EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Avrupa Birliği çöküyor

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Şub 17, 2010 12:59 am    Mesaj konusu: Avrupa Birliği çöküyor Alıntıyla Cevap Gönder

Çözülen AB’ye bir şamarda İtalya’dan
Ali Rıza Taşdelen/Paris
9 Ara, 2016



Başbakan Renzi bu yenilginin ardından istifa edeceğini açıkladı. Son 70 yılda 63 hükümet değişikliği yaşanan İtalya’nın içine düştüğü siyasi krizden ve Gayri Safi Millî Hasıla’ya (GSMH) oranla yüzde 130 borcu olan ve bu borcu yüksek faizle alan, büyümeyen, üretimi düşen, yüzde 40 genç işsizi ile ekonomik ve sosyal krizden çıkış yolu olarak ortaya atılan kuvvetler ayrılığı ilkesini otoriter bir yapı içeren reform paketi son referandum ile çöpe gitti.
Kısaca özetlersek: Anayasanın 139 maddesinden 46’sı değiştirilmek istendi. Yeni anayasa kabul edilseydi Senato’nun yetkisi azalacak, Senatör sayısı 315’ten 100’e inecek ve senatörler seçilmeyip idari bölgeler tarafından tayin edilecekti. Ayrıca genel seçimde birinci olan parti parlamentoya daha fazla milletvekili sokarak gücünü arttıracaktı.

KRİZE KARŞI OTORİTER YAPI

Yaşanan ekonomik ve siyasi krizi daha otoriter bir yapıyla aşmaya çalışan Başbakan Renzi Halktan büyük bir şamar yedi. Kuzey Birliği ve Beş Yıldız hareketi gibi aşırı sağ partiler halkın tepkisini yönlendirmesini bildi. Öyleki Renzi’nin kendi partisinin muhalif kesimi bile “Hayır” cephesinde yer aldı.
Referandumun “Hayır”la sonuçlanması AB’yi telaşlandırdı. Brexit’en sonra güçlenen aşırı sağın iktidar yolunun açıldığı ve “İTEXİT”in kaçınılmaz olarak gündeme geleceği değerlendirmesi yapılıyor. Avrupa Merkez Bankası İtalya ile ilgili alarm zilleri çalıyor. Zaten borç krizi ile kıvranan yatırımcının yüksek faizle borç bulmasının zor olduğunu, alacaklarını tahsil edemeyen bankaların batma tehlikesi içinde olduğu ifade ediliyor.

AVUSTURYA TEĞET GEÇTİ

İtalya’da referandum, Avusturya’da da cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Bir dönem Yeşiller Partisi’nin de başkanlığını yapmış olan Van der Bellen, aşırı sağcı Norbert Hofer ile yarıştı ve rakibini geçerek Avusturya’nın yeni cumhurbaşkanı oldu. AB’nin merkez partileri bu durumu memnuniyetle karşıladı. Ama AB’deki genel gidişe ters bu gelişme Avusturya’da da aşırı sağın gaçlenmesini engelleyemeyecek gibi görünüyor.

SİSTEM PARTİLERİ ÇÖKÜYOR AŞIRI SAĞ GÜÇLENİYOR

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde krizi aşamama konusunda kaygı ve endişe İngiltere’nin AB’den ayrılmasından (BREXİT) önce de vardı, ama Brexit kapıyı araladı (Buna ABD’de Trump’un seçilmesini de ekleyebiliriz). Brüksel’in üye ülkelere dayattığı neoliberal reformlar ülkelerin ulusal ekonomilerini bir çıkmaza sokarken ulusal egemenlik ve kimlik konusunda büyük tepkiler topladı. Küresel emperyalizmin bir parçası olarak bu dayatmaların yarattığı yoksulluk ve işsizlik sistemin sağ/sol merkez partileri yani liberal ve sosyal demokrat partileri krizi aşma konusunda çözümler üretemiyorlar ve iflasın eşiğindeler. Aşırı sağ partiler ise giderek güçlenmektedir.

AB’ye karşı izlenen politika halkın partilere vereceği desteğin ölçüsü olmuş durumda. Sosyal demokratlar ve muhafazakar liberallerin AB’ye karşı politikaları net; ikiside liberal bir AB’nin kararlı savunucuları. Yükselişte olan aşırı sağ “ulusalcı” partilerin de politikası net; kararlı bir AB karşıtı, ulusal kimlik ve egemenliğin savunucusu ve Euro Bölgesi’nden çıkmayı savunuyor ve halkın en alt tabakasının yanında esnaf ve zenaatkarların da desteğini alıyor.

İşin özeti şudur: bu aşırı sağcı ve ırkçı politikalar ekseninde programa sahip bu partiler halkın beklentilerine cevap veren sistem dışı bir çizgi izlerken diğer tüm partiler sistemin içine sıkışmış çırpınıyorlar.

Fransa’da aşırı sağ Milli Cephe partisi oy oranı itibarıyla birinci parti ve devletin tepesine aday. Aynı Avusturya’da olduğu gibi. İngiltere’de Brexit’i başaran Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi değil miydi? Almanya’da İslam ve göçmen karşıtı tutumuyla bilinen Almanya için Alternatif Partisi AfD’nin yükselişi sürüyor. İşte en son örnek: İtalya’da iş adamı Gianroberto Casaleggio tarafından 2009’da kurulan Beş Yıldız Hareketi (M5S) kısa sürede siyasi dengeleri sarsacak başarıya ulaştı ve ana muhalefet konumuna yükseldi. Ve İtalya’nın kuzey bölgeleri lehine İtalya’da federalizmi savunan Kuzey Birliği. Diğer AB ülkelerinde durum çok farklı değil
İlk Kurşun

5.2.10
Devletlerin iflas mekaniği, domino efekti ve Yunanistan
Salih Selçuk



Ekonomik krizde en önemli son gelişme ABD, Japonya ve AB ülkelerinin geçen yıl kesenin ağzını açarak özel bankaları paraya boğmalarıydı. Bu "yeniliğin" sistemi kurtardığı iddia edilmişti. Hatta yakında krizin aşılacağını söyleyenler de az değildi.
Dünya çapında bankalara trilyonlarca Dolar para dağıtıldı.
Amaç şuydu: Bankalara para verilecek, bankalar da reel ekonomiye kredi verecekler -ki, yatırımlar artsın, istihdam olsun, iş yerleri açılsın, (reel) ekonomi dönsün. Ekonominin dönebilmesi için de geniş kesimlerin elinde yeteri kadar para olmalı ki harcasınlar, üretilen onca ürün satılsın.
Ekonominin dönmesini paraya endekslemiş bir dünyada "mantıklı" gibi geliyor kulağa!
Ama bankalar, kapitalizmin "kar mantığı"nı izlediler ve parayı en çok kar getirecek "iş"lere yatırdılar -geniş kesimlerin refahı kimin umurunda?!
Reel ekonomi, 1970'li yıllardan başlayarak Sanal ekonomiden daha az "kar" getiren alan.

Bu krizde bankalara aktarılan devasa mikarlardaki paralar reel ekonomiye değil borsa ve spekülasyona aktı. Kapitalizme göre bu çok "normal"di. (Normal olmayan, paranın borsalara akmasına şaşanlar)
Sonuç şu:
Amerikan Yatırım bankası Goldman Sachs'ın 16 Ekim 2009'da yaptığı açıklamaya göre sadece Temmuz ile Eylül ayları arasındaki net karı 3.2 Milyar Dolar (Bir önceki yıldan dört misli fazla).
11 Kasım 2009'daki verilerine göre Britanyalı Barclays bankası üçüncü çeğrekte 4.4 milyar Pfund Sterlin ile bir yıl öncesine göre karını ikiye katladı. (Die Zeit, 14.1.2010)
Haberlere göre sadece 2009 Aralık ayında ABD'de insanların çalıştığı 85.000 iş pozisyonu çeşitli nedenlerle (rasyonellleşme veya iflas nedeniyle) ortadan kalktı (Telgraph, 8.1.2010).
Sırf spekülasyon nedeniyle petrol fiyatları geçen yıl iki misli arttı, şimdi de (6.2.2010) aniden düştü. Aynı şekilde altın fiatları da yüzde 30 artmıştı, birden düştü. Spekülasyon sonucu yükselen en komik şey de "portakal suyu konsantresi." Fiyatı yüzde 80 arttı! Bir de bakır fiyatları! Bilgisayardan buz dolabına ve cep telefonuna kadar tüm elektronik aletlerin değişmez maddesi bakırın fiyatı yüzde 150 arttı.
Neoliberal ekonominin ana motorunun sanal ekonomi olduğunu daha önce söylemiştik. Reel ekonomi artık, sadece onun peşinden, ona takılarak işleyebilen ikincil konumdadır. Bunun nedeni, reel (kapitalist) ekonominin ve ücretli iş sisteminin dünya çapındaki krizdir. Sistemin final krizi, 1970'li yıllardan itibaren reel ekonominin boğulmaya başlamasıyla kendini gösterdi demiştik. Ekonominin motorunun reel ekonomiden sanal ekonomiye kayması ve çalışma/iş krizi 1990'lı yıllarda dünya çapında bir olgu haline gelmiştir. 2000'li yıllar, sistem dışı kalan kalıcı işsizler ve ekonomisiz bölgeler devri olmuştu. Şimdi bu durumun giderek pekiştiği ve bozulmanın, sistemin merkezine ulaştığı bir dönem yaşanıyor. Yeni durumda, sistemin sürekli işsiz üretmek zorunda olduğunu -ama böylece kendi altını da oyduğunu- anlatmıştık. Sistem -reel ekonomi bazında- karlı olabilmek için üretimi çok fazla artırmak zorunda, çok daha fazla enerji, hammadde kullanmak zorunda. Oysa borsada kazanmak kolay -bir tık ötesinde! Ve reel ekonominin o sonsuz miktardaki (giderek daha da) ucuz ürünlerini alabilecek geniş kitleler de azalıyor. Neoliberal sistem insanları işsizleştirerek, iş yerlerini rasyonelleştirerek, geçici işçi statüleriyle vs. kendi altını oyuyor.

Son verilere bakarak söylenebilecek konuların başında, devletlerin konjonktürel programlar dahilinde bankalar üzerinden piyasaya sürmeyi denedikleri son para "yardımının", halkla doğrudan ilintili iş/üretim/isdihdam gibi temel sorunları çözmediğini, insanları rahatlatmadığını gösteriyor. Bunun sonucu, sosyal tepkinin hızla büyümesidir. Türkiye'de bu konu, iktidarın inanılmaz cehaleti ve sorumsuzluğu sonucu yeni bir Muhalefet ayağının doğurmuştur ve bu muhalefet, (tıpkı AKP'nin pek övündüğü gibi) 81 ilde örgütlü sahiden 'mazlum' bir muhalefettir. Şimdilik Tekel İşçileri tarafından temsil edilmektedir ama kendine temsilci bulmakta zorluk çekmeyeceği açıktır.

Dünyada büyük özel bankaların paraya boğulması sonucu genel ekonomi sayılarının "olumlu" görünmesine rağmen, sanal paranın sadece bankalarla ilişkili alanlarda yoğunlaşıp kaldığı ve reel ekonomiye ya hiç inmediği ya da çok sınırlı ölçüde ulaştığı söylenebilir.
Buna bakarak şu söylenebilir: Bankalara para banyosu, sistemin kendini döndürebileceği türde bir etki yapMAmıştır. Yeni bir para banyosu, bu kez doğrudan reel ekonomiyi "görecek" şekilde yapılması gerekebilir. (yani böyle yeni para banyoları gerekebilir) Daha önce verilen paranın reel ekonomiye ve halka inebilmesi için -Obama'nın yapmayı planladığı gibi- bankalara sıkı risk sınırları konabilir, veya daha yaratıcı önlemler alınabilir. Ama bunlar, sistemi kurtarmaya yeter mi? Maalesef Hayır. Artık ekonomi çevrelerinde de alenen konuşulduğu üzere, sistemi değiştirmeden aynen sürdürmek artık mümkün değildir. Şimdi düşünülmesi gereken, reformların dozu ve halkın -bu değişim sırasında- azami ölçüde korunmasıdır. Değişimi gönüllü/planlı/dinamik bir yaklaşımla yapanlar (mesela Türkler), post-kapitalist dönemde yarışa önde başlayacaklardır. O yüzden AKP'nin sosyo-ekonomi ötesi günlük "laf demokrasisi!" ve "katakullist" kurnazlık oyunlarıyla (politika bile değil) bir yere gidilemeyeceği halk tarafından hızla anlaşılmaktadır. Şimdi, (AKP/İslamcı kökenliler dahil) her kesimin sağduyulularının bir arada -yaratıcılık/kalite, bütünü gözetmek, nesnellik ve insani/kutsal değerleri önemseyen bir yaklaşımla- yeni döneme kararlılıkla adapte olmaya çalışmaları gerekiyor. Bunu yapabilecek bir anlayış ve irade ortaya çıkıyor -ki çok sevindiricidir.

Dünyadaki son para banyosundan korkunç boyutlarda zengin olan "elitler"in tüketim alışkanlıkları dikkat çekici ve yeni önlemlerin hangi istikamette olması bakımından da öğretici. Para banyosuyla yıkanan yeni zenginler, kazandıkları devasa paraları harcamıyorlar. Bir-ik ev, araba, yat ve kattan sonra durup, paralarını bankalara depone ediyorlar. Yani (reel) ekonomiye/tüketime pek bir faydaları olmuyor. Oysa -sistemin çökmemesi için- mutlaka olmak zorunda. Serveti 30 milyon Dolar üstü sanal para zenginlerinin sayısı, 1997'den 2007'ye kadar olan süre içinde ikiye katlandı. (Die Zeit, age.)
Burada devletlerin iflas dinamiğini ilgilendiren ilk konu ise, devletlerin bankalara pompaladığı parayla ilgili bir durum. Bu sanal paraların önemli bir kısmının, şapka-tavşan misali, ekranlardaki sayıların ardına birkaç sıfır ekleyerek oluşturulduğu artık sır değil... (Bu çok önemli)
Bizi ilgilendiren durum da şu: Madem paralar hiç yoktan ekranda yumurtlanabiliyor -yani aslında büyük ölçüde yoklar-, öyleyse para denen şeyin -en azından teorik olarak- kaldırılabileceğini, iptal edilebileceğini, şutlanabileceğini söyleyebiliriz...
Yani para yerine, -sanal da olsa- başka birşey koyarak işe başlayabiliriz ve en azından fakirlerden başlayarak insanları mecburen para peşinde koşarken her türlü haltı yemek zorunda kalmaktan kurtarabiliriz. -Kurtarmalıyız.
Devletlerin bu kadar yüklü miktarda parayı bankalara vermesi, -sanki o para varmış gibi davranmak- olayının absürdlüğünü göstermekle kalmadı, verilen paraların elbette belli bir "reelimtrak" dayanağının olması nedeniyle, parayı veren devletlerin sosyal giderlerden kısması anlamına da geldi. Yani daha az sosyal devlet, daha az kreş, daha az emekli maaşı, daha az -parasız- sağlık hizmeti vs... Milletin boğazından/sağlığından/sosyal yaşamından kısılan paraların, "piyasanın kanunları!" uyarınca bu paracı beylere "faiz" olarak ödendiğini herkes görüyor. Ve o "kanunlar!"ın canına okumaya hazırlanıyor. Şimdi neoliberal iktidarlar -tıpkı AKP iktidarının yaptığı gibi- bunu gören, Milletten korkuyor, bu devasa haksızlığa ses çıkarmamasını istiyor, Milleti tehdit ediyor. Çünkü o kapı bir açılırsa, Milletin onu Stürn'e kadar kovalayacağını biliyor. İnsanlar, bu paracı tiplerin şutlanmasınan sonra Dünyanın herkese yeteceğini artık tahayyül edebiliyorlar.

Başta ABD, AB ve Japonya'da olmak üzere, bankalara dağıtılan paralar, günün birinde (kısmen de olsa) geri alınabilecek düşüncesiyle verilmişti. Bankalar, bu paraları hiç ödemeyecekmiş gibi davranıyorlar -ki bu, mesela Obama'yı kızdırdı. Parayı alamazlarsa, üstelik tüm o finansal yükümlülükleri ve borçları devletler yüklenmişken, paraların bir kısmı da olsa geri dönmezse (daha korkuncu o paralar da batarsa -ki yeni balonlar oluştu bile!) bunun nasıl bir felaket olabileceğini ABD'de birileri mutlaka düşünüyordur!.. (Türkiye'de Emine Hanım'ın türbanı, Taraf'ın Balyozu, Fethullah'ın Ergenekonu, Genç Siviller'in GATA eyleminden fırsat bulunabilirse konuşulur -belki!) Benzersiz olan bu durumun dünyada nasıl bir yıkıma neden olabileceği henüz bilinmiyor. Devlet iflasları denen olay konusunda tecrübe var. Ama birbirine bağlı devletlerden bir-ikisinin iflası, hiç yaşanmamış bir durum.

Devletler, gelişmeler sonucu kendilerini birden finans piyasasının doğrudan içinde buldular, bizzat kendileri 'finans piyasası' oluverdiler. Ortada oynanan para, devletlerin bilgisayar tuşlarından türedi! Şimdi eski metodlarla, "kredilere" dayanarak konjonktür ayakta tutulmaya çalışılıyor. Kapitalizmi borçlanmadan ayakta tutmak şimdilik mümkün görünmüyor.
Devletler, özelleştirmeler/sınırsızpiyasa falan derken giderek daha az vergi toplayabiliyorlar ve varlıklarını/hizmetlerini ANCAK sürekli borçlanmayla sürdürebiliyorlar. Bu genel eğilim, neoliberal dönemin zayıflattığı ulus-devletlerin ortak sorunu.
Yunanistan örneği, bu borçlanmanın bir sınırının olduğunu gösterdi. Bu sınır, alınan borcun miktarıyla değil, çevrilebilir olmasıyla ilgili. Ve hayali paralarla falan da işlemesi şüpheli bir durum söz konusu. Kredi kuruluşlarının bir ülkenin kredi notunu düşürmesi, günümüzde birçok finans fonunun bilgisayar ortamında otomatik satış talimatına uygun olarak harekete geçmesine neden olabiliyor. Bu da ani para kaçışlarını tetikleyebiliyor, banka çöküşlerine benzer durumlar doğurabiliyor. Yunanistan, şimdi Portekiz (sonra belki İspanya, Ukrayna vd.) gibi ülkeler riskli olduklarından daha pahalı krediler alıp sürekli artan miktarda yüksek faize mahkum kalıyorlar ve borç ödeme/çevirme sıkıntısına girebiliyorlar. Bu sarmalı sürdürmek için sürekli daha fazla borç almak gerekiyor.
Şimdi bu sarmal, kendi sınırlarına dayanmak üzere. Yani Yunanistan gibi ülkeler çökme tehlikesi altında. Avrupa'da Portekiz, İspanya ve İtalya'nın tehlikeli sulara girmeleri çok önemli, çünkü Türkiye AB ülkeleri ile ekonomi üzerinden oldukça yoğun bir ilişkiye sahip. Ukrayna da aniden çökebilecek ülkelerden biri. (Pakistan da tehlike altında)
Dünya tarihi boyunca devletler, hiç bu kadar kısa sürede bu kadar çok borçlanmamışlardı. Devlet borçları, son bir-iki yıldır astronomik boyutlarda arttı. Sadece ABD'nin borçlarının, geçen yılın Ekim-Kasım ayları arasında üçyüz milyar Dolar civarında artarak yıl sonunda 1.400 milyar Doları görmesi, benzersiz bir duruma işaret ediyor. Böylesi absürd sayıların ne anlama geldiğini anlamak için komşu Yunanistan'a bakmak yeterli. Toplam borcunun 300 milyar Dolar olduğu söyleniyor. (Gerçekte ne kadar olduğu henüz bilinmiyor.) AB, Yunanistan'ın bir domino efektini harekete geçirebileceği korkusuyla Euro (Avro) bölgesini kurtarabilmek için Yunanistan'a mutlaka destek olmak zorunda. Ama Yunanistan'ın AB'ye şişirilmiş yanlış bilanço sunduğu, borcunun/açığının çok daha fazla olduğu ortaya çıktı ve güven sarsıldı. Yunanistan kurtarılamazsa, Euro bölgesindeki ülkeler, kendi borçlarını daha kolay çevirbilmek için, eski para birimlerine geri dönemek isteyebilirler. Çünkü o zaman kendi darpanelerinde para basabilirler. Şimdi para sadece Brüksel'de basılabiliyor. (Euro bölgesinin çökmesi Türkiye'yi nasıl etkiler, mutlaka tartışılmak zorunda)
Devlet iflasları yeni bir olgu değil. Türkiye Düyun-u Umumiye'yi unutmadı. İspanya 19'uncu yüzyıl boyunca tam 19 kez iflas etti. Ama iflaslar bu kez farklı. Çünkü ekonomiler -tarihte hiç olmadığı kadar- birbirine bağlı. Bu nedenle çöküşler birbiri ardına gelebilir. Tehlike burada. Bu bir sistemik çöküş haline gelebilir. Bunun olmaması elbette daha iyi, ama reformlar yapılmazsa er veya geç mutlaka olacaktır. Zayıf halkalardan başlayan bir çöküş, bütün dünyayı etkileyecektir. Büyük tarihçi Eric Hobsbawm'ın "Yeni bir Dünya savaşı çıkması için tüm şartlar mevcut" demesi -bu nedenle- çok yerindedir. Eski neoliberal vahşi piyasada ve ekrandaki bol sıfırlı sayılarda ısrar etmek, sistemin söz sahibi muktedirlerini -giderayak- bir savaşa ve enerji/yeraltı kaynaklarını yeniden paylaşmaya itebilir. Bunu önlemek, ancak değişerek ve değiştirerek mümkün.
Değişimden korkmamak gerekiyor.
(Bunu Türkiye'de, özellikle AKP ve iktidar çevrelerine anlatmak gerekiyor! Çünkü en çok özveride bulunması gereken çevrelerin başında onların rantiyecileri geliyor)
Yunanistan'ın iflası mutlaka önlenmek, veya Euro bölgesinden çıkarılmak zorunda. Değişim için zaman kazanmak önemli. Yunanistan düşerse bunu Portekiz izleyebilir dedik. Ardından İspanya ve İtalya gelebilir. İflas şampiyonu İspanya'da halen 4 milyon işsiz var.

Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/

Avrupa Birliği çöküyor

16 Şubat 2010, 20:45 Anadolu Haber

Yıllardır Türkiyeyi kapısında bekleten AB, sonunda kendisi çatırdamaya başladı. Son zamanlarda yaşanan ekonomik bunalım da çözülmeyi körükledi.

Yıllardır Türkiye’yi kapısında bekleten Avrupa Birliği (AB), sonunda kendisi çatırdamaya başladı. 440 milyar dolara varan dış borcuyla iflasın eşiğine gelen ve AB’den yardım isteyen Yunanistan’a bütçe açığını kapatmak için istediği 53 milyar Avro konusunda somut bir cevap verilmezken, Yunanistan’a yapılacak mali yardımın, finansal olarak zor durumdaki İspanya, Portekiz ve ardından da İngiltere’yi de içine çekecek bir sürece girilmesinden korkuluyor. AB ülkeleri vatandaşları ise, Yunanistan’ın faturasının kendilerine çıkarılmasındansa Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkarılmasından yana. Almanya’da yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, Almanların yarıdan fazlası Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkarılmasını istiyorlar. Alman basınında yer alan araştırmaya göre Almanların üçte ikisi, Almanya’nın Yunanistan’a parasal yardımda bulunmasına karşı. Almanlar krizden çıkmak için gerekirse Mark’a geri dönülmesini istiyor.

YUNANİSTAN RUSYA’NIN PAYINA DÜŞÜYOR

CIA’nin “Ortodoks Birliği” olarak adlandırdığı üçüncü bloğun egemen ülkesi Rusya olacak. Rus himayesi altında kurulacak olan Ortodoks Blok’unda ise Ukrayna, Beyaz Rusya, Gürcistan, Moldova, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk ve Bosna-Hersek yer alacak. Bosna-Hersek Ortodoks Blokta yer alması ise şu an federasyonun içinde bulunan Sırp Cumhuriyetinin zorlamasıyla olacak. Öte yandan bazı uzmanlar da raporu doğrular öngörülerde bulunmuşlardı. SSCB’nin dağılması ve 1990 Asya Krizini önceden gören ABD’li tanınmış toplum bilimci Gerald Celente, ekonomik krizin AB’nin mevcudiyetini de sorgulayacağını söylemiş, “AB’nin dağılması senaryosu çok basittir. Üye ülkelerde sadece birinde krizden kurtulma yolunun AB’den ayrılmak olduğunu söylemleriyle bir popülist liderin çıkması yeterlidir” demişti.

CIA RAPORU: AB 2020’DE ÜÇE BÖLÜNECEK

Birliğin içine düştüğü bu durum, AB’nin geleceğine ilişkin “karanlık” öngörüleri doğrular nitelikte. Geçtiğimiz yıl Amerikan İstihbarat Servisi (CIA), AB’nin geleceğine ilişkin bir rapor hazırlamış, raporda birliğin 2020 yılına kadar üç bölgesel birliğe ayrılacağı öngörüsünde bulunulmuştu. CIA’nin yaptığı projeksiyonda, Avrupa üç bölgeye ayrılacak. Birinci blok olan Batı Blok’unu İngiltere, Almanya, Fransa, İrlanda, Avusturya, İspanya, Benelüks ve İskandinav ülkeleri oluşturacak. “Yeni Avrupa” olarak adlandıran ikinci blokta ise “Estonya, Letonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Hırvatistan ve Slovenya yer alıyor. Bu ikinci bölge veya Katolik Doğu Avrupa’nın Hırvatistan ve Slovenya üzerinden Akdeniz’e çıkışı bulunacak.

“AB İÇİN BÖLÜNME KAÇINILMAZ”

Vakit’e konuşan Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mete Gündoğan, kendisinin de Avro’ya geçildiğinde AB’nin kendi içinde bölünme yaşayacağını öngördüğünü ifade ederek, “AB bir ekonomik birlik. Ancak üye ülkelerin ekonomileri eşit değil. Yunanistan gibi sürekli borç isteyenler zayıf ekonomiler güçlü ekonomiler üzerinde yük oluşturuyor. Bu koşullarda ortak para birimine geçilmiş olması bir hataydı. Bu noktaya gelineceği önceden belliydi” dedi. AB’nin Yunanistan’ı para birliğinden çıkarmasının birlik için psikolojik yıkım getireceği, bunu şu aşamada yapmayacaklarını ifade eden Gündoğan, “Onun yerine zayıf ekonomiler için yeni tanımlar geliştireceklerdir örneğin, ‘gelişmekte olan AB ekonomileri’ gibi. Bu da filen bir bölünme demektir. Ancak bu sayede güçlü ülkeler zayıf ülkeler üzerindeki baskılarını da artıracaklar” diye konuştu.

“ONLAR ÇÖZÜLÜRKEN BİZ TOPARLANABİLİRİZ”

Doğru adımlar atılması durumunda Avupa bir çözülme yaşarken Türkiye’nin toparlanmaya gidebileceğini ifade eden Gündoğan, “Türkiye son yıllarda yakın çevresi ile vizeleri kaldırdı, ilişkilerini geliştirdi. Gün geçtikçe bir cazibe merkezi haline geliyoruz. Ancak atılan adımların entegre edilmesi lazım. Şu an eksik olan, bankacılık sistemimiz. Güçlü milli bankalara ihtiyacımız var. Vizelerin kalkmasıyla Arap ülkelerinin zenginleri hafta sonunu Türkiye’de geçirir oldu. Fakat paralarını Türkiye’ye getirmeleri için de sağlam bankacılık sistemine ihtiyacımız var. Eğer bankacılık sistemimizi güçlendirirsek 400 yıl Osmanlı idaresinde kalan Yunanistan bile yeniden bize entegre olabilir” dedi.

Kaynak: Vakit

Mart 2010 21:41
Avrupa'da Derin Çatlak

Avrupa Birliği liderleri, Perşembe günü yapılacak olan doruk öncesinde, Yunanistan'a yardım konusunda birbirine karşıt mesajlar veriyor.

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, "AB, Avro bölgesindeki bir ülkeye yardım etmeyecekse, AB'nin var olması için de bir gerek yok" derken, Almanya Başbakanı Angela Merkel ise, Yunanistan'ın, borç sorunlarını kendi başına çözmesi gerektiğini kaydetti. Berlusconi, "AB'nin Yunanistan'a kesinlikle yardım etmesi gerektiğini" belirtti.

Mayıs ayındaki eyalet seçimi sınavıyla karşı karşıya bulunan ve Yunanistan'a yardıma karşı çıkan kamuoyu baskısını hisseden Merkel, "bu ülkeye yardım yapılması konusunda AB'nin mali taahhüt altına girmemesi gerektiği" yönündeki tutumunu sertleştirdi.

Deutschlandfunk radyosuna konuşan Merkel, Yunanistan'ın şiddetli bir mali ihtiyaç içerisinde bulunmadığını belirtti. Merkel, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun, "AB liderlerinin, bu hafta yapılacak olan zirvede, bir standby yardım paketi üzerinde uzlaşmaları" yönündeki çağrısına da katılmadığını ifade etti.

Merkel, "Yunanistan'ın şu aşamada paraya ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Yunanistan hükümeti de bunu teyit ediyor. Bu nedenle, perşembe günü yapılacak olan Konsey toplantısına yönelik yanlış beklentiler yaratarak piyasalarda türbulansı teşvik etmememiz gerektiği konusunda uyarıyorum. Perşembe toplantısının gündeminde yardım olmayacak, çünkü Yunanistan'ın kendisi, şu anda yardıma ihtiyacının olmadığını açıkladı" dedi.

aktifhaber

May 27, 2010
Salih Selçuk
selcuksalihcaydi@gmail.com
ABD, Çin, İran ve ekonomik krizde savaş konuşmak

Komplo teorisi gibi!.. Savaş denince, tuzu kuru modern vatandaşların aklına sadece sinema filmlerinin geldiği bir devirde, yani günümüzde, onların zengin mahallesinde sıcak savaş olabilir mi? Bu soruyu soranlar mesela, Irak'ı hiç hesaba katmayanlar, Irak'ı televizyonda gördüğünde zaplayanlar... Böylelerini yerinden zıplatmak için, “Avrupa'nın göbeğinde bile sıcak savaşlar yaşanabilir” demek yeterlä aslinda. İstanbul'da veya Paris'te veya Londra'da veya Moskova'da yaşayanlar için savaş en son 1945'de bitmiştir ve o zamandan beri -Türkiye'de yaşanan düşük yoğunluklu savaş da dahil olmak üzere- yaşanan onca sıcak hengame savaş sayılmaz, çünkü modern vatandaşın “kutsal” yaşam alanına, alışveriş tapınaklarına, sitelerine girmemiştir. Ama şimdi, Yunanistan'ın ve belki İspanya ve Portekiz'in durumlarına bakarak, Prof. Michael Hudson gibi biri “Avrupa'daki borçlanmalardan dolayı savaşlar çıkabilir” derse buna kulak kabartan olur. Oluyor. Litvanya hükümetinin ekonomi danışmanı Hudson, Nisan ayı başında verdiği bir konferansta Yunanistan'ın sadece bir başlangıç olduğunu söylediğinde bunu pek yadırgayan olmamıştı. Birçok devletin benzeri duruma düşebileceği her yerde söyleniyor. Ama savaş!.. İşte bu yeni.

Mürekkep yalamış herkes, kapitalizm ile savaş arasında bir ilişki olduğunu duymuş veya okumuştur. Bütün büyük savaşların, büyük krizlerin ertesinde çıktığı da sır değildir. “Ama o savaşlar çıktığında dünya globalleşmemişti. Ülkeler birbirine bu kadar bağımlı değildi. Ayrıca ABD'yi kim yenebilir ki” diyerek bu kabustan uyanmak mümkün mü? O kadar kolay mı? Hiç değil. “Teorik” olarak: Krizler ne kadar büyükse, savaş tehlikesi de o oranda büyüktür. Tabii savaşın çeşitli biçimleri vardır. Kapitalizmle ilişkisi ise, borçlardan kurtulmak ve maddi karşılığı olmayan devasa miktardaki sanal parayı bilgisayar ekranlarından silmektir. Daha da önemlisi, savaştan sonra yeni bir büyüme eğrisi yakalayıp, sisteme yeni bir temiz sayfa açmaktır. Tabi tamamen teorik! Bu işlem, global bir mutabakatla yapılabilir. Sistemin varlığı söz konusuysa ve kapitalizmin “mantığı” dahilinde akıllara başka ihtimal gelmiyorsa, sınırlı bir savaş oyunu neden olmasın?!.. (Tabii savaşların kendi kuralları da vardır. Savaşlar kolayca kontrolden çıkabilirler)

Savaş deyince akla -nedense- sadece silah/külah geldiğinden, modern vatandaş hemen arkasına yaslanıp ABD'nin askeri gücünü sayılara dökebilir. Bu konudaki en güvenilir veriler de merkezi Stokholm'deki SIPRI'dedir. Bugünkülerden daha az ürkütücü olacağından, 2008 yılının askeri harcamalarına bakalım. ABD'nin askeri harcamaları 607 milyar Dolar, Çin'in 85 milyar Dolar. Rusya'nın 58 milyar civarında. Kısa kesmek gerekirse, ABD'nin harcamaları, bu iki ülke dahil olmak üzere Hindistan'ın, İngiltere'nin, Fransa'nın, Almanya'nın, Suudi Arabistan'ın, Japonya ve İtalya'nın askeri harcamalarının toplamından yüz milyar Dolar daha fazla. Bu hesabı yapanlara, 11 Eylül'ü yapanların askeri harcamalarını hatırlatmakta fayda var: Birkaç yüz bin Dolar bile değil. Artık savaşlarda modern silahlar tayin edici olmayabiliyorlar, ama “modern silahların kullanıldığı tüm savaşların galibi ABD'dir” gibi kanıtlanmamış bir teori de mevcut.

Askeri sayılar hiç de abartıldıkları kadar önemli değiller. Bugün eğer sayılardan bahsedeceksek, asıl tehlikeli sayılar askeri değil ekonomik sayılardır. Clinton döneminin sonunda ABD'nin devlet borçları 5.8 trilyon Dolardı, şimdi 12 küsür trilyon Dolar. Bu sayılar roket sayılarından önemlidir, çünkü maaşını alamayan uzman Amerikan askeri istifa eder ve o silahları kullanmazsa, askeri sayılar bir işe yaramayabilir mesela.

Hudson, Yunanistan'ın ve Doğu Avrupa ülkelerinin borçlarını ödemelerinin imkansızlığı üzerinde duruyor ve krizden çıkış yolu olarak soğuk soğuk “Tek yol savaş” diyor. Öyle mi? Neden?

