EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AKP-FTÖ İKİLİSİ ALLAH'IN 'CİHAD' EMRİNİ 'TARİHE GÖMECEK'MİŞ

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Mar 23, 2010 12:54 am    Mesaj konusu: AKP-FTÖ İKİLİSİ ALLAH'IN 'CİHAD' EMRİNİ 'TARİHE GÖMECEK'MİŞ Alıntıyla Cevap Gönder

AKP-FTÖ İKİLİSİ ALLAH'IN "CİHAD" EMRİNİ “TARİHE GÖMECEK”MİŞ

Ertuğrul Horasanlı



AB-D Emperyalizminin içimizdeki truva atları AKP ve FTÖ ikilisinin Allah'ın hükümlerini ve Resulullah’ın sünnetlerini birer ikişer ortadan kaldırmaya çalıştıkları biliyoruz...

Hatırlayın ...

"Ilımlı İslâm" adı altında Pentagon-İsrail hattında Fetullah Gülen'in katkıları ve Tayyip Erdoğan'ın eşbaşkanlığında bütün İslâm alemine dayatılan “gerçek İslâm'ı tahrif pojesi" milyarlarca dolarlık kaynaklar tahsis edilerek yürürlüğe konmuş ve bunun ilk pilot uygulaması AKP ve Fetullah medyası eliyle ülkemizde başlatılmıştı...

Bu proje çerçevesinde önce kelime-i şahadetteki "M......d'in resulullah" kısmının gereksiz olduğunu ilan eden bu ikili...

Daha sonra AB'nin emri ile "Allah katında tek din İslâmdır" ayetinin camilerde okunmasını DİB’e yasaklatmış...

Bütün ilk ve orta dereceli okul kitaplarındaki "cihad, şahadet, şehidlik, mücahid, hilafet, halife, ehl-i sünet” gibi bu ülke insanlarının yüzde 95'inin inançlarının ve ortak hafızalarının temel parçaları olan bir çok kelimeyi, MEB emriyle kitaplardan çıkartarak okullarda bu kelimelerin kullanılmasını da yasaklatmıştı....

Yine "Hepimiz ibrahimîyiz Müslüman Hıristiyan Yahudi farksızdır. Hepsi cennete gidecek" yalanıyla sürdürülmüş ve hatta bu yalana hizmet eden Ankara’daki ilahiyat profesörlerinden birinin kızının “madem öyle ben Hristiyan oldum baba; çünkü hristiyanlık daha kolay ne örtü var, ne içki yasağı ne namaz, ne de oruç” dediği medyada üçüncü sayfa haberi olarak yeralmıştı...

Doğrudan doğruya insanımızın çoğunluğunun iman ve itikad esaslarını sinsice törpülüyerek yoketmeyi amaçlayan bu proje; şimdi 1400 küsur yıldır İslâm topraklarını İslâm toprağı yapmış ve İslâm toprağı olarak muhafaza edilmesini sağlamış olan “Cihad” emrini yok etme, geçersizleştirme ve hafızalarımızdan silme hamlesi yapıyor...

Şu haberi o gözle dikkatlice okuyun:

["ÖLÜM FETVASI" TARİH OLUYOR

El Kaide’nin kanlı eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı ‘cihad’ fetvası kalkıyor.

El Kaide’nin kanlı eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı ‘cihad’ fetvası 700 yıl sonra ortadan kalkıyor. Hoşgörü kenti Mardin’de bir araya gelecek olan İslam aleminin önderleri, barışçı söylemle yorumladıkları fetvayı dünyaya ilan edecek
Moğol istilası altındaki Mardinliler’in isteği üzerine İslam dünyasının önde gelen alimlerinden İbn Teymiyye tarafından 1300’lü yılların başında verilen ‘cihat’ fetvası 700 yıl sonra ortaya çıktığı Mardin’de tarih olacak. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde 27-28 Mart tarihlerinde ‘Barış Diyarı Mardin’ başlığıyla düzenlenecek toplantıya Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden yirmiye yakın tanınmış din adamı katılacak. Barışçı söylemle hazırlanacak ortak deklarasyon daha sonra dünyaya ilan edilecek.
BATI ALEMİ TARTIŞIYOR
Toplantıyı düzenleyen İngiltere merkezli Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi (GCRG) isimli düşünce kuruluşunun yöneticisi Aftab Malik, kardeşlik ve hoşgörü kentindeki buluşmayla ilgili şu bilgileri verdi:
EL KAİDE EN TEHLİKELİ OLANI: “Başta El Kaide olmak üzere radikal dinci terör örgütlerinin eylemlerini meşrulaştırmak için kullandıkları dini argümanların başında ‘Mardin Fetva’sı olarak bilinen ve Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağıran fetva gelir. Mısır’daki cihatçı hareket bu fetvayı kullanarak ayaklandı. Bunun en son ve en tehlikeli örneği ise El Kaide’dir. İslam dünyasının yanı sıra ve İslam ile ilgili çalışmalar yapan Batılı bilim adamları uzun sürüder bu fetvayı tartışıyor.”
DÜNYAYA İLAN EDİLECEK
ORTAK YORUM, BARIŞÇI SÖYLEM: “Mardin buluşmasının amacı İslam dünyasının önde gelen din adamlarına o fetvanın bugünün koşullarında geçerli olup olmadığını tartıştırmak. Bu kişilerin hepsi İslam dünyasında milyonları etkileme gücüne sahip şahsiyetler. İki gün sürecek tartışmalar sonunda İbn Teymiye’nin fetvası konusunda yeni bir ortak yoruma ulaşılacak ve bu dünyaya açıklanacak. Böylece El Kaide’nin terör eylemlerine meşruiyet kazandıran dini argüman ortadan kalkmış olacak.”
TERÖR DEĞİL HOŞGÖRÜ
Toplantının organizasyonunda katkıda bulunan Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ‘kamu diplomasisi’nden sorumlu Başdanışmanı İbrahim Kalın da, Mardin buluşmasının “İslam dininin terör değil barış ve hoşgörü dini olduğu mesajının dünyaya verilebilmesi açısından önemli bir imkan olduğunu ifade etti.]
(22 Mart 2010 aktifhaber)

Haberin redaksiyonundaki sinsi/hilekâr/tahrif ediciliğin dozunun ne kadar yüksek tutulduğuna dikkat etttiniz mi?

Daha öncekiler gibi kullandıkları bir haberdeki, yirmi cümle içine sokuşturdukları bir iki dezenformasyon cümlesiyle yetinmiyorlar...

Artık insanımızı belli bir kıvama getirdiklerine inanıyor olmalılar ki...

Haber baştan başa ve açık açık tahrifatçı/dezenformatif bir dille hazırlanmış...

Hazırlanışındaki ustalık bu haberin sıradan gazeteciler tarafından değil, kesinlikle psikolojik savaş uzmanlarının elinden çıktığını ayan beyan gösteriyor...

Bu haberi okuyan dinî bilgisi zayıf biri “Cihad”ı ALLAH’ın apaçık bir emri ve Peygamber’in kesin bir sünneti olarak değil de...

“Moğol istilası altındaki Mardinliler’in isteği üzerine İbn Teymiyye tarafından 1300’lü yılların başında verilen” bir “fetva” olarak algılayacaktır.

Koskoca İslâm aleminin 1400 küsur yıllık tarihi boyunca sadece İbni Teymiyye mi cihad fetvası vermiştir?

Ehli sünnet’in kütüphaneler dolusu referans kitaplarında onbinlerce alimin “cihad”ın Allah’ın apaçık bir emri ve peygamberin en kesin sünnetlerinden biri olduğuna ve bu emre uyan müslümanların faziletine ve uymayanların rezilliğine dair yüzbinlerce sayfayı ne yapacaksınız?

Moğollar gibi bütün bu kitapları da ateşe mi vereceksiniz?

***

Haberdeki başlığa ve ara başlıklara dikkat:

("ÖLÜM FETVASI" TARİH OLUYOR)...

"ÖLÜM FETVASI"= CİHAD EMRİ

Yani:

ALLAH'IN CİHAD EMRİ TARİH OLUYOR...

Peki onun yerine ne gelior:

(ORTAK YORUM, BARIŞÇI SÖYLEM...)

(DÜNYAYA İLAN EDİLECEK...)

Ne ilan edilecek:

(TERÖR DEĞİL HOŞGÖRÜ ...)

"TERÖR" derken başkanım?

TERÖR=CİHAD

"CİHAD" neydi başkanım?

"İBNİ TEYMİYYE'NİN FETVASI...

HAAA?

YAAA?

İşte böyle adım adım "Allah'ın indirdikleri, Resulıllah'ın bildirdikleri" hafızalarımızdan silinip "tarihe gömülürken"...

Yerine gelen ne?

DEMOKRASİ...

Irak'a Afganistana tankla topla seyreltilmiş uranyumlu, misketli, fosforlu bombalarla kan ve ateş içinde getirilen demokrasi...

Türkiye'ye usul usul, sinsice hafızalar silinip yerine yeni kayıtlar düşürülerek kitlesel hipnoz/zihin kontrolü yolula getririliyor...

Demokrasi tam olarak geldiğimde ne olacak başkanım?

Allah'ın emirleri ve Resullah'ın sünnetlernden "demokrasiye uygun olayan"larının tamamı hafızalarımızdan barış ve hoşgörü mavallarıyla silinmiş olacak?

***

“Mardin Artuklu Üniversitesi’nde 27-28 Mart tarihlerinde ‘Barış Diyarı Mardin’ başlığıyla düzenlenecek toplantıya Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden yirmiye yakın tanınmış din adamı katılacak.”

Kimse artık bu “yirmiye yakın tanınmış din adamı”?

Onlar hangi dinin adamıysalar artık...

Ve onları kimler tanıyor ve tanıtıyorsa...

Bir buçuk milyarlık İslâm aleninde bula bula bunları bulmuşlar demekki "fedai" olarak...

Peki ne yapacakmış bu “ılımlı islâm fedaisi” ilim(!) adamları?

“İki gün sürecek tartışmalar sonunda İbn Teymiye’nin fetvası konusunda yeni bir ortak yoruma ulaşılacak ve bu dünyaya açıklanacak. Böylece El Kaide’nin terör eylemlerine meşruiyet kazandıran dini argüman ortadan kalkmış olacak.”mış..

İlmî toplantı(!)nın kalitesini görüyor musunuz?

Bu fedai ilim adamları tam iki gün boyunca, Teymiyye'nin fetvasını nasıl etsek de ortadan kaldırsak diye kan ter içinde tartışacaklarmış...

Eeee...

İkinci günün sonunda her bir fedai ilimn adamı yorgunluktan bitap düşmek üzereyken...

