EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

'Türk halkı, ABD emperyalizminden nefret etmekte, haklıdır'

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 08, 2010 12:08 am    Mesaj konusu: 'Türk halkı, ABD emperyalizminden nefret etmekte, haklıdır' Alıntıyla Cevap Gönder

"Kan kokusu almış bir köpekbalığından daha tehlikesi, petrol kokusu almış amerikan emperyalizmidir..''
Bernard Shaw

'Amerika'nın yok olduğuna, yerle bir olduğuna tanık olmak istiyorum. Seslerini hiçbir zaman yükseltememiş, nefretlerini, başkaldırılarını, haklı kana susamışlıklarını anlatamamış ben ve benim gibilere yapılan haksızlıkların bir bedeli olarak, tümüyle kine dayalı bir şey istiyorum.'
Henry Miller, Oğlak Dönencesi'nden.





Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı: Türkiye, ABD’ye "Böyle devam ederse ‘Kobanê’ye girer, dağıtırım" demeli!



"İncirlik’in kapatılması, ‘Kobanê ve Irak’a müdahale hepsini düşünmek gerekir"

Eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korg. İsmail Hakkı Pekin, meydana gelen terör saldırılarıyla ilgili olarak “Türkiye’nin ABD’ye bu böyle devam ederse ‘Kobani’ye, girer, dağıtırım’ demesi lazım. Çünkü artık çok fazla bedel ödüyoruz, bunun hesabını sormak gerekiyor. İncirlik’in kapatılması, Kobani ve Irak’a müdahale hepsini düşünmek gerekir" görüşünü savundu.

Milliyet yazarı Tunca Bengin'e konuşan İsmail Hakkı Pekin, "Bir cezalandırma operasyonundan bahsediyorum. Başka Afrin’e girersiniz. Tabi bunu yaparken Rusya’yla görüşmek lazım çünkü bölgedeki Kürt gruplarla Rusya’nın ilişkisi var. Hedefi iyi tespit etmek lazım. Rusya’yla anlaşırsak gireriz" diye konuştu.

Tunca Bengin'in "Kobani’ye cezalandırma operasyonu şart" başlığıyla yayımlanan (9 Ocak 2017) yazısı şöyle:

Türkiye’de eylem yapacak PKK’lılar yeni Kandil olarak tanımlanan Kobani’de özel olarak eğitiliyor. Suruç üzerinden Türkiye’ye yasadışı yollardan giriş yaptıktan sonra da İstanbul-Dolmabahçe ve Kayseri’de olduğu gibi kalleşçe saldırılarla masum insanları katlediyorlar. Yani bataklık burnumuzun dibinde. Hatta sınırdan öteye baktığında çıplak gözle bayraklarının görüldüğü yerler dahi var. Bu da ülke insanının canına tak etmiş durumda. Dolayısıyla da herkesin aklından geçenler aynı:

Fırat Kalkanı Harekatı’yla ABD’nin güdümündeki PYD/PKK’nın Kürt Koridoru planını bozan Türkiye, Kobani’ye duyarsız mı kalacak? Kalmazsa da ABD’nin tavrı ne olur ya da olabilir?

PKK’nın İzmir’deki saldırısı sonrasında konuştuğum eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korg. İsmail Hakkı Pekin’in bu konudaki düşüncesi şöyleydi:

“Türkiye’nin ABD’ye bu böyle devam ederse ‘Kobani’ye, girer, dağıtırım’ demesi lazım. Çünkü artık çok fazla bedel ödüyoruz, bunun hesabını sormak gerekiyor. İncirlik’in kapatılması, Kobani ve Irak’a müdahale hepsini düşünmek gerekir.”

- Türkiye Kobani’ye girebilir mi?

“Girip kalmanıza gerek yok tanklarla 15-20 kilometre girersiniz darmadağın eder çıkarsınız. Bu kadar basit, bunu yaparsınız. Yani girip de orayı almanız söz konusu değil. Bir cezalandırma operasyonundan bahsediyorum. Başka Afrin’e girersiniz. Tabi bunu yaparken Rusya’yla görüşmek lazım çünkü bölgedeki Kürt gruplarla Rusya’nın ilişkisi var. Hedefi iyi tespit etmek lazım. Rusya’yla anlaşırsak gireriz.”

- El Bab gibi değil yani?

“El Bab farklı bir şey. O koridoru kesmek için 50 kilometre derinlik bir tarafta El Bab, bir tarafta Menbiç öyle bir alan gerekiyor. Orada Türkiye kalıcı ateşkes ya da barış oluncaya kadar kalacak başka çaresi yok ama diğeri cezalandırma operasyonu. 50 tank girer, dağıtır, Türkiye’ye döner. Herkes de bilir ki bir olay olduğu zaman Türkiye bunu yapar.”

- Bunun bedeli ne olur?

“Rusya ile anlaşılırsa sorun olacağını sanmıyorum. En fazla ABD bize müdahale etmeye kalkar, ambargo zaten uyguluyorlar ama canlarını yakmak zorundayız. Yakmazsak bu işin üstesinden gelemeyiz. Herkes yaktığı can kadar kendi canının yanacağını da bilmeli. Artık son dakikaya geldik bu susarak falan olacak bir iş değil...”
T24

Suriye’de Türk askerlerini ABD mi bombaladı?
24 Kas, 2016



Son günlerde Türkiye’yi ilgilendiren pek çok konuda tuhaf gelişmeler yaşanıyor.
Bu süreçte 24 Kasım 2016, ülkemiz için ‘Kara Perşembe’ denilecek gün oldu.
Çok bilinmeyenli gibi gözüken bu denklemi birlikte çözelim.
24 Kasım’da, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasına karar verdi.
Konu uzunca bir süredir gündemdeydi, ama zamanlama ilginçti.
Bu ne zamana denk geldi?
Türkiye yönünü Şangay İşbirliği Örgütü’ne çevirdiğini kanıtlarcasına, Şangay Enerji Kulübü Başkanlığı’na seçildiğini açıkladığı döneme.
Türkiye, bu görevi kabul etmeseydi, oylamanın sonucunun farklı olacağının işaretini, görevinden bu gün istifa eden Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schultz 19 Kasım’daki açıklamasında vermişti.
Türkiye’de bunu gören ve yorumlayan olmadı.
Bilindiği üzere dolardaki 1 kuruşluk artışın Türkiye’ye maliyeti 2,5 milyar TL.
Dolarda son günlerde sürekli bir artış söz konusuydu.
Ama doların rekor üstüne rekor kırmaya başlamasının zamanlaması ilginçti.
Bu ne zamana denk geldi?
Türkiye yönünü Şangay İşbirliği Örgütü’ne çevirdiğini kanıtlarcasına, Şangay Enerji Kulübü Başkanlığı’na seçildiğini açıkladığı döneme.
Fırat Kalkanı Operasyonunun 93. Gününde, Suriye uçağı olduğu varsayılan denilen, ama olmayan bir savaş uçağı, Türk askerlerini hedef aldı, 3 şehit verdik.
Bu ne zamana denk geldi?
1) Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesinin yıldönümüne.
2) Türkiye yönünü Şangay İşbirliği Örgütü’ne çevirdiğini kanıtlarcasına, Şangay Enerji Kulübü Başkanlığı’na seçildiğini açıkladığı döneme.
Zurnanın zırt dediği yer de burası.
Çünkü birinci madde ile ikinci madde doğrudan bağlantılıdır.
Çünkü Türk askerlerini vuran uçağın Suriye uçağı olmadığı ve Rusya ile yakınlaşan, Şangay İşbirliği Örgütü’ne yönelen Türkiye’ye uyarı niteliği taşıdığı ortadadır.
Irak’taki ABD öncülüğündeki Koalisyon güçlerinin sözcüsü Albay Dorian’ın, yaklaşık 1 hafta önce, Washington Post gazetesinin dış haberler editörüne, telefonla verdiği demeçte, “Suriye’de Türk askerleri bombalanabilir” dediğinde, “Kimin tarafından” sorusuna, alaylı bir şekilde verdiği “Bilinmez ki” yanıtını Türkiye’de hiç duyan olmadı.
Ya da, oldu da, gizlendi mi?
Tam da Türk-Rus ilişkileri iyileşmişken, Rus uçağının düşürülüşünün yıldönümünde, Rusya’nın kontrolündeki Suriye Türk askerini vurdu havası yaratılarak, Ankara ile Moskova’nın arasını bozmak kimin işine yarar?
Yanıtınızı duyar gibi oluyorum.
Bilmem dikkat ettiniz mi, Türk askerlerinin vurulduğu ve 3 şehidimizin olduğu Amerikan medyasında ve Avrupa medyasında yer almadı.
O ABD ve Avrupa medyası ki, Suriye ile Irak’ta olup biten ne varsa son dakika geçerken, bu saat oldu, Türk askerlerinin bombalanması hakkında tek satır verilmedi.
Adana’daki saldırının ise bir süredir ara verilen terör eylemlerinin yeniden ve daha ağır bir şekilde başlayacağının habercisi olduğunu da tahmin edebiliriz.
Çünkü bu saldırı da, Türkiye yönünü Şangay İşbirliği Örgütü’ne çevirdiğini kanıtlarcasına, Şangay Enerji Kulübü Başkanlığı’na seçildiğini açıkladığı döneme denk geldi.
Tüm bu gelişmelerin, içeri kapanmaya, milli duyguların kabarmasına ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne tamamen yönelmesine yol açtığı için Türkiye’de kimin hesabına artı olarak yazılacak diye söylemeye gerek var mı?
Daha önceki hiçbir yazımı okumamışlar, sadece bu yazı üzerinden ya da sadece başlık üzerinden bana esip gürleyecektir.
Olsun alıştık.
Gürbüz Evren/İlk Kurşun

ABD öncülüğündeki Haçlı koalisyonu Irak ve Süriye'de en az 1915 sivili 'yanlışlıkla' öldürdü
1 Ara 2016

El cezire'nin haberine göre; yazılı açıklama yapan ABD öncülüğündeki haçlı koalisyonu, Mart ile Ekim ayları arasındaki 7 hava saldırısında 54 sivilin 'yanlışlıkla' öldürüldüğünü açıkladı. Haçlı Koalisyonu'nun açıkladığı rakamlara göre, 2014 sonbaharından bu yana koalisyonun öldürdüğü sivil sayısı 173’e yükselmiş oldu.

‘En az 1915 sivil öldü’

Koalisyonun hava saldırılarını takip eden Londra merkezli Airwars isimli şeffaflık örgütü ise en az bin 915 sivilin haçlı koalisyonu saldırıları sebebiyle öldüğünü ifade etti.
Haber 93

Genelkurmay Karargahı’nda ABD’li asker görev yapmayacak
8 Kas, 2016



ABD’li bir subayın, koordinasyon amacıyla, Genelkurmay Karargahı’nda değil, ABD’nin Türkiye’de bulunan Savunma Koordinasyon Merkezi veya Ankara’daki askeri ataşeliklerinde bulunacağı bildirildi.
Güvenlik kaynaklarından alınan bilgilere göre, her iki tarafın belirleyeceği heyetlerin, Ankara’da gerektiği zaman toplanabilecek şekilde bir tedbir alınması ve ihtiyaç duyulduğunda hemen bir araya gelinerek, sorunların görüşülmesi için heyetlerin başına üst rütbeli bir ismin belirlenmesi teklif edildi. ABD’nin de bu kapsamda üst düzey bir personelini görevlendirdiği; ancak bu kişinin hiçbir şekilde Genelkurmay Karargahı’nda görev yapmayacağı öğrenildi.
Görevlendirilen personelin, Savunma Koordinasyon Merkezi veya ABD’nin Ankara’daki askeri ataşeliklerinde bulunacağı ve görevini orada yürüteceği bildirilirken, ihtiyaç olduğunda bu heyetlerin bir çalışma grubu şeklinde bir araya gelerek, görüşeceği öğrenildi
İlkKurşun

Haseke’de ‘PKK yöneticileri ve ABD askerleri öldü’
27 Kas, 2016



Suriye’nin Haseke iline bağlı Tel Temur ilçesinde terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye ait kampta meydana gelen patlamada, 5 ABD askeri ile 2 terör örgütü PKK yöneticisinin öldüğü öne sürüldü.

Güvenlik kaynaklarından alınan bilgide, PYD’nin Tel Temur’daki kampında meydana gelen patlamalarda 5 ABD’li asker ile 2 PKK yöneticisinin öldüğü belirtildi.

Patlamada onlarca PYD militanının da öldüğü ve yaralandığı, yaralıların bölgedeki sahra hastanesine nakledildiği iddia edildi.

PYD militanlarının kampın bulunduğu bölgenin etrafında, 1 buçuk kilometrelik güvenlik kordonu oluşturduğu kaydedildi.

Yerel kaynaklar, kamptaki yakıt depolarında nedeni henüz bilinmeyen bir şekilde yangın çıktığını, art arda şiddetli patlamaların yaşandığını açıklamıştı.

Kampta eğitim amaçlı ABD ve İngiltere askerlerinin de bulunduğu, olayda ölü ve yaralılar olduğu ifade edilmişti.
İlk Kurşun

Biri çıkıp ‘Darbede ABD elçisinin parmağı vardı’ derse hiç şaşırmam
16 Eki, 2016



Darbeyi Şubat ayında bilen ABD’li gazeteci William Engdahl, 15 Temmuz hakkında şok bir tespitte bulundu: Biri çıkıp ‘Darbede ABD elçisinin parmağı vardı’ derse hiç şaşırmam

15 Temmuz’dan aylar önce “CIA, Gülen üzerinden Türkiye’de darbe yapacak” diyen ABD’li gazeteci, ekonomist William Engdahl konuştu. Darbenin CIA tarafından yapıldığını söyleyen Engdahl, çarpıcı açıklamalarda bulundu.

DEMOKRASİ İMALATI

Şu sıralar üzerinde çalıştığım ilginç bir kavram var. Hatta bunun üzerine bir kitap da yaziyorum: “Demokrasi İmalatı”. Washington ve Freedom House, Soros’un Açık Toplum Vakfı, sözüm ona insan hakları dernekleri bu imalatı yapıyor. Bu makine Washington’un hoşuna gitmeyen ve küreselleşme oyununun, siyasi ya da ticari emellerinin bir parçası olmayı reddeden seçilmiş hükümetleri görevden indirmeye yarıyor.

BÜYÜKELÇİLERİN RENKLİ DEVRİMLERİ

Önemli ülkelerdeki ABD büyükelçileri ciddi görevler alır. Son 30 yılda Washington’dan Ankara’ya gönderilen her büyükelçi, ABD’nin jeopolitikası üzerinde çok ciddi bir rol oynamıştır. Aynı şey Moskova, Kiev için de geçerlidir, Gürcistan’a yollanan büyükelçi için de geçerlidir. Bu kişiler birtakım uzmanları, bulundukları ülkelere getirerek mevcut hükümetleri devirip “renkli devrimler” olarak bilinen devrimlerin gerçekleşmesine ön ayak olmuşlardır.

BASS REJİM DEĞİŞİKLİĞİ KONUSUNDA UZMAN

ABD’nin bu ülkelerdeki elçileri, diplomasi konusunda değil rejim değişiklikleri konusunda uzmanlaşmışlardır. John Bass’ın özgeçmişine bakarsanız diplomasi konusunda değil rejim değişikliği konusunda uzman olan bir başka elçi göreceksiniz. Bu darbe girişiminin ardında onun isminin olduğuna dair elimde herhangi bir kanıt yok. Ancak elbette “Bu işte bir anlamda onun da parmağı var” dense kesinlikle şaşırmam. Onun, Erdoğan tarafından neredeyse Ankara’dan kovulacak olan selefinin (Ricciardone) Arap Baharı planında çok ciddi bir rol oynadığı ortaya çıktı.
İlk Kurşun

ABD donanmasından Türk bayraklı bahriyelilerin öldürüldüğü resim paylaşımı
14 Ekim 2016



ABD Donanması, kuruluşunun 241. yıl dönümü dolayısıyla sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, 1801-1805 yıllarında Trablus kıyılarında Türk bayrağıyla savaşan askerlerin öldürüldüğünü gösteren gerçeği yansıtmayan temsili tabloyu kullandı.

Söz konusu temsili tabloda, 1801-1805 yıllarında Libya'nın Trablus bölgesinde ABD ile Osmanlı Devleti'ne bağlı Berberi devletleri (Fas, Cezayir, Tunus ve Libya) arasında yaşanan 1. Berberi Savaşı'nın konu edildiği biliniyor.

Bu savaştan önce ABD Akdeniz'e giren ticaret gemileri için Osmanlı İmparatorluğuna yüklü miktarda vergi ödüyordu.

ABD Donanmasının, içinde Türk bayrağı olan bu tür bir temsili tabloyu kurumsal hesabından paylaşması ABD'deki Türk düşmanlığının tarihî köklerini açığa vurması bakımından çok anlamlı olduğu açık.
Haber 93.

"ABD'li komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı"
2.10.2016

CNN Türk'te yayınlanan "Şirin Payzın ile Ne Oluyor?" programına konuk olan Yeni Şafak Gazetesi muhabiri Çetiner Çetin, ABD'li komutanın 1992'de Şemdinli kaymakamına tokat attığını belirterek "Benim yanımda Amerikalı komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı. Çok iyi hatırladığım bir olay..." dedi.

"AMERİKALI KOMUTAN ŞEMDİNLİ KAYMAKAMINA TOKAT ATTI"

ABD'nin Irak politikası ile ilgili yorum yapan Çetin, 1990'lı yıllarda şahit olduğu olayı şöyle anlattı:

"İlk defa PKK'nın Kandil'e gidişi 1994'tür. Öyle 1980'ler değil. Şu anda lojistik geçiş kampları var. Öyle eğitim verdiği büyük kamplar yok. Bakın ben 1992'de yanımda olan bir olaydan bahsedeyim. Irak'tan Türkiye'ye gelen mülteciler vardı. O dönem babam da oradaki bütün kampların sorumlusuydu. Benim yanımda Amerikalı komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı. Çok iyi hatırladığım bir olay..."
Haber 7

Filipinler, ABD ile yapılacak tatbikatları durdurdu
8 Eki, 2016



filipinler_abd_ile_yapilacak_tatbikatlari_durdurdu_h123764_26733Aylardır süren diplomatik gerginlikler sonunda savunma alanında ilk kırılma yaşandı. Filipinler Savunma Bakanı Delfin Lorenza yaptığı açıklamada, ABD ile yapılacak tatbikatların durduruldugunu açıkladı.

‘GÜNEY ÇİN DENİZİNDE TATBİKAT İSTEMİYORUZ’

Filipin Savunma Bakanı Delfin Lorenzana’nın bu açıklaması, ABD’nin Güney Çin Denizi’nde yapacağı ortak tatbikata da tepkiydi. Lorenza, ABD ile ortak devriye ve deniz tatbikatları yapılmasının durudurulduğunu söyledi. Filipinler Savunma Bakanlığı, ABD ile Güney Çin Denizi’nde ortak tatbikat düzenlenmesini istemediklerini belirtti. Filipinler, istihbarat droneları (gözetleme uçakları) operasyonlarını da yürüten 100’ü aşkın ABD askerinin ülkeyi terk etmesi istedi. Filipinler’in kendi istihbarat ağını oluşturmakta kararlı olduğunu vurgulayan Lorenzana, Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin de her yıl ABD ile ortaklaşa yürütülen 28 askeri tatbikatın durdurulması talimatını verdiğini duyurdu.

‘SADECE KENDİ BÖLGEMDE TATBİKAT YAPACAĞIM’

Duterte 13 Eylül’de yaptığı açıklamada, Filipinler ordusunun yabancı ülkelerle birlikte Güney Çin Denizi’nde tatbikatlar yapmasına izin vermeyeceğini kaydetmişti. Filipinler’in başka ülkelere karşı düşmanca harekette bulunmasını istemediğini vurgulayan Duterte, “Amerika ile devriye yapmak istemiyorum, sadece kendi bölgelerimizde devriye yapmak istiyorum” ifadelerini kullanmıştı.

ABD ve Filipinler, nisan ayında bölgede 11 gün süren bir tatbikat yapmış, “Balikatan” (omuz omuza) adı verilen tatbikata 5 bin Amerika, 4 bin Filipinler askeri katılmıştı.
Dincer Mutlu / Canberra
ulusalkanal.com.tr

Işık: ABD, YPG konusunda ısrarcı
1 Eki 2016

Milli Savunma Bakanı Işık, Rakka operasyonu için ABD'nin YPG'yi kullanma konusunda ısrarcı olduğunu, bunun da 'bölgede farklı planları olduğu konusunda kuşku yarattığını' söyledi.

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, TBMM'nin açılış resepsiyonunda gazetecilerin sorularını yanıtladı. Rakka operasyonu konusunda ABD ile Türkiye arasındaki YPG sorununun henüz çözülmediğini söyledi. "ABD, YPG unsurlarının olması konusunda ısrarcı" dedi. Bunun da ABD'nin bölgeyle ilgili gelecekte farklı planları olduğu yönünde kuşkular oluşturduğunu söyledi.

Hafta içi üst düzey bir yetkili gazetecilere Ankara'nın SDG içindeki Arap unsurlarla ÖSO'nun ortak operasyon yapmasını istediğini söylemiş, "ABD itiraz etmiyor" demişti. Bakan Işık ise "SDG gibi aldatmacalara itibar etmiyoruz" açıklaması yaptı.

"Rakka'yla ilgili ABD ile temel görüş ayrılığmız PKK, PYD unsurlarının kullanılması. Bizim önerimiz Rakka halkıyla işbirliği yapılması. Çünkü bugün Rakka'da yaşamayan PYD unsurlarını oraya götürdüğünüzde DAEŞ'i temizledikten sonra daha büyük bir kavganın fitilini ateşleyeceksiniz. Halbuki o bölgenin insanından oluşan güçlerle, ki büyük oranda ÖSO'dur, hem DAEŞ'i temizlemiş oluruz. Hem o zaman Türkiye olarak biz de belli katkıları veririz, onun sınırını askerler konuşur. Bu temizlik yapıldıktan sonra huzur ve sükunet sağlanır. Yoksa bunu PYD unsuruyla yaptıktan sonra bir sorunu çözmüş olmazsınız, daha büyük bir sorunu, çok daha karmaşık bir sorunu tetiklemiş olursunuz. ABD Savunma Bakanı ile benim yaptığımız görüşmede asıl üzerinde durduğumuz nokta bu."

"SDG gibi aldatmacalara itibar etmiyoruz"

"Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi bazı aldatmacalara da biz çok fazla itibar etmiyoruz. PYD, YPG unsurlarının kamuflajı gibi kullanılmasını da kesinlikle kabul etmiyoruz. O konudaki hassasiyetimiz sürüyor.

Bunun dışında özellikle bir sorunu çözerken daha büyük sorunu oluşturmamak stratejik aklın gereğidir. Biz ABD'ye bunu özellikle söylüyoruz. Biz bu bölgenin ülkesiyiz. Bu bölgenin yüzyıllar öncesini de, bütün dengeleri de biliyoruz. ABD bu bölgede bir adım atacaksa bunu Türkiye'den habersiz yapmasının ABD açısından da telafisi imkansız sonuçlar doğuracağını kendilerine söylüyoruz."

"ABD, YPG konusunda ısrarcı"

[SDG içindeki Arap unsurlarla ÖSO'nun birlikte operasyon düzenlemesine] "ABD şu anda çok yakın değil. ABD illa PYD, YPG unsurlarının olması konusunda ısrarcı. Bu da ABD'nin daha sonrası için bir planı olduğu yönnde kuşkular oluşturuyor bizde. Biz bunu her fırsatta ABD'ye söylüyoruz."

Işık, YPG ile girilmesi halinde İncirlik'in koalisyon güçlerşnce kullanımıyla ilgili de, "İncirlik'in hangi durumlarda kapatılacağı belli, çizdiğimiz çevçevenin dışına çıkılırsa kullanımda kısıtlamaya gidilir. Yapılan anlaşmanın dışına çıkılmadığı sürece kısıtlama getirilmesi Türkiye gibi bir ülkenin güvenilirliğini zedeler" ifadelerini kullandı.

ABD'nin, Türkiye'nin ÖSO ile birlikte planladığı El Bab operasyonuyla ilgili bir kaygısı olmadığını belirtti.

"Musul operasyonunda Şii milisler risk alanı"

Işık, Musul operasyonu için de görüşmelerin sürdüğünü söyledi.

"Rakka ve Musul'da operasyonun başarısı ve operasyon sonrası bu iki şehrin de güvenliğinin, huzurunun ve istikrarının temin edilmesi ve sürdürlebilir olması için o bölgenin kendi güçlerinin yoğun olarak kulanılması, ki biz ona çok yoğun destek veririz, Rakka'da da özellikle o bölgenin insanı olan Arapların kullanılması gerekir.

Irak'taki İranlı ya da İran'a yakın Şii milisler çok ciddi sorun alanı. ABD'ye çok dikkatli olmalarını, Şii milislerin Musul operasyonuna katılmaması gerektiğini, çok ciddi bir risk alanı olduğunu söylüyoruz. Şu ana kadar onlar da 'Musul'un içine sokmayacağız' notasındalar. Ama tabii arın fiiili bir durum olursa ne olur konusu bizim için önemini koruyor."
Kaynak: el cezire

Sabahattin Önkibar: ABD’den Türkiye’ye savaş ilanı!
Sabahattin Önkibar
15 Eyl, 2016

Türkiye NATO üyesi ve lafta ABD ile stratejik müttefik.

Öyle iken ABD Türkiye’ye alçakça saldırıyor. İşte Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar ortada.

Türk Cumhurbaşkanının, “Ya Türkiye ya PYD” restine Washington tereddütsüz “PYD” dedi.

ABD aynı şekilde PKK’ya 30 yıldır verdiği desteği sürdürüyor ki son olarak terörün merkezinde olan HDP’li başkanların görevden alınıp kayyum atanmasına açıktan tavır takındı.

Bunlara FETÖ’nün darbe girişimine verdiği açık destekle Kıbrıs konusunda kurduğu baskıyı ilave ederseniz tablo ABD’nin Türkiye’ye savaş ilan etmesinden başka bir şey değildir.

(..)

KILIÇDAROĞLU ABD’YE NİYE SUSUYOR?

ABD’nin kayyım itirazına Vatan Partisi ilk günden postasını koydu.

Devlet Bahçeli bile bizi şaşırtacak şekilde “Türkiye ABD’nin 53.eyaleti değil, ABD Elçiliği haddini bilsin” açıklamasını yaptı.

Keza Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bile tepki koydu ki onun açıklaması hükümetin resmi görüşü olması açısından önemli.

Dikkat ettim Kemal Kılıçdaroğlu sus pus!

Ne kayyım için “İyi oldu” dedi, ne de ABD sefirinin ahlaksızca müdahalesine tepki koydu.

Yoksa Atatürk’ün partisi CHP’nin tepesinde bazılarının dediği gibi gerçekten ABD güdümünde biri mi var?

ALTIN DEĞİL, KAYIP NESİL!
Hedefleri altın nesilmiş.
Öyle diyordu Fetullah Gülen!
Bunun için okul ve dershanelerden zeki çocukları toplayıp devşirmeye başladılar.
1966’dan bugüne 50 yıl geçti ve binlerce okul açtılar… Peki hani nerde o altın nesil? Aralarından icat sahibi bir mühendis, büyük eserlere imza atan bir mimar, dünyaca tanınan bir doktor, fizikçi, kimyacı ya da iyi eser vermiş bir edebiyatçı veya yazar yetiştirebildiler mi?
Hayır, tersine o zeki çocukların kişiliklerini iğfal edip, inanç ile mankurtlaştırılan bir kuşak inşa ettiler ki bunlar aslında altın değil kayıp nesildir…
(..)
Aydınlık

Washington Post: “Ya darbede suç ortağıyız ya da CIA beceriksiz”
16 Ağu, 2016



Washington Post gazetesinde yayımlanan bir okuyucu mektubunda “Ya darbede suç ortağıyız ya da CIA’nın beceriksizliği dehşet verici” gibi sert eleştirilerde bulundu.

15 Temmuz darbe girişiminde “ABD parmağı” olup olmadığı sorgulanırken ABD’nin kanlı eylem konusundaki tutumu basın dışında Amerikan vatandaşlarınca da tartışılıyor. Washington Post gazetesince “ABD, Türkiye’deki darbe girişimine ilişkin ne biliyordu?” başlığı ile yayımlanan bir okuyucu mektubunda “Ya darbede suç ortağıyız ya da CIA’nın beceriksizliği dehşet verici” gibi sert eleştirilerde bulundu.

Washington Post, bir okuyucu tarafından editörüne gönderilen mektubu yayımladı. Washington’daki okuyucu mektubunda “Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA) ve CIA’nın, bizim NATO müttefikimiz Türkiye’deki Erdoğan hükümetini devirme girişimine ilişkin bir uyarı almadığını tasavvur etmek zordur” dedikten sonra eleştirilerini şöyle sürdürdü:
“Eğer ABD biliyordu ve hükümetimiz darbede yer alanlara sessiz onay vermiş ise bu bizi, demokratik yollardan seçilen bir hükümeti devirme girişiminde en az suç ortağı yapıyor. Eğer ABD bilmiyordu ise o zaman NSA ve CIA’nın becerisizliği dehşet verici.”
Odatv.com

“Üslere el konacak, NATO’dan çıkılacak”
Fatih Yaşlı
31.07.2016



Balyoz da Ergenekon da sadece ve basitçe Türkiye içi güç mücadeleleriyle ilgili süreçler değildi; meselenin Türkiye’yi de aşan uluslararası bir boyutu vardı ki, o boyutun anlaşılabilmesi için emperyalizmin Türkiye’ye ve orduya dair planlarına bakmak gerekiyordu. Özellikle 1990’ların ortalarından itibaren ordu içerisinde ABD’ye, AB’ye ve NATO’ya mesafeli olan ve Türkiye’yi Atlantik ekseninden uzaklaştırıp Çin, Rusya, İran, yani Avrasya eksenine yakınlaştırmak isteyen bir anlayış ciddi ölçüde güç kazanmaya başlamıştı. “Ulusalcı” ya da “Avrasyacı” olarak adlandırılan bu subaylar, uzun vadede Türkiye’nin Batı bloğundan uzaklaşıp daha “bağımsızlıkçı” bir çizgiye yerleşmesi gerektiğini savunuyorlardı.

Her iki operasyon da doğrudan bu çizginin savunucularını hedef almıştı. AKP-C koalisyonu ordu içerisindeki bu çizgiyi tasfiye operasyonlarına girişti, sürece ordu içerisindeki Amerikancı/NATO’cu kanat da göz yumdu ve ordu bütünüyle teslim alınmış olundu. Cemaatçi subayların önü bu tasfiyelerin neticesinde açılmıştı ve bu subaylar 15 Temmuz’da tartışmasız şekilde Amerikancı/NATO’cu bir darbe girişiminde bulundular.

Bu girişimde ABD’nin nasıl bir rol oynadığını belki de hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyeceğiz ama darbenin ilk saatlerinde ABD Dışişleri’nden yapılan “tarafsız” ve dengeli açıklamalara bakarak dahi, başarıya ulaşması halinde darbe yönetiminin ABD ve Batı tarafından tanınacağını söyleyebiliyoruz. Dahası, darbe sonrası yapılan açıklamalar da Batı ile iktidar arasındaki ilişkilerin mahiyetine dair önemli ipuçları veriyor. Hemen hemen bütün Batılı ülkeler darbe girişiminden çok “darbeyi bahane ederek inşasına hız kazandırılan diktatörlük tehlikesi”ne vurgu yapıyor ve ardı ardına uyarılarda bulunuyorlar.

Türkiye eksen mi değiştirecek, Atlantik çizgisinden ayrılacak ve örneğin üsleri kapatıp, NATO’dan çıkacak mı?
Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinin bu pozisyonuna bir de yeni müttefiklerinin pozisyonunu eklemek gerekiyor ki, durum bu noktada daha da enteresanlaşıyor. Uzunca bir süredir Türkiye ekonomisini petro-dolar girişleriyle finanse eden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin darbeyi destekledikleri, hatta finansal yardımda bulundukları iddiaları hiç de gerçekdışı görünmüyor. İktidarın Suriye siyasetini değiştirme ve dolayısıyla Suud rejimiyle yollarını ayırma sinyalleri akla getirildiğinde böylesi bir destek de anlamlı hale geliyor, petrol şeyhliklerinin işin içinde olma ihtimali artıyor.

Türkiye’nin geleneksel ve yeni müttefikleri darbeye destek veredursun, Suriye üzerinden ciddi ihtilaf yaşanan iki ülkenin, Rusya ve İran’ın iktidarın yanında olduğu artık çok net olarak ortaya çıkmış durumda. Darbenin Amerikancı karakterini fark eden Rusya, sadece 6-7 ay önce Suriye siyasetindeki son kurşununu da bir Rus uçağını düşürmeye atmış olan yeni-Osmanlıcılığa rağmen en başından beri darbe karşıtı bir tutum sergiledi, istihbarat paylaşımında bulundu. Aynı şekilde İran da, uluslararası arenada kendisine sürekli olarak düşmanlık eden ve 17-25 Aralık’ta yasadışı petrol ticaretini açığa çıkaran Cemaat’e karşı iktidarın yanında yer aldı ve o da aynı şekilde istihbarat işbirliği yaptı.

Peki şimdi ne olacak? Avrasyacı subayları tasfiye eden Atlantikçi Cemaat’in darbe girişimi bastırıldığına, darbedeki ABD-Suud parmağı görülebildiğine ve tasfiye edilen subayların bir bölümünün yeniden önemli görevlere atandıkları bilindiğine göre, Türkiye eksen mi değiştirecek, Atlantik çizgisinden ayrılacak ve örneğin üsleri kapatıp, NATO’dan çıkacak mı?

Öncelikle şu yanılgıdan kurtulmak gerekiyor: Darbe girişiminin Amerikancı ve ABD destekli olması, darbe girişimine maruz kalanların anti-emperyalist ya da Amerikan karşıtı oldukları anlamına gelmiyor; iki tarafın da ABD’ye “Beni al” dedikleri bir konjonktürde ABD’nin Cemaati tercih ettiğini gösteriyor. İktidarın bu tercihe vereceği yanıtın Atlantik ekseninden kopuş ve NATO’dan çıkış şeklinde olacağını iddia etmek ise hayli gelişkin bir hayal gücü gerektiriyor. Türkiye’nin ekonomik partnerlerinin kimler olduğuna, ihracat/ithalat kalemlerine, yabancı sermayenin bileşimine, sıcak para bağımlılığına ve ordunun silah envanterinin menşeine bakmak bile yeterli bunun bir hayal olduğunu görmek için.

Önümüzdeki süreçte iktidar Türkiye’nin eksenini değiştirmeyecek, buna gücü yetmeyecek ama çoğu blöf niteliğinde yeni hamleler yapmaya, bir tür “denge siyaseti” izlemeye, Rusya ve İran’la yakınlaşmaya, Suriye siyasetini değiştirmeye çalışacak. Bu ise çözülme sürecindeki ve hem ordusu hem bürokrasisi tarumar edilmiş bir ülkenin emperyalist müdahalelere çok daha açık olması anlamına gelecek. Tam da bu nedenle önümüzdeki süreçte Türkiye’yi bekleyen şeyin istikrar ya da normalleşme değil, yeni kırılmalar ve kaosun derinleşmesi olacağını söylemek kehanette bulunmak anlamına gelmeyecek.
Kaynak: BirGün

Perinçek: Bundan sonraki hedef darbe değil
22 Temmuz 2016

Doğu Perinçek, başarısız darbe girişimiyle ABD’nin Türkiye’deki 60 yıllık askeri cunta projesinin çöktüğünü söyledi.

STAR - Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 15 Temmuz darbe girişiminin 'düğmesine ABD'den basıldığını' söyledi.

Perinçek, "ABD'nin Türkiye ordusundaki gücü hiç beklemediği şekilde ezildi. ABD'nin TSK içindeki gücü bitti. Türkiye'de darbe yapacak gücü kalmadı. Bundan sonra darbe değil, DAEŞ ve PKK bombalarıyla iç karışıklık deneyecekler" dedi.

FETÖ cuntasının arkasında ABD olduğunu yineleyen Perinçek "Yaşananları üst düzey asker arkadaşlarımla değerlendirdim. Herkes ittifakla 'Böyle bir darbe ABD'den işaret alınmadan kesinlikle yapılmaz' diyor. Gülen de ABD'den izin almıştır. FETÖ subayları zaten 'Gladyo' dediğimiz örgüt. Doğrudan ABD'ye bağlılar" diye konuştu.

'DARBE OLACAK' DEMİŞLERDİ

ABD kamuoyunda aylardır 'Türkiye'de darbe olacak' diye açık açık konuşulduğuna dikkati çeken Perinçek, şunları söyledi: "Şimdi bunu sorduğunuzda 'Biz tahmin yaptık' derler. Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı John Kerry'in tutumu ortada. Türkiye darbeyi bastırmış, onlar 'Yapacağımız bir şey var mı' diye soruyor. Darbe girişimi sırasında soracaktınız, ama sustunuz. Şimdi de 'Taraflar birbirleriyle anlaşsın' diyorlar. Ne demek bu ? Darbeciye 'taraf' diyor. Amaç ne; darbeciler duruma hakim olsun, kazandıkları mevzilerde kalsın. İşte ABD bundan fazla destekleyemez darbeyi. Fakat başlangıçta konuştular görüştüler. ABD ile Akıncılar Üssü'nde görüşmeler yapıldı. Darbeyi böyle planladılar. "

TÜRKİYE PROJELERİ ÇÖKTÜ

Yeni planın Türkiye'de terör ile iç karışıklık çıkartmak olduğu görüşünü dile getiren Doğu Perinçek, şu ifadeleri kullandı: "ABD artık DAEŞ'i ve PKK'yı canlı bombalarla Türkiye'ye sürecek. Amaç Türkiye'ye Suriye'nin kuzeyinde Kürt koridoru konusunda sussun. Buna müdahale etmesin. Darbe girişimi de bu nedenle oldu. Ama şimdi ABD'nin 60 yıllık FETÖ'sü bitti. Şimdi Türkiye'de terör ortamı yaratıp, Türkiye'yi hareket hale getiremez istiyorlar. ABD'nin bütün planları darbenin başarılı olmasına dönüktü. Başarısızlık ihtimalini pek düşünmedikleri ortada, çok ağır bir darbe yediler. Çöküşlerinin de ilk işaretini Türkiye'de verdiler."

ERDOĞAN YAPTI DEMEK ZARAR VERİR

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik 'Sahte darbe' iddialarını sert bir dille eleştiren Doğu Perinçek, "Bu işi 'Erdoğan tezgâhladı' diyenlerle mücadele ediyoruz. Bu ifadeleri ABD, PKK ve FETÖ kullanıyor. Erdoğan ile cepheler açmaya sebep olacak ifadeler artık bırakılmalı. Türkiye'nin birliğe ihtiyacı var. Millet ve devlet birliği bozulur TSK'nın itibarına zarar verilirse, bu darbe gediğinden yola çıkıp Türkiye'ye zarar vermek isteyecekler" dedi
Kaynak: Gerçek Gündem

ABD'den AKP'ye cevap: YPG'ye ilişmeyin onlar bizim için savaşan cesur Kürtler
19 Şub 2016



AKP hükümetinin Ankara'da 28 kişinin hayatını kaybettiği saldırının YPG bağlantılı olduğunu iddia etmesi bile ABD'nin bu örgüte yönelik tutumunu değiştirmedi. ABD Dışişleri Sözcüsü Kirby,"YPG'ye desteğe devam" mesajı verirken YPG'lileri 'cesur Kürt savaşçılar' diye nitelendirdi.

El Cezire'nin haberine göre; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby günlük basın toplantısında, Ankara’daki saldırıyla ilgili soruları cevapladı. Bu cevaplardan, Türkiye'nin saldırıyı gerçekleştiren Salih Neccar'ın YPG bağlantılı olduğunu gösteren açıklamalarının Amerika'yı tatmin etmediği anlaşılıyor.

Kirby, ABD'nin PYD'ye bakış açısını da "Türkiye IŞİD’e karşı önemli bir müttefiktir. Bu, bir ülkeyi Suriye sınırının öbür tarafındaki cesur Kürt savaşçılarla eşit tutmak değildir" sözleri ile ifade etti.

ABD Dışişleri Sözcüsü , "Türkiye’nin sorumluluklarına olan saygımızla birlikte [Anlara'daki saldırıda] sorumlunun kim olduğunu onaylayacak ya da reddedecek bir pozisyonda değiliz. Bu bizim için halen ucu açık bir soru. Anladığım kadarıyla devam eden bir soruşturma var” diye konuştu.

Kirby, “Saldırıyı herhangi bir tarafa isnat edebilecek bir pozisyonum yok” diye konuştu.

"Cesur Kürt savaşçılar"

Kirby, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Suriye içerisinde IŞİD’e karşı savaşan en güçlü grup da Kürt savaşçılar ve bunlara IŞİD’e karşı yaptıkları operasyonlarda hava desteği sağlanmıştı. Bu tür koalisyon destekleri IŞİD’le mücadele devam ettikçe sürecek."

"ABD’nin Türkiye ile PYD'yi eşit gördüğü" yönündeki görüşlere de değinen Kirby, “Türkiye bir devlettir ve NATO müttefikidir. Biz bunu bu şekilde görüyoruz. Türkiye IŞİD’e karşı önemli bir müttefiktir. Bu, bir ülkeyi Suriye sınırının öbür tarafındaki cesur Kürt savaşçılarla eşit tutmak değildir” diye konuştu.

"Türkiye'nin hakkı var"
Kirby, olayın çok açık şeklide terör saldırısı olduğunu ve masum kişilerin hayatlarını hedef aldığına dikkat çekerek, “Türkiye'nin, dünyanın herhangi bir yerindeki terör saldırıları tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkeler gibi bu saldırılara karşı halkını korumayı denemek için her şeyi yapma hakkı vardır” değerlendirmesini yaptı.
“(Türkiye’nin kendini koruma hakkı var) sözleriniz bağlamında sorumlu gördükleri kişilerin peşinden gitme hakları var mı?” sorusuna Kirby, “Şu anda sınır ötesi gerilimden dolayı yaşanan sorunlardan önce de biz YPG’nin itidal göstermesini istedik. Türkiye’ye de sınır ötesinden top atışlarını durdurmasını istedik" cevabını verdi.

Kirby, "Türkiye ve ABD arasında YPG dolayısıyla yaşanan tartışma, Türkiye’nin koalisyonu bırakmasına yol açabilir mi” sorusu üzerine ise şunları söyledi:
"Bunun cevabını Ankara verebilir. Biz elbetteki bunu görmek istemeyiz."
.
"Biz failleri tespit edemedik"

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Ben Rhodes, ABD’nin henüz Ankara saldırısının faillerini tespit edemediğini ancak YPG’ye Türkiye’yi hedef almaması yönünde baskı yaptıklarını söylemişti.
Perşembe günü aralarında ABD Büyükelçisi John Bass'in de olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin büyükelçileri Türk Dışişleri Bakanlığı'na davet edilmiş, saldırıyla ilgili bilgi ve belgeler kendileriyle paylaşılmıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu saldırıyı PKK'nın Suriye kolu PYD'nin silahlı kanadı YPG mensubu Salih Necar'ın, PKK mensuplarıyla birlikte yaptığının "kesin bir şekilde ortaya çıktığını" açıklamıştı. Saldırıyla ilgili şu ana kadar 14 kişi gözaltına alındı ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Bu 14 ile kalmayacak, gerisi de gelecektir" dedi.

Ankara'daki saldırısından sonra Ahmet Davutoğlu, YPG'yi terörist olarak görmeyen ABD'ye yönelik sert mesajlar vermişti.

ABD'nin PYD/YPG politikasında ise bir değişiklik yok. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Maride Harf, Ekim 2014’te PYD’yi terör örgütü olarak görmediklerini açıklamıştı.

Washington yönetimi Eylül 2015’te, PYD’nin silahlı kanadı YPG’yi de terör örgütü olarak görmediğini ilân etmişti. Bu açıklamayı da ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby yapmıştı.
Kirby’ye ülkesinin bu tavrı geçtiğimiz hafta tekrar sorulduğunda da, "PYD'yi terör örgütü olarak görmüyoruz" görüşünü değiştirmediklerini tekrarlamıştı.

Haber 93

'Türkiye için Birinci tehdit ABD'dir!'



Aşağıdaki Yazı yaklaşık 10 yıl önce yazılmıştır. Emekli Amiral İlker Güven'in ABD kongresi'nin yüz yıl önce hazırladığı Türkiye’yi Hıristiyan eyaletlere ayırmak projesi ile ilgili makalesi çerçevesinde, Kürtlerin bu proje için taşeron olarak kullanıldıkları ve proje tamamlandığında Kürtlerin de Anadolu'da yerlerinin olmayacağı tezini işlemektedir. Buna göre Türkiye (Hem Türkler, hem Kürtler) için 'Birinci tehdit'in ABD olması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. ABD kongresi'nin yüz yıl önceki bu planı güncellenerek BOP adı altında 'Nil'den Fırat'a Büyük İsrail' projesine dönüştürülmüş vw taşeron olarak yine Batıcı Kürtçüler seçilmiştir. İlgi ve dikkatle okuyacağınızı umuyoruz.
(EF)

Birinci tehdit ABD'dir!
Arslan BULUT
yenicaggazetesi.com.tr
28/09/2007

Emekli Amiral İlker Güven’in makalesinden ABD Kongresi’nin 100 yıl önceki Türkiye’yi Hıristiyan eyaletlere ayırmak projesinden bahsetmiştik. Dikkatli okurlarımız, bu eyaletlerin isimlerini Paflagonya projesi ile ilgili incelemelerimizden hatırlayacaktır.

2001 yılında İtalyanların “Veneto’dan Batı Karadeniz Bölgesi’ne” sloganlı bisiklet gezisinin arkasından, küreselleşmenin “yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak” projesi çıkmıştı. Bu proje, Tayyip Erdoğan’a CFR tarafından AKP kurulurken gönderilen memorandumda ortaya konulmuştu.

“Köklere Dönüş Projesi” dosyası ile birlikte Bartın’da dağıtılan haritaya göre şehir devletlerinden oluşacak federe devletlerin adları şöyleydi: Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya.
Görüldüğü gibi haritada Kürtlerin adı bile geçmiyor! Demek ki Kürtleri, işte bu harita için kullanmak istiyorlar!

* * *

Meselenin bir diğer önemli tarafı, Kongre’nin Türkiye’yi parçalama projesine bahane olarak kullandığı gerekçelerdir:

* “1891 yılında Maraş’ta bulunan Hıristiyan okulunun yıkılması ile devam eden Hıristiyan mülklerine verilen zararlar.
* Maraş ve bölgede bulunan Hıristiyan-Ermenilerin can ve mal güvenliğinin bulunmadığı
iddiaları.
* Hıristiyanların ülkede can güvenliğinin bulunmaması, ülkedeki mallarına sahip çıkamamaları, ülkeye giriş ve çıkışta sorun yaşamaları.
* Ermenilerin özellikle Rusya’ya yakın olan bölgede politik, dini, kültürel ve her konuda özgür ve özerk yaşama istekleri.
* Amerikan vatandaşlarının Osmanlı İmparatorluğunda insanlık dışı davranışlara muhatap oldukları iddiaları.
* Amerikan okulları ve bu okullardaki Amerikan (Hıristiyan) vatandaşlarının güvenlik ihtiyaçları.
* Amerika’nın Hıristiyan birliğini toparlayabilecek güçte oluşu, bu güçle beraber Müslümanlığın yarattığı yıkımları sonlandırma isteği. Müslümanların dinlerinin öğrettiği çağdaş olmayan yönetim şeklinin değiştirilerek, insan haklarına saygının sağlanması..”
* * *
Güven diyor ki,

* “100 yıl önce ileri sürülen iddialara bakıldığında 11 Eylül New York İkiz Kuleler saldırısı sonrası ABD Başkanı Bush’un ağzından kaçırdığı Haçlı Seferleri stratejisi ile tam bir uyum içinde oldukları görülmektedir.
* Bush yönetimi, bugün terörist olarak ilan ettiği PKK terör örgütünü illegal yollardan besliyor, himaye ediyor ve siyasal olarak da destekliyor! PPK terörü de en başta ABD desteği sayesinde Türkiye’de masum insanların canlarını almaya devam ediyor.
* Yine Bush yönetimi, Kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyon yapmak isteyen Türk Silahlı Kuvvetlerinin karşısına dikiliyor ve hatta tehdit ediyor. Bir de yetmiyormuş gibi Türk askerlerinin başına çuval geçirip özür dahi dilemiyor.
* Yine Bush yönetimi, Kuzey Irak’ta üstlenen PKK terör örgütüne silah veriyor. Bu silahlar Türkiye’de yakalanan teröristlerin üzerinden çıkmasına rağmen yönetimin haberi yokmuş, nasıl intikal ettiğini bilmiyormuş gibi takiyeden de kaçınmıyor.”

Demek ki Türkiye için birinci tehdit ABD’dir!

“KÜÇÜK AMERİKA DÜZENİ”NİN KURULUŞ SÜRECİ -I-
Aydın KALKAN
19 Ocak 2016



CHP Ve DP’NİN Amerika İle İmzalanan “İKİLİ ANLAŞMALAR”I

Bugün Amerika Birleşik Devletleri ile imzalanan “İstimlak ve Müsadere Garantisi Anlaşması”nın TBMM’de onaylanmasının yıldönümü. Tarih 19 Ocak 1959…

Aslında Türkiye’nin Amerikan mandası altına girişi bu anlaşmadan önce gerçekleşen bir dizi “ikili anlaşma” ile başlar. “İkili anlaşma”nın eşit şartlar altında imzalandığı düşünülmesin. Zira, imzalanan anlaşmalar, Amerika menfaatleri lehine olup, adetâ mağlup bir devletin “teslim şartları”nın ortaya konulduğu izlenimini uyandıran tek taraflı anlaşmalardır.

İlk “ikili” anlaşma, 23 Şubat 1945 tarihinde “borç alma ve kiralamalar”la ilgili “karşılıklı yardım anlaşması” adıyla TBMM’de 4780 sayılı yasa ile resmileşti. Her ne kadar “karşılıklı yardım” şeklinde isimlendirilse de, “yardıma muhtaç” bırakılan Türkiye’nin kaynaklarını sömürüyü esas alan bir anlaşma olarak dikkat çekmektedir. Anlaşma, Amerika’nın isteklerinin Türkiye’yi idare edenler tarafından kabul edilmesiyle Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokmaktaydı. Tek taraflı menfaatin gözetildiği bu anlaşmanın II. maddesi şöyleydi: “TC hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ye teslim edecektir.” Böylelikle TC hükümeti, ABD’ye hizmet sunmakla görevli olacak ve bu görevin sınırı da belli olmayacaktı.

İktisadi sıkıntılar bahane edilerek ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 gün ve 4882 sayılı yasayla kabul edilen “kredi anlaşması”dır. Anlaşma yine tek taraflı olarak Amerikan menfaatleri doğrultusunda imzalanmış olup “dünyanın değişik yerlerinde ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye’ye borç verilmesi”ni esas alıyordu.

7 Mayıs 1946’da Türkiye’nin “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası” çerçevesinde Amerika’ya biriken borçlarını silen “Borçların Tasfiyesi” ile İlgili Anlaşma… 6 Aralık 1946 tarihli “Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma”… 12 Temmuz 1947 tarihli “Askeri Yardım Anlaşması” ve 27 Aralık 1949 tarihli bir diğer “Askeri Yardım Anlaşması”…

Demokrat Parti (Menderes hükümetleri) öncesinde CHP (İnönü Hükümeti) Türk Milleti adına Amerika’yla imzalanan anlaşmalar bunlar.

CHP sonrası istikrarlı bir şekilde Demokrat Parti tarafından devam ettirilen biricik politika “Amerika ile imzalanan anlaşmalar”ın kapsamının genişletilerek devamlılığının sağlanmasıdır.

2. Dünya Savaşı’nın Türkiye içerisinde doğurduğu iktisadi buhran sebebiyle CHP tarafından yapılan anlaşmalar, 1950 yılında Demokrat Parti’nin gelişiyle Türkiye’nin çok daha köklü bir boyunduruğa girmesine sebeb oluyordu.

Bu çerçevede 1954 yılında Bayar-Menderes Hükümeti tarafından Petrol Şirketleri Türkiye’ye davet edildikten hemen sonra, bu yağmacı uluslararası şirketlerin temsilcisi Max Bell‘in hazırladığı (yanlış okumadınız) yasa aynen Meclis’ten geçti ve yasalaştı. Yasanın 136. maddesi “anlaşma”nın bütün ruhunu ele verir nitelikteydi: Bu yasa yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez.

Ardından 23 Haziran 1954 yılında, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında “Vergi Muafiyetleri Anlaşması” imzalandı. Tek taraflı olarak Amerikalıların yararlandığı bu anlaşma, Türkiye’deki ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getiriyor ve ABD şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıyordu.

Bugün, Amerika ve bölgemizdeki işbirlikçilerinin yıldönümünü kutladıkları 1959 tarihli “İstimlâk ve Müsadere Garantisi Anlaşması”na ise Meclis görüşmeleri sırasında başını Demokrat Partisi’nin Erzurum Milletvekili Sabri Dilek’in çektiği bir avuç vatan evlâdı tarafından yeni bir “kapitülasyon” olduğu gerekçesiyle karşı çıkılıyordu.

ABD ile Türkiye arasında 12 Kasım 1956 tarihinde ise meşhur “Tarım Ürünleri Anlaşması” imzalanmış ve 24 Eylül 1963 gün ve 11513 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Bu anlaşmaya göre, ABD Türkiye’ye 46,3 milyon dolarlık (o zaman 1 doları, 10 lira) buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve, sığır eti, don yağı ve soya yağı satacaktı. Bu ürünler, azgelişmiş bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin temel ürünleriydi ve bunlar ABD gibi bir ülkenin eşit olmayan rekabetine terk ediliyordu ki, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bu hususta ve tek başına Büyük Doğu dergilerinde verdiği mücâdele, gerçek bir Tarım Politikası’nın prensiplerini ortaya koymuş olarak, halâ uygulayacak Tam Bağımsız bir İrade’yi beklemektedir.

Yapılan bu anlaşmalar, 27 Mayıs sonrasında da aynen sürdürülmüştür. Öyle ki, Meclis görüşmeleri sırasında “Petrol Yasası”na karşı muhalefet eden İnönü, 60 Darbesi’yle iktidara getirilişinin ardından bu yönde kendisini davet eden taleplere rağmen anlaşmalara dokunmamış, bilâkis koruyucusu olmuştur.

Ardından Başbakanlığa gelen Demirel, 31 Mayıs 1968 tarihinde yapılan ve 12978 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, “Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Kredi Anlaşması”na imza koymuş, böylece Türkiye’yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmalarının yolunu açmıştır…

*

Yukarıda tekrar geri dönmek üzere kısaca zikrettiğimiz Amerika ile yapılan sözde “ikili anlaşmalar” bir yana, Türkiye Cumhuriyeti adı altında yabancı ülkeler ile yapılan “ikili”, “uluslararası” her anlaşmanın bir tarafı daima Amerika olmuştur. Gerek İngiltere, gerek Yunanistan, gerek Avrupa Birliği, NATO, CENTO vb anlaşmaların bir tarafında “Türk Milleti’nin menfaatleri” pazarlık konusuyken, imza altına alınan her anlaşmanın diğer tarafında Amerikan yararı gözetilmiş, korunmuş ve hatta kabul edilerek Türk Milleti’ne dikte edilmiştir.

Böylece, Türkiye’nin Küçük Amerika Düzeni hâline getirilişinin hikâyesine devam edeceğiz…
Kaynak: Adımlar dergisi

Oliver Stone, ABD resmî tarihini sorguluyor: Tehdit altında değiliz. Tehdidin bizzat kendisiyiz."
22 Eyl 2015



'Ortadoğu'da kaosun nedeni ABD'

Middle East Eye haber ve analiz sitesine konuşan Stone, “Anlatılmayan tarihe çalışırken bir nokta beni çok etkiledi: Ortadoğu’daki müdahalelerimiz… Çok menfur bir müdahale” dedi.

El Cezire'nin Middle East Eye'den akktardığı habere göre; Üç Oscarlı Amerikan yönetmen Oliver Stone, 'ABD'nin Anlatılmayan Tarihi' adlı yeni dizisini anlattı. ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalelerini eleştiren Stone, "Sovyetler çökmüştü ve bölge tek bir süper güce kalmıştı. Bir daha oradan çıkamadık. Kendi yarattığımız kaostan IŞİD'i suçluyoruz" dedi.

Üç Oscarlı Amerikan yönetmen Oliver Stone, yeni televizyon dizisinde ABD'nin eski başkanı John F. Kennedy'ye suikast, Vietnam Savaşı ve 11 Eylül saldırılarının anlatılmayan, gün yüzüne çıkmamış ayrıntılarına ışık tutmaya çalışıyor.

Ünlü yönetmen ‘ABD’nin anlatılmayan tarihi’ adlı dizi için yaptığı araştırmalarda kendisini en çok da ABD’nin Ortadoğu’daki istismarlarının şaşırttığını söyledi.

Stone, Washington’ın Ortadoğu’daki gelişmelerdeki parmağının izini takip ederken 1930’lu yıllara kadar gidiyor. Stone’a göre bu müdahale eski başkan George H. W. Bush’un döneminde zirveye çıkıyor.

Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesinin ardından Bush’un bölgeye yüz binlerce asker gönderdiğini anımsatan Stone, “Sovyetler çökmüştü ve bölge tek bir süper güce kalmıştı. Bir daha oradan çıkamadık. Bir kere girdik, sonsuza dek kaldık” diye konuştu.
Stone, “Tüm bölgeyi istikrarsızlaştırdık. Kaos yarattık ve sonra kendi yarattığımız kaos için IŞİD’i suçladık” dedi.

Stone, dizi ve kitabın araştırma ve yazım aşamasında Amerikan Üniversitesi öğretim görevlilerinden Peter Kuznick ile birlikte çalıştı. Kuznick, ABD'nin Japonya'ya düzenlediği, İkinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren nükleer saldırılar konusunda uzman bir isim.

'Bizim petrolümüzün onların çölünün altında ne işi var? '

Middle East Eye'a verdiği röportajda Kuznick, "Hepsinin sebebi petrol. 'Bizim petrolümüzün onların çölünün altında ne işi var?' diye bir tampon yazısı vardı, hatırlarsınız" dedi.

ABD'nin Suudi Arabistan ile olan ittifakının, 1953 yılında dönemin İran başbakanı Muhammed Musaddık'a karşı düzenlenen CIA destekli darbenin ve 1980'lerde Afganistan'da Sovyet karşıtı dinci militanlara arka çıkılmasının altında Washington'ın petrol açlığı yatıyor.

"Önce bu karışıklıkları yaratıyoruz, sonra da çözmek için büyük bir askeri planımız oluyor. Ve o askeri çözümler işe yaramıyor" diyor Kuznick.
Stone ve Kuznick'in bu görüşleri, Kahire, Moskova ya da Paris sokaklarındaki insanları şaşırtacak cinsten değil.

Fakat ABD için sıra dışı açıklamalar. Stone'un tabiriyle 'Amerikalılar bir balonun içinde yaşıyor' ve ABD'yi dünyada istikrarın direği ve iyilik adına çalışan bir güç şeklinde resmeden eğitim sisteminin, siyasetçilerin ve medyanın verdiği bilgilere inanıyor.

'Bir kozanın içinde yaşıyorsunuz'

Eski başkanlardan Ronald Reagan'ın Amerika'yı "bir tepenin üzerinde parlayan bir şehir" olarak tasvir etmesi, bu durumun en meşhur örneklerinden biri. "Amerikalı olmak çok rahatlatıcı bir şey" diyen Stone, sözlerine şöyle devam etti:

"Güvende ve maddi bir refah içinde olduğunuz ve Rusya'dan Çin'e, İran'dan Kuzey Kore'ye her yerde düşmanlarınız olduğu hissine kapılıyorsunuz. Bir kozanın içinde yaşıyorsunuz. İki okyanusa kıyısı olan büyük bir ülkeniz var, ama hep tehdit altındasınız."

Stone bunu gayet iyi anladığını, çünkü kendisinin de aynısını yaşadığını ifade ediyor. Cumhuriyetçi borsa simsarı Louis Stone'un oğlu olarak New York'ta büyüyen Stone, hep yaratıcı biri olmuş. Çocukken ailesini eğlendirmek için kısa oyunlar yazıyormuş. Ancak okuldaki öğretmenlerinin anlattığı o şişirme tarihi hiç sorgulamamış.

"Hikâyenin sadece Amerikan istisnacılığını vurgulayan, yani Amerika'yı dünyaya karşı fedakâr ve faydalı bir ülke olarak gösteren kısmını almıştım" diyor ünlü yönetmen.

1967 yılında orduya gönüllü yazılarak Vietnam'da görev yapan Stone, iki kez yaralandı ve kahramanlığından dolayı Bronz Yıldız nişanı, hizmetlerinden dolayı ise Mor Kalp nişanı aldı.

Stone o döneme ilişkin olarak şunları anlattı:

"Vietnam'dan döndüğümde şaşkındım. Orada olanlara dair tamamen kafam karışmıştı. "Fakat o laf kalabalığından, o militarist sözlerden ben de fazlasıyla nasibimi aldım."

Martin Scorsese gibi önemli isimlerden ders alma fırsatı bulduğu New York Üniversitesi'nde sinemacılık okurken tarihi sorgulamaya, "ilerici tarih" üzerine kitaplar okumaya başladı.

1980'lerde yaptığı siyasi eğilimli filmleri besleyen de bu fikirler oldu.
1986 yapımı Salvador, Orta Amerika'da 1980'lerdeki savaş ortamını konu alıyordu. Stone'un yönetmenlik kariyerinde dönüm noktası sayılan, başrolünde Charlie Sheen'in oynadığı Müfreze'de (1986) ise Vietnam'da görev yapmış genç bir askerin hikâyesi anlatılıyordu.

Stone, 1989 yapımı Doğum Günü 4 Temmuz filminde de Vietnam Savaşı'nı sorgulamaya devam etti. 1991 yapımı JFK ile eski Amerikan başkanı John F. Kennedy'ye düzenlenen suikaste ilişkin komplo teorilerini; Nixon (1995) ve W (2008) filmleriyle de sonraki yıllarda başkanlık koltuğuna oturan Richard Nixon ve George W. Bush'u konu aldı.
Stone, NSA muhbiri Edward Snowden hakkındaki filminin gösterim tarihinin 2016'ye ertelendiğini söyledi.

'Tehdidin bizzat kendisiyiz'

Stone ayrıca aralarında Kübalı devrimci lider Fidel Kastro, Ukrayna'nın devrik cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in de bulunduğu, Washington'a meydan okuyan birçok yabancı devlet adamıyla da röportaj yaptı.

On bölümlük bir belgesel dizisi ve 750 sayfalık bir kitaptan oluşan Amerika'nın Anlatılmayan Tarihi, Amerikalılara, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş'tan günümüze kadar olan Amerikan tarihine dair alternatif bir bakış açısı sunuyor.

Amerikalı öğrencileri yanlış yönlendirerek işlenen "eğitim suçuna" karşı koymak istediğini belirten Stone, şöyle diyor:

"Amerikan istisnacılığı müfredatımızından çıkarılmalı. Tehdit altında değiliz. Tehdidin bizzat kendisiyiz."

Belgesel Hakkında Bilgi:

NTV ABD'nin Gizli Tarihi Bölüm 1

Dünyaca ünlü yönetmen Oliver Stone bu kez objektifini ABD’nin gizli kalmış dosyalarına çeviriyor. Tarih eğitimi alan ünlü yönetmen, ABD tarihine yoğunlaşarak tamamladığı eğitimini hiç sorulmayan soruları sorarak pekiştiriyor.

"Hayatımızın çoğunu sis perdesi içinde yaşarız. Basın bize sürekli birşeyler anlatır. O şeyler günümüzü kapsayarak asıl önemli konuları irdelememizi engeller." diyerek manipülatif tarihe olan tepkisini belirten Oliver Stone bu sis perdesini aralamakta ısrarcı. Ünlü yönetmen, Napolyon’un söylediği “Tarih üzerinde uzlaşılmış bir yalanlar silsiledir…” lafını alıp daha da öteye götürüyor.

Napolyon’a katılmak istemediğini belirten Stone, tarihin bir amacı, bir sistemi olduğuna inandığını belirtiyor ve Amerika’nın tarihini şimdiye kadar hiç anlatılmadığı bir şekilde anlatıyor. Ve de samimi bir şekilde ekliyor: "Bir çok sorunun cevabını bulamayabilirsiniz… Ama sizi daha bilinçli yapmaya yönelik bazı soruları bulacağınızı umuyorum..."

1. Bölüm: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI

Oliver Stone’un yönettiği ve İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan Amerikan İmparatorluğu’na yeni bir bakış sunan on bölümün ilki Roosevelt ve Stalin’e odaklanıyor. Amerikalı Henry Wallace gibi ismi duyulmadık kahramanları ve Sovyetler’in nasıl şeytanlaştırıldığını keşfediyoruz.

Dizinin 1 bölümünü Türkçe olarak bu linkten izleyebilirsiniz: http://hitalbumindir.blogcu.com/abd-nin-gizli-tarihi-1-bolum-indir-hdrip-turkce-dublaj/13483288
Haber 93

Deprem değil; Vahşi kapitalizm
Peren Birsaygılı

İspanyol Katolik rahip Bartolome de Las Casas, 1508 senesinde Haiti’ye vardığında ada üzerinde sadece 60 bin insanın yaşadığını gördü. Ve bu gördüğünün 1494-1508 seneleri arasında “beyaz adam” tarafından vahşice katledilen 3 milyon insandan geri kalan olduğunu öğrendiğinde büyük bir sarsıntı yaşadı.

Bartolome de Las Casas vicdan sahibi bir insandı. Seyahat ettiği yerlerde yüzüne tokat gibi çarpan bu gerçekleri kaleme aldı. Ve ada yerlilerin huzur içinde yaşarken uğradıkları vahşeti tüm çıplaklığıyla aktardı. Ona göre “beyaz adam” doymak bilmeyen bir canavarı andırıyordu. Ne kadar alırsa alsın, daha fazlasına sahip olmak istiyordu. Haiti yerlilerinin verecek bir canı kalmıştı. Beyaz adam onu da istemişti. Ve almıştı…

Bartolome de Las Casas’ın Haiti yerlileri ve Kızılderili katliamı üzerine kaleme aldıkları gelecek nesiller üzerinde de büyük etki uyandırdı. Ve yazdıkları, dünyanın farklı coğrafyalarındaki pek çok insan tarafından okundu.

Sömürgeciliğin Kanlı Tarihi: Haiti



Haiti de, Bartolome de Las Casas’ın adaya ayak basmasından bu yana, beyaz adamın daima iştahını kabartan toprakların başında geliyordu.

Üstelik bugün olduğu gibi, o zamanlar da Rahip de Las Casas gibi düşünmeyen pek çokları vardı. Zira Haiti’deki sömürünün henüz ilk yıllarında, Juan Gines de Sepulveda adında İspanyol bir ilahiyatçı ortaya çıktı. Ve meslektaşının aksine yaşanan tüm bu vahşeti “kitabına” uydurma konusunda üstün gayret gösterdi. Ona göre “beyaz adam” dört nedenden dolayı haklıydı. Bunlardan ilki, Haiti yerlilerinin tahakküm altına alınmaya muhtaç vahşiler oluşuydu. İkincisi, sözde ilahi hukuka ve adalete karşı geldikleri için dışarıdan müdahaleyi hak ediyorlardı. Üçüncüsü, puta tapanlar tarafından kurban edilen insanlar kurtarılmalıydı. Dördüncüsü ise, toprakların gasp edilmesi yoluyla tanrının kelâmı burada hakim kılınmalıydı.

Ve Haiti’nin acılarla dolu tarihi, Juan Gines de Sepulveda ve onun gibilerin sözlerinin lanetinden adeta yakasını kurtaramadı bir türlü…

Köle gemileri vardı…

Ve Haiti yerlileri köle gemilerine doldurulup satılıyordu. Bu gemilerde yaşananlar tam bir insanlık dramıydı… Gemilerdeki cellatların kullandığı sivri demirli çizmeler, türlü türlü işkence aletleri, zavallıların bedenlerini yarmak için yapılmış kalın demir çubuklar ve onları birbirine zincirlemek için gemiye yüklenmiş tonlarca zincir…

1.5 milyon yerlinin Atlantis okyanusuna gömüldüğü anlatan Bartolome de Las Casas, korkunç bir gerçekten daha söz ediyordu. Bu da; Kan kokusunu alan köpekbalıklarının bu gemilerin peşini hiç bırakmıyor oluşuydu. İçgüdüsel olarak yemek bulmaya şartlanmış köpekbalıkları sürekli gemileri takip ediyorlardı.

Latin Amerika’nın ilk bağımsız ülkesi

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, son kitabı Aynalar’da Haiti halkının özgürlük mücadelesine büyük yer ayırıyor.



İnsanların, özellikle de Latin Amerikan halkının mustarip olduğunu “unutkanlık”la savaşmak için yazdığını söyleyen Galeano’nun bu son kitabı da, diğer kitaplarında olduğu gibi, yine vurucu bir üslupla kaleme alınmış eşsiz bir muhalif tarih kitabı…

Galeano, kitapta önce Haiti’nin sömürülüş öyküsünü, ardından ise Haiti halkının gösterdiği büyük özgürlük mücadelesini anlatıyor.

Ve pek çoğumuz tarafından unutulmuş, hatta bir çoğumuzun haberdar dahi olmadığını önemli bir gerçeğin altını çiziyor.

Bu gerçek; Haiti’nin bulunduğu yarımkürenin ilk büyük sosyal devrimini gerçekleştiren ülke oluşu. Ancak Fransız sömürgesi altında köle haline getirilen 400 bin Afrikalının, şeker ve kahve ekimindeki 30 bin köle sahibine karşı ayaklanarak, Napolyon’un en yüksek rütbeli generalini büyük bir yenilgiye uğrattıkları gerçeği, tarihin tozlu sayfalarında kalmış, unutulmuş-unutturulmuş bir bilgi adeta.

Eduorda Galeona, köleleştirilmiş olan Haiti halkının kazandığı bu büyük zaferi ve ardından 1804 senesinde gelen bağımsızlığı, sömürge ordusuna indirilen esaslı bir şamar olarak tarif ediyor.

Ancak kan gölünün ortasında doğan bu yeni ulusa, dünyanın beyaz sahipleri tarafından her daim ödetilmekte olan bir bedel olduğunun da altını çizmeyi ihmal etmiyor; Aşağılanma…

Kapitalizmin Laneti ve Haiti




1804 senesinde kazanılan bağımsızlık, Amerika’nın 1915 senesinde düpedüz işgal etmesiyle son buldu. Haitili Vatanseverlerin lideri Charlemagne Péralte bir kapının üzerine çivilenerek çarmıha gerildi. Binlerce insan kıyımdan geçti. İşgalci Amerikan hükümeti adına açıklama yapan zamanın Dışişleri Bakanı Robert Lansing’in sözleri gerçekten de manidardı. Zira Lansing de tıpkı Juan Gines de Sepulveda gibi , “Haiti halkının vahşi yaşama yönelik doğuştan gelen eğiliminden ve Medeniyete yönelik fiziki yetersizliğinden dolayı kendi kendini yönetme kapasitesine sahip olmadığını” söylüyordu.

Ve 1934 senesine kadar bilfiil süren bu acımasız işgal büyük bir laneti de beraberinde getirdi.

Dün köle gemilerinde satılan, türlü işkencelere maruz bırakıldıktan sonra köpek balıklarına yem edilen insanlar, bugün kapitalizmin kölesi haline getirildi.

Adanın kaynaklarını kontrol etmek için yüzyıllardır süregelen paylaşım kavgası, Haiti’yi dünyanın en fakir ülkesi haline getirdi. Ve Amerika 1915 senesinde Haiti’yi işgal ettiğinden beri olumluya yönelik devam eden tüm uğraşlar, Amerikan hükümetleri ve onun müttefiklerince engellenerek, ada halkı mutlak bir sefalete maruz bırakıldı.

Haiti, son yıllarda artık rafine hale gelmiş bir işgal ve sömürü ile mücadele ediyor. IMF anlaşmaları yüzünden, yoksulluk inanılmaz oranlarda artmış bulunmakta. Özellikle çok uluslu şirketler için adeta bir ucuz emek cenneti olan Haiti’de asgari ücret 40 dolar ve bu Latin Amerika’nın en düşük asgari ücreti…

Deprem ve 230 bin ölü: Bu manzara kimin eseri?

Haiti, 12 Ocak günü büyük bir depremle sarsıldı.

Ve ortaya çıkan manzara içler acısıydı.

Binlerce derme çatma ev bir gecede yok oldu.

Yerle bir olmuş evler, üst üste yığılmış cesetlerden yapılmış barikatlar ve 7000 insanın biranda gömüldüğü toplu mezarlar…

Yoksulluk, açlık ve sefalet, depremle birlikte tüm gözlerin üzerine çevrildiği Haiti’nin kara yazgısı olarak tekrar kazındı hafızalarımıza…

Peki bu manzara kimin eseriydi?

Haiti’nin büyük depreme neden olabilecek fay hatları üzerinde olduğu biliniyorken, neden adada depreme dair alınmış en ufak bir önlem yoktu?

Oysa Haiti’de bu zamana kadar ciddi depremler olmuştu ve her 50-60 senede bir ciddi depremler olmak ihtimalinin yüksek olduğu bilimsel olarak defalarca kanıtlanmıştı.

Peki, bugün depremin ardından timsah gözyaşı döken sömürgeci ülkeler ve depremi fırsat bilerek adayı tekrar işgal eden Amerika, olası bir felaketi önlemek için en ufak bir önlem almışlar mıydı?

Elbette hayır!

Zira insan hayatının en ufak bir önemi dahi yoktu.

Ve ortaya çıkan bu korkunç manzara bir gerçeği daha gözler önüne seriyordu…

Deprem falan değil; Öldüren, vuran, katleden, yerle bir eden sadece vahşi kapitalizmdi…
haber10

TGB üyeleri, ABD'nin İncirlik Terör Üssü'ne girip işgalci ABD askerlerini kovaladı
16 Nisan 2016

Haberdar'ın haberine göre; ABD'nin İncirlik Terör Üssü'ne giren ve Amerikan askerini kovalayan Türkiye Gençlik Birliği (TGB) İl Başkanı Yalçın Semir Akarsu ile Cenk Kızılırmak gözaltına alındı.

ABD askerlerinin başına çuval geçirmeleriyle tanınan Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri, İncirlik Üssü'nde eylem yaptı.

Adana TGB İl Başkanı Yalçın Semir Akarsu ABD askerinin başına yanında getirdiği çuvalı geçirmeye çalıştı. Çuvalı askerin başına geçiremeyen Akarsu ile ABD askeri arasında arbede yaşandı.

ABD'nin İncirlik Terör Üssü'ne giren TGB Adana üyeleri gözaltına alındı.

ABD'nin İncirlik Terör Üssü'ne giren TGB Adana İl Başkanı Yalçın Semir Akarsu üniformalı ABD askerine şu sözleri söyledi:

‘‘2003 yılında askerimizin başına çuval geçirdiniz. Bunun ve ülkemizdeki terör olaylarının sorumlusu sizsiniz. Bombalar patlıyor her gün, şehit haberlerimiz geliyor. Bunun sorumlusu sizsiniz. Siz üssünüzden dışarı çıkamıyorsunuz ancak biz sizin çıkamadığınız hapishanenize kadar giriyoruz ve bu çuvalı başınıza geçiriyoruz.‘’
Haber 93

Trump, Suriyeli Kürtlere ağır silah verilmesi kararını onayladı
09/05/2017



Diken'in haberine göre; ABD Başkanı Donald Trump’ın, Suriye’deki Kürtlere ağır silah verilmesini öngören kararı onayladığı belirtildi.

ABD’li yetkililer, ağır silahların YPG’lilere Rakka operasyonuna destek amacıyla verileceğini belirtirken, silah temininin ne zaman gerçekleşeceğiyle ilgili takvimi açıklamadı.

Pentagon: Rakka’yı alacak tek güç DSG

Açıklamada kullanılan “ABD ve koalisyon güçlerinden destek alan DSG, yakın gelecekte Rakka’yı başarıyla alacak yegane güçtür” ifadeleri dikkat çekti.

Karar Erdoğan’la görüşmeden önce geldi

Trump’ın onayı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmesinden günler önce geldi.

Kararın Orgeneral Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın ABD’de temaslarda bulunduğu sırada gelmesi ise dikkat çekti.
Haber93

İNGİLİZCİLİK & AMERİKANCILIK
Şamil İĞDE
9 Ekim 2015



Birbirini takip ederek gelen ve hâlihazırda AKP’nin üç dönem iktidarı ile süren, batıyla “Katolik nikahlı” (Hükümet yetkililerinin kendi ağızlarıyla ifâde edilmiştir) muhafazakâr-demokrat-sağcı iktidarlar zincirinin, siyasi başarı(!) noktası olarak Barzanicilik; dolay


En son Ekim tarafından Pts Nis 12, 2010 10:34 am tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 15, 2010 11:26 pm    Mesaj konusu: 28 Şubat'ın ABD adına en önemli ayağı Morton Abramowitz'di Alıntıyla Cevap Gönder



"28 Şubat'ın ABD adına en önemli ayağı Morton Abramowitz'di"
15 Mart 2010
Hürriyet, Sabah ve diğer gazetelerde MİT adına habercilik yapanları, Eski Sabah Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, isim isim saydı..

- İSTİHBARAT kurumları, ajan gazetecilere şu adamı yıpratın der ve onlar da suçlayıcı haberleri ve yazılarıyla yıpratırlar. Biz Sabah’ta ajan olarak bir tek Ünal İnanç’ı bilirdik.

- HÜRRİYET Grubu’nda ise Fatih Altaylı’nın ve Tuncay Özkan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkileri biliniyordu. Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür onların ismini açıkladı.

- FATİH Altaylı ile Tuncay Özkan, Mesut Yılmaz’ın önünde bir tartışma yapmışlar.

- “MİT’TE kim maaşlı, kim gönüllü çalıştı” diye atışmışlar. Güya biri paralı, biri gönüllüymüş.

- ASKERLERİN mesajları bize, Sabah’ın Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge üzerinden geliyordu.

- HÜRRİYET devlet gazetesidir. Onların askerlerle ilişkisi çok farklıydı. Onlar askerle iç içe gibidir.

- DOĞAN ve Sabah Grubu ayda bir buluşurdu. Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Aydın Doğan, Mehmet Ali Yalçındağ, Dinç Bilgin, Kenan Sönmez Beyti’nin üst katında biraraya gelirdi.

- ERBAKAN, Türkiye’nin Başbakanı olarak gittiği Libya’da, Kaddafi’den fırça yemişti. Sonra Abramowitz Sabah’a gelip ‘Türk askerlerini tanıyamıyorum. Sünepe olmuşlar’ gibi laflar etti.

- 28 Şubat’ın organizasyonunda, Amerikan devleti adına en önemli ayak Morton Abramowitz’di.

- ŞERİAT tehlikesi yaşandığına inanıyorduk. Ahmet Vardar, Salih Memecan, Can Ataklı karşıydı.

- EN önemli işim, yazarları tek tek sansürlemekti. Hükümet yanlısı, asker karşıtı ise silerdim.

- ÇİLLER’E Erbakan’la koalisyon kurdu diye çok öfkelendik. Kendimizi ihanete uğramış hissettik.

Ergun Babahan: ‘Kartel, Beyti’de buluşuyordu’

“Hürriyet’le Sabah arasında kartel ilişkisi kuruldu. Ertuğrul, Zafer, Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Yalçındağ, Sönmez Beyti’de akşam yemeğinde her şeyi konuşuyorlardı.”

“28 Şubat’ı ABD organize etti. Amerikan devleti adına en önemli ayak eski Ankara Büyükelçisi Abramowitz’ti. Sabah’a çok gelip gitti. Dinç Bey’le birkaç kez konuştu.”

“Zafer Mutlu toplantıda, manşeti “De-de rahatsız” yapalım dedi. Çekinip vazgeçti. O anda Fatih aradı. “De-de manşeti atmışsınız. Asker aradı. Yapmayın” dedi.”

* * *

NEDEN: ERGUN BABAHAN

Türkiye’de medyanın günahı çoktur. Darbecilerle, muhtıracılarla, andıççılarla işbirliği yapmış, çok insanın da canını yakmıştır. Genellikle de kendi günahlarının üstünü örtüp gerçekleri saklamıştır. Dinç Bilgin son zamanlardaki açıklamaları ve itiraflarıyla bu örtüyü önemli ölçüde kaldırdı. Medyanın kendisiyle yüzleşmesinin ve hesaplaşmasının yolunu açma konusunda ciddi bir katkıda bulundu. Bugün de 28 Şubat döneminin yakın tanıklarından gazeteci yazar Ergun Babahan yaşadıklarını ve gözlemlerini anlattı. Medyanın generallerle ve siyasilerle ilişkilerini, medyada çalışanların yaptıklarını, nerelerden rant kazandıklarını, haberleri nasıl yayınladıklarını okuduğunuzda bir kere daha “aman Allahım” diyeceksiniz. Medyanın önde gelen isimlerinden olan Ergun Babahan, hukuk fakültesini bitirdikten sonra bir süre avukatlık yaptı ve gazetecilikte karar kıldı. İzmir’de Yeni Asır’da başlayan gazetecilik hayatı, Sabah gazetesinde devam etti ve 1999 yılına kadar İstanbul’da Sabah’ta dokuz yıl yazıişleri müdürlüğü ve genel yayın müdürü yardımcılığı yaptı. 1999-2001 yılları arasında Yeni Binyıl gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Ergun Babahan, 2002’de Sabah’ın genel yayın yönetmeni oldu. Halen Star gazetesinde köşe yazarlığı yapan Babahan, Kanal 24’te de hafta içi her sabah gündemi tartışıyor.

* * *

NEŞE DÜZEL: Siz 28 Şubat döneminde Sabah Gazetesi’nin yönetim kadrosundaydınız. O günlerde neler yaşandığını çok iyi biliyorsunuz. O günlerde gazete yönetimleriyle generaller arasındaki ilişki nasıldı?

ERGUN BABAHAN: Ben o dönemde yazıişleri müdürüydüm. Genel Yayın Müdürü Zafer Mutlu’dan sonra gazetede ben vardım. Askerlerin mesajları bize, Sabah’ın Ankara Temsilci Fatih Çekirge üzerinden geliyordu. Mesela Zafer Mutlu Alevidir ve Kürttür. Ankara bürodan sık sık, Zafer Mutlu’nun bu Alevi ve Kürt kimliğinin onun aleyhine kullanılabileceği mesajları gelirdi. Bu da Zafer Mutlu’yu çok tedirgin ederdi.

Kim gönderiyordu bu mesajları?

Herhalde asker gönderiyordu. Zaten Çiller hükümeti düşürülürken ve DYP dağıtılırken, hükümetten istifa etmeleri için kimi bakanlara Alevi kökenlerinden dolayı çok baskı yapıldı.

Gazete merkezlerine generallerden talimatlar Ankara üzerinden ne şekilde gelirdi?

Gazete merkezlerine generallerden talimatlar Ankara üzerinden ne şekilde gelirdi?

O sırada Sabah’ın Ankara temsilcisi olan Fatih Çekirge, “Şu paşayla konuştum” diye bizi telefonla arardı. Fatih’in bizimle yaptığı konuşmalardan anlardık askerlerin ne isteyip ne istemediklerini. Askerler hoşlanmadıkları bir şey yayınlandığında Fatih’i telefonla arıyorlardı. O da bize, “Çok rahatsız oldular, köpürdüler” diye haber veriyordu.