Bilindiği üzere neoliberal ekonomilere geçen eski sosyalist ülkeler, ilk iş olarak tüm devlet firmaları ve mallarını özelleştirmişlerdi. Böylece, neoliberalizmin tipik özelliğine yatay geçiş yaptılar: Özelleştirmeler sonucu devlet gelirleri azalıp eğitim/sağlık/emeklilik/vs. gibi devlet hizmetlerini finanse etmek zorlaşınca, sürekli yeni krediler alındı. Devletler kredi faizi ödemekten helak oldular! Sürekli borçlanmak, neoliberalizmin özelliklerinin başında geliyor. Ama borçlanmanın da bir sınırı var. Ve şimdi o sınıra gelindiği anlaşılıyor. Hudson bunu söylemiyor elbette, ama halkların aniden fakirleşebileceğini ve buna karşı mutlaka sokağa inebileceklerini öngörüyor. Bunun nasıl olabileceği konusunda Yunanistan örneği var elimizde. 110 milyar Euro kredi alacağı söylendi. Bu krediyi geri ödeyebileceğini kimse düşünmüyor. Bu sayede sadece biraz zaman kazanılmış olduğunu söyleyenler hiç de az değil. Ama ödeme ihtimalinin olabilmesi için Yunanlıların maaşlarının üçte bir oranında düşürüleceği, vergilerin artırılacağı gibi önlemler var -ki, Yunanlılar daha bu önlemlerden önce meydanlara indiler. Hudson, sadece böyle durumlarda, hükümetlerin dikkati dışarıya çekmek ve halkı evde tutmak için komşu ülkelere karşı savaş provoke edebileceklerini söylüyor.

Savaş dedikodularının bundan ibaret olduğunu sanan aldanır. Güvenlik politikaları üzerine araştırmalar yapan 'Bundesakedemie für Sicherheitspolitik' adlı kurum, sistemin merkezinin Batıdan Doğuya kaymasını da gözönünde bulundurarak geçen yılın yaz aylarında yaptığı bir değerlendirmede Batı ile Doğu arasında silahlı bir savaşın olabileceği ihtimaline dikkat çekiyor. Burada Batı'dan anlaşılan ABD ve AB, Doğudan anlaşılan da Çin ce Rusya. Kurum, bu büyük savaşın başlangıcı olarak da Batı ekonomilerinin çöküşü ertesini gösteriyor. Burada hemen dikkat çekmek gereken ilginç konu şu: Çökme tehlikesi altındaki ülkeler, Doğu değil Batı ülkeleri.

Eğer bir çöküş korkusundan konuşuluyorsa, global bir ekonomide, Batıda olabilecek çöküşlerin Doğuyu etkilememesi mümkün mü? Elbette değil. Ama zamanın hızlı aktığı günümüzde, Doğunun çöküşü Batıdan birkaç yıl sonra gerçekleşirse, bu bile bütüncül çöküşün sonrasındaki yeni başlangıç için önemli bir konu olabilecektir. (-Tabii bütün bunlar, bugünün kar/zarar rasyonel mantığıyla yapılan hesaplardır. Gelecekteki başlangıçlardan sonra mutlaka “jeostratejik” yeni hesaplar olmak zorunda olmayabilir. Malum bu kavramın “jeo” dediğimiz kısmı yeraltı kaynaklarına, mesela petrole falan işaret etmektedir.) Böyle bir durumda, Batının çöküşünden önce savaşı başlatmak -Doğu için de- “mantıklı!” olabilir mi? Nerede başlatılabilir? İran'da... Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bütün ülkelerin İran'a karşı yaptırım uygulama kararına katılması (Türkiye ve Brezilya'nın çabalarının boşa gitmesi), krizin sosyal sonuçlarından kurtulmak için kontrollü bir askeri gerilim üretmek fikrini ön plana çıkarabilir. Ama bu kez Irak'daki gibi büyük bir mutabakat olmadığı gibi, savaş finansmanı sorunu var. Savaş, yukarıda değindiğimiz nedenlerle yayılabilir. Şurası bir gerçek ki, olası bir savaş durumundan -bu savaş ne kadar büyük olursa olsun, modern bir savaş olduğu takdirde- bundan ABD yararlanabilir. Savaş endüstrisinden para kazanır, işsizliği azaltır borçlarını kısmen eritebilir vs. -Ama bu tahminler de klasik savaş teorilerine ve kapitalizmin konjonktürel krizlerine göre yapıldıklarından, tayin edici hatalar içeriyorlar.

Hataların başında, yaşanılan krizin konjonktürel bir kriz olduğu, krizden sonra kapitalizmin yeni bir yükseliş yaşayacağı varsayımı geliyor. Kapitalizmin savaşlarla aşılan krizleri, aynı zamanda kapitalizmin yeni bir aşamasına geçiş demekti. Kapitalizmin 1930'lu yıllara kadarki krizlerinin, sistemin kapsama alanının şehirlerden kırlara doğru genişletilmesiyle aşıldığını biliyoruz. Daha sonra savaş endüstrisi sayesinde krizlerin aşıldığı bir dönem geldi ve iki dünya savaşı yaşandı. 1970'li yıllardan sonra reel ekonomiden yeterince kar elde edilemediği için, sanal finans ekonomisinin yükseldiği görüldü. Ekonominin motoru sanal para haline geldi. Doğu Avrupa'daki kooperatist kapitalizmin çöküşünden sonra (-ki bu bal gibi bir ilk sistemsel çöküş örneğidir, çünkü çöken bir kapitalizm türüdür) neoliberal kapitalizmin özelleştirilen devlet/kamu mallarına doğru yeni bir genişleme alanı bulduğu söylenebilir. Fakat sanal ekonomi asıl lokomotif olduğu için, bu yeni durum, sanal ekonomi ile reel ekonominin birbirinden iyice uzaklaşıp birbirinden kopma noktasına gelmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu durumun neden sürdürülemeyeceğine daha önce değinmiştik. Şimdi “teorikman” beklenen, kapitalin savaş sonrası yeni alanlara doğru genişleyebileceği hamhayalidir. Nereye genişleyecek?!.. Hadi “şimdi bilinmiyor. O gün gelsin bulunur” diyelim... Diyebilir miyiz? Kesinlikle Hayır. Çünkü boyutlar, bize bunun ümkansızlığını şimdiden göstermektedir. Her kriz ve savaş sonrası kapitale açılan yeni alan, bir öncekinden büyük/yaygın/derin olmuştur. Yeni ve bugünkünden daha büyük/yaygın/derin bir alanın bulunması imkansızdır, çünkü yoktur. Ve sadece bu kadar da değil. Marx'ın gösterdiği üzere, parasal değerin maddi muhteviyatının (Substanz) esası 'ücretli iş'tir. Sistem, artık sanal/finans kapitale dayandığından, çalışan sayısını mütemadiyean azaltmakta, yani intihar etmektedir. Bunu tersine çevrilmek ve dünyayı herkesin çalıştığı global bir 'ücretli iş' toplumu haline getirmek mümkün değildir. Yani kısaca: Savaş bu kez kapitalizmi yeni bir aşamaya taşımayacaktır, Marx'ın deyimiyle “Barbarlaşmaya sürükleyecektir.”

Kapitalizmden ve onun yaşam/düşünce biçimlerinden kurtulmak, insanın kendisini aşmak anlamına geliyor. Bunun ilk elementar biçimi, insani/kutsal değerleri yükselterek, ezilenlerden yana olmak, sosyal-devleti yeniden kurmak ve neoliberal politikalara kararlılıkla son vermektir. Kapitalist mantığın sürdürülmesi, yeni bir dünya savaşına neden olabilir. Ve savaşı önleyebilmenin en garantili yolu, kapitalizmin (para/kar mantığı başta olmak üzere) esiri olmaktan kurtulmaktır. Ama savaş olsun veya olmasın, (mesela savaş sonrası) ortaya çıkabilecek barbarlaşmış bir dünyaya, postkapitalist yeni bir düzen sunabilmek, ruh sahibi her makul insanın şimdiden hedefi olmak zorundadır. İnsanoğlu, kapitalizm hastalığından kurtulmaya mecbur.

www.konstantiniye.blogspot.com

Bölücü Partilerde Oy Patlaması

Belçika'nın bölünmesinin isteyen partiler oy patlaması yaptı.
Belçika'da Flaman Hristiyan Demokrat Yves Leterme başkanlığındaki beş partili koalisyon hükümetinin 22 Nisan'da istifası sonrasında alınan erken seçim kararı uyarınca bugün 7.7 milyon kayıtlı seçmen sandık başına gitti.

Yoğun katılım olduğu gözlenen seçimde oy verme işlemi TSİ 16.00'da sona ererken ilk sonuçlar , ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ını oluşturan Flaman bölgesinde Belçika'nın bölünmesini isteyen partilerin oy patlaması yaptığını gösteriyor.

Federe yapılı Belçika'nın Flaman kesiminde açılan ilk sandıklara göre, 2007 genel seçimlerine Hristiyan Demokratlarla (CD&V) ortak listeyle girmelerine rağmen daha sonra yollarını ayıran Yeni Flaman İttifakı (N-VA) beklentilere uygun şekilde yüzde 25 civarında oy toplayarak ilk sıraya yerleşti. Bir geçiş sürecinin ardından Belçika'nın bölünmesini savunan Flaman İttifakı'nın söylemini değiştirmemesi halinde, Fransız (Valon) toplumu partileriyle koalisyon hükümeti kurabilmesine ihtimal verilmiyor.

Flaman bölgesinde, aşırı sağın radikal kanadını temsil eden, Müslümanların ülkeden kovulmasını savunan Flaman Menfaati (VB) Partisi ise ilk sonuçlara göre yüzde 10 civarında oy topladı. Flaman Menfaati, Haziran 2007 seçimlerinde yüzde 19 oyla Flaman bölgesinin ikinci büyük partisi olmuştu.

10,7 milyon nüfuslu Belçika'da halkın yüzde 40'ının yaşadığı Fransızca konuşan Valon bölgesinde ilk sonuçlara göre Sosyalistler (PS) yüzde 30 civarındaki oyla açık ara önde gidiyor.

Belçika'da genel seçimlerde 31 Türk kökenli aday milletvekilliği ve senatörlük için yarışırken bunlardan en az 2'sinin federal milletvekili seçilmesi bekleniyor. Halen federal milletvekili olan ve Anvers seçim bölgesinde Flaman Yeşiller (Groen!) partisinin ilk sıradaki adayı Meryem Almacı ile Valon Sosyalistlerin önde gelen isimlerinden Brüksel bölge hükümeti Devlet Bakanı Emir Kır'ın parlamentoya girmelerine kesin gözüyle bakılıyor.
aktifhaber

12.6.10
İyimserlik katsayısı, güven endeksi ve savaş tehlikesi
SALIH SELÇUK

İyimserliğin günümüz ekonomisi için ne kadar önemli olduğu yeni yeni anlaşılıyor. Modern kapitalist anlamda “Ekonomi” sahici bir bilim olsaydı, George W. Bush'un önce Afganistan'a sonra da Irak'a saldırısının, her türlü teamül ve uluslararası anlaşmayı çiğnemesinin, iyimserliği de vuracağı anlaşılırdı. Ama çok daha kötüsü oldu. Bush, Afgan ve Irak direnişine yenildi. (Yenilgisi, savaşı artık finanse edememesiyle ilgilidir) Bu noktada sadece iyimserlik değil, altın endeksinin Nixon tarafından kaldırıldığı 1971'den bu yana ekonominin ve finans dünyasının temel endeksi olan 'Güven Endeksi' de sarsıldı.
Sanal/fiktif (hayali) kapitalin sürdürülemez boyutlarda şiştiği ve sönerek hükmünü yitirmeye başladığı bir dünyada yaşıyoruz.
Tek bir örnek: 'Citigroup'un değeri, iki yılda 250 milyar Dolar eridi.' (1)
Sistemin garantörü ABD'nin ve prestijinin yaşamsal önemde olduğu, ekonomi “bilimi” tarafından maalesef anlaşılamadı. Anlaşılmış olsaydı, zırt-pırt arızalanan ve her arızası bir öncekine göre daha derin olan global sistemi değiştirmekten başka kalıcı/temel çözümün olmadığı da anlaşılabilirdi. İyimserlik konusu, bunun giderek anlaşılmasıyla ilgili bir durumdur. Çünkü, çok daha kötü yeni krizlere mahal vermeden, yapıcı ve yaratıcı çözümlerle kriz sarmalından çıkılabileceğine olan özgüven ancak bu şekilde artmaktadır.
Şimdi kriz atmosferinde iyimserlik/güven, hükümetler ve medya tarafından tehlikeli bir biçimde yanlış yorumlanıyor. Bunun baş sorumlusu da, bir ay sonrasını tahmin etmek konusunda bile her birinin ayrı telden çaldığı ekonomi “bilimci”leridir.
İyimserlik, mezarlıkta ıslık çalmak, susmak veya “polyannacılık”la olmaz. Ekonominin düzelmesi için her türlü eleştirinin susması, 'kapitalizm' sözünün gene eskisi gibi mümkün olduğunca ağızlara alınmaması, iyimserliğe değil, insanlığın ekonomik/sosyal intihar mekanizmasına hizmet eder. İyimserliği ve özgüveni aşındıran asıl tehlike, kapitalizme ısrarla “sonuna kadar” kapılanarak kapitalizm ötesini düşünmeyi reddetmektir. “Çağdaş ekonomi bilimi”nin ufku, kapitalizmle sınırlıdır ve bu durum, yakın gelecek için büyük bir tehlike oluşturmaktadır -çünkü kapitalizmin sürdürülemez bir sistem olduğu gerçeği, “ekonomistler” dışında matematikçiler, çevre bilimcileri, jeologlar, fizikçiler ve daha niceleri tarafından hergün sayısız makale ve kitapla yeniden kanıtlanıyor.
İyimser olunca tüm sorunların kendiliğinden, “piyasanın görünmez eli” tarafından çözüleceğini sananlar, buna inananlar yanılıyor. O “El”in daha önceki yüzyıllarda varolup olmadığıyla, ne ölçüde etkili olduğuyla ilgilenmiyorlar. Ekonominin insanların ruh haline neden bu kadar çok, (tayin edici ölçüde) bağlı/bağımlı olduğunu da merak etmiyorlar. Bu garip “irrasyonel” bağımlılık durumun/durumlarının, maddeden başka kuş tanımayan bir düzende nasıl olup da olabildiğiyle ilgilenmiyorlar! Üstelik bu absürd durumun, otuz küsür yıldır böylesi duyarlı ve tehlikeli bir hal aldığı da dikkatlerini çekmiyor.
2007'den beri sallanan finans piyasalarının bağlı olduğu 'Güven endeksi'nin -hatta kapitalist sistemin- nasıl işlediği konusunda “bilim”in kafası oldukça karışık görünüyor. Ekonomistlerin, gelişmeleri önceden tahmin etmek konusunda sınıfta kaldıkları açık. Ekonomi bir bilimse, belli temel verilere dayanarak ekonomistlerin de aynı/yakın sonuçlara ulaşmalarını gerekmez mi? Ama her ekonomist ayrı telden çalabiliyor. Bugün sistemin iflasından önce, ekonomistlerin ve bu “bilim dalı”nın iflasından söz etmek gerekiyor.
Günümüzde sosyo-psikolojik anlamda sağlıklı bir iyimserlik inşa edebilmek için, ekonomi/para/iş merkezli sistemi açıklamakta yetersiz kaldığı ve işe yaramadığı anlaşılan klasik ekonomi eğitimi/bilim ötesine geçen bir bakış açısı geliştirmek gerekiyor. Ancak tüm malum konvensiyonları sorgulayabilen çokyönlü yapıcı bir anlayışla, kriz sinyalleri veren ekonominin nasıl ve neden işlemediğini, nasıl ve neden sürdürülemez hale geldiğini anlamak ve belirsizliği/bilinmezliği aşarak somut bir iyimserlik kurmak mümkün olabilir.
İyimserlik, özellikle kötü zamanlarda lazımdır ve en kötü ihtimalin bile sarsamadığı, cesur ve mert bir yana sahip olabilmesi için, alabildiğine gerçekçi ve çok yönlü olması gerekir. Tatlısu iyimserliği zoru görünce önce paniğe kapılan, tehlikeye gözlerini kapatıp mezarlıkta ıslık çalmayı tercih eden, sonra da yelkenleri indirip duruma teslim olmayı seçen bir depresyona dönüşme eğilimi taşır. Tatlısu iyimserliği korkak ve miyoptur. Düşünmemeyi, günü birlik hareket edip, rüzgara göre yelken kırmayı tercih eder. Ama o rüzgarların bile dinmeye başladığı zor bir döneme girildiği anlaşılıyor. Artık, klasik asprin tedavisinden ve konjonktürel kriz teorilerinden fazlasına ihtiyaç var.
Yaklaşık otuz yıldan beri durmadan büyüyen spekülasyon ve kredi borçları balonu, dünya ekonomisinin esas dinamiğini oluşturuyor. Reel ekonomiye yatırım yapmak fazla kâr getirmediğinden, sermaye, finans piyasalarına kayıyor. Spekülatif “kazanç”, dünya ekonomisinin motoru haline geldi. Sadece tüketiciler değil, devletler de sürekli borçlanıyorlar, faaliyetlerini borçsuz döndürmekte zorlanıyorlar. Ve bu borçlanma sarmalının kendi sınırlarına dayandığını, Yunanistan'da görmek mümkün. Ortada, hemen bütün devletlerin benimsediği bir sistem söz konusu olduğundan, Yunanistan'ın iflasın eşiğine gelmesi istisna değil, giderek bir kural olabilir.
2008'de başlayan kriz, bir ‘aşırı sermaye birikimi’ sorunudur. Kısacası: Piyasalarda, dünyayı onlarca kez satın alabilecek kadar çok para dolaşmaktadır. Bu acaip durum “ekonomistler”i düşündürmüyor. Fakat saptamak için matematikçi olmak gerekmediği üzere: sadece bir adet dünya bulunuyor. Öyleyse, bu kadar çok paranın hayali olduğunu ve maddi karşılığının bulunmadığını söyleyebiliriz! Marx’ın daha 1857’de analiz ederek (2) adını ‘fiktif/sanal sermaye’ (fiktives Kapital) koyduğu duygusal/kurgusal/hayali sermaye türü, II. Dünya Savaşı öncesinin neredeyse üçyüz yıllık kapitalizm tarihinde yaşananların hepsinden daha ürkütücü bir krize girmiş görünüyor. Ürkütücüdür, çünkü hayali para miktarı/balonu ve günlük hayatı doğrudan veya dolaylı olarak hayali sermayeye bağlı olan insan sayısı olağanüstü fazladır. Hatta son otuz yıldır, bu sermaye türünün/balonunun sosyal bir yansıması olarak, adına 'Beyaz Yakalılar' denen yeni bir sosyal tabakanın/sınıfın da ortaya çıkmış olduğuna bakarak, 'çalışan ve çalışmayan insanların çoğunun' bu ucube durumdan doğrudan etkilenebileceğini söyleyebiliriz. Bu insanları korumak için sistemi aynen sürdürmeye çalışmak, patlayacağını bile bile balonu şişirmeye devam etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Balon ne kadar çok şişirilirse, o kadar şiddetli patlar.
Kriz aşamasında, sadece kapitalizme özgü yöntemlere/önlemlere bel bağlamaya devam etmek, daha fazla insanın daha kötü bir şekilde sistem tarafından vurulmasına razı olmak anlamına geliyor. Kapitalizm, bütün türleriyle “büyüme”ye endekslidir. Bu aynı zamanda, krizlerin de artan sıklık ve şiddette “büyümesi” demek oluyor. “Ekonomi” bir bilim dalıysa, ekonomistler oturup, neoliberal kapitalizmle veya kapitalizmin başka bir türüyle krizlerin nasıl aşılıp, iklimleri çökertmeden (en azından bir yirmi yıl daha) nasıl mutlu-mesut yaşanabileceğini biz fanilere kanıtlamak zorundadırlar. Ekonomistler dışındaki bilim adamlarının yaptığı hesaplar, sistemin sürdürülemez bir noktaya doğru hızla yaklaştığını gösteriyor. Yer altı kaynaklarının tükenmesinden tutun da atmosferin ve denizlerin/suyun daha fazla kirlenmeyi kaldıramayacağı hesaplarına kadar, tüm bilim, büyümeden yaşayamayan kapitalizmin sonunu ilan etmektedir. Kapitalist bir gelecek bulunmamaktadır. Kriz ile görüldüğü üzere, sanal para balonu, sistemin taşıyabileceği o kritik eşiği aşmıştır. Toplumsal huzursuzluğu önleyip, gelecek için umut kaynağı olacak yeni bir iyimserlik ve güven, artık böyle bir sistemin ve onun düşünsel çerçevesini aşamayan “Ekonomi bilimi” üzerine inşa edilemez.
Marx tarafından tarif edilmiş sistem mekaniğine göre; ağırlık merkezi spekülasyon, faiz amaçlı kredi ve fiyat dalgalanmaları olan sanal sermaye ile (3) onun reel karşılığı arasındaki fark büyüdükçe, finans krizi ihtimali de artar. Otuz yıl öncesine kadar geçerli olan bu 'konjonktürel kriz mekaniği'ne göre sanal sermayenin otuz yıl önce yeniden krize girmesi gerekiyordu. Fakat İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra en geç 1970'li yıllarda olması beklenen büyük finans kriz yaşanmadı. Onun yerine, sadece ‘zorunlu büyük kriz’ baskısını hafifleten ve Doğu Bloku’yla (ve Ortadoğu ülkeleriyle vs.) sınırlı kalan bir ekonomik çöküş yaşanmıştır. Parası pul olan reel sosyalizmin (yani kooperatist kapitalizmin) çöküşü, kapitalizmin başarı hanesine yazılamaz. Krizin (liberal) kapitalist bloka sıçramasını önleyen asıl etmen, altın endeksinin kaldırılmış olmasıydı. Paradoks gibi görünen bu duruma göre hayali/sanal sermaye, çökmek yerine (yani reel değerine dönmek yerine), yeni spekülatif mecralara akarak çökmeden çoğalmayı/şişmeyi sürdürebildi. Burada özellikle altı çizilmesi gereken durum şudur: Beklenen büyük kriz önlenmemiştir, sadece ötelenmiştir.
2008 krizine kadar geçen süre zarfında sanal sermaye balonu, reel gerçeklerden tamamen uzaklaşarak tarihte hiç olmadığı kadar şişip uçmuştur. Ne kadar şiştiğini anlamak için, Alman düşünür Robert Kurz'un tahminlerine bakılabilir. Günümüzde, dünyada dolaşan uluslarötesi paranın yaklaşık yüzde doksanyedisi, reel olmayan spekülatif sermayedir (4). Burada en rahatsız edici gerçek, sanal sermayenin -konjonktürel çöküşü ertelense de- önünde sonunda reel değerlere dönmek zorunda oluğudur.
Ücretli çalışanların ürettiği mal ve hizmetlerin, maliyetinden daha fazlaya satılması sonucu ortaya çıkan (üretime bağlı) artı değer birikimi, reel sermayeyi oluşturur. Dünyada reel sermayenin üretilmesinde temel rolü oynayanlar hâlâ işçilerdir (ve köylülerdir). Sanal sermaye ise 'kapitalist çalışma ve üretim sistemi' ile değil, spekülasyonla, fiyat dalgalanmalarıyla, faiz almak amacıyla verilmiş kredilerle vs. oluşur. Bu yüzden de duygusaldır ve güvene endekslidir.
Reel ekonomi sanal ekonomiyi artık taşıyamıyor. Reel/sanal dengesinin bozulmasındaki bir diğer etmen de, 1980'lerde yaşanan mikroelektronik devrim sonucu hızla yaygınlaşan bilgisayarların yol açtığı rasyonalleşmedir. Sistemi taşıyan üretici sınıfların (işçi-köylü) sayısı giderek azalmakta, daha az kişiyle daha çok üretim yapılabilmektedir. Temel özellikleri; (amacını “iş veren”in belirlediği) ücretli iş, kapitalizme özgü çalışma sistemi çerçevesinde üretilen somut mal ve hizmetler, onların paraya tahvil edilerek daha pahalıya satılmaları sonucu elde edilen artı değer olan bir sistem için rasyonelleşmenin anlamı, sistemin kendi altını oymasıdır. Son otuz yıllık ertelenen büyük finans/ekonomi krizi süreci, sistemin temellerinin fena halde aşındırıldığı bir döneme rastlamıştır aynı zamanda.
Son otuz yüzyıldır sanal sermayenin katlanarak büyümesinin ve balonun iyice şişmesinin en önemli nedenleri arasında; neoliberal döneme özgü özelleştirmelerden gelen paralar ve tabii devletlerin yüksek faizlerle borçlanmaları gelmektedir. Faiz ve spekülasyonla hızla artan bu paralar, dolaylı olarak tüketime yansıyıp reel ekonomiyi de canlandırdıklarından, motoru sanal sermaye olan neoliberal kapitalizmin temel politikaları arasında yeraldılar. 2008 Krizinin ilk “önlemi” olarak devletler, neoliberal politikaların bir devamı olarak, hızla eriyip sönen “özel” sanal sermayeye garantör oldular ve mevduatlara verdikleri devlet garantisini, mevduatların büyük bölümünü kapsayacak şekilde genişlettiler. Maddi karşılığı/değeri olmayan sanal sermayeye garantör olma eğilimi, tam bir felakete neden olmak üzere. Garantörlük, garantör olunan kişilerin (yani “özel” bankaların) borçlarını ödeyememeleri halinde, o borçları ödemek anlamına geliyor. Amerika ve Avrupa'da devletlerin trilyonlarca Dolar vererek kurtardıkları banka “operasyonları”nın ana fikri, “kriz nasıl olsa atlatılacak, bankalara verilen o paralar/borçlar da nasıl olsa bir şekilde geri ödenecek” varsayımından yola çıkmaktaydı. Böyle düşünmenin temel dayanağı, devranın aynen devam edeceği, sistemin aynen yoluna devam edeceği hesabına dayanmaktadır. Yani sanal sermaye balonu, patlamayacak seviyeye indikten sonra şişmeye aynen devam edecektir!
Krizin başında hiç hesaba katılmayan bir nokta çok önemlidir: Ya devletler garanti ettikleri o dipsiz/sonsuz sanal borçları bizzat ödemek zorunda kalırlarsa? Burada devlet olmanın gücü kullanılarak, “Borcumu bir kanunla sıfırlarım olur biter” de denemez. Çünkü global bir dünyada borç, 'kendi vatandaşına olan borç'tan, 'başka ülkeye olan borç'a çevrilmiş durumdadır. Sermaye sınırsızdır ve borç/kredi işleri de uluslararası/uluslarötesi bir durum arzetmektedir. Böyle bir ortamda, sonsuz miktardaki (sanal sermaye kökenli) alacak-verecek hesabının, devletler arası alacak-verecek hesabına dönüşmesi en büyük ihtimaldir. Borçların devletlere devri, sanal sermayenin sağ tarafı! Onlar sorumluluktan büyük ölçüde kurtulmuş oluyorlar. Ama, global alacak-verecek hesaplarının, uluslarötesi kolay kredi kaydırmaca alanının dışına çıkarak ulusallaşması, büyük bir savaş tehlikesini de beraberinde getirmektedir.
Devletin büyük bankalara trilyon Dolarlık yardımlar yaparak “piyasaları rahatlatması”, krizin devletleştirilmesi anlamına gelmiştir. Özel firmaların/bankaların borçlarını -ulusal sınırlar ötesi bir şekilde- bir kurumdan diğerine kaydırılarak “idare etmek” mümkün olabiliyor. Ama devletlerin borçlarını birinden diğerine kaydırmak mümkün değil. Ayrıca bu tür konuların çözülememesi halinde, devletlerin elinde savaş opsiyonu gibi Bir şey de var!
Sürekli ertelenen, faizin faiziyle artıp duran, üstüne bir de çürük kredilerin garantörlüğü yüklenen devlet borçlarının ödenme günü gelebilir. Böyle bir duruma Yunanistan'dan sonra en yakın ülkeler, sadece Balkan ülkeleri, İtalya, İspanya değildir. Japonya, hatta ABD, borç ödeyemez duruma gelebilir.
Amerikan Dolarının giderek dünya parası olma özelliğini yitirmesi, Avro'nun tehlike sinyalleri vermesi, bu ihtimalleri yükseltmektedir. On yıl öncesine kadar ABD'nin asla yenilemeyeceğini söyleyenler, Irak ve Afganistan'da olanlardan sonra susmak zorunda kaldılar. Şimdi de ABD'nin asla çökmeyeceğini söyleyenler, birkaç yıl sonra yutkunup susabilirler. Krizin devletleştirilmesi, önemli bir savaş potansiyeli taşıyor. Gerçek anlamda iyimser olabilmek için bunları konuşmak ve tabii sanal sermayenin onmaz krizini devlete satmasına son vermek gerekiyor. Maddi temeli olmayan bir iyimserlik, bu saatten sonra kimseden beklenemez.
Milliyet, 25 Kasım 2008
Marx-Engels-Werke (MEW) Cilt 25, s. 482-488, Berlin 1956
a.g.e.
Robert Kurz, 'Das Weltkapital', Berlin 2005, s. 234
Not: Yazı, iki yıl önce yayımlanmıştı. Güncelledik. Yeni kitabımıza da alıyoruz.
...
http://konstantiniye.blogspot.com/

Batan geminin malları bunlar!
AIG'den sonra bir dünya devi daha Avrupa'daki hayat sigortası birimini satıyor
14 Haziran 2010

BARIŞ ERKAYA
HABERTURK.COM
EKONOMİ SERVİSİ
berkaya@haberturk.com

Avrupa'da yaşanan kriz, dünya sigorta devlerinin odak değiştirmesine neden oluyor. Uzun bir süredir gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımlarına hız veren dünya sigorta devleri, yatırımı artırdıkları coğrafyalara odaklanmak için doymuş pazarlardan da uzaklaşmanın yollarını arıyor. Avrupa'da son yaşanan kriz de bu odak değişikliklerinin hızla fiiliyata dönüşmesine neden oluyor.

4 MİLYAR STERLİN'E SATIYOR
Geçtiğimiz aylarda Avrupa birimini satışa çıkaran dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden AIG'yi bugün bir diğer ezeli rakibi, AXA izledi. Avrupa'nın ikinci büyük sigorta şirketi olan AXA, İngiltere'deki hayat sigortası birimi hisselerini Clive Cowdery Resolution'a satmak için görüşmelere başladığını açıkladı. AXA'nın pazarlığa konu olan rakamın büyüklüğünü ise 2.75 milyar Sterlin, yani 4 milyar dolar olarak ilan etti. Üstelik AXA'nın satışa konu ettiği hisseleri almaya çalışan Clive Crowdery, bir sigorta şirketi değil, bir yatırım şirketi. AXA'nın bu satıştan kasasına 2.25 milyar Sterlin nakit para koyacağı tahmin ediliyor. AXA'nın İngiltere'deki hayat sigortası birimi, İngiliz sigorta pazarının sekizinci büyüğü olarak kabul ediliyor.

AIG 15.5 MİLYAR DOLARA SATMIŞTI
Geçtiğimiz haftalarda da bir diğer dev AIG, Avrupa Birimi Alico'yu 15.5 milyar dolara, MetLife'a satmıştı. Bir diğer İngiliz devi olan Prudential ise AIG'nin Asya birimini almak için uzunca bir uğraş göstermiş fakat Prudential'ın istediği indirimi AIG Yönetim Kurulu kabul etmediği için bu satış suya düşmüştü. Standard Life, St James's Place ve Legal&General Group da İngiltere'deki hayat sigortası birimlerini satmıştı.

AVRUPA'DA HAYAT KALMADI
Yani bir süredir, sigortaya doymuş Avrupa pazarı yerine sigorta şirketleri hızla Asya ve Doğu Avrupa gibi ülkelere odaklanıyor. Son yaşanan krizle birlikte Avrupa'da alınan kemer sıkma tedbirlerinin sigorta faaliyetlerini de hızla vuracağı tahmin ediliyor. Batmamak için direnen Avrupa'nın bu durumu da, dünya devi sigorta şirketlerinin Avrupa'daki varlıklarını satarak Asya ve gelişmekte olan ülkelerdeki varlıklara odaklanmasına neden oluyor. habertürk

Soros'tan Euro Çökecek Kehaneti
23 Haziran 2010

Uluslararası yatırımcı ve Soros Fon Yönetimi Başkanı George Soros, Avroda yaşanan çöküşün artık inkar edilemeyecek seviyede olduğunu.....
Uluslararası yatırımcı ve Soros Fon Yönetimi Başkanı George Soros, Avroda yaşanan çöküşün artık inkar edilemeyecek seviyede olduğunu vurgulayarak, Almanya'nın izlediği ve riskleri artıran bütçe tasarrufu politikasının Avrupa projesini yerle bir edeceğini, avroyu ise tamamen çökerteceğini iddia etti.

Soros, Almanya'da haftalık yayınlanan Die Zeit Gazetesi'ne verdiği mülakatta, ekonomistlerin eleştirilerine hedef olan Almanya'nın yeni ekonomik planı ve avrodaki değer kaybı tartışmalarını değerlendirdi. Soros, Almanya'nın izlediği yeni ekonomik planı değiştirmediği takdirde Almanya'nın Avro birliğinden çıkmasının Avrupa'nın geri kalanı için yararlı olacağını söyledi.

Almanya'nın komşularını uzun dönemde ekonomik durgunluğa itecek deflasyon içine çektiğini de savunan Soros, bunun milliyetçilik, sosyal patlamalar ve yabancı düşmanlığına yol açabileceğini, yine bunun başlı başına demokrasiyi tehdit ettiğini ifade etti.

Soros, ''Almanya dünyadan tecrit oldu. Almanya niye ücretleri yükseltmiyor, niye diğer Avrupa ülkelerinin ekonomik olarak canlanmasına yardım etmiyor'' şeklinde konuştu.

Almanya Başbakanı Angela Merkel'in açıkladığı yeni ekonomik plan, gelecek dört yıl içinde 80 milyar avro (107 milyar dolar) bir bütçe kesintisi öngörüyor, Merkel yeni paketle Almanya'nın bütçe açığını 2013 yılı itibariyle Avrupa Birliği'nin belirlediği seviyeye çekmeyi planlıyor.

Merkel geçen günlerde, uygulanan yeni ekonomik planda ihracata yüksek oranda bağımlı kalındığı eleştirilerini fazla önemsemediklerini belirterek, bütçe açığını azaltmaya yönelik planı savunmaya devam etmişti
aktifhaber

Immanuel Wallerstein
Korkunun anatomisi

Korku, dünyanın büyük kısmında bugün en yaygın kamusal duygu. Bu korku mantıkdışı değil, ancak öngörülen tehlikelerin ele alınmasında akıllıca yollara yol açtığı da söylenemez. Nasıl çalıştığı, yakın geçmişin kayda değer iki olayında açıkça görülebilir. İlki, 6 Mayıs’ta hisse senedi piyasası değerlerindeki keskin düşüştü – herkesin afallamasına yol açan ve sadece birkaç dakika süren bir düşüş. İkincisi ise halihazırda üç ölüme neden olan ve halen süren Atina’daki ayaklanmalardı.

Borsada ne oldu? Görünen o ki o sabah Dow Jones sanayi ortalaması 300 puan kadar düştü. Bu ciddi bir düşüştü (yaklaşık %3) ancak Birleşik Devletler’de birçok cephedeki kötü haberler ile Yunanistan’ın iflastan kurtulabilmesi konusundaki büyüyen belirsizliklerin bileşimine karşı olağandışı bir tepki gibi görünmedi.

Ancak daha sonra, öğleden sonrası saatlerde, Dow inanılmaz bir hızla 700 puan daha düştü. Tarihteki en büyük gün içi düşüştü. Kesinlikle beklenmedikti ve simsarların “kalakalmasına” neden oldu. Bazı büyük hisse senetleri bir peni değerine dek %90 düştü. Ardından, simsarlar “ağızları açık seyrederken” ve neredeyse düşüşün gerçekleştiği hızla, Dow tekrar yükseldi ve piyasa simsarlarını rahatlatarak, gün “yalnızca” 371.80 puanlık kayıpla sona erdi.

