EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Şeyh Said

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Şub 08, 2010 12:05 am    Mesaj konusu: Şeyh Said Alıntıyla Cevap Gönder

MUSTAFA ARMAĞAN
m.armagan@zaman.com.tr
Şeyh Said, Kürt devletinin başına bir Türk'ü geçirecekti

Genelkurmay Başkanlığı'nın yayınladığı "Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar" adlı kitaba inanacak olursak, Şeyh Said isyanı tamamen İngiliz Gizli Haberalma Servisi'nin Musul'u elimizden koparmak üzere tezgâhladığı bir oyundur ve hainlerin bir karşı ihtilalidir.
Bu düz mantıkla bakarsak elbette bir şey görmemiz mümkün değildir. 'İç ve dış güçlerin el ele vererek oynadığı oyun' şeklinde bir basitleştirme, ancak propaganda ve beyin yıkama faaliyetlerinde işe yarayabilir. Tarihte geçer akçe değildir ne yazık ki. Gerçeğin üstünü bir süreliğine örtebilirsiniz belki ama ebediyen, asla!

Bakmayın Genelkurmay'ın isyanda İngiliz parmağı olduğu iddiasına; 1925 Mart'ında İngiliz Büyükelçisi Ronald Lindsay'in bizzat Başbakan İsmet İnönü'ye söylediği gibi İngiltere, Türkiye'nin "barış içinde yeniden yapılanması"nı beklemekteydi. İçerideki huzursuzlukların İngilizlerin de aleyhine olacağına kuşku yoktu. Musul'da pusuya yatmış olan İngiltere, o tarihte henüz Kürtlerin ayaklanmasını istemiyordu, zira bir ayaklanmayı bahane eden Türkiye'nin topuyla tüfeğiyle Musul'a sarkmasından çekiniyordu. Doğal olarak bu durum, Lozan'da girilen barış sürecine büyük zarar verecekti. Dolayısıyla İngiltere'nin bu isyanda bir çıkarı bulunmuyordu. Ancak isyanı bahane olarak kullandığı açıktır; nitekim sonradan Musul'un, kendi içindeki Kürtlere hakim olamayan Türklere teslim edilemeyeceği tezini ustalıkla kullanacaktı.

Önümüzdeki süreçte Türkiye'deki 'Kürt sorunu'nun dönüm noktalarından Şeyh Said İsyanı'nı da tartışacağız. Ancak ben bugün isyanın genelde bakılmayan birkaç yönü üzerinde durmak istiyorum.

İsyanın en ciddi gerekçelerinden birisini, 1924 Mart'ında mahkemelerde yalnızca Türkçenin kullanılması ve Kürtçenin okullarda yasaklanması oluşturmaktadır. Böylece zaten ancak 215 adet okulu ve 8.400 öğrencisi bulunan Kürtlerin yaşadığı bölge (o sırada Türkiye'deki toplam okul sayısı 4.875, öğrenci sayısı ise 382 bindi), eğitim sisteminden tamamen dışlandı, üstüne üstlük okullar kapatılırken bir de "eğitim vergisi" çıkarıldı.

Durum gerçekten tuhaftı. Eğitim hayatı bir kararla bitirilen bir bölgeden eğitim vergisi alınması tepkilere yol açmakta gecikmedi. Bir adım daha atılarak medreseler de kapatıldı ve nihayet Türk-Kürt birlikteliğinin son simgesi olan Halifelik de kaldırıldı.

İsyan başladı. Lice ve Hani bir hafta içinde düştü, Çapakçur da ertesi hafta düşecekti. İşte tam bu sırada Şeyh Said bir manifesto yayınladı. Bölgede bir Kürt yönetimi kurmaktan ve Hilafeti geri getireceğinden söz ediyordu.


"Türkistan Halifesi" yapılmak istenen Şehzade Abdülkerim Efendi, Tokyo'da Japon korumalarıyla beraber.

Peki kurulacak Kürt yönetiminin başkanı kim olacaktı?

Said'in Halife olarak kendini ortaya sürdüğünü sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Onun kafasındaki Halife adayı, aynı zamanda "Kürdistan Hükümdarı" da olacak olan merhum Sultan Abdülhamid'in oğullarından biriydi.

Peki kimdi bu Kürtlerin padişahı olacak Türk şehzade?

Bildiğim kadarıyla Şeyh Said ve avanesi bu makama, Son Halife ve "Kürtlerin Babası" olarak gördükleri Abdülhamid'in en büyük oğlu, 1870 doğumlu Mehmed Selim Efendi'yi münasip görmüşlerdi. Şehzade o tarihte 55 yaşındaydı ve Beyrut'ta yaşıyordu. Üstelik Kadir Mısıroğlu'nun dediğine bakılırsa Araplar kendisine "Sultan Selim" diye hitap ediyorlar, Cünye'deki evi "Kasru'l-Melik", yani "Sultan'ın Sarayı" diye biliniyordu.