“İbn Teymiye’nin fetvası konusunda yeni bir ortak yoruma ulaşılacak ve bu dünyaya açıklanacak” ve “Böylece El Kaide’nin terör eylemlerine meşruiyet kazandıran dini argüman ortadan kalkmış olacak”mış..

İyi de...

Madem bu toplantının sonunda ne olacağı başlamadan önce belli...

Tayyip Erdoğan'ın sponsorluğunda bu toplantıyı düzenleyen Mardin Artuklu Üniversitesi niçin bunca masrafı ve zanam kaybını göze alarak kendini komik duruma düşürüp elegüne rezil ediyor?

Böyle İlmî toplantı/tartışma mı olur?

Baştan sonuç belliyse...

Siz neyi “tartışmak için” toplanıyorsunuz?

Baştan sonuç belliyse...

O toplantıda hangi “allame”nin ne diyeceği de noktasına virgülüne varıncaya kadar bellidir...

Herkes eline tutuşturulan bildirileri okuduktan sonra, o bildirileri hazırlayan el tarafından, o bildirilerle birlikte önceden hazırlanmış “ortak yorum” metni okunacak ve onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...

Böyle “ilmî toplantı” mı olur?

Böyle bir müsamereye “ilmî toplantı” adı veren üniversiteye “üniversite”, o toplantıya figüran olarak katılacak kişilere “ilim adamı” denir mi?

Koca bir ülkenin başbakanı böyle bir kepazeliğe nasıl sponsorluk yapar?

Böyle bir başbakana kendi dinî inançları tahrif edilmeye çalışılan bu ülkenin Sünnî müslümanları nasıl oy verir ve umut bağlar?

En iyisi biz CD sürücüsüne Ahmet Kaya’yı koyalım da bu saçma sapan işler konusunda bu yazıya noktayı o koysun:

“Nerden baksan tutarsızlık/Nerden baksan tutarsızlık/ Nerden baksan Ahmakçaaaaaaaaaa”

Sıradışı

Mardin Fetvası Konferansı başladı

27 Mart 2010

Mardin'de bir araya gelen İslam aleminin ileri gelen isimleri, El Kaide gibi aşırı dinci grupların eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı 700 yıllık cihat fetvasını barışçı bir söylemle yorumlamaya hazırlanıyor.
Moğol istilası altındaki Mardinlilerin isteği üzerine, 1300'lü yılların başında verilen 'cihat' fetvası 700 yıl sonra ortaya çıktığı Mardin'de yeniden yorumlanıyor.
Hoşgörü kenti Mardin'de Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde ve Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının organizasyonunda 27-28 Mart tarihlerinde 'Barış Diyarı Mardin' başlığıyla düzenlenecek toplantıya Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden 20'ye yakın tanınmış din adamı katılıyor.
Toplantının yapıldığı Artuklu Üniversitesi çevresinde polis yoğun güvenlik önlemleri aldı. Toplantıya gayrimüslimlerin temsilcisi olarak Süryani Metropolit Salibe Özmen de katıldı. Özmen, Müslümanların çağın gereksinimleri karşısında kendilerini yenilemesinin çok anlamlı olduğunu söyledi. Özmen, fetvanın içeriği ile ilgili konuşmak istemediğini belirterek, "Bu tür toplantılar, dinler arasındaki hoşgörü ve barışın geleceği açısından önemlidir" dedi.

netgazete

Çakma "Din Adamları"ndan Ortak Karar

Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ‘kamu diplomasisi’nden sorumlu Başdanışmanı İbrahim Kalın'ın organizatörlüğünü yaptığı, Merkezli Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşları tarafından Mardin Artuklu Üniversitesi'nde yapılan "Barış Diyarı Mardin" konferansında, Direnişçi müslüman grupların eylemlerinin cihat değil, keyfi cinayetler olduğu öne sürüldü.

Global Centre for Renewal and Guidance (GCRG) ile Canopus Danışmanlık'ın 27, 28 Mart tarihlerinde Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nde düzenlediği, direniş eylemlerinin dini gerekçelere dayandırılmasını reddetmek ve kınamak için İslam dünyasından dünya çapında tanınmış olduğu iiddia edilen ancak Türkiye'de hiç tanınmadıkları anlaşılan bir grup "ilahiyatçının" ve akademisyenin bir araya geldiği toplantı sona erdi.

Bu tuhaf toplantının sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi: "Suudi Arabistan, Türkiye, Yemen, Hindistan, Senegal, Kuveyt, Bosna, İran, Fas, Moritanya ve Endonezya'nın da dahil olduğu ülkelerden ve geniş bir yelpazedeki İslami düşünce okullarından gelen alim ve ilahiyatçının tecrübe ve uzlaşısına dayanmaktadır.

Direnişçi(*) grupların eylemlerinin cihat değil, keyfi cinayetler olduğunu öne sürmektedir.

Mardin fetvasının yanlış yorumlandığını ve direniş için şiddeti haklı çıkarmak için hiçbir şekilde kullanılamayacağını öne sürmektedir.

Bütün Müslümanlara, İslamiyet'in getirdiği en yüksek hukuki ve etik standartlara uygun yaşamaları çağrısında bulunmaktadır.

İslamiyet'in ayrım gözetmeksizin adam öldürme ve cinayeti kati biçimde yasakladığı açıktır.

Direnişçilerin, eylemleriyle İslamiyet adına kendi inançlarını yok ettikleri ve İslamiyet'in ve Müslümanların itibarını dünyanın nezrinde sarstıkları açıktır."

GCRG Editorü Şeyh Abdullah Bin Beyyeh, yaptığı açıklamada, "Bu tarihi ve önemli zirve bize şunu göstermiştir: 'İbn-i Teymiyye ve özellikle de Mardin fetvası direniş hareketlerine gerekçe olarak kullanılamaz. Bu zirve, İbn-i Teymiyye'nin böyle bir tutum sergilemeyeceğini ve de ana akım İslami yaklaşımlarının buna izin veremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu zirve, İslamiyet içinde farklı kanaatlerden gelen ilahiyatçı ve alimleri bir araya getirerek şu görüşte birleşmesini sağlamıştır: İslamiyet terörizmi ve ayrım gözetmeksizin cinayet işlenmesini kınamaktadır." dedi.

Editör'ün notu:
* Bu çakma din adamları açıklamalarında emperyalist vahşi işgale karşı İslâm toraklarını savunan direniş örgütlerine ve onların mensuplarına "terörist, nefs ve vatan savunması için işgalcilere karşı yapılan eylemlere de "terörizm" demektedir. Bizim vicdanımız iftiranın böylesine Allah'tan korkmaz kuldan utanmaz cinsini yazmaya izin vermediği için bu çirkin tabirleri metinde kullanmadık.

Haber101

Mardin komedisi
Nuray MERT

Gazetelerden takip etmişsinizdir, hafta sonu Mardin’de son derece tuhaf bir toplantı yapıldı. Yedi yüzyıl önce İbn-i Teymiyye’nin Moğollara karşı verdiği ‘cihat’ fetvasının bugünkü anlamı tartışıldı. İngiltere merkezli bir düşünce kuruluşunun önderliğinde bir araya gelen birtakım din adamları, İslam dininde ‘cihat’ın, ‘radikal’ yorumlarına karşı bir anlayışın altını çizdi.

Öncelikle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bu komediye ev sahipliği yapmayı reddettiği için kutlamak isterim. Sonra da, Batılı dostlarımıza bir tavsiyede bulunmak isterim; Müslüman dünya ile barışmak için daha sahici ve samimi yollar bulmak yerine bu tür komediler organize etmekten vazgeçsinler.

Bugün karşılarına çıkan radikal İslamcı örgütlere ilişkin sorun, İslam dininin ‘cihat’ kavramı falan değil, İslam’ın modern tarihsel süreç içinde ve özellikle Soğuk Savaş döneminde selefi-radikal yönde ‘siyasallaşması’nın sonucudur. O nedenle işin içine Ortaçağ İslam düşünürlerini, post-modern çağın ‘yandaş’ ulemasını katmanın âlemi yok.

El-Kaide başta olmak üzere, radikal İslamcı örgütlerin nasıl palazlandığını hepimiz biliyoruz, bu palazlanmanın gerisinde İbn-i Teymiyye değil, modern dönemin siyasal çekişmeleri var. Bunu gayet iyi bildikleri için, geçen yıl (4 Haziran 2009) Obama, meşhur Kahire konuşmasını yaptığında, Mısır’da ‘Dar Al-İfta Al Mısrıyyah’, yani fetva makamının bir açıklaması, Obama’nın konuşması ile birlikte bir dosya içinde dağıtılmıştı. O açıklamada da, ‘cihat’ın yanlış yorumlandığı uzun uzadıya anlatılıyor, ‘cihat’ın insanın ‘nefsine karşı mücadele’ olduğu vurgulanıyor, ama ilaveten, ‘Evet, Afganistan’da mücahitler cihat yaptı, ama o ‘Ateist Ruslara karşı din özgürlüğü’ adına yapılmıştı’ deniliyordu.

Zira, ABD dış politika çıkarları, uzunca bir süre, ‘cihat’ın ‘nefisle mücadele’den ibaret değil, bildiğiniz silahlı mücadele olduğu yönündeki yorumları gerektiriyordu. Bunu bilmeyen yok, ama ben size işin içinde olanların ifadelerinden bir örnek vereyim. Suudi Arabistan’ın 20 yıl boyunca ABD büyükelçiliğini yapan ve Bush ailesine yakınlığı dolayısıyla adı ‘Bandar Bush’a çıkan, Prens Bandar Bin Sultan, biyografisinde, “Biz Amerika’nın Doğu-Batı veya anti-komünizm tezlerini kullanmadık, dini kullandık... Reagan’ın Sovyetler Birliği ile kavgasının stratejisine mükemmel bir şekilde uyacak biçimde Müslüman dünyayı kendimize yönelttik” diyor (W. Simpson, The Prince, Harper Collins, 2006, 112).

Aslında, Batılı güçlerin, İslami sembol, makam ve öğretileri siyasal alanda kullanması tarihi çok eskilere gider. 1857’de Hindistan’daki Sepoy İsyanı’na karşı İngilizler, dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid’den, halife sıfatı ile asileri yatıştırmak için tavassutta bulunmasını istemişlerdi (Kemal Karpat, İslamın Siyasallaşması, 2001, 55). Sonra, II. Abdülhamid, halife sıfatını Osmanlı dış politikasında kendi yararına devreye soktuğunda, İngilizler tarafından ‘Kızıl Sultan’ ilan edilmişti.
Ezcümle, artık 21. yüzyılda, bu ucuz emperyalist manevralardan vazgeçilse diyorum. Dini veya başka bir şeyi devreye sokarak, insanlığı tehdit eden, her türden anlayışa karşı, sahici ve samimi uzlaşma zemini yakalamaya çalışılacaksa, bu türden çabalara Müslüman, gayri Müslüman hepimiz destek verelim, yoksa bu sahte çabaların sonuç vermesini beklemek beyhude. Dahası, bu tür girişimler Müslümanları/Müslüman toplumları ‘enayi’ yerine koymak gibi, fazladan rencide ve rahatsız edici bir etki yaratıyorlar.
30 Mart 2010
Hürriyet

“İslamonline krizinin ardında Yahudi lobisi var”



Gazeteci Ali Abdülaal, Arap dünyasının ünlü haber sitesi İslamonline’nin el değiştirilmesinin arkasındaki bilinmeyenleri HaBertaraf’a anlattı.