Elbette, herkes bir açıklama aradı. Sunulan ilk açıklama “tombul parmaklı” tek bir simsarın, milyon yerine milyar yazarak işlem yapmış olabileceğiydi. Bu açıklamanın sorunu, kimsenin bu kişiyi bulamaması veya var olduğunu ya da “tombul parmak” meselesini gösterememesiydi.

Daha sonra, alternatif bir açıklama dolaşıma sokuldu. N.Y. Borsası işlemlerin çok hızlı olduğu bir anda sistemde bir yavaşlama yaşamıştı. Ancak diğer borsalar aynı mekanizmaya sahip değil. Bu yüzden bazıları, N.Y. Borsasında yavaşlamayla karşılaşan simsarların işlemlerini diğer borsalara kaydırdığını öne sürüyor. Bazıları ise bu açıklamayı daha da karmaşıklaştıran iddialar öne sürüyor: yaşanan olay, böylesi bir geçiş yapmak için önceden programlanmış otomatik işlem mekanizmalarını ilgilendiren algoritmik işlem stratejilerinin suçuydu. Çeşitli borsalar arasındaki koordinasyon eksikliği, iddiaya göre, mevzuattan kaynaklanan bir sorundu ve şimdi de bazıları, tüm borsaların ortak yavaşlama mekanizmasına sahip olması gerektiğini öne sürüyorlar. Başkaları için, düşüşe bir otomatik mekanizma yol açmış olabilir, böylece suçlanan makineler olur, insanlar değil.

Tüm bu açıklamalar geçerli olabilir de olamayabilir de. Ancak birçok açıdan, insan kararlarının müdahil olduğu gerçeğini unutuyorlar – düşüşün başlangıcına verilen tepki, işlemleri yavaşlatma, tekrar alıma başlama ve Dow’un yükselişine imkan sağlama. İşte korku faktörü burada devreye giriyor.

Borsa risk ve belirsizlik demektir. Ancak simsarlar esas olarak dalgalanmaların görece küçük olacağı, öngörülebilir belirli aralıklar dahilinde gerçekleşeceği algısına dayanırlar. Dalgalanmalar keskin olduğunda ki bu kapsamlı ve ani demektir, simsarlar panikler. Ve paniklediklerinde, kaçınılmaz şekilde daha büyük dalgalanmalara yol açarlar. Bu saçma bir döngüdür.

New York’taki simsarlar tam da panikledikleri an, ekranlarında Atina’daki ayaklanmaları gördüler. Bu onları, iki sebeple daha da üzdü. Avrupa Birliği ülkelerinin Yunanistan’a nasıl yardım edeceği (veya edip etmeyeceği) konusunda derin bir belirsizlik içindeydiler. Avrupa’nın Yunanistan’ın sorunları konusunda alacağı (veya almayacağı) önlemlerin ABD, Batı Avrupa ve Japon bankaları üzerindeki etkileri konusunda belirsizlik içindeydiler. Ve Yunanistan’ın olası iflasının dünya piyasalarının küresel çöküşüne yol açıp açmayacağı konusunda belirsizlik içindeydiler.

Ancak hepsinden çok, ayaklanmalardan korkmakta haklıydılar. Ayaklanma Yunan korkularının bir sonucuydu. Birçok Yunanın kaygılandığı mesele, gerçek gelirlerinin önümüzdeki yıllarda radikal şekilde düşmesinin neredeyse kesin bir olasılık oluşu. Bu konuda öfkeliler ve çok korkuyorlar. Ve bunun kendi hataları, bedelini ödemeleri gereken bir hata olduğundan pek de emin değiller.

Ancak Yunan vatandaşlarının korkularının, buz dağının yalnızca görünen yüzü olduğu açık. Dünya çapında hükümet başkanları ve borsa oyuncuları bunun gayet farkında. Yunan hükümetinin sorunu ise son derece basit. Vergi gelirleri çok düşük ve harcama düzeyi mevcut ve öngörülen gelecekteki geliri için çok yüksek. Bu yüzden ya vergileri yükseltecek (tabi onları toplayabilirse) ya da harcamaları kısacak veya her ikisini birden yapacak – ve bunlar çok keskin olacak. Ancak bu, Almanya, Fransa, İngiltere, Birleşik Devletler’in de sorunu, liste uzayıp gider. Bu bulaşıcı durumdan, finansal olarak başlarını suyun üzerinde tutabiliyor görünen az sayıdaki ülke de (Brezilya ve Çin gibi) muaf değil. Yunanlar protestolarda sokakları dolduruyor. Ancak bu yayılacak. Ve eğer yayılırsa, dünya piyasası daha da oynak hale gelecek ve korkular büyüyecek, azalmayacak.

Her yerde ana politika yanıtı borç alınan veya basılan kağıt para ile zaman satın almak oldu. Bir şekilde, kazanılan bu süre zarfında, yenilenen ekonomik büyümenin gerçekleşeceği ve gerçek ve gizli paniği yatıştıracak şekilde tekrar güven tazeleneceği ümit ediliyor. Politikacılar böylesi bir büyümeye dair her sinyale dört elle sarılıyor ve şişiriyorlar. Bunun iyi bir örneği Birleşik Devletler’deki son istihdam artışı. Oysa istihdam artışı aynı periyottaki nüfus artışından daha düşük.

Korku mantıkdışı değil. Dünya sisteminin yapısal krizinin sonucu. Hükümetlerin bugün karşı karşıya kaldığımız ciddi hastalıkları tedavi etmek için kullandığı yara bantlarıyla çözülemez. Dalgalanmalar çok büyük ve hızlı hale geldiğinde, kimse mantıklı plan yapamaz. Bu yüzden insanlar artık görece normal bir dünya ekonomisindeki makul mantıklı aktörler gibi davranamazlar. Ve içinde bulunduğumuz çağın en temel gerçekliği bu yüksek korku düzeyi.

[Binghamton.edu adresindeki İngilizce orijinalinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

İTALYA’DA 100 BİNLER SOKAKLARDA

25 Haziran 2010
İtalya’da hükümet devletin borç yükünü hafifletmek ve borçlarını ödemek gerekçesiyle sosyal kısıtlamalara gitti.
25 milyar Euro’yu bulan paket, 100 binlerce italyanı sokaklara döktü

Sabah saatlerinde başlayan eylem, başta başkent Roma olmak üzere birçok şehirde devam ediyor.

Grev çağrısını altı milyon üyesi ile İtalya’nın en büyük sendikası olan İtalyan Sendikalar Birliği CGİL yaptı.

Bir eylemci:

‘‘Risk altındayız. İş sözleşmelerimiz yenilenmiyor. Çoğumuzun sözlerşmeleri yandı bile. Bütün bu faktörler bizi sokaklara döktü. Gidişat bizi bu paketi protesto etmeye itti.’‘

Grevde ayrıca, hükümetin tasarruf tedbirleri kapsamında, ücretleri 2013 yılına kadar dondurması ve kamu sektöründe 400 bin işyerinin tasfiye edilmesi protesto ediliyor.

Havaalanında mahsur kalan bir İngiliz:

‘‘Bizim ülkemiz İngiltere’de de böyle bir daraltmaya gittiler. Kesintiler çok acımasız. Birçok insanı dramatik bir şekilde etkileyecek. Ama gerçekten düşünüyorumda merdivenin üzerinden yukarı doğru çıkmamız lazım. Sanırım tüm Avrupa’nın bunu yapması gerekiyor.’‘

Kamu sektöründe memurlar 24 saatliğine iş bıraktı. Özel sektör çalışanları ise dört saat greve gitti. Havaalanları, trenler ve otobüsler hizmet vermezken, hayat durma noktasına geldi.

EURONEWS

ROMANYA'DA HALK SOKAĞA DÖKÜLDÜ

25 Haziran 2010 23:15
Romanya’da öfkeli kalabalıklar sokaklara döküldü. Onları sokaklara dökense, hükümetin bütçe açıklarını kapamak için almaya çalıştığı olağanüstü tedbirler.
Buna göre hükümet çalışanların maaşlarında yüzde 25, emeklilerinkindeyse yüzde 15’lik kesintiye gitmek istiyor. Bununla birlikte anayasa mahkemesi, hükümetin bu uygumalarını anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti. Ülkenin IMF ile işbirliğini yürütmesi için muhakkak açıkları azaltması gerekiyor. Romanya’nın eski diktatörü Çavuşesku’nun sarayı önünde hükümetin kesinti planını protesto eden kalabalık, yer yer polisle de çatıştı. Yeni önlemler paketi açıklayacağını ilan eden hükümet, bütçe açığını istenen seviyeye indiremezse, IMF kredisinin ikinci dilimini alamayacak.

EURONEWS

İspanya'da Katalan ayaklanması!
İspanya’da Anayasa Mahkemesi’nin ülkede özerklik haklarında kısıtlama yapması Katalanlar’ı ayaklandırdı
12 Temmuz 2010

Yaklaşık 1 milyon Katalan kararı “Biz bir ulusuz. Geleceğimize kendimiz karar veririz” sloganlarıyla protesto etti. Katalanlar’ı en çok sinirlendiren ise Katalonya’nın kendisini bir ulus olarak tanımlayamayacağı kararı oldu. Barcelona’da toplanan protestocular, ellerinde “Biz bir ulusuz, biz karar veririz” yazan pankartlar taşıdı.

Katalonya Bölgesi’nin liderleri de yürüyüşe katılırken 250 metrelik Katalonya bayrağı açıldı ve özgürlük sloganları atıldı. ön saflarda katıldı.

Anayasa Mahkemesi’nin kararı şiddetli bir şekilde protesto edilirken Katalonya’nın İspanya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesini isteyen Katalanlar İspanya Hükümeti’ne de ateş püskürdü.

İspanya Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz hafta “İspanyol ulusundan başka bir ulus tanımadığını” açıklamıştı. habertürk


En son Ekim tarafından Pts Eyl 27, 2010 12:42 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Eyl 10, 2010 12:28 am    Mesaj konusu: AB'de evlilik dışı çocuk oranı patladı Alıntıyla Cevap Gönder

SELÇUK SALIH CAYDI
30.9.10
İrlanda ve Romanya devletleri iflasın eşiğinde mi?

Eylül 2010 ortasından beri özellikle İrlanda sinyal veriyor. İrlanda 21 Eylül'de para piyasasından sekiz yıllığına yüzde altı küsür faizle birbuçuk milyar Euro borç aldı. Bu faiz oranı, daha Haziran ayında 4.7 idi. İrlanda, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında en yüksek cari açığa sahip ülke -Yunanistan bile daha iyi durumda.

AB'nin onyıllarca akıttığı mali yardım sayesinde İrlanda, refah seviyesi en yüksek ülkelerden biri haline gelmişti. Para bolluğu, gayrimenkul piyasasının hiç olmadık ölçülerde şişmesine neden oldu. Durum öyle bir hal almıştı ki, devletin topladığı vergilerin üçte bir kadarı gayrımenkul piyasasından geliyordu. İrlanda o zamanlardan beri büyük baskı altında. Tüm büyük bankalar bir şekilde devletleştirilmiş durumda ve devlet, tüm çürük kredilerin dolaylı garantörü! Ama bütün bunlar, durumu kurtarmaya yetmedi. ABD'de ve dünyanın başka yapılan hata burada da tekrarlandı. Standard and Poor's'un hesaplarına göre, bankaları kurtarmak için İrlanda devletinin 90 milyar Dolara ihtiyacı var. İrlanda ekonomisinin üçte biri demek olan bu miktar, işsizlik oranının yüzde 14 olduğu bir yerde ne kadar işe yarar, onu kimse bilmiyor. İtalyan gazetesi Il Sole 24 Ore, "Henüz krizden kurtulamamış Yunanistan, çifte dip yapmak tehlikesi, İspanya'yı ve Portekiz'i, ardından İtalya'yı da tehdit ediyor" diye yazdı (tıklayınız).
Henüz kimsenin üzerinde durmadığı diğer ülke Romanya.
Başbakan Emil Boc, Eylül başında beş bakanını görevden alarak dikkatleri ülkesine çekmişti. Eylül ortasında mecliste bir konuşma yapıp, "Üzgünüm, Romanya'ya kimse kredi vermek istemiyor, para bulamıyoruz" dedi. Ülke, ödemelerini yapamayacak duruma gelmek üzere. Büyük tantanayla 2007'nin ilk saatlerinde AB'ye alınan ülke ondokuz ay içinde iki kere iflasın eşiğine geldi. Kredi bulmak sorunlarıyla buğuşan ülke, daha 2009'da AB'den yardım isteyip, ImF'nin kredi konusunda ikna edilmesini istedi. Kredi alıp alamayacağı belli değil. Romanya'nın prestijli gazetesi Adevarul'un haberine bakılacak olursa, Cumhurbaşkanı Traian Basescu Meclis'te bir konuşma yapıp, 2011'de mutlaka birkaç milyar Dolarlık kredi almak zorunda olduklarını söylemiş. Gazetenin yorumu ilginç. "Bu haber bile, devlet kurumlarının sorunları kendi başlarına çözmekten aciz olduklarını gösteriyor" diyor. Gazete, konjonktürün daha iyi bir geleceğe işaret etmediği gerçeği de gözönünde bulundurulduğunda, yeni bir IMF kredisinin, yatırımları başlamadan sonlandıracağı, iyileşme ihtimalini ortadan kaldırabileceğini savunan bir yorum yayımladı (tıklayınız). İrlanda ve Romanya'yı yakından izlemekte fayda var.
http://konstantiniye.blogspot.com/2010/09/irlanda-ve-romanya-devletleri-iflasn.html

Yunanistan'dan sonra İrlanda Korkusu
Avrupa Birliği'nde (AB) borç dinamikleri hızla kötüleşen İrlanda'nın, Yunanistan gibi dış yardıma muhtaç kalacağı korkusunun başladığı belirtildi.

04 Kasm 2010
Anadolu Haber

Ekonomik ve parasal işlerden sorumlu AB Komisyonu Üyesi Olli Rehn, gelecek hafta başında Dublin'i ziyaret ederek parlamento gündemindeki 15 milyar avroluk kemer sıkma paketi için destek isteyecek.
İrlanda'da ilave vergiler ve kamu harcamalarında kesintiler içeren 15 milyar avroluk paketin oylaması öncesinde iktidar kanadından bir milletvekilinin istifa etmesi, hükümetle muhalefet arasındaki sandalye farkını 3'e düşürdü. Kamuoyunda büyük tepki çeken paketin reddedilmesi halinde piyasalar tarafından ağır bir şekilde cezalandırılması beklenen İrlanda'nın, Avro Bölgesi'nin, Uluslararası Para Fonu'nun da (IMF) katkısıyla oluşturduğu 750 milyar avroluk kurtarma fonuna başvurma seçeneğini değerlendireceği belirtiliyor.

Gelişmeleri, paketin geçmeyeceğinin işareti olarak yorumlayan piyasalarda İrlanda tahvillerine yoğun satış gelirken faiz oranı tarihi seviyelere yükseldi. Gösterge niteliğindeki 10 yıl vadeli Alman tahvillerinin faiz oranı yüzde 2,5 düzeyinde bulunmasına rağmen 10 yıllık İrlanda kağıtlarının faiz oranı yüzde 7,4'e ulaştı.
Avro Bölgesi'nce daha önce kurtarılan Yunanistan'ın 10 yıl vadeli tahvilleri uluslararası piyasalarda yüzde 10,7 faiz oranıyla işlem görürken yüksek bütçe açığına sahip bir diğer avro ülkesi Portekiz'in 10 yıllık tahvilleri de yüzde 6,2 ile tehlike bölgesinde bulunuyor.

AB'de evlilik dışı çocuk oranı patladı
9 Eylül 2010
Avrupa Birliği'nde (AB) evli olmadan dünyaya getirilen çocukların oranı son 20 yılda katlanarak, yüzde 35'i aştı.

AB istatistik kurumu Eurostat'ın verilerine göre 1990'da yüzde 17,4 olan evlilik dışı doğan çocukların oranı 1998'de yüzde 25,1'e, 2008'de yüzde 35,1'e ulaştı.

Evli olmadan çocuk edinme oranında Avrupa ülkeleri arasında yüzde 64,1'le İzlanda başı çekerken, bunu yüzde 59'la Estonya, yüzde 55'le Norveç, yüzde 54,7'yle İsveç, yüzde 52,8'le Slovenya, yüzde 52,6'yla Fransa ve yüzde 51,1'le Bulgaristan izledi.

Avrupa'da evlilik müessesesine en bağlı ülkeler ise evlilik dışı çocuk oranı yüzde 5,9 olan Yunanistan, yüzde 8,9 olan Kıbrıs Rum kesimi, yüzde 12 olan Hırvatistan, yüzde 12,2 olan Makedonya, yüzde 17,1 olan İsviçre, yüzde 17,7 olan İtalya ve yüzde 19,9 olan Polonya.

Evli olmadan çocuk edinme oranı İspanya'da yüzde 31,7, Almanya'da yüzde 32,1, Belçika'da yüzde 39, Hollanda'da yüzde 41,2 ve İngiltere'de yüzde 45,4 olarak hesaplandı.

AB'de her bin kişiye düşen evlilik sayısı 1990 yılında 6,3 iken 1998'de 5,1'e ve 2008'de 4,9'a geriledi.

Türkiye, yılda bin kişiye düşen evlilik sayısında 9'la Avrupa ülkeleri arasında başı çekerken, evlenme oranı yüksek ülkeler arasında 7,7'le Kıbrıs Rum kesimi, 7,2'yle Makedonya ve Litvanya, 6,9'la Romanya, 6,8'le Polonya ve Danimarka yer aldı.haber10

İtalya'dan sonra Fransa'da da çöp krizi
21:50 - Çöpçüler, hükümetin emeklilik yaşını 60'dan 62'ye çıkarmasını protesto için iş bırakınca iki haftadır Marsilya sokaklarında yığılan çöpler 9 bin tona ulaştı. Sendikanın "hijyen ve güvenlik" sebebiyle grevi durdurması üzerine çöpler yeniden toplanmaya başladı. Yetkililer, çöplerin beş gün içinde temizlenebileceğini açıkladı. 26.10.2010 MARSİLYA netgazete

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Sokaktaki Fransa

Geçen yüzyılın kazanımlarını kaybederek piyasa toplumu haline getirilen Avrupalılar, refah devletlerinin yerini alan piyasa devletlerini kolay benimseyemeyecekler.

Son 25 yılın dümdüz ettiği sosyal devleti ve piyasa kurallarının ürettiği adaletsizliği tecrübe eden halklar, finans krizinin ardından kendilerini aldatılmış hissederken, hükümetlere karşı da öfke ve kızgınlıklar artıyor.
Fransa'da emeklilik yaşını 60'tan 62'ye çıkaran ve tam emeklilik maaşını alma yaşını da 65'ten 67'ye çıkaran yasaya karşı kitlesel genel grevlere katılım 3.5 milyona vardı.

Emeklilik 'reform' yasasının adaletsizliği, 'eşitlik idealinin' tarihi vatanı Fransa'da halkı çileden çıkardı.

Aslında yüksek işsizlik, esnek emek piyasası, kapanan şirketler, Fransızlar için ne bir işi ne de 40 yıllık güvenceli bir çalışma hayatını garanti ediyor.
Fransızların öfkesi spekülatif finansın çökmesiyle batan bankaların borçlarını 'devletleştiren', buna karşılık yüksek bütçe açıklarını kamudan fatura etmeye kalkan hükümeti hedef alıyor.

Babalarının ve dedelerinin 1936'larda mücadeleyle kazandığı sosyal haklar ve emeklilik, Fransız gençleri için uzak bir hayal oldu.
Ama 'örgütlü toplum', çetin ceviz Fransızların hükümete tepkileri, yasa tasarısının Senato ve Ulusal Meclis tarafından kabul edilmesinden sonra da devam ediyor.

8 haftadır süren grev ve protestolara halk desteği büyüyor. 28 Ekim ve 6 Kasım Fransa'da genel eylem günü ilan edildi.

Finans sermayenin denetimsizliği ve üretim- tüketim mantığını piyasalara bıraktıran neoliberal paradigmanın iflası, Avrupa'da cüsselenirken, devletler mali krizlerini çalışanlara ve gençlere yıkma derdinde.
Fransa'da neoliberalizmin kurumsallaşmasında emek sahibi Sarkozy'nin otoriter-karizması ve halk desteği yerlerde.

Fransızların 1793'te yargılanmayı bekleyen 16. Louise'ye benzettikleri Srakozy'nin siyasi kariyerinin bittiği söyleniyor.

Anglosakson kapitalizm hayranı Sarkozy'nin 19 milyon oy alarak, seçilerek 'sözde' Fransız solunu bozguna uğrattığı günler geride kaldı.
Yabancı düşmanlığıyla sürdürdüğü popülist siyaseti, sınır dışı ettiği Romanlar, göçmen gençlere karşı ırkçı ifadeleri bir yana sağcı-popülist Sarkozy'nin bu kitlesel grevlerden sonra hiçbir icraatının 'aklanamayacağı' kesin.
Halkın yüzde 71'inin desteklediği grevlere, 1600'ü aşkın lise ve üniversite de katılıyor.

Genç Fransızlar mücadele geleneğini aldıkları dedelerinin ve büyük annelerinin mirasına sahip çıkıyorlar.

Siyasi partilere mesafelerini koruyan sendikaların toplu dayanışması da yabana atılmayacak toplumsal hareketin çapını büyütüyor.
İngiliz hükümeti de mali operasyona başladı, sosyal kesintilerle 81 milyar sterlin tasarruf planına göre 500 bin kişi 5 yıl içinde kamu görevinden çıkartılacak.

Emeklilik yaşı 60'tan 66'ya çıkartılacak ve yoksullara yapılan konut yardımı kesilecek.
İngiliz ve Fransız halkların, finansal krizin şımarık bankalarına sahip çıkan muhafazakar-liberal hükümetlerin kendilerine yönelttiği 'hak' saldırılarına vereceği cevabı sokaklardan izleyebiliriz.
Avrupa'nın II. Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük kemer sıkma operasyonunun hükümetlerin boynuna dolaşabileceği de muhtemel görünüyor.

http://www.aksam.com.tr/2010/10/30/yazar/19296/nihal_kemaloglu/sokaktaki_fransa.html

Avrupa'nın Yeni Korkusu: İrlanda
12 Kasım 2010

İrlanda'nın artan bütçe açıkları Euro Bölgesi'nde endişelere neden oldu, akıllara Yunanistan geldi.
Avrupa'nın yeni kabusu İrlanda oldu. İrlanda ekonomisine ilişkin endişeler, piyasalara Euro Bölgesi'ne ilişkin riskleri yeniden hatırlattı.

İrlanda'nın uluslararası mali yardıma ihtiyaç duyacağı endişesi, İrlanda'nın 10 yıllı tahvil faizlerinin yüzde 8'i aşarak rekor kırmasına neden oldu. Almanya ile İrlanda'nın 10 yıllık tahvil faizleri arasındaki fark tarihi zirveye ulaştı.

İrlanda endişesi, diğer Euro Bölgesi ülkelerini de etkiledi. Portekiz, İtalya ve İspanya'nın ülke risk primleri, şu ana kadar hiç görülmemiş seviyelere ulaştı.

İrlanda'ya ilişkin endişelerin artmasına yol olan en büyük neden tıpkı Yunanistan'da olduğu gibi yine bütçe açığı.

YÜZDE 32'YE VARAN AÇIK
İrlanda Maliye Bakanı Brian Lenihan, ülkenin zor durumdaki bankacılık sistemine verilen desteğin maliyetindeki artışın ülkenin bütçe açığının GSYH'ye oranını bu yıl yüzde 32 seviyesine çıkaracağını söylemişti. AB ekonomisine yük olmamak için İrlanda'nın bu oranı yüzde 3'e çekmesi gerekiyor.

Lenihan, bu kapsamda 2011 yılında, önceden öngörülenden daha güçlü kemer sıkma tedbirleri uygulayacaklarını ve 2014 yılında bütçe açığının GSYH'ya oranını % 3'e indirme hedefini bağlı olmaya devam edeceklerini ifade etti.

Ancak İrlanda Hükümeti, açığa karşın henüz sağlıklı bir bütçe kısıntısı planı ortaya koyamadı. Hükümet, son olarak bu ayın sonuna kadar 4 yıllık bir plan açıklayacağını söyledi. Bankacılık sektöründeki krizin sürmesi, bütçe planının şekillenmesini zorlaştırıyor.

AB'NİN AĞIR TOPLARINDAN AÇIKLAMA
İrlanda'ya ilişkin belirsizliği artıran diğer bir unsur da Almanya'nın açıklamalarıydı. Almanya Başbakanı Angela Merkel'in, ortada üzerinde uzlaşılmış bir kurtarma paketi olmasına rağmen, bu konuda yeni arayışlara girmek istemesi piyasaların kafasını karıştırdı. Konuya ilgili görüşlerini bildiren Merkel, borçlu ülkeleri kurtarmanın maliyetinin vergi mükelleflerinin üzerine yüklenmesinin adil olmadığını söyledi. Merkel, bundan sonraki mali yardımlarda yükün özel sektör tarafından omuzlanması için çaba göstereceğini ifade etti.

Tüm bu gelişmelerin ortasında G-20 zirvesinden, AB'nin ağır topları Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere'den ortak bir açıklama geldi. Açıklamada, gelecekteki kurtarmalara dair tartışmanın bugün yaşanabilecek bir kurtarmadan bağımsız olarak devam ettiği vurgulandı. Bu açıklama piyasaları rahatlattı.

IMF NE DİYOR?
AB'den 'yardıma hazırız' çağrısı gelirken, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, İrlanda ile son dönemde temas kurmadıklarını belirtti.

Strauss-Kahn, gazetecilerin ciddi bir borç kriziyle karşı karşıya bulunan İrlanda'nın durumuna ve IMF'in süreçte nasıl yer alabileceğine ilişkin sorularına, günlük faaliyetlerinin dışında İrlanda ile son zamanlarda herhangi bir temasta bulunmadıklarını söyledi ve daha fazla yorum yapmadı.

48 MİLYAR EURO GEREKİYOR
Piyasaların büyük kısmı İrlanda'nın eninde sonunda uluslararası yardıma ihtiyaç duyacağını düşünüyor. Reuters'ın anketine katılan 30 analistten 20'si,, İrlanda'nın en geç 2011 sonuna kadar yardım talebinde bulunacağını öngördü. Ankette, İrlanda'yı kurtarmanın maliyetinin 48 milyar Euro civarında olacağı ifade edildi.

EKONOMİ DARALIYOR, İŞSİZLİK YÜKSEK
Peki İrlanda ekonomisinde son durum ne? İrlanda ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 1.8 daraldı. İrlanda'nın yılın tamamında yüzde 1.1, 2011'de de yüzde 0.8 oranında küçülmesi bekleniyor. Ülkede işsizlik oranı da yüksek. Ekim ayı itibariyle İrlanda'da işsizlik oranı yüzde 13.6 düzeyinde bulunuyor.
aktifhaber

Kriz ve Avrupa Birliği'nde hegemonya mücadelesi
23 KASIM 2010
BBC Türkçe

İrlanda, küresel finans krizinin ardından dış yardıma muhtaç hale gelen ilk Avrupa ülkesi değil.
Uzmanlara göre, AB'nin kurtarması gereken son euro ülkesi de olmayacak.
İlgili Konular
Avrupa, Avrupa Birliği, Ekonomi, İngiltere, Almanya, Fransa
Yunanistan'la başlayan ve İrlanda ile devam eden sürecin Portekiz ve İspanya ile sürebileceği öngörülüyor.
Belçika ve İtalya gibi ülkeler de sorunlu ekonomiler kategorisinde.
Peki, AB ve özellikle euro bölgesinin geleceği açısından karamsar bir tablo çizen bu durum, AB içinde Almanya ve Fransa gibi güçlü aktörlere hegemonya mücadelesi için yeni bir fırsat mı sunuyor?
Almanya euro bölgesi içinde mali birlik üzerinden nüfuzunu perçinleyecek mi?
İrlanda krizi ve euro bölgesinin geleceğini Londra'da King's College'daki Avrupa Çalışmaları Merkezi'nin direktörü Alex Callinicos'la konuştuk.
Güney Yıldız: İrlanda hükümet kurtarma paketi müzakerelerinde uluslararası şirketlere sağladığı düşük vergi avantajını aynen koruma konusunda anlaşmış görünüyor. Dolayısıyla krizin faturası çokuluslu şirketlere çıkmayacak. Peki kredinin gizli ve açık bedellerini kim ödeyecek?
Alex Callinicos: İrlanda halkı büyük bir bedel ödeyecek. Şimdiden üretimin beşte birini yok eden ve özellikle de kamu sektöründeki maaşlarda çok önemli kesintiler yapılmasına yol açan bir kriz yaşadılar. Bu sözde kurtarma planı karşılığında da daha büyük bedeller ödemeleri beklenecek. Bir kaç ay önceki bir IMF raporunda İrlanda'nın, maaşları rekabetçi düzeylere çekebilmesi için bir devalüasyon yapması gerektiğinden bahsediliyordu. Dolayısıyla İrlanda halkından şimdiye kadar yaptıklarından daha da fazla fedakârlık yapmaları istenecek.
BBC: Kesintiler, İrlanda'da öğrenci ve işçi hareketini Yunanistan ve Fransa benzeri protestolara yöneltebilir mi?
Alex Callinicos:Ekonomik krizin hemen ardından, hükümet 2008 sonbaharında emeklilik sistemine saldırma tehdidinde bulunduğunda büyük protestolar yaşanmıştı. O zamandan bu yana, özellikle de hükümet ve sendikalar arasındaki ilişki dolayısıyla da az sayıda büyük protestolar yapıldı. Ancak şimdi eylemciler başbakanlık binasının etrafını sarmış halde. Dolayısıyla bu, çok daha büyük gösterilerin başlangıcı.
BBC: Yunanistan'ın ardından İrlanda’yla devam eden süreç euro bölgesinin geleceği hakkında ne gibi ipuçları veriyor?
Alex Callinicos: Euro bölgesinin temel problemi birbirinden oldukça farklı boyutlardaki, özelliklerdeki ve rekabet gücündeki ulusal ekonomileri bir araya getirme fikri üzerine inşa edilmiş olmasından kaynaklanıyor. Bu, farklı tüketim biçimlerinin yani yaşam biçimlerinin bir araya getirilmesini de içeriyor. 1999'dan yani Euro bölgesinin ortaya çıkmasından bu yana euro para birimini kullanmaya başlamış ulusal ekonomiler arasındaki farklılıklar azalmadığı gibi artmakta. Özellikle Almanya ekonomisinin, diğer ülke ekonomileri arasından sivrildiği gözlemleniyor. Bunun, Almanya'da diğer ülkelerin aksine reel ücretlerin düşük tutulması gibi birçok farklı sebebi vardı. Ancak neticede Alman ekonomisi diğerlerine göre çok daha avantajlı bir pozisyona yerleşti. Gelinen bu noktada euro bölgesi ekonomileri arasındaki bu büyük dengesizliği azaltmanın yolu olarak tasarruf önlem paketleri gündeme geldi. Daha önce Yunanistan'da gördüğümüz gibi, bugün İrlanda'da yaşanan gibi. Ancak bunun çözüm getirmeyeceği çok açık.
BBC: Peki sizce euro bölgesinde yaşanan kriz Almanya'nın Avrupa Birliği'nde finansal mekanizmalar üzerinden hakimiyetini perçinlemesi için bir fırsat sunabilir mi?
Alex Callinicos: Evet böyle bir olasılık kesinlikle söz konusu. Almanya Birlik üzerindeki etkisini, gücünü artırmaya gayret ediyor ve bunu oldukça sert finansal yöntemlerle yapmayı deniyor. Mesela Angela Merkel'in Birlik bünyesinde kurumsallaştırmak ve kalıcı hale getirmek için yoğun çaba gösterdiği "uzun vadeli ülke kurtarma programı" bunun bir örneği. Öte yandan, ekonomik kriz yaşayan ülkelere Almanya tarafından bu şekilde dayatılan kurtarma paketlerinin, birlik içinde gerilim yarattığı da açıkça ortada.

Kriz tüm Avrupa'ya yayılıyor
28 Kasım 2010

İspanya bütçe açığını azaltma konusunda kararlılığını açıklarken, İtalya ve İrlanda'da halk, hükümetin önlemlerini protesto için sokaklara döküldü.

Ekonomik kriz ve etkileri, Avrupa’da gündemde...

İtalya’nın başkenti Roma’da binlerce gösterici, kentin iki farklı noktasından başladıkları eylemlerinde San Giovanni meydanında buluştu.

Ülkenin dört bir yanından trenler ve 2 bin 100 otobüsle başkente taşınan göstericiler, hükümeti protesto etti. Göstericilere, eğitim reformuna karşı çıkan öğrenciler de destek verdi ve ’Gelecek gençlerin, daha çok hak, daha fazla demokrasi’ yazılı pankartlar taşıdı.

İrlanda’nın başkenti Dublin’de de binlerce kişi, hükümetin ekonomik kriz karşısında açıkladığı yeni kesintileri ve vergi artırımlarını protesto için sokaklardaydı.

Hükümetin gelecek dört yıl için öngördüğü kesintilerin yaklaşık 90 bin kişinin işine son verilmesine neden olacağını söyleyen göstericiler, ’daha iyi ve adil bir yol var’ yazılı pankartlar taşıdılar.

İspanya’da ise, piyasa baskısı yaşayan Başbakan Jose Luis Rodriguez Zapatero, ülkenin önde gelen işadamlarıyla görüştü. haber10


Ve korkulan oldu
29.11.2010
Avrupa'da günlerdir konuşulan domino etkisi etkisini gösteririken büyük ağabeylerinde başı dertte

Avrupa tarafında son gelişmeler devleri de tehdit eder hale geldi.
İzlanda ile başlayan dalgada Yunanistan, İrlanda ard arda devrilirken gelecek yeni büyük balığın İspanya olacağı artık sesli şekilde ifade ediliyor.
Bunlar uzun zamandır biline gerçekler yeni olan ise bu yardımlara her daim temkinli yaklaşan ve bir noktada Euro Bölgesi’nin emniyet kemeri olan Almanya’da artık tehdit altında.
Avrupa salgın bir hastalık gibi hızla yayılan borç krizi birliğin dev ekonomisi Almanya, Fransa ve Hollanda’yı da artık ciddi şekilde tehdit ediyor.

CDS'LER KORKU SAÇIYOR

Kurtarılmayı bekleyen ülkelerin sayısı arttıkça onları kurtarması beklenen büyük ağabeylerinin de risk primlerinin yükselmesine neden oldu. Piyasa uzmanlarının önemle takip ettiği CDS’ler bu ülkelerde de ciddi şekilde tırmanmaya başladı.
Euro Bölgesi’nin en güçlü ekonomisi Almanya’da zorda olan banklar için kurtarma planı oluşturulmaması halkın korkularını tetiklerken yatırımcılar daha güvenli liman olan altın ve gümüşe yöneldi. Franfurt Üniversitesi Profesörlerinden Wilhelm Hankel, gelişmelerin Alman halkında 1 948 ve 1923 yılındaki kötü hatıraları canlandırdığını kaydetti.

ÖNEMLİ MERCİLERDEN UYARI GELDİ
Alman maliye bakanı Wolfgang Schauble’ın da geçtiğimiz hafta yaptığı açıklama korkuları haklı çıkartan cinsten. Schauble Alman Merkez Bankası’nda yaptığı açıklamada “Para içinde yüzmüyoruz borçta boğuluyoruz” demişti.
Almanya tarafında kamu ve özel borçlar ciddi sayılacak boyutlarda olmasa da ülkenin genel performansına bakıldığında tehlike arz eder boyutta.