Hatta Yılmaz Öztuna'nın aktardığı bir bilgiye göre, Şeyh Said isyanında sadece bildiri yayınlamakla yetinilmemiş, Diyarbakır Ulucami'de Mehmed Selim Efendi'nin adına hutbe dahi okunmuştu. Tabii kendisinin bundan haberdar olup olmadığını bilmiyoruz.

Ancak burada asıl dikkat çekmek istediğimiz husus, kurulacak bir Kürt devletinin başına Türk/Osmanoğlu şehzadelerinden birinin getirilmesi, dahası, Şafii mezhebine bağlı Kürtlerin başına Hanefiliğin koruyucusu olan bir hanedan üyesinin seçilecek olmasıdır. Ve nihayet herhangi bir şehzadenin değil, bir zamanlar 'Kürtlerin Babası' (Bavê Kurdan) diye meşhur olan Sultan II. Abdülhamid'in en büyük oğlunun bu makam için tercih edilmiş olmasıdır.

Kürt tarihi uzmanı David McDowall'ın da dediği gibi, kurulması için bayrak açılan Kürdistan'ın başına Kürt olmayan bir liderin geçirilmek istenmesi, Şeyh Said isyanının hakikaten milliyetçi bir isyan olup olmadığı şüphesini uyandırıyor ("A Modern History of the Kurds", I.B.Tauris, 2004, s. 197-198).

Şeyh Said isyanı gerçekten milliyetçi bir isyan olsaydı, Kürtlerin başına bir 'Türk'ü getirmeyi düşünürler miydi? David McDowall, Şeyh Said'in halife olarak kendisi dahil hiçbir Kürt aday göstermemesini, isyanın milliyetçi olmaktan ziyade, "Kürt dinî partikülerizmi"ne ("Kurdish religious particularism") dayandırıyor. Bir başka deyişle Kürtlüğü savunuyor ama bunu dinî bağlılıkla ve dine bağlanmanın kurtuluşa erdireceği inancıyla yapıyorlardı.

Yani Türkler Hilafeti kaldırmakla dinî önderliklerini kaybettiler, şimdi sıra Kürtlerde. Ama Halife yine Osmanlılardan olacaktı, zira ümmeti bu aileden başkası toparlayamazdı.

İşe bakın ki, Mehmed Selim Efendi bu işlerin adamı değildi ama oğlu Abdülkerim Efendi, tam tersine atak bir yaratılışa sahipti. Maceracıydı. O kadar ki, Japonlar 1933'te kendisini davet edince kalkıp Tokyo'ya gitmiş, Japonların desteğiyle Uzakdoğu'da yaşayan Türk-Tatarları bir bayrak altında toplamak ve bu defa Türkistan Kralı olmak üzere Çin'e karşı harekete geçmişti. Ancak hayalleri kısa zamanda tuzla buz olan atak Şehzade, 1935 Ağustos'unda New York'ta bir otel odasında ölü bulunacaktı. İki yıl sonra da babası "Sultan Selim" ölecekti.

Kadere bakın ki, Mehmed Selim Efendi Kürtlerin, oğlu Abdülkerim Efendi ise Türkistan Türklerinin başına Halife yapılmak istenmişti. İkisi de olmadı. Baba Şam'da, oğul ise New York'ta son uykularını uyumaktalar. m.armagan@zaman.com.tr
10 Ocak 2010, Pazar

Şeyh Said ve arkadaşları Diyarbakır'da anıldı
28 Haziran 2010
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Güneydoğu'da isyan başlatan ve yakalandıktan sonra 47 arkadaşı ile birlikte Diyarbakır Ulu Camii önünde idam edilen Şeyh Said ve arkadaşları, Ulu Camii önünde basın açıklaması yapılarak anıldı.
Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde 1925 yılında başlatılan ve kısa sürede bölgenin birçok yerine sıçrayan isyanın liderliğini yapan ve isyan bastırılıp yakalandıktan sonra 47 arkadaşı ile birlikte Diyarbakır'ın Dağkapı semtinde bulunan Ulu Camii önünde idam edilen Şeyh Said ve arkadaşları için bir dizi anma etkinliği düzenledi. Dicle Fırat Diyalog Grubu tarafından öğlen namazı sonrası Ulu Camii önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklama nedeniyle Ulu Camii önünde Şeyh Sait ve arkadaşlarının posterleri asılırken bazı yaşlı vatandaşlar hem fotoğrafı öptü hem de yüzünü sürdü. Namaz sonrası kalabalık bir grup ile birlikte Şeyh Said için dua edilirken Dicle Fırat Diyalog Grubu adına basın açıklaması okundu. Açıklamada Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a seslenilerek, 1925 yılında idam edilen Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarlarının yerlerinin açıklanması talep edildi. Şeyh Said ve beraberindekilerin özgürlük yanlısı oldukları için idam edildiği kaydedilen açıklamada, "Önderlerimiz ve dedelerimizin mezarlarının yerini bilmek insani, islami, demokratik hakkımızdır. Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanına çağrımız; dedelerimizin mezarlarının yerini bize gösterin" denildi
Basın açıklamasında PKK'nın silah bırakması tartışmalarına da değinilerek, "Son olaylar ile ilgili çözüm önerilerimiz: PKK hemen ateşkes ilan etmeli, hükümet ve devlet yetkilileri silahın bir çözüm olmadığını açık bir dille deklare etmeli, diyalog zemini oluşturulmalı, bölge insanı ve sivil toplum kuruluşları muhatap alınmalı, hükümet hemen Diyarbakır'a bir heyet göndererek bölge insanının fikir ve düşüncelerini dinlemelidir" ifadelerine yer verildi.
Basın açıklaması sonrası Şeyh Said ve arkadaşları için kalabalık grup ile birlikte dualar edildi. netgazete

