birliği yapmış durumdalar! Cotton’u en iyi izleyen ülke RUSYA. Pompeo’yu da böyle izlemişlerdi. Pompeo da Cotton da çok özel… Henüz Amerika Birleşik Devletleri’nde değişim başlamadı.
Ancak İran’da bunun paniği zirveye çıktı. Çünkü ABD’den sonra Cotton’un en çok tanındığı ülke İran, kent ise Tahran’dır. ABD’de PENTAGON kendi adamlarını sahaya sürüyor. Rıza Sarraf davası ile Mike Flynn dosyasının içinde de bunlar var… İki davayı da İRAN-TÜRKİYE eksenine oturtmak için ellerinden geleni yapacaklardır…
Bütün hazırlıklar bunun için…
Yıllardır hem de! Rıza Sarraf’ın KORKUTULARAK ORAYA
GÖTÜRÜLDÜĞÜ söyleniyor. Rıza burada gözaltına alındıktan sonra yanına verilen ya da kendisinin tuttuğu AVUKAT bile daha sonra FETÖ’den yurtdışına kaçan bir isimdi…
Bizim ANLIK bile bakmadığımız olaylara adamlar 5 yıllık plan çerçevesinde bakmışlar. 17-25 KUMPAS DOSYALAR I 2012’de elde olduğu kadarıyla New York’a götürülmüş, “17-25’te başarısız olursak davayı burada sürdürelim” diye…
Pentagon artık net bir şekilde bize karşı hasmane tavrını ortaya koydu.
İPEK YOLU’na hayat veren iki ülkeyi ele geçirmek istiyor. Türkiye çok ama çok önemli. İran da… Satranç tahtası üzerinde iki ülke dışında bir hamleleri yok. Rıza olayına da böyle bakalım.
Buradaki DEKONTLAR üzerinden gidilirse olayın ÖZÜ ve BÜYÜKLÜĞÜ anlaşılmayacak. CHP zaten anlamak istemiyor. RIZA SARRAF’ın içeride kiminle nasıl iş tuttuğu elbette önemli.
Bunun hesabını TÜRK DEVLETİ sorar! Sormalı da. Ancak oyun bizim dışımızda kurulmakta ve TÜRK DEVLETİ’ni hedef almakta. Farkına varmamız gereken de bu! Karşı tarafın hiç şakası yok. Adamları küçük göremeyiz. Ama gözümüzde büyütecek halimiz de yok. Bakın biz buraların BAŞROL oyuncusuyuz. Bunu bilirler.
Çin de bilir! Bu nedenle BANK OF CHINA Türkiye’ye geldi!
Dünyanın en değerli 5. BANKASI yani…Türkiye eksen değiştirdiği için hedef. Pentagon ve oradaki derinler bundan rahatsız.
Yalnız değiliz. Yalnız kalmayacağız. Ama içeride bölünmeyelim. ANLAYALIM…
Ya kontrol edilebilir küçük bir ülke ya da dünyada söz sahibi bir dev olacağız…
RIZA olayına böyle bakın…
NOT: Yazımı bitirdikten sonra Mike Flynn FBI’ın suçlamalarını kabul etti… İşbirliği yapacağını ilan etti.
Paylaşayım istedim. ÖNEMLİ!
ABD’nin ekonomi darbesine karşı dünya devi resmen Türkiye’de

Takvim

Suburbicon: Çöküşe destansı tanıklık
Seyyit Nezir



Çöküşteki ABD toplumuna yönelttiği sert eleştiri çok tartışılacak olan Clooney’nin tek umudunun çocuklar oluşu ise çürümüşlüğün yaşam dışına sürülüşünü imliyor

BOĞAZİÇİ Film Festivali’nin açılış filmi “Suburbicon” görkemli bir kara mizah örneği... Yönetmenlik kariyerini her filmiyle eleştirmenlerden övgüler alarak oluşturan George Clooney, 6. sinema filminde yine büyük bir başarıya imza atıyor. Sonu gelmeyecek duygusu veren bir banliyö kâbusunun anlatıldığı filmde, zenci ve beyaz iki ailenin dramı, büyük bir kasaba özelliğinde banliyö mahallesinin ve ülkenin toplumsal çöküşü ve karabasandan çıkış olanağıyla koşut olarak, çarpıcı bir görsellikle, soluk soluğa bir gerilim içinde sergileniyor...

TOPLUMSAL ŞİDDET AİLEDE BAŞLIYOR

Senaryosunu Ethan ve Joel Coen kardeşlerin yazdığı filmde olaylar Suburbicon (güvenli ve yalıtılmış bölge) adlı semtte geçiyor. Bölge, konforlu bir yaşam içinde sakin insanların yaşadığı bir görüntü çizmekle birlikte, olayların akışıyla birlikte, seyirciye, adım adım, patlamak için tetiklenmeyi bekleyen karanlık ruhlu insanlar karşısında olduğu duygusu veriliyor.

Matt Damon’un olağanüstü bir oyun sergilediği filmde Julianne Moore, Noah Jupe, Josh Brolin, Oscar Isaac, Jack Conley, Glenn Fleshler, Karimah Westbrook, Megan Ferguson, Carter Hastings, Alex Hassel, Gary Basaraba, Ellen Crawford ve Michael D. Cohen’in de kusursuz oynadığı söylenebilir.

Filmde, tümü beyazlardan oluşan semtte Lodge ailesine komşu villaya siyahi bir ailenin gelmesi herkesi ayağa kaldırır. Aynı günün akşamı evlerine yapılan saldırıda annesinin trajikomik biçimde öldürülüşü sonrasında ailesinin ve mahallenin ihanet, aldatma ve şiddet dolu gizemli bölgelerini keşfe çıkarılan filmin küçük kahramanı ve Lodge ailesinin 10 yaşındaki çocuğu Nicky’yle birlikte, seyirci, bir an bile göz kırpmaya vakit bulamadan, içine daldığı karabasanı filmin her karesinde duyumsar.

CİNNET ABD’NİN GENLERİNDE VAR

Amerikan toplumunun ruhunda, tıpasını atmaya hazır ağzı kapalı şişedeki gibi bekleyen linç duygusu birdenbire akıldışı ve çılgınca saldırganlık duygusuyla siyahi aileyi geceli gündüzlü korkunç bir bekleyişle kuşatır. Kara mizah ve gerilimin kâbus dolu bir dünyada iç içe geçtiği filmde semt halkının saldırgan kimliğiyle Lodge ailesinin yaşadığı cinnet paralel kurguyla verilerek, toplumu oluşturan aile ve bireylerin kötücül dünyası, bir dizi cinayet tasarımıyla Lodge ailesi bireylerinin kurban edildiği tehdit ve tuzaklar silsilesiyle sergilenir. Cinayetlerin sorumlusu olarak oğlunca suçlanan babanın (Matt Damon), oğlu Nicki’ye polis sorgusunda susmazsa zencilerle işbirliği ettiği suçlamasını yönelteceği tehdidi, ABD’de kutsal ailenin tükenişini apaçık ortaya kor. Çocuk için hazırlanan zehirli yemeği farkında olmaksızın yiyen babanın ölüme yattığı saatlerde hem ailede hem semt halkında öfkenin sönümlenişinin ardı sıra Nicky siyahi akranıyla futbol oynamaya çıkarak Amerikan toplumunun umut ışığını simgeler. Film, kendini siyahiler üzerinde açığa vuran Amerikan cinnetinin beyaz Amerikalı için aslında daha büyük tehdit olduğunu göstermesi yönünden cesur bir yapım niteliği taşıyor; gerçekliğin acımasızlığı altında ezilen kara mizah öğeleri, seyirciyi buruk gülümseyişlerden bile alıkoyuyor.

Aydınlık

Prof. Boratav: Trump'ın başkanlığında Türkiye'nin maceracı ihtiraslara savrulma riski daha az
09.11.2016(
Hüseyin Hayatsever

[img:0a67616a0
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Oca 01, 2018 9:50 pm tarihinde değiştirildi, toplam 64 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 07, 2012 12:32 am    Mesaj konusu: ABD’nin Kapkaranlık Tarihi Alıntıyla Cevap Gönder

Oliver Stone, ABD resmî tarihini sorguluyor: Tehdit altında değiliz. Tehdidin bizzat kendisiyiz."
22 Eyl 2015



'Ortadoğu'da kaosun nedeni ABD'

Middle East Eye haber ve analiz sitesine konuşan Stone, “Anlatılmayan tarihe çalışırken bir nokta beni çok etkiledi: Ortadoğu’daki müdahalelerimiz… Çok menfur bir müdahale” dedi.

El Cezire'nin Middle East Eye'den akktardığı habere göre; Üç Oscarlı Amerikan yönetmen Oliver Stone, 'ABD'nin Anlatılmayan Tarihi' adlı yeni dizisini anlattı. ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalelerini eleştiren Stone, "Sovyetler çökmüştü ve bölge tek bir süper güce kalmıştı. Bir daha oradan çıkamadık. Kendi yarattığımız kaostan IŞİD'i suçluyoruz" dedi.

Üç Oscarlı Amerikan yönetmen Oliver Stone, yeni televizyon dizisinde ABD'nin eski başkanı John F. Kennedy'ye suikast, Vietnam Savaşı ve 11 Eylül saldırılarının anlatılmayan, gün yüzüne çıkmamış ayrıntılarına ışık tutmaya çalışıyor.

Ünlü yönetmen ‘ABD’nin anlatılmayan tarihi’ adlı dizi için yaptığı araştırmalarda kendisini en çok da ABD’nin Ortadoğu’daki istismarlarının şaşırttığını söyledi.

Stone, Washington’ın Ortadoğu’daki gelişmelerdeki parmağının izini takip ederken 1930’lu yıllara kadar gidiyor. Stone’a göre bu müdahale eski başkan George H. W. Bush’un döneminde zirveye çıkıyor.

Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesinin ardından Bush’un bölgeye yüz binlerce asker gönderdiğini anımsatan Stone, “Sovyetler çökmüştü ve bölge tek bir süper güce kalmıştı. Bir daha oradan çıkamadık. Bir kere girdik, sonsuza dek kaldık” diye konuştu.
Stone, “Tüm bölgeyi istikrarsızlaştırdık. Kaos yarattık ve sonra kendi yarattığımız kaos için IŞİD’i suçladık” dedi.

Stone, dizi ve kitabın araştırma ve yazım aşamasında Amerikan Üniversitesi öğretim görevlilerinden Peter Kuznick ile birlikte çalıştı. Kuznick, ABD'nin Japonya'ya düzenlediği, İkinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren nükleer saldırılar konusunda uzman bir isim.

'Bizim petrolümüzün onların çölünün altında ne işi var? '

Middle East Eye'a verdiği röportajda Kuznick, "Hepsinin sebebi petrol. 'Bizim petrolümüzün onların çölünün altında ne işi var?' diye bir tampon yazısı vardı, hatırlarsınız" dedi.

ABD'nin Suudi Arabistan ile olan ittifakının, 1953 yılında dönemin İran başbakanı Muhammed Musaddık'a karşı düzenlenen CIA destekli darbenin ve 1980'lerde Afganistan'da Sovyet karşıtı dinci militanlara arka çıkılmasının altında Washington'ın petrol açlığı yatıyor.

"Önce bu karışıklıkları yaratıyoruz, sonra da çözmek için büyük bir askeri planımız oluyor. Ve o askeri çözümler işe yaramıyor" diyor Kuznick.
Stone ve Kuznick'in bu görüşleri, Kahire, Moskova ya da Paris sokaklarındaki insanları şaşırtacak cinsten değil.

Fakat ABD için sıra dışı açıklamalar. Stone'un tabiriyle 'Amerikalılar bir balonun içinde yaşıyor' ve ABD'yi dünyada istikrarın direği ve iyilik adına çalışan bir güç şeklinde resmeden eğitim sisteminin, siyasetçilerin ve medyanın verdiği bilgilere inanıyor.

'Bir kozanın içinde yaşıyorsunuz'

Eski başkanlardan Ronald Reagan'ın Amerika'yı "bir tepenin üzerinde parlayan bir şehir" olarak tasvir etmesi, bu durumun en meşhur örneklerinden biri. "Amerikalı olmak çok rahatlatıcı bir şey" diyen Stone, sözlerine şöyle devam etti:

"Güvende ve maddi bir refah içinde olduğunuz ve Rusya'dan Çin'e, İran'dan Kuzey Kore'ye her yerde düşmanlarınız olduğu hissine kapılıyorsunuz. Bir kozanın içinde yaşıyorsunuz. İki okyanusa kıyısı olan büyük bir ülkeniz var, ama hep tehdit altındasınız."

Stone bunu gayet iyi anladığını, çünkü kendisinin de aynısını yaşadığını ifade ediyor. Cumhuriyetçi borsa simsarı Louis Stone'un oğlu olarak New York'ta büyüyen Stone, hep yaratıcı biri olmuş. Çocukken ailesini eğlendirmek için kısa oyunlar yazıyormuş. Ancak okuldaki öğretmenlerinin anlattığı o şişirme tarihi hiç sorgulamamış.

"Hikâyenin sadece Amerikan istisnacılığını vurgulayan, yani Amerika'yı dünyaya karşı fedakâr ve faydalı bir ülke olarak gösteren kısmını almıştım" diyor ünlü yönetmen.

1967 yılında orduya gönüllü yazılarak Vietnam'da görev yapan Stone, iki kez yaralandı ve kahramanlığından dolayı Bronz Yıldız nişanı, hizmetlerinden dolayı ise Mor Kalp nişanı aldı.

Stone o döneme ilişkin olarak şunları anlattı:

"Vietnam'dan döndüğümde şaşkındım. Orada olanlara dair tamamen kafam karışmıştı. "Fakat o laf kalabalığından, o militarist sözlerden ben de fazlasıyla nasibimi aldım."

Martin Scorsese gibi önemli isimlerden ders alma fırsatı bulduğu New York Üniversitesi'nde sinemacılık okurken tarihi sorgulamaya, "ilerici tarih" üzerine kitaplar okumaya başladı.

1980'lerde yaptığı siyasi eğilimli filmleri besleyen de bu fikirler oldu.
1986 yapımı Salvador, Orta Amerika'da 1980'lerdeki savaş ortamını konu alıyordu. Stone'un yönetmenlik kariyerinde dönüm noktası sayılan, başrolünde Charlie Sheen'in oynadığı Müfreze'de (1986) ise Vietnam'da görev yapmış genç bir askerin hikâyesi anlatılıyordu.

Stone, 1989 yapımı Doğum Günü 4 Temmuz filminde de Vietnam Savaşı'nı sorgulamaya devam etti. 1991 yapımı JFK ile eski Amerikan başkanı John F. Kennedy'ye düzenlenen suikaste ilişkin komplo teorilerini; Nixon (1995) ve W (2008) filmleriyle de sonraki yıllarda başkanlık koltuğuna oturan Richard Nixon ve George W. Bush'u konu aldı.
Stone, NSA muhbiri Edward Snowden hakkındaki filminin gösterim tarihinin 2016'ye ertelendiğini söyledi.

'Tehdidin bizzat kendisiyiz'

Stone ayrıca aralarında Kübalı devrimci lider Fidel Kastro, Ukrayna'nın devrik cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in de bulunduğu, Washington'a meydan okuyan birçok yabancı devlet adamıyla da röportaj yaptı.

On bölümlük bir belgesel dizisi ve 750 sayfalık bir kitaptan oluşan Amerika'nın Anlatılmayan Tarihi, Amerikalılara, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş'tan günümüze kadar olan Amerikan tarihine dair alternatif bir bakış açısı sunuyor.

Amerikalı öğrencileri yanlış yönlendirerek işlenen "eğitim suçuna" karşı koymak istediğini belirten Stone, şöyle diyor:

"Amerikan istisnacılığı müfredatımızından çıkarılmalı. Tehdit altında değiliz. Tehdidin bizzat kendisiyiz."

Belgesel Hakkında Bilgi:

NTV ABD'nin Gizli Tarihi Bölüm 1

Dünyaca ünlü yönetmen Oliver Stone bu kez objektifini ABD’nin gizli kalmış dosyalarına çeviriyor. Tarih eğitimi alan ünlü yönetmen, ABD tarihine yoğunlaşarak tamamladığı eğitimini hiç sorulmayan soruları sorarak pekiştiriyor.

"Hayatımızın çoğunu sis perdesi içinde yaşarız. Basın bize sürekli birşeyler anlatır. O şeyler günümüzü kapsayarak asıl önemli konuları irdelememizi engeller." diyerek manipülatif tarihe olan tepkisini belirten Oliver Stone bu sis perdesini aralamakta ısrarcı. Ünlü yönetmen, Napolyon’un söylediği “Tarih üzerinde uzlaşılmış bir yalanlar silsiledir…” lafını alıp daha da öteye götürüyor.

Napolyon’a katılmak istemediğini belirten Stone, tarihin bir amacı, bir sistemi olduğuna inandığını belirtiyor ve Amerika’nın tarihini şimdiye kadar hiç anlatılmadığı bir şekilde anlatıyor. Ve de samimi bir şekilde ekliyor: "Bir çok sorunun cevabını bulamayabilirsiniz… Ama sizi daha bilinçli yapmaya yönelik bazı soruları bulacağınızı umuyorum..."

1. Bölüm: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI

Oliver Stone’un yönettiği ve İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan Amerikan İmparatorluğu’na yeni bir bakış sunan on bölümün ilki Roosevelt ve Stalin’e odaklanıyor. Amerikalı Henry Wallace gibi ismi duyulmadık kahramanları ve Sovyetler’in nasıl şeytanlaştırıldığını keşfediyoruz.

Dizinin 1 bölümünü Türkçe olarak bu linkten izleyebilirsiniz: http://hitalbumindir.blogcu.com/abd-nin-gizli-tarihi-1-bolum-indir-hdrip-turkce-dublaj/13483288
Haber 93

Ruhani'den ABD'ye: "İran'ın mal varlığı yağmalanamaz. Bu apaçık bir hırsızlıktır ve karşılıksız kalmayacaktır"



İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran Merkez Bankası'nın ABD'deki dondurulmuş mal varlığına tazminat gerekçesiyle el konulmasını "hırsızlık" ve "haydutluk" olarak değerlendirdi.

Bakanlar Kurulu'nda konuşan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD Yüksek Mahkemesi'nin, çeşitli terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin ailelerine ödenmesi için İran'ın ABD'deki 2 milyar dolar değerindeki mal varlığına el koymasını, "açık bir hırsızlık ve büyük bir hukuki skandal" diye yorumladı.

Ruhani, "İran halkının mal varlığı yağmalanamaz. Bu apaçık bir hırsızlıktır. Hırsız, karşı saldırıdan muaf tutulacağını düşünüyorsa yanılıyor" dedi.
İran Cumhurbaşkanı, "Dünyanın başka köşesindeki bir mahkeme ya da o ülkenin yasama organının başka bir ülkenin mal varlığı konusunda karar alması, uluslararası hukuka aykırı bir haydutluktur" diye konuştu.
ABD'yi uyaran ve sonuçlarına katlanmaları gerektiğini söyleyen Ruhani, "Bu, yutabileceğiniz bir lokma değil" ifadesini kullandı.
Kaynak: El cezire

ABD Afganistan'da hastane bombaladı: 9 ölü, 37 ağır yaralı
03 Ekim 2015



Amerikan uçakları Afganistan'ın Kunduz kentindeki sınır tanımayan doktorların çalıştığı hastaneyi bombaladı. Saldırıda 9 doktor öldü, çoğu sağlık çalışanı 37 kişi de ağır yaralandı. 30 doktordan ise haber alınamıyor. NATO'dan yapılan açıklamada "Amerikan uçakları hastaneyi yanlışlıkla" bombalamış olabilir" denildi.

Afganistan'ın Kunduz kentindeki bir hastane gece saatlerinde bombalandı.

Afgan ordusu ve NATO güçleri ile Taliban arasındaki çatışmaların sürdüğü Kunduz'da 'Sınır Tanımayan Doktorlar' örgütü üyesi doktorların çalıştığı bir hastane geceyarısı bombalandı.

Amerikan jetlerinin düzenlediği hava saldırısında dokuz doktor hayatını kaybetti, 19'u hasten personeli olmak üzere 37 kişi'de ağır yaralandı. Hastanede gönüllü olarak çalışan 30 doktordan ise haber alınamıyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar'dan yapılan açıklamada hedef alınan hastanenin "Afganistan'ın kuzeyindeki tek travma merkezi olduğu" belirtildi.

Sosyal medya üzerinden açıklama yapan Taliban sözcüsü ise "ABD bombardımanı sonucu onlarca doktor, hemşire ve yaralının hayatını kaybettiğini" duyurdu.

Saldırının ardından gözlerin çevrildiği NATO'dan çarpıcı bir açıklama geldi. "Amerikan güçlerinin Kunduz’da hava saldırısı düzenlediği belirtilen NATO açıklamasında hastanenin 'yanlışlıkla' bombalanmış olabileceği" ifade edildi.

Afganistan'ın kuzeyindeki stratejik öneme sahip Kunduz, 28 Eylül'de Taliban'ın kontrolüne geçmişti. Kunduz'u geri almak için operasyon başlatan Afgan ordusuna NATO güçlerine bağlı ABD askerleri de havadan destek veriyor. Ancak buna rağmen bölgenin önemli bir bölümü Taliban'ın kontrolünde bulunuyor.

Afganistan'da dün Amerikan ordusuna ait C 130 tipi askeri uçak düşmüş, olayda 6'sı asker 11 Amerikalı hayatını kaybetmişti. Taliban uçağı kendilerinin düşürdüğünü açıklamış, Pentagon'dan ise yalanlama gelmişti.
ulusalkanal.com.tr

ABD’nin Kapkaranlık Tarihi
Prof. Dr. Mehmet Yuva
Aug 30 2012

Allah’ın seçkin topluluğuyuz dediler milyonlarca Amerikalı yerliyi katlettiler. Allah’ın yeryüzündeki temsilcileriyiz dediler Amerika kıtasını talan ettiler. Geniş topraklar üzerinde bedava çalışacak kölelere gereksinim var dediler Afrika kıtasından milyonlarca insanı sardin balıkları gibi istifliyerek Amerikaya taşıdılar.

Zenci dediler, negro dediler; faşizmin, ırkçılığın Allahsızlığın alasını icra ettiler. Allah’ın mesajlarını yaymaya geldik dediler Meksika’dan milyonlarca kilometre karelik toprakları çaldılar. Kalifornya’da altın bulduk dediler binlerce Avrupalı haydut ve aşkiyayı Pasifik okyanusuna yığdılar. Bu kadar talan bize yetmez dediler, biz Allahın risaletini, Anglo-Saxson demokratik değerleri bütün dünyaya yaymak istiyoruz dediler, Pasifik oksayusuna çullandılar.

Haiti, Samoa yetmez dediler Filipinler’e, Japonya’ya, Çin’e göz diktiler. Bu esnada Küba adasında şeker kamışı, tütün, kumar ve turizmin rantını kokladılar. Buraları talan edebilmek için gerekçe ürettiler. Ayrıca, bu stratejik adaları kontrol edebilmek için sömürgeci İspanya Krallığını yıkmak gerekiyor dediler. İngiltere sömürgeciliğine karşı isyan ederek ABD’yi kuran “devrimci ve anti emperyalist” yeni sırtlanlar Filipin ve Küba’da İspanya’ya karşı ayaklanan devrimci halkı ihmal edemeyiz dediler. “Yaşasın Küba, Yaşasın Filipinler, kahrolsun İspanya zulmü” dediler. İhtiyaç duyulduğunda Allah’ı, gerektiğinde insanı kullanan bu haramiler, İspanya’ya şavaş ilan edebilmek için Havai limanında “dost” ziyaretinde bulunan Main adlı ABD savaş gemisini mürettabatı ile havaya uçurdular. Soruşturmaya hacet yok bu “elim” hadiseden İspanya sorumludur dediler İspanya’ya savaş açtılar. Küba ve Filipinleri işgal ettiler. Atlantik okyanusundan Pasifik okyanusuna kısa bir yola ihtiyacımız var, Latin ve Güney Amerikayı daha iyi kontrol etmemiz gerekiyor dediler.

Bu talan için Columbiya devletine bağlı Panama vilayetini uygun buldular. Uyuşturucu ve silah ticareti için, United Fruit Company (Meyve Birliği Şirketi) için muz cumhuriyetleri kurulmalıdır dediler. Çareyi etnik bölücülükte keşf ettiler. “Yaşasın halkların kaderlerini bağımsız tayin hakkı” dediler. Panama’da konuşulan İspanyolca Columbiya’da konuşulan İspanyolcadan ayrıdır dediler, Panama eyaletini anavatan Columbiya’dan bir gece kararı ile bağımsız ilan ettiler. Columbiya’nın Panama vilayetini bir günde işgal ettiler. New Yorkta okuyan Columbiyalı öğrencileri bağımsız Panama devletinin başına yeni “demokratik” güçler olarak atadılar. “Demokratik” Panama cumhuriyeti ile hemen bir askeri antlaşma gerek dediler, Panama kanalını inşa ettiler, buraya Amerika kıtasının en önemli ABD askeri üssünü tesis ettiler.

Bugün, Panamanın ABD generali Westpoint askeri akademisinden mezun edilmiş Noriga’yı hatırlayan varmı? Eski CIA başkanı baba Bush’un kadim dostu ve kakoin ticaretinde iş ortağı. Colombiya kakoini general Noriga’nın mafya askerleri tarafından Columbiya hududundan teslim alınır, önce Panama’daki ABD askeri üssüne getirilir buradan askeri uçaklarla ABD’ye taşınırdı. “Muhafazakar ve dinci” Bush oglu Bushlar zehir ticaretinden milyarlarca dolar talan ettiler. Noriga ile ticari anlaşmazlıklar oluştu. Baba Bush tehditler savurdu. Noriga geri adım atmadı. Bush’un kakoin ticaretini ifşa edeceğini açıkladı. Gizli belge kalmayacak dedi. Panama kanalının millileştirilmesinden bahsetti. Küba’ya yakınlaştı. Bush’un özel kararnamesi ile Panama ABD özel birlikleri tarafından işgal edildi. Binlerce panamalı katledildi. Noriga zincirlere vuruldu, ABD’ye gönderildi. Ve dikkat. Yabancı bir devletin ABD vatandaşı olmayan başkanını ABD’nin özel yetkili mahkemelerinde yargıladılar. ABD’nin kadim memuru Noriga’yı dünyadaki pisliğin sorumlusu olarak lanse etti. “Özgür” basın Noriga’yı çarmıha gerdi. Dünya artık rahat nefes alabilirdi. Çünkü ABD dünyayı bir diktatörden daha kurtarmıştı. Bugün Noriga’yı hatırlayan var mı? Nerede olduğunu bilen var mı? Biz tekrar karanlık tarihe dönelim.