GİZLİ PLAN

Avrupa tarafında B planı da gözlerden uzak şekilde hazırlanıyor. Avrupa Birliği 440 milyar dolarlık bir paketin planlarını üzerinde konuşuyor. Henüz iddia olarak kulaktan kulağa dolaşan bu gelişme Brüksel tarafından yalanlansa da Avrupa Finansal stabilite Komisyonu tarafında çalışmalar İrlanda, Portekiz ve İspanya için çalışmalarını sürdürüyor.
Lüksemburg Devleti Başbakanlığı görevini yürütmekte, aynı zamanda Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu başkanlarından Jean Cluade Juncker’da Almanya için korkularını dile getirmekten çekinmiyor. Juncker Almanya’nın birliğinin ruhunu kaybettiğini de sözlerine ekledi.

(Gazeteport/Ekonomi)

Almanya Euro'dan çıkıyor mu?
AB zirvesinde, akşam yemeği sırasında Merkel ile Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu arasında sert bir tartışma yaşandı.

05 Aralk 2010

Ekim ayında Brüksel’de yapılan ve ağırlıklı olarak euro krizi ve İrlanda kurtarma planlarının tartışıldığı bir AB zirvesinde, akşam yemeği sırasında Merkel ile Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu arasında sert bir tartışma yaşandı.

Merkel’in amacı Lizbon Antlaşması’nın yeniden değerlendirilmesi ve kurtarma fonları ve yatırımcıların kayıpları için kalıcı bir sistem oluşturulmasıydı. Almanlar ayrıca kurtarılan ülkelerin AB meclislerinde oy haklarını kaybetmesini de istiyordu.

Brüksel’de 28 Ekim tarihinde düzenlenen ve AB’nin 27 üyesinin devlet ve hükümet başkanları ile Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Merkez Bankası başkanlarının katılımıyla gerçekleşen akşam yemeğindeki tartışmaya tanık olanlar Papandreu’nun Merkel’i “demokratik olmayan” teklifleri masaya getirmekle suçladığını belirtti.

10 AY İÇİNDE İLK KEZ
Yemeğe katılan, Almanya dışındaki ülkelerin yöneticilerine göre Merkel, “Eğer euro böyle bir kulübe dönüşüyorsa, o zaman belki de Almanya buradan ayrılmalı” dedi. Euroyu kurtarma mücadelesi 10 aydır sürüyor. Ancak Merkel’in bu sözleri Avrupa ekonomisinin itici gücü ve euronun hayatta kalmasının temel dayanağı olan Almanya’nın ortak para birimini terk etme yönündeki ilk açıklaması oldu.

Merkel’in sözcüsü Steffen Seibert, bu sözlerle ilgili açıklama yapmayı reddetti ancak tehdidin “akla yakın olmadığını” söyledi. Seibert, Başbakan’ın euroyu Avrupa’nın en önemli projesi olarak gördüğünü, kormuak ve savunmak istediğini ve hükümetin kesinlikle eurodan çıkmak gibi bir düşüncesi olmadığını belirtti. Sözcü, “Almanya euroya koşulsuz ve kesin bir biçimde bağlıdır” dedi.

milliyet

Yunanistan'da polis ile protestocular çatıştı
15 ARALIK 2010

Eski hükümet üyesi protestocular tarafından kovalandı
Yunanistan'ın başkenti Atina'da polis ile protestocular arasında çatışma yaşandı.
Hükümetin kemer sıkma politikalarını protesto etmek için sendikalar ülkede genel grev ilan etmişti.
İlgili Konular
Avrupa
Protestolar sırasında göstericiler polise molotof kokteyli attı, polis ise göz yaşartıcı gaz kullandı.
Polis, Atina'daki gösterilere yaklaşık 15 bin kişinin katıldığını söylüyor.
Parlamentodan çıkan eski muhafazakar hükümetin üyesi Kostis Hatzidakis, bir grup protestocu tarafından dövüldü.
BBC'nin Atina'daki muhabiri Malcolm Brabant, gösterinin ülkenin ekonomik krize girişinden beri yaşanan en kötü görüntülere sahne olduğunu bildiriyor.
Polis, gösteriler sırasında en az 10 kişinin gözaltına alındığını, 3 kişinin de yaralandığını açıkladı.
Reform paketine onay
Atina'da parlamento greve rağmen IMF ve AB'nin talep ettiği yeni bir ekonomik reform paketini daha onayladı.
Hükümet, Uluslararası Para Fonu IMF ile Avrupa Birliği'nin Yunan ekonomisini kurtarmak için sağladığı kredinin devamının gelebilmesi için kamu harcamalarında kesintiye gitmenin şart olduğunu söylüyor.
Yeni yasa uyarınca kamu sektöründe çalışanların maaşları belirli bir sınırı aşmayacak ve maaş kesintileri çalışanların yıllık gelirinden yüzde 10 ya da üzerinde bir kayba yol açıyor.
Özel sektörde iş verenler bundan böyle toplu sözleşmeyle belirlenen maaşlara uymak zorunda kalmayacak. İşçilere ödeyecekleri ücreti kendileri belirleyebilecekler.
Sendikalar, Yunanistan'da çalışma yasalarının Orta Çağ koşullarına geri çekildiğini söyleyerek isyan ediyor.

BBC

Berlusconi güvenoyu aldı, İtalya karıştı
14 ARALIK 2010

İtalya'nın başkenti Roma'da polisle Başbakan Berlusconi'nin aldığı güvenoyunu protesto eden göstericiler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.
Polisin, araçları ateşe verip, dükkanlara zarar veren göstericileri durdumak için biber gazı ve cop kullandıği bildiriliyor.

Başbakan Berlusconi'nin zaferle tamamladığı bugünki güven oylaması sonrası ülkenin birçok şehrinde proteso gösterileri düzenlendi.
Roma'daki yürüyüşe yüzbin civarında kişinin katıldığı bildirildi.
Torino'daki gösterilerde öğrenciler bir tren istasyonunu ele geçirirken, Palermo şehrinde de havaalanı pisti göstericiler tarafından işgal edildi.
Gergin gün
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi parlamentonun alt kanadında bu sabah yapılan güven oylamasını üç oy farkla kazandı.
Berlusconi, alt kanattaki oylamadan önce parlamentonun üst kanadı Senato'da yapılan güven oylamasını da kazandı.
Başbakan, güven oylamasını kaybederse, erken seçim olasılığının İtalya'da istikrarı riske sokacağını ve ekonomiye büyük zarar verebileceğini söylemişti.
Başbakanın muhalifleri ise, İtalya'da istikrara asıl tehlikeyi Berlusconi'nin kişisel hayatına ilişkin skandalların ve hakkındaki yolsuzluk iddialarının oluşturduğunu savunuyor.
74 yaşındaki Silvio Berlusconi, beş yıllık görev süresinin yaklaşık yarısını doldurmuş bulunuyor.
Kıl payı fark
İtalya'daki BBC muhabiri, güven oylamasını kazanmış olmasına rağmen Berlusconi'nin kıl payı farkla kurtulduğuna dikkat çekiyor.
Muhabirimize göre Berlusconi, kısa vadede siyasi geleceğini garanti altına almış olsa dahi, uzun vadede üzerindeki baskılar dinmiş olmayacak.
Berlusconi, yakın zamana değin parlamentonun alt kanadında milletvekillerinin çoğunluğunun rahatça desteğine sahipti.
Fakat Berlusconinin onlarca taraftarı -yakın siyasi müttefiki Gianfranco Fini başta gelmek üzere- muhalefet sıralarına geçmiş bulunuyor.
Güven oylamasında, iki muhalif milletvekilinin taraf değiştirmesi ardından, Berlusconi'ye 311'e karşı 314 destek oyu çıktı.

BBC


AVRUPA’DAN DEVRİM ÇIKMAYACAĞINA GÖRE..
Bülent ESİNOĞLU
20.12.2010

Amerika’nın zoru ile devletimizden ve bağımsızlığımızdan vazgeçip Avrupa Birliğine girmemiz istendi. Yaklaşık 45-50 yıldır, AB üyesi olmak için aramızı buramızı yırttık.
Biz bağımsızlığımızdan vazgeçtik, onlar gene de almadılar.

Haysiyetimizden, onurumuzdan vazgeçtik onlar gene almadılar.

Yalvardık yakardık, gene de almadılar.

Şunu bizimkiler anlamadılar. Hangi emperyalist, kolayca sömürmek dururken, kendi sömürgesini kendi devleti içine katmış? Tarihte, sömürgesini kendi devletine katan bir örnek gösterin. Bin parçaya böler ama gene de kendi devletine katmaz.

Amerika Irak’ı kendi devletine katıyor mu?

AB tam üye olmak için orasını burasını yırtanlar şimdi diyorlar ki, Avrupa’yı birleştiren Auro idi, eğer Auro giderse Avrupa dağılır.

Aslında Avrupa’da ve Batıda çöken Auro veya dolar değildir. Auro’nun ve doların çökmesi sebep değil sonuçtur. Kapitalizm kendi temel mantığından kopmuştur. Sanayi sermayesi ve banka sermayesinin kaynaşması, üretim sermaye ilişkisini büyük ölçüde koparmıştır.

Paranın alınır satılır olması, buradan elde edilen kazanç, üreterek üretimin kazancına yeğlenmiştir.

Mali tekellerin siyaset üzerine etkisi gittikçe artmış, görünürde siyasiler yönetiyormuş gibi bir şekil oluşmuştur. Demokrasi sahtekarlığı, tekellerin daha da büyümesinin aracı olarak kullanılmıştır.

Toplumsal servetler yeniden paylaşılmış, çok sınırlı sayıda insanların elinde birikmiştir.(Türkiye’de elli dolar milyarderi var)

Gerçekte çok uluslu tekeller, eskinin koskoca devletlerini Berluconi, Sarkozi, Tansu ve Merkel gibi kuklalar ile yönetir olmuşlardır.

Tekeller etnik ve nesepsel ayrıştırma politikalarını ulus devletleri parçalamanın aracı olarak kullanmışlardır. RTE’nin Açılım Politikaları yetmiyormuş gibi TÜSİAD Başkanı Boyner Diyarbakır’a gidip, Kürtçe resital vermiştir.

Benzer durumlar yaşlı Avrupa kıtasında yaşanmaktadır. Yugoslavya yedi parçaya bölünmüş, Çekoslovakya iki parçaya ayrılmış, Belçika bölünmek üzeredir.

Avrupa’daki parçalanma bölünmeler, toplumsal servetlerin yeniden bölüşülmesinin sonuçlarıdır.

Peki, Avrupa’dan, 18 ve 19. yüzyılın devrimleri çıkar mı?

Ulus devletlerin siyasi karar organları büyük ölçüde tekellerin eline geçtiği için Avrupa’da sosyal devlet anlayışı büyük ölçüde ortadan yok olmaktadır.

Çalışanlar aleyhine gelişen bu süreç, sınıf siyaseti yönünde gelişme yaratmza mı?

Bu sorulara hala “evet” cevabını vermek mümkün değildir.

Peki, Yunanistan, İspanya, İngiltere ve Fransa da olanlar nedir diye sorarsanız, olanların hiçbirisi çalışanların kaybettikleri toplumsal serveti kazandıracak hareketler değildir.

Peki, Avrupa’dan devrim çıkmayacağına göre, insanlığın kurtuluşu nasıl mümkün olacaktır?

Bundan böyle insanlığın kaderini değiştirecek etkenlerin Doğu’dan, Asya’dan, üretim merkezlerinden geleceği aşikardır.

Para üretim merkezlerine bakarak yolumuzu tayin etmek yerine, maddi üretim merkezlerine bakarak yolumuzu çizmemiz daha gerçekçi olur diye düşünmeliyiz.

http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=940&B=avrupadan-devrim-cikmayacagina-gore

Belçika'da kürtaj yaşı 12'ye indi
23 Aralık 2010
Her yıl artış eğilimi gösteren kürtaj yaptıranlar arasında 12 yaşındaki kız çocukların bulunması yetkilileri endişelendiriyor. Belçika'da son beş yılda kürtaj olaylarında yüzde 3 bin artış olduğu kaydediliyor.

Kürtaj Komisyonu'nun 2009 yılı raporunda yer alan rakamlar ülkede var olan kürtaj sorunun ne kadar büyük olduğunu gözler önüne serdi. Her geçen yıl artış gösteren kürtaj vakalarında 2009 yılında resmi verilere göre 18 bin 870 kürtaj yapılmış. Bu bir önceki yıla göre 275 daha fazla. Son beş yıl baz alındığında ise Belçika'da kürtaj olaylarında yüzde 3 bin oranında artış görüldüğü kaydediliyor. Her 10 kürtajdan 8'inin aile planlama merkezinde gerçekleştiği ifade ediliyor. Bununla birlikte resmi kayıtlara geçmeyen binlerce kürtaj olayının da bulunduğuna dikkat çeken yetkililer, istenmeyen hamileliği kasten sonlandıranların artık çocuk denecek yaşlara gerilemiş olmasından da endişe duyuyor. Komisyon raporunda, 2009 yılında gerçekleşen yaklaşık 19 bin kürtaj vakasından 79'un da 12 ila 14 yaş arasında olduğu hatta üç olayda anne adayın 12 yaşına henüz girdiğine dikkat çekildi. Ülkede tespit edilen kürtajların dörtte biri Brüksel'de gerçekleşti.
1980'lı yıllarda evlilik dışı doğum oranı yüzde 2,5'larda iken, 1990'larda evlilik dışı ilişkiden doğan çocuk oranı yüzde 7'lere, 2000'li yıllarda ise yüzde 22'lere yükseldi. 2007'de ise bu oran ikiye katlanarak yüzde 42'ye çıktı. Boşanma sıralamasında Belçika yüzde 70'lere varan oranla Avrupa'da ilk sıralarda yer alıyor.
habertaraf

Roma'daki yabancı elçiliklere bombalı paket saldırısı: 2 yaralı
23 ARALIK 2010

İtalya'da polis, İsviçre ve Şili elçiliklerinde patlayan ve iki kişinin yaralanmasına yol açan bombalı paketin ardından tüm büyükelçiliklerde arama yapıyor.
Polis sözcüsü, her iki patlamada yaralananların da paketi açan elçilik görevlileri olduğunu açıkladı.
İsviçre Büyükelçisi Bernardirno Regazzonib, büyükelçilikteki patlamada yaralanan elçilik çalışanının durumunun ağır olduğu ancak hayati tehlikesi olmadığını duyurdu.
Roma Belediye Başkanı Gianni Alemanno, önceki gün bir tren vagonuna bırakılan patlayıcı madde ile bu saldırılar arasında bağlantı olmadığını belirtti.
Saldırıları henüz hiçbir grup üstlenmezken, İtalyan yetkililer de kimin yapmış olabileceği konusunda spekülasyonlardan kaçınıyor.
Roma Emniyet Müdürü Francesco Tagliente de, bombalı paketlerin yol açtığı patlamalardan ikincisinin meydana geldiği Şili Büyükelçiliğine gelişinde yaptığı açıklamada, en son Ukrayna büyükelçiliğinde bulunan şüpheli paketin temiz çıktığını anımsattı.
Tagliente, patlamaların ardından Roma'daki bütün büyükelçiliklerin bilgilendirildiğini ve başkentteki bütün yabancı temsilciliklerde kontrollere başlandığını söyledi.
BBC

Macaristan'ın 'yeni otokratları'
23 ARALIK 2010
Times gazetesi ise, Avrupa Birliği'ne hakim olan başka bir gerilimi yazıyor.
Gazetenin, Macaristan'ın basın özgürlüğüne getirdiği kısıtlamaların Avrupa'nın değerlerini ihlal ettiğini söyleyen başyazısından öne çıkan satırlar şöyle: "Komünist rejimin son yıllarında Macaristan'ın liderleri kendilerini, liberalleşmenin ön saflarında gördüler, ancak daha sonra çoğunluğun özgürlük talebini anlamadılar ve doğu Avrupa'nın diğer otokratları gibi ortadan kalktılar. Haleflerinin de anayasal siyaset ve basın özgürlüğüne duyduğu saygı çok daha fazla değilmiş."
Macaristan'ın 1 Ocak tarihinden itibaren altı ay süresince Avrupa Birliği'nin dönem başkanlığını yapacağının hatırlatıldığı yazıda, Avrupa Birliği'ne Avrupalı ülkelerin değerlerini çiğneyen Macaristan'ı toplu olarak protesto etme çağrısı yapılıyor. BBC

İngiltere Merkez Bankası'nın krizi
23 ARALIK 2010
Financial Times, İngiltere Merkez Bankası'nın ciddi bir politika kriziyle karşı karşıya olduğunu yazıyor.
Habere göre, son tahminler, ülkedeki enflasyonun bahar ayında yüzde 4'e ulaşacağı yolunda ve bu rakam da bir ay önce yapılan tahminlerin üzerinde.
Haberde, fiyatların istenenin iki katı hızda artmasının ve ekonominin büyümeye devam etmesinin, Merkez Bankası üzerinde teşvik uygulamalarından kaçınma baskısı yarattığı ancak işsizliğin yüksek oranlarda seyretmeye devam ettiği belirtiliyor.
İngiltere ekonomisine dair işaretlerin çelişkili olduğu ve büyüme göstergelerinin yanı sıra ticaret verilerinin zayıf olduğu da haberde altı çizilen noktalardan. BBC

Başbakan Konuşurken İntihar Etti

Başbakan kürsüde konuşurken, özel bir televizyon çalışanı balkondan atlayarak intihar etti. İşte saniye saniye intihar anları...
Romanya Parlamentosunda Başbakan Emil Boc, kürsüde konuşma yaparken, özel bir televiyonda çalışan elektrik teknikeri Adrian Sobaru, parlamento salonunun balkonundan aşağı atladı. Ağır yaralanan muhabirin intihar etmek istediği öğrenildi. aktifhaber

Belçika'da hükümetsizlik rekoru kırıldı
23:30 - 2007 yılındaki bir önceki genel seçimlerde hükümetin 194 günde kurulduğu Belçika'da 13 Hazirandaki son seçimlerin ardından hükümet arayışıyla geçen süre 195 güne ulaşmasına rağmen ufukta umut gözükmüyor. Nüfusun yaklaşık yüzde 40'ının yaşadığı Fransızca konuşan Valon bölgesinde ise Sosyalistler (PS), yüzde 38 oyla en yakın rakipleri Liberallere 15 puan fark atmış, açık arayla ilk sırayı almıştı. 25.12.2010 BRÜKSEL netgazete

"AB çökmeye mahkÛm



Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, gençliği ve yeraltı kaynaklarının tükenmesi ve ortak para birimine geçmesi nedeniyle Avrupa Birliği’nin batmaya mahkûm olduğunu vurguladı.

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, yıllar öncesinden Avrupa Birliği’nin çökeceğini ilan ettiğine işaret ederek, bu çerçevede Avrupa Birliği’nin tükenen yeraltı kaynaklarına ve yaşlanan nüfusuna işaret etti. Avrupa ülkelerinin ‘madenler’ açısından altının boş olduğuna işaret eden Prof. Dr. Baş, şunları söyledi: “AB’nin devam etmesi hiç mümkün değil.

Gençliği bitti. Bunun devam etmesi bu yönden de mümkün değil. Müşterek paraya geçti. Ortak paraya geçildiğinden, üye ülkeler Gayri Safi Milli Hâsılası’na göre oradan para alıyor. Her ülke basılan parayı tarafına transfer etmek için çaba sarf ediyor. Yılın içinde adamlara para lazım oldu. Para basma hakkına sahip olmayan Avrupa Birliği devletleri, Yunanistan gibi borç para da tedarik edemediği için batmaya mahkûm olacaktır. Şimdi bunu Haydar Hoca gördüyse, Haydar Hoca çok bir şeyi tespit etmedi ki.

Gelişmeler ortada. Gençliği olmayanın, yer altı kaynağı olmayanın, müşterek parası olup adaletsiz bir şekilde senyorajı (para basmayı) hayata geçiren ülkelerin ayakta kalması asla mümkün olamaz. Bir de bunlar tarihte her gün savaşmışlar. Şimdi bize nispet ederek, bir araya geldiler. Şimdi bizimkiler de diyor ki, ‘Bizi de oraya alın.’ Bu Birliği bize karşı kurdular."

Aramızda ‘çok fark’ var

Avrupa Birliği’nin çöküş nedenlerini bu şekilde anlatan BTP genel Başkanı Prof. Dr. Baş, şöyle konuştu: “Bizi almaları mümkün değil çünkü aramızda medeniyet farkı var, kültür ve siyaset farkı var, örf ve gelenek farkı var. Biz çok farklıyız. Medeniyetleri buluşturma adı altında bunlar, Türklerin İslamlığının içini boşaltıyorlar ve bizi Hıristiyanlaştırmaya çalışıyorlar, haberiniz var mı? Onun için İbrahim’de buluşmak, Hz. Muhammed’i dışlamak, ‘bütün dinler müsavidir’ demek adet oldu. Vatandaşlar da bu işlerden anlamadığı için ‘herhalde öyledir’ diyor. Müslüman Türk kimliği milletimizden yavaş yavaş tecrit ediliyor.”

Türkiye parçalanmaya sürükleniyor

Hükümetin dış politikayı ABD, iç politikayı AB’nin talepleri doğrultusunda yönlendirdiğini ifade eden Prof. Dr. Baş, açılım projesine dikkat çekerek, şunları kaydetti: “Ülke ayaklarımızın altında gidiyor. Ülke bölünüyor, adam ‘açılım yaptım, yapacağım’ diyor. Nedir açılım? İmtiyaz yasaları… Kürdüne, Lazına ayrı verecek, Çerkezine ayrı verecek. Sen birine verdin mi, öteki ayağa kalkar. Öyle değil mi? Ayağa kalktı mı, ne olur? Bölünmek olur. En ehveni federe yapıya gidilir. Türk toplumu da öyle federe yapıda durmaz. Anadolu Beylikleri gibi birbirine girerler. Sonunda parçalanır, gideriz. Buna son vermeye var mısınız?”

http://www.haberortadogu.com/index.php/2010/10/05/ab-cokmeye-mahkum.html

'Belçika'nın Bir Geleceği Yok'
26 Aralık 2010

Belçika’da genel seçimlerin üzerinden 200 gün geçti ancak hala hükümet kurulamadı. Ülkenin en büyük partisinin lideri Flaman milliyetçi Bart De Wever, ülkeyi ikiye ayırmak istiyor.
Belçika bir siyasi kaosun içinde. Parlamenter seçimlerin üzerinden altı aydan fazla zaman geçti ancak o günden beri her türlü hükümet kurma girişimi başarısız oldu. Ülke birbirine muhalif iki kampa bölündü ve bu bölünmenin tamiri de kolay görünmüyor: Güneyde, Fransızca konuşulan bölge olan Valonya’da oyların çoğunluğunu alan sosyalistler, daha varlıklı olan kuzeyde ise Flamanlar.

Yeni Flaman İttifakı (N-VA) Haziran’da yapılan seçimlerde en fazla oyu aldı. Partinin lideri Bart De Wever, Belçika’yı ikiye ayırmak istiyor. De Wever’in ülkesini Avrupa’nın “hasta adam”ı olarak nitelendirdiği ve Belçika’nın “uzun vadede geleceğinin olmadığını” söylediği bu röportaj Der Spiegel’de ilk yayınlandığında ülkede büyük fırtına koptu.

Fransızca yayımlanan Le Soir gazetesi röportajı Belçika tahvil piyasasını karıştırmayı hedefleyen bir “bomba” olarak nitelendirdi. Flaman gazeteleri röportajın içeriği konusunda daha olumluydu ancak zamanlamasını eleştirdi.

De Wever de sözleri dolayısıyla incinmiş olabilecek kişilerden özür diledi ancak geri adım atmadı. “Bu benim fikrim ve analizim tutarlıdır” diyen De Wever, röportajda doğru olmayan hiçbir şey söylemediğini belirtti.

Der Spiegel: Sayın De Wever, sizce Belçika daha ne kadar yaşayacak?

De Wever: Ben bir devrimci değilim ve Belçika’nın sonu için çalışmıyorum. Zaten bunu yapmama gerek de yok çünkü Belçika bir süre sonra kendiliğinden ortadan kalkacak. Biz Flamanlar kendi yargımızı, mali ve sosyal politikalarımızı kontrol edebilmek istiyoruz. Ancak Belçika ulusunun çok uzun vadede geleceği yok. Daha büyük siyasi hedefler için çok küçük, vergiler ve diğer sosyal meseleler için de çok heterojen.

Der Spiegel: Bu açıdan bakılırsa Bavyera’nın çoktan Almanya’dan ayrılmış olması gerekirdi.

De Wever: Hayır, çünkü Bavyera Alman demokrasisinin bir parçası. Eğer Alman tarihine bakarsanız, ülkenin nasıl bir araya geldiğini görürsünüz. Belçika tarihine bakarsanız da bir ülkenin nasıl dağıldığını görürsünüz. Bunun sonuçları hayatidir. 2003’te Alman ekonomist Hans-Werner Sinn, Almanya’yı “Avrupa’nın hasta adamı” olarak nitelendirdi. Şirketler ülkeyi terk ediyordu ya da iflas ediyordu. Vatandaşlar üzerindeki vergi yükü sürekli artıyordu. Bugün Almanya bir kez daha Avrupa’nın itici gücü olurken Belçika bitmek tükenmek bilmeyen siyasi tartışmalarla hasta adam oldu.

Der Spiegel: Flamanların ayrılması için ekonomik gerekçeler mi öne sürüyorsunuz?

De Wever: Bir kez daha, eğer bir bütün olarak Belçika’da ihtiyaç duyulan reformlar uygulanabilir olsaydı, önünde durmazdım. Ama bu mümkün değil. Valonlar – özellikle de en güçlü parti olan sosyalistler bütün makul reformları engelliyor. Bu yüzden şunu diyorum: Belçika artık işlemiyor! Belçika başarısız olmuş bir ülke.

AVRUPA’DA BÖLÜNME KOLAYLAŞTI

Der Spiegel: Yani etrafınızdaki herkes daha büyük, birleşmiş bir Avrupa için çabalarken siz devletlerin daha da küçülmesini mi istiyorsunuz?

De Wever: Avrupa’daki gelişmeler, özellikle de euroya geçiş bölünmeyi çok kolaylaştırdı. Eskiden Belçika frangını bıraktığımızda ekonomik bir felaket olacağını düşünürdüm. Bugün Belçika’nın iki tarafı da euro kullanmaya devam ediyor.

Der Spiegel: Her zaman Belçika’yı bir arada tutan şeylerin bira, futbol ve kraliyet ailesi olduğu söylenir. Ama Flamanlar ve Valonların kendilerine ait biraları var, ülkede futbol ikinci sınıf ve kolektif bir birliktelik sağlayacak gibi değil. Geriye bir kral kalıyor.

De Wever: Birçok insan monarşiye romantik anlamlar yüklüyor. Hatta Cumhuriyetçi Fransa’da bile cumhurbaşkanı monarşistleri göklere çıkarıyor. Ancak monarşi Ancien Régime’in, geçmişin bir parçasıdır. Benim için kralın bir önemi yok.

Der Spiegel: Ancak siyasetçilere hükümet kurma yetkisini kral veriyor.

De Wever: Kralın hala önemli bir siyasi rol oynuyor olması büyük sorun. Kral kriz durumlarında hükümet kurma görevini üstlenerek büyük bir rol oynuyor. Bu Flamanlar için bir dezavantaj çünkü kral onların düşündüğü gibi düşünmüyor. Bu Valonlar için bir avantaj çünkü onlar kralın tarafını tutuyor. Biz cumhuriyetçiyiz.

Der Spiegel: Genel seçimlerden bu yana altı ay geçti ama Belçika’da hala bir hükümet yok. Sizce kral başarısız mı oldu?

De Wever: Bu çok tehlikeli bir soru çünkü Spiegel Belçika’da da okunuyor.

Der Spiegel: Dürüst olun sadece.

De Wever: Federal bir hükümet kurmak günden güne daha da zorlaşıyor. Biz böyle bir hükümete katılırsak bir sonraki seçimleri kaybetme riskimiz çok büyük. Biz çok büyük radikal değişimleri desteklediğimiz için seçildik. Seçmenler bizim altı aylık müzakerelerden sonra teslim olmayacağımıza güveniyor.

Der Spiegel: O zaman yeniden seçime gitmekten başka çare yok. Brüksel bölgesinin valisi, Fransızca konuşan bir sosyalist, bunun Belçika’nın sonu olacağını söyledi.

De Wever: Belçika’nın sonunu görmek istemeyenlerin bu konudan bu kadar çok bahsetmesi ilginç.

FLAMANLARIN ÖZERKLİĞİ

Der Spiegel: Rakipleriniz sizi yeniden seçimler yapılsın ve daha çok oy alabilin diye müzakereleri tıkamakla suçluyor.

De Wever: Bizim bir stratejimiz var ve bunu hiç gizlemedik: Biz adım adım Avrupa’ya ve Flamanya’ya ilerlemek istiyoruz. Devrim istemiyoruz. Ben doğası muhafazakar bir insanım, maceralardan hoşlanmam.

Der Spiegel: Valonlar neden Flamanların mali özerkliğini kabul etsin? Eğer bu olursa ekonomik açıdan zengin Flamanlar Valonların para musluklarını istedikleri zaman kapatıp hakimiyeti sağlayabilir.

De Wever: Biz dayanışma öneriyoruz, buna mali dayanışma da dahil. Ancak biz Valonya’ya para aktarırsak, bunu normal koşullarda yapacağız. Paranın bağımlılara verilen uyuşturucular gibi olmasına gerek yok.

Der Spiegel: Belçika’da daha önce bunun tam tersi olmadı mı? Geçmişte birçok Flaman güneyde iş buldu.

De Wever: Valonya’nın 19’uncu yüzyılda ve 20’nci yüzyılın başlarında ekonomik açıdan daha güçlü olduğu doğru. Ancak o zamanlar hiçbir şekilde Flamanlara kaynak aktarımı söz konusu değildi. Sadece Brüksel’de yaşayan iş insanları zengindi. Flamanların sosyal dayanışmadan fayda sağladığı ve bugün zengin oldukları için para vermekten kaçındıklarını söylemek tarihi yeniden yazmak olur.

Der Spiegel: Ama sizin için para tek konu değil, değil mi?

De Wever: Elbette bu aynı zamanda ulusal ve kültürel kimliğimizle ilgili bir mesele. Bunu söylemek bugün modası geçmiş bir tavır olarak görülüyor. Modern çağ “küresel vatandaş”ta vücut buldu. Bu kişiler mümkün olduğunca hareketli, esnek ve zengin. Aslında birçok insan küreselleşmeden korkuyor ve kendisine şu soruyu soruyor: Ben gerçekte nereye aitim? Bu Flamanlar için de geçerli.

Der Spiegel: Ve siz insanlara bir Flaman kimliği mi sunuyorsunuz?

De Wever: Evet. İnsanların artık sosyal ve kültürel kimliği yok olursa, demokratik partilerden sağlıksız ve hatta ırkçı milliyetçilik üreten partilere kayıyorlar. “Tehdit altındayız, yabancılar gitsin, başka din istemiyoruz” diyorlar.

Der Spiegel: Peki bu sizin de düsturunuz değil mi?

De Wever: Biz yabancıların toplumla bütünleşmesini istiyoruz, dışarıda kalmalarını değil. Ancak bu bütünleşme girişimleri işe yaramıyor. Burada Belçika’da hala kendi kendilerine yaşayan dördüncü nesil göçmenler var. Büyükbabası bir yabancıydı, babası da, kendisi de oğlu da yabancı. Eğer bizim ülkemizde yaşasaydı, ABD Başkanı Barack Obama bile hala yabancı olurdu. Bu sorunu çözmezsek günden güne daha fazla insan Geert Wilders ve Jean-Marie Le Pen gibi popülistlerin peşinde koşmaya başlayacak.

Der Spiegel: Ama Belçika’da çok insan Bart De Wever’in kurt postunda kuzu olduğunu düşünüyor. Yumuşak görünen ama yeri gelince çok sert ısıran.

De Wever: Eğer bu insanlar haklıysa ve ben kendini gizleyen bir aşırı sağcıysam neden 2003’te Vlaams Bloğu’na katılmadım?

Der Spiegel: Aşırı sağcı ayrılıkçı Flamanlardan bahsediyorsunuz.

De Wever: Bu grup 2004 seçimlerinde yüzde 24 oy aldı. Kesin konuşmak gerekirse Flamanlar arasındaki en güçlü topluluk onlardı ve ben de katılsaydım, kesin milletvekili olmuştum. Ama ben o zamanlar küçük olan bir partiye katılmayı seçtim.

Der Spiegel: Neden?

De Wever: Sağcı popülistlerle işim olmaz benim. Onlar Flaman hareketine zarar veriyor.
aktifhaber

Ülke 207 gündür hükümetsiz
6 Ocak 2011
13 Haziran seçimlerinden bu yana geçen 207 günün ardından halen bir hükümet kurulamadı...

Belçika'da 13 Haziran seçimlerinin ardından yeni hükümet arayışıyla geçen 207 günde siyasi tıkanıklık aşılamadı.

Kral II. Albert'ın atadığı arabulucu, deneyimli siyasetçi Johan Vande Lanotte'nin, Flaman ve Valon partilerini uzlaştırma çabaları da sonuçsuz kaldı.

Partilere sunduğu uzlaşma metninde, federal hükümetin bütçe ve yetkilerinin bölgeler lehine daraltılmasını ve çift dilli Brüksel çevresindeki tartışmalı seçim bölgelerinin bölünmesini teklif eden Flaman Sosyalistlerin eski Başkanı Lanutte'nin önerileri önde gelen partilerde kabul görmedi.

Seçim kampanyasında Belçika'nın bölünmesini savunarak ülke nüfusunun yüzde 60'ının yaşadığı zengin Flaman bölgesinde, oyların yüzde 28'ini alarak birinci çıkan Yeni Flaman İttifakı, Lanotte'nin hazırladığı uzlaşma metninde "temel değişiklikler" talep ederken, Flamanların ikinci büyük partisi Hristiyan Demokratlar, mevcut metinle koalisyon pazarlıklarını başlatmayacaklarını bildirdi.

Valon partileri, Lanotte'nin sunduğu teklifi kabule daha hazır görüntü verirken alt düzeyde yapılan açıklamalarda uzlaşma metninin "fazla Flaman unsurlar içerdiği" ileri sürüldü.

Muhtemel koalisyon ortakları olan Yeni Flaman İttifakı'yla her iki kesimden Hristiyan Demokratlar, Sosyalistler ve Yeşiller'i aynı masa etrafında buluşturma çabasında başarısız olan Lanotte'nin siyasi tıkanıklığı aşacak yeni hamleler konusunda fikir alışverişi için Kral'ı ziyaret etmesi bekleniyor.

Federe yapılı Belçika'da kişi başına düşen gelirin 32 bin avro düzeyinde bulunduğu Flaman bölgesiyle, 23 bin avro düzeyindeki Valon bölgesi arasındaki tek anlaşmazlık noktası ekonomik değil. Flamanlar zengin kuzeyden güneye kaynak aktarımına ve daha baskın bir dil olan Fransızca'nın Brüksel çevresine taşmasına karşı çıkarken, Valonlar eşitlik talep ediyor. Flaman bölgesindeki birçok kuruluş neredeyse Belçika'nın varlığını tanımıyor. Televizyonlarda Flaman bölgesindeki haberler sunulduktan sonra Valon bölgesinde önemli bir gelişme varsa "dünyadan haberler" bölümünde aktarılıyor.