Şeyh Said’i anmak…
Yavuz BAHADIROĞLU
30 Haziran 2010

(..)
03 Mart 1924'te kaldırılan hilafetle birlikte Kürtleri Türklerle buluşturan (Yavuz Padişah’la allame İdris-i Bitlisi) ortak zeminde büyük bir çözülme yaşandığı açıktır…

Ankara hükümetinin, başta medreseleri kaldırmak olmak üzere, giriştiği bazı uygulamalar ise Doğulu vatandaşlarımızda “Dinden kopuş” şeklinde algılanmış, bu da yaraya tuz-biber ekmiştir.

Kürt tarihi uzmanlarından David McDowall bu konuyu şöyle özetliyor:

“Hilafetin kaldırılması… Kürtlerin Türklere karşı duyduğu son ideolojik bağı da kopardı... Türkiye'nin 1912-22 arasındaki savaş yıllarını aşmasına yardımcı olan Kürtler, bu kez onun düşmanları haline geldiler... Bunlar, dindar şeyhler ve eski Hamidiye paşalarıydı ki, Halife'nin savunulmasına samimi olarak inanıyorlardı.”

(..)

Vakit

Şeyh Sait: Gerçeği Anlattım Neden İdam?
HAKAN ÖZOĞLU: Doç. Dr., Central Florida Üni.
13 Temmuz 2010

Yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni sarstığı iddia edilen Şeyh Sait ayaklanmasının ortaya çıkmasında zamanın hükümetinin bir rolü var mı? İsyanın arkadında kim var...