Diğer gazetelerde de aynı sistem mi işliyordu?

Bildiğim kadarıyla Ertuğrul Özkök, askerlerle yakın bir gazeteci. Zaten Hürriyet devlet gazetesidir. Dolayısıyla onların askerle ilişkisi bizimkinden çok farklıydı. Askerlerle iç içe gibidir onlar. Ama şu var. Biz o dönemde Tansu Çiller’e, Necmettin Erbakan’la koalisyon kurdu diye çok öfkelendik. Sabah Grubu olarak kendimizi ihanete uğramış olarak gördük.

Niye?

Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin Avrupa yanlısıydı ve askerin siyasete müdahale etmesine karşıydı. Tansu Çiller Sabah’ın siyasetçisiydi. Sabah Grubu, DYP Başkanı Tansu Çiller’i çok destekledi. Onun için çok kavga etti ve epey tiraj kaybetti. Ama Çiller’in bu desteğe rağmen gidip Necmettin Erbakan’la koalisyon için anlaşması ve RefahYol hükümetini kurması Dinç Bey’i şoke etti. O günü çok iyi hatırlıyorum.

O gün tam olarak ne yaşandı?

Fatih Çekirge Ankara’dan telefonla aradı. “Tansu Hanım, Erbakan’la hükümeti kuruyor” dedi. Ben, gene de çok emin olamadığım için “RefahYol’a doğru” diye bir manşet attım. Manşeti görünce Dinç Bey’in yüzü asıldı. “Oğlum olmayacak şeylere amin diyorsunuz. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Aydın Bey’le (Aydın Doğan) ben varız. Böyle bir koalisyon mümkün değil. Biz buna karşıyız” dedi. Dinç Bey, Çiller’in medyayı karşısına alamayacağını, medyaya rağmen RefahYol hükümetini kuramayacağını düşünüyordu.

Niye bu kadar emindi?

Çünkü o dönemde siyasiler çok zayıftılar. O akşam Zafer Mutlu Londra’dan aradı. “Tansu Hanım beni aradı, koalisyon protokolünü imzalamış. ‘Erbakan başbakan’ diye manşet yapalım” dedi. İki sene Erbakan, iki sene Çiller başbakan olacak diye protokol imzalamışlar. Nitekim Sabah’ın Çiller’le ve hükümetle ilişkileri ondan sonra gerilmeye başladı. Hatta Hyaatt Oteli’nde bir Sabah yöneticisi için verilen davette, Dinç Bey, Çiller için, “Hata yaptı, bedelini öder” dedi.

Sabah Grubu’nun askerlerle yakın ilişkisi o günden sonra mı başladı?

Türkiye’de gazetelerin Ankara bürolarının askerle ilişkisi zaten hep vardı. Çünkü asker, politik hayatın bir gerçeğiydi. O sıralar, Genelkurmay’a davet edilmek, bir asker, general tanımak çok önemliydi. Hürriyet Grubu ise zaten o dönemde Çiller’le kanlı bıçaklıydı. İşte o sırada Doğan Grubu’yla Sabah Grubu arasında kartel ilişkisi kuruldu.

Kartel ilişkisi ne demek?

Fiyatı beraber belirleyeceklerdi. Birbirlerinden adam almayacaklardı.

O dönemde medyaya bu iki grup hâkimdi. Birinden ayrılan sonsuza kadar işsiz kalıyordu, gazeteciliği bırakmak zorunda kalıyordu. Köle ticareti gibi bir durum değil miydi bu?

Tabii.

Gazetecilere karşı yapılan bu anlaşmanın bir benzeri siyasetçilere karşı da yapıldı mı o dönemde peki?

Tabii... Doğan ve Sabah Grubu ayda bir Beyti lokantasının üst katında toplanırdı. Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Aydın Doğan, Mehmet Ali Yalçındağ, Dinç Bilgin, Kenan Sönmez akşam yemeğinde buluşuyorlardı ve o yemekte her şeyi konuşuyorlardı. Hürriyet hep askerciydi de... Sabah Grubu öyle değildi. Sabah, 28 Şubat döneminde değişti. Bir de o zaman Amerika’nın eski Ankara büyükelçisi Abramovitz Sabah’a çok gelip gitti. Dinç Bey’le konuştu.

Anlamadım...

Erbakan, Türkiye’nin Başbakanı olarak gittiği Libya’da, Kaddafi’den çadırda fırça yemişti. Bu fırçadan sonra Abramowitz geldi mesela. “Türkiye gibi bir devlet nasıl böyle bir aşağılanmaya katlanabiliyor? Bu Türk askerlerini tanıyamıyorum. Sünepe olmuşlar,” falan gibi... laflar etti. Zaten 28 Şubat’ın organizasyonunda, Amerikan devleti adına en önemli ayak oydu.

28 Şubat’ı ABD mi organize etti sizce?

28 Şubat’ı ABD mi organize etti sizce?

Tabii... Yanılmıyorsam... Abramowitz, bu iş için devreye girmeden önce, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerden bütün Türkiye ve bölge uzmanları ortak bir toplantı yapıyorlar. Darbe değil ama, darbe benzeri bir müdahale üzerinde anlaşıyorlar. Yol haritası o şekilde çiziliyor. Abramowitz o sırada emekli büyükelçiydi. Türkiye’yi çok iyi bilen ve herkesi tanıyan biri olarak Türkiye’ye gelip gidiyordu. O zamanlar, Zafer Mutlu’yla yaptığı görüşmelerde, ikisi arasındaki tercümeleri ben yapıyordum. Abramowitz, Dinç Bey’le de bir, iki kez görüştü.

Abramowitz ne istiyordu medyadan?

28 Şubat’ın altyapısını hazırlıyordu herhalde. RefahYol hükümetinin Türkiye’ye zarar verdiğini düşünüyordu. Sanıyorum Erbakan’ın bölge politikasından İsrail çok rahatsız olmuştu. O sırada Erbakan’ın kabinesinde Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener bakandılar ama Erbakan’a karşı kimsenin sesi çıkamıyordu.

Peki, Refah kapatıldı yerine AKP kuruldu ve ilk seçimde Abdullah Gül başbakan oldu. ABD, Gül’ün başbakanlığına karşı çıkmadı, öyle değil mi?

Bilmiyoruz. Bakın şimdi Ergenekon soruşturmasıyla, 2002 -2003 darbe planları ortaya çıkıyor. Demek ki AK Parti hükümetine karşı bir darbe için altyapı hazırlıkları yapılmış. Belki Genelkurmay karargâhının bu planlarla doğrudan bir ilgisi vardı ve sonra yaşanan gelişmelerle tablo değişti. Çünkü şu bir gerçek. 1960 ihtilalinden sonra, alt kadrolar yanlış yapmasınlar diye orduda öyle müthiş bir istihbarat ağı kuruldu ki, Genelkurmay karargâhının ve Genelkurmay başkanının bilgisi olmadan orduda hiç bir darbe hazırlığı yapılamaz.

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz, bu aybaşında gene ortaya çıktı ve Türkiye’nin İran’la ve Rusya’yla artan ilişkileriyle ilgili yeni uyarılarda bulundu. İsrail’le gerginliğin ABD’deki muhafazakâr kesimleri kızdırdığını, Başbakan Erdoğan’ın Gazze’de yaşananlara ‘soykırım’ demesinin Türkiye’nin Batı’daki duruşuna zarar verdiğini, Türkiye ile ABD ilişkilerinin önümüzdeki birkaç yılda zorluklar yaşayacağını söyledi. Abramowitz, Türkiye’deki kutuplaşmanın daha derinleşeceğine de dikkat çekti. Koalisyon hükümeti olasılığını bile dile getirdi. Abramowitz’i yakından izlemiş biri olarak, onun bu yeni açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Obama, Ermenistan sınırının açılmamasına çok bozuldu. Abramowitz, Amerikan yönetiminin AK Parti hükümetinden rahatsızlığını ortaya koyuyor. Amerika’yla ilişkilerde sıkıntılı bir dönem başlıyor. İsrail lobisinin görüşlerini dile getiren ama neocon olmayan biridir Abramowitz. Amerikan politikasında önemlidir. Eğer yaşı ilerlemiş olmasaydı, bugün Obama yönetiminde yer alırdı. Abramowitz, Türkiye konusunda söyledikleri kabul gören biridir. Ben olsam, onun sözlerini ciddiye alırım.

Gazeteci-asker ilişkilerine dönersek... Generallerden gazetelere talimatlar gelir miydi?

Gazeteci-asker ilişkilerine dönersek... Generallerden gazetelere talimatlar gelir miydi?

Ankara büroya gelirdi.

Neler yazılmasını isterlerdi?

Sincan olayını çok önemserlerdi. “Dört yıldızlı uyarı”, “Komutanlar rahatsız” gibi manşetler atılmasını isterlerdi. Bu manşeti hangi generalin attığını bilemiyorum. Belki o manşeti general atmazdı da, bizim Ankara büro manşet bulamayınca bunu oturup yazardı... Ama şu var. Bu herhalde bizim de işimize geliyordu. Dediğim gibi o sırada hem Çiller’e büyük bir öfke vardı. Hem de Erbakan’a, “Türkiye’yi Suudi Arabistan yapacak” diye bir güvensizlik vardı. Bizim de o sırada, solculuktan gelen ateist damarımızla, dinle ilgili her şeye şüpheyle bakan laikçi damarımız birleşmişti. RefahYol koalisyonunun, hayat tarzımızı değiştireceğini düşünüyorduk ve askeri doğal müttefikimiz olarak görüyorduk.

Psikolojik harbin ürünü olduğu apaçık olan o Fadime manşetlerine gerçekten inanıyor muydunuz?

Şeriat tehlikesi yaşandığına yüzde yüz inanıyorduk. Bizler aktif laiklerdik. Sadece rahmetli Ahmet Vardar ve Salih Memecan bu yayın politikasına ve askerle işbirliğine çok kesin karşı çıkıyorlardı. Can Ataklı, Çiller’e yakındı, o da benimsemiyordu. Mehmet Barlas da yayın politikasına karşı çıkıyordu. Geri kalan herkes RefahYol hükümetinin gitmesini istiyordu.

Darbeyle gitsin, öyle mi?

Biz o dönemde, askerle müttefik olmaktan rahatsız değildik. Türkiye’yi belaya sürükleyen bir hükümete karşı düzen kavgası veriyorduk biz. 28 Şubat’ı darbe olarak görmemiştik.

Bugün baktığınızda ne görüyorsunuz peki?

Korkunç tabii.

Askerler, nelerin yazılmasına kızarlardı?

Askerler, kendilerini eleştiren, hükümeti öven yazıların yayımlanmasını istemiyorlardı. Ben 28 Şubat sürecinin sonuna doğru depresyona girdim zaten. Benim o dönemde gazetede en önemli işim, oturup bütün köşe yazılarını okumak ve yazarları tek tek sansürlemekti. 28 Şubat’taki baskılar, bizlerde öyle tuhaf bir duygu ve ruh hali yaratmıştı ki... En ufak bir cümle bile hükümet yanlısı, asker karşıtı gelebiliyordu bize. Ben o bölümleri yazılardan siliyordum.

Yazarları çok sansürlediniz mi o günlerde?

Çook... Bir korku atmosferi yaratılmıştı. Düşünün, 28 Şubat’ın generali Erol Özkasnak, Mehmet Altan için “Onu süngüye oturtup Güneydoğu’da dolaştırırım” demişti. Faşizmin ne olduğunu, o döneme baktığımda şimdi daha iyi anlıyorum. İnsanın bayağı ruhunu ele geçiriyor faşizm. Bir gün Zafer Mutlu yazıişleri toplantısına geldi, Manşeti, “De-de rahatsız” yapalım dedi.

De-de mi?

Derin devlet yani... Sonra, “Bu manşet, bela çıkarır başımıza” dedi ve de-de başlığından vazgeçtik. Beş dakika sonra Fatih Çekirge Ankara’dan telefonla aradı. “De-de manşeti atıyormuşsunuz. Beni aradılar. Yapmayın” dedi. Haber anında askere gitmiş.

Ajan gazetecilerin sayısı basında çok mu fazladır?

Ajan gazetecilerin sayısı basında çok mu fazladır?

Çok fazladır. Meşhur bir Hayri Birler olayı vardır. Hürriyet’in Ankara bürosunda ikinci adam olarak çalışırken, esas işi açığa çıkıyor ve Hürriyet’ten ayrılıyor ve gerçek işine geri dönüyor. MİT’in Diyarbakır bölge müdürü oluyor.

Bu ajan gazeteciler ne yaparlar?

Karakter suikastı yaparlar. İstihbarat kurumları, onlara şu adamı yıpratın der ve onlar da yıpratırlar. Suçlayıcı ve çarpıtma haberleri ve yazılarıyla yıpratırlar. Biz, Sabah Grubu’nda ajan gazeteci var mıydı, varsa bunlar kimlerdi, bilmiyorduk. Bir tek Ünal İnanç’ı biliyorduk. O da Ankara büroda alt kademede biriydi. Ama Hürriyet Grubu’nda Fatih Altaylı’nın, Tuncay Özkan’ın MİT’le ilişkileri biliniyordu. Biz de öyle bilinen gazeteci yoktu.

Onlar nasıl biliniyordu peki?

Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür, onları açıkladı. Zaten geçen gün bir gazeteci arkadaşımız anlattı. 28 Şubat’tan sonra gazeteciler Mesut Yılmaz’la yemekteler. Fatih Altaylı’yla Tuncay Özkan, Yılmaz’ın önünde, “MİT’te kim maaşlı, kim gönüllü çalışıyordu” tartışması bile yapmışlar birbirleriyle. Yani kendileri anlatıyorlar bunu. Güya biri paralı çalışıyormuş, biri de gönüllü. Kendi aralarında bu konuda atışıyorlar. “Sen MİT’ten para alıyorsun, yok ben almıyorum, sen alıyorsun” diye kendi aralarında tartışmışlar.

Şaka değil, değil mi bu?

Hayır, şaka değil.

O dönemde Sabah’ın sahibi olan Dinç Bilgin de, gazetelerde Ankara bürolarının çok önemli rolleri olduğunu söyledi. O dönemde diğer gazetelerin Ankara bürolarının askerle ilişkisi nasıldı?

Hepsinin askerle ilişkisi iyiydi. 2002 yılında ben Akşam Gazetesi’nin temsilcisi olarak Ankara’ya gittim. Kimi temsilcilerin generallerle samimiyetini görünce çok şaşırdım. Doğrusu o kadar içli dışlı olduklarını bilmiyordum. Bazıları generallerle tenis de oynuyordu. Öyle ilişkiler vardı yani...

Askerler yazarlara kızarlar mıydı?

Kızarlardı tabii. Yanılmıyorsam... Hüseyin Kıvrıkoğlu, Dinç Bey’i Genelkurmay’a çağırdı. O sırada Çetin Altan ve Mehmet Altan Sabah’ta, Ahmet Altan da Yeni Yüzyıl’da yazıyordu. Genelkurmay Başkanı, onları Dinç Bey’e şikâyet etmiş. Yani kibarca, gazeteden çıkarın bunları demek istemiş. Dinç Bey, “Çetin Altan bir edebiyat ustasıdır. Ahmet Altan şöyle iyi yazardır, Mehmet Altan da profesördür” demiş.

Sonuç ne olmuş?

Dinç Bey zaten hiç dilini tutmazdı. Onlara, “Askerler siyasete karışmamalı” gibi konuşmalar yapardı. Kıvrıkoğlu’yla o konuşmadan sonra Dinç Bey, “Onları ikna ettim” diyerek Ankara’dan döndü. Bence Dinç Bey’in hapse girmesinde o konuşmanın bile payı vardır. Doğan Grubu’nda eski bürokratlar, milletvekilleri, bakanlar hep bir köşede tutulur. Sabah’ta hiç öyle şey olmadı.

Güneş Taner, eski bakan olarak Sabah’ın yönetimine girmedi mi bir dönem?

Sabah’ın yönetim kuruluna girdi. Bankanın alımında destek oldu diye, o da bir teşekkürdü herhalde...
Kaynak: Taraf gazetesi

İNGİLİZCİLİK & AMERİKANCILIK
Şamil İĞDE
9 Ekim 2015



Birbirini takip ederek gelen ve hâlihazırda AKP’nin üç dönem iktidarı ile süren, batıyla “Katolik nikahlı” (Hükümet yetkililerinin kendi ağızlarıyla ifâde edilmiştir) muhafazakâr-demokrat-sağcı iktidarlar zincirinin, siyasi başarı(!) noktası olarak Barzanicilik; dolayısıyle Amerikancılıkta karar kıldığını, bu “karar kılmanın” anlamının da “batı karşısında teslimiyet” olduğunu, daha önce çeşitli vesilelerle, siyasi eleştiriler hâlinde öne sürmüştük.

İddiamızın ve eleştirimizin hâlen arkasındayız.

Bu bir yana…

AKP iktidarı ile kemâle ermiş olan bu “muhafazakar-demokrat-sağcı” iktidarlar zincirinin tarihine, başka bir perspektiften baktığımızda, Batı’ya teslim olmuş vaziyette Barzanicilikte karar kılmalarının ve Batı’ya teslim olmalarının yanında, bu başarı(!) noktasına ulaştıran politikaları güderlerken, Türk Milleti’ni ikiyüzlü politik ve dini söylemlerle tavlamaya çalıştıklarını da görürüz.

1950’lerden (belki de daha eski) bu yana, Mustafa Kemal’in ve kadrosunun İngilizci olduğunu, Osmanlı Devleti’ni İngilizlerle el ele vererek yıktığını öne sürerlerken, bir yandan da yeniden cihan hâkimiyeti, Osmanlı Devleti ve Hilafet masallarıyla muhafazakâr-dindar-sağcı kitleleri tavlayan bu güruhun, birilerini İngilizcilikle suçlarlarken kendilerinin Amerika’nın partneri-müttefiki-dostu-stratejik ortağı olduklarının, tavladıkları kitle tarafından görülmemesi, Türk siyasi tarihi açısından çok trajik ve bilim insanlarının sebepleri-sonuçlarıyla incelemeleri gereken bir tablodur.

Daha kısa cümlelerle ifâde etmek gerekirse;

Velev ki Mustafa Kemal İngilizci ve eleştiriler doğru…

Tamam da sen nesin?!

Necisin?!

Mustafa Kemal’in kendi ağzından “İngilizlerle müttefikiz, stratejik ortağız” gibi bir cümle biz şimdiye kadar okumadık, görmedik, duymadık… Ama sizlerin ağzından her hafta Amerika ve Batılılarla müttefikliğinizi itiraf eden cümleleri çok duyduk ve halâ canlı canlı duyuyoruz.

Kendilerini dindar, muhafazakâr, sağcı olarak tanımlayan ama iş fikir ve aksiyon plânında görünmeye geldiğinde kolayına kaçıp, Amerika ve Batı’ya teslim olanların pazarında gönüllü çığırtkanlık yapan bir çok kişinin zoruna gidebilir, farkındayız…

Ama hakikat bu!

Bize dosdoğru olmayı emreden bir dinin mensubu olarak da, hakikati söyleyeceğiz.

Bu güruh ta, yeniden cihan hâkimiyeti vaad edip, Barzanicilik ve Batı’ya teslimiyetin yanında, ikiyüzlü söylemlerinin izahlarını yapacak. Çok şey istemiyoruz; sadece izah… Çok basit…

Sen nesin?

Necisin?

İngilizcilikle suçladığın kadro şurada dursun; sen neden Amerikancısın?!

Neden Amerika ile stratejik ortaksın?!

Neden NATO mensubusun?!

Neden batıcısın?!

Neden bu ülkede Amerikan askeri üslerine izin verdin?!

Buyrun cevaplayın…

“Ya, şimdi muhafazakâr kitleyi rahatsız eder bu sorular” falan…

Bizim “muhafazakâr kitle” diye temel bir meselemiz yok.

Biz hakikatin peşindeyiz!

Velev ki Enver Almancıydı…

Velev ki Mustafa Kemal İngilizciydi…

Peki sen, Ortadoğu’da 20 yılda katledilen 5 milyondan fazla Müslümanın katili olan Batı’yla neden ortaksın?! “Amerika ile ortağız, müttefikiz” derken yüzün hiç mi kızarmıyor? Neden kızarmıyor?

İngilizcilikle suçladığın adam, ölmek üzereyken bile Musul’u, Kerkük’ü, Hatay’ı yeniden fethetmek için uğraştığı hâlde, sen Bağdat 20 yıldır ortağın tarafından bombalanırken ne yaptın?

Musul ve Kerkük, kendin gibi Amerikancı Peşmerge sürüleri tarafından çiğnenirken ne hissettin?

İslâm Devleti’nee “türbe yıkıyor” diye feryat ediyorsun da, işgalci sürüleri daha önce Hz. Ali’nin türbesini uçururken neden gıkın çıkmadı?

Bırak bu işleri de söyle haydi Amerikancı.

Neyi, kaça, nasıl sattın?

Bizi kaça satacaksın?

Kaynak Adımlar dergisi

TSK: NATO Go Home
18 Mart 2010
Ceyhun BOZKURT’un Haberi

Türkiye, NATO ile yol ayrımına geldi.

Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni tehdit algısında önceliği NATO’ya verdi. TSK’da yapılan değerlendirmelerde NATO’nun Soğuk Savaş sürecinde oynadığı olumlu rolün globalleşme ve küreselleşme ile birlikte ortadan kalktığı tespiti yapıldı. Karargahta yapılan gayrı resmi değerlendirmelerde NATO ile yapılan anlaşmaların Türkiye’yi açmaz ve oldu bitti ile karşı karşıya bırakabileceği dile getirildi.

Üst düzey emekli bir komutan Avaztürk’e yaptığı açıklamada TSK içinde NATO’dan çıkılıp çıkılmaması konusunda ciddi tartışma ve değerlendirmelerin yapıldığını söyledi. Emekli komutan NATO’nun ikili ve gizli anlaşmalara dayanarak Türkiye’yi zora sokacak isteklerde bulunduğunu ifade etti. İran ve Rusya ile Türkiye’nin karşı karşıya getirilmek istendiğini ve her an özellikle Karadeniz’de bir oldu bitti ile karşılaşılabileceğine dikkat çekti:

“ABD zaten NATO üzerinden Karadeniz’de güç oluşturmak istiyor. Bunun içinde NATO üzerinden Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek isteyebilir. Bu konuda uyanık olmak lazım.

Türkiye ile Rusya arasında son yıllarda sıcak bir ilişki var. Bu ilişki askeri anlamda da gelişiyor. Ortak bir Karadeniz gücü var ve bu güçte Türkiye ile Rusya başat güç. Karadeniz’deki dengeler ise çok kritik. Romanya, Bulgaristan gibi ülkeler şimdi ABD’nin kontrolünde. Gürcistan ve Ukrayna’da siyasi durum bir öyle bir böyle. Sallantıdalar.

ABD ise Montrö’yü tartıştırmaya çalışıyor. Rusya-Gürcistan savaşında boğazlardan geçiş yapmak için her türlü baskıyı yaptılar. İki tane hastane gemisi geçirdiler. Hastane gemisi miydi, meçhul.

Tarihe bakın, bu toprakları yöneten bir güç isek, Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmalıyız. Ne zaman Rusya ile kavgalı hale gelsek, ülke olarak zayıflıyoruz. Mesela Rusya ile karşı karşıya gelmediğimiz dönemlerde Osmanlı güçlü bir devlet. Ama ne zamanki Kırım harbi vs. gibi savaşlarla Türkiye de Rusya da zayıfladı. İlişkiler düzeldiği anda da bu iki devlet yeniden güçlendi. Biz kesinlikle kendi çıkarlarımızı koruyarak Rusya ile ikili ilişkileri güçlendirmeliyiz.

Tabii ki NATO konusunda yaşanan bu gelişmeler TSK içinde de tartışılıyor, değerlendiriliyor. Ciddi rahatsızlıklar var. Şimdiye kadar yaşananlar hafızalarda ve arşivlerde duruyor. Bunları unutmak mümkün değil.

Bu konuda İran boyutunu da unutmamak gerekiyor. ABD özellikle açılım konusunda Türkiye’ye destek veriyor ki, bu desteğin karşılığı İran olabilir. ABD, İran için büyük bir hazırlık yapıyor. Bu hazırlık planlarında Türkiye’yi de kullanmak var. Mesela geçenlerde üst düzey bir Amerikalı 'Türkiye İran konusunda bize yeteri kadar yardım etmiyor' dedi. Bu bir mesajdır. Bunu iyi okumak lazım.”
Kaynak: avaztürk

20 Mart 2010 13:05
ABD'nin Türkiye Uyarısı
Amerika'dan küstah Türkiye uyarısı! Uyarıyı öyle bir yaptı ki, gören Türkiye'de her gün 100'lerce kişi öldüğünü sanır. İşte o uyarı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'yi ziyaret etmeyi düşünen ya da Türkiye'de bulunan vatandaşlarını olası terör ve şiddet eylemleri konusunda uyardı.

Bakanlığın internet sitesinde yer alan açıklamada, "ABD Dışişleri Bakanlığı, Amerikan vatandaşlarını Türkiye'deki artan güvenlik kaygıları konusunda uyarır ve onlara, Amerikan vatandaşları ve çıkarlarına karşı terör eylemleri ve şiddet tehdidini anımsatır" ifadesi kullanıldı.

Açıklamada, seyahat uyarısının 19 Mart 2010 ile 30 Nisan 2010 tarihleri arasında geçerli olduğu bildirildi.

"Türkiye'deki Amerikan vatandaşlarının, sürmekte olan 'Amerika Defol, Bu Vatan Bizim" kampanyası ve terör örgütü DHKP/C ile ilişkili yaklaşan yıl dönümleri nedeniyle özellikle ihtiyatlı olmaları gerektiği" belirtilen açıklamada, "Türkiye'deki Amerikan ve/veya Türk-Amerikan kültürel ve ticari kuruluşlarına karşı eylemlerin olasılık dahilinde olduğu" kaydedildi.

Açıklamada, "Amerikan vatandaşlarına üst düzeyde ihtiyatlı olmalarını ve güvenlik bilincini artıracak uygun adımlar atmalarını hatırlatırız" ifadesine yer verildi.

"Türkiye'deki ABD misyonunun 21 Marttaki Nevruz konusunda Amerikan vatandaşlarını uyardığı, bu tarihte Türkiye'de, geçmişte bazılarında şiddet olaylarının da meydana geldiği, protestolar düzenlendiği ve bunların tekrarlanabileceği" belirtildiği açıklamada, "ABD Dışişleri Bakanlığının Türkiye'ye seyahat eden ya da Türkiye'de oturan Amerikan vatandaşlarını olası gösterilere karşı alarmda olmaları ve kalabalıktan kaçınmaları çağrısı" yapıldı.

Açıklamada, "Barışçıl niyetler taşıyan gösterilerin çatışma ve şiddete dönüşebileceği, dolayısıyla Amerikan vatandaşlarından mümkün olduğu kadar gösteri alanlarından uzak durmaları" istendi.

"Amerikalıların sık uğradığı bilinen yerlerde özel bir dikkat gösterilmesi gerektiği" belirtilen açıklamada, Türkiye'deki Amerikan Büyükelçiliği ve konsolosluklarıyla ilgili irtibat bilgilerine yer verildi, yurt dışında yaşayan ve yurt dışına seyahat eden Amerikan vatandaşlarına yönelik tavsiyeler de sıralandı.
aktifhaber

TSK’nın ABD ile savaş günlüğü
21 Mart 2010
Ceyhun BOZKURT’un Analizi



“Türk Silahlı Kuvvetleri neden hedef” sorusuna birçok kesim yanıt arıyor.

Savunma ve Havacılık Dergisi’nin son sayısında yayımlanan ve Avaztürk’te de yansıttığımız bilgiler, bu soruya ışık tutacak nitelikte. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son yıllarda savunma sanayine yaptığı yatırımlar, ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN’da yapılan çalışmalar, Ar-Ge faaliyetleri, birçok ülkenin dikkatini çekmiş durumda. Türkiye’ye de silah satan ve bağımlılık ilişkisini artıran bu ülkeler, bu durumdan ciddi anlamda rahatsızlık duymuş durumda.

İşin politik yönü ele alındığında da Soğuk Savaş sonrasının çatışmaları en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Soğuk Savaş sonrası tek süper güç olarak gözünü Ortadoğu’ya diken ABD, burada bir devlet oluşumu için gerekli altyapı çalışmalarını hızlandırdı. Soğuk Savaş sonrasını en iyi analiz eden kurumların başında gelen Türk Silahlı Kuvvetleri de, bu çerçevede yeni bir yapılanmaya gitti. Bu çerçevede NATO ile yapılan gizli anlaşmalar çerçevesinde kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu/Özel Harp Dairesi’nin yapısı ve adı değiştirildi. Özel Kuvvetler Komutanlığı, özellikle Irak’ın kuzeyinden yönelen tehdide göre konumlandırıldı. İşte bu dönemden itibaren ABD ile TSK arasında adeta “adı konulmamış” bir savaş başladı. Bu savaşı kronolojik olarak ele alırsak, fotoğraf daha çarpıcı olarak karşımıza çıkıyor.

İşte TSK ile ABD arasındaki amansız mücadelenin kronolojik tarihinden satırbaşları:

- ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, 7 Kasım 1986’da Ankara’ya gelerek Türkiye’ye “Musul ve Kerkük’ü alın” dedi. Ancak planın içeriğinde, Türkiye kontrolünde bir Kürdistan vardı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, plana karşı tutumunu, Taft’ın görüşme istediğini kabul etmeyerek gösterdi. (Fikret Akfırat, Kukla Devlet, ABD Kürdistan’ı nasıl kurdu, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Haziran 2004, s. 17)

- 1991 yılında Körfez Savaşı sonrası, görünüşteki amacı Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri, Saddam “zulmünden” korumak, fiiliyatta ise adeta ABD kontrolünde ve İsrail’e nefes aldırmak amaçlı “Kürt” devletini kurma çalışmalarına en büyük darbeyi TSK vurdu.

- PKK, Irak’ın kuzeyinde Çekiç Güç birliklerin sağladığı lojistik, stratejik destekle güçlenerek eylemlerini artırdı. TSK, 1992 yılından itibaren yeni bir konseptle terör örgütüne karşı mücadeleye devam etti.

- Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa, terör örgütünü tecrit eden, bölge halkının yeniden güvenini sağlayan politikaların en önemli icracılarındandı. Bu politikalar sadece Türkiye içinde yapılmıyor, Irak’ın kuzeyindeki “Kürt” Devleti kurma faaliyetlerine de darbe indiriyordu. ABD bu politikalardan rahatsızdı. Çekiç Güç’e bağlı uçaklar, Bitlis Paşa’nın helikopterini taciz etti. Bu tacizin kısa bir süre sonrasında Bitlis Paşa’nın uçağı, bugün birçok kesimin “suikast” diye yorumladığı bir şekilde düştü/düşürüldü.

- 20 Mart 1995’te, 43 gün süren Çelik Harekâtı başlatıldı. Harekâta tam 35 bin Mehmetçik katıldı. Terör örgütü PKK, bilinen rakamlarla 568 kayıp vererek bulunduğu kampları terk ederken, harekâtın en önemli amaçlarından biri olan Kuzey Irak’taki devlet oluşumu büyük darbe yedi. Bu harekâttan sonra ABD’de “Türk komutanları hizadan çıktı” ve “Türk Ordusu Türkiye-ABD ilişkilerini bozuyor” şeklinde yorumlar yapıldı.

- Tam da bu dönemde Türkiye’de “Gazi Olayları” patlak verdi. Bu olayların perde arkasında, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine yapacağı operasyonu engellemek isteyen güçler olduğu yorumları güçlü bir şekilde dile getirildi. Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu da “Unutulanlar Dışında Birşey Yok” kitabında, olaylar yüzünden Çelik Harekatı’nın planlanan başlangıç tarihinin 10 Mart 1995 olduğunu açıklıyor. (s. 285)

- Eylül 1996’da Türk ordusu, yaptığı sınır ötesi operasyonda ABD’nin CIA aracılığıyla eğittiği Peşmerge gücüne büyük darbe indirdi. 3 bine yakın CIA eğitimli Peşmerge, Guam adasına kaçırılmak zorunda kalındı. ABD’de bu operasyon “ABD, Vietnam’dan sonra en büyük kaybı yaşadı” yönünde yorumlandı.

- 9 Aralık 1996 da Wirginia da yapılan ve Graham Fuller, Paul Henze ve CIA üst düzey yetkililerinin katıldığı bir konferansın, “Türkiye’nin Geleceği Konferansı Sonuç Raporu”nda öne çıkan unsurlardan biri, “Türk Ordusunun siyasal sistemin teminatı konumunu yitireceği” ‘iddiasıydı.

- ABD Kara Kuvvetleri'nin resmî yayın organı olan Parameters dergisinde, 2000 yılında yayımlanan ve ABD Hava Kuvvetleri personeli (Sonradan FBI ajanı olduğu da ortaya çıktı) Michael Robert Hickok tarafından yazılan “Yükselen Hegemon: Türk Stratejisi İle Askerî Modernizasyon Arasındaki Uçurum” adlı makalede, “Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk ordusu, ülke içindeki kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça, ne kısa vadede komşularına, ne de uzun vadede Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir” vurgusunu yaptı.

Irak’ın işgaline kadar olan dönemde çarpıcı başlıklar bunlardı. 2000’li yıllar ise Türkiye’de siyaseten çok önemli değişikliklerin yaşanmasına neden oldu. ABD’nin “hedef alındığı! 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından, ABD’nin önce Afganistan sonra da Irak’a yönelik hasmane politikaları, Türkiye’yi de çok derinden etkiledi. ABD baskısı nedeniyle, Irak harekatına karşı çıkan 57’inci Hükümetin başat partisi DSP parçalandı ve erken seçime gidildi. Daha bir sene önce kurulan AKP, yüzde 33 oyla tek başına hükümet kurma şansını yakaladı. ABD’nin önü açılmıştı. Ancak ABD’nin, çok istediği ve AKP yönetiminin kabul edilmesi için yoğun tazyikine rağmen 1 Mart Tezkeresi, Meclis’ten geçemedi. Bu retten sonra, 1990’lı yıllarda Irak’ın kuzeyine yerleşen TSK unsurlarına karşı ABD tutumu açık saldırıya dönüştü. Yine bu tarihten sonra kronolojik olarak şu çarpıcı gelişmeler yaşandı;

- Nisan 2003 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile yine o dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell arasında “2 sayfalık, 9 maddelik bir Gizli Anlaşma” yapıldı. Bu anlaşmanın, daha sonra ortaya çıkan maddelerinden bazıları şunlardı: “Türk ordusu bundan böyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtta bulunmayacak”, “Türk ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD’nin uygun gördüğü sayı ve kabiliyete indirilecek. Özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlandırılacak”. (Bu anlaşmayı Gül daha sonra reddetti. Ancak dönemin Vatan Gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu ile yaptığı ve 24 Mayıs 2003 tarihinde yayımlanan röportajında bu ifadeler yer alıyor.)

- Irak’ın işgali sonrası, 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Özel Kuvvetler irtibat bürosu, ABD ve Peşmerge güçlerince basıldı. Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. Olay, Kuzey Irak’taki yapıyı, Türk Özel Kuvvetleri tehdidinden kurtarma olarak yorumlandı.

- Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 14 Temmuz 2003'te Tayyip Erdoğan'a gönderdiği mektupta, "Türk Ordu mensuplarının sizin iradeniz dışında faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz" dedi. Rumsfeld, Türk Özel Kuvvetleri’ni, teamülleri çiğneyerek muhatabı Vecdi Gönül’e değil, Başbakan’a şikayet etti.

- PKK terör örgütü, lideri Öcalan’ın yakalanmasıyla ilan ettiği sözde ateşkesi, Haziran 2004’te kaldırdığını açıkladı ve terör saldırılarına yeniden başladı. (Hatırlatmakta fayda var. 21 Ocak 2002 günü PKK Başkanlık Konseyi'ni temsilen Mustafa Karasu, ABD Dışişleri'ne bir yazı gönderdi. Karasu, bu yazıda, PKK’nın, ABD’nin Ortadoğu’ya yapacağı harekata desteğini iletiyordu. Bu dönemlerde, ABD-PKK görüşmeleri de Türk basınına yansıdı.)

- Başbakan Erdoğan’ın “Eşbaşkanlığını yaptığını açıkladığı” Büyük Ortadoğu Projesi haritası ortaya çıktı. Emekli bir ABD subayı olan Ralph Peters’in hazırladığı ve Pentagon'un ” Armed Forces Journal “ isimli dergisinde yayınlanan haritada, Türkiye de dahil olmak üzere çok sayıda ülkenin sınırı değişiyor, başta “Özgür Kürdistan” olmak üzere çok sayıda ülke kuruluyordu. Aynı harita, 2007 Eylül ayında görevdeki bir ABD’li Albay tarafından Roma’da bulunan NATO’nun Savunma Koleji’ndeki bir toplantıda örnek coğrafya olarak sunuldu. Orada bulunan Türk subayları toplantıyı terk etti, Ankara’ya haber verdi. Genelkurmay Başkanlığı çok sert bir tepki gösterdi.

- PKK terörü hız kazandı. Paralel olarak da “Kürtlere siyasal haklar verilmesi” adı altında uluslar arası arenada Türkiye’ye yönelik baskılar arttı. DTP Meclis’e sokuldu ve PKK stratejik eylemler gerçekleştirdi. Dağlıca ve Aktütün baskınları ile birlikte Türk ordusuna yönelik asimetrik psikolojik savaş hızlandı. Özellikle Dağlıca saldırısının, ABD Özel Kuvvetleri tarafından planlandığı yönünde ciddi emareler bulunuyor.

- PKK’ya, ABD desteği, PKK itirafçılarınca açıklandı.

- Türk Ordusu, ABD’nin her türlü isteksizliğine karşı, sınır ötesi operasyon kararlılığını sürdürdü. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan 2007’de, basın mensuplarına verdiği brifingde, tehdidin kaynağının PKK veya Barzani değil arkasındaki güç olduğunu açıkça söyledi. Bu güç ABD’ydi.

Bu şekilde özetlenebilecek gelişmeler, ABD’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik hasmane tutumunu anlatmaya yeterli.

Günümüzde, Ergenekon soruşturması, Özel Kuvvetlerin kalbine girilmesi, Balyoz, Kafes soruşturmalarını da bu gelişmelerden ayrı tutmak da mümkün görünmüyor. Hükümete yakınlığıyla bilinen Bilderberg üyesi Fehmi Koru da, 28 Ocak 2008 akşamı konuk olarak katıldığı Kanal 7 televizyonunda ve 1 Şubat 2008 tarihli Yeni Şafak’ta yazdığı köşe yazısında, Ergenekon operasyonunun, 5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesinde kararlaştırıldığını vurgulamıştı.

Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın, operasyon çerçevesinde isminin gündeme gelmesinden sonra yaptığı “Birilerini rahatsız eden Çelik Harekâtı'nı ve Kardak Operasyonu'nu yapmıştık” açıklaması da manidar.
Kaynak: Avaztürk

Kırmızı halıdan kan damlarken
Serdar Akinan

“And Oscar goes to...” Her yıl bu cümle nasıl da aklımızı başımızdan alır değil mi? Oturup ekranların karşısına o ışıltılı dünyayı izleriz.
Hiç yabancı değilizdir o pırıltılara... Birbiri ardına o kırmızı halıdan süzüle süzüle geçen starlar, yıllardır bizi güldürür, düşündürür, heyecanlandırır, ağlatır, korkutur...
Severiz Hollywood’u... Hele bizim kuşak.
İsim isim retrospektif olarak ne yaptıklarına hakimizdir.
Hollywood bir yandan da bir savaş makinesidir. Propaganda savaşlarının, tarihteki en başarılı aygıtı şüphesiz Hollywood’dur.
Yıllar yıllar önce tek kanallı zamanlarda pazar sabahları kardeşimle o siyah-beyaz ekranın karşısına geçip western izledik. Kovboy olmak o kadar kahramanca bir şeydi ki aldığım en kıymetli hediye oyuncak bir kovboy tabancası olmuştu. Mahallede oynanan oyunlarda hiç Kızılderili olmak istemezdim.
Apaçilerin mazlum olduğunu çok sonra hayretle öğrendim. İnanamadım...Asıl sinsi onlar değilmiş.
Holywood’un gücünü o zaman anlamıştım.
Yıllar yılar sonra Avatar’ı izlerken çok mutlu oldum. James Cameron’un filme serpiştirdiği tüm o sembollerle Batı adına özür dilediğini düşündüm.
“Onun için kıymetli olanın üzerinde oturanı düşman gören bir kültürü” yermesi dahası finalde yenmesi şaşırtıcı gelmişti.
Üstüne üstlük yenilenin emperyalist bir devletten çok şirket olması küreselleşmeye de sağlam bir göndermeydi.
Bu epik masalın; hem kullandığı teknolojiden, hem fütürist bir sosyolojik okuma yapmasından, hem de hazır Obama da Nobel almışken (!) tam bir günah çıkarma enstrümanı olacağını düşünüyordum.
Yanılmışım.
Ödülü Çavuş James aldı...Ortadoğu’ya ilahi barışı getiren psikopat kovboylardan biri...
The Hurt Locker tam altı dalda Oscarları topladı.
Kimilerine göre hak etti.
Bir açıdan evet...
“Onlar bizim için varlar, biz de onlar için buradayız...” Yönetmen Bigelow’un bu sözleri salondaki herkesi bağladı ve tabii ki alkış koptu.
O anda aklıma filmden kareler geldi...
Yönetmen “yerel halk”ı uzun namlulu silahın dürbününden gösteriyordu.
Bunu o kadar ustaca yapıyordu ki... Bomba uzmanı Çavuş James (Jeremy Renner) patlayıcılarla uğraşırken çevre emniyeti alan arkadaşları cami mineralerinden veya camlardan bakan meraklı Iraklıları uzun namlulu silahlarının dürbünlerinden takip ediyordu. Sonraki karelerde uzaktaki Iraklı hep bir dürbündeki hedef algısı yaratacak bir çekim ve kurguyla sunuluyordu.
Yönetmenin, Irak’ta öldürülen on binlerce çocuğun kanını ise karnına patlayıcı doldurulan Iraklı çocuğu “havaya uçurmamayı tercih ederek” yıkamaya çalışması mide bulandırıcıydı.
Elbette, bu propaganda aygıtına zamanında kafa tutanlar da oldu.
Godfather filmindeki rolüyle Oscar kazanan Marlon Brando, “Kızılderili soykırımını protesto etmek için” ödülü almamıştı.
Buradan saygılarımızı sunalım babaya...
Hollywood’u da unutmayalım...
Önümüzdeki yıllarda da, kırmızı halı geçişinden başlayarak Oscar ödüllerini bir bağımlı gibi izleyeceğiz maalesef...
Ama şunu da göz ardı etmeden...
O halıdan kan damlıyor...
Apaçilerin, Iraklıların ve katledilen masum milyonların kanı...
http://www.aksam.com.tr/2010/03/19/yazar/16675/serdar_akinan/kirmizi_halidan_kan_damlarken.html

GDO rüşveti dağıtıldı savcılık ilgilenmedi!
24/03/2010
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, ABD Sermaye Piyasası Kurulu’nun GDO’lu ürünler konusunda Türkiye’de rüşvet dağıtıldığını belirlediğini, buna rağmen savcılığın ‘takipsizlik’ kararı verdiğini söyledi. Karara itiraz ettiklerini belirten Kılıçdaroğlu,
karar örneklerini dağıttı.
GDO’lu ürünler için rüşvet iddiası
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, ABD Sermaye Piyasası Kurulu’nun GDO’lu ürünler konusunda Türkiye’de rüşvet dağıtıldığını tespit ettiğini ileri sürerek, buna rağmen savcılığın “takipsizlik” kararı verdiğini söyledi. Kılıçdaroğlu, düzenlediği basın toplantısında, söz konusu şirketin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı memurlarına 43 bin dolar rüşvet dağıttığının saptadığını kaydetti. Olayın Türkiye’de gazetelere yansıması üzerine bir sivil toplum kuruluşunun suç duyurusunda bulunduğunu anlatan Kıçıldaroğlu, konuyu soruşturan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verdiğini bildirdi. Savcılığın kararına gerekli itirazın yapıldığını kaydeden
Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:
Türkiye açısından dramatik
“Gelinen aşama gerçekten de gerek Savcılık gerek Bakanlık açısından ve dolayısıyla Türkiye açısından son derece dramatiktir. Türkiye’de rüşvet dağıtacaksınız, rüşvet dağıttığınız Amerika’da saptanacak. Rüşvet dağıtanlar, Türkiye’de rüşvet dağıttıklarını kabul edip tüm cezaları itirazsız ödeyecekler, ancak Türkiye’de rüşvet dağıtıcılar ile rüşvet alanlar aklanacak... Bir üçüncü dünya ülkesinde bile bu tablo yaşanmaz.” Savcılık, Tarım ve Köyişleri ile Dışişleri bakanlıklarının tutumunu eleştiren Kılıçdaroğlu, rüşvet alanların sorgulanması ve mahkum olmasını, rüşvetin kader olarak algılanmamasını istediklerini kaydetti. Kılıçdaroğlu, “Niçin AKP yargıyı kuşatmak istiyor? Temelinde bu tür olayları sürekli kılmak, sıradan kılmak yatıyor” görüşünü dile getirdi. Büyükelçiliğin konuyu takip etmemesini de eleştiren Kılıçdaoğlu, “Dışişleri Bakanlığı kendi kabuğuna çekilip oturacak mı?” diye sordu. Kılıçdağroğlu, rüşvetin ortaklarının ABD’de de mutlaka yargılanmasını, doğrunun ortaya çıkmasını istediklerini belirtti. CHP’li Kılıçdaroğlu, ABD Sermaye Piyasası Kurulu ile Ankara Cumhuriyet Savcılığının karar örneklerini basın mensuplarına dağıttı.
Yeni Çağ

EMA Onursal Başkanı Karaca: Coca Cola Içen Katildir
02 Nisan 2010
Ana Haber
Muğla'nın Fethiye ilçesinde bir ilköğretim okulunu ziyaret eden TEMA Vakfı Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, Coca-Cola içenleri katil olarak nitelendirdi.

Muğla'nın Fethiye ilçesinde bir ilköğretim okulunu ziyaret eden TEMA Vakfı Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, Coca-Cola içenleri katil olarak nitelendirdi.

TEMA kurucusu Hayrettin Karaca, Fethiye'de özel bir ilköğretim okulunda öğrencilerle buluştu. TEMA Fethiye Şubesi Başkanı Okyay Tirli ile okula gelen Karaca, çocuklarla ders yaptı. Neşeli bir ortamda geçen ders sırasında Karaca zaman zaman zor anlar yaşadı. Öğrencilerin gürültü yapmasından rahatsız olan Karaca, çocuklara "Aranızda katil var mı?" diye sordu. Karaca, 'hayır' cevabını alınca kola içenlerin katil olduğunu ifade ederek, "Coca Cola içmiyorum, içenler de katildir. Çünkü her kola içtiğimizde Amerika'ya pay gidiyor. Onlar silah üretiyor ve Afganistan'da, Irak'ta çocukları öldürüyor. Yani Coca Cola içince siz de katilsiniz." dedi.

Konuşması boyunca Amerika aleyhine ağır eleştirilerde bulunan Karaca, öğrencilerden kola içmemeleri yönünde söz aldıktan sonra okuldan ayrıldı.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Nis 08, 2010 8:56 pm    Mesaj konusu: Komutanlar Üzerinden Büyük Oyun Alıntıyla Cevap Gönder



TSK, ABD'yi yalanladı: IŞİD'e ait aracı ABD vurdu
16 Ekim 2015



Sendika Org'un haberine göre:ABD, Türkiye'nin Suriye'de bulunan IŞİD militanlarına ait bir aracı vurduğunu açıkladı. TSK ise ABD'nin açıklamasını yalanladı aracın Türkiye tarafından değil ABD uçakları tarafından vurulduğunu duyurdu.

ABD ile Türkiye arasında bu kez de Suriye'de vurulan bir IŞİD noktası konusunda yeni bir tartışma başladı. Beyaz Saray, Türkiye'nin de katıldığı operasyonlarda Türk jetlerinin IŞİD aracının vurduğunu açıklarken, TSK ise bu iddiayı yalanladı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, Türk güçlerinin Suriye'de düzenlediği gece operasyonunda bir IŞİD aracını vurduğu belirtildi ancak ayrıntılara girilmedi.

TSK: BİZ DEĞİL ABD PREDATÖRÜ VURDU

Anadolu Ajansı'nın askeri kaynaklara dayandırdığı haberine göre, ABD açıklamasında vurgulanan IŞİD'e ait aracı Türk jetleri değil ABD'nin silahlı insansız hava aracı vurdu.
Haber 93

Bunlar ne ki! Daha ne bilgiler çıkacak ortaya
İbrahim Karagül

Bir karanlık tarih, bazı istihbarat bilgilerinin, gizli belgelerin açıklanmasıyla aydınlanabilir mi? Elbette hayır. Ama gerçeklere ulaşmak için bir kapı aralayabilir. Demokrasi ve özgürlük savaşı veren devletlerin, bu söylemlerin ardına gizlenerek insanlığa ettiği kötülükler hakkında kanaatimizi güçlendirebilir. İyi ve kötünün, doğru ve yanlışın bize öğretilenler gibi olmadığını gösterebilir. Resmi tarihe yazılanların dışında utanç verici bir gerçeğin varolduğunu üstelik bu gerçeğin, öğretilenlerden çok daha doğru olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir.

Wikileaks adlı bir internet şirketi, ABD ordusunun ve müttefiklerinin Afganistan'daki gizli savaş günlüğünden doksan binden fazla belgeyi deşifre etti. ABD ve Avrupa'nın büyük yayın organları, bu bilgileri eleyerek okuyucusuna ulaştırdı. 2004 ile 2009 arası askeri faaliyetleri kapsayan bilgiler, artık kanıksadığımız bir savaşın ürpertici yüzünü tekrar düşünmemizi sağladı.

İnsan avı yapan gizli birliklerin faaliyetlerini, otobüs bombalayan Fransız askerlerini, düğün vuran Polonya askerlerini, öldürülen kadın ve çocukların nasıl dünyadan gizlendiğini, Nevada Çölü'nden düğmeye basıp insansız hava araçlarıyla nasıl katliamlar yapıldığını, Taliban'ın elindeki füzeleri, bu tarih aralığında Afganistan'da yaşanan tüm çatışmaları, öldürülen sivilleri ve ölen askerleri ve savaşın gidişatıyla ilgili tüm bilgileri bu bölgelerde öğreniyoruz.

Hepsini mi? Elbette hayır. Aslında çok azını öğreniyoruz. Her altı ayda bir başlatılan ve fiyaskoyla sonuçlanan büyük nihai operasyonların aslında yalan ve imaj kurtarmaya yönelik olduğunu, savaşın asla kazanılamayacağını, terörle mücadele gerekçesinin sadece aptalları inandırmak için uydurulduğunu, savaş ne kadar ölümcül olsa da kimsenin Afganistan'dan çekilmek istemediğini çünkü ortada başka bir büyük hesabın bulunduğunu, on milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının nasıl paylaşıldığını, Obama döneminde Afganistan-Pakistan savaşının neden daha fazla şiddetlendiğini, Pakistan'ı da aynı kötü duruma çekmek içine tür planlar yapıldığını bu bölgelerden öğrenemiyoruz maalesef.

2004'ten öncesini de öğrenemiyoruz. İlk işkence merkezinin Afganistan'da kurulmasını, ardından dünyanın her yerinden insanların kaçırılıp Avrupa'dan Uzakdoğu'ya ve Afrika'ya kadar bir çok ülkede kurulan gizli esir kamplarına kapatılmasının Afganistan'la başladığını öğrenemiyoruz. CIA ile esir ticaretinin Afganistan'la başladığını, bu ticaretin içinde olan ülkeleri, yüzlerce uçak seferlerinin detaylarını öğrenemiyoruz.

Daha işgalin ilk günlerinde, Cenk Kalesi'nde yüzlerce esiri nasıl öldürdüklerini televizyon ekranlarında naklen izlemiştik. Bir zafer havasında izlemiştik. Kötü insanlar, dünyayı kana bulayan insanlar demokrasi ve özgürlük savaşçısı ABD ve İngiliz özel birlikleri tarafından imha ediliyordu. Bazılarımız seyrederken alkış tutmuştu. Ardından binlerce insan, esir Mezar-ı Şerif'teki hapishanelerden alınıp kurşuna dizildi ve çöllere gömüldü. Esirler boyunları kırılarak, üzerlerine asit dökülerek, çöle götürülüp toplu şekilde kurşuna dizilerek öldürülüyordu. Köpekler cesetleri parçalamasaydı haberimiz olmayacaktı. İnsanlığı kötülüklerden kurtarmak için yapılmıştı her şey.. Kimse bu cinayetlerin hesabını sormadı, soramadı.

Peki gerçek neydi? Gerçek, özellikle son on yıldır bir propaganda mekanizmasının gözlerimizi kör eden, zihinlerimizi rehin alan, vicdanlarımızı susturan yalanları mıydı? O gün başlatılan ve insanlığın en temel değerlerini ayaklar altına seren süreç hala devam ederken, neden bunları sorgulayacak mecalimiz kalmadı? Biz neyi kaybettik?

Türkiye dahil, hiçbir ülke Afganistan'daki işgale, savaşa meşruiyet sağlayacak hiçbir gerekçeye sahip değil. Her ne sebeple olursa olsun, Afgan halkının kalbini ne kadar kazanırsa kazansın, böylesine kirli, tarih önünde yargılanacak, utanç verici bir işgale katılmanın, birilerinin büyük hesaplarına katkıda bulunmaktan başka hiçbir anlamı olmayacak. Tarih bunu böyle yazacak. Gelecek nesiller bunu böyle sorgulayacak. Bu iki yüzlülüğü bırakalım artık. Hemen her gün yüz masum sivilin hayatını kaybettiği, ABD'deki üslerden düğmeye basıp insansız uçaklarla öldürmelerin devam ettiği, iyi ve kötünün sadece bu savaşı başlatanların çoğumuzun bilemediği özel hesaplarına göre şekillendiği bir savaş, Türkiye'nin hafızasına hiç de iyi anılar bırakmayacak.

Sızdırılan bilgiler sadece Bush dönemini kapsıyormuş, Obama döneminde planlar tamamen değişmiş. En son yalan da bu olmalı. Asıl Obama döneminde bu savaş şiddetlendi. Üstelik Pakistan'da iç savaş başlatıldı. Bush döneminde yapılan her şey aynen devam ediyor. Artık kanıksadığımız bu savaş ve işgali zihinlerimizde ve kalplerimizde bir yere oturtabilmek için böylesine istihbarat belgelerine ihtiyacımız olmamalı. Çünkü biz bunlardan çok daha fazlasını biliyoruz. Bu kirli dosya bir gün tüm ayrıntılarıyla ortaya serilecek...
Yeni Şafak

Komutanlar Üzerinden Büyük Oyun!
Adil YAVUZ
adilyavuzoglu@gmail.com

Şu İngilizlerin ve Amerikalıların bizim devlet adamlarıyla alıp veremediği nedir, çok merak ediyorum. İşlerini güçlerini bırakmış, Türkiye’yi yönetenlerin kimliklerini ve kişiliklerini kurcalıyorlar. Hadi araştırdılar ve fişlediler, hatta işlerine gelmeyenlerin önünü de bir şekilde kestiler…

Peki bir de açıktan açığa niye dillerine doluyorlar?

Amerikalı meşhur Türkiye Uzmanı Henri Barkey’den bahsediyorum. Bakın ne diyor:

“Ağustos ayında Genelkurmay Başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Işık Koşaner’in gelmesi öngörülüyor. Koşaner, çok farklı bir dünya görüşüne sahip bir kişilik. Küreselleşmenin Türkiye’nin düşmanı olduğunu ve büyük tehdidin ‘Amerikalılar ve Avrupalılar tarafından fonlanan sivil toplum örgütlerinden geleceğini’ savunuyor.”

Rahatsızlığını ifade etmekten çekinmeyen Barkey, genelkurmay başkanı atamasının, cumhurbaşkanı ve başbakanın onayıyla gerçekleştiğini hatırlatıp bir de akıl veriyor:

Amerikan düşünce kuruluşu Woodrow Wilson Center tarafından “Türk Ordusunun Rolü Üzerindeki Kriz” (The Crisis over the Role of the Turkish Military) toplantısıyla ilgili haberin tamamını okumak ve hangi MHP’li milletvekilinin de konuşmacı olarak katıldığını öğrenmek isteyenler Anadolu Ajansı’nın 4 Mart 2010 tarihli haberini okuyabilir.

Woodrow Wilson Center ismi kulağınıza tanıdık gelmiş olabilir. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Doğuş Grubu’nun sahibi Ferit Şahenk’e uluslararası dostluk ödülü vermişti.

Neyse, Barkey’i bu kadar endişelendiren nedir, diye ben de bir araştırma yaptım. Org. Koşaner, bugünkü KKK’lığı görevini Org. Başbuğ’dan devralırken ulus devletleri bekleyen tehlikelerle ilgili gerçekten köşeli açıklamalar yapmış:

“Etnik kimlikçilik, cemaatçilik, kültürel farklılık gibi alt kimlikleri ön plana çıkaran girişimlerle ulus devlet yapısı dağıtılmaya çalışılmaktadır. Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan post-modern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler. Ülkemizin yumuşak gücünü oluşturacak sivil kabiliyetler geliştirilemediği gibi aksine dış fonlarla yönlendirilen sivil toplum örgütü veya kuruluşu görünümlü unsurlar, bozucu ve yıkıcı özellikleri ile kendileri güvenlik sorunu olmaktadırlar.”

Yabancı uzman ve gazetecilerin Türkiye’yi didikleme merakı yeni değil. Org. Başbuğ atanmadan önce de, İngiliz The Sunday Times buram buram provokasyon kokan bir haber yapmıştı. Överken göklere çıkarmayı tercih eden gazetede Başbuğ’un İngiltere Kraliyet Akademisi mezunu olduğu vurgulanarak şöyle deniyordu:

“Müthiş bir askeri şahsiyet ve geçen yıl oyların yüzde 47’si ile seçilen ancak kendisini laik toplumun koruyucusu olarak gören ordu tarafından güvenilmeyen Erdoğan hükümetinin dar bir siyasi çizgide hareket etmesini sağlayacak ideolojik bir şahin. Bu nedenlerden Başbuğ’un, Erdoğan’ın terfi etmesini tercih edeceği general olmadığı kesin gibi. Görevi bırakacak Org. Yaşar Büyükanıt da bir şahindi ancak impulsif idi ve başbakan daha etkin bir manevra üstünlük sağlayabiliyordu.”

Yine bir İngiliz dergisi The Ekonomist ise Başbuğ’un istifasını isteyen Baykal’ı eleştirirken ‘teflon’ diyecek kadar ileri gidiyordu. The Ekonomist’in Türkiye temsilcisi Amberin Zaman ise Taraf gazetesindeki köşesinde, “Başbuğ Amerikan ekolünden ziyade İngiliz askerî eğitim sistemine hayranlık duyuyor. Sandhurst’te Birleşik Krallık subaylarına verilen askerî eğitimi yakından incelemiş” yorumunu okuyucularıyla paylaşmıştı…

İngiliz ve Amerikalı düşünce kuruluşları devlet adamlarımızı deyim yerindeyse paylaşamıyor. İngiltere’nin Chatham House isimli düşünce merkezi de, bu yıl “Yılın Devlet Adamı” ödülüne Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü layık gördü.

Uluslararası barış için verilen ödüllere diyeceğim yok. Allah devamını getirsin. Ancak aşırılığın iki ucunda gezinerek, hakarete varan karalamalar yahut överken bu derece yalakalıktan ne bekliyorlar anlamıyorum!

Acaba anti Amerikancılığın prim yaptığı bir dönemde, “bakın ben Amerika’ya rağmen genelkurmay başkanı oldum” diyecek gerekçe mi sunuyorlar? Yoksa komutanları, “o Amerika’nın, bu İngiltere’nin, şu falan ülkenin adamı vs...” dedikodularıyla birbirine düşürmek, astlarıyla veya sivil otoriteyle aralarını mı açmak istiyorlar?

Umarım komutanlarımız da, genelkurmay başkanı olmadan önce her Kara Kuvvetleri komutanı için hazırlanan ‘çamur at’ kampanyalarının farkındadır ve bunun arkasında dönen asıl büyük oyunu görüyorlardır.

Büyükanıt ve Başbuğ’un 1. Başkanlığı için hazırlanan haber ve fotoğraf servislerini hep birlikte seyrettik. Korkarım onlar hala bu operasyonların ‘irticacılar’ tarafından hazırlanmış bir komplo olduğunu sanıyorlar…
8 Nisan 2010
habertaraf

ABD Konya ve Kayseri’de… Dışişleri bilmiyor !..
Müyesser YILDIZ
muyesseryildiz@avazturk.com
16 Nisan 2010
Birkaç yazarımız gündeme getirdi. Bir de galiba CHP’li Onur Öymen’le, MHP’li Deniz Bölükbaşı tepki gösterdi. Sonra diğer birçok önemli konu gibi iki günde buruşturulup, çöpe atıldı. Mart ayında ABD Büyükelçiliği’nin internet sitesinden yapılan “tebligat” gibi bir duyurudan söz ediyorum.

ABD, konsolosluğu veya büyükelçiliği olmayan bazı Türk şehirleriyle daha fazla temas sağlamak üzere “Şehir Temsilciliği” programı oluşturmuş. Bu temsilciler, “Ankara’daki Büyükelçilik’le, o illerin siyaset, eğitim ve iş önderleri arasındaki ilk teması sağlamakla” görevliymiş.

Öncelikle “tebligat”taki, “Büyükelçilik olmayan bazı Türk şehirleri” ifadesine dikkat çekelim. Diplomatik kurallar değişmediğine ve sadece ülkelerin başkentlerinde büyükelçilik açıldığına göre, bu ne anlama geliyor?

Uygulamanın da “tebligat”tan önce, Aralık ayında başlatıldığını, Konya, İzmir ve Kayseri temsilcilerinin atandığını kaydedelim. Konya’da Daniel Keen, Kayseri’de Sarah Borenstein görevlendirildi.

Bu atamalara ulusal basınımız hak ettiği ilgiyi göstermedi, ama Konya Ereğli ve Kayseri Anadolu Haber gazeteleri, illerine gelen “temsilciyi” önemseyip, hemen röportaj yaptı. Konya Temsilcisi Keen’in, “program ve amaçları” hakkında anlattıklarından birkaç cümle aktaralım.

Klasik “bağları ve iletişimi güçlendirme, ücretsiz konserler gibi kültürel faaliyetler düzenleme” söyleminin ardından, “çözüm bekleyen sorunlarla ilgilenme, bölgede yaşayan Amerikan vatandaşlarıyla görüşme”den söz ediyor. Ancak birkaç paragraf sonra, “Konya’da kaç tane Amerikalı olduğu konusunda ellerinde bilgi bulunmadığını” açıklıyor. Altı çizilmesi gereken bir şey daha söylüyor; “Türkiye çok büyük bir ülke ve ABD’ye karşı tutum açısından bölgelere göre değişen farklılıklar söz konusu. Bu program aracılığıyla, insanların ülkem Amerika’yı nasıl gördüğüne dair daha iyi bir fikir edinebilmeyi umuyoruz” diyor.

Kayseri Temsilcisi Sarah Borensteins da “yıkama-yağlama” yapıyor. Ancak Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı konusunda Keen’le çelişkiye düşüyor, “O anketlerdeki soruların kimlere yöneltildiğini merak ettiğini, zira Türklerin tanıdığı en sıcak ve dost canlısı insanlar olduğunu” dile getiriyor.

Konya Temsilcisi Keen’i kısaca tanıtmam gerekiyor. Kendisi ABD Büyükelçiliği’nde Konsolos Yardımcısı, İspanyolca ve Türkçe biliyor. Buraya ilk görev yeri olan Hindistan’dan gelmiş. Yaklaşık 7 milyonluk nüfusuyla Hindistan’ın dördüncü büyük metropolü, 368 yıllık tarihi olan Chennai adlı bir şehirde konsolosmuş. Bu şehrin özelliği ise Tamil Nadu adındaki eyaletin başkenti olması!.. Bir “eyalet başkenti” konsolosluğundan, konsolos yardımcılığına, sonra da Konya temsilciliğine!.. Burada dikkat çeken bir tuhaflık, hatta bir mesaj yok mu?

Türkiye epeydir yol geçen hanına döndü… O yüzden şu ana kadar anlattıklarımda bir gariplik veya olağanüstülük bulunmadığının farkındayım.

Bunları anlatmadaki meramım başka. Yetkililerimizin “Şehir Temsilciliği tebligatı”na ilgisizliği karşısında, bir vatandaş olarak Dilekçe ve Bilgi Edinme Hakkından yararlanıp, Dışişleri Bakanlığı’mıza şu soruları sordum:

-ABD Büyükelçiliği’nin Konya’da başlattığı Şehir Temsilciliği uygulamasının diplomasi ve hukuki statüdeki yeri, uygulamada karşılığı nedir?

-Başka Büyükelçiliklerin ülkemizde buna benzer uygulaması var mı, var ise hangi şehirlerimizdedir?

-Türkiye’nin herhangi bir yabancı ülkede B.elçilik ve Konsolosluğu dışında Şehir Temsilcisi var mı?”

Evvela Bakanlığın Bilgi Edinme Merkezi’nin hakkını teslim edeyim. Sorularım bir-iki gün içinde ilgili genel müdürlüklere iletildi ve 15 gün gibi kısa sürede cevap geldi. Cevabın sonunda “saygılarımızla” deme nezaketini de göstermişler.

Sorularımın cevapları mı? Buyurun; okuyun, öğrenin:

“Konya’da böyle bir temsilcilik olduğuna dair bir bilgi bulunamamıştır.”

İlgi, bilgi ve engin yorumlarınıza saygılarımla arz ediyorum efendim!
avaztürk

İŞTE AHMET DAVUTOĞLU'NUN SİCİLİ
Mehmet Ali Güller

22.04.2010
70 yılda adım adım tasfiye edilen Atatürk’ün “bölge merkezli dış politikası”nın yerini artık tamamen “bölgede ABD arabulucusu” olma görevi aldı. BOP Eşbaşkanlığı katından ve Ahmet Davutoğlu üzerinden uygulanan bu dış politika “komşularla sıfır sorun” diye tanımlandı.

Peki, gelinen süreçte ne gibi somut sonuçlar alındı? Bakalım:

1.. İRAN AKP ARABULUCULUĞUNU BİR KEZ DAHA REDDETTİ.

ABD’deki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nden döner dönmez Tahran’a koşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İranlı mevkidaşına “uranyum takasında aracı olmaya hazırız” dedi. Ancak İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki, Davutoğlu’nun çok istediği olumlu yanıtı yine vermedi. Yine diyoruz çünkü Davutoğlu son 6 ayda bu role birkaç kez soyundu ve hepsinde de reddedildi!

Üstelik İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, -Ankara’yı da üzmemek için- Mutteki-Davutoğlu ortak basın toplantısının ardından bir de kibar mazeret sundu! Sözcü, uranyum takasının yalnızca İran toprakları üzerinde yapılabileceğini belirtti!

2.. İSRAİL-SURİYE ARABULUCULUĞU RAFTAN KALKTI

Yeni bölgesel çıkarları gereği İsrail’e kısmi tutum takınan Washington’un tavrı, AKP’nin de benzer tavır almasına neden oldu. Ancak AKP’nin perde önü ve perde arkası politikalarındaki makasın gittikçe açılması Tel Aviv’i kamuoyu karşısında zor durumda bıraktı. İsrail Hükümeti, Davutoğlu’nun çok arzuladığı “İsrail-Suriye arabulucusu olma” talebini raftan kaldırdı.

3.. SIRBİSTAN-BOSNA HERSEK ARABULUCULUĞU

Dışişleri Bakanı Davutoğlu 18 Mart 2010 günü Bulgaristan’a giderken uçakta gazetecilere şunları söylüyor: “Ben altı ay içinde 11 kez Sırp Mevkidaşımla bir araya geldim. Bizim sayemizde Sırbistan ile Bosna Hersek arasında yakınlaşma oldu. Bosna Hersek Sırbistan’a büyükelçi atadı. Bir gece yarısı Bosna Hersek Cumhurbaşkanı ile havaalanında iki saat konuşup Sırplarla sorununu çözdük. Şimdi de sırada Srebrenica katliamı için Sırpların özür dilemesi var. İşte biz bunları, binyıldır çatışma yaşadığımız Sırplarla konuşuyorsak, niye Ermenilerle de konuşmayalım. Sırplarla ve Boşnaklarla üçlü olarak altı aydır görüşüyoruz. Niye bunu Ermeni ve Azerilerle de yapmayalım”. (Hürriyet, 19 Mart 2010)
Davutoğlu, iki ülke arasındaki sorunların, havaalanlarında ayaküstü yapılan iki saatlik görüşmelerle sonuçlandığını sanacak kadar saf olamayacağına göre ortada başka niyetler vardır. Neyse… Biz niyetleri bırakalım ve somut olgulara bakalım.

Davutoğlu’nun “Bosna’yla arasını yaptım” dediği Sırbistan’da, hem de bu açıklamasında sadece 9 gün sonra ne tartışılmaya başladı dersiniz? Yanıtı Davutoğlu’nu en çok öven gazetelerden birinin başlığıyla verelim: “Bir ülke daha Ermeni tasarısını tartışıyor” (Bugün, 27 Mart 2010).

Kendi yorumumuza ihtiyaç bırakmayan Bugün’ün haberiyle devam edelim: “SRS Partisi milletvekilleri tarafından Sırbistan parlamentosuna verilmek üzere hazırlanan kanun tasarısı, 1915 olaylarının resmen ‘soykırım’ olarak tanınmasını öngörüyor. Oysa daha geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye ile Sırbistan arasında son dönemde yaşanan yakınlaşma ve Ankara’nın Sırbistan-Bosna arasında başarıyla gerçekleştirdiği arabulucuk görevini örnek göstererek, Türk-Ermeni ilişkilerine gönderme yapmıştı”. (Bugün, 27 Mart 2010)

4.. IRAK’LA SIFIR SORUN YERİNE IRAK’TAN ÜÇ SORUN DÖNEMİ

Ankara’nın mevcut “Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini” savunma politikası, AKP eliyle önce ortadan kaldırıldı, ardından da ABD’nin dayattığı “3 parçalı Irak” savunulur hale geldi. Cumhurbaşkanı Gül Irak’ın kuzeyini “Kürdistan” diye adlandırdı; Başbakan Erdoğan Gül’ün “Kürdistan” diye adlandırdığı coğrafyanın başkenti Erbil’e “başkonsolosluk” açacağını ilan etti; Dışişleri Bakanı Davutoğlu o başkentte mevkidaşı ile resmi görüşme yaptı!

Sonuç olarak Ankara’nın elinde artık “Irak’la sıfır sorun” yerine, “Irak’tan üç sorun” var!,

5.. ‘KOMŞULARLA SIFIR SORUN KIBRIS’TA YARA ALDI’

Yukarıdaki başlık Financial Times’a ait! Gazete özetle Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçilmesini Talat’a destek veren AKP’nin başarısızlığı olarak yorumluyor. Dahası, Eroğlu’nun “federasyona karşı ve iki devletli çözüm” politikasının, müzakerelerde çok ciddi sıkıntı yaratacağını belirtiyor.

Hürriyet’den Sedat Ergin’in saptaması daha çarpıcı. “KKTC’deki seçimlerin mağlubu kim? Talat mı? AKP mi?” diye soran Ergin, 21 Nisan 2010 tarihli makalesinde somut yanıtı veriyor: “KKTC’deki seçimin asıl mağlubu AB ve ABD’dir”.

6.. ERMENİSTAN’LA AÇILIM BAŞARISIZLIĞI

Financial Times’a göre, “AKP’nin ‘komşularla sıfır sorun’ politikası ve bölgesel çatışmalarda arabuluculuk yapma arzusu, Kıbrıs dışında, en yakınındaki Ermenistan’la yaşanan sorunların aşılamaması nedeniyle de yara alıyor”

AKP’nin Obama’nın talebi doğrultusunda uyguladığı son “Ermenistan Açılımı” da fiyaskoyla sonuçlandı. İmzalanan protokollerin yürürlülük durumu AKP’nin elinde pimi çekilmiş bir bomba gibi kaldı. Dahası, “Ermenistan’la sıfır sorun”a soyunan AKP, kardeş Azerbaycan’ı da küstürdü! Böylece, Türkiye kuzeydoğusunda sıfır sorun yerine, 2 sorun oluşturdu!

SONUÇ

AKP’nin BOP Eşbaşkanlığı doğrultusunda uyguladığı bu politikalar, komşularla sıfır sorun yerine komşularla düşmanlığı arttırıyor. AKP, bu politikaları her şeye rağmen sürdürebilmenin de 3 şeye bağlı olduğunu düşünüyor. ABD’nin kesintisiz desteği altında olmak şartıyla birincisi anayasal değişiklik, ikincisi başkanlık sistemi, üçüncüsü de bu sistemin uygulanabileceği bir federasyon!
Odatv.com

25 Nisan 2010
Bahçeli Obama'ya Ateş Püskürdü
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ABD Başkanı Obama'nın ecdadımıza soykırımcı gözüyle baktığını söyledi ve...

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ''ABD Başkanı'nın ecdadımızı soykırımcı olarak suçlamayı sürdürdüğü ve Türk milletine yönelik olumsuz bakışını devam ettirdiği anlaşılmaktadır.

Kelimelerle oynaması bu durumu değiştirmemekte, Türk milletine yönelik suçlamalarında ısrarlı olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır'' dedi.

Bahçeli, yaptığı yazılı açıklamada, ABD Başkanı Obama'nın, 1915 olaylarına ilişkin sözlerini eleştirdi.

Devlet Bahçeli, şunları kaydetti:

''ABD Başkanı Obama, ABD başkanları tarafından Türk milletine saygısızlığın ve iftiranın açıkça ilanı anlamına gelen sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin açıklamasını bu yıl da yapmıştır.

ABD Başkanı mesajında, 1915 olayları ile ilgili olarak geçen seneki kavramlarını kullanmış, soykırım kelimesinin İngilizcesi yerine Ermenice bir tanım olan 'Büyük felaket' tanımını tekrarlamıştır. Bu açıklama ile ABD Başkanı'nın ecdadımızı soykırımcı olarak suçlamayı sürdürdüğü ve Türk milletine yönelik olumsuz bakışını devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Kelimelerle oynaması bu durumu değiştirmemekte, Türk milletine yönelik suçlamalarında ısrarlı olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.''

Açıklamasında, Türk tarihini karalayan ve haksız ifadelerle suçlayan bu açıklamaların milletimizin nezdinde bir değeri olmayacağına işaret eden Bahçeli, hangi dille olursa olsun yapılacak soykırım suçlamasının hiçbir şart altında kabul edilmeyeceğini bildirdi.

Bahçeli, açıklamasını şöyle sürdürdü:

''Bu açıklamada, 'soykırım' kelimesi yerine büyük felaket ibaresi kullanıldığı gerekçesiyle Obama'nın ülkemizi dikkate aldığına dair garabet bir sonuç çıkartmak ise ancak AKP kadrolarının saklanacağı bahane olacaktır. Başbakan Erdoğan'ın, bu yılki açıklamayı olumlu bulan yorumu ve Obama'nın hassasiyetlerimizi iyi bildiğini iddia etmesi, bir devlet adamı için utanç verici olmuştur. Dışişleri Bakanlığı ise aksi görüş bildirerek Başbakanı yalanlama ve düzeltme durumunda kalmıştır. Obama'nın baştan sona kadar Türk milletini karalayan mesajında Başbakan Erdoğan'ın hassasiyetimize uygun olarak gördüğü kavramların neler olduğu ise anlaşılamamıştır.

Kamuoyu Erdoğan'ı haklı olarak Obama'nın hangi sözlerinden olumlu sonuçlar çıkardığını öğrenmek istemektedir. Ecdadımız için İngilizcesi yerine Ermenicesinin kullanıldığı soykırım suçlaması mı olumludur? Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde 1.5 milyon Ermeni katledildiğine ve ölüme yürüdüğüne dair iddiaları mı hassasiyetimize uygundur? Obama'nın, '1915'te olanlarla ilgili görüşlerimi defalarca dile getirdim ve bu görüşlerimde herhangi bir değişiklik olmadı' şeklindeki açıklaması mı kabule şayandır? Yoksa, Başbakan'a yönelik olarak, 'gerçeklerin tam, açık ve adil bir şekilde anlaşıldığını görmek hepimizin çıkarınadır' yönündeki soykırımı tanıması için yaptığı tavsiyeler mi desteklenmektedir?

Başbakan Erdoğan bu suçlama, karalama ve iddialardan hangisini hassasiyetlerimize uygun bulmuştur? Başbakan'ın bu yorumu en az Obama'nın sözleri kadar vahimdir ve asıl ciddiye alınması gereken de bu boyun eğen yaklaşımın ülkemizde hükümet ediyor olmasıdır.''

-''ÇARESİZLİK VE TESLİMİYET''-

Açıklamasında, ''Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşma yapan Obama'nın, 'geçmişimizle barışma' adına 1915 olaylarını hatırlatan sözlerini hararetle alkışlayan Adalet ve Kalkınma Partisi, bu tehlikeli süreci kendi elleriyle aralamıştır'' görüşüne yer veren Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın konuyla ilgili değerlendirmesinin ise ''içine düştüğü çaresizliğin ve teslimiyeti göstermesi bakımından ibret verici'' olduğunu savundu.

MHP Genel Başkanı Bahçeli, açıklamasında şunlara yer verdi:

''Bu yorumu ile ilk kez bir Türk Başbakanı, Türk devleti ve milletine yönelik 'soykırım', 'işkence', 'katliam', 'sürgün' ve 'tehcir' gibi suçlamaların kaynağı olan Ermeni diasporası ile ceddimize hakaret etme noktasında benzer fikirleri paylaşmış ve aynı noktada buluşmuştur.

Bu gelişme ile bugüne kadar Ermenistan'la yürütülen sürecin sakatlık ve yanlışlıklarına ilişkin tespitlerimiz maalesef bütünüyle bir kez daha doğrulanmıştır. Uyarılarımıza duyarsız kalan AKP hükümeti Türkiye'yi çok tehlikeli bir yola sokmuştur. Dayatmalara boyun eğerek Ermenistan'la imzalanan protokollerin TBMM'den çekilmemesi halinde Başbakan ve arkadaşları tarih ve millet önünde ağır vebal altına gireceklerdir.

Hiç değilse bu son gelişmelerden ders ve ibret alabildiği takdirde hükümet; Ermenistan'la imzalanan protokolleri onay için sevk ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden derhal geri çekmelidir. Protokollerin Türkiye bakımından geçersiz ve hükümsüz olduğunu resmen açıklamalıdır ve büyük Türk milletinden acilen özür dilemelidir. Bunu yapmadığı takdirde AKP hükümeti Türkiye'nin onurunu, itibarını, haysiyetini ve milli çıkarlarını bilerek ayaklar altına alan bir hükümet olarak tarihe geçecek ve Türk milleti kendisine bu zilleti layık görenleri asla affetmeyecektir.''
aktifhaber

Serdar Akinan
Gerçekler hakkında basit gerçekler

Turkmax'ta yayınlanan programıma, geçtiğimiz hafta Alev Alatlı'yı konuk aldım. Bunca yıl nasıl olup da onunla bir araya gelemediğime, neden daha önceki porgramlarıma konuk olmadığına hayret ettim.
Alev Alatlı, bugün için okunması ve anlaşılması daha da önem kazanan bir aydın. Programımızın sohbet konusu aslında bir yıl önce çıkan kitabı 'Hollywood'u kapattığım gün-Amerikalılara çok büyük iyilik yaptım!'dı...
Bu kitaptan yola çıkarak çok keyifli bir sohbet gerçekleşti...'Program esnasında da izleyenlere ısrarla Alev Alatlı'nın bu kitabını tavsiye ettim. Şimdi hala bu kitabı okuyorum ve ısrarla 'okuyun ve okutun' diye bir kez de buradan sesleniyorum.

Bu kitabın neden önemli olduğuna dair özetle şunu söyleyebilirim.
Dünyayı bize anlatan algımızdır.
Kişilik tepkisi de algıdır. Tepki, bütüne aittir ve toptandır.
Beynimiz, bir metni anlarken kelimeleri tek tek okuyarak anlamaz ve 'ipuçları'ndan yola çıkarak bütünü verili bir 'hatırayla' zihinde gruplama-tamamlama yoluyla kavrar.

Birey de dünyayı bu tip bir 'okuma'yla algılar ve tepki verir.
Algımızı şekillendiren temel bilgileri ne etkiliyor?
Yaşadığımız tecrübeler, ruhsal ve psikolojik durumumuz, kültürümüz, inançlarımız...

İşte Alev Alatlı'nın kitabı bu kavrayışı şekillendiren çok önemli bir yapıya (Amerikaya) dair hayati bir baştan okuma yapmamızı sağlayacak nitelikte...
Amerika nedir? Alev Alatlı, kodları Hollywood üzerinden çözüyor.

Bakın size gene kitaptan çarpıcı bir örnek:
Hollywood-iş dünyası-siyaset üçgeninin, en ürkütücü örneklerinden biri elektrikli sandalyenin hikayesidir.

Şöyle ki, 1886'ya kadar Birleşik Devletler'de kullanılan idam yöntemi, asmak. O yıl New York Eyalet Hükümeti daha 'insancıl' bir yol bulmak üzere bir komisyon oluşturuyor. Elektrikle uğraşan başlıca iki kuruluş: General Electric ve Westinghouse şirketleri. General Electric'in sahibi Thomas Edison, DC diye bildiğimiz Direct Current üzerinde çalışırken diğerinin sahibi George Westinghouse da AC denilen Alternative Current'ı iş edinmiş durumda. Aradaki fark şu: DC dağıtımı bakır kablo istiyor. Bakır fiyatları yükselme eğilimine girmiş olduğundan, General Electric'in evlere enerji dağıtım maliyetini arttırıyor, GE, Westinghouse'a pazar kaybediyor. Bakıyor durum kötü, Thomas Edison kalkıyor AC elektiriğin güvenli olmadığı şeklinde tümüyle yalan bir karalama kampanyası başlatıyor. İddiasını ispat etmek için 1887'de New Jersey Eyaleti'nin, West Orange şehrinde bin voltluk Westhinghouse tipi bir AC jeneratörü kuruyor. Jeneratöre madeni bir levha bağlıyor, levhanın üzerine de bir düzine canlı hayvan yerleştiriyor. Onları da kaçamayacağı şekilde zincirliyor ve jeneratörü işletiyor! Hayvancıklar, feci bir şekilde ölüyorlar! Ve basının huzurunda!

Elektrocution kelimesi de buradan: Execution (ki infaz demektir malum) ve elektric kelimelerinin birleşimi 'infazrektik' gibi bir türetme yani.
Neticei kelam, bu kahrolası lanetli şov, New York Hükümeti'ni elektocution'ı resmi adam öldürme yönetmi olarak benimsediğini ilan eden yasaya yürülüğe koyması(1888) gereğine ikna ediyor. Thomas Edison, ki, anlaşılan cismanileşmiş halidir şeytani dehanın, bu defada elektrikli sandalye ihalesinin Westinghouse'a verilmesi için kampanya başlatıyor. Çünkü, efendim, AC'nin hayvancıklara yaptığını gören insanların evlerinde bu akımı istemeyeceklerini hesaplıyor. Devlete satsa satsa üç beş sandalye satacakken yüzbinlerce eve elektrik dağıtmak var ve asıl kar burada.
Edison, daha sonra Eastman Kodak'ı yanına alarak Edison Trust'ı kuruyor ve sinema sektörüne giriyor.