Hükümetiz kaldığı süre 200 günü aşarak rekor kıran Belçika'daki siyasi krizler hemen her seçim sonrasında alevleniyor. haber10

'Belçika için sakal bırakın'

3 OCAK 2011
Poelvoorde sakal bırakmaya başlamış
Belçika'nın en ünlü aktörlerinden Benoit Poelvoorde, Belçikalılara yeni bir hükümet kurulana dek traş olmama çağrısı yaptı.
Karamizah şovlarıyla bilinen Poelvoorde, çağrısını Belçika televizyonu aracılığıyla duyurdu.

Poelvoorde, "Belçika'da hükümet olmadığı sürece traş olmayacağız. Belçika yeniden yükselene kadar sakallarınızı ellemeyin" dedi.
Belçika, Haziran ayından beri emanetçi hükümet ile yönetiliyor.
Ülkenin Flemenkçe konuşulan kuzeyi ve Fransızca konuşulan güneyi anlaşmaya varamıyor.
Poelvoorde'nin çağrısının Belçika'da kaç erkeği traş bıçağından uzak tutacağı ise henüz bilinmiyor. BBC

Sıra Portekiz'e geldi mi?
11 ŞUBAT 2011

İngiltere'de yayımlanan Guardian gazetesi, para birimi olarak euroyu kullanan ülkelerin oluşturduğu Euro bölgesindeki borç kriziyle ilgili haberinde, Portekiz'in yaşadığı ekonomik zorluklara eğiliyor.

Portekiz'in üçüncü borç krizi kurbanı olması olasılığının finans çevrelerinde kaygı uyandırdığını yazan Guardian'a göre, piyasalarda, Portekiz'in borç tahvillerine uygulanan faizin çok fazla yükselmesi üzerine, Avrupa Merkez Bankası harekete geçti ve krizi önlemek amacıyla Portekiz borç tahvili satın aldı.
Bu duruma karşın, Portekiz hükümetinin, borç ödemede sorun olmadığı konusunda ısrarcı olduğu belirtiliyor.
Ancak piyasa oyuncuları, Portekiz'in, İrlanda'nın yolunu izlediğine inanıyorlar.
Finans çevreleri, Portekiz'in bu ilkbaharda süresi dolacak olan yaklaşık 10 milyar euro tutarındaki borcunu yeniden finanse edebileceğinden kaygılı.
İrlanda hükümeti de, borç ödemede sorun olmadığı konusunda ısrar etmiş, ancak borçlanma faizlerinin çok fazla yükselmesi üzerine Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu IMF'den yardım istemek zorunda kalmıştı.
BBC

İngiltere ekonomisi 'düşünülenden kötü'
25 ŞUBAT 2011
İngiltere ekonomisi 2010 yılının son çeyreğinde tahmin edilenden daha da fazla küçüldü.
Ulusal İstatistik Bürosu'ndan (ONS) yapılan açıklamaya göre, ekonomi 2010 yılının son çeyreğinde önceki çeyreğe göre yüzde 0,6 oranında daraldı.

Daha önce bu daralma oranı yüzde 0,5 olarak açıklanmıştı.
Ulusal İstatistik Bürosu yapılan revizyonun çok da büyük olmadığını belirtti.
Bu veriler, faiz oranlarındaki artışın düşünüldüğü kadar çabuk gelmeyebileceğini gösteriyor.
İngiltere'de Ocak ayında yıllık enflasyon da yüzde 4'e çıktı. Aralık'ta bu oran 3,7 idi.
Tüketici fiyatları endeksindeki bu yükseliş, yeni yılla birlikte Katma Değer Vergisi'nin yüzde 17,5'tan yüzde 20'ye çıkarılmasıyla, petrol fiyatlarındaki artışa bağlanıyor.
Ekonomi uzmanlarına göre enflasyonun Kasım 2008'den sonraki en yüksek seviyeye ulaşması, gösterge faiz oranlarını yükseltmesi için Merkez Bankası üzerindeki baskıyı artıracak.
İşçi Partisi Katma Değer Vergisi'nin artırılmasını eleştirirken, hükümetin kamu harcamalarında kapsamlı bir kesintiye gitme planlarını da ekonominin hassasiyetini gerekçe göstererek kınadı. BBC

İrlanda'da ekonomik kriz hükümet devirdi
26 ŞUBAT 2011

Küresel ekonomik krizin şiddetli biçimde vurduğu ülkelerden İrlanda'da yapılan genel seçimde, sandık çıkışı kamuoyu yoklamalarına göre, hükümetin büyük ortağı olan Fianna Fail partisi büyük bir yenilgi aldı.

Devlet televizyonu RTE'nin yayınladğı yoklama sonuçlarına göre, Fianna Fail'in geleneksel rakibi olan Fine Gael seçimden birinci parti çıkacak ancak parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip olamayacak.
Muhalefetteki Fine Gael partisinin İşçi Partisi ile koalisyona gidebileceği yorumları yapılıyor.
BBC İrlanda muhabiri Mark Simpson, Fianna Fail'in başkent Dublin'de tümüyle silinebileceğini belirtiyor.
Bu partinin Dublin'den kullanılan oyların sadece yüzde 8'ini alabileceği tahmin ediliyor.
RTE'nin yayınladığı tahminlere göre Fine Gael oyların yüzde 36,1'ini, geleneksel koalisyon ortağı İşçi Partisi de yüzde 20,5'ini alacak.
Bu İşçi Partisi tarihinin en yüksek oy oranı.
Yüzde 15,1 ile üçüncü sıraya gerileyen Fianna Fail için de bu tarihinin en kötü sonucu olacak.
Yorumculara göre, bu seçimden kim zaferle çıkarsa çıksın, kendisini zor bir iktidar dönemi bekliyor olacak.
Çünkü ülke halen ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor ve işsizlik oranları rekor düzeylerde seyrediyor.
Erken seçimlerde 43 seçim bölgesinde 3 milyonu aşkın İrlandalı oy kullandı.
Bazı adalarda oy kullanma işlemi kötü hava şartları göz önünde bulundurularak Çarşamba günü başlamıştı.
İrlanda parlamentosunun 166 sandalyeli alt kanadı "Dail Eireann"a girmek için ise 566 aday yarıştı.
İrlanda'da genel seçimler beş yılda bir düzenleniyor.
Son seçimler 2007'nin Mayıs ayında yapılmıştı. BCC

Prof. Halaçoğlu AB'ye 10 yıl ömür biçti

''AB, hammadde stoklarını ve merkezlerini kaybetmiştir." diyen Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi (GSAM) Müdürü Prof. Dr Yusuf Halaçoğlu, AB'nin 10 yıl içinde çökeceğini ileri sürdü.

03 Mart 2011
Anadolu Haber

Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi (GSAM) Müdürü Prof. Dr Yusuf Halaçoğlu, ''AB, hammadde stoklarını ve merkezlerini kaybetmiştir. Bu çok uzun sürmeyecek, 10 yıl sürmeyecek bir zamanda AB çökecektir. Bunu bir tarihçi olarak söylüyorum'' dedi.

Prof. Dr. Halaçoğlu, Atatürk Üniversitesi (AÜ) Türk Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürlüğü tarafından organize edilen etkinlik kapsamında, A.Ü Kültür Merkezi'nde ''Ortadoğu ve Kafkasya'daki son gelişmeler'' konulu bir konferans verdi.

Japonya'dan Rusya'ya, Avrupa ülkelerinde hatta Hindistan'a kadar nükleer enerji merkezi varken, bunun Müslüman ülkelerde yapılmasına karşı çıkıldığını dile getiren Halaçoğlu, İran'ın nükleer enerji merkezi kurmaya kalktığında buna Amerika ve Avrupa ülkelerinin karşı çıktığını anımsattı.

Amerika ve Avrupa ülkelerinin bir meselesinin de Yugoslavya'yı parçalamak olduğunu ifade eden Halaçoğlu, şunları kaydetti:

''Birden bire Yugoslavya'da etnik gruplar adında her bir grup, devletçikler kurdu ve bunu batı destekledi. Batı, 'Burada her devlet kendi kaderini tayin etmelidir ve kendi devletini kurma hakkına sahiptir' dedi. Avrupa ve ABD, hemen arkasından birbirinden ayırırken Yugoslavya'yı, Kıbrıs'ı neden birleştirmeye çalışıyor? Çünkü Kıbrıs stratejik bakımdan çok önemli bir yere sahip. Ekonomik açıdan da çok önemli. Zor zamanlarda çıkarılmaya başlanan doğalgaz zenginlikleri herkesin ağzının suyunun akmasına neden oluyor. Gazi Magosa dahil olmak üzere, Güney Kıbrıs'ta trilyonlarca metreküp doğalgaz rezervleri tespit edildi.''

Kıbrıs'ta geçenlerde açılan pankartın tesadüfü olmadığına dikkati çeken Halaçoğlu, çünkü birileri tarafından finanse edilen kişilerin Türkiye'ye karşı bir kampanya başlattığını ve bu kampanyaya göre Türkiye'nin Kıbrıs'tan çıkması gerektiğini söyledi.

Türkiye'nin buradan çıkmadığı takdirde, Kıbrıs'taki rezervlerin doğrudan işletilmesinin pek mümkün olamayacağını vurgulayan Halaçoğlu, ''İşte bunu yutmadan Kıbrıs halkının yanında olmak gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir hadise Kıbrıs'ta meydana geldi. Başka yerde ayırmaya giderken burada birleşmeye gidip Kıbrıs Türklerini Güney Kıbrıs Rumları'na teslim etme nedenlerinin altında ne olduğunu daha iyi değerlendirmek gerekiyor'' diye konuştu.

Kıbrıs'ın 1571'de Osmanlı'nın idaresine girdiğini hatırlatan Halaçoğlu, hemen 1572'de Anadolu'dan 12 bin 800 ailenin Ermenek, Bor ve Mut bölgesinden Kıbrıs'a nakledildiğini ifade etti.
-''KIBRIS TOPRAKLARI İÇİN YENİDEN DAVA AÇILMALI''-

Lala Mustafa Paşa bu bölgeyi fethettikten sonra ''Lalapaşa Mustafa Vakfı'' adı altında vakıflar kurduğunu anlatan Halaçoğlu, şöyle konuştu:

''Buranın valiliğini yapan Abdurrahman Paşa Vakıfları da vardır. 100'e yakın vakıf vardı. Kıbrıs'ın üçte ikisi vakıf arazisidir. Yani İtalya üssü dahil olmak üzere tümüyle Abdurrahman Paşa Vakfı'na ait arazilerdir. İngilizler 1877 yılında burayı aldıkları zaman vakıf arazilerine müdahalede bulunmadılar. Ancak 1912'de bu vakıf arazileri Rumlara verilmeye başlandı. Türkiye Cumhuriyeti, AHİM'in karaları doğrultusunda kuzey ve güney Kıbrıs'a, birisine 1,1 milyon avro, birisine de 980 bin avro tazminata mahkum edildi ya aslında her ikisinin de arazisi vakıf arazisidir. Bu vakıf arazileri için tekrar dava açılması gerekiyor. Ama o vakıf arazisi varisleri, 1912'den buyana alamadıkları vakıf gelirlerini talep etmeleri gerekiyor. Bütün Kıbrıs için 100 milyonlarca dolar tazimata mahkum edilebilir. Kıbrıs bu durumda, Türkiye ile masaya oturmak zorunda kalır.''

Mısır'da, Tunus'ta, Libya'da, Yemen'de son zamanlarda ayaklanmaların ortaya çıktığına da değinen Halaçoğlu, ''İlginçtir, ayaklanma olan ülkelerde yabancı, batı şirketlerinin petrol anlaşmalarının sona erme tarihine bir iki sene kalmıştır. Yeni anlaşmaların kimlerle yapılacağın çok iyi değerlendirmek gerekir'' dedi.

Mübarek'in Mısır'ı 42 yıldır idare ettiğini anımsatan Halaçoğlu, ''Batı dünyası ve Amerika Birleşik Devletleri Mısır halkının baskı altında kaldığını ilk defa bugün mü görüyor? Libya'da Tunus'ta diktatörler tarafından yönetildiğini yeni gördü? Hayır. Tabii ki görmüyor. Ekonomik çıkarları şu anki yönetimle çalışmayı gerektiriyordu. Bugünden sonra ortaya çıkacak olan yeni yönetim kim olacak? Bütün bunlar göz önünde bulundurulması gerekiyor'' şeklinde konuştu.

AMERİKA İSTENMEYEN DEVLET !

Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak Savaşı'nda yaptığı katliamlar ve zulümler nedeniyle İslam dünyasında çok büyük bir prestij kaybettiğini ifade eden Halaçoğlu, şöyle devam etti:

''Amerika artık istenmeyen bir devlet haline geldi. Böyle olunca buralara müdahalesi söz konusu olamayacak. Türkiye önemli bir rol üstlendi Gazze meselesinde. Böylece Arap idarecileri değil de kamuoyu nezdinde prestij kazandı. Bu prestiji bir yerde Arap ve İslam dünyasında Türkiye'nin söz sahibi olmasına yol açtı. İşin ilginç tarafı, o zamana kadar 30-40 senedir herhangi bir harekette bulunmayan ülkelerde halk hareketi başladı. Amerika Başkanı Obama, bu konularla ilgili doğrudan doğruya Türkiye ile muhatap olup, Türkiye'nin görüşünü almaya başladı. Normalde Türkiye'den fikir olması mümkün değil. Zannediyorum Kafkasya politikasının iflası, Afganistan'da başarısız olması, bu yöne itti.''

Türkiye'nin Ortadoğu ve Kafkasya'da çıkarlarını gözetmek zorunda olduğunu vurgulayan Halaçoğlu, ''Komşuları ile ilişkilerini de iyi idare etmek zorundadır. Benim düşüncem, Türkiye bu konularda daha bağımsız hareket edebilmek için her şeyden önce Avrupa Birliği adı altındaki düşüncelerden vazgeçmesi gerekir. AB, hammadde stoklarını ve merkezlerini kaybetmiştir. Bu çok uzun sürmeyecek, 10 yıl sürmeyecek bir zamanda AB çökecektir. Bunu bir tarihçi olarak söylüyorum.''

Prof. Dr. Halaçoğlu, AB ekonomisi içerinde son derece zor durumda olan ülkelerin olduğunu ve bu ülkeler yardım yapılması durumunda milliyetçi firiklerin buna tepki göstereceğini, dolayısıyla rekabetten çatışma çıkacağını iddia etti.

Moody's, İspanya'nın notunu bir basamak düşürdü
11.03.2011
Hafta başında Yunanistan'ın notunu üç kademe birden düşüren uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, İspanya'nın da kredi notunu bir kademe indirdi.

Derecelendirme kuruluşu İspanya'nın kredi notunu ülke bankalarının sermaye gereksinimi ve ülkenin mali durumunun sürdürülebilirliği hakkında devam eden endişeleri gerekçe göstererek indirdiğini açıkladı. Kredi notunun görünümünü "negatif" olarak açıklayan Moody's, İspanya'nın kredi notunu "Aa1"den "Aa2"ye indirmiş oldu. Moody's, İspanyol bankalarını yeniden yapılandırma maliyetinin 40-50 milyar Euro'ya ulaşarak hükümet tahminlerini aşabileceğini ifade etti. Moody's'in dünkü not indirim kararına rağmen, İspanya'nın kredi notu Portekiz'den iki kademe yüksek ve Yunanistan'ın yatırım yapılabilir seviyenin altında bulunan notunun ise epey üzerinde yer alıyor. İspanya'daki 17 özerk bölgeden dokuzunun bütçe açığı hedeflerini aştığına dikkat çeken Moody's, açıklamasında, "Bu durum, merkezi hükümetin bu bölgeler üzerinde hedeflere bağlı kalınmasını sağlayacak yeterli denetim uygulama yeteneği hakkında kuşku doğuruyor." ifadesi yer aldı.
Zaman

Avrupa'nın göbeğinde RÜŞVET SKANDALI
21 Mart 2011

Avrupa Parlamentosu'nda lobici kılığına giren gazeteciyle...


» Dünyanın her yerinden, istediğiniz an İngilizce konuşma fırsatı!

Avrupa Parlamentosu'nda lobici kılığına giren gazeteciyle para karşılığında değişiklik önergeleri için anlaşan 3 milletvekilinden 2'si istifa etti. Üçüncü milletvekili ise 'Yaptığım normal' dedi.

Avrupa Parlamentosu (AP), rüşvet skandalıyla çalkalanıyor.

AP'de lobici gibi davranan gazeteciyle yıllık 100 bin Euro'ya kadar rüşvet karşılığında anlaşan 3 milletvekilinden ikincisi de istifa etti.

İngiliz Sunday Times gazetesinin dün manşetten duyurduğu skandala karışan milletvekillerinden eski Avusturya İçişleri Bakanı ve Hristiyan Demokrat AP üyesi Ernst Strasser derhal istifa kararı almıştı.

Skandala karışan AP Sosyalist grup üyesi, Slovenya'nın eski Dışişleri Bakanı Zoran Thaler, önce lobici gibi kendisine yaklaşan Sunday Times muhabirinin gerçekte gazeteci olduğunu bildiğini ve nereye kadar gidebileceğini görmek istediğini söylese de gelen baskılar üzerine bugün istifasını açıkladı.

Bir dönem Romanya'da başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı yapan Sosyalist Adrian Severin ise 'Yaptığım normal' diyerek istifa baskılarına direnmeyi sürdürüyor. Avusturyalı Hannes Swoboda ile birlikte Sosyalistlerin iki başkanvekilinden biri olan Severin'in sorumluluk alanları arasında genişleme ve Türkiye de bulunuyor.

AP yönetimi, haberin Sunday Times'ta yer almasının ardından soruşturma başlattığını açıklamıştı. Sosyalist Grup Başkanı Martin Schulz, iddiaların ciddi olduğunu ve doğruluğu ispatlanması halinde gerekli önlemleri alacaklarını söyledi.

Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Severin, lobici kılığında kendisiyle anlaşan muhabirin bankacılık reformu yasasında istediği değişiklik önergelerini vererek 12 bin Euro fatura gönderdi. Severin, gazeteciye gönderdiği elektronik postada, "Talep ettiğiniz değişiklik önergesinin vaktinde verildiğini bildirmek istedim" ifadesini kullandı.

Sunday Times muhabiriyle işbirliği yapan diğer milletvekillerinden Strasser ise ilk olarak Avusturya'daki şirketine 25 bin Euro ödenmesini istedi. Gazeteye göre her 3 milletvekili, yıllık 100'er bin Euro karşılığında istenilen değişiklik önergelerini vermek konusunda muhabirle anlaştı.
ntvmsnbc

Portekiz Başbakanı istifa etti
Ekonomik önlemleri Meclis'te kabul görmeyince görevi bıraktı
24 Mart 2011

Portekiz Başbakanı Jose Socrates, ekonomik krize karşı hükümetinin aldığı yeni önlemlerin mecliste yapılan oylamada reddedilmesinden sonra istifasını su
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Nis 07, 2011 11:49 pm    Mesaj konusu: Avrupa Birliği çöküyor mu? Alıntıyla Cevap Gönder

07 Nisan 2011
Avrupa Birliği çöküyor mu?

Portekiz, haftalardır süren spekülasyonların ardından Avrupa Birliği'nden acil mali yardım talebinde bulundu.

Yunanistan ve İrlanda'dan sonra Portekiz de yardım istemek zorunda kaldı.

Televizyonlardan yayınlanan bir açıklama yapan Başbakan Jose Socrates dışarıdan yardım istemenin son çare olduğunu, ancak artık gerekli hale geldiğini söyledi. Socrates "Her şeyi denedim ama öyle bir noktaya geldik ki bu kararı almamak, ülkenin taşıyamayacağı riskleri getirecekti" dedi.

Uluslararası Para Fonu (IMF) de Portekiz'e yardıma hazır olduğunu açıkladı, ancak kendilerinin henüz ülkeden bu yönde bir talep almadıklarını bildirdi. Socrates ülkesinin ne kadar yardım istediğini açıklamadı.

Portekiz'in bu kararıyla, Euro Bölgesi'ni etkileyen belirsizlik ortamı dağılmış oluyor. Bu gelişmeyle, borç krizinin bölgenin diğer ülkelerine yayılması sürecini de sona erdirebilir.

Salı günü daha önce hiç atmadıkları bir adımla, hükümete bundan böyle devlet tahvili almayacaklarını bildiren Portekiz bankaları da bu karardan dolayı rahatlayacaklar. Bankaların bu tavrının, hükümetin yardım talep etme kararında etkili olduğu belirtiliyor. Uzmanlar Portekiz'in 80 milyar Euro'yu (110 milyar dolar) aşkın kaynağa gereksinim duyabileceğini belirtiyor. Kendisi de Portekizli olan Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, ülkenin yanında olduklarını; Lizbon'un isteğine mümkün olan en kısa zamanda karşılık vereceklerini söyledi.

ÜÇÜNCÜ KURTARMA PAKETİ

10.5 milyon nüfuslu Portekiz böylece Yunanistan ve İrlanda'dan sonra ekonomisini ayakta tutmak için mali yardım talebinde bulunmak zorunda kalan üçüncü AB ülkesi oldu. Yunanistan, İrlanda ve Portekiz ekonomilerinin toplamı Euro Bölgesi ekonomisinin ancak yüzde 7'sini oluşturuyor.

Portekiz'in açığı Yunanistan ve İrlanda'nınkiler kadar yüksek değil. Ancak büyüme oranlarının düşüklüğü ülkenin uzun vadeli performansı açısından kaygı yaratıyordu. Aslında Avrupa Birliği'nin mali kuralları getirilen standartları tutturamayan üyelere desteği engelliyordu ancak iki yıl önce patlak veren mali kriz bu durumun gözden geçirilmesine yol açtı. Mali sistem üzerindeki baskılar ise Euro'yu zora sokuyor.

SOCRATES İSTİFA ETMİŞTİ

Portekiz'in Başbakanı Jose Socrates, mali açığı kapatmak için hazırladığı kesinti paketi reddedilince istifa etmek zorunda kalmıştı. Socrates'in azınlık hükümeti 5 Haziran'da yapılacak seçimler yeni bir hükümet oluşturana dek 'emanetçi' olarak iktidarda.

Sosyalist hükümet şimdiye dek kesinti, vergi artırımı ve ücret azaltmayı içeren üç paket uygulamaya koydu. Ancak bütçe açığının yüzde 4,6'ya indirilmesi mümkün olmadı. Geçen hafta 2010 açığının da yüzde 8.6 olacağı ortaya çıkmıştı.

bireyhaber.com


Erdal Şafak
Vah Portekiz, vah!
8 Nisan 2011



Yazık; komşu AB'de ve "Euro Bölgesi" nde kader ortağı Portekiz'le şimdi bir de "Kriz kardeşi" haline geldiklerine ilişkin haberleri öğrenemeyecek.

Yunan meslektaşlarımız greve gittiler.

Yunanistan'da devlet kanalları ve ajansı dahil tüm gazeteler, televizyonlar, radyolar, internet haber siteleri sustu. Yaklaşık 7 bin gazeteci iş ve ücret güvencesi talebiyle eylem başlattılar.

Akdeniz'in öbür ucunda ise Portekizliler can derdine düştüler. Başbakan Jose Socrates aylar boyunca "Bizim yardıma da, kurtarılmaya da ihtiyacımız yok" diye çırpındıktan sonra beyaz bayrağı salladı.

Daha doğrusu, sallamak zorunda kaldı. İki nedenle:

1- Peş peşe 3 kemer sıkma paketi açtı. Sonuç? Devletin borç yükü daha da arttı.

2- Bankalar sonunda rest çekti: "Bundan böyle hazine borçlanma kâğıtlarını almayacağız!"

Oysa küresel ekonomik kriz önce bankaları vurduğunda Portekiz hükümeti kesenin ağzını sonuna kadar açarak kendi finans kurumlarını kurtarmıştı. Devletin parasıyla batmaktan kurtulan bankalar şimdi devleti batırıyorlar! Küreselleşme biraz da böyle bir şey işte!

Neyse... Portekiz'in biraz soluklanabilmek için en az 80 milyar euro'ya ihtiyacı var. Bunun üçte ikisi AB'den sağlanacak, kalanı da IMF'den.

Böylece, Portekiz'in yönetimi de, dizginleri de "Troyka"ya; AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF temsilcilerinden oluşan kurula geçecek.

Bütçe harcamalarını onlar denetleyecek.

Vergi oranlarını onlar belirleyecek.

Onlar emredecek, hükümet uygulayacak: "Emekli maaşlarını indir...", "Kamuda personel sayısını şu kadar azalt...", "Sağlık harcamalarını şu kadar kıs...", "Şunları özelleştir...", "Şunlara zam yap..."

Yoksa? "Kredinin birinci dilimini unut..."

Bu emirler yerine gelecek ama bir süre sonra bakılacak ki, kamu borç yükü de, bütçe açığı da istenen düzeye indirilememiş...

Haydi bir reçete daha: "Benzine, toplu ulaşım araçlarına, elektriğe, suya zam yap...", "Sağlık giderlerini biraz daha kıs, ilaç bedellerini ödeme...", "Devletten şu kadar daha adam çıkar..."

Yoksa? "Kredinin ikinci dilimini vermeyiz..."

Yunanistan'da bu senaryo yaşandı, yaşanıyor, kim bilir daha kaç yıl yaşanacak. İrlanda'da bu senaryo kısmen de olsa yaşanıyor...

Portekiz senaryonun üçüncü oyuncusu ya da kurbanı oldu.

Sırada başka aday var mı? Yanlış soru. Doğrusu "Sırada kim var" olmalı.

Herkesin işaret parmağı aynı yönü gösteriyor: "İspanya."

Maazallah... Yunanistan, Portekiz ve İrlanda'nın büyüklükleri toplamı, AB'nin gayrisafi milli hasılasının topu topu yüzde 7'sine denk geliyor.

İspanya öyle mi? Tek başına AB'nin gayrisafi milli hasılasının yüzde 12'sini temsil ediyor.

İspanya'nın da batması, euro'nun çökmesi demek... İspanya'nın da diz çökmesi, AB'nin sonu demek...

Bir daha maazallah!

Portekizliler'e bir tutuklunun, bir hükümlünün cezaevine girerken, gardiyanların ve hapishane arkadaşlarının haykırdıkları dileği tekrarlamaktan başka bir şey gelmiyor elimizden: "Allah kurtarsın!"

Ve de "Beterinden korusun" diyeceğiz ama o duanın tutacağından pek emin değiliz.

Çünkü Avrupa'da bugün dünden beter; yarın ise bugünden kötü olacak...

Sabah

PORTEKIZ TEKLEDI. IFLAS MI KURTULUŞ MU?
06 NISAN 2011
Dün Portekiz AB'den acil finansal yardım istedi...
Borçları tavana vuran Portekiz'in, mübalağasız 80 milyar Dolara ihtiyacı var. Avrupa basını ağız birliği etmişçesine, Portekizlilerin yaşam tarzını değiştirmesi gerektiğini yazıyor! Tabii tüketici savurganlığını, borca yaşamak alışkanlığını bırakmak, kemerleri sıkmak zorundalarmış...
(Türkiye'de bilinmeyen birşey değil!)
Şimdi de Portekiz'de herkez sokağa inebilir...

http://konstantiniye.blogspot.com/

"Avro Bölgesi'nde daha fazla kemer sıkılmalı"
Avrupa Birliği (AB) maliye bakanları, Avro Bölgesi'nde yaşanan borç krizine karşı daha fazla kemer sıkmaya ihtiyaç olduğunu savundu. İspanya Maliye Bakanı Elena Salgado, "Büyümeye ihtiyacımız var, bütçe açığımızı azaltmamız gerekiyor. Ülkemizin refahı için daha fazla bedel ödemeye devam edebiliriz" dedi. 09.04.2011 GODOLLA netgazete

İngiltere Portekiz'i kurtarmamalı'
10 NİSAN 2011

Sunday Times gazetesi ise, başyazılarından birini Portekiz'e verilecek kurtarma paketine ayırmış.
İngiltere'nin Portekiz'in kurtarılmasına dahil olmaması gerektiğini savunan yazıdan önce çıkan satırlar şöyle:
"Avrupa'nın entegrasyon hırsının doruk noktası olan euro, artık en büyük budalalığı haline gelmiş durumda. Bununla hemfikir olmayanlar, euronun sorunlarının küresel ekonomik krizden kaynaklandığını söyleyecektir. Ancak bu hikayenin yalnıca bir kısmı. Kriz patlak vermeden uzun süre önce, uzmanlar euro bölgesinin çeperlerinde yer alan ve gittikçe daha hassas görünen ekonomilere (Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya) ilişkin endişeliydi."
Ortak para biriminin ancak tüm üyeler aynı adımda yürürse işleyebileceğini savunan yazıda, euro bölgesinin üyelerinin disiplinsizliği Trablus'tan ilerleyen Libyalı isyancılara benzetiliyor.
Bu durumun ortaya çıkardığı üç soruyu ise yazı bu ekonomiler için ne gibi kalıcı uygulamalar getirileceği, krizin nerede duracağı ve İngiltere'nin rolünün ne olması gerektiği olarak tanımlıyor.
2013 yılında uygulamaya girecek AB kalıcı kurtarma mekanizmasına İngiltere'nin katkı yapmayacağının hatırlatıldığı yazıda, İngiltere'nin kendi sorunları ve kemer sıkma politikalarıyla baş etmesi gerektiği vurgulanıyor ve "Avrupa'nın hırsı ve budalalığının bedeli"ni ödememesi çağrısı yapılıyor.
BBC

İngiltere Portekiz'i kurtarmamalı'
10 NİSAN 2011

Sunday Times gazetesi ise, başyazılarından birini Portekiz'e verilecek kurtarma paketine ayırmış.
İngiltere'nin Portekiz'in kurtarılmasına dahil olmaması gerektiğini savunan yazıdan önce çıkan satırlar şöyle:
"Avrupa'nın entegrasyon hırsının doruk noktası olan euro, artık en büyük budalalığı haline gelmiş durumda. Bununla hemfikir olmayanlar, euronun sorunlarının küresel ekonomik krizden kaynaklandığını söyleyecektir. Ancak bu hikayenin yalnıca bir kısmı. Kriz patlak vermeden uzun süre önce, uzmanlar euro bölgesinin çeperlerinde yer alan ve gittikçe daha hassas görünen ekonomilere (Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya) ilişkin endişeliydi."
Ortak para biriminin ancak tüm üyeler aynı adımda yürürse işleyebileceğini savunan yazıda, euro bölgesinin üyelerinin disiplinsizliği Trablus'tan ilerleyen Libyalı isyancılara benzetiliyor.
Bu durumun ortaya çıkardığı üç soruyu ise yazı bu ekonomiler için ne gibi kalıcı uygulamalar getirileceği, krizin nerede duracağı ve İngiltere'nin rolünün ne olması gerektiği olarak tanımlıyor.
2013 yılında uygulamaya girecek AB kalıcı kurtarma mekanizmasına İngiltere'nin katkı yapmayacağının hatırlatıldığı yazıda, İngiltere'nin kendi sorunları ve kemer sıkma politikalarıyla baş etmesi gerektiği vurgulanıyor ve "Avrupa'nın hırsı ve budalalığının bedeli"ni ödememesi çağrısı yapılıyor.
BBC

Sıkı mali politikalar iflasa götürebilir
10 NİSAN 2011
Observer ise, danışmanlık şirketi Fathom tarafından hazırlanan ve euro bölgesindeki krizin yakın geleceğinde mali politikaların belirleyici olacağını savunan bir raporu sayfalarına taşıyor.
Raporda, Yunanistan ve İrlanda'ya verilen kurtarma paketlerinin faiz oranlarına getirilecek herhangi bir artışın bu ülkelerin borçlarını ödeyememesine yol açacağı belirtiliyor.
Fathom şirketinin direktörü Danny Gabay, Observer'a yaptığı açıklamada "Eğer Avrupa Merkez Bankası mali politikaları sıkılaştırmaya devam ederse, ülkeler borçlarını ödeyemeyecek. Özellikle de Yunanistan'ın izlediği yol sürdürülebilir değil." diyor.
Raporda, Madrid'in ekonomisinin Portekiz'den çok daha sağlıklı olduğunda ısrar etmesine rağmen İspanya'nın da hassas bir durumda olmaya devam ettiğine dikkat çekiliyor.
Gabay, krizin etkisi altında olan 'çeper' euro ülkelerinin borçlarının çoğunun euro bölgesinin merkezi sayılan ülkelere olduğuna dikkat çekiyor ve bu borçların son kuruşuna kadar ödenmesinde ısrarcı olunmasının euro bölgesi içerisindeki kırılmayı artıracağını söylüyor. BBC

Berlusconi, Tunus'tan İtalya'nın Lampedusa Adası'na gelen kaçak göçmenlere çözüm getirmeyen AB ülkelerine sert çıktı
10/04/2011

Esma ÇAKIR

ROMA- Tunus’la yapılan anlaşmaya, alınan her türlü tedbire rağmen Tunuslu kaçak göçmenler İtalya’nın Lampedusa Adası’nın yolunu tutmaya devam ediyor. 3.5 ayda 26 binden fazla göçmene kapı açmak zorunda kalan ülkenin Başbakanı Berlusconi, AB’ye, "Bu sorunda ortak bir vizyon bulamayacaksak ayrılmak en iyisi" resti çekti.

İki hafta içinde iki kez Lampedusa Adası’nı ziyaret eden Başbakan Silvio Berlusconi, Tunus’la yaptıkları anlaşma çerçevesinde Pazartesi gününden itibaren iki uçakla birlikte adaya gelen yeni göçmenlerin ülkelerine gönderileceğini açıkladı. Berlusconi devlet olarak verdikleri sözü tuttuklarını belirterek, "Adayı göçmenlerden temizledik" dedi. Kaçak göçmenlere Schengen vizesi ve geçici oturum izni verme kararının ardından Almanya ve Fransa’yla gerginlik yaşandığını hatırlatan Berlusconi, henüz bu konuda bir anlaşmaya varılamadığının altını çizerek, Avrupa Birliği’ne sert bir çıkışta bulundu. Bu sorunun aynı zamanda Avrupa’nın da sorunu olduğunu hatırlatan Başbakan Berlusconi, "Dolayısıyla Avrupa düzeyinde bir çözüm gerekiyor. Eğer ortak bir vizyonda buluşamayacaksak Avrupa’dan ayrılmamız ve herkesin kendi korkularını ve çıkarlarını sürdürmeye devam etmesi en iyisi" sözleriyle tavrını sertleştirdi.
Radikal

İTALYA AB ÜYELİĞİNİ TARTIŞIYOR
13 Nisan 2011
Tunuslu göçmenler yüzünden Avrupa Birliği’yle (AB) ilişkileri gerilen İtalya, birliğe üyeliğini devam ettirip, ettirmemeyi tartışıyor.