Katar Vakıflar Bakanlığı’nın emriyle kurulan ve Katar Emiri Hamed bin Halife El-Sani ile eşi Mevza binti Nasır El-Mesned tarafından doğrudan finanse edilen “El-Belağ” Kültür Derneği’ne ait Arap dünyasının en önemli haber sitesi İslamonline, derneğin başkan yardımcısı Katarlı İbrahim El-Ensari ve genel müdür Ali El-Imadi tarafından tasfiye edilmek istenmişti.

Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf El-Karadavi’nin yönetiminde bulunan İslamonline sitesinin Katar tarafından tasfiyesi, Katar yönetimiyle Mısırlı ünlü alim arasında soğuk rüzgarların esmesine yol açtı. İslam dünyasında büyük bir polemiğe neden olan bu krizin ayrıntılarını İslamonline sitesinin önde gelen gazetecilerinden Ali Abdülaal’a sorduk.

Abdülaal yaptığı açıklamada, İslamonline krizinin arkasında iki Yahudi lobisinin olduğunu vurgulayarak, “Şeyh Yusuf El-Karadavi’nin başında bulunduğu İslamonline’dan 350 gazetecinin tasfiye edilmesi ve Karadavi’nin başkanlıktan uzaklaştırılması Yahudi lobilerinin işidir” dedi. İnternet sitesinin siyasi çizgisinin değişeceğini kaydeden Abdülaal, eski kadronun tasfiye edilmesi için baskı uygulandığını söyledi.

New York'ta bulunan Amerikan Yahudi Komitesi (American Jewish Committee) ve Washington’da bulunan İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği (Anti-Defamation League) isimli örgütlerin Amerika'daki güçlü Yahudi örgütlerinden olduğunu ifade eden Abdülaal, son dönemde bu iki kurumun Karadavi’nin çalışmaları ve sitenin Filistin davasındaki tutumundan dolayı İslamonline’ı kıskaç altına aldıklarını kaydetti.

Abdülaal açıklamasında “Geçtiğimiz Ağustos ayında Karadavi, Yahudilerin baskısıyla ABD’de alınan bir kararla önemli Arap medyalarını hedef alan hızlı bir çalışmaya gidildiği konusunda uyarıda bulunmuştu” dedi.

“Katar’ın kararına Washington’dan gelen bir mektubun yol açtığı yönünde işaretler var” diyen Abdulaal, Doha’da alınan kararda Yahudi lobisinin parmağı olduğunu söylerken, Amerika’nın Şeyh Yusuf El-Karadavi’yi terörü destekleyenler listesine dahil etmek istediğini fakat Katar’ın bunu engellediğini, ancak bu süreçte Katar’ın Amerika’ya Karadavi’nin faaliyetlerinin kısıtlanacağı sözünü vermiş olabileceğini ifade etti.

Ali Abdülaal ayrıca gelecek günlerde İslamonline’dan tasfiye edilen gazetecilerin aynı yayın politikasını sürdüren yeni bir internet sitesi açacaklarını da müjdeledi.

KARADAVİ YENİ BİR PROJENİN SİNYALİNİ VERDİ

Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf El-Karadavi’ye yakın bir kaynaktan gelen bilgiye göre İslamonline’dan uzaklaştırılan gazetecilerle birlikte Karadavi’nin yeni bir proje hazırlığında olduğu kaydedildi. Şeyh Yusuf El-Karadavi, İslamonline çalışanlarına yönelik açıklamasında, “ Ben sizinle birlikteyim. İslamonline adı üzerinden veya başka bir isim üzerinden yeni bir proje oluşturacağız” demişti.

İslamonline çalışanları, “Ümmetin Medyası” adını verdikleri yeni projelerinin alimler ve entelektüeller tarafından desteklendiğini bildirerek, Karadavi’nin 10 yıl önce internette açtığı yolda devam edeceklerini söylediler.

EL-CEZİRE İLE KRİZ

İslamonline çalışanlarının Katar ile yaşadığı ve Şeyh Yusuf El-Karadavi’nin El-Belağ Kültür Derneği başkanlığından uzaklaştırılmasına neden olan kriz, Katar’dan yayın yapan Arap dünyasının ünlü televizyon kanalı El-Cezire ile de krize neden oldu.

El-Cezire kanalının krizin başından bu yana taraflı yayın yaptığını öne süren İslamonline çalışanları, El-Cezire’yi “tek görüşün kanalı” olmakla ve sadece Katar Hükümeti’nin görüşünü yansıtmakla suçladılar.

El-Cezire yönetimine “Siyonistlere tanıdığınız hoşgörüyü bize de tanıyın da gerçekleri dile getirelim” diyen İslamonline çalışanları, karşı görüşe söz hakkı tanımak adı altında Filistin’de katliam yapanlara mikrofon uzatıldığını fakat kendilerinin bu haktan mahrum edildiğini, ayrıca El-Cezire’nin Kahire büro şefinin hazırladığı haberin de kanalın Doha’daki merkezinde sansürlendiğini söylediler.
Samet DOĞAN/Habertaraf.com

Ilımlı İslam ve Mardin fetvası
31 Mart 2010
Ahmet TAKAN

Geçtiğimiz hafta sonu , 700 sene önceki "Mardin Fetvası"nı tartışmak üzere Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde, Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının desteğiyle 'Barış Diyarı Mardin' başlığıyla bir sempozyum düzenlendi.

İngilizler, programı Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak yapmak istediler.

Ama Diyanet İşleri Başkanlığı, yedi asır öncesinde kalmış, Mardin'de bile hiç kimsenin bilmediği fetvayı, Müslüman teröristler için dayanak noktası kabul etmenin yanlışlığına dikkat çekerek toplantıya ev sahipliği yapmayı reddetti. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in açıklaması da ilginç:

"11 Eylül'den sonraki şiddet ve terör olaylarının onlarca sebebi ortada dururken, yedi asır önce Mardin'de verilmiş bir fetvayı ve bu fetvanın sahibi İbn-i Teymiyye'yi sorumlu tutmak doğru değil. Anadolu'da kimsenin bilmediği bir fetvaya şöhret kazandırmak da yanlış."

Toplantı medyaya "Mardin Fetvası kaldırılıyor “ diye yansıdı.

Türkiye medyasında "Mardin Fetvası kaldırılıyor" diye sunulan toplantı gün boyunca BBC ekranından yayınlandı.

AKP iktidarının YÖK vasıtasıyla yol verdiği İngiliz sponsorluğundaki toplantı gerçekten çok önemli ama tartışma kamuoyunda gereğince yer bulmadı.

Bu toplantının hemen ardından Moskova metrosunda meydana gelen kanlı patlamaları dış basın, Rus Kommersant gazetesine referans göstererek Türkiye'ye dayandırdı.

”Çeçen intihar komandoları hepsi Türkiye'de medreselerde eğitiliyormuş”.

Bakın hele!

Kanlı eylemler, Müslüman Çeçenler ve Batıl zihniyetin yüzyıllarca çanına ot tıkayan medreseler…

Ve Ilımlı İslam Projelerinin uygulama sahası haline getirilen Türkiye.

Moskova metrosunda bombalar hemen patladıktan sonra Prof Dr.Mahir Kaynak bunun bir İngiliz provokasyonu olabileceğine dikkat çekmişti.

Birde Mardin Fetvası’nın içeriğini hatırlayalım:

“Tarihler Miladi 1300’ün başlarını gösterirken Moğollar Mardin’i işgal eder. Bunun üzerine ahali, dönemin ünlü İslam bilgini İbn-i Teymiyye’ye gidip Moğollara başkaldırı ya da mücadele etmenin caiz olup olmadığını sorar.

İbn-i Teymiyye’nin bu soru karşısında İslam adına verdiği karşılık ya da fetva şudur:“Mardin için iki durum söz konusu; İslam hukuku ile yönetilmediği için Darü’l-İslam denemez ama yaşayanların tamamına yakını Müslüman olduğu için Darü’l-Harp de değil. Buradan hareketle istilaya direnmek caiz ve hatta cihattır.”

Bir hatırlatmada büyük yankılar yapan The Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan, "Türkiye'nin Siyasi Devrimi" başlıklı, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ve Lehigh Üniversitesi Profesörü Henri Barkey imzalarını taşıyan makaleden:

"....Türkiye'de görülmemiş ve ordunun ülkenin siyasi yaşamı üzerindeki vesayetinin kaldırılmasına doğru götüren siyasi bir drama göz önüne seriliyor. Eğer iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP), önemsiz dini konulardan kaçınarak ve kendi demokrasisini güçlendirerek Türkiye'nin tırmanan kutuplaşmayı azaltmada başarılı olursa İslam dünyası üzerindeki etkisi, dokunulur olmasa da, çok büyük olabilir."

Türkiye uzmanları(!) acil uyarı yapıp yine ordu sopasını kullanıyorlar” elinizi çabuk tutun yoksa ordu dikeni ayağınıza batar ha!”

Avazturk sütunlarında dile getirmiştik, Afganistan’ da iş yapan bazı Türklere ABD'lilerin “2012'de oradayız” dediklerini.

Bizimki komplo senaryoları yazmak değil. Amacımız, parça parça gibi gözüken gelişmeleri ve tezgahları art arda sıralayıp fotoğraf bütünlüğünü sağlamak.

Konunun ehli değiliz ama Mardin Fetvası Müslümanların cihat etmesinin meşru dayanağını sağlayan ve bu güne kadarda yürürlükte olan bir fetva……

1.Dünya harbinin emperyal gücü İngiltere’ye karşı Anadolu işgaline karşı Atatürk ve arkadaşlarının başlattığı Kuvay-i Milliye hareketi bu fetva nedeniyle de meşru idi ve Müslüman ahali tarafından da önemli destek ve katkı verilmişti.

Bu toplantı, BOP' un Orta Doğu'da yaratmak istediği “kapitalist Müslüman” tipinin (Calvinist İslam)gerçekleştirilebilmesi için önemli engellerden birinin kaldırılması için düzenlenmiştir.Ilımlı İslam projesinin müçtehitliğine soyunan Prof.Hayrettin KARAMAN “Afgan halkının Sovyetlerle savaşı cihaddır, Amerikaya başkaldırısı ise cihad istismarıdır.”sözleriyle Tayyip Erdoğan’ın eşbaşkanlık sözüyle kastettiklerinin içini doldurmaktadır.