Alev Alatlı'nın kitabı yukarıdaki hikaye gibi aslını bilmediğimiz onlarca markaya dair gerçekleri, kuruluş öykülerini; Hollywood'da dönen dolapları; şaşırtıcı ilişki ağlarını ve arka planda durup sistemi kontrol eden güçleri anlatıyor.

Bu nedenle bu kitap mutlaka okunmalı ve okutulmalı.

http://www.aksam.com.tr/2010/05/01/yazar/17232/serdar_akinan/gercekler_hakkinda_basit_gercekler.html

"Allah’ın Hayvanları”
New York şehri yerel yönetiminin 11 Eylül hadiselerinde yıkılan ikiz kulelerin yakınına cami inşa edilmesine onay vermesine tepkiler sürüyor.
1 Mayıs 2010
Amerika’da ırkçı söylemleriyle dikkatleri üzerine çeken Çay Partisi’nin lideri William, ikiz kulelerin yakınına bir cami inşa edilecek olmasına tepkisini Müslümanlara ağır hakaret ederek gösterdi. William “Müslümanlar Allah’ın hayvanlarıdır. Bu camide teröristlerin Allah’ına tapılacak” dedi.
Mark Williams muhafazakar Çay Partisi’nin lideridir. Çay Partisi, fikri olarak Amerikan Cumhuriyet Partisi’ne tabi bir harekettir ve üyeleri beyaz dindarlardır.

Partinin ismi ABD’nin İngiltere’den özgürlüğünü kazanması için savaşa başlayan Boston Çay Partisi’nden gelmektedir.

Çay Partisi bundan önce de Kongre’deki siyah Müslüman üyelere ırkçı küfürler ederek ve başkan Obama’ya karşı ırkçı pankartlar açarak siyasi krizlere yol açmıştı. aktifhaber

ABD'NİN SESSİZ VE GÜRÜLTÜLÜ SİLAHLARI
Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör.

ABD en son teknoloji ürünü bir silah sistemi için düğmeye bastı. Proje, dünyanın herhangi bir yerindeki hedefi bir saatten daha az sürede vurmayı hedefliyor.

ABD Başkanı Obama, yakın zamanda ABD'den dünyanın her bölgesini nokta atışı ile bir saatin altında bir zamana vurabilecek yüksek vuruş gücüne sahip yeni sınıf silahların konuşlandırıp konuşlandırılmaması üzerinde karar verecek.

Bu önemli karar; ABD'nin nükleer silahlara olan bağımlılığını ciddi ölçüde azaltacak bir teknolojiye kapıları açabilir. Konvansiyonel silahların yüksek hızla kullanılmasını hedefleyen yeni sisteme yönelik endişeler de var. Rusya; Pentagon tarafından konuşlandırılan her bir konvansiyonel silah karşılığında bir nükleer füzenin devre dışı bırakılmasını talep ediyor.

Beyaz Saray, ABD ile Rusya arasında iki hafta önce imzalanan Nükleer Silahsızlanma Anlaşması kapsamında bu talebe yönelik hükmün yer aldığını açıklıyor...

Prompt Global Strike adı verilen yeni silah sistemi, Usame Bin Ladin gibi hedefleri saklandığı mağarada vurmak gibi görevler için düşünülüyor. Kuzey Kore'nin nükleer füzelerini veya İran'ın nükleer tesislerini de vurmaya yarayacak sistemin özelliği, ABD'yi nükleer cephaneliğinden bağımsız kılabilecek olması.

Teorik olarak ise, kullanılacak yeni silahlar sahip oldukları hız ve nokta isabet özelliğiyle bir nükleer bomba kadar etkili olacak.

İlk olarak eski Başkan George Bush döneminde ortaya atılan fikir, Rusya'nın bir nükleer savaşın tetiklenebileceği itirazıyla karşılaşmıştı. Ruslar, kullanılacak yeni silahlarda nükleer mi yoksa geleneksel savaş başlıkları mı kullanıldığının anlaşılamayacağını öne sürmüş ve silahın nükleer savaşa neden olabileceğini savunmuştu.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Bush hükümetiyle bir yere varmayan projeye Obama yönetimi tarafından kucak açıldığını belirtti. Başkan Obama kısa zaman önce New York Times'a, yeni silah sisteminin nükleer silahlara olan bağımlılığını azaltacağını ifade etmişti.

Beyaz Saray, sistemin en son teknolojiyle kullanılması için Kongre'ye gelecek yıl 250 milyon dolar araştırma parası talebinde bulundu.

Kongre üyeleri, bu teknolojinin üretilmesi için gereken son maliyetin çok yüksek olacağına inandıkları gibi, sistemin çok önemli bir o kadar da kritik olduğunu savunuyor. Yeni silah sisteminin ilk olarak ABD'nin Batı (Pasifik) Kıyıları'ndaki Vanderberg Hava Kuvvetleri Üssü'ne konuşlandırılması bekleniyor.

Obama'nın planına göre, Prompt Global Strike savaş başlığı uzun menzilli bir füzeye yerleştirilecek ve hedefe yollanacak. Atmosferdeki yolculuğu esnasında birkaç defa ses hızına erişecek olan savaş başlığı, özel materyalle korunmasını gerektirecek kadar yüksek bir sıcaklığa erişecek.

Hedefe olan yolculuğu boyunca uzaya çıkmayacak olan savaş başlığı, bir balistik füzeye kıyasla çok daha yüksek bir manevra kabiliyetine sahip olacak. Bu sayede tarafsız ülkelerin hava sahalarını ihlal etmeyecek.

Pentagon sistemin erken modellerini 2014 veya 2015'te konuşlandırmayı umuyor. Ancak bazıları sistemin gerektirdiği füzelerin, alıcıların, kontrol sistemleri ve savaş başlıklarının üretilmesinin 2017, hatta 2020'yi bulabileceğini düşünüyor.

Prompt Global Strike planı ABD Stratejik Komutanlığı'nın (STRATCOM) en üst düzey askeri yetkilisi olan ve ABD'nin nükleer cephaneliğini kontrol eden General Kevin Chilton tarafından yönetiliyor.

Chilton, planladıkları projeyle Başkan Obama'ya dünyanın herhangi bir bölgesinde, vurulması 96 saat sürecek bir hedefi 3-5 saatte vurma imkanı sunduğunu, yine de bu sürenin hareket halinde olan El Kaide militanlarını vurmak için yeterli olmayacağını ve her zaman en hızlı müdahalenin nükleer silah olduğunu ifade ediyor.

Önemli olan Çin ve Rusya gibi nükleer güce sahip diğer ülkelerin radarlarında görecekleri füze ateşlemelerini bir nükleer savaş ilanı olarak görmemeleri..

Obama yönetimi, Rusya ve diğer ülkelerin Prompt Global Strike silolarını denetleyerek savaş başlıklarının geleneksel mi yoksa nükleer mi olduğu kontrol etme imkânı verebilir. Konvansiyonel olmayan silahlar uzmanı Gary Samore, "Savaş başlıklarına patlayıcı bile koymayacağımızı nasıl bilebilirler" diyerek denetimlerin işe yaramayacağını savunuyor.

ABD; kimyasal silahları azaltalım çağrısı yaparken kendisi yeni silah üretiyor. Ne diyelim ki; Evet; demokrasi havarisi ABD dünya üstündeki bütün karışıklıkların savaşların baş aktörü..

Günün Sözü: Küçük düşünen liderler devletlerini de küçültür.
http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=7950&Itemid=10

ABD Özel Kuvvetlerine "Türkiye'ye Sız" Emri
Açık İstihbarat
26.05.2010
ABD'nin küresel komutanlıklarından en büyüğü olan CENTCOM'un başında olan General Petraeus tarafından 30 eylül tarihinde gizli bir emir yayınlandı.

"Joint Unconvential Warfare Taskforce Execute Order" (Birleşik Paramiliter Savaş Görev Gücü Emri) ismi açıklanmayan bir dizi Orta Doğu ülkesi ve diğer ülkelerde gerçekleştirilecek özel istihbarat ve gözlem operasyonlarını kapsıyor.

7 sayfalık direktif ABD Özel Kuvvetlerine şunu emrediyor

"Müttefik ülkeler dahil bölgedeki ülkelere küçük gruplar halinde sızılarak , bölgedeki yerel gruplarla bağlantı kurularak, terörist faaliyetlere/gruplara karşı bilgi toplamayı , yöresel gruplarla bağları güçlendirmeyi ve kalıcı durumsal bilinç yaratmak"

New York Times'in haberine göre sözkonusu emir, ABD'nin İran'la olası bir savaş durumunda, hem İran'a yönelik , hem de bölgedeki diğer bölgelerde ortaya çıkması muhtemel gelişmeleri önlemeye yönelik bir zemin hazırlama çalışması.

Yetkililer, Bush döneminde de özel gizli operasyonlar için emirler yayınlandığını fakat Petraeus'un son emrinin bu özel operasyonları sürekli ve kalıcı kılacağını belirtiyorlar. Sözkonusu istihbarat operasyonlarının CIA'den bağımsız gerçekleştirilecek olması, ABD Devleti içerisinde CIA ile Pentagon arasındaki istihbarat savaşları açısından da anlam ifade ediyor.

Türkiye'yi üs olarak kullanan ve açık veya gizli belli protokoller çerçevesinde faaliyetlerini sürdüren ABD güçlerinin ötesinde; görev tanımları gereği "sızma" çalışması gerçekleştirecek bu özel ekiplerin gözlem ve istihbarat çalışmaları için bu tarz bir resmi protokol arayışı içinde olmayacakları ortada.

Sözkonusu birliklerin PKK kamuflajı altında bölgeye sızacağını ve "yöresel gruplarla kalıcı durumsal bilinç arttırıcı çalışmalar yürütme" emri çerçevesinde yerel aşiretlerle temaslar kuracaklarını tahmin etmek için uzman olmak gerekmiyor.

Bu grupların faaliyetleri çerçevesinde yeni Dağlıca saldırılarının olasılığı artıyor.

Yaşar Büyükanıt'ın kefil olduğu Petraeus'un bu emrin varlığı ortaya çıktıktan sonra ilgilileri arayıp, kendilerine içlerini rahatlatacak güvenceler verip vermediği; bu güvenceler sonrasında ilgili yetkililerin çıkıp "Türkiye'ye sız emrine" karşı Petraeus'a kefil olup olmayacakları ise merak konusu.
Açık İstihbarat

ABD Ordusu bu "Şirin" Robotu Niye Finanse Ediyor?
Açık İstihbarat
27.05.2010

İnsanın köleleştirilme süreci farklı boyutlarda ilerliyor.

Bir yanda Zonguldak'ta taşeronlaştırılan işçi boyutu var. Yüzlerce yıllık tecrübe ile; kendi kaderleri ni milletin sırtı üzerinden garantiye alanların kontrolündeki bir sistem ucuza malettiği kömürü, o kömürü çıkarırken ölen insanlara dağıtarak oy alan bir kısır döngü işletiyor.

Diğer tarafta ise; dönüşen emperyalizm, coğrafyalardan sonra insanlar ve zihinleri üzerindeki kontrolünü güçlendirmek için yeni metodolojiler ve teknolojiler üretmekle meşgul.

İnsanın köleleştirilmesi birilerinin ufuk projesi ve bu projede insan mecbur olduğu ağlar bünyesinde eritilmekle meşgul. Kullandığınız telefondan, bilgisayara, kredi kartından, kameralara kadar artık sadece izlendiğiniz değil; sizi izleyenler tarafından farkında olmadan yönlendirildiğiniz bir dünya yerleşiyor.

Bilim kurgu filmlerinde gördüğünüz bir tekno anti-ütopyaya doğru ilerliyoruz.

İnsanın makineleştiği, makinelerin insanlaşacağı bir araformu yaratacak teknolojik süreçler ve bunla bağlantılı siyasi /sosyal süreçler tarafından sarılıyor İnsan.

İnsanın Makineyle savaşı için henüz erken.

Bir insan hayatı için çok uzak; bir ulusun tarihi için orta vade , insanlık tarihi için kapımızdaki bir dönüşümden sözediyoruz.

Birey-Ulus-İnsanlık dengesini ; insanı köleleştirecek olan bu sürece karşı nasıl kurgulayacağımız çok önemli.

Birey'in Ulusu ve İnsanlık ile dayanışması, hem bireyin , hem ulusun, hem de insanlığın özgürlüğü ve sağlığı için önemli.

Aksi takdirde bir avuç küresel elitin , makinelerle işbirliği içinde , bilim-kurgu filmlerini aratmayan faşist tekno-ütopyalarda varolan makineye bağlı yaşayan bir ara forma dönüşmemiz "an" meselesi.

Bu küresel dalga ile savaşmanın ilk hamlesi bilinçlenme.

Teknolojiye tapan kitlelerin; çağımızda artan verimliliğin işssizlik anlamına geldiğini anlayamayan kitlelerin; küresel elitlerin makro planlarının kendilerini nasıl köleleştireceğini göremeyen kitlelerin
çevrelerinde örülen sinsi ağların varlığını hissetmelerini sağlamak.

Politika ile teknoloji ve bilimin buluştuğu bu sınırda da gözcülerimizin olması gerekiyor. Sınır bekçiliğini insanlığın sınırında başlatıp, son kaleyi Anadolu'da inşa edeceğimiz bir metodoloji bu.

Yaklaşmakta olan İnsan-Makine "savaşında", insanlık zemini Anadolu'dan daha sağlam bir nokta olamayacağının bilincinde olan bir irade bu.

Açık İstihbarat olarak bu nedenle teknoloji ve bilim haberlerini çok önemsiyoruz.

Ve sizlere bireyi, ulusu ve insanlığı ilgilendiren yazıları yukarıda açıkladığımız perspektifle sunduğumuzu bilmenizi isteriz.

Aşağıdaki kısa video bir robotu gösteriyor.

ABD ordusunun yüksek teknoloji araştırma merkezi DARPA'nın finanse ettiği bir çalışma sonrası üretilen bir robot. Bunun bir çok örnekleri mevcut.

Yapay zeka teknolojileri ile birleştikçe önce işlerinize, sonra vücudunuza , sonra da beyinlerinize talip olacak bir dalganın ilk nüveleri bunlar.

İzlerken , en az 100 sene sonrasını izlediğinizin bilincinde olarak izleyin. "Ne kadar şirin" duygusundan uzak bir gözle izleyin. Ve sorun...ABD ordusu aslında neyi finanse ediyor?

Video için: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8883

Kaddafi'den ABD'ye: Esas sorumlu sensin

Libya lideri Muammer Kaddafi, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırısıyla ilgili olarak, ABD'yi İsrail'e maddi destek sağlamakla suçladı.

Kaddafi, Libya'nın resmi haber ajansı JANA'nın yayımladığı açıklamasında, İsrail'e maddi destek sağlayan ABD'nin "bu iğrenç suçun" sorumlusu olduğunu belirtti: "Barış yanlısı onlarca kişiyi, silahsız sivilleri öldürenler, ABD'nin 6. filosu olmadan bunu yapamazlardı" habertaraf

ABD: İsrail kendi kendini soruştursun
2 Haziran 2010
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Philip Crowley, İsrail'in Gazze'ye giden yardım gemilerine saldırmasıyla ilgili olarak, ''Bu soruşturmayı yürütmede en iyi pozisyondaki ülkenin İsrail olduğuna inanıyoruz. Daha geniş katılımın nasıl olabileceği konusundaki fikirlere de açığız'' dedi.

Crowley, ABD Dışişleri Bakanlığında düzenlediği günlük basın toplantısında, ABD Dışişleri Bakanı Clinton'ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile planlanandan çok daha uzun süren, çok ayrıntılı ve derinlemesine bir görüşme yaptığını, görüşmenin ilk bölümünü İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırısı, ikinci bölümünü de İran konusunun oluşturduğunu bildirdi.

Sözcü, görüşme boyunca hem Clinton hem de Davutoğlu'nun, iki müttefik olarak burada bulunduklarını ve bölgede önemli hissiyatlara yol açan çok trajik olaylar üzerinde çalışmakta ortak çıkarlarının olduğunu birçok kez tekrarladıklarını aktardı.

Crowley, Davutoğlu'nun, olayda trajik biçimde hayatını kaybeden Türk vatandaşlarının Türkiye'ye iadesine dair kaygılarını dile getirdiğini, Clinton'ın da bunu tam olarak anladığını, Türkiye'nin bu konudaki arzularını İsrail'e ileteceklerini belirttiğini ve bunu da yaptıklarını ifade etti.

Sözcü Crowley, ''Aslında bizim de kendi kaygılarımız var ve filoda yer alan 11 Amerikan vatandaşına bugün konsolosluk yardımı sağladık'' dedi.

İsrailli yetkililerle diyaloglarında sadece Türkiye'nin değil, farklı ülkelerin vatandaşlarının salıverilmesinin önemini vurguladıklarını belirten Crowley, bir soru üzerine, görüşmede Gazze'deki durum ve Hamas konusunun ele alınmadığını kaydetti.

Crowley, ''(Görüşme) şu anda hangi noktada olduğumuz ve kısa ve orta vadede neler yapılması gerektiği hususları üzerine odaklandı'' diye konuştu.

BM Güvenlik Konseyinin acil, tarafsız, güvenilir ve şeffaf soruşturma yapılması çağrısını desteklediklerini kaydeden Crowley, ''İsrail'in soruşturma yapmasını destekliyoruz, ancak uluslararası katılım da dahil olmak üzere güvenilir soruşturmayı sağlayacak farklı yollara da açığız'' ifadesini kullandı.

-"SORUŞTURMAYI YÜRÜTMEDE EN İYİ POZİSYONDAKİ ÜLKE İSRAİL"-

Basın toplantısında gazetecilerin, İsrail'i kastederek, ''olaya ilişkin yürütülecek olası soruşturmanın bir tarafının, kendisi hakkındaki bir soruşturmada nasıl tarafsız olabileceğine'' dair ısrarlı sorularıyla karşılaşan Crowley, "Bu soruşturmayı yürütmede en iyi pozisyondaki ülkenin İsrail olduğuna inanıyoruz. Daha geniş katılımın nasıl olabileceği konusundaki fikirlere de açığız. Bu eylemi yapanlar İsrail güçleriydi. Bunun, bu güçlere hangi talimatların verildiği, filoya yaklaşırken durumu nasıl gördükleri ve gemide neler olduğu konularının araştırılmasında en iyi pozisyonda oldukları anlamına geldiğini düşünüyoruz" diye konuştu.

Bu soruşturmanın acil, tarafsız, güvenilir ve şeffaf olması gereğini yineleyen Crowley, "İsrail'in, kendi halkına karşı sorumlu canlı bir demokrasi olarak, bu olayı soruşturmada tam kapasiteye sahip olduğuna her yönüyle inanıyoruz" dedi.

Crowley, olası soruşturmaya uluslararası ögenin nasıl katılabileceği konusunda ise BM Güvenlik Konseyi bünyesinde çalışacaklarını söyledi. Gemide tam olarak neler olduğunu hala tespit etmeye çalıştıklarını belirten Crowley, İsraillilere Gazze halkına insani yardımların miktarını genişletmeleri için baskı yaptıklarını kaydetti.

''Gazze'ye yeni bir gemi gönderilmesi yönünde yeni bir girişimin olacağı'' hatırlatılarak, ''ABD hükümetinin İsrail'e, 'bunu durdurmak istiyorsanız, bu sefer bunu farklı şekilde yapın' gibi bir uyarı mesajı gönderip göndermediğine'' dair bir soruya da Crowley, Clinton'ın dün telefonda görüştüğü İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'a, olaydaki can kayıpları ve yaralanmalardan ve bunun bölgedeki hissiyatlara yönelik etkisinden duyduğu kaygıyı dile getirdiği karşılığını verdi.

Crowley, ''Clinton bu noktada, ABD, İsrail ve diğer ülkeler açısından, olanların ışığında önümüzdeki günlerde neler söylediğimiz ve neler yaptığımız hususlarında çok dikkatli olmamız gerektiğini ifade etti'' dedi.

Gazze'ye doğru hareket eden bir ya da daha fazla geminin varlığının farkında olduklarını kaydeden Crowley, ''Yaşanan olay çok ciddi. Can kayıpları trajik. Bakan Clinton, can kayıplarından dolayı Davutoğlu'na taziyelerimizi iletti. Hiç kimsenin önceki gün olanların bir daha yaşandığını görmeyi istemediğini düşünüyorum'' diye konuştu.

-"DAVUTOĞLU, SPESİFİK BİR TALEPTE BULUNMADI"-

Crowley, Davutoğlu'nun İsrail'in gemilere uluslararası sularda müdahale etme hakkının olmadığı yönündeki sözlerinin hatırlatılması ve ABD'nin bu konudaki görüşünün sorulması üzerine, bu konunun da ilerleyen safhalarda inceleneceğinden emin olduğunu belirtti.

İsrail'in kendini savunma hakkının olduğunu söyleyen Crowley, yine de geçinmeleri ve yeniden toparlanmalarına yardım etmek için Gazze halkına insani yardım malzemesi tedarik edilmesi gereğinin de farkında olduklarını vurguladı.

Sözcü, Gazze'deki durumun sürdürülemez olduğunu ve İsrail'in kendini savunma yönündeki meşru hakkını muhafaza ederken, Gazze halkına nasıl daha fazla yardım sağlayabilecekleri konusu üzerinde durduklarını kaydetti.

ABD'nin Orta Doğu Özel Temsilcisi George Mitchell'ın bugün bölgeyi ziyaret ederek Filistinli yetkililerle görüşmesinin öngörüldüğünü belirten Crowley, olayın bölgedeki barış çabalarına olası etkisine dair soru üzerine, gelecekte bu tür durumların oluşmaması için tek yolun kapsamlı barıştan geçtiğini belirtti.

Clinton, İsrail'i kınamaktan kaçındı

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İsrail'i kınamaktan kaçınarak, "Bizim açımızdan durum oldukça zor ve tüm tarafların dikkatli, tepki vermesi gerekiyor." dedi.

ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Romanyalı meslektaşı ile görüşmesi sırasında gazetecilerin soruları üzerine İsrail'in yardım gemilerine saldırması ve Amerika'nın tutumu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Tarafları ölçüyü tepki vermeye çağıran Clinton, "Bizim açımızdan durum oldukça zor ve tüm tarafların dikkatli, özenli tepki vermesi gerekiyor. Fakat biz BM Güvenlik Konseyi'nin açıklamasını tamamen destekliyoruz. Başkanlık açıklamasının temsil ettiği niyetin yerine getirilmesi için çalışacağız." dedi.

BM Güvenlik Konseyi'nin açık, derhal ve şeffaf araştırma isteyen çağrısını desteklediklerini vurgulayan Clinton, "Bu kriterleri karşılayacak İsrail'in yapacağı bir soruşturmayı da destekliyoruz. Tatminkar bir araştırmayı sağlamak için başka yöntemlere de açığız, buna uluslararası katılım da dahil. Bu konuları önümüzdeki günlerde İsrail ve uluslararası diğer partnerlerimiz ile görüşmeye devam edeceğiz." diye konuştu.
habertaraf

ABD, Mısır-Gazze sınırına sensör yerleştirdi
8 Haziran 2010

Tünellerle mücadele etmek amacıyla ABD'nin Mısır-Gazze arasında sınırına yerleştirdiği uyarıcı sensörlerin kurulması işlemlerinin tamamlandığı belirtildi.

Filistin Ma'an Haber Ajansı'na göre geçtiğimiz yılbaşından beri sensörlerin yerleştirilmesiyle ilgilenen 4 Amerikalı uzmanın birkaç gün ülkelerine döndü.

Ancak uzmanların bu sensörlerin nasıl kullanılacağı konusunda Mısırlıları eğitme konusunu yarım bıraktıkları ifade ediliyor.

Mısır ve Gazze arasındaki 13.5 kilometrelik Filadelfi Koridoru'nun altından uzunlukları 500 metre ile 2 kilometre arasında değişen tünellerle Gazze'ye kaçak yollardan materyal sokuluyordu.

Ancak İsrail'in şikayet etmesi ve ABD'nin de önerisiyle geçtiğimiz yıl başından itibaren Mısır hem sınıra duvar örmeye başlamış ve hem de toprak altına, tünel kazınmasını önleyecek, hatta tünellerden mal sevkiyatını haber verecek sensörler yerleştirmeye başlamıştı.

İsrail'in Gazze'yi terk ettiği 2005 yılından itibaren sayıları hızla artan tünellerin sayısının 2008 yılı sonunda başlayan Gazze Savaşı öncesi 3 bine kadar ulaştığı tahmin ediliyor.

Mısır, önümüzdeki günlerde ABD'li uzmanların gerçekleştireceği ziyaretlerle hem Mısırlıların eğitimini gerçekleştireceklerini ve hem de sensörlerin nasıl tamir edileceklerini göstereceklerini belirtiyor.

Her 600 metreye yerleştirilen 2 ana ve 18 tali sensör bulunuyor ve her bir sensör 10 metre uzunluğunda dikey inen bir kablonun ucuna takılı.

Tali sensörlerde toplanan mesajlar ana sensöre iletilecek ve buradan da alınacak çıkışlarla yer altı hareketleri takip edilecek.

Mısır'ın ördüğü çelik duvarın halihazırda işe yaramadığı, şu ana kadar 450 tünelin bu çelik duvarların delinmesiyle faaliyete geçtiği belirtiliyor. habertaraf

DOKTORLAR CIA'NIN İŞKENCE ORTAĞI!
13 Haziran 2010

CIA'ye ait cezaevlerinde bulunan doktorların tutukluların sağlık durumuyla ilgilenmek yerine, tutuklulara yapılan işkence yöntemleri geliştirmek için cezaevinde bulundukları açıklandı.
CIA'nın gizli cezaevlerinde işkence yaptığı yönünde iddialar uzun zamandır gündemdeki yerini korurken, hazırlanan son bir raporda doktorların CIA'ya işkence metotlarını geliştirmekte yardım ettikleri ortaya çıktı.

DW'nin haberine göre Amerika'da faaliyet yürüten “İnsan Hakları İçin Doktorlar” adlı sivil toplum örgütü hazırladığı raporda ilginç bulgulara rastladıklarını duyurdu.

Raporda, CIA'ye ait cezaevlerinde bulunan doktorların tutukluların sağlık durumuyla ilgilenmek yerine, tutuklulara yapılan işkence yöntemleri geliştirmek için cezaevinde bulundukları açıklandı.

Raporu hazırlayan uzmanlardan Nathaniel Raymond, "CIA cezaevlerinde, tutuklular üzerinde yasadışı deneyler yapıldığını açıkça gösteren kanıtlarımız var" diyor.

'BUSH DÖNEMİNDE YAŞANDI'

Onayları olmadan tutuklular üzerinde deney yapılması İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yasaklanmış bir uygulama. Cenevre Konvansiyonu da insanlar üzerinde deney yapılmasını yasaklayan bir madde geliştirmişti.

Zanlıların sorgulanması sırasında CIA için çalışan doktorları işkenceye ortak olmakla suçlayan İnsan Hakları İçin Doktorlar örgütü, bu gelişmelerin George Bush döneminde yaşandığına da dikkat çekiyorlar.

RAPOR İÇİN İKİ YIL ÇALIŞILDI

Raporu hazırlayan uzmanlardan bir diğeri de Stephen Soldz. Soldz da doktorların sorgulama metotları hakkında kayıt tuttuklarını söyledi.

"Verileri topladılar, ancak bireylerin yararına değil. Tam aksine bu, genel olarak sorgulama metotlarını değiştirmek ve muhtemelen yasal güvence sağlamak adına yapıldı" bilgisini veren uzman Soldz, raporu iki yıl boyunca yaptıkları araştırma sonrası hazırladıklarını anlatarak, rapor için, Bush dönemine ait resmi belgeler ile hükümet belgelerinden de faydalandıklarını belirtti.

'CIA İÇİN ÇALIŞAN DOKTORLAR YASAL İHLALDE BULUNUYOR'

Rapora geçirilen ilginç bir bilgi şöyle: "CIA 'su tahtası' olarak adlandırılan ve kişiye boğulma hissi veren işkence yöntemi sırasında, doktorlara her şeyi not etmeleri emrini verdi. Ne kadar su kullanıldığı, ne kadarının sıçradığı, suyun tutuklunun ağız ve burnuna nasıl döküldüğü ve ne tür bir etki bıraktığı gibi ayrıntılar not edildi."

Söz konusu doktorların daha sonra 'iyileştirme önerileri' yaptıklarının not düşüldüğü raporda, örneğin tutuklunun, kusmuğundan boğulmaması için "su tahtası" yöntemi öncesi sadece sıvı ağırlıklı beslenmesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü işkenceciler tutukluyu öldürmekten ziyade ona işkence yapıp acı çektirmeyi hedefliyorlar.

Doktorlardan Scott Allen, CIA için çalışan doktorların etik ve yasal kuralları ihlal ettiklerine dikkat çekerek, "Sanırım pek çok kişi, doktorların, işkencenin geliştirilmesi ve kullanımına katılmamaları gerektiğini anlıyordur" dedi.

'OBAMA BU İDDİALARIMIZI CİDDİYE ALSIN'

Raporu hazırlayan uzmanlar, ABD Kongresi ve Obama yönetimince bu bulgularının ciddiye alınmasını istediler. Uzmanlardan Raymond, "Bizim mesajımız şudur: Soruşturma açma zamanı geldi. Biz kanıtlarımızı sunduk. Şimdi kendi kanıtlarını sunmak için hükümetin de sırası gelmiştir" diye konuştu. haber10

TANK İHALESİNDE BÜYÜK SKANDAL
18 Ocak 2009
Tank ihalesini büyük yerden gelen emirle tecrübesi olmayan İsrail'e vermişiz..

M60 tanklarının modernizasyonu ihalesinin İsrail'e verildiği 2000 yılında Kara Kuvvetleri'nde Tümgeneral rütbesiyle görev yapan MHP Milletvekili Erdal Sipahi, "İhalenin İsrail firmasına verilmesine karşı çıktık. Çünkü tecrübesi yoktu. Ama yukarıdan gelen emirle ihale İsrail'e verildi" diye konuştu.

MHP İzmir Milletvekili Erdal Sipahi, görevde olduğu dönemde 170 adet M60 tankının modernizasyonu projesinin İsrail'in IMI firmasına verilmesine karşı çıktığını açıkladı. 2000 yılında Kara Kuvvetleri Karargahı'nda görevli olan emekli Tümgeneral Sipahi, tank modernizasyonu ihalesinin İsrail firmasına verilmesinin hatalı bir tercih olduğunu belirterek, "Çünkü İsrail'in bu konuda tecrübesi yoktu" diye konuştu.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin envanterinde bulunan 170 adet M60 tankının modernizasyonu ihalesi 2000 yılında yapılan ihale ile İsrail'in IMI firmasına verilmişti. Sipahi, tank ihalesinin yapıldığı dönemde Tümgeneral olarak Kara Kuvvetleri Karargahı'nda görev yapıyordu.

EMİR YUKARIDAN

Sipahi Türkiye'nin büyük bir zarara uğratıldığı ve çok tartışılan ihale ile ilgili şu bilgileri verdi: "Ben tank konusunda uzman bir insanım. Tanklarla ilgili yazdığım kitaplar TSK'da eğitimde kullanılıyor. Biz o dönemde tank modernizasyonunun İsrail firmasına verilmesine karşı çıktık. Çünkü İsrail'in bu konuda tecrübesi yoktu. Ama bizim karşı çıkmamıza rağmen yukarıdan gelen emirle ihale İsrail firmasına verildi. Tankları modernize etmek yerine yeni tanklar alınsaydı daha doğru olacaktı."

"Anlaşmaya göre 2002 yılında 65 ve 2003 yılında 104 adedi olmak üzere tanklarının tamamının 2003 sonuna kadar modernize edilmesi gerekiyordu. Anlaşma daha sonra yenilenerek tankların 2007 yılı sonunda teslim edilmesi kararlaştırıldı. Fakat 2009 yılındayız ve modernizasyon hala bitmedi. Bir tankın maliyeti bize 4.5 milyon dolara geldi. Almanya'dan aldığımız Leopard-2 tanklarının maliyeti ise 1 milyon dolara geldi. Garabet abidesi olan tanklar hâlâ teslim edilmedi. Teslim edilse bile işe yarayacaklarını zannetmiyorum."

MİLLİ TANKI GECİKTİRDİ

İhaleyle Türkiye'ye teknoloji transfer edileceğinin iddia edildiğini hatırlatan Sipahi, "İsrail, Kayseri'deki tesislerde Ar-Ge çalışmaları yaptı ama bunun bize hiçbir faydası olmadı. Proje milli tank projesinin de gecikmesine neden odu" dedi.

700 milyon dolar ödedik sadece 10 tank aldık

Tank modernizasyonu için 2005 yılında hazırlanan prototip tank Türkiye'ye teslim edildi. Kayseri'deki tesislerde tankların modernizasyonu başlatıldı. Milli Savunma Bakanlığı'ndan alınan bilgilere göre bugüne kadar sadece 10 tank modernize edi-lerek birliklere teslim edildi. Geriye kalan 160 tankın modernizasyonunun ise Ekim 2009'a kadar tamamlanması planlanıyor. Projenin maliyeti 2000 yılında 290 milyon dolar olarak belirlenmesine karşın projenin maliyetinin şu anda 687.5 milyon dolara çıktığı belirtiliyor.
(Yeni Şafak)

26 Haziran 2008
CEYLANPINAR DA İSRAİL'E TESLİM!

SATIŞTA SINIR TANINMIYOR!!!

Dinler arası turizm!CeylanpInar’ın satışı, stratejik açıdan kabul edilemez olarak niteleniyor. Tohum ve damızlık hayvan üretimi açısından bir numara olan merkezi, İsrail yakın takibe aldı. Bölge coğrafi açıdan, Büyük İsrail Projesi’nin ‘dinler turizmi ayağı’nın da bir parçası...

AKP’NİN SATIŞINDAN VAZGEÇMEYİP ASKIDA TUTTUĞU STRATEJİK HESAPLARIN BÖLGESİ...
Ceylanpınar’da İsrail tehlikesiBölgede toprak satın almayı sürdüren Yahudiler, mayınlı arazileri temizleyip buraları 49 yıllığına kiralamak isterken, stratejistler bunun Büyük İsrail Projesi’nin bir parçası olduğu görüşünde
AKP’nin toprak satışı konusundaki sınır tanımaz tutumu kafalarda soru işareti uyandırmaya devam ediyor. Eski adıyla Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği, yeni adıyla Ceylanpınar Tarım İşletmesi’nin satışı stratejik açıdan kabul edilemez olarak nitelendiriliyor. Daha önce buranın satılmasına karşı çıkan Tarım İşletmeleri Genel Müdürü AKP iktidarı tarafından görevinden alınmıştı. Gündeme getirebilirlerCeylanpınar Tarım İşletmeleri’nin satışının şu an için gündemde olmadığını belirten CHP Muğla Milletvekili Prof. Dr. Gürol Ergin, AKP’nin toprak satışları ile ilgili olarak ne yapacağını belli olmadığını kaydetti. Ceylanpınar Tarım İşletmeleri’nin çok geniş bir arazi üzerinde bulunduğunu ifade eden Ergin, “Buranın satışına elbette karşı çıkarız. Çok büyük bir arazi üzerine kurulu ve Türkiye’nin tarım ve hayvancılık ihtiyacının karşılanması açısından çok önemli. Ancak AKP’nin toprak satışları konusunda nerede, ne yapacağı tam olarak kestiremiyorsunuz. Daha önce olduğu gibi, yine buranın satışını gündeme getirebilirler” dedi.
SatılamazTohumculuk açısından tarımsal işletmelerin öneminin çok büyük olduğunu vurgulayan Ergin, “Türkiye’nin tohum ve damızlık hayvan üretimi açısından buraların çok büyük öneme sahip olduğu açık. Türkiye’nin gelecekte kendi tohumunu üretmeye devam etmesi ve dışa bağımlı olmaması için buralarda yapılacak çalışmalar, bilimsel açıdan önem taşıyor. Aynı zamanda bu hayvancılık açısından da önem taşımakta. Satılması düşünülemez. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve sınırda bir işletme olması açısından da önemli. Tohum yetiştiriciliği olduğu kadar, tekno tarım açısından önemli bir yer. Aynı zamanda burada petrol olduğu da söylenmekte. Buralarda petrol araması yapılabilir. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde buraları devletin elinden çıkarması, hele de yabancılara bırakılması düşünülemez” diye konuştu.
Dinler turizmi Ceylanpınar Tarımsal İşletmeleri’nin Türkiye olduğu kadar, bölge ülkeleri açısından da önem taşıdığını vurgulayan Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Stratejist Nurullah Aydın, Ceylanpınar’ın da Şanlıurfa’nın tarımsal üretim ve beslenme merkezi olması noktasında önem taşıdığını vurguladı. Konuya dinler arası turizm açısından da bakmak gerektiğini kaydeden Aydın, “ Urfa-Kudüs-Bağdat (Babil) arasında dinler arası turizm önem taşımaktadır. Hz. İbrahim’in Urfa’dan Mekke’ye, oradan da Kudüs’e yürümesinden dolayı dinler arası turizmin önemli olduğu bilinmektedir.. Öncelikli olarak burayı dinler arası turizmin bir ayağı haline getirmek isteyenler açısından Ceylanpınar, tarım deposu olması nedeniyle önem taşır” dedi.
Büyük İsrail Projesi Ceylanpınar’ın satılmak istenmesi konusuna büyük projenin bir ayağı olarak bakmak gerektiğini de söyleyen Aydın şunları kaydetti: “Bu projenin adı hepimizin bildiği Büyük İsrail Projesi’dir. Bunun için Harran Bölgesi’nde Yahudiler toprak almaktadır. Aynı zamanda mayınlı arazilerin temizlenmesine Yahudi firmaları talip olmakta, buraları 49 yıllığına kiralamak istemektedir. Bu da planın bir parçası.”
Stratejik MerkezŞanlıurfa’nın ve Ceylanpınar’ın Anadolu’dan Ortadoğu’ya geçiş olarak bakıldığında çok önemli ve stratejik bir merkez olduğuna dikkat çeken Aydın, “Türkler Anadolu’ya gelmeden önce Mezopotamya bölgesine yerleşmişler, ilk Türk devletleri buralarda kurulmuştur. Telafer’in Irak için stratejik önemi neyse, Türkiye açısından da Ceylanpınar’ın önemi odur” dedi.
Projenin parçalarıBüyük İsrail Projesi açısından da Ceylanpınar’ın önemini vurgulayan Aydın şöyle devam etti: “ Kıbrıs, Kukla devlet, Urfa ve İsrail Büyük İsrail Projesinin dört temel ayağıdır. Kıbrıs’ta Geçitkale yakınlarındaki havalimanının işletmesinin Yahudilere verilmesi, yine Girne yakınlarındaki bir üssün işletmesini Yahudilerin alması, mayınlı arazilerin temizlenmesi işinde Yahudi şirketlerinin çok istekli olması ve kukla devletin başına Kürt Yahudisi Barzani’nin getirilmesi Büyük İsrail Projesi’nin parçalarıdır.”
Ceylanpınar’ın stratejik önemi *
BÜYÜK Orta Doğu Projesi’nin temel öğesi sözde Kürdistan’dır.* SÖZDE Kürdistan, kuzeyden, Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılmak istenmektedir.* TELAFER’e yıllardır yapılan saldırının nedeni ise, Suriye Kürtleri ile Irak Kürtleri arasındaki tek tampon ve Türk bölgesi olmasıdır.* BURALARI halledildikten sonra, sözde Kürdistan kolaylıkla Akdeniz’e bağlanacak ve İsrail’e coğrafi olarak kavuşmuş olacaktır.* CEYLANPINAR, bu stratejik hesapların Türkiye sınırındaki komşusudur.
Yeniçağ

İsrail ile tatbikata 'one minute' diyen yok
13 Ağustos 2009
Gelecek hafta Doğu Akdeniz’de Türkiye, ABD ve İsrail’in katılımıyla gerçekleşecek deniz tatbikatı, İsrail’de Türkiye ile “gerilimin” yatıştığının işareti olarak yorumladı.

Türkiye, İsrail ve ABD'nin kara ve deniz kuvvetlerinin katıldığı ortak "arama ve kurtarma tatbikatı" Güvenilir Denizkızı bu yıl Türkiye'de düzenlenecek. Tatbikat üç ülkenin Doğu Akdeniz'de artan işbirliğini temsil ediyor.

Türkiye, İsrail ve ABD'nin kara ve deniz kuvvetleri her yıl düzenlenen arama ve kurtarma tatbikatı 'Güvenilir Denizkızı' için bir araya gelecek. Deniz sularında acil durumlarda ortak kurtarma aktiviteleri ile koruma önlemlerinin paylaşıldığı tatbikat, her üç ülkenin donanma ve hava kuvvetleri arasında bu tür durumlarda işbirliğinin ve karşılıklı koordinasyonunun etkin ve hızlı bir şekilde sağlanmasını amaçlıyor.

Tatbikata üç ülkeden 8 gemi, 4 helikopter ile üç arama kurtarma uçağı katılacak. 17-21 Ağustos tarihleri arasında Türkiye'de yapılacak olan tatbikat geçtiğimiz yıl İsrail'in Hayfa Limanı'nın 40 kilometre açığındaki uluslararası deniz sularında gerçekleştirilmişti. Arama kurtarma amaçlı olduğu belirtilen tatbikata Doğu Akdeniz ülkelerinden Lübnan ve Suriye katılmıyor. Dahası Türkiye'nin bu iki bölge ülkesiyle ortak arama kurtarma tatbikatı da bulunmuyor.

Tatbikatın başlamasıyla Marmaris'te Aksaz Donanma Üssü'nde basın toplantısı düzenlenecek. Türkiye'nin İsrail ve ABD ile artan işbirliğine işaret eden tatbikatın ilki 7 Ocak 1998'de İsrail kıyılarında gerçekleştirilmişti. Her yıl Doğu Akdeniz'de gerçekleştirilen tatbikatlar 1996 yılındaki Türkiye İsrail işbirliği anlaşmasının ve ABD ile İsrail arasındaki askeri işbirliği anlaşmasının sonucu.

Tatbikat Türkiye'de sınırlı bilgiyle sunulurken, İsrail basını 'Güvenilir Denizkızı'nın özellikle Davos krizinden sonra yapılacak ilk askeri tatbikat olmasına dikkat çekiyor. İsrail basını tatbikatın Davos krizinin ardından iki ülkenin yetkililerinin ikili ilişkilerde sıkıntı olmadığına yönelik açıklamalarının kesin bir kanıtı olduğunda hemfikir. Türkiye'de ise tatbikatın yalnızca bir arama-kurtarma tatbikatı olmasına dikkat çekiliyor. Ana haber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Hzr 15, 2010 9:49 pm    Mesaj konusu: İsrail’in vahşi yanlışlarının en sonuncusu Alıntıyla Cevap Gönder

Stephen M. Walt
İsrail’in vahşi yanlışlarının en sonuncusu

İsrail ordusunun, Gazze’ye ilaç, gıda ve inşaat malzemesi gibi insani yardım ulaştırmaya teşebbüs eden altı sivil araçtan oluşma Özgür Gazze Filosuna haksız saldırısını artık hepiniz duymuş olmalısınız. Gazze nüfusu 2006 yılında beri İsrail’in felç edici kuşatması altında. Gazzeli seçmenler, Bush yönetiminin ısrarıyla yapılan özgür seçimlerde korkusuzluk sergileyip Hamas’a oy verdiklerinde İsrail ablukası başladı; Bush yönetimi, sonuçlardan memnun kalmadığı için bu kez yeni hükümeti tanımayı reddetti.

Geçen Salı gecesi, İsrail donanmasına bağlı kuvvetler ve komandolar, uluslararası sularda bulunan silahsız gemilerden birine saldırarak en az on barış eylemcisini öldürdü ve çok sayıda kişiyi de yaraladı. İsrail ordu sözcüsü, İsrail’in gemiye çıkıp el koyma çabalarına yolcuların direnmesinden dolayı güç kullanmakta haklı olduğunu iddia etti. Diğer İsrailli yetkililer, kırk ülkenin vatandaşlarından oluşan ve aralarında bir Nobel Barış ödüllüsü, eski bir Amerikan büyükelçisi ve de Holokost’tan sağ kurtulan bir kişinin de olduğu eylemcileri Hamas’la hatta el Kaide’yle bağlantıları olan terörist sempatizanı olarak resmetmeye uğraştılar.

Haberleri duyduğumda ilk sorum şu oldu: “İsrail liderleri ne düşünmüş olabilirler? İnsâni bir misyona uluslararası sularda öldürücü bir saldırı düzenlemenin kendilerine ne gibi bir fayda sağlamasını umuyorlar? İsrail hükümeti ve onun sertlik yanlısı destekçileri, İsrail’i sözümona “gayri meşru kılma” çabalarından sık sık şikayet ederler fakat İsrail’in dünyadaki itibarını dibe vurduran işte tam da böylesi hareketlerdir.

Bu son hoppalık, binlerce Lübnanlı’nın yaralandığı ve milyarlarca dolarlık zarara yol açan 2006 Lübnan saldırısı veya çoğu çocuk 1.300 Gazzeli’nin öldüğü 2008-2009 katliamı kadar kalın kafalılıktır. Bu hareketlerin hiçbiri de stratejik bir kazanım getirmedi ve hepsi de İsrail’in stratejik düşüncesinde 1967’den beri şahit olduğumuz sürekli bir kötüleşmenin mevcut delillerine ilave delillerdir.

İkinci sorum: “Obama yönetimi bu meselede biraz metânet sergileyip İsrail budalaca ve tehlikeli bir şekilde hareket ettiğinde ABD başkanlarının yaptığı samimiyetsiz beyanâtların ötesine geçecek mi? Başkan Obama, bizim hârika Amerikan değerlerimiz hakkında konuşmayı seviyor ve Obama’nın parlak yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi “bu değerleri sadece kolay olduğunda değil zor olduğunda da yukarıda tutmalıyız” diyor. Aynı belge, “kural temelli uluslararası düzenden” de bahsetmekte ve “Amerika’nın hukukun üstünlüğüne bağlılığı, 21. yüzyılın sorunlarına göğüs gerebilecek bir uluslararası düzeni inşa gayretimizin de esasıdır” demektedir. Güzel, eğer bu doğruysa, Obama’nın söyledikleriyle neyi kastettiğini ispatlayabileceği nefis bir fırsat var. Bir insâni yardım misyonuna saldırmak, Amerikan değerleriyle bağdaşmaz isterse o yardım misyonu, ablukaya meydan okumak gibi kışkırtıcı bir harekete girişmiş olsun. Ayrıca, saldırının uluslararası sularda yaşanmış olması, uluslararası hukukun doğrudan ihlalidir. Ara seçimler yaklaşırken ilkeli bir duruş sergilemek, Amerikan yönetimi için siyaseten zordur elbet fakat değerlerimiz ve hukukun üstünlüğüne bağlılığımız, bir başkanın oy uğruna feda edeceği şeylerse, o halde pek de kıymetli değiller demektir.

Daha önemlisi, İsrail’in bu yanlış yola sapmış kavgacı hareketi, Amerikan çıkarlarına çok daha büyük bir tehdit teşkil etmektedir. İsrail’e yardım malzemesinin ve diplomatik korumanın büyük bir kısmını ABD sağladığından dolayı ve başkandan en alt düzeydekine kadar siyasetçilerin ABD-İsrail arasındaki “sarsılmaz bağlara” gönderme yapmalarından dolayı dünyadaki herkes doğal olarak biz ve İsrail’in çoğu eylemi arasında ilişki kuruyor. Dolayısıyla İsrail böylesi saçma ve tuhaf şeyler yaptığında yalnızca kendi imajını lekelemekle kalmayıp Amerika’nın da kötü durmasına yol açıyor. Bu hâdise, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerimize zarar verecek, “Siyonist-Haçlı İttifakı” hakkındaki cihatçı anlatılara yeni inanılırlık katacak ve de İran meselesinin ele alınışını zorlaştıracaktır. Hâdiseyi hafifsersek, dünyadaki dostlarımız nezdindeki ahlâki itibarımıza da mâl olacaktır. İsrail’le özel ilişkilerimizin tam bir külfet olduğunun – sanki daha fazlasına ihtiyacımız varmış gibi - yalnızca fazladan yeni bir delilidir bu.

Kısacası, Obama yönetimi bu budalaca harekete ne kadar kızdığını göstermediği takdirde, ABD’nin tepkisi gerçekten dişli olmadığı takdirde, diğer devletler haklı olarak Washington’ı onarılmaz şekilde zayıf ve ikiyüzlü bulacaklardır. Obama’nın “Yeni Bir Başlangıç” başlıklı Kahire konuşmasının, Boş Söylemlerin Şeref Listesinde seçkin bir yere sahip olacağı kesindir.

ABD nasıl tepki verebilir/di? İsrail’in hareketini yalın bir İngilizceyle ve hiç kaçamak yapmadan kınayabilirdik. İsrail’in hareketini kınayan bir BM Güvenlik Konseyi karar taslağının hazırlanmasına ve Konsey’den geçirilmesine yardım edebilir ve neler olduğunu tespit için uluslararası bir komisyon kurulması çağrısı yapabilirdik. Ve şayet Amerikan istihbaratı filoyu izlemişse – ki izlemiş olmalıdır – topladığımız bilgileri komisyonun erişimine açmalıyız. İsrail’e askeri yardım paketlerini iptal edebilir veya bazı maddelerini askıya alabiliriz. Gazze ablukasının kanun dışı, gayri insâni olduğunu, amaca zarar verdiğini yüksek sesle ve açık açık ifade edebilir, ablukayı derhal kaldırmaları için İsrail ve Mısır’a baskı uygulayabiliriz.

Fakat saydığımız güçlü tedbirler bile altta yapan problemi yani bizzat çatışmayı çözmeyecektir. Söz konusu olan her iki tarafı bir anlaşmaya zorlamak olduğunda, bu yönetimden çok fazla şey beklememeyi öğrendim zira Obama iyi oyundan bahsediyor ama her iki taraf üzerinde anlamlı bir baskı kurmuyor. Bu son olay Obama’yı Beyaz Saray’a gelir gelmez İsrail-Filistin meselesini listenin başına almada haklı olduğuna ama geçen yaz (2009) ve sonra geçen ilkbahar’da Netanyahu ayak direttiğinde ona teslim olmakla hata ettiğine ikna etmiş olabilir. O ricâtların neticeleri, işgal altındaki topraklarda durum daha da kötüleşirken kıymetli bir zamanın yitip gitmesi oldu.

Obama, iki devletli bir çözüm lehine zaman hızla azaldığından dolayı bu fırsatı ele geçirmeli, farklı bir yaklaşıma niçin ihtiyaç duyulduğunu, bu çatışmayı nihayete erdirmenin ABD ulusal güvenliği adına niçin bir öncelik olduğunu Amerikan halkına izah etmek için bu fırsattan istifade etmelidir. Her iki taraf üzerinde Amerikan baskısı kurmanın hem İsrail hem de ABD çıkarlarına nasıl hizmet ettiğini de açıklamalıdır. Bunu yapmak için kendisine yardım edecek yeni yüzlere ihtiyacı olacak zira şu an kullanmakta olduğu ekip bir yıldan fazla bir zamanı hiçbir kazanım elde etmeden harcadı (Eğer ekonomi takımı da böyle azimli olsaydı, ekonomimiz sarmal çize çize uçurumdan aşağı hala yuvarlanıyor olurdu). Dolaylı görüşmelerin yeniden başlatılmasının bir değeri yok çünkü o görüşmeler, önceki yüz-yüze görüşmelerin bir adım gerisinde kalıyor ve başarısız olması da muhtemeldir.

Üçüncüsü, bizzat İsrail’le ve özellikle de onun şu anki hükümetiyle ilgili. Nükleer silahları, güçlü bir ordusu, gitgide daha müreffeh bir ekonomisi ve hayli ileri bir teknolojisi olan ama bir milyondan fazla insanı Gazze’de kuşatma altında tutan, Batı Şeria’daki milyonlarca insanın siyasi haklarını inkar eden, liderleri sadece iyi silahlanmış ordulara karşı değil masum sivillere, uluslararası barış eylemcilerine karşı da ölümcül güç kullanma konusunda vicdan azabı duymayan ve bu arada kendilerini masum kurbanlar olarak takdim eden bir ülke hakkında nasıl düşünmemiz bekleniyor? Siyonist rüyada bir şeyler fena halde yanlış gitti.

Dördüncüsü, bu hâdise, ABD’deki “İsrail yanlısı câmianın” turnusol testidir. İsrail’in bu gibi aptalca şeyleri yapmayı sürdürmesinin nedenlerinden biri de sertlik yanlısı sempatizanları eliyle fiillerinin neticelerinden uzak tutulmasıdır. AIPAC sözcüleri, gazetecileri ve üstatları baskını eğip büken e-posta bombardımanına tâbi tutmaya başladılar bile. Diğer özürcülerin de İsrail’in eylemini “meşru müdaafa” gibi ilkeli bir hareketmiş gibi savunan op-ed makaleler ve blog yazıları döşeneceğini umabiliriz. Eğer Obama yönetimi önerdiğim yollardan birinde ilerlemeye çalışırsa, İsrail lobisindeki en güçlü örgütlerin sert muhalefetini hesaba katabilir.

Peter Beinart’ın New York Review of Books’ta yayınlanan son makalesi özellikle de sorusu dikkat çekicidir: “AIPAC ve Başkanlar Konferansı İsrail liderleri ne yapmalı veya ne söylemeli ki onlar da “hayır” diye çığlık koparsınlar? Bunu kendi kendilerine sormalılar…eğer çizgi hala aşılmamışsa, çizgi nerede?”

Gelecek birkaç gün içerisinde siyasetçilerin ve uzmanların bu meselede nasıl saf tuttuğunu gözleyin. İsrail’in “çizgiyi aştığını” ve eleştiriyi – hatta belki müeyyideyi - hak ettiğini hangileri düşünüyor? İsrail’in yaptıklarının isabetli olduğunu düşünenler hangileri? İroniktir, İsrail’in dostları birinci gruptakilerdir çünkü vakit çok geç olmadan ülkeyi kurtarmaya çalışıyorlar. İkinci gruptakiler ise İsrail’i uluslararası tecride – hatta belki de daha kötüsüne - doğru yokuş aşağı süren hamaset erbâbıdır.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı

Kürt Sorunu, Türk Sorunudur
Tuğrul Keskingören
Açık İstihbarat
22.06.2010

Etniklikle baglantili milliyetci bir halk hareketi olarak goz onunde bulundurulmasi gereken Kurt milliyetciligi iddia edildigi gibi ne Cumhuriyet donemi sonrasi Turklestirme politikalarina karsi bir baskaldiri hareketi olarak, ne de PKK'nin (Partiye Karkeren Kurdistan-Kurdistan Isci Partisi) 1984 eylemleri ile aniden ortaya cikmis bir sosyal hareket ornegidir.

Kurt milliyetciligi, tarihsel baglam ve kendine ozgu bir gelisim sureci icerisinde degelerdirilmesi gereken, kokenleri Osmanli Imparatorlugunda Yavuz Sultan Selim devrine kadar inen, kendini Ahmedi Hani'nin 15.yuzyilda Mem-u Zin'in de bahsettigi efsanevi destaninda da bulan derin koklere sahip bir sosyal harekettir.

Ne Kurt Milliyetciligi Turk Milliyetciligine karsi dogmus ne de tersi bir yaklasim soz konusudur, fakat her iki milliyetcilikte bolge disi ulkelerin ortadogudaki somurgeci politikalari ile birbirine dusman gibi gosterilmeye calisilmis ve belli olcude de olsa basarili olunmustur.

Her ne kadar bolgedeki bu iki milliyetcilik birbine karsi cikmasa da, hatta kendine ozgu ve birbirinden bagimsiz sosyal ve siyasi yapilarda olsa, dunya konjokturunde meydana gelen bolgesel bazdaki degisimler etnik rekabet temeline dayali politikada Kurt milliyetciliginin guclenmesi bununla birlikte bir korelasyona sahip olan Turk Milliyetciligininde ivme kazanmasina yol acmistir.

Bu yazida Cumhuriyet donemi icinde olusturulmaya calisilan, devletin ve hakim sinifin topluma giydirmeye calistigi Turkiyelilik baglamindaki ‘Turk’ kimligininin iflasinin en guzel ornegi Kurt milliyetciliginin yukselisi ile olmustur tezi islenmektedir.

Elbette Cumhuriyet doneminde uygulanmaya calisilan hatali ve yanlis politikalar ve PKK'nin marksizmden milliyetcilige kayan ezilen ulus temeline dayali 5'inci kongresi sonrasi yeniden yapilanmasi Kurt Milliyetciligine buyuk bir ivme kazandirmistir.

Etnik catisma ve iliskilerin son yillardaki yeniden canlanmasida Kurt milliyetciligini atesleyen bir baska onemli oge olarak gorulebilir. Butun bunlarin yaninda ortadogu cografyasinda Kurt milliyetciliginin guclenmesinden en fazla etkilenen ulkelerin basinda elbette Turkiye gelmektedir.

Fakat bu etkilenmeye ragmen Turkiye'de Kurt sorunu veya konusu bir tabu olarak gorulmus ve hala gorulmektedir. Bu tabu Kurtlerin yok sayilmasi veya Turk olarak gorulmesi gibi devletsel politikalarida beraberinde getirmistir. Bu surec dahilinde farkli gorusler elimine edilmeye calisilmis, bolge disindaki ulkeler Kurt sorunu uzerinde "bilimsel" olarak calisirken Turkiye'de Kurt sorununun uzmani olabilecek kisiler ise "devlet" ile ters dusmemek ve kendi kisisel menfaatlerinin ve koltuklarinin devami icin Kurt yoktur ideolojisinin destekcisi olmuslardir.

Var olan bir olguyu yok olarak kabul etmek gercekte herhangi bir politikasi olmayan ve gerceklere gozlerini kapayan bir durumun disa vurumu olarak gorulebilir.

Inkar politikasi Turkiye'yi Kurt sorununda cahillige, "Kurt sorununu" PKK ile sinirlayip terorizm ile esdeger gormek ve ulke disi Kurt hareketlerinde PKK kistasina gore hareket edip gunumuzde o Kurt hareketlerine "gebe" konumuna gelmek durumunda kalan Turkiye, en fazla Kurt nufusa sahip olmasina ragmen ne yazik ki Turkiye'nin Kurt sorunundaki yaklasimi politikasizlik olarak algilanabilir.

Ortadogu cografyasinda 1. dunya savasi sonrasi bolgenin etnik ve dinsel yapisina aykiri olarak cizilen suni sinirlar bu cografyada yasayan halklari birbirine karsi dusmanca konuma itmis ve Kürt hareketlerinide bolge ulkelerinin biribirlerine karsi koz olarak kullanacaklari bir sosyal ve siyasi yapiya donusturmustur.

Korfez savasi sonrasi bu sinirlarin tekrar gozden gecirilmek istenmesi ve haritalarda degisiklik isteyen buyuk guclerin bolgeye olan veya diger bir deyisle petrole olan bagimliliklari bir buyuk karmasayida beraberinde getirmektedir.

Bu karmasa Kurt milliyetciliginin genel baglamda yukselmesine neden olduysada bu makalenin konusu bu degildir.

Kurt Milliyetciligi kendine ozgu sosyal yapisi ve ivmesi, feodal ve kabilesel karekterden ulusalci bir anlayisa kayisiyla ozgun parametreleri olan bir harekettir. Bilhassa 1990 sonrasi yayinlanan Kurt dergi, kitap ve gazetelerinde kullanilan dil, soylemler, etnikligi isaret edici semboller, Kürt
milliyetciligini kendi alanlari icinde yer veren politikacilar, yasal ve yasal olmayan siyasi partiler, dinsel Kurt hareketleri veya sekuler Kurt yapilanmalarinda kullanilan siyasal soylemin ana temeli butun bu guruplari ortak bir paydada birlestiren milliyetcilik duygusunun kendisidir.

Bu duygu Kürt hareketini onumuzdeki donemlerde sekillendirecek en onemli etkenlerin basinda gelmektedir.

Turkiye'de Kurt hareketine devletsel bazda yaklasim tarzi, "hastaliga" konulan teshisteki buyuk hata ve milyonlarca insanin dilinin inkari politikasi, ulkenin kendisine zarar verdigi gibi direkt olarak insanlarininda buyuk bir bedel odemesine neden olmustur.

Iste bu politikasizlik, Kurtlerin devlete olan guvenlerini buyuk olcude sarsmis, her ne kadar onlar ABD'deki zenciler kadar irkci bir ayrima tabi tutulmadilarsada devleti kendi devletleri olarak gormeme duygusalligina girmisler, Kurt guruplari icinde olusan milliyetciligin otesindeki irkci bazi yaklasimlar devlete karsi onyargili olmalarina neden olmustur.

Kurtler ne "Dag Turkudur" ne de Kurtce Turkcenin bir sivesi, Kurtler kendilerine ozgu kulturu, dili, gelenek ve gorenekleri olan antropolojik ve sosyolojik olarak degerlendirilmesi ve incelenmesi gereken bir etnik yapidir, diger etnik yapi ve uluslar gibi. Kurtlerin diger etnik yapilardan ne fazlasi ne de eksigi vardir.

Onlarinda dili, kulturu -her ne kadar Turk kultur gurubundan pek farkli olmasa da-destanlari, hikayeleri ve liderleri mevcuttur, Turklerin oldugu gibi. Kurtlerinde kendi aralarinda Islamcisi, Pan-Kurdisti, marksisti, sekuleri, sosyal demokrati, Amerikancisi ve milliyetcisi olmustur ve olacaktir.

En sagdan en sola giden butun siyasal hareketler onlarin icinde de ortaya cikmis ve acimasizca Turkleri boldugu gibi onlarida bolmektedir. Zaten bu fikir farkliliklari tek insan yaratma tipine karsi totaliter rejimlerin dusmani demokrasinin bize bir oyunudur, kabul etsekte etmesekte.

Fakat Kurtler ve Turkler oyle iki etnik yapidir ki dunyada bir benzeri daha gorulmeyecek bicimde birbirleri ile son derece derin kulturel etkilesim icine girmis iki farkli sosyo-etnik guruptur. Gozle gorulen bir gercek vardir ki Kurtler ile Turkler arasindaki evlilik oranlari ABD'de zenciler ile beyazlar arasindaki evlilik oranindan cok daha fazladir ve karsilastirma goturmez bir gercektir.

Turkiye olarak sorunlari ile yuzlesmekten cok onlari inkara yonelen "icgudumuz", ulke ve devlet olarak dayandigimiz siyonizm satranci bizi hep ulus olarak yanlis limanlara surukledi. Kimse sorgulamadan inandi, fakat bu inanis aslinda dinsel dogmaya inanisin bir benzeriydi, sorgusuz sualsiz kabul edis bir cesit din oldu bizde.

Yeni bir din yarattik, peygamberi ve mabedi olan bir din. "Buyuklerimiz daha iyi bilir" felsefesi onlarinda aslinda bizim gibi bir insan oldugunu unutturdu, kendi kafamizdaki dusuncelerle bir insan ve devlet yarattik, O insani ve devleti tanrilastirdik.

Oysa devletinde herkes gibi hatalari vardi ve en onemlisi devlet ulus icin vardi, ulus devlet icin degil. Bu aradaki ince farki unuttugumuzda devlet kutsallasti, dinsellesti, elestirilemez bir tabu oldugu kafamizda.

Islamci ideolijiyi benimsemis insanlari "gericiler' diye sucladik, fakat aslinda onlar nasil inaniyorsa bizde oyle inaniyorduk, yani katiksiz...

Bizimde dogmalarimiz vardi ve hatta dogmalarimizi elestirenlere karsi ‘Islamcilardan’ daha acimasiz olduk.

Fakat bizim dogmalarimiz daha gercekciydi, yoksa degillermiydi?

Cumhuriyetin kurulusundan beri var olan sorunlari hep halinin altina supurduk ve onlari gormek istedigimiz gibi gorduk, gercekten var olduklari sekliyle var olmalari bize hep rahatsizlik verdi, belkide oyle gormek istedik.

Bu baglamda Kurt sorunuda dahil pek cok toplumsal ve siyasal olarak su an icinde bulundugumuz durumun veya cikmazin sorumlusu olan nedenleri sistematik olarak hep gormezlikten gelmek bizde bir metodoloji oldu.

Sistemin tikanmisligini defalarca bozuk bir plak gibi tekrarladik, hatta ve hatta sistemi degistirme mevkisinde bulunanar bile sistemin tikanmisligindan ve kohnemisliginden yakindi. Ve aslinda halk olarak da buna alistik, hep birileri daha iyi biliyor dedik fakat hic dusunmedik ki "o birileri" gercekte yine bizdik. Aslinda sorunlar ile yuzlesmekten kacindik ve hala kaciniyoruz. Fakat biliyorduk ki o sorunlari hep oradaydi, ve hep orada duracakti, taki biz onlar ile yuzlesene kadar.

Biz ise sadece zaman kazanmak icin mudafa halindeydik, nicin zaman kazanmamiz gerektigi hakkinda da fazla bir bilgimiz yoktu. Cunku suni gundemler bizi asil sorunlardan uzaklastirmis ve oyle bir hayal dunyasina goturmustu ki, o dusler dunyasindan cehennemi yasamaya basladigimizda bir aralar Merve Kavakci ile ugrastik, daha sonra basortusu, televole, gibi gereksizce gundemi mesgul eden bu haber zirvalarinin icinde bogulduk.

Hep suni gundemlerle sorunlarin ustunu ortmeyi denedik, fakat maalesef ki olmadi ve olmuyor, keske olsaydi...

Turkiye’de var olan sosyo-ekonomik somuru sorunu sadece Kurt sorununa indirgenemez.

Bugun Turkiye’de var olan geri kalmislik, yoksul kesimlerin ezilmisligi, sosyal ve ekonomik siniflar arasindaki gelir duzensizligi emperyalizmin Turkiye’yi parcalama sureci ve bu politikalarinin yansimasinin bir urunudur.

Günümüzde Türkiye’de Kürt’ün ne sorunu varsa Türk’ün de aynı sorunu mevcuttur.
Çünkü sömürü ve emperyalizm Türk ile Kürt arasinda bir ayırım yapmaz.

Hakkari veya Diyarbakir’da koyunden ayrilip buyuk sehirlere umut icin gelmis Kurtler ne kadar eziliyorsa, Rize veya Erzurum’dan Istanbul’a benzer nedenlerden dolayi gelen Turkler’de ayni sekilde uluslararasi kapitalizmin ve emperyalizmin Turkiye’de uyguladigi politikalar ile acimasiz bir sekilde yuzlesmektedirler. Uluslararasi kapitalizmin Turkiye temsilcileri olan Turkiye siyasi elitinin dini, milliyeti, ve duygusu yoktur. Fildisi kulelerde yasayan Turkiye siyasi eliti icin ne Kürt sorunu ne de Türk sorunu vardir.

Onlar Turk halkini ne kadar kontrol altinda tutmak istiyorlarsa, benzer bir sekilde Kurt halkini da kontrol altinda tutmak isteyen, insanlarin kimliklerini halklarin kendi hissettiklerine gore degil, fakat kendi yazdiklari kitaplarina gore zorla kimlik giydirmeye calisan totaliter ve jakoben zihniyetin temsilcileridir.

Bu baglamda Turkiye’nin adinin degistirilerek Kurdistan yapilmasi, anayasadaki Turk kelimelerinin cikartilarak Kurt adi ile degistirilmesi veya bagimsiz bir Kurdistan kurulmasi Turklerin ve Kurtlerin ezilmislik sorunlarini cozmez. Fakat emperyalizmin bol yonet politikalarina yardimci olur, iste bu asamada Kurtler bu emperyalist politikalarin temsilcisi olamazlar, olmamalari gerekir.

Ingiliz emperyalizminin Binbasi Noel ve Lawrence vasitasi ile 20’inci yuzyilin basinda Osmanli cografyasinda yapmaya calistigini bugunlerde Incirlikte konuslanmis olan Amerikan emperyalizmi denemektedir.

1959-69 arasi 27 amerikan ussu ve 30 bine yakin Amerikan askerinin bulundugu Turkiye’de yasanan son saldiri bir hafta sonra yine unutulup gidecektir, siyasetciler nutuk cekecek, Turkiye’yi bolmeye ve kontrol etmeye calisan NATO’da istihbarat subayligi yapmis askerler ise bagimsizlik ve vatan bekciliginden bahsedeceklerdir.

Unutmayin ates dustugu yeri yakmistir, en fazla bir hafta sonra herkes yine televole kulturu icinde Ask’i memnuyu izlemeye devam edecektir, on bes gun sonra haberlerden bir kac askerin daha PKK saldirisi ile sehit oldugu duyarsiniz, yine uzulursunuz, fakat hayat devam eder, cunku ulkemizin bulundugu cografyada Amerikan emperyalizminin petrole bagimli ekonomisi oldugu surece bu acilari cekecegiz.

Ne zaman ki ulkemizde Cumhurbaskani, Genel kurmay baskani ve TBMM Incirlik ussunu kapatirsa iste o zaman insanlarimizin biraz daha huzurlu olarak yasamasina imkan var demektir.

Cunku modern Kurt milliyetciliginin arkasinda Amerikan emperyalizmi vardir.

Genel Kurmay baskani Ilker Basbug, ABD ile PKK konusunda istihbarat paylasminin iyi isledigini iddia etmektedir, hic zannetmiyorum, emperyalizm bolmeye ve manipule etmeye calistigi bir ulke ile hic istihbarat paylasirmi?

Kurt dostlara tavsiyem ise emperyalizmin House Negro’su olmayin.

BU GİDİŞİN BAŞI VAR, BİR DE SONU
Banu Avar
24.06.2010

Bu gidişat çok önceden belirlenmişti! 100 yıl önce bugün hedeflenmişti!

Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson .. Türkiye’yi param parça eden ünlü Wilson ilkelerine adını veren kişi… Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen Amerikan başkanı.. Bakın ne diyor:

‘Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır…’

Geçenlerde Dışişleri Bakanı işte bu Wilson’ın adıyla anılan ödüle layık görüldü…
Wilson’ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak…

O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye’yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp bir daha gelmek üzere gittiler…
Türkler inaılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel buna ağızları köpürerek ‘Türk Mucizesi’ dediler..
Ardından yepyeni bir ülke kuruldu. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar , Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar…Tarıma yol verdiler, yurttaşlar yarattılar.
Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. … Kürt Sait isyanı Lozan’da Musul meselesi masadayken, Dersim İsyani, Hatay için direnilirken tezgahlandı.

BATIYA HAYRAN AYRAN BUDALALARI!

1930’lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş ‘uzmanlar’ genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı.. Her şey yeniden kurulurken maskeli sırtlanlar Ankara’da boygösterdi .. Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran ‘münevverler’, yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938’de milletin önderi öldü ve geride kalanlar hemen Batı’ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında , Gazi Paşa’nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi paşa’yı ‘anlamayıp sadece inananlar’ asıllarına rücu ettiler!

2. paylaşım Savaşına kadar ‘ecnebi uzmanlar’ yurdun tüm açık yaralarına dair raporlarını hazırladılar…
2. Dünya savaşı ile bir süre ara verdiler.. Yalta’da yeni bir düzen kuruldu artık Avrupa’nın mührünü Amerika alacaktı
Savaşın sonunda ‘yeni dünya’ sırtlanları İsmet İnönü’yü bir sömürge anlaşmasına daha razı ettiler. Marshall yardımı çerçevesinde imzalanan anlaşma, Kurtuluş’dan 24 yıl sonra Türkiye’yi esir etti.
Önce Dünya Bankası ve İMF denetimine girdik. Sonra NATO’ya alındık Bedelini Korede kanla ödeyecektik. Üstüne üstlük ‘Canım Amerika!’ diye şarkılar söyledik!
Hollywood filmleri seyrettik, Dean Martin, Frank Sinatra dinledik..

1956’da küresel elitin önde gelen ismi, Rockefeller, ABD başkanı Eisenhower’a: ‘Türkler oltada balık! Yeme ihtiyaçları yok!’ diyordu.. Sonra Ortadoğu’daki yüksek idealleri için, işlerine gelen hükümetleri iktidarda tutmak işlerine gelmeyenleri devirmek amacıyla yardım fonlarının kullanılacağı’ karara bağlanıyordu..
1966’da NATO haberalma tesislerine kapıyı açtık. Tüm istihbaratımızı ABD’ye devrettik.
1971’de ‘Büyük Türkiye’ hayallerimizin bedelini birbirimizi kırdırarak ödettiler Ardından bir darbeyle işi bitirdiler!
Uslanmayıp 1974’de Kıbrıs barış harekatını yapınca ASALA terörünü başımıza bela ettiler! Ama biz yılmadık, müttefikimize daha sıkı sarıldık..
1980’de Sovyetlerle sanayi işbirliği, hızlı sanayi atılımları sürerken bir CIA darbesiyle daha sarsıldık..
1984’de Türkiye ağır sanayi hamlelerine Güneydoğu Anadolu Projesini ekledik. PKK ile ödüllendirildik!
SEVR HORTLADI!

100 yıllık Kürt devleti hayali paketlenip Türkiye’nin önüne kondu. Ve SEVR HORTLADI, kabusumuz oldu..

Fulbright burslarıyla yetiştirdikleri liderleri getirip ülkemizin başına koydular…
1991’de başa geçirdikleri Turgut Özal’a kukla bir Kürt devleti için ilk adımları attırdılar.
Çekiç Güç kontrolünde bir Kürdistan devletinin tohumunu attılar..
Irak’ın kuzeyi güvenli bölge ilan edildi ve PKK Çekiç Güç kontrolünde pamuklar içinde yetiştirildi!
Derken Özal, ‘Bir Türk-Kürt Federasyonu’ndan’ bahsediverdi!
Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi….

1995’de Avrupa Birliği ‘Kürt Sorununu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız!’ diyordu. İçerdeki besleme koro onaylıyordu. Bu ülkenin has vatandaşları Azınlık konumuna oturtuldu…
Aynı anda Türkiye’nin Gümrük Birliği ile eli kolu bağlandı! Yani tüm gelirlerine el kondu, üretimi durduruldu, terörle mücadelede deli gömleğine sokuldu.
1999’da Apo Türkiye’ye verildi. Artık İmralı’dan terörü yönetecekti!
Vatan evladı ölmeye devam etti!
2002 de Türkiye’ye bir sessiz darbe yapılacak, oyunun son perdesi sahnelenecekti.. Küresel elit, Sevr hükümleri karşılığında AKP’ye iktidar koltuğunu verdi!
2004’de Avrupa Birliği Uyum Yasaları önümüze geldi… Bu yasalarla ellerimiz arkadan bağlanıyor, teröriste ise ‘VUR!’ deniyordu.
Vurmaları için gerekli tüm silahlar, Irak ve Güneydoğuya NATO uçaklarıyla aktı…Ordunun sınır ötesi harekatı sınırlandırıldı. İstihbaratımız ABD ve İsrail istihbaratının içinde eridi ve kayıplarımız, 10 yıl içinde 50 kat arttı.
Eşzamanlı olarak Bölgesel Kalkınma ajansları, ikiz yasalar ve yerel ‘iktidar’ girişimleri teröre zemin hazırladı.
Medya vasıtasıyla zehir enjeksiyonu had safhadaydı. Basın tümüyle işgal altında ve köşe başlarını tutanlar. ‘Sahiplerinin sesi’ olmaya can atmaktaydı!
Üniversiteler şirketleşmeyi tamamlıyorlardı. İşbirliği yapan akademisyenler rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donatıldı.
2007’de Amerikan istihbaratçılarından oluşan bir ekip Ankara’ya yuvalandı.
Gözleri gören, kulakları duyan, burnu koku alan helal süt emmiş vatan evlatları kralın çıplak olduğunu yazıp çizdiler. Ortalığa korku salındı. Konuşmaya başlayanlar dinlendi, terörle mücadelede üstün hizmeti olanlar Silivri’ye davet edildi..(!)

ARTIK ‘YETER’ DİYENLER…

Şimdi geldiğimiz noktada her şey apaçık ortada! Düşman belli..Hem de 100 yıldan beri, hiç değişmedi.
Çokuluslu şirketlerin kontrolünde ABD ve Avrupa Birliğinin elitleri, ve onların denetimindeki mali ve siyasi kurumlar, İMF, Dünya bankası, NATO! Ve tabii içerde onların planlarını yürürlüğe koyan işbirlikçi hükümetler !. Artı Sivil Toplum diye altımızı oyan ajanlar ve onların maşalarının ucunda sallananlar…
Hepsini toplasanız 10 bin kişiyi bulmazlar!
Geride 72 milyon var. İşsiz ve yoksul bırakılmış, dini ve etnik olarak parçalanmış, şehit düşmüş, gazi olmuş, kan kusan, göz pınarları akan 72 milyon..
Psikolojik savaşın her türlüsüyle karşılaşmış, çok hırpalanmış, örselenmiş ama sağduyusunu kaybetmemiş, sabrı defalarca denenmiş bir millet… Sessiz ama derinden, son anda ‘YETER’ diyen…İşte bu nedenle ZALİMler bu milletten korkuyor ve oyun üzerine oyun kuruyor.

Bu millet artık Terörün Washington ve Brüksel’den fışkırdığını biliyor. Batıyla ittifak yapanların, eşbaşkan olanların bu kan kaybını durduramayacağını da!
Eylüldeki referandum halkın bu bilincinin keskin bir göstergesi olacaktır.. Halk gücünün farkına vardığı zaman başka bir dönem başlayacaktır!
Allah tüm şehitlerimize RAHMET eylesin!!! Onların kanı yerde kalmayacak!
Odatv.com

Türk Milleti Çuval Olayını Unutmayacak
Hazırlayan : Yılmaz Karahan
Yeniden Ergenekon
04.07.2010

İşgalci güçlerle Kürt işbirlikçilerinin hazırladığı hain bir plan Süleymaniye’ de uygulamaya konuluyordu. 2003 yılının 4 Temmuz Cuma günü ABD’nin 173. Hava indirme tümenine bağlı askerlerle onlara destek veren Kürtlerin, Süleymaniye’ deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosuna yaptıkları baskın sırasında 11 Türk askeri (3’ü subay 8’i astsubay olmak üzere) esir alıyordu.

Türk askerlerine silah doğrulttular. Yüzü koyun yatırılarak, bilekleri kelepçelenen Türk grubu bahçeye indirildiğinde, baskıncıların bir bölümü bina çevresinde de emniyeti almış ve içerdekilerin büyük bir kısmı da evin her noktasında arama yapıyordu. Amerikalıların yaptıkları her işlem için yardımcıları, daha doğrusu öncü kuvvetleri peşmergelerdi.

Türk Askerlerine reva görülen muamele en iyimser ifade ile “fena” kavramını aşıyordu. Fakat artık yapılacak hiç bir şey yoktu, çünkü eller kelepçelenmişti.

Amerikalılar esir aldıkları Subay, Astsubay ve görevliler ile baskın sırasında büroda bulunanların başına “Çuval” geçirdiler! Başa çuval geçirilmesi, esir alınanların, Iraklıların etrafı görmemeleri için yapılan bir uygulama idi. Fakat bu kez özellikle amaç sindirme, güç gösterisi ve psikolojik baskı oluşturmaktı.

8 araçlık (3 kamyon, 5 Hummer) baskın konvoyunun yanlarında peşmerge lerde olduğu halde ABD’nin karargahı olarak kullanılan, Kerkük Hava alanına götürdüler.

2 kamyonun içinde 24 esir bulunuyordu. Esirler ; 11 Türk özel Timi mensubu, 2 Sivil Türk, 4 Kürt muhafız, 2 Türkmen erkek, 2 Türkmen kadın, 1 Kürt, 1 Türkmen çocuk ve İngiliz vatandaşı Michael Todd’du. Kamyonların birinde 6, diğerinde 5 Türk askeri vardı.

5 Temmuz günü Kerkük Havaalanında sorgulama yapıldıktan sonra, Amerikalılar helikopterlerle Türk askerlerini Bağdat’a götürdüler.

Irak’ın kuzeyinde Türk Özel Kuvvetleri mensubu 11 Türk askerinin ABD’liler tarafından esir alınmasıyla başlayan kriz yoğun diplomatik çabalar sonucu ancak 60 saat sonra çözülebildi. Serbest bırakılan Türk askerleri

“Amerikalılar bize El-Kaide muamelesi yaptı. En yakın müttefikine nasıl terörist gibi davranırlar?"

Türk Özel Kuvvetleri Komutanı Binbaşı Aydın Eser,

“4 Temmuz Cuma günkü baskını önce Amerikalıların Iraklılarla bir çatışması sandığını"

söyledi.

“Amerikalılar havaya ateş açıyorlardı. Önce sokakta çatışma çıktı sandım. Kapıyı açıp onlara yardım etmek istedim. Bir baktım bize doğru ateş ediyorlar. Amerikalılar bize doğru gaz bombası attılar. Olayın değişik boyutlara girmemesi için teslim olduk”.

Binbaşı Aydın, dayaktan incinmiş kaburga kemiğini gösterirken:

“Biz burada yasal olarak bulunuyoruz. Benim rütbemi hiçe sayıp Kerkük ve Bağdat’ta kötü muamele ettiler. Kafalarımıza çuval geçirildiği gibi ellerimizi de kelepçelediler.”

Türk Özel Kuvvetleri Timinin Komutanı Binbaşı Aydın Eser’nin son sözü ise “Bizi Kürtler gammazladı.” oldu.

Saat 14:30’da Türk Özel Kuvvetleri Bürosu terk edilirken 100 metre ilerde beyaz jip içindekiler, Amerikalı yarbay tarafından birkez daha tebessümle selamlandılar.

Jip’in içinde bekleyen rehber, görevini ifa etmenin huzuru ile(!) KYB Dışilişkiler Bürosunun yolunu tutarken, konvoy Süleymaniye sokaklarında yeniden bir geziye çıktı.

İçerde çuvallanmış Türk Askeri vardı. Başlarında ise Coni’ler ve peşmergeler…

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ısrarla “haberimiz yok” dediği Türk Özel Kuvvetleri Timine karşı yapılan baskında, Celal Talabani’nin oğlu zaten başından sonuna kadar bu çuval baskınının içinde yer alıyordu.

Bölgede babadan oğula geçen siyaset geleneği içinde küçük Talabani önemli bir figür olma özelliğini doğuştan taşıyordu. İşte bu Bafel Talabani, operasyon boyunca elindeki telefonla hem babasını bilgilendirmiş hemde Amerikalı konvoya yol gösterirken, aynı anda da baskını saniye saniye görüntülemişti.

Hatta Bafel işi iyice abartmış, Amerikalıların Türk Özel Kuvvetleri Timi’ni götürmelerinin ardından “baskın sonrasını da” görüntülemişti.