Vietnam İkinci Cihan Harbi öncesi ve sonrasında önce Japon, daha sonra Fransa işgaline karşı muazzam bir vatan savunması yaptı ve Kuzey Vietnam bağımsız bir devlet olarak doğdu. Fransa ile yapılan antlaşmaya binaen Güney Vietnamda bir referendum yapılacak ve bunun neticesinde ya bağımsız bir Güney Vietnam devleti kurulacak veya iki parçalı Vietnam lağve edilip bağımsız tek Vietnam devleti ikame edilecekti. Fransa ve ABD, Güney Vietnam sakinlerinin devrimci Kuzey Vietnam ile birleşmek istediğini anlaması üzerine referendumu rafa kaldırır. Bu aşamadan sonra Güney Vietnam, Viet-Kong örgütü liderliğinde Fransa işgaline karşı silahlı mücadele başlatır. Fransa bunun altından kalkamayacağını anlayınca işgali ABD’ye terk eder. ABD aşamalı olarak Güney Vietnama yerleşir. Ancak, Kuzey Vietnam’ın desteği ve Güney Vietnam halkının kararlığı ABD’nin askeri varlığını tehdit etmeye başlar. ABD Vietnamı kaybetmeye razı değildir. İkinci Cihan Harbinden hemen sonra peşisıra gelen halk devrimleri ABD emperyalizmini korkutur. Daha önce Çin, Kamboçya, Laos ve Kuzey Kore’yi kaybeden ABD, domino teorisine binaen bütün Uzak Doğu Asyayı kaybetme tehlikesinin idrakindedir.

Ne pahasına olursa olsun Vietnam ABD’nin olmalıydı. Ancak Ho Şi Min önderliğindeki Kuzey Vietnam halledilmeden Güney Vietnam’da tutunamayacağını bilen ABD Kuzey Vietnama savaş ilan etmeliydi. Bunun için bayat gerekçe devreye sokuldu. 2 Ağustos 1964’te ABD’nin Maddox savaş gemisi casusluk ve provakosyon faaliyetleri için Kuzey Vietnama ait Tonkin körfezine girer. Kuzey Vietnam torpido güdümlü savaş gemileri müdahale eder. Bu provakosyon 4 Ağustosta tekrar eder. ABD başkanı Johnson Kongreden “komünist” tehditin berteraf edilmesi ve “komünist” bölge devletlerin “başka ülkelerin iç işlerine burunlarını sokmayı engellemek için!” savaş ilan etmek hakkı dahil geniş yetkiler ister ve alır. Kuzey Vietnama savaş ilan edilir. Milyonlarca Vietnamlı katledilir. Sivillire karşı Katliamlar (en marufu Mai Lai katliamıdır), kullanılması yasak silahlar, işkenceler, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yıllarca sürer. Direnen Vietnam kazanır, bölünen Vietnam birleşir ve ABD Vietnamdan kaçarak çıkar.

1898’den beri Küba’yı fuhuş ve kumar merkezi yapan, şeker kamışı ve tütünü yağma eden ABD katil ve diktatör Batista’ya iktidara taşır. Küba 1959’un ilk gününde ABD ve onun işbirlikçisi Samoza’ya karşı zafer kazanır. “Dikatatör!” Castro ve Çe Guvara iktidarını yıkmak için Küba’nın domuzlar körfezine ABD’de eğittiği çapulcuları çıkatmaya çalışır. Küba mukavemet eder ve kazanır. Yalanlar, süikast girişimleri, mafyavari teşebbüsler, ekonomik amborgo, deniz ablukası, hayvanların ve tarımın zehirlenmesi için her türlü biyolojik silah kullanan ABD, direnen Küba önünde diz çökmek zorunda kalır.

Demokratik seçimleri kazanıp Şili’de iktidar olan Allende’ye karşı her türlü hinlik, bilgi kirliliği, suikast girişimlerini mubah gören ABD, en nihayet desteklediği generalleri (general Pinoşet) devreye sokarak Allende’ye karşı darbe yapar. Başkanlık sarayı direnir. Saray savaş uçaklarıyla bombalanır. Allende elinde silah direnirken öldürülür.

ABD tarihi karanlık eylemler ve politikalar tarihidir. İşgal, ölüm mangaları, mafyavari suikastlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, kendi gemilerini batırma, uçaklarını düşürme, ikiz kulelere saldırı, tehdit, şantaj ve askerlerini dahi öldürme çirkefliğinden bile çekinmeyen ABD’nin bu tür eylemlerine onlarca örnek vermek mümkün. Kabil, Beyrut, Trablus, Bağdat ve en nihayet Şam’da terör estiren Müslüman demokratlar ve efendileri Allahı’n seçkin ülkesi ABD’nin en demokrat başkanı Wilson ne demişti: “Dünyanın bütün pazarları ABD’ye hizmet etmeli, açık olmalıdır. Dünya pazarları, ABD’nin bankaları, sanayisi ve kütürüne tabi olmalıdır”. Bir başka ABD başkanı Theodor Roosevelt daha net konuşmuştu: “Her on senede bir savaş olmalıdır. Ben her türlü savaşı selamlarım. Çünkü savaş ABD’nin sağlık sigortasıdır.” demişti.

Libya, Tunus, Mısır ve Suriye için devrim talep eden “ABD’nin Kanlı Arap Sonbaharı’nın” Türkiye sözcülerine takdim edilir. Bu ülkeler için demokrasi, hak, hukuk isteyenlerin Suudi krallığı, Katar, Bahreyn ve ABD için neden aynı hassayeti gösterip mertçe eleştiremediklerinin gerekçesi budur. Doğru mevzilenmeyenler ve düşmanı tespit edemeyenler maalesef sadece emperyalizmin papağanları olurlar. Bu balık hafızalara tekrar hatırlatalım. Emperyalistlerin dostu yoktur, kullanılacak ve zamanı geldiğinde ayak bağı olmamak için kafese konulacak memurlara ihtiyaçları vardır. “Düşmanıma karşı bir müddet zalimle işbirliği yapar kullanırım” diyenlere Şahlar, Menderesler, Mübarekler kafi örnekler teşkil etmiyormu? Doğru mevzilenmek, gerçek yurtseverleri ve devrimcileri paranın satın alabileceği güç kadar moda “demokrat” olanlardan ayırt eden en bariz unsurdur.

Muhatap kaldığım en önemli sorudur: Peki bu ABD’de hiç iyi bir şey yok mudur? Şüphesiz ki var. En güzel çiçekler bataklıkta açar. Ama alımlı ve narin çiçeklerin varlığı bataklık gerçeğini örtmez. ABD tarihi karanlık ve zalim bir bataklıktır.
Kaynak: http://www.arastiralim.com/

“ABD, attığı her adımla sorunu daha da derinleştiriyor”
17 Eylül 2014



Dünya, ABD’nin IŞİD’e müdahale etme hazırlıklarını izliyor. Peki, Ortadoğu’dan askerini çeken ABD, Suriye ve Irak’ta neden yeniden askeri müdahaleye sığınıyor? Akşam gazetesi yazarı Fahrettin Altun, bu hamleyi ‘Amerikan konformizmi’ üzerinden yorumluyor…

Dünyanın gözü Ortadoğu’da IŞİD’e karşı yapılacak müdahalede. Gündemin tartışılan konularından biri ise Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren tampon bölge. ABD destekli Sünni koalisyonun olası operasyonunda çatışma alanlarından kaçan toplulukların Türkiye sınırına yığılmasını önlemek amacıyla bir ara bölgenin oluşturulması planlanıyor.

Akşam gazetesi yazarı Fahrettin Altun ise olası operasyonu son yazısında Amerikan konformizmi üzerinden yorumluyor. Sosyolog Altun, "Savaşa 90’ların konformizmi ile bakan Amerikan toplumu, 11 Eylül sonrasının vahşi ortamına, gün be gün daha fazla tanıklık etti. Ve Obama, bu süreçte yeni bir konformizm üretmeye çalıştı, ancak beceremedi " diyor.

Peki, Ortadoğu'dan askerini çekmeyi planlayan ve kısmen çeken Obama yönetimi, Suriye ve Irak'ta neden savaş söylemine sarılmak zorunda kaldı? Yazar Fahrettin Altun, konuyu RS FM’de değerlendirdi.

“OBAMA BAŞTA VERDİĞİ SÖZLERDEN VAZGEÇTİ, SAVAŞ SÖYLEMİNE SARILDI”

Obama’nın yürüttüğü politikaların aslında Ortadoğu’da bir şekilde giderek artan çatışma ve gerilim nedeniyle başarısızlığa mahkûm olduğunu belirten Fahrettin Altun, sözlerine şöyle devam ediyor: “Ve 3 yıl önce belirli mekanizmalarla müdahale ettiğinde çözme ihtimali olan sorunlar giderek büyüdü, farklılaştı. Bu bağlam da Obama yönetimini, aslında başında verdiği sözlerin çok daha farklı bir noktasına, çok daha dışa itti ve Obama yeniden bir savaş ve askeri müdahale söylemine sarıldı. Ve aslında tıpkı 11 Eylül saldırılarından sonra George Bush’un yaptığı gibi bir meydan okuyan Amerika söylemini uluslararası arena önünde savundu. Fakat daha önceki aslında cumhuriyetçi vizyonundan farklı olarak kara harekâtı yapmayacak, herhangi bir risk almayacak ve tek bir “Amerikan askeri”nin bile burnunun kanamayacağı tarzda bir savaş doktrini ürettiğini ima etti ya da bu böylesi bir savaş doktriniyle bölgeye müdahale edeceği yönünde bir senaryo çizdi. Ben buna aslında konforlu savaş doktrini diyorum çünkü hiçbir risk alınmayan, herhangi bir biçimde bölgede herhangi bir pozisyonu somut olarak temsil etmeyen daha ziyade medya önünde sürdürülen bir müdahale söylemi bu.”

“ESTETİZE EDİLMİŞ SAVAŞ DOKTRİNİ YENİDEN GÜNDEME GELİYOR”

Ünlü Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın Körfez Savaşı’nı canlı yayında ekranlarından izleyen Amerikalıların oluşturduğu kültürel tüketimi eleştirmek için ‘Körfez Savaşı hiç olmadı’ diye yazdığını anımsatan Fahrettin Altun, bu ifadenin nedeni olarak da ‘kimsenin aslında savaşı umursamıyor oluşu’na işaret ediyor. Altun, “Hiçbir Amerikan askerinin kendi canını ortaya koymaması da orada önemliydi. Hava saldırılarıyla bölgeye müdahale etmek ve kokusuz Amerikan çizgi filmlerinde olduğu gibi kanın akmadığı ama pek çok insanın rahatlıkla öldüğü, steril, estetize edilmiş bir savaş doktrini orada esas alınıyordu ve bu yaklaşım, baktığımızda bir şekilde yeniden gündeme geliyor. Yeniden ‘biz bölgede yer almayacağız, herhangi bir şekilde bu savaşı kanla özdeşleştirmeyeceğiz’ deniyor. Fakat kolaylıkla hava harekâtı deyip geçtiğimiz müdahaleler, doğrudan bölgeye sivil-asker ayrımı yapmaksızın müdahale eden ve pek çok insanın canını yakan bir boyuta varmış oluyor. O nedenle Obama’nın sürdürdüğü bu yaklaşım ne kadar sterilize edilmiş görülürse görülsün, estetize edilirse edilsin, bu geleneksel Amerikan yayılmacılığının müdahaleciliğinin yarattığı tarzda maliyetler yaratmaya, üretmeye devam edecek. Ve dikkat edecek olursak Amerikan yayılmacılığının aslında özelliği, her attıkları adımla sorunu daha da derinleştirmiş olması. 1945’ten beri bunu defalarca gördük. Ortadoğu’ya yönelik bir müdahalede bulunduğunda, o müdahale askeri bir müdahale boyutunu temsil ettiğinde, yeni sorunları beraberinde getiriyor. Ortadaki mesele siyasi çözüm gerektiren bir mesele. Bugün IŞİD’in aslında yarattığı problemleri konuşuyoruz. Bundan iki yıl önce IŞİD’in yarattığı problemler diye bir şeyden bahsetmiyorduk. Oysa önümüzdeki dönemde belki IŞİD problemini medyada bizler konuşmayacağız. Ama bambaşka yeni Ortadoğu’da yine bu Amerikan müdahalesiyle ortaya çıkan sorunları konuşuyor olacağız” diyor.

“11 EYLÜL SALDIRILARI, DAHA FAZLA ÇATIŞMANIN OLDUĞU YENİ BİR DÖNEM AÇTI”

Peki, 11 Eylül’ü Amerikan konformizmini alt eden bir süreç olarak kabul edersek, küresel siyasete sirayet eden bir yanı var mı? Dünyada son zamanlarda ‘kazanan bir savaş’ retoriği mi var? Altun’un yanıtı şöyle: “Bir anlamda 11 Eylül saldırıları yeni bir dönemi açtı. Bu daha fazla şiddetin olduğu, daha fazla çatışmanın olduğu bir dünya. 1990’ların o iyimserci küreselleşmesi, yerini doğrudan uluslararası alanda terörizmin yaygınlaştığı, çatışmaların yaygınlaştığı, mikro ve çok derin aslında çatışmaların olduğu yeni bir döneme bıraktı. Ve aslında bu mikro savaş doktrini, sadece ülkeler arası savaş değil, belirli uluslararası grupların ulusal sınırları aşarak müdahalelerde bulunduğu yeni bir mücadele unsurunu açtı. Bu şiddeti uluslararası alanda artırdı, daha da boyutunu artırmış oldu. Ve aslında konvansiyonel müdahale yöntemleriyle bunlarla başa çıkmak giderek zorlaştı. Geleneksel anlamda konvansiyonel savaş doktrini ile müdahale edilebilen, önüne geçilebilen stratejiler artık bu mikro savaşlarla, mikro müdahalelerle aslında alt edildi. 11 Eylül bu anlamda beklenmeyen, hesap edilmeyen doğrudan bir savaştı ve 11 Eylül modeli, yeni bir mücadele stratejisini oluşturdu. Bu, uluslararası alanda daha da fazla şiddeti beraberinde getirdi. Ulus ötesi gruplarla ulus ötesi terörizm de aslında bu süreçte yaygınlaşmış oldu.”
Kaynak: rsfmradio.com

Rusya'nın Sesi Radyosu: NSA'nın gizli üsleri açıklandı
15 Haziran 2014,



Der Spiegel dergisi, Amerikan gizli servisi NSA'nın küresel dijital casusluk faaliyetlerinde kullandığı Almanya'daki gizli üslerinin listesini açıkladı. Habere göre NSA'nın Avrupa'daki operasyon merkezi ise Hessen eyaletindeki Griesheim kenti...

NSA'nın Avrupa, Afrika ülkeleri, Afganistan başta olmak üzere birçok bölgedeki dijital casusluk faaliyetlerini Almanya'daki gizli merkezlerden takip ettiğini yazan dergi, gizli servis tarafından uydu, fiber optik kablolar ve gelişmiş teknikler kullanılarak kaydedilen telefon ve internet haberleşmelerinin bir bölümünün analizinin Almanya'da yapıldığını, bazı verilerin de Almanya'dan ABD'ye aktarıldığını bildirdi.
Der Spiegel'in son sayısında yayımlanan 2005 yılına ait NSA belgesinde, Almanya'daki üslerdeki sistemlerle elde edilen ve analiz edilen istihbarat bilgileriyle Afrika'da en az 40 terör zanlısının yakalandığı ya da öldürüldüğü kaydedildi.

EN AZ 6 ÖNEMLİ GİZLİ ÜS

Habere göre, NSA'nın Almanya'da en az 6 önemli gizli üssü, tesis ve merkezi bulunuyor. NSA'nın Almanya'daki üslerinin merkezi, Stuttgart kenti yakınlarındaki Vaihingen'de bulunuyor.
Gizli servisin operasyon ve istihbarat faaliyetlerinin yoğunlaştığı Avrupa Kriptoloji Merkezi (ECC) ve Tehlike Operasyonları Merkezi ise Darmstadt kenti yakınlarındaki Griesheim'de yer alıyor. 2011 tarihli NSA belgelerine göre, burada Amerikan askeri ve sivil istihbarat birimleri mensupları ve diğer uzmanların da arasında bulunduğu yaklaşık 240 analist görev yapıyor.
NSA'nın Avrupa Teknik Merkezi ise Wiesbaden kentinde bulunuyor. ABD'nin Berlin Büyükelçiliği ve Frankfurt Başkonsolosluğunda ise NSA'ya bağlı özel istihbarat toplama birimleri (SCS) görev yapıyor. Habere göre, NSA'nın ülkenin güneyindeki Bad Aibling kentinde de irtibat bürosu bulunuyor ve bu birim Alman dış istihbarat servisi BND ile yakın işbirliği yürütüyor.

ALMAN GİZLİ SERVİSİYLE İŞBİRLİĞİ

Der Spiegel dergisi, 11 Eylül 2001'de ABD'yi hedef alan saldırının ardından NSA'nın Almanya'daki faaliyetlerine ağırlık verdiğini, birçok yeni merkez açtığını ve çok sayıda personel görevlendirdiğini belirtirken, Amerikan ve Alman istihbarat birimleri arasındaki teknik ve istihbarat bilgisi paylaşımının bugüne kadar bilinenden çok daha yoğun olduğunu ancak kontrolün Amerikalılarda olduğunu, kullanılan bazı programlardan ve faaliyetlerden Alman makamlarının bilgisi olmadığını öne sürdü.
NSA'nın sınırsız güce sahip dünyanın en büyük gizli servisi, Alman istihbaratının da onun asistanı olan bir müttefik gibi hareket ettiğini yazan dergi, Almanya'daki merkezlerden yürütülen dijital casusluk ve analiz çalışmalarının yalnızca terör zanlılarını ya da siyasileri hedef almadığını, Alman yurttaşlarına ait e-posta ve kısa mesaj (SMS) yazışmalarının da NSA'nın takibine takıldığını iddia etti.

SADECE ALMANYA!

Snowden belgelerinde Almanya Başbakanı Angela Merkel'in cep telefonunu dinlediğinin geçen yılın ekim ayında ortaya çıkmasının ardından çok sayıda girişim yapılmasına karşın ABD tarafının bilgi vermeye yanaşmadığına dikkat çekilen haberde, "NSA'nın Almanya dışında hiçbir Avrupa ülkesinde böylesine gizli bir teknik takip altyapısı bulunmamaktadır. Bu sadece güvenlik isteği değil, her şey üzerinde mutlak kontrol arzusuyla açıklanabilir" değerlendirmesine yer verildi.
Dergi, Snowden belgelerinde yer alan Almanya dosyasını yayımlayarak dijital iletişim çağında kişisel mahremiyetin korunması ve gizli servis çalışmalarının sınırlandırılması konusunda süren tartışmalara katkıda bulunmak istediğini kaydetti.
http://www.rsfmradio.com/2014_06_15/NSA-nin-gizli-ssleri-aciklandi/

CIA NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
Bülent ESİNOĞLU
11.08.2011

Bulanık suda balık avlamak, ya da suyu bulandırmak.
Basit bir hatırlatma yapalım.
Saddam'ın silahları ve radyasyon tehlikesine karşı halk uyarılıyordu.
Hatta bazı anneler çocuklarını radyasyon tehlikesine kaşı okula göndermedi.
Ortalıkta naylon sıkıntısı baş göstermişti.
Radyasyondan korunmak için naylona hücum vardı.
CIA halk arasında bir yönde hassasiyet oluşturmak, ya da oluşmuş bir
hassasiyet varsa, onu dağıtmak için yalan haber yapar.
Fıkralar sızdırır.
Köşe yazıları yazdırır.
Karikatürler yaptırır.
Silah şemaları ve resimleri gazetelerde boy gösterir.
Amerikan ekonomisinin çöktüğü haberler hızla yayılıyor, Amerika'nın
gücü konusunda dünya kamuoyunda şüpheler oluşmaya başladı ya...
Şimdi CIA'nın görevi; Amerika'yı kurşundan hızlı, ışıktan parlak,
attığını vurur güçlü bir devlet olarak yeniden takim etmektedir.
Milliyet Gazetesinin haberine göre; "Amerika sesten tam 20 kat hızlı
giden ve haydut devletler diye tabir ettiği ülkeleri bir saatten az
zamanda vurabilecek silahları test ediyor"
Afganistan'da yenilmiş, Irak'ta on yıldır bir sonuç alamamış Amerika
bir saatte haydut devlet temizleyecekmiş!
Aynı Irak işgalinden önce yaşadığımız senaryonun işaretleri gelmeye
başladı bile...
Gazeteler böyle CIA Haberlerini niye koyarlar?
Böyle bir haber ne işe ve kimin işine yarar?
Kimleri korkutmak ve teslim almak içindir?
Gazeteler şöyle bir haberi neden görmez?
Çin, Çin'in hava sahasında, haber toplamak için uçan Amerikan
uydularının üzerine "sakız yapıştırır gibi" küçük uydu yapıştırıp,
Amerikan uydularını kör ettiğini... Neden haber yapmazlar?
Şimdiye kadar neden böyle bir haber okumadık?
Hiçbir yayın organı artık Amerika'yı melek veya göze hoş gelecek bir
matah gibi gösteremez. Aman şöyle güçlü, böyle güçlü diye anlatamaz.
Her şey artık ortadadır.
Amerika "seri bir katildir". İşbirlikçiler vardır. Kullandığı dini
örgütleri vardır. V.s.
Ama artık oda bitmektedir. Amerika'yı güçlü göstermek ve teslim
olunması gereken bir güç gibi anlatmak sadece Amerika'nın işine gelen
bir şeydir.
http://www.ordumillet.com/

İNSANLIĞIN EN BÜYÜK DÜŞMANI: WASHİNGTON
Dr. Paul Craig Roberts



WASHİNGTON, UN, yönettiği ülkenin demokrasi olduğu ve özgürlüğün olduğu iddiası nasıl yanına kâr kalıyor? Bu saçma varsayım, tarihteki en temelsiz iddialardan biridir.
Bu ülkede hiçbir türden demokrasi yoktur. Oy vermek, birkaç güçlü çıkar grubunun yönetimi için bir maske işlevi görüyor.
ABD medyası devamlı surette, hükümet için yalan söylüyor. Reuters, yanlış bir şekilde Rusya'nın Kırım'ı işgal ve ilhak ettiğini yazmaya devam ediyor. Washington Post, Obama rejimi tarafından kâğıda dökülmüş, Ukrayna'nın eski Rus topraklarındaki kitlesel protestoların Rusya hükümeti tarafından kışkırtılmış “kiralık çetelerin” işi olduğu şeklinde, açıkça uydurma bir haber yaptı.

Rusya'nın ülkelere sunduğu yardımla, Washington'un sunduğu yardım arasında büyük bir fark var. Rusya hükümetlere mali yardım sunuyor;
Washington ise bireylerin ülkelerinin çıkarlarından ziyade kendi çıkarları için hareket etmesinin daha muhtemel olduğunu aklında tutarak, hükümetteki kişilere çantalar dolusu para gönderiyor
Gizlice dinlenilmekten ve kendisine yalan söylenmesinden bıkan Senato İstihbarat Komitesi, CIA'in işkence programları hakkında düzgün bir soruşturma yürüttü. Soruşturma dört yıl sürdü. Komite, tartışmasız bir şekilde CIA'in işkence ve kaçırmaların kapsamı hakkında yalan söylediği, tutukluların hafif bir “yoğunlaştırılmış sorgu”dan geçmediği, gaddar ve insanlık dışı işkenceye maruz kaldığı, iddialarının aksine CIA'in insanlığa karşı ağır suçlar işleyerek tek bir faydalı bilgi parçası bile alamadığı sonucuna ulaştı
.
ABD hükümeti dünyadaki en yoz hükümettir. Bağımsız yargı veya medya yoktur ve Kongre, yürütmenin yetkilerini aşmasına razı gelmiştir
Press TV

ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi: Bu işler böyle yürüyor, Türkler bunu anlamalı
23.08.2016

ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Türkiye ziyaretinden önce 15 Temmuz darbe girişiminin ABD-Türkiye ilişkilerini nasıl etkilediği ve Biden'ın ziyaretinin olası etkileriyle ilgili açıklamalarda bulundu.

ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey, Biden'ın ziyareti öncesi DW Türkçe'ye bir röportaj verdi. İşte Jeffrey'in açıklamaları:

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bu hafta Türkiye'yi ziyaret edecek. Bu ziyaretten neler bekleyebiliriz?
İlk konu Fethullah Gülen ve iade sürecinin durumu olacaktır diye düşünüyorum. İkinci olarak da iki tarafta da gördüğümüz oldukça sert söylem ve yanlış anlamalar konusunda görüşülecektir. Ve bu eminim ana tartışma konusu olacaktır.