Kurtuluş savaşında da Anadolu halkının milli mücadeleden koparmak adına İngiliz kökenli düzmece fetvalar veriliyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları “ dinden çıkan hainler “ olarak ilan ediliyordu. Niye dinden çıkan hainlerdi? Tek suçları işgalci İngilizlere ve onların yardakçılarına karşı vatan için mücadele etmekti.

Ama o zaman da bugün hesaplayamadıkları bir şeyi hesaplayamıyorlardı. Türk Milletinin Mustafa Kemalleri ve Rıfat Börekçileri vardı.

Biz de bu son olarak Mardin'de gerçekleştirilen İngiliz tezgâhına, İlk Diyanet İşleri Başkanımız Rıfat Börekçi'nin Kurtuluş savaşını şahlandıran fetvasını hatırlatarak cevap verelim:

“ANKARA MÜFTÜSÜ RIFAT EFENDİ’NİN KARŞI FETVASI

Dünyanın düzeninin sebebi olan Müslümanların Halifesi (Allah onun azametini ve hilafetini kıyamet gününe kadar uzatsın) hazretlerinin hilafet makamı ve saltanat merkezi olan İstanbul, Halife’nin rızası hilafına olarak, Müslümanların düşmanları olan devletler tarafından fiilen işgal edilerek İslam askerleri silahlarından soyulup bazıları haksız yere öldürülerek, Hilafet merkezinin korunmasını üstlenen, bütün istihkâmlar, kaleler diğer harp vasıtalarını zapt ve resmi muameleleri yürütme ve Müslüman askerleri teçhize memur olan Bab-ı Ali ve Harbiye Nezaretine el konularak, halifeyi, milletin hakiki faydalarını temin edecek tedbirler almasından fiilen yasaklama, sıkı yönetim ilanı, Divan-ı Harpler teşkil ederek İngiliz kanunlarına uygun olarak muhakeme ve cezalandırma suretiyle Halife’nin hükmetme hakkına müdahale ve yine Halife’nin arzusu hilafına olarak Osmanlı memleketinin bir parçası olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisine düşmanlar tarafından tecavüz edilerek, gayrimüslim vatandaşlar ile işbirliği halinde Müslümanları öldürüp, mallarını soygun ve yağma edip, namuslarına tecavüz ederek mukaddesatlarını tahkir ettikleri takdirde yukarıda açıklandığı gibi harekete maruz kalan ve esir olan gayretlerini sarfetmek bütün Müslümanlara farz olur mu?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir , OLUR (Düşman saldırdığı zaman onunla savaşmak herkese farzdır.Bu durumda kadının kocasının izniyle , kölenin de efendisinin izniyle savaşması gerekir. “ Kenz ve Bezzaziye adlı eserlerde “ . Eğer bir Müslüman kadın doğuda baskına uğrarsa batıdakilerin onu esaretten kurtarmaları gerekir.” (Bahru’r Raik adlı eserde)

Bu şekilde hilafetin meşru haklarını , gasbedilen gücünü geri almak ve tecavüze maruz kalan memleketleri düşmandan temizlemek için cihat edip savaşan Müslümanlar dinen baği (devlete isyan etmiş) olurlar mı?

Cevabı budur : Alah en iyisini bilir. OLMAZLAR ( isyancı diye gerçek imama itaati haksız olarak tanımayan müslüman gruba denir. “Mecmeu’l-Enhur adlı eserde”

Yukarıda yazıldığı şekilde Hilafetin gasbedilen haklarını geri almak için düşmanlara karşı açılan savaşta vefat edenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR (Şehit şunlardır : Düşman, isyancılar ve yol kesiciler tarafından öldürülenler veya ellerinde belirli bir işaretle savaş meydanında bulunanlar, bir Müslüman’ın bir başka Müslüman’ı dinen öldürmesi gerekmeyen bir konu dolayısıyla zulmen öldürdüğü taktirde öldürülen, aynı şekilde zimminin yine dinen öldürülmesi gerekmeyen bir konu sebebiyle bir başkasını öldürdüğü taktirde öldürülen şehittir. (“Zeylei adlı eserde”)

Bu şekilde cihat edip dini görevlerini yerine getiren Müslümanlara karşı düşman tarafından Müslümanlar arasında silah kullanıp adam öldüren kişiler en büyük günahı işlemiş ve fesat çıkarmış olurlar mı?

Cevabı Budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR. (Allahü taala şöyle buyurmuştur : “Fitne adam öldürmeden daha kötüdür. Bundan dolayı da fesatçılar fitneye başvurur” “ Fethül Kadir adlı eserde”)

Düşman devletlerin zorlaması ve kandırması sonucu verilen hak ve hakikat ile bağdaşmayan fetvalara Müslümanların bağlanmaları ve dinen ona göre hareket etmeleri doğru olur mu?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLMAZ. (Zorlama rızayı yok eder! “Velvaliceyh adlı eserde”)


16 Nisan 1336 (1920)
Mehmet Rıfat (BÖREKÇİ)
Ankara Müftüsü


Biz bu fetvayı alalı çok olmadı, yalnızca 90 yıl geçti.Emperyalist tezgahçılar iyi bilsin ne 700 yıllık Mardin Fetvasını nede 90 yıllık Ankara fetvasını unuturuz!

Ha! birde Ilımlı İslamcılar, emperyalistler ve yardakçıları unutmasınlar:İslam sancaktarlığı şerefine erişmiş bu millet Cihad'ın Kur'andan kaynaklandığını çok iyi bilir.Bunu İngilizler de iyi bilirler esasında.Kur'an'dan cihad ayetlerini (tövbe-haşa) kaldırmak mümkün mü? Tabii ki böyle bir şeyi tartışmak düşünmek bile cehalettir. Aksi halde başlarına ne geleceğini de iyi bilirler.

Her ne kadar kişiler üzerinden tartışma açıp da tezgahlarını ilizyonlarla bize yutturmaya kalksalar da nafile.Türk milleti gücünü Allah'a olan inancından ve yüce Kur'an-ı Kerim Azimüşşan'dan alır.

Kaynak: avaztürk

Camilerde “Şeytana” dua ettirmek!
Müyesser YILDIZ
muyesseryildiz@avazturk.com

(..).

Hazır, 50. ölüm yıldönümü münasebetiyle gündemimize Said-i Nursi girmiş ve Batı işbirlikçileri de, “Demokratik Açılımda Said-i Nursi” modelini tartışmaya başlamışken, şunların bilinmesi faydalı olur diye düşünüyorum.

Bütün felaketimizin kaynağının “Avrupa muhabbeti” olduğuna inanan O zat demiştir ki; “İslâm onuru ve milli namusun yarası pek derindir. Edirne camiinde Müslüman bir hocanın ağzından, Venizelos gibi bir şeytan zalime dua ettirdiler. Hilafet merkezinde, Müslümanların ağzından şeytanın partisi olan İngiliz, Yunan askerlerini kurtarıcı, arındırıcı olarak ilan ettirip, karşısındaki mücahitler topluluğunu cani, zalim diye söylettirdiler.”

Bugün camilerimizde AB hutbesi okutturmaya niyetlenmenin, bu tablodan farkı var mı?.. AB’yi “kurtarıcı, arındırıcı”, emperyalistlere, BOP projelerine karşı çıkanları, “statükocu, hatta terör örgütü üyesi” ilân ettirme peşinde değiller mi?

Bu vesileyle, İngiliz organizasyonu “Mardin fetvası” toplantısı hakkında da bir-iki kelâm edeyim. Mütareke yıllarında İngiliz Angilikan Kilisesi altı soru sorup, İslâmiyet’in bunlara 600 kelime içinde cevap vermesini ister. Talep, Said-i Nursi’ye iletilir. Çok öfkelenir, şu karşılığı verir:

“600 kelimeyle değil, 6 kelimeyle değil, hatta bir kelimeyle değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurâne üstümüzde sual soruyor. Tükürün o zalimlerin merhametsiz yüzüne…”

O zâtın İngilizlere, “Senin fitnen Anadolu’da açığa çıkmıştır, bu yüzden tesirini yitirmiştir” dediğini de hatırlattıktan sonra “Said-i Nursi modelini” konuşan, “Mardin Fetvası” açılımı yapanlara soralım:

“Said-i Nursi’nin bu isyanlarını, o açılımlarınızın neresine koyacaksınız?”

Avaztürk

Fetva kaldırılamaz
Hayrettin KARAMAN
hkaraman@yenisafak.com.tr

İslam ülkesini veya bir parçasını işgal eden, işgale yeltenen, ülkeye saldıran düşmana karşı eli silah tutan bütün Müslümanların karşı koymalarının farz olduğu konusu tartışmaya açık değildir; elbette karşı konacak ve saldırı geri püskürtülecektir.

Saldırı bulunmadığı halde öteki devletlerle İslam devletinin ilişkisinin savaş mı, barış mı, tarafsızlık mı olacağı konusu tartışılmıştır.

Bütün dünyada "İslam barışını" kurmak ve yaşatmak için gerekeni yapmanın Müslümanlara vazife olduğu şeklindeki görüşe ben de katılıyorum. İslam'a göre savaş, başkalarına ait toprakları ele geçirmek veya insanları zorla İslam'a sokmak için değil, yakından uzağa doğru bütün dünyada adalet, barış ve hürriyeti sağlamak için yapılır.

İslam ülkesi içinde Müslümanlar gruplara ayrılıp çatışırlarsa grupların dışında kalanlar ile içinde olup da insafını kaybetmemiş bulunanlar bir araya gelirler, haklı olanın yanında yer alır, haksız olanı yola getirmek için gerekeni yaparlar.

Masum insanların canına ve malına zarar veren terörü siyasi veya başka bir amaçla kullanmak caiz değildir. Bir masumun canını tehlikeye atabilmek için "kesin ve genel bir zaruretin" bulunması şarttır. Ülkeye düşman saldırınca zarar kesindir ve geneldir (bütün halka aittir), işte bu sebeple insanlar canlarını tehlikeye atarak savaşa girerler. Müslüman esirleri siper edinerek bir İslam kalesinin kapısına doğru ilerleyen düşmana karşı -masum Müslümanların zarar görecekleri ortada olduğu halde- ateş açmak işte bu yüzden (kesin ve genel zaruret sebebiyle) caizdir.

İslam'da bütün müminlerin dini anlama ve uygulama yükümlülüğü vardır. Yeterli bilgi edinememiş olanlar bilenlere sorarak (istifta) dini öğrenir (fetva) ve uygularlar (amel).