Şeyh Sait ayaklanmasının ve bu Nakşibendi şeyhinin 47 yandaşı ile birlikte idamının yıldönümünde (29 Haziran) yapılan anma töreni, bu çok çarpıtılmış ayaklanmayı tekrar gündeme getirdi. Bu ayaklanmanın İslami ve Kürtçü yönü çok tartışılmış bir konu. Ama pek araştırılmamış başka bir yönü var ki, tartışılmaya değer. Bunu bir soruyla somutlaştırabiliriz: Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni sarstığı iddia edilen Şeyh Sait ayaklanmasının ortaya çıkmasında zamanın hükümetinin bir rolü var mı?
Şeyh Sait ayaklanması, Halk Fırkası’na muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TCF) kurulmasından hemen hemen üç ay sonra ortaya çıkmış, bu partinin kapatılmasına ve cumhuriyet tarihinde tek parti döneminin başlamasına sebep olmuştu. Bu ayaklanma sonrası tekrar kurulan İstiklal Mahkemeleri ise zamanın iktidarının bir kolu olarak çalışmış ve muhalefetin susturulmasında önemli roller oynamıştı.
Bu çerçeve içinde, akademik ve politik çevrelerde pek gündeme gelmeyen bu konudaki ilk açıklama zamanın tek muhalefet partisi olan TCF Genel Başkanı Kazım Karabekir tarafından yapıldı. Kazım Karabekir’e göre bu ayaklanmanın hazırlanışından hükümetin haberi vardı ve önlemek için hiçbir şey yapmadı. Bunun sebebi, varlığından rahatsız olduğu TCF’yi kapatmak için Şeyh Sait ayaklanmasını kullanmak istemesiydi. Ayaklanma bahane edilerek çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası gerekli şartları sağladı ve TCF kapatıldı.
İşin ilginci, zamanın Başbakanı Fethi Bey (Okyar) de Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra kendisini Şeyh Sait ayaklanması karşısında pasiflikle suçlayan Recep Bey’in (Peker) suçlamalarını reddetmişti. Fethi Bey’e göre bu ayaklanma, kısa bir süre önce ortaya çıkan Nasturi ayaklanmasının bir devamıydı ve Recep Bey bu ayaklanma için hazırlıkların yapıldığı dönemde İçişleri Bakanı’ydı. Öyleyse neden kendi bakanlığı döneminde hükümetin de haberi olduğu bir hazırlanış karşısında kendisi bir şey yapmamıştı?
Başka bir deyişle, TCF Genel Başkanı Kazım Karabekir ile Şeyh Sait ayaklanması yüzünden istifa ettirilmiş olan iktidar partisinin Başbakanı Fethi Bey, bu ayaklanmanın hazırlıkları konusunda toplanan istihbarattan hükümetin haberi olduğunu iddia ediyordu. Kazım Karabekir daha ileri gidip Şeyh Sait ayaklanmasına kendi partisini kapatmak için hükümetin göz yumduğunu söylüyordu.
Bu iddiaya destek sayılabilecek bir açıklama da yıllar sonra dönemin Diyarbakır İstiklal Mahkemeleri üyesi ve (kısa bir dönem için) savcısı olan Avni Doğan’dan geldi. Doğan anılarında mahkeme sırasında gizli olarak, Şeyh Sait’e mahkemenin bazı üyeleri tarafından TCF ve muhalif basınla ilgili bazı suçlamalarda bulunulması için telkinde bulunulduğunu yazıyor. Şeyh Sait’in bu telkinler sonucu verdiği ifadeler üzerine de hem TCF’nin kapatıldığı hem de dönemin muhalif basınının Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde Takrir-i Sükun Yasası’na muhalefetten yargılandığı biliniyor.
İlginçtir ki, Şeyh Sait de asılmadan hemen önce İstiklal Mahkemesi üyesi Ali Saip Bey’e dönüp “Doğruyu söylersem asmayacaktınız, ne oldu?” diye sitem etmişti. Acaba “İstediğinizi söyledim, isimlerinin karıştırılmasını istediklerinizi ifademe dahil ettim, beni hâlâ neden asıyorsunuz” demek mi istemişti?

İngiliz belgeleri
Dönemin Amerikan, İngiliz ve Fransız istihbarat birimleriyse, önce bu ayaklanmanın Ankara tarafından çıkarıldığını iddia ediyor sonra da Ankara tarafından çıkarılmasa bile muhalefeti susturmak için abartıldığı ve maniple edildiği konusunda fikir birliğine varıyordu. Bu konuda İngiliz arşiv belgeleri arasındaki en önemli kaynaklardan biri, o zaman İngiliz işgali altındaki Musul bölgesinde görev yapan bir İngiliz istihbarat subayının Londra’ya gönderdiği rapordu. Bu rapora göre Ankara, Şeyh Sait ayaklanmasını kendi hazırlamıştı ve amacı Kürt asileri takip etmek bahanesiyle Musul’a girmek ve Musul’u tekrar geri almaktı. James Morgan adındaki bu istihbarat subayı verdiği raporda İngiliz hükümetinin zaman zaman bağımsız bir Kürt devletine sıcak baktığını teyit ediyor ama Ankara’nın iddiasının tam tersine bu ayaklanmada Türklerin parmağı olduğuna inanıyordu. Bu çok ilginç değerlendirme, Şeyh Sait ayaklanmasının ne kadar maniplasyona açık olduğunu bir kez daha teyit eder içerikte.
Zamanın ABD Elçisi (yüksek komiser) Amiral Mark Bristol ise Washington’a gönderdiği mesajda bu ayaklanmanın çok zayıf olduğunu, dağa çıkabilecek birkaç kişi haricindeki asilerin, Türk düzenli birlikleri tarafından kısa zamanda tesirsiz hale getirilebileceğinin aşikar olduğunu ama Ankara’nın neden bu kadar yaygara yaptığını anlamadığını yazmıştı.
Bütün bu bilgiler ışığında nasıl bir değerlendirme yapabiliriz? İlk önce şunu belirtmekte yarar var: Şu ana kadar gün ışığına çıkan belgelere göre bu ayaklanmayı İngilizlerin çıkarttığı veya desteklediğini kanıtlayamayız. Bu iddia Ankara tarafından ortaya atılmış ve Türk gazeteleri tarafından abartılmıştı. Bu ayaklanmanın Musul meselesinde Londra’ya yaramış olduğu tezinden hareket edildiği açık ama maalesef bunu “kanıtlayan” bir belge hâlâ ortada yok. Görüldüğü gibi bunun tam tersini iddia eden belgelere de arşivlerin tozlu raflarında rastlamak mümkün. Gerçek şu ki bu ayaklanma Kürtlerden ve İngilizlerden daha çok Ankara’daki radikallerin işine yaramış ve yeni şekillenen muhalefeti ortadan kaldırmıştır. Bu gerçekten hareketle, Şeyh Sait ayaklanmasını Ankara’nın çıkardığını söyleyebilir miyiz? Hayır, sadece böyle bir olasılığın en az, bu ayaklanmada olduğu iddia edilen İngiliz parmağı kadar varolduğunu söyleyebiliriz. Öyleyse kanıtlanmamış tezleri gerçekmiş gibi kamuoyuna sunmak pek doğru değil, tıpkı Şeyh Sait’in aslında Ankara’nın ajanı olduğunu iddia etmek gibi. Eldeki bilgilere göre kesin olarak söyleyebileceğimiz şey, bu ayaklanmayı Ankara’nın İngiltere’den çok daha mahirce maniple ettiği.
Merak eden okuyucular için bu makaledeki bütün kaynaklar Boğaziçi Üniversitesi tarafından yayımlanan New Perspectives on Turkey adlı derginin 41. sayısında bulunabilir. Ayrıca bu konudaki çok daha kapsamlı bir araştırma Kitap yayınevi tarafından Ocak ayında çıkacak Halifelikten Cumhuriyete Geçişte Muhalefetin Bastırılması adlı kitapta okuyucuya ulaşacak.