ALİ KERKÜKLÜ

Habertürk Televizyonunda Basın Kulübü programına katılarak konuşan dönemin Genelkurmay başkanlığı eski harekat başkanı emekli korgeneral Köksal Karabay, 4 Temmuz 2003 günü Irak’ın Kuzeyinde Süleymaniye şehrinde (Kürtlerin yoğun yaşadığı şehir) yaşanan çuval olayını şöyle anlattı:

“Kerkük Valisi’ne suikast yapılacağı ihbarı üzerine Kerkük’ten gelen ABD askerlerinin Talabani’nin Sarayı’nın çevresinde ilerlerken Türk timinin bulunduğu sokağa da girdiler. ABD askerlerinin arasında Türkiye’nin ekmeğini yiyen Talabani’nin oğlu (Bafel Talabani) da bulunuyordu. Tim komutanı(Aydın Eser) kapıya çıkıyor ’Hoşgeldiniz’ diyor. Üzerine çullanıyorlar. Bu esnada herkes ateş etmeye hazır. Tim komutanı Binbaşı Aydın Eser elini kaldırıp ateş etmeyin diyor. Hiç böyle birşey olacağını tahmin etmemişler. Çünkü daha önce birlikte çay içmişler ve oturmuşlar.”
KAYNAK: İnternetajans

Süleymaniye’de 11 Türk askerinin başına çuval geçirilerek sorgulanması sırasında ABD adına tercümanlık yapan Metin Öngel, olayın tüm ayrıntılarını verdi.

Öngel, askerlerimize su, yemek ve sigara götürdüğünü söyleyerek, “Binbaşı Aydın E. yapılan muameleye çok kızmıştı. Bu yüzden ABD’liler onun üzerine gidiyordu” dedi.

Kuzey Irak’ta, 11 Türk askerinin ABD askerleri tarafından gözaltına alınıp başlarına çuval geçirilerek alıkonulması olayının bilinmeyen bir tanığı ortaya çıktı. O dönemde Amerika Birleşik Devletleri adına tercümanlık yapan 32 yaşındaki Metin Öngel, 4 Temmuz 2003 günü yaşananları tüm ayrıntılarıyla ilk kez Hürriyet’e anlattı.

Öngel, gözaltına alınan askeri personelden bildiği isimleri de sıraladı. Türkiye’de vatan hainliğiyle suçlanma korkusu nedeniyle ABD’ye iltica eden kendisi gibi tercüman Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç’ı eleştiren Öngel, “Koca Türkiye, bu iki tercümanla mı uğraşacak?” dedi. Halen Kocaeli Derince’de ticaret yapan Öngel, 4 Temmuz günüyle ilgili şu bilgileri verdi:

KAAN YÜZBAŞI’NIN BARBEKÜ PARTİSİ

4 Temmuz günü, biz ABD ordusu hesabına tercümanlık yapıyorduk. O gün ABD’nin resmi bayramı olduğu için, Kerkük’teki ABD üssü içinde bulunan Türk Özel Kuvvetleri’ne ait ofiste Kaan Yüzbaşı da bir barbekü partisi veriyordu.

Kaan Yüzbaşı, partiye bizi de davet etti. Yemekleri yedik, sonra bir Amerikalı asker geldi. ’3-4 Türkçe tercüman lazım’ dedi. Süleymaniye’den bazı insanları gözaltına almışlar. Biz hemen o askerle Kerkük’teki gözaltı merkezine gittik. Yanımda, Amerika’ya sığınan Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç ile Gülay Kıramer adlı kızıl saçlı bir Türk kızı daha vardı. Gülay Kıramer, bir emekli astsubayın kızıydı ve Amerika’dan gelmişti. Emin değilim, sanıyorum daha önce bir Amerikalı ile evlilik geçirmişti.

ELLERİ ARKADAN PLASTİK KELEPÇELİ

Gözaltı merkezinde, buraya getirilen 33 kişi vardı. Bunların sorgusunu yaptılar. Ben gözaltına alınanları Kuzey Iraklı Türkmen sanıyordum, sonra 11 Türk askerinin de gözaltına alındığını gördüm. Türk askerleri, Süleymaniye’de Dışişleri İrtibat Bürosu’nda görevliydiler.

Sivildiler ve hepsinin ellerini arkadan plastik kelepçeyle kelepçelemişlerdi. Kafalarına çuval geçirilmişti. Gözaltı merkezinde değişik odalar vardı. Bunları, 3-4 ayrı odaya dağıttılar. Gözaltına alınanlar arasında, bir temizlikçi kadın ile 14 yaşındaki oğlu bile vardı. Kimi buldularsa getirmişlerdi. 2 Kürt koruma ve oradaki dönerci dükkánında oturanlar bile vardı.

ASKERLERİMİZE YİYECEK VE SİGARA GÖTÜRDÜM

İlk sorgu sırasında ben, bizimkilere su, yemek ve sigara götürdüm. Amerikalılar, getirilenler arasında Türk askeri olduğunu biliyorlardı; ama bilmezlikten geliyorlardı.

TÜRK BİNBAŞI ÇOK KIZMIŞTI

Binbaşı Aydın E., çok sinirliydi, agresif davranıyordu. Yapılan muameleye kızmıştı. Bu yüzden Amerikalılar da onun üzerine gidiyordu. Kerkük’te 1 ya da 2 gün kaldılar. Sonra uçakla tüm ekibi Bağdat’a uçurdular. Havaalanına götürürken, turuncu kıyafet giydirmişlerdi.Kamyonun arkasında taşındılar. 2’nci sorguya, tercümanlardan sadece Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç gitti. Biz gitmedik, daha doğrusu gitmek istemedik.

’ÇUVAL’DAN SONRA İSTİFA ETTİK, DÖNÜYORDUK

Çuval olayı üzerine Türk tercümanlar olarak hepimiz istifa ettik, geri dönüyorduk. Ancak Türk Özel Kuvvetleri Komutanlığı, ’Colin Powell özür diledi, olay diplomatik olarak çözüldü’ deyince istifadan vazgeçtik. Bir ay sonra Türkiye’ye döndük.

TÜRKİYE’NİN İTİBARI İLE OYNAMASINLAR

Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç, ABD’de kalabilmek için Türkiye’de vatan hainliğiyle suçlanma iddiasını gündeme getirdiler. ABD’ye kapağı atmak için bunu bahane ettiler. Ülkenin itibarıyla oynamasınlar. Kimse onları tehdit etmedi. Koca Türkiye Cumhuriyeti zaten böyle iki tercümana mı kaldı. Tercümanların lideri konumunda, Helinka Pepison adlı bir ABD’li kadın vardı. Helinka, Tuncay ve Savaş’ı ABD için ikna etti. Onlara akıl verdi. Zaten Tuncay, Helinka’nın asistanıydı. Bizi kimse tehdit filan da edilmedi. Ortalığı bulandırmasınlar.

GÖZALTINA ALINAN TÜRK ASKERLERİ

Tim Komutanı Binbaşı Aydın E.

2 üsteğmen. Birinin adı veya soyadı Bozkurt.

5 astsubay başçavuş

3 kıdemli üstçavuş.

AMERİKA’DA 10 YIL KALDIM

Metin Öngel, ABD’de 10 yıl kaldığı için İngilizce’yi çok iyi bildiğini söyledi. Kuzey Irak’ta ABD için çalışan 4 ayrı kategoride tercüman olduğunu anlatan Öngel, “Her kategorideki tercüman, belli gizlilik seviyesine göre yetkiliydi. Biz en düşük yetkide tercümanlardık” diye ekledi. Öngel, nasıl tercüman olduğunu ise şöyle anlattı: “Askerden dönmüştüm. Bir arkadaşım, bu işten haberdar olmuş, CV gönderdik. Gaziantep ve İskenderun’da çalıştırmak için tercüman arıyorlardı. Ankara Hilton’da toplantı yaptılar, evrak verdik, kabul ettiler. Mardin’de 15-20 gün kaldık. Sonra geri döndük. Bir daha arayıp Irak teklifi yaptılar. Ticari bağlantı kurarım diye kabul ettim. Tuncay Çelik benden bir hafta önce gitmişti, Savaş Dalkılıç’la aynı dönemde gittik.”

KEBAP PARTİSİ

Türk tercüman Metin Öngel, kendilerine iş veren ABD’li şirketin yöneticisi Helinka Pepison ile bir Irak dönüşü Mardin’de kebap partisinde.


BİRLİKTE GÖREV

Tercüman Metin Öngel, ABD’ye iltica eden diğer tercüman Savaş Dalkılıç ile Kuzey Irak’ta birlikte görev yaptığını anlattı.
Öngel ve Dalkılıç’ın birlikte pek çok fotoğrafı var. Öngel, ABD’ye iltica eden Savaş Dalkılıç ile Tuncay Çelik’in davranışlarını doğru bulmadığını söylüyor.

KAYNAK: HÜRRİYET USA
Açık İstihbarat

AKP YANLISI AMERİKAN CASUSLARI KİMLER?
06.07.2010

ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman’ın Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı ve damadına yaptığı açıklamalar yeni boyutlar kazanıyor.

Balyoz davasının bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman’la görüştü ve görüşmenin ayrıntılarını kendi blog’larında yayınladı.
Biz de bu haberi Odatv sayfalarında yayınladık.

****

Habere göre; “AKP hükümeti yanlısı ve Edelman’la çok iyi geçinmek için çabalayan bir grup” 2003-2005 yılları arasında Türkiye Büyükelçisi olan Edelman’a bazı evraklar iletti. Fotokopi halindeki bu belgeler “ordunun darbe hazırlık planlarını” gösteriyordu.

Edelman, belgeleri ileten gizemli kişileri ciddiye aldı ve belgeleri Amerikalı uzmanlara inceletti. Sonuçta belgelerin sahte olduğu anlaşıldı.

Bu belgelerde ne vardı? Balyoz planı mı, Ergenekon şemaları mı; ne vardı?
Edelman, nedense bir şey hatırlamıyor.

Peki sahte belgeleri ileten kişiler kimlerdi?
Edelman, “Bir elçilik kaynağı” diyor.

“Kaynak adı” verilen kişiler acaba elçilik adına çalışan casuslar mıydı?
Bu soruların yanıtlarını ancak eski Amerikan elçisi Edelman verebilir.

Peki, Edelman konuşacak mı?
Konuşmayacağı anlaşılıyor. “Gizlilik var” diyor başka bir şey söylemiyor.

****

Edelman’ın açıklamalarını gündeme taşıyan yine ODATV oldu. Ardından Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş Edelman’a e-posta yoluyla sorular iletti, yanıtlar aldı. Yanıtlar bugünkü Milliyet gazetesinde yayınlandı.

Edelman Rodrik’e açıklamalarını teyit ediyor. Ama bazı “düzeltmeler” yapıyor.
Elyazısı bir mektup fotokopisi şeklindeki belgenin, ‘bir dizi darbe dedikodusunun raporu’ ve ‘TSK içindeki mekanizmaları’ anlattığını belirten Edelman, “Bu bir hükümet ya da AKP kaynağından gelmemişti” diyor.
Buna göre casuslar AKP içinden değil gibi görünüyor. Acaba doğru mu? Bu soruyu Edelmann’la ilk görüşen kişi olarak Dani Rodrik’e yönelttik.
Elektronik posta yoluyla ulaştığımız Rodrik şu açıklamayı yaptı:

“Biz bloğumuzda belgeler Edelman’a ‘AKP hükümeti yanlısı ve Edelman’la çok iyi geçinmek için çabalayan bir grup tarafından’ verildi diye yazmıştık. Bu doğru ve Aslı Aydıntaşbaş’ın yazdıklarıyla çelişmiyor.

Edelman’la yaptığımız görüşmede kendisi bize belgeyi verenler konusunda çok daha fazla detay verdi, ancak isim yayımlamamızı istemedi. Öyle sanıyorum ki aktardığımız şekliyle sahte belgenin kaynağının hangi grup olduğu açık.”

Kim bu grup?

Rodrik biliyor ama açıklamıyor. Çünkü Edelman’a söz vermiş görünüyor. Edelman da konuşmuyor.

Oysa geçen 3 yıldır memleket Ergenekon’la, darbeyle, ıslak imzayla, Balyoz’la yatıp kalkıyor. Rejim dengesi ve iktidar mimarisi bile buna göre şekillendi. Ama nedense isimler saklanıyor.

Kim bu sahte darbe belgesi üreten, AKP’ye yakın Amerikan casusları?

Daha da ilginç olan nokta şu: Bunca yaşanan hikaye, tutuklamalar, hapisler, telekulaklar vs., acaba her biri casusların Türkiye’ye karşı oynadığı oyunlardan mı ibaret?
Odatv.com

09 Temmuz 2010
Davulcuya Gitmeyiz!
Bülent ESİNOĞLU

Obama’yı Avrasya korkusu salmış. Avrupa’yı Türkiye’nin üyelik yolunda oyalamasından dolayı AB’yi eleştiriyor. “Türkiye’nin Avrupa’dan başka yerlere bakar hale gelmesi doğal” diyor.

Obama’ya göre, Türkiye başıboş kalmış bir kıza benziyor. Ya davulcuya ya da zurnacıya gidecek diye hayıflanıyor.

Türkiye’yi AB kapısına bağlayanın Amerika olduğunu en iyi Obama biliyor. Obama, AKP iktidarında, Türkiye’nin ABD emrinden dışarıya çıkmayacağını da biliyor.

Peki, Obama neden hayıflanıyor? Çok açık. Türkiye’nin Atlantik İttifakı içinde boğulduğunu biliyor.

Batı Türkiye’yi Doğunun çıkarlarını tıkayan bir tıkaç gibi kullanıyor. Türkiye doğuyu tıkadıkça kendisi de tıkanıyor.

Obama, Türkiye’yi devletsizleştirerek, AB’ye bağlama projesini Avrupa’nın iyi yönetemediğinden şikâyetçidir.

Türkiye kendini yönetenlere rağmen, Atlantik’te boğulduğu gerçeğini görüyor. Telaş buradan geliyor. Batının yaşadığı krizle birlikte, Avrasya tartışmaları çıkınca, iktidar mevzilerinden, başta eşbaşkan olmak üzere, “valla billâh biz bir yere gitmiyoruz” açıklamaları geldi.

Bir hafta önce de, TÜSİAD’ın Manken Başkanından bir açıklama geldi. “AB’ye üyelik önemli değil, esas olan AB üyelik sürecine bağlı olmaktır.” Dedi.

İfade çok açık ama tercüme şudur: AB kapısına bağlı olmak, Türk halkını terbiye ediyor, devleti çürütüyor, tekellerin etkinliğini artırıyor. Başka bir seçenek aranmasını önlüyor.

Kendi devletinin işlevselliği yerine, başka bir otoritenin ulusal pazarlarımız ve devletimizin üzerindeki etkinliğini daha yeğ tutan bir zihniyet.

Amerika’nın, Avrupa’nın, AKP’nin ve TÜSÜAD’ın çıkarları bu zihniyette olabilir. Çünkü çıkarları onu gerektiriyor.

TÜSİAD, Avrupa’dan Amerika’dan aldığı para ve ürünü Türk halkına pazarlıyor. İthalatçılıktan kazandığının aslan payını gene Batıya veriyor. Dolayısı ile onun için önemli olan bu süreci yaşamaktır. AB kapısına bağlı olmaktır.

Amerika daha yukardan bakarak, iç dinamikleri görüyor. Bu iç dinamiklerin Türkiye’yi Avrasya’ya götürdüğünü biliyor.

Obama’nın sıkıştırması ve TÜSİAD’ın Amerika ve Avrupa’daki çalışmalarından sonra, 13.Başlık olan Gıda başlığını açtıklarını öğreniyoruz.

Bunun manası da şudur; Nasıl ki, şimdi, kendi ürettiğimiz sanayi ürünleri için gidip AB kurumlarından izin alıp kendi ulusal pazarlarımızda satıyorsak, ürettiğimiz gıdalar içinde aynısını yapacağız. Yani devletimizin yetki alanlarından birisini daha AB’ye devredeceğiz.

Zaten böyle böye devletsizleşiyoruz. Devletimizi tümden AB’ye teslim etmek için de istedikleri anayasayı referanduma götürüyoruz.
AKP’ye de, AKP anayasasına da hayır.
Anadoluhaber

"ÇEKİLECEĞİMİZ EN SON YER KERKÜK"
Bülent ESİNOĞLU
23.07.2010

Bu sözler, bizlerin Çuvalcı General diye tanıdığımız, Irak’ın işgalinde görevli, şimdi de Afganistan işgalinde görevli Amerikalı General Odierno’nun ifadesidir. Bu gün söylenmiştir.22.7.2010
Sekiz yıldır, söyleyip de bir türlü anlatamadığımızı, Odierne birinci ağızdan söylemiş.
Bu ifade, Büyük Ortadoğu Projesinin gerçek amacını da doğrudan belirtmektedir. Tercümesi şudur; Amerika olarak çıkarlarımızı güvence altına almak için yapılması gerekenleri yapacağız.
Amerika’nın asıl amacı, İran ve Türkiye’yi bölmektir.
Kerkük’e yerleşecek Amerikan ordusunun buradaki işlevi ne olabilir?
Bir, Kukla Devleti güçlendirmek.
İki, güçlenen bu devleti Türkiye, İran ve Suriye’ye doğru, önce etki alanı olarak, genişletmek.
Üç, Kukla Devletin Amerikan askeri sayesinde etki alanı artıkça, sözüm ana Türkiye demokratikleşerek, savaşsız bir şekilde, Amerikan bölgesinden gönderilen PKK terörü ile istikrarsızlaştırılarak, bölünmeye razı hale getirmektir.
Tehlike ve tehdit bu kadar yaklaşmışken, siyasi iktidarın yapıp ettikleri nedir?
Amerikan raporlarında yer aşlan, Açılımlardır. Başka bir ifade ile Amerika’nın Türkiye’yi bölmek için yaptığı planların içinde olmak.
Daha dün, Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Kukla Devletin başkanına gönderdiği mektupta, “Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı” ifadesini kullandı.
Öte yandan, hükümet sözcülerinin durmadan söyledikleri de şudur. Irak’ın kuzeyi ile yapılan ve yapılmakta olan ekonomik işbirliğidir.
Yani gelecekteki düşmanımızı büyütmek.
Özetlersek, Irak’ın kuzeyinde kurulan kukla devletin etkinliği artıkça, Türkiye’nin güneydoğusunun kopma olasılığı artacak demektir.
Amerika’nın bu ölçüde Türkiye’yi bölme niyetlerini açık etmesine rağmen, Türkiye’yi yöneten iş adamı, siyasetçi, gazeteci, ne yapıyor dersiniz?
Siyasi iktidar ordusu ile meydan muharebesi veriyor. Generalleri, aydınları ve parti başkanlarını Silivri’ye taşıyor.
Komplo planları ile meşguldür.
Muhalefet, iktidar olmayı Batı icazetinde arıyor.
Bu durumda iş halka kalmaktadır.
Halk yeterince bilgilendirilmediği ve topyekûn savaş hazırlığı yapılmadığı için, hatta tersine bilgilendirildiği için tehlikeyi göremiyor.
Türkiye’ye bir şey olmaz diyenlerin, Türkiye’ye en büyük kötülüğü yaptığı bir dönemi yaşıyoruz.
Amerikan tehdidine karşı Türk Milletinin vereceği ilk cevap, bu siyasi iktidardan kurtulmak olmalıdır.
http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=293&B=

"Doğu diye bir şey yok ki Batı diye bir şey var. Yani batıda NATO var, Avrupa Birliği var, bir yığın kurum ve kuruluş var. Doğu neresidir, orada ne var, doğu diye bir yer yok! "

Türkiye’yi yakından tanıyan ABD’li düşünce kuruluşu uzmanı Henri Barkey HABERTURK.COM’a konuştu…
03 Ağustos 2010 Salı, 19:25:32

ÖZEL RÖPORTAJ / BELKIS KILIÇKAYA

Lehigh Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi ve Carnegie Endowment adlı düşünce kuruluşu uzmanı, Kürt sorunu üzerine kitaplarıyla da tanınan Henri Barkey İstanbul’daydı.

Barkey’le İstanbul ziyareti sırasında Türkiye’de demokratik açılım sürecindeki başlıca aktörleri konuştuk. Diyarbakır ziyaretinin ardından görüştüğümüz Barkey, Obama yönetiminin Türkiye’ye bakışına ilişkin güncel soruları da cevapladı.

İşte Barkey'nin çarpıcı değerlendirmeleri...

“YENİ BİR HEYECAN DOĞMUŞTU”
Demokratik açılım projesi başlatılmasından bu yana bir yıldan fazla bir süre geçti. Bir açılım oldu mu sizce?
Açılımı niye yapıyorsun, çünkü ortada ciddi bir problem var… Tabii ki önce bunu konuşmak lâzımdı. Dolayısıyla açılım önce bu konuyu konuşmaktı esasında. Pek çok toplantı yapıldı, başbakanın, içişleri bakanının önemli beyanları oldu. Söylem çok önemliydi. Şimdiye kadar dışlanmış bir topluluk vardı orada. Hor görülen, terörist diye bakılan, tam vatandaş sayılmayan bir topluluk. Sonra bir başbakan kalktı, “Ben sizin acınızı paylaşıyorum” dedi. Bu simgesel olarak çok önemli bir beyandı. Başbakanın söylediği gibi annelerin gözyaşları arasında fark yok. Çocuğu dağa çıkan annenin de, çocuğunu askere yollayan annenin de acısı, hisleri, gözyaşları aynı. Muhatap alındılar. Dolayısıyla yeni bir heyecan doğdu. Ben o sıralarda artık bu işten geri dönüş olmadığını düşünüyordum. Bunu derken hükümetin geri dönemeyeceğine inanma, inanmama meselesi değil tabii; Sezar’ın Rubikon’u geçmesi, yani “Geri dönüşü olmayan noktayı da geçmek” manasına geldiği kanaatindeydim. Ama açılımın kapanmaya yüz tuttuğunu görüyorum ve bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

“HABUR’DAN DÖNÜŞ ÇARPITILDI”
Açılımdan kapanmaya yüz tuttuğunun alâmetleri yahut dayanakları neler?
Tam kapanmamış olabilir, hâlâ böyle bir ümidim var. Ancak açılımla beraber devlet ve hükümet politikaları paralel seyretmedi. Hükümet de hep aynı çizgide olmadı. Bir KCK davası var, 1300 kişi hapse atıldı ve bir yıldan fazladır oradalar. Habur’dan gelenlerin bir kısmı hapiste… Ki açılımın en önemli ayağı, en önemli göstergesi buydu. Çok önemli bir simgeydi. Neydi insanların isteği, dağa giden ya da hapiste olan çocukların, gençlerin geri dönmesi. Habur dönüşü, işte bu açıdan çok önemliydi, bunun ifadesiydi. Açılıma inanmışlardı. Maalesef medya ve bir sürü siyasi parti, bunu PKK’nın zaferi gibi yorumlayıp sundu ve çarpıttı bu meseleyi. Oysa bilâkis bu, PKK’nın “bu savaş bitti, seviniyoruz, eve dönüyoruz” mesajıydı. DTP’nin kapatılması keza. Uzun süredir bekleyen bir davaydı. Anayasa Mahkemesi alelacele karar verdi. İçeriğine de bakınca pek çok acemilik fark ediliyor. Sonra Ahmet Türk gibi DTP’nin içinde güvercin kanadın temsilcisi olan, Türkiye’nin her tarafında sevilip sayılan bir adamı politikadan men ettiler. Bu saçmaydı. Yargının içinden bir tepki vardı belki açılıma, bilmiyorum. Ben mesela genelkurmay başkanının açılıma olumsuz bakmadığı, en azından karşı çıkmadığı düşüncesindeyim. Savaşın tek çıkış olmadığını gördüğünü sanıyorum. Ama tabii bu ordunun tamamının paylaşmadığı bir durum da olabilir.

Aynı süreçte sizce PKK nasıl bir tutum izledi?
PKK bir şekilde hükümetle beraber çalışmış olabilir. Aksi takdirde Habur’dan nasıl döneceklerdi? PKK dön demeden dönemezlerdi. Bana anlatıldığı kadarıyla o zamanki adıyla DTP bile Habur’dan dönüş kararından bir iki gün önce haberdar edildi. Devlet bunu kiminle konuştu? Belli ki bir koordinasyon oldu ikisi arasında.

“KILIÇDAROĞLU’NU ANLAMIYORUM”
Açılımdan söz ederken sıklıkla medyayı eleştiriyorsunuz…
Tabii ki, medyanın rolü çok önemliydi bu meselede. Bir kere her şeyi muazzam abartmaları, tahrik etmeleri söz konusuydu… Türkiye’de gazetelerin çoğunun bu meseleye ilişkin söylemi çok sert oldu. Mesela; “Haddini bilmeyen başkan!” Böyle başlık olur mu? Sonra, en önemlisi Habur’dan dönüşü “PKK’nın zaferi” gibi sundular. Ki asla doğru değil bu meseleye böyle bakmak. Bunlar çok tahrik edici, abartılı yorumlar. Sanki devamlı bir kriz atmosferini sürdürmeyi istiyor gibiler. Hükümet bunun önüne geçmek istedi galiba. Ama ne kadar başarılı oldu tartışmalı.

Açılımla beraber muhalefetin politikası nasıl etkilendi? CHP, MHP ve BDP bu süreçte nasıl bir rol ve politika üstlendi?
AK Parti’yi ihanetle suçladılar. CHP ki, eskiden bu konuda raporları olan bir partiydi, şimdi artık Kürt sorununu inkâr eden bir söyleme sahip. Son derece sorumsuz bir politika götürdü CHP. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun söylemine gelince onu da hiç anlamıyorum. Bir gün bir şey söylüyor ertesi gün başka bir şey. Bütün darbelerin CHP’nin iktidara gelmesine mani olmak için yapıldığını söyledi mesela, inanamadım. Ya Türkiye tarihini bilmiyor ya başka bir gezegenden söz ediyor. MHP ise çok enteresan, Türk milliyetçiliği dışında hiçbir projesi yok. Bu açıdan Kürt meselesine bakılınca onlar açısından bir antitez. Ama diğer taraftan Bahçeli, MHP’lileri ciddi oranda kontrol edebildi. Belki “Bir kere bırakırsak kontrol edemeyiz” diye, sonunda kendisinin de sorumlu tutulabileceğinden korkuyor. BDP ise bir yandan kaygılı bir yandan da AK Parti’nin açılımdan çark etmesiyle güçlendiler, Kürt hareketinin temsilcisi haline geldiler. AK Parti’den BDP’ye bir kayma var ama AK Parti’ye oy verecek de çok Kürt var. Sadece daha dindar ya da çok dindar oldukları için de değil, hükümette bir parti olması sebebiyle, ya da PKK’ya ve BDP’ye alerjisi olan yahut onları desteklemeyen Kürtler de var. Bazı açılardan da kabul etmek lâzım ki AK Parti iyi işler de yaptı. Sağlık alanında yaptıkları mesela, yahut Diyarbakır’a gidince insan görüyor bir iktisadi etkinlik de söz konusu artık.

“ÖFKE ARTIYOR”
BDP’nin PKK’yla göbek bağını koparamamakla suçlanmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Şunu anlıyorum, İstanbul’da oturan biri BDP’nin PKK’yla göbek bağını koparmasını isteyebilir, gayet normal ve anlaşılabilir bir şey. Ama öte yandan şunu unutmamak lâzım, PKK BDP’yi kontrol etmiyor, PKK aslında seçmen üzerinde etkili. BDP de o seçmenden oy alıyor. Aslında göbek bağı direkt değil dolaylı. Yani bu bir etik, prensip meselesi değil. BDP orada, PKK’yı karşısına alsa, nasıl politika yapacak?

Uzun yıllardır ilk defa bölgeye gittiniz, Diyarbakır’daydınız. Çok depresif döndüğünüzü söylediniz, neden?
Diyarbakır’da herkes bir Türk - Kürt kavgasından endişe ediyor. Hatay ve İnegöl olaylarının bir kışkırtma olduğunu düşünüyorlar. Ben provokasyon mu yoksa doğal bir şey mi, bunu bilmiyorum. Ama her halükârda tehlikeli bir durum. Ayrıca çatışma bugün provokasyonla olur, yarın provokasyona ihtiyaç da olmayabilir. Türkiye’de Kürtlere iş, ev vermemek önceden çok az vardı. Ama artıyor. Bu konuda da medyanın sorumsuzlukları oldu. Gençlerin öfkesi çok mühim, çok dikkat edilmesi gereken bir durum. Bu çok önemli bir potansiyel tehlike. Bölgede yaşayan ve bölgede olmayan gençler; onlar artık kimseyi dinlemiyor. Geçenlerde bir nümayiş oluyor Diyarbakır’da, polis geliyor, gençlerden bir grup polisin üzerine yürüyor. BDP’liler mani olmaya çalışıyor. Ve gençler bu sefer ellerindeki taşları onların üzerine fırlatıyor. “Çıkın aradan” diye bağırarak! Sur belediye başkanının oğlu mesela, babası hüküm giyiyor, cezaevine atılıyor. Oğlu “Sen demokratik mücadeleden bahsediyorsun ama bu palavra, önce kendi durumuna bak” diyor ve 16 yaşında dağa çıkıyor. Adam bir yıldır oğlundan haber alamıyor. İstanbul’daki gençlerde de öfke var.1990’larda buraya göç etmek zorunda kalan insanlar kendilerini varoşlarda çok güç koşullarda bulmuşlardı. Tek kaygıları ekmek ve barınak bulmaktı. Ancak bu ailelerin çocuklarının bugün ne güneydoğuyla, ne yaşadıkları şehirle bir ilişkileri var. Kimlik dertleri var, yaşadıkları yerler kötü, dışlanmışlık var, varlıkları tanınmıyor, ne olduklarını öğrenmeye çalışıyorlar. Zorunlu bir göçün psikolojisini yaşıyorlar. Son derece öfkeliler ve bir gün bu öfkelerini çok kötü biçimde ortaya koyabilirler.

“ABD PARÇA PARÇA BAKAR”
Bunun önüne geçilemez mi?
Elbette geçilebilir. Ben açılım bir kez başlayınca önüne geçemezsin derken bunu kast ediyorum. Açılımdan vazgeçmemek lâzım. AK Parti muhafazakâr bir parti olarak diğerlerine göre daha avantajlı bu konuda, demokratik ilerlemelere ön ayak olmak için. Türkiye’de toplum daima muhafazakârların ağırlıklı olduğu bir toplum oldu. Dolayısıyla AK Parti’nin avantajı var, bu meseleyi ve çözümünü halka daha kolay anlatabilir. Anlatamadı, ama anlatması gerekiyor. Bu arada tabii muhalefet de etrafı galeyana getirmeye çalışıyor.

Obama yönetimi açılım sürecini izliyor mu?
Obama yönetimi açısından Amerika’da izlenmesi gereken o kadar çok mesele var ki… Kasım’da seçimler var, Afganistan’da savaş iyi gitmiyor. Çin, Kuzey Kore, İran var. Ajandasında bu mesele yok. Ayrıca Amerika’dan izlenecek kadar ortada görünen de bir şey yok. ABD Türkiye’ye bakarken parça parça bakar. Türkiye -Ermenistan, Türkiye-İran gibi…

“TÜRKİYE ALTTAN HALIYI ÇEKTİ”
Bu konularda Ankara’nın son politikaları Obama yönetimi açısından nasıl değerlendiriliyor?
Obama için Ermenistan’la protokol çok önemliydi. Çünkü soykırımı tanımak seçim vaadiydi. Protokollerin hayata geçmesi hem bu açıdan önemliydi, hem de dış politika hanesine yazılacak önemli bir gelişme olacaktı. Biliyorsunuz gelir gelmez bu meseleye el atmıştı. İran meselesine gelince, Türkiye’de bilhassa hükümet Obama’nın İran politikasını Yahudi lobisi ve İsrail’in etkisiyle götürdüğüne inanıyor. Dolayısıyla bunun üzerinden bir politika yapıyor. Obama açısından İran politikası direkt bir öneme sahipti. “Yönetime gelirse herkesle konuşacağını” vaat etmişti. Gerçekten de konuştu, aracı gönderdi İran’a. Obama açısından bir diğer önemli hedef nükleer silahsızlanmaydı. Bunu başlatmak en önemli hedeflerinden biriydi. Prag’da biliyorsunuz bir konuşma da yapmıştı. Ancak İran nükleer konusundaki tutumunu sürdürdüğü sürece Obama Rusya’yla yaptığı nükleer silahsızlanma anlaşmasını Kongre’den geçiremez. Bir gelişme olması lâzım. Bunun için o kadar ısrarlı oldu ve nihayetinde yaptırımlara gitti. Yine aynı nedenle Türkiye’nin BM’deki vetosu Obama açısından hayal kırıklığıydı. İranlılar bizimle oyun oynadılar, tam yaptırımlar görünürken Türkler’le yakınlaştılar diye düşünüyordu Amerikan yönetimi. Bir mektup hadisesinden söz ediyor Ankara. Ama Obama yönetiminin mektubu ve anlaşmanın gerçekleşmesi arasında bir buçuk aylık bir süre var. Ayrıca yaptırımlarda çok önemli bir husus var. İlk defa hem Çin hem Rusya’nın yaptırımlara katılması çok önemli bir başarı. Tam o sırada Türkiye geldi, altından halıyı çekti…

“BUNUN ADI ÇOK YÖNLÜ POLİTİKA”
Ama bir taraftan da Amerikan yönetimi yetkilileri hatta Clinton da, Türkiye cephesinde böyle açık bir kanal kalmasının iyi olduğu yönünde beyanlarda bulundu.
Yaptırımlar geçti. Tabii Türkiye’yi de çok kırıp dışlamak istemiyor. Bir yandan da doğru tabii bir kanal var. Bu anlaşmanın bir manası yok artık ama açık bir kanal var.

İsrail - Türkiye ilişkilerinde yaşanan hadiseler Obama yönetimine nasıl yansıyor?
Önce şunu hatırlatmak lâzım: İşler Türkiye’deki gibi değil Amerikan yönetimi için. ABD’de hükümet var, Kongre var, kamuoyu var. Türkiye’de hükümetin meclisi kontrol etmesi gibi Obama kongreyi kontrol edebiliyor değil. Türkiye’nin Davos’ta başlayan bir söylemi var. Başbakanın üslubu hem sertti hem de sürekli bir tekrar söz konusuydu. Türkiye İsrail’in karşısına geçti, “İran’ın yok ama İsrail’in nükleer silahı var” dedi. Evet, istiyorsa İsrail’i eleştirsin tabii, bu onun hakkı ama İsrail, Pakistan ve Hindistan nükleer silahsızlanma anlaşmasını imzalamış ülkeler değil ki! İran bu anlaşmanın bir parçası olduğu halde bu yola gidiyor.

Biliyorsunuz bir süredir, hem ABD’de hem Türkiye’de kimileri Türkiye’nin dış politikasında eksen kayması yaşandığını öne sürüyor…
Hayır, Türkiye çok yönlü bir dış politika izliyor. Çok önce yapılması gereken şeyleri şimdi yapıyor. Ben eksenin kaydığı düşüncesinde değilim. Nereye kayıyor eksen, nereye kaymış? Doğu diye bir şey yok ki Batı diye bir şey var. Yani batıda NATO var, Avrupa Birliği var, bir yığın kurum ve kuruluş var. Doğu neresidir, orada ne var, doğu diye bir yer yok! Türkiye Ortadoğu’da söz sahibi hatta çok söz sahibi olmak istiyor. Bir dereceye kadar da oldu. Niçin bir dereceye kadar derseniz; Suudi Arabistan ve Mısır bundan hoşlanmıyor. Başar Esad İsrail’in dostu değil, ama geçenlerde “İsrail’i dışlayarak Ortadoğu’da politika yapamazsın” dedi. Doğru, İsrail hem Ortadoğu’nun gerçeği hem de en önemli aktörü. Türkiye ayrıca başka bir şey daha yaptı, FKÖ’ye karşı Hamas’ın yanında yer aldı ve FKÖ’yü de karşısına aldı… habertürk

ABD´de Türk tezlerine buz gibi karar!

ABD´de öğrencilerin Ermeni soykırımının anlatıldığı derslerde soykırımı sorgulayan görüşlere de yer verilmesi talebi reddedildi.

ABD'de öğrencilerin gerçekleri dengeli bir biçimde öğrenmesi için Ermeni soykırımının anlatıldığı derslerde soykırımı sorgulayan görüşlere de yer verilmesi talebi reddedildi.

Mahkeme Türk belgelerinin okutulmasına izin vermedi.

ABD'de bir temyiz mahkemesi, Türk-Amerikan Dernekleri Asamblesi'nin (ATAA), Massachusetts eyaletinde okul programlarına Ermeni soykırımını sorgulayan görüşlerin alınması talebini reddetti. ABD'nin Massachusetts eyaletinde bulunan temyiz mahkemesi, eyaletteki devlet okullarının müfredatından,1915 olaylarına ilişkin Türk görüşlerinin çıkarılmasının anayasaya aykırı olmadığı yönünde karar aldı.

Böylece, bu konuda alt mahkemenin daha önce aldığı kararı Ermeniler'in talebi doğrultusunda onaylayan mahkeme, kararında, ''Müfredat rehberinin, bir kütüphane kitabından ziyade, müfredatın parçasını oluşturan bir kitapçık olduğunu, bu nedenle 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarına karşı çıkan görüşlerin müfredattan çıkartılmasının öğrencilerin ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmediğini'' savundu. ATAA Başkanı Günay Evinç, temyiz mahkemesinin Ermeni-Amerikan aktivistlerin lehine yanlı bir karara imza attığını fakat ATAA'nın mücadeleye devam edeceğini söyledi.

ATAA'nın Türk ve Ermeni toplumları arasında tarihin dürüst ve açık bir değerlendirmeye tabi tutulması temeline kurulu bir uzlaşı sağlamaları taraftarı olduğunu söyleyen Evinç, "Bu nedenle, eyalet yönetimleri tarafından uygulanan Türk karşıtlığı temelli, önyargılı ve tek taraflı uygulamalara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz," dedi. ATAA, 1915 olaylarına ilişkin Türk görüşlerinin eğitim müfredatında sansürlenmesine karşı Massachusetts'te dava açmış, geçen yıl bölge mahkemesinin verdiği aleyhteki kararı da temyize götürmüştü. anayurthaber

Yok Artık! Kur'an Yakacaklar...

Florida'da bir kilisenin 11 Eylül'de "Kur'an-ı Kerim Yakma" günü düzenlemesi, "Bu kadarı da olmaz ki!" dedirtirken, büyük endişeye de yol açtı.
19.08.2010

Amerika Birleşik Devletleri’nde cami tartışması giderek büyürken bu kez de ülkede Florida’da bir kilisenin aldığı karar tartışma yarattı.

11 Eylül saldırılarında yıkılan İkiz Kulelerin yakınında cami yapılmasına destek veren Başkan Obama, tepkilere rağmen sözünün arkasında duracağını açıklarken, Florida’da bir kilisenin aldığı "Kur’an’ı Kerim Yakma" kararı Başkan Obama’yı da şaşırttı.

Florida’daki bir kilisenin 11 Eylül’de "Kur’an-ı Kerim yakma" planı ise sadece Başkan Obama’yı şaşırtmakla kalmadı ülkede büyük endişeye yol açtı.

Yerel yönetimin izin vermemesine rağmen, Dove World adlı kilise "yasağa rağmen Kur’an-ı Kerim yakma gününü düzenlemede kararlı olduklarını" açıkladı.
TRT

ABD Pakistan'da Camiye Saldırıdı: 5'i Türk 8 Müslümanı Şehid Oldu

Pakistan'da ABD tarafından insansız hava aracıyla bir camiye yapılan saldırıda şehidlerin 5'inin Türk olduğu açıklandı.
Pakistan'ın Mirali kentindeki bir camiye bugün ABD'ye ait insansız uçakla düzenlenen saldırıda ölen 8 Müslümandan 5'inin Türk kökenli Alman vatandaşı olduğu bildirildi. Yerel emniyet makamları, ABD insansız uçağının saldırısında 5 Türk asıllı Alman vatandaşı ile 3 Pakistanlının olduğunu belirttiler.
haber1001

Füze kalkanıza da .... Amerikanıza da .... AB'nize de .... NATO'nuza da .... İşbirlikçilerinize de...



http://universiteliblog.blogspot.com/

Türk halkı için en büyük tehdit: ABD ve İsrail
7 Ocak 2011
Türkiye'de yapılan son araştırmada halkın büyük bir çoğunluğunun ABD ve İsrail'i en büyük tehdit olarak algıladığını ortaya koydu.
Metropoll araştırma şirketinin yaptığı ve bugün yayımladığı bir kamuoyu yoklamasına göre Türklerin çoğu, ABD ve İsrail'i Türkiye için başlıca tehdit olarak görüyor.

Bin 504 kişi üzerinde aralık ayında yapılan ankete katılanların yüzde 43'ü, 1952'den beri NATO bünyesindeki müttefiki olan ABD'yi, laik ama Müslüman olan ülkeleri için yabancı tehditler arasında ilk sırada görüyor.

Katılımcıların yüzde 24'üne göre ise ABD'yi İsrail takip ediyor. Ankete katılanların yüzde 63'ü, Türkiye'nin Yahudi devlet ile ilişkilerini dondurması gerektiğini düşünüyor.

İRAN'IN NÜKLEER TEHDİDİNE İNANMIYORLAR

Batılı büyük güçler tarafından nükleer silah ürettiği iddia edilen İran bir tehdit olmaktan uzak. Zira katılanların sadece yü
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 02, 2010 9:05 pm    Mesaj konusu: KORKUNÇ İDDİALAR Alıntıyla Cevap Gönder

Henri Barkey: "AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik"
14/06/2012

Utah Üniversitesi’nde konferans veren CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey, AB üzerinden yapılan derin operasyonu bu ifadeyle tanımladı.

İlk kez İslami parti iktidarda

Bu şoke edici sözler, TBMM’de 2003 yılında 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra Utah Üniversitesi’ndeki “Felaket ile Flört: Türkiye- Irak-ABD” adlı konferansta söylendi. Kürsüye çıkan Barkey, 3 Kasım’da ilk kez bir İslami partinin iktidara geldiğini hatırlatarak şöyle dedi:
Ordu ABD’ye güvenmiyor.

Yaptığımız görüşmelerde bize, ’AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini, bunu kendileri için bir rönesans olduğunu’ söylediler. Türk Ordusu ise ABD’ye güvenmiyordu. Irak’a ABD’den bağımsız girmek istediler. Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla orduyu çok sıkı bir kafese kapattık.

“AKP ile anlaşarak TSK’yı kafesledik”

CIA ajanı Barkey, 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABD’de verdiği konferansta, “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” anlatmış.

Haber : Salim Yavaşoğlu

CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in, 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra 26 Mart’ta Utah Üniversitesi’nde verdiği “Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD” adlı konferansta, AKP lideriyle anlaşarak “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” söylediği ortaya çıktı. Barkey, AKP’nin, AB reformlarında ısrarlı tutumu ve ABD’nin Türkiye’ye gün vermesi için AB’ye baskı yapmasının “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesleme” planı olduğunu ifade ediyor.

“Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD”

Barkey’in bu sözleri kullandığı dönemde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral Hilmi Özkök oturuyordu. Konferanstan 3 ay sonra, 4 Temmuz 2003’te de K. Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. İlerleyen yıllarda ise Ümraniye ve Balyoz gibi soruşturmalarla çok sayıda subay tutuklanarak adeta “kafes”leniyor. Konuşmasında, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden Türk Ordusu’nu sorumlu tutan Barkey, ABD’nin en büyük felaketinin Türk Ordusu’nun, “PKK terörü ve çıkacak karışıklıkta Türkmenleri korumak için” Kuzey Irak’a girmekte ısrar etmesi olduğunu, bu nedenle konuşmasının adını “Felaket ile Flört” koyduğunu anlatıyor. Barkey, tezkerenin reddiyle gerçekleşmeyen kuzey cephesinin sırf TSK’nın K. Irak’a girmesinin engellenmesi için düşünüldüğünü ifade ediyor.

Kızarlar ama unuturlar

Tezkerenin reddinden sonra TSK’nın “Ne olursa olsun ABD’den bağımsız olarak K. Irak’a girmek” tavrında ısrarlı tutumunu sürdürdüğünü kaydeden Barkey, bunun engellenmesi için “AB’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vermesi gerektiğini, müzakere tarihinin en büyük yararının Türkiye’nin dikkatini Irak’tan uzaklaştırmak” olacağına parmak basıyor. Barkey bu sürecin AKP hükümeti eliyle yürütüleceğini, AB reformları ile TSK’nın kafese kapatılacağını anlatıyor. TSK’nın Irak’a girmesi engellenirse bunun ABD için en iyi senaryo olacağını belirten Barkey, Türklerin başta çok kızacağını sonradan unutup ilişkilerin derinleşerek devam edeceğini söylüyor. Barkey, AKP ile yürütülen bu planın gerçekleşmesinin 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden daha önemli olduğunu da vurguluyor. Barkey, “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” açıkça söylediği konferansta 1 Mart tezkeresi öncesinde yaşananlar hakkında da çarpıcı açıklamalar da yapıyor.

Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini hiç istemedik!

Henri Barkey, Kuzey cephesinin açılmasına neden olacak 1 Mart tezkeresinin aslında Kuzey Irak’a girmekte ısrarlı olan Türk Ordusu’na karşı düşünülen bir önlem olduğunu da şöyle itiraf ediyor. “1 Mart tezkeresinin geçmemesinin tüm suçu Türk Ordusu’nda. Çünkü, İslamcı hükümet ile Türk Ordusu arasında çekişme vardı. Problemin önemli bir parçası Türk Ordusu’nun Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenmemesiydi. Halbuki biz ’Bağımsız Kürdistanı’ desteklemiyorduk. İnanmadığımızı söylüyorduk. O yüzden bu konuşmanın adını ’Felaketle Flört’ koydum. Türk Ordusu, ABD’den bağımsız olarak Kuzey Irak’a girmek istiyordu. Ne olursa olsun! ABD’nin ise en son istediği şey buydu. Çünkü, Iraklı Kürtlerle Türk Ordusu arasında gerilim olacaktı. Zaten Kuzey cephesi bu tür sorunların ortaya çıkmaması için düşünülmüştü.”

Askerleri, “güç” olarak görmek istemiyorlardı

AKP’nin değişim söylemine inandığını belirten Barkey, iktidar partisini, “Askeri, güç olarak görmek istemeyen, sivilleşmeden yana ve merkez sağ olmak isteyen bir parti” olarak tanımlıyor. Barkey, 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti ve lideriyle “Türk Ordusu’nu sıkı bir kafese kapatma” temaslarını ise şöyle anlatmış: “İlk kez bir İslami parti tek başına iktidara geldi. O güne kadar Türkler, AB’ye temkinli yaklaşıyordu. İlk kez ‘AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini’ söylediler. İlk kez bir Türk hükümeti, ‘AB’ye girmek istiyoruz, onların kriterleri bizim için ölçü olur’ diyor. Bir İslamcı liderin rönesans terimini kullanması bana çok belirleyici geldi. Çünkü, AB’ye katılarak adaylık sürecinin Türkiye’yi daha fazla demokrat yapacağına inanıyorlar. Bu demokratikleşme süreci içinde biz orduyu çok sıkı bir kafese kapattık. Bundan sonra asker, eskiden olduğu gibi her 10 yılda bir müdahale edemeyecek. Keyfince hükümetleri değiştiremeyecek. AB’ye adaylık süreci Türkiye’yi daha demokratik bir ülke haline getirecek. Bu süreç Türk Ordusu’nun tutumuyla darbe yedi. Şunu söylemeliyim ki; Kuzey Irak’ta bir çatışma bu süreci zaafa uğratır ve geriletebilir. Eğer; biz bu Saddam’ı umut ettiğimiz kadar çabuk devirirsek, Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a girmesini engelleyebilirsek, 1 Mart tezkeresi 1 yıl içinde unutulur. Türk hükümeti de reformlar yolunda devam ederse ilişkilerimiz iyileşmeye devam eder. Gelecek için umutluyuz. Türk Ordusu, Kuzey Irak’a girmelerinin hakları olduğunu söylüyordu. Ancak Başkan Bush, Türklere ‘giremezsiniz’ dedi.”

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=68868

KORKUNÇ İDDİALAR
02.09.2010
Kırgızistan'daki Amerika'ya ait "Manas Askeri Üssü"nde, ismi bizde gizli bir görevliden aldığımız bilgiye göre;
Amerika'nın özgürlük bayramı 4 Temmuz günü, Manas üssüne Afganistan'dan yaralı bir mücahit getirilmiş. Bu yaralı mücahit ilk önce sarhoş Amerikan askerlerinin bir müddet eğlendikleri bir oyuncak olarak kullanılmış. Daha sonra ise, sarhoş Amerikalı askerlerden birisi şu teklifi yapmış;
"4 Temmuz sadece bizim kutladığımız bir gün değil, köpeklerimizin de özgürlük günü, onların da eğlenmeye hakkı var. Onunla (mücahidi kast ederek) birazda onlar eğlensin."
Daha sonra yaralı mücahidi öldürerek, köpeklerin önüne atmışlar.
Adına da "bayram yemeği" demişler.
19. y.y. İngiliz işgal güçleri Afganistan’ı işgal ettiğinde, şehit olan Afgan Mücahitlerinin naaşlarını "cennete gitmesinler" diye domuz derilerine sararak gömüyorlardı.
Şimdi İngiliz sapıklığının yerini Amerikan sapıklığı almış durumda.
Bir iddia ise Kırgızistan’ın Güneyinden geldi.
Batının, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale ve ülkeleri işgal edilmeye hazır hâle getirmek için kullandığı postallı sivil toplum örgütlerinden "sınır tanımayan doktorlar" örgütüyle alâkalı bu iddia.
İddiayı dile getirenler de Kırgız doktorlar...
İddiaya göre "Sınır tanımayan doktorlar" örgütüne mensup bazı doktorlar Kırgız doktorlara "bazı Özbek yaralılara kimse sahip çıkmıyor, onların organlarını alalım yabancı ülkelere satalım" diyorlar.
Haddini aşan sınır tanımayan doktorların bu ahlâksız teklifine Kırgız doktorların şiddetle karşı çıkması üzerine, bu ahlâksız örgüt bu sefer dünya komuoyunda "Kırgız doktorların özbek yaralılara bakmadıkları ve onları tedavi etmedikleri" yalanını söylemeye başladılar.
Daha önce Irak ve Somali’de de bu örgütün bulaştığı sayısız organ kaçakçılığı olayları bütün dünyaya yansımıştı.
Hatta organların daha çok İsrailli zengin Yahudilere gittiği ortaya çıkmıştı.
Her iki iddiayı da araştırmaya devam ediyoruz.
http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=441&B=korkunc-iddialar#axzz0yPEmlsYF

Irak'ı işgal yetmedi, bir de tazminat aldılar
12 Eylül 2010
Irak, Saddam rejiminin 1990 yılında Kuveyt'i işgalinden sonra Amerikan vatandaşlarına işkence yaptığı ve travmatize ettiği iddiaları karşısında 400 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etti. Irak Dışişleri Bakanlığı anlaşmanın geçen hafta ABD'nin Irak elçisi James Jefferey ile imzalandığını açıkladı. Milliyet gazetesinin haberine göre; ABD'nin Irak'ı işgal etmesi ile sayısız sivilin öldüğü Irak Savaşı üzerine böyle bir anlaşma yapılması tartışmaya yol açtı. Anlaşmanın Irak'ın ekonomik ve sosyal açıdan bu kadar zayıf olduğu bir zamanda gerçekleşmesi ve Saddam rejimi sırasında yaşananlardan yeni Irak yönetiminin sorumlu tutulması da tepki çekti. Üst düzey bir Iraklı yetkili, "Saddam rejiminden beri çok kan aktı. Kötü muamele, mevcut Irak hükümeti ya da Irak halkı tarafından yapılmadı. Bu adalet değil" dedi.

Kongre onay verdi

Kuveyt işgali sırasında kötü muamele gördüklerini iddia eden aileler ve onları temsil eden hukuk firmaları, yıllarca Amerikan Kongresi'ni, terörü destekleyen yabancı ülkelere karşı dava açılmasına onay vermesi için ikna etmeye çalıştı. Dava bu yöndeki kararın 2008 yılında Kongre'den geçmesinden sonra açılabildi. Davacılar arasında Irak-Kuveyt sınırında çocukları kaçırılan iki sözleşmeli Amerikan askeri, Kuveyt'te tutuklanan CBS News televizyonunun muhabiri Bob Simon ve kameramanı, ülkeden çıkmalarına izin verilmeyen aileler ve Irak televizyonlarında Saddam'ın, "Kahvaltını beğendin mi?" diye sorarken görüntülenmesi ile akıllarda kalan küçük çocuk da bulunuyor. Aileler yaşadıkları duygusal stres için de tazminat talep ediyor. Anlaşmaya göre tazminat, ABD'nin savaş sırasında dondurduğu 900 milyon dolarlık fondan alınacak ve davalılara dağıtılacak.
Irak hükümeti ise anlaşmanın, Saddam rejiminden itibaren ülkeye uygulanan BM yaptırımlarının kalkmasına yardımcı olmasını umuyor. "Chapter 7" olarak bilinen yaptırımlar Irak'a, Kuveyt işgali sonrasında "uluslararası barışa tehdit" oluşturduğu gerekçesi ile uygulanmaya başlanmış ve hiçbir zaman tam olarak kaldırılmamıştı. Irak bu yaptırımlar çerçevesinde Kuveyt'e 27.6 milyar dolar tazminat ödedi ve hâlâ petrolden elde ettiği gelirin yüzde 5'ini Kuveyt'e vermeye devam ediyor.
netgazete

amerikalılar Beyaz Saray'ın önünde Kuran'ı Kerim'i yırttılar

12 Eylül 2010 Milliyet gazetesinin haberine göre; Washington'da İslam'ı protesto eden muhafazakâr bir Hıristiyan grubu Beyaz Saray önünde toplanarak Kuran'ı Kerim'i yırttı. Aralarında aşırı muhafazakâr Çay Partisi'nin (Tea Party) Indiana lideri olduğunu bildiren Andrew Beacham ve kürtaj karşıtı kampanyasının öncüsü Randall Terry'nun bulunduğu bir grup "İslam'ın saçmalıkları" adlı eylemlerini Beyaz Saray önünde yaptı.
Terry, "İslam barış dinidir saçmalığı mutlaka son bulmalıdır" derken, Beacham da Kuran'ın İngilizce tercümeli baskısından Hıristiyanlara ve Yahudilere yönelik nefret içerdiğini iddia ettiği bazı bölümler okuduktan sonra sayfaları kopararak yırttı.
Tennessee eyaletinde Bob Old isminde bir rahip, dün yardımcısı Danny Allen'le birlikte Kuran'ı Kerim'i yaktı. İki rahip Kuran'ı Kerim'in yanı sıra üzerinde Muhammed yazılan bir kitabı da ateşe verdikten sonra Danny Allen tarafından yere fırlatıldı. haber1001

ABD'den Korkunç Deney İtirafı
03 Ekim 2010

ABD yönetimi, 1940’lı yıllarda Guatemala’da yapılan penisilin deneyleri sırasında, tutuklular ile akıl hastalarına bilinçli olarak frengi ve belsoğukluğu hastalıklarını bulaştırdığı için özür diledi.
ABD yönetimi, 1940’lı yıllarda Guatemala’da yapılan penisilin deneyleri sırasında, tutuklular ile akıl hastalarına bilinçli olarak frengi ve belsoğukluğu hastalıklarını bulaştırdığı için özür diledi.

Skandal, ABD’deki Wellesley Üniversitesi’nden tarihçi Profesör Susan Reverby’ın, 1932-1972 yılları arasında Alabama’da yapılan etik dışı deneylerin başındaki Dr. John Cutler’ın arşivlerini derlerken ortaya çıkardığı belgelerle gün ışığına çıktı. Belgelere göre, 1940’lı yıllarda Amerikalı bilimadamları penisilinin frengiyi tedavi edip etmediğini gözlemleyebilmek adına Guatemala’da gerçekleştirdikleri deneylerde 696 akıl hastası ve mahkûma, bilgileri ve izinleri olmadan frengi bulaştırdı. Hatta hapishanedeki mahkûmlar arasında hastalığın daha çok yayılabilmesi için, hastaneye giden fahişelere de frengi ve belsoğukluğu mikrobu enjekte edildi.

“Denek”lerden kendilerine bulaştırılan hastalıkları saklanırken, daha sonra bu insanlardan kaçının penisilin tedavisine cevap verdiği ve hastalık bulaştırılan kaç kişinin tedavi edildiği tam olarak bilinmiyor. Yalnızca, tedavi uygulananlardan 3’te 2’sinin iyileştiği biliniyor.

Bu sağlık skandalının ortaya çıkmasının ardından ABD Başkanı Barack Obama, Guatemala Devlet Başkanı Alvaro Colom’u arayarak, “derin bir pişmanlık” duyduğunu ve “tüm etkilenenlerden özür dilediğini” söyledi. Daha sonra kamuoyuna bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Sağlık Bakanı Kathleen Sebelius, gerçekleştirilen bu deneylerin “etik olmadığını” belirterek Guatemala’dan özür dilediler.

‘Hükümet biliyordu’

İngiliz haber kanalı BBC’ye konuşan Guatemala Devlet Başkanı Colom ise, olayı bir “insanlık suçu” olarak nitelendirdi. Colom, “Benzer olaylar dünyanın bir çok ülkesinde yaşandı, fakat tabii ki Guatemala Başkanı olarak, ben bu olayın bu topraklar üzerinde yaşanmamış olmasını ümit ederdim” dedi.

Öte yandan Profesör Susan Reverby, fonunu Amerika Ulusal Sağlık Kurumu’nun sağladığı deneylerden zamanın Guatemala hükümetinin de haberi olduğunu söyledi.

Amerikalı yetkililer, Guatemala’ya bir tazminat ödenip ödenmeyeceği konusunda ise net bir açıklama yapmadı. Yetkililer, konuyla ilgili araştırmalarının devam ettiğini ve eğer bu deneylere maruz kalanlardan halen hayatta kalan biri varsa, tazminat konusunda bir değerlendirme yapılacağını açıkladılar.

Deneyler sırasında Guatemalalılara bulaştırılan frengi, kalp rahatsızlıkları, körlük, ruh sağlığının bozulması gibi sonuçlara yol açabiliyor, hatta ölüme neden olabiliyor.

Guatemala Devlet Başkanı Colom, Obama ile telefonda görüştü.

Siyahi işçileri de denek yapmışlardı

Guatemala’da yaşanan bu sağlık skandalı Amerika’nın ilk vukuatı değil. 1932 ile 1972 yılları arasında, Amerika’nın Alabama eyaletinin, Tuskegee kasabasındaki 400 kadar frengi hastası siyahi çiftlik işçisine, tedavi uygulanmayıp düzenli olarak kanları alınarak hastalığın doğal ilerleme süreci gözlemlendi. Amerika Halk Sağlık Merkezi, frengi hastası siyahilere kanlarında zararlı bir madde olduğu ve bunu tedavi edeceklerini söyledi, ama hastalar tedavi edilmeye çalışılmazken, kendilerinden hastalıklarının ne olduğu da gizlendi.

1950’li yıllarda, frengiyi tedavi ettiği bilinen penisilinin Yaygın olarak kullanılmaya başlanmasına rağmen, hastalar tedavi edilmeyerek, hastalık sürecinin takibine devam edildi ve 100 kadar “denek” hayatını kaybetti. Birçoğu da hastalığı eşlerine ve Yenidoğan çocuklarına bulaştırdı. Alabama’da yapılan çalışmalar, sadece zencileri kapsadığı, hastalardan frengi oldukları gizlendiği ve 1950’li yıllarda hastalığın tedavisi bulunduğu halde deneylere devam edildiği gerekçeleriyle eleştirilmişti. Bill Clinton, ABD Başkanlığı döneminde ortaya çıkan skandallardan ötürü, Alabamalılardan özür dilemişti.
aktifhaber

Bitlis'i Şehit Eden Karanlık İlişki!!
04 Ekim 2010
Savcılığın ölümüyle ilgili tekrar soruşturma başlattığı Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümünden 7 ay önce dönemin Özal'a yazdığı son mektubu açıklıyor.
Orgeneral Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce Özal'a sunduğu mektubunda Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım ettiğini telsiz konuşmalarıyla ortaya koyup, "Devreye girin, önü alınamayan risklerle karşı karşıyayız" diyordu. "Kod Adı: Kale" planı MGK'ya gelince ise rahatsızlıklar başlamıştı

Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın ölümüyle ilgili tekrar soruşturma başlattığı Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümünden 7 ay önce dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yazdığı son mektup ortaya çıktı. Bitlis'in "Sayın Cumhurbaşkanım, Zatı Aliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz" dediği üç sayfalık mektupta Kürt sorununa ilişkin önemli uyarılar yapılıyor ve çözüm önerileri sunuluyor.

ABD'DEN PKK'YA YARDIM
Bitlis, mektubun ilk bölümünde ABD tarafından bölgede konuşlu Çekiç Güç'teki bazı komutanların terör örgütü PKK'ya yardım ettiğini ayrıntıları ile açıklıyor. Bu iddiayı güçlendiren görüntü ve telsiz konuşmaları aktarılıyor. ABD'li bazı komutanlarla, PKK lider kadrosunun yaptığı üç toplantıya ilişkin ayrıntılar veriliyor. Eşref Bitlis, mektubunda ikinci olarak devlet içindeki bazı unsurların terörden rant sağladığını vurguluyor ve isimler veriyor. Güneydoğu'daki bazı işadamlarının güvenlik güçlerinin de desteğini alarak bölgede terör örgütü PKK adına kaçakçılık yaptığını belirtiyor. Mektubun ikinci bölümünde ise Kürt Sorunu Çözüm önerilerini içeren bir rapordan bahsediliyor. "Kod Adı: Kale" olarak tanımlanan planda öncelikli olarak terör belasının defedilmesi gerektiği belirtiliyor. İkinci aşamada ise Kürt halkına yönelik ılımlı adımların atılması için devlet politikası oluşturulması gerektiği vurgulanıyor ve "Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır" tespitinde bulunuluyor.

MGK GÜNDEMİ OLDU
Kürt sorunu çözüm planını ciddi şekilde değerlendiren Turgut Özal, kendisine gelen mektuptan sonra Org. Bitlis ile iki görüşme gerçekleştiriyor. Bitlis Paşa'dan planın nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin ayrıntılı yeni bir çalışma yapmasını istiyor ve bu konuda bazı sivil isimlerden yardım alabileceğini belirtiyor. Turgut Özal, Bitlis'le yaptığı ilk görüşmeden sonra konuyu devletin zirvesinde tartışmaya açıyor. Planın içeriğini önce dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş ile değerlendiriyor. Konunun ayrıntıları daha sonra MGK toplantılarında ele alınıyor. Özal, Bitlis'in de tavsiyesine uyarak MGK'nın Ağustos 1992 tarihli toplantısını Diyarbakır'da olağanüstü topladı. 27 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen toplantı sonrasında 6 maddelik bir bildiri yayınlandı. Adeta "Kod Adı: Kale" planının izlerini taşıyan bildiride "terörle mücadelenin yasalar çerçevesinde yürütüleceği" ve "Bölge halkının yaşam seviyesinin yükseltilmesi için" çalışmalar yapılacağı vurgulandı. Eylül, Ekim, Kasım, Aralık 1992 tarihli MGK toplantılarda da terör konusu ayrıntılı bir şekilde işlendi ve aynı şekilde bildirilere yansıtıldı.

EŞREF BİTLİS KİMDİR?
1933'te Malatya'da dünyaya geldi. Kara Harp Okulu'ndan 1952'de teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1966'da Kara Harp Akademisi'ni tamamladı. Dil eğitimini Almanya'da yapıp 1969'da Silahlı Kuvvetler Akademisi'nden mezun oldu. 1973'te Alman Harp Akademisi'ni bitirdi. Bir yıl Kara Harp Akademisi'nde başöğretmen olarak görev yaptı. 1978'de tuğgeneral oldu ve Bolu Komando Tugay Komutanlığı'na getirildi. 1982'de tümgeneral ve Kıbrıs 28. Tümen Komutanı oldu. 1986'da korgeneral rütbesi aldı. 1988'de Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı oldu. 1990'da orgeneral rütbesi aldı ve 20 Ağustos 1990'da Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı. 17 Şubat 1993'te uçağının düşmesi sonucu Ankara'da öldü.

RAHATSIZ OLDULAR
Org. Bitlis'in Kürt sorununa ilişkin çözüm planı devlet içinde bazı kesimlerde rahatsızlığa neden oldu. TSK içinde de bazı komutanlar Org. Bitlis'e yönelik sert eleştiriler dile getiriyor, rahatsızlığın bir başka boyutunu ise Org. Bitlis'in planın uygulanması konusunda doğrudan Cumhurbaşkanı Özal ile temasa geçmesi oluşturuyordu. Bitlis'in bu çalışmaları bazı dış güçler tarafından da yakın takibe alındı. Bitlis'i Erbil'e götüren helikopter taciz ateşi ile karşılaştı. Özal ile ikinci görüşmesini Aralık 1992'de yapan Bitlis, bütün ağırlığını bundan sonra Kürt sorunu üzerine verdi. Kendine yakın kurmay kadrodan bir ekip oluşturdu. Bu isimlerle planın ayrıntıları üzerine yeni bir çalışma başlattı. Ancak bu sırada uçak kazası oldu. Yapılan açıklamalarda uçağın buzlanmadan düştüğü belirtildi, ancak kaza sonuç raporu kimseyi tatmin etmedi.
Kaynak: Sabah

Amerika'dan Türkiye'yeTehtid: Soru işaretlerinin artması Türkiye için iyi olmaz!
20 Ekim 2010

Bölgedekİ planları açısından sabırsızlanan ABD, Türkiye’ye sert mesajlar verdi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ’kritik önemi’ne dikkat çekti ve “ABD’de ‘ABD ile Türkiye zıt amaçlar için çalışıyor’ algısı oluşursa, ‘Türkiye yönünü doğuya çevirdi’ söylemleri artarsa sorun yaşarız!” dedi.

Silah alım projeleri için hatırlatma!
ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Alexander Vershbow da kibarca (!) Türkiye’nin ABD’den silah alım projelerini hatırlattı. Vershbow “Maalesef Türkiye’nin İran ve İsrail ile ilgili tavrı, önemli projelerde ilerleme sağlanmasını zorlaştıran bir siyasi iklim yarattı” ifadesini kullandı.

‘Stratejik ortak’tan gözdağı
Amerikan-Türk Konseyi’nin (ATC) 29’uncu yıllık toplantısında, ABD Dışişleri Bakanlığının Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon konuştu. Gordon, Türkiye ile aynı bakış açısına sahip olmadıkları konuların bulunduğuna işaret ederek, İran’ın nükleer dosyası konusunu örnek verdi. Philip Gordon, “Türkiye’nin, İran’ın nükleer silah kapasitesini geliştirmesinin engellenmesi noktasında bizimle aynı hedefi paylaştığına inanıyoruz” diye konuştu. Gordon, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin bölge açısından kritik önem taşıdığını düşündüklerini söyledi. 2 ülkenin ortak çıkarlarından söz ederken Türkiye’deki kamuoyunun Amerikan dış politikasına bakışındaki şüpheci tavrın ve ABD Kongresi’nde Türkiye ile ilgili giderek artan düzeyde sorular sorulmasının da göz önüne alınması gerektiğini dile getiren Gordon, bazı hususlarda aralarında oluşabilen görüş farklılıklarına rağmen iki ülke arasında birçok ortak gündemin bulunduğuna işaret etti.

2 ülke zıt amaçlar için çalışıyor
Türkiye’ye gözdağı vermeyi ihmal etmeyen Gordon, şöyle devam etti: “Ancak dürüst olalım, ’Türkiye ABD ile zıt amaçlar için çalışıyor’şeklinde ABD’de bir algının oluşması, bizim birlikte çalışmamızı zorlaştırır. Türkiye’nin yönünü doğuya çevirdiği söylemleri doğru olsun ya da olmasın, insanların bunu doğru olarak düşündüğü sürece sorun yaşarız. ABD’de, Türkiye’nin İran ile yakın ilişkiler geliştirdiği yönünde izlenimler yaratan imajlar, ABD-Türkiye ortaklığının güçlendirilmesinde de sorunlara neden oluyor.” ABD Savunma Bakanlığının Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Alexander Vershbow da benzer bir konuşma yaparak, Türkiye’nin ABD’den silah alım projelerinden söz etti. Vershbow, Kongrenin bu konularda önemli bir rol oynadığına dikkati çekti. Vershbow, “Maalesef Türkiye’nin geçen ilkbaharda İran ve İsrail ile ilgili söz ve eylemleri, ABD’nin desteklediği bazı önemli projelerde kısa vadede ilerleme sağlanmasını zorlaştıran bir siyasi iklim yarattı” diye konuştu.
yeniçağ

Hani “iğrenç yalanlar”dı?
+Can DÜNDAR

2003 Ocak ayıydı. Bürodaydım. Bir arkadaşım aradı: “İzliyor musun? NTV’de Amerikan Büyükelçisi sana giydiriyor.”
Hemen televizyonu açtım. ABD Büyükelçisi Robert Pearson ekrandaydı. Elindeki Milliyet’i sallıyor ve “İğrenç yalanlar bunlar” diye haykırıyordu:
“11 Eylül saldırısında yakınlarını kaybedenlere, neden en yakın müttefiklerimizden birinin gazetesinde böyle bir haber çıktığını açıklayamam.”
Benim o günlerde, “ABD-PKK flörtü” üzerine yazdığım bir dizi haber-yorumu kastediyordu.
Washington’un PKK yönetimiyle temasta olduğuna dair pek çok ayrıntı vardı elde... Hatta PKK kaynaklarına göre, bu görüşmelerde belli konularda “mutabakat” da sağlanmıştı.
“Mutabakat”a göre PKK, ABD’nin hazırlanmakta olduğu Irak işgaline tam destek verecek, ABD de karşılığında PKK’nın uluslararası faaliyetlerine engel olmayacak, HADEP’e baskı yapmaması için Türkiye’yi sıkıştıracaktı.
* * *
Washington’un ve hükümetin, Irak’ın işgaline Türkiye’yi dahil edecek tezkere çıksın diye çırpındığı dönemdi. Bizim haberler tam o dönemde toplumdaki işgal karşıtı hissiyatı beslemişti.
Tabii Washington hemen bu haberi yalanladı.
Bunun üzerine PKK ile ABD’yi buluşturan Davud Bağıstani ile görüşüp buluşmanın ayrıntılarını ona anlattırdım.
Sonra da o buluşmalardan birinin fotoğrafını yayınladım.
Fotoğrafta bir yer sofrasında 6 adam görünüyordu. Bunlardan bağdaş kuramayan, Amerikalı bir askeri yetkiliydi.
Haber, Milliyet’in manşetinde “İşte kanıt” diye yer aldı.
Pearson’ın elinde salladığı gazete oydu.
* * *
Haberin çıktığı gün, Ecevit’le görüşmüştüm; “Ben Başbakanken bu görüşmelere dair belirtiler vardı” demişti.
Ardından o dönem Genelkurmay İkinci Başkanı olan Org. Yaşar Büyükanıt aramış ve kendisine atfen yazılmamak kaydıyla “ABD inkâr etse de bir temas olduğunu biliyoruz. Rahatsızlığımızı ilettik” demişti.
Pearson’ın sevimsiz tepkisi, sadece Türkiye’deki anti-Amerikan hissiyatı artırmaya yaradı; 5 hafta sonra da 1 Mart tezkeresi Meclis’te reddedildi.
* * *
Niye hatırlattım bu eski meseleyi?
Çünkü Radikal’den Ertuğrul Mavioğlu Kandil’de Murat Karayılan’la görüştü, ona Milliyet’te yayımlanan o fotoğrafı ve temasları sordu.
Karayılan, fotoğrafın “fotoshop gibi bir şey” olduğunu, “birilerinin farklı resimleri birleştirdiğini” önesürüyor.
Cümlesi farklı devam etse, bu iddiasının üzerinde durabilirdim. Ama cümlenin devamında haberi doğruluyor ve diyor ki:
“ABD ile 2003-2004 arasında bazı temaslar gerçekleşti. Ama bunlar bir siyasi ilişkiye dönüşmedi. Daha sonra Türk devletinin müdahalesi, vetolar vb nedenlerle 2004’ten bu yana da ilişkimiz kalmadı.”
* * *
Özeti şu:
ABD, 2003 başında işgale destek olsun diye Türkiye’ye aba atından PKK sopasını göstermişti.
Foya meydana çıkınca temas kesildi, ama o arada, Türkiye kamuoyunda “İşgale ortak olmayalım” eğilimi tırmanmış oldu.
Büyükelçiyi asıl öfkelendiren buydu.
Keşke Pearson buralarda olsa da biz de Karayılan’ın “ABD ile temastaydık” dediği gazeteyi ekrandan sallayıp ona sorsak:
“Hani ‘iğrenç yalanlar’dı?”
Milliyet

'AK Partiyi şımartmaya son vermeliyiz!'

17 Kasım 2010

ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Edelman, iktidar partisinin otoriter eğilimler gösterdiğini söyledi. Durumun gittikçe kötüye gittiğini de kaydeden büyükelçi 'AK Partiyi şımartmaya son vermeliyiz!' dedi.

ABD’deki muhafazakâr düşünce kuruluşu Dış Politika Girişimi’nin yıllık konferansında Ortadoğu’ya yönelik bir panelde konuşan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, yargı, medya ve ordunun saldırı altında olduğunu ifade etti. Edelman, Türkiye’nin bir dizi konuda ABD’nin desteğine ihtiyaç duyduğunu vurgulayarak “Kendimiz için büyük siyasi ve ahlaki bir tehlike yarattık. AKP hükümetini şımartmaya son vermemiz gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.

Cumhuriyet'in haberine göre, ‘Süper güç’ kuruntu AKP’nin dış politikasını da eleştiren Edelman, Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ideolojik eğilimlerinin “Türkiye’yi mevcut yola soktuğunu” söyledi. Edelman, Türkiye’nin AB üyelik hedefinden uzaklaştırıldığını öne sürdü. Davutoğlu’nun Ortadoğu’da süper güç olma iddiasında bulunduğunu belirten Edelman bu iddiayı “kuruntu” olarak niteledi.

Edelman, “AKP hükümetini şımartmaya son vermemiz gerektiğini düşünüyorum. AKP’nin, ABD için, ABD’nin AKP’ye olduğundan daha fazla önem taşıdığına inanmalarına izin vererek kendimiz için büyük siyasi ve ahlaki bir tehlike yarattık. Bu saçmalık çünkü bir dizi konuda Türkiye kesinlikle ABD’nin desteğine ihtiyaç duyuyor” diye konuştu.

KILIÇDAROĞLU İLE DOST OLUN

ABD’nin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile dostluk kurmaya çalışması gerektiğini söyleyen Edelman, Kılıçdaroğlu’nun parti içinde bazı değişikliklerin ardından gerçek bir muhalefet lideri olabileceğini de belirtti. Türkiye’nin bugün temel kimliği ile ilgili büyük ve çekişmeli bir tartışma içinde olduğunu ifade eden Edelman, bunun ülkenin uluslararası sahnede kendini nasıl gördüğü konusunda önemli bir faktör olacağını vurguladı. Edelman, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “temel ideolojik eğilimlerinin Türkiye’yi mevcut yola soktuğunu ve bunun devam edeceğini” söyledi.

KUSURLU DEMOKRASİ GÖNDERMESİ

Türkiye’nin 1950’lerden bu yana “kusurlu bir demokrasi” olmayı sürdürdüğünü ifade eden Edelman, Ergenekon, Balyoz gibi davaların hükümet karşıtlarını mahkemeye göndermek için kullanıldığını, Fethullah Gülen cemaatinin polis ve istihbarata sızdığını, on binlerce insanın dinlendiğini ve ülkede bir “korku iklimi” oluştuğunu vurguladı. Politikadan sorumlu eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı, “Bu davalarda olabilecek zerre kadar doğruluk payı da kanıtların imal edilmesi yüzünden geride kaldı” dedi.

12 Eylül’deki referandumda kaybedenlere karşı hükümetin “yüce gönüllü” olma niyeti göstermediğini ifade eden Edelman, reform paketiyle ilgili “Bu yargıyı özgürleştirmek ya da onarmak için değil açıkça yargıya yandaşlarını doldurma çabası” diye konuştu. Edelman gerçek bir alternatifin olmaması nedeniyle iktidarın hesap vermesini gerektiren mekanizmanın da gerektiği gibi çalışmadığını ve bu nedenle Türk siyasetinin giderek daha otoriter bir yöne saptığını kaydetti.

Bu süreçte Edelman, ABD’nin Türkiye’de insan hakları, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğüne destek vermesi gerektiğini ve ABD Başkanı Barack Obama’nın Erdoğan’ı her gördüğünde bunları gündeme getirmesinin önemine değindi.

DAVUTOĞLU'NUN KURUNTUSU

AKP’nin dış politikasını da eleştiren Edelman, hükümetin Türkiye’yi AB’ye üyelik hedefinden uzaklaştırdığını belirtti. Davutoğlu’nun Türkiye’nin Ortadoğu’da bir süper güç olması gerektiğini düşündüğünü söyleyen Edelman, “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir süper güç olma görüşü açıkça yeterlilik kuruntusuna sahip birine ait olabilir” diye konuştu. Edelman Türkiye’nin komşularıyla sıfır politikasının da başarıya ulaşmasının zor olduğunu kaydetti.

IRAKLI ATATÜRK

Edelman, Irak savaşı sırasında Türkiye’de görevliyken eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ve başkalarının Iraklı bir Atatürk’e ihtiyaç duydukları şeklinde yorum yaptıklarını da söyledi. Edelman, “Eğer Iraklı bir Atatürk olsaydı büyük olasılıkla onu insan hakları ve dini özgürlükler raporlarında eleştirirdik” dedi. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken ordunun rolü, devletin ekonomideki rolü, dinin toplumdaki rolü ve etnik kökenin rolü gibi soruların açık kaldığını savunan Edelman, ABD’nin Türkiye’ye yönelik dış politikasının ülkenin ulusal kimliğine yönelik bu yanıtlanmamış soruları çözmeye yardım etmek olduğunu kaydetti.
aktifhaber

ABD BÜYÜKELÇİLİĞİNİN CASUSLUK FAALİYETLERİ
29.11.2010
Wikileaks, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın belgelerini yayınladı ve bu belgeler bünyesinde Türkiye ile ilgili yazışmalar bizim basında da yer bulmaya başladı. Necip basınımızın huyunu iyi bildiğimizden, sözkonusu belgelerden neyi verip neyi vermeyeceklerini hep beraber göreceğiz.

Son zamanlarda, ABD'nın Dışişleri Bakanlığı'nın faaliyetleri ile ilgili Türkiye'yi de ilgilendiren bir başka ifşaat sözkonusu ve tabiki siz bunu necip basınımızda okuyama şansına sahip olamadınız.

Kuzey Avrupa'daki gazetelerin üstüne gittiği ve son olarak WMR tarafından ele alınan konu , eski ABD Büyükelçisi'nin "Ergenekon" sürecinden kendisini sıyırmaya çalıştığı demeçleri ile birlikte okunduğunda daha bir anlam kazanıyor.

Finlandiya gazetesi Helsingin Sanomat'ın haberine göre, Finlandiya Güvenlik Polisi (SUPO) , ABD'li yetkililerden SIMAS hakkında bilgi istemiş durumda.

SIMAS nedir diyeceksiniz?

Açılımı , "Security Incident Managament Analysis System" (Güvenlik Vakaları Analiz Sistemi) olan SIMAS, ABD Büyükelçiliklerinin bulundukları ülkelerdeki vatandaşlar üzerinde casusluk yapmak için uyguladıkları programın üzerinden yürüdüğü sistem.

Bu program çerçevesinde ABD Büyükelçilikleri dışında farklı binalarda dinleme sistemleri kuruyorlar ve "büyükelçiliklerine saldırı tehditlerini farklı bir lokasyondan daha etkili takip edebilmek" bahanesi ile bu yapılar bünyesinde yerel teşkilatlarla işbirliği içinde vatandaşlar üzerinde casusluk faaliyeti yürütüyorlar.

Bu faaliyet çerçevesinde, vatandaşlarla ilgili her türlü bilginin toplanması, görüntü analizi ve tabiki dinleme çalışmaları mevcut.

ABD'nin bu programı Oslo, Kopenhag, Stokholm, Şili, Kırgızistan , Mozambik gibi yerlerde yürüttüğü deşifre olduğuna göre ; bu programın , işgal altındaki Bağdat'tan sonra en büyük büyükelçiliklerden birine ev sahipliği yapan Türkiye'de, hele hele ABD Büyükelçiliği'nin bir isteğini iki etmeyen bir yönetim zihniyetinin (Bkz: ABD Büyükelçiliğini korumak için İstanbul'un hava sahasının bir bölümünün uçuşlara kapatılması ) işbirliği ile yapılmadığını varsaymak yanlış olmayacaktır.

Tabi bu tarz işbirlikleri karşısında ne tür karlar elde edildiği de , Finlandiya gazetesi Helsingin Sanomat'ın haberinde mevcut.

Gazete; Kuzey Avrupa ülkeler içerisinde ABD Dışişleri bakanlığının SIMAS programı ile en uyumlu çalışan ülkenin Danimarka olduğunu; ABD ve Danimarka istihbarat birimleri arasında bu programla bağlantılı yoğun işbirliğinin Başbakan Fogh Rasmussen zamanında başladığını ve Rasmussen'in bu işbirliğinin NATO Genel Sekreterliği'ne aday gösterilmesinin sebeplerinden biri olduğu belirtiliyor.

ABD Büyükelçiliği'nin, büyükelçilik dışındaki binalardan ülke vatandaşları üzerinde casusluk yaptığı haberi, yıllardır Ankara kulislerinde konuşulan ve CHP tarafından Meclis kürsüsünde de dile getirilmeye başlanan "özel gizli dinleme karargahı" ile yanyana konulduğunda , ABD'nin büyükelçiliklerinin bulunduğu şehirlerde Anayasa ve TCK'ya aykırı olarak ne tür dinlemeler ve fişlemeler yaptığı net bir şekilde ortaya çıkıyor.

Açık İstihbarat olarak , "Ergenekon" sürecinin ABD ile işbirliği içinde nasıl kurgulandığını ve zamanın büyükelçisi Edelman'ın nasıl tutuklanma listeleri hazırladığını, AKP hükümetinden kelle istediğini defalarca haberleştirdik. En son , "Edelman'ın 88 Kişilik Listesinden Kaç Kişi Tutuklandı?" sorusunu sorduk.

SIMAS sistemi, bu sürecin arka planındaki sisteme dair önemli bir ayrıntı olarak önümüzde duruyor. Ülkede "Gladio" aradığını iddia eden ve "Gladio" zihniyetine karşı savaş açtıklarını iddia edenlerin gözü önünde ve hatta onların işbirliği ve katkıları ile işleyen bu yapılar faaliyetlerine son hız devam ediyor.

ABD'ye hizmetin ödülsüz, muhafeletin cezasız kalmayacağı gerçeği omurgasız aydınlar, siyasetçiler ve yöneticiler için bir kez daha kanıtlanmış oluyor. Bu ülkenin namuslu insanları için ise ABD Büyükelçiliğinden gelecek ödülün de, cezanın da bir anlamı yok.

ABD Büyükelçiliğinin "güvenlik" gerekçesi ile Ankara ortasında cadde kapatmasına sesini çıkarmayanlardan...

ABD Büyükelçiliğinin güvenliği için İstanbul hava sahasını kapatanlardan ise bizim bir beklentimiz yok.
Açıkistihbarat

Sarhoş ABD askeri iki polis memuruna çarpıp yaraladı Ve serbest bırakıldı!
06 Aralk 2010
Ana Haber
İncirlikte devriye gezen iki polis memuruna çarpıp yaralayan Amerikan askeri William Theodis, kaçarak Tanker Üs Komutanlığına sığındı.