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin, kaçak göç konusunda kendilerini yalnız bırakan AB’ye, "Ortak bir vizyonda buluşamayacaksak birlikten ayrılmamız en iyisi" sözleriyle rest çekmesi, ülkede bir polemiğin fitilini ateşledi. AB üyesi ülkeler yasadışı göç ve mülteciler sorununa bir çözüm getirememesi, bunun üzerine Almanya’nın, "Kendi sorununu kendin çöz" tavrı eklenince İtalya’yı ciddi olarak AB üyeliğini sorgulamaya itti. Avrupa Birliği ülkeleri içişleri bakanlarının toplandığı Luxemburg’tan eli boş dönen İçişleri Bakanı Roberto Maroni, "Öyleyse AB’de kalmanın ne anlamı var? Kaçak göç sorunuyla İtalya’nın tek başına mücadele etmesini söyleyenler miyop bir bakış açısına sahiptir, AB’nin rolünü yanlış bir kanıya taşımaktadırlar" diye konuştu. Bazı şeylerin yerinden oynadığını söyleyen Bakan Maroni, "Umarım AB, bizi altında bıraktığı bu zor yükten kurtarmak için reaksiyon hızını artırır" dedi.

AB KİLİSEYİ DE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI

Bu tartışmaya, Katoliklerin merkezi Vatikan da karıştı. Vatikan Devleti Sekreteri Kardinal Tarcisio Bertone, "AB’nin derin hayal kırıklığı yarattığı ortadadır. Avrupa dayanışma ruhunu kaybetmiştir" diyerek, birliğin İtalya’ya yardım etmesi gerektiğini söyledi. aktifhaber

İtalya-Fransa Arasında Gerginlik
18.04.2011
İtalya'nın binlerce Kuzey Afrikalı göçmene Şengen vizesi vermesi Fransa ile gerginliğe yol açıyor.

İtalya’nın Kuzey Afrika’dan gelen binlerce göçmene vize vermesi Avrupa Birliği’ni karıştırırken, komşusu Fransa ile ilişkilerinde gerginliğe yol açıyor.
Tüm Avrupa ülkelerine seyahat edebilme hakkı tanıyan, altı aylık oturma izni içeren vizeyi alan göçmenler kıta içlerine doğru yola çıktı.

Ancak Fransız polisi, İtalya’dan gelen yolcu trenlerini, içinde kaçak göçmen olduğu gerekçesiyle sınırda durdurmaya başladı.

Göçmenler iki ülke arasındaki sınır kapısı Ventimiglia’da birikiyor.

Çok sayıda İtalyan da göçmenlere destek vermek amacıyla sınır kapısına gidiyor.

Göçmen krizinin Avrupa Birliği’nin gerçek bir ortaklık mı, yoksa sadece coğrafi bir terim mi olduğunu ortaya koyacağını söyleyen İtalya İçişleri Bakanı Roberto Maroni, uygulamanın Şengen ruhuna aykırı olduğuna dikkat çekerek Paris’ten açıklama istedi.

Fransa, tren durdurmanın bölgedeki protestolar yüzünden geçici bir güvenlik önlemi olduğunu savunuyor.

Afrika kıtasına en yakın Avrupa toprağı Lampedusa Adası göçmen akınına uğrayan İtalya, diğer Avrupa ülkelerini yeterince göçmen kabul etmediği için eleştiriyor. TRT

İbrahim Karagül
Masal bitti: 'Hasta adam'lar çoğalıyor!
20 Nisan 2011



Kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poors, ABD'nin kredi notunu durağandan negatife çevirdi.

Dünyanın ekonomik devi, beyni, 2009 kriziyle sarsılan gücünün duraklama dönemine girdiğini, artık güvenilir bir ekonomi olmadığını, giderek içe kapanmak zorunda olduğunu, süper güç masalının sonuna gelindiğini az çok biliyorduk.

Ama artık bu masalın bittiğini söyleyebiliriz. Siyasi, askeri, teknolojik ve ekonomik açıdan "gücüne erişilemez" dev, çaresizlik içinde kıvranırken, deprem Avrupa'yı da sarsmaya başlarken bizler tarihsel bir kırılma yaşandığına, güç kaymalarının zorunlu olduğuna, küresel güç dengesinin değişeceğine dair tartışmaları Türkiye'ye taşımaya çalışıyorduk.

Öyle de oldu... Önce ABD'yi vuran deprem sonra Avrupa'yı dağıttı. Avrupa Birliği projeleri, süper Avrupa fikri zayıfladı. AB ülkeleri, "herkes başının çaresine baksın" diyerek birlik ruhunu hızla terketti. Son on yılda, bütün birikimlerini, değerlerini hızlı bir şekilde terk ettiği gibi... Çaresizlik, çözümsüzlük derinleşti. Güçlü ekonomileri, bırakın diğer üyeleri kurtarmayı, kendilerini kurtarma telaşına düştü. Birlik düşüncesi, jeopolitik hedef olmaktan çıkıp kültürel, içe kapanmacı, diğerlerini düşman bilen bencil bir boyut aldı.

Bugün Yunanistan, İspanya ve İrlanda'yı batıran, İspanyayı batırmak üzere olan, İngiltere'yi "Avrupa'nın hasta adamı" haline dönüştüren kriz, kısa süre sonra bütün kıtada sosyal patlamalara, aşırı sağın yükselişine hatta yeni bir ırkçılık dalgasına kadar uzanacak bir tehdit haline geldi. Artık Avrupa'nın, kendini düşünmekten dünya ile ilgilenecek mecali kalmadı. Yakın gelecekte bir çıkış yolu da görünmüyor.

ABD de aynı durumda. Artık sermaye de vizyon da bu ülkelerden kaçıyor. Başka adreslere, iklimlere yöneliyor. ABD'nin kredi notunun negatife çevrilmesi, aslında gecikmiş bir tespit. 2009'da bu yapılmalıydı ve gerçek de buydu. İki kıta da durgunluktan gerilemeye doğru hızla güç kaybediyor. Bu aşamada neler olur?

İşte burası önemli. Bırakalım küresel vizyonları, dünyaya öncülük etmeyi, bu ülkeler dünya için dehşet bir tehdide dönüşebilir. Çaresizlik, yeryüzünün kaynakları üzerinde hiç görülmemiş talana, kavgaya, savaşlara neden olabilir. Kaynak ve gıda savaşları insanlık tarihinin en hazin sayfalarını aralayabilir.

Bunlar kimseye şaşırtıcı gelmesin. Büyük savaşlara, buhranlara bakın. Hepsi benzer gerekçelerle başlamadı mı? İnsan ırkının yaşadığı en büyük trajediler açgözlülükle başlamadı mı?

Kuzey Afrika'dan Orta ve Doğu Asya'ya uzanan kuşakta başlayan, genişleyerek büyümesi beklenen değişim ve arayışta bu çaresizliğin etkileri çok fazla. Bu ülkeleri varolan ekonomik sisteme entegre etmek ve kaynaklarını denetim altına almak büyük krizden çıkış arayanların hedeflerinden biri. Mesela Libya'nın tam bağımsız merkez bankası gibi. Direnişçilerin yaptıkları ilk iş Bingazi'de bir Merkez bankası kurmak oldu. Size de tuhaf gelmiyor mu?

ABD'nin krizi öncelikli güvenlik tehdidi ilan etmesi aslında bütün bu açıklamaları içeriyor. İlk kez böyle bir şey oldu. Ne İslamcı tehdit, ne Çin ne Batı medeniyetine yönelen tehditler. Onlar için tek tehdit algılaması vardı o da kriz.

16 istihbarat kuruluşundan oluşan ABD Ulusal İstihbaratı, bu tehdidi şöyle açıklamıştı: "Zaman en büyük düşmanımız. Krizden çıkış ne kadar uzun sürerse, ABD'nin stratejik çıkarlarına zarar verme gücü o kadar yüksek olacaktır. Kriz dünyanın dörtte birinde istikrarsızlığa yol açacaktır. Mevcut rejimi tehdit eden risk faktörleri artmaktadır. Çöküşten kurtulamayan ülkeler yıkıcı korumacılığa yönelebilirler..." ABD için kriz artık bir rejim meselesidir...

Uzun zamandır krizin siyasal, toplumsal sonuçlarına, dünya genelinde yol açacağı jeopolitik güç kaymalarına hatta harita değişiklikleri ihtimaline dikkat çekiyoruz. Küresel hal alsa da, krizin nihayetinde en büyük zararı merkez ülkelere vereceğini, bu ülkelerin güçlerinde ve etkinliklerinde ciddi daralma yaşanacağını, özellikle Amerika'nın küresel liderlik rolünde ciddi gerileme söz konusu olacağını, bugünkü ekonomik sistemin açıklarını kapatmakla krizin sona erdirilemeyeceğini, İkinci Dünya Savaşı sonrası sistemin çöktüğünü, yeni güç dengelerinin oluşacağını, bu değişimin çok ciddi bölgesel çatışmalara yol açacağını, kaynak ve ticaret savaşları döneminin başlayacağını ısrarla vurguladık. Hala aynı kanaatteyiz. Yeni güçlerin, aktörlerin tarih sahnesine çıkacağına inanıyoruz.

"Krizin üstesinden gelindi" iyimserliklerine hiçbir zaman inanmadım. İyimserlik pazarlanıyor, psikolojik bir operasyon yürütülüyor sadece. Şimdiye kadar çözüm yolunda hiçbir esaslı adım atılmadı. Sadece ürkütücü sonu biraz erteleyecek tedbirler alındı. Trilyon dolarlar merkez bankalarından piyasaya akıtıldı. Sonuç? Hiçbir şey...

Para akıtılan yerler, mekanizmalar zaten krizin sorumlusuydu. Vergiler aynı yerlere gidiyordu. Bunun sosyal sonuçları üzerinde de duruldu. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri olağanüstü hal yasalarını revize ettiler. Ürkütücü düzenlemeler içeren bu hazırlıklar aslında onları nasıl bir gelecek korkusunun sardığına da işaret ediyordu.

Krizin jeopolitik çözülmelere yol açacağına yönelik inancımız giderek güç kazanıyor. Bu çözülme, sadece Ortadoğu coğrafyasında olmayacak. Arap Baharı'nın mimarları gibi görünenlerin çok yakında Avrupa başkentlerinde aynı öfkeyle yüzleşeceklerini şimdiden söyleyelim.

Kahire'de, Şam'da, San'a da sokakları saran ateş, yarın Paris'te, Londra'da, Marsilya'da, ABD kentlerinde de görülecek. Asıl rejim değişikliği o zaman olacak...

Yeni Şafak

İspanya'da rekor işsizlik
29 NİSAN 2011

İspanya'da işsizlik son 14 yılın en yüksek seviyesine ulaştı.

İspanya son veriler açıklanmadan önce de Avrupa Birliği'nde işsizliğin en yüksek olduğu ülkedeydi.
Yılın ilk üç ayında ise, bir önceki çeyrekte yüzde 20,3 olan işsizlik yüzde 21,3'e yükseldi.
Bu 4,9 milyon işsize tekabül ediyor.
İspanya özellikle kamu borçları nedeniyle küresel ekonomik krizden en olumsuz etkilenen ülkelerden biri.
İspanya hükümeti bütçe açığını kapatmak için bir dizi kemer sıkma önlemine başvurmuştu.
Ancak buna karşın, bu yıl sonundan önce ekonominin istihdam yaratacak hale gelmesi beklenmiyor. BBC

AB, Danimarka'yı topa tuttu
12 Mayıs 2011
Danimarka'nın çarşamba gününden itibaren Almanya ve İsveç sınırlarını yeniden kontrol etmeye başlaması AB içerisinde tepkilere neden oldu.

Danimarka’nın sınır kontrollerini anlamsız bulan AB'li yetkililer sert açıklamalar yaptı. Almanya İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich, Danimarka'nın kendini AB'den izole ettiğini söylerken 'Kızıl Danny' lakaplı Daniel Cohn-Bendit, 'Danimarka çok istiyorsa Shengen'den çıkabilir' dedi.

Danimarka'nın sınır kontrollerini yeniden başlatmasının ardından bir açıklama yapan Almanya İçişleri Bakanı Hans Peter Friedrich, Danimarka’nın tavrının ‘problematik’ olduğunu söyledi.

Danimarka’da hükümetin sadece iç politikayı düşünerek hareket ettiğini ima eden Friedrich, ‘Ulusal hükümetlerin sadece ülkenin içişlerini dikkate alarak AB’ye düzenlemelerine karşı politikalar üretmelerini engellememiz gerekiyor. Danimarka bu yaklaşımla kendini AB çatısı altındaki diğer ülkelerden izole ediyor’’ dedi.

Kendisi de Danimarkalı olan Avrupa Komisyonu sözcüsü Pia Ahrenkilde Ahsen ise, AFP haber ajansına yaptığı açıklamada, AB'nın sınırlar konusundaki düzenlemelerine ters olan hiç bir politikanın kabul edilmeyeceğini söyledi.

Danimarka'nın kuzey komşusu İsveç de sınır kontrollerini eleştirdi. Avrupa Komisyonu'nun İsveçli üyesi Cecillia Malmström, Danimarka'nın sınır kontrollerini yeniden başlatmasıyla ilgili olarak 'Üye ülkelerin AB düzenlemelerine ters uygulamaları engellenmeli' dedi.

KIZIL DANNY: DANİMARKA ÇOK İSTİYORSA SHENGEN’DEN ÇIKABİLİRLER

Konuyla ilgili Danimarka basınına bir açıklama yapan ‘kızıl Danny’ lakaplı Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Lideri Daniel Cohn-Bendit ise çok daha sert konuştu. Danimarka’nın sınır politikasını eleştiren Bendit, ‘Danimarka mevcut sınır politikasını bu şekilde devam ettirme konusunda ciddi ise o halde Shengen bölgesinden çıksın! Ama o zaman Avrupa’nın farklı ülkelerine gitmek istediklerinde vize almak zorunda kalacaklar. Her ülke için bir vize!’ dedi.

SINIR KONTROLLERİNİN ARKASINDA AŞIRI SAĞCI DF VAR

Danimarka’da önümüzdeki Kasım ayında gerçekleştirilecek ulusal seçimler öncesinde, yapılan anketler, hükümetin zor durumda olduğunu gösteriyor. Bütün umudunu bir süre önce kamuoyuna tanıttığı 2020 ekonomik paketine bağlayan hükümet, söz konusu paketin meclisten geçebilmesi için, bugüne kadar hükümeti parlamento dışından destekleyen aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi’nin (DF) desteğine ihtiyacı var. DF başkanı Pia Kjearsgaard birkaç gün önce Danimarka medyasına yaptığı açıklamada söz konusu desteği ancak sınır kontrollerinin yeniden başlatılması durumunda vereceklerini söylemişti. haber10

Schengen Krizi Büyüyor
13.05.2011
Kuzey Afrika kökenli mülteci akınından korkan Danimarka da Avrupa Birliği'nin temel taşlarından "serbest dolaşıma" sınırlama getirdi.

AB üyeleri ile İzlanda, Norveç ve İsviçre’de serbest dolaşım hakkı tanıyan Schengen anlaşması bir ülke tarafından daha delindi.
Fransa’nın ardından Danimarka da, sınırlarda kontrole başlayacağını açıkladı.

Karar Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nda sert tepkilere yol açtı. Parlamentodaki tartışmalar çok sayıda milletvekili, Schengen’deki ilk açığı veren Fransa’yı ağır bir dille eleştirdi.

Alman Sosyal Demokratlar, Danimarka’nın kararını geri almaması durumunda Schengen üyeliğinden çıkarılmasını talep etti. TRT


"Yunanistan iflas ettiğinde..."

İngiliz Telegraph gazetesinde yer alan bir makalede, Yunanistan iflas ettiğinde neler yaşanabileceğine dikkat çekti.

04 Haziran 2011
Anadolu Haber

Yunanistan'ın iflas etmemesinin olasılık olarak görünmediğini, yalnızca ne zaman gerçekleşeceğinden emin olunmadığını belirten ekonomist, şu sözleriyle dikkat çekti: "Ederse değil, ettiğinde. Finans piyasaları sadece ne zaman iflas edeceğini kestiremiyor. Yarın da olabilir, bir ay ya da bir, iki yıl içinde de (ama bundan daha uzun sürmeyecek"

İFLAS SONRASI OLACAKLARI YAZDI

Avrupa Merkez Bankası'nın İrlanda'yı da koruması altına alarak elindeki son kartı oynadığını söyleyen ekonomist, Yunanistan iflas ettiğinde olacakları şöyle sıraladı:

"-Yunanistan'daki bütün bankalar batacak"

"-Atina hükümeti ülkedeki bütün bankaları kamulaştıracak"

"-Hükümet, bankadan para çekilmesini yasaklayacak"

ARJANTİN'DE OLDUĞU GİBİ..

"-Yunanistan'da bankalardan alacakları olanların sokaklara inmesini engellemek için, Arjantin'in 2002'DE yaptığı gibi (ki o zaman Arjantin devlet başkanı, göstericilerin öfkesinden kaçmak için evinin çatısından bir helikopterle ülkeden uzaklaşmıştı), bir genelge yayımlayacak"

"-Yunanistan bütün borçlarını "Yeni Drama" ya da yeni para birimi ne olacaksa, ona çevirecek. (Bu borcunu ödeyemeyip, iflas eden bütün ülkelerin başına gelecek kaçınılmaz sondur.)

PARASININ DEĞERİ YÜZDE 70 ERİYECEK

"-Yeni Drahma'lar yaklaşık yüzde 70 daha değersiz olacak"

"-İrlandalılar, birkaç gün içinde, bankacılık sistemlerindeki borçtan kurtulmak isteyecekler"

"-Portekiz hükümeti, daha sonra iflas etmeye karar vermeden önce Yunanistan'daki kaos yaşanıp yaşanmadığına bakacak"

"-Bir grup Fransız ve Alman banka, sermaye yeterliliğini karşılayamadıkları için büyük ölçüde zarar edecek"
AVRUPA MERKEZ BANKASI DA İFLAS EDECEK

"-Elindeki Yunan tahvilleri, Yunanistan ve İrlanda'nın bankacılık sistemindeki varlığından ötürü Avrupa Merkez Bankası da iflas edecek."

"-Fransa ve Almanya, ECB'nin sermayesini yenilemek ya da bankanın iflastan çıkmak amacıyla para basmasına izin vermek için bir araya gelecek. (Çünkü, ECB diğer bankalara kıyasla, dış piyasalarda çok büyük pozisyonlara sahip değil. Aslında para basabilir ancak bu ECB kurallarına göre yasak bir işlem. Diğer yandan, Avrupa Birliği Antlaşması, normalde Yunanistan, Portekiz ve İrlanda için kullanılan kurtarma şekillerini yasaklıyor.)

"-Avrupa'da liderler, kendi bankalarını yeniden yeniden sermayelendirecek ve bütün kurtarma paketlerinin sona erdiğini açıklayacak."

"-Piyasalarda, İspanya bankacılık sektörü tahvillerinde bir kıyım yaşanacak."

"Madrid ve Atina’da parlamenter demokrasinin bugünkü biçiminin sallanıyor"
11 HAZİRAN 2011

Alman basınından...

Frankfurter Allgemeine Zeitung ise, yardım kararının gelecekte yolaçacağı gelişmeleri ele alarak karamsar bir tablo çizdi.

Bir devletin iflası söz konusu olduğunda AB’nin ve Almanya’nın bundan sonra da elini cebine atmaya mecbur olacağını öne süren gazete, “Yunanistan diğer AB üyelerinin desteğine ne kadar uzun muhtaç olursa, şu sorular da o kadar yüksek sesle sorulacak: Yunanlılar için vergi indirimlerinden, yeni çocuk yuvalarından, emekli maaşlarının arttırılmasından vaz mı geçeceğiz? Pire için tasarruf mu edeceğiz? Portekiz ve İrlanda için de tasarruf mu edelim?”

Ardından da gazete bu krizin mali piyasaların çok ötesine geçen bir tehlikeyi içerdiğini savunarak, başka Avrupa ülkelerinde kamuoyunda ufak bir çatlağın ötesinde zararlar oluşmaya başladığına işaret etti.

Buna karşılık tageszeitung, Tunus ve Kahire’de diktatörler düşürüldükten sonra, şimdi de Madrid ve Atina’da parlamenter demokrasinin bugünkü biçiminin sallandığını yazdı.

Yunanistan’da haftalardır süren gösterilerde göstericilerin devletin sadece zenginlerin çıkarlarını korumasına karşı sokağa çıktığını anlatan gazete, “Almanya’da bu gösteriler hakkında çok az haber yayınlanması çok ilginç” ifadesini kullandı.
BBC

Yunanistan dünyada kredi notu en düşük ülke haline geldi

14 HAZİRAN 2011
Almanya Maliye Bakanı Yunanistan için ikinci bir mali yardım paketi oluşturmaya, bankaların da katkıda bulunması durumunda hazır olduklarını açıkladı.

Hükümetin IMF-AB yardımı için attığı adımlar toplumdan tepki görüyor

Euro kullanan ülkelerin maliye bakanları Yunanistan'a ek yardımı görüşmek üzere Brüksel'de toplandı.
Toplantı öncesinde bir açıklama yapan Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble IMF ve Avrupa Birliği'nin Yunanistan için alacağı ek önlemlere katkıda bulunmaya hazır olduklarını söyledi.
IMF ve Avrupa Birliği borç krizine giren Yunanistan için 110 milyar euro tutarında bir mali yardım paketi oluşturmuştu.
Ancak borçları 350 milyar euroyu bulan Atina için bu paketin yeterli olmayacağı endişesi giderek derinleşiyor.
Konuyu görüşmek üzere Brüksel'de acil gündemle toplanan maliye bakanlarının 20 Haziran'a kadar karar vermesi gerekiyor.
En güvenilmez ekonomi
Kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poors bugün Atina'nın kredi notunu bir kez daha düşürdü.
Böylece Yunanistan dünyada kredi notu en düşük ülke haline geldi.
Piyasa yorumcularına göre Standard and Poors'un kararında, Yunanistan'ın borçlarını yeniden yapılandırmak zorunda kalması durumunda yatırımcıların da olumsuz etkileneceği korkusu etkili oldu.
Almanya Maliye Bakanı'nın ikinci yardım paketi için özel sektörden de katkı istemesinin bu kaygıları derinleştirebileceği belirtiliyor.
Öte yandan Yunanistan bugünkü hazine ihalesiyle 2 milyar 33 milyon dolar borçlanmayı başardı.
Standard and Poors'un kararının da etkisiyle talep düşük olduğundan Yunanistan yatırımcılara daha yüksek faiz vermek zorunda kaldı.
Yunanistan ekonomisiyle ilgili kaygıların devam etmesinin en önemli nedeni, ülkenin hala uluslararası piyasalardan makul faizlerle borçlanamaması.
BBC

1 Yıldır "Hükümetleri" Yok
14.06.2011
Belçika'da 1 yıldır hükümet kurulamıyor. Bu alanda dünya rekoru kıran ülkede halk "hükümetsiz"liğe alışmış görünüyor.

Nisan 2010’da istifasını sunmasına rağmen Başbakan Yves Leterme, mecburen görevini sürdürüyor.
Belçika’da bu garip durumun iki ana kaynağı var: Felemenkçe ve Fransızca konuşan toplumlar arasında derin bir ayrılık sözkonusu... Bir de Belçika’da bildiğimiz anlamda "ulusal parti" kavramı yok...

Felemenkler merkezi hükümette daha fazla yetki istiyor, diğer grup buna karşı çıkıyor.

Şubat’ta Iraklıların, 1 Haziran’da da Kamboçyalıların "hükümetsiz kalma rekoru"nu kıran Belçika’da bu durumun nasıl aşılabileceğini kimse bilmiyor.

Gözlemciler bu durumun normal seçimlerin yapılacağı 2014’e kadar sürebileceğine dikkat çekiyorlar.

Bazı Belçikalılar ise "2014’te seçim yaptık ancak yine koalisyon kuramadık. İstifasını vermiş olan Başbakan 2014’ten sonra da işbaşında kalmaya devam edebilir" yorumunu yapıyor.

Çok sayıda Belçikalı da yeni bir seçimin ülkenin köklü sorunlarına deva olacağını düşünmüyor. TRT

IMF: Dünya ekonomisinde risk artıyor
17 HAZİRAN 2011

IMF'ye göre Yunanistan ekonomisindeki sorun uluslararası piyasaları sarsabilir

Uluslararası Para Fonu (IMF) dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu risklerin son dönemde arttığını açıkladı.

IMF bu riskler arasında, Yunanistan'ın süregiden borç krizi, Amerika Birleşik Devletleri'nde bütçe açığını giderme planları ve Asya'daki ekonomik büyümenin kontrol altına alınması gibi sorunları sıraladı.

Kuruma göre, küresel ekonomik büyüme düzeyi ise mevcut artış hızını koruyacak.

Dünya ekonomisinin 2011'in ilk çeyreğinde yüzde 4.3 oranında büyüdüğünü açıklayan IMF Yunanistan'da süregiden borç krizinin dünya ekonomisini raydan çıkarabilecek büyüklükte olduğunu ifade etti.

Birçok iktisatçı, Yunanistan'ın aldığı borçları ödeyemeyebileceği görüşünde.

UBS bankasında üst düzey ekonomik danışman olan George Magnus, "Kimse Yunanistan'ın iflas edip etmeyeceğini tartışmıyor. Tartışılan bu iflasın düzenli mi, düzensiz mi olacağı." dedi.
IMF'nin bu açıklamaları, mali istikrar, ülkelerin mali durumları ve küresel ekonomi konusundaki değerlendirmelerinin sonuçlarına dayanıyor.
Uluslararası Para Fonu'na göre, Yunanistan'ın borçlarını ödeyememesi durumunda kurtarma paketleri için sıraya girmekte olan İspanya ve Portekiz'in de bundan olumsuz etkilenmesi beklenebilir.
Deutsche Bank'tan Giles Moec ise Avrupa ekonomisinde durumun, birkaç ay öncesine göre daha kötü olduğunu söylüyor.
Avrupa bankalarının devam eden ekonomik şoklarla başedebilmek için yeterli mali kaynaklara sahip olmadığını belirten IMF, "Siyasi hareketliliklerin finansal önlemleri raydan çıkarması durumunda piyasalar düzensizleşebilir" açıklamasını yaptı.
BBC

FINANSAL ÇÖKÜŞ TEHLIKESI MI?
SALIH SELÇUK
18 HAZIRAN 2011

Büyük Britanya'nın en önemli bankalarından Lloyd, müşterilerini büyük bir çöküş tehlikesine karşı uyardı...

Yunanistan'ın 110 milyar Dolarlık borcunu döndürebilmesi için 60 milyar Dolarlık bir krediye daha ihtiyacı var...

Şimdi bu sanal paraların da kesin bir çözüm olmayacağını bilmek için mutlaka ekonomist olmak gerekmiyor...

Sadece zaman kazanılmaya çalışılıyor...

Yunanistan'ın kurtarılması konusunda Almanya çekimser davranmaya başladı, çünkü bunun sonu yok belli; ama kurtarmazlarsa risk daha büyük...

Yunanistan'ın kredi aldığı bankalar -Avrupa bankaları- paralarını geri alamayacaklarını anlarlarsa, bu bankalar çöker...
(Bkz., bu blogdaki "Güven endeksi" konulu yazılar. Orada, para sistemin bir tür "inanç" sayesinde ayakta durduğunu anlatmaya çalışmıştık.)

Şimdi, hangi ihtimalle daha fazla zaman kazanılabileceğinin hesabı yapılıyor...

Daha 2009 yılında basına sızan gizli AB belgelerinde, AB bankalarındaki finansal varlıkların yüzde 44'ünün çürük olduğu tesbiti yapılmaktaydı... (Daily Telegraph 11.02.09)

Lloyd'un uyarısı önemlidir...
(Şimdi "Bizi teğet geçer" diyenleri duyar gibi oluyorum!..
Tabii canım!..
Siz yeter ki isteyin!..)

ABD'nin durumu, Yunanistan'dan farksız durumda...

Ve Çin'deki tehlikeli durum, ÇKP'nin tüm rötuş çabalarına rağmen artık gizlenemez boyutlarda...

Türkiye'nin de cari açığı yırtılıp, neoliberal rant ekonomisi malı meydana çıkabilir!..
Türkiye, sıcak paranın ve küresel sermayenin güven endeksi dışına çıktığı anda çöker...
(Bu endeksin çöküşü de, muhtemelen yeni büyük tutuklama dalgalarıyla tetiklenecektir...)

Bu gelişmeler, finansal alanda köklü değişimler yapılmadığı ve (kategorik) sorun sadece ötelendiği sürece, ancak bir felaketle sonuçlanabilir...

http://konstantiniye.blogspot.com/

İngiltere, Yunanistan'a kapıyı kapadı
20 Haziran 2011
İngiltere, Yunanistan ekonomisini "kurtarma paketine" kesinlikle yardım etmeyeceğini açıkladı.

AB ülkeleri Ekonomi Bakanları toplantısı için Lüxemburg'da olan İngiltere Ekonomi Bakanı George Osborne buradan yaptığı açıklamada, "İngiltere, Yunanistan ekonomisini kurtarmaya yönelik hiçbir girişimin içinde yer almayacak." diyerek ülkesinin bu konudaki düşüncesini net bir şekilde ortaya koydu.

Başbakanlık ofisinden yapılan açıklamada da İngiltere'nin Yunanistan'a destek verecek 17 AB ülkesi içinde yer almadığı belirtildi. Yunanistan'ı kurtarmak için hazırlanan taslakta İngiltere'nin yer almadığını kaydeden Başbakanlık Sözcüsü, "AB ülkelerinin desteğini içeren yardım planında İngiltere yer almamaktadır" şeklinde açıklamada bulundu.

"İngiltere'nin yardım etmesi teklif edildiğinde cevabınız ne olur?" şeklinde soruya ise Başbakanlık Sözcüsü, "Böyle bir teklifin gelmesi söz konusu değil" diye cevap verdi. haber10



Kıbrıs'ta hükümet istifa etti
28 TEMMUZ 2011
Kıbrıs'ın Limasol kentinde bir askeri üste meydana gelen büyük patlama ardından yoğun eleştirilere hedef olan hükümet istifa etti.
11 Temmuz'da meydana gelen patlamada 13 kişi hayatını kaybetmişti.

Limasol'da bulunan Evangelos Florakis deniz üssündeki mühimmat deposunun havaya uçması, adanın Rum kesiminde siyaseti de sarstı.
Patlama nedeniyle dışişleri ve savunma bakanlarıyla genelkurmay başkanı da daha önce istifa etmişlerdi.
Kıbrıslı Rumların ana elektrik santralini çalışmaz hale getiren patlama, üç yıl önce el konulan bir gemide ele geçirilen ve deniz üssünde muhafaza edilen konteynırlardaki mühimmatın infilak etmesi sonucu meydana geldi.
Mühimmatın çevredeki çalılık bölgede çıkan yangından dolayı infilak ettiği düşünülüyor.
Ocak 2009'da İran'dan Suriye'ye giden Monchegorsk adlı Kıbrıs bandralı bir gemide 98 konteyner dolusu silaha el konulmuş ve deniz üssüne nakledilmişti.
Kıbrıslı yetkililer İran'ın BM'nin ambargo kararına aykırı davrandığı için gemiye el konulduğunu açıklamışlardı.
Ekonomik kriz de kapıda
Kıbrıs'ta, askeri üsteki patlamanın yanısıra ekonomik krizin yarattığı bir gerilim var.
Muhalefet kemer sıkma önlemlerine karşı çıkarken, cumhurbaşkanı Stefanos Hıristofyas geniş tabanlı bir hükümet kurulmasına olanak sağlamak üzere hükümetin görevden ayrılmasını istedi.
Yeni hükümetin bir kaç gün içinde açıklanması bekleniyor.
Öte yandan, kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, Kıbrıs'ın notunu iki kademe düşürüp A2den Baa1'e çekti.
Financial Times, bu karar ışığında 'Kıbrıs kurtarma paketi alan dördüncü ülke olmaya biraz daha yaklaştı' diyor.
Avrupalı kaynakların Lefkoşa yönetimi ile bu konuda bir görüşme yapılmadığı açıklamasını aktaran gazete; Kıbrıs'ın başının üç ayrı alanda birden dertte olduğunu belirtiyor.
"Kıbrıs'ta ters gidebilecek her şey ters gitti, hem de 15 günde." diyen gazete bu sorunları şöyle sıralamış:
Kıbrıs bankalarının elindeki Yunan tahvilleri, hükümetin bütçe açığını düşürmeye yönelik kemer sıkma paketine muhalefetin yarattığı siyasi kriz ve kilit enerji santralının havaya uçması.
BBC


Madrid'te halk meydanlarda

İspanya'nın başkenti Madrid'de sistem karşıtlarının gösterileri bu akşam da devam ederken geniş güvenlik önemleri alan polis, kent merkezindeki Sol meydanına girişi engelledi.
04 Austos 2011
Anadolu Haber
İspanya'da 15 Mayıs'ta başlayan sistem karşıtı eylemlerin merkezi olarak sembolik bir önemi bulunan Sol meydanı, iki gün önce tamamen temizlenip, meydanda sabahlayan az sayıdaki eylemci uzaklaştırılmıştı. İçişleri Bakanlığı ve yerel yönetimin göstericilerin bu meydanda toplanmasına izin vermeme kararı, sistem karşıtlarını tekrar harekete geçirdi. İki gündür Madrid sokaklarında protesto yürüyüşleri yapan binlerce sistem karşıtı, her yönden giriş yolları kapatılan Sol meydanına girmeye çalışsa da bunu başaramadı. Alınan güvenlik önlemleri kapsamında yerel saat ile 19.00'dan itibaren Sol metro durağı ve tren istasyonu kapatılırken meydana çıkan tüm yolların önüne de polis barikatı konuldu. Sadece bölgede oturduğunu kimlik kartıyla ispat edenlerin geçmesine izin veren polis, gazetecilere de büyük zorluklar çıkardı.

Kentin en turistik sokaklarından olan Preciados caddesi de kapatıldı, zaman zaman polisle halk arasında tansiyon yükseldi.
Sol meydanına giremeyen sistem karşıtları, sloganlar atarak Madrid'in şehir merkezinde yürüdü ve oturma eylemleri yaptı.
Bu arada İspanyol polisinin ilk defa sistem karşıtlarına karşı geniş önlem alması, havadan helikopterlerle eylemcilerin güzergahlarının takip edilmesi dikkati çekti.

Genel anlamda barışçıl olan gösterilerin gece boyunca sürmesi bekleniyor.





Londra'da isyan yangınları güneye sıçradı
8 AĞUSTOS 2011

Londra'da haftasonu yaşanan isyan üçüncü gününde kentin diğer kesimlerine yayıldı.

Kentin güneydoğusundaki Lewisham semtinde otomobiller ateşe verilirken, yakındaki Peckham mahallesinde de bir dükkan ve otobüs kundaklandı.

Kentin güneyindeki Croydon'da ise, büyük bir mobilya mağazası ateşe verildi.

Londra'nın doğusundaki Hackney'de de, polisle bir grup genç arasında çatışmalar çıktı.

Hackney'deki çatışmaların bir polisin bir kişiyi durdurup üzerini aramasından sonra başladığı bildirildi. Üzeri aranan kişide herhangi bir şüpheli nesnenin bulunmadığı bildirildi.
Şiddet, Londra dışına da taştı. Birmingham kent merkezinde bir grubun gencin dükkan vitrinlerine saldırdığı haberleri gelince bölgeye polis sevkedildi.

Grubun McDonalds'ın da aralarında bulunduğu bazı dükkanları hedef aldığı bildirildi.

Londra Emniyet Müdür Vekili Tim Goodwin ailelelere çocuklarına sahip olmaları çağrısında bulundu.

Kentte son 48 saattir yaşanan şiddet olayları nedeniyle 215 kişinin gözaltına alındığı, şu ana kadar da 25 kişini tutuklandığı açıklandı.

Olayların tırmanması üzerine Başbakan David Cameron'un İtalya'daki tatilini yarıda kestiği ve İngiltere'ye dönmek üzere olduğu bildirildi.