aktifhaber

Avni Özgürel
Şeyh Said'i isyana sevk eden neydi?

Açılım ya da demokratikleşme diye isimlendirilen sürecin ne getirdiği, içinin boş mu dolu mu olduğu tartışmalarını yaparken ölçü olabilecek değerlendirebileceğimiz bir hadise yaşadık. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, bundan beş sene önce Diyarbakır’da Şeyh Said’i anma toplantısı düzenlenseydi tertipleyenlerin başına neler gelirdi tahmin etmek zor değil. Oysa geçtiğimiz hafta bu amaçla geniş katılımlı bir dizi toplantı yapıldı ve ne bir olay çıktı, ne de devlet soruşturma açtırdı.

Şeyh Said isyanının nasıl başlayıp geliştiğine ilişkin geçmişte bir hayli yazı yazdım, keza merak edenin okuyabileceği çok sayıda araştırma, hatırat vb kaynak var. Bu yazıda altını çizmek istediğim husus ise isyanın amacı konusuna işaret etmek. Şeyh Said din alimi olmanın yanında bir Kürt milliyetçisi miydi? Kürt hareketinin liderlerinden Cibranlı Halit Bey’le mutabık sayılabilir mi türünden soruların cevabını aramak. Ve yanı sıra son büyük din alimlerinden olan Şeyh Said’in kişiliği hakkında fikir vereceğini düşündüğüm Şark İstiklal Mahkemesi heyetinin sorularına verdiği cevaplara dikkat çekmek...

Cibranlı Halil Bey ve Şeyh

1920’lerin Türkiye’sinde Kürt hareketinin iki büyük ve önemli ismi var. Cibranlı Halit Bey ve Şeyh Said... Halit Bey Şeyh Said’in kayınbiraderi, aşiret mekteplerinden yetişmiş bir subay, Şeyh Said ise medrese eğitimi görmüş bir Nakşibendi şeyhi...

Yazının girişinde sözünü ettiğim soruya gelince, cevap bence açık. Cibranlı Halit Bey’in amacı bağımsızlıktı. Silahlı bir gücü örgütleyip isyana sevketmek istemesinin altında dini hiç bir sebep yoktu. Şifreli olarak sürdürdüğü haberleşme Ankara’nın eline geçince planı suya düştü ve 1925 senesi Nisan ayında Bitlis’te kurşuna dizildi. Şeyh Said’i isyana sevkeden sebep ise sadece dindi. Şeyh, Kürt ulusalcılığı söylemine sempatiyle bakmakla birlikte bugün anladığımız manada bir Kürtçü değildi. Nitekim şeriata dayalı mutasavver yapılanma gerçekleştiği takdirde hilafet makamına getirmek istediği kişi de kendisi veya bir başka Kürt değil Türk üstelik Kürtlerin Şafi mezhebine bağlı olmalarına karşılık Hanefi mezhebine bağlı olan ama Şeyh’in ‘Bave Kurdan’ (Kürtlerin babası) olarak gördüğü Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu Şehzade Mehmed Selim Efendi’ydi... Daha da ötesi Şeyh’in 1925’te Beyrut’ta yaşamakta olan Selim Efendi adına Diyarbakır Ulucamii’de hutbe okuttuğu da bilinir...