İncirlik’te devriye gezen iki polis memuruna çarpıp yaralayan Amerikan askeri William Theodis, kaçarak Tanker Üs Komutanlığı’na sığındı. ABD’li asker ve oğlu burada yakalanıp kelepçelenerek polis otosunun bagajına bindirildi

Adana’nın Sarıçam İlçesi İncirlik Mahallesi’nde alkollü olan Amerikalı askerin kullandığı otomobil, kontrolden çıkarak yaya devriyesi yapan iki polise çarptı. Kazada, biri ağır iki polis yaralanırken, 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’na sığınan Amerikalı asker gözaltına alındı. Kaza, dün saat 01.00 sıralarında İncirlik Atatürk Caddesi’nde meydana geldi. Alkollü olduğu öğrenilen Amerikalı asker William Theodis, aracının direksiyon hakimiyetini kaybederek yaya devriye görevi yapan polis memurları Mustafa Yıldırım ve Mehmet Belikırık’a çarptı.

Birinin durumu ağır

Kazada, polis memurları yaralanırken, çevredekilerin ihbarı üzerine bölgeye, çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi. Yaralı polis memurları ambulanslarla Adana Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Tedaviye alınan yaralılardan Mustafa Yıldırım’ın durumunun ağır olduğu bildirildi. Kazanın ardından yoluna devam eden araç sürücüsü William Theodis ise 1 kilometre uzaklıktaki 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’na sığındı. Nizamiye yakınında park edilen araç, bölgede görevli asayiş ekibi tarafından tespit edildi. Bir süre sonra William Theodis, polis ve üs görevlileri tarafından muhafaza altına alındı. Yaklaşık 40 dakikalık yasal işlemlerinin ardından William Theodis ve yanındaki oğlu Lester Aaron, sağlık kontrolü için Adana Adli Tıp Kurumu’na götürüldü. Ardından da William Theodis’in alkol oranının belirlenmesi için Adana Numune Hastanesi’nde kan örneği alındı. William Theodis ve oğlu Lester Aaron işlemlerin ardından ifadesi alınmak üzere Adana Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. İfadelerin ardından adliyeye sevk edilen Theodis mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

YİNE SERBEST BIRAKILDI!

Polis memurları Mustafa Yıldırım ve Mehmet Belikırık'a çarpan ve alkollü olduğu belirtilen ABD'li asker William T, adliyeye sevk edildi.

Alkol oranının belirlenmesi için Adana Numune Hastanesinde kan örneği de alınan William T, Cumhuriyet Savcılığı tarafından serbest bırakıldı.

Bu arada, trafik kazasında başından ağır yaralanan Mustafa Yıldırım'ın, Yüreğir Başkent Hastanesi'ndeki tedavisinin sürdüğü, beli ve kolundan yaralanan Mehmet Belikırık'ın Adana Devlet Hastanesindeki tedavisinin ardından taburcu edildiği bildirildi.

Daha öncede bu tür olaylara karışan iNCİRLİK'te ki İşgalci ABD askerlerinin aynı şekilde yargılanmadan serbest bırakıldığı biliniyor.Bu tür hadiseler karşısında bile ABD'ninaskerlerine karşı Türkiye tarafınan dokunulmazlık zırhı giydirilmiş olması son derece şaşırtıcı olarak bakılıyor.

EDELMAN SIK SIK ODAMA GELDİ
27.12.2010

Adı Selahattin Sadıkoğlu.
Muhafazakar medyanın "Selahattin Abi"si.
Gazeteci olduğu için artık hiçbir gazetede çalıştırılmıyor!
Oysa…
Katılın veya katılmayın Yeni Şafak'ı gazete yapan o.
Bugün gazetesini çıkarıp sonra siyasi baskıyla işinden olan o.
Fehmi Koru'nun kapı önüne konulmasına sebep olan ABD Büyükelçisi Edelman krizinin yaşandığı günlerde gazetenin genel yayın yönetmeniydi.
Edelman Yeni Şafak'a baskı yaptı mı?
ABD Büyükelçisinin Yeni Şafak'ı ziyaretleri ve haberlerden, yazılardan rahatsız olduklarını belirtmesi sır değil.
Selahattin Sadıkoğlu bunun birinci tanığı.
Odatv, Sadıkoğlu'na ulaştı ve sordu:
Edelman kelle istedi mi?
Yanıtı şu oldu:
"Edelman Yeni Şafak'a geldi, odamda oturduk uzun uzun konuştuk. O dönemde sık sık Amerikalılar büroma geldiler. Dolaylı yollardan haberler yolladılar. Rahatsızdılar. Irak'taki Amerikan askerlerinin yaptıklarına dair çarpıcı haberler yapıyorduk. Çuval meselesi, tecavüzler, cami saldırıları gibi. Amerikalılar hep bunları yalanmaya çalıştı. Ama ne yalan söyleyeyim bana hiçbir isim zikredilmedi... Bir tek kişinin bile adı geçmedi. Hep genel yayın politikası üzerine konuştuk. Herkes bir kelle meselesini konuşuyor, asıl benim kellem gitti. Nedenini çok iyi biliyorum ama ben hiç konuşmuyorum."

"Oysa Yeni Şafak'ta yazdığım dönemlerde yakın dostum olan Genel Yayın Yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu zaman zaman yazılarıma müdahalede bulunmuş ve ABD ve İsrail ile ilgili yazılarıma itiraz etmiş hatta bu yazılardan bazılarını sansürlemişti." Hüsnü Mahalli28.11.2010 Yorum yok!
2010-12-28 12:51:14

Misafir - Ofelia
Enteresan olan; Bir Amerikalinin gelip gazeteciler ile uzun uzun yayin politikasini konusmasi, direkt isim ve istekte bulunmasi gerekmez. Adam oraya gelmekle vermis mesajini zaten. Bu Amerikali herhangi bir Amerikan gazetesine ayni seyi yapabilir miydi? Bu önemli bir soru. Turk medyasinin icler acisi hali bu iste. Baransu örnegi. Bu örnek. Herseyi anlatiyor. Basin tarihimiz cok temiz degil. Bu bir demokrasi sorunudur.
2010-12-27
Odatv.com

Türk halkı için en büyük tehdit: ABD ve İsrail
7 Ocak 2011
Türkiye'de yapılan son araştırmada halkın büyük bir çoğunluğunun ABD ve İsrail'i en büyük tehdit olarak algıladığını ortaya koydu.
Metropoll araştırma şirketinin yaptığı ve bugün yayımladığı bir kamuoyu yoklamasına göre Türklerin çoğu, ABD ve İsrail'i Türkiye için başlıca tehdit olarak görüyor.

Bin 504 kişi üzerinde aralık ayında yapılan ankete katılanların yüzde 43'ü, 1952'den beri NATO bünyesindeki müttefiki olan ABD'yi, laik ama Müslüman olan ülkeleri için yabancı tehditler arasında ilk sırada görüyor.

Katılımcıların yüzde 24'üne göre ise ABD'yi İsrail takip ediyor. Ankete katılanların yüzde 63'ü, Türkiye'nin Yahudi devlet ile ilişkilerini dondurması gerektiğini düşünüyor.

İRAN'IN NÜKLEER TEHDİDİNE İNANMIYORLAR

Batılı büyük güçler tarafından nükleer silah ürettiği iddia edilen İran bir tehdit olmaktan uzak. Zira katılanların sadece yüzde 3'ü buna inanıyor.

Türkiye'nin, yıllardır iş birliği ortamına rağmen, hâlen Ege Denizi ve Kıbrıs'ta ciddi anlaşmazlıklar yaşadığı komşu Yunanistan, ankete katılanların yüzde 2'sinin bir tehdit oluşturduğunu düşünmesiyle listede son sıraya yerleşiyor.

Araştırmayı sayfalarına taşıyan Amerikan Wall Street Journal gazetesi, 2003 yılındaki Irak işgalinden beri Türk toplumunda Amerikalılara yönelik bir antipati olduğunu savundu. Eskiden bölgesel stratejik müttefik olan İsrail ile ise ilişkiler, 2008-2009 yıllarında Gazze Şeridi'ne düzenlenen ve Türk yöneticiler tarafından kınanan saldırılardan bu yana net bir biçimde bozuldu.

İsrail'in 31 Mayıs'ta bir Türk feribotuna düzenlediği saldırı söz konusu ilişkileri daha derin bir krize sürükledi. haber10

Türkiye CIA'in İşkence uçuşları konusunda yalan mı söyledi?
17 OCAK 2011

Alman gazetesi Die Welt, Wikileaks'in sızdırdığı Amerikan diplomatik yazışmalarına dayandırdığı haberinde, Türkiye'deki İncirlik Üssü'nün CIA tarafından ''terör zanlılarının'' olağanüstü nakil operasyonlarında kullanıldığını bildiriyor.

Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA'in terör eylemleriyle ilgili olmakla suçladığı zanlıları Amerikan toprakları dışında bir mekanda insan hakları örgütlerine göre işkenceye varan sorgulama yöntemlerinden geçirdiği olağanüstü gizli nakiller, ulusararası alanda çok tartışma yaratan bir konu.

Die Welt'in haberine göre, 8 Haziran 2006 tarihinde Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliği'nden Washington'a yollanan bir telgrafta, 2002'den 2006'ya değin İncirlik Üssü'ne CIA'e ait 24 olağanüstü nakil uçağının Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bilgisi dahilinde iniş yaptığı teyit ediliyor.
Wikileaks'in sızdırdığı bildirilen belgede ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson, ''Türk ordusu 2002 yılından beri İncirlik Üssü'nü 'Temel Adalet Operasyonu' dahilinde tutuklu nakli yapan uçaklarımızın yakıt ikmalinde kullanmamıza izin vermiştir, ama bu izin Şubat 2006 tarihinde kaldırılmış bulunmaktadır.'' diyor.
Sözkonusu Wikileaks sızıntısı, Türkiye hükümetinin konuyla ilgili açıklamalarıyla çelişiyor.
Fransız haber ajansının aktardığına göre, Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, Haziran 2006 tarihinde konuyla ilgili bir soruyu yanıtlarken, ''Türkiye hükümeti ve devletinin ABD'nin olağanüstü nakillerinde hiçbir rolü olmamıştır ve olmayacaktır.'' demişti.
Namık Tan, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bir raporda ABD'nin gizli nakil operasyonlarına göz yummakla ya da bizzat iştirak etmekle suçlanan 14 Avrupa ülkesi arasında Türkiye'nin de adının geçmesine yanıt veriyordu.
Türkiye hükümetinin açıklamalarıyla çelişen İncirlik Üssü'ne ilişkin telgraf, Wikileaks'in ana internet sitesinde şu ana dek basılı duran 2,444 belge arasında yer almıyor.
Yaklaşık 250 bin gizli Amerikan belgesine el koyan Wikileaks, bunları dünyanın önde gelen beş haber kurumuyla; New York Times, Der Spiegel, Guardian, El Pais ve Le Monde ile paylaşma kararı almıştı.
Bu beşlinin arasında yer almayan Die Welt, Norveç gazetesi Aftenposten ile birlikte, Wikileaks belgelerinin tümüne erişim olanağı bulduğunu söylüyor.
BBC

Onlarca Kişiyi Ezerek Kaçan Araç ABD'nin
06 ubat 2011
Ana Haber
Mısır'da resmi bir aracın göstericilerin arasına daldığı anların görüntüleri sosyal paylaşım sitesi Youtube ve facebook gibi sitelerde paylaşılırken ,aracın ABD'li diplomatları taşıdığı ve *ABD büyükelçiliğine ait olduğu ortaya çıktı

Mısır'da Amerikalı diplomatların kullandığı türden beyaz renkli bir araç arka sokaklarda polisin sakinleştirmeye çalıştığı bir grup kalabalığın içine hızla dalıyor ve onlarca kişiyi ezerek geçiyor. Görüntülerde karmaşa ve kaos arasında aracın altında kalanlar ve araçla birlikte sürüklenen Mısırlılar gözüküyor.

Edirne'de ABD'ye Şok Tepki!
19 Mart 2011
Ana Haber
ABD Kültür etkinlikleri adı altında Edirnede düzenlenen ve ABD'nin ünlü hip hop şarkıcısının konser vermek için geldiği alana hiç kimsenin katılmayışı ABD'nin gerçekleştirdiği katliamlar ve emperyalist saldırılarına 100'de 90'lık büyük bir kesiminin duyduğu öfke ve tepkisinn yansıması olarak bakılıyor.

ABD Başkonsolosluğu, Kültür etkinlikleri kapsamında Edirne Belediye Başkanlığı ile bağlantı kurarak, geçerek Amerikalı ünlü Hiphop şarkıcısı Gina Loring’in Edirne’de konser verebileceğini söyledi. Bunun üzerine Edirne Belediyesi konser alanı olarak Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi alanını sanatçıya tahsis etti. Konser için ise bugün saat 14.00 karalaştırıldı ve sahne kuruldu. Ancak, konseri izlemeye gelen olmadı. Sadece konser nedeniyle 20’ye yakın polis memuru güvenlik önlemi için sahnenin etrafında hazır bekletildi.

İstanbul’da Bilge Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi Kısa Dalga Gençlik Merkezi Hiphop Atölyesi öğrencileri ile 2 gün boyunca müzik çalışması yapan Gina Loring, 25 kişilik öğrenci gurubu, konsolosluk görevlileri ile birlikte konsolosluğun tahsis ettiği araçları ile konser saatinde alana geldi. Araçtan inen ve sahnenin önünde hiç seyirci göremeyen Gina Loring, büyük şok yaşadı.Kendisini görüntüleyen gazetecilere gülerek poz veren sanatçı daha sonra beklemeye başladı.

Konsolosluk yetkilileri, Edirne Belediyesi ile bağlantı kurarak, konseri daha çok seyircinin izleyebileceği Saraçlar Caddesi’ne almak istedi. Ancak, sahne kurmanın kısa sürede mümkün olmaması nedeniyle bu istek yerine getirilemedi. Gelen belediye ekipleri de konser alanına seyirci toplayamadı. Seyircinin olmaması üzerine şaşırdığın belirten Gina Loring, şöyle dedi:

"Ben sanatçıyım. Büyük kalabalıklara da şarkı söyledim. Ancak, burada pek kimse yok. Artık biz kendimiz çalıp, kendimiz eğleneceğiz" dedi. Konseri izlemeye gelen olmamasına rağmen sahneye çıkacağını söyleyen Gina Loring, hazırlanması için oda bile tahsis edilmediği için geldiği aracın içinde makyajını yaptı ve sahneye çıktı. Gina Loring şarkılarını söylerken, kendisi ile birlikte gelen 25 öğrenci ona eşlik etti.

Ekrem Şahin'in Cenazesi Türkiye'de

İki yıllık cezasını çekerken gardiyanların dövmesi sonucu yaşamını yitiren 23 yaşındaki Türk genci Ekrem Şahin'in cenazesi Türkiye'ye getirildi.22 Ocak 2011 aktifhaber

ABD Askerleri Keyif İçin Sivil Öldürüyor
Haber 365
25.03.2011


Afganistan’da masum sivilleri öldüren Amerikalı askerlerin peşine düşen saygın Alman haber dergisi Der Spiegel, 5 aylık bir araştırmanın sonucunda şok edici gerçekleri gözler önüne serdi.

Derginin pazar günkü sayısında “ölüm timi” adı verilen askerlerin “spor olsun diye” masum sivilleri öldürdükleri ve onların cesetleriyle de fotoğraf çektirdikleri ortaya çıktı. Spiegel, ABD’nin yayıyını engellemeye çalıştığı fotoğraflardan üçünü yayınlandı. Fotoğraflardaki askerlerin Kandahar’da görev yapan US Stryker tank biriminden oldukları belirtildi.

ABD: Değerlerimize aykırı

Dergi ellerinde “ölüm timi” tarafından çekilmiş dört bin fotoğraf ve videolar bulunduğunu açıkladı. Ancak bunları nasıl elde ettiği konusunda bir açıklama yapmadı.

Katliamları gösteren fotoğrafların kamuoyunda öfke yaratacağı için engellemek isteyen Pentagon, dün resmi bir açıklamayla özür diledi. Açıklamada,

“Fotoğraflar, ABD ordusunun standart ve değerlerine zıt olan eylemleri göstermektedir. Fotoğrafların neden olduğu üzüntüden dolayı özür diliyoruz”

denildi.

Ebu Garib’den daha beter

Fotoğraflardaki askerlerin onbaşı Jeremy Morlock, Andrew Holmes olduğu belirtildi.

“Ölüm timi”ne ait askerlerin, geçmişte, sivilleri kasten öldürdüğüne dair bilgiler ortaya çıkarılmıştı. Birliğe ait 12 asker üç sivili öldürmekten yargılanıyor.

Fotoğrafların, Irak ’taki Ebu Garip hapishanesinde ABD’li askerlerin yaptığı işkencelerden bile daha fazla ses getireceği belirtildi.
Açık İstihbarat

Nato kafa nato mermer
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr
30 Mart 2011

1952...

NATO’ya girdik, Coniler İzmir’e girdi. Kavaklıdere Köyü’nde dağı oydular, dağın içine (dışardan göremezsin) nükleer saldırıya dayanıklı savaş karargâhı döşediler. Tesadüfe bakın ki, ABD Büyükelçiliği de Ankara Kavaklıdere’ydi. Hep Kavaklıdere’den döşediler yani.
*
1961...
İzmir’e Amerikalı yağdı, bu sefer Çiğli’de inşaat başladı. Betondan iskele tarzı dalga motorlar dikmeye başladılar. E kabak gibi ortada tabii, ahali merak etti. “Bu ne?” dediler. “Salça fabrikası kurucaz, domates kurutucaz” cevabı aldılar. Ahali sevindi. İskeleler bitti, 18’er metre boyunda boru gibi bi şeyler yerleştirdiler. Ahali gene merak etti. “Bu ne?” dediler. “Minare” cevabı aldılar. Evet, “minare” dediler ahaliye... Ahali gene sevindi. Sonra baktılar ki, minarelerden ezan mezan okunmuyor, tel örgüyle çevrili, kapısında kurt köpekli Amerikan askerleri nöbet tutuyor. “E hani minareydi?” dediler. “Bunlar İbrahim” cevabını aldılar.
*
IRBM yazıyordu kenarında, intermediate range ballistic missile kelimelerinin başharfleri, orta menzilli balistik füze... Jüpiter füzesiydi. Sovyetler’i vurmak için... Üstüne, Türk bayrağı monte ettiler, IRBM’yi İbrahim’in kısaltılmış hali diye kakaladılar.
Ahali gene sevindi.
*
1962...
Ahaliye “minare” dedikleri sırada, asker-sivil iki bin TC vatandaşını ABD’ye götürdüler, eğittiler. NASA’nın Cape Canaveral uzay üssünde,
tamamen Türklerin komutasında bir Jüpiter’in deneme atışı başarıyla gerçekleştirildi. Baktılar ki, bizimkiler güzel fırlatıyor, “aferin” dediler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emrine verdiler. Ama küçücük bi şart vardı, füzenin anahtarı Amerikalı subayda duracaktı. Minareyi döşeyen, kılıfına da uydurmuştu.
*
1962...
ABD Senato heyeti İzmir’e geldi, yalaka basınımız “ticari yardım için geldiler, zengin olucaz” diye yazdı. Ahali sevindi. Halbuki, füzeleri denetlemeye gelmişlerdi. Raporlar incelendi, ki, skandal ortaya çıktı. Bizim ahalinin trafik levhası, çöp bidonu, elektrik direğindeki fincan gibi hedeflere zırt pırt ateş etme alışkanlığı olduğunu bilmiyorlardı. Hıyarın biri, Hiroşima’ya atılanın 100 katı tahrip gücüne sahip füzelerden birine mermi sıkmıştı iyi mi... Motora isabet etmiş, güç bataryası patlamış, kontrol paneli devre dışı kalmıştı. Tel örgülerin çapını genişlettiler, Amerikalı askerleri geri çekip, Türk askerlerini nöbete diktiler. Bizim ahali baktı ki, minare füzeleri Mehmetçik koruyor, gene sevindi.
*
1963...
Küba krizi bitti. “İzmir’e diktiğimiz İbrahim’leri söküp götürdük” dediler. Ahali sevindi.
*
1974...
Kıbrıs’a çıktık. İzmir Çiğli’ye “minare füze” diken ABD, utanmadan ambargo uyguladı. Kolumuzu büküyorlardı. Kaddafi yetişti. Benzin, uçak lastiği, mühimmat verdi. Ahali sevindi.
*
1977...
Gergin günlerdi. Birleşmiş Milletler “İşgalcisiniz, Kıbrıs’tan derhal çıkın” deyince, Dışişleri Bakanlığımızın Kıbrıs özel sorumlusu Onur Öymen, Kanada’da katıldığı toplantıda, “Bizi zorlamayın, gerekirse duvarın öte tarafına geçeriz” dedi. Yani? “Canımızı sıkmayın, Kıbrıs’ı komple alırız” demek istedi. O hafta... Kıbrıs’a çıkan Ecevit, İzmir’e geldi. O zamanlar sivil uçaklara hizmet veren Çiğli Havaalanı’na indi. Bir Türk polis memuru, Ecevit’e ateş etti. Mermi, Ecevit’i ıskaladı, Robert Kolej’den beri kankası olan Mehmet İsvan’ın bacağına saplandı. Yara hafifti. Komaya girdi. Çünkü, mermi, o güne kadar Türkiye’de kullanılmayan, içinde kimyasal barındıran görülmemiş bir mermiydi. Doktorlar çaresizdi. Tabanca Amerikan malıydı. Türk Emniyeti’ne üç adet hibe edildiği açıklandı. Özel Harp Dairesi’ne kayıtlı olduğu iddia edildi. Amerikan tabanca firması, pek mahcup oldu, Mehmet İsvan’ı İsviçre’ye götürdü, tedavi masraflarını üstlendi, iyileştirdi. Ahali sevindi. Ateş eden polis serbest bırakıldı. Menemen savcısı soruşturma açtı ama tıkandı, üstü örtüldü. Ahali unuttu.
*
1987...
İzmir’e yeni havalimanı yapıldı, Türkiye’yi ABD’nin kucağına oturtan rahmetli Adnan Menderes’in adı verildi, böylece, Çiğli Havaalanı sivil uçuşlara kapatıldı, komple askeri oldu.
*
2004...
NATO’ya girdiğimiz
andan itibaren, Amerikan
savaş uçakları Çiğli’ye konuşlanmıştı zaten... Ama AKP iktidar olunca, NATO’nun Napoli’deki hava unsurları karargâhı İzmir’e taşındı.
*
2006...
ABD’nin 16’ncı filosu, Almanya’nın Ramstein Üssü’nden tası tarağı topladı, İzmir’e yerleşti.
*
2010...
Kasım ayında “Füzeyle kalkan, zararla oturur” başlıklı yazı yazdım... “İzmir’deki Amerikan konsolosluğu kapatıldı ama, son iki senedir İzmir’e ha bire Amerikalı subay taşınıyor. Öyle hale geldi ki, Şirinyer’deki NATO lojmanlarına sığmıyorlar artık, 2 bin 200 dolar kira yardımı alıyorlar, Bornova’da Urla’da villa kiralıyorlar. Sizce niye?” diye sordum. “Goygoycu manşetlerle uyutuluyor Türk halkı, İzmir üzerinden bi iş çeviriyorlar” diye ilave ettim.
*
2010...
Hep sevinen ahali, bu yazıma çok kızdı. “Şerefsizsin sen, haysiyetsizsin” dediler. “Sanki Amerika’nın emrindeymişiz gibi yalanlar yazıyorsun, hükümetimize iftira atıyorsun” dediler. İsrail ajanı, Rum dönmesi olduğumu, annemin Ermeni, babamın Kürt, benim ters manyel veren gizli Amerikancı olduğumu öne sürdüler. Ağabeyim sitem etti, bana bi şey yok mu?
*
2011...
“NATO’nun Libya’da ne işi var?” dediler. Savaş gemisi gönderdiler. Henüz söylemediler ama, F16 da gönderiyorlar. Üstüne, NATO’nun Libya’yı vurma karargâhı yaptılar İzmir’i.
*
“Minare füze” dikilen İzmir Çiğli’den, Amerikan ambargosu uygulandığında yardımımıza koşan Kaddafi’yi, İzmir Çiğli’den vuracak minareci arkadaşlar...
*
“Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız”
diye bi şiir hatırlıyorum sanki.
*
Hülasa...
Libya’yı vuruş “haçlı seferi” olduğuna göre, haçlı seferinin karargâhı, bu arkadaşların “gavur” dediği İzmir olmayacaktı da, neresi olacaktı birader?
Yarın öbür gün, “Biz vurmadık, gavur İzmirliler vurdu” diye yemin etse, başı ağrımaz yani.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17407746.asp?yazarid=249

CIA, FBI, NGO ve GENERALLER TÜRKİYE'DE
Nurullah Aydın
Ha-Ber
06.04.2011
Özgürlük, demokrasi ve insan hakları, dünya üzerinde siyaseten en çok kullanılan kavramlardır. Batının yeni sömürge politikası olarak, halkları uyuşturmak için kullandığı çağdaş argümanlar. Bunlara, ileri demokrasi, küresel adalet projesi kavramları da eklendi.

Dönemsel olarak güvenlik yetkileri, yargı mensupları ABD’de eğitime kurslara gönderildi. Döndüler ve çalışmaya başladılar. Her birine önemli görevler verildi.

Türkiye- ABD ilişkisi; 1939 askeri anlaşma ve 1946 Missouri zırhlısının karşılanışından sonra ve 1952’de NATO’ya girişle birlikte, Millici unsurlarla ABD’ci unsurlar arasındaki iktidar savaşı bugünlere geldi. İç içe geçen asker, istihbarat ve eğitim işbirliği yeni yapılandırmayla birlikte o dönemdeki gibi muhalifleri etkisizleştirmeye yöneldi.

Indiana eyalet yöneticilerinin Türkiye'den ortak aradıkları konusu, heyetin bir haftalık ziyareti boyunca gündemden düşmemişti.

ABD Ticaret Odası'na bağlı Türk Amerikan İşadamları Derneği TABA-AMCHAM tarafından konuk edilen heyet, daha sonra Anadolu iş dünyası ile görüştü. TABA yöneticileri, heyetin Bahçeşehir Üniversitesi ve Sanko Holding başta olmak üzere yatırımcılarla buluştu.

17 kişilik Amerikan heyeti, başta Marmara Grubu Vakfı olmak üzere iş ve siyaset dünyasından üst düzey yöneticilerle buluştu. Askeri ve sivil yetkililerden oluşan heyette, ABD Milli Savunma Üniversitesi (NDU) Caps programı katılımcılar ve 2 sivil var.

17 kişilik heyette Chris Aquilino Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Strateji ve Mevzuat Direktörü

Steve Arquiette Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Operasyon Direktörü Vekili

Beth Flanagan Ulusal Valiler Birliği Sivil Kaynak Keşfi Direktörü

Gretchen Herbert Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Bilişim Teknolojisi Direktörü

Kevin Mangum Kara Kuvvetleri Tuğgeneral Hava Destek Komutanı

Jeff Mathis Ulusal Muhafızlar Tuğgeneral Antiterörizm-Ulusal Savunma Direktörü

Fred Midgette Sahil Güvenlik Tuğamiral 9'uncu Sahil Güvenlik Bölgesi Komutanı

Vic Petrenko Kara Kuvvetleri Tuğgeneral Halkla İlişkiler Komutanı

Tim Ray Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Operasyon Direktörü

Badfinger Rocco Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Avrupa Masası Direktörü

Cowboy Rydholm Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Denetleme Sorumlusu

Jack Shanahan Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Birlik Komutanı

Herm Shelanski Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Takip ve İntikal Birliği Direktör Vekili

Kevin Slates Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Birlik Komutanı

Ken Tovo Kara Kuvvetleri Tuğgeneral Birlik Komutanı

Scott Vander Hamm Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Birlik Komutanı

Kathy Zuback Savunma Bakanlığı Sivil Şirket Yönetimi-Portföy Sorumlusu

Akdeniz çanağında ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar artıyor. İspanya, İtalya ve Yunanistan ekonomik krizle boğuşuyor. Tunus ve Mısır'da iktidarlar sokak gösterileriyle devrildi. Libya; haçlılarca bombalanıyor. Yemen, Suriye’de olaylar devam ediyor.

14 haçlı savaşına karşı İslam dünyasını koruyan, set olan Türkiye; 15 inci ve 16’ıncı haçlı savaşlarında ne yazık ki haçlılarla ittifak kuran İslam’dan dönme münafık cemaat-tarikat-liboş, dönek yöneticiler eliyle, tarihi geçmişini, bir anda sildi, attı.

ABD-İngiltere; Ankara ve İstanbul’a yerleştirdiği CIA, FBI, NSA istihbarat ağıyla, NGO sivil örgüt mensuplarıyla, devşirdiği işbirlikçi siyasetçi, gazeteci ve akademisyenleriyle, yargı güvenlik birimlerinde yeniden yapılandığı Yeni Gladio ile Türkiye’nin yönetim iradesini teslim almıştır.

ABD; Türk Milleti’nin tarihi kimliği ile özdeş "Ergenekon" kavramını dejenere edecek şekilde bu adla muhalifleri tasfiyeyi İslamcı parti ve cemaat eliyle gerçekleştirirken, Türkiye-ABD ilişkilerinin varolan durumunu çarpıcı bir şekilde tarihe not düşecek şekilde ortaya koymuştur.

Türk Milleti’nin dirilişinin odak noktası da budur. Tarih bir kez daha tekerrür edecek ve işgalciler ve işbirlikçileri geldikleri gibi gideceklerdir. Ancak bu kez ihanetlerinin bedelini ödeyerek.

Günün Sözü: Acizler için imkansız, korkaklar için müthiş gözüken şeyler kahramanlar için idealdir.

Obama:"Kalplerimiz ve dualarımız her yerdeki Ermenilerle birlikte"
ABD Başkanı Barack Obama, Ermenilerin 1915 yılı olaylarının yıl dönümü olarak kabul ettikleri 24 Nisan günü ile ilgili açıklamasını, bir gün önceden yayımladı. Açıklamasında, "96 yıl öncesinde, 20. yüzyılın en kötü mezalimlerinden biriyle sonuçlanan korkunç olayları ciddiyetle hatırlıyoruz" ifadesini kullanan Obama, "Büyük felaketin dehşetini hatırlarken acı çekenlerin hatıralarını onurlandırırken ve Ermenistan halkı için dostluğumuz ve derin saygımızın sözünü verirken, kalplerimiz ve dualarımız her yerdeki Ermenilerle birlikte" dedi. 24.04.2011 WASHINGTON netgazete

"Abd’nin Harcadığı Kaynaklar Beş Dünyayı Besler"
25 Nisan 2011
Milli Prodüktivite Merkezi Karadeniz Bölge Müdürlüğü Uzmanı Can Yoldaş, tüm ülkelerin ABD’nin harcadığı kadar kaynak harcaması durumunda beş dünyaya daha ihtiyaç olacağını söyledi. aktifhaber

Wolfowitz'in Kıvrıkoğlu talimatı: Ortadan kaldırın
06.08.2012

Silah arkadaşlarının Hacı lakabını taktığı Kıvrıkoğlu için dönemin ABD Savunma Bakanı 'Ortadan' kaldırın talimatı vermiş
Bu iddiaların sahibi Takvim Gazetesi yazarı Ergün Diler.. Bugün kaleme aldığı 'Paşa'yı vur emri !' başlıklı yazısında, çok konuşulacak bir hikayeyi aktaran Diler 1 Mart Tezkeresi öncesinde yaşanan kritik görüşmeleri yazdı.

Wolfowitz, Kıvrıkoğlu'nun kendisini azarlamasını hiç unutamadı. Önce Süleymaniye'deki çuval olayını tezgahladı. Ardından Paşa için ölüm emri çıkarttı. Ancak metresinin düşük çenesini hesaba katmadı...

İşte Takvim Gazetesi Yazarı Ergün Diler'in yazısı

TEZKERENİN GEÇMESİ İÇİN BASKI YAP

Öyle konular vardır ki sadece bir kere yazabilirsiniz. Zamanın ruhuna uymayıp ertelediğinizde ya da öne aldığınızda yazdığınızın bir anlamı olmaz. Ama doğru zamanda kaleme alındığında da TSUNAMİ etkisi gösterir. Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök, Ergenekon mahkemesine gidip ifade verinceye kadar birazdan yazacaklarımı paylaşmayı düşünmüyordum. Ancak Paşa salonda "ABD, Wolfowitz aracılığı ile bana 'Tezkerenin geçmesi için baskı yap' dedi. Ancak ben dinlemedim" diye konuşunca daha fazla bekleyemezdim. İşte size sadece filmlerde görebileceğimiz müthiş bir hikaye...

Filmden tek farkı, buradaki her şey gerçek! Okuyun siz karar verin... Tarih 16 Temmuz 2002... Türkiye'yi ziyareti daha önce üç kez ertelenen ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, resmi temaslarda bulunmak üzere gece geç saatlerde Ankara'ya indi.

KIVRIKOĞLU KENDİSİNİ KABUL ETMİYORDU

Dönemin Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer, Başbakan'ı Ecevit, Genelkurmay Başkanı ise Hüseyin Kıvrıkoğlu'ydu. Gezi basında günler öncesinden köpürtüldü. Ziyaretin hayati önem taşıdığı sayfa sayfa anlatıldı. Uçaktan inen Wolfowitz'in canı sıkkındı. Görüşmek istediği tüm isimlerden randevu almış ancak biri kendisini kabul etmemişti. Kara Kuvvetleri Komutanıyken Kıbrıs'taki çadırda suikasttan kurtulan Kıvrıkoğlu bir türlü kendisini kabul etmiyordu. ABD Büyükelçiliği ve diğer makamlar araya girdiyse de Paşa, "Nuh" diyor, "Peygamber" demiyordu!

Çıkış yolu bulamayan Washington devreye girip Başbakan Ecevit'ten "aracı olmasını" rica etti. Kıvrıkoğlu Paşa, Ecevit'e de kibarca "Hayır" diyerek görüşmeye yanaşmadı. Kriz giderek büyüyünce rahmetli Ecevit tekrar telefona sarılarak "En azından iki-üç dakika görüşün bari" teklifini iletti. Paşa hiç de istemeyerek "Peki" cevabını verdi.

HACI LAKAPLI PAŞA'NIN SERT ÇIKIŞI

Randevu baskıyla alınmıştı. Paşa sinir küpüydü. Görüşme başlamış ama suratlar asıktı. Birkaç dakika içinde elektriklenme tüm odaya yayıldı. ABD'li konuk Irak işgalini masaya getirmişti. Peşpeşe akıl almaz istekler sıralıyordu. Silah arkadaşlarının "Hacı" diye andığı Paşa, Wolfowitz'in GENEL VALİ gibi konuşması üzerine çok sert tepki verdi. "Kerkük'ü de içine alan bir Kürt Devleti kurulması söz konusu olursa, doğrudan ve açıkça oraya, bölgeye gireceğimizi, müdahale edeceğimizi biliniz" diye çıkıştı.

WOLFOWİTZ NEYE UĞRADIĞINI ŞAŞIRDI

Ne yapacağını bilemez hale gelen Wolfowitz "Ben, ABD Savunma Bakan Yardımcısıyım, benimle böyle konuşamazsınız" dedi. Orgeneral Kıvrıkoğlu da "Ben de Türk ordusunun başıyım ve üstelik de Türkmen asıllıyım" diye karşıl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ksm 12, 2014 6:15 pm tarihinde değiştirildi, toplam 22 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Orkan



Kayıt: 22 Ağu 2010
Mesajlar: 14

MesajTarih: Çrş Ksm 17, 2010 10:46 pm    Mesaj konusu: ABD'li İt Evine Git Alıntıyla Cevap Gönder

AB-D emperyalizminin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik...
Oğuz Gürses
09.12.2010

AB-D müslümanlardaki cihad şuurunu bulandırmak, şehidlik arzunu söndürmek için her yıl milyarlarca dolar harcıyor...

Bunun için...

Ferdî/kişiye özel veya içtimaî/toplu olarak zihinleri kontrol altına almaya çalışıyor...

Bu konuda hergün yeni teknik ve taktikler üretip insanlar üzerinde deniyor ve anketler ve gözlemler vasıtasıyla da bunların etkili olup olmadıklarına kontrol ediyor...

Müslümanları Allah Resûlü'nün gösterdiği doğru Yol/Ehl-i Sünnet’ten saptırmak, onun tamamladığı "güzel ahlâk"tan uzaklaştırmak için...

İçki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, futbol taraftarlığı, uyuşturan müzikler, her türden boş lâf ve boş işler(magazin/dedikodu) gibi ne kadar şeytanî tuzak varsa hepsini birden kuruyor/kullanıyor..

Maksat Müslümanları hedonizm bataklığında boğarak İslâm'dan uzaklaştırmak...

Bu olmazsa...

Müslümanları Doğru yol/Ehl-i Sünnet anlayışından koparıp abuk sabuk anlayış/mezhep/tarikatlara yönlelendirmek için emrindeki binlerce teolog, psikolog, sosylog, şarlatan hoca, sahte şeyh, dandik müridlere oluk oluk para akıtıyor...

Ama ne yapsa olmuyor...

Emperyalizmin küresel saldırısına karşı küresel cihad İslâm’ın adalet kılıcı olarak, her gün yeni mevziler ve zaferler kazanarak büyüyor...

"Güneş yenilenmez göz yenilenir" (*) düsturuna uygun olarak...

Doğru Yol/Ehl-i Sünnet’in yer yer hasarlanmış/pörsümüş anlayışı Büyük Doğu-İbda ismiyle tecdid olunarak/yenilenerek, bir güneş gibi yeniden doğuyor....

Hedefi açık...

Küresel Adalet, küresel barış, küresel kardeşlik, küresel güvenlik, küresel refah için:

Küresel iktidar...

Şeytan'ın çöken “Yeni Dünya Düzeni”ne karşı; İslâm'ın "Yeni Dünya Düzeni"...

***

Zamanı gelmiş bir fikrin iktidarını hiçbir gücün engeleyemeyceği çok kişi tarafından bilinen bir gerçekse de...

Huylunun huyundan vazgeçmeyeceği de bir başka gerçek...

AB-D emperyalizmi gücünün en son sınırına vardığı için hızlı bir çöküş sürecine girmiş olsa da...

Umutsuzca çırpınmaya devam ediyor...

İşte bunun son örneği şu haber:

[Cihada Karşı "Umutsuz Ev Kadınları"

Wikileaks'ten sızan belgelere göre Amerikan dizileri ve şovları Suudi gençleri cihattan soğutma konusunda ABD propagandasından daha başarılı oluyor.

Guardian gazetesinde yayımlanan belgelere göre, Suudi Arabistan’daki Amerikan kaynakları, Cidde’deki Amerikan elçiliğine, "Umutsuz Ev Kadınları ve David Letterman ile Geceyarısı Şovu gibi programlar, gençlerin cihadı reddetmelerinde, yüzmilyonlarca dolarlık Amerikan propagandasından daha etkili oluyor" doğrultusunda rapor gönderdi.
Suudi Arabistan’ın MBC 4 kanalında sansürsüz ve Arapça alt yazılı yayınlanan bu tür programların, krallığın radikal unsurlara karşı "fikir savaşı"nın bir parçası olarak yayınlandığı belirtiliyor.

"David Letterman: Etki Ajanı" başlıklı gizli bir yazıda, bu programların Washington’ın ana propaganda cihazı olan, ABD tarafından finanse edilen El Hurra haber kanalından daha etkili olduğuna işaret ediliyor.

Belgelerde diplomatlar, Eva Longoria, Jennifer Aniston ve David Schwimmer gibi ünlülerin cazibesinin, bu programları yayınlayan ticari televizyonun etkisinin El Hurra’dan daha çok olacağını gösterdiğini ifade ediyorlar.

2009 tarihli bir yazıda "Suudiler artık dış dünyayla çok ilgileniyorlar ve herkes becerebilirse ABD’de eğitim görmek istiyor. ABD kültüründen daha önce hiç olmadığı kadar etkileniyorlar" deniliyor. ]
(TRT, 08.12.2010)

Bu haberin özeti şu: AB-D emperyalizmi'nin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik...

Namusa karşı fuhuş...

Ahlâka karşı ahlâksızlık...

İnsan onuruna karşı kirli para...

İnsanca yaşamaya karşı lüks, şatafat ve sefehat/hedonizm...

Böyle bir savaşı sizce hangi taraf kazanır?..

Dipnot:

*[ - İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.
- Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek…
- Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.
- İslâm, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…
- “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.
(..)
- Emevî ve Abbasî devrelerini takip ederek Türk’ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm’a karşı çıkmakta bulmuştur.
- O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm’dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.
- İslâmı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve nefslerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve olduğu gibi bir İslâm yerine, oldurulmak istenildiği tarzda bir İslâm’a kapı açmaya bakılmıştır.
- Reformcu, İslâm’ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâma cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir; ve İslâmı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine üç düşman tanıyacaktır; aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu… Yani ruhu, kör nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan…
- İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kuvuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar…
- İslâmı yenileyecek olan nesil, bu ruh ve madde felâketleri Türkiye’sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki hâlinde zuhur etmekle mükellef…
- Bunca zevalin ardından ancak kemâl çığırı açılabilir…] Bkz: Necip Fazıl Kısakürek, Akıncı Güç kadrosuna ithaf: İSLAMI YENİLEMEK, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul.
Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

ABD'li İt Evine Git
23.10.2007


ABD’nin ünlü 6. Filosu, 1968 yılında ıstanbul’a demir atarken, üniversiteli gençliğin dilinde şu slogan yankılanıyordu:

Türk Bayrağı’nı yırtan, sokaklarda kızlarımızı taciz eden ABD askerleri karga-tulumba denize atılınca, İstanbul’a geldiklerine pişman olmuştu.

Kıbrıs sorununda ABD’nin tutumu, Vietnam Savaşı, Ortadoğu’da ABD’nin İsrail yanlısı tavrı ve ısrail-Arap savaşı, 1960’lı yılların gençliğini Amerikan karşıtı bir tavır almaya sevk etti.

İşte böyle bir ortamda ABD’nin Akdeniz’deki gücü 6. Filo Türkiye’ye davet edilmişti.

Uzun süre karadan ve kadınlardan uzak kalan Coni’leri taşıyan 6. Filo’nun ziyareti, ülkede büyük infial yarattı.

ABD askerleri, gençliğin hedeflerinden biri oldu. Aslında bize hiç yabancı değildi bu filo.

Kıbrıs’taki soydaşlarımıza yardım için giden Türk gemilerinin önünü keserek harekatı engellemeye çalışan 6. Filo’ydu.

İşte tüm bu acı gerçeklere rağmen, 15 Temmuz 1968 tarihinde 6. Filo’ya bağlı bir uçak gemisi, 5 destroyer Dolmabahçe’ye demirliyordu.

Ancak, ABD askerleri, beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşıyor ve Türk topraklarına ayak bastıklarına pişman oluyordu.

Katran döktüler

ılk önce öğleye doğru ellerinde Türk Bayrakları taşıyan bir grup genç Dolmabahçe’ye kadar gelmiş; tepkilerini göstermek için Türk Bayrağı’nı yarıya kadar göndere çekmişti.

Fakat bu yalnızca başlangıçtı.

Bir pavyonda 150 kuruş için hesaba itiraz eden 3 Amerikan eri dışarı çıktıklarında üzerlerine boya ve katran atılmıştı..

Bu tüm ıstanbul’da böyleydi. Amerikalılar, görüldükleri her yerde başta üniversiteli gençlik olmak üzere toplumun her kesimi tarafından protesto edilmekte, bindikleri araçların camları kırılmaktaydı.

Amerikan askerlerine karşı girişilen eylemler.

1967-1969 yılları arasında özellikle eğlence yerlerinin ve genelevlerin bulunduğu Beyoğlu’nda Amerikan askerlerinin başlarından keplerini kapmak, üstlerine kırmızı boya atmak, üniformalarını jiletlemek, ya da kıstırıp hırpalamakla başlayan antiemperyalist eylemler askerlerin denize atılmasına kadar varmıştı. Bunun üzerine Coniler, soluğu savcılıkta almak zorunda kalmıştı.

Polislerimiz topladı

ıstanbul, ızmir, Trabzon’da şiddetlenen 6. Filo karşıtı eylemler, 1968 Temmuzunda zirveye tırmanır.

Bunda ABD askerlerinin, Türk bayrağını yırtmaları ve Türk kızlarını taciz etmelerinin büyük etkisi olur.

17 Temmuz akşamı da ıstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, Gümüşsuyu’nda Amerikan askerlerinin yatmakta olduğu oteli basar.

ıstedikleri tek bir şey vardır:

Bu topraklardan Amerikan askerlerinin defolup gitmeleri. Amerikalılar şaşkınlık içindedirler.

ABD ve emperyalizm karşıtı gençliğin protesto yürüyüşleri, artık tüm ıstanbul’u sarmıştı.

“Amerikalı it, evine git”, “Bağımsız Türkiye” sesleri artık 7’den 70’e herkesin kulaklarında yankılanmaktaydı.

Amerikan askerlerini ıstanbul sokaklarından Türk polisi toplamak zorunda kalmıştı.

Temmuz ayında, ıstanbul’da sürekli protesto edilen ve tartaklanan ABD askerlerinin korunması için, dönemin ıçişleri Bakanı Faruk Sükan, emniyet teşkilatına kesin talimat vermişti.

Polis, o akşam verilen emre uyarak İTÜ yurdunu basar.

Protesto gösterilerine katılan öğrencilerden ıstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu, yurdun penceresinden düserek ağır yaralanır. Demircioğlu, hemen Taksim ılk Yardım Hastanesi’ne kaldırılır. Ancak, 24 Temmuz 1968 Çarsamba günü hayatını kaybeder.

Halk destek verdi

Arkadaşlarını kaybeden öğrenciler, protesto gösterilerini yoğunlaştırır. Taksim’den yüzlerce genç, Dolmabahçe’ye doğru yürüyüşe geçer.

“ıstanbul Amerikan genelevi, Türk kızları Amerikan cariyesi”

olamaz diyen gençlerin etrafında kısa sürede halktan ve esnaftan binlerce kişi toplanır.

Yakalanan tüm ABD askerleri denize atılır.

‘ıhtiyaç molası’ veren Conileri denize döktük

Uzun süredir karadan ve kadınlardan uzak kalan Amerikalı Coni’lerin “ihtiyaç molası” için ıstanbul’a demir atan 6. Filo, Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı.

Üniversite gençliğinin başını çektiği göstericiler, Coni’lerin defolup gitmesi için sokağa dökülürken, ıstanbul alışılagelmemiş eylemlere tanıklık ediyordu.

Beyaz badanalı, temizlenmiş genelevlere gitmek için Dolmabahçe’ye çıkan ABD askerleri beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşmıştı. Kafalarında golf sopaları kırılan ABD askerleri, emperyalizm karşıtı gençler tarafından denize atılmıştı.

6. Filo, sağ-sol çatışmalarını tetiklemişti

1968 yılında 6. Filo’nun Türkiye’ye yaptığı ziyaret, üniversite öğrencileri arasında ilk kez sağ-sol çatışmaları yaşanmasına neden olmuştu.

ABD’nin 6. Filo’sunun Türkiye ziyareti, öğrenciler arasında kanlı sağ-sol savaşının miladı olmuştu.

1968 olaylarını tetikleyen, üniversite işgallerinden çok ABD’nin 6. Filosu’na karşı, gençlerin başlattığı mücadeleydi.

Bu nedenle ziyaret, Türkiye’nin kaderinde dönüm noktalarından biriydi. O dönemde, ABD’yi küstüren komünist, komünist de ABD karşıtıydı. Ziyaret nedeniyle başlayan protestolar sonrası, polisin karargaha dönmüş bir öğrenci yurdunu basması sonucu bir öğrenci ölmüş, bu olay, gösterileri daha da büyütmüştü.

16 şubat 1969 tarihinde ıstanbul Bayazıt Meydanı’nda ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütü toplanmıştı. En önde Türk bayrağı, arkada şu pankartlar vardı:

“Geldikleri gibi gidecekler”, “Emperyalizm ve yerli uşaklarına karşıyız”, “Rezil coni bir daha gelme”, “Amerikan iti toprağımızda havlayamaz.” Beyazıt’tan başlayıp Taksim’de sona erecek olan anti-emperyalist, bağımsız Türkiye miting için işçiler, öğrenciler toplanmaya başlarken, aynı saatlerde Beyazıt Camii ve Dolmabahçe Camii doluyordu.

Fakat bu sefer Amerikan muhiplerin sayısı oldukça artmıştı.

Provokasyon

Bugün Gazetesi’nden Mehmet şevki Eygi;

“’Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır”

şeklinde provakatif yazılar yazarak olayların büyümesine zemin hazırlamıştı.

Sağ ve sol görüşlü öğrenciler, meydanda karşılaşmış, tarihe ’Kanlı Pazar’ olarak geçen olaylarda 2 kişi ölmüş, 200 kişi yaralanmıştı.

‘Sokağa dökülmekle halledilmez’

6. Filo resmi yetkililerce ıstanbul’da 21 pare top atışıyla karşılanmıştı.

O dönemde, Süleyman Demirel’in liderliğini yaptığı Adalet Partisi iktidardaydı. 1965 seçimlerini yüzde 53’lük bir oy oranıyla kazanan Demirel Hükümeti, 68 öğrenci olaylarıyla sarsılmıştı.

Olayları “hür olan memleketlerin işareti” olarak nitelendiren dönemin Başbakanı Demirel, 22 Mart 1969’da düzenlediği basın toplantısında,

“1960 modeli olayların tekrarını hayal edenler var. Ellerinde kronometre, hükümetin meşrutiyetini kaybetmesini bekliyorlar”

diye konuşmuştu. Demirel, ilerleyen ta-rihlerde olayların yayılması üzerine, sıkıntılar yaşandığını belirterek, “Sokağa dökülmekle hiçbir mesele halledilemez” demişti.

Hoşgeldin denizci!

Bu arada, Atatürk’ün emperyalistleri ızmir’de denize dökmesinden sonra, Batının kanlı çizmesi ilk kez Demokrat Parti’yle Türkiye’ye girmişti.

ABD’nin, Tükiye’nin dış politikasında neredeyse tek dayanak noktası haline gelmesi 1950’li yılların başına rastlar.

Türkiye’yi NATO’ya sokan DP’nin, Missouri Zırhlısı’nı ıstanbul’a davet etmesi, Türk tarihinin kara bir günüdür.

Missouri, Amerika’nın en önemli ve meşhur gemilerinden biriydi.

Japonya’nın teslim anlaşması bu zırhlıda imzalanmıştı. 1946’da vefat eden ABD Büyükelçimiz Münir Ertegün’ün naaşını getirmişti.

Buraya kadar herşey normal.

Ancak, ziyaretin bizim açımızdan dramatik bir yanı vardı DP iktidarının emriyle, ıstanbul’da gazinolar ve genelevler boyanır, tüm kent süslenir, ABD askerlerinin ıstanbul’u kirletmeleri için her türlü hazırlık yapılır.

Genelevin duvarlarının beyazlara boyanması ve üzerine de ıngilizce “Hoşgeldin denizci” yazılması hâlâ hafızalardadır.
Yeniçağ

TÜM PARTİLERDE "BİZ" VARIZ
Banu Avar
26.11.2010

Tüm partilerin tabanında BİZ varız. Kimiz BİZ? Türk milleti.
MHP CHP AKP ve diğerlerine oy veririrz. Çoğunlukla ekranın yanlı ve yalan bilgilerine muhatabız.
Türk milletinin yüzde 90’ı sömürülmekte, aç bırakılmakta, elindeki her şey alınmaktadır.
Yıllardır en hafif deyimiyle basiretsiz yönetimlerce, Batının her tokatına boyun eğilmektedir.

Millet oy sandıklarına götürülüp getirilmekte, sonuçlar başka yerde belirlenmektedir.

Bu arada Eşref Bitlis’ler öldürülmekte, Muavenet gibi bir uçak gemisi taammüden vurulmakta, kafamıza çuval geçirilmekte, onbinlerce şehit verilmekte, ve gerek koalisyonlar, milliyetçi cepheler, sosyal demokratlar ‘gık’ çıkaramamakta, üstüne üstlük, hakkını arayanlara kapıları kapatmaktadırlar.

1992’de Amerikan uçak gemisi Saratoga’nın, bir tatbikat sırasında vurduğu Muavenet muhribinden yaralı çıkan 22 askerimiz, iktidarlar tarafından, Amerikaya karşı ‘haklarını aramama’ konusunda ‘ikna edilmeye’ çalışılmışlardır. 'Çuval'a karşı çıkanlar şimdi Silivri zindanındadır. 'ABD değil Avrasya' diyenler yargılanmaktadır.

. Buna benzer binlerce örnek vardır. İktidarlar 70 yıldır acaba kimin iktidarıdır? Sorulması gereken soru bu?
Ve Seçim, partiler ve tüm bu siyasi düzeneğin ne şekilde çalıştığı artık net bir biçimde gözler önüne serilmelidir. Bu demokratik bir düzenek değildir. DEMOKRASİ sadece TAM BAĞIMSIZ olanlara gelir!

Biz halka KARŞI oynanan bir ‘demokrasi oyunu’nun seyircileriyiz..Şırası çıkarılan Türk milleti önce bunu görecek,bilincine varacak ve Nelson Ledsky adlı CIA ajanının sözlerini, ve doların gücünü oturup düşünecektir: Nedir o söz:
‘Meclisteki tüm partilerin içindeyim!’

Tüm samimiyetiyle çeşitli partileri benimseyen kişiler bu Milletin dürüst evlatlarıdırlar. Ama her partinin içinde dönen her fırıldaktan haberdar olduklarını iddia edebilirler mi?

Yıllardır partilerden SIZAN haberler, hemen hepsinin içinde dürüst vatan evlatları olduğu kadar, virüslerin at oynattığı merkezler olduğu izlenimini veriyor…İnanmayan yakın tarihe bir baksın. .. Duygusal değil AKILLA inceleyip tartsın...

Buradan şu çağrıyı yapıyorum. Aslında bu çağrının şahsım tarafından değil, bu milleti temsil ettiğini söyleyen siyasi partiler tarafından HAYKIRILMASI gerekirdi.

GELİN MHP'li CHP'li, AKP'li, DSP'li, Saadet Partili ve nereliyse oralı kardeşlerim, başımıza geçirilen AMERİKAN FÜZELERİNE HAYIR diyelim.. ve tek platformda tek yürek tek ses olalım! BU VATAN BİZİM.. Ve BİZİM BİRBİRİMİZDEN BAŞKA KİMSEMİZ YOK!
Odatv.com

ABD'NİN 3. DÜNYA SAVAŞI PLANLARI
Emrah Akgün
01 Ocak 2011

Ekonomik kriz, Afganistan başarısızlığı ve Irak'da istenilenlerin elde edilememesinin ardından, parçalanma riski üst seviyelere çıkan Amerika, bununla birlikte güneyinden sosyalist iktidarlarca sıkıştırılmaya başlayınca kendine çıkış yolu aramaya başladı.

Konuyu bu şekilde ele almamızın sebebi ABD'in üçüncü savaş gemisini Pasifik'e yollamasıdır.

Amerikan medyası bu olayı korku ve endişe ile takip etti. Tartışmalar yaşandı. Fakat nedense bizde pek ele alınmadı. Oysa bütün dünya "beklenmedik olaylara gebe" olarak gördü durumu ve haksız da değiller. Biz bu dünyada yaşamadığımız için olsa gerek, bizim gündemimiz de bu durum yok. Ya da özellikle bunun üstü örtülmeye çalışılıyor.

Güney Kore Devlet Başkan'ı, ABD'ye çalım atıp, Çin'in istediği altılı görüşmeleri onaylasa ve diplomatik yolları tercih etse de, içerdeki CİA destekli muhalefetin ve ABD'nin yalnız bırakma tehdidi yüzünden askeri tatbikatlara başladı ve bu yarımadayı daha da germiş durumda.

Şaka ve ya 'komplo teorisi' değil arkadaşlar, ABD kendini kurtarmak için, bütün dünyaya üstünlüğü olan, silah kozunu oynamak zorunda. Yoksa darmadağın olacak.

Bu yüzden dünyanın her yerinde hareketlendi. Buna ABD Başkanları'nın "artık vaktimiz yok" sözünün ne anlama geldiğini de ekleyin. Gerçekten vakitleri yok! Eyaletler tek tek iflasın eşiğine gelmiş durumda. Ayrılık isteyenler hapislere atılamaya başlandı. Büyük örgütlenmelerden bahsediyoruz, biz de kimse bu durumu anlatmıyor. Ciddi bir karışıklık yaşamakta Amerika.

Böyle büyük bir devlet dış tehditten korkmaz, onun korkusu içerdedir. Chavez'e, Lula'ya, Morales'e dokunamamasının başlıca sebebi de budur. Burnunun dibindeler ve ABD sokakları Latinlerin kontrolünde, her yerde onlar var.

ABD'nin bu kabustan sıyrılması için, bütün dünyayı sil baştana götürecek büyük bir savaştan başka çaresi yoktur.

Ama bundan önce yaptığı hatayı yapmak istemiyor. Büyük bir savaşın içinde yalnız kalmak istemiyor. Asya'nın büyük ve güçlü devletlerini birbirine sokup, yıpratıp üzerlerine çökmek istiyor.

Bölgeye gönderilen Ronald Reagan uçak gemisinin, çok gelişmiş nükleer silahlarla donatılmış olması da dikkat çekiyor. Yani her şey göze alınmış durumda. Çin'den çekinmese, ABD çoktan düğmeye basmıştı. Şimdi sadece yaralı ve aç bir yaban köpeği gibi etrafta dolanıp, herkesin uyumasını bekliyor.

Bunun beklerken bizde de boş durmuyor. İktidara taşıdığı AKP ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri'ni kulağından tutulup çekilen ve ne istenirse yapacak hale getirmeye çalışıyor. Yani Mehmetçik'in ikinci Kore macerası da çok yakın olabilir.

Bunları görünce, yani ABD'nin dünya üzerindeki hedeflerini görünce, belki bizde yaşanan olayları da herkesin daha net anlaması mümkün olabilir diye düşünüyorum.
Büyük Orta Doğu Projesi'nin temel amacı da budur. Büyük savaşta birlikte hareket edecek ve ABD'ye karşı cephe alacak bütün güçleri parçalayıp, birbirine düşman etmek.

Biz, bölünmeye ve parçalanmaya karşı çıkanlar, mücadele edenler; büyük savaşta da tavrımızı şimdiden belli etmiş bulunuyoruz.

Fakat maalesef, ABD planlarına çanak tutanlar ve bundan nemalananlar da, o gün bize silah çatacaklarını bugünden ilam etmiş oluyorlar. İşte resim budur. İçinde olduğumuz tartışmaların gerçeği budur. AKP hükümeti Türkiye'yi, ABD'nin uzak karakolu olmanın da ötesinde, sağa sola çarpıp vurulacak bir 'koç başı' pozisyonuna getirme çabası içindedir.

Bunun yapabilmesi için, tüm ulusal güçleri ve ilk önce de TSK'yı ele geçirmek ya da dağıtmak mecburiyetindedir.

Bu amaç ve planlar bize yabancı değildir. Bunlar, CFR örgütünün kuruluş amaçlarında ve kendilerini neyin tehdit ettiğini açıkladıkları, kendi konuşmalarında ve yazılarında yer almaktadır.
Ulusal devletleri dağıtmak
Ulusal orduları etkisiz hale getirmek
Hedeflenen ülkelerde devletin gücünü zayıflatmak
Demokrasi ve küreselleşme başlıklarıyla, hedef ülkeleri ABD kontrolüne sokmak

Bunları kendileri zaten açıkça belirtmektedirler. Kapitalist, emperyalist düşünce kendi çıkarı için milyonlarca insanı yok etmeyi göze alır.
Hatta şu sözü hatırlamakta fayda var:
"Şu an dünya nüfusu çok fazla, bir milyar insan bize hizmet etmesi için yeterlidir." Rockefeller.
http://www.mizikacilar.com/Makalem.aspx?ID=99

BANU AVAR: 37 ÜNİVERSİTEMİZE 54 AMERİKAN İSTİHBARAT GÖREVLİSİ GELDİ!
27.12.2010

Gazeteci-yazar Banu Avar, Karabük Esnaf Kefalet Kooperatifi Toplantı Salonunda yaptığı konuşmada, Karabük Üniversitesinde (KBÜ) panel vermek için buraya geldiğini ancak buna izin verilmediğini söyledi.

Amerika'nın Ankara Büyükelçiliğinden KBÜ'ye heyetler gönderildiğini ve konuşmalar yaptıklarını, kendisinin de bu nedenle buraya geldiğini anlatan Avar, şöyle dedi: "Bütün üniversitelere Amerikan heyetleri gidiyor. 54 tane Amerikan İstihbarat görevlisi Türkiye'ye getirildi. Bunlar çeşitli üniversitelere İngilizce öğretmeni kılığında sokuldu. Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları (KARDEMİR) AŞ'de işçiler ayaklanınca buraya geldi Amerika'lılar. Burası Türkiye'nin en önemli yerlerinden biri. Böyle bölgelere daha da yoğunlaşıyorlar o yüzden üniversitelere gidip geliyorlar. Bende hemen arkasından bu nedenle üniversiteye gelmek istedim. Önce kabul edildi son anda iptal edildi. 2004-2008 yılları arasında özellikle Amerikan İstihbarat örgütlerinin ülkeleri nasıl çökerttiği ile ilgili 82 bölüm program yaptım. Engeller oldu yarısı sansürlenerek çıktı."

Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi

Yabancılardan Topkapı Sarayı'na ahlaksız teklif!
Bir grup Amerikalı Harem Dairesini otel gibi kiralamak istedi
.
07 Ocak 2011
Ana Haber

Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli ile Müze Başkanı Prof. İlber Ortaylı arasında "Yetkiler ben de" tartışması sıcaklığını korurken, bir grup yabancı Harem Dairesini otel gibi kiralamak istedi. Üstelik bu talep resmi bir şekilde Ortaylı'ya da iletildi.

EĞİTİMSİZ ADAMLARSINIZ

Aralarında Amerikalıların bulunduğu grup Harem'de parasını ödeyerek kalmak istediklerini iletince Ortaylı sert tepki göstererek talep sahiplerine "Eğitimsiz adamlarsınız" dedi. Harem Dairesi'nin kiralanmasına ilişkin SABAH'ın sorusuna "Evet, bu taleple gelindi" diyen Prof. İlber Ortaylı, şöyle konuştu: "Ben de kendilerine çok terbiyesiz davrandım. 'Eğitimsiz adamlarsınız' dedim. Olmadık insanlar olmadık işler yapar. Harem hiç kimsenin ulaşamayacağı, özel bir yer. Bu müzenin en can alıcı alanı için böyle bir talep söz konusu bile olmamalı."

KREMLİN ÖRNEĞİ

Topkapı Sarayı Müzesi'nde kiralama yapılamayacağını, bunun hiçbir biçimde müze statüsündeki bir yerde olamayacağını anlatan Ortaylı, "Bu adamlar, nasıl oluyor da bu taleple buraya geliyor? Kremlin Müzesi'nde, Louvre Müzesi'nde konaklama olur mu?" dedi. Böyle bir durumun kabul edilebilir olmadığını anlatan Ortaylı, "Asıl önemli olan bu adamların arkasında kimlerin olduğu. Sadece Amerikalılar değil başka yabancılar da bu talepte bulunuyor. Peki, kim bunları bu işe yönlendiriyor?" diye sordu.

TARTIŞMA BÜYÜYOR

Sabah'ın haberine göre, Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli ile Müze Başkanı Prof. İlber Ortaylı arasında yetki tartışmasının da Haremin kiralanması konusunda başladığı öne sürüldü. Ancak Ortaylı bu soruya, "Ben bunu size doğrulamam" derken, Benli telefonlara yanıt vermedi.

Ross Wilson: 'Çuvalın acısı bir kuşak boyunca geçmez'
19 Ocak 2011



Wikileaks'ten son sızan belgelere göre eski ABD Büyükelçisi Ross Wilson, Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin böyle yorumladı.

ABD sızdırma iddialarını reddetti!Amerikalı diplomatların kabusuna dönüşen Wikileaks belgeleri arasına 2003'teki "çuval krizi" de girdi.

Belgelere göre eski ABD Büyükelçisi Ross Wilson, Washington'a gönderdiği şifreli mesajda, Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin yarattığı travmayı anlatıyor ve "Bunun acısı bir kuşak boyunca geçmez" ifadesini kullanıyor.

Wilson 30 Ocak 2006 tarihli kriptoda, "Amerikan askerlerinin Türk özel kuvvetleri askerlerinin başına çuval geçirmesi, ülkenin ulusal gururunun bir yarası olmaya devam ediyor” diyor.

Türkiye-ABD ilişkilerinin çuval krizi nedeniyle sarsılmasını Irak savaşının yol açtığı en büyük kayıplardan biri diye niteleyen Wilson"un notunda, o günlerde Türkiye'yi ziyaret edecek olan, dönemin Deniz Piyadeleri Komutanı General Michael Hague'a tavsiyeler de var.

Ross Wilson, "Başbakan Erdoğan'ın Washington ziyaretinin olumlu hava estirdiğini" vurguluyor, "Ancak yine de ilişkiler tam olarak düzelmiş değil" ifadesini kullanıyor.
Bugün

HERKESİN BİLDİĞİ SIR
SERDAR AKİNAN
19 Ocak 2011
AKP, 2002'den 2006'ya kadar ABD'nin işkence uçaklarına izin vermiş. O uçaklarda kimler vardı? Müslümanlar...

Kim oldukları hala bilinmiyor. Afganistan dağlarında alınan ve işkence uçaklarına bindirilip Kuzey Irak'taki işkencehanelerde sorgulanan, gerekirse İncirlik üzerinden Guantanamo'ya yollanan Müslümanlar.

Irak'taki işkence ve tecavüzleri... Ebu Gureyb skandalını, Guantanamo'yu, CIA'in gizli cezaevleri kurduğunu, CIA'in özel uçaklarla insan kaçırdığını ilk kez İbrahim Karagül yazdı...

'Afganistan'daki toplu mezarları yalanladılar, doğrulandı. Irak'taki işkence ve tecavüzleri yalanladılar, doğrulandı. Felluce'deki kimyasal saldırıları ve katliamı yalanladılar, doğrulandı. CIA uçaklarını yalanladılar, doğrulandı. Gizli işkence merkezlerini yalanladılar, doğrulandı. Bütün bunlar bu köşede ve Yeni Şafak sayfalarında ayrıntılarıyla yer aldı. Hem de günü gününe. Türk ve dünya basınından aylar önce.'' Böyle yazıyor İbrahim Karagül...

Edelman'ın onu gazeteden attırmak için nasıl uğraştığı ve Fehmi Koru olayı daha taptaze...

Peki herkesin bildiği bu sırlardan daha başka neler var?

Bahse konu dönemde hangi bakanlar, hangi üst düzey bürokratlar, hangi komutanlar, hangi partililer bu uçakları biliyordu?

Bu uçakların iniş kalkışından haberdar olanlar, 'CIA havayolları' olarak bilinen bu işkence ağının zımni parçası mıdır değil midir?

Daha önemlisi bilmek ayrı ya bu izinleri verenler kimlerdir?
Bunlar bir gün ortaya çıkacak. O günü merakla bekliyorum. Hüsnü Mahalli'nin o gazeteden attırılması da farklı mı oldu sanıyorsunuz? Hadi bir kez daha yazayım... Aynı şahıs benim Ergenekon örgütü üyesi olduğum yolunda o gazetenin bir yazarına gidip, 'Yakında arkadaşını alacaklar...' dedi mi demedi mi?

O baskılar farklı kanallardan kimler tarafından çalıştığım kuruma nasıl yansıtıldı.
Bu yüzkaraları bir gün tek tek kamuoyu önünde hesap verecek.
Halkımız o gün Nihat Genç'in kitabını yüzlerine fırlatacaktır: 'Amerikan Köpekleri''
Kaynak: http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=168

ABD İsrail'in raporuna Destek Verdi!
25 Ocak 2011
Ana Haber
Türkiye'nin tepki gösterdiği Mavi Marmara baskınıyla ilgili İsrail raporuna, ABD'den destek geldi.

Ankara'nın 'hukuki değil', Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de 'şımarıklık' şeklinde değerlendirdiği İsrail'in Mavi Marmara saldırısyla ilgili ilk raporuna, ABD yönetiminden de yorum geldi.

Konuyla ilgili konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Philip Crowley, İsrail'in baskınla ilişkin soruşturmasının 'inandırıcı ve tarafsız' olduğunu öne sürdü.

Crowley, "İsrail tarafından yapılan şeffaf, tarafsız ve inandırıcı bir soruşturmanın ürünü olan bu raporun bağımsız olduğunu düşündüklerini" iddia etti.

İsrail donanmasının 31 Mayıs'ta Akdeniz'in uluslararası sularında seyreden Mavi Marmara gemisine düzenlediği, 9 Türk'ün öldüğü askeri operasyonu soruşturmak üzere İsrail hükümeti tarafından oluşturulan, başkanlığını eski yargıçlardan Yaakov Turkel'in yaptığı komisyon ilk raporunu dün açıklamıştı.

Raporda, İsrail askerlerin tavrının uluslararası hukuk kurallarına uygun olduğu ileri sürülüyor.

Bankalarımız CIA Denetimindedir
Bülent Esinoğlu
07.02.2011
13-14. yüz yıllarda yapılan korsanlıkların, dillere destan hikâyelerini okuduk. Filmlerini sinemalarda seyretmiştik.

Erbakan’ın meşhur Libya ziyaretine devletin bir görevlisi olarak katılmıştım. Toplantı hazırlıklarının yapılması için Erbakan’dan bir hafta önce, Libya yetkilileri ile görüşmelere başlamıştık.

Toplantıya ara verildiğinde, dışarı çıkıp hava alalım dediğimizde, limanda müthiş bir olağan üstülük gördük. Askerler, polisler güvenlik önlemleri alıyor. Halkta onları temaşa ediyordu. Ekim 1996.

Nedir bu durum diye yetkililere sorduğumuzda, gemi ile para geliyor dediler. Niye gemi ile para getiriyorsunuz, bankalar arası transfer yok mu diye sorduğumuzda ise; Amerika, petrol paralarımıza bankalarda el koyuyor demişlerdi. Şaşırmıştık.

Bunu dönüşte, aklı başında kimselere anlattığımızda, bize inanmamışlardı.

3 Şubat 2011 tarihli Vatan Gazetesinde buna benzer bir durumun Türkiye’de yaşandığını okuyunca, bu yazıyı yazmak farz oldu.

İstanbul’dan yüklüce bir para(döviz) Ankara’da Tarhan Caddesinde bulunan bir bankaya transfer ediliyor.

Transfer evrakının içinde, Tarhan sözcüğünün geçmesi nedeni ile CIA derhal bankayı SWIFT ile bloke ediyor. Yani el koyuyor. Elektronik fon transferi sistemi Amerikan denetiminde olması nedeni ile döviz transferi yapılamıyor. İran’a bir transfer yapılmadığı anlaşılınca SWIFT açılıyor.

Anlayacağınız bağımsız sandığımız, Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içinde Amerika resmen korsanlık yapıyor.

Bundan birkaç ay önce, Türkiye’deki boru, vana, tesisat teçhizatları üretip, İran’a satış yapan firmaların ülke içinde para transferine el konulmuştu. Şimdi de bankalara el konularak denetim yapılıyor.

Bu durumu, hangi devlet görevlisi, hangi iktidar sahibi içine sindirebilir. Sözde, AKP’nin İran yanlısı olduğu propagandası yapılıp dururken, bu işe ne demeli.

Tıpkı sahte İsrail düşmanlığı gibi, sahte İran dostluğu da böylece belgelenmiş oluyor.

Venizelos İzmir'de ABD ve İngiliz bayrakları eşliğinde konuşuyor...

Wolfowitz'in Kıvrıkoğlu talimatı: Ortadan kaldırın
06.08.2012

Silah arkadaşlarının Hacı lakabını taktığı Kıvrıkoğlu için dönemin ABD Savunma Bakanı 'Ortadan' kaldırın talimatı vermiş
Bu iddiaların sahibi Takvim Gazetesi yazarı Ergün Diler.. Bugün kaleme aldığı 'Paşa'yı vur emri !' başlıklı yazısında, çok konuşulacak bir hikayeyi aktaran Diler 1 Mart Tezkeresi öncesinde yaşanan kritik görüşmeleri yazdı.

Wolfowitz, Kıvrıkoğlu'nun kendisini azarlamasını hiç unutamadı. Önce Süleymaniye'deki çuval olayını tezgahladı. Ardından Paşa için ölüm emri çıkarttı. Ancak metresinin düşük çenesini hesaba katmadı...

İşte Takvim Gazetesi Yazarı Ergün Diler'in yazısı

TEZKERENİN GEÇMESİ İÇİN BASKI YAP

Öyle konular vardır ki sadece bir kere yazabilirsiniz. Zamanın ruhuna uymayıp ertelediğinizde ya da öne aldığınızda yazdığınızın bir anlamı olmaz. Ama doğru zamanda kaleme alındığında da TSUNAMİ etkisi gösterir. Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök, Ergenekon mahkemesine gidip ifade verinceye kadar birazdan yazacaklarımı paylaşmayı düşünmüyordum. Ancak Paşa salonda "ABD, Wolfowitz aracılığı ile bana 'Tezkerenin geçmesi için baskı yap' dedi. Ancak ben dinlemedim" diye konuşunca daha fazla bekleyemezdim. İşte size sadece filmlerde görebileceğimiz müthiş bir hikaye...

Filmden tek farkı, buradaki her şey gerçek! Okuyun siz karar verin... Tarih 16 Temmuz 2002... Türkiye'yi ziyareti daha önce üç kez ertelenen ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, resmi temaslarda bulunmak üzere gece geç saatlerde Ankara'ya indi.

KIVRIKOĞLU KENDİSİNİ KABUL ETMİYORDU

Dönemin Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer, Başbakan'ı Ecevit, Genelkurmay Başkanı ise Hüseyin Kıvrıkoğlu'ydu. Gezi basında günler öncesinden köpürtüldü. Ziyaretin hayati önem taşıdığı sayfa sayfa anlatıldı. Uçaktan inen Wolfowitz'in canı sıkkındı. Görüşmek istediği tüm isimlerden randevu almış ancak biri kendisini kabul etmemişti. Kara Kuvvetleri Komutanıyken Kıbrıs'taki çadırda suikasttan kurtulan Kıvrıkoğlu bir türlü kendisini kabul etmiyordu. ABD Büyükelçiliği ve diğer makamlar araya girdiyse de Paşa, "Nuh" diyor, "Peygamber" demiyordu!

Çıkış yolu bulamayan Washington devreye girip Başbakan Ecevit'ten "aracı olmasını" rica etti. Kıvrıkoğlu Paşa, Ecevit'e de kibarca "Hayır" diyerek görüşmeye yanaşmadı. Kriz giderek büyüyünce rahmetli Ecevit tekrar telefona sarılarak "En azından iki-üç dakika görüşün bari" teklifini iletti. Paşa hiç de istemeyerek "Peki" cevabını verdi.

HACI LAKAPLI PAŞA'NIN SERT ÇIKIŞI

Randevu baskıyla alınmıştı. Paşa sinir küpüydü. Görüşme başlamış ama suratlar asıktı. Birkaç dakika içinde elektriklenme tüm odaya yayıldı. ABD'li konuk Irak işgalini masaya getirmişti. Peşpeşe akıl almaz istekler sıralıyordu. Silah arkadaşlarının "Hacı" diye andığı Paşa, Wolfowitz'in GENEL VALİ gibi konuşması üzerine çok sert tepki verdi. "Kerkük'ü de içine alan bir Kürt Devleti kurulması söz konusu olursa, doğrudan ve açıkça oraya, bölgeye gireceğimizi, müdahale edeceğimizi biliniz" diye çıkıştı.

WOLFOWİTZ NEYE UĞRADIĞINI ŞAŞIRDI

Ne yapacağını bilemez hale gelen Wolfowitz "Ben, ABD Savunma Bakan Yardımcısıyım, benimle böyle konuşamazsınız" dedi. Orgeneral Kıvrıkoğlu da "Ben de Türk ordusunun başıyım ve üstelik de Türkmen asıllıyım" diye karşılık verdi.

Şaşkına dönen ABD'li sinirli bir şekilde salonu terk etti. Görüşmek için can attığı toplantı kabusu olmuştu. Irak işgalini Ankara'ya en net anlatan ABD'li olan Wolfowitz ülkesine döndü. Kısa bir süre sonra Kıvrıkoğlu, çok sevdiği Hilmi Özkök'e yerini bıraktı.

Birkaç ay sonra da Türkiye'nin gündeminde 1 Mart Tezkeresi vardı. Herkes ne olacağını merakla bekliyordu.
Amerikalılar aradaki pürüzlere rağmen karardan emindiler.Ancak sonuç öyle olmadı. Tezkere, Meclis'e takıldı.

SİYASİLERE GEREKLİ BASKI YAPILMADI TEPKİSİ

Wolfowitz'e göre, "Türk Ordusu, siyasiler üzerinde gerekli baskıyı yapmamıştı. Tezkere'nin geçmemesinin arkasında da Kıvrıkoğlu'nun parmağı vardı." Ankara'da kovulmaktan beter olan Wolfowitz, Pentagon'da sık sık "Türkler, ABD'ye kafa tutmanın ne demek olduğunu anlamalı" diyordu. Bunu hiç çekinmeden her yerde dile getiriyordu. Kini hiç bitmiyordu. Öfkesi hiç dinmiyordu. Bu aşağılanmanın faturasını ödetmek için çırpınıyordu. Aradığı fırsatı tam bir yıl sonra yakaladı... 4 Temmuz 2003 günü, Kuzey Irak'taki Türk Birliği basıldı. ABD askerleri ve çok sayıda Peşmerge karakolun etrafını sardı. Silahlarını kullanmayan 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi. Operasyonun emrini Wolfowitz vermişti.

İNTİKAMINI GEÇ DE OLSA ALMIŞTI

Aradan iki hafta geçmişti... ABD'deki bir büyükelçilikteki kutlamaya seçkin isimler katılmıştı. Dönemin ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers da bunlardan biriydi. Orada olan 4 kişilik TÜRK EKİBİ harekete geçmek için fırsat kolluyordu. Sivil ama önemli Türk o anın geldiğini anlayınca arkadaşlarına dönerek "Ben şimdi Myers'a yaklaşacağım, siz bizi perdeleyin, kimseyi yaklaştırmayın, rahat rahat görüşeyim" dedi. Diğer üç Türk görevlerini kusursuzca yaptı.

KİMSE ORAYA YAKLAŞAMADI

O Türk, Myers'ın yanına giderek derhal Çuval olayını açtı ve "Bu işin arkasında Wolfowitz'in olduğunu biliyoruz" dedi.
Myers şaşkına dönmüştü; "Bunu siz nereden biliyorsunuz" diye kısık sesle sordu.

Sivil Türk "Sayın Başkan inanın başka şeyleri de biliyoruz" cevabını verdi ve başladı sırlamaya.
Wolfowitz, küçük özel bir ekiple bir takım örtülü operasyonlar hazırlığındaydı. Myers, duyduklarına inanmıyordu, "Hayır, bunlar olamaz" diye karşı çıkıyordu. Konuyu daha fazla uzatmak istemeyen sivil Türk elini ceketinin cebine atarak ilgili belgeleri çıkardı.

MYERS'IN GÖZLERİ BÜYÜMÜŞTÜ

Sivil Türk "Sayın Başkan, ordunuzun içindeki küçük bir klik, iki ülke arasında kriz çıkarmak istiyor, buna müsaade etmeyin" dedi. Myers biraz düşündü "Size samimiyetimle söylüyorum ki, bunlardan (Siyonistleri kastediyor) Dışişleri'nde bolca bulunur, ama Pentagon'a giremezlerdi. Ancak son yıllarda bir kaçı orduya sızmayı başardı. Fakat ben gereğini yapacağım" diyerek garanti verdi. Sivil Türk, teşekkür edip giderken Myers öylece kalakalmıştı! Kıvrıkoğlu ne kadar canını yakmışsa Wolfowitz o günü bir türlü unutamıyordu.

KIVRIKOĞLU'NU ORTADAN KALDIRIN

Evinde Erhan Göksel ve Cengiz Çandar gibi isimleri ağırlayacak kadar Türkler'le arası iyi olan Amerikalı'nın acısı büyüktü. Elindeki gücü kullanarak son kararını verdi: Kıvrıkoğlu'nu ortadan kaldırın! Wolfowitz'in verdiği emir Türkiye'ye kadar gelmişti. Hazırlıklar başlamıştı. Sinsi plan alttan alta işlerken çılgın Amerikalı'nın o dönem ki METRESİ çok sevdiği bir arkadaşıyla İtalyanlar'ın işlettiği bir lokantaya gitti. Masaya gelen garson İtalyanca selam verip isteklerini almaya başladı.

GARSON ANKARA'YA MESAJ GÖNDERDİ

Hanımefendi İtalyan garsonu tehlike görmemiş olacak ki yanındaki okul arkadaşına ŞİFRELİ olarak planı anlatıyordu. ODTÜ'den mezun olan genç hiç bozuntuya vermeden siparişleri alıp İtalyanca selam verip uzaklaştı! Birkaç dakika sonra masaya siparişler geliyor ancak garson görünmüyordu! Lokantayı terk eden genç Ankara'ya mesaj geçiyordu: "Sanırım Hüseyin Kıvrıkoğlu ile ilgili kötü bir gelişme olacak. Koruma altına alırsanız iyi olur!" Wolfowitz'in ekibi Ankara'daki dostlarına "düğmeye basın" talimatı verdi. Ancak Kıbrıs'ta kurşunun sıyırdığı Kıvrıkoğlu'na kimse yanaşamıyordu. Etten duvar örülmüştü. Kimse nerede ne yapacağını kestiremiyordu. Bir süre sonra oluşturulan güvenlik halkası TEHLİKEYİ fark etti. İki şüpheli sınırdışı edildi. Yakalanan yerli işbirlikçilere ne olduğu ise hiç bilinmedi!

kaynak: VATAN Gazetesi

Clinton'un aracının önüne atlayıp protesto etti: 'Müslümanları öldürme, milletimi tehdit etme'

Hillary Clinton'un konvoyu önüne atlayan protestocu 'Müslümanları öldürme, milletimi tehdit etme' diye bağırdı..

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Dolmabahçe'deki Çalışma Ofisi'nde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Cliton ile görüşmesi sona erdi. Basına kapalı gerçekleşen görüşme yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Clinton'un konvoyunun ofisten çıkışı sırasında ise adının Abdurrahman Keskin olduğu öğrenilen bir kişi kendini konvoyun önüne atarak "Müslümanları öldürme, milletimi tehdit etme" diye bağırdı. Bu sırada çevrede güvenliği sağlayan çevik kuvvet, Keskin'e müdahale etti. Keskin, ofisin yanında park etmiş bulunan çevik kuvvet otobüsüne bindirildi.

Suriye Arap Haber Ajansı
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Nis 27, 2011 10:15 pm    Mesaj konusu: Bu Katliamcı/İşkenceci Kaatillerin Türkiye'de Ne İşleri Var? Alıntıyla Cevap Gönder

Bu Katliamcı/İşkenceci Kaatillerin Türkiye'de Ne İşleri Var?
Murad Salih
26.04.2011



Sabah’ın haberine (*) göre, CIA Başkanıkatliamcı/işkenceci kaatil Leon Panetta Mart ayı sonunda Türkiye’ye sürpriz bir ziyaret gerçekleştirmiş.
Panetta’nın 5 gün süren Ankara ziyareti kamuoyundan sır gibi saklanmış.
"Gizli Gizli" koduyla yapılan görüşmelerde CIA Başkanı ve heyeti, kayıtlara, "Çok Önemli Konuk" olarak geçmiş. Ziyaret sırasında tam anlamıyla "karartma" uygulanmış.

Niye ki?