Sanırım öncelikle iki tarafın da tonu düşürmesi gerekiyor. Amerikan tarafındaki söylemle ilgili bazı sorunlar oldu. Kerry NATO hakkında konuşuyor. Bazı generaller meslektaşlarının hapse atılmasından şikâyet ediyor. Türkiye'de olanlarla ilgili Amerikan tarafında pek çok yanlış anlama var. Türk tarafında bu duygu hâkim ve tehdit içeren bir ifadeyle "ABD ya Fethullah Gülen'i ya da Türkiye ile ilişkileri seçer" diyorlar. ABD Türkiye'nin çıkarlarını gözetmeye çalışmalı. Siyasi ve idari anlamda bunu hepimiz anlıyoruz. Ancak yasal açıdan, Fethullah Gülen hukuki bir konu ve hakkında ABD'deki hukuk sisteminin karar vermesi gerek. Yönetim, bürokrasi yani Obama hükümetinin bunda belirli bir rolü olabilir ancak sonuçta karar yargıya ait. Amerikan yönetimi konuyu yargıya götürür ve yargı karar verir. Bu işler böyle yürüyor. Ve Türklerin bunu anlaması gerek. Bizim ya da Obama hükümetinin Fethullah Gülen'i göndermek isteyip istememesi ya da Türkiye ile iyi ilişkiler isteyip istemememiz, bunlar Amerikan yönetimine bağlı değil. Bu iş böyle yürüyor. Alman "Rechtsstaat/Hukuk devleti" terimini kullanmak istiyorum burada. Türkiye bunu anlamadığı sürece korkarım ilişkilerde büyük gerginlik olacaktır.
Türk hükümeti, darbe girişiminde Fethullah Gülen'in sorumlu olduğuna inanıyor. ABD bu konuda neden kuşkulu bir yaklaşıma sahip?
ABD yönetiminin Gülen ya da suçluluğu konusunda kuşkulu olduğunu ya da onun suçlu olduğuna inanıp inanmadığını söyleyemeyiz. ABD hükümeti, yasal iade talebiyle ilgili tüm belgeleri incelemeden böyle bir pozisyon alamaz. Şu anda yaptığımız şey bu. Şu anda ABD hükümetinin herhangi bir fikri yok. Ancak pek çok Amerikalı gözlemcinin şüpheleri var. Hürriyet'teki röportajımda da açıklamaya çalıştığım gibi, kuşkulular ama Fethullah Gülen ile ilgili sorunlar hakkında yeterince bilgi olmadığından değil, Erdoğan hakkında şüpheleri olduğundan. Otoriter bir kişi olarak gücünü artırmak için Gülen ve darbeyi suistimal ediyor olabilir. Aslında bu darbeden gerçekten de Gülen'in sorumlu olması pek olası. Diğer bağlamda yaptıklarına bakınca bu muhtemel. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir demokratik sistemin nasıl işlediği konusunda ABD ya da AB'dekinden daha farklı bir görüşe sahip olma olasılığı da var. İkisi de mümkün. Ancak Amerika'da insanlar Gülen'in tüm bunların arkasında olduğu yönündeki ayrıntılı kanıtları göz ardı ediyor.

Sizin darbe girişimi hakkındaki görüşleriniz neler?
Benim şahsi görüşüm bunun çok açıkça gizli bir tertip olduğu yönünde. Ordu tarafından yapılmadı. En azından ordunun büyük bir kısmı tarafından yapılmadı. Bunu dışarıda bırakabiliriz. Bu önceki darbelerden çok farklı. Çok sayıda subayın dâhil olduğunu göz önüne alınca, bu, bu tertibin çok önceden hazırlanıp hükümetten gizlendiğini ortaya koyuyor. Bu ordu içinde çok organize, disiplinli ve ideolojik bir grubun varlığını gerektiriyor. Bu kriteri karşılayan düşünebildiğim tek grup Gülenciler. İtiraflar, muhtemel gizli dinlemeler ve diğer kanıtlara bakmadan önce bile, bu Gülenciler'i işaret eden bir olay.

Darbe girişiminden sonra Türkiye'de siyasi, ekonomik ya da savunma alanlarında büyük değişimler yaşanıyor. Bazıları devletin yeniden yapılandırıldığından bahsediyor. Birkaç yıl sonra nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?
Sanırım bunun için beklemeliyiz. Bunun çeşitli sonuçları olacaktır. Bu daha çok Cumhurbaşkanı'nın ne yapmak istediğine bağlı. Eşsiz bir güce sahip bir konumda.Genel olarak gücünü hep daha da artırmaya çalıştı. Böyle yapmaya devam mı edecek, nasıl yapacak ya da direnişle mi karşılaşacak, bilmiyoruz.

Bir röportajınızda "Gülen hareketiyle ilgili tecrübelerim oldu" demiştiniz. Bu hareket hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Benim deneyimim yargıya ve polise sızmalarıydı. Genel ve özel olarak Balyoz davasında ya da MİT Başkanı hakkında soruşturma izni olayında hükümete karşı çabalarını gördük. Ayrıca açıkça siyasi amaçlı olan yolsuzluk davalarını da. Burada bu davaların doğru olup olmadığı yorumunu yapmıyorum. Sadece zamanlama ve amaç Gülen hareketi için siyasiydi. Bağımsız yargı tarafından yapılmadı.

'ABD'NİN GÜLEN'İN İADESİ KONUSUNDA ATABİLECEĞİ ADIMLAR VAR'

Bu hafta Türkiye'yi Adalet Bakanlığı'ndan da bir heyet ziyaret edecek. İki ülke arasında Gülen'in iadesiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Sizce bu süreç nasıl ilerleyecek?

İlerleme kaydedeceğimizi düşünüyorum. Amerikan hükümetinin idari açıdan iade talebi sürecini hızlandırmak için atabileceği adımlar olduğunu düşünüyorum. Amerikan hükümetinin Gülen hareketi ve Fethullah Gülen'e baskı amacıyla hukuki işlem ya da cezai işlem olmaksızın sırf eylemleri Amerikan çıkarlarına karşı olabilecek bir kişi olduğu gerekçesiyle atabileceği adımlar da var. Bunlar Adalet Bakanlığı'nda görevli insanlardan ziyade Başkan Yardımcısı Biden ile tartışabileceğiniz konular.
Biden'ın ziyaretine geri dönecek olursak, Türkiye ABD'nin Suriye ile ilgili sözlerini tutmasını istiyor. Örneğin PYD'nin Fırat'ın doğusuna çekilmesi gibi. Bunun hala gerçekçi bir yaklaşım olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunun çok önemli bir taahhüt olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, Minbic kenti daha çok bir Arap bölgesi ve ABD bir grubun başka etnik ya da dini grupların bölgesine yayılmasını kolaylaştırmamalı. İkinci olarak da Türkiye'nin çok önemli güvenlik endişeleri var. Sadece PYD ile ilgili değil, Türkiye kadar olmasa da ABD'nin de desteklediği Suriyeli muhaliflere destek sağlama yeteneği konusunda.

'ABD'NİN TÜRKİYE'DEKİ ASKERİ VARLIĞININ HER UNSURUNUN GÜVENDE OLDUĞUNA EMİNİM'

Son olarak, Stimson Merkezi'nin bir raporunda İncirlik Üssü'ndeki nükleer silahların güvende olmadığı yazıldı. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Konunun "gizli" doğası açısından ayrıntılı konuşamam. Ancak geçmişte Amerika'nın Türkiye'deki askeri varlığı konusunda şüphesiz kapsamlı bilgiye sahiptim. Dediğime dikkat edin: Amerika'nın askeri varlığı. Amerika'nın Türkiye'deki askeri varlığının her unsurunun tamamen güvende olduğuna eminim. Endişelenecek bir durum yok.

Washington Enstitüsü'nde görev alan James Jeffrey, ABD'nin bölgesel, diplomatik ve askeri stratejileri ile Türkiye, Irak ve İran konularına odaklanıyor. Jeffrey, 2008-2010 yılları arasında ABD'nin Türkiye Büyükelçisi olarak da görev yapmıştı.

Kaynak: sputnik

Prof. Dr. Hacı Duran
Fitne endüstrisi ve Wikileaks
9 Aralık 2010

“Fitne endüstrisi” deyimi birçok kimseye garip gelecektir. Fitne bir davranışın dini değerini ifade eden bir kavramdır. Endüstri ise, eski anlamıyla makine kullanılarak yapılan her türlü üretim faaliyetinin adıdır. Sanayi demektir. Fitne manevi bir bozgunculuğu veya bozgunculuğun üretilmesini, endüstri ise maddi bir eşyanın üretimini ve sürümünü ifade eder.

Fitne, insanları bir birine düşürmek, onları karamsarlığa itmek, güvensiz bir durumda tutmak üzere, yalanlarla veya gizli niyetlerin dolaşıma sokulması ve söylentileştirilmesi ile gerçekleşir. Fitne, kelime kökü bakımından zeki veya zekâ kıvraklığı anlamlarına gelir. Toplumu gerçeklerden ayırır, hakikatten kopartır, karışıklığa, çatışmaya ve kaosa sürükler. Fitne gerçeği görmeyi engeller, toplumu çatışmaya sokar, böylece insanlar umutsuzluk, çaresizlik, korku ve panik içine girer. Bundan dolayı, fitne savaştan daha kötüdür(Bakara:191).

Fitne, olmayan bir şeyin bir gruba yüklenmesi, yani ithamla ve töhmet altında bırakmayla da ilgilidir. Yalan söyleme de fitne çıkarmak için başvurulan yöntemlerdendir. Yalan bir gerçeği inkâr etmektir, aynı zamanda bir hakikati gizlemektir. Bir de olmayan bir şeyi hakikat olarak sunmaktır. Olmayan bir şeyin varmış gibi gösterilmesi, sadece yalan söylemek değildir, aynı zamanda yalan uydurmaktır.

Fitne il ilgili bir diğer kavram da fasık terimidir. Kuran-ı Kerim'de Yüce Allah, Fasıkın haberini araştırınız, Fasıkın haberine inanarak bir topluma haksızlık yapmayınız(Hucurat :6) demektedir. Tevbe(8,24) suresinde ise fasıkların ağızlarıyla konuştukları, söylediklerinde samimi olmadıkları, onların müminleri aldatan münafıklar oldukları, mallarını, makamlarını ve dünyevi varlıklarını her şeyden daha üstün tuttukları söylenmektedir. Hz. Nuh’a inanmayanlar, Firavun ve bağlısı olan grupların da fasık oldukları birçok ayeti kerimede buyrulmaktadır. Ayrıca müminlerin fasıklara inanma tehlikesi ile karşı karşıya bulundukları, müminlerin fasıkları affetmesi ve onları hoş görmesi hallerinde bile, yüce Allah’ın fasıkları affetmeyeceği, onların dünyalarını, onların başına yıkacağı ihtar edilmektedir.

Yalan uydurmak İslami kaynaklarda bilindiği gibi fitne ve fısk olarak tanımlanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in yukarıda belirtilen ayetleri, bize bunu söylemektedir. Ancak fitne ve fısk klasik metinlerimizde kişi davranışları bağlamında ele alınmaktadır. Kişilerin amelleri ile ilgili bir günah olarak yorumlanmaktadır. Türkçe Kur’an meallerinde de “fasık kavim” terimi, “fasık topluluk” olarak yorumlanmıştır.

Hâlbuki “fasık kavim” ifadesinden, “yalan uydurmak ve kötülük işlemek üzere örgütlenmiş olan bir organizasyonu” anlamak lazımdır. Yani fasıklık ve fitne ile kaim olanlar demektir. Günümüzde ise Wikileaks belgelerinde ifşa olunan gayrı resmi diplomasinin içeriğinde ve bu içeriğe bağlı olarak “medyatik iktidar” alanında, yaşanan tartışmalara bakıldığında, “fasıklığın ve fitnenin kurumsal bir endüstriye dönüştüğüne” şahit olmaktayız. Yani ABD diplomasisi ve bu diplomasinin medyatik uzantıları “fısk ve fitne üreten bir endüstri” ye dönüşmüşlerdir.

Yalan uydurma, insanları töhmet altında bırakma, olmayan bir şeyle ve yalanlarla çatıştırma günümüzde bir meslek haline gelmiştir. Reklam, propaganda, tanıtım teknolojileri denilen teçhizatı ve kurumları bir düşünün. Propagandanın bir teknoloji olduğu, örgütsel faaliyetlerle yapıldığı ve bu alanda uluslar arası düzeyde çeşitli iletişim ağlarının kurulduğu da bilinmektedir. Bu faaliyetler; çalışan sayısı, sermayesi, etki alanları ve örgütsel yapılarıyla bir endüstri olmuşlardır. Adına siber saldırı denilen saldırılar, aslında bir yönüyle fitne çıkartmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla simulasyonlar inşa edilmektedir. Kamuoyu denilen alan bu simulasyonların etkisi altına girmektedir. İnsanlara her yerde uydurulan yalanlarla oluşturulan simulasyonlar gösterilmektedir. Bütün bunlar bir endüstriyel etkinliğin planlanması ve düzenlenmesi süreçlerine benzer süreçlerle gerçekleşmektedir. İşte bundan dolayı insanlık bir “fitne endüstrisi”yle karşı karşıyadır.

Daha önce “Uydurulan Yalanın Gladyatörleri” başlıklı bir makalemde ABD istihbarat teşkilatlarının “yalan uydurduklarını”, bu yalanları similasyonlara dönüştürüldüklerini, sanal ve medyatik ortamda bu yalanları gösterime koyduklarını, böylece uydurulan bir yalanın gerçeğe dönüştürüldüğünü belirtmiştim. Ortaya çıkan Wikileaks belgeleri, iddiamızı doğrulayacak niteliktedir.

Wikileaks belgeleri unvanıyla dünya gündemine düşen ve ciddi tartışmalar inşa eden Amerikan diplomatik belgeleri, fitnenin resmi kanallar ve görevlendirmelerle nasıl planlandığını ve düzenlendiğini göstermektedir.. Belgeler, gizli ve kirli niyetlerle, açık diplomasiyi karşı karşıya getirmektedir. Yani resmi diplomasinin sahte yüzünü, göstergeye dönüştürmektedir. Diplomatik tecessüsleri, yalanları ve önyargıları dolaşıma sokmaktadır. Simulasyona dönüştürmektedir. Böylece sanal bir gerçek inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum, Bakara(102) süresinde, Hz. Süleyman’ın iktidarı hakkında “uydurulan yalanların” dolaşıma sokulmasına benzemektedir. Hz. Süleyman’la ilgili olan bu temsil, iktidar çevreleri arasında uydurulan yalanların ne gibi çatışmaları körüklediğini de açıkça belirtmektedir.

“Yalan uydurma endüstrisi”nin yapısına bakıldığında şunları görmekteyiz. ABD diplomatları ve casusları bulundukları ülkelerde iktidarı, iktidar uzantılarını ve iktidarla ilgili grupları izlemektedir. Onları biri birine kırdırmaya çalışmaktadır. Ülke yönetimlerini ve toplumlarını bir karmaşaya sürüklemektedir. Kendilerine haber getiren resmi yetkililer görevlendirmektedir. Sonra da bu bilgileri “medyatik iktidar” alanında simulakrlara yani göstergelere ve ikonalara dönüştürmektedir. Böylece, ABD kendi gölgesinde güçlenen liderleri ve politikacıları da dolaylı olarak uşaklaştırmaktadır. Arap şeyhleri gibi emperyal uşakların kirli yüzlerini de, kendi ülkesini ABD’ye ihbar eden uşak liderleri ve politikacıları da deşifre etmektedir. Medyatik iktidardaki uzantılar ise yaptıkları haberlerde ABD’yi bir ikona yani gösterge olarak gösterimde tutmaya devam etmektedir.

Bu ifşaatları insanların ABD’nin çirkin yüzünü görmesi olarak yorumlayan iyi niyetli yorumlara da rastlanmaktadır. Bunları açık toplumun bir gereği olarak görenler de vardır. İletişim teknolojilerinin açıklığı mecbur kıldığını belirtenler de çıkmaktadır.

Ancak ben böyle düşünmüyorum. ABD’nin çirkin yüzünü görmek için bu belgelere ihtiyaç yoktur. ABD tarihine ve ABD’nin şu anda dünyada işledikleri suçlara, bir bakınız. Bunların hangisi gizlidir? Yaptığı işkenceden gurur duyan bir imparatorluk var ortada. Bu imparatorluk kimleri nasıl kandırdığını ve yalanlarla nasıl bir “zihniyet emperyalizmi” kurduğunu da ifşa etmekten geri kalmaz. Çünkü bunları becermek, yani yalan, fısk ve fitne ile hâkimiyet kurmak, bu “fitne endüstrisi”nin tabiatında vardır.
duranhaci@gmail.com
Haber10

'Haçlı Koalisyonun hava saldırılarında Irak ve Suriye'de en az 459 sivil öldürüldü'
05.08.2015



BBC'nin haberine göre bebek katili ABD öncülüğündeki haçlı koalisyon uçaklarının Irak ve Suriye'de düzenlediği hava saldırılarında en az 459 sivil öldü.

Time dergisinin haberleştirdiği ABD merkezli Airwars sivil toplum kuruluşunun raporuna göre, Irak ve Suriye'de son bir yıl içindeki hava saldırıları en az 459 sivilin de ölümüne yol açtı.

Grup sivillerin ölümüyle ilgili olarak "Koalisyon uçaklarının saldırılarında sivil kayıpların neredeyse tamamı 24 saat içinde açığa çıkıyor. Ceset görüntüleri sosyal medyada paylaşılıyor. Bu nedenle koalisyon güçlerinin sivil ölümlerini az gibi gösterme ve tamamen yok sayma politikası IŞİD'e güçlü bir propaganda malzemesi verilmesini sağlayabilir" dedi.

Amerikan ordusu şimdiye kadar saldırılarda sadece iki sivilin ölümünü kabul etti.

Irak ve Suriye'ye 5 bin 800 hava saldırısı

Bebek katili ABD, Irak'taki hava saldırılarına 8 Ağustos, Suriye'deki operasyonlarına da 23 Eylül'de başlamıştı.

Daha sonra diğer ülkeler de haçlı koalisyona katıldı. Haçlı Koalisyon uçakları şimdiye kadar iki ülkede 5800'den fazla hava saldırısı gerçekleştirdi.

Irak'ta bebek katili ABD'yle birlikte Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, Avustralya, Danimarka ve Kanada uçakları da saldırı düzenliyor.Ürdün de hem Irak hem Suriye'de saldırılara katılıyor.
Kanada bu ülkedeki hava saldırılarına Nisan'da başladı. İngiltere, hava saldırılarının yanı sıra insansız hava uçaklarıyla Suriye üzerinde keşif uçuşları yapıyor.
Haber 93

Bu Belgeler İlk Kez Yayınlandı
24 Eylül 2010
Bush yönetiminin toplantı notları, Irak Savaşı ile ilgili planların 2001 yılında yapıldığını gösterdi. Belgelere göre Türkiye’nin işgaldeki olası rolü de daha o zaman sorgulanıyordu
ABD’de Bush yönetiminin Irak Savaşı hazırlıklarına göreve gelir gelmez başladığı tahmin ediliyordu. Ancak bu hazırlıklar, ilk kez yayınlanan belgelerle kanıtlandı. Washington Üniversitesi’ne bağlı Ulusal Güvenlik Arşivleri isimli sivil toplum kuruluşu, bilgi edinme hakkı sayesinde Bush yönetiminin üst düzey isimleri arasındaki 2001 yılına ait yazışmaları ve toplantı notlarını elde etti. Notlarda, Irak’a ambargonun delindiği her durumda basına “doğru hikâyenin sızdırılması” ile ilgili telkinler yapıldığı görülüyor. Dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’ye Irak’la daha çok ilgilenilmesini, olası bir saldırı konusunda toplantı yapılmasını öneriyor.

11 Eylül saldırılarından birkaç saat sonra yapılan toplantıda ise hem Usame bin Ladin’e hem de Irak’a saldırılması gerektiğini söylüyor. Rumsfeld aynı toplantıda, bir Pentagon avukatına kendi yardımcısıyla görüşüp Saddam rejimi ve El Kaide arasında bağlantı olduğunu gösteren “destekler” bulmasını söylüyor.

‘Savaşı nasıl başlatsak?’

Ancak yayınlanan belgeler arasında bir tanesi var ki savaşın en az iki yıl öncesinden -bahanesi ve işgal sonrası detaylar da dahil- ne kadar detaylı hazırlandığını gösteriyor. Rumsfeld, 27 Kasım 2001 tarihinde Florida’ya giderek ABD Silahlı Kuvvetleri’nin yurtdışındaki yetkilisi olan ABD Komuta Merkezi Komutanı Tommy Franks ile görüştü. Bu toplantıda Franks’e “Irak yönetiminin başını kesmeye hazırlanmasını” söyleyen Rumsfeld’in yanında, yardımcıları Paul Wolfowitz ve Douglas Feith ile hazırladığı bir belge vardı. Rumsfeld ve Franks’in el yazılarıyla üzerinden geçtiği ve notlar aldığı belgenin çarpıcı detayları şöyle:

- Belgenin ilk bölümünde “Kitle imha silahlarına yoğunlaş” ifadesi bulunuyor. Daha sonra “Rejim değişimi için momentum oluşturma” başlığı altında “Devrim Muhafızlarını ele geçir ya da yok et, Bağdat’ı izole et, kuzey ve güneydeki petrol yatakları“ gibi seçenekler bulunuyor. Bu bölümün yanında el yazısıyla “Yıkımı sağlamak için hangi sırayla gidilmeli?” yazıyor.

- “Nasıl başlanmalı?” başlıklı bölümde ise savaşı çıkarmak için olası üç senaryo şöyle sıralanıyor:

- Saddam Kuzey Irak’taki Kürtlere karşı harekete geçiyor?

- ABD, Saddam’ın 11 Eylül’le bağlantısını ya da şarbonsaldırıları ile bağlantısını keşfediyor?

- Kitle imha silahları incelemeleri ile ilgili tartışma çıkıyor (inceleme talepleri şimdiden düşünülmeye başlanmalı).

‘Türkiye yardım etmeyebilir’

Belgede “tek taraflı saldırı opsiyonlarını koru” yazan bölümün altında Suudilerin veya Türklerin olmadığı seçeneklerin da değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Belgede “ABD yalnızca 2-3 körfez ülkesinden yardım alabilir” ifadesi kullanılıyor, koalisyonda kimlerin olması gerektiği sorgulanıyor.

‘Ya komşulara füze atarsa?’

Donald Rumsfeld’in General Franks ile üzerinden geçtiği hazırlık belgesinin ikinci bölümünde Irak’ın işgalinden sonra yaşanacaklarla ilgili bir bölüm bulunuyor. “Saddam komşulara füze gönderirse [ne yapacağız]?” maddesinin de bulunduğu bölümde geçici hükümet kurulacağı yazılıyor. Plana göre işgalden sonra Saddam ve kurmayları savaş suçları ile yargılanacak, Irak’ın dondurulan fonları geçici hükümete tahsis edilecek, petrol satışı ile ilgili yetki verilecek.

Belgelerde Rumsfeld ve generalin el yazısıyla aldığı notlar da görülüyor.

‘Kürt devleti olmayacak’
Rumsfeld’in hazırladığı belgede işgal sonrası dönem ile ilgili “Kuzey ve güneydeki parçalar özgürleşince tanınacaklar” diyen bir ifade bulunuyor. Bunun yanında ise parantez içinde “Ayrı Kürt devleti yok” yazıyor. Planda Afganistan’dakinin aksine Irak’ta yönetime kimin geçeceğine önceden karar verilmesi gerektiği belirtiliyor.
Kaynak: Milliyet

Pentagon'un Maskesi Düştü
24 Ekim 2010
Wikileaks internet sitesi, ABD ordusunun 400 bin gizli belgesini daha açıkladı. Belgelerin 128'inde Türkiye'nin adı da geçiyor
Belgelerde Türkiye’yi de şoke eden ifade yer aldı: PKK’lılar özgürlük savaşçısı...

ABD yönetimi Irak işgali ile ilgili tarihi bir hesap verme sürecine girdi. Wikileaks adlı internet sitesine sızdırılan yaklaşık 400 bin gizli ABD askeri belgesi, Amerika'nın Irak'ta uygulanan işkence, kötü muamele ve yargısız infazlara göz yumduğunu ortaya koyuyor. Türkiye belgelerde 100 farklı yerde geçerken terör örgütü PKK özgürlük savaşçıları olarak anılıyor. Belgeler, 2003 yılında başlayan işgalin ardından "yüzlerce" sivilin ABD ordusunun kurduğu kontrol noktalarında öldürüldüğüne de işaret ediyor.

Sızan belgelerde dehşet bilgiler

Belgelerde Irak ordusu askerlerinin Telafer'de gözaltına aldıkları bir kişiyi sokak ortasında infaz ettiklerini gösteren görüntüler var. Ayrıca Amerikan askerlerinin, Irak ordusu görevlileri tarafından bir tutuklunun parmaklarının kesildiği ve elin asitle yakılma belgeleriyle birlikte 26 Iraklı'nın 2007 yılında bir helikopterle öldürüldüğü belirleniyor. Bunun yanısıra ABD helikopterinin teslim olmak isteyen iki Iraklı isyancıyı öldürdüğü gibi iddialar da yer alıyor. Türkiye'den kimyasal gaz temini Belgeler ABD'nin Irak'taki sivil ölümleri ile ilgili resmi istatistikleri olmadığı açıklamasına rağmen, kayıtlar tuttuğu ve ölü sayısını 66 bini sivil olmak üzere 109 bin kişi olarak verdiğini de gösteriyor. Belgelerde yer alan ABD Ordusu Ciddi Faaliyet Raporu'nda, Iraklı yetkililerin elindeki tutuklulara elektrik verildiği, elektrikli matkapla işkence yapıldığı ve hatta infaz edildiği yolunda bilgiler öne çıkıyor. Belgelerde Türkiye'nin sınırında kontrolsüz geçişler olduğu belirtilirken kamyon şoförlerinin silah ticaretinde kullanıldığı vurgulanıyor. Öte yandan belgelerde Türkiye'de yaşayan bir Iraklı'nın kimyasal gaz temin ederek 2007'de Kerkük'te gerçekleştirilen ve dört kişinin öldüğü saldırıyı planladığı kaydediliyor.

Wikileaks'tan ikinci bomba

AFGANİSTAN BELGELERİ AÇIKLANIYOR

Wikileaks internet sitesi, Irak savaşıyla ilgili 400 bin gizli ABD belgesini açıklamasının ardından, Afganistan savaşıyla ilgili de 15 bin gizli belge yayımlayacağını duyurdu. Sitenin yetkilisi Kristinn Hrafnnson İngiltere'nin baş kenti Londra'da yaptığı açıklamada, daha önce Afganistan savaşıyla ilgili "hassas içerikleri" nedeniyle açıklanmayan 15 bin gizli belgeyi yakın zamanda açıklayacakla rını söyledi. Site daha önce Afganistan savaşıyla ilgili 77 bin gizli ABD belgesini açıklamıştı. Bu arada Hrafnnson, Irak savaşıyla ilgili açıkladıkları 400 bin gizli belge konusunda, "Bu belgeler, hiçbir bireye zarar verecek bilgi içermiyor" dedi. Belgelerin NATO'nun yargısız infazlarını içerdiği belirtiliyor.