Sorgudan satırlar

İsyan Şeyh Said’in 4 Ocak 1925 tarihinde Şuşar’ın Gökoğlan bucağının Kırıkhan köyünde kendisini ziyarete gelen bölge eşrafıyla yaptığı toplantı sonrası yazdığı şu fetvayla başladı. “Kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedi’nin temellerini yıkamaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kur’an ahkamına aykırı hareket ederek, Allah’ı ve Peygamberi inkar ettikleri ve halife-i İslam’ı sürdükleri için gayrı meşru olan idarenin yıkılmasının bütün Müslümanlar üzerine farz olduğu, Cumhuriyet’in başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-ı gara-yı Ahmediyye’ye göre helal olduğu...”

İsyanın malum süreci sonunda Şeyh Said’in bacanağı Kazım Ataç tarafından ihbar edildiği de doğru değil. Altan Tan, Kürt Sorunu adlı kitabında, “Murat Nehri’ni geçmeye çalışırken 15 Nisan 1925 günü Abdurrahman Paşa Köprüsünde Alevi Hormek ve Lolan aşireti tarafından yolları kesilir. Hormek ve Lolanlılar Şeyh Said ve arkadaşlarını yakalayarak hükümet kuvvetlerine teslim ederler” diyor. Bildiğim kadarıyla Osman Nuri Koptagel Paşa’ya teslim oldular...

Mahkeme salonu olarak kullanılan Diyarbakır Yenişehir Sineması’ndaki yargılama 26 Mayıs 1925 günü başladı. Salonda üç gün önce Şeyh Said’in sorgusu yapılmıştı. Mahkeme heyetinin‘siz’ ya da ‘Şeyh Efendi’ diye hitabettiği Şeyh Said’in bu sorguda idamdan kurtulmak çabasıyla inkar veya tevil yoluna sapmadığı bilinir.

- İsyan hareketini nasıl düşündünüz? Size ilham mı geldi?

- Haşa, ilham falan gelmedi. Kitaplardan bilirim ki, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir. Hükümete şeriat sorununu anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının uygulanmasını isteyecektik. Allahu Teala’nın takdiri beni bu işe sevketti. İçine bir düştüm, bir daha çıkamadım.

- Buyurdunuz ki, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir. Bunun şartı yok mu?

- Şartını bilmiyorum. Şer’an vaciptir deniliyor.

- Demek ki siz, şeriattan sapma olduğu için kıyam ettiniz. Amacınız ne idi?

- Kitap, kıyam vaciptir diyor. Kitap, cinayet, zina, müskirat gibi durumları yasaklıyor. Hepimiz Müslümanız. Türk, Kürt ayrımı yoktu.

- Şeyh Efendi, onları bırakın. Özellikle kıyamın nedenini söyleyiniz.

- Piran’da bir olay oldu. Çatışma çıktı. Bu da bana mal edildi. Halbuki ben teğmene üç defa rica ettim. Adamlar nikahları üzerine yemin etmişler, ısrar etmeyin dedim. Sonra sekiz tanesini bırakmış, ikisini tutuklamışlar. Olay patlak verince ben köyden çıktım. Sonra işin içine köylüler karıştı; ayaklanma başladı. Bir daha içinden çıkamadım.

- Şeyh Efendi, Piran’a gelmeden önce din meselesinden dolayı kıyamı düşünüyor muydunuz?

- Kalbimde düşünüyordum. Fakat savaşla değil, broşürler yazıp Meclis’e göndererek, yasaların şeriata uygun düzenlenmesini istemeyi düşünüyordum.

- Niçin yapmadınız?

- Bu konuda önce bilimsel araştırmalar yapayım dedim. Fakat kader beni Piran’a sürükledi. Piran olayı çıktı; önünü alamadık.

- Müslümanların kardeş olduğunu söylediniz. Müslümanın Müslüman üzerine kıtal göndermesi caiz mi?

- Hz. Ali’nin savaştıkları da Müslüman değil miydi? Yine kardeş kalırlar.

- Jandarma geldi, adam vuruldu, bu isyan çıktı dediniz.

- Evet jandarma vurulmasaydı, kitapla görevimi yapacaktım.

- Jandarma çatışması olmasaydı, altı ay sonra isyan olurdu değil mi?

- Hayır, jandarma olmasaydı, belki olmazdı. Allah kader saydıysa olurdu tabii.

- İsyanı tek başınıza mı başlattığınız? Herhalde sizi teşvik edenler vardır.

- Ne içerden, ne de dışardan teşvik eden yoktur. Hariçten dediğim ecnebilerdir.

- Demek ki ayaklanma ve isyanı yalnız zat-ı aliniz düşündünüz.

- Evet, benim fikrimde vardı. Bilim adamlarını, düşünce sahiplerini göreyim dedim. Din kalkmış, maneviyat unutulmuştu. Bunları isteyelim dedim. Öyle ümit ediyorduk. Zaman kalmadı. Bu olay meydana geldi.

- İsyandan önce hükümete başvursaydınız ya!