Dünyanın her yerinde oluk oluk kan akıtan bir katliamcı/işkenceci kaatil için bunlar bando mızıka resmi tören bile düzenlerlerdi ama...

Seçim öncesi suçüstü yakalanma durumunda kalıp safoş şakirtleri uyanır diye korkmuş olmalılar...

Utançtan değil yani...

Bunlarda utanma olsa...

“NATO’nun Libya’da ne işi var!" diye gürledikten iki gün sonra, Haçlı ordusu NATO’nun Libya halkını açlık ve susuzluğa mahhkûm edecek kahpe ambargosuna katılmak için, -daha TBBM kararı bile alınmamışken- donanmayı ve savaş uçaklarını Libya önlerine göndermekle kalmayıp; bir de Libya halkına gece gündüz bomba yağdıran Haçlı işgal ordusu NATO’nun komuta merkezi için İzmir’i tahsis edebilirler...

Çiğli Havaalanı’nı da Libya halkını rahat rahat bombalasınlar diye bu Haçlı uçaklarının emrine verirler miydi?

Dahası var..

Çiğli havalınından gece gündüz Libya halkına saldıran bu haçlı uçaklarının vurduğu yaralıları Ankara gemisine bindirip Türkiye’ye getirerek iyilik timsali gibi görünmek için törenler düzenleyebilirler miydi?

Sabah’ın haberine göre, CIA’nın üst düzey katliamcı/işkencecilerinden oluşan bu heyeti taşıyan uçak, Ankara’ya akşam karanlığında inmiş ve tam 5 gün sonra -şüphesiz yeni melanet planlarının uygulanması talimatları vererek- yine bir akşam karanlığında Türkiye’den ayrılmış.

Anlaşılan Katliamcı/işkenceci Panetta’nın Ankara’da görüşmediği kimse kalmamış:

Hükümet ve Genelkurmay yetkilileri, MİT Müsteşarı ve daha kimbilir kimler...

ABD’nin Ankara elçiliği, Panetta’nın ziyaretiyle ilgili yorum yapmaktan kaçınmış...

Kimbilir ne mel’anet işler çevirecekler...

Kimbilir kimlerin canlarını yakacaklar ki...

ABD elçiliği pişmiş aşa soğuk su katmaktan kaçınıyor...

Mutabakat tamam yani...

Yakında çıkar kokusu...

Sabah, CIA Başkanı katliamcı-işkenceci Panetta’nın Ankara temaslarında Arap ülkelerinde yaşanan gelişmeler ilk sırada yer aldığını, Libya’ya "kriz", Suriye’ye "kritik eşik" tanımlaması yapıldığını belirtiyor...

Bu toplantıdaki değerlendirmelerde Suriye’nin "kritik eşik"te olduğu tespiti yapılmış. Suriye halk hareketinin Sünni bir kimliğe sahip olduğunun vurgulandığı toplantıda, Beşşar Esad yöntemi ile Sünni muhalifler arasında bir dengenin kurulması gerektiği üzerinde durulmuş.

Suriye’nin derin devletinin önemli unsurları olan "Nusayri/Alevî" azınlığın kendisi de bir Nusayrî/Alevî olan Beşşar Esad’ın kararlarında yönlendirici olduğu belirtilmiş. Esad’ın acil adım atmaması halinde ülkenin ciddi bir iç kargaşaya sürükleneceği tespiti yapılmış.

Türkiye tarafından Suriye’ye ilişkin "Gizli Kod" olarak tanımlanan ayrıntılar da ele alınırken, "Gizli Kod"un Suriye’deki rejim değişikliğini ve Esad ailesinin can güvenliğinin sağlanmasını içeriyormuş.

Türkiye-İsrail ilişkileri, Türkiye- ABD-Irak ortak istihbarat paylaşımı, Afganistan’da işbirliği ve PKK’nın faaliyetleri ele alınan konular arasında yer almış...

Toplantılarda Libya’nın durumu "kriz" olarak tanımlanırken, Libya lideri Kaddafi güçlerinin silah ve mühimmat almaması için ortaya konan ek önlemler ele alınmış.

Görüşmede denizdeki ablukanın başarılı olduğu ancak Libya’nın kara sınırlarının kontrol altında olmadığı tespiti yapılmış.

Yani, Katliamcı/işkenceci Panetta “Deniz ve hava birliklerinizin desteği iyi ama kara birliklerinize de ihtiyacımız var” demiş...

Katliamcı ve işkenceci Panetta böyle buyurduysa seçimlerden sonra Soroz’a göre “Türkiye’nin en iyi ihraç malı olan” Mehmetçikleri Libya Çöllerinde Haçlı ordusu neferi olarak kan dökerken görürsek kimse şaşırmasın...

Hoş kimsenin hiçbir şeye şaşırdığı filan da yok ya...

Libya halkını havadan ve denizden bombalayan işgalci Haçlı ordusu NATO’nun komuta merkezi olarak İzmir belirlendiğinde buna şaşıran veya itiraz eden oldu mu?

Libya halkının üzerine gece gündüz bomba yağdıran uçaklar İzmir’in Çiğli Havalanı’nından kalkıp inmeye başladıklarında buna şaşıran veya itiraz eden oldu mu?

Olmadı...

Seçimlerden sonra beş onbin Mehmetçik, Haçlı ordusu NATO’nun Libyayı işgaline yardımcı olmak üzere bando mızıka ile gönderilirse buna kim niçin şaşırsın veya itiraz etsin?

Afganistan’ı işgal eden Haçlı orduları Afgan halkını katlederken orada bir Tugay Mehmetçik bu kanlı işgale yardım ve yataklık etmek için AKP hükümeti tarafından törenle yollanır ve orada ödürülenlerin cenazeleri gece karanlığında ailelerine sessizce teslim edilirken, o acılı aileler de dahil herhangi bir itiraz sesi duyuldu mu?

Aynı Mehmetçik, Batı Emperyalizmi’nin deniz ticaret yollarını, ülkesi Batı Emperyalizmi tarafından talan edilmiş Sudanlı mücahitlerin operasyonlarından koruyup kollamak için AKP hükümeti tarafından törenle Okyanuslara yollanırken buna şaşıran veya itiraz eden oldu mu?

Olmadı...

Pekiyi...

Gazze’ye insanî yardım götüren Mavi Marmara ve yanındaki üç beş sivil ticaret gemisi burnumuzun ucunda...

Akdeniz’in uluslarası sularında siyonist korsanlar tarafından silahlı baskına uğrar ve içindeki sivil insanlar, katledilir, yaralanır,esir alınır ve sivil ticaret gemileri gasbedilirken...

Üstelik de...

Bu vahşi korsanlık canlı yayında Türkiye dahil dünyanın her yanından izlenirken...

Türkiye’den bir savaş gemisi veya bir savaş uçağı filosu bölgeye doğru hareketlenebilmiş miydi?

Yok...

AKP hükümetinin bu inanılmaz duyarsızlığına şaşıran veya itiraz eden olmuş muydu?

Yok...

AKP bu seçimleri de yürüyen plan doğrultusunda anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla alsın o zaman görürsünüz...

“Türkiye’nin en iyi ihraç malları”nın emperyalizmin hangi kanlı/kirli işlerini görmek üzere daha nerelere törenlerle yollanacağını...

Ha...

Şeyh Nazım Kıbrısî’nin bu Recep ayında Türkiye’de olacağını haber verdiği “çok büyük olay” (**)seçimlerden önce olursa...

İşte buna Emperyalizm ve işbirlikçileri de dahil herkes çok şaşıracak...

Bir nevi "Harç bitti, yapı paydos" durumu olacağa benziyor çünkü...

Bir hatırlatma: Recep ayı 3 Haziran Cuma günü başlıyor...

Aklın yolu bir: Her an herşeye hazırlıklı olmak lâzım...

Son bir not:

Belli ki, bu haber Sabah’a ABD tarafından sızdırılmış...

Bu sızdırma habere dikkatle bakacak olursak ABD’nin AKP hükümeti ve Genel Kurmay’la bir sorunu olmadığı, ama MİT müsteşarl Hakan Fidan’la bir derdi olduğu açıkça görülüyor...

MİT Müsteşarı Hakan Fidan Katliamcı/işkenceci Panetta’nın en azından bazı isteklerine direniyor olmalı ki; bu “çok çok gizli” Ankara ziyareti bir ay sonra basına sızdırılarak; Fidan’ın da eski MİT başkanları gibi ABD’nin emrine amade bir başkan olduğu mesajı bakın ince ince zihinlere nasıl zerkediliyor:

- "MİT Müsteşarı Fidan, Eylül 2010 tarihinde Washington’a kritik bir ziyaret gerçekleştirmiş ve CIA Başkanı Panetta ile biraraya gelmiş. Bu ziyaretinde CIA Başkanı Leon Panetta ile görüşen Fidan ayrıca ABD’deki istihbarat birimlerinin çatı kurumu olan Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA) yetkilileri de bir araya gelmiş. Hakan Fidan, Arap ülkelerinde yaşanan gelişmelerle başlayan süreçten sonra, ilgili ülkelerin istihbarat örgütleri ile yakın temas içinde bulunuyor. Fidan, son olarak Mart ayı içinde Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından Suriye’ye gönderildi ve Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşmüş."

Kısacası “Hakan fidan bizim adamımızdır” diyor ABD, “kiminle görüşüyorsa bizim için ve bizim adamımız olarak görüşüyor ona asla güvenmeyin!” demek istiyor...

Oyun bozuyor...

İnisiyatifi yeniden ele geçirmek istiyor...

Hakan Fidan onların adamı olsa durup dururken niçin deşifre etsinler?..

Dipnotlar:
* Bkz: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/04/26/cia-baskanindan-cok-gizli-ziyaret

** Bkz: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2011/04/haziranda-turkiyede-buyuk-bir-olay.html

Irak, ABD'ye tazminat ödeyecek
2 Mayıs 2011
ABD işgaliyle paramparça olan ülkenin parlamentosu, "1. Körfez Savaşı'ndan zarar gören Amerikalılar için" 400 milyon dolar tazminat ödeme kararı aldı.

İster Evde... Bilgi için Tıklayınız...Irak Parlamentosu, 1990-91 yılındaki Körfez Savaşı'ndan zarar gören Amerikalılar için 400 milyon dolar tazminat ödeme kararı aldı. Irak'ın sonunda akıbeti idam olan devrik lideri Saddam Hüseyin 1990 yılında Kuveyt'i işgal ettiği zaman Baba Bush, Irak'a askeri operasyon kararı almış ve Birinci Körfez Savaşı adı verilen operasyon süresince Saddam bomba yağmuruna tutulmuştu. ABD'nin Patriot'larına karşı Scud füzeleriyle cevap veren Saddam, ayrıca savaş sırasında esir aldığı Amerikalılar'ı da kritik askeri hedeflerin yanına konuşlandırararak canlı kalkan olarak kullanmıştı. Irak'ta Saddam rejiminin devrilmesinden sonra açılan davalar, ABD ile Irak'ın yeni hükümeti arasında varılan uzlaşmayla sonuçlandı. Irak Parlamentosu, Körfez Savaşı'nda "travma yaşayan, yaralanan, canlı kalkan olarak kullanılan, işkence gören" Amerikalılar'a 400 milyon dolar tazminat ödemesi hakkındaki kararı onayladı. Hükümetten yapılan açıklamada BM Kalkınma Fonu'nda Irak için ayrılan bütçenin bu davalar nedeniyle bloke edilme tehlikesi altında olduğu, tazminat ödemesiyle birlikte bu riskin de ortadan kalkmasını ümit ettikleri belirtildi. Sadr Partisi 'hayır' dedi Meclis oylamasında Irak'taki Şiiler'in radikal lideri Mukteda el Sadr'ın partisi olumsuz oy kullandı. Karar, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin imzasının ardından hukuki geçerlilik kazanacak. Bağdat, tazminat ödemeleri için petrol gelirinin yüzde 5'ini ayırıyor. Bu miktarın büyük bir kısmı Kuveyt'e veriliyor. Şimdiye dek Kuveyt'e ödenen miktarın 880 milyon doları bulduğu belirtiliyor. Körfez Savaşı için Irak'ın ödeyeceği toplam miktar ise 32.2 milyar doları bulacak. Irak Dışişleri Bakanlığı ve Merkez Bankası, 2003 yılındaki İkinci Körfez Savaşı'ndan kaynaklanan tazminat için Iraklılar'ın ABD'ye dava açılabileceğini belirtmişti.
http://www.diyanethaberler.com/

Üsse gerek yok, Türkiye var!

ABD Büyükelçisi nin Türkiye!deki askeri üslerin durumuyla ilgili soruya verdiği
cevap işte bu oldu!Sömürge Valisi gibi konuşan büyükelçinin söyledikleri Türkiye'nin içerisinde bulunduğu handikapı anlatmaya yetiyorda artıyor.

07 Mays 2011
Anadolu Haber

Ortaklığımız bir harika...

ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone, Türkiye-ABD ilişkilerini değerlendirdi: Artık farklı zorluklar var, fanatizm, terörizm gibi. Türkiye’nin büyük bir askeri gücü var ve ABD müttefik olmaktan gurur duyuyor. Fiziksel varlığımıza gerek yok çünkü Türkiye ile harika bir ortaklığımız var.

ABD’yi Libya’da temsil ediyoruz

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner, “Türkiye bizim Libya’daki çıkarlarımızı temsil etmeye devam ediyor” dedi.

‘Üsse ihtiyacımız yok!’

“Yeni dönemde askeri üslere olan ihtiyaç, eskisi kadar fazla değil” diyen ABD Büyükelçisi Ricciardone: Fiziksel varlığımıza gerek yok çünkü Türkiye ile harika ortaklığımız var.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone, terörizm ve aşırılıklarla mücadelede, askeri üslere ihtiyacın, eskisi kadar fazla olmadığını söyledi. İzmir programı kapsamında İzmir Ticaret Odası’nda (İZTO), “Son Dönem ABD-Türkiye İlişkileri” konulu bir konuşma yapan Büyükelçi Ricciardone, ABD üslerine yönelik bir soru üzerine şunları söyledi:

Türkiye ile müttefikiz

“Soğuk savaş bitti, Sovyetler dağıldı. Yeni dönemde farklı zorluklar var, fanatizm, terörizm gibi. Türkiye ile askeri işbirliğimiz sürmektedir ancak yeni dönemde, askeri üslere olan ihtiyaç, eskisi kadar fazla değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri, savunma sanayi, askeri istihbarat da dahil olmak üzere istihbarat, bu günlerde o günlerdekinden çok daha fazla yeteneğe sahiptir. Burada ABD’nin fiziksel varlığının olmasına gerek yok çünkü harika bir ortaklığımız var.

Kosova üssü devredilecek

Öte yandan, ABD’nin Kosova’nın başkent Priştine’den 40 kilometre uzakta bulunan Ferizovik civarındaki Amerikan üslerinin bulunduğu Bondsteel’in Türkiye’ye devredileceği ileri sürüldü. Bosna gazetesi Dnevni Avaz’a göre; ABD kuvvetlerinin yakında bırakacağı Ferizovik’teki Bondsteel askeri üssüne Türkiyesinin girebileceği belirtilirken, haberin Sırbistan’da paniğe neden olduğu ifade edildi.

Çıkarlarımızı Türkiye koruyor

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, bir süre önce yaptığı açıklamada, Türkiye’nin ABD’nin çıkarlarının bekçisi olduğunu söylemişti. Mark Toner, düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin Trablus Büyükelçiliği’nin kapatılmasını değerlendirerek, “Benim anladığıma göre, bazı güvenlik kaygıları nedeniyle Libya’daki misyonu geçici olarak kapattılar, ancak Türkiye bizim Libya’daki diplomatik ve konsüler çıkarlarımızı temsil etmeye devam ediyor” dedi.

ABD'den Erdoğan'a Mavi Marmara'yı Durdur çağrısı

ABD Temsilciler Meclisi'nin 35 üyesi Erdoğan'a mektup göndererek, Gazze'ye yola çıkması beklenen yeni yardım filosunu engellemeye çağırdı

13 Mays 2011
Anadolu Haber

ABD Temsilciler Meclisi üyeleri Başbakan Erdoğan’ı Gazze’ye yola çıkması beklenen yeni yardım filosunu engellemeye çağırdı ve bunun “hayat kurtarmak için benzersiz bir fırsat” olduğunu belirtti.

Erdoğan’a gönderilen ve Hürriyet Daily News’un önceki gece Amerikan Kongresi’nden bir kaynaktan elde ettiği mektupta 36 Kongre üyesi, Başbakan’dan, haziran ayında yola çıkması beklenen Gazze’ye yardım filosunu engellemek için “İsrail hükümeti ile verimli bir şekilde çalışmasını” istiyor. Mektupta Erdoğan’a hitaben, “Yeni bir filoya alternatif daha yapıcı bir çözüm bularak hayat kurtarma ve kısmen hassas bir dönemde istikrar sağlama konularında benzersiz bir fırsata sahipsiniz” ifadeleri yer aldı ve yeni yardım filosu için ‘çatışmayı körükleme girişimi’ tabiri kullanıldı.

Dışişleri: Muhattap değiliz

Aralarında eski Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Howard Berman ve etkin bir Demokrat olan Henry Waxman’ın da yer aldığı Demokrat ve Cumhuriyetçi üyelerin imzaladığı mektupta “Umuyoruz ki hükümetiniz Gazze’ye provokasyon olmaksızın insani yardım gönderilmesi ile ilgili İsrail’le bir mekanizma oluşturulmasını sağlayabilir” dendi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal mektubun kendilerine ulaştığını doğrularken “Bu, aralarında Türkiye’den de bir ya da iki sivil toplum kuruluşunun (STK) bulunduğu uluslararası STK’ların bir araya gelerek oluşturduğu bir inisiyatif” şeklinde konuştu. Dışişleri’nden bir kaynak ise “Bir yanıt vermek zorunda değiliz, zira Türk hükümeti bu mektubun muhatabı değildir. Filo, dünyanın dört bir yanından insanların katılımıyla gerçekleştirilen bir sivil toplum inisiyatifi” dedi.

Türkler'in yüzde 90'ı ABD'yi sevmiyor

ABD'nin Türkiye'de sevilmediği bir kez daha ortaya çıktı.

19 Mays 2011

Müslümlan ülkeleri arasında ABD'nin politikalarına en düşük destek Türkiye'den geldi. Pew Araştırma Merkezince gerçekleştirilen son ankete göre, ABD'nin politikalarını onaylayan Türklerin oranı, yüzde 17'den yüzde 10'a kadar düştü.

TÜRKLERİN SADECE yÜZDE 10'U DESTEKLİYOR

Pew Araştırma Merkezince gerçekleştirilen son anket, ABD konusunda olumlu düşünenlerin oranının en alt düzeyde bulunduğu ülke olan Türkiye'de halkın sadece yüzde 10'u, ABD'nin politikalarını onaylıyor. Başkan Barack Obama'ya güvenen Türklerin oranı ise yüzde 12'de seyrediyor haber1001

ABD Furkan'a Neden Sahip Çıkmadı?
26.05.2011
Mavi Marmara baskınında hayatını kaybeden Furkan Doğan konusunda ABD sessizliğini koruyor. Baba Doğan ise hukuk mücadelesi başlattı.



İsrail’in kanlı Mavi Marmara baskınının üzerinden yaklaşık 1 yıl geçti. Amerikan yönetimi sessizliğini korurken insanlık dışı saldırıda hayatını kaybeden Furkan Doğan için babası hukuk mücadelesi başlattı.
Baba Ahmet Doğan, hem Amerikan hem Türk vatandaşı olan Furkan’a, Amerika Birleşik Devletleri’nin sahip çıkmadığını savunuyor.

Furkan Doğan, İsrail ablukası altındaki Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisinde bulunan gönüllülerle birlikte 27 Mayıs 2010’da denize açıldı.

Doğu Akdeniz’in uluslararası sularında seyreden gemi, 31 Mayıs’ta, İsrail askerlerinin kanlı baskınına uğradı. Can pazarı yaşanan gemiye çıkan İsrailli komandolar, kendilerini savunmaya çalışan savunmasız masum insanları mermi yağmuruna tuttu.

Baskında 9 Türk vatandaşı katledildi, onlarca kişi yaralandı. Hunharca düzenlenen saldırıda katledilenlerden biri de yakın mesafeden 5 kez kurşunlanan Furkan Doğan’dı. Henüz 19 yaşında olan Furkan, iyi bir evlat, başarılı bir öğrenciydi.

Baba Doğan Hukuk Mücadelesi Başlattı

İnsanlık dışı baskının yıldönümü yaklaşırken, hem Amerikan hem Türk vatandaşı olan Furkan için babası hukuk mücadelesi başlattı.

8 ABD Kurumuna Dava Açtı

Baba Ahmet Doğan, baskın ve oğlunun öldürülmesine ilişkin olarak, aylardır sorularını cevapsız bırakan ve aralarında Amerikan Dışişleri, Adalet, İç Güvenlik ve Savunma Bakanlıklarının da bulunduğu 8 kurum aleyhinde New York Mahkemesi’nde dava açtı.

Cevabı aranan sorularsa, baskın sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin ne gibi adımlar attığından Furkan’ın video kamerasındaki kayıtlara neler olduğuna kadar çeşitlilik gösteriyor.

Baba Doğan, Amerika Birleşik Devletleri’nin, vatandaşı Furkan Doğan’a sahip çıkmadığını savunuyor.

Buna gerekçe olarak da, saldırıya ilişkin Amerikan makamlarınca herhangi bir soruşturma açılmamasını ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık insan hakları raporunda da Furkan’a hiç değinilmemesini gösteriyor.

Neden Sahip Çıkmadı?

Gelişmeler, Amerika Birleşik Devletleri’nin vatandaşlarına eşit muamele yapmadığı yönündeki tartışmaları alevlendirirken, bu sessizliğin altında, Furkan’ın Müslüman ve Türk asıllı olmasının bulunup bulunmadığı tartışılıyor. TRT

ABD Yardım Filosundan Rahatsız
01.06.2011
Amerika Birleşik Devletleri, Gazze'ye yeni yardım filosu gönderme girişimini "provokatif" gördüğünü açıkladı.



İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Gazze’ye yeni yardım filosu hakkında "gerekirse güç kullanırız" sözleri hakkında Washington yönetimine görüş soruldu.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, yeni bir yardım filosu yoluyla İsrail ablukasını kırma girişimini riskli ve provokotif gördüklerini ve endişe duyduklarını dile getirdi.

Toner, Gazze’ye insani yardım götürmek için mevcut başka yollar bulunduğuna dikkat çekerek, "kimsenin zarar görmesini istemiyoruz" diye konuştu.

Dışişleri sözcüsüne, filoya İsrail’in kendi karasularında ya da uluslararası sularda müdahale etmesi konusunda bu ülkeyle bir temasları olup olmadığı soruldu.

Mark Toner, bu sorunun İsrail hükümetine sorulması gerektiğini, fakat filo konusunda İsrailli ve Türk yetkililerle görüştüklerini belirtti. TRT


ABD'den Türkiye'ye 'Elle Arama' Emri!

ABD'ye yapılan uçuşlardan önce Atatürk Havalimanı güvenlik kapılarında yapılan elle aramaların kaldırılması kriz yarattı.ABD Türkiye'ye havalimanlarında elle arama uygulanmasını yeniden başlatması gerektiğine dair adeta emir verdi.

25 Haziran 2011
Anadolu Haber

Atatürk Havaalanı Mülki İdare Amiri Ahmet Aydın’ın ABD uçuşları öncesi yolcuların elle aranması uygulamasına son verilmesini isteyen yazısı ABD ile Türkiye arasında krize neden oldu.

Airporthaber internet sitesinin haberine göre, Aydın imzasıyla ABD’ye sefer düzenleyen THY ve Delta Airlines’a birer yazı gönderildi. Yazıda ABD’ye giden yolcuların uçağa binmeden önce ‘gate’ olarak bilinen güvenlik kapısında özel güvenlik personeli tarafından elle üst ve bagaj araması yapılmasının şikayet konusu olduğu ve bütün standart güvenlik kontrollerinden geçen yolcunun yeniden güvenlik taramasından geçirilmesinin yolcu memnuniyetini düşürdüğü vurgulandı. Bu nedenle 20 Haziran’dan itibaren gate bölgesinde elle arama yapılması uygulanmasına son verilmesi istendi.

Ancak bu yazıya ABD’nin tepkisi gecikmedi. Ülkesine yapılan uçuşlarda 2007’den bu yana gate bölgesinde elle arama uygulaması yaptıran ABD, bu karara itiraz etti ve bu şekilde ülkesine yolcu kabul edemeyeceğini bildirdi.

ABD’de elle arandılar

Krize neden olan arama konusunda ara bir formül üretildi. ABD uçuşlarında güvenlik hizmeti veren Gözen Security görevlileri, ABD’ye gidecek yolcuların elle aramasını yapmadı ancak bütün yolculara el bagajlarını açtırarak gözle kontrolünü gerçekleştirdi. Önceki sabah New York’a gidecek yolcular, bu şekilde uçağa alındı.

Ancak New York’ta JFK Havalimanı’na inen uçağın yolcuları ABD’li görevlilerce yeniden elle arandı. Güvenlik uygulaması sebebiyle İstanbul’a gelecek THY uçağı da bir saat gecikmeli kalktı. THY ve Delta Havayolları, uygulamadan dolayı yaşanan sıkıntıları Atatürk Havalimanı Mülki İdare Amirliği’ne iletti. Bunun üzerine Ahmet Aydın, talimat vererek güvenlik taramasının yeniden elle yapılmasını istedi. Akşam elle aramadan sonra İstanbul-New York uçağı hareket etti.

ABD istedi THY patlayıcı tarayıcısı aldı

ABD güvenlik uygulamasında sınır tanımıyor. İsrail ve İngiltere ile birlikte güvenliğe en çok önem veren ülkelerden biri olan ABD, ülkeye gelecek uçakların ekstra güvenlik taramasından geçirilmesini isterken, bugünden itibaren ABD’ye gidecek yolcular elektronik patlayıcı tarayıcısı ile taranacak. 500 DT olarak bilinen cihaz, patlayıcı madde tespiti yapacak, yolculardan alınacak küçük örneklerle güvenliği riske edecek durumun olup olmadığı kontrol edilecek. ABD’nin istediği bu uygulama için THY iki adet 500 DT cihazı satın aldı. Cihazlar bugünde itibaren kullanılmaya başlanacak.

vatan

Dr. Hayati Bice
“Baykuş İmparatorluğu”nun ‘Cici Kız’ları
29 Haziran 2011

Afganistan’dan, Libya’dan Hatay’a her ‘üretilmiş kriz’ bölgesinde ‘bir halkla ilişkiler kahramanı’ olarak boy gösteren Angelina Jolie’nin gezileri “bir iyi niyet meleği”nin naif uçuşları değildir

-Angelina Bize Niye Geldi?-

Geçtiğimiz günlerde Hatay’a gelerek Suriye’den iltica eden insanlar için teşkil edilen çadırkentleri ziyaret eden ünlü Holywood yıldızı Angelina Jolie bütün dünyada ve tabii ki Türkiye’de ilgi ile izlendi. Angelina Jolie’nin bu birkaç saatlik ziyareti anahaber bültenlerinin flaş haberi olarak verilip, taşıdığı “markalı” çanta için kaç bin dolar reklam bedeli aldığı bile konuşulurken bu davetsiz ziyaretçinin misyonu ve ziyaret ile hedeflenen sonuç gözden kaçtı. Bu ziyaretin ABD emperyalizminin siyasi propagandasının bir parçası olarak, bir PR (=halkla ilişkiler) çalışması nesnesi olarak Holywood yıldızlarını kullanma şeklindeki alışıldık yönteminin bir parçası olarak anlaşılması ve hedefinin bu şekilde değerlendirilmesi gerekir. (1)

“Baykuş İmparatorluğu” ‘Cici Kız’ları Hep Sever!

Cathy O’Brien’ın anıları olarak "Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü" alt başlığı ile yayınlanan “Baykuş İmparatorluğu” kitabında Holywood yıldızları ile Amerikan yönetimin en üst düzeyden yetkilileri arasındaki ilişkiye dair pek çok ipucu yer almaktadır. (2) Dünyanın egemen gücü olarak dünyanın her ülkesine müdahale etmeyi kendilerinin bir hakkı olarak gören ABD elitlerinin sapkın tercihlerini konu alan bu kitabı, dünyada olan biteni anlamak isteyen herkes okumalıdır. Kendisi de bir seks kölesi olarak programlanan yazarın, küçük kızının da daha çocuk yaşta seks kölesi haline getirilme sürecine sokulduğunu anlayan bir annenin, annelik fıtratının koruma içgüdüsü ile harekete geçerek ABD’yi yöneten elitin mahrem hayatının pisliklerini ortaya seren bu itirafları bir yönüyle tiksindirici unsurlar içerse de hayra hizmet açısından takdir edilmelidir.

“Trance-Formation of America” adı ile ABD’de 1995’te yayınlanan ve 2002 yılında da Türkiye’de çevirisi basılan Cathy O’Brien’ın anılar kitabında isminden sözedilen ABD elitlerinden -Hillary Clinton dışında- bugün aktif görevde olan pek kimse kalmamış ise de ABD yönetim erkinin zihniyet yapısını anlamak için bu kitap eşsiz bir kaynak olarak önemini koruyor. Bu anıları psikanalitik bir okumaya tabi tutarsak ABD’nin dünyaya yön vermek iddiasındaki isimlerinin; George W. Bush’dan Dick Cheney’e, Madeleine Albright’tan Hillary Clinton’a pedofiliden homoseksüelliğe nasıl rezilane tablolar sergiledikleri görülür. (4)

İslâm Ülkeleri Liderlerine Cinsel Tuzaklar

Cathy O’Brien’ın kitabında yer alan bir bölüm var ki, özellikle dikkat çekmek isterim. Bu bölümde Suudî Arabistan’ın ABD büyükelçisi olan Suud Kraliyet Ailesi’nden bir prensin (Bender bin Sultan bin Abdulaziz) cinsel ihtiyaçlarının resmi yönetimin bilgisi altında, bazı görevliler tarafından karşılanması hakkındaki bilgiler, sadece bir kişi ile olsa değinmek bile gerekmeyebilirdi. Ancak İslâm ülkeleri yöneticilerinin cinsel içerikli şantajlara muhatap kalmasında, haklarında oluşturulan bu cinsel eğilim dosyalarının -ve muhtemel ki görüntü arşivlerinin- bir yeri olduğu kesindir.

Kitabın başlıbaşına bir bölümünün yakınlarda vefat eden Suud Kralı Fahd bin Abdulaziz’e verilen cinsel hizmete ayrılmış olması bile bu konunun önemini göstermeğe yeter. (5) Aynı sayfalarda Suudi Arabistan’ın en yetkili ismi olan ve ülkesinde burnundan kıl aldırmayan Kral’ın Bush’un elindeki bir “kukla” olduğunu bir ABD Başkanlık Görevlisi olarak kullanılan ‘zavallı bir fahişe’den okumak İslâm dünyasının hal-i pürmelâli açısından ne acıdır!

(Derkenar: Son seçim sürecinde MHP’nin maruz kaldığı şantaja, hattâ CHP Genel Başkanlığı görevini zelîl bir şekilde terk etmek zorunda bırakılan Deniz Baykal’ın başına gelenlere bu açıdan bakılırsa ne demek istediğim daha net anlaşılabilecektir.)

Marilyn Monroe’dan Angelina Jolie’ye…

“Baykuş İmparatorluğu” kitabında O’Brien, Marilyn Monroe’yu Zihin Kontrolü operasyonuna tabi tutularak ABD başkanları için hizmete sunulmuş ‘seks kölelerinin ilk örneği’ olarak takdim etmektedir. Gerçekten de ölüm sebebi resmi evraklarda aşırı dozda yatıştırıcı ilaç alımı sonucu intihar olarak kayıtlara geçen Marilyn Monroe’nun ölümündeki sır hâlâ gizemini korumaktadır. Zamanın ABD bakanı John F. Kennedy ve başkanın erkek kardeşi Bobby Kennedy ile sürdürdüğü eş zamanlı ilişkinin yol açtığı psikolojik ve siyasi sorunların CIA’yi harekete geçirerek Marilyn Monroe’nun 5 Ağustos 1962 tarihinde henüz 36 yaşında ölümü ile sonuçlanan sürecin düğmesine basıldığı yaygın bir kanaattir. (6)

Kendisi de ABD elitlerinin ‘hayvanî’ zevklerinin tatmini için kullanılan Cathy O’Brien’ın anıları; Marilyn Monroe’dan sonra da devam ettiği anlaşılan ‘seks kölesi üretimi’ yanı sıra pek çok Holywood ve müzik sektörü yıldızının CIA operasyonlarında kullanıldığını göstermektedir. Bazı müzik yıldızlarının ülke içi turnelerinin eroin ve kokain sevkiyatı için önemli bir kanal haline getirildiği anlaşılmaktadır. (7)

Daha sonra ABD başkanı olacak Bill Clinton’un daha Arkansas eyaleti valiliği sırasında bir kokain bağımlısı olduğunu dile getiren satırların arka planında CIA’nin ABD içerisinde kokain trafiğinin tam ortasında olduğu da ima edilmektedir. Cathy O’Brien’ın Bill Clinton ile ilgili anılarını içeren bölümde halen ABD Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton’un özel cinsel tercihleri ile ilgili satırlar da okunabilir. (8)

Angelina Jolie’nin bir süredir ABD’nin operasyon bölgelerinde aktif olarak “faaliyet” göstermesi konusuna bu itiraflar ışığında bakıldığında konunun ABD yönetimine uzanan ayaklarını görebiliriz. Afganistan’dan Etyopya’ya, Libya’dan Hatay’a her ‘üretilmiş kriz’ bölgesinde ‘bir halkla ilişkiler kahramanı’ olarak boy gösterip fotoğraf veren Angelina Jolie’nin bu çalışmalarını “bir iyi niyet meleği”nin naif çabaları olarak görmek için oldukça saf olmak gerek. Cinsel yöneliminin biseksüel olduğunu itiraf eden Jolie’nin aktif olarak sürdürdüğü bu faaliyetlerinden bir hayır ummak imkânsızdır.

Kim önce yazacak acaba: Hillary mi Angelina mı ?

Bugünlerin tarihine ışık tutacak olan gizemli ayrıntılar da sanırım birkaç yıl içerisinde açığa çıkacaktır. Ülkemizdeki tarikatların durumunu merak ettiği belgelenen Hillary’nin Amerikan tarihindeki yerini ve Amerikan stratejilerinde ülkemizin yerini merak etmemek mümkün mü? “Hillary’nin Anıları” diye bir kitab çıkarsa birgün, ilk okurlarından birisi olmak isterim bu yüzden.(9) Ya da “Angelina Jolie’nin Günlüğü” başlıklı bir kitabın içerisinde Afganistan, Türkiye kelimelerinin geçtiği birçok sayfaya rastlayacağımız kesindir. Bakalım, bugünlerde ABD politikasında aktif olan bu iki kadından hangisinin itiraflarını daha önce okuyacağız? (Kimbilir belki, Hillary ve Angelina’nın birbirleri hakkında anlatacakları çok özel anıları da vardır. Ama bu özel anıları kendilerine kalsın!)

Konuya magazin olarak bakanlar “Angelina Jolie’nin Günlüğü”nü okumayı, üç biyolojik üç de edinilmiş altı çocuk sahibi bir kadının anılarını herhalde daha çok merak edecektir; ama benim aklım hâlâ şurada: Daha birkaç gün önce Hillary Clinton “Türkiye-Suriye savaşı çıkabilir” (10)

şeklindeki üstü kapalı bir tehdidi içeren açıklamayı niçin yaptı acaba? Bu açıklamanın arkasından gelecek gelişmeler vara vara nereye çıkar? Bu açıklamada R. Tayyip Erdoğan ne yana düşer; Beşşar Esed ne yana?.. vb… Ne çok soru var bu açıklamanın ardından insanın beynine kıymık gibi saplanan…

Hillary’nin Nakşiliğe merakının nedeninden daha fazla, asıl bu açıklamasının arkaplanını öğrenmek isterim doğrusu…

---------------------------------------------------------

İletişim : atahayati@gmail.com

(1) Angelina Jolie Hatay'da, CNNTURK, 17 Haziran 2011 Cuma, http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/06/17/angelina.jolie.hatayda/620426.0/

(2) Baykuş İmparatorluğu, (Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü), Cathy O'Brien-Mark Philips, (Çev. Uğur Alkapar), Aykırı Yayınevi, İstanbul-2002

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=63842

(3) Cathy O'Brien’ın “Trance-Formation of America” kitabının tam metninin İngilizce aslını aşağıdaki linkte görebilirsiniz:

http://www.scribd.com/doc/2448066/Cathy-OBrien-Mark-Philips-Trance-Formation-of-America2

(4) George W. Bush’un iki dönemlik başkanlığı döneminde “gerçek başkan” olduğu kabul edilen Dick Cheney’in azgın bir pedofil olduğu kaydedilmiştir. Baykuş İmparatorluğu, Bölüm: 10, s.170.

(5) “Kral ve Ben” , Baykuş İmparatorluğu, Bölüm: 31, s.315.

(6)Marilyn Monroe’nun ölümü hakkındaki spekülasyonlar için bkz.:

http://www.trutv.com/library/crime/notorious_murders/celebrity/marilyn_monroe/9.html

(7) “Clinton’un Kokain Şeritleri”, Baykuş İmparatorluğu, Bölüm: 14, s.207.

(8) Cathy O’Brien’ın ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un özel cinsel tercihi hakkındaki şu sözleri ibret vericidir: Hillary Clinton is the only female to become sexually aroused at the sight of my mutilated vagina. Bkz. Baykuş İmparatorluğu, Bölüm: 14, s.215.

(9) Hillary Clinton’un ülkemizdeki tarikatlar ve Gülen Cemaati ile ilgili sorularını içeren resmi evraka işaret eden yazıma gelen yorumlara hayret ettim doğrusu. Söz konusu olan “hidayete susamış Hillary”nin ruhunu “nirvana”ya erdirmek için bir yöntem olarak tasavvufu merak etmesi değil… Araştırılan konu, ABD birgün bu ülke üzerinde bir ‘ameliyat’ yapacak ise tasavvufî gruplar arasından bir direnç odağı ortaya çıkar mı? sorusunun yanıtını bulabilmek. Henüz bu niyeti anlayamayan Türkiye Nakşbendi cemaatlerinden korkmanın âlemi yok herhalde ama, varsın korksunlar! İlgili yazım ve yapılan yorumlar için bkz:

“Hillary Nakşîlere Merak Salmış!” http://www.haber10.com/makale/24450/

(10) Sınırda çatışma tehlikesi; Hillary Clinton sınıra dayanan Suriye ordusunun hareketliliğinden kaygı duyduklarını açıkladı. 24 Haziran 2011, http://haber.gazetevatan.com/sinirda-catisma-tehlikesi/385421/30/Dunya
Kaynak: haber10




KILIÇDAROĞLU: ''ABD BÜYÜKELÇİSİ'NİN BİLDİĞİNİ BİZ BİLMİYORUZ''
10 Ağustos 2011



CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Genel Başkan Kılıçdaroğlu, başkanlığında toplanarak başta Suriye'deki gelişmeler olmak üzere gündemdeki konuları ele aldı.

Kılıçdaroğlu, toplantının ardından yaptığı açıklamada, Suriye'deki gelişmeler ve Türkiye'nin yaklaşımı ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konudaki sözlerini değerlendirdi.

''Sayın Başbakan hükümetin Suriye politikasını eleştirirken bizim kullandığımız 'taşeron' sözcüğünden bir hayli içerlemiş görünüyor'' diyen Kılıçdaroğlu, devletler arası taşeronluk sözleşmesi olamayacağını, devletlerin kendi kendilerini bu duruma düşürmesinin söz konusu olduğunu söyledi.

Kılıçdaroğlu, ''Sayın Başbakan bize cevap yetiştireceğine önce kendi bakanı ile arasındaki üslup ve tutum farkını ortadan kaldırmalı. Sayın Başbakan 'Sabrımızın sonuna geldik' diyor, 'Suriye bizim iç meselemizdir' diyor, Başbakanın bu sözlerinden bütün dünyanın çıkardığı tek sonuç var, 'Türkiye Suriye'ye müdahale etmeyi düşünüyor, hatta müdahale edecek'. Çıkan sonuç bu. Bunlar Batı basınında yazılıyor, çiziliyor. Esasen Sayın Başbakan'ın beyanlarını başka türlü yorumlamak da mümkün değil'' diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ise ''Suriye'ye müdahaleyi düşünmüyoruz'' dediğini ifade eden Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Ya aralarında fikir uyuşmazlığı var, ya kafaları karışık ya da Sayın Başbakan'ın sözlerini ciddiye almamamız gerekiyor. Sayın Başbakan sokakta ve sokak ağzıyla politika yapmaktan vazgeçmelidir. Dış politika ciddi bir iştir. Dış politika hem sokakta yapılmaz hem de sokağın duygularıyla yapılmaz. Dışişleri Bakanı son uyarı için Şam'a gidiyor, iktidar partisinin bir sözcüsü aynen şöyle diyor, 'Davutoğlu Şam'dan dönünce bir yol haritası çizeceğiz'. Başbakanı da, bakanı da, açıklama yapan iktidar partisinin sözcüsünü de ciddiyete davet ediyoruz. Sizin bir yol haritanız bile yokken neye dayanarak komşunuzu uyarıyor, tehdit ediyorsunuz. Bizim söylediğimiz gayet basit, sorumuz ise açık ve nettir. Siz Suriye sorununda böylesine taraf konumuna girerken, bu sorunu yönetiyor gibi ortaya çıkarken bütün dünyaya 'Türkiye savaşa giriyor, Suriye'ye müdahale gündemde' imajını verirken hedefiniz neydi? Ne yapmak istiyorsunuz, kimin adına yapıyorsunuz? Bunu neden TBMM ile TBMM'de grubu bulunan partilerle anamuhalefet partisiyle paylaşmıyorsunuz?''

''ABD BÜYÜKELÇİSİ'NİN BİLDİĞİNİ BİZ BİLMİYORUZ''

Konuşmasında Başbakanlıkta yapılan güvenlik toplantısına da değinen Kılıçdaroğlu, ''Ankara'da bir güvenlik zirvesi yapıyorsunuz daha bakanlarınız ayrılmadan ABD Büyükelçisi oraya adeta bir baskın yapıyor. Yani bir başka zirveyi de büyükelçiyle yapıyorsunuz'' ifadesini kullandı. Kılıçdaroğlu, ''Zirve öncesi, zirve sonrası ABD Büyükelçisinin bildiğini biz bilmiyoruz. TBMM Başkanı da bilmiyor. Parlamento da bilmiyor, parlamentoda grubu olan partiler de bilmiyor. İşte sorun bu. Siyasete, nezakete sığmayan sözlerle bize saldırmanızın nedeni de bu'' dedi.

Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

''Siz de çok iyi biliyorsunuz ki böylesine angaje olduğunuz bir konuda yol haritanızı daha sonra çizeceksiniz. Yani siyasi bir hedefiniz yoksa siz başkalarının siyasi hedeflerine taşeronluk yapıyorsunuz demektir. Libya'da da böyle olmadı mı? 'NATO'nun Libya'da ne işi var?' diyen siz değil miydiniz? Daha sonra NATO'nun müdahalesine destek olarak tıpkı Irak da olduğu gibi yüzlerce Müslüman'ın öldürülmesine, okyanusta boğulmasına katkıda bulunmadınız mı? Dış politika stratejiniz eğer ülkenizin yüksek çıkarları, bekası ve sokaktaki insanın refahı bakımından artı değer üretmiyorsa doğru tespit edilmemiş demektir. Cehaletin büyüğü budur. Bu cehaletten kaynaklanmıyorsa bunun diğer adı da ihanettir.

Meclis'ine, anamuhalefetine, halkına değil de Batının egemen güçlerine bilgi vermeyi düstur edinenler egemen güçlerin taşeronluğunu yapanlardır. Sayın Başbakan siz anamuhalefeti eleştirseniz de bu böyledir, suçlasanız da bu böyledir. Sizinki toplum vicdanının isyanı sonucu suçluların ve suçlunun telaşıdır. Bu aynı zamanda taşeronluğun tescilidir.''
haber1001

ABD Filistin'in üyeliğinin kabulünden dolayı UNESCO yardımlarını kesti
31 Ekim 2011


ABD Dışişleri Bakanlığı, kasımda UNESCO'ya yapılacak 60 milyon dolarlık yardımın yapılmayacağını açıkladı.
UNESCO, 1989 yılından bu yana gözlemci statüsünde bulunan Filistin'in tam üyelik başvurusunu kabul etti.
Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'in lobi faaliyetleri başarısız kaldı.
Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Kuruluşu UNESCO'nun Fransa'nın başkenti Paris'teki merkezinde yapılan kritik oylamada, üye ülkelerin 3'te 2'sinin desteğini alan Filistin, örgütün 194'ncü üyesi oldu.

Amerika Birleşik Devletleri, anayasası gereği Filistin'in üyeliği nedeniyle örgüte yaptığı maddi desteği kestiğini açıkladı.
Amerika Birleşik Devletleri'nin sağladığı kaynak, örgüt bütçesinin yüzde 22'sine tekabül eden 80 milyon dolara tutarında.
Amerikan Dışişleri, Kasım ayında yapılması gereken 60 milyon dolarlık UNESCO yardımının yapılmayacağını duyurdu.
haber1001

"ABD Askeri yakaladık mı başına çuvalı geçiririz"
05 Kasım 2011



Türkiye Gençlik Birliği Genel Merkez'inde düzenlediği basın açıklamasıyla çuval geçirme soruşturmasındaki son durum

ve TGB Genel Merkezi'nin aldığı yeni kararları kamuoyu ile paylaştı.
Genel Başkan İlker Yücel'in okuduğu basın metni şu şekilde:

ABD Subayını koruyan Emniyet’e şimdiden duyururuz;

Sokakta Amerikan Askeri yakaladık mı yine çuvalı geçiririz, yine ağlatırız!

Basına ve Kamuoyuna;
Hatırlanacağı üzere 20 Ekim 2011 tarihinde Muğla’nın Bodrum ilçesine personellerinin ‘dinlenmesi ve rahatlaması’ için demirleyen ABD donanmasına ait U.S. Ramaage adlı geminin bir personeli olan Jesus Salazar Munoz isimli subayın kafasına 8 TGB’li tarafından çuval geçirilmişti.

Emniyet güçleri, TGB’liler tarafından çekilen çuval geçirme görüntülerine kanunsuz bir şekilde, kopyalarını vermeden el koymuş, bölgede fotoğraf çeken vatandaşların kameralarına bile el koymuştur. Amaç, ABD’nin karizmasını korumak ve dünyanın tüm ezilen uluslarına moral verecek olan bu görüntülerin topluma mal olmasına engel olmaktır.

TGB’lilerin avukatları, olayın ardından Bodrum Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak el konulan delillerin kopyalarını istemiş, ancak alelacele Bodrum 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nden “gizlilik kararı” çıkartılmıştır. Bunun üzerine TGB’lilerin avukatları Bodrum 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne itiraz dilekçesi yazarak bu kararın kaldırılmasını talep etmiş, mahkeme itirazı kabul ederek dosya üzerindeki gizlilik kararını kaldırmıştır.

Bunun üzerine yeniden dosyanın ve delillerin örneklerini almak üzere müracaat ettik. Ancak görüntülerin bulunduğu hafıza kartı da dâhil olmak üzere tüm dijital araçlarımızın Ankara-Beytepe’deki Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı’na gönderildiğini, dolayısıyla bu aşamada tarafımıza verilemeyeceğini öğrendik. Dahası, tarafımıza verilen ve mobese üzerinden alındığı anlaşılan fotoğraflarda olayın öncesine ve sonrasına ait görüntülerimiz yer almakta ancak olay anının görüntüleri, yani ‘suç’ görüntüleri yer almamaktadır.

Buradan tüm dünyaya açıklıyoruz. Görüntülerde suç unsuru var mı yok mu diye incelemenize gerek yok. O görüntülerde ne olduğunu biz itiraf ediyoruz. O görüntülerde 8 TGB’linin ABD askerine çuval geçirmesinin görüntüleri vardır. Yani ‘suç unsuru’ vardır. Bizler kendimizi ihbar ediyoruz. Suçluyuz, yargılanalım. Yeter ki görüntüler kamuoyu ile paylaşılsın. Biz korkmuyoruz, siz de korkmayın.

Değerli halkımız, değerli basın emekçileri;

TGB, ABD emperyalizmine savaş açmış bir gençlik örgütüdür. Bu yüzden o çuval eylemini gerçekleştirdik. O görüntüler eninde sonunda elimize geçecek ve tıpkı Iraklı gazeteci Muntazar el Zeydi’nin ABD Başkanı Bush’a ayakkabı fırlatmasında olduğu gibi tüm dünyaya moral ve mutluluk verecektir.

Bu, rastlantı eseri olmuş bir eylem değildir. Bir kararın ürünüdür. O kararı TGB olarak tekrar açıklıyoruz. Bundan sonra ülkemizde bulunan üslerdeki ABD, NATO ve İsrail güçlerine çarşı izinlerine çıkmamalarını öneriyoruz. Eğer çıkarlarsa meslektaşları Jesus Salazar Munoz’un akıbetini paylaşırlar. Yine, bundan sonra eğer bir ABD ya da NATO gemisi Ege ya da Akdeniz kıyılarımıza ‘rahatlamak ve eğlenmek’ için yanaşırsa TGB bu kez binlerce gençle oraya gidecek ve bu kez bir değil onlarca askerin kafasına çuval geçirecektir. Ülkemizdeki ABD ve NATO üsleri kapatılana ve bu canavarlar bölgemizden defolana kadar bu karalılığımız ve eylemlerimiz sürecektir.

TGB Genel Merkezi

Kaynak: tgb.gen.tr

ABD Pakistan'a yine Predator(*)'la saldırdı: En az 6 ölü
15 KASIM 2011



Pakistan'ın kuzeybatısında Amerikan ordusuna ait bir insansız uçak (Predator)la düzenlenen saldırıda en az altı kişinin öldüğü bildirildi.

Pakistan'da aşiretlerin denetimindeki bölgede yoğunlaşan insansız uçak (Predator) saldırıları çok sayıda sivilin ölümüne sebep olduğu için tepki ile karşılanıyor. ABD bu uçakları kullamarak binlerce Pakistanlıyı Pakistan sınırları içinde katletti.

Bu saldırılar, Amerikan Başkanı Barack Obama'nın 2008'de iktidara gelmesinden sonra artmaya başladı.

2010'da bölgede 100'den fazla bu tür saldırı düzenlendi.

Bu yıl içinde de bu bölgede 60'dan fazla saldırının düzenlendiği haber veriliyor.

Amerikan ordusu, bu saldırılarla ilgili olarak genellikle açıklama yapmıyor.

Ancak gözlemciler bölgede sadece Amerikan ordusunun bu tür saldırılar düzenleme kapasitesi olduğuna dikkat çekiyor.

ABD, Kuzey Afrika ülkelerinde de İslamcı miltanlarla mücadele bahanesiyle insansız uçak üsleri ağını genişleterek saldırılarını yoğunlaştırıyor..

* Pradator ingilizce ve Fransızca (Avını yakalayıp öldüren) yırtıcı hayvan demek
Haber1001

Afganistan'daki ABD saldırısında 21 TC vatandaşı genç Şehid oldu
28 Kasm 2011
Türkiye'den Afganistan'a giden 21 Türkiyeli genç ABD'nin düzenlediği bir hava saldırısı sonucu şeehid oldu...

TC vatandaşı gençlerin şehid edildiğine ilişkin açıklama internet sitelerine gönderilen bir taziye ilanıyla yapıldı.

Napalm benzeri olduğu iddia edilen ve kimyevi bir madde ile yapılan saldırıda hayatını kaybeden Adana, Diyarbakır, İstanbul, Tokat, Van ve Bursa kentlerinden Afganistan'a ABD Ordusuna karşı savaşmak üzere giden gençlerin gençlerin 18'inin isimleri de açıklandı. Üçünün kimliği tesbit edilemedi.

Kimliği tespit edilen şehidlerimizin isimleri şöyle:

1 -RAMAZAN ÇIRAK(İSTANBUL)

2 - ALİ KEMAL.(ADANA)

3 - YAVUZ ACAR(VAN)

4 - ORHAN KILIÇ(TOKAT)

5 - MUHARREM UÇAR(VAN)

6 - MURAT KURT (ADANA)

7 - TARKAN ALMAN (ADANA)

8 - MÜCAHİD EYMEN (İSTANBUL)

9 - ERKAN ÖZERK ZÜBEYR (ADANA)

10 - SERDAR ÖZERK ZÜBEYR (ADANA)

11 -MEHMET YILMAZ (İSTANBUL)

12 - FATİH (DİYARBAKIR)

haber1001

13 - NAZIM(BURSA)

14 - MUAMMER (İSTANBUL)

15 - YAKUP TAMER

16 - MUHİDDİN EKŞİ

17- E. MUKATİL

18-KENAN GÖKÇE

DÖKÜLEN KANA DEĞDİ
Serdar Akinan
17 Aralık 2011



ABD Savunma Bakanı Panetta'nın Irak için sarf ettiği tam cümle şu aslında: ''Dökülen kana ve harcanan dolarlara değdi...''

Bu cümle öncesi kısaca hatırlayalım mı neler oldu?

Irak işgali gümbür gümbür gelirken Türkiye'de bir grup namuslu aydın 'Doğu Konferansı''nı başlattı. O çabaların yarattığı toplumsal muhalefetin de etkisiyle Meclis tezkereyi reddetti. Birkaç gün sonra BM silah denetçisi Hans Blix, Irak'ın işbirliği yaptığını bildirdi.

Bush, Saddam Irak'ı 48 saatte terk etmezse savaş başlayacağını bildirdi. Iraklı muhalifler ertesi gün Ankara'da bir araya geldi (Tanıdık mı geldi?) 20 Mart 2003 günü işgal başladı. Bağdat vuruldu ve ertesi gün işgal ordusu Irak'a girdi.

O günden bu yana ne oldu? 1 milyon 33 bin sivil öldürüldü.
(Kekeç bunu da abarttığımı yazsın!) İşkence gören insan sayısı bilinmiyor ama Ebu Gureyb Cezaevi'nin fotoğrafları hafızalarda... Irzına geçilen kadın sayısının 30 bin olduğu bildiriliyor. İki milyon kadın dul, dört milyon çocuk yetim kaldı. Beş milyon Iraklı göç etti. Öldürülen akademisyen ve aydın sayısı ise 3 bin. Müzeler yağmalandı.

ABD, bu işgal için trilyon dolar harcadı. Bu maliyet de yaşanan krizlerle dünya yoksullarına ödetiliyor.
Şimdi aynı senaryo Suriye ve İran için
hazır.

Hatay'da bir komuta ve kontrol merkezi kurulduğu söyleniyor. Türk medyasında değil ama bazı Batılı yayınlarda Hatay'da dönen kirli dolaplar yayınlanıyor... İddia o ki Fransız ve İngiliz ajanları Özgür Suriye Ordusu'nu (ÖSO) orada eğitiyorlar. Hedefleri açık: Suriye'nin kuzeyini kapsayacak bir iç savaş çıkarmak. Pablo Escobar'dan öğrendik ki, eski FBI çalışanı Sibel Edmonds:

'Arapça dışında dillerle konuşan yüzlerce asker, El Mafrak'taki Kral Hüseyin hava üssüyle Suriye sınırı yakınındaki Ürdün köyleri arasında ileri geri hareket ediyor.' Edmonds, bu haberlerin hiçbirinin ABD medyası tarafından yayımlanmadığını zira teorik olarak mühleti bu salı sona eren yayın yasağı olduğunu ifade ederek iddialarını sürdürdü. El Mafrak'taki üs, Dera'dan itibaren neredeyse tüm sınır boyunca devam ediyor. Devlet Başkanı Beşşar Esad karşıtı hareketin merkez üssü Dera'da son zamanlarda çok sayıda eylem oluyor. Escobar, esprili bir dille şunları da paylaşıyor:

Suriye Ulusal Konseyi (SUK) - gelince, bunlar şaka gibiler. Çoğu, biraz Kürt serpiştirilmiş Müslüman Kardeşler'dir.

Lideri Burhan Galiyun, Paris'te sürgünde yaşayan ve (sıradan Suriyeliler için) itibarı sıfır olan bir fırsatçıdır. SUK'un en önemli taktiği, Batı kamuoyuna Humus'ta katliamın yakın olduğu şeklinde Libya tarzı 'potansiyel' kabus satmaktır.

Bunun medyada alışılmış, gürültücü şüphelilerin dışında pek alıcısı yoktur. Her ikisi de İstanbul'da bulunsa da SUK ve ÖSO, eylemlerini birlikte kararlaştırıyor görünmüyorlar'' diyen Pablo Escobar, 'NATO'nun rüyası, gerçekte Türkiye'yi bu kirli işi yapmaya itmektir. ABD de dahil NATO ülkeleri, petrol fiyatlarına tavan yaptıracak bir diğer Ortadoğu savaşını kolay kolay başlatamazlar.

NATO'nun anlayamayacağı, Irak'ta mezhepçi Şii-Sünni savaşının yeniden patlama ihtimalidir. Bu durumda tek güvenli yer, Irak Kürdistanı olur ve bu, Irak'tan Suriye'ye, Türkiye'den İran'a Kürtlerin birliğini kuvvetlendirir'' görüşünü savunuyor.

Bu olasılıklar bir kabus senaryosu ama sahici ve olası. Panetta, Ankara'da silah ticareti için kapı aşındırırken gözler 2003 yılında dolaşan namuslu aydınları arıyor. O Müslümanları... Sahi neredeler?

Neden susuyorlar? Değişen ne?

http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=828

BDP: "Uludere katliamın arkasında ABD var"



BDP, Uludere Katliamına tepki göstermek için ABD Başkonsolosluğu önüne gelerek, "Katil ABD, İşbirlikçi AKP" sloganıyla siyah çelenk bıraktı. ABD Başkanı Barack Obamaya da mektup gönderildi.

13 Ocak 2012

Uludere Katliamı’nın ardından tepki eylemleri devam ediyor. BDP, İstanbul’daki ABD Başkonsolosluğu’na, “Uludere katliamının suç ortağı ABD’dir”, “Bu katliam sizi de yakar” dövizleriyle gelerek eylem gerçekleştirdi. Çevik kuvvet ekiplerinin yoğun güvenlik önlemi aldığı görülürken konsolusluk önünde eylem yapmak isteyen BDP’lilere izin verilmedi. Konsolosluğun 200 metre gerisinde eylem yapabileceklerini söyleyen emniyet ekipleriyle kısa süreli gerilim yaşayan BDP üyeleri adına BDP İstanbul İl Eşbaşkanı Asiye Kolçak söz alarak basın açıklamasını gerçekleştirdi.

"ABD insansız hava araçlarıyla destek verdi"

Uludere Katliamı’nın hesabının sorulmadığını söyleyen Kolçak, katliamı hafife alan açıklamaların insanım diyen herkesin vicdanını sızlattığını söyledi. Katliamın organizeli, planlı gerçekleştiğini söyleyen Kolçak, sadece AKP’nin ve ordunun değil başta emperyalistlerin ve ABD’nin katliamda sorumlu olduğunu ifade etti. ABD’nin insansız hava araçlarıyla destek verdiğini belirten Kolçak, “Bu katliamın arkasında ABD var” dedi.

"Kürt halkından özür dilenmeli"

Her çözümsüz politikanın arkasında yerli işbirlikçilerin olduğunu ifade eden Kolçak, ABD’nin dünya insanlığı önünde hesap vermesi, kanlı politikalarından vazgeçmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bu katliamın arkasında bulunan güçlerin teşhir edilmesi ve Kürt halkından özür dilenmesi gerekiyor” diye konuştu. Kolçak, insanlıktan yana olan herkesin bu katliama karşı sessiz kalmaması yönünde çağrı yaptı.

Obama’ya mektup gönderildi

Açıklamanın ardından BDP heyeti, ABD Başkonsolosluğu önüne gelerek üzerinde “Roboski katliamının sorumlularını lanetliyoruz” yazılı siyah bir çelenk bıraktı. ABD Başkanı Obama’ya da bir mektup gönderen BDP, mektupta katliamın arkasında ABD’nin olduğunu vurgulayarak tepkisiz kalmayacaklarını belirtti.

http://haber.sol.org.tr/

Barış Gönüllerinden Sonra ABD'nin Yeni Faustları Yolda
Tuğrul Keskingören
Açık İstihbarat
17.01.2012



11 Eylul sonrasi ABD’de ki Islamofobi, 2012 ABD baskanlik secimleri oncesi doruk
noktasina ulasti. Amerika’da yasayan musluman toplumuna karsi yapilan sistematik irkcilik
ve Islam dusmanligi biz Musluman ulkelerden gelen gocmenlere hergun yeni ve renkli bir sayfa
aciyor.

Belki de bu sayfalardan en carpici olani ABD baskanlik secimlerinde Cumhuriyetci parti
aday adaylarindan Teksas Valisi Rick Perry’nin Turkiye’yi yonetenleri Islamci teroristler olarak suclamasi olmustur.

Perry, kendisine Fox televizonunun sunucusu, Bret Baier tarafindan sorulan
yonlendirmeli soruya verdigi yanitta, Turkiye’yi yonetenlerin Islamci teroristler oldugunu iddia etti.

Soruyu yonelten Baier, Turkiye’de kadinlara yonelik siddetin, Islamcilarin iktidara gelmesi ile cok
buyuk oranda arttigini, basin ozgurlugunun Rusya seviyesinde oldugunu, Recep Tayyip Erdogan’in
Hamas’i destekledigini ve Turkiye’nin Israil ve Kibris’i isgal etmekle tehdit ettigini belirttikten sonra, acaba bu sartlar altinda Turkiye’nin NATO uyeliginin sorgulanmasi gerektigini belirten sorusunda, Turkiye’nin NATO’ya ait olup olmadigini ve bu konuda ne dusundugunu sordu (1).

Rick Perry boyle yonlendirmeli bir soruya verdigi yanitta ise Turkiye’nin Islamci teroristler tarafindan yonetildigini ve sadece NATO uyeliginin sorgulanmasinin yeterli olmadigini, Amerika’nin Turkiye’ye yaptigi yardimlarinda sifira indirgenmesi gerektigini belirttikten sonra, Israil ile ABD arasina hic kimsenin girmemesi gerektigini soyledi.

Iste bu sozler ABD’de Cumhuriyetci parti baskan aday adayina ait, sokakta ki sade vatandasa degil, korkutucu olan ve Islam dusmanliginin ABD’de geldigi nokta budur

Rick Perry bir konudan emin olsun, Turkler zaten NATO uyeligini halk nezninde hic bir zaman
kabul etmediler ve yaklasik 60 yildir sorguluyorlar, fakat ne yazik ki Turkiye icindeki baris
gonulluleri ve Amerika Sevenler cemiyeti uyeleri, "para alan emir de alir" felsefesi cercevesinde
Turkiye’nin politikalarini Amerika’nin cikarlarina ozdes hale getirdikleri icin, “bizim cocuklarin”
yardimi ile arasira Vasington yolundan cikanlari, darbeciler ile hizaya getiriyorlardi.

Amerika’dan, CIA organizasyonu vasitasi ve finansal destegi ile 1960’larda Turkiye’ye gonderilen Baris gonullulerini egiten simdilerde CHP’nin Dis Iliskilerden sorumlu baskan yardimcisi konumundaki Faruk Loğoglu veya yillardir ABD’nin Vasington sehrinde Islamcilarin ve Milliyetcilerin Amerikan ve Israil cikarlarina bir tehdit oldugunu RAND Corporation ve Foreign Service Institute’de ders olarak veren Sabri Sayari herhalde bu sureci hepimizden daha iyi bilir dusunuyorum.

Fakat benim asil ilgilendigim ABD’de ki Turk derneklerinden ATAA ve FTAA’nin bu agir
suclamalara verecegi yanitlardir. Veya her yil Vasington’da yillik toplanti yapan silah lobisi
konumundaki Amerikan Turk Is Konseyi (ATC) acaba bu suclamalar ile ilgili bir basin bildirisi yayinlayacak midir?

Zannetmiyorum, fakat umut ederim yanilirim.

Emperyalizm, ulkemizi yillardir somurdu, insanlarimizi birbirine kirdirdi, kaynaklarimizi heba etti,
halklari birbirine dusman etmeye calisti...

Fakat burada emperyalizmi degil, icimizdeki isbirlikcileri iyi tanimamiz gerekiyor, seytana
kizamazsiniz, cunku O’nun varlik nedeni yok etmek ve somurmektir; fakat ruhunu seytana
satan faustlari tanimaniz gerekir; gerekir ki gecmisi sorgularken gelecegimizi cizelim.

Uzun bir suredir ABD’de yasadim, size bir tek sey soylemek isterim, Amerika bu sartlar altinda
Turkiye’nin ve Muslumanlarin dostu degil!

Son soz olarak, CIA ve NSA son sekiz yildir Turkiye uzmani ve Turkce bilen kisileri ise
almak icin cok sayida ilan verdi.

Hic dusundunuz mu nicin muttefik bir ulke, NATO uyesi bir dostu icin bu tip ilanlar verir?

Ciddiyetle dusunmenizi tavsiye ederim. Ayrica ABD’den 2001-2005 yillari arasi Turkiye’ye
donen siyasileri, gazetecileri ve Turkiye kokenli bazi kisileri iyi takip etmenizi oneririm,
sakin faust olmasinlar…..

(1) http://www.mediaite.com/tv/rick-perry-suggests-turkey-should-be-kicked-out-of-
nato-calls-leaders-islamic-terrorists/

ABD Konsolosluğu Önünde Kur'an Yakma Protestosu
04.03.2012


Has Gençlik İstanbul ABD Konsolosluğu Önünde protesto gösterisi yaptı. Eylemde Afganistan'da Kuran Yakan Amerikalılar kınandı.
MBR Haber



1 MART 2003 DEN 9 YIL SONRA, ABD ASKERLERİ MALATYA'DA!
1 Mart 2012



1 MART 2003’DEN 9 YIL SONRA!

Amerika 2001’de istediği iktidarı koltuğa oturtmuştu.. Tüm Kuzey Avrupa ülkelerinde ‘yeşil’ harekat’ın önderi olan ‘Adalet ve Kalkınma’ isimli bir parti kurulmuştu. Simge tüm ülkelerde ampul ya da lambaydı..
Herşey hazırdı.. Artık salyalarını akıtarak Irak’tan başlayıp , Ortadoğu’ya el konulacaktı..
Ve Ortadoğu’nun en güçlü ordusu, Türk ordusu Batının hedefi doğrultusunda kullanılacaktı.
25 Şubat 2003’de Meclis’e bir tezkere geldi.. Adı Başbakanlık tezkeresi.
Tezkerenin adı şöyleydi: ‘"Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve YABANCI SİLAHLI KUVVETLERİN TÜRKİYE'DE BULUNMASI İÇİN Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi"
Tezkere TBMM’de 250 oyla reddedildi. Anayasanın 96. Maddesi gereği salt çoğunluk sağlanamamış ve Tezkere geçmemişti.
Amerikan yönetimi Türk topraklarını, hava sahasını, limanlarını Irak işgali için kullanamadı.. Irak’da çamura saplandıkça öfkesini Türkiye’ye iletti..
4 Temmuz 2003’de Dönemin devlet başkanı George Bush Karar noktaları’ adlı kitabında ‘tezkere’nin reddi konusunda ‘Hüsrana uğradık, yarı yolda bırakıldık!’ şeklinde açıklamalar yaptı.. Dönemin Başbakanı Abdullah Gül gazetecilere o dönemde ne çok çile çektiğini anlattı.

Batı pes etmeyecekti! Reddedilen tezkereden 9 yıl sonra 2012 yılı Şubat ayında Malatya’nın Kürecik köyüne Amerikan askerleri yerleştirildi.. Haberi Amerikalı general Mark Hertling’den duyduk!
Bülent Esinoğlu, Arslan Bulut gibi gazeteciler konuyu duyurdu… Türk milletinin ‘milli iradesini temsil eden’ tüm partiler sustu!
Milletin yüzde 90’ı vatan topraklarının ABD askerlerinin çizmeleri altında çiğnenmesine karşı olduğuna göre, siyasi parti söz ve icraatları, millet iradesinin karşısında mı?!

Banu AVAR
banuavar@superonline.com
Kaynak: http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=154



Hatay’ın Kisecik köyündeki NATO üssü de Amerikan üssü” haline geldi
06.03.2012


HER YANIMIZ ABD ÜSSÜ

Malatya’da fiilen ABD üssüne dönüşen Kürecik’in ardından Hatay’ın Kisecik köyündeki NATO üssü de “Suriye’nin izlemeye alındığı bir Amerikan üssü” haline geldi. Hükümetin 5 yıldır faaliyette olan Kisecik’teki NATO radar tesisinden ABD’ye Suriye’yi izleme izni vermesi tepki çekti. Araştırmacı yazar Erol Bilbilik “İncirlik’teki bazı donanımın buraya getirildiği biliniyor” dedi. Kisecik Üssü, Amanos Dağları’nın zirvesine yakın bir yerde ve 1770 metre yükseklikte bulunuyor...

Hatay üzerinden Suriye’ye gözaltı

Esad’a yönelik saldırı planları yapan ABD, şimdi de Hatay’ın Kisecik köyündeki NATO Radar Üssü’nden Suriye’nin her hareketini izlemeye aldı.

Haber: Ceyhun BOZKURT

Malatya’nın Kürecik Köyü’ne kurulan NATO Füze Savunma Sistemi ile ilgili tartışmalar sürerken, hükümetin Hatay’ın Kisecik Köyü yakınlarında 5 yıldan beri faaliyette olan NATO radar üssünün, Türk toprakları üzerinden Suriye’yi izlemesine izin vermesi tepkiyle karşılandı.

Araştırmacı-Yazar Erol Bilbilik, üssün ABD için özelde Suriye’yi genelde ise Ortadoğu’yu izlemek için kurulduğunu söyledi. Bilbilik, “Kisecik’teki radar üssünün İsrail’in güvenliğini sağlamanın ve ABD’nin Ortadoğu politikasına uygun gözlemlerde bulunmanın yanı sıra Suriye’yi gözetleme ve dinlemeye yönelik hizmet vereceği iddia ediliyor. NATO’ya ait olan, ancak Amerikan askeri personeli tarafından kullanılan İncirlik Hava Üssü’ndeki bazı haberleşme, gözetleme ve izleme sisteminin sökülerek bu radara getirildiği biliniyor” dedi.

YENİÇAĞ’a konuşan CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu da, “Üs bildiğim kadarıyla NATO kapsamında. Yaklaşık 5 yıldır faaliyette. Ancak bizlerin inceleme fırsatı olmadı” diye konuştu. Ortadoğu ve özellikle Suriye’nin kolayca izlenebildiği tesis, Antakya merkeze bağlı Kisecik Köyü ile Arsuz Beldesi arasında Amanos Dağları’nın zirvesine yakın bir yerde ve 1770 metre yükseklikte bulunuyor. Yapımına 1998 yılında başlanan ve 2004’te tamamlanan tesise sık sık Amerikalı subayların gelip gittiği biliniyor..

ABD’nin kontrolünde

Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, Türkiye’deki ABD ve NATO üsleri konusunda YENİÇAĞ’a bilgi verdi. Türkiye’de iki tür üs bulunduğunu söyleyen Kuloğlu, “Türkiye’de iki türlü üs var. Birisi NATO üssü, diğeri Amerikan üssü. Amerikan üssü Türkiye ile ABD arasında yapılan ikili anlaşma gereğince ortaya konuyor. NATO üsleri ise NATO anlaşmaları çerçevesinde yapılıyor. İkisi ayrı statülere sahip” dedi.

Kürecik’teki radarın esas itibariyle NATO radarı olduğunu kaydeden Kuloğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama A’dan Z’ye, malzemesinden insanına kadar ABD’lilerin işlettiği bir radar. Fakat NATO’ya tahsisli olarak görülüyor. Zaman içerisinde NATO’ya devredilecek. Şu an ABD tarafından işletiliyor. Ama NATO adına işletiliyor.”

Karargahı bilgilendiriyor

Kuloğlu, Kürecik’teki radarın sadece füzeleri değil diğer hava hareketlerini de takip edebileceğini vurguladı. “Mesela İzmir’deki NATO üssünün Kürecik’teki radar ile direkt bağlantısı yok” diyen Kuloğlu şöyle konuştu: “Kürecik’teki radar füze kalkanı, sisteminin bir parçası olarak kurulmuş. Ama bu radar aynı zamanda bir hava radarı. Hava radarı olduğu için havadaki diğer faaliyetleri de gözlemleme kabiliyetine sahip. Onunla ilgili otomatik bir sisteme bağlanmış ama diğer hava vasıtalarını, uçakları vs. gözleme imkanına sahip. Böyle olunca İzmir’deki bir NATO karargahı, Kürecik’teki de bir NATO radarı olduğuna göre, İzmir’deki karargaha da bilgi geçecektir.”

Trabzon Limanı ile Kafkasları kontrol edecek

ABD’nin Türkiye’de bazı hava ve deniz limanlarını kullandığını da hatırlatan emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, “Amerika, şimdi de ısrarla Trabzon Limanı’nı istiyor. Oradan hem Ortadoğu’yu hem Rusya’yı hem de Ermenistan’ı kontrol etmeyi planlıyor. Ama Türkiye bu limanı kullandırırsa Montrö Anlaşması Rusya ile ters düşebilir. Montrö’nün bir takım kendi usulleri ve kuralları var. ABD, geçen yıllarda bu kuralları delmek için bir takım faaliyetlerde bulundu. Ama ABD’nin Trabzon limanı talebi, Türkiye açısından kabul görmüş bir konu değil.

Sinop’taki radar çok eskidir. O Rusya’ya, Sovyetler’e karşı kurulmuş durumda. Şu anda da faaliyette olduğunu zannediyorum” dedi.

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=64359

Afganistan'da katliam: İşgalci ABD askeri 17 sivil Afganı zevk için öldürdü
11 MART 2012



Haçlı işgali altındaki Afganistan'ın Kandahar kentinde sivillerin üzerine ateş açan bir işgalci Amerikan askeri 17 sivil Afganı zevk için öldürdü, beş Afgan'ı da yaraladı.

Haçlı işgal üssünü günün erken saatlerinde terk eden Amerikan askerinin sivillerin evlerine zorla girerek ateş açtığını bildirildi.

Ölenlerin dokuzunun çocuk olduğu, kurbanlar arasında kadınların da bulunduğu bildiriliyor.
MBR Haber


TGB üyeleri Malatya'da ABD Askerlerinin Kaldığı Oteli Bastı
09.04.2012



Ulusal Kanal'ın haberi:

Türkiye'nin dört bir yanından Malatya'ya giden Türkiye Gençlik Birliği üyeleri füze kalkanına karşı Malatya'dan Kürecik'e yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüş esnasında TGB üyeleri Amerikan askerlerinin kaldığı otel önüne gitti.

TGB üyeleri otele girmek istedi. Otel önünde önlem alan emniyet güçleri gençlerin otele yaklaşmasına izin vermedi. TGB üyeleri bunun üzerine ellerindeki çuvalları Malatya'da kalan Amerikan askerlerinin araçlarının üzerine bıraktı.

Otel önünde açıklama yapan TGB Genel Başkanı İlker Yücel otel içindeki Amerikan askerlerine seslendi.



Yücel, "Türkiye'nin neresine giderseniz gidin. TGB üyeleri elerinde çuvallarla sizleri kovalayacak. Yurdumuzu terk edinceye kadar bizden kurtulamayacaksınız" dedi.

Antalya'da 7 kişiye "çuval" gözaltısı
17 Temmuz 2012



21.02.2013
Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham: ABD insansız hava araçları ile yapılan saldırılarda 4700 kişi öldürüldü. YDH

_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Şub 21, 2013 11:02 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ağu 04, 2012 2:39 am    Mesaj konusu: ABD'nin Aşil topuğu... Alıntıyla Cevap Gönder

Siyonistler Kudüs duvarına ABD ve İsrail bayrağı yansıttı!..
06 Aralık 2017



ABD Başkanı Trump'ın Kudüs kararı Siyonistleri sevince boğdu!İsrailliler, Kudüs'ün surlarına lazerle ABD ve İsrail bayrağı yansıttı!


ABD Başkanı Donald Trump'ın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararına tepkiler devam ederken, İsrailliler skandal bir harekette bulundu.