Belgelerdeki ifadeler tezkerenin kızgınlığı

Irak'a müdahale için Kuzey Cephesi açmayı planlayan ABD bunun için en uygun yer olarak Türkiye'yi seçti. Ancak Türkiye'nin 1 Mart Tezkere-si'ni reddetmesi üzerine Kuzeyden cephe açma ihtimali kapandı. Bunun üzerine ABD İskenderun'da bekleyen 70 bin askerlerini ve malzemelerini deniz yoluyla Kuveyt'e nakletti. Bu da Irak'a müdahale bedelini arttırdı ve etkili sonuç alınması geciktirdi.

Türk askerinin başına çuval geçirildi

ABD yönetiminde etkin olan ve Irak'a müdahaleyi sağlayan Neocon'lar Türkiye'nin bu tavrından büyük rahatsızlık duydu. Pentagondaki Neocon'lar Irak'ta ortaya çıkan direnişi de Türkiye'ye mal etti. Bedelini ödetmek için de Türkiye'nin Irak'ta PKK'ya müdahalesine engel oldular. Ardından Sü-leymaniye'deki Türk irtibat subaylarının başına çuval geçirme olayı yaşandı. Olay iki ülke arasındaki ilişkilerde gerginliğin doruk noktaya çıktığı anlardan biri oldu. Wikileaks'ın yayınladığı Pentagon belgelerinde yer alan ifadeler söz konusu dönemde Irak'ta görev yapan ABD'li askeri yetkililerin Türkiye'ye bakışını yansıtıyor.

Orduya 40 kişiyi öldürme davası

Wikileaks'in kurucusu Julian Assange, İngiltere'de Al Jazeera televizyonuna yaptığı açıklamada, internet sitesinin Irak'taki 40 öldürme vakası ile ilgili bir dava açmak için belgeler hazırladığını söyledi.

Washington yönetimi telaşlı

ABD, tarihin bu en büyük belge sızdırma olayını sert bir şekilde kınadı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, "ABD ve ortaklarının hayatını tehlikeye atan her türlü bilginin bireyler ve örgütler tarafından sızdırılmasını en açık şekilde kınadığını" söyledi.

'Maliki çetesi' ifşa edildi

Irak'ta muhalefet ortaya çıkan belgelerden sonra isyan bayrağı açtı. Belgelerde Başbakan Nuri El Maliki'nin önemli işkence çetesini yönlendirildiğinin iddia edilmesi üzerine muhalifler sert açıklamalar yaptı. 7 Mart'taki seçimlerde El Maliki'nin Şii blokuna karşı Sünniler'in pek çoğunun deste- ğini alan Irakiye'nin sözcüsü Mey-sun El Damluci, belgelerde yer alan "Iraklı güvenlik güçlerinin Iraklı tutuklulara işkence yaptığı" yolundaki iddiaların, tek kişiye geniş yetkiler verildiğinde olacakları gösterdiğini belirtti. Iraklı güvenlik güçlerinin ellerindeki tutukluların çoğunun Sünni olduğu sanılıyor. aktifhaber

ABD senatör adayı David Duke: "Amerika Yahudi kabilesinin etkisi altında"
07.11.2016

Amerika senatör adaylarından David Duke çarpıcı itiraflarda bulundu. Duke, "Amerika Yahudi kabilesinin etkisi altında" dedi.

Yarın gerçekleşecek olan Amerika başkanlık seçimlerinde Louisiana’dan senatör adayı olan David Duke önemli itiraflarda bulundu.

Amerika'daki medya organlarının ve uluslararası finans kurumlarının Yahudiler tarafından yönetildiğini itiraf eden Duke, CNN hakkında da çarpıcı sözler sarfetti. CNN News olarak bilinen kanalın aslında CNN Jews(Yahudiler) olduğunu belirten Duke CNN'nin tam anlamıyla yahudi etkisi altında olduğunu söyledi.

"Amerikan medyası ve uluslararası bankalarımız Yahudi kabilesinin etkisi altında" ifadelerini kullanan Duke, tüm Yahudilere karşı olmadığını bu sözlerinin anti semitistlik özelliği taşımadığını da kaydetti.

David Duke Cumhuriyetçilerin Louisana senatör adayı olarak yarınki seçimlerde yer alacak.
Millî Gazete

KDHC: ABD acımasız soyguncu çetesidir, bombayı artan tehditlere karşı geliştirdik
06 Ocak 2016



KDHC tarafından yapılan açıklamada, ABD için "acımasız soyguncu çetesi" denerek, bombanın ülkeye karşı ABD önderliğindeki yabancı güçlerin artan tehditleri ve şantajlarına karşı geliştirildiği söyleniyor.

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti tarafından yapılan açıklamada, ABD için "acımasız soyguncu çetesi" denerek, bombanın ülkeye karşı ABD önderliğindeki yabancı güçlerin artan tehditleri ve şantajlarına karşı geliştirildiği söyleniyor. Bombanın kendini savunma amacıyla geliştirildiğini duyuran KDHC, bombayı ilk kullanan taraf olmayacağını ancak nükleer caydırıcılığa sahip bir ülke olmayı sürdüreceğini bildiriyor.

Açıklamada KDHC'ye ABD tarafından benzeri görülmemiş bir siyasi, ekonomik izolasyon ve askeri baskı uygulandığı duyurularak, ABD'nin bunlarla da yetinmediği ve ülkeye her açıdan baskı uygulamayı sürdürdüğü belirtiliyor.

ABD'nin bölgede büyük miktarda askeri ve nükleer varlığı olduğunu aktaran KDHC, bölgenin ABD tarafından savaş çıkabilecek bir nokta haline getirildiğine işaret ediyor.

Açıklamada ABD'nin ülkedeki yaşam standartlarını aşağıya çekmek için her şeyi yaptığı da bildirilerek, gerçek barış ve güvenliğin aşağılanma ve pazarlık masasında verilecek tavizlerle sağlanamayacağı vurgulanıyor.

KDHC, gerçekten barış yanlısı bir devlet olarak bölgede barışın sağlanması için elinden geleni yapacağını ve ABD'nin saldırganlığına izin vermeyeceğini bildiriyor.
Kaynak: SoL

Rus haber ajansı: ÖSO içinden bir grup Fırat Kalkanı Operasyonu'ndan çekildi
17 Eylül 2016



Çekilmeye gerekçe olarak, ÖSO'cuların ABD askerlerinden duyduğu rahatsızlık gösterildi

ÖSO'ya bağlı Ahrar El Şarkiyye'nin ardından Mare Devrimcileri, Sukur Cebel ve Suvvar Tel Rıfat grupları da ABD askerlerinin Suriye'de devam eden Fırat Kalkanı operasyonunda yer alması nedeniyle harekattan çekildiği ileri sürüldü.

Sputnik’ten Hikmet Durgun’un haberine göre, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kaynaklarından edinilen bilgilere göre ABD ile ÖSO arasındaki kriz giderek büyüyor.

ÖSO çatısı altında Türkiye ile birlikte IŞİD'e karşı savaşan 8 Suriyeli muhalif savaşçı grup ABD askerleri ile operasyonda yer almak istemediği öne sürüldü. Ayrıca ÖSO grupları ABD'nin Suriye topraklarında olmasına tepki gösterdikleri belirtildi. Türkiye, ÖSO gruplarını ikna etmek için dün akşam ABD'li askerler ve gruplar arasında bir toplantı yaptı. Ancak toplantıda ÖSO gruplarını ikna edilemedi. Bu toplantı sonuçsuz çıkınca bugün de Çobanbey kasabasında Türk askeri, MİT, ABD askeri ve ÖSO'dan üst düzey kişilerin katımıyla başka bir görüşme yapıldı.

Toplantıda ÖSO gruplarının çoğu ABD askerleri ile birlikte operasyon yer almak istemediklerini açıkladı. Türkiye sadece kendilerine bağlı çalışmalarını önermesine rağmen, ABD ile aynı cephede savaşmayı kabul etmediler.

Toplantı sonucunda ÖSO'ya bağlı Feylak'uş Şam, Sultan Murat Tümeni,Hamza Tugayı, Mutasım Tümeni, Liva Tahrir ve Suvvar Şimal Fırat Kalkanı operasyonunda kalmayı kabul ederken, Ahrar El Şarkiyye, Mare Devrimcileri, Sukur Cebel ve Suvvar Tel Rıfat grupları ise harekattan çekildikleri kaydedildi.

“Halep’in güneyine gideceğiz”

Ayrılmaya ilişkin açıklama yapan Sukur El Cebel grubu, ABD nedeniyle Fırat Kalkanı operasyonundan çekildiğini açıklayarak, Halep güneyine gideceğini belirtti. Türkiye'nin daveti üzerine dün Çobanbey kasabasına operasyon nedeniyle gelen 4'ü komutan 29 Amerikan askeri ÖSO grupları tarafından protesto edilmişti. Protesto nedeniyle ABD askerleri, Türk askerleri tarafından güçlükle kasabadan çıkartılmıştı.

T24

İmparatorluk ve Yalanlar
Fidel Castro
Prensa Latina

Nükleer silahların kullanılması olasılığı olan İran ve Kore ile ilgili iki makale yazmak durumunda kaldım. Ayrıca önceki yazımda Kore'deki sorunun eğer Çin Halk Cumhuriyeti etkin şekilde müdahil olsaydı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki veto hakkını ABD karşısında kullansaydı bertaraf edilebileceğini yazdım.

Diğer konu başlığı ise kontrolden çıkmış görünen
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Hzr 25, 2017 10:22 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 09, 2016 11:41 pm    Mesaj konusu: İmparatorluk ve Yalanlar Alıntıyla Cevap Gönder

İŞGAL MEDYASI / SAVAŞ SUÇLUSU
Av. Mehmet TIĞLI
24 Kasım 2017



Öncesi de değerlendirilebilinir ama son 35 yıldır Batı gücünün her hangi bir hedef ülkeyi işgal etmeden önce, bu işgal için kamuoyu oluşturma taktiğidir;“üretilmiş bir haber” olarak hedefe konulan örgüt ya da ülkelerden kaçan kadın haberleri… Diğeri de kimyasal silah üretim haberleri…

Önce bir konu mankeni bulunur, sonra konu mankeni üzerinden itiraflar adı altında iftiralar… Konu mankeni kimdir, necidir, hadisenin aslı nedir, olay nasıl gelişmiştir, tüü bunların hepsi denetime ve araştırmaya uzaktır. Hazırda bekleyen kendine “Türk”,”İslamcı”,”Liberal”, “Sol”, “Milliyetçi” bilmem ne dese de aslında “Amerikan işgal medyası” olan yasa dışı TERÖR ÖRGÜTLERİ hedefe konulan ülke ya da örgüte halklardan gelebilecek yerel desteğin önünü kesecek ve kamuoyunu işgal ve imhaya hazır hale getirecek algı operasyonlarına başlar. Ülke yahut örgüt toprakları, uçaklarla bombalanmadan önce “üretilmiş haberler” ile ZİHİNLER bombalanır.

Bizim ülkemizde kendine “TÜRK MEDYASI” diyen bu İŞGAL MEDYASI özellikle 90’daki ilk Irak istilasından bu yana işlediği suçlardan dolayı “askeri hedef” konumunu çoktan hak etmiştir. Bu suçları işlemeye halen de devam ediyor.

Konu mankeni, başlar tiyatrosunu oynamaya, “IŞİD’ın elinden bin bir güçlükle kaçıp kurtulan tecavüze uğramış Yezidi kadın” rolünü… Ya da İran’dan kaçan kız çocuğu”…91’DEKİ İLK Irak saldırısında olduğu gibi bazen “Kuveyt’ten kaçan Esma” olur bu kadın, şimdi de “Kuzey Kore’den kaçan kadın Asker”…

Saddam döneminde Kuveyt’ten, “Saddam’ın askerlerinin zulmünden kaçan Kuveytli bir kız” vardı, bilmem hatırlayanınız var mı? Yıllar sonra bu kadının Kuveytli bir bakanın Amerika’da yaşayan kızı olduğu ortaya çıkmıştı.

Yeni yetme şen sıpa tipi hatırlamaz ama 24 saat ekranlarda verilen petrole bulanmış bir kuş vardı, hani sonradan bu görüntünün Fransa sahillerinde tespit edildiği ortaya çıkmıştı. Duygusal bir müzik eşliğinde verilen bu kuşun görüntüleriyle Saddam’ın ne kadar “zalim” olduğuna hükmedilmiş, kitleler de bu şekilde inandırılmıştı; ve, o görüntülerin yayınlandığı günden bu güne 10 milyona yakın Müslüman farklı bölgelerde Amerika ve işbirlikçileri tarafından boğazlandı.

Tiyatrocu sahte gözyaşlarını dökerken, sözde milli, özde İşgal medyası haberleri dünyanın ve ülkenin dört bir tarafına servis eder. Ve artık hedef “Şeytanlaşmıştır”. “Üretilmiş haber” bombardımanına maruz kalan masum(!) ahmaklar kendine gösterilen kadının haline gözyaşları dökerken işgal çoktan başlamıştır. Akan gözyaşlarından göremez hale gelen gözler hiçbir şeyin farkına varamaz. Farkına varmaya başladığında önündeki manzara: işgal ile birlikte yok olan şehirler, milyonları geçen mülteciler, öldürülen, tecavüze uğrayan yüzbinlerce çocuk, kadın, ihtiyar… Sonrası malum…

Batı, kendisinin en iyi yaptığı pislikle itham eder avını… Ve ne gariptir ki Batı’nın zehirledikleri de 16 yıldan beri epey misalini gördüğümüz üzere hep aynı yöntemle hareket ederler.

Bizzat Amerika’dır neredeyse tüm Uzak Doğu’yu kerhaneye çevirip, çoluk çocuğu ile seks turizminin merkezi haline getiren. Ki, Filipinlerdeki bağımsızlık mücadelesi bu ahlaksızlığa itiraz üzerine gelişiyor yarım asrı geçkin bir süredir…

Tespit edilebildiği kadarıyla şu an sadece Almanya’da on bin mülteci çocuk kayıp…

İslâmcı, solcu, liberal, milliyetçi fark etmez hangi medyada böyle bir haber görürseniz doğrudan ve şüpheye düşmeden etiketi yapıştırın : “İşgal Medyası!!!!”. Bu tür haberleri yapan aynı zamanda öldürülen, tecavüze uğrayan milyonların katili ve tecavüzcüsü olarak “Savaş Suçlusu”dur. Yargılanacağı ve hesap vereceği zaman gelecektir.

Adımlar Dergisi

İmparatorluk ve Yalanlar
Fidel Castro
Prensa Latina

Nükleer silahların kullanılması olasılığı olan İran ve Kore ile ilgili iki makale yazmak durumunda kaldım. Ayrıca önceki yazımda Kore'deki sorunun eğer Çin Halk Cumhuriyeti etkin şekilde müdahil olsaydı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki veto hakkını ABD karşısında kullansaydı bertaraf edilebileceğini yazdım.

Diğer konu başlığı ise kontrolden çıkmış görünen fanatik İsrail Devletine bağlı etkenler tarafından belirlenmekte. İsrail şu anki nükleer güce sahip konumuna ABD'nin desteğiyle gelmiştir, artık hiçbir denetimi kabul etmez bir durumdadır.

1953 yılı Haziran ayında kendi ve müttefiki İngiltere'nin lehine İran'a müdahale eden ABD, gerçekleştirdiği darbe sonucunda İran'da iktidara Muhammed Rıza Pehlevi'yi getirmişti. O dönemlerde İsrail henüz komşuları Filistin, Ürdün ve Suriye'nin topraklarını işgal etmemiş olan küçük bir devletti.

Bugün yüzlece nükleer başlığa sahip füzesi bulunan, ABD tarafından desteklenen modern savaş uçaklarına sahip bir ordusu olan İsrail, bölgedeki Arap olsun olmasın tüm ülkeleri tehdit eder konumdadır.

Geçtiğimiz Pazar günü uyuşturucuyla ilgili yazdığım makale kaleme alındığında henüz işgal altına alınmış topraklarından geriye kalan ufak bir bölgede abluka altında olan Filistinlilere insani yardım, gıda vb malzeme taşıyan filo saldırıya uğramamıştı.

Abluka altındaki Filistin halkı zamanlarının çoğunu sadece hayatta kalabilmek için uğraşarak harcamak durumunda. Yiyecek bulmak, ailelerine yardım etmek ve çalışmak. Dünyada neler olup bittiğiyle ilgili düşünecek zamanları bulunmuyor.

Bu onurlu halk, diğer ulusların onları bu koşullara mahkum eden sorunları çözmek için harekete geçeceğine güveniyor. Hala sevinip gülebiliyorlar. Böylelikle insanoğlunu tehdit eden bencilliği aşıp sevinmeyi hatırlatıyorlar.

Kuzey Kore tarafından batırıldığı iddia edilen Güney Kore korvetinin durumu hala esrar perdesi altında. Son teknoloji ürünü olan bu gemi geniş sonar sistemine ve su altı akustik dinleme kabiliyetine sahip. Gemi kendi karasularının oldukça uzağında battığında 40 Güney Koreli denizci hayatını kaybetti ve çok sayıda asker yaralandı.

Sorun benim için çok karmaşıktı. Bir tarafta bir hükümetin her ne koşullarda olursa olsun başka bir ülkenin gemisinin batırılması emrini vermesinin bir açıklaması yoktu. Diğer taraftan ise Kim Jong Il'in bu emri verdiğine inanmıyordum.

Sonuca varmak için gereken bilgilere sahip değildim.

Ancak emin olduğum bir şey vardı; o da Çin Halk Cumhuriyetinin Kuzey Kore'ye karşı alınan ambargo kararını veto edebileceğiydi. Ne var ki, ABD'nin dizginlerinden boşanmış İsrail Devletinin nükleer silah kullanmasını engelleyemeyeceğinden emindim.

1 Haziran gecesi olaylar üzerindeki sır perdesi kalkmaya başladı.

Gece 22:30 sularında Venezuela Televizyonunda "Dosya" adındaki programı yapan araştırmacı gazeteci Walter Martinez'i dinledim.

Gelişmeleri değerlendiren gazeteci, yaptığı yorumda ABD'nin her iki Kore yönetiminin birbiri hakkında halihazırdaki düşünme sistematiğini yerleştirmeye uğraştığını ve bununla da halkının istekleri doğrultusunda Japonya'daki Okinawa Üssünü kapatmak isteyen Japon hükümetine karşı adım atarak üssün devamlılığını sağlamaya çalıştığını belirtti.

Başta olan Japon hükümeti genel seçimlerde, 65 yıldır ABD tarafından işgal edilen askeri üslerin boşaltılacağını vaat ederek halktan büyük destek kazanmıştı. ABD askeri üsleri bu zengin ve gelişmiş ülkenin bağrında birer hançer gibi duruyor.

Olan olaylara dair şaşırtıcı ayrıntılar Global Research'de yayınlanan Washington'lu araştırmacı gazeteci Wayne Madsen'in makalesinde yeraldı.

Gazetecinin bilgi aldığı kaynaklara dayandırdığı yazısında şu ifadeler yeralıyor:

"Kaynaklara göre Mart ayında Güney Kore denizaltı avcısı Cheonan adlı korvete yapılan saldırı, Kuzey Kore tarafından yapıldığı süsü verilen bir saldırıydı."

"Saldırının bir amacı Kore Yarımadasında gerilimi artırarak Japon Başbakanı Yukio Hatoyama'yı Okinawa'daki ABD askeri üssünü kapatma girişimlerinden vazgeçirmekti. Hatoyama yaptığı açıklamada Okinawa üssünün kalması kararının alınmasında Cheonan olayının büyük rol oynadığını ifade etmiştir. Hatoyama'nın aldığı karar (Vaşington'da sevinç yaratan bir gelişme olan) iktidardaki merkez-sol koalisyon hükümetinde ayrılık yaratmış, Sosyal Demokrat Parti lideri Mizuho Fukushima koalisyondan ayrılabileceklerini hissettirmiştir."

"Cheonan, Baengnyeong Adası açıklarında batırılmıştır. Burası Güney Kore kıyılarının çok uzağında ve hemen Kuzey kore sahilleri karşısındadır. Ada üst düzeyde silahlandırılmış, stratejik bir konumda ve Kuzey Kore topraklarının topçu menzili içindedir."

"Son teknoloji sonara sahip olan Cheonan, olağanüstü hassas su altı dinleme teçhizatıyla donatılmıştı. Bölgede benzer kabiliyetli hiçbir Güney kore gemisi bulunmamaktadır. Adayla anakara arasındaki boğazda denizcilik yapılmadığı için olay sırasında denizde hiçbir etkinlik yoktu. "

"Ne var ki, Baengnyeong Adasında ABD-Güney Kore ortak istihbarat merkezi bulunmakta ve ABD Deniz Kuvvetleri özel harekat birlikleri üste konuşlanmaktadır. Buna ek olarak batırılma olayı yaşandığında bölgede dört ABD savaş gemisi ortak tatbikatlar gereğince yeralmaktaydı."

"Gemiyi batıran torpidonun metal aksamında yapılan araştırma sonucu metalin Alman yapımı olduğu anlaşılmıştır. ABD Deniz Kuvvetleri Özel Harekat birliklerinin benzer olaylarda şüpheleri başkalarının üzerine atmak için bu tür numunelere sahip olduğu ve bunları kullandığı sanılmaktadır. Ayrıca Berlin yönetimi Kuzey Kore'ye torpido satmamakta, tersine İsrail ile denizaltı silah teknolojisi alanında yoğun işbirliği yapmaktadır."

"Olay sırasında ABD savaş gemisi Salvor'un ada yakınlarında olması da şüpheleri artıran bir gerçektir."

"Sivil bir gemi kurtarma gemisi olan Salvor, 2006 yılında Tayland Deniz Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen mayın yerleştirme operasyonlarında yer almış ve 12 dalgıcın hayatına mal olan patlama sırasında olayların orta yerindeydi."

"Çin yönetimi, olayın hemen ardından Pyongyang'dan Beijing'e trenle alelacele gelen Kuzey Kore lideri Kim Jong Il' ile görüşerek Kuzey Kore'nin masum olduğuna inandığından, batırılma olayında ABD Deniz Kuvvetlerine ait Salvor'un suçlu olduğuna dair bazı şüphelerini dile getirmiştir:"

"1.Salvor, deniz tabanına mayın yerleştime operasyonu gerçekleştirmekteydi, yani olayın olduğu bölgede deniz dibine yatay yönde ateşlenen denizaltı karşıtı mayınlar yerleştiriyordu."

"2.Salvor halihazırda deniz dibinde olan mayınların kontrol ve bakımını yapıyor ve elektronik olarak ateşlenebilecek konuma getiriyordu."

"3.ABD Deniz Kuvvetleri Özel Harekat birliğine bağlı bir denizci Cheonan'a manyetik bir mayın bağlamış, bu sayede Güney Kore, Japınya ve Çin'deki kamuoyu yanıltılmak istenmiştir."

"Kore Yarımadasındaki olaylar Beijing ve Seul'da resmi ziyaret için bulunan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın temasları sırasında tüm diğer gündemleri ikinci plana itmiştir."

Böylece inanılmaz kolay bir şekilde ABD önemli bir sorunu çözmüştür; Yukio Hatoyama önderliğindeki ulusla birlik hükümeti düşürülmüş ancak oldukça büyük bir bedel ödenmiştir:

1- Müttefik Güney Kore derinden yaralanmıştır.

2- Kim Jong Il yönetiminin olağanüstü gündemler karşısında ne kadar hızlı ve başarılı müdahil olduğu görülmüştür.

3- Çin Halk Cumhuriyetinin önemi ve gücü bir kez daha ortaya çıkmıştır; Çin devlet başkanı gönderdiği özel temsilcilerle Japon İmparatoru Akihito, Japon başbakanı ve önemli Japon liderlerle doğrudan görüşmüş ve doğrudan insiyatif almıştır.

Dünya liderleri ve dünya kamuoyu artık ABD'nin güttüğü erdemsiz ve ahlaksız emperyalist siyasete dair kanıtlara sahiptir.

(3 Haziran 2010)
www.acikistihbarat.com

Nasrallah: ABD, tüm bölgeyi "mezhebi ve etnik" temellere göre bölmeyi hedefliyor
06.05.2015



Sputnik News'in haberine göre; Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, ABD Kongresi'nde geçen hafta Cumhuriyetçiler tarafından gündeme getirilen Irak'taki Kürt ve Sünni grupları silahlandırma teklifine tepki gösterdi, ABD'nin Arapları bölmek istediğini söyledi.

Hizbullah'a ait El-Manar televizyonunda konuşan Nasrallah, ABD'nin (IŞ)İD'e karşı oluşturduğu koalisyonun önce Irak sonra tüm bölgeyi "mezhebi ve etnik" temellere göre bölmeyi hedeflediğini söyledi.

Nasrallah, "Arapları, Kürt, Şii, Sünni diye mezhebi ve siyasi temelli bölmek istiyorlar. Bölge ülkeleri zayıflatılacak, birbirleriyle savaştırılacak ve bölünecek. Irak'ın bölünmesi için attıkları ilk adım, ABD Kongresi'nin aldığı Iraklı grupları silahlandırma kararıdır. Irak'ta yapılan, bölgede yapılandan bağımsız değildir. Yemen'i, Irak'ı, Suriye'yi, tüm bölge ülkelerini bölmek istiyorlar. Hatta kendileriyle işbirliği yapanları bile bölecekler. Gün gelecek Suud'u da bölecekler" dedi.

Suriye'nin Kalamun bölgesinde Hizbullah militanları ve silahlı gruplar arasında devam eden çatışmalarla ilgili olarak Nasrallah şunları kaydetti: "İddia edilenin aksine İdlip ve Cisr eş-Şugur'un düşmesinden sonra yeni bir cephe açmak için bir saldırı yapmış değiliz. Biz onlara saldırmadık. Onlar bize saldırdı. Lübnan topraklarındaki Arsal'da insanları öldürdüler, askerleri kaçırdılar. Biz Suriye'ye girmeden önce Arsal onların işgali altındaydı. Hayali bir tehditten değil, fiilen olan bir durumdan bahsediyoruz."

"ELİ KOLU BAĞLI DURACAK DEĞİLİZ"

Nasrallah, "Lübnan devleti, sınırdaki terör tehdidine karşı bir şey yapabilecek durumda değil. İnsanlar barış içerisinde yaşasın diye kayıplar vermeye hazırız. Saldırı ve tehditler karşısında eli kolu bağlı duracak değiliz" diye konuştu.