- Vaktimiz olmadı.

- Hükümet taleplerinizi kabul etseydi ne olurdu?

- Günahtan kurtulurduk. Evimizde otururduk. Hükümet isteklerimizi kabul etseydi, hicret isterdik. Hicret izni vermeseydi, günah bizden gider. Otururduk.

- İslam içinde sizden bilgin yok mu? Varsa neden sadece siz düşünüyorsunuz?

- Alim elbette çoktur. Fakat canlarından, mallarından korkarlar.

- İçlerinde en cesuru siz misiniz?

- En cesuru değilim tehlikeye atılan benim.

Radikal

BDP'liler Şeyh Said'in asıldığı meydanda cuma namazı kıldı
08 Nisan 2011

Dağkaıpı Meydanı'nda sivil imam eşliğinde cuma namazı kıldı. Namaz sonrası ortalık karıştı.



BDP'li Yıldız yerlerde sürüklendi!

Sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında başına gelmeyen kalmayan BDP'li Bengi Yıldız, bu kez de çadır demiriyle yerlerde sürüklendi!

Diyarbakır'da, BDP'nin sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında Kürt isyanı liderlerinden Şeyh Sait'in asıldığı meydanda sivil imam eşliğinde cuma namazı kılındı. Namazdan sonra meydana çadır kurmak isteyen BDP'liler ile polis arasında gerginlik meydana geldi. BDP'li vekil Bengi Yıldız, çadır kurmak için tuttuğu demiri polise vermek istemeyince yerlerde sürüklendi. Çıkan gerginlikte bir polis memurunun da, yüzüne aldığı yumruk darbesiyle burnu kırıldı.

BDP sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında bugün Diyarbakır'ın merkez Sur İlçesi'ndeki Dağkapı Meydanı'nda toplandı.

Yaklaşık 4 bin kişi, 1925 yılında Kürt isyanı liderlerinden Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam edildiği yer olan ve Orduevi bitişiğinde bulunan Dağkapı Maydanı'na halı ve battaniye sererek cuma namazı için saf tuttu. BDP'nin, 'sivil cuma' olarak değerlendirdiği itaatsizlik eylemi kapsamında saf tutan partililer, Din Adamları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİYADER) Başkanı Zahit Çiftkuran'ın öncülüğünde Cuma namazı kıldı. Polis çevrede geniş güvenlik önlemi alırken, namaz kılanmadan önce imam Çiftkuran, cemaate Kürtçe bir konuşma yaptı.

Meydanda BDP'lilere cuma namazı kıldıran Çiftkuran, camilerin Allah'ın evi olduğunu ve camilerle bir sorunlarının bulunmadığını belirterek, "Biz camilerde sistem için çalışan ve Türk-İslam sentezini dayatan imamlara karşıyız. Bizim içimizde medrese eğitimi görmüş yüzlerce imam var. Kimse bize din dersi vermesin. İslamı yeniden yazacak halimiz yok, İsslam islamdır. Biz bugün insanların artık birbirini öldürmemesini istiyoruz. İnsanlar arasında ölüm olmasın, barış gelsin istiyoruz" diye konuştu.

Konuşmadan sonra BDP'lilerin önünde saf tutan imamlardan biri çevredeki camilerden gelen ezan sesini beklemeden kendisi kalkıp namaz için ezan okudu. Daha sonra yaklaşık 4 bin kişi, meydanda hep birlikte saf tutarak Cuma namazı kıldı.

NAMAZ SONRASI OLAY

Cuma namazının kılındığı Dağkapı Meydanı'nda daha sonra Barış Anneleri adlı bir grup kadın operasylonların durması için tülbentlerini yaktı. Daha sonra BDP, Demokratik Çözüm Çadırı kurmak için çadır malzemelerini alana getirdi. Polis çadırın kurulmasına izin vermezken, bir grup BDP'li polis ile tartıştı. Tartışma sırasında bir kişinin polise yumruk atması üzerine, polis biber gazı ve tazyikli su ile gruba müdühale etti. Yaklaşık 5 dakika süren arbedenin arndından polis grubu çembere aldı. Bu sırada aniden bastınan dolu ve sağnak yağmur nedeniyle meydandaki grubun büyük kısmı dağıldı.

BDP'Lİ YILDIZ ÇADIR MALZEMESİNİ BIRAKMAYINCA SÜRÜKLENDİ

Daha sonra meydana BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız'ın da aralarında bulunduğu bazı milletvekilleri ve belediye başkanları geldi. BDP'li Demirtaş'ın gelişi sırasında polis barikatını aşıp meydana girmek isteyen bir grup BDP'li ile polis arasında arbede yaşandı. Çadır demirini almak isteyen Milletvekili Bengi Yıldız ve demiri bırakmayan polisler arasında arbede yaşanırken, Yıldız, çadır demirinin ardından yerde yaklaşık 10 metre sürüklendi. İlk arbede sırasında bir polis telsizinin kaybolduğu belirtilince polis alandan çıkan herkesi tek tak aramaya çalıştı.