Şiddet olaylarının kontrol altına alınamaması üzerine tatilini yarıda kesen İçişleri Bakanı Theresa May de, ayaklanmayı suç olarak niteledi ve sorumlularının ''yaptıklarının bedelini ödeyeceklerini'' söyledi.

Olaylar cumartesi gecesi başlamıştı. Yaklaşık 300 kişilik bir grup, Perşembe günü dört çocuk babası Mark Duggen'ın öldürülmesini protesto için Tottenham semtinde karakol önünde eylem yaptı.

Daha önceden suça karıştığı öne sürülen Duggen, polis operasyonu sırasında öldürüldü. Ancak nasıl öldürüldüğü konusunda soru işaretleri var. yetkililer, bu kişinin polise ateş açtığını ve bir memurun yaralandığını söylüyor. Ancak ailesi bunu reddediyor.

Görgü tanıklarına göre, karakol önündeki gösteri 16 yaşındaki bir kızçoğunun darp edilmesinden sonra kontrolden çıktı. Protestocular, polise molotof kokteyl attılar. Bir anda alevler içinde kalan bölge hala kordon altında.

Bölgede bu gece Duggan'ı anma etkinliği düzenleneceği belirtiliyor.
BBC

Avrupa basınından AB borsalarındaki büyük düşüş yorumları
Selçuk Salih Caydi
06 EYLÜL 2011

Pazartesi günü Frankfurt, Paris ve Milano borsaları, yüzde beş kadar düşüş gösterdi. Euro bölgesi sinyal veriyor. Konu hakkında Avrupa basını teşhisi doğru koymuş görünüyor.

Fransa'nın Le Monde gazetesi, bankaların büyük tehdit altında olduğuna dikkat çekiyor. Euro değil ama Avrupa bankalarının çökme ihtimalinin olası siyasi sonuçlarına da dikkak çekiliyor. Bankaların birbiri ardından batma ihtimalinin çok bariz bir nedeni var. Avrupa bankaları, Yunanistan'ın, Portekiz'in, İrlanda'nin, İspanya'nın borçlarını taşıyorlar. Bu ülkelerin borçlarını ödeyememe ihtimali yükseliyor. Bazı bankaların bu tehlikeli durum karşısında, mali piyasalar tarafından dışlanmaları mümkün. Sistemin bütününü korumak için, bir kısmının devre dışı bırakılması durumu sonucunda olabilecekleri bir uzman Le Monde'a (6.9.2011) şöyle yorumluyor: "Bankalarda parası olanlar, tıpkı 2001'de Arjantin'de olduğu gibi bankalara hücum ederler ve bir tür bankalar Fukushima'sı yaşanır."

İtalyan La Stampa gazetesi, Avrupa'da Euro'nun en zayıf olduğu ülke İtalya'daki siyasi zayıflığın da bu krizde Avrupa'ya zararı dokunabileceği üzerinde duruyor. Finans piyasalarının İtalya'dan uzak duruşunu, ülkenin büyüklüğüne bağlayan gazete, Avrupa Merkez Bankası'nın yapacağı yardımın İtalya'da hemen buharlaşacağı ve pek bir işe yaramayacağını ima ediyor.

İspanyol La Vanguardia gazetesi, krizin ilk aşamasını çok daha yerinde yorumlamış. Gazete, krizin başladığı dört yıl öncesinden beri yanlış politikalara dikkat çekerek, en büyük yanlışın, bankaların devlet parasıyla kurtarılmaları olduğunu yazmış. Gazetenin esas dikkat çektiği ve övülmesi gereken yorumu, bu paraların bankalara verilmesi sırasında hiçbir şart öne sürülmediğini görmesi ve bu şartı dört yıl aradan sonra da olsa kocaman yazmış olması: "Devletler büyük paraları bankalara verirken, bu paraların ailelerin/vatandaşların ellerine geçmesini, yani paranın halka inmesini şart koşmalıydılar."

Evet, öyle olmalıydı...

http://konstantiniye.blogspot.com/

İngiltere AB'den uzaklaşıyor mu?
10 EYLÜL 2011

İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, ülkesinin AB ile bağlarını yeniden düşünmesi çağrısı yaptı.
Hague, İngiliz Times gazetesine verdiği mülakatta, para birimi konusunda olduğu gibi başka konularda da AB'den uzaklaşılabileceğini kaydediyor.

AB bünyesinde mali birlik sağlanmadan ortak para uygulamasına geçmenin hatalo olduğunu en başından beri savunduğunu belirten İngiliz bakan 'sık sık hata yapmışımdır ama euro konusunda haklı çıktım' diyor.
Hague, Euro konusundaki kuşkuların doğru çıktığını, gelecekte başka konularda da böyle olabileceğini belirtiyor.
İngiliz bakan, 'aslında dışarıda bulunduğumuz için öne geçebiliriz" diyor.
Dışişleri Bakanı Hague AB'ye devredilen yetkilerin İngiltere'ye iadesini görmek istediklerini kaydediyor.

Times, Hague'in 2001 yılında Muhafazakar Parti genel başkanıyken, son 30 yılın AB konusundaki şüpheleri en saldırgan biçimde dile getiren seçim kampanyasını yürüttüğünü hatırlatıyor.
Gazeteye göre, Hague'in bakan olduktan sonra izlediği çizgi ise partisinin AB karşıtı kesimlerinde düşkırıklığı yaratmış.
Hague, hükümetin küçük ortağı Liberal Demokrat Partililer nedeniyle, Avrupa konusunda istediklerini yapamadığına ve bu konuda Liberal Demokratlarla uzlaşmanın gerekliliğine dikkati çekti.
AB ile ilişkiler İngiltere'deki iktidar koalisyonu içinde gerilime neden olan konulardan biri.
Hükümetin büyük ortağı Muhafazakar Parti içinde gçilü bir AB karşıtı akım var.
Koalisyon ortaklarıolan Liberal Demokratlar ise AB yanlısı bir parti, özellikle de Liberal Demokrat Parti'nin lideri olan Nick Clegg güşlü bir AB dostu olarak biliniyor.
Bazı Muhafazakar Partili milletvekilleri Başbakan David Cameron'ı, Başbakan Yardımcısı Clegg'in Avrupa yanlısı görüşlerine "fazla kulak vermekle" eleştirmişti.
İngiltere, 1973 yılında AB üyesi olmuş, ancak Para Birliği için gereken koşullara sahip olmasına rağmen, kendi para birimini koruyarak euroya geçmemişti.
BBC

Avrupa ekonomisi, bu sıkıntıyı 30 yılda zor atar
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ağır borç yükü altındaki Avrupalıların, bu sıkıntıları, üzerlerinden yıllarca atamayabilecekleri ve bu yükün altından kalkmalarının kolay olmayacağını belirterek, "Yani şöyle bir 10 yıl, 20 yıl, 30 yıllık bir projeksiyon yaptığınızda yani gerçekten Avrupa'nın bu ekonomik sorunlarını kolay kolay aşabileceğini ben çok düşünmüyorum.'' dedi. 26.09.2011 WASHINGTON netgazete

Sokaklar İtalya'da da ısınıyor
09 Ekim 2011 -

Avrupa'daki borç krizi, yaz aylarında İspanya, İtalya ve Portekiz'de bir dizi reform paketinin devreye sokulmasını gündeme getirmişti. Paketlerin uygulamaya konmasıyla birlikte halkın tepkisi büyüyor. İtalya'da on binlerce kişi sokaklara döküldü

Ekonomik kriz Euro Bölgesi'ni borçlanma krizleriyle etkisi altına alırken, protestolar çok sayıda ülkede geniş kitlelerce yapılmaya başladı. İtalya'da Berlusconi hükümetinin yaz aylarında kararını aldığı kemer sıkma paketlerine karşı halk sokaklara döküldü.

Milano ve Roma'da gerçekleşen eylemlere yüz bine yakın kişi katılırken, kamusal alanın tasfiye edilmesi ve neoliberal politikalar başlıca tepki alanlarını oluşturdu.

7 Ekim günü de lise ve üniversite öğrencileri eğitim alanında yapılan piyasacı politikalar karşısında eyleme çıkmış, okulları boykot etmişti.

300 bin kişi işten çıkarılacak
Berlusconi hükümetinin yaz aylarında kararını aldığı, eylül ayında ise meclisten geçirdiği reform paketi uygulamaya konuluyor. 2013 bütçesinin dengelenebilmesi için kamuda istihdam edilen çok sayıda kişinin işten çıkarılması gündemde.

60 milyar euro'luk tasarruf sağlanması amacıyla 300 bin kişinin işten çıkarılacağı belirtilmişti.

15 Ekim'de büyük eylemler var
Kamusal alanlardaki kesintilerin mağdurları olan sağlık emekçileri, öğretmenler, öğrenciler ve diğer kamu emekçileri 15 Ekim'de ortak bir eylem gerçekleştirecek.

Sendika.Org

Sokaklar İtalya'da da ısınıyor
09 Ekim 2011 -

Avrupa'daki borç krizi, yaz aylarında İspanya, İtalya ve Portekiz'de bir dizi reform paketinin devreye sokulmasını gündeme getirmişti. Paketlerin uygulamaya konmasıyla birlikte halkın tepkisi büyüyor. İtalya'da on binlerce kişi sokaklara döküldü

Ekonomik kriz Euro Bölgesi'ni borçlanma krizleriyle etkisi altına alırken, protestolar çok sayıda ülkede geniş kitlelerce yapılmaya başladı. İtalya'da Berlusconi hükümetinin yaz aylarında kararını aldığı kemer sıkma paketlerine karşı halk sokaklara döküldü.

Milano ve Roma'da gerçekleşen eylemlere yüz bine yakın kişi katılırken, kamusal alanın tasfiye edilmesi ve neoliberal politikalar başlıca tepki alanlarını oluşturdu.

7 Ekim günü de lise ve üniversite öğrencileri eğitim alanında yapılan piyasacı politikalar karşısında eyleme çıkmış, okulları boykot etmişti.

300 bin kişi işten çıkarılacak
Berlusconi hükümetinin yaz aylarında kararını aldığı, eylül ayında ise meclisten geçirdiği reform paketi uygulamaya konuluyor. 2013 bütçesinin dengelenebilmesi için kamuda istihdam edilen çok sayıda kişinin işten çıkarılması gündemde.

60 milyar euro'luk tasarruf sağlanması amacıyla 300 bin kişinin işten çıkarılacağı belirtilmişti.

15 Ekim'de büyük eylemler var
Kamusal alanlardaki kesintilerin mağdurları olan sağlık emekçileri, öğretmenler, öğrenciler ve diğer kamu emekçileri 15 Ekim'de ortak bir eylem gerçekleştirecek.

Sendika.Org

Yunanistan'da siyasi kriz derinleşiyor
6 KASIM 2011

Yunanistan'da ana muhalefet partisi lideri, cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşme ardından, Başbakan Papandreu'nun istifası talebini yineledi.
Yeni Demokrasi partisinin lideri başbakanın istifası ardından 'herşeyin yoluna gireceğini' söyledi.

Muhalefet lideri olası bir milli birlik hükümetine şahsen katılıp katılmayacağı sorusunu yanıtsız bıraktı.
Ancak kendisinin 'yardıma kararlı' olduğunu kaydetti.
Dün cumhurbaşkanına bir ziyaret yapan Başbakan Yorgo Papandreu milli birlik hükümeti kurma girişimine yakında başlayacağını açıklamıştı.
Ancak ana muhalefet Yeni Demokrasi partisi Papandreu liderliğinde bir koalisyon hükümetine katılmayacaklarını söylüyor.
Parti lideri Antonis Samaras Yunanistan için 'tehlikeli' ilan ettiği başbakana, erken seçime gitme çağrısında bulundu.
Dün yayınlanan iki kamuoyu yoklamasına göre halk erken seçimden ziyade milli birlik hükümeti kurulmasından yana.
Yorgo Papandreu de tüm siyasî partilerle bir milli birlik hükümeti kurulması konusunda kararlı ve kurulacak yeni hükümetin liderliğinin tartışılabileceğini söylüyor.
Kendi konumunu önemsemediğini belirten Papandreu, ülkeyi erken seçimlere götürmenin büyük bir felaket olacağını ve Avrupa Birliği'yle yapılan kurtarma anlaşmasını da tehlikeye sokacağını ileri sürüyor.

Başbakan Papandreu, Yunanistan'ı borç krizinden çıkarmak amacıyla AB ülkeleriyle vardığı mali yardım paketini sürpriz bir kararla referanduma götüreceğini açıklamıştı.
Papandreu'nun artık geri çekmiş olduğu referandum kararı hafta boyunca borsalarda çalkantıya neden oldu.
AB liderlerinden gelen tepkinin yanısıra, Başbakan Papandreu, kabinesindeki önde gelen bakanlardan ve lideri olduğu Pasok partisine üye milletvekillerden referanduma karşı ciddi bir isyanla karşılaştı.
Yunanistan Parlamentosu'nda yapılan oylamada, milletvekilleri Başbakan Yorgo Papandreu'ya az farkla güvenoyu vermişti.
152'si Papandreu'nun Pasok partisinden olan 300 milletvekillinin 153'ü Papandreu'ya destek verirken 145 milletvekili güvensizlik oyu verdi.
Bu sonuçla erken seçime gitme çağrıları da reddedilmiş oldu.
BBC

Ülkeler Sürekli Finanse Edilemez
06 Kasım 2011
Fransa Merkez Bankası Başkanı Christian Noyer, Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) görevinin, sürekli olarak ülkeleri finanse etmek olmadığını bildirdi.

Noyer Fransa'da yayım yapan Le Journal du Dimanche gazetesine yaptığı açıklamada, krize çözümün merkez bankalarınca para basılması olmadığını belirterek, kriz dolayısıyla Avrupa Merkez Bankası'nın faiz oranları yüksek bazı ülkelerden tahvil satın aldığına dikkat çekti ve ''Ancak ECB'nin görevi, devletleri sürekli olarak finanse etmek değil'' dedi.

Çözümün, merkez bankalarının para basmasıyla değil, Avro Bölgesi'ne üye ülkelerin kamu maliyelerini iyileştirmesiyle gerçekleşeceğine işaret eden Noyer, yıllardır herşeyin olanaklarının üstünde yaşandığına vurgu yaptı.

Avrupa Merkez Bankası, geçen Perşembe gösterge faiz oranını, ekonomik durumun kötüleşmesini gerekçe göstererek 25 baz puan (yüzde 0,25) düşürerek yüzde 1,25'e çekmişti.
TRT

Merkel'den Kötümser Avro Tahmini
05 Kasım 2011
Almanya Başbakanı Angela Merkel, avro krizinden sonra yeniden iyi bir konuma gelmeleri için en az 10 yıl daha geçeceğini söyledi.

Merkel, başbakanlığın resmi internet sayfasında yayınlanan haftalık video mesajında, borçların onlarca yıldan beri birikmiş olduğunu, bu nedenle borç krizinin bir anda çözülemeyeceğini belirtti.
Angela Merkel, "Daha iyi durumda olacağımız güne kadar 10 yıl geçecektir" şeklinde konuştu
TRT

'Yunanistan AB'den çıkartılabilir'
04/11/2011

Fransız Bakan Leonetti sert konuştu: Yunanistan, kurtarma planını kabul etmezse AB'den çıkartılabilir
Fransa'nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Jean Leonetti, AB tarafından kabul edilen kurtarma planının kabul etmemesi halinde Yunanistan'ın avro para birimi dışında, AB'den de çıkartılabileceği uyarısında bulundu.

G-20 zirvesi sırasında ''Europe 1'' radyo kanalının sorularını yanıtlayan Leonette, ''Planı kabul etmemek avrodan ve AB'den de çıkmayı gündeme getirebilir''ifadesini kullandı.
Radikal

Juppe: İtalya'nın güvenilirlik problemi var
6 Kasım 2011
Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, İtalya'nın güvenilirlik problemi bulunduğunu savundu.

Juppe, Europe 1 radyosuna yaptığı açıklamada, güvenilirlik nedeniyle son dönemde ciddi problemler yaşayan İtalya'nın reform taahhütleri konusunda dikkatli olmak gerektiğine dikkat çekerek, ''İtalya'nın kredibilite sorunu var, bu gerçek. Güvensizliğe karşı mücadele edilmesi gerek'' dedi.

İtalya'nın, bütçe açığını ve kamu borcunu azaltmak için alacağı önlemlerin, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve AB Komisyonu tarafından denetlenmesi talebine ilişkin Juppe, ''Bunun piyasaların sakinleşmesi için doğal olduğunu düşünüyorum'' dedi.

Avrupa ülkeleri ve diğer ülkelerinin baskısı sonucunda, İtalya Cuma günü kamu borçlarını denetlemesi için Uluslararası Para Fonu (IMF) ve AB Komisyonu'na yeşil ışık yakmıştı.
haber10

AB'de teknokratların güçlenen iktidarı
Kürşat Bumin
13 Kasım 2011

Avrupa Birliği çerçevesinde politika ve dolayısıyla demokrasinin yeri, önemi ve geleceğine ilişkin tartışmaların her zaman gündemde olduğunu biliyoruz.

Bu tartışmalar özellikle "AB Anayasası"nın Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerde halkoylamasına sunulduğu dönemlerde çok yoğun yaşanmıştı. Bu halkoylamalarındaki "red cephesi"nin homojen bir yapı arz etmediklerini de hatırlayalım. "AB Anayasası"nın son kertede amacı olan politik birliğini sağlamış bir Avrupa idealine tabii ki en başta AB ülkelerindeki aşırı sağ siyasi oluşumların aklı yatmıyordu. Ancak "red cephesi" sadece bu milliyetçi çevrelerin tepkilerinden oluşmuyordu. Bir takım son derece aklı başında kişi ve çevreler de bu politik birlik amacına sıcak bakmamış ve en başta söz konusu amacı taşıyabilecek bir "politik özne"nin henüz ortada görülmediğini tekrarlamışlardı. Yani özetle, tarihte modern anlamıyla "politika"nın yatağını oluşturmuş olan "ulus devlet"in bugüne kadar aldığı bütün yaralara rağmen bugün için yeri doldurulmamış bir format olduğunu belirtmişlerdi. Bu çerçevede, Habermas'ın Avrupa için "ulus devlet" formatının dışında yeni bir "kamusal alan"ın oluşturabileceği tespitinden hareketle söz konusu "Anayasa"yı nasıl desteklediğini de hatırlayayım.

Bu tartışmaların Avrupa Birliği'nin elli yıl önceki öncülerinin hayali olan, politik birliğini sağlamış bir Avrupa idealini daha da zayıflattığı muhakkak. "Terre Nova"nın başkanı Olivier Ferrand'ın söylediği gibi Jean Monnet başta olmak üzere öncülerin kafasında her şeyden önce Avrupa'yı savaştan kurtaracak bir "federal Avrupa" hayali vardı. Ekonomik ve parasal entegrasyon bu amaca yöneldiği ve ulaştığı ölçüde gerçek entegrasyon mümkündü. Bu tezi, yani politik bir entegrasyon olmadan ekonomik ve parasal entegrasyonun ayakta kalamayacağı tezini bugün hâlâ ısrarla savunanlar mevcut olsa da son olarak Yunanistan'da yaşanan gelişmeler ister istemez kurucu babaların hayalinin giderek çok daha imkansız hale geldiğine işaret ediyor sanki.

AB'ye ulaşan bu yöndeki gayretlerin seyrini hatırlayacak olursak: Önce bir "Avrupa ordusu" oluşturmaya yönelik "savunma" merkezli ortaklığa itiraz edildi. Öneri 1954'de Fransız Milli Meclisi tarafından reddedildi. Savaş sonrasının sıcak milliyetçiliği karşısında "federal Avrupa"yı konuşmak bile imkansızdı. Bu işten mecburen vazgeçildikten sonra sıra geldi, "politik birlik"ten söz etmeyen ve dolayısıyla milli hükümetlerin egemenlik alanlarına girmeyen Avrupa Ekonomik Birliği'nin oluşturulmasına. Yani bir bakıma "politik birlik"in oluşmasını zamana bırakmada karar kılındı. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla umutlar yine tazelendi. Maastricht (1992) ve Avrupa Ekonomik Birliği'nin Avrupa Birliği'ne dönüşmesi örneğinde olduğu gibi. Bunu takiben de, yazının başında sözünü ettiğim, yenilgiyle sonuçlanan "Avrupa Anayasası" denemesi.

Görüldüğü gibi bu seyir defteri "politik Avrupa"dan uzaklaşılması sürecini içeriyor. Bu seyirde karşı karşıya gelen iki anlayışı "Fransız" ve "Britanik" olarak adlandıranlar var. Bunların ilki Avrupa'yı "politik birlik" çizgisinde tasarlarken, ikincisi politik bir amaç gütmeksizin Avrupa'yı genişleyecek bir coğrafyası olan (Türkiye'yi de içine alarak) asıl olarak geniş bir ekonomik alan olarak değerlendiriyor.

Bu durumda bugüne gelecek olursak, "euro krizi"ni ve bu ortak paraya geçmiş ve geçmemiş AB üyeleri dikkate alınarak "federal Avrupa" yönünde hâlâ umutlu olmak mümkün mü?

İrlanda, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve İtalya'nın içine alan büyük parasal krize rağmen bu gelişmenin politik entegrasyon yönünde bir fırsat yaratabileceğini söyleyenler de var. Bu görüşü savunanlar euro krizinin önünde sadece iki yol bulunduğunu söylüyorlar: Ya "federal" çözüm, ya da euronun ortadan kalkması... Bu çerçevede "federal" eğilimli Avrupa ortak parayı, yani euroyu seçen üyelerden oluşurken, diğerleri confederal tipte bir grup oluşturacaklar. Önerilen bu yeni yapı da (François Mitterrand'ın Maastricht'te önerdiği söylenen) "İki vitesli Avrupa" olarak adlandırılıyor.

Yazının başlığından ("AB'de teknokratların güçlenen iktidarı") biraz uzaklaştığımın farkındayım. Bu başlığı özellikle Papadimos'un Yunanistan'da başbakanlığa gelmesinin yanı sıra İtalya'da da Mario Monti'nin bugün yarın aynı koltuğa oturmasının belli olması üzerine seçmiştim. Her iki başbakan da Brüksel'den gelen iki teknokrat. Bu isimleri yakın zamanda başka teknokratların da izleyeceğini söyleyebiliriz herhalde. Yani günü gelince ortadan çekilen politikacılar ve yererini dolduran teknokratlar... Gelinen bu nokta AB'den yeni bir politik birlik doğmasını bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmak için yeterli bir neden değil mi? Anlaşılan o ki, Türkiye AB'ye girdi girecek derken, ortada bugün "iki vitesli", yarın belki de çok vitesliye dönüşmüş ve bugünkünden de geriye kaçmış bir şey kalacak!
Kaynak: Yeni Şafak

Rum Ekonomisi De Zorda
19 Kasım 2011

Yunanistan'ın iflasın eşiğine gelmesinin ardından, Kıbrıs Rum Kesimi işi sıkı tutmaya çalışıyor. Hükümet, 2 yıl süreyle olağanüstü tedbirler alıyor, memur maaşları 2 yıllığına donduruluyor, ek vergiler getiriliyor, Katma Değer Vergisinin yüzde 15'ten 17'ye çıkarılması planlanıyor.

Kıbrıs Rum Kesimi yönetimi, ülkenin Avrupa Destek Mekanizması'na girmesini engellemeye yönelik 3'ncü ekonomik tedbir paketini açıkladı.
Pakette, memur maaşlarının 2 yıl süreyle dondurulması, özel sektördeki üst kademe çalışanlarının vergi diliminin genişletilmesi ve yerli firmaların cirolarına ek vergi getirilmesi var.
Yönetim, yapılacak tasarrufla, 2012 yılında bütçe açığını azaltmayı, yabancı piyasanın ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Rum Kesimi'ne güvenini artırmayı umuyor.
Avruğa Birliği'nin Rum Kesimi'ne yönelik ültimatomunda bütçe açığının 2012'de yüzde 3'ün altına düşürülmesi şart koşuluyordu. TRT

La Tribune Gazetesi İflasını İstedi
24 Kasım 2011



Krizin vurduğu Fransız La Tribune gazetesi mahkemeye başvurarak iflasını istedi.

Ekonomik kriz, ekonomi gazetesini vurdu..

Fransa'nın ünlü ekonomi gazetesi La Tribune (la tribün), mahkemeye başvurarak yıl sonuna kadar iflasını istedi.
La Tribune yönetiminden yapıl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ksm 24, 2011 9:27 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 14, 2011 9:29 pm    Mesaj konusu: AB'de teknokratların güçlenen iktidarı Alıntıyla Cevap Gönder

AB'de teknokratların güçlenen iktidarı
Kürşat Bumin
13 Kasım 2011



Avrupa Birliği çerçevesinde politika ve dolayısıyla demokrasinin yeri, önemi ve geleceğine ilişkin tartışmaların her zaman gündemde olduğunu biliyoruz.

Bu tartışmalar özellikle "AB Anayasası"nın Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerde halkoylamasına sunulduğu dönemlerde çok yoğun yaşanmıştı. Bu halkoylamalarındaki "red cephesi"nin homojen bir yapı arz etmediklerini de hatırlayalım. "AB Anayasası"nın son kertede amacı olan politik birliğini sağlamış bir Avrupa idealine tabii ki en başta AB ülkelerindeki aşırı sağ siyasi oluşumların aklı yatmıyordu. Ancak "red cephesi" sadece bu milliyetçi çevrelerin tepkilerinden oluşmuyordu. Bir takım son derece aklı başında kişi ve çevreler de bu politik birlik amacına sıcak bakmamış ve en başta söz konusu amacı taşıyabilecek bir "politik özne"nin henüz ortada görülmediğini tekrarlamışlardı. Yani özetle, tarihte modern anlamıyla "politika"nın yatağını oluşturmuş olan "ulus devlet"in bugüne kadar aldığı bütün yaralara rağmen bugün için yeri doldurulmamış bir format olduğunu belirtmişlerdi. Bu çerçevede, Habermas'ın Avrupa için "ulus devlet" formatının dışında yeni bir "kamusal alan"ın oluşturabileceği tespitinden hareketle söz konusu "Anayasa"yı nasıl desteklediğini de hatırlayayım.

Bu tartışmaların Avrupa Birliği'nin elli yıl önceki öncülerinin hayali olan, politik birliğini sağlamış bir Avrupa idealini daha da zayıflattığı muhakkak. "Terre Nova"nın başkanı Olivier Ferrand'ın söylediği gibi Jean Monnet başta olmak üzere öncülerin kafasında her şeyden önce Avrupa'yı savaştan kurtaracak bir "federal Avrupa" hayali vardı. Ekonomik ve parasal entegrasyon bu amaca yöneldiği ve ulaştığı ölçüde gerçek entegrasyon mümkündü. Bu tezi, yani politik bir entegrasyon olmadan ekonomik ve parasal entegrasyonun ayakta kalamayacağı tezini bugün hâlâ ısrarla savunanlar mevcut olsa da son olarak Yunanistan'da yaşanan gelişmeler ister istemez kurucu babaların hayalinin giderek çok daha imkansız hale geldiğine işaret ediyor sanki.

AB'ye ulaşan bu yöndeki gayretlerin seyrini hatırlayacak olursak: Önce bir "Avrupa ordusu" oluşturmaya yönelik "savunma" merkezli ortaklığa itiraz edildi. Öneri 1954'de Fransız Milli Meclisi tarafından reddedildi. Savaş sonrasının sıcak milliyetçiliği karşısında "federal Avrupa"yı konuşmak bile imkansızdı. Bu işten mecburen vazgeçildikten sonra sıra geldi, "politik birlik"ten söz etmeyen ve dolayısıyla milli hükümetlerin egemenlik alanlarına girmeyen Avrupa Ekonomik Birliği'nin oluşturulmasına. Yani bir bakıma "politik birlik"in oluşmasını zamana bırakmada karar kılındı. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla umutlar yine tazelendi. Maastricht (1992) ve Avrupa Ekonomik Birliği'nin Avrupa Birliği'ne dönüşmesi örneğinde olduğu gibi. Bunu takiben de, yazının başında sözünü ettiğim, yenilgiyle sonuçlanan "Avrupa Anayasası" denemesi.

Görüldüğü gibi bu seyir defteri "politik Avrupa"dan uzaklaşılması sürecini içeriyor. Bu seyirde karşı karşıya gelen iki anlayışı "Fransız" ve "Britanik" olarak adlandıranlar var. Bunların ilki Avrupa'yı "politik birlik" çizgisinde tasarlarken, ikincisi politik bir amaç gütmeksizin Avrupa'yı genişleyecek bir coğrafyası olan (Türkiye'yi de içine alarak) asıl olarak geniş bir ekonomik alan olarak değerlendiriyor.

Bu durumda bugüne gelecek olursak, "euro krizi"ni ve bu ortak paraya geçmiş ve geçmemiş AB üyeleri dikkate alınarak "federal Avrupa" yönünde hâlâ umutlu olmak mümkün mü?

İrlanda, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve İtalya'nın içine alan büyük parasal krize rağmen bu gelişmenin politik entegrasyon yönünde bir fırsat yaratabileceğini söyleyenler de var. Bu görüşü savunanlar euro krizinin önünde sadece iki yol bulunduğunu söylüyorlar: Ya "federal" çözüm, ya da euronun ortadan kalkması... Bu çerçevede "federal" eğilimli Avrupa ortak parayı, yani euroyu seçen üyelerden oluşurken, diğerleri confederal tipte bir grup oluşturacaklar. Önerilen bu yeni yapı da (François Mitterrand'ın Maastricht'te önerdiği söylenen) "İki vitesli Avrupa" olarak adlandırılıyor.

Yazının başlığından ("AB'de teknokratların güçlenen iktidarı") biraz uzaklaştığımın farkındayım. Bu başlığı özellikle Papadimos'un Yunanistan'da başbakanlığa gelmesinin yanı sıra İtalya'da da Mario Monti'nin bugün yarın aynı koltuğa oturmasının belli olması üzerine seçmiştim. Her iki başbakan da Brüksel'den gelen iki teknokrat. Bu isimleri yakın zamanda başka teknokratların da izleyeceğini söyleyebiliriz herhalde. Yani günü gelince ortadan çekilen politikacılar ve yererini dolduran teknokratlar... Gelinen bu nokta AB'den yeni bir politik birlik doğmasını bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmak için yeterli bir neden değil mi? Anlaşılan o ki, Türkiye AB'ye girdi girecek derken, ortada bugün "iki vitesli", yarın belki de çok vitesliye dönüşmüş ve bugünkünden de geriye kaçmış bir şey kalacak!
Kaynak: Yeni Şafak

AB'de teknokratların güçlenen iktidarı (2)
Kürşat Bumin
14 Kasım 2011



Dünkü yazıda gözden geçirmeye başladığımı "AB'de teknokratların güçlenen gücü" konusuna devam ediyorum.

Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi Avrupa Birliği'nin euroya geçmiş üyelerinde baş gösteren ve giderek büyüyen ekonomik ve parasal kriz aynı zamanda Birlik'in kurucu babalarının hayali olan politik entegrasyon idealini hepten imkansız kılacak bir seyir izliyor. Bu durumun "iki vitesli" Avrupa formülü çerçevesinde söz konusu idealin bugün için kısmen de olsa yolunu açtığını savunanlar varsa da, karşı tezi savunanların çizdiği tablo konuya ilişkin olarak kötümser kalmak için daha ikna edici görünüyor.

Bu büyük krizin ortaya çıkardığı en önemli sonuç AB'ye ilişkin yıllardır dile getirilen bir eleştirinin ne kadar haklı olduğunun anlaşılmasıdır. Yunanistan'da Papadimos'un başbakanlığı üstlenmesi ve İtalya'da bugün-yarın Mario Monti'nin aynı koltuğa oturacağının belli olması söz konusu eleştiriyi destekleyen iki önemli gelişmeydi. AB'nin asıl olarak Brüksel'deki teknokratlar tarafından yönetilmekte olduğunu vurgulayan bu eleştiri teknokratların başbakanlıklara terfi etmeye başlamasıyla birlikte doğrulanmış oldu. Bakalım sırada başbakanlığı yine bir teknokrat tarafından doldurulacak hangi AB üyesi var.

Bu durumu konu edinen önemli değerlendirmeler yayımlanıyor bugünlerde. Bu değerlendirmeler AB'nin önerdiği "kurtarma" planını halkoylamasına sunma kararı alan Papandreou'nun güçlü üyelerin hükümet başkanları ve "profesyoneller" tarafından tehdit edilerek geri adım atmaya mecbur bırakılmasına birliğin antidemokratik karakterinin bir göstergesi olarak işaret ediyorlar. Ağustos ayı içinde Avrupa Merkez Bankası Başkanı'nın İtalya ve İspanya başbakanlarına gönderdiği mektuplarla kısa zamanda yapılmasını istedikleri "neoliberal reformlar"ı sıralaması da benzer biçimde değerlendiriliyor.

Bu yazılardan birisinde AB'nin işleyişine ilişkin bu "politik-teknokrat" ilişkisi farklı bir örnekten hareketle şöyle açıklanıyordu: New York'daki gösterilerin Beyaz Ev önünde değil de Wall Street'te yapılmasını "politika"nın "ekonomi" karşısında gerilemesinin bir işareti olarak yorumlamak doğru değildir. Karşımızdaki tablo seçimlere dayalı demokrasinin politikanın demokratik olmayan yeni bir formu karşısındaki gerilemesidir. Yazara göre Avrupa Birliği çerçevesinde işi yürüten teknokratlar "demos"un karşısında bağımsızlıkları tanınmış olsa da, hükümetleri finans çevreleri gibi belirli çıkar gruplarını korumaya yönelik düzenlemeler ve yasal değişiklikler yapmaya zorlayarak aslında "politika" yapmaktadırlar. Yazar, "politika-teknokrat" ilişkisi hakkında önerdiği bu değerlendirmesini -doğrusu benim çok hoşuma giden!- şu sözlerle bitiriyordu: "Nasıl ideolojinin yokluğu iddiasından daha beter bir ideoloji yoksa, teknikçi nitelikte ya da bizzat kendisinin oluşmasına katkıda bulunduğu "zorunluluklar' iddiasına dayalı bir 'apolitizm'in arkasına saklanmış bir politikadan daha iki yüzlüsü de mevcut değildir. Politikayı neo-liberal bürokrasiye terk etmek Avrupa'da yapılacak son büyük aptallıktır."

Yeni Şafak

La Tribune Gazetesi İflasını İstedi
24 Kasım 2011



Krizin vurduğu Fransız La Tribune gazetesi mahkemeye başvurarak iflasını istedi.

Ekonomik kriz, ekonomi gazetesini vurdu..

Fransa'nın ünlü ekonomi gazetesi La Tribune (la tribün), mahkemeye başvurarak yıl sonuna kadar iflasını istedi.
La Tribune yönetiminden yapılan açıklamada, ekonomik açıdan zor durumdaki gazetenin satışa çıkartılacağı duyuruldu.

Yönetimin açıklamasında, yaz aylarından bu yana gazetenin içine düştüğü mali krizin artması üzerine, ''zor ve sancılı'' da olsa bu kararın alınmak zorunda kalındığı ifade edildi.

Açıklamada, tarihi gazetenin kayyuma devredileceği bildirildi.
TRT

Slovakya’da olağanüstü hal tartışması
26 KASIM 2011
Tarık Demirkan
Budapeşte

Slovakya'da Sağlık Bakanlığı ve Doktorlar Sendikası Federasyonu LOZ arasındaki ücretlerle ilgili görüşmelerin tıkanmasının ardından yaklaşık 2000 doktor devlet hastanelerinden istifa etti.