SURLARDA İSRAİL BAYRAĞI

ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'le ilgili resmi açıklamayı yaptığı sırada İsrailliler, Kudüs'te surlara ABD ve İsrail bayrağını yansıttı.
Haber Fedai

ABD'nin Aşil topuğu...
Selçuk Salih Caydi
2.8.12

Tek süper güç ABD, Doğuk Savaş'ın ardından Dovyetler Birliği ve Sosyalist Blok'un çökmesine rağmen, ordusuna yaptığı yatırımı azaltmayıp artırdı. Amerikan Ordusunun bütçesi, yaklaşık 700 milyar Dolar. Amerikanın en büyük rakibi Çin'in Halk Kurtuluş Ordusunun bütçesi ise sadece 78 milyar Dolar. Amerikan Ordusunun bütçesi, endüstrileşmiş tüm büyük devletlerin ordu bütçelerinin toplamına yakın. ABD neyi korumak için bu kadar büyük, bu kadar pahalı bir ordu besliyor?
Bu sorunun kuşkusuz birçok yanıtı var. Ama şimdiye dek pek üzerinde durulmayan yanıtların başında da, 'Dünya para sistemi' var. Kapitalist değer sisteminin, en belirgin ifade biçimi 'Para' olduğuna göre; sistemin bir numaralı merkez ulusdevleti ABD'nin askeri gücü ile Dolar merkezli para sistemi arasında hayatî bir bağ olmalı.
Kapitalizme özgü değer ve para sistemi, (15’inci yüzyıldan itibaren yaygınlaşan altın/gümüş para kullanımı sürecinde) 17'inci yüzyılda ortaya çıkmıştır. (Bkz. David Graeber “Debts” 2011). Kağıt para, Çin'de çok daha eski bir tarihe sahip olmasına rağmen Avrupa’da (ve daha sonra Osmanlı coğrafyasında) 18'inci yüzyıldan itibaren, devletin bir tür borç senedi olarak kullanılmaya başlanıp yaygınlaşmıştır. Devletlerin savaşları daha kolay finanse etmelerine yardımcı olan kağıt para sistemi (ve ona bağlı kredi/borç sistemi), paranın altına endekslenmesi ilkesine beşyüz yıl sadık kalmıştır.
Beşyüz yıllık altın endeksi devrine -ki bu dönemin sadece bir kısmı kapitalist döneme tekabül eder- 31 Aralık 1968'de Vietcong gerillaları son noktayı koymuştur. Güney Vietnam'da Saigon’u kısmen ele geçiren Vietcong'un Zaferi, ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonrasındaki ilk açık yenilgisiydi ve Richard Nixon'ın buna tepkisi, tarihin en ağır bombardımanı emrini vermesi oldu. Amerikan uçakları Vietnam’a, sadece iki yıl içinde dört milyon ton bomba attı. Nixon, savaş giderlerinin ülkenin altın rezervlerini fena halde aşındırdığını farkedip, Amerikan Doları'nın altın endeksine bağını 15 Ağustos 1971'de kopardı. O gün dünyada, serbest kur uygulaması başlamıştır. Bunun ilk sonucu, büyük bir enflasyon oldu. Yeni durumun avantajları da vardı tabii. Bu sayede, bir özel bankalar konsorsiyumu olan Amerikan Merkez bankası FED, canı istediği zaman para basabilecek hale geldi. Şapkadan tavşan çıkarmaya benzeyen bu garip durumi dünyada bir ilkti ve dünyada kabul görmesinin tek bir nedeni vardı, o da “Güçlü Amerika tablosu”ydu. Ve bu gücün en somut ifadesi, II. Dünya Savaşında Japonya'ya iki atom bombası atmaktan çekinmemiş "muzaffer" Amerikan Ordusuydu. Aynı dönemde, Ho Chi Minh'e selam gönderirken doğan 68’li hareketin hiç ilgisini çekmese de, beşyüz yıllık altın endeksi gitmiş, yerine Amerika’ya ve ordusuna güven endeksi gelmişti. Bu benzersiz durum, şimdi aklın sınırlarını zorlar bir krizle sürdürülemez hale gelmiştir. Çünkü, maddi karşılığı olmayan trilyonlarca Dolarlık paranın döndüğü sistem (yani borç senedinin döndüğü sistem), gelecekte trilyonlarca Dolarlık kapitalist katma değer üretileceğini varsaymaktadır –ki buna kesinlikle imkan yoktur. “Kapitalist toplumun bugünkü zenginliği, olmayan bir geleceğe dayanmaktadır.” (Ernst Lohoff, Norbert Trenkle “Die grosse Entwertung” 2012)

1971 sonrasının muazzam bir enflasyon döneminde, birçok ülke gibi Türkiye de Amerika'yı taklit edip gazete basar gibi para basmıştır. Dolar merkezli para sistemini o zaman sorgusuz/sualsiz kabul edip destekleyen endüstrileşmiş ülkelerin hepsi, (Almanya'dan Japonya'ya ve oradan Kore'ye kadar), II. Dünya Savaşı ve sonrasında Amerikan Ordusu tarafından işgal edilmiş ülkelerdi. Dolara sadık bu ülkelere daha sonra, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi gönüllü Amerikan uyduları da katıldı. Dolara güvenin, Ordunun gücü ile korunup garanti altına alınması, daha sonra bir model haline geldi. 2000 yılından itibaren petrolünü Dolar değil Euro ile satan Saddam Hüseyin’in Irak'ına karşı da aynı modelin yeni versiyonu uygulandı. İran, aynı nedenle hedef tahtasındaki yerini “koruyor” görünüyor.
Dolar bazlı dünya para sisteminde ABD'ye birşey satıp Dolar alan ülke, enflasyon nedeniyle aynı Doları, en çok kazanma umudu olan Amerikan tahvillerine yatırmayı tercih ediyordu. Eşyanın doğasıyla ilgili bir durumdu. Sanal ulusal para ulusal kaynağına geri dönüyor, borç sürekli yeni borçlarla yeniden yapılandırılıyor ve Amerika borçlarını asla ödemiyordu (Ama IMF üzerinden, ülkelerin borçlerını ödemesini sağlıyordu) Borçlarını ödemeyen, ama mal/hizmet ithal eden ABD, bir nevî bedavadan yaşıyor, ordusunu dünyanın her yerine müdahale edebilecek şekilde örgütleyebiliyor, aynı anda birden fazla savaşa girebiliyordu. ABD’nin pahalı ordusu olmasa, nisbeten borçsuz bir ülke bile olabilirdi, ama Dolar bazlı para sistemini koruyabilmek için güçlü olmaya, göç göeterisinde bulunmaya, mecburdu.
İlk kez 1960’lı yılların sonunda Amerika’da ortaya çıkan “kredi kartıyla borca yaşamak” anlayışı, ancak 1990'lı yıllarda yaygınlaştı ve bu yıllar, tarihte faizlerin neredeyse tamamen serbest bırakıldığı dönem oldu. İnsanlık tarihinde “Kötülük” ile en çok özdeşleştirilen meslek “tefecilik” (Graeber age.) ile kredi kartı faizleri yarışır hale geldi. Tefecilik adeta legalleşmenin eşiğine geldi. Borca yaşam, ABD için -asla ödeyemeyeceği- absürd seviyeleri görmüş bulunuyor.
Bu aşamada Çin, ABD’deki en büyük yatırımcı haline gelip, Amerikan Dolarının garantörü Amerikan Ordusunun en önemli finansörü haline geldi. Çin'in bunu neden yaptığı konusunda birçok spekülasyon mevcuttur. Benzeri bir uzun stratejiyi Çin, Hunlara karşı uygulayıp, hırçın göçebe savaşçısını yumuşatarak asimile etmiştir. Çin, Amerikan devlet tahvillerine büyük yatırımlar yapmaya devam ederse, bu durumun devamında ne olabileceğine bakıp bir tahminde bulunmak mümkün. ABD Çin’e bu ölçüde borçlanmaya devam ederse, günün birinde Çin'in sömürgesi olabilir. İşte bunun olmaması, tek bir şarta bağlıdır: Borçların silinmesine...
Tarihte borçlar, her zaman savaşla, (savaş sonrası yapılan anlaşmalarla) silinmiştir. Endüstriyel Amerikan Ordusu o kadar büyük, o kadar sofistike ve o kadar çok yönlü bir para bağımlısıdır ki, maaşını aldığı Çin'e karşı savaşması -bir yerden sonra- hiç de kolay olmasa gerektir. Amerikan Ordusu, bütün dünyada operatif güç halinde kalabilmek için her yıl en az yüzlerce milyar Dolar bulmak zorunda. Ama bu paranın şakır şakır basılıp askerlere dağıtılması yetmez. –O, işin en kolay tarafıdır. Zor olan kısmı, keyfe uygun basılan Dolarların, Amerika kadar, dünyanın heryerinde de paradan sayılmasıdır. Aslında reel değeri olmayan bu yeşil kağıtların Çin'de ve başka ülkelerde de para niyetine kabul edilmesi gerekir. Ancak o zaman ABD, birçok konuda imtiyazlı bir ülke olarak borçlarını döndürebilir ve halkına belli bir yüksek refah seviyesi sunabilir. İşte bunu kabul ettirmek, artık eskisi kadar kolay değildir. Dolar, her para birimi gibi, aynı zamanda Doları kullananların karşılıklı güven mutabakatı olmak zorundadır, bu şartlar altında işler. Doların, reel deerlerden tamamen koparak sanal bir değer haline geldiği (ve nasıl işlediği) artık çok daha iyi biliniyor. Finans dünyasına hakim olan o sofistike bilinmezlik, aslında bu absürdlükleri örtmek için düşünülmüş olmasına rağmen, artık mızrak çuvala sığmıyor.
Dolar sisteminin (Yuro gibi) taklitlerinin ortaya çıkması, Doların ABD hesabına nasıl işlediğinin artık iyice anlaşıldığını gösterir. ABD'nin bütün dünyaya vergi koymasına benzer bir şekilde işleyen Dolar bazlı para sisteminin yerini başka bir para biriminin/birimlerinin alması, Dolar sistemi sayesinde yaşayan ABD’nin sonu olabilir. Fakat ABD, dünyanın Dolar sisteminde kalması için Amerikan Ordusunu kullanmaya devam etmek istemekle birlikte, oyun alanı giderek daralmaktadır. Amerikan Doları'nın bir numaralı para birimi olduğu bir global para sisteminin iyi işleyebilmesi için, her ülkenin Amerikan dostu bir rejime/Hükümete “kavuşması” en ideal durumdur tabii! Günümüzde ABD'nin borçları o kadar yüksek, kapitalist para sistemi o kadar bozuktur ki, 2008 krizinden sonra sistemi yeniden krizsiz işletebilmek için savaşlar da yeterli olmayacaktır. Çünkü sorun, sadece 'Para Sistemi Dorunu' değil, bir bütün olarak kapitalist sistemin sorunudur. Reel Kapitalizmin para sisteminden önce, çalışma sistemi iflas etti. Bugün dünyanın her hangi bir yerinde sokakta insanlara, ülkelerindeki baş sorunun ne olduğunu sorsanız, "İşsizlik" diyeceklerdir. Kalıcı işsizlik ve iş alanlarının bütün bütün ortadan kalkması, geri dönüşsüz bir durumdur. “Üretimi artıralım” şeklindeki klasik klişe ile geleceğe umutla bakmak kesinlikle mümkün değildir. Kim niçin üretecek, ürettiklerini kime nasıl ve kaça satacak, karşıdakiler de bu kadar çok ve lüzumsuz ürünleri hangi parayla ve niye alacaklardır? Üretilen şeyler arttıkça, değerleri de düşmekte, dünya bir lüzumsuz modern üretim çöplüğüne dönüşmektedir. Paraya para kazandırmak için -sadece bu8 nedenle üretmek- kendi sınırlarına dayanmıştır. Karl Marx’ın deyimiyle “Kapitalist üretimin gerçek sınırı, kapitalin bizzat kendisidir.” (“Marx-Engels Werke” 1972. C.25, S.260)
ABD, sistemin son krizinin başladığı tarihten bu yana -dört yıldır, eskisi gibi her istediğini yapamıyor. Borçları mantık sınırlarını aştıkça, alacaklıları da bazı siyasî şartlar öne sürmeye, talepkar olmaya başladılar. Çin, ABD’yi, canı istedikçe para basmaması konusunda uyardı. Amerikan Ordusuna sınırsız kaynak aktarımı eskisi kadar kolay değil. Bu durum, etkisini hemen gösterdi. Yeni ve önemli bir durumdur. ABD, savaşlarını baska ordulara ihale etmeye yatkın bir görünüyor. Devasa Amerikan Ordusu'nu işler halde tutmak, giderek daha da zorlaşacaktır. Dolar sisteminin terk edilmesini, ABD'ye yeni şartlar dikte edilmesi izleyecektir. Gelişmeler, ABD'nin aleyhine işliyor ve bunun tersine döndürülmesi pek mümkün görünmüyor. Ama ABD yönetimi, Amerikan Ordusunun önemini herkesten iyi biliyor olmalı. ABD belli sınırlar dahilinde, savaşmaya devam edecek, gereğinde cebir ve şiddet kullanarak Doları ayakta tutmaya çalışacaktır. Amerika, merkezinde Amerikan Dolarının bulunduğu para sistemi için savaşıyor, ama kazanma ihtimali bulunmuyor. Zira Dolar bir yana, bugünkü para sistemin bile bir geleceği olamaz. ABD'nin aşil topuğu, Dolar. Bu nedenle, Dolara sadık, Doları militanca savunan ülkelere ihtiyacı var. Bu şartları yerine getirmeyenler kolayca "düşman" sayılabiliyor". ABD'nin 2008'de askeri doktrinini yenileyip, "çökmekte olan, halkının ihtiyaçlarını karşılayamayan devletler, ABD'nin ulusal güvenliğini birinci derecede tehdit etmektedir" mealindeki saptamalar da, Dolar konusundaki endişelerini göstermektedir. Böyle ülkelerde, (Somali ve Afganistan gibi yerlerde) ekonomi denen şey bile bulunmuyor artık. Sistem finali oynuyor. Dünya, altın endeksi devrinin ardından, Dolar bazlı para devrini ardında bırakmaya hazırlanıyor -hatta belki para çağını...
Ama bu başka bir hikaye.
http://konstantiniye.blogspot.com/2012/08/abdnin-asil-topugu.html#more

Petraeus’un Altı Aylık Rutin Denetlemesi
Bülent ESİNOĞLU
2 Eylül 2012
bulentesinoglu@gmail.com

Amerika Birleşik Devletlerinin Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’in, Çuvalcı Paşası Petraeus, ülkemizi altı ay aralıklarla, muntazam olarak denetlemede bulunur. Bu denetlemede, görüşülecek konular; elbette, Suriye ve Türkiye’nin komşularıdır.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yapılan bu denetlemeler, projenin geldiği aşamaları değerlendirm

ek, aksayan hususları gözden geçirmek ve BOP’un selameti için yapılacakları, BOP Eş Bakanlığı ile yerinde görüşmektir. Projenin uygulanmasında, Suriye için, bazı yeni durumların ortaya çıkması hasebiyle, yeni bir yol haritasına ihtiyaç vardır.

Bu cümle yanlış anlaşılmasın. BOP’tan vazgeçme veya başka bir yola gitme diye bir şey yoktur. Sadece bazı taktik değişikliklere ihtiyaç duymuşladır. Konuşulacak olanlar da bunlardır. Tabii Amerikan Genel Kurmay Başkanı David Dempsey’in açıklamaları elbette görüşülecektir. Demsey, Davutoğlu’nun Suriye’de kurulacak tampon bölge isteğine, olumsuz söylemlerde bulunması, Türkiye’nin yalnız bırakıldığı yorumlarına yol açmıştır.

CIA, Amerikan derin devletinin en yetkilisi olması hasebiyle, Demspsey’in bu açıklamalarının pek önemli olmadığı, Türk tarafından bu beyanatın dikkate alınmamasını, Petraeus Türkiye’den isteyecektir. Bu gelişte, İran’a petrol ve gaz ambargosu da, mutlaka görüşülecektir. İsrail yönünden, Türkiye’nin İran’a uyguladığı petrol ambargosu işlememektedir. Sadece Türkiye’nin İran’dan aldığı petrolde yüzde onluk bir azalma gerçekleşmiştir. Geri kalan alımlar altın karşılığında devam etmektedir. Petraeus, petrol alımlarının durdurulması ve başka tedarik kanalları yaratılmasında ısrarcı olacaktır. Çünkü İsrail öyle istiyor. Suriye’ye tekrar dönelim. "Suriye için yeni durum nedir?" derseniz... Suriye Devleti kendisini dışarıdan gelen saldırılara karşı savunmada, dayanıklı çıkmıştır. Halk büyük çoğunlukla devletinin yanında yer almış, dış destekli terörü temizleme noktasına gelmiştir. Durum bu olunca, Suriye’den Türkiye’ye geçen terörist ve mülteci miktarında artmalar olmuştur. PKK teröründe de artışlar olunca, Eş Başkanlık iç siyaset açısından, oldukça zor durumda kalmıştır. Bu durum karşısında, Eş Başkanlık, Suudi Arabistan ve Katar’dan daha fazla mali destek, Batıdan da daha çok siyasi destek istemektedir. İşte tam bu noktada, Amerikan derin devletinin başı ülkemizdedir.

Suudi Arabistan, Türkiye’ye daha fazla mali destek yerine, Amerika’nın, doğrudan, Suriye’ye askeri müdahalesini istemektedir. Daha dün, Suudi Kral bu isteğini bir kez daha yenilemiştir. Peki de, Amerika neden Askeri müdahaleden çekinmektedir? Suriye’ye müdahalenin bir dünya savaşına neden olacak noktada durmasıdır. Hem jeopolitik bakımından, hem de gelinen durum bakımından. Rusya’nın hemen her gün yeni bir kararlılık açıklamaları, Çin’in İran’ın arkasında sağlam durması, İran’ın zaten kendisinin kolay lokma olmaması, Amerika’nın elini soğutmaktadır. Bunların da ötesinde, Amerika’nın terörle savaş adı altında, yürüttüğü savaşlar vasıtası ile dünya denetimini sağlamak yerine, denetimin sürekli elinden çıkıyor olmasıdır.

Öyle görülmektedir ki, Amerika’nın artık ahlaksız (örtülü) savaşları yürütecek mecali bile kalmamıştır. Var olan askeri varlığını, söylemlerle etkin kılmaya çalışmaktadır. Peraeus’un gelip gitme sebebi de budur. Amerika’nın elinde, bir AKP iktidarından başka bir şey kalmamıştır.
Kaynak: http://www.guncelmeydan.com/

Bizlerin Öfkesi Amerikan Küstahlığının Hesabını Sormayacak mı?
Nureddin Şirin
13 Eylül 2012

Yeryüzü coğrafyasında İslam ve Müslümanlara yönelik alçakça saldırı, hakaret ve baskılar sürerken, işgal, yıkım ve katliamlar devam ederken, Müslüman olan herkesin düşman karşısında takınacağı tavır kuşkusuz ki "cihad ve mukavemet"tir. Böylesi bir durumda cihad ve mukavemeti öteleyen, göz ardı eden her tür tutum ve yaklaşım ise Kur’an’ın hükümlerine göre apaçık bir gaflet ve suçtur.

Müslüman alimler ve kanaat önderleri, İslam’ın bir “barış” dini olduğuna vurgu yaparlar. Elbette ki, İslam’a saldırı olmadığı, Müslümanlar da esenlik içinde yaşadığı sürece, Müslümanların gözeteceği her zaman “barış” olur; ama bu “barış” saldırı olmaması ile doğru orantılıdır.

Yeryüzünde ilahlık taslayan müstekbirler, siyonistler ve onların İslam dünyasındaki dayanak güçleri İslam’a ve Müslümanlara saldırılarını her alanda durdurdukları sürece Müslümanlardan “barış” beklesinler, bir taraftan amansızca, barbarca ve namertçe saldırıp diğer taraftan da “niye silaha sarılıyorsun, niye savaşmaya kalkıyorsun?” diye müslümanları suçlamaya kalkmasınlar.

Müslümanların tavrının ne olacağını belirleyen yegane merci Kur’an-ı Kerim’dir. Ne zaman savaşıp ne zaman barışacağımıza, ne zaman susup ne zaman konuşacağımıza, ne zaman oturup ne zaman kalkacağımıza sadece Kur’an-ı Kerim karar verir. Ama varlıkları, eylemleri ve tecavüzleri ile başlı başına “terör” estiren güçler, Müslümanların gösterdiği direnci “terör” olarak tanımlama küstahlığından da geri durmuyorlar. Onlara göre, emperyalist ve siyonistlerin savunmasız Müslümanlara saldırmasının adı “terörle mücadele” oluyor, ama bu saldırılara, işgal, yıkım ve katliamlara karşı direnişin adı ise “terör” oluyor. “Ben saldırırım, yıkarım, yok ederim, ama sen bana el kaldıramazsın” diyorlar.

Kur’an-ı Kerim “Siz saldırıldığında misli ile mukabele edin” “Sizinle savaşanlarla siz de savaşın” buyuruyor. Şimdi birilerinin kalkıp “nerede Müslümanlara saldırı var?” diye sorması mümkün mü? İslam dünyasının her yanını üsleri ve donanmaları ile dolduran Amerika, bu donanmalarını, ordularını, savaş gemilerini, filolarını, savaş uçaklarını, halkların refahını yükseltmek için mi, sağlık, eğitim hizmetleri için mi, yoksulluk ve açlıkla mücadele için mi kullanıyor?

Bu devasa savaş makineleri “saldırı” halini ifade etmiyor mu? İşgaller, katliamlar, yıkımlar “saldırı” değil mi? İslam dünyasını bir baştan bir başa kuşatma altına alan emperyalistler Müslüman halkların esenliği için mi bütün bunları yapıyor?

Kur’an müminleri “kendi aralarında birbirlerine karşı merhametli ve alçak gönüllü, kafirlere karşı ise şiddetli ve zorlu” olarak tanımlıyor. Allah Tebareke ve Teala Müslümanlardan böyle olmalarını isterken, birileri de “İslam barış dinidir” adı altında bu azgın düşmanların önünde eğilmeyi, onlara teslim olmayı, onların saldırılarına, onların sulta ve politikalarına karşı sessiz ve tepkisiz kalmayı ileri sürerse, bunun adı “Kur’an ile savaş” olmaz mı? Emperyalizm ve siyonizm ile dostluk ve barış içinde olmayı öngörenler, İslam ve Kur’an ile savaşı seçenlerdir; velev ki bunların adları, sanları “Müslüman” görünümlü de olsa…

Bir taraftan “demokrasi” “özgürlük” “insan hakları” şampiyonluğu yapan Amerika’nın diğer taraftan İslam’ın mukaddesatına yönelik en namertçe saldırılara fırsat vermesi, hatta onları teşvik edip desteklemesi karşısında Müslümanların tepkisi ne olacak?

“İslam barış dinidir” deyip yerinde mi oturacak, yoksa bu azgınca tuğyan karşısında düşmanın başına yumruğunu mu vuracak? İslam’ın sinesine zehirli oklarını savuranlar, Müslümanlar karşısında güvenlik ve esenlikte mi kalacak?

Amerika’da siyonist bir yönetmen tarafından hazırlanan bir filmde, yüce İslam Peygamberi Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v)’e karşı öylesine namertçe aşağılamalarda bulunuluyor ki, bunu ne anlatmak ne de vasfetmek mümkün. Danimarka’daki, dünya Müslümanlarını ayağa kaldıran karikatür küstahlığı bu son saldırının yanında hiç kalır. ABD-Siyonist proje, bu film ile İslam’ın mukaddesatına karşı tarihin en ağır, en alçakça ve en namertçe saldırısını gerçekleştirdi. Bundan daha büyük bir saldırı tasavvur etmek de mümkün değil.

Bu saldırının İslam beldelerinin üzerine tonlarca bomba yağdırmaktan, on binlerce müslümanı katledip masum ve savunmasız Müslümanları kana bulamaktan geri kalan hiçbir yanı yok. Bilakis bundan daha da ağır ve daha da yaralayıcı…

Böyle bir filmi yapmanın, yayınlamanın ve buna destek olmanın İslam fıkhındaki hükmü açıkça “idam”dır. Yüce İslam Peygamberine böylesine bir saldırı ve aşağılamayı sergileyenler hak ettikleri cezayı bulmadıkları sürece, Müslümanların yüzünde öylesine bir utanç lekesi kalacaktır ki, bu lekeyi okyanusların suları bile temizleyemez.

Bizler müslümanız, Hz. Resulüllah’ın ümmetiyiz. Hz. Peygamberin hürmeti bize her şeyden evladır; canlarımız, kanlarımız, tüm varlığımız buna fedadır. Yüce peygamberimize böylesine alçakça bir saldırı karşısında mütecavizlerin dünyalarını alt üst etmenin dışında bizlere başka bir görev ve sorumluluk düşmez.

Müslümanın öfkesi, volkan lavları gibi bu alçakların üzerine yağmalı, insanlık tarihinin en namertçe saldırısını gerçekleştirenler İslam öfkesinin ateşinde yanıp yok olmalıdır.

Bizler ümmet olarak kısaca şunu ortaya koyma durumundayız:

Yüce İslam peygamberinin şahsiyet ve hürmetine böylesine namertçe saldıranlar cezalandırılıncaya kadar Amerika Müslümanların açık hedefi olarak kalacaktır; Müslümanlar her yolla, Amerika’dan bunun hesabını sorma durumundadır.

Amerika, bizlerin Hz. Resulüllah’ın hürmet ve şahsiyetine ne kadar sadakat gösterdiğimizi test etmek istiyorsa, bilsin ki ateşle oynamaya kalkmıştır. Madem ki böyle istedi, o zaman bu ateş her yerde gelip kendisini bulacaktır...
İslamigundem.com

İran devlet televizyonu: 'Türkiye'de ABD'nin nükleer bombaları var'
28 Ekim 2012

İran devlet televizyonu Press TV’de çıkan bir haberde, "ABD, Türkiye’nin güneyindeki bir askeri üste 70 kadar B61 nükleer bombayı tutuyor" denildi.

Press TV'nin bir Arap haber ajansına dayanarak verdiği haberde “Türk kaynakları, bombaların Adana ilindeki İncirlik üssünde tutulduğunu söylüyorlar” dedi.

Anka’nın haberine göre, Haberde "3.53 metrelik uzun ve ağırlığı 320 kilo olan termo nükleer bombanın, ABD’nin en stratejik silahlarından biri olarak değerlendirildiği” belirtildikten sonra “Bombalardan bir kısmı İncirlik’e naklinden önce Türkiye’nin Balıkesir ve Ekinci hava üslerinde depolanıyordu" savları da dile getirildi.

PressTV, ayrıca Türkiye’nin "ABD kuvvetlerinin işlettiği, tartışmalı NATO radarı üssüne” evsahipliğini yaptığını hatırlattığı haberinde, söz konusunun radarın “Türkiye’ye yararının olmayacağına sadece İsrail’in çıkarlarına hizmet edeceğini” belirtti.
Kaynak: http://haber.sol.org.tr/

Amerika bana zarf attı!
Mustafa Yılmaz
07.11.2012

Dün ilginç bir zarf geldi. Zarfı gönderen; Amerikan Büyükelçiliği.

Meraklandım. Çünkü; hayatımda ilk kez ABD büyükelçiliğinden bir zarf geliyordu.

Açtım.

İçinden Kurban Bayramı tebrik kartı çıktı.

Hem de ıslak imzalı!

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone; iyi dileklerini sunarak; Kurban Bayramı'mı kutlamış. 11 gün geç geldi ama olsun.

İçime bin tane kurt düştü.

Öyle ya; neden daha önce hiçbir bayramımı kutlamayan ABD elçiliği, bu sefer karar değiştirmişti?

Hem neden 29 Ekim'i Cumhuriyet bayramımı değil de Kurban bayramımı tebrik ediyordu?

Acaba nabza göre şerbet mi veriyordu?

Daha ilginci de var? Birkaç gazete temsilcisi arkadaşı da aradım. Biri de Akit'in Ankara temsilcisi Yener Dönmez'di. "ABD elçiliği'nden tebrik kartı geldi mi size" diye sordum. "Yok" dedi. "Bizi hiç aramaz onlar"

İyice huylandım.

"Lan oğlum Mustafa" dedim kendi kendime...

Siyaset önümüzdeki günlerde iyice hareketlenecek.

Tayyip Erdoğan'ın son dönemi?

Cumhurbaşkanı Gül gidecek mi-dönecek mi belli değil?

Kılıçdaroğlu zaten Bariyer'e takıldı.

Bahçeli desen artık Koray Aydın'dan başını kaldıramaz?

Yoksa...

Yoksa; ABD yeni dönemde sana mı oynayacak ne!

Bakalım... Bekleyip göreceğiz.

Zaten hikayenin gerisini birkaç yıla kalmaz Wikileaks'ten öğreniriz.:)

Türkiyeli Mormonlar ve Hüseyin Obama

-ABD başkan adayı Mıtt Rommey'in bir Mormon Piskoposu olduğunu,

-Mormonluğun ilk kurucusu Joseph Smith'in 33. Derece'den bir mason üstadı olduğunu,

-Mormonların Türkiye'de, kurumsal olarak ilk kez 19 Ekim 2011 tarihinde, yani geçen yıl örgütlendiğini,

- İstanbul Levent'te Son Zaman Azizleri Derneği adı altında bir kilise kurduklarını,

- Şu an halen Türkiye'de 850'ye yakın mormon misyonerinin bulunduğunu,

- Bunların üçte birinin sonradan mormonluğa geçen Türkler'den oluştuğunu,

- Mormonların, özellikle yurtdışına giden Türk öğrenciler üzerinde çalıştıklarını,

- Türkiye'de, Ahir Zaman Azizleri (LDS Vakfı) adı altında faaliyet gösterdiklerini,

- 'Mormonlar ve yalanları' isimli bir sitenin iddiasına göre, bazı mormonların tuhaf bir şekilde Türkiye'deki mezarlıkları dolaşarak, eski Ermeni, Rum ve Yahudi mezarlarını fotoğrafladığını(!)

- Çalışmalarını daha çok yardım faaliyetleri şeklinde organize ettiklerini,

- Ayrıca Mormonların iman bildirgesinde; "Biz İsrail'in tam olarak bir araya toplanacağına ve On Oymak'ın geri geleceğine, Siyon'un Amerika kıtası üzerinde kurulacağına, Mesih'in şahsen yeryüzünde hüküm süreceğine inanıyoruz" diye yazdığını!

- Buna karşın Rakibi Obama'nın da, 'Gizli Müslüman' ve hatta 'Mehdi' olduğuna inanan Türkiye'de ciddi bir kitle olduğunu BİLİYOR MUYDUNUZ!

milli gazete

Okinawa tecavüz davası: ABD’li askerlere hapis cezası
1 MART 2013



Japonya’da mahkeme, Okinawa adasında bir Japon kadına tecavüz ettikleri gerekçesiyle ABD’li iki askere hapis cezası verdi.
Tecavüz davası, ülkede ABD’ye yönelik tepki oluşmasına neden olmuştu.
Mahkeme denizcilerden birini 10 yıl, diğeriniyse dokuz yıl hapse mahkum etti.
Olay 2012 yılının Ekim ayında ABD üssünün bulunduğu Japon adası Okinawa’da meydana gelmişti.
1995 yılında da adadaki ABD üssünde çalışan üç personel 12 yaşındaki bir genç kıza tecavüz etmişti.
BBCT

İşgalci haçlı ordusu NATO'dan öldürülen Afgan çocuklar için özür
2 MART 2013



Afganistan'da haçlı ordusu NATO öncülüğündeki Uluslararası İşgal Gücü (ISAF) iki Afgan çocuğunöldürülmesiyle nedeniyle özür diledi.
Yedi yaşlarında oldukları belirtilen çocukların Perşembe günü Uruzgan vilayetinde işgalci haçı ordusu askerleri tarafından öldürüldükleri belirtildi.

Uluslararası Haçlı İşgal Gücü komutanı, helikopterden açılan ateşle hayatını kaybeden çocukların ölümüyle ilgili olarak "Bu trajedinin tüm sorumluluğunu üstleniyoruz"dedi.

Uzmanlar, sivil ölümlerinin Afgan halkını ve Devlet Başkanı Hamid Karzai'yi çok öfkelendirdiğine dikkat çekiyor.

Karzai, bir süre önce Taliban militanlarının yığınak yaptığı bölgelerde yabancı güçlerden hava desteği istenmeyeceğini açıklamıştı.

13 Şubat'ta işgalci haçlı ordusu NATO güçlerinin düzenlediği hava saldırısında beşi kadın, dördü çocuk 10 sivil hayatını kaybetmişti.
haber1001

Irak'taki işkence merkezlerini Pentagon mu yönetti?
7 MART 2013



Irak savaşı sırasında ülkede işkence merkezlerinin kurulması ve yönetilmesinde ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un ve eski CIA Başkanı David Petraeus’un parmağı olduğu iddia edildi.

Guardian gazetesi, özel haberinde, ABD’nin Irak işgali sonrası yıllardır söylenti düzeyinde iddiaları, olaylara tanıklık eden kaynaklara dayandırıyor.

Haber, 20 yıl hapis cezası ile yargılanan Amerikan askeri Bradley Manning'in Wikileaks'e sızdırdığı belgelerin ardından, Guardian ve BBC Arapça Servisi’nin yaptığı bir araştırmayı temel alıyor.

Habere göre Pentagon, Latin Amerika'da milis gruplara danışmanlık yapan ABD özel kuvvetlerinde görevli Albay James Steele'i, gizli gözaltı ve işkence merkezleri oluşturan komando birliklerini denetlemek ve isyancılardan bilgi toplamak için Irak’a gönderdi.

Bu gözaltı birimleri ABD’nin Irak işgali sırasında ağır işkence vakalarıyla anılıyordu.

Dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından görevlendirilen 58 yaşındaki Steele, Sünni direnişçilere karşı mücadele etmek için milis grupları organize etmekten sorumluydu.

Pentagon’un Şiilerin güvenlik güçlerine dâhil olmasının önünü açmasıyla, Steele ''Özel Polis Komandosu'' olarak bilinen timin kurulmasına öncülük etmişti.

İşkence merkezlerinin de bu birimler tarafından idare edildiği öne sürülmüş, Şii Bedir Tugayları’nın da işkence olaylarına dahil olduğu iddia edilmişti.

Gazete, Irak’ta ABD’nin milyonlarca dolar harcayarak kurduğu gözaltı merkezlerine gönderilen bir diğer ismin de emekli Albay James H. Coffman olduğunu yazıyor.

David Petraeus’a doğrudan sorumlu olan Coffman da 2004 yılının Haziran ayında yeni güvenlik güçlerini eğitmek için Irak’a gönderilmiş, 2006’da ABD’ye döndüğünde de raporlarını doğrudan Rumsfeld’e sunmuştu.

İddiaları kapsayan dönemde Petraeus, Irak'taki Amerikan güçlerinin komutanı olarak görev yapıyordu.

'Elektrik, tırnak çekmek, cinsel organa darbe...'

Gazeteye göre, bu haberle birlikte ilk defa ABD'nin Irak savaşı sırasında meydana gelen işkence vakalarındaki rolü açığa çıkarılmış oldu.

Haber, General David Petraeus'un ve Amerikalı askeri danışmanların da Irak’taki insan hakları ihlallerle ilgileri olduğunu ilk defa ortaya koyuyor.

Gazetenin araştırmasına göre Coffman, Amerikan askeri birimleri hakkında haberlere yer veren Stars and Stripes adlı gazeteye verdiği söyleşide kendisini ''Petraeus’un Irak’taki gözü kulağı'' olarak tanımlıyor.

Komandoların bölgeye konuşlandırıldığı dönemde, bir yıl boyunca Steele ve Coffman’la çalışan General Muntadher el Samari, Steele ve Coffman için ''El ele çalıştılar. Gözaltı merkezlerinde 40 ya da 50 defa onları birlikte gördüm. Orada olup biten her şeyi biliyorlardı… işkenceleri… en korkunç işkenceleri'' diyor.

ABD’nin Irak’taki sorgu birimleri hakkında ilk defa konuşan Samari, ''her bir gözaltı merkezinin kendine ait soruşturma komitesi olduğunu, her komitede bir istihbarat görevlisi ve 8 sorgucu bulunduğunu'' iddia ediyor.

Samari, ''Komite, gözaltındakilere itiraf etmeleri için, elektrik vermek veya baş aşağı sallandırmak, tırnaklarını çekmek ve hassas bölgelerine vurmak gibi türlü işkenceler uyguluyorlardı'' diyor.

Haberde, Steele veya Coffman’ın tutuklulara doğrudan işkence uyguladıklarına dair bir kanıt olmadığı, yalnızca ara sıra işkence yapılan merkezlerde bulundukları ve gözaltına alınan binlerce kişiyle ilgili işlemlere dâhil oldukları belirtiliyor.

Samari de Özel Polis Komandolarının denetiminde olduğunu iddia ettiği işkence merkezlerinde gördüklerini anlatıyor:

''Kütüphane kolonlarından birine bağlanan 14 yaşında bir oğlan çocuğunu hatırlıyorum. Bacakları başının üstünden bağlanmıştı. Vücudu, kablo darbeleri nedeniyle masmavi olmuştu.''

'Her yerde kan gördüm'

O dönemde New York Times için çalışan fotoğrafçı Gilles Peress, Samarra’daki o kütüphanede bulunan komando merkezini ziyaret etmiş.

Peress, ''Steele’le söyleşi yapmak için kütüphanedeki odalardan birindeydik. Etrafıma baktığımda her yerde kan gördüm'' diyor.

Peress’le beraber çalışan New York Times muhabiri Peter Maass da tanık olduklarını şu sözlerle anlatıyor: ''Suudi bir cihad savaşçısı ile röportaj yaparken Jim Steele de odadaydı. Korkunç çığlıklar geliyordu. Biri 'Allah, Allah, Allah' diye bağırıyordu. Ama bu dini bir haykırıştan çok acı ve dehşet çığlıkları gibiydi.''

Guardian gazetesi, Irak’ta yaşananları, 1980lerde ABD danışmanlarının finanse ettiği, Orta Amerika’da faaliyet gösteren milis grupların insan hakları ihlalleriyle paralellik olduğuna dikkat çekiyor.

Steele’in, El Salvador’da kontrgerilla harekatına karşı mücadele eden güvenlik güçlerini eğiten Amerikan birliklerini başında olduğu hatırlatılıyor.

Petraeus’un da 1986’da Steele görevdeyken, El Salvador’u ziyaret ettiği belirtiliyor.

Daha önce, işkence olaylarına karıştığı iddialarını reddeden ve açıkça “insan hakları ihlallerine karşı çıktığını” dile getiren Steele, El Salvador ve Irak’taki rolüne ilişkin Guardian ve BBC Arapça Servisinin sorduğu soruları yanıtsız bırakmış.

Coffman da yorum yapmayı reddetmiş.

Petraeus adına gazeteye konuşan bir yetkili, “Irak’taki görevi boyunca Petraeus, Irak güvenlik güçlerinin gözaltındakilere işkence yaptığına dair iddialardan haberdardı. Her bir olayla ilgili bilgileri doğrudan ABD ordusunun komuta zincirine, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğine… ve ilgili Irak liderlerine iletiyordu” diyor.

İşkence görüntüleri TV'de

Guardian’ın haberine göre, Özel Polis Komando birliklerinin işkence olaylarına karıştığı haberi, Irak’ta bazı kurbanların ''Adaletin Ellerinde Terörizm'' adlı televizyon programına çıkıp anlatmasıyla ülke çapında duyulmaya başlandı.

CIA Eski Başkanı David Petraeus'un da danışmanları aracılığıyla işkencelerden haberdar olduğu iddia ediliyor.

Gazete, Özel Polis Birlikleri’nin gözaltı merkezlerinde, ABD ordusunun bütçesiyle alınan kameralarla programda gösterilmek üzere gözaltındakilerin görüntülerinin çekildiğini yazıyor.

Görüntüler, Irak halkının tepkisini çekince Petraeus da harekete geçmiş.
Gazeteye konuşan Samari, özel komandoların başındaki isim General Adnan Thabit’ın evindeyken, Petraeus’un ofisinden bir telefon geldiğini ve işkence görenlerin televizyon programında yayınlanan görüntülerine son verilmesini istediğini anlatıyor.

Petraeus’un özel tercümanından gelen mesajdan 20 dakika sonra da, Irak İçişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili arayıp Petraeus’un işkence görüntülerini televizyonda görmek istemediğini söylemiş.

New York’ta yaşayan Othman, Petraeus adına böyle bir telefon konuşması yaptığını doğruluyor.

Özel komandoların başındaki isim Thabit ise Amerikalıların bu görüntülerden haberdar olduğunu sanıyormuş:

“Ben ayrılana kadar Amerikalılar yaptığım her şeyden haberdardı. Sorgu sırasında yaşananları ve gözaltındakileri biliyorlardı. Hatta gözaltındakilerle ilgili bazı istihbarat bize onlardan geldi. Yalan söylüyorlar.”
Haberde Steele için şu ifadeler kullanılıyor:

"Steele gizemini koruyor. Irak'tan 2005 Eylül ayında ayrıldı ve enerji alanına girdi... Şimdiye dek medyanın ilgisinden uzaktı. Eğer Wikileaks'e milyonlarca ABD belgesi sızdıran ve şu an 20 yıl hapis cezası ile yargılanan ABD askeri Bradley Manning olmasaydı öyle kalmaya da devam edecekti."

Petraeus ve Steele, 2005 yılının Eylül ayında Irak’ı terk etmeden hemen önce Cebir Solag İçişleri Bakanlığına getirildi.

Bedir Tugaylarına yakınlığıyla bilinen Solag döneminde, işkence ve zulüm iddiaları da artmıştı.

Bu birimlerin, ölüm mangalarıyla da ilgili olduğuna inanılıyordu.

Guardian, işgal sonrası ABD ile çalışan üst düzey Iraklı yetkililerin, Petraeus’u Solag’ın İçişleri Bakanlığı’na getirilmesinin olumsuz sonuçları olabileceği yönünde uyardığını ama çağrılarının dikkate alınmadığını yazıyor.

Gazete, ''Milis güçlere maddi kaynak sağlamak ve silahlandırmak, Sünni toplumlarında terör estiren ölümcül mezhepsel bir silahlı grubu ortaya çıkardı ve on binlerce kişinin ölümüne neden olan bir iç savaşın filizlenmesine yardım etti'' yorumunu yapıyor.
BBCT

Obama: ABD-İsrail ittifakı 'ebedi'
20 MART 2013



Barack Obama, en güçlü müttefiki olarak İsrail ile yanyana durmaktan gurur duyduğunu söyledi.
Obama İsrail'e ilk kez resmi bir ziyaret düzenliyor.


Tel Aviv'e indikten sonra bir konuşma yapan Obama, duran Filistin-İsrail barış görüşmelerine de değindi ve "Kutsal topraklara barış gelmeli" dedi.
ABD'li yetkililer, Obama'nın ziyaretinden önce barış görüşmelerinin yeniden başlaması konusundaki beklentileri düşürmeye çalışmıştı.

Obama'nın İsrail temaslarında, Suriye ve İran'ın nükleer programının da gündemin önemli maddeleri olması bekleniyor.

Uzmanlar, İsrail'in Yahudi yerleşimleri inşaatı nedeniyle iki yıl önce duran barış sürecini yeniden başlatmaktan çok, bölgedeki istikrarsıztan kaygılı olduğunu söylüyor.

Obama, Ben Gurion Havaalanı'nda, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Cumhurbaşkanı Şimon Peres'le buluşmasından sonra yaptığı konuşmada "Amerika Birleşik Devletleri İsrail'le yan yana duruyor, çünkü temel güvenlik çıkarlarımız İsrail'le yan yana durmamızı gerektiriyor. İttifakımız ebedi." dedi.
Netanyahu da Obama'ya, "İsrail'in var olma hakkını tartışmasız savunduğunuz için teşekkür ederim" diyerek karşılık verdi.

Obama'nın üç gün sürecek ziyaretinde Netanyahu ve Filistin lideri Mahmud Abbas'la ayrı ayrı görüşmeler yapması bekleniyor.

Filistin ve Kudüs'te protesto

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ziyarete hazırlık amacıyla İsrail'e önceden gitmişti.

Obama başkanlığının ilk döneminde İsrail'i ziyaret etmediği için ülkesinde eleştiriliyordu.

BBC muhabiri Mark Mardell'e göre bazı gruplar bunun Obama'nın İsrail'e yeterince yakın olmadığını gösterdiğini söylüyor.
Beyaz Saray ise, her fırsatta ABD'yle İsrail "sarsılmaz bir ittifak" olduğunu vurguluyor.

Ziyaret dolayısıyla Kudüs'te ve Ramallah'ta binlerce polis memuru görevlendirildi.

Filistiniler dün Ramallah ve Beytüllahim'de Obama'nın ziyaretini protesto etti.
BBCT

Yuh Artık!... ABD Büyükelçisi Hava Sahası Kapattırdı
Yeniçağ Gazetesi
15.09.2010
(Açık İstihbarat : Boğaz'ın kıyısında padişahlık tahtına göz diken Tayyip Erdoğan'ın bu emelini hayata geçirebilmesi için boğazın diğer kıyısında ABD'nin taht kurmasına göz yumması doğaldır. Ümraniye'de bayram namazını miting vesilesi yapıp, Ayasofya'da bayram namazı kılamayacak olan Tayyip Erdoğan açısından da bu doğaldır.

Ankara'da ABD büyükelçiliğinin sokak kapatmasına ses çıkarmayan , askerinin başına çuval geçiren ülkenin büyükelçilik açılışına askeri bando yollayan omzu kalabalıklara bu haber ithaf olunur. ABD Büyükelçiliğinin Türk hava sahasına el koymasının şerefine verilecek kokteyle de bir mızıka bandosu yollarsınız artık. Size yakışır!)

------------------- Yeniçağ Gazetesi'nde Yayınlanan Haber ------------------

GÜVENLİK gerekçesiyle sokağını yaya ve araç trafiğine kapattıran İstinye’deki ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu, bu defa da İstanbul Boğazı’na uçuş yasağı koydurttu. Boğazın 2 yakasını kapsayan 43 km’lik alanda helikopter dahi uçamayacak.

ABD havamızı kapattı
Kartal yuvası olarak adlandırılan ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nu olası bir hava saldırısından korumak için İstanbul Boğazı’nı ve iki yakasını da kapsayan 43 kilometrekarelik alanda uçuş yasaklandı
İstanbul’da yalnızca Yıldız, Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayı gibi tarihi yapıları ve Küçükçekmece Nükleer Araştırma Merkezi gibi stratejik yerleri kapsayan 1500 feet’lik uçuş yasağı ilk kez Boğaz’da büyük bir alan için sürekli olarak verildi. Uçuş yasağı, 14 Temmuz 2010 günü 12.10 itibariyle, Devlet Hava Meydanları Notam Ofisi’nce tüm havayolu şirketlerine bildirildi. Yasağın merkezi için verilen koordinatlarda ise adresin İstinye’deki ABD İstanbul Başkonsolosluğu olduğu görüldü. Türkiye’de ilk kez böylece yabancı bir konsolosluğun güvenliği için 8 kilometrekaresi Boğaz sularında toplam 43 kilometrekarelik alanda uçuş tamamen yasaklanmış oldu. Polis ve askeri uçaklarla helikopterler yasak kapsamı dışında kaldı. 20 bin feet yani İstanbul üzerinden transit geçiş yapan uçaklar da yasak kapsamı dışında kalıyor.

Huber Köşkü de notamlı alanda
İstanbul üzerinde alçalmaya başlayan ve Boğaz üzerinde iniş izni için ortalama bin 500 feet yükseklikte bekleyen yolcu uçakları da notamlı alana giremeyecek. Uçuş yasağını kapsayan semtler şöyle: İstinye, Tarabya, Etiler, Kavacık, Kanlıca, Anadolu Hisarı, Çubuklu, Paşabahçe, Beykoz, Maslak, Ayazağa, Kireçburnu. Yasak denizi de kapsıyor. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile Maslak’daki gökdelenler notamlı alanda yer alırken, Boğaziçi Köprüsü ile Harp Akademileri, yasaklı alan dışında yer alıyor. Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul’daki çalışma ofisi olan Huber Köşkü için normal koşullarda sadece Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İstanbul’da olduğu sürede geçerli notam verildiği halde, bu notamla köşk de yasaklı alan içerisinde kaldı.

DHMİ’ye şikayet
Özel havayolu şirketleri, notamın sınırlarının daraltılması için DHMİ’ye başvuruda bulundu. Şirketler, İstanbul Boğazı’nın en güzel yerlerinden biri olan İstinye merkezli notam nedeniyle, yurtiçi ve yurtdışından gelen heyetlerin Boğaz üzerinde gezi taleplerini karşılayamadıklarını bildirdi. Başvuruda, ticaret, sanayi ve turistik merkez olan İstanbul’da notamın uçuşları aksattığı vurgulanarak sınırlarının tekrar gözden geçirilmesi istendi.

Uçuş yasağın, 8 kilometrekaresi Boğaz sularında toplam 43 kilometrekarelik alanı kapsıyor.

“İstanbul üzerinde uçmak imkansız”
Uçuş yasaklarını değerlendiren özel bir havacılık şirketinin yöneticisi Kaptan Pilot O.S., uçuş yasağını doğrulayarak, “Bir helikopterin İstanbul üzerinde uçması özellikle Amerikan Konsolosluğu için verilen notamla imkansız hale geldi. Notam nedeniyle Fatih Köprüsünün ötesine geçilemiyor. Yenikapı’dan Sarıyer’e uçmak mümkün değil. Notamın sınırlarının daraltılması gerekiyor” dedi.
acikistihbarat.com

ABD Büyükelçiliği önünde eylem
2 Ekim 2010
Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyesi bir grup, Türkiye'ye gelecek NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'i protesto etti.

Çeşitli slogan atarak Kurtuluş Metrosu'ndan yürüyerek ABD Büyükelçiliği önüne gelen grup, polis barikatı nedeniyle büyükelçiliğe yaklaştırılmadı. Grup adına basın açıklaması yapan TGB Genel Başkanı İlker Yücel, ''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, NATO'yu Türkiye'ye çağırdığını ve Kürt meselesine müdahil olmasını istediğini'' iddia etti.
NATO Genel Sekreteri Rasmussen'in 7 Ekimde Türkiye'ye geleceğini belirten Yücel, ''ABD'nin savaş örgütü NATO, gittiği her coğrafyaya iç savaş götürmüş, etnik çatışma götürmüş, bölünme götürmüştür'' dedi. Yücel, ''NATO'yu, üslerini ve Genel Sekreter Rasmussen'i Türkiye'de istemediklerini'' söyledi.

Yücel ile 2 kişi, açıklamanın ardından polisler tarafından göz altına alındı.

Öte yandan, Yenişehir Postanesi önünde toplanan Jose Marti Küba Dostluk Derneği üyesi bir grup ise 1998 yılından beri ABD cezaevlerinde tutuklu bulunan 5 Kübalı'nın serbest bırakılması talebiyle ABD Başkanı Barack Obama'ya kartpostal gönderdi. Star gazetesi

Şok İddia: "ABD Türkiye'yi Uyardı"
31 Ekim 2010
İngiliz Daily Telegraph gazetesi, ABD'nin füze kalkanı konusunda Türkiye'yi kapalı kapılar ardında uyardığını iddia etti.

İngiliz Daily Telegraph gazetesi, ABD'nin füze kalkanı konusunda Türkiye'yi kapalı kapılar ardında uyardığını iddia etti. Haberde ABD'nin Türkiye'nin 19 Kasım'da yapılacak NATO Zirvesi'ne kadar füze kalkanı konusunda tavrını netleştirmesini istediği belirtildi.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in bu hususta görüştükleri Türk yetkilieri 'tavırlarını belirlemeleri' için gizlice uyardıkları söyleniyor.

Gazeteye konuşan isminin gizli tutulmasını isteyen Amerikalı üst düzey bir yetkili, " Türkiye'ye füze kalkanının, Batılı müttefikleriyle ortak güvenlik düzenlemelerine bağlılığına ilişkin zorlu bir sınav niteliğinde olduğunu ifade ettik" diye konuştu. Türkiye'nin füze kalkanının komşu İran'ı hedef almamasından ve İsrail'in de bundan faydalanmamasından yana olduğu biliniyor.
aktifhaber

ABD'den İtalya'ya Türkiye çekincesi
19 Nisan 2011
ABD'nin, İtalya'nın enerji şirketi Eni'nin İran'ın Güney Pars doğalgaz sahasından Türkiye'ye boru hattı inşası için fizibilite çalışması yapmasına karşı çıktığı ortaya çıktı.

Wikileaks belgelerine göre, dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomi, Enerji ve Tarım Müsteşarı Reuben Jeffery, Eni'nin İran'daki faaliyetleri ve Rusya'nın Gazprom şirketiyle artan ilişkileri konusunda ABD yönetiminin görüşlerine ilişkin bilgi edinmek için Washington'a gelen Eni Üst Yöneticisi (CEO) Paolo Scaroni ile 6 Mayıs 2008'de bir araya geldi.

Jeffery, Scaroni'nin ''Eni'nin İran'ın Güney Pars doğalgaz sahasından Türkiye'ye boru hattı inşası için fizibilite çalışması yapması konusunda ABD hükümetinin tepkisinin ne olacağına'' yönelik, ''bu tür bir projenin İran'ı nükleer programı konusunda masaya getirilmesi için uluslararası çabalara zarar verebileceğini'' vurgulayarak karşı çıktı.

Amerika'da 11 Eylül Kuran Yakma Günü İlan Edildi
26 Temmuz 2010
Ana Haber
Amerikan kiliseleri önümüzdeki 11 Eylül gününde Amerikalıları Kur'an-ı Kerim yakmaya davet etti. İslam Online haber portalında geçen haberde bu çirkin ve aşırı çağrıya karşı Amerika Muslümanları Birliği KEYR'den sert cevap geldi.

Amerikan Kilisesi önümüzdeki 11 Eylül gününde Amerikalıları Kur'an-ı Kerim yakmaya çağırdı...

11 Eylül saldırılarından sonra 7 milyonluk Amerikan Müslümanlarının medeni haklarında kısıtlamalar yaşandığı belirtilerek, özellikle "Terörle Mücadele" kampanyası kapsamında birçok Müslüman'ın tutuklandığı, evlerine baskınlar düzenlendiği, haksız muamelelere maruz kaldığı kaydedildi.

Amerikan Kilisesi önümüzdeki 11 Eylül gününde Amerikalıları Kur'an-ı Kerim yakmaya davet etti. İslam Online haber portalında geçen haberde bu çirkin ve aşırı çağrıya karşı Amerika Muslümanları Birliği KEYR'den sert cevap geldi. KEYR önümüzdeki Ağustos ayında da Hükümet yetkilerine, gazetecilere ve Amerikan halkına Kur'an-ı Kerim dağıtacaklarını duyurdu.

Kilise Kur'an-ı Kerimi yakmaya çağırdı

Orlando Sentinal Gazetesi'nin bildirdiğine göre Florida'da bulunan bir Amerikan kilisesinin rahibi Teyri Conzi cemaat üyelerine yaptığı vaazında Kur'an'ın insanları Cehenneme sürüklediğini bunun için hak ettiği yer Cehenneme atılması gerektiğini, yakılıp yırtılmasını söyledi. Kilisenin internet sayfasında da 11 Eylül, Kur'an-ı Kerim yakma ve yırtma günü olarak ilan edilerek, bu günde kendilerinin böyle bir eylem gerçekleştireceklerini Amerikalıların da bu eyleme katılmaları çağrısında bulunuldu.

Sessis kalmayacağız

Kilisenin bundan önce de İslam'ı karalayan bir çok eylem gerçekleştirildiği bildirilen haberde, Amerikan Müslümanları Birliği KEYR'in bu tür çirkin eylemlere sessiz kalmayacaklarının altı çizildi ve Ramazan ayında Kur'an dağıtımı yaparak bu çirkin girişime karşılık verileceği bildirildi.

KEYR'in basın sorumlusu İbrahim Hubır Amerikalı Müslümanları bu girişimlerinde desteksiz bırakılmaması gerektiğinin altını çizerek, Batı'da özelliklede ABD'de İslam fobya furyasının arttırıldığına dikkat çekti.

11 Eylül saldırılarından sonra 7 milyonluk Amerikan Müslümanlarının medeni haklarında kısıtlamalar yaşandığı belirtilerek, özellikle "Terörle Mücadele" kampanyası kapsamında birçok Müslüman'ın tutuklandığı, evlerine baskınlar düzenlendiği, haksız muamelelere maruz kaldığı kaydedildi.
Milli Gazete

WikiLeaks, CIA ve Recorded Future...
Ceyda Karan
Geçen haftanın en enteresan iki haberinden ilki, 30’larında insanların internette kurduğu WikiLeaks grubunun ‘Afganistan Savaş Günlükleri’ başlığıyla açıkladıkları belgelerdi. İkincisi ise önde gelen arama motoru Google’un yatırım kolu Google Ventures ile CIA’in yatırım kolu In-Q-Tel’in ‘Recorded Future’ adlı bir şirkete yaptıkları yatırıma dair. İki vakıa da günlük yaşamımızda payı her gün artan sanal âlemin gidişatına dair insanı derin düşüncelere sevk edecek cinsten...

Atlamış olanlar için WikiLeaks olayını özet geçeceğim, zira haber genişçe çıktı. Lakin Recorded Future milletçe bu işlere ‘meraksız’ olmamızdan mıdır, nedir, küçük ve yetersiz çevirilerle geçiştirildi.

Sızıntılarda öngörülemeyecek ne var ki?

WikiLeaks, Afganistan işgalinde 2004-2009 yıllarına ait ‘çok gizli’ statüsündeki 93 bin belgeden 74 bin kadarını New York Times, Guardian ve Der Spiegel’e de sunup onların verdiği linkler eşliğinde manşetlere çıkmayı başardı. Peki ne vardı belgelerde? ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’daki sivil katliamları; Taliban’ın yenilmesinin ‘imkânsızlığına’ dair raporlar; Pakistan istihbaratının bölgede ‘daimi oyuncu’ gördüğü Taliban’la derin işbirliği; ABD’nin Taliban liderlerine suikast için gizli birlik kurması... Sızdırma, Vietnam Savaşı’nın sonunu getiren ‘Pentagon Papers’la kıyaslanır oldu olmasına da bütün bunlarda pek bilinmeyen, öngörülemeyecek bir şey de yok. Bu işe kızan ABD Genelkurmay Başkanı Mike Mullen, Wikileaks’in Avustralyalı kurucusu Julian Assange’a, Amerikan askerleri ve işbirlikçi Afgan sivillerin ölümüne yol açabilecekleri iddiasıyla ‘Elinizde kan var’ ithamı dahi getirdi. Gelgelelim New York Times muhabirleri Mark Mazetti ve Eric Schmitt, belgelerin yayımı öncesi zaten Beyaz Saray’a gidip yönetime brifing vermiş, yayımlayacaklarını bir güzel anlatmış ve sorumlu davranıp ‘ulusal güvenliğe’ halel getirmedikleri için ‘takdir’ de toplamış. Yani konvansiyonel medyanın refleksleri ‘bildiğiniz gibi’. Dikkat çekici olan, dünyadaki ‘yeni medyanın’ tezahürü WikiLeaks. Sorulması gereken geleneksel soru elbette ‘Onlara bu belgeleri kimin, hangi amaçla sızdırdığı’...

Semantik arama...

İkinci gelişme internetin giderek bilginin ‘tek kaynağına’ dönüştüğü bir dünyada, çok daha düşündürücü yanlar içeriyor. Google’ın daha önce CIA ile işbirliklerini ve kişisel bilgi mahremiyetine dair aldığı eleştirileri biliyorduk. Fakat Noah Shachtman’ın 28 Temmuz’da Wired dergisinde çıkan haberi, bize CIA’in Google’la ortaklaşa ‘Recorded Future’ (Kayıtlı Gelecek) adında 16 kişinin çalıştığı küçük bir şirkete 10’ar milyon dolar yatırdığını müjdeledi. Google, ‘semantik search’ü (semantik arama) kullanıp siteler arasında kalite sıralamasına göre sonuçları döktüğünden hiçbir arama motoru eline su dökemiyor. Google, normalde siteler arasındaki haberleşme derecesini birkaç ayda bir güncellerken, Recorded Future bunu her an yapabiliyor. Bu şirket insanların internet faaliyetlerini, aralarındaki bağlantıları on binlerce site, blog, twitter hesabını hallaç pamuğu gibi atarak ortaya dökebiliyor. Herhangi bir vakıadaki kişilerin, olayın nerede, ne vakit gerçekleştiği ve bittiğine (uzamsal ve geçici analiz) ve metinlerdeki tona (dil bilgisinden yola çıkarak yapılan hissiyat analizi) bakılıyor. Veriler arasındaki bağlantılar didiklenerek istihbarat algoritmaları kuruluyor. Ve gelecek öngörülerinde bulunuluyor.

Nasrallah, Peres, Scud...

Olaydan bahsettiğimde heyecanlanan Radikal Dış Haberler’deki ‘internet ve teknoloji gurum’ Osman Kaytazoğlu, hemen Recorded Future’un örnek istihbarat çalışmalarını bulup çıkarttı. Birisi İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in Hizbullah’ın elinde Tel Aviv’i vurabilecek Scud füzeleri bulunduğu iddiasıyla ilgili... Recorded Future, Peres’in iddiasından bir ay öncesini temel alıp interneti taramış. Hizbullah lideri Nasrallah, Tel Aviv, Ben Gurion Havaalanı, Peres, Scud gibi kodlar girilmiş. Bu kodlar değiştirilerek yeniden ve yeniden tarama yapılıp belirli bir sürede siteler arasındaki haberleşmeler, link vermeler, kullanılan üslup izlenmiş. Sonuç: ‘Hizbullah Tel Aviv’deki Ben Gurion havaalanını tehdit ediyor. Burayı ancak Scud füzesiyle vurabilir’. Yani Peres’i teyit ediyorlar...

Gelecek öngörüsü örnek çalışması ise Somali’deki İslamcı Şebab hareketinden. Daha önce Fransız barış gücü askerlerine saldırıdan hareketle bir analiz yapan Recorded Future, Şebab’ın bir sonraki hedefinin bir Amerikalı barış gücü askeri olduğunu buluyor!

Osman’ın esprisi şu oldu: “12 aylık yazılarını çıkarıp Ceyda Karan’ın sonraki yazısında hangi konuyu işleyeceğini de bulabilirler!” İşte buna pes denir!
(..)
Radikal

Amerika katliamlarına Pakistan’da ara vermedi
16 AĞUSTOS 2010

ABD, 21. Yüzyılın en büyük doğal felaketiyle boğuşan Pakistan'ı füzelerle vurdu.

Pakistan'ın, kuzey batıdaki Veziristan bölgesine ABD'nin insansız uçağı ile düzenlenen saldırıda en az 12 kişinin öldüğü bildirildi. Pakistan televizyonlarının bölgedeki güvenlik kaynaklarına dayanarak verdiği habere göre, Afganistan sınırı yakınlarındaki Miranşah bölgesinin 20 kilometre doğusunda bir eve düzenlenen füze saldırısında ilk belirlemelere göre 12 kişi öldü. Saldırı nedeniyle halk arasında korku ve panik yaşandığı, ölenlerin arasında kadın ve çocukların da bulunduğu kaydedildi.

Dawn News televizyonuna telefon ile bağlanan bir köylü, saldırının teravih namazı sırasında olduğunu söyledi. Bir güvenlik görevlisi de ölü sayısının artabileceğini belirtti.

ABD'nin insansız uçaklarının, 2008 yılından beri Pakistan topraklarında düzenlediği 110 saldırıda 1000'den fazla kişinin öldüğü ifade ediliyor. Kuzey Veziristan'ın Miranşah bölgesi Taliban ve El-kaide gerillalarının Pakistan topraklarındaki önemli merkezlerinden biri olarak tanımlanıyor. Millî Gazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Arl 07, 2017 8:21 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 21, 2015 3:53 am    Mesaj konusu: BU ÖDÜL CESARET MADALYASINI GÖLGEDE BIRAKIR Alıntıyla Cevap Gönder

EN AMERİKAN KARŞITI MÜSLÜMAN ÜLKE
24 Temmuz 2009
Türkiye'de ABD karşıtlığı bu sene de değişmedi. ABD Başkanı Barack Obama'nın ilk Müslüman ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirmiş olmasına rağmen, Türk halkındaki Amerikan karşıtlığı değişmeden kaldı.
The Pew Global Attitudes Project'in "ABD'nin İmajı" konulu son araştırmasının sonuçları Ulusal Basın Merkezi'nde yapılan bir basın toplantısıyla açıklandı.

Araştırmaya göre, Obama, gerek Türkiye gerekse de Mısır'daki konuşmaları ve İsrail-Filistin sorununa ilişkin açıklamalarına rağmen İslam dünyasında kayda değer bir ilerleme kaydedemedi. Araştırma hala Türkiye'nin en AB-D karşıtı ülke olduğunu da açıkça ortaya koydu.

TÜRKLERİN SADECE YÜZDE 14'Ü ABD'YE OLUMLU BAKIYOR

Çıkan rakamlara göre, Türkiye'de Amerika'ya olumlu bakanların oranı sadece yüzde 14. Geçen yıl yüzde 12 olarak gerçekleşen bu rakam, yüzde 2'lik bir artış gösterse de beklenilenin altında kaldı. Diğer Müslüman ülkelerinden Amerika'ya olumlu bakanların oranı ise şöyle gerçekleşti: Mısır: yüzde 27, Ürdün: yüzde 25, Lübnan: yüzde 55, Filistin: yüzde 15, Pakistan yüzde 15 ve Endonezya yüzde 63.

Rakamlar diğer ülkelerde ise şu şekilde: ABD: yüzde 88, Kanada: yüzde 68, İngiltere: yüzde 69, Fransa: yüzde 75, Almanya: yüzde 64, İspanya: yüzde 58, Polonya: yüzde 67, Rusya: yüzde 44, İsrail: yüzde 71, Çin: yüzde 47, Hindistan: yüzde 76, Japonya: yüzde 59, Güney Kore: yüzde 78, Arjantin: yüzde 38, Brezilya: yüzde 61, Meksika: yüzde 69, Kenya: yüzde 90, Nijerya: yüzde 79.

Bu rakamlara göre en büyük artış, yüzde 33 ile Fransa ve Almanya'da görüldü. En az artış ise yüzde 2 ile Türkiye ve Filistin'de gerçekleşti. En fazla düşüş de yüzde 7 ile İsrail'de ortaya çıktı.

Araştırmaya göre, Türkler, Guantanamo üssünün kapatılması kararını da olumlu karşıladı. Bu karara yüzde 51'lik destek veren Türk halkı, Afganistan'a daha fazla asker gönderilmesine ise yüzde 49 ile karşı olduğunu ortaya koydu.

MÜSLÜMANLARA GÖRE AMERİKA HALA TEHDİT

Araştırma, Obama'nın İslam dünyası ile barış yapma çabasının tam da sonuç vermediğini ortaya çıkardı. Buna göre, Müslümanlar Amerika'ya hala tehdit olarak görüyor. Türklerin yüzde 54'ü, Ürdünlülerin yüzde 48'i, Mısırlıların yüzde 51'i, Endonezyalıların yüzde 77'si, Lübnanlıların yüzde 57'si, Filistinlilerin yüzde 75'i ve Pakistanlıların yüzde 79'una göre Amerika hala oldukça endişe verici ve bir tehdit.

TÜRKLER'E GÖRE AMERİKA DÜŞMAN

Ayrıca araştırma Türklerin Amerikan halkını da çok sevmediğini gösterdi. Amerika halkını seven Türklerin oranı geçen seneye göre sadece 1'lik bir artış göstererek yüzde 14 oldu. Bu rakam bu kategorideki en düşük rakam olarak gerçekleşti. Araştırmadaki "Amerika'yı partner mi, düşman mı görüyorsunuz?" sorusunu verilen yanıt da Obama'nın İslam dünyası politikasının çok da sonuç vermediğinin başka bir kanıtı. Buna göre, Filistinlilerin yüzde 77'si, Pakistanlıların yüzde 64'ü ve Türker'in de yüzde 40'ı Amerika'yı düşman olarak görüyor. İsraillerin ise sadece yüzde 2'si Amerika'yı düşman olarak görürken, yüzde 84'ü partner olarak algılıyor.

Öte yandan Türklerin sadece yüzde 18'ine göre Amerika, Türkiye'yi partner olarak görüyor. Ayrıca Türkler Amerika'nın Türkiye'nin çıkarlarının umurunda olmadığını düşünüyor. Sadece yüzde 15'lik bir kesim Amerika'nın Türkiye'nin çıkarlarına dikkat ettiğine inanıyor. Ayrıca Türklerin yüzde 48'i de Obama döneminde de bu durumun değişmeyeceği kanısında.

TÜRKLER, ÇİN, RUSYA, AVRUPA BİRLİĞİ VE BM'YE DE GÜVENMİYOR

Araştırmada, Türklerin diğer ülkelere bakışı da ortaya koyuldu. Buna göre, Türker'in diğer ülkelere olumlu bakışı ise şöyle gerçekleşti: Çin: yüzde 16, (8 puan düşüş), Rusya: yüzde 13, AB: yüzde 22 (5 puan düşüş) ve BM: yüzde 18 (5 puan düşüş).

TÜRKLER AB LİDERLERİNE DE GÜVENMİYOR

Türklerin sadece yüzde 7'si Almanya Başbakanı Angela Merkel, yüzde 3'ü Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve yüzde 7'si de Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'e güveniyor.
aktifhaber

Mazlum-Der'den, ABD büyükelçiliği önünde eylem
ABD'nin Ankara Büyükelçiliği önüne gelen yaklaşık 15 kişilik Mazlum-Der üyeleri, yaptıkları basın açıklamasıyla 8'nci yılını dolduran Irak'taki işgal nedeniyle ABD'yi protesto ettiler. 'Irak'ta insanlar değil, insanlık ölüyor' yazılı pankart taşıyan eylemciler adına basın açıklamasına okulayan Mazlum-Der Ankara Şube Başkanı Üstün Bol, Irak'a özgürlük ve demokrasi getirmek için başlatıldığı iddia edilen bu savaşın, Irak ve Ortadoğu'ya yıkım, kaos ve ölümden başka hiçbir şey getirmediğini belirtti. 20.03.2010 ANKARA
netgazete

Bu kriz meselesi ABD başkanlarını aşıyor
Ceyda Karan
İsrail’e karşı ABD üzerinden ‘puan alma’ çabasının modası bir türlü geçmiyor. ‘Büyük ağabey’ ABD, ‘kötü kardeş’ İsrail’i paylayınca, herkes mal bulmuş mağribi gibi atlıyor: “Bakın, işte Amerikalılar bile İsrail politikalarını eleştirdi!” Zaten meselenin özü ‘Ortadoğu’daki tüm sorunların anası’ Filistin-İsrail anlaşmazlığını çözmekse, aynı labiretlerde gezinip duruyoruz...

Yine aynı terane! ABD Başkanı Joe Biden’ın kutsal toprakları ziyaretinde İsrail 1600 yeni konut inşasını açıklayınca, süreci dolaylı görüşmelerle canlandırmak isteyen Washington çok kızdı! Bu krizin ismini de, İsrail’in Amerika doğumlu yeni Büyükelçisi Michael Oren koyuverdi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, telefonda İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu ‘fırçalayınca’, Oren, “Son 35 yılın en büyük ABD-İsrail krizini yaşıyoruz” buyuruverdi! Heyhat pek de kısa sürdü ‘son 35 yılın en büyük krizi’. Önce Clinton, ardından bizzat Başkan Barack Obama, krizi yalanlayıp “İsrail ile sarsılmaz bağlarımız var” dediler!

Geçen hafta işin doğasını izaha çalışmıştım. CounterPunch’ın editörü, The Nation ile Los Angeles Times’ın da yazarı Amerikalı gazeteci Alexander Cockburn da benzer bir yorum eşliğinde ilginç anekdotlar aktarmış. “Fazla heyecanlanmayın. Asla olmayacak” diye başlıyor ve soruyor: “ABD-İsrail ilişkilerinde gerçekten kriz var mı?” Cockburn’un cevabı ‘Evet ve Hayır’: “Evet, zira dünyanın asli gücünün, başkan yardımcısının, nüfusu Los Angeles bölgesinden daha küçük bir ulus tarafından aşağılanıp aşağılanmayacağı konusunda kaygılanmaması icap eder. Hayır, zira dünyanın asli gücünün hükümetini yöneten seçilmiş siyasetçiler, ABD’deki İsrail lobisinin ölümcül korkusuyla yaşar. Bu sefer de her zamanki gibi günü ‘Hayır’ kurtaracak.”

Cockburn’ü özetlemeyeceğim. Zira o da, geçen hafta yazdığım Biden ile Netanyahu’nun aynı beyanlarından hareket etmiş. Üstüne daha iyi bir iş çıkarmış. Şu son 35 yıldaki ABD-İsrail krizlerinin güçlü Yahudi lobisi kuruluşu Amerika İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) sayesinde nasıl seyrettiğini aktarmış. Diyor ki, “Obama, Sam Amca’nın daha büyük planlarını bulandırdığı için İsrail’e karşı sabrı taşan ilk başkan değil. Clinton da telefonda kızan ilk dışişleri bakanı değil.” Şöyle ki:

* 1975’te Başkan Gerald Ford ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, İsrail’i Sina’dan çekilme konusunda Mısır’la müzakerelerin çökmesinden ötürü suçladılar. Ford, Amerikan halkına ABD-İsrail ilişkilerinin değişmesi gerektiğini anlatacağını söyledi. Sonuç: AIPAC’ın seferber ettiği 76 senatör, Ford’a ‘Elini İsrail’den çek’ mealinden bir mektup yazdı. Ford ‘elini çekti’.

* Mart 1980’de Başkan Jimmy Carter, ABD’nin BM temsilcisi Donald McHenry’nin İsrail’in Doğu Kudüs dahil işgal topraklarındaki yerleşim politikasını kınayan tasarıya müspet oy vermesinden ötürü özür dilemek zorunda kaldı. Aynı yıl haziranda, Carter, Yahudi yerleşimlerinin durdurulmasını istedi ve Dışişleri Bakanı Edmund Muskie, bunları ‘barışa engel’ diye niteledi. İsrail Başbakanı Menahem Begin, 10 yeni yerleşim planı duyurdu.

* Ağustos 1982’de Başkan Ronald Reagan, dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’dan Beyrut’u bombalamaya son vermesini istedikten bir gün sonra, Şaron yeni bombardıman emri verdi. Zamanlaması BM’de İsrail’in çekilmesini isteyen iki tasarının kabulüne denk geldi.

* Mart 1991’de Dışişleri Bakanı James Baker, Kongre’ye şöyle yakındı: “İsrail’e barış süreci için her gittiğimde, yeni yerleşimlerin duyurulmasıyla karşılandım. Bu elimizi zayıflatıyor ve çıkmaz yaratıyor.” Baker, İsrail’in yerleşim inadından o denli bezmiş ki, Beyaz Saray santralının numarasını verip İsraillilere de kamuoyu önünde “Barış hakkında ciddi olduğunuzda bizi arayın” demiş.

* 12 Eylül 1991’de Başkan George Bush Sr. İsrail’in 10 milyar dolarlık kredi garantisi talebine koyduğu vetoyu, Kongre’nin iki kanadından kafi destek sağlayarak geçersiz kılan AIPAC’a o kadar kızmış ki, kameralar önüne çıkıp, “Birtakım kudretli güçlerle karşı karşıyayım. Hill’de (Capitol) 1000 kadar lobiciye çalıştılar. Bizim bir zavallı adamımız vardı” demiş. Sonuç Yahudi seçmenler, 92 seçiminde Bush’dan yüz çevirdi.

Yakın dönemde tanıklık ettiğimiz vakıa, hatırlarsınız, Ocak 2009’da henüz Obama yemin etmemişken, İsrail’in Gazze saldırısında yaşandı. Dönemin Dışişleri Bakanı Condi Rice’ın BM’den ateşkes tasarısı çıksın diye uğraşmasına kızan İsrail Başbakanı Ehud Olmert, telefona sarılıp “Bana Bush’u bağlayın” talimatıyla ABD’nin oyunu aleyhe çevirtti. Bunu da ballandıra ballandıra basına anlattı.

“E, Obama başka” diyenlere, başkan adaylığına destek için AIPAC’ta yaptığı ve Kudüs’ü ‘İsrail’in ebedi ve bölünmez başkenti’ gördüğünü beyan eden konuşmasını anımsatmak isterim. Üşenmeyecek ilgili zevat, Obama’nın lobi karşısındaki pozisyonlarını ‘Obama’daki değişim’ (09.06.2008); ‘İsrail ne derse o olur’ (28.09.2009) başlıklı yazılarımda bulabilir. Yani üzgünüm, ama bu ‘kriz’ meselesi Amerikan başkanlarını aşıyor.
Radikal

OKUL MÜTEAHHİDİ İNTİHARA KALKIŞTI
24 Mart 2010
Kağıthane'de, 9 okulun onarımını üstlenen müteahhit Salim Pala, ihaleyi alan firmadan alacaklarını tahsil edemediği gerekçesiyle intihar girişiminde bulundu.
Onarımını yaptığı Kağıthane İstanbul Ticaret Odası Ticaret Meslek Lisesi'nin çatısına çıkan Pala, basın mensuplarına açıklama yapma izninin verilmesi karşılığında aşağı indirildi. haber10

BU ÖDÜL CESARET MADALYASINI GÖLGEDE BIRAKIR
Mehmet Ali Güller
18.06.2010

Büyük Ortadoğu Projesi emperyalist bir proje olması bakımından asla yeni değildir. Çünkü son tahlilde BOP, ABD’nin dünya liderliği projesidir. Bugün ABD’nin küresel liderlik hedefinin ismi olan ve milli devletleri hedef alan bu proje, geçen yüzyılda da yine ABD’nin küresel liderlik hedefleri için vardı ama o çağın devletleri olan çok-milletli devletleri hedef alıyordu; en başta da Osmanlı devletini…
Projenin uygulayıcısı da ABD Başkanı Woodrow Wilson’du. Wilson, 21 Ocak 1918’de, yani Osmanlı devletini paylaşım esasına dayalı 1. Dünya Savaşı’nın bitiminde, Paris Barış Konferansına giderken yanında 14 maddelik bir program ve aşağıda gördüğünüz haritayı götürmüştü… Wilson’un yanında götürdüğü program, Konferanstan 13 gün önce, 8 Ocak 1918’de açıkladığı ve tarihe Wilson prensipleri olarak geçen 14 maddeydi.

Prensiplerin 12. Maddesi Osmanlı Devleti’ni bölme-parçalama maddesiydi: “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı fakat Türk olmayan halkalara bağımsızlık verilmelidir”. Wilson bu maddelerle de yetinmemiş ve 11 Şubat gününden başlayarak verdiği bir dizi deklarasyonla programını derinleştirmiştir.
Wilson’un bizi yakından ilgilendiren bir başka yönü de İstanbul’da 4 Aralık 1918’de kurulan “Wilson Prensipleri Cemiyeti”dir. Pek çok Osmanlı “münevverinin” kurduğu bu cemiyetin temel hedefi Amerikan Mandası sağlamaktı! Öyle ki, Sultanahmet Mitingi sonrası Osmanlı münevverleri Wilson’a telgraf çekiyor ve “bugün bizi savunmanız gerekiyor” diyordu.
Ne var ki, Milli Kurtuluş Savaşı ile mandacılık da, Wilson’un Sevr’e dayanak olan haritası da, etnik ayrımcı 12. maddesi de çöpe atılıyordu.
Neden mi anımsattık tarihin bu siyah sayfasını?

DAVUTOĞLU’NA WİLSON ÖDÜLÜ
“ABD ile ilişkilerimizde altın bir işbirliği dönemi var” dedikten sonra Dışişleri Bakanlığı’na atanan Ahmet Davutoğlu, Wilson adına kurulu bulunan Woodrow Wilson Uluslararası Düşünce Merkezi’nde ödül aldı! Hem de “eksen kaydı” denilen şu günlerde..!
Davutoğlu’na ödülü “Kamu Hizmeti” dalında verildi! Wilson Merkezi Başkanı Hamilton ödül açıklamasında şu sözlerle övdü Davutoğlu’nu: “Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenmesinden bu yana, Türkiye’nin dış ilişkilerinin gelişimini hızlandırdı, uluslararası görüşmelerdeki konumunu yükseltti. Türkiye’nin dünyadaki ve bölgesindeki önemini arttırdı ve Türkiye’nin bölgesi ile ilişkilerini güçlendirmesini destekledi. Doğu ile batı geleneklerini kucaklamanın önemine dair keskin anlayışla birleşen başarıları, ona hatırı sayılır ün kazandırdı”.
ORTADOĞU BİRLİĞİ, BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’DİR!
Davutoğlu’nun başarısı (!) her şeyden önce Erdoğan’ın eşbaşkanlığını yaptığı BOP’un bölge faaliyetlerini kotarmasından geçti. BOP’un en önemli bölge faaliyeti de kuşkusuz kimilerinin “yeni-Osmanlıcılık” dedikleri ama aslında BOP’un ta kendisi olan “Ortadoğu Birliği”dir!
Bildiğiniz gibi Türkiye-Suriye-Ürdün-Lübnan dörtlüsü geçtiğimiz günlerde, Davutoğlu’nun ismini Ortadoğu Birliği koyduğu, “serbest ticaret bölgesi” kurdu. Birliğin diğer üyesi ise Kuzey Irak’tır! Davutoğlu Ortadoğu Birliği’nin ilanından hemen önce Barzani ile “tam ekonomik entegrasyon” anlaşması yaptı. Hedef, siyasi entegrasyon! Böylece BOP’un temel hedefi olan “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı gerçekleşmiş olacak!
Davutoğlu, Ortadoğu Birliği’nin önşartı olarak şu sacayağının kotarılmasını sağladı öncelikle: “İsrail’le kontrollü gerilim”, “Araplarla zoraki dostluk” ve “İran’a manevra daraltma”.
Bu sacayak Obama’nın Erdoğan’a 13 Nisan 2010 zirvesinde çizdiği hedefle uyumluydu: “Türkiye’nin Ortadoğu’da önemli bir oyuncu olmasını ve bu konuda işbirliği yapmasını istiyoruz”.
Bu sacayak, Davutoğlu’nun altını çizdiği “Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak” söylemiyle tam uyumluydu.
Erdoğan ve Davutlu ikilisi bu hedef doğrultusunda bir yandan Arap dostluğu kazanabilmek için İsrail’le gerilimi tırmandırdı, bir yandan bölge liderliğine soyunabilmek için İran’dan rol çaldı, bir yandan da İran’la dirsek teması içinde Tahran’a diplomatik kontrol uyguladı ve manevra alanını daralttı.
Odatv.

Haçlı kuşatması!
25 Mart 2010
Müyesser YILDIZ

Türkiye AKP Anayasası sayesinde yeni bir kamplaşmaya sürüklenirken, “Haçlı kuşatmasını” tamamlayacak tarihi(!) kararlar alınıyor.

Irak seçimlerinden kelimenin tam anlamıyla “kaos” çıktı. Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı ve Kerkük üzerinde büyük savaşlar yaşanıyor. Böyle bir ortamda, “Barzani Kürdistanı”nı tanıyıp, Irak’ın bölünmesini kolaylaştıracak olan Erbil başkonsolosluğumuzun açılmasına sayılı günler kaldı.

Bunun öncesinde ise Barzani yönetiminden “bakan düzeyinde” Ankara’ya ilk resmi ziyaret gerçekleşti. Türkmen kökenli, T.C. vatandaşı ve merhum İhsan Doğramacı’nın yeğeni olsa da Barzani’nin Sanayi ve Ticaret Bakanlığını yapan Sinan Çelebi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Erbil ziyaretiyle artık psikolojik eşiğin aşıldığını hatırlatan ve “Ekonomi gelişirse, sorunların çözümü kolaylaşır” diyen Çelebi, Ankara-Erbil arasındaki gerginliğinin aşılmasını da şöyle açıkladı:

“Sadece Ortadoğu değil dünya değişiyor. Milyonlarca insanın öldüğü savaşları yapan Avrupalılar birleşti. Türkiye dünyaya açılarak itibarını katladı. Türkiye ile işbirliği yapmak düşman olmaktan çok daha iyi. K. Irak da bunu anladı artık.”

Türkiye’nin Erbil Konsolosluğu’nun hizmete girmesini, “Konsolosluk güvence demek. Türkiye’ye bakış açısı olumlu yönde sürekli artıyor” sözleriyle değerlendiren Çelebi, iki ülke arasındaki vizelerin kaldırılması gerektiğini de söyledi.

Öte yandan Erbil havaalanı ile ilgili de önemli gelişme oldu. Türk firmaları tarafından inşa edilen bu havaalanına THY’nın doğrudan uçuşlar yapacağı açıklanmıştı. Cumhurbaşkanı Gül de Barzani’nin Bakanı Çelebi’yi kabulünde, çalışmaların hızlandırılması ve uçuşların en kısa zamanda başlatılması talimatı verdi.

İçeride Siyasi Partiler Yasası’na eklenen bir maddeyle, siyasi partilerin seçim çalışmalarında ana dilde propaganda yapmasına imkân verilmenin ne anlama geldiğini ve nereye varacağını ise “TBMM ateşle oynuyor” başlıklı haberimizde anlatmıştık.

Soykırım iftirasında AİHM’e gitmek

Diğer önemli gelişmeler, Ermeni tezleri cephesinde yaşanıyor.

İsveç Başbakanının, “kararı kabul etmiyoruz” açıklaması ve “soykırım” iftirasının belki gelecek yıl düzeltilebileceği yönündeki “şahsi sözleri” üzerine, Büyükelçimizin bu ülkeye gönderileceği söyleniyor. Oysa Türkiye tarihi, Batılı devlet adamlarının verdiği “sözlerden” dolayı yediği kazıklarla dolu. Ayrıca seneye kim öle, kim kala? Kaldı ki, bu ülkedeki siyasi partiler İsveç Başbakanı’nın, “Parlamentonun kararını kabul etmiyoruz” sözleri üzerine suç duyurusunda bulundu.

Daha vahimi Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin’in dün, “soykırım” iddialarının AİHM’e götürülmesi seçeneği üzerinde de durduklarını açıklamasıdır. AİHM’in bugüne kadar Türkiye hakkında ne kadar haksız ve hukuksuz kararlara imza attığı, acaba daha anlaşılmadı mı ki, “soykırım” iftiraları konusunda farklı bir karar bekleniyor? O iftiralar konusunda görüş ve kararları ortada olan ülkelerin temsilcisi AİHM yargıçlarının, ülkelerinin bu genel politikasının farklı davranması mümkün müdür?

Ve dahi, “soykırım” iddialarının uluslararası yargıya taşınması Ermenistan ve Batılıların ezeli talebi değil mi? Sanki kendi teziymiş gibi AİHM’e gitmeyi gündeme getiren Türkiye, niçin ve kimin adına bu planı kolaylaştırmaktadır?

“Haçlı Paketini” toparlamaya çalışırken, tarihi(!) bir kararın haberi daha geldi. Van Valisi’nin teklifi üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar Kilisesi’nde yılda bir gün ibadet yapılmasını onaylamış!..

AKP’nin iki numaralı ismi Hüseyin Çelik ve AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın yeşil ışık yaktığı, Akdamar’a “Haç takılması” işi de yakında gerçekleşecek demektir!..

Bu tabloya bakınca, “AKP Cumhuriyeti”nin kurulması anlamına gelen o Anayasa paketinin, “demokratik” Batı tarafından nasıl olup da böylesine can-ı gönülden desteklenip, alkışlandığı daha iyi anlaşılıyor değil mi?
aktifhaber

DOLMABAHÇE BOP’UN “DERGAHI” OLDU
22.03.2010
Başbakan’ın hafta sonu açılım kahvaltıları için kullandığı Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisleri bu aralar ilginç toplantılara ev sahipliği yapıyor.

Ağırlıklı olarak Gülen Cemaati’nin yurtdışı konuklarını ağırladığı anlaşılan toplantılar önceki hafta odatv.com’dan duyurduğumuz ve John Esposito’nun da katıldığı bir seminerle başlamıştı.
Araştırmalarımıza göre; Milli Saraylar’a ait olduğu halde Başbakanlığa devredilen Dolmabahçe Sarayı’nın bu ofisleri artık her ay İslam Konferansı Örgütü’nün “Dinler Arası Diyalog” Konulu seminerlerine tahsis edildi.

(..) Yandaş akademisyenleri, ABD’deki lobicilerini Dolmabahçe’de Başbakan’a tahsis edilen mekanda misafir edecek. Bunun izninin hangi makamdan alındığı ve TBMM’ye bağlı olan Milli Saraylar’ın hangi belge ile artık varlığı bile tartışılan Büyük Ortadoğu Projesine hizmet verdiği, eski CIA ve MI6’cıları ağırladığı ise ayrı bir tartışma konusu.

Kısacası, işgal altındaki İstanbul’da nasıl işgal komutanları Dolmabahçe’de ağırlandıysa, Amerika ve İngiltere istihbaratıyla ilişkili isimler de bu dönemde Dolmabahçe’de ağırlanır oldular.
Odatv.com

Bu faaliyetler can yakar
14 Mart 2010
Terör saldırıları yeniden başlarken, “Kürt Açılımı” konusunda da bazı girişimler yapılıyor.

Yıllardır Doğu ve Güneydoğu’yu “arşınlayan” yabancı diplomatların, açılım sürecine verdiği destek açıklamalara da yansıyor. Bu hafta içi “Amerikalı Diplomatların Güneydoğu Faaliyetleri” kitabının özel baskısı piyasaya çıkacak olan Avaztürk Haber Koordinatörü Ceyhun Bozkurt’la gerek bu diplomatların yaptıkları çalışmaları gerekse de açılım sürecinin analizini yaptık.

Yabancı diplomatların faaliyetleri her zaman gündemde olmuştur. Siz bu faaliyetleri kitaplaştırmayı düşündünüz. Neden?

Kitapta da belirttim. Mesleğe başladığımdan bu yana dikkatimi çeken çok önemli bir nokta vardı. Adı geçen ülkenin diplomatları her alanda karşımıza çıkıyordu. Cargill meselesi vardı hatırlarsınız. Hala da tartışılır. Konu ile ilgili ABD Büyükelçisi’nin Tarım Bakanlığı’nı ziyaretlerini görürdüm. Gider, Bakan’dan Cargill konusunu lehlerinde çözülmesini isterdi. Bir bakardım başka bir yerde başka bir konu. Yine aynı diplomatlar. Ama Doğu ve özellikle de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sürekli bir ziyaretler, temaslar zinciri var.

Sonuçta bu ülkede görev yapıyorlar ve bu nedenle bilgi alabilmek için temaslar gerçekleştiremezler mi?