Bir konuda bütün müctehidler aynı şeyi söylemiş olurlarsa icma oluşur ve buna muhalefet edilemez. İcma dışında bir fetva diğerini ortadan kaldıramaz. Hristiyanlık'ta -sıradan Hristiyanlardan farklı- din adamları vardır, bunlar toplanırlar (konsil) dini kararlar alırlar, daha önce alınmış kararları da değiştirebilirler. İslam'da ne ruhaniler konsili vardır ne de imtiyazlı din adamları. Bilen konuşur, yazar, fetva verir, bilmeyen de bilenden öğrenir ve uygular. Bir alim fetvası ile bir başka alimin fetvasını geçersiz kılamaz. Her müctehid (alim) kendi ictihadı ile amel eder, halk da dilediği alime sorar ve öğrenir.

Bu kurallar açısından bakıldığında vaktiyle İbm Teymiyye'nin verdiği "cihad fetvasını" (İslam ülkesine saldıran veya işgal eden düşmana karşı cihadın farz olduğu fetvasını) herhangi bir zamanda başka bir alim veya alimler gurubu bir araya gelerek kaldıramazlar. Yeni bir fetva verirlerse bu da onların fetvası olur, ilim ve ahlakça ehil iseler dileyen onlarınkini, dikleyen de başka alimlerinkini alır ve uygular.
1 Nisan 2010
Yenişafak

Fetva kültürü
Ebubekir Sifil
05 Nisan 2010

Bu köşede zaman zaman "fetva" meselesi üzerinde duruyoruz. Fetvanın ne olduğu, fetva sormanın ve vermenin mahiyeti, önemi, hassasiyeti... gibi hususlar fetva kültürünün kaybolmaya yüz tuttuğu günümüzde daha bir önemle kavranmak durumunda. Yaptığı işin fetva sormak ve fetva vermek olduğunu bilerek ya da bilmeyerek fetva soranların da verenlerin de sayısının hayli arttığı bir vakıa.

En temel ve teknik meselelerde bile hayli "rahat" cümleler kuran insanların sayısındaki artış -genellikle takdim edildiği gibi- sadece "okuyan, düşün, araştıran" insanların sayısındaki artışı mı gösteriyor, yoksa dindarlığımızdaki bir "gevşeme"nin, hatta "çözülme"nin işareti olarak mı algılanmalı?

Mardin'de yapılan toplantı -ki "ne söylendiği"nden çok "nasıl takdim edildiği" ile hafızalarda kalacağı kesin-, fetva kültürü dediğimiz şeyin önemini bir kere daha ortaya koydu. O toplantıya katılan insanlar fiilen ve doğrudan söylememiş olsa bile, hasıl olan neticeye baktığımızda, elde kalan, "bir fetvanın kaldırılması" oldu.

Katolik dünyada kilise konsilleri toplanır, kararlar alır ve uygular. Bu kararlar dinî açıdan -kilisenin günahsızlığı (!) ve yanılmazlığı (!) dolayısıyla- tartışma dışıdır. Bizim için dikkat çekici olan şu nokta: Her bir konsil, daha önceki konsil-ler-de alınmış kararları onaylayıcı mahiyette karar alabileceği gibi, onu ortadan kaldırıcı mahiyette de karar alabilir.

Mardin toplantısının yaptığı en büyük tahribat bana göre dilimize ve bilincimize "fetva kaldırma" olgusunu yerleştirmesi oldu. Fetva, birilerinin yürürlüğe koyduğu ve başka birilerinin de yürürlükten kaldırdığı bir olgu değil oysa. Konsil kararlarını andıran bu takdim ve algı durumu, fetva bilincinde büyük bir tahribat yaptı gerçekten. En azından dilimize öyle bir kalıp yerleştirmekle yaptı bunu...

Yeni Şafak'tan Hakan Albayrak'ın, Rusya'daki metro eylemi dolayımında ortaya koyduğu tavır hayli ilgi çekici. İki hususta söylediklerini yan yana koyduğumuzda net olarak görülüyor ilginçlik:

"HAMAS, İslami Cihad yahut Lübnan Hizbullahı, işgal altındaki Filistin topraklarında sıradan İsraillileri hedef alan eylemler gerçekleştirirken, "Burada bir işgalin ve işgale karşı savaşın yaşanmakta olduğunu bile bile dünyanın dört bir yanından gelip Filistinlilerden gasp edilmiş topraklar üzerinde yaşamayı seçen her Yahudi işgalci statüsündedir ve bizim tarafımızdan hedef alınmayı peşinen kabul etmiştir" mantığıyla hareket ediyor; ama Moskova Metrosu'nu kana bulayanlar böyle bir mantığa da sığınamazlar."

Böyle diyor Albayrak. Paragrafın ilk kısmını dikkatle okursanız, Hamas ve diğerlerinin mücadele tarzını ifade ederken "tarafsız taraflı bir Batılı gözlemci"nin kaleminden çıkmış gibi bir intiba oluşturduğunu fark edeceksiniz.

Ve asıl önemlisi, ikinci kısım:

"Moskova Metrosu'na dönecek olursak... Çeçen direniş lideri Dokka Umarov, saldırıları üstlendi. Emri bizzat kendisinin verdiğini açıkladı. Gerekçesi özetle şöyle: 'Onlar bizim sivillerimizi katlettiler, biz de onların sivillerini katlettik.' Çok acayip bir cihad anlayışı..."

Karar önceden verilmiş. Son cümle bunu ifade ediyor. Bu "çok acayip bir cihad anlayışı." Sonra da Albayrak, bu "acayip cihad anlayışı"nın ortadan kaldırılmasına yönelik bir fetva istiyor el-Karadâvî ve benzeri isimlerden. Aslında fetvayı kendisi vermiş de, onlardan teyit istiyor.

Oysa Müslüman bilinci, bu meselenin hükmü neyse otoriteler tarafından araştırılıp ortaya konulmasını talep etmeli; bu istikamette şekillenmeli. Moskova metrosundaki eylemleri savunmak ya da kınamak değil mesele. Bu olay da -tıpkı Mardin toplantısı gibi- fetva bilincimizdeki çarpılmayı ortaya koyan bir ayna vazifesi görüyor...
Anadoluhaber

Gemi şehidi Furkan'ın kabri başında Müslüman oldu

18:00 - Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin silâhlı saldırısında Furkan Doğan'ın şehid olmasından etkilenen İrlandalı 31 yaşındaki Cueeva Butterly, Kayseri'de Müslüman oldu, "Furkan'ın bir amacı vardı ve onun uğruna şehit oldu. Filistin'de daha çok küçük olan çocuklar şehid ediliyor. Furkan'ın yerinde olmak isterdim" diye konuştu. 30.07.2010 KAYSERİ netgazete

Süryani Papaz Üniversitede Ders Verdi!
22 Aralık 2010

Artuklu Üniversitesi, 'İnsan, Toplum ve Medeniyet' dersi kapsamında Süryani Cemaati'nden Kırıklar Kilisesi Başpapazı Gabriyel Akyüz'ü üniversitede ders vermeye çağırdı.
Akyüz, 'Hıristiyanlığın Doğuşu ve Doğu Hıristiyanlığı' konusunda öğrencilere bilgi vermek için üniversiteden gelen teklifi kabul etti. İnsan Toplum ve Medeniyet Dersi Koordinatörü Yrd. Doç. Dr. Ramazan Aras, bugüne kadar yaptıkları 9 ders için her birinde farklı branşlarda öğretmen çağırdıklarını söyledi.
Üniversitenin 750 kişi kapasiteli Vali Kılıçlar Konferans Salonu'ndaki ders anlatımından sonra soru-cevap bölümünde kendisine gelen birbirinden ilginç sorulara cevap veren Papaz Akyüz, Süryaniliğin bir dinden çok bir ırkı temsil ettiğini belirterek, bu ırkın geçmişinin de Mezopotamya tarihi kadar eski olduğunu söyledi. aktifhaber


En son Ekim tarafından Prş Şub 28, 2013 12:26 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Arl 08, 2010 11:38 pm    Mesaj konusu: AB-D emperyalizminin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik... Alıntıyla Cevap Gönder

Savaş Peygamberi(*)
Richard A. Gabriel
Tercüme: Taha Yasin



Takdim

“Ben rahmet ve savaş peygamberiyim” diyen bir Resûlün ümmetiyiz ama, bu “ümmet”e son asırlarda bir şeyler oldu. O’nun “Alemlere rahmet olarak” gönderildiği gerçeğini çok sık hatırlayıp, elinin silahlı oluşundan çok utananlar veya bu gerçeği unutanlar, “rahmetle savaşın” aynı Hadisin aynı cümlesinde yeralmasının hikmetleri üzerinde hiç kafa yormayanlar türedi aramızda...

Sosyalizmin çöküşünden sonra, emperyalist Batının, tüm dünyayı ele geçirme ve tüm dünya halklarını topyekûn köleleştirme hamlesinin önündeki tek direniş odağı/son kale mücahid müslümanlar kaldı. Sayıları az ve fakat savaş kaabiliyet ve motivasyonları çok yüksek, taktik ve stratejik hedeflendirmeleri çok isabetli, yeni teknikler geiştirme kapasiteleri çok geniş olan bu savaşçı/direnişçi müslümanları cephede yenemeyeceğini anlayan emperyalizm, onları üstün savaşma azmiyle donatan “cihad” emrini ve bu emrin mutlak tatbikini bizzat savaş meydanlarında savaşarak gösteren “Beli de, eli de Silahlı Peygamber” gerçeğininin üstünü örterek, elsiz, dilsiz, zulme ve her türden kötülüğe karşı öfkesiz, zulüm ve kötülük odaklarına isyan etmek yerine onlara boyun eğmeyi, bir köle gibi itaat etmeyi, teslim olmayı dinin vazgeçilmez unsurlarından biri gibi gösteren, savaşılması gereken yerde boynunu bükerek ağlayıp sızlayan, yalvarıp yakaran, düşmanından merhamet dilenen ve “cihad” etmeyi kulun değil de Allah’ın “görevi”ymiş gibi gösteren sapkın uydurma, muharref bir din/ “protestan İslâm” inşa etmeye girişti. Ülkemizde de “barış, hoşgörü, diyalog” adı altında bu işin taşeronluğunu yapan kişi ve kurumlar herkesin malûmu...

İşte bir Batılı’nın yazdığı bu makale, emperyalizmin yüz milyonlarca dolar harcayarak yürüttüğü “ılımlı, yumuşak, köşesiz, yüreksiz,dilsiz, elsiz, işbirlikçi, itaatkâr İslâm” projesinin nasıl alçakça bir tahriften ibaret olduğunu bu dilden anlayan herkese bütün açıklığıyla haykırıyor. Allah’ın Resulü’nün “savaş peygamberi” özelliğinin yalnızca “savaşçı insan” yanını mercek altına alıyor. Savaş felsefesi, ilmi ve teknikleri konusunda uzman bir kalemden “Allah’ın kulu ve Resulü”nün “Savaşçı kul”un nasıl olması gerektiğini bizzat tatbik ederek/yaparak/komuta edererk gösterdiği yanını derinlemesine inceliyor....