Telsizin kaybolduğu BDP lideri Demirtaş'a iletililince Demirtaş grubun içerisine girerek kimin telsizi aldığını sordu. Telsiz bulunamazken, Demirtaş yaptığı konuşmada Valiliğin alanda çadır kurulmasını yasaklayan kararını eleştirdi. Demirtaş, "Dağkapı çadır için yasak ise en iyi yer Diyarbakır Valiliğinin bahçesidir. bizde çadırı Valiliğin bahzesine kuracağız" diyerek yaklaşık 150 kişilik grup ile Diyarbakır Valiliğine doğru yürüyüşe geçti. Polis, grubun önüne keserek, yürümelerine izin vermeyeceğini söyledi

A. Kerim Bakır
http://www.bireyhaber.com/

Şeyh Said İstanbul'da anıldı!
29 Haziran 2012



Şehadetinin 87. yıldönümünde Şeyh Said Fatih’te rahmetle anılırken, devlet kirli tarihiyle yüzleşmeye ve özür dilemeye davet edildi.

Özgür-Der tarafından düzenlenen gösteride Kemalist zulüm tarihinin cinayetleriyle yüzleşme, Şeyh Said'in Cumhuriyet tarihinin diğer mağdurlarının mezarlarının bulunması, İstiklal Mahkemesi arşivlerinin açılması gibi taleplerde bulunuldu. Şeyh Said'in İslami kıyamının haklılığına vurgu yapılan eylemde mağdurlardan özür dilenmesi çağrısında bulunuldu.

Eylemde TBMM Başkanlığına İstiklal Mahkemesi kararlarının yok sayılmasını ve Şeyh Said'in mezarının bulunmasını talep eden bir mektup gönderildi.

Murat Ayar'ın sunuculuğunu yaptığı eylemde “Ali Şükrü Bey'den Şeyh Said'e, Atıf Hoca'dan Esad Efendi'ye; Zulüm Tarihiyle Hesaplaşılsın!”, “Şeyh Said'in Mezar Yeri Açıklansın!”, “Dersimiz: İnkılap Tarihi, Kazanımlarımız: İstiklal Mahkemeleri; Tehcir, Tenkil, Tedip Harekatları, Takrir-i Sükûn, Yasaklar, Baskılar…”, “Zulüm Tarihiyle Hesaplaşılsın!”, “İstiklal Mahkemesi Hükümleri Yok Sayılsın, Mağdurlardan Özür Dilensin!” dövizleri tutulurken “Şehadetinin Yıl Dönümünde Şeyh Said'i Rahmetle Anıyoruz! Laik Sistem Zulüm Tarihiyle Hesaplaşsın!” pankartı açıldı.

Özgür-Der yöneticilerinden Hamza Türkmen yaptığı konuşmada Şeyh Said'in iade-i itibara ihtiyacı olmadığını bilakis iade-i itibara devletin ihtiyacı olduğunu ifade etti. Şeyh Said'in şehid yani Allah katında en yüksek mertebede bulunduğunu vurgulayan Türkmen bütün Müslümanların Şeyh Said'in yolunu sürdürmesi gerektiğini belirtti. Türkmen konuşmasına ‘hakkı ayakta tutucu şahit' olma yolunda şehid olanlara selam ederek son verdi.

Haksöz Dergisi editörlerinden Bahadır Kurbanoğlu konuşmasında inkılap tarihi derslerinde anlatılan tarihin geçersiz olduğunu ifade ederken, tarihin gerçek kaynaklarından öğrenilmesini istedi. Kendisine güvenen bir devletin tarih arşivlerini açması gerektiğini ifade eden Kurbanoğlu Şeyh Said'in mezar yerinin açıklanmasının ve vasiyetinin ailesine ulaştırılmasının gerektiğini söyledi.

Eylemde “İstiklal Mahkemesi Zorbalığın Adresi!”, “Mezar Yeri Açıklansın!”, “Arşivler Açılsın, Özgür Dilensin!”, “Şehidlerin Yolunu Sürdüreceğiz!”, “Şeyh Said Kıyamı, Ümmetin İftiharı!”, “Şehid Şeyh Said Yolun Devam Edecek!”, “Kemalist Devrimler Lağv Edilsin!”, “Kemalizmin Celladı İstiklal Mahkemeleri!”, “Tevhid, Adalet, Özgürlük!” sloganları atıldı. Eylem tekbirlerle sona erdi.

Haksöz Haber
Fotoğraf: Ali İmran Durman-Gökhan Ergöçün
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com