1 Aralık'ta yürürlüğe girecek olan istifa dilekçileri üzerine Sağlık Bakanlığı'nın önerisiyle hükümet de ülkede olağanüstü hal ilan etmeyi gündemine aldı.

Bu durumda Slovakya'da sağlık sektöründe oluşabilecek kaosu önlemek için ilan edilecek olağanüstü hal dönemi boyunca doktorlar hastanelerdeki görevinden, istifa ederek de olsa ayrılamayacak.

Slovakya'da doktorlar ücretlerine ortalama 300 Euro zam yapılmasını talep ediyorlar.

Şu anda görevde bulunan geçici hükümet ise böylesi bir zammı ülkede uzun vadeli bütçe planlarının bir parçası olarak, 2012 yılının Mart ayında yapılacak seçimlerden sonraya bırakmayı tasarlıyor.

Doktorlar Sendikaları Federasyonu, ülkede sağlık çalışanlarının ücretlerinin çok düşük olduğundan yola çıkarak, hükümetin erteleme önerisini kabul etmiyor.

Geçici hükümetin başbakanı Radikova tarafından bugün tek gündem maddesiyle yapılacak olan kabine toplantısında "olağanüstü hal" kararı alınabilir.

Ancak kararın cumhurbaşkanı Gasparovic tarafından onaylanması gerekiyor.

Orta Avrupa ülkelerinde genel olarak çok düşük olan doktor ücretleri nedeniyle Macaristan'dan da binlerce doktor geçtiğimiz bir kaç az içinde Avrupa Birliği ülkelerine göç etmişti.
BBC

Cameron uymazsa 'hayır' diyecek
7 Aralık 2011
İngiltere Başbakanı David Cameron, ''Avro krizinin çözümü için yapılacak anlaşma değişikliğine ülkesinin çıkarlarına uymazsa onay vermeyeceklerini'' bildirdi.

Cameron Times gazetesinde yer alan makalesinde, İngiltere'nin önceliğinin Avro krizinin çözülmesinin yanı sıra, AB pazarı ve İngiltere'nin finans servis sektörünün korunması olduğunu kaydetti.

Avro krizinin çözülmesi için yapılan tartışmalarda görevinin ''İngiltere'nin çıkarlarını korumak'' olduğunu belirten Cameron, ''İngiltere AB üyesi. AB'nin kurumları İngiltere de dahil, tüm üye ülkelere ait. Tek bir pazarda olmaktan fayda sağlıyoruz, bu pazarı korumalı ve genişletmeliyiz'' ifadelerine yer verdi.

İngiltere Başbakanlığı yeni anlaşmanın, İngiltere'den AB'ye yetki devrini gerektirmediği için ülkede referanduma sunulmasına gerek olmadığını kaydediyor.

Ancak özellikle bazı Muhafazakar Partili milletvekilleri, İngiltere'nin AB'deki pozisyonunu değiştireceği gerekçesiyle referanduma gidilmesi gerektiğini savunuyor.

İngiltere, Avro bölgesindeki olası bir yeni düzenlemenin AB'deki etkinliğini azaltabileceği gerekçesiyle endişe duyuyor.

İngiltere'deki koalisyon hükümeti, geçen yıl göreve geldikten kısa süre sonra AB'de herhangi bir anlaşmanın onayı gibi yetki devriyle ilgili konulardan önce ülkede referanduma gidilmesi kararı almıştı.

Avro bölgesinde bulunmayan İngiltere, yakın ticari ilişkileri nedeniyle Avrupa'daki borç krizinden olumsuz etkileniyor.
Haber10

Sarkozy: Avrupa asla bu kadar tehlikede olmadı
8 ARALIK 2011



Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa'ya hiç bir zaman olmadığı kadar ihtiyaç olduğunu, ancak Avrupa'nın da hiçbir zaman şimdiki kadar tehlike altında olmadığını söyledi.

Kritik AB zirvesi öncesi Marsilya'da konuşan Sarkozy, Avrupa'nın çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğunu, infilak etmesi riskinin ise şimdiye dek hiç bu denli büyük olmadığını vurguladı.

Sarkozy, Euro bölgesi'ne üye ülkelerin karar vermek için hala bir kaç haftaları olduğunu ama zamanın aleyhlerine işlediğini anlattı.

Nicolas Sarkozy, Avrupa'nın euro krizine çözüm konusunda karara varamaması, herhangi bir şey üzerinde uzlaşamaması halinde, "Avrupa'yı yeniden düşünmenin vakti gelmiştir" diye konuştu.

Avrupalı liderler, Euro Bölgesi'ndeki borç krizine nasıl çare bulunacağını görüşmek üzere bugün toplanıyor.

Bazı uzmanlar, iki gün sürecek görüşmeleri Euro Bölgesi'ndeki 17 ülke için 'ölüm kalım zirvesi' diye tanımlıyor.
Almanya ve Fransa, daha sıkı mali kuralların konulacağı yeni bir anlaşma için bastırıyor.

Ancak AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy, yeni anlaşmaya gerek kalmadan, mevcut anlaşmaların değiştirileceği yeni bir plan öneriyor.

27 üyeli AB'nin, Euro Bölgesi'nde yer almayan 10'u, Euro Bölgesi ülkelerinin Paris ve Berlin'in liderliğinde kendi aralarında yeni bir anlaşma yapmaları durumunda, izole olmaktan kaygılanıyor.

'Zorlu zirve'

Brüksel'deki BBC Muhabiri Chris Morris, tüm işaretlerin zirvenin zorlu geçeceği yönünde olduğunu söylüyor.

Zirvenin başlıca gündem maddesi, bütçe disiplininin nasıl sağlanacağı ve fazla harcama yapan ülkelere otomatik olarak getirilecek yaptırımlar olacak.

Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, bunun yeni bir AB anlaşmasıyla yapılmasını istiyor.

Alman-Fransız planı şu değişiklikleri öngörüyor;
AB Komisyonu'nun aşırı bütçe açığı veren ülkeleri cezalandırma yetkisinin olması.

Euro Bölgesi'ndeki 17 ülkenin anayasalarına denk bütçe yapacağı taahhüdünü koyması.

Euro Bölgesi ülkelerinin ortak kurumlar ve mali işlem vergisi sistemine sahip olması.

Gelecekte gerekebilecek kurtarma paketlerinde, Yunanistan örneğinde olduğu gibi özel yatırımcıların yükün bir kısmını üstlenmemesi.

Rompuy'un önerisi

AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy, Euro Bölgesi'ndeki borç kriziyle mücadele için planlanan daha sıkı kuralların, AB anlaşmalarında değişikliğe gerek kalmadan konulabileceği görüşünde.

Rompuy, anlaşmaları her bir üye ülkenin parlamentolarında, ya da referandumlarda onaylattığı uzun sürece gerek bırakmayacak, hızlı bir "mali birlik" öneriyor.

Rompuy, kuralların protokol değişikliğiyle, yani ulusal parlamentolardan geçmesi yeterli olan ve AB anlaşmalarında büyük bir değişiklik gerektirmeyecek bir süreçle konulabileceğini söylüyor.
BBC

AB çapında yeni mali düzen girişimi İngiltere'nin vetosuna takıldı
9 ARALIK 2011



Euro Bölgesi'ndeki borç krizi konusunda sabaha kadar görüşen AB liderlerinin toplantısından, mali yapıları yeniden düzenleyecek yeni bir AB anlaşması yapılmasına onay çıkmadı.

Bunun yerine, Almanya ve Fransa'nın önerdiği ek denetim mekanizmaları 27 üyenin 23'ünce yapılacak ayrı bir anlaşma ile uygulamaya girecek.

Liderler, Brüksel'deki görüşmelerine önümüzdeki saatlerde yeniden başlayacak.

Zirvenin ilk saatlerinde, Avrupa Merkez Bankası'nın borçlu ülkeler için büyük bir yardım paketinin gündemde olmadığını açıklaması ardından dünya piyasalarında hisseler değer kaybetmişti.

Dün Dow Jones, yüzde 1,6, Fransa'da Cac40 yüzde 2,5, İtalya'da FTSE MIB endeksi yüzde 4,3 düştü.
Bu sabah da euro ile Asya'daki hisse ve emtia borsaları güne değer kaybıyla başladı.

İngiltere veto etti

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, sabahın ilk ışıklarıyla sona eren görüşmelerden sonra yaptığı açıklamada, tüm AB üyelerini kapsayan bir anlaşmayı tercih ettiğini, ancak bunun İngiltere'nin tutumu nedeniyle mümkün olmadığını söyledi.
Sarkozy, İngiltere'nin bazı mali kurallardan muaf tutulmayı teklif ettiğini belirtti.

Sarkozy, "Bunu kabul edemezdik. Zaten yeterli derecede kural olmadığı için şu anki sorunları yaşıyoruz" dedi.

İngiltere Başbakanı David Cameron ise özellikle mali hizmetler sektörüne getirilecek yeni denetimlerden muaf tutulma kousunda güvenceler alamadığını belirterek, varolan koşullar altında AB yapılarında yeni bir düzene gidilmesinin İngiltere'nin çıkarlarına uygun olmadığını belirtti; 'fiilen veto kullanmış oldum' dedi.

İngiltere gibi Euro Bölgesi'ne üye olmayan Macaristan da, mali siyasetlerde daha geniş kapsamlı eşgüdüm sağlamasını gerektirecek bir AB anlaşmasına destek vermeyeceğini bildirdi.

İsveç ve Çek Cumhuriyeti ise karar vermeden önce parlamentolarına danışmak istediklerini bildirdi.
BBC

Kıbrıs Rum kesiminden imdat çığlığı!
Rum yetkili: İflasın eşiğindeyiz, Yunanistan gibi olmak istemiyoruz
11 Aralık 2011

Kıbrıs Rum Meclisi'nde yer alan partilerden DİKO'nun Başkan Yardımcısı ve Rum Meclisi Ekonomi Komitesi Başkanı Nikolas Papadopulos, iflasın eşiğinde olduklarını, Rusya'dan bekledikleri 2 buçuk milyar Euro tutarındaki krediyi erken zamanda almamaları halinde devlet memurlarının ve emeklilerin 13'üncü maaşlarını ödeyecek paraları olmayacağını söyledi.

Politis gazetesinin ekonomi ekine verdiği söyleşide, "Ek kesintiler olmaması halinde devlet memurlarının işine son verilmesinin kaçınılmaz olabileceğini" de dile getiren Papadopulos, Yunan tahvillerine maruz kalmalarından ise Rum bankalarını sorumlu tuttu.

Ekonominin durumuyla ilgili en büyük sorumluluğun Rum hükümetinde olduğunu kaydeden Papadopulos, bir önceki ekonomi bakanı gibi şimdiki ekonomi bakanının da Rum bankalarına Rum tahvillerini satın almaları konusunda baskı yapmakta olduğunun farkında olduklarını söyledi. Papadopulos devamla, Rum tahvillerinin en azından son aylarda; Yunan tahvillerinin bir yıl önce olduğundan daha da kötü durumda olduklarını kaydetti. Rum devleti iflas ettiğinde, bunun bedelini herkesin ödeyeceğine işaret eden Papadopulos, harcamalarda kısıntıya gidilmesi gerektiğini ifade etti. Güney Kıbrıs'ın, Yunanistan gibi olmasını istemediğini belirten Papadopulos, hoşlarına gitse de gitmese de devletin harcamalarından kısmaları gerektiğini yineledi.

Eski Rum ekonomi bakanının bilinçli olarak meclisi kandırdığını ve kendilerine yanlış bilgiler verdiğini ifade eden Papadopulos, şimdiki Rum ekonomi bakanının, kamu borcunun 2012 yılında eski Rum ekonomi bakanının söylediği gibi yüzde 60 değil; yüzde 67 olacağı konusunda kendilerini bilgilendirdiğini kaydetti. Aradaki yüzde 7'lik farkın, 800 milyon Euro gibi büyük bir rakama tekabül ettiğini belirten Papadopulos, diğer bir taraftan ise, sosyal yardımların yüzde 40 oranında arttığını dile getirdi.
habertürk

Sarkozy, Cameron'ın Üzerine Yürümüş
11 Aralık 2011



Cuma günü yapılan AB zirvesinde, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin İngiltere Başbakan'ı Cameron'un üzerine yürüdüğü ortaya çıktı.

İngiltere ile Almanya-Fransa ittifakı arasındaki pazarlıklar tam 11 saat sürdü Fransız diplomatlara göre bu pazarlıklar sırasında Cameron, görüşlerinden bir milim dahi taviz vermeyince sinirlenen Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Cameron'a çok sert bir şekilde çıkışarak üzerine yürüdü.
Sarkozy'yi tutmak zorunda kalan diplomatlar elini sıkmak için uzatan Cameron'ı geri çevirmesinin sebebinin de bu kavga olduğunu anlattı.
Öte yandan bir Fransız diplomat, "Eş değiştirme partisine eşsiz gelmiş biri gibiydi. Hep istedi hiçbir şey vermedi" dedi.
Cameron bu sözlere basın toplantısında, "Eş değiştirme partilerine gitmek adetim değildir" diye yanıt verdi.
Kaynak: Milliyet

AB şimdilik ikiye bölündü: Bir tarafta İngiltere, diğer tarafta ötekiler
12 ARALIK 2011



BBC'nin haberi:

Sarkozy: Artık iki Avrupa olduğu aşikar

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, geçen hafta AB'de mali siyasetler arasında uyumun artırılması için yeni bir anlaşma hazırlanmasına yönelik zirvede alınan kararlar ardından, 'artık iki Avrupa olduğu aşikar" diye konuştu.
Zirvede İngiltere, AB yapılarında Almanya ve Fransa'nın önerdiği şekilde değişiklikler yapılmasına karşı çıkmıştı.

Nicolas Sarkozy, Fransız Le Monde gazetesine, kendisi ve Almanya lideri Angela Merkel'in İngiltere'yi ikna edebilmek için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi.
Ancak gelinen noktanın "farklı bir Avrupa'nın doğuşu" olduğunu belirtti.
Bir yanda "üyeleri ve düzenlemeleri arasında daha fazla dayanışma isteyen bir Avrupa var, öte yanda sadece tek pazar mantığına bağlı bir Avrupa" dedi.
Cameron: Ulusal çıkarları savundum
İngiltere Başbakanı David Cameron ise, parlamentoda, aldığı kararı savunarak, ülkenin ulusal çıkarlarını ve mali sektörünü korumak için bunun gerekli olduğunu kaydetti.
Cameron'un açıklamalarının ayrıntıları için tıklayın

Cameron, "Biz 27 üyeli bir anlaşma niyetiyle gittik, ben de Almanya ve Fransa'nın anlaşmalarda değişiklik önerisine iyi niyetle yaklaştım, İngiltere için gerekli güvenceleri sağlayarak AB'nin bütününü kapsayacak bir anlaşmaya varılması için samimiyetle çalıştım. Tek pazar ve mali hizmetler konusunda (istenilen) güvenceler mütevazı, makul ve amaca uygundu" dedi.
Sarkozy, İngiltere'nin güvence taleplerine tepki göstermişti.
Cameron, AB değerlerine bağlı, sadık bir üye olup aynı zamanda İngiltere'nin çıkarlarına uygun olmayan düzenlemelerin dışında kalmanın mümkün olduğunu savundu.
Koalisyon ortağı Liberal Demokrat Parti'nin lideri, Başbakan Yardımcısı Nick Clegg ise veto kararının İngiltere için iyi olmadığını söylemişti.
Normalde Avam Kamarası oturumlarında, en ön sırada, Cameron'ın yanında oturan Clegg bugünkü oturuma katılmadı.
Cameron'ın lideri olduğu Muhafazakar Parti'de birçok milletvekili Brüksel'e yetki devri anlamına gelebilecek her türlü düzenlemeye şiddetle karşı. Cameron ise tüm tartışmalara rağmen, Avrupa Birliği üyeliğinin İngiltere'nin çıkarları açısından hayati olduğunu ifade etti.
AB'nin ekonomiden sorumlu komisyon üyesi Olli Rehn ise bugün yaptığı açıklamada, İngiltere'nin tavrının Avrupa Birliği'nin bütünü için olumsuz olduğunu söyledi.
Rehn, "Avrupa'nın içinde yer alan güçlü ve yapıcı bir İngiltere istiyoruz; İngiltere'nin Avrupa'nın çeperinde değil, merkezinde olmasını istiyoruz" diye konuştu.
Sarkozy de yaşanan is anlaşmazlığın Fransa'nın İngiltere ile bir arada çalışamayacağı anlamına gelmediğini söyleyerek, Libya, savunma ve nükleer enerji alanlarını örnek gösterdi.
Sarkozy'ye içeriden muhalefet
Varılan AB anlaşması konusunda Sarkozy'ye Fransız siyasi liderlerden de tepki var.
Sosyalistlerin cumhurbaşkanı adayı François Hollande, seçilirse bu anlaşmayı yeniden müzakere etmek istediğini savundu.

Hollande, Avrupa Merkez Bankası'nın daha geniş yetkileri olmasını ve AB üyelerinin ortak tahvil ihraç etmesini savundu.
Bu önerilere Almanya şiddetle karşı çıkmıştı.

Euro Bölgesi tepetaklak
25 KASIM 2011



Euro Bölgesi'nde başlayan kriz teler teker avrupa'da başbakanların istifasıyla daha da derinleşirken merak edilen soru bu krizin sona erip ermeyeceği. Yunanistan, İrlanda, Potekiz, İtalya ve İspanya'da hükümetler düştü. AB ülkeleri kendilerini kurtarmaları için Çin, hindistan, Brezilya ve Rusya'ya heyetler gönderip yardım çağrısında bulunuyor. Son olarak Euro bölgesi'ndeki kriz Almanya ve İngiltere'yi birbirine düşürdü.

Almanya Başbakanı Angela Markel'in İngiltere'nin vergi sisteminde AB müktesebatının dışına çıkacağını duyurmasından sonra yaptığı açıklama iki ülkenin Başbakanlarının birbirlerine düşmesine neden oldu. İngiltere Başbakanı David Cameron'un "Almanya İngiltere'yi yönetmeye kalkışmasın" şeklindeki açıklamasından sonra Markel, İngiliz lidere rest çekti. Daha sonra İngiltere'de görüşen iki lider, anlaşma sağlandığını duyursa da, aslında ekonomisi bıçak sırtında olan ingiltere'nin almanya'nın dayattığı koşulları kabul etttiği şeklinde yorumlandı. İngiliz Başbakan, "Almanya bize yardım ederse biz de AB'ye yardım ederiz" şeklinde konuştu.

İngiliz ekonomisi, son dönemlerde son 25 yılın en kötü seviyelerine inmiş durumda. Enerji fiyatlarının dramatik bir biçimde yükseldiği ingiltere'de sosyal huzursuzluk da ayyuka çıkmış durumda. İngiliz Avam kamarası ise İngiltere'nin AB'de kalmaya devam edip etmeyeceğine yendien karar verilmesi için referanduma gidilmesi gerektiğini savunuyor. Ancak derin bir krizde olan ingiliz ekonomisinin Almanya'yı karşısına alacak böyle bir kararla tamamen çökme noktasına geleceği ve dolayısıyla da ingiltere'nin böyle bir yola başvurmayacağı ifade ediliyor. Euro Bölgesi'ndeki krizin çözülmesi için bağımsız uzmanların önerdiği çözüm ise, Ekonomisi iyi olan ülkelerin enflasyon yükselişine izin vererek ekonomisi kötü olan ülkelerin rekabet gücünün böylece arttırılması şeklinde. Ancak, ekonomik durumu iyi olan ülkelerden Almanya'nın böyle bir çözüme yanaşmaya niyeti yok.

Millî Gazete

Standard&Poor's (S&P) EFSF'nin kredi notunu AAA'dan AA 'ya düşürdü
16 Ocak 2012
Kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poor's (S&P), Avro Bölgesi'ne üye ülkelerin Avrupa Finansal İstikrar Fonu'nun (EFSF) AAA olan kredi notunu AA 'ya düşürdü.
S&P'den yapılan açıklamada, Avro Bölgesi'nin yeni kredi iyileştirmeleri teklif etmesi durumunda EFSF'nin notunun yeniden AAA'ya çekilebileceği belirtildi.
S&P'nin EFSF'nin notunu indirmesi, aralarında Fransa, Avusturya ve İtalya'nın da bulunduğu Avro Bölgesi'ne üye 9 ülkenin uzun vadeli kredi notunu düşürmesinin ardından gelmesi dikkati çekti. EFSF'nin notunun düşürülmesinin, Fonun uygun mali yardım sağlama becerisine zarar verebileceği belirtiliyor.
TRT

Romanya'da halk sokaklarda
Tarık Demirkan
17 OCAK 2012



Bükreş'teki sokak gösterileri, 4. gününde, protestocular ve güvenlik güçleri arasında molotof kokteyllerinin atıldığı, polisin ise göz yaşartıcı gazla müdahale ettiği çatışmalara dönüştü.
İlgili Haberler
Orta Avrupa'da Roman tartışması büyüyor
Kadınlar fuhuş yapıyor, erkekler caka satıyor
Romanya'da hükümet ve büyücüler karşı karşıya
Devamı için tıklayın
İlgili Konular
Avrupa
Göstericiler hükümetin istifasını talep ederken, hükümet sözcüsü ise sokakları kaosa teslim etmeyeceklerini söyledi.
Gösteriler hükümetin sağlık reformu kapsamında ulusal ambulans sisteminin kısmen özelleştirilmesi projesini açıklamasından sonra başladı. Merkezi ambülans sisteminin özelleştirilmesi planı, öncelikle Bükreş'te olmak üzere halkı sokaklara döktü.
Gösterilerin büyümesi üzerine, hükümet devlet başkanı Trainan Besescu'nun çağrısına uyarak sağlık reformu projesini geri çekti. Ancak, sağlık sektöründeki özelleştirmelerden vazgeçilmesi de göstericileri ikna etmeye yetmedi. Sayıları on binleri bulan protestocular artık arka arkaya istikrar önlemlerini gündeme getiren hükümetin istifa etmesini talep ediyorlar.
Hükümet ise, 2004 yılından bu yana ülkede en büyük protesto hareketini hayata geçiren gösterilerin gerisinde holiganların ve aşırı sağcı militarist Noua Dreapta (Yeni Sağ) partisinin olduğunu iddia ediyor.
Ancak dördüncü gününde ülkede 34 büyük kente yayılan ve yüzlerce kişinin gözaltına alındığı gösterileri sadece militan sağcı kesime bağlamak yanlış.
Gözlemciler gösterilere neden olan reform programının, devletin bütçe açığını düşürmeye yönelik IMF programının bir parçası olduğuna işaret ediyorlar. Romanya geçtiğimiz yılın başlarında IMF ile 20 milyar
Euroluk stand-by anlaşması yapmış ve ardından da 5 milyarlık Euroluk bir ek kredi anlaşması daha gerçekleştirmişti. IMF istikrar programları sonucunda son dönemde ülke çapında ücretler Romanya'da ortalama % 10 azaldı. Farklı toplumsal kesimlere yönelik sosyal haklar da önemli ölçüde azaltıldı.
Aradan geçen süre içinde uygulanan tasarruf ve istikrar programının devletin finans dengelerini iyileştirmiş olduğu bir gerçek. Ancak uygulanan kemer sıkma politikasının toplumun en alt kesimlerinde yarattığı yıkım ise işte sıradan bir sağlık reformu protestosunu ülkesel boyutta bir muhalif gösteriye dönüştürdü.
BBC

Macaristan'ın saatli bombası: Evsizler
Nick Thorpe
BBC, Budapeşte
6 OCAK 2012



Ana cadden bakınca görünmüyorlar. Evsizlere sığınacak bir yer sağlayan konteynerler, beş yıldızlı bir otel ile tren istasyonu arasında sıkışıp kalmış küçük bir bahçeye kurulu.
Kalanların çoğu, yaşlı insanlar. Yıllardır köprü altında yaşadıktan sonra, kendilerine uzatılan her lokma için minnettarlar.

Geçen Aralık bu yandan, başkent Budapeşte'nin sokakları, evsizlere yasak.

İki kez sokakta yatarken yakalandın mı, cezası hapis olabiliyor.

Evsizler için sığınma yerleri kuruluyor kurulmasına ama, gün be gün artan bu probleme yanıt vermek giderek zorlaşıyor.
Evsizlere yardım için kiliseye bağlı bir hayır kurumunda çalışan Miklos Vecsei, ''Hükümet gibi bizim de evsizlik konusundaki politikamız sıfır hoşgörü üzerine kurulu.'' diyor. ''Ama çözüm konusunda farklı düşünüyoruz.''

Miklos Vecsei, Budapeşte'de evsizlere sağlanan sığınakların dolma noktasına geldiğini söylüyor.

Macar başkentinde tahminen 10 bin evsiz olduğunu söyleyen Vecsei, bunların yaklaşık yarısının kent içinde, kalan yarısının ise kentin çevresindeki ormanlık arazide, oyuk ve mağaralarda yaşadığını belirtiyor.

Yasa yetersiz

Hükümetin parlamentodan geçirdiği yasanın, sorunun kökenine inmediği inancında.

Miklos Vecsei, ''Her evsizin hikayesi birbirinden farklı.'' diyor. ''Onları topluca cezalandırarak, sokaklardan men ederek, bir yere varamazsınız.''

Obuda mahallesindeki evsizler sığınağında Antal Jonas, hamile karısı ile birlikte kalabileceği bir yer aradığını, ama hala bulamadığını söylüyor. Şu an o bir yerde, karısı başka bir yerde kalıyor.

Çocukları doğduğu zaman, birlikte kalabilecekleri bir oda istiyorlar.

Antal Jonas, 10 yıldır evsiz olduğunu anlatıyor.

Arada bir iş bulduğu oluyormuş, inşaatlarda, ya da sokaklara kablo döşemek gibi... Fakat son aylarda, giderek daha az iş çıktığını söylüyor.

Macaristan'daki kriz sadece yoksul kesimi değil, orta sınıfı da etkiliyor.

İsviçre frangıyla konut kredisi almış bir milyonu aşkın kişi, hükümetin devreye girerek döviz kuruna müdahale etmesine karşın, borçlarını ödemekte zorlanmaya başladı.

Hayır kurumunda çalışan Miklos Vecsei, ''Konut kredileri saatli bir bomba gibi, henüz patlamadı.'' diyor.

Bir-iki yıl içinde konut kredisi mağduru orta sınıftan Macarların kendilerini sokakta bulabileceğini söyleyen Vecsei, ''Borcunun altından kalkamayanlar yakınlarından, akrabalarından borç para alıyor. Ya da evini bırakıp kalacak bir oda için yalvarıyor. Ama borçları başkalarından borç alarak ödemenin de gelip dayanacağı bir nokta var. Aileler, hem maddi hem de psikolojik açıdan bu yükün altından kalkamaz hale gelecek.'' diyor.

Miklos Vecsei, boş bir araziye kurulmakta olan yeni konteyner-evlerle ilgilenmeye gidiyor.

''Yakında, 30 kişiye daha sığınacak bir yer sağlayabileceğiz.'' diyor...
BBC

İngiltere Merkez Bankası'ndan piyasaya 80 milyar dolar
9 ŞUBAT 2012
[img]http://wscdn.bbc.co.uk/worldservice/assets/images/2011/10/10/111010124142_bank_of_england_304x171_reuters_nocredit.jpg [/img]
İngiltere Merkez Bankası ekonomiyi canlandırmak içi piyasaya 50 milyar sterlin (yaklaşık 80 milyar dolar) enjekte etme kararı aldı.
Kararın hayata geçirilmesiyle nicel gevşeme adıyla anılan program kapsamında ekonomiye pompalanan paranın miktarı 325 milyar sterline (yaklaşık 515 milyar dolar) ulaşacak.

Merkez Bankası 2009'da uygulamaya başladığı bu program uyarınca daha çok bankalardan hazine bonosu satın alıyor. Böylece bankaların kredi verme kapasitelerinin artırılması hedefleniyor.

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu bugünkü toplantısında ayrıca gösterge faiz oranını yüzde 0,5'te tutma kararı aldı.

Faizler, Mart 2009'dan bu yana, rekor kabul edilen bu seviyede tutuluyor. Ekonomi uzmanları başlangıçta ekonomiye enjekte edilecek paranın miktarının 75 milyar sterlin olacağını tahmin ediyordu.
BBC

"Parasız Kaldım" Dedi Kendini Yaktı
30 Mart 2012



Ekonomik krizle boğuşan İtalya'da, bir gün arayla 2 kişi kendini yaktı.
Ülkenin kuzeyindeki Verona kentinde, 27 yaşındaki Faslı göçmen işçi, belediye binası önüne giderek, 4 aydır ücretini alamadığını, parasız kaldığını söyledi.
Faslı işçi, ardından üzerine benzin dökerek kendini yaktı. Hemen hastaneye kaldırılan işçinin hayati tehlikeyi atlattığı bildirildi.
İtalya'nın Bologna kentinde de binlerce avro vergi borcu bulunan bir işadamı, vergi dairesinin önünde kendini yakmıştı.

Hastaneye kaldırılan işadamının vücudunda ağır yanıklar oluştuğu bildirildi.
TRT

Fransa'da Sarkozy gitti, zafer Hollande'ın
7 MAYIS 2012



Fransa'daki cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda, sosyalist aday Francois Hollande, rakibi Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'yi yenilgiye uğrattı.
Oyların yüzde 52'sini kazanan Hollande, Fransız halkının 'değişimi' seçtiğini söyledi.

Yenilgiyi kabul eden Sarkozy ise, Hollande'a 'iyi şanslar' diledi.

Uzmanlar, Hollande'ın seçilmesinin tüm Euro Bölgesi'nde önemli sonuçları olacağını söylüyor.

Hollande, Euro Bölgesine üye ülkelerin kamu borçlarıyla ilgili uzlaşmayı tartışmaya açacağını vaat etmişti.

Resmi olmayan sonuçlara göre Sarkozy'nin oyların yüzde 48'ini alabildiği seçime katılım oranı, yüzde 80 dolaylarında.

Francois Mitterand'ın 1980'li yıllardaki başarılarından sonra, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan ilk Sosyalist aday olma unvanını da kazanan Hollande, zafer konuşmasını ülkenin orta kesimlerindeki Tulle'da yaptı.

Hollande, 'halka yeniden umut vermeyi başardığı için mutlu olduğunu' söyledi.

Francois Hollande, AB'deki mali çalışmaları kemer sıkmadan, büyümeye yöneltme taahüdünde ısrarcı olacağını vurguladı.

Hollande, 'Avrupa bizi izliyor. Kemer sıkmak artık tek seçenek olamaz' diye konuştu.
BBCT

Euro çökebilir!
Sebebi ise 'gizli komite'
26 Eylül 2010

Ünlü ekonomi ve finans gazetesi The Wall Street Journal’in araştırması, Avrupa’da üye ülkelerin iflasını önlemek amacıyla gizli olarak kurulan komitedeki fikir ayrılığının, geçtiğimiz dönemde euro birliğini dağılmanın eşiğine getirdiğini gösterdi.

Gazetenin haberine göre Lehman Brothers’ın 2008 yılındaki çöküşünün ardından yaşanan finansal krizle birlikte, Avrupalı liderler benzer bir tehlikenin kendi başlarına gelmesini engelleyecek gizli bir görev gücü oluşturdu. Bu gizli komitenin görevi 16 üyeli euro bölgesinde olası iflas vakalarını daha baş göstermeden önlemekti.

FRANSA MALİYE BAKANI'NDAN İTİRAF
Gizli komite, Almanya ve Fransa'dan bakan seviyesinin bir alt kademesindeki yetkililer, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) üyelerinin katılımıyla oluşuyordu. Komitede ayrıca Euro bölgesi maliye bakanları kurulu başkanlığını yürüten Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker de yer alıyordu.

Komite, oluşturulduktan bir yıl sonra Yunanistan borç krizine girdiğinde ise hazırlıksız yakalandı ve nasıl bir çözüm stratejisi izleyeceklerini belirleyemedi. Borç krizinin ilk aşamalarında yoğun fikir ayrılıklarının yaşandığı komite, euronun nasıl korunacağı konusunda bile uzlaşamadı.

Geçen Mayıs başlarında Almanya ve Fransa’nın sessizliğini bozup, ekonomik sıkıntılar yaşayan euro bölgesi üyelerine, trilyon dolarlık yardım fonu oluşturduklarını açıklamasından önce, konuya yakın kaynaklara göre Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde, kendi delegasyonuna euronun çöküşe çok yakın olduğunu söyledi.

Euronun ölüme yaklaşması, bütün dünyanın diken üstünde olmasına neden oluyordu. Euro bölgesindeki zayıf ekonomilerin teker teker borçlarını ödeyemediklerini açıklaması, uluslararası bankacılık sisteminde yeni bir krizi tetikleyebilirdi ve bu krizin faturası Lehman’ın çöküşünden de ağır olabilirdi.

MERKEL VE SARKOZY: KURTULUŞ UMUDU
Euronun geleceğini kurtarmaya çalışan iki önemli lider arasında bile zaman zaman gündem farklılıklarından kaynaklanan anlaşmazlıklar yaşandı.

Son günlerde kamuoyu desteği düşen Fransa’nın 55 yaşındaki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Yunanistan’ın yaşadığı sıkıntıların euro bölgesini derinden sarsacağını fark etti. Bu konunun üzerine eğilen ve çözüm konusunda bastıran Sarkozy, bu şekilde kendi popülerliğini da artırdı.

Diğer önemli lider olan Almanya’nın 56 yaşındaki Başbakanı Angela Merkel için ise borç krizi kariyerinin en büyük sınavlarından biri oldu.

Temkinli kararlarıyla bilinen Alman lider, seçmenlerinin ve yasa koyucuların desteğini kaybetmekten korktu ve Yunanistan’a yardım konusunda sert bir olumsuz tavır takındı. Sarkozy’den gelen baskılara rağmen, hızlı bir müdahaleye yanaşmadı.
Daha sonraki anlaşma ise 1 trilyon Euro'luk bir fatura çıkardı.
habertürk

İngiltere'de her beş gençten biri işsiz
19 OCAK 2011

Ulusal İstatistik Enstitüsü'nün verileri eylül-kasım periyodunda 49.000 kişinin daha işsizler arasına katılıdığını ortaya koydu. Böylece ülkedeki toplam işsiz sayısı 2.5 milyon oldu.
Yeni tabloya göre İngiltere'de 16 ile 24 yaşları arasındaki her beş kişiden biri işsiz.

Bu oran 1992'den bu yana görülmüş en yüksek oran.
İşsiz sayısındaki artış, ülkedeki genel işssizlik oranını ise değiştirmedi.
Yüzde 7.9 olan işsizlık oranı aynı kaldı.
'Rakamlar hayal kırıklığı yarattı'
Başbakan David Cameroon işsiz saysındaki artışın büyük bir endişe olduğunu söyledi.
Özellikle gençler arasındaki artışın endişe verici olduğunu söyleyen Cameroon, rakamların hayal kırıklığı yarattığını belirtti.
Muhalefetteki İşçi Partisi lideri Ed Milliband ise başbakanı kayıtsızlıkla suçladı.
Hükümetin bütçe kesintilerini ve kamu sektöründe yaşanan istihdam azalmasını eleştiren Milliband, bu kadr hızlı ve büyük oranlarda yapılan kesintilerin bedelini halkın ödediğini söyledi. BBC
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com