Gürültü de tam bu noktada kopuyor, planları bozulan, tekerlerine çomak sokulan “ılımlı İslâm” projesinin yapımcı, taşeron ve ameleleri aynı anda ayaklanıyor ve “yetişin Richard A. Gabriel peygamberimize hakaret ediyor” diye feryad ediyorlar... Emperyalizmin “cihad”a “terör”, “mücahid”e “terörist” demesinden hiç rahatsız olmayanlar, hatta rahatsız olmak bir yana aynı tabirleri kullanmaktan utanmayan, gocunmayan, çekinmeyenler; son yıllarda İslâm hakkında bir Batılının kaleminden görmeye alışık olmadığımız kadar ciddi ve derli toplu olan bu makalenin okunmaması için psikolojik duvarlar inşa etmeye kalkıyorlar...

Bu makalede eksiklikler, yanlışlıklar elbette var.. Ama tek başına başlığı bile Allah’ın Resûlü’nün kendisi hakkında ifade ettiği ve bugün unutturulmaya çalışılan temel bir özelliğini ve güzelliğini yeniden gündeme getiriyor: Savaş Peygamberi...

Bir komutan olarak Allah Resulü...

Biz de bu makaleyi O’nun bu özelliğine nasıl bakılması gerektiğine iyi bir misal teşkil ettiği için aynen yayınlıyoruz.

Gerisi Peygamberlerini tam/doğru/eksiksiz/fazlasız anlama ve anlatma mükellefiyetinde olan müslüman tefekkür, ilim ve teknik ve tahkik ehline kalmış...

Taha Yasin


Eğer son Peygamber (1) yenilikçi ve başarılı bir askeri lider olmasaydı İslâm yedinci yüzyılın ötesine geçemezdi.

Son Peygamber'in uzun gölgesi yüzyıllardan günümüze kadar uzanıyor. Bugün sayıları 1,4 milyarı bulan müslümanlar onun öğretilerini -Allah'ın peygambere vahiy ettiği ve Kuran olarak yazıya geçirilmiş- takip ediyor. Ama Peygamber’in olağanüstü başarılarına rağmen, onu İslâm'ın ilk büyük kumandanı ve başarılı bir direniş lideri olarak inceleyen güncel bir belge bulunmuyor. Peygamber bir komutan olarak başarılı olmasaydı, İslam bir bölgede sınırlı kalacak ve Arap ordularının Bizans ve İran'ı ele geçirmesi aslı gerçekleşmeyecekti.

Peygamber’in bir savaş adamı olması düşüncesi bir çok insan için yeni bir şey. Ama o büyük bir komutandı. Bir yüzyılın içerisinde sekiz büyük savaş ve onsekiz akın yapmış, otuzsekiz tane de kendi emir ve direktiflerine göre hareket etmesi için tayin ettiği komutanlarının yürüttüğü operasyonlar planlamıştı. İki kere yaralanmış, iki kere de kendinden daha büyük ordular tarafından yenilecek gibiyken ordusunu toparlayıp savaşın gidişatını değiştirirek zafer kazanmıştı. Bir komutan ve taktisyenden olması dışında, askeri teorisyen, örgütlenme reformcusu, stratejik düşünür, operasyon komutanı, siyasi-askeri lider, kahraman asker ve devrimciydi. Direniş savaşının mucidi ve tarihteki ilk uygulayıcısı olan Peygamber'in ordularının başına geçmeden önce hiçbir askeri eğitimi yoktu.

Peygamber'in istihbarat servisi zamanla Bizans ve İran'la; özellikle siyasi istihbarat konusunda yarışır hale gelmişti. Söylendiğine göre, taktik ve politik stratejiler kurmaya saatler harcardı ve bir keresinde "Harp hiledir", demişti; bu modern analistlere Sun Tzu'nun "Savaş aldatmacadan ibarettir" sözünü hatırlatıyordu. Düşünme ve uygulama gücü konusunda Karl von Clausewitz ve Niccolo Machiavelli'nin bir karışımı gibiydi; yani siyasi amaçlar için her zaman güç kullanırdı. Kurnaz bir büyük stratejist olarak askeri olmayan yöntemleri (ittifak, siyasi suikast, rüşvet, dine davet, af ve sınırlı tenkil) uzan vadede pozisyonunu güçlendirmek için -bazen kısa vadeli askeri amaçlardan vazgeçerek- kullanırdı.

Peygamberin Allah'ın Elçisi rolü ve İslâm inancı, Arap savaş şeklinde devrim meydana getirmiş ve dünyanın tutarlı bir ideolojik inanç tarafından motive edilmiş ilk ordusununun kurulmasını sağlamıştı.

Kutsal savaş (cihad) ve şehitlik düşüncesi, Müslüman ve Hristiyanların İspanya ve Fransa'da savaşları yoluyla batıya geçmiş, savaşçı Hristiyan azizleri ortaya çıkmış ve Katolik Kilisesi'ne Haçlı Seferleri için ideolojik gerekçe vermişti. Bundan beri ideoloji -dini yada seküler olsun- askeri maceraların en önemli unsuru olmuştur.

Peygamber Arabistan'da daha önce kimsenin görmediği tamamen yeni bir tür ordu oluşturarak onun ölümünden iki sene sonra başlayan Arap fetihlerinin askeri kısmının temelini attı. Arabistan'da orduları ve savaş idaresini değiştiren en az sekiz büyük askeri reform yaptı. Nasıl Makedonyalı Philip Yunan ordularını dönüştürüp halefi Büyük İskender'in fetihler yapıp imparatorluk kurmasını sağlamışsa, Son Peygamber de Arap ordularını haleflerinin Pers ve Bizans ordularını yenip İslam İmparatorluğunu kurmalarını sağlamıştı.

Son Peygamber herşeyden önce bir devrimciydi, günümüzde bilinen, eski zamanlardaki ilk milli direnişi kuran ve yöneten, ateşli ve dindar gerilla lideriydi; ki bu gerçeği Kuran'dan ve Peygamber'in şiddet kullanmasından alıntı yapıp bunu kendi direnişlerinin doğruluğunu savunmakta kullanan günümüzün mücahitleri hala unutmamışlardır. Geleneksel komutanların aksine, Peygamber yabancı bir düşmanı yada istilacıyı yenmeyi değil; o sıradaki Arabistan sosyal ve siyasî düzeninini değiştirip yerine tamamen farklı bir ideolojik görüşe dayanan yeni bir düzen getirmeyi amaçlıyordu. Bu devrimci amaçlarına ulaşmak için her yolu kullandı; bu da modern analistler tarafından günümüzün dünyasında başarılı bir direnişin özelliği sayılıyor.


Son Peygamber yeni bir düzen mücadelesine sadece sınırlı vur-kaç operasyonları yapabilen küçük bir gerilla grubuyla başlamıştı, ama on sene sonra Mekke'yi fethe hazır hale geldiğinde bu gerilla grubu sayıca artmış, atlı ve piyadelere sahip, büyük harekatlar yapabilen düzenli bir orduya dönüşmüştü. Batı hep Peygamber'den Arap fetihlerini geleneksel askeri terimlerle düşündü. Ama Son Peygamber'den önce Arabistan'da bunları başaran ordular görülmemişti. Bu orduları meydana getiren şey Son Peygamber’in geleneksel olmayan gerilla operasyonları ve başarılı direnişiydi. Sonraki Arap fetihleri, hem stratejik konsept hem de askeri metodun aracı olan yeni ordular, Peygamber'in direniş lideri olarak başarısının sonucuydu. (2)

Peygamberin askerî hayatının direnişçi gerilla kısmı okuyucuya ilginç gelebilir. Ama modern analistlerin direnişi karakterize etmede kullandığı yöntemler kullanılırsa, Son Peygamber'in İslâm'ı yayma savaşında direnişin bütün kriterlerini sağladığı görülebilir. Direniş savaşı için gereken bir şey de; takipçileri için bir şekilde özel ve izinden gitmeye değer görülen kararlı bir liderdir. Bu bahsedilen durumda da Peygamber'in karizmatik kişiliği, Allah'ın elçisi olması ve ona uymanın Allah'ın emirlerine uymak demek olması inancıyla kuvvetleniyordu.

Direnişler bir "kurtarıcı ideoloji"ye, yani mevcut sosyal, siyasî ve iktisadî düzeni daha iyi, daha adil, tarih, yada bizzat Tanrı'nın kendisi tarafından buyurulmuş bir düzenle değiştirmek için tutarlı bir inanç veya plana ihtiyaç duyar. Son Peygamber, İslâm inancı ile, zalim, kafirce ve değiştirilmesi şart olarak gördüğü mevcut temel Arap kurumlarına meydan okudu. Bu gaye ile "ümmetini", yani inananlar topluluğunu, Allah'ın dünyadaki halkını; o sıradaki Arap klan ve kabilelerinin yerine geçecek şekilde oluşturdu. Peygamberin en büyük başarılarından biri eskilerini değiştiren yada tamamen yerini alan yeni sosyal kurumlar kurmasıydı.

(Devam Edecek)

Dipnotlar:
(*)Richard A. Gabriel’in MHQ dergisinde yayınlalan “Muhammad: The Warrior Prophet” başlıklı makalesidir. Makalenin orijinaline şu internet adresinden ulaşılabilir: http://www.historynet.com/magazines/mhq/75...?page=1&c=y

1-Metinde Peygamberimizin has isminin geçtiği yerlerde, onun yerine “Peygamber” veya “Son Peygamber” demeyi tercih ettik. (TY)
2-Bu paragrafta, İslâmın en hayatî ve kritik ilk savaşlarını “canım onlar küçük çaplı aşiret kavgalarıydı, savaş bile sayılmazlar” diyerek küçümsemeye, yok saymaya ve yok etmeye çalışarak “Savaş Peygamberi” gerçeğini kendi güdük ve küçük akıllarınca örtebileceklerini sanan hödük/alçak takımını hatırlayarak; hadiseye uzman bakışıyla öküz bakışı arasındaki farkı görebiliriz. (TY)

Bu makalenin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2289

AB-D emperyalizminin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik...
Oğuz Gürses
09.12.2010

AB-D müslümanlardaki cihad şuurunu bulandırmak, şehidlik arzunu söndürmek için her yıl milyarlarca dolar harcıyor...

Bunun için...

Ferdî/kişiye özel veya içtimaî/toplu olarak zihinleri kontrol altına almaya çalışıyor...

Bu konuda hergün yeni teknik ve taktikler üretip insanlar üzerinde deniyor ve anketler ve gözlemler vasıtasıyla da bunların etkili olup olmadıklarına kontrol ediyor...