Nasrallah'tan itiraf: Irak'ta da (IŞ)İD'le savaşıyoruz

Örgütün, Suriye'nin Kalamun bölgesinde "büyük bir taarruz" hazırlığında olduğunu belirten Nasrallah, "Beklenen Kalamun operasyonundan önce hiçbir beyanatta bulunmayacağız. Operasyon kendi adına konuşacak" ifadesini kullandı.

Suriye'de muhaliflerin, İdlip ve Cisr eş-Şugur'u ele geçirmesinden sonra psikolojik bir operasyon yapıldığını ileri süren Nasrallah şöyle konuştu: "Medya ve sosyal medya üzerinden pompalanan propagandalara, psikolojik harekatlara şahit olduk. Mesela gazeteler, Suriye'nin en önemli müttefiklerinden İran'ın nükleer müzakereler için Suriye'yi sattığını, Rusya'nın desteğini çektiğini yazdılar. Rusya'nın Suriye'den ayrıldığına dair hiçbir gösterge yok. Nasıl Suriye ordusu çöküyor? Söyleyebilecekleri tek şey şu. 'Suriye devleti iki cephede kaybetti'. Suriye'de lokal başarılar, bütün cephenin kaybedildiği anlamına gelmez."

"SUUD'UN YEMEN OPERASYONLARI FİYASKO"

Nasrallah: Suudi Arabistan'ın yenilgisi büyük olacak

Suudi Arabistan'ın Yemen'e düzenlediği operasyonu da "fiyasko" olarak nitelendiren Nasrallah şöyle devam etti:

"Bana Suudilerin Yemen'de ulaştıkları tek bir hedefi söyleyin. Sana'ya Mansur Hadi'yi getirebildiler mi? Ensarrullah'ın silahını ele geçirebildiler mi? Hepsini bir kenara bırakalım, sadece bir hedeflerine ulaşabildiler mi? İddia ettikleri İran nüfuzunu kırmayı başarabildiler mi? Büyük bir Suudi hezimeti ve Yemenlilerin zaferiyle karşı karşıyayız. Umuda Dönüş operasyonu meydana gelen başarısızlığı örtmek için yapıldı. Suud'un Yemen operasyonları tam bir fiyaskodur."
Haber 93

Mülteci krizi ve ABD-NATO müdahalelerinin soykırımcı özü
Kieran Kelly
17 Eylül 2015

Dünya birdenbire bir “mülteci krizi”nin varlığını hissetti. Günümüzde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen dönemin herhangi bir kesitinde olduğundan daha fazla mülteci var. Mülteci sayısı 2001 yılı sonundan günümüze üç katına çıkmış durumda. Sorun yakın dönemde ortaya çıkmış gibi ele alınıyor; ancak, bu sonucun doğacağı açıktı. Basınç birikiyor, birikiyordu, ta ki kasıtlı bilgisizlik-bihaber oluş barajını yıkana dek

Ölüm ve çaresizlik-umutsuzluk Avrupa kapılarına dayandı. Ancak, insanlar evlerini-yurtlarını sadece, umutsuz çırpınmalar yüklü, güvensiz ve tehlikeli gelecek nedeniyle terk etmiyor. Bu krizi yaratmış olan güçler, büyük ve tarihsel ölçekte. İnsanlar, şimdilerde, son 14 yıllık dönemde milyonlarcası üzerine musallat edilmiş korku ve dehşetin çok küçük bir parçasıyla yüz yüzeler. Mülteciler krizi, çok daha büyük ve çok daha şiddet yüklü bir gerçekliğin sadece bir semptomu. Sadece bir dizi haber ve gelişmeler dalgası -boyunca- kalıcı olacak bir “güncel kriz” değil ve insani destekle çözüme kavuşmayacak.

Günümüzdeki kriz, kendisini doğuran olaylar neredeyse bir Dünya Savaşı kadar dönemsel ve ciddi olduğu için, II. Dünya Savaşı’nı andırır boyutta. Yurtlarını terk edenlerin, şimdilerde, sayıları on milyonlara ulaşmış olsa da, 20 yıl öncesinin sığınmacılarına göre karşı karşıya oldukları ölüm riski daha yüksek.

Krizin nedeni yeni, ancak itiraf ve kabul etmekten kaçındığımız bir Soykırım (Holocaust). Kitlesel şiddet ve kitlesel imha açık gerçekler. Batı müdahalesinin ardından gelen yıkım ve ölümü görebiliyor, ancak, tam da Almanların ülkelerindeki açık soykırım gerçeğini ve özünü inkar etmiş oldukları gibi, kasıtlı bir bilgisizlik ve inkar -içinde- yaşıyoruz. Anlamak-kavramak istemiyoruz. Ne var ki, Nazi yönetimindeki Almanlar gibi, kendini çoğaltan bilgisizliğimiz-bihaber oluşumuz, haber ve eğlence medyası kanallarındaki ve yine eğitim kurumları ve hegemonya alanlarındaki propaganda -yüklü- söylemlerle besleniyor ve övülüyor.

Soykırımın niteliğini kavramadığımız için, ABD liderliğindeki Batı müdahalelerinin soykırımcı özünü de anlamıyoruz. Gerek Siyonist gerekse de Amerikan emperyalist elitler, soykırımı, -sadece- bir Holocaust ayrıksıcılığı merceğinden görmeyi benimsememize izin veriyor. Ancak, soykırımın, asla özel olarak -ve sadece- Nazi ya da anti-Semitik öz taşıdığı kastedilmemiştir. ‘Soykırım’ sözcüğünü bir Yahudi, Raphael Lemkin türetmiş, ancak özellikle -ve sadece- Yahudiler için kullanılmasını asla amaçlamamıştır. Kavram, ordularla gitmenin tersine, “uluslar ve halklar” üzerinde tasarlanmış şiddet ve yıkım uygulama stratejisini tanımlamayı amaçlar. Lemkin Amerikaların yerli halklarına karşı -yürütülmüş- soykırım hakkında hacimli yazmış olsa da, bu çalışma yayımlanmamıştır.

Ortadoğu, Afrika ve Orta Asya’da soykırımın yaygın olduğu bir gerçek. Yeni bir soykırım tepemizde ve mültecilerin sayısı, soykırım buzdağının sadece su üstündeki bölümü. ABD, bombalama, işgal etme, istikrarsızlaştırma, çökertme, Balkanlaştırma, yaptırımlar, yozlaştırma, borçlandırma, itibarsızlaştırma, tahrip ve imha etme, suikastler düzenleme, yoksullaştırma-güçsüzleştirme ve hatta öfkelendirme uygulamalarıyla, “ulusal grupların asli yaşam dayanaklarını yıkmayı amaçlayan çeşitli eylemlerden oluşan koordineli bir plan”ın öncülüğünü yapmıştır. Bu, milyonlarca mültecinin kaynağı olan -ve terk ettikleri- bölgededir; ancak, bizler bu koordinasyon gerçeğini görmekten kaçınırız. Kendimizi, Batı’nın eylem ve amaçlarının açık göstergelerine karşı körleştiririz. ABD dış politikasındaki evre-uyumunu ya da -geçerli- bir modeli görmezden gelmek için, çıkmaz yollara yöneliriz. Uzmanların parti ve politikayla ilgili konuşmalarındaki anlamsız sözlerle ve iktidar savaşlarıyla körleş(tiril)ir ve her şeyi kırıp parçalamakla ve geneli tüm yapıyı imha etmekle tehdit eden, -parçaları birbiriyle uyumlu- emperyal stratejiyi, monolitik fili dikkate almayız.

Batılılar kendi yönetimlerinin ne yapıyor olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemezler -özellikle NATO -üyesi- yönetimlerinin ve hepsinden önemlisi ABD yönetiminin. Irak’ta ölen milyonlar, çok sayıda Iraklıyı öldürmeyi amaçlamış soykırımın kurbanlarıydı. Kurbanlar, ayrı bir projenin sonucu değildi. Bu, Vietnam’da geçerli olmuş olduğu gibi, Suriye, Libya, Yemen, Somali, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve diğer çok sayıda yöre için de geçerli. Yıkım, ölüm, perişanlık-yoksulluk ve kaos, “hatalı” politikaların “başarısızlıkları” değil. Bu, ABD’nin kendi istediği rejimi kuramadığında batmış devletler yarattığı bir tür “B Planı” da değil. Bu, A Planı ve bu gerçeği yok saymak giderek güçleşiyor.

Savaşlar artık -hiç- sona ermeyecek. Bunun için hiçbir neden olmadığını öne süremeyiz. Savaşlar artık -hiç- sona ermeyecek; çünkü, istikrarsızlık ve çatışma halka karşı tasarlanmış saldırı ve gerçekte ulusları imha araçlarıdır. “Soykırım”ın anlamı ve farkında olmaktan kaçınmamızın nedeni budur. Bu farkındalık, avutucu yanılgılarımızı küle çevirecek ve ABD’nin istikrar sağlama girişimlerinde “yanlış yönlendirildiğini” düşünenlerin alçakça dile getirdikleri sahte eleştirilerini açığa çıkaracaktır. ABD istikrarı sağlamaz, istikrarı sağlama arayışı içinde olmaz. Ülkeleri birbiri peşisıra istikrarsızlaştırır. Tüm bölgelere akut ya da kronik yıkım, fonksiyonel yetmezlik hastalığı ve ölüm bulaştırır.

Bu, Neo-Soykırımdır (Neo-Holocaust). Yavaşça ilerler ve öğütür. Soykırım yürütmek için, yavaş ve kurbağa haşlama yöntemidir. Distopik yergideki denyo yığınları gibi, bize yeni bir “normal”i sunduğu her seferinde kendimizi -buna- adapte ederiz. Kitlesel ölümlere ve kitlesel ölçekte yoksunluğa yol açan, postmodern ve yeni-sömürgeci soykırımdır bu. Yoğunluğu artar ya da azalır; ancak, tüm dünya farkına varıncaya ve güçlü bir tepkiyle sona erdirinceye kadar işleyecek.

“Kriz”

Günümüzde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen süre içinde herhangi bir zaman diliminde olduğundan daha fazla mülteci var. Tekrarlanma yönelişi de üretiyor. Sayıları 11 Eylül olayından ve “Teröre Karşı Küresel Savaş” ve “Uzun Savaş” olarak yaftalanan sürecin başla(tıl)masından bu yana üçe katlanmış durumda. Durum, II. Dünya Savaşı’ndakine yakın; ancak, tek bir olaya cevap değilmiş gibi ele alırsak oldukça rahatlayacağız gibi görünüyor. II. Dünya Savaşı’nda insanların savaştan ve soykırımdan kaçtıkları çok açıktı; ancak, göründüğü kadarıyla, günümüzde mülteci sayısının üçe katlanmasının farklı ve her türden nedenin sonucu olduğunu kabul etmekteyiz. Bu krizlerle bağlantısının algılanması istenen tek faktör olarak, en belirgin olaylarda bile terörizm Batı’nın müdahalesinin ve çatışmanın sonrasında ortaya çıksa da, İslami terörizm görünür.

Artık, ABD/NATO müdahalesinin her kurbanını, münferit iç çatışma kaynaklarının sonucu olarak düşünme alışkanlığını mazur göremeyiz. Evet, ülkelerin iç-yapılarında etnik ve dinsel yarılmalar var ve evet, istikrarsızlık yaratan ekonomi ve çevre krizleri de var; ancak, fırsat doğduğunda, silahlar bu sıcak noktalara sel gibi akar. Her defasında bir silah akışı vardır. Bu, asli değişmezdir. Ancak, başka unsurlar da işe katılabilir; özellikle ekonomik istikrarszlık ve “demokrasi promosyonu.” ABD’nin ve ortaklarının-işbirlikçilerinin, hamle yapmak, filmi çekmek ya da oyunu sahnelemek için -kullandıkları- taktik tahtası, çekim planı ya da oyun metni tek değildir. Irak ve Afganistan’ın işgali, Libya’nın bombalanması ve Güney Sudan’ın yaratılması gibi doğrudan müdahaleler olabilir. Yemen’in bombalanması, Kongo Demokratik Cumhuriyeti topraklarına saldırılar ve Suriye’deki iç savaş gibi vekiller aracılığıyla müdahaleler olabilir. Bunlara, sürekli ve örtük müdahaleleri, ekonomik müdahaleleri, istikrarsızlaştırmayı, yaptırımları, darbeleri, borç krizlerini eklediğinizde, ilk kez Raphael Lemkin tarafından 1944 yılında tanımlanmış olan, -araçları- farklılaştırılmış sistemli soykırım karmaşığına çok benzeyen bir karmaşık -bütünselliği- görebilirsiniz.

Şimdilerde var olan şiddetin temposu, bırakın II. Dünya Savaşı’ndaki devasa şiddet boyutunu, Kore Savaşı’ndaki bombardımanın şiddetiyle bile boy ölçüşemez. Ne var ki, fark, bu şiddetin asla sona ermeyişidir. Sonsuza dek sürmeye yazgılı gibi görünüyor ve ölümler göstergesi yukarı doğru kaymayı sürdürüyor. Almanya savaşın taraflarından biri olmasaydı, Nazi soykırım politikalarının da aynı yavaş birikimli tempoyla sahnelenmiş olacağı görüşünü bir yana bırakamıyorum. Yıkım ve şiddette çoğu kez ABD’nin düşmanlarının payı da var; ancak, insanların, ABD’nin genelde bu düşmanlarının bir ölçüde yaratıcısı ve destekçisi olduğunu kavramaya başladıklarını düşünüyorum. Dahası, bu düşmanlar genelde, ABD’ye, ya doğrudan ya da müttefik rejimler kanalıyla, somut ve parasal olarak bağımlılar.

Kümülatif olarak, çağımız, bazı açılardan “Afrika için Kapışma”nın ve “aşırı sömürü”nün yarattığı sosyo-ekonomik yıkımı, bazı açılardan ise işgal altındaki Avrupa’da yürütülen Alman soykırım politikalarını andıran, bir kitlesel ölümler tarihsel dönemi olmuştur. İnsanlar, gelecekte bu yeni Soykırım’ın insan maliyetini hesaplama aşamasına ulaştıklarında, inanılırlıklarını muhafazakar olma yoluyla kanıtlama çabasına girmeyecekler. Bu tür sorunlarda, muhafazakarlık, doğruluktan kasıtlı sapmaktan ve önyargılı olmaktan öte bir şey değildir. Batının 11 Eylül sonrası dönemdeki askeri, vekilleri yoluyla, örtük ve ekonomik müdahalesinden kaynaklanmış olan aşırı ölümlerin tümü hesaplandığında, -toplam- on milyonlara ulaşır. Daha şimdiden Nazilerin -uyguladığı- Holocaust ile aynı boyuttadır ve sona ermekten uzaktır.

Bir kumsalda boğulmuş bir çocuk görüyoruz ve acı-elem canevimizden vuruyor. Bu bir trajedi; ancak, müstehcenlik küçük bir çocuğun ölümünde değil. Müstehcenlik, Batı devletlerinin öldürme eylemi olduğu gerçeğinde yatıyor. Bu müstehcenliğin çoğaldığını, çoğaldığını ve çocuğun, A(y)lan Kurdi’nin, -bulunduğu- kumsaldaki kum tanelerinden sadece biri oluncaya dek çoğaldığını zihninizde canlandırmaya çabalayın. -Bunu yapmak- kolay görünse de, bu bir yanılsamadır. “İstatistik empati”nin yokluğunu duyacak ölçüde sosyalleş(tiril)mişizdir ve bu yoksunluk bizi mantıksız kılar. İnsan acısı ve kaybı istatistikleriyle her karşılaştığımızda, kurbanların tam anlamıyla birer insanlık -olmasına- yüzümüzü asarak, bu doğal olmayan ayrılıkları saymayı öğrenmemiz gerekir. Holocaust’u kavramanın anahtarı, nefret -yüklü- ve acımasız ölüm makinesi olan meşum Nazi ırkını saplantıya dönüştürmek değil, insan dolu bir gaz odasının karanlığında can çekişen bir çocuğu zihnimizde canlandırmak ve bunu, Almanların, Fransızların, İngilizlerin ve diğer çoğunun o dönemde bu çocuğun yazgısına karşı takındıkları nasırlaşmış aldırmazlıkla karşılaştırmaktır.

Sevgi-sevecenlik olmadığında, ahlaki olduğu kadar entelektüel açıdan da gelişmemişizdir. Süregiden soykırımın anlamını kavramak için, bombalanmış bir evin karanlık enkazında, anne ve babasının ölü bedenlerinin yanında, hiç gelmeyecek yardımı çağıran ve yavaşça ölmekte olan yanmış bir çocuğu tasavvur etmelisiniz. Nasırlaşmış kayıtsızlık ile, bize, resmi olarak, bunun zarar verme amacı gütmeyen Batı eylemlerinden kaynaklanan üzücü tali hasar değil, hainler tarafından işlenmiş bir suç olduğu söylenene dek hissettiklerimizi karşılaştırın. Olayın ardından, önemser ve özen gösteririz; ancak, Yahudi soykırımı (Judeocide) döneminde hemen her ülke Yahudi mültecileri kesin olan sonlarına, ölüme geri göndermişti. İnsanlar, neredeyse tam da son dönemde Yunan adası Kos’taki Britanyalı turistlerin parkları harabeye çeviren “pislik dalgaları”nın kitlesel ölümlerini dilemesi gibi, Yahudi mültecilere duyarsız kalmış, üstelik aşağılamışlardı da.

Gerçeklerden kaçınmak için, sadece belli kurbanların önemli-değerli ve tam -anlamıyla- insan(i) olduğu seçimini yaparız. Acıma hissetmek resmen doğru olduğundaysa, algılanışlarıyla bir sistemli normlar dizisinden sapan ya da ayrılanları suçlamak-sorumluluğu yüklemek için çizgi kötü adamlar yaratırız. Bu, Siyonist lobi, Netanyahu, Trump, Kochs ya da askeri-sınai kompleks olabilir; ancak, olağanın dışında birisi ya da bir şey olmalıdır. Bu düşünüş -biçimi- alçaklık ve korkaklıktır. Akılsızlıktır. Kendine hizmet eder. Ahlaki ve entelektüel iflastır. Şimdilerde gelişen yeni bir Soykırım geçerli ve bu, Amerikan emperyalizminin mantıki ürünü.

Son tahlilde, mülteciler, çatışma, yıkım ve acı yüklü yılların sonucu. En ürkütücü olansa, ardında yatan nedenlerle yüzleşmeyeceğimiz için, bu vebanın yayılmasını durduramayışımız. Bu, tek yönlü bir yola dönüşmüş durumda. İç kargaşaya yenik düşen alanlar asla barışa ulaşamayacak. Enkaza dönüş(türül)en kentler asla yeniden inşa edilemeyecek. Parçalanan topluluklar asla tekrar birleş(tiril)emeyecek. Daha da kötüye gidecek ve Amerikan emperyalizmi yıkılıncaya dek son bulmayacak. Bir diğer Dünya Savaşı olmadan bunu başaracağımız bir yol bulalım.

7 Eylül 2015
[Global Research’teki İngilizce orijinalinden Dursun Bayrak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Kaynak: Sendika. Org

ABD’li yönetmen Stone: Putin diyaloğa hazır
Vladimir Astapkovich
.06.2017



ABD’li yönetmen Oliver Stone, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ABD’yle diyaloga hazır olduğunu belirtti. Sputnik’e konuşan Stone, iki ülke arasındaki ilişkilerin bir gün iyileşmesini umduğunu söyleyerek, “Sayın Putin kesinlikle konuşmaya hazır” dedi.

ABD'nin Showtime kanalında yayınlanan Putin belgeselinin yapımcısı Stone, "Her zaman söylemişimdir, ne kadar kötümser olsanız da her zaman umut vardır. Barışın sağlanması için çaba harcanması gerektiğini kavranmanın önemli olduğunu düşünüyorum. O (Putin) birkaç yıldır sözünü değiştirmedi. O şunu söyledi: terör, nükleer silah, uzay ve iklim konusunda konuşmayı, işbirliği yapmayı isterdik. Yapılacak çok şey var ama yapılmıyor" diye konuştu.

‘TRUMP, RUSYA'YLA İLİŞKİLERİ YENİDEN BAŞLATAMAYACAK'

ABD'li yönetmen Oliver Stone, ABD Başkanı Donald Trump'ın istihbarat kurumları tarafından köşeye sıkıştırıldığını ve bu yüzden Rusya'yla ilişkileri yeniden başlatamayacağını söyledi.

Stone, "Sayın Trump tamamen köşeye sıkıştırılmış durumda. Diğer yandan Sayın Putin, ABD'de politikanın değişmediğini sadece politikacıların değiştiğini söylüyor. Başkan Obama'nın ‘yeniden başlatma' ve muhtemelen terörle savaşta ABD politikasını liberalleştirme planları vardı ama hiçbir şey başaramadı" ifadelerini kullandı.
ABD'de ‘derin devletin' olduğunu dile getiren usta yönetmen, "Bunlar, ülkeyi yöneten ve kararlar alan gerçek iktidar. Galiba ellerinde münhasır yetkiler var. Ben gençken buna sahip değillerdi. Onlar korkutucu boyutlara ulaştı. Rusya'yla bu kadar sorunu kasıtlı olarak yarattıklarını düşünüyorum. Sanırım onlar Trump'ı köşeye sıkıştırdı. Bunu çok istese dahi Rusya'yla ilişkileri resetlemesi kesinlikle mümkün görünmüyor" yorumunda bulundu.

‘PUTİN'İN ROOSEVELT'LE ORTAK YANLARI VAR'

Putin'in Rusya için öneminin çok büyük olduğunu belirten Stone, "(ABD Başkanı Franklin Delano) Roosevelt idaresiyle bir nevi bağ görüyorum, çünkü Roosevelt, 4 yetki süresine sahip olan ABD'nin ilk başkanıydı. Eğer Putin, 2018 seçimlerine giderse bu da onun dördüncü süresi olacak ve bu çok önemli" dedi.

Roosevelt'in Büyük Depresyon'un doruk noktaya ulaştığı 1931 yılında iktidara geldiğini hatırlatan ABD'li yönetmen, "O büyük değişiklikler yaptı. Hükümetin ekonomi alanında daha önce kullanılmayan şekilde oyuna girmesine izin verdi. Putin de komünizm sistemi düştükten sonra başlayan vahşi kapitalizmin ardından durumu dengelemeye çalışıyor" diye konuştu.
Rusya'nın ABD'de düşman olarak gösterildiğini söyleyen Stone, "Buna kimsenin ihtiyacı yok" diye kaydetti.

‘ABD FÜZE KALKANI NÜKLEER DENGEYİ BOZUYOR'

Stone, ABD'nin Avrupa'ya yerleştirdiği hava savunma sisteminin nükleer dengeyi bozduğunu söyledi.

Usta yönetmen, "İnsanlar, ABD, bunun savunma füzeleri olduğunu söyleyince bunun yalan olduğunu anlamıyor. Bunlar çok tehlikeli savunma füzeleri. Bir gecede saldırı füzelerine dönüştürülebilir. Füzeler fırlatılırsa faciaya birkaç dakika mesafede olacak Ruslar ise bu silahın savunma yoksa saldırı amaçlı olduğunu bilmiyor. Belki de nükleer denge var ama bundan emin değilim. Eğer haritaya göz atarsak tüm lojistiğin farkına varabiliriz. Bu çok tehlikeli bir durum. Her an olay çıkabilir ama zaten 40-50 yılda defalarca olay yaşandı" yorumunda bulundu.
Sovyetler Birliği ile ABD'yi nükleer savaş eşiğine getiren Küba füze krizini hatırlatan Stone, "Bu çok korkunçtu" diye kaydetti.

‘RUSYA TEHDİDİ YAPAY OLARAK ŞİŞİRİLİYOR'

Putin'in kesinlikle Avrupa veya ABD'yi tehdit edecek şekilde davranmadığını belirten Oliver Stone, "Bunu büyük tehdit şeklinde şişiriyorlar. Güya Rusya tüm dünyayı ele geçirmek istiyor. Ama bu anlamsız. Herkes kendine şu soruyu sormalı. Bunun neresi tehdit? Bunun neresi tehlikeli? Dünya daha da barışçıl hale gelebilir" dedi.

IŞİD sorununa dikkat çeken Stone, "Biz bunu biliyoruz. Sayın Putin bunu biliyor. Neden bu sorun üzerine odaklanmıyoruz?" diye ekledi.

'CANAVARIN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK İÇİN BİR DÜŞMANA İHTİYAÇ VAR'

Rusya-ABD ilişkilerinde şu anda dramatik an yaşandığını söyleyen yönetmen, "Eski bir asker ve dünyada nelerin yaşandığını bilen bir insan olarak bundan ne kadar endişeli olduğumu aktaramam. Kısmen sebebini ABD'nin askeri sanayisinde görüyorum. Çok şey onların çıkarlarına bağlı. Bu canavarın ihtiyaçlarını karşılamak için, ki bu yıllık 6.5 milyar dolar yapıyor, bir düşmana ihtiyaç var. Sanırım biz şu anda tam da böyle bir şeyle uğraşıyoruz, kendimize bir düşman yaratıyoruz" ifadelerini kullandı.
ABD'nin başta terörizm olmak üzere birçok düşmanı olduğunu dile getiren Stone, "Ama terörizm de aşırı militaristleşmiş dünyaya tepkidir. Biz pazarımızı silaha doyurduk, bu silahı satmamız gerekiyor, düşman ve dost aramaya ve kendimizi silahla pompalamaya devam ediyoruz. Bir gün tüm bunlar havaya uçmalı. En büyük korkum da bu" yorumunda bulundu.
Sputnik

İbrahim Varlı'dan okunması gereken bir analiz: Latin Amerika’da ‘silahsız darbe’ler

Bir zamanlar erken kalkanın darbe yaptığı Latin Amerika’da darbe virüsü geri mi döndü? Yaşanılanlara bakılırsa, evet. ABD emperyalizminin “arka bahçesi”nde ardı ardına “silahsız darbe”ler gerçekleştiriliyor. Honduras, Paraguay, Brezilya derken hedefte Venezuela ve Arjantin var. Strateji, taktik ve izlenen yöntem aynı. Parlamentolarda çoğunluğu ele geçiren ABD destekli sağcı muhalifler, sayısal üstünlüklerine dayanarak, ya Paraguay’da olduğu gibi bir polis baskınını ya da Brezilya’dakine benzer şekilde bir takım mali usulsüzlükleri, bahane ederek iktidarları deviriyorlar.