Diplomatik temaslara kimsenin itirazı olamaz. Elbette ki görüşebilirler. Ancak bakın 2005 yılında o dönemin DEHAP İl Başkanı Mehdi Öztüzün çıkıp şunu söyledi: Amerikalılar gelip bizden, ayrılıkları ön plana çıkarmamızı, Barzani’ye yakınlaşmamızı istiyor. Şimdi bu görüşmenin ötesinde bir yıkıcı faaliyete girer. Yani bulunduğunuz ülkede, o ülkenin aleyhine bir takım girişimler anlamına gelir. Yine hatırlayın Mersin’de Türk-Arap İşadamları Derneği’nin eski başkanı, görevdeyken ABD’nin itirazına rağmen Türkiye ile Suriye ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı için baskıyla, görevden alındı. Şimdi olay bu boyuta taşınınca diplomasi değil, yıkıcı faaliyet olarak nitelendirilebilir.

Türkiye’de görevlendirilen diplomatların ortak özelliği ne?

Türkiye’de görevlendirilecek diplomatlar çok önemli isimler. Bu diplomatların önemli bir özelliği bir şekilde ABD istihbaratında görev almaları. Bunu rahmetli Ufuk Güldemir ABD Çevik Kuvvet’ini anlattığı kitabında söylüyor. Mesela Abramowitz’in adı Ankara’dan ayrıldıktan sonra CIA’nın başkanlığı için geçmişti. Ayrıca bu diplomatların birçoğunun önemli bir özelliği, ABD’ye döndükten sonra çok önemli görevlere yerleştirilmeleri. Commer’den bu yana böyledir. Marc Grossman, Mark Paris, Eric Edelman gibi isimlerin bugün bulundukları görevleri hatırlayın. Ya ABD Savunma Bakanlığı’nda, ya ABD Dışişleri Bakanlığı’nda üst düzey yönetici olmuşlardır. Bu da Türkiye için seçilen diplomatların, belli bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Şimdiki Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in de Obama’dan önceki başkan olan Bush’un Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı olduğunu da unutmamak lazım.

Aslında Avrupalıların da faaliyetleri dikkat çekici. Özellikle Avrupa Birliği’nden yetkililerin bazen Ankara’dan önceki ilk durakları Diyarbakır veya başka bir Güneydoğu ilimiz oluyor. Siz neden sadece Amerikalıları ele almışsınız.

Evet. Avrupalılar da bu konuda çok ilgili. Hatta kulağımıza gelen duyumlara göre Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin içinde, AB bürosu bile var. Ancak ABD’nun bu konuda farklı bir yönü var. Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni takip eden, o bölgelere yönelik örtülü operasyonlar yapan bir Konsolosluğu var: Adana Konsolosluğu. Burada görevli dipolmatların görev alanı Doğu ve Güneydoğu Anadolu. Tabii Kahramanmaraş, Mersin gibi illerimize de gidiyorlar. Ama bakın Mersin, Irak’ın kuzeyindeki yapıyı ekonomik olarak ciddi anlamda besleyen bir kent haline getirildi. Mesud Barzani’nin paravan olarak kurdurduğu şirketlerin Mersin Serbest Bölge’deki ağırlığı son yıllarda konuşuluyor. Ayrıca bu kentimiz büyük oranda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan aldığı göçle terör örgütü için bir potansiyel militan cenneti haline geldi. O insanlarımız, adeta terör örgütünün kucağına atıldı. Bunun da altında farklı nedenler var. Yine Kahramanmaraş’ta bazı ilçelerde Kürt kökenli yurttaşlarımız yaşamakta. Yani birilerinin planladığı etnik ve mezhepsel ayrıştırma politikaları için bir potansiyel. Bu nedenle Konsolosluğun, Amerika merkezli ortaya çıkan haritaları gerçekleştirme için ciddi çalışmalar yaptığını görürüz.

Kitabınız ilk yayımlandıktan sonra Türkiye bir açılım sürecine girdi. Bu süreçte bu faaliyetlerin ne gibi bir etkisi oldu?

ABD’nin James Jeffrey öncesindeki Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un bir ifadesi var. Bir röportajında diyor ki: Ben ülkemin çıkarları için tabii ki temaslar, görüşmeler gerçekleştireceğim. Evet haklı. Ülkesinin çıkarları için bu görüşmeler yapılıyor. Kitapta anlattığımız görüşmeler de bu çıkarlar içinde değerlendirilebilir. O zaman ABD’nin çıkarı ne onu bulmak lazım. ABD’nin 1991 öncesi ve sonrası politikalarında önemli bir değişiklik var. Aslında 100 yıldır değişmeyen Doğu meselesi, Soğuk Savaş nedeniyle rafa kaldırılmıştı. O dönem gerek Kuzey Irak’ı gerekse Güneydoğu’yu genellikle Sovyetler bir silah olarak kullanıyordu. Ancak 1991’de soğuk savaşın tamamen sona ermesiyle birlikte ABD, Ortadoğu’ya yöneldi. Zaten 1980’lerle birlikte Ortadoğu’ya yönelmişti. 1991’le birlikte yönünü tamamen çevirdi. Avrasya coğrafyasına geçmek için Ortadoğu’yu kontrol etmek zorundaydı. İşte bu kontrol konusunda Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin bölünmesiyle oluşturulacak kukla bir devlet kritik bir eşik. Burayı ikinci bir İsrail gibi görebiliriz. Burayı üs olarak kullanacak olan ABD, buradan önce Kafkasya, ardından da Avrasya’ya sıçramayı planlıyor. İşte bunun için yaklaşık 20 yıldır süren büyük bir mücadele var. Son 20 yıla baktığınızda, soğuk savaşta müttefik olan Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD arasında amansız bir mücadele görürsünüz. ABD’nen 90’lı yıllarla birlikte geliştirdiği politika, Türkiye’nin bu konuda taviz vermesi üzerinedir. Yani federasyonu kabul etmesi, ulus-devletten vazgeçmesi vs. Silahlı Kuvvetler bu plana en başından itibaren karşı çıkıyor. İşte açılım da buna tam oturuyor.

Biraz açar mısınız?

Silahlı Kuvvetler Kuzey Irak’taki yapıya karşı, terörle mücadele halk ile teröristi ayırarak mücadele veriyor ve bitirmeye kararlı. Hatta 1995-1999 arasında terör örgütünün adeta beli kırılmış vaziyette. Türkiye’nin içinde barınamıyorlar, Irak’ın kuzeyinde de, sınır ötesi harekatlarla darbe üstüne darbe yiyorlar. ABD bir çıkış yolu buluyor ve Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ediyor. Aslında Türkiye bunu bir fırsat olarak kullanabilir, kendi kozuna çevirebildi. Ancak ne tür bir protokol imzalanıyorsa, işte terör örgütünün siyasallaşmasının önü açılıyor. Irak’ın işgaliyle birlikte, bir dönem Türkiye’nin korkusundan adım atamayan peşmergeler de güçlenince, hem PKK hem de Irak’ın kuzeyindeki yapı güçleniyor. Ancak Silahlı Kuvvetler yine yukarıda söylediğimiz plana engel. İşte burada saldırı başlıyor.

Saldırı derken neyi kastediyorsunuz?

Dağlıca baskınını. Ben açılım sürecinin başlangıcı olarak Dağlıca baskınını görüyorum. Bakın, saldırısı sonrası 8 eri almak için Kandil’e giden DTP’lilerin içinde yer alan Aysel Tuğluk sadece bir gazeteye çok önemli bir açıklama yaptı. Dedi ki “8 eri almaya giderken barışa bir katkı sunacağımızı düşünerek bir heyecan duymuştum. Kandil’de, uluslar arası bir kurgunun parçası olduğumuzu görünce o heyecanım gitti”. Bu çok önemli bir açıklamadır. Bu açıklama çok yansıtılmadı, üzerine gidilmedi. Neydi bu uluslar arası kurgu, kimse deşmedi. Dağlıca saldırısı sonrası Amerika’dan ilk açıklama, bu işin siyasi çözümünün önemi yönünde oldu. Siyasi çözümden kasıtları açık. Sonrasında 5 Kasım 2007’de ABD Başkanı Bush ile Başbakan Erdoğan bir görüşme yaptı ve bazı konularda anlaşmalar yaptılar. Bir de baktık ki, o güne kadar Türkiye için tehdit olarak görülen peşmerge yönetimiyle siyasi temaslar hızlandı. O dönem Bush ile Başbakan arasında varılan anlaşmanın bazı maddeleri basına yansıdı. O maddelerin tek tek hayata geçtiğini gördük. Sonrasında da bir açılım sürecinin içine daldık. Açılımın başlangıcı ile bu gelişmeleri ayrı tutamazsınız.
avaztürk

Amerikayı Karıştıran Fetva!
Fetva konusunda en yüksek otorite kabul edilen Amerikan Müslüman Yargısı Asemblesi, Türkiye'yi de yakından ilgilendiren bir fetva çıkardı, Amerika karıştı.
10 Mart 2010
World Net Daily'nin haberine göre AMJA, online olarak yayınladığı fetvada Müslüman ülkelerde görev yapan Amerikan askerlerine gıda ve her türlü yardımın yasak olduğunu ilan etti. Özellikle bu kuralın Afgansitan ve Amerikan askerlerinin görev yaptığı diğer müslüman ülkelerde geçerli olduğu belirtildi. Amerikalılar, "Ne yani ülkede yaşayan Müslüman kesim Askerlerimize yardım etmeyecek mi?" diye ayağa kalktı.
aktifhaber

ABD önderliğindeki haçlı koalisyonu koalisyonu Suriye'de kabul ettiğinden çok daha fazla sivil öldürüyor
03 Eylül 2015

Sendika Org'un haberine göre; ABD önderliğindeki haçlı koalisyonunun öldürdüğü sivilleri kabullenmediği, öldürülen sivil sayısını düşük gösterdiği bildirildi.

BuzzFeedNews tarafından yapılan haberde, ABD önderliğindeki koalisyon bombalamaları sebebiyle Suriye'de çok sayıda sivil öldüğü, ancak bunların ABD tarafından reddedildiği aktarılıyor.

ABD tarafından Suriye'nin kuzeyinde gerçekleştirilen bir saldırıda 3, 5, 6, 7 ve 8 yaşlarındaki 5 çocuğun öldüğü belirtilirken, ölen çocukların 21 yaşındaki Talha Amouri tarafından bulunduğu belirtiliyor.

Suriye İnsan Hakları Ağı'nın (SNHR) ABD'nin 242 sivili öldürdüğünü söylediği bildirilen haberde, Airways isimli bir projeyleyse sivil ölen 86 olay tespit edildiği, bu olaylarda da 280 ile 340 arasında sivilin öldüğünün görüldüğü söyleniyor.

Ancak saldırıları yürüten ABD'nin, sivil ölümlerinden yalnızca birini kısmen kabullenerek 2 küçük kızın öldüğü bir olay için kendilerinin yapmış olmasının "olası" olduğunu açıkladığı bildiriliyor.

ABD'nin Halep'te bir köyü vurarak 60 sivili öldürmesi örnek gösterilerek buna benzer pek çok olay olduğu aktarılan haberde, ABD'nin sivil ölümlerini kabullenmemekte ısrarcı olduğu, ancak sıklıkla yanlış hedeflerin vurulduğu duyuruluyor.
Haber 93

ABD'den Osmanlı'ya Hakaret
ABD Başkanı Barack Obama ve Amerika Başpiskoposu'nun bu sözleri çok tartışılacak.
10 Mart 2010
ABD Başkanı Barack Obama, Yunanistan Bağımsızlık Günü dolaysıyla Beyaz Saray'da özel bir resepsiyon verdi. Sözde Ermeni soykırımı oylaması sırasında takındığı tutum nedeniyle Türkiye'nin tepkisini çeken Obama, Osmanlı'dan bağımsızlığı getiren kanlı Yunan isyanını 'demokrasinin beşiğinde demokrasiyi yeniden temin etmek için verilen mücadele' olarak tanımladı.

Resepsiyonda konuşan Yunan Ortodoks Kilisesi'nin Amerika Başpiskoposu Demetrios da, Osmanlı ordusunu acımasız olarak niteledi. Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, Amerika ziyaretinin ikinci gününde ABD Başkanı Obama ile Beyaz Saray'da bir araya geldi. Basına kapalı olarak gerçekleştirilen görüşmenin ardından yine Beyaz Saray'da Yunanistan'ın Bağımsızlık Günü dolaysıyla bir resepsiyon verildi. Resepsiyona, Obama ve eşi Michelle Obama'nın yanı sıra Yunan Başbakanı, din adamları, bazı kongre üyeleri ve çok sayıda davetli katıldı.

Obama'nın Asya gezisi dolaysıyla öne alınan resepsiyonda konuşan Papandreu, ekonomik krizi atlatmak için ne gerekiyorsa yapma sözü verdi. ABD Başkanı'na Balkanlarda istikrarın temini, Kıbrıs sorunun çözümü ve Türk-Yunan ilişkilerinin güçlendirilmesi gibi konularda verdiği destekten dolayı teşekkür eden Papandreu, "Yunanistan, her türlü zorbalık ve baskı yönetimine karşı ortak adalet arayışında ve dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirebilmek için, Amerika'nın yanında yer almaya devam edecektir." diye konuştu.

"ACIMASIZ OSMANLI ORDUSU"

Papandreu'dan sonra konuşan Yunan Ortodoks Kilisesi'nin Amerika Başpiskoposu Demetrios ise kanlı Yunan isyanını överek, 'sıradan insanları olağanüstü savaş planlayıcıları haline getiren, Osmanlı'nın deneyimli kumandanlarını yenen zekaya' teşekkür etti.

Demetrios şöyle konuştu: "Yüzyıllar boyunca kudretli ve acımasız Osmanlı İmparatorluğu'nun işgali altında yaşadıktan sonra, zorlukla bir araya gelmiş devrimci Yunanlıların sayısı, büyük ve iyi organize olmuş Osmanlı askerlerinin karşısında çok azdı, silahımız yoktu ve bazı Avrupa ülkeleri bize düşmanca tepkiler veriyordu. Tüm bunlara rağmen, 1821'in kahramanları imkansızı başardı. Büyük bir imparatorluğu yenerek 4 asır boyunca yabancı hükmü altında yaşadıktan sonra yeni bağımsız Yunanistan'ı kurmayı başardılar."

EKÜMENİK PATRİKHANE

Obama'ya din özgürlüğü ve Ekünemik patrikhanenin var olma hakkını desteklediği ve bu desteği görevinin ilk yılında sürekli olarak dile getirdiği için teşekkür eden Demetrios, geçen seneki kutlamalar sırasında, Kıbrıs'ın birliği ve Makedonya'nın adı gibi hala çözüm bekleyen sorunların halledilmesine yönelik Obama'ya verdikleri sözleri yenilediklerini dile getirdi.

KANLI YUNAN İSYANINA OBAMA ÖVGÜSÜ

Obama ise konuşmasında hakkındaki sözlerinden dolayı Başpiskopos Demetrios'a teşekkür etti. Yunan isyanını öven Obama, "189 yıl önce başka bir piskopos, dağlardaki bir manastırda ağaya kalktı, Yunan bayrağını eline alarak bağımsızlık ilan etti ve demokrasinin beşiğinde yeniden demokrasiyi temin etmek için mücadeleye başladı. (Burada) sadece kısa bir anı kutlamayacağız aynı zamanda Yunanistan ve halkını tanımlayan o ruhu da hatırlayacağız." dedi.

189 yıl önce Amerikalı Yunanlıların okyanusu aşarak Yunan bağımsızlık savaşına katıldıklarını vurgulayan Obama, günümüzde de iki ülke arasındaki ilişkilerin halen güçlü olduğunu belirtti. Obama, "Başbakan Papandreu buradayken Yunanistan'ın, güvenlik ve bölgesel istikrar alanında yaptıklarına, Kıbrıs'ta kalıcı barış çabalarına ve Başbakan'ın Türkiye ile ilişkileri geliştirmek için gösterdiği kişisel çabalara teşekkür etmeme izin verin. Liderliğiniz için teşekkür ederiz." diye konuştu.

YUNAN İSYANI

Yunanlıların Bağımsızlık Savaşı olarak adlandırdığı isyan 1821 yılında başladı. Binlerce sivil Türkün öldürüldüğü isyan Yunanlılara bağımsızlık getirdi. Yunanlılar, Osmanlı idaresi altında bağımsızlığını ilk elde eden halk oldu. Osmanlı'nın dağılmasında ayrı bir role sahip olan isyan sırasında, ele geçirilen yerlerde Türklere karşı kitlesel katliamlar yapıldı. Tripolis şehrinde 30 bin, Navarin'de de 3 bin Türk, kadın-çocuk ve erkek katledildi.
BUGÜN

Dolmabahçe'de, Kötülük İmparatorluğu ABD'nin Başkan yardımcısı Biden protestosu!
21 Kasım 2014

Karşı gazetenin haberine göre; Kötülük İmparatorluğu ABD'nin Başkan Yardımcısı Joe Biden'in Türkiye'ye yapacağı ziyareti protesto için Halkın Kurtuluş Partisi üyesi gençler Dolmabahçe'de eylem yaptı.

Halkın Kurtuluş Partisi üyesi eylemci gençler; "İnsan Soyunun en büyük düşmanı ABD emperyalizminin temsilcisi Joe Biden ülkemizden defol" yazılı pankart açtı. "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi", "Katil ABD ülkemizden defol" sloganları atan grup, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne yürümek istedi. Geniş güvenlik önlemi alan polis, grubun yürüyüşüne izin vermedi.

Grup adına basın açıklamasını Pınar Akbina okudu. Biden'e karşı atılan sloganların ardından grup eylemini sonlandırdı.
Haber 93

ABD, her zaman olduğu gibi..
5 Mart 2010
Burhan Özfatura

'Türk halkı, ABD yönetiminden nefret etmekte, çok haklıdır'
1977 yılından bu yana; Ekonomik Rapor/ Yeni Asır/ Türkiye/ Dünya ve Gözlem gazetelerinde, binlerce yazım çıktı. 33 yıllık bu süre içinde, tek bir yazımda bile ABD’nin dost olduğunu, güvenilebilir bir müttefik olduğunu, dile getirmedim. Aksine; ABD’nin stratejik müttefikler yalanı bir tarafa, en yakın düşman olduğuna; bu Ülke’ye karşı çok müteyakkız olunması gereğine, inandım.

Hayat zinciri, daima beni haklı çıkardı;

1- Çocukluğumuz, Kore harbinin heyecanı ve üzüntüleri ile geçti. Gurbette, (hiç gereği yok iken, ABD hatırına) çok sayıda şehit ve yaralı verdik.

En çok şehit verdiğimiz Kunuri savaşlarında, çembere düşmemize, korkak bir ABD subayının ihaneti sebep oldu.

2- Demokrat Parti dönemi, CHP zulmünü sona erdirdi. Ancak, ABD hegemonyası başladı. Başta silâh sanayi olmak üzere, ağır sanayiyi terk ettik. Demiryolu yerine, (ABD arabaları satılsın diye) karayoluna ağırlık verdik. NATO’nun hamalı olduk. Silahlanmaya, milli gelirimize göre, çok ağır oranlarda kaynaklar sarfettik.

Neticede, merhum Menderes, Rusya ile biraz yakınlaşmak isteyince, 27 Mayıs- Yeniçeri İsyanı gerçekleştirildi. Genç Osman gibi, Menderes ve iki arkadaşı (hukuk ve ahlâk dışı biçimde) asıldı.

3- 27 Mayıs sonrası, tüm ihtilal ve darbeler de, ABD’nin emir ve talimatları çerçevesinde icra edildi.

4- Uçkuru gevşek Kennedy; Küba krizinde, Türkiye’yi inanılmaz biçimde kullandı ve sattı.

5- Üniversite döneminde, Johnson denen; nezaketten habersiz herifin mektubu, gururumuzu kırdı/ kalbimizi kanattı.

6- Kıbrıs harekatında, ABD’nin Yunan yanlısı tutumu; Kissinger’in fesatlıkları ve (guya NATO müttefiki) Türkiye’ye uygulanan ambargolar, unutulmaması gereken kötülüklerdir.

7- Hepimiz biliyoruz ki, PKK denen terör örgütü, ABD ‘nin taşeronudur. (Ve de İsrailin) Çekiç gücün yediği herzeleri anlatmak için, ciltler yetmez.

8- Türkiye’deki sağ-sol/ Alevi- Sünni/ Laik- Dindar vb. ihtilaflarını körükleyen, kanatan da ABD’dir. Barış Gönüllüsü adı altında gönderdikleri ajanların kötülükleri de saymakla bitmez.

9- Çuval Olayı’nı unutmak ve hazmetmek, zaten mümkün değildir.

10- Türk ekonomisini; Kemal Dervişleri/ IMF ve Dünya Bankası ile, bu hale düşüren de, ABD’dir.

11- Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinin tümü ABD kaynaklıdır.

12- Osmanlı döneminde de,imparatorluğu parçalayan faaliyetlerin başında; tahrikleri ile, kolej ve misyonerleri ile, Ermeni/ Kürt vb. unsurları kışkırtmaları ile, ABD’nin düşmanca çalışmaları gelmektedir. Vilson Prensipleri denen uydurmaların asıl hedefi, Osmanlı’yı parçalamaktı.
İhanet ve düşmanlıkları, saymakla bitiremem.

- Elbette, benim husumetim, ABD halkına değil, yönetimlerinedir. Zira, ABD halkı, 2 tüketim ekonomisinin” zincirleri ile bağlanmış, köle gibi çalışmak zorunda olan; yönetimde hiçbir etkisi olmayan (bu yüzden seçim sandıklarına bile pek gitmeyen) zavallı bir kitledir. ABD’yi Yahudi asıllı belirli aileler ve sahip oldukları uluslar arası karteller yönetmektedir. Başkanlar da bunların kuklası durumundadır.

- Niteki, soykırım vb. konulardan ABD halkının haberi bile yoktur. Onlar, iş ve aş peşindedirler. Dış ilişkiler Komisyonu, Temsilciler Meclisi, Senato vs. belirttiğim azınlığın oyun sahalarıdır.

- Dış ilişkiler komisyonundaki oylama rezaletini; ermeni kuklası başkanın soytarılıklarını, beraberce izledik. Bu satılmış, sabit fikirli tiplere, hangi gerçekleri anlatabilirsiniz? Bunlar bilgisiz, vicdansız, lobilerin uşağı tiplerdir. Olayın demokrasi ile, insan hakları ile ilgisi yoktur.

Kaldı ki; ABD bu kadar insan hakları düşkünü ise, önce Kızılderilileri nasıl yok ettiklerinin ve Vietnam/ Irak/ Afganistan/ Meksika/ Orta Amerika katliamlarının hesabını versin. Niçin, uyuşturucu ticaretini CİA’nin yönettiğini açıklasın.

Oylama, sonucu baştan belli idi. Her türlü tezgah kurulmuştu. Amaç, devamlı olarak, Türkiye’yi “Soykırım” hezeyanı ile tehdit etmek; ABD çıkarları için kullanmaktır.

“ Yahudi Lobisi, bu yıl çalışmadı, onun için kaybettik” lafı da geçersizdir. Zaten, bu oyunun senaristleri Yahudi lobileridir. Bu sayede, devamlı olarak, Türkiye’den büyük rakamları sızdırmaktadırlar.

Şimdi; Askeri ve sivili/ İktidarı ve muhalefeti/ Özel sektörü ve sendikası ile, birlik olma ve şahsiyetli davranma günüdür.

- Biz; ABD olmadan önce de vardık. (kısa bir süre sonra) ABD batınca da varolacağız. Kendimize güvenelim yeter. Kimseye ihtiyacımız yoktur. Kimseden korkumuz da olmamalıdır. (ABD uyduluğu sona ermelidir)

- İktidar ve muhalefet, müşterek biçimde ve kararlı bir tavır sergilemelidir. Büyükelçimizi, istişare için değil, temelli, geri çağırmalıyız. ABD ve İsrail ile olan (özellikle silah alımı ile ilgili) ihaleleri iptal etmeliyiz.

- Sn. Başbakan, Nisan ayında yapacağı ABD seyahatini iptal etmelidir. Ne kendisi, ne de Sn. Cumhurbaşkanı, zırt-pırt ABD’ye gitmemelidir.

- Dış politikada ve ekonomide, ABD bağımlılığını terk etmeliyiz. NATO içinde de, aldığımız kadar vermeliyiz.

- Medyadaki, ABD ve İsrail hakimiyetine son vermeliyiz.

AKP’yi ciddi bir imtihan beklemektedir. Şahsiyetli bir duruş sergilenmesi şarttır… İlk yapılması gereken, Ermeni protokolünü, yırtıp atmaktır.

Türk halkı, ABD yönetiminden nefret etmekte, çok haklıdır.
Aktifhaber

Füze kalkanında yeni adres Türkiye ve İsrail
28 Ağustos 2009
ABD’nin, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze kalkanı kurmaktan vazgeçerek bunun yerine Türkiye ile İsrail’i düşündüğü öne sürüldü

Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesini başlıca öncelik olarak gören ABD, Rusya’nın karşı çıktığı füze kalkanı projesinde geniş çaplı değişikliğe gidiyor. Füze kalkanı için lobicilik yapan Riki Ellison, Polonya’da yayımlanan Wyborcza gazetesine yaptığı açıklamada, Amerikalı generallerden gelen işaretlerin, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze üsleri kurmak yerine başka çözümler aradığını gösterdiğini belirtti. Ellison, Obama yönetiminin, birçok küresel sorunun, Rusya ile işbirliği yapılarak kolayca çözülebileceğine inandığını ve Rusya’nın tezlerine daha fazla önem verdiklerini belirterek, bu hedefe ulaşabilmek için de çok şeyden fedakarlık yapabileceğini kaydetti.

BALKANLAR DA GÜNDEMDE

Obama yönetiminin, alternatif olarak füze kalkanını savaş gemilerine yerleştirmeyi veya Türkiye ve İsrail’deki üslere ya da Balkanlar’da bir yere kurmayı düşündüğü belirtildi. Bush yönetiminin gündeme getirdiği füze kalkanı projesi, ABD Rusya ilişkilerini germişti. • DIŞ HABERLER
Stargazete

Ellerine sağlık: Türk Gençleri İstanbul'da ABD askerlerinin başına çuval geçirdiler



Karadeniz’de yapılan NATO tatbikatından dönen ve dört gündür İstanbul Sarayburnun’da bekleyen USS ROSS (DDG71) adlı ABD savaş gemisi askerlerinin başına Türkiye Gençlik Birliği üyeleri çuval geçirdi.

Sabah saatlerinde Eminönü’nde gerçekleştirilen eylemde TGB’liler 3 Amerikan askerinin başına çuvalı, “Yanke Go Home”, “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” sloganlarıyla geçirerek üzerine kanı simgeleyen Kırmızı boya attı. TGB’nin bu eylemine çevredeki vatandaşlar da destek verdi.

İŞTE O GÖRÜNTÜLER (VİDEO): http://www.milliyet.com.tr/Milliyet-Tv/video-izle/Istanbul-da-ABD-askerlerinin-basina-cuval-gecirdiler-KTdPi5R5EV07.html

TGB’liler çuval geçirme eylemi sırasında Amerikan askerlerine yaptığı açıklamada, “ABD ordusunun bir üyesi olduğunuzu az önce beyan ettiniz. Sizleri katil olarak tanımlıyoruz. Topraklarımızdan defolup gitmenizi istiyoruz ve şimdi sizi protesto hakkımızı kullanıyoruz” ifadelerini kullandı. Bunun üzerine Amerikan askerleri de “Tamam gidiyoruz” dedi. Türkiye Gençlik Birliği üyeleri bu eylemi, Dünya Anti-Emparyalist Gençlik Birliği’ne armağan etti.

ABD'li üç asker akşam saatlerinde ifade için emniyete getirildi.

ABD büyükelçiliğinden 'çuval' açıklaması

TGB üyelerininEminönü’nde Amerikan askerlerinin başına çuval geçirmesinin ardından ABD büyükelçiliği açıklama yaptı.

ABD'nin Ankara Büyükelçiliği; Karadeniz’deki NATO tatbikatı sonrasında dört gündür İstanbul Sarayburnu’nda demirleyen USS ROSS (DDG71) adlı ABD savaş gemisinde görevli 3 askerin başına Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri tarafından çuval geçirilmesine, twitter üzerinden tepki gösterdi.
ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nin twitter hesabında, bugün şu mesajlar kaleme alındı:

*Türkiye’yi ziyaret eden üç Amerikalı askere yapılan saldırıyı gösteren videoyu son derece çirkin bulduğumuzu ifade ediyoruz.

Karadeniz’deki NATO tatbikatı sonrasında dört gündür İstanbul Sarayburnu’nda demirleyen USS ROSS (DDG71) adlı ABD savaş gemisinde görevli 3 askerlerin başına Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri çuval geçirdi. Olayla ilgili 12 kişi gözaltına alındı.

ABD Büyükelçiliği protestoyla ilgili "Türkiye’nin misafirperverliğine saygısızlık" yorumunda bulunup olayı kınarken, TGB de "misafir umduğunu değil, bulduğunu (gi)yer" diye cevap verdi.

PERİNÇEK'TEN AÇIKLAMA

TGB'nin eylemiyle ilgili bir açıklama da İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'ten geldi. TGB'yi eylemden dolayı kutlayan Doğu Perinçek "Biz Türk milleti olarak ABD ile düşmanlık istemiyoruz. Ancak dostluk için ABD’nin iki koşula saygı göstermesi gerekiyor; Bir: Vatanımızı bölemezsiniz! İki: Cumhuriyetimizi yıkamazsınız!" dedi.

İşte o açıklama:

"ARKADAŞLARIMIZI KUTLUYORUZ"

Bu satırlar yazılırken, İşçi Partisi Öncü Gençlik İstanbul yöneticileri ve üyeleri olan bir grup arkadaşımız, çuval eylemi nedeniyle gözaltına alındılar. Gençlik yöneticilerimiz, Emniyet ifadelerinde, şiddet eyleminde bulunmadıklarını, ABD’nin Türkiye’yi bölme girişimine karşı gençliğin duruşunu gösterdiklerini belirttiler.

Arkadaşlarımızı kutluyoruz. Gençlik, görevini yapmaktadır. Onlara bugün bütün milletimiz güven duymaktadır.

ZAMANLAMA TAM YERİNDE

Başa geçirilen çuvala baktığımız zaman, bu eylem 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilmesine bir yanıt olarak görülebilir. O yönü de var kuşkusuz.

Ancak eylemin zamanlaması dünden çok bugünle ilgilidir. ABD askeri artık Türkiyemizle cephe cepheye gelmiştir. Ayn El Arap’ta ABD bombardımanı PKK’yı kurtarmak içindir. PKK ise, Türkiyemizi bölmeye kalkan terör örgütüdür.

Genelkurmay Başkanı, daha birkaç gün önce, dış güçlerin Türkiye’de kalkışmalar tertiplemesine karşı hazır olmak gerektiğine işaret etti. ABD yetkilileri ve uzmanları ise, artık Türkiye’yi hedef aldıklarını açık açık söylüyorlar.

KILIÇLA GELİYOR

ABD Büyükelçisinin çuval eylemi üzerine yayınladığı açıklamada, Türk halkının konukseverliğinden söz ediliyor. Doğrudur. Bizim halkımız elinde gülle gelenleri gülle karşılar. Ama kılıçla gelen, çuvala değil kılıca da hazır olmalıdır.

ABD artık Türkiye’nin üzerine kılıçla geliyor. Hem sınırdan silah gösteriyor, hem de içerden. Bu durumda çuval, tarihsel bir uyarı olmaktadır.

ABD, Suriye’de yenildi. Ayn El Arap’taki piyon savaşında bir kez daha yenildi. Üçüncü bir yenilgi daha istiyorsa, Türkiye bunu başaracak birikime fazlasıyla sahiptir. Türkiye’nin direnci bir başka olur. Bunu herkes bilmektedir kuşkusuz.

Bölücü terörü silahla ve her imkanla desteklediğini her gün ilan eden ABD’nin bu süreci güle oynaya götürebileceğini düşünmesi büyük yanılgı olur. Türkiye barışçı yoldan bölünemez, silahla da bölünemez. Bunu anlayacaklardır.

ABD, artık başta Türkiye olmak üzere Batı Asya ülkelerinin toprak bütünlüğünü kabul etmek durumundadır.

Kabul etmezse, sonuçlarına katlanacaktır.
haber93

SONER YALÇIN: Diyorlar ki, “Türkiye’ye GDO’lu pirincin girmesi yasak!”

2012 yılında Mehmetçik’e GDO’lu pirinç yedirdikleri ortaya çıktı…
İftar sofralarının vazgeçilmezi pilav.

Meşhur manidir: “Ramazan geldi ulaştı/ Sofralar doldu taştı/ Davette pilav yoktu/ Birden iştahım kaçtı.”

Müslümanlar pirincin -tıpkı gül gibi- Hz. Muhammet’in nurundan yaratıldığına inanır; yerken salavat getirirdi. Yeniçeri pirinçsiz sefere çıkmazdı…

Rahmetli halamın eşi Çorum Osmancıklı idi; çeltik tarlaları vardı. Kıl çuvallar içinde pirinç gönderirdi. Annem “göz hakkı” diye yarısını komşulara dağıtırdı.
Ekimi- bakımı zor olan pirinç pahalıydı; Edirne, Tosya, Osmancık, Gönen gibi çok az yerde yetiştirilirdi.

Pilav genellikle şehir sofralarında olurdu. Anadolu köylüsü bulgur yerdi. (I. Dünya Savaşı’nda pirinç kıtlığı olunca İstanbullu bulgura “Enver Paşa Pirinci” adını verdi!)

Bugün kişi başı ortalama 9.3 kilo pirinç tüketiyoruz. 1980 yılında 3.2 kilo idi!
Nüfus her geçen yıl artıyor.

Tüketim her geçen yıl artıyor.

Planlı ekonomi döneminde Türkiye bu durumu hesap eder; ve yaptığı tahlile göre yatırımlarını geliştirirdi.

Çeltik alanlarını neden büyütüp geliştiremedik? Üreticisi sayısını niye çoğaltamadık?

Kimler “tarımda yapısal reform” yalanıyla yerli üretimi bitirme noktasına getirdi? Köylüyü “sadakacı” gösterdi? Küresel devlere kimler yutturdu?

Yılda ortalama 400-500 bin ton pirinç üretiyoruz. 300-350 bin ton pirinç ithal ediyoruz. (Bunun minik bölümü tohum.)

Hem çeltik hem pirinç dış alımını yaptığımız ülkelerin başında ABD olması şaşırtıcı mı?

Oyun kurucular belli…

ROCKEFELLER ENSTİTÜLERİ

Buğdayın genetiğiyle kim oynadı; 20. yüzyılın en zengini Rockefeller!
Mısırın genetiğiyle kim oynadı; 20. yüzyılın en zengini Rockefeller! (Bu işte ortağı ABD Başkan Yardımcısı Henry Wallece idi.)

Soya… Pamuk… Kanola…

Ve pirincin genetiğiyle kim oynadı; 20. yüzyılın en zengini Rockefeller ve 21. yüzyılın en zengini Bill Gates!

Gates bu işlere yeni girdi. Pirinç çalışmalarına ilk maddi katkı sağlayan Rockefeller Vakfı idi. Onu yalnız bırakmayan diğer “küresel yardımsever” Henry Ford Vakfı oldu.

Rockefeller nasıl buğday için Meksika’da “araştırma enstitüsü” kurdu ise, pirinç için de Filipinler‘de “araştırma enstitüsü” kurdu: “Uluslararası Pirinç Araştırma Merkezi” (IRRI). Yıl, 1962 idi. (Keza. 1967’de Kolombiya’da “Uluslararası Tropik Tarım Merkezi” (CIAT) ve Nijerya’da “Uluslararası Tropikal Tarım Enstitüsü (IITA) kuruldu.)

Rockefeller övünüyordu:

“Rockefeller Vakfı olmadan tarımın küresel dönüşümünü hayal etmek neredeyse olanaksızdır.”

1960’lı yıllardaki “pirinç araştırma” çalışmalarının merkezi IRRI idi. İş büyüdü. Bu kez “Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu” (CGIAR) kuruldu. Fakat hepsinin üstüne “şemsiye” gerekiyordu; BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Bankası “projeye” dahil edildi. Hedefleri “Açlığın Fethi” idi.
1966’da “IR-8” melez pirinç üretildi. Öyle bir tanıtımı yapıldı ki, Filipinler’den Hindistan’a IR-8 tohumu bankalarda, mağazalarda satılmaya başlandı! (Hindistan 1966 yılında Ulusal Tohumculuk Yasası’nı kabul etti. Pirincin anavatanı Hindistan’ın pirinç tohum ithalatının 20 bin tonunu Rockefeller ve Ford vakıfları karşıladı.)

Bitmedi…

EY MÜSLÜMAN

Yıl, 1984.

Rockefeller, tarım biyoteknoloji alanına, “Uluslararası Pirinç Biyoteknolojisi Programı (IPRB) ile girdi. “Zaten” diyorlardı, “1940’lardaki moleküler çalışmalarımızla bu işe ilk adım atan biziz!” Cornell Üniversitesi, Stanford Üniversitesi, Purdue Üniversitesi, Belçika’daki Ghent Devlet Üniversitesi ve Hollanda’daki Leiden Devlet Üniversitesi dahil olmak üzere kurumlara büyük bağış yaptı. Yaklaşık 30 ülkeden 700’in üzerinde uzman programa katıldı.
500 milyar dolar harcandı…

Pirincin 1988’de DNA haritası elde edildi; ve 1990’da ilk deneysel genetik dönüşüm gerçekleştirildi. 7 bin yıldır ekilen; ve Asya’da tam 140 bin çeşidi bulunan pirinç türünün sayısı 6′ya düşürüldü. Nergis bitkisinden (kimine göre mısırdan) iki adet gen ile, bir bakteriden alınan gen pirinç DNA’sıyla birleştirmişlerdi. Buna “Altın Pirinç” dediler. TIME dergisi 2000 yılında kapağında şu yalan başlıkla çıktı: “Bu pirinç bir yılda bir milyon çocuğun hayatını kurtaracak.”

“Altın Pirinç” patenti dışında, “bakteriye dayalı pirinç”, “böceğe dirençli pirinç”, “tane büyüklüğü sağlayan pirinç” gibi GDO’lu farklı pirinçler ortaya çıkarıldı.
Küresel şirketler patent elinde bulunan bu pirinçleri dünyaya sattı/satıyor. Alıcılardan biri Türkiye! AKP, 2006 yılında ithal pirince kota uygulamak istedi. ABD tarafından Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet edildi. Kotayı kaldırdı.
Diyorlar ki, “Türkiye’ye GDO’lu pirincin girmesi yasak!” 2012 yılında Mehmetçik’e GDO’lu pirinç yedirdikleri ortaya çıktı.

Yani…

Değerli Müslüman kardeşim iftar sofrasındaki pirincin, Hz. Muhammet’in nurundan yaratılmadığını, Rockefeller’ın elinden çıkma olduğunu bilerek kaşık salla.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/hz-muhammetin-nuru-mu-dediniz-1892167/
Odatv.com

Rus gazeteci ABD ile alay etti: Türkiye'nin düşmanı Suriyeli Kürtleri destekleyen Amerika'ya aferin
20.06.2017

Rus devlet televizyonu Rossiya 1'de yayınlanan Voskresenniy Veçer programının sunucusu Vladimir Solovyov, Washington'un kendi müttefiği Ankara'nın yerine Suriyeli Kürtleri desteklemesine anlam veremediğini belirtti.

Canlı yayında konuşan Solovyov, ABD ile alay ederek şu ifadeleri kullandı: "Türkler bölgede Suriyeli Kürtlerin en büyük örgütlenmesi olan PYD/YPG'yi terörist ve bir numaralı düşman olarak görüyor. Ortada şöyle bir durum var: Amerika, NATO'dan müttefiğinin (Türkiye) düşmanını destekliyor. Aferin, ilkelerine derinden bağlı insanlar."

'BÖLGEDE BÜYÜK SAVAŞ ÇIKABİLİR'

Solovyov açıklamalarına şöyle devam etti: "Suriye'de son günlerde yaşanan gelişmeler çok çok tehlikeli. Büyük savaşa neden olabilir. ABD savaş uçakları Suriye uçağına saldırdı. Üstelik Washington güç gösterisi yapmak için bunu yaptı. Bunun ardından Rusya 'Suriye hava sahasındaki kazaları önleme memorandumu' kapsamında ABD'yle yapılan işbirliğini askıya aldı. Durum çok ciddi."

Programda konuşan Rus uzmanlar da, bölgede Suriyeli Kürtlerin tamamen ABD'nin kontrolünde olduğunu savundu.
Sputnik

Dikkat İHA düşebilir!
20 Ağustos 2017



Adana’da önceki gün düşen bomba yüklü ABD İHA’sı ile ilgili Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı emekli Hava Tümgeneral Beyazıt Karataş Aydınlık’a konuştu

ERSİN EROĞLU
Adana’da önceki gün düşen bomba yüklü ABD insansız hava aracı (İHA), gözleri yeniden ABD’nin Türkiye’deki askeri ve istihbarat faaliyetlerine çevirdi. Adana’nın Ceyhan ilçesine düşen İHA’nın PKK/YPG’ye istihabarat bilgisi sağladığını ifade eden Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı emekli Hava Tümgeneral Beyazıt Karataş, ABD’nin bölgedeki faaliyetlerine de dikkat çekti.

TARLAYA DÜŞTÜ

17 Ağustos gecesi ABD askerlerinin kullandığı İncirlik Üssü’nden kalkan İHA, kalkıştan kısa bir süre sonra alev alarak yere çakıldı. Saat 22.15’te meydana gelen olayda ABD Hava Kuvvetleri’ne ait ‘MQ-1 Predator’ modeli silahlı İHA, alevler içinde düştüğü tarlada kısa süreli yangına da sebep oldu. İHA’nın düşmesinin ardından yeniden gündeme gelen ABD’nin Türkiye’deki üslerde gerçekleştiridiği faaliyetleri Aydınlık’a değerlendiren Karataş şunları söyledi:

‘SONRADAN BOMBA YÜKLENDİ’

ABD’ye ait İHA’lar Türkiye’ye 2011 yılının Ekim ve Kasım aylarında geldi. İlk gelen İHA sayısı üçken daha sonradan bu sayı dörde çıkarıldı. İHA’ların amacı sözde IŞİD’e karşı mücadele etmekti. ABD’ye ait bu İHA’lar Türkiye’ye ilk geldiğinde sadece silahsız uçuyordu. Bunun sebebi o dönemde artan kamuoyu tepkisini azaltmaktı. Olayın soğumasının ardından İHA’lar silahlı uçmaya başladı.

‘TÜRKİYE’DE DÜŞEN ÜÇÜNCÜ ABD İHA’SI’

Karataş, Adana’da düşen İHA’nın Türkiye’de düşen ilk ABD İHA’sı olmadığını belirtirek, “2011’den beri bu düşen üçüncü ABD İHA’sı. İlk İHA 19 Ekim 2015’te Hatay’da, ikincisi 3 Şubat 2016’da Adana’nın Karataş ilçesinde, son İHA da Adana’da düştü” dedi.

Karataş, düşen son İHA’da yüklü olan bombaların neden patlamadığını da şöyle açıkladı: “Eğer tapalar kurulu olsaydı bu bombalar patlayabilirdi. Ancak bu tapası kurulmayan bombaların patlamayacağı anlamına gelmez. Bomba yüklü bir İHA’nın her zaman patlama ihtiamali vardır.”

‘PKK/PYD’YE İSTİHBARAT VERİYOR’

Karataş, ABD’nin hava faaliyetlerinde PKK/PYD’ye destek verdiğini vurgulayarak, “Amerika bu terör örgütlerinin kara gücü olduğunu açıkça söylüyor. Müşterek operasyon yürüttüğü bu terör örgütü ile sahada da birlikte hareket ediyor. Dolayısıyla bu örgütlerle her yönden işbirliği içinde. İncirlik’ten, Diyarbakır 8. Ana Jet Üssü’nden kalkan uçaklar PKK/ PYD ile istihbarat paylaşımı yapıyorlar” ifadelerini kullandı.
İlk kurşun

Aydın Engin hem nalına,hem mıhına vurmuş: AKP’nin ‘Reste rest’ tutumundan antiemperyalist cevher süzmeye çalışanlara şaşırıyorum
11 Ekim 2017



"Başlık, fark edeceğiniz üzere AKP Reisi’nin üslubundan esinlenerek kondu"

* Aydın Engin

Başlık, fark edeceğiniz üzere AKP Reisi’nin üslubundan esinlenerek kondu. Diplomasi alanında da kullanmaya başladığı bu “ince” üslubun yüzlerce örneği var. Bazen Barzani’ye, bazan Irak Başbakanı İbadi’ye, bazen “eski kardeş”, sonra “hasım”, şimdilerde galiba yeniden kardeş Beşşar Esad’a bu ince diplomatik üslupla seslendiğine çok tanık olduk:

- Sen kimsin yaaaa!.. Bir kere sen benim kalitemde değilsin... Şuna bak be!..

Anlaşılan şimdi AKP Reisi el yükseltiyor, bu gidişle sıra galiba Trump’a geliyor. Yakında “Eyyy Trump efendi, bir kere sen benim kalitemde değilsin” derse kim şaşırır?
Ben şaşırmam...

Trump, ABD’nin tepesine çöktüğünde bayram eden, umut dolu paragraflar döktüren AKP medyasındaki “gazetecimtraklar”ın şimdi birdenbire antiemperyalist kesilivermelerine de şaşırmadım.

Ama görüşlerimiz arasında büyük ya da küçük farklar olsa bile “sol”da yer aldıklarını düşündüğüm kimi kalem ya da sosyalist siyaset erbabı arasında da Trump yönetiminin vize çıkışına karşı AKP’nin “Reste rest” tutumundan antiemperyalist cevher süzmeye çalışanlara şaşırdım, şaşırıyorum...

AKP elebaşılarının Erbakan çizgisini terk edip “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı ve iktidar olduğu günden bu yana ülkemizde küresel sermaye ile tam bir bütünleşme içinde olduğu Tırmık’ta birkaç kez vurgulandı. İslami sosa bulanmış bir serbest piyasa ekonomisi (“vahşi kapitalizm” diye de okuyabilirsiniz) 15 yıldır bu ülkede tek başına iktidar.
Bu iktidarın 15 yıl boyunca küresel sermayenin başkenti ABD’nin dümen suyundan ayrıldığına ilişkin ciddiye alınır bir tutumuna da rastlamadık. Kimi “eski” ya da “eskimiş” solcuların Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin İsrail karşıtı söylemlerini (=discourse) öne çıkarıp “Türkiye’de bir iktidar ilk kez ABD’ye rağmen İsrail’e karşı çıktı” cümleleri kurup AKP iktidarına alkış tutmalarına güldük geçtik (Gülüp geçmek yerine başka sözcükler de kullandık ama onları buraya yazamam).
***

Ama Trump’ın, zifiri karanlık ilişkiler içinde olduğu anlaşılan T.C. yurttaşı bir ABD konsolosluk görevlisinin tutuklanmasına karşı patlattığı vize yasağının ardından AKP iktidarının geri adım atmak bir yana yasağa yasak, lafa lafla cevap vermeyi yeğlemesinden antiemperyalist bir tutum bulup çıkarmak herhalde Lenin’in kemiklerini sızlatmıştır...
Sosyalizm hedefini bir yana bırakmış bir antiemperyalizm elbette milliyetçilikten ibaret kalır. Antiemperyalizm, sosyalizm kuruculuğuna giden yolda bir ara aşamadır ve ondan ibarettir; sosyalizm hedefinden arındırılamaz.

Emperyalizm, kapitalizmin “son aşaması” diye tanımlanmıştı. Şimdi ise küreselleşmiş sermaye gerçeğine kapitalizmin “en son aşaması” denebilir.

Ama ne denirse densin, bu tartışma ne kadar derinleştirilirse derinleştirilsin AKP iktidarı ile Trump yönetimi arasındaki itiş kakışta antiemperyalist bir tutum aramak olsa olsa arayanları gülünç kılar.

Dönün yazının başlığına: Ne antiemperyalizmi be!..

_____________________________________________________________

Bu yazı Cumhuriyet.com.tr'den alınmıştır
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ekm 11, 2017 7:24 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Nis 26, 2017 9:45 pm    Mesaj konusu: AMERİKA DENEN KÜRESEL SERSERİ Alıntıyla Cevap Gönder

AMERİKA DENEN KÜRESEL SERSERİ
Burhan Halit KOŞAN
28 Nisan 2017

TALİH SENDEN YANA OLABİLİR, AMA ÖLÜM TARAFSIZDIR!

Zürafa boynu tasavvufun, bıçak sırtı olan VAHDET-ÜL VÜCUD güzergâhınıinşa eden ve bağdaş kurup oturarakfidesini diken Beyazıt-ı BESTAMİböyle ferman eyledi.

Pirin fermanı, hoş geldi, safa geldi, başım gözüm üste geldi. Derdimize derman, yaramıza merhem oldu. Bizde, Yamalı mintan, altı delik potinimizle yürüdük, vardık kapısına,el bağlayıp baş eğdik eşiğine, eyvallah dedik. Eyvallah!

Batılın yaveri, vahşetin merkezi, şiddetin başkenti, iblisin askeri, sapkınlığın odağıve karanlığın başatı olan Washington’a yapacağımız bu seyahatte katledilen Kızılderililerve tüm yerli halklar şahidimiz Beyazıt-ı BESTAMİ öncümüz olsun.

Âdem peygamberin tövbe ettiği lisan ile konuşan Türk milletine ihanet edenler gibi, köhnemiş ve örümcek ağı tutmuş malumatlar ile kakafoni- kuru gürültü çıkarmayacağız.

Mevzuumuzu Amerika’nınkatliam ve soykırımları, kuzey güney savaşı,KuKlux Klan kısaca KKK çetesi, kolonyalist kültürü, küresel ticarette altınınyerine doların dolaşımı için çevirdiği dolapların hikâyesi veya dünyayı sömüren yedi kız kardeşin işlediği cinayet safarileri veya gizli CIA deneyleri ile FBI tarafından işlenen vahşi cinayetler de şekillendirmeyecek.

Makalemizi Amerika’nın petrol haracına bağladığı Arabistan sürtüğü ile arasında geçen fantezilerini anlatarak kafaları karıştırmayacağız. Mevzuumuzu Amerikan ekonomisinin dengesini bozan Ferman SALMANOV meselesi, Bolivya’dan Kafkaslara uzanan enlem ve boylam içinde katlettiği yurtseverler ile gezegenin her yerinde ülkesini seven vatanseverlere karşı örgütlediği paramiliter çeteler veya örgütlediği haydutlar eliyle gerçekleştirdiği başarılı/başarısız darbe girişimleri gibi malumatlar da makalemizi yönlendirip şekillendirmeyecek.

İslami düşünceyi ve mücadeleyi ‘’ÖTEKİNE’’ endeksli hale getiren ve başkalarının müdahalesi olmadığı zaman uyku modunda olanlar gibi hareket etmeyeceğiz. Bizi tahrik etseler de, tahrik etmelerse de, tek silahımız olan sözümüzü söyleyeceğiz, şimdilik!

Âdem peygamberin tövbe ettiği lisan ile konuşan yoksul bir Türk olarak Sadece ve sadece hakikati dillendirip, gerçeği ifade edeceğiz.

Bu kısa veya uzun girizgâhtan sonra, nefret kutbumuzun başatı olan Amerika’nın kör ve sorumsuz oligarşisinin düşünce yapısını şekillendiren yoz ilkeleri ile hoyrat azgınlığına değinmeye başlayalım.

Amerika, gezegenimizin felaketine sebep olan bütün problemlerin ve tüm sıkıntıların tanığı değil, şahidi değil, mazlumu değil, biricik suçlusu ve tek sanığıdır. ABD politikasının ana hatları hiçbir zaman birdenbire değişmez. ABD başkanı ile Kongre denetimi bir partiden diğerine geçtiği durumlarda dahi keskin bir yön değişimi kesinlikle olmaz, olmayacaktır da.

Devasa işlem hacmi ile dünya ticaretini tedirgin eden ve ürkütücü silahlarıyla insanlığın başına bela olan Amerika’yı anlamak için istismarcı karakterini iyi kavramalıyız. ABD karakterinin birincil özelliğinin OYUN TEORİSİ isimli genetik şifresinde gizli olduğunu bilmeliyiz.

Bu teorem her ne kadar üçüncü dünya vatandaşları ve bir kısım medya teröristi tarafından matematik teoremi veya iktisatta davranış biçimi olarak anlatılsa da, reel hayatta insanı ve bir ülkeyi ilgilendiren her konuda ABD tarafından uygulandığını görmeliyiz.Takdir edersiniz ki biz burada iktisatta ki davranış formatı ile matematik alanında ki rakamlar ve harfler bağıntısına veya edebiyatta George ORWELL tarafından yazılan distopya isimli eseri ile oyun teorisi arasında ki muhteşem ilişkiye değinmeyeceğiz. Bizim bütün derdimiz ve bütün ıstırabımız;dünyanın başına musallat olan bu ABD belasının, varlığını sürdürdüğü müddetçe insanlığın ve güzel vatanımızın risk altında olduğunun/olduğumuzun bilinmesidir.

Evet, şimdi gelelim oyun teorisi denen dalaverenin ne olduğuna.

OYUN TEORİSİ NEDİR?

Oyun teorisi ister insani ilişkilerde, isterse devletlerarası/ülkelerarası ilişkilerde olsun ikiyüzlü olmaya hizmet eder. Bu oyun, iyinin ve kötünün birbirinden ayırt edilemeyen dansı ile başlar.Olmayacağı an gelinceye kadar diğer ülke/ülkelerin yöneticileri ile bürokrasisine kendini o kadar çok sevdirir ki imhası planlanan-programlanan o ülkenin tek dostu İMİŞ gibi veya o ülkenin en yakın müttefiki İMİŞ gibi davranır. Bu davranışı ciddiye alan Devletin-ülkenin yöneticileri ve bürokrasisi Amerika’ya olan sadakatleri yüzünden karşı çıktıklarında dahi vatanı ve ülkesinin çıkarlarına ters şekilde hareket etmeye mahkûm ve mecbur kalırlar. İşte OYUN TEORİSİ budur ve bu oyunda tek amaç çıkarlarına odaklanma ve kazanmak amaçlanır.

OYUN TEORİSİ denen bu baş belası meselenin delillerine geçmeden önce emperyalist ABD kâfirinin ruh haletini anlatan bir kıssayla çay molası verelim.

Hz. İsa efendimiz ile ilgili meşhur bir hikâyedir: Çok çok sevdiği eşeğini, bulurum ümidiyle bir ömür aradığı halde bulamadan can veren adamın kemiklerine, Hz İsa efendimiz “İsm-i A’zâm” duasıyla nefes buyurunca adam ayaklanıverir. İlk sorduğu soru “eşeğim nerede?”Olur.

Bu hikâyeden de anlaşılacağı gibi dirilmesinde ki mucizeyi idrak etmek yerine eşeğini arayan adamın aşağılar aşağısı süfli nefsinin devletleşmiş hali, yansıyan ülke karşılığının ABD emperyalizmi olduğu konusunda tüm vatanseverlerle mutabıkız diye inanıyorum. Şimdi, evet şimdi sıra geldi OYUN TEORİSİ denen bu baş belası oyunun sahtekârlardan ve fırıldaklardan kurulu saz heyetinin argüman ve enstrümanlarının neler olduğunu beraberce öğrenmeye.

OYUN TEORİSİNİN ARGÜMANLARI NELERDİR?

Medya terörü, manipülasyon-hileli yönlendirme, yanıltıcı Lisan, yaratıcı caydırıcılık, entrika, blöf, kazandırarak aldatma, finans oligarşisi, spekülasyon–vurgunculuk, ürkütücü silah tehdidi, askeri üsleri, militarist politikası, asalak yağmacılığı, sömürgecilik restorasyonu ile pentagonun emrinde çalışan uyuşturucu kartelleri ve savaş tacirliği gibi hiçbir ahlaki ve erdemi olmayan onlarca konu başlığı ve enstrümanı ile desteklenen OYUN TEORİSİ denen bu denklemin bütün yöntemleriyle insanlığa ve vatanımıza saldırdığını unutmayalım.

Konu sofistike ve karmaşık olsa da üşenmeyeceğiz, ertelemeyeceğiz, vazgeçmeyeceğiz ve her alanda yılmayacağız savaşmaktan; Bizler ancak ve ancak direniş öneren İslami ilkeler, çalışmak kurtarır prensibi ve en önemlisi BAŞYÜCELİK istikametinde yürümekle kazanabiliriz. Başarısızlık diye bir seçeneğimiz kesinlikle yok.

Lüks kompartımanda konforlu yolculuk etmeyi seven insanlar olarak beyin jimnastiği niyetine sizleri katil ve kâfir düşmanımızın karanlık çehresini biraz daha tanımaya davet ediyorum. Şimdi gelin hep birlikte OYUN TEORİSİ isimli denklemin birkaç argümanına beraber göz atalım.

ASALAK YAĞMACILIĞI:Gezegenin yakıcı kavurucu sıkıntılarının müsebbibi olan emperyalist Amerika yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürdüğü zaten malumunuzdur. Oyun teorisinin asalak yağmacılık şıkkının yoksul ülkelerin entelektüel zekâlarını, akıllı ve marifet sahibi olanların tamamına yakınını Amerika’ya göç ettirerek Amerikan emperyalist sistemi için sütçü beygiri olarak kullandığı manasında anlamalıyız.

SÖMÜRGECİ RESTORASYONU: Gezegenimizin başına çöreklenen emperyalist Amerika kendisi yetmezmiş gibi müttefiki Fransa’nın sömürgeci kodları ile hareket etme geleneğini kabullenerek Fransa’nın doğal nüfuz alanı saydığı coğrafyalarda ki hükümranlığı için siyasi, ekonomik ve silah yardımı ile katkı vermeyi kendine vazife bilmiştir.

UYUŞTURUCU TİCARETİ: Katil ve ülkemizden,coğrafyamızdan def etmek zorunda olduğumuz Amerika CIA eliyle pentagona bağladığı uyuşturucu kartelleri üzerinden Asya ve diğer kıta ülkelerini zehirlerken, içerde ise FBI eliyle kendisine isyan edebilecek başta hispanikler (Meksika, Bolivya, Venezuela kısaca Latin Amerikalı olup Amerika’da yaşayanlar için kullanılan genel bir terim) olmak üzere kendilerinden olmayan herkesi uyuşturucu ile zehirleme ve uyuşturarak köle etme metodu olarak anlamalıyız bu uyuşturucu ticaretini.

YARATICI CAYDIRICILIK: Kendi dışında ki halkların dini, kültürel değerleri ile ülkelerin kıymet verdiği sembolleri hedef alan saldırı tarzına verilen isimdir.

OYUN TEORİSİ denen denklemin birkaç şıkkını numunelik babından yazdık ki diğer alt başlıkların ise bu makaleyi okuyanlar tarafından uzun uzadıya değerlendirileceğine eminim.

Meselenin girift, detayların ise bir makaleye sığmayacak kadar ayrıntılı olduğu malumunuzdur. Bu şuurla bakış açısını netleştirmek için denklemi biraz daha sadeleştirerek yazalım.

OYUN TEORİSİ: her daim manipülasyon- hileli yönlendirmenin olduğu ve Sibirya soğuğundan daha soğuk davranış tarzıyla, kazanmaya odaklı bir oyunun adıdır.

Mütevazı cümlelerimizle katil ve kâfir düşmanımızı tanıtırken maksadım korku aşılamak ve sinik davranışa yönlendirme olmayıp bilakis cehaletimizi gidermek,eksiğimizi tamamlamak, gediğimizi kapatmaktır. Takdir edersiniz ki iman eden insanın ilk vazifesi kâfiri-küfrü tanıması-bilmesi emredilir; Direniş öneren dinimiz, imanımız, Türk töresi ve BAŞYÜCELİK tarafından.

Aynı şekilde emperyalizmi ve başat düşmanımız Amerika’yı gölgeler arkasında ulaşılamaz gibi gösteren hainler, Amerika’yı yeraltından gelecek bir canavar veya göklerden gelecek bir kurtarıcı gibi gösteren fosiller kesin sesinizi. Amerikan’ın bekâreti 91 şehit Saddam Hüseyin’in ona kafa tutuşundan sonra şanlı 11 Eylül akınıyla bozuldu ve Emperyalist Amerika’nın canavar çehresini şirin gösterme tekeliniz kırıldı.

Amerika’yı yeraltından gelecek bir canavar veya göklerden gelecek bir kurtarıcı gibi gösteren fosiller kesin sesinizi. Putunuzu devirecek tiranlığınızı yıkacak insanımıza ve insanlığa kurtuluş reçetesi olacak BAŞYÜCELİK teklifi var artık.

Bu tespitlerden sonra gelelim Amerika’nınTürkiye ile alakalı ilişkilerine.Bildiğiniz üzere Amerika Lozan antlaşmasını dahi tanımamaktadır. Bu noktada Lozan şöyle Lozan böyle gibi sığ bir tartışmaya sebep olmayacağım. Hakeza Lozan antlaşmasına da hapsetmeyeceğim tabiidir. Bizler ana güzergâhta yürümeye, meselelerin içyüzünü anlamaya ve haritanın tamamını okumaya talibiz.

Lozan antlaşması ile bugün ki sınırlarımızı dahi kabul etmemekte ısrar eden Amerika’nın plan ve programında Suriye ve Irak’ın kesişme noktasından başlayıp ağrı üzerinden Ermenistan’a açmayı düşündükleri koridor zaten malumunuzdur. Buna ek olarak Suriye ile Irak’ın kuzeyinden başlayıp Mersin limanı üzerinden Akdeniz’e uzanan İngiliz güdümlü gölge bir ülke arzuladıklarını söylemek ise hayal değil, masal değil, hakikatin beyanıdır.

Bu yakıcı gerçekler ile ıstırap verici badireler şu soruyu akla getirebilir. BİZLER KISTIRILDIK MI?

Asla ve kata!!TÜRK kıstırılmaz- kıstırılamaz, TÜRK kuşatılamaz. Bize düşen Sağır edici sessizlik ve sabrımızla Meksika’yı uyandırmak, Bolivyalı arkadaşlar edinmek, Panama’ya dalgıçları göndermek ve Çanakkale savaşında yardıma koşan kıymetli dostumuz Venezuela’ya merhaba demek, büyük devrimci CARLOS’u verdiği İBDA selamıyla dünyanın gözüne sokmaktır.Çok mecbur kalırsak köşe taşlarını çekmektir.

BİZLER KISTIRILDIK MI ??

Asla ve kata!!TÜRK kıstırılmaz, Türk naçar kalmaz, Türk kuşatılamaz. Bize düşen Sağır edici sessizlik ve sabrımızla ‘’Biz batıyla er-geç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız !’’ (1) ihtarını yapan mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU’ nun sözüne mutabık yürümek. Bize düşen Sağır edici sessizlik ve sabrımızla katil ve kâfir Amerika’ya karşı cüretkâr ve cesur hamlelere hazırlanmak. Bize düşen Sağır edici sessizlik ve sabrımızla kaderimiz olan asil Türk duruşunu sergilemektir.

Not 1:Salih MİRZABEYOĞLU Hukuk Edebiyatı sayfa 29

Kaynak Adımlar dergisi

Etiketler:
ABD ADIMLAR ADIMLAR DERGİSİ AKP Amerika ASALAK YAĞMACILIĞI Başyücelik BİZLER KISTIRILDIK MI ? BOP erdoğan fikir George Orwell haber ibda ırak İsrail Kumandan mirzabeyoğlu NATO OYUN TEORİSİ NEDİR? SALİH MİRZABEYOĞLU Salih MİRZABEYOĞLU Hukuk Edebiyatı SÖMÜRGECİ RESTORASYONU suriye Türk türkiye UYUŞTURUCU TİCARETİ VAHDET-ÜL VÜCUD YARATICI CAYDIRICILIK

İşte bu güzel haber: ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı; 'Türkiye asla ortağımız olamayacağını gösteriyor' dedi
26.04.2017



ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), Irak'ın kuzeyinde yer alan Şengal Dağı ile Suriye'nin kuzeydoğusunda yer alan Karaçok Dağı bölgelerinde PKK'ye ait hedeflere düzenlediğini belirttiği hava harekatının ardından, Türkiye’nin artık ABD'nin ortağı olamayacağını söyledi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), Irak'ın kuzeyinde yer alan Şengal Dağı ile Suriye'nin kuzeydoğusunda yer alan Karaçok Dağı bölgelerini hedef alan hava saldırısının ardından, 1989 ile 1993 yılları arasında George W. Bush’un özel asistanlığını yapan, halihazırda ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı olan Richard N. Haass bazı açıklamalarda bulundu.

Hava saldırılarına tepki gösteren Haass, Twitter üzerinden Türkiye’nin IŞİD’le mücadele eden birliklere zarar vermesi gerekçesiyle artık Amerika’nın ortağı olamayacağını söyledi.

​Haass’ın mesajları şu şekilde:

Follow
Richard N. Haass ✔ @RichardHaass
Turkish military action in Syria vs Kurds demonstrates that Turkey may be an ally but is no partner. Time for strategic review of US policy
7:23 PM - 25 Apr 2017
1,152 1,152 Retweets 1,224 1,224 likes
"Türkiye’nin Suriye’de Kürtlere karşı uyguladığı askeri harekatlar, Türkiye’nin Amerika’nın belki müttefiki olabileceğini ama asla ortağı olamayacağını gösterir nitelikte. ABD'nin politikasını, stratejik olarak tekrar değerlendirmenin zamanıdır.

(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan, Potus Kongresi çağrısını, Suriye’de YPG’ye saldırmak için kullanıyor ve IŞİD’e karşı verilen mücadeleyi zedeliyor. Eğer bu hareketlerine devam ederse, Mayıs’taki ABD ziyareti iptal edilmeli."

ABD'den TSK operasyonu açıklaması: Saldırılar koalisyon tarafından onaylanmadı

ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü Mark Toner, Türkiye’nin Irak’ın Sincar ve Suriye'nin kuzeydoğusundaki Karaçok Dağı bölgelerine düzenlediği hava harekâtına ilişkin açıklama yaptı.

Yapılan açıklamada, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Kuzey Irak ve Suriye’nin kuzeyine yapılan hava harekâtlarına tepki geldi.

Günlük basın toplantısında bir soru üzerine “Çok endişeliyiz, derinden endişeliyiz” ifadelerini kullanan Toner, harekâtın ABD ya da koalisyon güçleriyle uygun koordinasyon olmaksızın yapıldığını söyledi. Türk yetkililere endişelerimizi doğrudan ilettik, diyen Toner, saldırıların IŞİD’e karşı koalisyon tarafından onaylanmadığını söyledi.

Sözcü Toner, Türkiye’nin PKK ile ilgili meşru endişelerini anladığını ancak Türkiye’nin mücadelesinin IŞİD’e karşı savaşı engellememesi gerektiğini ifade etti.

Ayrıca, “Türkiye yakın partnerimiz ve güçlü bir NATO müttefikidir” diyen Sözcü Toner, Türkiye’nin demokrasisi üzerine “samimi görüşmeleri”nin devam ettiğini ifade etti ve Türkiye’yle birlikte çalışmaya devam edileceğini de sözlerine ekledi.

***

TSK: 70 terörist öldürüldü

Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak'taki Sincar ve Suriye'nin kuzeydoğusundaki Karaçok Dağı bölgelerine düzenlenen harekâtta 70 kişinin öldürüldüğüne dair bir açıklama yayımlamıştı.

TSK'dan yapılan açıklama şöyleydi:

"Ülkemizin ve milletimizin birlik, bütünlük ve güvenliğine kast eden bölücü terör örgütü PKK’ya ait terör yuvalarının yok edilmesi maksadıyla; uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız kapsamında 25 Nisan 2017 günü saat 02.00’de, Irak kuzeyi/Sincar Dağı ve Suriye kuzeydoğusu/Karaçok Dağı bölgelerine hava harekâtı icra edilmiş ve belirlenen terörist hedefleri tam isabetle vurulmuştur.

"Çeşitli kaynaklardan; hava harekâtı sonrasında BTÖ’ne ait barınma alanları, mühimmat depoları ve kritik muhabere tesislerinin imha edildiği, örgüte ağır kayıplar verdirildiği Irak kuzeyi/Sincar Dağı bölgesinde 40, Suriye kuzeydoğusu/Karaçok’ta ise 30 civarında BTÖ mensubunun etkisiz hale getirildiği; terör örgütü mensuplarının morallerinin son derece bozuk olduğu bilgisi alınmıştır."
Kaynak: Sputnik/BirGün

Tuncay Mollaveisoğlu: Emperyalist zoka!
17 May, 2017



Türkiye’nin getirildiği noktaya bakar mısınız?

Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun süredir ABD’ye; “Rakka operasyonunu bizimle yap, YPG-PYD ile yapma” diyor.
Bunun bir mantığı var; ABD’nin IŞİD’e karşı operasyonunda PKK’nın Suriye uzantılarını kullanması, onları kendi kara gücü olarak görmesi ve nihayetinde ağır silahlarla ve teknoloji ile donatmasının önüne geçmek.
Peki öyle mi oldu? Hayır…
Türkiye’nin IŞİD ile savaşta ABD’ye Suriye PKK’sı yerine Mehmetçiği önermesi, hepimizin üzerinde durup düşünmesi gereken bir sonuçtur.
Nasıl bu sonuca sürüklendik?
Nasıl oldu da Mehmetçiğimizi, Türk askerini emperyalizmin çıkarlarına hizmet noktasına getirildik?
***
“Monşerler” olarak aşağılanan Türk Dışişleri bürokrasisi “Türkiye Orta Doğu bataklığından uzak durmalıdır” pozisyonunda ısrar ederken, Ahmet Davutoğlu ile başlatılan “Yeni Osmanlıcılık” rüyası Türk askerinin pazarlık konusu olmasına kadar geldi dayandı!
Hep hatırlatıyorum; Soros’un yıllar önce “en iyi ihraç ürününüz ordunuzdur!” açıklaması Emperyalizmin niyetini berrak bir su gibi ortaya koyan sözlerdi!
Türk askeri; Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman askerinin önünde siper olsun!
O dönemde dünyayı yöneten dev şirketlerin “para sihirbazı” Soros’a, “satılık askerimiz yok” diyerek tepki göstermiştik!
Ancak AKP iktidarı adım adım bu planın içine çekildi. Yeni Osmanlıcılık palavrası ile AKP’ye Orta Doğu’nun anahtarını vermeyi vaat etmişti ABD…
Suriye ile önce, can ciğer kuzu sarması, ardından kanlı bıçaklı düşman oluşumuzun nedeni de aynı merkezlerin yönlendirmesiydi…
“Sizin çıkarlarınız için akıtılacak Mehmetçik kanı yok!” duruşundan, IŞİD’e karşı operasyonu PKK yerine, Türkiye ile yapın savrulmasına…
Emperyalizm işte böyle taşlarını örer… Havucu gösterip zokayı yutturur! Türkiye kırk satır mı, kırk katır mı noktasına getirildi!
ABD’de yapılan görüşmelerde umarız Türk askeri bu kanlı pazarlık masasından kaldırılmıştır.
Türkiye’nin Rakka’da uğruna savaşacağı bir ulusal güvenlik endişesi artık yok. Çünkü tehdit, YPG-PYD üzerinden Suriye sınırımıza kaydırılmış durumda.
Erdoğan’ın ziyareti öncesinde ABD Başkanı Trump’ın Suriye’deki “müttefiklerini” ağır silahlarla donatma kararını onaylaması Türkiye için bir skandaldır.
Ziyaretin iptal edilmesi yerinde olurdu. ABD’nin Türkiye’nin ulusal güvenliği ile ilgili haklı kaygılarını yok sayması ve üzerine gitmesine bir karşılık verilmeli.
***
Ne yapmalı?
Türk Cumhuriyetleri ile birlikte Avrasya dünyanın yeni ağırlık merkezi olmuş durumda. Genç ve dinamik nüfusu, enerji kaynakları ve üretim gücü ile Avrasya Batı’nın da ilgi odağı…
Türkiye; Rusya-İran-Çin-Suriye gibi aynı gökyüzünü paylaştığı ülkelerle derin bağlar geliştirmeli…
Ancak AKP iktidarının bunu başarması iki açıdan zor görünüyor.
Birincisi; Avrasya’da samimi bulunmuyor.
Rusya ile yakınlaşıp, Şangay İşbirliği Örgütü’nde fotoğraflar ve iş birliği mesajları verip, ABD’nin göz kırpması ile hızla ve yeniden Atlantik’e yüzünü dönen bir iktidar var.
İkincisi; Batı’nın elinde AKP’ye karşı bazı kozları tutuyor olması… Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, Halkbank üst düzey yöneticisinin aynı davada yine tutuklu olarak yargılanması, Türkiye’deki rüşvet trafiğinin devletin en tepe noktalarına kadar ulaşması, ABD’nin elinde Zarrab ve ilişkileri ile ilgili hangi bilgi ve belgelerin olduğunun tam olarak bilinemiyor olması, AKP iktidarının üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanılıyor.
İşte tam da bu nedenle “tek adamlık” emperyalist bir tuzaktır diye yazdım. TV programlarında altını çizdim.
Referandum da aynı güçlerin tezgahı!
Erdoğan’ı “tek adam” haline getiren bu tuzak ABD’nin elini güçlendiriyor. Çünkü pazarlıkta artık karşısında bir Meclis yok… Bir halk iradesi yok… Bir millet egemenliği yok… Anayasa yok, hukuk yok, Türk yargısı yok! Sadece Erdoğan var.
Türkiye için, Yasama, Yürütme ve Yargıyı temsil eden tek kişi…
Küresel güçlerin en sevdiği model… Bir sonraki hali diktatörlüktür…
Oysa;
Demokrasi ve hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, ülke liderleri için bir emniyet sübabıdır aynı zamanda…
Baskılara karşı Meclis’i ve yasaları göstermek, hukukun üstünlüğüne ve bağlayıcılığına işaret etmek liderleri uluslararası ilişkilerde kurtaran bir durumdur.
Tıpkı 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi… AKP, ABD’ye dönüp; “ne yapalım TBMM’den geçmedi” diyerek verdikleri sözün üzerinde millet iradesi olduğunu beyan etmişlerdi. ABD buna karşılık ne diyebilirdi?!
Ama artık Meclis olmadığına göre pazarlıkta Erdoğan’ın eli oldukça zayıf… Baskıyı yayabileceği zeminler ortadan kaldırıldı.
Zoka tam da budur işte… Büyük balığı hayal ederken oltaya takılmak…
yeniçağ

‘Amerikan rüyasından uyanıp, Avrasya gerçeğiyle tanışma zamanı'
24.10.2017
Elif Sudagezer



Rusya'nın Soçi kentinde 180 ülkeden on binlerce genci bir araya getiren 19. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali'ni Sputnik'e değerlendiren Vatan Partisi'nin Öncü Gençlik Genel Başkanı Aykut Diş, etkinliğin Avrasya'nın yükseldiği ve ABD dış politikasının pek çok coğrafyanın kaybedeni olduğu bir dönemde büyük önem teşkil ettiğine işaret ediyor.

Rusya'nın Soçi kenti, 19. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali kapsamında 180 ülkeden 30 binin üzerinde katılımcıyı bir araya getirdi. Etkinliğin ev sahipliğini yapan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in "daha iyi bir gelecek inşa etme yolunda önemli bir kilometre taşı" nitelediği etkinliğe Türkiye'den Vatan Partisi'nin gençlik kolu Öncü Gençlik katıldı.
Festivalle ilgili Sputnik'e değerlendirmelerde bulunan Gençlik Genel Başkanı Aykut Diş, etkinliğin Rusya'yı ve öne çıkan Asya ülkelerini dünya gençliğine tanıtması bakımından büyük önem arz ettiğine işaret ederek "Zamansal olarak da Batı Asya'da birliğin yükseldiği ve Amerikancılığın yenildiği bir döneme denk gelmesi bakımından çok anlamlıydı. 19. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali ile beraber dünya gençliği Amerikan rüyasından uyanacak ve Avrasya gerçekliğiyle tanışacaktır. Hep birlikte göreceğiz festivalin etkisiyle dünya gençliğinin Avrasya'ya olan merak ve ilgisi artacaktır. Avrasya'ya diyorum çünkü Rusya Avrasya'nın ikinci ön kapısıdır. Festivale gelen gençlerin bir daha gelme düşüncesiyle Rusya'dan ayrıldığını düşünüyorum" ifadelerini kullandı.

‘ASYA ÜLKELERİNE YÖNELİK YOĞUN İLGİ TESADÜF OLAMAZ'

Festivaldeki ülke tanıtım alanlarında Asya ülkelerinin büyük ilgi görmesini, Avrasya'nın hızla güç kazanma süreciyle ilişkilendiren Diş "Örneğin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti masasının kalabalığı hiç bitmiyordu. Sosyal açıdan da çok kıymetli bir kültürü geleceğe taşıma fırsatı elde etti katılımcılar. 30 bini aşkın insan birlikte eğlendi, birlikte öğrendi, birlikte dinlendi ve tek bir taşkınlık yaşanmadı. 30 bini aşkın insan aynı alanda yemek yiyordu fakat tek bir düzensizlik ve huzursuzluk yoktu. Çünkü herkese yetecek kadar yemek vardı ve herkes ihtiyacı kadar edinebiliyordu. Etkinliğin adil bir paylaşım ya da gelir dağılımı yapıldığı takdirde dünyanın daha iyi bir yer olacağını göstermesi de önemliydi" diye konuştu.

‘AB ADAYLIĞI ÇEKİLMELİ, ABD ÜSLERİ KAPATILMALI, NATO'YLA İLİŞKİLERİ ASKIYA ALINMALI'

Türkiye'nin Avrasya ülkeleriyle iş birliğinin hayati önemine değinen Diş "Avrupa Birliği (AB) ve NATO sistemi içinde Türkiye'ye hayat yok. Ülkemizin siyasi ve ekonomik olarak yaşadığı tüm sorunlar oradan geliyor. Türkiye'de darbe yapmaya Rusya kalkışmadı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kalkıştı. Darbecilere ve şehirlerimizin göbeğinde bombalar patlatan teröristler için özgürlük isteyen Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) değil, AB… Türk gençliği de bunun farkında. Türk gençliği ve halkı içinde Rusya ya da İran karşıtlığı yok. ABD ve AB karşıtlığı var. Türk gençliği de Türk halkı da Türkiye'nin komşularıyla iyi geçinen tam bağımsız ve üreten bir ülke olmasından yana. 19. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivaline de bu gözle bakmakta fayda var. Türkiye yakın gelecekte AB aday üyelik başvurusunu geri çekmeli, NATO'yla ilişkileri askıya almalı ve ülke topraklarındaki ABD üslerini kapatmalıdır" dedi.


‘ABD VENEZUELA'DAN SURİYE'YE PEK ÇOK NOKTADA YENİK DÜŞÜYOR'

Siyasi toplantı, konferansla ve forumlarda ABD'nin savaş kışkırtıcılığına karşı dayanışma ön plandaydı. Dünyanın tek kutuplu olmaktan çıktığı ve çok kutupluluğa doğru ilerlediği sık sık tespit edildi. Bu tespite biz de katılıyoruz. ABD Venezuela'dan Suriye'ye çok geniş bir coğrafyada yeniliyor. Kurduğumuz tüm temaslarda gördük bunu. Bu ABD hegemonyasından rahatsız ülkelerin birliği ile oluyor. Burnumuzun ucunda Türkiye, Suriye ve Irak'ta yaşanan gelişmeler bunun en sıcak örneğidir. Türkiye'nin FETÖ'cü darbe teşebbüsünü bastırması, bölücü terör örgütü PKK'nın ayaklanma girişimini ezmesi ve Suriye'nin kuzeyinde yaratılmak istenen sözde Kürt koridorunu parçalaması bunlar hep Türkiye-Rusya-İran-Suriye birliğiyle yapılan iş birliğinin eseri. Festivalin siyasi oturumlarında en çok atılan sloganın ‘Yankee Go Home' olması da dikkat çekiciydi" diye ekledi.
Sputnik

Kuzey Kore, ABD'nin Kudüs hamlesini değerlendirdi: Akıl hastası bunak şaşırtmadı
09.12.2017



Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, 'bunak' diye seslendiği ABD Başkanı Donald Trump'ın, İsrail'deki ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma kararını 'pervasız' ve 'aşağılık' bir hamle olarak nitelendirdi.

Kudüs tartışmasına katılan Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, Trump'ın Kudüs kararına karşı çıkarak "İsrail diye bir devlet var mı ki başkenti Kudüs olsun" dedi.
Kuzey Kore lideri, konuşmasında Trump'a bunak diye seslenerek Kudüs kararı 'pervasız' ve 'aşağılık ifadelerini kullandı.

'DÜNYA BARIŞINI KİMİN TEHDİT ETTİĞİNİ GÖSTERDİ'

AFP'nin aktardığına göre, Kuzey Kore Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden biri de, yaptığı açıklamada Kudüs gelişmesiyle ilgili şöyle konuştu:

"Akıl hastası bunağın (ABD Başkanı Donald Trump) Birleşmiş Milletler'de yer alan bir egemen devleti (Kuzey Kore) yok etme çağrısı yaptığını göz önünde bulundurarak, bu hamlesine de şaşırmadık."

Açıklamda, ABD'nin hamlesinin 'dünya barışını ve küresel güvenliği kimin tehdit ettiğinin bir kez daha ortaya çıkardığı' belirtilirken, 'meşru haklarını kazanmak için mücadele eden Filistin ve Arap halklarını destekleyecek ve dayanışma içerisinde olacağız' ifadesi kullanıldı.
Sputnik

BM, ABD'nin açık tehditlerine rağmen, Trump’ın Kudüs kararını 9’a karşı 128 oyla reddetti
20 Aralık 2017



Patronlar dünyası'nın haberine göre; Trump’ın Kudüs kararını eleştiren karar tasarısı, BM Genel Kurulu’nda ABD’nin tehditlerine rağmen 9’a karşı 128 oyla kabul edildi

Türkiye’nin girişimleriyle hazırlanan ve Trump’ın Kudüs kararını eleştiren karar tasarısı, BM Genel Kurulu’nda ABD’nin tehditlerine rağmen 9’a karşı 128 oyla kabul edildi. Oylamada 35 ülke ise çekimser kaldı.

ABD, İsrail, Guatemala, Honduras, Marshall Adaları, Micronezya, Nauru, Togo, Palau, Kudüs kararına karşı oy kullandı.

128 ÜLKE KARŞI ÇIKTI

Türkiye, Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, İspanya ve Hollanda'nın da aralarında bulunduğu 128 ülke ABD'nin BM'de oylanan Kudüs kararına karşı çıktı.
Çekimser oy kullanan ülkeler arasında ise Çekya, Kanada, Arjantin, Fiji, Güney Sudan, Romanya, Polonya, Uganda, Panama, Filipinler, Meksika, Macaristan yer alıyor.

Oylama öncesi BM Genel Kurulu'nda kürsüye çıkan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD'ye tepki göstererek "BM üyesi bir ülke diğer diğer üyeleri tehdit etti. Bazıları ise gelişme yardımlarının kesilmesiyle tehdit edildi. Bu kabul edilemez. Türkiye asla Kudüs’ü yalnız bırakmayacaktır. Filistin halkı asla yalnız kalmayacaktır. Dünya beşten büyüktür" dedi.
ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley, "Bu oylama Amerikalıların BM’ye nasıl baktığı ve bizim bize BM’de saygısızlık yapan ülkelere nasıl baktığımız konusunda bir fark yaratacaktır" ifadeleriyle tehditkâr tutumunu sürdürdü.
Ana Haber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com