Müslümanları Allah Resûlü'nün gösterdiği doğru Yol/Ehl-i Sünnet’ten saptırmak, onun tamamladığı "güzel ahlâk"tan uzaklaştırmak için...

İçki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, futbol taraftarlığı, uyuşturan müzikler, her türden boş lâf ve boş işler(magazin/dedikodu) gibi ne kadar şeytanî tuzak varsa hepsini birden kuruyor/kullanıyor..

Maksat Müslümanları hedonizm bataklığında boğarak İslâm'dan uzaklaştırmak...

Bu olmazsa...

Müslümanları Doğru yol/Ehl-i Sünnet anlayışından koparıp abuk sabuk anlayış/mezhep/tarikatlara yönlelendirmek için emrindeki binlerce teolog, psikolog, sosylog, şarlatan hoca, sahte şeyh, dandik müridlere oluk oluk para akıtıyor...

Ama ne yapsa olmuyor...

Emperyalizmin küresel saldırısına karşı küresel cihad İslâm’ın adalet kılıcı olarak, her gün yeni mevziler ve zaferler kazanarak büyüyor...

"Güneş yenilenmez göz yenilenir" (*) düsturuna uygun olarak...

Doğru Yol/Ehl-i Sünnet’in yer yer hasarlanmış/pörsümüş anlayışı Büyük Doğu-İbda ismiyle tecdid olunarak/yenilenerek, bir güneş gibi yeniden doğuyor....

Hedefi açık...

Küresel Adalet, küresel barış, küresel kardeşlik, küresel güvenlik, küresel refah için:

Küresel iktidar...

Şeytan'ın çöken “Yeni Dünya Düzeni”ne karşı; İslâm'ın "Yeni Dünya Düzeni"...

***

Zamanı gelmiş bir fikrin iktidarını hiçbir gücün engeleyemeyceği çok kişi tarafından bilinen bir gerçekse de...

Huylunun huyundan vazgeçmeyeceği de bir başka gerçek...

AB-D emperyalizmi gücünün en son sınırına vardığı için hızlı bir çöküş sürecine girmiş olsa da...

Umutsuzca çırpınmaya devam ediyor...

İşte bunun son örneği şu haber:

[Cihada Karşı "Umutsuz Ev Kadınları"

Wikileaks'ten sızan belgelere göre Amerikan dizileri ve şovları Suudi gençleri cihattan soğutma konusunda ABD propagandasından daha başarılı oluyor.

Guardian gazetesinde yayımlanan belgelere göre, Suudi Arabistan’daki Amerikan kaynakları, Cidde’deki Amerikan elçiliğine, "Umutsuz Ev Kadınları ve David Letterman ile Geceyarısı Şovu gibi programlar, gençlerin cihadı reddetmelerinde, yüzmilyonlarca dolarlık Amerikan propagandasından daha etkili oluyor" doğrultusunda rapor gönderdi.
Suudi Arabistan’ın MBC 4 kanalında sansürsüz ve Arapça alt yazılı yayınlanan bu tür programların, krallığın radikal unsurlara karşı "fikir savaşı"nın bir parçası olarak yayınlandığı belirtiliyor.

"David Letterman: Etki Ajanı" başlıklı gizli bir yazıda, bu programların Washington’ın ana propaganda cihazı olan, ABD tarafından finanse edilen El Hurra haber kanalından daha etkili olduğuna işaret ediliyor.

Belgelerde diplomatlar, Eva Longoria, Jennifer Aniston ve David Schwimmer gibi ünlülerin cazibesinin, bu programları yayınlayan ticari televizyonun etkisinin El Hurra’dan daha çok olacağını gösterdiğini ifade ediyorlar.

2009 tarihli bir yazıda "Suudiler artık dış dünyayla çok ilgileniyorlar ve herkes becerebilirse ABD’de eğitim görmek istiyor. ABD kültüründen daha önce hiç olmadığı kadar etkileniyorlar" deniliyor. ]
(TRT, 08.12.2010)

Bu haberin özeti şu: AB-D emperyalizmi'nin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik...

Namusa karşı fuhuş...

Ahlâka karşı ahlâksızlık...

İnsan onuruna karşı kirli para...

İnsanca yaşamaya karşı lüks, şatafat ve sefehat/hedonizm...

Böyle bir savaşı sizce hangi taraf kazanır?..

Dipnot:

*[ - İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.
- Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek…
- Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.
- İslâm, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…
- “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.
(..)
- Emevî ve Abbasî devrelerini takip ederek Türk’ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm’a karşı çıkmakta bulmuştur.
- O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm’dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.
- İslâmı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve nefslerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve olduğu gibi bir İslâm yerine, oldurulmak istenildiği tarzda bir İslâm’a kapı açmaya bakılmıştır.
- Reformcu, İslâm’ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâma cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir; ve İslâmı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine üç düşman tanıyacaktır; aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu… Yani ruhu, kör nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan…
- İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kuvuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar…
- İslâmı yenileyecek olan nesil, bu ruh ve madde felâketleri Türkiye’sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki hâlinde zuhur etmekle mükellef…
- Bunca zevalin ardından ancak kemâl çığırı açılabilir…] Bkz: Necip Fazıl Kısakürek, Akıncı Güç kadrosuna ithaf: İSLAMI YENİLEMEK, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul.

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Dağıstan'da İslamcı mücahitlerin hedefi işbirlikçi ılımlılar
15 HAZİRAN 2011

Rusya'nın Dağıstan bölgesinin önde gelen işbirlikçi ılımlı imamlarından olan Aşurlav Kurbanov'un öldürülmesi, bölgedeki mücahit İslâmcı hareketin işbirlikçi ılımlı Müslümanları hedef aldığını gösterdi.

Kurbanov'un camisinin yakınlarında, kimliği belirlenemeyen silahlı kişilerce öldürüldüğü açıklandı.

Aynı bölgede, geçen hafta ılımlı İslami bir üniversitenin rektörü olan işbirlikçi Maksud Sadıkov öldürülmüştü.

İşbirlikçi Ilımlı din adamlarına yönelik saldırıların, kurtuluşçu mücahit İslamcılar tarafından gerçekleştirildiği düşünülüyor.


Gözlemciler, Nisan ayında iki imamın öldürüldüğü Kuzey Kafkaslar bölgesinde, son yıllarda 13 ila 50 Müslüman işbirlikçi ılımlı din adamının öldürüldüğünü aktarıyor.

Bölge üzerine uzman Aleksey Makaşenko, Rus basınına yaptığı açıklamada Kuzey Kafkaslarda İslam içi bir tasfiyenin başlamakta olduğu uyarısını yaptı.

Makaşenko, "Radikal İslamcıların hedefi ılımlı İslam'ın en güçlü, en etkili ve en eğitimli üyeleri" dedi.

Öldürülen işbirlikçi rektör Sadıkov da, 2003 yılından beri İlahiyat ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nün rektörüydü ve mücahitlerle mücadelede 'eğitim'in bir silah olarak kullanılmasını savunuyordu.

Dağıstan, Çeçenistan'ın desteklediği militanların Rusya'ya karşı mücadele etmeye başladığı 1999 yılından bu yana İslami ayaklanmaların etkisinde.
haber1001

FBI: “KUR’AN DEĞİŞTİRİLMEDİKÇE MÜSLÜMANLAR ILIMLAŞTIRILAMAZ”
15 Eylül 2011



Müslümanlara yönelik dünyanın farklı bölgelerinde operasyon yürüten ABD’nin ajanlarına verdiği eğitimde, ‘cihad’ ve ‘ılımlılaştırma' kavramları dikkat çekiyor!

Son günlerde ABD yönetimi tarafından FBI, CIA ve diğer silahlı kuvvetlere, İslam dini ve Müslümanlara karşı mücadele etmek için verilen eğitim programları ile ilgili dikkat çeken belgeler yayınlanıyor.

Yayınlanan belgelerden birinde, Müslümanlara karşı operasyon düzenleyen FBI ajanlarına verilen eğitimin niteliği dikkat çekiyor. FBI ajanlarına verilen eğitimde 'cihad' ve Müslümanların ‘ılımlaştırılması’ ile ilgili çarpıcı detaylar var

“KUR’AN ALLAH’IN SÖZÜ OLDUĞU MÜDDETÇE MÜSLÜMANLAR ILIMLAŞTIRILAMAZ”

Belgede “Kur’an Kerim’in Allah’ın sözü olduğu müddetçe İslam dininin ve Müslümanların ‘ılımlaştırılamayacağı’” ifade ediliyor.

FBI ajanlarına verilen eğitimlerde İslam’ın, Kur’an ve Sünnet üzerine kurulduğu ile ilgili genel bilgiler verilirken; Şiî ve Sünnî mezheplerin bazı noktalarda ayrıldığı ifade ediliyor.

FBI ajanlarına İslam dini ile ilgili verilen eğitimde, İslam’ın temel inançları ile ilgili detaylı bir eğitimin verildiği göze çarpıyor.

Belgelerde zekat ile ilgili ayrıntılı bilgi verilirken; zekat ile Müslümanların İslam’ın güçlenmesine katkı sağladığı ifade edilmekte ve bu yolla ‘İslam ordusu’nu destekledikleri belirtilmekte.

'DAR’UL HARP - DAR’UL İSLAM'

FBI ajanlarına verilen eğitimde ‘Dar’ul Harb’ ve ‘Dar’ul İslam’ gibi kavramlar ile ilgili bilgi verilmesi de dikkat çekiyor. Verilen eğitimde İslam inancının inananlar ile inanmayanlar arasında bir ayrıma gittiği ve bu topluluklar arasında ‘sürekli bir savaş halinin’ olduğu ifade ediliyor.

“İNTİHAR YASAK; ANCAK İNTİHAR SALDIRILARI SERBEST”

ABD’nin FBI ajanlarına verdikleri eğitimlerde İslam’da intiharın yaksa olduğunu; ancak İslam için ‘intihar eylemlerinin’ yasaklanmadığı ifade ediliyor.

Belgede cihad kavramı ile ilgili de bilgiler veriliyor. Cihad’ın inanmayanlara karşı bir ‘din savaşı’ olduğu ifade edilirken; Hz Muhammed’in cihad stratejisinin dört ana kolda yürütüldüğü ifade edilmekte:

İlk olarak, İslam’a inanmayanları önceki günahları için af dilemeye ve İslam inancını seçmeye sözlü olarak davet. İkinci olarak, Müslümanlara yönelik saldırılara karşı savunmaya izin verilmesi. Üçüncü olarak, Müslüman olmayanlara karşı kutsal aylar haricinde saldırılmasına izin verilmesi ve son olarak da, her yerde ve her zaman Müslüman olmayanlara karşı saldırı…

“CİHAD İNANMAYANLAR İLE SAVAŞTIR”

Belgelerde ‘cihad’ kavramının İslam dinindeki mezheplere göre ayrıntılı açıklamalarının yapılması dikkat çekiyor.