Latin Amerika’da yetmişli yıllar silahlı darbe dönemleriydi. Darbe görmemiş ülke yok gibiydi. Büyük bedeller ödendi, tarifsiz acılar yaşandı. Bir kuşak adeta yok edildi. Seksenli yılların ikinci yarısından itibaren “demokratik” yönetimlere geçilebildi. Ancak cuntaların kana buladığı ülkelerde yaralar tam manasıyla sarılamadı, darbecilerle esaslı bir hesaplaşmaya girişilmedi. Bu yönde kimi adımlar atılsa da Plaza Del Mayo Anneleri’nin de gösterdiği gibi yaralar kanamayı sürdürüyor.

• • •

İki binli yılların başından bu yana “sol tandanslı iktidarlar kuşağı” tarafından yönetilen kıtada yaşananlar esasında kökeni eskiye dayanan yeni bir tür hesaplaşmanın ürünü. Güçlü bir sol damara sahip olan bölgede artan sol dalga Washington ve onun bölgesel işbirlikçileri için geçmişte olduğu gibi bugün de bir sorundu. Bu kez hesap ordu değil de parlamentolar üzerinden görülüyor. Dönüşümün nedeni, “zamanın ruhu”nun (zeitgeist) asker postallarıyla gerçekleştirilecek bir darbeye pek müsait olmaması olsa gerek!

Peki sağcılar bu cesareti nereden alıyorlar. Kamufle edilmek istense de arkadaki tetikleyici güç ABD. Latin Amerika’daki sol kazanımlara son vermek isteyen, kıtayı yeniden neo liberal yağma düzenine teslim etmek isteyen ABD’nin, sağ güçler eliyle yargı ve parlamentolar üzerinden gerçekleştirilen darbelerde büyük dahli var. Bunu darbenin muhatapları bizzat kendileri açıklıyorlar. İçerideki işbirlikçi güçler de, burjuvazisinden toprak sahiplerine, petrol lordlarından tüccarına, hepsi ABD’nin “kullanışlı figüranları” olarak ön saflarda mevzilenmeyi görev addediyorlar!

Silahsız darbe süreci ilk olarak Paraguay’da 2008 yılında hayata geçirildi. Değişim İçin Halk İttifakı’ndan seçilen Devlet Başkanı Fernando Lugo Ağustos 2008’de göreve başladı. Colarado Partisi’nin 81 yıllık saltanatına son veren Lugo, Roma Katolik Kilisesi Piskoposuydu. ABD’nin, küresel sermayenin istediğinden farklı bir figürdü. Toprak sahiplerine kafa tuttu, yoksular için çalışacağını, topraksız ailelere toprak dağıtacağını sözünü verdi. Paraguay oligarşisi, ABD’li tekellerle, Monsanto ve Cargill gibi çok uluslu şirketler için bir tehditti ve bir an önce bertaraf edilmeliydi. Kısa bir süre sonra polis üzerinden bir komplo tertiplendi. Haziran 2012’de 17 kişinin öldüğü bir polis baskınını fırsat bilen güçler harekete geçti. Senato, Lugo’yu 22 Haziran’da 22 saatlik bir oturum sonrasında görevden aldı.

• • •

Bir polis komplosu üzerinden hayata geçirilen darbe daha sonra diğer ülkelere ihraç edilecek bir “model”e dönüştürüldü. Brezilya’daki sağ muhalefet Paraguay’daki darbe sürecinden de cesaretlenerek benzer bir girişimde bulundu. Eski gerilla komutanı, solcu devlet başkanı Dilma Rousseff bütçede manipülasyonda bulunduğu iddiaları üzerinden “parlamento darbesi”yle görevinden alındı. Rousseff’e görevden el çektirilmesinden sonra devlet başkanlığına eski koalisyon ortağının genel başkanı ABD ile sıkı ilişkileri bulunan sağcı Michel Temer getirildi. Ve tesadüfe bakınız ki ABD’nin Brezilya Büyükelçisi Liliana Ayalde, Fernando Lugo’ya düzenlenen darbede de Paraguay Büyükelçisi’ydi!

“Paraguay modeli darbe” Brezilya’nın ardından bu kez de Venezuela ve Arjantin’de devrede. Her iki ülkede de muhalifler Kirchner ve Maduro’ya karşı taarruzda. Obama yönetimi petrol krizinin etkilediği Venezuela’da ekonomik sıkıntıları derinleştirmeye, krizin yol açtığı hoşnutsuzluğu sağa kanalize ederek Maduro’yu alaşağı etmeye çalışıyor. Harekete geçen sağ muhalefet ise referandum için imza kampanyasına başladı. Niyet, Mayıs sonunda Maduro’yu görevden almak. Maduro, kendisine yönelik ABD destekli “darbe” girişimini gördüğünü söyleyerek karşı hamlelerde bulunsa da Venezuela’yı zorlu günler bekliyor. Benzer tehlike Arjantin için de söz konusu. Latin Amerika’daki “silahsız darbe” sürecini yakından takip etmekte fayda var.
Kaynak: Birgün

ABD Afganistan’ın madenlerini çalıyor
01 Temmuz 2017

ABD ve NATO Afganistan’a dev askeri takviye yapmaya hazırlanırken Afgan siyasetçileri ABD’yi, ülkenin güneyindeki Helmand vilayetinin Hanaşin yerleşiminde bulunan madenlerden uranyum ve diğer değerli metal ve madenleri çıkarıp kaçak olarak...

Rusya’nın Sesi Sputnik’in haberine göre Helmand’ı temsil eden ve isimlerinin saklı tutulmasını isteyen parlamento alt kanadı vekilleri, Hanaşin’den Amerikan uçaklarıyla uranyum kaçakçılığı yapıldığına dair birçok kanıt olduğunu açıkladı.UÇAKLARLA KAÇIRIYORAfgan vekiller, ABD’nin uranyum ocaklarının yanı başında askeri üs kurduklarını ve uranyumun o üs üzerinden kaçırıldığını kaydetti. NASA’nın verilerine göre ülkenin bu bölgesinde madenlerin toplam değeri 81,2 milyar doları buluyor.Yeni ŞafakKaynak: ABD Afganistan’ın madenlerini çalıyor
Yeni Asya

‘CIA’in kimyasal kanıt iddiası ABD’yi zor duruma düşürdü’
15.07.2017



Suriye Güçleri Federasyonu Genel Sekreteri Saad Kasir, ABD’nin ellerinde Suriye yönetiminin 4 Nisan’da Han Şeyhun’da kimyasal silah kullandığına yönelik somut delillerin olduğu açıklamasının gerçeklikle hiçbir ilgisi olmadığını belirtti.

ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Başkanı Mike Pompeo, 12 Temmuz Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Suriye yönetiminin 4 Nisan’da Han Şeyhun’da kimyasal silah kullandığına yönelik ‘somut kanıtlara’ sahip olduklarını iddia etti.

Kasir, “Eğer ABD gerçekten de bu tür delillere sahip olsaydı bunca zamandır gizlemezlerdi. Deliller ve kanıtlar, olayın araştırılması için hemen gösterilir” dedi.

Kimyasal saldırı hikayesinin bir oyun olduğunu vurgulayan Suriyeli siyasetçi, “Bizim Rus dostlarımız, Suriye’ye sürülen tüm asılsız suçlamaları yalanlayan deliller sundu. Bunu modern teknolojiler sayesinde yaptılar. Bu teknolojiler sayesinde söz konusu bölgede, saldırı sırasında ve öncesinde asker ve militanların tüm hareketi tespit edildi. ABD ise ellerinde kanıt olduğunu söylüyor ama uluslararası topluma hiçbir şey sunmuyor” ifadelerini kullandı.

'ULUSLARARASI MAHKEMEYE GÖTÜRÜLEBİLİR'

ABD’nin bu açıklamadan sonra delilleri sunmamasının, soruşturmaya engel olarak değerlendirilebileceğini söyleyen Kasir, “Bu da bir suç ve Amerikalılar uluslararası mahkemeye çekilebilir” diye konuştu.

Kasir, Pompeo’nun bu iddiayla ülkenin imajını korumak istediğini ama sonuçta çok zor duruma düşürdüğünü kaydetti.
Sputnik

RODRİGO DUTERTE: OBAMA! SEN O….. ÇOCUĞUSUN!
5 Eylül 2016



“Bağımsız” bir ülke olan Filipinler’in Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, kendisini “yargısız infazlarla” suçlayan, dünya üzerindeki terör ve vahşetin asıl kaynağı ABD’nin elinde onbinlerce Müslüman ve mazlum kanı bulunan Başkanı Barack Obama’ya “O… çocuğu!” diyerek küfretti.

Sputnik’in haberine göre, Laos‘taki Güneydoğu Asya Ulusları Birliği’nin zirvesinde konuşan Duterte, Obama’ya seslenerek, “Saygı duymalısın. Sorular ve açıklamalar atamazsın” derken, Filipinler’in yerli dillerinden olan Tagalog dilinde, Obama’ya “Putang ina (o… çocuğu)” diyerek küfretti. Duterte küfrettikten sonra, “Seni burada lanetlerim” diye konuştu.

“Bağımsız” bir devlet olmaları sebebiyle, Filipinler Cumhuriyeti halkı dışında kimseye hesap-cevap vermeyeceğini belirten Duterte, “Onu [Obama’yı] umursamıyorum. Kim o?!” dedi.

Duterte, “Filipinler bir vasal devlet değil. ABD’nin sömürgesi olmaktan uzun zaman önce çıktık!” dedi.

Duterte, Obama’nın “insan hakları” konusunda konuşmasını da eleştirerek, Amerikalıların Moro (Filipinlerdeki Müslüman halk) halkından 600 bin kişiyi katletmesini hatırlattı.

“Şu ana kadar ABD’den bir özür duymadık” diyen Duterte, insanların ABD’den çok etkilendiğini, ancak kendisinin onu herkesin önünde tekmelemekte duraksamayacağını söyledi.

Duterte, yakın zamanda uyuşturucu satıcılarına ve kullananlara karşı “ölüm” kampanyası başlatmıştı.

ADIMLAR Haber

Ürdünlü Vatansever asker, dur ihtarına uymayan 3 Coniyi itlaf etti
25.07.2017



Karar gazetesinin haberine göre; Ürdün’ün başkenti Umman’daki Cafr bölgesindeki Kral Faysal Askeri Hava Üssü’nde, geçen 4 Kasım’da, askeri eğitim veren 3 Amerika Birleşik Devletleri askeri eğitmeni, üs girişinde çıkan silahlı çatışmada hayatını kaybetmişti. Yaşanan o anların görüntüleri ortaya çıktı.

Askeri Hava Üssü'ne girmeye çalışan ABD'li eğitimcilerin, güvenlik güçlerinin "dur" ihtarına uymaması üzerine çıkan çatışmada 2 eğitmen ölmüş, üçüncüsü de müdahalelere rağmen hayatını kaybetmişti.

Ürdün askeri mahkemesi Amerikalı askeri eğitmenleri öldüren askere ömür boyu hapis cezası ve ağır iş cezası verdi.

Mahkeme dışına çıkartılırken Ürdünlü Çavuş Marik el Tuwayha, “Krala saygım tam ama işimi yapıyordum” derken asker kendisinin suçsuz olduğunu savundu, ateş açtığını çünkü üssün saldırıya uğradığını düşündüğünü kaydetti.
Haber 93

Maradona: ‘Asker üniformasını giyer, emperyalizme karşı savaşırım’
08 Ağustos 2017



Maradona, Venezuela Devlet Başkanı Maduro'ya destek çıkarak, gerekirse emperyalizme karşı savaşacağını söyledi
Dünya futbolunun efsane isimlerinden Arjantinli Maradona, Venezuela Devlet Başkanı Maduro'ya destek çıkarak, "gerekirse emperyalizme karşı savaşacağını" söyledi.

Arjantinli efsane futbolcu Diego Maradona, Facebook hesabından yaptığı açıklamayla Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'ya destek oldu. Maradona, Venezuela'daki siyasi krizle ilgili, eski Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez'e atıfta bulunarak "Ölene de Chavist'iz," diye yazdı.

‘ÖZGÜR VENEZUELA İÇİN ASKER ÜNİFORMASINI GİYERİM’

"Maduro emrettiğinde, özgür Venezuela için asker üniformasını giyerim. En büyük kutsalımız olan bayrağımızı indirmek isteyenlere ve emperyalizme karşı savaşırım," diyen Maradona, İngilizce, İspanyolca ve İtalyanca yaptığı paylaşımı, "Yaşasın Devrim" diyerek bitirdi.
Evrensel

ABD’li yazardan Kızılderililere soykırım itirafı
18 Eyl, 2016



“Kızılderililerin nüfusu, 1846-1870 yılları arasında adım adım azaldı ve 150 bin olan kişi sayısı 30 binlere düştü. Kızılderili nüfusunun azalma sebebi ise hastalıklar, sürgünler ve ölümler… Bütün bunların arkasında ise o zamanki görevlilerin bilerek ve kasten yaptıkları katliamlardı. Bu durum neredeyse Kızılderilerin yok olmasına neden oldu. Bunun adı bir soykırımdır.”

Yukarıdaki satırlar Amerikalı yazar Benjamin Madley’in California Times gazetesinde yayınlanan yazısından alınma… Madley, Kızılderililerin ABD tarafından bilerek ve kasten soykırıma tabii tutulduklarını savunuyor. Madley’in yazısını okurlarımız için çevirdik.

KALİFORNİYA EYALETİ BM’NİN SOYKIRIM TANIMINI KABUL ETMİYOR

“Kızılderililere karşı yapılan katliamlar gözönünde ancak, gerek ABD hükümeti gerekse Kaliforniya Eyaleti Birleşmiş Milletler’in (BM) 1848 yılında yaptığı ‘soykırım’ tanımını kabul etmiyor.

Birleşmiş Milletler, 1848’de ‘Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) hukuksal bir soykırım tanımı yapmaktadır. Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; ve çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.” şeklinde tanımlıyor.

KIZILDERİLİLERİN OY KULLANMASI VE HAKKINI ARAMASI YASAKTI

Kaliforniya Meclisi, 1850 yılında yerlilerin oy kullanmasını yasaklamış ve jüri seçilmesini engellemişti. Yerlilerin avukatlık yapması da yasaktı. Çıkartılan kanunlar, Kızılderililerin hukuk sistemi içerisinde haklarını aramasını imkansız kılıyordu. Bu durum, Kızılderililere karşı yapılan saldırıların da artmasına neden oldu. Çünkü böylece onlara karşı yapılan olası saldırılarda, saldırganların cezalardan da muaf tutulması sağlanmıştı.

Yasama organı tarafından yerlilerin çocuklarının beyazlar tarafından alınması ve yerlilerin mahkum olarak kiralanmasının uzatılmasına neden olan yeni kanunlar çıkartıldı. Bu kanunlar, çocukların ve hamile kadınların beyazlar tarafından kaçırılmasına neden oldu.

Kanunların en önemli sonucu ise, yerlilerin üremesinin engellenmesi ve yerli nüfusunun zamanla ve hızla erimesine neden oluşuydu.

ABD HÜKÜMETİ KIZILDERİLİ KATLİAMINI DESTEKLEDİ

Yerliler harcanabilir ve ucuz iş gücü olarak kullanıldı. Bir avukat şunu demişti, “Los Angeles’ta köle pazarı vardı. Binlerce dürüst ve işe yarar insan köle pazarlarında harcandı.” Sadece Los Angeles’ta, 1850-1870 seneleri arasında yerli nüfus 3 bin 693’ten 219’a düştü.

Kaliforniya milletvekillerinin, eyalet destekli ölüm makineleri olduklarını söylersek abartmış olmayız. Çünkü bu milletvekilleri ‘ölüm makinesi’ kurdular. Bu milletvekillerinin onayı ve desteği ile (en az 24 defa) askeri operasyonlar yapıldı. Saldırılarda bin 340 yerlinin öldürüldüğü açıklandı.

Aynı meclis, kanuni düzenlemeler yoluyla ‘askeri operasyon’lara 1.51 milyon dolarlık yardım yapılmasını sağladı. Bu miktar o dönem için çok büyük bir rakamdı. Devletin operasyonları destekleyen tavrı, teşviği yerlilerin katledilmesini hızlandırdı, katliamcıları cesaretlendirdi. Gözü dönmüş “beyaz”lar, devletin onları cezalandırmayacağına, aksine onları ödüllendireceğine inanmışlardı. 1846 senesinden 1873’e kadar olan zaman içerisinde 6 bin 460 yerli bu “milisler” ve sempatizanları tarafından katledildi.

‘BEYAZ ADAMIN ÇIKARI İÇİN KIZILDERİLİLER YOK EDİLMELİ’

ABD ordusu ve destekçileri de aynı seneler içerisinde, bin 680 yerliyi katletti. ABD Hükümeti, 1852 yılında yerlilerin toprak edinme hakkını durdurdu. Gidecek yeri kalmayan yerliler adeta açık hedef haline getirildi.

Kaliforniya valisi Peter Burnett, 1851 yılında “yok etme savaşının yerli halk tamamen yok oluncaya dek süreceğini” ilan etti.

ABD’li senator John Weller 1852’de (1858’de Kaliforniya valisi oldu) senatodaki meslektaşlarına hitaben yaptığı konuşmada “Beyaz adamın çıkarı için Kızılderililerin yok edilmeleri şarttır. Beyazların ilerlemesi için bu gereklidir” demişti.

ÖRNEKLER SOYKIRIMI DOĞRULUYOR

Kasten ve sistematik şekilde öldürmelerden daha başka şeylerde oluyordu. Tecavüzler, ikenceler… BM’nin soykırım tanımına uyan, “ait oldukları grup ve ırktan dolayı vücuda ciddi zararlar verilerek bir grubun ortadan kalıdırılması…” Sivil ve askeri uygulamalarla Kaliforniya yerlilerinin köylerinin yağmalanması, yaşam alanlarının darmaduman edilmesi, yerlilerin yerlerinden sürülerek açlık, sefalet ve ölüme terkedilmesi ve BM’nin soykırım tanımına uyan daha pek çok şey…

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Açlık ve zor koşullar nedeniyle doğurganlık oranın büyük ölçüde düşmesi. Köle tüccarlarının ve federal görevlilerin Kızılderili çocuklarını ailelerinden kopartarak başkalarına vermesi… (Binlerce çocuk bu durumu yaşadı.) Aileler parçalandı, kabileler dağıtıldı. Gruplarının neslinin kurutulması için türlü türlü uygulamalara başvuruldu.

‘KALİFORNİYA EYALETİ KIZILDERİLİ SOYKIRIMINI TARTIŞMALI’

Bugün, soykırım meselesi Kaliforniya eyaleti için siyasi, can alıcı, ekonomik ve akademik sorular oluşturuyor. Bu konu eyalet organları, kabileler ve bireyler arasında bu konunun tartışılması gerekir.
Dincer Mutlu / Canberra
Kaynak: İlkKurşun

ABD'nin ardından İsrail de UNESCO'dan ayrılma hazırlıklarını başlattı
12.10.2017



İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'nden (UNESCO) ayrılma hazırlıklarının başlatılması talimatını verdi.

ABD, UNESCO'dan çekiliyor

ABD'nin 31 Aralık itibarıyla örgütten resmen ayrılacağını bugün UNESCO'ya bildirdiğini açıklamasının ardından, benzer bir girişim de İsrail'den geldi. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'nden (UNESCO) ayrılma hazırlıklarının başlatılması talimatını verdi.

İSRAİL: 'ABD'NİN KARARI MEMNUNİYETLE KARŞILANDI'

İsrail Başbakanlık Ofisi'nden yapılan açıklamada, "Başbakan Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump'ın UNESCO'dan ayrılması kararını memnuniyetle karşılayarak, İsrail'in de ABD ile birlikte UNESCO'dan çekilmesi için Dışişleri Bakanlığı'na talimat vermiştir" ifadeleri yer aldı.

İsrail'in ‘işgalci güç' olarak tanımlandığı ‘İşgal edilmiş Filistin' başlıklı karar tasarısının UNESCO'da kabul edilmesinin ardından iki taraf arasındaki ilişkiler bozulmuştu.

Kararın ardından İsrail, Birleşmiş Milletler'e fonlarından sağladığı yıllık ödemeyi azaltmıştı.

ABD'nin UNESCO üyeliğinden ayrılma kararında 'İsrail'e karşı tutunduğu tavrın etkili olduğu' ileri sürülmüştü. Konuya ilişkin ABD'den yapılan açıklamada, "12 Ekim 2017'de Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin UNESCO'dan geri çekilme ve kurumda daimi gözlemci statüsünde olma kararını, UNESCO Genel Direktörü Irina Bokova'ya iletmiştir. Bu, kolaylıkla alınan bir karar değildir; UNESCO'daki İsrail karşıtı tutumun devam etmesi ve kurumdaki yapısal reform ihtiyacı gibi ABD'nin taşıdığı endişelerin bir yansımasıdır" ifadelerine yer verilmişti.
Sputnik

Fehmi Koru: Trump gizli dosyaları açarsa, bizdeki suikastlar da aydınlanabilir
25 Ekim 2017



"Örgütün var olduğu pek çok ülkede örtülü operasyonlar düzenlediği biliniyor"

* Fehmi Koru

“Darısı başımıza” diyerek yazıya başlayayım.

ABD Başkanı Donald Trump, siyaseten sıkıştığını hisssettiği için, seleflerinden suikasta kurban gitmiş John F. Kennedy ile ilgili ‘gizli’ tutulan bütün belgelerin açılması için talimat vereceğini açıkladı.

Trump açıklamasına “Hâlâ gelmesini beklediğim bazı bilgilerle irtibatlı olarak” şartını koyduğu için ihtiyatla karşıladığım bir ‘müjde’ bu.

Her ülkenin uzak komşusu olan ABD’de gizli dosyaların açılması bizler için neden ‘müjde’sayılıyor?

Bu yazıda onu açıklayacağım.

Her ülkede ‘gizli devlet’ oluşturdu ABD, ya kendisinde?

Amerika, İkinci Dünya Savaşı sırasında ilk kez uluslararası istihbarata ve deniz aşırı operasyonlara merak sardı. Savaş sırasında oluşturulan ‘Office of Strategic Services’ (OSS), sonrasında kendisinden ‘Amerikan istihbaratının babası’ diye de söz edilen William J. Donovan tarafından ‘Central Intelligence Agency’ (CIA) haline dönüştürüldü.

Savaş sonrası oluşturulan uluslararası kurumlardan biri olan NATO da ABD öncülüğünde kuruldu. CIA, biraz da İngiliz kuzenleriyle paslaşarak, NATO ülkeleri ile önemli başka Avrupa ülkelerinde (Avusturya, Finlandiya, İsveç ve İsviçre’de), gerektiğinde harekete geçerek ülke yönetimine el koymaya kalkışabilecek güçte birer ‘gizli ordu’ (Gladio) ve bir tür ‘derin devlet’ mekanizması örgütledi.

Örgütün var olduğu pek çok ülkede örtülü operasyonlar düzenlediği biliniyor.

Bizde de siyasi suikastlarda, toplumsal olaylarda ve darbelerde “Türk Gladio’su” denilebilecek örgütün parmak izlerine rastlanabiliyor.

Peki, başka ülkelerde ‘örtülü operasyonlar’ yapan bir örgüt var da, kurucu ülke ABD’de benzer bir örgüt ve örtülü operasyonları yok mu?

Sanıyorum, Trump, başına gelenlere bakarak, şu günlerde bu soruyu kendisine soruyor.

Cevabının “Var” olduğu son açıklamasından belli.

‘Kennedy suikastı’, daha ilk günden bazılarının dikkat çektiği üzere, “Amerikan derin devleti” de diyebileceğimiz yapının bir operasyonu olabilir.

John F. Kennedy, eşi de yanında olduğu halde, açık bir otomobilde halkı selamlarken, resmi söyleme göre, Rusya irtibatlı Lee Harvey Oswald tarafından açılan ateş sonucu hayatını kaybetti (22 Kasım 1963).

Suikastı araştırmak üzere Senato tarafından bir yüksek yargıca kurdurulan komisyon —Warren Commission— 888 sayfalık raporunda, “Suikast tek başına hareket eden, askeri eğitim aldıktan sonra Rusya’ya göç etmiş ve orada bir Rus kadınla evlenmiş olan Oswald tarafından işlendi” sonucuna varmıştı.

Warren Raporu tatmin edici bulunmadı.

ABD başkanının ABD resmi kurumları tarafından öldürülmüş olabileceği hep konuşuldu.

Yönetmen Oliver Stone, katıldığı yılın hemen bütün Oscar ödüllerine aday gösterilen ve iki ödüle layık görülen filmi ‘JFK’de, Kennedy ölünce anayasa gereği başkanlık koltuğuna oturan yardımcısı Lyndon Johnson’un da suikastta parmağı olabileceğini perdeye yansıttı.

Romanın İngilizcesi..
Ve Türkçe çevirisi..

En ilginç ve bana daha makul gelen tez ise, Amerikalı Don DeLillo’nun Türkçeye de aynı adla çevrilen romanı ‘Libra’da işlediğidir: Küba üzerinden Sovyetler Birliği ile hesaplaşmaya zorlamak için yumuşak davranan Kennedy’i korkutmak amacıyla ve başarısızlığa uğrayacak biçimde planlanmış bir eylem…

“Sağ kalması ve eylemi planlayanların istediği istikamette davranması bekleniyordu” tezini işler romanında DeLillo…

Bir başka Amerikalı yazar, James Ellroy, DeLillo’nun tezinden esinlenerek kendi romanını (‘Amerikan Tabloid’) yazmıştır.

Türkiye’de neler olmuştu, hatırlayalım

Bizde de 1990’lara damgasını vurmuş iki suikastın —Bahriye Üçok ile Ahmet Taner Kışlalı’ya ve muhtemelen Uğur Mumcu‘ya da düzenlenen suikastların– ölümle sonuçlanmayacağı düşünülerek sahneye konulduğu kanaatini taşıyorum.

Evet, böylece yazıya “Darısı başımıza” diye başlamaya beni zorlayan noktaya geldik.

Aksoy’dan Kışlalı’ya kadar suikastlar..

Türkiye 1990 yılının ilk ayının son gününde Prof. Muammer Aksoy’la başlayıp 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’e düzenlenenle zirveye tırmanan bir dizi suikastla ve en kanlısı Madımak Oteli’nde 33 aydının can vermesine (2 Temmuz 1993) yol açan toplumsal hareketlerle sarsıldı.

Siyasi tarihimizin kara noktaları olan gerçekleşmiş veya planlanma safhasında kalmış darbeleri de bu listeye ekleyebiliriz.

Bunların ne kadarı ‘yerli Gladio’ tarafından sahneye konuldu, bilemiyoruz.

Kütüphanemde onları aydınlatmak amacıyla kurulmuş Meclis komisyonlarının ve Susurlukdöneminde görevlendirilmiş kişilerin konuya ilişkin raporları yan yana yer alıyor.

Çok raporlar yazıldı, ama olaylar bizde de aydınlatılmamış olarak duruyor.

ABD’de Kennedy suikastı dosyası üzerindeki ‘gizlilik’ kısıtlamasının kaldırılmasıyla elde edilecek yeni bilgiler, –tabii niyetini duyurarak kendisine yönelik operasyonları durdurmayı amaçlayan Trump istediğini elde eder ve bu yüzden girişiminden vazgeçmezse– bizde de hâlâ üzeri örtük duran benzer operasyonların daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.

Türkiye’de “Dosyaları açtık, açıyoruz, yanlış yapanları açıklayacağız” diye başlayan süreçler hep yarım kaldı, umutla bekleyenleri hüsrana uğrattı da, o sebeple ihtiyatlı olmak ihtiyacı hissediyorum.

Belki de siyaseten köşeye sıkışan Trump sayesinde durum değişir.

Keşke.

T24
ETİKETLER
donald trump fehmi koru

Suburbicon: Çöküşe destansı tanıklık



Çöküşteki ABD toplumuna yönelttiği sert eleştiri çok tartışılacak olan Clooney’nin tek umudunun çocuklar oluşu ise çürümüşlüğün yaşam dışına sürülüşünü imliyor

BOĞAZİÇİ Film Festivali’nin açılış filmi “Suburbicon” görkemli bir kara mizah örneği... Yönetmenlik kariyerini her filmiyle eleştirmenlerden övgüler alarak oluşturan George Clooney, 6. sinema filminde yine büyük bir başarıya imza atıyor. Sonu gelmeyecek duygusu veren bir banliyö kâbusunun anlatıldığı filmde, zenci ve beyaz iki ailenin dramı, büyük bir kasaba özelliğinde banliyö mahallesinin ve ülkenin toplumsal çöküşü ve karabasandan çıkış olanağıyla koşut olarak, çarpıcı bir görsellikle, soluk soluğa bir gerilim içinde sergileniyor...

TOPLUMSAL ŞİDDET AİLEDE BAŞLIYOR

Senaryosunu Ethan ve Joel Coen kardeşlerin yazdığı filmde olaylar Suburbicon (güvenli ve yalıtılmış bölge) adlı semtte geçiyor. Bölge, konforlu bir yaşam içinde sakin insanların yaşadığı bir görüntü çizmekle birlikte, olayların akışıyla birlikte, seyirciye, adım adım, patlamak için tetiklenmeyi bekleyen karanlık ruhlu insanlar karşısında olduğu duygusu veriliyor.

Matt Damon’un olağanüstü bir oyun sergilediği filmde Julianne Moore, Noah Jupe, Josh Brolin, Oscar Isaac, Jack Conley, Glenn Fleshler, Karimah Westbrook, Megan Ferguson, Carter Hastings, Alex Hassel, Gary Basaraba, Ellen Crawford ve Michael D. Cohen’in de kusursuz oynadığı söylenebilir.

Filmde, tümü beyazlardan oluşan semtte Lodge ailesine komşu villaya siyahi bir ailenin gelmesi herkesi ayağa kaldırır. Aynı günün akşamı evlerine yapılan saldırıda annesinin trajikomik biçimde öldürülüşü sonrasında ailesinin ve mahallenin ihanet, aldatma ve şiddet dolu gizemli bölgelerini keşfe çıkarılan filmin küçük kahramanı ve Lodge ailesinin 10 yaşındaki çocuğu Nicky’yle birlikte, seyirci, bir an bile göz kırpmaya vakit bulamadan, içine daldığı karabasanı filmin her karesinde duyumsar.

CİNNET ABD’NİN GENLERİNDE VAR

Amerikan toplumunun ruhunda, tıpasını atmaya hazır ağzı kapalı şişedeki gibi bekleyen linç duygusu birdenbire akıldışı ve çılgınca saldırganlık duygusuyla siyahi aileyi geceli gündüzlü korkunç bir bekleyişle kuşatır. Kara mizah ve gerilimin kâbus dolu bir dünyada iç içe geçtiği filmde semt halkının saldırgan kimliğiyle Lodge ailesinin yaşadığı cinnet paralel kurguyla verilerek, toplumu oluşturan aile ve bireylerin kötücül dünyası, bir dizi cinayet tasarımıyla Lodge ailesi bireylerinin kurban edildiği tehdit ve tuzaklar silsilesiyle sergilenir. Cinayetlerin sorumlusu olarak oğlunca suçlanan babanın (Matt Damon), oğlu Nicki’ye polis sorgusunda susmazsa zencilerle işbirliği ettiği suçlamasını yönelteceği tehdidi, ABD’de kutsal ailenin tükenişini apaçık ortaya kor. Çocuk için hazırlanan zehirli yemeği farkında olmaksızın yiyen babanın ölüme yattığı saatlerde hem ailede hem semt halkında öfkenin sönümlenişinin ardı sıra Nicky siyahi akranıyla futbol oynamaya çıkarak Amerikan toplumunun umut ışığını simgeler. Film, kendini siyahiler üzerinde açığa vuran Amerikan cinnetinin beyaz Amerikalı için aslında daha büyük tehdit olduğunu göstermesi yönünden cesur bir yapım niteliği taşıyor; gerçekliğin acımasızlığı altında ezilen kara mizah öğeleri, seyirciyi buruk gülümseyişlerden bile alıkoyuyor.
İlk Kurşun

Yeni Şafak: Buradan Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağlanıyor
28.01.2018



CHP'nin insa edildiği süreçten bu yana denetlenmesi için defalarca girişimde bulunduğu ve her seferinde AKP Hükümeti'nden olumsuz yanıt aldığı Kürecik Radar Üssü'nün Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağladığı iddia edildi. İddianın sahibi ise yandaş Yeni Şakaf gazetesi. CHP'li Ağababa ise, "Eğer AKP iktidarı gerçekten ABD'ye karşı bir şey yapacaksa Kürecik'i kapatsın" dedi.

Aralık 2011'de Malatya Kürecik'te kurulan NATO Radar Üssü, üssün kurulacağının açıklandığı andan itibaren tartışmaların odağında oldu. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba olmak üzere CHP'li vekiller pek çok kez Kürecik Radar Üssü'ne girmek ve incelemede bulunmnak istediler. Ancak her defasında Milli Savunma Bakanlığı'ndan olumsuz yanıt aldılar.

ABD YÖNETİMİNDEN NATO'YA GEÇTİ

CHP'nin Kürecik için izin istediği Milli Savunma Bakanlığı, üssün yönetiminin NATO'da olduğunu ve Brüksel'den izin alınması gerektiğini bildirdi. CHP'nin NATO'ya yaptığı başvuruya gelen yanıtta ise üssün komutasının ABD'de olduğu bildirildi. CHP'nin bu konudaki itirazları üzerine Mayıs 2012'de dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın talimatı ile üssün yönetimi NATO'ya devredildi.

CHP'LİLER DEFALARCA BAŞVURDU AMA ÜSSE ALINMADI?

2012 yılında Dünya Emekçi Kadınlar günü etkinlikleri kapsamında Malatya’ya gelen dönemin CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan ile milletvekilleri Sabahat Akkiraz, Ayşe Nedret Akova, Ayşe Eser Danışoğlu, Hülya Güven, Sedef Küçük, Sena Kaleli, Melda Onur, Binnaz Toprak, Dilek Akagün Yılmaz ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba Kürecik’te kurulan Radar Savunma Üssü’ne gitti.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, milletvekilleri olarak kurulan üsse ziyaret etmek istediklerini bunun için de Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazdıklarını ifade ederek, "Genelkurmay bize, ’Yetkimiz yok, Dışişleri Bakanlığı’na yazın’ dediler. Cevap Milli Savunma Bakanlığı’ndan geldi; ’Yetkimiz yok’ dediler izin vermediler. İzni kimden alacağız? Buraya girmek için ABD’den mi, Pentegon’dan mı izin alacağız?" dedi.

Ağbaba, "Küçük bir üsse girmek için koskocaman TBMM’nin iradesini yok saydılar" diyerek hükümeti eleştirdi. Ağbaba, "Radar üssünün kumandasını ABD’ye teslim eden AKP, Meclis’in kumandasını kime teslim etti? Siz ne yaparsanız yapın conileri bu topraklardan kovacağız" diye konuştu.



YENİ ŞAFAK: "ÜSTEN PKK'YA İSTİHBARAT VERİLİYOR"

CHP'nin yıllardır kuruluş amacını ve konumunu tartıştığı ancak AKP'nin vekillerin bu konuda soru önergelerine ve üssü denetleme taleplerine olumsuz yanıt vermesine kayıtsız olan yandaş medya, Zeytin Dalı Harekatı'nın ardından aralarında Kürecik'in de olduğu ABD üslerinin PKK/PYD'ye anlık istihbarat verdiğini gündeme getirdi.

Yeni Şafak gazetesinin bugünkü haberinde, "ABD’nin, TSK ve ÖSO tarafından çepeçevre kuşatılıp Afrin’e sıkıştırılan PKK’ya, bölgeyi kontrol eden Kisecik Radar Üssü’nden anlık istihbarat sağladığı, örgüte koordinatlar verdiği belirtiliyor. Terör örgütü, İHA istihbaratı bilgileriyle, Türkiye’den havalanan her uçaktan, bu uçağın vuracağı noktalardan ve atılan her füzeden haberdar ediliyor. Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinin de bu amaçla kullanıldığına dair ciddi şüpheler var." ifadelerine yer verildi.

Haberde şu ifadelere yer verildi:

ABD TÜM VERİLERİ GÖRÜYOR

NATO ağında bulunan radar verileri üzerinden Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının her hareketini görebilen ABD ordusu, bu araçların vurabileceği muhtemel noktalara ilişkin verileri PKK’ya servis ediyor. ‘Sahibinden’ al
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Oca 29, 2018 12:31 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 22, 2017 10:06 pm    Mesaj konusu: Kudüs kararı Çin, Almanya ve Rusya’ya şantaj Alıntıyla Cevap Gönder

Kudüs kararı Çin, Almanya ve Rusya’ya şantaj
9 Ara, 2017



ABD tarafından Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, tam anlamıyla, Ortadoğu’ya atılmış bir bombadır. Bu kararın, zaten terör ve savaşla kaynayan bölgede, gerginlik ve çatışmaları daha da artıracağı çok açıktır.
Patlak verecek yeni çatışmalar ise, İsrail’in doğrudan taraf olacağı ve ilk ağızda Suriye, İran, Filistin silahlı güçleri ve Hizbullah üzerinden Lübnan’ın dahil olacağı savaşlardan başka bir şey olmayacaktır. Bölgede bu devletler arasında sürecek bir savaş, başında ya da ortasında Türkiye’yi de içine çekebilir.
Aynı şekilde, silahlı güçleri ile zaten bölgede olan ABD’nin kendisi ile Rusya’nın da, içinde bu devletlerin yer alacağı bir bölgesel savaşın dışında kalması mümkün olmayacaktır.
ABD ve Rusya’nın doğrudan karşı karşıya gelecekleri bir çatışma ise, kısa sürede, Almanya başta olmak üzere, Avrupa’yı ve Çin’i de içine çekecek bir anafor yaratacaktır. Bu ülkeler ise, şu anda, devletler arası bir savaşın doğrudan tarafı olmaktan kaçınan ülkelerdir.
ABD’nin Kudüs adımını atarken, birbirini tetikleyecek bu gelişmelerin fitilini ateşlediğini hesap etmediği düşünülemez. Kudüs kararı ABD için diplomatik bakımdan da “akıl dışı” gözükmektedir. Çünkü, İsrail’i bir kenara koyarsak, bölgedeki ve dünyadaki ABD müttefikleri içinde bu karardan memnun olacak tek ülke yoktur. Bu noktada özellikle Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinin köşeye sıkışacağı açıktır.
“Kudüs kararı”nın kısa vadede Suriye’yi memnun edeceğini bile söyleyebiliriz. Bu karar bölgede ve dünyada Suriye’nin dostlarını ve destekçilerini artıracaktır. Bölgede İsrail’in de işe karışacağı daha büyük bir savaşın patlak verecek olması ise, zaten 7 yıldır yıkıcı bir savaşın tam ortasında varlığını koruyan Suriye için çok fazla şey değiştirmeyecektir.
YENİLGİYİ, SAVAŞI BÜYÜTEREK DURDURMA HESABI
Bu durumda şu soruları gündeme gelmektedir:
ABD, dünya çapında dostlarını azaltıp düşmanlarını çoğaltacak bu kararı niçin almıştır?
ABD, bölgede dünyanın büyük güçlerinin karşı karşıya geleceği bir savaşı; bir çeşit dünya savaşını göze almış mıdır, ya da alabilir mi?
Böyle bir savaşın yenen gücü olabilir mi?
Bugünkü dünya güçler dengesinde, ABD’nin böylesine büyük bir çatışmadan galip çıkmayacağı kesindir. Dünya çapındaki bir hesaplaşmadan ise, galip çıkmamak da bir yana, ağır yenilgiyle çıkacağı, en başta ABD’yi yönetenlerin bildiği bir gerçektir.
O halde ABD bu “bombayı” niye attı?
Durup dururken Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilân edilmesi, bölgede terörü, istikrarsızlığı ve zincirleme olarak savaşları tırmandıracağına göre, ABD buna neden ihtiyaç duydu?
Herhalde Trump’ın seçim vaadi listesinde yer aldığı için değil…
ABD’de ve “Batı demokrasileri”nde seçim programlarına konan 10 vaadin 8’inin, yerine getirilmemek üzere programa konduğunu, seçilenler kadar seçmen de bilir.
O halde neden?
Sorunun bir tek yanıtı gözüküyor: 2013’ten bu yana bölgede yenilgi süreci yaşayan ve son bir yıl içinde yenilgisi iyice belirginleşen ve hızlanan ABD, durumu lehine çevirmede, savaşı ve terörü tırmandırma dışında bir seçenek kalmadığına hükmetmiş bulunmaktadır.
ABD ORTADOĞU’DA SAVAŞI NEREYE KADAR TIRMANDIRABİLİR?
Nereye kadar ve kimleri kapsayacak kadar tırmandırma?
Kendisini bölgede yenilgiye götüren gelişmeleri durduracağını öngördüğü düzeye kadar…
Bu gelişmeleri durdurma gücüne sahip, ama bölge çapında başlayıp hızla büyüyecek bir savaşa, hazır olmadıkları için, boylu boyunca girmekten çekinecek devletleri kapsayacak kadar…
Şimdi de şu soruların yanıtlarını arayalım:
ABD’nin bölgede yenilgisini başlatan ve giderek hızlandıran gelişmeler nelerdir?
İzledikleri siyasetler ve giriştikleri eylemlerle ABD’nin yenilgisine neden olan devletler hangileridir?
ABD YENİLGİSİNİ HAZIRLAYAN DEVLETLER ve OLAYLAR
Kestirmeden söyleyelim: ABD’nin yenilgisini hazırlayan devletlerin başında Rusya ve Türkiye gelmektedir.
Rusya’nın 2013’den başlayarak “sahaya inmesi” ve Ortadoğu’da ABD’nin karşısına dikilmesi… Yine aynı tarihlerde, bir numaralı yöneticisinin BOP Eşbaşkanlığından çekilmek ve giderek BOP’un karşısına geçmek zorunda kaldığı Türkiye’nin, adım adım PKK ve FETÖ’yü etkisizleştirme ve temizleme, ardından ABD ve BOP için yaşamsal önemdeki “Kürt koridoru”nu yarma eylemleri…
ABD yenilgisini hazırlayan ve hızlandıran eylemler de bunlar oldu.
ABD’nin yenilgi sürecini, biraz daha geriden başlayarak incelediğimizde karşımıza çıkan tablo şudur:
Afganistan ve Irak işgalinden, onu izleyen “Arap Baharı” ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıma operasyonlarından geçerek gelinen Suriye iç savaşı, aynı zamanda ABD’nin bölgede inişe geçmesinin de başlangıcı oldu.
Beşar Esat liderliğindeki Suriye halkı, ABD’nin çeşit çeşit terör örgütleri ve başlangıçta Tayyip Erdoğan’ların da desteğiyle Suriye’nin üstüne çullanmasına karşı çetin bir direniş gösterdi.
İran, Hizbullah’la birlikte, Suriye savaşının başlamasından beri zaten bölgedeki ABD’ye karşı direniş safında yer aldı.
Rusya da başından itibaren Suriye’ye destek verdi.
Fakat onun desteğinin savaşın kaderini değiştiren düzeye yükselmesi, yukarıda belirttiğimiz gibi, Suriye sahasında doğrudan yer almaya ve yanına Türkiye’yi de çekmeye başlamasıyla gerçekleşti.
Bölgenin bu iki güçlü ülkesinin, aralarına İran’ı da alarak geliştirdikleri işbirliği ve ittifak, ABD’nin bölgedeki yenilgisini durdurulamaz bir noktaya sürükledi. Dahası, giderek de hızlandırdı.
Kuşkusuz bu işbirliği ve ittifak, inişli çıkışlı bir seyir izledi. Ama adım adım ilerleyerek 2015’ten sonra sağlam bir zemine oturdu.
Bu ittifak, ABD’yi BOP’ta önemli bir müttefikten (Türkiye’den) yoksun bırakmakla kalmadı. Rusya, Çin ve İran’la işbirliğine yönelen Türkiye’nin adım adım ABD/BOP karşıtı cepheye geçmesine de yol açtı.
Bilindiği gibi bu gelişme, ABD liderliğindeki Suriye karşıtı “Koalisyon Güçleri” inisiyatifinde yürütülmeye çalışılan “Cenevre Süreci”nin devre dışı bıraktı. Ortadoğu’da inisiyatifin Suriye dostları “Astana Güçleri”nin eline geçmesini sağladı.
BARZANİ REFERANDUMU HAMLESİ TERS TEPTİ
Bu gelişmeyi ABD, Barzani’yi sahaya sürüp, “bağımsızlık referandumu” hamlesiyle frenlemeye kalkıştı.
ABD hesaplarına göre “bağımsızlık referandumu”, İran ve Türkiye’nin dikkatinin Suriye’nin kuzeyinden Barzani’ye kaymasına yol açan; Rusya bir ikilemle karşı karşıya bırakan; “Kürt koridoru” savaşında cepheyi genişleten ve sonuçta Rusya-İran-Türkiye blokunda çatlama yaratan bir rol oynayacaktı.
Çatlatmaya çalıştığı blokun oluşmasından beri çaresizlik içinde oyun geliştirmeye çalışan ABD’nin bu hamledeki hiçbir hesabı tutmadı.
Referandum oyunu ABD’nin bölgedeki yenilgisini geri dönülmez noktaya taşıyan ve hızlandıran Rusya-İran-Türkiye blokunu çatlatmak yerine, Irak’ın da dâhil olmasıyla daha da genişletti ve sağlamlaştırdı. Bu ABD hamlesinden tipik bir Batı Asya ittifakı çıktı.
KİLİT ÜLKE TÜRKİYE
ABD başından (2013’ten) beri, bütün bu gelişmelerde kilit ülkenin Türkiye olduğunu doğru olarak saptadı. Bu nedenle karşı hamlelerinin çoğunu, Türkiye’yi oluşmakta olan Batı Asya blokundan koparma üzerine kurdu.
Rusya uçağının düşürülmesi ve Rus Büyükelçisinin öldürülmesi provokasyonları, Türkiye’nin Suudi Arabistan-Katar üzerinden mezhepçi temelde oluşacak İran karşıtı bir cepheye çekilmesi girişimleri, FETÖ-NATO darbe kalkışması, SGD/PYD maskesiyle PKK’nin pervasızca silahlandırılması, hep bu amaca yönelikti.
Barzani referandumunun boşa çıkarılmasını, “Astana Güçleri”nin Suriye’de barışı sağlamaya dönük daha etkin hamleleri izledi. Dahası, Türkiye’nin Afrin’e müdahale etmesi ve AKP yönetiminin Suriye ile yeniden resmi ilişkiye geçmesi gündeme geldi.
Bunların, ABD aleyhinde işleyen sürecin daha da hızlanmasına yol açacağını en başta ABD bildiği için, gündeme gelen gelişmelere tepkisiz kalmadı. Tepkiler, NATO tatbikatında “düşman hedef” yerine koyma, Rıza Sarraf davasından Türkiye’ye ambargo kararı çıkarma tehditleri ile ifade edildi.
Bu tepkiler, Türkiye’nin Avrasya’da kurulmakta olan “Yeni Dünya”nın önemli bir devleti olması yönündeki gelişmeyi durdurmak yerine daha da hızlandırdı.
SAVAŞI BÜYÜTME NARASI
ABD Kudüs kararı ile, bu hızlanmayı seyretmeyeceğini; bu gelişmeye savaşı tırmandıracak hamlelerle yanıt vereceğini ilân etmiş oluyor. Kudüs kararı, Türkiye odaklı caydırma ve teslim alma girişimlerinden bir sonuç alamayan ABD’nin, kurulmakta olan ABD denetimi dışındaki ve ABD egemenliğini sınırlayacak “Yeni Dünya”yı önlemede, çıtayı yükseltip, Çin, Almanya ve Rusya’yı hedef aldığını göstermektedir. Büyük bir Avrasya ittifakı temelinde kurulmakta olan ABD denetimi dışındaki “Yeni Dünya”nın kilit ülkeleri, Rusya, Çin, Almanya, Türkiye ve İran’dır.
ABD’nin Ortadoğu’da batağa saplanmasına yol açan İran, Rusya ve Türkiye, bölgede ABD tarafından bugüne kadar başvurulan terör örgütleri kullanma, vekâlet savaşları örgütleme, iç yıkıcılık geliştirme gibi yöntemlerle dize getirilemedi.
Bunlar, bu direnmede Çin’in önemli desteğini arkalarına aldılar. Son yıllarda Çin ve Rusya odaklı olarak Almanya da Avrasya’ya kaymaya ve ABD denetiminden çıkmaya başladı. Çin ve Almanya’nın izlediği siyaset, ABD’nin Ortadoğu savaşını kaybetmesine yol açan Rusya-İran-Türkiye blokunun oluşmasında ve genişlemesinde olsun, Avrasya’da ABD denetimi dışına çıkan “Yeni Bir Dünya”nın kurulmasında olsun, belirleyici rol oynamaktadır.
Kurulacak Çin-Rusya-İran-Türkiye-Almanya eksenli “Yeni Dünya”, Ortadoğu’da kaybeden ABD’nin dünya çapında da kaybetmesini sağlayacaktır.
HEDEF: ÇİN, ALMANYA, RUSYA
ABD şimdi, başta Çin ve Almanya olmak üzere, Avrasya güçlerini Ortadoğu’da patlatacağı büyük çaplı bir savaşta boy ölçüşmeye çağırmaktadır. Zincirleme olarak bir dizi çatışmayı tetikleyecek “Kudüs kararı”nı, böyle bir savaşın fitilini ateşleme olarak düşündüğü anlaşılmaktadır.
Özellikle Çin ve Almanya, önümüzdeki hiç değilse 5-10 yıllık siyasetlerini, devletler arasındaki büyük savaşlara taraf olmadan barışçı büyüme üzerine kurmuş dünya devletleridir.
ABD onların, Ortadoğu’da patlayacak ve nerede duracağı belli olmayacak büyük bir savaşın tarafı olmaktan kaçınacaklarını hesap etmektedir.
Aynı şekilde, Ortadoğu’da belli sınıra kadar aktif olsa da, Rusya’nın da büyük çaplı ve ABD-İsrail bloku ile doğrudan savaşacağı bir çatışmadan sakınacağını düşünmektedir.
Bu hesapların sonucu olarak ABD, hem Ortadoğu’daki yenilgisini durdurmak için, hem de dünya çapındaki yenilgisini önlemek için, çareyi, Çin, Rusya ve Almanya’yı, güreşemeyeceklerini tahmin ettiği bir savaş minderine çağırmakta bulmuştur.
ABD, eğer Çin, Almanya ve Rusya’yı, sonu dünya savaşına varacak bir bölge savaşı ile korkutup geri adım attırmaya razı olursa, arkalarında bu ülkelerin olmayacağı kilit ülke Türkiye’nin de, inatçı İran’ın da, direnen Suriye’nin de hesabını kolayca göreceğini düşünmektedir.
KUDÜS KARARI: ŞANTAJ KARARI
“Kudüs kararı”, bugünkü durumda Çin, Almanya ve Rusya’ya karşı bir şantaj kararıdır.
Kudüs kararının, özellikle bu üç devletin, direnerek ABD’nin Kudüs blöfünü boşa çıkarmak yerine, bu şantaja boyun eğerek onu yatıştırmaya kalkacakları; oturacakları pazarlık masasında ise, ABD’nin onlardan, yenilgisini hiç değilse geciktirecek bazı tavizler koparacağı varsayımına dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Oysa kararın açıklanmasından hemen sonra hem dünyanın her yerinden yükselen tepkiler, hem de bu devletlerin yaptığı açıklamalar, hiç de ABD’nin beklediği sonucu doğuracak yönde değildir.
Bu nedenle bu varsayımın bir çaresizlik ve kumarcı varsayımı olduğunu; bunun üzerine kurulu kararın da, bir şantajdan, bir blöften fazla bir anlam ve değer taşımadığını söyleyebiliriz.
Bu üç devletin de içinde olduğu Avrasya Bloku direnirse, ABD’nin işi bir dünya savaşı çılgınlığına götürmesi de mümkün değildir.
Böyle bir çılgınlığın, ABD’nin toptan yok olmasına veya en azından İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Almanya’nın durumuna düşmesine yol açacağını, herkes kadar Çin, Rusya ve Almanya yöneticileri de bilmektedir. Yine bu ülkeler yöneticileri, ABD egemen sınıfları içinde, Trump’ı da seçtiren güçlü bir kesimin bu sonucu görecek kadar dengesini kaybetmediğini ve böyle bir çılgınlığın karşısında yer alacağını da bilmektedirler.
ABD 1990’dan sonra dünyaya meydan okumuş ve 21. yüzyılın bir Amerikan yüzyılı olacağını ilân etmişti. Daha 8-10 yıl öncesine kadar gücünden sual olunmayan bu emperyalist devlet, yüzyılın ilk çeyreği dolmadan çöküşle yüz yüze gelmiş bulunuyor. Ve bunu önlemede artık o kadar çaresizdir ki, dünyayı, kendisiyle birlikte havaya uçuracağı bir intihar bombacısının çılgınlığıyla tehdit etmektedir.
Arslan Kılıç
Aydınlık

ABD 'Yıkılmadım ayaktayım' diyor
Hüseyin Vodinalı
1 Oca, 2018



Suriye, Irak ve Türkiye’deki fiyaskoları sonrası Sam Amca’nın işi bitti, artık Avrasya çağı başladı diye çok sevindik.