FBI ajanlarına Müslüman kadınlar ile ilgili de bilgilendirme yapılıyor. Müslüman kadınların cihad kavramı içerisindeki yeri ise şöyle açıklanıyor: “Eğer bir İslam ülkesi yabancılar tarafından işgal edilirse; ülkedeki Müslüman kadınlar da savaşa destek verebilir.”

Ayrıca, İslam bölgelerinin işgal edilmesi halinde Müslüman kadınların da savaşa destek vermesi gerektiği ifade ediliyor.

Dünya Bülteni

İslâm'da terör yok mudur
Şamil İĞDE



Günümüzde “İslâm’da terör yoktur” veya “İslâm terör dini değildir” demek, artık “İslâm’da, piyade savaşı yoktur” veya “İslâm, tankçı, istihkamcı, bahriyeli, jandarma vb. dini değildir” demek gibi bir sürü komik örneğe denk gelir. Birisi denk gelmeyeceğini iddia etse bile, isteyen herhangi başka birisi rahatlıkla “denk getirir”… Bu aynı zamanda, “İslâm” ve “terör” kelimeleriyle çeşit çeşit hokkabazlıklar yaparken, İslâm coğrafyasında yaşanan “Batı terörüne” kırıtarak ve görmezden gelerek yaşayıp giden “sürüngen hainler” bir yana, aynı hokkabazlığın savunucusu “diğer adamların”, en hafifinden, ahmaklıklarını da gösteren bir durumdur.
“Terör” kelimesinin Latince anlamına, literatürdeki bilmem nesine, tarihçesine, özgeçmişine, sabıka sicil kaydına, maliyedeki kayıtlarına, “e kaka” hâllarına bakmaya gerek yok. Uzatmaya da gerek yok. Bizce ve herkesçe artık malumdur ki, geçmişi bir yana aslında günümüzde terör, gayrı nizami harp tekniği olarak ta bilinen bir “savaş ve çatışma metodundan” başka bir şey değil.
Çocuk öldürülmesini, tecavüzleri, sivil insanların ve yerleşim yerlerinin vurulmasını makul görmüyor ve savunmuyoruz elbette… Kaldı ki bu tip vahşilikleri, Batılı devletlerin yasal askeri güçleri mükemmelen yapmaktalar ve eğer terör kelimesi ile kastedilen şey bu vahşilik ise, zaten meselenin en başında, İslâm ve Müslümanlar ile alakasının olmadığı açık; zira 1990’lı yılların başından bu yana yaklaşık 10.000.000 Müslüman bu türden vahşi saldırılar sonucunda hayatını kaybetti. Ve yine terörden kastedilen şey bu türden bir vahşetse, Müslümanların dünyaya bu anlamda bir iz bırakmadığı çok açık bir şekilde ortada.
Geçelim…
Sadece Batılı işgal devletleri ile Müslüman milletler arasında yaşanan savaşlara değil, Batılı işgalcilerin kendi aralarındaki savaşlara baktığımızda, hatta Müslüman milletlerin kendi aralarında yaşanan savaşlara da baktığımızda, tüm savaşların çeşitli dönemlerinin “terör” yani“tedhiş ve yıldırma” dönemleri olduğunu görebiliriz.
“Hayır göremeyiz” diyenlerle tartışacak hiç bir şeyimiz yok…
Küresel veya bölgesel çapta askeri ve siyasi hedefleri olan tüm güçlü devletlerin, yalnızca kara, hava ve deniz muharebeleri için konuşlandırdıkları düzenli ordularının yanında, hem gerektiğinde düzenli orduyla birlikte hareket edebilen ve hem de gerektiğinde bağımsız hareket edebilen, inisiyatif alabilen ve düşman saflarında panik ve kargaşa oluşturabilecek operasyonlar yapabilme yetenekleri olan, askeri, sivil veya yarı sivil “terör eğitimli” gayrı nizami savaş birimleri oluşturdukları ve bu birlikler için çok büyük miktarlarda bütçeler ayırdıkları artık bir sır değil.
Üstelik bu devletler, bu “terör eğitimli” birlikleri sadece kendileri kurup, finanse edip, faaliyetlerini organize etmekle de kalmıyorlar. Dünyanın her yerinde sebep oldukları kaos ortamlarında, çoğu zaman kendi iradeleri dışında oluşan ve faaliyetlerini sürdüren başka “terör örgütleri” ile ilişkiler geliştirip, kimi zaman ortak “operasyonlar” düzenleyebiliyorlar. Hatta kimi zaman bu terör örgütlerini devletleştirmek için planlar yapabiliyorlar. Buna örnek olarak, ABD gibi ülkelerin Orta Doğu devletlerinin düzenlerini “uluslararası terör operasyonları” ile bozarlarken, düzensizlik içerisinde doğan yine Orta Doğu kökenli “terör örgütlerini” desteklemelerini gösterebiliriz. Bir dönemin Orta Doğulu terör örgütü “Peşmergesinin”halihazırdaki devletleştirilme çabaları hepsine misal aslında… Sadr çetesi ve benzerlerini saymaya da gerek yok herhalde…
Yani?
Yani “terör” ve “İslâm” kelimeleriyle hokkabazlık yapmaya gerek yok.
Burada mesele, savaşan bütün tarafların uyguladığı bir “çatışma metodu” olan “terörün”kendisi değil. Mesele, yaşanan savaşların “terör dönemlerinin kayıtlarına geçirilen” kirliliğininkime kalacağı ve kaldığı…
Bu çerçevede, 20 yılda Orta Doğu coğrafyasında yaklaşık 10.000.000 sivil Müslüman öldüren Batılı devletlerin temsilci ve sözcülerinin gayet pişkince yürüttükleri “İslâm” ve “terör” hokkabazlığı karşısında ezilip büzülen Müslüman liderlerin, bu savaş kirliliğinin hesabının, “terör” gibi halkın genelde yabancı olduğu veya vahşete denk gelen farklı anlamlar yüklediği kavramlar üzerinden İslâm’a yıkılmasındaki payı, kuşkusuz işgal devletlerinin liderlerinden çok ta az değil.
Örneğin İsrail’in, terör operasyonlarıyla binlerce Müslüman sivili öldürüp, ertesi gün sözde terör karşıtı uluslar arası toplantılarda devlet başkanı seviyesinde boy gösterip “İslâmi terör” hokkabazlığı yapması karşısında, Müslüman devletlerin liderlerinin ezik ve sünepe tavırlarlaaynı dilden konuşmaları; aynı dilden konuşurlarken de, bilerek veya bilmeyerek, bahse konu olan vahşi katliamların sorumluluğunun, “terör” kelimesi üzerinden Müslüman milletlere hatta ve hatta İslâm’a “yıkılmasına” sebep olan tutumları, çok bilinen ve artık kanıksanmış olan soytarılıklardan…
“Terör” kelimesiyle kastedilen şey “vahşet ve katliam” ise, bunun sorumluluğunun ve bedel ödemesi gereken tarafın Gazze’de, Bağdat’ta, Urumçi’de veya adı katliamlarla anılan başka Müslüman topraklarında yaşayan Müslümanlar değil, doğrudan doğruya İsrail ve ABD gibi vahşi sömürgeci devletlerin kendilerinin olduğunu söylemeye çalışıyoruz…
Ve evet bunu söylemeye çalışırken aynı zamanda da, “terör” tüm dünya devletleri tarafından uygulanan bir “savaş metodu” ise, bu metodu kullanmanın veya uygulamanın, en az İsrail ve ABD gibi devletlerin olduğu kadar, Müslüman devlet ve milletlerin de hakkı olduğunu ifade etmeye çalışıyoruz.
Vietnam’da, Hiroşima ve Nagazaki’de, Napalm ve atom bombalarıyla tek atışta binlerce, onbin ve hatta yüzbinlerce kişilik sivil yerleşim yerlerini, içinde yaşayan insan ve hatta hayvanlarla birlikte saniyeler içerisinde yakarak katleden ABD gibi vahşi ülke ve devletlerin temsilci ve sözcülerinin soydukları “terör” isimli hıyara, her fırsatta ve insanın midesini bulandıran ezik tavırlarla bir avuç tuz alıp koşturan Müslüman devletlerin liderlerinin, terör ile kastedilen şeyin “vahşet” olması durumunda da, aslında “terör” kelimesiyle ifade edilen bu vahşiliklere yardım ve yataklık yaptıklarının da, ayrıca altını çiziyoruz.
Bu gün artık, bütün Müslüman ülkelerin liderlerinin, aydınlarının ve söz sahiplerinin artık karar vermeleri ve bu hokkabazlığı aşmaları ve ortaya çıkarmaları gerekiyor.
İsmi hiç hoş gelmese de, “terörün” günümüzde artık bir suç değil, tüm dünya devletlerinin benimseyip uyguladıkları bir savaş metodu olduğunu, yaşanan savaş suçlarının ve vahşi katliamların ise sadece “terör” ile ifade edilemeyeceğini ifade etmeleri gerekiyor.
Hakkını vermek gerekirse, başbakanlık yaptığı dönemde Tayyip Erdoğan, İsrail’li vahşi bir katil ile birlikte katıldığı Davos’ta, bir şekilde bunun “nasıl” yapılabileceğine dair güzel bir örnek sergilemişti. Ancak Tayyip Erdoğan‘dan sonra bu tavrı gösterebilen bir başka devlet adamı henüz çıkmış değil. Çıkacak gibi de görünmüyor.
“İslâm’da terör var mıdır veya yok mudur” gibi sığ ve ahmakça bir tartışma konusu üzerine kafa yoracak ta değiliz. Ama aynı seviyeden basit bir cevap vermek gerekirse; “terör” en başta da dediğimiz gibi, artık tüm dünya devletlerinin benimseyip uyguladığı bir savaş metodu olarakelbette İslâm’da vardır. Savaşılan ülkelerin tedhiş edilmesinin ve yıldırılmasının İslâm’a uygunluğunun tartışılmasını bile gereksiz görüyoruz. Ve biz de bu anlamda “İslâm’da terör yok mudur” diye soruyoruz?
Bununla birlikte, sivilleri öldüren ve sivil yerleşim yerlerini yok eden anlamında bir “vahşet” söz konusuysa ve bu “terör” kelimesiyle ifade ediliyorsa, bu “vahşetin” sorumlusunun İslâm ve Müslümanlar değil, Batı ve Batılı işgal devletleri olduğunu söylüyoruz ve Müslüman devlet adamlarını, aydınları ve söz sahiplerini, “İslâm ve terör hokkabazlığı” karşısında, namuslu ve cesur olmaya davet ediyoruz.

KAYNAK: ADIMLAR Dergisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com