Öyle ya, onca terör ve komplo ile Esad’ı deviremedi, IŞİD ile yatakta basıldı, terörist PKK ile nişan yaptı ama Irak’ta Barzani’sine sahip çıkamadı, Kerkük elden gitti, Türkiye’de darbeyi eline yüzüne bulaştırdı, en önemli assetleri olan FETÖ’yü batırdı.

Ama kovboyda oyun çok.

Suudi Arabistan’daki saray darbesiyle bir atağa geçti.

Ürdün’de başka bir saray darbesini beceremedi ama korku saldı.

Asıl düşmanı İran’da “Fars Baharı” başlattı.

Arap Baharlarını bilenler, Fars baharının da ne olduğunu anlamıştır sanırım.

(..)

Neyse uzatmayalım lafı, ABD yeni bir saldırı hamlesi başlattı.

Suriye, Ürdün, İran ve Türkiye’ye her tür manivelayı kullanarak boyun eğdirmek istiyor.

Çok açık ve net olarak gördük ki, ekonomik kriz ve Sarraf ambargosu tehdidiyle Türkiye’de Erdoğan’a “Esed terörist” dedirtti.

Buna Rusya’nın PYD ile diyaloğunu gerekçe gösterenler de var ama ben bunu ikna edici bulmadım.

Rusya’nın PYD’yi Soçi’ye daveti eski bir hikaye ve bu konu belli ki Putin ve Erdoğan arasında görüşmelerle çözülmeye çalışılıyor.

Ancak “Esad teröristtir” demeci bambaşka bir olay.

Zaten gerisi de geldi.

2 gün önce Kastamonu’da konuşan Erdoğan, “Biz Suriye'de, Rusya ve İran'la nasıl çalışıyorsak Amerika'yla da aynı şekilde çalışmak istiyoruz. Sorun Amerika'nın bizimle çalışmak isteyip istemediğidir. Şayet Amerika bizimle çalışırsa memnun oluruz. Birlikte neler yapabileceğimize bakarız. Bize bir adım atana, biz misliyle mukabele etmekte çekinmeyiz. Esasen aramızda çözemeyeceğimiz hiçbir sorun da yok” dedi.

Gizlemeden, saklamadan PKK’ya 4 bini aşkın tır yükü silah veren ABD’ye olan tepki ‘sert demeçler’den ibaret.

15 Temmuz hain FETÖ/NATO darbe girişiminin merkez üssü İncirlik’i kapatmayarak, İran’a karşı İsrail için çalışan Malatya Kürecik Üssü’ne kilit vurmayarak, zaten bölge ülkelerinin tereddütlü bakışlarına hedef olan Ankara, Astana resmindeki ülkelerin güven erozyonuna uğruyor.

İRAN’DA NELER OLUYOR?

İran yıllardır ABD ve İsrail’in hasmane ağır ekonomik yaptırımlarıyla boğuşuyor. Liberal kesim ile Molla sistemi arasında yoksullukla mücadele eden İran halkı zor zamanlar geçiriyor. Tıpkı Türk halkı gibi.

Fakat son ayaklanmalardaki ABD parmak izlerini görmezden gelmek olmaz.

ABD yönetici elitinin (bankacılık, askeri sanayi, şirketler) örgütü Brookings Institute, 2009’da bir belge hazırlıyor. Başlığı; “Persiya’ya hangi yol? Amerika’nın yeni İran stratejisi için opsiyonlar”.

Askeri seçeneklerin yanı sıra İran’a karşı “istikrarsızlaştırma” operasyonlarını da içeren belgede, kullanılacak yöntemler arasında terör eylemleri ve halk ayaklanmaları da yer alıyor.

Raporda aynen şu ifadelere yer veriliyor:

“1989’dan itibaren Doğu Avrupa’daki komünist rejimleri devirmek için kullanılan kadife devrimler (meşhur Soros operasyonları HV) pek ala İran’da da uygulanabilir. Halkın büyük kesiminin mevcut sistemden memnuniyetsizliği çok yüksek ve rejimi devirmek için uygulanabilecek en kolay ve açık yol bu olabilir.”

Bu noktada 1906’dan itibaren İran’da devrimlere imza atmış, anayasacı, cumhuriyetçi komünist ve sosyalist kesimlerin molla rejimine duyduğu büyük hınç ve nefretin de kullanılabileceği, 1978 devrimine destek veren solcu, öğrenci, köylü ve esnaf kesimlerin de aldatılmışlık duygusunun işe yarayacağı raporda açıkça dile getiriliyor.

Zaten 2009’un 13 Haziran’ın da bu deneme yapılmıştı, Seçimlerin ardından bazı kesimler seçime hile karıştırıldığı iddiasıyla sokağa dökülmüş ve günlerce süren bir ayaklanma sahnelenmişti. Seçimde hileyle suçlanan İsrail ve ABD’nin bölgedeki eylemlerinden fazlasıyla rahatsızlık duyduğu İran Devrim Muhafızları’ydı.

Bu gösterilerde de Batı medyası olayları olduğundan büyük gösterip, yalan haberlere imza atmıştı.

İran İstihbarat Bakanı Haydar Muslihi, ’Sivil darbe oyunları’nın ABD patentli Soros hareketi ve AB ülkeleri eliyle yürütüldüğüne işaret ederek, işbirlikçilere para yağdığını iddia etmişti. İstihbarat Bakanı, seçim sonrasındaki olayların yurt dışındaki toplantılarda çok önceden planlandığını belirterek, “80 yabancı enstitü, fon ve kurumun fitne olaylarında rol aldıkları belirlendi. Bunlar arasında bütçesi 1.7 milyar dolar olan kuruluşlar da var” demişti.

Şimdi 2009’dan 9 yıl sonra tekrarlanan gösterilerde benzer kurum ve kuruluşların parmak izleri görülüyor.

Zaten Brookings Enstitüsü’nün raporunda, meydana gelen ayaklanmaların kanlı bir hale dönüşmesi sonucu, önce vekalet savaşı ardından doğrudan müdahale öngörülüyor.

Tıpkı Suriye ve Libya’daki gibi.

Bunları çok iyi bilen Hasan Ruhani son açıklamasında akıllıca, halkın eleştiri hakkının olduğunu ve “halkın sesini duyduklarını” söyledi.

Çünkü biliyor ki, ABD’nin istediği şey, eylemlerin kanlı biçimde bastırılması üzerine yükselecek şiddet dalgası ve iç kargaşa.

Zaten Trump yönetimi de İran’daki olaylardan duyduğu hazzı asla gizlemiyor ve göstericilere destek verdiklerini açıklıyor.

Trump ve şürekası, İran’daki olayların başladığı Perşembe gününden beri zil takıp oynuyor.

Müslüman düşmanı Trump, “İran halkının kendini barışçıl bir şekilde ifade etme hakkını destekliyoruz. Onların sesi duyulmayı hak ediyor" açıklamasını yapıyor.

Yerseniz…

İranlı gazeteci ve siyaset uzmanı Abbas Abdi, ülkede "ekonomi gidişatına itiraz" ekseninde gelişen halk gösterilerinin kısa sürede siyasi mecralara çekildiğini söylüyor.

AA’ya demeç veren Abdi, "İran'la iyi ilişkilere sahip olmayan ülkelerin bu durumdan hoşnut olmaları gayet doğal. Aynı şekilde, İran da o ülkelerde yaşanan benzer olaylara sevinir. Buna karşın, İran'ın, bölgede istikrarsızlığa yol açacağı için Türkiye'deki başarısız darbe girişimine sevinmediği örneğinde olduğu gibi, bölge istikrarının bozulmasını istemeyen ülkeler de elbette bu olayların yaşanmasından mutluluk duymazlar" yorumunu yaptı.

Rusya üzerinden köşeye sıkışan Trump, 2018 baharında azledilmemek için İsrail eksenli Neoconların her istediğini yapar hale geldi.

İran, en çok İsrail için bir sorun ise, Suriye de aynen öyle.

Trump’ın İran ile birlikte Suriye’de de yenilgiyi kabullenmediği gözleniyor.

12 Aralık’ta imzaladığı 2018 askeri bütçesine Suriye’deki PKK güçlerine verilmek üzere 500 milyon dolar koydu. Bu para ile 30 bin kişiye askeri eğitim verilecek, 390 adet askeri araç ve çok sayıda silah ve mühimmat dağıtılacak.

Suriye’de Avrasya’nın zaferi olan Astana Süreci’ni, Esad’ın devrileceği bir Cenevre tezgahına dönüştürmeye kararlı görünen Trump, sanki bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da ikna etmiş gibi görünüyor.

En azından Şam, Tahran ve Moskova’dan bakınca öyle gibi.

Suriye sahasında da Suriye ile El Nusra ve ÖSO arasındaki şiddetli çatışmalar, Türkiye’nin Astana’dan bir adım geriye çekilip, Davutoğlu dönemine benzer bir yere doğru gittiğini gösteriyor.

ABD’NİN 2018 MOTTOSU: YIKILMADIM AYAKTAYIM

Trump’ın en gıcık olduğu ülke elbette ki Çin Halk Cumhuriyeti.

Çünkü ne zaman o sihirli aynasına dönüp sorsa, aynı cevabı alıyor; “Dünyanın bir numaralı ekonomik gücü Çin oldu/oluyor”

Trump, hem kendi yıkılmamak, hem de ABD’yi “yeniden muhteşem yapmak” için, karşılıksız dolar imparatorluğunu derinden tehdit eden Çin’i kuşatma stratejisine sarıldı.

Kuzey Kore nükleer gerginliği, Afganistan’a gönderilen binlerce IŞİD teröristi, Avrasya’ya yaklaşan Pakistan’ı cezalandırma stratejisi, Türkiye, İran ve Suriye üzerinde yeni bir baskı oluşturma taktikleri ve elbette Rusya’yı Çin’den koparıp izole etme düşüncesi hep bunun için.

2018 yılı hem Trump hem de ABD için askeri seçenekleri de fazlasıyla zorlayarak “Yıkılmadım Ayaktayım” yılı olarak geçecek gibi gözüküyor.

Tabii bu anlayış 2018’i, 2017’den daha tehlikeli bir hale götürüyor.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 2018 mesajında bunun izlerini okuyabiliyoruz.

"Bir yıldır Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri durumundayım, amacım 2017 yılının barış içinde geçmesini temin etmekti. Ama maalesef başarılı olamadım ve olamadık. 2018 yılı içinde dünya barışı için pek de ümitli değilim, bence dünyamız kırmızı çizgide, yeni tehlikeler içinde bulunuyor”

Guterres klasik olarak NATO tescilli İspanyol BM Genel Sekreterleri çizgisinden geliyor ve cümlesinin devamında nükleer savaş korkusundan söz ediyor.

Bu, ABD’nin istediği bir korkutma mesajı olsa da Guterres çok dah haksız değil.

Suriye’dekine benzer pek çok savaş ve kargaşalığın hazırlığını yapıyor ABD.

Bu kendi çöküşünü hızlandıracak bir hareket tarzı olsa da giderayak epey patırtı çıkaracak.

Bölgeyi en iyi tanıyan gazetecilerden olan Hüsnü Mahalli’nin de belirttiği gibi, İran Baharı’ndan sonra sıra Türk Baharı’nda.

Son açıklamalara bakılacak olursa, seçim derdindeki Ankara bunun pek idrakinde görünmüyor.

ABD ile arayı yapmaya meyilli, sıcak para odaklı ümmetçi ve Körfez Arabı odaklı politikaların devam edeceği, Yunanistan’ın 18 tane Türk adasını işgali ve Suriye’deki PKK terörüne lakayt siyasetlerin güdüleceği endişesi öne çıkıyor.

Büyük Türk Milleti başta herkese yine de mutlu ve huzurlu bir 2018 dilerim.

İlk Kurşun

Ron Paul: ‘ABD çöküşün eşiğinde
2 Oca, 2018



Eski ABD Kongre üyesi ve başkan adayı Ron Paul, ABD’nin tıpkı Sovyetler Birliği’nde 1989’da başlayan çöküşe benzer bir dağılma süreci yaşadığını söyledi
HABER/GÖNÜL KENTER
Dünyanın en büyük ekonomisi ABD’ye ilişkin ülke içerisinden kritik değerlendirmeler geliyor. 83 yaşındaki Cumhuriyetçi siyasetçi Ron Paul, geçen hafta salı günü haftalık siyasi haberanaliz dergisi Washington Examiner’a verdiği demeçte, ABD Başkanı Donald Trump başkanlığında görünen bir yıllık ekonomik büyümenin bir illüzyon olduğunu söyledi.
Devasa borç dağları, enflasyon ve eşitsizliğin Amerika Birleşik Devletleri’nin sorunlarını günden güne daha da kötüleştirdiğine, böylelikle çöküşün kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken eski Kongre üyesi Paul, “Amerikan siyasi sistemi, 1989’da Sovyetler Birliği’nin çöküşüne benzer şekilde dağılmanın eşiğinde, umarım sistemimiz Sovyet sistemi kadar onurlu durur” ifadelerini kullandı.

PARADA REVİZYON

Eski Teksas Senatörü, “ABD’nin mutlaka tek tek ülkelere parçalanacağı” inancında değil, ancak; “ABD’nin para politikaları büyük revizyondan geçecek ve ABD’nin nüfuzu yurtdışında, deniz aşırı ülkelerde bitecek” dedi.
“Bence Amerika’nın statüsü dünyada ve kendi imparatorluğumuzda sona erecek” ifadesini kullanan Ron Paul’a göre; ekonomide görünen iyileşmeler sadece borç para üzerine kurulu; Amerikan ekonomik sisteminin tamamı işletmelerin, kişilerin ve hükümetlerin borçlarına dayanan bir illüzyondan ibaret. Amerikan ekonomisi çok farklı görünüm
lerden oluşan bir sabun köpüğü ve sorunları çözme olanağı sunmuyor.

DIŞ POLİTİKA FELAKET

Trump’ın dış politikalarına da sert eleştirilerde bulunan Paul, Trump’ın, özellikle Kuzey Kore ile olan sorunlara yaklaşımı ve Suudi Arabistan’ın Yemen’deki askeri faaliyetlerine destek vermesi nedeniyle ciddi biçimde hayal kırıklığına uğradığını açıkladı.
Trump’ın dış politikadaki dengesizliğini imâ eden Paul: “Bence dış politika tam bir felaket. Trump’ın yaklaşımı bir gün olumlu karşılanıyor, ama ertesi gün bir açıklama yapıyor, tüm dünyanın öfkesine neden oluyor, sonra orda, burda savaşa girmemiz gerektiğini düşünmeye başlıyor.”

GERÇEK DEMOKRASİ YOK

BİR dönem ABD başkanlığına aday da olan Paul, geçen haftalarda MSNBC’nin Morning Jœ şovunda da, ABD’de gerçek demokrasinin olmadığını, ülkenin iflası ve dış politikada başarısızlığı nedeniyle, ABD vatandaşlarının kişisel özgürlüğünün tehlikede olduğunu söylemişti.
Amerikan Merkez Bankası Federal Rezerv’i de eleştiren Paul, “faiz oranlarını manipule” ettiğini, “borçların anlaşılmaz olduğunu”, “2008’den beri para basarak zenginleri, zengin eden, ortalama ABD vatandaşını yaya bırakan” FED’in iptal edilmesi gerektiği görüşünü savunuyor

ABD SİYASETİNDE MUHALİF ÇIKIŞLARIYLA TANINIYOR

PENSİLVANYA doğumlu olan Ron Paul, siyasi kişiliğinin yanında ayrıca bir tıp dokturu. 1976’dan 2013 yılına kadar çeşitli aralıklarla Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’nde, Cumhuriyetçi Parti’nin senatörü olarak bulunan Paul, Federal Rezerv Sistemi’ni denetleyen isimlerden. Muhafazakar siyasetçi Paul Ron’un siyasi hayatından bazı üst başlıklar ise şöyle:
* Nixson döneminde altının dolara endekslenmesine itiraz etti, kararı bugün de doğru bulmuyor.
* Reagan ve Bush döneminde Amerika’nın finans politikalarını, yüksek bütçe açıklarını eleştirdi.
* Irak savaşını reddeden tek Cumhuriyetçi politikacı.
* 11 Eylül’den Amerika’nın saldırgan dış siyasetini sorumlu tuttu.
* 2008 seçimlerinde dış ve finans politikalarında ters düştüğü MCain’in başkanlık adaylığına karşı çıktı.
* 2012’de kendi başkanlık adaylığını açıkladığında, Amerika’nın İsrail’e yaptığı 3 milyar dolarlık askeri yardımına onay vermeyeceğini, İran’la savaş halinde tarafsız kalacağını söyleyerek Yahudi Cumhuriteçiler Koalisyonu’nun tepkisini üstüne topladı.
* 2014’de yaptığı açıklamada Ukrayna’nın bizzat Batılı devletler (ABD) tarafından karıştırıldığını, bunun Rusya’ya savaş ilanı anlamına geldiğini bildirdi.
* İran’la savaşa karşı çıktı. Irak, Afganistan ve Libya’da da ABD savaşını reddetti. Uluslararası sorunların diplomasi ile çözülmesi gerektiği kanaatinde

İlk Kurşun

Yeni Şafak: Buradan Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağlanıyor
28.01.2018



CHP'nin insa edildiği süreçten bu yana denetlenmesi için defalarca girişimde bulunduğu ve her seferinde AKP Hükümeti'nden olumsuz yanıt aldığı Kürecik Radar Üssü'nün Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağladığı iddia edildi. İddianın sahibi ise yandaş Yeni Şakaf gazetesi. CHP'li Ağababa ise, "Eğer AKP iktidarı gerçekten ABD'ye karşı bir şey yapacaksa Kürecik'i kapatsın" dedi.

Aralık 2011'de Malatya Kürecik'te kurulan NATO Radar Üssü, üssün kurulacağının açıklandığı andan itibaren tartışmaların odağında oldu. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba olmak üzere CHP'li vekiller pek çok kez Kürecik Radar Üssü'ne girmek ve incelemede bulunmnak istediler. Ancak her defasında Milli Savunma Bakanlığı'ndan olumsuz yanıt aldılar.

ABD YÖNETİMİNDEN NATO'YA GEÇTİ

CHP'nin Kürecik için izin istediği Milli Savunma Bakanlığı, üssün yönetiminin NATO'da olduğunu ve Brüksel'den izin alınması gerektiğini bildirdi. CHP'nin NATO'ya yaptığı başvuruya gelen yanıtta ise üssün komutasının ABD'de olduğu bildirildi. CHP'nin bu konudaki itirazları üzerine Mayıs 2012'de dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın talimatı ile üssün yönetimi NATO'ya devredildi.

CHP'LİLER DEFALARCA BAŞVURDU AMA ÜSSE ALINMADI?

2012 yılında Dünya Emekçi Kadınlar günü etkinlikleri kapsamında Malatya’ya gelen dönemin CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan ile milletvekilleri Sabahat Akkiraz, Ayşe Nedret Akova, Ayşe Eser Danışoğlu, Hülya Güven, Sedef Küçük, Sena Kaleli, Melda Onur, Binnaz Toprak, Dilek Akagün Yılmaz ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba Kürecik’te kurulan Radar Savunma Üssü’ne gitti.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, milletvekilleri olarak kurulan üsse ziyaret etmek istediklerini bunun için de Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazdıklarını ifade ederek, "Genelkurmay bize, ’Yetkimiz yok, Dışişleri Bakanlığı’na yazın’ dediler. Cevap Milli Savunma Bakanlığı’ndan geldi; ’Yetkimiz yok’ dediler izin vermediler. İzni kimden alacağız? Buraya girmek için ABD’den mi, Pentegon’dan mı izin alacağız?" dedi.

Ağbaba, "Küçük bir üsse girmek için koskocaman TBMM’nin iradesini yok saydılar" diyerek hükümeti eleştirdi. Ağbaba, "Radar üssünün kumandasını ABD’ye teslim eden AKP, Meclis’in kumandasını kime teslim etti? Siz ne yaparsanız yapın conileri bu topraklardan kovacağız" diye konuştu.



YENİ ŞAFAK: "ÜSTEN PKK'YA İSTİHBARAT VERİLİYOR"

CHP'nin yıllardır kuruluş amacını ve konumunu tartıştığı ancak AKP'nin vekillerin bu konuda soru önergelerine ve üssü denetleme taleplerine olumsuz yanıt vermesine kayıtsız olan yandaş medya, Zeytin Dalı Harekatı'nın ardından aralarında Kürecik'in de olduğu ABD üslerinin PKK/PYD'ye anlık istihbarat verdiğini gündeme getirdi.

Yeni Şafak gazetesinin bugünkü haberinde, "ABD’nin, TSK ve ÖSO tarafından çepeçevre kuşatılıp Afrin’e sıkıştırılan PKK’ya, bölgeyi kontrol eden Kisecik Radar Üssü’nden anlık istihbarat sağladığı, örgüte koordinatlar verdiği belirtiliyor. Terör örgütü, İHA istihbaratı bilgileriyle, Türkiye’den havalanan her uçaktan, bu uçağın vuracağı noktalardan ve atılan her füzeden haberdar ediliyor. Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinin de bu amaçla kullanıldığına dair ciddi şüpheler var." ifadelerine yer verildi.

Haberde şu ifadelere yer verildi:

ABD TÜM VERİLERİ GÖRÜYOR

NATO ağında bulunan radar verileri üzerinden Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının her hareketini görebilen ABD ordusu, bu araçların vurabileceği muhtemel noktalara ilişkin verileri PKK’ya servis ediyor. ‘Sahibinden’ aldığı istihbaratı değerlendiren teröristler ise gelen bilgiler doğrultusunda tedbir alıp mevzileniyor. Afrin’e yönelik hava taarruzunda uçak, İHA ve hatta füzeleri ilk olarak tespit edebilecek radar, Hatay-İskenderun’daki Arsuz beldesinin Kisecik köyünde bulunuyor. 2004 yılında Amanos dağlarının zirvesinde kurulan Kisecik Radar Üssü bir NATO tesisi. Dolayısıyla ABD, radarın tüm olanaklarından faydalanıyor.

KİSECİK, KEL DAĞI, KÜRECİK

Kisecik’e ek olarak Hatay-Yayladağı’nda sınırın sıfır noktasındaki Kel Dağı’nda da bir radar üssü bulunuyor. Kel Dağı ve Kisecik’teki üslerde konuşlu radar sistemleri en az 400 kilometrelik bir yarıçaptaki her hava hareketini takip edebiliyor. Yani ABD, neredeyse Suriye’nin tamamını NATO şemsiyesi altında kurduğu üslerden gözlüyor. Kisecik ve Kel Dağı’ndan başka Malatya’daki Kürecik radarı ise hepsinden daha gelişmiş özellikte. 1000 kilometrelik yarıçapta gökyüzünü tarayan radarın kapsama alanına Suriye, Irak ve İran, hatta Kıbrıs da giriyor. Türkiye’nin hava ağı ve toplanan istihbarat bilgileri NATO’nun güneydoğu sınırlarını kapsadığı için açık durumda. Türkiye istediğinde ve özellikle milli bir harekât icra edildiğinde bazı bilgileri gizleyebiliyor. Ancak bu gizlemenin ne derece başarılı olduğu meçhul. ABD’nin, bu önlemlere rağmen radar bilgilerini kullanarak elde ettiği kritik verileri PKK’ya aktarmakta olduğu kaydediliyor.

CHP'Lİ AĞBABA: AKP SAMİMİYSE KÜRECİK ÜSSÜNÜ KAPATSIN



CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, konuyla ilgili olarak cumhuriyet.com.tr'ye şunları söyledi:

"Burası Amerika tarafından kurulan ve Amerika'nın kontrolünde olan bir üs. Bunu da cümle alem biliyor. Burası İran ve Suriye'ye karşı İsrail'i korumaya yönelik bir üs olarak inşa edildi. Burası için ne kadar NATO üssü dense de, NATO'ya devri sonradan yapıldı. Buradan kime istihbarat verilip verilmediğini Türkiye kontrol etmiyor. Türkiye'nin burada bir hakimiyeti yok. YPG'ye PKK'ya istihbarat veriyor mu; veriyor olabilir. İsrail'e nasıl veriyorsa buralara da veriyor olabilir. Ama hükümetin buradaki samimiyetini sorgulamak lazım. Hükümet burayı kapatamaz da, kapatma girişiminde bulunamaz da. Biz başından beri söylüyoruz. Eğer Amerika'ya bir tavır alınacaksa ilk yapılacak şey Kürecik'teki üssü kapatmaktır. Tamamen iç kamuoyuna yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanıyor burayı."

Dönemin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone arasında imzalanan bir mutabakat metni ile Kürecik Üssü'nün yapıldığını hatırlatan Veli Ağbaba "Bu üssün yapılması ile ilgili anlaşma da Meclis'e getirilmedi. Çok gizli kapaklı bir anlaşmaydı ve bir ayıp saklar gibi yapılmış bi anlaşmaydı" dedi.

Cumhuriyet
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com